Bismillâhirrahmânirrahîm
66/TAHRÎM-1: Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek(leke), tebtegî merdâte ezvâcik(ezvâcike), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî! Zevcelerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi sen niçin kendine haram ediyorsun? Ve Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
66/TAHRÎM-2: Kad faradallâhu lekum tehillete eymânikum, vallâhu mevlâkum, ve huvel alîmul hakîm(hakîmu).
Allah, (gereksiz) yeminlerinizi (kefaretle) çözmenizi size farz (meşru) kılmıştır. Ve Allah, sizin dostunuzdur ve O; Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
66/TAHRÎM-3: Ve iz eserren nebiyyu ilâ ba’dı ezvâcihî hadîsâ(hadîsen), fe lemmâ nebbeet bihî ve azherehullâhu aleyhi arrefe ba’dahu ve a’rada an ba’d(ba’dın), fe lemmâ nebbeehâ bihî kâlet men enbeeke hâzâ, kâle nebbeeniyel alîmul habîr(habîru).
Nebî, bazı zevcelerine sır olan bir sözü gizlice söylemişti. Fakat onu (o sırrı) başkasına haber verince Allah, ona (durumu) izhar etti (peygamberine bildirdi). (Nebî de) bazısını açıkladı ve bazısını (bildirmekten) vazgeçti. Ona (zevcesine) onu (bunu bildiğini) haber verdiği zaman, (zevcesi): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. (Nebî): “Bana Alîm (en iyi bilen) ve Habîr (herşeyden haberdar) olan bildirdi.” dedi.
66/TAHRÎM-4: İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihul mû’minîn(mû’minîne), vel melâiketu ba’de zâlike zahîr(zahîrun).
Siz ikiniz de Allah'a tövbe etseniz (ki, mutlaka etmelisiniz). Çünkü ikinizin de kalbi kaymıştı. Ve eğer O'na (Hz. Peygamber (S.A.V)'e) karşı yardımlaşırsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, O; O'nun (Hz. Peygamber (S.A.V)'in) Mevlâsı'dır, Cibril (A.S) ve mü'minlerin salih olanları ve bunlardan başka melekler de O'na zahirdirler (yardımcıdırlar).
66/TAHRÎM-5: Asâ rabbuhû in tallakakunne en yubdilehû ezvâcen hayren min kunne muslimâtin mû’minâtin kânitâtin tâibâtin âbidâtin sâihâtin seyyibâtin ve ebkârâ(ebkâren).
Eğer (o) sizi boşarsa, onun Rabbinin, onun için sizin yerinize, sizden daha hayırlı olan müslüman (Allah'a teslim olmuş) kadınlar, mü'min kadınlar, kanitin olan kadınlar, tövbe eden kadınlar, kul olan kadınlar, oruç tutan kadınlar, dul ve bakire olan kadınlardan zevceler (eşler) ile değiştirmesi umulur.
66/TAHRÎM-6: Yâ eyyuhellezîne âmenû kû enfusekum ve ehlîkum nâren vakûduhân nâsu vel hicâretu aleyhâ melâiketun gılâzun şidâdun lâ ya’sûnallâhe mâ emerehum ve yef’alûne mâ yu’merûne.
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun. Onun üzerinde çok güçlü ve çok sert (acımasız) melekler vardır. Allah'ın onlara emrettiği şeyde, Allah'a asi olmazlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.
66/TAHRÎM-7: Yâ eyyuhellezîne keferû lâ ta’tezirûl yevm(yevme), innemâ tuczevne mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey inkâr edenler! O gün özür beyan etmeyin. Siz sadece yapmış olduğunuz şeylerin karşılığı olarak cezalandırılacaksınız.
66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
66/TAHRÎM-9: Yâ eyyuhen nebiyyu câhidil kuffâre vel munâfikîne vagluz aleyhim, ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).
Ey nebî! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et. Ve onlara galiz (sert) davran. Onların mevası (barınacağı yer) cehennemdir. Ve ne kötü varış yeri.
66/TAHRÎM-10: Dareballâhu meselen lillezîne keferûmreete nûhın vemreete lût(lûtın), kânetâ tahte abdeyni min ibâdinâ sâlihayni fe hânetâhumâ fe lem yugniyâ anhumâ minallâhi şey’en ve kîledhulen nâre mead dâhılîn(dâhilîne).
Allah, kâfirlere, Hz. Nuh'un ve Hz. Lut'un hanımını örnek verdi. İkisi de, salih kullarımızdan iki kulumuzun (nikâhı) altındaydı. Fakat ikisi de ihanet etti. Bu yüzden ikisine de, Allah'tan bir şeye (azaba) karşı, onlardan (eşlerinden) bir fayda olmadı (onları kurtaramadılar). Ve onlara: “İkiniz de ateşe girenlerle beraber (ateşe) girin.” denildi.
66/TAHRÎM-11: Ve dareballâhu meselen lillezîne âmenûmreete fir’avn(fir’avne), iz kâlet rabbibni lî indeke beyten fîl cenneti ve neccinî min fir’avne ve amelihî ve neccinî minel kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Ve Allah, âmenû olanlara firavunun eşini örnek verdi: “Rabbim, Senin katında cennette benim için bir ev inşa et ve beni firavundan ve onun yaptıklarından kurtar. Ve zalimler kavminden beni kurtar.” demişti.
66/TAHRÎM-12: Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne).
İmran'ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.
.
66/TAHRÎM-1: Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek(leke), tebtegî merdâte ezvâcik(ezvâcike), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî! Zevcelerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi sen niçin kendine haram ediyorsun? Ve Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
66/TAHRÎM-2: Kad faradallâhu lekum tehillete eymânikum, vallâhu mevlâkum, ve huvel alîmul hakîm(hakîmu).
Allah, (gereksiz) yeminlerinizi (kefaretle) çözmenizi size farz (meşru) kılmıştır. Ve Allah, sizin dostunuzdur ve O; Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
66/TAHRÎM-3: Ve iz eserren nebiyyu ilâ ba’dı ezvâcihî hadîsâ(hadîsen), fe lemmâ nebbeet bihî ve azherehullâhu aleyhi arrefe ba’dahu ve a’rada an ba’d(ba’dın), fe lemmâ nebbeehâ bihî kâlet men enbeeke hâzâ, kâle nebbeeniyel alîmul habîr(habîru).
Nebî, bazı zevcelerine sır olan bir sözü gizlice söylemişti. Fakat onu (o sırrı) başkasına haber verince Allah, ona (durumu) izhar etti (peygamberine bildirdi). (Nebî de) bazısını açıkladı ve bazısını (bildirmekten) vazgeçti. Ona (zevcesine) onu (bunu bildiğini) haber verdiği zaman, (zevcesi): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. (Nebî): “Bana Alîm (en iyi bilen) ve Habîr (herşeyden haberdar) olan bildirdi.” dedi.
66/TAHRÎM-4: İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihul mû’minîn(mû’minîne), vel melâiketu ba’de zâlike zahîr(zahîrun).
Siz ikiniz de Allah'a tövbe etseniz (ki, mutlaka etmelisiniz). Çünkü ikinizin de kalbi kaymıştı. Ve eğer O'na (Hz. Peygamber (S.A.V)'e) karşı yardımlaşırsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, O; O'nun (Hz. Peygamber (S.A.V)'in) Mevlâsı'dır, Cibril (A.S) ve mü'minlerin salih olanları ve bunlardan başka melekler de O'na zahirdirler (yardımcıdırlar).
66/TAHRÎM-5: Asâ rabbuhû in tallakakunne en yubdilehû ezvâcen hayren min kunne muslimâtin mû’minâtin kânitâtin tâibâtin âbidâtin sâihâtin seyyibâtin ve ebkârâ(ebkâren).
Eğer (o) sizi boşarsa, onun Rabbinin, onun için sizin yerinize, sizden daha hayırlı olan müslüman (Allah'a teslim olmuş) kadınlar, mü'min kadınlar, kanitin olan kadınlar, tövbe eden kadınlar, kul olan kadınlar, oruç tutan kadınlar, dul ve bakire olan kadınlardan zevceler (eşler) ile değiştirmesi umulur.
66/TAHRÎM-6: Yâ eyyuhellezîne âmenû kû enfusekum ve ehlîkum nâren vakûduhân nâsu vel hicâretu aleyhâ melâiketun gılâzun şidâdun lâ ya’sûnallâhe mâ emerehum ve yef’alûne mâ yu’merûne.
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun. Onun üzerinde çok güçlü ve çok sert (acımasız) melekler vardır. Allah'ın onlara emrettiği şeyde, Allah'a asi olmazlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.
66/TAHRÎM-7: Yâ eyyuhellezîne keferû lâ ta’tezirûl yevm(yevme), innemâ tuczevne mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey inkâr edenler! O gün özür beyan etmeyin. Siz sadece yapmış olduğunuz şeylerin karşılığı olarak cezalandırılacaksınız.
66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
66/TAHRÎM-9: Yâ eyyuhen nebiyyu câhidil kuffâre vel munâfikîne vagluz aleyhim, ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).
Ey nebî! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et. Ve onlara galiz (sert) davran. Onların mevası (barınacağı yer) cehennemdir. Ve ne kötü varış yeri.
66/TAHRÎM-10: Dareballâhu meselen lillezîne keferûmreete nûhın vemreete lût(lûtın), kânetâ tahte abdeyni min ibâdinâ sâlihayni fe hânetâhumâ fe lem yugniyâ anhumâ minallâhi şey’en ve kîledhulen nâre mead dâhılîn(dâhilîne).
Allah, kâfirlere, Hz. Nuh'un ve Hz. Lut'un hanımını örnek verdi. İkisi de, salih kullarımızdan iki kulumuzun (nikâhı) altındaydı. Fakat ikisi de ihanet etti. Bu yüzden ikisine de, Allah'tan bir şeye (azaba) karşı, onlardan (eşlerinden) bir fayda olmadı (onları kurtaramadılar). Ve onlara: “İkiniz de ateşe girenlerle beraber (ateşe) girin.” denildi.
66/TAHRÎM-11: Ve dareballâhu meselen lillezîne âmenûmreete fir’avn(fir’avne), iz kâlet rabbibni lî indeke beyten fîl cenneti ve neccinî min fir’avne ve amelihî ve neccinî minel kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Ve Allah, âmenû olanlara firavunun eşini örnek verdi: “Rabbim, Senin katında cennette benim için bir ev inşa et ve beni firavundan ve onun yaptıklarından kurtar. Ve zalimler kavminden beni kurtar.” demişti.
66/TAHRÎM-12: Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne).
İmran'ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.
.
MULK Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm
67/MULK-1: Tebârekellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Mülk elinde (kudretinde) olan O (Allah) Mübarek'tir. Ve O, herşeye kaadirdir.
67/MULK-2: Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azî zul gafûr(gafûru).
“Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.
67/MULK-3: Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ(tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut(tefâvutin), ferciıl basara hel terâ min futûr(futûrin).
Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. Rahmân'ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?
67/MULK-4: Summerciıl basara kerreteyni yenkalib lieykel basaru hâsien ve huve hasîr(hasîrun).
Sonra iki defa daha bakışını çevir (bak). Bakışın aciz ve yorgun olarak sana (geri) döner.
67/MULK-5: Ve lekad zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve cealnâhâ rucûmen liş şeyâtîni ve a’tednâ lehum azâbes saîr(saîri).
Ve andolsun ki, dünyanın semasını kandillerle süsledik. Ve onları, şeytanlar için (atılacak) taşlar kıldık. Ve onlar için alevli ateşin azabını hazırladık.
67/MULK-6: Ve lillezîne keferû bi rabbihim azâbu cehennem(cehenneme), ve bi’sel masîr(masîru).
Ve Rab'lerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ve (o), ne kötü varış yeri!
67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
67/MULK-11: Fa’terefû bi zenbihim, fe suhkan li ashâbis saîr(saîri).
Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık ateş ehli (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
67/MULK-12: İnnellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi lehum magfiretun ve ecrun kebîr(kebîrun).
Muhakkak ki onlar, gaybda Rab'lerine huşû duyarlar. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.
67/MULK-13: Ve esirrû kavlekum evicherû bih(bihî), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Ve sözünüzü gizleyin veya onu açıklayın. Muhakkak ki O (Allah), gönüllerde olanı en iyi bilendir.
67/MULK-14: Elâ ya’lemu men halak(halaka), ve huvel latîful habîr(habîru).
Yaratan (yarattığını) bilmez mi? Ve O; Lâtif'tir, Habîr'dir (haberdar olandır).
67/MULK-15: Huvellezî ceale lekumul arda zelûlen femşû fî menâkibihâ ve kulû min rızkıh(rızkıhî), ve ileyhin nuşûr(nuşûru).
Arzı size zelil kılan (boyun eğdiren) O'dur. Artık onun omuzlarında (üzerinde, dağlarda, ovalarda) dönüp dolaşın ve O'nun rızkından yeyin. Ve neşir (yeniden var olup huzurunda toplanma) O'nadır.
67/MULK-16: E emintum men fîs semâi en yahsife bikumul arda fe izâ hiye temûr(temûru).
Gökyüzündeki Kişinin (Allah'ın), o (yer) sallandığı zaman sizi, yere geçirmesinden (geçirmeyeceğinden) emin mi oldunuz?
67/MULK-17: Em emintum men fîs semâi en yursile aleykum hâsıbâ(hâsiben) fe se ta’lemûne keyfe nezîr(nezîri).
Veya gökyüzünde olan Kişinin (Allah'ın) sizin üzerinize (taş yağdıran) fırtına göndermesinden (göndermeyeceğinden) emin mi oldunuz? O taktirde uyarım nasılmış, yakında öğreneceksiniz (bileceksiniz).
67/MULK-18: Ve lekad kezzebellezîne min kablihim fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
Ve andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanladılar. O zaman azabım nasıl oldu?
67/MULK-19: E ve lem yerev ilet tayri fevkahum sâffâtin ve yakbıdn(yakbıdne), mâ yumsikuhunne iller rahmân(rahmânu), innehu bi kulli şey’in basîr(basîrun).
Onlar, üstlerinde sıra sıra süzülerek kanat çırpan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor. Muhakkak ki O, herşeyi en iyi görendir.
67/MULK-20: Emmen hâzellezî huve cundun lekum yensurukum min dûnir rahmân(rahmâni), inil kâfirûne illâ fî gurûr(gurûrın).
Veya Rahmân'dan başka size yardım edecek olan bu askerler kimdir? Kâfirler sadece gurur (aldanma) içindeler.
67/MULK-21: Emmen hâzellezî yerzukukum in emseke rızkah(rızkahu), bel leccû fî utuvvin ve nufûr(nufûrın).
Ya da eğer (Allah), onun rızkını tutarsa (keserse), sizi rızıklandıracak olan bu kişiler kimlerdir? Hayır, onlar haddi aşmada ve (haktan) uzak olmakta ısrarla devam ettiler.
67/MULK-22: E fe men yemşî mukibben alâ vechihî ehdâ emmen yemşî seviyyen alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Öyleyse yüzüstü sürünerek yürüyen kimse mi daha çok hidayete ermiştir, yoksa Sıratı Mustakîm üzerinde düzgün (dimdik, seviyeli) yürüyen mi?
67/MULK-23: Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
De ki: “Sizi inşa eden (yoktan yaratıp var eden) ve size işitme, görme ve idrak etme hassalarını veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?”
67/MULK-24: Kul huvellezî zereekum fîl ardı ve ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
De ki: “Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur. Ve O'na haşrolunacaksınız (huzurunda toplanacaksınız).”
67/MULK-25: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve: “Eğer siz, (sözünüzde) sadıksanız, bu (azap) vaadiniz ne zaman?” derler.
67/MULK-26: Kul innemel ilmu indallâhi ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
De ki: “Bu ilim ancak Allah'ın indindedir. Ve ben sadece (Allah'ın azabını) açıkça bildiren bir nezirim (uyarıcıyım).”
67/MULK-27: Fe lemmâ reevhu zulfeten sîet vucûhullezîne keferû ve kîle hâzellezî kuntum bihî teddeûn(teddeûne).
Fakat onu (azabı), yakın olarak gördükleri zaman inkâr edenlerin yüzleri karardı. Ve onlara: “Bu sizin kendisini davet ettiğiniz (ne zaman diye sorduğunuz) azaptır.” denildi.
67/MULK-28: Kul ereeytum in ehlekeniyallâhu ve men maıye ev rahımenâ fe men yucîrul kâfirîne min azâbin elîm(elîmin).
De ki: “Gördünüz mü, şâyet Allah, beni ve benimle beraber olanları helâk etse veya bize rahmet etse, bundan sonra kâfirleri elîm azaptan kim kurtarır?”
67/MULK-29: Kul huver rahmânu âmennâ bihî ve aleyhi tevekkelnâ, fe se ta’lemûne men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).
De ki: “O, Rahmân'dır, O'na îmân ettik (âmenû olduk) ve O'na tevekkül ettik.” Artık açıkça dalâlette olan kimdir, yakında bileceksiniz.
67/MULK-30: Kul e re’eytum in asbaha mâukum gavren fe men ye’tîkum bi maîn maîn(maînin).
De ki: “Gördünüz mü, şâyet sizin suyunuz yerin altına geçse, o zaman size akarsuyu kim getirir?”
.
67/MULK-1: Tebârekellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Mülk elinde (kudretinde) olan O (Allah) Mübarek'tir. Ve O, herşeye kaadirdir.
67/MULK-2: Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azî zul gafûr(gafûru).
“Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.
67/MULK-3: Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ(tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut(tefâvutin), ferciıl basara hel terâ min futûr(futûrin).
Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. Rahmân'ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?
67/MULK-4: Summerciıl basara kerreteyni yenkalib lieykel basaru hâsien ve huve hasîr(hasîrun).
Sonra iki defa daha bakışını çevir (bak). Bakışın aciz ve yorgun olarak sana (geri) döner.
67/MULK-5: Ve lekad zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve cealnâhâ rucûmen liş şeyâtîni ve a’tednâ lehum azâbes saîr(saîri).
Ve andolsun ki, dünyanın semasını kandillerle süsledik. Ve onları, şeytanlar için (atılacak) taşlar kıldık. Ve onlar için alevli ateşin azabını hazırladık.
67/MULK-6: Ve lillezîne keferû bi rabbihim azâbu cehennem(cehenneme), ve bi’sel masîr(masîru).
Ve Rab'lerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ve (o), ne kötü varış yeri!
67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
67/MULK-11: Fa’terefû bi zenbihim, fe suhkan li ashâbis saîr(saîri).
Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık ateş ehli (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
67/MULK-12: İnnellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi lehum magfiretun ve ecrun kebîr(kebîrun).
Muhakkak ki onlar, gaybda Rab'lerine huşû duyarlar. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.
67/MULK-13: Ve esirrû kavlekum evicherû bih(bihî), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Ve sözünüzü gizleyin veya onu açıklayın. Muhakkak ki O (Allah), gönüllerde olanı en iyi bilendir.
67/MULK-14: Elâ ya’lemu men halak(halaka), ve huvel latîful habîr(habîru).
Yaratan (yarattığını) bilmez mi? Ve O; Lâtif'tir, Habîr'dir (haberdar olandır).
67/MULK-15: Huvellezî ceale lekumul arda zelûlen femşû fî menâkibihâ ve kulû min rızkıh(rızkıhî), ve ileyhin nuşûr(nuşûru).
Arzı size zelil kılan (boyun eğdiren) O'dur. Artık onun omuzlarında (üzerinde, dağlarda, ovalarda) dönüp dolaşın ve O'nun rızkından yeyin. Ve neşir (yeniden var olup huzurunda toplanma) O'nadır.
67/MULK-16: E emintum men fîs semâi en yahsife bikumul arda fe izâ hiye temûr(temûru).
Gökyüzündeki Kişinin (Allah'ın), o (yer) sallandığı zaman sizi, yere geçirmesinden (geçirmeyeceğinden) emin mi oldunuz?
67/MULK-17: Em emintum men fîs semâi en yursile aleykum hâsıbâ(hâsiben) fe se ta’lemûne keyfe nezîr(nezîri).
Veya gökyüzünde olan Kişinin (Allah'ın) sizin üzerinize (taş yağdıran) fırtına göndermesinden (göndermeyeceğinden) emin mi oldunuz? O taktirde uyarım nasılmış, yakında öğreneceksiniz (bileceksiniz).
67/MULK-18: Ve lekad kezzebellezîne min kablihim fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
Ve andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanladılar. O zaman azabım nasıl oldu?
67/MULK-19: E ve lem yerev ilet tayri fevkahum sâffâtin ve yakbıdn(yakbıdne), mâ yumsikuhunne iller rahmân(rahmânu), innehu bi kulli şey’in basîr(basîrun).
Onlar, üstlerinde sıra sıra süzülerek kanat çırpan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor. Muhakkak ki O, herşeyi en iyi görendir.
67/MULK-20: Emmen hâzellezî huve cundun lekum yensurukum min dûnir rahmân(rahmâni), inil kâfirûne illâ fî gurûr(gurûrın).
Veya Rahmân'dan başka size yardım edecek olan bu askerler kimdir? Kâfirler sadece gurur (aldanma) içindeler.
67/MULK-21: Emmen hâzellezî yerzukukum in emseke rızkah(rızkahu), bel leccû fî utuvvin ve nufûr(nufûrın).
Ya da eğer (Allah), onun rızkını tutarsa (keserse), sizi rızıklandıracak olan bu kişiler kimlerdir? Hayır, onlar haddi aşmada ve (haktan) uzak olmakta ısrarla devam ettiler.
67/MULK-22: E fe men yemşî mukibben alâ vechihî ehdâ emmen yemşî seviyyen alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Öyleyse yüzüstü sürünerek yürüyen kimse mi daha çok hidayete ermiştir, yoksa Sıratı Mustakîm üzerinde düzgün (dimdik, seviyeli) yürüyen mi?
67/MULK-23: Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
De ki: “Sizi inşa eden (yoktan yaratıp var eden) ve size işitme, görme ve idrak etme hassalarını veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?”
67/MULK-24: Kul huvellezî zereekum fîl ardı ve ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
De ki: “Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur. Ve O'na haşrolunacaksınız (huzurunda toplanacaksınız).”
67/MULK-25: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve: “Eğer siz, (sözünüzde) sadıksanız, bu (azap) vaadiniz ne zaman?” derler.
67/MULK-26: Kul innemel ilmu indallâhi ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
De ki: “Bu ilim ancak Allah'ın indindedir. Ve ben sadece (Allah'ın azabını) açıkça bildiren bir nezirim (uyarıcıyım).”
67/MULK-27: Fe lemmâ reevhu zulfeten sîet vucûhullezîne keferû ve kîle hâzellezî kuntum bihî teddeûn(teddeûne).
Fakat onu (azabı), yakın olarak gördükleri zaman inkâr edenlerin yüzleri karardı. Ve onlara: “Bu sizin kendisini davet ettiğiniz (ne zaman diye sorduğunuz) azaptır.” denildi.
67/MULK-28: Kul ereeytum in ehlekeniyallâhu ve men maıye ev rahımenâ fe men yucîrul kâfirîne min azâbin elîm(elîmin).
De ki: “Gördünüz mü, şâyet Allah, beni ve benimle beraber olanları helâk etse veya bize rahmet etse, bundan sonra kâfirleri elîm azaptan kim kurtarır?”
67/MULK-29: Kul huver rahmânu âmennâ bihî ve aleyhi tevekkelnâ, fe se ta’lemûne men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).
De ki: “O, Rahmân'dır, O'na îmân ettik (âmenû olduk) ve O'na tevekkül ettik.” Artık açıkça dalâlette olan kimdir, yakında bileceksiniz.
67/MULK-30: Kul e re’eytum in asbaha mâukum gavren fe men ye’tîkum bi maîn maîn(maînin).
De ki: “Gördünüz mü, şâyet sizin suyunuz yerin altına geçse, o zaman size akarsuyu kim getirir?”
.
KALEM Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm
68/KALEM-1: Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne).
Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun!
68/KALEM-2: Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin).
Rabbinin ni'meti ile sen mecnun değilsin.
68/KALEM-3: Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin).
Ve muhakkak ki senin için, elbette kesintisi olmayan mükâfat vardır.
68/KALEM-4: Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).
Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.
68/KALEM-5: Fe se tubsıru ve yubsırûn(yubsırûne).
Artık yakında sen göreceksin ve onlar da görecekler.
68/KALEM-6: Bi eyyikumul meftûn(meftûnu).
Sizin hanginiz meftun (şaşkın)?
68/KALEM-7: İnne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki senin Rabbin; O, kim Kendi yolundan saptı, çok iyi bilir ve O hidayete ermiş olanları da çok iyi bilir.
68/KALEM-8: Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne).
Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.
68/KALEM-9: Veddû lev tudhinu fe yudhinûn(yudhinûne).
Onlar senin müsamaha göstermeni temenni ettiler (istediler), o zaman onlar da müsamaha göstereceklerdi.
68/KALEM-10: Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin).
Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme.
68/KALEM-11: Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin).
Devamlı kusur arayanlara, lâf taşıyanlara (itaat etme).
68/KALEM-12: Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin).
Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme).
68/KALEM-13: Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin).
Kötülük yapan zorbalara, bundan başka haram yiyen günahkârlara (itaat etme).
68/KALEM-14: En kâne zâ mâlin ve benîn(benîne).
Mallara ve oğullara sahip olmaları (sebebiyle onlara itaat etme).
68/KALEM-15: İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) evvelkilerin masalları.” dedi.
68/KALEM-16: Se nesimuhu alel hurtûm(hurtûmi).
Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız.
68/KALEM-17: İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbel cenneh(cenneti), iz aksemûle yasri munnehâ musbihîn(musbihîne).
Muhakkak ki Biz, onları belâya uğrattık. Bostan mahsulünü mutlaka, sabah erkenden (fakirlere göstermeden) devşirmek için yeminleşen bostan sahiplerini belâya uğrattığımız gibi.
68/KALEM-18: Ve lâ yestesnûn(yestesnûne).
Ve bir istisna yapmıyorlar.
68/KALEM-19: Fe tâfe aleyhâ tâifun min rabbike ve hum nâimûn(nâimûne).
Fakat onlar uyuyorken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet onun (bostan mahsullerinin) üzerinde dolaştı.
68/KALEM-20: Fe asbahat kes sarîm(sarîmi).
Böylece (mahsul) simsiyah oldu (bahçe kara toprak gibi oldu).
68/KALEM-21: Fe tenâdev musbihîn(musbihîne).
Nihayet sabah olunca birbirlerine seslendiler.
68/KALEM-22: Enıgdû alâ harsikum in kuntum sârımîn(sârımîne).
Eğer devşirecekseniz, tarlanıza sabah erken gidin!
68/KALEM-23: Fentalekû ve hum yetehâfetûn(yetehâfetûne).
Bundan sonra aralarında gizlice konuşarak (evden) ayrıldılar.
68/KALEM-24: En lâ yedhulennehel yevme aleykum miskîn(miskînun).
Sakın bugün oraya (bostana) sizin yanınıza bir yoksul girmesin.
68/KALEM-25: Ve gadev alâ hardin kâdirîn(kâdirîne).
Ve (yoksulları) men etmeye güçleri yetecek (diye) sabah erkenden gittiler.
68/KALEM-26: Fe lemmâ reevhâ kâlû innâ le dâllûn(dâllûne).
Fakat onu (bostanın halini) görünce: “Muhakkak ki biz, gerçekten dalâlette olan kimseleriz.” dediler.
68/KALEM-27: Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne).
Hayır, biz mahrum olan kimseleriz.
68/KALEM-28: Kâle evsatuhum e lem ekul lekum levlâ tusebbihûn(tusebbihûne).
Onların en makul düşüneni: “Ben, size eğer (Allah'ı) tesbih etmiyorsanız, olmaz (tesbih etmeniz gerekir) demedim mi?” dedi.
68/KALEM-29: Kâlû subhâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
“Bizim Rabbimiz Sübhan'dır (yücedir, herşeyden münezzehtir). Muhakkak ki biz, zalim kimseler olduk.” dediler.
68/KALEM-30: Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetelâvemûn(yetelâvemûne).
Bunun üzerine birbirlerine, kınayarak karşılık verdiler.
68/KALEM-31: Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne).
Yazıklar olsun bize, muhakkak ki biz, haddi aşan kimseler olduk.
68/KALEM-32: Asâ rabbunâ en yubdilenâ hayren minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn(râgıbûne).
Rabbimizin bize, onun yerine, ondan daha hayırlısını bedel olarak vermesi umulur. Muhakkak ki biz, Rabbimize rağbet eden kimseleriz.
68/KALEM-33: Kezâlikel azâb(azâbu), ve le azâbul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Azap, işte böyledir ve ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
68/KALEM-34: İnne lil muttekîne ınde rabbihim cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki takva sahipleri için, Rab'lerinin yanında Naîm cennetleri vardır.
68/KALEM-35: E fe necalul muslimîne kel mucrimîn(mucrimîne).
İşte böyle, müslümanları (teslim olanları), mücrimler (suçlular) gibi kılar mıyız (bir tutar mıyız)?
68/KALEM-36: Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
68/KALEM-37: Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(tedrusûne).
Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi okuyorsunuz?
68/KALEM-38: İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûn(tehayyerûne).
Gerçekten onun içinde (o kitapta) “beğenip seçtiğiniz şeyler mutlaka sizindir” (mi yazılı)?
68/KALEM-39: Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmil kıyâmeti inne lekum lemâ tahkumûn(tahkumûne).
Yoksa sizin için kıyâmete kadar sürecek olan, üzerimizde yeminler mi var: “Ne hüküm verirseniz, o mutlaka sizindir (diye).”
68/KALEM-40: Sel hum eyyuhum bi zâlike zeîm(zeîmun).
Onlara sor: “Onların hangisi bunun savunucusudur?”
68/KALEM-41: Em lehum şurekâu, fel ye’tû bi şurekâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse ortaklarını getirsinler, eğer doğru söyleyen kimse iseler.
68/KALEM-42: Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
Gerçeklerin açığa çıktığı gün, secde etmeye davet olunurlar. Fakat (secde etmeye) güçleri yetmez.
68/KALEM-43: Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), ve kad kânû yud’avne iles sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne).
Gözleri korkudan ürpermiş halde, onları bir zillet kaplar. Onlar, salimken (sağlıklı ve selâmette iken) secde etmeye davet olunmuşlardı.
68/KALEM-44: Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık bu sözü yalanlayan kişileri Bana bırak. Yakında onları bilmedikleri bir yerden tedricen (yavaş yavaş azaba) yaklaştıracağız.
68/KALEM-45: Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun).
Ve Ben, onlara mühlet veriyorum. Muhakkak ki Benim tuzağım, çok kuvvetlidir.
68/KALEM-46: Em tes’eluhum ecren fe hum min magremin muskalûn(muskalûne).
Yoksa onlardan ücret mi istiyorsun? Böylece onlar ağır bir borç altındalar mı?
68/KALEM-47: Em inde humul gaybu fehum yektubûn(yektubûne).
Veya gayb (bilinmeyen âlemler), onların yanında da, artık onlar mı yazıyorlar?
68/KALEM-48: Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun).
Artık Rabbinin hükmüne sabret. Ve balık sahibi (Yunus A.S) gibi olma. O, çok hüzünlü, gamlı olarak (Rabbine) nida etmişti.
68/KALEM-49: Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm(mezmûmun).
Eğer O'nun Rabbinden kendisine bir ni'met yetişmese idi, mutlaka O, zemmolunmuş (kınanmış) olarak boş araziye atılmış olacaktı.
68/KALEM-50: Fectebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn(sâlihîne).
Fakat O'nun Rabbi, kendisini seçti, böylece O'nu salihlerden kıldı.
68/KALEM-51: Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn(mecnûnun).
Ve inkâr edenler, zikri (Kur'ân'ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler.
68/KALEM-52: Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
Ve O (Kur'ân), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.
.
68/KALEM-1: Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne).
Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun!
68/KALEM-2: Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin).
Rabbinin ni'meti ile sen mecnun değilsin.
68/KALEM-3: Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin).
Ve muhakkak ki senin için, elbette kesintisi olmayan mükâfat vardır.
68/KALEM-4: Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).
Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.
68/KALEM-5: Fe se tubsıru ve yubsırûn(yubsırûne).
Artık yakında sen göreceksin ve onlar da görecekler.
68/KALEM-6: Bi eyyikumul meftûn(meftûnu).
Sizin hanginiz meftun (şaşkın)?
68/KALEM-7: İnne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki senin Rabbin; O, kim Kendi yolundan saptı, çok iyi bilir ve O hidayete ermiş olanları da çok iyi bilir.
68/KALEM-8: Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne).
Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.
68/KALEM-9: Veddû lev tudhinu fe yudhinûn(yudhinûne).
Onlar senin müsamaha göstermeni temenni ettiler (istediler), o zaman onlar da müsamaha göstereceklerdi.
68/KALEM-10: Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin).
Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme.
68/KALEM-11: Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin).
Devamlı kusur arayanlara, lâf taşıyanlara (itaat etme).
68/KALEM-12: Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin).
Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme).
68/KALEM-13: Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin).
Kötülük yapan zorbalara, bundan başka haram yiyen günahkârlara (itaat etme).
68/KALEM-14: En kâne zâ mâlin ve benîn(benîne).
Mallara ve oğullara sahip olmaları (sebebiyle onlara itaat etme).
68/KALEM-15: İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) evvelkilerin masalları.” dedi.
68/KALEM-16: Se nesimuhu alel hurtûm(hurtûmi).
Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız.
68/KALEM-17: İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbel cenneh(cenneti), iz aksemûle yasri munnehâ musbihîn(musbihîne).
Muhakkak ki Biz, onları belâya uğrattık. Bostan mahsulünü mutlaka, sabah erkenden (fakirlere göstermeden) devşirmek için yeminleşen bostan sahiplerini belâya uğrattığımız gibi.
68/KALEM-18: Ve lâ yestesnûn(yestesnûne).
Ve bir istisna yapmıyorlar.
68/KALEM-19: Fe tâfe aleyhâ tâifun min rabbike ve hum nâimûn(nâimûne).
Fakat onlar uyuyorken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet onun (bostan mahsullerinin) üzerinde dolaştı.
68/KALEM-20: Fe asbahat kes sarîm(sarîmi).
Böylece (mahsul) simsiyah oldu (bahçe kara toprak gibi oldu).
68/KALEM-21: Fe tenâdev musbihîn(musbihîne).
Nihayet sabah olunca birbirlerine seslendiler.
68/KALEM-22: Enıgdû alâ harsikum in kuntum sârımîn(sârımîne).
Eğer devşirecekseniz, tarlanıza sabah erken gidin!
68/KALEM-23: Fentalekû ve hum yetehâfetûn(yetehâfetûne).
Bundan sonra aralarında gizlice konuşarak (evden) ayrıldılar.
68/KALEM-24: En lâ yedhulennehel yevme aleykum miskîn(miskînun).
Sakın bugün oraya (bostana) sizin yanınıza bir yoksul girmesin.
68/KALEM-25: Ve gadev alâ hardin kâdirîn(kâdirîne).
Ve (yoksulları) men etmeye güçleri yetecek (diye) sabah erkenden gittiler.
68/KALEM-26: Fe lemmâ reevhâ kâlû innâ le dâllûn(dâllûne).
Fakat onu (bostanın halini) görünce: “Muhakkak ki biz, gerçekten dalâlette olan kimseleriz.” dediler.
68/KALEM-27: Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne).
Hayır, biz mahrum olan kimseleriz.
68/KALEM-28: Kâle evsatuhum e lem ekul lekum levlâ tusebbihûn(tusebbihûne).
Onların en makul düşüneni: “Ben, size eğer (Allah'ı) tesbih etmiyorsanız, olmaz (tesbih etmeniz gerekir) demedim mi?” dedi.
68/KALEM-29: Kâlû subhâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
“Bizim Rabbimiz Sübhan'dır (yücedir, herşeyden münezzehtir). Muhakkak ki biz, zalim kimseler olduk.” dediler.
68/KALEM-30: Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetelâvemûn(yetelâvemûne).
Bunun üzerine birbirlerine, kınayarak karşılık verdiler.
68/KALEM-31: Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne).
Yazıklar olsun bize, muhakkak ki biz, haddi aşan kimseler olduk.
68/KALEM-32: Asâ rabbunâ en yubdilenâ hayren minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn(râgıbûne).
Rabbimizin bize, onun yerine, ondan daha hayırlısını bedel olarak vermesi umulur. Muhakkak ki biz, Rabbimize rağbet eden kimseleriz.
68/KALEM-33: Kezâlikel azâb(azâbu), ve le azâbul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Azap, işte böyledir ve ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
68/KALEM-34: İnne lil muttekîne ınde rabbihim cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki takva sahipleri için, Rab'lerinin yanında Naîm cennetleri vardır.
68/KALEM-35: E fe necalul muslimîne kel mucrimîn(mucrimîne).
İşte böyle, müslümanları (teslim olanları), mücrimler (suçlular) gibi kılar mıyız (bir tutar mıyız)?
68/KALEM-36: Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
68/KALEM-37: Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(tedrusûne).
Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi okuyorsunuz?
68/KALEM-38: İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûn(tehayyerûne).
Gerçekten onun içinde (o kitapta) “beğenip seçtiğiniz şeyler mutlaka sizindir” (mi yazılı)?
68/KALEM-39: Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmil kıyâmeti inne lekum lemâ tahkumûn(tahkumûne).
Yoksa sizin için kıyâmete kadar sürecek olan, üzerimizde yeminler mi var: “Ne hüküm verirseniz, o mutlaka sizindir (diye).”
68/KALEM-40: Sel hum eyyuhum bi zâlike zeîm(zeîmun).
Onlara sor: “Onların hangisi bunun savunucusudur?”
68/KALEM-41: Em lehum şurekâu, fel ye’tû bi şurekâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse ortaklarını getirsinler, eğer doğru söyleyen kimse iseler.
68/KALEM-42: Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
Gerçeklerin açığa çıktığı gün, secde etmeye davet olunurlar. Fakat (secde etmeye) güçleri yetmez.
68/KALEM-43: Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), ve kad kânû yud’avne iles sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne).
Gözleri korkudan ürpermiş halde, onları bir zillet kaplar. Onlar, salimken (sağlıklı ve selâmette iken) secde etmeye davet olunmuşlardı.
68/KALEM-44: Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık bu sözü yalanlayan kişileri Bana bırak. Yakında onları bilmedikleri bir yerden tedricen (yavaş yavaş azaba) yaklaştıracağız.
68/KALEM-45: Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun).
Ve Ben, onlara mühlet veriyorum. Muhakkak ki Benim tuzağım, çok kuvvetlidir.
68/KALEM-46: Em tes’eluhum ecren fe hum min magremin muskalûn(muskalûne).
Yoksa onlardan ücret mi istiyorsun? Böylece onlar ağır bir borç altındalar mı?
68/KALEM-47: Em inde humul gaybu fehum yektubûn(yektubûne).
Veya gayb (bilinmeyen âlemler), onların yanında da, artık onlar mı yazıyorlar?
68/KALEM-48: Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun).
Artık Rabbinin hükmüne sabret. Ve balık sahibi (Yunus A.S) gibi olma. O, çok hüzünlü, gamlı olarak (Rabbine) nida etmişti.
68/KALEM-49: Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm(mezmûmun).
Eğer O'nun Rabbinden kendisine bir ni'met yetişmese idi, mutlaka O, zemmolunmuş (kınanmış) olarak boş araziye atılmış olacaktı.
68/KALEM-50: Fectebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn(sâlihîne).
Fakat O'nun Rabbi, kendisini seçti, böylece O'nu salihlerden kıldı.
68/KALEM-51: Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn(mecnûnun).
Ve inkâr edenler, zikri (Kur'ân'ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler.
68/KALEM-52: Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
Ve O (Kur'ân), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.
.
HAKKA Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm
69/HÂKKA-1: El hâkkah(hâkkatu).
Hakikat (vuku bulması gerçek olan).
69/HÂKKA-2: Mel hâkkah(hâkkatu).
Hakikat (gerçek) olan (vuku bulacağı mutlak olan) nedir?
69/HÂKKA-3: Ve mâ edrâke mel hâkkah(hâkkatu).
Ve hakikat olanın (vuku bulacak olanın) ne olduğunu sana bildiren nedir?
69/HÂKKA-4: Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriah(kâriati).
Karia'yı (korkunç olayı) Semud ve Ad (kavmi) yalanladılar.
69/HÂKKA-5: Fe emmâ semûdu fe uhlikû bit tâgıyeh(tâgıyeti).
Fakat bu sebeple Semud (kavmi) azgın (çok şiddetli) bir azapla helâk edildi.
69/HÂKKA-6: Ve emmâ âdun fe uhlikû bi rîhın sarsarin âtiyeh(âtîyetin).
Ve amma, Ad (kavmi) ise (o da) bu sebeple şiddetli dondurucu, azgın esen bir fırtına ile helâk edildi.
69/HÂKKA-7: Sehharehâ aleyhim seb’a leyâlin ve semâniyete eyyâmin husûmen fe terel kavme fîhâ sar’â ke ennehum a’câzu nahlin hâviyeh(hâviyetin).
(Allah), onu (fırtınayı) ardarda, 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Bundan sonra o kavmi orada, içi boş hurma ağacı kütükleri gibi yerlere serilmiş görürsün.
69/HÂKKA-8: Fe hel terâ lehum min bâkıyeh(bâkıyetin).
Artık onlara ait bir bakiye (geriye kalan bir şey) var mı, görüyor musun?
69/HÂKKA-9: Ve câe fir’avnu ve men kablehu vel mu’tefikâtu bil hâtıeh(hâtıeti).
Ve firavun ve ondan öncekiler ve şehirleri alt üst olan kimseler o büyük hata ile geldiler (kıyâmeti, hesap vermeyi, ceza görmeyi inkâr etmişlerdi).
69/HÂKKA-10: Fe asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten râbiyeh(râbiyeten).
Böylece, Rab'lerinin Resûl'üne isyan ettiler. Bunun üzerine onları şiddetli bir yakalamayla yakaladı.
69/HÂKKA-11: İnnâ lemmâ tagal mâu hamelnâkum fîl câriyeh(câriyeti).
Muhakkak ki (tufanda) su taştığı zaman, sizi (akıp giden) gemide Biz taşıdık.
69/HÂKKA-12: Li nec’alehâ lekum tezkireten ve teıyehâ uzunun vâıyeh(vâıyetun).
Onu sizin için bir ibret kılalım ve işiten kulaklar onu bellesin diye.
69/HÂKKA-13: Fe izâ nufiha fîs sûri nefhatun vâhıdeh(vâhıdetun).
Artık sur'a tek bir üfleyişle üflendiği zaman.
69/HÂKKA-14: Ve humiletil ardu vel cibâlu fe dukketâ dekketen vâhıdeh(vâhıdeten).
Ve yeryüzü (arz) ve dağlar yerlerinden kaldırılıp, tek bir çarpışla parçalandığı zaman.
69/HÂKKA-15: Fe yevme izin vekaatil vâkıah(vâkıatu).
İşte izin günü, o vakıa (büyük olay) vuku bulmuştur.
69/HÂKKA-16: Ven şakkatis semâu fe hiye yevme izin vâhiyeh(vâhiyetun).
Ve sema yarılmıştır. Artık o, izin günü zaafa uğramıştır (dengesi bozulmuştur).
69/HÂKKA-17: Vel meleku alâ ercâihâ, ve yahmilu arşe rabbike fevkahum yevme izin semâniyeh(semâniyetun).
Ve o melek, onun (göğün) çevresi üzerindedir. Ve izin günü Rabbinin arşını üstlerinde taşıyanların sayısı sekizdir.
69/HÂKKA-18: Yevme izin tu’radûne lâ tahfâ minkum hâfiyeh(hâfiyetun).
İzin günü (Rabbinize) arz olunacaksınız. Sizden (size ait hiçbir şey) sır olarak gizli kalmaz.
69/HÂKKA-19: Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukreû kitâbiyeh.
O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman: “Alınız, kitabımı okuyun.” der.
69/HÂKKA-20: İnnî zanentu enniy mülâkın hısâbiyeh.
Muhakkak ki ben, hesabıma mülâki olacağımı (hesabımla karşılaşacağımı) biliyordum.
69/HÂKKA-21: Fe huve fî îşetin râdıyeh(râdıyetin).
İşte o razı olduğu bir yaşayış içindedir.
69/HÂKKA-22: Fî cennetin âliyeh(âliyetin).
Onlar yüksek bir cennettedirler.
69/HÂKKA-23: Kutûfuhâ dâniyeh(dâniyetun).
Onun olgunlaşmış meyveleri yakınlaşmış (aşağı sarkmış) durumdadır.
69/HÂKKA-24: Kulû veşrebû henîen bimâ esleftum fîl eyyâmil hâliyeh(hâliyeti).
Geçmiş günlerde yapmış olduğunuz şeyler sebebiyle (mükâfat olarak) afiyetle yeyin ve için!
69/HÂKKA-25: Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bi şimâlihî fe yekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh.
Ve kitabı (hayat filmi) solundan verilen kimse ise o zaman: “Keşke bana kitabım verilmeseydi.” der.
69/HÂKKA-26: Ve lem edri mâ hısâbiyeh.
Ve hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.
69/HÂKKA-27: Yâ leytehâ kânetil kâdiyeh(kâdiyete).
Keşke o (ölünce hayatım) bitmiş olsaydı.
69/HÂKKA-28: Mâ agnâ annî mâliyeh.
Malım bana bir fayda vermedi.
69/HÂKKA-29: Heleke annî sultâniyeh.
Benim saltanatım (mal gücüm) helâk oldu.
69/HÂKKA-30: Huzûhu fe gullûh(gullûhu).
Onu tutun, sonra da onu bağlayın (kelepçeleyin)!
69/HÂKKA-31: Summel cahîme sallûh(sallûhu).
Sonra onu alevli ateşe (cehenneme) atın!
69/HÂKKA-32: Summe fî silsiletin zer’uhâ seb’ûne zirâan feslukûh(feslukûhu).
Sonra uzunluğu yetmiş arşın (zira) olan bir zincir içinde, öylece onu (cehenneme) sevkedin.
69/HÂKKA-33: İnnehu kâne lâ yu’minu billâhil azîm(azîmi).
Muhakkak ki o, Azîm olan Allah'a inanmıyordu (îmân etmiyordu).
69/HÂKKA-34: Ve lâ yahuddu alâ taâmil miskîn(miskîni).
Ve yoksullara yemek vermeye teşvik etmiyordu.
69/HÂKKA-35: Fe leyse lehul yevme hâhunâ hamîm(hamîmun).
Artık o gün, onun burada yakın bir dostu yoktur.
69/HÂKKA-36: Ve lâ taâmun illâ min gıslîn(gıslînin).
Ve kanlı irinden başka bir yemek yoktur.
69/HÂKKA-37: Lâ ye’kuluhu illel hâtiûn(hâtiûne).
Onu günahkârlardan başkası yemez.
69/HÂKKA-38: Fe lâ uksımu bima tubsırûn(tubsırûne).
Artık hayır, gördüğünüz şeylere yemin ederim.
69/HÂKKA-39: Ve mâ lâ tubsırûn(tubsırûne).
Ve görmediğiniz şeylere de (yemin ederim).
69/HÂKKA-40: İnnehu le kavlu resûlun kerîmin.
Muhakkak ki o, gerçekten Kerim Resûl'ün sözüdür.
69/HÂKKA-41: Ve mâ huve bi kavli şâirin, kalîlin mâ tu’minûn(tu’minûne).
O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az îmân ediyorsunuz?
69/HÂKKA-42: Ve lâ bi kavli kâhin(kâhinin), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz.
69/HÂKKA-43: Tenzîlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
69/HÂKKA-44: Ve lev tekavvele aleynâ ba’dal ekâvîl(ekâvîli).
Ve eğer, bazı sözleri Bize karşı uydurmuş olsaydı.
69/HÂKKA-45: Le ehaznâ minhu bil yemîn(yemîni).
Elbette onu sağından tutup alırdık (yakalardık).
69/HÂKKA-46: Summe le kata’nâ minhul vetîn(vetîne).
Sonra mutlaka onun can damarını keserdik.
69/HÂKKA-47: Fe mâ minkum min ehadin anhu hâcizîn(hâcizîne).
Ayrıca sizden hiçbiriniz ondan men edici olamaz (buna mani olamaz).
69/HÂKKA-48: Ve innehu le tezkiretun lil muttekîn(muttekîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), gerçekten muttakiler (takva sahipleri) için bir öğüttür.
69/HÂKKA-49: Ve innâ le na’lemu enne minkum mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve muhakkak ki Biz, sizden (içinizde) tekzip edenler olduğunu (yalanlayanları) elbette biliyoruz.
69/HÂKKA-50: Ve innehu le hasretun alel kâfirîn(kâfirîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), kâfirlere elbette hasrettir.
69/HÂKKA-51: Ve innehu le hakk'ul yakîn(yakîni).
Ve muhakkak ki; O (Kur'ân), gerçekten Hakk'ul yakîn'dir (kesin olarak Hakk'ı bilmektir).
69/HÂKKA-52: Fe sebbıh bismi rabbikel azîm(azîmi).
O halde Rabbini “Azîm” ismiyle tesbih et.
.
69/HÂKKA-1: El hâkkah(hâkkatu).
Hakikat (vuku bulması gerçek olan).
69/HÂKKA-2: Mel hâkkah(hâkkatu).
Hakikat (gerçek) olan (vuku bulacağı mutlak olan) nedir?
69/HÂKKA-3: Ve mâ edrâke mel hâkkah(hâkkatu).
Ve hakikat olanın (vuku bulacak olanın) ne olduğunu sana bildiren nedir?
69/HÂKKA-4: Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriah(kâriati).
Karia'yı (korkunç olayı) Semud ve Ad (kavmi) yalanladılar.
69/HÂKKA-5: Fe emmâ semûdu fe uhlikû bit tâgıyeh(tâgıyeti).
Fakat bu sebeple Semud (kavmi) azgın (çok şiddetli) bir azapla helâk edildi.
69/HÂKKA-6: Ve emmâ âdun fe uhlikû bi rîhın sarsarin âtiyeh(âtîyetin).
Ve amma, Ad (kavmi) ise (o da) bu sebeple şiddetli dondurucu, azgın esen bir fırtına ile helâk edildi.
69/HÂKKA-7: Sehharehâ aleyhim seb’a leyâlin ve semâniyete eyyâmin husûmen fe terel kavme fîhâ sar’â ke ennehum a’câzu nahlin hâviyeh(hâviyetin).
(Allah), onu (fırtınayı) ardarda, 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Bundan sonra o kavmi orada, içi boş hurma ağacı kütükleri gibi yerlere serilmiş görürsün.
69/HÂKKA-8: Fe hel terâ lehum min bâkıyeh(bâkıyetin).
Artık onlara ait bir bakiye (geriye kalan bir şey) var mı, görüyor musun?
69/HÂKKA-9: Ve câe fir’avnu ve men kablehu vel mu’tefikâtu bil hâtıeh(hâtıeti).
Ve firavun ve ondan öncekiler ve şehirleri alt üst olan kimseler o büyük hata ile geldiler (kıyâmeti, hesap vermeyi, ceza görmeyi inkâr etmişlerdi).
69/HÂKKA-10: Fe asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten râbiyeh(râbiyeten).
Böylece, Rab'lerinin Resûl'üne isyan ettiler. Bunun üzerine onları şiddetli bir yakalamayla yakaladı.
69/HÂKKA-11: İnnâ lemmâ tagal mâu hamelnâkum fîl câriyeh(câriyeti).
Muhakkak ki (tufanda) su taştığı zaman, sizi (akıp giden) gemide Biz taşıdık.
69/HÂKKA-12: Li nec’alehâ lekum tezkireten ve teıyehâ uzunun vâıyeh(vâıyetun).
Onu sizin için bir ibret kılalım ve işiten kulaklar onu bellesin diye.
69/HÂKKA-13: Fe izâ nufiha fîs sûri nefhatun vâhıdeh(vâhıdetun).
Artık sur'a tek bir üfleyişle üflendiği zaman.
69/HÂKKA-14: Ve humiletil ardu vel cibâlu fe dukketâ dekketen vâhıdeh(vâhıdeten).
Ve yeryüzü (arz) ve dağlar yerlerinden kaldırılıp, tek bir çarpışla parçalandığı zaman.
69/HÂKKA-15: Fe yevme izin vekaatil vâkıah(vâkıatu).
İşte izin günü, o vakıa (büyük olay) vuku bulmuştur.
69/HÂKKA-16: Ven şakkatis semâu fe hiye yevme izin vâhiyeh(vâhiyetun).
Ve sema yarılmıştır. Artık o, izin günü zaafa uğramıştır (dengesi bozulmuştur).
69/HÂKKA-17: Vel meleku alâ ercâihâ, ve yahmilu arşe rabbike fevkahum yevme izin semâniyeh(semâniyetun).
Ve o melek, onun (göğün) çevresi üzerindedir. Ve izin günü Rabbinin arşını üstlerinde taşıyanların sayısı sekizdir.
69/HÂKKA-18: Yevme izin tu’radûne lâ tahfâ minkum hâfiyeh(hâfiyetun).
İzin günü (Rabbinize) arz olunacaksınız. Sizden (size ait hiçbir şey) sır olarak gizli kalmaz.
69/HÂKKA-19: Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukreû kitâbiyeh.
O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman: “Alınız, kitabımı okuyun.” der.
69/HÂKKA-20: İnnî zanentu enniy mülâkın hısâbiyeh.
Muhakkak ki ben, hesabıma mülâki olacağımı (hesabımla karşılaşacağımı) biliyordum.
69/HÂKKA-21: Fe huve fî îşetin râdıyeh(râdıyetin).
İşte o razı olduğu bir yaşayış içindedir.
69/HÂKKA-22: Fî cennetin âliyeh(âliyetin).
Onlar yüksek bir cennettedirler.
69/HÂKKA-23: Kutûfuhâ dâniyeh(dâniyetun).
Onun olgunlaşmış meyveleri yakınlaşmış (aşağı sarkmış) durumdadır.
69/HÂKKA-24: Kulû veşrebû henîen bimâ esleftum fîl eyyâmil hâliyeh(hâliyeti).
Geçmiş günlerde yapmış olduğunuz şeyler sebebiyle (mükâfat olarak) afiyetle yeyin ve için!
69/HÂKKA-25: Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bi şimâlihî fe yekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh.
Ve kitabı (hayat filmi) solundan verilen kimse ise o zaman: “Keşke bana kitabım verilmeseydi.” der.
69/HÂKKA-26: Ve lem edri mâ hısâbiyeh.
Ve hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.
69/HÂKKA-27: Yâ leytehâ kânetil kâdiyeh(kâdiyete).
Keşke o (ölünce hayatım) bitmiş olsaydı.
69/HÂKKA-28: Mâ agnâ annî mâliyeh.
Malım bana bir fayda vermedi.
69/HÂKKA-29: Heleke annî sultâniyeh.
Benim saltanatım (mal gücüm) helâk oldu.
69/HÂKKA-30: Huzûhu fe gullûh(gullûhu).
Onu tutun, sonra da onu bağlayın (kelepçeleyin)!
69/HÂKKA-31: Summel cahîme sallûh(sallûhu).
Sonra onu alevli ateşe (cehenneme) atın!
69/HÂKKA-32: Summe fî silsiletin zer’uhâ seb’ûne zirâan feslukûh(feslukûhu).
Sonra uzunluğu yetmiş arşın (zira) olan bir zincir içinde, öylece onu (cehenneme) sevkedin.
69/HÂKKA-33: İnnehu kâne lâ yu’minu billâhil azîm(azîmi).
Muhakkak ki o, Azîm olan Allah'a inanmıyordu (îmân etmiyordu).
69/HÂKKA-34: Ve lâ yahuddu alâ taâmil miskîn(miskîni).
Ve yoksullara yemek vermeye teşvik etmiyordu.
69/HÂKKA-35: Fe leyse lehul yevme hâhunâ hamîm(hamîmun).
Artık o gün, onun burada yakın bir dostu yoktur.
69/HÂKKA-36: Ve lâ taâmun illâ min gıslîn(gıslînin).
Ve kanlı irinden başka bir yemek yoktur.
69/HÂKKA-37: Lâ ye’kuluhu illel hâtiûn(hâtiûne).
Onu günahkârlardan başkası yemez.
69/HÂKKA-38: Fe lâ uksımu bima tubsırûn(tubsırûne).
Artık hayır, gördüğünüz şeylere yemin ederim.
69/HÂKKA-39: Ve mâ lâ tubsırûn(tubsırûne).
Ve görmediğiniz şeylere de (yemin ederim).
69/HÂKKA-40: İnnehu le kavlu resûlun kerîmin.
Muhakkak ki o, gerçekten Kerim Resûl'ün sözüdür.
69/HÂKKA-41: Ve mâ huve bi kavli şâirin, kalîlin mâ tu’minûn(tu’minûne).
O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az îmân ediyorsunuz?
69/HÂKKA-42: Ve lâ bi kavli kâhin(kâhinin), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz.
69/HÂKKA-43: Tenzîlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
69/HÂKKA-44: Ve lev tekavvele aleynâ ba’dal ekâvîl(ekâvîli).
Ve eğer, bazı sözleri Bize karşı uydurmuş olsaydı.
69/HÂKKA-45: Le ehaznâ minhu bil yemîn(yemîni).
Elbette onu sağından tutup alırdık (yakalardık).
69/HÂKKA-46: Summe le kata’nâ minhul vetîn(vetîne).
Sonra mutlaka onun can damarını keserdik.
69/HÂKKA-47: Fe mâ minkum min ehadin anhu hâcizîn(hâcizîne).
Ayrıca sizden hiçbiriniz ondan men edici olamaz (buna mani olamaz).
69/HÂKKA-48: Ve innehu le tezkiretun lil muttekîn(muttekîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), gerçekten muttakiler (takva sahipleri) için bir öğüttür.
69/HÂKKA-49: Ve innâ le na’lemu enne minkum mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve muhakkak ki Biz, sizden (içinizde) tekzip edenler olduğunu (yalanlayanları) elbette biliyoruz.
69/HÂKKA-50: Ve innehu le hasretun alel kâfirîn(kâfirîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), kâfirlere elbette hasrettir.
69/HÂKKA-51: Ve innehu le hakk'ul yakîn(yakîni).
Ve muhakkak ki; O (Kur'ân), gerçekten Hakk'ul yakîn'dir (kesin olarak Hakk'ı bilmektir).
69/HÂKKA-52: Fe sebbıh bismi rabbikel azîm(azîmi).
O halde Rabbini “Azîm” ismiyle tesbih et.
.
MEÂRİC Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm
70/MEÂRİC-1: Se ele sâilun bi azâbin vâkı’n(vâkıın).
Talep sahibi birisi, vuku bulacak vakayı (azabı) istedi.
70/MEÂRİC-2: Lil kâfirîne leyse lehu dâfi’(dâfiun).
Kâfirler için, onu geri çevirecek kimse yoktur.
70/MEÂRİC-3: Minallâhi zîl meâric(meârici).
(O azap), mearic (yüksekliklerin, yüksek derecelerin) sahibi Allah tarafındandır.
70/MEÂRİC-4: Ta'rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh(senetin).
Melekler ve ruh, O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
70/MEÂRİC-5: Fasbir sabren cemîlâ(cemîlen).
Artık güzel bir sabırla sabret.
70/MEÂRİC-6: İnnehum yerevnehu baîdâ(baîden).
Muhakkak ki onlar, onu (kâfirler için vuku bulacak azabı), uzak (bir ihtimal) olarak görüyorlar.
70/MEÂRİC-7: Ve nerâhu karîbâ(karîben).
Ve Biz, onu yakın olarak görüyoruz.
70/MEÂRİC-8: Yevme tekûnus semâu kel muhl(muhli).
O gün (azap günü) gökyüzü, erimiş maden gibi olacak.
70/MEÂRİC-9: Ve tekûnul cibâlu kel ıhn(ıhni).
Ve dağlar (atılmış) rengârenk yün parçaları gibi olacak.
70/MEÂRİC-10: Ve lâ yes’elu hamîmun hamîmâ(hamîmen).
Ve (o gün) hiçbir dost, başka bir dostu sormaz.
70/MEÂRİC-11: Yubassarûnehum yeveddul mucrimu lev yeftedî min azâbi yevmi izin bi benîh(benîhi).
Onlar birbirlerine gösterilirler, günahkâr olan izin günü, azaptan kurtulmak için, oğullarını fidye olarak verebilmeyi temenni eder.
70/MEÂRİC-12: Ve sâhıbetihî ve ahîh(ahîhi).
Kendi eşini ve kardeşini.
70/MEÂRİC-13: Ve fasîletihilletî tu’vîh(tu’vîhi).
Ve kendisini barındıran aşiretini.
70/MEÂRİC-14: Ve men fîl ardı cemî’an summe yuncîh(yuncîhi).
Ve yeryüzünde kim varsa hepsini (versin de), sonra kendisini kurtarsın.
70/MEÂRİC-15: Kellâ, innehâ lezâ.
Hayır, asla! Muhakkak ki o (kurtulmak istediği), alev alev yanan ateştir.
70/MEÂRİC-16: Nezzâaten liş şevâ.
(O ateş), baş derisini yakıp kavurucudur.
70/MEÂRİC-17: Ted’û men edbera ve tevellâ.
Kim arkasını döner ve (îmândan) yüz çevirirse onu çağırır.
70/MEÂRİC-18: Ve cemea fe ev’â.
Ve (mal, servet) toplayıp, sonra da onu biriktireni.
70/MEÂRİC-19: İnnel insâne hulika helûâ(helûan).
Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı.
70/MEÂRİC-20: İzâ messehuş şerru cezûâ (cezûan).
Kendisine bir şerr dokununca feryat edicidir.
70/MEÂRİC-21: Ve izâ messehul hayru menûâ(menûan).
Ve kendisine bir hayır dokunduğu zaman cimrilik edendir.
70/MEÂRİC-22: İllel musallîn (musallîne).
Namaz kılanlar hariç.
70/MEÂRİC-23: Ellezîne hum alâ salâtihim dâimûn (dâimûne).
Onlar namazlarına devam edenlerdir.
70/MEÂRİC-24: Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma’lûm (ma’lûmun).
Ve onlar, mallarında belirli bir hak bulunanlardır.
70/MEÂRİC-25: Lis sâili vel mahrûm (mahrûmi).
İsteyenler ve mahrum olanlar için.
70/MEÂRİC-26: Vellezîne yusaddikûne bi yevmid dîn(dîni).
Ve onlar ki, dîn gününü tasdik ederler.
70/MEÂRİC-27: Vellezîne hum min azâbi rabbihim muşfikûn(muşfikûne).
Ve onlar, Rab'lerinin azabından korkanlardır.
70/MEÂRİC-28: İnne azâbe rabbihim gayru me’mûn(me’mûnin).
Muhakkak ki onların Rabbinin azabı, gayri memundur (ondan emin olunamaz).
70/MEÂRİC-29: Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn(hâfizûne).
Ve onlar, ırzlarını muhafaza edenlerdir.
70/MEÂRİC-30: İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne).
Zevcelerine ve ellerinin arasında sahip olduklarına (cariyelerine karşı durumları) hariç. Çünkü muhakkak ki onlar, kınanmış değildir.
70/MEÂRİC-31: Fe menibtegâ verâe zâlike fe ulâike humul âdûn(âdûne).
Artık kim bunun arkasını ararsa (fazlasını isterse), o taktirde işte onlar; onlar haddi aşmış olanlardır.
70/MEÂRİC-32: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).
Ve onlar emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.
70/MEÂRİC-33: Vellezîne hum bi şehâdâtihim kâimûn(kâimûne).
Ve onlar, şahitliklerinde kaim olanlardır (şahitliğe devam edenler).
70/MEÂRİC-34: Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne).
Ve onlar, namazlarını muhafaza edenlerdir (devamlı kılanlardır).
70/MEÂRİC-35: Ulâike fî cennâtin mukremûn(mukremûne).
İşte onlar, cennetlerde ikram olunan kimselerdir.
70/MEÂRİC-36: Fe mâ lillezîne keferû kıbeleke muhtıîn(muhtıîne).
İnkâr edenler, şimdi niçin senin tarafına doğru hızla koşar oldular?
70/MEÂRİC-37: Anil yemîni ve aniş şimâli ızîn(ızîne).
Sağdan ve soldan dağınık gruplar halinde.
70/MEÂRİC-38: E yatmeu kullumriin minhum en yudhale cennete naîm(naîmin).
Onlardan hepsi Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?
70/MEÂRİC-39: Kellâ, innâ halaknâhum mimmâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Hayır, asla! Muhakkak ki Biz, onları bildikleri şeyden yarattık.
70/MEÂRİC-40: Fe lâ uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn(kâdirûne).
Artık hayır (öyle değil). Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim. Muhakkak ki Biz, elbette kaadiriz (öyle ki).
70/MEÂRİC-41: Alâ en nubeddile hayren minhum ve mâ nahnu bi mesbûkîn(mesbûkîne).
Onlardan daha hayırlısı ile değiştirmeye (onların yerine getirmeye)! Ve Biz, önüne geçilebilecek (engellenebilecek) değiliz.
70/MEÂRİC-42: Fe zerhum yehûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn(yûadûne).
Artık onları terket, vaadolundukları güne kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynasınlar.
70/MEÂRİC-43: Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin yûfîdûn(yûfîdûne).
Kabirlerinden süratle çıkacakları gün, sanki onlar bir hedefe koşuyor gibidir.
70/MEÂRİC-44: Hâşi’aten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), zâlikel yevmullezî kânû yûadûn(yûadûne).
Onların bakışları korkulu bir haldedir, onları bir zillet kaplar. İşte bu, onların vaadolundukları gündür.
.
70/MEÂRİC-1: Se ele sâilun bi azâbin vâkı’n(vâkıın).
Talep sahibi birisi, vuku bulacak vakayı (azabı) istedi.
70/MEÂRİC-2: Lil kâfirîne leyse lehu dâfi’(dâfiun).
Kâfirler için, onu geri çevirecek kimse yoktur.
70/MEÂRİC-3: Minallâhi zîl meâric(meârici).
(O azap), mearic (yüksekliklerin, yüksek derecelerin) sahibi Allah tarafındandır.
70/MEÂRİC-4: Ta'rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh(senetin).
Melekler ve ruh, O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
70/MEÂRİC-5: Fasbir sabren cemîlâ(cemîlen).
Artık güzel bir sabırla sabret.
70/MEÂRİC-6: İnnehum yerevnehu baîdâ(baîden).
Muhakkak ki onlar, onu (kâfirler için vuku bulacak azabı), uzak (bir ihtimal) olarak görüyorlar.
70/MEÂRİC-7: Ve nerâhu karîbâ(karîben).
Ve Biz, onu yakın olarak görüyoruz.
70/MEÂRİC-8: Yevme tekûnus semâu kel muhl(muhli).
O gün (azap günü) gökyüzü, erimiş maden gibi olacak.
70/MEÂRİC-9: Ve tekûnul cibâlu kel ıhn(ıhni).
Ve dağlar (atılmış) rengârenk yün parçaları gibi olacak.
70/MEÂRİC-10: Ve lâ yes’elu hamîmun hamîmâ(hamîmen).
Ve (o gün) hiçbir dost, başka bir dostu sormaz.
70/MEÂRİC-11: Yubassarûnehum yeveddul mucrimu lev yeftedî min azâbi yevmi izin bi benîh(benîhi).
Onlar birbirlerine gösterilirler, günahkâr olan izin günü, azaptan kurtulmak için, oğullarını fidye olarak verebilmeyi temenni eder.
70/MEÂRİC-12: Ve sâhıbetihî ve ahîh(ahîhi).
Kendi eşini ve kardeşini.
70/MEÂRİC-13: Ve fasîletihilletî tu’vîh(tu’vîhi).
Ve kendisini barındıran aşiretini.
70/MEÂRİC-14: Ve men fîl ardı cemî’an summe yuncîh(yuncîhi).
Ve yeryüzünde kim varsa hepsini (versin de), sonra kendisini kurtarsın.
70/MEÂRİC-15: Kellâ, innehâ lezâ.
Hayır, asla! Muhakkak ki o (kurtulmak istediği), alev alev yanan ateştir.
70/MEÂRİC-16: Nezzâaten liş şevâ.
(O ateş), baş derisini yakıp kavurucudur.
70/MEÂRİC-17: Ted’û men edbera ve tevellâ.
Kim arkasını döner ve (îmândan) yüz çevirirse onu çağırır.
70/MEÂRİC-18: Ve cemea fe ev’â.
Ve (mal, servet) toplayıp, sonra da onu biriktireni.
70/MEÂRİC-19: İnnel insâne hulika helûâ(helûan).
Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı.
70/MEÂRİC-20: İzâ messehuş şerru cezûâ (cezûan).
Kendisine bir şerr dokununca feryat edicidir.
70/MEÂRİC-21: Ve izâ messehul hayru menûâ(menûan).
Ve kendisine bir hayır dokunduğu zaman cimrilik edendir.
70/MEÂRİC-22: İllel musallîn (musallîne).
Namaz kılanlar hariç.
70/MEÂRİC-23: Ellezîne hum alâ salâtihim dâimûn (dâimûne).
Onlar namazlarına devam edenlerdir.
70/MEÂRİC-24: Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma’lûm (ma’lûmun).
Ve onlar, mallarında belirli bir hak bulunanlardır.
70/MEÂRİC-25: Lis sâili vel mahrûm (mahrûmi).
İsteyenler ve mahrum olanlar için.
70/MEÂRİC-26: Vellezîne yusaddikûne bi yevmid dîn(dîni).
Ve onlar ki, dîn gününü tasdik ederler.
70/MEÂRİC-27: Vellezîne hum min azâbi rabbihim muşfikûn(muşfikûne).
Ve onlar, Rab'lerinin azabından korkanlardır.
70/MEÂRİC-28: İnne azâbe rabbihim gayru me’mûn(me’mûnin).
Muhakkak ki onların Rabbinin azabı, gayri memundur (ondan emin olunamaz).
70/MEÂRİC-29: Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn(hâfizûne).
Ve onlar, ırzlarını muhafaza edenlerdir.
70/MEÂRİC-30: İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne).
Zevcelerine ve ellerinin arasında sahip olduklarına (cariyelerine karşı durumları) hariç. Çünkü muhakkak ki onlar, kınanmış değildir.
70/MEÂRİC-31: Fe menibtegâ verâe zâlike fe ulâike humul âdûn(âdûne).
Artık kim bunun arkasını ararsa (fazlasını isterse), o taktirde işte onlar; onlar haddi aşmış olanlardır.
70/MEÂRİC-32: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).
Ve onlar emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.
70/MEÂRİC-33: Vellezîne hum bi şehâdâtihim kâimûn(kâimûne).
Ve onlar, şahitliklerinde kaim olanlardır (şahitliğe devam edenler).
70/MEÂRİC-34: Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne).
Ve onlar, namazlarını muhafaza edenlerdir (devamlı kılanlardır).
70/MEÂRİC-35: Ulâike fî cennâtin mukremûn(mukremûne).
İşte onlar, cennetlerde ikram olunan kimselerdir.
70/MEÂRİC-36: Fe mâ lillezîne keferû kıbeleke muhtıîn(muhtıîne).
İnkâr edenler, şimdi niçin senin tarafına doğru hızla koşar oldular?
70/MEÂRİC-37: Anil yemîni ve aniş şimâli ızîn(ızîne).
Sağdan ve soldan dağınık gruplar halinde.
70/MEÂRİC-38: E yatmeu kullumriin minhum en yudhale cennete naîm(naîmin).
Onlardan hepsi Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?
70/MEÂRİC-39: Kellâ, innâ halaknâhum mimmâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Hayır, asla! Muhakkak ki Biz, onları bildikleri şeyden yarattık.
70/MEÂRİC-40: Fe lâ uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn(kâdirûne).
Artık hayır (öyle değil). Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim. Muhakkak ki Biz, elbette kaadiriz (öyle ki).
70/MEÂRİC-41: Alâ en nubeddile hayren minhum ve mâ nahnu bi mesbûkîn(mesbûkîne).
Onlardan daha hayırlısı ile değiştirmeye (onların yerine getirmeye)! Ve Biz, önüne geçilebilecek (engellenebilecek) değiliz.
70/MEÂRİC-42: Fe zerhum yehûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn(yûadûne).
Artık onları terket, vaadolundukları güne kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynasınlar.
70/MEÂRİC-43: Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin yûfîdûn(yûfîdûne).
Kabirlerinden süratle çıkacakları gün, sanki onlar bir hedefe koşuyor gibidir.
70/MEÂRİC-44: Hâşi’aten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), zâlikel yevmullezî kânû yûadûn(yûadûne).
Onların bakışları korkulu bir haldedir, onları bir zillet kaplar. İşte bu, onların vaadolundukları gündür.
.
NÛH Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
Bismillâhirrahmânirrahîm
71/NÛH-1: İnnâ erselnâ nûhan ilâ kavmihî en enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh'u kendi kavmine: “Kavmini onlara, elîm azap gelmeden önce uyar.” diye (resûl olarak) gönderdik.
71/NÛH-2: Kâle yâ kavmi innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
(Hz. Nuh, kavmine) şöyle dedi: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için apaçık bir nezirim (uyarıcıyım), (öyle ki).”
71/NÛH-3: Eni’budûllâhe vettekûhu ve etîûn(etîûni).
Allah'a kul olmanız, O'na karşı takva sahibi olmanız için. Ve bana itaat edin (tâbî olun).
71/NÛH-4: Yagfir lekum min zunûbikum ve yûahhırkum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne ecelallâhi izâ câe lâ yuahhar(yûahharu), lev kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
(Allah da) sizin günahlarınızı mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin) ve sizi belirlenmiş bir zamana kadar tehir etsin (ömür versin)! Muhakkak ki Allah'ın eceli (onun belirlediği an) gelince tehir edilmez. Keşke siz bilmiş olsaydınız.
71/NÛH-5: Kâle rabbi innî deavtu kavmî leylen ve nehârâ(nehâran).
(Hz. Nuh, Rabbine) şöyle dedi: “Rabbim, Muhakkak ki ben kavmimi gece ve gündüz (ruhlarını Sana ulaştırmayı dilemeye) davet ettim.”
71/NÛH-6: Fe lem yezidhum duâî illâ firârâ(firâran).
Fakat benim davetim, (benden) kaçışlarından (uzaklaşmalarından) başka bir şeyi artırmadı.
71/NÛH-7: Ve innî kullemâ deavtuhum li tagfire lehum cealû esâbiahum fî âzânihim vestagşev siyâbehum ve esarrû vestekberûstikbârâ(vestekberûstikbâran).
Ve muhakkak ki benim onları, Senin mağfiret etmen için her davet edişimde, (duymamak için) parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve (görmemek için) elbiselerine büründüler ve (bu davranışlarında) ısrar ettiler ve kibirlenerek büyüklük tasladılar.
71/NÛH-8: Summe innî deavtuhum cihârâ(cihâran).
Sonra muhakkak ki ben onları cehren (açıkça) davet ettim.
71/NÛH-9: Summe innî a’lentu lehum ve esrartu lehum isrârâ(isrâran).
Daha sonra da muhakkak ki ben onlara alenî olarak ilân ettim ve onlara sır olarak (tek tek çağırarak) gizli gizli de bildirdim.
71/NÛH-10: Fe kul tustagfırû rabbekum innehu kâne gaffârâ(gaffâran).
(Nuh A.S) ve dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dilediğinizi söyleyin. Muhakkak ki O; Gaffar'dır (mağfiret edendir).”
71/NÛH-11: Yursilis semâe aleykum midrârâ(midrâren).
Üzerinize bol yağmurlu olarak semayı göndersin.
71/NÛH-12: Ve yumdidkum biemvâlin ve benîne ve yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum enhârâ(enhâren).
Ve size mal ve erkek çocuklar (vererek) yardım etsin. Ve sizin için cennetler (verimli bahçeler) yapsın ve sizin için nehirler akıtsın.
71/NÛH-13: Mâ lekum lâ tercûne lillâhi vekârâ(vekâren).
(Nuh (A.S), kavmine şöyle dedi): “Siz niçin Allah'tan bir vakar (azamet, izzet ve kudret) ummuyorsunuz?”
71/NÛH-14: Ve kad halakakum etvârâ(etvâren).
Ve O, sizi halden hale (çeşitli hallerden) geçirerek yaratmıştır.
71/NÛH-15: E lem terev keyfe halakallâhu seb’a semâvâtin tıbâkâ(tıbâkan).
Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı (yedi gök katını) nasıl yarattı?
71/NÛH-16: Ve cealel kamere fîhinne nûren ve cealeş şemse sirâcâ(sirâcen).
Ve Ay'ı, onların arasında (semalarda) bir nur kıldı ve Güneş'i de bir sirac (çırağ) kıldı.
71/NÛH-17: Vallâhu enbetekum minel ardı nebâtâ(nebâten).
Ve Allah, sizi yerden (topraktan) bir nebat (gibi) yetiştirdi (yarattı).
71/NÛH-18: Summe yuîdukum fîhâ ve yuhricukum ihrâcâ(ihrâcen).
Sonra sizi oraya (toprağa) döndürecek ve bir çıkarışla sizi (oradan) çıkaracak.
71/NÛH-19: Vallâhu ceale lekumul arda bisâtâ(bisâtan).
Ve Allah, arzı sizin için geniş bir mekân kıldı.
71/NÛH-20: Li teslukû minhâ subulen ficâcâ(ficâcen).
Sizin yolculuk etmeniz için, ondan geniş yollar yaptı.
71/NÛH-21: Kâle nûhun rabbi innehum asavnî vettebeû men lem yezidhu mâluhu ve veleduhû illâ hasârâ(hasâran).
(Nuh A.S): “Rabbim, muhakkak ki onlar bana asi oldular (isyan ettiler). Ve malı ve evlâdı kendisine hüsrandan başka bir şeyi artırmayan kimselere tâbî oldular.” dedi.
71/NÛH-22: Ve mekerû mekren kubbârâ(kubbâren).
Ve büyük hileler kurdular.
71/NÛH-23: Ve kâlû lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerrunne vedden ve lâ suvâan ve lâ yegûse ve yeûka ve nesrâ(nesren).
Ve (birbirlerine) şöyle dediler: “Sakın kendi ilâhlarınızı (putlarınızı) bırakmayın. Ve Vedd'i, Suvâa'yı, Yagûs'u ve Yaûka'yı ve Nesra'yi sakın terk etmeyin.”
71/NÛH-24: Ve kad edallû kesîrâ(kesîren), ve lâ tezidiz zâlimîne illâ dalâlâ(dalâlen).
Ve (böylece) pekçoğunu dalâlette bırakmış oldular. Ve (Nuh A.S): “Zalimlerin, dalâletten başka bir şeyini artırma (zalimlerin, sapıklıklarını artır).”
71/NÛH-25: Mimmâ hatîâtihim ugrikû fe udhılû nâran fe lem yecıdû lehum min dûnillâhi ensârâ(ensâren).
Onlar hatalarından (büyük günahlarından) dolayı boğuldular. Sonra ateşe sokuldular. Artık kendileri için, Allah'tan başka bir yardımcı bulamadılar.
71/NÛH-26: Ve kâle nûhun rabbi lâ tezer alel ardı minel kâfirîne deyyârâ(deyyâren).
Ve Hz. Nuh: “Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dolaşan bir kimse bırakma.” dedi.
71/NÛH-27: İnneke in tezerhum yudıllû ıbâdeke ve lâ yelidû illâ fâciren keffârâ(keffâre).
Muhakkak ki eğer Sen, onları (yeryüzünde) bırakırsan, Senin kullarını dalâlete düşürürler ve facir kâfirden başka (evlât) doğurmazlar.
71/NÛH-28: Rabbigfirlî ve li vâlideyye ve li men dehale beytiye mu’minen ve lil mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti) ve lâ tezidiz zâlimîne illâ tebârâ(tebâren).
Rabbim, beni, annemi, babamı ve evime mü'min olarak girenleri ve mü'min kadınları ve mü'min erkekleri mağfiret et. Zalimlere helâkından başka bir şeyi artırma.
.
71/NÛH-1: İnnâ erselnâ nûhan ilâ kavmihî en enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh'u kendi kavmine: “Kavmini onlara, elîm azap gelmeden önce uyar.” diye (resûl olarak) gönderdik.
71/NÛH-2: Kâle yâ kavmi innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
(Hz. Nuh, kavmine) şöyle dedi: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için apaçık bir nezirim (uyarıcıyım), (öyle ki).”
71/NÛH-3: Eni’budûllâhe vettekûhu ve etîûn(etîûni).
Allah'a kul olmanız, O'na karşı takva sahibi olmanız için. Ve bana itaat edin (tâbî olun).
71/NÛH-4: Yagfir lekum min zunûbikum ve yûahhırkum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne ecelallâhi izâ câe lâ yuahhar(yûahharu), lev kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
(Allah da) sizin günahlarınızı mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin) ve sizi belirlenmiş bir zamana kadar tehir etsin (ömür versin)! Muhakkak ki Allah'ın eceli (onun belirlediği an) gelince tehir edilmez. Keşke siz bilmiş olsaydınız.
71/NÛH-5: Kâle rabbi innî deavtu kavmî leylen ve nehârâ(nehâran).
(Hz. Nuh, Rabbine) şöyle dedi: “Rabbim, Muhakkak ki ben kavmimi gece ve gündüz (ruhlarını Sana ulaştırmayı dilemeye) davet ettim.”
71/NÛH-6: Fe lem yezidhum duâî illâ firârâ(firâran).
Fakat benim davetim, (benden) kaçışlarından (uzaklaşmalarından) başka bir şeyi artırmadı.
71/NÛH-7: Ve innî kullemâ deavtuhum li tagfire lehum cealû esâbiahum fî âzânihim vestagşev siyâbehum ve esarrû vestekberûstikbârâ(vestekberûstikbâran).
Ve muhakkak ki benim onları, Senin mağfiret etmen için her davet edişimde, (duymamak için) parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve (görmemek için) elbiselerine büründüler ve (bu davranışlarında) ısrar ettiler ve kibirlenerek büyüklük tasladılar.
71/NÛH-8: Summe innî deavtuhum cihârâ(cihâran).
Sonra muhakkak ki ben onları cehren (açıkça) davet ettim.
71/NÛH-9: Summe innî a’lentu lehum ve esrartu lehum isrârâ(isrâran).
Daha sonra da muhakkak ki ben onlara alenî olarak ilân ettim ve onlara sır olarak (tek tek çağırarak) gizli gizli de bildirdim.
71/NÛH-10: Fe kul tustagfırû rabbekum innehu kâne gaffârâ(gaffâran).
(Nuh A.S) ve dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dilediğinizi söyleyin. Muhakkak ki O; Gaffar'dır (mağfiret edendir).”
71/NÛH-11: Yursilis semâe aleykum midrârâ(midrâren).
Üzerinize bol yağmurlu olarak semayı göndersin.
71/NÛH-12: Ve yumdidkum biemvâlin ve benîne ve yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum enhârâ(enhâren).
Ve size mal ve erkek çocuklar (vererek) yardım etsin. Ve sizin için cennetler (verimli bahçeler) yapsın ve sizin için nehirler akıtsın.
71/NÛH-13: Mâ lekum lâ tercûne lillâhi vekârâ(vekâren).
(Nuh (A.S), kavmine şöyle dedi): “Siz niçin Allah'tan bir vakar (azamet, izzet ve kudret) ummuyorsunuz?”
71/NÛH-14: Ve kad halakakum etvârâ(etvâren).
Ve O, sizi halden hale (çeşitli hallerden) geçirerek yaratmıştır.
71/NÛH-15: E lem terev keyfe halakallâhu seb’a semâvâtin tıbâkâ(tıbâkan).
Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı (yedi gök katını) nasıl yarattı?
71/NÛH-16: Ve cealel kamere fîhinne nûren ve cealeş şemse sirâcâ(sirâcen).
Ve Ay'ı, onların arasında (semalarda) bir nur kıldı ve Güneş'i de bir sirac (çırağ) kıldı.
71/NÛH-17: Vallâhu enbetekum minel ardı nebâtâ(nebâten).
Ve Allah, sizi yerden (topraktan) bir nebat (gibi) yetiştirdi (yarattı).
71/NÛH-18: Summe yuîdukum fîhâ ve yuhricukum ihrâcâ(ihrâcen).
Sonra sizi oraya (toprağa) döndürecek ve bir çıkarışla sizi (oradan) çıkaracak.
71/NÛH-19: Vallâhu ceale lekumul arda bisâtâ(bisâtan).
Ve Allah, arzı sizin için geniş bir mekân kıldı.
71/NÛH-20: Li teslukû minhâ subulen ficâcâ(ficâcen).
Sizin yolculuk etmeniz için, ondan geniş yollar yaptı.
71/NÛH-21: Kâle nûhun rabbi innehum asavnî vettebeû men lem yezidhu mâluhu ve veleduhû illâ hasârâ(hasâran).
(Nuh A.S): “Rabbim, muhakkak ki onlar bana asi oldular (isyan ettiler). Ve malı ve evlâdı kendisine hüsrandan başka bir şeyi artırmayan kimselere tâbî oldular.” dedi.
71/NÛH-22: Ve mekerû mekren kubbârâ(kubbâren).
Ve büyük hileler kurdular.
71/NÛH-23: Ve kâlû lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerrunne vedden ve lâ suvâan ve lâ yegûse ve yeûka ve nesrâ(nesren).
Ve (birbirlerine) şöyle dediler: “Sakın kendi ilâhlarınızı (putlarınızı) bırakmayın. Ve Vedd'i, Suvâa'yı, Yagûs'u ve Yaûka'yı ve Nesra'yi sakın terk etmeyin.”
71/NÛH-24: Ve kad edallû kesîrâ(kesîren), ve lâ tezidiz zâlimîne illâ dalâlâ(dalâlen).
Ve (böylece) pekçoğunu dalâlette bırakmış oldular. Ve (Nuh A.S): “Zalimlerin, dalâletten başka bir şeyini artırma (zalimlerin, sapıklıklarını artır).”
71/NÛH-25: Mimmâ hatîâtihim ugrikû fe udhılû nâran fe lem yecıdû lehum min dûnillâhi ensârâ(ensâren).
Onlar hatalarından (büyük günahlarından) dolayı boğuldular. Sonra ateşe sokuldular. Artık kendileri için, Allah'tan başka bir yardımcı bulamadılar.
71/NÛH-26: Ve kâle nûhun rabbi lâ tezer alel ardı minel kâfirîne deyyârâ(deyyâren).
Ve Hz. Nuh: “Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dolaşan bir kimse bırakma.” dedi.
71/NÛH-27: İnneke in tezerhum yudıllû ıbâdeke ve lâ yelidû illâ fâciren keffârâ(keffâre).
Muhakkak ki eğer Sen, onları (yeryüzünde) bırakırsan, Senin kullarını dalâlete düşürürler ve facir kâfirden başka (evlât) doğurmazlar.
71/NÛH-28: Rabbigfirlî ve li vâlideyye ve li men dehale beytiye mu’minen ve lil mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti) ve lâ tezidiz zâlimîne illâ tebârâ(tebâren).
Rabbim, beni, annemi, babamı ve evime mü'min olarak girenleri ve mü'min kadınları ve mü'min erkekleri mağfiret et. Zalimlere helâkından başka bir şeyi artırma.
.