|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
ORUCUN ANLAMI VE FARZ OLUŞU
Allah'ın yüklediği mükellefiyetini sırında taşımaya sabretme,O'ndan gelen şeyler karşısında sarsılmama,sabit kadem olma,O'nun kapısından ayrılmama,günah fırtınaları ve günah tufanı karşısında kendini koruyup,dişini sıkma vs bunlar dinin yarısını teşkil etmektedir. Oruç ise sabrın yarısıdır.Zira sabrın diğer yarısı başka şeylere dağılmıştır.Oruçta bir yönüyle şehevat-ı nefsaniyeyi gemleme olduğu için,günahlara karşı sabır,diğer bir yönüyle aç-susuz durma gibi (hususiyle sıcak günlerde) bir işin altına girmekle ibadete karşı sabır vardır.Böylece oruç,dinin dörtte birini teşkil etmiş oluyor.Dolayısıyla o,dört büyük ve mühim esası olan namaz,oruç,zekat ve hac ibadetlerinden biridir.Hem de yukarıda belirttiğimiz gibi oruçta,hem ibadet-ü taatte,hem beşeri arzu ve isteklere,hem şehvani duygulara ve hemde beşeri kaprislere bir set çekme ve mani olma vardır.
İster eda yoluyla olsun,ister kaza yoluyla olsun,Ramazan orucunu tutmak akıl baliğ her müslümana farzdır.Bunun farziyeti ayet ve hadislerle sabittir.
Allah Teala bu konuda şöyle buyurmaktadır;
Artık sizden kim ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruca başlasın. Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar. (Bakara Süresi'185)
Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz (Bakara Süresi'183)
Hz Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur;
İslam dini beş esas üzere kurulmuştur;Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun elçisi olduğuna kesin olarak inanıp şehadet etmek,namaz kılmak,zekat vermek,hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak
Ramazan orucunun edasının dedlili şu ayettir;
Artık sizden kim ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruca başlasın.(Bakara Süresi'185)
Ramazan orucunun kazasının delili ise şu ayettir;
Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. (Bakara Süresi'184)
Çocuk ve akıl sağlığı yerinde olmayanlar oruç emrinin muhatabı değildir.
Oruç da namaz gibi bedenî ibâdettir. Bu ibâdetin en başta gelen özelliği, insanları kötülüklerden alıkoyması, nefsin azgın istek ve arzûlarını gemlemesidir. Hadîs-i şerîf'te şöyle buyurulur:
Orucun insanı kötü meyillerden koruması sebebiyledir ki, Resûlüllah Efendimiz bekâr gençlere, şehevî hislerin baskısından kurtulmak için oruç tutmalarını tavsiye etmiştir. Orucun şehevî duyguları teskîn ettiği, bugün ilmen de kabûl edilen bir gerçektir.
Oruç,kıyamet günü,oruçlu için şefat edecek.Cenab-ı Hakk'a niyazda bulunup;'Ya Rabbi! Ben onu gündüzleri yiyip içmekten ve zevklerinden alıkoydum.Bunun için onun hakkındaki şefaatimi kabul buyur' diyecektir.Cenab-ı Hak da orucun bu isteiğini kabul edip,oruçluya şefaat etme izni verecektir.
ORUCUN ÖNEMİ VE İNSANA KAZANDIRDIĞI DEĞERLER
Yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insan,Cenab-ı Hakk'ın sayılamayacak kadar olan lütuf ve ihsanlarına mazhardır.Ondaki meleki ve şeytani dediğimiz iki uç nokta vardır.Bu kısacık hayatında yapacağı amellerle o bu iki noktadan birine karar kılacak ve akıbetini bu yönde hazırlamış olacaktır.Rahmeti sonsuz Allah'ın insana verdiği nimetlerden biri de onu kendi aklıyla baş başa bırakmayıp,yol gösterici olarak peygamberleri ve kitapları göndermesidir.Bunlar vasıtasıyla insan,şeytani dehlizlerde gezmek yerine meleki ufukta pervaz edecek,böylece yaratılış gayesine muvafık hareket etmiş olacaktır.
İnsan,ruhla cesetten mürekkep olarak yaratılan bir varlıktır.Ruhun olmadığı ceset bir şey ifade etmediği gibi,cesedin olmadığı ruh da teklif dünyası adına bir mana ifade etmez.İnsan yiyip içtiği yiyecekelrle,yaptığı hal ve hareketlerle,yerine getirmeye çalıştığı ibadet-ü taatle hem cesedine ve hem de ruhuna birtakım tesirlerde bulunmuş demektir.Ağzına aldığı bir lokma zahiren midesine gitse bile,o aslında ruhta birtakım tesirler icra etmektedir.Yaptığı bedeni hareketler,vücutta maddi olarak bazı tesirler oluşturduğu gibi ruhta da değişik tesirler icra etmektedir.İnsanın ferdi hayatının geliştirilmesi ve olgunlaştırılmasında riyazatın pek mühim bir yeri vardır.Bu da ancak oruçla olur.
İnsanlar arasındaki çekişmenin,kavganın temel sebeplerinden biri insanların,iştah ve şehvetlerini ölçüsüzce tatmin etmeye çalışması ve belki bu amacı gerçekleştirmek üzere mal ihtiraslarıdır. Birinci kademedeki oruç bile bu ihtirası dizginlemenin,iştah ve şehveti kontrol altına almanın bizzat gerçekleştirilen ve tecrübe edilen bir yolu olmaktadır.İştah ve şehveti alabildiğine ve ölçüsüzce tatmin peşinde koşmak,şeytani bir tutum olup,oruç tutmak bu yönüyle şeytani zincire vurmak anlamına gelir.
İbadetlerin sırlarını,gerçek mana ve önemini taşıyan kimi alimler namaz kıldığı,oruç tuttuğu halde, hala çirkin işler yapan ve fenalıktan sakınmayan kimseyi;abdest alırken yüzünü,eline su almadan üç kere yıkayan kimseye benzetmişlerdir.Uzaktan bakan onun abdest aldığını zannetse de o gerçekte abdest almamaktadır.Peygamberimiz:'Oruç tutan öyle insanlar vardır ki,karları sadece açlık ve susuzluk çekmektir' derken bu durumu kasdetmiş olabilir.
ORUÇ TUTMANIN RUHA VE BEDENE KAZANDIRDIĞI FAYDALAR
Dünyaya gelir gelmez faaliyete başlayan sindirim sisteminin zaman zaman dinlenmeye ihtiyacının olduğu,tıbbi çevrelerce kabul edilip savunulan bir hakikattır.Senenin bir ayında vücudun dinlendirilmesi anlamına gelen orucun bu yönüyle insan bedenine faydası inkar edilemez.Hem o mide fabrikasının pek çok hademeleri ve kendisiyle alakadar çok insani duyguları vardır.Eğer senenin bir ayında gündüzleri tatile girmezse,hademelerin ve diğer duyguların hususi ibadetlerini onlara unutturur,kendiyle meşgul eder,onları tahakkumu altına alır,nazarı dikkatlerini daima kendine çeker,onlara ulvi vazifelerini unutturur.
Faaliyet içinde olan her makina bir müddet sonra bakıma ve dinlenmeye tabi tutulur.Bu yapılmadığında ya makina tamamen tahrip olur ya da ömrü kısalır.Bir talebeye belirli bir süre tedrisat gördükten sonra tatil verilir.Bir işçi sabahtan akşama kadar çalışır ama akşamleyin istirahate çekilir.Bu mola ve dinlenmeler oladan aynı tempoda çalışma ve semere verme mümkün değildir.
İnsanın vücudu fabrika,azaları o fabrikanın aletleri hükmündedir.Oruç ise,vücut fabrikamızın dinlenmesine,eskimemesine ve mükemmel bire şekilde çalışmasına vesiledir.Oruçla vücutta biriken zararlı yağlar,şişmanlık vesilesi fazla etler atılmış,vücut rahatlık kazanmış olur.Bugün şişmanlıktan doalyı sağa sola başvuran,buna çare arayan bir sürü insan vardır.Ve bu şişmanlığın kanın deveranına,beynin yavaş çalışmasına sebep olduğu da yine tıbbın kabul ettiği bir gerçektir.Halbu ki oruç,hem bu dertlere çare hemd e sevap kazanmaya önemli bir vesiledir.
ORUCUN RUHA KAZANDIRDIKLARI
Daha önceki satırlardada geçtiği üzere insan,ruhla cesetten mürekkep bir yapıya sahiptir.Bu yapıdaki her iki unsur,insanı kendi yörüngesi etrafında döndürmeye çalışmaktadır.Bu ikisinden biri olan madde,şehevi ve behimi arzulardır.Yani insanın ceset itibariyle sahip olduğu,Kur'an'ın da bize şu cümlelerle tanıttığı yönüdür:'Andolsun ki bir insanı kuru bir çamurdan,şekillenmiş bir balçıktan yarattık (Hicr'26),Onlara bir sor bakalım:Yaratılışta kendileri mi daha kuvvetli,yoksa bizim yarattıklarımız mı? Gerçekten biz onları yapışkan çamurdan yarattık (Saffat'11),O,insanı bardak gibi (çınlayan) kupkuru bir balçıktan yarattı (Rahman'14)'
İnsanın diğer bir yönü ise,ona yaratılış gayesini hatırlatan,ona Rahmani şeyler yapmaya sevk eden,manevi alemleri seyrettirmeye vesile olan,aç-susuz kalmasına rağmen tarif edilemeyen lezzetler hissettiren,kötülükleri hoş göstermeyip ondan kaçınmayı ve hoşlanmamayı ihsas ettiren vs ruhi tarafıdır.
İnsanın üzerinde bulunan ruhun hakimiyeti zayıflar veya ceset hakim duruma geçerse,o zaman insan lezzet ve şehvetlerinde dolu dizgin gider.Aklın hududunu,dinin çizdiği sınırları hiçe sayar,adeta zihni gücünü,yiyeceğin çeşidi,içeceğin türlüsünü elde etmeye harcar.Bütün tasası şehevi arzularını kamçılayacak amddeleri bulma,acıktırıcı,hazmettirici,iştah açıcı yolları öğrenmek olur.'Böylece ilmin,kültürün ve medeniyetin zirvesine çıktığı halde değirmen merkebinden,saban öküzünden farksız hale gelir,yemek odasıyla ayak yolu arasında mekik dokur durur.Bundan başka da ne bir prensipten ne de ikinci bir hayattan haberi olur ve bu ikisinin arasında dolaşıp durmaktan gayri şey tanımaz,kendisindede yeme içme arzusundan başka,zevk ve sefa duygularından gayri,yemek için kazanma kaygısının dışında herşey ölür gider.Kur'an'ın tasvirinden daha doğru ve daha ince tasvire imkan olmadığına göre sözü yine ona bırakalım:'Küfredenlere gelince,onlar dünyada sadece zevk-u safa sürerler,davarların yediği gibi yerler.Onların yeri de ateştir (Muhammed'12)
ORUÇ TUTMAK İNSANI MELEKİYETE YÜKSELTİR VE ALLAH'A KAVUŞMAYI HATIRLATIR
Oruçlunun her saati,her saniyesi Allah'ı ve Allah'ın nimetlerini hatırlatması ve netice itibariylede en büyük nimet olan Allah'a lika (kavuşma) nimetini hatırlatması itibariyle çok kıymetlidir.
İnsanda meleki ve behimi olmak üzere iki yön vardır.İnsan hayvanı hislere ters istikamette yürüdüğü zaman,meleki yönünün geliştiği ve hayvani tarafının azaldığını vicdanen hisseder.
İnsan;meleklerin altında,diğer canlıların ise üstünde yaratılmıştır.Fakat Allah onu,yüceler yücesi bir makam ile aşağılar aşağısı bir noktaya uzanan çizgide yol amaya muktedir kılmıştır.Dolayısıyla insan yer yer melekler alemini yaşar,derece itibariyle onları geride bırakabilir.Zaman zaman da şeytanların altında bir yere sukut eder.'Biz insanı en güzel biçimde yarattık.Sonra onu aşağıların aşağısına atıcerdik.Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç.Onlar için kesintisiz bir mükafat vardır (Tin Süresi'4...6)'
İnsanı melekelrden ayıran özelliklerden birisi,onun nefis sahibi olmasıdır.Melekelrde yeme-içme, evlenme,Allah'a isyan etme vs gibi davranışlar söz konusu değildir..Yaratılış icabı;onlar masum,her an Allah'a tesbih ve taatle meşgul varlıklardır.İnsana gelince;o hayatiyetini ancak yeme-içmeyle devam ettirebilir.İsyan etmesi,kusur yapması her zaman için muhtemeldir.Ama oruç tutan bir mü'mine gelince o,sabahtan akşama kadar yemeyip içmemesiyle,şehvetine hakim olmasıyla,gıybet ve zulümden kaçınmasıyla adeta melekleşir. Hatta o bu davranışlarıyla melekleri bile geride bırakabilir.Cenab-ı Hakk,meleklere karşı böyle olan mü'min kullarıyla iftihar eder,onları meleklere örnek gösterir.
ORUÇ TUTMANIN FAYDALARI NELERDİR 1.BÖLÜM
ORUÇ;NİMETLERİN DEĞERİNİ ÖĞRETİR
Cenab-ı Hakk,küre-i arzı bimbir çeşit nimetlerle donatmış ve onu yeryüzünün halifesi olan insanın emrine musahhar kılmıştır.Her gün önümüze adeta semadan bir sofra indirilip diğeri kaldırılmakta,o kaldırılırken de hemen arkasından başka biri gelmektedir. Yaz,bahar, kış,sonbahar demeden ağaçlar meyve vermekte;sema dolu dolu etekleriyle mücevherler göndermekte;zemin,çeşit çeşit nimetler fışkırtmaktadır.'Semada rızkınız ve siz va'dolunan şeyler vardır (Zariyat'22)'
ORUÇ;İNSANI İKTİSADA ALIŞTIRIR
İslam'daki oruç ibadeti;insana güzel bir haslet olan iktisat düsturunu öğretir.Oruç,insanlara iktisadı öğreten bir muallim mevkiindedir.İstediği şeyi aklına geldiği zaman hiçbir sınırlama getirmeden yapmaya alışan kişi,oruçlu olduğu zaman mecburen onu yapamayacaktır.
İnsan;beden-ruh ikilsinden mürekkep bir varlıktır.Bedenin bir kısım ihtiyaç ve istekleri olduğu gibi,ruhunda kendine göre istekleri vardır.İnsan cismaniyeti itibariyle küçük bir varlıktır;ama ruhi melekleri yönüyle o sonsuzla kucaklaşma yarışındadır.Sınırsız meyilleri, arzuları,istekler,duyguları, hayalleri,düşünceleri ve fikirleriyle insan sanki kainatın küçük bir fihristi hükmündedir.İşte böyle bir insanın ruhi yönünü ve bütün istidatlarını inbisat ve inkişaf ettiren meyillerinin,emellerinin tahakkukuna vesilelik eden,fikirlerini genişletip inizama tabi tutan,şeheviyye ve gadabiyye gibi kuvvetlerini zabt-u rabt altına alan;insanı,mukadder olan kemalatına ulaştıran ve onu Rabbine rabteden en ulvi ve en yüksek irtibat ameliyesi ancak ve ancak ibadettir..Dolayısıyla bir ibadet şekli olan oruçta bütün bu hususiyetler mevcuttur.
Nefsin dizginlerini elde tutmak,insanlar için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.Zira nefsin istek ve alışkanlıkları,insan için öldürücü birer zehir ve insanı aşağılara çeken ağırlıklar gibidir.Nefis insana daima kötülüğü emreder.Bu anlamda insanı büyük tehlikelere sürükleyen zina hadisesine karşı oruç,bir kalkan hükmündedir.Evlenme imkanı olmayanlar,Allah Resulü'nün (s.a.v) tavsiyesine göre oruç tutmalıdır.Zira oruç günahlara karşı bir kalkandır.Hasılı;oruçla insan kendi nefsini Cenab-ı Hakk karşısında serkeşlikten kurtarır ve itaat eden bir kul haline getirir.Oruç tutan herkes,oruçlu olmadığı günlere nisbeten,daha bir melekleştiğini vicdanında hisseder.Yine herkes anlar ki,izin verilmedikçe en küçük bir şeyi dahi yapamaz,elini suya uzatamaz ve bu vesileyle de kendinin malik değil memlük;hür değil kul olduğunu anlar
ORUÇ;İNSANI GÜNAHLARA KARŞI KORUR
Günah bir iç çöküntü,bir terslik ve fıtratla bir zıtlaşmadır.Günaha giren kimse;kendini vicdanı azaplara ve kalbi sıkıntılara bırakmış talihsiz ve bütün ruhi meleke ve kabiliyetlerini şeytana teslim etmiş bir mazlum ve mağdurdur.Birde o günahı ısrarla işlemeye devame derse,bütünüyle ipi elden kaçırır ve artık ne bir irade,ne bir direnme,ne de kendini yenilemeye mecali kalmaz.İşte bu tehlikeye karşı oruç,kefil ve bir teminat hükmündedir.Allah Resulü (s.a.v);'Ey gençler topluluğu! Evlenmeye güç yetirebileniniz evlensin.Zira bu (evlenme) gözü (haramlardan) koruyucu,ferci (apış arası) günahlara karşı muhafaza edicidir.Kim de evlenmeye muktedir değilse o da oruç tutsun.Zira oruç,onun için bir kalkandır' buyurmaktadır.Peygamber Efendimiz (s.a.v):Kim oruçlu iken yalan konuşmaktan ve kötü hareketlerden vazgeçmezse,bilsin ki Allah'ın onun yemeyi ve içmeyi bırakmasına ihtiyacı yoktur buyurmaktadır.
ORUÇ;EMANETE RİAYETİ ÖĞRETİR
Oruç;gizli ve aşikar her zaman emanete riayet edilmesini öğretir.Zira Allah'ın helal olarak kıldığı nimetleri yiyip-içmekten kaçınmayı sağlayacak,Allah'tan başka bir gözetici yoktur.Oruçlu,sabahtan akşama kadar Allah'ın hududuna riayet eder.Bütün imkanlar hazır olmasına,hiç kimse görmemesine rağmen mümin orucunu sürdürür.O,akşama kadar emaneti muhafaza hissiyle doludur.
Oruç,vefa duygusunun tezahür ettiği en güzel bir ibadettir.Zira oruç,Allah ile kul arasında yapılmış bir ahiddir.Kul,belirli zaman dilimlerinde belirli şeylerden vazgeçerek,dolayısıyla bu hareketiyle o,ahidne vefalı olduğunu gösterecektir.Aynı zamanda insan,tuttuğu oruçlarla vefa duygusunu geliştirecek,onun ayrılmaz bir parçası olacaktır.Bu durumu kazanan kimse,içtimai,ailevi ve ferdi hayatında adeta 'vefa' dan bir abide haline gelecektir.
ORUÇ TUTMANIN FAYDALARI NELERDİR 2.BÖLÜM
ORUÇ;İNSANA MÜSTAĞNİ OLMAYI ÖĞRETİR
Oruçla insan,nefsin kendisine fısıldamaya çalıştığı şeytani vesveselelerin önüne bir set çeker,onun zimamını kendi eline alır,nefsi yönlendirmeye çalışır.Zira o,yemeğe,kadına ve dünyaya karşı kapalı bir durumdadır.Böylelikle o,nefisten ve beşeri duygulardan gelecek baskılardan azade olarak,izzetli bir hayat tarzına sahip olur.Ve Cenab-ı Hakk'ın müminlerin bir sıfatı olarak bildirdiği izzet duygusunu yakalamış olur.'İzzet (üstünlük) ancak Allah'a ,Resulüne ve mü'minlere mahsustur (Münafikun'8)'
Orucun en büyük faydalarından biri de şüphesiz insana sabra alıştırmasıdır.Tuttuğu oruçla insan,bir sabır eğitimi görmüş olur.Zira o,acıktığında yemez,susadığında su içmez,kendisine yapılan kötülükler karşısında 'ben oruçluyum' der,sabreder.Bu şekilde Rabbine doğru kanat çırparken,bir de sabrı kendine burak edinebilirse,Cenab-ı Hakk'ın maiyetine erme şerefini elde eder.
ORUÇ;SIKINTILARA KATLANMAYI ÖĞRETİR
Her türlü nimetin içinde rahat bir şekilde hayatını devam ettiren kişinin bu durumu hep böyle sürüp gitmez.Zaman zaman,hiç beklenmedik bir yerde,beklenmedik bir zamanda fakirlik gelip başına konabilir.Beklenmeden gelen böyle bir durum karşısında dayanıklı olmak,sarsılmamak için önceden hazırlıklı olmak,vücudu böyle zamanlara göre de alıştırmak icap eder.İnsan zenginken iflas edip fakirleşebilir,çıkan bir felaketle her şeyini kaybedebilir,meydana gelen bir harpte çeşitli sıkıntılarla baş başa kalabilir.İşte bu ve buna benzer sıkıntılar karşısında zor duruma düşmemek,ümitsizliğe kapılmamak için oruç ibadeti,adeta bir intibak eğitimi yaptırıp vücudu yeme içme gibi en zaruri ihtiyaçlara sabrettirerek başına ansızın gelecek olan bir takım sıkıntılara karşı hazırlanmış oluyor ki,bu hazırlıkla insan dünyanın değişik sıkıntılarına,zahmet ve külfetlerine daha kolay bir şekilde karşı koyabilir.
ORUÇ;İNSANI NİZAM VE İNTİZAMA ALIŞTIRIR
Oruçlu,mü'min bir nizam ve intizam eğitimi yapar.Belirli vakitlerde yiyip,belirli vakitlerde kendini yeme-içmeden alıkoyması,namazlarına oruçlu olduğu zamanlarda daha da dikkat etmesi,bütün inananlarla aynı anı bekleyip sahura kalkması,teravih namazını kılması vs bunların hepsi onu intizama alıştıran ayrı ayrı birer vesiledir.Böylece mü'min,zamanını en güzel şekilde değerlendirerek,hayatını disipline etmiş ve ondan tam manasıyla istifade etmiş olacaktır.
Oruçla nefsini terbiye eden,sıkıntılara katlanan,açlığa ve susuzluğa göğüs geren insan,eşya ve hadiselere meydan okur bir duruma gelir. Artık ne açlık,ne susuzluk onu bağlayamaz.Başına hangi sıkıntı gelirse gelsin,günlerce aç kalsın,susuz kalsın,izzet ve haysiyetini,gurur ve onurunu hiçe sayıp da başkasına el açamaz.Fakat oruçtan haberi olmayan,hayatının değişik dönem ve zamanlarında oruç tutmayan,böylelikle de kendini yememe ve içmemeye alıştırmayan insan,başına gelen muhtemel bir açlık ve fakirlik karşısında bütün izzet ve onurunu ayaklar altına alarak kapı kapı dilenmeye başlar.
ORUÇ;CEMİYETTE BİRLİK VE BERABERLİĞİ SAĞLAR
ORUÇ;FAKİRLERİN HALİNİ HATIRLATIR
ORUÇLU OLANIN DİKKAT ETMESİ GEREKEN HUSUSLAR NELERDİR
Her ibadete olduğu gibi,oruç ibadetinde de yerine getirilmesi gereken,dikkat edilmesi gereken hususlar vardır.Orucun istenilen çerçevede yerine getirilmesi,onun ruh ve manasının duyulup,hissedilmesi adına şu hususlara dikkat edilmesi lazımdır;
1-)Bir Lokma Bile Olsa Sahurda Birşeyler Yemek=Sahur,gece yarısı ile tan yerinin ağarışı sırasında yenen yemeğin adıdır.Allah Resulü (s.a.v);bir lokma dahi olsa sahura kalkıp yemek yemeyi tavsiye etmiş,sahurda bereketin olduğunu ve sahura kalkanlara meleklerin duada bulunacağını bildirmiştir. Bu vakitler,en bereketli ve en verimli zamanlardır.Bu bereket değişik cihetlerden olabilir;bunları Efendimiz (s.a.v)'in sünnetine uyma,sahura oruç ve diğer ibadetler için güç ve kuvvet kazanma,dinç olma,şiddetli açlığın meydana getirebileceği kaba davranışlara engel olma,dua ve Allah'ı anmaya vesile olma şeklinde sıralayabiliriz.
2-)Sahuru Geciktirmek=Oruçlunun dikkat etmesi gereken davranışlardan biriside,sahuru son vaktine kadar tehir etmesidir.Bu tehirde,Peygamber Efendimizin ümmetine karşı gösterdiği şefkat ve merhamet vardır.Zira bazı bünyeler uzun süre açlıktan fazlaca muzdarip olabilirler.Dolayısıyla sahurun son vakte kadar geciktirilmesi,oruç süresinin az da olsa kısalmasını sağlar.Ayrıca sahura gecenin başlangıcında veya biraz daha sonraki vakitlerde kalkılması,sabah namazının kaçırılmasına sebep olabilir.Efendimiz (s.a.v):İftarı acele yapıp,sahuru te'hir ettikleri müddetçe,ümmetim hayır üzerindedir buyurmuştur.
3-)İftarı Su Veya Hurma İle Açmak=Oruçlu bir kimsenin iftarını hurma veya su ile açması sünnettir. Allah Resulü iftarını varsa hurma ile,o da yoksa su ile açardı.Daha sonra da akşam namazını eda ederdi.
4-)İftar Vaktinde Dua Etmek=Birtakım kimseler vardır ki dualarına icabet edilir,elleri geriye boş olarak dönmez.İşte bunlardan biriside iftar vaktinde ellerini Cenab-ı Allah'a açıp yalvaran insandır. Zira Peygamberimiz (s.a.v):Üç kişi vardır ki,bunların duaları reddolunmaz.Bunlar; oruçlunun iftar vaktindeki duası,adil olan imamın duası ve bir de mazlumun duasıdır buyurmuştur.
5-)Kötülüklerden Uzak Durmak=Oruçlu,kötülüklerin bütününe karşı kapılarını sonuna kadar kapatmalı,onlara geçit vermemelidir.Dini seçkinler (Havasın) Orucu adlı yazıya bakınız.
AŞI VE İĞNE YAPTIRMAK ORUCU BOZARMI
İnsan vücudunda gıdalanmaya esas olan kanal ve yollar iki kısımdır:
a-)Burun,kulak,ön ve arka yollar gibi tabii ve asli kanallar.Bunların herhangi bir yerinden vücudun iç kısmına geçecek olan maddeler ittifakla orucu bozarlar.İç kısmına ulaşmayanlar ise,orucu bozmazlar.
b-)İkinci kısım yollar ise,sonradan meydana gelen arızi kanal ve yollardır.Vücuddaki bir kesik,yara vs gibi.Bu yollardan içeri geçiş kesinlik kazandığı takdirde orucun bozulacağına dair ittifak vardır. Ancak iç kısıma geçiş şüpheli durumda ise İmam Ebu Yusuf ve Muhammed'e (imameyn) göre oruç bozulmaz.İmam-ı Azam Hazretlerine göre ise oruç bozulur.
Görüldüğü gibi İmam-ı Azam ile iki talebesi arasındaki ihtilaf esasta değil,keyfiyet üzerinedir.Yani içe nüfuz kat'iyet kazandığı zaman, onlara görede oruç bozulmuş olmaktadır.
Birde iğne,mermi,ok gibi bir şeyin vücuda saplanıp vücudun içinde kaybolma durumu vardır ki bu durumdada oruç bozulur.Ancak vücuda saplanan bu maddelerin bir kısmı vücud dışında kalırsa oruç bozulmaz.
Bu genel kaideler ışığında iğne ile aşıları incelediğimizde de şu durum ortaya çıkmaktadır:Çiçek aşısı gibi deri üzerinden yapılan aşı ve ilaçlamalar orucu bozmaz.Çünkü deri vücudun dış kısmını teşkile der.Bunun dışında kalan iğne ve aşılar,genel olarak damardan,kaba etten ve deri altından yapılmaktadır.Her üç halde de ilaç verilmeksizin vücudun derinliğine batırılan iğnenin bir tarafı dışta kaldığı için,yalnız batırmakla oruç bozulmaz.Ancak içeri ilaç,su gibi maddeler enjekte edilirse oruç bozulur.Çünkü bu maddeler vücud içinde kararlaşıp yerleşir.Damardan verilen ilaçlar ise doğrudan kana intikal eder.Oradan organlara dağılır.Kaba et ve deri altındaki ilaçlarda yine içeriye nüfuz etmiş sayılır.Bu itibarla vücuda ilaç zerketmek için yapılan aşı ve iğneler,orucu bozarlar.Ancak kefareti icab etmez. Yalnızca kaza kafi gelir.
Önemli hastalığı olanlar,zaten oruçlarını bozabilirler.Bunlara oruçlu halde yapılan iğne le oruçları bozulur.Sağlık durumları düzeldiğinde oruçlarını kaza ederler.Bu gib kimselerin mümkünse iğneyi geciktirerek iftardan sonra yaptırmaları daha iyidir.
Vücuda dışardan kan almak,ilaç almak gibidir.Orucu bozar fakat kan vermek orucu bozmaz.
Abdestte ağza su verip geri boşalttıktan sonra,arta kalan yaşlığın,tükürük ile yutulması orucu bozmaz.
Dişlerin arasından çıkan kan,az olup tükürük içinde kaybolmakta ise bu kanın yutulması oruca zarar vermez.Ancak kan tükürüğe galebe çalacak çoğunlukta ise,bunu yutmakla oruç bozulur.
ORUCU BOZAN VE ORUCU BOZMAYAN DURUMLAR NELERDİR
1-)Kasden yeyip içmek ve oruca aykırı olan işleri yapmak orucu bozar. Bu işlerin bir kısmı yalnız kazayı ve bir kısmıda hem kaza, hem de keffareti gerektirir.
2-)Unutarak bir şey yemek ve içmek veya cinsel ilişkide bulunmak orucu bozmaz. Bu hususta farz, vacib ve nafile oruçlar arasında bir fark yoktur. Çünkü unutma ve yanılma ile yapılan işler bağışlanmıştır.(Malikîlere göre, bunların her biri ile farz olan oruç bozulur, kazası gerekir. Çünkü orucun rüknü olan imsak kaybolmuştur.)
3-)Yanılarak yemek yiyen bir oruçluya raslanınca, bakılır: Eğer oruç tutmaya güçlü görülüyorsa, ona oruçlu olduğunu hatırlatmamak, tercih edilen görüşe göre, harama yakın mekruhtur. Fakat çok yaşlı ve zayıf kimse olunca, diğer ibadetleri sağlam yapabilmesi için, ona hatırlatılmaz. Uykuya dalmış bir kimseyi, vakti geçmeden namaz kılmak için uyandırmak da bir görevdir: Uyuyan özürlü sayılır; fakat uyandırmayan özürlü sayılmayacağı için günah işlemiş olur.
4-)Uyku halinde bir şey yeyip içmek orucu bozar. Bu yanılma işi gibi sayılmaz.
5-)Oruçlu olduğu halde yemek yiyen kimseye: "Sen oruçlusun" denildiği halde, hiç aldırış etmeyerek yemesine devam etse, sahih olan görüşe göre, orucu bozulur ve ona kaza gerekir.
6-)Hata yolu ile yeyip içmek de orucu bozar. Bunun için, oruçlu olduğunu bildiği halde bir kimse, kasıd olmaksızın hata ile bir şey yeyip içse, abdest alırken boğazından aşağı su kaçsa veya ağzına yağmur ve kar taneleri düşüp midesine doğru gitse orucu bozulur ve üzerine kaza gerekir. Fakat oruçlu olduğu hatırında yoksa, bunlardan dolayı orucu bozulmaz.
7-)Ağza su verip çalkaladıktan sonra ağızda kalan yaşlığın tükrükle beraber yutulması orucu bozmaz.
8-)Yine insanın baş kısmından burnuna inen akıntıyı kasden içeri çekip yutması da orucu bozmaz.
9-)Dişlerin arasından çıkan kan boğaza gidecek olsa, bakılır; Eğer az olur da içeriye geçmezse, orucu bozmaz. Çünkü âdet gereği bundan korunmak mümkün değildir. Çok olmakla beraber çoğunluğu tükürük teşkil ediyorsa, hüküm yine böyledir. Fakat çoğunluğu kan olur ve tadı duyulur bir halde veya kanla tükürük eşit bulunursa, yutulunca oruç bozulur. Çıkarılan diş için de bu haller geçerlidir.
10-)Ağızdan dışarı çeneye doğru iplik halinde sarkan ve ağızdan kopup ayrılmayan ağız salyasını içeriye çekip yutmak da orucu bozmaz. Çünkü bu halde henüz ağızdan çıkmamış sayılır.
11-)Bunun gibi, herhangi bir sebeble ağızdan çıkıp yine ağıza girerek boğaza giden bir su ile de oruç bozulmaz.
12-)Kişinin konuşmakdan veya başka bir sebebden dolayı tükrükle ıslanmış dudaklarını emmesi, orucunu bozmaz. Çünkü bunda bir zaruret vardır.
13-)Göz yaşı veya yüz teri ağıza girecek olsa, bakılır: Eğer bir ve iki damla gibi az bir şey ise, orucu bozmaz. Çünkü bundan kaçınmak mümkün değildir. Fakat tuzluluğu bütün ağız içinde duyulacak derecede fazla olup da oruç hatırda iken yutulacak olsa, orucu bozar.
14-)Yenilmesi kasdedilmeyen ve kendisinden kaçınılması mümkün olmayan bir şeyin içeriye gitmesi orucu bozmaz. Onun için, ilâç olarak ağrıyan dişe konulan karanfilin tadı tükrükle boğaza kaçarsa, havada dağılan bir duman ve toz topraktan, öğütülen veya tokmakla döğülen şeylerden kalkan toz, orucu bozmaz. Uçan bir sineğin boğaza kaçması da böyledir. Fakat dişe ilâç olarak konulan bir nesnenin mesela karanfilin yutulması orucu bozar.Yine, oruçlu bulunduğunu hatırladığı halde, kokladığı bir "Buhurun Kokunun" dumanı içine gitse veya bir sineği tutup yutsa, orucu bozulur. Böyle bozulan bir orucu kaza etmek gerekir.
15-)Renk veren bir iplik parçasını defalarca ağıza alıp çıkarmak orucu bozmaz. Fakat oruçlu olduğunu hatırlayan kimse, ağzına aldığı herhangi bir renkteki ipliğin tükrüğünü yutacak olsa, orucu bozulur.
16-)Dişlerin arasında kalmış olan bir yemek kırıntısı yutulsa, bakılır: Eğer az bir şey ise, orucu bozmaz; fakat çok olursa bozar. Nohut tanesinden küçük olan şey azdır; nohut tanesi kadar olan şey de çoktur. Bu bir ölçüdür.
17-)Dişlerin arasında kalan susam veya buğday danesi gibi pek az bir şeyi yutmak orucu bozmaz. Fakat böyle bir şey dışardan alınıp yutulsa, orucu bozar. Bu halde, tercih edilen görüşe göre, keffaret de gerekir. Ancak böyle pek az bir şey ağıza alınıp çiğnense oruca zarar vermez. Çünkü bu ağız içinde dağılır bir zerre haline gelir. Ancak bunun tadı boğaza giderse oruç bozulur.
18-)Nohut büyüklüğünden az olup dişler arasında kalan bir şey, ağızdan çıkarılıp sonra yenirse orucu bozar. Ancak sahih olan görüşe göre keffaret gerekmez. Çünkü böyle bir şeyi yemek, olağan dışı bir iştir.
19-)Bir kusuntu, kendiliğinden gelince bakılır: Eğer ağız dolusu olmayıp içeriye dönerse, ittifakla orucu bozmaz. Fakat içeriye döndürülürse, İmam Muhammed'e göre orucu bozar. Çünkü imsâk kaybolmuştur. İmam Ebû Yusuf'a göre bozmaz; çünkü bu az olduğu için abdesti bozmadığı gibi, orucu da bozmaz.Fakat bu kusuntu ağız dolusu olup kendi başına içeriye dönecek olsa, İmam Ebû Yusuf'a göre orucu bozar. Çünkü bu, taharete engeldir. İmam Muhammed'e göre bozmaz; çünkü imsâk kasden terkedilmiş değildir. Ancak böyle bir kusuntu kısmen veya tamamen sahibi tarafından geriye çevrilirse, ittifakla orucu bozar.
20-)Bir kusuntu, sahibi tarafından kasden getirilince bakılır: Eğer ağız dolusu ise ittifakla orucu bozar. Çünkü bu hal, hem taharete, hem de imsak'a engeldir. Bu halde, içeriye az çok bir şey dönüp gider. Bunun için orucun kazası gerekir. Fakat ağız dolusundan az olup da kendi başına geri dönerse, İmam Muhammed'e göre, orucu bozar. Çünkü bu imsake engeldir. İmam Ebû Yusuf'a göre bozmaz; çünkü az olduğundan taharete engel değildir.Bu kusuntu, içeriye çevrildiği takdirde, hem İmam Muhammed, hemde İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre, orucu bozar. İmam Ebû Yusuf'dan diğer bir rivayete göre ise, bozmaz.
21-)Yalnız yapışmak, öpmek ve oynamakla oruç bozulmayacağı gibi, yalnız bakmak ve düşünmek sonucu olarak inzal olmakla da bozulmaz. Bunun için bir kimsenin zevcesini öpüp okşaması ile onun orucu bozulmaz.Yine, zevcesinin veya başkasının yüzüne veya herhangi bir uzvuna tekrar suretinde olsa dahi, bakması ile ve bakışından veya bunları düşünüşünden dolayı şehvetle akıntı olması ile de orucu bozulmaz.
22-)İki yoldan başka herhangi bir uzva yapılacak temas sonunda inzal olmazsa, oruç bozulmaz. Fakat inzal olunca oruç bozulur ve yalnız kaza gerekir. El ile meni getirmek veya hayvan ve ölüye temasla olan inzal da böyledir.
23-)Zevcesinin sıcaklığını duymayacak şekilde elbisesi üstünden tutmakla inzal olsa orucu bozulmaz, sıcaklığını duymuşsa bozulur.
Yine, bir kadın kocasını, inzal oluncaya kadar tutsa, kocasının orucu bozulmaz. Fakat bu tutması, kocasının teklifi üzerine ise, bu durumda orucunun bozulup bozulmamasında ihtilâf vardır.
24-)Bir erkek zevcesini veya bir kadın kocasını öpüp de erkekden meni, kadından bir yaşlık belirse, bunların orucu bozulmuş olur, bundan dolayı da kaza gerekir. Kadın bu öpme sonunda bir yaşlık değil de, bir lezzet duyacak olsa, İmam Ebû Yusuf'a göre orucu bozulur. İmam Muhammed'e göre bozulmaz. Okşamak, el tutuşmak, boyuna sarılmak da, öpme gibidir.
25-)Oruçlu olan kimse, büyük abdest temizliği yaparken, içeriye su geçmemesi için nefes alıp vermemelidir. Bu temizlik üzerinde aşırı gidilir de, su hukne yerine kadar ulaşırsa, orucu bozar. Hukne (lâvman için kullanılan) bir ilâçtır. Bunu kullanmaya "İhtikan" denir. Hukne için kullanılan özel alete de "Mıhkane = Şırınga" denir. Bu şırınganın ucu, aşağıdan, (makaddan) nereye kadar yetişirse, oraya varacak kadar yapılacak bir istinca orucu bozar. Böyle bir istinca da pek az yapılabilir. Zaten bunun yapılması sağlığa zararlıdır.
26-)İhtikan (şırınga yapmak), buruna ilâç akıtmak, kulağa yağ damlatmak orucu bozar ve kazayı gerektirir. Fakat kulağa giren su, orucu bozmadığı gibi, kulağa dökülen su da, tercih edilen görüşe göre orucu bozmaz. Bunun gibi, üzerinde kulak kiri bulunan bir karıştırıcının kulağa birkaç defa sokulup çıkarılması ile de oruç bozulmaz. (İmam Şafiîye göre bozar.)
27-)Erkeğin tenasül aletine damlatılan su veya yağ, mesaneye kadar gitse bile, İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre orucu bozmaz. Fakat mesaneye kadar gitmeyip de tenasül organı içinde kalırsa, ittifakla bozmaz.
28-)Su veya yağ ile ıslanmış bir parmağın ön veya arka tarafa sokulması, oruç hatırlanması halinde olursa orucu bozar. Unutma halinde ise, bozmaz. Kuru bir parmağın sokulması, her iki halde de orucu bozmaz.
29-)İnsanın derisinden içeriye sızan şeyler orucu bozmaz. Bunun için vücuda sürülen bir yağ veya yıkanılıp içeriye soğukluğu geçen bir su, orucu bozmaz.
30-)Yine, göze dökülen bir ilâç orucu bozmaz, boğazda duyulsa bile... Göze sürülen bir sürme de böyledir, izi ve rengi tükürükte görülse de... Çünkü bunların böyle içeriye geçmesi derideki emişlerledir.
31-)Oruçlunun kendi işi olarak ağzından başka, vücudunun herhangi bir kısmından içine tamamen sokulup kaybolan veya başkası tarafından sokulup vücuda yarar sağlayan herhangi bir şey orucu bozar. Bu hususta içeriye giden şeye bakılır, gittiği yola bakılmaz. Bundan dolayı bir kimsenin başkası tarafından herhangi bir uzvuna saplanıp vücutta kaybolan odun ve demir benzeri bir şey orucu bozar. Fakat böyle bir şeyin bir ucu dışarda kalmış olursa, orucu bozmaz. Bir parçası içeriye sokulmuş olan bir süngü veya bir odun parçası gibi... Yine, iç boşluğa veya dimağa kadar uzayan derin bir yaraya konulan yaş bir ilâç, içeriye veya damağa kadar geçince orucu bozar, kazayı gerektirir. Bu mesele, İmam Serahsî'nin "Mebsut" adlı kitabındaki açıklamasına bakılırsa, İmam Azam'a göredir. Bu esas üzerine denilir ki, Ramazanda gündüz vakti vücuda yapılan iğne de orucu bozar ve kazayı gerektirir. Çünkü bu, hem oruçlunun rızası ile yapılmakta, hem de vücudun yararına yapılmış bulunmaktadır. İğne aracılığı ile vücudda bir yol açılıyor ve böylece ilâç tam vücudun içine akıtılmış oluyor. Artık bu şekilde ilâcın içeriye girmesi, suyun deriden emilerek içeriye geçmesi gibi değildir. Bundan dolayı açık bir ihtiyaç veya zaruret bulunmayınca, iğneler iftardan sonra yapılmalıdır. İhtiyata uygun olan budur.Hatta bir görüşe göre, başkası tarafından sokulup vücudun içinde kaybolan demir parçası gibi bir şey, vücudun yararına olmadığı halde, yine orucu bozar.
İki imama gelince, bunlara göre bir şey, tabiî yoldan içeriye gitmedikçe oruç bozulmaz. Çünkü oruç; "Yaratılışta bir yol ve kanal olan bir uzuvdan (organdan) bir şeyi içeriye sokmaktan kendini tutmaktır." Biz böyle bir imsak ile emrolunmuşuz. Bu hususta geçici olan yol ve kanallara itibar edilmez.Bunun için dışardan bir yaraya konulan ilâç, boşluğa kadar gitse de, orucu bozmaz. Vücudun derisini yırtarak içeriye gidip kaybolan bir demir, bir kurşun parçası hakkında da hüküm böyledir. Buna göre iğne ile de orucun bozulmaması gerekir. Evvelce, fetvahane tarafından da bu yolda fetva verilmişti. Fakat daima ihtiyat yolunun gözetilmesi iyidir.
32-)Baştaki veya karındaki bir yaraya konulup yaranın ıslaklığı ile damağa veya boşluğa gitmeyen bir ilâçtan ittifakla oruç bozulmaz. Fakat böyle bir yaraya konulup damağa veya ileriye gidip gitmediğinden şüphe edilen sıvı bir ilâç, İmam Azam'a göre orucu bozar. Çünkü böyle bir ilâç âdet bakımından içeriye geçer. İki imama göre, bununla oruç bozulmuş olmaz. Çünkü böyle şüphe ile oruç bozulamayıcağı gibi, tabiî olmayan bir yoldan içeri giren bir ilâç ile de oruç bozulmaz.
Harici Not=Şüpheli konularda ve kalbinizin şüphe duyduğu ve tereddüt ettiği konularda en sağlam yol,o işe hiç bulaşmamaktır. Bu yaptığım veya yapacağım şey orucumu bozar mı bozmaz mı diye bir tereddüt ile karşı karşıya kalıyorsan ve kalacaksan eğer,zaruri bir ihtiyaç olmaksızın ,en doğru yol o işe hiç bulaşmamak ve şüphe uyandıran işe girişmemektir.
ORUÇLU OLAN BİRİSİ İÇİN MEKRUH OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER
*Bazı alimlere göre,oruçlu bir kimsenin yaş ve kuru misvak kullanmasında bir sakınca yoktur.Fakat İmam Ebu Yusuf'a göre su ile ıslatılmış bir misvak kullanmak mekruhtur.İmam Şafii'ye göre,öğleden sonra misvak kullanılması mekruhtur.İhtiyata uygun olan,oruçlu iken hiç misvak kullanmamaktır.
*Oruçlu bir kimsenin istinacada (büyük abdest temizliğinde) ve abdest alırken,burnuna su verirken aşırı gitmesi,fazla su doldurup taşıması mekruhtur.
*Oruçlunun bir özrü bulunmaksızın pişirilen yemeği yalnız ağzı ile tatması mekruhtur.Bir kocanın kötü huylu olması,karısı için bir özürdür.Böyle bir kadın,pişireceği yemeğin,yutmaksızın tadına ve tuzuna bakabilir.
*Oruçlu bir kimsenin satın alacağı bal ve yağ gibi şeylerin iyi olup olmadığını anlamak için yalnız ağzı ile onlardan tatması mekruhtur.Bir görüşe göre,muhakkak satın alması gerekiyorsa yahut aldanmaktan korkuluyorsa,boğaza kaçırmamak şartı ile tadına bakılmasında bir mahzur yoktur.
*Oruçlu kimsenin sakız çiğnemesi caiz değildir
*Oruçlunun kan aldırması,orucunu koruyamayacak şekilde zayıf düşmesinden korkulursa mekruhtur,böyle bir durum söz konusu değilse mekruh olmaz.Bununla beraber bu işi iftardan sonraya bırakmak yerinde bir davranış olur.
*Ramazanda harareti azaltıp serinlemek için ağza ve buruna su almak ve soğuk su ile yıkanmak, İmam-ı Azam'a göre mekruhtur.Çünkü bu şekilde davranılması,yapılan ibadetten bir sıkılma,bir daralma göstermek demektir.İmam Ebu Yusuf'a göre böyle yapmak mekruh değildir.Zira böyle yapmakla ibadete yardım edilmiş ve tabii olarak sıkıntı giderilmiş olur.Fetva da buna göredir.
*Kendine güvenemeyen bir oruçlunun zevcesini öpmesi ve okşaması mekruhtur.
*Oruçlu kimsenin cünub olarak sabahlaması veya gündüzün uyuyup ihtilam olması orucuna zarar vermez.Fakat mümkün olduğu halde geceleyin yıkanmamak mekruhtur.
*Oruçlu kimsenin gül ve misk gibi kokuları koklaması da mekruh değildir.Sürme çekmesi,bıyık yağı kullanmasıda mekruh değildir.Ancak erkeklerin süs maksadı ile sürme çekmeleri ve bıyıklarına yağ sürmeleri mekruhtur.
Beş soruda Ramazan ve oruç
Muhammed Yazıcı Hoca ile kapak konusu
Soru ve düzenleme: Adem Özçelik
Bir Müslüman Ramazan’a nasıl hazırlanmalıdır?
Müslümanın Ramazan hazırlığı, üç ayların girmesiyle başlar. Recep ve Şaban aylarını ne kadar verimli geçirebilirsek Ramazan’ın yoğun atmosferine o kadar kolay uyum sağlarız. Fazileti hakkında doğrudan ‘sahih bir hadis’ olmasa da Recep ayının önemini Allah Rasülü’nün “Şaban ayı, insanların Recep ve Ramazan arasında önemini farkedemedikleri bir aydır” sözünden (Nesai, Ahmed bin Hanbel, sahih) dolaylı şekilde anlıyoruz. Şaban ayının fazileti ise daha belirgin biçimde rivayetlerde yer alır. Müminlerin annesi Hazreti Aişe şunu aktarır: “Rasülullah sallallahü aleyhi vesellem, Şaban ayı kadar başka hiçbir ayda çok oruç tutmazdı.” (Buhari ve Müslim) Allah Rasülü’nün bizi irşad ettiği üzere, üç aylarda sergileyeceğimiz kulluk performansı Ramazan’ın verimini doğrudan etkiler. Hadisten anladığımız üzere, özellikle Ramazan öncesi oruçla midenin vesair şehevi arzuların açlık ve yokluğa ısınması sözkonusudur. Her önemli şeye hazırlık, nasıl öncesinde alınan tedbirlere bağlıysa, Ramazan gibi sayısız bereket kaynağı bir aya da hazırlık, öncesindeki üç aylarda girdiğimiz dünyevilik perhizine bağlıdır. Bu arada Kuran-ı Kerim’in hakkını yemeyelim. Müslümanın Ramazan’a hazırlığının diğer boyutu, Kuran-ı Kerim’le olan bağını güçlendirmesidir. Yine Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır” (Bakara, 185) buyurulduğuna göre Ramazan’ı “Kuran sezonu”, “Kuran bayramı” saymamız gerekir. Bu bakımdan oruç ve Kuran bir bütündür. Biri gündüzleri sahibini yeme içmeden alıkoyuyorsa, diğeri geceleri sahibini uykudan meneder. Allah Rasülü Efendimiz ikisinin bütünlüğüne şöyle dikkatimizi çekmiştir: “Oruç ve Kuran kıyamet günü kula şefaatçi olurlar. Oruç der ki, ‘ey Rabbim, ben onu yemeden, şehvetten alıkoydum. Beni kendisine şefaatçi kıl.’ Kuran da der ki, ‘ey Rabbim, gece uykusundan onu ben uzaklaştırdım. Şimdi beni ona şefaatçi kıl.’ Böylelikle ikisi de sahiplerine şefaat ederler.” (Ahmed bin Hanbel, Taberani, Hâkim)
Şu soru sanıyorum orucun temel hikmetini anlamak için anahtar sorudur: Rabbimiz bizi neden aç bırakıyor?
Bu şekilde midenin doygunluğunu merkeze alarak yaklaşırsak kısır döngüye düşeriz. Meseleye Allah Celle Celalühû’nün rahmet ve lütfu olarak baktığımızda doğru cevaba yaklaşmış oluruz. Eğer O Zülcelal’in oruç tutanlar için hazırladığı ecri görme şansımız olsaydı, “neden bizi aç bırakıyor” gibi şikayetvâri bir soru yerine “keşke Rabbimiz bizden sürekli oruç tutmamızı isteseydi!” gibi özlemdolu bir dilekte bulunurduk. Allah Rasülü’ne isnad edilen şu söz sanıyorum bu noktayı daha iyi anlamaya yeterlidir: “İçinden gelerek bir gün oruç tutan bir insana, şayet yeryüzü dolusu altın verilse bile, yine de hesap gününden başka hiçbir şey onun mükafaatını ödemeye yetmez.” (Ebu Ya’la, Taberani) Cevabın ikinci kısmına gelince, hepimiz biliriz ki, bağımlılık ne kadar tehlikeliyse, tedavi için o bağımlılığa uygulanacak perhiz de o kadar sıkıdır. Burada hastanın duyacağı acı, perhizden, yani tedaviden değil, aslında hastalık mikrobuna olan bağımlılığındandır. Bir eroinmanın kriz anındaki tedavisiyle ayaküstü pansuman yapılan birinin farkını düşündüğümüzde bu gerçeği daha iyi anlarız. Mide ve dünyevi arzular için de aynı şey geçerli. Hemen bütün dünyevi ve nefsani arzu ve ihtirasların yolu mideden başlar. Dolayısıyla o geçidin tutulması ihtiras, isyan, kibir, gaflet ve hased gibi düşman taarruzlarına karşı koymak için hayati önem taşır. Dolayısıyla midenin dikkate alınması ve doymanın alışkanlık haline getirilmesi Müslümanın düşmanla işbirliği yaptığı, ahiretini satışa çıkardığı anlamına gelir. Bu bir bakıma kulluk mükellefiyetinden istifa etmek demektir. Bunları abartılı bulanlar şu nebevi hadisleri bir daha okumalıdırlar: “İnsanoğlu midesinden daha şerli ve kötü bir kap doldurmamıştır.” (Tirmizi, İbn Mace, İbn Hıbbban) Yine yanında geğiren bir sahabiye Allah Rasülü “yanımızda geğirme! Zira bu dünyada kim ne kadar doyduysa ahirette o kadar acıkacaktır” buyurur. (Tirmizi, İbn Mace, Beyhaki) Hazreti Aişe doygun midenin nelere yol açacağını ne güzel özetler: “Peygamberlerinden sonra bu ümmette baş gösteren ilk bela, doymaktır. İnsanların midesi doyup bedenleri şişmanladıkça artık kalpleri zayıflamaya ve arzuları azmaya başladı.” (Buhari, Kitabü’d Duafâa’, İbn Ebi’d Dünya, Kitabu’l Cû’)
Peygamber Efendimiz yalan konuşmayı ve yalan dolanla iş yapmayı bırakmayanın oruç tutarak aç ve susuz kalmasına Allah’ın ihtiyacı olmadığını söylüyor. Buradan ideal bir orucun yeme içme dışında başka ahlaki gerekleri de olduğunu anlıyoruz. Peki nedir yeme içme dışında uzak durmamız gereken bu davranışlar?
Aslında oruçla amaçlanan nefis terbiyesine aykırı her şey, oruçluyken uzak durmamız gereken tehlikelerdir. Allah Rasülü sallallahü aleyhi vesellem “kişi yalan konuşmayı ve yalan dolanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah’ın onun yeme içmeden uzak durmasına ihtiyacı yoktur” (Buhari, Ebu Davud) buyururken orucun makdasıyla örtüşmeyen bu iki maddeyi misal olarak verir. Diğer ilgili rivayetlerde bunlara boş ve kötü sözün ve gıybetin eklendiğini gördüğümüzde tehlikeliler listesini uzatmanın mümkün olduğunu anlıyoruz. Burada Allah Rasülü bize fotoğrafın bütününe bakmamızı, orucu tüm derinliğiyle anlamamızı söylüyor. Bu derinliği ıskaladığımızda Allah korusun orucumuzun açlık ve susuzluktan öteye geçmeyeceğini yine kendi söylüyor. (İbni Mace, Nesai, İbni Huzeyme) Muhtevası fesada uğradığında şeklen muhafaza edilse de bütün iyilik ve ibadetler aynı çıkmaz sokağa çıkarlar. Kuran-ı Kerim “bir tatlı dil, bir bağışlama, arkasından incitmenin geldiği sadakadan daha hayırlıdır” (Bakara, 263) derken zekat ve sadakalarda aynı hassas noktayı işaret buyurur. Namazla alakalı da ilgili ayete dayanarak İbni Mesud, İbni Abbas, Haseni Basri ve İmam Katâde gibi sahabe ve selef büyükleri kıldığı namazla kötülük ve çirkinliklerden vazgeçmeyenlerin namazlarının kendilerini Allah’tan uzaklaştırmaktan öte bir işe yaramayacağını söylemişlerdir. Dolayısıyla hadislerde Ramazan’a ve onda oruç tutanın geçmiş seneki günahlarının affolacağına, ecrinin yediyüz kattan daha fazla verileceğine, hakkında yetmiş bin meleğin dua ve istiğfarda bulunacağına dair müjdelere muhatap olmamız için sözlü ve fiili her tür kötülükten uzak durmamız gerekir.
Son yıllarda iftar programlarının ve Ramazan etkinliklerinin dini derinliğinden kültürel aktivitelere doğru kaydığı şeklinde eleştiriler yapılıyor. Siz tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu soru bidatları yeniden gündeme alıp enine boyuna tartışmamız gerektiğini gösteriyor. Dinin sağlıklı bünyesinde katkı maddeleri anlamında bidat, yeni gelişmelere paralel şekilde güncellenen ibadet biçimlerinden (bidat-ı hasene), sapıklığa ve akabinde cehenneme sürükleyen uygulamalara (bidat-ı seyyie) kadar uzanan içerik ve çeşitliğe sahip. Buna bir de halkımızın maalesef din konusundaki cehaletini ve kalpleri İslam’a yeni ısınanların ülfet maslahatını eklediğimizde pratik manada çözüm hayli zorlaşıyor. İbadetler ve gelenekler çoğu zaman birbirlerden ayrılması zor bir yakınlıkta toplumlarda yaşar ve gelişirler. Bu usûli izah elbette bahsettiğiniz Ramazan şenliklerini meşru göstermez. Ama neden ve nasıl böyle olduğunun açıklaması için bunları söylemek gerekiyor. Özellikle bu tür konularda hukuksuz ahlakın ve dahası kanuni müeyyidesiz hukukun ne kadar eksik kaldığını görüyoruz. Dinin üst yönetim bazında vicdanlara hapsedilmesi politikalarının kötü neticesi bu. Bozuk ritüeller de saf icraatlar da aynı gelenek deliğinden bize tevarüs ediyor ve vahyin ereğinden geçirmeden hepsini kanıksıyoruz. Burada elbette hocalara, vaizlere ve ilahiyatçılara büyük iş düşüyor. Pratik zorluklarına rağmen akıntıya karşı kürek çekmek mecburiyetindeyiz. Evet, Ramazan şenlikleri çığırından çıkmış ve manevi derinliği kaybolmuştur. Özellikle belediyelerin imaj yarışı ve rant ihaleleri halkımızın Ramazan iklimine gölge düşürüyor. Adetlerin ibadetleşmesi ve ibadetlerin adetleşmesinin özellikle Osmanlı’nın son dönemlerindeki Levantenler tarafından gercekleştiğini görüyoruz. Ramazan şenlikleri de bu umumi fotoğraftaki en belirgin kare.
Son olarak Peygamber Efendimizin Ramazan programından kısaca bahseder misiniz? Sahuru, iftarı ve ibadet düzeni nasıldı onun bu ayda?
Bizdeki gibi Ramazan’a keskin ve ani geçiş yoktu Allah Rasülü’nün yaşantısında. Bir önceki Şaban ayının belki yarısını oruçla geçirmiş, gece ibadetini ve ayakları şişene dek namaz kılmayı adet edinmiş, her koşulda iyilik ve yardım duygusunu canlı tutmuş bir örnek şahsiyet olarak Allah Rasülü’nün Ramazan programı bizimki gibi ibadet ve oruçla tanışma değil, kulluğunu zirveye taşıma heyecanıydı. İlk sorudaki hazırlık devresi mükemmel geçtiği için sonraki bizzat yaşama dönemi de ideal şekilde geçiyordu. Gece uyanır, saatlerce teheccüd kılar, oruca mutlaka sahurla başlar, sabah namazından güneş doğuncaya kadar yerinde dua ve zikirle meşgul olur, ardından sahabe arkadaşlarını dinler, devlet meselelerini görüşür, günlük ihtiyaçlarına yönelir, öğle sonrası kaylüle uykusuyla mübarek bedenini gece ibadeti için bakıma alırdı. Nereye davet edilirse reddetmez, iftarı hurmayla, olmadı suyla açar, yatsıdan sonra -bugün yaptığımız gibi geç saatlere kadar Ramazan meclislerine iştirak etmez- hemen istirahatine çekilir, gece ibadetine zinde bir şekilde uyanırdı. Ramazan’ın son on gününde mescidde itikafı hiç aksatmaz, Hazreti Cebrail’le karşılıklı veya tek başına yoğun şekilde Kuran-ı Kerim okur, ayetler üzerinde uzun uzun düşünür, içli içli ağlardı. Rabbimiz Azze ve Celle onun sünnetini hayat tarzı edinenlerden eylesin cümlemizi.
ORUÇ meselesi..ENFALDE
ORUÇ-BALLI COM
|
Bugün 69 ziyaretçi (209 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 365 ziyaretçi (464 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|