|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
RAMAZAN SOSYOLOJİSİ ve PSİKOLOJİSİ ÜZERİNE BİR DENEME -1
Doç. Dr. Ali Murad Daryal
Allahu Teâlâ'nın orucu herkesin her ayın muayyen günlerinde veya ayrı ayrı dağınık olarak istedikleri günlerde istedikleri sayılarla, meselâ ayda üçer gün ki senede otuzaltı gün eder veya daha başka türlü yâhut kış aylarında kısa günlerde daha çok veya tamamen, yine bunun tersi olarak yaz aylarında daha çok yâhut tamamen veya senede belirli bir zamanda onbeş, yirmi yâhut daha başka sayılarla tutmamızı değil de bütün bir ömür boyunca olmak üzere senede bir ay, Ramazan ayında, otuz gün devamlı tutmamızı emretmesi Allah Teâlâ'nın aç ve susuzluğumuzdan müstağni olduğu gerçeği ile mütalâa edilecek olursa birçok sebep ve hikmetlere mebni ve yine bizler için birçok faydaları hâvi olduğu mantıkî sonucunu ortaya çıkarır. Öyleyse dâima emirlerindeki hikmetlerin bizler tarafından araştırılıp bulunmasını isteyen Allahu Teâlâ'nın orucu devamlı olarak senede bir ay emretmesindeki sebep ve hikmetleri araştırıp bulmağa çalışalım.
ORUÇLU İNSAN
Oruçlu insan aç olan insandır. Aç insan dış âleme yönelip onu kendine konu (obje) yapan kimse değil, bilâkis açlığı sebebiyle dış âlem yerine kendine yönelerek kendini, kendine konu (obje) yapan insandır.
Nasıl ki, dâima etrafına bakıp kendine bakmak aklına gelmeyen bir insan, halinden ötürü elbisesindeki sökük, yırtık, leke, toz-toprak veya herhangi bir uygunsuzluğu, bir münâsebetsizliği göremezse ve ancak herhangi bir sebeple gözlerini kendi üzerine çevirdiği an eksikliklerini, çeşitleri ve bütünü ile görerek onları telâfi etme cihetine gidebilirse, kendi kendinin konusu (obje) durumunda olan insan da ancak o zaman kendinde bulunan ve daha önceleri gözünden kaçmış olan birçok eksiklikler ve kusurları müşâhede etmeye başlayıp, onları kontrol altına alarak tahdit etmek sûretiyle azaltabilme imkânına sâhip olur.
Maddi bakımdan yemeden içmeden kesilmek sûretiyle kendimize yönelerek kendimizi kendimize konu (obje) yapma hali ve bunun sonucu olarak bütün hareketlerimizi dikkatle tahlil ederek kontrol altına alma gayreti İslâmiyet'in, "Oruçlu insanın sadece yemekten içmekten kesilmekle yetinmeyerek bütün âzâlarına da oruç tutturması yâni bütün âzâlarına ağız, göz, kulak, el... vs.'ye sâhip olarak onları akla gelebilecek her türlü kötülüklerden, lüzumsuz iş ve hareketlerden koruması gerektiği..." şeklindeki emri ile daha kuvvet kazanıp istikametini bularak daha fazla ciddiyet kesbedecektir. Başka bir ifade ile insan açlığı sebebiyle kendi kendine yönelme bakımından MADDETEN; buna karşılık bütün fena alışkanlıklarından vazgeçebilmek için yukarıda sayılan oruç tutanların yapması gereken esasları devamlı olarak kendi kendine telkin etmek sûretiyle de MÂNEN kendi eğitimine yönelmektedir. Bu da madde ile mânâ (ruh)’dan müteşekkil insanın eğitiminde de yine bu iki cephesiyle ele alınması yâni madde eğitimi ile mânâ eğitimin beraber yürütülmesi lüzumunun bir ifadesidir.
Başka bir ifade ile ibâdetlerin ilk gâyesi; müslümanların sağlam bir ruh, sağlam bir şahsiyet yapısına mâlik olmalarını gerçekleştirmektir. Fakat oruç tamamen maddî bir ibâdettir ve bedenle alâkalıdır. Buradan şöyle bir sonuca varmak mümkündür: Ruh eğitimine bedenden yâni maddî eğitimden geçme zarûreti, beden ile ruh arasında çok sıkı münâsebetlerin, çok sıkı bağların mevcut olduğunu göstermektedir. Bu da, maddî eğitim ile mânâ (ruh) eğitiminin bir ömür boyunca beraber yürütülmesi icâbettiğinin, bu iki eğitimin birinden vazgeçmenin mümkün olamayacağının bir ifadesidir. Bu madde-mânâ eğitimi beraberliği yâni madde-mânâ eğitimi ayrılmazlığı Milli Eğitimimizde de bizlere yol gösterebilirdi. Şöyle ki: Maddî eğitim müsbet bilgiler vermek, mânevi eğitim ise millî-dîni eğitim şeklinde ele alınıp beraber yürütülebilirdi. Böylece eğitim bütün meselelerimizin temelinde yatan aksaklık düzeltilmiş olurdu.
Oruçlu insan aç olan insandır. Aç olan insan açlığı sebebiyle niçin, neden aç olduğunu dâimâ aklında tutan yâni devamlı olarak bir ibâdet halinde bulunduğunu hatırından çıkarmayan ve bunun sonucu olarak da biraz yukarıda zikredilen orucu tamamlayıcı ibâdetlerin de (eğitimin de) kendisinden istenildiğini unutmayarak aklından çıkarmayan ve böylece devamlı olarak kendi üzerine eğilen, kendini yetiştirmeye çalışan insandır.
NAMAZ-ORUÇ MÜNÂSEBETLERİ
Namazda esas olan husus, kendi fâni, noksan varlığını Allahu Teâlâ'nın Yüce Varlığı karşısında reddediş, inkâr ediş, yok kabûl ediştir. Başka bir ifade ile, namaza var-olan ve tek-olan Allahu Teâlâ'yı kabûl etmek ve O'na yönelmekle başlanır. Ve O Yüce-Varlığın karşısında kulun kendisini noksan, âciz, fâni, zavallı görmesiyle devam eder. Secde bu Yüce-Varlık karşısındaki kulun aczinin şeklen en güzel, en manidar bir ifadesidir.
Namazda bu kendi varlığını yok kabûl ediş o kadar bârizdir ki Allah karşısında kula kendi varlığını hatırlatacak her şey yasaktır. İdrar sıkıştırmış iken veya sofrada yemek varken ve zaman müsâit iken aç olarak namaz kılmak ve benzeri haller gibi.
Buna mukabil oruç da, oruç tutanın devamlı açlığı sebebiyle mütemadiyen kendini yâni kendi varlığını hatırlayış ve kendi varlığını gerçek bir realite olarak kabûl ediş vardır. Tabiî bununla beraber oruçta, birkaç saatlik bir açlığın kendisinde meydana getirdiği halleri müşâhede ederek kendi âcizliğini, noksanlığını idrâk ediş, yâni kendi var olmakla beraber eksik, noksan, âciz kabûl ediş vardır.
Bu şekilde kendini varolmakla beraber eksik, noksan, âciz kabûl ediş kendi varlığının kendinden gelmediği fikrini doğurur. Kendi varlığının kendinden gelmediği fikri, insanın, değil kendisi gibi bir varlığı, en ufak bir canlıyı bile yaratamadığı gerçeği ile birleşince yarattığı her şeyden sonsuz derecede büyük olan bir Yaratıcı'nın varlığı sonucunu çıkarır.
Özetlemek icâbederse: Oruçta evvelâ kendini kabûl ediş ve kendi varlığında Allahu Teâlâ'nın varlığına geçiş vardır. Kısacası oruçta kulun kendi varlığını kabûl etmesi, Allah'ın varlığına geçiş için bir vasıta, bir sıçrama zemîni temin edebilmek içindir.
Oruçlu insan aç olduğu ve önünde her tür ve her çeşit yiyecek, içecek bulunduğu ve bunları ondan yasaklayan hiçbir maddî gücün de bulunmadığı halde hattâ açlık îcâbı fizyolojik olarak o yemeklere mîdesinde büyük bir temâyül duymasına rağmen, belirli bir vakte kadar orucunu devam ettirmesinin oruçlu üzerinde birçok müsbet tesirler icra edeceği muhakkaktır.
Şöyle ki: İnsan dâima kendi menfaatlerine düşkündür. Tabiî bu menfaatlerin başında varolmak gelir. Zîrâ bir kimseye öldürülmesi kaydı ile şu kadar milyonla beraber birçok göz kamaştırıcı mevkiler va'dedilse bunu ne o, ne de başkası kabûl eder. Çünkü bu va'dedilen menfaatlerden istifade edebilmek için varolmak şarttır. Başka bir ifade ile, varolmak diğer menfaatlerin gerçekleşmesi için temel menfaat, ana menfaat durumundadır. Tabiî menfaatler üstesinde birinci sırayı almış olan varolma için de onun şartlarını, bir şeyler yemek, su içmek... vs. yerine getirmek gerekmektedir.
Özetlemek icâbederse; insan kendi varlığını sürdürebilmek için kendi varlığı ile yakından ilgili olan kendi boğazına birinci derecede düşkündür. Başka bir ifade ile, kat'iyyetle aç ve susuz kalmaktan hoşlanmaz, bilâkis aç ve susuz kalmaktan hayâtı boyunca korkar.
Öyle ise oruçlu insan oruç tutmak sûretiyle kendisi için menfaatler listesinde birinci sırayı alan en büyük menfaat, temel menfaat durumunda olan kendi öz varlığı ile yakından alâkalı olup onun temelini teşkil eden kendi boğazından, yemek yemek, su içmek... vs.'den Allah rızâsı için fedakârlık yapmaktadır. Başka bir ifade ile, oruçlu insan oruç tutmakla kendi varlığının te'mînatı demek olan her tür ve her çeşit yeme ve içmeye iltifat etmeyerek Hak rızâsı için onları yâni en büyük menfaatini terketmektedir.
Tabiî hiçbir maddî karşılık, para, rütbe... vs. olmaksızın ve kendi varlığını devam ettirecek olan gıda alma gibi en büyük menfaatini sırf Allah rızâsı için terkeden insanın kendisi için onun kadar ehemmiyetli olmayan ikinci derecedeki diğer şahsî menfaatlerini de yine aynı gâye, Hak rızası için birinci hale nisbeten daha kolaylıkla terkedip feda edeceği âşikârdır. Böylece bütün menfaatlerini hiçbir maddî karşılık gözetmeksizin sırf Allah rızası için birbirine feda eden insanlardan müteşekkil toplumun gücünü düşünecek olursak orucun toplumdaki yerini daha iyi kavramış oluruz. Ve yine oruç, oruç tutanın kendisi için helâl olan ve gözü önünde duran her türlü yemek, meyve... vs.'yi aç olduğu halde ister kalabalıkta ister tenhada elini uzatıp alıp yememesini sağlamak sûretiyle müslümanların iç güdüleri (sevk-i tabiî) ile yaşayan varlıklar olmaktan kurtulmasını temin eder. Başka bir ifade ile, bir yanda yemek arzusu ile el uzatma isteği, diğer tarafta buna müsâade etmeyen İRADE ve neticede iyi kötü her şeyi isteme gücünün irade karşısında mağlûbiyeti. Tabiî her ne şekilde olursa olsun iradenin bu galibiyetine yol açacaktır. Böylece oruçtan canının çektiğini yememe, canının istediğini yapmama alışkanlığı doğacaktır. Bu da çok mühimdir. Zîrâ aklına geleni düşünmeden hemen yapmak, canının her istediğini doğru yanlış diye ayırdetmeden hemen yerine getirmeye çalışmak toplumda yapılan bütün suçların esasıdır, temelidir. Kısacası oruç, içgüdülere karşı çıkma alışkanlığı verir ki insanı diğer canlılardan ayıran, insanı insan yapan taraf budur. Yâni oruç, sıkıntı ve ızdıraplar karşısında eğilmeyen, kendine hâkim olan, va'dedilen birtakım menfaatler karşısında hak ve gerçek bildiği prensiplerden hiçbir fedâkârlık yapmayan ideal insan tipini vücûda getirir.
Namaz ile orucun başka bir farkı da; namaz, müslümanları câmie toplar, toplu halde onları eğitir. Yani maddeten vücutlarının bir arada bulunmasında ve beraberce yaptıkları hareketlerinde birlik vardır. Oruç ise, bu hâlin tamamen zıddından hareket eder. Yani oruca başlamak için oruç tutacakların maddî varlıkları ile vücutları bir arada bulunmaları diye bir şey yoktur. Yani oruç tutanlar arasında şeklen birlik yoktur. İşçi fabrikasında, memur masasında, çiftçi çifti çubuğu başında, çocuk dersi başındadır. Netice olarak oruç, bir sene müddetle namazın toplu olarak eğitip yetiştirdiği kimselerde her türlü maddî baskıdan, toplum baskısından uzak kişileri güçleri başında ayrı ayrı ibâdet edebilme gücünün kuvvetlenmesine sebep olur. Herkesten ayrı tek başına oruç tutabilmek şu demektir: Dünyada inanan ve ibadet eden hiç kimse kalmasa da sen tek başına hiçbir maddî destek ve yardım görmeden müslüman yaşayabilirsin. Nitekim bu ibâdetlerin sayesinde cemiyet içinde cemiyete rağmen tek başına müslüman yaşayabilen çok insanlar gelip geçmiştir. Yâni oruç, inandığı dâva uğruna tek başına bütün bir topluma karşı durma gücü sağlar. Yalnız burada fazlasıyla dikkat edilmesi îcâbeden husus şudur; oruçlu kimseler arasında mevzubahis ayrılık onların çeşitli iş sahalarındaki ayrılıklarıdır ki, bu da zaten şeklî ve zâhirî bir ayrılıktır. Esasda gene birdirler, beraberdirler. Zîrâ oruçlarındaki tabi' oldukları kanun ve nizamlar istisnasız aynıdır. Çalışmalarının haricinde aynı müeyyidelere tabi'dirler, aynı şekilde hareket etmeye mecburdular.
RAMAZAN SOSYOLOJİSİ ve PSİKOLOJİSİ ÜZERİNE BİR DENEME - 2
Doç. Dr. Ali Murad Daryal
Allahu Teâlâ'nın orucun şartlarını bir dakika veya daha azına bile müsaade etmeyecek kadar ciddî tutması, Müslümanların zaman mefhumunun değerini kavramaları, avârelikten kurtulmuş insanlar olarak hayatlarını zamana göre tanzim etmeleri, zamanı en iyi şekilde kıymetlendirmeleri, kısaca hayatlarını zamanla disipline eden insanlar olmalarını sağlamak içindir.
SUÇU İTİRAF
Oruçlu bir kimse hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde orucunu sakatladığı veya bozduğu takdirde hata veya suçunun cezasını biliyorsa bunun cezasını kendisi, kendine verir. Kendisini, vicdânına karşı birtakım mâzeretlerle suçsuz göstermeye çalışmaz. Bu ise kişilerin hak, hukuk ve gerçekler uğruna kendi kendilerinin aleyhine de olsa karar verebilmeleri ve bunu kendi aleyhlerine tatbik edebilmeleri demektir.
Şâyet yaptığı suçun cezasını bilmiyorsa bir âlime giderek hiç kimsenin görmediği yerde yaptığı hata veya suçu itiraf eder ve cezasının ne olduğunu öğrenir. Bu cezayı da tereddütsüz, itirazsız kabûl edip yerine getirir. Suçunu azaltabilmek için birtakım mâzeretlere, birtakım bahanelere başvurmaz. Yâni Allah rızâsı için kendi kendisinin aleyhinde şehâdette bulunur. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Allah rızâsı için kendisinin aleyhinde şehâdet eden bir insanın, Allah'dan korkmadan yalan yere başkasının hesabına yalancı şâhitlik etmesi ne derece mümkündür?
Kısacası, bu gerçeklerle oruç, kimsenin bulunmadığı bir yerde bir kabahat, bir suç işleyen Müslümana suçunun cezasını bildiği takdirde kendi aleyhinde hüküm verip bu hükmü de hiçbir müsamaha göstermeksizin, hiçbir aracı kabul etmeksizin kendi aleyhinde tatbik edebilme ve eğer suçunun cezasını bilmiyorsa hakime giderek hiçbir yalan-dolana başvurmadan suçunu bütün çıplaklığıyla itiraf edip cezasını itirazsız kabul edebilme ruh büyüklüğünü, ruh sağlamlığını verir.
Yalnız Müslümanların yaptıkları bu itirafları Hristiyanlıktaki suç itirafı ile karıştırmamak gerekir. Çünkü bir Hristiyan suçunu kendi din adamına itiraf ederken bunun affedileceğini bilir. Bu yüzden bu itiraf 'büyük bir ruh' isteyen bir itiraf değildir. Zirâ danışıklı döğüştür. Buna karşılık Müslüman itirafını yaparken bu suçunun muhakkak sûrette cezalandırılacağını bilir. Bunu bile bile suçunu gizleyemez. Gönül rızasıyla suçunun cezasına razı olur ve adaletten şikayet etmeksizin suçunun cezasını çeker. Suçun cezasız kalmaması onların ruhlarında ve zihinlerinde hak mefhumunu kutsallaştırır. Hakkın itirafını da ibâdetleştirir. Artık toplumda hak gizlenmez ve çiğnenmez olur.
Oruç tutan bir kimsenin hatır, gönül veya maddî vaad karşılığı hiçbir şekilde orucunu bozamaması, oruç tutan üzerinde vaad edilen maddî menfaat ve çıkarlara meyletmeden, ortaya sürülen hatır gönüllere iltifat etmeden; hatta bunları aklına bile getirmeden uyulması gereken emirlere ve yasaklara, kanun ve nizamlara sonsuz bir itâat gerektiği fikrini telkin eder. Ve yine bu hal, herkesin kendi vazifesinden ancak kendisinin mes'ul olacağını, kimsenin başkasının vazifesine gayr-i meşrû yolda müdahale etme hakkı bulunmadığını ifade eder. Ve bu arada her ne pahasına olursa olsun vazifenin her şeyden üstün olduğunu ve birtakım maddî menfaatlere meyletmeyerek vazifenin ifâ edilmesi gerektiğini gayet açıkça belirtir.
Oruç tutan bir kimsenin orucunu sakatlaması veya bozması sonucu lâzım gelecek olan kaza veya cezanın hastalık gibi haller hariç zengin-fakir, mevki sahibi-mevki sahibi olmayan... vs.'ye göre ayrı ayrı değişik şekilde olmayıp yani adama göre olmayıp aksine bu hükümlerin hiçbir ayrılık gözetmeksizin eşit şekilde tatbik edilmesi, kısacası aralarında rütbe, mevki, para... vs.'ye göre bir ayrım yapılmaması, yâni herkesin istisnasız eşit tutulması üzerinde ayrıca fazlasıyla durulması gereken bir husustur. Allahu Teâlâ'nın sonsuz bir eşitlik fikri üzerinde durması insanlara karşı hareket ve davranışlarımızda bizlere yol göstermelidir.
İNSAN VARLIĞI
İnsanın madde âleminden ilk tanıdığı varlık kendi varlığıdır. Bu ilk tanıdığı kendi varlığını namazda reddeden insanın aynı saftaki başkalarını düşünmesi tabiî mümkün değildir. Kısacası, namazda Allahu Teâlâ'nın karşısında insan, ne kendini ne de başkasını düşünebilir. Böylece farz namazlarında hareket birliği yâni maddî birlik içinde olan Müslümanlar aynı zamanda yöneldikleri varlık bakımından da bir istikamet birliği yâni mânevî birlik içindedirler.
Buna karşılık oruçta oruçlu insan kendi hail icabı, kendisi gibi oruçlu yani aç, susuz insanları düşünüp içinde onlara doğru bir akış, bir yakınlaşma hisseder.
Başka bir ifade ile, aynı varlığa inananlar, inançları icâbı kendilerini başkalarına nisbetle birbirlerine daha yakın hissederler. Aynı varlığa inanıp, aynı işi yapanlar namaz, oruç... vs. gibi kendilerini bir evvelkilere nisbetle birbirlerine daha yakınlaşmış bulurlar. Aynı varlığa inanıp aynı işi yapan ve aç susuz kalmak gibi aynı ızdırabı çeken insanlar ise, hem inandıkları Varlık, hem yaptıkları iş, hem de çektikleri sıkıntılar icâbı kendilerini birbirlerinden sayacak kadar birlik ve beraberlik içinde kaynaşırlar. Oruç bu üç hali kendisinde toplamak sûretiyle kendisine inananlar arasında örnek-birlik "ideal birlik" tesis eder. Nitekim asker arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, hastane arkadaşlığı... vs. bu üç vasfı taşıdığından yâni inanç birliği, iş birliği, çile birliğini bir arada toplamış olduğundan halk arasında arkadaşlıkların en sağlamı, en kuvvetlisi olarak kabul edilir.
Orucun devamlı olarak senede bir ay tutulması da üzerinde düşünülmeğe değer. Zirâ ayda üçer gün tutularak bir sene zarfında yine aynı sayı fazlasıyla elde edilebilirdi.
Tecrübî psikolojideki, "Bir insanın otuz-kırk gün arasında tabî olacağı eğitim neticesinde birtakım kötü alışkanlıklarını terkedip birtakım yeni alışkanlıklar kazanabileceği" gerçeği orucun devamlı olarak otuz gün tutulması husûsundaki İlâhi emri açıklaması bakımından şâyân-ı dikkattir. Hattâ askerdeki yemin merasiminin askerliğe başlandıktan kırk gün sonra yapılması yine bu gerçeğin ifadesidir. Başka bir ifade ile, bir yaş ile yirmi yaş arası yâni alışkanlıkların en fazla kazanıldığı bir zamanda sivil hayatta büyüyerek bu hayata alışan kimselerin sivil hayatla taban tabana zıt olan askerlik hayatına ciddi bir eğitim neticesi kırk gün gibi bir zamanda alışabilmeleri, yani yeni alışkanlıklar edinebilmeleri bu psikolojik hakikatin bir ispatıdır. Kısacası kırk günlük sıkı, ciddî bir eğitim insanın edindiği yirmi senelik alışkanlıklarını tamamen terketmesine yetiyor demektir.
Nitekim sigara, içki... vs. gibi kötü alışkanlıklarını bırakanlar ekseriyetle bu ayın (yâni Ramazanın) sonunda bıraktıkları gibi namaz, ibâdet.. vs. gibi çeşitli iyi, güzel, hayırlı faaliyetlere de bu aydan itibaren başlarlar. Yani sırf Ramazan ayında ibâdet etmek için camiye gelirler fakat bu bir ay zarfında ibadetlere alışarak Ramazan'dan sonra da bu yeni alışkanlıklarına devam edip giderler. Böylece hayatlarının istikameti bir ay gibi bir zamanda değişmiş olur.
SENEDE BİR AY
Bu gerekçelerle oruç, her sene bir ay olmak üzere bütün Müslümanları ömürleri boyunca devamlı olarak eğitime tabi tutmak sûretiyle onların birtakım kötü alışkanlıklarını terkederek yeniden iyi alışkanlıklar kazanmalarını ve böylece topluma daha faydalı olmalarını sağlıyor demektir.
Oruç ile askerlik arasındaki başka bir münâsebeti de belirtmekte fayda umuyorum. Şöyle ki: Oruç Müslümanları senede bir ay aç susuz bırakmak sûretiyle onların her çeşit mahrûmiyete alışmalarını temin etmektedir. Öğle yemeğini yarım saat geç yediği için başı dönüp gözü kararan insanlardan müteşekkil ordu ile günlerce her türlü yemek ve içmekten mahrum yaşamaya alışmış ve bu yaşayıştan da zerre kadar maddî mânevî zindeliğini kaybetmeyecek insanlardan kurulu orduların zafer ihtimalleri, bu mahrumiyetlere dayanma oranlarına göredir. Oruç, bu eğitimi sağlar.
Nitekim askere gittiğimiz zaman İslâmiyet'i sivil hayatlarında yaşayan arkadaşlarımız askerliğin ağır şartlarına çok daha çabuk intibak ettiler. Manevra ve tatbikatlardaki mahrumiyetler, cüssece kendilerinden daha iri yarı olanları sarstığı halde onlarda en ufak bir tesir icra edemiyordu. Yağmur, soğuk, gece gündüz çalışma, açlık, susuzluk ve uykusuzluk bu arkadaşlara vız geliyordu. Sanki doğduklarından beri askerdiler. Garplı kumandanlara, "Diğer millet askerlerinin teslim olmasını gerektiren şartlar, Türk askerinin hücûma geçmesi için en müsait olan şartlardır" dedirten işte bu eğitimdir.
İFTAR BEKLEME
Uzaktan gelecek bir treni bekleyen iki ayrı kişi, uzaktan başka başka saatlerde başka başka yerlerden gelecek iki ayrı treni bekleyen iki ayrı kişiye nisbetle kendilerini birbirlerine daha yakın, hissederler. Böylece bu bekleyiş esnasında aralarında bir yakınlaşma, bir tanışma ve nihayet bir sohbet doğar. Beklemiş oldukları aynı şey daha önceleri birbirlerini tanımayan bu iki insanı birleştirmiştir, kaynaştırmıştır. Şâyet birbirleriyle tanışmayan bu iki kişi aynı trendeki aynı yolcuyu bekliyorlarsa bu tanışma bir dostluk halini alacaktır. Çünkü bir evvelkine nisbetle bu iki kişi arasında bir ikinci bağ kurulmuştur.
Bunun gibi bir sofra etrafında bütün bir ailenin iftarı beklemesi, yani teker teker bu insanların, aynı zamanda gelecek aynı şeyi beklemeleri, bu insanları birbirlerine daha ziyâde bağlayacaktır. Bu oruçlu kişiler yapmakla mükellef oldukları günlük vazifelerini hakkıyla yapmış olmanın verdiği neş'e ve sevinç ile birbirlerine daha fazla yakınlaşacak, birbirleriyle daha fazla kaynaşacaklardır.
Bu iftar bekleme halı, daha ziyade aile fertleri arasındaki sevgi ve muhabbeti arttırma, yani ailenin daha sağlam temeller üzerine kurulmasını gerçekleştirme bakımından çok mühimdir. İslâmiyet'in bütün ailenin beraberce iftar sofrasına oturmasını ve iftarı beklemesini istemesinin sebebi de bu olsa gerektir.
İftar bekleme aile fertleri arasında olduğu kadar birtakım davetler ile tanıdıkları, dostlar ve hatta tanıdık olmayanlar arasında da sevgi, muhabbet bağlarının kuvvetlenmesine yol açacaktır.
Biraz yukarıda orucun zamanla mukayyed olduğu ve mekânın tamamen yerini zaman'a terkettiği belirtilmişti. Fakat hiçbir ibadette mekan zaman'ın önüne geçmemiştir. Bu da ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur.
Akşam ezânı okunmadan yâni vakit girmeden büyük bir mâzeret olmaksızın bir dakika önce dahi orucun bozulması veya orucun başlama vaktinden bir dakika geç oruçla başlama hali kazâ veya cezayı gerektirmektedir. Günah işleyenlerin günahlarını affedip bu günahları sevaba çeviren Allahu Teâlâ'nın orucun şartlarını bir dakika veya daha azına bile müsaade etmeyecek kadar ciddî tutması, Müslümanların zaman mefhumunun değerini kavramaları, avârelikten kurtulmuş insanlar olarak hayatlarını zamana göre tanzim etmelerini, zamanı en iyi şekilde kıymetlendirmelerini, kısaca hayatlarını zamanla disipline eden insanlar olmalarını sağlamak içindir. Ayrıca oruçlu iken yâni aç iken bilhassa uzun günlerde ikindiden sonra özellikle iftar sofrasında ezan vaktini beklerken, zaman, tok olduğumuz vakte nisbetle çok daha ağır geçer; âdetâ dakikalar geçmek bilmez. Bu da oruçlu üzerinde zamanın izâfi olduğu fikrini doğurur. Hiç olmazsa zamanın izâfi olduğunu hissettirir.
TERÂVİH
Terâvihin;
1- Oruçlu iken değil de orucun bozulduktan sonra kılınması,
2- Sayısının yirmi olması, fazla veya eksik olmaması,
3- Farz, vâcip olmadığı halde toplu olarak cemâat hâlinde kılınması, üzerinde durulması gereken üç mühim husustur.
1- Oruçlu iken değil de orucun bozulduktan sonra kılınması: Zira oruçlu iken de kılınması mümkün idi.
Biraz yukarıda orucun şeklen yani zahiri birlik yanında mânâda birlik sağladığı yani mânâ birliğini ön plânda tuttuğu, bu münâsebetle oruç tutan insanların faklı işlerde çalıştığı belirtilmişti. Yalnız orucun sağladığı birlik iftar vaktinin girmesi yani orucun bozulmasıyla sona erer. Orucun sağladığı mânevi birlik sona erince orucun temin edemediği maddî birliğin teminini, terâvih üzerine alır. Böylece Müslümanlar günlük mesai hayatlarında önce mânevî, sonra maddî birlik olmak üzere tam bir birlik ve beraberlik içinde olmuş olurlar. Başka bir ifade i!e, bu hal mânevî birliğin şartı olmakla beraber kâfi gelmeyeceğini maddî birliğin de şart olduğunu ve bunların ikisinin birbirini destekler mahiyette bir arada bulunduğu nisbette, istenilenin sağlanacağına işaret etmektedir.
|
|
|
ESKİ RAMAZANLAR |
|
|
|
|
|
|
|
Ah o fakir, fakat lezzetli iftar sofraları! Yer sofrasının etrafında, ailecek halka olup Allah ne verdiyse iştahla yerdik.
|
|
|
|
|
|
Yaşlanmanın saçlarla başlayıp dişlerle sürüp giden çok çeşitli belirtileri vardır.Unutkanlık ve sakarlığı da bunlara ekleyebilirsiniz.
|
|
|
|
|
|
Ramazanın birinci günü daima halkta bir acemilik olur. Orucun kendine mahsus tiryakiliği, neşesi, sekri ile henüz ülfet etmeyen vücutlar, dimağlar biraz zahmet çeker.
|
|
|
|
|
|
Yazar Abdurrahman Arslan Değişen Ramazan mıdır başlıklı yazısında "Televizyondaki reklâmlarla, meydanlara yerleştirilmiş çadırlarla, zenginlerin/meşhurların "bugün bendensiniz"i hatırlatan yardımlarıyla Ramazan "aç kalma" ve "doyma" ilişkisi içinde ele alınan, mideler dolduktan sonra da eğlenceye davet edilen bir ay haline geliyor, ya da giderek böyle bir çağrışım yapmaya başlıyor" diyor.
|
|
|
|
|
|
Ramazan günlerinde birbirlerine rastlayanların, birbirlerine sordukları soru aynıydı.
- Ramazanla nasılsın?
|
|
|
|
|
|
Benim çocukluğumun ramazanları karakışa rastlamıştı.
Onun içindir ki, kulağımda kalan ilk davul sesi oldukça kof ve hayli neşesizdir. Zira deri, rutubetten porsumuş bulunurdu; ayrıca kapalı camlar ve kafesler ardından ses, içeriye boğuklaşarak girerdi.
|
|
|
|
|
|
Belki on beş sene evvel idi. Merhum Baba Yaver ile hem yemek, hem de misafir meraklısı bir zatın iftarına davetli idik. Baba, sahib-i hanenin hüsn-i tabiat ve nezaketini bildiği için daha yolda medhiyyata başladı.
|
|
|
|
|
|
1. Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret olan, hakla batılı ayırt eden Kur’an bu ayda indirildi.
|
|
|
|
|
|
İkindi güneşinin kızarıp akşam dakikalarını hızlandırdığı demlerde başlar iftar heyecanı; susuzluk ve açlık hissi giderek zayıflayıp yerini iftar meclisinin huzuruna terkeder.
|
|
|
|
|
|
|
GURBETTE RAMAZAN |
|
|
|
|
|
|
|
Dünyanın her tarafındaki Müslümanlar gibi Avrupa’daki Müslümanlar da Ramazan-ı Şerif’i büyük bir coşku ve heyecanla karşıladı. Günümüzde İslâm evrensel bir olgu haline gelmiştir.
|
|
|
|
|
|
Gene de yaşarsın hissederek. Vatanındaki gibi olmasa da on iki ayin Sultanını karsılarsın büyük bir sevinç ve özlemle.
|
|
|
|
|
|
Bazı şeyleri, insanın binlerce, onbinlerce yıl önceki atalarının da aynıyla yapmış olduğunu bilmek insanın üzerinde tuhaf titreşimler bırakıyor, insanı tuhaf duygulara sevk ediyor.
|
|
|
|
|
|
Ramazan ayının birleştirici ve toplumu saran bir havaya sahip olduğu belki de en güzel yurtdışında, özellikle gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu ülkelerde anlaşılıyor.
|
|
|
|
|
|
Önce yazımın başlığını gurbette Ramazan diye koyacaktım ancak, Türkiye ve Türkiye’deki müslümanları düşündüm, gözümün önüne:
|
|
|
|
|
|
Ramazan bayramında Müslümanlar mutluluk, felah, Allah’a kulluk şevkiyle bayram yapıp, namaz ikame ederek, tekbir getirirler. Hadis-i Şerif ve rivayetlerde: "Bayramınızı tekbirlerle süsleyin."buyruluyor.
|
|
|
|
|
|
AKLI ve SERVETİ (bu iki şey nâdiren birlikte oluyor) olan bir Müslüman Ramazan’ı (hiç olmazsa bir kısmını) başka ülkelerde, başka iklimlerde geçirmeyi düşünmelidir. Gürültü patırtıdan, dedikodudan uzak huzurlu bir yer...
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
KADIN VE RAMAZAN |
|
|
|
|
|
|
|
Şöyle ki, Ramazanda gebe bulunan, ya kendisinin veya başkasının çocuğuna süt veren bir kadın, kendisine veya çocuğa bir zarar gelmesinden korkarsa, orucunu bozabilir.
|
|
|
|
|
|
Oruç ve ramazan hakkında merak ettiğiniz bir çok soru ve cevaba kısaca ulaşacağınız ve okuyacağınız cavaplarla tatmin olacağınız bir bölüm.
|
|
|
|
|
|
Kasten yeyip içmek ve oruca aykırı olan işleri yapmak orucu bozar. Bu işlerin bir kısmı yalnız kazayı ve bir kısmı da hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Bunlar açıklanacaktır.
|
|
|
|
|
|
Ne mutlu ki ramazan-i şerife kavuşmuş bulunuyoruz. Hadis-i şeriflere göre bu ay, gerçek bir bereket mevsimidir. Allahu teala bu ayda müminleri hayırlara gark eder; rahmetini onlar üzerine yayar ve saçar.
|
|
|
|
|
|
Ashâb-ı kiram hazerâtı Ramazan’da çoşkulu bir ibâdet iklimine girerlerdi. Kendileri oruçlarına îtinâ ettikleri gibi yavrularının da bu şuurla yetişmesine gayret ederler, onları Ramazan’ın bereketinden istifâde ettirirlerdi.
|
|
|
|
|
|
|
|
RAMAZAN AYI |
|
|
|
|
|
|
|
1’inci hatırlatma:
Ramazan’ın şu ilk günlerinde tartılınız, sonra Şevval başında bir daha tartılınız.
|
|
|
|
|
|
Ey îman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç tutmak yazıldı (farz kılındı). Olur ki bu sâyede takvâya erersiniz. Bakara - 183
|
|
|
|
|
|
Ekimli bir oruç ayında, insanlar, yaşam satrancında oyunlarını biraz yavaşlatacaklar gibi. Ramazan’ın efsunlu güzelliği, saf gönüllere yeni renkler katacak. Kötülük girdaplarında çırpınanlar, bir umut sarmaşığına tutunabilmeyi murad edebilecekler
|
|
|
|
|
|
Bu yıl da Rabbimiz Teala bizlere Ramazan ayını yaşama fırsatı verdi. Bu mübarek ayı gücümüz nisbetinde faydalanarak yaşadık, elhamdülillah...
|
|
|
|
|
|
Peygamber efendimiz devamla şöyle buyurdu:
Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, Kelîme-i şehâdet söylemek ve istiğfâr etmektir.
|
|
|
|
|
|
Ramazan ayı, Müslümanlar için arınma ayıdır. Bu kudsiyete ermenin yolu üzerine de bir takım şeytani tuzaklar kuranlar var, maalesef. Hem de Müslümanların tensibiyle bir yerlere kadar gelmiş zevat böylesine iğrenç tuzakları kuruyorlar.
|
|
|
|
|
|
Düşündük mü hiç: Ramazanları sadece insanlar mı neşeyle, coşkuyla karşılar, solur ve yaşar? Bence hayır. İslâm'ın hediyesi olan rahmet, bereket, mağfiret ve kardeşlik iklimi Ramazanları sadece insanlar değil, bütün varlıklar aynı coşku, şölen ve törenle karşılar, aynı heyecanla solur, kutlar ve yaşarlar.
|
|
|
|
|
|
Günde 4 sigara içmenin, hatta pasif olarak içmenin bile kalp damar hastalığı riskini artırdığı kanıtlanırken, sigara tiryakileri için Ramazan ayı büyük fırsat.
|
|
|
|
|
|
Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında buyuruyor ki:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]
|
|
|
|
|
|
Kur’ân-ı Kerim’de Bakara suresinde (183. 184. 185.’nci âyetlerde/ emrolunan Ramazan ayına bu yıl da ulaştık. Mü’min ve mü’minatın Ramazan’ını (Oruç ayınızı) tebrik ediyorum.
|
|
|
|
|
|
Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. (Bakara 183)
Ramazan Ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.
|
|
|
|
|
|
1- Ramazanın ilk gecesi ramazan ayına ulaştığı için iki rekat şükür namazı..
2- İlk on gün yâ erhamerrâhimîn ikinci on gün yâ gaffâruzzünûb üçüncü on gün yâ atîkarrigâb tesbihatına devam edilmeli.
|
|
|
|
|
|
Ramazan Ayı Boyunca Yapmamız Gerekenler
|
|
|
|
|
|
Mukabeleler başladı. Belki de yıl içinde hiç olmadığı kadar Kur’an sesleri yükseliyor evlerden. Ayetlerin getirdiği dinginlik ve huzur siniyor yuvalara. Ölüm hüznü kaplıyor kimi zaman.
|
|
|
|
|
|
Ramazan ayının daha başka özelliklerini bildiren hadis-i şerifler var. Onları okumak istiyorum. İkinci bir hadis-i şerif okuyarak sohbetimi burada bitirmek istiyorum.
|
|
|
|
|
|
Bizim inancımızda ve ona göre oluşan kültürümüzde, Ramazanın çok önemli yeri vardır. Ona o kadar değer vermişiz ki, ona "Onbir ayın sultanı." demişiz.
|
|
|
|
|
Peygamber Efendimiz, bayramı nasıl kutlardı? Neler yapar, nelere izin verirdi? İşte bu soruların cevaplarını hadislerle bize gelen kaynaklarda bulmamız mümkün.
|
|
|
|
|
|
Peygamber Efendimiz, bayramı nasıl kutlardı? Neler yapar, nelere izin verirdi? İşte bu soruların cevaplarını hadislerle bize gelen kaynaklarda bulmamız mümkün.
|
|
|
|
|
|
Hepimizin içinde, az da olsa çok da olsa merhamet duygusu vardır. Ama Ramazan gönüllere değdiği andan itibaren çevremizi farklı gözlerle seyreder, olaylardan farklı sonuçlar çıkartırız.
|
|
|
|
|
|
Şeâir-i İslâmiye, kısaca "İslâm sembolü" demektir. Farz-ı kifaye ve Sünnet-i kifayelere denir. Allahu Teâlâ’nın hükümlerinin icra edilmesi, ezan, selam, cenaze namazı, teravih namazı, zekat müessesesi, kadınların cilbab giymesi gibi...
|
|
|
|
|
|
Ramazan-ı Şerif'ten sonraki Şevval ayında oruç tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.
|
|
|
|
|
|
Ramazan-ı Şerif'ten sonraki Şevval ayında oruç tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.
|
|
|
|
|
|
|
|
.
RAMAZAN BAYRAMI |
|
|
|
|
|
|
|
İlk nefesten son nefese hep öğrenciyiz. Öğrenme serüvenimiz ile hayatımız hep yan yana gider. Hayatımız aynı zamanda öğreticimizdir, öğretmenimizdir.
|
|
|
|
|
|
Ramazan-ı Şerif bayramı, tıpkı Kurban Bayramı gibi Mü’minlere bir ikrâm-ı İlâhîdir. Cenab-ı Hak bu vakitleri Mü’minler için "bayram" olarak vaz’etmiştir. Ne var ki hayli uzun zamandan beri ümmetçe bayramları bayram gibi tes’id edemiyoruz.
|
|
|
|
|
|
Yine köydeyiz. Çocuklar için bayramın birkaç gün öncesinden başladığı köyde... Durmuş Hacı Hüseyin’e diktirilmiş geniş bir kadife pantolon, yeni bir Trabzon lastiği satın alınmış veya evin yaşlı erkeği tarafından dokunmuş yeni bir çift yün çorap ve nihayet bir gömlek.
|
|
|
|
|
|
Şevval ayının birinci günü olan Ramazan bayramı ve Zilhicce’nin onuncu günü olan kurban bayramı günleri ‘İd’ denilir.
|
|
|
|
|
|
Anadolu’nun buram buram hüzün ve mutsuzluk kokan bir bayram türküsünde aynen şöyle denilir: "Bayram gelmiş neyime, anam anam garibem...
|
|
|
|
|
|
Birinci rek'at:
Cemaat düzgün sıralar hâlinde imamın arkasında yer alır ve "Niyet ettim Allah rızası için Ramazan Bayramı namazını kılmaya, uydum imama" diye niyet eder.
|
|
|
|
|
|
Peygamber Efendimiz, bayramı nasıl kutlardı? Neler yapar, nelere izin verirdi? İşte bu soruların cevaplarını hadislerle bize gelen kaynaklarda bulmamız mümkün. O bazı eğlencelere müdahale edenleri engellemiş ve bayramın bir neşe günü olduğunu belirtmişti.
|
|
|
|
.
RAMAZAN HAKKINDA |
|
|
|
|
|
|
|
1’inci hatırlatma:
Ramazan’ın şu ilk günlerinde tartılınız, sonra Şevval başında bir daha tartılınız.
|
|
|
|
|
|
Ey îman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç tutmak yazıldı (farz kılındı). Olur ki bu sâyede takvâya erersiniz. Bakara - 183
|
|
|
|
|
|
Ekimli bir oruç ayında, insanlar, yaşam satrancında oyunlarını biraz yavaşlatacaklar gibi. Ramazan’ın efsunlu güzelliği, saf gönüllere yeni renkler katacak. Kötülük girdaplarında çırpınanlar, bir umut sarmaşığına tutunabilmeyi murad edebilecekler
|
|
|
|
|
|
Peygamber efendimiz devamla şöyle buyurdu:
Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, Kelîme-i şehâdet söylemek ve istiğfâr etmektir.
|
|
|
|
|
Ramazan ayı, Müslümanlar için arınma ayıdır. Bu kudsiyete ermenin yolu üzerine de bir takım şeytani tuzaklar kuranlar var, maalesef. Hem de Müslümanların tensibiyle bir yerlere kadar gelmiş zevat böylesine iğrenç tuzakları kuruyorlar.
|
|
|
|
|
Kur’ân-ı Kerim’de Bakara suresinde (183. 184. 185.’nci âyetlerde/ emrolunan Ramazan ayına bu yıl da ulaştık. Mü’min ve mü’minatın Ramazan’ını (Oruç ayınızı) tebrik ediyorum.
|
|
|
|
|
1- Ramazanın ilk gecesi ramazan ayına ulaştığı için iki rekat şükür namazı..
2- İlk on gün yâ erhamerrâhimîn ikinci on gün yâ gaffâruzzünûb üçüncü on gün yâ atîkarrigâb tesbihatına devam edilmeli.
|
|
ŞİİR & MÂNİ |
|
|
|
|
|
|
|
Ayların en güzeli
Gel eyledi Ramazan.
Ebedi ve ezeli
Hal eyledi, Ramazan.
|
|
|
|
|
|
Okundukça hergün camilerden, minarelerden
Selam gelir ülkeme Ali’lerden Ömer’lerden
Buluşur günde beş vakit camilerde Mü’minler
El açılır Allah’a, arşa yükselir aminler
|
|
|
|
|
|
Oruçluyu tahrik etme kastına yönelik bir davranış ve bunun sonucunu M. Akif şöyle dile getirmiş:
|
|
|
|
|
|
Başlatıyor bir ezan bitiriyor bir ezan
Ne manalar saklarsın Ey mübarek Ramazan
Anlamı var orucun yazıyor onu Kur'an
Ne saraylar yaparsın Ey mübarek Ramazan
|
|
|
|
|
|
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim ağalarım
Namazınız mubarek ola.
|
|
|
|
|
|
|
. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 232 ziyaretçi (286 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|