SADIK DANA
.HLÂS VE HÜSN-I NIYET
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyuruyor:
"Insanlar, ihlâsli ibadetden baskasiyla emir olunmadi." (Beyyine :5)
"Hâlis din Allah için olandir." (Zümer:3)
Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
"Allah Teâlâ buyuruyor ki: Ihlâs benim sirlarimdan bir sirdir. Onu, sevdigim kulun kalbine yerlestiririm."
Ahmed ibn Hadraveyh Allah Teâlâ'yi rüyasinda gördü, buyurdu ki :
-Bütün insanlar benden isterler, yalniz Ebu Yezid beni ister."'
Siblî' yi -kuddise sirruh- rüyada gördüler. "Allah Teâlâ sana ne yapti?" dediler. Dedi ki :
-Bana biraz gazaplandi. Çünkü bir defa dilimden ,"Cenneti kaçirmaktan büyük hangi ziyan vardir?" sözü çikmisti.
Sonra buyurdu ki:
-Hayir öyle degildir. Seni görmeyi kaçirmakdan, daha büyük hangi ziyan vardir. " demeliydim.
Niyet amelin fevkîndedir. Bir kimsenin kulluk niyeti cehennemden korkmak yahud cennet nimetlerine kavusmak olabilir. Cennet için kulluk eden, mide ve fercin kulu olur. Kendisini; mide ve ferç arzularinin bulundugu yere çeker ve götürür. Cehennemden korkdugu için amel eden, kötü köle gibidir,ancak korkusu yüzünden is yapar. Bunlar her ikisi de Allah için amel yapmis sayilmaz. Begenilen kul, yapdiklarini cennet ve cehennem sebebiyle degil,Allah için yapan kuldur. Bu, bir kimsenin, sevgilisine , sevgili oldugu için bakmasi, onu sevdigi için olub, altun ve gümüs beklememesine benzer. Altun ve gümüs için bakanin niyeti, altun ve gümüs olur. O halde Allah Teâlâ'nin cemâl ve celâlinin, mahbub ve mâsûku olmayanlar, böyle niyet edemez. Böyle olan kimsenin ibadeti Allah Teâlâ 'nin cemâlinde tefekkür ve onunla münacaat olur. Bunlar hakikatte Allah'in dostlari âriflerdir."
Kulluk vazifelerimizi Hak celle ve âlâ hazretinin rizasi için yapmaliyiz. Baska maksadlarla yapilan islerde hayir yokdur. Ibadet Allah Teâlâ için yapilirsa, degeri çok büyük olur. Baskalarinin senâsina veyahud ihsanina nail olmak gayesiyle yapilirsa, bilakis Hak celle ve âlâ hazretlerinin gadabina sebep olur, ki zâhiren kusursuz gibi görünen bu ameller sahibinin cehenneme girmesine bile sebep olur.
Ibâdetler ne niyetle yapilirsa, karsiligi da ihlâs ve niyet ölçüsünde olur. Hâlis bir niyetle vazifesini ifa edenler hem dünya hem de âhiret nimetlerine nail olurlar. Niyetlerinde samimi olmayanlar ihlâssizliklarinin neticecesi olarak hüsrana ugrarlar.
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, kullarinin hatasiz, ihlâsla yapmis olduklari dis ibâdetlerini mükâfatlandirdigi gibi, kullarinin kalplerinde beslemis olduklari saf, temiz niyetlerini de belki daha ziyadesiyle degerlendirir. Elhamdülillah.
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerini sevmek ve kendisine karsi hüsnü zan sahibi olup, teslim olmak ne büyük seadettir. Keza Fahr-i Kâinat, Esref-i mahlûkat olan Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ve Ashab-i Kiram -radiyallahu anhum- hazeratini sevmek kendileri hakkinda iyi niyet beslemek, Rabbimizin bizlere ne güzel ihsanidir. Allah Teâlâ hazretlerinin velilerini sevmek, onlara karsi hürmetli olmak, hüsn ü zan beslemek, tarifi kabil olmiyan büyük besâretdir.
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri:
“-Ben kulumun zanni üzereyim”, buyurmaktadir.
Cenab-i Hakkin afvinden ümidvar olup hüsn ü zan besleyen bir fâsik, Cenab-i Hakkin rahmetinden ümidini kesen, ye'se düsen bir âbidden Rabbisina daha yakin olmus oluyor.
Seytanin tuzaklarindan birisi de, daima mü'minleri ümidsizlige düsürmek suretiyle kalblerine vesvese vermektir. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
- Allah Teâlâ rahmeti yüz parça kilmis,doksan dokuzunu kendi yaninda tutup, bir cüz'ünü yeryüzüne indirmistir. Bütün halk, mahlûkat bu bir cüz sâyesinde birbirlerine merhamet ederler. Hatta yavrusunu incitme korkusuyla kisragin ayagini kaldirmasi bu rahmetten dolayidir." (Buhârî, Kitabü'l Edeb)
^
Ebû Hüreyre radiyallahu anh'den:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem -'den isittim. Buyurdu ki:
-Kiyamet gününde, halkdan ilk sorgulanacak üç kisiden biri, sehid olmus bir kimsedir ki, huzura getirilir. Cenab-i Hak ona ihsan ettikleri nimetleri sayar. O da mazhar oldugu nimetleri ikrar eder, Hak Teâlâ :
-Bu nimetlere mukabil ne yaptin , der. O da :
- Ya Rab senin ugrunda savasdim da sehid düstüm, deyince:
-Hayir, yalan söylüyorsun. Sana cesûr desinler diye savasdin. Nitekim bu söz de söylenmistir, buyurur. Sonra verilen emir üzerine yüzü koyun sürüklene sürüklene cehenneme atilir.
Ikincisi ilim ögrenip ögretmis, Kur'an okumus bir kimsedir ki, bu da celbolunup Cenab-i Hak ona lütuf ve ihsan buyurdugu nimetleri sayar. O da bu nimetleri ikrar ve itiraf eder. Hak Teâlâ ve Tekaddes hazretleri :
-Bu nimetlere karsilik ne yapdin? der. O da :
-Ya Rab! Ilim ögrendim ve ögretdim,Kur'an okudum, cevabini verince; Cenab-i Hak ve Tekaddes hazretleri:
-Hayir yalan söylüyorsun. Ilmi, sana âlim desinler deye ögrendin. Kur'an'i sana kârî desinler deye okudun. Nitekim bu söz de söylenmistir, buyurur. Verilen emir üzerine yüzü koyun sürüklenerek atese atilir.
Üçüncüsü de Hak Teâlânin kendisine vüs'at verdigi ve türlü servetten ihsan buyurdugu kimsedir ki, huzura getirilir. Cenab-i Hak ona ihsan buyurdugu nimetleri sayar. O da onlari itiraf eder. Cenab-i Hak ve Tekaddes hazretleri :
- Bunlara mukabil ne yaptin? der.
-Ya Rab! Servetimi sirf senin ugrunda, sevdigin yollarda harcadim, deyince:
-Hayir yalan söylüyorsun. Riyâkârsin,bunlari sana cömerd desinler deye yaptin; bu söz de söylenmistir, buyurur. Sonra emrolunup o da sürüklene sürüklene atese atilir. (Riyâzü's-Sâlihîn. Hadisi Müslim rivayet etmistir.)
^
Ebu Hüreyre radiyallahu anh'den:
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
-Aziz ve Celil olan Allah'in rizasini kazanmaya yarayan bir ilmi sirf dünyaligini elde etmek için tahsil eden kimse, kiyamet gününde cennetin kokusunu duymaz. (Riyâzü's-Sâlihîn,
hadisi Ebû Davud rivayet etmisdir.)
Ebû Abdullah b. Câbir b.Abdullah el-Ensârî radiyallahu anh'den:
Bir gazada Rasûlullah ile berâberdik.
Buyurdular ki :
-Hastaliklarindan dolayi Medine'de kalan öyle adamlar vardir ki, her yürüyüsünüzde ve herhangi bir vâdiyi geçtiginizde (niyetleri sâyesinde) sizinle beraberdir. Bir rivayetde “onlar ecirde sizinle müsterekdirler.“
Buhârî'nin rivayetine göre, Enes radiyallahu anh söyle demistir:
Peygamberle Tebük Gazvesi' nden dönüyorduk. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurdu:
-Bir cemaat bizim arkamizda Medine'de kaldilar. Her hangi bir kisiga girer veya bir vâdiyi geçersek onlar bizimle beraberdirler. Onlari mâzeretleri alikoymustur. (Riyâzü's-Sâlihîn, Buhârî ve Müslim'den)
Imam Ebu'l-Kâsim el-Kuseyrî - kuddise sirruh- rivayet eder:
Horasan Sultan ve kahramanlarindan Saffar ismiyle bilinen Amr bin el-Leys öldükten sonra rüyada görünüp kendisine sorulur:
- Allah sana ne yapdi?
Cevap verir:
- Allah beni afvetti.
- Allah seni ne ile afvetti! Ne is yaptin ki hayatta Allah seni afvetti?
- Günlerden bir gün yüksek bir tepeye çikdim. Orada askerlerimin çoklugundan gurur duydum ve Rasûlullah'in zamaninda vâkî olan savaslara katilsaydim deye duygulandim. Bunun için Allah günahlarimi bagislayarak beni mükâfatlandirdi.
^
Ömer bin el-Hattab radiyallahu anh'den:
Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur :
"Ameller ancak niyetlere göre degerlenir. Herkesin ancak niyetine göre amelinin karsiligi verilir. " (Buhârî ve Müslim)
Zamanimizdaki insanlarin her hangi bir hadise vukuunda niyetlerinin muhtelif oldugunu müsahede etmekteyiz.
Mesela bir yangin vukuunda, civarda bulunan herkes heyecanla kosarlar. Kimisi kosar, niyetinde samimidir, ihlâslidir. Allah rizasi için kurtarilacak bir kimse veya esya varsa, kurtarmak için, kendini atese atmayi göze alir.
Kimisi kosar merhametlidir, üzülür, faideli olmak ister, beceriksizdir, elinden bir sey gelmez.
Kimisi olanlari seyretmek için kosar, seyir etmekten adeta zevk alir, üzülmez, hissizdir.
Kimisi, kosar, olanlarin sebebini dahi bilmez, herkes kosusdugu için o da kosar.
Kimisi kosar, kötü niyet sahibidir. Bu hengamede acaba bir sey çalabilir miyim,deye.
Trafik kazalarinda, zelzele ve emsali felâketlerde vaziyet aynidir. Zahiren yani dis görünüse göre, kosusmalar heyecanlar aynidir. Fakat niyetler ayridir.
Hüsnü niyetle yardima kosan, istedigi yardimi yapamasa bile gene temiz niyetinin mükâfatini görür.
Bakiniz o büyük sultan ve kumandan Amr ibni el-Leys zâhiren Fahr-i Kâinat Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin gazasinda bulunamadigi ve hiçbir yardimi, hizmeti dokunamadigi halde, o, saf, temiz, pürüzsüz niyetiyle Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin rizasini kazaniyor ve mükâfatlandirili yor.
Iman ve niyet temizligi ile manevi dereceler alinir. Her sey Cenab-i Hakkin yardimi ile fethedilir. Iman, samimiyet ve niyet temizligi gene onun en büyük atiyyesidir. O bahsettiginin muhafizi ve yardimcisidir.
^
Muhterem Üstaz Mahmud Sâmî kuddise sirruh hazretleri asagidaki menkibeyi sik sik tekrar ederlerdi.
Bir gencin içinde Yusuf Hemedânî hazretlerini ziyaret etmek, onun manevi halinden istifade etmek, hem de duâsini almak arzusu vardir.
Nihayet kararini vermis ve bu istegini komsusu terziye açmisti. O da " Ben de gelmek isterim, sebebi ise kalbimde o zâta karsi bir tereddüt var. Bu zât hakikaten Allah'in dostu mu, degil mi?" aslini ögrenmek isterim, dedi.
O gâyenin tahakkuku için yola çikmislar ve bu esnada âlim bir kimse ile karsilasmislardi. Âlim sordu:
-Nereye gidiyorsunuz?
Onlar cevaben:
- Yusuf Hemedânî isminde bir sahis varmis, onu ziyarete gidiyoruz, dediler.
Zâhiri âlim dedi ki:
- Ben de uzun zamandan beri, su adamla karsilasip soracagim suallerle, onu mahcûb etmek isterdim, dedi.
Üçü yola çikdilar, zâhiri halleri ayni, yani ziyaret... Fakat niyetleri degisik.
Genç, temiz saf bir niyetle ziyâret etmek arzusunda.
Terzi sübhesini gidermek niyyetiyle ziyaret etmek arzusunda.
Zâhiri âlim, hasedi sebebiyle, mahcup etmek niyyetiyle ziyaret arsuzunda idi.
Nihayet Allah dostunun bulundugu yere gelmisler, ziyaretçi odasina kabul olunmuslar ve oda kapisi da kapatilmis.
O gâyenin tahakkuku için yola çikmislar ve bu esnada âlim bir kimse ile karsilasmislardi. Âlim sordu:
-Nereye gidiyorsunuz?
Onlar cevaben:
- Yusuf Hemedânî isminde bir sahis varmis, onu ziyarete gidiyoruz, dediler.
Zâhiri âlim dedi ki:
- Ben de uzun zamandan beri, su adamla karsilasip soracagim suallerle, onu mahcûb etmek isterdim, dedi.
Üçü yola çikdilar, zâhiri halleri ayni, yani ziyaret... Fakat niyetleri degisik.
Genç, temiz saf bir niyetle ziyâret etmek arzusunda.
Terzi sübhesini gidermek niyyetiyle ziyaret etmek arzusunda.
Zâhiri âlim, hasedi sebebiyle, mahcup etmek niyyetiyle ziyaret arsuzunda idi.
Nihayet Allah dostunun bulundugu yere gelmisler, ziyaretçi odasina kabul olunmuslar ve oda kapisi da kapatilmis.
Bir müddet oturmuslar, merak ve heyecanlari artmis. Odanin ortasinda büyükçe bir post varmis. Kapi kapali oldugu halde,Yusuf Hemedânî hazretleri postun üzerinde zuhur edivermis. Bir müddet sükût etdikten sonra evvelâ gence dönmüs ve söyle hitab etmis:
- Evlâdim elhamdülillah senin hem dünyan hem de âhiretin mamur görünüyor, deyerek bu gence büyük teveccüh ve iltifat göstermis. Bu temiz ruhlu genç istikbalin meshur Abdülkadir Geylânî'si olacakdir.
Ikinci defa kalbinde tereddüd bulunan terziye dönerek buyurdular ki:
-Senin imtihan gâyesi ile geldigini biliyorum.Sen dünyada çok sikintilara maruz kalacaksin. Fakat son demde imânini kurtaracaksin.
Üçüncü def'a da hüsn ü niyet sahibi olmayan mütekebbir âlime dönerek:
-Sen hem dünyada perisan olacaksin, hem de imanini muhafaza edemeyib, imansiz olarak öleceksin, buyurmuslardir.
^
Enes b.Malik radiyallahu anh'den:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular:
-Simdi size cennetliklerden bir adam çikagelecektir.
Bir de bakdik ki, Ensar'dan, abdest suyu sakalindan damlayan ve ayakkabilarini sol eline asmis bir adam çika geldi. Ertesi günü olunca Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yine evvelki gibi söyledi. Bu adam gene birincide oldugu gibi çikageldi. Üçüncü günü Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ayni sözü tekrar etdi. YIne ayni adam ilk hali gibi çika geldi. Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kalkinca Abdullah bin Amr o adami takib etdi ve dedi ki :
-Ben babamla münakasa etdim. Üçgün onun yanina girmeyecegime yemin etdim. Eger sen beni bu zaman zarfinda yanina alikoymagi muvâfik görürsen öyle yap. Adam :
- Olur, dedi,
Enes radiyallahu anh dedi ki : Abdullah sözüne devamla söyle anlatiyor :
- Üç geceyi onunla bir arada geçirdik. Fakat gece kalkdigini görmedim. Ancak sabah namazina kadar uyandikça Allah Teâlâ'yi zikretdi ve tekbir getirdi. Abdullah dedi ki:
-Onun hayirdan baska bir sey söyledigini isitmedim. Üç gün geçince sanki onun amelini küçük görür gibi dedim ki:
-Ey Allah'in kulu, babam ile benim aramda bir ayrilik ve ihtilâf vâki' degildir. Fakat Rasûlü Ekrem'in senin için üç kere (Simdi size cennetliklerden bir adam çikagelecekdir) dedigini isittim.. Üç defasinda da sen çikageldin. Amelini anlamak için senin yaninda kalmak istedim. Böylece sana uymak istedim. Fakat büyük bir amel isledigini görmedim. Seni Rasûlü Ekrem Efendimizin söyledigi mertebeye ulasdiran nedir? dedim.
Dedi ki: -Su gördügünden baskasi degildir.
Ben dönünce bana seslendi ve dedi ki:
- O senin gördügün seyden baskasi degildir. Ancak ben müslümanlardan hiç bir kimseye kalbimde bir hile ve kin tutmam ve Allah'in verdigi her hangi bir hayirdan dolayi hiç bir kimseye asla hased etmem. Bunun üzerine Abdullah :
- Iste seni bu dereceye ulasdiran budur, dedi.
^
Rasûlü Ekrem sallalahu aleyhi ve sellem buyurdular:
- Üç sey vardir ki, bunlardan kimse kurtulamaz. ( Diger rivayetde " az kimseler kurtulur" seklindedir) Bunlar kötü zan, ugursuzluk saymak ve hased. Yani çekememezlikdir. Simdi bunlardan kurtulus çarelerini size ögreteyim: Kötü zanna kapildigin zaman, üzerinde durub da iç yüzünü arasdirma. Ugursuz deye bildigin bir sey ile karsilasdigin zaman aldiris etmeden isine devam et. Hased ettigin kimseye karsi haddi asma." ( Ihyâ ü Ulûmiddin Tercümesi, c 3 sh 421)
Rasûlü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular :
-Amellerin sihhati ancak niyetlere göredir. Herkese ancak niyyet etdiginin karsiligi vardir. Artik kimin hicreti Allah ve Rasûlüne müteveccih ise, hicreti de Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de kavusacagi dünya (mali) yahud nikâhlayacagi kadin için (yapilmis) ise, hicreti de (Allah ve Rasûlünün rizasi için degil ) göç etdigi seyedir. (Tergib ve't-Terhib, c.2 sh. 297)
Islerinizi ihlâs ile yapiniz. Zira Allah ancak kendisi için hâlisâne olarak yapilani kabul eder.. (Feyz ü'l-Kadir)
^
Ibn-i Abbas radiyallahu anh'in söyle dedigi rivâyet edilmisdir:
- Bir adam gelip "Ey Allah'in Rasûlü, ben hem Allah rizasini hem de derecemi (n halk tarafindan bilinmesini) dileyerek (bir is yapmaga) durdugum oluyor" dedi. Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem : Bir cevab vermedi. Nihayet su meâlde âyet-i kerime indirildi:
"Artik kim Rabbine kavusmayi ümid (ve arzu) ediyorsa güzel bir amel islesin ve Rabbina ibâdete (hiç bir kimseyi ve hiç bir seyi ) ortak tutmasin." (Kehf:110) (Tergib ve Terhib)
Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular :
- (Müslümanlar hakkinda) iyi zan beslemek, kulluk (vazifelerinin) güzel olmasindandir. " (Feyzü'l-Kadir)
- Sizden hiç biriniz, Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri hakkinda güzel zanda bulunmadikça ölmesin. " ( Feyzü'l-Kadir)
^
Sa'd Ibn-i Ebî Vakkas radiyallahu anh demisdir ki:
Vedâ Hacci yili Mekke'de siddetli hastaligimda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zaman zaman beni ziyaret ederdi. Bir ziyaretinde ben :
-Ya Rasûlallah bendeki hastalik görüyorsunuz ki su müzmin hadde varmisdir. Ben servet sahibiyim. Kizimdan baska vârisim yokdur. Malimin üçde ikisini tasadduk edeyim mi? diye sordum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
- Hayir tasadduk etme, buyurdu. Ben:
- Yarisini tasadduk edeyim mi? dedim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- Hayir tasadduk etme, diye cevap verdi. Ve sonra Rasûlullah sözüne devam ederek söyle buyurdu:
-Sülüsünü (üçde birini) tasadduk et. Malinin üçde biri de büyükdür yahud çokdur. Yani hayli yekûn tutar. Ey Sa'd! Senin varislerini zengin birakman, muhtaç ve halka ellerini açar halde birakmandan çok hayirlidir.
"Ey Sa'd! Allah rizasi için infak etdigin her nafakadan süphesiz me'cur olursun! Hatta yemek yerken hayat yoldasinin agzina verdigin lokmadan bile me'cur olursun!"
Âile hayatinda pek ziyade lütufkâr ve son derece sefkatli olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu vecizelerinde âile seadetinin her safhasini bütün esbab ve neticeleriyle ümmetine göstermis bulunuyorlar.
Bu hadis-i serife nazaran kisi ,infaki üzerine vacip olan âile efradini infak ederken rizâ-i ilâhîyi kasdederse hem vacibi edâ, hem de infak ve tasadduk sevabina nail olmus olur.
Bu hadisin mantukuna (mânâ ve mefhumuna) göre âile infakindan dolayi musâb (musibete ugramis) olmak ancak kurbet (Allah'a yakinlik) kasdiyla hâsil olur.
Binaenaleyh Cenab-i Allah'in rizasi kasd edilmez ise vâcib sakit olursa da me'cur olamaz.
"Ameller niyetlere göredir." ( Buhârî)
Çünkü niyet kalbin amelidir. Kalb ise mârifetin yani Allah Teâlâyi tanimanin kaynagidir. Allah Teâlâyi tanimanin kaynaginin ameli, yani kalbin ameli ise, digerlerinden daha hayirli ve daha üstündür.
Kur'an-i Azimüssan'da söyle buyuruluyor:
"Insanlar, ihlâsli ibadetten baskasiyla emrolunmadi." (Beyyine Sûresi:5)
"Hâlis din Allah için olandir." ( Zümer Sûresi:3)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
"Allah Teâlâ buyurur ki, ihlâs benim sirlarimdan bir sirdir. Onu sevdigim kulun kalbine yerlesdiririm."
Muaz bin Cebel radiyallahu anh buyurur:
"Ihlâs ile amel et, az da olsa yetisir."
^
Benî Isrâil'de bir âbid vardi, ona filân yerde agaçdan yapilmis bir put vardir. Bir kisim insanlar ona Allah deye taparlar, dediler. Kizdi ve kalkdi. Baltayi omuzuna alip o putu kirmaga gitdi. Seytan bir ihtiyar sekline girip onun karsisina çikdi ve: Nereye gidiyorsun? dedi. O putu kirip, insanlari Allah Teâlâ'ya tapdirmaya gidiyorum, dedi. Seytan :
"Git ibâdetinle mesgul ol, bu senin için daha iyidir," dedi. "Hayir putu kirmak daha mühimdir," diye cevap verdi. Seytan, "Seni birakmam" deyip kavgaya tutusdular. O âbid seytani yere vurdu ve gögsünün üzerine oturdu. Seytan, "Müsaade et bir söz söyleyeyim" dedi. Müsaade etdi. Dedi ki: Ey âbid Allah'in peygamberi vardir. O putu kirmayi dilerse, onlara emir verirdi. Sen bununla emir olunmadin, bunu yapma. "Hayir muhakkak yapacagim" dedi. "Birakmam" dedi. Gene kavgaya basladilar. Abid yine seytani yere vurdu. " Müsaade et bir sey daha söyleyeyim," dedi. "Peki söyle," dedi. "Sen fakir bir âbidsin. Senin yükünü insanlar çekiyorlar. Senin is yapabilecek bir seyin olmasi, o putu kirmakdan daha iyidir. Çünkü onu kirarsan insanlar bir baskasini yaparlar, onlara bir zarar vermis olmazsin. Bundan vazgeç, her gün yastiginin altina iki altin koyayim." Âbid , "Dogru söyledin", dedi. Biri ile sadaka verib, digeri ile de islerimi görmem bu putu kirmakdan daha iyidir. Ben bununla emrolunmadim. Ben ne peygamberim, ne de bunu kirmakla vazifeliyim, dedi. Böylece geri döndü. Ertesi gün yasdiginin altinda iki altin gördü. Altinlari aldi. Ertesi günü gene gördü ve aldi. Kendi kendine " Iyi ki o putu kirmadim," dedi. Üçüncü gün yasdigin altinda hiç bir sey göremedi. Kizdi ve baltayi aldi. Seytan karsisina çikdi ve "Nereye gidiyorsun?" dedi. "O putu kirmaya gidiyorum" dedi. "Yalan söylüyorsun, yemin ederim ki onu kiramazsin," deyip kavgaya tutusdular. Seytan âbidi yere vurdu. Seytanin elinde serçe gibi titriyordu. "Geri dön yoksa basini koyun gibi keserim," dedi. "Peki döneyim, fakat o zaman iki defa ben seni yendim ve simdi sen beni yendin. Sebebi nedir?" dedi.
Seytan: O zaman Allah için kizmisdin, beni sana yendirmisdi. Allah için is yapana bizim gücümüz yetmez. Simdi ise kendin için ve dünya için kizdin,kendi arzularina uyan bizi yenemez, dedi. (Kimya-yi Seâdet, Niyet-ihlâs bahsi)
^
Sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
-Kiyamet günü olunca bir kul getirilir. Beraberinde de daglar büyüklügünde iyi amelleri vardir. Bu sirada bir nâdi, nidâ ederek der ki:
- Filân kisi üzerinde kimin hakki varsa hemen gelsin, alsin! Bu nidâ üzerine oraya bir çok kisi gelir ve daglar büyüklügünde güzel amelleri bulunan o kisiden haklarini alirlar. Öyle ki, öteki beriki ala ala, onun daglar büyüklügündeki o güzel amelleri tamamen tükenir. Kisi ortada sasirip kalir. Fakat bu sirada Rabbi ona hitaben der ki:
- Ey kulum, benim katimda senin öyle bir hazinen var ki ben onu ne meleklerime ne de mahlûkatimdan herhangi birine bildirmedim. Onu yalniz ve sadece ben biliyorum. Bunun üzerine kul sorar:
-Ya Rabbi nedir o hazine?
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyurur:
-Senin hayirli niyetlerindir. Ben onlari yetmis kati ile senin lehine yazmisdim.
Anlatilir ki; vaktiyle eski kavimlerden biri bir ara siddetli kitliga maruz kalmislar. Iste bu kitlik zamaninda, birgün âbidlerden biri, bir kum tepesinin yanindan geçerken, ruhunun derinliklerinden gelen hâlis bir niyetle kendi kendine söyle dedi:
- Ah simdi su kum tepesi tamamen un olsaydi da onunla aç halki doyursaydim..
Âbidin bu hâlisane temennisi üzerine , Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri zamanin peygamberine vahyen söyle buyurdu:
- Filân âbide haber ver ki, niyeti kabul edilmis ve sanki o kum tepesi un olmus da o da bununla halki doyurmuscasina kendisine sevab yazilmisdir.
^
Hazret-i Âise radiyallahu anha'dan:
Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular:
"Bir kimse, insanlarin darilmasina ragmen Allah'in rizâsina sarilirsa,kendisinden Allah razi oldugu gibi, kullari da razi eder. Buna karsilik, eger bir kimse Allah'in rizasini çigneme bahasina kullari razi etmege kalkisirsa kendisine Allah gazablandigi gibi kullari da aleyhine döndürür. Böylece hem Allah'i gazaplandirmis hem de kullari memnun edememis olur."
Ebu Mes'ud Ensarî radiyallahu anh anlatir:
Bir defasinda Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize bir adam çika geldi. Cihâda katilmak istedigini, fakat binecek bir seyinin bulunmadigini ifade ederek söyle dedi:
- Ya Rasûlallah, bana bir binek...
Rasûlü Ekrem Efendimiz söyle buyurdu:
-Filân kisiye git. O,sana bir binek verecekdir.
Adam söylenen sahsa gitti. O sahis, savasa giderken binmesi için kendisine bir deve verdi. Deveyi alinca geri geldi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e anlatdi. Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz söyle buyurdular:
-Kim hayirli bir ise öncülük ederse, kendisine aynen o hayirli isi isleyene verilen sevab kadar sevab verilir.
Mesela bir kimse dese ki :
-Eger Kur'an'in tamamini bilseydim, hem onu devamli okur, hem de bütün ahkâmi ile amel ederdim.
Böyle deyen kisi, eger Kur'an-i Kerim'den az bir sey de bilmis olsa onu okuyor ve ahkâmi ile amel ediyorsa Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri ona sanki Kur'an'in tamamini okumus ve tamami ile amel etmiscesine sevab verir. Zirâ Allah Teâlâ bilir ki eger o, Kur'an'in tamamini bilmis olsaydi, onu da okuyacak ve onunla amel edecekti.
Eger bir kisi böyle dedigi halde Kur'an'dan bildigi az bir seyi dahi okumuyor ve onunla amel etmiyorsa böyle bir kisinin niyeti karsiliginda kendisine ecir yokdur. Çünkü onun niyetinin halis olmadigi asikârdir. Çünkü azi okumayan ve az ile amel etmeyen, çogu da okumaz ve çokla da amel etmez.
^
Abdülkadir Geylânî hazretleri, ihlâsli mü'minleri söyle senâ ediyor:
Mü'minin bütün fiil ve tasarruflarinda sâlih ve hâlis bir niyeti vardir. Dünyada dünya için is yapmaz. Bil'akis, dünyada âhiret için bina yapar. Câmiler, mescidler, köprüler,mektebler, kervansaraylar (misafirhaneler) yapar, yaptirir, bunlari tamir eder, etdirir. Müslümanlarin yollarini yapdirir, güzellesdirir. Bunun disinda aile efradinin geçimini saglar. Dullara, yetimlere, fakirlere, yoksullara ve muhtac durumda olanlarin kâffesine bakar. Onlarin ihtiyaçlarini giderir. Bütün bunlari, sirf Allah için ve
âhiretde kendisine bunlarin bedelinde bir seyler yapilmasi için yapar, kendi nefsânî, hevâî arzulari için yapmaz. (Fethür Rabbanî, onaltinci meclis)
Gene buyuruyorlar:
Mü'min hirs yükünden kurtulmustur. O, dünya için hiç bir zaman hirs beslemez, hirs yükünü yüklenmez,acele de etmez. Esyada kalbi ile zühd eder, yine esyadan özü ile yüz çevirir, ne ile emrolundu ise onunla mesgul olur ve bilir ki, kismeti onu mutlaka bulur. Bir baskasina asla gitmez. Onun için, kismetini aramakda yersiz ve lüzumsuz hirslara kapilmaz. Kismetlerini arkasina atar. Öyleki bu kismetler, kendilerini kabul etmesi için ona tevazu gösterirler ve kabul etmesini isterler. (Yirmisekizinci meclis)
Amellerin esasi, yani temeli, tevhîd ve ihlâsdir. Kimin ki tevhîdi yoksa, ihlâsi yoksa, onun ameli de yokdur.
Öyleyse sen ey müslüman! Önce amellerinin temelini tevhîd ve ihlâs ile tahkim et, kuvvetlendir. Sonra onlari izzet ve celâl sahibi Allah'in lûtfu, kuvveti ve tevfîki ile bu temel üzerine bina et,kur. Bu noktada, sakin kendi gücüne, kendi iradene dayanma. Mutlak suretde Allah'in iradesine, Allah'in lûtfuna ve kuvvetine dayan... (Altinci sohbet)
Gene buyuruyorlar:
Ey ogul! Konusdugun zaman hâlis bir niyetle konus. Sükût etdigin zaman sâlih -hâlis bir niyetle sükût et. Bir seyi islemeden önce sâlih-hâlis bir niyete sahib bulunmayan kisinin ameli yok demekdir. Sen niyetini düzeltmedikçe konussan da, sükût etsen de yine de günah içindesin. Çünkü niyetini düzeltmemissin. Sükût etmen de, konusman da sünnete uygun degil. (Yirmialtinci sohbet)
^
Ibrahim Düsûkî kuddise sirruh hazretlerinin ihlâs hakkindaki pek kiymetli kelâmlari ile mevzuu tamamliyoruz. Derdi ki:
-Bir çok suda duran vardir ki; susuzdur. Susuzlugunu gidermek için yolunu, erkânini bilmek icab eder.
Burada kasdim ihlâsdir, sadâkatdir. O ki bir illete veya bir sebebe dayanarak Mevlâsina ibâdet eder. Onu nice bulur!
Bilmeli ki: Hak yoluna girmege, ancak mücadele kilici ile nefsi kesip öldürmekle nâiliyet hasil olur. Bir de nefsin yersiz isteklerini karsiliksiz birakmakla.
Elinizde daima ihlâs olsun ki, susuzlugun hararetinden kurtulup o suya kanasiniz.
Bir defa da söyle buyurdu:
"Oglum,fakr elbisesi giy; ama temiz olsun... Zarif olsun... Is, ne elbise giymekdedir, ne de kubbelerde sâkin olmaktadir, ne de tekkelerde. Hatta zaviyeler de önemli degildir. Aba giymek, kaba giymek de bir mes'ele degildir. Hatta mavili seyleri giymeyi de bir sey saymayiz.
Biyiklari kisaltmak, bagli ayakkabi giymek, sofi libasi giymek de bizim için önem tasimaz.
Asil dervislik odur ki: kalben bütün islerinde ihlâs yolunu tutasin.
Çalismandaki niyetine; sadâkat libâsi giydiresin... ve imânina saglamlik asilayasin.
.ISTIKAMET, SEVGI VE SEFKAT YOLU
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri insani en güzel takvim üzere yaratmis, onun için insana âlem- i asgâr denilmis. Insan cismânî ve ruhânî olarak bütün mevcûdâtin hülâsasidir ve bu kâinat manzûmesinin içinde sedefin ihtiva ettigi nefis bir inci mesabesindedir. Ve Cenâb-i Hakk hazretleri bütün mükevvenâti, cemâdat, nebâtat ve mahlûkati insana hâdim kilmisdir. Insan kendi kiymetini ve mes'uliyetini idrak ettikden sonra himmet ve gayretini yükselterek, lâyik, yüce mertebelere yönelmelidir. O da kesiksiz daimî olarak tevâzû üzere tam kullukdur.
Lakin pek az kimse; yalniz Hâlik Teâlâ hazretlerinin irfan verdigi basiret ehli olanlar bu inceligi kavrarlar, kendi mükerremligini idrak ederek hayatlari müddetince eksiksiz olarak kulluk etmege sa'y ü gayret ederler.
Sâlik bir taraftan büyük bir itinâ ile evradlarini yapmali. Bir tarafdan da lâzim, hatta elzem olan kendi nefsindeki ayiblari aramalidir. Bu Hakk Teâlâ'nin kulu üzerindeki haklarindandir.
Hakiki keramet ancak istikametin husûl bulmus ve kemâle ermis olmasiyladir. Bunun da mercii ikidir:
Birincisi; Hak Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine imânin sihhati.
Ikincisi; Hâtem'ün-Nebiyyin'e zâhirde ve bâtinda iktidâ ve tebaiyettir. Kula vacib olan ancak bunlara vâsil olmak için çalismakdir. Âdetlerin hârikasi manasina gelen keramet ise tahkik ehli nazarinda ibrete sayan degildir. Çünkü istikamette tekemmül etmeyenlerde de görülür.
Ebu'l Abbas-i Mürsî -kuddise sirruh- buyurmuslardir ki:
-Bir adam yürür iken yol dürülüp de kendini Mekke'de yahud diger memleketlerde bulsa mühim bir is görmüs degildir. Asil ehemmiyetli is nefsin vasiflarini dürüp tayyetmekdir ki, bu kendini Rabbisinin huzurunda bulmakdir.
Ebu Muhammed Mürteis -kuddise sirruh- da:
-Filân zâtin su üzerinde yürümesinden, nefsin hevasina muhalif olan kimse benim nazarimda daha kiymetlidir.
Ahmed er-Rufaî-kuddise sirruh- hazretleri de:
-Bir kimseyi görürsen ki, havada uçuyor, ona itibar etme. Tâ onun sözünü ve isini seriat terazisinde tartincaya kadar, buyurmuslardir.
"Mürid" sâdik olan tâlib demekdir. Allah Teâlâ'nin sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavusmak arzusu ile yanmakdadir. Bilmedigi anlayamadigi bir ask ile saskin haldedir, uykusu kaçar, göz yaslari dinmez, geçmisdeki günahlarini hatirlayarak basini kaldiramaz.
Her isinde Allah'dan korkar, titrer, Allah Teâlâ'nin sevgisine kavusturacak isleri yapmak için çirpinir.
Her isinde sabr ve afveder. Her geçimsizlikde, sikintida kusuru kendisinde görür. Her nefesde Allah'ini düsünür. Gafletle yasamaz, kimseyle münakasa etmez. Bir kalbi incitmekden korkar. Kalbleri Allah'in evi bilir. Ashab-i kiramin hepsini radiyallahü Teâlâ anhum ecmain iyi bilir. Hepsinin iyi oldugunu söyler.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ashab-i kiram arasinda olanlari konusmamagi emir buyurdu. Mürid bunlari konusmaz, yazmaz ve okumaz. Böylece o büyüklere karsi bir edebsizlikde bulunmakdan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allah'in Resûlünü sevmenin nisanidir, alâmetidir. Mürid kendi bilgisi ile, kendi görüsü ile evliyâ-yi kirami biribirinden asagi ve yukari deye ayirmaz. Birinin daha yüksek, daha üstün oldugu ancak ayet-i kerime ve hadis-i serif ile anlasilir. Muhabbet sarhoslugu elbet baskadir. Ask sahibi mâzurdur.
Mürid zeki ve anlayisli olmali. Bazi müridler ilk zamanlarinda yukaridaki güzel sifatlarla muttasif olduklari halde, zamanla bu güzel hal ve sifatlarini kaybediyorlar. Halbuki, bilakis tedennî degil terakki etmek lâzimdir. Sebebi ise eski müridlerin hatali nâhos hareketlerini görerek, onlari daha ilerlemis zannettigi için ayni hatalari yapmaga baslamakda bir sakinca görmüyorlar. Halbuki bu ulvî yola gönül veren sâlik, iyi huy, hal ve ahlâkça tekâmül edemezse mânevi yolda ilerleyemez ve Cenab-i Hakka vâsil olamaz.
Herkesin istidatlari ayridir. Kimileri eski olup uzun zamandan beri çalisdiklari halde, bu yolun geregini ifa edemedikleri, yani lâzim gelen ihlâs, edeb, gayret, sevgi, baglilik ve itaati gösteremedikleri için mânen yol alamazlar.
Kimileri ise üç bes aylik yahud üç bes senelik olmalarina ragmen ihlâs, hüsnü niyet ve tevâzu üzere akillica çalisdiklarindan çok güzel ve semereli neticeler alirlar.
Yaslilarin hatali hafif hareketlerini benimsememek sartiyla onlara hörmet göstermek ve saygili olmak islâmî âdâbdandir.
Bazi salikler bütün gayretlerini üstazlarinin gözüne girmek, iltifatina nail olmak hususlarina harcarlar.
Dogrudur. Bu çok güzel bir istekdir, fakat bunun da bir âdâbi erkâni oldugu muhakkak bilinmelidir.
Mürsidinin gönlüne girmek isteyen, muhakkak Kur'an-i Kerim ahkâmina dikkatli olub, sünnet-i seniyyeye ittiba etmekle mükellefdir.
Muhakkak istikamet, sevgi ve sefkat yoluna yönelmesi gerekir. Bunlarla muttasif olan sâlik, herkesi sever, sefkat gösterir bu nedenle kalbindeki paslar silinir.
Herkesle geçimli olur; çünkü sefkatlidir, mütevâzidir.
Ibâdetlerinde kusur etmez; çünkü Allah'i sever
ve Allah'dan korkar.
Muamelâti temizdir; çünkü bilir ki muâmele temizligi imandan gelir.
Haramdan sakinir; çünkü bilir ki haramla kazanilan rizik insan için mânevî zehirdir.
Akranlarini sever ve onlarin hizmetinde olur; çünkü bilir ki onlari sevmek Üstâzini sevmekdir, onlara hizmet etmek Üstâza hizmet etmekdir, Üstâza hizmet etmek ise Allahi sevmekdir.
Ahlâki güzellesir hep iyi huylar kendisinde tecelli eder;
Bunlar da, evrâdlarini büyük bir agâhlik içinde yapip, mânevi sohbetlere devamla elde edilir.
Hased, nifak, giybetçilik, bas olma hirsi,tecessüs, sû-i zancilik gibi kötü huylar kaybolur.
Ancak böyle sâlikler sevilir ve korunur. Böyleleri mürsidlerinin gönüllerine girer,sevilir ve iltifâtina nâil olurlar.
^
Ibrahim Düsûkî -kuddise sirruh- hazretleri, daha bu yola ilk giren kimse için söyle anlatirdi:
Yeni mürid ki; daha ilk halinde ser'î emirleri gözetir ve Kur'an emrine göre hareket ederek, emri nehyi bilirse, onun gönlüne hakikate dogru bir yol
açilir... Hem de sahte degil hakîkî...
Bundan sonra her müskil; onun önünde çözülür, her tilsim açilir ve müphem bir manâ tasiyan her sey kendisine anlatilir...
Sayet isin basinda olan müridin hali anlattigimiz gibi olmazsa, yani ne emre uyar; ne de yasak tanirsa, onun gönlünde hakiki bir fetih olmaz.
Ancak onun anlattigi, bazi sözleri ezberden ve siralamakdan ibarettir, ya da onun isi, bazi zatlardan duydugu ulvî makamlari vasfetmekdir.
Halbuki ikinci derecede sayilan hal, bir hakiki fetih degildir. Hatta böyle bir hal idrak edilmesi gereken seylere karsi bir idraksizlikdir. Hakiki idrâke perdedir... Sonra Hakkin ihsan edecegi ilimlere karsi bir hicaptir.
Bir seyi anlatmak hiçdir. Anlamak icab eder. Hiçbir zaman için anlatan; anlatdigi mânânin mârifetine eren, onun tam hâmili olduktan sonra konusan gibi olamaz.
Anlatmak istedigim makama, bazi müsahede ehli olan kimseler de ermis degildir.
Söyle ki bazi Hakkin yardimina nâil olup bir müsahede âlemine geçenler de vardir. Ne var ki bunlara:
O, erdigin makami vasfet dense yapamazlar, çünkü hakiki ve eksiksiz bir zevke sahib olamamislardir.
Bütün bunlari anlatmakdan kasdim odur ki cümle evlâdim zevk ehli olalar... Vasfeden, anlatan degil.
Sonra ilimleri esas Rabbanî kaynakdan alalar, dillerden, satirlardan ve kâgitlardan degil.
Tasavvufun dikkat edilecek tarafi odur ki, insan sifat ve sîret bakimindan ince ola... yani ahlâken zarif ve kibar ola.. özünde; her gün birbirinden üstün, tecelliye ere ve terakki kaydede... bunlar da acele ile olmaz, yavas yavas... yani tedrici bir sekilde.
Büyük velî ârifi-i billah Ibrahim Düsûkî hazretleri -kuddise sirruh-:
1. Mübtedî sâliklerin Kur'an ahkâmina, emir ve yasaklarina dikkatli olmalarini, ancak bu sâyede hicablar kalkip mânevî dereceler alacaklarina,
2. Bunu nefislerinde tatbik etmeyib de isi lâf canbazligina dökerek (hal ve zevk ehli olmadiklari halde) devamli isi menakibcilikda yürütmege yeltenmelerinin faidesiz oldugunu ifade etmektedirler.
3. Evlâdlarinin lâf ehli olmalarindan ziyâde zevk ve hal ehli olmalarini,
4. Seyr ü sülûk yolunda olanlarin sûret ve sîret itibariyle zarif, nazik hüsn-ü hulk sahibi olmalarini istemektedir.
^
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri: Bazi kullarina sihhat verir, zenginlik verir, baskalarina vermedigi türlü türlü dünya nimetlerine gark eder.
Bu nimetlere karsilik bu kullar, sihhat ve zenginliklerini Cenâb-i Hakk'in emirleri yolunda hüsnü isti'mal ederlerse, yani israf ve sefâhat yoluna sapmayip, hem kendileri istifade etdikleri gibi hem de düskünlerin fakirlerin hakki olan zekâtlarini verib ayrica talebe okutmak, cami, dispanser, ashane, su hayratlari (kendi bütçelerine göre) yaparlarsa, bunlar zenginlik ve sihhatlarinin bedelini ödemis olurlar, karsilik olarak Hakk celle ve âlâ hazretleri bunlara bir gönül zevki ve huzuru verir ki, daha dünyada iken cennet hayati yasarlar.
Bazi kullarina da kesf keramet ihsan eder. Kul, tam Cenâb-i Hakk'a vasil olmamis ise, bu onu kibire sevk eder ve ögünmek, söhret yapmak için herkese gizli tutulmasi icab eden bu hali ifsâ ederler, bu onlarin yolda kalmasina sebeb olur, onunla mesgul olub, onunla oyalanirlar ve Cenâb-i Hakk'la aralarina büyük bir perde çekilmis olur.
Halbuki Cenâb-i Hakk yüksek velilerin bir kismina kendileri talib olmadiklari halde muhtelif kerametler ihsan eder (her sahsa verilen ayridir) fakat onlar bu lütuf karsisinda Cenâb-i Hakk'a karsi kulluklarini niyazlarini, istigfarlarini artirirlar, azamet-i ilâhiye karsisinda küçülürler, tevazulari artar, kat'iyyen hiç kimseye hissettirmemege çalisirlar,ancak bunlarin hallerini erbabi sezer. Iste bu keramet makbul ve mergubdur.
Üftade -kuddise sirruh- buyurur:
Gerçek bu söz yarenler,
Gördüm demez görenler,
Keramete erenler,
Gizli sirrin açar mi?
Bazi velilerin yüksek dereceleri olmalarina ragmen kesifleri açilmamis olabiliyor. Bunlardan birisi de kutbu'l-aktab Ebu Hafs Haddad -kuddise sirruh-'dur. Zamanin kutbu olmasina ragmen, kutublugundan haberdar degildi.
Sultanü'l- Arifin Bâyezid Bistamî -kuddise sirruh- Ebu Hafs -Kuddise sirruh- hakkinda:
-Demircinin dükkaninda hayli oturub sohbet ettim. Namazda okumak için mikdar-i kifâyeden fazla bilmedigi Kur'an sûresini ögrettim. Fakat ben, evet ben o sohbette kirk senedir tahsil ve idrak edemedigim dereceye yükseldim. Bâtinim feyz-i rabbanî ile doldu. O vakit büsbütün anladim ki sirr-i kutbiyyet baska bir mânâdir, fazilet ve ilim ile degil,kesret-i amel ile de degil ancak mevhibe-i ilâhî ve teveccühü Huda'dir, buyurmusdur.
Baska bir gurub insanlar vardir ki, sirf dünyalik toplamak, söhret yapmak için mânen selâhiyet sahibi olduklarini söylerler. Kesf ve kerametle hiç alâkalari olmadiklari halde, kendilerini öyle tanitip, bir kisim halki baslarina toplarlar. Allah Teâlâ hazretleri bu gibilerin serrinden halkimizi muhafaza buyursun! Amin.
.EDEB
Hazret-i Ali radiyallahu anh'den; Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
- Beni Rabbim edeblendirdi, edebimi de üstün ve güzel eyledi.
Gene buyurdular:
- Kisinin çocugunu terbiye etmesi, ona edeb ögretmesi her gün yarim sa’ (1750 gram hurma ve saire gibi) sadaka vermesinden daha hayirlidir.
Süfyan-i Sevrî kuddise sirruh buyurur:
- Güzel edeb, Allah Teâlâ'nin gazabini söndürür.
Ebû Muhammed Harirî kuddise sirruh buyurur:
- Yirmi senedir ayagimi uzatip oturmadim. Dedim ki Rabbime karsi edebli olmak, benim için daha evlâdir.
Ibn-i Abbas radiyallahu anhüma buyurur:
- Bütün edeblerin basi, hem rahatlikda hem de sikinti zamaninda Allah Teâlâ'nin emirlerine uyup, yasaklarindan kaçinmakdir.
Yahya bin Muaz kuddise sirruh buyurur:
- Kim, tam bir edeb ile edeblenirse, Allah Teâlâ'nin sevdigi, muhabbet ehli kimselerden olur.
Ebû Imran söyle demistir.
- Dört güzel haslet ile üstün hale kavusdum. Besir bin Hâris'i rüyamda gördüm. Buyurdular ki: Dört haslete yöneldin, fakat edebi terk ettin. Halbuki edeb, en önemli istir.
Abdullah bin Mübarek kuddise sirruh buyurdu:
- Edebden az bir seye dahi çok muhtaciz. Ilimden çok seye muhtaç olmamiz böyle degildir.
Buyuruldu ki:
- Üç haslet vardir ki, bunlara sahip olan, mahrum kalmaz. Edeb ehliyle beraber oturmak, güzel edeb sahibi olmak ve baskasina eziyet etmemek.
Abdullah bin Menâzil kuddise sirruh'a edeb hakkinda sorulunca:
- Çok çesitli tarifini yapmislardir, biz de deriz ki; Edeb, insanin nefsini bilmesi, tanimasidir, buyurmusdur.
Mahmud Sâmi Ramazanoglu kuddise sirruh, edebi dolayisiyla ömrü müddetince iki dizi üzerine oturmuslar, bagdas dahi kurmamislardir.
Ibn-i Atâ' ya “edeb nedir?” diye sorulunca:
- Müstahsenâta vukûfundur, râzi olunan begenilen seyleri yapmandir, buyurmusdur.
Hizir aleyhisselâm bir kimseye söyle buyurmusdur:
-“Allah'im! Sana kulluk yapmam hususunda bana güzel edeb ihsan eyle,” diye dua et.
Hasan Basrî kuddise sirruh :
- Dünya ve ahiretde kul için en faydali edeb, dine baglilik, dünyaya düskün olmamak ve Rabbini tanimakdir, buyurmusdur.
Beka bin Batû kuddise sirruh:
- Bir kimse ki bidayet ehlinin edebi ile, bu yola girerken edeblenmez ise son haddi bulanlarin makamina nasil yükselir?
Ibn-i Atâ kuddise sirruh buyurdu ki;
- Her kim edebden mahrum kaldi, cümle hayirlardan mahrum kaldi.
Ebussûd b. Ebuasâir buyurdu ki:
-Allah'in sevgili kullari, yani veliler, vasil olduklarina ancak edeble vâsil oldular. Yoksa ne çok amel, ne de baska benzerleri ile degil.
Adiyy bin Müsafir kuddise sirruh:
- Su kimse ki; edebini, edeb ögretenlerden almaz; o kendisine uyanlari fesâda götürür.
Zünnun Misrî kuddise sirruh:
- Ârifin edebi, bütün edeblerin üstündedir. Zira ona edeb ögreten marifetdir.
Ibrahim Düsûkî kuddise sirruh buyurdu ki:
- Veli kullar arasinda, bid'ate saplanan tek kisi görmek mümkün degildir. Bilhassa onlar, dinî edebe, erkâna pek riâyet ederler. Ümmetlerin efendisi, Hazret-i Rasûl’ü -sallallahu aleyhi ve sellem- izler
ler. O'nun edeb kaynagi ise Kur'an'dir.
Ebû Ali Dekkâk kuddise sirruh buyurur:
- Edebi terk etmek ilâhî huzurdan kovulmagi icab etdiren bir sebebdir. Her kim padisahlarin önünde edebsizlik ederse kapiya, kapida edebsizlik ederse ahira bakmaga gönderirler.
Seyh Ebû Ali Sakatî buyurur:
- Edeb yolunu tutmadan büyüklerin sohbetinde bulunan onlardaki faydalardan, nazarlarinda mevcud olan feyz ve bereketlerden mahrum olur. Onlardaki nurlardan kendisinde hiç bir sey zuhur etmez.
Ibn-i Atâ kuddise sirruh:
- Edeb nedir? sorusuna:
- Güzeldir, denilen seyleri kollamakdir.
- Bu nasil olur? denilince, buyurdular ki:
- Gerek âsikâr, gerek gizli, Yüce Allah'la olan muamelenin edebe dayanmasidir. Böyle oldun mu (arabcayi hiç bilmeyen bir) âcemi de olsan edibsin.
- Yirmi sene bile çalisilsa, edeb ögrenilmeden ilim ögrenilmez.
Hayri Nisabûri kuddise sirruh, edebe çok önem verirlerdi.
- Muhabbet ehli, sevgi isinde, iyi niyete sahib oldukça edebleri artmaga baslar.
Yusûf u Râzî kuddise sirruh:
- Ilmi elde etmek istiyorsan, edebli olmalisin, buyurmuslardir.
Hikemül Atâiyye'den
- Ey edeb isteyen, san ve seref; duâ ve taleb degil, ancak senin merzûk u hüsnü edeb olmakligindir.
Ebû Osman Nûrî kuddise sirruh buyurur:
- Edeb, fukaranin mesnedi, zenginin ziynetidir.
Imam Rabbanî kuddise sirruh buyurmusdur ki:
- Bilesin, adâbdan velevki bir edebi muhafaza, mekruhlardan velevki tenzihî olsun bir mekruhu terk etmek, zikirden tefekkürden, murâkabe ve teveccühden çok daha efdaldir.
Evet bütün bu zikir, fikir, murakabe ve teveccüh; seriati mutahharanin ahkâmina riâyetle beraber, bir kimsede toplanirsa nûrun alâ nûrdur. O kimse hakikaten büyük bir kurtulusa ermisdir. Ama bu da insanin yaradilis gâyesi olan ibâdet ve ubûdiyyete ihlâsla devam etmeksizin aslâ hasil olmaz. (Adâb, Muhammed Abdullah bin Hâni)
Mevlâna Hâlid Bagdâdî kuddise sirruh buyurmuslardir ki:
-Islâmiyet yolunda en önemli edebler sunlardir:
Islâm dininin ahkâmina tam tâbi olmak.
Genislik ve darlikda sabretmek ve bollukda tam sükretmek.
Sünneti ihya etmek, bid'atlerden sakinmak, kiriklik içinde yani mütevâziyâne devamli olarak Rabbina yalvarmak, yakarmak. Allah'dan baskasinin hatira gelmemesi için çok çalismak, görmek gözün isi oldugu gibi, huzuru da kalbin isi melekesine getirmek, hatta kalbin dünya ve âhirete âid her seyden yüz çevirip, hakîki mahbûb, yani gerçek sevgili olan Allah Teâlâ'dan baskasina bagliliginin kalmamasini saglamak.
Ebû Abdullah Nibbacî kuddise sirruh:
- Her seyin bir hizmet edicisi vardir, dinin hizmet edicisi de edebdir.
Abdülkadir Geylâni kuddise sirruh buyurur:
- Hizmet eden sonunda kendisi de hizmet edilen durumuna gelir. Itâat eden sonunda kendisi de itâat olunan kisi seviyesine yükselir. Ikram eden sonunda ikram olunan kisi durumuna gelir. Allah'a yaklasan yakinlasdirilir. Tevâzu gösteren yüceltilir. Kerem ve ihsan sahibi olmaga gayret eden sereflendirilir. Güzel edeb sahibi olan, Allah'a yakinlasir. Güzel edeb, seni Allah'a yakinlasdirir. Güzel edeb, Allah'a tâatdir. Çirkin davranislar ise ona karsi günahkârlikdir.
Hazret-i Ali radiyallahü anh buyurur:
- Himayen altindakilere iyilik yapmak istersen, onlara terbiye ve edeb ögret.
Ebü'l-Mevâhib kuddise sirruh buyurur:
Irfan sahibleri ile, ancak edeb tavrini takinarak oturunuz. Çünkü onlarla oturur iken edeb kaidelerine uymayan bir çok kimseler, çok kere ilâhî darginliga ugradilar ve Hak yakinligi dîvanindan silindiler.
Ilâve ederdi:
Edib geçinen (edebli oldugunu iddia eden) birini düsünün. Bu iddiasi ile o, bir sofiyye terbiyesi görmemisdir. Iste... hali anlatildigi gibi olan kimse edîb olamaz.
Gene buyururdu ki:
- Tarikat tümden edebdir... Bir de, edeblendirmek. Yani, hem edeb sâhibi olmak, hem de baskalarini edeb sahibi kilmak. Süphesiz bu yolun ehli, münakasa da ederler, ama Hak için... Hakdan yana. Onlar Hakkin sohbetinde otururlar. Onlar tam bir edeb sahibidirler.
^
Gene edeb hakkinda:
Onun baslica sirri, hudutlara riâyet
Kalir mi insanda hak, gözetilmezse sâyet
Istedigin insansa, onu edeble donat
Edebdir insani, Hakka uçuran kanat.
“Din edebdir” buyurdu ol Hz. peygamber
Serpmisti arkasina edeb misali erler.
Edeb, ihsan et Rabbim, sevdiklerin askina
Eriyeyim edeble, dönüseyim saskina.
Edeb hakkinda pek çok sözler söylenmisdir, asagiya bunlardan bir kaçini aliyoruz:
o Edeb; Evliyaullahin delili ve Allah'a kavusma vesîlesidir.
o Edeb; Hakka giden yolun azigidir. Edeb her seyin basidir. Ruhun terakkisi ancak edeble elde edilir.
o Edeble varan, lütufla döner.
o Insanla hayvan arasindaki fark, edebdir.
o Edeb, aklin disdan görünüsüdür.
o Edeblerin anasi, az konusmakdir.
o Edebi terk eden, ârif degildir.
o Tasavvufun tamami edebdir.
o Hakiki güzellik, ilim ve edeb güzelligidir.
o Edeb; Seytani öldüren bir silâhdir.
o Hakikatden maksad ancak edebdir.
o Hersey çogaldikça ucuzlar, fakat edebi çogaldikça kisinin degeri artar.
o Ademoglunun edebden nasibi yok ise, insan degildir.
o Sofîlerin terbiye etmedigi kimse, edebin hakikatini anliyamaz.
o Edeb; Sünnet-i Resûlullaha uygun hareket etmektir.
o Edeb; Hâlik Teâlâ'nin sevdigi kullarina bahsettigi ilâhi bir tilsimdir.
Cenâb-i Hakkin rizasi, ancak edebli bir ubûdiyyetle elde edilir.
^
‘Iman nedir?” diye akildan sordum. Akil kalbimin kulagina dedi ki: “Iiman, edebdir.” (Mevlâna Celâleddin Rûmî)’
Sair ne güzel söylemis:
Ehl-i diller arasinda aradim, kildim taleb
Her hüner makbul imis. Illâ edeb, illâ edeb
^
Edeb; Bir tâc imis Nûr-u Hudâdan
Giy ol tâci, emin ol her belâdan.
Bostânül-Ârifin’de söyle denilmektedir:
Iman bes kal'ali bir beldeye benzer. Altun kal'a, gümüs kal'a, demir kal'a, hubûkel kal'a, kerpiç kal'a. Kal'anin içinde bulunanlar kerpiç kal'ayi koruyup gözettikleri müddetçe, düsman içlerine ulasamaz. Kal'ayi muhafaza etmegi birakirlar da, birinci kal'a düsman tarafindan tahrib edilirse, ikinci, sonra üçüncüsüne göz dikilir ve sonunda bütün kal'alar teker teker tahrîb edilmis olur. Iman da böyle bes kal'a içindedir:
Yakîn,
Ihlâs,
Farzlari edâ,
Sünnetleri tamamlamak ve
Edebi korumak.
Kisi edebi koruyup, gözettigi sürece seytanin onda ümidi kalmaz. Sayed edebi terkederse o zaman seytan, onun sünnetlerine, farzlarina, sonra da ihlâs, yakîn ve imânina göz diker. Binaenaleyh kisinin abdest, namaz, alis veris ve sohbet gibi bütün islerinde edebi korumasi lâzimdir.
Su hususu iyice bilmelidir ki, serîat ancak hükümlerden ibâretdir. Tarîkat ise mahza edebdir. Huzurdan kovulan, reddedilen kisi Iblis gibi, ancak edebe riâyetsizlik, edebsizlikden dolayi kovulur.
Ibn Sirin kuddise sirruh'a; - Hangi edeb Allah'a daha çok yaklasdirir? diye soruldugunda, cevaben:
- Allah'in rubûbiyyetini bilmek, O'na taatle amel etmek, sevindirici seylere hamd, üzücü hadiselere sabir, demisdir.
Mesayihdan biri demistir ki:
- Kim nefis terbiyesi yapmadan, dünya ve 0âhireti tanimadan, sirf basit dünya menfaati için, gönül sahibi ve irsâda ehil oldugunu iddia ederse bununu cezasi; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Mirac'da gördügü kadinlarin cezâsinin kat kat fazlasi olacakdir ki, bu kadinlar makaslarla gögüslerini kesmektedirler. Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Cibril'e:
- Bunlar kimdir? diye sordugunda, Cibril:
- Bunlar zina yoluyla çocuk dünyaya getirenlerdir, cevabini vermislerdir.
Abdülkadir Geylânî kuddise sirruh buyurur:
- Mürsidinin huzurunda edebli ol. Az konus, çok dinle. Zira böyle yapmak, senin ögrenmene ve mürsidinin kalbine yakinlasmana sebeb olur. Güzel edeb, seni mürsidine yakinlasdirir. Kötü edeb ise uzaklasdirir. Sen ediblerle yâni yüksek edeb sahibi kisilerle düsüp kalkmadikça nasil güzel edeb sahibi olabilirsin? Sen mürebbî ve mürsidini tasvip etmiyor ve onun hakkinda hüsn ü zan beslemiyorsan, hakkin yolunu, ondan nasil ögrenebilirsin ki?
Seyh Abdurrahman Sülemî Nisâburî kuddise sirruh buyurur:
- Bir sofi için su iki sey gereklidir:
Bütün hallerinde dogruluk üzere ola.
Muamelesinde edebli dura.
Süfyan Sevrî kuddise sirruh, edeb'in ehemmiyeti hakkinda:
- Kur'an ve hadis ilmini isteyen kimse, önce, kendisine bir hazirlik yapsin. Bu hazirlik en az yirmi yil edeb, görgü ve terbiye hazirligi olsun. Evvelâ yirmi yil edeble hareket... sonra, Kur'an ve hadis ilmi buyurmustur.
Said bin Cübeyr kuddise sirruh buyurur:
- Allah'a itaat edip (edeb gözleyen) emirlerini yerine getiren, onu zikrediyor, demektir. Onun verdigi emirlere göre hareket etmeyen, ne kadar tesbih çekerse çeksin, ne kadar Kur'an okursa okusun, zikretmiyor sayilir.
^
Ibrahim Hakki Erzurûmî kuddise sirruh buyurur: (Maarifetname'den)
Ey Aziz! Edeb ehli demislerdir ki:
- Muhakkak ki, baris ve savas zamanlarinda, uyudugun saatlerde, diri ve ölü hallerinde, bir an bile senden ayrilmayan sahibin-ki o seni yaratandir, Mevlandir, Rabbindir, rizkini verendir. Hangi saatte sen Onu düsünür ve anarsan O seninle beraberdir, sen Onun huzurundasin. Nitekim Cenab-i Hak, beni zikredenin (ananin) yanindayim, buyuruyor ve her ne zaman Ona karsi olan vazifelerinde bir eksiklik, bir kusur yaptigin için üzülür ve kalbin kirilirsa, sahibin o anda senin yanindadir ve koruyucundur. Nitekim, Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri:
- Kalbleri kirik olanlarin yanindayim, buyurmuslardir.
- Gece gündüz, bir an bile, Rabbinla basbasa kalmak ve ona yalvarislarinda duyacagin manevî zevki almaktan geri kalmiyasin. Bunu yapabilmen için Mevlânin huzurunda bulundugun zaman riâyet edecegin edebleri ve erkâni bilmek lâzimdir.
Bunlar sunlardir:
1. Basini egip, önüne bakmak.
2. Aklini toplayip Allah'dan gayri olan bütün fikirleri zihninden atmak.
3. Tam bir sessizlik içinde bulunmak ve susmak.
4. Vücudun bütün azalarini sakin, rahat bulundurmak.
5. Emirleri yapmakta azimli olmak.
6. Yasaklardan sakinmak.
7. Hiç bir seye itiraz etmemek.
8. Devamli Allah Teâlâ'yi zikretmek.
9. Allah'in büyüklügü üzerinde düsünmege devam etmek.
10. Allah'i her seyden üstün tutmak.
11. Halkdan ümidini kesmek.
12. Allah'in heybet ve azameti karsisinda yalvarista bulunmak.
13. Haya (utangaçlik) içinde kirik bir kalple husû içinde bulunmak.
14. Kazanma heveslerine dalmayip, Allah'in verdiklerine güvenmek.
15. Allah'a teslim olmak ve Ondan gelene razi olmakdir.
Abdülkadir Geylâni kuddise sirruh buyurur:
- Benim bir mürsidim vardi. Her ne zaman müskilim olsa ve zor bir durumla karsilassam, hemen onu bana açar, mes'eleyi hal ederdi. Hiç bir zaman benim konusmama lüzum birakmazdi. Böyle olusu, benim ona karsi gayet hürmetkâr davranmamdan ve hüsn ü edeble hareket etmemden ileri geliyordu. Bizi tenvir eden büyüklerimize karsi daima hürmetkâr davranmis, hüsn ü edeble hareket etmisimdir.
Hazret-i Mevlâna Celâleddin Rûmî kuddise sirruh hazretlerinin edeb hakkindaki siirleri:
Efendi, bilmis ol ki edeb,
Insanin bedeninde ruhdur.
Efendi edeb, Allah adamlarinin
Gözü gönlü nurudur.
Âdem süflîden degil, âlem-i ulvîdendir.
Yani bedeni ile topraktan yaratilmis ise de ruhu ile eflâkidir.
Bunu anla, su dönen felegin dönüsündeki letâfet de edebdendir.
Eger seytanin basini ezmek dilersen, gözünü aç ve gör ki seytanin katili edebdir. Âdemoglunda edeb bulunmazsa o Âdem âdemoglu degildir.
Insan ile hayvan bedenleri arasindaki fark edebdir.
Gözünü aç da tamamiyle kelâmullaha bak.
Kur'an'in bütün âyetleri, edeb ta'liminden ibârettir.
Iman nedir? diye akildan sordum.
Akil kalbimin kulagina dedi ki
“Iman edebdir”
Ey Sems-i Tebrizî, sen sirri ilâhisin. Sus!..
Dünya gecesini aydinlatacak isiklarin
En parlagi edebdir.
Mümsad Deynûrî kuddise sirruh velilere karsi edebini söyle anlatir:
- Hangi velinin huzuruna girsem; nesebimi unuturum... Ilimden yana bos olurum. Marifet islerinde ise yokluga bürünürüm.
Bundan sonra da aksini yapanlari söyle anlatirdi:
- Bir kimse, her hangi bir seyhin yanina giderken, kendine has hazla giderse, ondan alacagi hazzi kaybeder... Onu görmekle bir sey elde edemez. Onunla, sohbetten umdugunu bulamaz... Edeb erkânindan istifade edemez. (Tabakatü'l-Kübra)
^
Resûlü Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin Edeb Ve Hayâsi:
Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, örtüsüne bürünmüs bâkire bir genç kizdan daha edebli idi. Asiri hayâsindan, ömründe hiç bir adami azarlamamis, yürürken sükûnetle yürümüs, hiç bir zaman kahkaha ile gülmemistir.
O devirde Arabistan'da ve diger memleketlerde edeb ve hayâya riâyet edilmez, arablar çiril çiplak yikanirlar, hatta Kâbe'yi çiril çiplak tavaf ederlerdi. Resûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu denaetten tiksinirdi. Hatta bu yüzden hamamlardan sakinilmasini emretmisti. Ancak pestemal kullanarak hamamlarda yikanmaga müsaade etmisler, fakat bu müsaade kadinlara verilmemistir.
Allah'in Resûlü, hayasindan halk içinde, kalabalik yerlerde, çarsi ve pazarlarda yüksek sesle konusmazdi. Hosa gitmeyecek sözler söylemezdi. Yine hayasindan hiçbir kimsenin yüzüne dikkatlice bakmazdi. Insanlarin görülmesini istemedikleri yerlerine ve kusurlarina bakmaz, görse bile görmezden gelirdi. Hazret-i Âise radiyallahu anha validemiz Onun edep yerini asla görmedigini söyler... (Es-Samâilul'l-Muhammediye)
Allah'in Resûlü insanlari hayâya tesvik eder, hayânin, imânin bir parçasi oldugunu ifade buyurur, onlari harama gitmekden sakindirirdi.
Bir gün bir genç geldi ve Ondan zinâ etmesine izin vermesini istedi. Huzurda bulunan sahabiler, onu susturmak istedilerse de, O, “birakin yanima gelsin” buyurdu.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yanina gelen gence sirayla:
“Bu kötülügün anana, kizina, kiz kardesine, halana, teyzene yapilmasini ister misin?” diye sordu.
Genç her defasinda “Hayir, istemem” diye cevap veriyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de: “Insanlar böyle bir kötülügün kendi akrabalarina yapilmasini istemezler” buyurdu. Ve elini gencin gögsü üzerine koyarak” Allah’im, bunun günahlarini afvet, kalbini ve edeb yerini haramlardan koru” diye dua etti. Bu genç bir daha böyle bir kötülüge dönüp bakmaz oldu. (Ibn Hanbel, 256-257 M. Zekâi Konrapa, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem)
.HIZMET
Hizmetin Mükâfati
Utbe b. Âmir anlatiyor:
On iki kisilik bir grup halinde Resûlullah’a gelmistik. Arkadaslarim bana:
- Develerimizi kim otlatacak? Birisi develerimize baksin ki, biz de Resûlullah ile konusalim. Ondan bazi seyler ögrenelim. Resûlullah’in yanindan ayrildigimiz zaman, onun yanina gelir, ögrendiklerimizi anlatir, dediler. Böylece birkaç gün onlarin develerini otlattim. Bir gün kendi kendime:
- Galiba aldandim. Arkadaslarim Resûlullah’ dan benim duymadiklarimi isitiyorlar, ögrenmediklerimi ögreniyorlar, dedim. Bir gün sehre inmistim.
Adamin birisi:
- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ‘kim güzelce abdest alirsa, günahindan temizlenerek, annesinden yeni dogmus gibi olur' buyurdu diyordu. Hayret etmistim.
Ömer b. Hattab (radiyallahu anh) ise:
- O da bir sey mi? Hele sen ondan önceki sözünü dinlemeliydin, dedi.
- Kurbanin olayim, onu da sen söyle, dedim.
- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Kim Allah’a hiç bir seyi ortak kosmadan ölürse, Allah ona Cennet kapilarini açar, o da istedigi kapidan cennete girer. Cennetin sekiz kapisi vardir buyurdu, diye anlatti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanimiza gelmisti. Tam karsisina oturdum. Fakat, yüzüne bakmak istedikçe benden yüzünü çeviriyordu. Nihayet dördüncü defa:
- Ey Allah’in Resûlü, anam babam sana feda olsun! Niçin benden yüzünüzü çeviriyorsunuz? diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- Sence bir kisi mi kiymetli, yoksa on iki kisi mi? buyurdu.
Bu söz üzerine dogru arkadaslarimin yanina döndüm. (Ibn Asâkir)
^
Osman b. Ebu’l-As’ dan: Sakif kabilesinin hey’eti ile birlikte Resûlullah’a gelmistik. Kapisina varinca develerimizden indik.
- Develerimizi kim tutacak? dediler. Herkes Resûlullah’in huzuruna girmeye can atiyor, disarda kalmak istemiyordu. Aralarinda en küçükleri ben oldugum için:
- Isterseniz ben tutayim, ama siz çiktiktan sonra da benimkini tutacaginiza söz verir misiniz? dedim.
- Tamam tutariz, diyerek içeri girdiler. Biraz sonra disari çiktiklarinda, bana:
- “Haydi gidiyoruz” dediler.
- “Nereye?” dedim.
- “Memleketimize” dediler.
- “Ben evimden çikayim, Resûlullah’in -sallallahu aleyhi ve sellem- kapisina kadar geleyim, sonra da onunla görüsmeden geri döneyim öyle mi? Bana söz verdiginizi unutmayin!” dedim.
- Peki öyleyse acele et. Zaten biz senin adina da soru sorduk. Sormadigimiz bir sey kalmadi, dediler. Hemen Resûlullah’in -sallallahu aleyhi ve sellem- huzuruna girerek:
- Ey Allah’in Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- beni dinde derin anlayisli yapmasi ve ilim ögrenmeyi nasip etmesi için Allah’a dua et” dedim.
- Ne dedin? diye sordu. Sözümü tekrar ettim. Bu defa:
- Benden arkadaslarinin hiç birinin istemedigi bir sey istedin. Git sen onlarin baskanisin. Kavmin arasinda sana gelenlerin de baskanisin, buyurdu. (Hayatü’s-Sahâbe, Taberânî)
Insan, firsat düstükçe, ibâdet ve hayrin, büyügüne küçügüne bakmayip, ihlâs üzere hepsini yapmaga gayret etmelidir. Çok büyük hizmet yapanlar, bazi küçük görülenleri ihmal ederler. Halbuki Allah Teâlâ’nin rizasi nerededir, hangisindedir bilinmez.
^
Rivayete göre Sultan Birinci Ahmed Han'i rüyada görüyorlar. Ve kendisine soruyorlar:
- Cami hakkinda Allah Teâlâ nasil muamele etti?
Cevaben diyor ki:
- Cami için sevab bakimindan fazla bir seye nail olamadim. Yalniz bir müslüman yardim gayesi ile camiye konmak üzere bir kerpiç getirmisti. Onu da cami insaatinda kullanmalarina muvafakat etmistim. Allah Teâlâ bu sayede hayrimizi kabul buyurdu, dedi.
^
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, Dâvûd aleyhisselâma:
- Ey Dâvûd! Bana talib olan ve beni isteyen birini gördügün zaman, onun hizmetçisi (hadimi) ol diye vahyetmistir.
Hâdim, Cenâb-i Hakk’in, hizmetlerine karsilik kullari için hazirladigi sevab ve ecri arzulayarak hizmete girer. Hâdim; tâlibleri, gönül rahatligina ulastirmak, Allah’a yönelenlerin duygu ve düsüncelerini, dünyevî endiselerden kurtarmak ister. Yaptigi her seyi, sâlih bir çevrede, temiz bir niyetle yapar.
Hâdim; hizmeti, karsiliksiz yardimda bulunmayi, baskalarini kendisine tercih etmeyi, cennetin yollarindan biri olarak bilir. Hizmetin faziletini bildigi için onu nafile ibadetlere tercih eder. Ancak kisinin Allah ile beraber olabilme halini düzeltmek ve devamli kilmak için yaptigi nafileler bunun disindadir.
Hâdim’in, arzu edilen ve begenilen yüce bir makami vardir. Ancak, hizmette niyyetini nefsânî etkilerden temizlemesini bilmeyen kimse, hâdim degil, onlara benzemeye çalisan bir kimsedir. O, fa kirlere hizmet için çirpinir, hizmet için girilebilecek her yere girer. Hüsn ü niyetle hâdimler gibi çalisirsa bile yine de hizmeti ve niyyeti saibeden kurtulamaz.
Böyle bir hizmetkâr, topluma hizmette iyi niyyeti ve kavi imâni oldugu takdirde, yerinde hizmet edebilir. Bazan da niyyetine heva-heves karisdigi için hizmeti yerinde ve isabetli olmaz. Yapilmamasi gereken yere hizmet götürmüs olabilir. Yaptigi her is ve hizmet karsiliginda sevgi ve övgüsünü bekler. Bazan övülme için hizmet eder. Bazan da heva ve hevesiyle hareket ettigi için sevmedigi bir durumla karsilasdigi kimsenin hizmetine mani olur, kalbine ve niyetine hevâsi karistigi ve nefsani duygular gönlünü zedeledigi için, sevinçli ve kizgin oldugu zamanlarda hizmetin gerektirdigi edebe, riayet edemez. Dolayisiyla hizmetinde isabet etmedigi anlar olabilir. Hakiki hizmet ehli ise, gerek sevinçli, gerek kizgin oldugu hallerde bile heva ve hevesinin etkisi altinda kalmaz. Hiç bir kinayicinin kinamasi onu, Allah yolunda bildigini yapmaktan alikoyamaz. Herseyi yerli yerinde ve zamaninda yapar. Hulâsa, bu bilgilere ve yukarida verilen özelliklere göre, hizmet anlayisinda nefsânî etkilerden kurtulamiyan kimse, hâdim degil, ancak mütehâdimdir. (Avârifu’l-Meârif Tercümesinden, s. 119-121)
Ebu Hafs kuddise sirruh'a soruyorlar:
- Hangi amel en faziletlidir?
- Istikamet üzere olmakdir, buyurdu.
Ve nitekim Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- Gücünüz yettigi kadar istikamet üzere bulununuz, buyurmusdur. (Ibn Mâce, Dârimî)
Cafer Sâdik hazretleri: “Emrolundugun gibi istikamet üzere bulun” ayeti hakkinda:
- Tam manasiyla azmederek Allah’a siginmak, O’na iltica etmektir” buyurdu.
Sâliklerden biri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi rüyasinda görmüs ve O’na:
- Ya Resûlallah, senin, Hûd suresi ve benzeri sureler beni ihtiyarlatti dedigini naklediyorlar, deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- Evet, buyurmus. Bunun üzerine:
- Bu sûrede ne var ki, seni ihtiyarlatti? Peygamberlerin hayat hikâyeleri ve ümmetlerinin helâki mi?
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem:
- Hayir, bunlar degil! Beni, Allah’in; emrolundugun gibi dosdogru ol" talimati ihtiyarlatti, buyurmuslardir.
Ebu Ali el-Cüzcânî kuddise sirruh söyle buyurmustur:
- Allah’dan istikamet üzere olmayi isteyenlerden ol, keramet üzere olmayi talep edenlerden degil. Çünkü, nefsin keramet arzusu pesinden kosarken, Rabbin senden istikamet üzere bulunmani bekler.
Iste bu düsünce, bu yolun kapisindaki büyük esaslardan biri oldugu gibi, tasavvuf tâlibi ve sülûk ehli olanlardan çogunun hakikatini bilmekde gaflet gösterdigi bir sirdir.
^
Hizmet ehlinin dikkatli olacagi hususlardan bir kismi sunlardir:
1. Istikamet ve ihlâs üzere olmak.
2. Hizmetini sirf Allah rizâsi için yapmak.
3. Yapdigi hizmetten simarip, kendini diger insanlardan üstün görmemek, bu firsati verdigi için Allah Teâlâ’ya sükretmek.
4. Daima kendi kusurlarini görmek.
5. Herkesi sevip herkesle geçimli olmak.
6. Mütevâzi olup, kendini herkesten küçük görmek.
7. Hakarete maruz kaldiginda, sabretmesini bilip, kinci ve hasûd olmamak.
8. Merhametli, afvedici ve kabahat örtücü olmak.
Bilhassa manevî ders vermekle selâhiyetli olan zâtlar, yardimcilarini seçerken çok dikkatli olmalidirlar. Onlarin ahlâklarini, hizmet kabiliyetlerini iyice ölçmeli ve ona göre vazifelendirmelidirler. Bu Hak yolunda, tesir altinda kalarak hatir için hareket edilmez.
Hizmet ehli, Cenab-i Hak izin verdiginde, üç bes hatta durum müsaid olursa daha ziyade olabilir. Bunlarin basina dersi tekamül etmis, ahlâk-i hamide sahibi olmak sartiyla, en dirayetlisi, çaliskani, merhametlisi ve herkesle nezaket ölçüsünde anlasabilen birisi getirilir. Digerleri de ona tâbî olurlar ve arasira aralarinda istisare ederler ve istisare sonucu muhakkak tatbik edilir. Istisarede herkes çekinmeden fikrini açikça söylemelidir ki hakikat tahakkuk etsin. Bu istisare sonucu muhakkak tatbik edilmelidir. Samimiyetsiz âdet yerini bulsun deye bas sallayarak yapilan görüsmeler hatta daha zararli olur.
Basdaki, manevi kardes olmak bakimindan, digerlerinin kiymetlerini takdir edip, nezaket ve sefkatini artirmalidir. Digerleri de ona karsi hörmetkâr olup sevgi ve saygi göstermelidirler ki, ahenkli ve samimi bir hava tahakkuk etsin.
Herkes üzerlerine aldiklari vazifeyi, vaktinde yerli yerinde, noksansiz olarak yapmaga gayretli olmalidirlar. Allah Teâlâ’nin rizasini tahsil gayesiyle ihlâsla yapilan hizmetlerin en mesakkatlileri bile yorgunluk bikkinlik vermez. Bilakis insanin sevkini artirir. Sevkle yapilan hizmetler hem isabetli olur hem de sahibine haz ve zevk verir.
Hatta hâdimler sirasina göre, yerli yersiz hizmet ettikleri sahislar tarafindan hakarete ugrayabilirler. Böyle hallerde, kendisinin Cenâb-i Hakk’a karsi kulluk vazifelerindeki, gaflet ve noksanliklarini idrak edip, nâhak yere horlanmis ise, hemen intikam cihetine gitmeyip, muhatabinin muamelesinden kinlenmeyip onu bagislamalidir. Yok, beser olmak bakimindan kendi hata islemis ise, özür dilemeli ve o noksanligi telafiye çalismalidir.
Yolculuklarda bile üç, bes arkadas oldugunda aralarinda bir baskan seçip hemen ona tâbî olmalidirlar. Seçilen kisi, lüzum ettiginde diger üç bes kisi ile istisare etmelidir.
Hizmet etme firsati herkese nasib olmaz. Çok kimseler vardir ki her hususda hizmet kabiliyetleri oldugu halde, zaman mekân müsaid olmadigindan hizmet etmekten nasibleri yoktur. Hizmet edenler hizmeti minnet bilip tevazularini artirmalidirlar.
Ve nitekim Ali Râmitenî kuddise sirruh hazretleri:
- Minnetle hizmet eden çoktur. Hizmeti minnet bilenler ise pek azdir. Siz hizmette bulunma firsatini ele geçirmis olmagi minnet bilir ve hizmet ettiklerinize minnettar kalirsaniz, herkes sizden memnun kalir. Sikayetçiniz azalir, buyurmuslardir.
Mühim Bir Husus
Hizmet ehli olan kisiler, hizmet yoluna devam etdikçe, îsâr yolunu tutmalidirlar. Israrla hep bütün hizmetleri yalniz ben yapayim, gayesinde olanlar çabuk yorulurlar, sadirlari sikisir, görüsleri degisir. Herkesi küçük görmege baslarlar.
Allah muhafaza etsin! Bu sekilde hallerinde gerileme olur. Hubbu riyaset sevdasinin esiri olurlar.
Insan kendi hizmetine devam ederken, bu yolun isteklisi olanlara mani olmayip kolaylik göstermek gerekir. Herkesin yapabilecegi bir hizmet yolu vardir.
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, elimizdeki, besparmagi ayri ayri vazifeler için yaratmistir.
Insanlarin hizmet vazifeleri, zekâlari ve bedeni bakimindan degisikdir. Birinin basardigini digeri basaramaz. Herkese yapabilecegi vazifeyi vermelidir.
Bazi kimseler zekâ ve bedenî bakimdan üç bes isi kolaylikla kisa zamanda hemen yapabilirler. Bazilari ise teslimiyetleri görgüleri zayif oldugu için tek bir isi bile vaktinde yapamazlar.
Vazife taksimini büyük bir hosgörürlük içinde yapmalidir. Hulâsa baskasinin hazzini kendi hazzina tercih etmelidir ki, isâr ehillerinden olabilelim.
Haberde gelmisdir ki:
Zamanin mesayihinden birisi va'z ederken, soguk bir günde, fakir, çiplak birisi çikageliyor. Bunu gören gözde hâdimlerinden birisi hemen üzerindeki elbisesini çikarip o fakire giydiriyor:
Bunu gören Allah dostu bu hale üzülüyor. (Halbuki zahiren, bil'akis memnun olmasi lazim). Niçin acele ettin! Keske sabirli olsaydin! Belki bu isi yapacak bir kardesin çikardi da bunun sevabini o alirdi. Sen de bundan büyük zevk duyardin, buyuruyor.
Ya Rab!
Senin lûtfu inayetinle, bu sohbetleri ikmâl etmek nasib oldu.
Bizleri sevgi yolundan ayirma! Sev, sevdir, sevdiklerini de bizlere sevdir. Elhamdülillah, tek ümidimiz sevdiklerini seviyor, yerdiklerini yeriyoruz. Ya Hayy-u ya Kayyum.
.AFVEDICILIK,
KABAHAT ÖRTÜCÜLÜK
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyurur:
"Mü"minler o muttakî kimselerdir ki, onlar hem sevinç, hem keder, hem varlik, hem darlik zamanlarinda fakirlere ihsan ederler,kizdiklari zamanlar da öfkelerini yutarlar,halkin kusurlarini afvederler." (Al-i Imran /134)
"Mü'minler fazilet sahibleridir ki, onlar sirk gibi günahlarin büyüklerinden ve zina gibi açik fenaliklardan çekinirler ve her ne zaman gazablanirlarsa onlar darildiklari kimselerin kusurlarini afvederler." (es-Sûrâ /37)
" Ya Ekreme'r rusül! Halk ile münasebetlerinde afv u mülâyemete yapis, aklen ve ser'an iyi olan seyleri emret. Delil kabul etmeyen musirr câhillerden yüz çevir, mücadele etme." (A'raf/199)
"Ey Iman Edenler! Eslerinizden ve çocuklarinizdan size düsmanlik edenler olur. Onlardan sakinin. Fakat kendilerine afv ile, safh ile muamele eder, kabahatlerini örter iseniz, bilmis olun ki Allah da sizlere karsi Gafûrdur, Rahimdir." (et-Tegabun/14)
Öfkesini yenenler, insanlarin suçunu bagislayanlar da cennetlikdir. Allah iyilik edenleri sever. " (Al-i Imran/134)
"Içinizde fazilet ve servet sahibleri kendi akrabalarina, öksüzlere, bîçârelere ve Allah yolunda hicret edenlere yardimda bulunmamak için yemin etmesinler. Onlarin kabahatlerini afv ile, safh ile mukabelede bulunsunlar. Ya sizler Allah'in sizi bagislamasini istemez misiniz? Allah Gafur'dur, Rahim'dir. " (Nur/22)
"Afvetmeniz takvaya daha yakin bir harekettir. Aranizda lutf ile muameleyi unutmayin. Süphe yoktur ki Allah islediklerinizi görüyor." (Bakara/237)
"Kötülügün cezasi, onun ayni olan bir kötülükdür. Bununla beraber kim afveder, barisirsa Allah mutlaka ecrini verir." (Sûrâ suresi/40)
Allah Rasûlünden:
Ebu Kebse radiyallahu anh'den rivayet edildigine göre,Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular:
Nefsim yed-i kudretinde olan Allah hakkina söylerim.
Üç sey vardir ki yemin etme itiyadinda olsaydim bunlarin gerçek olduklarina yemin ederdim:
Sadaka olarak verdiginiz sey mali eksiltmez. Sadaka verin.
Ugradigi haksizligi Allah rizasi için bagislayan bir kimsenin de kiyamet günü Allah katinda izzet ve serefi çogalir.
Dilencilikten bir kapi açana da Allah Teâlâ ihtiyaç kapisi açar. (Tirmizî)
Hazret- i Âise radiyallahu anha anlatiyor:
"Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in, bir kere olsun,ugradigi haksizlikdan dolayi intikam almaga kalkistigini görmedim. Ancak haram irtikabinda en çok kizanlardan biri olurdu. Yine bunun gibi iki sey arasinda muhayyer buyuruldugu takdir
de,günah olmadikça daima kolay olanini tercih ederdi."
Ukbe radiyallahu anh anlatiyor:
"Bir gün Rasûl-i Ekrem ile karsilastim. Ya O benim elimden veya ben O'nun elinden tuttum. Buyurdular ki:
- Ey Ukbe, dikkat et! Sana dünya ve âhiret ehlinin en üstün ahlâkindan haber vereyim: Gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve sana kötülük edeni afvetmendir. " (Ibn-i Ebi'd-dünyâ)
^
Enes radiyallahu anh'den rivayete göre Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
"Allah Teâlâ kiyamet gününde mahlûkatini mahser yerinde topladigi zaman Ars'in altindan bir dellal üç defa: Ey iman edenler Allah Teâlâ sizi afvetti. Siz de birbirinize olan hakkinizi bagislayin! diye seslenir." (Ebu Said Ahmed, Kitabu't-Tebsire)
Hadis-i serifde varid olmustur ki:
"'Allah Teâlâ mahlûkati cem'ettigi zaman bir münadî :
-Nerede ehl-i fazilet olanlar? diye çagirir. Ehl-i fazilet hemen kalkip sür'atle cennete kosarlar.
Melekler onlari karsilayip:
- Cennete sür'atle kosup gittiginizi görüyoruz. Siz kimlersiniz? derler. Onlar da kendilerinin ehl-i fazilet olduklarini söylerler.Melekler onlara faziletlerinin ne oldugunu sorduklarinda:
- Zulme ugradigimizda sabrettik, kötülük gördügümüzde de afvettik, derler. Melekler de:
- Öyle ise hemen girin cennete. Böyle amel isleyenlerin ecri ne güzeldir! derler.
^
Mesleme radiyallahu anh'den rivayete göre Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
"Bir kimse bir müslümanin bir ayibini örterse, Allah Teâlâ onun dünyada ve âhirette ayibini örter. Bir sikintisini giderirse Allah Teâlâ kiyamet gününün sikintilarini ondan giderir. Kim müslüman kardesinin hâcetini görürse Allah Teâlâ da onun hacetini görür."
"Bir kimse bir müslümanin günahini ögrenip de gizlerse Allah Teâlâ da kiyamet günü onun günahini örter."
^
Ebu Hüreyre radiyallahu anh'den rivayete göre Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
"Kimin ki sadaka olarak verdigi mali azalmis ise ve kim ki kendisine zulmedeni ve haksizlik edeni afvetmisse Allah onlarin sereflerini artirir."
Rasûl-i Ekrem Efendimiz buyurdular:
"Kim bir ayip örterse, diri diri kuma gömülen kiz çocugunu kurtarmis gibi sevap alir." (Ebu Davud, Nesâî, Hakim.)
Gene buyurdular:
"Kim bir mü'min arkadasinin ayibini görmez, onu gizlerse, süphesiz Allah Teâlâ bu hareketi sebebiyle onu cennete koyar."(Taberânî)
Gene buyurdular:
"Kim arkadasinin ayibini örterse ,Allah da kiyamet günü onun ayibini örter. Kim ki müslüman kardesinin ayibini açiga vurursa Allah da onun ayibini açiga vurur. Hatta evinde bile onu rezil eder." (Ibn-i Mâce)
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Ey dil ile iman edip kalblerine iman yerlesmeyenler! Insanlari giybet etmeyin, gizli seylerini arastirmayin. Çünkü bir müslümanin sir perdesini yirtip gizli seylerini açiga vuranin Allah Teâlâ sir perdesini yirtar. Isterse kendi evinde olsun, kötülüklerini meydana çikarir."
^
Ebu Hüreyre radiyallahu anh'den:
- Bir gün Rasûl-i Zîsan Efendimiz aramizda oturuyordu. Birden gördük ki gülüyor. Tâ iki mübarek yan disleri görününceye kadar.
Sahabe-i Kiram tarafindan soruldu:
- Neden tebessüm buyurdunuz ya Rasûlallah?
Buyurdu:
- Benim ümmetimden iki adam huzur-i ilâhîde diz çökmüsler, O iki kisinin birisi diyor ki:
- Ya Rabbi, benim hakkimi zalim kardesimden al.
" Yevm-i kiyamette herkes hakkini ister. Velev en yakin akrabasi dahi olsa bile!" buyurulur.
Allah Teâlâ buyurur:
- Ey zâlim, mazlum din kardesinin hakkini ver '
Zâlim der ki:
- Ya Rabbi, hasenatimdan hiç bir sey kalmamistir.
Mazlum:
- Ya Rabbi, o zalim benim günahimdan yüklensin.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz agladi ve buyurdu ki :
- Muhakkak o gün öyle bir gündür ki o günde insanin kendi günahlarini diger kimselere yüklemege siddetle ihtiyaci vardir.
Allah Teâlâ, hakkini taleb eden mü'mine buyurur:
- Basini sema tarafina kaldir, cennetlere bak!
Hakkini isteyen mazlum, basini sema tarafina kaldirir. Hayret verici olan hayir ve nimetleri görür. Mazlum der ki :
- Ya Rabbi, su kimin içindir?
Allah Teâlâ buyurur:
- Semenini (bedelini) bana veren içindir.
Mazlum der ki:
- Kim o semene mâlik olabilir?
Allah Teâlâ buyurur:
- Sen mâlik olursun.
Mazlum:
- Ne ile ben mâlik olurum?
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri:
- Kardesini afvetmekle.
Mazlum der ki:
- Ya Rabbi, muhakkak ben onu, yani bana zulmedeni afvettim.
Allah Teâlâ buyurur:
- Kardesinin elini tut, cennete idhal et.
Hulâsa Cenab-i Hak, makbul bir amel ile hem zâlime, hem de mazluma ebedi nimetlerle mükâfat buyurur. (el-Hutabu'n-Nebevi)
^
Musa aleyhisselam:
- Ya Rabbi, senin ind-i ulûhiyyetinde en aziz kulun kimdir? diye sual ettiginde Allah Teâlâ hazretleri:
- Kendilerine eza edenin cezasini vermeye kudreti oldugu halde afveyleyendir," buyurdu.
^
Mahmud Sâmî kuddise sirruh, Hazret-i Ali radiyallahu anh kitabinda Hazret-i Ali'nin afvediciligi, hosgörürlügü üzerine sunlari zikreder:
Bir gün ashab-i güzîn -ridvanullahi aleyhim ecmain- Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'den Hazret-i Ali'yi çok sevmelerinin sebebini sordular. Server-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem:
- Varin Ali'yi çagirin! buyurdular. Ashab-i kIramdan birisi Hazret-i Ali'yi çagirmaya gitti.
Habib-i Ekrem, Hazret-i Ali gelmeden ashabina:
- Ey ashabim, siz birisine iyilik etseniz, o da size karsilik olarak kötülük yaparsa, ne yaparsiniz? buyurdular.
Ashab-i Kiram:
- Yine iyilik ederiz, dediler.
Rasûl-i Ekrem :
- O kimse yine kötülük yaparsa ne yaparsiniz? buyurdular.
Ashab-i kiram:
- Yine iyilik ederiz, dediler. Rasûl-i Ekrem:
- Tekrar size kötülükte bulununca ne yaparsiniz? buyurunca Ashab-i kiram baslarini asagi indirdiler, bir cevap veremediler. Hazret-i Ali radiyallahu anh geldi.
Rasûl-i Ekrem efendimiz Hazret-i Ali'ye:
- Ya Ali birisine iyilik etsen, o sana kötülük yapsa, sen ne yaparsin? buyurdular.
Hazret-i Ali radiyallahu anh:
- Iyilik yaparim, dedi.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ayni soruyu yedi kere tekrarladi. Hazret-i Ali hepsinde de :
- Yine iyilik yaparim, diye cevap verdi. Sonra ilâve ederek: " O kimseye ben iyilik yaptikça o bana hep kötülükte bulunsa yine ben ona iyilik yaparim" dedi. Bunun üzerine Ashab-i kiram radiyallahu anhüm ecmain :
- Ya Resûlallah, Ali'yi çok sevmenizin sebebini anladik. Onun bu sevgiye lâyik oldugunu gördük, dediler ve Hazret-i Ali'ye dua ettiler.
Ahmed er-Rifâî kuddise sirruh buyurur:
"Bir mürid veya veli için sart odur ki, onda insanlarin ayiplarini görecek bir göz olmaya."
Reslân ed-Dimiskî kuddise sirruh, en güzel huylardan üçünü söyle siralardi:
- Intikam almaya gücü var iken afvetmek,
- Zillet aninda dahi mütevâzi olmak,
- Verirken minnetsiz, karsiligini beklemeden vermek.
Hata ve kusuru afvetmelidir. Büyükler buyurmuslardir ki :
"Bir din kardesin sana karsi bir kusur islerse kendinde onun yetmis çesit özrünü ara. Nefsin kabul etmezse nefsine de ki : Iste senin kötü huyun ve herkese fena söyleyiciligin! Kardesin senden yetmis türlü özür diliyor da kabul etmiyorsun!"
Kusuru bir günah ise, ona güzellikle o isten vazgeçmesini söylemeli.
Ibrahim en-Nehaî kuddise sirruh buyurur:
"Din kardesinden bir günah yüzünden ayrilma. Bu gün yaparsa yarin yapmaz."
Ebu'd-Derdâ radiyallahu anh'e:
"Din kardesin günah isledi, onu düsman tutuyor musun? denildikte:
"Günaha düsmanim, ama o benim kardesimdir" buyurmustur.
Kardeslik etmek suç degildir. Kardesligi kesmek ise suçdur. Sana bir kusur edip de özür dilerse afvetmen iyidir. Yalan söyledigini bilsen bile özrünü kabul eyle.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
" Bir kimseden kardesi özür diler de özrünü kabul etmezse, onun günahi, müslümanlarin yolunu kesip onlardan haraç alanin günahi gibidir."
^
Benî Isrâilde iki kisi vardi. Birbirini çok severler, bir dag basinda ibadet ederlerdi. Bir tanesi bir sey satin almak için sehre indi. Gözü meyhanedeki bir kadina takildi. Ona tutuldu ve ister istemez onunla kaldi. Birkaç gün geçince digeri onu aramaga geldi ve basindan geçenleri duydu. Yanina gitti. DIgeri utancindan " Seni tanimiyorum" dedi. Yanina gelen: " Üzülme, sana karsi olan sefkatim bugün senden ayrilacak kadar az degildir," dedi ve egildi öptü. Bu sefkati arkadasindan görünce gözünden düsmedigini anladi. Kalkti, tevbe etti ve onunla gitti.
Allah Teâlâ'nin isimlerinden biri de el-Gafur'dur. Bagislayici manasinadir. Allah Teâlâ, Peygamberini gerek Kur'an ve gerekse Tevrat'da bununla vasfetmistir. O'na afvetmegi emretmistir:
" Habibim, sen güçlügü degil, kolayligi saglayan yolu tut" buyurmustur.
Bu âyet hakkinda Cebrail aleyhisselam'a soruldugunda su cevabi verdi:
Bunun anlami:
"Sana zulmedeni afvetmendir."
Hadis-i meshurda beyan edildigine göre Tevrat'da ve Incil'de O'nun vasfi söyle geçmektedir:
"O kaba ve hasin degildir. Lâkin O afvedici ve müsamahakârdir." (Sifâ-i Serif'den)
^
Haci Bayram Veli kuddise sirruh buyurmustur ki:
"Ayip ve kusurlarini gördügünüz arkadaslarinizin, komsularinizin sirlarini ifsa etmeyiniz. Çünkü gördügünüz bu sirlar size emanettir. Emanete hiyanet ise çirkin bir harekettir."
^
Rahiplerden biri Hisam bin Abdilmelik'in huzuruna çikar:
Hisam, râhibe: "Zülkarneyn'in peygamber olup olmadigi hakkindaki görüsün nedir?" diye sorar.
Râhib: " O peygamber degildi. Fakat o dört hasletle mertebeye yükseldi ,dedi ve bunlari söylece anlatti:
" O gücü yettigi halde afveder, yalan konusmaz, verdigi sözde durur ve bugünden yarini düsünmezdi" dedi.
Diger biri de : "Zulme ugradigi halde yumusak davranip da sonra gücü yettigi takdirde intikam alan kimseye halîm denmez. Halîm, zulme ugradigi zaman sabredip intikam almaga gücü yettigi zaman da afvederek bagislayan kimseye denir " demistir.
Ibrahim Düsûkî kuddise sirruh dedi ki :
" Varini Hak yolunda harcamis velî kul... Iste o, sahib oldugu heybet yönü ile sultana benzer...
Tevâzu edis seklinde ise zelîl bir kula benzer. Kalbindeki duygu da budur. Kendisine daha fazla kiymet vermez.
O bir sultan olmusdur. Buna sebep ise: Onun iffetli olusudur, nefsini üste çikarmayisidir.
Afveder, hosgörür... Özünde ikram duygusu tasir. Kimseye minnet etmez. Yaptigi iyiligi basa kakmaz ve daha nice iyilikleri vardir.
Gene söyle buyurdular:
"Herhangi bir velî kulunu Allah Teâlâ imtihan yolu ile bir ibtilâya düsürmüstür. Bundan muradi onu mânâ erleri derecesine erdirmekten baska bir sey degildir.
Sâyed ibtilâya düsen velî sabreder, tahammül eder, kizmaz, darilmaz, afveder ve kerem sahibi olursa... Allah Teâlâ onu arzu ettigi derecelere yükseltir. Aksi halde oldugu yerde birakir ve derece vermez, kovar..."
Abdullah Tüsterî kuddise sirruh buyurmuslardir ki:
" Güzel huylunun en asagi hali, baskalarinin yükünü çekmek, yapilan kötülügü afvedip onu yapani bagislamaktir. "
.GÖNÜL DARLIGI, GEÇIMSIZLIK
Rabbimiz zülcelâl velkemâl hazretleri, bazi kullarinin sadirlarina, gögüslerine mânevî genislik ihsan eylemis, onlar bu sâyede ferâha huzûra kavusmuslardir.
Bazilari da bu âtifet-i ilâhiyyeye nâil olamadiklari için, zamanlarini dâima degerlendirememisler, irfan ehillerinin derecelerine yükselememislerdir.
Dâima kendi nefislerinin tesiri altinda olduklari için, hatta ibadetleri çok dahi olsa, gene huzûrsuzdurlar. Bunlar böyle olunca, kalblerinde dünya sevgisi olan zayif diyânetli, dar görüslü olanlari teemmül edelim!
Bunlar ister fakir olsun, ister yazliklari, kisliklari, mevsimlik, yani üçer beser konaklari olsun, gene hayatlarindan memnun olamazlar.
Havanin sicakligina sogukluguna üzülürler, hatta öfkelenirler, yagmur bile, hatta Cenâb-i Hakk’in bir rahmeti bereketi oldugu halde canlarini sikar.
Insanlarla da geçimsiz olurlar (maddî çikarlari olursa, o müstesnâ) nereye gitseler, neye el atsalar muhakkak orada bir fitne çikarirlar.
Çünkü sadirlari sikisiktir.
Begendikleri yalniz kendi görüs ve kendi fikirleridir. Nerede bulunurlarsa orada bir ikilik çikarirlar.
Çünkü gönül âlemleri karanlikdir.
Ne kadar gayret edilirse edilsin, kat'iyyen ülfet edilemez. Ak’i gösterdiginizde bile bile kara der, karayi gösterdiginizde ak deye iddia eder.
Çünkü gögüsleri iyice sikisiktir.
Kat’iyyen kimseyi sevemezler, böyle olunca da kimse tarafindan sevilmezler, çünkü bed ahlâklidirlar.
Kat’iyyen bu makûle kisilerle istisâre yapmamali, mümkün oldugu kadar bunlardan kaçinilmalidir.
En sevdikleri, aziz bildikleri, kendi nefisleridir. Yahud da nefislerinin hoslandigi seylerdir.
En lüzumsuz seyleri çok ehemmiyetli görürler. Görüsleri çok dardir.
Buna ragmen kendilerini mütefekkir gözüyle görürler. Haseddirler, kibirli ve cimridirler. Herkesin ayiblarini arasdirirlar.
Çünkü gönül âleminden nasibleri yokdur.
Kabalik, husûnet; nefsinin tesiri altinda kalarak kendisini diger mü’min kardeslerinin fevkinde gören dar görüslü, kit akilli insanlarda görülen bir acâib ahlâkdir.
Bu tiynetde olanlar, kimse ile geçinemezler. Hiç bir devamli is tutunamazlar, bütün günleri öfke, sikinti içinde geçer. Iyilikden ziyâde zararlari fazla olur. Hem kendilerine, hem de cemiyete (topluma).
Ülfet ve Uzlet
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, ülfet etme ve ülfet edilme hususunda fahr-i kâinât sallallahü aleyhi ve sellem efendimizi ikaz ederek (uyararak) söyle buyurur:
- Eger sen kaba ve kati yürekli olsaydin, çevrendeki (insanlar) dagilir giderdi. (Al-i Imran, 159)
Böylece Cenâb-i Hakk uzlet ve halvetin “Ülfet etme” yani geçimli olma özelligi ile birlikde yapilmasini istemisdir. Bu husûsiyet kimde daha çok ve üstün derecede bulunursa; baslangiçda uzleti ve toplumdan uzak, tek basina yasamagi daha çok tercih eder. Bundan dolayi Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, sevgili habib-i edibine, husûsiyetle vahy gelmeden önceki ilk günlerde halveti (yalnizligi) daha çok sevdirdi. Zaman zaman Hirâ magarasina kapanir, geceler boyu Rabbina ibâdet ederdi. Uzleti tercih etmek. “Ülfet etme ve ülfet edilme” özelligini gidermez., “Ülfet etme ve ülfet edilme” fazîletine ermek isteyen ve uzletin, bu vasfi giderdigini ileri sürerek terk eden kimseler hatâya düsmüslerdir. Bu yanlis bir degerlendirmedir. Uzleti tercih etme, “ülfet etme ve ülfet edilme” vasfina en üstün derecede sahib olan peygamber-i izâm hazerâtinin yoludur.
Umumiyetle insanda, kendi cinsine karsi duydugu bir temayül, hissettigi bir yakinlik vardir. Konunun uzmani olan kisi, bir gerçegi kavrayinca, Cenâb-i Hakk, genel temâyüllerden nefsini kurtarmasi, tabiî meyillerden siyrilarak ulvî hedeflere yükselmesi ve ruhlarla ülfet edebilmesi için, onun gönlüne halvet ve uzlet sevgisini ilhâm eder. Nefsini bu alâkalarindan tam mânâsi ile siyirabildigi zaman, nefhâ-i ilâhî ile kopub geldigi kendi âlemindeki hem cinsleri ile yavas yavas ülfet etmege baslar. Daha sonra Cenâb-i Hakk o ruhlari mahlûkat arasina ve onlarla ihtilâta tertemiz olarak iâde eder. Nefsler, ruhlarin nûru ile aydinlanib tertemiz hâle gelince, onlarda “Ülfet etme ve ülfet edilme” özelligi en üstün derecede tezâhür eder (meydana çikar), ülfet eden ve ülfet edilen kisilere göre ülfet, en önemli isler arasina girer. Bu durum uzlete çekilen kisinin “Âlif ve me’lûf” olduguna delâlet eden en açik delillerdendir.
Böylece uzlet ve sohbetin delillerini bilmedigi halde mutlak mânâda uzleti kötü gören ve ülfet konusunda yanlislik yapan kimsenin hatâsi giderilmis olur. Yeri ve zamani geldi mi uzlet, yeri ve zamani geldiginde de sohbet tercih edilir. (Avarifü’l-Meârif’den)
Naksî Yolu
Naksbendî büyüklerinin halleri de evvela sülûk, sonra cezbe-i ilâhiyye ile Hakk’a vuslat, sonra bu usûl üzere insanlari Hakk’a götürmege çalismakdir.
Burada Naksbendî büyüklerinin su sözünü ancak düsünce ve idrâk sahibleri anlayabilir. “Bizim yolumuz daire gibidir. Sonu basinda dürülüdür. Digerlerinin yolu mustatildir. Yani uzayib giden bir yoldur. Sonu basindan görünmez.”
Yine bu yolun özelliklerinden birisi en kisa yol olmasidir. Adâbina riâyet edenin menzil-i maksûduna, yani arzu ettigi yere ulasacagina sübhe yokdur.
Hazreti Sâh-i Naksbend kuddise sirruh hazretleri:
- “Yolumuz en kisa yoldur. Allah’dan vâsil edecek bir yol istedim, istedigimi verdi” buyurmuslardir.
Resehat’da, Ubeydullah Ahrar -kuddise sirruh-’dan söyle nakledilir:
- “Bu tarikat, bu yol böyle bir yol iken nasil olur da sâliki Allah’a vâsil etmez? Nasil olur da sonu basinda dürülü olmaz? Fakat bu yola girib de istikâmet üzere bulunmayan ve istifade etmek için gayret göstermeyen, nasibini samimiyetle aramayan kimse, her zaman mahrûm kalacakdir. Gören bir göz olmadiktan sonra, günesin günâhi, sâlik, noksan bir adamin eline düsdü ise tarikatin günâhi nedir?” (Adâb risâlesi, Muhammed Hâni)
Naksî silsile-i âliyesinde dis sekillere yönelik bir takim rüsûm ve merâsimlere yer verilmemisdir.
Zikir dogrudan dogruya kalbe verilir, baslangiçda bir çok nâiliyetler görülmesine ragmen, ders terakki ettikçe bu lezzetler gaib olur, yerine mahrûmiyetler gelir. Halbuki diger tarîkatlerde, baslangiçda lezzet duyulmaz, son menzillerde vardir. Naksîligin basinda kurbiyet ve müsâhede vardir. Sonunda ise uzaklik ve mahrûmiyet. Evvelce alinan lezzetleri yitirmek, kurbiyetin sonuna varildiginin ispatidir.
Bu sebeble Naksbendî büyükleri, Semâ ve raksa müsâade etmezler, cehrî zikre de önem vermezler. Çünkü onlar matlûb (istenilen) huzur halini bulmuslardir. O hali bulan için cehrî zikire ihtiyaç kalmamisdir, hatta uzlete çekilmege de. Çünkü onlarin bulunduklari huzur hali aranilan en ulvî haldir. Bu hali bulanlarin ilâhi gibi yüksek sesle okunulan, kalbi tehyiç edici, harekete getirici vasitalara temayül göstermemesi lâzimdir. Çünkü sükût ve huzûr hali sevkin askin nihayetidir. Ama diger tarikatlar böyle degildir. Onlarin son duraklari kalb oldugu için uzlet, semâ gibi vasitalardan istifade yolunu arayabilirler ki nihayete gelebilsinler.
Huzûr halini bulan sâliklerde bu büyük ni’metin bir sükranesi olarak Allah Teâlâ’nin emirleri ve yasaklari hususunda çok müteyakkiz (uyanik) olmalari ve ibadetlerine büyük bir ihlâs ile devam etmeleri gerekir. Nasil olsa emelime nail oldum gibi düsüncelere kapilirsa, lâkaydilik, ihmalcilik, kibir, ucûb gibi kötü haller zuhûr edebilir. Sâlik çok akilli ve zeki olup bu gibi kötü sonuçlardan sakinmalidir. Daima tek yol taleb edilecektir. Rizâ-i ilâhi’yi tahsil...
Naksî silsile-i âliyesi ders verme selâhiyetine haiz olan zevâtin, sâliklerle sik sik görüsüb ders husûslarini, letâif vaziyetlerini,arîz, amîk yani inceden inceye kontrol edib, çogaltmak, azaltmak veyahud yerinde ibka etmek; icab ederse ileri letâif veya murâkabelere geçirmeleri lâzimdir. Vazife ihmâlinde büyük vebâl vardir. Gâye, tefâhur maksâdiyla adam doldurmak degil, Allah rizasi için insan yetisdirmek olmalidir.
Sevmek ve Sevilmek
Bir hadisi serifde buyurulmusdur ki:
- Mü’min Allah için sever ve sevilir. Sevmeyen ve sevilmeyen kimsede hayir yokdur.
Allah Teâlâ’nin yaratmis oldugu her canli ile geçimli olmak, peygamberân-i izâm hazerâtinin, ârif-i billah ve mukarrabîn zümresinin mümeyyiz sifatlarindandir.
Geçimsizlik ne kadar takbih edilmis ve, geçimlilik, herkese karsi güler yüz, tatli dil ve mülâyemetle mukabele ve muamelede bulunmak da tavsiye edilmistir.
Rasülü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz buyurur:
- Ya Âise! Kim ki rifk, mülâyemet ve itidâlden nasibini almis ise, dünyanin da ahiretin de en hayirli metâina nail olmus demekdir. Kim ki rifk, mülâyemet ve itidâlden mahrum kalmissa, dünyanin da âhiretin de en hayirli metâ’indan mahrum kalmis demektir.
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, Mûsa kelîmullah hazretlerini, Fir'avn’a gönderdiklerinde (onun iman etmeyecegini bildikleri halde) leyyin, yumusak bir lisanla konusmasini tavsiye etmisdir.
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyurur:
- Ben seni kendime peygamber seçtim. Sen kardesinle birlikde mucizelerimle git. Ikiniz de beni anmakda (risaletimi tebligde) gevseklik etmeyin.
- Ey Mûsâ Firavn’a gidin. Çünkü o hakikaten azdi (ben Rabbim dedi) varin ona yumusak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler, yahud korkar.” (Tâhâ Sûresi, 41-44)
Diger ayeti kerimelerde buyuruluyor ki:
- Hem Rabbinin ismini an ve her seyden kesilerek O’na ihlâs ile ibâdet et. O dogunun da, batinin da Rabbidir. O’ndan baska hiçbir ilâh yokdur. O halde yalniz O’nu kendine vekil edin. Ve inkârcilarin deyeceklerine (sana iftira ve yalanlarina) sabirli ol ve onlari güzel bir sekilde terk edib ayril.” (el-Müzzemil Sûresi, 8-10)
Geçimli olabilmek için, münâkasa ve cedelden uzak durmak gerekir. Münâkasayi terk etmeli, insan muhâtabina karsi daima yumusak davranmayi itiyad haline getirmelidir. Yerli yersiz münâkasalar, bilâkis karsisindakinin sevgisini azaltir, dostlugu giderir, hatta sirasina göre düsman eder. Hal böyle olunca, hem istenilen, yerine getirilmemis, hem de düsman kazanilmis olur.
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyurur:
“- Sen kötülügü en güzel sekilde sav. O zaman bakarsin ki, seninle arasinda düsmanlik bulunan kimse, sanki sicak bir dost oluvermistir.” (Fussilet Sûresi, (41) 34)
Kin ve hileden temizlenmis nefislerden cedel ve münâkasa arzusu çikarilib atilmisdir. Nefisde kin ve hîle bulundukça, insanin içinde cedel ve münakasa duygusu da bulunur. Insanin içinden cekisme duygusu çikinca, disinda da bunun eseri kalmaz. Nefisdeki kin duygusu bazan rekabet duygusuna benzer halde bulunur. Dünyadan züd yoluyla uzaklasan ve zühdünün âtesi, nefsini eriten kimselerin batininda kin ve hileden eser kalmaz. Mal ve makam sevgisi gibi, dünyevî isteklere ragbet bulunmaz.
Ve nitekim Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyurur:
- “Onlarin gögüslerinde kinden ne varsa çikarib atmisizdir.” (el-A’râf (7), 43)
Ebû Hafs kuddise sirruh buyurur:
- “Allah ile ülfet eden, O’nun sevgisinde ittifâk eden (birlesen) O’nun dostlugu ile bir araya gelen ve O’nun zikri ile üns duygusuna eren kalblerde kinden eser nasil bulunsun? Çünkü bu kalbler, nefsin kötü hislerinden, tabiatin zulmetinden arinmis, tevfik nûruyla aydinlanarak biri birinin kardesi olmustur.
Ibni Abbas radiyallahu anhuma hazretleri bir hadisi serifde söyle nakleder. Rasülü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem buyurur:
- Kardesinle cedellesme, ona yerine getiremeyecegin bir vaadde bulunma.” (Tirmizi)
Tasavvuf Nedir?
Ibn Abbas Radiyallahü anhüma'dan: Rasülü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki:
- Sende Allah’in sevdigi iki haslet vardir: Biri hilm, öbürü temkîn.” (Müslim)
Seyh Ebû Abdillah Dasîtânî kuddise sirruh'a sordular:
- Falan kimse havada uçuyor?
Dedi ki:
- Çaylak ve sinek de havada uçuyor.
Sordular:
- Falan kimse, bir lahzâda, bir sehirden diger sehre gidiyor.
Buyurdu ki:
- Seytan, bir nefesde dogudan batiya geçiyor. Bu gibi islerin pek degeri yoktur.
Asil yapilmasi murâd olan odur ki, insan, halk içinde otura, alis-veris ede, kadin ala, halka karisa, fakat bir nefes dahi Allah’dan gâfil olmaya.
Seyhe sordular:
- Tasavvuf nedir?
Söyle buyurdu:
- Basindaki maddî sevdâyi dagitasin; elindeki dünyaligi tercihle baskalarina veresin; sana her ne gelirse gelsin gönlünü kararli tutasin...
Ve ilâve etdi:
- Allah yeter, baskasi hevesdir. Bundan sonra nefes kesilir.
Yine buyurmustur ki:
- Allah ile kul arasindaki perde, ne yerdir, ne de semâ... Ars - kürsî de degildir. Asil perde senin zannin ve benligindir. Sayed bunlari ortadan kaldirir isen, yüce Hakk’a kavusursun.
Rasûlûllah'in Duâsi
Söyle anlatdi:
- Bir yolculuga çikmisdik. Bir köye erisdik. Orada sorduk:
- Burada büyüklerden kimse var midir?
Dediler ki:
- Burada büyüklerden biri vardi. Onun adina:
- DAR...derlerdi... Sorduk:
- Onu gören kimse var midir?
Dediler:
- Burada bir yasli vardi, o, onu görmüsdür.
Adam gönderdik, o yasli zat geldi, heybetli bir pîr idi. Kendisine sorduk:
- Sen Dar’i gördün mü? Söyle anlatdi:
- Küçük bir çocukdum; onu gördüm.
Sorduk:
- Ondan ne isitdin?
Dedi ki:
- Bende o kuvvet yokdu ki, onun sözünü bileyim... Ancak hatirimda bir söz kaldi. Söyle ki:
Bir gün yamali bir baslik giyen (veya yamali elbise ile örtünen) bir dervis yoldan geldi. Onun yanina varib selâm verdi. Sonra söyle dedi:
- Ayakkabimi çikarayim da ey seyh, seninle rahat olayim... Bütün âlemi dolastim. Ne rahatlik buldum, ne de rahatlik bulan birini gördüm.
Bunu dinleyen Pîr Dar söyle dedi:
- Neden kendinden el çekmedin? Hem rahat olurdun hem de halki rahat bulurdun...
Bunun üzerine ona söyle dedi:
- Bu söz bize yeter, madem ki o pîr böyle buyurmusdur bundan üstün söz olamaz.
Seyh efendi, bu kelâmlari ile insanin kendi nefsinde kalmamasina isaret buyurmuslardir.
Rasülü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri söyle münacaat etmekdedirler:
- “Allahim bir göz açip kapayacak kadar, hatta daha az, beni nefsimle birakma...”
Gönül Darliginin Sebebleri
Mevlânâ Celâleddin Muhammed Rûmî hazretleri, arkadaslarindan birini üzüntülü gördü ve söyle dedi:
- Bütün gönül darligi, bu âleme gönül baglamaktan gelir, kendini yok bilirsen, her renge bakarsin, her lezzeti tadarsin, bilesin ki bunlarin hiç birisi ile kalmazsin! Sunlari bilesin ki bunlari gördükten sonra, öyle bir yere gideceksin ki, orada hiç
gönül darligi çekmeyeceksin.
Gene buyurdular:
- Allah zikri en büyüktür. (29/45)
Meâlini tasiyan âyet-i kerimenin mânâsi su demege gelmez.
- Allah seni andigi zaman sen de onu anasin. Çünkü Allah zikri çok çok üstündür. Senin anman, sâdece distadir; neyin yerini tutabilir ki!
Bu mânâyi çözmelisin, anlamalisin, bu mânâ senin önderin olmalidir.
Bir kimse ihtiyar bir kadina söyle dedi:
- Yüce Hakk’i nerede arayayim?
O kadin söyle dedi:
- Hay babacan! Nerede aradin da bulamadin ki, her nerede istersen bulursun... Zira:
- “Arayan bulur”
mânâsi açikdir.
Söyle anlatdi:
- Bir genç bir büyügün yanina gitdi ve söyle dedi:
- Bana bir seyler söyle.
O büyük, bir saat basini asagi egip düsündü, sonra basini kaldirip:
- Ey genç! Cevab mi bekliyorsun?
Genç:
- Evet dedi..
O büyük zât söyle buyurdu:
- Her ne var ki, Hak Teâlâ’nin gayridir, söylemege degmez, her ne sey ki yüce Hakk’i anlatir, o da tabirlere sigmaz.
Zira Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri her hangi bir vasifla anlatilmakdan, herhangi bir yolla tam olarak anilmaktan, yana üstünlüge sahibdir.
Yukarida ismi geçen Dar ismindeki büyük zâtin sözleri ne kadar uyandiricidir. Dervisin:
- Bütün âlemi dolasdim, ne rahatlik buldum, ne
de rahatlik bulan birini gördüm sözünü dinleyen Dar’in:
“- Neden kendinden el çekmedin, hem kendin rahat olurdun, hem de herkesi rahat bulurdun.” sözü çok derin mânâ tasir.
Dar hazretlerinin isâret etdigi sahislar pek enderdir. Yalniz seyr ü sülûk yoluna girenler müstesna. Bunlar büyük bir ihlâs üzere mürsidlerine karsi teslimiyetleri ve muhabbetleri derecesinde kalbleri tasfiye ve nefisleri tezkiye olur, verilenleri tam ifâ etmek sartiyla...
O zaman nefislerinin kötülüklerini anlarlar ve onun serrinden Cenâb-i Hakk’a iltica ederler. Allah’i anmadan yapamazlar, Allah’i andikça da sevkleri, asklari tezâyüd eder. Allah’in sevgisi de gönülde yerlesince, masivâya, dünya sevgisine yer kalmaz. Allah Teâlâ’nin sevgisi her tarafi kaplayinca hem kendi rahat eder, hem de herkesi rahat bulur. Rabbimiz Teâlâ hazretleri bu hali hepimize nasip etsin!
Yunus Emre hazretleri buyurur:
Asik oldum ben Allah’in adina
Doyamadim lezzetine tadina
Simdi girdim erenler meydanina
Bana Allah gerek, cihan kâr etmez
Benim gönlüm dîdar ister eglenmez.