55/RAHMÂN-1: Er rahmân(rahmânu).
(O) Rahman'dır.
55/RAHMÂN-2: Allemel kur’ân(kur’âne).
Kur'ân'ı, O öğretti.
55/RAHMÂN-3: Halakal insân(insâne).
İnsanı, O yarattı.
55/RAHMÂN-4: Allemehul beyân(beyâne).
Ona, beyanı (idrak edip ifade etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.
55/RAHMÂN-5: Eş şemsu vel kameru bi husbân(husbânin).
Güneş ve Ay (yaratılışları ve yörüngelerindeki hareketleri), (astrofizik) hesaplarladır (hassas dengelerle dizayn edilmiştir).
55/RAHMÂN-6: Ven necmu veş şeceru yescudân(yescudâni).
Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (Allah'a) secde ederler.
55/RAHMÂN-7: Ves semâe refeahâ ve vedaal mîzân(mîzâne).
Ve sema; onu yükseltti (astrofizik kurallara göre büyük patlama teorisi gereğince içten dışa bir genişleme ve yükselme olayını gerçekleştirdi) ve mizanı (ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin dengesini) vazetti.
55/RAHMÂN-8: Ellâ tatgav fîl mîzân(mîzâni).
Mizanda (ölçmede) haddi aşmayınız (haksızlık yapmayınız).
55/RAHMÂN-9: Ve ekîmul vezne bil kıstı ve lâ tuhsırûl mîzân(mîzâne).
Ve vezni (tartmayı), adaletle yapın ve mizanı eksiltmeyin (ölçmede eksiklik yapmayın).
55/RAHMÂN-10: Vel arda vedaahâ lil enâm(enâmi).
Ve arz; onu, hayvanlar (ve bütün canlılar) için vazetti (jeolojik olaylarla, üzerinde canlıların yaşayabileceği şekilde dizayn etti).
55/RAHMÂN-11: Fîhâ fâkihetun vennahlu zâtul ekmâm(ekmâmi).
Orada meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır.
55/RAHMÂN-12: Vel habbu zul asfi ver reyhân(reyhânu).
Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler vardır.
55/RAHMÂN-13: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-14: Halakal insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri).
(Allah) insanı, fahhar gibi ses veren salsalinden yarattı.
55/RAHMÂN-15: Ve halakal cânne min mâricin min nâr(nârin).
Ve cinleri, mariç ateşten (parlak, dumanı olmayan alevden, enerjiden) yarattı.
55/RAHMÂN-16: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-17: Rabbul meşrikayni ve rabbul magribeyn(magribeyni).
O, iki doğunun ve iki batının (insanlara göre doğu ve batının ve de cinlere göre doğu ve batının) Rabbidir.
55/RAHMÂN-18: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-19: Merecel bahreyni yeltekıyân(yeltekıyâni).
İki denizi birbiri ile karşılaşacak (birbirine kavuşacak) şekilde akıttı.
55/RAHMÂN-20: Beynehumâ berzehun lâ yebgıyân(yebgıyâni).
İkisi arasında berzah (engel) vardır, ikisi birbirinin sınırını geçemez (birbirinin özelliğini, düzenini bozamaz).
55/RAHMÂN-21: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-22: Yahrucu min humel lûluu vel mercân(mercânu).
İkisinden de inci ve mercan çıkar.
55/RAHMÂN-23: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-24: Ve lehul cevâril munşeâtu fîl bahri kel alâm(alâmi).
Denizde akıp giden, dağlar gibi (yüksek) inşa edilmiş büyük gemiler O'nundur.
55/RAHMÂN-25: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-26: Kullu men aleyhâ fân(fânin).
Bütün kişiler (insanlar ve cinler) fanidir (yok olucudur).
55/RAHMÂN-27: Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm(ikrâmi).
Ve celâl ve ikram sahibi Rabbinin Vechi (Zatı) bâki kalacaktır.
55/RAHMÂN-28: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-29: Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.
Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir.
55/RAHMÂN-30: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-31: Se nefrugu lekum eyyuhes sekalân(sekalâni).
Ey ağırlık sahibi olanlar (kendi âlemlerinde fizik ağırlığı ve bilinçli varlıklar olmaları sebebiyle, ağır sorumluluğu olan insanlar ve cinler)! Yakında sizinle ilgileneceğiz (mahşerde hesabınızı göreceğiz).
55/RAHMÂN-32: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-33: Yâ ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân(sultânin).
Ey insan ve cin topluluğu! Semaların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid) olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).
55/RAHMÂN-34: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-35: Yurselu aleykumâ şuvâzun min nârin ve nuhâsun fe lâ tentesırân(tentesırâni).
Sizin üzerinize, ateşten bir alev ve duman gönderilir. O zaman yardımlaşamazsınız (kurtulamazsınız).
55/RAHMÂN-36: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-37: Fe îzen şakkatis semâu fe kânet verdeten keddihân(keddihâni).
Gökyüzü yarılınca, işte o zaman, erimiş yağ (rengi) gibi kırmızı bir gül haline gelmiştir.
55/RAHMÂN-38: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-39: Fe yevme îzin lâ yus’elu an zenbihî insun ve lâ cânn(cânnun).
Artık izin günü insanlar ve cinler, günahlarından sorulmaz.
55/RAHMÂN-40: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-41: Yu’reful mucrımûne bi sîmâhum fe yu’hazu bin nevâsî vel akdâm(akdâmi).
Mücrimler (suçlular) simalarından tanınır. Böylece onlar alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
55/RAHMÂN-42: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-43: Hâzihî cehennemulletî yukezzibu bi hel mucrimûn(mucrimûne).
İşte bu, mücrimlerin yalanladığı cehennem.
55/RAHMÂN-44: Yetûfûne beynehâ ve beyne hamîmin ân(ânin).
Onunla (cehennemle) kızgın kaynar su arasında dönüp dolaşırlar.
55/RAHMÂN-45: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-46: Ve li men hâfe makâme rabbihî cennetân(cennetâni).
Rabbinin makamından korkan kimseler için iki cennet vardır.
55/RAHMÂN-47: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-48: Zevâtâ efnân(efnânin).
İkisi de fenlere (bilimsel ve sanatsal güzelliklere, çeşitli ağaçlara) sahiptir.
55/RAHMÂN-49: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-50: Fîhi mâ aynâni tecriyân(tecriyâni).
İkisinde de akan iki pınar vardır.
55/RAHMÂN-51: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-52: Fîhi mâ min kulli fâtihetin zevcân(zevcâni).
İkisinde de (iki cennette de) bütün meyvelerden iki çift vardır.
55/RAHMÂN-53: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-54: Muttekiîne alâ furuşin betâinuhâ min istebrak(istebrakin), ve cenel cenneteyni dân(dânin).
Astarları kalın ipek atlas olan döşekler üzerine yaslanmışlardır. Ve iki cennetin de devşirilen meyveleri (cennet ehline) yakındır.
55/RAHMÂN-55: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-56: Fîhinne kâsirâtut tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn(cânnun).
Onlarda (iki cennette de) bakışlarını (yalnız eşlerine) hasreten eşler vardır. Kendilerine onlardan önce insan ve cin dokunmamıştır.
55/RAHMÂN-57: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-58: Ke enne hunnel yâkûtu vel mercân(mercânu).
Onlar sanki yakut ve mercan gibidir.
55/RAHMÂN-59: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-60: Hel cezâul ihsâni illel ihsân(ihsânu).
İhsanın, ihsandan başka mükâfatı var mı ki (olabilir mi)?
55/RAHMÂN-61: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-62: Ve min dûnihimâ cennetân(cennetâni).
Ve ikisinden başka iki cennet daha vardır.
55/RAHMÂN-63: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-64: Mud hâmmetân(hâmmetâni).
İkisi de (iki cennet de) yemyeşildir.
55/RAHMÂN-65: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-66: Fîhi mâ aynâni neddâhatân(neddâhatâni).
İkisinde de (iki cennette de) devamlı fışkırıp gürül gürül akan iki pınar vardır.
55/RAHMÂN-67: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-68: Fîhi mâ fâkihetun ve nahlun ve rummân(rummânun).
İkisinde de (iki cennette de) meyveler, hurmalar ve narlar vardır.
55/RAHMÂN-69: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-70: Fîhinne hayrâtun hisân(hisânun).
Onlarda (cennetlerde), hayırlı güzel kadınlar vardır.
55/RAHMÂN-71: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-72: Hûrun maksûrâtun fîl hiyâm(hiyâmi).
Otağlarda (özel çadırlarda) huriler vardır.
55/RAHMÂN-73: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-74: Lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn(cânnun).
Onlara, kendilerinden önce insanlar dokunmamıştır ve cinler de (dokunmamıştır).
55/RAHMÂN-75: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-76: Muttekiîne alâ refrefin hudrin ve abkariyyin hisân(hisânin).
Onlar (cennetlikler), yüksek yeşil refrefler (yastıklar) ve harikulâde güzel işlemeli döşekler üzerine yaslananlardır.
55/RAHMÂN-77: Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni'metlerini yalanlıyorsunuz?
55/RAHMÂN-78: Tebârekesmu rabbike zîl celâli vel ikrâm(ikrâmi).
Celâl ve İkram Sahibi Rabbinin İsmi Mübarek'tir (Çok Yüce'dir)
.
VÂKIA Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
56/VÂKIA-1: İzâ ve kaatil vâkıah(vâkıatu).
O vakıa (müthiş olay) vuku bulduğu zaman.
56/VÂKIA-2: Leyse li vak’atihâ kâzibeh(kâzibetun).
Onun vuku bulmasını yalanlayan (kimse) yoktur.
56/VÂKIA-3: Hâfidatun râfiah(râfiatun).
O; alçaltıcıdır, yükselticidir.
56/VÂKIA-4: İzâ ruccetil ardu reccâ(reccen).
O zaman arz (yeryüzü) şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmıştır.
56/VÂKIA-5: Ve bussetil cibâlu bessâ(bessen).
Ve dağlar ufalanarak parçalanmıştır.
56/VÂKIA-6: Fe kânet hebâen mun bessâ(bessen).
Böylece dağılıp toz zerrecikleri haline gelmiştir.
56/VÂKIA-7: Ve kuntum ezvâcen selâseh(selâseten).
Ve (o zaman) siz üç sınıfa ayrılmış olursunuz.
56/VÂKIA-8: Fe ashâbul meymeneti mâ ashâbul meymeneti.
İşte ashabı meymene [meymene sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sağından verilen cennetlikler], (ama) ne ashabı meymene!
56/VÂKIA-9: Ve ashâbul meş'emeti mâ ashâbul meş’emeti.
Ve ashabı meşeme [meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) solundan verilen cehennemlikler], (ama) ne ashabı meşeme!
56/VÂKIA-10: Ves sâbikûnes sâbikûn(sâbikûne).
Ve sabikunlar (hayırlarda yarışıp ileri geçenler), sabikunlar.
56/VÂKIA-11: Ulâikel mukarrebûn(mukarrebûne).
İşte onlar (sabikunlar). Mukarrip (Allah'a yaklaştırılmış) olanlardır.
56/VÂKIA-12: Fî cennâtin naîm(naîmi).
(Onlar), naim cennetlerindedirler.
56/VÂKIA-13: Sulletun minel evvelîn(evvelîne).
(Onlar), evvelkilerden bir ümmettir.
56/VÂKIA-14: Ve kalîlun minel âhirîn(âhirîne).
Ve (onların) birazı sonrakilerdendir.
56/VÂKIA-15: Alâ sururin mevdûnetin.
Altın ile örülmüş, mücevherlerle (inci ve yakutla) süslenmiş tahtlar üzerinde.
56/VÂKIA-16: Muttekiîne aleyhâ mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Onların üzerinde karşılıklı olarak yaslananlar onlardır (mukarrebun olanlardır).
56/VÂKIA-17: Yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn(muhalledûne).
Onların etrafında halidun olan (ölümsüz) gençler dolaşır.
56/VÂKIA-18: Bi ekvâbin ve ebârîka ve ke’sin min maîn(maînin).
Akan pınarlardan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve billur kadehler ile.
56/VÂKIA-19: Lâ yusaddeûne anhâ ve lâ yunzifûn(yunzifûne).
Ondan (o şaraptan) başları ağrımaz ve sarhoş olmazlar.
56/VÂKIA-20: Ve fâkihetin mimmâ yetehayyerûn(yetehayyerûne).
Ve arzu ettikleri meyvelerden.
56/VÂKIA-21: Ve lahmi tayrin mimmâ yeştehûn(yeştehûne).
Ve canlarının çektiği kuş etlerinden (sunulur).
56/VÂKIA-22: Ve hûrun înun.
Ve harika güzel gözlü huriler (vardır).
56/VÂKIA-23: Ke emsâlil lu’luil meknûn(meknûni).
Sanki saklanmış inci tanesi gibi.
56/VÂKIA-24: Cezâen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Yapmış olduklarının mükâfatı olarak.
56/VÂKIA-25: Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ te’sîmâ(te’sîmen).
Orada boş bir söz işitmezler ve günaha girmezler.
56/VÂKIA-26: İllâ kîlen selâmen selâmâ(selâmen).
Sadece selâm, selâm sözü söylenir.
56/VÂKIA-27: Ve ashâbul yemîni mâ ashâbul yemîn(yemîni).
Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) sağından verilenler], (ama) ne ashabı yemin!
56/VÂKIA-28: Fî sidrin mahdûd(mahdûdin).
(Ashabı yemin), dikensiz sedir ağaçları arasında.
56/VÂKIA-29: Ve talhın mendûd(mendûdin).
Ve meyveleri kat kat dizili muz ağaçları (arasında).
56/VÂKIA-30: Ve zıllin memdûd(memdûdin).
Ve uzayan gölgeler (içinde).
56/VÂKIA-31: Ve mâin meskûb(meskûbin).
Ve çağlayan sular (arasında).
56/VÂKIA-32: Ve fâkihetin kesîrah(kesîretin)
Ve pekçok meyveler (arasında).
56/VÂKIA-33: Lâ maktûatin ve lâ memnûah(memnûatin).
Eksilmeyen ve yasaklanmayan.
56/VÂKIA-34: Ve furuşin merfûah(merfûatin).
Ve yüksetilmiş döşeklerdedirler (tahtlardadırlar).
56/VÂKIA-35: İnnâ enşe’nâ hunne inşââ(inşâen).
Muhakkak ki Biz, onları yeni bir inşa (yaratılış) ile inşa ettik (yarattık).
56/VÂKIA-36: Fe cealnâ hunne ebkârân(ebkâren).
Böylece Biz, onları bakireler kıldık.
56/VÂKIA-37: Uruben etrâbâ(etrâben).
Eşlerine düşkün, aynı yaşta olarak.
56/VÂKIA-38: Li ashâbil yemîn(yemîni).
Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) önünden ve sağından verilenler] için.
56/VÂKIA-39: Sulletun minel evvelîn(evvelîne).
(Onlar) evvelkilerden bir ümmettir.
56/VÂKIA-40: Ve sulletun minel âhırîn(âhırîne).
Ve de sonrakilerden bir ümmettir.
56/VÂKIA-41: Ve ashâbuş şimâli mâ ashâbuş şimâl(şimâli).
Ve ashabuş şimal [şeamet (kötülük), meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sollarından verilenler, cehennemlikler], (ama) ne ashabuş şimal!
56/VÂKIA-42: Fî semûmin ve hamîm(hamîmin).
(Ashabuş şimal), semum (iliklere işleyen bir sıcaklık) ve hamim (kaynar su) içindedir.
56/VÂKIA-43: Ve zıllin min yahmûm(yahmûmin).
Ve kara dumandan bir gölge ki.
56/VÂKIA-44: Lâ bâridin ve lâ kerîm(kerîmin).
Ne serinleticidir ne de rahatlatıcıdır.
56/VÂKIA-45: İnnehum kânû kable zâlike mutrefîn(mutrefîne).
Muhakkak ki onlar, daha önce mutrafi idiler (varlık içinde zevklerine dalmışlardı).
56/VÂKIA-46: Ve kânû yusirrûne alel hınsil azîm(azîmi).
Ve onlar, büyük günahta ısrar ediyorlardı.
56/VÂKIA-47: Ve kânû yekûlûne e izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâ men e innâ le meb’ûsûn(meb’ûsûne).
Ve şöyle diyorlardı: “Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz gerçekten, mutlaka beas mı edileceğiz (yeniden mi diriltileceğiz)?”
56/VÂKIA-48: E ve âbâunel evvelûn(evvelûne).
Ve evvelki (bizden önce ölen) babalarımız (atalarımız) da mı?
56/VÂKIA-49: Kul innel evvelîne vel âhirîn(âhirîne).
De ki: “Muhakkak ki evvelkiler ve sonrakiler de (diriltilecek).”
56/VÂKIA-50: Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
Malûm (bilinen) günün, belirlenmiş bir vaktinde mutlaka toplanılmış olacaklardır.
56/VÂKIA-51: Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn(mukezzibûne).
Sonra siz, ey gerçekten dalâlette olan yalanlayıcılar!
56/VÂKIA-52: Le âkilûne min şecerin min zakkumin.
Siz mutlaka zakkum ağacından yiyecek olanlarsınız.
56/VÂKIA-53: Fe mâ liûne minhel butûn(butûne).
Böylece karınlarını onunla dolduracak olanlarsınız.
56/VÂKIA-54: Fe şâribûne aleyhi minel hamîm(hamîmi).
Sonra da onun üzerine hamimden (kaynar sudan) içecek olanlarsınız.
56/VÂKIA-55: Fe şâribûne şurbel hîm(hîmi).
Öyle ki, içtikçe susayan hasta develerin içişi gibi içecek olanlarsınız.
56/VÂKIA-56: Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn(dîni).
(İşte) bu, onların dîn günündeki ziyafetleridir.
56/VÂKIA-57: Nahnu halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn(tusaddikûne).
Sizi Biz, Biz yarattık. Hâlâ tasdik etmiyorsanız.
56/VÂKIA-58: E fe reeytum mâ tumnûn(tumnûne).
Öyleyse akıttığınız meni nedir, gördünüz mü (ne olduğunu idrak ettiniz mi)?
56/VÂKIA-59: E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn(hâlikûne).
Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan Biz miyiz?
56/VÂKIA-60: Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mes- bûkîn(mesbûkîne).
Sizin aranızda ölümü Biz, Biz takdir ettik. Ve Biz, önüne geçilmiş (veya geçilebilecek) olan değiliz (bu takdirimizi kimse bozamaz).
56/VÂKIA-61: Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Sizin (dünya hayatındaki) emsallerinizi (bedenlerinizi), (ölümle) değiştirmemiz ve (ahiret âlemi için) sizi, bilmediğiniz bir şekilde (yeniden) yaratmamızda (Bizi geçecek yoktur).
56/VÂKIA-62: Ve lekad alimtumunneş etel ûlâ fe lev lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve andolsun ki, ilk neş'eti (yaratılışı) bildiniz, hâlâ tezekkür (tefekkür) etmiyorsanız.
56/VÂKIA-63: E fe reeytum mâ tahrusûn(tahrusûne).
Öyleyse ektiğiniz ekin nedir (onu) gördünüz mü? (Her bitkinin tohumundan kendi türüne has yeni bir bitkinin yetişmesi için gerekli olan şifrelerin ve gelişim programının, ektiğiniz tohum içinde saklı olduğunu biliyor musunuz, idrak ediyor musunuz?)
56/VÂKIA-64: E entum tezre ûnehû em nahnuz zâriûn(zâriûne).
Onu siz mi yetiştiriyorsunuz, yoksa onu yetiştiren Biz miyiz?
56/VÂKIA-65: Lev neşâu le cealnâhu hutâmen fe zaltum tefekkehûn(tefekkehûne).
Eğer Biz dileseydik, elbette onu kuru ot kılardık (yapardık). O zaman siz şaşırıp kalırdınız.
56/VÂKIA-66: İnnâ le mugremûn(mugremûne).
Gerçekten biz ziyana uğrayanlarız.
56/VÂKIA-67: Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne).
Hayır, biz mahsulden (üründen) mahrum bırakılanlarız (derdiniz).
56/VÂKIA-68: E fe reeytumul mâellezî teşrebûn(teşrebûne).
Ayrıca siz, o içiyor olduğunuz suyu gördünüz mü?
56/VÂKIA-69: E entum enzeltumûhu minel muzni em nahnul munzilûn(munzilûne).
Onu (suyu) bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?
56/VÂKIA-70: Lev neşâu cealnâhu ucâcen fe levlâ teşkurûn(teşkurûne).
Eğer dileseydik, onu acı kılardık (yapardık), öyle ise (niçin) hâlâ şükretmiyorsunuz?
56/VÂKIA-71: E fe reeytumun nârelletî tûrûn(tûrûne).
Ayrıca o yaktığınız ateşi gördünüz mü?
56/VÂKIA-72: E entum enşe’tum şeceretehâ em nahnul munşiûn(munşiûne).
Onun ağacını siz mi inşa ettiniz, yoksa inşa eden (halkeden) Biz miyiz?
56/VÂKIA-73: Nahnu cealnâhâ tezkireten ve metâan lil mukvîn(mukvîne).
Biz, onu (ateşi) bir ibret ve çöl yolcuları (sahrada konaklayanlar) için bir meta (ısı ve ışık kaynağı) kıldık.
56/VÂKIA-74: Fe sebbih bismi rabbikel azîm(azîmi).
Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.
56/VÂKIA-75: Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm(nucûmi).
Artık hayır! Yıldızların mevkilerine yemin ederim.
56/VÂKIA-76: Ve innehu le kasemun lev ta’lemûne azîm(azîmun).
Ve muhakkak ki o, gerçekten çok büyük bir yemindir, keşke bilseniz.
56/VÂKIA-77: İnnehu le kur’ânun kerîm(kerîmun).
Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur'ân'dır (Kur'ân-ı Kerim'dir).
56/VÂKIA-78: Fî kitâbin meknûn(meknûnin).
Mahfuz (korunmuş) olan bir Kitap'tadır (Levhi Mahfuz'dadır).
56/VÂKIA-79: Lâ yemessuhû illel mutahherûn(mutahherûne).
O'na, tahir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.
56/VÂKIA-80: Tenzîlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi tarafından (kısım kısım, âyet âyet) indirilmiştir.
56/VÂKIA-81: E fe bi hâzel hadîsi entum mudhinûn(mudhinûne).
Yoksa siz, bu söze inanmayan, şüphe eden kimseler misiniz?
56/VÂKIA-82: Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn(tukezzibûne).
Ve siz, yalanlamış olmanızı kendinize rızık ediniyorsunuz. (Kur'ân'daki sözlerin âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğinden şüphe ettiğiniz için rızkınız, nasibiniz sadece yalanlamak oluyor.)
56/VÂKIA-83: Fe lev lâ izâ belegatil hulkûme(hulkûme).
O halde can boğaza gelmiş olsa değil mi ki (siz öylece).
56/VÂKIA-84: Ve entum hîne izin tenzurûn(tenzurûne).
Ve siz, o anda (ona öylece, bir yardım yapamayarak sadece) bakarsınız.
56/VÂKIA-85: Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn(tubsirûne).
Ve Biz, ona sizden daha yakınız fakat siz görmezsiniz.
56/VÂKIA-86: Fe lev lâ in kuntum gayre medînîn(medînîne).
Öyleyse eğer siz (amellerinizin karşılığında) ceza görecek kimseler değil iseniz.
56/VÂKIA-87: Terciûnehâ in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Eğer siz sadıklarsanız, onu geri çevirirsiniz.
56/VÂKIA-88: Fe emmâ in kâne minel mukarrebîne(mukarrebîne).
Fakat o eğer mukarrebin olanlardan (Allah'a yakın olanlardan) ise.
56/VÂKIA-89: Fe revhun ve reyhânun ve cennetu naîm(naîmin).
O taktirde, ferahlık, huzur, güzel kokulu bitkiler ve naim cenneti vardır.
56/VÂKIA-90: Ve emmâ in kâne min ashâbil yemîn(yemîni).
Fakat yemin sahiplerinden (ashabı yeminden yani hayat filmleri sağından verilenlerden) ise.
56/VÂKIA-91: Fe selâmun leke min ashâbil yemîn(yemîni).
O zaman ashabı yeminden (hayat filmleri sağından verilenlerden) “sana selâm olsun” (denir).
56/VÂKIA-92: Ve emmâ in kâne minel mukezzibîned dâllîn(dâllîne).
Ve fakat dalâlette olan ve yalanlayanlardan ise.
56/VÂKIA-93: Fe nuzulun min hamîm(hamîmin).
O taktirde kaynar sudan bir ziyafet vardır.
56/VÂKIA-94: Ve tasliyetu cahîm(cahîmin).
Ve alevli ateşe atılma vardır.
56/VÂKIA-95: İnne hâzâ le huve hakkul yakîn(yakîni).
Muhakkak ki bu (anlatılanlar), elbette o (verilen haberler), Hakk'ul yakîn'dir (yakîn olan haktır, kesin olarak gerçektir).
56/VÂKIA-96: Fe sebbih bismi rabbikel azîm(azîmi).
Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.
.
HADÎD Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
57/HADÎD-1: Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Semalarda ve arzdaki herşey Allah'ı tesbih etti (ve etmektedir). Ve O; Azîz'dir, Hakîm'dir.
57/HADÎD-2: Lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), yuhyî ve yumît(yumîtu), ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Semaların ve arzın (yeryüzünün) mülkü O'nundur. Hayata getirir ve öldürür. Ve O, herşeye kaadirdir.
57/HADÎD-3: Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O, evveldir (ilktir) ve ahirdir (sondur), zahirdir (alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.
57/HADÎD-4: Huvellezî halakas semâvâti vel ardafisitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), a’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O'dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir.
57/HADÎD-5: Lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. (Bütün) işler Allah'a döndürülür.
57/HADÎD-6: Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyl(leyli) ve huve alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Geceyi, gündüzün içine sokar. Ve gündüzü, gecenin içine sokar. Ve O, sinelerde olanı (sırları, niyetleri, düşünceleri) en iyi bilendir.
57/HADÎD-7: Âminû billâhi ve resûlihî ve enfikû mimmâ cealekum mustahlefîne fîh(fîhi), fellezîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr(kebîrun).
Allah'a ve O'nun Resûlü'ne îmân edin. Ve sizi vekil kıldığı şeylerden infâk edin. Böylece sizden âmenû olup infâk edenler için büyük ecir vardır.
57/HADÎD-8: Ve mâ lekum lâ tu’minûne billâh(billâhi), ver resûlu yed’ûkum li tû’minû bi rabbikum ve kad e haze mîsâkakum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve size ne oluyor ki, Allah'a inanmıyorsunuz. Ve resûl, sizi Rabbinize îmân etmeniz için çağırıyor. Eğer siz inananlarsanız Allah, sizin (daha önce Rabbinizi tasdik etmiş olduğunuz) misakinizi almıştı.
57/HADÎD-9: Huvellezî yunezzilu alâ abdihî âyâtin beyyinâtin li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve innellâhe bikum le raûfun rahîm(rahîmun).
Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için kuluna açık âyetler indiren O'dur. Ve muhakkak ki Allah, sizin için elbette Rauf'tur, Rahîm'dir.
57/HADÎD-10: Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi, ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı), lâ yestevî minkum men enfeka min kablil fethi ve kâtel(kâtele), ulâike a’zamu dereceten minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû ve kullen ve adallâhul husnâ, vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ve size ne oluyor ki, Allah'ın yolunda infâk etmiyorsunuz? Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce infâk eden ve savaşanlar, işte onlar, daha sonra (fetihten sonra) infâk eden ve savaşanlarla bir değildir, onlardan daha yüksek (azamî) derece sahibidirler. Ve Allah, hepsine hüsna'yı vaadetti. Ve Allah, yaptıklarınızdan en iyi haberdar olandır.
57/HADÎD-11: Men zellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehu ve lehû ecrun kerîm(kerîmun).
Kim ki Allah'a (Allah için) güzel bir borç verir, o taktirde o (borç), ona kat kat ödenir. Ve onun için kerim ecir vardır.
57/HADÎD-12: Yevme terel mû’minîne vel mû’minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim ve bi eymânihim buşrâkumul yevme cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîh(fîhâ), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
O gün, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. Bugün sizin müjdeniz, orada ebediyyen kalacağınız, altından nehirler akan cennetlerdir. İşte o, fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
57/HADÎD-13: Yevme yekûlul munâfikûne vel munâfikâtu lillezîne âmenûnzurûnâ naktebis min nûrikum, kîlerci’û verâekum fel temisû nûrâ(nûren), fe duribe beynehum bi sûrin lehu bâb(bâbun), bâtınuhu fîhir rahmetu ve zâhiruhu min kıbelihil azâb(azâbu).
Münafık erkeklerin ve münafık kadınların, âmenû olanlara: “Bizi bekleyin, sizin nurunuzdan bir parça alalım.” diyeceği gün, onlara: “Haydi arkanıza dönün ve nur arayın.” denir. Artık onların arasına, kapısı olan bir duvar çekilmiştir. Onun iç kısmında, orada rahmet ve onun dış tarafında, ondan (duvardan) önce azap vardır.
57/HADÎD-14: Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr(garûmu).
Onlara seslenirler: “Biz, sizinle beraber olmadık mı?” (Onlar): “Evet, fakat siz kendinizi fitneye düşürdünüz, beklediniz ve şüphe ettiniz. Allah'ın emri (ölüm emri) gelinceye kadar emaniyye sizi aldattı. Ve garur (aldatanlar, şeytan ve avaneleri), sizi Allah ile (Allah “Gafur'dur, Rahîm'dir, sizi affeder.” diyerek) aldattı.” dediler.
57/HADÎD-15: Fel yevme lâ yû’hazu minkum fîd yetun ve lâ minellezîne keferû, me’vâkumun nâr(nâru), hiye mevlâkum, ve bi’sel masîr(masîru).
Artık o gün, sizden bir fidye (bedel) alınmaz (kabul edilmez) ve kâfirlerden de. Sizin mevanız (sığınağınız) ateştir, sizin mevlânız (dostunuz) odur. Ve ne kötü varış yeri.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
57/HADÎD-17: İ’lemû ennellâhe yuhyil arda ba’de mevtihâ, kad beyyennâ lekumul âyâti leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Allah'ın, arzı, ölümünden sonra ona hayat vererek dirilttiğini bilin. (Böylece) âyetleri size açıklamış olduk. Umulur ki, böylece siz akıl edersiniz.
57/HADÎD-18: İnnel mussaddikîne vel mussaddikâti ve akradûllâhe kardan hasenen yudâafu lehum ve lehum ecrun kerîm(kerîmun).
Muhakkak ki, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah'a (Allah için) güzel borç verenler (sadakalar ve borçlar) onlara kat kat ödenir. Ve onlar için kerim ecir vardır.
57/HADÎD-19: Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
Ve, Allah'a ve O'nun Resûl'üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir. Rab'lerinin yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır.
57/HADÎD-20: İ’lemû ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fîl emvâli vel evlâd(evlâdi), ke meseli gaysin a’cebel kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferren summe yekûnu hutâmâ(hutâmen), ve fîl âhıreti azâbun şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân(rıdvânun), ve mel hayâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).
Dünya hayatının oyun, eğlence ve bir süs olduğunu bilin, aranızda bir övünme ve mal ve evlât çokluğudur. (Dünya hayatı), yağmurun bitirdiği, ekincinin hoşuna giden ekin gibidir. Bir süre sonra kurur, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da o çöp olur. Ahirette şiddetli azap, Allah'tan mağfiret ve Allah'ın rızası vardır. Ve dünya hayatı aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
57/HADÎD-21: Sâbikû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ keardıs semâi vel ardı uıddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulih(rusulihî), zâlike fadlullâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).
Rabbinizden mağfirete ve genişliği, yeryüzü ve gökyüzünün genişliği kadar olan, Allah'a ve O'nun Resûl'üne inananlar için hazırlanmış olan cennete (kavuşmak için) yarışın. İşte bu, Allah'ın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
57/HADÎD-22: Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
Yeryüzünde ve kendi nefslerinizde, sizlere isabet eden bir musîbet yoktur ki, onu yaratmamızdan önce kitapta yazılmamış olsun. Muhakkak ki bu, Allah'a kolaydır.
57/HADÎD-23: Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
Sizin elinizden çıkan şeye üzülmemeniz ve size verilen şeyle sevinmemeniz (övünmemeniz) içindir. Ve Allah, böbürlenen ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez.
57/HADÎD-24: Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhl(buhli), ve men yetevelle feinnellâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Onlar ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Ve kim dönerse, o taktirde muhakkak ki Allah; O, Ganî'dir (zengindir), Hamid'dir (hamdedilendir).
57/HADÎD-25: Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li yekûmen nâsu bil kıst(kıstı), ve enzelnel hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yensuruhu ve rusulehu bil gayb(gaybi), innellâhe kavîyyun azîz(azîzun).
Andolsun ki resûllerimizi beyyinelerle (açık delillerle, ispat vasıtaları ile) gönderdik. Ve onlar ile beraber kitabı ve mizanı indirdik ki insanlar arasında adaletle hükmetsinler diye. Ve içinde kuvvetli sertlik bulunan demiri indirdik. Ve onda insanlar için pekçok menfaatler (faydalar) vardır. Ve (bu), gaybda (görmeden) kendisine ve resûllerine yardım edecek olan kimseleri, Allah'ın bilmesi (belli etmesi) içindir. Muhakkak ki Allah; Kavî'dir (güçlüdür, kuvvetlidir), Azîz'dir.
57/HADÎD-26: Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimen nubuvvete vel kitâbe fe minhum muhted(muhtedin), ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Ve andolsun ki, Hz. Nuh'u ve Hz. İbrâhîm'i gönderdik. Ve onların zürriyetlerinden nebîler kıldık. Ve kitap (verdik). Böylece onlardan bir kısmı hidayete erenlerdir ve onların çoğu fasıklardır.
57/HADÎD-27: Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Sonra onların izleri üzerine resûllerimizi ardarda gönderdik. Ve Meryemoğlu İsa (A.S)'ı gönderdik ve O'na İncil'i verdik. Ve O'na tâbî olanların kalplerinde refet (şefkat) ve rahmet kıldık. Ve onlar, O'na ruhbanlık ihdas ettiler. Biz, Allah'ın rızasını ibtiga etmekten başkasını onlara farz kılmadık. Oysa O'na hakkıyla riayet etmediler. Böylece onlardan, âmenû olanların ecirlerini verdik ve onlardan çoğu fasıklardı.
57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenût tekûllâhe ve âminû bi resûlihî yû’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûren temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve O'nun Resûl'üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
57/HADÎD-29: Li ellâ ya’leme ehlul kitâbi ellâ yakdirûne alâ şey’in min fadlillâhi ve ennel fadle bi yedillâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).
Kitap ehlinin (fasık olmaları), Allah'ın fazlından hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini ve fazlın, Allah'ın elinde (kudretinde) olduğunu ve onu dilediğine vereceğini bilmedikleri içindir. Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
.
MUCÂDELE Suresi Latin Harfli Okunuşu ve Türkçe Meali
58/MUCÂDELE-1: Kad semiallâhu kavlelletî tucâdiluke fî zevcihâ ve teştekî ilallâhi vallâhu yesmeu tehâvurekumâ, innellâhe semî’un basîr(basîrun).
Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyet edenin (kadının) sözünü işitmişti. Ve Allah, sizin konuşmalarınızı işitir. Muhakkak ki Allah; en iyi işitendir, en iyi görendir.
58/MUCÂDELE-2: Ellezîne yuzâhirûne minkum min nisâihim mâ hunne ummehâtihim, in ummehâtuhum illellâî velednehum, ve innehum le yekûlûne munkeren minel kavli ve zûrâ(zûren), ve innellâhe le afuvvun gafûr(gafûrun).
İçinizden (sizden) kadınlarına sırt çevirenler (arkalarını dönenler) ki, onlar (eşleri) kendilerinin anneleri değildir. Onların anneleri, sadece onları doğuranlardır. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten inkâr edici (çirkin) ve günaha sokan (ağır) bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah; mutlaka affeden ve mağfiret edendir.
58/MUCÂDELE-3: Vellezîne yuzâhirûne min nisâihim summe yeûdûne li mâ kâlû fe tahrîru rekabetin min kabli en yetemâssâ, zâlikum tûazûne bih(bihî), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Onlar ki, kadınlarına sırt çevirip, sonra söyledikleri şeyden geri dönerler. O taktirde temas etmeden önce bir köleyi azad etsin (serbest bıraksın). İşte size bu vaazediliyor (yapmanız gerekenler öğüt veriliyor). Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
58/MUCÂDELE-4: Fe men lem yecid fe siyâmu şehreyni mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ, fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne miskînâ(miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve resûlih(resûlihî), ve tilke hudûdullâh(hudûdullâhi), ve lil kâfirîne azâbun elîm(elîmun).
Artık kim (azad edecek köle veya cariye) bulamazsa, o taktirde (eşlerine) temas etmeden önce iki ay devamlı (ardarda) oruç tutsun. Fakat kimin (oruca) gücü yetmezse, o zaman altmış miskini (çalışmaktan aciz, yaşlı kimseyi) doyursun. İşte bu, Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân ettiğiniz içindir. Ve bu, Allah'ın hudududur ve kâfirler için elîm azap vardır.
58/MUCÂDELE-5: İnnelleziyne yuhâdûnellâhe ve resûlehu kubitû kemâ kubitellezîne min kablihim ve kad enzelnâ âyâtin beyyinât(beyyinâtin), ve lil kâfirîne azâbun muhîn(muhînun).
Muhakkak ki Allah'a ve O'nun Resûl'üne (onların koyduğu hudutlara) muhalefet edenler, onlardan öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltıldılar. Ve açıklanmış âyetler (açık deliller) indirmiştik ve kâfirler için alçaltıcı azap vardır.
58/MUCÂDELE-6: Yevme yeb’asu humullâhu cemîan fe yunebbiuhum bi mâ amilû, ahsâhullâhu ve nesûh(nesûhu), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun).
O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). Sonra onlara, yaptıkları şeyleri haber verecek. Allah, onların unuttuklarını (tek tek) saydı (kaydetti). Allah, herşeye şahittir.
58/MUCÂDELE-7: E lem tere ennellâhe ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), mâ yekûnu min necvâ selâsetin illâ huve râbiuhum ve lâ hamsetin illâ huve sâdisuhum ve lâ ednâ min zâlike ve lâ eksere illâ huve me’ahum eyne mâ kânû, summe yunebbiuhum bi mâ amilû yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), innellâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah'ın göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini görmedin mi? Üç kişi arasında gizli bir konuşma olmaz ki, onların dördüncüsü O (Allah) olmasın. Ve beş kişi (arasında gizli bir konuşma) olmaz ki, onların altıncısı O (Allah) olmasın. Ve bundan daha azı veya daha çoğu, nerede olurlarsa olsunlar, mutlaka O (Allah), onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü, yaptıklarını onlara haber verecektir. Muhakkak ki Allah; herşeyi en iyi bilendir.
58/MUCÂDELE-8: E lem tere ilellezîne nuhû aninnecvâ summe yeûdûne li mâ nuhû anhu ve yetenâcevne bil ismi vel udvâni ve ma’siyetir resûl(resûli), ve izâ câûke hayyevke bi mâ lem yuhayyike bihillâhu, ve yekûlûne fî enfusihim lev lâ yuazzibunâllâhu bi mâ nekûl(nekûlu), hasbuhum cehennem(cehennemu), yaslevnehâ, febi’sel masîr(masîru).
Gizli konuşmaktan nehyedilenleri (men edilenleri) görmedin mi? Sonra nehyedildikleri şeye dönüyorlar. Aralarında günah, düşmanlık ve resûle isyan konularında gizli gizli konuşuyorlar. Ve sana geldikleri zaman, Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde seni selâmladılar. Ve kendi aralarında: “Öyle ise (o gerçekten peygamber ise) Allah, söylediklerimizden dolayı bize azap etmeli değil mi?” diyorlar. Onlara cehennem yeter. Ona yaslanacaklar (atılacaklar). İşte o varılacak yer ne kötü.
58/MUCÂDELE-9: Yâ eyyuhellezîne âmenû iza tenâceytum fe lâ tetenâcev bil ismi vel udvâni ve ma’siyetir resûli ve tenâcev bil birri vet takvâ, vettekûllâhellezî ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a inananlar, îmân edenler)! Aranızda gizlice konuştuğunuz zaman artık günah, düşmanlık ve resûle isyan konusunda gizli gizli konuşmayın. Birr ve takva konusunda aranızda müşavere edin (görüşün). Ve kendisine haşrolunacağınız (huzurunda toplanacağınız) Allah'a karşı takva sahibi olun.
58/MUCÂDELE-10: İnne men necvâ mineş şeytâni li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim şey’en illâ bi iznillâh(iznillâhî), ve alâllâhi fel yetevekkelil mû’minûn(mû’minûne).
Muhakkak ki necva (gizli fısıldaşma) şeytandandır, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mahzun etmek içindir. Ve Allah'ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek değildir. Öyleyse mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler.
58/MUCÂDELE-11: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fîl mecâlisi fefsehû yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû minkum vellezîne ûtûl ilme derecât(derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ey âmenû olanlar! Meclislerde size: “(Oturmak için) yer açın!” denildiği zaman, o taktirde yer açın. Allah da size yer açar (genişlik verir). Ve: “Kalkın!” denildiği zaman hemen kalkın! Allah, sizden âmenû olanların ve ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltir. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
58/MUCÂDELE-12: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nâceytumur resûle fe kaddimû beyne yedey necvâkum sadakah(sadakaten), zâlike hayrun lekum ve athar(atharu), fe in lem tecidû fe innellâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Resûl'e gizli bir şey söylediğiniz zaman gizli konuşmanızdan (görüşmenizden) önce sadaka takdim ediniz (veriniz). Bu, sizin için daha hayırlıdır ve daha temizdir. Fakat (bir sadaka) bulamazsanız, o taktirde muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
58/MUCÂDELE-13: E eşfaktum en tukaddimû beyne yedey necvâkum sadekât(sadekâtin), fe iz lem tef’alû ve tâballâhu aleykum, fe ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve etîûllâhe ve resûleh(resûlehu), vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
Gizli görüşmenizden önce sadaka vermekten korktunuz mu? Öyleyse yapamadığınız zaman Allah sizin tövbenizi kabul etti. O taktirde namazı ikame edin, zekâtı verin, Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
58/MUCÂDELE-14: E lem tere ilellezîne tevellev kavmen gadıballâhu aleyhim, mâ hum minkum ve lâ minhum ve yahlifûne alel kezibi ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah'ın kendilerine öfkelendiği (gadaplandığı) kavme (yahudilere) dönenleri (onları dost edinen münafıkları) görmedin mi? Onlar sizden değildir ve onlardan da (yahudilerden de) değildir. Bilerek yalan yere yemin ederler.
58/MUCÂDELE-15: E addallâhu lehum azâben şedîdâ(şedîden), innehum sâe mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Allah, onlara (münafıklara) şiddetli azap hazırladı. Muhakkak ki onların yapmış oldukları şey (çok) kötü.
58/MUCÂDELE-16: İttehazû eymânehum cunneten fe saddû an sebîlillâhi fe lehum azâbun muhîn(muhînun).
Yeminlerini siper edindiler. Böylece (insanları) Allah'ın yolundan men ettiler. Artık onlar için alçaltıcı (rüsva edici) azap vardır.
58/MUCÂDELE-17: Len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum min allâhi şey’â(şey’en), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onların malları ve evlâtları, Allah'tan bir şeye (azaba) karşı onlara asla fayda vermez. İşte onlar, ateş ehlidir, orada ebediyen kalacak olanlardır.
58/MUCÂDELE-18: Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humul kâzibûn(kâzibûne).
O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). O zaman size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler. Ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Gerçekten onlar yalancı değil mi?
58/MUCÂDELE-19: İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbuş şeytân(şeytâni), elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn(hâsirûne).
Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah'ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda olanlar, onlar değil mi?
58/MUCÂDELE-20: İnnellezîne yuhâddûnallâhe ve resûlehû ulâike fîl ezellîn(ezellîne).
Muhakkak ki Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı haddi aşanlar, işte onlar zillet içindedirler.
58/MUCÂDELE-21: Keteballâhu le aglibenne ene ve rusulî, innallâhe kaviyyun azîz(azîzun).
Allah: “Ben ve elçilerim mutlaka gâlip gelecek.” diye yazdı. Muhakkak ki Allah; Kavî'dir (kuvvetlidir), Azîz'dir.
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
.Sûre Hakkında
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1. Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın emri onlara ummadıkları yerden geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın.(1)
(1) Hz. Peygamber Medine'ye hicret edince, Yahudiler'den Nadîroğulları ile tarafsız kalmaları konusunda bir antlaşma yapmıştı. Bunlar, Bedir zaferinden sonra, Hz.Peygamber'i kastederek "Bu zat, Tevrat'ta geleceği haber verilen peygamberdir" demelerine rağmen Uhud savaşından sonra, yaptıkları antlaşmayı bozdular. Liderleri Ka'b b.Eşref kırk atlı ile birlikte Mekke'ye giderek müslümanlara karşı Ebu Süfyan ile ittifak yaptı. Durumu öğrenen Hz.Peygamber, Muhammed b.Mesleme'yi görevlendirerek Ka'b'ı öldürttü. Bununla da kalmayıp Nadîroğullarının bulunduğu bölgeyi kuşattı. Çıkıp başka yere gitmelerini istedi. Nadîroğullarının münafıklardan bekledikleri yardım bir türlü gelmedi. Sonunda yaşadıkları yerden ayrılıp gitmeye razı oldular. Bunun üzerine kuşatma kaldırıldı. Ayrılırken geride bıraktıkları eşyaları imha ettiler, evlerini de yıktılar. Âyette bu olaya değinilmektedir.
3. Eğer Allah, onlar hakkında sürülmeye hükmetmemiş olsaydı, muhakkak kendilerine dünyada azap edecekti. Ahirette ise, onlar için cehennem azabı vardır.
4. Bu, onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki, Allah'ın azabı şiddetlidir.
5. (Savaş gereği,) hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut (kesmeyip) kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah'ın izniyledir. Bu da fasıkları rezil etmesi içindir.(2)
(2) Nadîroğulları kuşatma altına alınınca, bazı müslümanlar kuşatma gereği onlara ait hurma ağaçlarını kesmişlerdi. Ağaçları kesilen Yahudiler Hz. Peygamber'e "Ey Muhammed! Hani sen yeryüzünde fesat çıkarmamayı emrediyordun. Şimdi bu fesat ne?" diye sormuşlardı. Âyet yapılan işlerin, aslında Allah'ın izniyle gerçekleştiğini vurgulamaktadır. Bilindiği gibi bu tür askerî gereklilikler dışında düşmana ait ağaçların ve ürünlerin tahrip edilmesi, Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır.
6. Onların mallarından Allah'ın, savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar için siz, at ya da deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini, dilediği kimselerin üzerine salıp onlara üstün kılar. Allah'ın her şeye hakkıyla gücü yeter.(3)
(3) Savaşmaksızın elde edilen ganimetler müslümanlar arasında paylaştırılmayıp "fey'" adı altında "Beytülmal"e kalır. İşte âyet, Nadîroğulları'nın sürülmesi sırasında müslümanlar fiilen savaşmadıkları için onların ganimetten paylarının olmadığına işaret etmektedir. Nitekim bir sonraki âyette de bu tür ganimetlerin Allah ve Resûlüne yani "Beytülmal"e ait olduğu ifade edilerek bu hüküm açıkça ortaya konmaktadır.
7. Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah'a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah'ın azabı çetindir.
8. Bu mallar özellikle, Allah'tan bir lütuf ve hoşnudluk ararken ve Allah'ın dinine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.
9. Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine'ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
10. Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin."(4)
(4) Muhacirlerin ve ensarın arkasından gelenler, kıyamete kadar gelip geçmekte olan mü'minlerdir. Âyette, Ashab-ı kiramı hayırla yâd etmenin, onlara dil uzatmamanın ve kin beslememenin gerektiğine işaret edilmektedir.
11. Kitap ehlinden o inkâr eden kardeşlerine, "Yemin ederiz ki, siz (Medine'den) çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda asla kimseye boyun eğmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa, size mutlaka yardım ederiz" diyerek münafıklık yapanlara bakmaz mısın? Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.
12. Andolsun, eğer (kardeşleri Medine'den) çıkarılırsa, onlarla beraber çıkmazlar. Kendilerine karşı savaşılırsa, onlara yardım etmezler. Yardım edecek olsalar bile andolsun mutlaka arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez.
13. Onların kalplerinde size karşı duydukları korku, Allah'a karşı duydukları korkudan daha baskındır. Bu, onların anlamaz bir toplum olmaları sebebiyledir.
14. Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.
15. Onların durumu, kendilerinden az öncekilerin (Mekkeli müşriklerin) durumu gibidir. Onlar (Bedir'de) yaptıklarının cezasını tatmışlardır. Onlara (Ahirette de) elem dolu bir azap vardır.
16. Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, "İnkâr et" der; insan inkâr edince de, "Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" der.
17. Nihayet ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.
18. Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
19. Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.
20. Cehennemliklerle cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
21. Eğer biz, bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.
22. O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'tır. Gaybı(5) da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân'dır, Rahîm'dir.(6)
(5) "Gayb"ın anlamı için Bakara sûresi, âyet: 3 ve ilgili dipnota bakınız.
(6) "Rahmân" ve "Rahîm" sıfatlarının anlamı için Fâtiha sûresi, âyet: 2 ve ilgili dipnota bakınız.
23. O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah'tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.
24. O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah'tır. Güzel isimler O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
.