|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Güneşin doğ
Farklı Ramazan İmsâkiyeleri 19 ŞUBAT 1994...M ORUÇ
Bugün, imsâkiyelere esas olan Türkiye'de iki çeşit takvim kullanılmaktadır. Bir kısmı yüz senedir kullanılmakta olup, doğruluğunda en ufak bir şüphe, tereddüt hasıl olmamış namaz vakitleri cetvelini aynen muhafaza eden takvimler. Bir kısmı da 1983'den sonraki yeni hesaplara göre hazırlanmış takvimlerdir. 1983 yılından önceki bütün takvimler aynı idi. Fakat 1983'ten i'tibâren Diyânet İşleri temkin vakitlerini kaldırdığından böyle farklı iki durum ortaya çıkmıştır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı müftülüklere gönderdiği tamimde deniyor ki: (1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.) Türkiye Takvimi ile diğer ba'zı takvimler, 1983 öncesine göre hazırlanmaktadır. Diyânetin tamiminde bildirdiği gibi, 1983 yılından önceki uygulamaya göre hazırlanan takvimler ve bu takvimlere dayanılarak hazırlanan "Ramazan imsâkiyeleri" yanlış değil, sadece temkinlidir. Temkin nedir, âlimler, bu temkini niçin koymuştur? Bir namaz vakti hesaplanırken hesabı yapılan şehrin arazisinin yükseklik ve alçaklık, doğu-batı, kuzey-güney, genişlik durumları göz önüne alınması gereklidir. Ayrıca vakte tesir edecek atmosfer şartlarının da en anormal hali düşünülerek bütün bu şartların hepsini karşılayarak, vakti emniyet altında tutacak zamana vaktin temkini denir. Bu vakit, ibâdet vaktinin emniyeti bakımından zaruri olarak konulması şart olan bir zamandır. Temkinsiz yapılan ibâdetin vaktin dışında yapılacağı muhakkaktır. Bilindiği gibi, namazları vaktinde kılmak şarttır. Birkaç dakika önce kılınsa namaz sahih olmaz. Oruç da böyledir. Güneş batmadan yenilip içilirce oruç sahih olmaz. Namazları vakit girdikten üç beş dakika sonra kılmakta hiç mahzur yoktur. Güneş battıktan 5-10 dakika sonra orucu açmakta da mahzur yoktur. Hattâ yıldızlar görülünceye kadar geciktirmek câizdir. (Nûr-ül izâh) şerhinde: "Bulutlu gecelerde, orucun bozulmasından korunmak için, ihtiyatlı davranarak oruç açmayı biraz geciktirmelidir. Yıldızlar görülmeden önce iftar eden acele etmiş olur." buyuruluyor. Tahtâvi'de de: "İftarda acele etmek, yıldızlar görülmeden önce, iftar etmek demektir." buyuruluyor. İbni Âbidin'de de böyle yazmaktadır. İmsâk vaktinde de 10-15 dakika önce yiyip içmeyi kesmekte hiç mahzur yoktur. Tedbirli ve temkinli hareket edilmiş olur. Tedbirsizlik ve temkinsizlik sebebiyle namaz ve oruçlarımızı ifsat etmemek lâzımdır. Türkiye Gazetesi'nin takvimi, ehil kimseler tarafından çok hassas şekilde hazırlanmıştır. Bu hususta takvimimizin her ay (Mühim Tenbih) başlığı altında deniyor ki: "Bu takvimdeki namaz vakitlerini, İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathanesi'nin 1958 tarih ve 14 sayılı (Türkiye'ye mahsûs evkât-i şer'iyye) kitabından aldık. Yüz seneden ziyâde bir zamandaki takvimlerin hepsi, namaz vakitlerini böyle yazmışlardır. Bunlardan 1926 senesindeki (Takvim-i Ziyâ)da deniyor ki: (İşbu takvim, Diyânet İşleri riyâseti heyeti müşâveresi tarafından tedkik edilip, riyâset-i celilenin tasdiki ile tabedilmiştir.) Gazetemizdeki, muhterem müftü efendilerin, hesâp uzmanlarının da bulunduğu ilim heyetinin, en yeni elektronik makinalarla yaptığı hesâplarla da, hep bu vakitler bulunmuştur. Yüz seneden fazla zaman içinde, bütün âlimler, velîler, devlet ve din makamlarında bulunanlar, bütün müslümanlar, her yerde, hep bu takvimlere uymuşlardır. İbâdetlerini bu vakitlerde yapmışlardır. Şimdi de, her müslümanın bu (İcmâ'ı müslimin)den ayrılmaması lâzımdır." Bu tenbihten de anlaşılacağı gibi, mevcut takvimler içinde, Türkiye Gazetesi'nin hazırladığı Türkiye Takvimi ve bu takvim esas alınarak hazırlanan "Ramazan imsâkiyeleri" temkinli olup, en uygun olanıdır.
.
Farklı imsakiyeler 1 OCAK 1998
Yeni takvimlerde, imsak vakti 10-15 dakika geciktirilmektedir. Böyle olunca, oruç tehlikeye sokulmaktadır. Namaz ve oruçların ifsat olmasına sebep olmamalıdır. Ramazan münasebetiyle çeşitli firmalar tarafından imsakiyeler dağıtılmaktadır. Dağıtılmakta olan bu Ramazan imsakiyeleri farklı farklıdır. Oruca zamanında başlanmaz ise, orucun boşa gitme tehlikesi vardır. Bunun için bu husus çok önemlidir. Bugün memleketimizde, dağıtılmakta olan imsakiyelere esas olan iki çeşit takvim kullanılmaktadır: Bir kısmı, yüz senedir kullanılmakta olup, doğruluğunda en ufak bir şüphe, tereddüt hasıl olmamış namaz vakitleri cetvelini aynen muhafaza eden takvimler; bir kısmı da, 1983'den sonraki yeni hesaplara göre hazırlanmış takvimlerdir. İki takvim arasındaki fark 1983 yılından önce bütün takvimler aynı idi. Fakat 1983'ten itibaren Diyanet İşleri temkin vakitlerini kaldırdığından, böyle farklı iki durum ortaya çıkmıştır. 1983 tarihinden önceki takvimlerin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu hususta bir ihtilaf yoktur. Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı müftülüklere gönderdiği tamimde şöyle denilmektedir: “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.” Türkiye Takvimi ile diğer bazı takvimler, doğruluğunda ittifak olan 1983 öncesine göre hazırlanmaktadır. Diyanetin tamiminde bildirdiği gibi, 1983 yılından önceki uygulamaya göre hazırlanan takvimler ile bu takvimlere dayanılarak hazırlanan “Ramazan imsakiyeleri” yanlış değil, sadece temkinlidir. Temkin nedir, âlimler, bu temkini niçin koymuştur? Kısaca bunu da izah edelim: Bir namaz vakti hesaplanırken, hesabı yapılan şehrin arazisinin yükseklik ve alçaklık, doğubatı, kuzey-güney, genişlik vb. durumlarının göz önüne alınması gereklidir. Ayrıca vakte tesir edecek atmosfer şartlarının da en anormal hâli düşünülerek, bütün bu şartların hepsini karşılayarak, vakti emniyet altında tutacak zamana, vaktin temkini denir. Bu vakit, ibadet vaktinin emniyeti bakımından zarurî olarak konulması şart olan bir zamandır. Temkinsiz yapılan ibadetin, vaktin dışında yapılacağı muhakkaktır. Bilindiği gibi, namazları vaktinde kılmak şarttır. Birkaç dakika önce kılınsa namaz sahih olmaz. Oruç da böyledir. Güneş batmadan yenilip içilirce, oruç sahih olmaz. Namazları vakit girdikten üç-beş dakika sonra kılmakta hiç mahzur yoktur. Güneş battıktan 5-10 dakika sonra orucu açmakta da mahzur yoktur. Hatta yıldızlar görülünceye kadar geciktirmek câizdir. (Nûr-ül izâh) şerhinde; “Bulutlu gecelerde, orucun bozulmasından korunmak için, ihtiyatlı davranarak oruç açmayı biraz geciktirmelidir. Yıldızlar görülmeden önce iftar eden acele etmiş olur” buyuruluyor. Yeni takvimlerde, imsak vakti 10-15 dakika geciktirilmektedir. Böyle olunca, oruç tehlikeye sokulmaktadır. İmsak vaktinde eski cetvelleri esas alıp, yeni takvimlerden 10-15 dakika önce yiyip içmeyi kesmekte hiç mahzur yoktur. Tedbirli ve temkinli hareket edilmiş olunur. Tedbirsizlik ve temkinsizlik sebebiyle namaz ve oruçları ifsat etmemek lazımdır. En uygun takvim Türkiye Gazetesi Takvimi, ehil kimseler tarafından, çok hassas bir şekilde hazırlanmıştır. Bu hususta takvimimizde her ay, “Mühim Tenbih” başlığı altında ikaz yapılmaktadır. Mevcut takvimler içinde, Türkiye Gazetesi Takvimi ve bu takvim esas alınarak hazırlanan “Ramazan imsakiyeleri” temkinli olup, en uygun olanıdır.
.
Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufuktan (zâhirî ufuk) güneşin üst kenarının batması veya doğması mûteberdir. Bu ikisi arasında güneşin yarı çapı, bulunan yerin inhitât-ı ufku (ufuk alçalması), güneş ışıklarının kırılması ve güneşin paralaksı kadar fark vardır ki bu farka temkin denir. Temkin zamânı, enlem derecesine, mevsimlere ve yüksekliğe göre değişirse de Türkiye için ortalama 10 dakikadır.
Güneş tepede iken yâni öğle namazının vaktinden temkin zamânı kadar evvel olan zaman içinde her namazı kılmak haramdır. (Ahmed Ziyâ Bey)
Temkîn zamânı değiştirilemez. Temkîn zamânı azaltılırsa, öğle ve daha sonraki namazlar vakitlerinden evvel kılınmış olur. (M. Sıddîk Gümüş)
Vaktin girdiğinden şübhe ederek kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahîh olmaz). ... Temkin Müddeti: Herhangi bir nam
Mühim Tenbih
- İmsâk ve namaz vakitlerinin hesâbında esâs alınan usûl ve kâideler.
Türkiye Takviminin Türkçe ve muhtelif lisânlardaki baskılarında, Ramezân-ı şerîf imsâkiyelerimiz ile İnternetteki www.namazvakti.com ve www.turktakvim.com adreslerimizde neşr olunan namaz vakitlerini, Osmânlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-i İslâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m.1916] senesinin (İlmiyye sâl nâmesi) ismindeki takvim ile İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathanesi’nin 1958 tarih ve 14 sayılı (Türkiye’ye Mahsûs Evkât-ı Şer’iyye) kitâbındaki usûllere göre hesâbladık.
İbâdetlerin vakitlerini tayin ve tesbit etmek, yani anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. Fıkh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitâblarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesâb etmek câizdir. Hesâb ile bulunanların, din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bunlardan 1926 senesindeki Takvim-i Ziyâ’da diyor ki: “İşbu takvim, Diyânet İşleri Riyâseti Heyet-i Müşâveresi tarafından tetkik edilip, riyâset-i celîlenin tasdiki ile tab’ edilmiştir.” Din işlerinde İslâm âlimlerinin ve İslâm astronomi mütehassısının tasdik ettiği namaz vakitlerini kullanmalıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, (Sebîl-ür-reşâd) mecmuasının 22. cildinde, bu hususta tafsilât vermiştir.
Hakîkî din adamlarından ve hey’et (astronomi) ilmi mütehassıslarından meydana gelen takvim hey’etimizin, en modern âletlerle yaptığı rasad ve hesâblarla bulunan namaz vakitlerinin, İslâm âlimlerinin asırlardan beri bulup bildirdikleri (Rub’-ı dâire) ile yapılan hesâblarla aynı olduğunu gördük.
- İbâdetlerin kabul olması için, doğru vakitlerinde yapılması şarttır.
Elbette doğru olan vakitlere uyularak oruclarımızı tutmamız ve namazlarımızı kılmamız lâzımdır. Çünkü, doğru olduğunda hiç tereddüde yer olmayan vakitlerden evvel kılınan namaz sahîh olmaz, hem de büyük günâh olur. Nitekim, İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn, (Kebâir ve segâir)kitâbında buyuruyor ki, (Farz namazları [yanlış vakitleri veren takvîmlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıkdıkdan sonra kılmak büyük günâhdır.)
İslâm âlimleri ve İslâm astronomi mütehassısları, kıymetli kitâblarında, namaz ve oruc vakitlerinin tayinine âid hesâb usûlünü ve kâidelerini bildirmişlerdir. Bu usûl ve kâideler, asırlardan beri kullanılagelmiştir. Tereddüde, şübheye düşülecek hiçbir husus bırakmamışlardır. Biz de bu vakitleri bildiriyoruz ve yayınlıyoruz.
Namazın sahîh olması için, hem vaktinde kılmak ve hem de vaktinde kıldığını bilmek, şübhe etmemek lâzımdır ve farzdır. İbni Âbidîn'in (Redd-ül-muhtâr)ının, Matbaa-yı âmire hicrî 1307 baskısının, 342. sayfasında ve bunun Ahmed Davudoğlu tercümesinin 2. cildinin 40. sayfasında ve (Feth-ul-kadîr)de bir fıkh kâidesi yazılıdır: (Namazın sahîh olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinden şübhe ederek kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahîh olmaz). İbni Âbidîn bunu zikrederken, (Nûr-ul-îzâh ve diğer kitâblarda da böyle denilmiştir. El-Eşbâh'ın niyet bahsinde de böyle denilmektedir.) diye yazmıştır. Ayrıca Şâfi’î (El-Envâr) ve Mâlikî (El-Mukaddemetül-izziyye) şerhinde ve (Mîzân-ül-kübrâ)da da böyle yazılıdır.
Oruc ve namaz vakitlerinin farklı olması durumunda, doğru vakitlere göre ibâdetlerimizi yapmamız îcâb ettiği, İslâm âlimlerininin buyurdukları şübhesiz bir kâide ve hükümdür. Doğru tekdir. Ölçüsü de, İslâm âlimlerinin buyurdukları usûl ve kâidelerdir. Bu usûl ve kâidelere uygun hesâbların yapılması halinde, aynı neticelerin çıkacağı da, ilmî bir hakîkattir. Bunlara harfiyyen uyularak ve yoruma sapmadan yapılan uygulamaların doğru olacağı, bazı doğru bilgileri bildirerek, bu bildirilenlere ters, şahsî görüş, düşünce ve kanaâtlerle yapılacak uygulamaların ise yanlış olacağı âşikârdır.
- Temkin Müddeti:
Herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre bulunan vaktinden (astronomik hesâbla bulunan vaktinden), doğru vakit olan şer’î vaktini bulmak için “Temkin Müddeti” kullanılır. Yani, Temkin Müddeti: Hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları, semâ küresindeki alâmetlerin olduğu, şer'î vakitlere getiren müddettir.
Her şehir için bütün namaz vakitlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır. Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Güneşin doğuşu ve batışında kullanılması zarûrî olduğu bildirilen Temkin müddetinin, aynen imsâk, yatsı ve diğer bütün namaz vakitlerinde de kullanılması zarûrîdir. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zan ederek, imsâk vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve gurûbu (akşam vaktini) 3-4 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fâsid olacağı (bozulacağı) (Dürr-i yektâ)da da yazılıdır.
Bir şehrin en yüksek mahalline mahsûs olan temkin zamanı değişdirilemez. Temkin zamanı azaltılırsa, öğle ve daha sonraki namazlar, vakitlerinden evvel kılınmış olur. Oruca da, sahûr vakti geçtikten sonra başlanılmış olur. Bu namazlar ve oruclar sahîh olmazlar. 1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine âid olan ufuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün Âlimler, Velîler, Şeyh-ülislâmlar, Müftüler, bütün müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır. Şimdi de bütün müslümanların, bu icmâ-i müslimînden ayrılmayarak, namazlarını şer'î vakitlerinde kılmaları ve oruclarına bu şer'î vakitlerinde başlamaları lâzımdır.
1983 senesinden önceki takvimlerde bildirilen imsâk ve namaz vakitlerinin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu husûsta hiçbir ihtilâf da yoktur. Nitekim, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.” şeklinde bildirilmiştir.
Temkin Müddeti” hakkında teferruatlı malûmat için tıklayınız,
- İmsâk vaktinde güneşin irtifâ’ı (Ufkun altındaki yükseklik derecesi).
Türkiye takviminin hazırladığı, İnternette de neşr olunan vakitlerde ve imsâkiyelerde, temkin zamanı ile namaz vakitlerine âid olan Güneşin Şer’î ufukdan, irtifâ’ zâviyeleri yani, ufukdan yükseklik açıları hiç değiştirilmemiş, namaz ve oruc vakitleri, doğru olarak bildirilmiştir. Dört mezhebde de imsâk vakti, (şer’î gece)nin sonunda başlar. Yani, (Fecr-i sâdık) denilen beyazlığın doğudaki ufk-ı zâhirî (Görünen ufuk) hattının bir noktasında görülmesi ile başlar. Oruc da, bu vakitte başlar. Yani, güneş ufk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca başlar.
İslâm astronomi mütehassısı Ahmed Ziyâ Bey (Rub’-ı dâire) kitâbında diyor ki, (Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesâb ediyorlar. Bunun için, fecr hesâblarında, güneşin irtifâ’ını (-18) derece alıyorlar. Biz ise, ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesâb ediyoruz. Bunun için de şemsin (Güneşin) irtifâ’ının, (-19) derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü islâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, BEYAZLIĞIN UFUK ÜZERİNDE İLK GÖRÜLDÜĞÜ VAKİT olduğunu bildirdiler.)
Yani, İslâm âlimleri asırlardan beri, fecr (imsâk) vaktinde Güneşin irtifâ’ının, ufkun altında (-19) derece olduğunu anlamışlar, diğer rakkamların doğru olmadığını bildirmişlerdir. Fetvâ böyledir. Müctehid olmayanların bu fetvâyı değiştirmeye hakları yoktur. Fetvâya uymayan ibâdetler, sahîh olmaz. Müslümanların, din işlerinde, hıristiyanlara ve mezhebsizlere değil, İslâm âlimlerine uyması lâzımdır.
Nitekim, 1958 senesinde, Diyanet İşleri Başkanlığınca neşr edilen namaz vakitlerinin yanlış olduğunu yazan bir gazetenin köşe yazarına verilen cevâbda aynen, “... İmsâk vaktine gelince; Yazınızda, ‘gerek İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar bu vakti güneşin 18 derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir’ diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç milletin imsâk vaktinde hangi ibâdetleri var ki imsâk vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, islâm hey’etşinâsları (İslâm astronomi mütehassısları) tarafından mezkûr vakit (imsâk vakti) islâmî kâidelere göre takdir edilmişken, bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor? İmsâk vakti mebde-i fecrin tulû ânıdır (yani doğu ufkunda beyazlığın bir nokta halinde görüldüğü zamandır). Hey’etşinâsân-ı sâbıkamız (evvelce gelen bütün İslâm astronomi mütehassıslarımız) bu ânın 19 derece inhitât-ı şemse tevâfuk eylediğini (ufkun altında 19 derece olduğunu) kabul etmişlerdir. Demek ki islâm hey'etşinâslarının (İslâm astronomi mütehassıslarının) imsâk vakti için kabul ettikleri derece 18 derece değil, 19 dur. Namaz vakitlerinin bu dereceye göre hesâblanması lâzımdır ve takvimimizdeki hesâblar buna göredir. ” diye bildirdikten sonra, “İmsak vaktinin formülünü bildiriyoruz. Hesâbı buna göre yapınız veya yaptırınız. Neticede takvimde yazılı vakit doğru olarak çıktığı görülecek ve boş yere zihinlerin bulandırıldığı anlaşılacaktır.” denildikten sonra, misâl olarak imsâk vakti hesâbı logaritmik ve trigonometrik formüllerle yapılarak, temkin müddeti kadar evvele alındıktan sonra bulunan imsâk vakti, bu mezkûr yazı ile gazete yazarına gönderilmiştir. Türkiye takviminde ve internetteki sitelerimizde yayımlanan imsâk vakitleri, aynen burada bildirildiği gibi, ufkun altında 19 derece kullanılarak ve temkin müddeti kadar evvele alınarak hesâblanmaktadır.
Temkinsiz ve Güneşin ufkun altındaki yükseklik açısı (-18) derece alınarak hesâb edilen imsâk vakitleri yanlıştır.
Hem Güneşin ufkun altındaki yüksekliği (-18) derece alınmakla ufka yaklaştırılarak ve hem de temkin müddeti tamamen kaldırılarak yapılan hesâblarda, imsâk vaktinde yaklaşık olarak (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde) 15-20 dakikaya varan farklar ortaya çıkmakta ve oruca gerçek imsâk vaktinden takrîben 15-20 dakika sonra başlanmakta ve tutulan oruclar fâsid olmaktadır.
- İmsâk vaktindeki temkin ile alâkalı yanlışlıklar, yatsı vakti için de aynen tekrârlanmaktadır.
Yatsı namazının vakti, imâmeyne (yani İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede) ve diğer üç mezhebe göre batıdaki zâhirî ufuk, yani görünen ufuk hattı üzerinde kırmızılığın kaybolduğu, yani Güneşin ufkun altında (-17) derece irtifâ’a indiği vakittir. Namaz vakitleri hesâb edilirken, Güneşin ufkun altındaki, imsâk vaktine âid olan irtifâ’ (yükseklik) açısı da değiştirilmemelidir.
Yatsı namazı vaktinin doğru olarak hesâblanabilmesi, yani batı ufkunda kırmızılığın kaybolması için, zarûrî olan aynı temkin müddeti, burada da astronomik formülle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmelidir. Çünkü, güneşin doğuş ve batışında olduğu gibi, zarûrî olan aynı temkin müddeti astronomik formüllerle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmezse, batı ufkundaki kırmızılık kaybolmaz. Batı ufkundaki kırmızılığın kaybolması için, temkin müddetinin mutlaka ilâve edilmesi şarttır. Aksi halde yatsı namazına, akşam vakti içerisinde erken başlanılmış olur. Temkin müddetinin mesnedsiz olarak kaldırılması sebebiyle, 1982 ve daha önceki yıllarda yayınlanan takvimlerde bildirilen yatsı vakitleri ile, 1983 ve sonrası takvimler ile sitelerde bildirilen yanlış yatsı vakitleri arasında, (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde takriben 10 dakikaya kadar varan) farklılıklar olmakta ve yatsı namazına, vakti girmeden önce başlanılmaktadır.
Bunun için, temkin müddetlerini ve dolayısı ile namaz vakitlerini değişdirmek câiz değildir. Namaz vakitleri hesâbında mutlaka, zarûrî olarak kullanılması gereken temkinin lügat ma’nâsına bakarak, bunu bir ihtiyat zamanı zan etmek ve efkâr-ı umûmiyeyi bu şekilde şartlandırmak da doğru değildir. Temkin müddetlerini kısmen veya tamâmen ortadan kaldırmak ve imsâk vaktine âid olan ufkun altındaki yükseklik açısını (-19) dereceden (-18) dereceye rakkamsal olarak küçülterek güneşi ufka yaklaştırmak, doğru olan imsâk ve namaz vakitlerini değiştirmektir.
TÜRKİYE TAKVİMİ
VAKİT HESÂBLAMA HEY’ETİ BAŞKANLIĞI
E-posta adresimiz: bilgi@turktakvim.com
Fakat 1983'ten itibaren Diyanet İşleri temkin vakitlerini kaldırdığından, ... (1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır.
.
Farklı takvim ve imsakiyelerjoomla 3.5
Sual: Takvimler ve Ramazan imsakiyeleri neden farklıdır, niye hepsi aynı değil?
CEVAP
Bugün ülkemizde, iki çeşit takvim ve imsakiye yayınlanmaktadır. Bir kısmı, yüz senedir kullanılmakta olup, doğruluğunda en ufak bir şüphe, tereddüt hasıl olmamış namaz vakitleri cetvelini aynen muhafaza eden takvimler; bir kısmı da, 1983'ten sonra, çok oruç tutuyoruz diyenleri susturmak gayesiyle, imsak vaktini uzatan takvimlerdir.
1983 yılından önce bütün takvimler aynı idi. Fakat 1983'ten itibaren Diyanet İşleri temkin vakitlerini kaldırdığından, böyle farklı iki durum ortaya çıkmıştır. 1983 tarihinden önceki takvimlerin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu hususta bir ihtilaf yoktur. Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı müftülüklere gönderdiği tamimde şöyle denilmektedir:
(1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.)
Türkiye Takvimi ile diğer bazı takvimler, doğruluğunda ittifak olan 1983 öncesine göre hazırlanmaktadır. Diyanet'in tamiminde bildirdiği gibi, 1983 yılından önceki uygulamaya göre hazırlanan takvimler ile bu takvimlere dayanılarak hazırlanan Ramazan imsakiyeleri yanlış değil, sadece temkinlidir. Yani Türkiye Takvimi’nin yanlış olmadığını Diyanet de bildirmiştir. Çünkü, ecdadımız takvimin başlangıcından beri, bu vakitleri esas almış, Diyanet de daha önce, uzun yıllar, Türkiye Takvimi'ndeki vakitleri uygulamıştır.
Detaylı bilgi için buraya tıklayınız.
Temkin nedir?
Sual: Temkin nedir, âlimler, bu temkini niçin koymuştur?
CEVAP
Bir namaz vakti hesaplanırken, hesabı yapılan şehrin arazisinin yükseklik ve alçaklık, doğu-batı, kuzey-güney, genişlik gibi durumları göz önüne alınması gereklidir. Ayrıca vakte tesir edecek atmosfer şartlarının da en anormal hâli düşünülerek, bütün bu şartların hepsini karşılayarak, vakti emniyet altında tutacak zamana, vaktin temkini denir. Bu vakit, ibadet vaktinin emniyeti bakımından zaruri olarak konulması şart olan bir zamandır. Temkinsiz yapılan ibadet, vaktin dışında yapılmış demektir.
Temkin hakkında teknik bilgi için buraya tıklayınız.
Birkaç dakika
Sual: Birkaç dakika önce olmuş sonra olmuş ne fark eder?
CEVAP
Sonra olması fark etmez de önce olması çok şey fark eder. Çünkü namazları vaktinde kılmak şarttır. Birkaç dakika önce kılınsa namaz sahih olmaz. Oruç da böyledir. Güneş batmadan önce yiyip içilince, oruç sahih olmaz. Namazları vakit girdikten üç-beş dakika sonra kılmakta hiç mahzur yoktur. Güneş battıktan 5-10 dakika sonra orucu açmakta da mahzur yoktur. Hatta yıldızlar görülünceye kadar geciktirmek caizdir. Nur-ül izah şerhinde; "Bulutlu gecelerde, orucun bozulmasından korunmak için, ihtiyatlı davranarak oruç açmayı biraz geciktirmelidir. Yıldızlar görülmeden önce iftar eden acele etmiş olur" buyuruluyor.
İmsak vakti
Sual: Yeni takvimlerde imsak vakti ne kadar sonraya alınmıştır? Sonraya alınması oruca zarar verir mi?
CEVAP
Yeni takvimlerde, imsak vakti 10-15 dakika geciktirilmektedir. Böyle olunca, oruç tehlikeye sokulmaktadır. Eğer imsak vaktinden sonra yiyip içilmeye devam edilirse, oruç tutulmamış olur. Bunun için imsak vaktinde yiyip içmeyi kesmek şarttır. İmsak vaktinde eski cetvelleri esas alıp, yeni takvimlerden 10-15 dakika önce yiyip içmeyi kesmekte hiç mahzur yoktur. Hatta çok iyi olur, tedbirli ve temkinli hareket edilmiş olur. Tedbirsizlik ve temkinsizlik sebebiyle namaz ve oruçları ifsat etmemek lazımdır.
Temkinli ve temkinsiz takvimler
Sual: Eski takvimlerle yeni takvimler arasındaki en önemli fark nedir?
CEVAP
İki takvim arasında fark, biri temkinli, öteki temkinsizdir. Yeni takvimlerden Türkiye Takvimi, ehil kimseler tarafından, çok hassas bir şekilde hazırlanmaktadır. Bu hususta takvimimizde her sene, Mühim Tenbih başlığı altında ikaz yapılmaktadır. Mevcut takvimler içinde, Türkiye Takvimi ve bu takvim esas alınarak hazırlanan Ramazan imsakiyeleri temkinli olup, en uygun olanıdır.
İmsak vakti nedir?
Sual: Takvimlerde yazılı olan imsak ne demektir? Bu vakitte sabah namazı kılınır mı?
CEVAP
İmsak, gecenin bitimi, Ramazanda yiyip içmenin yasak olduğu vaktin başlaması demektir. Türkiye Takvimi’nde yazılı olan imsak vaktinde, yiyip içmeyi kesmelidir! Türkiye'de bundan 15 dakika kadar sonra sabah namazı kılınabilir!
Yanlış takvime uymak
Sual: Yeni takvimlere göre imsak vaktini uzatan kimsenin sorumluluğu olur mu?
CEVAP
Yanlış takvimlere göre hareket edip de, yiyip içmeye ezan okununcaya kadar devam eden kimsenin, suçu yanlış takvime bulması, kendini mesuliyetten kurtaramaz!
Temkinsiz takvime uymak
Sual: (Deniz kenarındaki şehirlerde temkin gerekmediği için, Diyanet’in takvimi esas alınmalıdır. Bunun için, Türkiye Takvimi’ne göre ikindi vakti girmemiş olsa da, temkinsiz vakit girdikten sonra, öğle namazını kılan kimsenin, ikindiyi asr-ı sanide kılması gerekir) deniyor. Türkiye Takvimi, deniz kenarlarını hesaba katmamış mı?
CEVAP
Elbette katmıştır. Bir namaz vakti hesaplanırken, hesabı yapılan şehrin arazisinin yükseklik ve alçaklık, doğu batı, kuzey güney, genişlik, vakte tesir edecek atmosfer şartları gibi bütün durumları göz önüne alınmıştır. Bütün bu şartların hepsini karşılayarak, vakti emniyet altında tutacak zamana, vaktin temkini denir. Bu vakit, ibadet vaktinin emniyeti bakımından, konulması şart olan bir zamandır. Temkinsiz yapılan ibadet, vaktin dışında yapılmış demektir.
Deniz kenarı da olsa, Türkiye Takvimi’ndeki ikindi vakti girmeden önce öğle namazına başlayanın, ikindi vakti yani asr-ı evvel vakti girer girmez, ikindiyi kılmasında hiçbir mahzur yoktur. Asr-ı sani vaktini beklemesi gerekmez.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
İslamda Temkin vakti hem namaz vakitlerinde hemde oruç vakitlerinde uygulanmıştır. Namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için
.
NAMAZ VE ORUÇ 'TA TEMKİN VAKTİ UYGULAMASI NEDİR?
Temkin vakti nedir?İslamda temkin vakti nasıl uygulanır?temkin vakitleri neye göre ayarlanıor?temkin vakti uygulamasındaki amaç nedir?
İslamda Temkin vakti hem namaz vakitlerinde hemde oruç vakitlerinde uygulanmıştır. Namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbîki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınır.
Bu konuyu biraz daha açmak için imsak ve Sabah namazı vaktini ele alalım:Sabah namazının vakti fecri sadık ile başlar.Ancak fecri sadıktan önce fecri kazip yalancı fecir vardır ki, bu vakitte sabah namazı kılınmaz.Fecri sadık girdiğinde de oruç için yemeğe devam edilmez .
Fecr-i Kazib:Kelime anlamı yalancı fecir yani gökyüzünün aydınlanması demektir.sabah namazı vaktinden önce,gökyüzünde iki tarafı karanlık uzunlamasına bir hat şeklinde beliren bir beyazlktan ibaret olup,az sonra kaybolur ve karanlık olur. Bundan sonra Fecr-i sadık(sabah namazının vakti meydana gelir.
Fecri kazib vaktinde sabah namazı kılınmaz.Bu vakitte sabah namazının girip girmediği,ve oruç vakti imsak'ın bitip bitmediği tam olarak hesaplanamadığı için bu vakitte temkin olarak namaz kılınmadığı gibi,temkin ve ihtiyat olarak sahur da yapılmaz.
Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır. Ancak bunlar teknik değerlerdir.
İaşte bu hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir. Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.
Namaz için belirlenen bir vakit olduğu inkâr edilirse bu da –Allah ... sabah namazını ve diğer vakitlerini tehlikeye sokmayacak bir te
Semerkand Takvimi ve Namaz Saatleri
Ebedî hayatımız açısından son derece önemli olan namazı terk etmenin mesuliyeti büyük olduğu gibi, onu doğru vakitte kılmanın mesuliyeti de çok büyüktür. Kur’an-ı Kerim’de: "Şüphesiz namaz müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır." buyrulmaktadır (Nisa, 4/103). Bu bakımdan Allahu Teâlâ’nın belirlediği vakitte namazı kılmayan bir kimse, farzı yerine getirmemiş, haram işlemiş olur. Namaz için belirlenen bir vakit olduğu inkâr edilirse bu da –Allah korusun- küfür olur.
Hiç şüphesiz namazın vakitlerini tayin edip belirleyen Allahu Teâlâ’dır. Kur’an-ı Kerim’de bazı vakitler açıkça belirtilmiş, bazı vakitlere ise, mücmel olarak işaret edilmiştir. Bu işaretler Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin kavli ve fiili sünnetiyle açıklık kazanmıştır. Cebrail Aleyhiselâm Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi veselleme gelip her vaktin başında ve sonunda birer defa namaz kıldırarak vakitleri göstermiş ve: "İşte bu iki vakit arasında geçen zamanlar, namazların vakitleridir" buyurmuştur. (Tirmizî, Salât, 1; Ebu Dâvûd, Salât, 2; Nesâî, Mevâkît, 10; Müslim, Mesâcid ve Mevâdiu's-Salât, 31).
Kur’an-ı Kerim’i insanlara tebliğle görevli olan Peygamber sallallahu aleyhi vesellem beş vakit namazı bizzat kılarak ve Müslümanlara imam olup kıldırarak nasıl kılınacağını öğrettiği gibi bunların vakitlerini de göstermiştir. Böylece namaz vakitlerinin alametleri “nass” ile yani ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle sabit olmuştur. Gerek kılınış şekli, gerek vakitleri ile ilgili bu uygulama ameli tevatür olarak, günümüze kadar devam etmiştir. Hz. Peygamber ve Sahabe Efendilerimiz döneminden itibaren toplumda yaygın bir şekilde uygulanan, her devirde binlerce, yüz binlerce şahidi olan böylesine mütevatir haberlerin inkârını Resulullah sallallahu aleyhi vesellemi yalanlama veya ona karşı gelme anlamına geleceğinden dolayı âlimler küfür saymışlardır.
(Ahmed Naim, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Ankara 1976, Mukaddime, s. 102)
Yatsı, İmsak ve Orucun Şer'i Vaktini Değiştiren Takvimler
Buna rağmen ne yazık ki, yatsı vaktini, sabah namazını ve oruç vakitlerini değiştiren yerli-yabancı takvimler ortaya çıkmıştır. Bu vakitler ayet, hadis, mütevatir uygulama ve dört mezhebin içtihadıyla sabit iken, Allahu Teâlâ’nın kimseye tanımadığı bir yetkiyi kendilerine tanıyan bazı kuruluşlar vakitleri değiştirmekte bir mahzur görmemişlerdir. Sebep olarak da yaz aylarında yatsı vaktinin geç saatlere denk geldiğini, oruç süresinin uzun olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu takvimlerden biri, yatsı vaktini akşam ezanından 80 dakika sonraya, imsak vaktini de güneşin doğmasından 90 dakika önceye alarak aradaki süreyi sabitlemiştir. Böylece yatsı erken bir vakte alınmış, imsak vakti de güneşin doğduğu zamana yaklaştırılmak suretiyle oruç süresi 2–2,5 saat kısaltılmıştır. Üstelik bu uygulama, sadece vakitlerin oluşmadığı bazı aylara değil, senenin tamamına yayılmıştır. Böylece namaza göre mesaiyi ayarlamak yerine mesaiye göre namazı ayarlamak şeklinde bir uygulama başlatılmıştır.
Dikkate değer bir başka husus ta şudur: Orucun süresini kısaltmak için meselâ güneşin batış vaktini geriye çekmemişlerdir, çünkü bu herkes tarafından fark edilir. Onun yerine kimsenin fark etmeyeceği gece saatlerinde değişiklik yapmayı tercih etmişlerdir.
Oysa imsakin (fecrin) gerçek vakti, doğu ufkunda şafağın belirmeye başlamasıyla, yatsının da batı ufkunda akşam şafağının kaybolmasıyla başlar. Bu konuda hiçbir mezhebin, hiçbir müçtehidin görüş ayrılığı yoktur. Diğer bir ifadeyle üzerinde ittifak (icma) edilen bir konudur.
Bir Kimse Allahü Teâlâ’dan Daha Merhametli Olabilir Mi?
Vakitlerin oluştuğu normal yerlerde insanlara kolaylık olsun diye oruç süresini kısaltmaya çalışmak, bazı namazları öne almak, merhametlilerin merhametlisi Cenabı Erhamü’r-Rahimîn’den zımnen daha fazla merhamet taslamak anlamına gelir ki, böyle bir düşünce açıkça beyan edilseydi küfür olurdu. O bakımdan Allahu Teâlâ’nın tanıdığı kolaylığın daha ötesine geçmek büyük bir cüret ve cürümdür. Cenabı Mevlâ, uzun süre oruç tutmaya mani olabilecek, dinen kabul edilebilir, (hastalığın artma endişesi, yolculuk, düşkünlük derecesinde ihtiyarlık, kendisine ve çocuğuna bir zarar gelme ihtimalinden korkuluyorsa hamilelik ve emziklilik veya aşırı açlık ve susuzluktan dolayı sağlığının bozulma ihtimali olanlar gibi ) özrü olanlara zaten ruhsat tanımıştır. Böyle bir özrü yok iken sadece süre uzunluğu müstakil bir özür olarak kabul edilemez.
Bu coğrafyada vakitlerin meydana geldiği zaman ve mekânlarda Allahu Teâlâ’nın yarattığı tabii kanunlara göre en uzun oruç süresi 20 saattir. Ancak Allahu Teâlâ’nın yarattığı tabiat kanunlarına göre batı ufkunda akşam şafağının kaybolmadığı ve doğu ufkunda şafağın belirmediği zaman ve mekânlarda hadis-i şerifte belirtildiği üzere namaz ve oruç vakti takdir edilir. Vakit takdiri de mezheplerin ve fıkıh âlimlerinin bildirdiği şekilde, ya en yakın bölgeye göre ya da en son oluşan vakit sabitlenerek yapılır. Takvimde gördüğümüz yıldızlı vakitler işte bu takdir yapılan vakitlerdir. Yaz aylarında takdir yapılan dönemlerde 66. Enlemin altında oruç süresi biraz daha artmakta, 21-21.5 saate kadar çıkan yerler olmaktadır.
Ancak hemen belirtelim ki, Singapur gibi ekvator bölgesinde yaşayan Müslümanlar, yaz-kış 14 saat civarında oruç tutmakta, aşırı nem ve sıcaklık teri artırmakta, susuzluğu had safhaya çıkarmaktadır. Buna rağmen oradaki Müslümanlar sabredip oruçlarını tutmaktadırlar. Kanaatimizce Kuzey Avrupa’da tutulan 20-21 saatlik oruç, ekvator bölgesinde tutulan 14 saatlik oruçtan çok daha kolaydır, çünkü bu bölgelerin iklimi ekvatora göre çok daha mutedildir. Ayrıca Ramazan kış aylarına denk geldiğinde Avrupalı Müslümanların tuttuğu oruç süresi 9-10 saate kadar düşerken, ekvator bölgesindeki Müslümanlar, yaklaşık 14 saat oruca devam etmektedirler.
Hiç şüphesiz Cenabı Mevlâ celle celâlühu dünyanın birçok yerindeki insanı selle, hortumla, çığla, sıcakla, soğukla, az bir gıdayla imtihan ettiği gibi, dilediği bölgenin halkını da açlık-susuzlukla imtihan eder. Kur’an-ı Kerim’de: “And olsun sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele” (Bakara, 155) buyrulmaktadır. Dolayısıyla vakitlerin oluştuğu normal yerlerde oruç süresini kısaltmak imtihan sırrına ve Allahu Teâlâ’nın koyduğu dengelere de aykırıdır.
Kuzey Bölgelerde Vakitler Sabitlenebilir Mi?
Ekvator bölgelerinde gece ile gündüz eşit iken ekvatordan kuzeye ve güneye doğru ilerledikçe bu fark açılıyor. Yaz aylarında gündüzler alabildiğine uzayıp geceler son derece kısalıyor. 66. Enleme yaklaştıkça geceler daha da kısalıp 2.5 saate kadar düşüyor. (Bakınız, 60. Enlemde bulunan İsveç’in Gavle şehri 5. Temmuz). Kuzeye çıktıkça gecelerin kısalmasına ters orantılı olarak akşamla yatsının arası da açılıp uzuyor. Güneş battıktan sonra batı ufkunda kızıllığın (kırmızı akşam şafağının) kaybolup beyazlığın çıkması, sonra da karanlığın çökmesi geç oluyor. Yani bir taraftan gece kısalırken diğer taraftan akşamla yatsının arasındaki süre artıyor.
Yukarıdaki izahtan kolaylıkla anlaşılacağı gibi, geceler kısalıp akşamla yatsının arası açılırken bu sürenin, yani akşamla yatsı arasının 80 dakikayla sabitlenmesi imkânsızdır, çünkü bu bizim elimizde değildir. Allahu Teâlâ dünyanın ve güneşin hareketlerini öyle yaratmış. Bu konuda çok sayıda ayet, hadis ve dört mezhebin icmaı (fikir birliği olduğu için) vakitleri değiştirenler, orada yaşayan Müslümanların bütün namaz ve orucundan sorumlu olurlar. Bilerek bu vakitlere göre namaz kılıp oruç tutan da bunlardan sorumlu olur. Sonradan öğrenenlerin ise kaza etmeleri gerekir.
Şu halde herhangi bir takvimin yanlış olduğunu akşamla yatsı arasındaki vaktin sabitlenmesinden anlayabiliriz. Aynı şekilde imsakle güneş arasındaki sürenin sabitlenmesinden de rahatlıkla anlayabiliriz. Gündüzlerin uzayıp gecelerin kısalması imsak için de geçerli olacağına göre, imsak vaktiyle güneşin doğuşu arasındaki süre de sabitlenemez. Fakat maalesef bu süreyi de 1.5 saatle sabitleyen takvimler olmuştur.
Fitneden Kaçınılmalıdır
Müslümanlar doğruyla amel etmeli fakat fitneden alabildiğine uzak durmalıdır. Müminler doğruyu yumuşaklıkla, dostane bir şekilde ve kesinlikle tartışmaya girmeden anlatmalı, karşılıklı itham ve iddialardan kaçınmalıdır. Aksi halde tefrikaya sebebiyet verilmiş, Müminler arasındaki birlik-beraberlik büyük darbe almış olur. Araya –Allah korusun- kin ve nefret girip fitne çoğalır. Kur’an-ı Kerim’de,“Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür” (Bakara, 191) buyrulmaktadır.
Neden Takdir Yapılmaktadır?
Mayıs-Ağustos arasında 47. enlemin kuzeyine doğru çıktıkça öyle bir vakit gelir ki, batı ufkunda kırmızılık, sonra da beyazlık kaybolup karanlık çökmeden doğu ufkunda fecir (tan yeri) ağarmaya başlar. Dolayısıyla kırmızılık kaybolmadığı için yatsı ve karanlıktan sonra aydınlık olmadığı için de imsak vakti oluşmaz. Vaktin oluşmadığı günlerin sayısı kuzeye doğru çıktıkça artar. İşte bu dönemlerde takdire başlanır. Takdir yapılan dönemler yıldız işaretiyle belirlenmiştir.
Nihayet 66° Kuzey enleminde 13-27 Haziran arası 17 gün Güneş devamlı ufkun üstünde kalır, hiç batmaz. 30 Haziranda güneş yuvarlağının alt kısmı ufkun altına girer, üst kenarı hiç batmaz. 2 Temmuzda saat 23:44'de batar, 00:24'de tekrar doğar. Bu tarihte güneşin doğuşuyla batışı 40 dakikadır. Kutba yaklaşıldıkça güneşin batmadığı günlerin sayısı çoğalır, 90° enlemde yazın 6 ay güneş ufkun üstünde kalır, kışın 6 ay ufkun altında dolaşır. Bu yerlerde de vaktin oluştuğu en yakın yere göre takdir yapılır.
Vaktinde Eda Edilmeyen Oruç ve Namaz Geçerli Olmaz
Bir konu “nass” yani ayet veya hadis ile sabit olunca o konuda ayet veya hadise aykırı içtihat yapılamaz. “Mevrîd-i nassta içtihada mesağ yoktur” Yani nassın olduğu yerde içtihat söz konusu olamaz. Bu bir fıkıh kaidesidir. O bakımdan müminlerin işini kolaylaştırmak niyetiyle bile olsa, Allahu Teâlâ’nın belirlediği vakitler değiştirilemez. Değiştirilmesi caiz olmadığı gibi, değiştirilen bir vakitte kılınan namaz ve tutulan oruçlar sahih olmaz, kaza edilmeleri gerekir.
Meselâ bilerek ya da bilmeyerek akşam vaktinde yatsı namazını kılan bir kimsenin, bunu fark ettiğinde namazını kaza etmesi gerekir. Çünkü bütün mezhep ve müçtehitlere göre yatsı vakti, şafağın kaybolmasıyla başlar. İhtilaf sadece, kırmızı şafak mı, yoksa beyaz şafak mı kaybolunca yatsı vaktinin gireceğindedir. Ancak gerek Hanefî Mezhebi’nde gerekse diğer mezheplerde büyük çoğunluk kırmızı şafağın kaybolmasıyla yatsı vaktinin gireceğini söylemişlerdir.
Mekke-Medine ve kısmen Türkiye’nin güney-doğusu gibi, saatleri fazla değişkenlik arz etmeyen mutedil bölgelerde akşam güneş battıktan 75-80 dakika sonra ekseriyetle kırmızı şafak batmakta ve yatsı namazı kılınabilmektedir. Fakat namaz saatlerinin çok hareketli olduğu kuzey bölgelerde ve hususan yaz aylarında kırmızı şafağın batması 3 saati geçebilmektedir. Dolayısıyla istisna edilen bölgelerin haricinde güneşin batışından 75-80 dakika sonra yatsı namazını kılmak hiçbir mezhep ve müçtehide göre caiz değildir. Bu konuda icma vardır.
Yine meselâ imsak vaktinin daha geç bir vakitte olduğunu düşünüp fecri sadığın ortaya çıktığı bir vakitten 3-4 dakika sonra yiyip içen bir kimsenin orucunu kaza etmesi gerekir. Çünkü vakit namazın ve orucun şartıdır. Buna göre dört mezhebe aykırı olan vakitlerde kılınan namazların ve tutulan oruçların tamamının kaza edilmeleri gerekir.
Temkin Süresi
Namaz ve oruç vaktinin belirlenmesinde asıl olan ölçü, çıplak gözle vaktin alametlerini rasat (gözetleme) yapmaktır. Fakat günümüz dünyasında beş vakit namazın vaktini gözetlemek ışıklara boğulmuş yerleşim birimleri ve çalışma şartları açısından neredeyse imkânsızdır. O yüzden dinimizce belirlenen vakitler mecburen hesapla tespit edilmektedir. Hesap yapılırken de birçok faktörü göz önüne almak şarttır. Meselâ bir şehrin en çukur yeri ile o şehrin en yüksek dağında bulunan yerleşim biriminin namaz vakitleri arasında fark meydana gelmekte ve bu fark, şehrin bulunduğu enleme göre değişmektedir. Bundan başka ışığın atmosferde kırılmasına etki eden faktörlerden nem, sıcaklık ve basıncın da dikkate alınması gerekmektedir. Şehrin doğu-batı mesafesi, güneşin ve dünyanın görünen yarıçapı da hesaba katılmak mecburiyetindendir. İşte bu gibi, coğrafî ve astronomik etkenlerden dolayı ortaya bir “temkin süresi” çıkmaktadır.
Temkinin konulmadığı bir takvimde vaktin evvelinde ve sonunda namaz kılanların namazları, imsak vaktinde oruca başlayanların oruçları tehlikeye girmektedir. O yüzden Semerkand Takvimi bölgenin astronomik ve coğrafi şartlarını da dikkate alarak ihtiyatlı bir anlayışla temkin sürelerini koymuş ve bu temkin sürelerinde ne uzun ne kısa orta yol tutmuştur.
Vakitlere ilave edilen temkinler imsak vaktinde daha fazla önem arz eder. Bir şehrin çukur bölgesinde yaşayan kimseyle o şehrin dağında yaşayan kimsenin imsak vakti bir değildir. Aynı husus büyük bir şehrin doğusu ile batısı için de söz konusu olabilir. Dolayısıyla her ikisinin de orucunu, sabah namazını ve diğer vakitlerini tehlikeye sokmayacak bir temkin süresine ihtiyaç vardır. İşte bunun için gerçek imsak vaktinin öncesine ve sonrasına temkin konulmuştur. Temkin müddeti bulunduğu enleme ve mevsime göre azalıp çoğalabilmektedir. Vakit girmeden, yani fecri sadık doğmadan namaz kılmış olmamak için, tespit edilen imsak vaktinden belirli bir müddet sonra sabah namazı kılmakta büyük fayda vardır. Bu sürenin ne kadar olacağı ise, bulunulan mekân ve mevsime göre değişmektedir.
Semerkand Takvimi’ni kullanan siz değerli kardeşlerimizin namazlarının tehlikeye girmemesi ve herhangi bir karışıklığın ortaya çıkmaması için takvimde sabah namazının kılınabileceği en erken vakti de ayrı bir sütunda gösterdik. Böylece oruç tutan kardeşlerimizin yeme-içmeyi hangi saatte bırakmaları gerektiği ve hangi saatte namaz kılabilecekleri açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
İbadette Sabır
Kur’an-ı Kerim’de müminlere sabır tavsiye edilerek şöyle buyrulmaktadır: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr,103/1-3) Bu ayette geçen “Sabrı tavsiyeyi” müfessirler ibadetin meşakkatine sabretmek şeklinde açıklamışlardır. Hiç şüphesiz bu sabrı göstererek Allah’ın celle celâlühu ermine boyun eğenler kazanacaktır.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklanan astronomik ve atmosferik şartlardan dolayı Kuzey Avrupa, Kanada ve Kuzey Asya’da yaşayan müminler, Mayıs-Ağustos arası yaklaşık 3,5 ay yatsı vaktini geç, imsak vaktini ise erken vakitlerde idrak ediyorlar. Yatsı ve imsak vakti birbirine yakın olduğu için yatsı, teravih ve sahuru dar bir zamanda eda etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Ramazan-ı şerif kış aylarına denk geldiği zaman Türkiye’den bir-kaç saat daha az oruç tutan Avrupalı kardeşlerimiz, Ramazan-ı şerif yaz aylarına denk geldiğinde, meselâ İstanbul’a göre bir-kaç saat fazla oruç tutuyorlar. Hiç şüphesiz onların karşılaştıkları bu güçlükler, sabretmek ve hamd etmek kaydıyla amel defterlerine hasenat olarak geçiyor ve inşallah günahlarına kefaret oluyor. Bu konuda Cenabı Hak celle celalühu şöyle buyurmaktadır: “Her kim zerre kadar bir hayır yapmışsa onu görecek” (Zilzal, 99/7)
Yüz binlerce insanın namaz ve oruç vakitlerini belirleme işi elbette ki büyük bir sorumluluktur. Allah korusun bu konuda yapılacak küçük bir yanlışlığın çok büyük vebale sebep olacağı meydandadır. Bu yüzden bütün müminlerin gönül rahatlığıyla kullanabileceği, tamamıyla dört mezhebe uygun bir takvim hazırlamak için, yaklaşık iki yıl araştırma yapılmış, en ihtiyatlı, en temkinli, namaz ve oruç vakitlerinin belirlenmesi, arızalardan salim olması için gayret sarf edilmiştir.
Doğru vakitlerin etrafında birlik-beraberlik sağlama hususunda diğer bazı takvimlerle önemli bir yakınlaşma kaydedilmiştir. Bu birlik ve beraberliğin daha da genişlemesini diler, yapacağımız bütün ibadet ve teatin Cenabı Erhamu’r-Rahîmîn’in rızasına uygun olması için O’nun merhametine sığınırız.
Nitekim ülkemizde yayınlanan bazı takvimler temkin ... Namaz vakitlerinin hesaplarla belirlenmeye başladığı hicri üçüncü asırdan itibaren im
Diyanet'ten imsak vaktine ilişkin açıklama
Giriş Tarihi: 17.7.2013 17:03 Güncelleme Tarihi: 17.7.2013 17:04
Diyanet İşleri Başkanlığı, imsak vakitlerinin hicri üçüncü asırdan itibaren hesapla belirlendiğini, Müslüman astronomi alimlerinin, geçmişten günümüze imsak vakitlerinin hesaplanmasında genellikle bugün Diyanet İşleri Başkanlığının esas aldığı kriterleri benimsediğini bildirdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, imsak vaktinin belirlenmesi konusunda öteden beri birbirine tamamen zıt iki tür eleştiri olduğu belirtildi.
"Birincisi imsak vaktinden temkini kaldırarak insanların oruçlarını riske attığı yolundaki eleştiridir. Nitekim ülkemizde yayınlanan bazı takvimler temkin süresini kullanmaya devam ettikleri için imsak vaktini Diyanet takviminden 20 dakika önce vermektedirler. Diğeri ise imsak vaktini çok erken belirleyerek insanlara fazla oruç tutturduğu yolundaki eleştiridir" ifadelerine yer verilen açıklamada, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in ramazanın başlangıcında gerçekleştirdiği basın toplantısında gerekli açıklamaları yapmasına rağmen her hangi bir açıklama yapılmamış gibi haber ve değerlendirmelerin sürdürüldüğü kaydedildi.
Açıklamada şöyle denildi:
"İmsak vaktinin hesapla belirlenmesi yeni bir hadise değildir. Namaz vakitlerinin hesaplarla belirlenmeye başladığı hicri üçüncü asırdan itibaren imsak vakitleri de hesapla belirlenmektedir. Müslüman astronomi alimleri geçmişten günümüze imsak vakitlerinin hesaplanmasında genellikle bugün Diyanet İşleri Başkanlığının imsakin hesaplanmasında esas aldığı kriterleri benimseyerek ' Fecri sadık'ı tespit edegelmişlerdir.
Geçmiş İslam alimlerinin büyük çoğunluğu, imsakin hesaplanmasında Diyanet İşleri Başkanlığının esas aldığı 18º yi benimseyerek 'fecri sadık'ı hesaplamışlardır. Bazıları ise daha ihtiyatlı davranmak üzere 19º yi esas almışlardır. 1949 yılında Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki'nin talimatıyla Kandilli Rasathanesinin kurucusu Prof. Fatin Gökmen başkanlığında Kamil Miras, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Eyyüp Müftüsü İsmail Habib Erzen ve Muvaakıt Yusuf Ziya Gökçe'den oluşan komisyon da imsakin belirlenmesi için 19º yi esas almıştır. Ancak Başkanlığımız, 1982 yılında imsak vaktinden temkini kaldırdığı sırada İslamın kolaylaştırma ilkesi doğrultusunda 19º yerine bilimsel bir kriter olan 18º'yi benimsemiştir."
-"En ihtiyatlı görüş tercih edildi"
İslam dünyasının neredeyse tamamına yakınının imsak vaktinin hesaplanmasında Diyanet işleri Başkanlığının imsakin belirlenmesinde esas aldığı ölçüyü benimsediği vurgulanan açaklamada, bu itibarla geçmişteki İslam astronomlarının bu meseleyi anlamadığı, İslam dünyasındaki onlarca İslami Astronomi cemiyetinin bu işi bilmediği, şimdilerde birilerinin bu işi doğru anlamaya başladığı gibi bir sonuca götürecek yaklaşımlarla milletimizin zihninde tereddütler uyandırmaya çalışılmasının isabetli olmadığı belirtildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, orucun başlangıç vakti konusunda fıkıh kitaplarında yer alan farklı görüşleri bildiği dile getirilen açıklamada şu görüşlere yer verildi:
"Ancak Başkanlık, sorumluluk sahibi bir kurum olarak fetvaya esas olan en ihtiyatlı görüşü tercih ederek imsak vakitlerini hesaplamaktadır. Başkanlığın bu tercihi, vaktin ilk sınırını tespit esasına dayanmaktadır. Bunu da bilimsel bir kriteri esas alarak gerçekleştirmektedir.
.
Diyanet İşleri Başkanlığı, imsakin belirlenmesinde bilimsel bir kriter olarak astronomik tanın başlangıcı olan 18º'yi esas almaktadır. Böyle bilimsel bir kriter ölçü alınmadığı takdirde toplum içinde birliğin sağlanması asla mümkün değildir. Bu hususta bugün şikâyet edilen tablo gibi manzaralar ortaya çıkar. Nitekim günümüzdeki uygulamalarda kimi takvimler imsak vaktini Diyanet takviminden yaklaşık 20 dakika önce başlatırken kimileri Diyanet takviminden bir saatten daha fazla bir süre sonra başlatmaktadır.
Başkanlığımız ibadet vakitlerine ilişkin olarak dile getirilen her türlü görüş ve düşünceyi ciddiyetle takip etmenin bir gereği olarak imsak ve yatsı vakitlerinin bilimsel gözlem yöntemleriyle belirlenmesi için Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü ile ortak bir gözlem projesi yürütmektedir.
Şu ana kadarki gözlemler Ankara Bâlâ ilçesindeki bin 500 rakımlı Beynam ormanları, Bolu'nun Gerede İlçesindeki bin 900 rakımlı Arkut Dağı ile Türkiye'nin güneyinde ve deniz seviyesindeki Mersin'in Anamur ilçesinde yürütülmüştür.
Gözlem çalışmalarının insan gözüne endeksli aletlerle yapılan kısmında sonuca ulaşılmıştır. Buna göre; Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsak vakitleri ile fecirde ortalama tan beyazlığının başlama vakti arasında ise -0.8 +- 3.5 dakika fark görülmüştür. Bu sonuç, güneşin 17.8 derece ufka yaklaştığı zamana denk gelmektedir. Başkanlık takvimlerinde yatsı vakti için güneşin 17º ufkun altına inişinin, imsak vakti için ise güneşin ufka 18º yaklaşması ölçüsünün esas kabul edildiği dikkate alındığında insan gözüne endeksli aletsel rasatlarla yapılan gözlem sonuçlarının Başkanlık takviminde verilen imsak vakti ile örtüştüğü görülmüş ve bu sonuçlar Ramazandan önce Diyanet işleri Başkanımız tarafından halkımızla ve basınımızla paylaşılmıştır.
Gerek aletsel gözlemlerle ve gerek çıplak gözle yapılan rasatlarla ulaşılan sonuçlarda şu ana kadar, günümüzde seslendirilmeye başlayan ve imsakin güneşin 10º ufka yaklaşmasından daha az bir zamana tekabül eden bir vakitte başlatılması yolundaki görüşü destekleyen en ufak bir bulguya rastlanmamıştır. Zaten söz konusu iddia sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir ciddi ilim insanı olmadığı gibi günümüz İslam dünyasında bu alanda söz sahibi olan hiçbir ilim insanı ve astronom da benimsememektedir."
Şer'î vakitlerin belirlenmesinin, Diyanet İşleri Başkanlığının en önemli vazifelerinden biri olduğu belirtilen açıklamada, en başta ibadetler olmak üzere müminlerin dini hayatı ile ilgili pek çok hususun, şer'î vakitlerle irtibatlı olduğu, yatsı namazı vaktinin sonu, sabah namazı vaktinin ve orucun başlangıcı olan imsak vaktinin belirlenmesinin de bu vazifenin bir parçası olduğu bildirildi.
Açıklamada, halkın ibadet hayatlarıyla ilgili hususlarda bir tereddüt yaşamaması ve bu hususta Diyanet İşleri Başkanlığına güvenmeye devam etmeleri istendi.
. Namaz Vakitlerinde Temkin Hakkında Bir açıklama - frmtr.com
Diyanet İşleri Başkan
.Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanıp yayınlanmakta olan Diyânet Takviminde gösterilen
Namaz ve imsak vakitleri ile diğer bazı kurum ve kuruluşlar tarafından yayınlanan Takvimlerin
bir kısmındaki namaz ve imsak vakitleri arasında görülen, -az da olsa- zaman farkının
sebebi yurttaşlarımızca çokça sorulmakta olduğundan konu ile ilgili aşağıdaki
açıklamanın yapılmasına zarûret duyulmuştur.
Bilindiği üzere beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve son bulma
sınırları, Kurân-ı Kerimin ilgili âyeti kerîmeleri ile Hz. Peygamber (a.s) efendimizin kavlî,
fili ve takrîrî sünnetlerinde yer alan ölçülere göre İslâm müctehid ve Fakihleri tarafından
tesbit edilmiştir. Diyanet Takviminde gösterilen Namaz vakitleri bu ölçülere göre hesap
edilmektedir. Ancak güneşin doğuşu ve batışı müstesnâ, diğer vakitler için gerekli olmadığı
halde, lüzumsuz bir ihtiyat olmak üzere, yaklaşık 150 yıl kadar önce bütün vakitlere teşmil
edilmiş olan aşırı temkin süreleri Din İşleri Yüksek Kurulunun 21 Ocak 1981 tarih ve 6 sayılı
kararı uyarınca, 1982 Yılından îtibâren 4 (dört) dakîkaya indirilmiş; İmsak vaktinden ise
temkin kaldırılmıştır. İlk yıllarda yurdumuzda basılmakta olan bütün takvimlerde bu karara
uyulduğu halde; daha sonra bazı takvim basıcıları, dînen gerekli olmayan, aksine vakitlerin
tedâhülüne ve uygulamada bâzı zorluklara yol açması sebebiyle sakıncalı bulunan, aşırı
(gereğinden fazla) temkin uygulamasına tekrar dönmüşlerdir. Diyanet Takvimi ile diğer bazı
takvimlerin namaz vakitleri arasında görülen farklar, bu takvimlerde temkin sürelerinin
gereğinden çok tutulmuş olmasından kaynaklanmaktadır.
Fıkhen belirlenmiş olan ölçülere göre, vakit girdiği andan îtibâren, o vakte âit namazın edâsı
için, temkin olarak bir süre bekleme mecburiyeti yoktur. Şüphesiz, başından sonuna kadar,
vaktin herhangi bir cüzünde namazın edası caiz olduğuna göre; ister temkin, ister başka bir
sebeple olsun, namazı vaktin girmesinden bir süre geçtikten sonra kılmak da mümkündür;
ancak mutlaka gerekli ve zaruri değildir. Konu ile ilgili Hadis-i Şeriflerde ve bunların
şerhlerinde, temkin ile ilgili bir husus yer almadığı gibi; ilgili ayet-i kerime ve Hadis-i Şerifler
ışığında, beş vakit namaz ve orucun eda edileceği vakitlerin başlama ve sona erme sınırlarını,
bütün ayrıntılarıyla inceleyip tesbit eden İslâm müctehid ve fakihleri de, -fıkıh kitaplarında-
temkinden tek kelimeyle de olsa söz etmemişlerdir. Nitekim, önceleri güneşin doğuşu ve
batışı dışında diğer vakitler için temkinler uygulanmazken, yaklaşık 150 (yüz elli) yıl kadar
önce, -gereksiz ve aşırı bir ihtiyat olmak üzere, - temkin bütün vakitlere teşmil edilmiş; bu
durum vakitlerin tedâhülüne ve giderek bazı zorluklara yol açmıştır.
Şüphesiz bir namaz vakti içinde, o vaktin namazının edasının müstehap (efdal), caiz veya
mekruh olduğu süreler vardır. Ancak bir namaz vaktinin tesbit’i; müstehap, caiz ve
mekruh olan sürelerini de kapsayacak şekilde, vaktin giriş ve çıkış sınırlarını tesbit ayrı; vakit
içinde namazı efdal, caiz veya mekruh vaktinde eda etmek ayrı bir konudur; bunlar birbirine
karıştırılmamalıdır. Nitekim 5 (beş) vakit namaz farz kılınınca, Hz. Peygamber (s.a.v.)
efendimize bunların vakitlerini öğretmek üzere Cibril, beş vakit namazı efdal vakitlerinde
değil; birinci gün ilk; ikinci gün ise son vakitlerinde kıldırmıştır.
Halen Diyanet İşleri Başkanlığında her ilin imsak ve namaz vakitleri, ayrı ayrı
hesaplanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı Takvimi ve bu takvimdeki vakitleri esas alan
takvimlerde her ilin namaz ve imsak vakitleri, ayrı ayrı gösterilmektedir. Ayrıca günümüzde
hassas saatler ve istenildiği zaman saat ayarlama imkanı vardır. Bu itibarla, bir ilçenin doğu
ve batı sınırları arasındaki boylam farkını karşılayacak kısa bir süre dışında temkin süresinin
uzun tutulmasına ihtiyaç kalmamıştır.
Diğer taraftan çağımızda, Müslümanların iş hayatı da bunu zorunlu kılmaktadır. Belli saatte
fabrika işbaşı yapması, yola çıkması gereken insanlar vardır. Kişi Dinin koyduğu zaman
sınırları içinde ibadetlerini iş durumuna göre- eda edebilme imkanına sahip olabilmelidir.
Aksi halde, gerçekte vakit girmiş olduğu halde, uzunca temkin uygulamaları sebebiyle, henüz
vakit girmedi düşüncesiyle, ibadetini eda edemeden işe başlamakta, yola çıkmakta böylece
zamanla ibadet alışkanlığını kaybetmektedir. Bu itibarla, ibadet vakitlerinin, dînî ölçülere göre,
hesaplanıp gösterilmesinde, bu vakitlere uzun temkin süreleri eklenmemesinde zaruret vardır.
Din İşleri Yüksek Kurulunun söz konusu kararında, güneşin doğuş ve batışında eski takvimlere
göre hiçbir değişiklik yapılmamış, yani zaruri olan temkin süreleri olduğu gibi korunmuştur.
Diğer vakitlerden de temkin tamamen kaldırılmamış; aşırı ve gereksiz olan süreler 4 dakikaya
indirilmiştir. Başkanlığımızca değişik tarihlerde ve değişik yerlerde yapılan ve devam
ettirilmekte olan- gözlemlerde de temkinin zorunlu olduğunu gösteren bir sonuca ulaşılmamıştır
İÇİNDEKİLER DİYANET AÇIKLAMASI TÜRK TAKVİMİ AÇIKLAMASI FAZİLET TAKVİMİ AÇIKLAMASI DİYANET AÇIKLAMA
-
İÇİNDEKİLER
DİYANET AÇIKLAMASI
TÜRK TAKVİMİ AÇIKLAMASI
FAZİLET TAKVİMİ AÇIKLAMASI
DİYANET AÇIKLAMA
Namaz Vakitleri diyanet
Türkiye namaz vakitleri 2010, diyanet Türkiye namaz saatleri, namaz vakti, diyanet isleri namaz saati, sabah, ögle, ikindi, aksam, yatsi, teravih, diyanet isleri baskanligi vakitler
NAMAZ VAKİTLERİNDE “TEMKİN” KONUSUNDA ZARÛRİ BİR AÇIKLAMA (D.İ.B. Takvimlerinde yer alan açıklamadır.)
Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanıp yayınlanmakta olan “Diyanet Takvimi”nde gösterilen namaz vakitleri ile, diğer bazı kurum ve kuruluşlar tarafından yayınlanan takvimlerin bir kısmındaki namaz vakitleri arasında görülen, az da olsa zaman farkının sebebi, yurttaşlarımızca çokça sorulmakta olduğundan, konu ile ilgili aşağıdaki açıklamanın yapılmasına zaruret duyulmuştur.
Bilindiği üzere, beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve son bulma sınırları, Kur’an-ı Kerim’in ilgili âyet-i kerimeleri ile Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kavlî, fiilî ve takrirî sünnetlerinde yer alan ölçülere göre, İslâm müctehit ve fakihleri tarafından tespit edilmiştir. Diyanet Takvimi’nde gösterilen Namaz vakitleri, bu ölçülere göre hesap edilmektedir.
1973 yılından önce Balkanlar’dan Kafkaslar’a kadar bütün şehirlerin namaz vakitleri İstanbul’dan ± fark alarak hazırlanmakta ve hazırlanan bu vakitlere yüz elli yıldan beri (bugün için gerekli olmayan) ± 10 dk. temkin uygulanmaktaydı.
İstanbul’dan fark alınmaksızın namaz vakitlerinin yayınlanmasından sonra güneşin doğuşu ve batışı hariç diğer vakitlerdeki aşırı temkin süreleri, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 21 Ocak 1981 tarih ve 6 sayılı kararı uyarınca, 1982 yılından itibaren 4 dakikaya indirilmiş; imsak vaktinden ise, temkin kaldırılmıştır.
İlk yıllarda yurdumuzda basılmakta olan bütün takvimlerde bu karara uyulduğu halde; daha sonra bazı takvim basıcıları, dinen gerekli olmayan, aksine vakitlerin tedahülüne ve uygulamada bazı zorluklara yol açması sebebiyle sakıncalı bulunan, aşırı (gereğinden fazla) temkin uygulamasına tekrar dönmüşlerdir. Diyanet Takvimi ile diğer bazı takvimlerin namaz vakitleri arasında görülen farklar, bu takvimlerde temkin sürelerinin gereğinden çok tutulmuş olmasından kaynaklanmaktadır.
Fıkhen belirlenmiş olan ölçülere göre, vakit girdiği andan itibaren, o vakte ait namazın edâsı için, temkin olarak bir süre bekleme mecburiyeti yoktur. Şüphesiz, başından sonuna kadar, vaktin herhangi bir cüzünde namazın edâsı câiz olduğuna göre; ister temkin, ister başka bir sebeple olsun, namazı vaktin girmesinden bir süre geçtikten sonra kılmak da mümkündür; ancak mutlaka gerekli ve zarurî değildir. Konu ile ilgili hadis-i şeriflerde ve bunların şerhlerinde, temkin ile ilgili bir husus yer almadığı gibi; ilgili âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin ışığında, beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve sona erme sınırlarını, bütün ayrıntılarıyla inceleyip tespit eden İslâm müctehid ve fakihleri de, -fıkıh kitaplarında- temkinden tek kelime ile de olsa söz etmemişlerdir. Nitekim, önceleri güneşin doğuşu ve batışı dışında diğer vakitler için temkin uygulanmazken, yaklaşık yüz elli yıl kadar önce, -gereksiz ve aşırı bir ihtiyat olmak üzere- temkin bütün vakitlere teşmil edilmiş; bu durum vakitlerin tedahülüne ve giderek bazı zorluklara yol açmıştır.
Şüphesiz bir namaz vakti içinde, o vaktin namazının edâsının müstehap (efdâl), câiz veya mekruh olduğu süreler vardır.
Ancak bir namaz vaktinin tespiti; müstehap, câiz ve mekruh olan sürelerini de kapsayacak şekilde, vaktin giriş ve çıkış saatlerini tayin etmek demektir. Vaktin giriş ve çıkış sınırlarını tespit ayrı; vakit içinde namazı efdal, câiz veya mekruh vaktinde edâ etmek ayrı bir konudur; bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Nitekim beş vakit namaz farz kılınınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e bunların vakitlerini öğretmek üzere Cibril (a.s.), beş vakit namazı efdal vakitlerinde değil; birinci gün ilk; ikinci gün ise son vakitlerinde kıldırmıştır.
Halen Diyanet İşleri Başkanlığında her ilin namaz vakitleri, ayrı ayrı hesaplanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı takvimi ve bu takvimdeki vakitleri esas alan takvimlerde her ilin namaz vakitleri, ayrı-ayrı gösterilmektedir. Ayrıca günümüzde hassas saatler ve istenildiği zaman saat ayarlama imkânı vardır. Bu itibarla, bir ilçenin doğu ve batı sınırları arasındaki boylam farkını karşılayacak kısa bir süre dışında temkin süresinin uzun tutulmasına ihtiyaç kalmamıştır.
Diğer taraftan çağımızda, Müslümanların iş hayatı da bunu zorunlu kılmaktadır. Belli saatte fabrikada işbaşı yapması, yola çıkması gereken insanlar vardır. Kişi dinin koyduğu zaman, sınırlar içinde ibâdetlerini -iş durumuna gore- edâ edebilme imkânına sahip olmalıdır. Aksi halde, gerçekte vakit girmiş olduğu halde, uzunca temkin uygulamaları sebebiyle, henüz vakit girmedi düşüncesiyle, ibadetini edâ edemeden işe başlamakta, yola çıkmakta ve böylece zamanla ibadet alışkanlığını kaybetmektedir. Bu itibarla, ibadet vakitlerinin, dinî ölçülere göre, hesaplanıp gösterilmesinde, bu vakitlere uzun temkin süreleri eklenmemesinde zarûret vardır.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun söz konusu kararında, Güneşin doğuş ve batışında eski takvimlere göre hiçbir değişiklik yapılmamış, yani zarurî olan temkin süreleri olduğu gibi korunmuştur. Diğer vakitlerden de temkin tamamen kaldırılmamış; aşırı ve gereksiz olan süreler dört dakikaya indirilmiştir. Başkanlığımızca değişik tarihlerde ve değişik yerlerde yapılan ve devam ettirilmekte olan gözlemlerde de, temkinin zorunlu olduğunu gösteren bir sonuca ulaşılamamıştır.
(Diyanet İşleri Başkanlığı)
TÜRKTAKVİMİ
6 Ekim Cumartesi - Türkiye Takvimi
Mühim Tenbîh
1. İmsâk ve namaz vakitlerinin hesâbında esâs alınan usûl ve kâideler.
Türkiye Takviminin Türkçe ve muhtelif lisânlardaki baskılarında, Ramezân-ı şerîf imsâkiyelerimiz ile İnternetteki www.namazvakti.com vewww.turktakvim.com adreslerimizde neşr olunan namaz vakitlerini, Osmânlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-i İslâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m.1916] senesinin (İlmiyye sâl nâmesi) ismindeki takvim ile İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathanesi’nin 1958 tarih ve 14 sayılı (Türkiye’ye Mahsûs Evkât-ı Şer’iyye) kitâbındaki usûllere göre hesâbladık.
İbâdetlerin vakitlerini tayin ve tesbit etmek, yani anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. Fıkh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitâblarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesâb etmek câizdir. Hesâb ile bulunanların, din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bunlardan 1926 senesindeki Takvim-i Ziyâ’da diyor ki: “İşbu takvim, Diyânet İşleri Riyâseti Heyet-i Müşâveresi tarafından tetkik edilip, riyâset-i celîlenin tasdiki ile tab’ edilmiştir.” Din işlerinde İslâm âlimlerinin ve İslâm astronomi mütehassısının tasdik ettiği namaz vakitlerini kullanmalıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, (Sebîl-ür-reşâd) mecmuasının 22. cildinde, bu hususta tafsilât vermiştir.
Hakîkî din adamlarından ve hey’et (astronomi) ilmi mütehassıslarından meydana gelen takvim hey’etimizin, en modern âletlerle yaptığı rasad ve hesâblarla bulunan namaz vakitlerinin, İslâm âlimlerinin asırlardan beri bulup bildirdikleri (Rub’-ı dâire) ile yapılan hesâblarla aynı olduğunu gördük.
2. İbâdetlerin kabul olması için, doğru vakitlerinde yapılması şarttır.
Elbette doğru olan vakitlere uyularak oruclarımızı tutmamız ve namazlarımızı kılmamız lâzımdır. Çünkü, doğru olduğunda hiç tereddüde yer olmayan vakitlerden evvel kılınan namaz sahîh olmaz, hem de büyük günâh olur. Nitekim, İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn, (Kebâir ve segâir) kitâbında buyuruyor ki, (Farz namazları [yanlış vakitleri veren takvîmlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıkdıkdan sonra kılmak büyük günâhdır.)
İslâm âlimleri ve İslâm astronomi mütehassısları, kıymetli kitâblarında, namaz ve oruc vakitlerinin tayinine âid hesâb usûlünü ve kâidelerini bildirmişlerdir. Bu usûl ve kâideler, asırlardan beri kullanılagelmiştir. Tereddüde, şübheye düşülecek hiçbir husus bırakmamışlardır. Biz de bu vakitleri bildiriyoruz ve yayınlıyoruz.
Namazın sahîh olması için, hem vaktinde kılmak ve hem de vaktinde kıldığını bilmek, şübhe etmemek lâzımdır ve farzdır. İbni Âbidîn'in (Redd-ül-muhtâr)ının, Matbaa-yı âmire hicrî 1307 baskısının, 342. sayfasında ve bunun Ahmed Davudoğlu tercümesinin 2. cildinin 40. sayfasında ve (Feth-ul-kadîr)de bir fıkh kâidesi yazılıdır: (Namazın sahîh olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinden şübhe ederek kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahîh olmaz). İbni Âbidîn bunu zikrederken, (Nûr-ul-îzâh ve diğer kitâblarda da böyle denilmiştir. El-Eşbâh'ın niyet bahsinde de böyle denilmektedir.) diye yazmıştır. Ayrıca Şâfi’î (El-Envâr) ve Mâlikî (El-Mukaddemetül-izziyye) şerhinde ve (Mîzân-ül-kübrâ)da da böyle yazılıdır.
Oruc ve namaz vakitlerinin farklı olması durumunda, doğru vakitlere göre ibâdetlerimizi yapmamız îcâb ettiği, İslâm âlimlerininin buyurdukları şübhesiz bir kâide ve hükümdür. Doğru tekdir. Ölçüsü de, İslâm âlimlerinin buyurdukları usûl ve kâidelerdir. Bu usûl ve kâidelere uygun hesâbların yapılması halinde, aynı neticelerin çıkacağı da, ilmî bir hakîkattir. Bunlara harfiyyen uyularak ve yoruma sapmadan yapılan uygulamaların doğru olacağı, bazı doğru bilgileri bildirerek, bu bildirilenlere ters, şahsî görüş, düşünce ve kanaâtlerle yapılacak uygulamaların ise yanlış olacağı âşikârdır.
3. Temkin Müddeti:
Herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre bulunan vaktinden (astronomik hesâbla bulunan vaktinden), doğru vakit olan şer’î vaktini bulmak için “Temkin Müddeti” kullanılır. Yani, Temkin Müddeti: Hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları, semâ küresindeki alâmetlerin olduğu, şer'î vakitlere getiren müddettir.
Her şehir için bütün namaz vakitlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır. Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Güneşin doğuşu ve batışında kullanılması zarûrî olduğu bildirilen Temkin müddetinin, aynen imsâk, yatsı ve diğer bütün namaz vakitlerinde de kullanılması zarûrîdir. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zan ederek, imsâk vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve gurûbu (akşam vaktini) 3-4 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fâsid olacağı (bozulacağı) (Dürr-i yektâ)da da yazılıdır.
Bir şehrin en yüksek mahalline mahsûs olan temkin zamanı değişdirilemez. Temkin zamanı azaltılırsa, öğle ve daha sonraki namazlar, vakitlerinden evvel kılınmış olur. Oruca da, sahûr vakti geçtikten sonra başlanılmış olur. Bu namazlar ve oruclar sahîh olmazlar. 1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine âid olan ufuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün Âlimler, Velîler, Şeyh-ülislâmlar, Müftüler, bütün müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır. Şimdi de bütün müslümanların, bu icmâ-i müslimînden ayrılmayarak, namazlarını şer'î vakitlerinde kılmaları ve oruclarına bu şer'î vakitlerinde başlamaları lâzımdır.
1983 senesinden önceki takvimlerde bildirilen imsâk ve namaz vakitlerinin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu husûsta hiçbir ihtilâf da yoktur. Nitekim, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.” şeklinde bildirilmiştir.
Temkin Müddeti” hakkında teferruatlı malûmat için tıklayınız,(üsteki linke tıklayın)
4. İmsâk vaktinde güneşin irtifâ’ı (Ufkun altındaki yükseklik derecesi).
Türkiye takviminin hazırladığı, İnternette de neşr olunan vakitlerde ve imsâkiyelerde, temkin zamanı ile namaz vakitlerine âid olan Güneşin Şer’î ufukdan, irtifâ’ zâviyeleri yani, ufukdan yükseklik açıları hiç değiştirilmemiş, namaz ve oruc vakitleri, doğru olarak bildirilmiştir. Dört mezhebde de imsâk vakti, (şer’î gece)nin sonunda başlar. Yani, (Fecr-i sâdık) denilen beyazlığın doğudaki ufk-ı zâhirî (Görünen ufuk) hattının bir noktasında görülmesi ile başlar. Oruc da, bu vakitte başlar. Yani, güneş ufk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca başlar.
İslâm astronomi mütehassısı Ahmed Ziyâ Bey (Rub’-ı dâire) kitâbında diyor ki, (Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesâb ediyorlar. Bunun için, fecr hesâblarında, güneşin irtifâ’ını (-18) derece alıyorlar. Biz ise, ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesâb ediyoruz. Bunun için de şemsin (Güneşin) irtifâ’ının, (-19) derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü islâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, BEYAZLIĞIN UFUK ÜZERİNDE İLK GÖRÜLDÜĞÜ VAKİT olduğunu bildirdiler.)
Yani, İslâm âlimleri asırlardan beri, fecr (imsâk) vaktinde Güneşin irtifâ’ının, ufkun altında (-19) derece olduğunu anlamışlar, diğer rakkamların doğru olmadığını bildirmişlerdir. Fetvâ böyledir. Müctehid olmayanların bu fetvâyı değiştirmeye hakları yoktur. Fetvâya uymayan ibâdetler, sahîh olmaz. Müslümanların, din işlerinde, hıristiyanlara ve mezhebsizlere değil, İslâm âlimlerine uyması lâzımdır.
Nitekim, 1958 senesinde, Diyanet İşleri Başkanlığınca neşr edilen namaz vakitlerinin yanlış olduğunu yazan bir gazetenin köşe yazarına verilen cevâbda aynen, “... İmsâk vaktine gelince; Yazınızda, ‘gerek İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar bu vakti güneşin 18 derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir’ diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç milletin imsâk vaktinde hangi ibâdetleri var ki imsâk vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, islâm hey’etşinâsları (İslâm astronomi mütehassısları) tarafından mezkûr vakit (imsâk vakti) islâmî kâidelere göre takdir edilmişken, bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor? İmsâk vakti mebde-i fecrin tulû ânıdır (yani doğu ufkunda beyazlığın bir nokta halinde görüldüğü zamandır). Hey’etşinâsân-ı sâbıkamız (evvelce gelen bütün İslâm astronomi mütehassıslarımız) bu ânın 19 derece inhitât-ı şemse tevâfuk eylediğini (ufkun altında 19 derece olduğunu) kabul etmişlerdir. Demek ki islâm hey'etşinâslarının (İslâm astronomi mütehassıslarının) imsâk vakti için kabul ettikleri derece 18 derece değil, 19 dur. Namaz vakitlerinin bu dereceye göre hesâblanması lâzımdır ve takvimimizdeki hesâblar buna göredir. ” diye bildirdikten sonra, “İmsak vaktinin formülünü bildiriyoruz. Hesâbı buna göre yapınız veya yaptırınız. Neticede takvimde yazılı vakit doğru olarak çıktığı görülecek ve boş yere zihinlerin bulandırıldığı anlaşılacaktır.” denildikten sonra, misâl olarak imsâk vakti hesâbı logaritmik ve trigonometrik formüllerle yapılarak, temkin müddeti kadar evvele alındıktan sonra bulunan imsâk vakti, bu mezkûr yazı ile gazete yazarına gönderilmiştir. Türkiye takviminde ve internetteki sitelerimizde yayımlanan imsâk vakitleri, aynen burada bildirildiği gibi, ufkun altında 19 derece kullanılarak ve temkin müddeti kadar evvele alınarak hesâblanmaktadır.
Temkinsiz ve Güneşin ufkun altındaki yükseklik açısı (-18) derece alınarak hesâb edilen imsâk vakitleri yanlıştır.
Hem Güneşin ufkun altındaki yüksekliği (-18) derece alınmakla ufka yaklaştırılarak ve hem de temkin müddeti tamamen kaldırılarak yapılan hesâblarda, imsâk vaktinde yaklaşık olarak (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde) 15-20 dakikaya varan farklar ortaya çıkmakta ve oruca gerçek imsâk vaktinden takrîben 15-20 dakika sonra başlanmakta ve tutulan oruclar fâsid olmaktadır.
5. İmsâk vaktindeki temkin ile alâkalı yanlışlıklar, yatsı vakti için de aynen tekrârlanmaktadır.
Yatsı namazının vakti, imâmeyne (yani İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede) ve diğer üç mezhebe göre batıdaki zâhirî ufuk, yani görünen ufuk hattı üzerinde kırmızılığın kaybolduğu, yani Güneşin ufkun altında (-17) derece irtifâ’a indiği vakittir. Namaz vakitleri hesâb edilirken, Güneşin ufkun altındaki, imsâk vaktine âid olan irtifâ’ (yükseklik) açısı da değiştirilmemelidir.
Yatsı namazı vaktinin doğru olarak hesâblanabilmesi, yani batı ufkunda kırmızılığın kaybolması için, zarûrî olan aynı temkin müddeti, burada da astronomik formülle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmelidir. Çünkü, güneşin doğuş ve batışında olduğu gibi, zarûrî olan aynı temkin müddeti astronomik formüllerle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmezse, batı ufkundaki kırmızılık kaybolmaz. Batı ufkundaki kırmızılığın kaybolması için, temkin müddetinin mutlaka ilâve edilmesi şarttır. Aksi halde yatsı namazına, akşam vakti içerisinde erken başlanılmış olur. Temkin müddetinin mesnedsiz olarak kaldırılması sebebiyle, 1982 ve daha önceki yıllarda yayınlanan takvimlerde bildirilen yatsı vakitleri ile, 1983 ve sonrası takvimler ile sitelerde bildirilen yanlış yatsı vakitleri arasında, (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde takriben 10 dakikaya kadar varan) farklılıklar olmakta ve yatsı namazına, vakti girmeden önce başlanılmaktadır.
Bunun için, temkin müddetlerini ve dolayısı ile namaz vakitlerini değişdirmek câiz değildir. Namaz vakitleri hesâbında mutlaka, zarûrî olarak kullanılması gereken temkinin lügat ma’nâsına bakarak, bunu bir ihtiyat zamanı zan etmek ve efkâr-ı umûmiyeyi bu şekilde şartlandırmak da doğru değildir. Temkin müddetlerini kısmen veya tamâmen ortadan kaldırmak ve imsâk vaktine âid olan ufkun altındaki yükseklik açısını (-19) dereceden (-18) dereceye rakkamsal olarak küçülterek güneşi ufka yaklaştırmak, doğru olan imsâk ve namaz vakitlerini değiştirmektir.
TÜRKİYE TAKVİMİ
VAKİT HESÂBLAMA HEY’ETİ BAŞKANLIĞI
FAZİLET TAKVİMİ Fazilet Takvimi | 6 Ekim 2012
Muhterem okuyucularımız; Takvimimizdeki namaz vakitleri dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi- imamlarının ictihatlarına dayanmaktadır.
Bu fıkhî esaslara göre hesaplama yapılırken enlem, boylam, saat dilimi, yükseklik, arazi genişliği gibi birçok astronomik, klimatolojik ve jeolojik unsurlar kullanılmaktadır.
Bir yerin namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbîki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınmıştır. Mesela, güneşin doğuş-batışı için 'geometrik doğuş-batış' değil, çıplak gözle gözlenebilen 'görülen doğuş-batış' asıldır. Sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile elde edilen değerler -bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı- gerçek değerleri karşılayamamaktadır. Bu sebeple namaz vakitlerinin hakiki değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı zarurî tedbirler almışlardır. Bu tedbirler; geometrik değerlerin yine astronomi otoriteleri tarafından yaygın kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve metotlar çerçevesinde düzeltilmesidir. İşte bu hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir. Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.
Temkin ve diğer bilimsel yollarla sapmaları zarûrî olarak düzeltilmiş vakitler, asırlardan beri İslam aleminde kullanıldığı gibi; Türkiye'de de 1982 yılına kadar -Diyanet dahil- bütün takvimlerde kullanılmıştır. Fazilet takvimi de bunu kullanmaya devam etmektedir. Bu yeni bir uygulama değildir.
Bu kadar önemli olan ve asırlardan beri İslâm âlemi takvimlerinde kullanılagelmekte olan ve zamanın âlim ve fakîhleri ile mü'minlerin emîrleri tarafından tasvîp edilmiş bulunan temkin vakitleri 1983 yılından îtibaren Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 21.01.1982 gün ve 6 sayılı kararı ile Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kaldırılmıştır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın bahis mevzuu tasarrufuna uymamız, her ne kadar kanûnî bir mecbûriyet değil idiyse de, her hangi bir ihtilâfa sebep olmamak için, 1983 ve 1984 yıllarında çıkarmış bulunduğumuz takvimlerimizde buna, istemeye istemeye biz de uymuştuk.
Ancak, bu tatbîkâtın büyük bir vebâli mûcip olacağını ilk anda görmüş ve bütün Müslümanların bilhassa Ramazan günlerinde çok dikkatli olmalarını ve takvimde gösterilen imsak vakitlerinden itibaren yeme-içme ve sair orucu bozan şeylerin derhal kesilmesi gerektiğini, vakitlerde artık en ufak dikkatsizliğin büyük vebâl olacağını; ayrıca günlük namazlarda, takvimlerde gösterilen vakitlerden hangisine kaç dakika ilâve edilip, hangisinden kaç dakika çıkarılması icap ettiğini her ayın sonunda, büyük hassâsiyetle ve tekrar tekrar îzah etmiş ve bununla da iktifâ etmeyerek, her türlü mânevî vebâlden sakınmak için, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kaldırdığı temkin vakitlerini, takvim yapraklarının ön yüzün alt satırında göstermiştik.
Fakat maalesef, bütün bu gayretlerimizin istediğimiz netîceyi hâsıl etmekten çok uzak olduğunu, okuyucularımızın gerek mektup ve gerekse şifâhî olarak bu iki sene (1983-1984) içinde bize yapmış oldukları mürâcaatlardan tesbît ettik.
Zîra Müslümanlardan pek çoğu, asırlardan beri hâsıl olan bir alışkanlıkla, “Nasıl olsa müsâadesi vardır!” diyerek imsaktan sonra beş-on dakika daha yemeye-içmeye devam ediyor. Oysa temkinli vakitlerin kullanıldığı takvimlerde bile böyle bir şey caiz değilken temkinsiz gösterilen imsak vakitlerinde hiç caiz olamaz. Çünkü beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ve irtifa farklılıkları sebebiyle vakitleri çok kesin bir şekilde tesbit etmek de mümkün olmadığından temkinsiz vakitleri kullanmak hatalıdır.
Bu durum karşısında, Diyânet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun mezkûr kararına uymaya devam etmeyi son derece tehlikeli ve o nisbette de mânevî bakımdan mes'ûliyetli bulduk. Bu mes'ûliyetten kurtulmak için, 1985'ten îtibâren takvimimizde 1982 ve daha evvelki yıllarda Türkiye'de yayınlanan -Diyânet takvimi de dâhil- bütün takvimlerde gösterilen ve asırlardan beri kullanılagelmekte olan temkinli vakitler kullanılmıştır.
Yatsı vakti için güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsak vakti için de 19 derece ufka yaklaştığı anlar hesaba esas alınmıştır. Ayrıca, beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ile irtifâ farklılıkları da nazar-ı dikkate alınarak lüzumlu temkinler vakitlere ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır.
Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır. Ancak bunlar teknik değerlerdir.
Bu sebeple müslümanlara,
* Takvimimizde verilen vakitlere riayette titizlik göstermelerini,
* Namazlarını vaktin sonuna kadar geciktirmemelerini,
* Oruca başlarken takvimimizdeki imsak vakitlerini kullanmalarını,
* Sabah namazını ise imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılmalarını tavsiye ediyoruz. Daha erken kılınması isabetli olmaz.
Büyük Haydar Efendi'nin Usûl-i Fıkıh Dersleri kitabında, “Vaktinden evvel kılınan namaz sahih değildir. Musallî, vaktin hulûlünden (girmesinden) evvel namaz kılarsa, o namaz edâ edilmiş olmaz.” buyrulmuştur.
* Kezâ Ahmed Bîcan Hazretleri'nin Envâru'l-Âşıkîn isimli eserinde de, “Vaktinden evvel kılınan namaz, gönül nûrunu söndürür; yerine zulmet girer.” buyrulmaktadır.
* Vakti girmeden bir namazı kılmak Allâh'ın emrine aykırı olduğundan, insanın rûhunu ifsad eder ve -vakti içinde kılmadığından- o namazı kılmamış olur.
* Nisâ Sûresi'nin 103. âyet-i kerimesinde (meâlen) şöyle buyuruluyor: “Şüphesiz namaz, mü'minlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”
Namaz vakitleri:
Câbir bin Abdullah ile İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (r.anhüm)‘den rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
“Cibrîl (a.s.) bana iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam'ın yanında imam oldu.
İlk def'a güneşin gölgesi bir nalın tasması kadar uzadığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucunu açtığı vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını, gecenin sülüsüne doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana döndü ve:
'Yâ Muhammed, bu, senden evvelki peygamberin vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakitler arasındadır' dedi.”
Ehl-i Sünnet âlimlerinin ve râsıdlarının (Allah onlardan râzı olsun) asırlar boyu bitmek tükenmek bilmeyen gayreti, çalışmaları, araştırmaları neticesinde astronomi esaslarına uygun olarak tesbit ettikleri namaz vakitlerine ait güneş'in derece değerleri ise, aşağıda beyan edilecektir. Bu vakitlerin dışında indî olarak kendi kafasından vakit îcad etmek, uydurmak -Allah korusun- çok büyük mes'ûliyeti mûciptir.
ÖĞLE NAMAZI VAKTİ
Cebrâil aleyhisselâm'ın namaz vakitlerini bildirmek için nüzûlü, Mîrac Gecesi'nin hemen akabindeki günde vukû bulmuş ve ilk kıldırdığı namaz salât-ı zuhur (öğle namazı) olduğundan bu namaza, salât-ı ûlâ (birinci namaz) denilmiştir.
Astronomi bakımından da öğle namazının vakti diğer vakitlerin mebdei; başlangıcı olmuştur. İlk olarak öğle namazının vakti hesap edilir, diğer vakitlerin hesabı ondan sonra ve ona istinâden yapılabilmektedir.
Gündüzün tam ortasında güneşin en yükseğe çıktığı noktadan alçalmaya başladığı zaman -ki, buna zevâl vakti denir- öğle namazı vakti başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. İkindi namazının birinci ve ikinci ikindi olmak üzere iki vakti vardır. Bu vakitlerle alâkalı tafsilât ikindi namazı vakti izah edilirken verilecektir.
İKİNDİ NAMAZI VAKTİ
Güneş gündüz en yüksek noktaya çıktığı anda, Nısfü'n-Nehâr Kavsi (yani, bulunulan yerin meridyeni) üzerindedir ve bu anda her şeyin gölgesi en kısadır. Her şeyin gölgesinin en kısa olduğu bu zamana “Fey'-i zevâl” denilir.
Bir cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde, yani cismin gölgesi fey'-i zevâl + cismin yüksekliği kadar uzunlukta gölge boyuna geldiğinde, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna “Asr-ı evvel” denir ve bu imâmeyn kavlidir.
Cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyunun iki misli kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde de ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur ki buna “asr-ı sânî” denir ve bu İmâm-ı A'zam'ın kavlidir.
Bir kimse öğle namazını birinci ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi vaktine on dakika ka-
lıncaya kadar kılabilir ve ikindi namazını da ikinci ikindi vakti girdikten sonra kılar. Takvimimizde asırlarca Osmanlı Devleti'nde müftâbih (kendisiyle fetva verilen) ve mâ'mûlünbih (kendisiyle amel edilmiş) olan birinci ikindi, yani asr-ı evvel kullanılmıştır.
AKŞAM NAMAZI VAKTİ
Eimme-i Erbaa (İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel rahimehümullah) indinde, güneş ufukta battıktan sonra güneşin merkezi, ufuktan bir derece aşağı indiğinde akşam namazı vakti girer. Akşam namazının son vakti ihtilâflı olduğundan ihtiyâten yatsı vaktinden 15-20 dakika evvel bitirilmiş olmalıdır. Bunun için yatsı vaktinin erken girdiği günlerde15 dakika evvelki, geç girdiği günlerde de 20 dakika evvelki vakitleri kullanmalıdır. Yani, yatsı vakti girmezden 15 veya 20 dakika evvel akşam namazı kılınmış olmalıdır.
Bununla beraber sıkışık durumlarda, yatsı namazının vakti girinceye kadar da akşam namazı edâ edilir, kazâya bırakılmaz.
YATSI NAMAZI VE İMSÂK VAKTİ
Güneş battıktan sonra, ufkun altında alçalmaya devam eder. Bu arada ufuk bir süre kızıl bir renk alır, ardından da kısa süreli bir beyazlık devam eder. Güneş battıktan sonra ve doğmadan önce gökyüzünde güneş ışınları atmosfer içinde kırılma ve dağılmaya uğrar. Bunun neticesi olarak görülen atmosfer içinde güneş ışınlarının yansımasından kaynaklanan kızıllık ve beyazlığa Astronomi'de “Tan hâdisesi” denir. Akşam vaktindeki tan hâdisesine “şafak” da denilir. Modern astronomi cihazlarıyla yapılan ölçümlere göre bu hâdise, güneş battıktan sonra güneşin ufuktan -17 derece alçalmasına kadar devam eder. Bu andan itibaren güneş ışınları atmosfere giremez, gözden kaybolur ve gece başlar.
İslâm âlim ve râsıdlarına göre; Akşamleyin güneş ufuktan -17 derece aşağı indiği zaman ufuktaki kızıllık kaybolur, bu vakit, yatsının başlangıcıdır.
SABAH NAMAZI VAKTİ
Gece yarısı güneş, en aşağı noktaya indikten sonra tekrar yükselmeye devam eder. Güneş ufuktan -19 dereceye geldiğinde bu sefer doğu ufkunda tan hâdisesi (fecr) meydana gelir. “Fecr-i sâdık” başlar ve gece nihâyet bulur. Güneş ufuktan inebileceği en aşağı noktaya indikten sonra, tekrar yükselmeye başlar; ufka -19 derece yaklaştığı anda ise kızıllıktan evvelki beyazlık başlar, fecr-i sâdık doğar; bu an imsâk vaktidir. Güneş ufuktan doğmadan evvel, güneşin merkezi ufka 1 derece yaklaştığı anda sabah namazının vakti biter ve güneş doğar.
Hanefî mezhebine göre Sabah namazı takvimimizdeki imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılınabilir.
Hanefî mezhebine göre sabah namazını, güneşin doğmasından 45 dakika öncesi kılmak müstehaptır.
Şâfiî mezhebine göre ise, fecr-i sâdıkın doğmasıyla birlikte, yani imsaktan en az 15-20 dakika geçtikten sonra kılmak efdaldir. Maamâfih Hanefî mezhebi mensupları da, Ramazan ayında ve zarûri hallerde, sabah namazlarını fecr-i sâdıkın; ikinci fecrin doğmasıyla (imsaktan 15-20 dk. sonra) birlikte kılabilirler.
Güneşin doğuşu, öğle vaktinden ne kadar önce ise, batışı da o kadar sonradır. Yani güneşin doğuş ve batış vakitleri öğle vaktine (güneşin en yüksek noktada olduğu vakte) göre mütenâzır (simetrik)dır.
Takvimimizde yer alan namaz vakitleri hakkında, uzun bir ilmî tetkik neticesinde hazırladığımız bu açıklamada, göremediğimiz bazı hatalarımızdan dolayı Cenâb-ı Hakk'ın afvına ve okuyucularımızın derin müsâmahalarına sığınırız. Muvaffakiyet Allahü Teâlâ'dandır.
Daha Fazla Bilgi
19 Kasım 2014
Fazilet takvimi
Namaz ve İmsak Vakitleri Hakkında
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar/6.html
Önemli Notlar
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar.html
Türk takvimi
Mühim Tenbih
http://www.turktakvim.com/muhim_tenbih.html
Temkin Müddeti
http://www.turktakvim.com/temkin_muddeti.html
Farklı İmsâkiyeler
http://www.turktakvim.com/farkli_imsakiyeler.html
Bilgiler
http://www.turktakvim.com/bilgiler.html
Son düzenleme: 18 Kasım 2014
Sponsorlu bağlantılar
-
Bu konuyu silecektim fakat yukarıdaki bilgileride incelemek isteyenler olabilir.
Sorularla islamiyet cevabı
http://www.kunfeyekun.org/forum/sor...ler-hangisini-esas-almaliyiz-40688/#post98225
Not:Namaz vakitlerini bozdularsa vebali,günahı onların üstüne olacağını düşünüyorum.Zaten bu sorumluluğu üstüne almasalardı buna girişmezlerdi.Ben sorularla islamiyetin tavsiyesine uyuyorum.
-
Herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre bulunan vaktinden (astronomik hesâbla bulunan vaktinden), doğru vakit olan şer’î vaktini bulmak için “Temkin Müddeti” kullanılır. Yani, Temkin Müddeti: Hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları, semâ küresindeki alâmetlerin olduğu, şer'î vakitlere getiren müddettir.
Her şehir için bütün namaz vakitlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır. Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Güneşin doğuşu ve batışında kullanılması zarûrî olduğu bildirilen Temkin müddetinin, aynen imsâk, yatsı ve diğer bütün namaz vakitlerinde de kullanılması zarûrîdir. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zan ederek, imsâk vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve gurûbu (akşam vaktini) 3-4 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fâsid olacağı (bozulacağı) (Dürr-i yektâ)da da yazılıdır.
Bu konu önemli ve hassas.Allah razı olsun....
-
Ben sorularla islamiyetin tavsiyesine uyuyorum önceden fazilet,türk takvimlerine uymaya karar vermiştim gerçeten çok zorlandım.Ne yazıkki fazilet ve türk takvimi aralarındada dakika farkları var.Bazı hocalar bu konu hakkında videoları vardı onlarıda ekleyecektim fakat bulamadım.Kesinlikle herkezin kendi seçimi ben bilgileri paylaştım.Sorularla islamiyet bile tavsiye ediyor kesin uyun demiyor.
-
"21 Ocak 1981 tarih ve 6 sayılı kararı uyarınca, 1982 yılından itibaren 4 dakikaya indirilmiş; imsak vaktinden ise, temkin kaldırılmıştır."
Diyanetin hiçbir sıkıntı olmasa dahi doğru hesaplansa dahi bunu yapmaması gerekirdi.Bunca müslümanı soru işaretleri içersinde bırakdı.Çoğu mecbur şekilde diyanete uyuyor.türk takvimi ve fazilet takvimi aralarında 1-2 dk fark var.Fakat diyanetde çok büyük farklar var .
İŞİN İÇİNDEN ÇIKILACAK GİBİ DEĞİL.
Kısaca sorularla islamiyetin bu cevabıda yetersiz kalıyor.
"Şüphelerden uzak durmak için diyanet takvimini veya diyanet takvimini esas alan takvimleri kullanmanızı tavsiye ederiz."
http://www.kunfeyekun.org/forum/kf/...ler-hangisini-esas-almaliyiz.32142/#post98225
Namaz vakitlerinin değiştirilmesi bence şuana kadar yapılmış en saçma şeylerden biridir.
-
25.07.2012
Diyanetin bir açıklaması daha.
İmsak vaktine ilişkin basın açıklaması
Son günlerde basılı ve görsel medya organlarında imsak vakti etrafında başlayan tartışmaların ardından halkımızın sorularını yoğunlukla Başkanlığımıza iletmesi üzerine aşağıdaki açıklamanın yapılmasına lüzum görülmüştür.
1- Başkanlığımız ibadet vakitlerinin doğru bir şekilde belirlenmesi hususunda öteden beri gerekli titizlik ve hassasiyeti göstermektedir. Bu doğrultuda gerek halkımızdan gerekse ilim adamlarından gelen eleştiri, değerlendirme ve teklifleri de daima ciddiyetle ele almakta ve incelemektedir. Son zamanlarda özellikle imsak vakitlerine ilişkin olarak Başkanlığımız, başlıca iki tür eleştiriye muhatap olmaktadır:
a. İmsak vakitlerinden temkini kaldırarak imsaki vaktinden daha sonraya bıraktığı ve böylece imsak vakti girmiş olmasına rağmen insanların yemeye içmeye devam etmelerine yol açarak oruçlarını tehlikeye attığı,
b. İmsaki vaktinden öne alarak insanları daha vakit varken bir saat öncesinden oruca başlattığı ve sabah namazını vaktinden önce kılmalarına yol açtığı ve böylece namazlarının batıl hale gelmesine sebebiyet verdiği,
2- Diyanet İşleri Başkanlığı, imsak ve yatsı vakitleri ile ilgili hesaplarının yerindeliğini ölçmek ve muhatap olduğu iddiaların doğruluk derecesini tespit etmek üzere geçen yıl Ramazan ayının hemen akabinde yatsı ve sabah vakitlerinin tespitine yönelik yeni bir gözlem çalışması yapmaya karar vermiştir. Bu karar çerçevesinde Ankara Üniversitesi ile bir protokol imzalamıştır. 2011 yılı Eylül ayında başlatılan proje, Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sacit Özdemir’in başkanlığında bir gözlem heyeti tarafından yürütülmüştür. Gözlemler hem gelişmiş astronomik aletler, hem de göz ile (denek gözlemcilerle) olmak üzere iki yöntemle gerçekleştirilmiştir. Bu proje devam etmektedir. Ancak şu ana kadar ulaşılan sonuçları şöyle özetlemek mümkündür;
a. Hata payları da göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde aletle yapılan gözlemlerden kabaca elde edilen sonuçlar, Başkanlığımız takvimlerinde verilen akşam/yatsı ve imsak/sabah vakitleriyle örtüşmektedir.
b. Gözlem yeri, şehir ışıklarının yansıması, havanın berraklık durumu, gözlemci denek sayısı, insan gözü ile aletin algılama gücü farkı vb. etkenlerden kaynaklandığı düşünülen sebeplerle gözle yapılan gözlemler ile Başkanlığımız takviminde verilen akşam/yatsı ve imsak/sabah vakitleri arasında bir miktar farlılıklar izlenmiştir. Ancak bu farklılıklar büyük ölçüde temkin payları kapsamında değerlendirilebilecek niteliktedir.
3- Başkanlığımızın imsak vaktini belirlerken güneşin 18 derece ufka yaklaşmasını esas alan ölçüsü, bütün İslam dünyasında imsak vakitlerinin belirlenmesinde esas alınan en düşük derecedir. Bazı İslam ülkeleri ve Müslüman topluluklar daha ihtiyatlı hareket etmek için güneşin 19 derece ufka yaklaşmasını esas almaktadırlar. İslam dünyasında imsak vakitlerinin belirlenmesinde 18 dereceden daha düşük bir ölçüyü esas alan herhangi bir ülke bulunmamaktadır. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’deki uygulama da böyledir. Ancak yaz aylarında yatsı ve imsak vakitlerinin oluşmadığı ileri enlemler bunun dışındadır. Öteden beri İslam astronom ve muvakkitleri de imsak vaktini belirlerken en az 18 dereceyi esas almışlardır. Bu vakit, -ilk anda çıplak gözle fark edilemese dahi- sabah şafağının başlama vaktidir. Diğer taraftan dört mezhebin de dâhil olduğu İslam âlimlerinin büyük bir çoğunluğuna göre yatsı vakti ile sabah namazı/imsak vakti arasında mühmel bir vakit yoktur. Yatsı vakti çıkar çıkmaz sabah namazı vakti girer. Dolayısıyla imsakin sabah tanının bilimsel olarak başlangıç vaktinden daha sonraya bırakılması, yatsı namazı vaktinin sonu konusunda başka tereddütler ortaya koyacaktır. Netice itibariyle bu saatten sonra kılınan sabah namazı ve başlanan oruçlara ilişkin olarak herhangi bir tereddüt uyandırılması doğru değildir.
4- Halkımız, Başkanlığımızın büyük bir hassasiyetle üzerinde durduğu namaz vakitleri konusunda hiçbir tereddüt yaşamadan ibadetlerini gönül huzuru içerisinde yapmaya devam edebilirler.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/imsak-vaktine-iliskin-basin-aciklamasi/7704?getEnglish=
Son düzenleme: 18 Kasım 2014
-
17.07.2013
diyanet basın açıklaması
Diyanet İşleri Başkanlığı imsak vaktinin belirlenmesi hususunda öteden beri birbirine tamamen zıt iki tür eleştiriye muhatap olmaktadır.
Birincisi imsak vaktinden temkini kaldırarak insanların oruçlarını riske attığı yolundaki eleştiridir. Nitekim ülkemizde yayınlanan bazı takvimler temkin süresini kullanmaya devam ettikleri için imsak vaktini Diyanet takviminden 20 dakika önce vermektedirler. Diğeri ise imsak vaktini çok erken belirleyerek insanlara fazla oruç tutturduğu yolundaki eleştiridir.
Bu tür eleştirileri de dikkate alarak Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Ramazanın başlangıcında gerçekleştirdiği basın toplantısında gerekli beyanatlarda bulunmuş olmasına rağmen bu hususta her hangi bir açıklama yapılmamış gibi haber ve değerlendirmelerin sürdürülmesi üzerine aşağıdaki açıklamaların yenilenmesine ihtiyaç duyulmuştur:
1. İmsak vaktinin hesapla belirlenmesi yeni bir hadise değildir. Namaz vakitlerinin hesaplarla belirlenmeye başladığı Hicri III. Asırdan itibaren imsak vakitleri de hesapla belirlenmektedir. Müslüman astronomi âlimleri geçmişten günümüze imsak vakitlerinin hesaplanmasında genellikle bugün Diyanet İşleri Başkanlığının imsakin hesaplanmasında esas aldığı kriterleri benimseyerek ‘Fecri sadık’ı tespit edegelmişlerdir.
2. Geçmiş İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, imsakin hesaplanmasında Diyanet İşleri Başkanlığının esas aldığı 18º yi benimseyerek ‘fecri sadık’ı hesaplamışlardır. Bazıları ise daha ihtiyatlı davranmak üzere 19º yi esas almışlardır. 1949 yılında Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin talimatıyla Kandilli Rasathanesinin kurucusu Prof. Fatin Gökmen başkanlığında Kamil Miras, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Eyyüp Müftüsü İsmail Habib Erzen ve Muvaakıt Yusuf Ziya Gökçe’den oluşan komisyon da imsakin belirlenmesi için 19º yi esas almıştır. Ancak Başkanlığımız 1982 yılında imsak vaktinden temkini kaldırdığı sırada İslamın kolaylaştırma ilkesi doğrultusunda 19º yerine bilimsel bir kriter olan 18º’yi benimsemiştir.
3. Günümüzde İslam dünyasının neredeyse tamamına yakını imsak vaktinin hesaplanmasında Diyanet işleri Başkanlığının imsakin belirlenmesinde esas aldığı ölçüyü benimsemektedir. Bu itibarla geçmişteki İslam astronomlarının bu meseleyi anlamadığı, İslam dünyasındaki onlarca İslami Astronomi cemiyetinin bu işi bilmediği, şimdilerde birilerinin bu işi doğru anlamaya başladığı gibi bir sonuca götürecek yaklaşımlarla milletimizin zihninde tereddütler uyandırmaya çalışılmasını isabetli bulmuyoruz.
4. Diyanet İşleri Başkanlığı, elbette orucun başlangıç vakti konusunda fıkıh kitaplarımızda yer alan farklı görüşleri bilmektedir. Elbette bunlardan bir kısmının itibara alınamayacak şaz görüşler olduğunun da farkındadır. Ancak Başkanlık, sorumluluk sahibi bir kurum olarak fetvaya esas olan en ihtiyatlı görüşü tercih ederek imsak vakitlerini hesaplamaktadır. Başkanlığın bu tercihi, vaktin ilk sınırını tespit esasına dayanmaktadır. Bunu da bilimsel bir kriteri esas alarak gerçekleştirmektedir.
5. Diyanet İşleri Başkanlığı, imsakin belirlenmesinde bilimsel bir kriter olarak astronomik tanın başlangıcı olan 18º’yi esas almaktadır. Böyle bilimsel bir kriter ölçü alınmadığı takdirde toplum içinde birliğin sağlanması asla mümkün değildir. Bu hususta bugün şikâyet edilen tablo gibi manzaralar ortaya çıkar. Nitekim günümüzdeki uygulamalarda kimi takvimler imsak vaktini Diyanet takviminden yaklaşık 20 dakika önce başlatırken kimileri Diyanet takviminden bir saatten daha fazla bir süre sonra başlatmaktadır.
6. Dört mezhebe göre yatsı namazının cevaz vakti, fecri sadığa kadar devam eder. Buna göre yatsı namazının sonu ile sabah namazının başlangıç vakti arasında mühmel vakit/boşluk (ilkinin vaktinin çıkması, ikincinin vaktinin girmesi için bir süre) yoktur. Vaktin biri çıkar, diğeri girer. Buna göre, fecr-i sadık’ın zuhuru ile yatsı vakti çıkar, sabah namazı vakti girer ve oruç için imsak başlar. Bunlar arasında, fıkıh yönünden, az da olsa bir boşluk/mühmel vakit yoktur. Buna göre fecri sadık’ın ilk oluşmaya başladığı andan sonraya bırakılması, yatsı vaktinin sonu hususunda tereddüt ortaya çıkaracaktır.
7. Başkanlığımız ibadet vakitlerine ilişkin olarak dile getirilen her türlü görüş ve düşünceyi ciddiyetle takip etmenin bir gereği olarak imsak ve yatsı vakitlerinin bilimsel gözlem yöntemleriyle belirlenmesi için Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü ile ortak bir gözlem projesi yürütmektedir. Şu ana kadarki gözlemler Ankara Bâlâ ilçesindeki 1500 rakımlı Beynam Ormanları; Bolu Gerede İlçesindeki 1900 rakımlı Arkut Dağı ile Türkiye’nin güneyinde ve deniz seviyesindeki Mersin ili Anamur ilçesinde yürütülmüştür. Gözlem çalışmalarının insan gözüne endeksli aletlerle yapılan kısmında sonuca ulaşılmıştır. Buna göre; Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsak vakitleri ile fecirde ortalama tan beyazlığının başlama vakti arasında ise -0.8 +- 3.5 dakika fark görülmüştür. Bu sonuç, güneşin 17.8 derece ufka yaklaştığı zamana denk gelmektedir. Başkanlık takvimlerinde yatsı vakti için güneşin 17º ufkun altına inişinin, imsak vakti için ise güneşin ufka 18º yaklaşması ölçüsünün esas kabul edildiği dikkate alındığında insan gözüne endeksli aletsel rasatlarla yapılan gözlem sonuçlarının Başkanlık takviminde verilen imsak vakti ile örtüştüğü görülmüş ve bu sonuçlar Ramazandan önce Diyanet işleri Başkanımız tarafından halkımızla ve basınımızla paylaşılmıştır.
8. Araştırmanın çıplak gözle yapılan rasatlar kısmında, Diyanet İşleri Başkanlığı görevlilerinden müteşekkil denek gözlemciler tarafından 28 adet yatsı, 22 adet imsak gözlemi olmak üzere toplan 50 adet görsel gözlem yapılmıştır. Ancak ışık etkisi ve ufuk kirliliği gibi tesirler göz önünde bulundurularak; sağlıklı sonuçlara ulaşılması amacı ile çıplak gözle yapılan gözlemlere bir süre daha ve fakat mümkün mertebe ışık etkisinden olabildiğince uzak daha değişik yerlerde devam edilmesi kararına varılmıştır. Tüm gözlem sonuçları elde edildikten sonra bütün bilgiler kamuoyu ile paylaşılacaktır.
9. Gerek aletsel gözlemlerle ve gerek çıplak gözle yapılan rasatlarla ulaşılan sonuçlarda şu ana kadar, günümüzde seslendirilmeye başlayan ve imsakin güneşin 10º ufka yaklaşmasından daha az bir zamana tekabül eden bir vakitte başlatılması yolundaki görüşü destekleyen en ufak bir bulguya rastlanmamıştır. Zaten söz konusu iddia sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir ciddi ilim insanı olmadığı gibi günümüz İslam dünyasında bu alanda söz sahibi olan hiçbir ilim insanı ve astronom da benimsememektedir.
10. Şer’î vakitlerin belirlenmesi, Diyanet İşleri Başkanlığının en önemli vazifelerinden biridir. Çünkü en başta ibadetler olmak üzere Müminlerin dini hayatı ile ilgili pek çok husus, şer’î vakitlerle irtibatlıdır. Yatsı namazı vaktinin sonu, sabah namazı vaktinin ve orucun başlangıcı olan imsak vaktinin belirlenmesi de bu vazifenin bir parçasıdır. Halkımız, ibadet hayatlarıyla ilgili hususlarda bir tereddüt yaşamamalı ve bu hususta Başkanlığımıza güvenmeye devam etmelidir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Kaynak:
http://diyanet.gov.tr/tr/icerik/basin-aciklamasi/8204?getEnglish=8204
__________________________________________________
17.07.2013
Diyanet'ten imsak vakti açıklaması...
Diyanet İşleri Başkanlığı, son günlerde basında yer alan imsak vaktinin belirlenmesi hususunda muhatap olduğu eleştirilere yazılı bir cevap verdi. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Ramazan öncesi yaptığı basın toplantısında gerekli açıklamada bulunmuş olmasına rağmen bu hususta her hangi bir açıklama yapılmamış gibi haber ve değerlendirmelerin sürdürüldüğünün belirtildiği açıklamada imsak vaktinin belirlenmesine dair kapsamlı bir değerlendirmeye yer verildi.
İmsak vaktinin belirlenmesiyle ilgili açıklama şöyle;
“İmsak vakti Hicri lll. Asırdan beri hesapla belirlenmektedir…”
İmsak vaktinin hesapla belirlenmesi yeni bir hadise değildir. Namaz vakitlerinin hesaplarla belirlenmeye başladığı Hicri III. Asırdan itibaren imsak vakitleri de hesapla belirlenmektedir. Müslüman astronomi âlimleri geçmişten günümüze imsak vakitlerinin hesaplanmasında genellikle bugün Diyanet İşleri Başkanlığının imsakin hesaplanmasında esas aldığı kriterleri benimseyerek ‘Fecri sadık’ı tespit edegelmişlerdir.
“Önceki İslam âlimlerinin çoğunluğu, imsakin hesaplanmasında Diyanet’in esas aldığı 18º yi benimsemiştir…”
Geçmiş İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, imsakin hesaplanmasında Diyanet İşleri Başkanlığının esas aldığı 18º yi benimseyerek ‘fecri sadık’ı hesaplamışlardır. Bazıları ise daha ihtiyatlı davranmak üzere 19º yi esas almışlardır. 1949 yılında Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin talimatıyla Kandilli Rasathanesinin kurucusu Prof. Fatin Gökmen başkanlığında Kamil Miras, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Eyyüp Müftüsü İsmail Habib Erzen ve Muvaakıt Yusuf Ziya Gökçe’den oluşan komisyon da imsakin belirlenmesi için 19º yi esas almıştır. Ancak Başkanlığımız 1982 yılında imsak vaktinden temkini kaldırdığı sırada İslam'ın kolaylaştırma ilkesi doğrultusunda 19º yerine bilimsel bir kriter olan 18º’yi benimsemiştir.
“Milletimizin zihninde tereddütler uyandırmaya çalışılmasını isabetli bulmuyoruz…”
Günümüzde İslam dünyasının neredeyse tamamına yakını imsak vaktinin hesaplanmasında Diyanet işleri Başkanlığının imsakin belirlenmesinde esas aldığı ölçüyü benimsemektedir. Bu itibarla geçmişteki İslam astronomlarının bu meseleyi anlamadığı, İslam dünyasındaki onlarca İslami Astronomi cemiyetinin bu işi bilmediği, şimdilerde birilerinin bu işi doğru anlamaya başladığı gibi bir sonuca götürecek yaklaşımlarla milletimizin zihninde tereddütler uyandırmaya çalışılmasını isabetli bulmuyoruz.
“Diyanet, sorumluluk sahibi bir kurum olarak fetvaya esas olan en ihtiyatlı görüşü tercih ederek imsak vakitlerini hesaplamaktadır…”
Diyanet İşleri Başkanlığı, elbette orucun başlangıç vakti konusunda fıkıh kitaplarımızda yer alan farklı görüşleri bilmektedir. Elbette bunlardan bir kısmının itibara alınamayacak şaz görüşler olduğunun da farkındadır. Ancak Başkanlık, sorumluluk sahibi bir kurum olarak fetvaya esas olan en ihtiyatlı görüşü tercih ederek imsak vakitlerini hesaplamaktadır. Başkanlığın bu tercihi, vaktin ilk sınırını tespit esasına dayanmaktadır. Bunu da bilimsel bir kriteri esas alarak gerçekleştirmektedir.
“Diyanet’in uyguladığı bilimsel kriterlerin ölçü olarak alınmaması durumunda toplum içinde birliğin sağlanması asla mümkün değildir…”
Diyanet İşleri Başkanlığı, imsakin belirlenmesinde bilimsel bir kriter olarak astronomik tanın başlangıcı olan 18º’yi esas almaktadır. Böyle bilimsel bir kriter ölçü alınmadığı takdirde toplum içinde birliğin sağlanması asla mümkün değildir. Bu hususta bugün şikâyet edilen tablo gibi manzaralar ortaya çıkar. Nitekim günümüzdeki uygulamalarda kimi takvimler imsak vaktini Diyanet takviminden yaklaşık 20 dakika önce başlatırken kimileri Diyanet takviminden bir saatten daha fazla bir süre sonra başlatmaktadır.
“İmsak vakti aynı zamanda sabah namazının başlangıç vaktidir…”
Dört mezhebe göre yatsı namazının cevaz vakti, fecri sadığa kadar devam eder. Buna göre yatsı namazının sonu ile sabah namazının başlangıç vakti arasında mühmel vakit/boşluk (ilkinin vaktinin çıkması, ikincinin vaktinin girmesi için bir süre) yoktur. Vaktin biri çıkar, diğeri girer. Buna göre, fecr-i sadık’ın zuhuru ile yatsı vakti çıkar, sabah namazı vakti girer ve oruç için imsak başlar. Bunlar arasında, fıkıh yönünden, az da olsa bir boşluk/mühmel vakit yoktur. Buna göre fecri sadık’ın ilk oluşmaya başladığı andan sonraya bırakılması, yatsı vaktinin sonu hususunda tereddüt ortaya çıkaracaktır.
"İmsak vaktinin belirlenmesinde Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümüyle çalışılıyor…"
Başkanlığımız ibadet vakitlerine ilişkin olarak dile getirilen her türlü görüş ve düşünceyi ciddiyetle takip etmenin bir gereği olarak imsak ve yatsı vakitlerinin bilimsel gözlem yöntemleriyle belirlenmesi için Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü ile ortak bir gözlem projesi yürütmektedir. Şu ana kadarki gözlemler Ankara Bâlâ ilçesindeki 1500 rakımlı Beynam Ormanları; Bolu Gerede İlçesindeki 1900 rakımlı Arkut Dağı ile Türkiye’nin güneyinde ve deniz seviyesindeki Mersin ili Anamur ilçesinde yürütülmüştür. Gözlem çalışmalarının insan gözüne endeksli aletlerle yapılan kısmında sonuca ulaşılmıştır. Buna göre; Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsak vakitleri ile fecirde ortalama tan beyazlığının başlama vakti arasında ise -0.8 +- 3.5 dakika fark görülmüştür. Bu sonuç, güneşin 17.8 derece ufka yaklaştığı zamana denk gelmektedir. Başkanlık takvimlerinde yatsı vakti için güneşin 17º ufkun altına inişinin, imsak vakti için ise güneşin ufka 18º yaklaşması ölçüsünün esas kabul edildiği dikkate alındığında insan gözüne endeksli aletsel rasatlarla yapılan gözlem sonuçlarının Başkanlık takviminde verilen imsak vakti ile örtüştüğü görülmüş ve bu sonuçlar Ramazandan önce Diyanet işleri Başkanımız tarafından halkımızla ve basınımızla paylaşılmıştır.
Araştırmanın çıplak gözle yapılan rasatlar kısmında, Diyanet İşleri Başkanlığı görevlilerinden müteşekkil denek gözlemciler tarafından 28 adet yatsı, 22 adet imsak gözlemi olmak üzere toplan 50 adet görsel gözlem yapılmıştır. Ancak ışık etkisi ve ufuk kirliliği gibi tesirler göz önünde bulundurularak; sağlıklı sonuçlara ulaşılması amacı ile çıplak gözle yapılan gözlemlere bir süre daha ve fakat mümkün mertebe ışık etkisinden olabildiğince uzak daha değişik yerlerde devam edilmesi kararına varılmıştır. Tüm gözlem sonuçları elde edildikten sonra bütün bilgiler kamuoyu ile paylaşılacaktır.
“Söz konusu iddia sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir ciddi ilim insanı olmamıştır…”
Gerek aletsel gözlemlerle ve gerek çıplak gözle yapılan rasatlarla ulaşılan sonuçlarda şu ana kadar, günümüzde seslendirilmeye başlayan ve imsakin güneşin 10º ufka yaklaşmasından daha az bir zamana tekabül eden bir vakitte başlatılması yolundaki görüşü destekleyen en ufak bir bulguya rastlanmamıştır. Zaten söz konusu iddia sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir ciddi ilim insanı olmadığı gibi günümüz İslam dünyasında bu alanda söz sahibi olan hiçbir ilim insanı ve astronom da benimsememektedir.
Şer’î vakitlerin belirlenmesi, Diyanet İşleri Başkanlığının en önemli vazifelerinden biridir. Çünkü en başta ibadetler olmak üzere Müminlerin dini hayatı ile ilgili pek çok husus, şer’î vakitlerle irtibatlıdır. Yatsı namazı vaktinin sonu, sabah namazı vaktinin ve orucun başlangıcı olan imsak vaktinin belirlenmesi de bu vazifenin bir parçasıdır. Halkımız, ibadet hayatlarıyla ilgili hususlarda bir tereddüt yaşamamalı ve bu hususta Başkanlığımıza güvenmeye devam etmelidir.
Kaynak:http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/diyanetten-imsak-vakti-aciklamasi/8205
Son düzenleme: 18 Kasım 2014
-
Kısaca Önemli Noktalar
TÜRKİYE TAKVİMİ
1.Türk takvimi:
1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine âid olan ufuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün Âlimler, Velîler, Şeyh-ülislâmlar, Müftüler, bütün müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır.
2.Türk takvimi:
İslâm astronomi mütehassısı Ahmed Ziyâ Bey (Rub’-ı dâire) kitâbında diyor ki, (Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesâb ediyorlar. Bunun için, fecr hesâblarında, güneşin irtifâ’ını (-18) derece alıyorlar. Biz ise, ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesâb ediyoruz. Bunun için de şemsin (Güneşin) irtifâ’ının, (-19) derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü islâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, BEYAZLIĞIN UFUK ÜZERİNDE İLK GÖRÜLDÜĞÜ VAKİT olduğunu bildirdiler.)
Yani, İslâm âlimleri asırlardan beri, fecr (imsâk) vaktinde Güneşin irtifâ’ının, ufkun altında (-19) derece olduğunu anlamışlar, diğer rakkamların doğru olmadığını bildirmişlerdir. Fetvâ böyledir. Müctehid olmayanların bu fetvâyı değiştirmeye hakları yoktur. Fetvâya uymayan ibâdetler, sahîh olmaz. Müslümanların, din işlerinde, hıristiyanlara ve mezhebsizlere değil, İslâm âlimlerine uyması lâzımdır.
3.Türk takvimi:
Hey’etşinâsân-ı sâbıkamız (evvelce gelen bütün İslâm astronomi mütehassıslarımız) bu ânın 19 derece inhitât-ı şemse tevâfuk eylediğini (ufkun altında 19 derece olduğunu) kabul etmişlerdir. Demek ki islâm hey'etşinâslarının (İslâm astronomi mütehassıslarının) imsâk vakti için kabul ettikleri derece 18 derece değil, 19 dur.
4.Türk takvimi:
Hem Güneşin ufkun altındaki yüksekliği (-18) derece alınmakla ufka yaklaştırılarak ve hem de temkin müddeti tamamen kaldırılarak yapılan hesâblarda, imsâk vaktinde yaklaşık olarak (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde) 15-20 dakikaya varan farklar ortaya çıkmakta ve oruca gerçek imsâk vaktinden takrîben 15-20 dakika sonra başlanmakta ve tutulan oruclar fâsid olmaktadır.
İmsâk vaktindeki temkin ile alâkalı yanlışlıklar, yatsı vakti için de aynen tekrârlanmaktadır.
5.Türk takvimi:
Bunun için, temkin müddetlerini ve dolayısı ile namaz vakitlerini değişdirmek câiz değildir.
FAZİLET TAKVİMİ
1.Fazilet takvimi:
Takvimimizdeki namaz vakitleri dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi- imamlarının ictihatlarına dayanmaktadır.
2. Fazilet takvimi:
Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir.(temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.)
3.Fazilet takvimi:
Temkin ve diğer bilimsel yollarla sapmaları zarûrî olarak düzeltilmiş vakitler, asırlardan beri İslam aleminde kullanıldığı gibi; Türkiye'de de 1982 yılına kadar -Diyanet dahil- bütün takvimlerde kullanılmıştır.
4.Fazilet takvimi:
1983 yılından îtibaren Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 21.01.1982 gün ve 6 sayılı kararı ile Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kaldırılmıştır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın bahis mevzuu tasarrufuna uymamız, her ne kadar kanûnî bir mecbûriyet değil idiyse de, her hangi bir ihtilâfa sebep olmamak için, 1983 ve 1984 yıllarında çıkarmış bulunduğumuz takvimlerimizde buna, istemeye istemeye biz de uymuştuk.
Ancak, bu tatbîkâtın büyük bir vebâli mûcip olacağını ilk anda görmüş ve bütün Müslümanların bilhassa Ramazan günlerinde çok dikkatli olmalarını ve takvimde gösterilen imsak vakitlerinden itibaren yeme-içme ve sair orucu bozan şeylerin derhal kesilmesi gerektiğini, vakitlerde artık en ufak dikkatsizliğin büyük vebâl olacağını; ayrıca günlük namazlarda, takvimlerde gösterilen vakitlerden hangisine kaç dakika ilâve edilip, hangisinden kaç dakika çıkarılması icap ettiğini her ayın sonunda, büyük hassâsiyetle ve tekrar tekrar îzah etmiş ve bununla da iktifâ etmeyerek, her türlü mânevî vebâlden sakınmak için, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kaldırdığı temkin vakitlerini, takvim yapraklarının ön yüzün alt satırında göstermiştik.
Fakat maalesef, bütün bu gayretlerimizin istediğimiz netîceyi hâsıl etmekten çok uzak olduğunu, okuyucularımızın gerek mektup ve gerekse şifâhî olarak bu iki sene (1983-1984) içinde bize yapmış oldukları mürâcaatlardan tesbît ettik.
Zîra Müslümanlardan pek çoğu, asırlardan beri hâsıl olan bir alışkanlıkla, “Nasıl olsa müsâadesi vardır!” diyerek imsaktan sonra beş-on dakika daha yemeye-içmeye devam ediyor.Oysa temkinli vakitlerin kullanıldığı takvimlerde bile böyle bir şey caiz değilken temkinsiz gösterilen imsak vakitlerinde hiç caiz olamaz...
5.Fazilet takvimi:
Yatsı vakti için güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsak vakti için de 19 derece ufka yaklaştığı anlar hesaba esas alınmıştır.
6.Fazilet takvimi:
Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır. Ancak bunlar teknik değerlerdir.
Bu sebeple müslümanlara,
* Takvimimizde verilen vakitlere riayette titizlik göstermelerini,
* Namazlarını vaktin sonuna kadar geciktirmemelerini,
* Oruca başlarken takvimimizdeki imsak vakitlerini kullanmalarını,
* Sabah namazını ise imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılmalarını tavsiye ediyoruz. Daha erken kılınması isabetli olmaz.
DİYANET
1.Diyanet
Fıkhen belirlenmiş olan ölçülere göre, vakit girdiği andan itibaren, o vakte ait namazın edâsı için, temkin olarak bir süre bekleme mecburiyeti yoktur.Şüphesiz, başından sonuna kadar, vaktin herhangi bir cüzünde namazın edâsı câiz olduğuna göre; ister temkin, ister başka bir sebeple olsun, namazı vaktin girmesinden bir süre geçtikten sonra kılmak da mümkündür; ancak mutlaka gerekli ve zarurî değildir.
2.Diyanet
Konu ile ilgili hadis-i şeriflerde ve bunların şerhlerinde, temkin ile ilgili bir husus yer almadığı gibi; ilgili âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin ışığında, beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve sona erme sınırlarını, bütün ayrıntılarıyla inceleyip tespit eden İslâm müctehid ve fakihleri de, -fıkıh kitaplarında- temkinden tek kelime ile de olsa söz etmemişlerdir.
3.Diyanet
Günümüzde hassas saatler ve istenildiği zaman saat ayarlama imkânı vardır. Bu itibarla, bir ilçenin doğu ve batı sınırları arasındaki boylam farkını karşılayacak kısa bir süre dışında temkin süresinin uzun tutulmasına ihtiyaç kalmamıştır.
4.Diyanet
Müslümanların iş hayatı da bunu zorunlu kılmaktadır. Belli saatte fabrikada işbaşı yapması, yola çıkması gereken insanlar vardır. Kişi dinin koyduğu zaman, sınırlar içinde ibâdetlerini -iş durumuna gore- edâ edebilme imkânına sahip olmalıdır. Aksi halde, gerçekte vakit girmiş olduğu halde, uzunca temkin uygulamaları sebebiyle, henüz vakit girmedi düşüncesiyle, ibadetini edâ edemeden işe başlamakta, yola çıkmakta ve böylece zamanla ibadet alışkanlığını kaybetmektedir. Bu itibarla, ibadet vakitlerinin, dinî ölçülere göre, hesaplanıp gösterilmesinde, bu vakitlere uzun temkin süreleri eklenmemesinde zarûret vardır.
5.Diyanet
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun söz konusu kararında, Güneşin doğuş ve batışında eski takvimlere göre hiçbir değişiklik yapılmamış, yani zarurî olan temkin süreleri olduğu gibi korunmuştur. Diğer vakitlerden de temkin tamamen kaldırılmamış; aşırı ve gereksiz olan süreler dört dakikaya indirilmiştir. Başkanlığımızca değişik tarihlerde ve değişik yerlerde yapılan ve devam ettirilmekte olan gözlemlerde de, temkinin zorunlu olduğunu gösteren bir sonuca ulaşılamamıştır.
6.Diyanet
Başkanlığımızın imsak vaktini belirlerken güneşin 18 derece ufka yaklaşmasını esas alan ölçüsü, bütün İslam dünyasında imsak vakitlerinin belirlenmesinde esas alınan en düşük derecedir. Bazı İslam ülkeleri ve Müslüman topluluklar daha ihtiyatlı hareket etmek için güneşin 19 derece ufka yaklaşmasını esas almaktadırlar. İslam dünyasında imsak vakitlerinin belirlenmesinde 18 dereceden daha düşük bir ölçüyü esas alan herhangi bir ülke bulunmamaktadır.
1.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
Bazı takvimler temkin süresini kullanmaya devam ettikleri için imsak vaktini Diyanet takviminden 20 dakika önce vermektedirler.Diğeri ise imsak vaktini çok erken belirleyerek insanlara fazla oruç tutturduğu yolundaki eleştiridir.
2.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, imsakin hesaplanmasında Diyanet İşleri Başkanlığının esas aldığı 18º yi benimseyerek ‘fecri sadık’ı hesaplamışlardır. Bazıları ise daha ihtiyatlı davranmak üzere 19º yi esas almışlardır.
3.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
1949 yılında Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin talimatıyla Kandilli Rasathanesinin kurucusu Prof. Fatin Gökmen başkanlığında Kamil Miras, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Eyyüp Müftüsü İsmail Habib Erzen ve Muvaakıt Yusuf Ziya Gökçe’den oluşan komisyon da imsakin belirlenmesi için 19º yi esas almıştır. Ancak Başkanlığımız 1982 yılında imsak vaktinden temkini kaldırdığı sırada İslamın kolaylaştırma ilkesi doğrultusunda 19º yerine bilimsel bir kriter olan 18º’yi benimsemiştir.
4.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
Başkanlık, sorumluluk sahibi bir kurum olarak fetvaya esas olan en ihtiyatlı görüşü tercih ederek imsak vakitlerini hesaplamaktadır. Başkanlığın bu tercihi, vaktin ilk sınırını tespit esasına dayanmaktadır. Bunu da bilimsel bir kriteri esas alarak gerçekleştirmektedir.
5.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
Bilimsel bir kriter olarak astronomik tanın başlangıcı olan 18º’yi esas almaktadır. Böyle bilimsel bir kriter ölçü alınmadığı takdirde toplum içinde birliğin sağlanması asla mümkün değildir.
6.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
Dört mezhebe göre yatsı namazının cevaz vakti, fecri sadığa kadar devam eder. Buna göre yatsı namazının sonu ile sabah namazının başlangıç vakti arasında mühmel vakit/boşluk (ilkinin vaktinin çıkması, ikincinin vaktinin girmesi için bir süre) yoktur. Vaktin biri çıkar, diğeri girer. Buna göre, fecr-i sadık’ın zuhuru ile yatsı vakti çıkar, sabah namazı vakti girer ve oruç için imsak başlar. Bunlar arasında, fıkıh yönünden, az da olsa bir boşluk/mühmel vakit yoktur. Buna göre fecri sadık’ın ilk oluşmaya başladığı andan sonraya bırakılması, yatsı vaktinin sonu hususunda tereddüt ortaya çıkaracaktır.
7.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
imsak ve yatsı vakitlerinin bilimsel gözlem yöntemleriyle belirlenmesi için Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü ile ortak bir gözlem projesi yürütmektedir. Şu ana kadarki gözlemler Ankara Bâlâ ilçesindeki 1500 rakımlı Beynam Ormanları; Bolu Gerede İlçesindeki 1900 rakımlı Arkut Dağı ile Türkiye’nin güneyinde ve deniz seviyesindeki Mersin ili Anamur ilçesinde yürütülmüştür. Gözlem çalışmalarının insan gözüne endeksli aletlerle yapılan kısmında sonuca ulaşılmıştır. Buna göre; Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsak vakitleri ile fecirde ortalama tan beyazlığının başlama vakti arasında ise -0.8 +- 3.5 dakika fark görülmüştür. Bu sonuç, güneşin 17.8 derece ufka yaklaştığı zamana denk gelmektedir. Başkanlık takvimlerinde yatsı vakti için güneşin 17º ufkun altına inişinin, imsak vakti için ise güneşin ufka 18º yaklaşması ölçüsünün esas kabul edildiği dikkate alındığında insan gözüne endeksli aletsel rasatlarla yapılan gözlem sonuçlarının Başkanlık takviminde verilen imsak vakti ile örtüştüğü görülmüş ve bu sonuçlar Ramazandan önce Diyanet işleri Başkanımız tarafından halkımızla ve basınımızla paylaşılmıştır.
8.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
Araştırmanın çıplak gözle yapılan rasatlar kısmında, Diyanet İşleri Başkanlığı görevlilerinden müteşekkil denek gözlemciler tarafından 28 adet yatsı, 22 adet imsak gözlemi olmak üzere toplan 50 adet görsel gözlem yapılmıştır. Ancak ışık etkisi ve ufuk kirliliği gibi tesirler göz önünde bulundurularak; sağlıklı sonuçlara ulaşılması amacı ile çıplak gözle yapılan gözlemlere bir süre daha ve fakat mümkün mertebe ışık etkisinden olabildiğince uzak daha değişik yerlerde devam edilmesi kararına varılmıştır. Tüm gözlem sonuçları elde edildikten sonra bütün bilgiler kamuoyu ile paylaşılacaktır.
9.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
Gerek aletsel gözlemlerle ve gerek çıplak gözle yapılan rasatlarla ulaşılan sonuçlarda şu ana kadar, günümüzde seslendirilmeye başlayan ve imsakin güneşin 10º ufka yaklaşmasından daha az bir zamana tekabül eden bir vakitte başlatılması yolundaki görüşü destekleyen en ufak bir bulguya rastlanmamıştır. Zaten söz konusu iddia sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir ciddi ilim insanı olmadığı gibi günümüz İslam dünyasında bu alanda söz sahibi olan hiçbir ilim insanı ve astronom da benimsememektedir.
10.Diyanet basın açıklaması 17.07.2013
Şer’î vakitlerin belirlenmesi, Diyanet İşleri Başkanlığının en önemli vazifelerinden biridir...(Halkımız, ibadet hayatlarıyla ilgili hususlarda bir tereddüt yaşamamalı ve bu hususta Başkanlığımıza güvenmeye devam etmelidir.)
-
-
Sayın site yöneticisi! Yukarıdaki yazıda Temkin vakti hiçbir fıkıh kitaplarında geçmiyor diye yazı gördük. Önemli ve meşhur fıkıh kitaplarımızdan kuduri şerifte temkin vakti geçmektedir. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Temkin Vakti. Namaz Vakti Hesaplamalarında Dikkat Edilecek Hususlar. Anasayfa; Güncel Yazılar; Anketler; Hicri Takvim; Kita
Ahmed Ziyâ beğ diyor ki, (İnhitât-ı ufuk – alçalmış ufuk - zâviyesinin açı sâniyesi cinsinden kıymeti, râsıdın bulunduğu yerin ufk-ı hissîden metre olarak irtifâ’ının kare-kökünün 106,92 ile çarpımına müsâvîdir). İstanbuldaki râsıda yakın olan en yüksek yer Çamlıca tepesi olup, yüksekliği 267 metredir. En büyük inhitât-ı ufuk zâviyesi 29 dakîka olur. Reîs-ül-müneccimîn Tâhir efendi, her günün temkinini hesâb ederek, 1283 [m. 1866] de Kâhire rasadhâne müdîri olunca, hâzırladığı cedvelde ve fâdıl İsmâ’îl Gelenbevî (Merâsıd) kitâbında ve Erzurumlu İsmâ’îl Fehîm bin İbrâhîm Hakkı, 1193 de yazdığı türkçe (Mi’yâr-ül-evkat) kitâbında ve müneccim-başı seyyid Muhammed Ârif beğ, hicrî şemsî 1286 ve kamerî 1326 senesi takvîminin sonunda diyorlar ki, (İstanbulun en büyük inhitât-ı ufk zâviyesi 29 dakîka ve ufk-ı hakîkînin altında, ya’nî sıfırın altında olan bu kadar irtifâ’a âid ziyânın inkisârı (ışığın kırılması) 44,5 dakîka ve güneşin (Nısf-kutr-ı zâhirî)si (yarı çapı), asgarî 15 dakîka 45 sâniye olduğundan, bu üç irtifâ’, güneşin hakîkî tulû’dan evvel görülmesine sebeb olurlar. İhtilâf-ı manzar (paralaks) ise, sonra görülmesine sebeb olur. İlk üç irtifâ’ın toplamından (İhtilâf-ı manzar) mikdârı olan 8,8 sâniye çıkarılınca, bir derece 29 dakîka 6,2 sâniye olur ki, buna güneşin (İrtifâ’ zâviyesi) denir. Güneşin merkezinin hakîkî ufukdan gurûbundan sonra, arka kenârının, bu gurûb vaktinden, bu irtifâ’ zâviyesi kadar, dahâ aşağıya, ya’nî ufk-ı şer’îye inerek, ziyânın en yüksek tepeden gayb olması için geçen zemâna (Temkin) denir. [Meselâ, CASIO hesâb makinası ile,] Herhangi bir günde, İstanbulda güneşin merkezinin ufk-ı hakîkîden (hakîkî ufukdan) hakîkî gurûbu ve üst kenârının ufk-ı şer’îden şer’î gurûbu vaktlerindeki hakîkî ufka nazaran irtifâ’ları olan sıfır derece ve eksi bir derece 29 dakîka 6,2 sâniye irtifâ’lar için, namaz vaktlerini bulmakda kullanılan düstûr (üsûl) ile, bu iki gurûb vaktinin fadl-ı dâir zemânları (zemân farkları) hesâb edilir. Zevâl vaktinde hakîkî zevâlî sâat sıfır olduğu için, iki gurûb vakti, fadl-i dâir zemânı kadar olur. İki vakt arasındaki zemân farkı (Temkin) olur). Meselâ 21 Mart ve 23 Eylülde irtifâ’ zâviyesi 1 derece 29 dakîka 6,2 sâniye, güneşin merkezinin, hakîkî ufukdan bu irtifâ’ mikdârı alçalması için, mahreki (yörüngesi) üzerinde gideceği zemân, ya’nî temkin 7 dakîka 52,29 sâniyedir. Namaz vaktleri düstûrunda meyl-i şems (güneşin meyli) ve ard-ı belde (enlem) bulunduğundan bir şehrin temkin zemânı, Ard (enlem) derecesi ve gün ile değişmekdedir. Bir şehrin temkin mikdârı, her gün ve her sâat aynı değil ise de, her şehr için, vasatî bir Temkin zemânı vardır. Bu temkin mikdârları Temkin Cedveli’nde bildirilmişdir. Hesâb ile bulunan Temkin mikdârlarına iki dakîka ihtiyât ilâve ederek, İstanbul için Temkin, vasatî on dakîka kabûl edilmişdir. Ard derecesi 44 dereceden az olan bir yerde, bir senedeki a’zamî ve asgarî temkin mikdârlarının farkı bir iki dakîka kadardır.
Bir mahalde, şemsin meyli ve Temkin mikdârı ve ta’dîl-i zemân her ân değişdikleri, hakîkî gurûbî zemân birimleri, hakîkî zevâlî zemânlarının birimlerinden cüz’î farklı olduğu, neşr olunan namaz vaktlerinde sâniyelerin dakîkalara yuvarlatılarak verildiği, şehrin en yüksek ve en alçak yeri arasındaki farklılıklar, meteorolojik, coğrafî ve astronomik şartlardaki değişikliklerin dahâ önceden bilinememesi, güneşin meyl ve ta’dîl-i zemânının hesâblarında ampirik faktörlerin bulunması gibi sebeblerden dolayı, hesâb olunan namaz vaktleri, tam doğru olmaz. Vaktin girdiğinden emîn olmak için, hesâb ile bulunan Temkin mikdârına, yukarıda bildirilen farkların yekûnunu karşılamak için, 2 dakîka ihtiyât zemânı ilâve edilmişdir.
Osmânlı âlimlerinin en yüksek makâmı olan (Meşîhat-i islâmiyye)nin hâzırladığı 1334 [m. 1916] senesinin (İlmiyye sâl nâmesi) ismindeki takvîmde ve İstanbul Üniversitesi Kandilli rasadhânesinin 1958 târîh ve 14 sayılı (Türkiyeye mahsûs Evkât-ı şer’iyye) kitâbında, namazların şer’î vaktlerini ta’yîn ederken, Temkin mikdârının hesâba katıldığını görüyoruz. Hakîkî din adamlarından ve hey’et (astronomi) ilmi mütehassıslarından meydâna gelen Hey'etimizin en modern âletlerle yapdığı rasad ve hesâblarla bulunan namazların şer’î vaktlerinin, islâm âlimlerinin asrlardan beri hesâb ile ve (Rub’-ı dâire) âleti ile buldukları vaktlerin aynı olduğunu gördük.
Bunun için, temkin zemânlarını ve dolayısı ile namaz vaktlerini değişdirmek câiz değildir.
Kelimelerin lügat ma’nâsı farklı ve ıstılâh ma’nâsı daha farklıdır. Ya’nî kelimelerin her ilimde, o ilme mahsûs ma’nâları vardır. Temkinin namaz vakitleri bahsinde ve hesâblarında bu ilme mahsûs olan ve burada teferruatlı şekilde açıklanan “ıstılâh” ma’nâsına değil de, “lügat” ma’nâsına bakarak, bunu bir ihtiyât zemânı zan etmek ve efkâr-ı umûmiyeyi bu şekilde şartlandırmak da doğru değildir.
Mesnedden temâmen yoksun olarak, “işçilere kolaylık sağlamak için” gibi iddialara dayanarak, şahsî fikr ve düşüncelerle ileri sürülen gerekçelerle “aşırı ve gereksiz temkin müddetlerini azalttık” demek sûretiyle, temkin müddetlerini kısmen veyâ temâmen ortadan kaldırmak, imsâk ve namaz vaktlerini değiştirmektir, ya’nî müslimânların oruc ve namaz ibâdetlerini bozmak, ifsâd etmekdir.
.
|
Bir şehirde bir tek şer’î ufuk ve o şehre âid olan bir tek temkin müddeti vardır.
Güneşin ziyâsı (ışığı), sabâhları en yüksek tepeye gelince, şer’î tulû’ (güneşin doğması) vakti olur. Akşamları buradan çekildiği görülünce de, şer’î gurûb (güneşin batması) vakti olur. Ezânî sâat makinaları, bu vakt 12 yapılır. Şer’î gurûb vakti, ezânî sâate göre, her gün hep 12 dir ve temkin müddeti bu vaktin içinde mevcûddur. (Ezânî gün), güneşin üst [arka] kenârının bir yerin ufk-ı şer’îsinden müteâkib (ard arda) iki şer’î gurûbu arasındaki zemândır. Ezânî sâat makinası, bu gurûb görülünce 12 yapılır. Dolayısıyla akşam vaktindeki temkin müddeti, diğer ezânî vakitlerde de hiç değişmeksizin aynen mevcûddur. Ezânî namaz vakitlerinde kullanılan akşam vaktindeki temkin müddetinin, bu günkü sâatlerle bildirilen namaz vakitlerinin hepsinde hiç değiştirilmeksizin aynen kullanılmasının zarûreti, buradan da açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü vakitler arasındaki müddet, kullanılan sâatlere göre değişmez. Meselâ, ezânî sâat ile bulunan öğle ile ikindi vakitleri arasındaki müddet, bu gün kullanılan sâatlerde de aynı olmak mecburiyetindedir. Bu sebebden, her namaz için ayrı ayrı temkinler yoktur.
Üç nev’i gurûb (Güneşin batması, ya'nî akşam) vardır :
Şemsin (güneşin) merkezinin, hakîkî ufka göre irtifâ’ının sıfır olduğu vakte (Hakîkî gurûb) denir. Ya'nî, güneşin merkezinin hakîkî ufuk hattında olmasıdır.
İkinci gurûb, güneşin arka kenârının, râsıdın (gözlemcinin) bulunduğu mahallin zâhirî (görünen) ufuk hattına nazaran zâhirî irtifâ’ının (görünen yüksekliğinin) sıfır olduğu, ya’nî bu üst kenârının, mahallin ufk-ı zâhirî (görünen ufuk) hattından kaybolduğunun görüldüğü vaktdir. Buna (Zâhirî gurûb) denir.
Üçüncü gurûb, güneşin arka kenârının, şer’î ufka nazaran irtifâ’ının sıfır olduğu vaktdir. Ya'nî, güneşin arka kenârının şer’î ufuk hattından kaybolduğu ândır. Buna (Şer’î gurûb) denir. Takvimlere akşam vakti olarak, bu şer’î gurûb vakti yazılır.
Bu üç gurûbdan, şer’î gurûbu görmek mu’teber (geçerli) olduğu, Tahtâvî, (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde yazılıdır. Her yükseklik için, muhtelif zâhirî ufuk hatları vardır. Ufk-ı şer’îden gurûb, en yüksek tepeden bakınca görülen gurûbdur. Hesâb ile bulunan hakîkî gurûb vaktinde, güneş yüksek yerlerin zâhirî (görünen) ufuk hatlarından gurûb etmemiş (batmamış) görülür. Bu hâl, akşam namazının ve iftâr vaktinin, birinci ve ikinci gurûb vaktlerinde değil, bunlardan dahâ sonra, şer’î gurûb vaktinde olduğunu göstermekdedir. Evvelâ hakîkî gurûb, bundan sonra zâhirî gurûblar, en sonra, şer’î gurûb olur. (Şer’î gurûb) vaktinin mu’teber olduğu, (Mecma’ul-enhür) ve şâfi’î (El-envâr li-a’mâlil ebrâr) kitâblarında da bildirilmekdedir.
Tepeler, binâlar ve bulutlar sebebi ile zâhirî gurûb görülemiyen yerlerde gurûb vaktinin, şarkdaki (doğudaki) tepelerin kararması ile anlaşılacağı hadîs-i şerîfde bildirilmişdir. Bu hadîs-i şerîf, (Tulû’ ve gurûb vaktleri hesâb edilirken, güneşin hakîkî ve zâhirî irtifâ’ları değil, şer’î ufukdan olan şer’î irtifâ’larının kullanılacağını) ya’nî, Temkin mikdârını hesâba katmak lâzım olduğunu göstermekdedir. Bütün namazların, doğru vakt olan şer’î vaktlerini hesâb ederken, bu hadîs-i şerîfe uymak, ya’nî temkin zemânlarını hesâba katmak lâzımdır. Çünki hesâb ile hakîkî ufka göre astronomik formüllerle hakîkî vaktler bulunur. Bir namazın, hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakti ile doğru vakt olan şer’î vakti arasında, bir temkin müddeti fark vardır. Bir şehrin en yüksek mahalline mahsûs olan temkin zemânı değişdirilemez. Temkin zemânı temâmen kaldırılır veyâ azaltılırsa, öğle ve dahâ sonraki namazlar, vaktlerinden evvel kılınmış olur. Oruca da, sahûr vakti geçdikden sonra başlanılmış olur. Bu namazlar ve oruclar sahîh olmazlar.
1982 senesine kadar, Türkiyede temkin zemânını kimse değişdirmemiş, bütün Âlimler, Velîler, Şeyh-ülislâmlar, Müftîler, bütün müslimânlar, asrlar boyunca namazlarını şer’î vaktlerinde kılmışlar ve oruclarına şer’î vaktlerinde başlamışlardır. Türkiye Dıvar Takvîmleri'nde, temkin zemânı değişdirilmemiş, namaz ve oruc vaktleri, doğru olarak bildirilmişdir. Şimdi de her müslîmânın bu icmâ-i müslimînden ayrılmamaları lâzımdır
TENBÎH: İslâm âlimleri, gurûbî hakîkî zevâl vaktinden, ezânî hakîkî zemâna göre zuhr (öğle) vaktini elde etmek için, bundan gurûb (akşam) vaktindeki temkini tarh (çıkarmış) ve zevâl vaktindeki, doğru vakt olan şer’î vakti bulmak için, temkin zemânını ilâve etmişler ve yine gurûbî zevâl vaktini bulmuşlardır. Bu hâl, zuhr vaktindeki temkin mikdârının, hakîkî ve şer’î ufuklar arasındaki zemân farkına, ya’nî gurûb vaktindeki temkin mikdârına müsâvî (eşit) olduğunu göstermekdedir. Bunun gibi, bütün namazların şer’î vaktlerindeki temkin zemânları, tulû' (doğma) ve gurûb (batma) vaktlerindeki temkin zemânlarına müsâvîdir (eşittir).
“Öğle” (Zuhr) vaktindeki temkin müddeti, “Güneş” (Tulû’) ve “Akşam” (Gurûb) vaktlerindeki temkin müddetine eşit olduğu gibi, “İmsâk” (Fecr) vaktindeki temkin müddetine de eşittir. İbrahim Hakkı hazretlerinin, Erzûruma göre hâzırladığı evkât-ı şer’iyye cedvellerinde ve Mustafa Hilmi efendinin (Hey’et-i felekiyye) kitâbında, ezânî sâat ile, İmsâk (Fecr) ve Güneş (Tulû’) hakîkî vaktlerini şer’î vakte çevirmek için, temkin zemânının iki misli çıkarılmışdır. Alî bin Osmân Bağdâdînin (Hidâyet-ül-mübtedî fî Ma’rifet-il-evkât bi-rub-id-dâire) kitâbında da böyle yazılıdır. Kendisi 801 [Milâdî 1398] de vefât etmişdir. (Kedûsî) nin (İrtifâ’ risâlesi) ni terceme eden, Fâtih medresesi ders-i âmlarından (Profesörlerinden) Hezargradlı Hasen Şevkı efendi, dokuzuncu bâbında diyor ki, (Bulduğumuz hakîkî imsâk vaktleri temkinsizdir. Oruc tutacak kimsenin bundan onbeş dakîka, ya’nî iki temkin zemânı evvel, oruca başlaması lâzımdır. Böylece orucu fâsid olmakdan kurtulur). Görülüyor ki, şer’î ezânî imsâk vaktini bulmak için, hakîkî gurûbî vaktden temkin zemânının iki mislini çıkarmakda, iki temkin çıkarılmaz ise, orucun fâsid olacağını bildirmekdedir. [Gurûbî vaktden şer’î vakti bulmak için bir temkin, gurûbî vakti ezânî vakte çevirmek için de ikinci temkin çıkarılmakdadır.]
.
|
|
Güneşin merkezinin hakîkî ufukta olmasından sonra, arka (üst) kenârının temkin mikdârı kadar (irtifâ’ zâviyesi kadar) dahâ aşağıya, ya'nî şer’î ufka inerek, güneş ışığının en yüksek tepeden kaybolması için geçen zemâna Temkin Müddeti denir.
Hakîkî ufuk: Astronomik hesâblarda kullanılan, bulunulan mahallin şâkülüne (çekül doğrultusuna), dünyânın merkezinden dik olan düzlemdir.
Şer’î ufuk: Bir mahallin en yüksek yerinden görünen ufuktur. Bir şehrde bir aded şer’î ufuk vardır. Namaz vaktlerinin ta’yîninde hakîkî ufkun değil, şer’î ufuk hattının kullanılacağı (İmdâd) hâşiyesinde yazılıdır.
Hakîkî Vakt: Astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre hesâblanan vaktdir.
Şer’î Vakt: Şer’î ufka göre alınan, şer’î irtifâ’lar (yükseklik açıları) kullanılarak hesâb edilip bulunan vaktlere denir.
İrtifâ’ zâviyesi: Temkin müddetinin 4 unsurunun, cebrik toplamının açı cinsinden netîcesidir.
Temkin müddeti, 4 unsurdan meydana gelir. Bunlar;
Güneşin görünen yarı çapı (Güneşin Nısf-kutr-ı zâhirîsi),
Işığın kırılması (İnkisâr-ı şuâ),
Ufkun alçalması (İnhitât-ı ufuk) ve
Güneşin paralaksı (İhtilâf-ı manzar).
Bu 4 unsurun ilk üçü toplanıp, bulunan toplamdan dördüncüsünün çıkarılması ile elde edilen zemâna, müddete Temkin Müddeti denir. Her şehrin arz (enlem) derecesine ve kullanılan yüksekliğe göre temkin müddetleri birbirlerinden farklıdır. Şehrin arz (enlem) derecesi ve kullanılan yükseklik arttıkça, temkin müddeti de bunlara bağlı olarak artar. Bu 4 unsurun açıklaması, aşağıda 3. maddededir.
Bir namazın hakîkî vakti (Astronomik hesâbla bulunan vakti) ile şer’î vakti arasındaki zemân farkı, hakîkî ufuk ile şer’î ufuk arasındaki zemân farkı kadardır. Bu da Temkin Müddetidir.
Güneşin merkezinin hakîkî ufukdan gurûbundan sonra, arka kenârının, bu gurûb vaktinden, bu irtifâ’ zâviyesi, ya'nî temkin zâviyesi (temkin açısı) kadar, dahâ aşağıya, ya’nî ufk-ı şer’îye inerek, ziyânın en yüksek tepeden gayb olması için geçen zemâna (Temkin) denir.
Bir şehirde, muhtelif yükseklikler için, bir namazın muhtelif vaktleri olur. Hâlbuki, bir şehrde, bir namazın tek bir vakti vardır. Bundan dolayı, namaz vaktleri için zâhirî ufuk (görünen ufuk) hatları kullanılamaz. Yükseklik ile değişmiyen (Şer’î ufuk) hattından olan şer’î irtifâ’ kullanılır.
Güneşin şer’î ufukdan geçmesi, hakîkî ufukdan geçmesinden evvel olan, zevâlden evvelki vaktler için, hesâb ile bulunan hakîkî vaktden temkin çıkarılınca, doğru vakt olan şer’î vakt bulunur. İmsâk ve tulû’ (güneşin doğuşu) vaktleri böyledir. “Temkin Müddeti”, imsâk ve güneşin doğuşu vaktlerinden çıkarılır, diğer vaktlere ise ilâve edilir.
Güneşin şer’î ufukdan geçmesi, hakîkî ufukdan geçmesinden dahâ sonra olan, zevâlden sonraki vaktlerde, doğru vakt olan şer’î vakti bulmak için, astronomik hesâbla bulunan vakte temkin müddeti ilâve edilir. Zuhr (Öğle), asr (İkindi), gurûb (Akşam) ve işâ (Yatsı) vaktleri böyledir.
|
|
Fıkhen namaz vaktleri rü’yet ile, ya'nî alâmetlerin semâ küresinde görülmesi ile başlamaktadır. Bu teşekkül eden vaktlerde namazlar kılınır. Alâmetlerin gökyüzünde görülmesi ayrı bir hâdise, bu ânın astronomik formüllerle hesâblanması temâmen farklı ve ayrı bir hâdisedir. Vakt fıkhen belirtilen alâmetlere göre teşekkül etmişse, bu teşekkül eden vakte, ayrıca Temkin Müddeti diye herhangi bir müddetin ilâve veyâ çıkarılmasına lüzum yoktur. Ancak, vaktin teşekkülü görülerek tesbit edilemezse, ya'nî güneşi ve ufku görmeyenler ve takvim hâzırlayanlar için, bu fıkhî alâmetlerin teşekkül ettiği vaktlerin, hesâbla bulunması mecburiyeti vardır. İşte temkin müddeti, bu hesâblamalarda ortaya çıkan ve kullanılması zarûrî müddettir. Bu müddetin kullanılması ise, ilmî ve astronomik bir mecburiyettir. İhtiyat müddeti değildir. Temkin müddeti, hesâbla bulunan vakti, gökyüzünde namaz vakti alâmetlerinin bulunduğu vakte getirmektedir. Ya'nî, Temkin müddeti, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları semâ küresindeki alâmetlerin olduğu, doğru vakit olan şer’î vakitlere getiren müddettir.Temkin müddetlerinin değiştirilmeden bütün vakitlerde aynen kullanılması şarttır.
Müctehid olan islâm âlimleri, namaz vakitlerinin alâmetleri ile alâkalı âyet-i kerîmelerin açıklaması olan hadîs-i şerîflerde buyurulanları doğru anlamışlar ve kıymetli kitâblarında, bu alâmetler semâ küresinde görüldüğünde, namazın kılınacağını bildirmişlerdir. Onun için, eserlerinde “Temkin” diye bir ifâde elbetteki bulunmamaktadır. Bu alâmetlerin olduğu vakitleri, İslâm astronomi âlimleri hesâb etmişlerdir.
Namaz vakitlerinin hesâblarını doğru yapabilmek için, sadece astronomi, fizik, cebir, geometri, coğrafyave küresel astronomiile küresel trigonometri ilimlerinde mütehassıs olmak kâfi değil, ayrıca temâmen farklı bir ihtisâs kolu olan “İslâm astronomisi”ne de vâkıf olmak gerekir. Bu ilimlerin temâmı bilinmeden, doğru namaz vakti hesâbı yapılamaz. Hakîkî ufka göre ve astronomik formüllerle yapılan hesâbların, teşekkül eden ve doğru vakit olan şer’î vaktin alâmetlerine uygun olabilmesi, ancak temkin müddetinin kullanılması ile mümkündür.
Temkin müddetinin her bir unsurunun hesâbı için, usûller ve kullanılan formüller vardır.
İmsâk vakti dâhil, bütün namaz vaktlerinin hesâbında, Temkin müddetinin kullanılması zarûrîdir.
Bir şehrin en yüksek mahalline âid olan Temkin zemânı değiştirilemez. Her şehir için bütün namaz vaktlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır.
Her namaz için ayrı ayrı temkinler yoktur. Bütün namaz vaktlerinde temkin müddeti, hiç değiştirilmeden aynen kullanılmalıdır.
Temkin müddeti azaltılırsa veyâ temâmen kaldırılırsa,
öğle ve dahâ sonraki namazlar vaktlerinden evvel kılınmış olur.
Oruca da sahûr vakti geçtikten sonra başlanılmış olur.
Bu namazlar ve oruclar sahîh olmazlar. Temkin müddeti, ihtiyât zemânı değildir. Bu müddeti bir ihtiyât zemânı zannederek, imsâk vaktini 3-4 dakîka geciktirenin orucu, akşam vaktini 3-4 dakîka öne alanın orucu ve akşam namazının fâsid olacağı, (Dürr-i yektâ) kitâbında da yazılıdır.
.
|
|
|
Birinci Unsur : Güneşin görünen yarı çapı (Güneşin Nısf-kutr-ı zâhirîsi),
Namazın hakîkî vaktleri, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre, hesâblanarak bulunur. Astronomik hesâblarda, hakîkî ufuk düzlemi kullanılır. Hakîkî ufuk düzlemi, gözlemcinin (Râsıdın) ayaklarını dünyânın merkezine birleştiren doğrultuya (Şâkûl doğrultusuna) dünyânın merkezinden dik olan düzleme denir. Bu astronomik hesâblarda, güneşin ve dünyânın merkezleri alındığından, güneşin merkezi güneş doğarken, bu hakîkî ufka geldiğinde, “güneş doğdu” denmekte ve güneşin merkezi güneş batarken, yine bu hakîkî ufuk düzlemine geldiğinde, “güneş battı” denmektedir. Hâlbuki, hem doğma ve hem de batma esnasında, güneşin yarısı bu hakîkî ufkun üstünde olduğundan, güneşin yarısı o mahallin yüksek yerlerinden, gözlemci tarafından görülmektedir. Bu bakımdan, güneş dahâ evvel doğmuştur. Yine bu hesâbla battı denildiği anda da, henüz batmamıştır. Çünkü güneşin yarısı ufkun üstündedir. Temkinin birinci unsuru budur. Ya'nî, güneşin üst kenârının doğarken, bu ufuktan çıkması ve batarken de bu ufuktan güneşin üst kenârının kaybolması lâzımdır. O halde, hem doğuşta, hem de batışta, güneşin yarı çapı kadar aşağıda olması gerekmektedir. Astronomik hesâblarda güneşin merkezi alınmaktadır. Namaz vaktlerinde ise, güneşin üst kenârı esâs alınmaktadır. Bu ikisi arasındaki fark, güneşin yarı çapı kadardır. Ya'nî hem doğuşta ve hem de batışta, güneşin, yarı çapı kadar aşağıda olması lâzımdır.
İkinci Unsur: Işığın Kırılması (İnkisâr-ı şuâ),
Güneşin astronomik hesâbla hakîkî ufka göre bulunan yeri, görüldüğü yere göre dahâ aşağıdadır. Ya'nî, gözle bakıldığında görülen yeri, hesâbla bulunan yerinden dahâ yukarıdadır. Bunun da sebebi, güneş ışıklarının hava tabakalarından geçip, gözlemcinin (Râsıdın) gözüne gelene kadar kırılmasıdır. Bu ışığın kırılma olayı sebebi ile güneşin temâmı, hesâbla bulunan yerden dahâ yukarıda görülmektedir. Ya'nî, ışığın kırılmasından doğan bu fark, Temkin müddetinin 2. unsurudur. Diğer bir ifâde ile hem doğuşta, hem de batışta bu fark kadar güneşin temâmının aşağıya inmesi lâzımdır.
Üçüncü unsur, Ufkun Alçalması (İnhitât-ı ufuk),
Namaz Vaktleri hesâbında şehrin, ya'nî bulunulan mahallin en yüksek yerinden görülen şer'î ufuk esâs alınır. Hakîkî ufka göre yapılan astronomik hesâblarla bulunan akşam vaktinde, ya'nî güneşin battığı vaktde, güneşin yüksek yerlerin ufuklarından batmamış olduğu görülür. Bu hâl, mahallin en yüksek tepesinden görülen şer’î ufkun, astronomik hesâbların yapıldığı hakîkî ufuktan dahâ aşağıda olduğunu göstermektedir. Ya'nî, akşam namazı ve iftar vakti, güneşin hakîkî ufuktan batmasıyla değil, o mahallin en yüksek tepesine âid olan şer’î ufukdan batması ile olmaktadır. En yüksek tepeden görülen ufka, “Şer’î ufuk” denir.
Astronomik hesâblarda Temkinin bu unsuru yoktur. Çünkü, astronomik hesâblar deniz, ova gibi düz yerlere göre yapılmakta ve “Almanak” isimli kitâblarda, hep bu düz yerlere göre bilgiler ve ölçüler yayınlanmaktadır. Hâlbuki, Namaz Vaktleri, bütün şehre âid olduğundan, o şehrin en yüksek yerlerinde oturanların da, oruc ve namazlarının sahîh olması lâzımdır. Yerleşim yerleri ve şehirler, ova ve deniz gibi düz değildir. Arazi engebelidir. İmsâk ve Namaz Vaktlerinin hesâblanmasında, güneşin doğmasının, batmasının ve güneşin ufuktan yüksekliğinin, O şehrin en yüksek yerinden görülen şer’î ufuktan alınması gerekir. Şer’î ufuk hattı, astronomik hesâblarda kullanılan hakîkî ufuktan dahâ aşağıda bulunduğu için, güneşin dahâ aşağı inerek, bu şer’î ufuktan batması ve doğarken de bu hakîkî ufka nazaran, yine aşağıda olan bu şer’î ufuktan doğması lâzımdır.
Dördüncü Unsur: Güneşin Paralaksı (İhtilâf-ı manzar),
Güneşin merkezini, dünyânın merkezi ile bulunduğumuz yere birleştiren iki doğrultunun, güneşin merkezinde meydana getirdiği açı olup, kıymeti 8,8 açı sâniyesidir. Bu açı çok küçük olduğundan, netîceye tesiri çok azdır. Kısaca, Paralaks, ya'nî İhtilâf-ı manzar, güneşin merkezinden dünyânın yarı çapını gören açıdır. İnsanlar dünyânın merkezinde değil, üzerinde yaşarlar. Astronomik formüllerle hakîkî ufka göre yapılan hesâblar ise, dünyânın merkezine göre yapılır. Dolayısıyla, merkeze göre bulunan netîceyi dünyanın üzerine getirmek için, paralaks (İhtilâf-ı manzar) da hesâba dahil edilir.
Paralaks, Temkinin yukarıdaki üç unsurunun aksine, doğuşu geciktirip, batışı evvele aldığından, netîceye tesiri bu üç unsurun tersine olmaktadır. Bunun için Temkin müddeti, ilk üç unsurun toplamından, Paralaks'ın çıkarılması suretiyle bulunur.
İslâm astronomları tarafından, sıfır dereceden altmış derece arzına kadar ve yirmibeş metre fark ile, beşyüz metre irtifâ'a kadar hesâb edilerek bulunan bu Temkin müddetleri, cedvel hâline getirilmiş ve eserlerinde neşr olunmuştur. Aşağıda Mavi renkle yazılan Temkin Cedveli tabiri üzerine tıklandığında, açılacak olan sahîfede, bu temkin cedveli görülecektir. Temkin müddetleri, İmsâk ve Namaz Vaktlerinin hesâblanmasında, astronomi ilminin bir zarûreti olarak mutlaka kullanılmalıdır.
|
|
|
Muhterem okuyucularımız; takvimimizdeki namaz vakitleri dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi- imamlarının ictihatlarına dayanma
Namaz ve İmsak Vakitleri Hakkında
Muhterem okuyucularımız; takvimimizdeki namaz vakitleri dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi- imamlarının ictihatlarına dayanmaktadır. Bu fıkhî esaslarla beraber hesaplama yapılırken enlem, boylam, saat dilimi, yükseklik, arazi genişliği gibi birçok astronomik, klimatolojik ve jeolojik unsurlar kullanılmaktadır.
Bir yerin namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbîki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınmıştır. Mesela, güneşin doğuş-batışı için 'geometrik doğuş-batış' değil, çıplak gözle gözlenebilen 'görülen doğuş-batış' asıldır. Sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile elde edilen değerler -bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı- gerçek değerleri karşılayamamaktadır. Bu sebeple namaz vakitlerinin hakiki değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı zarurî tedbirler almışlardır. Bu tedbirler; geometrik değerlerin yine astronomi otoriteleri tarafından yaygın kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve metotlar çerçevesinde düzeltilmesidir. İşte bu hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir. Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.
Temkin ve diğer ilmî yollarla sapmaları zarûrî olarak düzeltilmiş vakitler, asırlardan beri İslam aleminde kullanıldığı gibi Türkiye'de de 1982 yılına kadar -Diyanet dahil- bütün takvimlerde kullanılmıştır. Fazilet takvimi de bunu kullanmaya devam etmektedir.
Bu kadar önemli olan ve asırlardan beri İslâm âlemi takvimlerinde kullanılagelmekte olan ve zamanın âlim ve fakîhleri ile mü'minlerin emîrleri tarafından tasvîp edilmiş bulunan temkin vakitleri 1983 yılından îtibaren Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 21.01.1982 gün ve 6 sayılı kararı ile Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kaldırılmıştır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın bahis mevzuu tasarrufuna uymamız, her ne kadar kanûnî bir mecbûriyet değil idiyse de, her hangi bir ihtilâfa sebep olmamak için, 1983 ve 1984 yıllarında çıkarmış bulunduğumuz takvimlerimizde buna, istemeye istemeye biz de uymuştuk.
Ancak, bu tatbîkâtın büyük bir vebâli mûcip olacağını ilk anda görmüş ve bütün Müslümanların bilhassa Ramazan günlerinde çok dikkatli olmalarını ve takvimde gösterilen imsak vakitlerinden itibaren yeme-içme ve sair orucu bozan şeylerin derhal kesilmesi gerektiğini, vakitlerde artık en ufak dikkatsizliğin büyük vebâl olacağını; ayrıca günlük namazlarda, takvimlerde gösterilen vakitlerden hangisine kaç dakika ilâve edilip, hangisinden kaç dakika çıkarılması icap ettiğini her ayın sonunda, büyük hassâsiyetle ve tekrar tekrar îzah etmiş ve bununla da iktifâ etmeyerek, her türlü mânevî vebâlden sakınmak için, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kaldırdığı temkin vakitlerini, takvim yapraklarının ön yüzün alt satırında göstermiştik.
Fakat maalesef, bütün bu gayretlerimizin istediğimiz netîceyi hâsıl etmekten çok uzak olduğunu, okuyucularımızın gerekmektup ve gerekse şifâhî olarak bu iki sene (1983-1984) içinde bize yapmış oldukları mürâcaatlardan tesbît ettik.
Zîra Müslümanlardan pek çoğu, eskiden beri hâsıl olan bir alışkanlıkla, “Nasıl olsa müsâadesi vardır!” diyerek imsaktan sonra beş-on dakika daha yemeye-içmeye devam ediyor. Oysa temkinli vakitlerin kullanıldığı takvimlerde bile böyle bir şey caiz değilken temkinsiz gösterilen imsak vakitlerinde hiç caiz olamaz. Çünkü beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ve irtifa farklılıkları sebebiyle vakitleri çok kesin bir şekilde tesbit etmek de mümkün olmadığından temkinsiz vakitleri kullanmak hatalıdır.
Bu durum karşısında, Diyânet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun mezkûr kararına uymaya devam etmeyi son derece tehlikeli ve o nisbette de mânevî bakımdan mes'ûliyetli bulduk. Bu mes'ûliyetten kurtulmak için, 1985'ten îtibâren takvimimizde 1982 ve daha evvelki yıllarda Türkiye'de yayınlanan -Diyânet takvimi de dâhil- bütün takvimlerde gösterilen ve asırlardan beri kullanılagelmekte olan temkinli vakitler kullanılmıştır.
Yatsı vakti için güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsak vakti için de 19 derece ufka yaklaştığı anlar hesaba esas alınmış, ayrıca, beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ile irtifâ farklılıkları da nazar-ı dikkate alınarak lüzumlu temkinler vakitlere ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır.
Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır.
Müslümanlara, takvimimizde verilen vakitlere riayette titizlik göstermelerini,
Namazlarını vaktin sonuna kadar geciktirmemelerini,
Oruca başlarken takvimimizdeki imsak vakitlerini kullanmalarını tavsiye ediyoruz.
Büyük Haydar Efendi'nin Usûl-i Fıkıh Dersleri kitabında, “Vaktinden evvel kılınan namaz sahih değildir. Musallî, vaktin hulûlünden (girmesinden) evvel namaz kılarsa, o namaz edâ edilmiş olmaz.” buyrulmuştur.
Kezâ Ahmed Bîcan Hazretleri'nin Envâru'l-Âşıkîn isimli eserinde de, “Vaktinden evvel kılınan namaz, gönül nûrunu söndürür; yerine zulmet girer.” buyrulmaktadır. Vakti girmeden bir namazı kılmak Allâh'ın emrine aykırı olduğundan, insanın rûhunu ifsad eder ve -vakti içinde kılmadığından- o namazı kılmamış olur.
Nisâ Sûresi'nin 103. âyet-i kerimesinde (meâlen) şöyle buyuruluyor: “Şüphesiz namaz, mü'minlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”
Namaz vakitleri:
Câbir bin Abdullah, İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (r.anhüm)‘den rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki: “Cibrîl (a.s.) bana iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam'ın yanında imam oldu.
İlk def'a güneşin gölgesi bir nâleyn tasması kadar uzadığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucunu açtığı vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını, gecenin sülüsüne doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana:
'Yâ Muhammed, bu, senden evvelki peygamberlerin vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakitler arasındadır' dedi.”
Ehl-i Sünnet âlimlerinin ve râsıdlarının (Allah onlardan râzı olsun) asırlar boyu bitmek tükenmek bilmeyen gayreti, çalışmaları, araştırmaları neticesinde astronomi esaslarına uygun olarak tesbit ettikleri namaz vakitlerine ait güneş'in derece değerleri ise, aşağıda beyan edilecektir. Bu vakitlerin dışında indî olarak vakit îcad etmek, uydurmak -Allah korusun- çok büyük mes'ûliyeti mûciptir.
ÖĞLE NAMAZI VAKTİ
Cebrâil aleyhisselâm'ın namaz vakitlerini bildirmek için nüzûlü, Mîrac Gecesi'nin hemen akabindeki günde vukû bulmuş ve ilk kıldırdığı namaz salât-ı zuhur (öğle namazı) olduğundan bu namaza, salât-ı ûlâ (birinci namaz) denilmiştir.
Astronomide öğle namazının vakti diğer vakitlerin mebdei; başlangıcı olmuştur. İlk olarak öğle namazının vakti hesap edilir, diğer vakitlerin hesabı ondan sonra ve ona istinâden yapılabilmektedir.
Gündüzün tam ortasında güneşin en yükseğe çıktığı noktadan alçalmaya başladığı zaman -ki, buna zevâl vakti denir- öğle namazı vakti başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. İkindi namazının birinci ve ikinci ikindi olmak üzere iki vakti vardır. Bu vakitlerle alâkalı tafsilât ikindi namazı vakti izah edilirken verilecektir.
İKİNDİ NAMAZI VAKTİ
Güneş gündüz en yüksek noktaya çıktığı anda, Nısfü'n-Nehâr Kavsi (yani, bulunulan yerin meridyeni) üzerindedir ve bu anda her şeyin gölgesi en kısadır. Her şeyin gölgesinin en kısa olduğu bu zamana “Zevâl” denilir, gölgeye de “Fey-i zeval denir.
Bir cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde, yani cismin gölgesi fey'-i zevâl + cismin yüksekliği kadar uzunlukta gölge boyuna geldiğinde, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna “Asr-ı evvel” denir ve bu imâmeyn kavlidir.
Cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyunun iki misli kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde de ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur ki buna “asr-ı sânî” denir ve bu İmâm-ı A'zam'ın kavlidir.
Bir kimse öğle namazını birinci ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi vaktine on dakika ka-
lıncaya kadar kılabilir ve ikindi namazını da ikinci ikindi vakti girdikten sonra kılar.
Takvimimizde asırlarca Osmanlı Devleti'nde müftâbih (kendisiyle fetva verilen) ve mâ'mûlünbih (kendisiyle amel edilmiş) olan birinci ikindi, yani asr-ı evvel kullanılmıştır.
AKŞAM NAMAZI VAKTİ
Eimme-i Erbaa (İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel rahimehümullah) indinde, güneş ufukta battıktan sonra güneşin merkezi, ufuktan bir derece aşağı indiğinde akşam namazı vakti girer.
Akşam namazının son vakti ihtilâflı olduğundan ihtiyâten yatsı vaktinden 15-20 dakika evvel bitirilmiş olmalıdır. Bunun için yatsı vaktinin erken girdiği günlerde15 dakika evvelki, geç girdiği günlerde de 20 dakika evvelki vakitleri kullanmalıdır. Yani, yatsı vakti girmezden 15 veya 20 dakika evvel akşam namazı kılınmış olmalıdır.
Bununla beraber sıkışık durumlarda, yatsı namazının vakti girinceye kadar da akşam namazı edâ edilir, kazâya bırakılmaz.
YATSI NAMAZI VE İMSÂK VAKTİ
Güneş battıktan sonra, ufkun altında alçalmaya devam eder. Bu arada ufuk bir süre kızıl bir renk alır, ardından da kısa süreli bir beyazlık devam eder. Güneş battıktan sonra ve doğmadan önce gökyüzünde güneş ışınları atmosfer içinde kırılma ve dağılması ile atmosfer içinde güneş ışınlarının yansımasından kaynaklanan kızıllık ve beyazlığa Astronomi'de “Tan hâdisesi” denir. Akşam vaktindeki tan hâdisesine “şafak” da denilir. Modern astronomi cihazlarıyla yapılan ölçümlere göre bu hâdise, güneş battıktan sonra güneşin ufuktan -17 derece alçalmasına kadar devam eder. Bu andan itibaren güneş ışınları atmosfere giremez, gözden kaybolur ve gece başlar.
İslâm âlim ve râsıdlarına göre; Akşamleyin güneş ufuktan -17 derece aşağı indiği zaman ufuktaki kızıllık kaybolur, bu vakit, yatsının başlangıcıdır.
SABAH NAMAZI VAKTİ
Gece yarısı güneş, en aşağı noktaya indikten sonra tekrar yükselmeye devam eder. Güneş ufuktan -19 dereceye geldiğinde bu sefer doğu ufkunda tan hâdisesi (fecr) meydana gelir. “Fecr-i sâdık” başlar ve gece nihâyet bulur.
Güneş ufuktan inebileceği en aşağı noktaya indikten sonra, tekrar yükselmeye başlar; ufka -19 derece yaklaştığı anda ise kızıllıktan evvelki beyazlık başlar, fecr-i sâdık doğar; bu an imsâk vaktidir. Güneş ufuktan doğmadan evvel, güneşin merkezi ufka 1 derece yaklaştığı anda sabah namazının vakti biter ve güneş doğar.
Sabah namazı takvimimizdeki imsak vaktinden en az 20 dakika sonra kılınabilir.
Hanefî mezhebine göre sabah namazını, güneşin doğmasından 45 dakika öncesi kılmak müstehaptır.
Şâfiî mezhebine göre ise, fecr-i sâdıkın doğmasıyla birlikte, yani imsaktan en az 20 dakika geçtikten sonra kılmak efdaldir. Maamâfih Hanefî mezhebi mensupları da, Ramazan ayında ve zarûri hallerde, sabah namazlarını fecr-i sâdıkın; ikinci fecrin doğmasıyla birlikte (imsaktan 20 dk. sonra) kılabilirler.
Güneşin doğuşu, öğle vaktinden ne kadar önce ise, batışı da o kadar sonradır. Yani güneşin doğuş ve batış vakitleri öğle vaktine (güneşin en yüksek noktada olduğu vakte) göre mütenâzır (simetrik)dır.
Takvimimizde yer alan namaz vakitleri hakkında, uzun bir ilmî tetkik neticesinde hazırladığımız bu açıklamada, göremediğimiz bazı hatalarımızdan dolayı Cenâb-ı Hakk'ın afvına ve okuyucularımızın derin müsâmahalarına sığınırız. Muvaffakiyet Allahü Teâlâ'dandır.
Temkin vakti nedir, sahuru uzatır mı? Yayınlanma Fıkhi Meseleler. 1983 yılına kadar takvimlerde herhangi bir ihtilaf yoktu. Dolayısı ile böyle bir soru
Temkin vakti nedir, sahuru uzatır mı?
1983 yılına kadar takvimlerde herhangi bir ihtilaf yoktu. Dolayısı ile böyle bir soru zaidattandı. Ama bu yıldan sonra takvimlerdeki vakitlerin farklılaşması, hangisi muteberdir tartışmasını da yanında getirdi. Özellikle sahur vakitlerinde, yemek yeme son ana kaldığı zaman temkin hakkımı kullanmak istiyorum şeklinde bir mantık zihinlerde yer edebiliyor. Bunun izahı nedir?
Namaz vakitleri nasıl hesaplanıyor?
Bir yerin namaz vaktinin doğru olarak hesaplanabilmesi için ; fıkhi esasların küresel üçgen formülleri ve diğer astronomik formüllere tam olarak tatbiki gerekmektedir.
Hesaplamalarda sadece geometrik hesap sonuçları değil fıkhi ölçülere daha uygun olan "görülen değerler" esas olarak kullanılmıştır. Sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile elde edilen değerlerin - bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı gerçek değerleri karşılamadığı için geometrik değerlerin üzerine yine bilimsel kurallar ve metodlar çerçevesinde - pusula sapmasının düzeltilmesine benzer düzeltmeler yapılmıştır.
Belli oranda saptığı bilinen pusulanın manyetik sapma değerini düzeltmeden doğru bir yön tayini imkansız olduğu gibi bu düzeltmeler yapılmamış vakitlerde gerçek vakitleri karşılamamaktadır.
Bu değerlerin düzeltilmesinden sonra ortaya çıkan değerler fıkhi ölçülere uygun hale gelir. İşte bu sapma düzeltmelerine "temkin" adı verilmektedir.
Güneşin doğuş batışı için asıl olan geometrik doğuş batışı değil, çıplak gözle gözlenebilen doğuş batışıdır.
İslam alimlerinin tedbiri
Namaz ve orucun hakiki değerlerini koruyabilmek için, bu vakitlere ayrı ayrı zamanlar ilave edilmiş veya çıkarılmıştır. İşte bu ilave veya çıkarmalara temkin denilmektedir.
Özellikle Ramazan aylarında çok dikkatli olunmalı imsak vaktinden itibaren yeme içme derhal kesilmelidir. Diyanet yayınlarının takviminde ise 1982'den itibaren malesef temkin vakitleri kaldırılmış ve bu ince teferruat dikkate alınmamıştır.
Müslümanlar sahurda dikkat etmiyor!
Müslümanlardan pek çoğu asırlardan beri hasıl olan bir alışkanlıkla "Nasıl olsa müsadesi vardır!" diyerek imsaktan sonra beş on dakika daha yemeye içmeye devam ediyor.
Oysa temkinli vakitlerin kullanıldığı takvimlerde bile böyle bir şey caiz değilken, temkinsiz gösterilen imsak vakitlerinde böyle bir şey hiç caiz olmaz. Çünkü beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ve irtifa farklılıkları sebebi ile vakitleri çok kesin bir şekilde tesbit etmekte mümkün değildir. Bu bakımdan temkinsiz vakitleri kullanmak hatalıdır.
Vakitlere göre temkinler
ÖĞLE: 10 Dk ilave
İKİNDİ: 10 Dk ilave
YATSI: 10 Dk ilave
AKŞAM: 7 Dk ilave
İMSAK: 10 Dk çıkarılmış
GÜNEŞ: 5 Dk çıkarılmış
Fazilet
.
.Temkin vakti nedir? namaz vakitleri ne zaman girer, sabah ...
Sitemizdeki namaz vakitleri bugün hemen hemen her müslüman evin duvarlarinda bulabileceginiz fazilet takvimi hesaplamalarini dikkate alir. Her
TAKVİMDEKİ NAMAZ VE İMSAK VAKİTLERİ HAKKINDA AÇIKLAMALAR
Takvimdeki namaz vakitlerinin hesabı İmâm-ı Âzam, İmameyn (İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed) ve Eimme-i selâse (İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel rahmetullâhi aleyhim)'in ictihatlarına ve Hey'et (Astronomî) ilmi esaslarına uyularak yapılmıştır. Yatsı vakti için güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsak vakti için de 19 derece ufka yaklaştığı anlar hesaba esas alın- mıştır. Ayrıca, beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ile irtifâ farklılıkları da nazar-ı dikkate alınarak lüzumlu temkinler vakitlere ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır.
Hesaplama Yontemi |
Imsak Derecesi |
Yatsi Derecesi |
Fazilet Takvimi (+ temkinli)
Yüzyillardir islam dünyasinda kullanilan yöntem |
19 |
17 |
Türkiye Gazetesi Takvimi (+ temkinli) |
Diyanet Takvimi (1983'ten once + temkinli) |
Diyanet Takvimi (1983'ten sonra ve temkinsiz!) |
18 |
17 |
Muslim World League (Vahhabi Suudlar Sponsoru)
1962 yilinda mekkede kurulan bir kurulus |
Egyptian General Authority of Survey (Sunni)
(Temkin +0.5 olarak derecelere eklenmistir)
Misir,Cezayir,Suriye,Irak, Malezya vs. |
19.5 |
17.5 |
University of Islamic Sciences, Karachi (Pakistan) |
18 |
18 |
Umm al-Qura University, Makkah |
18.5 |
90 min after Maghrib
120 min during Ramadan |
Institute of Geophysics, University of Tehran |
17.7 |
14* |
Shia Ithna Ashari, Leva Research Institute, Qum |
16 |
14 |
Islamic Society of North America (ISNA)
Kuzey Amerika müslümanlariymis! mis.. mis.. mis.. |
15 |
15 |
Dikkat: Namaz vakti hesaplamalari medyada iddia edildigi gibi tarikat ve cemaatlere göre degil, mezheplere göredir. Diyanet ve fazilet farki türkiyede 5-10 dakika iken kutuplara yaklastikca 3-4 saate kadar çikmakta. O yüzden türkiyede gözlem yaptik diyen yetkililer bi zahmet bir de almanya, hollanda, norvec ve kutuplarda gözlem yapsinlar!
1983 yilinda google yoktu. Ama simdi artik Google'de yukaridaki hesaplama yöntemleri ve kurumlari arayarak detayli bilgiye sahip olabilirsiniz. Dünyada en çok hangi yönteme göre araniyor. Hangi ülke, hangi sehirde, hangi hesaplama yöntemi uygulaniyor ögrenmek hiç zor degil.
Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre;
Öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır.
Namaz ve oruç vakitlerinin (bilhassa imsak ve yatsı vaktinin) giriş ve çıkış zamanlarını, bir beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ve irtifa' farklılıkları sebebiyle, çok kesin şekilde tesbit etmek mümkün olmamaktadır. Bu sebeple, İslâm âlimleri namaz vakitlerinin hakîki değerlerini koruyabilmek için bâzı tedbirler almışlardır. Bu tedbirler, "hata sınırı" denilen bir değer içinde mütâlaa edilmektedir. Namaz ve oruç vakitlerinin hakîki değerlerini koruyabilmek için, bu vakitlere, ayrı ayrı zamanlar ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır. İşte bu ilâve edilen veya çıkarılan zaman miktarlarına temkin (ihtiyat, tedbir) denilmektedir.
Asırlardan beri İslâm âlemi takvimlerinde kullanılagelmekte olan ve zamanın âlim ve fakîhleri ile mü'minlerin emîrleri tarafından tasvîp edilmiş bulunan temkin vakitleri 1983 yılından îtibaren Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 21.01.1982 gün ve 6 sayılı kararı ile Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kaldırılmıştır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın bahis mevzuu tasarrufuna uymamız, her ne kadar kanûnî bir mecbûriyet değil idiyse de, her hangi bir ihtilâfa sebep olmamak için, 1983 ve 1984 yıllarında çıkarmış bulunduğumuz takvimlerimizde buna, istem- eye istemeye biz de uymuştuk.
Ancak, bu tatbîkâtın büyük bir vebâli mûcip olacağını ilk anda görmüş ve bütün Müslümanlar'ın bilhassa Ramazan günlerinde çok dikkatli olmalarını ve takvimde gösterilen imsak vakitlerinden itibaren yeme-içme işlerinin derhal kesilmesi gerektiğini, vakitlerde artık en ufak dikkatsi- zliğin büyük vebâl olacağını; ayrıca günlük namazlarda, takvimlerde gösterilen vakitlerden hangisine kaç dakika ilâve edilip, hangisinden kaç dakika çıkarıldığı takdirde ihtiyatla amel edilmiş olacağını her ayın sonunda, büyük hassâsiyetle ve tekrar tekrar îzah ettik.
Yine bununla da iktifâ etmeyerek, her türlü mânevî vebâlden sakınmak ve ihtiyatla amel etmek istiyen Müslümanlar için, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kaldırdığı temkin vakitlerini, takvim yapraklarının ön yüzünün alt satırında gösterdik.
Fakat maalesef, bütün bu gayretlerimizin istediğimiz netîceyi hâsıl etmekten çok uzak olduğunu, okuyucularımızın gerek mektup ve gerekse şifâhî olarak bu iki (1983-1984) sene içinde bize yapmış oldukları mürâcaatlardan tesbît ettik.
Zîra Müslümanlar'dan pek çoğu, asırlardan beri hâsıl olan bir alışkanlıkla, "nasıl olsa müsâadesi vardır!" diyerek imsaktan sonra beş- on dakika daha yemeye-içmeye devam ediyor. Oysa temkinsiz vakitlerin kullanıldığı takvimlerde gösterilen imsak vakitleri, böyle bir harekete aslâ müsâit değildir. Üstelik, beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ve irtifa farklılıkları sebebiyle vakitleri çok kesin bir şekilde tesbit etmek de mümkün değildir. Bu bakımdan temkinsiz vakitlere tam riâyetin dahî, hatadan sâlim olduğunu söyleyemeyiz.
Bu durum karşısında, Diyânet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun mezkûr kararına uymaya devam etmeyi son derece tehlikeli ve o nisbette de mânevî bakımdan mes'ûliyetli bulduk. Bu mes'ûliyetten kurtulmak için, 1985'ten îtibâren 1982 ve daha evvelki yıllarda Türkiye'de yayınlanan -Diyânet takvimi de dâhil- bütün takvimlerde gösterilen ve asırlardan beri kullanılagelmekte olan temkinli vakitler kullanılmıştır.
Böylece, takvimimizde yer alan namaz vakitleri ve orucun başlangıcı olan imsak vakitleri ile aynen amel etmekle temkinsiz vakitlerin sebep olduğu dînî bütün mahzûrlar ortadan kaldırılmış olmaktadır.
Büyük Haydar Efendi'nin Usûl-i Fıkıh Dersleri kitabında, "vaktinden evvel kılınan namaz sahih olmayıp, musallî vaktin hulûlünden evvel namaz kılarsa, o namaz edâ edilmiş olmaz"buyrulmuştur. Kezâ Ahmed Bîcan Hazretleri'nin Envâru'l-Âşıkîn isimli eserinde de, "Vaktinden evvel kılınan namaz, gönül nûrunu söndürür; yerine zulmet girer" buyrulmaktadır. Vakti girmeden bir namazı kılmak Allâh'ın emrine aykırı olduğundan, insanın rûhunu ifsad eder. Ve bu bâtıl görüşte ısrar edenlerin helâk olmalarına sebep olur.
Nisâ Sûresi'nin 103. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruluyor:
"Şüphesiz namaz, mü'minlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır."
Bu vakitler Câbir bin Abdullah, İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (r.anhüm)'den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efedimiz tarafın- dan şu şekilde ve açıkça beyan buyrulmuştur:
"Cibrîl (a.s.) iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam'ın yanında bana imam oldu.
İlk def'asında vakt-i zevâlde güneşin verdiği gölge bir na'leyn tasması kadar uzadığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucunu açtığı vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını gecenin sülüsüne doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydın- landığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana döndü ve:
'Yâ Muhammed, bu, senden evvelki enbiyânın vaktidir. Vakt-i salât işte bu ikişer vakitler arasındadır' dedi."
Ehl-i Sünnet âlimlerinin ve râsıdlarının (Allah onlardan râzı olsun) asırlar boyu bitmek tükenmek bilmeyen gayretleri, çalışmaları, araştırmaları neticesinde astronomi esaslarına uygun olarak tesbit ettikleri namaz vakitlerine ait güneş'in vaziyet dereceleri ise, aşağı- da namaz vakitleri bahsinde tarafımızdan beyan edilecektir.
Bu vakitlerin dışında indî olarak vakit îcad etmek, uydurmak, çok büyük mes'ûliyeti mûciptir. Allah Teâlâ cümle mü'minleri bu gibi yan- lış hesaplanmış vakitlerle amel ederek, ibâdetlerini heba etmekten korusun. Cenâb-ı Allâh'ın tâyin buyurduğu, Sevgili Peygamberimiz'in bizzat fi'len bizlere bildirdiği zamanlarda namazlarını kılan mü'min kardeşlerimizden Allah râzı olsun.
ÖĞLE NAMAZI VAKTİ
Cebrâil aleyhisselâm'ın namaz vakitlerini tâ'lim için gelişi, Mîrac Gecesi'nin hemen akabindeki günde vukû bulmuş ve ilk kıldırdığı namaz salât-ı zuhur (öğle namazı) olduğundan bu namaza, salât-ı ûlâ (birinci namaz) denilmiştir. Astronomi bakımından da öğle namazının vakti diğer vakitlerin mebdei olmuştur. İlk olarak öğle namazının vakti hesap edilip daha sonra da diğer vakitlerin hesabı ona istinâden yapılabilmektedir.
Gündüzün tam ortasında güneşin en yükseğe çıktığı noktadan alçalmaya başladığı zaman (ki, buna zevâl vakti denir) öğle namazı vakti başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. İkindi namazının birinci ve ikinci ikindi olmak üzere iki vakti vardır. Bu vak- itlerle alâkalı tafsilât ikindi namazı vakti izah edilirken verilecektir. Bir kimse öğle namazını birinci ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi vaktine on dakika kalıncaya kadar kılabilir. Ve ikindi namazını da ikinci ikindi vakti girdikten sonra kılar.
İKİNDİ NAMAZI VAKTİ
Güneş, gündüz en yüksek noktaya çıktığı anda, Nısfü'n-Nehâr Kavsi yani, bulunulan yerin meridyeni üzerindedir. Ve bu anda her şeyin gölgesi en kısadır. Her şeyin gölgesinin en kısa olduğu bu zamana "fey'-i zevâl" denilir.
Bir cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge inzimam ettiğinde, yani cismin gölgesi (fey'-i zevâl + cismin yük- sekliği kadar uzunlukta gölge) boyuna geldiğinde, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna "asr-ı evvel" denir ve bu imâmeyn kavlidir.
Bir cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge inzimam ettiğinde, yani cismin gölgesi (fey'-i zevâl + cismin yüksekliği kadar uzunlukta gölge) boyuna geldiğinde, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna "asr-ı evvel" denir ve bu imâmeyn kavlidir.
Cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyunun iki misli kadar daha gölge inzimam ettiğinde de ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur. Buna da "asr-ı sâni" denir ve bu da İmâm-ı A'zam kavlidir. (Yukarıda bildirdiğimiz gibi bir kimse öğle namazını birinci ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi vaktine on dakika kalıncaya kadar kılabilir ve ikindi namazını da ikinci ikindi vakti girdikten sonra kılar.)
Takvimimizde, asırlarca Osmanlı Devleti'nde müftâbih (kendisiyle fetva verilen) ve mâ'mûlünbih (kendisiyle amel edilmiş) olan birinci ikindi, yani asr-ı evvel kullanılmıştır.
AKŞAM NAMAZI VAKTİ
Eimme-i Erbaa (İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel rahimehümullah) indinde, güneş ufukta battık- tan sonra güneşin merkezi, ufuktan bir derece aşağı indiğinde akşam namazı vakti girer.
Akşam namazının bitiş vakti ihtilâflı olduğundan ihtiyâten yatsı vaktinden 15-20 dakika evvel bitirilmiş olmalıdır. Bunun için yatsı vaktinin erken girdiği günlerde15 dakika evvelki, geç girdiği günlerde de 20 dakika evvelki vakitleri kullanmalıdır. Yani yatsı vakti girmezden 15 veya 20 dakika evvel akşam namazı kılınmış olmalıdır.
Bununla beraber sıkışık durumlarda, yatsı namazının vakti girinceye kadar da akşam namazı edâ edilebilir, kazâya bırakılmaz.
YATSI NAMAZI VE İMSAK VAKTİ
Güneş battıktan sonra, ufkun altında devamlı olarak alçalmaya başlar. Bu arada ufuk bir süre kızıl bir renk alır. Ardından da kısa süreli bir beya- zlık devam eder.
Şafak vakti olarak bilinen bu hâdiseye astronomide "Tan hâdisesi" denir. Bu hâdise, yer atmosferi içinde güneş ışınlarının kırılma ve dağılmaya uğramasının neticesidir. Yani gördüğümüz kızıllık ve beyazlık, atmosfer içinde yansımış olan güneş ışınlarının mevcudiyetinden dolayıdır. Modern astronomi cihazlarıyla yapılan ölçümlere göre bu hâdise, güneş battıktan sonra güneşin ufuktan -17 derece alçalmasına kadar devam eder. Bu andan itibaren güneş ışınları atmosfere giremez ve gözden kaybolur, gece başlar.
Gece yarısı güneş, en aşağı noktaya indikten sonra tekrar yükselmeye başlayarak hareketine devam eder. Güneş ufuktan -19 derece aşağı noktaya geldiğinde bu sefer doğu ufkunda tan hâdisesi (fecr-i sâdık) başlar, gece nihayet bulur.
İslâm âlimleri ve râsıdlarına göre; Ufuktaki kızıllığın kaybolması, güneşin ufuktan - 17 derece aşağı inmesi neticesinde olur ve bu vakit, yatsının başlangıcıdır.
Güneşin ufuktan inebileceği en aşağı noktaya indikten sonra, tekrar yükselmeye başlayıp ufka -19 derece yaklaştığı anda ise kızıllıktan evvelki beyazlık başlar, fecr-i sâdık doğar; bu da imsak vaktidir.
SABAH NAMAZI VAKTİ
Güneş ufuktan doğmadan evvel, güneşin merkezinin ufka 1 derece yaklaştığı anda sabah namazının vakti biter ve güneş doğar.
Hanefî mezhebine göre sabah namazını, güneşin doğmasına 45 dakika kaldıktan sonraki vakit -ki buna seher vakti de denir- içerisinde kılmak müstehaptır.
Şâfiî mezhebine göre ise, fecr-i sâdıkın doğmasıyla birlikte, yani imsaktan 10 dakikalık temkin süresi geçtikten sonra kılmak efdâldir. Maamâfih Hanefî mezhebi mensupları da, meselâ Ramazan ayında, sabah namazlarını fecr-i sâdıkın yani ikinci fecrin doğmasıyla birlikte kılabilirler.
Güneşin doğuşu, öğle vaktinden ne kadar önce ise, batışı da o kadar sonradır. Yani güneşin doğuş ve batış vakitleri öğle vak- tine (güneşin en yüksek noktada olduğu vakte) göre mütenâzır (simetrik)dır.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
MAHZENÜL ULÜM
http://www.hakikatkitabevi.net/public/book.download.php?view=1&type=PDF&bookCode=133
http://www.hakikatkitabevi.net/public/book.download.php…
Cemil Meriç ve İmam-ı Gazali Dursun Gürlek 14 Mart 2015, 04:00 İnsan okudukça neler öğreniyor. Yıllarca merhum Cemil Meriç’in yanında bulundum. Kendisine koca koca kitaplar okudum. Mesela Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin o meşhur eserini –ki yedi yüz sayfadan fazladır – kıraat ettim. Özel sohbetlerini büyük bir zevkle dinledim. Sert bir üslupla yaptığı eleştirilere kulak verirken yeni yeni bilgilere ulaştım. Merhum, hem batı kültürüne, hem doğu irfanına aşina idi. Bu arada belirteyim ki, “kültür” kelimesinden pek hoşlanmadığı için ciddi ciddi tenkit ederdi. Ona göre “irfan” daha geniş kapsamlı, daha sıcak ve yerli bir kavramdı. Nitekim eserlerinden birinin adı da “Kültürden İrfana”dır. Cemil Meriç’in kitaplarını okuyanlar veya sohbetlerini dinlemiş olanlar onun İbn-i Haldun, Ahmet Cevdet Paşa, Tunuslu Hayrettin Paşa, Ahmet Mithat Efendi gibi kalem erbabına büyük bir hayranlık duyduğunu bilirler. Mesela, İbn-i Haldun için “kendi semasında tek yıldız” derdi. Nesirdeki üstadlarının Sinan Paşa ve Ahmet Cevdet Paşa olduğunu söylerdi. Hace-i Evvel Ahmet Mithat Efendi’nin ne büyük bir tecessüse sahip olduğunu her fırsatta söylerdi. Son yıllarında bu zevat-ı kirama Said Nursi merhum da katılmıştı. İtiraf edeyim ki İmam-ı Gazali hazretlerine duyduğu ilgiyi ben de bilmiyordum. O kadar zaman yanında bulunduğum halde, bu konu hakkında tek bir cümlesine rastlamadım. Otuz yıl sonra okuduğum bir röportajdan,
Cemil Meriç’in aynı zamanda Gazali’yi de keşfetmiş olduğunu öğrendim. Merakınızı şöyle gidereyim: Kadim dostum Ekrem Kızıltaş’ın 1984 yılında Cemil Meriç’le yaptığı mülakat “Dil ve Edebiyat” dergisinin Şubat sayısında bu kadar uzun bir aradan sonra bir kere daha yayımlandı. “Cemil Meriç ile Lisan Meselesi ve Aydınlar Üzerine” başlığıyla neşredilen bu mülakatı büyük bir zevkle okudum. Arkadaşımızın üstada yönelttiği bir soru da şöyle: “Yeni yetişen nesle, okumada ne gibi bir yol takip etmelerini ve öncelikle hangi kitapları okumalarını tavsiye edersiniz?” Cemil Meriç, ne tavsiye edebilirim ki, tavsiye edebileceğim kitapların yüzde doksanı tercüme, tercümelerin de yüzde doksan dokuzu berbat deyip acı bir gerçeği dile getirdikten sonra irfan açısından belli bir yere gelmek isteyen gençlerin lisan öğrenmelerini ve kendilerini iyi yetiştirmelerini istiyor. Yani, suyu kaynağından içiniz diyor. Doğru söylüyor.
Maalesef tercüme edilen kitaplar, kötü tercüme edildikleri, dil keşmekeşine maruz kaldıkları için okunmuyorlar. Böylece o kıymetli eserler bir nev’i katledilmiş oluyor. “Mütercim katildir!” sözü, işte bu faciaya, dil faciasına işaret ediyor. Yıllar önceydi. Kayıhan Yayınevi’nin sahibi merhum Burhaneddin Kayıhan, bir gün bana basılmadan önce redaksiyonunu yapmam için bir dosya verdi. Bu, Hazreti Ömer hakkında tercüme bir kitaptı. Doğrusu, ilk başta, İslamın ikinci büyük halifesi hakkında – redaksiyon maksadıyla da olsa – böyle koca bir kitap okuyacağım diye sevindim. Eyvah, daha birkaç sayfa okur okumaz sevincim kursağımda kaldı. Çünkü, mütercim son derece bozuk bir tercüme ile hazırlamış. Burhaneddin Bey’e, bütün sayfaları kırmızıya boyasam bile yine düzeltemeyeceğim, eseri yeniden yazmak gerekir dedim. Mütercimi razı olursa ben bunu yapabilirim, diye ilave ettim. “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü”nden bihaber mütercim bu teklifi: “Benim cümlelerime kimse dokunamaz!” efelenmesiyle kabul etmedi. Böylece ben de büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş oldum. İşte Cemil Meriç, bu bozuk ve kötü tercüme furyasına ne yazık ki, Gazali’nin de kurban edildiğini belirtiyor, dolayısıyla irfan dünyamıza beklenen faydayı verememiştir, diyor. Ona göre böyle yetersiz çeviriler, müellifin hakkıyla anlaşılmasına ve istifade edilmesine engeldir. Sadece Gazali mi, İbn-i Haldun da aynı akıbete uğramıştır. Gazali’nin eserlerinin başına gelenler, “Mukaddime” nin de başına gelmiştir. Cemil Meriç, sözün burasında “Tercüme edilen, sadeleştirilen kitaplar ne dereceye kadar aslını aksettirebilir?” diye sorduktan sonra, acı bir gerçeği dile getiriyor, işte bu yüzden gençlerimize tavsiye edebileceğim on kitap bulabileceğimi zannetmiyorum, diyor.
Tercüme hastalığına böyle bir teşhis koyan Meriç, yeri gelmişken ilginç bir noktaya daha değineyim deyip, sözü halkımızın Gazali hayranlığına getiriyor. Tercümedeki bütün bu olumsuzluklara rağmen Büyük İmam’a, büyük bir muhabbet duyulmaktadır. Acaba bu sevginin kaynağı nedir? Mesela her türlü reklam vasıtasıyla desteklenmesine rağmen Charles Darwin’in tercüme edilen kitabı 250 adet bile satılmıyor ama Gazali 250.000 satabiliyor. Burada araya girip ben de bir ilavede bulunayım. Bugün Hazretin eserleri çok daha fazla satılıyor. Neredeyse “İhya”nın ve “Kimya”nın girmediği ev kalmadı. Aynı oranda okunup okunmadığı başka bir yazının konusu olduğu için onu geçiyorum. Eğer okunmuyorsa sebeplerinden biri de – yukarıda da belirttiğim gibi – kötü tercümelerdir. Yine Cemil Meriç’e dönecek olursak, sözü tekrar ilgi ve alaka meselesine getiriyor, Darwin ve benzeri yazarların kitaplarının tutması için bütün yollar denendi. Akla gelen her şey yapıldı. Okullara sokuldu, klasikler arasında basıldı. Ama bir Gazali’nin binde biri kadar bile ilgi görmedi. Bu nedendir acaba, sorusunu bir kez daha kendi kendine soruyor. Merak etmeyin, cevabını da yine kendi veriyor: “Gazali Huccetü’l-İslam’dır. Bir çok meselede son mercidir. Müphem de olsa bu özelliği toplumun şuur altına sinmiştir.”diyor. Evet, Gazali, hem “Huccetü’l İslam”dır, hem “Zeynü’d-Din”dir. Yani dinin hem delili hem zinetidir, süsüdür. Delilden, zinetten kim hoşlanmaz. Bu millet, bu sırrı keşfettiği için onu baş tacı ediyor. Sevmeyenleri mi sordunuz? İsterseniz bu sevimsiz konuya hiç girmeyelim.
OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>http://www.vahdetgazetesi.com/cemil-meric-ve-imam-i-gazali-makale,1326.html
|
Bugün 350 ziyaretçi (440 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|