|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Terâzide ağır gelir!..
01-01-2020 02:00
Tâbiînin büyüklerinden olan Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri "rahmetullahi aleyh" anlatıyor:
Hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz buyurdular ki:
Kıyâmet günü kulun ameli getirilir, oraya mahsus olan terâzinin bir gözüne konur.
Melekler tartar.
Ama hafif gelir.
Tâ ki, Allahü teâlâ tarafından mühürlenmiş bir sayfa getirilip sevap kefesine konunca, bu göz ağır gelir.
Bu sayfada,
"Lâ ilâhe illallah" yazılıdır.
● ● ●
Bir ara gözleri rahatsızlandı.
Ve tabîbe gitti.
Tabîb kendisine;
"Bir hususa dikkat edersen, gözlerin iyi olur" dedi.
Hazret-i Sâbit sordu:
"O nedir ki?"
"Ağlamayacaksın!"
Tabîb, ağlamamasını tavsiye etti.
Ama hazret-i Sâbit buyurdu ki:
"Ağlamayan gözde hayır yoktur..."
● ● ●
Bu zât anlatıyor:
Sinirli bir genç vardı.
Annesi sık sık öğüt verip;
"Ey oğlum, senin için öyle bir gün vardır ki, sen hep o günü düşün" derdi.
Bir zaman geçti.
Oğlu hastalandı.
Artık son nefeslerini veriyordu.
Annesi oğlunun üzerine kapanıp;
"Ey Oğlum, ben seni, işte bugün için uyarıyordum" dedi.
O gözünü açtı.
Ve annesine;
"Anneciğim, benim Rabbim, mağfireti bağışlaması, affı ve ihsânı bol olandır. Bugün, beni affedeceğine ümîdim, tamdır" dedi.
Dediği gibi de oldu.
Günahları affolundu...
."Ey kulum, beni andın mı?"
02-01-2020 02:00
Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri “rahmetullahi aleyh” anlatıyor:
Mümin, kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûrunda durur. Allahü teâlâ ona;
"Ey kulum! Sen, dünyâda iken bana ibâdet eden kullarımla berâber ibâdet ediyor muydun?" diye sorar.
Kul cevâb verir:
"Evet yâ Rabbî".
Yine Allahü teâlâ;
"Ey kulum, dünyâda iken bana duâ edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla berâber, sen de yalvarıp, beni andın mı?" diye sorar.
O mümin yine;
"Evet yâ Rabbî" der.
Bunun üzerine Hak teâlâ;
"İzzetim hakkı için, beni zikredip andığın her yerde ben de seni andım. Nerede duâ edip yalvardınsa, kabul ettim" buyurur.
Peygamberimiz aleyhisselâm da;
"Müminin hiçbir duâsı geri çevrilmez. Karşılığı, ya dünyada verilir, ya âhirete ertelenir veya günahlarına keffâret olur" buyuruyor.
● ● ●
Sâbit-i Benânî hazretleri anlatır:
Sâlih zâtlardan biri;
"Rabbimin beni andığı zamanı biliyorum" dedi.
Arkadaşları sordu:
"Nasıl biliyorsun?"
"Çok kolay" dedi. "Zîra ben Allahü teâlâyı andığım zaman O da beni anıyor. Çünkü Allahü teâlâ; (Kulum beni anınca, ben de kulumu anarım) buyuruyor."
Bir gün de dostlarına;
"Ben duâ ettiğim zaman, Allahü teâlânın duâmı kabul ettiğini bilirim" dedi.
"Nasıl bilirsin?" dediler.
"Kolay" dedi. "Çünkü duâdan sonra kalbde incelik, vücutta rahatlık, gönülde açılma ve ferahlık olursa, o duâ kabul edildi demektir."
.Ey Cebrâil acele etme!"
03-01-2020 02:00
Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri “rahmetullahi aleyh” anlatıyor:
Bir mümin, Allahü teâlâdan bir şey isterse, Allahü teâlâ bu iş için Cebrâil aleyhisselâmı vazîfelendirir.
O kul sâlih biri ise.
Hazret-i Cebrâile;
"Bu kulumun ihtiyacını yerine getirmekte acele etme. Çünkü ben, o kulumun sesini duymayı seviyorum" buyurur.
Fenâ kul ise.
O zaman da;
"Yâ Cebrâil! Onun isteğini hemen yerine getir. Çünkü ben onun sesini duymak istemiyorum" buyurur.
● ● ●
Yine O anlatır:
Bir kimse vardı ki, babasını bir yerde dövüyordu.
İnsanlar ona;
"Babanı niçin dövüyorsun, ayıp, günah değil mi?" dediler. Babası onlara dedi ki:
"Bırakın dövsün."
"Niçin?" dediler.
"Çünkü vaktiyle bu yerde, ben de babamı dövmüştüm. Şimdi ektiğimi biçiyorum" dedi.
● ● ●
Bu zât gecelerini ibâdetle geçirirdi.
Ve çoluk çocuğuna;
"Kalkın, Allahü teâlâya ibâdet edin. Unutmayın ki, gece kalkıp, ibâdet yapmak, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir" derdi.
Çok âbid idi.
Sevdiklerine;
"Biz öylelerine yetiştik ki, çok namaz kılmaktan başlarını yastığa koyacak vakit bulamazlardı" derdi.
Yine o anlatır:
Enes bin Mâlik bana derdi ki:
"Ey Sâbit! Benden ne alacaksan al. Zîra ben, aldıklarımı, Resûl aleyhisselâmdan, Resûlullah Cebrâil'den, O da Allahü teâlâdan aldı."
.Ona kızmayınız!.."
04-01-2020 02:00
Sa'îd bin İyâs hazretleri "rahmetullahi aleyh", Basralı hadîs âlimlerindendir.
Şöyle anlatıyor:
Dâvûd aleyhisselâm, birkaç kişi ile birlikte oturmuş onlara bir şeyler anlatıyordu.
O ara biri geldi.
Hakâret eyledi.
Orada bulunanlar bu şahsa kızarak haddini bildirmek istedilerse de, Dâvûd aleyhisselâm mâni olup;
"Ona kızmayınız ve bir şey söylemeyiniz" buyurdu.
Sonra kalktı.
Namaz kıldı.
Tövbe istiğfâr edip sohbetine devam etti.
Bu arada o kimse gitmişti.
Az sonra aynı kişi geri geldi.
Dâvûd aleyhisselâmın ayaklarına kapandı.
Ellerini öptü.
Ve ağlıyarak;
"Ey Allahın Peygamberi, ben çok büyük hata yaptım, lütfen beni affediniz" dedi.
Dâvûd aleyhisselâm da affetti o kimseyi.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Peygamber Efendimiz “aleyhissalâtü vesselâm” bir evde sohbet ediyordu ki, o sırada Cerîr bin Abdullah geldi.
Cemaat kalabalık olduğu için, oturacak yer bulamadı.
Ayakta dikildi.
Öylece dinledi.
Efendimiz Onu gördüler.
Etrâflarına bakıp, boş yer bulunmadığını görünce, mübârek cübbesini Ona uzatıp;
"Al, bunun üzerine otur!" buyurdular.
O cübbeyi aldı.
Öpüp bağrına bastı.
Ve saygı ile Efendimize verip;
"Yâ Resûlallah! Siz bana ikrâmda bulunduğunuz gibi Allahü teâlâ da size daha fazlasını ihsân eylesin" diye duâ etti. Efendimiz memnun oldular.
Ve ona duâ buyurdular.
.Sen bu hâline şükret"
05-01-2020 02:00
Tebe-i tâbiînin büyük hadîs âlimlerinden Selâm bin Ebî Mutî hazretleri anlatır:
Bir hastayı ziyârete gitmiştim.
Baktım, inleyip duruyordu.
Kendisine;
"Öyle hastalar var ki, evsiz ve kimsesiz olup, sokaklarda dertleriyle baş başa kalmışlar, su verenleri bile yok. Onları düşün de hâline şükret" dedim.
Ve ayrıldım.
Tekrar gittiğimde;
"Nasılsın?" dedim.
Cevâben;
"Şükürler olsun. Evim var, hizmet edenim var, çok kimse bunlardan mahrum. Bunları düşündükçe, Rabbime şükrediyorum" dedi.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Birgün Mâlik bin Dînâr'ın yanına gittim.
Karanlıkta kuru ekmek yiyordu.
Yemek yapacak kabı bile yoktu.
"Bu ne hâl?" dedim
Cevâbında;
"Beni bırak da, geçen günlerime yanayım. Zîra koskoca bir ömür geçti gitti, hiçbir şey yapamadım" dedi.
● ● ●
Yine bu zât anlatır:
Hasen-i Basrî oruçlu idi.
Akşam olunca iftârını açması için su getirdiler.
Tam suyu içecekti.
Ağlamaya başladı.
Sordular ki:
"Niçin ağlıyorsun?"
Cehennemi hâtırladım. Orada azab çeken kimseler, Cennette nîmetler içinde olanlara; "İçtiğiniz o sulardan bize de verin" diye seslenirler.
Onlar bunu işitir.
Ve kendilerine; "Allahü teâlâ bu nîmetleri kâfirlere haram kıldı" diye cevap verirler.
İşte bunu hâtırladım da onun için ağladım!..
.Hâlin nice olacak?
06-01-2020 02:00
Seleme bin Dînâr hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Tâbiînin büyük âlim ve velîlerindendir.
Bir gün nefsine dedi ki:
"Ey Seleme! Kıyâmet günü bir münâdî çıkıp; (Ey şu şu günahları işleyenler, ayağa kalkın!) diye seslendiğinde, sen elbette kalkarsın."
Sonra (âh) dedi.
Ve devam etti:
Sonra da "Şu günahları işleyenler kalksın!" derler.
Sen yine kalkarsın.
Ey Seleme! O zaman hâlin nice olur, hiç düşündün mü?" der ve ağlardı.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"Senin sermâyen nedir?" dediler.
Hemen ağladı.
Ve cevâbında;
"Bir tek sermâyem, Allahü teâlâya güvenip, insanlardan bir şey beklememektir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de şöyle anlattı:
İnsanların günah işlediğini görürsünüz.
Kendisine;
"Ölmeyi ister misin?" dersiniz.
"Hayır, istemem" der.
"Günâhı terk et" dersiniz.
"Günâhı, ancak öldüğümde terk ederim. Fakat ölmek de istemiyorum" der.
● ● ●
Süleymân bin Abdülmelik, Seleme bin Dînâr'a mektup yazdı ki:
"Bana ihtiyâçlarını bildir."
Mektûbu okudu.
Ve ona cevâben;
"Ben her ihtiyâcımı Rabbime arz ederim. Bana verdiklerine kanâat eder, vermediklerine de rızâ gösterdim" diye cevap yazdı.
."Ben bu işe lâyık değilim"
07-01-2020 02:00
Zamânın halîfesi Ebû Câfer, o devrin en büyük âlimlerinden olan İmâm-ı âzam, Mis'âr bin Kedâm ve Şüreyk bin Abdullah'a haber gönderip, huzuruna çağırdı.
Bunlar yola çıktılar.
Ve Medîneye vardılar.
Halîfenin huzuruna girdiler.
Halîfe, İmâm-ı âzama;
"Sen kadı olacaksın" dedi.
İmâm cevâben;
"Ben Arab değilim. Arapların ileri gelenleri, vereceğim hükmü kabul etmezler" dedi.
Zîra kadı olmak istemiyordu.
Halîfe, kendisine;
"Bu işin, soy ile alâkası yok. Burada ilim lâzım, sen de büyük âlimsin" dedi.
Ebû Hanîfe;
"Ben, bu işe lâyık değilim. Sözüm doğruysa, böyle söylüyorum. Yalansa, yalancıdan kadı olmaz" buyurdu.
Halîfe, "Pekâlâ" dedi.
Ve bu işi Mis'ar bin Kedâma teklîf etti.
Ancak o da kadı olmak istemiyordu.
Düşündü, taşındı.
Ve bir yolunu buldu.
Halîfenin elinden tutarak;
"Ne var ne yok, çocuklar ne yapıyor, hayvanların ne âlemde?" diye sormaya başladı.
Halîfe Mansûr, kızdı.
Adamlarını çağırıp;
"Bu deliyi götürün!" dedi.
Geride Şüreyk kalmıştı.
Halîfe, ona da;
"Artık sen kadı olacaksın" dedi.
Ancak O da istemiyordu.
Bunun için Halîfeye;
"Ben sevdâvî denen bir hastalığa yakalandım" dedi.
Lâkin Halîfe kararlıydı.
Bu büyük âlime dönüp;
"Mühim değil. Biraz ilâç alır, iyi olursun" dedi.
Böylece Şüreyk, kadılığa tâyin edildi...
.Bu eti nerede pişirdin?"
08-01-2020 02:00
Talha bin Musarref hazretleri "rahmetullahi aleyh", Tâbiînden olup, tanınmış hadîs ve kırâat âlimidir.
Zühd ve verâ sâhibiydi.
Bir gün oruç tuttu.
Evde biraz et vardı.
Hanımı bu eti iftârlık olarak hazırlamak istiyordu, ama pişirecek ızgara gibi bir şey yoktu.
Bu sırada, komşunun hizmetçisi ateş almak için geldi.
Elinde ızgara vardı.
Izgarayı gördü.
Ve hizmetçiye;
"Az bekle, şu eti senin ızgarada pişireyim" deyip, ızgarayı aldı ve eti pişirdi.
Nihâyet iftâr vakti oldu.
Hanım eti sofraya koydu.
Hazret-i Talha sordu:
"Bu eti nerede pişirdin?"
"Komşunun ızgarasında."
"Komşudan izin aldın mı?"
"Hayır, almadım."
Bunu öğrenince;
"Komşudan helâllik almadıkça bu eti yemem" dedi.
● ● ●
Bu zât bir gün, sebepsiz güldü.
Ama hemen pişmân oldu.
Tövbe istiğfâr etti.
Ve bu pişmanlıkla;
"Bundan sonra, hiç sebepsiz gülmeyeceğim" diye yemîn etti. O günden sonra hiç gülmedi.
● ● ●
Tanıdıkları, bu zât için;
"Filân ve filân âlimlerden daha üstündür" derlerdi.
O bunu duyunca, hemen o âlimlere gidip önünde diz çöker, onlardan bir şeyler öğrenirdi.
Ve öyle diyenlere;
"O, benden üstündür. Zîra bugün Ondan şunu şunu öğrendim" der, böylece kendisi için yaptıkları methiyeleri silmeye çalışırdı...
.Ateş görse, cehennemi hatırlıyordu!..
09-01-2020 02:00
Tâvus bin Keysân hazretleri "rahmetullahi aleyh" Tâbiînin meşhûr hadîs âlimlerindendir.
Bu zât yatağa yattığında uyuyamazdı.
Sağa dönerdi.
Sola dönerdi
Bir türlü uyku tutmazdı.
Sonra kalkıp, sabaha kadar namaz kılar ve; "Âbidlerin uykusu, cehennemi hatırlamaktır" derdi.
Böylece kırk sene, yatsı namâzının abdestiyle sabah namâzını kılmış, kırk defâ hacca gitmiştir.
● ● ●
Hazret-i Tâvus bir yerde (ateş) görse, aklını kaybedecek gibi olurdu.
Sebebini soranlara;
"Ateşi görünce cehennemi hatırlıyorum" derdi.
Bir gün bir ocak gördü.
Harıl harıl yanıyordu.
O anda cehennemi hâtırladı.
Ve kederinden bayılıp düştü.
Kaldırıp evine götürdüler...
● ● ●
Hazret-i Tâvus şöyle anlatıyor:
Hacca gitmiştim.
Yanımda bir de çocuk vardı.
Binecek hayvanı, yiyecek bir şeyi yoktu.
Sordum ki:
"Yiyeceğin var mı?"
"Hayır, yok" dedi.
"Niçin?" deyince;
"En iyi yiyecek takvâdır. Kerîmlerin huzûruna giderken yiyecek götürmek uygun değildir" dedi.
Biz (Lebbeyk) diyorduk.
O çocuk söylemiyordu.
Sordum ki:
"Niçin lebbeyk demiyorsun?"
Cevâben dedi ki:
"Ret cevâbı almaktan korkuyorum da onun için."
Bu söz üzerine ağladım.
Ve kendi kendime;
"Bu günahsız, reddolunmaktan korkarsa, biz ne yapacağız?" dedim
.Kölesi, annesiymiş meğer!..
10-01-2020 02:00
Tâbiînin meşhûrlarından Ubeyde bin Muhâcir hazretleri "rahmetullahi aleyh", köleleri satın alır, sonra da âzad ederdi.
Bir gün, bir köle satın aldı.
Rum asıllı ihtiyâr bir kadındı.
Âdeti üzere onu âzâd etti.
Kadıncağız;
"Kimim kimsem yok, nereye gideyim, nerede barınayım, bilmiyorum" dedi.
Bunun üzerine;
"Öyleyse bizde kal" dedi.
Ve evinde misâfir etti kadıncağızı.
Ona bazı şeyler sordu.
Zaman sonra, bu kadının "kendi annesi" olduğunu anladı...
● ● ●
Bir gün de Azerbaycan'a gitmişti.
Gecelemek üzere nehir kenârında bir yere çekildi.
Kendisi şöyle anlatıyor:
-Bir ara, devâmlı Allahü teâlâya hamd eden birinin sesini işittim.
Sesin geldiği yere yaklaştım.
Çukur içinde birini gördüm.
Bir hasıra sarılmıştı.
Ona sordum ki:
"Burada ne yapıyorsun?
"Rabbime hamd ediyorum”
“Niçin hamd ediyorsun?”
Dedi ki:
"O, beni yarattı, bana düzgün âzâlar verdi, Müslüman olmakla şereflendirdi, sıhhat âfiyet verdi, ayıplarımı ve günahlarımı örtüyor, yüzüme vurmuyor. Bundan daha büyük nîmet olur mu?"
Dedim ki:
"Haydi bize gidelim."
Ama kabul etmedi.
Onun, o hâlde iken bile hâlinden memnun olup şikâyet etmemesi, beni çok duygulandırdı..
.Allah'ın izniyle kalk!..
11-01-2020 02:00
Büyük velîlerden Vehb bin Münebbih hazretleri şöyle anlatıyor:
Dâvûd aleyhisselâm;
"Yâ Rabbî! Seni aradığımda nerede bulurum?" dedi.
Hak teâlâ hazretleri;
"Ben, benden korkularından dolayı kalbleri titreyip, ürperenlerle berâberim" buyurdu.
Sonra da;
"Ey Dâvûd! Ben, hangi kulumun günâhını affetmeyi severim biliyor musun?" buyurdu.
Hazret-i Dâvud sordu:
"Onlar kimdir yâ Rabbî?"
Allahü teâlâ;
"Günahlarını hâtırladığı zaman, içi titreyen kullarımdır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün bu büyük veliye;
"Efendim, çok ibâdet yapan iki kişiden hangisi daha üstündür?" diye sordular.
Cevâbında;
"Hangisinin insanlara faydası çoksa, o daha üstündür" buyurdu.
● ● ●
Bu zât anlatıyor:
Îsâ aleyhisselâm, yanında havârîleri olduğu hâlde bir köye uğradı.
Herkesi ölmüş hâlde görünce;
"Bunlar toplu hâlde öldüklerine göre Allahın gazabına uğramışlar" dedi.
Ve seslendi bir ölüye:
"Allahın izniyle kalk!.."
O ölü dirilip kalktı.
Îsâ Nebî, ona sordu ki:
"Suçunuz ne idi ki, bu azâba müstahak oldunuz?"
O kişi, cevâbında;
"Ey Allahın Nebîsi! Biz dünyâyı, çocuğun annesini sevdiği gibi sevmiştik. Dünyâlık işlerimiz yolunda olunca sevinir, iyi gitmeyince üzülürdük. Ve bir gece, bu hâle geldik" dedi.
."Nice masumları öldürürsün!"
12-01-2020 02:00
Yezîd bin Ebî Habîb hazretleri Tâbiînin büyük âlimlerindendir.
Bu zât bir gün hastalandı.
Vâli ziyârete geldi.
Hürmetlerini arz edip, geçmiş olsun dileğinde bulundu.
Bu arada;
"Üzerinde (pire kanı) bulunan elbise ile namaz kılınır mı?" diye fıkhî bir mesele sordu.
O ise sırtını döndü
Ve cevap vermedi.
Çünkü vâlinin uygunsuz hâllerini ve halkına yaptığı eziyet ve zulümleri işitmişti.
Vâli aynı suâli tekrar sordu.
Bu zât, sırtı dönük vaziyette;
"Sen her gün nice masum insanları öldürüyorsun, onların kanlarından sormuyorsun da, bana (pire kanı) hakkında soruyorsun?" buyurdu.
● ● ●
Halîfenin oğlu, bir kimseyi göndererek, bâzı dînî meseleleri sormak için yanına çağırdı bu büyük zâtı.
O ise gitmedi.
"Kendi gelsin" buyurdu
Haberci durumu söyleyince,
kendisi kalkıp geldi ve;
"Niçin gelmedin?" diye sorunca;
"Senin bana gelmen, senin için şereftir. Benim sana gelmemse benim için aşağılıktır" buyurdu.
● ● ●
Bu zât anlatır:
Mina'daydık, kurbanımızı kestik.
Fakat bir çocuk kesmedi.
"Niçin kesmiyorsun?" dedim.
Çocuk ağladı.
Ve ellerini açıp;
"Yâ Rabbî, kurban kesecek param yok. Şu küçük vücudumu, rızân için kurban etmek istiyorum, lütfen kabul buyur" dedi.
Ve "Allah!" deyip, canını Cânâna teslîm eyledi...
."Bu kumaşı kaça aldın?"
13-01-2020 02:00
Yûnus bin Ubeyd hazretleri Tâbiînin büyüklerindendir.
Manifaturacılık yapardı.
Kul hakkından korkar, malını methetmezdi.
Bir gün bir müşteri geldi.
Onunla çırağı ilgilendi.
Ve kumaşı müşteriye gösterirken; "Yâ Rabbî! Bu cennet kumaşından bana da nasip et" dedi.
O, bu sözü duydu.
O malı sattırmadı.
● ● ●
Bir gün de, yolda bir kimseyi kumaş satın almış gidiyor görünce, kumaşı tanıyıp, kendi dükkânından alınmış olduğunu anladı.
Ve ona sordu ki:
"Bunu kaça aldın?"
"Dörtyüz dirheme" deyince,
"Bu kumaşın değeri ikiyüz dirhemdir. Gel, paranın üstünü vereyim" buyurdu.
O kimse dedi ki:
"Bu kumaş, bizim orada beşyüz dirhem eder."
"Olsun" buyurdu.
"Gel, üstünü al."
O da ikiyüz dirhemini alıp gitti.
Büyük zât, çırağına sordu:
"Bu kumaşı niye pahalı sattın?"
"Kendi rızâsı ile aldı deyince,
"O râzı olsa da, sen râzı olmayacaktın" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Dışı, içine uymayan birini görmek isterseniz bana bakın" buyurdu.
"Niçin?" dediklerinde;
"Çünkü yüz kadar iyi huy biliyorum, ama bir tekini kendimde göremiyorum. Kötü huyları sayıyorum. Hepsini kendimde görüyorum" buyurdu.
.Ölüme hazırlıklı olun!..
14-01-2020 02:00
Yûsuf bin Esbât hazretleri "rahmetullahi aleyh" Tebe-i tâbiînden olup, hadîs, fıkıh ve kırâat âlimidir.
Sohbet ederdi.
Ama ekseriyâ;
"Kardeşlerim, herkesin mutlaka tadacağı ve kimsenin çâre bulamadığı ölüm için şimdiden hazırlanınız. Çünkü ölüm geldikten sonra âh etmekten, pişmân olmakdan başka yapacak bir şey olmaz" buyururdu.
● ● ●
Bir gün Ona sordular ki:
"Zühd nedir efendim?"
Cevâbında;
"Zühd, dünyâdan kesilmektir. Nîmet gelince şımarmamak, gelmeyince de üzülmemekdir" buyurdu.
Sordular yine:
"Tevâzû nedir?"
Cevâbında;
"Evinden çıktığında, karşılaştığın herkesi, kendinden üstün bilmendir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün ona sordular ki:
"Sen ölmeyi ister misin?"
"Hayır" buyurdu.
"Niçin?" dediklerinde,
"Hazır değilim" dedi.
Ve devam edip;
"Daha yaşarsam, belki bir gün günahlarıma pişmân olup, iyi ameller yaparım da, iyiler arasına katılmak nasip olur" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Ben vefât ederken Allahü teâlâdan üç şey isterim" buyurdu.
Sordular ki:
"Onlar nedir?"
Cevâbında;
"Vefât ederken param olmasın, borcum olmasın ve kemiklerimde et kalmasın" buyurdu...
.Allah'a sığınırım!.."
15-01-2020 02:00
Zeyd bin Eslem hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerinden olup, Medîne'de yetişen müfessirlerin en meşhurudur.
Hazret-i Ömer'in kölesiydi.
Efendimizin mescidinde, talebelere ders vermeye başladı.
Hattâ Hazret-i Hüseyin'in oğlu Zeynelâbidîn bile ondan ilim öğrenirdi.
Halk bunu merak etti.
Ve Zeynelâbidîn'e;
"Akrabânızdan büyük âlimler varken, sen bir köleye mi gidiyorsun?" dediler.
Cevâbında;
"O bana, çok faydalı oluyor" dedi.
● ● ●
Bu zât anlatıyor:
İbn-i Ömer, bir çobana rastlayıp;
"Şu sürüden bir koyun getir de kesip yiyelim" dedi
Çoban karşı çıktı buna:
"Hayır, veremem."
"Niçin?" dediler.
"Akşam sâhibine ne derim?"
"Kurt kaptı dersin."
"Allaha sığınırım. Çünkü O, her şeyi bilir" dedi.
O, bu cevâbı beğendi.
Ve o koyun sürüsünü sâhibinden satın alıp, bu çobana hediye etti.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Fakîrler, Efendimize gelip;
"Yâ Resûlallah! Zenginler hayır hasenât yapıyor, biz yapamıyoruz" dediler.
Böyle dert yandılar.
Efendimiz, onlara;
"Sabreden fakîrlere, Cennette yüksek köşkler verilir. Zenginlerden beşyüz sene önce cennete girerler ve zenginlerin kavuştukları sevâba, sâdece bir tesbîh söylemekle kavuşurlar" buyurdu.
.Üzerime kuma getirseydin!.."
16-01-2020 02:00
Zührî hazretleri, Tâbiîn’in âlimlerindendir.
Kendisini ilme ve kitaplara vermişti.
Bir gün evde oturmuş, kitaplarını da (duvar) gibi etrâfına dizmişti.
Hanımı bunu gördü.
Ve kendisine;
"Vallâhi üzerime üç tâne (kuma) getirseydin, bana bu kadar ağır gelmezdi" dedi.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Allah yolunda akıtılan (kanlar) ve Allah korkusu ile akıtılan (yaşlar), Allahü teâlânın en çok hoşnud olduğu (damlalar)dır" hadîs-i şerîfini nakletti.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Mûsâ Nebî yolda giderken;
"Yâ Mûsâ!" diye bir nidâ işitti.
Durup etrâfına baktı.
Kimseyi göremedi.
Ve yoluna devam etti.
Az sonra aynı sesi yine işitti.
"Yâ Mûsâ!.."
Yine durup etrafına baktı.
Kimseyi göremedi.
Ama kalbi ürpermişti.
Üçüncüsünde;
"Yâ Mûsâ! Ben, kendisinden başka ilâh olmayan Rabbin Allahım" diye nidâ edildi.
Bu defâ net duydu.
Ve hemen durup;
"Buyur yâ Rabbî! Emrine muntazırım" dedi.
Ve secdeye kapandı.
Allahü teâlâ ona;
"Yâ Mûsâ!.. Arş’ın gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, yetîmlere karşı merhametli (baba gibi) ol" buyurdu.
.Kendini nasıl buluyorsun?"
17-01-2020 02:00
Evliyânın büyüklerinden Abdullah bin Hubeyk hazretleri Kûfelidir.
Çok ibâdet yapardı.
O, şöyle anlatıyor:
Bir âbid vardı.
Onu ziyârete gittim.
Bir ara sordum kendisine:
"Kendini nasıl buluyorsun?"
Cevâben;
"Günâhı çok, sevabı az, yolu çok uzun olan biri gibi buluyorum" dedi.
Yine sordum ki:
"Peki, azığın nedir?"
"Tek sermâyem, O'nun af ve mağfiretinden ümitli olmamdır" dedi.
● ● ●
Yine o anlatıyor:
Biri, Resûlullah Efendimize;
"Yâ resûlallah! Dünyâlık elde etmek gâyesiyle gazâya giden kimse için ne buyurursunuz?" diye sordu.
Efendimiz dinledi.
Ve cevâb olarak;
"Onun için bir ecir (sevap) yoktur" buyurdular.
● ● ●
Bir gün de şunu anlattı:
Biri, Resûlullah Efendimize;
"Yâ resûlallah! Kıyâmet ne zamandır?" diye suâl etti.
Efendimiz sordu ona:
"Hazırlığın nedir?"
"Fazla bir şey hazırlamadım yâ resûlallah. Ama Allah ve Resûlünü çok seviyorum" dedi.
Efendimiz ona;
"Öyleyse âhirette sevdiklerinle berâber olursun" buyurdu.
."Fırına kendini sür!"
18-01-2020 02:00
Ahmed bin Ebil-Havârî, hocası Ebû Süleymân Dârânî hazretlerine hiç muhâlefet etmeyeceğine dâir söz vermişti. Bir gün hocası ders anlatıyordu.
Ahmed bin Ebil-Havârî geldi.
Kapıyı tıklattı.
Ve içeri girip;
"Efendim, fırın iyice kızdı. Ne pişirmemi emredersiniz?" diye sordu.
Hocası cevap vermedi.
O da geri gitti.
Biraz sonra yine geldi.
Yine cevap alamadı.
Üçüncüde hocası;
"Fırına kendini sür!" buyurdu.
Ve derse devam etti.
Bir müddet sonra, talebelere;
"Ahmed'i çağırın!" buyurdu.
Koşup aradılar.
Ama hiçbir yerde yoktu.
Gelip hocalarına arz ettiler.
Buyurdu ki:
"Fırına baktınız mı?"
"Bakmadık hocam."
"Gidin, fırına bakın."
Koşup fırının kapağını açtıklarında, Ahmed'i, o kızgın fırının içinde, rahat ve huzur içinde oturduğunu gördüler.
● ● ●
Bu zât anlatıyor ki:
"Rüyâda bir hûri gördüm.
Yüzü nûr gibi parlıyordu.
"Ne kadar nurlu yüzün var. Bunu neye borçlusun?" dedim.
Hûri, bana cevâben;
"Ey Ahmed, sen bir gece Allah korkusundan ağlıyordun. Gözyaşların sel gibi akıyordu. O akan yaşları alıp yüzüme sürdüm. Yüzümün parlaklığı, senin o göz yaşlarındandır" dedi.
.Duâ edin, oğlum kurtulsun!"
19-01-2020 02:00
Bakıyye bin Mahled hazretleri hadîs ve fıkıh âlimidir.
Şöyle anlatılır:
Bir gün, oğlu düşmana esîr düşmüş bir kadın, bu zâta geldi.
Huzuruna çıktı.
Ve bu durumu anlatıp;
"Efendim, bir duâ edin de oğlum kurtulsun" dedi.
Ertesi gün, oğluyla geldi.
Çok teşekkürler etti.
Çok da duâlar etti ve;
"Oğlum sağ sâlim döndü efendim. Fakat size söyleyeceği şeyler var" dedi.
Genç şöyle anlattı:
"Efendim, beni esîr alınca, el ve ayaklarımı kalın zincirlerle bağlayıp, izbe bir yere hapsettiler.
Dün birden zincirlerim koptu.
Muhâfız da bu hâli gördü.
Ve yanıma gelip sordu ki:
"Zinciri sen mi kırdın?"
"Hayır kendi düştü" dedim.
Çok hayret etti.
Ve din adamlarını çağırdı.
Din adamı gelip sordu bana:
"Senin annen var mı?"
"Evet var" deyince;
"Allah, annenin duâsını kabul etti ve bağını düşürdü. Bizim seni bağlı tutmamız mümkün değil" dedi.
Ve beni serbest bıraktılar...
● ● ●
Bir gün, bu zâta sordular ki:
"Cennete ne ile girilir?"
Buyurdu ki:
"Allahın rahmetiyle girilir."
"Herkes mi efendim?
"Evet herkes. Zîra Efendimiz aleyhisselâm; (Hiçbir kul, kendi ameliyle Cennete girmez. Ancak Allahü teâlânın rahmetiyle girebilir) buyurmuştur.
."Bugün ne kadar da sıcak"
20-01-2020 02:00
Osmân bin Muhammed bin Ebî Şeybe hazretleri "rahmetullahi aleyh" hadîs hâfızlarındandır.
Kendisi şöyle anlatır:
Efendimiz aleyhisselâm bir gün Eshâb-ı kirâma buyurmuşlar ki:
Hava sıcak olduğunda, Allahü teâlâ, kullarının kalblerine bakar.
Yer ehlini dinler.
Gök ehlini dinler.
Ve bir kişinin;
(Lâ ilâhe illallah. Bugün ne kadar da sıcak! Allahım! Beni Cehennemin harâretinden koru) dediğini işitir.
Ona merhamet eder.
Ve Cehenneme;
(Ey Cehennem! Kullarımdan biri, senin harâretinden korkup bana yalvarıyor. Şâhid ol, ben o kulumu senin harâretinden korurum) buyurur.
Hava soğuk olduğu zaman da Allahü teâlâ, yine kullarını dinler. Bir kimsenin;
(Lâ ilâhe illallah! Bugün hava ne kadar da soğuk. Allahım! Beni Cehennemin zemherîrinden muhâfaza eyle!" dediğini işitir.
Ona da çok acır.
Merhamet eder.
Ve Cehenneme;
(Ey Cehennem! Kullarımdan birisi senin zemherîrinden kurtarmamı istiyor. Şâhid ol, ben onu o azaptan kurtaracağım) buyurur.
Eshâb bunu dinlerler.
Çok sevinirler.
Ve Efendimize sorarlar ki:
(Zemherîr nedir Yâ resûlallah?)
Efendimiz cevaben;
(Zemherîr, kâfirlerin atılacağı soğuk Cehennmdir ki, soğukluğuna bir an dayanılmaz) buyurur.
.O zaman günahlarımı alsın!.."
21-01-2020 02:00
Osmân bin Ebî Şeybe hazretleri “rahmetullahi aleyh” şöyle anlatıyor:
Kıyâmet gününde iki kişi Hak teâlânın huzûruna çıkarlar.
Biri alacaklıdır.
Diğeri ise borçlu.
Rabbimiz, borçluya;
"Bu kardeşinin sende olan hakkını ver” buyurur.
O kul der ki:
"Yâ Rabbî! Hiç sevâbım kalmadı, ne vereyim?"
Rabbimiz, alacaklıya buyurur ki:
"Bunun hiç sevâbı kalmadı."
O kul çok üzülür.
Ve Hak teâlâya arz eder ki:
"Yâ Rabbî! O zaman günahlarımı alsın."
Hak teâlâ, hak sâhibine;
"Başını kaldır da, Cennetin şu muhteşem köşklerine bir bak" buyurur.
Hak sâhibi başını kaldırır.
Onları görünce şaşırır kalır.
Aklı başından gider.
Ve arz eder ki:
"Yâ Rabbî! Gördüğüm bu muhteşem köşkler, acaba hangi şehîdin, hangi sıddîkın, hangi Peygamberindir?"
Hak teâlâ buyurur ki:
"Bedelini ödeyenler içindir.”
O kul inanamaz.
Ve arz eder ki:
"Yâ Rabbî! Bunların bedellerini kim ödeyebilir ki?"
"Sen ödeyebilirsin.”
"Yâ Rabbî, ne ile ödiyebilirim?"
"Hakkını bu kardeşine bağışlarsan, bu köşkler senin olur."
Hak sâhibi çok sevinir ve;
"Bağışladım yâ Rabbî" der.
Allahü teâlâ da;
"Haydi öyleyse, arkadaşının elinden tut da berâber Cennete girin" buyurur.
.Sana yazıklar olsun!.."
22-01-2020 02:00
Ebû Abdullah Turuğbâdî hazretlerinin yaşadığı Tus şehrinde büyük bir (kıtlık) vardı.
Bir gün eve geldi.
Ve ambarına girdi.
İki ölçek buğdayı olduğunu görünce, içine bir ateş düştü.
Kendi kendine;
"Ey Ebû Abdullah! Müslümanlara şefkatin bu mu senin? Onlar açlıktan kırılırken, sen ambarında (buğday) saklıyorsun. Yazıklar olsun sana!" dedi.
Ve ağlamaya başladı.
Aklı başından gitti.
Evinden ayrılıp, sahrâlara düştü.
Uzun zaman açlık çekti.
Öyle ki, unuttu kendisini.
Sâdece (Allah)ı zikrediyor, O'nun kullarına merhamet ediyordu.
O ara Ebû Osmân-ı Hîrî hazretlerini tanıyıp, Onun sohbetlerine devam ederek büyük bir velî oldu.
● ● ●
Birgün, talebeleri ile yolculuğa çıkmıştı.
Yolda yemek için bir yere oturdular.
O sırada Keşmir'de bulunan Hallâc-ı Mensûr da yola çıkmıştı.
Talebelerine dönüp;
"Biri geliyor. Kalkın, onu karşılayın!" dedi.
Az sonra Hallâc-ı Mensûr, yanında (iki köpeği) olduğu halde Ebû Abdullah'ın yanına geldi.
O, yemeğini bıraktı.
Hemen ayağa kalktı.
Yerine Hallâc-ı Mensûr'u oturtup, çok izzet ve ikrâm etti.
Talebeler şaşırdılar.
O, bunu anladı.
Ve talebelerine;
"Siz, onun dışına bakmayın. O, nefsinin arzularından kurtulmuştur" buyurdu.
.Git!.. İşine gücüne bak!.."
23-01-2020 02:00
Ebû Alî Müştevlî hazretleri, gençliğinde bir gece rüyâda Peygamber Efendimizi gördü.
Efendimiz kendisine;
"Yâ Ebâ Alî! Sen, garipleri sever ve onlara acırsın. Bunun için, gariplerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere seni vekil kıldım" buyurdu.
Az zaman geçti.
Çok zengin oldu.
Ve bütün malını, garip gurebânın ihtiyâçlarını karşılamak için harcadı.
● ● ●
Bu zât, o devrin büyük velîlerinden Ebû Yâkub-i Sûsî'yi ziyâret için Basra'ya gitti.
Dergâhına vardı.
Ve bir talebeye sordu:
"Hocanız nerededir?"
Genç, cevâben;
"Falan yerdedir” dedi.
Ve ardından;
“Efendim, hocamızın yanına girdiğinizde, size; (Git! İşine gücüne bak) diyecektir. Hiç şaşırmayın, zîra her gelene böyle demek onun âdetidir" dedi.
Ebû Alî (Pekâlâ) dedi.
Ve huzûruna girdi.
Büyük zât, onu gülerek karşılayıp;
"Hoş geldiniz" dedi.
Kalkıp yer gösterdi.
Çok iltifâtlar etti.
Ebû Alî şaşırmıştı.
Zîra korktuğu olmamıştı.
Mübârek zât ona dönüp;
"İnsanlar, (dünyâ işi) konuşmaya geliyorlar. Böylelerine; (Git! İşine gücüne bak!) diyorum. Sen ise (Allah için, ilim ve edeb öğrenmeye) geldin. Herkese aynı şey söylenmez" buyurdu.
."Öyle ilim öğrenmeliydin ki!.."
24-01-2020 02:00
Ebû Hafs-ı Kebîr hazretleri, âlim ve evliyadan bir zâttır.
Gençlik yıllarında, ilim ve iffet sâhibi, sâlihâ (bir kız) ile evlendi.
İlk gece, kız buna;
"Kadınların âdet hâlleriyle ilgili (hayz ilmi)ni öğrendin mi?" diye sordu.
Ebû Hafs şaşırdı.
"Öğrenmedim" dedi.
Bunun üzerine kız;
"Allahü teâlâ, bir âyet-i kerîmede meâlen; "Kendinizi ve emriniz altında olanları Cehennemden koruyun!" buyuruyor. Câhil olan nasıl koruyabilir?" dedi.
Ebû Hafs utandı.
Ve mahcup oldu.
Ama hoşuna da gitmişti.
Hanımını Allahü teâlâya emânet ederek, ilim öğrenmeye çıktı. Merv şehrine vardı.
Onbeş sene ilim tahsîl etti.
Ve vatanına dönmek için yola çıktı.
Yanında, ilim arkadaşı Ebû Süleymân Cürcânî de vardı.
Kitaplarını aldılar.
Ve yola koyuldular.
Hârezm'de, Ceyhun Irmağı'nın üzerinden geçiyorlardı ki, Ebû Hafs’ın ayağı kaydı.
Ve kitapları savruldu.
Hepsi suya düştüler.
Çok üzülüp, Ebû Süleymân'dan, yazmak için, kitaplarını ödünç istedi.
O ise cevâbında;
"Sen, öyle ilim öğrenmeliydin ki, bu kitaplara ihtiyâcın kalmamalıydı" dedi.
Ona, “Haklısın” dedi.
Ve Merv'e geri geldi.
Altı sene daha okudu.
Ve o kitapların hepsini ezberleyip, büyük bir (Âlim) olarak hanımının yanına döndü.
.Sen ne yaptın böyle?.."
25-01-2020 02:00
Ebül Hasen Büşencî hazretleri, Horasan'da yetişen evliyânın büyüklerindendir.
Bu zât, bir gün yolda yürürken, gencin birisi gelip ensesine bir tokat vurdu ve gitti.
Halk bunu gördü.
Ve o gence yetişip;
"Sen ne yaptın? O zât, evliyânın büyüklerinden Ebül-Hasen Büşencî'dir" dediler.
Genç bunları duydu.
Ve çok üzüldü.
Hemen geri dönüp, Ebül-Hasen'in yanına geldi.
Çok özür diledi.
Ve affını istedi.
Ebül Hasen, o gence;
"Sen rahat ol. Bu tokat senden gelmedi" buyurdu.
Genç şaşırdı.
Ve sordu ki:
"Kimden geldi peki?"
"Allahü teâlâdan geldi. Demek, bir günah işlemişiz ki, bu hâl başımıza geldi" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de, helâda iken, hizmetçisini çağırdı.
Ve gömleğini uzatıp;
"Bunu, falan fakîre ver" buyurdu.
Hizmetçi de;
"Peki efendim" dedi.
Gömleği verip geldi.
Ve merakla sordu ki:
"Efendim, bunu, dışarı çıkınca söyleyemez miydiniz?"
Büyük velî;
"O hayırlı düşünce, orada hatırıma geldi. Dışarı çıkıncaya kadar, nefsimin beni caydıracağından korktum" buyurdu.
.Yâ Alî, yoluma yardım et!"
26-01-2020 02:00
Ebül Hasen-i Eş'arî hazretleri, Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biridir.
Kırk yaşına kadar bozuk fırka olan mûtezileye göre yaşadı.
Sonra tövbe etti.
Şöyle ki;
Bir gece, rüyâda Peygamberimiz kendisine:
"Yâ Alî!.. Benim ve eshâbımın yoluna yardım et" buyurdular.
Ramazanın onbeşi idi.
Efendimiz yine görünüp;
"Sana emrettiğim şey için ne yaptın?" buyurdu.
Yirmiyedinci gece oldu.
Efendimiz, yine görünüp;
"O şey ne oldu?" diye sordu.
Ebül Hasen tövbe etti.
Mûtezileden döndü.
Ehl-i sünnete girdi.
Ve onbeş gün evinden çıkmadı.
Her şeyi inceledi.
Gözden geçirdi.
Ve Basra Câmiinde kürsüye çıktı.
Şöyle hitâb etti:
"Ey insanlar! Bir müddettir size görünmedim. Bu zaman zarfında dikkatle düşündüm. İnsafla inceledim. Yanımdaki delîlleri gözden geçirdim.
Allahü teâlâdan, beni hidâyete, doğru yola kavuşturmasını istedim.
Bunun için çok duâ ettim.
Allahü teâlâ bana merhamet etti.
Doğruyu bildirdi.
Hidâyete erdirdi.
Doğru yola, Ehl-i sünnete kavuşturdu.
Mûtezile yoluna âit îtikâdlarımın hepsinden pişmân olup tövbe ettim" dedi.
Ve (Ehl-i sünnet) îtikâdına girdiğini herkese ilan etti.
."Beni, Allah için âzâd et!"
27-01-2020 02:00
Ebül Hayr Habeşî hazretleri, gençliğinde, birinin kölesiydi.
Efendisi, her zaman, bir arzusu olup olmadığını sorar, bir şeyler istemesini arzu ederdi.
Ama o, (yok) derdi.
Bir şey istemezdi.
Bir gün sıkıştırınca;
"Eğer çok istiyorsan, beni Allah için âzâd et" buyurdu.
O ise;
"Yıllardır efendi sen, köle bendim. Seni ben çok önceden âzâd etmiştim" dedi.
O da ayrılıp gitti.
Ve Bağdâd'a vardı.
Orada bir velî zâtı gördü.
O zât kendisine;
"Ey Ebül-Hayr! Hicaz'a git. Aradığını orada bulursun" buyurdu.
O bunu, (emir) bildi.
Ve Mekke'ye gitti.
Yıllarca orada kalıp, oranın büyüklerinden çok istifâde etti.
Kabr-i saâdete her gittiğinde;
"Esselâmü aleyküm yâ Resûlissekâleyn" derdi.
Efendimiz de cevâben;
"Ve aleykesselâm yâ Tâvûs-ül-Haremeyn" diye cevap buyururlardı.
● ● ●
Kendisi anlatır ki:
Altmış sene Mekke ve Medîne'de oturdum.
Çok maddî sıkıntı çektim.
Ne zaman birinden bir şey istemeyi düşünsem, bir ses işitirdim.
Gâibten gelirdi.
Ve can kulağıma;
"Bize secde ettiğin yüzü, kulların önünde küçük düşürmekten utanmaz mısın?" der ve beni vazgeçirirdi.
.Felçli idi ama...
28-01-2020 02:00
Ebül Hüseyin Şirvânî hazretleri, İran'da yetişen evliyânın büyüklerindendir.
Ömrünün sonlarına doğru felç oldu.
Eli ayağı tutmazdı.
Ayağa kalkamazdı.
Fakat, her gün beş namaz vakitleri girince iyileşir, bir de sohbet esnâsında sıhhatli ve sağlam olur, bu zamanlar hâricinde yine felçli olurdu.
● ● ●
Bir gün kendisine;
"Tasavvuf nedir?" diye sordular.
Cevâben;
"Hakîkî din âlimlerinden birine bağlanıp, ona teslim olmak, onun feyiz ve bereketlerinden istifade etmek ve ondan öğrendiği gibi yaşamaktır" buyurdu.
Her gün sohbet ederdi.
Sohbette sevdiklerine;
"Eğer imkânım olsaydı, ayaklarım da sağlam olsaydı, evliyâya muhabbeti olanları ziyâret etmek için Horasan'a kadar giderdim" sözünü sık sık söylerdi.
● ● ●
Kendisi anlatıyor:
"Bir gün, Mekke-i mükerremede yolda yürürken, bir kimsenin yol ortasında can çekişmekte, şiddetli bir ızdırap ile kıvranmakta olduğunu gördüm.
Çok üzüldüm.
O an kalbime;
"Şu zavallının bu sıkıntıdan kurtulması için Fâtiha okuyup üzerine üfleyeyim" düşüncesi geldi.
O sırada bir ses duydum.
Bana hitâb ediyordu.
Ve anlaşılır şekilde;
"Bırak bu alçağı! Çünkü bu, Hazret-i Ebû Bekir'e düşmandır" diyordu.
Demek ki, bu bozuk îtikâdının cezâsını çekiyor deyip ayrıldım...
.Kul namaza durunca...
29-01-2020 02:00
Ebû Tâlib-i Mekkî hazretleri anlatır:
Kul namaza durunca, melekler de onun iki omuzunda, onunla beraber namaza dururlar.
O kul duâ eder.
"Âmin" derler.
Allahü teâlâ, meleklerine karşı, namaz kılan bu müminlerle övünür.
Kıyâmet günü, namaz kılanların derecelerine göre cennete götürülmesi emri verilir.
İlk grubun yüzleri yıldız gibi parlar.
Melekler onlara sorar:
"Siz kimlersiniz?"
Onlar derler ki:
"Biz, Muhammed ümmetindeniz."
"Sizin dünyâda ameliniz ne idi?"
"Biz ezânı işittiğimizde hemen abdest almaya kalkardık" derler.
Melekler derler ki:
"Siz, bu nîmete lâyıksınız."
Sonra ikinci grup müminler gelir.
Bunların yüzleri, daha parlaktır.
Melekler onlara da sorarlar:
"Sizin namazınız nasıldı?"
Cevap olarak;
"Biz namaz vakti girmeden, abdestimizi alırdık" derler.
Melekler derler ki:
"Siz de bu nîmete lâyıksınız."
Sonra üçüncü grup gelir.
Bunların yüzleri daha da parlaktır.
Melekler onlara da sorarlar:
"Sizin namazınız nasıldı?"
Onlar derler ki:
"Biz her vaktin ezânını mescidde dinlerdik."
Bunun üzerine melekler der ki:
"Siz de bu nîmetlere lâyıksınız."
."Sen bizden ayrılma!.."
30-01-2020 02:00
İbni Nüceyd hazretleri, evliyânın büyüklerindendir.
Kendisi anlatıyor:
Gençliğimde çok günah işlerdim.
Ebû Osmân-ı Hayrî hazretlerini gördüm.
Onun huzurunda tövbe ettim.
Ve sohbetiyle şereflendim.
Ama bu, uzun sürmedi.
Yine günâhlara daldım.
Ve hocamın sohbetlerini terk ettim.
Utancımdan ona görünmemeye çalışır, beni görmesin diye âdeta kaçardım ondan.
Bu da çok sürmedi.
Bir gün yakalandım.
Mübârek, beni görünce;
"Yavrucuğum, kötü arkadaşlardan ayrıl, bize gel. Onlar sana düşmandır. Sen günah işlediğinde sevinirler. Düşmanı sevindirme" buyurdu.
Çok utandım.
Hemen tövbe ettim.
Ve bir daha ayrılmadım o kapıdan.
● ● ●
Yine o anlatır ki:
Bir gün hocam Ebû Osmân-ı Hayrî hazretleri, sınır boylarındaki Müslümanların ihtiyâçları için halktan maddî yardım istedi.
Ama umduğunu bulamadı.
Ve buna çok üzüldü.
Ben de üzüldüm.
Yatsıyı kılmıştık.
Mübârek huzuruna vardım.
Kendisine bir (kese) verdim.
İçinde (bin dînar) vardı.
Hocam çok sevindi.
Bana çok duâ etti.
Bu duâ da bana yetti.
.Eti konuşturan Allah’tır!.."
31-01-2020 02:00
İbni Sem'ûn büyük velîlerdendir.
Bir gün bazı sevdiklerine;
"Eti konuşturan, yağı gördüren, kemiği işittiren Allahü teâlâyı tesbîh ederim" buyurdu.
Dinleyenler pek anlamadı.
Ve bunun îzahını istediler.
Mübârek zât da;
"Burada 'et'ten maksat (dil), 'yağ'dan maksat (göz), 'kemik'ten maksat da (kulak)tır" buyurdu.
● ● ●
Bir sevdiği anlatıyor:
Bir ara maddî bir darlığa düştüm.
Hiç param kalmamıştı.
Bir şeyler satmak için evi aradım.
Bir (yay) ile (mestlerim) vardı.
Satacak başka bir şeyim de yoktu.
Bunları alıp çıktım evden.
Götürüp satacaktım.
İbni Sem'ûn'un vaaz günüydü.
Önce onun vaazına gittim.
Sonuna kadar dinledim
Büyük velî beni gördü.
Ve bana doğru dönüp;
"Onları sakın satma, Hak teâlâ sana başka yerden rızık gönderir" buyurdu.
Buyurduğu gibi de oldu...
● ● ●
Cemaatten biri de uyuyordu.
Büyük velî onu da gördü.
Ve vaazı bırakıp sustu.
Bir müddet bekledi.
O kişi uyanınca, ona sordu:
"Resûlullahı gördün değil mi?"
"Evet efendim" deyince,
"Seni uyandırıp, tatlı rüyânı yarıda bırakmamak için sustum" buyurdu.
.Kız, ona âşık oldu!..
01-02-2020 02:00
Yûsüf bin Hüseyin Râzî hazretleri, seyahatlerinden birinde, Arabistan'da bir kabîleye uğradı.
Kabîle reîsinin bir kızı vardı.
Kız, Onu görüp âşık oldu.
Ve bir yolunu bulup yanına geldi.
Yûsuf bin Hüseyin yalnız idi.
Kızı görünce hızla uzaklaştı oradan.
Başka bir yere gidip oturdu.
Başını dizlerine koydu.
Öylece uyudu.
Ve şöyle bir rüyâ gördü.
Çok güzel, Cennet gibi bir yer.
Ve yeşiller giymiş güzel kimseler.
Biri de, pâdişâh misâli taht üzerinde oturuyordu.
Onlara sordu ki:
"Sizler kimsiniz?"
Onlar, saygı ve hürmetle;
"Bizler melekleriz. Taht üzerinde oturan da Yûsuf aleyhisselâmdır. Yûsuf bin Hüseyin'i ziyârete geldik" dediler.
Çok hayret etti
Ve ağlamaklı bir sesle;
"Sübhânallah! Ben kim oluyorum ki, Allahü teâlânın Peygamberi benim ziyâretime gelsin" dedi.
Hazret-i Yûsuf tahttan indi.
Yanına gelip ona sarıldı ve;
"Ey Yûsuf! Kabîle reîsinin güzel kızı, sana geldi.
Sen o anda yalnızdın.
Allah’tan korktun.
Ve kıza hiç iltifât etmedin.
Hattâ oradan kaçıp gittin.
Hak teâlâ, bu hâli bize gösterip;
"Ey Yûsuf! Bak, senin, Zelîha'dan kaçtığın gibi, bu Yûsuf da kabîle reîsinin kızından öyle kaçtı" buyurdu. (Devamı yarın)
."Sırf Allah için konuş!.."
02-02-2020 02:00
(Dünden devâm)
Yûsuf bin Hüseyin hazretleri, uykudan uyandığında, her tarafını (aşk-ı ilâhî) kaplamıştı.
Kendisine verilen işâret üzerine Mısır'a doğru yola çıktı.
Bir an önce Zünnûn-i Mısrî'ye kavuşmak arzusunda idi.
Nihâyet vâsıl oldu.
Ve meclisine oturdu.
Onun sohbetlerine beş sene devam etti.
Beşinci yılın sonu idi.
Hocası onu çağırıp;
"Artık memleketine git ve halka nasîhat et. Ama insanlar için değil, sırf (Allah için) konuş" buyurdu.
Yûsüf bin Hüseyin;
"Peki hocam" dedi.
Ve memleketi olan Rey şehrine gitti.
Bir meclis kurup, insanlara nasîhat etmeye başladı.
Bir gün meclisine geldi.
Ama kimseyi göremedi.
Mescitte hiç kimse yoktu.
Tam geri dönüp gidecekti ki, (bir kadın) yaklaştı kendisine.
Yaşlı bir hanımdı.
"Dur, gitme!" dedi.
Ve ardından;
"Zünnûn sana; (İnsanlar için değil, Allah için konuş!) dememiş miydi?" dedi.
Hocasının o sözünü hâtırladı.
Ve kendi kendine;
"Doğru" dedi.
Ve o günden sonra, mecliste kimse olsun veyâ olmasın, emr-i mârufa devam etti.
Bu hâl elli sene sürdü.
Ve meclisinde, (İbrâhîm-i Havvâs) gibi büyük velîler yetişti...
.Sana müjdeler olsun!"
03-02-2020 02:00
Evliyânın büyüklerinden Hâce Muhammed hazretlerinin annesi, ona hâmile iken, karnından (Lâ ilâhe illallah) zikrini işitirdi.
Babası bunu öğrenince;
"Ey hâtun! Sana müjdeler olsun, sâlih bir çocuk dünyâya getireceksin" dedi.
Ve oğluyla konuşmak istedi.
Anne karnındaki oğluna dedi ki:
"Esselâmü aleyke yâ veliyyallah!"
O anda bir ses işitti:
Oğlu cevap verdi ona:
"Ve aleykesselâm babacığım!"
Nihayet doğum yaklaştı.
Ve o gece bir rüyâ gördü.
Rüyâda Efendimiz buyurdu ki:
"Oğluna benim ismimi koy!"
“Başüstüne yâ Resûlallah” dedi
Ve adını (Muhammed) koydu.
● ● ●
Bu zâtın (Merdân) isminde sâdık bir talebesi vardı.
Yıllarca sohbetinde bulundu.
Ve icâzet almaya hak kazandı.
Büyük velî, ona icâzetini verip;
“Memleketine git” dedi.
Ama o, gitmek istemedi.
Zîra ondan ayrılamıyordu.
Bu defâ hocası;
"Evlâdım! Ben Allahü teâlâya münâcaat ettim. O da kabul buyurdu. Ne zaman beni görmek istersen, perdeler kalkar, vâsıtasız olarak benimle görüşebilirsin" buyurdu.
O, bu müjdeyi aldı.
O zaman ayrılabildi.
Gerçekten de hocasının buyurduğu gibi, ne zaman onu görmek istese, aradaki bütün perdeler kalkar ve görüşürdü...
.Ben cennete girer miyim?"
04-02-2020 02:00
Hâce Muhammed hazretleri, Enes bin Mâlik hazretlerinden naklen şöyle anlatıyor:
Bir savaşa gidiyorduk.
Eshâbdan biri geldi.
Peygamber Efendimize;
"Yâ Resûlallah! Benim rengim siyah, yüzüm çirkin, hem de fakîrim. Bu cenkte şehîd olursam cennete girer miyim?" diye sordu.
Efendimiz cevâben;
"Girersin" buyurdu.
Ve savaş başladı.
O kimse koşup ön safa geçti.
Düşmanla şiddetli çarpıştı.
Ve şehîd oldu.
Efendimiz onu gördü.
Ve başucuna gelerek;
"Allahü teâlâ yüzünü güzelleştirdi. Kokunu hoş yaptı ve malını çoğalttı" buyurdu.
● ● ●
Hazret-i Ömer "radıyallahü anh" anlatıyor:
Resûlullahın huzuruna vardım.
Bir kilim üzerine yatmışlardı.
Ama kilim küçüktü.
Ve kâfî gelmiyordu.
Selâm verdim.
Sonra oturup;
"Yâ Resûlallah! Sen Allahın peygamberi ve habîbi olduğun hâlde bu vaziyettesin. Hâlbuki Kisrâ ve Kayser, altın divanlarda ve ipek yataklarda yatıyorlar" dedim.
Beni dinlediler.
Ve cevap verip;
"Onlar, bütün nîmetleri bu dünyâda tadıyorlar. Hâlbuki dünya nimetleri çabuk biter. Bizim mükâfatımız âhirette verilecek ve sonsuz olup hiç bitmeyecek" buyurdular.
.Niçin ağlıyorsun yâ Âişe?"
05-02-2020 02:00
Hâce Muhammed hazretleri, hazret-i Âişe vâlidemizden naklen şöyle anlatıyor:
Bir gün cehennemi hatırlayıp ağlamıştım.
Resûlullah beni gördü.
Ve yanıma gelip sordu:
"Niçin ağlıyorsun yâ Âişe?"
Ben kendilerine;
"Cehennemi hatırladım, onun için ağlıyorum. Acaba kıyâmet günü, ailelerinizi hatırlar mısınız?" diye sordum.
Bana nazar etti.
Ve cevap verip;
"Yâ Âişe! Üç yerde kimse kimseyi hatırlayamaz. Mizanda sevabının ağır veya hafif geldiği belli oluncaya kadar. Amel defterinin, sağdan mı, soldan mı, arkadan mı verileceğini öğreninceye kadar ve Sırât köprüsünü geçerken, kurtulup kurtulamıyacağını öğreninceye kadar" buyurdu
● ● ●
Bir gün de şunu anlattı:
Hazret-i Ömer bir gün evinde, bir yastığa dayanmış oturuyordu.
Selmân-ı Fârisî içeri girdi.
Selâm verip, yere oturdu.
Hazret-i Ömer, üzerine oturması için Ona (minder) uzattı.
Hazret-i Selmân;
"Allahü teâlâ ve Resûlü doğru söylüyor" dedi.
Ve şöyle anlattı:
Bir gün Resûlullah Efendimizin huzûruna varmıştım.
Tam oturuyordum ki, kendi dayandığı bir (minder) vardı.
O minderi aldı.
Ve bana uzatıp;
"Yâ Selmân! Evine gelen Müslüman kardeşine, ikrâm olarak bir minder uzatan Müslümanı, Allahü teâlâ mutlaka affeder" buyurdu.
.Eden, kendine eder!..
07-02-2020 02:00
Rükneddîn Ebül Feth hazretleri anlatıyor:
Bir gün hazret-i Alî radıyallahü anh;
"Ben hiç kimseye iyilik yapmadım" buyurdu.
Cemaat anlamadı. Ve kendisine;
"Yâ Emîr-el-mü'minîn! İnsanlara, sizin gibi iyilik yapan bir başkasını bilmiyoruz" dediler.
Hazret-i Alî onlara;
"Allahü teâlâ, bir âyette meâlen; (İyilik eden kendine, kötülük eden de kendine etmiş olur) buyuruyor. Onun için, ben bir iyilik yapmışsam, kendim içindir" buyurdu...
● ● ●
Bir âlim de şöyle anlatıyor:
Bir cumâ günü, çok sayıda kimsenin, Şeyh Rükneddîn hazretlerini ziyâret edip, elini öpmek için toplandıklarını gördüm.
Çok hayret ettim.
Kendi kendime;
"Acabâ Şeyh hazretleri sihirbaz mıdır ki, böyle çok seveni var. Ben de âlimim, ama bana kimse gelmiyor" dedim.
Ve dergâhına gittim.
Kendisine selâm verip;
"Ağzı ve burnu yıkamanın hikmeti nedir?" diye sordum.
Maksadım, imtihan etmekti.
O gece yattım.
Bir rüyâ gördüm.
Rüyâmda hazret-i Şeyh, bana bir miktar (tatlı) verdi.
Onu elimle alıp yedim.
Ama elimi yıkamadım.
Sabah uyandım.
Ve Şeyhe vardım.
O beni görünce; (Tatlıyı yedin, ama elini yıkamadın) buyurdu.
Mahcûbiyetimden terledim.
Hemen elini öpüp, özür diledim kendisinden...
."Niçin uyumuyorsun?"
08-02-2020 02:00
Büyük velîlerden Abdurrahmân bin Sekkâf hazretleri, çok az uyurdu.
Ona sorarlardı ki:
"Niye uyumazsın?"
Cevap olarak; "Sağ yanına yattığında Cenneti, sol yanına yattığında Cehennemi gören bir kişi nasıl uyur?" buyururdu.
● ● ●
Kardeşi anlatıyor:
Birâderim Abdurrahman ile aramızda bir husûmet meydana gelmişti.
Ben içimden;
"Onun benden ne üstünlüğü var ki?" diyordum.
Kabullenemiyordum.
Kendi kendime;
"O oruç tutuyorsa ben de tutuyorum. Namaz kılıyorsa ben de kılıyorum" diyordum.
O gece yattım.
Bir rüyâ gördüm.
Bir kişi yanıma gelip; "Sen kardeşin hakkında böyle böyle düşündün mü?" dedi.
"Evet” deyince,
"Benimle gel" dedi.
Onunla birlikte gittik.
Bir de ne göreyim.
Kardeşim Abdurrahmân'ın bedeni (Nûr) ile kaplıydı ve alnında nûr ile (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılıydı.
Gözümle gördüm.
Her şeyi anladım.
O kimse bana dönüp; "Bundan sonra kardeşin hakkında böyle düşünecek olursan, bu rüyâyı hâtırla" dedi.
Ben de;
"İnşallah" dedim.
Ve Onun hakkında böyle kötü düşünmekten vazgeçtim.
.Şu sinekleri kov gitsin!"
09-02-2020 02:00
Abdülkâdir Deştûtî hazretleri, sultânlar arasında da itibâr sâhibiydi.
Nitekim bir gün, Sultan Kayıtbay ile otururken, elbisesine sinekler kondu.
Sultâna, latîfe yollu;
"Şu sineklere söyle de, üzerimden gitsinler" buyurdu.
Kayıtbay şaşırdı.
Ve cevap olarak;
"Efendim! Sinekler benim sözümden ne anlar" dedi.
Bunun üzerine;
"Sen nasıl Sultansın ki, sineklere bile sözün geçmiyor?" buyurdu.
Sonra ayağa kalktı.
Ve pencereyi gösterip dedi ki:
"Ey sinekler, burayı terk edin!"
Bir anda odayı terk ettiler.
Sultan bunu gördü.
Ve kendi kendine;
"İşte asıl Sultan bu zatlardır. Onları tanıyan bir çöpçü, tanımayan sultanlardan kat kat kıymetlidir" dedi.
● ● ●
Bu zât, talebesi İmâm-ı Şârânî'ye;
"Sen artık evlen. Filân zâtın kızını al. Sana, o münâsiptir" buyurdu.
O da cevâben;
"Peki hocam" dedi.
Ve ardından;
"Efendim! Benim dünyâlık bir şeyim yok, nasıl evleneyim?" dedi.
Hocası baktı.
Ve kendisine;
"Senin şu kadar paran var ya, o yeter" buyurdu.
Gerçekten de o kadar parası vardı.
Ama konuşurken, onu unutmuştu.
.Sana müjdeler olsun!.."
10-02-2020 02:00
Ahmed bin Hanbel hazretleri, talebeliği sırasında, bir grup kimseyle, bir su kenârında bulunuyordu.
Onlar soyunup, suya girdiler.
Ama o girmedi.
Zîra bir hadîste;
"Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, avret yerlerini örtmeden hamama girmesin" buyurulduğunu biliyordu.
O gece bir rüyâ gördü.
Rüyâda nurlu bir zât;
"Ey Ahmed! Sana müjdeler olsun! Resûlullah'ın sünnetine uyduğun için, Allahü teâlâ seni (imâm) kıldı. İnsanlar sana tâbi olurlar" dedi.
"Siz kimsiniz?" diye sorunca;
"Cebrâil'im" cevâbını verdi.
● ● ●
Bu büyük İmâm, ilim öğrenmek için diyar diyar dolaşır ve kitap çantalarını sırtında taşırdı.
Biri, Ona sordu ki:
"İlim öğrenmek için böyle diyâr diyâr dolaşmaya, daha ne kadar devam edeceksin?"
Cevâben dedi ki:
"Mezara kadar."
● ● ●
Bir gün, bir cemâatle otururuyordu.
İçeri biri girip sordu ki:
"Ahmed bin Hanbel kimdir?"
Kendisi cevâben;
"Benim" buyurdu.
O kimse arzetti ki: Cumâ gecesi, rüyâda biri bana; "Ben Hızır'ım. Ahmed bin Hanbel'i bul. Ona selâmımı söyle ve gökteki meleklerin ondan râzı olduğunu bildir" dedi.
.Felçli annem sizden duâ istiyor"
11-02-2020 02:00
Bir gencin, (felçli) bir annesi vardı.
Bir gün oğluna;
"Evlâdım! İmâm-ı Ahmed'e git, sıhhate kavuşmam için bana duâ etmesini söyle" dedi.
Delikanlı;
“Peki anneciğim” dedi.
Ve İmâma gidip;
"Efendim, felçli bir annem var, sizden duâ istiyor" dedi.
İmâm çok üzüldü.
Ve el kaldırıp duâ etti.
Genç geri döndüğünde, annesi kapıda karşıladı kendisini.
Hastalığından eser kalmamıştı.
● ● ●
Hazret-i İmâm, Abdullah bin Mübârek hazretleri ile görüşmeyi çok arzu ediyordu.
Bir gün kapısı çalındı.
Oğlu koşup kapıyı açtı.
Ve sevinçle babasına gelip;
"Müjde babacığım! Abdullah bin Mübârek gelmiş. Sizinle görüşmek istiyor!" dedi.
Ama İmâm-ı Ahmed;
"İçeri alma!" dedi.
Çocukcağız şaşırıp;
"Babacağım, hani senelerdir Onun hasretiyle yanıyordunuz. Şimdi kapınıza gelmiş, içeri almıyorsunuz, hikmeti nedir?" dedi.
Ahmed bin Hanbel;
"Haklısın oğlum. Ama korkarım ki, Onu gördükten sonra ayrılığına dayanamam. Onu ben, hiç ayrılık olmayan yerde görmek isterim" buyurdu.
."Bu ne biçim yürüyüş?"
12-02-2020 02:00
Ahmed bin Hanbel hazretlerinin vefât haberini duyan Muhammed bin Huzeyme, çok üzülmüştü.
Rüyâda Onu gördü.
Cennette salınarak yürüyordu.
Kendisine dedi ki:
"Ey İmâm! Bu nice yürüyüştür?"
O da cevâben;
"Dünyâda Allahın dînine hizmet edenler, Cennette böyle yürürler" buyurdu.
Sordum ki:
"Allah sana nasıl muâmele etti?"
O da şöyle anlattı:
Allahü teâlâ bana;
(Ey İmâm! Sen dünyâda iken nasıl duâ ediyordunsa, şimdi de öyle duâ et" buyurdu.
Ben de hemen;
"Ey âlemlerin Rabbi olan Allah'ım! Beni affet ve bana suâl sorma" diye duâ ettim.
Hak teâlâ bana;
(Ey Ahmed! İşte Cennet, haydi gir oraya!" buyurdu.
Ben de Cennet'e girdim.
● ● ●
Ahmed bin Hanbel hazretleri vefât ederken eliyle işâret edip; "Hayır, olmaz!" dedi.
Yanında oğlu vardı.
Merak etmişti.
Sordu ki:
"Babacığım bu ne hâldir?"
O şöyle anlattı:
"Şeytan karşıma geçmiş.
Kalbimi bozmak istiyor.
Ve "Ey Ahmed! Gel, benim elimde can ver" diyor.
Beni aldatmak istiyor.
Ben de şeytana;
"Hayır, olmaz!" diyorum.
Onun aldatmasından emîn olmak yoktur!..
."Resûlullahın misâfiri kimdir?.."
13-02-2020 02:00
Ahmed Kihtû hazretleri “rahmetullahi aleyh” Delhi’de yaşıyordu.
Kendisi şöyle anlatıyor:
Biz üç arkadaş Mekke'ye vardık.
Haccı îfâ ettik.
Sonra Medîne'ye gittik.
Resûlullahın mescidine girdik.
Ve ziyâretle şereflendik.
Arkadaşlarım bana;
"Bir şeyler yiyelim" dediler.
Ben onlara;
"Biz, Resûlullahın misâfiriyiz, burada yemek düşünülür mü?” dedim.
Onlar yine de gittiler.
Ve yemek yiyip geldiler.
Yatsı namâzını kıldık.
Sonra onlar yattılar.
Ben duâ ediyordum.
Âniden bir ses duydum.
Biri, yüksek sesle diyordu ki:
"Resûlullahın misâfiri kimdir?"
Ben kalbimden;
"Benimle ilgisi yok” dedim.
Ve hiç ilgilenmedim.
Ama kimse de cevap vermemişti.
O şahıs beni görüp yanıma geldi.
Elinde bir tabak vardı.
İçi de (hurma) doluydu.
Bana sevgiyle bakıp;
"Beni, Resûlullah Efendimiz gönderdi, eteğini aç" dedi.
Ben de açtım.
O hurmaları eteğime boşalttı.
Bir tâne alıp yedim.
Aman Allahım, ne lezzetti o!
Anlatmaktan âcizim...
.Âyet bu âyet ama..."
14-02-2020 02:00
Ahmed bin Acîl hazretleri, bir (saralı) hastaya Yûnus sûresi 59'uncu âyet-i kerîmesini okuyunca, cin onu terk etti.
Bir daha da gelmedi.
Vaktâ ki, bu zât vefât etti.
Tekrar geldi o cin.
Talebeleri, hocalarının okuduğu âyet-i kerîmeyi okudular.
Ama cin gitmedi.
Talebeler şaşırdı.
Cin niçin gitmedi diyorlardı.
O cin, gençlere;
"Âyet o âyet, ama ağız o ağız değil" dedi.
● ● ●
Bir kimsenin elinde (ur) çıkmıştı.
Pek çok kimselere okuttu.
Ama şifâ bulamadı.
En son bu zâttan duâ istedi.
Mübârek; (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) okudu.
Bir bezle sardı.
Ve kendisine;
"Bu sargıyı, evine dönünceye kadar açma!" diye tembîh etti. Adam ayrılıp evine gitti.
Ve merakla sargıyı açtı.
O yaradan iz bile yoktu.
Hattâ diğer elinden daha sağlamdı.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"Muvaffak olmanızı neye borçlusunuz efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Bir hadîs-i şerîfe uymama borçluyum" buyurdu.
"O hangi hadîs?" dediler.
"Helekel müsevvifûn” dedi.
Ve ekledi:
“Bu hadîs-i şerîfi kendime düstur yaptım ve hayırlı işleri ânında yapıp, az sonraya bile tehir etmedim."
.Şu taş altın olsa!.."
15-02-2020 02:00
Şam evliyâsından Ahmed Nahlâvî hazretleri "rahmetullahi aleyh" talebeleriyle birlikte, Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyârete gitmişti.
Ziyâretini yaptı.
Ve orada oturdu.
Bu sırada talebeden biri gitti.
Kucağında büyük bir (taş) getirdi.
Bu zâtın önüne koydu.
Ve kendisine;
"Hocam! Şu taş (altın) olsa, ihtiyâçlarımızı karşılardık" dedi.
O da taşa baktı.
Ve talebelerine;
"Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, bir (taş)a nazar etseler, o taş (altın) olur" buyurdu.
Taş, biiznillah (altın) oldu.
Talebeler şaşırdılar.
Sonra o taşı getirene;
"Al bunu götür" buyurdu.
Talebe (Peki) dedi.
Ve kaldırmak istedi.
Ama yerinden kımıldatamadı.
Bunun üzerine hazret-i Nahlâvî tekrar nazar edince (altın) tekrar (Taş) oldu.
O talebeye;
"Şimdi kaldır" dedi.
O zaman kaldırdı.
Büyük Velî, gençlere dönüp;
“Taşı (altın) yapmak mühim değil, bunu bozuk insanlar da yapabilir" buyurdu.
Sordular ki:
"Mühim olan nedir?"
Cevâbında;
"Mühim olan, İslâmiyeti öğrenmek ve öğrendikleriyle amel etmektir" buyurdu.
.Mühim olan, İslam'a uymaktır"
16-02-2020 02:00
Ahmed Sayyâd hazretleri, bir gün sohbet ediyordu.
Cemaatte bir kişi vardı.
Bu zâtı tanımıyordu.
Büyüklüğünü bilmiyordu.
Bir ara kalbinden;
"Evliyâlar kerâmet gösterir. Bu zât ise göstermiyor. Acabâ neden?" diye düşündü.
Bu, o zâta mâlum oldu.
Ve o kişiye dönüp;
"Kerâmet şart değildir, mühim de değildir. Mühim olan, İslâmiyete tam uymaktır ve asıl kerâmet de budur" buyurdu.
● ● ●
Başka biri de şöyle anlatıyor:
Vaktiyle bir toplulukta idim.
Bir ara kapı çalındı.
Ve içeri (bir zât) girdi.
Kendisini tanımıyordum.
Ahmed Sayyâd hazretleriymiş.
Herkes ayağa kalktı.
Ben de onlara uyup kalktım.
Biraz sohbet edip gitti.
O gidince, ben ordakilere;
"O, âlim biri değil. Ona İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kitâbından bir şey sorsam bilmez" dedim.
Biraz vakit geçti.
Bu zât içeri girdi.
Herkes yine ayağa kalktı.
Ben de kalktım.
Bana doğru dönüp; "Bâzıları, benim hakkımda, (O âlim değildir. İmâm-ı Gazâlî'nin kitâbından bir şey sorsam bilmez) diyorlar" dedi.
Ve çıkıp gitti.
Ben hatâmı anladım.
Ve özür dileyip tövbe ettim...
.Gözü yaşlı bir zât idi...
17-02-2020 02:00
Amasya velîlerden Alî Hâfız hazretleri, gözü yaşlı bir zât idi.
Ümmet-i Muhammed'e karşı aşırı merhameti olup, âhirette kurtulmalarını düşünürdü.
Onlar için ağlardı.
Ve çok duâ ederdi.
Talebelerini de çok severdi.
Onlarla (baba-oğul) gibiydı.
Kendilerine;
"Benimle sizin aramızdaki fark, benim yaşlı, sizin genç olmanızdır" derdi.
Sevdiklerine derdi ki:
(Hanımınıza karşı yumuşak olun.
Onun hukûkunu iyi gözetin.
Ona karşı merhametli olun.
Onu sevin, üzmeyin, kırmayın.)
● ● ●
Bir gün dergâhında idi.
Yanında talebeler de vardı.
Bir ara kapı açıldı.
İçeri bir (hanım) girdi.
Ama başı kolu açıktı.
Amasya târihi hakkında bilgi almak için gelmiş.
Alî Hâfız hazretleri, bu bilgileri gâyet açık ve teferruatlı bir şekilde ona anlattı.
Hanımcağız dinledi.
Çok memnun oldu.
Teşekkür etti.
Ve ayrılıp gitti.
O giderken, bir talebe, kadının arkasından tükürdü.
Alî Hâfız bunu gördü.
Ama hiç beğenmedi.
Hattâ çok üzüldü.
Ve o gence dönüp;
"Neden böyle yaptın. O da Allahın bir kulu. Başı kolu açıksa da, (îmânlı) bir kadın. Bizim hiç günâhımız yok mu?” buyurdu.
.Hepimizin âkıbeti bu!..
18-02-2020 02:00
Amasya'da yetişen velîlerden Alî Hâfız hazretlerinin oğlu Necâtî, âniden vefât etti.
Ev halkı çok üzüldü.
Ayrıca da telaşlandılar.
Zîrâ babası dergâhtaydı.
Bilmiyordu oğlunun vefât ettiğini.
Ama talebeleri biliyordu.
Birkaçı bir araya geldi.
Ve Alî Hâfız Efendi'ye gittiler.
Bu haberi vereceklerdi.
Ama bir türlü diyemediler.
Alî Hâfız, o talebelere; "Necâtî vefât mı etti? Hepimizin âkıbeti işte bu. Buna hazırlanalım ki, bundan kurtuluş yoktur?” buyurdu.
Ve oğlunu bizzât yıkadı.
Kendi eliyle kefenledi.
Ve namazını kıldırıp, kabrine defnetti.
● ● ●
Alî Hâfız ile aynı devirde Garip Hâfız isminde bir zât vardı.
O da mübârek bir kişiydi.
Ama bir âdeti vardı.
İkindi vaktine kadar ziyâretçi kabul etmezdi.
Alî Hâfız, birkaç talebesini aldı.
Garip Hâfız’ın ziyâretine gitti.
Vakit ikindiden önce idi.
Evine vardılar.
Kapıda bir talebe vardı.
Alî Hâfız, o talebeye;
"Evlâdım! Garip Hâfız'a geldiğimizi haber ver" dedi.
O talebe;
"O da sizi bekliyor" dedi.
İçeri girip sohbet ettiler.
Ancak orada bulunanlar konuşulanlardan hiçbir şey anlayamadılar. Zîrâ onlar, kendi derecelerine göre konuşuyorlardı...
.“Hani sen hastaydın!..”
19-02-2020 02:00
Amasya'da yetişen velîlerden Alî Hâfız hazretlerinde (nefes darlığı) hastalığı vardı.
Bir gün hasta yatıyordu.
Sevenleri ziyâretine geldi.
O, hemen fırlayıp kalktı.
Onlarla neşeli bir sohbete girdi.
Arada gülüşmeler de oluyordu.
Derken misâfirler gitti.
Hanımı, bir hışımla geldi.
Ve beyinin karşısına dikildi.
Ellerini de beline koyup;
“Hani sen hastaydın” diye çıkıştı.
Alî Efendi ne yapsın!
"Haklısın hanım. Ne yapayım, elimde değil. Onlar gelince, hastalığımı unutuyor ve iyileşiyorum" dedi.
● ● ●
Talebelerinden biri, Alî Hâfız'ı görmeden önce, elinde (saz), köy köy dolaşır, saz çalıp türkü söylerdi.
Bir gün bu zâtı işitip, yanına gitti.
Bâzı sualleri arz edecekti.
Alî Hâfız Efendi, o sualleri, o sormadan teker teker cevapladı.
Uzun uzun anlattı.
O, bu kerâmeti gördü.
Ve büyük bir zât olduğunu anladı.
Talebesi olmak istedi.
Bunu kendisine arz etti ve;
“Ama bir şardım var" dedi.
"Nedir şartın?"
"Saz çalmama izin vereceksiniz."
Alî Efendi buyurdu ki:
"Pekâlâ, çal çalabilirsenl!"
O anda kalbi değişti.
(Saz çalma) arzusu çıktı kalbinden.
Hattâ sazdan nefret ediyordu.
Zîra Alî Hâfız Efendi, ona;
"Çal çalabilirsen" demişti!..
.Rüyada ne gördün?"
20-02-2020 02:00
Alî Hâfız hazretleri, bir gün sohbet ederken, talebeleri, gördükleri rüyaları anlattılar.
Onları dinledi.
Ve bir talebeye sordu:
"Sen ne gördün?"
Talebe, cevâben;
"Peygamberimizi gördüm" dedi.
Meğer rüyada, güzel bir insan görmüş.
Uyandığında;
"Bu gördüğüm zât, Peygamber Efendimizdi gâliba?" demiş.
Hocası onu dinledi.
Talebelere dönüp;
"Ben, Resûlullah Efendimizi rüyâmda bir defâ gördüm" dedi.
Ardından da;
"Onu bir defâ gören, O'nu görmenin şevkiyle kendinden geçer, ağlar, sızlar, gözyaşları döker ve bütün ömrü boyunca o lezzeti hiç unutamaz" buyurdu.
O genç bunu duydu.
Ve hatasını anlayıp tövbe etti.
● ● ●
Bir gün Şamlar türbesinin etrafındaki ağaçların yan (sürgün)lerini buduyordu.
Yanında bir talebesi vardı.
O da yardım ediyordu.
Bir ara hocasına sordu ki:
"Bunları niçin buduyoruz?"
Hocası şöyle anlattı:
"Bu sürgünler budanınca, fidan kuvvetlenir ve daha çok meyve verir. Müslüman da kalbinden nefsinin (kötü istekleri)ni budarsa, kalbindeki (îmân nûru) kuvvetlenir.”
Sonra talebeye döndü.
Ona bir yeri gösterip;
"Yakında vefât edersem, beni bu yere defnedersiniz" dedi.
Ertesi gün vefât etti...
.Âşık, beni incittin!.."
21-02-2020 02:00
Alî Hâfız hazretleri'nin vefâtından dört sene sonra, talebeleri, kabrini yaptırmak için açtılar.
Cesedi çürümemişti.
Taptâze duruyordu.
Bir talebesi, eğildi.
Mübârek yüzünü sıvazladı.
O gece rüyâda bu zâtı gördü.
Ama neşesizdi
Hattâ dargın gibiydi.
"Âşık, beni incittin" buyurdu...
● ● ●
Bu velî zât anlatıyor:
Cebrâil aleyhisselâm dört bin senede, iki rekat namaz kıldı ve; "Benim kıldığım bu namaz gibi namaz kılan bir kimse var mı acabâ?" dedi.
Allahü teâlâ, ona;
"Muhammed ümmetinin, her türlü noksanla kıldıkları iki rekât namaz, benim indimde, senin bu namâzından daha makbûldür" buyurdu.
● ● ●
Bu zât, bir talebesinin evine gitmişti.
Az sonra sofra geldi.
Yemekler kondu.
Her şey tamamdı.
Ama (ekmek) yoktu.
Talebe “Eyvâh” dedi.
Üzüldü tabii.
Alî Hâfız, o talebeye;
"Şu dolaba bak, belki ekmek vardır" dedi.
Talebe, olmadığını biliyordu.
Buna rağmen dolabı açtı.
Gördü ki, içi (ekmek) dolu.
Hem de sıcacık.
Fırından yeni çıkmış gibi!..
.Bu zulme son ver!.."
22-02-2020 02:00
Alî el-Harîrî hazretleri, hâl ve kerâmet sâhibi, cesur, heybetli ve vakarlı bir zât idi.
Bir vakit Moğollar orayı istilâ ettiler.
Ve çok zulüm yaptılar.
Bu zât, bir talebeyi yanına aldı.
Hiddetle ordu komutanına vardı.
Komutan Onu gördü.
Ve titremeye başladı.
Büyük velî, gürledi:
"Bu zulme son ver!.."
Komutan, bir şey diyemedi.
Başını önüne eğdi.
Ve hızla uzaklaştı o bölgeden...
● ● ●
Talebesinden biri de, hacca gitmek için bu zâttan izin istedi.
Bu zât (Pekâlâ) dedi.
Ve ona bir cüzdan verip;
"Selâmetle git gel. Hep bu cüzdandaki parayı kullan. Kalanını iâde edersin" buyurdu.
Talebe, cüzdanı aldı.
Hocasının yanında açtı.
İçine bakınca hayli şaştı.
Zîra içinde, bir (dirhem) vardı.
Velhâsıl yola koyuldu.
Az sonra cüzdanı açtı.
O bir dirhemi alıp, harcadı.
Az sonra cüzdanı tekrar açtı.
Bir (dirhem) daha gördü içinde.
Onu da harcadı.
Sonra (bir dirhem) daha gördü.
(Bir dirhem) daha.
Bütün ihtiyâçlarını, o bir dirhemle karşıladı.
Dönünce, cüzdanı iâde etti.
Hocası cüzdanı açtı.
O (bir dirhem) duruyordu...
."Üç şartım var!"
23-02-2020 02:00
Alî Müttekî El Hindî hazretleri, büyük velîlerdendir.
Bir gün vezîrlerden biri;
"Bizim fakîrhâneyi teşrîf etseniz" dedi.
Ziyâfete dâvet etti.
Maksadı, Onunla bereketlenmek idi.
Ama o, istemedi.
Özür beyân etti.
Vezîr üzülüp ısrâr etti.
O zaman;
"Peki geleyim, fakat üç şartım var. Birincisi, nereye istersem oraya otururum" buyurdu.
Vezîr;
"Öyle olsun efendim” dedi.
İkinci şartım;
"Az daha ye, şundan da ye!" demeyeceksin.
Vezîr yine;
“Peki, demeyeceğim” dedi.
Üçüncüsü de;
“Kalkacağım zaman (az daha otur) demeyeceksin.”
Vezîr dinledi ve;
"Tamam efendim, bütün şartlarınızı kabul ediyorum" dedi.
Alî Müttekî hazretleri, ertesi gün, torbasına bir parça (kuru ekmek) koyup gitti.
Vezîr Ona yer gösterip;
"Şöyle buyurun" dedi.
O ise daha mütevâzı bir yere oturdu.
Sonra yemekler geldi.
Bu zât torbasını çıkardı.
Ve (kuru ekmeği) yemeye başladı.
Vezîr yine unutup;
"Şunlardan yiyin" dedi.
O, ev sâhibini dinlemedi.
Kuru ekmeğe devâm etti.
Bir süre sonra da kalktı.
Ve vedâ ederek ayrıldı...
.Bu saati tâmir ettir"
24-02-2020 02:00
Alî Osmân Efendi, Tokat'ta doğdu.
Saat tâmircisiydi.
Bir gün Eksel Şeyhi olarak bilinen Behrullah Efendi'nin evindeki (duvar saati) bozuldu.
Bir talebesini çağırıp;
"Bu saati tâmir ettir" dedi.
Talebe “Peki Hocam” dedi.
Ve Alî Osmân Efendi'ye gitti.
Zîra onun saat tâmircisi olduğunu biliyordu.
İkisi birlikte Behrullah Efendi'ye geldiler.
Ali Osmân Efendi, saati indirdi.
Ve tâmir edip duvara astı.
Büyük velî sordu:
"Tamam mı, çalışıyor mu?"
"Evet, çalışıyor” dedi.
"Eline sağlık" dedi.
Ve dönüp saate bir nazar etti.
Saat birden durdu.
Alî Osmân Efendi indirdi saati.
Tekrar tâmir edip duvara astı.
Behrullah Efendi döndü.
Saate bir nazar etti.
Saat yine durdu.
Alî Osmân Efendi tekrar yaptı.
Behrullah Efendi bir baktı.
Saat yine durdu.
Alî Osmân Efendi işi anladı.
Ve kalbinden;
"Bu zât evliyâ. Ben şimdi (bozuk kalbimi) tâmir edecek bir (kalb ustası)nın huzûrundayım" dedi.
Kalkıp elini öptü.
Ve talebesi oldu.
Bütün ilimleri Ondan öğrendi.
Behrullah Efendi vefâtına yakın; "Bende ne varsa, Alî Osmân Efendi aldı götürdü. Bende bir şey bırakmadı" buyurdu.
.O da insan, biz de!.."
25-02-2020 02:00
Alî Osmân Efendi, insanlara doğru yolu anlatmak için köy köy dolaşır, insanlara İslâmı anlatırdı.
Sohbetinin ağırlığı, (güzel ahlâk) üzerine olurdu.
“Güzel ahlâk, bulunmaz bir hazînedir” derdi.
Bir gün talebelerini aldı.
Ladik'e ders için gidiyordu.
Bir talebesi de vardı.
Ama ihlâsı azdı.
Şeytan ona yanaştı.
Kalbine vesvese verdi.
Şöyle ki;
Hocası hakkında;
"Ne yâni, o da insan, biz de insanız" gibi fâsit bir düşünce geldi.
Yolları ormandan geçiyordu.
O esnâda bir (kurt) geldi.
Bu zâtın önünde durdu
Saygılı bir şekilde oturdu.
Büyük velî, o talebeye dönüp;
"Dağdaki hayvanlar anladı da, bâzıları hâlâ anlayamadı" buyurdu.
Talebe utandı.
Ve pişmân olup tövbe etti.
● ● ●
Bu zât, bâzı gençlere;
“Kendinize, Peygamber Efendimizi örnek alın. Çünkü Onun her sözü, her hâli İslâmiyettir” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Onun herhangi bir sözüne, hattâ oturuşuna, kalkışına, bakışına îtiraz etmek, (küfür)dür. Çünkü O, açık duran bir (Kur’ân-ı kerîm)dir. Kur’ân-ı kerîmin yaşayan şeklidir. Cenâb-ı Hakk’ın râzı olmadığı bir söz, bir fiil, bir hareket ve bir bakış, Onda olmaz.”
.Kandille kazanılan savaş
26-02-2020 02:00
Kandilli Dede, Bileciğin Bozüyük ilçesini nurlandıran bir Allah dostudur.
Bir savaş çıkmıştı o yörede.
Bu zat, geyiklerin boynuzlarına (yanan kandiller) astırıp bir gece vakti saldırdı düşmana.
Karanlıkta, onları (büyük bir ordu) sanan düşman, telaşlanıp kaçmaya başladı!
Ve savaş kazanıldı.
"Kandilli Dede" lakabı buradan geliyor.
● ● ●
Birgün bu zata bir genç geldi.
Çok günahlar işlemişti.
Ama pişmân olup tövbe etmişti.
Rica etti bu büyükten;
“Efendim, beni de kabul edin talebeliğe.”
O zat buyurdu ki:
“Hâlini düzelt, sonra gel!”
Gencin kalbi kırıldı.
Mahzun bir hâlde geri döndü.
Bir kuytuya çekildi.
Başladı ağlamaya!
“Yâ Rabbî! Ben, ne fenâ bir kulum ki, kabul edilmedim o kapıya. Hâlbuki ben, senin rızâna kavuşmak istiyorum” diyordu.
O anda bir şey oldu.
İlhâm geldi bu velîye.
Gâipten kendisine;
"Sen ne yaptın? Beni isteyen bir kulumu kovdun kapından!" denildi.
Hatasını anlayıp koştu arkasından.
Onu bulup, özür diledi.
Şefkatle bir kere baktı.
Ve bir kerecik (Allah!) dedi
O anda zikre başladı gencin kalbi.
Allah! Allah! Allah!
.Namazda vefât etti
27-02-2020 02:00
Anadolu velîlerinden Alî Osmân Efendi birgün dergâhında namaz kılıyordu.
Oğlu İbrâhim, babasının yanına girmek istedi.
Gördü ki namaz kılıyor.
Tehiyyatta oturuyor.
İçeri girmedi.
Az sonra yine geldi.
Baktı ki, yine tehiyyatta.
Birkaç dakika sonra tekrar geldi.
Yine tehiyyatta görüp, girmedi.
Bir müddet sonra geldi.
Onu yine tehiyyatta gördü.
O vakit şüphelenip içeri girdi.
Gördü ki nefes almıyor.
Namazda vefât etmiş mübârek.
Bu kapının bir (köpeği) vardı.
Hayvan, hızla evden uzaklaştı.
Ve bu zâtı sevenlerin evlerini bir çırpıda dolaşıp geldi.
Hayvanın hâli acâyipti.
Yerinde duramıyordu,
Birşeyler söylüyor gibiydi.
Onu böyle görenler;
"Bunda bir iş var" dediler.
Merak edip bu zâtın evine geldiler.
Ve vefât ettiğini öğrendiler.
Cenâze namâzını kılıp, defnettiler.
Yıl 1942, yaşı 63 idi.
● ● ●
Bu zât, birgün talebelerine;
“Ey gençler! Bu çağda, insana musallat olan şeytan, nefis ve kötü arkadaş, o gence ibâdet yaptırmak istemez. Buna rağmen namazlarını kılarsa, çok kıymetli olur ve yaşlı kimsenin yaptığı ibâdetten kat kat fazla sevap kazanır” buyurdu.
.Öyle kullar vardır ki…
28-02-2020 02:00
Alvân Hamevî hazretleri, bir gece talebesiyle sohbet ediyordu.
Lambanın yağı bitti.
Bir genç kalktı.
Lambaya yağ koyacaktı.
Bu büyük zat; “Allahın öyle kulları vardır ki, yağı olmayan lambanın yanmasını isteseler, derhâl yanar" buyurdu.
O anda lamba yandı.
Yağa lüzum kalmadı.
● ● ●
Talebesinden biri de, bir kafileyle Mısır'a gidiyordu.
Bir ara hayvanı yoruldu.
Ve yürüyemeyip yere çöktü.
Kafileyse, yoluna devam etti.
Talebe yalnız kalmıştı.
"Ya Rabbi, hocam Alvân Hamevî'nin hürmetine bana yardım et" diye yalvardı.
O anda hocası görünüp;
"Korkma! Biiznillah kafileye yetişirsin" buyurdu.
Bineğini yerden kaldırdı.
Üzerine eşyasını yükledi.
Ve gözden kayboldu.
Talebe kafileye yetişti.
Ama hocasını bir daha göremedi.
● ● ●
Bazı talebeleri de, gemiyle yola çıkmışlardı.
Yolculuk esnasında fırtına çıktı.
Gemi batmak üzereydi.
Talebeler, o korku ile;
"Yâ Rabbi! Hocamız Alvân Hamevî hürmetine bize yardım et" diye yalvardılar
O anda hocalarını gördüler.
Denizden gelip gemiyi düzeltti.
Sahile kadar götürdü.
Ve gözden kayboldu.
.Bunu kimseye söyleme
29-02-2020 02:00
Sultan Süleyman Han, Rodos'u muhasara etmişti.
Alvân Hamevî hazretleri, beyaz bir at üzerinde geldi.
Kalenin kapısını açtı.
Ve gözden kayboldu.
Askerler içeri girdiklerinde, bu zatı, namaz kılarken buldular.
Aradan günler geçti.
Bir er, Hama'ya gitti.
Hama, bu zatın kaldığı yerdi.
O er, bu hadiseyi görenlerdendi.
Hama'da bu zat ile karşılaşınca, o günü hatırlayıp ağladı.
Alvân Hamevî, o ere;
"Gördüklerini kimseye anlatma" buyurdu.
● ● ●
Yine bir gece, hırsızlar, bu zatın dergâhına girdiler.
Onu namazda buldular.
Ama bir şey, dikkatlerini çekti.
Etrafında göz kamaştıran bir (nur) parlıyordu.
Odada ne bir (kandil) vardı.
Ne de bir (lamba).
Düşününce işi anladılar.
"Biz yanlış yere geldik" dediler.
Ve oradan uzaklaştılar.
● ● ●
Eşkıyalar, Alvân Hamevî hazretlerininin bir talebesini zorla uzaklara götürüp hapsettiler.
El ve ayaklarını zincirle bağladılar.
Gencin işi zordu.
Ellerini kaldırıp;
"Yâ Rabbi, hocamın hatırı için beni kurtar" diye yalvardı.
O anda zincirleri kırıldı.
Kapı, kendiliğinden açıldı.
Nöbetçi uyuyordu.
Talebe, hapishaneyi terketti.
Ve kendisini evinin önünde buldu.
.Meyhanedekilere vaaz et!
01-03-2020 02:00
Ammâr-ı Yâser hazretleri, Bitlis'te insanları doğru yola kavuşturmak için çok uğraştı.
Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri,
bu zatın sohbetinde yetişmiştir.
Bir gece yatağa yattı.
Ve bir rüya gördü.
Bir mübarek zat geldi.
Ve kendisine;
"Yarın git, meyhanedekilere nasihat et" dedi.
Uykudan uyanıp;
"Hayırdır inşallah" dedi.
Merak etmişti.
Kimdi bu mübarek zat?
Ne demek istiyordu.
Düşündü, taşındı.
O esnada bir talebesi geldi.
Ve arz etti ki:
"Hocam, kürsünüzü bugün meyhaneye mi koyalım, yoksa yerinde mi kalsın?"
Hayretle sordu ki:
"Sen bunu nerden biliyorsun?"
"Size söyleyen, bize de söyledi efendim."
O zaman emretti ki:
"Meyhaneye koyun!"
Talebe (Peki hocam) dedi.
Ve kürsü meyhaneye kuruldu.
Bu zat meyhaneye gitti.
Oradakilere bir iki şey söyledi.
Sözleri o kadar tesir etti ki;
Hepsi pişman oldular.
Tövbe istiğfar ettiler.
Ve bir daha içki içmeyeceklerine dair yemin ettiler.
.Kabri ateş doluydu
02-03-2020 02:00
Amr bin Dînâr hazretleri anlatır:
Medine'de birinin kız kardeşi vefat etmişti.
O kimse şöyle anlatıyor:
Onu kabre defnettik.
Ve ayrılıp geri geldik.
Benim bir (yüzüğüm) vardı.
Çok de değerliydi.
O yüzük, o gün kayboldu.
Düşündüm taşındım.
İçimden dedim ki:
"Acaba kabre mi düşürdüm?"
Tekrar kabre gittim.
Ve kabri tekrar açtım.
Lahd tahtasını kaldırdım.
Bir de ne göreyim?
Kabirde (ateş) vardı.
Ateş, yüzümü yaktı.
Çok korktum.
Acele kabri örttüm.
Ve ağlayarak eve döndüm.
Annemden sordum ki:
"Kız kardeşimin ne kötü hâli vardı?"
Annem dedi ki;
“Namazına gevşekti.
Koğuculuk yapardı.”
● ● ●
Amr bin Dînâr hazretleri, bir gün (kelime-i tevhîd)in fazîletine dâir çok şeyler anlatıp buyurdu ki:
"Bu hususta çok hadîs var."
Cemaat rica ettiler ki:
"Birini söyler misiniz."
Şu hadîs-i şerîfi nakletti:
“Bir kimse, inanarak (Lâ ilâhe illallah) derse, muhakkak Cennete girer."
.Malını fakirlere dağıtırdı...
03-03-2020 02:00
Amr bin Kays hazretleri, Kûfe'de yetişen âlim ve velilerdendir.
Sevgili Peygamberimizi,
Onun Eshâbını düşünür,
Onlar gibi yaşamaya çalışırdı.
Ticâret de yapardı.
Çok da kazanırdı.
Ama kendi için harcamazdı.
Kazancının çoğunu fakirlere dağıtırdı.
Hem (âlim) idi.
Hem de (veli)
Çok genç yetiştirdi.
Süfyân-ı Sevrî, onun yetiştirdiği büyük âlimdir.
Hem de büyük veli.
O, hocasından şöyle bahseder:
Hocamın evine varırdım.
Onu, ya namazda bulurdum.
Ya da Kur'ân-ı kerîm okurken.
Görürdüm ki, hep ağlar.
Gözyaşları çağlar.
Peki, niçin ağlıyordu?
Allah korkusundan.
Âhiret endîşesinden.
Dostlarından biri, ona sordu ki:
"Niçin çok ağlıyorsun?
Cevâbında;
“Bu kadar günahla Rabbimin huzuruna nasıl çıkacağım, ona ağlıyorum" buyurdu.
Allah korkusu.
Azap endîşesi.
Bunlar kalbinden çıkmazdı.
Ağladığında benzi sararırdı.
Rengi değişirdi.
Bembeyaz olurdu...
.İnsanlar ne gâfildir!..
04-03-2020 02:00
Amr bin Kays hazretleri, Kûfe'de yetişen âlim ve velîlerdendir.
Ticâretle uğraşırdı.
Dünyâya gönül vermezdi
Âhiret ticâretine sarılırdı.
Dünyâya sarılanlara;
"Dünyâya rağbet etmek ne gaflettir. Müslüman, önce âhirete hazırlanmalıdır. Zîra âhiret dehşetli yerdir" buyururdu.
Vefât edince, Kûfeliler üzüldü.
Zîra bir (Velî) kaybetmişlerdi.
Cenâzeye geldiler.
Definde bulundular.
O ara garip bir şey oldu.
Gökyüzünden, (rengârenk kuşlar) aşağıya süzülüp, bu zâtın kabri üzerine geldiler.
Etrâfında defâlarca döndüler.
Ve tekrar gökyüzüne uçup gittiler.
Bunu herkes gördü.
Çok güzel kuşlardı.
Herkes hayrette kalmıştı.
Bu hâli gören bir zât;
"Niçin şaşıyorsunuz? Bunlar meleklerdir. Amr bin Kays'a iyi şehâdette bulunmak üzere geldiler" buyurdu.
Bu zât, sevdiklerine;
"Hayırlı bir iş duyduğunuz zaman, bir defa da olsa onu yapın!" buyururdu.
Kendi de yapardı.
Talebelerine sıkça;
"Kötü kimselerle bulunmayın. Zîrâ onun sapıklığı kalbinize sirâyet eder" derdi.
Bir gün de sevdiklerine;
“Bu dinde en zor iş, (doğru yolu) bulduktan sonra hep o yolda sebât etmek, o yoldan hiç ayrılmamaktır” buyurdu.
."Rabbimden üç şey istiyorum"
05-03-2020 02:00
Amr bin Utbe hazretleri, devamlı gazâlara katılır ve şehîd olmayı isterdi.
Bir gün sevdiklerine dedi ki:
"Rabbimden üç şey istiyorum.
Dünyâya rağbet etmeyeyim.
Namazlarımı Onun beğendiği gibi kılayım.
Ve şehîdlik rütbesine kavuşayım..."
Bunları söyleyip;
"Allahü teâlâ ilk iki isteğimi nasip etti. Üçüncüsünü bekliyorum" buyurdu.
● ● ●
Bir gün dört bin dirhem verdi.
Ve soylu bir at satın aldı.
İnsanlar bunu görüp dediler ki:
"Bu ata bu kadar para verilir mi?"
Onlara cevâben;
"Verilir. Zîra bu atın Allah yolunda attığı her bir adım, dört bin dirhemden daha kıymetlidir" buyurdu.
● ● ●
Geceleri çok namaz kılardı.
Kız kardeşi anlatır ki:
O, bir gece namaza durdu.
Mü'min sûresinden okuyordu.
Bir âyet-i kerîmeyi okudu.
Ama gerisini getiremedi.
Okumaya devam edemedi.
Zîra bu âyette;
"Ey Resûlüm! Müşrikleri kıyâmet günü ile korkut. O gün zâlimlerin bir dostu ve bir şefâatçisi yoktur" buyuruluyordu.
Bu âyeti okudu.
Bir daha okudu.
Sabaha kadar bu âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okudu.
Hürgür hüngür ağladı.
Ve çok gözyaşı döktü...
.Ey kabirdekiler! Amel defterleri dürüldü..."
06-03-2020 02:00
Mücâhid velîlerden Amr bin Utbe hazretleri, bâzı geceler atına binip, kabristana giderdi.
Mevtâlara okurdu.
Sonra ayağa kalkıp;
"Ey kabirdekiler! Amel defterleri dürüldü. Yapılan işler Allahü teâlâya arz edildi" diye seslenir, sabaha kadar gözyaşı dökerdi.
Bâzen de çöle çıkardı.
Orada namaz kılardı.
Bir (bulut) da onu gölgelerdi.
Vahşî hayvanlar gelirdi.
Etrâfında dolaşırlardı.
Ama hiç zarar vermezlerdi.
● ● ●
Vaktiyle bir gazâya çıkmıştı.
Nöbette iken namaza durdu.
O ara bir (arslan kükremesi) işitildi.
Herkes bir telâşa kapıldı.
Kimi sağa kaçtı, kimi sola.
O ise istifini bozmadı.
Koca arslan, Ona yaklaştı.
Etrâfında dolaştı.
Ve karşısına geçip edeple oturdu.
● ● ●
Bu zât bir gazâya katılmıştı.
Üstüne beyaz bir elbise giyip;
"Kanımın, bunun üzerine akmasını istiyorum" dedi.
Sonra kılıcını aldı.
Ve düşmana daldı.
Çok şiddetli çarpıştı.
Bir ara kâfirlerin attığı iri (bir taş) ile yaralanıp şehîd oldu.
Üzerindeki (kanlı elbise) ile oraya defnedildi...
."Allah'ım! Beni bundan koru"
07-03-2020 02:00
Atâ el-Ezrak hazretleri, gece vakti bir yere gidiyordu ki, karşısına bir (yankesici) çıktı.
Elinde de (bıçak) vardı.
Bu zât, içinden duâ etti:
"Allah'ım! Beni bundan koru."
Adamın iki eli de kurudu.
O anda hatâsını anladı.
Ve özür dileyip;
"Bir daha yapmayacağım" dedi.
Bu işlerden vazgeçti.
Ve talebesi olmakla şereflendi.
● ● ●
Bu zâtın hanımı, pazardan öteberi alması için kendisine (iki dirhem) para verdi.
O da pazara vardı.
Ağlayan bir (köle) gördü.
Yaklaşıp, niçin ağladığını sordu.
O da şöyle arz etti:
"Efendim, bana (iki dirhem) verdi.
Pazardan öteberi al dedi.
Ama paramı kaybettim.
Onun için ağlıyorum?"
Bu zât acıdı o köleye.
O (iki dirhemi)ni ona verdi.
Ve tanıdığı bir marangoza gitti.
Parasız kaldığını söyledi.
Marangoz ona;
"Şu talaşlardan al, evine götür" dedi.
O da (talaşları) alıp evine bıraktı.
Hanımına görünmeden câmiye gitti.
Namâzını kılıp eve geldi.
Hanımı, sevinçle karşılayıp;
"Efendi! Getirdiğin (Un) çok güzelmiş, tâze (Çörek) yaptım. Haydi birlikte yiyelim" dedi...
.Gözyaşları dinmezdi
08-03-2020 02:00
Atâ Süleymî hazretleri Allah korkusundan dolayı çok ağlardı.
Gözyaşları dinmezdi.
Bir gün ona bir dostu geldi.
Etrafına bakındı.
Gördü ki, yerler ıslak.
Kendi kendine;
"Abdest alırken su sıçramış" dedi
Ama hayır.
Su sıçramamıştı.
Büyük velî ağlamıştı.
Gözyaşları etrafı ıslatmıştı...
● ● ●
Bir gün (ateş) dolu bir tandır gördü.
Hemen cehennem ateşini hatırladı.
Korkudan düşüp bayıldı.
Kaldırıp evine götürdüler.
Binek üzerinde hatırlasaydı, yere yuvarlanırdı.
Nitekim bir gün öyle oldu.
Binekten düşüp bayıldı.
Bir (gök gürültüsü) işitseydi.
Veyâ (şimşek) çaksaydı.
Şiddetli (rüzgâr) esseydi.
Suçu kendinde bulur ve; "Bütün bunlar, benim günahlarım sebebiyledir" derdi.
● ● ●
Bir gün kendisine;
"Büyük (bir ateş) yakılsa ve (Bu ateşe girenler Cehennemden kurtulup Cennet'e girecek) denilse, kendini o ateşe atar mısın?" diye sordular.
Hiç tereddüt etmeden;
"Çok isterim. Hem öyle sevinirim ki, o sevinçle, ateşe yaklaşmadan ruhumun çıkacağını tahmin ederim" dedi.
.Keşke doğmasaydım!..
09-03-2020 02:00
Atâ Süleymî hazretleri, devamlı cehennemi düşünürdü.
(Günah, ateştir) derdi.
Ve yine sık sık;
(Keşke annem beni doğurmasaydı) derdi.
Bir sevdiği vardı.
İsmi (Beşîr) idi.
O kişi anlatıyor:
Atâ Sülemî, bir gün bana;
"Ey Beşîr! Ölüm peşimde, kabir önümde, gideceğim yer mahşer, yolum sırât köprüsü, altında cehennem, bilemiyorum ki, Rabbim bana ne muâmele yapar?" dedi.
Ve (âh) diye feryâd etti.
Sonra da düşüp bayıldı.
Bir müddet sonra ayıldı.
Ve bize bakıp;
"Şu keçeyi kaldırın" dedi.
Kaldırıp baktık.
Altında (bir dirhem) para vardı.
Onunla (sevik) aldık.
Bir çorba yaptık.
Ve ona içirmek istedik.
O, çorbayı ağzına aldı.
Fakat bir türlü yutamadı.
Kendisine;
"Ey Atâ! Bu çorbayı senin için yaptık, haydi iç!" dedik.
Bize dönüp;
"O çorbanın sıcaklığından aklım gitti" dedi.
Biz, merakla sorduk ki:
"Niçin aklın gitti?"
O, derinden bir (Âh) dedi.
Ve ağlayarak;
"Müzzemmil sûresinin; (Âhirette, kâfirler için çok korkunç bir ateş vardır) meâlindeki âyet-i kerîmeyi hâtırladım" dedi.
.Hiç ölüm acısı duymayanlar!..
10-03-2020 02:00
Yâlâ bin Mürre "radıyallahü anh" şöyle anlatıyor:
Bir dostuma gittim.
Ve ona dedim ki:
"Alî Mürtezâ, kâfirlerle şiddetli savaşıp, onları kahreden bir kişidir. Kâfirler Ona zarar verebilirler. Gidip kapısında nöbet tutalım" dedim.
O da uygun gördü.
Ve nöbete başladık.
Alî Mürtezâ bizi görüp sordu:
"Burada ne yapıyorsunuz?"
"Sizi, kâfirlerin şerrinden korumak için, burada nöbet tutuyoruz" dedik.
O bize sordu ki:
"Beni, gök ehlinden mi koruyorsunuz, yoksa yer ehlinden mi?"
"Tabii ki, yer ehlinden."
Bize, sevgiyle bakıp;
"Herkesin yanında (iki melek) vardır. Eceli gelinceye kadar, o kimseyi her şerden korurlar" buyurdu.
● ● ●
Bu zât şöyle anlatıyor:
Bir mümin ölmek üzeredir.
O anda, Efendimiz gelir.
Mübârek yüzünü ona gösterir.
Bir melek ona sorar ki:
"Bunu tanıyor musun?"
Mümin, sevinç içinde;
"Elbet tanıyorum" der.
Ve Onu görmenin lezzetiyle hiç (ölüm acısı) duymaz.
Ölen kişi kâfir ise;
"Tanımıyorum" der.
Ve ebedî Cehenneme gider.
.Hocan ne diyorsa, kabul et!"
11-03-2020 02:00
Atpazarlı Osmân Fadlı Efendi, gençliğinde ilim tahsîli için İstanbul'a geldi.
Zâkirzâde Abdullah Efendi'ye gitti.
Onu çok sevdi ve;
"İşte Hocam'ı buldum!" dedi.
Hocası da Onu görünce;
"İşte hakîkî bir talebe" dedi.
● ● ●
Bir gün Zâkirzâde Efendi, talebelerinden şahsî bir işinin yapılmasını istedi.
Ancak gençler yavaştan aldılar.
Osmân Fadlı Efendi kalktı.
Ve edeple huzura varıp;
"Emrinize âmâdeyim" dedi.
Bu zât memnun oldu.
Ve ona buyurdu ki:
“Ama senin dersin vardır."
"Olsun hocam, size hizmeti, her şeye tercîh ederim" dedi.
Hocası çok sevindi.
Ve bütün kalbiyle;
"Ey çelebi! Allahü teâlâ sana, önce ve sonra gelenlerin ilimlerini nasip eylesin" diye duâ etti.
Daha sonra Osmân Fadlı;
"Bu duâ ile bütün ilimler, bir gecede kalbime girdi" demiştir. Bir gün, hocası onu çağırdı.
İcâzetini verecekti.
Ancak Osmân Fadlı;
"Sizden ayrılmak istemiyorum" dedi.
O gece rüyâsında dendi ki:
"Hocan ne diyorsa, kabul et!"
Hatâsını anladı ve;
"Emriniz başım gözüm üstüne" dedi ve icâzetini aldı.
.Allah için canını verenlerin kanı!..
12-03-2020 02:00
Avn bin Abdullah hazretleri, gençliğinde, arkadaşlarıyla birlikte kıra çıktılar.
Hava çok sıcaktı.
Bu zât, bir ara ayrıldı.
Geri gelmesi gecikince, arkadaşları merak edip Onu aramaya başladılar.
Gördüler ki, bir yere uzanmış uyuyor.
Hava açık ve güneşliydi.
O ise (gölgede) idi.
Etrafta ağaç da yoktu.
Merak edip, yukarı baktılar.
Hakîkati o zaman anladılar.
Zîra başının üstünde bir (bulut) vardı.
Ve ona gölgelik yapıyordu.
Hazret-i Avn uyandı ve;
"Bunu kimseye söylemeyin" dedi.
● ● ●
Bu velî zât, bir gün ağlıyor ve gözyaşlarını yüzüne sürüyordu.
Bunu görenler sordular:
"Niçin böyle yapıyorsunuz?"
O zât, bir "âh!" etti ve onlara dönüp;
"Allah korkusu ile akan gözyaşlarının ıslattığı uzuvları, Hak teâlâ Cehennemde yakmaz" buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün de;
"Dünyâya gönül kaptırmayan, mal, mevkî, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdâsında olmayan din âlimleri, Peygamberlerin vârisleridir" dedi.
Sonra ilâve etti.
"Kıyâmet günü, bunların (mürekkebi), Allah için canını veren (şehitlerin kanı) ile tartılacak ve mürekkep, daha ağır gelecektir."
."Yükünü bırak da gel!.."
13-03-2020 02:00
Cemâleddîn-i Geylânî hazretleri, Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin sohbetine giderken, evindeki kitaplardan birkaçını yanına aldı.
Ve yola koyuldu.
Yolda iken, bir rüyâ gördü.
Necmeddîn-i Kübrâ buyurdu ki:
"Yükünü bırak da gel!"
O anda uyandı.
"Yük"ten murat ne idi acabâ.
"Neyse.." deyip, yola devam etti.
İkinci gece de aynı rüyâyı gördü.
Yine o zât belirmişti.
Ve aynı şeyi söylemişti.
O, yine “Neyse...” dedi.
Ve yola koyuldu.
Üçüncü gece, yine o rüyâyı gördü.
Ama bu defa sordu ki:
"Yüküm nedir efendim?"
Buyurdu ki:
"Getirdiğin kitaplardır."
Uykudan uyandı.
O kitapları Ceyhun Nehri'ne attı.
Ve huzûruna vardı.
O zât, kendisine;
"Ey Cemâleddîn! O kitapları nehre atmasaydın, bizden istifâde edemezdin" buyurdu.
Orada kırk gün kaldı.
İlmine ilim kattı.
Kırk gün sonra hocası ona (Aynüzzamân) ünvânını verdi ki, (zamânın göz bebeği) demektir.
.Nereden geliyorsun?"
14-03-2020 02:00
Cemâleddîn Geylânî hazretleri Kazvin'de otururdu.
Talebesi pek çoktu.
Şîrâz Pâdişâhı da bunlardandı.
Günler geçti.
Bir talebesinin Şîrâz'da bir işi çıktı.
Hocasına vardı.
Ve gitmek için izin istedi.
İzin verince, arz etti ki:
"Efendim, Şîraz'daki işimin hâllolması için, Şîrâz Pâdişâhı'na bir mektup yazar mısınız?"
Hocası da;
"Peki yazayım" dedi.
Ve bir kâğıda, (Bal) yazdı.
Altına da (Râziyâne) yazdı.
Genç, bu kâğıdı alıp, Şîrâz'a vardı.
Ve pâdişâhla görüşmek istedi.
Ancak adamları;
"Sultân hasta" dediler.
“Olsun, görüşmem lâzım” dedi.
İzin alıp, huzuruna vardı.
Ve selâm verdi.
Sultân selâmını alıp sordu:
"Nereden geliyorsun?"
"Kazvin'den efendim."
"Hocamız nasıldır?"
"İyidir" deyip, o kâğıdı uzattı ona.
Pâdişâh, kâğıttaki o iki kelimeyi okuyunca, hocasının, hastalığına (ilâç) yazdığını anladı.
Bunları yiyip şifâya kavuştu.
Öyle ki, hastalıktan eser kalmadı.
.Hükümdar hile yaptı, ama...
15-03-2020 02:00
Zamânın hükümdârı, Cemâleddîn Geylânî hazretlerini Bizans'a elçi olarak gönderdi.
Bizans hükümdârı, meşhûr bir âlimin geldiğini duydu.
Makâmına çağırdı.
Ama bir hile düşündü.
Aklı sıra, elçinin, huzûruna girerken, tebaasının yaptığı gibi yerlere kadar eğilerek girmesini temîn için, üstü kapalı bir yer yaptırıp, bu zâtı çağırdı.
Bu velî zât geldi.
Dehlizi görünce hileyi sezdi.
Ve arkasını hükümdâra döndü.
Odaya, arka arka girdi.
Hükümdâr şaşkına döndü.
Büyüklüğünü idrak etti.
Ezildi, büzüldü.
Ve çok iltifâtlarda bulundu...
● ● ●
Yine bu velî zât, Bizans hükümdârının sarayında, papazlarla münâzaraya oturmuştu.
Papazlar geldiler.
Yan yana oturdular.
Birbirleriyle fısıldaştılar.
Ve hazret-i Âişe vâlidemizle ilgili olan iftirâ hâdisesini konuşmaya başladılar.
Büyük velî, sinirlendi.
Onlara sertçe bir baktı.
Ve hazret-i Meryem ile hazret-i Âişe'yi kastederek; "Biri (kocasız çocuklu), diğeri (kocalı çocuksuz) olan bu iki mübârek kadının temiz oldukları, vahiyle bildirilmiştir" buyurdu.
Papazlar sustular.
Ve cevap veremediler...
."Ey Yûnus! Yarın bana kavuşacaksın"
16-03-2020 02:00
Yûnus Mürebbî hazretleri, gençliğinde Kastamonu'nun fethine katılmıştı.
O vakit çok gençti.
Ama gâyet dinçti.
Muhâsara uzun sürdü.
Kaleyi almak şöyle dursun, surlara tırmanmak bile mümkün olmadı.
Genç Yûnus buna üzüldü.
Kumandanın huzuruna çıktı.
Önce selâm verdi.
Sonra, bir asker gibi;
"Kumandanım! İzin verirseniz, yapılacak ilk cenkte ben (bayraktar) olmak istiyorum" dedi.
Gerçi yaşı küçük idi.
Ama yine de ümitliydi.
Kumandan ona şöyle bir bakıp;
"Sen henüz küçüksün" dedi.
Bu cevâba üzülen Yûnus;
"Ama beyim, dün gece rüyâmda Sevgili Peygamberimizi gördüm" dedi.
"Nasıl gördün evlâdım?"
"Efendimiz bana; (Ey Yûnus! Sen yarın bana kavuşacaksın, fakat elinde bayrakla gel) buyurdu."
Kumandan istediği izni verdi.
Genç Yûnus, sancağı kaptı.
Beline bir urgan sardı.
Ucunu, kale burçlarına fırlattı.
Dökülen kızgın yağlara aldırmadı.
Sancağı burçlara dikti.
Sonra kale kapısını açtı.
Açılan kapıdan içeri giren askerlerimiz, kaleyi fethettiler.
."Ey Bedî'uddîn! Niçin namaz kılmıyorsun?"
17-03-2020 02:00
Bedî'uddîn Sehârenpûrî, gençliğinde İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetine giderdi.
Bir gün, bir kız gördü.
Ve ona âşık oldu.
O gün namâzı bıraktı.
Hazret-i İmâm, ona;
"Ey Bedî'uddîn! Niçin namaz kılmıyorsun?" buyurdu.
Bedî’uddîn cevâben;
"Ben böyle nasîhatleri çok dinledim. Bana nasîhat kâr etmiyor" dedi.
İmâm-ı Rabbânî buyurdu ki:
"Yarın gel, bir şeyler yaparız."
“Peki efendim” dedi.
Ertesi gün tam yola çıkacaktı.
Sevdiği kız onlara geldi.
Onunla konuşmaya daldı.
Ve hazret-i İmâm'a gidemedi.
Üç gün sonra gidebildi.
Hazret-i İmâm;
"Verdiğin sözü tutmadın. Ama mâdem geldin, iyi ettin. Git abdest al, iki rekât namaz kıl ve yanıma gel" buyurdu.
Bedî'üddîn "Peki" dedi.
Abdest alıp, namaz kıldı.
Ve tekrar huzura geldi.
Büyük velî, ona bir teveccüh etti.
Genç, kendinden geçti.
Bir gün sonra ayılabildi.
Uyanınca, kalbini yokladı.
O kıza olan sevgisi kalmamıştı.
Sohbetlere devam etti.
Ve yüksek derecelere kavuştu...
."Korkma oğlum, geçer!.."
18-03-2020 02:00
Anadolu evliyâsından Behrullah Efendi, Tokat'ın Erbaa ilçesine bağlı Koçak köyündendir.
Bir talebesi vardı.
Adı, İskender idi.
Gemi kaptanlığı yapıyordu.
Bir vakit denizde fırtına çıktı.
Ve gittikçe şiddetlendi.
Gemi batmak üzereydi.
Hemen hocasını düşündü.
Behrullah Efendi'yi.
Onun himmetine sığındı.
Ve Allaha yalvardı.
O anda hocasını gördü karşısında.
Çok sevinip, gayriihtiyârî;
"Hocam himmet!" dedi.
Behrullah Efendi;
"Korkma oğlum, geçer" dedi.
Gerçekten az sonra fırtına dindi.
Yolcular rahat nefes aldılar.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Bir velî, başka bir velîyi ziyârete gitti.
Gördü ki, son nefeslerini alıyor.
Izdırap içinde inleyip gözyaşı döküyor.
Kendisine;
"Niçin ağlıyorsun?" dedi.
O velî, cevâbında;
"Bugüne kadar yaptığım ibâdetler kabul olunmadıysa hâlim nice olur?" buyurdu.
Ziyârete gelen;
"Eyvâh!" dedi. "Amellerinin kabul olunmayacağından korkuyor. O böyle derse, bizim hâlimiz nice olur?" dedi.
Ve tövbe istiğfâr eyledi.
."Huzura ermenin yolu nedir efendim?"
19-03-2020 02:00
Bekâ bin Mahled hazretleri, duâsı makbul bir zât idi.
Bir gün yanına bir kadın geldi.
Huzûra girdi ve;
"Oğlum kâfirlere esir düştü. Bir duâ eder misiniz?" diye arz etti.
Bu zât, kadıncağıza;
“Peki, duâ edelim" dedi.
Kadın da, sevinip gitti.
Ertesi gün kadın yine geldi.
Oğlu da yanındaydı.
Teşekküre gelmişti.
Büyük velî, çocuğa dedi ki:
"Nasıl kurtuldun, anlat."
O da şöyle anlattı:
Rum diyârında esirdim.
Ellerime kelepçe taktılar.
Dün, birdenbire elimdeki kelepçeler çözülüp yere düştüler.
Görevli hemen geldi.
Ve kelepçeyi bileğime geçirdi.
Az sonra yine çözülüp düştüler.
Bunu gören vazîfeli şaşırdı.
Ve gidip papazlarını çağırdı.
Papaz hâdiseyi dinleyince;
"Onu salın gitsin. Zîra Allah'ın sevgili bir kulu, onun için duâ etmiş, ne yapsanız faydasız" dedi.
Onlar da beni saldılar.
● ● ●
Bir gün bu zâta sordular ki:
"Huzura ermenin yolu nedir efendim?"
Cevâbında;
"Sabırdır. (Huzûr)u, bir odanın içinde (kilitli) farz edin. İşte o odanın anahtarı (Sabır)dır. Sabrederseniz, kapı açılır ve huzûra kavuşursunuz."
.O, bizden aldığını fakîrlere dağıtacak"
20-03-2020 02:00
Büyük velî Beyzâde Efendi, bir gün oğlu ile birlikte dışarı çıktı.
Ve bir fakîr gördü.
Oğluna dönüp;
"Buna, bir kuruş ver" dedi.
O da verdi.
Sonra bir fakîr daha gördü.
"Buna, yarım kuruş ver" dedi.
Oğlu da verdi.
Bu sefer bir genç gördü.
"Buna, yirmi kuruş ver" dedi.
Oğlu, kalbinden;
"Babamı da anlamak zor. Köre sağıra yarım kuruş, genç adama yirmi kuruş" dedi.
Babası bunu anlayıp;
"Oğlum! O fakîrler, kendileri için aldı. Bu genç ise, bizden aldığını fakîrlere dağıtacak" dedi.
● ● ●
Bu zât, (ömre) ye niyet etmişti.
Hanımı da hâmile idi.
Ve burnuna, yan komşusundan (kızarmış et kokusu) geldi.
Bu büyük Velîye;
"Efendi! Komşuya git de, (kızarttığı etten) benim için bir parça isteyiver" dedi.
O da gidip, isteğini bildirdi.
Ancak komşu kadın;
"Mâlesef veremiyeceğim" dedi.
“Niçin?" deyince ağladı.
Ve şöyle anlattı:
“Biz, üç gündür açız.
Dışarda bir (ölü köpek) gördüm.
Ondan bir parça kesip eve getirdim.
Onu kızartıyorum” dedi.
Büyük Velî, koştu eve.
Ömre için ayırdığı (parayı) getirip, bu kadına verdi.
.Senin de ağzın eğilmiş!.."
21-03-2020 02:00
Seyyid Burhâneddîn hazretleri, bir gün çarşıda giderken, kaftanının eteği bir tarafa hafif eğilmişti.
Bir genç bunu gördü.
Ve alay maksadıyla dedi ki:
"Hey derviş! Bu nasıl kaftan?"
Mübârek sordu:
"Ne olmuş kaftanıma?"
"Baksana, bir tarafa eğrilmiş."
Büyük velî üzüldü.
Maksadını anlayıp dedi ki:
"Senin de ağzın eğilmiş."
O anda eğildi gencin ağzı.
Felçli gibi, yamuldu birden.
Hatâsını anladı.
Ve yanınana varıp;
"Özür dilerim efendim, ne olur affedin, gençliğime bağışlayın" dedi.
Mübârek zât, genci affetti.
Ağzına şefkatle bir baktı.
Düzeldi gencin ağzı...
● ● ●
Bu zât, bir gün hizmetçisine;
"Benim için ocağa su koy" dedi.
Hizmetçisi;
"Peki efendim" dedi.
Ve suyu ocağa koydu.
Büyük zât, yine ona;
"Su ısınınca dışarı çık ve benim öldüğümü herkese bildir" buyurdu.
Sonra içeri girdi.
Ve ellerini kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Seni ve Resûlünü çok seviyorum. Beni bu sevgime bağışla" dedi.
Kelime-i şehâdeti söyledi.
Ve rûhunu teslîm etti...
.Kasîde-i bürde...
22-03-2020 02:00
İmâm-ı Busayrî hazretlerinin, Resûlullah Efendimize ve evliyâ zâtlara çok muhabbeti vardı.
Bir de kasîdesi var.
İsmi (Kasîde-i Bürde).
Efendimizden bahseder.
Şöyle anlatılır:
Bu zât hayli yaşlandı.
Sonra da felç oldu.
Öyle ki, bedeninin yarısı tamâmen hareketsiz kaldı.
Şifâ bulmak için Resûlullah'ı vesîle ederek çok duâlar etti.
Ve bir (Kasîde) yazdı.
Orada Resûlullahı methetti.
Bu kasîdeyi, bir gece rüyâda Resûl-i ekreme okudu.
Efendimiz çok beğendiler.
Ve mübârek hırkasını Ona giydirip, bedeninin felçli yerlerini mübârek eli ile sığadılar.
Sabah uyandığında şaşırdı.
Zîra sıhhate kavuşmuştu.
Efendimizin giydirdiği (hırka-i saâdet) de üzerinde idi.
Onun için, bu kasîdeye (Kasîde-i bürde) denildi.
Bürde, (hırka) demektir.
Bu sevinçle sabah namâzına giderken, yolda, evliyâ bir zâta rastladı.
O velî, imâma dedi ki:
"Kasîdeni dinlemek isterim."
"Hangisini" deyince;
"Bu gece Resûlullah'a okuduğunu" dedi.
"Ben bunu kimseye söylemedim. Siz nereden biliyorsunuz?" deyince, gördüğü rüyâyı aynen anlattı
.Çağırın, gelsin Cabbâr Dede'yi!"
23-03-2020 02:00
Dördüncü Murâd Hân, Bağdât seferine giderken, bir yerde mola verdi.
Ve yanındakilere;
"Bu yörede, Cabbâr Dede diye meşhûr bir zât olduğunu işitiriz. Çağırın gelsin” dedi.
"Başüstüne" dediler.
Ve gidip ona bildirdiler.
Cabbâr Dede, emri aldı.
Ve derhal fırlayıp kalktı.
Atına binip, süratle Sultân'ın huzûruna geldi.
Ancak Cebbâr Dede'nin (atı) ve (kamçısı) görevlilerin dikkatini çekmişti.
Zîra atı, bir (Kaplan) idi.
Kamçısı da, bir (Yılan).
Cabbâr Dede'nin büyüklüğünü kabul etmeyenler, gördükleri bu kerâmet karşısında çok mahcup oldular.
● ● ●
Sultân Murâd, bu zâta sordu:
"Efendi hazretleri, Bağdât'ın fethi bize müyesser olur mu acabâ?"
Cabbâr Dede dedi ki:
"Olur, ama bir şartla."
"O şart nedir efendim?"
"Haşmetlü pâdişâhım! Havrâniye köyünde (Genç Osmân) isminde bir delikanlı vardır. Onu da götürürsen, Bağdât fethedilir" buyurdu.
Sultân Murâd Hân;
"Emriniz olur" dedi.
Genç Osmân'ı buldu.
Bağdat seferine Onu da götürdü.
Böylece Bağdât fetholundu.
.Cabbâr Dede'yi şikâyet ettiler!..
24-03-2020 02:00
Allah dostlarından Cabbâr Dede'nin îtibârını çekemeyenler;
"Onun koyunları ekinlerimize zarar veriyor" diye, karakol kumandanına şikâyet ettiler.
Komutan emretti:
"Gidin, Onu getirin!"
Zaptiyeler gidip söylediklerinde;
"Siz gidin, ben de geliyorum" dedi.
Onlar gidince, Ceyhan Nehri'ne gitti.
Seccâdesini aldı.
Suyun üstüne yaydı.
Kendi de üzerine oturup, kısa zamanda karakola vardı. Zaptiyeler, Cabbâr Dede'nin kendilerinden önce geldiğini görünce şaşırdılar.
Komutan Onu sevdi.
Ve kendisine sordu ki:
"Köylüler senden şikâyetçi. Koyunların, köylünün ekinlerini yiyip, zarar veriyormuş, öyle mi?"
Mübârek zât;
"Hayır, yalan" dedi.
Ve ilâve etti:
"İki asker gönder, koyunlarımı onların ekin tarlasına sürsünler. Eğer o ekinleri yerlerse, suçlu olduğumu kabul edeceğim."
O da iki asker gönderdi.
Askerler, Cabbâr Dede'nin koyunlarını, köylülerin ekin tarlalarına sürdüler.
Gördüler ki, hiç de öyle değil.
Koyunlar hiç yemiyorlar.
Bizzat şâhit oldular.
Ve gidip komutana bildirdiler.
Kumandan, Cabbâr Dede'nin iftirâya uğradığına hükmedip, köylüleri azarladı..
.Ben bu işe lâyık değilim"
25-03-2020 02:00
Cünd vâlisi, bir gün Ebû Abdullah Câfer hazretlerine haber gönderip, insanlara doğru yolu göstermesini ricâ etti.
Ebû Abdullah, vâliye;
"Bir şartla; bana hâkimlik teklîf etmeyeceksin" buyurdu.
Kabûl edince, Cünd'e yerleşti.
Ve insanlara İslâmı öğretmeye başladı.
Bir müddet sonra vâli değişti.
Yeni vâli, halka sordu ki:
"Burada en büyük âlim kimdir?"
Onlar da;
"Ebû Abdullah Câfer'dir" dediler.
"Çağırın gelsin! dedi.
Gidip çağırdılar.
Gelince, kendisine;
"Bu şehrin hâkimi sensin" dedi.
O da cevâben;
"Ben bu işe lâyık değilim" dedi.
Ve o şehirden ayrılıp gitti.
Yeni vâli, buna sinirlendi.
Ve adamlarıyla peşine düştü.
Nihâyet yetiştiler.
Kılıçlarını çektiler.
Ve defâlarca ona kılıç çaldılar.
Ancak kılıçları kesmedi.
Mübârek zât, bayılıp düştü.
Onlar (öldü) zannettiler.
Ve ayrılıp gittiler.
Oradan geçmekte olan birisi Ebû Abdullah Câfer hazretlerini tanıyıp, köyüne götürdü.
Köylüler meraklanıp;
"Size ne oldu?" dediler.
O da her şeyi anlattı.
Son olarak buyurdu ki:
"Onlar bana şiddetle ve defâlarca kılıç vururken, ben (Yâsîn-i şerîf) okuyordum. Kılıçları, bana hiç tesir etmiyordu."
."Niçin ağlıyorsun?"
26-03-2020 02:00
İslâm âlimlerinden Cafer Mekkî hazretleri talebeleri ile sohbet ederken şöyle anlatıyor:
Bu dünyâ hayâtı bitecek.
Âhiret hayâtı başlayacak.
Mahşer hayâtı da bitecek.
Nihâyet (Mîzan) kurulacak.
Mîzan, (terâzi) demektir.
Herkesin sevabı ve günahı o terâzide tartılacak.
Bunları bir kitapta okumuştum:
Şöyle anlatıyordu:
Mahşerde bir kulun hesâbı görülüyor.
Sevap ve günahları tartılıyor.
Ve günâhları (ağır) basıyor.
Melekler, onu tutuyorlar.
Ve Cehenneme götürüyorlar.
Adam başlıyor ağlamaya.
Diyorlar ki:
(Niçin ağlıyorsun?)
Diyor ki:
(Ben Rabbimden bunu ümid etmiyordum.)
(Ne ümid ediyordun?)
(Beni Cehenneme atmaz diyordum.)
O anda Efendimiz geliyor.
Ve sevap kefesine bir şey bırakıyor.
Melekler bakıyor ki (bir kâğıt).
O anda sevaplar ağır basıyor.
Melekler merak ediyorlar.
Ve o kâğıdı alıp bakıyorlar.
Görüyorlar ki, üzerinde (salevât-ı şerîfe) yazılı.
Melekler donup kalıyorlar.
Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Peygamberime salevât-ı şerîfe getiren bir kulumu ben ateşe atmam.)
Melekler o mümini alıyorlar.
Ve Cennete götürüyorlar...
."Koyunlar benim değil"
27-03-2020 02:00
Allah dostlarından Mustafa Çelebi anlatıyor:
Abdullah bin Ömer "radıyallahü anh" bir gün (köle) bir çobana rastladı.
Çoban, koyun otlatıyordu.
Gidip yanına yaklaştı.
Koyunlardan birine baktı.
Ve onu gösterip;
"Şu koyunu bana sat" dedi.
Çoban cevâben dedi ki:
"Bunlar benim değil, satamam."
"Sâhibi sorarsa, kurt yedi dersin."
Yine (Olmaz) dedi.
Ve koyunu satmadı.
Hikmetini sorunca;
"Allahü teâlâ her yerde hâzır ve nâzırdır. Sâhibi görmese de O bizi görüyor" dedi.
İbn-i Ömer, bu cevâbı beğendi.
"Âferin sana" dedi.
Sonra çobanı ve sürüyü sâhibinden satın aldı.
Çobanı âzâd eyledi.
Koyunları da ona hediye etti...
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor ki:
Îsâ aleyhisselâm, havârîleri ile bir yere gidiyordu.
Yolda bir (köpek leşi) gördüler.
Çok da fenâ kokuyordu.
Havârîler iğrendiler.
Ve ona (Pis) dediler.
Îsâ Nebî (Pis) demedi.
İyi tarafını gördü.
Ve onlara ders vermek için;
"Dişleri de ne kadar (beyaz). Her şeyin iyi tarafını görün, çirkinliğini görmeyin. Ancak dînin yasak ettiği bir işse, onu görün ve söyleyin" buyurdu.
."Hocam biz geldik!.."
28-03-2020 02:00
Evliyâdan Cemâleddîn Aksarâyî hazretlerinin vefâtıyla talebeleri üzüldüler.
Namâzını kılıp defnettiler.
Ama dersleri (yarım) kalmıştı.
Talebeler, kabrine gittiler.
Ziyâret edip, (Fâtiha) okudular.
"Hocam, biz geldik" dediler.
Ama cevap alamadılar.
İkinci gün yine gittiler.
Bir (Fâtiha) üç (İhlâs) okuyup;
"Hocam biz geldik" dediler.
Yine cevap gelmedi.
Üçüncü gün de aynı oldu.
Dördüncü gün kabrin başına geldiklerinde, hocalarının rûhâniyeti tecessüm etti.
Yâni onlara görünüp;
"Geldiniz mi?" dedi.
"Geldik hocam" deyince;
"Hoş geldiniz, haydi dersimizi okuyalım" buyurdu.
Yarım kalan derslerini okuttu.
Çocuklar sevindiler.
Ama sormadan edemediler.
"Hocam, biz üç gün, arka arkaya geldik ve geldiğimizi size arz ettik. Ama sizden cevap alamadık, sebebi neydi?" diye sordular.
Mübârek zât;
"Biliyorum" dedi.
Ve buyurdu ki:
"Üç gün önce, bu kabristana biri gelip, bir (Fâtiha) ile üç (İhlâs) okudu. Sevâbını, kabristandaki bütün mevtâlara bağışladı. Ben de nasîbimi almak için sıraya girdim. Ancak üç günde bana sıra geldi. Onun için size cevap veremedim, kusura bakmayın" buyurdu...
.Bir duâ öğretin de…''
29-03-2020 02:00
Hasan-ı Basrî hazretleri dergâhta otururken bir kadın gelip; "Efendim, bir kızım vardı, öldü. Bana bir duâ öğretin de onu rüyâda göreyim" dedi.
Mübârek "Peki" dedi.
Ve bir duâ öğretti.
Kadın teşekkür edip ayrıldı.
Ertesi gün, çok üzüntülü geldi.
Hüngür hüngür ağlıyordu.
Büyük zât sordu:
"Niçin ağlıyorsun?"
Dedi ki:
“Kızımı rüyâda gördüm. Ama Cehennemde yanıyordu."
Büyük zât da ağladı.
Yanındakiler de ağladılar.
O gece, bu büyük zât rüyâ gördü.
Rüyâsında Cennette idi.
Muhteşem bir (köşk) gördü.
Bir de genç bir (hanım) vardı.
O hanıma sordu ki:
"Sen hangi peygamberin hanımısın?"
O da cevâben;
"Ben peygamber hanımı değilim. Geçen gün size gelip, ölmüş kızını rüyâda görmek isteyen kadının kızıyım" dedi.
Büyük velî şaşırdı.
Ve ona sordu ki:
"Kızım, annen senin Cehennemde yandığını söylemişti. Bu makâma nasıl geldin?"
Şöyle anlattı:
“Biz Cehennemde yanıyorduk.
Bir mümin kabristana geldi.
Fâtiha, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini okudu.
Sevâbını bizlere bağışladı.
O anda azâbımız durdu.
Ve hepimiz Cenneteyiz...”
.Seyyidi üzdü ama…
30-03-2020 02:00
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin torunlarından Cezîrî hazretleri bir zaman Kâhire'ye gelmişti.
Orada biri vardı.
İsmi, İbn-ül Enbâbî.
Evliyâ torunuydu.
Cezîrî hazretleri, bu zâta uğradı.
Ancak Ondan, (kendisiyle ilgili) uygunsuz sözler işitti.
Çok üzüldü ve geri geldi.
O gece çok duâlar etti.
Abdülkâdir-i Geylânîyi düşündü.
Bu zât, dedesi oluyordu.
Bu işi kalben dedesine arz etti.
Ve o kederle yattı.
Gece yarısı kapısı çalındı.
Açtığında (İbn-ül-Enbâbî) yi gördü.
Çok pişmân hâli vardı.
Özür dileyip ellerine sarıldı.
"Ne olur beni affet. Ne emredersen yapayım" dedi.
Cezîrî hazretleri sordu ona;
"Niçin gece yarısı geldin?"
O da şöyle anlattı:
Rüyâmda senin deden ile kendi dedemi gördüm.
İkisi de bana kırgındılar.
Hattâ çok kızgındılar.
Senin deden, bana bakıp;
"Eğer dedenin hatırı olmasaydı, ağır bir cezâya çarpılacaktın" dedi.
Dedem de bana;
"Kalk, yastığının altındakini öldür!" dedi.
Korkuyla uyandım.
Yastığımı kaldırdığımda çok iri bir (yılan) görüp öldürdüm
Ve hemen sana geldim.
Ne olursun beni affet.
.Âfiyet isteyiniz
31-03-2020 02:00
Tâbiînden Cübeyr bin Nüfeyr hazretleri anlatır:
Hazret-i Ebû Bekr, bir gün Peygamber Efendimizin minberinin yanına geldi.
Ve çok ağladı.
Zîra Efendimizi hâtırlamıştı.
"Ey insanlar! Allahü teâlâdan âfiyet dileyiniz. Çünkü Allahü teâlâ, kullarına, (Îman) dan sonra (Âfiyet) gibi bir nîmet vermemiştir" buyurdu.
Bu zât, bir gün el kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Bana, âfiyette olduğum bir gün ihsân eyle!" diye yalvarıyordu.
Birisi bunu işitti.
Ve ona sordu ki:
"Siz âfiyette değil misiniz?".
Cevâbında;
"Âfiyette olduğum gün, Allahü teâlâya hiç bir günâh işlemediğim gündür" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta sordular ki:
"Efendim, en kötü (kibir) hangisidir?"
Cevâben buyurdu ki:
"İbâdet edenlerin kibridir."
Bir gün de;
"Her an Allahü teâlâyı hâtırlıyan ve O'nu bir an unutmıyanlar, güler bir hâlde Cennete gireceklerdir" buyurdu.
Bir gün de biri geldi.
Ve (kıyâmet) ten sordu.
Ona, cevâbında;
"Doğduğu günden ölünceye kadar, her ânını secdede geçiren kimse bile, kıyâmet gününün şiddetinden, sevâblarını az görür" buyurdu.
.."Şu sinekleri kov da yüzünü görelim!.."
01-04-2020 02:00
Kânûnî Sultân Süleymân hân, bir gece rüyâsında, ak sakallı, nûr yüzlü bir ihtiyâr gördü.
Bu ihtiyâr, kendisine;
"Efendim, Eyüpsultan'daki (Baba Haydar), sizi kulübesinde bekliyor" dedi.
Pâdişâh uykudan uyandı.
Çok meraklandı.
Kendi kendine;
"Kimdir bu Baba Haydar?" dedi.
Hemen lalasını çağırıp;
"Hazırlan, Eyüb'e gidiyoruz" dedi.
Nihâyet Eyüb'e vardılar.
Ve bu kişiyi sordular.
Ama tanıyan çıkmadı.
O ara bir çocuk geldi.
Köhne bir kulübe gösterip;
"O, şu kulübede yaşıyor" dedi.
Hemen oraya vardılar.
Ve kapıyı vurdular.
İçeriden bir ses geldi:
"Buyurun Pâdişâhım!"
Girip selâm verdiler.
Bir de ne görsünler!
Baba Haydar'ın yüzünü binlerce sinek kaplamış, Onu gizliyorlardı.
Sultân Süleymân;
"Hazret! Şu sinekleri kov da yüzünü görelim" dedi.
Mübârek zât;
"Gücünüz varsa, siz kovun" buyurdu.
Sultân uğraştı, ama kovamadı.
Baba Haydar kalktı.
Pencereyi açıp;
"Haydi, hepiniz dışarı!" dedi.
Sinekler, emir almış gibiydi.
Bir anda boşalttılar odayı...
."Benden bir şey dileyin!"
02-04-2020 02:00
Kânûnî Sultân Süleymân Hân, Baba Haydar Semerkandî hazretlerini ziyârete gitti bir gün.
Elini öpmek istedi.
Baba Haydar elini çekti.
Ve öptürmedi.
Sultân arz etti ki:
"Benden bir şey dileyin."
Büyük velî buyurdu ki:
"Sağlığından gayri şey istemem.”
Sultan Süleymân, onun oturduğu postekinin altına, içi altın dolu bir kese bırakmak istedi.
O, bunu fark etti.
Ve eliyle iterek;
"Mâdem çok istiyorsun, şuraya bir mescid inşâ ettir de insanlar içinde ibâdet etsinler" dedi.
Pâdişâh;
“Emredersiniz” dedi.
Ve o gün işe başlandı.
Ve çabucak tamamlandı.
Açılışta Pâdişâh da vardı.
Baba Haydar'a;
"Efendi hazretleri! Buyurun, önce siz girin. Bu mescid sizindir ve sizin için husûsî yer ayrılmıştır" dedi.
Baba Haydar;
"Hayır, olmaz" dedi.
"Ne olmaz efendim?"
"Mescit benim değil, Allahın evidir. Benim için husûsî yer de istemem."
Pâdişâh, hürmetle;
"Başüstüne" dedi.
Baba Haydar Efendi, ölünceye kadar bu câmide imâmlık yaptı.
İnsanlara vâz-ü nasîhat etti.
Halka, doğru yolu anlattı...
.Sabır böyle olur...
03-04-2020 02:00
Ahmed Yekdest Cüryânî hazretleri, Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretlerinin yetiştirdiği yedi bin mürşid-i kâmilden biridir.
Cüryânlıdır.
Büyük tüccardı.
Bir defâ Cüryan'dan, ticâret için Hindistan'a gidiyordu.
Yolda iken bir acı haber aldı.
Çocukları tâûndan ölmüş.
Çok üzüldü, ağladı.
Ciğerleri dağlandı.
Yola devam ettiler.
Bu defâ da eşkıyâlar çıktı.
Ve kervana baskın yaptılar.
Herkesin, neyi varsa aldılar.
Bu zâtın da her şeyini aldılar.
Üstelik de elini kestiler.
Bu hâli, ona lakab oldu.
"Yekdest" yâni (tek elli)...
Ahmed Cüryânî, bütün bu sıkıntılara rağmen sabrediyordu.
Kervandakiler şaşıyordu.
İnanamıyorlardı.
Bir gün kendisine;
"Çocukların öldü, malların gitti, kolun kesildi, yine de sesin çıkmıyor!" dediler.
O, cevâben;
"Bütün bunlar, Rabbimin takdîriyle oldu. Katlanmaktan başka çâre yok" buyurdu.
Bir gece duâ edip yattı.
Rüyâda Ona denildi ki:
"Ey Ahmed! Serhend'e git!"
Bu mânevî işâreti aldı.
Hindistan'ın Serhend şehrine vardı.
Muhammed Ma'sûm hazretlerini tanıdı.
Ve Onun talebesi oldu...
."Ben değil, Allah kurtardı"
04-04-2020 02:00
Alevî bin Muhammed hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Hindistan’ın Milibar beldesinde yaşadı.
"Seyyid Alevî" diye bilinir.
Oranın insanları çok bozuktu.
Bu zât, çalıştı, gayret etti.
İslâmiyet güneşi Milibar'da tekrar parladı.
● ● ●
Bir gün Seyyid Alevî hazretleri yolda giderken, şehrin Hıristiyan hâkimi onu gördü.
Ve hakâretler etti.
Seyyid hazretleri üzüldü.
Ve ona; "Sen kimsin?" dedi.
O, kibirli olarak;
"Ben hâkimim. İsmim Şems'tir" dedi.
Şems, (güneş) demektir.
Seyyid hazretleri buyurdu ki:
"Sen güneş isen, biz de ateşiz."
Böyle deyip ayrıldı.
O da evine döndü.
Ancak, o içeri adım attı.
Ev birden "alev topu"na döndü.
Koca ev yanıp kül oldu.
Üstelik, kendisi de yandı.
Ancak bu ateş nereden geldi?
Aslâ anlaşılamadı...
● ● ●
Okyanusta bir (fırtına) çıkmıştı.
Bir gemi batmak üzereydi.
Yolculardan biri;
"Yâ Rabbî, Seyyid Alevî hazretlerinin hatırı için beni kurtar" diye duâ etti.
O anda bir el gördü.
Onu belinden kavradı.
Ve yavaşca sâhile bıraktı.
Hemen Seyyid hazretlerine koşup;
"Beni ölümden kurtardınız" dedi.
O zât buyurdu ki:
"Ben değil, Allah kurtardı..."
.Bereketini görürsün"
05-04-2020 02:00
Alevî bin Muhammed hazretleri zamanında, Müslüman olmayan bir kimse vardı.
Maddî bir sıkıntıya düştü.
Ve hâlini bu zâta arz etti.
O da, bu kişiye (bir şey) verdi.
Adam alıp baktı.
Hindistan ceviziydi
Bir şey anlayamadı.
Hikmetini sorunca da;
"Sen bunu al, inşallah bereketini görürsün" buyurdu.
O da alıp, evine götürdü.
Ve özel bir yere koydu.
O günden sonra işleri açıldı.
Her işinden kâr etti.
Kazancı çoğaldı.
Katlanarak arttı.
Ve çok (zengin) oldu.
Başka yerlere gönderdiği malların üzerine, teberrüken (Seyyid Alevî) ismini yazıyordu.
Bir gemide de çok malı vardı.
Üzerlerinde bu (isim) yazılıydı.
Ama bir kısmına yazılmamıştı.
Çünkü unutulmuştu.
Derken bir fırtına çıktı.
Ve gemi battı.
İsimsiz olanlaın hepsi telef oldu.
İsim yazılı olanlar ise, su üzerinde yüzerek sâhile çıktılar...
● ● ●
Bu zâtın yaşadığı şehirde (tâun) hastalığı görüldü.
Koşup bu zâta vaziyeti bildirdiler.
Buyurdu ki:
"İnşâallah selâmete çıkarız."
O zât, böyle dedi.
Tâun oradan gitti.
O tehlike de bitti...
.Şu koyunu al getir!"
06-04-2020 02:00
Büyük âlim Takıyyüddîn Efendi, bir gün Alî el-Harîrî hazretlerine misâfir gelmişti.
Misâfire bir ikrâm lâzımdı.
O ara bir (koyun sürüsü) geldi.
Ve o yörede yayıldılar.
Alî el Harîrî hazretleri, bir talebeyi çağırdı.
Ve ona, bir koyunu gösterip;
"Şu iri kuyruklu ve alaca renkli koyunu getir!" buyurdu.
Bu söz, Takıyyüddîne garip geldi.
Ve kendi kendine;
"Bu koyunu yemek câiz olmaz. Onlar yese de, ben yemeyeceğim" dedi.
Derken o koyunu kestiler.
Sonra bir güzel pişirdiler.
Tam yemeye başlayacaklardı.
Nefes nefese biri gelip sordu:
"Buradan bir koyun sürüsü geçti mi?"
Dediler ki:
"Geçti, niye sordun?"
"O sürüde, (iri kuyruklu) ve (alaca renkli) bir koyun vardı. Onu Alî Harîrî hazretlerine nezretmiştim" dedi.
Oradakiler;
"O koyun, şu sofrada" dediler.
O kişi çok sevindi.
Ve o sevinçle;
"Koyun sâhibini bulmuş!" dedi.
Alî el-Harîrî, Takıyyüddîne;
"Hüsn-i zan et" buyurdu.
O, hatâsını anladı.
İçinden tövbe etti.
Çok da mahcup oldu.
Ve derhâl Alî El Harîrî hazretlerinden özür dileyip, bir daha da yanından ayrılmadı....
."Yarın da süt götür!.."
07-04-2020 02:00
Çerkez Şeyhi hazretleri, sevdiklerinden Hâfız Mustafa Efendi'ye, (kısa boylu) ve (şişman) olduğu için (Kürevî) lakabını takmıştı.
O, her gelişinde, evinde yapılan yoğurttan getirirdi.
Bir gün yine hanımına dedi ki:
"Yoğurt çal, hocama gideyim."
Hanımı ona dedi ki:
"Yarın da süt götür."
"Peki hanım" dedi.
Ve sütü alıp hocasına gitti.
Ama üzülüyordu.
Sütü oraya koydu.
Ve huzuruna girdi.
Hocası sevgiyle kucaklayıp;
"Ey Kürevî! Mesele, süt-yoğurt değil, dostluktur" diyerek gönlünü aldı...
● ● ●
Bu zât, son cumâ vaazında;
"Ey cemâat! Sanırım bu, son cumâmızdır. Hakkınızı helâl edin" dedi.
O gün hastalandı.
Akşama vefât etti...
● ● ●
Talebesi Abbâs Efendi Samsun'da ikâmet ediyordu.
Bir gece, rüyâsına girip;
"Acele Çorum'a gel" buyurdu.
Uyanıp, tekrar uyudu.
Aynı rüyâyı gördü.
Üçüncüde (sopa) ile görünüp;
"Haydi, nerede kaldın?" dedi.
Acele yola koyuldu.
Çorum'a varıp huzûruna girdi.
Hocası gülerek buyurdu ki:
"Sopayı görmeden çıkacağın yoktu!.."
.Mal yılana benzer
08-04-2020 02:00
Muhammed Hilmi Efendi "rahmetullahi aleyh" hazretlerine bir kimse geldi.
Huzûruna girdi.
Ve şu suâli sordu:
"Mal faydalı mıdır, zararlı mı?"
Büyük Velî cevâben;
"Mal (yılana) benzer. Hem (zehiri), hem de (panzehiri) vardır. Fayda ve zararını bilirsen, şerrinden kurtulursun" buyurdu.
● ● ●
Bu zât, câmi yaptırıyordu.
İnşâatta çalışan işçilerin ücretini, şiltesinin altından alıp verirdi.
Yeğeni bunu gördü.
Çok merak etti.
O yokken şilteyi kaldırıp baktı.
Orada (para) göremedi.
Koca bir (yılan) gördü.
Ve çok korktu.
O arada amcası geldi.
Yeğenine tebessüm edip;
"Evlât! Her gördüğün deliğe elini sokma! Zîra ya (akrep) çıkar, ya da (yılan)” buyurdu.
● ● ●
Maraş ulemâsından biri vardı.
Bu zâtı imtihân etmek istedi.
Düşündü, taşındı.
Ve bir mektup yazdı.
İçinde çeşitli sorular vardı.
Mektubu oğluyla gönderdi.
Çocuk kapıyı çaldı.
Mübârek zât kapıya çıktı.
Elindeki zarfı ona uzatıp;
"Bunu babana götür. Suâllerinin cevapları bu zarfın içindedir" buyurdu.
.Secdede akıtılan gözyaşları!..
09-04-2020 02:00
Daygam bin Mâlik hazretleri çok ağlar, gözyaşı dökerdi.
Biri anlatıyor:
Mahallemizin mescidine gittim.
İmâm bana, (ıslak) yerleri gösterdi.
"Niye ıslak?" dedim.
"Daygam bin Mâlik'in secdede akıttığı gözyaşlarından" diye cevap verdi.
● ● ●
Annesi Daygam'a sordu:
"Ölümü sever misin?"
"Evet anne, severim" dedi.
"Niçin seversin?"
"Çünki müminin âhireti, dünyâsından hayırlıdır da ondan" dedi.
İkisi de duygulandılar.
Ve ana-oğul ağladılar...
● ● ●
Bir gün yine sordu annesi:
"Ölümü seviyor musun?"
"Hayır anneciğim!" dedi.
"Niçin sevmiyorsun?"
"Çünki hazır değilim" dedi.
Yine duygulandılar.
Yine ana-oğul ağladılar...
● ● ●
Bir sevdiği anlatıyor:
Daygam ile bir gemideydik.
Gece sabaha kadar ağladı.
"Niçin ağladın" dedik.
"İnsanlar, yarın âhirette, başlarına gelecek şeyleri bilseler, hiç gülmez, hep ağlarlar" dedi.
Ağlamaya başladı.
Ve Kur'ân-ı kerîmdeki;
"Ey insanlar! Babanın evlâdı için bir şey yapamayacağı o korkunç günden korkun!" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu...
.Nereye gidiyorsun?
12-04-2020 02:00
Dimitrofçalı Muslihuddîn Efendinin bir dükkânı vardı.
Maîşetini temin ediyordu.
Soğuk bir kış günü idi.
Dükkânında çalışırken, bir kadın ve iki çocuğunun yoldan geçtiğini gördü.
Çocuklara acıdı.
Zîra elbiseleri ince idi.
Belli ki, üşüyorlardı.
Koşup yetişti onlara,
Ve o kadına;
"Bire kadın! Bu garipleri, bu kış gününde sokağa dökmüş nereye gidiyorsun?" dedi.
Kadıncağız ağlıyordu.
Ona şöyle anlattı:
"Bu çocukların babaları öldü.
Onun da (bir çiftliği) vardı.
Mîras da bunlara düştü.
Zâten üzgün yavrular.
Bir zâlim de (sahte evrak) ile bunlara mîrâs kalan çiftliği ellerinden aldı.
Mahkemeye gidiyorum" dedi.
Ve ağlamaya devâm etti.
O ara, o (zâlim) de oraya geldi.
Bu velî zât, ona;
"Bre insâfsız! Bu gariplerden ne istersin?" dedi.
Ve onları kâdıya götürüp;
"Şu gariplerin işini hallet!" dedi.
Kadı Efendi hâdiseyi inceledi.
Bu adamı (suçlu) buldu.
Elindeki sahte evrakı aldı.
Gözlerinin önünde yırttı.
Yetîmlere yeni (senet) yazdı.
Ve ellerine verdi.
Kadın ve yetîmleri sevindiler.
Ve gözyaşlarıyla duâ ettiler bu zâta...
.Hak teâlâ her şeye kâdirdir"
13-04-2020 02:00
Ebû Abdullah Mehâî hazretlerinin bulunduğu köye, bir gün düşman askerleri saldırdı.
Köylülere hücum ettiler.
Ancak kime kılıç vursalar, hiç tesir etmiyordu.
Kanları akıyordu.
Ama hiç ölmüyorlardı.
Acı da duymuyorlardı.
İhlâssız bir talebe;
"Burada harp var. Ben kaçıp memleketime gideyim, harp bitince geri dönerim" diye düşündü.
Ve izin almadan yola düştü.
Köyden biraz uzaklaşınca, düşman askerleri onu gördüler.
Yakalayıp öldürdüler.
Ama merak etmişlerdi.
Zîra kılıçları, başkalarına tesir etmezken, buna tesir etmişti. Hikmetini araştırdılar.
Halktan biri, onlara;
"Burada, Ebû Abdullah Mehâî diye bir velî zât var. Onun hürmetine, kılıçlarınız Ona ve sevdiklerine tesir etmez" dedi.
Onlar bunu öğrendiler.
Hemen bu zâtı yakaladılar.
Ve defâlarca kılıç çaldılar.
Büyük velî yere düştü.
Askerler (öldü) zannettiler.
Ve çekip gittiler.
Talebeleri eve girdiklerinde, hocalarını namaz kılarken buldular.
Namazı bitince;
"Hocam! Size bu kadar kılıç vurdukları hâlde bir damla bile kanınız akmadı" dediler.
Ebû Abdullah buyurdu ki:
"Hak teâlâ her şeye kâdirdir."
.Geri dön ve babanın rızâsını al!.."
14-04-2020 02:00
Ebû Bekr el Ferrâ hazretleri hakkında, bir sevdiği şöyle anlatıyor:
Bir grupla umre için yola çıktık.
Nihâyet Nişâbur'a vardık.
Bu velî zât, bu şehirde idi.
Onunla görüşmek istedim.
Ama yalnız değildim.
Arkadaşlarım vardı.
Onlarla istişâre ettim.
Arkadaşlarım;
"Onu ziyâret edersen, babanın rızâsını alman için seni geri gönderir. Hacdan dönüşte ziyâret et" dediler.
Ben ise kararlıydım.
Bu zâtı arayıp buldum.
Ve hürmetle selâm verdim.
Selâmımı aldı ve;
"Nerelisin?" diye sordu.
"Heratlıyım" dedim.
"Nereye gidiyorsun?"
"Hacca gidiyorum efendim?"
"Senin baban var mı?"
"Var efendim."
"Geri dön, onun rızâsını al" buyurdu.
"Peki efendim" dedim.
Ve huzûrundan ayrıldım.
Arkadaşlara söyleyince;
"Geri dönme!" dediler.
Ben yine geri döndüm.
Babamın rızâsını istedim.
Babam sordu bana:
"Bunun için mi döndün?"
"Evet babacığım" dedim.
Babam çok memnun oldu.
Ve gözleri yaşardı.
Yürekten bir duâ etti bana.
Bu duâ ile, mânevî büyük nimetlere kavuştum...
.Bana üç taş getir!.."
15-04-2020 02:00
Ebû Bekr Ya'fûrî hazretlerine, kalabalık bir cemâat, haçlıların (Akka) kalesinde yaptıkları zulümden şikâyette bulundular.
Büyük zât, onlara;
"Üzülmeyin, inşallah biz bu kaleyi şu târihte fethederiz" buyurdu.
Biraz zaman geçti.
Akka kalesini muhâsara ettik.
Ve savaş başladı.
Çok da şiddetlendi.
Düşman ordusu kale dışına çıktı.
Bizimle şiddetli bir çarpışmaya girdi.
Sonra tekrar kaleye çekildiler.
Kuvvetlerini takviye ettiler.
Ama vaziyet, bizim lehimizeydi.
Cümle halk (fetih) bekliyordu.
Ama fetih, bir gün gecikti.
Herkes (niçin?) diyordu.
Fetih niçin gecikiyordu?
İnsanlar bir araya geldiler.
Ve bu zâtın talebelerine;
"Hocanızın bir vaadi vardı. Ona gidin de, fethin niçin geciktiğini sorun" dediler.
Onlar da gidip sordular.
Mübârek zât kalktı.
Sıçrayıp atına bindi.
Ve harp alanına geldi.
Talebeden birine;
"Bana üç tâne taş getir" buyurdu.
Birinci taşı kaleye fırlattı.
Ve "Allahü Ekber!" dedi.
İkinci taşı fırlattı.
"Yâ Muhammed!" dedi.
Ve onlara dönüp;
"Bu kale yarın fethedilir" dedi.
Günlerden perşembe idi.
Cuma günü kale fethedildi..
.Kazandığını dağıtırdı...
16-04-2020 02:00
Ebû Câfer Haddâd hazretleri, dünyâya değer vermemesiyle tanınırdı.
Demircilik yapardı.
Günde bir dînar kazanınca, işi bırakırdı.
Eline geçen parayı, akşamla yatsı arası elinden çıkarırdı.
Nasıl mı?
Fakirleri bir bir dolaşırdı.
Kapılarını çalardı.
O günkü kazancını onlara verirdi.
Kendine bir şey ayırmazdı.
Bütün sene oruç tutardı.
Ama bayram günleri hâriç.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine giderdi.
Sohbetini dinlerdi.
Kimseden bir şey istemezdi...
● ● ●
Bu velî zât şöyle anlatır:
Yanımızda çok ibâdet eden bir genç vardı.
Ancak kötü bir hâli vardı.
Herkesin aleyhinde konuşurdu.
Yâni gıybet yapardı.
Bu gidişle ibâdeti bıraktı.
Kötülerle beraber oldu.
Bir gün o genci görüp sordum:
"Sen bu hâle nasıl düştün?"
Genç, iki kelimeyle îtiraf etti:
"Gıybet etmekle.”
● ● ●
Ba zât bir sohbetinde;
"İnsan, kulluk vazîfelerini yapmak için yaratıldı" buyurdu.
Sordular ki:
"Buna nasıl kavuşulur?"
Cevâbında;
"Gelmişlerin ve geleceklerin Efendisine tam uymakla" buyurdu.
.Sakın işini bırakma!
17-04-2020 02:00
Bedî'üddîn Sehârenpûrî hazretleri, gençliğinde İmâm-ı Rabbânî hazretlerini işitip, sohbetlerine gitmeye başladı.
Ama bir gün bir kız gördü.
Ve ona âşık oldu.
Bu yüzden sohbeti bıraktı.
Ve günahlara daldı.
Bir müddet sonra kendine geldi.
Ve günâhları terk etti.
Sohbetlere devam etti.
İmâm-ı Rabbânînin talebesi oldu.
Bir gün bu üstâdına;
"Memûriyeti bırakıp, hep hizmetinizle şereflenmek istiyorum" diye arz etti.
Hazreti İmâm;
"İşini bırakma!" buyurdu.
O da “Peki efendim” dedi.
Çünkü Onu çok seviyordu.
Yıllar sonra üstâdı onu çağırdı.
İcâzet verip memleketine gönderdi.
● ● ●
Bu zâta, bir gün bir dostu;
"Efendim, babam vefât etti. Hâlini merak ediyorum, acabâ azâbda mı, yoksa nîmette mi?" diye sordu.
O, başını önüne eğdi.
Gözlerini kapadı.
Sonra açıp buyurdu ki:
"Şu boyda, şu evsafta, şu kıyâfette bir şahıs gördüm.
(Hâlin nasıldır) dedim.
Bana cevâben;
(İyiyim, bana yüksek makâm verdiler. O makâmdan buraya gelmek istemezdim, ama siz çağırınca geldim) dedi.
Adam çok sevindi.
Ve bu zâta teşekkür etti...
.Biz dâvete gidiyoruz"
18-04-2020 02:00
Ebû Muhammed Cerîrî hazretleri anlatıyor:
Bir gün mescidimize, garip biri geldi.
Abdest alıp namaz kıldı.
Sohbetimizi dinledi.
Sonra tefekküre daldı.
Biz o gün, yemeğe dâvetliydik.
O kimseye sordum;
"Sen de gelir misin?"
"Hayır, bana bir tabak (bulamaç aşı) getirin yeter" dedi.
Kendi kendime;
"Bizimle olmak istemiyor" dedim.
Ve pek iltifat etmedim.
İstediği yemeği de getirmedim.
Ama rüyâda Efendimizi gördüm.
Yanında iki kişi vardı.
Çok nurlu kimselerdi.
Yanımdakilere sordum;
"Efendimizin yanındakiler kimdir?"
Dediler ki:
"Biri, İbrâhim Halîlullah.
Diğeri, Mûsâ Kelîmullah.
Efendimiz, bana iltifat etmediler.
Arz ettim ki:
"Yâ Resûlallah! Mübârek yüzünüzü niçin benden çeviriyorsunuz?"
Buyurdular ki:
"Bir dostum, senden (bulamaç aşı) istedi, ama sen vermedin."
Ağlarken uyandım.
Derhâl mescide vardım.
O garip kişi, orada idi.
Ona dedim ki:
"Bulamaç aşını getiriyorum."
O, tebessüm edip;
"Peygamberimiz söylemeseydi getirmeyecektin" dedi ve çıkıp gitti..
.Sulhü olmayan cenk!..
19-04-2020 02:00
Ebû Muhammed Cerîrî hazretlerine sordular:
"Tasavvuf nedir efendim?"
Büyük Velî buyurdu ki:
"Sulhü olmayan bir cenktir."
Ancak anlamadılar.
Ve açıklama istediler.
Büyük Velî açıklayıp;
"Yâni her an, kendi nefsinle savaşmaktır" buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Kim ameliyle kurtulacağını zannederse, yanılır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
Efendimiz buyurdu ki:
"Hiç kimse ameliyle kurtulamaz."
● ● ●
Biri de nasîhat istemişti.
O kimseye;
"Kim Allahü teâlânın ihsânına güveniyorsa, korktuğundan emîn, umduğuna nâil olur" buyurdu.
● ● ●
Bir talebesi anlatıyor:
Karâmita sapıkları ile savaşıyorduk.
Bu muhârebede ben de vardım.
Nihâyet savaş bitti.
Yaralıları dolaştım.
Mübârek hocamızı gördüm.
Yaraları pek çoktu.
Yüz yirmi yaşındaydı.
"Efendim! Allahü teâlânın bu belâyı üzerimizden defetmesi için duâ etseniz" dedim.
Dudakları kıpırdadı.
Bir şeyler söylüyordu.
Yaklaşıp kulak verdim.
"Duâ, belâ gelmeden yapılır. Geldikten sonra, râzı olmaktan başka çâre yoktur" dediğini duydum..
.Genç yaşta dul kalmıştı...
20-04-2020 02:00
Hafsa binti Ömer “radıyallahü anhâ” Resûlullah Efendimizin mübârek hanımlarındandır.
Hazret-i Ömer'in de kızıdır.
Mekke'de Müslümân oldu.
Huneys bin Huzâfe ile evlendi.
Huneys cengâver biriydi.
Bir harbe katıldı.
Ve şehîd düştü.
Hafsa, genç yaşta dul kaldı.
Hazret-i Ömer; hazret-i Ebû Bekir'e ve hazret-i Osmân'a;
"Kızımı alır mısın?" dediğinde;
"Düşüneyim" demişlerdi.
Bir gün Peygamberimiz;
"Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?" diye sordular.
Hazreti Ömer;
"Yâ resûlallah! Kızımı, Ebû Bekir'e ve Osmân'a teklîf ettim, almadılar" diye arz etti.
Resûlullah sordu:
"Yâ, Ömer! Kızını, Ebû Bekir'den ve Osmân'dan daha iyi birine versem ister misin?"
Hazreti Ömer şaşırdı.
Hem de çok sevindi.
Hiç beklemiyordu.
"İsterim yâ Resûlallah" dedi.
Efendimiz buyurdu ki:
"Yâ Ömer, kızını bana ver!"
Böylece hazret-i Hafsa, Ebû Bekir'in, Osmân'ın ve bütün müminlerin anneleri oldu.
Hazreti Ebû Bekir,
Hazret-i Ömer,
Ve hazreti Osmân, birbirlerine daha yakın ve daha sevgili oldular...
.Önce İslâma düşman idi!..
21-04-2020 02:00
İkrime bin Ebî Cehl "radıyallahü anh" Ebû Cehil'in oğludur. Önce İslâm'a düşman idi.
Mekke'nin fethedildiği gün, öldürülmesi emir buyurulan altı kişiden biridir.
O gün Mekke'den çıkıp gitti.
Bir gemiye bindi.
Ama yolda fırtına çıktı.
Gemi batmak üzereydi.
Korkup, kendi kendine;
"Kurtulursam, Muhammed'in ayaklarına kapanacağım" diye niyet etti.
Kurtuldular...
Hanımı Müslümandı.
İkrime için Efendimizden (emân) istedi.
Efendimiz kabul etti.
Ve eshâba dönüp;
"İkrime, Allahü teâlânın emânındadır. Kimse ona ilişmesin!" buyurdular.
Hanımı, İkrime'yi bulup;
"Efendimizden sana emân getirdim" dedi.
İkrime çok sevindi.
Birlikte Mekke'ye döndüler.
Ve birlikte Resûlullaha geldiler.
Efendimiz, İkrime'yi ayakta karşıladı.
Kucaklaşıp oturdular.
İkrime, Efendimize;
"Zevcem, benim için, sizden emân almış" dedi.
Ve başını önüne eğdi.
Resûl-i ekrem buyurdu ki:
"Evet, sen emniyettesin."
O da çok sevinip;
"Yâ Resûlallah! Önceki yaptıklarıma pişmânım” dedi.
Kelime-i şehâdeti söyledi.
Ve hâlis bir Müslümân oldu...
.Cennette yerin nasıldır?"
22-04-2020 02:00
Hazret-i İkrime hadîs âlimidir.
Bu velî zât şöyle anlatıyor:
Allahü teâlâ, cennetten ve cehennemden birer kişi çıkarır. Cennetten çıkardığına sorar:
"Ey kulum! Yerini nasıl buldun?"
O, cevâben der ki:
"Anlattıklarından daha iyi buldum."
Cehennemden çıkana sorar.
O da cevaben;
"Anlattıklarından daha kötü buldum” der.
Akreplerinden anlatır.
Azaplarından söz eder.
Ve acılarından bahseder.
Allahü teâlâ ona sorar ki:
"Seni cehennemden kurtarırsam, bana ne verirsin?"
"Neyim varsa, hepsini" der.
"Altından bir dağın olsaydı verir miydin?"
"Verirdim” der.
Allahü teâlâ, ona;
"Yalan söyledin. Ben senden, dünyâda daha azını istemiştim. Ama sen yüz çevirmiştin" buyurur.
● ● ●
Yine bu zât anlatır:
Hazret-i Ömer, Resûlullahın huzûruna girdi.
Resûlullah, bir hasır üzerine uzanmıştı.
Ve hasır, vücudunda iz yapmıştı.
O, bu hâli gördü.
Çok üzülüp dedi ki:
"Keşke size bir yatak edinseydik.
Efendimiz;
"Bu dünyâda benim hâlim, sıcak bir günde, bir ağaç altında biraz gölgelenip, sonra giden yolcu gibidir" buyurdu.
.İyilik yapmayı severdi
23-04-2020 02:00
Bir sahâbî anlatıyor:
Ebüdderdâ vefât edeceği sırada, ben yanında idim.
Bana döndü ve;
"Kalk, vefât etmek üzere olduğumu halka ilân et!" dedi.
Ben hemen kalktım.
İnsanlara durumu bildirdim.
İşiten, koşup geldi.
Çok kalabalık oldu.
Hânesi, insanla doldu.
Ebüdderdâ, o kalabalığa;
"Ey insanlar!” diye seslendi.
“Resûlullahtan işittim.
(Kim kusursuz bir abdest alır, sonra tam bir “ihlâs” ile namâz kılarsa, Allahü teâlâ onu, istediklerine kavuşturur) buyurdu.”
Namazdan bahsetti.
Namâzı tavsiye etti.
En son 'namaz' dedi.
Ve rûhunu teslîm etti.
İyilik yapmayı çok severdi.
Ve güler yüzlü idi.
Kimseyi incitmezdi.
Tok gözlü ve cömert idi.
Bir gün bir yolcu geldi.
Ona buyurdu ki:
"Kalacaksan, yatak sereyim. Yolcu isen azık hazırlayayım" dedi.
O, "Yolcuyum" deyince,
Ona, kıymetli bir azık hazırladı.
Ve şunu söyledi:
“Resûlullah Efendimiz, bana;
(Sen her namâzdan sonra, otuzüç (tesbîh), otuzüç (tahmîd), otuzüç (tekbîr) söylersen, kazanacağın sevâbı, ancak senin gibi yapanlar kazanır) buyurdu.”
.O benden hayırlı idi...
24-04-2020 02:00
Abdurrahmân bin Avf "radıyallahü anh" anlatır:
“Uhud günü idi.
Mus'ab bin Umeyr şehîd düştü.
O, benden hayırlı idi.
Onu, bir kumaş parçası ile kefenledik.
Bezi başına çektik.
Ayakları açık kaldı.
Ayaklarına çektik.
Başı açık kaldı.
Sonra Hazret-i Hamza şehîd oldu.
O da benden hayırlı idi.
Sonra dünyâ bize açıldı.
Türlü türlü nîmetlere kavuştuk.
Allah bizi affetsin...”
Bunları söyledi.
Ve başladı ağlamaya...
● ● ●
Yine O anlatıyor:
Bir gün Peygamberimizi tâkib ettim.
Hurmalık bir yere girdi.
Orada secdeye kapandı.
Ama secdesi çok uzadı.
Kendi kendime;
“Resûlullaha bir hâl mi oldu?” dedim.
Ve yanına yaklaştım.
Mübârek başını kaldırıp sordu:
"Sen kimsin?"
"Abdurrahmânım" dedim.
"Bir şey mi oldu?"
"Yâ resûlallah! Secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endîşe ettim" dedim.
O anda Cibrîl-i emîn gelip;
"Yâ Muhammed! Kim sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hak da ona selâm eder" müjdesini getirdi.
Efendimiz bana dönüp;
“İşte bunun için (secde-i şükre) vardım” buyurdu.
.Babası düşman saflarındaydı!..
25-04-2020 02:00
Ebû Ubeyde bin Cerrâh "radıyallahü anh" Cennet ile müjdelenen on sahâbîden biridir.
Babası, Bedir'de karşı taraftaydı.
Efendimizin kumanda ettiği bu gazâya melekler de katılmıştı.
İnsan şeklinde çarpışıyorlardı.
Ebû Ubeyde de oradaydı.
Küffâra kılıç savuruyordu.
Bir aralık durakladı.
Sanki birini görmüştü.
Dikkatlice baktı.
Ve bir kişiye odaklandı.
Evet, o gördüğü babası idi.
Düşman saflarındaydı.
Efendimize karşı savaşıyordu.
O da bu oğlunu görmüştü.
Bir hınç ile kılıcını kaldırdı.
Ve öz oğluna saldırdı.
Oğlu, Efendimizin âşıkıydı.
Onun aşkıyla yanıyordu.
Ve Allah için çarpışıyordu.
Maksadı İslâm idi.
Kılıcını, İslâm için kaldırdı.
Ve babasının boynuna çaldı.
Babasının başı, önüne yuvarlandı.
O başı alıp, Efendimize vardı.
Efendimiz bu hâli gördüler.
Ve çok sevindiler.
O zaman Hak teâlâ;
"Allaha ve kıyâmet gününe îmân edenler, Allahın düşmanlarını sevmezler. O kâfirler, mü'minlerin anaları, babaları, oğulları, kardeşleri ve başka yakınları olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan mü'minleri Cennete koyacağım" meâlindeki âyet-i kerîmeyi gönderdi.
.Kalk yâ Ebâ Ubeyde!"
26-04-2020 02:00
Ebû Ubeyde "radıyallahü anh" bütün gazâlarda bulundu. Mekke'nin fethinde de vardı.
Resûlullahın yanındaydı.
Peygamberimizin huzuruna, Necran'dan bir Hıristiyân heyeti gelmişti.
Çok şeyler sordular.
Cevapları anladılar.
Ve Müslüman oldular.
Sonra da;
"Yâ Muhammed! Senden râzıyız. Eshâbından bir (emîn) kimseyi bizimle gönder. Vergilerimizi ona verelim!" dediler. Efendimiz;
"Pekâlâ" buyurdu.
Sahâbe merak ettiler.
Acabâ kimdi bu "emîn" kişi.
O anda Efendimiz;
"Kalk yâ Ebâ Ubeyde!" buyurdu.
Ve onlara dönüp;
"Ümmetimin emîni budur" dedi.
Ebû Ubeyde bu müjdeyi aldı.
Ve sevincinden ağladı...
● ● ●
Şam'da vebâ hastalığı vardı.
Ebû Ubeyde de buna yakalandı.
Ve öleceğini anladı.
Vasiyet yapmak istedi.
Ve “Beni doğrultun” dedi.
Derhâl doğrulttular.
Ve "Buyur" dediler.
Şu vasiyeti yaptı:
"Namâzınızı kılınız, orucunuzu tutunuz, zekâtınızı veriniz, haccınızı yapınız. İnsanların en akıllısı, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenlerdir” deyip, gözlerini yumdu.
."Dünya, yalnız seni değiştiremedi!.."
27-04-2020 02:00
Ebû Ubeyde bin Cerrâh "radıyallahü anh" Peygamber Efendimizin bir emrini yapmak için canını verirdi.
Çok takvâ sâhibiydi.
Çok da merhametliydi.
Hazret-i Ömer Şam'a gitti.
Onu karşılayanlara sordu ki:
"Kardeşim Ebû Ubeyde nerededir?"
"Geliyor efendim" dediler.
Gelince, iki dost kucaklaştılar.
Sonra Hazret-i Ömer;
"Haydi, size gidelim" dedi.
Birlikte Onun evine gittiler.
Hazret-i Ömer etrâfa baktı.
Hiç eşyâ göremeyince sordu:
"Eşyâların nerede, hani?"
Ebû Ubeyde;
"İşte şunlar" dedi.
Hazret-i Ömer dedi ki:
"Burada bir keçe ile bir kırbadan başka şey göremiyorum, yiyeceğin nedir?"
O, kuru ekmeğini çıkardı.
Hazret-i Ömer onlara baktı.
Ve ağlayarak dedi ki:
"Dünya, herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi."
● ● ●
Hazret-i Ömer, ona dörtbin dirhem gönderdi.
Elçiye de tembih etti ki:
"Bak ki, bu parayı ne yapacak?"
Ebû Ubeyde paraları aldı.
Hepsini askerine dağıttı.
Hazret-i Ömer bunu öğrendi.
Ve kendi kendine;
"Hamd olsun ki, dünyâda böyle insanlar da var" diye mırıldandı...
."Anneciğim, şunu bilesin ki!..''
28-04-2020 02:00
Sa'd bin Ebî Vakkâs “radıyallahü anh” Müslüman olunca, annesi sinirlendi.
Geri döndürmek istedi.
Bunun için çok uğraştı.
Meselâ bir gün ona;
"Allah'ın, (Annenizi üzmeyin, sözünü dinleyin) dediğini söyleyen sen değil misin?" dedi.
Cevâben (Evet) dedi.
Annesi buna sevindi.
Ve kendisine;
"Ey oğlum! Vallâhi sen Muhammed'in dînini inkâr etmedikçe, ağzıma bir lokma ekmek koymayacağım. Açlıktan öleceğim, sen de (anne kâtili) olacaksın" dedi.
O, annesini seviyordu.
Ama, bu iş başkaydı.
Bütün kalbiyle inanmıştı.
Annesinin bu isteğini reddetti.
O ise bunda kararlıydı.
Hiç yemek yemiyordu.
Su da içmiyordu.
Hazret-i Sa'd, verdi karârını.
Geçti annesinin karşısına;
"Anneciğim, şunu bilesin ki, senin (yüz) canın olsa ve her birini, benim İslâmdan dönmem için versen, yine dînimden vazgeçmem. Bunda kesin kararlıyım. Artık ister ye, ister yeme!" dedi.
Annesi Onu dinledi.
Ama çok hayret etti.
Bu derece dînine bağlılığını, îmânındaki (akıl almaz) sebâtını ve kesin kararlılığını aklına sığdıramadı.
Artık çâresiz kalmıştı.
Yemeye içmeye devâm etti...
.Anam babam sana fedâ olsun!"
29-04-2020 02:00
Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri "radıyallahü anh" ok atmakta pek mâhirdi.
Her attığı ok isâbet ederdi.
İslâmda ilk ok atan kişidir.
Okçuların reîsiydi.
Uhud’da, binden fazla ok attı.
Efendimiz tarafından beğenildi.
İltifâtlarına kavuştu.
Çok duâlarını aldı.
O, her ok attığında, Efendimiz;
"At yâ Sa'd, at! Anam babam sana fedâ olsun!" derdi.
Yine her ok attığında;
"İlâhî! Bu, senin okundur, sen isâbet ettir" diye duâ ederlerdi.
Efendimiz aleyhisselâm; "Anam babam sana fedâ olsun" duâsını, sâdece onun için etmiştir...
● ● ●
Hazret-i Âişe anlatıyor:
Efendimiz bir gazâdan döndü.
Geceleyin Medîne'ye gelince;
"Ne olaydı, sâlih bir kimse beni korumayı üzerine alaydı!" buyurdu.
O anda birinin sesini işittik.
Efendimiz sordu:
"Sen kimsin?"
Sa'd bin Ebî Vakkâs;
"Benim yâ Resûlallah" dedi.
"Buraya niçin geldin?"
Arz etti ki:
"İçimden bir ses; (Resûlullah yalnızdır, korkarım ki, din düşmanları ona sıkıntı verirler) dedi. Onun için hizmetinize geldim yâ Resûlallah."
Efendimiz çok memnun oldular.
Ve ona duâ buyurdular...
.Her duâsı kabul olurdu...
30-04-2020 02:00
Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, "radıyallahü anh" her duâsı kabul olan bir zât idi.
Ömrünün sonlarına geldi.
Gözleri görmez oldu.
Bir ara Mekke'ye geldi.
Mekke halkı etrafına toplanıp;
"Bana duâ et, bana duâ et” derlerdi.
O da her birine duâ ederdi.
Bir sahâbî anlatıyor:
Ben henüz genç idim.
Yaklaşıp kendimi tanıttım.
Ve kendisine;
"Amca! Siz herkese duâ ediyorsunuz. Kendiniz için de duâ etseniz de, gözleriniz açılsa olmaz mı?" dedim.
O, gülümseyerek;
"Oğlum, Allahü teâlânın takdîriyle gözümün görmemesi, görmesinden güzeldir" buyurdu.
● ● ●
İslâmiyetin ilk yıllarıydı.
Müminler, müşriklerden çok ezâ cefâ görüyorlardı.
Zîra müşriklerin sayısı çoktu.
Müminlerse azınlıktaydı.
Onlara güç yetiremiyorlardı.
Hazret-i Sa'd, ilk Müslümân olan sahâbîlerle, bir vâdide namaz kılıyorlardı.
Müşrikler bunu öğrendiler.
Ve mâni olmak için gittiler.
Hazret-i Sa'd, etrafa baktı.
Yerde bir deve kemiği gördü.
Onu alıp, bir müşrikin başına çaldı.
Müşrik, kanlar içinde kaldı.
Diğerleri kaçtılar.
Hazret-i Sa'd, Allah yolunda ilk (kâfir kanı döken) Sahâbî oldu...
.Şu insanlara bir bak, ne göreceksin?”
01-05-2020 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Ebû Abdurrahman Sülemî hazretleri Irak’ta vefât etti.
Bir gün bir talebesiyle sokakta giderken, insanlardan bazısına selâm veriyor, kimine de vermiyordu.
Bu hâl, dikkatini çekti gencin.
Kendi kendine;
“Niçin böyle yapıyor?" dedi.
Böyle geçirdi içinden.
Mübârek zât bunu anladı.
Ve onun gözlerini sıvazlayıp;
“Şu insanlara bir bak, ne göreceksin?” dedi.
Delikanlı;
“Başüstüne” dedi.
Ve yoldan geçenlere baktı.
Kimini (maymun) sûretinde gördü.
Kimini de (hınzır).
Kimi (tilki) suretindeydi.
Kimi de (çakal).
Bâzısını (kurt) gördü.
Bâzısını da (köpek).
Bunların arasında, tek tük (insan) vardı
İşin hikmetini anlamıştı.
Hocasının elini öpüp;
“Affedin hocam. Siz her şeyi yerli yerinde yaparsınız” dedi.
Mübârek zât tebessüm etti.
Ve devam ettiler yollarına...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Kardeşlerim! İbâdetlerinizin (çirkin) tarafı olmadığını sanmayınız. Biraz incelerseniz, hepsini (çirkin) bulur, hattâ güzelliğin kokusunu bile duymazsınız. Böyle olan kimse, kendini beğenmez. Kendini beğenmiyeni ise Allahü teâlâ çok sever" buyurdu.
.Avladığın keklikleri yiyebilirsin”
02-05-2020 02:00
Horasan evliyâsından Ebû Ahmed Çeştî hazretleri devrinde, bir kişi ava çıktı bir gün.
Birkaç keklik avladı.
Dönerken de içinden;
“Ben bu keklikleri avladım, ama yemek câiz mi acabâ?” diye düşündü.
O anda bu zâta rastladı.
Durdu ve selâm verdi.
Tam bu mevzûyu ona soracaktı ki, lüzum kalmadı.
Zîra büyük velî;
“Câizdir” buyurdu.
Adam afalladı birden.
Ve sordu hemence:
“Ne câizdir hocam?”
Buyurdu ki:
“Avladığın keklikleri yiyebilirsin.”
Adam çok duygulandı.
Ona olan sevgisi arttı.
Ertesi gün ziyaretine geldi.
Ve talebesi olmakla şereflendi...
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Hocam! evliyâya karşı nasıl davranmalıyız?” diye sordular.
Cevâbında;
“Evliyâ zâtların büyüklüğünü bilmeli, inanmalı, onları çok sevip, saygı ve edepte kusur etmemelidir” buyurdu.
Yine sordular ki:
“Onlar neden kıymetlidir hocam?”
Cevâbında;
“Çünkü onlar; Allahü teâlâyı, Allahü teâlâ da onları çok sever. Onlar için kıyâmet gününde korku ve hüzün yoktur!” buyurdu.
."Bunu yesin, bir şeyi kalmaz!"
03-05-2020 02:00
Hama’da yaşayan Ahmed Hamâmî hazretleri, bir gün Sultân'a gitti.
Ve emr-i mâruf yaptı.
Ama o, memnun olmadı.
İyi muâmelede bulunmadı.
O vakit kalbi kırıldı mübâreğin.
Mahzun oldu, üzüldü!
Derken akşam oldu.
Ve birden hastalandı Sultân.
Ağrıdan kıvranıyordu.
Doktorlar âciz kaldılar.
Ölecek duruma gelmiştı ki, bu hâl mâlum oldu bu velîye.
Yine de acıdı ona.
Biraz bal gönderip;
“Bunu yerse, iyileşir” buyurdu.
Sultân bir kaşık yedi.
Kesildi ağrısı.
Hiçbir şeyi kalmadı.
Bu sefer utandı yaptığına!
Hemen dergâha koşup;
“Özür dilerim” dedi.
Ve talebesi olmakla şereflendi...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Allahın kullarını sevindirin" buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Bir kimse, bir mümin kardeşini sevindirirse, Allahü teâlâ o 'sevinç'ten bir melek yaratır. Bu kişi ölüp kabre girince o melek gelip sorar:
“Beni tanıyor musun?”
“Hayır, sen kimsin?”
Melek cevâben;
“Ben; senin, bir Müslüman kardeşine vermiş olduğun 'sevinç'im. Bugün seni sevindirmek ve suâl meleklerine cevap verirken sana yardımcı olmak için geldim” der...
.Çabuk terk et burayı!''
04-05-2020 02:00
Büyük velî Ebû Ahmed Kalânisî hazretlerinin bulunduğu şehre yeni bir vâli tâyin olmuştu.
Ancak bilmiyordu bu zâtın kıymetini.
Ona yukarıdan bakıyordu.
Sık sık rahatsız ediyordu.
Bir gün de ansızın dergâha geldi.
Ve paldır küldür içeri girip;
“Çabuk terk et burayı!” diye bağırdı.
Büyük velî sordu:
“Niçin terk edeyim?”
“Çünkü sen, insanları yoldan çıkarıyorsun!” dedi.
Mübârek zât da;
“Pekâlâ gideriz! Ama şu anda hanımınız doğum sancısı çekiyor. Siz eve koşun. Biz de duâ edelim. İnşallah kurtulsun, o zaman gideriz” buyurdu.
Vâli eve koştu.
Baktı ki, herkesin yüzü gülüyor.
Yakınları sevinçle yanına gelip;
“Müjde, bir oğlun oldu!” dediler.
Hanım da sevinçliydi.
Beyine şunları anlattı:
“Ağrıdan kıvranıyordum.
Nûr yüzlü bir zât göründü.
(Korkma, sana duâ ediyorum, inşallah kolay kurtulacaksın) dedi.
Ve kayboldu gözden.
O böyle der demez sancım dindi.
Doğum ânında hiç acı hissetmedim.
Çok merak ediyorum.
Acabâ kimdi o zât?”
Vâli anlamıştı meseleyi.
“Ben biliyorum” dedi.
Ve koştu dergâha.
Ellerine sarılıp;
“Özür dilerim hocam. Lütfen affedin!” diye yalvardı.
Artık müdâvimi olmuştu dergâhın...
."Dünyâ, kalbimde değil, cebimdedir!..”
05-05-2020 02:00
Horasan âlimlerinden Ebû Alî Cürcânî hazretleri, çok zengindi.
Bir gün iki kişi, bu zâttan bahsediyorlardı.
Bir tânesi dedi ki:
“Bu zât çok zengindir.”
Öbürü, onu tasdîk etti:
“Evet, biliyorum.”
“Nasıl bu kadar zengin olmuş?”
“Bilmiyorum.”
O esnâda bu mübârek zât geldi.
Ve onlara bakıp;
“Evet, dünyâlığımız çok. Ama dünyâ, kalbimizde değil, cebimizdedir” buyurdu.
Anlayamadılar:
“Cebinizde mi efendim?”
“Evet, paranın yeri ceptir, cüzdandır, ama kalp değildir. Kalbe (para sevgisi) girdi mi, o kalpten hayır gelmez” buyurdu.
Ve ekledi:
“Kalp, Allah sevgisinin yeridir, paranın değil.”
O an, ikisinin de kalbi değişti.
Dünyâ sevgisi çıktı kalplerinden.
Yerine (Allah sevgisi) girdi.
Ve bu zâtın talebesi oldular...
● ● ●
Bir gün bâzı sevdikleri;
"Güzel huy nedir efendim?" diye sordular bu zâta.
Onlara cevaben;
"Münâkaşa etmemektir" dedi.
Ve ekledi:
"Bir hadîs-i şerifte;
(Haklı olduğu hâlde bile münâkaşa etmiyen kimseye, Cennetin kenarında bir köşk verilecektir) buyuruldu.
.Ey Âdemoğlu! Nihâyet içime girdin!"
06-05-2020 02:00
Horasan evliyâsından Ebû Alî Cürcânî hazretlerine bir gün sordular ki:
“Ölü kabre girince hâli nasıl olur?”
Mübârek şöyle anlattı:
Bir kimse vefât edince; onun için değişik bir hayat başlar.
Defin bitip cemaat dağılırken, gidenlerin ayak seslerini işitir.
Mezarında yalnız olur.
Amelleriyle baş başa kalır.
O anda bir “ses” duyar.
Mezarı, ona seslenip;
“Ey Âdemoğlu! Nihâyet içime girdin. Buranın nasıl bir yer olduğunu biliyor muydun? Yoksa öğrenmek lüzûmunu hissetmedin mi? İşte görüyorsun ki, burası hem çok dardır, hem de çok karanlık. Hem olmaz bu yerde ne yatak, ne de yastık” der.
O, bunları duyar.
Hâliyle irkilir, korkar.
Mezar devam edip;
“Üstümde çok günahlar işledin de tövbe etmedinse, şimdi benim içimde azaptan kurtulamazsın. Eğer hazırlıksız geldinse, seni bu azaplardan ne malın kurtarabilir, ne de paraların” der...
● ● ●
Bu zât bir gün Allah sevgisinden bahsediyordu.
Dinliyenlere:
"Kalbimde (Allah sevgisi) yerleştikten sonra, başıma gelen şeylere hiç aldırmam. Bu (sevgi) olduktan sonra hiçbir şey umûrumda değil" buyurdu.
.Ey kabir! Onu tahkîr eyleme!"
07-05-2020 02:00
Ebû Alî Cürcânî hazretleri, bir gün şunu anlattı cemaate:
Sâlih bir Müslüman öldüğünde, namazı kılınıp kabre konur.
Gâipten bir “ses” duyar.
Bu müminin kabrine;
“Ey kabir! Bu, sâlih bir Müslümandır. Onu sakın tahkîr eyleme! O, Rabbine inanıp ibâdetlerini yaptı. Hep İslâm’a uygun yaşadı. Emr-i mâruf yaparak dînine hizmet etti. Onun için bu mümine en ufak bir sıkıntı gösterme” der.
Sonra kabri genişler.
Cennet yaygıları serilir.
Sonra yanına biri gelir.
Çok nurlu ve güzeldir.
Onu görünce;
“Ey nurlu kişi, sen kimsin ki, bu tenhâ yerde gelip beni sevindirirsin?” diye sorar.
O sevimli kişi;
“Ben; senin, dünyâda yaptığın iyi amellerinim. Hak teâlâ beni, o amellerden halk etti. Seni burada garip ve yalnız bırakmamak için vazîfeli geldim” der.
Onu dört yandan kuşatır.
Ve gelecek zararlardan muhâfaza eder...
● ● ●
Bir gün bu zâta;
"Efendim, zikir meclisi nedir?" diye sordular.
Cevâbında;
"Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, nikâh nasıl yapılır, alışveriş nasıl olur, sonra abdest ve gusül, helâl ve haram gibi meselelerin konuşulduğu meclistir" buyurdu.
.Vakitsiz bir ziyâret...
08-05-2020 02:00
Anadolu'da yetişen Ahmed Eflâkî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, 1360 senesinde Konya’da vefât etti.
Kabr-i şerîfi, Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesi civârındadır...
Bir akşam vakti sevdiklerinden birinin evine gitmişti.
Ancak vakitsiz bir ziyâretti bu.
Hoşbeşten sonra sordu ev sâhibine:
“Sizin bu eviniz çok eski değil mi?”
Adam cevapladı:
“Evet efendim. Dedemizden kalma eski bir yapıdır.”
Mübârek zât etrâfa göz gezdirip;
“Bu gece bu evde kalmasanız iyi olur” buyurdu.
Adam şaşırdı.
“Nerede kalalım hocam?”
“Bize gidelim. Sizi misâfir edeyim bu gece.”
Adamcağız merak etmişti.
“Niçin hocam, niçin bu evde kalmıyalım ki?”
“Kalmayın işte.”
İyice meraklandı.
“Ama neden efendim?”
“Bu ev bu gece yıkılabilir de onun için.”
“Yıkılabilir mi?”
“Evet, kalbime öyle geliyor. Tehlikeden kaçmak lâzım.”
Adamcağız mecburen;
“Peki efendim, siz bilirsiniz” dedi.
Ve o gece terk ettiler evi.
Sabah gidip baktılar ki, evleri yerle bir olmuş.
Evet, evleri o gece yıkılmıştı.
Allah'a şükrettiler.
Bu zâta da teşekkür edip, büyüklüğünü daha iyi anlamış oldular...
."Ey su! Allah’ın izniyle çık!"
09-05-2020 02:00
Ahmed Eflâkî Efendi “rahmetullahi aleyh”, 1300’lü yıllarda Anadolu'da yaşayan evliyâdandır.
Konya’da vefât etti.
Kabr-i şerîfi de oradadır.
Bu zât birkaç talebesiyle yolculuğa çıktı bir gün.
Az sonra namaz vakti girdi.
Bir kuyu başında konakladılar.
Ancak su, derindeydi.
İp ve kova da yoktu yanlarında.
Şaşırıp kaldılar!
Bu büyük velî;
“Yâ Rabbî! Abdest alacağız, bize yardım et” diye sessizce duâ etti.
Sonra kalkıp kuyu ağzına geldi.
Ve aşağıya doğru;
“Ey su! Allah’ın izniyle çık da abdest alalım” diye seslendi.
O anda, su yükseldi.
Hattâ taştı kuyu ağzından.
Talebeler sevindiler.
Abdest alıp namazlarını kıldılar.
Sonra talebeler, "su nasıl yükseldi" diye konuşuyorlardı. Mübârek zât bunu işitip;
“Bu, hiç mühim değil” buyurdu.
Sordular ki:
“Mühim olan nedir hocam?”
Cevâben;
“İslâmiyete uymaktır. Dînden kıl ucu kadar ayrılan kimsede de böyle hâller görülebilir. Ama o, istidracdır ki, böyle şeyden Allaha sığınırız” buyurdu.
Ardından;
“En büyük kerâmet; İslâmiyete tam uymaktır. Farzları yapıp haramlardan kaçmak gibi fazîlet yoktur dînimizde. En mühim farz ise namazdır. Meselâ ben, bir vakit namazım kazâya kalacağına, bin defâ ölmeyi tercîh ederim” buyurdu.
.Din nasîhattir kardeşlerim!"
10-05-2020 02:00
Denizli'ye bağlı Çal kazâsı müftüsü Ahmed İzzet Efendi “rahmetullahi aleyh”, 1952 yılında vefât etti.
Hâl sâhibi bir velîydi.
Bir gün şunu anlattı sevdiklerine:
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, Eshâb-ı kirâmdan birisini bir yere vâli tâyin etmişti.
Onu, gideceği yere uğurluyordu.
Birkaç sahâbî de vardı yanlarında.
O vâliye dönüp;
“Sakın hâ, Allaha şirk koşma, her gün beş vakit namazını kıl, zengin olursan zekâtını ver ve hacca da git ve sakın yalan söyleme!’ diye ona nasîhat etti.
O da dinleyip;
“Başüstüne” dedi.
Halîfeye vedâ etti.
Ve ayrılıp tâyin olduğu yere gitti.
Ancak sahâbîler şaşırmıştı?!
Hazret-i Ömer’e;
“Ey halîfe! Bu söylediklerin zâten bilinen şeyler. Söylediğin kişi de büyük sahâbîlerdendir. Üstelik de “Aşere-i mübeşşere”den bir kimsedir. Bunları zâten bilir ve yapar” dediler.
Hazret-i Ömer;
“Din nasîhattir kardeşlerim. Yâni mühim şeyleri hâtırlatmaktır. Bu söylediklerimden daha mühim şey var mıydı?” dedi.
“Yoktu elbet” dediler.
Halîfe cevâben;
“İşte ben de onu yaptım. En mühim şeyleri hâtırlattım ona. Daha ne söyliyebilirdim ki?” buyurdu.
.“O hâl şeytânîdir evlâdım!.."
11-05-2020 02:00
Tus, yâni Meşhed şehrinde medfun bulunan Ebû Alî Farmedî hazretlerinin bir talebesi vardı.
Kendisi yeni evliydi.
Mevsim de kış idi.
Yakacak odun alamamıştı henüz.
O böyle düşünürken, evinin önüne "bir yük odun"un yıkılmış olduğunu hayâl etti.
Sonra kalkıp baktı pencereden.
Fakat o da ne?!..
Gözlerine inanamadı.
Gerçekten de bir yük odun vardı evinin önünde.
Bu, hocasının bir kerâmetiydi.
Ama o, kendi kendine;
"Tamaaam, ben artık kemâle geldim. Baksana, olacak hâdiseler aynen kalbime geliyor. Kerâmet dedikleri şey de bu olsa gerek" diye düşündü.
Bu düşünceyle koştu hocasına.
Ona bu hâlini anlatacaktı.
Büyük velî, ona buyurdu ki:
“Git, vazîfene devam et!”
Delikanlı şaşırdı!
Mübârek zât, ona;
“O hâl şeytânîdir evlâdım!.. Tasavvuftan maksat böyle şeyler değildir. Emir ve yasaklara uymakta titizlik göstermektir. Sen ibâdetten zevk alabiliyor musun?” buyurdu.
“Pek değil hocam.”
“Günahlar çirkin geliyor mu?”
“Hayır efendim.”
Buyurdu ki:
“Bak evlâdım!.. Eğer bu iki suâle olumlu cevap verseydin, kerâmetten söz edebilirdik. Yoksa insanların bilmediği şeyleri bilmek, görmediği şeyleri görmek hüner değildir!..”
.“Bilmiyorlar, bilseler yapmazlar!..”
12-05-2020 02:00
Şam'da yetişen büyük velîlerden Ahmed Kâdirî hazretleri 1596 senesi ramazân-ı şerîf ayında, Dımeşk'te vefât etti.
Bir gün deniz kenarında, talebeleriyle oturuyordu.
Sohbet ediyordu.
O ara bir gemi göründü uzaktan.
Yolcular, çalgı çalıp eğleniyorlardı.
Sesleri bunlara da geliyordu.
Talebeler üzülüp;
“Hocam! Bir bedduâ edin de, deniz yutsun onları” dediler.
Büyük velî;
“Hayır, biz bedduâ yerine, duâ edelim” buyurdu.
Gençler şaşırdılar!
Ve sordular:
“Neden hocam?”
Mübârek zât;
“Bilmiyorlar, bilseler yapmazlar” buyurdu.
Sonra el açıp;
“Yâ Rabbî! Bu kullarını dünyâda böyle neşelendirdiğin gibi, âhirette de neşelendir” dedi.
Böyle duâ etti.
Yalvardı Rabbine.
O böyle der demez, gemide olanlar, eğlenceyi bıraktılar.
Sazlarını kırıp denize attılar.
Az sonra gemi sâhile yanaştı.
O çalgı çalıp eğlenenler, çıktılar gemiden.
Doğruca bu zatın yanına geldiler.
Üzgün oldukları belliydi.
Çok pişmân idiler.
Gözyaşları içinde;
“Ne olur efendim, bize İslâmiyeti anlatın. Bilmiyorduk. Bilseydik hiç yapar mıydık?” dediler.
Huzûrunda tövbe ettiler.
Ve talebesi oldular bu büyük velînin.
.Yâ Rabbî! Hocamızın hürmetine!"
13-05-2020 02:00
Kabr-i şerîfi Mekke-i mükerremede bulunan büyük velî Ebû Amr Zücâcî hazretlerinin talebesinden bir grup, sefere çıktılar bir gün.
Yolculuk gemide geçiyordu.
Ama deniz bu.
Güvenilir mi?
Birden fırtına çıktı.
Ve başladı gemi sallanmaya.
Yolcular büyük korkuya kapıldılar!
Talebeler, açtılar ellerini;
“Yâ Rabbî! Hocamızın hürmetine dindir bu fırtınayı. Sen her şeye kâdirsin” dediler.
Allaha yalvardılar.
Ellerini yüzlerine sürerken hafifledi o (korkunç) fırtına.
Birkaç dakika içinde dindi tamâmen.
Çünkü onlar, Allah’ın dostudur.
"Onların hürmetine” diyerek yapılan duâyı, Hak teâlâ geri çevirmez.
● ● ●
Bir gün bu zâta;
"Efendim, bir mübârek geceyi ihyâ etmek için sabaha kadar ibâdet etmek gerekir mi?"
diye sordular.
Cevâbında;
"Hayır, bir saat kadar ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
"İbâdetlerin en mühimi nedir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"En mühim ibâdet; bütün ibâdetleri kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran namazdır" buyurdu.
."Yâ Rabbî! Rûhumu secdede al"
14-05-2020 02:00
Bağdat evliyâsının büyüklerinden Ahmed bin Ebül Verd hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” en büyük arzusu, namaz kıldığı esnâda Rabbine kavuşmaktı.
Bunu çok istiyordu.
Onun için sık sık;
“Yâ Rabbî! Beni, senin râzı olmadığın işleri yapmaktan muhâfaza eyle ve rûhumu secdede iken al” diye duâ ederdi.
Rabbine yalvarırdı.
Yine bir gece uyanıp kalktı.
Sabaha kadar Kur’ân-ı kerîm okudu.
Ve mûtad duâsını yaptı.
Sonra kalkıp namaza durdu.
Son secdeye gitti.
Ama kalkamadı bir daha.
Hanımı da oradaydı.
Secde, normalden fazla sürünce hâliyle merak etti.
Hemen yanına vardı.
Ve vefât etmiş olduğunu gördü.
Gayri ihtiyârî üzüldü tabii.
Bir bakımdan da sevinmişti.
Çünkü secdede iken teslim etmişti rûhunu.
Bu, çok büyük bir nîmetti.
Herkese nasip olmazdı.
O, ömrü boyunca buna kavuşmak istemiş ve, "Yâ Rabbî! Rûhumu secdede al" diye yalvarmıştı.
Duâsı kabul oldu.
Ve kavuştu murâdına.
Nitekim büyükler ;
“Kim neyi isterse, Cenâb-ı Hak onu, o şeye kavuşturur” buyurmuşlardır.
Bu, böyledir her zaman...
.Gelince sevinmez, gidince üzülmeyiz!..”
15-05-2020 02:00
Ahmed bin Ebû Bekr Ayderusî hazretleri Yemen'de doğdu. 1516'da Aden’de vefât etti.
Sohbetlerinde;
“Kardeşlerim! Mal sevgisi, Allahü teâlâya olan sevgimizi geçmesin” derdi sık sık.
Bir gün, bir kese dolusu altın getirdiler kendisine.
Hiç elini sürmeden;
“Şuraya koy!” dedi.
O da oraya koyup gitti.
Ertesi gün bir ihtiyaç sâhibi geldi.
Ve bu velî zâta;
“Hocam! Maddî sıkıntı içindeyim” diye dert yandı.
Ona, o yeri gösterip;
“Şurada, içi altın dolu bir kese olacak, onu al, ihtiyâcına kullan” buyurdu.
Fakîr, sevinçle oraya gitti.
Ama göremedi keseyi.
Geri gelip;
“Öyle bir kese yok” dedi.
Büyük velî;
“Elhamdülillah" dedi.
Adam tekrar baktığında gördü keseyi.
“Varmış efendim, şimdi gördüm” dedi.
Büyük velî, yine;
“Elhamdülillah" dedi.
Fakîr şaşırdı!
Ve merak içinde;
“Efendim, merakımı mâzur görün. Kese yok dediğim zaman da Elhamdülillah dediniz, var dediğim zaman da. Hikmeti nedir?” dedi.
Büyük velî;
“Bizim için dünyâlığın varlığıyla yokluğu birdir. Gelince sevinmez, gidince de üzülmeyiz” buyurdu.
.Köyüme dönmek istiyorum"
16-05-2020 02:00
Ebû Bekr Ayderusî hazretleri, Yemen’de doğdu.
Aden’de vefât etti.
Genç bir talebesi vardı.
Bu talebe, kötü arkadaşlara uyup, ayrılmak istedi medreseden.
Geldi hocasına:
“Bir mâruzâtım var hocam.”
“Söyle evlâdım.”
“Ben köye dönmek istiyorum.”
“Niçin evlâdım?”
“Köy işleri hocam. Aileme yardım etmem gerekiyor” dedi.
Ancak hocası biliyordu gencin asıl maksadını.
“Hayır, gitme!” buyurdu.
“Gitmem lâzım hocam.”
“Hayır evlâdım, gitme!”
Yine ısrâr edince buyurdu ki:
“Pekâlâ, git gidebilirsen!..”
Genç, izinsiz ayrıldı oradan.
İki saat yol gittikten sonra, bir de baktı ki, medresenin önüne gelmiş yine.
Çok şaşırdı tabii!
Tekrar yola koyuldu.
İki saat yol yürüdükten sonra yine medrese önünde buldu kendisini.
“Rüyâ mı görüyorum?" dedi.
Tekrar çıktı yola.
Bir hayli yol gittiği hâlde yine ayrılamadı medresenin etrâfından. O zaman işi anladı.
Kendi kendine;
“Hocam istemiyor. Onun için gidemiyorum" dedi.
Tövbe etti yaptığına.
Hocası, onu görüp sordu:
“Ne o evlât, gidemedin mi?”
“Siz göndermediniz” dedi.
Ve sarıldı hocasının ellerine.
Özür dileyip, devam etti derslerine.
Bir daha da düşünmedi ayrılmayı...
.Bu zâta tâbi ol!.."
17-05-2020 02:00
Irak velîlerinden Ebül Hasan Cüsûkî hazretleri zamânında bir genç bir gece yattı.
Rüyâda bu zâtı gördü.
Ancak tanımıyordu kendisini.
Nurlu ve sevimliydi.
Çok sevdi kendisini.
Kim olduğunu merak etti.
Ve kendi kendine;
“Evliyâdan bir zât olmalı” dedi.
O ara, Efendimiz teşrîf etti.
Ve bu gence;
“Bu zâta tâbi ol!..” buyurdular.
Delikanlı o anda uyandı.
Çok duygulanmıştı rüyâdan!
İyi de, kimdi bu mübârek zât?
Nerede yaşıyordu?
Onu nerede bulacaktı?
Hiçbir şey bilmiyordu.
Bir sene sonra, bir iş vesîlesiyle bu zâtın beldesine gitmişti. Orada (nûr yüzlü) birini gördü.
Dikkatle ona baktı.
Çok sevimli biriydi.
Kendi kendine dedi ki:
"İşte, rüyâda gördüğüm zât”.
O nûrlu zât da ona doğru geliyordu.
Yaklaşınca göz göze geldiler.
Bu zât, elini gencin omuzuna attı.
Ve muhabbetle;
“Bir senedir neredesin? Sen beni arıyorsun, ben de seni” buyurdu.
Genç, ne diyeceğini bilemiyordu?!
“Haklısınız hocam” dedi.
“O rüyâyı unuttun mu?”
“Hayır hocam, hiç unutur muyum.”
“Hani beni bulacaktın.”
“Siz beni buldunuz” dedi.
Ve sarıldı ellerine.
Öptü ve bir daha ayrılmadı yanından...
.Dilini eşek arısı sokan adam!..
18-05-2020 02:00
Ebül Berekât Hakkârî hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Hakkâri’de yaşayıp, orada vefât etti.
Bu zâtı sevmeyen bir kimse vardı o devirde.
Aleyhinde konuşurdu.
Dedikodusunu yapardı.
Hiç de utanmazdı.
Bir gün yine böyle konuşuyordu ki, insanlar “Sus!” dediler kendisine.
Adam sinirlendi!
Üstelik de dedi ki:
“Niye susacakmışım?”
Dediler ki:
“Bu aleyhinde konuştuğun zât, çok muhterem bir insandır. Bir (Allah adamı)dır. Onun aleyhinde konuşmak hayır getirmez sana.”
Böyle dediler.
Adamsa hiç aldırmadı.
Devam etti konuşmaya.
İnsanlar tekrar îkaz ettiler;
“Bak yanlış yapıyorsun. Vazgeç bu işten, yoksa bir cezâya çarpılırsın.”
Ama o, aldırmadı yine.
Hattâ alaylı bir tavırla;
“Cezâya mı çarpılırım?” dedi.
Devam etti konuşmaya.
İşte tam o sırada bir eşek arısı gelip girdi ağzına.
Ve şiddetle soktu dilini.
Adamın dili, bir anda şişti.
Ve fecî hâlde canı yandı.
İşte o zaman aklı geldi başına.
Hatâsını anladı.
Pişmân olup tövbe etti.
Dahası, bu velî zâtın sevgisiyle doldu kalbi.
Duramadı artık.
Koştu huzûruna.
Özür dileyip talebesi olmakla şereflendi...
.'Bostana su mu vereceksin evlat?''
19-05-2020 02:00
Evliyânın büyüklerinden Ebül Abbâs Sebtî hazretleri, Sebt’de doğdu.
Merrâkeş’te vefât etti.
Bu zâtın bir talebesi vardı.
Ziraatle uğraşıyordu.
Ancak bir sene şiddetli bir kuraklık oldu o havâlide.
Bir damla suya hasret kaldı toprak.
Genç adam, bostanının başında kara kara düşünüyordu ki,
hocası çıkageldi.
Ve sordu ona:
“Hayrola evlat, bostana su mu vereceksin?”
“Evet hocam, ama su yok.”
“Ne yapacaksın peki?”
“Bilemiyorum hocam.”
“Üzülme evlât! Yerleri gökleri yaratan, sana (Su) vermeye kâdirdir. Sen şimdi su yollarını aç ve bekle. Su gelir inşallah” buyurdu.
Genç adam;
“İnşallah hocam” dedi.
Gidip açtı su yollarını.
Ve beklemeye koyuldu.
Az sonra, bir şarıltı işitti.
Evet, su gelmişti.
Hem de güldür güldür.
Suladı bostanını, şükretti Allah'a.
Sulama işi bitti, su da kesildi...
● ● ●
Bu zâtın hiç uyumayıp, geceleri hep ağladığını bilenler;
"Efendim, niçin uyumazsınız?" diye sordular.
Cevâbında;
“Cehennemin harâreti uykumu kaçırıyor. Cehennem, yakmak için insan beklerken, rahat uyuyanlara şaşıyorum" buyurdu.
.Senden altın kokusu geliyor!"
20-05-2020 02:00
Cezâyir'de yetişen velîlerden Ebül Abbâs Müstegânimî hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Müsteganim şehrinde yaşadı. Burada vefât etti.
O devirde bir genç vardı.
İlim öğrenmeği çok istiyordu.
Üstelik de yetîm idi.
Annesi, hırkasına dört altın dikti.
Ve gönderdi ilim tahsîline.
Genç, birkaç yer dolaştı.
Nihâyet geldi bu zâtın dergâhına.
Ve hürmetle arz etti ki:
“Ben ilim öğrenmek istiyorum efendim.”
Mübârek gülümsedi;
“Olur, ama senden altın kokusu geliyor. Kalbinde bu düşünce varken kendini ilme veremezsin evlâdım” buyurdu.
Genç, inkâra yeltendi:
“Bende altın yok ki.”
“Annenin verdiği altınlar ne oldu?”
“Hangi altınlar efendim?”
“Hani hırkana dikmişti ya, o altınları soruyorum.”
Delikanlı mahcup oldu!
Büyük zât sordu gence:
“Sen ilim öğrenmek istiyor musun?”
“Çok istiyorum hocam.”
“Öyleyse git, o altınları fakîrlere dağıt da gel. O zaman ilim öğrenebilirsin” buyurdu.
Genç adam;
“Peki efendim” dedi.
Ve fırladı dışarı.
O altınları fakirlere dağıttı.
Ve acele geri geldi.
Orada başladı ilim öğrenmeye.
Büyük bir âlim olarak döndü köyüne...
.Okuyuşunu beğenmediler!
21-05-2020 02:00
Büyük velîlerden Ebû Alî Sekafî hazretleri, Nişâbur’da doğdu. Ve orada vefât etti.
Bu zâtın ziyâretine, biraz fıkıh bilgisi olan üç genç gelmişti bir gün.
Oturup sohbet ettiler.
Sonra yatsı ezânı okundu.
Büyük velî imâm oldu.
Cemaatle kıldılar namazı.
Ancak, mübârek zâtın okuyuşunu beğenmedi bu (bilmiş) kişiler.
Tecvîde uygun bulmadılar.
Gece, o evde misâfir kaldılar.
Üstelik, aleyhinde konuştular bu Allah dostunun.
Derken sabah oldu.
Abdest almak için bahçeye çıktılar.
Fakat o da ne?!..
Kocaman bir ayı vardı dışarıda.
Bunlara saldıracak gibiydi.
Fırsat kolluyordu sanki.
Çok korktular tabii.
Ne yapacaklarını şaşırdılar.
Korkudan titremeye başladılar!
O sırada içeriden çıktı mübârek zât.
Hayvan onu görünce, koştu.
Bu zâtın etrafında dönmeye başladı.
Yüzünü gözünü ayaklarına sürdü.
Ve hürmetle oturdu karşısında.
Özür diliyordu âdeta.
Sonra da başını önüne eğdi.
Mahcup vaziyette uzaklaştı oradan.
Hem de geri geri.
Aynen bir suçlu gibi.
Adamlar bunu gördüler.
Ama inanamadılar gördüklerine.
Anladılar hatâlarını.
Bu zâtın büyüklüğünü kabul edip, özür dilediler kendisinden...
.“Şunu da, o borçlu komşuna ver!"
22-05-2020 02:00
Antalyada yaşayan velîlerden Ahmed bin Osmân Şernûbî hazretleri, cömert bir zât idi.
Maddî sıkıntısı olan, bu zâta gelirdi.
Ve o sıkıntıdan kurtulurdu.
Bir talebesinin fakîr bir komşusu vardı.
O kişi, bu talebeye gelip;
“Evlât yüz dirhem borcum var.
Ve lâkin, ödeyemiyorum” dedi.
Talebe sordu:
“Ne yapayım amca?”
“Hocana söyle de, temin etsin bana bu parayı. Ona çok duâ ederim.”
Talebe;
“Peki amca, söylerim” dedi.
Ve hemen kalktı.
Hocasına gitmek için yola çıktı.
Yolda başka fakîrleri gördü.
Onlar da, kimi elbise istedi.
Kimi de ayakkabı istedi.
Bu genç, her birine;
“Peki peki, olur” dedi.
Ve geldi hocasının huzûruna.
“Hocam, yolda bâzı fakîrler gördüm.
Elbise ve ayakkabı istiyorlar” dedi.
Ama unutmuştu (yüz dirhem) isteyen fakîr komşusunu.
Mübârek zât;
“Peki evlâdım! Ambardan elbise ve ayakkabı al da götür ver o kimselere” buyurdu.
Talebe (Peki) dedi.
Ambara giderken, hocası seslendi:
“Az dur evlâdım!”
Genç, geri gelince;
Ona, yüz dirhem para uzatıp;
“Şunu da, o borçlu olan fakîr komşuna ver. Borcunu ödesin de bize duâ etsin” buyurdu.
Genç, o zaman hâtırladı meseleyi.
Hocasına olan sevgisi daha da arttı.
.Bir kıza gönlünü kaptırmıştı!..
23-05-2020 02:00
Ahmed bin Alevî hazretleri “rahmetullahi aleyh” Yemen’de doğdu.
Terîm şehrinde vefât etti.
Kabr-i şerîfi, Zenbil Kabristanı'ndadır...
Bu zâtın bir talebesi vardı.
O, bir kıza gönlünü kaptırdı.
Yâni o kıza âşık oldu.
Ve derslere gelmez oldu.
Hocası bir gün sordu ona:
“Niçin derslere gelmiyorsun?”
Genç utandı!
Söyleyemedi işin doğrusunu.
Ancak, hocası biliyordu.
Şefkatle bir nazar etti gence.
İşte ne olduysa, o nazarla oldu.
Genç, kaybetti kendini.
Ayıldığında kalbini yokladı.
Kıza olan aşkı yok olmuştu.
Yerine Allah sevgisi dolmuştu.
Kapandı hocasının ellerine.
Ve bir daha ayrılmadı yanından...
● ● ●
Bu zât, sevdiği bir gence;
“Güzel ahlâkın en güzeli nedir, bilir misin?” diye sordu.
Delikanlı arz etti ki:
"Bilmiyorum efendim.”
Büyük Velî;
"İnsanlara yumuşak davranmaktır. Sertlik, ne ailede, ne iş yerinde, ne de devlette geçer akçe değildir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Müminin alâmetlerinden biri nedir, bilir misiniz?" diye sordu.
"Bilmiyoruz" dediler.
Mübârek zât;
"Mümin; verdiği zaman sevinen, günah işlediği zaman üzülen kimsedir" buyurdu.
.“Eyvâh! Ben ne yaptım?"
27-05-2020 02:00
Büyük velîlerden Ebül Abbâs Dîneverî hazretleri, Semerkant’da vefât etti.
Bir cumâ günü idi.
Bu zât, namaz için çıktı evden.
Ancak hava yağmurluydu.
Yerler de çamurlu.
Biraz yürüyünce çamurlandı pabuçları.
Temizlemek için bakındı etrâfa.
Bir bahçe duvarı gördü.
Oraya sürüp temizledi pabucunu.
Sonra câmiye gitti.
Tam namaza duracaktı ki;
“Eyvâh!" dedi kendi kendine.
“Ben ne yaptım? Başkasının duvarını kirlettim çamurla.”
“Kul hakkı”na girmişti.
Bunun için huzursuz olmuştu.
Namazdan sonra sorup soruşturdu.
Ve buldu ev sâhibini.
Meğer gayrimüslimmiş adam.
Durumu anlatıp dedi ki:
“Ne olur hakkınızı helâl edin!”
Adam şaşırdı;
“Helâllik isteyecek ne var ki?”
“Duvarınızı kirlettim.”
“Olsun, alt tarafı duvar, zâten çamur içindeydi.”
“Doğru, ama bu, kul hakkıdır. Lütfen helâl edin.”
Adam duygulandı:
“Peki, helâl olsun. Ama bir şeyi merak ettim. Bu incelik ve insan haklarına saygı, nereden kaynaklanıyor?”
“Dînimizden.”
“Dininiz mi emrediyor bunu size?”
“Evet, İslâmda kul hakkı çok mühimdir.”
“Yaa, ne güzel” dedi.
Bir müddet sessizlik oldu.
Sonra (kelime-i şehâdet) yankılandı orada...
.'İbâdetten zevk alamıyorum!''
28-05-2020 02:00
Trablus'ta vefât eden büyük velî Ahmed bin Süleymân Ervâdî hazretleri, Ervâd kasabasında doğdu.
1858'de Trablusşam’da vefât etti.
Dibâ Mescidi yanına defnedildi.
Bu zât, henüz gençti.
Bir gün sordu annesine:
“Anneciğim! İbâdetlerimden lezzet alamıyorum, acabâ sebep ne olabilir?”
Annesi de;
“Bilmiyorum” dedi.
Kalbi rahat etmedi.
“Bir düşün anne” dedi.
“Neyi düşüneyim oğlum?”
“Meselâ beni emzirdiğin günleri. O günlerde haram bir şey yemiş olabilir misin acabâ?”
Annesi uzun uzun düşündü.
Ve nihayet hâtırladı.
“Evet oğlum, öyle bir şey olmuştu.”
Genç heyecânla sordu:
“Nasıl oldu, anlatsana.”
Annesi anlattı:
“Bir gün komşuya gitmiştim.
Mutfakta sevdiğim bir yemek pişiyordu.
Ona yardım edeyim dedim.
Mutfağa girdim.
O yemeğin tadına baktım.
Ev sâhibine de söylemedim yediğimi.
Bu, olabilir mi oğlum?”
Oğlu, sevinçle annesine;
“Evet anne, işte sebep bu. Hemen git, helâlleş o kadınla” dedi.
Kadıncağız hak verdi oğluna.
“Peki oğlum, hemen gidiyorum” dedi.
Ve gidip helalleşti o kadınla.
Mübârek oğlu, rahatladı.
Ve zevk almaya başladı ibâdetlerinden...
.Evliyâ üzülürse...
29-05-2020 02:00
Anadolu'da yetişip, Bursa'da vefât eden Açıkbaş Mahmut Efendi’yi, bir genç üzmüştü bir gün.
Nâzik kalbini incitmişti.
Lâkin bu yaptığı, hayır getirmedi ona.
O gün yakalandı bir hastalığa.
Öyle ki, ağrıdan kıvranıyordu.
İlâç da tesir etmiyordu.
Ne yapsa, faydasızdı.
Sonra anladı hatâsını.
Bir Allah adamını üzdüğü için bu derde yakalandığını idrak etti nihâyet.
Pişmân oldu yaptığına.
Fırladı ve düştü yola.
Bu velînin hânegâhına vardı.
Özür diliyecekti kendisinden.
Ne zaman ki o buna karar verdi.
O anda, ağrısı hafifledi.
İyileştiğini hissetti açıkça.
Kapısına gelince tamâmen geçti.
Tam kapıyı çalacaktı.
Kapı, kendiliğinden açıldı.
Büyük zât gülümseyerek karşıladı onu.
“Buyur evlâdım, hoş geldin.”
“Hoşbulduk efendim” dedi.
İçeri geçip oturdular.
Mübârek zât;
“Geçmiş olsun oğlum. İnşallah bir daha böyle bir hastalığa yakalanmazsın” buyurdu.
Ve sordu ona:
“Pişmân mısın yaptığına?”
“Hem de nasıl efendim.”
“Çok iyi. Pişmânlık tövbedir oğlum. Tövbe de büyük nîmettir. Bir daha kimsenin kalbini kırma. Zîra kalp kırmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günahtır” buyurdu.
Genç, öptü bu zâtın elini.
En sevdiği talebesi oldu sonunda....
."Bizim ev şu adreste evlat..."
30-05-2020 02:00
Hindistan evliyâsından Ahmed Şeybânî hazretleri zamanında, o yerin vâlisi rüyâ gördü bir gece.
Nûr yüzlü bir ihtiyar gelip;
“Evlât! Bizim ev şu adrestedir, gelirsen görüşür, sohbet ederiz” dedi.
Vâli çok sevmişti bu zâtı.
Ama kimdi, bilmiyordu.
“Peki efendim” dedi.
Uyandığında kalbi heyecânla çarpıyordu.
Kendi kendine;
“Allah Allah" dedi.
“Bu sevimli zât kimdi acabâ?
Beni evine çağırıyor.”
Adresi öğrenmişti.
O sabah çıktı hânesinden.
Evi bulup, çaldı kapıyı.
Kapı açıldığında, gece rüyâda gördüğü o nûrlu ihtiyarı gördü karşısında.
Şaşırıp kaldı.
Bu zât tebessümle karşıladı onu.
“Hoş geldin evlât! Çağırmasak geleceğin yoktu” dedi.
Oturup sohbet ettiler.
Bir ara sinekler doluştu odaya.
Binlerce sivrisinek.
Vâli çok rahatsız oldu.
Ve kovmak istedi onları.
Ama ne mümkün.
Binlercesi âdeta hücûm edip, sıva gibi kapladılar yüzünü.
Büyük velî, bu hâli görünce kalktı.
Ve pencereyi açıp seslendi:
“Haydi bakayım, hepiniz dışarı!”
Sinekler, bir anda terk ettiler odayı.
Sanki emir almış gibi.
Vâli hayret içindeydi!
Kalkıp hürmetle öptü elini.
Dergâhın müdâvimiydi artık...
.Hayvan büktü boynunu!..
31-05-2020 02:00
Fas'ta yetişen velîlerden Ebû Ya’zi Mağribî hazretleri Fas’ta vefât etti.
Bâît kasabasında defnedildi.
Bir gün, birkaç talebesini aldı.
Ve kırlara gezintiye çıktı.
Yolları bir ormana vardı nihâyet.
Derken bir ayı sesiyle irkildiler!
Ve bir adam peydah oldu o ara.
Can havliyle kaçıyordu.
Bir ayı da ardından onu kovalıyordu.
Talebeler korktular.
Ve hocalarının arkasına sığındılar!
Büyük velî, hayvanın önüne geçti.
Ve iki kolunu iki yana uzatıp;
“Duuur!” diye seslendi.
Hayvan zınk diye durdu.
Ve karşısında, bu zâtı gördü.
Hürmetle büktü boynunu.
Sanki özür diliyordu.
Büyük velî, hiddetle bağırdı hayvana:
“Çabuk terk et burayı!”
Hayvan, bir suçlu gibiydi.
Boynunu önüne eğdi.
Ve derhâl uzaklaştı oradan.
Hem de arka arka.
Talebeler şaşkınlık içindeydi!
Hayret ve merakla sordular:
“Bu nasıl oldu hocam?”
“Ne nasıl oldu?”
“Hayvan size itâat etti.”
“Şaşırdınız mı?”
“Hem de çok hocam.”
Büyük zât cevaben;
“Şaşacak bir şey yok çocuklar. İnsanlar Allahü teâlâya itâat ederlerse, Allah'ın mahlûkları da ona itâat ederler. İtâat etmezlerse, mahlûklar da ona itâat etmezler. Bu böyledir her zaman” buyurdu.
.Hocanın kıymetini bil oğlum!"
01-06-2020 02:00
Mısır evliyâsından Ahmed-ez-Zâhid hazretlerinin talebesinden Ömer adında bir genç vardı.
Bu zâtın huzûruna geldi bir gün.
Ve kendisine;
“Hocam! İzin verirseniz memlekete gitmek istiyorum” dedi.
Büyük zât buyurdu ki:
“Hayhay evlâdım, git.”
“Yarın çıksam mı hocam?”
“Tabii ya, iyi olur” buyurdu.
Anne babanın duasını alırsın.”
Delikanlı sevinmişti.
Hocasının elini öpüp çıktı.
Ama hocası seslendi arkasından;
“Giderken bal götür babana!”
“Başüstüne” dedi.
Ve o gün düştü yola.
Nihâyet memleketine vardı.
Ve gördü ki, babası ağır hasta.
Getirdiği balı verdi annesine.
Kadıncağız balı görünce şaşırdı!
Hem de çok sevindi.
Oğluna sarılıp dedi ki:
“Nereden akıl ettin bunu oğlum?”
“Hayrola anneciğim!.
Bal mı lâzımdı yoksa?”
“Evet ya, doktorlar babana bal yemesini söylediler. Ama yoktu buralarda, çaresizdik, sen Hızır gibi yetiştin oğlum.”
Çok sevindi buna.
Ve annesine dedi ki:
“Hocam söyledi anne, ben nereden bileyim!”
Kadıncağız;
“Öyleyse bil o hocanın kıymetini oğlum. Sakın ayrılma yanından” dedi.
Ve balı açıp yedirdiler hastaya.
Az zamanda şifâya kavuştu adam...
.Cenâb-ı Hakk, sâlihlerden eylesin!..''
02-06-2020 02:00
Şam'da yetişen velîlerden Ebû Ubeyd Busrî hazretleri, 859 senesinde vefât etti.
Bu zâtın sevdiği biri vardı.
Hanımı doğum yapacaktı.
Doğum günü iyice yaklaştı.
Kadıncağız ricâ etti beyine:
“Efendi!..”
“Buyur hanım.”
“Ebû Ubeyd hazretlerine gidip duâ istesen diyorum.”
Adam merak etti:
“Hayrola, ne için?”
“Doğumun kolay olması için.”
Adamcağız;
“Peki olur” deyip çıktı evden.
Varıp çaldı hocasının kapısını.
Mübârek zât açtı kapıyı:
“Buyur evlâdım, hoş geldin.”
“Hoşbulduk hocam.”
Tam duâ isteyecekti.
Bu büyük velî zât;
“Hayırlı olsun. Cenâb-ı Hakk, sâlihlerden eylesin inşallah. Adını (Hasan) koy” buyurdu.
Adam duâ istemeye gelmişti.
Doğum haberini aldı ondan.
Dönüp hızla eve geldi.
Yakınları sevinç içinde;
“Müjde, oğlun oldu” dediler.
O zâten biliyordu.
Adını Hasan koydu bebeğin...
● ● ●
Bu zât, sevdiği birine;
"Ey kardeşim! Kendine nasîhat eden yine kendin ol. Bir kusûrun olduğu zaman, başkalarının uyarmalarını bekleme. Bu, güzel bir haslettir, ama artık kalmadı" buyurdu.
."Bir daha ihtiyâcın olursa bize gel!.."
03-06-2020 02:00
Yemen velîlerinden Ebû Şu’be Hadramî hazretleri, Hadramut’ta doğdu.
Aden şehrinde vefât etti.
O devirde bir hırsız vardı.
Bu zâtın evine girmeyi tasarladı.
Bir gece yarısı sessizce geldi.
Bahçe duvarına tırmandı.
Ve yavaşca atladı içeri.
Ortalık zifirî karanlıktı.
Fakat o da ne?!..
O bahçeye atladı.
O anda aydınlandı her yer.
Gündüz gibi oldu.
“Allah Allah” dedi.
Korkup, tekrar duvara tırmandı.
Ve zor attı kendini dışarı!
Ancak, o dışarı atladı.
O anda yine zifirî karanlık oldu.
Fenâ hâlde şaşırmıştı?!
“Hayâl mi görüyorum" dedi.
Ve tekrar tırmanıp atladı içeri.
O anda aydınlandı o yer.
Gündüz gibi oldu yine.
Telâşlanıp, acele dışarı atladı!
O anda yine karanlık oldu her taraf.
Bir türlü uyanamıyordu.
Üçüncü defa teşebbüs etti.
Ama bir ses duydu.
Büyük velî seslendi pencereden:
“Delikanlı, az gelir misin!”
Ürkerek gitti yanına.
Büyük zât ona bir miktar para verip;
“Bunu al. Bir daha ihtiyâcın olursa bize gel” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Ama kapıdan buyur!”
Hırsız yapıştı ellerine mübâreğin.
Tövbe edip, talebesi olmakla şereflendi.
.Bana duâ etsin!"
04-06-2020 02:00
İstanbul'da yetişen velîlerden Ebû Saîd bin Sun'ullah hazretleri Tebrîz’de doğdu.
1572'de İstanbul’da vefât etti.
Bu zâtın, Ahmed Efendi diye bir sevdiği vardı.
O, bir gün hastalandı.
Hemen bir mektup yazdı.
Ve gönderdi bu zâtın bir talebesine.
Mektubunda;
“Hocamıza selâmımı söyle. Bana duâ etsin!” diye yazdı.
Ama, sadece dua istedi.
Hastalığından bahsetmedi.
O talebe, mektubu okudu.
Ve koştu hemen bu velî zâta.
“Hocam! Ahmed Efendi'den mektup aldım, size selâmları var, duâ istiyor” diye arz etti.
Ebû Saîd hazretleri;
“Aleyküm selâm” dedi.
Ve ardından;
“Sen de ona selâm yaz. Şu şu ilâçları kullanırsa inşallah iyileşir diye de bildir ona” buyurdu.
Talebe, hürmetle;
“Peki efendim” dedi.
Ve bildirdi bunu Ahmet Efendi'ye.
O da, o ilâçları kullanıp şifâ buldu.
● ● ●
Bu zât, kendisine kötü sözler söyleyen bir kimseye;
"Bu dediklerini Allah işitiyor. Şâyet ben âhirette, hesaptan kurtulup da Cennete girersem, bu sözlerin bana hiç zararı olmaz" dedi.
Ve ilâve etti:
"Ama Cehenneme düşersem, o zaman bu dediklerinden daha kötü biri olduğumu anlarım.
.Suyu kesilen değirmen!..
05-06-2020 02:00
Hindistan velîlerinden Abdülvehhâb Müttekî hazretleri Mendev’de doğdu.
Mekke’de vefât etti.
Bu zâta bâzıları gelip;
“Hocam, biz falan köyden geliyoruz. Bir derdimiz var da, onu arz edeceğiz” dediler
Bu büyük zât;
“Buyurun” dedi.
Onlar da;
“Hocam! Biz buğdaylarımızı öğütemiyoruz. Zîra değirmenimizin suyu âniden kesildi. Çok zor durumdayız” dediler.
Mübârek zât dedi ki:
“Ne yapsak acabâ?”
“Bir duâ etseniz hocam.
Sizin duânız kabul olur.”
Büyük velî;
“Estağfirullah” dedi.
Ve ellerini açıp;
“Yâ Rabbî! Bu kullarına sonsuz kereminden su gönder de dönsün değirmenleri” diye yalvardı.
Mübâreğin duâsı bitti.
Bir şarıltı koptu birden.
Akmayan su, başladı akmaya.
Ve döndürdü değirmenin taşını.
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine;
"Âhirette azâba düşen bir kulun, bu azâba nasıl düştüğüne şaşırmam. Ama cehennemden kurtulup, sonsuz cennet nîmetlerine kavuşanın, buna nasıl kavuştuğuna şaşarım" dedi.
Ve ardından;
"İyi biliniz ki, Allahü teâlâ bir kuluna, îmânla ölmekten daha büyük bir nîmet vermemiştir" buyurdu.
."Keşke doğmasaydım!"
06-06-2020 02:00
Kuhistan'a bağlı Âbiz köyünde doğan Alaaddîn Âbizî hazretleri, 1486'da vefât etti.
Kabri, Herat şehrindedir.
Bu zât, Allah’dan çok korkardı.
Bu korku ile devamlı ağlar;
“Keşke doğmasaydım" derdi
Dâima âhireti düşünürdü.
Ölüm hazırlığı içindeydi.
Herkese de bunu öğütlerdi.
Bir gün sevdiklerine buyurdu ki:
“Rabbimden, üç şey istedim."
Dinleyenler merak etti.
Ve sordular ki:
“Onlar nedir efendim?”
Buyurdu ki:
“Dünyâya rağbet etmemeyi.
Namazlarımı doğru kılmayı.
Şehîden Allaha kavuşmayı.”
Sordular ki:
“Kavuştunuz mu bu şeylere?”
Buyurdu ki:
“İlk ikisine kavuştum.
Üçüncüyü bekliyorum.”
Ömrünün sonları idi.
Bir gazâya katıldı.
Kahramanca savaştı.
Çok kâfir öldürdü.
Ve şehit olup muradına kavuştu...
● ● ●
Bu zât geceleri pek ibâdet yapmazdı.
Erkenden yatardı.
Uykusunu alırdı.
İnsanlar, hikmetini sordular.
Cevâbında;
"Geceyi uyuyarak geçirip, sabahleyin Rabbime karşı (mahcup) ve (pişmân) olarak kalkmayı; bütün geceyi ibâdetle geçirip de, sabaha kendimi (beğenmiş) olarak çıkmaktan daha çok severim" buyurdu.
.Ne yiyip ne içiyorsunuz böyle?”
07-06-2020 02:00
Yemen velîlerinden Ebû Bekr bin Abdurrahman Sekkaf hazretleri, Terîm’de vefât etti.
O devirde birkaç genç vardı.
Şeytana uyup, kıra gittiler bir gün.
Eğlenip içki içeceklerdi orada.
Kimse görsün istemiyorlardı.
Onun için tenhâ bir yer seçtiler.
Biliyorlardı fenâ iş yapacaklarını.
Olacak bu ya...
İçkileri doldurup tam içiyorlardı ki.
Bu zât uzaktan gördü bu gençleri.
İçki içtiklerini anladı.
Ve yaklaşıp sordu:
“Ne yiyip ne içiyorsunuz böyle?”
Dediler ki:
“Evden, öteberi getirdik.
Onları yiyoruz efendim.”
“Bu şişelerde ne var peki?”
“Bal şerbeti efendim.”
“Ben de içebilir miyim?”
Bir korku sardı gençleri!
“Ee, şeyy hocam, tabii buyurun için. Ama hoşunuza gitmeyebilir” dediler.
Büyük velî buyurdu ki:
“Ben her şerbeti severim.”
Ellerinden alıp, içti.
Ve gençlere dönüp;
“Evet, bal şerbeti, çok da nefismiş” buyurdu.
Sonra kendi doldurdu.
Ve o gençlere uzatıp;
“Alın, siz de için” buyurdu.
Gençler ondan alıp içtiler.
Ve lâkin şaşkına döndüler!
Zîra gerçekten bal şerbetiydi.
Bunu görüp çok duygulandılar.
Ve hemen tövbe ettiler.
Sonra ellerine sarılıp öptüler.
Ve talebesi olmakla şereflendiler...
.Bunları niçin topluyorsun?"
08-06-2020 02:00
Bursa velîlerinden Tokatlı Hayreddîn Efendi, Edirne’de doğdu. 1608'de Bursa’da vefât etti.
Çok şefkatli ve cömert idi.
Çok da yardımsever bir zâttı.
Şöyle ki;
Umre için yola çıktı bir gün.
Yol arkadaşları da vardı yanında.
Henüz şehirden çıkmamışlardı.
Yolda bir kız çocuğu gördü.
Çok acıdı hâline.
Zîra üstü başı yırtıktı.
Çöplükten yiyecek topluyordu.
Ona yaklaşıp sordu:
“Niçin bunları topluyorsun?”
Kızcağız büktü boynunu.
“Amca, biz yetîm iki kardeşiz. Bir de annemiz var. Üçümüz de üç gündür açız” dedi.
Acıdı mübârek.
“Yâ, öyle mi yavrum?”
“Evet amca. Buradan yiyecek bir şeyler bulabilir miyim diye bakıyordum.”
Mübareğin gözleri yaşardı.
O anda vazgeçti umreden.
Bütün parasını verdi o kıza.
Yol arkadaşları;
“Hocam ne yaptınız, bütün paranızı o çocuğa verdiniz, birlikte umreye gitmiyor muyduk?” dediler.
Buyurdu ki:
“Benim umrem bu olsun.”
Sordular ki:
“Bu, umrenin yerini tutar mı?”
Cevâben;
“Hem de fazlasıyla tutar. Zîra biz (nâfile) hacca gidiyorduk. Yâni (farz) değildi üstümüze. Ben bu acıklı manzarayı görünce vazgeçtim bu nâfile ibâdetten. Siz gidin” buyurdu...
.'Ben yalnız değilim ki!''
09-06-2020 02:00
Şam'da yetişen evliyâdan Ebû Bekr-i Dükkî hazretleri, 100 yaşını geçmiş idi.
Ve Şam’da vefât etti.
Gündüzü ilimle geçirirdi.
Geceyi de ibâdetle.
Emânete çok titizdi.
Meselâ birinden aldığı (kalemi) sâhibine vermeği unutunca, bir günlük yolu geri giderek onu sâhibine verdiği meşhurdur.
Ayrıca da;
Resûlullah Efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın hayatlarını çok okur, okurken de ağlardı!
Bir gün sevdikleri;
“Hocam! Evde yalnızlıktan sıkılmıyor musunuz, arada bir çıkıp dolaşsanız” dediler.
Cevâben buyurdu ki:
“Ben yalnız değilim ki.”
Şaşırıp birbirlerine bakıştılar!
“Yalnız değil misiniz?”
“Evet, yalnız değilim.”
“Kimlerle berabersiniz?”
“Peygamber Efendimizle ve Onun Eshâbıyla beraberim. Onlarla olan, yalnızlık duyar mı?” buyurdu.
O zaman kavradılar meseleyi.
“Affedersiniz” dediler.
“Biz bunu düşünememiştik.”
● ● ●
Bu zât, âhirette hesap verme endîşesinden (toprak) olmayı arzu ederdi!
Allah’tan çok korkardı!
Sohbetlerinde;
"Rabbim bana, Cennet veyâ Cehenneme girmekle, (toprak) olmak arasında tercîh hakkı verseydi, ben (toprak) olmayı tercîh ederdim!" buyururdu
.Allah şifâ versin"
10-06-2020 02:00
Halep'te yetişen Ebû Bekr bin Ebû Vefâ hazretleri, 1583 senesinde vefât etti.
Bu zâtın fakîr bir komşusu vardı.
Adam bir gün hastalandı.
Kimsesi de yoktu garibin.
Hastalığı günden güne ağırlaştı!
Çâresizlik içinde kıvranıyordu.
Derken rüyâ gördü bir gece.
Nûr yüzlü bir zât geldi.
Ve oturdu baş ucuna.
Elini onun başına koydu.
Ve şöylece duâ eyledi:
“Cenâb-ı Hak sana şifâ versin!”
O anda ağrıları dindi adamın.
Sevinçle baktı bu büyük zâta.
“Siz ne iyi insansınız” dedi.
O mübârek zât;
“Estağfirullah, ben günahkâr biriyim. Hasta olduğunu işittim, duâ etmeye geldim” buyurdu.
Adam iyice merak etti.
Ve sordu hemen:
“İsminizi bağışlar mısınız?”
“Adım, Ebû Bekr” dedi.
Ve kayboldu gözden.
Adam uyanıp fırladı ayağa.
Turp gibiydi artık...
● ● ●
Bir gün bu zâta sordular:
“İnsan için en faydalı şey nedir efendim?”
Buyurdu ki;
“İyi arkadaştır.”
“En zararlı şey nedir hocam?”
Cevâbında;
“Kötü arkadaştır. Ancak kötü arkadaş yalnız insandan olmaz. Seni doğru yoldan uzaklaştıran her şey, mesela okuduğun (kitap) zararlıysa, o bile kötü arkadaştır” buyurdu.
.Gündüz hayalinde gece düşünde!..
11-06-2020 02:00
Anadolu evliyâsından İsmavlı Dede zamânında bir genç vardı.
Bu genç, yolda bir kız gördü.
Kızın güzelliği yaktı gönlünü.
Âşık oldu bir anda.
Bir daha da göremedi.
Gündüz hayâlindeydi o kız.
Gece de rüyâsında.
Unutmak istiyordu.
Ama ne mümkün.
Bunalıma girmek üzereydi.
Açtı ellerini.
“Yâ Rabbî! Kurtar beni bu sıkıntıdan, zîra dayanamıyorum artık” diye yalvardı.
Sonra çıktı dışarı.
Yolda bu büyük zâtı gördü.
İsmavlı Dede, anladı onun derdini.
Yaklaşıp sordu:
“Senin bir derdin mi var evlât?”
“Evet efendim, çok dertliyim.”
Mübârek duâ etti gence:
“Allah kurtarsın evlâdım, unuttursun sana o kızı. Çıkarsın gönlünden.”
Böylece duâ etti.
Ve devam etti yoluna.
Genç, o anda rahatladı.
Kurtuldu bu derdinden.
Tamâmen unuttu o kızı.
Kuş gibi hafiflediğini hissetti.
Kendi kendine;
“Allah Allah, bu zât kimdi ki, bir bakışta anladı derdimi ve bir duâsıyla kurtuldum bu dertten” dedi.
Koşup yetişti arkasından.
Ve sordu:
“İsminizi bağışlar mısınız?”
“Bana, İsmavlı Dede derler.”
Genç, hürmetle öptü elini.
Ve talebesi olmakla şereflendi...
.Bir de ölüm var!.."
12-06-2020 02:00
Nişâbur'da yetişen velîlerden Ebû Bekr el Ferrâ hazretleri, 980 senesinde Nişâbur'da vefât etti.
Bu zâtın bir talebesi vardı.
Sefere çıktı bir gün.
O devirde, zahmetliydi yolculuk.
Zîra her yerde su yoktu.
Abdestte zorluklar yaşanırdı.
Bu talebe, seferden döndü.
Ve geldi hocasının yanına.
Onun da ilk suâli namazdan oldu.
Ve sordu o talebeye;
“Yol boyunca namazlarını vaktinde kılabildin mi evlâdım?”
O da arz etti ki:
“Çok şükür kıldım hocam.”
Mübârek zât;
"Mâşallah, mübârek olsun evlâdım. Çünkü Müslüman demek, (namaz) demektir” buyurdu.
Genç merak etti.
Ve sordu bu velîye:
“Namazı kazâya bırakmak için bir özür var mı hocam?”
Buyurdu ki:
“Evet, iki özür var.”
“Onlar nedir efendim?”
“Uyku ve unutmak.”
“Başka yok mu efendim?”
Mübârek gülümsedi;
“Bir de ölüm var tabii.”
Delikanlı almıştı mesajı.
“Yâni hocam, insan yaşıyorsa, mutlaka namazını kılmalıdır, öyle mi?”
Mübârek zât;
“Evet, aynen öyle. Çünkü namaz, (nefes almak) gibidir bu dinde. Müslüman, (nefes aldığı) müddetce namazını kılacaktır” buyurdu.
."Babanın rızâsını al!.."
13-06-2020 02:00
Nişâbur velîlerinden Ebû Bekr el-Ferrâ hazretleri hakkında, bir sevdiği şöyle anlatıyor:
Bir zaman hacca gidecektim.
Birkaç arkadaşla yola çıktık.
Nihayet Nişâbur'a vardık.
Bu büyük velî, bu şehirdeydi.
Onunla görüşmek istedim.
Ama yalnız değildim.
Yol arkadaşlarım vardı.
Onlarla istişâre ettim.
Arkadaşlarım;
“Onu ziyâret edersen, babanın rızâsını alman için seni geri gönderir. Hac dönüşü ziyâret edersin” dediler.
Fakat ben, onları dinlemedim.
Bu zâtın mescidini öğrendim.
Ve içeri girip selâm verdim.
O, selâmımı aldı.
Ve sordu bana:
“Nerelisin evlât?”
“Heratlıyım efendim.”
“Nereye gidiyorsun?”
“Hacca gidiyorum hocam?”
“Peki, baban var mı senin?”
“Evet, var efendim.”
Buyurdu ki:
“Geri dön ve onun rızâsını al.”
“Başüstüne efendim” dedim.
Ve oradan ayrılıdım.
Arkadaşlar bana;
“Geri dönme!” diye ısrâr ettiler.
Ben, yine de geri döndüm.
Ve babamın rızâsını istedim.
Babam sordu:
“Sırf bunun için mi döndün?”
“Evet babacığım” dedim.
Çok memnun olup gözleri yaşardı.
Ve bana yürekten bir duâ etti.
İşte bu duâ berektiyle, çok maddî ve mânevî nîmetlere kavuştum.
.Gerçek mümin nasıl olur?”
14-06-2020 02:00
Nişâbur'da yetişen velîlerden Ebû Bekr el-Ferrâ hazretleri “rahmetullahi aleyh”, 980 senesinde aynı yerde vefât etti.
Bir gün bu zâta;
"Efendim, kişinin amellerine, neye göre ecir ve sevap verilir?" diye sordular.
Gelen kişilere baktı.
Ve şöyle cevapladı:
"Kişinin ameline, o işe verdiği (ehemmiyet) miktârınca, onu işlerken yaptığı hatâlara (üzülmesi) miktârınca ve o amelin sünnet-i seniyyeye uygun olması için gösterdiği (gayret) miktârınca sevap verilir.”
● ● ●
Bir gün de, biri geldi bu zâta.
Ona, şunu soracaktı:
“Gerçek mümin nasıl olur?”
Cevâbını merak ediyordu.
Ancak olacak bu ya.
İçeri girince unuttu soracağı şeyi.
Bir türlü hâtırlayamadı.
Bu zâtın sohbetini dinledi.
Bir müddet sonra da;
“Ben artık kalkayım” dedi.
Mübârek zât;
“Az daha otur evlât, belki soracağın bir şey vardır” buyurdu.
Yâni hâtırlatmak istedi.
Ama yine hâtırlayamadı.
O zaman;
“Peki, sen bilirsin” dedi.
Tam giderken;
“Gerçek mümin; elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kimsedir” buyurdu.
Adam bu kerâmeti gördü.
Bu zâta olan sevgisi kat kat arttı.
."Üzülmeyin çocuklar, sevinin!"
15-06-2020 02:00
Kuhistan'da yetişen velîlerden Ebû Bekr-i Kisâî hazretlerinin dergâhı her gün dolup taşardı.
Ancak zamanla dar geldi dergâh.
Genişletmek istedi mübârek zât.
Ama şu işe bakın ki, dergâhın iki yanındaki evlerde oturan kimseler, kıymetini bilmiyorlardı bu zâtın.
Satmadılar evlerini.
Büyük velî, çok para teklif etti.
Yine râzı edemedi.
Talebeler geldiler bu zâta.
“Çok üzgünüz hocam” dediler.
Buyurdu ki:
“Üzülmeyin çocuklar, sevinin.”
Zîra, yakında hâllolacak bu iş.”
“İnşallah hocam” dediler.
O gece seher vakti idi.
Büyük zât, açtı ellerini.
“Yâ Rabbî! Senin rızân için istiyoruz bu yerleri. Çevir kalplerini bu kişilerin” diye yalvardı.
O, böyle duâ ediyordu.
O iki komşu da uyuyorlardı.
Ve aynı rüyâyı görüyorlardı.
Şöyle ki;
Kıyâmet kopmuş.
İnsanların amelleri tartılıyordu.
Sıra bu ikisine geldi.
Melekler onlara dediler ki:
“Siz cennete gidecektiniz. Ama şimdi cehenneme gideceksiniz.”
“Neden?”
“Evinizi o zâta satmadınız diye.”
O anda uyandılar.
Anlamışlardı hatâlarını.
Hemen koştular bu zâtın huzûruna.
“Evlerimiz sizindir. Para da istemiyoruz. Yeter ki, affedin bizi” dediler.
.Kibir'den sakının!
16-06-2020 02:00
Ebû Bekr-i Nessac hazretleri, Meşhed şehrinde doğdu.
Aynı yerde vefât etti.
O zamânda, bir 'hoca' vardı.
Kötü biliyordu bu Allah dostunu.
Başkalarına aldanmıştı
Bir gün kendi kendine;
“Gideyim, şu kimseye bâzı dînî suâller sorup imtihan edeyim. Hem öyle zor şeyler sorayım ki, bilemeyip mahcup olsun talebesinin yanında" diye düşündü.
Bu düşünceyle yattı.
Ama, namaza kalkamadı.
Sabah namazı kazâya kaldı.
“Neyse” deyip çıktı evden.
Yolda bâzı suâller hazırladı.
Ve gidip dergâha girdi.
O esnâda o velî sohbet ediyordu.
O girince, mevzûyu değiştirip;
“Kibirden sakının!” dedi gençlere.
Talebeler merak ettiler.
Onlardan biri sordu:
“Kibir nedir hocam?”
“Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Meselâ bâzıları vardır ki, kendisini 'âlim' sanıp imtihana yeltenir bir başkasını. Ona suâller sorup mahcup olmasını bekler. Böyleleri sabah namazına bile kalkamazlar” buyurdu.
Bunları söyledi.
Ve tek tek cevap verdi onun hazırladığı o suâllere.
Hoca, bu kerâmeti gördü.
Ve anladı hatâsını.
Mahcup oldu yaptığına!
Boynunu büküp;
“Affedin” dedi.
Elini öpüp “talebesi” olmakla şereflendi...
.Namaz kılarken vefât etti...
17-06-2020 02:00
Edremit toprağını nurlandıran velîlerden Sağma Dede’nin vefat şekli enteresandır.
Şöyle ki;
Ömrünün son günleriydi.
Namaza durdu odasında.
Az sonra hanımı girdi odaya.
Bir şey soracaktı.
Ancak namazda gördü onu.
Çıkıp, bir saat ev işi yaptı.
Tekrar yanına girdi.
Ama o, yine namazdaydı.
Kendi kendine;
“Allah Allah!” dedi.
“Hiç böyle uzun namaz kılmazdı."
Bir şey anlamadı.
Birkaç defa girdi çıktı.
Her birinde namazda gördü onu.
İşte o vakit meraklandı.
Ve gidip vardı yanına.
Fakat o da ne?!..
Nefes almıyordu.
Heyecanlandı.
Nabzına baktı.
Vefât etmiş olduğunu gördü...
● ● ●
Bu zât bir gün sohbet ediyordu.
Bir aralık onlara;
“Kardeşlerim! 'Ben' demek çok kötüdür, hattâ bidattir. Bidat ehliyse cehennemin köpekleridir” buyurdu.
Sordular:
“Ben" demekten murat nedir?
Kendini beğenmek midir?”
Büyük velî;
“Evet, bidatlerin başı 'ben' demektir. 'Ben bilirim, ben yaparım' demek ne kadar çirkindir” buyurdu.
."Kerâmet gösterirse!.."
18-06-2020 02:00
Edremitli Sağma Dede, kalp gözü açık, mübârek bir evliyâ zât idi.
Şöyle ki;
Bir gün bir sevdiğini ziyârete gitti.
Evde başkaları da vardı.
Ancak içlerinden biri vardı.
Bu zâtın büyüklüğüne inanmıyordu.
Onu kötü biliyordu.
Kendi kendine;
“Bu zâta evliyâ diyorlar. Ama bir kerâmetini görmeden inanmam" diye düşündü.
O sırada ev sâhibi girdi.
Ve şerbet dağıttı herkese.
O şüpheci adam;
“Eğer şerbetin yarısını içip, kalanını bana verirse, inanırım evliyâ olduğuna" diye düşündü.
Öyle geçirdi içinden.
Ve beklemeye başladı.
Sağma Dede, şerbeti aldı.
Bardağın yarısını içti.
Kalanını o kimseye uzatıp;
“Buyurun, tam yarısı” dedi.
Adam alıp içti şerbeti.
Ama çok mahcup olmuştu.
Büyük velî, ordakilere;
“En büyük kerâmet nedir, biliyor musunuz?" diye sordu.
Onlar da;
“Bilmiyoruz efendim” dediler.
Buyurdu ki:
“En büyük kerâmet; istikâmettir. İstikâmet de, her işinde İslâmiyete uymak ve buna ölünceye kadar aynen devam etmektir.”
O kişi, talebesi olmuştu bu zâtın.
Artık kaçırmıyordu sohbetlerini...
.Bir sofra kurun da..."
19-06-2020 02:00
Bağdat evliyâsından Ebû Bekr bin Sa’dan hazretlerinin sevdiklerinden biri vardı.
Hanımı, bir gece rüyâ gördü.
Bu zât, evlerine gelmiş ve;
“Karnım aç, bir sofra kurun da yemek yiyelim!” buyurmuştu.
O kadın, sabah uyandı.
Ve anlattı bu rüyâyı beyine.
O da çok sevinip;
“Hayırdır inşallah” dedi.
“Yoksa evimizi mi teşrîf edecekler?”
Hanımı sevinçle;
“Neden olmasın” deyince;
“Öyleyse hazırla yemekleri, inşallah teşrîf ederler” dedi.
Kadın pişirdi yemekleri.
Sofrayı donattı.
Ve çalındı kapıları.
Evet, gelen, bu velî zât idi.
Sevinçle karşıladılar.
Saygı ve hürmetle;
“Buyurun, safâ geldiniz efendim!” dediler.
Mübârek girer girmez;
“Çok açım. Bir sofra hazırlayın da birlikte yiyelim!” buyurdu.
Onlar; “Sofra hazır, buyurun” dediler.
Yemekten sonra duâ etti.
Ve izin alıp ayrıldı mübârek...
● ● ●
Bu zât, bir gün bâzı gençlere;
"Din kardeşlerinizin işlerine yardım edin. Allahü teâlâ bunun karşılığını mutlaka size verir" buyurdu.
Yine buyurdu ki:
“Peygamber Efendimiz;
(Bir kimse din kardeşinin bir işini yaparsa, binlerle melek, o kimse için duâ eder. O işi yapmaya giderken, her adımı için bir günâhı affolur) buyuruyor.”
.Bunları budamak lâzım..."
20-06-2020 02:00
Edremit'te yetişen velîlerden Somuncu Dede “rahmetullahi aleyh” vardı.
Bir gün bir talebesini aldı.
Dergâhın yanındaki fidanlığa gitti.
Birlikte fidanları buduyorlardı.
Bir ara, o gence;
“Bak evlâdım, şu yan sürgünleri görüyor musun, işte bunları budamak lâzım” buyurdu.
Talebe sordu:
“Neden hocam?”
Cevâbında;
“Bunlar budanırsa, fidanlar daha çabuk büyür ve daha çok meyve verirler” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Bir Müslüman da, nefsinin günah olan arzularını keserse, îmânı daha bir nurlanır, kuvvetlenir ve parlak olur.”
Sonra etrâfa baktı.
Yeşillik bir yer gördü.
Ve buyurdu ki:
“Ölürsem beni oraya defnedin.”
Delikanlı üzüldü!
Hocasına dönüp;
“Aman hocam, Allah uzun ömürler versin size. İnşallah biz görmeyiz o günleri” dedi.
Büyük velî, mahzundu.
Üzgün hâlde buyurdu ki:
“Görürsünüz, görürsünüz... Hem de yakın bir zamanda.”
O gece hastalandı mübârek.
Ve kavuştu rahmet-i Rahmâna.
Gençler gözyaşıyla ağladılar.
Cenâze namazını edâ ettiler.
Ve gösterdiği yere defnettiler...
."Bana onu çağırın!.."
21-06-2020 02:00
Edremit evliyâsından Somuncu Dede vardı.
“Rahmetullahi aleyh.”
Onun da çok sevdiği biri vardı.
Adamcağız hastalandı bir gün.
Ve gittikçe arttı hastalık.
Meğer "ölüm hastalığı"ymış.
O gece ağırlaştı iyice.
Artık son nefeslerini veriyordu.
Ev halkı baş ucundaydı.
Bir ara güçlükle mırıldandı:
“Bana, onu çağırın!”
Oğlu merakla sordu:
“Kimi çağıralım baba?”
“Somuncu Dede'yi çağırın. Son nefesimi onun yanında vermek istiyorum.”
Çocuk fırladı hemen.
Vakit gece yarısıydı.
Az sonra ileriden kendisine doğru gelen bir karaltı gördü.
Az daha yaklaşınca şaşırdı!
Zîra gelen, Somuncu Dede idi.
Hem hızlı adımlarla geliyordu.
Sevinçle sordu:
“Hocam, nereye böyle?”
“Size geliyorum evlât.”
“Ne tesadüf” dedi.
“Ben de sizi almaya geliyordum.”
Mübârek zât sordu:
“Baban mı çağırdı?”
“Evet hocam” dedi.
Büyük velî;
“Haydi öyleyse, acele edelim de yetişelim vefât etmeden” buyurdu.
Nihâyet eve geldiler.
Adamcağız bu büyük zâtı gördü.
Sevinip gülümsedi.
“Kelime-i şehâdet” getirdi.
Ve rûhunu teslim etti.
."O sizi kandırıyor!.."
22-06-2020 02:00
Yemen'de yetişen velîlerden Ebû Bekr bin Sâlim Ayderus hazretleri, Terîm’de doğdu.
Hadramût köyünde vefât etti.
O devirde hasetçi biri vardı.
Aleyhinde çalışıyordu bu zâtın.
Gıybetini yapardı ötede beride.
Hattâ sevenlerini evine çağırıp;
“Sizin o çok sevdiğiniz hoca, bozuk bir kişidir” dedi.
Adamlar şaşırdılar:
“Bozuk mu dedin?”
“Evet ya, bozuk.”
“Sen neler söylüyorsun?”
“O, sizi kandırıyor. Kendi menfaatini düşünüyor. Onun nesini seviyorsunuz ki? Elimde olsa, ona bir bardak su vermem” dedi.
Misâfirler huzursuz oldu.
Ve izin isteyip dağıldılar.
Onlar gidince olacak oldu.
Müthiş bir harâret bastı o adamı.
Ateş, yakıyordu vücûdunu.
Üstelik, gittikçe artıyordu.
Adam alev alev yanıyordu.
Nihâyet yakınları bu velî zâta geldi.
Ve arz ettiler işbu durumu.
Büyük zât, yine acıyıp;
“Onun ilâcı bizdedir. Bize olan 'haset ateşi'ni söndürürse, onun içindeki 'ateş' de söner!” buyurdu.
Bunu, gidip ona söylediler.
Adamın kalbi değişti.
Ona olan soğukluğu, sevgiye dönüştü.
Kalbindeki haset ateşi söndü.
Vücûdunun ateşi de söndü.
Huzûrunda tövbe etti.
Ve talebesi olmakla şereflendi...
.Bu işimi kim hâlleder?''
23-06-2020 02:00
Yemen'de yetişen velîlerden Ebû Bekr Es-Sekkaf hazretleri, Terîm’de doğdu.
1427'de aynı yerde vefât etti.
Medrese hocasını çok severdi.
Rızâsını almaya çalışırdı.
Bir gün hocası, talebelere;
“Çocuklar, bugün benim şöyle şöyle bir işim var. Bunu kim hâlledebilir içinizde?” diye sordu.
Kimseden ses çıkmadı.
Yalnız bu ayağa fırlayıp;
“Emredin hocam. O iş neyse yapıp geleyim” dedi.
Hocası memnun oldu.
Ancak rızâ göstermedi.
“Sen henüz yenisin” dedi.
O, tekrardan;
“Olsun hocam” dedi.
Hocası;
“Yok, dersine mâni olur, başkası gitsin” dedi.
Ancak o, ısrâr etti:
“Hocam! Sizin hizmetinizi görmek, benim için her şeyden daha mühim ve sevgilidir. Ne olur, izin verin hâlledip geleyim” dedi.
Âdeta yalvardı.
Hocası memnun oldu.
Açtı hemen ellerini.
Ve şöyle duâ etti:
“Yâ Rabbî! Bu genç fethetti gönlümü. Sen de onun kalbini aç, mânevî ilimlerle doldur içini.”
İşte, ne olduysa o anda oldu.
Bu duâ ile açıldı kalp gözü.
Okyanuslar gibi feyiz aktı gönlüne.
Kısa zamanda yükseldi.
Zamânının bir tânesi oldu...
.Anneciğim! Ne olur izin ver!”
24-06-2020 02:00
Edremit'in hâkim bir tepesinde medfun bulunan Şipşip Dede, henüz on yaşında idi.
Câmiye gitti bir gün.
Câmi bahçesinde oturdu.
Sohbet eden yaşlıları gördü.
Bu nûr yüzlü insanlar, ilim öğrenmenin fazîletinden bahsediyorlardı.
Merak edip kulak kabarttı.
Duyduğu sözler çok hoşuna gitti.
Hele bir cümle, kalbine işledi.
O cümleyi tekrar etti kendi de.
“Kıyâmette, âlimlerin (mürekkebi), şehitlerin (kanı) ile tartılacak ve mürekkep (ağır) gelecektir.”
O, bunu duydu.
Çok duygulandı!
Ve koştu annesine.
Nefes nefeseydi.
“Anneciğim! Ne olur izin ver.”
Annesi şaşırdı!
“Hayırdır oğlum, ne izni?”
“Gidip ilim tahsil edeceğim anne, ben âlim olmak istiyorum.”
Kadıncağız sevindi.
Muhabbetle sarılıp dedi ki:
“Aferin oğlum, çok iyi edersin.”
Bu cevâba çok sevindi.
“Sahi mi anneciğim. İzin veriyor musun?”
“Tabii yavrum, sen yeter ki ilim öğren, duâlarım seninle” dedi.
O gün annesiyle vedâlaştı.
Ve çıktı evinden.
Kalbi, ilim öğrenme aşkıyla yanıp tutuşuyordu.
Zamânın en meşhur âlimlerinden ders aldı.
Ve büyük bir âlim olarak döndü...
.Şeytanın vesvesesi!..
25-06-2020 02:00
Anadolu velîlerinden Mustafa Emîn Ağa’nın bir talebesi vardı.
Bir gün, izin aldı hocasından.
Üç günlüğüne köyüne gitti.
Ancak şeytan yanaştı bu gence.
Vesvese verdi kendisine.
O da, kandı şeytana.
Ve kendi kendine;
“Sahi ben, niçin bir hocaya tâbi olup da, tıkıldım şu medreseye” dedi:
“İlim öğrenip de, ne yapacağım?
Köyüme gelmişken dönmeyeyim.
Burada keyfime göre yaşıyayım."
O gün hep bunu düşündü.
Nihâyet akşam oldu.
Ve bu düşünce ile yattı.
Gece, bu zâtı gördü rüyâda.
Hocası bu gence döndü.
Ve sevgi ve muhabbetle;
“Yanlış düşünüyorsun evlât, insanın bir hocası olması ne güzel şeydir” buyurdu.
Delikanlı mahcuptu.
Hemen yüzü kızardı.
Başını eğdi, önüne baktı.
Hocası devam edip;
“Şeytan seni aldatıyor oğlum, uyma ona. Bu köyde keyfince yaşayıp da nereye varacaksın? Çabuk gel, seni bekliyorum” dedi.
Ve kayboldu gözden.
Genç, o anda uyandı.
Hemen “Eyvâh” dedi.
Çok pişmandı.
Nihâyet anladı hatâsını.
O sabah, düştü yola.
Ve kavuştu hocasına.
Mübârek elini hürmetle öptü.
Özürler diledi.
Ve bir daha da ayrılmadı yanından.
.Biz yemek seçmeyiz!"
26-06-2020 02:00
Anadolu evliyâsından Mustafa Emîn Ağa, lokmasına çok dikkat ederdi.
Helâlinden yerdi mutlaka.
Bir gün kendini bilmez biri geldi.
Aklı sıra imtihana yeltendi bu zâtı.
Bu düşünce ile evine dâvet etti.
Yemek ziyâfetine çağırdı.
Gûya haram parayla hazırladığı yemeği yedirecekti ona.
Emîn Ağa dâveti kabul etti.
Ve gelip oturdu sofraya.
Ev sâhibi iltifat edip;
“Buyurun hocam. Kusurumuza bakmayın, fazla bir şey yapamadık” dedi.
Ve yemesini bekledi.
Ancak o, el uzatmadı yemeğe.
Adam bunu fark edince;
“Niçin yemiyorsunuz, yoksa beğenmediniz mi yemekleri?” diye sordu
Velî zât cevâbında;
“Estağfirullah” buyurdu.
"Biz, yemek seçmeyiz.”
O, bu defa dedi ki:
“Buyurun öyleyse, yiyin.”
Bu defa büyük zât;
“Kusura bakmayın, ben bu yemekten yiyemeyeceğim” buyurdu
“Neden efendim?”
“Çünkü haram kokusu geliyor bu sofradan!..”
Adam, bu kerâmeti gördü.
Gayriihtiyârî insafa geldi.
Çok utandı yaptığına!
“Özür dilerim” dedi.
Eğilip hürmetle öptü elini.
Ve talebesi olmakla şereflendi.
Uzun yıllar hizmetinde bulundu.
Ve kâmil bir insan oldu...
.Sen üzülme hanım"
27-06-2020 02:00
İran evliyâsından Ebû Bekr Tamistânî hazretleri, 951'de Nişâbur’da vefât etti.
Dâima insanlara faydalı olurdu.
Sıkıntısını giderirdi herkesin.
Zîra kula hizmeti, 'ibâdet' biliyordu.
Kendi menfaatini düşünmezdi.
Hanımı, bu hâli görüyordu.
Ve acıyordu kendisine.
Nihâyet sordu bir gün:
“Efendi, ne bu hâlin senin?”
“Ne olmuş hâlime?”
“Ne bileyim, nasıl söyleyeyim?”
“Söyle hâtun.”
“Çok yoruyorsun kendini.”
“Evet, ama Allah için yoruluyorum. O’nun kullarını ferahlatmak ibâdettir hanım.”
Kadıncağız dedi ki:
“İyi ama çok yoruluyorsun.
“Biraz da, dinlen diyorum.”
Mübârek buyurdu ki:
“Sen üzülme hanım.
Elbet dinleneceğim”
“İyi de, ömür bitti Efendi.
Ne vakit dinleneceksin?”
Cevap üç kelimeydi:
“İnşallah teneşir tahtasında.”
● ● ●
Bir gün dostları sordu Ona:
"İhlâsın alâmeti nedir efendim?"
Cevâbında;
"İhlâslı bir Müslümanı methetseler, hiç sevinmez. Çünkü onun, insanlarla işi yoktur. Onun işi Allah iledir. Yalnız Allah'ın rızâsını düşünür. Onu kazanmaya bakar. Her işini, Allah emrettiği için yapar ve sevâbını da Ondan bekler" buyurdu.
.Bu şeyler kıymetsizdir!"
28-06-2020 02:00
Ebû Bekr-i Vâsıtî hazretleri aslen Fergânelidir.
Merv şehrine yerleşti.
932'de orada vefât etti.
O devirde, oraya bazı kişiler geldi.
Sokak sokak dolaşıyorlardı.
Ve acâyip işler yapıyorlardı.
Meselâ ağızlarına ateş korlardı.
Sonra da o ateşi yerlerdi.
Dilleri üzerinde kılıç gezdirirlerdi.
İnsanların dikkatlerini çekerlerdi.
Halk bunları gördü.
Ve bu velî zâta gelerek;
“Hocam! Bu insanların yaptıkları şeyler hakkında ne buyurursunuz?” diye sordular.
Büyük velî buyurdu ki:
“Bunların, dînimizle ilgisi yok.
İslâm, bunlara kıymet vermez.”
Ve sordu onlara:
“Asıl mârifet nedir, bilir misiniz?”
“Nedir hocam?”
“İslâmiyete uymaktır” dedi.
Ve ekledi:
“Dînimiz bunları emretmiyor ki.
Bu işler lüzumsuz ve günahtır.”
● ● ●
Bu zât, evinde oturuyordu.
O gün bir genç geldi.
Ve bu velî zâta sordu ki:
“Hocam çok günah işliyorum.
Bana, ne tavsiye edersiniz?"
Cevâben buyurdu ki:
"Âlimlerin kitaplarını oku."
Sordular ki:
“Hangi âlimlerin hocam?”
Buyurdu ki:
“Ehl-i sünnet âlimlerinin. Bu Allah adamlarının kitâbını okuyanın kalbi nurlanır, temizlenir ve parlar. Böylece günahlar o kimseye çirkin gelir."
.“O, sizin kıymetinizi bilememişti!..”
29-06-2020 02:00
Anadolu velîlerinden Yûsüf Sinan Efendi zamânında bir genç, köyünden çıktı.
Geldi bu zâtın dergâhına.
Ve zevkle başladı derse.
Üstelik de, çok sevdi bu zâtı.
Büyük velî de, o genci çok sevdi.
Ve kendi tesbîhini ona hediye etti.
Ancak ne hikmettir bilinmez.
Köyde davarları ölmeye başladı.
Tarlaları da kurumaya.
Velhâsıl bozuldu işleri.
Şeytan da gence vesvese verip;
“Bu dergâh uğursuzluk getirdi sana. Ayrıl git buradan” dedi.
Genç, şeytana aldandı.
Aldığı tesbîhi bu zâta iâde etti.
Ve döndü köyüne...
Aradan otuz sene geçti.
Bir gün bu büyük velî, mihraba geçmiş, namaza duracaktı ki, boşluğa doğru bir yumruk salladı.
Sonra namaza durdu.
Ön saftaki talebeler bunu gördü.
Namaz bitince bu zâta sordular:
“Hocam, neydi o hâl?”
Buyurdu ki:
“Otuz yıl önce, bizden 'tesbîh' alıp da sonra 'iâde' eden bir genç vardı ya. İşte o, az önce ölüm hâlindeydi ve şeytan, îmânını çalmak istiyordu. Allah'ın izniyle yetişip kovduk şeytanı. Elhamdülillah îmânla göçtü dünyâdan.”
Gençler arz ettiler ki:
“Ama o, kıymetinizi bilmemişti!”
Büyük zât;
“Olsun. Üç gün de olsa, bizi sevmişti ya. İşte o sevgisinin hürmetine kurtuldu bu tehlikeden” buyurdu
.Ayağa kalkmayalım!''
30-06-2020 02:00
Anadolu velîlerinden Yûsüf Sinan Efendi’nin ziyaretine, Sultan gelirdi zaman zaman.
Bazen de tersi olurdu.
Sultan, onu çağırırdı sarayına.
O geldiğinde, saray görevlileri karşılar, hürmetle selâmlayıp kapının perdesini kaldırırlardı.
Ancak, bir süre zaman geçti.
Kapıdaki görevliler değişti.
Yeni gelenler, tanımıyordu bu zâtı.
Büyüklüğünü bilmiyorlardı.
Gerçi eskiler, tembîh etmişlerdi.
Ama bunlar, kulak asmadılar.
Önemsemediler bu işi.
Nihâyet bir gün geldi.
Bu velînin geleceği duyuldu.
Görevliler fısıldaştılar:
Ve birileri, öbürlerine;
“O gelince ayağa kalkmayalım, perdeyi de kaldırmayalım, tamam mı?” dediler
Diğerleri de;
“Tamam, tamam” dedi.
Az sonra geldi bu velî zât.
Ama hiç de öyle olmadı.
Görevliler, ok gibi fırladılar.
Ve kalkıp, perdeyi kaldırdılar.
Sonra da birbirlerine bakıp;
“Biz ne yaptık? Hani ayağa kalkmayacaktık. Perdeyi kaldırmıyacaktık” dediler.
Bir tânesi dedi ki:
“Arkadaşlar, işte her şey ortada.
Bu zât, gerçek bir Allah adamı.
El mecbur, hürmetli davrandık.
Yoksa hürmette kusur ederdik.”
Öbürleri de;
“Evet, doğru söylüyorsun. Allahü teâlânın azîz ettiğini, zelîl etmeye kimsenin gücü yetmez” dediler.
Ve talebesi oldular bu velînin...
.Kazandığını dağıtırdı...
01-07-2020 02:00
Allah dostlarından Ebû Câfer Haddâd hazretleri, aslen Bağdatlıdır.
Dünyâya değer vermezdi.
İbâdete düşkünlüğüyle tanınırdı.
Demircilik yapardı.
Günde on dînar kazanırdı.
Eline geçen parayı, akşamla yatsı arasında dağıtırdı.
Fakirleri bir bir dolaşırdı.
Kapılarını çalardı.
O günkü kazancını onlara verirdi.
Kendine bir şey ayırmazdı.
Bütün sene oruç tutardı.
Sâdece beş gün hâriç.
Ramazan bayramının birinci günü.
Ve Kurban bayramının dört günü.
Bu günlerde tutmazdı.
Akşam olunca kuru ekmek alırdı.
Bununla iftârını açardı.
Her gün böyle yapardı.
Almayı değil, vermeyi severdi.
Nesi varsa dağıtırdı.
Üstelik de bundan zevk alırdı.
Kimseden bir şey istemezdi...
● ● ●
Bu zât, şöyle anlatıyor:
Yanımızda çalışan ve çok ibâdet eden bir genç vardı.
Severdim kendisini.
Ama kötü bir hâli vardı.
Başkalarının gıybetini yapardı.
Ben buna üzülürdüm.
Sonra kayboldu gözden.
Öğrendim ki kötülerle arkadaş olmuş.
Bir gün bu genci gördüm.
Kötü insanların yanından çıkıyordu.
Yanına yaklaştım.
Ve sordum ki:
“Sen bu hâle nasıl düştün?”
Cevâben dedi ki:
“Gıybet hastalığı, beni bu hâle düşürdü.”
."İnşallah şifâya kavuşursun!"
02-07-2020 02:00
Bağdat evliyâsından Ebû Câfer Haddâd hazretleri zamânında bir adamın dilinde biraz "tutukluk" vardı.
Yâni zor konuşuyordu.
Bir gece, yatmadan;
“Yâ Rabbî, bu hastalığımın şifâsı ne ise, o şeyi bana bildir” diye duâ etti ve yattı.
Rüyâda bu zâtı gördü.
Ve sordu kendisine:
“Hocam! Bende dil tutukluğu var.
Ne yapmamı tavsiye edersiniz?”
Büyük velî;
“Şöyle şöyle yap, inşallah şifâya kavuşursun!” buyurdu.
Adam uyandı.
Hemen kâğıt kalem aldı.
Ve bu tavsiyeyi kaydetti oraya.
Ancak rüyâ olduğu için, önem vermedi.
Ve o tavsiyeyi yerine getirmedi...
Aradan bir ay kadar geçti.
Bu zâta gitti bir gün.
Ve Ona arz etti ki:
“Hocam! Benim dilimde biraz tutukluk var, bana ne tavsiye edersiniz acabâ?”
Mübârek güldü.
“Söyledik ya.”
Adam rüyâyı unutmuştu bile.
Sordu hemen:
“Ne zaman söylediniz hocam?”
“Bir ay kadar oluyor.”
O zaman hâtırladı.
“Hâ, rüyâda mı?”
“Evet, sen de uyanınca kaydetmiştin hani. İşte o dediklerimi yaparsan, inşallah şifâya kavuşursun” buyurdu.
Adam çok duygulandı.
Mübâreğin elini öpüp, çıktı huzurdan.
O denilenleri yapınca, kavuştu şifâya...
.On yedi adet hurma!..
03-07-2020 02:00
Ebû Câfer El-Meczum hazretlerinin bir sevdiği, bir gece rüyâda Resûlullah Efendimizi gördü.
Bu zâtın dergâhına teşrîf etmişlerdi.
Önünde de bir tabak hurma vardı.
O hurmadan bir avuç aldılar.
Ve bu kimseye verdiler.
Adam, hurmaları alıp saydı.
Tam on yedi tâne idi.
O esnâda uyandı.
Kendi kendine;
“Hayırdır inşallah, bakalım rüyâ neye çıkacak?" dedi.
Çok merak etmişti.
Hemen kalktı, giyindi.
Ve bu zâtın dergâhına gitti.
Rüyâyı anlatacaktı bu zâta.
Ancak gördüğü manzara karşısında çok şaşırdı!
Zîra bu mübârek zât, Resûlullah’ın rüyâda oturduğu yerde oturuyordu.
Önünde de bir tabak hurma vardı.
Hemen gidip karşısına oturdu.
Mübârek zât, bir avuç hurma aldı.
Ve uzattı bu kimseye.
Adam aldı hurmaları.
Ve rüyâdaki gibi saydı.
Tam on yedi tâne idi.
Hayreti bir kat daha arttı!
Bu velî zât, sordu ona:
“Ne o, şaşırdın mı?”
“Evet hocam, çok şaşırdım.”
“Niye şaşırdın ki?”
“Tam da 'on yedi' hurma.”
“Daha fazla mı bekliyordun? Ben, Resûlullahın verdiği kadar verdim. O daha çok verseydi, ben de çok verirdim” dedi.
Adam çok duygulandı!
Hürmetle elini öptü.
Ve sevinçle ayrıldı huzurundan...
.Beni çok sevindirdin evlat!"
04-07-2020 02:00
Anadolu velîlerinden Palamut Dede’nin bir menkıbesi anlatılır halk arasında:
Şöyle ki:
Evinde hiç yiyecek yoktu bir gün.
Olacak bu ya;
O gün de bir misâfiri geldi.
İkrâm edecek bir şeyi yoktu.
Çâresizlikten iyice sıkılmıştı.
İşte o anda çalındı kapısı.
Gelen, genç komşusu idi.
Elinde bir tepsi vardı.
Onu, bu velî zâta uzatıp;
“Hocam! Bu böreği sizin için yaptırdım, lütfen kabul buyurun” dedi.
Mübârek, sevinçle aldı böreği.
Ve doyurdu misâfirini.
Çok da memnun olmuştu.
Ertesi gün çağırdı onu.
Delikanlı koşup geldi:
“Buyurun hocam.”
“Evlâdım! Dün beni çok sevindirdin. O böreği öyle bir zamanda getirdin ki, çok makbûle geçti. Allah senden râzı olsun. Şimdi sıra bende. Dile benden ne dilersen” buyurdu.
Genç adam arz etti:
“Sağlığınız hocam.”
“Yok yok, bir şey iste.”
“Şeyyy, hocam..”
“Sıkılma evlât, söyle.”
Arz etti ki:
“Kalp gözüm açılsın hocam.”
Mübârek zât;
“Peki oğlum” dedi.
Ve açtı elini.
“Yâ Rabbî, aç bunun kalp gözünü” diye yalvardı.
Duâsı, ânında kabul oldu.
Ve açıldı gencin kalp gözü...
.“Korkmayın çocuklar!”
05-07-2020 02:00
Nişâbur'da yetişen velîlerden Ebû Câfer bin Sinan hazretleri 923 senesinde vefât etti.
Bir gün, birkaç talebesini aldı.
Birlikte gezintiye çıktılar.
Ara ara çıkarlardı böyle.
Ancak talebe arasında bir genç vardı.
Yeni gelmişti medreseye.
Hâliyle bu zâtı tanımıyordu.
Ve büyüklüğüne inanmıyordu.
Bunun için de sevmiyordu Onu.
Daha doğrusu sevemiyordu.
Kendi kendine diyordu ki:
“O da insan, biz de insanız.
Onun bizden ne farkı var?"
Böyle düşünüyordu nedense.
O anda bir hâdise oldu.
İrice bir kurt görüldü ileride.
Dağ tarafından hızla geliyordu.
Hem de onların üzerine doğru.
Talebeler korkuya kapıldılar!
Ne yapacaklarını şaşırdılar.
Ancak bu zât, rahatlattı onları:
“Korkmayın çocuklar!” dedi.
"O kurt, bize bir şey yapmaz.”
Dediği gibi de oldu.
Kurt, bu velînin önüne geldi.
İki ön ayağını havaya kaldırdı.
İki arka ayağı üzerine oturdu.
Ve lisân-ı hâliyle;
“Sen Allah'ın sevgili kulusun. Ben inandım" demek istiyordu.
Bu zât, o gence dönüp;
“Heyhaaat, dağlardaki hayvanlar inandı da, bâzıları hâlâ inanmıyor” buyurdu.
Genç, anladı hatasını.
Onun büyüklüğüne inandı.
Özür diledi kendisinden.
Ve hâlis bir talebesi oldu bu zâtın.
.Yana yana mürşit arıyordu...
06-07-2020 02:00
Basra evliyâsından Ebû Saîd bin el-Arabî hazretleri, Mekke’de ikâmet ederdi.
952'de orada vefât etti.
O devirde bir (genç) vardı.
Saat tâmirciliği yapıyordu.
Ve bir mürşit arıyordu yana yana.
Seherleri kalkar;
“Yâ Rabbî, beni, sevdiğin bir kuluna kavuştur” diye duâ ederdi.
Olacak bu ya.
O gün dergâhın saati bozuldu.
Bu velî zât, o genci tanıyordu.
Biriyle çağırttı onu dergâha.
Delikanlının duâsı kabul olmuştu.
Ve aradığı zâtın dergâhına gelmişti.
Ama aradığı mürşidin o olduğunu nereden bilsin?
Saati tâmir edip, duvara astı.
Ve “Saat çalışıyor" dedi.
Ancak bu velî bir nazar etti saate.
Çalışmakta olan saat durdu.
Delikanlı şaşırdı!
Tekrar indirdi saati.
Tâmir edip astı yerine.
Büyük velî bir nazar etti.
Çalışan saat durdu yine.
Üçüncü defâ yine çalıştırıp astı.
Ancak yine aynısı oldu.
Delikanlı kavradı meseleyi.
Kendi kendine;
“Tamam, ben aradığımı buldum. Benim bozuk kalbimi tâmir edecek usta, bu gâliba" dedi.
Böyle geçirdi içinden.
Bu zât ona dönüp;
“Evet evlâdım, aradığını buldun, mübârek olsun” buyurdu.
Genç, zekî ve kabiliyetliydi.
Sarıldı ellerine.
“Efendim, ben sizi değil, siz beni buldunuz” dedi.
.Bu zamanın en fazîletlisi...
07-07-2020 02:00
Balıkesir evliyâsından Narlı Dede’nin kabr-i şerîfi, Havran ilçesinin Temaşalık köyü yakınındadır.
Bu zâtın bir talebesi vardı.
Bir gece rüyâ gördü.
Efendimizi görmüştü.
Ve kendilerine;
“Yâ Resûlallah! Bu zamânın en fazîletlisi kimdir?” diye sordu.
Efendimiz;
“Senin hocandır” buyurdular.
Sevinç içinde uyandı.
Sabahı zor bekledi.
Ve koştu hemen hocasına.
Gördüğü rüyâyı anlatacaktı.
Hocası ona;
“Hoş geldin evlât” dedi.
“Hoş bulduk hocam.”
“Rüyâ mı anlatacaksın?”
“Evet hocam.”
“Vazgeç oğlum, anlatma.”
“Neden efendim?”
“Bizim yolumuzda rüyâlara kıymet verilmez de ondan. Biliyorum, Efendimizi gördün. Ama rüyâlar tâbire muhtaçtır. Sen rüyâda değil, uyanıkken görmeğe bak! Kıymetli olan, odur” buyurdu.
Genç, bir şey öğrenmişti.
Rüyâya kıymet verilmezmiş.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"Efendim, çok yaşamak istiyoruz, bu babda bize tavsiyeniz nedir?" dediler.
Buyurdu ki:
"Ölümü düşünün.”
"Hikmeti ne hocam?"
Buyurdu ki:
"Ölümü düşünmek, ömrü uzatır."
.O, her şeye kâdirdir
08-07-2020 02:00
Kabr-i şerîfi Havran ilçesinin Temaşalık köyü yakınında bulunan Narlı Dede henüz genç idi.
Yaşlı babası, hastalandı bir gün.
Ve günden güne ağırlaştı!
Artık son nefeslerini veriyordu.
Bir gece bunu çağırıp;
“Oğlum, canım tâze hurma istiyor” dedi.
Bu oğlu cevaben;
“Peki babacığım” dedi.
“Hemen getiriyorum!”
İyi de, nereden getirecekti?
O yerde hurma yetişmiyordu ki.
Babası da tâze hurma istiyordu.
Hem mevsimi değildi.
Oğlu şaşırıp kaldı.
Ne yapacağını şaşırdı.
Çekildi bir köşeye.
Gözlerini kapadı.
Ve ellerini duâya açıp;
“Yâ Rabbî, sen her şeye kâdirsin, bana yardım et” diye yalvardı.
Sonra gözlerini açtı.
Bir hurma bahçesinde buldu kendini.
Her yerde tâze hurma vardı.
Salkım salkım sallanıyorlardı.
Onlardan bir iki salkım kopardı.
O anda evde buldu kendini.
Tâze hurmalar elindeydi.
Hemen koştu babasına.
Yaşlı adam tâze hurmaları gördü.
Ve sordu merakla:
“Bunları nereden buldun oğlum?”
“Allah gönderdi babacığım.”
Gözleri yaşardı adamcağızın.
“Âmenna oğlum” dedi.
“O, her şeye kâdirdir.”
Bir iki tâne yedi.
Ve 'Allah' diyerek rûhunu teslim etti...
.Bir suçlu edâsıyla!..
09-07-2020 02:00
Anadolu'nun Havran ilçesinde yaşıyan Narlı Dede’nin kabr-i şerifi, Havran ilçesinin Temaşalık köyü yakınındadır.
Bu zâtın talebeleri vardı.
Bunlar, uzun bir sefere çıkmışlardı.
Bir müddet yol aldılar.
Önlerine bir kurt çıktı birden.
Korkunç bir hâli vardı.
Yol vermiyordu gençlere.
Çocuklar, hâliyle korktular.
Ve yola devam edemediler!
Geri dönüp söylediler bunu hocalarına.
Mübârek zât kalktı.
Birlikte gidip, yaklaştılar o yere.
Koca kurt, bütün heybetiyle göründü oracıkta.
Yol ortasında dikilmiş duruyordu!
Ancak kurt, bu zâtı gördü.
Hemen büktü boynunu.
Mahcup bir hâli vardı sanki.
Hemen uzaklaştı oradan.
Üstelik de arka arka.
Hem de bir suçlu edâsıyla.
Talebeler hem sevinmişlerdi.
Hem de merak etmişlerdi.
Derhâl hocalarına sordular:
“Bu nasıl oldu efendim?”
“Hikmetini mi soruyorsunuz?”
“Evet hocam, çok merak ettik.”
Buyurdu ki:
“Şu üç şeyi unutmayın çocuklar. Kim Allah'tan korkarsa, bütün mahlûkat da ondan korkar! Kim Allah'ı severse herkes de onu sever. Kim Allah'ın emirlerine itâat ederse, bütün mahlûklar da ona itâat eder, şimdi anladınız mı hikmetini?”
Cevâben dediler ki:
“Evet hocam, çok iyi anladık.”
."Hastalıkta şifâ vardır!.."
10-07-2020 02:00
Anadolu velîlerinden Narlı Dede’nin kabr-i şerîfi, Havran ilçesinin Temaşalık köyü yakınındadır.
Bu zâtın huzûruna bir kimse geldi.
Ama fenâ hâlde hastaydı.
Güçlükle duruyordu ayakta.
Büyük velî, onu böyle gördü.
Ve buyurdu ki:
“Siz hastasınız gâliba.”
Adamcağız;
“Evet, rahatsızım” dedi.
Buyurdu ki:
“Hastalıkta şifâ vardır kardeşim.”
Adam şaşırdı!
“Anlamadım, nasıl yâni?”
Buyurdu ki:
“Bak kardeşim, hasta olan insanın kalbi kırık olur. Günah işlemek, içinden gelmez. Dünyâ zevklerinden el çeker. Ölümü düşünür, tövbe eder. İşte bütün bunlar; kalbin şifâsıdır. Kalp, ölümü ve âhireti düşündükçe zindeleşir. Günah işledikçe de hasta olur, şimdi anladın mı?”
Adamcağız;
“Evet hocam, anladım” dedi.
“Hastalıkta şifâ vardır.”
● ● ●
Bu zâta bir gün sordular ki:
“Nefsi nasıl kırarız efendim?”
Cevâben;
“İstişâre edin. Zîra nefis, istişâre etmek istemez. 'Ben de biliyorum' der. Yolda bir mümine rastlarsanız, önce siz selâm verin. Müsâfeha ederken önce siz uzatın elinizi. Kırıldığınız kimseden, önce siz özür dileyin. Öfkelenmeyin, halîm olun, çok çalışın, tembel olmayın, bunlar da nefsi kırar” buyurdu.
.Deniz suyu tatlı oldu!..
11-07-2020 02:00
Kabr-i şerîfi Belh şehrinde bulunan büyük velî Ebû Nasr-ı Pârisâ hazretleri, bir gün bazı talebelerini aldı.
Ve deniz yolculuğuna çıktılar.
Ancak gemide iken bitti suları.
Çocuklar fazlaca susamışlardı.
Başladılar kıvranmaya.
Büyük velî durumu sezdi.
Ve denizden bir kap su alıp;
“İşte size su, için” buyurdu.
Gençler şaşırdılar?!
Ve birbirlerine baktılar.
“Ama bu, deniz suyu hocam.”
“Evet, deniz suyu.”
Gençler, içlerinden;
"Deniz suyu tuzludur, nasıl içeceğiz?" diye düşünmeye başladılar.
Büyük velî buyurdu ki:
“Bu su, tuzlu değil, tatlıdır.”
Gençler iyice şaşırdılar!
“Tatlı mı efendim?”
“Evet tatlı. İsterseniz bir için. Çok beğeneceksiniz.”
Gençler;
“Başüstüne” dediler.
Ve hocalarının verdiği o suyu içtiler.
Gördüler ki, gerçekten tatlı su.
Hem de çok lezzetli.
Aratmıyordu menba sularını.
Büyük velî sordu onlara:
“Şaşırdınız mı çocuklar?”
“Hem de çok hocam.”
Büyük zât;
“Hiç şaşırmayın. Çünkü bu işi yapan, yaratan, Cenâb-ı Hak'tır. O, her şeye kâdirdir. Toprağı altın, tuzlu suyu tatlı yapar. Ona göre güçlük yoktur” buyurdu.
."Senin yerin burası!.."
12-07-2020 02:00
Allah adamlarından Feyzullah Efendi İstanbul'da yaşadı.
1876'da orada vefât etti.
Kabr-i şerîfi, Halıcılar semtindeki dergâhındadır.
O yerin bir kadısı vardı.
Bir gün bu zâtın huzuruna geldi.
Ve arz etti ki:
“Hocam, tâyinim çıktı benim.
Falan yere gideceğim.
Hakkınızı helâl edin.
Yarın sabah yola çıkmam gerekiyor...”
Mübârek zât az durdu.
Ve buyurdu ki:
“İnşallah burada kalırsınız.”
Kadı efendi şaşırdı!
Ve hemen arz etti ki:
“Ama hocam tâyinim çıktı.
Ben de tebellüğ ettim.
Bu iş katileşti.
Yarın yola çıkıyorum...”
Feyzullah Efendi ciddîleşip;
“Senin yerin burası” buyurdu.
"Başka bir yere gitmeyeceksin!”
Kadı şaşkın bir hâldeydi.
Hürmetle elini öptü.
Ve izin alıp ayrıldı huzurdan.
O anda mahkeme kâtibini gördü.
Adamcağız nefes nefeseydi.
“Ben de sizi arıyordum” dedi.
“Hayrola, bir şey mi var?”
“Sizin tâyininiz kaldı efendim. Başkası tâyin edildi oraya.”
“Başkası mı?”
“Evet, siz burada kaldınız.”
Kadı, bu haberi aldı.
Ve kendi kendine;
“Hey güzel Allah'ım! Bizim bilmediklerimizi, dostlarına bildiriyorsun" dedi...
.Kötü arkadaşın zararı!..
13-07-2020 02:00
Kabr-i şerîfi Gönen'de bulunan Paşa Dede hazretlerine, bir genç gelip talebe olmuştu.
Ancak bir müddet geçti.
Nedense soğudu ilimden.
Kötü arkadaşlara uydu.
Ve bir gece, terk etti dergâhı.
Ancak Paşa Dede farkındaydı bunun.
İstemedi onun ayrılmasını.
O istemeyince, o da gidemedi.
Şöyle ki;
Genç, dargâhtan çıkmış gidiyordu.
Birden hocasını gördü karşısında.
Hâlbuki o hocası değildi.
Hocasının sûretiydi.
Kollarını iki yana açmış.
Yol vermiyordu geçmesine.
Genç, şaşkındı!
Kendi kendine;
“Hayâl mi görüyorum. Hocamın gece vakti ne işi var buralarda?" dedi.
Ve devam etti yoluna.
Ancak birkaç adım gitti.
Yine gördü hocasını.
Büyük velînin sûreti, bütün heybetiyle yine karşısındaydı!
Korkup, yumdu gözlerini!
Açtığında yine gördü onu.
İçinden dedi ki:
“Hocam gitmemi istemiyor!"
Geri dönüp hocasına geldi.
Hocası gülümsedi ona:
“Ne o evlât, gidemedin mi?”
“Göndermediniz hocam.”
“İyi ki geri döndün oğlum.
Ayrılmana râzı değildim.”
“Affedin hocam.”
“Seni, bir şartla affederim.
O kötüleri terk edeceksin!”
“Başüstüne” dedi
Ve terk etti onları.
İcâzetini alıp, döndü memleketine...
.Korkudan titriyordu!
14-07-2020 02:00
Gönen evliyâsından Paşa Dede, bir gün aldı bir talebesini, ormana, odun kesmeye gitti.
Az sonra su lâzım oldu.
Talebe, su için çeşmeye gitti.
Kovayı doldurup geldi.
Geri geldiğinde, fenâ hâlde korktu.
Dehşet verici manzarayla karşılaştı!
Bir mânâ veremedi.
Zîra koca bir arslan görmüştü.
Başını, hocasının dizine koymuş.
Mışıl mışıl uyuyordu hayvan.
Korkudan yaklaşamadı!
Paşa Dede seslendi ona:
“Korkma evlâdım, gel!”
Çocuk, korkudan titriyordu âdeta!
“Nasıl geleyim hocam.
Ya arslan saldırırsa?”
Tekrar çağırdı:
“Sana gel diyorum evlâdım.
Bu, sana hiçbir şey yapmaz!”
Genç, ufak adımlarla yaklaştı.
Gerçekten koca arslan uyuyordu.
O korkusu azaldı.
İyice yaklaşınca sordu:
“Hocam, bu nasıl oluyor?”
Hocası da;
“Evlâdım! Sen suya gidince, bu aslan yanıma geldi. Çok yorgun ve uykusuzdu. Başını dizime koyup uyudu” dedi.
Genç sordu tekrar:
“Ya uyanırsa hocam?
Affedin, korkuyorum."
Büyük zât;
“Uyansın, korkma! Biz, hiçbir Allah kuluna zarar vermiyoruz. Onun için bu da bize zarar vermez. Sen rahat ol” buyurdu.
Gerçekten az sonra uyandı.
Ve yavaşça terk etti o yeri...
.Nefsin seni aldatıyor evladım!.."
15-07-2020 02:00
Büyük velîlerden Atâ Sülemî hazretleri Basra’da doğdu.
757 senesinde vefât etti.
O devirde bir genç vardı.
Her türlü günahlara dalmıştı.
Ama bu hâline çok üzülüyordu.
Vazgeçmeği çok istiyordu.
Ama bir türlü bırakamıyordu.
Bu velî zâtı tanıyor ve seviyordu.
Ondan nasîhat istemeye geldi.
Mübârek, ona sevgiyle baktı.
Ve yine şefkatle;
“Nefsin seni aldatıyor oğlum, ona uyma!” buyurdu.
Gencin bir şeyden haberi yoktu.
Sordu hemen:
“Nefsim mi aldatıyor hocam?”
“Evet evlâdım, nefis günahları ister. Nefsine uyan da Cehenneme gider” buyurdu.
Genç adam dedi ki:
“Ama ben, hiç bilmiyordum.
Bilmeden günah işliyordum!”
Büyük zât;
“Bilmemek özür değil ki evlât. İslâmiyeti bilmemek özür olmadığı gibi, çok büyük günahtır. Çünkü İslâmiyeti öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farzdır” buyurdu.
● ● ●
Bu zâta bâzı gençler;
“Efendim, kul hakkı neden zordur?” diye sordular.
Cevâben buyurdu ki:
“Allah affetmez de, onun için.
Ama kurtulmanın çâresi var.”
Sordular hemen:
“O nedir efendim?
Buyurdu ki:
“Dünyâda iken helâlleşmektir.
Âhirete kalırsa, çok zor olur!..”
.Mahcup oldular!..
16-07-2020 02:00
Anadolu’da yaşayan ve Allah dostlarından olan Mehmet Dede’yi çekemeyen bâzı kimseler vardı.
Bunlar, bir gün toplandılar.
Ve geldiler bu zâtın dergâhına.
Maksatları, kötü idi!
Onu imtihan edeceklerdi.
Şöyle ki;
Ona bâzı suâller soracaklardı.
Güyâ o da bilemeyecekti.
Ve mahcup olacaktı.
Plânları böyle idi.
Ama kime yapacaklardı bunu?
Kimi imtihan edeceklerdi?.
İşte bundan haberleri yoktu.
Velhâsıl huzuruna girdiler.
Ve oturdular.
Mehmet Dede, onlara baktı.
Bir bakışta, bildi maksatlarını.
Gözlerini yumdu.
Ve kalbinden;
“Yâ Rabbî! Bunlar beni mahcup etmeye gelmişler. Sen onları mahcup eyle ve hidâyet ver kendilerine” diye duâ etti.
O anda bir hâl oldu onlara.
Bön bön birbirlerine baktılar.
Unutmuşlardı ne soracaklarını.
Silinmişti hâfızalarından o suâller.
Allahü teâlâ unutturmuştu onlara.
Tek kelime hâtırlayamadılar.
Ve yetişti hidâyet.
Anladılar hatâlarını.
Mahcup ve pişmân oldular.
Ne diyeceklerini bilemediler.
Büyük velî, bu hâli görünce:
“Yâ Rabbî! Bunları eski hâllerine çevir” diye duâ etti içinden.
O anda her şeyi hâtırladılar
Soracakları sualleri de.
Ama çok mahcup olmuşlardı!
Elini öpüp, özür dilediler kendisinden...
.Haram, ateş gibidir evlâdım!"
17-07-2020 02:00
Nişâbur'da yetişen velîlerden Ebû Muhammed Râzî hazretleri, Rey şehrinde doğdu.
Nişâbur’da vefât etti.
Vefâtından dört sene geçmişti.
Kabrini açmak icap etti.
Zira bir tarafı göçmüştü.
Onu tâmir edeceklerdi.
İlgililer toplandılar.
Ve açtılar mübârek kabrini.
Fakat o da ne?!..
Gözlerine inanamadılar.
Mübârek bedeni hiç çürümemişti.
Defnedildiği gibiydi.
Yâni taptâze duruyordu.
Sanki o gün defnedilmişti.
Hattâ boncuk boncuk ter damlaları vardı alnında.
Bunu gördüler.
Gözyaşlarını tutamadılar!
Evet toprak, peygamberlerin vücudunu çürütmediği gibi, peygamber vârisi olan bâzı Allah dostlarının vücutlarını da çürütmüyor.
Bu, bir gerçek...
● ● ●
Bu büyük velî, bir gence;
“Haram, ateş gibidir evlâdım. Rabbimiz, hiç yoktan yaratıp bunca nîmetleri vermişken, bir kul, Ona karşı nasıl günah işleyebilir?” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Bir müminin güzelliği, nasıl ölçülür, biliyor musunuz?” diye sordu.
“Bilmiyoruz” dediler.
Buyurdu ki:
“Müminin güzelliği, ne namaz kılması, ne de oruç tutmasıyla belli olmaz. Kimsenin kalbini kırmamasıyla anlaşılır.”
.Herhâlde ecelim yakın!..”
18-07-2020 02:00
Balıkesir'de yetişen velîlerden Tekir Dede bir gün talebesiyle dolaşıyordu.
Küçük bir fidanlığa geldiler.
Orada, bir velînin kabri vardı.
Mübârek zât geldi.
Oraya varınca durdu.
Ve o kabri gösterip;
“Burada, Allah dostlarından biri yatıyor. Dün gece kendisini rüyâda gördüm, beni yanına çağırdı” buyurdu.
Gençler merak edip;
“Hayırdır inşallah” dediler.
Ve tâbirini sordular.
Buyurdu ki:
“Herhâlde ecelim yakın.”
Gençler üzüldüler!
“Allahü teâlâ gecinden versin hocam” dediler.
Büyük zât;
“Takdîr neyse o olur. Ölürsem beni bu zâtın yanına defnedin” buyurdu
Ne diyeceklerini bilemediler.
Ve üzüntü içinde;
“Amân hocam, Cenâb-ı Hak sizi başımızdan eksik etmesin. İnşallah daha çok yaşarsınız” dediler.
Büyük velî buyurdu ki:
“Hayır… Siz beni dinleyin.
Benim için, bir kabir kazın.
Bu zâtın yanına defnedin.”
Talebeler şaşkındı!
Birbirlerine baktılar.
Yapacak bir şey yoktu.
Kederlerini kalplerine gömdüler.
Ve neticeyi beklediler.
Tekir Dede, vesiyyetini yaptı.
Talebesinin hepsiyle helâlleşti.
Ve o gece ayrıldı dünyâdan.
O kabrin yanına defnettiler kendisini.
.Üzülme evlât!"
19-07-2020 02:00
Balıkesir toprağını nurlandıran velîlerden Tekir Dede’nin bir talebesi vardı.
Gözleri ağrımıştı bir gün.
O gün dersini yapamadı.
Bunun için de çok üzüldü.
O gece yatarken;
“Yâ Rabbî, hocamın hürmetine şifâ ver bana. Kurtar beni bu göz ağrısından” diye duâ etti.
O gece, bir (rüyâ) gördü.
Rüyâda, hocası yanına geldi.
Elini gencin gözlerine sürüp;
“Yâ Rabbî, buna şifâ ver” dedi.
Rabbine yalvardı.
Ve onu tesellî edip;
“Üzülme evlât, inşallah kurtulursun bu ağrıdan” buyurdu.
Delikanlı o sabah uyandı.
Ağrıdan eser kalmamıştı.
Sevinçle koştu dergâha.
Müjde verecekti hocasına.
Ancak hocası erken davrandı.
Ve sordu ki o talebeye:
“Gözlerinin ağrısı geçti mi?”
Delikanlı sevinçle;
“Evet hocam, geçti” dedi.
“Sâyenizde kurtuldum ağrıdan.”
Hocası buyurdu ki:
“Hayır evlâdım, benden değil. Kula gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsânı iledir. Şifâyı veren O’dur. Bana değil, Allahü teâlâya şükretmen lâzım.”
Delikanlı anladı işi.
Ve sordu hemen:
“Ona nasıl şükredilir hocam?”
Buyurdu ki:
“Şükretmek, İslâmiyete uymakla olur evlâdım.”
.Allah bir kulunu severse...
20-07-2020 02:00
İran'da yaşamış velîlerden Ebû İshak Şîrâzî hazretleri, bir gün sevdikleriyle sohbet ediyordu.
Bir ara onlara;
“Allahü teâlâ bir kulunu severse, ona iki nimet verir” buyurdu.
Sordular ki:
“Onlar nedir efendim?”
Buyurdu ki:
“Birincisi; o kimseye, sevdiği bir kulunu tanıtır. Yâni hakîkî bir İslâm âlimini, Allah dostu bir velîyi tanıtır ve sevdirir.”
Sordular yine:
“İkinci nimet nedir hocam?”
Buyurdu ki:
“Hayırlı bir iş. Yâni insanların dünyâsına veyâ âhiretine faydası olan bir işte çalıştırır.”
Sordular ki:
“Daha çok severse?”
O vakit buyurdu ki:
“O zaman dert ve belâ verir ona.
Ama o, bu dertleri bir nîmet bilir.
Derd-ü belâyı bir kement bilirler.
Cenâb-ı Hakk da sevdiği kullarını,
işte bu kementle kendine çeker.”
● ● ●
Bu zât, bir gün buyurdu ki:
“Günâhın, büyüğü küçüğü olmaz.
Yâni günâhın küçüğü de büyüktür.”
Dinleyenler anlamadı.
Ve arz ettiler ki:
“Bunu açıklar mısınız efendim.”
Büyük velî buyurdu ki:
“Günâhın cinsi değil, kime karşı işlendiği mühimdir. Kul, günâh işlemekle kime karşı gelmiş, kime isyân etmiştir? Tabii ki Allahü teâlâya isyân edilmiştir, öyle ise, günâhın küçüğü de, çok büyüktür.”
.Veren de O, alan da...
21-07-2020 02:00
Bandırma'da yaşayan velîlerden Kerpiçli Dede’nin küçük oğlu hastalandı bir gün.
İsmi Necati idi.
Günden güne ağırlaştı!
Bir gün Kerpiçli Dede dergâhtayken, küçük Necati rûhunu teslim eti.
Ailesi telâşa kapıldılar!
Zîra bu haberi, babasına nasıl söyleyeceklerdi?
Biri üstlendi bu vazîfeyi.
Ve koştu dergâha.
O esnâda mübârek zât, tatlı tatlı sohbet ediyor, ölümden bahsediyordu hem de.
Haberci girdi içeri.
Kerpiçli Dede baktı ona:
“Hoş geldin kardeşim.”
“Hoş bulduk hocam.”
“Ne o, bir haber mi var?”
“Evet hocam.”
“Hayırdır, ne oldu?”
“Şeyy, hocam…”
“Söyle kardeşim, ne var?”
“Efendim, şeyy…”
“Hâ anladım. Necati vefat etti diyeceksin.”
“Ee, evet hocam.”
Büyük velî, (innâ lillah) okudu.
Ve cemaate dönüp;
“Ee, ne yapalım. Hepimizin âkıbeti bu. Hepimiz öleceğiz. Allah hepimize, son nefeste îmân selâmeti versin" buyurdu.
Sonra kalkıp, eve gitti.
Oğlunu bizzat kendi yıkadı.
Namazını kıldırdı.
Ve defnetti kabrine.
Gözyaşları toprağı ıslattı.
Ancak râzıydı Rabbinin işinden.
İsyan etmedi.
Çünkü bu evlât nîmetini veren de O idi, alan da...
.Aramızda ne fark var?
22-07-2020 02:00
Kabr-i şerîfi Bandırma'da bulunan Kerpiçli Dede, talebeleriyle sohbet ediyordu.
Bir ara onlara;
“Evlâtlarım! Sizinle benim aramda ne fark var, biliyor musunuz?” diye sordu.
Dediler ki:
“Çok fark var hocam.”
Buyurdu ki:
“Hayır, sâdece iki fark var.”
“Onlar nedir?” dediler.
Buyurdu ki:
“Birincisi, ben yaşlıyım siz gençsiniz.
İkincisi, benim günâhım çok, sizin az.
Öyleyse bu günâhı çok kula duâ edin”
● ● ●
Bir gün bâzı gençler geldi.
Ve bu zâta sordular ki:
“Hakîkî bir mü’min nasıl olur?”
Büyük Velî, onlara;
“Hakîkî mümin mükemmel bir insandır.
Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür.
Kızmak nedir bilmez” diye cevap verdi.
● ● ●
Bir sohbetinde buyurdu ki:
“Biri İslâma hizmet ediyorsa.
O Müslüman, çok şanslıdır”.
Çünkü hadîs-i şerîfte;
(Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana, yüz şehit sevâbı vardır) buyuruldu
Dinleyenler sordular:
“Bu müjdeye nasıl kavuşulur?”
Cevâbında;
“Bunun için Ehl-i Sünnet âlimlerinin kitaplarını herkese dağıtarak, hediye ederek veyâ satarak İslâmiyeti yaymaya çalışmak lâzımdır” buyurdu.
.Niçin böyle yaptın?.."
23-07-2020 02:00
Bandırma velîlerinden Kerpiçli Dede’nin dergâhına, başı ve kolları açık bir kadın geldi bir gün.
Dînî bir mesele soracaktı.
Bunun için gelmişti dergâha
Mübârek zât, bu hanıma;
“Buyur bacım, hoş geldin!” dedi.
Ve yer gösterdi kendisine.
Kadıncağız oturdu.
Ve bâzı dînî suâller sordu.
Cevap ve îzâhat istedi.
Büyük velî hepsini cevapladı.
Gerekli îzâhâtları yaptı.
Hanım çok memnun oldu.
“Teşekkür ederim hocam” dedi.
Ve izin alıp ayrıldı dergâhtan.
Ancak talebelerden biri, onun açık kıyâfetli olması sebebiyle arkasından tükürdü hafifçe.
Mübârek zât bunu gördü.
Ve çok üzüldü.
Hattâ Celâllenip sordu:
“Niçin böyle yaptın?”
Delikanlı;
“Hocam, açık kıyafetle yanınıza geldi, onun için" dedi.
Kerpiçli Dede;
“Olsun evlâdım! Çok yanlış yaptın. Unutma ki, o da Allah’ın bir kulu. Üstelik dînini öğrenmek için gelmiş. Îmânlı bir hanım” buyurdu.
O talebe üzüldü.
Ve özür diledi hocasından.
Mübârek zât;
“Hemen tövbe et. Bilesin ki, senin yaptığın bu hareket, onun açık gezmesinden daha büyük günahtır. Allahü teâlâ hepimizi, 'benlik' tuzağına düşmekten muhâfaza etsin” buyurdu...
.Allah neşeni arttırsın...''
24-07-2020 02:00
Hindistan evliyâsından Gulâm Muhammed Mâsum hazretleri, 1748'de vefât etti.
Bir sevdiğinin düğünü vardı.
Dâvet üzere yemeğe gitmişti.
Herkes edeple otururken, gencin biri gevezelik ediyordu.
Gülünç şeyler anlatıyordu.
Ve oradakileri güldürüyordu.
Büyük zât, o gence bakıp;
“Ey genç, Allah neşeni arttırsın, niçin böyle çok sevinçlisin?” dedi.
Genç cevap vermedi.
O tekrar sordu:
“Ölüm ve âhirete hazır mısın ki, böyle çok gülüyorsun kuzum?”
Delikanlı önüne baktı.
“Özür dilerim” dedi.
Utancından kıpkırmızı olmuştu!
Büyük velî sevdi bu genci.
Ve ona buyurdu ki:
“Evlâdım! Ecel âni gelir.
Ölüme hazırlanmalıyız.”
Delikanlı edeple sordu:
“Gençler de mi hocam?”
“Elbette, ölüm genç ihtiyar tanır mı evlâdım? Ölüme hazırlan ki, üç gün sonra kabirde olabilirsin.”
Delikanlı şaşırdı!
“Üç gün mü dediniz?”
“Evet, hemen tövbe et oğlum. Zîra, günâhına tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”
Genç, tövbe etti.
İmânını, itikadını düzeltti.
Namaza başladı.
Kabir suâllerini öğrenip cevaplarını ezberledi.
Üç gün sonra da vefât etti!..
."Hayrola, derdin nedir?"
25-07-2020 02:00
Bandırma'da yaşıyan Hak dostlarından Ağlayan Dede’nin huzuruna bir köylü geldi.
Ve dert yanıp dedi ki:
“Çok sıkıntıdayım hocam.”
Mübârek zât sordu:
“Hayrola, nedir derdin?”
“Sormayın efendim.
Birinden borç para almıştım.
Bugüne kadar ödeyemedim.
Bu yükün altında eziliyorum.
Gidecek hiç kimsem de yok”
Büyük velî sordu:
“Borcun ne kadar?”
“On bin dirhem hocam.”
Mübârek zât;
“Üzülme, inşallah hâllederiz. Sen şimdi git, yarın aynı saatte yine gel! Sultânın adamları o saatte burada olacak. Ben sohbet ederken yanıma yaklaş ve bu kadar parayı iste benden” buyurdu.
Adamcağız;
“Peki hocam” dedi.
Ve ertesi gün geldi.
Bu zâtın kulağına eğildi.
Ve on bin dirhem parayı istedi.
Sonra geri çekilip oturdu.
Onun bu hareketi, Sultânın adamlarının dikkatini çekti tabii.
Sordular hemen:
“O sizden bir şey mi istedi?”
“Evet ya, zavallının borcu varmış ama ödeyemiyormuş. Kimsesi de yokmuş garibin. Çâresiz gelip benden istedi.”
“Ne kadarmış borcu?”
“On bin dirhem.”
Sultânın adamları onu çağırdılar.
Ve o kadar parayı ona verdiler.
Köylü, sevinçten uçuyordu...
.Bir anda harp meydanında buldu kendini!
26-07-2020 02:00
Kabr-i şerîfi Manisa-Kırkağaç'ta bulunan Sarı Hoca, talebe okutur ve her ihtiyaçlarını karşılardı.
Bir de aşçısı vardı: Osmân Dede...
Kalp gözü açıktı.
Sarı Hoca sohbet ediyordu.
Osmân Dede tefekküre daldı.
Ve kendi kendine;
“İslâm askeri küffârla cihad ediyor.
Keşke ben de onlarla gitseydim.
Hem cihad sevâbı kazanırdım.
Hem de bir esir yakalardım.
Yaşım ilerledi, yoruluyorum.
O esiri yanımda çalıştırırdım..."
O, böyle düşünüyordu ki.
Harp meydanında buldu kendini.
Savaşın tam ortasında.
Bir kılıç geçirdi eline.
Daldı düşmanın içine.
Ve bir esir yakaladı.
Ancak esir, güçlü ve kuvvetliydi.
Onun elinden kurtulmak için çırpınıyor, Osmân Dede’yse bırakmamak için uğraşıyordu.
O anda bir sesle ayıldı.
Sarı Hoca seslenmişti.
“Sıkı tut, bırakma onu!”
Bu sesle uyandı.
Ve dergâhta buldu kendini.
Hocasının sohbetinde.
Sarı Hoca, ona bakıp;
“Osmân Dede üzülme. O esiri bir başka asker tuttu. Yakında getirecek. Onu sana yardımcı veririz. Çünkü sen yaşlandın artık. Çok yoruluyorsun” buyurdu.
Osmân Dede kalktı.
Öptü hocasının elini.
Ona olan sevgi ve ihlâsı bir kat daha artmıştı bu vesîleyle...
.Acaba özürlü mü?!."
28-07-2020 02:00
Sefer Efendi, Horasan erenlerinden olup, türbesi, Demirci ilçesinde, Şeyh-i İlâhî Câmii bahçesindedir.
Bu zâtı çok seven biri vardı.
Bir oğlan çocuğu oldu bu kişinin.
Nûr topu gibi güzel ve sevimliydi.
Fakat ağlamıyordu.
Anne babanın içine bir kurt düştü.
Endîşeye kapıldılar.
Acabâ çocuk özürlü müydü?"
Aldılar bebeği kucaklarına.
Doğru koştular bu zâta.
“Hocam, bu bebek bizim, yeni doğdu, ama hiç ağlamıyor” dediler.
“Ağlamasın, ne var bunda?”
“Acaba özürlü mü hocam?”
Buyurdu ki:
“Hayır, hiç merak etmeyin.
Çocuğunuz gâyet normal.
Sıhhati yerinde mâşallah.”
Dediler ki:
“Peki ama niye hiç ağlamıyor?”
“Uslu çocuk da onun için."
Anne baba pek tatmin olmamıştı.
Mübârek zât bunu fark etti.
Çocuğu kucakladı.
Ve kulağına eğilip;
“Ey çocuk! Sen, uslu olduğun için ağlamıyorsun, biliyorum. Ama annen baban üzülüyorlar. Haydi biraz ağla ki, özürlü olmadığını anlasınlar” diye fısıldadı.
Mübârek zât bunları söyledi.
Çocuk başladı ağlamaya!
Annesi sevinçten uçuyordu.
Bağrına bastı çocuğunu.
Sefer Efendi’ye teşekkür etti.
Ve huzur içinde eve döndüler...
.Develerimi kaybettim!"
29-07-2020 02:00
Manisa'nın Demirci ilçesinde yatan Şeymer Hasan Dede’nin bir sevdiği vardı.
Develeri kayboldu bir gün.
Çok aradı, bulamadı.
Yorgun argın döndü eve.
Bu işe bir çâre düşünüyordu.
Hasan Dede geldi aklına.
Derhâl koşup çaldı kapısını.
Açılınca;
“Hocam! Ne olur, bize bir himmet edin” diye yalvardı.
Büyük velî sordu:
“Hayrola, ne oldu?”
“Develerimi kaybettim!”
“Aradın mı peki?”
“Evet hocam. Her yeri aradım. Hiçbir yerde yoklar.”
Hasan Dede, bir yeri işâret etti:
“Falan yere de baktın mı?”
“Baktım hocam, orada da yoklar.”
“Bir daha bak!” buyurdu.
“Belki görememişsindir.”
Adam almıştı işâreti.
“Peki hocam” dedi.
Ve koşturdu o yere.
Evet, develer oradaydı.
Hem de tam târif ettiği yerde...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Bir kimsenin îmân ile öleceği, son nefeste belli olur. Bir kişi bu devlete kavuşunca, Allahü teâlânın ihsânları başlar” dedi.
Sordular:
“Nasıl yâni efendim?”
Buyurdu ki:
“O şanslı kimseye Azrâil aleyhisselâm gelir ve; (Hiç korkma. Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun) der. Böyle olan kimseye, bundan daha sevinçli bir haber olur mu?..”
.Otlar zikrediyordu baba!.."
30-07-2020 02:00
Anadolu evliyâsından Şeymer Hasan Dede’nin kabri, Manisa’nın Demirci ilçesindedir.
İlim tahsîline başladığı günlerdi.
Bir gün babası çağırdı onu.
Ve kendisine;
“Oğlum! Bahçeye git de, koyunlar için biraz yeşil ot topla getir!" dedi.
Küçük Hasan;
“Peki babacığım!” dedi.
Ve koştu bahçeye.
Ancak biraz sonra geldi.
Ama eli boş gelmişti.
Babası sordu:
“Oğlum, ot yok muydu bahçede?”
“Vardı babacığım.”
“Niye getirmedin öyleyse?”
“Koparmaya kıyamadım baba.”
“Kıyamadın mı, neden?”
“Yeşil otlar, zikrediyorlardı.
Hep (Allah, Allah...) diyorlardı.
Bu sebepten koparamadım.”
Babası duygulandı!
Çok da sevindi.
Anlamıştı oğlunun mânevî mertebesini.
● ● ●
Bu zât henüz küçük idi.
Oynayan çocukları gördü bir gün.
Ve sordu babasına:
“Bu çocuklar niçin oynar babacığım?”
“Her çocuk gibi oynuyorlar işte.”
“İyi ama biz oyun için mi yaratıldık?”
“Hayır oğlum.”
“Allah bizi ibâdet etmek için yaratmadı mı?”
“Elbette.”
“Öyleyse Rabbimize ibâdet etmek varken, bu çocuklar, oynamaya nasıl vakit buluyorlar, şaşıyorum babacığım!..”
.Benim bir dostum var!"
31-07-2020 02:00
Anadolu evliyâsından Şeymer Hasan Dede’nin kabri, Manisa’nın Demirci ilçesindedir.
Bu zât şöyle anlatıyor:
Hak teâlâ, Mûsâ Nebî’ye;
“Yâ Mûsâ! Falan şehirde benim bir dostum vefât etti. Git, onu İslâmın vecîbelerine göre defnet” buyurdu.
Mûsâ Nebî gitti o şehre.
Ve buldu o kimseyi.
Yakınları, bir vîrâneye terk etmişlerdi kendisini.
Sordu onlara:
“Niçin böyle yaptınız?”
Onlar cevâbında;
“O, çok kötü bir hayat yaşadı.
Yapmadığı rezâlet kalmadı.
Onun için böyle yaptık” dediler.
Mûsâ Nebî, onu oradan aldı.
Dînî usullere göre yıkadı.
Sonra kefenleyip defnetti.
Sonra da;
“Yâ Rabbî! Yakınlarının bile kötü bilip, günahları sebebiyle terk ettiği bu kişiye 'dostum' buyurdun. Bunun hikmeti nedir?” diye sordu.
Hak teâlâ buyurdu ki:
“Evet o, çok iğrenç bir hayat sürdü. Ailesi de bu sebeple terk etti onu. Ama o kulum, ölmeden evvel tövbe etti.”
Sordu ki:
“Nasıl tövbe etti yâ Rabbî?”
Hak teâlâ buyurdu ki:
"Büyük pişmânlık içindeydi. Gözyaşları dökerek;
(Yâ Rabbî, bir ömrüm günahla geçti. Ama şimdi çok pişmânım. Sen bağışlayıcı ve affedicisin. Yakınlarım beni terk etti. Ama sen terk etmezsin, beni affet) dedi. Ben de onu affettim. Ve dostlarımın arasına dâhil ettim."
."Yâ Rabbî, kurtar beni!.."
01-08-2020 02:00
Demirci toprağını nurlandıran Balzat Hacı Baba, Horasan erenlerindendir.
Anadolu’nun fethi için bölgeye gelmiştir.
Kerâmet ehli bir zâttır.
Herkes bilirdi kerâmetlerini.
O devirde genç bir kadın vardı.
Tek başına evinden çıktı.
Karşı köye gidiyordu.
Nihâyet akşam oldu.
Tenhâ bir mevkîye gelmişti.
Edepsiz birisi onu gördü.
Ve musallat olmak istedi.
Kadıncağız korkuya kapıldı!
Çâresizdi!
Kalbinden, sessizce;
“Yâ Rabbî! Beni bu adamın şerrinden ancak sen kurtarabilirsin. Balzat Hacı Baba hürmetine bana yardım et" diye yalvardı.
Adam, iyice yaklaşmıştı.
Tam kadını tutmak üzereydi.
Âniden koca bir yılan belirdi.
Ve fecî şekilde soktu o ahlâksızı.
Cansız yere yıkıldı!
Kadıncağız kurtulmuştu.
Ancak korkudan yolunu şaşırdı.
Bilemedi ne yöne gideceğini.
Vakit ilerlemiş, karanlık basmıştı.
Gözlerini kapadı.
Ve yine kalbinden;
“Yâ Rabbî! O zâtın hürmetine beni köyüme ulaştır” diye yalvardı.
Gözlerini açınca, bir at gördü.
Bu büyük velî de yanındaydı.
Kadıncağıza;
“Bacım, buna bin. O seni köyüne ulaştırır!” buyurdu.
Ve kayboldu gözden.
Kadın o ata binip, ulaştı köyüne...
.''Allah diyen mahrum olmaz!”
02-08-2020 02:00
Manisa velîlerinden Balzat Hacı Baba Horasan erenlerindendir.
Anadolu’nun fethi için buradaydı.
Kerâmet ehli bir zât idi.
Bunu da herkes bilirdi.
Meselâ bir gün evinde oturuyordu.
Birden ellerini kaldırdı.
Ve harâretle duâ etmeye başladı.
Bu hâl, evdekilerin dikkatini çekti.
Az sonra sâkinleşince sordular:
“Hayırdır inşallah Efendi.
Mühim bir şey mi oldu?”
Büyük velî;
“Okyanusta bir gemi fırtınaya tutuldu. İçinde sevdiklerimiz de vardı. Bizi vesîle edip Allahü teâlâdan yardım istediler. Onlar için duâ ettim” buyurdu.
Sordular:
“Kurtuldular mı bâri?”
“Çok şükür, kurtuldular.”
Birkaç gün geçti.
Bu kimseler geldiler.
Ve bu zâta arz ettiler ki:
“Hocam, teşekküre geldik.”
Mübârek sordu:
“Hayırdır, ne teşekkürü?”
Dediler ki:
“Hocam! Biz gemide seyahat ederken bir gece fırtına çıktı. Gemimiz tam batmak üzereydi ki, sizi vesîle edip duâ ettik. Fırtına dindi ve çok şükür kurtulduk.”
Büyük zât;
“İnsanlar her şeyden ümîdini kesip de Allahü teâlâdan yardım isterlerse, Cenâb-ı Hak onları elbette o sıkıntıdan kurtarır. Allah diyen mahrum olmaz” buyurdu.
.O zâtın hürmetine..."
03-08-2020 02:00
Anadolu'nun Kula ilçesinde medfun bulunan Tâhir Efendi Allah adamlarındandır.
O devirde bir kimse vardı.
Henüz Müslüman olmamıştı.
Bu kişi hastalandı bir gün.
Tabipler çâre bulamadılar.
Hasta gittikçe ağırlaştı!
Nihâyet ölecek hâle geldi.
Ne yapacağını bilemiyordu.
Bir gece, bunaldı çâresizlikten
O anda Tâhir Efendi'yi düşündü.
Kendi Müslüman değildi.
Ama bu zâtı seviyordu.
Mübârek kişi olduğunu biliyordu.
Yâni, hüsnü zannı vardı o zâta.
Onu vesîle ederek;
“Yâ Rabbî! O zât senin sevgili bir kulunsa, onun hürmetine bana şifâ ver!” dedi.
Böylece duâ etti.
Allaha yalvardı.
Sonra ellerini yüzüne sürdü.
O esnâda çalındı kapısı.
Gelen, Tâhir Efendi idi.
Onu görünce şaşırdı.
Çok da sevindi.
Bu zâta hürmetle;
“Buyurun efendim, hoş geldiniz, safâ geldiniz” dedi.
Ancak girmedi mübârek.
Elinde üç beş tâne elma vardı.
Onları adama uzatıp;
“Bunlardan ye. Allahın izniyle iyileşirsin” dedi.
Ve ayrılıp gitti.
Adam o elmalardan yedi.
Ve iyileşti birden.
Hastalığından eser kalmadı.
Sonrası mâlûm.
Şehâdeti söyleyip Müslüman oldu.
.Tek bir şey istiyorum!"
04-08-2020 02:00
Hindistan'ın büyük velîlerinden olan Ahmed Kihtû Efendi, Hindistan evliyâsındandır.
Kendisi, Delhi’de doğdu.
Gıybetten çok korkardı.
Herkese de bunun zararını anlatırdı.
Bir gün, dergâhtaydı.
Sohbette, dostlarına;
“Ben, Rabbimden tek bir şey istiyorum!” buyurdu.
Dinleyenler sordular:
“O nedir ki efendim?”
Buyurdu ki:
“O’na, hiç gıybet etmemiş bir kul olarak kavuşmak. Rabbimden bunu istiyorum.”
Hikmetini sordular.
“Çünkü gıybet, kul hakkına girer de ondan. Kıyâmet gününde hiç kimse beni böyle bir şey için arasın istemiyorum” buyurdu.
Sordular yine:
“Bunun için ne yapmalıyız?”
“Dünyâdayken helâlleşin!”
“Ya helâl etmezse?” dediler.
Cevâben buyurdu ki:
“Ne yapıp edin, o helâlliği alın.
Zîra âhirette çâresi bulunmaz.”
● ● ●
Bir gün de sordular bu zâta:
“Cennete gitmenin yolu nedir?”
“Resûlullah’a uymaktır.”
Sordular yine:
“İmânın esâsı nedir?”
“Resûlullahı sevmektir” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Şaşıyorum şu insanlara. Olur olmaz kişilere muhabbet besliyorlar da, Peygamber Efendimizi sevmeyi o kadar benimsemiyorlar.”
.Dostlarını görünce iyileşti...
05-08-2020 02:00
Balıkesir evliyâsından Yürek Dede hastalandı bir gün.
Öyle ki, ayağa kalkamıyordu.
Hiç tâkati, gücü kalmadı.
Hanımı yemeğini yanına getirirdi.
Abdest almasına yardım ederdi.
Ama bir gün, Onu sevenler, ziyâretine geldi bu büyük zâtın.
Onları görünce sevindi.
Ve fırladı yatağından.
Koyu bir sohbete koyuldu onlarla.
Unuttu hastalığını.
Kendinden geçti âdeta.
Hanımı da bitişik odada olup, onun bu hâline taaccüp etmişti.
Derken misâfirler gittiler.
Hanımı, hışımla girdi yanına.
“Efendi!.. Ne bu hâlin?”
“Hayrola hanım, ne oldu?”
“Hani sen hastaydın.”
“Evet hastaydım.”
“Kusûra bakma ama, ben senin hastalığına inanmıyorum artık.”
Merakla sordu:
“Neden hanım, ne oldu ki?”
“Misâfirlerle nasıl konuşuyordun öyle. Bütün nazın bana mıydı. Bundan sonra bana hastayım falan deme sakın! Hizmet de bekleme, tamam mı?”
Bayağı sinirlenmişti!
Gülümsedi mübârek:
“Haklısın hanım, ama ne yapayım, elimde değil” dedi.
Kadın yumuşadı;
“Neymiş elinde olmayan?”
“Gönül dostlarını görünce, hastalığımı unutuyorum hanım. Allahü teâlâdan bahsedince ve İslâmiyetten konuşunca kendimden geçiyorum. Rabbim güç kuvvet veriyor, şifâ buluyorum” buyurdu...
.Ey genç, seni sevdim!
06-08-2020 02:00
Balıkesir erenlerinden Yürek Dede zamanında bir (genç) vardı.
Elinde sazıyla köy köy dolaşırdı.
Saz çalıp, eğlendirirdi insanları.
Bir gün bu Velî zât ile karşılaştı.
Onu görünce heybetinden korktu!
Ve sazını sakladı eteğine.
Kendisini azarlayacağını sandı.
Lakin mübârek azarlamadı.
Hatta şefkatle;
“Ey genç, seni sevdim, bize gel oturup konuşalım, sohbet ederiz” buyurdu.
Bu iltifâta şaşırdı delikanlı!
“Peki efendim” dedi.
Ve o gün katıldı sohbete.
Üstelik büyük (zevk) aldı.
Ayrılırken de;
“Efendim, izniniz olursa her gün sohbetinize gelmek istiyorum” dedi.
Buyurdu ki:
“Tabii, her gün bekliyorum.
“Ama bir şartım var hocam.”
“Hayrola, neymiş o şartın?”
“Saz çalmama izin vereceksiniz.”
“Pekâlâ” buyurdu.
Ardından sordu:
“İyi de, neden bu şartı koşuyorsun evlâdım?”
Çünkü alışmışım buna.
Vazgeçmem imkânsız.
Buyurdu ki:
“Peki, çal çalabilirsen!”
Genç ayrılıp eve geldi.
Ancak tamâmen değişmişti kalbi.
Evde ilk işi sazı kırmak oldu.
Saz tutkusu silinmişti kalbinden.
Hattâ saza olan sevgisi, (nefret)e dönüşmüştü.
.Niçin böyle yaptınız?
07-08-2020 02:00
Türkistan evliyâsından Kadı Muhammed Zâhid hazretleri, 1530'da Semerkand’a bağlı Hisar’ın Vahş köyünde vefât etti. Mübârek kabri oradadır.
Bir gün şunu anlattı:
Evliyânın büyüklerinden Bâyezid-i Bistâmî hazretleri, talebeleriyle bir şehre gitmek için yola çıktılar.
Tam şehre yaklaşmışlardı.
Enteresan bir şey oldu.
Şöyle ki;
Ahâlinin akın akın kendisini karşılamak üzere yollara döküldüklerini gördü hayretle.
Bu hâl, hiç hoşuna gitmedi.
Çıkınından ekmeğini çıkardı.
Ve hızlı hızlı yemeğe başladı.
Ahâli, bu hareketi gördüler.
Ve ona hiç yakıştıramayıp;
“Allah Allah” dediler.
“Biz bu zâtı Evliyâ bilirdik.
Meğer ne kaba adammış.”
Böyle söylediler.
Ve dağılıp gittiler.
Talebeleri sordular bu zâta:
“Hocam! Niçin böyle yaptınız?”
Buyurdu ki:
“Kibir gelmesinden korktum!”
“Ama yanlış anladılar.”
“Olsun, kalbime kibir gelseydi,
Rabbimizin gadabına uğrardım”
● ● ●
Bu zâta bâzı gençler;
“Efendim, ehl-i sünnet bir müslüman, öldüğünde cehenneme girer mi?” diye sordular.
Buyurdu ki:
“Eğer günahları çok ve bunlar tövbe ve istiğfâr ile veyâ şefâat ile affolunmadı ise, bu günahları kadar cehennemde yanması câizdir.”
.Bir mürşit arıyorlardı
08-08-2020 02:00
Türkistan evliyâsından Kadı Muhammed Zâhid hazretleri, 1530'da Semerkant’a bağlı Hisar’ın bir köyünde vefât etti.
Mübârek kabri oradadır.
Kendisi şöyle anlatıyor:
Talebelik çağındaydım.
Semerkant'tan çıktım.
Hirat’a doğru gidiyordum.
Maksadım, bir (mürşit) bulmaktı.
Bir köye uğradım.
Bu köye, Ubeydullah-ı Ahrâr adında bir (evliyâ) zatın geldiğini öğrendim.
Ve onun ziyaretine gittim.
O zat, bana sordu:
“Sen neredensin evlat?”
“Semerkantlıyım efendim.
“Nereye gidiyorsun?”
“Hirat’a gideceğim.”
“Hirat'a niçin gidiyorsun?”
“Niyetim, tasavvufa girmektir.”
O zaman bana bakıp;
“Mübarek olsun” dedi.
Sonra elimi tuttu.
Ve sevgiyle kendine çekti.
Ben, o anda bayılmışım!
Ayıldığımda, Hirat fikri silinmemişti kalbimden.
O, bu hâlimi anlayıp;
“Peki, git bakalım” dedi.
Bunu (izin) sayıp, yola çıktım.
Yolda hayvanım hastalandı.
Hayvandan inip, yürüdüm.
Bu sefer gözlerim ağrıdı.
Sonra (sıtma)ya tutuldum.
O zaman uyandım işte.
İçimden;
“O zat gitmemi istemiyor” dedim.
Ve geri döndüm.
Bir daha da ayrılmadım yanından.
.Kötü kalpli adam
09-08-2020 02:00
Evliyâdan Kemâl Ümmî hazretleri, bir gün şunu anlattı:
İyi kalpli bir vezir vardı.
Yoksullara yardım ederdi.
Hazîneden para alıyordu.
Yoksullara borç veriyordu.
“Ne zaman ödeyeceğim?” diyenlere;
“Pâdişah ölünce” diyordu.
Kötü kalpli biri, bunu duydu.
Ve hemen koştu Pâdişaha:
“Hükümdârım! Sizin vezîriniz, devlet hazînesinden halka borç para dağıtıyor. Vâdesini de sizin ölümünüze bağlıyor” dedi.
Sultan sordu:
“Niçin böyle yapıyor?”
“Demek ki, niyeti kötü Sultanım.
Sizin bir an önce ölmenizi istiyor.”
Pâdişah endişelendi.
Ve çağırıp sordu o vezîre:
“Sen böyle böyle yapıyormuşsun, doğru mu?”
“Evet, doğru pâdişahım.”
“Niçin böyle yapıyorsun?”
“Çok yaşamanız için.”
Hükümdar sordu:
“Nasıl yâni?”
“Hünkârım, her borçlu, borcunun vâdesinin çabuk dolmasını istemez. Geç gelsin diye duâ eder, öyle değil mi?”
“Evet, öyledir.”
Vezîr bu defâ,
“İşte benim borç verdiğim kimseler de, borçlarının vâdesi çabuk dolmasın diye, size uzun ömür diliyor, ölmemeniz için gece gündüz duâ ediyorlar” dedi.
Pâdişah rahatladı.
Bu vezîri çok sevdi.
O gammazcı adamıysa cezâlandırdı.
.Sen, Îsâ Nebî misin?
10-08-2020 02:00
Mekke-i Mükerreme'de medfun bulunan Muhammed Can hazretleri, bir gün şu hâdiseyi anlattı:
Îsâ aleyhisselâm bir yoldan giderken, ağaç altında oturmuş, harâretle duâ eden birine rastladı.
Adamcağız;
“Yâ Rabbî, zenginlere vermediğin nîmetleri bana verdin. Sana sonsuz şükürler olsun” diyordu.
Îsâ Peygamber baktı.
Adamın iki gözü de kördü.
Ayrıca kötürüm ve baraslı idi.
Ona sordu ki:
“Sen hangi nîmete şükrediyorsun?”
Adamcağız;
“Kalbim, Allahü teâlânın sevgisiyle dolu, (para) sevgisi ile değil. Dilim de Allahü teâlâyı zikrediyor, (parayı) değil, yetmez mi?” dedi
Bu, Îsâ Nebî’nin çok hoşuna gitti.
Eğilip, iki kaşının arasından öptü.
O anda iki gözü de açıldı adamın.
Îsâ aleyhisselâma baktı.
Ve merakla sordu ki:
“Sen Îsâ Nebî misin?”
“Evet, ben Îsâ'yım.”
“Seni bana gösteren Rabbime şükürler olsun” dedi.
Îsâ Nebî, onun elinden tutup;
“Haydi, ayağa kalk!” buyurdu.
Adam fırlayıp kalktı.
Turp gibi olmuştu.
Secdeye varıp;
“Yâ Rabbî! Ben kör ve kötürümken bu âzâlarla günah işlemekten uzaktım, şimdi bunları ihsân ettin, beni günah işlemekten yine sen koru!” diye yalvardı
Îsâ Nebî de;
"Âmin” dedi.
Ve yoluna devam etti.
.Her işi Allah için yapın!
11-08-2020 02:00
Hindistan evliyâsından Muhammed Mazhar hazretleri 1883'te Medîne’de vefât etti.
Bir gün, birkaç sevdiğine;
“Kardeşlerim! Her ne yaparsanız, mutlaka (Allah için) yapın, yoksa mahşerde faydasını göremezsiniz” buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Mahşerde bir (âlim) getirilir.
Melekler, onu Cennete götürürler.
Hak teâlâ meleklere sorar:
“Onu nereye götürüyorsunuz?”’
“Cennete yâ Rabbî!”
“Niçin?”
“Bu kulun, çok dînî kitaplar yazdı.
Çok insanlara, İslâmiyyeti anlattı.
Onun için Cennete götürüyoruz.”
Rabbimiz buyurur ki:
“Hayır, o kitapları, (ne çok ilmi var) desinler diye yazdı. Öyle de dediler. Onu cehenneme götürün.”
Onu cehenneme götürürler.
● ● ●
Sonra da şunu anlattı:
O gün bir (şehit) getirilir.
Kan revan içindedir.
Melekler, onu da alırlar.
Cennete götüreceklerdir.
Hak teâlâ yine sorar:
“Onu nereye götürüyorsunuz?”
“Cennete yâ Rabbî!”
“Niçin?”
“Bu kulun, bir harpte kâfirlerle çok şiddetle çarpıştı ve yaralanıp şehit oldu” derler.
Rabbimiz buyurur ki:
“Hayır o, (ne kahraman kişi) desinler diye harbetti. Öyle de dediler. Onu cehenneme götürün!”
Onu da cehenneme götürürler.
.Bana kim duâ etti?
12-08-2020 02:00
Mısır evliyâsından İbrâhim Kabâdî hazretleri, 1446'da Mısır’da vefât etti.
Bir gün bu zâta sordular:
“Bu kadar ilmi neye borçlusunuz?”
Buyurdu ki:
“Bir hadîs-i şerîfe borçluyum.”
Sordular ki:
“O, hangi hadîs?”
“Peygamberimiz buyurdu ki:
“Yarın yaparım diyen ziyân etti.”
Bu hadîs-i şerifi, düstur edindim.
● ● ●
Bu zât, (ölüm) döşeğindeydi.
Bir sevdiği, ziyâretine geldi.
Baş ucuna oturdu.
Ve duâ etti içinden;
“Yâ Rabbî! Bu mübârek kulun cömert insandı. Bunun canını kolay al da zahmet çekmesin.”
Bu zât gözünü açtı.
Ve sordu ki:
“Bana kim duâ etti?”
O kimse de;
“Ben ettim” dedi.
Buyurdu ki:
“Melekül-mevt yanıma geldi.
Ve bana dedi ki:
(Korkma, biz cömertlerin rûhunu incitmeden alırız.)
● ● ●
Bu zât, bir gün el kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Bana, âfiyette olduğum bir gün ihsân eyle" diye yalvarıyordu.
Biri bunu işitip sordu:
“Siz âfiyette değil misiniz?"
Cevâbında;
"Âfiyette olduğum gün, Allahü teâlâya hiçbir günah işlemediğim gündür" buyurdu.
.Niçin îmân ettin?
13-08-2020 02:00
Osmânlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Anadolu'da bir (İslâm âlimi) vardı.
İsmi, Seyyid Alaaddîn.
Bu zât, 1456 da vefat etti.
Kabr-i şerîfi, İçel’de Zeyne kasabasındadır.
O devirde bir (râhip) vardı.
Semerkant’a gelmişti.
Halkın îtikadını bozuyordu.
Meselâ Îsâ Nebî için;
“O, İlâhtır” diyordu.
Âlimler, hükümdâra;
“Sultânım! Anadolu'da Seyyid Alaaddîn adında bir büyük âlim var. Ona haber iletelim. Bu râhibe, ancak o cevap verebilir” dediler.
Sultân da emretti:
Bu zâtı dâvet ettiler.
Seyyid Alaaddîn geldi.
Sultânın gözlerinden öpüp;
“Ey Hâlid! Resûlün emriyle geldim. O râhibi çağır da münâzara edelim” dedi.
Ertesi gün oldu.
Bir câmide buluştular.
Râhip, Seyyid Alaaddîn’i görür görmez şehâdeti getirip Müslüman oldu.
Kendisine sordular ki:
“Neden îmân ettin?”
Râhip, Seyyid Alaaddîn'e dönüp;
“Dün gece rüyâmda gördüğüm zât sizdiniz. Bütün suâllerime, rüyâda cevap verdiniz ve beni tatmin ettiniz, hiç şüphem kalmadı. Uyanınca, söz verdim” dedi.
Sordular ki:
“Neye söz verdiniz?”
Dedi ki:
“Sizi görür görmez (îmân) edeceğime söz verdim.”
.Şu adamı susturun!
14-08-2020 02:00
Mevlâna Seyyid İbrâhim, Allah adamlarındandır.
1528 senesinde vefât etti.
Kabri, İstanbul Eyüp Sultan Camii yakınındadır.
Bu zâtın çok sevenleri vardır.
Ama sevmeyenleri de vardır.
Nitekim bir kimse vardır ki.
Bu mübârek zâta dil uzatır.
Gıybetini yapar.
Ama büyük zat hiç aldırmaz.
Hatta cevap bile vermez.
Bir gün, sevenleri;
“Efendim, şu adamı susturun” derler.
Buyurur ki:
“Hayır, eden kendine eder.”
Derler ki:
“İzin verin, biz söyleyelim.”
O buyurur ki:
“Hayır, bırakın söylesin. Her kaptan içindeki dışarı sızar.”
İyi de, o kimse ahlaksızdır.
Meydanı boş bulunca, azıtır.
Hakâretini daha da arttırır.
O zamâna kadar sabreden İbrâhim Efendi, bu defâ çok üzülür!
Nâzik kalbi incinir.
Sevdiklerine buyurur ki:
“Onun dili, bir daha döner mi?
Hakaretlere devam edebilir mi?”
Eyvah, ok yaydan çıkmıştır.
Allah dostu kırılmıştır.
İşte ne olursa, o anda olur.
Adamın dili tutulur.
Bir kelime konuşamaz olur.
Nitekim büyükler demiştir ki:
"Evliyâ, açıkta duran bir kılıç gibidir.
Ona sataşan o kılıca boynunu vurur”
Velîler Allahın dostudur.
Onların hürmetine yağdırılır yağmur, kar.
Onların kalplerinden, kalplere feyiz akar.
.Vermeye alışın!
15-08-2020 02:00
İstanbul-Eyüp'te medfun bulunan büyük Velî Mevlâna Seyyid İbrâhim hazretleri, bir gün;
“Kardeşlerim! Kendinizi vermeye alıştırın. Çünkü bize kalacak olan, verdiğimizdir” buyurdu.
Sonra da şunu anlattı:
Bir Kurban Bayramı idi.
Resûllullah, dışarıdan eve geldi.
Ve Âişe validemize sordu:
“Kurban etini ne yaptın?”
O, cevâben dedi ki:
“Hepsini dağıttım, iki kürek bize kaldı.”
Efendimiz buyurdu ki:
“İki kürek hâriç, hepsi bize kaldı.”
● ● ●
Bir gün (ateş) dolu bir tandır gördü.
“Cehennem ateşini” hâtırladı.
Ve düşüp bayıldı!
Binek üzerinde iken hâtırlasa, yere yuvarlanırdı.
Nitekim bir gün öyle oldu.
Bayılıp yere düştü!
Kaldırıp evine ilettiler.
Bir gök gürültüsü işitseydi.
Veyâhut şimşek çaksaydı.
Şiddetli bir rüzgâr esseydi.
"Bütün bunlar, benim gibi bir günahkârın aranızda olması sebebiyledir" derdi.
Böyle düşünürdü.
● ● ●
Bir sevdiği, bu zât hakkında;
"Evliyâlar kerâmet gösterir.
Bu zât göstermiyor, neden?" diye düşünmüştü.
Bu, ona mâlûm oldu.
Ve o kişiye dönüp;
"Kerâmet şart değildir, mühim de değildir. Mühim olan; İslâmiyete tam uymaktır ve asıl kerâmet de budur" buyurdu.
.Ne olur beni affedin”
16-08-2020 02:00
Şam evliyâsından Muhammed Ebû Müslim hazretlerini, bir din adamı çekemiyordu.
Aleyhinde konuşuyordu.
Sevenleri bir gün;
“Efendim, filân hoca aleyhinizde konuşuyor” dediler.
Cevâbında;
“Sabredin. Onun bu düşmanlığı, dostluğa dönüşecek” buyurdu.
Az sonra, kapı çalındı.
Açtıklarında şaşırdılar.
Zîra gelen, o hoca idi.
Hıçkırarak ağlıyordu!
Büyük zât, ona;
“Gördüğünüz rüyâdan haberdârız. Murâdınız neyse, söyleyin” buyurdu.
O kişi anlattı:
Efendim, dün gece;
“Yâ Rabbî, habîbinin cemâlini hiç görmedim. Acabâ ne kusûrum var?” dedim.
O ara uyumuşum.
Rüyâda denildi ki:
“Sen onu göremezsin!”
“Neden?” dedim.
“Çünkü Resûlullah sana kırgın. Onun sevdiklerini sevmiyorsun” denildi.
Sizi gördüm o ara.
Efendimizin yanında idiniz.
Ve edeple oturuyordunuz.
Bunları anlatıp;
“Ne olur beni affedin.
Sizi seviyorum” dedi.
Ve ayrılıp gitti.
Ertesi sabah tekrar geldi.
Bu defâ da sevinçten ağlıyordu.
“Rüyâda Efendimizi gördüm.
Bu, sizin himmetinizdir” dedi.
Ve talebesi olmakla şereflendi.
.Kalbi nûr ile doldu...
17-08-2020 02:00
Muînüddîn-i Çeştî hazretleri seyyiddir.
Evlâd-ı Resûl’dendir yâni...
Hindistan'da yaşadı.
Yüz yaşına gelmişti,
Ecmir’de vefât etti.
Babasından, bir üzüm bağı mîras kalmıştı kendisine.
Bir gün bu bağda oturuyordu.
Bir Hak âşığı geldi yanına.
Ona hürmetinden, fırlayıp kalktı.
Elini öpüp, gölge bir yere oturttu.
En güzel üzümlerden ikrâm etti.
Ancak o, yemedi üzümleri.
İç cebinden kuru ekmek çıkardı.
Ve onlardan yemeğe başladı.
Muînüddîn henüz genç idi.
Çok sevmişti bu zâtı.
İçi ısınmıştı ona.
O zât, o kuru ekmekten aldı.
Muînüddîn’in ağzına koydu.
İşte ne olduysa, o anda oldu.
Muînüddîn’in kalbi nûr ile doldu.
Yâni dünyâ sevgisi çıktı.
Yerine, Allah sevgisi girdi.
Muînüddîn;
“Bana ne oldu?" diyordu.
O sevimli zâtı göremedi bir daha.
Kaybolmuştu gözden.
İşte o günden îtibâren bir mürşit aramaya başladı.
Bir gün, sevimli bir zât gördü.
Bu, Osmân Hârûnî hazretleriydi.
Yirmi yıl hizmet etti ona.
O da, onu yetiştirip verdi icâzetini.
O an bir kerpiç vardı önlerinde.
Hocasının emriyle onu aldı.
Kerpiç, altın oldu bir anda.
Hocası bunu görüp;
“Senin işin tamamdır” dedi:
Sen de başkalarını yetiştir!”
.Başarılı insan kimdir?
18-08-2020 02:00
Muînüddîn-i Çeştî hazretleri “rahmetullahi aleyh” seyyiddir.
Yüz yaşına erişmişti.
Ecmir’de vefât etti.
Bir gün bir talebesi geldi.
Ve sordu ki:
“Başarı nedir efendim?”
Cevâbında;
“Başarı, öldükten sonra işe yarayan şeydir. Yâni bir şey, âhirette işe yaramıyacaksa ona başarı denmez. Asıl başarı, âhirette kendisini cehennem ateşinden koruyabilmektir” buyurdu.
Ve ekledi:
“Kendisini ateşte yanmaktan koruyamayan kimse, ne yaparsa yapsın, başarılı sayılmaz.”
● ● ●
Bir gün bu zâta sordular:
"Başarınızı neye borçlusunuz?"
Cevâben buyurdu ki:
"Bir hadîs-i şerîfe borçluyum."
Sordular ki:
"O hangi hadîs efendim?”
Buyurdu ki:
Helekel müsevvifûn hadîsi.
Bu hadîsi, düstur edindim.
Hayırlı işleri ânında yaptım.
Birazcık bile tehir etmedim.
● ● ●
Bir gün de sordular ki:
"Tasavvuf nedir efendim?”
Cevâben;
"Hakîkî din âlimlerinden birine bağlanıp, Ona teslîm olmak, onun feyiz ve bereketlerinden istifâde etmek ve ondan öğrendiği gibi yaşamaktır" buyurdu.
.Muînüddîn'i çağırınız!"
19-08-2020 02:00
Büyük Velî Muînüddîn-i Çeştî hazretleri bir seyahatte Beytullah'a uğradı.
Kâbe-i şerîfi tavâf etti.
Sonra da, Medîne'ye geldi.
Ravda-i şerîfe girdi.
Resûl-i müctebâ'yı baş gözüyle gördü.
Şöyle ki;
Mescid-i Nebî'ye yeni girmişti.
Ravda-i şerîften bir ses işitti.
“Gel yâ Muînüddîn” diyordu.
Çok tatlı bir sesti bu.
Resûlullah’ın kabrinden geliyordu.
Hâliyle çok şaşırdı.
Ve kendi kendine;
“Rüyâ mı görüyorum?” dedi.
Sağına, soluna baktı.
Birçok insanlar vardı.
O ara bir ses daha işitti.
Merakla kulak verdi:
O ses diyordu ki:
“Bana, Muînüddîn'i çağırın!”
Türbedâr da bu sesi işitti.
Cemaatin arasına girdi.
Ve telâşla seslendi:
“Muînüddîn!.. Muînüddîn!..”
Birkaç yerden;
“Buyur, buyur” diyenler oldu.
Bu defâ o da şaşırdı!
Birkaç tâne Muînüddîn vardı zîra.
Ravda'ya yaklaşıp, edeple sordu:
“Hangisi gelsin yâ Resûlallah?”
Ravda’dan cevap geldi:
“Çeştî olanı gelsin!”
O zaman cemaate dönüp;
“Efendimiz, Muînüddîn-i Çeştî'yi çağırıyor!” diye
seslendi.
Büyük velî, Ravda'ya yaklaştı.
Edeple salevât-ı şerîfe okudu.
Ve baş gözü ile gördü Efendimizi...
.Ölüme hazırlan!
20-08-2020 02:00
Muînüddîn-i Çeştî hazretleri seyyiddir.
Evlâd-ı Resûldür yâni...
Hindistan'da yaşadı.
Yüz yaşında Ecmir’de vefât etti...
Bir gün huzuruna bir genç geldi.
Ve ondan nasîhat istedi.
Büyük velî, o gence;
“Evlâdım, öleceğin vakit Azrâil aleyhisselâm rûhunu almaya gelirse kabul etme, kov gitsin!” buyurdu.
Delikanlı şaşırdı;
“Bu nasıl olur efendim.
Melek hiç kovulur mu?”
Buyurdu ki:
“Öyleyse şimdiden ölüme hazırlan!”
Ardından buyurdu ki:
“Mezarda, Münker ve Nekîr melekleri suâl için gelirlerse, onları da kov, seni suâle çekmesinler.”
Genç, şaşırdı yine;
Ve edeple arz etti ki:
“Onları da kovamam efendim.”
Büyük zât gence döndü.
Ve buyurdu ki:
“Öyleyse, şimdiden kabir suâllerine cevap hazırla!”
● ● ●
Bir gün bu zâta sordular:
"Hocam, Cennete ne ile girilir?"
Cevâben buyurdu ki:
"Allah’ın rahmetiyle girilir."
Sordular yine:
"Herkes mi efendim?”
"Evet herkes” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Efendimiz aleyhisselâm;
(Hiçbir kul, kendi ameliyle Cennete girmez. Ancak Allahü teâlânın rahmetiyle girebilir) buyurmuştur” dedi.
.Taş kesildiler âdeta!..
21-08-2020 02:00
Büyük velî, Muînüddîn-i Çeştî hazretleri; Ravda-i mübârekeyi ziyârete gitti bir gün.
Ravda’dan bir ses işitti.
Heyecanla kulak verdi.
Efendimiz, Onu çağırıyordu.
O, bu tatlı sesi duydu.
Ağlamaya başladı sevincinden.
Ve edeple yaklaştı.
Efendimiz, kendisine;
“Yâ Muînüddîn! Hindistan'da, evlâdımdan biri küffârla savaşırken şehit düştü. Bu diyâr, kâfirlerin eline geçmeden, acele oraya git. Sen varınca kâfirler mağlup olur ve o diyâr, İslâmın nûruyla aydınlanır” buyurdu.
O da, yanına kırk kişi aldı.
O gün düştü Hindistan yollarına.
Dağlar, tepeler aştılar.
Nihâyet Ecmir’e ulaştılar.
Hepsi de, yorgun ve açtılar .
Onun için, bir inek kesiyorlardı.
Etinden, yemek yapıyorlardı.
Ancak bilmedikleri bir şey vardı.
O yerin halkı ineğe tapıyordu.
Onlar bunu öğrendiler.
Ve fenâ hâlde içerlediler.
Hemen bir meydanda toplandılar.
Taş ve sopalarla saldırdılar.
Muînüddîn Çeştî, hiç telâş etmedi.
Yerden, bir avuç toprak aldı.
Ve saçtı o kâfirlere doğru.
O topraktan, kime isâbet ettiyse, olduğu yerde donup kalıyorlardı.
Taş kesildiler âdeta!
Ölmüyorlardı.
Hareket de edemiyorlardı.
Sert kayaya çarpmışlardı.
Süklüm püklüm geri döndüler.
Meşhur bir cinnîleri vardı onların.
Hâdiseyi haber verdiler o cinnîye. (Devamı yarın)
.Yaprak gibi titriyordu!
22-08-2020 02:00
(Dünden devam)
Kâfirler, bir cinnin başkanlığında müminlere saldırmışlardı!
Lâkin cin, bu büyük velîyi gördü.
Korkudan titremeye başladı!
Sonra kapandı ayağına.
Ve îmânla şereflendi.
Ancak hükümdâr, müşrik idi.
İnanamadı duyduklarına.
O devirde, bir kimse vardı.
Sihirbazlıkta meşhurdu.
Hükümdârın ümîdi bu sihirbazdaydı.
Hükümdâra geldi ve
“Bu işi bana bırak! Onlar, benim sihrimin karşısında tutunamaz, giderler” dedi.
Sonra da topladı avanesini.
Bir ceylân postuna oturdu.
Havada uçarak geldiler.
Muînüddîn-i Çeştî, bir çizgi çizdi.
Ve müminlere buyurdu ki:
“Bu çizginin dışına çıkmayın!”
Nihâyet o sihirbaz geldi.
Ama o çizgiden içeri giremedi.
Hayretinden; “Hayır olamaz, ben bir insanın karşısında nasıl mağlup olurum?” dedi
Ve her türlü sihri denedi.
Dağlardan yılanları topladı.
Ve müminlerin üzerine gönderdi.
Yılanlar, sürüler hâlinde geldiler.
Dağları, tepeleri aştılar.
Sular gibi akarak onlara ulaştılar.
Çizgiye gelince, zınk diye durdular.
Sihirbaz, çok şaşkındı!
Böyle bir şey görmemişti ömründe.
Bu sihri de tutmamıştı.
Başka sihirler düşündü.
Ateş yağdırmayı denedi üstlerine.
Ama, o da tutmadı.
Tek bir kıvılcım bile giremedi o çizgiden içeriye.
Çılgına dönmüştü!.. (Devamı yarın)
.Sen yerde ne yaptın ki!.."
23-08-2020 02:00
(Dünden devam)
Meşhur sihirbaz, mağlup oldu.
Ümitsiz hâlde geri döndü mecburen.
Hükümdâra gelip;
“İzin ver, tek başıma gideyim!” dedi.
Ve bir ceylân derisinin üstüne oturdu.
Uçarak geldi müminlerin üzerine.
Muînüddîn-i Çeştî’yi tehdit etti.
Ancak, büyük velî sâkindi.
“Sen yerde ne yaptın ki, havada ne yapacaksın?” buyurdu.
Bu söz, dokundu ona.
Postunun üzerine çıktı.
Ve göğe doğru yükselmeye başladı.
Büyük velî, pabucunu çıkardı.
Ve hızla fırlattı havaya.
Pabuç, süratle yükseldi.
O sihirbaza yetişti.
Ve başına vura vura yere indirdi.
Sihirbaz ümîdini kesmişti.
Sihir yapmaya mecâli kalmadı.
Çok pişmândı yaptıklarına.
Kalbi değişti birden.
Ve bu büyük velîye âşık oldu.
Kalbine, Onun sevgisi doldu.
Hürmetle gelip kapandı ayağına.
Kelime-i şehâdeti söyledi.
Ve îmânla şereflendi.
Büyük velî buyurdu ki:
“Bir arzun varsa söyle.”
O sihirbaz dedi ki:
“Tek arzum var efendim.”
“Nedir o?”
“Sizin gibi olmak istiyorum.”
Büyük velî;
“Pekâlâ” buyurdu.
Ve muhabbetle bir nazar etti.
Onu, tasavvufun en yüksek makâmına yükseltti. (Devamı yarın)
.Putperest hükümdarın sonu!..
24-08-2020 02:00
(Dünden devam)
Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, müminlere;
“Gidin, şu gâfil hükümdâra, putperestliği bırakmasını söyleyin” buyurdu.
Onlar da gidip;
“Ey hükümdâr! Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, putperestliği bırakmanızı istiyor” dediler.
Ama o, aldırmadı.
Küfründe inat etti.
Geri dönüp durumu arz ettiler.
Muînüddîn-i Çeştî gadaba geldi.
Gayretine dokundu mübârek zâtın.
O devirde bir hükümdar vardı.
İslâm hükümdârı idi.
O hükümdârın rüyâsına girip;
“Ey sultân, askerinle bu diyâra gel. Hindistan sultânlığı sana nasip olacak” buyurdu.
Sultân uyanıp;
“Hayırdır inşallah” dedi.
Ve çağırdı âlimleri huzûruna.
Rüyâyı anlatıp sordu:
“Bunun tâbiri nedir?”
Dediler ki:
“Rüyânız mübârektir.”
“Peki, ne yapmamı istersiniz?”
Âlimler arz ettiler ki:
“O zâtın dediğini yapınız!”
Sultân da;
“Pekâlâ” dedi.
Ve yürüdü ordusuyla Hindistan'a.
Hiçbir mukavemetle karşılaşmayıp, koca Hindistan ülkesini fethetti baştan başa.
Resûlullah’ın buyurduğu oldu.
O topraklar, İslâm nûruyla aydınlandı...
.Öde şu borcunu!..”
25-08-2020 02:00
Muînüddîn-i Çeştî hazretleri bir gün, bir dostuyla yolda yürüyorlardı.
Bir kimse hiddetle geldi.
O kişinin yakasına yapıştı.
Ve şiddetli çekip;
“Öde şu borcunu!” dedi.
Üstelik de tehdit etti!
Ancak parası yoktu adamcağızın.
Mahcup oldu tabii.
Muînüddîn-i Çeştî buyurdu ki:
“Biraz mühlet veremez misin?”
Ama o, edepsizdi biraz.
“Hayır, veremem” dedi.
Büyük velî cübbesini çıkarıp yere serdi.
Fakat o da ne?!
Cübbenin içi altınla doldu.
Mübârek zât, ona;
“Haydi, alacağın ne kadarsa, al buradan. Ama hakkından fazla alma!” buyurdu.
Adam çil çil altınları gördü.
Gözleri “faltaşı gibi” açıldı!
Alacağından çok fazla aldı.
Ve doldurdu ceplerini.
Böylece emri dinlemedi.
Ama o vakit olacak oldu.
Bir anda adamın eli kurudu.
Öyle ki, tamâmen cansızdı eli.
Yâni tutmuyordu artık.
Pişmân olup;
“Tövbe ettim, ne olur, duâ buyurun da elim iyileşsin!” diye yalvardı.
Büyük velî merhamet etti yine.
Şifâsı için duâ etti.
Adamın eli bir anda iyileşti.
Eğilip, hürmetle öptü bu zâtın elini.
En kıymetli “talebesi” olmuştu artık...
.Asıl niyetim sizi öldürmekti!"
26-08-2020 02:00
Bir gün, büyük velî Muînüddîn-i Çeştî hazretlerine bir kimse geldi.
Karşısında edeple durdu.
Ve arz etti ki.
“Efendim, çoktandır zât-ı âlinizi görmek istiyordum. Çok şükür, bugün sizi görmekle şereflendim” dedi.
Büyük velî, iltifat etmedi.
Kıymet vermedi adama.
Üstelik sertçe baktı ona.
Ve buyurdu ki:
“Haydi, ne için geldinse hemen yap yapacağını!”
Adamın hâli değişti birden.
Ve kızardı, bozardı.
Âzâları, titremeye başladı.
Zîra sert kayaya çarpmıştı.
Anladı hatâsını.
Ve üzülüp ağlıyarak;
“Efendim, asıl niyetim sizi öldürmekti, çok pişmânım. Lütfen affedin” dedi.
Sonra iç cebine soktu elini.
Oradan bir bıçak çıkardı.
Bu büyük zâtın önüne koydu.
Ve büyük pişmanlıkla;
“Suçluyum, nasıl isterseniz cezâmı öyle verin!” dedi
Büyük velî;
“Bu yolda, kötülük edene iyilik yapılır” buyurdu.
Ve el kaldırıp;
“Yâ ilâhî, bu kulun günahlarını affet ve kendisini, sevdiğin kullarından eyle” diye duâ etti.
Adamın kalbi değişti.
Yâni kalp gözü açıldı.
Ve büyük bir evliyâ oldu...
.Namazı vazife kabul etmeyenler!..
27-08-2020 02:00
Bir gün, büyük velî Muînüddîn-i Çeştî hazretlerine, bâzı kimseler geldiler.
Ve namazdan sordular.
Cevâben buyurdu ki:
“Namaz, çok mühim ibâdettir.”
Sonra da îzah etti:
“İbâdetler îmândan değildir. Yâni bir ibâdeti terk etmek, îmânı gidermez. Ama namaz için hüküm böyle değil.”
Sordular:
“Onun hükmü nasıldır efendim?”
Buyurdu ki:
"Bile bile namaz kılmayan ve namaz vakti geçerken üzülmeyen kimsenin îmânı gider.”
Ve daha açıkladı:
“Yâni namazı vazife kabul etmeyen, hiç özrü yokken kılmayan, kılmadığı için de üzülmeyen kimsenin îmânı gider Allah korusun!”
Sordular ki:
“Ya üzülürse efendim?”
Buyurdu ki:
“Üzülürse, îmânlı olduğu anlaşılır.”
● ● ●
Bir gün de şunu anlattı:
Biri, Resûlullah Efendimize geldi.
Ve sordu ki:
“Yâ Resûlallah, kıyâmet ne zamandır?”
Efendimiz sordu ona:
“Kıyâmet için ne hazırladın?”
O kimse de;
“Fazla bir şey hazırlamadım yâ Resûlallah, ama Allah ve Resûlünü çok seviyorum” dedi.
Resûl-i ekrem;
“Öyleyse âhirette sevdiğin kimselerle beraber olursun” buyurdu.
."Niçin ateşe tapıyorsunuz?"
28-08-2020 02:00
Büyük velî Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin zamanında Bağdat'ta yedi kişi vardı.
Bunlar, ateşe tapıyorlardı.
Fakat câhil halk aldanıyordu.
Zîra bunları evliyâ zannediyorlardı.
Bu yedi kişi, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerini işitip, onunla görüşmek istediler.
Ve huzûruna vardılar.
Fakat bu büyük velîyi görünce, büyük bir dehşete kapıldılar!
Her yerleri titiriyordu.
Mübârek zât sordu onlara;
“Siz, Allah varken niçin ateşe tapıyorsunuz?”
Dediler ki:
“Bizler, bu ateşe tapıyoruz.
Âhirette bizi yakmasın diye.”
Büyük velî;
“Ey ahmaklar, ateşe tapan, âhirette yanmaktan kurtulamaz. Siz yanacaksınız. Ben Allaha ibadet ediyorum. Onun için ateş beni dünyâda da yakmaz, âhirette de” buyurdu.
Onlar dediler ki:
“İsbât edersen inanırız.”
Büyük velî yan odaya geçti.
Bir mangal getirip ortaya koydu.
İçi, kor ateş ile doluydu.
Allah'a sığınarak elini uzattı.
O kızgın közleri avuçladı!
Onlar; hayret ve dehşetle bakarken kor ateş sönüverdi onun avucunda!
O esnâda bir ses duydular.
Gâipten geliyordu.
“Ateş, hâlis mümine aslâ zarar veremez!” diyordu.
Artık bahâneleri kalmamıştı.
Kelime-i şehâdet getirdiler.
Ve hâlis Müslüman oldular...
.Kulun isteği olmaz!.."
29-08-2020 02:00
Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin, Hamîdüddîn adında bir talebesi vardı.
Bir gün onu çağırdı.
Ve sordu ki:
"Sen, dünyâda ve âhirette kıymetli olmayı ister misin?"
Hamîdüddîn arz etti ki:
"Kulun isteği olmaz efendim.”
Büyük velî bunu beğenip;
"Âferin Hamîdüddîn” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de, bir genç geldi.
Bu velîden nasihat istedi.
Ona buyurdu ki:
"Dünyâ için sinirlenme!”
Gencin hoşuna gitti.
Ve tekrar nasihat ricâ etti.
O vakit buyurdu ki:
"Kim nefsini, Firavun'un nefsinden iyi bilirse, kibirli olduğunu gösterir.”
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Sizi cehenneme düşmekten koruyacak olan şeyleri çoğaltınız" buyurdu.
Sordular ki:
"O şey nedir efendim?"
"Allah’ın kullarına iyilik yapmaktır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sordular ki:
"Zühd nedir efendim?"
Cevâbında;
"Zühd, nîmet gelince şımarmamak, gelmeyince de üzülmemektir" dedi.
Sordular yine:
"Tevâzu nedir hocam?"
Buyurdu ki:
"Evinden çıktığında, karşılaştığın herkesi, kendinden üstün bilmendir."
.Tarafımı belli ediyorum!"
30-08-2020 02:00
Osmânlı Devletinin ikinci şeyhülislâmı, Fahreddîn-i Acemî hazretleridir.
1460'ta, Edirne’de vefât etti.
Dârülhadîs Câmii önüne defnedildi.
Bu zât şöyle anlatıyor:
Nemrut, büyük bir ateş yaktı.
Gâyesi, hazret-i İbrâhim'i yakmaktı.
O ara bir karınca geldi.
Ağzına su doldurmuştu.
Ateşe doğru gidiyordu.
Sordular ki:
“Ey karınca, nereye gidiyorsun?”
Dedi ki:
“Şu ateşi söndürmeye.”
Dediler ki:
“O ateş çok büyük ve şiddetli.
Bir damla su ile hiç söner mi?”
“Sönmez elbette.”
“Öyleyse niye kendini yoruyorsun?”
Karınca cevâben;
“Ben tarafımı belli ediyorum, İbrâhim aleyhisselâmın yanmasını istemiyorum. O ateşi söndürmek isteyenlerin tarafındayım” dedi.
● ● ●
Yine bir yılan gördüler ki.
Devamlı, o ateşe üflüyordu.
Merak ettiler.
Ona da sordular ki:
“Sen ne yapıyorsun öyle?”
Dedi ki:
“Ateşe üflüyorum.”
“Neden?” dediler.
Cevâben;
“Ateş büyüsün diye. Çünkü ben, İbrâhim aleyhisselâmın yanmasını istiyorum. Onu yakmak isteyenlerin tarafındayım” dedi.
.Hepimiz çok kıymetliyiz
31-08-2020 02:00
Büyük velî Fahreddîn-i Acemî hazretleri, bir gün gençlere;
“Birbirinizi Allah için sevin. Bir araya geldiğinizde faydalı şeyler konuşun, veyâ açın bir İlmihâl kitâbı okuyun” buyurdu.
Sonra bir kitap açtı.
Ve fârisî bir beyit okudu.
Mânâsı şöyle:
"Bir iki kişi, bir iki nefeslik de olsa, Allah için bir araya gelir, Allahtan bahsederlerse, gökteki melekler oraya imrenir, gıbta ederler.”
● ● ●
Bir gün de gençlere;
“Kıymetinizi bilin. Siz hepiniz çok kıymetli, çok değerli insanlarsınız” buyurdu.
Gençler sordu:
“Neden efendim?”
Büyük velî;
“Çünkü bu doğru îmân, bu ehl-i sünnet îtikadı, bu Allah için sevgi ve Allah için İslâma hizmet; ancak Allahü teâlânın sevdiği kullarına nasip olur da onun için” buyurdu.
● ● ●
Yine bir sohbetinde;
"Allahü teâlâ, müstahak olmayan, hak etmeyen hiçbir kimseye azap yapmaz. Azap yaptığı kimseler, muhakkak o azâbı hak etmiştir" buyurdu.
"Nasıl yâni?" dediler.
Cevâbında;
"Bir kimse, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymaz, uymadığına pişmân olmaz, üzülmez, aldırmaz, tövbe dahî etmezse, bu kimse nasıl azâba müstahak olmasın?" buyurdu.
.Bir çocuğumuz olsa…"
01-09-2020 02:00
Yûsüf Mahdum hazretleri, 1485'te Şirvan’da vefât etti.
Bu zâtın hizmetini gören yaşlıca bir kimse vardı.
Adı, Mehmet Dede.
Ancak çocuğu olmamıştı.
Bir gün, geldi bu velî zâta.
Ve bu meseleyi açıp;
“Efendim, biz otuz yıldır evliyiz.
Ama çocuğumuz olmuyor” dedi.
Mübârek sordu:
“Üzülüyor musunuz?”
“Evet efendim” dedi.
Ve ilâve etti:
“Rabbimiz, bize bir oğul verse de, ben ölürsem, o baksa hizmetinize.”
O anda yağmur yağıyordu.
Büyük velî buyurdu ki:
“Bana biraz yağmur suyu getir!”
“Başüstüne efendim” dedi.
Ve koşup getirdi hemen.
Mübârek zât, o suyu aldı.
Üzerine bir Fâtiha okuyup;
“Fâtiha-i şerîfe, her şeye şifâdır.
İkiniz de, üçer yudum için bundan.
İnşallah, bu murâdınız hâsıl olur” buyurdu.
İkisi de içtiler bu sudan...
Çok geçmeden bir oğulları oldu.
Fakat, bebek âmâ idi.
Getirip arz etti hocasına.
Büyük zât buyurdu ki:
“Bu bebeğiniz çok yaşayacak.
İleride, büyük bir âlim olacak.
Ve nice insanları irşâd edecek.
Sonra o bebeği kucağına aldı.
Sağ kulağına ezân okudu.
Sol kulağına da ikâmet.
O anda, iki gözü de açıldı bebeğin.
Tatlı tatlı gülüyordu...
Büyüdüğünde, büyük bir âlim oldu.
Ve ilmiyle feyiz saçtı insanlara...
.Bir nazarı kâfi geldi...
02-09-2020 02:00
Ebül Feth-i Serahsî hazretleri, devrinin bir tekiydi.
Ebül Fadl-ı Serahsî hazretlerinin talebesidir.
Bu zât, hocasını çok severdi.
Her iyi şeyi Ondan bilirdi.
Yâni, “Onun himmeti” derdi.
Bir gün, bâzı dostları geldi.
Oturup birlikte sohbet ettiler.
Bir ara bu zâta sordular ki:
“Bu mertebeye nasıl yükseldiniz?”
Cevâben buyurdu ki:
“Hocamın sâyesinde.”
Sonra şöyle anlattı:
Bir gün bir dereye gittim.
Dere kenarında yürüyordum.
Bir ara ileride hocamı gördüm.
Su üstünde yürüyordu.
Ve bana doğru geliyordu.
Nihâyet yanıma geldi.
Ve bana, şefkatle bir defa baktı.
İşte ne olduysa, o bakışla oldu.
Beni en alçaktan aldı.
Ve en yükseğe kaldırdı.
Bunları söyleyip, şöyle özetledi:
“Maddî ve mânevî ne kazandımsa, hepsi hocamın bereketidir.”
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine;
"Bir kişi Allaha âsi olsa, isyân etse, mahlûklar da ona isyân eder. Ben; Rabbime isyân edip etmediğimi, hayvanlarımın bana olan tavrından anlarım" buyurdu.
Dinleyenler sordu:
"Nasıl anlarsınız efendim?"
Büyük velî;
"Şöyle ki; Ben Rabbime itâat edersem, onlar da bana itâat eder. Ben isyân edersem, onlar da bana isyân ederler" buyurdu.
."Hocam kerâmet sâhibiydi"
03-09-2020 02:00
Büyük velî Ebül Feth-i Serahsî hazretlerine, bir gün bâzı sevdikleri geldi.
Ve ricâ ettiler ki:
“Hocanızdan bahseder misiniz?”
O da şöyle anlattı:
“Hocam, sıkıntılara sabrederdi.
Hiç şikâyet etmezdi.
Hak teâlâ, Onu çok severdi.
Her isteğini ânında yaratırdı.”
Dinleyenler arz ettiler ki:
“Bir misâl verseniz efendim.”
O da şöyle anlattı:
“Bahçemizde çeşitli ağaçlar vardı.
Bir de (dut ağacı) vardı.
Mevsiminde o ağaca çıkardım.
Ve dut yaprağı toplardım.
Bir gün, yine o ağaca çıktım.
Yine yaprak topluyordum.
Bir ara aşağıya baktım.
Ve (hocamı) gördüm.
Çok heyecanlandım.
Ne zaman gelmişti acabâ?
Hocam, öyle bir zât idi ki:
Kalbi, aşk-ı İlâhî ile yanardı.
Başkalarını aslâ görmezdi.
Beni de fark etmedi o gün.
Ellerini kaldırdı.
Ve sesli olarak duâ etti:
“Yâ Rabbî, az akçeye muhtâcım.
Bunu da, yalnız senden isterim.”
O anda koca ağaç altın oldu.
Kökünden yaprağına kadar.
Ama hiç şaşırmadım.
Zîra bu, hocam için çok normaldi.
Hocam bunu görünce;
“İlâhî, ne çok kerem sâhibisin.
Ben az bir şey istemiştim” dedi.
Muhcup bir hâli vardı.
O vaziyette ayrılıp gitti.
O, ağaçtan ayrılıp geri döndü.
Ağaç da eski hâline döndü...
."Ben sana ne demiştim?"
04-09-2020 02:00
Büyük Velî Ebül Feth-i Serahsî hazretleri anlatıyor:
Bir iş için Mısır'a gidecektim.
Bunun için Hocama vardım.
Ve gitmek için izin istedim.
Cevâben buyurdu ki:
“Deniz yolculuğu tehlikelidir.
Gitmesen olmaz mı acaba?”.
Arz ettim ki:
“Gitsem iyi olacak efendim.”
Buyurdu ki:
“Git, ama bir sıkıntıya düşersen, beni hâtırla!”
“Başüstüne” dedim.
Yol arkadaşlarımı aldım.
Ve birlikte gemiye bindik.
Gece, şiddetli bir rüzgâr çıktı.
Sallanmaya başladı gemimiz.
Büyük endîşeye kapılmıştık.
Korkumdan bayılır gibi oldum.
Hattâ kendimden geçmişim.
O anda himmet yetişti.
Hocamın gür sesiyle irkildim!
“Ben sana, ne demiştim?
Hani beni hâtırlayacaktın!”
Bu ikazla kendime geldim.
“İmdaat hocam” dedim.
"Himmetinize muhtâcız.”
O anda, birini su üstünde gördük.
Bize doğru geliyordu.
Meğer hocammış o gelen.
Ellerini açıp;
“Yâ Rabbî, deniz durulsun.
İnsanlar kurtulsun” diyordu.
O an durdu dalgalar.
Deniz de sâkinleşti.
Hocamın sâyesinde kurtulmuştuk.
Yolcular teşekkür edeceklerdi.
O anda kayboldu ortadan.
Göremedik bir daha...
.Bir kıza âşık olmuştu!..
05-09-2020 02:00
Bedîüddîn-i Sehârenpurî hazretleri henüz genç idi.
Bir mürşid-i kâmil arıyordu.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerini işitti.
Ve sohbetine katılır oldu.
Ancak, bir husus vardı.
Bir kıza âşık olmuştu.
Sohbetten çıkıyordu.
Hemen o kıza gidiyordu.
Ayrıca namaz da kılmıyordu.
Bir gün yine sohbete geldi.
İmâm-ı Rabbânî ona baktı.
Ve şefkatle buyurdu ki:
“Niçin namaz kılmıyorsun?
Ve niçin günah işliyorsun?”
Bedîüddîn arz etti ki:
“Ben böyle sözleri çok dinledim.
Bana, nasîhat hiç tesîr etmiyor.
Bana husûsî teveccüh buyurun.
İşte o zaman belki düzelebilirim.”
Büyük velî buyurdu ki:
“Öyleyse yarın bu niyetle gel.”
Bedîüddîn;
“Peki efendim” deyip ayrıldı.
Ertesi gün sohbete gidecekti.
Ama sevdiği kız onlara misâfir geldi.
O gelince iş değişti.
O kızdan ayrılıp gidemedi sohbete.
Ancak üç gün sona gidebildi.
Büyük İmâm sordu:
“Ne için gelmedin Bedîüddîn?
Üç gün önce ne sözleşmiştik?”
Büktü boynunu.
İmâm-ı Rabbânî buyurdu ki:
“Mâdem geldin, abdest al.
İki rekât namaz kıl ve gel.”
Buyurduğu gibi yaptı.
Büyük velî, ona bir teveccüh etti.
Bu tesîrle bayılıp düştü!
Kaldırıp evine götürdüler.
Bir gün sonra kendine geldi.
Ve hemen kalbini yokladı.
O kızın sevgisi hiç kalmamıştı...
.Söz dinledi, büyük nimetlere kavuştu
06-09-2020 02:00
Bedîüddîn-i Sehârenpurî hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetlerine gittiği günlerde memurluk yapıyordu bir devlet dairesinde.
Bu işten ayrılmayı düşünüyordu.
Böylece hep sohbette olacaktı.
Bir gün sordu hocasına: “İşimden istifâ edeyim mi?”
İmâm buyurdu ki: “Hayır, işine devam et.”
Onun sözünü dinledi.
Ve çok büyük nîmetlere kavuştu.
Kendisi anlatıyor:
Sılaya gitmem gerekiyordu.
İmâm-ı Rabbânîden izin istedim.
İzin verdiler. Ayrılıp, yola koyuldum.
Ancak enteresan bir şey oldu.
O da, rûhen yanımda geliyordu.
Hiç yanımdan ayrılmıyordu.
Yolda, bir sihirbaz vardı.
Bunlara (cûkî) deniyordu.
O sihirbâzın yanına gittim.
Maksadım, hâlini görmekti.
Sahtekâr olduğunu biliyordum.
Bunu hocamdan öğrenmiştim.
Yâni o, bir Hind kâfiri idi.
İstidrac sâhibi bir sihirbazdı.
Hârikulâde işler yapıyordu.
İnsanların takdîrini topluyordu.
Ancak beni görünce; “Ey Bedîüddîn, İmâm-ı Rabbânî'yi bırakıp da buraya niye geldin? Dünyâda Onun gibi bir velî yoktur” dedi.
Ben hayretle sordum ki:
“Mâdem öyle büyük bir zâttır.
Niçin sohbetine gelmiyorsun?”
Cevâben; “Ben de, olgunlaştım artık.
Ona ihtiyâcım yoktur” dedi.
.Kadınlar cennete kolay girer...
07-09-2020 02:00
Bedîüddîn-i Sehârenpurî hazretleri, bir gün sevdiklerine;
“Beyinin hukûkunu gözetmeyen kadın, Allahü teâlânın hakkını gözetmemiş sayılır” buyurdu.
Sordular ki:
“Ya rızâsını alırsa efendim?”
Buyurdu ki:
“O vakit cennete kolay girer.
Zîra Peygamber Efendimiz;
(İnsanın insana secde etmesi câiz olsaydı, hanımların beylerine secde etmelerini emrederdim) buyuruyor.”
● ● ●
Bu zât şöyle anlatıyor:
Bizim yörede bir şeyh vardı.
Ama üstâdım, ona kırgındı.
Bir yakınım, bana ısrâr etti:
“O şeyhin kabrine gidelim.
Birlikte ziyâret edelim” dedi.
Kıramadın o yakınımı.
Birlikte çıktık yola.
O şeyhin kabrine gidiyorduk.
Ama, üstâdım kırgındı ona.
Isrâr üzerine, kerhen gidiyordum.
Hem de endîşeliydim.
“Hocam kırılır mı?” diyordum.
Nihâyet o kabre vardık.
Sandukanın yanına oturmuştum.
O ara koca bir aslan gördüm.
Etrâfımda dolaşıyordu.
Şöyle bir göz ucuyla baktım.
Kızgınlıkla bana baktığını hissettim.
Dikkat ettim.
Gözleri, hocamın gözleriydi.
Kızgınlığı, hacamın kızgınlığıydı.
Titremeye başladım!
Artık bir saniye bile duramayacaktım.
Kalkıp hızla uzaklaştım oradan...
.Babamın hâli nasıldır?"
08-09-2020 02:00
Bedîüddîn-i Sehârenpurî hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden icâzet alıp, kulları irşâd için diyârına yeni dönmüştü.
O günlerde bir ahbâbı geldi.
Ve arz etti ki:
“Efendim, babam vefât etti.
Hâlini çok merak ediyorum.
Acep nimette mi azapta mı?”
Mübârek zât dinledi.
Gözlerini az yumdu.
Sonra açıp buyurdu ki:
“Babanın hâli gâyet iyidir.”
Adamın gözleri parladı.
“Sahi mi efendim, iyi mi?”
“Evet şu anda cennette.
Beyaz bir elbise giymiş.
(Rahatım çok iyi. Büyüklerin sohbetindeydim. Çağırmasaydınız gelmezdim diyor.)"
Böyle söyledi.
Ve eşkalini târif edip;
“Şöyle şöyle birini gördüm.
Baban o mudur” diye sordu.
Adam sevinçle dedi ki:
“Evet hocam aynen öyle.
Allah, sizden râzı olsun.”
Büyük velî buyurdu ki:
“Âmin, cümlemizden.”
● ● ●
Bu zât, sevdiklerine;
"Din nasîhattir. Her müslüman, elinde ne imkân varsa, onunla Allah'ın kullarına, emr-i mâruf yapmalıdır" buyurdu.
Dinliyenler sordu:
"Nasıl yapalım efendim?"
Büyük Velî;
"İlmi olan ilmiyle, malı olan malıyla, mevkîsi olan mevkîsiyle yapar" buyurdu.
.Bir mürşit arıyordu...
09-09-2020 02:00
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Bâkî Billâh hazretleri, 1603'te Delhi’de vefât etti.
Bu zât henüz genç idi.
Ve ilim öğrenmek istiyordu.
Hattâ bu aşkla yanıyordu.
Ama öğretecek biri lâzımdı.
İşte öyle bir zâtı arıyordu.
Ama ne aramak!?.
Yaşlı annesi onu görüyordu.
Ve bu hâline çok üzülüyordu.
Öyle ki, gece yarılarında sahrâlara çıkıp, duâ ediyordu oğlu için.
Bir gece yine çıktı.
“Yâ Rabbî, ya oğlumu murâdına kavuştur, ya da benim canımı al ki, artık tahammülüm kalmadı” diye yalvardı.
İşte o gece bir rüyâ gördü oğlu.
Bir mübârek zâtı görmüştü.
Muhammed Emkenegî hazretlerini.
Uyanınca sevince garkoldu.
Ve o gün Buhâra'ya gitti.
Sevinçle bu zâtın huzûruna girdi.
Birlikte bir odaya çekildiler.
Baş başa sohbet ettiler.
Bu sohbetler üç gün sürdü.
Üç günün sonunda;
“İşiniz tamam oldu. Hindistan'a avdet edin. Orada çok büyük bir evliyâ sizi bekliyor. Sizden feyiz alarak zamânın kutbu olacak ve cümle âlem, onun irşâdıyla nurlanacak” buyurdu.
O, bu emri aldı.
Ve hemen Serhend'e vardı.
İmâm-ı Rabbânî’yi buldu.
Ve onu yetiştirdi ki, bu dünyâ, böyle yüksek bir zât görmemişti.
."Ne kabahatim oldu ki!.."
10-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretlerinin annesi, oğlunun dergâhında çalışırdı.
Severek yapardı her hizmeti.
Dergâhta yemekleri o yapardı.
Hem de zevk alarak.
Yorulunca, bir hasırın üstünde kıvrılır yatardı.
Bir gün yine böyle yatıyordu.
Oğlu mutfağa geldi.
Annesinin bu hâlini gördü.
Ve çok acıdı onun bu hâline.
Yemek yapma işini ondan aldı.
Ve genç birine verdi.
Ancak annesi çok üzüldü bu işe.
Kederlendi, neşesi kaçtı birden.
Mutfaktakilere;
“Ne kabâhatim oldu ki, bu kıymetli hizmetten mahrum ediliyorum?” dedi.
Ve şöyle devam etti:
“Bundan gayri bir sermâyem yoktu.
Yaşamaktaki maksadım bu idi.
Kurtuluş ümîdim, bu hizmetlerdi.
Ne yazık ki, kaçırdım.
O da gitti elimden...”
Velhâsıl çok üzülmüştü buna.
Onun bu hâlini görenler, gidip oğlu Bâkî Billâh hazretlerine vaziyeti haber verdiler.
Bu defâ oğlu üzüldü!
Hiç bunu beklemiyordu.
Haberi getirene;
“Ben, ona acıdığım için yemek hizmetlerini ondan almıştım. Ama mâdemki üzülüyor, yine kendisine verin” buyurdu.
O kimse; “Baş üstüne efendim” dedi.
Ve koşup müjdeyi verdi annesine.
Çok sevindi mübârek hâtun.
Allahü teâlâya şükretti.
Oğluna da teşekkür...
.Bâkî Billâh'a git, teslim ol!.."
11-09-2020 02:00
Büyük velî Muhammed Bâkî Billâh hazretleri, çok mütevâzıydı.
Hâlini gizler, talebe olmak için gelenleri kabul etmez, (tecrübe) için geri gönderirdi.
Eğer sâdık biri gelseydi.
Kabul eder ve ilgi gösterirdi.
O devirde bir genç vardı.
Ve kendine rehber arıyordu.
Ama bulamıyordu.
Bu genç, bir gece kalktı.
Ellerini açtı ve;
“Yâ İlâhî, beni kâmil bir mürşide kavuştur!” diye duâ etti.
Cenâb-ı Hakk'a yalvardı.
Sonra da yattı.
O gece rüyâsında;
“Yarın git, Bâkî Billâh hazretlerine teslim ol” denildi
Sabahleyin uyandı.
Çok sevindi, ama kimdi bu zât.
Böyle birini tanımıyordu.
Araştırıp öğrendi.
Ve sevinçle gitti bu zâta.
Gördüğü o rüyâyı Ona anlattı.
Talebesi olmak istediğini arz etti.
Ancak kabul edilmedi.
Bâkî Billâh hazretleri;
“Aradığın, başkası olsa gerek.
Sen kendine rehber arıyorsun.
Ama o, ben değilim” buyurdu.
Delikanlı çok üzüldü.
O gece, yine duâ edip yattı.
Ve aynı rüyâyı gördü.
Bu defâ gâipten denildi ki:
“Aradığın, o idi. Sen yine git.
Ve ayrılma o zâtın eşiğinden!”
Genç sevinip, tekrar gitti o zâta.
Hürmetle arzusunu arz etti.
Bu defâ kabul edip;
“Pekâlâ, gel bakalım” buyurdu.
."Ben şimdi ne yapacağım?!."
12-09-2020 02:00
Büyük velî Muhammed Bâkî Billâh hazretlerinin bir talebesi vardı.
Hâce Hüsâmeddîn.
O, şöyle anlatıyor:
Ben, bir üstâd arıyordum.
Bâkî Billâh hazretlerini işittim.
Ona talebe olmak için gittim.
Ve isteğimi Ona arz ettim.
Cevâben buyurdu ki:
“Aradığın, ben değilim.”
Çok üzüldüm!
Bu cevâbı beklemiyordum.
Mahzun hâlde ayrıldım huzûrdan.
Memleketime döndüm.
Şaşkın bir vaziyetteydim.
“Şimdi ben ne yapacağım?” dedim.
Büyük hayrette kalmıştım!
O esnâda, bir beyit hâtırladım.
O beyitte şöyle deniyordu;
Aradığın o idi. Ne için döndün geri?
Ayrılmaz tatlıcıdan kovsalar da sineği.
Bu beytin tesiriyle tekrar gittim.
Ve isteğimi tekrar arz ettim.
Çok şükür kabul buyurdu.
Sevinip şükrettim Rabbime...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Müminin arkasından yapılan duâ kabul olur, hattâ onun için ne duâ ettiyse, aynı şeylere kendisi de kavuşur" buyurdu.
Dinleyenler merak edip;
"Nasıl?" diye sordular
Cevâbında;
"Meselâ birine, gıyâbında duâ etseniz, bir melek de size; (Sen bu kardeşin için ne istediysen, o şeyleri Hakk teâlâ sana da versin) diye duâ eder. Melek günahsız olduğu için, duâsı kabul olur” buyurdu.
.Bir teveccüh edince…
13-09-2020 02:00
Büyük velî Muhammed Bâkî Billâh hazretleri zamânında bir kimse vardı.
Tasavvufta yükselmek istiyordu.
Bunun için çok duâ ediyordu.
Ama eremiyordu murâdına.
Araştırıp öğrendi sebebini.
Bir mürşid-i kâmil bulacaktı.
Ve o zâtın duâsına alacaktı.
Böylece murâdına kavuşacaktı.
Bâkî Billâh hazretlerinin ismini duydu.
Öğrendi tasavvuftaki yüksekliğini.
Ona gitmeye karar verdi.
Ertesi gün, gördü bu velî zâtı.
Bir at üstünde, ona doğru geliyordu.
Edeple yaklaştı kendisine.
Atının dizginine yapışıp;
“Lütfen beni de talebeliğe kabul edin” diye yalvardı.
Büyük velî indi atından.
Şefkatle kucakladı onu.
Bir teveccüh etti kendisine.
Ve el kaldırıp duâ etti:
“İlâhî, kavuştur bunu murâdına.”
O, böyle duâ etti ona.
Adam kavuştu muradına.
Evliyâ oldu bir anda.
Zîra Bâkî Billâh hazretleri duâ etmişti.
● ● ●
Bu zât bir sohbette;
"İyi bir Müslüman; hiç kimseyi gıybet etmez, kimseye sû-i zanda bulunmaz, kimseyi kötü bilmez ve hiç kimseyle alay etmez, kimseyi üzmez" buyurdu.
Bir gün de yine;
"İyi Müslüman; kimseye yük olmaz, herkesin yükünü çeker. Kendini beğenmez, kendini hiç kimseden üstün görmez, tevâzuyu elden bırakmaz” buyurdu.
.Bir mürşid-i kâmil arıyordu...
14-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretleri “rahmetullahi aleyh”, evliyânın büyüklerindendir.
İmâm-ı Rabbânî’nin hocasıydı.
Delhi'de, kırk yaşında vefât etti.
Henüz çocukken, ileride büyük bir zât olacağı belliydi
Zâhirî ilimleri bitirdi.
Bir mürşid-i kâmil arıyordu.
Hem de ne aramak!
Nihâyet Muhammed Emkenegî adındaki bir velî zât rüyâsına girdi.
Ve kendisine;
“Buraya gel” buyurdu.
Uyanınca çok sevindi.
Kavuşmuştu murâdına.
Ertesi gün koştu o kapıya.
Yanında üç gün kaldı.
Ve alacağını aldı.
Delhi'ye döndü yine.
Ama icâzetli olarak.
● ● ●
Hocasından aldığı nûrları, sâdık ve hâlis talebelerinin kalplerine akıttı.
Duyanlar, akın akın geliyordu.
Zevkle sohbetini diliyorlardı.
Çok da feyiz alıyorlardı.
İki üç sene gibi kısa müddet içinde, yanında pek çok (âlim) ve (evliyâ) yetişti.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri.
Bu zâtların en önemlisiydi.
Bin yılda gelen velîler incisiydi.
O kemâle gelince, Bâkî Billâh hazretleri, bütün talebesini ona havâle etti.
Kendi de edeble gelirdi.
Eşsiz sohbetini zevkle dinlerdi.
Ve istifâde ederdi kendisinden...
.Bu zamanın kutbudur!"
15-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretleri, evliyânın büyüklerindendir.
Sevdiği bir talebesi vardı.
O, şöyle anlatıyor:
Bâkî Billâh hazretlerini tanımıyordum.
Ama görmeyi çok arzu ediyordum.
Önce rüyâda gördüm kendisini.
Çıplak bir at üzerindeydi.
Ve bana doğru geliyordu.
O esnâda bir ses duydum.
Gâipten geliyordu.
Bana diyordu ki:
“Bu zamanın kutbu, bu zâttır.”
Sabahleyin uyandım.
Çok sevinmiştim.
Doğruca kendisine gittim.
Ve istirhâm ettim ki:
“Beni de talebeliğe kabul edin.”
Cevâben bana dedi ki:
“Benim, bu şeylerle ilgim yok, aradığınız başkası olsa gerek...”
Böyle buyurdu.
Çok üzüldüm
Ve ağlamaya başladım!
Zîra gidecek başka kapım yoktu.
Beni böyle görünce acıdı.
İhlâsımı anlayıp huzuruna çağırdı.
Çok ilgi ve iltifat gösterdi.
Ve yüksek mertebelere çıkardı beni...
● ● ●
Bu velî zât, sevdiği bir gence;
"Senin en kıymetli sermâyen ömründür. Bunu, en kıymetli şeyleri yaparak değerlendir" buyurdu.
Delikanlı sordu:
"Ne yapayım efendim?"
Cevâbında;
"Dînini öğren, öğrendiklerinle amel et. Hesap günü gelmeden, kendini hesâba çek!" buyurdu.
Evlâdım, sana böyle ne oldu?”
16-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretleri çok şefkatliydi.
Çok da merhametliydi.
Acırdı fakir fukarâya.
Bir zaman kıtlık oldu Lâhor'da.
Bir lokma ekmeğe muhtaçtı insanlar.
Onların hâline üzülüyordu.
Kendi evinde yemek yiyemiyordu.
Boğazından geçmiyordu.
Sebebini soranlara;
“İnsanlar açlıktan kırılırken, bizim yememiz insafa sığar mı?” derdi.
Delhi'ye, atla giderdi ekseriyâ.
Ama yaya giden birini görseydi.
Atından inip, onları bindirirdi.
Kendisini tanımasınlar diye de tebdîl-i kıyâfetle gider, şehre yaklaşınca, kendi binerdi tekrar.
İnsanlar bilsin istemezdi.
Kendini gizlerdi.
Mânevî himmeti de çoktu kullara.
Talebesi olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesiyle yoğurt göndermişti kendisine.
Talebe, tam kapıyı çalacaktı.
Henüz çalmadan kapı açıldı.
Bâkî Billâh hazretleri çıktı.
Gelen talebeden yoğurt kabını aldı.
Ve şefkatle bakıp sordu:
“Senin ismin nedir evlât?”
Genç, söyleyince;
“Peki, hocana selâm söyle” dedi.
Talebe, bu kadarcık görüştü.
Geri döndüğünde, hâli değişmişti.
Evliyâlık hâlleri başlamıştı.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri sordu:
“Evlâdım, sana böyle ne oldu?”
O, kendinden geçmiş hâlde;
“Bilmiyorum efendim, her yerde bir nûr görüyorum, ama îzah edemiyorum” dedi.
.Yâ Rabbî, bunu murâdına kavuştur”
17-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretlerinin zamânında bir genç vardı ki, tek arzusu evliyâlıkta yükselmekti.
Bir gece yarısı kalkıp;
“Yâ Rabbî, beni, sevdiğin bir dostuna kavuştur” diye yalvardı.
Duâsı kabul oldu.
O gün işitti Bâkî Billâh ismini.
Daha önce görmüştü bu zâtı.
Ama velî olduğunu bilmiyordu.
Ertesi gün, bir yere gidiyordu.
Az ileride gördü bu büyük velîyi.
Peşinden koştu.
Atının dizginine yapışıp;
“Efendim, bana bir himmet edin de kalp gözüm açılsın” diye yalvardı.
Bâkî Billâh hazretleri attan indi.
Sevgiyle kucakladı o genci.
Ve şefkatle bakıp;
“Yâ Rabbî, bunu murâdına kavuştur” diye duâ etti.
Ânında kabul oldu duâsı.
Açıldı gencin kalp gözü.
● ● ●
Bir gün bu zâta sordular:
"İnsan, alın yazısını bilebilir mi?"
Cevâben;
"Evet, bilebilir" buyurdu.
"Nasıl bilir efendim?”
Buyurdu ki:
"Kişinin gönlünde ne yatıyorsa, alın yazısı odur. Bir ırmağın akış yönünden, hangi noktada denize döküleceği anlaşılır, öyle değil mi?"
"Evet efendim" dediler.
"İşte, insanın alın yazısı da, yaptığı işlerden anlaşılır" buyurdu.
.O, melek sıfatlıydı...
18-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretleri, bir gün birkaç talebesiyle, bir velînin kabrini ziyârete gittiler.
Türbedâr, onları gördü.
Hemen yerinden kalktı.
Acele bir iskemle getirdi.
Üzerine de bir minder yerleştirdi.
Bâkî Billâh hazretleri otursun diye.
O esnâda terbiyesiz biri geldi.
İskemleyi, minderi görünce;
“Bunlar, kimin içindir?” diye sordu.
Ama küstahça sordu.
Talebeler, hocalarını gösterip;
“Şu zât içindir” dediler.
Küstah adam;
“Onun bizden ne farkı var?” dedi.
"Niçin ona iskemle koydunuz?
Üstelik de bir minder.”
Böyle deyip bağırmaya başladı.
Gençler üzüldüler!
O esnâda Bâkî Billâh hazretleri geldi.
O kişi bu velîyi görünce;
“Sen kimsin ki, senin için iskemle ve minder koyuyorlar?” diye çıkıştı!
Bâkî Billâh hazretleri dinledi.
Ve o adamın yanına gidip;
“Doğru diyorsunuz. Buyurduğunuz gibi ben bu şeylere lâyık değilim. Ama benden habersiz getirmişler. Haberim olsaydı koydurmazdım. Siz yine de kusûrumuzu bağışlayın” buyurdu.
Sonra birkaç altın çıkardı.
Ve adamın avucuna koyup;
“Bu, benim hediyemdir.
Lütfen kabul edin” dedi.
Adam, birden sâkinleşti.
Utandı, mahcup oldu o sözlerine!
Eline sarılıp, hürmetle öptü.
Özürler diledi.
Ve pişmân olarak geri döndü...
.Kendisini gizlerdi...
19-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretlerinin çok kerâmetleri vardı. Ama pek belli etmezdi.
Hep gizlerdi kerâmetini.
Meselâ biri şöyle oldu:
Bir sevdiğinin çocuğu vardı.
Ve bu çocuk üç yaşındaydı.
Bir gün dışarıda oynuyordu.
O ara, yüksek bir duvara çıktı.
Ve oradan taş zemîne düştü.
Çocuk kan revan içindeydi.
Hattâ nefes de almıyordu artık.
Annesi, onu aldı kucağına.
Koştu Bâkî Billâh hazretlerine.
“Efendim! Bir himmet edin de yaşasın çocuğumuz” diye yalvardı.
Büyük velî acıdı kadıncağıza.
Duâ etti içinden.
Hayâta dönmesi için yalvardı.
Ancak gizledi bu kerâmetini.
Bunun için talebelere;
“Bana bir tıp kitâbı getirin” dedi.
"Bakalım bu çocuk kurtulur mu?”
Koşup getirdiler bir tıp kitâbı.
Başladı sayfalarını çevirmeye.
Lâlettâyin bir sayfaya geldi.
O sayfayı okur gibi yaptı.
Ve o kadına dönüp;
“Üzülme bacım, çocuğun yaşayacak” buyurdu.
O anda çocuk açtı gözlerini.
Ve canlanıp geldi eski hâline...
● ● ●
Bu zât sevdiği bir gence buyurdu ki:
"Muvaffak olmanın sırrı iki şeydir."
Genç adam;
"Onlar nedir?" deyince;
"Biri; günahlardan sakınmak, öbürü, Allahü teâlânın kullarına iyilik etmektir. Bu ikisini yapan, evliyâdır" buyurdu.
.Yâ Rabbî, bunlara hidâyet ver!"
20-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretlerinin yanına, Hristiyan ve Yahûdîlerden bir grup insan geldi.
Onları îmâna dâvet etti.
Ancak kabul etmediler.
O vakit açtı ellerini.
“Yâ Rabbî, bunlara hidâyet ver.
Cehennemde yanmasınlar” dedi.
Az sonra önünde diz çöktüler.
Ve kelime-i şehâdeti söylediler.
Mübârek zât sevindi.
Eliyle meshetti yüzlerini.
O an "perde" kalktı gözlerinden.
Keşif, kerâmet sâhibi oldular.
Ve birbirlerine bakıp;
"Biz nasıl îmân ettik?” dediler.
Büyük velî buyurdu ki:
“Hidâyet Allah'tandır.
Biz sâdece duâ ettik...”
● ● ●
Bu zât sevdiği bir gence;
"Ölüme hazırlan!" buyurdu.
Genç, cevâben dedi ki:
"Ben henüz gencim efendim."
Büyük velî buyurdu ki:
"Evet gençsin, ama iyi bil ki.
Ecel, genç ihtiyar tanımıyor"
Genç sordu hemen:
"Ölebilir miyim yâni?"
"Elbette evlâdım! Unutma, gençken ölenlerin sayısı, yaşlanıp da ölenlerden daha fazladır.”
Korkuyla sordu yine:
"Peki, ne yapayım?"
"Günahlarına tövbe istiğfar et.
Kelime-i şehâdet getir hemen.
Şimdi başla, yarına bırakma!"
"Neden efendim?"
"Çünkü ölüm âni gelir evlât.
Belki de yarına çıkamazsın”
Genç, o gece vefat etti!..
.Gönülden tövbe eden genç...
21-09-2020 02:00
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Bâkî Billâh hazretlerinin genç bir komşusu vardı.
Her gün içki içerdi.
Her türlü fenâlığı yapardı.
Büyük zât da bunu biliyordu.
Ama ona bir şey demiyordu.
Ancak talebeden biri vardı.
O gidip, bu genci ihbâr etti.
Memurlar da geldiler.
Yakalayıp hapse attılar bu genci.
Bâkî Billâh hazretleri bunu duydu.
Ve fazlasıyla üzüldü!
Çağırıp, sitem etti ihbâr eden gence.
İhbarcı genç arz etti ki:
“Ama efendim zâten fâsık biriydi.
Rahatsız oluyorduk kendisinden.”
Büyük velî bir (âh) etti.
Ve o talebeye buyurdu ki:
“Demek sen, kendini iyi biliyorsun.
Onu ise çok günahkâr görüyorsun.
Bizse kendimizi farklı görmüyoruz.”
Sonra, bizzat ilgilendi.
Ve çıkardı o genci hapisten.
Fâsık genç, çok duygulandı bundan.
Yaptıklarına pişmânlık duydu.
Gönülden tövbe etti
Ve o günahları yapmadı bir daha...
● ● ●
Bu zât bazı sevdiklerine;
"Size, nefis ve şeytanın zararından kurtulmanın asıl reçetesini söyleyeyim mi?" diye sordu.
"Seviniriz efendim" dediler.
O zaman büyük velî;
"Bunun ilâcı, kurtulanlarla beraber olmaktır. Zîra bir cemaatin içinde Allahın sevdiği biri varsa, Cenâb-ı Hakk, o zâtın hürmetine hepsini affeder" buyurdu.
.Biz iyi olsaydık!.."
22-09-2020 02:00
Büyük velî Muhammed Bâkî Billâh hazretleri; talebesinde kötü bir hâl görseydi;
“Bütün bunlar bizden oluyor. Biz iyi olsaydık talebemiz de iyi olurdu” buyururdu.
Emr-i mârufu yumuşak yapardı.
Gönül yıkmamaya dikkat ederdi.
Birisi uygunsuz iş yapsaydı.
Bu velî zât da onu görseydi.
Doğrudan ona söylemezdi.
“Bu iş, doğru değil” derdi.
Ama ortaya söylerdi.
Onun yanında, kimse kimseyi kötüleyemezdi.
Onlar da kimseyi üzmezlerdi.
Kalplerinden bile geçirmezlerdi.
Birinin kalbinden geçseydi.
Onu, kalp gözüyle görürdü.
Ve yoluyla onu îkaz ederdi.
● ● ●
Bir gün, bu zâta;
“Bir kimsenin velî olduğu nasıl anlaşılır efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Tatlı dili, güzel ahlâkı, güler yüzü, cömertliği, münâkaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesiyle anlaşılır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
"Yumuşak huylu, hilim sâhibi kimse, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan kimsenin derecesine kavuşacaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Bir hadîs-i şerifte, (Gadap [kızgınlık] zamânında yumuşak davrananı, Allahü teâlâ çok sever) buyuruldu.”
.Bize ne oldu?"
23-09-2020 02:00
Büyük velî Muhammed Bâkî Billâh hazretleri, giyinmede sâdeliği severdi.
Yemekte de böyle idi.
Her gün, aynı yemeği getirselerdi.
“Başka yemek getirin” demezdi.
Ne bulursa, onu yerdi.
Hep abdestli olmaya çalışırdı.
Meselâ abdesti bozulsaydı.
Hemen abdest alırdı.
Ayrıca, bedenen zayıftı.
Yine de çok ibâdet yapardı.
İbâdet yaparken yorulsa, kalkıp abdestini tâzeler ve ibâdetine devam ederdi yine.
İslâmın her emrine uyardı.
Emirlere tam riâyet ederdi.
Bir edebi bile kaçırmazdı.
Yemek yapanlar;
“Abdestli yemek pişirin” derdi.
Buna da çok dikkat ederdi.
“Bir edebe riâyet edilmezse
feyz yolu kesilir” buyururdu.
● ● ●
Hak teâlâ Muhammed Bâkî Billâh hazretlerini öyle yaratmıştı ki, onu gören, Allahı hâtırlardı.
Bir gün, bir yere gidecekti.
Abdestini alıp, çıktı evden.
Hindûların köyünden geçiyordu.
Hindûlar onu gördüler.
Hemen (Allahı) hâtırladılar.
Sonra birbirlerine dönüp;
“Bize ne oldu? Bu giden zât nasıl bir kimsedir ki, onu görünce Allah'ı hâtırladık” dediler.
Hâlbuki şöhretten kaçardı.
Buna sebep olacak şeyi yapmazdı.
Kendisini çok gizlerdi.
Buna rağmen insanlar yine de Ondan çekinir, hayâ ederdi kendisinden.
.Aynadaki ihtiyar!..
24-09-2020 02:00
Muhammed Bâkî Billâh hazretlerinin yaşı kırka erince, hiç kalmadı dünyâya rağbeti.
O günlerde, hanımına;
“Yakında benim için büyük bir hâdise olacak” derdi.
Bir gün, eline bir ayna aldı.
Ve hanımına dedi ki:
“Gel, beraber bakalım.”
Kadıncağız aynaya baktı.
Onu, çok ihtiyarlamış gördü.
Pîr-i fâni olmuştu âdeta.
Ama aslında böyle değildi.
Aynada öyle gözüküyordu.
Kadıncağız bunu gördü.
Anladı vefât edeceğini.
Mübârek, böyle bildirdi hanımına.
Talebeye de bildirmek istedi.
Bir sohbette, onlara;
“Velîlerden birine, gâipten, çok yakında vefât edeceği bildirilmiş” buyurdu.
Sordular ki:
“Kimdir o zât efendim?”
Cevâp vermedi.
Kendisi olduğunu söylemedi.
Nihâyet bir gün buyurdu ki:
“Birkaç gün Delhi'den ayrılmayın.
Çünkü son günlerimi yaşıyorum.”
Ayrılık eserleri görülmeye başladı.
Gözleri, (elvedâ) der gibiydi.
Talebeleri ağlamaya başladılar!
O sırada bir kişi (Allah!) dedi.
Başını sür’atle o yöne çevirdi.
Sonra kendi de (Allah!) dedi.
Ve teslim etti rûhunu.
Cemaat, tabutu omuzladılar.
Ve kabristana doğru yürüdüler.
Bir yere gelince, tabut ağırlaştı.
Öyle ki, bir milim ileri götüremediler.
“Bunda bir hikmet var” dediler.
Ve o yere defnettiler...
.Onlar yoksa kitapları var..."
25-09-2020 02:00
Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî hazretleri, büyük velîlerdendir. Delhi’de yaşadı.
Yine Delhi’de vefât etti.
Henüz bir buçuk yaşında idi.
Babası ayrıldı dünyâdan.
Yetişmesiyle annesi meşgul oldu.
Muînüddîn-i Çeştî adında bir evliyâ zât, bir vesîleyle oraya gelmişti.
Kutbüddîn onyedi yaşındaydı.
Bu zâtı görünce çok sevdi.
Gayriihtiyârî kalbi meyletti bu zâta.
Talebesi olmayı istedi.
Bu niyetle yanına gitti.
Ve yalvardı bunun için.
O da, kalp gözüyle baktı ona.
Gördü onun yüksek istîdâdını.
Ve kabul etti bu dileğini.
O da, çok sevindi buna.
Zevkle devam etti derslerine.
Bu velîden çok istifâde etti.
Hem ilim öğrendi bu zâttan.
Hem de çok feyiz aldı.
Onun himmetine kavuştu.
Tasavvufun en yüksek makâmına yükseldi...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Evliyânın bakışları devâ, sohbetleri hasta ve ölü kalplere şifâdır. Onları gören, Allahü teâlâyı hâtırlar" buyurdu.
Dinleyenler sordu:
"Öyle zâtlar yoksa efendim?"
Cevâben;
“Onlar yoksa kitapları vardır. Onların kitaplarını okuyup, yüksek, seçilmiş olduklarına inanan ve bunun için onları seven de, onların ruhlarından feyiz alır” buyurdu.
.Akrep ve yılan!..
26-09-2020 02:00
Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî hazretleri bir gün şunu anlattı:
Bir arkadaşla sefere çıktık.
Bir nehir kenarında mola verdik.
Ama garip bir hâdise oldu orada.
Biz orada otururuyorduk.
Koca bir akrep gördük.
Hızlı hızlı gidiyordu.
Ben, arkadaşıma;
“Bak, bu akrep süratli gidiyor. Onun bu gidişinde bir (hikmet) olsa gerek” dedim.
O da hak verdi bana.
Tâkip ettik o hayvanı.
İleride büyük bir yılan vardı.
Dikkatimizi çekti.
Daha bir merakla baktık.
Akrep gidip o yılanı sokup öldürdü.
Şaşırmıştık ikimiz de!
Hikmetini merak ettik...
Derken birini gördük az ileride.
Yerde yatmış uyuyordu.
Bu defâ hayretimiz daha da arttı.
Ne akrepten haberi vardı.
Ne de yılandan.
O anda fenâ bir koku hissettik.
Bu, şarap kokusuydu.
Meğer şarap içip sızmış o yere.
Biz, bu işe, bir mânâ arıyorduk.
O anda gâipten bir sesle irkildik!
“Biz lütfumuzu, hep iyi insanlara saçsaydık, böyle günahkâr kullara kim bakardı?” diyordu.
O adam, bu sesle uyandı.
Biz olanları kendisine anlattık.
Adam dinleyip, çok duygulandı.
O gün içkiyi bıraktı.
Ve ibâdete başladı.
Yetmiş defâ hac yaptı.
İlim ve ibâdete sarılıp, büyük bir âlim oldu.
.Ahlâksız kadının iftirası!
27-09-2020 02:00
Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî hazretleri, bir gün, o yerin Sultânıyla kol kola dolaşıyordu.
Devlet erkânı da vardı.
Geriden onları tâkip ediyorlardı.
Derken bir kadın çıktı önlerine.
Ağlayıp feryât ediyordu.
Sordular o kadına:
“Niçin böyle ağlıyorsun?”
Kadın, Sultâna yaklaşıp;
“Efendim, lütfen bizi nikâh edin, çok zor durumdayım” diye dert yandı.
Hükümdâr sordu:
“Kiminle nikâhlanmak istiyorsun?”
Kutbüddîn hazretlerini göstererek;
“İşte, şu kimseyle” dedi.
“Niçin böyle bir şey istiyorsun?”
“Çünkü ben, ondan hâmileyim.
Gayrimeşrû hâmileyim hem de!”
Kutbüddîn-i Bahtiyâr, şaşırıp kaldı.
Sultân ve adamları da şaşırdılar.
Kutbüddîn hazretleri, kalben imdât istedi hocası Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinden.
Hocası, o anda Ecmir’deydi.
İki yüz kilometre uzakta idi.
Mübârek, bir anda geldi oraya.
Ve o iftirâcı kadına dönüp;
“Eeey bu kadının karnındaki çocuk! Şu ahlâksız kadının iddiâsı doğru mu? Değilse sen söyle, nedir bu işin esâsı?” diye seslendi.
O anda, bir ses duydular.
Kadının karnından geliyordu.
“Benim annem olacak bu iffetsiz kadının sözleri iftirâdır. Kutbüddîn Bahtiyâr'ı çekemeyenler, onu halkın gözünden düşürmek için, bu kadını âlet ettiler” diyordu!..
.“Bir işâret buyur, kâfi"
28-09-2020 02:00
Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî hazretleri, fakîrâne bir hayat yaşardı.
Hâlbuki Sultân emrini bekliyordu.
“Bir işâret buyur, kâfi" diyordu.
O yine kimseden bir şey istemezdi.
Mübârek hanımı, bakkaldan borç olarak bir şeyler almak istediğinde; bakkalın hanımı onu üzecek şeyler söylemişti.
O akşam, beyi eve geldi.
Onu üzüntülü gördü.
Ve sebebini sordu.
O da, olanları anlattı.
Büyük velî buyurdu ki:
“Hanım, şu odaya gelir misin!”
Ve birlikte girdiler odaya.
Odanın köşesini gösterip;
“Bak hanım, ne zaman istersen, (Besmele) okumak şartıyla burada istediğin kadar (kâk) bulursun” buyurdu.
Onun (kâk) dediği şey (kek) yâni, (ekmek) idi.
İsminin sonundaki (Kâkî) kelimesi de bu vaka üzerine söylenmiştir.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Bir kimse ibâdetlerini kusurlu görünce, bunların kıymeti artar. Böylece kabul edilmeye lâyık olurlar. Siz de iyiliklerinizi kusurlu görmeye çalışınız" buyurdu.
Dinleyenler dediler ki:
"Ama bu çok zor efendim."
Büyük velî;
"Evet zor, ama kendini beğenmek felâkettir. Allahü teâlâ hepimizi bu felâketten korusun" buyurdu.
.Halının ucunu kaldır!"
29-09-2020 02:00
Bir gün, saray nâzırı, Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî hazretlerinin
huzûruna gelerek;
“Efendim! Falan falan köylerin bütün gelirlerini, izninizle size bağlamak istiyoruz. Siz de talebenize sarf edersiniz” dedi.
Büyük velî onu dinledi.
Ama kabul etmedi bu teklîfini.
Nâzır şaşırdı!
Çok da merak etti.
Ve sordu hemen:
“Bağışlayın hocam, neden istemiyorsunuz acabâ?”
Buyurdu ki:
“İhtiyâcım yok da ondan.”
Arz etti ki:
“Olur mu hocam para bu.
Para her insana lâzımdır.
Hem parasız yaşanmaz ki.”
Büyük velî mecbur kaldı.
Ve buyurdu ki:
“Şu halının ucunu az kaldır.”
Kaldırınca, hayrette kaldı vezir.
Gözleri fal taşı gibi açıldı!
Zîra halının altında altın vardı.
Hem de nehir gibi akıyordu.
Kutbüddîn hazretleri;
“Biz bunu bile istemezken, o dediğin köylere mi iltifat edeceğiz? Haydi şimdi gidin de, bir daha böyle bir teklîfle gelmeyin karşımıza” buyurdu.
Vezîr mahcup olmuştu!
“Peki efendim” dedi.
Başı önünde ayrıldı huzurdan.
Gördüklerini, gidip anlattı Sultân'a.
Sultân, zâten seviyordu Onu.
O günden sonra, daha çok kıymet verdi bu Allah dostuna...
.Allah'ın kullarını sevindirin..."
30-09-2020 02:00
Büyük velî Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî hazretlerine, birisi bir hediye getirip arz etmişti.
Ancak niyeti hâlis değildi.
Büyük zât, bunu anladı.
Ve o kimseye;
“Alamam” buyurdu.
O ısrâr ettiyse de;
“Hayır, ısrâr etme” buyurdu.
Adam çok şaşırdı!
Ve merakla sordu:
“Niçin almıyorsunuz?”
Büyük zât;
“Bizim büyüklerimiz; her gelen hediyeyi almadılar ki, ben de alayım. Eğer kabul edersem, yarın mahşer gününde büyüklerimizin önünde mahcup olmaz mıyım?” buyurdu
O kimse mahcup olup;
“Haklısınız” dedi.
Hatâsını anlamıştı.
Elini öpüp, geri gitti.
● ● ●
Bu zât, sohbetinde buyurdu ki:
"Allah'ın kullarını sevindirin."
Sonra da şunu anlattı:
Bir kimse, bir mümin kardeşini sevindirince, Allahü teâlâ o 'sevinç'ten bir melek yaratır. Bu kimse ölüp kabre konunca, o melek yanına gelir.
Ve o mevtâya sorar:
“Beni tanıyor musun?”
“Hayır, sen kimsin?”
Melek cevâben;
“Ben; senin, bir Müslüman kardeşine vermiş olduğun 'sevinç'im. Bugün, seni sevindirmek ve suâl meleklerine cevap verirken, sana yardımcı olmak için geldim” der.
.Resûlullahı rüyâda gören fakir...
01-10-2020 02:00
Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî hazretleri anlatıyor:
Fakîr bir kimsenin, acele beş yüz dirhem paraya ihtiyâcı olmuştu.
Ama kimden istesin?
El açıp, yalvardı Allaha.
O gece Efendimizi gördü rüyâda.
Resûlullah ona buyurdu ki:
“Nişâbur'da Ebül Hasan adında zengin bir kimse var. Ona benden selâm söyle. İstediğin parayı versin. Rüyâna inanmazsa, (Her gece, beş yüz salevât okurdun, dün gece unuttun) de kendisine.”
Fakîr, o sabah uyandı.
O gün gitti Nişâbur’a.
O zenginin kapısını çalıp;
“Efendim, Resûlullah’ın size selâmları var. Rüyâda bana, (Ebül Hasan'a git, ihtiyâcın olan parayı sana versin) buyurdular” dedi.
Ebül Hasan sordu:
Bu rüyâya nasıl inanayım?”
Fakîr hazırlıklıydı.
“Siz her gün Resûlullah Efendimize beş yüz salevât-ı şerîfe okurken, dün gece unutmuşsunuz” dedi.
“Bunu nereden biliyorsun?”
“Resûlullah haber verdi.”
“Öyle mii?” deyip, fırladı hemen.
Secde-i şükre vardı.
Ve beş yüz dirhem verip;
“Bu, ihtiyâcın için” dedi.
Sonra bin dirhem verip;
“Bu da Resûlullah Efendimizin şerefine” dedi.
Fakîr, teşekkür edip ayrıldı.
Giderken şükrediyordu Rabbine...
."Muhabbet şehidi!.."
02-10-2020 02:00
Büyük Velî Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî hazretleri, ömrünün son yirmi beş yılında, rahatça yatıp uyumadı yatağında.
Pek çok âşıkları vardı.
Onlarla sohbet ederdi.
Sevgiden, aşktan konuşurdu.
Muhabbetten bahsederdi.
Sohbetlerinde sık sık;
“Allah'tan çok korkunuz! Resûlünü de çok sevip, Ona tâbi olunuz. Zîra bütün saadetlerin başı, o Resûle uymaktır” buyururdu.
Onlara böyle derdi.
Tekrar aşk-ı ilâhîye dalardı.
Kalbini aşk ateşiyle dağlardı!
Bu sevgiyle, geçerdi kendinden.
Günleri böyle geçiyordu.
Bu sevgiyle yanıp kavruluyordu!
Bir gün yine bu hâldeydi.
Bu "aşk" ile kendinden geçmişti.
Bu hâldeyken rûhunu teslim etti!
Rabbine, bu aşkla kavuştu.
Muhabbetten şehîd oldu.
Bunun içindir ki, kendisine;
"Muhabbet şehidi" denirdi...
● ● ●
Bu büyük velîye sordular:
"Efendim, zikir meclisi nedir?"
Cevâbında;
"Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, nikâh nasıl yapılır, alışveriş nasıl olur, abdest, gusül, helâl ve haram, gibi meselelerin konuşulduğu meclistir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sordular ki:
"En kıymetli şey nedir efendim?"
Cevâbında;
"Dînini bilmektir" buyurdu.
.“Kapıdaki âşığı içeri al!”
03-10-2020 02:00
Hindistan’da yetişen velîlerden Emîr Hüsrev Dehlevî hazretleri çocukken, babası elinden tutup, Hâce Nizâmeddîn hazretlerine götürdü bir gün.
Tam dergâh önüne geldiler.
Emîr Hüsrev, babasına;
“Babacığım siz girin” dedi.
Ve şu beytleri okudu.
Hem de yanık çocuk sesiyle:
Âşık Hüsrev, kapınızdadır.
İçeri girmesine izin var mıdır?
İzniniz olursa, girer içeri.
Yoksa ağlayarak dönecek geri.
Nizâmeddîn Evliyâ, bunu işitti.
Ve çok duygulandı.
Hizmetçisine buyurdu ki:
“Kapıdaki âşığı içeri al!”
Koşup, kapıyı açtı hizmetçi.
Emîr Hüsrev, edeple içeri girdi.
Büyük velînin elini öptü.
Edeple oturdu huzûrunda.
O gün, o kapıdan böyle girdi.
Kısa zamanda evliyâ olarak çıktı...
● ● ●
Bir gün bu zâta sordular ki:
"İbâdetlerin en üstünü nedir?"
Cevâbında;
"En mühim ibâdet; bütün ibâdetleri kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran, namazdır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de buyurdu ki:
“Namazı doğru kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin şeyler yapmaktan korunmuş olur. Çünkü âyet-i kerîmede meâlen; (Doğru kılınan bir namaz, insanı kötülüklerden uzaklaştırır) buyuruldu.”
.Eski ayakkabılar!..
04-10-2020 02:00
Çok fakîr biri, Nizâmeddîn Evliyâ hazretlerinin cömertliğini duyup, huzuruna geldi bir gün.
Ve arz etti hâlini.
Ancak, bu velî de fakîr idi.
Bir çift eski ayakkabısı vardı.
Yoktu başka bir dünyâlığı,
O eski ayakkabıyı verdi ona.
Ama o fakîr, az buldu bu ihsânı.
Kendi kendine dedi ki:
“Bu zâta, çok cömert diyorlar.
Verdiği, bir çift eski ayakkabı!"
Kederli olarak geri döndü.
Ve konakladı bir handa...
O gece, Nizâmeddin Evliyâ hazretlerinin talebesi olan Emîr Hüsrev de, ticâretten dönerken aynı hana indi.
Ve çok güzel bir koku duydu.
Kendi kendine dedi ki:
"Allah Allah, bu ne güzel koku.
Bu, mübârek hocamın kokusu."
Çok merak etti.
Kokunun geldiği odayı buldu.
Kapıyı tıklatıp, girdi içeri;
“Selâmün aleyküm!”
“Aleyküm selâm!”
“Nereden geliyorsunuz?”
“Nizâmeddîn Evliyâ’ya gittim.
Bana bir çift eski pabuç verdi.
Maalesef, başka şey vermedi.”
Emîr Hüsrev ona dedi ki;
“Sen, o eski ayakkabıyı bana ver.
Karşılığında bir kilo altın vereyim.
Adam şaşırdı!..
“Şaka yapıyorsunuz.”
“Hayır, çok ciddîyim.”
“Ama nasıl olur?”
“Âaah âh! Sen bunun kıymetini bilseydin; bu pabuçları almak için, bundan daha fazlasını verirdin” dedi.
.Bir balıkçı hikâyesi...
05-10-2020 02:00
Hâce Nizâmeddîn hazretleri, bir gün şunu anlattı sevdiklerine:
Fakîr bir adam vardı.
Oltayla balık tutuyordu.
Pâdişah bunu gördü ve;
“Oltana ilk takılan şey ne olursa, sana onun ağırlığınca altın vereceğim” dedi.
Adam sevinip, attı oltasını.
Çekti ki, bir kemik var oltada.
Ortası delik bir kemik
Hükümdâr;
“Şansın bu kadarmış” dedi.
Ve o garibi alıp saraya gitti.
Adamlarına;
“Bu balıkçıya, şu kemiğin ağırlığınca altın verin!” diye emretti.
Memurlar, o kemiği aldılar.
Terâzinin bir kefesine koydular.
Öbür kefeye de altın liraları.
Bir, iki, üç, dört, beş.
On, yirmi, otuz, kırk, elli.
Allah Allah, hayret!?
Kefe, altınla doldu taştı.
Ama kemik tarafı, bir milim bile oynamadı yerinden.
Herkes hayret içindeydi.
"Bunda bir sır var" dediler.
Ve bir bilge kişiye gidip;
“Bu işin sırrı nedir?” dediler.
Bilge kişi dedi ki:
“Bu kemik, açgözlü bir insanın göz çukurudur. Siz bunu tartmak için, hazîneyi koysanız yine de tartamazsınız.”
“Nedenmiş o?”
“Çünkü, açgözlüdür, doymaz. Bunu bir avuç toprak doyurur”.
Bir avuç toprak getirdiler.
Ve öbür kefeye koydular.
Kefe, ânında yukarı kalktı.
.Büyüklere 'peki' diyen kazanır...
06-10-2020 02:00
Buhâra’da yetişen Alâüddîn-i Attâr hazretleri, büyük bir velî idi. 1400 senesinde vefât etti.
Ailesi çok zengindi.
Ve soylu bir aileydi.
Genç iken bir rehber arıyordu.
Behâeddîn Buhârî ismini işitti.
Huzûruna edeple girerek;
“Efendim, beni de talebeliğe kabul eder misiniz” diye ricâ etti.
Büyük velî buyurdu ki:
“Kabul ederiz. Fakat bir şartla.
Bir sepet elma satın alacaksın.
Onları mahallende satacaksın.”
“Başüstüne” dedi ve bir sepet elma aldı.
Sepeti koluna taktı.
Bir köşebaşında durdu.
Akşama kadar sattı o elmaları.
Akşam hocasına gelip;
“Emrinizi yaptım” dedi.
Büyük velî;
“Bir sepet daha al, kardeşlerinin dükkânı önünde durup da sat” buyurdu.
Alaaddîn yine;
“Peki efendim” dedi.
Bir sepet daha elma aldı.
Buyurduğu yerde sattı onları.
Kardeşleri kızıp dediler ki:
“Bizi rezîl ettin. Maksadın paraysa, ne kadar istiyorsan verelim. Çok şükür zenginiz. Elma satacak kadar düşmedik. Senin yüzünden rezîl oluyoruz!”
Fakat o, dinlemedi onları.
Zîra onun tek gâyesi vardı.
O da, bu zâta talebe olmaktı.
Ve kazandı imtihanı.
O zâta (Peki) dediği için kabul olundu talebeliğe...
.Alaaddîn, ayağa kalk!"
07-10-2020 02:00
| | |