|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir mezhebe uymanın lüzumu
|
Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta İcma hasıl olmuştur. İcmadan [cemaatten, birlikten, topluluktan] ayrılan helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] uyun!)[İbni Mace]
(O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71. âyet-i kerimesini Kadı Beydavi hazretleri, (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseynide ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii veya ya Hanefi denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir.
Medarik tefsirinde (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider) mealindeki Nisa suresinin 115. âyet-i kerimesini bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnet gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da şart olur) buyuruluyor.
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.) [Tahtavi]
Bugün dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur. (Dürr-ül-muhtar haşiyesi zebayih kısmı)
Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Mezhepten ayrılmak, ilhaddır) buyuruyor.(Mebde ve Mead)
[İlhad, doğru yoldan ayrılmak demektir.]
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadise uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyulur. Çünkü nas; ictihad isteyebilir, tevil edilmesi gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumamız gerekir. (Berika s.94)
İbni Teymiye’nin talebesi İbni Kayyım bile diyor ki:
İctihad şartı bulunmayanın, Kur'andan ve hadisten ahkam çıkarması caiz olmaz. Bir mezhebe uyması şarttır. Dört mezhepten başkasına uymak da caiz değildir. (İlamil Muvakkiin)
Gerçek bu iken, İbni Hazm, Şevkani, Abduh, Reşit Rıza, Sıddık Hasan gibi mezhep düşmanlarının bir kısmı, taklidi haram sayarak, bir kısmı da telfîk yaparak, birçok gafili sapıtmışlardır.
Mezhebe uymak
Sual: Bir kimsenin, dört mezhebin birine uymayıp, Kitap ve Sünnete uygun olarak veya başka bir müctehidin yahut bir sahabinin ictihadına uyarak yaptıkları ibadetler, sahih olmaz mı?
CEVAP
Evet, sahih olmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Bir ibadetin sahih olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun olması lazımdır. Yani, o işin sahih olması için, bir mezhepte uyulması lazım olan şartların hepsine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de, başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Mezhebine uyan kurtulur
Sual: Bir müctehid ictihad ederken yanılsa veya bir hak mezhebin bir hükmü Allah katında yanlış ise, bizim o hükümle amel etmemiz günah olmaz mı?
CEVAP
Hayır. Müctehid, ictihad ederken yanılsa bile, günah olmaz, sevab olur. Allahü teâlâ, insanları kendi katındaki mutlak doğruya göre değil, müctehidin ictihadına uyup uymamakla imtihan edecektir. Bu genişliği, bu rahmeti Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Müctehide yani kendi mezhebine uyan kurtulur. Bir müctehidin ictihadında yanıldığını da hiç kimse bilemez. Başka âlimin farklı ictihadı bu ictihadın yanlış olduğunu gösteremez. Allahü teâlâ, ictihada sevab verdiği için hiç bir ictihada yanlış denemez. Bu ictihadla amel edenler de sevab kazanır.
İmamları ile çağırmak
Sual: Kur’andaki, (O gün, her fırkayı imamlarıyla çağırırız!)mealindeki ifadeden kasıt nedir?
CEVAP
Tefsir kitaplarında şöyle bildiriliyor:
Her ümmet, Peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle çağırılırlar. Mesela, yâ ümmet-i Musa, yâ Şafii yahut yâ Hanefi denilir.(Beydavi, Tefsir-i Hüseyni, Ruh-ul-beyan)
Kötü milletler de, zalim krallarıyla çağırılır. Mesela Firavun ve taraftarları, Nemrut’un adamları diye çağırılır. Kötüler kötü, iyiler de iyi liderleriyle çağırılır. (Meâlim-üt-tenzîl)
Avamın mezhebi
Sual: (Avam yani müctehid olmayan kimse, rast geldiği müftüye sorar. Sorduğu müftünün mezhebini bilmek zorunda değildir) diyenler oluyor. Mesela Hanefi bir Müslüman, Şafii olan müftüye, (Üç defa emdiğim kadının kızıyla evlenebilir miyim?) dese, Şafii müftü de, (Evlenebilirsin) dese, Hanefi olan sütkardeşiyle evlenebilir mi? Yine Hanefi bir kimse, Şafii müftüye, (Benim elim kanadı, abdestim bozuldu mu) diye sorsa, müftü de, (Bozulmaz) diye cevap verse, Hanefi’nin abdesti bozulmamış mı olur?
CEVAP
Şafii müftü, Hanefi olan avama, (Üç kere emdiğin kadının kızıyla[sütkardeşinle] evlenebilirsin) demez; çünkü Hanefi'de evlenilmeyeceğini bilir. Şafii sanarak evlenebilirsiniz dese de, evlenilmez. Bunun gibi, (Kan abdesti bozmaz) dese de, Hanefi’nin abdesti bozulmuş olur.
Rast gele müftüye sormak, Eshab-ı kiram ve Tabiin zamanındaydı; çünkü o zaman mezhepler tedvin edilmiş değildi. Her zaman aynı müctehide sorma imkânı da yoktu. Mezhepler meydana çıktıktan sonra, rast gele bir müftüye soramaz. Sorulması gereken müftü ise, müctehid olan âlim demektir. (Feth-ul-kadir)
Mezhepler varken, avam, kendi mezhebinde olan müftüye sorar, kendi mezhebinde olan müftü bulamazsa, ancak o zaman başka mezhepteki müftüye de sorabilir. O müftüye sorarken de, kendisinin Hanefi veya Şafii olduğunu söylemesi gerekir. Şimdi müctehid müftü olmadığı için, kendi mezhebindeki kitaba bakar. İmam-ı Kurafi hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiram zamanında herkes, herhangi bir sahabiye sorar ve öğrendiğiyle amel ederdi. Delil soran olmazdı. Şimdiyse, yeni iman edenlerin, aynı mezhepteki âlimlerden, delil aramadan sorup öğrenerek amel etmeleri, aynı mezhepte olan âlimleri bulamazlarsa, her âlimden sormaları, sonra bir mezhebi öğrenip, bu mezhebi taklit etmeleri gerektiğini âlimler sözbirliğiyle bildirmişlerdir. Yani icma hâsıl olmuştur. (Mizan-ül-kübra)
İbadetlerde mezhep taklidi
Sual: (Gusül, abdest ve namaz gibi ibadetlerde aynı mezhebe uymak şart değil; guslü Şafii'ye, abdesti Maliki'ye, namazı Hanefi'ye göre kılabilir) deniyor. Doğru mu?
CEVAP
Hayır, doğru değildir; çünkü bu üçü, birbirine bağlı ibadettir. Oruç, zekât, hac gibi farklı ibadetler değildir. Bunu bir örnekle açıklayalım:
Bir kimse, Şafii mezhebine göre gusletse, yani ağzını burnunu yıkamak farz olmadığı için, buraları yıkamasa, namaz abdestini Hanefi'ye göre alsa, mesela niyet etmese yahut abdestten sonra bir kadına dokunsa, bu kimse namazını Hanefi'ye göre kılsa da caiz olmaz, Şafii'ye göre de kılsa caiz olmaz. Hanefi'ye göre guslü sahih olmadığı için caiz olmuyor, Şafii'ye göre de abdesti olmadığı için caiz olmuyor. Diş dolgusu olanın da, Şafii'ye veya Maliki'ye göre gusledince, abdest ve namazın da, bu mezhebe uygun olması gerekir. Uygun olmazsa, namazı sahih olmaz.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Bir Hanefi, niyet etmeden aldığı abdestle öğleyi kılsa, caiz olur. İkindi vakti Şafii olup ikindiyi kılsa, sahih olmaz. Niyet ederek tekrar abdest alması gerekir. Dini bir ihtiyaç olmadan dünya işleri için mezhebini değiştiren, dinini oyuncak yapmış olur; cezalandırılması lazım olur, imansız ölmesinden korkulur.(Faideli Bilgiler)
Bir kimse, oruç, zekât, hac gibi farklı ibadetleri de bir harac olamadan farklı mezheplere göre yapması doğru olmaz. Bir harac, yani meşakkat varsa caiz olur. Mesela, Şafiiler, zekât verecek üç sınıfı bulamayınca Hanefi'yi taklit ederek verebilir. Sadaka-i fıtır verirken buğday bulması zorsa, Hanefi'yi taklit ederek altınla verebilir.
|
Mezhebin lüzumu
|
Sual: Mezhep nedir, hak bir mezhebe tâbi olmayan ne olur?
CEVAP
Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Her birinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi.
Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerinde, zaruret olunca, birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, Peygamber efendimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur’an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her iklim ve şartta, her müslüman için tek bir nizam olurdu. Müslümanların halleri, yaşamaları güç olurdu.
Resulullahın yolu
Peygamber efendimizin yolu, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika ile bir de, İcma-ı ümmet vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin sözbirliği olduğu, Redd-ül-Muhtar’da yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında icma hasıl olursa, bu icmaya da inanmak gerekir, inanmayan küfre girer. (Mektubat 2/36)
İslam âlimleri yanlış bir şey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed]
Bu dört vesikaya Edille-i şeriyye denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]
Bu ayrılık, usulde, imanda olan ayrılıktır. Eshab-ı kiramdan sonra, yeni müslüman olanlardan bir kısmının imanları bozuldu. Eshab-ı kiramın doğru imanından ayrıldılar. Dalalet fırkaları meydana geldi. Bu bozuk fırkalara, bid’at fırkaları denir. Bunlar, bazı nassları tevil ederek yanıldıkları için kâfir değildir. Fakat, İslamiyet’e zararları, kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır.
Mezhep ve rahmet
Allahü teâlâ ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hali güç olurdu. Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek gerekir. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlayabilenlere, Müctehid denir.
Dört mezhebin hali, bir şehir halkının haline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı kanunda bulunmazsa, o şehrin eşrafı, ileri gelenleri toplanıp, o işi kanunun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Bazen uyuşamayıp, bazısı devletin maksadı, beldeleri tamir ve insanların rahatlığıdır der. O işi, rey ve fikirleri ile, kanunun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefi mezhebine benzer.
Bazıları da, devlet merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler. Bunlar da, Maliki mezhebine benzer.
Bazısı ise ifadeye, yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu da, Şafii mezhebine benzer.
Bir kısmı ise, kanunun başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da,Hanbeli mezhebine benzer.
Dört doğru yol
İşte şehrin ileri gelenlerinden herbiri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanuna uygun olduğunu söyler. Kanunun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanuna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükafat alır. Dört mezhebin hâli de buna benzer. Her mezhep imamı, doğru yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hatta sevap kazanır. Onlara bu yetkiyi Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir.
Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bu, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin mezheplerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve başkalarının mezheplerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhepleri de bilseydik, onlara uymamız da caiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhepleri doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması gerekir.
İmam-ı Rabbani hazretleri, Bir mezhebe tâbi olmayan mülhid olurbuyuruyor. (Mebde ve Mead)
Yusuf Nebhani hazretleri, Şimdi her müslümanın, dört mezhepten birine uyması gerekir buyurduğu gibi, imam-ı Şarani, S.Ahmed Tahtavi hazretleri gibi birçok âlim de, aynı şeyi bildirmişlerdir.
Kur’an-ı kerimdeki; (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül-muhtar) haşiyesi, zebayih kısmı]
Mezhep değiştirmek
Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimler, her müslümanın dört mezhepten dilediğini taklitte serbest olduğunu ve bir mezhepten başka mezhebe geçmenin caiz olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka mezhebin taklit edileceğini bildirdiler. Allahü teâlâ, müminlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve bunun, kulları için faydalı olacağını ezelde takdir ve irade buyurdu. Amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu bildirdi. Razı olmasaydı Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İtikadda ayrılmayı yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mizan)
Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimde icmalen bildirilenleri, yani kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha tâbi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır.
Bilinen 4 imam zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. (Hadika)
Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imanları, inandıkları şeyler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu taklit eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebi taklit ederek, bu işi kolayca yapar.
Ölçümüz ne olmalı?
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine uymayan, her mana yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu sanır ve iddia eder. Kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır, doğru yoldan kayar. Felakete gider. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen, (Kur'an-ı kerimde bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete, doğru yola ulaştırır) buyurdu. (Bekara 26)
Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları mana doğrudur. Çünkü, bu manaları, Selef-i salihinin eserlerini inceleyerek elde etmişlerdir. Doğru bilgileri bizlere ulaştıran bunlardır. Kurtuluş yolunu, yanlış yollardan ayıran onlardır. Onların hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. Doğruyu bozuk olanlardan ayırmasalardı, dalalete yuvarlanırdık. İslamiyet’i bozulmaktan koruyan onların çalışmasıdır. Onlara uyan kurtulur. Onlara uymayan sapıtır, herkesi de sapıtmaya çalışır.) [1/286]
Mezheplere olan ihtiyaç
Bazıları, Hadislere değil, Kur'ana uymak gerekir diyor. Halbuki hadisler, Kur’andan ayrı değildir. Kuran-ı kerimin açıklamasıdır. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Peygamberin emrine uyun, yasak ettiklerinden sakının!) [Haşr 7]
(İndirdiğimi insanlara açıkla!) [Nahl 44]
Âlimler de, âyetleri açıklayıp Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca açıklamasını emretmezdi. Resulullah, Kur'an-ı kerimde, kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır.
Mezhep nedir? Bir müctehidin edille-i şeriyyeden elde ettiği bilgilere, o müctehidin mezhebi denir. Sahabelerin tamamı müctehid idi. Hepsinin de mezhebi vardı. Mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Dört mezhep arasında amelle ilgili farklı ictihadlar, işlerimizi kolaylaştırmaktadır. Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen mezhebi seçer.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur'an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler ortaya çıkmazdı. Her yerde, tek bir nizam olur, Müslümanların halleri, yaşamaları güçleşirdi.
Bugün dört mezhepten birine uymak gerekir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve diğer müctehidlerin mezhepleri tam olarak bilinmiyor. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, dört mezhepten birine uymak şarttır. Mezhepler rahmettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlerin farklı ictihadları, [mezheplere ayrılmaları] rahmettir.)[Beyheki]
(Âlimlere tabi olun!) [Deylemi]
(Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi]
Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Mesela Şafiiler, hacda kadına dokununca abdestleri bozulur. Bunun için Hanefi’yi taklit ederek haclarını yapıyorlar. Bu apaçık bir rahmettir.
Çocuğun mezhebi
Sual: Eşlerden biri Hanefî, diğeri Şâfiî olursa, çocuğunun mezhebi ne olur?
CEVAP
Çocuk anne babaya tâbi değildir. Çocuk dört hak mezhepten hangisini iyi biliyorsa veya hangisini doğru öğrenebileceği kaynak kitap varsa, o mezhebi seçer.
Bir mezhebe uymak şarttır
Sual: (Herkesin, bir mezhebin tamamına uyma mecburiyeti yoktur. Her mezhepten, uygun gördüğü hükümleri alabilir) deniyor. O zaman bu kimsenin mezhebi ne olur?
CEVAP
Böyle söylemek ve böyle yapmak mezhepsizliktir. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Herkesin kendi mezhebine tâbi olması vacibdir [farzdır.] Zaruret olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir kimsenin kendi mezhebinden ayrılmasının caiz olmadığı, sözbirliğiyle bildirildi.(Bahr-ür-raık)
Büyük âlim İbni Emir Hac, Tahrir şerhinde, (Bir müctehidin sözüyle amel edilir, ancak ihtiyaç olunca başka bir müctehidi taklit edilebilir) diyor. (Redd-ül-muhtar)
Bir işi ve buna bağlı olan işleri bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebi bırakmak ittifakla yasaktır. (Tahrir-ül-üsul, Muhtasar-ül-üsul, Dürr-ül-muhtar)
Her Müslümanın ibadet ederken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebinin hükümlerine uyması lazımdır. (S. Ebediyye)
Müctehid olmayan bir âlimin, dört mezhepten birini taklit etmesi vacibdir. Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır.(Mizan-ı kübra)
Müctehid olmayanın, mezhep değiştirmesi caiz değildir. Bir mezhebi taklit etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar)
Bir kimsenin mezhebini bırakmasının caiz olmadığı ittifakla bildirildi.(Tahrir)
Dört mezhepten birinde olan kimse, Allahü teâlânın emrine uymuş olur.(Cevhere şerhi)
Mezhebine aykırı iş yapmayı, hiçbir âlim caiz görmedi. (Kimya-i saadet)
İslam’ın binası, bu dört direk üzerine kuruldu. Dilediği mezhebi seçtikten sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, ilk mezhebe suizan olur. Sonra gelen âlimler, bunu sözbirliğiyle bildirdiler. (Sıfr-üs-seadet şerhi)
Ehl-i sünnet âlimleri, avamın belli bir mezhebin belli bir imamına uyması lazım olduğunu bildirdiler. Keşf kitabı, bunu uzun anlatır. Her mezhepte mubah olanları, kolay olanları araştırıp, bunları yapmaya, mezhepleri telfik denir. Böyle yapan, fasık olur. Tahavi şerhi bunu geniş şekilde anlatır. (Muhtasar-ı Vikaye şerhi)
Allah’ın ipine sarılmak
Sual: (Allah’ın ipine sarılan kurtulur. Allah’ın ipi de Kur’an olduğuna göre, hadislere, fıkıh bilgisine ve mezheplere ihtiyaç yoktur. Mezhepler bid’attır) diyenler oluyor. Mezhepsiz mi olmak gerekiyor?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın.) [Al-i İmran 103]
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerime, itikadda parçalanmamayı bildiriyor. (İtikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın, nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru imandan ayrılmayın) demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatte, birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer) buyuruldu. Eshab-ı kiram, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı; fakat itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. (Ümmetimin ayrılığı rahmettir) mealindeki hadis-i şerif, farklı ictihadın ve farklı fıkhi mezheplerin caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika)
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri de buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimde bildirilen Allah’ın ipi’nden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a’zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidin’in yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda, bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül muhtar haşiyesi)
Muhammedî mezhebi
Sual: Felsefeci bir yazar, (Allah bir, peygamber bir iken, dört mezhebin meydana çıkması bölücülüktür, Muhammedî yola aykırıdır. Hak olan tek mezhep Muhammedîliktir. Ben Muhammedî mezhebindenim) diyor. Böyle bir mezhep mi var?
CEVAP
Böyle söylemek, ben süper mezhepsizim demektir. Hiçbir İslam âlimiMuhammedîlik diye bir mezhep bildirmemiştir. Peygamber efendimiz, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını 72’sinin sapık olacağını, Cehenneme gideceğini, yalnız bir fırkanın kurtulacağını, bu fırkanın ise Sünnet’e uyan ve Eshab-ı kiramın yolunda giden kimselerin fırkası olduğunu bildirmiştir.
Ehl-i sünnet âlimleri de, bu bir fırkanın Ehl-i sünnet ve cemaat fırkası olduğunda icma meydana geldiğini bildirmişlerdir. Amelde ise, dört mezhebin hak olduğunda yine icma hâsıl olmuştur. İcma’ı inkâr edenlerin de kâfir olacağını bildirmişlerdir. (Redd-ül muhtar)
Ehl-i sünnet âlimleri, dört mezhebin hak olduğunda ve dört mezhepten başkasıyla amel etmenin caiz olmadığını ittifakla bildirmişler ve bunda icma hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti)
.
Aynı yere giden dört yol
|
Sual: 72 fırkanın hepsi de aynı yere yani Cennete gitmiyor mu? Hepsi birleşse daha iyi olmaz mı?
CEVAP
Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Dört mezhep, birbirlerinin doğru yolda olduğunu söyler ve birbirini severler. Bid’at fırkaları ise, müslümanları parçalamaktadır. Bu dört mezhebin birleştirilemeyeceğini, İslam âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü teâlâ, mezheplerin birleştirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece, İslam dinini kolaylaştırıyor.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Ey iman edenler! Allah’ın dinine sarılın. Birbirinizden ayrılmayın!) [Al-i İmran 103]
Ebüssüud Efendi hazretleri burayı açıklarken, (Ehl-i kitabın parçalandığı gibi parçalanıp da doğru imandan ayrılmayın! Cahiliye zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyin!) buyurdu. Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği iman olduğunu, Peygamberimiz haber verdi. O halde, Ehl-i sünnette birleşerek, kardeş olmaları, birbirini sevmeleri gerekir. Müslümanların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i kerimeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, birer kardeş olduğumuzu bilip birbirimizi severek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada rahata, huzura, ahirette de sonsuz saadete kavuşuruz. Düşmanlarımızın ve cahillerin ve sömürücülerin, kendi çıkarları için söyledikleri yalanlara aldanıp, bölünmemeye çok dikkat etmeliyiz! (Hadika s. 696)
|
|
.
Mezhebin lüzumu
|
Sual: Mezhep kelime olarak ne anlama gelmektedir ve mezhepler olması gerekli mi idi?
Cevap: Mezhep, kelime olarak, gitmek, takip etmek, gidilen yol anlamındadır. Mutlak müctehid denilen dinde söz sâhibi âlimlerin, Müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dini delillerden yani Kur'ân-ı kerimden, hadîs-i şeriflerden ve icma'dan hüküm çıkarma usulleri ve çıkarıp bildirdikleri hükümlerin hepsineMezhep denir.
Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmemiş bir şeye inanmayı dinimiz emretmemiştir. Fen bilgilerinin çoğu böyledir. Bunlardan akla uygun olanlara inanılır. Açıkça emir veya yasak edilmemiş işler ise, böyle değildir. Böyle işleri yapıp yapmamakta, açıkça bildirilenlere benzetilmelerini, Allahü teâlâ, derin âlimlere emir etmektedir. Bu benzetmeyi yapabilecek derin âlimlere Müctehid denir. Bu benzetme işine, İctihad denir. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin Mezhebi denir. Bir müctehidin çıkardığı ahkâmın hepsine Mezhep denir. Ehl-i sünnetin yüzlerce mezhebinden, bugün dört imamın mezhebi kitaplara geçmiş olup, diğerleri kısmen unutulmuştur.
Eshâb-ı kiramın mezhebi
Sual: İlk Müslümanlar olan eshâb-ı kiram zamanında mezhep diye bir şey var mıydı?
Cevap: Eshâb-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. İslâmiyet bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde, tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resûlullah efendimizin mübarek cemâlini görmekle ve kalblere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Her birinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi. Eshâb-ı kiram, Resûlullah efendimizden işittiklerine uyardı. Kendi talebelerinden birine uymaya, yani dört mezhepten birinde olmalarına lüzum yoktu. Onların her biri bütün bilgileri asıl kaynağından alıyordu. Birbirlerine sorarak da öğreniyorlardı. Hepsi, mezhep imamlarından daha çok âlim ve daha yüksek müctehid idiler. Mezhep sâhibi idiler.
Tâbi'înin ve Tebe'i tâbi'înin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin ve Eshâb-ı kiramın mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları, Eshâb-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için, dördüne de Ehl-i sünnet denir. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerini de, zaruret olunca, birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, Allahü teâlâ tarafından Müslümanlara rahmet olduğunu, Peygamber efendimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak tefek başkalıklar, Müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her Müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar. Allahü teâlâ dileseydi, Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde, her şey açıkça bildirilirdi. Böylece, mezhepler hâsıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her Müslümanın tek bir nizam, tek bir emir altında yaşamaları lâzım olurdu. Müslümanların hâlleri, yaşamaları güç olurdu.
Mezhep imamına uymak
Sual: Bir mezhep imamına mı uymalı, yoksa Kur’ân-ı kerime mi uymalıdır?
Cevap: Mezhep imamı demek, Peygamber efendimizin Kur’ân-ı kerimden çıkardığı manaları, bilgileri, Eshâb-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren büyük âlim demektir. Resûlullah efendimizin, Kur’ân-ı kerimin hepsini Eshâbına tefsir ettiğini, Hadîka, dil afetlerini anlatırken yazmaktadır. Resûlullah efendimizin Kur’ân-ı kerime verdiği manaları, açıklamalarını anlamak isteyen, bir mezhep imamının kitaplarını okur, bunlara uyar. Bu kitapları okuyup, bunlara uyan kimse, o mezhepten olur. Bu ise, Resûlullah efendimize ve Kur’ân-ı kerime uymak demektir.
Mezhepsizlik, dalâlet yoludur
Sual: Bir müctehide, bir mezhebe tâbi olmadan, herhangi bir kimse doğru yolu bulamaz mı?
Cevap: Ehl-i sünnet itikadına uymayan inanışa, Mezhepsizlik denir. Mezhepsiz olan da, ya sapık veya kâfir olur. Mezhepsiz, eğer Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmamış veya şüphe etmiş ise, küfür olur. Açık olarak bildirilmemiş şüpheli olan delilleri tevil ederek yanlış mana vermiş ise, bid'at olur.
Edille-i şer'ıyye yani İslamiyetin kaynağı dörttür. Bunlardan yalnız ikisini söylemek mezhepsizlik olur. Dört mezhepten birini taklit eden kimse, Kur’ân-ı kerime ve hadîs-i şeriflere uymuş olur. Dört mezhepten birini taklit etmeyen kimse, Ehl-i sünnet olamaz. BunaMezhepsiz ve Zındık denir. Mezhepsiz kimse, ya yetmişiki bozuk fırkadan birindedir, yahut kâfir olmuştur. Böyle olduğu, Bahr’de, Hindiyye’de, Tahtâvînin Zebâyıh kısmında ve İbn-i Abidin’in Bâgîler kısmında yazılıdır. Şüpheli âyetleri ve hadisleri yanlış tevil ederek itikadı bozulan yetmişiki fırkaya Bid'at veya Dalâlet fırkaları yahutMezhepsiz denir. Bunlar da Müslümandır. Fakat sapık yoldadırlar.
Dört mezhebin kolaylıklarını toplayan kimse, dört mezhepten hiçbirine uymamış, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur ve böylece mezhepsiz olur. Görülüyor ki, dört mezhepten hiçbirine uymayan kimse, mezhepsizdir. Dört mezhebi telfîk eden, yani dört mezhebi karıştıran, mezhepsizdir. Dört mezhepten yalnız birini taklit ediyor ise de, bir inanışı, Ehl-i sünnet itikadına uymuyor ise, bu kimse de mezhepsizdir. Bu üç kimse, Ehl-i sünnet değildir, bid'at sâhibidirler, dalâlet yolunu taklit etmektedirler.
İngilizlerin İslamiyeti yok etme savaşında, vatanına, milletine dinine hizmet etmek isteyen Müslümanları aldatmak için kullandıkları en tesirli silâhları, İslamiyeti asra uydurmak, modernleştirmek, İslamiyetin aslını ortaya çıkarmak propagandaları içinde, dinsizliği yerleştirmek idi. Büyük İslâm âlimi, Şeyh-ül-islâm Mustafa Sabri efendi bunu çok iyi anlayanlardandı. Onun için;
“Mezhepsizlik dinsizliğe kurulan bir köprüdür” buyurarak, İslâm düşmanlarının arzularını, gayelerinin ne olduğunu çok iyi anlatıyordu.
Tek mezhepte birleşmek
Sual: Bütün mezhepleri kaldırıp, tek bir mezhepte birleşmek mümkün değil midir?
Cevap: Allahü teâlâ, Müslümanların imanda birleşmelerini, Eshâb-ı kiram gibi inanmalarını emrediyor. Eshâb-ı kiramın imanlarını öğrenip, kitaplarına yazanlara, Ehl-i sünnet denir. Bütün Müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmeleri lâzımdır. Sonradan çıkan selefiyye ve mezhepsizlik inanışlarının bozuk olduğunu bilmek lâzımdır.
İnanışları birbirine uymayan ve Eshâb-ı kiramın inanışlarına hiç benzemeyen kimselerin birleşmeleri, kardeş olmaları düşünülemez. Müslümanları aldatmak için, kendi felâket yollarına sürüklemek için, kardeşlik maskesi altında bölücülük yapıyorlar.
Bütün Müslümanların tek ve doğru olan Ehl-i sünnet inanışında birleşerek Allahü teâlânın emrine uymaları, bu ortak inanışın hâsıl edeceği rahmet-i ilâhiyyeye, kardeşliğe, sevişmeye kavuşmaları lâzımdır.
Eshâb-ı kiramın hepsi öldükten sonra, yeni Müslüman olanlardan bir kısmının imanları bozuldu. Eshâb-ı kiramın doğru imanından ayrıldılar. Dalâlet fırkaları meydana geldi. Bu bozuk fırkalara, Bid'at fırkalarıveya Mezhepsiz denir. Bunlar, manaları açıkça anlaşılamayan nassları tevil ederek yanıldıkları için kâfir değildirler. Fakat, İslamiyete zararları, kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekiştiler, harp ettiler. Çok Müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Mezhepsiz bid'at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Dört mezhep, birbirlerinin doğru yolda olduklarını söyler ve birbirlerini severler. Mezhepsiz fırkalar ise, Müslümanları parçalamaktadırlar. Bugün, dört mezhepten başka Ehl-i sünnet yoktur. Bu dört mezhebin birleştirilemeyeceğini, bir mezhep hâline getirilemeyeceğini, İslam âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü teâlâ, mezheplerin birleştirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece, İslam dinini kolaylaştırıyor. Âl-i İmrân sûresinde, yüzüncü âyetinde mealen;
(Ey iman edenler! Allahın dinine sarılınız. Birbirinizden ayrılmayınız!) buyurulmuştur. Tefsir sahipleri, meselâ Ebüssü'ûd efendi, burada;
“Ehl-i kitabın yaptıkları gibi, parçalanıp doğru imandan ayrılmayın! Cahiliye zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyiniz!” dediler.
Doğru imanda birleşmemiz, fırkalara bölünmememiz emir olundu. Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği iman olduğunu, Peygamber efendimiz haber verdi.
O hâlde, bütün Müslümanların, ehl-i sünnet olmaları, ehl-i sünnet mezhebinde birleşerek, kardeş olmaları, sevişmeleri lâzımdır. Müslümanların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i kerimeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, kardeşler olduğumuzu bilip sevişirsek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada rahata, huzura, ahirette de sonsuz saadete kavuşuruz.
Ehl-i sünnetin amelde dört mezhebe ayrılmalarını dinimiz emretmekte, bu ayrılığın rahmet ve merhamet neticesi olduğunu bildirmektedir. Amelde mezheplerin bir adet olmayıp, dört olmasının, lüzumlu, faydalı olduğu, akıl ile de kolay anlaşılmaktadır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Dağda yaşayanlara, bir mezhep kolay iken, denizcilere, bu mezhep güç oluyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hastalık için, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada çalışanlarla, fabrikada, askerlikte çalışanlar için de, bu farklılık görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklit ediyor veya bu mezhebe tamamen intikal ediyor.
Sual: Mezhep nedir, hak bir mezhebe tâbi olmayan ne olur?
CEVAP
Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Her birinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi.
Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerinde, zaruret olunca, birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, Peygamber efendimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur’an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her iklim ve şartta, her müslüman için tek bir nizam olurdu. Müslümanların halleri, yaşamaları güç olurdu.
Resulullahın yolu
Peygamber efendimizin yolu, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika ile bir de,İcma-ı ümmet vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin sözbirliği olduğu,Redd-ül-Muhtar’da yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında icma hasıl olursa, bu icmaya da inanmak gerekir, inanmayan küfre girer. (Mektubat 2/36)
İslam âlimleri yanlış bir şey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed]
Bu dört vesikaya Edille-i şeriyye denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]
Bu ayrılık, usulde, imanda olan ayrılıktır. Eshab-ı kiramdan sonra, yeni müslüman olanlardan bir kısmının imanları bozuldu. Eshab-ı kiramın doğru imanından ayrıldılar. Dalalet fırkaları meydana geldi. Bu bozuk fırkalara, bid’at fırkaları denir. Bunlar, bazı nassları tevil ederek yanıldıkları için kâfir değildir. Fakat, İslamiyet’e zararları, kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.
Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır.
Mezhep ve rahmet
Allahü teâlâ ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hali güç olurdu. Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek gerekir. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlayabilenlere, Müctehid denir.
Dört mezhebin hali, bir şehir halkının haline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı kanunda bulunmazsa, o şehrin eşrafı, ileri gelenleri toplanıp, o işi kanunun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Bazen uyuşamayıp, bazısı devletin maksadı, beldeleri tamir ve insanların rahatlığıdır der. O işi, rey ve fikirleri ile, kanunun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefi mezhebine benzer.
Bazıları da, devlet merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler. Bunlar da, Maliki mezhebine benzer.
Bazısı ise ifadeye, yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu da, Şafii mezhebine benzer.
Bir kısmı ise, kanunun başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da,Hanbeli mezhebine benzer.
Dört doğru yol
İşte şehrin ileri gelenlerinden herbiri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanuna uygun olduğunu söyler. Kanunun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanuna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükafat alır. Dört mezhebin hâli de buna benzer. Her mezhep imamı, doğru yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hatta sevap kazanır. Onlara bu yetkiyi Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir.
Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bu, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin mezheplerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve başkalarının mezheplerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhepleri de bilseydik, onlara uymamız da caiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhepleri doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması gerekir.
İmam-ı Rabbani hazretleri, Bir mezhebe tâbi olmayan mülhid olurbuyuruyor. (Mebde ve Mead)
Yusuf Nebhani hazretleri, Şimdi her müslümanın, dört mezhepten birine uyması gerekir buyurduğu gibi, imam-ı Şarani, S.Ahmed Tahtavi hazretleri gibi birçok âlim de, aynı şeyi bildirmişlerdir.
Kur’an-ı kerimdeki; (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül-muhtar) haşiyesi, zebayih kısmı]
Mezhep değiştirmek
Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimler, her müslümanın dört mezhepten dilediğini taklitte serbest olduğunu ve bir mezhepten başka mezhebe geçmenin caiz olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka mezhebin taklit edileceğini bildirdiler. Allahü teâlâ, müminlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve bunun, kulları için faydalı olacağını ezelde takdir ve irade buyurdu. Amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu bildirdi. Razı olmasaydı Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İtikadda ayrılmayı yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mizan)
Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimde icmalen bildirilenleri, yani kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha tâbi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır.
Bilinen 4 imam zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. (Hadika)
Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imanları, inandıkları şeyler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu taklit eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebi taklit ederek, bu işi kolayca yapar.
Ölçümüz ne olmalı?
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine uymayan, her mana yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu sanır ve iddia eder. Kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır, doğru yoldan kayar. Felakete gider. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen, (Kur'an-ı kerimde bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete, doğru yola ulaştırır) buyurdu. (Bekara 26)
Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları mana doğrudur. Çünkü, bu manaları, Selef-i salihinin eserlerini inceleyerek elde etmişlerdir. Doğru bilgileri bizlere ulaştıran bunlardır. Kurtuluş yolunu, yanlış yollardan ayıran onlardır. Onların hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. Doğruyu bozuk olanlardan ayırmasalardı, dalalete yuvarlanırdık. İslamiyet’i bozulmaktan koruyan onların çalışmasıdır. Onlara uyan kurtulur. Onlara uymayan sapıtır, herkesi de sapıtmaya çalışır.) [1/286]
Mezheplere olan ihtiyaç
Bazıları, Hadislere değil, Kur'ana uymak gerekir diyor. Halbuki hadisler, Kur’andan ayrı değildir. Kuran-ı kerimin açıklamasıdır. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Peygamberin emrine uyun, yasak ettiklerinden sakının!) [Haşr 7]
(İndirdiğimi insanlara açıkla!) [Nahl 44]
Âlimler de, âyetleri açıklayıp Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca açıklamasını emretmezdi. Resulullah, Kur'an-ı kerimde, kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır.
Mezhep nedir? Bir müctehidin edille-i şeriyyeden elde ettiği bilgilere, o müctehidin mezhebi denir. Sahabelerin tamamı müctehid idi. Hepsinin de mezhebi vardı. Mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Dört mezhep arasında amelle ilgili farklı ictihadlar, işlerimizi kolaylaştırmaktadır. Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen mezhebi seçer.
Allahü teâlâ dileseydi, Kur'an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler ortaya çıkmazdı. Her yerde, tek bir nizam olur, Müslümanların halleri, yaşamaları güçleşirdi.
Bugün dört mezhepten birine uymak gerekir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve diğer müctehidlerin mezhepleri tam olarak bilinmiyor. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, dört mezhepten birine uymak şarttır. Mezhepler rahmettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlerin farklı ictihadları, [mezheplere ayrılmaları] rahmettir.)[Beyheki]
(Âlimlere tabi olun!) [Deylemi]
(Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi]
Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Mesela Şafiiler, hacda kadına dokununca abdestleri bozulur. Bunun için Hanefi’yi taklit ederek haclarını yapıyorlar. Bu apaçık bir rahmettir.
Çocuğun mezhebi
Sual: Eşlerden biri Hanefî, diğeri Şâfiî olursa, çocuğunun mezhebi ne olur?
CEVAP
Çocuk anne babaya tâbi değildir. Çocuk dört hak mezhepten hangisini iyi biliyorsa veya hangisini doğru öğrenebileceği kaynak kitap varsa, o mezhebi seçer.
Bir mezhebe uymak şarttır
Sual: (Herkesin, bir mezhebin tamamına uyma mecburiyeti yoktur. Her mezhepten, uygun gördüğü hükümleri alabilir) deniyor. O zaman bu kimsenin mezhebi ne olur?
CEVAP
Böyle söylemek ve böyle yapmak mezhepsizliktir. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Herkesin kendi mezhebine tâbi olması vacibdir. [Burada vacib, farz demektir.] Zaruretsiz başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir kimsenin kendi mezhebinden ayrılmasının caiz olmadığı, söz birliğiyle bildirildi. (Bahr-ür-raık)
Büyük âlim İbni Emir Hac, Tahrir şerhinde, (Bir müctehidin sözüyle amel edilir, ancak ihtiyaç olunca başka bir müctehid taklit edilebilir) diyor. (Redd-ül-muhtar)
Bir işi ve buna bağlı olan işleri bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebi bırakmak ittifakla yasaktır. (Tahrir-ül-üsul, Muhtasar-ül-üsul, Dürr-ül-muhtar)
Müctehid olmayan bir âlimin, dört mezhepten birine tâbi olması vacibdir. Tâbi olmazsa, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır.(Mizan-ı kübra) [Vacib burada da farz demektir.]
Müctehid olmayanın, mezhep değiştirmesi caiz değildir. Bir mezhebe uyması lazımdır. (Redd-ül-muhtar)
Bir kimsenin mezhebini bırakmasının caiz olmadığı ittifakla bildirildi.(Tahrir)
Dört mezhepten birinde olan kimse, Allahü teâlânın emrine uymuş olur. (Cevhere şerhi)
Her Müslümanın ibadet ederken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebinin hükümlerine uyması lazımdır. (S. Ebediyye)
Mezhebine aykırı iş yapmayı, hiçbir âlim caiz görmedi. (Kimya-i saadet)
İslam’ın binası, bu dört direk üzerine kuruldu. Dilediği mezhebi seçtikten sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, ilk mezhebe suizan olur. Âlimler, bunu söz birliğiyle bildirdiler. (Sıfr-üs-seadetşerhi)
Ehl-i sünnet âlimleri, avamın belli bir mezhebin belli bir imamına uyması lazım olduğunu bildirdiler. Keşf kitabı, bunu uzun anlatır. Her mezhepte mubah olanları, kolay olanları araştırıp, bunları yapmaya, mezhepleri telfik denir. Böyle yapan, fâsık olur. Tahavi şerhi bunu geniş şekilde anlatır. (Muhtasar-ı Vikaye şerhi)
Ehl-i sünnet olmak için, dört mezhepten birini taklit etmek lazımdır. Bu dört mezhepten birine uymayan kimse, Ehl-i sünnet değildir. (F. Bilgiler, Tahtavi)
Allah’ın ipine sarılmak
Sual: (Allah’ın ipine sarılan kurtulur. Allah’ın ipi de Kur’an olduğuna göre, hadislere, fıkıh bilgisine ve mezheplere ihtiyaç yoktur. Mezhepler bid’attır) diyenler oluyor. Mezhepsiz mi olmak gerekiyor?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın.)[Al-i İmran 103]
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerime, itikadda parçalanmamayı bildiriyor. (İtikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın, nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru imandan ayrılmayın) demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatte, birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer) buyuruldu. Eshab-ı kiram, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı; fakat itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. (Ümmetimin ayrılığı rahmettir)mealindeki hadis-i şerif, farklı ictihadın ve farklı fıkhi mezheplerin caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika)
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri de buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimde bildirilen Allah’ın ipi’nden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a’zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidin’in yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda, bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül muhtar haşiyesi)
Muhammedî mezhebi
Sual: Felsefeci bir yazar, (Allah bir, peygamber bir iken, dört mezhebin meydana çıkması bölücülüktür, Muhammedî yola aykırıdır. Hak olan tek mezhep Muhammedîliktir. Ben Muhammedî mezhebindenim) diyor. Böyle bir mezhep mi var?
CEVAP
Böyle söylemek, ben süper mezhepsizim demektir. Hiçbir İslam âlimiMuhammedîlik diye bir mezhep bildirmemiştir. Peygamber efendimiz, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını 72’sinin sapık olacağını, Cehenneme gideceğini, yalnız bir fırkanın kurtulacağını, bu fırkanın ise Sünnet’e uyan ve Eshab-ı kiramın yolunda giden kimselerin fırkası olduğunu bildirmiştir.
Ehl-i sünnet âlimleri de, bu bir fırkanın Ehl-i sünnet ve cemaat fırkası olduğunda icma meydana geldiğini bildirmişlerdir. Amelde ise, dört mezhebin hak olduğunda yine icma hâsıl olmuştur. İcma’ı inkâr edenlerin de kâfir olacağını bildirmişlerdir. (Redd-ül muhtar)
Ehl-i sünnet âlimleri, dört mezhebin hak olduğunda ve dört mezhepten başkasıyla amel etmenin caiz olmadığını ittifakla bildirmişler ve bunda icma hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti)
Mezhebe uymak farz mı?
Sual: Selefiyiz diyenlerden bazıları, (İbni Teymiyye’nin bildirdiği yola uymak farzdır) diyorlar. İbni Teymiyye’nin yanlışlarına değil, doğru sözlerine uymak farz değil mi?
CEVAP
Peygamberler hariç, hiç kimsenin yoluna, mezhebine uymaya farz denmez. Çünkü Faideli Bilgiler kitabında, (Peygamber olmayan herhangi bir kimsenin mezhebine uymanın farz olduğunu söyleyen kâfir olur) deniyor. Çünkü âlim ne kadar büyük olursa olsun, ictihadında hata olabilir. Bu bakımdan, (Şu âlime uymak farzdır)denmez.
Müctehid âlimlerin hataları affedilmiş, üstelik hatalarına da sevab vardır. Bu bakımdan, müctehid olmayan bir kimse, dört hak mezhepten en iyi bildiği hangisiyse, ona uyar. (Muhakkak şuna uymak farzdır) denmez, ama bugün için dört mezhepten birine uymak lazımdır. Çünkü din kitaplarında deniyor ki:
Müctehid olmayan bir âlimin, dört mezhepten birini taklit etmesi vacibdir. (Mizan-ı kübra)
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Bir âyet-i kerimede mealen,(Bilenlerden sorun!) buyuruldu. Bunun için, müctehide sormak, bir mezhebe uymak vacib oldu. (F. Bilgiler)
.
Din noksan değildir
|
Sual: “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. İctihad kapısı açılıp yeni ictihadlar yapılmalı, farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, bin yıl önce kurulan mezhep devri kapanmalı, İslam âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi bağlamamalı, böylece geri kalmışlıktan kurtulmalıyız” diyenler var. Bunlara nasıl cevap vermeli?
CEVAP
Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve adete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki:
(Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid'atler çıkarıyorlar. Bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir. Kur'an-ı kerimde, mealen, (Bugün dininizi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i verdim) buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya] çalışmak, bu âyete inanmamak olur.) [m.260]
İctihad kapısı, ehli olmadığı için kendiliğinden kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor, ictihad yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz?
Mason Abduh ve çömezi Reşit Rıza gibi mezhepsizler, (mezhepler birleşsin) dediler, mezhepleri kaldırmaya çalıştılar. İngiliz casusuHempher de aynı yolda hareket ederek Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler, Herkes ictihad etmeli diyerek ehli olmayanların da ictihada yeltenmelerine sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her asır, bir öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi.
Bugün mutlak müctehide ihtiyaç da yoktur. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı. Sonra gelen âlimler, bu hükümlerin, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur.
İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen âyet ve hadisleri görünce ne yapacaktır? Âyete ve hadise şüphe ile bakabilir. Dünya işlerinde bile ehli olmayan kimse, yaptığı işi başaramaz. Mesela, Ehliyeti olan şoför olmalı diyene, Herkes araba kullansın demek doğru olur mu? Herkes ameliyat yapmalıdemek ne kadar saçmalıktır. Herkes Kur’an meali ve hadis okuyup hüküm çıkarmalı demek daha tehlikelidir. Araba kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir ve canından olabilir. Fakat Kur'anı ve hadisi anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dininden olur. Her işi ehline bırakmak kadar tabii ne olabilir? Biz, İş ehline verilmeli diyoruz. Mezhepsiz ise, Herkes meal ve hadis okumalı, anladığı gibi amel etmeli diyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok şartları vardır. Bunlardan biri de ilahi mevhibeye sahip olmak yani evliya olması da gerekir. Fakat her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa düşürülmemelidir.
.
Tek hüküm ideal olsaydı
|
Sual: Mezheplere ayrılmak parçalanmak değil midir? Ehl-i sünnet ne demektir?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]
Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. 73 fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan kurtuluş fırkası Ehl-i sünnet fırkasıdır.
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Al-i imran suresinin, (Toptan Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın) mealindeki 103. âyet-i kerimesi, itikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın demektir. Yani nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru imandan ayrılmayın demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette asla caiz değildir. Hadis-i şerifte de(Cemaat rahmet, ayrılık azaptır) buyuruldu.
İmam-ı Beyheki, (Müslümanlar bozulduğu zaman, önceki âlimlerin doğru yoluna sarılmalısın! Bir kişi kalsan bile, o yoldan ayrılmamalısın!) buyuruyor. Necmeddin-i Gazzi de, (Ehl-i sünnet âlimidemek, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. Sivad-ı a’zam, yani İslam âlimlerinin çoğu böyle idiler. Hak olan cemaat ve 73 fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-i naciyye bunlardır) buyuruyor. (Parçalanmayın)âyet-i kerimesi, fıkıh bilgilerinde de ayrılmayın demek değildir. Ahkamda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshab-ı kiram da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte, (Ümmetimin[âlimlerinin] ayrılığı [ameli mezheplere ayrılması] rahmettir)buyuruldu. Dört mezhebin, amel bilgilerinde ayrılması böyledir. [Âlimlerin amel, iş bilgilerinde çeşitli ihtisas kollarına ayrılmaları da böyledir. Böylece; birçoğu hadiste, birçoğu tefsirde, çoğu da fıkıhta, arabi bilgilerde yetişmişlerdir.] Bunun gibi sanat sahiplerinin çeşitli iş kollarına ayrılmaları da rahmettir. (Hadika)
Müctehid âlimlerin farklı ictihadları olabilir. Birinin farz dediğine öteki haram diyebilir. Bunlar da bizim için senettir. Biz onların ictihadlarına uymak zorundayız. Hatalarından sorumlu değiliz. Kendileri de sorumlu değildir. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Âlim, [amele ait bilgilerde] ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]
Bir mezhepte bulunan Müslüman, diğer hak mezheptekileri kardeş bilir, onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler. Amelde mezheplerin bir olmayıp, çok olması, faydalıdır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hastalık için, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada ve fabrikada çalışanlar için de, bu ayrılış görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklit ediyor veya bu mezhebe tamamen geçiyor.
Mezhepsizlerin, istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hatta imkansız olurdu. Amellerde tek hüküm [mezhep] ideal olsaydı Resulullah efendimiz öyle bildirirdi. Halbuki rahmet olduğu için kendisi de farklı bildirdi.
Hanefi mezhebinde bulunan bir kimsenin bir yerinden kan çıkar ve durmazsa, abdestli duramaz ve her zaman abdest alması güç olacağından, Şafii veya Maliki mezhebini taklit ederek, zorluktan kurtulur. Halbuki tek hüküm olsaydı, buna imkan olmazdı.
.
İhtilafta rahmet olur mu?
|
Sual: (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadisi sahih olamaz, sahih olursa, o zaman ittifak, birlik gazab-ı ilahiye sebep olmaz mı?
CEVAP
Bu hadis-i şerifi İmam-ı Beyheki, İmam-ı Münavi, İmam-ı ibni Nasrve İmam-ı Deylemi gibi sözleri dinde senet olan hadis imamları bildirmişlerdir.
Allahü teâlâ, Müslümanların imanda, doğru itikatta birleşmelerini emrediyor. Bu hadis-i şerifte bildirilen ihtilaf, cahillerin, sapıkların değil, sözleri dinde senet olan salih âlimlerin ictihadlarındaki ayrılık demektir. Yani, (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) demek, (Müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir) demektir. İmandaki ayrılık gazaba sebep olduğu gibi, ictihadlardaki ayrılıklar da, Müslümanlar için birer rahmettir. Müctehid ictihadında hata ederse de, sevab alır. Sevab verilen şey, gazab-ı ilahiye sebep olmaz, rahmete sebep olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse, iki sevab alır.) [Buhari]
Başka bir okuyucu da, şöyle diyor: (Ümmetimin ihtilafı rahmettir)hadisini (Mezhepler rahmettir) diye söylemek uygun olur mu?
CEVAP
Evet, oradaki ümmet, müctehid âlimlerdir. İhtilaftan kasıt da, farklı ictihad olduğunu yukarıda bildirdik. Yani o hadis-i şerif,(Müctehidlerin farklı ictihadları rahmet) anlamındadır. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. İctihad rahmet olunca, onun ictihadların toplamı olan mezhebi de rahmettir. O halde, bu hadis-i şerifi, (Mezhepler rahmettir) demek gayet uygundur. Sapık olanların yani doğru itikattan ayrılanların ictihadları da, mezhepleri de bozuktur.
Ameldeki mezhepler Müslümanlar için rahmettir
Sual: Doğru tek ise, amelde mezheplerin olması yanlış değil mi? Dört hak mezhep deniyor. Hak bir tane değil mi? Tâbi olduğumuz mezhep yanlışsa, âhirette hâlimiz ne olacaktır?
CEVAP
Doğru tektir; fakat hak çoktur. Birbirine zıt hükümleri olsa da, dört mezhebin dördü de haktır. Dinimiz müctehide, mezhep imamlarına bu yetkiyi vermiştir. Âhirette herkese bağlı olduğu mezhebin hükümleri sorulacaktır. Allah indindeki tek doğru olan hüküm sorulmayacaktır. Herkese, mezhebine uyup uymadığı sorulacaktır.
Allahü teâlânın gönderdiği dinlerde, amele ait farklı hükümlerin rahmet olması gibi, mezheplerin farklı ictihadları da, ümmet için rahmettir. Bizzat Peygamber efendimiz de, farklı hükümler koymuş, rahmeti genişletmiştir. Bir insan, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, ihtiyaç olunca, dört hak mezhepten birine uyarak yapar. Böylece ibadetini kurtarmış olur. Birkaç örnek verelim:
1- Bir Hanefî, oruçluyken lavman yaptırmak zorunda kalsa, orucunu kurtaracak başka hak bir mezhep aranır, çünkü Hanefî’de orucu bozar. Mâlikî’de lavman yaptırmak orucu bozmaz. Mâlikî’yi taklit ederek orucunu kurtarır.
2- Şâfiî’de, oruca niyet imsak vaktine kadardır. Bir Şâfiî gece sahura kalkamasa, imsak vaktinden sonra uyansa, oruç tutamaz, çünkü vaktinde niyet edememiştir. Bu orucu kurtarmak için başka bir hak mezhebi taklit etmesi gerekir. Hanefî’de öğleye bir saat kalıncaya kadar niyet edilir. Bu vakit zarfında niyet ederek orucunu tutması sahih olur.
3- Oruç tutan niyeti unutsa, öğleden sonra uyanınca niyet etse caiz olmaz. Fakat, orucu bozacak bir iş yapmadan, İmam-ı Züfer’in kavline uyarak, öğleden sonra niyet etse veya hiç niyet etmese de, tuttuğu oruç sahih olur. Maliki mezhebini taklit ederek de, tutabilir.
4- Abdest alırken boğazına su kaçsa, oruç bozulur. Hanbelî mezhebi taklit edilirse, oruç sahih olur.
5- Evli birinin, hanımıyla sütkardeş olduğu ve bir kere emdiği meydana çıksa, diğer üç mezhepten birini taklit edebilir, çünkü diğer 3 mezhepte, 5 kere doya doya emmedikçe sütkardeş olmaz.
6- Seferde ihtiyaç olunca, diğer üç mezhepten biri taklit edilerek iki namaz cem edilebilir.
7- Semavi özür hâlinde, mesela ishalini tutamayan, çıbanından veya yarasından kan akan, ağrıyla gözünden yaş gelen, burnu kanayan, kulağından irin akan, makatından solucan çıkan, idrarını tutamayan, basurundan kan, fistülünden, göbeğinden akıntı çıkan, elde olmadan gaz kaçıran yani gelen yeli tutamayan, ağız dolusu kusan kimsenin, abdestinin bozulmaması için, Mâlikî’yi taklit etmek sahih olur.
Farklı ictihad rahmettir
Sual: (“Ben Hanefî'yim veya Mâlikî'yim” diyenler, bir mezhebe uyanlar, Allah’ın azabına ve gazabına mâruz kalacaklardır. Çünkü bir mezhebe girmek bölücülüktür) diyenler oluyor. Farklı ictihadları, farklı mezhepleri Peygamber efendimiz emretmedi mi?
CEVAP
Evet, hak mezheplerdeki hükümlerin farklı olması, Peygamber efendimizin emrettiği bir rahmettir. Allahü teâlânın gönderdiği dinlerin hepsi de, amel yönüyle farklıydı. Âdem aleyhisselamın diniyle Nuh aleyhisselamın, Musa aleyhisselamın dinleri farklıydı. Farklı olmaları hak din olmalarını engellemez. Mesela şarap mubah iken, son gönderilen dinde haram kılındı. (Niye hak dinlerde veya hak mezheplerde farklı hüküm vardır?) diye sorgulamak, Allah'ı suçlamak olur. Allahü teâlâ öyle dilemiş, öyle farklı hükümler göndermiştir. Farklı ictihad da, yani farklı hükümler de, dinimizin emridir. İki hadis-i şerif:
(Müctehid âlimlerin, ameldeki ihtilafı, mezheplere ayrılması rahmettir.) [Beyhekî, İ. Münavî, İbni Nasr, Deylemî]
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.)[Buhârî]
Hak dinlerdeki farklı hükümler, amelde olduğu gibi, dört hak mezhep arasındaki farklar da, itikatta değil ameldedir. İtikatta ayrılık olmaz.
Peygamberlerin hepsinin dinlerinde, amele ait birbirlerinden farklı hükümler bulunduğu hâlde, hepsine iman ve tasdik etmemiz gerekir. Mezhepler de, bunun gibidir.
Allahü teâlânın gönderdiği dinlerde, amele ait farklı hükümlerin rahmet olması gibi, mezheplerin farklı ictihadları da, ümmet için rahmettir. Bizzat Peygamber efendimiz de, farklı hükümler koymuş, rahmeti genişletmiştir. Bir insan, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, ihtiyaç olunca, hak olan dört mezhepten birine uyarak yapar. Böylece ibadetini kurtarmış olur.
İslam dininde yasak olan, fakat daha önceki dinlerde yasak olmayan bir şeyi, (Nasıl olsa, diğer dinlerde haram değildi) diye işleyen, haramdan kurtulmuş olmadığı gibi, kendi mezhebinde haram olan bir şeyi de, (Nasıl olsa, diğer hak mezhepte haram değildir) diyerek yapmak caiz olmaz. Herkesin kendi mezhebine uyması şarttır. Mecbur kalınca, başka hak mezhebi taklit etmek ayrı bir husustur.
Farklı hüküm bildiren hadisler
Sual: (Kaynakları sağlam olan aynı hadis kitabında bir hükme caiz denirken, aynı hükme caiz değil de deniyor. Mesela (Akan kan abdesti bozar) dendiği gibi, (Kan çıkması abdesti bozmaz) da deniyor. Böyle durumlarda, hadislere değil, Kur’ana uymak gerekir. Kur’anda da abdesti bozar denmiyor. Kan abdesti bozmaz) diyenler var. Farklı hükmün hikmeti nedir?
CEVAP
Herkes, hadisten, Kur’andan anladığına değil, mezhebinin hükmüne uyar. Kan çıkması, Hanefî mezhebinde abdesti bozar. Diğer üç hak mezhepte bozmaz.
Peki, Peygamber efendimiz, niye farklı bildirmiştir?
Böyle çok hadis-i şerif vardır. Böyle farklı hükümler rahmettir. Bu ümmete kolaylık olması içindir. Bunun için Peygamber efendimiz,(Farklı ictihad yani farklı mezhep rahmettir) buyuruyor. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hastalık için, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada ve fabrikada çalışanlar için de, bu fark görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip taklit ediyor veya bu mezhebe tamamen geçiyor. Mezhepsizlerin istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hattâ imkânsız olurdu. Amellerde tek hüküm [tek mezhep] ideal olsaydı Resulullah efendimiz öyle bildirirdi. Hâlbuki rahmet olduğu için kendisi de farklı bildirdi.
Geçmiş dinlerin farklı olması da böyledir. Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’den beri peygamberlere amelde farklı din göndermiştir. İman edilecek şeyler aynı iken, amele ait hükümler de aynı olamaz mıydı? Niye Allahü teâlâ, farklı hükümler göndermiştir? Mesela eski ümmetlerde iç yağı haram, alkol haram değildi. İslâmiyet'te ise, iç yağı helâl, alkol haramdır. Mezheplerde olduğu gibi, hak dinlerde de, amele ait hükümlerin farklı olması insanların faydası içindir. Âyetlerde neshin olması da rahmettir.
.
Mezhepsiz âlim olmaz
|
Sual: Mezhepsiz biri, (Bana mezhepsiz diyorlarsa da, ben bütün mezhepleri kabul ederim. Ancak kendimi tercih ettiğim mezheple isimlendirmem. Yani Sünni’yim, Şii’yim demem. Allah’ın Kur’anda bildirdiği gibi, Allah’ın dediğini derim, Müslümanım derim. Ben mezhebe uymam, bir mezhebi taklit etmem, tahkik ederim, sağlam delile uyarım. Ebu Hanife, “Delilimi bilmeyenin, mezhebime uyması helal olmaz” dediği için incelerim, deliline bakarım, doğruysa uyarım, değilse uymam) diyor. Böyle söyleyene mezhepsiz denmez mi?
CEVAP
Mezhebe uymayıp, (Mezhebin delilini inceleyip, doğrusuna uyuyorum)diyene, bid’at mezhepleri de, hak gibi gösterene mezhepsiz demek hafif kalır, süper mezhepsiz denir. (Kendimi mezhebin ismiyle isimlendirmem) demesi çok yanlıştır. Çünkü kıyamette her mümin, mezhebinin ismiyle çağrılır. (O gün her fırkayı imamlarıyla çağırırız)mealindeki İsra suresinin 71. âyetini Kadı Beydavi (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamlarıyla çağırırız) şeklinde açıklamıştır.
Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni’de, (Herkes, mezhebinin imamıyla, yâ Şâfiî veya yâ Hanefî diye çağrılır) diyor. Bu süper mezhepsiz, birer mezhep imamı görüp övdüğü İbni Teymiyye, Şevkanî, İbni Hazm gibi sapıkların ismiyle çağrılmayı istiyor da, söylemeye mi çekiniyor?
Bütün İslam âlimleri, hangi mezhepten olduğunu bildiriyor. Mesela Remli isimli iki âlim var. Birine Remli Hanefî, diğerine Remli Şâfiî deniyor. Ben mezhebimle tanınmak istemiyorum diyen Ehl-i sünnet âlimi var mıdır?
İmam-ı a’zam hazretleri, (Kitaba, Sünnete ve Eshabın sözlerine uymayan bir sözümü bulursanız, sözümü bırakın, onları alın)buyuruyor, fakat bu sözünü İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed gibi müctehid zatlara söylüyor. Müctehidin, başka müctehidi taklit etmesi zaten caiz değildir. Yoksa bu mezhepsiz, müctehidlik mi taslıyor? Açıkça konuşması lazımdır. Yusuf Nebhani hazretleri,(Bugün müctehidlik taslayanın, ya aklı veya dini noksandır)buyurmuştur.
Bu süper, (Ben taklit etmem, tahkik ederim) diyor. Ama İbni Abidin hazretleri şöyle buyuruyor:
Mukallide, müctehidin delillerini sormak gerekmez. (Redd-ül-muhtar)
Müctehid olmayanın, her işinde dört mezhepten birini seçip, delillerine bakmadan taklit etmesi gerekir. Çünkü Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlar, tahkik değil, taklit ederlerdi. Eshab-ı kiram ise, delilleri soruyor, birbirlerini taklit etmiyorlardı; çünkü onların hepsi müctehid idi. Müctehidin kendi anladığıyla amel etmesi lazımdır. Başka müctehidi taklit etmesi, caiz değildir. Bugün müctehide lüzum da yoktur; çünkü din bilgilerinde, her şey açıklanmıştır. Kemale gelmiş olan bu dine ilave edilecek, bir şey yoktur. Resulullah, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiş, mezhep imamları da bunları açıklamıştır. (F. Bilgiler)
|
.
Mezhepleri kaldırma gayreti
|
Sual: (Mezheplerin hepsinden faydalanıp, üstad Abduh gibi mezhepler üstü ictihadlar yapmak, İslami görüşleri bir noktada toplamak gerekir) diyenler çıkıyor. Rahmet olan dört hak mezhep kaldırılmaya mı çalışılıyor?
CEVAP
Evet, hem dört hak mezhebi kaldırmak, hem de bid’at mezheplerinin hükümlerini almak gayesiyle, ısrarla, “dört hak mezhep” tabirinden kaçıp, “mezhepler” tabiri kullanılıyor. Bir de mezhep hükümlerinegörüş deniyor ki, bu çok yanlıştır. Görüş senet olamaz, ama ictihad senettir. İctihad, sıradan bir görüş değildir. Müctehidin nass’lardan çıkardığı dinimizin hükmüdür.
Mezhep içinde bir ictihadın olabilmesi için de, müctehide ihtiyaç vardır. Günümüzde müctehid bulunmadığına göre, ictihaddan bahsedilmesi yanlış olur. Bunun için Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın, aklı veya dini noksandır) buyurmuştur. Mizan-ül-kübra’da, dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlimin, mutlak müctehid olduğunu iddia etmediği bildirilmiştir. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiîn devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatların azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlimin ortada kalmadığı da, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır. Buna rağmen günümüzde müctehid olduğunu kabul etsek bile müctehid, mezhepler üstü veya mezhepler arası ictihad yapmaz. Mason Abduh’un yaptığı, mezhepleri ortadan kaldırmak, kendi görüşlerini tek mezhep hâline getirmekti. Nitekim çömezlerinden Reşit Rıza’nın bozuk Muhaveratkitabı, maalesef Telfık-ı mezahib adı altında Türkçeye çevrilmiştir.
Mutlak müctehidin, başka bir müctehidi taklit etmesi caiz değildir. Kendi ictihadına uyması lazımdır. Mezhepte müctehidin ise, bir mutlak müctehidin mezhebinin usullerine uyması şarttır. Bu usullere uyarak yapacağı, kendi ictihadına uyar. (Hulasat-üt-tahkik)
Hiçbir İslam âlimi, sicilli masonun yaptığı gibi bir ictihad şekli bildirmemiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Müctehid olmayanların, nass’lardan anladıkları, delil ve senet olamaz. Din büyüklerinin sözlerini reddetmeye sebep olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgilere ulaştık) derlerse, müctehid olmayanların bilgisi, bir şeyin helâl veya haram olmasına vesika olamaz. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve dört mezhebin hükümlerine bozuk demek, âlimlerin fetva vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe saymak ve bunlara yanlış demek, İslamiyet’te büyük bir yara açmak olur. (1/312)
.
Farklı ictihad
|
Sual: Bir şey, bir mezhepte bir ibadeti bozarken, diğer mezhepte bozmuyor. Yahut bir şey bir mezhepte helalken diğer mezhepte haram olabiliyor. O şey Allah indinde haramsa, helal diyen mezhebin hükmüyle amel edenlerin durumları ne olur? Yarın âhirette ona (Niye haram işledin?) diye sorulmayacak mı?
CEVAP
Evet, sorulmayacaktır. Müctehidlere bu yetkiyi yani ictihad etme yetkisini Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir. Allahü teâlânın gönderdiği önceki dinlerde de böyle farklı hükümler vardı. Mesela Âdem aleyhisselamın dinindeki bir husus helalken, daha sonraki dinlerde bu, haram kılınmıştır. Tersi de olmuştur. Hayvanların iç yağı Musa aleyhisselamın dininde haramken, daha sonra helal kılınmıştır. Alkollü içkiler mubahken, İslam dininde haram kılınmıştır. Hak mezheplerin arasındaki farklar, hak dinler arasındaki farka benzemektedir. Mezheplerin, müctehidlerin farklı hükümlerde bulunmalarını dinimiz emretmiştir. İki hadis-i şerif:
(Ümmetimin [müctehid âlimlerinin, ameldeki] ihtilafı [mezheplere ayrılması] rahmettir.) [Beyhekî, Münâvî, İbni Nasr, Deylemî]
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.)[Taberânî, Beyhekî, İbni Asakir, Hatîb, Deylemî, Dârimî, Münâvî, İbni Adiy]
Her biri müctehid olan Eshab-ı kiramın da, diğer müctehidlerin de farklı ictihadları rahmettir. Müctehid ictihadında isabet etmese bile yine sevab alır. Onun, isabet etmemiş olan ictihadıyla amel eden de kurtulur. Bir hadis-i şerif meali:
(Müctehid, ictihadında isabet ederse on, isabet etmezse, bir sevab alır.) [Buhârî , Ebu Davud, İbni Mace, İ.Ahmed]
Eshab-ı kiramdan Ebu Said-i Hüdri rivayet ediyor:
Seferde iki kişi, su bulamadıkları için teyemmüm ederek namazlarını kılıyorlar. Sonra vaktin içinde suyu bulunca, biri kendi ictihadına göre abdest alıp namazını iade ediyor, diğeri de kendi ictihadına göre iade etmiyor. Durum Resulullaha arz edilince, her ikisini de uygun bulup şöyle buyuruyor:
(Namazı iade etmeyen; sünnete uymakla isabet etti. Abdest alıp iade eden de, iki sevab aldı.) [Nesai, Ebu Davud]
Görüldüğü gibi, Peygamber efendimiz ikisine de yanlış dememiş, ikisinin de sevab kazandığını bildirmiştir. Müctehidlerin ictihad etmeleri ve kendi ictihadlarına uygun hareket etmeleri gerektiği gibi, müctehid olmayanların da, tâbi olduğu mezhep imamının bildirdiğine uymaları şarttır.
İslam dininde yasak olan, fakat daha önceki dinlerde yasak olmayan bir şeyi, (Nasıl olsa diğer dinlerde haram değildi) diye işleyen, haramdan kurtulmaz. Kendi mezhebinde haram olan bir şeyi de, nasıl olsa diğer hak mezhepte haram değil diyerek yapması caiz olmaz.
Ancak bir zaruret veya bir ihtiyaç varsa, o zaman diğer mezheplerden birinin hükmüne uyarak onu taklit edebilir. İşte, dört hak mezhebin Müslümanlar için rahmet olması da, bu demektir. Mesela, abdest alırken istemeden boğazına su kaçan kimse, orucunu kurtarmak için, Hanbelî veya Şafiî mezhebini taklit edebilir. Evlendiği hanımın sütkardeşi olduğunu öğrenen kimse, evliliğini kurtarmak için, diğer üç mezhepten birini taklit edebilir. Hanefi’de bir kere emmekle sütkardeş olurken diğer üç mezhepte doya doya beş kere emmesi gerekir. Bunlar mezheplerdeki rahmet olan hususlara örnektir.
Yalın ayak namaz kılmak
Sual: Şâfiîlere göre namazda imam arkasında Fatiha okumak farz, Hanefîlere göre harama yakın mekruhtur. Şâfiîlere göre çıplak ayakla namaz kılmak sünnet, Hanefîlere göre ayakları örtülü kılmak sünnettir. Hanefî’de kanın çıkması abdesti bozuyor, Şâfiî’de bozmuyor. Kadına dokunmak Hanefî’de abdesti bozmazken, Şâfiî’de bozuyor. Bunlar gibi, birinin ak dediğine, ötekinin kara dediği çok mesele vardır. Allah’ımız bir, dinimiz bir, peygamberimiz bir değil mi? Niye böyle farklı hükümler oluyor?
CEVAP
Peygamber efendimiz, böyle farklı ictihadların rahmet olduğunu bildirmiştir. Bizzat kendisi de, rahmete sebep olmak için, böyle farklı uygulamalarda bulunmuş ve farklı hükümler bildirmiştir. Mesela çıplak ayakla namaz kıldığı gibi, mestle ve nalın denilen pabuçla da kılmıştır. Müctehid mezhep imamları, bu delillere dayanarak ictihadlarını bildirmişlerdir.
Fetava-i Hüccet’te, (Kişinin nalın denilen pabuçla namaz kılması, Yahudilere muhalefet bulunduğu için, yalın ayakla kılmasından kat kat efdaldir) deniyor. (Halebi)
İbni Abidin namazın mekruhları sonunda buyuruyor ki:
Namazı, nalın veya mestle kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdaldir. Böylece, Yahudilere uyulmamış olur. Hadis-i şerifte, (Yahudilere benzememek için namazları, nalınla kılınız) buyuruldu. (Redd-ül muhtar)
Hanefîlerin ayakları örtülü, çoraplı olarak, Şafiîlerin de ayakları açık olarak kılmaları sünnete uygundur. Herkes, kendi mezhebinin hükmüyle amel ederse rıza-i ilahiye kavuşulmuş olur. Bir ihtiyaç yokken, başka bir mezhebin hükmüyle amel etmek mezhepsizlik olur.
.
Benim mezhebim doğrudur demek
|
Sual: İslam Ahlakı ve Faideli Bilgiler kitabında, (Benim mezhebim doğrudur, yanlış olma ihtimali de vardır ve diğer üç mezhep yanlıştır, doğru olma ihtimali de vardır) deniliyor. Bu ne demektir?
CEVAP
Aşağıda açıklandığı gibi, dört hak mezhepten birine uyan kimse, (Benim mezhebim doğrudur) demezse, zaten o mezhebe uyması uygun olmaz, fakat buradaki yanlış ifadesi, bâtıl, geçersiz demek değildir. Mezhebimizin hükümlerinden farklı bir ictihad demektir. İctihadın yanlış olduğu zaten bilinemez. Yani ictihad, başka bir ictihadla geçersiz hâle getirilemez.
Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını anlamaya çalışırken yanılırsa, günah olmaz, sevab olur. Uğraşmasının sevabını kazanır, çünkü insana gücü, kuvveti yettiği kadar çalışması emrolundu. Müctehid yanılırsa, çalışması için bir sevab verilir. Doğruyu bulursa, on sevab verilir. Eshab-ı kiramın hepsi büyük âlim, yani müctehid idiler. Bunlardan sonra gelenler arasında, ilk zamanlar ictihad yapabilecek büyük âlim çoktu. Bunların her birine nice kimseler uyardı. Zamanla, bunların çoğu unutularak, Ehl-i sünnet içinde, yalnız bu dört mezhep kaldı. Sonraları, olur olmaz kimselerin çıkıp da, müctehidim diyerek, bozuk fırkalar çıkarmamaları için, Ehl-i sünnet, bu dört mezhepten başka mezhebe uymadı. Bu dört mezhepten her birine, Ehl-i sünnetten milyonlarca kimse uydu. Dört mezhebin itikadı bir olduğundan, birbirine yanlış demez, bid’at sahibi, sapık bilmezler. Doğru yolun, bu dört mezhepte olduğunu ve her biri kendi mezhebinin doğru olmak ihtimalinin daha çok olduğunu bilir. İctihad ile anlaşılan işlerde, İslamiyet’in açık emri bulunmadığı için, bir kimsenin mezhebi yanlış olup da, diğer üç mezhepten birinin doğru olma ihtimali varsa da, herkes (Benim mezhebim doğrudur, yanlış olma ihtimali de vardır ve diğer üç mezhep yanlıştır, doğru olma ihtimali de vardır) demelidir.(F. Bilgiler)
Diğer üç mezhep de hak olduğu için, bir ihtiyaç olunca, o konudaki diğer mezhebin hükmünü taklit etmek caiz olur. (Mizan-ül Kübra)
.
Mezhepleri karıştırmak
|
Sual: Ehl-i sünnet sanılan biri, (Her konuda dört mezhep arasında farklar vardır. Mesela namazda, imam arkasında Fatiha okumak Hanefî’de tahrimen mekruh, Şâfiî’de ise farzdır. Deniz haşaratı Hanefî’de tahrimen mekruh, Şâfiî’de helaldir. Bunun gibi hususlarda, bazen Hanefîler Şafiî mezhebinin kavliyle, Şafiîler de bazen Hanefî mezhebinin kavliyle amel ederse, hem Resulullah’ın farklı uygulamalarıyla amel etmek sevabına kavuşur, hem de farklı mezheplerde olan Müslümanlar arasındaki sevginin artmasına sebep olur) diyor. Bu mezhepsizlik değil mi?
CEVAP
Evet, Ehl-i sünnet âlimleri, böyle yapmanın mezhepsizlik, hattâ ilhad olduğunu bildirmişlerdir. Böyle yapmak, (Benim mezhebimdeki hüküm yanlış olabilir, ihtiyaten ara sıra diğer mezhepteki gibi kılayım da, doğruya ulaşmış olayım) demek gibi olur ki, böyle şüphenin küfre kadar gideceğini âlimlerimiz bildirmiştir.
Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihin’i beğenmemek, cahil saymak ise küfürdür. (F. Bilgiler)
Mezhepler tedvin edilmeden, yani mezhepler meydana çıkmadan önce, herhangi bir müctehidin ictihadıyla amel etmek caizdi. Mezhepler meydana çıktıktan sonra, artık herkesin bir mezhebe göre amel etmesi lazım oldu. (Feth-ul-kadir)
Mezhepler meydana çıktıktan sonra, bir mezhebi öğrenip, bu mezhebe göre amel etmek gerektiğini âlimler sözbirliğiyle bildirmişler ve icma hâsıl olmuştur. (Mizan-ül-kübra)
İmam-ı Rabbani hazretleri müctehid olduğu halde şöyle buyuruyor:
(Fatihasız namaz olmaz) hadis-i şerifi varken, Hanefîlerin, imam arkasında Fatiha okumamalarının sebebini, tam anlayamadım. Buna rağmen, delili zayıf diye düşünerek mezhebimin hükmüyle amel etmemenin, ilhad olduğunu bildiğim için, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. (Mebde ve Mead)
Görüldüğü gibi, kendi mezhebinin hükmünden şüphe edip, başka mezheb isabet etmiş olabilir diye o mezhebin hükmüyle amel etmenin asla caiz olmadığı yukarıdaki vesikalardan anlaşılmaktadır. Böyle caiz olmayan bir iş yaparak, (Müslümanlar arasındaki sevginin artmasına sebep olur) demek ne kadar dehşet vericidir. Dört mezhepteki Müslümanlar birbirine düşman mı ki de, böyle caiz olmayan iş yapılarak, birbirlerine olan sevgilerinin artacağı söylenerek, mezhepsizlik kapısı aralanıyor?
İhtiyaç hâlinde diğer üç mezhebi taklit etmek caizken, yanlış bir iş nasıl tavsiye edilebilir ki? Bu cüret, nakli bırakıp, aklı ölçü almaktan kaynaklanmaktadır.
|
|
|
|
.
Doğru tek değil mi?
|
Sual: Dört mezhepten birine uymak Allah’ın emri mi? Hiçbirine uymasak, özgürce hareket etsek, ne olur sanki? Zaten doğru tektir. Aynı konuda dört doğru olmaz. Dört olması şüpheyi çekmez mi?
CEVAP
Hak ile doğruyu karıştırmamalı. Doğru tektir, hak ise çoktur. Farklı ictihadlar haktır, yani geçerlidir, onlarla amel edilir, dört mezhebin dördü de haktır. Hükümde isabet edilmemiş bile olsa, Allah’ın emrine uygundur. İctihad, ictihadla nakzedilemeyeceği için, hangisinin doğru olduğu da zaten bilinemez. Bugün bir mutlak müctehid olsa bile, ancak kendi ictihadını bildirir, diğerlerine ve öncekilere yanlış diyemez. Mesela Hazret-i Mehdi gelince, mezhepler unutulmuş olacak ve ictihad edecek, onun mezhebine uyulacaktır, ama önceki ictihatlara yanlış demeyecek, kendi ictihadını bildirecektir. İctihadında isabet etmemiş bile olsa, ona uymak dinin emridir, çünkü bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.) [Buhari]
İsabet edemeyen yani doğruyu bulamayan da sevab alıyor. Sevabı veren Allahü teâlâdır. O hükümle amel edilmesini isteyen de Allahü teâlâdır. Demek ki, isabet edilmese de yine sevab alındığına göre, farklı ictihadla amel etmenin mahzuru olmadığı ve farklı ictihadın rahmet olduğu meydana çıkıyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi, İ. Münavi, İbni Nasr]
Ehl-i sünnetin dört mezhebine hak denmesi, bu rahmetten dolayıdır. İmanda, itikatta ise, ayrılık olmaz. Bütün Müslümanlar, Resulullah’ın ve Eshab-ı kiramın yolu olan Ehl-i sünnet itikadında birleşmek zorundadır. Bir âyet-i kerime meali:
(Dinde [bozuk] fırkalara ayrılanların cezalarını, Allah verecektir.)[Enam 159]
Bu âyet-i kerimeyi açıklayan hadis-i şerifin meali de şöyledir:
(Dinlerini parçalayıp, fırkalara ayrılanlar, bid’at sahipleridir. Her günah işleyenin tevbesi vardır. Bid’at sahipleri müstesnadır. Onlar, [Hak yolda olduklarını sanarak] tevbe etmezler. Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktır.) [Taberani, Kurtubi]
Ehl-i sünnet âlimleri, İmam-ı Eş’ari ile İmam-ı Matüridi arasında farklı ictihadları, Ehl-i sünnet itikadına aykırı bulmamışlardır. Yani Matüridi itikadında olan bir Müslüman, bir veya birkaç konuda Eş’ari itikadı gibi inansa, Ehl-i sünnetten çıkmaz. Tersi de böyledir. Eş’ari itikadına göre inanan kimse, bir veya birkaç hususta Matüridi gibi inansa, Ehl-i sünnetten çıkmış olmaz.
Hak ve doğru
Sual: Doğru tek midir, çok mudur? Hak kelimesi doğru anlamına da gelir mi?
CEVAP
Doğru tektir, hak ise çok olabilir. Müctehid, ictihad ederken yanılsa yani doğruyu bulamasa bile, o hatalı ictihada uyan Müslüman hak yoldadır, günahtan kurtulur. Hak, doğru anlamında da kullanılır. Şu yazıda açıklanmaktadır:
Müctehid, hüküm çıkarırken yanılabilir. Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir Sahabiye Nass bulamadığı işlerde,(Kendin hüküm çıkar! Yanılmazsan on, yanılırsan bir sevab kazanırsın) buyurdu. Allahü teâlâ katında hak [doğru] birdir. Yani, çeşitli olan ictihadlardan yalnız biri doğru, diğerleri yanlıştır. Mutezile fırkasındaki âlimlere göre müctehid hiç yanılmaz. Onlara göre, hak [doğru] birden fazla olur. (Faideli Bilgiler)
.
Mezhebin tarifi...
Mezhep; bir müctehidin, İslâmiyet'i temel kaynaklardan anlamak ve anlatmak husûsunda tâkip ettiği usûle bağlı olarak çıkardığı hükümlerdir...
Evvelâ belirtmemiz gerekir ki, "mezheb"in mâhiyeti anlaşılmadıkça, önemi ve lüzûmu kavranamaz. Bu bakımdan, önce "mezhep" kelimesinin sözlükteki mânâsını, sonra da terim olarak anlamını ortaya koyalım.
"Mezhep" lügatte, "gitmek, tâkip etmek, gidilen yol" gibi mânâlara gelir. Genel olarak "görüş, doktrin, akım" mânâlarında da kullanılmaktadır. Fakat ıstılâhta, yani ilmî bir terim olarak "mezhep", "bir müctehidin, İslâmiyet'i temel kaynaklardan anlamak ve anlatmak husûsunda tâkip ettiği usûl ve bu usûle bağlı olarak çıkardığı hükümler" demektir.
Asırlardan beri bütün İslâm âlimleri, 4 mezhepten birine uymuşlar ve Müslümânların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta icmâ hâsıl olmuştur. İcmâdan [cemâatten, birlikten, topluluktan] ayrılan helâk olur. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O hâlde cemâatle birlikte olun. Allah’ın rızâsı, rahmeti, yardımı cemâattedir. Cemâatten ayrılan Cehennem'e düşer.” [İbn-i Asâkir]
“Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalâlette birleşmezler. İhtilâf olunca sevâd-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdikleri yola] uyun.” [İbn-i Mâce]
“O gün her fırkayı imâmlarıyla çağırırız” meâlindeki İsrâ Sûresinin 71. Âyet-i kerîmesini Kâdı Beydâvî Hazretleri, “Her ümmeti, Peygamberleri ve dînde uydukları imâmlarıyla çağırırız” şeklinde açıklamıştır. Rûhul-beyân ve Tefsîr-i Hüseynî’de ise “Herkes, mezhebinin imâmıyla çağırılır. Meselâ yâ Hanefî veya yâ Şâfiî denir” şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da her Müslümânın 4 hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir.
Medârik tefsîrinde de “Müminlerin [itikâd ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehennem'e gider” meâlindeki Nisâ Sûresi'nin 115. Âyet-i Kerîmesi bildirildikten sonra “Kitâb ve sünnet gibi, icmâdan da ayrılmak câiz değildir” buyuruluyor.
Beydâvî tefsîrinde ise aynı âyet-i kerîmenin açıklamasında; “Bu âyet, icmâdan ayrılmanın harâm olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak harâm olunca, bu yola uymak da şart olur” buyuruluyor.
Seyyid Ahmed Tahtâvî Hazretleri buyuruyor ki: “Kur'ân-ı kerimdeki “Allah’ın ipi”nden maksat, cemâattır. Cemâat da fıkıh ve ilim sâhipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sevâd-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da Resûlullah'ın ve Hulefâ-i Râşidî'nin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehennem'e gider. Fırka-i nâciye, bugün 4 mezhepte toplanmıştır. Bu 4 mezhep; Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleridir. Bu zamanda, bu 4 hak mezhepten birine uymayan, bid'at sâhibi olup Cehennem'e gider.” [Tahtâvî]
Bugün 4 mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i Sünnet'ten ayrılır. Ehl-i Sünnetten ayrılan da, sapık veya kâfir olur. (ed-Dürr-ül-muhtâr hâşiyesi Zebâyih kısmı) Bugün 4 mezhepten başkasına uymak câiz değildir. (Hadîka)
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri “Mezhepten ayrılmak, ilhaddır” buyuruyor. (Mebde ve Meâd) [İlhâd, doğru yoldan ayrılmak demektir.]
.12/09/2022
İslâmiyette mezhep...R.AYVALLI
Mezhep; müctehid olan bir âlim tarafından, îmânda ve amelde, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için Müslümânlara gösterilen yoldur...
"Mezhep", "bir müctehidin dînî kaynaklardan çıkardığı hükümlerin hepsidir."
Başka bir ifade ile "mezhep, müctehid olan bir âlim tarafından, îmânda ve amel (ibâdetler ve işler)de, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için Müslümânlara gösterilen yol" olmaktadır.
"Resûlüme itaat edin", "Resûlüme tâbi olun" meâlindeki âyet-i kerîmelerle ve "Eshâbımın yoluna sarılın”, “Âlimlere tâbi olun" meâlindeki hadîs-i şerîflerle bildirilen emirlere uymak, mezhep İmâmlarına tâbi olmak; hâşâ Allah’ı bırakıp, bazı kimselerin anladıkları mânâda kula kul olmak değildir. Öyle olsaydı, Allahü teâlâ, bir kul olan Resûlullah'a uymamızı emretmezdi. Yine Resûlullah da Eshâb-ı kirâma ve âlimlere tâbi olmamızı emretmezdi.
Eshâb-ı kirâmın hepsi, mutlak müctehid oldukları hâlde, Resûlullah'a tâbi oldukları için, Peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiîn, Eshâb-ı kirâma tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için yüksek şerefe ermişlerdir. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları için Tebe-i Tâbiîn olma şerefine yükselmişlerdir. Bir âyet-i kerîme meâli:
"Muhâcirîn ile Ensâr’dan ve iyilikte onların izinden gidenlerden, [onlara tâbi olanlardan] Allah râzıdır, onlar da Allah’tan râzıdırlar…" [Tevbe, 100]
Bu âyette, Eshâb-ı kirâma ve onların izinden giden Tâbiîne uymak gerektiği bildiriliyor. Bir hadîs-i şerîf meâli de şöyledir:
"İnsanların en hayırlısı, asrımdaki Müslümânlar, yani Eshâb-ı kirâmdır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler, yani Tâbiîn’dir. Onlardan sonra en iyileri de, onlardan sonra gelenler, yani Tebe-i Tâbiîn’dir. Artık bunlardan sonra yalanlar yayılır." [Buhârî]
İmâm-ı A’zam Tâbiîndendir; diğer 2 mezhep İmâmı (İmâm Mâlik ve İmâm-ı Şâfiî) Tebe-i Tâbiînden; Ahmed İbn-i Hanbel ise Etbâ-ı Tebe-i Tâbiîndendir. Yani âyet ve hadîste kendilerine tâbi olunması bildirilen ve övülen zâtlardır. Bu zâtlara ve onların mezheplerine uymamak, Allahü teâlânın ve Resûlünün emrine karşı gelmek olur. Büyüklere tâbi olmayı aşağılık bir şey gibi göstermek çok yanlıştır.
Mezhepler, i’tikâdî ve amelî olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
Bir âyet-i kerîme meâli şöyledir: "Ey îmân edenler! Allah’ın dînine toptan sarılın. Birbirinizden ayrılmayın….." [Âl-i İmrân, 103]
Şeyhulislâm Ebûssuûd Efendi hazretleri burayı açıklarken, "Ehl-i kitâbın parçalandıkları gibi parçalanıp da doğru îmândan ayrılmayın! Câhiliye zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyin" demektir buyurdu.
Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri îmân olduğunu, Peygamber Efendimiz haber verdi. O hâlde, yegâne doğru yol olan Ehl-i sünnette birleşerek, kardeş olmak, birbirimizi sevmek gerekir. Müslümânların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i kerîmeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, birer kardeş olduğumuzu bilip birbirimizi seversek, dünyânın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyâda râhata, huzûra, âhirette de sonsuz saâdete kavuşuruz….. (Hadîka s. 696)
.6/09/2022
İslâmî ilimlerin dalları
Dîni doğru bir şekilde yaşayabilmek için ilim lâzımdır. "İslâmî ilimler", önce "aklî" ve "naklî" ilimler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır...
Şu uçsuz-bucaksız olarak gördüğümüz koca kâinâtı yaratan Allahü teâlâ, sâdece bizim üzerinde yaşadığımız gezegenimizin ya’nî dünyânın insanlarla meskûn olmasını irâde buyurmuş, nice hikmetlere mebnî Hazret-i Âdem babamızla Hazret-i Havvâ annemizi, Cennet’ten bu dünyâya göndermiştir.
İnsanlara merhamet buyuran Allahü teâlâ, dünyâya gönderdiği ilk insanı [ya’nî Hazret-i Âdem’i], aynı zamanda ilk Peygamber kılmış, ondan sonra, kullarına râzı olduğu ve beğendiği yolu göstermek için, çeşitli mekânlardaki, çeşitli kavimlere, zaman zaman “Peygamber”ler göndermiştir.
Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, daha ilk insandan itibâren beşeriyet Peygambersiz, mürşidsiz, muallimsiz, rehbersiz, kılavuzsuz bırakılmamıştır. [Her kavmin rehberi bulunduğuna dâir âyet-i kerîmeler vardır.]
Bütün insanlığa rehber olarak gönderilmiş olan Peygamberlerin, en son Peygamber olan Resûlullah Efendimizin ve onların yolunda olan vârislerinin târihlerini incelediğimizde, hepsinin gâyelerinin, yüksek ahlâklı iyi ferdler, âileler ve cemiyetler, ya’nî iyi insanlar meydâna getirmek olduğunu görüyoruz.
Zâten bizim dînimiz, târihimiz, kültür ve medeniyetimizde de, eğitimden maksat "iyi insan", orijinal ismiyle söylemek gerekirse "insân-ı kâmil" meydâna getirmektir.
Aslında Hazret-i Âdem'den itibâren gelmiş-geçmiş bulunan 6 “Ülü'l-azim” Peygamber, 313 “Resûl”, 124 bin civârındaki “Nebî”nin eğitimdeki hedefleri aynıdır. 100'ü suhuf 4'ü büyük kitap olmak üzere, bu Peygamberlerden bazılarına gönderilen 104 kitaptaki hedef de, altını çizerek ifâde edelim ki, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete (mutluluğa) kavuşmalarıdır.
Dîni doğru bir şekilde yaşayabilmek için ilim lâzımdır. Bilindiği gibi, "İslâmî ilimler", önce "aklî" ve "naklî" ilimler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan "aklî ilimler"in öğrenilmesi "farz-ı kifâye"dir. Çünkü bunlar naklî ilimlerin anlaşılmasında yardımcıdırlar. Naklî ilimler de "âlet ilimleri" ve "yüksek dîn ilimleri" olmak üzere ikiye ayrılırlar.
12 adet olan âlet ilimleri ile 8 kısım olan yüksek dîn ilimlerinden 5'inin öğrenilmesi yine farz-ı kifâye, ama 3 yüksek dîn ilminin öğrenilmesi ise farz-ı ayın olmaktadır. Öğrenilmesi farz-ı ayın olan ilimler: "Akâid", "Fıkıh" ve "Tasavvuf ya'nî Ahlâk" bilgileridir.
Âkıl, bâliğ, erkek ve kadın her Müslümânın, "zarûrât-ı dîniyye" denilen "zarûrî=temel dînî bilgileri" öğrenmeleri farz-ı ayındır; ya'nî tek tek herkese farzdır.
Dînî ilimlerden fıkıh ilmi; akâid ve tasavvuf (ahlâk) ilimlerinin yanında, öğrenilmesi farz-ı ayın olan, ya'nî erkek-kadın her Müslümânın bizzât öğrenmesi lâzım gelen 3 ilimden biridir.
Diğer dînî ilimlerden 5 tanesi (Tefsîr, Usûl-i Tefsîr, Hadîs, Usûl-i Hadîs, Usûl-i Fıkıh), âlet ilimlerinden 12 tanesi ve bu dînî ilimlerin öğrenilmesine yardımcı olan aklî ilimlerin öğrenilmesi ise farz-ı kifâyedir.
.5/09/2022
Bir mezhebe tâbi olmanın lüzûmu
Her Müslümânın dînini doğru bir şekilde yaşayabilmesi için, mezhebini doğru bir şekilde bilmesi lâzımdır...
Cenâb-ı Hak, kullarına, bir annenin veya babanın evlâdına olan şefkat ve merhametinden daha çok merhamet etmektedir. Bu merhameti sebebiyle, insanları küfürden, dalâletten, sapıklıklardan, ahlâksızlıklardan, zulmetten, karanlıklardan, kötülüklerden, çirkinliklerden, bozukluklardan kurtarmak için, onlara “dîn” göndermiştir.
Umûmî bir tarîf yapmak gerekirse “İslâm dîni”, Allahü teâlânın, Cebrâîl ismindeki melek vâsıtasıyla, Sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların, dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâidelerdir.
Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:
"Şüphesiz ki, ben size iki (önemli) şey bırakıyorum. Benden sonra onlara tâbi olduğunuz müddetçe, aslâ yoldan sapmazsınız. Onlardan biri, diğerinden daha büyüktür. Bunlardan biri Allah'ın kitâbıdır ki, gökten yere sarkıtılmış olan Allah'ın ipidir. Diğeri ise, Itretim, yanî Ehl-i Beytimdir. Bu ikisi Havz-ı Kevser'e gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaklardır. O hâlde iyi düşününüz, o ikisi husûsunda, bana nasıl iyi bir halef olacaksınız?"
Güzel ülkemiz Türkiye’de yaşayan Müslümânlar, ekseriyetle Hanefî mezhebindedirler. Ama az sayılamayacak mikdârda, Şâfiî mezhebinde bulunan kardeşlerimiz de mevcuttur.
Hanefî mezhebi, dört hak mezhebin en eskisi, onun kurucusu sayılan İmâm-ı A’zam hazretleri de, diğer mezheb imâmlarının en kıdemlisidir. O, Tâbiîn-i kirâmdandır; fakat İmâm Mâlik ve İmâm-ı Şâfiî, Tebe-i Tâbiînden, İmâm Ahmed İbn-i Hanbel ise Etbâ-ı Tebe-i Tâbiîndendirler.
Her Müslümânın dînini doğru bir şekilde yaşayabilmesi için, mezhebini doğru bir şekilde bilmesi lâzımdır. Bu da ancak mu’teber kitaplardan öğrenilebilir; çünkü her zaman, her yerde hoca bulmak ve suâl sormak zordur.
İtikâdda, inanılacak şeylerde mezheplere ayrılmaya izin verilmemiştir. İslâmiyetin bildirdiği tek itikâd vardır. O da, Ehl-i sünnet vel-cemâat itikâdıdır. Amelde, yapılacak işlerde ise ayrılığa izin verilmiştir. Onun için mezhep imâmı müctehid âlimler, dînde hükmü açıkça bildirilmeyen şeyleri, açıkça bildirilenlere benzeterek hükümlerini ortaya çıkarmışlardır. Bu hükümler, onların ictihâdlarıdır.
İmâm Abdülvehhâb-ı Şa'rânî buyurmuştur ki:
"Mezheb imâmlarının hepsi, bir mes'ele ile karşılaştıklarında cevâbını, önce Kur'ân-ı kerîmde ararlardı. Kur'ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde ararlardı. Burada da bulamazlarsa, icmâ-ı ümmette ararlardı. İcmâda da bulamayınca, bu mes'eleye benzeyen başka mes'elelerin, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), Sünnet (hadîs-i şerîfler) ve İcmâ'da bulunan cevâblarını esâs alıp mukâyese ederek, ictihâd edip benzeri cevâbı bulurlardı."
.30/08/2022
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 12 ziyaretçi (35 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
Bugün 916 ziyaretçi (1721 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|