AİLE VE İNSAN
Allah'ın belirlediği, insanlara rahmet ve birlik kurumu olarak gönderdiği İslam, fıtrat hukukunu temsil eder.(1) Her insan, ancak bu iI~hi sistem içinde huzur bulur ve kurtuluşa erer.(27
İslam'ın kaynak kitabı Kur'an, Allah'ın, insan hayatını kadın ve erkeğe dayalı olarak kurduğunu, aralarına karşılıklı bir ünsiyet koyduğunu, onları birbirlerinde sevgi ve sükunet bulacak şekilde hazırladığını şöyle beyan eder: "O'nun Ayetlerinden biri de kendi cinsinizden sizi cezbeden eşler yaratması, aranıza sevgi ve şefkat yerleştirmesidir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için mesajlar vardır."(3) Ayette açıkça belirtildiği gibi, insan hayatı, aile üzerine kaimdir. Tabii ki bu hayat, iman değeri ve İslam prensiplerine göre tanzim edilmelidir. İslami hayat pratiğinin, gerek ailede gerekse diğer sosyal ünitelerde takva bilincinin sürekli canlı tutulmasıyla gerçekleşeceği de şöyle dile getirilir:
"Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan da onun eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rebbinize karşı gelmekten sakının.."(4)
İslam fıkhının "sünnet" kavramıyla ifadeye koyduğu evlilik,(5) Peygamber Aleyhisselam tarafından uygulamaya konulmuş bir fıtrat tavrıdır. Demek ki İslam'a göre evlilik, anlamsız bir fantezi veya imtiyaz değil, en tabii bir ihtiyaç ve meşru bir hak olmaktadır.
Müslüman, bir ailenin en önemli ve öncelikli görevi, "Allah'a şeksiz inanan ve İslam'ı şirksiz yaşayan kişilikli insanlar yetiştirmektir." Kuran, değinilen görevin önceliğine şöyle dikkat çeker: "Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Oğulcuğum, sakın Allah'a ortak koşma. Çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), büyük bir zulümdür.(6)
Koruyucu Kale: Aile
Aile kurumunun fert ve toplum hayatında icra ettiği başka fonksiyonlar da vardır. Aile, cinsel güdünün denetim ve tanziminde, güzel ahlak ve Adabın kazanılmasında çok önemli bir misyona sahiptir. Evlilikle oluşan aile, tabii arzuların meşru biçimde giderilmesini ve soyu sopu belli nesillerin yetiştirilmesini sağlar. Aile, sefahat hayatına karşı koruyucu bir kaledir. Çünkü insan tabiatının kendini en iyi biçimde ifade edebildiği; sevgi, saygı, şefkat ve fedakarlık gibi yüksek değerleri realize edip pratiğe dönüştürdüğü yer ailedir. İnsan kişiliğinin kazanılması, geliştirilmesi ve olgunlaşması için en uygun iklimi sağlayan aile, bir nevi yüksek ahlak okuludur. Evlilik sonucu oluşan ailenin, insan açısından ne kadar gerekli olduğu, Kur'an'da şu anlamlı ifadelerle dile getirilir: ".. Onlar (erkekler) kadınlar için giysidir, siz kadınlar da onlar için giysisiniz.."(7) Bu ayet, kadın ve erkeği birbirlerinin giysileri olarak tanımlamaktadır. Bilindiği gibi elbise vücudu örter, giyeni güzelleştirir. Elbisesiz insan, kendini eksik ve güvensiz hisseder. Kadın ve erkeğin birbirlerinin giysileri olmaları, evlilik yoluyla gerçekleşir. Çünkü evlilik, eşleri zina ve benzeri pek çok günahlardan korur, maneviyatı kuvvetlendirir ve ahlaki güzelleştirir.
Gerek ailede gerekse diğer sosyal ünitelerde İslam eğitimi uygulamalarımız ya lafta kalmış ya da hatalı olmuştur. Bu durumda yapılması gereken ilk iş, kişi ve toplum yapısının en hayati besleyicisi olan aileyi ve diğer kurumları yeniden gözden geçirmek, onları asıl yapı ve fonksiyonlarına kavuşturup İslam insanı yetiştiren kurumlar haline getirmektir
Ailenin Tanımı ve Tabii Faaliyetleri
Ana - baba ve çocuklardan oluşan, yakın akrabalar vasıtasıyla da daha geniş bir alana uzanan aile, toplumun bütün katmanlarına etkili olan temel bir ünitedir. Onun en önemli rolü ise, "neslin devamını ve iyi yetiştirilmesini sağlamaktır". Ancak ailenin bu faaliyetini sürdürebilmesi, onun düzenli ve uyumlu olmasına bağlıdır. Böyle bir aile, duygusal, sosyal, ekonomik ve ahlaki şartlar yerine getirilerek kurulabilir. Sadakat, samimi sevgi, şuurlu itaat ve güzel ahlak gibi yüksek değerler üzerine kurulmuş aileler, İslam toplumunun en büyük güvencesidir.
Aile, toplumsallaşmada da önemli rol oynar. İnsanlar arasındaki akrabalık bağlarını geliştiren, bu bağlar, büyük ölçüde sosyo - ekonomik dayanışma ve karşılıklı destek haline dönüştüren kurum, ailedir. Yine, nesillerin islami değerlerle tanışmasına, sosyal değişimlerin sağlıklı ve istikrarlı biçimde oluşmasına katkıda bulunan kurumların başında aile gelir. Zaten bir kurumun varlığı, onun etkinliği ile ölçülür. Etkinliğini yitirmiş kurumlar, bir bakıma yok gibidir.
Aileye Yönelik Saldırılar
Günümüzde aile, birtakım çağdaş saldırılarla karşı karşıyadır. Çünkü, İslam dışı sistemler ve bu sistemler doğrultusunda oluşturulmuş kurumlar, aileyi temelinden sarsacak tehlikeler üretmektedir. Özellikle İslam'a düşmanlık ederek kadın haklarını savunduklarını sanan şehvet tacirleri, her fırsatta evliliği kötü göstermekte ve ailenin etkinliğini yok etmek istemektedirler. Kadını zevk aleti olarak kullananların kurdukları iblis tuzağına yakalanan çok sayıda insan, aile ve İslam dışı arayışların peşine düşerek çağdaşlık adına her çeşit günahı işleyebilmektedir. Ayrıca eğitim kurumları, genç nesillere büyük ölçüde İslam dışı değerleri taşımakta, kitle-iletişim araçları da adeta İslam dışı bir hayat tarzı oluşturmaya soyunmuş bulunmaktadır. Birtakım bağırgan seslerin, "cinsel özgürlük" sloganları atması, ~nikahsız beraberliğin" bazılarınca çağdaş yaşamın bir gereği sayılması gibi olumsuz gelişmeler, aileye yönelik saldırıların ve tehlikelerin hangi boyutlara ulaştığını gözler önüne sermektedir. İslam'a ve onun önerdiği evliliğe karşı çıkanlar kadını zevk aleti olarak kullanabilmek için fesat özgürlüğü istemektedirler.
Bütün bu olumsuzluklar karşısında müslümanlar, inandıkları ve söyledikleri doğruları hayata geçirmek; yeni nesillerin Allah sevgisi ve islami hayatı yaşama arzusu içinde yetiştirilmelerini sağlamak için yılmadan çalışmalıdırlar. Bu çalışmaya, Öncelikle ailede islami bir hayat modeli ortaya koymakla başlanmalıdır. İyi müslümanların geçmişte kaldığını söylemenin artık hiçbir yararı yoktur. Bugün, hayatın her alanında, iyi müslüman örneklerine ihtiyaç vardır. Çünkü dün hazırlanan, bu gün gerçekleşir ve yarını hazırlar.
Gerçeği görmenin ve açıkça söylemenin zamanı gelmiştir.Gerek ailede gerekse diğer sosyal ünitelerde İslam eğitimi uygulamalarımız ya lafta kalmış ya da hatalı olmuştur. Bu durumda yapılması gereken ilk iş, kişi ve toplum yapısının en hayati besleyicisi olan aileyi ve diğer kurumları yeniden gözden geçirmek, onları asli yapı ve fonksiyonlarına kavuşturup İslam insanı yetiştiren kurumlar haline getirmektir.
www.firase
.DİNDAR EŞ-DİNDAR AİLE
"Aile yuvasını" geçiçi hevesleri tatmin çağı olarak değil, sonuçları itibariyle öteki dünyaya uzanan, oradaki hayatın şeklini tayin eden "ebedi bir kurum" olarak görmek gerekmektedir. Böylesi bir bakış açısına sahip eşlerden oluşan aileler, daha doğrusu "dindar aileler" dünya Için olduğu kadar gerçek istikbal için de güven kaynağıdır.
Dindar Eş - Dindar Aile Çöküşü Paylaşma Istırabı
Uzunca bir zamandan beri aralarına katılmak için devlet yöneticilerinin yalvar-yakar olduğu Batı dünyası ve kültür ortamının, her şeyimiz gibi, aile yapımızı da ciddi boyutlarda etkilediği, sarstığı ve hatta bozduğu bir gerçektir. Akif merhumun ifadesiyle "gayesiz bir fikr ile" bize ait her mevcudu, her değeri resmen ya yıktık ya da yıkıma terkettik... Aileden sorumlu bir devlet bakanlığı kurulmuş olmasına rağmen sistem tarafından yıkıma terkedilen en son kalemiz Ailedir. Bu terkedişin, toplumun önemli bir kesimince onaylanmış olması asıl ıstırap kaynağını oluşturmaktadır.
Kitle iletişim araçları "mahrem" bir köşe bırakmadı. Kültür istilası anaforunda yegane sığınak gibi gözüken aile, büyük ölçüde o görevi yapamaz hale geldi. Aile, sığınak ve güven ortamı olmaktan çıkmak üzere.. Aslında herkes, çöküşün şu veya bu şekilde farkında.. .Yine herkes bir çaresizliği paylaştığının bilincinde...
Bütün bunlara rağmen hala değerlerini koruma, yaşama ve duyurma ihtiyacını ve iştiyakını duyan kafa ve gönüller de yok değildir. Bunlar azımsanmayacak bir yoğunlukta gündemdeki yerini almış bulunmaktadır. Yani müslümanlar şimdi kendi dünyalarını, kendi zeminlerini, kendi ailelerini arıyorlar.. İşte bu kesim çaresizliği önce kendi çapında ve çevresinde sonra da toplumda aşabilmenin çabasında.
Buna ilaveten memleketimizde yaz ayları genellikle yeni ailelerin kurulduğu günlerdir. Her yeni aile büyük sevinçlere, mutluluklara vesile olur. Fıtri ve tabii olan her şey gibi evlilikler, dÜğünler de güzeldir. Ancak çok sorunlu, o yüzden de pek nazik bir ortamın adıdır artık aile ve evlilikler...
"Dindar olanı seç!"
Köklü ve sağlam bir aile yapısı millet hayatının sıhhat ve devamının temel
Ebu Hüreyre radiyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kadın dört şeyden biri; malı, soyu-sopu, güzelliği verdini için alınır. Elleri toprak dolası, sen dindar olanını seç !"(l) şartıdır. Bu sebeple olmalı ki, ailenin kuruluşundan itibaren dikkat edilecek ana konular Sevgili Peygamber'imizin mübarek hadis-i şeriflerde açıklanmıştır. Biz bunlardan bir kaçına işaret etmek istiyoruz.
Hadisimiz eş seçiminde dikkate alınan dört unsuru, vakıayı tesbit çerçevesinde saymaktadır. "Vakıayı tesbit" demek, insanlar arasında adet olanı, olduğu gibi dile getirmek demektir. Yoksa "siz de öyle yapın" anlamında değildir. Nitekim Efendimiz açıkça müslümanlara, eş seçiminde "dindar olanı" tercih etmelerini tavsiye etmiştir.
Güzelliğin, zenginliğin ve soyluluğun hem geçici hem de olumsuz gelişmelere ve didişmelere gebe nitelikler olduğu binlerce kez tecrübe edilmiştir. Ancak "dindarlık", bütün beşeri ve dünyevi özellik ve niteliklerin özünde ve ötesinde, her türlü şart altında faydası görülecek ve kendisiyle mutlu olunabilecek bir vasıftır. Dindar eş ve aile bazılarının sandığı gibi sadece sıkıntılı zamanlar için değil, mutlu ve sevinçli zamanlar için de aynı derecede gerekli ve geçerlidir.
Hz. Peygamber'in şu ikazı pek manidardır: " Kim bir kadınla sadece sayu-sopu, şerefi, itibarı için evlenirse, Allah o kimseyi zelil eder. Kim bir kadınla sadece malından dolayı evlenirse, Allah onu fakir kılar. Kim de gözünü haramdan korumak, ırz ve namusunu muhafaza etmek, akrabası ile ilişkilerini devam ettirmek İçin evlenirse, Allah bu evliliği iki taraf için de hayırlı ve uğurlu kılar" (2)
"Rabblmiz!. Bize göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar ver!"(3)
ayetinde "göz aydınlığı" diye nitelenenler herhalde ve öncelikle "dindar eşler"dir. Huy güzelliği "dindarlık" la desteklenmesi halinde, sürekli mutluluk sebebi olur. Bu da göz aydınlığının ta kendisi olsa gerektir.
Uyarılar
Tercihini ve seçimini dindar eşten yana kullanması istenen müslüman erkeklere Hz. Peygamber şu gerçeği de hatırlatmıştır; "Mü'minlerin en olgunu, ahlakı en güzel olanlardır. Sizin en hayırlılarınız kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır."(4)
"Geçimini üstlendiği aile bireylerinl ihmal etmesi, kişiye veba.l olarak yeter." (5)
Sevgili Peygamberimiz, ailedeki denge, huzur ve mutluluğu sağlamak için on sahabi tarafından rivayet edilen bir hadiste hanımlara da şu gerçeği hatırlatmıştır.
"Şayet ben bir insanın bir başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, hanımın kocasına secde etmesini emrederdim."(6)
Bu hadis uslüb ve vurgu olarak ailedeki huzurun "sadakat ve itaat" noktasında toplandığını göstermektedir.
"Kocası kendinden razı olduğu halde ölen kadın cennete girer."(7)
Bu hadis ise, hem bir teşviki hem de bir tesbiti ihtiva etmektedir. Aile hayatında kadın, öteki unsurlardan ağırlıklı bir yere ve role sahiptir. Kadının yaratılışı gereği ahngan ve çabuk kırılan bir yapısı vardır. Dolayısıyla çevresindekileri ve öncelikle eşini rahatsız etme ihtimali büyüktür. Bu sebeple de Hz. Peygamber'in hanımlara yönelik uyarı ve irşatlan daha yoğundur.
İşte bu yoğunluk bile, dindar aile için "dindar eş" seçiminin lazım geldiğini ortaya koymaktadır. Giderek karmaşık bir hal alan toplum değerleri, aile yapısının geçmiştekinden çok daha sağlam olmasını gerekli kılmaktadır. Bilinen bir gerçektir ki, insanı üretici olduğu sürece değil, yaşadığı sürece değerli bulan, ona aile ortamında bakan bir aile kadar hiç bir şey mutlu edemez. Hangi darulaceze sakini gerçekten mutludur?
İnkar edilemez bir gerçektir ki, herkes evinde rahat eder. Evler ve aileler biribirlerine tahammül etmesini bilen sadakat ve ferakat sahibi eşler sayesinde huzur yuvası olabilir. Bu sebeple "aile yuvasını" geçiçi hevesleri tatmin ocağı olarak değil, sonuçları itibariyle öteki dünyaya uzanan, oradaki hayatın şeklini tayin eden "ebedi bir kurum" olarak görmek gerekmektedir. Böylesi bir bakış açısına sahip eşlerden oluşan aileler, daha doğrusu "dindar aileler" dünya için olduğu kadar gerçek istikbal için de güven kaynağıdır.
Sevgili Peygambeıimfz bir başka hadislerinde, dünyada elde edilmesi için gayret gösterilmeye değer bulduğu kıymetleri "şükreden gönül, zikreden dil ve ahiret işlerinde (bir iivayete göre de imanı yaşamakta) kocasına yardımcı olan dindar hanım" olarak bildirmiştir(8).
Öte yandan, şuna da işAret edelim ki, dindar eş seçimini tavsiye eden hadisimiz, dindar kişileri arkadaş edinmeyi öncelikle teşvik etfniş olmaktadır. Ayrıca burada erkeklere yönelik olarak söylenmiş olan "dindar olanı seç!" tavsiyesi, aslında ve tabii olarak, hanımlara da yöneliktir. Onlar da evlenecekleri erkeklerde öncelikle "dindarlık" vasfını aramalıdırlar.
Hadis-i şerifteki " hay elleri toprak dolası ( ya da olası)", diye tercüme edilebilecek olan "terlbet yedake" ifadesi, beddua görünümünde olmakla birlikte beddua anlamında değildir. Burada teşvik manasındadır. Ancak bu ifadede "şayet tavsiyemi tutmazsan, fakirleşir, sıkıntıya düşersin" gibi bir ikaz anlamı da sezilmektedir.
Sözün burasında peygamber tavsiyesinin gerçekliğine ve kurtarıcılığına inancımızı yenileyerek, bir kez daha Efendimiz'in tavsiyesine kulak verelim: "Sen dindar olanı seç ..." Çünkü bu seçim, mutluluk ve bir anlamda
da ebedi kurtuluş seçimi demektir? Öte yandan unutmayalım ki biz, kendimizi kendimize ait değerlerle kurulmuş ve donatılmış yuvalarda koruyabiliriz.
0 halde duamız hep aynı: "Rabbimlz bize göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar ver..."(8)
Dipnotlar
1) Buhari, Nikah 15; Ebu Davüd, Nikah 2; Nesm, Nikah 13; İbni Mace, Nikah 6; Darimi, Nikah 4; Muvatta, Nikah 21; Ahmed b. Hanbel, 11, 428,
2) Heysemi, Mecmeu'z-zevaid, lV,254,
3) Furkan Suresi (25), 74,
4) Buhari, Edeb 38-39,
5) Ebu Davud, Zekat 45; Hakim, elMüstedrek, IV, 500,
6) Ebu Davud, Nikah 40; Tirmizi, Rada' 10; Abdurrezzak, el-Musannef, Xl,
300-301,
7) Tirmizi, Rada' 10; İbni Mace, Nikah 4,
Bkz. İbni Mace, Nikah 5,
9) Furkan Suresi(25), 74
ww
.ERKEĞİN AİLESİ ÜZERİNDEKİ HÂKİMİYETİ
Erkek, âilenin Reisi ve Hâkimidir. Âile efradının güdücüsü, koruyucusu, murâkabe ve gözcüsü ve her türlü meşrû ihtiyaçlarını karşılayıcı bir ev reisidir.
Binaenaleyh erkek, böyle meşakkatleri üzerine alıp her türlü zorluklara göğüs gerdiğinden, kadının üzerinde Âmir ve kumandandır. Meşru olan emirlerinde erkeğe kadının itaat etmesi farzdır. Haram ve kötü olan emirlerine ise, itaat etmek yoktur. Zira Ülülemre itaat, helal ve doğru olan yerlerdedir.
Erkeklerin, âile reîsi ve söz sahibi olduklarını Yüce Allah (C.C.) şu âyeti celilesiyle beyan ediyor:
"Erkekler, kadınlar üzerine Hâkimdirler, (Âilenin reisidirler) O sebeple ki Allah (C.C.) onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Birde (erkekler onlara) mallarından infâk etmektedirler. İyi kadınlar (kocalarına) itaâtli olanlardır. Allah (C.C.j kendi (hak)'larını (Kur'an'ı Kerimde) nasıl koruyorsa, onlar da (Kadınlar da) öylece göze görünmeyeni (erkeğin gıyabında malını, onun ve kendisinin şeref ve namusunu, birde ev sırlarını) koruyan (kadın) lardır." (Nisa Suresi, 34)
Hz. Rasülü Ekrem (S.A.V.) Bir Hadis-i Şeriflerin de kadının kocasına itaat etmesinin lüzumunu aksi. takdirde büyük vebal ve kahra uğrayacağını mealen şöyle haber veriyor :
"Bir kadın, kocasının rızası olmadığı hâlde evinden çıkarsa, gökteki meleklerin hepsi ve cinnîlerle insanlardan başka varlıkların hepsi, o kadın evine dönünceye kadar lânet ederler" (El-H-icab, Keşfülgamme)
Şu halde evin reisi olan erkek, meşru olan yerlerde mutlak söz sahibidir. İtâat edilmesi lazım ve helal olan yerlerde emirlerine karısının itaat etmesi lazımdır. İtaat etmediği takdirde kahri ilahiyyeye müstahak olur.
Erkeklerin, ev reisi olduklarını beyan eden pek çok Hadis-i Şerifler vardır. Rasûlü Ekrem (S.A.V.) efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar :
"Hepiniz güdücü çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz (Sorulacaksınız) Emir (devlet Reisi: Padişah, Vâli ve Emsali âmirler) güdücü çobandır, Erkek ev halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evinin ve çocuğunun çobanıdır Binaenaleyh (Ey ümmetim) hepiniz güdücü çobansınız, ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz." (Buhari, Müslim)
Bu Hadis-i şerifte beyan edildiğine göre, her fert bulunduğu mevki ve salahiyetine göre birer amir, idareci ve güdücü çobandır. Aynı zamanda güttüklerinden de iyi veya kötü sorumludurlar.
Meselâ : Devlet reisi, îdare ettiği Memleket ve Milletin, Vali idaresinde bulunan Vilâyet ve halkından, Muhtar, idaresindeki mahalle, nahiye, köyden ve halkından, baba terbiyesi ile mükellef . olduğu evlatlarından, koca nikah altındaki karısından ve kadında muhafaza ve bakımı ile mükellef olduğu kocasının evinden ve çocuğundan sorumludur.
Şu halde Dünyaya gelen her fert, kendine göre çeşitli vazife ve mükellefiyetlerle yükümlüdür. İman eden her müslüman, bu vazifeleri üzerinde ve zamanında yaparsa ne mutlu ona, şayet kulluk vazifelerini müdrik olmaz ve yerine getirmezse, böyle kimseye de ne yazık ve ne kadar felakettir.
Burada yeri gelmişken ev reisi olan Erkeğe kayıtsız itâat etmek gerektiğinden bahsedildiği zaman, haram helâl, doğru, eğri ne olura olsun itâat lazımdır diyenlerin sözleri üzerinde duralım.
Âmirlik; Ev reisi Baba., Koca, Muhtar, Kaymakam, Vâli ve devlet reisi gibi en küçüğünden en büyüğüne şâmildir.
İki kişi arasında bir münakaşa oldu mu? "Efendim Ülülemre itaat lazımdır, falandır, filandır." dedikodu devam ediyor.
Diğer birisi de hayır efendim olamaz, Burada Ülülemre itaat edilmez, Neden edilmez? .
Efendim haram ve günah olan yerde Ülülemre itaat edilmez, diye cevap verir.
Bu münakaşanın hangisinin doğru olduğunu şer'i delillerle izah edelim. Ülülemir'den olan baba ve anaya itaatle ilgili âyeti Celilelerden bir tanesi şudur :
"Biz insana ana ve babasına güzellik (ve îyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer onlar (ana ve babalar), hakkında (durumun da) bilgin olmayan (tanımadığın) bir şeyi bana ortak koşman için (Şirk ve küfür etmen için) uğraşırlarsa, (Ey: Evlat! sen onlara o şirkleri husûsunda ki emirlerine) itaat etme." (Ankebut Suresi,
İşte bu âyeti celile de beyan edildiği üzere, anaya, babaya, hocaya, kocaya ve her hangi Ülûlemre itâat etmek; helâl caiz, güzel, iyi, ibâdet ve hayır , olan yerlerde ve emirlerdedir. Şirk ve masiyet olan yerlerde itâat etmek yoktur. Zira küfre itâat, küfür, masiyete rıza ve itaat mâsiyettir.
Ülûlemre itaat meşru ve helal yerlerde câiz ve lâzım olup, gayri meşrû emirlerine itaat etmemenin hükmünü bir de Resûlü Ekrem (S.A.V.) Efendimizin buyurduklarından okuyalım :
"Hâlik'a isyan olan yerde, mahluka itâat yoktur. (Ahmed bin Hanbeli Hâkim)
"Allah (C.C.)'a itâat etmeyen kimseye itâat yoktur." (Ahmed bin Hanbel)
"Allah (C.C.)'a Mâsiyet olan yerde (Kula) itâat yoktur." (Ahmed bin Hanbel)
"Kula itâat, ancak mâruf (Meşru ve helâl) olandadır." (Buhari)
Bu gerçekler karşısında, çeşitli yerlerde çeşitli sebeplerden dolayı, "aman efendim Ülûlemre itaat lâzımdır" diyenlerin söz ve iddialarının doğru veya eğri yönleri açıklanmış oluyor.
Evet Âile reisi olan erkek, "Ben Âmirim, bana kayıtsız şartsız itaat edeceksin" diyerek âilesinin tepesine dikilip zûlüm yapmağa hakkı yoktur. Bununla beraber meşrû olan bütün emirlerine itaat etmesi ve kudreti nispetinde kocasının sözlerini yerine getirmesi müslüman bir kadın için farz ve lâzımdır .
Kadının farz olan ibadetlerine hiç bir suretle kocası mâni olamaz. Hatta zengin olan âilesi Hacca gitmek istediğinde "Salmam" dese, kadın burada itaat etmeyip gidebilir, Zira kocanın meşru olmayan isteğine ve emrine karısının itaat etmesi yoktur. Erkek gibi kadında dîni, fikri, malî ve ibadet hürriyetine sahiptir. Ancak nâfile ibâdetlerde kocasının izni olması şarttır.
Bu meselelerin daha genişi fıkıh ve ahlâk kitapların da zikredilmiştir.
Ev Reisi olan erkeklerin; kendisini, karısını, çocuklarını, ana ve babaları gibi yakınlarını koruması, bakıma muhtaç olanlara bakması ve her türlü dinî, dünyevî ve uhrevî hayatını mesut halde bulundurması lâzımdır.
Allahüzülcelal Hazretleri aşağıdaki âyeti celileninde şöyle buyuruyor:
"Ey îman edenler! gerek kendilerinizi ve gerek âilelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanla (Kafirlerle) taştır. (O ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı Melekler (Cehennem zebanileri) vardır (Memurdur) ki onlar A11ah (C.C.)'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler, neye de memur edilirlerse yaparlar." (Tehrim Suresi, 6)
Yukarıdan beri naklettiğimiz gerçeklerden anlaşılmıştır ki; Müslüman erkek, âile reisidir. Meşru olan her emrine, karısı, çocukları ve kendisinin himayesinde bulunan küçük kardeşlerinin ve yetimlerin itâat etmesi lâzımdır.
Âile reisi olan erkeğinde, hem kendisini ve hem de bakmakla, korumakla mükellef olduğu aile efradının dünyevî saâdetini temin edip helâk ve felaketten koruması için bütün imkânlarını sarf etmesi lâzımdır.
.KADININ FEDÂKARLIĞI
İslâm hukûkuna göre evli kadın, kocasının evinde bir işçi, kocası bir iş veren değildir(137). Ancak müslüman bir hanımın, iyi geçimin bir gereği olarak, kocasının evinde severek hizmet etmesi ve ev işlerini görmesi, büyük bir fedâkârlık sembolüdür. Bu husûsda kadınların, yapmaları uygun olan hizmetleri yerine getirmekten kaçınmaması, erkeğini memnûn etmeğe çalışması ve elinden geldiği kadar ona yardımcı olması gerekir (138).
Müslüman hanımı, Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini her zaman kendine rehber edinmelidir:
"Eğer bir kimseye, Allâh’dan başka birine secde etmesini emredecek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim. Bunun sebebi, Allâh’ın erkekler için kadınlar üzerine kıldığı haklardır." (139)
Nitekim ashâb-ı kirâmın hanımları ev işlerinde çalıştıkları gibi, kocalarının işlerine bile yardım ederler ve onları memnun etmeye son derece gayret sarfederlerdi. Hz. Fâtıma (r.anha) ile Hz. Ali (r.a.) evlendiklerinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, geçim işlerini aralarında taksim ederek, evin dış işlerini Hz. Ali (r.a.)’a, iç işlerini de Hz. Fâtıma (r.anha)’ya vermiş ve Hz. Fâtıma (r.anha)’ya hitaben şöyle buyurmuştu:
"Kızım Fâtıma, sen Ali’ye câriye ol ki, o da sana köle olsun." (140)
Hz. Fâtıma (r.anha), babasının bu tavsiyelerine uyarak, kocası Hz. Ali (r.a.)’a gücünün üstünde hiç bir masraf yüklemeyip daima eldeki ile yetinirdi. Bütün âile fertlerinin elbiselerini bizzat kendi elleriyle biçip dikerdi. İbâdet dışında hep ev işleriyle uğraşırdı. Evin ihtiyacı olan suyu, kuyudan çekip çıkarır, omuzuna koyup getirirdi. Bu yüzden ip boynunu kesmişti. Un elde etmek için devamlı olarak el değirmenini bizzat kendisi çeviriyordu. Nihayet elleri nasırlaşmıştı (141). Ayrıca evini süpürüyor, yemek de pişiriyordu (142).
Hz. Ebûbekir (r.a.)’ın kızı Hz. Esmâ (r.anha) vâlidemiz, kocası Hz. Zübeyr (r.a.)’ın işlerinde çalışır, atının bütün hizmetlerini görür, başının üzerinde tohum ve hurma çekirdeği taşırdı. (143)
İslâm hanımının evi ve âilesi, kendisi için huzûr ve mutluluk yeridir. Âile sorumluluğunu tam mânâsıyla idrâk ederek, onlara hizmet etmeyi üzerine borç bilmeli ve vazîfelerini hakkıyla başarmalıdır.
Âilede erkek de boş vakitlerinde hanımına yardımcı olmak durumundadır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, evde uygun zamanlarında elbiselerini yamar, ayakkabılarını ta’mir eder, hayvanları sağardı. (144)
Ashâb-ı kirâmdan Esved b. Yezîd, Hz. Aişe (r.anha)’ya Rasûlullâh (s.a.v.)’in evde bulunduğu zamanlarda ne işle meşgul olduğunu sorduğunda şu cevabı almıştı: "Ev halkına, ev işlerinde yardım eder, ezânı işitince namaza çıkar idi." (145)
.AİLE GEÇİMSİZLİKLERİNİ ÖNLEMEK
İslâm, milletin varlığını teşkil eden âile hayatının mesut ve huzurlu olması için, gerçek ve keskin hükümler beyan etmiştir.
Bir milletin huzûru, terakkî ve teâlisi, o milletin bireylerini teşkil eden âile ocaklarının huzur ve saâdetine bağlıdır. Binaenaleyh, âilenin çatısını teşkil eden ev reisi erkek ile medeniyet ve terakkinin tamamlayıcı unsuru ve erkeğin felâketini önlemeye sebep olan ev hanımı olan kadındır.
Aile bireyleri olan karı ile kocanın geçimsizlik yapmamaları ve birbirlerine sevgili ve saygılı olarak yaşamaları için şu hususlara riayet etmeleri şarttır :
1 - Kadın, erkeği âile ve ev reisi olarak tanınması ve bilinmesi lâzımdır. Bu bir dinî, ahlâkî ve ilâhî hükümdür. Binaenaleyh helâl ve doğru olan her emrine itâat etmesi lâzımdır.
2 - Kadın ve erkeğin huy ve tabîatlarında birbirlerini anlaması ve anlaşması lâzımdır.
3 - Fikir ve ahlâk bakımından birbirlerine saygı ve hürmet etmelidirler. Yani ev işlerinde ve emsali şeylerde istişâre ve fikir teatisinde birbirinin fikrine iltifat ederek değer vermelidirler.
4 - Kadın ve erkek, her iki tarafta bir birbirinin haklarına riayet etmesi lâzımdır. Karı, koca haklarının uzun îzahı hemen ileride ayrı ayrı beyan edilecektir.
5 - Erkek île kadın, müşterek veya her birinin kendisine has vazifelerine riâyet etmeli ve birbirinin vazîfesini hiçimsememeleri lâzımdır. Her ikiside birbirinin vazifelerinde yardımlaşmaları veya vazifelerini takdir etmelidirler.
Meselâ : Erkek, devamlı hayatta ve mematta lâzım olacak evin ihtiyacını, âilenin nafakasını, mehrini ve her türlü ihtiyaçları karşılamak için çeşitli vazife ve iş görmektedir. İşyerinden, dükkânından dairesinden, câmisinden, cemaatinden ve sair vazifelerinden evine geldiği zaman, karısı güler yüzle, tatlı dille ve en güzel saygı ve sevgi ile taltif etmesi ve gereken hizmetinde bulunması lâzımdır.
Kadın da, kocası gittiği zaman onun evini, çocuklarını bekliyor, yemeğini yapıyor, cinsi arzusunu tatmin ediyor ve erkeklerin yapamayacağı pek çok vazifeleri görmektedir. Kadının, bu ve benzeri vazifelerini de erkeğin takdir etmesi ve iyi muâmele yapması lâzımdır.
Binâenaleyh, şuurlu ve îmanlı olan her erkek ve kadın, birbirlerini kötülemek değil, son derece birbirlerine ve yaptıkları vazifelere saygı gösterirler. Böylece karşılıklı sevgi, saygı ve takdirle mesut bir âile yuvasında yaşarlar. Bu hali temin eden âileye ne mutlu. Hak teâla bütün müslüman kardeşlerimize, bu bahtiyar hayatta olmalarını nasip buyursun, Âmin.
Fakat ne yazık ki, bugün bulunduğumuz cemiyette boşanma dâvalarından geçilmemekte, ev halkının pek çoklarında da istenen ve beklenen huzur saâdet görülmemektedir.
Buraya faziletli kişilerin arasında geçen şu olayı nakletmek yerinde olacaktır :
"Bir gün Hz. Ömer, (R.A.)'e hanımından şikâyet etmek üzere bir adam geliyor ve Hz. Ömer (R.A.)in kapısına geldiği zaman adam, Hz. Ömer (R.A.)'in hanımı Ümmü Gülsümün (R.A.) Hz. Ömer (R.A.)'e ağır ve acı laflar attığını işitiyor.
Bu duruma muttâli olan adamcağız kendi kendine, "Ben bu adama karımdan şikâyet etmek istiyorum, halbuki bende olan belânın aynısı bunda da var" diyor.
Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) o adamı çağırıyor ve şikâyetini dinliyor.
Adam; "Ben sana karımdan şikâyet etmek istemiştim. Fakat senin karından, bu sözleri işitince (şikâyetten vazgeçtim) döndüm. "
Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) benim üzerimde onun bir çok hakları olduğundan onun o sözlerini ve hareketlerini hoş görüyorum diyor ve o hakları şöyle sayıyor :
a) O karım, benimle cehennem arasında bir sütre ve perdedir. Binaenaleyh kalbim (ve nefsim) onunla haramdan (Zinadan ve emsâlinden uzaklaşır ve sâkin olur. Yâni nefsim ve şehvetim onunla cimâ etme netîcesinde her türlü haramdan uzaklaşır, dolayısıyla Cehennemle benim aramda bir perdelik vazîfesi görmüş oluyor.
b) O karım, benim hazînedarımdır. Binâenaleyh her ne zaman ben evimden çıkarsam benim evimin bekçisi ve muhâfızıdır.
c) O karım, benim çamaşırcımdır. Benim elbisemi yıkar.
d) O karım, benim çocuğumun süt anasıdır.
e) O karım, benim ekmekçimdir.
Bunun üzerine b adam, sendeki olan bütün bu haller bende de aynıdır, Binaenaleyh sen, karındaki kusurlarını hoş gördüğün gibi, bende karımın kusurlarını hoş görüyorum, diyo:." (Akkirmani, Şerhi Hadisi arbain, s.202)
Ey yirminci Asrın insanları ve Ey garp hayranları ve ey moda düşkünleri ve ey sosyete hayat sahipleri ve ey âile yuvasının kutsiyetini bilmeyenler ve ey İslâm ahlâkından haberdar olmayanlar? bakın okuyun âile ocağına dolaysıyla top yekun Millete huzur, saâdet ve terakki getirecek fazîletli insanlık ve âile hayatı işte budur.
6 - Meşrû mâzeret olmadığı müddet, karının kocasına cinsi arzusunu yerine getirmesi lazımdır.
7 - Karı kocasının ve koca karısının, babasına, anasına kardeşlerine ve yakın akrabalarına saygılı olmâsı lâzımdır. Aksi takdirde birbirinin yakınlarını tahkir eder, hürmetsizlikte bulunursa, elbette karşı tarafta üzülür, gücenir ve nihâyet oda aynı hareketle mukâbelede bulunur. İşte o anda âile huzûru diye bir şey kalmaz.
8 - Kadın ve erkek, evin sırrını dışarıya çıkarmamalıdırlar. Aralarında geçen en mahrem cihetleri veya ufak tefek dedikoduları sağa sola yaymamaları lâzımdır. Zira "Sivilci kaşıya kaşıya yara olur" kabîlinden tolerans!a karşılanacak pek çok âile sırları ve halleri söylenirse, geçimsizlikler baş gösterir.
9 - Kocanın. karısını dînî, ahlâki yönden îkaz edip her türlü dedikodularını nasîhat ederek gidermeye çalışması lâzımdır.
Yukarıdan beri saydığımız maddelerin esasını teşkil ve tebyin eden şer'i hükümlerden bazıları şunlardır :
"Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara gelince :
- Onlara (Evvelâ) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın. (Yine kar etmezse) dövün; size itaat ederlerse, aleyhlerine bir yol aramayın, Çünkü Allah (C.C.) çok yücedir. çok büyüktür.
- (Eğer karı ile kocanın) âilesinden bir hakem, (kadının) âilesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah (C.C.) aralarında (ki dargınlık yerine geçime), onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur. Şüphesiz ki Allah (C.C.) hakkıyla bilicidir. (Her şeyin hükmünden) haberdardır.
Eğer bir kadın, kocasının uzakla;masından (yatağını terk etmesinden nafakasında ihmal göstermesinden), yâhut (herhangi bir sûretle kendisinden) yüz çevirmesinden endişe ederse, sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha hayırlıdır." (Nisâ Suresi, 34,35)
Bu âyeti celilelerde, âile hayatındaki geçimsizliklerin giderilmesi husûsu beyan edilmiştir. Bu hükümleri maddeler hâlinde şöyle açıklayabilîriz.
a) Karı ile kocanın arasında bir geçimsizlik ve dedikodu geçer ve kadın kocasına karşı serkeşlik eder kocasının lafını ağzında koyarak karşılarsa, kocası karısına dînî öğütlerle itâat etmesini ve âile huzûrunun temini için, kötü davranışlarını terk etmesini açık bir dil ile tavsiye eder.
b) İtâatsız kadın, kocasının nasihat ve öğüdünden almazsa, karısını kendi yatağında yalnız başına terk eder. Bu hâlin yapılması ile kocasına içten bağlı ve nâmuslu kadınlar yola gelir. Zira kadınlar da efendilerine karşı bağlılıklarından dolayı yalnız başına hortlayıp kalmak onları çok içlendirir ve kıskançlık hasletlerinin de neticesi olarak efendilerinin kendilerinden tamâmen soğumalarından korkarlar.
c) Kocasının nasihati ve yatağını ayırması ile de yola gelmeyen kadını kocası, yüzüne ve fercine vurmamakla, ve sopasız olmak ve kırıcı da olmamak şartı ile döver. Ataların bir sözü vardır, "Dayak Cennetten çıkmış" derler. Dayağı yiyince yola gelir ve kocasına itâat eder. Netice de Cenneti boylar.
Bu hükümleri Şâir şöyle açıklamış : Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
Kocasının karısını tazir ve tekdir suretiyle dövmesi, şu hususlarda câizdir :
1 - Hanımın, kocasının huzuruna giyip takınması lâzım gelen ziynetini takınmaması neticesindedir. Zira kadın, bütün süs eşyalarını giyinmesi ve güzel kokulanıp kocasının huzuruna çıkması lâzımdır. Fakat yirminci asırda bu hareket tamamen tersinedir. Kadın, iş zamanının dışında evinde bulunduğu zaman imkân dahilinde ziynetlerini takınıp kocasının huzuruna çıkıp, dışarıya çıktığı zamanda ise, imkân dahilinde ziynetlerini, süslerini ve süs yerlerini kapatması lâzımdır.
Fakat şaşılacak ve hayret edilecek. şeylerdendir ki, gelin olmuş, kocaya varmış kadınlardan bir çokları sanki bir daha gelin olacak veya piyasaya satılık mal gibi sokağa çıkışları cidden esef vericidir.
Evde pislik içinde bulunup, dışarıya yabancı erkeklerin göreceği yere süslenerek, kokulanarak çıkan melun kadınları, elbette kocası dövebilir. Ve böyle olmalarını hoş gören erkeklerde nâmusunu kıskanmayan belki de bir gün namusunu ortaya atan ve başkasına teslim eden bir zavallı mahluk olabilir.
2 - Kocası, karısını döşeğe dâvet ettiği zaman meşr0 mâzeret yok iken icâbet etmediğinde dövme hakkı vardır ve dövebilir,
Zira hasta, hayızlı ve nifaslı olmadığı taktirde kadın kocasının döşeğine dâvetini reddetmeye hakkı yoktur. Kocasını zinaya gitmekten alıkoymak ve evine bağlılığını temin etmek için kadın kocasının cînsî zevkini tatmin etmekle mükelleftir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyor :
"Kadın, kocasının döşeğinden kaçarak yatarsa, kocasının yatağına dönünceye kadar melekler o kadına lânet ederler." (Buhâri)
3 - Karısı namazı kılmadığı zaman, kocasının dövme hakkı vardır ve dövebilir. Zira namaz, bir farzı ilâhidir.
4 - Cünüplükten gusül etmeyen karısını, kocası döver. Zira buda bir vecîbe-i İslâm'dır ve bir tahârettir.
Kocasının izni olmadan veya müsâade etmediği yere karısı çıkar ve giderse, kocasının dövme hakkı vardır, Fakat bu dövme hakları, yukarıdaki hükmü ilâhi mûcibince nasîhat ve yatağını veya odasını ayırdıktan sonra en son çâredir.
Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde mealen şöyle buyuruyor :
"Allah (C.C.)a inanan bir kadın için; kocasının sevmediği, istemediği bir kimseyi kocasının evine girmeye izin vermesi,
- Kocasının izni ve rızası olmadan evinden çıkması,
- Kocası hakkında (aleyhinde) söylenen hiç bir kimseye itâat etmesi,
- Kocasının döşeğinden kaçması helâl olmaz " (Hakim) Bu hükümlerin daha genişi Fıkıh ve ahlâk kitaplarında zikredilmiştir.
d) İkinci âyeti Celilede, de araları açılmış karı ile kocanın arasını bulmak için, her iki taraftan da ortaya birer sulhçu dikilmesini tavsiye duyurulmaktadır.
Öyle ya tek taraftan sulhçu gitse, tam âdil olamaz. Bir başarı da elde edilmesi güç olur veya hiç bir netice vermez. Sözü dinlenir iş adamı ve güzel ahlâkı ile bilinen kimselerin araya girip ortayı bularak ıslâh etmeleri, sönmek ve yıkılmak üzere olan bir ocağı yapmaları ne güzel ameldir ve övülmeye değer iyi hareketlerdendir.
Şâyet bu güzel amelleri işleyip huzurlu aileyi huzursuzluğa veya âile yuvalarını yıkmaya çalışan müfsitler hâlinde olanlar olursa, bunlar iblisin aveneleri melun insanlardır. .
Böyle müfsitlik yapanlar hakkında,. Hz. Resulü Ekrem (S.A.V.) efendimiz şöyle buyuruyor :
"Bir kimse, kadını kocasına isyan ettirirse, bizden(Ümmeti Muhammed'den) değildir." (Nisa Suresi, 34-35)
Ailenin geçim ve huzuru için gereken bütün çarelere başvurulduğu halde, kadın yine serkeşlik ederse, son çare talâk vermek sûretiyle imkâna baş vurmaktır. Fakat bu yolu bugün bilen ve yapanda hemen hemen yok hâlindedir.
Nikahlanan bir erkek, karısına 3 talâkla sahip olur. Binaenaleyh. geçimsizliğin en son çaresinde bu üç talaktan birisini, erkek kadın hayızlı değil iken verir. Üç ay iddet bekler. Sonra tecdidi Nikah yaptırır iki talakla âileliğe devam eder. Kadın yola gelmez yine ahlaksızlık ve itaatsızlık yaparsa, ikinci telâkı verir, iddetini bekler. Nikâh tazeletir ve âilelik hayatına devam eder. Yine ıslâh olmazsa en son talakını verir ve işini bitirir. İşte buna fıkıhda "Ahseni Talâk - en güzel talakı denir bu şekilde ayrılmakta her iki taraf için bir sâadettir.
Bu hususta cenabı hak şöyle buyuruyor :
"Eğer (Karı koca) birbirinden (boşanıp) ayrılacak olursa, Allah (C.C.) her birini fazlü keremiyle ihtiyaçtan vâreste kalır." (Nisa Suresi, 130)
.ÂİLEDE SAADET PRENSİPLERİ
*Aile seâdeti, eşler arasında karşılıklı sevgi, saygı, hürmet ve anlayış esasına dayanır. Birbirlerine karşı olan vazifelerin bilinmesi ve yapılması şarttır.
*Erkek, evine her zaman güleryüzle ve selâm vererek girmelidir.
*Kadın da, akşamleyin yorgun bir şekilde işinden dönen kocasını, kapıda güleryüz ve tatlı bir edâ ile "hoş geldiniz!" diyerek karşılamalı, hal ve hatırını sorarak gönlünü almalıdır.
*Kadın, her sabah efendisini evinden uğurlarken de, yine güleryüz ve nezâketle kapıya kadar uğurlamalı ve hakkında hayır duâda bulunmalıdır.
*Kadın, sofrayı vaktinde, efendisinin arzu ettiği yemekleri hazırlayarak, güzel bir şekilde tanzim edip kurmalı ve yemeği aslâ geciktirmemelidir.
*Kadın, herşeyde becerikli, temiz, tertipli ve düzenli olmalı, kocasının karşısında da güzel giyimli ve görünümlü bulunmalıdır.
*Kadın, evini ve çocuklarını mahâretle idâre etmelidir.
*Kadın, kocasının akrabâ ve yakınlarına iyi davranmalı ve bu vesile ile kocasının sevgisini kazanmalıdır.
*Kadın, kocasının sırlarını gizlemeli ve başkalarına açmamalıdır.
*Kadın, kocasının sözünü dinlemeli, İslâm’a uygun her emrini yerine getirmeli ve ona aslâ itiraz ve muhâlefette bulunmamalıdır.
*Kadın, efendisine karşı hürmet, hizmet ve itâatte kusur etmemeli, erkek de hanımına karşı olan vazifelerinde dikkat ve itina göstermelidir.
*Kadın, kocasına başka kadınların güzelliklerinden ve özelliklerinden bahsetmemelidir. Nitekim hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur:
"Hiç bir kadın, kocasına başka bir kadını tasvîr edip, özelliklerini anlatmasın!. Öyle ki, kocası sanki o kadını görüyormuş gibi olur.." (238)
*Erkek, Allâh’ın kendisine bir emaneti olan hanımına, daima güleryüz ve tatlı dille muâmelede bulunmalıdır.
*Erkek, hanımının kendisine ve yaptığı işlere çirkin dememeli ve yaptığı işleri beğenmemezlik etmemelidir.
*Erkek, hanımıyla güzel geçinmeli, sebepsiz ve basit meselelerden dolayı ona darılıp kızmamalı ve onu yalnız başına terketmemelidir.
*Erkek, hanımının meşrû olan arzu ve isteklerini titizlikle yerine getirmelidir.
*Her iki taraf, birbirlerinin sevinç ve üzüntülerini paylaşmalıdır.
*Yapacakları işleri birbirleriyle istişare ederek ve danışarak yapmalı, böylece âilede karşılıklı güven, ülfet ve muhabbet, birlik ve beraberlik sağlamaya çalışmalıdır.
*Ailede erkek ve kadın, birbirlerine karşı daima şefkat ve muhabbetle, hürmet ve itâatle, güleryüz ve tatlı dille davranmalıdırlar.
*Her iki taraf, kendi anne ve babalarına nasıl hürmet ve itâat ediyorlarsa, kayınpeder ve vâlidelerine de aynı şekilde hürmet, hizmet, itâat ve muhabbet etmelidirler. Onlara yaptıklarının aynısını, zamanla kendi damad ve gelinlerinden göreceklerini unutmamalıdırlar. Çünkü ne ektiysek onu biçeceğimiz muhakkaktır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Ebeveyninize itâat ve ikrâm ediniz ki, evlâdlarınız da size ikrâm ve itâat etsin!" (239) buyurmuşlardır.
.
Hanımefendiyi İlgilendiren Beyefendiyi de İlgilendirir
|
|
|
Aile kurumunun ciddi tahribata uğratılmaya çalışıldığı bir zamanda yayına başlayan ‘’Hanımefendi’’ dergisinin yayın yönetmeni Saliha ERDİM ile Hanımefendi dergisini ve günümüzde en çok yaşanan aile problemlerini konuştuk:
Söyleşi: Mahmut BIYIKLI
Saliha Hanım bize faaliyet alanlarınızdan bahseder misiniz? Neler yapıyorsunuz?
Efendim, şu anda Hilal TV’de “Hanımefendi” isimli bir program yapıyorum. Gruplara “çocuk ve aile” konularında seminerler veriyorum. Bu aydan itibaren de yenidünya dergi grubuna bağlı olarak yayınlanacak olan Hanımefendi dergisinin editörlük görevini üstlenmiş bulunmaktayım.
Hanımefendi Dergisi hangi boşluğu dolduracak? Hitap ettiği kitle sadece hanımlar mı olacak?
Efendim, Hanımefendi dergisi olarak teknik bilginin yanında daha çok pratiğe dönük yüzüyle okuyucularımıza hitap etmek istiyoruz. Okuyucumuzun elinden bırakamayacağı, eşine dostuna, hediye abonelikler yaptıracağı ve içinde hayatın realitesini, uygun çözümleri ve dahası kendisini bulacağı bir dergi olmasını hedefliyoruz. Dergimizin adı “Hanımefendi”. Fakat muhatabı aynı zamanda beyefendiler. Çünkü hanımefendiyi ilgilendiren her şey aynı zamanda beyefendiyi de ilgilendiriyor. Hayat hep içice geçmiş halkalar gibi temas ve ilgi ile devam ediyor. İkisi birbirinden kopuk ve muhalif değil. Muhatabımız özelde hanımefendi, genelde ise her yaş ve seviyedeki insan.
Hanımefendi Dergisi toplumumuzdaki bozulmalara karşı nasıl bir çözüm önerisi sunuyor?
Doğru kaynaktan, uygulamak amacıyla kesintisiz bilgilenme, küçük gruplarla bunları paylaşma, aynı paralelde düşünen arkadaşlarıyla kendilerini eğitmeye yönelik çalışmalardan başlanabilir. Aklımızı doğru bir istikamette aktif olarak kullanmaya ihtiyacımız var. Bunun engellerini tespit edip tedbir üretmeliyiz. Bunların yanında televizyona alternatif uygulamalar ile ciddi bir sınırlama getirilmeli. İnsan çok boyutlu bir varlık. İhtiyaçlarına cevap verecek uygun çevre ve ortam oluşturulmalı. Fakat en önemlisi de aileyi, dengeli tutarlı davranan yetişkinlerin, nitelikli evlatlar yetiştireceği bir işleyişe ve atmosfere kavuşturacak yetişkin eğitimi merkeze almalı.
Hanımefendi Dergisi olarak hedefleriniz nedir, neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Hanımefendi Dergisi olarak hedefimiz, özgül ağırlığı yüksek bir kişilik yapısı için hanımefendiye, hem kendisi, hem eşi, hem de çocukları için destek verebilmek ve kuşatabilmek. Aynı zamanda pratik çözümler ve somut önerilerle, bazen kendi elimizle zorlaştırdığımız hayatı, daha kolay yaşanılır hale getirmek ve coşkuyu arttırmak. Yaşam kalitesini arttırıcı düşünce ve uygulamalarla güçlükleri birlikte aşmak niyetindeyiz inşallah.
Hanımefendi Dergisi’nde okuyucuları hangi sürprizler bekliyor?
Zaman zaman o ay işlediğimiz konu ile ilgili röportajlar yapacağız. Belli zamanlarda okuyucularımızın ihtiyaçlarını giderecek konularda eğitim seminerlerimiz olacak. Hediyeli kampanyalarımız, ve hediyeli bulmacalarımız olacak. Hediye kitap ve VCD’ler vereceğiz ve başka sürprizlerimiz de olacak. Sürekli irtibat halinde olup ihtiyaçları tespit ederek ona göre yeni formüller bulmak düşüncesindeyiz.
Günümüzde en çok yaşanan aile problemleri nelerdir? Sizce bu problemlerin çözümü nedir?
Günümüzde en çok yaşanan aile problemi, bence aile problemi olmaktan önce insanın kendisiyle yaşadığı bir problem diye düşünüyorum. Mecburi eğitim bitince kitabın kapağını kapatan, okudukları varsa onları da bilgilenmek adına okuyan, önce kendisini geliştirip değiştirmesi gerekirken, sadece muhatabını eleştirip, talepte bulunan ve bunu da yanlış metotla yapan birisini düşünün. Bu insan evlenmese de, kendisi ve ailesiyle sorun yaşar. Muhatabını dinleyip anlayarak, neye ihtiyaç varsa ona göre davranmaya çalışmak yerine, doğru olduğunu düşündüğü tarzda bir-iki davranıyor, sonuç göremeyince pes edip eski usulüne dönüyor. Sadece mazeret üretip, birilerini suçlamanın geçici rahatlığı ile çözümden uzaklaştığının farkında değil. Evleniyor fakat hala tek kişilik yaşıyor. Sorumluluk duygusu yeterince gelişmemiş, ailede 3-4 çocuk var, eşine hala “işine gelirse” diyebiliyor. Ve daha niceleri. Tabi bunlar sonuç. Gerçek sebep, doğru bilgiyle, hayatın aydınlatılıp bilgece yaşamaya talip olunmaması. Biz toplum olarak, aklımızı besleyecek bilgi kaynaklarının yanlışlığı yüzünden, kültürel gıda zehirlenmesi yaşıyoruz. Zihnimize kaydettiğimiz görüntüler ve edindiğimiz bilgiler sonucunda, ihtiyaçlarımız ve o ihtiyaçları giderme yollarımız değişti. Hayata ve insana bakışımız değişti, dolayısı ile de hayata ve insana karşı duruşumuz da değişti. Hayatımızı şekillendirmesi gereken asli kaynağımız Kuran-ı Kerim ve onun yüce temsilcisi Peygamberimiz (s.a.v.), sempozyum ve panellerde coşkuyla anılıyor sonra, o anlam ve duygu daimi durduğu rafa kaldırılıyorsa, bu geçici coşku bilgiyi hayata geçirmeye yetmedikçe patojen mikroplar gibi zihni istila eden, yağmalayan yıkıcı kültürle nasıl baş edebilir.
Problemlerin çözümü, semptomdan yola çıkarak, sorunun kaynağına ulaşmak ve kaynakla irtibatı kesmekle başlar. Daha sonra zor da olsa, Rabbimizin yardımının yanımızda olacağı inancıyla bir ucundan, düzgün bir hayatın temellerini atmaya başlamakla devam etmeli diye düşünüyorum.
Okuyan düşünen kendini yetiştiren bir anne niçin önemlidir?
Okuyan ve düşünen bir anne; kendisi olabilmiş, sınırlarını ve anlamlarının belirlemiş, bulunduğu her alanda özgün duruşu ve yapıcı yaklaşımlarıyla katkı aşamasına gelmiş kendini yenileyen, kısır döngü içinde bocalamayan ve düşünen evlatlar yetiştirecek bir neferi çağrıştırıyor bana. Doğru anlamlar, doğru bilgi ile oluşturulduğuna göre, kendisine, eşine, çocuklarına ve hayata doğru bir anlam yükleyen anne, yük alan fert değil, yük alan bir fert olarak ve iftihar edilecek evlatlar yetiştirmeye adaydır. Bu sebeple okumak ve düşünmek insanı insan yapan sürecin başlangıcıdır.
Son olarak Hanımefendi Dergisi okuyucularına mesajınız nedir?
Elele, gönül gönüle, daha iyi olmaya kararlıyız. Bize göre “DAHA İYİ OLMAMANIN MAZERETİ YOK.” Hanımefendi ve beyefendi kardeşlerimizin dua ve fiili katkılarını, desteklerini istirham ediyoruz. İnşallah, birlikte daha güzel nice çalışmalara diyoruz.
Çok teşekkür eder, hayırlı çalışmalarınızda başarılar dileriz…
Teşekkürler efendim
AİLEDE KADIN NASIL DAVRANMALI
Saliha bir kadın, önce evinin kadını olmalı. Kocasına, akrabalarına, komşularına karşı daima saygılı ve uyumlu bir kişilik sergilemelidir.
Tutumlu olmalı, zira Allah (c.c.) israf edenleri sevmez. Evde herşeyi dikkatli ve itina ile kullanmalı. En ufak ve değersizmiş gibi görülen her şeyi değerlendirmesini ve yerinde kullanmasını bilmeli. Zenginde olsa, her şeyi bolca alabilecek imkanlarada sahip bulunsa bile, daima her varlığın bir yokluğu bulunabileceğini ve aç-yoksul insanların varlığını düşünmeli, her şeyi iktisatlı kullanmalı. Az masrafla güzel ve leziz yemekler pişirmesini bilmeli. Her konuda kocasına yardımcı olmalı, ona lüzumsuz masraf yaptırmamalı, kocasının malını ve servetini çar-çur etmemelidir.
Özellikle misafir geldiği zamanlarda mutfak sanatını iyi kullanmalı; kendi akrabaları ve dostları geldiğinde nasıl davranıyorsa, kocasının akrabalarına karşı da daima en güzel ikramı yapmaya gayret etmeli. Misafirin gelmesinden dolayı kocasına eziyet etmemeli, severek hizmet etmelidir
Kadın hareketli ve eli çabuk olmalı, uyuşuk, mıymıntı olmamalı. Kocasının olmadığı saatlerde çabucak işlerini bitirip kendisine zaman ayırmalı. Kocası işten gelmeden ona en güzel şekilde süslenip hazırlanmalı, o gelince lüzumsuz başka şeylerle oyalanmdyıp, eşi ile hoşca vakit geçirmeli. Özellikle yeni evlilik aylarında, çocukları çoğalmadan böyle yaparak, kocasını eve iyice bağlamasını bilmeli, kocasının kalbine girmelidir.
Kadın cilveli, tatlı dilli, güler yüzlü olmalıdır. Eve gelen eşine sevimli bakışlarıyla, güzel davranışlarıyla onun yorgunluğunu unutturmalıdır. Bir kadın kadınlık sanatını iyi kullanmazsa, eşini evinden soğutabilir. Inatçılık kötüdür ama, kadınlarda daha da kötüdür. İnatçılık yüzünden nice yuvalar, bir hiç uğruna yıkılıp git mıştir. Geride ise annesiz-babasız çocuklar üzüntü ve gözyaşı, hatta bazen de kan bırakdığı olmuştur. Onun için kadın uysal olmalı, kocasıyla ve çevresiyle kolayca uyum sağlamalıdır. 0 zaman değeri anar, yuvada huzur ve mutluluk hakim olur.
Fakat bunun yanı sıra, her türlü zorlukları yenme hususunda ise azimli olmalıdır. Gelen bela ve musibetlere karşı kocasına daima destek vermelidir. Nankörlük etmemeli; varlık anında yanında olup, fakirlik ve sıkıntı anında eşini yalnız bırakmamalıdır.
Eşinden daima helal rızık istemelidir. Luzumsuz ve israf olan, eşinin maddi gücünün yetmediği şeyleri istememelidir. Çocuklarını daima helal ve hayırlı rızıkla yetiştirmeyi şiar edinmelidiv Zira ecdadımız; "Yuvayı dişi kuş yapar." sözünü boşuna söylememişlerdir. Çocuklarının hem annesi ve hem de eğiticisi olmalıdır. Onları sürekli azarlayan, döven ve babalarına şikayet eden biri olmamalıdır. Bilhassa onları seven, eğiten, sabırla onlarla arkadaş gibi oynayan bir mürebbiye olmalıdır.
Kadın evinde, özellikle de kocasının yanında ne kadar hareketli ise, sokakta bunun aksine ağırbaşlı, onurlu, ciddi ve hanımefendi olmalıdır. Haya ve edebini hiçbir zaman kaybetmemelidir; Hayasız kadınlardan daima uzak durmalıdır. Yanlış düşünceye sebeb olacak mekanlardan uzak durmalıdır. Yürümesinde, konuşmasında, bakışlarında, alışveriş ve bütün davranışlarında çok ciddi olmalıdır. Hele yürürken kadınlık belirtilerini tamamen gizlemeye çalışmalıdır. Zira Cenab-ı Hakk Nur Suresi 31. ayette; "Kadınlar ziynetlerinin bilinmemesi ve erkeklerin dikkatlerini üzerlerine çekmemeleri için ayaklannı yere sert vurarak çalımlı ve hareketli yürümesinler." buyurmuştur. Ozetlersek; Kadın evinde dişiliğini ve güzelliğini, dışarıda ise kişiliğini sergilemelidir.
ANA DUÂSI
Müslüman evlâdı, her zaman ana-babasının hayır duâlarını almaya çalışmalıdır.
Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.) Hazretleri’nin ihtiyar ve hasta bir annesi vardı. Gece yarısı uykusundan uyanıp kendisinden bir bardak su istemesi üzerine, destiden su doldurup getirinceye kadar anası tekrar uykuya dalmıştı. Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.), elinde bir bardak su ile uyanacak diye anasını sabaha kadar bekler.
Sabah Namazı için uyanan anası, oğlunun, elinde bir bardak su ile ayakta beklediğini görünce, son derece duygulanır. Ve bu fedâkâr oğlu için; "Ârifler sultânı olasın oğlum!" diye yürekten duâ eder. (43)
Annesinin duâsı bereketi ile Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, gerçekten ârifler sultânı olur. Ve bütün tasavvuf kitaplarında hep bu ünvân ile anılır.
Bununla birlikte anne bedduâsından da son derece sakınmalıdır. Onların bedduâsını alan evlâdın, dünyâda iki yakası bir araya gelmeyeceği gibi, âhırette de ebedî hüsrâna uğrayacağında şüphe yoktur.
Sahâbe-i kirâmdan Alkame adında bir zât vardı. Evlendikten sonra annesine karşı tutum ve tavrı iyice değişmişti. Bu durumdan ihtiyar annesinin gönlü incinmiş, kalbi kırılmıştı.
Böylece günler geçti. Birgün Alkame, hastalanarak ölüm yatağına düştü. Annesine olan kırıcı davranışından dolayı dili tutuldu. Son nefesinde söylemesi gereken kelime-i şehâdeti söyleyemedi.
Nihâyet Rasûlullâh (s.a.v.)’in ısrârı ile, yaşlı anne, evlâdını affedip hakkını helâl etti. O anda Alkame’nin dili çözüldü ve kelime-i şehâdet getirmeye başladı. Rûhunu da bu îmânla teslîm etti.
Alkame yıkanıp kefenlendikten sonra, namazı kılınıp defnedildi. Ardından Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, kabri başında durarak orada bulunanlara şöyle hitâb etti:
"Ey muhâcirler!
Ey ensâr!
Kim karısını, annesinden daha üstün tutarsa, Allâh’ın lâneti onun üzerinedir. Onun diğer ibâdet ve iyiliklerinin de kendisine bir fâidesi yoktur, kabul olunmaz." (44)
Ancak bu hadîs-i şerîf; eşin, kayınvâlide karşısında ezilmesi ve hiçbir hak sâhibi olmaması anlamına gelmez. Çünkü İslâm’da eşin de, annenin de hak ve sorumlulukları dengelenmiştir.
.ANA GİBİ YÂR OLMAZ
Atalarımız;
"Ana gibi yâr, vatan gibi diyâr olmaz." demişlerdir.
Hakîkaten dünyâyı diyâr diyâr gezsek, anamız gibi bizi bağrına basarak sevecek ve şefkatle kucaklayacak bir ana bulamayız. İnsan, hanımı gibisini veya ondan daha iyisini her yerde bulabilir, fakat ana gibisini hiç bir diyârda bulamaz.
Âile içinde çocuk üzerinde en çok hakkı olan ve hizmeti geçen annedir. Anne, hâmile kaldığı andan itibâren çocuk yüzünden sıkıntı çekmeye başlar. Doğum sırasında bu sıkıntı, zirveye ulaşır. Kimi zaman doğum, annenin hayâtına mâl olur.
Annenin esas hizmeti, doğumdan sonra başlar. Çocuğun emzirilmesi, giydirilmesi, temizliğinin yapılması, terbiye edilmesi ve tedâvîsi gibi ardı arkası kesilmeden ömür boyu sürecek bir hizmet dönemi içersine girer.
Cenâb-ı Hakk’ın özellikle annelere lutfettiği şefkat duygusu, anneleri; istirâhatini, sıhhatini, yeme-içme ve giyinmesini düşünmeden bütün imkânlarıyla çocuğuna hizmete sevkeder.
Annenin bu sonu ve sınırı olmayan fedâkârlıklarının bedelini, evlâdın maddî bir karşlıkla ödemesi mümkün değildir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi ve:
"Yâ Rasûlallâh! Anam iyice ihtiyarladı. Ben onu kendi ellerimle yediriyor, içiriyor ve sırtımda taşıyorum.. Hâsılı her türlü ihtiyâcını karşılıyorum.. Mükâfâta hak kazandım mı?." dedi.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz cevâben:
"Hayır, bu senin yaptıkların, ananın senin üzerindeki haklarının yüzde birine bile karşılık değildir. Fakat sen, iyilik ediyorsun. Allâh sana bu az iyilik karşılığında çok sevap verir." buyurdular. (20)
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in:
"Cennet annelerin ayakları altındadır." (21) hadîs-i şerîfi de annelerin lâyık oldukları yüce mertebeyi belirlemekte ve erkekle eşit olmaktan öte üstün haklara sahib bulunduklarına işaret etmektedir.
İbn-i Amr (r.a.) anlatıyor:
"Bir adam cihâda iştirâk etmek için Hz. Peygamber (s.a.v.)’den izin istedi. Rasûlullâh (s.a.v.):
"Annen, baban sağ mı?" diye sordu. Adam:
"Evet." deyince Rasûlullâh (s.a.v.):
"Onlara hizmet de cihâd sayılır, sen onlara hizmet ederek cihâd yap!" buyurdu. (22)
.ANNE OLMA ŞEREFİ
Kadınlık meziyetlerinin başında anne olmak şerefi gelir. Annelik, bir gönül ve mânâ şiiridir. Toplumu ihyâ edip âbâd eden de ve tersine berbâd eden de yine annedir. Toplumun kurtuluşu, hakîkî annelerin yetiştirilmesiyle mümkündür.
İslâmiyet, anne olmak sıfatıyla kadına en yüksek ve pek muhterem bir mevkî vermiştir. Târihin çeşitli dönemlerinde zillet ve hakâret içinde yaşayan kadın, lâyık olduğu en yüksek şerefe İslâm sâyesinde kavuşmuştur.
Herkese iyilik etmeyi, herkesin hakkını gözetmeyi emreden İslâm Dîni, kişinin babasına, özellikle annesine karşı en iyi şekilde davranmasını, haklarına dikkatle riâyet etmesini emretmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur:
"Biz insana ana-babasını (onlara iyilik yapmasını) da tavsiye ettik. Anası onu (karnında) meşakkat üstüne meşekkatle taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür. Bana, ana ve babana şükret! Dönüşün ancak banadır (dedik).." (10)
Gerçek anne, hayâtı boyunca maddesini ve mânâsını evlâdına fedâ eder. Anne, yavrusunu bir müddet cisminde, ondan sonra kollarında ve hayâtı boyunca kabre kadar da kalbinde taşır. (11)
Abdullâh b. Mes’ûd (r.a.) der ki: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’e:
"Allah katında en sevgili amel hangisidir?" diye sordum. Şöyle buyurdular: "Vaktinde kılınan namazdır." "Namazdan sonra hangisi daha sevgilidir?" diye tekrar sorduğumda:
"Anaya babaya iyilik etmektir." buyurdular.
Bunlardan sonra hangisinin en sevgili olduğunu sordum:
"Allah yolunda cihaddır.." buyurdular. (12)
*
Müslüman olmasa dahi, anneye iyilik etmenin İslâmî açıdan ne kadar önemli olduğunu Hz. Ebûbekir (r.a.)’ın kızı Hz. Esmâ’ (r. anha)’nın şu rivâyeti apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Müşrike olan (Allâh’a ortak koşan) annem Rasûlullah (s.a.v.) zamanında bana gelmişti. Rasûlullah (s.a.v.)’den sordum ve dedim ki:
"Anam geldi. Bana ümid bağlamıştır. Ben onu görüp gözetebilir miyim?" Rasûlullah (s.a.v.):
"Evet, ananı görüp gözet!" buyurdu. (13)
Ana-babaya itâat, Kur’ân-ı Kerîm’de ısrarla tavsiye edilmiştir. Konu ile ilgili olarak İsrâ Sûresi 23 ve 24. âyetlerinde şöyle buyurulur:
"Rabbin, "Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana-babaya iyi muâmele edin!" diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererlerse, onlara "öff!." (bile) deme! Onları azarlama! Onlara çok güzel (ve tatlı) söz (ler) söyle! Onlara acıyarak tevâzû kanadını (yerlere kadar) indir! Ve: Yâ Rab! Onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, sen de kendilerini (öylece) esirge!. de.."
Hz. Peygamber (s.a.v.), ana-babaya iyi muâmele hakkında:
"Siz iffetli olun ki, hanımlarınız da iffetli olsun! Siz ana-babanıza iyi davranın ki, evlâdlarınız da size iyi davransınlar!" buyurur. (14)
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Hz. Peygamber (s.a.v.) birgün;
"Burnu sürtülsün!. Burnu sürtülsün!. Burnu sürtülsün!." buyurdu.
"Kimin burnu sürtülsün ey Allâh’ın Rasûlü?." diye sorulunca, şu açıklamada bulundu:
"Ana-babasının her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin..." (15)
Ana ve babaların en itâat ve hizmete ihtiyaç duydukları ihtiyarlık çağlarında onlara gereken hizmet, hürmet ve şefkati göstermeyip, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını ve cenneti kazanamayan çocukların elbette burunları sürtülmeyi hak etmiş olurlar.
*
İslâm Dîni, ana-babaya itâate son derece önem vermiş, ana-babaya karşı gelmeyi de büyük günahlar arasında saymıştır.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
"Büyük günahlar; Allâh’a eş koşmak, ana-babaya âsî olmak, haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemîn etmektir." (16)
Yine Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz:
"Bir kimsenin ana ve babasına sövmesi büyük günahlardandır." buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
"Yâ Rasûlallah! Bir adam ana ve babasına söver mi?" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:
"Evet, bir kimse başkasının babasına söver, o da buna karşılık onun babasına söver. (Eğer yine bir kimse) başkasının anasına söverse, o da onun anasına söver." buyurdu. (17)
Diğer bir hadîs-i şerîfde de Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"En büyük günahlardan size haber vereyim mi?" buyurdu.
Ashâb-ı kirâm da:
"Evet Yâ Rasûlallah!" deyince Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Allâh’a eş koşmak, ana ve babaya âsî olmak.."
buyurdu. Dayanmış olduğu yerden doğrulup oturdu ve:
"Haberiniz olsun, aman yalan sözden ve yalan şehâdetten sakınınız!" buyurdu. Ve bu cümleyi defalarca tekrarladı. (18) *
Ana ve babaların emir ve istekleri, dîne uygun olduğu sürece yerine getirilir. Dîne aykırı olan emirlerine itâat edilmez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Lokman Sûresi’nin 15. âyetinde:
"Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itâat etme! (Ancak) onlarla dünyada iyi geçin!.." buyurulur.
Bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi, Sa’d b. Ebî Vakkâs Hazretleri’nin müslüman olmasıdır. Hz. Sa’d (r.a.), Hz. Ebûbekir (r.a.)’ın vâsıtası ile müslüman olunca annesi, öfkesinden üç gün yememiş, içmemiş ve tâkatten düşmüştü. Bunu gören Hz. Sa’d (r.a.):
"Anneciğim!
Allâh’ı ve Rasûlü’nü senden daha çok seviyorum. Vallâhi senin bin canın olsa ve bunları, birer birer İslâmiyet’i bırakmam için versen, ben yine dînimden vazgeçmem!.. Artık dilersen ye, dilersen yeme!." demişti.
Bunun üzerine annesi, oğlunun îmânındaki sebât ve kararlılığını görünce çâresiz kalarak yemeğini yemiştir. (19)
.ANNE OLARAK KADIN
Anne Olarak Kadın'ın Değer ve Mevkii
Cenab-ı Hak buyuruyor:
".... Anaya iyi davranın ......." (Nisa Suresi / 36)
"... Anaya iyilik edin" (Enam Suresi /151)
". Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et." (Isra Suresi 23-24)
" Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur...." (Lokman Suresi / 14)
"Biz insana, ana-babasına iyiliketmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et ...." (Ahkaf Suresi / 15
Bir gün Resulullah'a bir kimse gelir ve sorar:
- Benim kendisine hizmet ve ülfet etmeme, insanlar içinde en layık ve en haklı olan kimdir? Resulullah efendimiz:
- Anandır.
- Sonra kimdir?
- Sonra anandır.
- Sonra kimdir?
- Sonra anandır, buyurdular. O zat gene :
- sonra kimdir, deyince Peygamber Efendimiz buyururlar:
- Sonra babandır.
Bu hadiste, anaya ihsanın üç kere tekrar olunması, ananın evlat üzerinde, babanın üç misli iyilik ve ihsan hakkı oılduğunu ifade eder. Bunlar, hamilelik yorguluğu, doğurma eziyeti, ve emzirme ye karşı sayılabilinir.
Anne'ye günah olan bir şeyi emretmedikçe itaat etmek vacipdir. Hatta onun iznini almadan gönüllü olarak cihada katılmak bile caiz değildir. Hatta Resulullah bu durumda olanları geri çevirmiş izin almalarını istemiştir.
Oğul nafile namaz kılarken, annesi kendisine seslense, ona eziyet vermemek için namazı bozması gerekir. Hatta bazı Şafii alimleri, farz olsun nafile olsun mutlaka namazı bozmak gerektiğini genel bir kaide olarak kabul etmişlerdir.
Resulullah efendimiz, Beni İsrail zamanında yaşayan Cüreyc isimli bir rahibin kıssasını anlatarak bu konuda ümmetine ders vermiştir.
Cureyc namazda iken, annesi ona seslenmişti. Cureyc bir müddet namazı bozup, bozmamak hususunda tereddütten sonra namazını kılmaya devam etmişti. Annesi bir kaç kere seslenmesine karşın cevap alamayışından eza duymuş, oğluna beddua etmişti. Daha sonra Cüreyc bu bedduaya aynı aynına uğradı.
Ebu Hureyre'nin annesine bağlılığı ve ondan hiç ayrılmaması sebebi ile, annesi vefat edinceye kadar hac etmediği bir ibret vesikasıdır.
İslam'a göre, ana kafir olsa bile, mümin olan evladının iman ve itikadına ilişmedikçe, ona ihasan ve güzellikle muamele etmesi evladı üzerine vaciptir.
Nitekim, Hz.Ebubekir r.a. kızı Hz.Esma'ya müşrike olan annesi Kuteyle ziyarete gelmişti. Ona ikram edip etmeme husususnda tereddüte düşen Hz.Esma r.a. durumu Resulullah'tan sormuş. O'da "Evet, anana sıla ve iltifat et" diye buyurmuşlardı.
Anne hukukunun yüksekliği hususunda en meşhur hadis-i şerif şudur.
"CENNET ANNELERIN AYAGI ALTINDADIR"
İşte büütn bu ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere, İslamiyet anne olmak haysiyetiyle kadına en büyük, en muhterem bir mevkii vermiştir.
.EN HAYIRLI KADIN
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Kadınların en hayırlısı, kocası ona baktığı zaman mesrûr olur, bir şey söylediğinde emrini yerine getirir. Nâmûsunda ve malında, kocasının hoşlanmıyacağı bir harekette de bulunmaz." (45) buyurur.
Başka bir hadîs-i şerîflerinde:
"Dünyâ’nızdan bana üç şey sevdirildi; kadın, güzel koku ve gözümün nûru namaz." (46) buyurmakla, kadına sevgi, saygı ve şefkat gösterilmesi gerektiğine dikkati çekmişlerdir.
"Dünyâ’nın hepsi metâ, eşyâdır. Ve Dünyâ’nın en hayırlı varlığı ise, sâlihâ kadındır." (47) hadîs-i şerîfi de, İslâm’ın kadına verdiği büyük kıymetin bir başka ifâdesidir.
Sâliha kadınların huzur ve sükûn kaynağı olduklarına işâretle Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz:"Cenâb-ı Hakk her kime iyi bir eş nasîb etmişse, onun ayakta durmasına ve dîninin yarısına yardım etmiştir. (Dîninin diğer) yarısını da kendi çalışarak muhâfaza etsin ve Allâh’dan korksun." (48) buyurmuşlardır.
Bu anlamda diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulur:
"Dört şey kime verilmişse, ona dünya ve âhiretin hayrı verilmiş olur; Şükreden kalb, Allâh’ı anan lisân, belâya sabreden beden, nâmûsunda ve kocasının malında hıyânet etmeyen kadın." (49)
www.firaset.net
.ÖNCE ANNE
Kur’ân-ı Kerîm’de, "ana-babaya saygı gösterilmesi" emredilen bir çok âyet-i kerîmede (5) anne, öncelik verilerek zikredilmiştir. Bu öncelik, annenin babadan daha saygıdeğer olduğuna dikkati çekmektedir.
Bir gün Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e bir kimse geldi ve:
"Benim kendisine hizmet ve ülfet etmeme, insanlar içinde en lâyık ve en çok hakkı olan kimdir?" diye sordu.
Rasûlullâh (s.a.v.):
"Anandır." buyurdular. O zât:
"Sonra kimdir?" dedi. Rasûlullâh (s.a.v.) yine:
"Anandır." buyurdular. O zât tekrar:
"Sonra kimdir?" deyince, Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz tekrar:
"Anandır." buyurdular. O zât yine:
"Sonra kimdir?" diye sorunca, Rasûlullâh (s.a.v.) bu sefer:
"Babandır." karşılığını verdiler. (6) Bu hadîs-i şerîf de, annenin evlâd üzerinde babaya nisbetle üç misli iyilik ve ihsân hakkı olduğunu açıkça ifâde eder.
Veysel Karanî Hazretleri, ihtiyâr, âmâ ve hasta annesine hizmeti sebebiyle, her ne kadar Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i göremediyse de O’nun eşsiz lutuf ve ihsânlarına nâil olmuştur.
İslâm hukûkuna göre, bir kişinin, ana ve babasından yalnız birisinin nafakasını sağlamaya gücü yetse, annesinin nafakasına öncelik tanınır. (7)
Evlâd üzerinde elbette babanın da hakları vardır. Çocuğunun ihtiyaçlarının karşılanmasında büyük fedâkârlıkları bulunmaktadır. Doğumda annenin karşılaştığı sıkıntılara o da ortak olmuştur. Hadîs-i şerîfte, babanın evlâdı üzerindeki hakları şöyle açıklanmıştır:
"Hiçbir evlâd babasının hakkını ödeyemez. Ancak; babasını köle olarak bulur, satın alır ve âzâd ederse, bu durum müstesnâdır." (8)
Muhammed Bahâeddîn Nakşibend (k.s.) Hazretleri, bir vasiyetinde şöyle buyurur:
"Benim kabrimi ziyâret etmek isteyenler, evvelâ annemin kabrini ziyâret etsinler, sonra da benimkini.." (9)
.ÇOCUK TERBİYESİNDE ANNE
Çocuk terbiyesi, anne ve babanın en başta gelen vazîfelerindendir. Çocuklarını güzel terbiye eden milletler, huzûrun ve medeniyetin zirvesine ulaşırlar.
İslâm’ın yaşandığı bir âile içinde büyüyen çocuğun istîdâdları, îmân istikâmetinde gelişip olgunlaşır. Âilede verilen terbiye kalıcıdır. İnsanlık târihi boyunca âile terbiyesi üzerinde önemle durulmuştur. Çocukların dünyâ ve âhıret seâdetini kazanmaları için en büyük gayret, sâliha hanımlara düşmektedir.
Çocuk, ilk ana terbiyeyi âile ocağında, anneden alır. Anne, tabiî olarak vaktinin çoğunu ev içinde çocuklarının bakımı ve terbiyesi ile geçirir.
Çocuk, dünyâya geldiği günden itibaren annesinin gönlünde ve kucağındadır. Aslında çocuk, her hususta annesinden bir parçadır. Anne, doğuncaya kadar karnında taşıdığı yavrusunu, bu sefer ölünceye kadar gönlünde taşır.
Dînimizde çocuk terbiyesinin temeli, İslâm’a uygun bir nikâha dayanır. Zîrâ nikâhsız olarak doğan bir çocuk, veled-i zinâ olur.
Çocuk terbiyesinde dikkat edilecek diğer mühim esas da, "helâl lokma"dır. Anne, bu konuda çok dikkatli ve titiz olmalı, haram ve şüpheli lokmalardan kaçınmalıdır. Çünkü yavrusunun maddî ve mânevî yapısı bu lokmalardan oluşmaktadır. Bu suretle doğacak çocuk, anne ve babasına saygılı ve itâatkâr, dînine ve milletine hizmetkâr olur. Bunların hepsi, rızkın ve gıdânın helâl ve temiz olmasının bereketiyle meydana gelir.
Hâmilelik döneminde de anne, kendilerine hürmet ve muhabbet duyduğu kimseleri tefekkür etmeli ve onları dâimâ hatırlamalıdır. Bu da, cenînin zihinde yer eden bu şahıslara benzemesine sebebiyet verir. İnsan tabîatının bu hususdaki kabiliyeti, herkesin bildiği ve tıbbın da kabul ettiği bir gerçektir. (23)
Ebenin dindâr olması, hiç olmazsa çocuğu alırken "besmele" çekmesi gerekir. Doğumdan kurtulan anneye de, "geçmiş olsun!" demeli ve bir çocuk dünyâya getirdiği için onu tebrik etmelidir. Zîrâ çocuğu olanı tebrik etmek müstehabdır. (24)
Dünyâya gelen çocuğun, önce sağ kulağına ezân, sol kulağına da kaamet okumalıdır. Böylece çocuğa, ilk İslâmî telkîn ve dâvet yapılmış olur. Kalbi de, ezânın derin tesirinden bir hisse alır. Nitekim bu dünyâdan ayrılırken de, insana kelime-i tevhîd telkîn edilir.
Hz. Fâtımâ (r. anhâ), Hz. Hasan’ı dünyâya getirdiğinde Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, O’nun kulağına ezân okumuşlardır. (25)
Ayrıca, yeni doğan çocuğun damağına tatlı bir şey sürmek müstahabdır. Buna "tahnik" denir. Tahnik, hurmayı ağızda iyice çiğnedikten sonra onu çocuğun ağzına dokundurmaktır. Hurma bulunmadığında, herhangi bir tatlı gıdâ da olabilir.
Ashâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ (r.a.) anlatıyor:
"Bir oğlan çocuğum dünyâya geldi. Onu alıp Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e götürdüm. Çocuğun adını İbrâhîm koydu. Sonra da ağzına hurma alıp iyice çiğneyerek çocuğumun ağzına sürdü. Ve bereket ile duâ ederek çocuğu tekrar bana verdi." (26)
Dünyâya gelen çocuğa yapılacak ilk iyilik ve ikrâm, ona güzel isim vermektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Kıyâmet gününde siz, kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. O halde isimlerinizi güzelleştiriniz.." (27)
Konacak isimler hakkında da hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur:
"Peygamberlerin isimleriyle isimleniniz. İsimlerin Allâh’a en sevimlisi, Abdullâh ve Abdurrahmân’dır." (28)
Çocuğun, yedinci günü adı konuldukdan sonra saçları kesilip ağırlığınca altın veya gümüş sadaka olarak verilir. Nitekim Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Hasan’ı dünyâya getirdiği zaman Hz. Fâtımâ (r. anhâ)’ya şöyle buyurmuştur:
"Yâ Fâtımâ, çocuğun başını tıraş et ve ağırlığı kadar da gümüşü sadaka olarak ver." (29)
Akîka kurbanı da, çocuğun doğduğu günden bülûğa ereceği güne kadar kesilebilir. Fakat, yedinci günü kesilmesi daha fazîletlidir. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, akîkanın durumunu soran Ümm-i Kürz’e şu cevâbı vermiştir:
"Oğlan çocuğunda iki, kız çocuğunda bir koyun (kesilir)." (30)
Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur:
"Her oğlan çocuğu akîka kurbanı ile rehindir. Akîka, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir. Adı konulur ve başı tıraş edilir." (31)
Akîka, vâcib değil, müstehabdır. Normal kurban gibidir. Eti, derisi satılmaz. Kemikleri kırılmaz. Akîkanın etinden kesen de yiyebilir.
Akîka, çocuğu rehin olmaktan kurtarır. Zîrâ o, akîkasına karşılık bir rehindir. İmâm Ahmed b. Hanbel der ki:
"Çocuk, ana-babasına şefâat etmekten alıkonulur, ancak.akîka ile şefâat hakkı doğar." (32)
Sünnet olmak, peygamberlerin yoludur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:
"Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." (33)
Hz. Câbir (r.a.) da der ki:
"Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin’e akîka kurbanı kesti. Yedinci günlerinde de onları sünnet ettirdi." (34)
Âile içersinde gördüğü ve işittiği herşey, çocuğun hâfızasında bir model olarak yer alır. Çocuk, her gördüğüne dikkatle bakar, sonra da bu gördüklerini taklîd etmeye ve yapmaya çalışır. Her işittiğini de dikkatle dinler. Zamanla bu işittiklerini söylemeye gayret eder. Bu bakımdan anne ve babalar, her hususta yavrularına nümûne olmalıdırlar. Çocuğun îmânı, daha küçük yaşta iken âile ocağında istikamet kazanır. Eğitim konusundaki temel kaideye göre, anne ve babasının dîni üzere yetişir. Nitekim hadîs-i şerîfde:
"Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Daha sonra ana-babası onu; yahûdî, hıristiyan veya mecûsî yaparlar." (35) buyurulur.
Çocuk konuşmaya başladığı zaman, ona söyletilecek ilk kelime, "Allâh" lafzı olmalıdır. Böylece, kalbe îmân tohumları ekilirken, çocuğun gönül ufku da zikrullâhın nûruyla aydınlanmaya başlar.
Çocuklara ilk cümle olarak da, îmân telkîn eden kelime-i tevhîdin öğretilmesinde ısrâr edilmelidir. Hadîs-i şerîfde:
"Çocuklarınızı (n ağzını) ilk olarak sözü ile açınız. Ölüm ânında onlara yine sözünü telkîn ediniz." (36) buyurulur.
Ayrıca çocuklarımıza, küçük yaşlardan itibaren Kur’ân-ı Kerîm öğretmeliyiz. Böylece, çocukların sâf ve temiz gönülleri, Kur’ân-ı Kerîm’in feyzi ve nûruyla berraklaşır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Çocuklarınızı üç haslet üzerine yetiştiriniz: Peygamberinizin sevgisi, ehl-i beytinin sevgisi ve Kur’ân tilâveti.." (37) buyurur.
Çocuklarımızın körpe dimağlarına; Allâh sevgisini, Peygamber (s.a.v.) sevgisini, ehl-i beytinin, ashâb-ı kirâmın, evliyâullâhın ve İslâm büyüklerinin sevgilerini aşılamalıyız. Çünkü bu sevgi ile çocuğun his ve duyguları harekete geçer, İslâmî şuûr ve hassasiyet kazanır. Güçlü ve örnek şahsiyetlere benzemeye çalışır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yedi yaşı, öğretim çağının başlangıcı olarak belirlemiştir. Çocuk yedi yaşına girdiği zaman, ona abdest almak ve namaz kılmak öğretilmeli; on yaşına girince namaza başlatılmalı, yalan söylemenin, haram yemenin kötülükleri anlatılmalıdır. Bu konuda hadîs-i şerîfde:
"Çocuklarınıza yedi yaşından itibâren namaz kılmalarını emrediniz. On yaşına vardıklarında kılmazlarsa, hafifçe dövünüz. Ve (ayrıca) yataklarını ayırınız." (38) buyurulur.
Burada dövmekten maksad, korkutmak olup, bu cezâdan sonra çocukta bir düzelme görülürse, ona şefkatle ve güler bir yüzle yönelmelidir.
Anne ve baba, çocuğuna iyi bir arkadaş seçiminde yardımcı olmalı ve onu kötü arkadaşlarının zararlarından korumalıdır. Zîrâ kötü arkadaş, bütün kötülüklerin kaynağıdır.
Anne ve babaların mühim vazîfelerinden biri de, çocuklarını; temiz, düzenli ve disiplinli olarak yetiştirmek ve onlara daha küçük yaşlardan itibaren dînlerini, ahlâk ve âdâb-ı muâşeret kâidelerini öğretmektir.
Çocuklar, Cenâb-ı Hakk’ın bizlere birer emâneti olup, sâf ve temiz kalpleri bir cevherdir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa ne ekilirse, onun meyvesi alınır.
Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Ey îmân edenler, kendinizi, evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz." (39) buyurulur.
Anne-babanın, evlâdlarını cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından daha önemlidir. Cehennem ateşinden korumak da, îmânı, farzları ve haramları öğretmekle, ibâdete alıştırmakla ve dinsiz ve ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur.
Evlâdına, Allâh Teâlâ’yı ve Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i öğretmeyen, sevdirmeyen ana ve babalar, onların hem dünyâ, hem de âhıret kaatilleri sayılır.
Evlâdına dînini öğretmeyen ana-baba, dünyânın en merhametsiz insanlarıdır.
Çocuk üşümesin, uykusuz kalmasın, diye onu namaza kaldırmamak, cinâyetlerin en büyüğüdür. Bu iyilik değil, ona karşı en büyük kötülüktür.
Doktor, hastasına merhamet ettiği için, îcâbında onu bıçağın altına yatırır. Ve ameliyat eder. Doktorun gâyesi, bu ameliyatla onu sıhhatine kavuşturmak ve rahat ettirmektir.
Ana-baba, merhametli iseler, evlâdlarını seviyorlarsa, evvelâ dînlerini öğretirler, sonra da dünyâ ile alâkalı ilimleri..
Kaldı ki evlâdına karşı merhametli olmak demek, kendisine de merhamet etmek demektir. Çünkü ana ve baba da, çocuklarına dînini öğretmedikleri için yanacaklardır. Yâni çocuğuna İslâmiyet’i öğreten, kendisi de cehennemden korunmuş olacaktır. (40)
Yavrularımız, bizim en kıymetli varlıklarımızdır. İslâm, onların omuzları üzerinde asırdan asıra kıyâmete kadar sürüp devam edecektir.
Âilenin en değerli meyvesi olarak bizlere emânet edilen yavrularımızın gönüllerinde hizmet, merhamet ve şefkat hislerini filizlendirerek, onları istikbâle mîrâs bırakmalıyız.
Anne ve babanın en güzel âhıret yatırımı, hayırlı bir evlâd yetiştirmektir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyururlar:
"İnsan öldüğü zaman, (sevab kazanmaya vesile olan) üç ameli kesilmez: Sadaka-i câriye, istifâde edilen ilim ve kendisine duâ eden çocuk.." (41)
Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur:
"Öldükten sonra kulun derecesi yükseltilir. Kul der ki: Ey Rabbım! Bu sevab nereden geldi? Cenâb-ı Hakk da ona şöyle der: Çocuğun senin için duâ etti, istiğfârda bulundu." (42)
Cenâb-ı Hakk’dan; evlâdlarımızı sâlihlerden ve sâlihâttan kılmasını niyâz ederiz.
.
|
|