Müslüman nasıl olur
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peygamber efendimize, (Ya Resulallah, Müslüman nasıl olur?) diye sordular. Peygamber efendimiz, (Müslüman güler yüzlü ve tatlı sözlü olur) buyurdu. Güler yüz ve tatlı sözün, dinimizin yayılmasında önemli yeri vardır. Böyle olmayan insanlar, dine fazla faydalı olamazlar. Daima tatlı sözlü ve güler yüzlü olmak, Müslüman olmanın birinci alametidir. Bazı insanlar çok hassastır, çok duygusaldır. Ona bir sert bakarsanız kalbi kırılır, üzülür.
Karınca hacca gitmeye karar vermiş, demişler ki, sen bu halinle hacca gidebilir misin? Niye gitmeyeyim demiş. Nasıl gidersin, ömrün yetmez demişler. Bir güvercine takılırım. Güvercin uçar, ben de giderim demiş. Dolayısıyla, Allahü teâlâ bizi, böyle karıncayken, uçan bir kuşa rast getirirse yani sevgili bir kulunu tanıtırsa, Kâbe’yi bulabiliriz. Yani Rabbimizin rızasının nerede olduğunu öğreniriz. En zor iş budur. Hadis-i şerifte de bildirildiği gibi, (Ya Rabbi, bana doğruyu doğru olarak, yanlışı yanlış olarak bildir) diye dua etmelidir.
İnsan bu ölümlü dünyada, kötü bir şeye doğru diye sarılırsa yanar. Eğer doğru bir şeye yanlış diye saldırırsa mahvolur. Onun için dünyada en zor şey, doğru hangisi, eğri hangisi, ayırabilmektir. Bu, insanın kendi başına yapacağı bir şey değildir. İnsan aklı buna yetmez. Bunu daha önce bilen birinin, bize göstermesi lazımdır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur.) [Tirmizi]
İtikadları bozuk olduğu için, bu yetmiş ikisi Cehenneme girecek. Ümmetim dediği için de, Cehennemden sonra, gene çıkacak. Dolayısıyla, Cehenneme uğramadan, bu azabı çekmeden, Cennete girecek olan, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) fırkasıdır.
Allahü teâlâ sahipsiz olmaktan korusun! O büyükleri tanımayan, o büyükleri sevmeyen, o büyüklerin yolunda gitmeyen, çok büyük tehlikededir.
İslamiyet ağaç gibidir. Kökü imandır, gövdesi ameller, ibadetlerdir. Ağaçtan maksat, meyvedir. Ağacın meyvesi de tasavvuftur, sevgidir, ihlâstır. Ağaçsız meyve olmaz, havadan kiraz toplanmaz. Meyveyi yemek için, ağaç lazım. Ağaçtan maksat meyve; ama ağaç olmazsa meyve de olmaz. Demek ki meyveli ağaç makbuldür.
Mümin, müminin aynasıdır. Bir Müslüman, başka bir Müslümana, sen şöyle kötüsün, böyle kötüsün gibi şeyler söylerse, bilsin ki, o özellikler kendisinde vardır. Aynada kendisini görüyor demektir.
Rastgele çok kitap okumak tehlikelidir; fakat doğru kitabı çok okumak çok iyidir.
Bilenle Bilmiyen Bir Olur mu? 10 ŞUBAT 1994..M.ORUÇ
Bugüne kadar, maksatlı yayınlarda, her türlü ilerlemenin, gelişmenin tek kaynağı batılı ülkeler olarak lanse edildi. Acaba gerçekten böyle midir? Müslüman ilim adamlarının ilme, fenne hiç katkısı olmamış mıdır? Yıllardan beri, kasıtlı olarak işlenmiştir bu husus. Hattâ, islâm dîninin ilerlemeye mâni' olduğunu iddia edenler bile çıkmıştır. Hatta ve hatta müslümanların, hıristiyanlık dîninin büyüklüğünü kavrayamayıp hıristiyan olmadıklarını, bundan dolayı da teknikte ilerlemediklerini söyliyebilecek kadar fikir budalası zavallılar çıkmıştır... Mesela, Osmanlı devletinin son zamanlarında, hemen çok kişinin büyük bildiği, Mithat paşa, gibi Avrupa hayranları, Avrupa'nın seviyesine gelebilmek için hıristiyan olmaktan başka çare olmadığını söyleyecek kadar basitleşmişlerdir. Gerçeği yansıtan, gerçekleri yazan tarihi eserleri inceleyerek olursak, mes'elenin aslı ortaya çıkar. Hıristiyanların veya hıristiyanlaşma sevdasında olanların iddiaları, sözleri temâmen yalan!.. Çünkü, islamiyyet, ilmi dâimâ medhetmiş, müslümanları dâimâ ilme teşvik etmiştir. Nasıl mı? Bakınız, Zümer sûresi, dokuzuncu âyet-i kerîmesinde mealen, (Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.) buyurulmuştur. Peygamberimiz ise (İlim Çin'de bile olsa, gidin öğrenin.) ve (Nerede ilim varsa, orada müslümanlık vardır.) ve (Bütün müslüman erkeklerine ve bütün müslaman kadınlarına, ilmi aramak, öğrenmek farzdır!) buyurmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfte de, (İki günü eşit olan ilerlemeyen ziyandadır.) buyurmuştur. Gerilemeyi bırakın, duraklamayı bile yasaklıyor, dinimiz. Kıyamette âlimin mürekkebi ile şehîdlerin kanı tartılacak, âlimin mürekkebi ağır gelecektir... İslâm dîni, ilerlemeye mani olmadığı gibi, aksine, bütün yeniliklerin devâmlı ta'kîb edilmesini ve hergün yeni şeyler keşfetmeği, ilerlemeği emreden bir dindir. Bundan dolayı, islâmiyyetin başlangıcından itibâren, ilmi adamlarına çok önem verilmiş, ilmî, fennî ve teknik tecrübeler yapılmış, müslüman Araplar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, târihte, edebiyyâtta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlâk ve sosyal bilgilerde, en mükemmel dereceye vâsıl olmuşlar, kavuşmuşlardır... Bugün dahî ta'zjm ile yad edilen kıymetli âlimler, hakîmler, mütehassıslar, üstâdlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyyetin rehberleri olmuşlardır. O zaman, yarı vahşî olan Avrupalılar, fennî bilgilerini İslâm üniversitelerinde öğrenmişler, hattâ Papa Sylvester gibi, hıristiyan din adamları bile Endülüs üniversitelerinde okumuşlardır. Bugün, hâlâ Avrupa dillerinde kimyaya, (Chemie) ve cebire (Al-gebra) ismi verilmektedir. Çünkü bu ilimler, evvelâ müslüman Araplar tarafından dünyaya öğretilmiştir. Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi düz ve etrâfı duvarlarla çevrili zannederken, müslümanlar, ilk olarak dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü buldular. Mûsul civârında, Sincar sahrâsında, meridyenin uzunluğunu ölçtüler ve bugünkü rakamları elde ettiler. Bundan başka, son derecede câhil ve mutaassıb olan, Orta çağ papazlarının men ettiği, eski Yunan ve Rome felsefe kitaplarının tercümesi işini müslümanlar ele almış ve bunların ortadan kalkmasına, yok olup gitmesine mâni olmuşlardır. Bunların faydalı yönlerinden istifade etmişlerdir. Bugün, insâflı hıristiyanların kabûl ettiği gibi, hakîkî rönesans, yânî (eski kıymetli ilimlere avdet edilmesi, dönülmesi) İtalya'da değil, Abbâsiler zamanında, Arabistan'da başlamıştır ki, Avrupa'daki rönesanstan çok çok öncedir. Avrupalılar, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslâm kitaplarından aldılar. Müslümanlar astronomide çok ileri idiler. 12. yüzyılda yaşamış Nûrüddîn Batrûcî, Endülüs İslâm Üniversitesi'nde astoronomi profesörü idi. (El-hayât) kitabında, bugünkü astronomiyi yazmaktadır. Bugün bizim ders kitaplarında dahi isimleri geçen, Galile, Kopernik, Newton, gibi Avrupalı ilim adamları dünyanın döndüğünü müslümanların kitaplarından öğrenip söyleyince, bu sözleri önceleri suç sayıldı. Hatta Galile, papazlar tarafından muhâkeme edilerek idam edildi. Eski islâm medreselerinde ayırca fen dersleri vardı. Endülüs medreseleri bu husûsta bütün dünyaya rehber olmuştu
Sâlih Müslüman Olmak 17 MART 1994 Evliyânın büyüklerinden Şakik bin İbrâhim hazretlerine sordular: - Bir kimsenin sâlih olup olmadığı nasıl anlaşılır? Şakik hazretleri bu suâle şöyle cevap verdi: - Bu üç şeyle anlaşılır: 1- Kalbinde olanı sâlihlere anlattığında, eğer onlar hoşlanırlar, anlattıklarından memnun olurlarsa iyi insan demektir. Yok, bu anlatılanlardan hoşlanmazlar, üzülürlerse sâlih insan değildir. 2- İnsan, Allahü teâlânın emirlerini yaptığında değil de, dünya rahatlığını, mevkisini düşündüğü vakit hoşlanır, bunu çok arzû ederse, bu kimse sâlih değildir. 3- Ölümü düşündüğünde, nefsi ölmekten kaçmıyor ve ölmek istiyorsa bu insan sâlih kimsedir. Bir kimsede, bu üç özellik bir araya gelmişse, bu kimsenin Allahü teâlâya yalvarıp, bu hâli kendisinden almaması, kendisine gurur gelmemesi için yalvarması lâzımdır. Sâlih müslüman, yaptığını sırf Allah rızâsı için yapar. Böyle kimse, kendi nefsinin isteklerini değil, Allahü teâlânın isteklerini, emirlerini yapar. Böylece zararlı, kötü işlerden kendini kurtarmış olur. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen, (Şüphesiz ki nefs, bütün gücü ile kötülüğe meyyaldir, kötülüğü yaptırır.) buyurulmuştur. Sâlih kimse, amellerinin karşılığını sadece Allahtan bekler. Başkalarının övmeleri, kötülemeleri ona hiç te'sîr etmez. Büyüklerden birisi buyurdu ki: - Kişi ibâdet yaparken, koyun çobanından ibret almalı, onun gibi olmalıdır. - Koyun çobanından nasıl ibret alınır? diye sorduklarında şöyle cevap verdi: - Koyun çobanı, sürüsünün yanında namaz kılar. Fakat kıldığı bu namaz sebebiyle koyunların kendisini methetmelerini beklemez. Her zaman nasıl kılıyorsa öyle kılar. Koyunlar görüyor diye namazı farklı kılmaz. İşte kendini bilen, sâlih müslüman böyle olur. Başkalarının, kendi hakkında söyliyecekleri şeylere aldırmaz. İnsanların varlığı ile yokluğu bir olur. Sâlih kimseler ibâdet ederken şu dört şeye dikkat ederler: 1- Yapacağı ibâdet hakkında yeterli bilgi sahibidir. 2- İbâdete başlarken önce niyyetini düzeltir. 3- İbâdetine sabırla devam eder. 4- Yaptığını, ihlâs ile yapar, ihlâsı elden bırakmaz. Avf bin Abdullah hazretleri anlatır: Hayır sahibi sâlih insanlar, birbirlerine yazdıkları nasîhat mektuplarında şu üç şeyi yazarlardı: 1- Her kim âhıret için çalışırsa, dünya işleri de kendiliğinden olur, Allah ona kâfîdir. 2- Kim Allah ile arasını düzeltirse yâni Allahü teâlânın emirlerini yapar, yasaklarından kaçınırsa, Allah da insanlarla onun arasını düzeltir. Herkes ona iyi muâmele eder. Geçimleri iyi olur. 3- Kim kalbini, niyyetini düzeltirse Allah da onun diğer işlerini düzeltir. Yâni kalbini düzeltir. Yaptıklarını Allah rızâsı için yaparsa, Allahü teâlâ da, dinin emirlerine uymayı ona kolay eyler. Büyüklerden biri buyurdu ki: - Allahü teâlâ bir kimseyi mahvetmek isterse onu üç şeyle cezâlandırır: 1- İlim verir, fakat ilmi ile amel etmeyi nasip etmez. 2- Sâlihlerle arkadaşlık eder, onların hâlleri ile hâllenmeyi nasip etmez. Onların kadrini, kıymetini bilemez. 3- İbâdet kapılarını açar fakat, ihlâs kapılarını kapar. Bunların üçüne de sebep, o kişinin kalbinin bozuk olmasıdır. Kalbini düzelten kimseler, böyle cezâlara mübtelâ olmazlar
. İlimsiz Amel 18 MART 1994
İnsanın, kendisine farz olan bir mes'eleyi öğrenmesi bütün dünya ni'metlerine sahip olmasından daha kıymetlidir. İlim öğrenmekten daha kıymetli birşey yoktur. İşlerin hepsi, ilim ile doğru olur, ilimsiz birşey yapılamaz. Peygamber efendimize: - İşlerin hangisi üstündür, diye üç kere suâl edildi. Peygamber efendimiz her seferinde: - İlimdir, buyurdu. - Yâ Resûlallah bunun hikmeti nedir? diye suâl edildiğinde: - Çünkü hiçbir şey ilimsiz doğru olmaz ve onsuz hiç kıymeti olmaz, buyurdu İnsan birçok sıkıntılara katlanarak, amel işlemektedir. Bunlar ilimsiz olarak yapılırsa, hepsi boşa gidebilir. İlim ve ibâdetin aslı iki şey ile elde edilir: Birincisi, kalbin dünya sevgisinden kurtulması, ikincisi de az yimek, mideyi tıkabasa doldurmamaktır. İbâdetlerde ihlâs ancak bu iki şey ile elde edilir. Bir kimsenin kalbi dünya sevgisi ile, dünya ni'metlerine muhabbet ile doluysa, ondan ihlâslı amel meydana gelmez. Midesi dolu olan kimsede de nefsin arzûları eksik olmaz. Bu arzûlar, kalbi te'sîr altına alır. Böyle bir kimsenin de cenâb-ı Hak nazarında kıymeti yoktur. Mübâhların fazlasından ve haramlardan sakınmalı, nefsin hoşuna giden kötü işlerden uzak durmalıdır. Fesatlık, çekememezlik, kin, kendini beğenme, cimrilik gibi kötü huyları kalbden çıkarmak lâzımdır. Bir kimsenin, itâ'atli iyi huylu kul olabilmesi için dört şart vardır: 1- Uzun emelli olmamak. 2- Cenâb-ı Hakkın va'dinden emîn olmak. 3- Cenâb-ı hakkın taksimine yâni verdiği rızıklara râzı olmak. 4- Mideyi haramlardan korumak. Kim ki, bu dört şeyi yerine getirirse, nefsini itâ'at altına almış olur. İnsan bedeni eğerlenmiş bir at gibidir. Eğer, atın eğeri ve gemi gereği gibi yapılmışsa, harp yerinde çok işe yarar. Eğer at terbiye edilmemişse, eğeri düzgün değilse işe yarayacağı yerde huysuzluk eder. Hem kendi kanının dökülmesine, hem de sahibinin ölmesine, mahvolmasına sebep olur. Nefsine hâkim olan her ni'mete kavuşur. Âyet-i kerîmede meâlen, (Nefsini hevâ ve şehvetlerden nehyeden kimsenin menzil ve karargâhı Cennettir.) buyurulmuştur. A'raf sûresinde de meâlen, (... Bu kimsenin hâli, koğsan da, kendi hâlinde bıraksan da, dilini çıkartıp soluyan köpek gibidir...) buyurularak, nefsinin arzûları peşinde koşan kimse köpeğe benzetilmiştir. Hadîs-i şerîfte de, (İnsanlar, yâ âlim veya talebedir. Bu ikisinden olmıyanda hayır yoktur.) buyuruldu. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, akıllı olan kimse, yâ âlim olur yâ talebe. İlmihâlini bilmiyen kimse mutlaka öğrenmelidir. İnsan bu şekilde, Peygamber efendimizin buyurduğu hayırlı kimselerden olur. Nefsi terbiye etmek zor değildir. Uğraşıldığı takdîrde en azgın köpekler bile terbiye edilmektedir. İlim sahibi olan, tevbe edip, nefsi ile mücâdele eden, Allahü teâlânın lütûf ve keremine mazhar olur. Böyle kimse, Allahü teâlânın beğendiği kimsedir. Onun gönlü Allahü teâlânın nazargâhıdır. Bu kimse sadece Allahü teâlânın rızâsını istediği için, ihsânlardan mahrûm kalmaz
.Nasıl Bir İnsan Olmalıyız? 24 NİSAN 1994 Nasıl bir insan olmalıyız? Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, kendine inananları ta'rîf etmektedir. Furkan sûresinde meâlen, (Rahîm olan Allahü teâlânın kulları, yeryüzünde gönül alçaklığı ile vakar ve tevâzu' ile yürürler. Câhiller, onlara sataşacak olursa, bunlara, sağlık ve selâmet sizin üzerinize olsun gibi güzel sözler söylerler. Yâni, büyük bir yumuşaklık gösterirler. Onlar geceleri secde yapar ve kıyâmda dururlar [yâni, namaz kılarlar]. Onlar, yâ Rabbî, Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Cehennem azâbı devâmlıdır ve çok şiddetlidir. Orası şübhesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır derler. Birşey verdikleri zaman, isrâf etmezler. Cimrilik de yapmazlar. İkisi ortası bir yol tutarlar. Kimsenin hakkını yemezler. Allaha şerîk koşmaz, O'ndan başkasına yalvarmazlar. Allahın dokunulmasını harâm ettiği cana kıyıp, haksız olarak kimseyi öldürmezler. Zinâ etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa günâh işlemiş olur. Kıyâmet günü azâbı kat kat olur. Orada zelîl ve hakîr olarak ebedî bırakılır. Ancak, Allah, tevbe eden ve doğru îmân eden ve ibâdet yapan, fâideli iş yapanların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah, af ve merhamet sâhibidir. Kim tevbe eder, amel-i sâlih işlerse Allahü teâlâya tevbesi makbûl ve O'nun rızâsına kavuşmuş olarak döner. Onlar yalan yere şâhidlik yapmazlar. Fâidesiz ve zararlı işlerden kaçınırlar. Kendilerine âyetler okunduğu zaman, kör ve sağır davranmazlar, dikkat ile dinlerler. Bu âyetlerle kendilerine yapılması emredilen şeyleri yaparlar.) buyurulmuştur. Mâide sûresinde meâlen, (Ey îmân edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adâletsizliğe sürüklemesin. Âdil olunuz!) buyurulmuştur. Nahl sûresi, Bekara sûresi ve daha birçok sûrelerde meâlen, (Allah, sabredenlerle berâberdir. Sabrediniz. Sabret, sabır Allah içindir.) buyurulmuştur. Bekara sûresinde meâlen, (Fitne çıkarmak, öldürmekten daha kötüdür.) (Verdiğin malı başa kakma!), (Sadakaları gizli vermek daha iyidir.) buyurulmuştur. En'âm sûresi ve Furkân sûresinde meâlen, (Cana kıymayın.) buyurulmuştur. A'râf sûresinde meâlen, (Allah mallarını isrâf edenleri sevmez.) buyurulmuştur. Yine A'raf sûresinde meâlen, (Bozgunculuk yapmayın!) buyurulmuştur. Tevbe sûresinde meâlen, (Allah, sözleşmeleri bozmaktan sakınanları sever.) buyurulmuştur. İbrâhîm sûresinde meâlen, (Küfre sebep olan çirkin söz söylemeyiniz. Çirkin kelâm, rüzgârın yerden kopardığı, kökü olmıyan çirkin bir ağaca benzer.) buyurulmuştur. Nahl sûresinde meâlen, (Allah, adâleti, iyilik yapmağı, akrabâya bakmağı emreder. Hayâsızlığı, fenâlığı ve haddini aşmağı men' eder. ) buyurulmuştur. İsrâ ve Ahkâf sûresinde meâlen, (Anana, babana öf deme, onları azarlama! Onlara tatlı söyle, onlara acıyarak alçak gönüllülük göster. Rabbim, onlar beni küçükken yetiştirdikleri gibi, sen de, onlara merhamet et diye duâ et!) buyurulmuştur. İsrâ sûresinde meâlen, (Akrabâna, yolcuya, düşküne hakkını ver! Elindekini isrâf etme!) buyurulmuştur. Yine İsrâ sûresinde meâlen, (Eğer fakîrlere verecek şeyin yoksa, onlara birşey veremiyeceksen, hiç olmazsa onlara tatlı söz söyle.) buyurulmuştur. Tâhâ sûresinde meâlen, (O kâfirlerden, kendilerini imtihân etmek için bol bol rızk verdiğimiz kimselere bakma! Dünyalıkları onları azâba götürecektir! Rabbinin sana verdiği rızk, daha iyi ve daha devâmlıdır.) buyurulmuştur. Rûm sûresinde meâlen, (Dinde ayrı ayrı fırkalara ayrılıp her fırka, kendisini doğru yolda sanarak sevindiği [ve diğer fırkalara düşman olduğu] kimselerden ve müşriklerden olmayınız!) buyurulmuştur. Şûrâ sûresinde meâlen, (Dine bağlı kalın! Tevhîd ve îmânda ayrılığa düşmeyin!) buyurulmuştur. Câsiye sûresinde meâlen, (Şehvetlerine uyan câhillere tâbi' olma! Onlar, seni Allahın azâbından kurtaramazlar. Zâlimler islâma olan düşmanlıklarında birbirinin dostudur. Allahtan korkanların dostu ise Allahtır.) buyurulmuştur. Hucurât sûresinde meâlen, (Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın. Araştırmadan karar vermeyin! Yoksa bilmeden bir millete veya kimseye fenâlık edersiniz ve sonra ettiğinize nâdim olursunuz.) buyurulmuştur. Hucurât sûresinde meâlen, (Ey müslümanlar, siz birbirinizin din kardeşisiniz. İki kardeşinizi barıştırın. Allahtan korkarsanız, size merhamet eder.) buyurulmuştur
.
.
|
Müslüman olanın ilk vazifesi nedir?
Her Müslümânın, îmân edilmesi lâzım olan bilgileri yani Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan doğru i'tikâdı öğrenip bunlara inanması lâzımdır.
İslâm âlimlerinin buyurdukları üzere, yeni müslümân olan bir kimsenin veyâ bâliğ olan [bülûğa eren, ergenlik çağına gelen âkıl] bir Müslümân evlâdının, evvelâ "Kelime-i şehâdet"i söylemesi ve bunun manâsını öğrenip kalben inanması lâzımdır.
Her Müslümânın bu ilk vazîfeden sonra, îmân edilmesi lâzım olan bilgileri yani Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan doğru i'tikâdı öğrenip bunlara inanması lâzımdır.
Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitâblarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslâmın beş şartını, helâl ve harâm olan şeyleri öğrenmesi, bunlara inanması ve uygun yaşaması lâzımdır. [Bunları öğrenmek ve uymak lâzım olduğuna inanmayan, ehemmiyyet vermeyen "mürted" olur. Yani Müslümân olduktan sonra, tekrâr kâfir olur.]
Dört mezhebin i'tikâdları birbirinin aynıdır. Dört mezhebden birinin îmân ve fıkıh bilgilerine tâbi olan [uyan] bir Müslümâna "Ehl-i sünnet" veyâ "Sünnî" denir. Dört mezhebden birinde olmayan kimsenin îmânı bozulur. Yâ "bid'at sâhibi", yani sapık Müslümân olur. Yâhud mürted olur. Bunun her ikisi de, tevbe etmeden ölürlerse, muhakkak Cehenneme girecek, ateşte yanacaklardır.
Müslümânlardan, doğru yoldan ayrılanlara, "Bid'at sâhibi" denir. Doğru yol, Resûlullah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ve Onun dört halîfesinin (aleyhimür-rıdvân) yoludur.
Sevgili Peygamberimiz buyurmuşlardır ki:
"Benden sonra Müslümânlar arasında çok ayrılık olacaktır. O zamanlarda yaşayanlar benim yoluma ve Hulefâ-i râşidîn'in (aleyhimür-rıdvân) yoluna yapışsınlar. Sonradan meydâna çıkan [bid'atlerden, moda olan] şeylerden kaçınsınlar. Çünkü, dînde yenilik [reform] yapmak dalâlettir, doğru yoldan çıkmaktır. [Benden sonra, dînde yapılacak değişikliklerin hepsi dînsizliktir...]"
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (kuddise sirruh) "Gunyetü't-Tâlibîn" kitâbında buyuruyor ki:
"...Bid'at fırkalarının hiçbirisi, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Çihâr yâr-i güzîn'in/Hulefâ-i Râşidîn'in (aleyhimür-rıdvân) zamanlarında yoktu. Bunların meydana çıkmaları, ayrı ayrı yollara ayrılmaları, Sahâbe-i kirâmın (radıyallahü anhüm), Tâbiîn-i izâmın (rammetullahi aleyhim) ve Fukahâ-i seb'a hazerâtının [yedi büyük fakîh/fıkıh âlimi] vefâtlarından senelerce sonra idi."
06.02.2015
Allah'tan korkan Müslümânın vasıfları...
Allah'tan korkanlar kendilerine, âilelerine, milletlerine, ülkelerine ve devletlerine faydalı olurlar. Hattâ bunların bütün Müslümânlara ve tüm insanlara faydaları dokunur.
Bilindiği üzere İslâm dîni, Allahü teâlânın, Cebrâîl ismindeki melek vâsıtası ile Sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların, dünyâda ve âhirette rahat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâidelerdir.
İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslâmiyetin içindedir. Eski dînlerin görünür-görünmez bütün iyilikleri İslâmiyette toplanmıştır. Bütün seâdetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabûl edeceği esâslardan ve ahlâktan ibârettir.
İslâmiyet, insanların rûhî ve maddî refâhını en mükemmel şekilde temîn edecek prensipler getirmiştir. İnsan hak ve vazîfelerini en geniş şekilde düzenlemiştir.
İslâmiyet; ilme, fenne, tekniğe, endüstriye, lâyık olduğu üzere ehemmiyet verir. Zirâat, ticâret ve san'atı da kat'î olarak emreder. İnsanların yardımlaşmalarını, birbirlerine hizmet etmelerini ehemmiyetle istemektedir. Kendi idâresi altında bulunan insanların, evlâdın, âilenin ve milletlerin haklarını ve idârelerini öğretmekte; dirilere, geçmişlere, geleceklere karşı birtakım hak ve mes'ûliyetler yüklemektedir. Seâdet-i dâreyni yanî dünyâ ve âhiret seâdetini kendinde toplamıştır.
Başlıkta geçen konu hakkındaki âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden çıkan netîceleri özetleyecek olursak, Allah'tan korkan bir kimse, Onun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya titizlikle çalışır. Yaptığı kusûrlara tevbe eder. Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için yapar. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kendine kötülük yapanlara sabreder. Kimsenin mâlına, cânına, nâmûsuna göz dikmez. Çalışırken, alışveriş ederken, kimsenin hakkını yemez.
Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kötü kimselere nasîhat verir, onlara uymaz. Büyüklerine hürmetkâr, küçüklerine merhametli ve şefkatli olur.
Riyâkârlık, ikiyüzlülük yapmaz. Kendini beğenmez, kibirlenmez. Allahü teâlânın her ân kendisini gördüğünü ve yaptıklarını, hattâ kalbinden geçenleri bile bildiğini düşünerek hiç kötülük yapamaz. O'nun emirlerine sarılır, yasaklarından kaçar.
Allah'tan korkanlar kendilerine, âilelerine, milletlerine, ülkelerine ve devletlerine faydalı olurlar. Hattâ bunların bütün Müslümânlara ve tüm insanlara faydaları dokunur. Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
"Müslümân, dilinden ve elinden Müslümânların [diğer bir rivâyette insanların] emîn oldukları kimsedir." [Buhârî]
31.05.2014
Allah kimleri sever kimleri sevmez
Hemen makâlemizin başında ifâde edelim ki, Müslümânlık, sevgi, kardeşlik, afv, mağfiret ve güzel ahlâk dînidir. Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İslâm târihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Sevgi hakkındaki pekçok âyet-i kerîmeden sâdece birkaçının meâlini sizlere takdîm edelim:
Allahü (teâlâ) şu kimseleri sever:
"Allahü (teâlâ) iyilik edenleri sever." [Bakara, 195]
"[Ey Habîbim, Yahûdî ve Hıristiyânlara] de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günâhlarınızı affetsin..." [Âl-i İmrân, 31]
"Allahü (teâlâ) ihsân edenleri sever." [Âl-i İmrân, 134]
"Allahü (teâlâ) sabredenleri sever." [Âl-i İmrân, 146]
"Allahü (teâlâ) adâlet edenleri sever." [Mâide, 42]
Allahü teâlâ şu kimseleri sevmez:
"Allahü (teâlâ) zâlimleri sevmez." [Âl-i İmrân, 57]
"Allahü (teâlâ) çirkin sözün açıklanmasını sevmez." [Nisâ, 148]
"Allahü (teâlâ) fesâtçıları sevmez." [Mâide, 64]
"Allahü (teâlâ) isrâf edenleri sevmez." [En'âm, 141]
"Allahü (teâlâ) kibirlenenleri sevmez." [Nahl, 23]
Bunlara benzer başka âyet-i kerîmeler de mevcuttur.
Hadis-i?şeriflerde?sevgi?hakkında?buyuruldu ki:
"Allahü teâlâ cemîldir [güzeldir], cemâl sâhiplerini sever." [Müslim]
"Allah tektir, teke riâyet edeni sever." [Beyhekî]
"Allahü teâlâyı seven hayâ sâhibi olur." [Râmûzü'l-Ehâdîs]
"Seven kişi, sevdiği ile berâberdir." [Buhârî]
"Âşık olup, sevgisini gizleyen ve iffetini muhâfaza eden, şehîd olarak ölür." [Hatîb Bağdâdî]
"İyiliği ve iyilik edeni sevin!" [Ebu'ş-şeyh]
"Kendisi için sevdiğini [istediğini, arzû ettiğini] arkadaşı için sevmeyen [istemeyen, arzû etmeyen kâmil] mü'min olamaz." [Buhârî]
"Allahü teâlâ, komşusuna ve zimmîlere zulmedeni sevmez." [Deylemî]
"Mü'min olmadıkça Cennet'e giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de [kâmil] mü'min olamazsınız. Yaptığınız takdîrde, sevişeceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız." [Müslim]
"Hediyeleşiniz ki sevişesiniz."
"Allah indinde en sevgili kimseler, ahlâkça en güzel olanlardır. Bunlar, başkaları ile ülfet ederler, kendileri ile de kolayca ülfet olunur. Allahü teâlânın sevmediği kimseler ise, lâf taşıyanlar, kusûr araştıranlar, iki kişinin arasını açanlardır." [Hatîb Bağdâdî]
Sevgi konusunda bazı misâller zikretmiş bulunmaktayız. Önemli olan bunlarla amel etmektir.
30.05.2014
İnsanların yaratılış gâyeleri...
Bilindiği gibi, bu dünyâ bir imtihân yeridir. Bu imtihânda muvaffak olabilmek için, İslâmiyette emredildiği gibi inanmak, yasaklanan şeylerden kaçınmak ve farz kılınan ibâdetleri yapmak lâzım ve şarttır. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîm'inde, Mülk sûre-i celîlesinin 2. âyet-i kerîmesinde: "Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O'dur..." buyurmuştur. Hakîkatte, bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîm'de, Zâriyât sûresinin 56. âyet-i celîlesinde meâlen: "İnsanları ve cinnîleri, ancak (beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım" buyurmuştur. Yine Allahü teâlâ buyuruyor ki: "(Ey Resûlüm!) De ki: Duânız (îmânınız, ibâdetiniz, kulluk ve yalvarmanız] olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? [Duânız olmasa, Rabbim size ne kıymet verir?]..." [Furkân, 77] KULLUK VAZİFESİ... Bildiğimiz gibi, Müslümanlığın farz kıldığı ibâdetlerin faydası, aslında insanlara ya'nî o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cem'iyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir. İnsan namaz kılmakla, oruç tutmakla, diğer ibâdetlerini yapmakla, hem Allah'a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç, insanı rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar. Aynı şekilde, Allah'ın emrettiği gibi mâlının zekâtını vermek ve muhtaçlara yardım etmekle de hem Allah'a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insânî vazîfe yapılmış olur. Halkımız arasında "Üç Aylar" diye anılan "Recebü'l-ferd", "Şa'bânü'l-muazzam" ve "Ramazânü'l-mübârek" aylarının, İslâm dîninde özel yerleri vardır. "Üç Aylar", ibâdetlerde yoğunlaşma mevsimi olarak bilinmektedir. Âdemoğlu, mahlûklar, yaratılanlar içinde en mümtâz ve en mükerrem bir şekilde yaratılıp yükselmelere ve alçalmalara müsâit kılınan bir varlıktır. Mübârek aylar, günler ve geceler, aslında bizler için çok büyük birer fırsattır. Günahkâr ve yaratılış gâyelerini unutan insanlara, kerem ve ihsân sâhibi yüce Allah tarafından tanınan ve eğer iyi değerlendirilebilirse, çok büyük kazançlara vesîle olan zamanlardır. Bu aylarda, gün ve gecelerde, içimizi ve dışımızı çok iyi bilen Rabbimize karşı, nefsimizi muhâsebeye çekmeli, O'nun, bizim dünyâ ve âhiret hayâtımızı Cennet'e çevirmek için gönderdiği İslâm dînine tâm teslîm olup olmadığımızı gözden geçirmeli, hiç vakit geçirmeden İslâmın rahmet, bereket, mağfiret, fazîlet ve hayât bahşeden çeşmesinden kana kana nasip almak için bu ayları, geceleri ve günleri başlangıç yapmalıyız. Bu dünyâya gönderilen ilk insan ve ilk Peygamber Âdem aleyhisselâmdan beri oruç tutulurdu. Daha önceki ümmetler de oruç tutarlardı. Meselâ, Davûd aleyhisselâm, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. Bir sene böyle devâm ederdi. Nâfile oruçlar arasında, bunun en fazîletli oruç olduğunu, Peygamber Efendimiz haber vermiştir. Oruç tutmak bize, ya'nî ümmet-i Muhammed'e, hicretten ya'nî Peygamber Efendimizin Mekke-i mükerreme'den Medine-i münevvere'ye hicretinden onsekiz ay sonra, Şa'bân ayının onuncu günü, Bedir gazâsından da bir ay önce farz oldu. BU ÜMMETE EDİLEN İHSÂN Câbir bin Abdullah hazretlerinin haber verdiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir: 1- Ramazânın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azâp etmez. 2- İftâr zamanında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir. 3- Melekler, Ramazânın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ ederler. 4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhırette vermek için, Ramazân-ı şerîfte Cennette yer ta'yîn eder. 5- Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü'minlerin hepsini affeder. Ya'nî Ramazân ayının tamamını oruçlu geçirenleri affeder."
06.07.2012
Müslümanın vasıfları nelerdir
Allah’tan korkan bir Müslüman Onun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya titizlikle çalışır. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kendine kötülük yapanlara sabreder. Yaptığı kusurlara tevbe eder. Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için yapar.
Kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Çalışırken, alışveriş ederken, kimsenin hakkını yemez. Herkese iyilik eder. Şüpheli şeylerden kaçınır. Makam sahiplerine, zalimlere yaltaklanmaz. İlim ve ahlak sahiplerine saygı gösterir.
Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kötü kimselere nasihat verir. Onlara uymaz. Küçüklerine merhametli ve şefkatli olur. Misafirlerine ikram eder. Kimseyi çekiştirmez. Keyfi peşinde koşmaz. Zararlı ve hatta faydasız bir şey söylemez. Kimseye sert davranmaz. Cömert olur. Malı ve mevkii herkese iyilik etmek için ister.
Riyakârlık, iki yüzlülük yapmaz. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünerek hiç kötülük yapmaz. Onun emirlerine sarılır. Yasaklarından kaçar. İşte, Allah’tan korkanlar milletine, ülkesine faydalı olur.
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kıyamette buyurur ki: Dünyada bir gün beni hatırlayıp anan müslümanı, benden bir kerecik korkan müslümanı, Cehennemden çıkarın!) [Tirmizi]
(Peygamber efendimiz, Müslümanı tarif ederken, (Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan insandır. Aldanmaz ve aldatmaz) buyuruyor. Yani hırsızlık yapmaz, zulmetmez, hile yapmaz, gıybet etmez, yalan söylemez, kalb kırmaz, iftira etmez. Kimseyi aldatmaz.
Peygamber efendimize, (Ya Resulallah, Müslüman nasıl olur?) diye sordular. Peygamber efendimiz, (Müslüman güler yüzlü ve tatlı sözlü olur) buyurdu. Daima tatlı sözlü ve güler yüzlü olmak, Müslüman olmanın birinci alametidir.
Eshabı kiramın temiz hayatlarını kendimize örnek edinmeliyiz. Onlar gibi olarak, Allahü tealanın rızasını kazanmağa çalışmalıyız. Onlar gibi olan Müslüman, Allahü tealanın emirlerine ve devletinin kanunlarına itaat eder. Emre uymamak günah olur. Kanuna uymamak suç olur. Olgun Müslüman, günah yapmaz ve suç işlemez. Müslüman, iyi insan demektir. Müslümanların kardeş olduklarını bilir. Vatanını, milletini ve bayrağını sever. Herkese iyilik eder. Gayrı müslimlere, turistlere, kafirlere de hiç kötülük yapmaz. Onların mallarına, canlarına, ırzlarına, namuslarına asla saldırmaz. Kötülük yapanlara nasihat verir. Kimseye hiyle, hıyanet yapmaz. Münakaşa etmez. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Devamlı çalışır. Din bilgilerini ve fen bilgilerini iyi öğrenir. Çocuklarına, tanıdıklarına da öğretir. Gıybet, dedikodu yapmaz. Hep faydalı şeyler söyler. Helal kazanır. Kimsenin hakkına dokunmaz. Böyle olan Müslümanı Allah da sever, kullar da sever. Rahat ve huzur içinde yaşar.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Niçin dindar olmayanı dindar sanıyorlar?
Çünkü dinî konuda maalesef büyük bir cehalet hüküm sürmektedir. Bu sebeple de özden fazla şekle ve görüntüye bakarak insanların ne kadar dindar olduklarına karar veriliyor. Meselâ, "Çok dindar bir adam: üç kere hacca gitmiş!" deniliyor... Beş vakit namaz kılanlara, bir çok yerde "hoca" denildiği gibi, örtülü hanımlara da "din âlimesi" nazarıyla bakılabiliyor.
Geçmiş yıllarda, birçok eski öğrencim, sırf başörtüleri sebebiyle caddede, otobüste, trende fıkhî bazı sorular sorulduğundan şikâyetçiydiler. Çünkü sorulan soruların cevaplarını onlar da bilmiyorlardı. Ancak kılık kıyafetleri sebebiyle, cevapsız kalmaları çoğu zaman yadırganıyordu. Birçok yaşlı başlı Müslüman, "Kızım madem namaz konusundaki bu sorunun cevabını bilmiyorsun, başını neden örtüyorsun?" diye soruyorlar. Hâlbuki o gençler de daha yeni yeni dinlerini öğrenmeye başlamışlardı.
Her gördüğümüz sakallı, nasıl hacıbaba oluyorsa, her örtülü hanım da, hemen dinde âlim ve çok dindar bir kimse sanılabiliyor.
Peki, gerçek dindar nasıl olur? Örnek ve vasıflı bir Müslüman hangi özellikleri taşır?
Akla ve İlme Dayalı Bir İman Sahibidir
Vasıflı dindarın ilk özelliği, akıl, mantık ve bilgi temeline oturan sağlam bir imandır. Şeksiz şüphesiz bir inancın sahibidir. Gerçekten dindar olan kişi, neye, nasıl inandığını bilir. Bu bilgisi sebebiyle, aykırı fikir ve inanışlara karşı söyleyecek sözü vardır.
İnancı konusundaki her şeyi bilmese de, her sorunun cevabı bulunduğunu bilmenin rahatlığı içindedir. En azından bu cevaplara nasıl ulaşacağını öğrenmiştir.
Aksi halde, son dönem yeniçerilerine benzer. Hani onlardan biri çoktandır kızdığı bir Yahudi'yi, "Niçin bana çarptın?" bahanesiyle atmış yere ve başlamış bağırmaya:
- Tez Müslüman ol!.. Yoksa sen bilirsin!..
Yerde sırtüstü yatan Yahudi, başının Üstünde parıldayan kılıcı görünce, işin vahametini anlamış ve hemen,
- Peki, demiş, Ne diyeyim de Müslüman olayım kuzum? Yeniçeri başlamış düşünmeye... Ama ne denilip de Müslüman olunacağını bir türlü çıkaramamış:
- Onu ben de bilmiyorum! Demek zorunda kalmış?
Bu Yeniçeri ilk bakışta dindar bir insan gibi görünebilir mi? Her ne kadar din gayretiyle harekete geçiyorsa da yaptıkları ve yaptırmak istedikleri itibariyle asla iyi bir Müslüman sayılmaması gerekir.
Zira iyi bir Müslüman, inancın zorla, baskıyla, dayatmayla benimsetilemeyeceğini, hatta böyle metotların daima ters teptiğini gayet iyi bilir.
Bırakınız başkasını ve yabancıyı, kendi öz çocuğunu bile zorlayarak, tahakküm ederek, dayatarak imana ve ibadete getiremeyeceğinin bilincindedir. Akıllı ve medenî insanlar ancak ikna ile imanı benimseyebilirler. Ya da imanın güzelliklerini bir Müslüman'da görerek sevip inanırlar. Çünkü gerçek iman, tamamen candan, gönülden ve içtenlikle kabul edilendir. Maddî ya da manevî baskılar, korkular, çıkarlar söz konusu olursa, hakikî imana ulaşılmaz.
İmanın güzelliğine ulaşmış olan, o güzelliği güzelce paylaşmak ister.
Kendisini Din Polisi Gibi Göremez
Bir başka mesele de gerçek dindar, kendisini din polisi gibi göremez. O. kalplerin derinliklerinde gizli olanı araştırmakla görevli değildir. Bu sebeple zahire göre hükmeder. Hz. Peygamber (sav) sırf görünüşte Müslüman olan, aslında imana gelmemiş münafıkları mescidinden dahi uzaklaştırmamıştır. Zaten onları herkese ilân da etmemiştir. Onlar inançsızlıklarını dışarı yansıtıp zarar vermedikleri sürece Müslümanların arasında, hatta mescidinde kendilerine daima yer bulmuşlardır.
Bir savaşta, sahabe-i kiramdan biri, zorlu bir mücadeleye girmiş ve sonunda güç halle rakibini yere düşürüp kılıcını onun boynuna indirmek için kaldırmıştı. İşte tam bu sırada, yerde yatan adam, 'lâilâhe illallah' (Allah'tan başka ilah yoktur) deyivermişti. Ancak bu iman belirtisi, kılıcın boynuna inmesini önleyemedi. Zira son anda ölüm korkusundan söylendiği açıktı.
Ne var ki bu olayı duyan Allah Resulü (sav) fevkalâde üzüldü ve çok nadir kızgınlıklarından birini gösterdi. Sahabi defalarca dedi ki:
- Ey Allah'ın Resulü, adam benimle sonuna kadar mücadele etti. Eğer becerebilseydi beni öldürecekti. Son anda söylediği tevhid kelimesi ölüm korkusundandı...
Efendimiz'in (sav) üç kere tekrarladığı cevap ne kadar ibretli, ne kadar hassas ölçülü ve ne derece düşündürücüdür:
- Kalbini yarıp baktın mı? Kalbini yarıp baktın mı? Kalbini yarıp baktın mı? (Bkz. İbn Mace, "Fiten," 1; İ. Kesir, Tefsîru Kur'ani'l-Azîm, 1:539;
Evet, kimse kimsenin samimiyetini ölçmekle vazifeli değildir. İmanda samimiyet ölçmek yetkisi hiç bir insana verilmemiştir.
Herkes kendi samimiyetini ölçmeli ve derecesini artırmaya çalışmalıdır. Zira ancak bundan sorumludur.
Başkasıyla Değil Nefsiyle Uğraşır
Vasıflı bir dindar, başkasının imanıyla, ibadetiyle ve ihlâsıyla uğraşmaz. Çünkü onun ilk ve en önemli düşmanı, daima kötülükleri emreden nefsidir. Dolayısıyla asıl savaşı, şeytanla işbirliği yapmış olan nefsine karşı verir.
Başkalarına hüsn-i zan besler. Ötekileri daima kendinden yüksek bilir. Ve hiçbir zaman yükseklik iddiasında bulunmaz. Bilir ki, "Ben yükseğim, yüceyim!" diyen, alçaktır. Çünkü İslâm ahlâkında iman, ibadet ve ahlakıyla övünmek düşüklük ve hastalıktır.
Gösterişten Uzaktır
Hayır hasenatı bile sevabı kaçmasın diye gizli yapan Müslüman "sağ elinin verdiğini sol elinden" (Buhari, Ezan 36) gizlemeye çalışır. Verdiğinin karşılığını sadece Allah'tan beklediği için, mümkün mertebe gösterişten, hayrını açıklamaktan kaçınır.
Dindarlığı Rant Olarak Kullanmaz
İdeal dindar, dindarlığını bir rant olarak kullanmaktan Allah'a sığınır. Eğer sırf dindarlığı sebebiyle, ya da onu âlet ederek bir menfaat sağlıyorsa, dinini dünyaya satmış olacağını bilir. Fanî dünyanın basit ve kıymetsiz cam parçalarını âhiretin paha biçilmez elmaslarına tercih etmek, gerçekten dindar olanın işi değildir.
Daima Ölümle İrtibatlıdır
Vasıflı dindar, daima ölümle irtibatlıdır. Bu sebeple geniş görüşlü, engin ve derin bakışlıdır. Âhiret boyutlu düşünür. Dünyada kendisini emanetçi bilir. Asıl yatırımını daimî, bakî ve kalıcı olana yapar.
Bu sebeple "Ne dünya umurundan (işlerinden) kazandığına memnun, ne de kaybettiğine mahzun olur."
Her işinde, "Rabbim razı olsun, yeter!" diye düşünür, "O razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok!" der. Zaten Rabbini razı eden, başkalarını da memnun ve mutlu eder.
Kul Hakkından Titrer!
Kul hakkı yeme korkusu, vasıflı dindarı titretir. Daima üç kuruş az kazanmaya razıdır. Gönül kırmaktan hep uzak durmaya çalışır. Bağışlanması çok zor olan kul hakkını yemektense, az kazanca ve kendisi kırılmaya gönüllüdür.
Günümüzden 55 yıl önce, gazete haberi olmuş böyle bir güzellik yaşanmış İstanbul'da?
Artvinli Hasan Efendi Kocamustafapaşa'da, ihale ile bir bina satın alır. Satış gerçekleşir, binanın tapusu da artık elindedir. Fakat bina ihale ile ve avukatı aracılığı ile satın alındığı için içi rahat etmez. Uzman bir mühendisi, binaya fiyat biçmesi için görevlendirir.
Görevli mühendisin binaya biçtiği fiyat, kendisinin ödediği miktardan bin lira daha fazladır. O zamana göre çok önemli bir paradır. Fakat Hasan Efendi'nin vicdan rahatı, bu 1000 liradan daha önemlidir.
Binanın hissedarlarını bulur, hepsine bu bin lirayı paylaştırır:
- Kanunen binayı 1500 liraya aldım ama vicdanen 1000 lira daha ödemek mecburiyetindeyim! Der.
İşte bu Artvinli Hasan Ağa, Tema Vakfı'ndan tanıdığımız muhterem Nihat Gökyiğit Beyefendi'nin babalarıdır.
Artvinli tüccar Hasan Efendi neden böyle bir fazileti gösterebiliyor? Çünkü bu inanç ve onun dışarıya ahlâk güzelliği olarak yansıması babasından bir mirastır.
Babası Artvin'de dürüstlüğü ile tanınan bir tüccardı. Ermeni tehciri sırasında o da benzeri bir güzelliği bizlere hatıra olarak bırakmıştı?
Varlıklı bir Ermeni, göç emrini alınca bu zata gelir ve der ki:
- Bildiğiniz üzere, biz bütün malımızı mülkümüzü bırakıp gitmek zorunda kalıyoruz. Ben mevcut gayr-ı menkullerimi 30.000 altın karşılığı sana bırakayım. Senden başka kimsenin de gücü yetmez. Sen almazsan öylece bırakıp gitmek zorunda kalacağım.
- Peki! Parayı hazırlayıp getireceğim! Der bizim tüccar...
Dediği gibi de yapar. Ermeni çok sevinir. Dualar eder, helâlleşip ayrılırlar. Fakat bu muhteremin içi bir türlü rahat değildir. Hesap eder kitap eder, Ermeni'nin sıkışarak bu fiyata sattığı mallarının, en az 10 bin alım fazlasını edeceğine hükmeder.
Ve bu parayı da hazırlayıp Artvin'i terk etmesine ramak kala Ermeni'ye verir. O zaman bu hakperestliğe o Ermeni Osmanlı vatandaşı hayret etmiştir ama simdi neredeyse, bizler de inanılmaz buluyoruz.
İşte vasıflı dindar bu idi... Hâlâ da budur...
Vasıflı dindar, düşmanına bile dosdoğru davranan adamdır. Çünkü o, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hud, 112) emrini Rabbinden alınca, '"Bu sûre beni ihtiyarlattı!" ( Tirmizi, Tefsir, sure 56) buyuran Yüce Resûl'ün bağlısıdır.
Vasıflı dindar, en önemli uyarıyı bile incitmeden yapabilen bir nezâketin temsilcisidir. Nezaketi bir üslûp inceliği olarak yansır muhatabına...
70 yıl önce, küçük ve yemyeşil bir Anadolu şehrine genç bir hakim tayin edilir. Şehrin eşrafından bir ticaret adamı, bu genç hakimi evine yemeye çağırır. Güzel bir gündür. Evlerin geniş bahçelerini dolduran meyve ağaçlarının dalları sokağa kadar sarkmaktadır. Bu güzel meyvelerden birine uzanan hakim, bu gün görmüş vasıflı Müslüman'dan şu çok nezih ikazı alır:
- Hakim Bey bu bahçe bize ait değildir. Bizimkisi iki bahçe sonradır...
Hakim Bey elini çekiverir. Yüzü hafifçe kızarır ama bu uyarı üslûbuna da hayran kalır. Yarım asır sonra der ki:
- Meslek hayatımın ilk gerçek ve uygulamalı hukuk dersini bu Zat'tan aldım ve asla bir daha unutmadım...
Vasıflı dindar, yaratılanı, Yaratan'dan ötürü hoş gören ve seven bir anlayışın insanıdır. O günaha kızar, günahın kötülüklerine düşmanlık eder ama günahkârı sever. Günaha düşman, ancak, günah işleyen kişiye dost olur. Bu dostlukla, günah ile günahkârı birbirinden uzaklaştırmaya çalışır. Meselâ, içkiye düşmandır ama alkolik adama dosttur, sevgi gösterir. Çünkü o kötü alışkanlığın esiri olan, ancak sevgi ve dostlukla kurtarılabilir.
Vasıflı dindar, günahları açan, ilân eden ve bundan zevk alan bir kişi olamaz. Tam tersine o, günahları örter. Hataları, kusurları, günahları eşelemek ve teşhir etmek istemez. Bu gibi olumsuzlukların sahiplerine merhamet eder, acır. Kurtulmalarına duacıdır, yardımcıdır...
Zarar verene zarar vererek aynı derekeye düşmek istemez. Isıranı ısırma küçüklüğüne tenezzül etmez. Bunaldığı zaman, "Ne yapayım. Allah yaratmış" der, olumsuzluklara karşı sabrını bereketlendirmeye çabalar.
Vasıflı dindarda Allah'ın güzel isimlerinin tecellisi görünür. Meselâ vericidir. Karşılığını Rabbinden bekleyerek verir. O bilir ki, "Veren el, alan elden üstündür."
Verdiklerini başa kakıp da onların manevî getirisinden kendisini mahrum etmez. Çünkü vasıflı dindar, yaptığı hayrı, verdiği zekâtı, sadakayı hemen unutan ama kendisine yapılan iyiliği unutmayan bir şahsiyettir.
Ölçüsü takvadır, insanı ancak ahlâk, fazilet ve takva bağlılığının üstün kılacağını bilir. Bu sebeple insanları değerlendirirken, makamlarını, paralarını ve etnik köklerini değil, maneviyatlarını dikkate alır. Asalet ahlâka bağlılıkta Cenab-ı Hakk'a kullukta, Resulü'nün yaşadığı gibi yaşamaktadır.
Vasıflı mü'min, mütevazîdir. Gül bitirmek için toprak olmaya razıdır.
Hizmetle öne çıkar, ücret zamanı geride durur.
Mütefekkirdir. Kâinatı bir kitap gibi okumayı bilir. Eserden müessire giden yolu gönül gözü ile de görür. Sürekli Rabbi ile olmanın iç huzurunu dolu dolu yaşar. Bu sebeple başkalarını üzen ve korkutan birçok şey onun gözünde hiçtir.
Allah'a iman, kalbinin cenneti olur. Bu huzuru tattığı için, asla yalnızlık duygusu çekmez, ümitsiz olmaz. Çünkü Allah'la beraber olan asla yalnız değildir.
Diğer mü'minlerle öncelikli ortak paydası, ticaret, siyaset, ırkî bağlar değildir. Din kardeşliği ile Tevhid inancı etrafında sarsılmaz bir kenetlenmenin kopmaz halkasıdır.
Bundan dolayı bütün mü'minleri bir vücudun azaları gibi görür, dertleriyle dertlenir, sevinçleriyle bayram eder.
Vasıflı Müslüman, müteşebbistir, çalışkandır. Ama asla ihtiras sahibi değildir.
En iyi neticeyi almak için, bütün helâl ve meşru yolları dener. Ancak netice ne olursa olsun razıdır.
Kanaatin bitip tükenmek bilmeyen bir hazine olduğunu bilir. Rızkın Allah'a ait olduğunun, ecelin şekil ve vakit olarak bir olduğunun idrâkindedir.
Vasıflı dindar, herkesin iyiliğini isteyen ve buna elinden geldiğince çalışan bir yeryüzü meleğidir.
Vasıflı dindar gönül adamıdır. Beklenen adamdır.
Gönüllerin daima özlediği ve beklediği adamdır.
Teselli veren adamdır.
Gönlündeki iman zenginliği ile her daim mütebessim adamdır. Neşe ve huzur veren adamdır.
Sevgiyi seven, düşmanlığa düşmanlık eden adamdır.
İki gününü eşit etmemek için, sevgi yolunda her gün ileriye doğru giden adamdır.
Dünya maddeten ve manen yaşanılabilir bir yer olarak kalacaksa, vasıflı dindarların sayılarının çoğalması gerekiyor demektir.
Kur'an Ahlakıyla Ahlaklanmış Bİr Müslüman Nasıl Olmalı? Mumsema Kur'an Ahlakıyla Ahlaklanmış Bİr Müslüman Nasıl Olmalı?
Kuranı Kerimden öğrendiğimize göre Kurana ahlakı ile ahlaklanmış bir Müslümanın başlıca özellikleri şunlardır.
1- Allah’ın birliğine ve ondan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed (sav)’in Allah’tan getirdiği şeylerin hepsine kesin ve tereddütsüz bir şekilde inanır ve dili ile bunları ikrar eder, söyler.
2- Allah’ın emreylediği ve Hazreti Muhammed (sav)’inde gösterdiği şekil üzere namazını kılar, orucunu tutar, zenginse malının zekatını verir, zenginse hac görevini yerine getirir.
3- Yetimlere, yoksullara, muhtaçlara, yakınlarına, yolda kalmışlara malıyla canıyla gücü yettiği kadar seve seve yardımda bulunur.
4- Tehlikeli durumlarda asla sarsılmaz, gevşeklik göstermez, Allah’a itimad eder.
5- Felaketleri metanetle karşılar, bunları başarıyla atlatabilmek için bütün gücünü sarfeder ve nihayet çaresizliğe karşı sabır ve tahammül gösterir. Allah’tan ümidini kesmez.
6- Ana ve babaya itaat eder, onların kalplerini kıracak en ufak söz ve işlerde bulunmaz.
7- Verdiği sözü mutlaka yerine getirir. Her ne surette olursa olsun emanete hıyanet etmez.
8- Üzerine aldığı her türlü vazifeyi en iyi bir şekilde yapmaya çalışır.
9- Müslüman dünyanın en temiz insanıdır. Bedenini, üstünü başını, oturup kalktığı yeri, yiyeceğini, giyeceğini, evini barkını, caddesini sokağını tertemiz tutar; kafasını kötü fikirlerden, kalbini fena huylardan, dilini çirkin ve kaba sözlerden temizler. Cismen ve ruhen temizliği ile herkese örnek olmaya çalışır.
10- Allah’ın ve Peygamberin emirlerine itaat eder ve ahlaki vazifelerini eksiksiz olarak yapar.
11- İnsanlar arasında fesad çıkarmaz, insanları birbirine düşürecek sözlerden ve işlerden sakınır.
12- Kimsenin ayıplarını, gizli hallerini araştırmaz ve ortaya dökmez. Nefsini içkiden, kumardan, uzak ve pak tutar. Bilmediği bir şey hakkında hüküm vermez. Başkalarına karşı kibirlenmez, büyüklük taslamaz.
13- Kötülüğün, hayasızlığın her türlüsünden, gizlisinden açığından, büyüğünden küçüğünden sakınır. Halkın iyiliğine çalışır.
14- Özü sözüne, sözü özüne uygun ve dosdoğru olur. Her nerede olursa olsun, kendi aleyhine bile olsa, hak ve adaletten ayrılmaz.
15- Düşmanlarına karşı da adaleti, insafı elden bırakmaz, onların düşmanlıkları dolayısıyla adaleti çiğnemez.
16- Yalan söylemez, yalan yere yemin etmez, yalancı şahitlik yapmaz. Haksızlığa karşı nefret duyar.
17- Alçak ve süfli arzulara uyarak doğru yoldan sapmaz, kötülerle düşüp kalkmaz.
18- İsraftan ve cimrilikten sakınır. Ne eliyle, ne de diliyle hiçbir kimseyi incitmez.
19- Komşularını çok sayar ve onları hiçbir surette gücendirmez.
20- Varlık zamanında da, darlık zamanında da başkalarına elinden geldiği kadar yardımda bulunur.
21- Öfkelerini yenerek kusur ve kabahatleri affeder, intikam sevdasına düşmez.
22- Bir kötülük işlemek ister veya bir haksızlık yapacak olursa, hemen Allah’ı hatırlayarak Ondan af ve mağfiret diler, yaptığına pişman olur.
23- Her iyi işe arka çıkar, maddi ve manevi yardımda bulunur. İnsanlara iyiliği tavsiye eder, fenalığa ve zulme asla yardımcı olmaz. Kötüleri korumaz ve herkesi kötülükten çevirmeye çalışır.
24- Dargınları barıştırmak için çalışmayı vazife bilir, kin gütmez, kimseye haset etmez, herkese faydalı insan olmaya özen gösterir.
25- Kim söylerse söylesin hakkı kabul eder, ilim ve hüneri, hikmet ve hakikati nerede bulursa alır ve bunda taassup göstermez.
26- Müslüman tembel değildir. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışır. Her iki vazifesini de eksiksiz yapar.
27- Allah yolunda, millet ve memleket uğrunda elinden gelen fedakarlıktan, yerine göre canını feda etmekten çekinmez.
28- Yapacağı bir işin önünü, sonunu düşünmeden hatıra gelir gelmez yapmaya kalkışmaz, ibadetinde acele ederek eksik bırakmaz, hayırlı işlerde geriye kalmayıp daima ileri koşar.
29- Müslümanların derdini kendine dert edinir ve onların iyiliğine çalışır, Hastalarını arayıp sorar, sıkıntılarını gidermeye özen gösterir, cenazelerine gider, kendisinden büyük olanları, hele ihtiyarları sayar, küçüklere acır ve her canlıya karşı şefkatli olur, azamet ve kibir göstermez.
30- Bütün müminleri kardeş bilir ve başkalarının hayatlarını, haklarını kendisinin ki gibi muhterem tutar.
31- Kimse ile alay etmez. Başkalarına kötü lakap takmaz. Dilini gıybetten, iftira etmekten, yalan söylemekten ve her türlü kaba ve çirkin sözlerden muhafaza eder.
32- Herkesle hoş geçinir, dargınları barıştırmaya çalışır, üç günden fazla dargın durmaz.
33- Bütün varlık alemine sevgi ile bağlanır. Sevdiklerini Allah için (karşılık beklemeksizin) sever, sevmediklerini de Allah için sevmez.
34- İşlerinde tereddütlü ve evhamlı olmaz, bir işin olması için elinden gelen bütün gayreti, çabayı, çalışmayı gösterdikten sonra Allah’a tevekkül eder.
35- Allah ve Peygamber sevgisini her şeyden üstün tutar. Allah sevgisi ve korkusu onun bütün vücudunu kaplar.
36- Her ne surette olursa olsun şüpheli şeylerden sakınır.
37- Bir Müslüman için en büyük gaye, hakiki bir Müslüman olmaya çalışmak, İslam’ı en güzel şekilde yaşamak ve yaşatmak ve bu surette bütün insanlara örnek olmaktır.
Bu huylarla gidiş, Allah’ın emri, Peygamberin yoludur. Müslüman bu yolun yolcusudur. Nezih ve pak bir yaşayışla dünya hayatını faydalı bir insan olarak tamamlar. İmanla, kalb huzuru ile Allah’a kavuşur. Onun tükenmez ve sonsuz nimetlerine ulaşır
alıntı
.
Hakiki mümin nasıl olur? |
|
Büyük Velilerinden Selahaddin Zerkub hazretleri ”rahmetullahi aleyh“, bir hususi sohbette;
- Kardeşlerim, dünyada ve ahirette saadete kavuşmak, rahat ve neşeli yaşamak için Müslüman olmak lazımdır, buyurdu. İmanı olan ve haramlardan sakınıp ibadetlerini yapan kimseye, Müslüman denir.
Sordular:
- İman nedir efendim?
- İman, “Amentü”deki belli altı hususa ve bütün emir ve yasakların hepsine inanmak, beğenmek demektir. Allahü teâlâ hakiki Müslümandan razı olur. Onu sever.
- Hakiki Müslüman nasıl olur hocam?
- “Hakiki Müslüman” olmak için, “Ehl-i sünnet alimleri”nin bildirdikleri gibi iman etmek ve ibadetlerini doğru ve ihlasla yapmak lazımdır.
Ve ilave etti:
- İbadetlerin doğru olması için, nasıl yapılacaklarını öğrenmeli ve öğrendiklerine uygun olarak yapmalıdır.
Sordular yine:
- İhlas nedir efendim?
- “İhlas”, gerek beden ile, gerek mal ile yapılan farz veya nafile bütün ibadetleri, mesela hayrat ve hasenat yapmayı, Müslümanları sevindirmeyi, onları sıkıntıdan kurtarmayı, zikri, istiğfarı, sadece “Allah rızası” için yapmaktır.
- Mal, mevki, hürmet ve şöhret için yapılırsa efendim?
- Böyle olursa ihlas olmaz, riya olur. Böyle ibadete sevap değil, günah yazılır.
Cehennemden kurtulmak için
Bir gün de sordular bu zata:
- Hocam, ahir zamanda gelecek ümmeti Cehennemden kurtaracak bir tek şey varmış, o nedir acaba?
- İmandır, buyurdu.
- Yani ahir zamanda imanını kurtaran, Cehennemden kurtulacak, öyle mi efendim?
- Elbette. “Ehl-i sünnet” üzere iman bu kadar kıymetli işte.
- Elhamdülillah.
- Biliyor musunuz, bizden önceki insanlar, “günaha girmemek” için çaba sarf ederlerdi.
- Ya şimdi hocam?
- Ahir zamanda gelen bizler ise “imanımızı kaptırmamak” için uğraşacağız.
Bir Müslüman’ın Günlük Hayatı Nasıl Olmalı?
Bir Müslümanın yirmi dört saati:
1-Güneşin doğmasından bir saat kadar önce uyanır, abdest alır, sabah namazını kılar. Hür ve mukim erkekler, yakındaki camiye giderek bu ibadeti cemaatle eda ederler.
2- Sabah kahvaltısı...
3- İşine, okuluna, nereye gidecekse oraya gider.
4- Ne iş yapıyorsa, “en iyi, en güzel, en doğru” şekilde yapar. Asla ihmalkârlık, kaytarıcılık yapmaz, vazifesini savsaklamaz. Müslüman her ne yaparsa yapsın Allah’a yapar gibi yapar.
5- Öğle tatili... Gerekenden fazla yememek şartıyla öğlen yemeğini yer. Bedeni ağır iş yapıyorsa, vücudunu ayakta tutacak kadar kalori alır, doyduktan sonra yemez. Oburluk, pisboğazlık, mide-perestlik haramdır.
6- Öğle namazını kılar. Namaz, iş saatlerine denk geliyorsa, işçi veya memur, namazı bahane ederek vazifesini savsaklamaz.
7- Öğleden sonra çalışmasına devam eder.
8- İkindi namazını kılar.
9- Evine döner.
10- Akşam yemeği: Geceleyin hazmı (sindirimi) zor olacağından ve sağlığa zarar vereceğinden ağır yemekler yemez. Müslüman her hal ü kârda, yemek için yaşamaz, yaşamak için yer.
11- Mevsimine göre, vaktinde akşam namazını eda eder.
12- Yemekten sonra çayını içerken en az bir saat faydalı, kıymetli kitap okur. Kitap okumayan, kültürünü arttırmaya çalışmayan kimse medenî bir insan değildir. İsterse çok zengin olsun.
13-Yatsı namazını camide eda eder.
14- Yaz aylarında, geceler kısa olduğu için yatsıdan sonra yatağa girer ve uyur.
Günlük hayatında Müslüman nelere dikkat edecektir:
TELEVİZYON SEYRETMEK: Televizyon programları dine, Şeriata, ahlâka, fazilete, bilgeliğe uygunsa, aşırı kaçmamak şartıyla bir miktar seyredebilir. Bu dediğim, sıradan insanlar içindir... Müslüman, İslâm dininin kesin olarak yasakladığı, haram kıldığı açık saçık, şehvetli karıları, içki sofralarını, fuhşiyyat sahnelerini, kumar eğlencelerini, bin türlü azgınlığı asla seyredemez. “Bunları seyretmek caizdir, bunları seyretmek, bu seyirle eğlenmek, keyiflenmek sakıncalı değildir, caizdir” diyenlerin imanları tehlikeye girer.
İHTİYAÇLARIN GİDERİLMESİ: Müslüman asla israfa, lükse, aşırı tüketime, gösterişe kapılmaz. Bunları dinimiz haram kılmıştır. Din ve iman kardeşlerinin milyonlarcası sefalet, sıkıntı, açlık, perişanlık içindeyken kendisi Nemrud, Firavun, Neron, Şeddad gibi lüks yemekler yiyen, lüks bir hayat süren kimseler fâsık, fâcir, gafil, vicdansız insanlardır. Müslümana yakışan mütevâzı olmak, orta halli bir hayat sürmektir. Bu dediğim avam içindir, mânevî derecesi yüksek olan Müslümanların bu konuda daha sıkı olmaları gerekir...Müslüman hiçbir zaman meskenleri, mobilyaları, evdeki cihazları, otomobilleri; kendisine değer ve üstünlük kazandıran şeyler olarak görmez. Vicdanlı, akıllı, namuslu, şuurlu, insaflı bir Müslüman 20-30 bin dolarlık bir otomobilden daha pahalısını almaz. “Benim param var, canımın istediği pahalı otomobili alırım” mı diyorsun? Unutma ki, Allah’a hesap vereceksin.
LİSANINI KÖTÜLÜKLERDEN KORUMAK: Müslüman mutlak bir hürriyete sahip değildir. Müslüman, hürriyet var, canımın istediğini söylerim, yazarım diyemez. Lisan afetleri vardır, bunlar İmam-ı Birgivî Hazretlerinin “Tarikat-i Muhammediye” adlı çok önemli, çok mübarek, çok kurtarıcı kitabında yazılıdır. Okur öğrenirsiniz. Müslüman lüzumsuz, faydasız lâf etmez. Gevezelikten, zevzeklikten, mâlâyâni söz etmekten kaçınır. Söylerse hayır söyler, yoksa susar.
GÖZLERİNİ GAYR-İ MEŞRU BAKIŞLARDAN KORUMAK: Müslüman gözlerinden, baktığı şeylerden sorumludur. Kendi annesinin, karısının, kız kardeşinin iffetini, namusunu, şerefini, haysiyetini nasıl koruyorsa, başka kadınlarınkini de korumakla yükümlüdür.
KULAKLARIN KORUNMASI: Zamanımızda müzik, son derece bayağılaşmış ve yaygın hale gelmiştir. Siz çalmazsanız, başkalarının çaldığını dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Müslüman, elinden geldiği derecede kötü müzikten uzak durur. Kötü müzik ne demektir? İnsanın kafasını şişiren, kişiyi azdıran, şehvete ve ahlâksızlığa teşvik eden, kalitesiz musikidir. Bir çiftlikte tavuklara rock müziği dinletmişler, hayvancağızlar önce yumurtayı azaltmış, sonra durgunlaşmış, hastalanmış, sonunda ölmüşler... Kötü müzik dinletilen ineklerin sütü azalıyormuş. Aklı olanlara bu örnekler yeter.
HİÇ HATIRDAN ÇIKARTILMAYACAK İSLÂMÎ BİR PRENSİP: Resulûllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” buyurmuştur. Müslüman her gününün, bir önceki günden daha hayırlı olması için çalışacaktır. Daha fazla ibadet edecek, daha fazla hayır hasenat yapacak, daha fazla sadaka verecek, ilmini, kültürünü arttıracak, nefsiyle yaptığı cihatta ileriye gidecektir.
MÜSLÜMAN, İSLÂM’A UYAN KİMSEDİR: Evinde, işinde, yeme ve içmesinde, kılık kıyafetinde, konuşmasında İslâm’ın emirlerini, yasaklarını, tavsiyelerini göz önünde bulundurmak gerekir. Yaptığın her iş için “Yüce Allah bundan razı olur mu?”, “Bundan dolayı bana gücenir ve gazap eder mi; Sevgili Peygamberimiz benim bu yaptığım işi beğenir mi, yoksa beğenmez mi?..” diye düşünmek gerekir.
MERHAMETLİ OLMAK: İslâm bilgeliğinin temel kurallarından biri, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez”dir. O halde, Müslüman insanlara, hayvanlara, bitkilere, hatta topraklara, taşlara, sulara bile merhametli olacaktır.
DİNÎ KONULARDA TÂVİZ (ÖDÜN) VERMEMEK: İslâm dinini insanlar ortaya koymamıştır, din Allah’ındır. Binaenaleyh dinin kesin kurallarında, hükümlerinde, müesseselerinde bizim değişiklik yapmaya, bunlardan ödün vermeye hakkımız yoktur. Bunları elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar hayatımıza ve hayata uygulamaya çalışırız. Yapamıyorsak, eksikliğimizi biliriz. Müslüman, asla dini kendisine, hayata uydurmaya çalışmaz. Asıl olan, kendisini ve hayatını dine uydurmaktır.
YASAKLARDAN, GÜNAHLARDAN, İSYANLARDAN, AZGINLIKLARDAN KESİNLİKLE UZAK DURMAK: İslâm dini ribayı mutlak surette yasak ve haram kılmıştır. Binaenaleyh ribadan ve ribaya benzeyen ticarî, iktisadî muamelelerden uzak durmak gerekir. Yine dinimiz bazı alışverişleri bâtıl saymıştır, bunlardan da uzak olmamız gerekir.
TARTIŞMAMAK: İmam-ı Gazalî Hazretleri, bir şık dışında tartışmayı uygun görmemektedir. Cahillerle, azgınlarla, aşırılarla, beyni yıkanmışlarla tartışmak boştur, faydasızdır.Müslüman tartışmak yerine, iyi bir örnek ve model olmayı tercih etmelidir. Ona bakan, onda İslâmiyet’in güzelliklerini ve üstünlüğünü görsün. Kal (dil) ile değil, hal ile propaganda yapmalıdır.
FİTNE VE FESADA SEBEBİYET VERECEK HER ŞEYDEN UZAK DURMAK: Peygamberimiz “Fitne uykudadır, uyandırana lanet olsun” buyurmuşlardır. Din konusunda aptalca çıkışlardan, geri zekâlıca nümayişlerden, lüzumsuz gösterilerden kaçınılmalıdır.
EN BÜYÜK DÜŞMAN: Müslüman, en büyük düşmanının kendi nefs-i emmaresi olduğunu, bir an bile hatırından çıkartmamalıdır. Düşmanını görmek isteyen aynaya baksın.
Âhir zamanda yaşıyoruz, Peygamberimiz âhir zamanda İslâm Şeriatını yaşamanın, Sünnet’e uymanın “avucunda kor tutmak” kadar zor olduğunu haber vermiştir. Müslüman, İslâm’a ve Şeriat’a uyarken, dinini yaşarken birtakım sıkıntılar çekecektir, bunlar Allah’ın bir imtihanıdır, sabrederse, doğru yoldan ayrılmazsa çok büyük mükâfatlara nail olacak, ebedî mutluluk kazanacaktır.
Çok dikkat edilmesi gereken bir husus: Vicdanlı, şuurlu, vasıflı, haysiyetli, namuslu, şerefli, hikmetli bir Müslüman, kendisi asla din sömürüsü yapmadığı gibi, din sömürüsü yapan alçak ve rezillerden uzak duracaktır ve onları asla desteklemeyecektir. Din sömürüsü yapanları desteklemek, dinin yıkılması için çalışmak demektir.Böyle bir gaflete ve felâkete düşmekten Allah’a sığınırız.
|
|
HAKİKİ MÜSLÜMAN NASIL OLUR?
Hakiki Müslüman; Ailesini, büyüklerini, yurdunu ve bayrağını sever. İnsanlara karşı yumuşak daranır ve imkânı nispetinde herkese yardım eder. Annesini, babasını, büyüklerini sayar, küçüklerini sever. Hiç kimseyi incitmez. Temizliğe son derece dikkat eder. Yediği, içtiği, vücudu, eşyaları ve çevresi hep temiz olur. Hakiki Müslüman; Allah'ın kulu olduğunu bilir ve kulluk görevlerini eksiksiz yapmaya özen gösterir. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışır. Çoluk çocuğunu ahlâklı ve örnek Müslüman olarak yetiştirir; Kuran-ı Kerim okumasını öğretir ve tahsil yaptırır. Yalnız akrabaları, arkadaşları, komşuları ile değil, bütün isanlarla iyi geçinir. Hakiki Müslüman; Dinin inceliklerini öğrenir, Allah'ın nimetlerine şükür eder. Yediği, içtiği hep helâldir. Kimsenin malına, canına ve namusuna göz dikmez. Hak yemez, kötülük yapmaz ve kandisine yapılanlara sabreder. Hile, hıyanet nedir bilmez. Haset edici, kıskanç ve kibirli değildir. Bilerek veya bilmeyerek bir günah işlerse, hemen tövbe eder. Büyüklerine, ölmüş olan müminlere, arkadaş ve çoluk çocuğuna daima hayır dualar eder.
Hakiki Müslüman; İşyerinde son derece dikkatlidir, zamanını boş geçirmez. Çalışır fakat rızkı Allah'ü Teâla'dan bilir. Üzerine aldığı işi zamanında hatta daha önce yapar. Kul hakkından çok korkar, kusurları afeder. Hiçbir zaman kötü sözleri söylemez, yazmaz ve okumaz. Münakaşa etmez ve kimsenin kalbini kırmaz.
Hakiki Müslüman; Her haliyle çevrasine örnek olur. Kimseyle alay etmez ve yalan söylemez. Fitne çıkarmaktan çok çekinir, sinirlerine hakim olur. Müslüman gıybet yapmaz, riya hatırından bile geçmez. Tatlı dilli, güler yüzlü, sözü ve özü doğrudur. Son derece tevazu sahibi ve alçak gönüllüdür. İffet sahibi, şevkatli, cömert, dürüst ve kibardır. Hasılı hakiki Müslüman; Bütün kötü huylardan uzak ve iyi huylara sahip olarak, dünyada rahat ve huzur içinde yaşadığı gibi, ahirette de sonsuz saadete erer. Zaten Müslüman olmak demek, Allah'ın emirlerine teslim olmuş kimse demektir. Allah'ım bizleri onlardan eylesin.
ÇOK UYUMAK.
Evliyalığa şu üç meziyetle girilir, Arif huzurda durmaktan lezzet alır,
Sonra sayısız nimetler verilir. Gafiller çok şeyden mahrum kalır
Daima az ye, az uyu, çok konuşma, Seher uyanık ve ayakta karşılanır,
Evliya olursan hiç te şaşma. Çok fazla uyumak ayıptır,
Fazla uyumak çok fazileti götürür, Kıymetli vakitten kayıptır.
Gaflet illâ tembellik getirir. Gaflete düşmek zarardır,
Gecelerine güneş doğar, Kalbinizi oldukça karartır.
Gafletle yatanı zulmet boğar. Az uyku kalbe cilâdır,
Uyanıklık huzurda edeptir, Çok uyku ise başa belâdır.
Çok uyku pişmanlığa sebeptir. Az uyku nimet, çok uyku gaflettir.
Fazla uykuyu at, seherde dağıtılır murat, Sanma çok yemek kan, çok uyuyan unutkan olur,
Çok uyku eziyet, az uyku ise de meziyet. Arifler sehere hasrettir, çok uyumak müsibet olur.
Her müslüman bu hasletlerle kutludur, Az ört yarganları, uyku tembelleştirir organları,
Seherde uyanık olanlar çok mutludur. Midesi boş olana uyku, az uyuyana korku gelmez.
Bütün rahmet kapıları Seherde açılır, Uyku ölüme eşttir, Gafletle uyuyanın sonu ateştir.
Uyanık olanın üstüne nimetler saçılır. Az ye mideni pakla, Çok uyumayı mezara sakla.
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. Cahil ne yapacağını bilmez. Alim doğruyu bilendir, bildiğinden asla dönmez. Yaptıklarıyla hiç kimseyi üzmez ve incitmez, ey iman edenler bunu böyle bilesiniz. Allah onları başımızdan eksik etmesin. Amin. Not: Bu manzume bir takvim yaprağından alınarak, bazı ilâveler, düzenlemeler yapılmıştır.
.hakikatrehberi.net
Hakiki Müslüman Nasıl Olur Nelere Dikkat Eder
İslamiyet’in hükümleri şifası kesin olan ilaç gibidir. Kim içerse, yani tatbik ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de faydasını görürler. İnanmadan içerse sadece dünyada görür.
Hakiki müslüman olmak demek, yalnız âdete tâbi olarak ibadet etmek değil, İslam’ın emrettiği güzel ahlakı edinerek, insanlık vazifelerini yaparak, ruhen ve kalben de tertemiz olmak demektir. İbadet eden, fakat hileyi zekâ eseri sayan, insanları aldatan, hatta bazen muzır propagandalara aldanarak insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyleyen bir kimse, müslüman olduğunu söylese de, hakiki müslüman değildir.
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde (Furkan) suresinde, bir müslümanın nasıl olması icap ettiğini beyan buyurmuştur. Bunu tefsir etmek için Ehl-i sünnet âlimleri ziyadesi ile kitap yazmışlardır.
Fakat biz, kendimizi hâlâ fena huylardan kurtaramıyor, Kur'an-ı kerimde bildirildiği gibi çalışmıyor, sözüne sadık olamıyor, sokaklarımızı pislik içinde bir harabeye çeviriyor, ruhen ve bedenen temizlenemiyoruz. Halbuki, elimizde bize bütün bu güzel şeyleri emreden, ne yapmamız gerektiğini açık açık bildiren, Allahü teâlânın kelamı (Kur'an-ı kerim) ve Peygamber efendimizin emirleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları vardır.
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen şöyle buyurmaktadır:
(Allahü teala, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]
Ve Allahü teâlâ vâd ediyor:
(Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.) [Âl-i imran 144]
Burada şükretmek demek, dinimizin istediği gibi, tam müslüman olmak demektir. Allahü teâlânın verdiği nimetleri, Onun emrine uygun olarak kullanmak demektir. Bugün dünyada bir milyardan ziyade müslüman olduğu bildirilmiştir Yani, dünyada her 4 kişiden biri müslümandır. Eğer bu müslümanlar, Allahü teâlânın emrettiği gibi, ruhen ve bedenen tertemiz insanlar olur, birbirlerine kardeşçe bağlanır, çalışır, her sahada ilerlemeye başlarsa, Allahü teâlâ da, onlara mükafatını verecek, o zaman müslümanlar, tıpkı ortaçağda olduğu gibi, medeniyetin en önüne geçeceklerdir. Allahü teâlâ, bize bunu vaat ediyor. Allahü teâlâ, hiçbir zaman vâdinden dönmez.
İslamiyet’ten önce, Arabistan halkı çok vahşi idi, gerici idi. Kâbe’yi çıplak olarak tavaf eder, tesettüre riayet etmezlerdi. Putlara tapar, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Şarapçı, kumarbaz, faizci ve tefeci idiler.İslâmiyet gelince, bunların hepsi kaldırıldı. İnsanlar medenileşti.
Peygamber efendimiz Medine’deyken, Şam’dan iki papaz geliyor. (Âhir zaman peygamberi diye bir zat, yeni bir din getirdiğini söylüyormuş. Biz de din adamıyız. Gidelim, bu dini inceleyelim. Eğer doğruysa tâbi olalım. Bozuksa milleti böyle bir yalancıdan kurtaralım) diyorlar. Bu düşünceyle Medine’ye geliyorlar. Birkaç gün Peygamber efendimizin huzuruna gitmiyorlar. Sadece Müslüman olmuş kimseleri inceliyorlar. Nasıl yaşadıklarına, nasıl alışveriş yaptıklarına bakıyorlar, çünkü onlar, daha önce görüştükleri, tanıştıkları, bildikleri insanlardı. Müslüman olunca yaşayışlarında nasıl bir değişiklik olduğunu görmek için, onların aralarına giriyorlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, Resulullah efendimizle görüşmek istiyorlar. Kapıdan içeri girer girmez, daha hiçbir şey sormadan, bir şey söylemeden, (Yâ Resulallah, biz iman ettik, sen hak Peygambersin) diyorlar.
Peygamber efendimiz, buna çok memnun oluyor. Böyle daha hiçbir mucize istemeden, hiçbir sohbete kavuşmadan, iki papazın gelip iman ederek, (Sen hak Peygambersin) demeleri, fevkalade sevindiriyor. Resulullah efendimizin gözleri yaşarıyor. Oturuyor, (Hayırdır inşallah) diyor. Bir kişi iman edince veya birisine bir kitap verince, (Nasibi varsa kurtulacak) diye nasıl biz seviniyorsak, Peygamber efendimiz de çok seviniyor. Kendisi zaten Peygamber, bu onun asli vazifesidir. O iki kişiye buyuruyor ki:
— Peki, ne gördünüz de iman ettiniz? Benden bir şey öğrenmediniz, bana bir şey sormadınız.
— Yâ Resulallah, biz seni değil, Eshabını inceledik. Biz bu kimselerle daha önce alışveriş yaptık. Bunların ne olduklarını eskiden bilirdik, fakat senin dinine mensup olduktan sonra, bunlar âdeta birer melek olmuşlar. İnsanın bu kadar değişmesi, beşer işi değildir, ilahîdir. Mutlaka sen hak Peygambersin, çünkü Eshabın bunun açık delilidir. Hiç şüphemiz kalmadı. Bir soru sorup ayrılacağız. Âdem Peygamberden, İslamiyet’e kadar, bütün dinlerin esası nedir?
— Allah birdir, Onun, gönderdiği kitaplar ve peygamberler haktır. Dinin esası, şimdi, “La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah” demektir.
Cevabı beğeniyorlar. Mübarek elini öpüyorlar, putları atıyorlar, elbiselerini çıkarıyorlar. Eshab-ı kiram olarak Şam’a, İslamiyet’i yaymaya dönüyorlar. Hâlis niyetle geldikleri için, netice de hayırlı olmuştur
Resulullah efendimizin vefatından sonra Eshab-ı kiramdan olmayıp ta Müseylemetül-Kezzâb gibi sonradan çıkan yalancılara inanıp, İslamiyet’i bırakıp dinden dönüp, eski kötülüğe dönenlere mürted ve mürteci adı verildi. Dinden dönmeye de irtica dendi. Her müslüman, bu irticayı sevmez.
Bu tabirler, Tanzimat’a kadar bu manada kullanıldı. Devrimcilerin ve evrimcilerin tepki, etki ve yetkisiyle Tanzimat’tan sonra, dini bırakmaya değil, müslümanca yaşamaya irtica dendi. Namaz kılan, içki içmeyen, tesettüre uyan müslümana da gerici dendi. Mürtede, aslını inkâr edene, ahlaksıza, edepsize, soysuza, ayyaşa, Türk düşmanına ilerici denmeye başlandı.
Üniversiteyi bitirmiş, ilim, sanat, ticaret sahibi, ahlaklı, faziletli, vergilerini veren, kanunlara uyan ve herkese iyilik eden, hakiki bir müslüman, bu taşkınlıklara katılmadığı için, gerici olmaktadır. Böyle ilericiler, gençleri fuhşa, tembelliğe, dünyada felakete, ahirette de sonsuz azaplara sürüklüyorlar. Aile yuvalarının yıkılmasına sebep oluyorlar. Kısacası, gayri müslimlerin yalnız ahlaksızlıklarını taklit edenlere ilerici diyorlar. Müslümanlar gibi, Cennete, Cehenneme inanan Avrupalılara, Amerikalılara da gerici demediklerine göre, Müslümanlara, kendi ahlaksızlıklarına uymadıkları için gerici diyorlar.
Hakiki müslüman, Allahü teâlânın rızasından başka muradı olmayan kimsedir. Allahü teâlâ emrettiği için rızk kazanmaya çalışılır. Çalışırken ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de dinimize uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Fakat böyle olmayan kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca az diye itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur.
Hakiki Müslüman, hem temiz olur, hem de, sağlığına çok dikkat eder. Tarihte Müslümanlar temizliğe dikkat ettikleri halde, günümüzdeki Müslümanlar maalesef temizliğe gerektiği gibi riayet etmiyorlar. Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul'a gelen bir Alman rahibi, 1560’de yazdığı bir eserde şöyle demektedir: (İstanbul'daki temizliğe hayran oldum. Burada herkes günde beş defa yıkanır. Bütün dükkanlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiseleri üzerinde ufak bir leke bile bulunmaz. Ayrıca ismine (hamam) dedikleri ve içinde sıcak su bulunan binalar vardır ki, buraya gelenler, bütün bedenlerini yıkarlar. Halbuki bizde insanlar pistir, yıkanmasını bilmezler.)
Bugün, İslam ülkesi denilen yerlerde, iman bilgileri bozulduğu gibi, temizliğe de tam riayet edilmemektedir. Fakat burada suç, dinimizde değil, dinimizin esasının temizlik olduğunu unutan kimselerdedir. Her Müslüman, dinini iyi öğrense ve buna riayet etmiş olsa, bu pislik hemen ortadan kalkar. O zaman, başka milletler, Müslüman ülkeleri ziyaret ettiklerinde, tıpkı orta çağda olduğu gibi, Müslümanların temizliğine hayran kalırlar.
Hıristiyanlığın en revaçta olduğu orta çağda, büyük tıp âlimleri, yalnız Müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs’e tıp tahsil etmeye gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar, Müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız olarak (Çiçek aşısını bulan kimse) unvanını aldı. Halbuki, tam bir zulmet diyarı olan o zamanki Avrupa’da insanlar, hastalıktan kırılıyordu. Fransa kralı XV. Louis 1774’de çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman veba ve kolera salgınlarına uğradı.
Napolyon 1798’de Akka kalesini çevirdiği zaman, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, Müslüman Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştı: (Türkler, ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Önce dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve sabun ile iyice yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu kadar onlara yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. Bizden hiç bir ücret almadan yanımızdan ayrıldılar.)
İslam dininde yasaklardan, haramlardan sakınmak, emirleri, farzları yapmaktan daha önce gelmektedir. Hakiki bir müslüman, her şeyden önce, tam ve mükemmel bir insandır. Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmak nedir bilmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünya ve ahiret iyilikler verilmiştir.) [Tirmizi]
Müslüman son derece mütevazı, alçak gönüllüdür. Kendisine başvuran herkesi dinler ve imkan buldukça yardım eder. Müslüman vakurdur, kibardır. Ailesini ve vatanını sever. Hadis-i şerifte (Vatan sevgisi imandandır) buyuruldu. Bunun için, vatanına saldıranlara karşı gereken vazifesini yapar. Hakiki müslüman, dinine, anasına, babasına, hocasına, âmirine karşı saygılıdır. Lüzumsuz şeylerle uğraşmaz. Ancak faydalı şeylerle meşgul olur. Kumar oynamaz, vaktini boş geçirmez.
Ebû Abdurrahmân es-Sülemî hazretleri fütüvveti şöyle izah etmektedir “Fütüvvet; Allahü teâlânın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmak, güzel huylu olmaktır.Fütüvvet sahibi olan iyi bir müslüman, dostlarıyla sohbet eder. Onların ihtiyâçlarını giderir. Kendisine yapılan kötülüklere bile iyilikle karşılık verir. Kabahatlileri cezalandırmaz. Başkalarının kusurlarını araştırmaz. Kimsenin hatâsını yüzüne vurmaz. Hiç kimseyi azarlamaz. Misâfir gittiği yerde, ikram edilen yemekte kusur bulmaz! Bütün güzel huyları kendinde toplamıştır. Dostlarım ziyâret edip, dostluk bağlarını kuvvetlendirir. Komşularının, akrabalarının, dostlarının haklarını gözetir. Yemek âdabına dikkat eder, arkadaşlarının yemeğe önce başlamasını kendisine tercih eder. Günah olmayan husûslarda arkadaşlarına uyar. Dostlarının, kendi malından tasarruf etmelerine müsâade eder. Kendisini ziyâret için gelenlere yer verir, ikramda bulunur. Ziyâfet verir, güler yüz gösterir.
Fütüvvet sahibi iyi bir müslüman, Allahü teâlânın dostlarını sever, düşmanlarını sevmez. Sevdiğini Allah için sever. Doğruluktan hiçbir zaman ayrılmaz. Dostlarının sevincine katılır, onlara karşı asık suratlı durmaz. Çünkü sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Allahü teâlâ, dostlarının yüzüne karşı somurtan insana buğz eder” buyurdu. İyi bir müslüman, iyiliklerini görmez ve yaptığı işlerden karşılık beklemez. Tövbe etmeyi geciktirmez ve tövbesinde sebat eder. Allahü teâlânın emri olduğu için çok çalışır, hiçbir zaman rızkından endişeye düşmez. Tevekkül sahibidir. Başkalarının kendisine nasıl davranmalarını istiyorsa, insanlara da o şekilde muâmelede bulunur. Nefsi için istediğini, başkaları için de ister. Duâ ederken, duânın edeblerine uyar, kulluk vazîfelerine dört elle sarılır. Her an kendini hesaba çeker. Bu âna kadar geçen zamamnın isyan ile geçtiğini düşünerek, tövbe ve istiğfara devam eder. Haramlardan sakınır, Allahü teâlâyı hiç unutmaz. Zamanlarını ibâdet ile geçirir. Nefsinin ve şeytanın hîlelelerinden sakınır, dünyâya meyl etmekten, ya’nî dünyâyı sevmekten cenâb-ı Hakka sığınır. Allahü teâlâyı unutturan her şeyden şiddetle kaçar, bütün uzuvlarını yaratılış gayesine uygun kullanır. Her müslümana hüsn-i zân eder. Hakîkî bir müslüman, devamlı nasihat eder. Emr-i bil ma’rûf ve nehyi anil münkerde bulunur. Kendi kusurlarını düşünür, merhamet sahibidir. Şehvetlerine uymaz, baş olma sevdasına kapılmaz, parmakla gösterilmekten kaçınır. Allahü teâlânın emirlerini yapmakta, yasaklarından sakınmakta ve buna devam etmekte sabırlıdır. Dîni İslâma hizmet etmekten zevk duyar. Bu konuda karşısına çıkan her türlü zahmete katlanır. Başına gelen belalara sızlanmaz. Fütüvvet sahibi iyi huylu bir müslüman, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ve başkalarının ayıbını araştırmakla uğraşmaz. Dünyâya tama’ etmez. Doğru sözü kabûl eder, itirazda bulunmaz. Zengin ise, fakir olanlardan ücretsiz hizmet beklemez. Cüneyd-i Bağdadî hazretleri, talebelerinden birinin pazardan aldığı yiyecekleri, fakire verip taşıttığını görünce, o yiyeceği yemeyip dağıttırmıştır. Orada hazır bulunan İbrahim Havvâs ise, o talebe arkadaşına, “Dünyâyı gözünde o kadar büyütmüşsün ki, fakiri yiyeceklerinin hamalı yapıyorsun” buyurdu.
İyi bir müslüman dünyâ malı için arkadaşlarına kırılmaz. Kimseden birşey istemez. Kanâat sahibidir. Allahü teâlânın verdiği ni’metlere dâima hamd eder. Kalbinin kırık olduğu zamanlarda, müslüman kardeşlerine duâ eder, onlar için af ve afiyet temennisinde bulunur. Cimrilikten sakınır, Allah için vermekten zevk alır. Kendisi için bâki olan, cebinde sakladığı değil, Allah için vermiş olduğudur. Müslümanların huzûrunu, kendi huzûruna tercih eder. Onların verdiği zahmetlere sabırla karşı koyar. Kimseye karşı kibirlenmez, böbürlenmez ve kimseyi hor görmez.
Fütüvvet sahibi hakîkî bir müslüman, yarım iş yapmaz. Başladığı işi bitirir. Anne ve babasına öf bile demez. Onların günah olmayan emirlerini yapar. Çocuklarına iyi bir terbiye verir, dinini öğretir. Şefkatlidir. Ailesi ile iyi geçinir, onu iyi idâre eder. Haram olmayan isteklerini, gücü yettiği kadar yerine getirir. Akrabalarını ziyâret eder, uzak olanlara gidemezse, mektûpla gönüllerini alır. Onlara iyilik etmekten geri kalmaz. Herkese: güler yüzlüdür. Kalb kırmanın Kâ’be’i şerifi yıkmaktan daha büyük günah olduğunu bilir. Zenginlere, zenginliğinden dolayı hürmet etmez. Her müslümana karşı tevâzu sahibidir. Âlimlerin buyurduğu gibi hareket eder. Evliyâlık hâllerini inkâr etmez. Bid’at sahiplerinden, insanların Allahü teâlâya ulaşmasına engel olan kimselerden, arslandan kaçar gibi sakınırlar.
Fütüvvet sahibi olan iyi bir müslüman, kimseyi özür dilemeğe mecbûr etmez. Sır saklayıcıdır, ihânet etmez. Hased etmekten sakınır.
Ebû Bekr el-Varrâk hazretleri, “Eskiden fütüvvet sahipleri, arkadaşlarını över, kendilerinden bahsetmezler, hattâ kötülerlerdi. Rahatlığı dostlarına, zahmeti kendilerine seçerlerdi. Şimdi ise, herkes kendilerini övüp, dostlarını kötülüyor. Zahmeti kardeşine, rahatı kendilerine seçiyorlar” buyuruyor.
Yahyâ bin Muâz hazretleri de; “Üç huy vardır ki, kişinin amelini ve ahlakını düzeltir:
1. Zengin olanlara düşman gözüyle bakmayıp, nasihat verici olmak.
2. Fakirlere karşı kibirli olmayıp, tevâzu üzere olmak.
3. Hanımlara karşı kaba davranmayıp, şefkat ile muâmele etmektir” buyurdular.
Hakiki bir müslüman, kötü arkadaşlardan sakınır. Âlimlerin sohbetlerini kaçırmaz. Kendisinden daha fakir olanlarla oturup kalkar ve bunu kendisi için bir aşağılık olarak düşünmez. Allahü teâlâdan korkar, ümidini kesmez ve kadere rızâ gösterir. Verdiği sözü yerine getirir. Yaptığı iyiliği başa kakmaz. Fitne çıkarmaktan şiddetle kaçar. Kulağını kötü söz işitmekten, dilini de kötü söz söylemekten korur. Ya’nî bunlara riâyet edilmeyen yerlerde bulunmaz. Malı ve mevkii ile elinden gelen her iyiliği yapar. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikram etiniz! Birbirinizin haklarını gözetiniz! Gece, namaz kılınız! Bunları yaparak, selâmetle Cennete giriniz!”
.
|