|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
.
Bozuk din kitabındaki tabirler
|
Sual: Dinimizi yeniden yorumlayarak değişiklikler yapmaya çalışan kitabın altı çizilen yerlere bir cevap verilebilir mi?
CEVAP
Bu kitap, dini öğretmek için yazılmamış, aksine önceki asırlarda yaşamış muteber Ehl-i sünnet âlimlerine karşı bir tepki, bir reddiye kitabıdır. Dinde reform istenmektedir. Önceki âlimlere karşı kin ve düşmanlıkla doludur. Eskiden yaşamış büyük âlimlere çamur, hattâ necaset atılmaktadır. Geçmişteki ve günümüzdeki reformcular övülmektedir.
Amel edilecek din kitabı deniyorsa da, ibadetlerin farzları, vacibleri, sünnetleri, müstehabları, müfsitleri, mekruhları ile günlük hayattaki haramlar, mekruhlar, sünnetler gibi şeyler kesinlikle yoktur. Bunu okuyan, hangi mezhebe göre abdest alacak, hangi mezhebe göre namaz kılacak? Kendi anlayışına göre mi hareket edecek? Yoksa kaynak verdiği Makdisî, Efganî, Kardavî, Şeriatî, İkbal gibi yamukları mı esas alacak?
Çok önemli konular olan feraiz, hayız ve nifas bilgilerine yer verilmemiş. Ya yazar bu konuları hiç bilmediği için transit geçmiş veya bunlar tarihseldir diyerek, feraiz bilgilerinin günümüzde geçerli olmadığını sanmıştır. (Böyle önemli konuları niye yazmadınız?) diye soranlara, (Eski bilgileri yeni etiketiyle pazarlamak istemedim, eskiyi aynen anlatmak bilimsel değildir. Günün teknolojisine uygun yenilikler yaptım) diyor. Yenilikten kastı, mezheplerin hükmünü bir tarafa itip, kendi görüşüne uygun bir din meydana çıkarmaktır. Kitaptaki bazı ifadelere bakalım.
Kullanılan kelime ve tabirler:
Reformcu yazarın sık sık kullanıldığı kelimelerden bazılarının anlamları:
İslam literatürü: İslam edebiyatı anlamında ise de, kasten İslam dini için kullanıyor.
İslami görüş, İslam düşüncesi, Kur’ani görüş: Dinî hüküm için kullanıyorsa da, böyle söylemek küfürdür, çünkü İslamiyet görüş değildir, Allahü teâlânın bildirdiği hükümlerdir. İslam âlimlerine göre, (İnsanın, akıl, şuur, hafıza, görüş ve düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allah’a vermek küfürdür.)
İslamî gelenek: İslamiyet’in hükümlerini sulandırmak, hafife almak, geçersiz olduğunu göstermek için böyle çirkin ifade kullanıyor.
Sünnî gelenek: Ehl-i sünnetin icma ettiği hüküm anlamında kullanıyor. Hükmü basitleştirmek ve önemsiz hâle getirmek için gelenek tabirini kullanıyor.
Geleneksel İslam: İslam dini, İslam şeriatı anlamında kullanıyor. Bunu önemsiz hâle getirmek için geleneksel diyor.
İslam felsefesi: İslam felsefesi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri, (İslam bilgilerinin ölçüsü, insanın aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan [manaları açık olan] âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerdir) buyuruyorlar. Felsefe; din, ruh ve sosyal bilgi cahillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile ve zamanlarındaki bilimsel keşiflere göre anladıklarına, yani bozuk düşüncelerine denir. İslam âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslam bilgilerine felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslam âlimlerine felsefeci demek de, pırlantaya cam demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakaret etmek olur.
İslam filozofu: Filozof, felsefeci demektir. Felsefe küfür olunca, filozof da kâfir olur. İslam filozofu yani İslam kâfiri demek çok yanlıştır. İslam filozofu denenlerin en meşhurları olan İbni Sina ve Farabi’nin kâfir olduklarını İmam-ı Gazalî ve İmam-ı Rabbanî hazretleri bildirmiştir.
Geleneksel İslam âlimleri: Ehl-i Sünnet itikadını ve dört hak mezhebi bildiren Ehl-i Sünnet âlimlerini sıradan insanlar gibi göstermek maksadıyla geleneksel âlimler tabirini kullanıyor. Asr-ı saadetten beri, selefî dediği yamuklardan başka, hakiki hiçbir İslam âlimi gelmemiş gibi davranıyor, hiçbirinden nakil yapmıyor. Sadece yamuklardan alıntılar yapıyor, onları birer kahraman gibi gösteriyor, cilalayıp süsleyerek âlim diye önümüze sürüyor.
Geleneksel İslam kültürü, Geleneksel İslam anlayışı, Geleneksel din: İslam dini, İslam şeriatı için bunları kullanıyor. Dinimizi önemsiz hâle getirmek için geleneksel kültür ve anlayış diyor. Tıpkı sosyalistlerin, (Biz Müslümanlığa karşı değiliz, biz gericiliğe, türbana, namaza, hacca karşıyız) demeleri gibi, dolaylı şekilde Müslümanlığa saldırıyor. Sosyalistlerle aynı taktiği kullanıyor.
Geleneksel taklidî İslam: Bu da aynıdır. Farklı tabirlerle Ehl-i sünnete saldırmak için geleneksel kelimesini kullanıyor.
Gelenekçi Müslüman: Bunu dinine bağlı, Ehl-i sünnet Müslüman için söylüyor. Aklını kullanmayan, körü körüne geleneklere uyan saf kimse anlamında kullanıyor.
Geleneksel din: İslam dini, İslam şeriatı için bunu söylüyor. Dinimizi önemsiz hâle getirmek için geleneksel tabirini kullanıyor. Tıpkı sosyalistlerin, (Biz Müslümanlığa karşı değiliz, biz gericiliğe, türbana, namaza, hacca karşıyız) demeleri gibi, açıktan değil de dolaylı şekilde Müslümanlığa saldırılıyor. Sosyalistlerle aynı taktiği kullanıyor.
Geleneksel taklit: Müslümanların Ehl-i sünnet itikadını ve dört hak mezhebi benimsemesini, yanlış bir taklit gibi göstermek için geleneksel taklit diyor.
Kur’andaki din: Ehl-i sünnetle Kur’andaki dinin farklı olduğunu söylüyor.
Uydurulan din: Ehl-i sünnet için uydurulan çirkin bir yaftadır.
Atalar kültürü İslam: Kur’ana uymayıp atalarının yolundan gidiliyor demek istiyor. Geleneksel İslam’ı da aynı anlamda kullanıyor. Farklı kelimelerle, farklı yollarla Ehl-i sünnete saldırıyor.
İslamcı gençlik: Hiçbir İslam âlimi, İslamcı, İslamcılık diye bir şey bildirmemiştir. Bu, bid’at bir tabirdir. Türkçe’de genelde -cı, -cu ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı, yıkıcı gibi kelimeler, o şeyi yiyene ve o işten zevk alana denir. İslamcı, dinci gibi kelimeler de bunlar gibidir. İslam’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan kimse demektir. Bunun için de, dinci veya İslamcı olmamalı, sadece Müslüman olmalı. Müslüman kelimesi yerine başka şey uydurmamalı.
Modernist İslamcı: İslamcı kelimesi bid’at bir tâbirdir. Modernist diyerek, eskiden yaşamış İslam âlimlerini kabul etmeyen, İslamiyet’i çağa uydurmaya kalkan reformcuları övüyor.
Geçmişi taklit: Ehl-i sünnete saldırılıyor. 14 asır önceki İslamiyet’i taklit ederek günümüzde de uygulanmasının yanlış olduğunu belirtmek için taklit kelimesini araya sokuşturuyor.
Dogma, dogmatik: Dogma, belli bir görüşün tartışılmadan doğru olarak kabul edilmesidir. Allah ve Resulünün bildirdikleri tartışılamaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin âyetle, hadisle ve icma ile bildirdiği esaslara dogma diye saldırmaktadır. Bunlara dogmatik görüş diyerek bir kalemde hepsini silip atıyor.
Klasik fıkhî yaklaşım: Dindeki dört delilden biri olan kıyas-ı fukaha’yı sulandırmak, bunu delil saymayıp, fıkhî yaklaşım gibi yakışıksız bir sözle, fıkıh âlimlerinin fetvalarını çürütmeye çalışıyor.
Mezhepçilik: Ehl-i sünnete ve dört hak mezhebe saldırmak için, bölücülük anlamında kullanıyor.
Statükocu: Ehl-i sünnet Müslümana taktığı yaftadır. 14 asırdan beri gelen dinî hükümlere sahip çıkan Müslümanı tenkit için kullanıyor. Müslüman dinî anlamda elbette statükocudur, dinine sahip çıkar. Dinini bozmak, değiştirmek isteyenlerle de meşru yollarla mücadele eder. Bilimsel anlamda ise, dine aykırı olmayan her türlü yeniliğe açıktır. Bozuk kitapta, hakla bâtıl karıştırılarak, Müslümanların her anlamda statükocu olduğu iftirası yapılıyor.
İtaat kültürü: Bunu da Ehl-i sünnet Müslümanlar için söylüyor. (Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere boyun eğen ahmak Müslüman) diyerek hakaret ediyor.
Yaygın kanaat: Bu da Ehl-i sünnet Müslümanlar için söylenen bir hakaret sözüdür. (Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere inanan zavallı kimselerin kanaati) demeye getiriyor.
Kör taklit: Kur’an ve Sünnet’teki hükümleri açıklayan Ehl-i sünnet âlimlerine inanmaya, onların yolundan gitmeye diyor. Âlimleri değil de, kendisini veya yamukları taklide de şuurlu taklit diyor. Beni de taklit etmesinler diyorsa, bu kitabı niye yazıp her konuda görüşlerini bildiriyor?
Aşırı dindar: Dinin emrine tam uyan Müslümanı tenkit için aşırı kelimesini ekliyor, dindarlığı kötü göstermeye çalışıyor.
Katı sofu: Bu da aynıdır. Burada tasavvufa da saldırı vardır.
Hadis materyali: Bilinen hadis-i şerifler için kullanıyor. Hadis-i şeriflere karşı olduğunu gizlemek için materyal tâbirini kullanıyor.
Değişim: (Çağın gereklerine uymalı, dinde değişime gidilmeli) diyor, yani reformu istiyor.
.
Mezhepsizce yazılan kitap
|
Reformcu diyor ki: (Bu kitapta herhangi bir mezhep veya meşrep esas alınmamıştır. Aksine mezhep-meşrep ayırımı yapılmamış, icma ve kıyasa yer verilmemiş, sadece Kur’an ve Sünnet esas alınmıştır.)
CEVAP
Dört hak mezhep, Kur’ana, Sünnet’e ve İcma’a aykırı mı? Dört hak mezhepten birine göre yazılmamış. Demek ki, kendi görüşlerini Kur’an ve Sünnet adı altında yutturmaya çalışıyor. Kitapta, yazarın kendi bozuk mezhep ve meşrebi esas alınmıştır.
Dört hak mezhepten birine uygun olmayan kitaplar çok yanlıştır. Çünkü âlimlerimiz buyuruyor ki:
Bugün dört hak mezhepten birine tâbi olmayan, bid’at ehli olur, Cehenneme gider. (Tahtavi)
Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika)
İcma’ı kabul etmeyen bir kimsenin, bu kitapları, bu âlimleri senet kabul etmesi asla düşünülemez. Ehl-i sünnet âlimlerinin Kitap ve Sünnet’ten çıkardıkları İcma halini alan hükümleri beğenmeyip kendi görüşünü din olarak bildiriyor. İcma’a uymadığı gibi, Kur’an’a ve Sünnet’e de uymuyor. Asrımızdaki yamuklara sımsıkı sarılıyor. İmam-ı a’zam hazretleri senet olmadığı halde mason Efganî veya mezhepsiz Makdisî nasıl senet olabilir?
İmam-ı Rabbani hazretleri de, bu durumu asırlarca öncesinden şöyle haber veriyor:
Kıyamette Cehennem azabından kurtulmak, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. Resulullah’ın ve Eshabının yolunda gidenler, yalnız bunlardır. Kuran-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan bilgiler içinde, kıymetli, doğru olan, yalnız bu büyük âlimlerin, anlayıp bildirdikleri bilgilerdir, çünkü her bid’at sahibi, bozuk düşüncelerini, kısa aklıyla, Kitap’tan ve Sünnet’ten çıkardığını söylüyor. Demek ki, Kitap’tan ve Sünnet’ten çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır. (1/193)
Hak mezhepler bölücülükmüş
Reformcu diyor ki: (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî gibi Sünnî mezhepler ile Kadirî, Nakşî gibi Sünnî tarikatlar, tevhidi tahrip edip yıkan bölücü unsurlardır, ama Mutezile ve Zeydiyye, İslamî öğretide isabet etmişlerdir. Davud Rehber’de de aynı olumlu çizgi görülmektedir. Şiî Ali Şeriati’nin eserleri, özellikle de hac kitabı okunmalıdır. Abduh gibi reform isteyen Mehmet Akif’i de bağrımıza basmak gerekir.)
CEVAP
Ehl-i sünnete olan düşmanlığını gizleyememiş. Aksine bid’at mezhepleri açıkça savunmuş. Yani hak olanlara değil, bâtıllara sıkı sıkıya bağlanıyor. Bu kadar cüret, kıyamet alameti olsa gerektir.
Kurban kesmek vacib değil mi?
Reformcu yazar diyor ki:
(Kurban kesmek vacib değildir. Bayramda seferde olanlara kurban kesme zorunluluğunun olmaması, kurban kesmenin vacib olmadığının açık delilidir.)
CEVAP
Hani âyet ve hadisten delil? Demek ki kendi görüşünü din zannediyor.
Hanefî’de seferdeyken kurban kesmek vacib değil diye, başka zaman da vacib değil denir mi hiç? Bu, fakir olana zekât farz değil diye, hiç kimseye zekât farz değildir demeye veya seferi olana oruç farz değil diye, hiç kimseye oruç farz değil demeye benzer.
Hanefî mezhebindeki âlimler, (Kurban kes) âyet-i kerimesini ve (Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen, namaz kıldığımız yere gelmesin!) hadis-i şerifini açıklarken, zenginlerin kurban kesmelerinin vacib olduğunu, kesmemelerinin günah olduğunu bildirmişlerdir.
İbrahimî dinler de neymiş?
Reformcu diyor ki: (İbrahimî dinlerin hedefi, statükonun değişmesidir.)
CEVAP
İbrahimî dinler tâbiri günümüzde, bazılarınca, Hristiyanlık ve Yahudilik için kullanılıyor. Nesh edilmiş bu dinleri dolaylı şekilde övmekten maksat nedir? Ne diye, İslamiyet bunu istiyor denmiyor da Yahudiliğin ve Hristiyanlığın propagandası yapılıyor? İslam dini noksan mıdır?
Kitabın neresine bakarsanız bakın, hep Ehl-i sünnet dışı görüşlere yer veriliyor. Gerçi yazar da, ben Ehl-i sünneti savunuyorum demiyor zaten. Hiçbir fırkaya mensup değilim diyor. Her ne kadar, (Fırkasızlığı, grupsuzluğu, mezhepsizliği ve bağımsızlığı savunuyorum) diyorsa da, özellikle Mutezile ile asrımızdaki yamukları savunuyor. Yani onun fırkası, grubu veya mezhebi, bu sapıkların fırkasıdır.
.
İcmanın dindeki yeri
|
Reformcu diyor ki: (Kur’anı esas aldım. İcma’a yer vermedim.)
CEVAP
Sanki İslam âlimlerinin İcma ettiği hususlarda Kur’an-ı kerim esas alınmamış gibi saldırıyor. Hâlbuki icma, dinde çok önemli bir delildir.
Eshab-ı kiramın söz birliğine icma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram, sözbirliğiyle bildirmediyse, Tabiin’in sözbirliği bu şey için icma olur. Tabiin de bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse, Tebe-i tabiin’in sözbirliğiyle bildirmeleri bu şey için icma olur, çünkü bu üç asrın âlimleri yani müctehidleri, hadis-i şerifle övülmüştür. Bunlara Selef-i salihin denir. (Seadet-i Ebediyye)
İcma’a uymak farzdır. İcma’ı inkâr ise küfürdür. Mesela, Hazret-i Ebu Bekir’le Hazret-i Ömer’in hilafetlerini inkâr eden kâfir olur. Cenaze namazının farzı kifâye olduğunu inkâr eden de kâfir olur. Çünkü bunları inkâr eden, icma’ı inkâr etmiştir. (Redd-ül-muhtar)
.
Hakiki âlimlere saldırı
|
Reformcu diyor ki: (Mezhebe, meşrebe yer vermedim, eski âlimleri dikkate almadım. Eski bilgileri yeni etiketiyle pazarlamadım, onun için eski âlimlerden örnek almadım. Çağa uymaya çalıştım.)
CEVAP
Bu reformcu yazar, kendisinin de itiraf ettiği gibi, dört hak mezhepten ve Ehl-i sünnet âlimlerinden hiç kaynak vermemiş, ancak Ehl-i sünnet olmayan İbni Teymiye, Şevkani gibileri örnek almış. Yani Ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarını değil de, eski sapıkların yazılarını yeni etiketiyle pazarlıyor. Eski âlimleri tenkit eden çağımızdaki sapıklara kurtuluş simidi gibi sarılmış, onlardan örnekler vermiş.
Kendisinin de çekinmeden söylediği gibi, kitabı Hanefî mezhebine veya dört hak mezhepten birine göre yazmamıştır. Kendi görüşü ayrı bir ekol olarak bildiriliyor. Yani böylece, kendi anladığına göre yeni bâtıl bir mezhep ortaya çıkarmış oluyor. Müslümanların, asırlardır tâbi oldukları dört mezhebi bırakıp da kendi mezhebine girmelerini istiyor.
İslam âlimlerine saldırıyor. Eğer Kur’ana ve Sünnet’e uygun yazsaydı, eski âlimleri senet kabul eder, onların hükümlerini bildirirdi. Kur’an-ı kerimde bu âlimler övülüyor:
(Bilmiyorsanız ehl-i zikre [âlimlere] sorun!) [Nahl 43] (Bu reformcu, âlimlere sormuyor. Kendi görüşünü Kur’anın hükmü gibi anlatıyor.)
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] (Bu reformcu, Allah’tan korkan âlimlerin verdiği hükümleri değil de, kendi görüşleriyle, zamanımızdaki mezhepsizlerin görüşlerini esas alıyor.
(Bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] (Bu reformcu, âlimlere sorsaydı, yani eski âlimlere uysaydı, dört hak mezhepten birine göre yazardı. Kur’anın emrine uymadığı pek açıktır.)
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Ülül-emr, fıkıh âlimleridir.) [Darimi] (Reformcu yazarın hafife aldığı fıkıh âlimlerinin, yukarıdaki âyet-i kerimede bildirilen ülül-emr oldukları, bu hadis-i şerifle de bildirilmiştir.)
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) [Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud]
(Ümmetimin âlimleri, benî İsrail’in peygamberleri gibidir.) [İmam-ı Yâfiî, İmam-ı Rabbani, Abdülgani Nablusi, Neşr-ül-mehasin]
(Âlimlere tâbi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Kur’an ve Sünnet’e uysaydı, bunların bildirdiği âlimlere uyardı. Bunlara uymayıp kendi görüşünü esas aldığı için, kitap çok bozularak deforme olmuştur.
Yamuklar övülüyor
Yine diyor ki: (İbni Teymiyye’nin, Fazlurrahman’ın da belirttiği gibi, şefaat görüşü Kur’ana ve Sünnet’e aykırıdır.)
CEVAP
Resulullah efendimizin şefaat hakkındaki hükümlerini görüş olarak kabul edip, İbni Teymiyye’nin sözünü senet gibi alıyor. Vehhabilerin lideri İbni Baz için de merhum diyor. Vehhabiliği tenkit eden tek kelime yok, ama Ehl-i sünnette çok hatalar bulduğunu söylüyor. Nerede sapık varsa onu övüyor. Dört mezhebin dev liderlerinden hiç bahsetmiyor. Abduh ve Efgani gibi mason reformculara hayran olan felsefeci İkbal’i övüyor. Mason Efgani için, (Çağdaş İslam görüşünün büyük düşünürü) demesi yazarın zihniyetini açıkça ortaya koymaktadır. Sayısız İslam âlimi dururken Roger Garaudy de, senet gibi gösteriliyor. Fazlurrahman ile İzzetbegoviç’e olan hayranlığını da gizleyemiyor, Efgani, Şeriatî ve Makdisî’den nakiller yapıyor, ama nedense İmamı a’zam, İmam-ı Rabbani ve İmam-ı Gazali gibi dev şahsiyetlere hiç önem vermiyor. Takdir edici tek kelime yok. Hadis ve fıkıh âlimi İmam-ı Şa’rani hazretlerini, Kur’ana aykırı konuşmakla suçluyor. Bu büyük zata, sırf İbni Teymiyye’yi tenkit ettiği için saldırıyor.
Mezhepsizlere övgü
Reformcu yazar diyor ki:
(Mübarek gecelerin dinde yeri yoktur, yeri olmadığını Kardavî, Elbanî ve Makdisî de söylüyor.)
CEVAP
Burada birkaç hata var:
1- Peygamber efendimiz mübarek gecelerin önemini bildirdiğine göre, mezhepsiz yazarların sözü geçerli olur mu hiç?
2- İkincisi, hani senin hiçbir meşrebin ve mezhebin yoktu? Hak olan mezheplerle ve meşreplerle ilgin yokmuş bu doğru, ama ne kadar yamuk, mezhepsiz kimse varsa hepsini bağrına basıyorsun. Yani senin meşrebin de, bu sapıkların yolu. Hiçbir meşrebe göre yazmadım sözünün yalan olduğu pek açık!
.i
slam düşüncesi demek
|
Reformcu diyor ki: (Şefaat düşüncesi, Kur’an’ın ahiret düşüncesine ve İslam düşüncesine aykırıdır.)
CEVAP
Düşünce, bir iş için bir insan tarafından düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir, bir görüştür ve mahlûktur. İslam düşüncesi veya şefaat düşüncesi demek çok yanlıştır. İslam âlimleri, (Düşünce yaratıktır, insanda olur, bu sıfatı Allah’a, İslamiyet’e vermek küfürdür) buyuruyorlar. İslamiyet, Allahü teâlânın bildirdiği hak dindir, bir düşünce, bir görüş değildir. Mezhepsizler, İslamiyet’i bir düşünce olarak kabul ettikleri için reform yapmaya çalışıyorlar. Allah’ın dinini hâşâ düzeltmeye, eksik kalan yerleri tamamlamaya gayret ediyorlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.) [Maide 3]
Mezhepsizler tamamlanmış dinin neresini düzeltecekler ki? Bozmaya düzeltmek, yıkmaya yapmak diyorlar.
Tek tanrıcı görüş demek
Yine diyor ki:
(Kur’an’ın tevhid görüşüne göre, İslam kendi şahsına özgü, tek tanrıcı bir dünya görüşüdür.)
CEVAP
Görüş de, düşünce de insanlar için kullanılır. Allah için, İslam için ve Kur’an için kullanılmaz. Allah’ın düşüncesi, Allah’ın görüşü demenin küfür olduğunu İslam âlimleri bildiriyor. Allah yerine tanrı da denmez.
İslam ilahı demek
Reformcu, (Allah, İslam ilahının adıdır) diyor.
CEVAP
Hintli Hamidullah, Kur'an-ı kerimde âlemlere rahmet olarak gönderildiği bildirilen, bütün cihanın peygamberi Muhammed aleyhisselama, bir yabancı gözüyle (İslam peygamberi) diyordu. Yani sadece Müslümanların peygamberi olarak görüyordu. Bu, daha da ileri giderek, âlemlerin Rabbi, her şeyin yaratıcısı, her milletin ilahı olan Allahü teâlâ için, (İslam ilahı) diyor. Halbuki yine Kur’an-ı kerimde âlemlerin Rabbi olduğu defalarca bildiriliyor. Hani Kur’ana itibar ediyordu? Acaba her dinin farklı bir ilahı olduğunu mu düşünüyor da, İslam ilahı diyor? Niye Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriflerden ve İslam âlimlerinden farklı bir ilah tarifi yapıyor?
Ehl-i sünnet âlimleri ne bildirmişse, (Kur’ana aykırıdır) diyor. Ama türedilerin, yamukların sözlerini ve Mutezile gibi bid’at fırkalarının görüşlerini Kur’ana uygun buluyor. (Allah’ın zâtî ve sübûtî sıfatları yoktur, Mutezile haklı olarak bunu reddetmiştir) diyor. Sapık Mutezile’nin sözünü senet kabul ediyor da, niye yüzlerce, binlerce Ehl-i sünnet âliminin Allah’ın sıfatları hakkında bildirdiklerine itibar etmiyor? Açıkça Ehl-i sünnet âlimlerine savaş açmıştır. Bozuk kitabı, Ehl-i sünnet âlimlerine bir reddiyeden ibarettir.
.
Şefaati inkâr etmek
|
Reformcu diyor ki: (Fazlurrahman’ın bildirdiği gibi, Kur’an, şefaat düşüncesini reddeder, ama Sünnî âlimler, şefaatin hak olduğu iddiasından geri kalmamıştır.)
CEVAP
Sünnî âlimler dediğine göre, kendisinin Sünnî olmadığını ima ediyor. Fazlurrahman’ı senet gösteriyor da, İmam-ı a’zamın, İmam-ı Şâfiî’nin, İmam-ı Gazali’nin, İmam-ı Mâlik’in, İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in ve diğer Ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbirinin sözünden niye bahsetmiyor? Ehl-i sünnet âlimlerine olan aşırı düşmanlığını hiç gizlemiyor.
Eskiden Vehhabiler şefaati inkâr ederlerdi. Şimdi onların lider durumunda olanları bile şefaati hak bilirken, günümüz mezhepsizlerinin inkâr etmesi gerçekten de tuhaftır. (Bu kitabımda, Kitap ve Sünnet esas alınmıştır) dediği halde, diğer hususlarda olduğu gibi, şefaat hususunda da tamamen Kitap ve Sünnet’e aykırı görüşler bildiriyor. Kâfirlere şefaat edilmeyeceğini bildiren âyet-i kerimeleri alıp, müminlere de şefaat edilmeyeceğini söylemesi, kendisinin ne kadar sinsi bir reformcu olduğunu göstermektedir.
Şefaati inkâr etmek büyük sapıklıktır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [Taha 109]
(Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.) [Meryem 87] (Müfessirler, bu iki âyet-i kerimeyi açıklayıp, “Allahü teâlânın izin verdikleri şefaat edecek, başkaları edemez” buyuruyorlar.)
(Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.) [Necm 26] (Melekler de, ancak, Allah’ın hoşnut olduklarına şefaat edebiliyor.)
(Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] (Çok şefaat edecekler var ki, hepsi de Allahü teâlânın iznine bağlıdır.) Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Kıyamette ilk şefaat eden ben olacağım.) [Müslim]
(Bütün Peygamberler şefaat edecektir.) [Buhari]
(Kıyamette Peygamberler, sonra âlimler ve şehidler şefaat eder.) [İbni Mace, Deylemi]
(Kur’an kıyamette şefaat eder.) [Müslim]
Bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler gibi, dört mezhep imamı da, şefaatin hak olduğunu bildirmişlerdir. Bu âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı a’zam hazretleri de, (Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara şefaat edecektir) buyurdu. (Fıkh-ı ekber)
Ne diye hadis-i şeriflerle, İmam-ı a’zam ve diğer mezhep imamları gibi büyük zatların sözleri alınmıyor da, Fazlurrahman gibi sapıkların sözü Nass gibi alınıyor?
.
İmanın şartlarını değiştirmek
|
Reformcu diyor ki: (İmanın şartı altı demek yanlıştır. Kur’anda böyle bir ifade yoktur.)
CEVAP
Bu reformcu, (Kitap ve Sünnet’e göre yazdım) dediği halde, burada sadece Kur’an diyor. Elbette Kur’an-ı kerimin detayları Sünnet ile açıklanmıştır. Yazarın yalan söylediği, Sünnet’e de itibar etmediği anlaşılıyor. Kur’an-ı kerimi Resulullah efendimiz açıklamıştır. Bu delili bildirmeden, imanın şartı altı değil demesi dehşet vericidir. Sahihayn ismi verilen, din-i İslam’ın iki temel kitabındaki hadis-i şerif nasıl inkâr edilir? Sahih hadisleri inkâr etmesi, affedilir cinsten değildir. Bu meşhur hadis-i şerifin meali şöyledir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Böyle mütevatir sahih hadisleri inkârın küfür olduğu âlimlerimizce bildirilmektedir. Bu reformcu, sadece İslam âlimlerine değil, hadis-i şeriflere de açıkça savaş açıyor. Aslında Kur’an-ı kerime inandığı da samimi değildir, çünkü Kur’an-ı kerimde birçok yerde Resulullah’a uyulması emrediliyor. Mesela Haşr suresinin, (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) mealindeki yedinci âyetine uymayanın, Resulullah’ın sözlerini senet kabul etmeyenin, (Kur’ana inanıyorum) demesi nasıl doğru olur?
.
Kaza namazı kılınmaz mı?
|
Reformcu diyor ki:
(Ehl-i sünnet âlimleri, kılınmayan namazların kazasını kılmak farzdır demişlerse de, İbni Teymiyye’nin de dediği gibi, kaza namazı kılmak gerekmez.)
CEVAP
Allah ve Resulünün emrettiği ve bütün Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi, (Kılınamayan namazları kaza etmek farzdır) demiyor da, niye İbni Teymiyye’nin sözünü senet olarak alıyor? Bu, mezhepsiz olmanın açık alametidir. Mezhebi olsaydı mezhebine göre yazardı. İbni Teymiyye’nin mezhebinden olduğu anlaşılıyor.
Namazları vaktinde kılmak farz olduğu gibi, vaktinde kılınmayanı kaza etmenin de farz olduğu bütün fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Birkaçı şöyledir:
1- Farz namazı, özürsüz vaktinden sonra kılmak büyük günahtır. Bu günah, yalnız kaza edince affolmaz. Kaza ettikten sonra, ayrıca tevbe veya haccetmek de gerekir. Kaza edince yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza kılmadan tevbe edilince terk günahı affolmadığı gibi, tehir günahı da affolmaz, çünkü tevbenin kabul olması için günahı terk etmek şarttır. (Dürr-ül-muhtar)
2- Farzlara önem verip, tembellikle yapmayan kimse mürted olmaz, imanı gitmez, fakat bir farzı yapmayan Müslüman, iki büyük günaha girer: 1- O farzın vaktini ibadetsiz geçirmek yani farzı geciktirmek günahı. Bunun affolması için tevbe etmek gerekir. 2- Bu farzı yapmamak günahı. Bu büyük günahın affolması için bu farzı hemen kaza etmek lazımdır. Kazayı geciktirmek de, ayrıca büyük günah olur. (Berika)
3- Özürlü ve özürsüz olarak namazı terk edenin, bunun farzını kaza etmesi şarttır. (Halebî)
4- Vaktinde kılınmayan her farz namazı kaza etmek farzdır. (Hindiyye)
5- Özürlü veya özürsüz kazaya kalan farz namazları, hemen kaza etmek farzdır. (Mezahib-i Erbaa)
Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bir namazı vaktinde kılmayı unutan, hatırlayınca kılsın. Unutulan namazın kazadan başka kefareti yoktur.) [Tirmizi, Ebu Davud, Nesai]
(Uyuyarak veya unutarak bir namazı vaktinde kılamayan, hatırlayınca kılsın.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud]
(Farzı unutan, imamla daha sonraki bir namazı kılarken hatırlasa, o namazını imamla kılsın, namazdan sonra, unuttuğunu kaza etsin. Sonra imamla kıldığını da iade etsin.) [Taberani, Hatib]
(Farz namaz borcu olanın nâfile kılması, doğumu yaklaşmışken, çocuğunu düşüren hâmileye benzer. Artık bu kadına, hâmile de, ana da denmez. Bu kimse de böyle olup, farz namazlarını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabul etmez.) [Zahire-i Fıkh, Fütuh-ul-gayb m. 48]
Resulullah, bir gecenin sonunda uyumuştu, güneş doğana kadar uyanamadı. Uyandı ve güneş yükselince kaza etti. (Nesai)
Namaz herhangi bir sebeple terk edilmişse, bu büyük günahın tevbesinin kabulü için kaza etmek gerektiği, yukarıdaki vesikalarda açıkça bildirilmektedir.
.
Gayrimüslim erkekle evlenmek
|
Reformcu yazar diyor ki:
(Müslüman kadınların gayrimüslimlerle evlenmesine İslam sıcak bakmaz.)
CEVAP
Hani âyete ve hadise göre yazıyordun? (Sıcak bakmaz) demek, pek hoş değil, ama evlenmek de caizdir demek değil mi? Ama Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İmanlı kadınların kâfirlerle evli kalmaları helal değildir.) [Mümtehine 10]
Allahü teâlâ helal değil buyururken, helal demek küfür olur. Yoksa sen de, (Gayrimüslimler de Cennet’e gidecek) mi diyorsun? Onun için mi Müslüman kadınları kâfirlerle evlendiriyorsun? Yoksa âyetlere tarihsel mi diyorsun? Bu âyet geçersiz mi diyorsun? Değilse âyet-i kerimeye niye inanmıyorsun?
Kadının sefere gitmesi
Reformcu diyor ki:
(Kadının tek başına yolculuk edemeyeceği görüşü İslamiyet’e aykırıdır.)
CEVAP
Hani sen, Kitap ve Sünnet’e göre yazıyordun? Sünnet’te bu durum açıklanmıyor mu? İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının, yanında kocası veya mahremi olmadan üç günlük ve daha fazla bir yola sefere çıkması helal olmaz.) [Müslim, İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud, İ. Ahmed, İbni Hibban, Darimi, İbni Huzeyme]
(Bir kadın, yanında mahremi olmadan yolculuk yapmasın!) [Buhari, Müslim]
Yani bu sözleri Resulullah efendimiz, hâşâ İslamiyet’e aykırı mı söylemiştir?
Dört hak mezhebin hiçbirinde, kadın sefere çıkabilir diye bir hüküm yoktur, ama günümüzün yamukları, Sünnet’e aykırı şeyler söyleyebiliyor. Kadın sefere çıkamadığı gibi, yanında mahremi olmadan farz olan hacca bile gidemez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) [Bezzar]
Kadın, hacca tek başına ibadet için bile gidemezken, onu tek başına yolculuğa çıkarması, yazarın gerçekten aşırı bir reformcu olduğunu gösteriyor.
Dinde boşama yetkisi
Reformcu diyor ki:
(Boşanmak erkeğin iki dudağı arasında değildir, boş ol demekle karısı boş olmaz.)
CEVAP
Bu, ateistlerin kullandığı bir sözdür. Reformcu, Kitap ve Sünnet dediği halde, Sünnet’e hiç itibar etmiyor. Sanki dini anlatmak için değil de, dini yıkmak için kitap yazmış! Peygamber efendimiz, şakayla bile olsa, (Seni boşadım) demekle boşanmanın sahih olacağını bildiriyor:
(Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi sahihtir. Nikâh, boşamak, boşamaktan vazgeçmek.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Beyheki, Hâkim]
Şaka olarak da, hanımına seni boşadım diyenin nikâhı bozuluyor. Boşamakla ilgili diğer hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Allah’ın hiç sevmediği helâl şey talâktır.) [Ebu Davud, Tirmizi, İ.Mace, Taberani, Hâkim, İ.Adiy]
(Kim hanımını üç talâkla boşarsa, kadın başka bir erkekle evlenmedikçe, artık o kadın kendisine helâl olmaz.) [Taberani]
(Deli ve bunak hariç herkesin boşaması geçerlidir.) [Tirmizî]
(Nikâhtan önce boşamak geçersizdir.) [Hâkim]
Resulullah ve bütün İslam âlimleri, boşamak erkeğin iki dudağı arasında derken reformcunun böyle söylemesi, acaba Batı kanunlarına hayranlığından mı ileri geliyor
.
Canlı resim yapmak
|
Reformcu diyor ki:
(Resim yapmanın haram olduğu görüşü de İslamiyet’e aykırıdır.)
CEVAP
Dinimizin emrine yine görüş diyor. Çalgı helal, resim helal demekle olmaz. Kitap ve Sünnet’ten yerini göstermek gerekir. Hem bu bozuk kitap için, (Kitap ve Sünnet’e göre yazıldı) deniyor, hem de hiç kaynak gösterilmiyor. Bu yamuk görüşü de, Kitap’a ve Sünnet’e aykırıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Canlı resmi yapana kıyamette, “Yaptığın resme can ver” diye azap olunur.) [Müslim]
(Dünyada [zaruretsiz] canlı resmi yapana, kıyamette bu resme can vermesi söylenerek azap edilir. Hâlbuki ona can veremez.) [Nesai]
(Canlı resmi yapan, kıyamette en şiddetli şekilde azap görecektir.) [Buhari]
(Canlı resmi yaparak Allahü teâlânın yarattıklarına benzetmeye çalışanlar, kıyamette en şiddetli azaba uğrarlar.) [Buhari, Müslim]
(Ya Ali, putları, canlı resimlerini imha et!) [Müslim]
(Elinize geçen canlı resimlerini yırtıp, bozun.) [Müslim]
([Zaruretsiz] canlı resmi yapanların yeri Cehennemdir. Âhirette yapılan resimlere can verilecek, o resmi yapanlara Cehennemde azap edecektir.) [Buhari, Müslim]
Resulullah, canlı resmi yapanları lanetledi. (Buhari)
Bu kadar vesikaya rağmen, zaruretsiz canlı resmi yapmaya helal demek dehşet vericidir. Müslüman olduğunu söyleyen kişi, sahih hadis-i şeriflerle haram olduğu açıkça bildirilen bir hükme, nasıl helal diyebilir?
Melekler ve resim
Yine diyor ki:
(Resim, köpek, çalgı aleti ve sarhoşun olduğu yere meleklerin girmediğiyle ilgili rivayet malzemelerinin hepsi hurafedir.)
CEVAP
Hadis düşmanlığının bu kadarı da görülmemiştir. Rivayet malzemesi denilerek, hadis-i şeriflerle açıkça alay ediliyor! Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçının meali şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, “Biz, köpek ve resim olan yere girmeyiz” dedi.) [Buhari, Taberani]
(Resim, cünüp ve köpek olan yere melek girmez.) [Ebu Davud, Nesai, İbni Hibban]
(Köpek ve heykel bulunan odaya rahmet melekleri girmez.) [Müslim]
(Rahmet melekleri, sarhoştan uzak durur.) [Bezzar]
(Rahmet melekleri, köpek ve çan olan yere yaklaşmaz.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi]
(Cers [çıngırak], şeytanın mizmarıdır. Cers olan yere rahmet melekleri girmez.) [Müslim, Nesai] (Mizmar, her çeşit çalgı aleti demektir.)
..
Oruç kefareti yokmuş!
|
Reformcu diyor ki: (Her ne kadar dört mezhepteki âlimlerin hepsi oruç kefareti var diyorlarsa da, ben araştırdım. Kitap ve Sünnet’te böyle bir bilgiye rastlamadım. Benimle aynı görüşte olan yazarlar da vardır.)
CEVAP
Dinde reformcu, oruç kefaretini kaldırmak için yazar dediği yamukları gösteriyor. Dört mezhebin âlimlerine niye itibar etmiyor ki?
Geceden niyetli orucunu kasten bozana kefaret gerektiği, din kitaplarının hepsinde yazılıdır. Kütüb-i sitte isimli meşhur altı hadis kitabından Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’de mevcuttur. En kıymetli bu beş hadis kitabına inanmayan, eğer cahil değilse, art niyetli bir reformcudur. Hazret-i Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bu hadis-i şerif şöyledir:
Bir kimse, Resulullah’a gelerek, (Helak oldum yâ Resulallah) dedi. Resulullah ne olduğunu sordu. O da Ramazan orucunu kasten bozduğunu söyledi. Peygamber efendimiz, bir köle azat etmesini emretti. Kölesi olmadığını söyleyince, aralıksız iki ay oruç tutmasını emretti. Bunu da yapamayacağını söyleyince, fakir doyurmasını emretti.
İslam âlimleri de, geceden niyetli orucunu mazeretsiz kasten bozan kimsenin, kefaret olarak varsa bir köle azat etmesini, yoksa peş peşe 60 gün oruç tutmasını, herhangi bir sebeple oruç da tutamazsa, 60 fakiri doyurmasını bildirmişlerdir. (Redd-ül-muhtar)
Resulullah’ın bildirdiği hükmü kabul etmeyen, Allahü teâlânın emrini kabul etmemiş olur, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur) buyuruluyor. (Nisa 80)
|
.
Halifelik dine aykırı mı?
|
Reformcu diyor ki
(Tek kişi yönetimi olan halifelik veya saltanat, İslamiyet’e aykırıdır.)
CEVAP
İlk dört halifeyi ve halifelik sistemini herkes bilir. Dört halifenin suçlanması bütün Eshab-ı kiramın suçlanması demektir. Bu ise büyük felakettir. Resulullah’ın idaresi de tek kişi yönetimi değil miydi? Hiçbir Müslüman, Eshab-ı kiramın onayladığı, dört halifenin halifeliğine itiraz edemez. Tek adam yönetimi diye buna itiraz etmek için, kişinin gayrimüslim olması gerekir. Müslüman olan, hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramın söz birliğine karşı gelemez. Dört halifenin dördü de Cennetliktir. Bir Müslüman bunları nasıl tenkit edebilir ki?
Müslüman’ın yaptığı işi İslamiyet’e yüklemek yanlış olduğu gibi, halifenin yaptığı yanlış işleri de halifeliğe yüklemek yanlıştır. Halife iyi de olur, kötü de olur. Halifelik sisteminin bunda suçu nedir?
Şah Veliyullah-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: Halife 4 şekilde seçilir: Birincisi, âlimlerden, hâkimlerden, kumandanlardan ve diğer söz sahiplerinden, bir araya toplanmaları kolay olanların seçmesiyle olur. İkincisi, halifenin, birini seçerek vasiyet etmesidir. Hazret-i Ömer’in seçilmesi böyle oldu. Üçüncüsü, halifenin vasiyet ettiği birkaç kişi arasından birini seçmektir. Dördüncüsü, birinin güç kullanarak, hilafeti zorla ele geçirmesidir. Böyle hilafeti ele geçiren zat, ya hilafete ehildir veya değildir. Ehil ise mesele yoktur. Hilafet şartlarına malik değilse, böyle olan halifenin İslamiyet’e uygun olan emirleri yine kabul edilir. Bunun emriyle cihada gidilir. Abdülmelik’in hilafeti böyle idi. (İzalet-ül-hafa)
Böyle hilafeti zorla ele geçiren halifelere biat edilince meşru olacakları, İbni Abidin’de ve Hadika’da da bildirilmektedir. Osmanlı halifelerinin seçilme şekilleri, Hazret-i Ömer’in seçilişine benzer. Halife, kendisinden sonra gelecek olanı vasiyet ediyor. Halife dilerse, bir başkasını, kardeşini veya oğlunu tavsiye edebilir. Nitekim Hazret-i Ömer’e (Yerine halife olarak oğlunu tayin et!) dediklerinde onlara, (Hilafet zor bir iştir. Bir aileden bir kurban kâfidir) buyurarak oğlunu halife olarak vasiyet etmedi. Etseydi elbette caiz olurdu. Osmanlı halifeleri de, hazret-i Ebu Bekir’in tayin usulüne uygun olarak genelde yerlerine oğullarını seçmişlerdir. Osmanlı hilafeti de, dört halifenin hilafeti gibi meşrudur. Halifenin âdil olup olmaması ayrı şeydir. Müslümanlar yanlış iş yapınca, Müslümanlık suçlanamayacağı gibi, halife zalim olursa, hilafet sistemi suçlanamaz. Üstelik Osmanlı halifelerinin âdil olduklarını Ehl-i sünnet âlimleri bildirmişlerdir.
.
Solcu Müslüman olur mu?
|
Reformcu diyor ki:
(Sağcı Müslüman oluyor da, solcu Müslüman niye olmasın?)
CEVAP
Şimdi, faşiste ve kapitaliste sağcı, komüniste, ateiste solcu deniyor. Bu manada Müslüman’a sağcı veya solcu denmez, ama Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bildirilen sağcılık ve solculuk farklıdır. Sağcılardan kasıt, amel defteri sağdan verilen ve Cennet’e giden Müslümanlardır. Solcular ise, amel defteri soldan verilip Cehennem’e giden kâfirlerdir. İşte bunun için Müslüman’a sağcı denebilirse de, solcu denmez, fakat Mısırlı sosyalist yazarlar, sosyalizmi Müslümanlık zannediyorlar. Bunun için de servet düşmanlığı yapıyorlar. Meşru yollardan kazanılıp zekâtı verilen mala düşmanlık ediyorlar. Zekâtı verilen malda hiç kimsenin hakkı olmaz, bu zengin diye elinden kimse alamaz.
Sağın önemi elbette büyüktür. Sağın, sola göre üstünlüğü vardır. Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlanır. Tuvalete girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlanır.
Peygamber efendimiz, elindeki suyu, sağında bulunan bir köylüye uzatır. Köylü, (Yâ Resulallah, solunuzdaki Ebu Bekir’e niçin vermiyorsunuz? O benden daha faziletli) der. Resulullah, (Suyu sağdan dağıtın!) buyurur. Yine, (Sağ elle yiyip için, sağ elle alıp verin, çünkü şeytan sol eliyle yiyip içer, sol eliyle alıp verir) buyurmuştur. Bir yere giderken, yol ikiye ayrılır, hangisinden gidileceği bilinemez, soracak kimse de bulunmazsa, (Karşınıza iki yol çıkarsa, sağdan yürüyün!) hadis-i şerifine uymalıdır.
Sağın şerefi, Kur’an-ı kerimde de bildirilir. Vakıa suresinde (Eshab-ül-meymene = Sağcı) ve (Eshab-ül-meş’eme = Solcu) ifadeleri geçer ve sağcıların [dine uyanların] Cennet ehli, solcuların [dine uymayanların] Cehennem ehli olduğu bildirilir. Meymene; sağ, sağ kol, sağ taraf gibi anlamlara gelir. Eshab-ı meymene, sağcı demektir. Cennet’e gidecek mutlu kişilere denir. Meş’eme; sol, sol kol, sol taraf, uğursuzluk gibi anlamlara gelir. Eshab-ı meş’eme, solcu demektir. Cehennem’e gidecek bedbahtlara denir. Bunların siyasetteki sağ ve sol ile ilgisi yoktur.
.
Din isyan hareketi değildir
|
Reformcu diyor ki:
(Din, her çeşit haksızlığa karşı bir isyan, bir başkaldırma hareketidir.)
CEVAP
Mısırlı sosyalist yazarlar da, buna benzer tarifler yapıyorlardı. Milleti isyana sevk edip binlerce kişinin ölümüne sebep olmuşlardı. Bu reformcu yazar da, hep yamukların tarifini alıyor. Peygamber efendimiz ise, (Din, güzel ahlaktır) buyuruyor. (Deylemi)
Yazar, (Din, her alanda kapsamlı bir dünya görüşüdür) diyor. Hâlbuki din, bir görüş değil, ilahi hükümlerdir. Kur’andaki hükümlere görüş demek küfürdür. Görüş, insanlara mahsustur. Kur’an’ın görüşü var demek küfür olur, çünkü görüş mahlûktur. Halık’ın kelamı da mahlûk değildir. Mutezileye göre ise, Kur’an bile mahlûktur. Belki yazar, mutezile görüşünü benimsediği için bu tabirleri rahatça kullanmaktadır.
Bir de din, sadece dünyayı mı ilgilendirir? Âhireti hiç ilgilendirmez mi? Yoksa âhirete inanmıyor mu? Din, dünya ve ahireti kazanmak için konulan ilahi kurallardır. Dünyayı söyleyip de âhireti söylememekteki art niyet nedir? Din dünya görüşüdür demekle, ahiret inkâr mı ediliyor? Edilmiyorsa niye tarif tam yapılmıyor?
İslam âlimleri, (Din, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol ve hükümler demektir) şeklinde tarif ediyor. İslamiyet’in gayesi olan (Dinin, canın, aklın, malın ve neslin korunması) hükmüne Orta Çağ görüşüdür diyor. Her konuda, yamuklardan örnek vererek İslam âlimlerine saldırıyor.
Kelime-i şehadetin de, kelime-i tevhidin de tarifini, Mısırlı sosyalistler gibi yapıyor. (Kelime-i tevhid, mal ve mülk sahibi zenginlerin Tanrı gibi davranışlarına isyan etme taktiğini güden ve toplumsal eşitliği sağlayan sürekli devrimdir) diyor. (Ben bunları Kur’an ve Sünnet’e göre yazdım) demesinin yalan olduğunu, bu örnekler açıkça göstermektedir. Hangi âyette veya hangi hadiste böyle sosyalistçe bir tarif vardır?
Resulullah, imanı tarif ederken, kalble tasdikin yanında dille de ikrarı bildiriyor. İmam-ı a’zam hazretleri de, (İman, kalble tasdik, dille de ikrardır) buyururken bu yazar, (İkrara, şahit göstermeye gerek yoktur. Kelime-i şehadet demek, bu yönden de yanlıştır) diyor. Hâlbuki İslam âlimlerinin istisnasız hepsi imanı, (Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine, kalble inanıp, dille de ikrar etmektir) diye tarif etmişlerdir. Dille ikrar etmeyenin Müslüman olduğu bilinemez, cenaze namazı kılınmaz, Müslüman mezarlığına konulmaz, şahitliği kabul edilmez, onunla evlenilmez. Daha başka sebepleri de var. Bu bakımdan dille ikrar şarttır. Gayrimüslimler içindeyken, Müslüman olup da bir zarar gelmesin diye dinini gizlemesi caizdir
.
Resulullah’ı küçültüyor
|
Reformcu diyor ki:
(Kelime-i şehadetteki, “Eşhedü enne Muhammeden Abdühü ve Resulühü” demek, artık vahiy gelmeyecek, insanlığın aklı kemale erdiği için Kur’anı kolayca anlayacak, gerekli yorumlar yapacak ve hayatına uygulayacak demektir. Yoksa eski âlimlerin zannettikleri gibi, peygamberi övmekle hiç alakası yoktur. Onun faziletinden bahsetmek değildir. Peygamberi sevmek de değildir. Hele şefaat istemek, hiç değildir. Ona, ailesine dua etmek, salevat getirmek değildir. Peygamberin özelliklerini ortaya çıkarmak da değildir. Tasavvufçular gibi, her şey onun hürmetine yaratıldı gibi asılsız iddia da değildir. Zaten bunların dinde yeri yoktur.)
CEVAP
Vehhabi bile Resulullah’ı bu kadar kötüleyemez. Bu sözler onun reformculuktan da öte, art niyetler beslediğini göstermektedir. Koskoca kitabında Resulullah’ı övücü bir şey olmadığı gibi, âlemlere rahmet oluşu da gizlenmiştir. Bir âyet-i kerime meali:
(Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
Bu âyet nasıl inkâr edilebilir ki? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allah beni hidayet ve âlemlere rahmet olarak gönderdi.) [Ebu Nuaym]
Bir Peygamber için, âlemlere rahmet olmak ne büyük fazilettir. Başka hangi peygamber için böyle bir şey bildirilmiştir? Bu rahmeti gizlemek veya inkâr etmekteki art niyeti ne olabilir?
Peygambere salevat getirmek ibadet değildir deniyor, salevat getirmek kötüleniyor. Hâlbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah ve melekleri, Nebiye salât ediyor. Ey iman edenler, siz de salevat getirin!) [Ahzab 56]
Her namazda salli barik okumuyor muyuz? Salli barikler, salevat değil midir? Yani bunlar, Resulullah’ı övmek, ona dua etmek değil midir? Âl-i Muhammed denilerek, onun ailesine dua etmek değil midir? Her nedense, mezhepsizler Resulullah’ın bu üstünlüklerini kabul edemiyorlar.
Âdem aleyhisselam, Arş’ta gördüğü nurun mahiyetini sorunca Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
Yine hadis-i kudsilerde buyuruluyor ki:
(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
(Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim, Beyheki]
(Ya Âdem, onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım.”) [Taberani]
(Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname’nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat’ının 122. mektubunda vardır. Mektubat’ın Farsça haşiyesinde, bu hadisin Deylemi’nin Firdevs’inde bulunduğu bildirilmektedir. Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir. Mektubat-ı Rabbani’nin 3. cildinde, (Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım) ve (O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim) kudsi hadisleri de bildirilmektedir.
Miracda Allahü teâlâ Resulullah’a, (Senden başka her şeyi, senin için yarattım) buyurunca, Resulullah da, (Ben de, senden başka her şeyi senin için terk ettim) dedi. (Mirat-i kâinat)
Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, Resulullah efendimiz bütün peygamberlerden üstündür. Bir hadis-i şerifte de, (Beni insanların en iyisi bilmeyen kâfirdir) buyuruluyor. (Hatib)
Peygamberlerin ve insanların en iyisi, en üstünü olan Muhammed aleyhisselamın şanını lekeleyici sözler söyleyen kimseye, nasıl Müslüman denir ki?
Yazarın, İngiliz yetiştirmesi İkbal’i, mason Efgani’yi ve diğer mezhepsizleri övdüğü kadar Resulullah’ı övmemesinin sebebi ne olabilir?
Resulullah’a saldırı
Reformcu keramete inanmıyor. Mucizeleri açıktan inkâr edemiyorsa da, ters bakarak diyor ki: (Gelenekçi âlimler, Peygamberi öyle yüceltiyorlar ki, yüzlerce mucizesi görüldü diyerek, âdeta mucize peygamber gibi gösteriyorlar. Onun da bir insan olduğu dikkate alınmıyor, günah işlemediği söyleniyor, beşer üstü bir dereceye yükseltiliyor.)
CEVAP
Gelenekçi demekle İslam âlimlerine hakaret ediliyor. Peygamber efendimizi yücelten İslam âlimleri mi, yoksa Allahü teâlâ mı? Mucizeyi yaratan Allahü teâlâ değil mi? Resulullah’ın çok mucize göstermesini tenkit etmek Allahü teâlâya saldırmaktır. Kim ne demiş de, beşer üstü gösterilmiştir? Bu tamamen iftiradır. Mucizelerinden bahsetmek beşer üstü mü göstermek olur? Bütün din kitaplarında, mucizeleri Allahü teâlânın yarattığı bildiriliyor. Âlimler değil, sıradan bir Müslüman bile, mucizeyi Peygamberlerin yaratmadığını bilir.
Resulullah efendimiz beşer, ama seyyid-ül beşerdir, bütün kâinatın efendisidir, âlemlere rahmettir. Cihanda, yaratılmışların içinde, eşi benzeri yoktur. Allahü teâlâ, ona sayısız mucizeler vermiştir. Bin tane mucizesi görüldüğü muteber eserlerde yazılıdır.
Resulullah’ın mübarek parmağıyla işaret edince, ayın ikiye bölünmesi, taşların, ağaçların kendisiyle konuşmaları ve kendisiyle beraber gitmeleri, hayvanların konuşmaları, az yemekle çok kimselerin doyurulması, mübarek parmakları arasından su akması, mesciddeki hurma kütüğünün inlemesi, işaretiyle putların yere düşmesi, körlerin gözünü açması, pek çok hastalıkları iyi etmesi, geçmişte ve gelecekte, kimsenin bilmediği şeyleri haber vermesi ve bunlara benzeyen daha nice mucizeleri vardır. (İsbat-ün-nübüvve)
(Mucize peygamber) tabiri de çok tuhaf! Her peygamber mucizeyle gönderilir. Mucizeyi ayıp bir şey gibi göstermek çok çirkindir. Evliyadan keramet görülmesi şart değildir, ama Peygamberlerin mucize göstermesi şarttır. Hangi peygamberin mucizesi görülmedi ki?
Günah işlediğini söylemesi de dehşet vericidir. Sadece bizim peygamberimiz değil, hiçbir peygamber günah işlemez, çünkü Peygamberliğin yedi vasfı vardır: 1- Emanet, 2- Sıdk, 3- Tebliğ, 4- Adalet, 5- İsmet, 6- Fetanet, 7- Emn-ül azl. Bunlardan ismet, küçük veya büyük, hiçbir günah işlememek demektir. (İtikadname)
Peygamberlerin hepsi de küçük, büyük günahlardan ve çirkin hallerden beridir, fakat onların sürçmeleri yani zelle vaki olmuştur. (Fıkh-ı ekber)
Bu sürçmelere, zelle denir. Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir. Zelle, günah demek değildir. Bir işi, kasıt olmadan, en güzel şekilde yapmamak demektir. Güzeldir, fakat en güzeli değildir.
Hadis rivayetlerine saldırı
Reformcu yazar diyor ki:
(Mitolojik vasıflı, efsanevi hadis rivayetleriyle anlatılan olayların, kurgu filmlerinden hiç farkı yoktur.)
CEVAP
Hadis-i şeriflere de olan düşmanlığı, reformcunun çirkin yüzünü sergilemektedir
.
Akıl her şeye yeter mi?
|
Reformcu diyor ki:
(Aklın yetersizlik iddiası, tasavvufçuların ve eski ulemanın bir uydurmasıdır. Akıl, Kur’anın ışığında her şeyi anlar. Din, tasavvufçuların ilhamlarıyla veya kerametleriyle anlaşılmaz. Bu sakat görüşler, aklın mucizesini ipotek altına alan bâtıl bir iddiadır. Aklın yolu birdir. Aklı insanın elinden alırsanız, zenginler fakirleri sömürür, onları kukla hâline getirir. Bu da zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasına, kapitalin hâkimiyetine sebep olur. Sosyal adalet kalmaz.)
CEVAP
Yazar kendisini sosyalizmden alamıyor. Her konuyu sosyalizm açısından açıklamaya çalışıyor. Her fırsatta servet düşmanlığı yapıyor. Bu ifadelerde üç büyük yanlış vardır: Akıl her şeye yeter deniyor, tasavvufa ve keramete saldırılıyor ve akla ipotek konduğu savunuluyor.
Şimdi bunları ayrı ayrı açıklayalım: Dinimizde Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha olmak üzere dört delil var. Ehl-i sünnete göre akıl delil değildir. Akıl, sadece Şia ve Mutezile mezhebinde hüccettir. Yazarın Mutezile zihniyetinde olduğu her yönüyle belli olmaktadır.
Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Akıl eşit olmayınca kimin aklı ölçü alınacak ki?
Her işte ve hele din işlerinde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz, çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan aklın yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kişi, uzman olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Hele âhiret bilgilerinde, akla hiç güvenilmez.
İnsanların şekilleri, ahlakları ve ilimleri gibi, akılları da farklıdır. Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, Şia ve Mutezile’nin aksine, din işlerinde, akıl tek başına tam bir ölçü olamaz. Ancak selim akılla birlikte din, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur.
Selim olmayan akıl bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu açıkça görür.
Mutezile’ye göre aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Akılla haram ve helal olan şeyleri de bilme mecburiyeti vardır. Hâlbuki haram, helal, ancak nakille anlaşılır.
Bid’at ehli, (Aklın ve dinin yolu birdir. Dört mezhebi bire indirmeli! Akla ve dine uygun olanlarını toplayıp bir mezhep hâline getirmeli) diyor. Hâlbuki Peygamber efendimiz farklı ictihadların rahmet olduğunu bildirmiştir. Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetse de, her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı.
Nakil yoluyla anlaşılan, Peygamberlerin bildirdikleri şeyleri akılla araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at kamçılanırsa, çabalayarak, ya yıkılıp canı çıkar veya alıştığı düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, insan ya aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak yanılır, aldanır ve herkesi aldatmaya çalışır.
Akıl, hisle anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleriyle ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara akıl erdiremeyeceğinden, şaşırıp kalır. (Dinin emirlerini akıl süzgecinden geçirmeli) diyen bid’at ehli, aklı, nakilden üstün tutmaya çalışmaktadır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla uyup uymadığına bakmadan inanmak gerekir.
Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini, akıl süzgecinden geçirmeye çalışmak, çok yanlıştır. Engin denizde, acemi kaptanın pusulasız yol almasına benzer.
Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akılla doğru olarak bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ her asırda dünyanın her yerine Peygamber göndermiş ve en son, kıyamete kadar değiştirmemek üzere, bütün dünyaya Peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.
Her Peygamber, akılla bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir.
Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları Peygamberler bildirir. Peygamberler, uzman birer doktor gibidir. İlaçların tesirlerini iyi bilirler. İnsanlar, doktora az bir şey vermekle ilaçların faydalarına kavuşur, hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum yoktur demek, doktora lüzum yok demekten daha yanlıştır. Peygamberin bildirdiği hükümler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur, faydalıdır. Doktorun bilgileri, düşünce ve tecrübeyle olduğu için, hepsinin doğru olduğu da söylenilemez.
Akıl, göz gibidir, İslamiyet bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden faydalanmamız için güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz, fakat bunların güneşe kabahat bulmaya hakları olmaz.
Selim olmayan akılların, yanıldıkları için bir hakikati kabul etmemelerinin, uygun bulmamalarının, bir kıymeti yoktur. Selim olan akıllar, yani Peygamberlerin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür. İslamiyet’in her hükmü, bu akıllar için, pek meydanda, aşikâr ve apaçıktır.
(Akıl, her şeyi anlayamaz, hele âhiret bilgilerini hiç anlayamaz) demek, akla ipotek koymak mıdır? Işık olmadan göz göremez demek, göze ipotek koymaktır denebilir mi? Nakil olmadan, dinin emir ve yasaklarını sırf aklıyla kim anlatabilir ki?
Yazar, (Akla ipotek konunca fakirin aklı elinden alınıyor) diyor. Fakirin aklı alınıyor da zengininki niye alınmıyor? Bu ipotekten niye fakir etkileniyor da, zengin hiç etkilenmiyor, üstelik servetini artırabiliyor? Mısırlı sosyalist yazarlar gibi, her fırsatta servet düşmanlığı yapılıyor.
Bir de yazar, cahil halk ağzıyla, (Aklın mucizesi) tâbirini kullanıyor. Mucize, sadece Peygamberlerde görülen harika hallere denir. Bu, evliyada olursa keramet denir. Deyimler yerli yerinde kullanılmazsa, din anarşisi çıkar.
.
Yaratmak Allah’a mahsustur
|
Reformcu yazar, (Yaratıcı insan, yaratıcı akıl ve yaratıcı düşünce) tabirlerine yer veriyor.
CEVAP
Eğer Kur’an ve Sünnet esas alınsaydı, böyle dine aykırı tabirler kullanılmazdı.
Yaratmak, yoktan var etmektir. Yaratıcı, yalnız Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
Yazar, âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri ve bunları açıklayan hakiki İslam âlimlerini esas almadığı için, böyle yanlış üstüne yanlışlar yapıyor.
.
Amel imandan parça değildir
|
Reformcu diyor ki:
(Kur'an incelendiğinde, iman için amelin gerektiği görülür. İman ve salih amel birlikte geçer. Zaten amelsiz imandan söz edilemez. İçki içene Müslüman demek çok yanlıştır. M. İkbal’in bu konudaki görüşleri çok yerindedir.)
CEVAP:
Yazar, Mutezile ve Vehhabiler gibi, amel imandan bir parçadır demek için, kelimeleri geveleyip durmuş. Açıkça söylese, bütün Ehl-i sünnet âlimlerine muhalefet ettiği meydana çıkacağı için böyle sinsice saldırmaktadır. Binlerce Ehl-i sünnet âlimi dururken, bu konuda İkbal’den söz etmesi gerçekten dehşet vericidir.
Ehl-i sünnet itikadında olmak için, amelin imandan ayrı olduğuna inanmak şarttır, fakat yazarın Ehl-i sünnetten ayrılmamak gibi bir derdi olmayıp, aksine Ehl-i sünnete aykırı yazanların, ne kadar görüşü varsa, hepsini kitabında toplamak gayreti içindedir.
Kur’an-ı kerimde, (Ey iman edenler, şu günahtan sakının, ey iman edenler şu ibadeti yapın) gibi çok âyet-i kerime vardır. Amel imandan bir parça olsaydı, (İman etmeniz için ibadet yapmanız ve haramlardan kaçmanız lazımdır) denirdi. Bid’at ehli, Kur’an-ı kerimi anlayamadığı için, hep böyle dine aykırı yazıp çizerler, çünkü İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet itikadına uymayanlar, bid’at ehli olanlar, Kur’an-ı kerimin mânâsını anlayamaz. (Kimya-i saadet)
İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: Amel, imandan parça değildir. Günah işleyene kâfir denmez. İman herkese lazım iken, her amel herkese lazım değildir. Mesela nisaba ulaşmayan fakir zekât vermez. Hayz ve nifas halinde namaz kılınmaz, fakat fakire ve böyle kadına iman lazım değildir denemez.
Günah işlemekle iman gitmez
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bir gün imam-ı a’zam hazretleri âlimlerle otururken biri gelip, (Bir mümin, babasını öldürse, sonra şarap içip sarhoş olsa ve zina etse imanı gider mi?) dedi. Bunu işiten âlimlerin hepsi bu suali sorana kızıp, (Bunu sormaya ne lüzum var? Elbette imanı gider, kâfir olur) dediler. İmam-ı a’zam hazretleri, (O kimse çok büyük günahlar işlemişse de, yine mümindir. Günah işlemekle iman gitmez) buyurdu. Sözünü ispat edince, hepsi kabul etti. (Mektubat 2/67)
Amelsiz iman
Reformcu, (Amelsiz iman geçersizdir) diyor.
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki Rad suresinin 29. âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler. Hâlbuki bu ve benzeri âyetler, amelin imanın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı (ve amilussâlihât) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının [ve Vehhabilerin], günah işleyenlerin ebedî Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır, çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi inkâr etmeyen kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Âhirette yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. Buhari’deki hadis-i şerifte, (Zina ve hırsızlık etse de, büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. (İhya)
Ebü-d-derda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet, zina ve hırsızlık edene de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer. (İhya)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, “Allah’a şirk koşmadan ölen her Müslüman Cennete girer” dedi. Zina ve hırsızlık eden de Cennete girer mi dedim. “Evet” dedi. Aynı suali üç defa sordum. Üçüncüsünde ise “Evet, zina ve hırsızlık eden mümin de Cennete girer” dedi.) [Buhari, Müslim, Bezzar] (Affa veya şefaate kavuştuktan sonra yahut sevabları günahlarından çoksa veyahut günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider.)
Günahkâr, affa veya şefaate kavuştuktan veya günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. Bir hadis-i şerifte de, zina ve hırsızlık eden müminin er geç Cennete gideceği bildirilmiştir. (Buhari, Müslim)
Günah işleyen kâfir mi?
Reformcu, her fırsatta, amelin imandan bir parça olduğunu vurgulamaya çalışarak diyor ki:
(İnsanları, mümin ve kâfir diye iki gruba ayırıyorlarsa da, bir de inanıp amel etmeyen grup var. Bunlar, sadece adı Müslüman olan gruptur. Bu üçüncü grup kendini Müslüman saysa da ikinci gruptan farkı yoktur. Çünkü onlar yalan söyler, içki içer. İman eden İslam’a girmiş olsa da, Müslüman olmuş olmaz. Müslüman olmak için iman etmek yetmez. İçki, zina ve faiz de şirke dâhildir.)
CEVAP
(Amel imandan bir parçadır) demek istiyor. İnsanların mümin ve kâfir diye iki gruba ayrılmasını yetersiz bulduğu gibi, (İslam’a girmiş, ama Müslüman olmayan) diye bir grup daha uyduruyor. İnsanları mümin ve kâfir diye iki gruba ayıran Resulullah efendimizdir. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsanlar, mümin ve kâfir diye iki kısma ayrılır.) [Taberani]
Yahudi ve Hristiyan kâfirlerini bile Cennete sokmaya çalışıp da, Resulullah'ın şefaat edeceğini bildirdiği günahkâr Müslümanları, Cehenneme lâyık görmesi çok manidardır.
İman artıp eksilmez
Reformcu diyor ki:
(Statükoyu ve statükocuyu yani geleneksel İslam’ı tenkit edenin imanı artar.)
CEVAP
Bu görüş de mutezile itikadıdır. İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Bunu yediye çıkarmak veya beşe indirmek imana zıttır. Ehl-i sünnet âlimleri, Kur’an-ı kerimde bildirilen imanın artmasından kasıt, parlaklığının, kuvvetinin artmasıdır diye açıklamışlardır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, (İman artmaz ve azalmaz) buyuruyor, çünkü iman, kalbin tasdîk etmesi, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan bir inanışa, inanmak değil, zan ve vehim denir. İbadetleri, Allahü teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince, bulanır, lekelenir. Kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. (Ebu Bekir’in imanı, ümmetimin imanları toplamından daha ağırdır) hadis-i şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır. (1/266, 2/67)
Reformcunun statükocudan kastı, İslam âlimlerinin bildirdiği mevcut durumu korumaya çalışan, reforma karşı direnen kimsedir. Reformcu, mevcut durumdan rahatsız olmak, reform yapmak, hadis-i şeriflere olan inancı sarsmak, Ehl-i sünnet itikadını ve dört hak mezhebi kaldırmak, Ehl-i sünnet âlimlerine olan itimadı yıkmak, türedi yamukları önder kabul etmek gibi gayrimeşru işlere önayak olmaya çalışıyor. Buna mani olmak isteyenlere, yani dinde reforma hayır diyenlere de statükocu, taklitçi, dogmatik yaftasını vuruyor. (Statükoya karşı koyanın imanı artar) diyor.
.
Kur’an-ı kerime saygısızlık
|
Reformcu diyor ki:
(Kur’anı anlamadan ezberlemenin, onu yükseğe koymanın ne anlamı var ki? Aliya İzzetbegoviç de aynı şeylerden şikâyetçidir. Aliya gibi iman etmelidir.)
CEVAP
Vehhabiler ve Mutezile, Kur’an mahlûktur diyerek hiç tazim, saygı duymazlar. Yazarın bu iki gruba yakın olduğu anlaşılmaktadır. Anlamadan da olsa Kur’an-ı kerimi okumak çok sevabdır ve ibadettir. İzzetbegoviç gibilerin dinde sözü senet olmaz. Sözü senet olan İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Allahü teâlânın, (Anlayarak da, anlamayarak da Kur’an okuyan benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirdi. (İhya)
İslam âlimlerinin en büyüklerinden, Hanbelî mezhebinin reisi İmam-ı Ahmed hazretleri böyle buyururken, hâlâ herkesin Kur’an-ı kerimi anlayarak okuması gerektiğini söylemek ne büyük gaflettir! Nasıl olup da, (Kur’anı anlayamıyorsan ezberleme!) denebiliyor? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kur’an için vekil edilen bir melek, Arap olmadığı için doğru okuyamayanın hatasını düzeltir ve doğru olarak yükseltir.) [Şirazi]
Görüldüğü gibi, (Arap olmayan aslını okumasın, mealini okusun) denmiyor. Aksine, Arapçayı bilmese de, düzgün okuyamasa da, Kur’an-ı kerimi aslından okumak gerektiği açıkça bildiriliyor. Kur’an-ı kerimi ezberlemek, hâfız olmak için de mânâsını anlama şartı yoktur. Kur’an-ı kerimi hıfzetmenin sevabı çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kur’anı okuyup ezberleyin! Allahü teâlâ, içinde Kur’an bulunan kalbe azab etmez.) [Şir’a Şerhi]
(Kur’an hâfızları ehl-i Cennetin arifleridir.) [Ebu Nuaym]
(Hafızasında Kur’an-ı kerimden bir şey bulunmayan, harap bir ev gibidir.) [Tirmizi]
(Kur’an hafızı ölünce, Allahü teâlâ toprağa onun etini yememesini emreder. Toprak, “Yâ Rabbi, senin kelamın içinde iken ben onu nasıl yiyebilirim?” der.) [Deylemi]
Bunlar elbette Kur’an-ı kerimin aslını ezberlemekle ilgilidir. Bu hadis-i şerifler karşısında Kur’an-ı kerim hâfızlarına dil uzatmak ne kadar çirkindir.
Bazı kimseler de, okumasını bilmeyenin evinde Kur’an bulundurmasının uygun olmadığını söylüyorlar. Bunların sözleri de yanlıştır, çünkü Kur’an-ı kerimi okumasını bilmese de, bereketlenmek için evinde Mushaf-ı şerif bulundurmanın sevab olduğu Fetava-i Hindiyye kitabında yazılıdır.
Vehhabilerin, Arapçayı bildikleri için Kur’an-ı kerimi anladıklarını söylemek yanlış olur. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, (Anadili Arapça olanlar, Arapçayı bizden iyi bilirse de, biz Kur’an-ı kerimi onlardan daha iyi anlarız) buyuruyor, çünkü Kur’an-ı kerimi doğru anlamanın bir şartı da doğru itikada sahip olmaktır. Anadili Arapça olan Vehhabiler Kur’an-ı kerimi anlayabilselerdi, Vehhabi olmazlardı. Vehhabilerin zındık oldukları Nimet-i İslam kitabının nikâh bahsinde yazılıdır.
.
Taklidin dindeki yeri
|
Reformcu diyor ki:
(Geçmiş âlimlerin sözlerini tekrar etmek ve onları taklit, İslamiyet'e aykırıdır, uyduluktur! Onun için, ben hiçbir mezhebi taklit etmedim.)
CEVAP
Nedense her mezhepsiz, açıkça ben mezhepsizim demiyor da, (Bir mezhep taklit etmem) diyor. Yahut (Mezheplerin hükümlerine bakıp, kendi anladığıma uyarım) diyor. Dini olmayana dinsiz, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir.
Mezhepsizler her fırsatta taklidi kötülüyorlar. Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o derecede faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde uzman olması mümkün değildir. Hastanın kendisini ameliyat edecek bir doktora ihtiyacı vardır. Doktorun da, manevi hastalıklarını tedavi edebilecek bir kalb uzmanına ihtiyacı vardır.
Doktorlar ilaç imal etmez, kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye ederler. Hastalar da, doktorlara güvenip, onlara teslim olup, onların tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis gibi, uzmanlık isteyen her mesleğin erbabı olması düşünülebilir mi? O halde, bir kimse, bir işte uzman da olsa, uzmanlık alanı dışındaki başka bir işin uzmanına uyması gerekir. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olanın, (Taklit gericiliktir. Hiç kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam) diyerek saat, radyo yapmaya kalkışması doğru mudur?
Bunlar, hem taklidi uyduluk olarak vasıflandırıyor, hem de kendileri yamuklardan alıntı yaparak onları taklit ediyorlar. Mesela Efgani ve Abduh'un uydusu olmakta, onları taklit etmekte bir sakınca görmüyorlar. İmam-ı a'zama gelince, (Uydu olamayız) diyorlar.
Uzun tecrübelerden sonra çeşitli âletler yapılmış, çeşitli kaideler bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. Taklit etmemek için, (Bunları kullanmam) diyenin aklından şüphe edilir. Maiyet bulunmadıkça, âmir olur mu? Ast bulunmazsa üst olur mu? Herkesin müctehid, lider olmasını istemek, ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına aykırıdır. Müctehid olmak, bir meslek sahibi olmak gibi kolay bir iş değildir. Birçok ilimde ihtisas sahibi olduktan sonra, ilahi mevhibe sahibi de olmak gerektiği için Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı, ya dini noksandır) buyurmuştur.
Eshab-ı kiram Peygamber efendimize tâbi olduğu için, Peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiîn de, Eshab-ı kirama tâbi oldukları için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine nail olmuştur. Peygamber efendimiz, (Âlimler rehberdir, âlimlere tâbi olun) buyurdu. O halde Ehl-i sünnet âlimlerini taklit etmek lazımdır. (Berika)
Demek ki bir mezhebe bir alime tâbi olmak uyduluk değil, aksine hakka tâbi olmaktır. Bir mezhebe tâbi olmamak, yani mezhepsizlik ise başıboşluktur, sapıklıktır.
Buhari’deki, (Bir zaman gelir, din âlimi kalmaz. Din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verir, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışırlar) hadis-i şerifi, âlimlerden nakletmeye taklitçilik diyerek Ehl-i sünneti kötüleyen dinde reformcuların zararlarını bildirmektedir. Yine Buhari’deki (Kıyamete yakın, ilim yok olur, din cahilleri çoğalır, içki içen ve zina edenler artar) hadis-i şerifi de Resulullah efendimizin, dinde reformcuların din adamı olarak ortaya çıkacaklarını bildiren mucizelerinden biridir.
.
Değişim = Reform
|
Dinde reformcu diyor ki:
(“İslamiyet değişmez” denilerek değişime engel olmaya çalışmak Kur’anın ruhuna aykırıdır. Müslümanların gerilemesine sebep, dinin hükümlerinin dondurulması, ictihada mani olunarak değişimin engellenmesidir. Asrın ihtiyaçlarına uygun olarak dinde gerekli düzenlemeler yapılmalı. Müslümanlar, statükodan uzaklaşıp değişimler yaparak yeniden Müslüman olmalıdır.)
CEVAP
Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nass’a dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor.
İctihad dinde olur. Dinde yeni bir şeye ihtiyaç yok ki, ictihad düşünülsün! Teknolojinin ilerlemesi dinde değişikliği gerektirmez. Namazın yeni bir kılınış şekli, orucun yeni bir tutuluş şekli olmaz.
(Müslümanlar, statükodan uzaklaşıp yeniden Müslüman olmalı) sözü de, yazarın Müslümanlara hangi gözle baktığını açıkça göstermektedir. Yazarın referans verdiği mezhepsiz, Müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp, (Fıkıh âlimlerinin, ictihad kapısını kapatmaları ve bundan böyle dört mezhepte ittifak etmeleri sonucunda İslam düşüncesi duraklamış, bu da hukukta ve diğer İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur) diyor. İctihad kapısını da kimse kapatmadı. Ehli olmadığı için kendiliğinden kapandı. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın yani müctehid olanın, açmaya da yetkisi olur.
İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası da yoktur. Milyonlarca insan, ehil olup olmadığına bakmadan kitap yazıyor, güya ictihad yapıyor. Madem ictihad yapılmadığı için geri kaldık, şimdi herkes alabildiğine ictihad yaptığı halde, niçin Müslümanlar ilerlemiyor? Demek ki, İctihad yapmadılar sözü, dinde reform yapmak için bir bahanedir. Dini değiştirmeyi kılıfına uydurmak için böyle iddialar ortaya atılıyor.
Namazda, oruçta reform yapılsa, mesela yere secde etmemek için, herkes namazı sandalyede kılsa, ilaç, iğne, serum orucu bozmaz dense, oruca imsak vaktinde değil de, güneş doğunca başlansa, ilerleme mi olacaktır? İslamiyet’i bozarak, Hristiyanlığa benzer, uydurma bir din haline getirmek istemelerindeki maksatları gizli değildir!
Tarihsel âyet olur mu?
Reformcu diyor ki: (Kur’anın birçok âyeti tarihseldir, yani o günkü şartlarda söylenmiştir. Mesela Ehl-i kitabın kâfir olması böyledir. Bugünküler için aynı şey söylenemez.)
CEVAP
Hâşâ hiçbir âyet-i kerime tarihsel değildir. Hepsinin hükmü kıyamete kadar geçerlidir. Allahü teâlâ diğer dinleri nesh etti. Kur’an-ı kerimin hükmü kıyamete kadar devam edecektir. Kimsenin bir âyet-i kerimeyi değiştirmeye hakkı yoktur. Bir hadis-i şerif meali:
(Ey insanlar, Allahü teâlâ kitabını Peygamberinin lisanı üzere indirdi. Helâlini helâl, haramını haram kıldı. Helâl kıldıkları kıyamete kadar helal, haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.) [Ebu Nasr - Ramuz]
Reformcu, hadis-i şeriflerle bildirilen hükümler için de, aynı şeyi savunuyor. (Zekât nisabının 96 gram altın olması ve fıtra miktarları eski devirlere göre idi. Şimdi bu ölçü değiştirilmelidir) diyor. Hâlbuki bu hükümler kıyamete kadar geçerlidir. Bu reformcular, her konuda değişiklik yapıp yeni bir din meydana getirmeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85]
|
.
Esma-i hüsna
|
Reformcu diyor ki:
(Esma-i hüsna 99 dense de, Kur’anda öyle bir şey yoktur.)
CEVAP
Elbette Kur’an-ı kerimde her teferruat yoktur. Bunlar hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Kur’an-ı kerimde, (Resulullah’ın bildirdiklerini kabul edin) buyuruluyor. Yazar Kur’an-ı kerime samimi olarak inansaydı, hadis-i şeriflere uyar, böyle yanlış yazmazdı. Mevlana Halidi-i Bağdadi hazretlerinin İtikatname kitabında, (Allahü teâlânın isimleri sonsuzdur. Bin bir ismi var diye meşhurdur. Bu bin bir isimden 99’una Esma-ül hüsna denir) buyuruluyor. Kadı zade Ahmed Efendi de, Birgivi vasiyetnamesi şerhinde, (Allahü teâlânın 99 ismine Esma-i hüsna denir) diyor.
Esma-i hüsnanın 99 olduğunu bildiren hadis-i şerif, kütüb-i sittenin en kıymetli üç hadis kitabında vardır. Hadis-i şerifleri yok saymak, dini yıkmak demektir. Bildirilen hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Allah’ın 99 ismini ezberleyen Müslüman Cennet’e girer.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
.
Evliya türbeleri
|
Reformcu diyor ki: (Enbiya veya evliya kabirlerini ziyaret edip, onları vesile ederek dua etmeyi Kur’an şiddetle reddettiği halde, maalesef Ehl-i sünnet âlimleri bu geleneği normal karşılıyor.)
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimlerinin her ak dediğine kara demeyi kendine görev biliyor. Bahsedilen vesile caizdir. Caiz olmayan tek şey, Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek, Allahü teâlâ dilemeden, onun kendiliğinden fayda ve zarar verebileceğine inanmaktır. Normal bir Müslüman da zaten Allah’tan başkasını yaratıcı bilmez.
Reformcu, Mutezile itikadında olduğunu yer yer açıkladığı gibi, Vehhabi olduğunu da gizleyemiyor. Her fırkanın bir veya birkaç sapık görüşünü benimsiyor. Sünnilikten başka her sapık fırkanın adamı oluyor. Ehl-i sünnet âlimlerine ise, gelenekçi diyerek gözü yumuk saldırıyor. Geniş bilgi için tıklayınız.
.
Kaderi inkâr ediyor
|
Reformcu diyor ki:
(İmanın şartı altı olmadığı gibi, üstat Mevdudi’nin dediği gibi, kadere inanmak imanın şartlarından da değildir. Kadere inanmak, Emevilerin Cebriye itikadıdır.)
CEVAP
Yine Mutezile itikadında olduğunu gizlememiş. Kaderi inkâr edici çok söz ederek, (Halkımız muhtaçları düşünmüyor, onları kaderleriyle baş başa bırakıyor. Gerçek Müslüman yoksulları kaderine terk etmez) diyor. Allahü teâlânın takdirini kim değiştirebilir ki?
Kaza ve kader bilgileri çok ince ve anlaması güçtür. Bunları konuşmak ve tartışmak, hadis-i şeriflerle yasak edilmiştir. Müslümanların vazifesi, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uygun yaşamaktır. Kaza ve kaderi incelemek emrolunmadı. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği kadar öğrenmek ve inanmak yeterlidir. Bu hakiki âlimler buyuruyor ki:
Allahü teâlâ insanların, hayır ve şer, bütün yapacaklarını ezelde biliyordu. Vakitleri gelince, bunların yaratılmasını irade etmekte ve yaratmaktadır. Onun yaratmasına takdir denir. Ezeldeki ilme kader denir. Kader, ilm-i ezelidir. Emr-i ezeli değildir. Mutezile ve Kaderiyye denilen cahil ve ahmaklar, kaza ve kadere inanmadılar. İnsan, dilediğini kendi gücüyle yaratmaktadır dediler. Böyle kâfirler, zamanımızda çoktur. (Diya-ül kulüb)
İnsanın her işi Allah’ın takdiri ve iradesiyle olmaktadır. Mutezile ve Kaderiyye, kaza ve kaderi inkâr etti. (İnsan kendi kuvveti ve ihtiyarıyla, işlerini yaratıyor) dedi. İnsan bir şey yapmak ister. Sonra bunu Allahü teâlâ yaratır. İnsanın iradesine, istemesine kesb denir. Cebriyye fırkası, irade ve ihtiyarı inkâr etti. İnsanları mecbur sandı. Bu sözleri küfürdür. İnsan mecbur olsaydı, Allahü teâlâ zalimlere zalim, kâfirlere kâfir demezdi. Allahü teâlâ kerimdir. İnsana yapamayacağını emretmemiştir. Kaderiyye fırkası kaza ve kaderi, Cebriyye fırkası da irade ve ihtiyarı inkâr etti. Her ikisi de bid’at ehlidir. İrade başkadır, razı olmak başkadır. Allahü teâlâ küfrü ve günahları irade ediyor, fakat razı değildir. Ezeldeki takdir, insanın kendi irade ve ihtiyarıyla yapacağını gösteriyor. Ezeldeki takdir, irade ve ihtiyarı göstermeseydi, Hak teâlâ dilediğini yaratmakta serbest olmaz, mecbur olurdu. (Mektubat-ı Masumiyye 1/83)
Kader, yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilip dilemesidir.
Allahü teâlâ, bir şeyi yaratacağını ezelde irade ettiyse [dilediyse], az veya daha çok olmaksızın, dilediği gibi var olur. Olmasını dilediği şeylerin var olmaması ve yokluğunu dilediği eşyanın var olması imkânsızdır. (İtikatname)
İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. (İslam Ahlakı)
Kader, Allahü teâlânın ileride olacak her şeyi ezelde bilmesidir. Kaza, bu bildiklerini Levh-il mahfuz’da göstermesidir. (Emali şerhi, Seyyid Ahmed Asım Efendi)
Kalble veya bedenle yapılan işleri, canlılarda ve cansızlarda meydana gelen her işi, Allahü teâlânın ezelde bilmesine, dilemesine ve yaratmasına kader ve takdir denir. İnsan bir şeyi yapmayı veya terk etmeyi ihtiyar ve irade eder yani kuvvetini kullanır. Sonra, Allahü teâlâ da, bunu irade eder, kudretini kullanırsa, bu şey meydana gelir. Kulun ihtiyar ve iradesine kesb, Allahü teâlânın irade ve kudretini kullanmasına halk etmek, yaratmak denir. (Dürr-i yekta şerhi)
Takdir: Halk etme, yaratma, İhtiyar: Seçme, tercih, Kesb: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarf etmesidir.
İşler takdir yönünden üç kısma ayrılır:
1- Hikmetin gereği yaratılanlar: Yerin, göğün, Cennet ve Cehennemin, meleklerin, cinlerin, hayvanların, bitkilerin ve cansız şeylerin yaratılması gibi.
2- İnsanın irade ve kudretiyle olmadan yaratılanlar: Güzel veya çirkin, sağlam veya sakat, erkek veya kadın yaratılması gibi.
3- İnsanın irade ve kudretini sarf edip çalışması ve kesbiyle meydana gelenler: İlim öğrenmek, iyi veya kötü amel işlemek gibi.
Kader hakkındaki iki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]
Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.) [Hâkim]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. İki hadis-i şerif meali:
(Bütün işler Allahü teâlâdandır, hayır olanı da şer olanı da.) [Taberani]
(Denge, Rahman olan Allahü teâlânın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]
Kadere boyun eğilmez mi?
Reformcu (Akıllı insan, kadere boyun eğmeyen kişidir) diyor.
CEVAP
Reformcu da, Mutezile kafalı diğer yamuklar gibi kaderi bilmiyor. Kadere boyun eğmeyen insan olur mu? Kader, Allahü teâlânın takdir ettiği şeylerdir. Bunu kim önleyebilir ki? İnsan kaderini kendi çizemez. Bu konuda çok âyet-i kerime var. Birinin meali şöyle:
(Yeryüzünde hiçbir olay ve başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım. Bu ise, Allah’a göre kolaydır.) [Hadid 22]
Resulullah efendimiz, kaderle ilgili âyet-i kerimeleri açıklayarak buyuruyor ki:
(Allah, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi]
(Her şey ezelde yazıldı. Allah’ın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
Bir kimse, hem Müslümanım der, hem de kaderi nasıl inkâr eder?
Ömür değişir mi?
Reformcu diyor ki: (Kader, Cebriye inancıdır. Müslümanlar, kader yani ömür değişmez diyerek sağlığa hiç önem vermiyorlar, hasta olsalar tedaviye yanaşmıyorlar. Kaderim buymuş diyerek hiç çalışmıyorlar. Hâlbuki insan kaderini kendi çizer. Cebriye’den kurtulup kaderimizi kendimiz çizmeliyiz.)
CEVAP
Mutezile itikadında olduğunu yine gizlememiştir. Cebriye nasıl bozuksa, Mutezile de o kadar bozuktur. Mutezile, (Allah, yaptığımız işlere karışmaz) diyerek kaderi inkâr edip, insanı hâşâ kendi işinin yaratıcısı zanneden çok sapık bir fırkadır. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali:
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]
Ömrün değişmeyeceğini söyleyen Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]
Hiçbir Müslüman, kader değişmez diyerek sağlığını hiçe saymaz. Sağlığa, temizliğe dikkat etmenin, hastalanınca tedavi olmanın dinin emri olduğunu bilir.
Şunları da iyi bilir: Vücudumuz, bize emanettir. Dinimiz onu iyi korumayı emrediyor. Hastayı tedavi ettirmek gerekir. Tecrübeyle etkileri kesin olan, aşı, serum ve mikrop öldürücü ilaçları kullanmak, gıda almak gibi farzdır. Yani Allahü teâlânın emridir. Tesiri kesin olan ilaçlar, gıda gibi olup, ilaç almayıp ölmek günahtır. Resulullah üç türlü ilaç kullanmıştır. Kur’an-ı kerim veya dua okurdu. İlaç kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. Müslüman, (İlaç kullanmak da kaderdendir, Allah’ın izniyle fayda verir) hadis-i şerifini de bilir. Yani Müslüman dinin emri olduğu için çalışır, sağlığını gözetir. Müslüman iyilikle, dua ile ömrün uzayacağını bilir, kötülükle de ömrün kısalacağını bilir. Müslüman şunları da bilir:
Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameliyle değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez, fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. (Taberani)
Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan, atılan oka; şemsiye de yağan yağmura siper olduğu gibi, dua da, gelen belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hâkim]
Kaderin, Levh-i mahfuz’da yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani onun dua etmesi de takdir edilmişse dua eder, kabul olunca belayı önler. Ecel-i kaza’yı da, iyilik etmek geciktirir, fakat ecel-i müsemma değişmez.
Ecel-i kazaya bir misal verelim: Birinin ömrü, (Eğer iyi iş yapar yahut sadaka verir, hac ederse 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl) diye takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmışken, akrabasını Allah rızası için ziyaret etmesiyle, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olanın ömrü de, akrabasını terk ettiği için, 3 güne iner. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Sıla-i rahim [salih akrabayı ziyaret], ömrü uzatır.) [Taberani]
Takdir, ezelde Levh-i mahfuz’da yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuz’da olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te’vil)
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikâyette bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip, (Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi) dedi. Davud aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail aleyhisselam, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ buna 20 yıl daha ömür takdir buyurdu) dedi. Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuz’daki değişiklikler, ona uygun olur. Hazret-i Ömer yaralanınca Ka’bül-ahbar, (Ömer daha yaşamak isteseydi dua ederdi, çünkü onun duası elbette kabul olur) buyurdu. İşitip şaşıranlar, (Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin denilince buyurdu ki: Evet, ecel hazır olunca gecikmez, fakat ecel hâsıl olmadan önce, sadaka ve dua ile, iyi amelle ömür uzar. Fâtır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-Kitab risalesi)
Bunları bilen bir Müslüman elbette çalışır, sağlığına dikkat eder. Reformcunun dediği gibi, (Zaten rızkım, ecelim ve hastalıklarım önceden yazılmış) diyerek tedaviyi, sebeplere yapışmayı terk etmez.
.
Kıyamet alameti yok mu?
|
Reformcu yazar diyor ki:
(Kıyamet alametleri diye bir şey yoktur. Bunu statükocular, hadis rivayet materyallerine dayandırıyorlar ki, bu da Kur’ana zıttır. Mehdi, Deccal ve İsa’nın gelişine dair yaptığım bilimsel araştırmalar, bunların İslam literatürüyle ilgisi olmadığını göstermiştir. Kıyamet alametlerinin imanla da bir ilgisi yoktur.)
CEVAP
Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemişse de, alametleri âyet ve hadiste açıkça bildirilmiştir. Süper mezhepsiz olandan başkası bunları inkâr edemez.
Kıyametin büyük alametleri:
Meşhur Cibril hadisinde, bir zat, kıyametin alametlerini sordu. Resulullah da bildirdi. O zat gittikten sonra, Resulullah bize, (Bunları sorup giden, Cebrail aleyhisselam idi. Size dininizi bildirmek için gelmişti) buyurdu. (Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)
Kıyametin bir büyük alametleri, bir de küçük alametleri vardır. Önce büyük alametleri bildirelim:
Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi, İ. Ahmed, Taberani, İbni Cerir ve İbni Hibban’daki hadis-i şerifte, şu on alametin çıkacağı bildirilmiştir:
1- Hazret-i Mehdi gelecek,
2- Deccal gelecek,
3- Hazret-i İsa gökten inecek,
4- Dabbet-ül-arz çıkacak,
5- Yecüc ve Mecüc çıkacak,
6- Duman çıkacak,
7- Güneş batıdan doğacak,
8- Ateş çıkacak,
9- Yer batması görülecek,
10- Kâbe yıkılacak.
İsa aleyhisselam, (Deccal’ın çıkması Kıyamet alametidir. Ben gökten inip onu öldüreceğim) dedi. (Müslim, İ. Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani, İ. Süyuti, İ. Münavi, İ. Nevevi, Kenzil ummal, Mecmul zevaid)
Kıyametin küçük alametleri:
Kıyametin kopmasına yakın önce küçük alametler çıkacaktır. Sonra da büyük alametler çıkacaktır. Kıyametin küçük alametleri ile ilgili hadis-i şeriflerden ikisi şunlardır:
(Kıyamet alametlerinin ilki, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vaktinde insanlara Dabbet-ül-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir.) [Müslim, Ebu Davud]
(Din cahillerinin çoğalması, kıyamet alametlerindendir.) [Buhari]
Bu kadar vesikayı inkâr edene ilim sahibi denebilir mi
.
Tesettür yaşı
|
Reformcu yazar diyor ki:
(18 yaşına kadar, bir genç kızın başını kapatmaması günah olmaz.)
CEVAP
Dinimizde namaz, oruç, zekât, hac, tesettür gibi işlerde mükellef [yükümlü, sorumlu] olmak, yaşla değil, âkil ve bâliğ olmakla başlar. Daha önce bunlarla mükellef değildir. Bir kız büluğa erince mükellef olur.
Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Şu üç kişi sorumlu değildir:
1- İyileşene kadar deli,
2- Uyanana kadar uyuyan,
3- Büluğa erene kadar çocuk.) [Buharî, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace, İ. Ahmed]
(Cuma günü gusletmek, büluğa eren herkese lazımdır.) [Buharî, Müslim, Ebu Davud]
(Yâ Esma, bir kız büluğa erince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez.) [Ebu Davud, Beyheki]
Büluğa ermiş kız tesettürden sorumludur. (Nur 31, Ahzab 59)
.
Tasavvufa saldırıyor
|
Reformcu, (Sofiliğin, tasavvufun, ilm-i batın veya ledün ilmi denilen ilmin, İslam’da yeri yoktur) diyor.
CEVAP
Sofilik, evliyalık demektir. Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır. Bu da ancak tasavvuf ehli evliyanın yapabileceği iştir. Tasavvuf ilmi ahlâk ilmidir. Tasavvufa saldırmak, din ve ahlaka saldırmaktır. Hazret-i Süleyman’ın veziri Asaf, peygamber değilken, ledün ilmini bildiği için, iki aylık mesafedeki Belkıs’ın tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir anda kerametle getirdi. Hazret-i Süleyman, (Hâzâ min fadlı Rabbî=Bu Rabbimin bir lütfudur) dedi. (Neml 40)
[Asaf, peygamber olmadığı halde, bâtın ilmi sayesinde bu kerameti gösterdi. Yani bu âyet-i kerime, mezhepsizlerin inkâr ettiği kerametin de, hak olduğunu gösteriyor.]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür:
1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak,
2-Tasavvuf büyüklerinin tanımaları.
Birinci şekildeki imanda nefs azgınlıktan vazgeçmemiştir, iman hakiki değil, mecazîdir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği için iman yok olmaktan korunmuştur. (Yâ Rabbi, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadis-i şerifi ve (Ey iman sahipleri, iman edin) mealindeki âyet-i kerime, hakiki imanı bildirmektedir. Bu âyet, (Hakiki imana kavuşun) manasındadır. Sadece ilimle hakiki imana kavuşulamaz. İmam-ı Ahmed, ilim ve ictihadda çok yüksek derecede iken, hakiki imana kavuşmak için Bişr-i Hafi [ve Zünnun-i Mısri] hazretleri gibi evliya zatların sohbetinde bulundu. İmam-ı a’zam hazretleri de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin sohbetinde bulununca, (Bu iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu) yani (Hakiki imana kavuşamazdım) buyurdu. Her iki imam da ilimde ve ibadette son derece ileri iken, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulunarak marifeti ve bunun meyvesi olan hakiki imanı elde ettiler. (2/106)
Senaullah-i Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara suresinin (Allahü teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve (Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz, fakat âlimleri yok ederek ilmi geri alır) hadis-i şerifi, hakiki imanın ve bâtın ilminin geri alınmayacağını göstermektedir. (İrşad-üt-talibin)
İmam-ı Malik buyurdu ki: Fıkhı bilmeden tasavvufla uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh bilip tasavvufu bilmeyen bid’at ehli, sapık olur. Her ikisini bilen hakikate kavuşur. (Merec-ül Bahreyn)
Bu vesikalar gösteriyor ki, tasavvufu inkâr eden, bid’at ehli sapık oluyor. Yazarın da, bu kadar bozukluğunda, çeşitli sebeplerin yanında, evliyalığa düşman olmasının rolü de bulunuyor
.
Sahabeye dil uzatmak
|
Reformcu diyor ki: (Kur’anda ve hadislerde sahabenin hepsinin Cennetlik olduğu bildiriliyorsa da, sahabeden bazılarına hazret demek içimden hiç gelmiyor. Muaviye ve Âişe bunların başında gelir.)
CEVAP
Açıkça, (Allah ve Resulü onları övse de, onların sözleri benim içime sinmiyor) diyor. Kur’an ve Hadis, yani Allah ve Resulünün sözleri dinde ölçü değilse, reformcunun içi nasıl ölçü olur ki?
Hazret-i Muaviye ile Hazret-i Âişe validemizin isimlerini saygısızca anması, kendisinde İbni Sebecilik de bulunduğuna alamettir. Önce bunlardan başlanıp, arkasından ilk üç halifeye hücum edilir. Bu, İbni Sebeciliğin takıyye taktiğidir. Kur’an-ı kerimde, (Hepsine Cenneti söz verdim, hepsinden razıyım, onlar da benden razıdır) buyuruluyor. Cennetlik olan sahabeye nasıl dil uzatılır?
Eshab-ı kiramın içinde Eshar da, Ehl-i beyt de vardır. Eshar, kadın tarafından akraba demektir.
Hazret-i Âişe validemiz, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir.
İkincisi, Ezvac-ı tahirattan ve müminlerin annesi olduğu için Cennetliktir. Kur’an-ı kerimde, (Resulullah’ın hanımları, müminlerin anneleridir) buyuruluyor. (Ahzab 6)
Üçüncüsü de, temiz olduğu, Cennetlik olduğu âyetle bildirilmiştir. Hakkında şöyle buyuruluyor:
(Bu iftirayı işittiğinizde, “Bu konuda konuşmamız yakışık almaz. Hâşâ, bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?) [Nur 16] Demek ki, Allahü teâlâ, Resulüne temiz, sadık zevce ihsan eder. Allah’a ve Resulüne itimadı olanların, (Bu bir iftiradır) demeleri gerekirdi buyuruluyor. Böyle mübarek bir zevcenin, Hazret-i Ali ile ictihad farkı sebebiyle savaşmasından dolayı ona kötü söylemek, Resulullah’a hakarettir. Resulullah’ın zevcesine hakaret edenin de kâfir olduğu Nur suresinde açıkça bildiriliyor. Hazret-i Âişe validemiz hakkındaki bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Habislere, habis söz yakışır. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular [yani Hazret-i Âişe], [iftiracıların] söylediklerinden çok uzaktır. Kendileri için mağfiret ve güzel bir rızık vardır.) [Nur 26]
Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini Eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun!) [Hâkim]
(Eshabımı, ezvacımı ve Ehl-i beytimi seven, Cennette benimle beraberdir.) [Ramuz]
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]
(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar]
(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hâkim]
Eshardan, Resulullah’a akraba olmakla şereflenip Cennetlik olanlardan bazıları şunlardır:
1- Kayınpeder olanlar: Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebu Süfyan.
2- Damat olanlar: Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali.
3- Kayınvalide olanlar: Âişe validemizin annesi Ümm-i Ruman, Hafsa validemizin annesi Hazret-i Zeyneb, Ümm-i Habibe validemizin annesi Hazret-i Hind.
4- Kayınbirader olanlar: Hazret-i Abdullah bin Ömer, vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye.
Resulullah efendimiz, kayınbiraderi Hazret-i Muaviye için de, (Yâ Rabbi, ona kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru!) buyurdu. (İmam-ı Ahmed, Taberani)
İbni Hacer-i Mekki hazretleri diyor ki: Hazret-i Muaviye, sahabenin büyüklerindendir. Resulullah’ın neseple ve nikâhla çok yakın ve mahremidir. Server-i âlem, onu övmüştür. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikâhla akrabalık şerefleri toplanmıştır. (Sava’ik-ul-muhrika)
.
Azrail aleyhisselamı inkâr
|
Reformcu diyor ki: (Ölüm meleğine Azrail denmesi yanlıştır. Bu konuda âyet ve hadis yoktur.)
CEVAP
Bu yanlış fikri Vehhabiler de söylüyor. Bu reformcunun her fırka ve mezhepten bazı sivri görüşlere sahip olduğu anlaşılıyor. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali:
(Azrail aleyhisselamın kişinin canını alması, bin kılıç darbesinden şiddetlidir.) [Ebu Nuaym]
(Ey insanlar, ben de bir insanım. Pek yakında Allahü teâlânın elçisi olan Azrail gelebilir ve ben de onun davetine icabet edebilirim.) [İ. Ahmed]
Bu kadar vesikaya rağmen Azrail diye bir melek yok demekteki art niyet nedir? Geniş bilgi için tıklayınız.
Sorgu melekleri yokmuş
Reformcu diyor ki: (Kabirde sorgu melekleri diye bir şey yoktur. Aslında kabir sorgusu ve kabir azabı da yoktur. Bunlar birer hurafedir.)
CEVAP
Reformcu yine Mutezileyi savunuyor. İki hadis-i şerif meali:
(Münker - Nekir melekleri, sual cevaptan sonra mümin ölüye, “Cehennemdeki yerine bak, Allahü teâlâ değiştirip, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi” derler. Ölü bakıp ikisini de görür.) [Buhari]
(Namaz, Melek-ül-mevte şefaatçidir. Kabirde ışıktır. Münker ve Nekir’e cevaptır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennetin anahtarıdır.) [Miftah-ül Cennet]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimleri, dinimizin bildirdiklerini, akıl ersin ermesin, ispat ettiler. Bu bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için karşı gelmediler. Böylece kabir azabına, kabirde Münker ve Nekir denilen iki meleğin sual soracaklarına, Sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler, çünkü bu büyükler, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlamadıklarına, aklımız ermediği için anlayamadık dediler. (Mektubat 3/44)
Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
Her insanın hayır ve şer, bütün işlerini yazan, ikisi gece, ikisi gündüz gelen dört meleğe, Kiramen kâtibin veya Hafaza melekleri denir. Hafaza meleklerinin, bunlardan başka olduğu da bildirilmiştir. Sağ taraftaki melek, soldakinin âmiridir, iyi işleri ve ibadetleri yazar. Soldaki, kötülükleri yazar. Kabirlerde, kâfirlere ve asi Müslümanlara azap edecek melekler ve kabirde sual soracak melekler vardır. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir. Müminlere soranlara Mübeşşir ve Beşir de denir. (İtikatname)
.
Bâtıl dinlere övgü
|
Reformcu diyor ki: (İslam, yalnız kendisinin hak din olduğunu asla söylemez. Bunu da, Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer din mensuplarına kabul ettirmek istemez.)
CEVAP
Bu söz, cahillikle veya gafletle söylenmiş olamaz. Bunda kasıt ve art niyet vardır. Bilerek, bu konudaki âyet ve hadisleri nasıl inkâr ediyorlar ki? Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din, yalnız İslam’dır.) [Âl-i İmran 19]
(İslam’dan başka din arayan, iyi bilsin ki, bulacağı o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85]
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din olan İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın, hak] Peygamber olduğuna şahit olarak Allah yeter.) [Feth 28]
Reformcu sözünü pekiştirmek için, (Kur’anın üslubu ile Tevrat ve İncil’in üslubu arasında fark yoktur) diyor. Böylece bu dinlerin nesh edilmediğini, Ehl-i kitabın da hak olduğunu söylüyor.
Ehl-i kitaba hak demek
Yine diyor ki: (İslamiyet, sadece kendisinin hak olduğunu bildiren bir din değildir, Yahudilik ve Hristiyanlığı da hak kabul eder.)
CEVAP
İster Ehl-i kitap olsun, ister kitapsız olsun bütün gayrimüslimlerin Cehennemlik olduğu Kitap ve Sünnet’te sabittir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(İster, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, ister müşriklerden olsun bütün kâfirler elbette Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
.
Kabir azabı vardır
|
Reformcu yazar, (Kabir azabı yoktur) diyor.
CEVAP
Kabir azabının varlığını bildiren vesikalardan bazıları şöyledir:
Âişe validemiz, (Yâ Resulallah, bu ümmet kabirde azap görecek, benim gibi zayıfların hâli ne olacak?) diye kabir azabını sual edince Resulullah efendimiz, İbrahim suresinin, (Allah, iman edenlere, dünya ve ahirette, sabit sözlerinde [kelime-i tevhidde] sebat ihsan eder) mealindeki 27. âyeti okudu. (Bezzar, Cami-ul-ahkâm)
Bu âyette, kabir hayatının hak olduğu bildiriliyor. (Tefsir-i Celaleyn)
İbni Abbas hazretleri, bu âyet-i kerimede, müminlere ihsan edildiği bildirilen sabit sözün, kelime-i tevhid olduğunu bildirmiştir. Âyet-i kerimedeki, dünyadaki sabit sözden maksat, kabirdeki suale verilen cevaptır, âhirettekinden maksat ise kıyamet günündeki hesaptır. (Cami-ul-ahkâm)
Kabir azabı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Kovuculuk kabir azabına sebep olur.) [Beyheki]
(İç hastalıklarından ölen kabir azabı görmez.) [Tirmizi]
(Tebareke sûresini okumak kabir azabına engeldir.) [İbni Mürdeveyh]
(Ölüye uygunsuz şekilde ağlanınca kabirde azap görür.) [Buhari]
Bu kadar vesikaya rağmen, kabir azabı yoktur demek aklı başında olanın söyleyeceği söz değildir.
Yanıp ölene kabir azabı
Reformcu diyor ki: (Yanmış ceset kül olduğuna göre kabir azabı göremez.)
CEVAP
Bir ölü tabuta konsa, hiç defnedilmese, dışarıda kalsa, çürüse veya çürümese, ateşte yansa yine kabir suali olur.
Geniş bilgi iiçin tıklayınız
.
Hile-i şer’iyye nedir?
|
Reformcu diyor ki:
(İslam fıkhındaki hile-i şer’iyye Kur’anın ruhuna aykırıdır. Bu yüzkarası kaldırılmalıdır.)
CEVAP
Şer’î demek şeriata yani dine uygun demektir. Dine uygun olan bir şeye nasıl yüzkarası denebilir? Dinimizde hile-i şer’iyye vardır, fakat hile-i bâtıla yani bâtıl hile yoktur. Reformcu, hile-i bâtılanın çirkinliğini ortaya serip hile-i şer’iyyeye saldırıyor. Hile-i şeriyye Nass’la yani Kitap ve Sünnet’le sabittir. Hile-i şeriyye, yani dine aykırı olmayan hile, harama düşmemek için kurtuluş çaresi bulmak, yani dine uygun çare demektir. Haramı helal veya helali haram yapmak yahut haksız mal ele geçirmek için hile yapmak caiz olmaz. Farzdan kurtulmak veya haram işlemek için hile yapmak haramdır. Buna hile-i şeriyye değil, hile-i bâtıla yani dine aykırı hile denir. Bir şey, farz veya haram olmadan önce, farz veya haram olmasını önlemek caizdir. Buna hile-i şeriyye denir.
Said bin Sa’d hazretleri anlatır: Babam, Resulullah efendimizin yanına hasta birini getirdi. Suçunu söyleyip ceza verilmesini istedi. Resulullah, (Buna üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurun) buyurdu. Böylece bir kere vurmakla, yüz sopa vurulmuş oldu. (Eşiat-ül-lemeat)
Haramdan kurtulmak ve helale kavuşmak için hile-i şeriyye yapmanın caiz olmasına bir delil de, Sad suresinin 44. âyetidir. Bu âyet, Eyyüb aleyhisselam, hanımına yüz sopa vurmaya yemin edince, bu yemini yerine getirmek için bir demet sapla vurmayı, böylece yapılacak hile-i şer’iyyeyi bildirmektedir. (Hindiyye)
Bu âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Ya Eyyüb, eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten Eyyüb ne sabırlı, ne iyi kuldu! Hep Allah’a yönelirdi.) [Sad 44]
Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif, hile-i şeriyyenin caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika)
.
Haremlik selamlık
|
Reformcu yazar diyor ki:
(Osmanlı döneminde uygulanan haremlik selamlığın dinde yeri olmadığı, Nur suresinin 61. âyetinde bildiriliyor. Yabancı kadınlarla birlikte oturmanın, onlarla yemek yemenin hiç mahzuru yoktur. Bu, Müslümanların geleneklere uymalarından, bağnazlıklarından ileri gelmektedir.)
CEVAP
Yine gelenek adı altında dinimize dil uzatıyor. O âyet-i kerimenin kadın erkek karışık oturmakla ve onlarla yemek yemekle hiç asla alakası yoktur. Konu tamamen farklıdır. Önce bu âyet-i kerimenin dipnotlardaki açıklamasıyla beraber mealine bakalım:
(Kör için bir harac [darlık, güçlük, günah, sorumluluk] yoktur. Topal için bir harac yoktur. Hasta için harac yoktur. (1) Evlerinizde (2) veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya [kâhyalığını yaptığınız veya koruduğunuz evin] anahtarları elinde olan evlerde (3) yahut dostlarınızın evlerinde (4) izinsiz yemek yemenizde bir harac yoktur. (5) Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. (6) Evlere girdiğiniz zaman, kendinize, ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin! (7) Allah size âyetleri [hükümleri], düşünesiniz diye böylece açıklar.) [Nur 61]
---------------------------------------
(1) Saîd bin el-Müseyyeb hazretleri buyuruyor ki:
Müslümanlar savaşa çıkarken evlerinin anahtarlarını [savaşa gidemeyen] körlere, hastalara, topallara, bir de akrabalarına teslim ederler ve onların da teslim ve emanet ettikleri o evlerden yiyip içmelerine izin verirlerdi, fakat onlar, bu kendileri için günah olur diye korkarlardı. Bu âyetin iniş sebebi budur. (Medârik)
Peygamber efendimizden önce Araplar, Medine’deki çeşitli hastalıklı kimselerle birlikte yemek yemezlerdi. Bazıları, körün eli rastgele yerlere değdiğinden, topalın biçimsiz oturuşundan, hasta pis koktuğundan ve rahatsızlığından dolayı, onlarla yemek yemeye tiksinirlerdi. Ancak bu, cehalet ve kibir alametidir. İşte bu âyet-i kerime, bu hususta uyarıcı olarak inmiştir. İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Böyle özür sahipleri, insanlarla birlikte yemek yemekten çekinirlerdi. İşte bu âyet-i kerime onlarla yemek yemeyi mubah kılmıştır. (Kurtubi tefsiri)
(2) Eş ve evlatlarınızın evlerinde yemenizde günah yoktur. (Medârik, Celâleyn)
(3) İbni Abbas hazretleri anlatır:
Anahtara malik olmak demek, onun çiftliğinde hayvanlarının muhafızlığını yapmak demektir. Bu suretle hizmet eden kimse, çiftliğin hasılatından yer, hayvanların sütünden içer. Ancak evine götüremez veya kendisi için biriktiremez. Bazı âlimler de diyor ki: O evlerden maksat, kölelerin evleridir. Efendisi o evlerden yemek hakkına sahiptir. Çünkü köle de, kölenin kazancı da efendisinindir. (Medârik)
(4) Yine İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerime, Hâris bin Amr radıyallahü anh hakkında inmiştir. Savaşa giderken Mâlik bin Zeyd’i evine vekil bırakmıştı. Dönüşte bu zatı çok zayıflamış görünce sebebini sordu. O, (İzinsiz evinizden yiyip içmek günah diye yemedim ve zayıfladım) dedi. Bu âyet-i kerime inip, yenince memnun olacağı bilinen dostların evinde yemek yemenin günah olmadığı bildirildi. (Hazin)
[Bunun yabancı kadınlarla birlikte yemekle ne alakası var?]
(5) Zikredilen bu evlerden, sahipleri orada olmasa da, rızaları olduğu için yiyip içmekte sakınca yoktur. (Celâleyn)
(6) Yenmesine izin verilen evlerde yemekler, tek başına veya yiyip içme hakkına sahip kimselerle yenebilir. İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Dost bağı, akrabalık bağından daha sıkıdır. (Sizin topluca veya ayrı ayrı yemenizde de vebal yoktur) âyeti, Leys bin Bekroğulları hakkında inmiştir. Onlar, tek başına yemek yemez, yemek yiyecek birini buluncaya kadar günlerce aç beklerlerdi. İbni Atiyye de buyuruyor ki: Bu uygulama, İbrahim aleyhisselamdan miras kalmıştı. O da tek başına yemek yemez, misafirleri tercih ederdi. Kimi Araplar, yalnız bir şey yemez misafiriyle yemek yerdi. Bu âyet-i kerime yemek yeme sünnetini açıklamak üzere indi. Haram kabul ettikleri tek başına yemek yemeyi mubah kıldı. Çünkü Araplar böyle faziletli bir iş yapalım derken, aşırıya kaçmışlardı. (Kurtubi)
[Bunun haremlik selamlıkla, yabancı kadınlarla birlikte yemekle hiçbir alakası yoktur. Bu âyetin yabancı kadınlarla yemek yemeyi emrettiğini söylemek art niyetten kaynaklanıyor. Tek kelime kadından bahsedilmiyor.]
(7) Sizden olan ev halkına selâm verin deniyor. Katâde hazretleri buyuruyor ki:
Evine girdiğin zaman ailene selâm ver. Eğer evde kimse yoksa, (Esselamü aleyna ve alâ ibâdillâhis sâlihîn. Esselamü alâ ehli beytî ve rahmetullahi ve berakâtüh) de, selamını melekler alır. İbni Abbas hazretleri mescitlere girilince de, (Esselamü aleyna ve alâ ibâdillâhis sâlihîn) denilmesini bildirmiştir. (Medârik, Celâleyn, Hâzin)
Feminist reformcu, (Dinde haremlik selamlık yoktur, kadın erkek beraber oturabilir, her konuda konuşabilir, hâl ve hatır sorabilir, yemek yiyebilir, tokalaşabilir) diyor.
CEVAP
Her birinin dine aykırı olduğunu, Kadınlara bakmak, Tokalaşmak ve Kadınlarla konuşmak başlıkları altında açıklayalım:
Kadınlara bakmak
Kadınlara bir ihtiyaç olmadan veya şehvetle bakmak günahtır. Bir âyet-i kerime meali:
(Ey Resulüm, erkek müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramlardan korusunlar! İmanı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar!) [Nur 30]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek günah olmazsa da, tekrar bakmak günah olur.) [Ebu Davud, Darimi]
(Erkeğin kadına, kadının da erkeğe [şehvetle] bakması haramdır.) [Taberani]
(Yabancı kadını görüp, azab-ı ilahiden korkarak, başını ondan çevirene Allahü teâlâ ibadetin tadını duyurur.) [Hakim]
(Harama bakmak, şeytanın zehirli okudur. Allahü teâlâdan korkup yabancı kadına bakmayana, zevkli bir iman nasip olur.) [Ramuz]
(Yabancı kadına şehvetle bakanın gözleri ateşle doldurulup, Cehenneme atılır, onunla toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, Cehenneme sokulur, lüzumsuz ve şehvetle konuşan, her kelimesi için, bin yıl Cehennemde kalır.) [R. Nasıhin]
(Bir yabancı kadın görüp de, Allah’tan korkarak, başını ondan çevirene, Allahü teâlâ, ibadetlerin tadını duyurur.) [Ebu Davud, İ. Ahmed, Hâkim]
(Avret yerini açana, başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!) [Beyheki]
(Buluğa eren kız, yüz ve elinden başka yerini namahreme gösteremez.) [Ebu Davud]
(Şarkıcı kadının aldığı para haram olduğu gibi, onu dinlemek ve yüzüne bakmak da haramdır.) [Taberani]
(Gözün zinası harama [namahreme] bakmak, dilin zinası fuhuş konuşmaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
(Bir kadın koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir topluluğun yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı [göz zinası] yüklenir.) [Nesai]
(Bir kadın, güzel kokular sürünüp, göz alıcı güzel elbiseler giyerek, bir topluluğun yanından geçerse, zina işlemiş gibi günaha girer.) [İbni Hibban]
(Kadına, şehvetle bakanın gözlerine erimiş kurşun dökülüp Cehenneme atılır.) [M. Enhür]
Kadınların da, erkeklere ihtiyaçsız bakmaları mekruhtur. Kadınların saçları da avrettir. Avret yerine bir zaruret olmadan şehvetsiz de bakmak haramdır.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da haramdır. Böyle çıkmalarına izin veren, razı olan ana babası, kocası veya kardeşi de, onun günahına ve azabına ortak olurlar. (Kimya-i saadet)
Erkeklere ziynetini gösteren kadınlara, mesela altın, inci gibi şeyleri örtüsünün üstüne takan, koku süren, renkli ve ipek kumaş örtünmüş olan, kol ağızları geniş olup kolları görünen ve bunlar gibi kendilerini erkeklere gösteren kadınlara Allahü teâlâ dünyada ve ahirette azap edecektir. (Zevacir-İbni Hacer-i Mekki)
Tesettüre riayet etmemek ve ziynetlerini göstermek gibi günahlar, kadınlarda çok olduğu için, Resulullah efendimiz, (Mirac gecesi Cehennemi gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm) buyurdu. (Tirmizi)
Kadınlarla tokalaşmak
Bir erkeğin bir kadınla tokalaşması, zaruretsiz konuşması, bir odada yalnız kalmaları haramdır. Peygamber efendimiz hiçbir kadınla tokalaşmamıştır. Bir hadis-i şerif meali:
(Elbette ben, kadınlarla tokalaşmam.) [Nesai, İbni Mace, Taberani]
Yine hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kişinin başına demirden bir şişin batırılması, nikâh düşen bir kadına dokunmasından daha hafif kalır.) [Taberani, Beyheki]
(Yabancı kadınla kucaklaşan, şeytanla beraber zincire vurulup ateşe atılır.) [Şir’a]
(Kadınlarla bir arada yalnız kalmaktan sakının! Allah’a yemin ederim ki, bir kişi bir kadınla yalnız kalınca, aralarına şeytan girer. Bir kimsenin çamurlu bir domuzla sıkışmış durumda olması, o kimse için kendine helal olmayan bir kadına dokunmasından daha hafiftir.) [Taberani]
(Yabancı kadına şehvetle bakmak göz zinasıdır, onu tutmak el zinasıdır, ona gitmek ise ayakların zinasıdır.) [R. Nasıhin]
(Gözler zina eder, eller zina eder, ayaklar zina eder, ferc zina eder.) [İ. Ahmed, Taberani]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Resulullah, erkeklerle müsafeha ederek sözleştikten sonra, kadınlarla da sözleşme yaptı. Kadınların biati yalnız söz ile oldu. Mübarek eli kadınların eline dokunmadı. (3/41)
Tibyan’da Mümtehine suresinin 12. âyetinin açıklamasında deniyor ki:
Peygamber efendimiz, kendisi ile biat edilirken hiçbir yabancı [namahrem] kadınla müsafeha yapmamıştır. Hazret-i Âişe validemiz de buyurdu ki:
(Peygamber efendimizin kadınlarla biati söz ile idi. Onun eli, hiçbir yabancı kadının eline değmemiştir.) [Buhari, Müslim]
Kadınlarla konuşmak
Kadınlar zaruret olmadıkça namahrem erkeklerle konuşamaz. Ramuz’un 469. sayfasında yazılı ilk hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said]
Kadınların, Kur’an-ı kerim, mevlid, ilahi okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları haramdır. (Tergib-üs-salât, Hadika)
Hoparlör, radyo ve TV ile duyurmaları ise mekruh olur. (Seadet-i Ebediyye)
.
İnce çoraba mesh etmek
|
Reformcu diyor ki: (İnce çoraba da, çıplak ayağa da mesh etmek caizdir. Çünkü dinde kolaylık vardır.)
CEVAP
İslamiyet’in hükümlerini delmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Mestin vasıfları bellidir. İnce çoraba mesh, tam bir dinde reform olur. Çıplak ayağa mesh ise Şiîlik’te vardır. Dinde kolaylık sözü, dini değiştirmek için her fırsatta kullanılıyor. (Dinde kolaylık var, zorluk yok) demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan, kolaylıklardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın, size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları kolayınıza geldiği şekilde değiştirin) demek değildir. O zaman ortada din kalmaz. Dinde her değişiklik, reform olur. Birkaç örnek:
1- Meste mesh edilir diye, tırnaklardaki ojeye mesh etmek, ince naylon çoraba mesh ve çıplak ayağa mesh kolaylıktır, ama bunların hiçbiri caiz değildir.
2- Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Kolaylık olsun diye ağzın içini yıkamamak kolaylıktır. Ancak gusül sahih olmaz.
3- Abdest almayıp teyemmüm etmek kolaylıktır. Ancak su varken veya su bulma imkânı varken teyemmüm caiz olmaz.
4- Beş vakit namazın hepsini sabahleyin kılmak veya gündüz hiç kılmayıp gece yatarken kılmak daha kolaydır. Kolaylık olsun diye böyle yapmak dini değiştirmek olur. Namazların hepsini bir vakte indirmek kolaylık olur. Hatta haftada bir kılmak daha kolay olur. Yılda bayramdan bayrama kılmak en kolayıdır. Sabah namazına kalkmak zordur, gündüz kılmak daha kolay diyerek sabah namazına kalkmamak caiz değildir. Her gün namaz kılmak yerine, bir defa namaz kılıp bunu videoya alıp, onu seyretmek kolaylık olur. Tozlu halılara secde etmek yerine koltuğa, sandalyeye oturup kılmak kolaylıktır. Ama bunlar caiz olmaz.
5- Orucu hep kısa günde tutmak kolaydır. Ramazan yazın uzun günlerine rastlarsa, kışın tutmak daha kolaydır. Bir ay yerine üç gün tutmak daha kolaydır. Bir gün tutmak ise çok kolaydır. En kolayı da hiç tutmamaktır. Ama bu, dini yıkmak olur.
6- Hacca gitmek zordur. (Kâbe Allah’ın evi olduğu gibi cami de Allah’ın evidir) diyerek herhangi bir caminin etrafında dönmek kolaydır. Ama böyle yapınca hem hac olmaz hem de dini değiştirmek, yani küfür olur.
7- Zekâtı kırkta bir yerine yüzde veya binde bir vermek daha kolaydır. En kolayı hiç vermemektir. Ama bu da caiz olmaz.
8- Her gün Kur’an-ı kerim okumak zor olur. Teybe alıp bunu dinlemek, mezarlığa götürüp teybi açarak ölülere bunu dinletmek kolaylıktır. Ama bunların hiçbiri caiz değildir.
9- Yabancı yerde kıbleyi bulmak zordur. Herhangi bir yöne doğru kılmak kolaydır, ama böyle yapınca namaz sahih olmaz.
10- Camiye gitmek zordur. Eve bir kablo çekip evde imama uymak kolaydır. Hatta Türkiye’de bir yerde namaz kılınıp radyo ile her yerden dinleyerek imama uymak daha kolaydır. Ama bunlar dini yıkmak olur.
Şu halde ölçü, keyfimize göre değil, dinin izin verdiği ölçüde kolaylıklardan faydalanmaktır
.
Hayz ve nifaslıya yasak olanlar
|
Reformcu diyor ki:
(Eski gelenekte, hayızlı ve nifaslı kadınlar, oruç tutamaz, namaz kılamaz deniyordu. Ama son zamanlarda bilimsel araştırmalar yapıldı. Kadınların bu hallerinde de namaz kılıp oruç tutmalarının mahzuru görülmedi. Bu bir hastalık hâli olduğu için camiye de girebilir, tavaf da edebilir, Kur’an da okuyabilir. Ben de bu bilimsel araştırmaların sonuçlarına katılıyorum.)
CEVAP
Allah ve Resulünün sözlerine katılmayan, hükümlerini beğenmeyen elbette dinimize aykırı her şeye katılır. Dinimiz bugüne kadar eksik mi geldi? Allahü teâlâ (Dininizi tamamladım) buyuruyor. Günümüzün reformcuları yeni hükümler çıkarıyor. Dinimizin hükümleri beşeri kanun mu? Her gelenin değiştirme yetkisi mi var? Dinde değişiklik olur mu? Âyeti, hadisi, icma’ı kimin kaldırmaya yetkisi olur? Her gün dinin bir hükmünü yıkmaya çalışıyorlar. Dinimizin bu konulardaki hükmünü maddeler halinde bildirelim:
1- Hayızlı ve nifaslı kadın, namaz kılamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Hayızlı kadın namaz kılamaz.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
2- Hayız ve nifaslı, oruç tutamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Kadınların dinlerinin eksik olması, onların hayızlıyken, günlerce namaz kılamadıkları, ramazan ayında oruç tutamadıkları içindir.) [Buhari, Müslim, Nesai, Muvatta]
Hazret-i Âişe validemizin naklettiği hadis-i şerifte de, hayızlıyken tutulamayan oruçların kaza edileceği, kılınmayan namazların affolduğu bildirildi. (Buhari)
3- Kur’an okuyamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Hayızlı ve cünüp, Kur’an okuyamaz.) [Tirmizi]
4- Mushaf’a el süremez. Bir âyet-i kerime meali:
(Kur’ana temiz olanlardan başkası dokunamaz.) [Vakıa 79]
Bu âyeti açıklayan Resulullah efendimiz buyuruyor ki:
(Kur’ana ancak hadesten [abdestsizlik ve cünüplük halinden] temiz olan dokunabilir.) [Nesai]
Hades: Abdestsizlik veya cünüplük halidir. Yani abdestsiz ve cünüp olan dokunamaz.
5- Camiye giremez. Bir hadis-i şerif meali:
(Cünübe ve hayızlıya mescide girmek helal olmaz.) [İbni Mace]
6- Kâbe’yi tavaf edemez. Bir hadis-i şerif meali:
(Beytullah’ı tavaf etmek, namaz kılmak gibidir, abdestli olmak lazımdır.) [Tirmizi]
7- Cima edemez. (Bekara 222)
Hangi reformcuların bilimsel araştırmaları imiş de, bu kadar vesika inkâr edilebiliyor? Bilimsel araştırmayla ibadet değiştirilir mi? Dinin bildirdiğinden başka ibadet şekli olur mu?
.
Oruç tutma zamanı
|
Reformcu diyor ki: (Çok uzun süre oruç tutuluyor. Güneş doğmaya yakın bir zamana kadar yiyip içmeli. Ancak o zaman siyah iplikle beyaz iplik ayrılabilir. Böyle yapılmazsa Kur’anın emrine uyulmamış olur.)
CEVAP
Bunu başka mezhepsizler de söylüyor. Siyah iplikle beyaz ipliğin ayırt edilmesinin açıklamasını bilmediklerinden veya art niyetlerinden dolayı böyle konuşuyorlar. Halbuki iplikten maksadın ne olduğunu, Peygamber efendimiz açıkça bildirmiştir.
Bekara suresinin, (Beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyip, için!) mealindeki 187. âyet-i kerimesindeki ipliklerin, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı olduklarını anlatmak için, daha sonra fecrin kelimesi indi. Gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı. (Rıyad-un-Nasıhin)
Eshab-ı kiramdan Sehl İbni Sa’d hazretleri anlatır:
(Beyaz iplik siyah iplikten, ayrılıncaya kadar yiyin için!) âyeti inince, fecrin = tan yerinde kelimesi henüz nazil olmamıştı. Bir kısım insanlar, oruç tutacakları zaman, ayaklarına siyah ve beyaz iplik bağlar, bunlar görülünceye kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, minel fecri kelimesini indirdi. O zaman, beyaz ve siyah ipliğin ayrılmasından maksadın, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığının iplik gibi birbirinden ayrılması olduğu anlaşıldı. (Buharî, Müslim)
İplikten maksat
Adiy İbni Hatim hazretleri anlatır:
(Yâ Resulallah, âyette geçen, beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması nedir, bunlar bildiğimiz siyah iplikle beyaz iplik değil mi?) diye sordum. (Hayır, iki iplik değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır) buyurdu. (Buharî)
Bu âyet-i kerimeyi duyan bir zat, (Yâ Resulallah, ben gündüzün geceden ayrıldığını öğrenmek için yastığımın altına bir beyaz iplik ile bir siyah iplik koydum, fakat gecenin bitişini yine de tespit edemedim) dedi. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, (O iplikler, gündüzün aydınlığıyla gecenin karanlığıdır) buyurdu. (Buhari)
Eğer Peygamber efendimiz açıklamasaydı, beyaz ipliğin aydınlık, siyah ipliğin karanlık olduğunu nereden bilecektik? Kur’an-ı kerimden anladığımıza uyarak, bilhassa bulutlu havalarda, daha ortalık karanlık diye, reformcular gibi güneş doğana kadar yer içerdik
.t
elkin bid’at midir?
|
Reformcu diyor ki: (Ölüye yapılan telkin bid’attir. Bir gelenektir.)
CEVAP
Telkin sünnettir. Sünnete bid’at demek, helale haram demek küfürdür. İmam-ı Deylemi ve İmam-ı İbni Asakir’in bildirdiği hadis-i şerif şöyledir: Kardeşlerinizden biri ölüp de, defnedilince, biriniz kabrin başında (Ey filan kadının oğlu filan) desin! Çünkü o vefat eden kimse, (Bizi irşad et de Allah da sana rahmet etsin!) der, fakat siz bunu duyamazsınız. Telkin veren, (Dünyadan çıkarken, Allah’ın birliğini, Muhammed aleyhisselamın Onun kulu ve Resulü olduğunu, Allah’ı Rab, İslamiyet’i din, Kur’anı imam kabul ettiğini hatırla!) desin! Münker ve Nekir meleklerinden biri diğerine, (Gel, bunun yanından çıkalım, çünkü delili kendisine telkin edilenin yanında durmamıza lüzum yok) der. (Ramuz)
Sad bin Abdullah diyor ki: Vefat etmek üzere olan Ebu Ümame’nin ziyaretine gittim. (Ben ölünce Resulullah’ın emrettiği gibi telkin verip beni defnedin) diyerek Resulullah’ın telkin şeklini bildirdi. (İhya)
Kabirdeki meyyite telkin vermek meşrudur. (Cevhere)
Ölüye, definden sonra telkin vermek sünnettir. (Nur-ül yakin fi mebhas-it telkin)
Resulullah, definden sonra telkin vermeyi emretti. Kendi de telkin verdi. (Cila-ül-kulub)
İmam-ı Saffer, (Ölü kabre konunca, ruhu ve aklı geri gelir. Kendisine verilen telkini anlar. Telkin meşrudur) buyuruyor. İnaye kitabının sahibi, (Hocam Kadıhan’dan işittim ki, İmam-ı Merginani telkin verirdi ve telkini bize vasiyet ederdi) buyurmuştur. (Mevkufat)
Nimet-i İslam kitabında telkinin nasıl verileceği anlatıldıktan sonra deniyor ki:
1- Telkin meşrudur. Bu, Ehl-i sünnetin kavlidir, (Ölünüze telkin verin) hadisine göredir.
2- Definden sonra telkin olunmaz sözü, Mutezile’nin görüşüdür.
3- Meyyite telkin ne emredilir, ne de nehyedilir.
Redd-ül-muhtar ve Birgivi vasiyetnamesi’nde de, telkinin meşru olduğu ve yapılış şekli yazılıdır.
Tenvir-ül-kulub, Mugn-il-muhtac, İanet-üt-talibin, Tuhfet-ül-habib, Tuhfet-ül-muhtaç gibi Şâfiî kitaplarında da telkinin sünnet olduğu bildirilmektedir. Bid’at ehline vesika olması bakımından, İbni Teymiye’yi öven ve ölünün işitmediğini söyleyen Alusi bile Galiyye-tül-mevaız kitabında Resulullah’ın telkin verdiğini ve telkin vermeyi emrettiğini bildirmektedir
.
Mübarek geceler
|
Reformcu diyor ki: (Mübarek gecelerin dinde yeri olmadığını Kardavî, Elbanî ve Makdisî de söylüyor.)
CEVAP
Burada birkaç hata var: Peygamber efendimiz mübarek gecelerin önemini bildirdiğine göre, reformcunun sözü geçerli olur mu hiç? İkincisi, hani hiçbir meşrebi ve mezhebi yoktu? Hak olan mezheplerle ve meşreplerle ilgisi yokmuş, bu doğru, ama ne kadar yamuk, mezhepsiz varsa hepsini bağrına basıyor. Yani meşrebi de, bu sapıkların yolu. Bir meşrebe göre yazmadım sözü yalanmış. Mübarek gecelerin önemi sitemizde vesikalarla açıklanmıştır. Burada özetle bildirelim:
Mevlid gecesi:
Doğum gününü kutlamak dinimize aykırı değildir. O gün Kur’an-ı kerim okunabilir, tesbih çekilebilir, hayır hasenat yapılabilir, oruç tutulabilir. Bu işler, Allahü teâlâya şükretmek olur. Mevlid kandili, Peygamber efendimizin doğum günüdür. Resulullah’ı övmek ibadettir. Onu övücü yazılar ve kasideler okumak sevab olur.
Hak Sözün Vesikaları kitabında deniyor ki:
Resulullah, Pazartesi günü oruç tutardı. Sebebi sorulunca, (Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyurdu. (Müslim, Ebu Davud, İ. Ahmed)
Hazret-i Mevlâna, (Mevlid okunan yerden belâlar gider) buyurmuştur. Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta Şâfiî âlimleri, Mevlid gecesinin Kadir gecesinden de kıymetli olduğunu bildirmiştir. El-mukni, El-miyar ve Tenvir-ül-kulûb kitaplarında, Mevlid gecesinin Kadir gecesinden kıymetli olduğu bildiriliyor. (Ed-dürer-ül-mesun)
Mevlid kasidesini, erkek-kadın karışık olmadan, çalgı ve başka haram karıştırmadan, Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehabdır. (Nimet-ül kübra, Hadika, M. Nasihat)
Kadir gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak, Kadir gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolur.) [Buhari, Müslim]
Arefe gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]
Bayram geceleri:
İki hadis-i şerif meali:
(Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez.) [İbni Mace, Taberani]
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, reddolmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.) [İsfehani]
Berat gecesi:
Üç hadis-i şerif meali:
(Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa istesin, vereyim.” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İ. Mace]
(Allah şu dört geceyi hayırla süsler. Kurban ve Ramazan bayramı gecesi, Arefe gecesi, Şaban’ın yarısının [Berat] gecesi ki, onda eceller, rızıklar yazılır.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, Berat gecesinde müşrik ve müşahin [bid’at ehli] hariç herkesi affeder.) [İ. Mace]
Mirac gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(Recebin 27. günü oruç tutana 60 yıllık oruç sevabı verilir. Bu gece iyi amel eden için yüz yıllık mükâfat vardır.) [İ. Gazali, Ebu Musa el-Medeni]
Regaib gecesi:
Bir hadis-i şerif meali:
(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İbni Asakir]
Muharrem ayı:
İki hadis-i şerif meali:
(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.) [Müslim]
(Nafile oruç tutacaksan Muharrem ayında tut! Çünkü o, Allah’ın ayıdır. O ayda bir gün vardır ki, o günde Allah geçmiş kavimlerden birinin tevbesini kabul etti. Yine o gün tevbe edenlerin günahlarını da affeder.) [Tirmizi]
Aşûre günü ve gecesi:
Üç hadis-i şerif meali:
(Aşûre günü oruç tutmak geçmiş bir yılın günahlarının affına sebep olur.) [Müslim]
(Aşûre günü oruç tutan o yıl tutamadığı [nafile] oruçlarının sevabına kavuşur.) [Deylemi]
(Aşûre günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak Yahudilere muhalefet edin.) [İ. Ahmed]
[Yalnız Aşûre günü oruç tutmak mekruhtur. 9. ile 10. günü veya 10. ile 11. günü tutmalı.]
.
Çalgı çalmak
|
Reformcu diyor ki:
(Her tür müziği dinlemekte hiçbir mahzur yoktur. Müziği iyi-güzel bir sanat dalı olarak değerlendirmek gerekir.)
CEVAP
İslam âlimlerinin, (Müzik ruha zehir ve nefse gıdadır) sözüne ve hadis-i şeriflerle de yasak edilmesine rağmen, reformcu yazarın çalgıları teşvik etmesi kıyamet alametidir. Müziğin, çalgının haram olduğu hakkında sitemizde çok uzun bilgi vardır. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Musiki, kalbde nifak hâsıl eder.) [Beyhekî]
(İlk teganni eden şeytandır.) [Taberanî]
(Resulullah, çalgı çalarak para kazanmayı yasakladı.) [Begavî]
(Ümmetimden bazıları, içkilere başka isim vererek içerler. Şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenirler. Allahü teâlâ, onları yerin dibine batırır.) [İbni Mace]
(Ben, çalgıları, putları yok etmek için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İ. Neccar]
(İblis, dünyaya inince yemek istedi. Besmelesiz yenen yemekler senin, denildi. Müezzin istedi. Mizmarlar [çalgılar] müezzinin, denildi.) [Taberanî, İbni Ebi-d-dünya, İbni Cerir]
(Nimete kavuşunca mizmar çalmak Allah’ın gazabına sebep olur.) [Deylemî, Bezzar]
(Çalgıcılar çoğalınca, bela zuhur eder.) [Tirmizî, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed]
(Bir zaman gelecek, zinayı, içkiyi ve çalgıyı helâl sayanlar çıkacaktır.) [Buharî]
Genelevlerin yaygınlaşması, içki festivallerinin düzenlenmesi, içkilerin içilmesi, her yerde çalgı çalınması, son hadis-i şerifteki hususların meydana çıktığını göstermektedir.
İbni Abbas hazretleri, (Çalgı haramdır) dedi. (Beyhekî)
Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, (Yazıklar olsun sana, bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı!) dedi ve onu çıkardılar. (Buharî)
Fudayl b. İyad hazretleri, (Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir) dedi. (İbni Ebi-d-dünya)
Şeyh Muhammed Rebhamî hazretleri buyuruyor ki: Saz, tambur, def, ney ve diğer çalgılar Allah’a isyandır. (Riyad-ün Nasıhin)
Saz dinlemekten kulakları korumalıdır. (Risale-i Birgivî)
İbni Teymiyye bile, (Şarkı ve müzik, şeytanî duyguları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir) demiştir. (Mecmu-ul Fetava)
Şarkı, Kitap ve Sünnet’le yasaklanmıştır. (İmam-ı Kurtubî)
Şarkı ve müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır. (İbni Salâh)
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Ziyaeddin-i Şamî, Mültekıt kitabında (Hiçbir âlim, teganniye mubah demedi) buyurdu. (m. 266)
Kur’an-ı kerimi musiki perdelerine uydurarak okumak haramdır. (Bezzâziyye)
Çalgı çalarak veya oyun arasında Kur’an okuyan kâfir olur. (Tergib-üs-salât)
Burhâneddin-i Mergınânî hazretleri buyurdu ki: Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, (Ne güzel okudun) diyenin imanı gider. Tecdîd-i iman gerekir. Kuhistânî de, böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ)
Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir; kalbi karartır. (Dürr-ül mearif)
Her çeşit çalgı dinlemek haramdır. (Fetava-i Bezzaziyye, Hadika, Ahlak-ı alaiyye)
Müzik bütün dinlerde büyük günahtır. (Dürr-ül-münteka)
Çalgı çalmanın haram olduğu, icma ile bildirildi. (Makamat-ı Mazheriyye)
Bu kadar vesikayı hangi Müslüman inkâr edebilir
.
Altın ve ipek haram değil mi?
|
Reformcu diyor ki: (Günümüzde erkeklerin de, altın ve ipek kullanmaları haram değildir, çünkü bunlar lüks olmaktan çıkmıştır.)
CEVAP
Bir şeyin haram olması için lüks olması gerekmez. Ölçü bellidir. Dinimiz yasaklamışsa haramdır. Altın ve ipeğin erkeklere haram olduğu pek meşhurdur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İpek ve ibrişim elbise giymeyin! Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin, onlarda yemek yemeyin! Zira bu iki şey dünyada kâfirler için, âhirette ise sizin içindir.) [Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesai, İbni Mace]
(Altın veya gümüş kaptan su içen, karnına Cehennem ateşi dolduruyor demektir.) [Müslim]
(Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine ise haramdır.) [Taberani, Tahavi]
Hazret-i Sevban anlatır:
Tevbe suresinin, (Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere, can yakıcı bir azabı müjdele) [mealindeki 34.] âyeti inince biz, Resulullah ile bir seferde bulunuyorduk. Eshab-ı kiramdan bazısı, (Öyleyse hangi malı biriktirmeliyiz?) dedi. Resulullah efendimiz, (Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan saliha bir hanıma sahip olmak en iyisidir) buyurdu. (Tirmizi)
Eshab-ı kiramdan Hazret-i Ber, Resulullah’ın altın, gümüş ve ipeği haram ettiğini bildirdi. (Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesai)
.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 770 ziyaretçi (1043 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|