|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Okunan ezanı dinlemek ve tekrarlamak sünnettir1, dinlememek ise mekruhtur. Hatta Kur’an okuyan kimsenin de durup ezanı dinlemesi daha faziletlidir.
Ezanı işiten her Müslüman müsait ise ezan adabına uymaya gayret etmelidir. Ezan adabı da, müezzinin sözlerini tekrar etmek, selat-u selam okumak ve ezan duasını okumaktır. Bu adaba riayet eden kimse, büyük bir ecrin sahibi olacaktır.
Ezan-ı Muhammedî vasıtası ile halka hem namaz vakitleri ve namazların kılınacağı bildirilmiş oluyor, hem de namazın dünya ve ahirette kurtuluşa sebep olacağı söylenilmiş oluyor, bununla beraber bütün cihana karşı da İslâm dininin en mukaddes esasları ilân edilmiş bulunuyor.
dipnot
(1) Müslim, Salât: 11, (384); Ebû Dâvud, Salât: 36, (522); Nesâî, Ezan: 33, (2, 23); Tirmizî, Salât: 154, (208); İbnu Mâce, Ezân: 4, (720)
Ezanın merkezi sistemde okunması çok çirkin bir bidat olup bir sünneti yani namaz kılınan her yerde ezan okunması sünnetini öldürmektedir.
Görevli kimseler durumları nedeniyle zaruretten dolayı ezan okuyamıyor olabilirler. Fakat bu cemaatin ezan okuyamayacağı anlamına gelmez. Bugün namaz kılan herkes ezan okuyabilecek kapasitededir. Ezanın illa güzel bir sesle ve makamla okunması da şart değildir. önemli olan ezan okuma sünnetinin yerine getirilmesidir.
.
Bir cami veya mescitte bir vaktin namazı ezan okunup ve kamet getirilerek cemaatle kılındıktan sonra, orada aynı vaktin namazı tek başına veya cemaatle kılınacak olsa, ezan okunmaz ve kamet getirilmez. Çünkü cumadan başka bir farz için birden fazla ezan ve hiç bir farz için birden fazla ikamet meşru değildir.
.
Zuhri ahîr namazı, son öğle namazı anlamına gelir. Bu namaz, bir kısım İslâm âlimleri tarafından, Cuma namazının sahih olmaması ihtimaline binaen, ihtiyaten kılınması öngörülen o günkü öğle namazıdır.
Neden zuhri âhir namazı kılınmaktadır?
Cuma namazının müteaddit (birden çok) yerlerde kılınmasını caiz görmeyenlere göre, bir beldede kılınan müteaddit Cuma namazlarından hangisine daha evvel tekbir alınarak başlanılmışsa, o sahih olmuş, diğerleri sahih olmamış olur.
Hatta Şafiî ulemasından birçokları da bunu uygun görmektedirler. Çünkü İmam Şafiî’ye göre de bir beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı muteberdir, diğerleri muteber değildir. O halde cuma namazına sonra başlamış olanların öğle namazını kılmaları icap eder.
Bununla beraber bu içtihadi bir mesele olduğundan İmam Şafiî Hazretleri, Bağdat’ta birden fazla camilerde cuma namazının kılındığını görmüş olduğu halde buna itiraz etmemiştir.
Ayrıca bugün başka hususlar da vardır. Bugün cuma izinleri, cuma için aranan “veliyyül-emrin izni” yönüyle, değişmeceli ve sembolik olmaktan öteye geçmez. Buralarda izinden ziyade, cemaatin rıza ve muvafakati muteberdir. Bugün “cuma şehri” şartlarını taşımayan küçük köylerde de cuma kılınmaktadır. Dışarıdan girmek için “herkese açık” olmayan kışla, fabrika, hastane gibi bazı kapalı mekânlarda da cuma kılınmaktadır.
İşte böyle bir ihtilaftan kurtulmak içindir ki cumanın dört rekât sünnetinden sonra zuhri ahir adıyla dört rekât daha namaz kılınmaktadır. Bu namaz İslâm dünyasında asırlardır kılına gelmiştir.
Mutlaka kılınmalı mıdır?
Kimse mutlaka kılınmalıdır diyemez. Kimsenin bu namaz farzdır, sünnettir vs dediği de yoktur. Fakat zühr-i ahirin kılınması ihtiyatlı olduğu için birçok ulemaca güzel görülmüştür.1
Kılan ne kazanır? Kılmayan ne kaybeder?
Kılan; eğer Cuma sahih olmamış ise o günün öğle namazını kılmış olur. Eğer Cuma sahih olmuş ise, bu kıldığı namaz kazası varsa son öğle namazı yerine, kazası yoksa nafile namaz yerine geçer. Yani her türlü kazançlıdır.
Kılmayan ne mi kaybeder? Bu kazançları kaybeder.
Zuhri âhir namazında şüphe mi vardır?
“Belki Cuma namazı sahih olmamıştır” şüphesiyle zuhri ahir kılmak, Cuma namazını ifsat eder. Ayrıca zuhri ahir kılınması gerektiği ileri sürmek, halkın gözünde, Cuma namazının farz olmayıp, öğlenin farz olduğunu ya da bir vakitte ikisinin de farz olduğu zannını uyandırır.” düşüncesi doğru mudur?
Bu bir düşüncedir ama doğru olduğunu söyleyemeyiz. Zuhri âhir kılınmasının altında şüpheden ziyade ihtiyat vardır. Kimse Cuma namazının farz olduğuna ve bu namazın kılınması gerektiğine şüphe etmiyor. Şartları taşıyan herkes Cuma namazını kılmakla mükelleftir. Fakat Cuma namazının taşıdığı bir takım özel şartların gerçekleşip gerçekleşmediği hususundaki şüpheden dolayı ihtiyati olarak zuhri ahir namazı kılınmasının gerektiği ifade edilmektedir.
Ulema hiç namazını bırakmayan birinin ömrü boyunca bütün namazlarını kaza etmesi hakkında “mekruh değildir. Çünkü bu ihtiyatla ameldir” demiştir. Zuhri ahir de bunun gibi ihtiyatla ameldir. Sıhhat şartlarının yerine gelip gelmediği şüphesinden dolayı mesuliyetten yüzde yüz çıkma gayretidir.
Zuhri âhir namazı nasıl kılınır?
Öğle namazının farzı veya dört rekât sünneti gibi kılınır. Sünneti gibi kılınması daha evladır. Böylelikle, eğer Cuma namazı sahih olmamış ise, bu zühri ahir namazı ile o günün öğlen namazı kılınmış olur. Cuma sahih olur ise, bu kılınan namaz, üzerine borç kalan öğlen namazının kazası olmuş olur. Eğer kaza namazı da yok ise, nafile namaz olmuş olur.
Zuhri âhir namazına nasıl niyet edilir?
Bu namaza “Vaktine yetişip de henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına” diyerek niyet edilir.
Zuhri âhir için kamet gerekir mi?
Gerekmez. Çünkü bu namazın nafile olma ihtimali de vardır. Bu sebeple her rekâtında zammı sure de okunmaktadır.
Zuhri âhir yerine kaza namazı kılmak
Böyle bir davranış kesinlikle doğru bir davranış olmaz. Bu namazlar kendi niyetiyle kılınmalıdır. Kaza namazı, bu namazları kıldıktan sonra kılınabilir.
Seferi bir kimse zuhri âhiri kaç rekat kılar?
Namazın nafile olma ihtimali olacağından dört rekat olarak kılar.
dipnot
(1) İbn-i Abidin:1/755
Her namaz kendi vakti içinde kılınmak zorundadır. Cuma namazının vakti, öğle namazının vaktidir. Nasıl ki öğle vakti girmeden öğle namazı kılınamazsa, yine aynı şekilde öğle vakti girmeden cuma namazı da kılınamaz.
Evet, Cuma namazının vakti, öğle namazının vaktidir. Öğle namazının vakti, güneşin zeval (güneşin tam tepe noktasından batıya doğru kaymaya başlaması)ndan itibaren başlar ve “Fey-i zeval=güneş tam tepedeyken her şeyin kendi gölgesi”nden başka, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşacağı zamana kadar devam eder. İmameyn’e ve diğer üç mezhep imamına göre ise her şeyin gölgesi fey-i zevalden başka kendisinin bir misline ulaşınca öğle namazı vakti çıkmış, ikindi namazı vakti girmiş olur. Tercih edilen görüş budur.
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (S.A.V.), cumayı (öğleyin) güneş meyl edince kılardı.”1
Hz. Peygamber (S.A.V.)in cuma namazını, öğlede güneşin batıya kaymasından sora kıldırdığı sarîh olarak ifade edilmiştir. Bu, cuma namazının kılınabileceği ilk vakit olmaktadır. Güneşin tam tepede olduğu anda her çeşit namaz mekruhtur. Batı yönüne meyline zevâl denir. Şu halde hadis, zevalle birlikte cuma vaktinin başladığını ifade etmektedir. Cumhur-u ulema bunu esas almıştır.
dipnot
(1) Buhârî, Cuma 16, Ebû Dâvud, Cuma 224, (1084); Tirmizî, Salât 361, (503)
Paylaş:
.
Cuma hutbesini dinlemek farzdır. Hutbeye yetişemeyip sadece namazı kılan bir kimsenin namazı sahih olur fakat sevabı eksik olur.
Ancak ihmalkârlıktan dolayı ve özellikle de bunu alışkanlık haline getirerek kişinin Cuma namazına devamlı geç gelmesi tasvip edilecek bir davranış değildir. Diğer yandan bu şekilde hutbenin yarısında camiye gelen kişi, Cuma namazının sünnetini de vaktinde kılmamış olur.
.
Namazın nafile olma ihtimali olacağından dört rekat olarak kılar.
.
Dört rekat ilk sünnet
İki rekat farz
Dört rekat son sünnet
Dört rekat zuhri ahir
İki rekat vaktin sünneti
.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, namaz saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar en arkada da kadınlar olmak üzere düzenlemiş ve Ebu Hureyre (R.A.) den rivayete göre:
“Erkeklerin en hayırlı, yani en çok sevap alacağı saf ilk saf, en az sevap kazanacakları saf son saftır. Kadınların en hayırlı, yani en çok sevap alacağı saf son saf, en az sevap kazanacakları saf ise ilk saftır.”1 buyurmuştur. Sünnet olan safların böyle olmasıdır.
Fakat cenaze namazında en arka saf, cemaatle kılınan diğer namazlardan farklı olarak, sevap bakımından en faziletli saf kabul edilmektedir. Bunun hikmeti olarak şunları ifade edebiliriz:
En ön safın cenaze sahiplerine ve yakınlarına bırakılmasının sağlanması. Arka safta durarak tevazuun gösterilmesi. Çünkü ölüler şefaatçidir ve arka safta duran kimse bu tevazuuyla şefaate daha layıktır. Ayrıca bu şekilde safların birden fazla oluşturulacak olması hasebiyle cenaze namazının kalabalık cemaatçe kılınmasının sağlanması. Çünkü cenaze namazında arzu edilen, safların çokluğudur. İlk saf tercih edilirse, cemaat az olduğu zaman geriye durmak isteyen kişi sayısı çok az olurdu.
Öte yandan, faziletinden dolayı en arka safta duracağım diyerek, gereksiz engellemeler ve tartışmalar yapmak veya yapılmasına sebep olmaktan kaçınılması gerektiği de unutulmamalıdır.
dipnot
(1) Müslim; Salat: 132; Ebû Davud; Salat: 98, Tirmizi; Salat: 166, Nesaî; İmamet: 32, İbn-i Mace; İkame: 52, A.b. Hanbel; No: 10611; 3/3, İbn-i Hibban; Birr ve’l-İhsan: 3; No: 402; 2/127
.
Hanefi ve Maliki mezheplerine göre gıyabi cenaze namazı kılmak caiz değildir. Çünkü kıble tarafında sapma meydana gelir. Meselâ ölü, doğu tarafında olsa, namaz da kıbleye yönelince ölü, arka tarafta kalır, ölü tarafına dönülünce de kıble, arka tarafta kalmış olur.
Şafii ve Hanbeli mezhebine göre ise gıyabi cenaze namazının kılınması caizdir. Delilleri, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Habeş Kralı Necaşi için gıyabi cenaze namazı kılmasıdır. Hanefi ve Maliki âlimler ise bu, Resul-ü Efham Hazretlerine mahsustur, onun için (bir mucize eseri olarak) yerler derlenip toplanarak Necaşi’nin Hz.Peygamber (S.A.V) Efendimizin huzuruna gelmiş olması mümkündür görüşündedirler.
Ülkemizde işte bu farklı ictihattan faydalanılarak önemli ve sevilen şahsiyetler için gıyabi cenaze namazı kılınmaktadır.
.
Cenaze namazı abdestsiz kılınmaz. Abdestsiz kılanlar, cenaze namazının bir namaz olmayıp dua hükmünde olduğu görüşüne sahip kimselerdir. Cenaze namazı abdestsiz de kılınabilir görüşü, ehlisünnet açısından makbul bir görüş değildir.
Cenaze namazı, rükû ve secde olmadığı için mutlak bir namaz olmayıp Allah Teala için namaz, ölü için dua hükmündedir.
Fakat taharet gibi normal namazda aranan tüm sıhhat şartları cenaze namazında da
.
Cenaze namazı genellikle cami dışında kılındığından ayakkabıyla cenaze namazı kılmak caizdir. Burada önemli olan ayakkabının necasetten beri olmasıdır. Bu nedenle büyüklerimiz cenaze namazı ayakkabıyla kılınacaksa, üstüne basılıp kılınmasını tavsiye etmektedirler.
.
Cemaatten her biri imama uymaya niyet eder, meselâ “Niyet ettim bugünkü sabah namazının farzını edaya, uydum şu imama” diye niyette bulunur.
Sonra imam, ellerini kaldırır, aşikare “ALLAH’ü Ekber” diye namaza başlar. Cemaat de ellerini kaldırarak gizlice “ALLAH’ü Ekber” deyip imam ile beraber namaza başlarlar. Hepsi de “Sübhanekellahümme…” yi gizlice okurlar, sonra cemaat susar. İmam gizlice “Eüzü” ve “Besmele” okur, kıraatte bulunarak namazı kıldırır.
Cemaat, tekbirleri gizlice alırlar, imam, rükûdan kalkarken aşikare “SemiALLAH’ülimen hamideh” ve gizlice:
“Rabbena ve lekel hamd” deyince1 cemaat da gizlice yalnız “ALLAH’ümme Rabbena ve lekel hamd” yahut “Rabbena lekel hamd” derler. Ve imam ile beraber gizlice rükûda üçer kere “Sübhane rabbiyel azim” secdelerde de, üçer kere “Sübhane rabbiyel a’lâ” derler.
İmam ile cemaat, birinci ka’delerde (oturuş) yalnız “Tahiyyatı”, ikinci ka’delerde de “Tahiyyat” ile beraber “ALLAH’ümme salli… ve barik…” ile “Rabbena Âtina…” duasını gizlice okurlar, imam evvelâ sağ tarafa, sonra da sol tarafa aşikare selâm verince, cemaat da bu şekilde birlikte gizlice selâm verirler. İmam aşikâre okuduğu Fatiha’nın sonunda gizlice “Amîn = kabul buyur Ey ALLAH’ım!” diyeceği gibi cemaat da yine gizlice “âmîn” derler.
dipnot
(1) İmam-ı A’zam’dan diğer bir rivayete göre imam “Rabbena leke’l hamd” demez.
.
İlmihal kitaplarına bakacak olursak, bir topluluk içinde kimin cemaate imamlık yapmaya daha layık olduğuyla ilgili kriterlerin, özelliklerin ayrıntılı bir şekilde sıralandığını görürüz. Bu da bir cemaate imam olmanın ne kadar önemli bir husus olduğunun göstergesidir.
Bizler de mutlaka arkasında namaza duracağımız imamların imkân dâhilinde ilim, amel, ihlas ve takva sahibi kimseler olduğuna dikkat etmeliyiz.
Sorunuza dönecek olursak, öncelikle bu şahsın bu sözü ne niyetle söylediğinin bilinmesi önemlidir. Eğer bu sözü söylerken niyeti, vakit namazlarının sünnetlerini küçük, önemsiz göstermekse, burada çok önemli bir problem var demektir.
Burada “sünnet” kavramını hafife alma, küçümseme gibi bir anlayıştan ötürü sünnet namazlarını terk etmek söz konusu ise, bir sünneti hafife almak, küçümsemek; (ALLAH muhafaza) kişiyi “küfre düşürme” durumudur. Ayrıca bu davranışın ahirette şefaatten mahrum olmaya sebep olacağını da unutmamak gerekir. Fakat “bu namazların kılınması sünnettir” deyip de kılmamak, böyle bir hafife alma sebebiyle değil de, sırf normal diğer sünnetler gibi anlaşılmasından kaynaklanan bir vicdanî rahatlık, dinî sorumluluk yükünün hafifliği ise, burada da üzerinde ayrıca durulması gereken çok mühim bir “doğru bilgi” ihtiyacı ile karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar.
Bir ibadetin farz olmayışı, onu ibadet olmaktan çıkarmayacağı gibi, bir ibadetin farz-vacip değil de sünnet olduğunu söylemek, söz konusu ibadetin önemli olmadığı anlamına gelmez. İbadetlerin; şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.
Her şeyden evvel, namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler bir yerde farz namazların tamamlayıcısı hükmündedir ve Peygamberimiz (S.A.V)’in şefaatine vesiledir. Bunun için bir kimse sünnetleri kılarak Peygamberimize olan bağlılığını göstermiş olur.
Ayrıca Cenab-ı Hakkın mahşer günü eksik gelen farz namazları sünnetlerle tamamlayacağı hususunda rivayetler bulunduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.
Farz namazların eksik gelmesi durumunda, ahirette bu eksikliğin nafile ile tamamlanacağına dair hadis-i şerif şöyledir. Ebu Hureyre (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
“İnsanların kıyamet gününde amelleri arasında ilk hesaba çekilecekleri amel namazdır. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Aziz ve Celil olan Rabbimiz bildiği halde meleklerine şöyle buyurur: Kulumun farz namazına bakınız. Onu tam mı yoksa eksik mi kılmış? Eğer o kimsenin farz namazı tam ise, onun için namaz sevabı tam olarak yazılır. Eğer farz namazından biraz eksik olursa, ALLAH Teâlâ şöyle emreder: Bu kulum için nafile namaz var mı? Bir bakınız. Şayet o kimse için nafile namaz var ise şöyle buyurur: Kulumun eksik olan farzını nafilesinden tamamlayınız. Sonra farz olan diğer ameller de bu şekilde ele alınır.”1
Sünnet namazları terk eden Müslümanlar, bir farzın-vacibin terki gibi günahkâr olmazlar. Ancak, sünnetlerin sevabından mahrum kalacakları gibi, müekked sünnetlerin mazeretsiz terkinden dolayı ihmal ile zarar etmiş olurlar. Ayrıca Hz. Peygamber (S.A.V.)’in azarlama ve darılmasına maruz kalırlar.
dipnot
(1) Ebû Dâvud, Salat: 144; Tirimizi, Salat:91; Muvatta, Sefer: 89; Ahmed b. Hanbel, 2/290, 425, 4/65, 103 5/72,377; Nesâî, Salat: 9, No:1232
Paylaş:
.
.
Mezhep farkı, imama uymaya engel değildir. Yeter ki imam olacak kişi, namazın rukün ve şartlarına uysun.
Elbette her müslümanın kendi mezhebindeki imama uyması, en faziletli olanıdır. Bu olmaz ise, bir başka mezhepten imama uymak tek başına kılmaktan daha faziletlidir.
Burada önemli olan şudur: Bir müslüman, kendi mezhebine göre namazı bozacak bir durumun imamda olduğunu görüp bilse, ona uyması sahih olmaz. Mesela Bir Hanefi kimsenin, burnundan kan aktığı halde abdestini yenilemeden imamlığa geçen bir Şafi’ye uyması doğru olmaz. Böyle bir şey bilinmiyor ise, hüsnü zan ederek hareket edilir yani imama uyulur.
.
Böyle bir durum yani kadınlar ile erkekler karışık şekilde birlikte saf olup namaz kılması ve hele hele kadınların başı açık namaz kılması dinen kesinlikle uygun değildir, caiz değildir. Fitne ve İslam’ı yozlaştırma girişimidir. Bu, bir ifsad hareketidir. Zihinleri bulandırmaktır. İslâm böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmez…
Yüce Dinimiz İslâm, ilahi bir kanundur. İnsanların dünya ve ahiretini temin etmek maksadıyla Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize bildirilmiş olan vahye dayanmaktadır. İman ve ibadet meseleleri Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bize nasıl öğretmişse, o şekilde yapılır. Dini konularda cahil diyebileceğimiz bir grubun bu uygulamalarının İslâm ile uzaktan yakından alakası yoktur ve batıldır.
Reformcular “bu konuda Kurân’da ayet yoktur, binaenaleyh kadın-erkek karışık olarak namaz kılınabilir” diyorlar. Bizim dinimizin hükümlerinin dört kaynağı vardır: Kitabullah, Peygamberin Sünneti, İcmâ-i ümmet ve kıyas-ı fukaha. Kadın-erkek karışık cemaat olamayacağı sahih sünnet ve 15 asırlık bir icma ile sabittir. Dinimizde reform ve değişiklik yapılamaz. İslâm dini, kulların uydurduğu beşerî bir din değildir ki, hükümleriyle oynanabilsin. Bu dinin esaslarını, hükümlerini Allah ve Resulü koymuştur. Allah yanılmaz. Resul, din konusunda kendi kafasından, kendi görüşüyle ve hevasıyla konuşmamıştır. Allah’ın vahyi ile konuşmuş, hareket etmiştir.
İbadetlerin yapılma şartları vardır. Bu şartlar, Kur’an-ı Kerim’de veya Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin mübarek hadis-i şeriflerinde beyan buyrulmuştur. İbadet, ALLAH ve Resûlünün emrettiği şeyi, emrettiği ve bildirdiği, öğrettiği şekilde, yerde ve zamanda yapmaktır. ALLAH Teâlâ:
‘Resûl size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının, vazgeçin, ALLAH’tan korkunuz. Çünkü hiç şüphe yok ki ALLAH’ın azabı şiddetlidir, çok çetindir.’1 buyurmuştur. Malik b. Huveyrit (R.A.) den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
‘Beni nasıl namaz kılar görüyorsanız, siz de öyle namaz kılınız’2 buyurmuşlardır. Bu ayet-i kerime ve hadis-i şerif gereğince, namazlarımızı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kıldığı şekilde kılmakla memuruz. Sahabe ve Tabiin de böyle uygulamıştır. Mutlak müçtehidler Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin namaz kılması ile ilgili kaynakları tedkik etmişler ve hükümlerini koymuşlardır. Kıyamet kopuncaya kadar da böyle kılınacaktır.
Kadın-erkek bütün müminler namaz kılmakla mükelleftir, namazlarını kılmak mecburiyetindedirler. Nasıl ki herhangi bir konuda o konunun alimi ve uzmanlarına sorup öğreniyorsak, dini konuları da alimlerimizden sorarak veya onların eserlerinden okuyarak öğreniriz. Asıl olan ibadetleri, tam yapmaktır. Hanımefendiler, prensip olarak beş vakit namazlarını evlerinde kılarlar. Şayet, cemaate katılmak isterlerse, dinimizde öğretildiği şekilde, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanında nasıl uygulandıysa öylece yaparlar, ona riayet ederler.
Namaz, dini bir konudur. Bir ibadetten bahsediyoruz. Bunun nasıl yapılacağını ALLAH Teâlâ ve Resûlü yani din belirler. Birilerinin, ‘Biz yaptık oldu’ demesiyle olmaz. Haramla ibadet yapılamaz. Yani bir taraftan ALLAH, ‘Başınızı örtün’ buyururken diğer taraftan başını açarak ibadet olmaz. Erkek ve kadın bir arada namaz kılamaz.
İslami hükümlere göre, sadece namaz kılarken değil, ihtiyaç ve zaruret bulunmadıkça kadınların erkekler arasına karışmayıp, münasip ayrı bir yerde bulunmaları daha uygun olur. Bu itibarla ister cuma, ister bayram, ister cenaze, hangi namaz olursa olsun, kadınlar erkeklerle birlikte namaz kıldıkları takdirde, erkeklerden ayrı, uygun bir yerde namaza durmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, namaz saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar en arkada da kadınlar olmak üzere düzenlemiş ve Ebu Hureyre (R.A.) den rivayete göre:
‘Erkeklerin en hayırlı, yani en çok sevap alacağı saf ilk saf, en az sevap kazanacakları saf son saftır. Kadınların en hayırlı, yani en çok sevap alacağı saf son saf, en az sevap kazanacakları saf ise ilk saftır’3 buyurmuştur. Sünnet olan safların böyle olmasıdır.
Kendilerine ayrılmış yerlerde ibadet etmeleri şartıyla kadınların camilere gelmeleri, namaz kılmaları serbesttir. Ancak saf düzenine, tabiri caizse protokole uymak şarttır.Yani cemaat, farklı şahıslardan ibaret olunca imamın arkasında evvelâ erkekler, sonra erkek çocuklar, daha sonra da kadınlar saf bağlarlar. Bu tertibe erkekler ile erkek çocukların riayetleri sünnettir, erkekler ile kadınların riâyetleri ise farzdır. Kadın-erkek karışık olarak kılınan namaz, sahih olmaz. Böyle bir şey kesinlikle caiz değildir.
Bu sebeple bir kadın veya büluğ çağına yaklaşmış olan bir kız çocuğu bir erkeğin önünde veya tam hizasında rüku ve secdeli aynı namazı cemaatle kılacak olsa, Hanefi fıkıh alimlerine göre erkeğin namazı bozulur. Diğer mezheplerin fıkıh alimlerine göre ise, sünnete aykırı davranmış olur. Buna ‘muhazat-ı nisa = kadınların erkekler ile bir hizada bulunması’ meselesi denir.4 Kısaca bu meseleyi açarsak:
Rüku ve secdeli namazlarda İmama uyan kadınlar, erkeklerin safı önünde bir saf teşkil etseler bütün bu erkeklerin namazları bozulur. Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa bunların hem sağ ve hem sol yanlarındaki birer erkeğin, hem de arka taraflarındaki her saftan üç erkeğin namazları bozulur. Aradaki kadınlar iki olursa yanlarındaki birer erkek ile arka taraflarındaki yalnız iki erkeğin namazı bozulur. Daha arkadakilerin namazlarına bir şey olmaz. Aradaki kadın, bir tane olunca sağ ve sol tarafındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir erkeğin namazı bozulur, başkalarının namazları bozulmaz. Namazları bozulan erkekler, kadınlar ile diğer erkekler arasında birer engel mesabesinde bulunmuş olacaklarından artık bu bozulma başkalarının namazlarına tesir etmez. Bu durum, rükû ve secdesi bulunmayan cenaze namazında meydana gelirse, erkeklerin namazı fasit olmazsa da, sünnete yani Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin düzenlemesine aykırı hareket edildiği için mekruh olur.
Erkeklerin namazlarını böyle bozan, huzurlarını kaçıran kadınlar ise şüphe yok ki bundan dolayı günahkâr olmuş, Hak Teâlâ’nın azabına müstahak bulunmuş olacaklardır.5
Bu sebeple böyle namazın bozulmasına sebebiyet vermekten kaçınmalı, islâm terbiyesine riayet etmeli, yalnız yaşlı kadınlar, cemaate devam edecek olurlarsa mescitlerde, kendilerine tahsis edilecek yerlerden ileri geçmemelidirler. Yoksa bekledikleri sevap, kazanacakları günahı karşılayamaz.6
Camilerde kadın-erkek karışık olarak namaz kılınmaması: Dinimizin onları hor görmesinden, aşağılamasından değil; fitne-fesat çıkmaması, ibadete cinsel duyguların, süfli arzu ve iştihaların karışmaması içindir. Müslümanları fitneden, ahlâksızlıktan, şehvet azgınlıklarından korumak içindir. İbadetler, camiler ve namaz temiz kalmalıdır.
Bazı kimseler, Hac’da imama uyarak namaz kılıyorsunuz. Gittiğiniz yerde hemen bir yer bulup başlıyorsunuz namaz kılmaya. O zaman yanınızda erkek mi var, kadın mı var ona çok dikkat etmiyorsunuz, diyor.
Kadın-erkek bir arada ve başları açık olarak ibadet etmek (!) isteyen insanlara bunu nasıl anlatsak acaba? Zira dillerinden Hac ibadeti sırasında kadın ve erkeklerin birlikte namaz kılmaları bir türlü düşmüyor.’Orada oluyor da burada niye olmasın’ gibi bir hava içindeler!
Aslında bu Kadın-erkek bir arada namaz kılma meselesine nerede olursa olsun, Hacda da son derece dikkat etmek gerekir. Fakat üç milyon insanın bir arada olduğu yerde kadın ve erkeklere ayrı ayrı ibadet etme imkânı pratikte sağlanamıyor! Bu zaruret yüzünden namaz sırasında kadın-erkek birlikteliği ortaya çıkıyor. Bu şekilde kılınan namaz Hanefi mezhebine göre sahih değilse de, diğer üç mezhebe göre sünnete aykırı olmakla birlikte yine sahihtir. Hacı sayısı azalır azalmaz da kadın ve erkekler ayrı ayrı ibadet etmeye başlıyorlar.
Kadınların kendilerine mahsus halleri vardır. Kadının vücudu özel, nikâh düşen erkeklere namahrem yani bakılması haramdır. Kadın; biyolojik, sosyolojik, psikolojik pek çok nedenden ötürü erkeklerin önünde, arasında namaz kılamaz. Bu o kadar önemli bir husustur ki; bir kadın değil namahrem yani nikah düşen erkeklerin, kendisine mahrem olanların, mesela oğlunun, babasının, erkek kardeşinin veya kocasının önünde hatta yanında bile yan yana, omuz omuza cemaatle namaz kılamazlar. O namazda bulunan erkeğin namazı bozulur.
Cemaatle namaz kıldıkları zaman erkeklerin arkalarında namaz kılmalıdırlar. Bu, diğer dinlerde meselâ Yahudilikte de böyledir. Ortodoks Museviler de sinagoglarda erkekler ayrı, kadınlar ayrı yerde oldukları halde ibadet ederler.
Bu bir tabiat, yaratılış gereğidir. Tabiata aykırı olduğu için, kadınların erkeklerin önünde, arasında namaz kılmasını din sakıncalı görür. Çünkü bu durumda ibadete odaklanma zorlaşır, neticede ibadetin huzuru da kalmaz. Hâlbuki ibadette huzur ve huşu esastır. Bir erkeğin önünde veya yanında kadın namaz kılarken, erkeğin namaza konsantrasyonu olmaz. Kadın, erkeği etkiler. Bu iş tabiat meselesidir. Din, tabiatı çiğnemez, insanın tabiatına göre hareket eder. Aslında kadının ve erkeğin birbirlerinden ayrı mekânlarda, ayrı saflarda namaz kılmaları özgürlüktür, esenliktir, bağımsızlıktır.
dipnot
(1) Haşr Suresi: 7
(2) Buhari: Ezan:18, No:605,1/226, Darakutni; Salat; No;10; 1/346, İbn-i Hibban; Salat; No;2131; 5/503, İbn-i Hüzeyme; Salat;48; Zh;397; 1/206
(3) Müslim; Salat: 132; Ebû Davud; Salat: 98, Tirmizi; Salat: 166, Nesaî; İmamet: 32, İbn-i Mace; İkame: 52, A.b. Hanbel; No: 10611; 3/3, İbn-i Hibban; Birr ve’l-İhsan: 3; No: 402; 2/127
(4) ez-Zuhayli, a.g.e. 2/241
(5) Bu muhazat-ı nisa meselesine nerede olursa olsun mutlaka son derece dikkat etmek gerekir. Maalesef Ka’be’de kadınlar-erkekler bu hususa hiç dikkat etmiyorlar. Bu mesele kendilerine hatırlatıldığında “Burası Beytullah” diyorlar. Böyle şey olamaz, çok yanlıştır.
(6) Ömer Nasûhi Bilmen, a.g.e. 3. kitap, Namaz, madde: 187
Paylaş:
.
Böyle bir dini hüküm yoktur.
Ön safta namaza durmanın fazileti son derece fazladır. Bu nedenle camiye gittiğimizde başkalarını rahatsız etmemek şartıyla ön safta yer almaya gayret etmeliyiz.
.
Saf tutmayla ilgili genel düzen şudur:
Birinci safta ilk kişi imamın hemen arkasında yer alır. Diğer kişiler, bu ilk kişinin sağ tarafına doğru saf tutarlar. Sağ taraf dolduktan sonra, saf tutulmaya imamın hemen arkasındaki kişinin solundan başlanılır. İlk saf bu şekilde tamamlanınca, diğer saflar için de aynı düzende hareket edilir.
Buna göre, safa dâhil olacak kişi eğer imamın arkasındaki kişinin sağından saf tutuyorsa, solundakinin ayakucuna göre saf hizası alır. Ya da kişi, imamın arkasındaki kimsenin solundan saf tutuyorsa, sağındakinin ayakucuna göre saf hizası alır.
.
İmam olabilmenin başlıca şartları; Müslüman olmak, bulûğ çağına ermiş olmak, akıllı ve erkek olmak, doğru düzgün Kur’an-ı Kerim okuyabilmek, özürlerden beri olmaktır. Bu sebeple kendisinde bu şartlar bulunmayanlar imam olamazlar.
Cemaat arasında imamlığa en layık olan; sünnete âlim, yani fıkıh bilgisi olandır. Bunda eşit olsalar, kıraatı daha güzel olandır. Bunda da eşit olsalar, daha fazla müttaki olan, yani haramdan kaçınandır. Bu üç vasıfta eşit olsalar, yaşça büyük olandır. Bunda da eşit olsalar, yumuşaklılık, merhamet ve hayâ gibi ahlak itibarıyla daha mükemmel olandır. Bu hususta da eşit olsalar, yüzce, sonra soyca, sonra sesce, daha sonra elbise bakımından temizlikçe güzel olandır. Bunların hepsinde de farz edelim ki eşit olsalar, aralarında kura çekilir. Bütün bunlar, imamlığa verilen kıymet ve önemin büyüklüğünü gösterir.
Fâsık (haramları açıkça işlemeye devam eden) veya bid’at sahibi bir kimsenin imamlık yapması tahrimen mekruhtur. Çünkü fasık, dinî işlerde laubali bulunur. Bid’at sahibine uymanın mekruh olmakla beraber caiz olması, itikadı kâfir olmasını gerektirmediği takdirdedir. Eğer itikadı şefaati, kabir azabını, Hafaza meleklerini inkâr etmek gibi kâfir olmasını gerektirirse bu uyma caiz olmaz.
Arkasında cemaat olacağımız imamların imkân dâhilinde ilim, amel, ihlas ve takva sahibi kimselerden olmasına dikkat etmemiz gerekir.
.
Kadının kadınlara imamlık yapması mekruhtur.
.
Böyle bir kimse en azından bidat ehlidir. Bu nedenle bu itikada sahip bir imamın arkasında namaz kılmak uygun değildir.
Arkasında namaz kılmamak cemaat arasında fitneye sebep olacaksa, imama uyulur fakat vakti çıkmadan namaz iade edilir.
.
Birinci rek’at:
1- Cemaat düzgün saflar hâlinde imamın arkasında yer alır ve “Niyet ettim ALLAH rızası için Ramazan Bayramı namazını kılmaya, uydum imama” diye niyet eder.
2- İmam “ALLAHü Ekber” deyip ellerini yukarıya kaldırınca, cemaat de imamın peşinden “ALLAHü Ekber” diyerek ellerini yukarıya kaldırıp göbeği altına bağlar.
3- Hem imam, hem de cemaat gizlice “Sübhâneke”yi okur. Bundan sonra üç kere tekbir alınır. Tekbirlerin alınışı şöyledir:
Birinci Tekbir: İmam yüksek sesle, cemaat da onun peşinden gizlice “ALLAHü Ekber” diyerek (iftitah tekbirinde olduğu gibi) ellerini yukarıya kaldırıp sonra aşağıya salıverirler. Burada kısa bir süre durulur.
İkinci Tekbir: İkinci defa “ALLAHü Ekber” denilerek eller yukarıya kaldırılıp yine aşağıya salıverilir ve burada da birincide olduğu kadar durulur.
Üçüncü Tekbir: Sonra yine “ALLAHü Ekber” denilerek eller yukarıya kaldırılır ve aşağıya salıverilmeden bağlanır.
4- Bundan sonra imam, gizlice “Eûzü-Besmele”, açıktan fatiha ve bir sûre okur. (Cemaat bir şey okumaz, imamı dinler.)
5- Rükû ve secdeler yapılarak ayağa (İkinci rek’ata) kalkılır ve eller bağlanır.
İkinci Rek’at:
6-İmam gizlice Besmele, açıktan da fatiha ve bir sûre okur. Sûre bitince imam yüksek sesle, cemaat da içinden (birinci rek’atta olduğu gibi) üç kere daha tekbir alır, üçüncü tekbirden sonra eller bağlanmadan, dördüncü tekbir ile rükûa varılır sonra da secdeler yapılarak oturulur.
7-Oturuşta, imam ve cemaat, “Ettehiyyatü, Allâhümme salli, Allâhümme bârik ve Rabbenâ âtina…” duasını okuyarak önce sağa, sonra sola selâm verip namazı bitirirler. Namazdan sonra hutbe okunur.
.
Bayram namazının cemaatle kılınması şarttır, kişi bayram namazını tek başına kılamaz.
.
Bayram namazını kılmak vaciptir. Kişi vacibi terk ettiği için günahkar olur. Bayram namazının kazası yoktur.
.
Cuma namazı gibi kadınlar bayram namazı ile de mükellef değildir.
Böyle olmakla birlikte eğer erkeklerin namaz kılmalarına mani teşkil etmeyecek bir ortam mevcut ise, kadınların da bayram namazına iştirak etmelerine bir engel yoktur. İsteyen hanımların cami adabına uyarak camilerin kendilerine ayrılan bölümlerinde bayram namazı kılmalarında hiçbir sakınca yoktur.
Kadınların bayram namazına teşvik edilmesinin hiçbir yararı yoktur. Camilerdeki doluluk oranını da göz önünde bulundurursak çok gereksiz bir çabadır.
Şafi mezhebine göre bayram namazı tek başına ve hutbesiz de kılınabildiği için kadınlar bayram namazını tek başlarına kılabilirler.
Maliki ve Hanbelî mezhebine göre de kadınlar bayram namazı ile yükümlü olmamakla birlikte dilerlerse bayram namazı kılabilirler
..
.
Tertip sahibi demek, en fazla beş vakit kaza namazı olan kimse demektir. Altı vakit kaza namazı olursa, bu kimse artık tertip sahibi olma özelliğini kaybeder. Vitir namazı bu hesaba dâhil değildir.
Tertibin düşmesi için kazaya kalan altı vaktin art arda olması şart değildir. Kazaya bırakılan bu altı vakit namaz, ayrı ayrı da olsa, yani bunların arasında eda edilmiş namaz da olsa, yine tertip düşer.
Tertip sahibi olan kimse, kaza namazı ile vakit namazı arasında tertibe uymak zorundadır. Buna göre, kaza namazını kılmadıkça vakit namazını kılamaz.
Tertip sahibinin sıra gözetmesinin delili: Resûlullah (S.A.V.)’in Hendek Savaşı’nda dört vakit namazı kılamayınca bunları sıraya sokarak ve vakit namazından önce kılmasıdır.
Tertip sahibi olmayan kimse ise, kaza namazlarını kılmadan vakit namazlarını kılabilir.
Bir kimse vaktiyle bir ay namaz kılmayıp daha sonra bunları kaza etmeden vakit namazlarını düzenli kılmaya başlamış iken, tekrar bir vakit namazını kazaya bırakacak olsa, bu son namazını hatırladığı halde kaza etmeden bunu müteakip olan vakit namazlarını eda edebilir. Çünkü üzerinde eskiden kalma hayli namaz vardır, tertip sahibi olma özelliği düşmüştür.
Tertip sahibi olan bir kimse, her nasılsa uykuya dalıp bugünkü günün sabah namazını kılamamış bulunsa bu sabah namazını bugünkü öğle namazından evvel kaza etmesi gerekir. Bunu hatırladığı halde kaza etmeksizin öğle namazını kılsa, bu namaz İmam Muhammed’e göre sahih (geçerli) olmaz. İmam Ebu Yusuf’a göre farz olmaktan çıkar, nafile olur. İmam-ı Azam’a göre ise geçici olarak sahih olmaz. Şöyle ki bundan sonra o sabah namazını kaza etmeden beş vakit namazını daha eda edecek olursa bu altı vaktin hepsi de sahih olmuş olur. Fakat böyle beş vakit namazını daha kılmadan o sabah namazını kaza ederse arada kılmış olduğu vakit namazları sahih olmayıp yeniden kılınmaları gerekir.
Aynı şekilde tertip sahibi bir kimse, sabah namazını kaçırmış olduğu halde bunu unutup öğle namazını kılacak olsa, bu öğle namazı sahih olmuş olur.
Tertip sahibi olan kimse, kazaya kalmış olan yatsı namazını fecir (şafak)tan sonra hatırlayıp, vakit ise yalnız sabah namazını kılmaya müsait bulunsa, sabah namazını eda eder, yatsı namazını daha evvel kaza etmemesi, bu sabah namazının sahih olmasına mani olmaz. Ancak kaçırdığı namazı hatırladığı halde vakit namazını pek uzatıp da, bu yüzden vaktin daralmasına sebebiyet vermiş olursa, o halde vakit namazı caiz olmaz.
Tertip sahibi olma özelliğini düşüren üç şey vardır:
1- Kazaya kalan vakit namaz sayısının altıya ulaşması… (Vitir namazı buna katılmaz.)
2- Kaza namazını unutmak… Vakit namazını kılarken kaza namazını hatırlamamak…
3- Vakit darlığı… Kaza namazı ile vakit namazı arasında tertibe uyup sırayla kılamayacak kadar vaktin müsait olmaması… Bu halde önce vaktin namazı kılınır.
.
Bildiğiniz gibi biz sözümüzü kimseden sakınmıyoruz. Bir yanlış varsa uyarıyoruz. Bu konuda da itikat konusunda çok sağlam olarak bildiğimiz Hilmi Işıklar Hocaefendinin cemaatinden yine ehli sünnet itikadı savunucularından Osman Ünlü Hocaefendi yıllardan beri aynı şeyi söyleyip durur “Kaza namazı olan kişi nafile kılamaz sünnet kılamaz, vakit namazlarındaki sünnetlere de kaza olarak niyet eder”
Osman Ünlü böyle söylemeye başlayınca bazı kişiler de: “Hem sünnete hem kazaya niyet” diye bir şey çıkardılar. Halbuki Hem geçmiş bir namazın kazası, hem de vaktin sünneti niyetiyle kılınan bir namaz, İmam Muhammed’e göre, ne farz, ne sünnet, ne de nafile olarak sahih olur. İmam Ebû Yusuf’a göre ise sadece farz olarak caiz olur; ayrıca sünnet veya nafile sevabı söz konusu olmaz. İki tane müctehidin bu konudaki ictihatları, böyle olunca, fakih bile sayılmayan “filan kişinin kitabında şöyle buyruldu”demenin, hiç bir anlamı yoktur.
Kazası olanın nafile kılamaması ise Şafi mezhebine mensup olanları ilgilendiren bir konudur. Hanefi mezhebinde böyle bir hüküm yoktur. Evet nafileleri en aza indirmek ve kazalara önem vermek gerekir ancak Hanefi fıkhında kazası olanın nafile namaz kılamayacağı hele hele vaktin sünnetlerini kılamayacağı gibi bir hüküm mevcut değildir.
KAZA KILMASI KÖTÜ MÜ?
Değerli Gönül Dostları!
İşi mantığa vurduğunuz zaman sünnet yerine, kılınmamış bir farzın kılınması daha makul gelebilir. Namazın sünnetleri yerine kaza kılarak az zamanda çok kaza yapılabilir ancak hanefi fıkhının bu konuda çok önemli bir delili vardır. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurmuşlardır ki:
“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i:
“Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizî, Salât, 188)
Gördüğünüz gibi farzların önünde ve arkasında kıldığımız namazlar tam olmayan, eksik olan belki de kabule layık görülmeyen farzları tamamlayacak.
Eğer siz kılmadığınız namazları sünnetleri feda ederek kurtarayım derseniz yeni kıldığınız farzları da tehlikeye atmış oluyorsunuz. Bu akıllı insanın yapacağı bir iş değildir.
MEZHEPSİZLİĞE GÖTÜREN BİR YOL!
Osman Ünlü bu konuda “Şafilere göre böyledir” “Hanfilere göre şöyledir” demiyor, herkese aynı fetvayı veriyor. Ve daha bir çok hususta (hiç zaruri olmayan meselelerde bile) mezhepleri taklit ederek diğer mezhebin uygulanmasına teşvik ediyor. Bu tarz yaklaşımlar vehhabi selefilerin: “mezhep de neymiş, her şey ortada istediğiniz hükmü alın ve uygulayın” diyerek mezhepsizliği teşvik etmelerine benziyor.
Halbuki Osman Ünlü’nün böle bir niyeti yoktur ve Vehhabilere şiddetli reddiyeler yapmaktadır ama kendi tavsiyeleri ile halkı bu yola doğru sürüklemektedir.
Tavsiyemiz bu yöndeki beyanatlarından Allah rızası için dönmelidir… Kendisi de çok mütevazi, mutasavvıf bir insandır ve bu uyarıları dikkate alacağına inanıyoruz…
www.ihvanlar.net
Kaza namazı olanların nafile namazları kılmaması, vakit namazlarının sünnetlerinin kazaya niyet edilmemeleri hususunda birkaç yazı yayınlamıştık. Cübbeli Hocamız da bu konuda bir açıklama yapmış, Osman Ünlü’nün de ismini canlı yayında vermişti. Bunun üzerine dinimizislam.com adlı itibar edilen bir site cevap niteliğinde bir yazı yayınlamış. Cübbeli Hocamız’a “dolduruşa gelen hoca” diyen site bizim sitemizin de linkini vermiş.
Osman Ünlü Hocaefendi’nin bu fetvayı dayanaksız vermediğini ispatlamaya çalışmışlar. Biz de bir münazara şeklinde bu yazıya cevap vereceğiz.
Bu Linki başka bir pencerede açın ve kapatmayın. Önce yazıyı okuyun sonra buraya devam edin. BUYRUN YAZILANLARI BURADAN OKUYUN
PUZZLE YAPAR GİBİ FETVA ÇIKARMAK!
Sitenin yayınladığı yazıda tam bir bilgi karmaşası hakim Biz şimdi size bunu düzenleyerek bir sonuca varacağız.
Sitede yayınlanan yazıya (delil sıralamasına) göre:
(A) NAMAZIN SÜNNETLERİ KAZA OLARAK KILINIR DİYENLER
1- (Nevâdir-i fıkhiyye fi mezheb-il-eimmet-il Hanefiyye s. 36)
3- (Necat-ül müminin s. 90)
4- (Birgivî Vasiyetnamesi) nin Niyazi haşiyesinde
(B) SÜNNET ve KAZA OLARAK NİYET EDİLİR DİYENLER
9- Trablus fetva emini Ramiz-ül-mülk FETVASI (Eşşihab mecmuası, 14 Zilkade 1388 sayısı)
11- (S. Ebediyye) KENDİ KİTAPLARI
(C) NAFİLELER KABUL OLMAZ DİYENLER
2- (Fütuh-ul-gayb m. 48) (Not: Abdülkadir Geylani Hz. Hanefi değildi)
5- Osmanlı ulemasından Hamza Efendi’nin Bey’ ve Şirâ risalesi
6- (Ruh-ul-beyân 3/127)
10- Hazret-i Ebu Bekir’den bir nasihat
12- [Dürret-ül fahire, Zahire-i Fıkh]
(D) NAFİLELERİN DEĞERİ
İmam-ı Rabbânî hazretleri [m. 29, 260]
Yazı bu 4 ana bölümden oluşuyor. Şimdi bu bölümlere bir bakalım…
SÜNNETİ KAZA NİYETİYLE KILMAK
Öncelikle sitede yayınladıkları yazıya dikkat ettiyseniz Hanefi fıkhında baş ve otorite diyebileceğimiz, aynı doğrultuda olan iki görüş naklediliyor ve her nedense ikisi de tevil ediliyor ve yanlış anlaşıldığı söyleniyor. Nedir onlar?
7 (nolu yazıda)- Fevt olan [yani bir özürle kaçırılan] namazları kaza etmek, nâfile kılmaktan iyi ise de, beş vakit namazın sünnetlerini ve hadis-i şerifte övülen Duha, Tesbih, Tehıyyet-ül-mescid gibi belli namazları kılmak böyle değildir. Vaktin sünnetleri ile bu nâfileleri kılmak, kaza kılmaktan evladır. (Redd-ül-muhtar, Hindiyye)
11 (nolu yazıda)- Diğeri ise İmam-ı Muhammed’in sünneti “FARZ BİR NAMAZA” niyet ederek (ikisini bir) kılmanın mümkün olmadığı hükmüdür.
Evet, Hanefi Fıkhının iki büyük imamı İmam-ı Muhammed ve Ebu Yusuf’a göre böyle bir niyet olamaz. Sünnet ve farza bir niyet edilemez. Kılınırsa bu farz olarak kabul edilir, sünnet niyeti geçersiz olur. Bu vaktin farzı da olsa böyledir, kaza da olsa böyledir. Büyük imamlardan bu konuda hiçbir rivayet yapamamaktadırlar. Çünkü yoktur.
Diğer mesele de vakit namazlarına ziyade olarak kılınan sünnetlerin yerine kaza kılınmasıdır.
Bu iki büyük imam ve Redd-ül Muhtar, Alemgir, el-fetava’i-hindiyye, Tahtavi isimli Hanefi Fıkhının bütün meselelerinin cem edildiği, ümmetin itibar ederek uyguladığı muteber kitaplar da bunu böyle beyan etmektedir.
Geçmiş yani vaktinde kılınamamış farz namazların kazasıyla meşgul olmak, nafile namazlarla meşgul olmaktan daha evla ve daha önemlidir. Ancak farz namazlardan önce veya sonra kılınan malûm müekkede ve gayr-i müekkede sünnet namazları, kuşluk namazı, tesbih namazı ve hadis-i şeriflerde geçen diğer teheccüd, tehiyyetü’l-mescid gibi nafile namazlar müstesnadır. Bu namazlar, nafile niyetiyle; bunların dışındaki nafile namazlar ise kaza namazı niyetiyle kılınır.(Alemgir, el-fetava’1-hindiyye, 1/125; İbn-i Abidin, 1/688; Tahtavi, Haşiye ala merakı’l-felah, 363; Abdurrahman el-Ceziri, Kitabü’l-fıkh ale’l-mezahibi’l-erbea, 1/491-492)
Görüldüğü gibi bu büyük fıkıh otoriteleri böyle beyan buyurmuşken bunu tevil yoluna gitmek çok yanlıştır.
VAKİT NAMAZLARININ SÜNNETLERİNİ KAZA OLARAK KILMAK
Yukarıda bütün İslam âleminin itibar ettiği FIKIH kitaplarının ve Hanefi mezhebinin İki İmamının beyan ettiği hükmü yazdık. Bu yazılanları kendilerine göre tevil eden site, başlıca fıkıh kitabı olmayan eserlerden alıntı yaparak sonuca varmaya çalışmış. Amma ve Lakin bu kitapların fıkhi açıdan bir bağlayıcılığı olmaz. Neden?
Çünkü bu kitaplar Hanefi fıkhına göre yazılmış olabilir ancak Hanefi fıkhında temel kitap değildirler. Bu kitaplarda âlimlerin kendi yorumlarıyla verdikleri fetvalara da rastlanmaktadır. Mesela sitenin 1. numaralı delil olarak sunduğu kitaba bakalım. Şöyle deniyor:
“Büyük âlim İbni Nüceym’e soruldu ki, (Kaza namazı olan kimse, sünnetleri kılarken kazaya niyet ederek kılsa, sünnetleri terk etmiş olur mu?) Cevabında, (Sünnetleri terk etmiş olmaz, çünkü o vakit içinde farzdan başka, [nâfile olsun, kaza olsun] herhangi bir namaz kılınınca, sünnet de yerine getirilmiş olur) buyurdu”
Ancak kitabın ekran görüntüsünde de görüleceği üzere İbni Nüceym fetvayı vermeden önce şöyle bir yorum yapıyor: “Sünnetleri terk etmiş olmaz. Çünkü sünnetlerden maksat, o vakit içinde farzdan başka bir namaz daha kılmaktır. Farzdan başka bir namaz daha kılarak şeytanın burnu sürtülmüş, yani insana namaz kıldırmak istemyen şeytan rezil edilmiş olur.”
Görüldüğü üzere İbni Nüceym önce kendisine göre bir yorum yapıyor ve ardından fetva veriyor. O halde şöyle bir şey akla geliyor: Fetva, kişinin yorumuna göre değişir mi?
İbni Nüceym belki de şu hadis-i şeriften yola çıksaydı fetvası değişecekti: “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i: “Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizî, Salât, 188)
Şuan Türkiye’de ve İslam coğrafyasında bile Hanefi fıkhı adına yazılmış, içine bir çok yorumlar katılarak kişisel fetvalar verilmiş yüzlerce ilmihal bulabilirsiniz. Şimdi bir kişi kendine delil bulabilmek için hepsini karıştırıp, işine gelen yeri alması bağlayıcı olur mu? Olmaz…
Çünkü temel eserler bellidir, ana cadde ortadadır. Yan yollardan dolanarak bir iddiaya temel atmaya çalışmak çok da ilimsel bir yaklaşım değildir.
Site şunu diyebilirdi: Böyle böyle yazan, fetva veren alimlerimiz de vardır… Kişi bunlarla da amel edebilir… Ya da böyle bir fetva veren alimler de olmuştur… diyebilir. Ama kesin bir iddiayla ortaya atılarak, Fıkıhta temel eser olmayan 4 kitaptan (4 kitaptan Saadeti Ebediye kendi yazdıkları kitaptır) delil göstermek suretiyle vakit namazlarına ait sünnetlerin terk edilmesini, kaza olarak kılınmasını ispatlamaya çalışmak yakışıksız bir durumdur. Zaten büyük eserlerin hiçbirinde bunun konusu bile yapılmamaktadır.
BÜTÜN SÜNNETLERİ AYNI KEFEYE KOYMAK
Site, Hazreti Ali’den bir nakil ile nafilelerin kabul olmayacağını, İmam-ı Rabbani Hazretlerin’den de farzın nafile yanındaki değerini naklediyor. Nafile namazın kabul olmayacağı yönündeki rivayetler ağır bastığı için hemen bir başka kitaptan ifade alarak “Sünnetlerin de nâfile namaz olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. (Cevhere)”diyor. Ve bütün namaz sünnetlerini de diğer nafile namazlarla bir tutuyor. Evet, sünnetler nafile kategorisindedir ancak mesela işrak namazı nafile bir namazdır, öğlen namazının ilk sünneti ise müekked kuvvetli bir sünnettir. Öğlen namazında Sünneti kılmadan farzı kılan kişinin sünneti tekrar kılması gerekmektedir. Hâlbuki işrak namazında böyle bir şeyi söz konusu olamaz. İşte sünnetler arasında böyle derece farkları vardır. Namaz sünnetlerinden de kuvvetli sünnetler vardır. Sabah namazının sünneti, öğlen namazının ilk sünneti, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son sünneti gibi… Yani bütün sünnetlere nafile deyip, hepsini derece olarak aynı kefeye koyamazsınız.
ABDÜLKADİR GEYLANİ ve İMAM-I RABBANİ HAZRETLERİ
Yayınlanan yazıda “Fütuh-ul-gayb” eserinden Abdülkadir Geylani hazretleri’nin sözünü de nakletmişler. Hâlbuki Abdülkadir Geylani Hazretleri Önceden Şâfi’î mezhebinde idi. Hanbeli mezhebi unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçti. Hanefi değildi… Zaten nakil yapılan eser de bir fıkıh kitabı değil, tasavvuf eseridir. Böylelikle makalenin sonunda yazılan: “Görüldüğü gibi, bildirdiğimiz delillerin hepsi, Hanefî mezhebine göredir.” cümlesi çelişkili olmuştur. Zaten yukarıda da izah ettiğimiz gibi delil olarak alınan o bazı kitaplar Hanefi’ye göre yazılmış olsa bile kaynak kitap değildir. İçinde yazarın kendi yorumlarıyla verdiği fetvalar bulunmaktadır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin de şu cümlesini naklediyorlar: “Farzın yanında nâfilelerin hiç kıymeti yoktur. Sünnetlerin farzlar yanındaki kıymeti de, deniz yanında bir damla su gibi bile değildir.” [m. 29, 260]
İmam-ı Rabbani Hazretleri burada farz ile nafilenin kıyaslanamayacağını söylüyor. Namazın sünnetleri yerine kaza kılın demiyor ki. Aksine İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat eseri baştan aşağı sünnet ve nafile ibadetleri övmek ve tavsiye etmekle doludur ve büyük bir özenle üzerinde durulur. Mesela 260. mektupta şöyle buyuruyor:“Nâfile ibâdetleri yapmak, insanı zıllere kavuşturur. Farzları yapmak ise, asla ulaştırır. Ancak, farzları temâmlıyan nâfileler “meselâ, farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler”, asla kavuşturmaya yardım ederler. Farzlardan sayılırlar. İşte, farzları yapmak, Âlem-i halka uygun oldu ki, asla götürür. Bütün farzlar asla yaklaştırırlar ise de, farzların en üstünü, en yükseği namazdır”
“NAFİLELER KABUL OLMAZ” MI?
Kazası olanın nafile namazlarının kabul olmama meselesi müctehidler tarafından da tartışılmıştır. Bunun sebebi ise kazâ namazını, sünnet kılacak kadar bir zaman daha tehir etmenin caiz olup olmadığıdır. Yani kişinin namazı kazaya bırakması öyle bir günahtır ki, telafi edebilmek için, sünnet kılacak kadar dahi beklenmemesi gerektiği tartışılmıştır. Hazreti Ali’nin rivayet ettiği hadis-i şerif de bu minvalde değerlendirilmektedir. İşte bu Şafilere ait bir değerlendirme yoludur. (İleride gelecek)
Hâlbuki insanlar kaza kılmak isteseler vakit problemi yoktur ve bırakın bir sünnet kılacak kadar vakit geçirmeyi, saatleri heba etmektedirler.
Eğer sitenin takip ettiği yoldan giderek sünnet yerine kaza kılınması “yani bir sünnet kadar bile vakit geçirilmeden kazanın yerine getirilmesi” fetvasını benimseyecek olursa bir kişi, bütün vakitlerini kaza namazına hasretmesi gerekir. Çünkü zaten sünnetleri kılmamasındaki gayesi o kadar zaman bile “kazayı ertelememektir”
Dolayısıyla bu görüşe göre kişi yemeden, içmeden ve çalışmadan arta kalan bütün vakitlerini kazaya ayırmalıdır. Çünkü sünnetin terk edilmesinin amacı budur.
Hâlbuki İslam âleminin hiçbir yerinde ve kitabında Hanefi fıkhına dair böyle bir fetvaya ve uygulamaya rastlanmamıştır.
ALIN SİZE ŞAFİ BİR HOCADAN ANALİZ
Şafi ilmihalinde üstad olup bir çok hoca yetiştiren ve çok itibar edilen Halil Günenç Hoca bakın ne diyor.
Soru: Kazası olan kimse sünnet kılabilir mi?
Cevap: Şafi Mezhebine göre: kazası olan kimsenin sünnet ve cenaze namazı gibi farz-ı kifaye olan namazları kılması haram olduğu gibi, farz olmayan Ka’be tavafını eda etmesi de haramdır. Çünkü yemeki uyku, ticaret ve iş zamanı müstesna (yukarıda dediğimiz gibi) bütün zamanını kaza kılmaya vermek mecburiyetindedir. (ianetül el-Talibin c. 1, s. 23)
Hanefi Mezhebinde ise; beş vakit namazın sünneti, duha – kuşluk – tesbih ve teravih gibi, hakkında hadis varid olan sünnet, kaza olsa da kılınacaktır. Fakat diğer nafile namazı kılmaktansa kaza ile meşgul olmak daha efdaldir. (İbni Abidin c. 1, s. 493)
ŞAFİLERE DE UYARI: Günenç Hoca devamında da şöyle diyor: “Şafi mezhebinde olan kardeşlerimizin bir kısmı zimmetinde kaza bulunduğu gerekçesiyle haklı olarak sünnet kılmaz. Amma bunun yanında kazasını da eda etmez. Halbuki hazır olan namazı kazaya bırakmak haram olduğu gibi, kazaya kalmaış namazı, fırsat bulunduğunda kazası için gayret gösterilmemesi de haramdır. (Halil Günenç, G. Meselelerine Fetvalar, c. 1, s. 151)
Görüldüğü üzere şafii ilmihali yazmış bir hoca, sitenin ve Osman Ünlü’nün iddiasının “Şafiye” göre olduğunu beyan etmektedir. (Site, yazının en sonunda “dolduruşa gelinmişse” diyor. Bu hoca da mı dolduruşa gelmiş acaba!!!)
ÖZETLE
İmam-ı Muhammed, İmam-ı Ebu Yusuf gibi Hanefi mezhebinin iki büyük imamı“sünnet ve farz olan namaza aynı anda niyet edilemez” demektedirler. (Hem geçmiş bir namazın kazası, hem de vaktin sünneti niyetiyle kılınan bir namaz, İmam Muhammed’e göre, ne farz, ne sünnet, ne de nafile olarak sahih olur. İmam Ebû Yusuf’a göre ise sadece farz olarak caiz olur; ayrıca sünnet veya nafile sevabı söz konusu olmaz),
Ayrıca Alemgir, el-fetava’ı-hindiyye; İbn-i Abidin; Tahtavi, Haşiye ala merakı’l-felah; Abdurrahman el-Ceziri, Kitabü’l-fıkh ale’l-mezahibi’l-erbea) gibi henfi mezhebinde kaynak olan kitapların delillere dayanarak beyan ettiği görüş “kazası olanın nafile kılabilir” olduğu yönündeyken Hanefi mezhebine ait yazılmış diyerek her önümüze gelen kitaptan fetva çıkarmaya çalışmak yanlıştır. Bu temel kaynak kitaplarda geçen hüküm şöyledir:
“Kazaya kalmış namazları kılmak, nafile namaz kılmaktan çok daha ehemmiyetli ve çok daha uygundur. Fakat beş vakit namazın sünnetleri, kuşluk, tesbih, tahiyyetü’l-mescid ve evvabin namazı bundan müstesnadır. Yani bu sünnet ve nafileler kaza namazları için terk edilmezler.”
SONUÇ
Biz bütün bu delillere dayanarak şunu söylüyoruz: Her şeyden evvel, namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler bir yerde farz namazların tamamlayıcısı hükmündedir ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaatine vesiledir. Bunun için namazını kazaya bırakan kimse bir yandan namazlarını kaza etmekle borçtan kurtulurken, diğer taraftan da sünnetleri kılarak Peygamberimize olan bağlılığını göstermiş olur. Vaad edilen savaba ve mükafata nail olacağı gibi farzların eksiklerini de tamamlayıcı ibadetleri yerine getirmiş olur.
Kaza namazları fazla olan Hanefîlerin, sünnetleri terk ederek kaza namazı kılmalarında bir mesuliyet olduğu söylenemez. Gerek vakit namazlarının, gerekse diğer nafilelerin yerine kaza namazının kılınmasının uygun veya evlâ olmaması demek, “Sünnet yerine kaza kılmak caiz değildir” manasına gelmez. Bunu zaten kabul ediyoruz.
Caizdir ancak Hanefi olan kişi “sünnet yerine kaza kıl” veya “sünnet ile kazaya bir niyet et” diye de zorlanamaz… Kazası olanın nafile ve sünnetlerinin kabul olmayacağı, boşa kürek çekildiği iddiası Hanefiler için geçerli sayılamaz. Biz bunu söylüyoruz… Bu hüküm (kazası olanın sünnet ve nafile namazları kabul olmaz görüşü) şafiler için geçerlidir, Hanefileri bağlamaz…
NE YAPMALI?
Kaza namazları fazla olmayan kimseler her farzdan sonra bir vakit kaza namazı kılmayı alışkanlık haline getirirlerse güzel bir âdeti devam ettirmiş olurlar. Ayrıca Cenab-ı Hakkın mahşer günü eksik gelen farz namazları sünnetlerle tamamlayacağı hususunda rivayetler bulunduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.
“İnsanların kıyamet gününde amelleri arasında ilk hesaba çekilecekleri amel namazdır. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Aziz ve Celil olan Rabbimiz bildiği halde meleklerine şöyle buyurur: Kulumun farz namazına bakınız. Onu tam mı yoksa eksik mi kılmış? Eğer o kimsenin farz namazı tam ise, onun için namaz sevabı tam olarak yazılır. Eğer farz namazından biraz eksik olursa, ALLAH Teâlâ şöyle emreder: Bu kulum için nafile namaz var mı? Bir bakınız. Şayet o kimse için nafile namaz var ise şöyle buyurur: Kulumun eksik olan farzını nafilesinden tamamlayınız. Sonra farz olan diğer ameller de bu şekilde ele alınır.” (Ebû Dâvud, Salat: 144; Tirimizi, Salat:91; Muvatta, Sefer: 89; Ahmed b. Hanbel, 2/290, 425, 4/65, 103 5/72,377; Nesâî, Salat: 9, No:1232)
Kaza namazları çok büyük bir yekûn tutan (10, 25 yıl gibi) kardeşlerimiz her vaktin ardına kaza kılıp, günün sonunda bir günlük daha kaza kılabilirler. Bunun dışında günün belli vakitlerinde de kaza namazı kılabilir ve 1 günde üç günlük kaza kılmış olurlar. Böyle devam etmeleri halinde 3 yılda 9 yıllık kaza bitmiş olur.
30, 40, 50 yıllık bir kaza hesaplıyorsanız ve gönlünüz çok darlanıyor ise vakitlerinizi boşa harcamamak kaydıyla namazın sünnetlerini de kazaya ayırabilirsiniz. Ancak “namazın sünnetlerini kaza olarak kılıp” diğer vakitler hep israf ediliyorsa bu da çok doğru değildir. Böyle durumdaki bir kardeşimiz, kendisini kaza kılmaya vakfetmeli, gece gündüz demeden borcunu ödemelidir. Bu durumda namazın sünnetlerini de kaza kılarak günde 4 – 5 günlük kaza kılabilir. Bir yılda 5 yılı devirebilir. 8 yılda 40 yılı tamamlar.
NE ZAMANA KADAR DEVAM EDİLİR?
Sayısı bilinmeyen kaza namazlarında kaba taslak bir hesap yapılır. Mesela 25 yaşındayım, 12 yaşında akil baliğ olsam 13 yıllık bir kaza var. Bu hesaba göre kişi kazasını kılar. Senesini doldurunca artık gönlü mutmain oluncaya kadar devam eder.
Konu inşaAllah anlaşılmıştır… Dolduruşu gelen yoktur ama, içi doldurulmaya çalışılan bir iddia vardır…
DİNİMİZİSLAM.COM SİTESİ HAKKINDA
Bu sitenin böyle bazı vukuatları mevcuttur. Mesela çarşafın İran’dan geldiğini iddia ederler. Biz buna da cevap vermiştik
BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ
Sarık sakal gibi sünnetleri zevaid deyip, yapılmamasını da çok basite indirgerler… Biz bu konuyu da işlemiş, sarığın İslam nişanı olduğunu yazmıştık.
BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ
www.ihvanlar.net
XXXXXXXXX
İsmailağa Cami’nde yıllardır uygulanan sünnet ile müezzinler imamın arkasından tekbirleri tekrar ederler. Eskiden camilerimizde bu sünnet uygulanırdı. Hoparlör bid’ati çıktı, bu sünnet kalktı ve namazlar tehlikeye girmeye başladı.
Ne yazık ki kıyâmete yakın insanlar ölümü unutup dünya zevklerine dalacak, dinin direği olan namazı kılanlar azalacak ve kılanlar da baştan savma alelacele kılınca, kalplerindeki huşû kalkacak.
Baştan savma alelacele kılınan namazdan ruhsal zevk ve mânevî feyiz alamayanlar maddeye yönelecek ve huzuru camilerin süsünde ve imamların sesinde arayacak. O dönemin imamları da yakalarına mikrofonu takıp ve hoparlörün sesini sonuna kadar açıp mihraba geçecek ve ibâdetler farklı bir şekle dönüşecek.
Mikrofonla namaz kıldırmanın bir sakıncası var mı?
Camilerde beş vakit namazı kıldıran görevlilere imam, beş vakit namazın dışında cuma ve bayram hutbelerini de okuyanlara imam-hatib ve ezan okuyup kâmet getirenlere de müezzin denir.
Müezzinlerin ezan ve kâmetin dışında bir ek görevleri daha vardır. Cuma, cenaze, terâvih ve bayram namazı gibi cemaatin yoğun olduğu zamanlarda, müezzinler de imamla birlikte “Allahu Ekber” diye seslice tekbir alırlar ve imam rükû’dan kalkerken “SemiAllahü limen hamideh” derken müezzinler de “Rabbena ve leke’l-hamd” der ve namaz bitince imamla birlikte selâm verirler.
Ancak!
Görevli müezzin ya da cemaatten biri imamla birlikte seslice “Allahu Ekber” diye iftitah tekbirini (ilk tekbiri) alırken, kalbinden namaz kılmaya niyet etmesi şarttır. Eğer iftitah tekbirini alırken sadece cemaate duyurmayı kalbinden geçirirse, kendisi namaza başlamış olmadığı gibi onun tekbiri ile namaza başlayanların namazı da olmaz, iade etmeleri (tekrar kılmaları) gerekir.
Aynı imama uymayan ve aynı cemaate dahil olmayan bir kimsenin tekbir
sesi ile namaza başlamak kesinlikle geçerli olmadığı gibi namazla mükellef olmayan bir çocuğun, âdetli kadının, beyinsel özürlünün (delinin) ve gayr-i müslimin tekbir sesi ile de namaza girilmiş olmaz.
Mikrofona gelince
İslâm, her çeşit bilim, teknoloji ve yeniliklere açıktır. Tabii ki bunların İslâmî kurallara uyumlu bir şekilde ve hayırlı işlerde kullanılması şarttır. Kâğıdın icadı ile üzerine Allah’ın (c.c.) kelâmı yazıldığı, matbaanın icadı ile Kur’an-ı Kerim ve dînî kitaplar basıldığı ve televizyonun icadı ile özel kanallarda dînî sohbetler yapıldığı gibi,
Mikrofonun ve hoparlörün icadı ile de yaklaşık yüz yıla yakın bir zamandan
beri camilerde, evlerde ve özel salonlarda daha geniş kitlelere hitab edilmekte ve daha kapsamlı bir şekilde dînî sohbetler yapılmakta ve yararlı konferanslar verilmektedir.
Ancak namaza gelince durum farklıdır
Mikrofondan gelen ve hoparlörde duyulan ses, aks-i sada (yankı) mı? Nakli sada (sesin nakli) mi? Ya da ikisinin dışında başka bir şey mi? Nakli sada (sesin nakli) ise sorun yok! Aksi sada (yankı) ise kesinlikle câiz değil yani olmaz. Ya ikisinin dışında başka bir şeyse, işte sorun burada!
Mikrofon, ses dalgalarını elektrik titreşimlerine çevrirerek hoparlöre gönderir. Mikrofondan gelen titreşim sinyallerini alan bobin elektromanyetik güçlerin etkisi ile hareket etmeye ve hareket ederken diyaframı da hareket ettirmeye başlar. Diyafram, kendine gelen değişik elektrik sinyallerine uyum sağlayarak hareket eder ve havaya ses dalgaları yayar.
Televizyon ekranlarındaki görüntüler kişinin kendisi olmadığı gibi hoparlördeki diyaframların havaya yaydığı ses dalgaları da kişinin (imamın) kendi sesi değildir ve sorun buradadır.
İftitah tekbirini alırken namaz kılmaya değil de sadece cemaate duyurmayı niyet eden bir müezzinin sesi ile namaza başlayanların namazı olmadığı gibi ne namaz kılmaya ve ne de cemaata duyurmaya niyet etmeyen cansız ve bilinçsiz bir cihazın sesi ile de namaza başlanmış olmaz!
Günümüzde imamların pek çoğu yaka mikrofonu kullandığına göre, namazlarımızın sahih (geçerli) olması için üç seçeneğimiz var:
1- Ön saflara yakın bir yerde duralım ve imam “Allahu Ekber” diye tekbir alırken, doğrudan onun kendi sesini duyalım.
2- Safların ortasında ve imamın arkasına yakın bir yerde duralım, imamın elini kaldırıp iftitah tekbirini aldığını, rükû ve secdeye gittiğini görelim.
3- Arka saflarda kaldığımız zaman hoparlördeki tekbir sesine değil, imama yakın olan cemaatin el kaldırıp tekbir almasına bakalım ve onları izleyelim.
Ayrıca namazın dışındaki bir kimsenin duasına Âmin dememiz sakıncalı olduğu gibi imamın hoparlörden gelen “Gayri’l-mağdûbi aleyhim vele’ddâllîn” sesine de Âmin demeyelim.
“Her şeyin beteri vardır” derler ya, doğrudur. Örneğin, kadınların camilerin
alt katlarında ya da cami yanındaki Kur’an kurslarında imamın hoparlördeki sesine uyarak terâvih namazını kılmaları geçerli değildir.
Ahmet Tomor Hocaefendi
www.ihvanlar.net
XXXXXXXXXXXX
************************
.
Sabah ve İkindi namazının farzı kılındıktan sonra nafile (sünnet) namaz kılınması mekruhtur. Çünkü kerahet vaktine yakınlaşma söz konusudur.
Cemaate yetişme gibi bir nedenle sünneti kılmadan farzı kılan bir kimse, diğer vakitlerde kılamadığı bu sünnet yerine nafile namaz kılabilir.
.
Seferi bir kimse imam olup Cuma namazını kıldırabilir. Ayrıca böyle bir kimse hutbe de okuyabilir.
.
İslamiyet’in ilk yıllarında, Mekke döneminde Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ashabına namaz kıldırırken kıraati sesli yapıyordu. Kıraati işiten müşrikler ise, uydurdukları şiir ve sözlerle karşılık veriyorlar ve kıraati alaya alıyorlardı. Bu şekilde Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ve ashabının incinmemesi ve zarar görmemeleri açısından gündüz vakit namazlarında kıraat sessiz yapılmaya başlandı.
Bununla ilgili nazil olan ayet-i kerime İsra suresinin 110. ayetidir:
“Namazında sesini ne çok yükselt, ne de fazlaca kıs; ikisi ortasında bir yol tut.”
Bu emirden sonra Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz gündüz vakti kılınan öğlen ve ikindi namazlarında kıraati sessiz, sabah, akşam ve yatsı namazlarında ise kıraati sesli yaptı. Çünkü gündüz vakitleri müşriklerin uyanık olduğu ve Müslümanlara zarar verdikleri zamanlardı. Sabah ve gece vakti ise, müşriklerin yemek ve uyuma zamanları olduğundan, Müslümanlara ilişmeleri zor idi.
Cuma ve bayram namazları ise, Medine döneminde hicretten sonra farz olduğundan, müşriklerin zarar verme ihtimalleri bulunmadığı için bu namazlarda kıraat sesli olmuştur.
.
Namazların cem edilmesi yani iki namazı birleştirerek kılmak
Bundan maksat: Öğle ile ikindi namazının, öğle namazının veya ikindi namazının vaktinde; bir de akşam ile yatsı namazının, akşam namazı veya yatsı namazı vaktinde kılınmasıdır. Eğer bu, ilk namazın vaktinde yapılırsa, “cem’i takdim”; ikinci namazın vaktinde yapılırsa, buna da “cem’i tehir” denir.
Ayet-i kerime1, hadis-i şerifler ve Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hayat boyu fiili tatbikatı gereğince; “her namazın kendi muayyen (belirli) vakti içinde kılınması” bütün ehli sünnet mezhep ve müçtehidlerinin icması ile karar kılmış bir prensiptir. Ve bu prensibin iki istisnası bulunmaktadır:
1- Hac yapanların arefe günü Arafat’ta vakfeden önce öğle ile ikindi namazını, tek ezan ve iki kamet ile öğle vaktinde (cem’i takdim) kılmaları
2- Hac yapanların Arafat’tan Müzdelife’ye geldikleri bayram gecesi Müzdelife’de akşam ile yatsı namazını, tek ezan ve kametle yatsı namazı vaktinde birleştirerek (cem’i tehir) kılmaları.
İşte yeri ve zamanı belirli bu iki durumun dışında cem’i takdim ve cem’i tehir yapılması kesinlikle caiz değildir.2 Her namazın vaktinde kılınması gerekmektedir. Bunun dışında özürsüz olarak iki namazı cem edenler hakkında uyarı ve tehditler içeren hadis-i şerifler de varid olmuştur.3
Hacda Arafat ve Müzdelife’deki cem’i takdim ve cem’i tehir konusunda müçtehidler arasında tam bir ittifak vardır. Fakat bu iki durum dışındaki zaman ve yerlerde ( seferlik halinde, şiddetli yağmurlu havada, ağır hastalık halinde, çocuk emzirmek, acziyet ve özür sahibi olmak) namazın birleştirilmesi konusunda ise, mesele ihtilaflıdır. Bu nedenle en doğrusu, bu ihtilafa düşmemek için namazları birleştirmekten vazgeçmektir. Çünkü aksi daha doğru olsaydı, Sevgili Efendimiz (S.A.V.) seferilik halinde farz namazların iki rekât kılınmasını emrettiği gibi, böyle yapılmasını da emrederdi.
Aslında Arafat ve Müzdelife dışında iki namazın birleştirilmesi, şeklen olmuştur. Çünkü iki namaz kendi vakitleri içinde kılınmış fakat ilk namaz vaktin sonuna kadar geciktirilmiş ve ikincisi de hemen vaktin başında kılınmıştır.
Ve bu uygulama, hac vazifesi dışında normal yolculuk, ağır hava şartları, hastalık ve benzeri darlık zamanlarında, öğle ve akşam namazlarının son vakitlerinde, ikindi ve yatsı namazlarının da ilk vakitlerinde kılınması mümkün olup dinimizin bizlere getirdiği bir kolaylıktır.
dipnot
(1) Bakara Suresi:238
(2) İbn-i Abidin:1/255-256
(3) İbn-i Ebi Şeyme, el Kitabul Musannef:2/212, No:8252-8253-8256
.
Namaz kılarken her rekatta bir rüku ve iki secde yapmaktayız. Bunun sebebi nedir?
Kur’an-ı Kerim Allahu Teala tarafından mucize olarak indirilmiş ve İslamın ana kalıpları çizilmiştir. Bu kalıplar içinde nasıl amel edilmesi gerektiğini Peygamberimize bırakmıştır. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ibadet şekli bizim de ibadet ederken izleyeceğimiz yol olacaktır.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de bu ibadet şeklini bazen ilham yoluyla bazen de Cebrail (Aleyhisselam)ın göstermesiyle almıştır. Bu itibarla yapılan her harekete bir mana yüklemeye ihtiyaç yoktur.
Ancak Peygamber efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki: “O iki secde Şeytan’a karşı tavır içindir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/87; Müslim, Mesacid 88, İbn-i Mace, Ebu Davud, Nesai, İbni Hibban)
Denilmiştir ki; Secdeler Şeytan’a olan muhalefet, ve karşı tavrı onun burnunu sürtecek şekilde ortaya koymak için ikidir. Ona secde etmesi emredildi, o etmedi. Biz onun bu tavrına karşılık iki defa secde ediyoruz.
Bazı alimler de şöyle yorumlamıştır: secde eden kimse birinci secdeyle topraktan yaratıldığına, ikinci secdeyle de tekrar toprağa döneceğine işaret eder. Nitekim Allahu Teala:
“… Sizi topraktan yarattık, yine sizi ona döndüreceğiz.” (Taha 55) buyurmuştur.
www.ihvanlar.net
.
Bugün 2 ziyaretçi (150 klik) kişi burdaydı! |
.
Farzların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin son ka’de (oturuş)larında, gayri müekked sünnetler ile diğer nafile namazların da her ka’desinde tahiyyattan sonra Salli-Barik dualarının okunması sünnettir.
Salli-Barik dualarının okunmaması, namazı bozmaz, namazın iade edilmesini gerektirmez. Fakat nasıl olsa namaz sahih oluyor diyerek sünnetleri önemsemek, terk etmek son derece sakıncalıdır. Yukarıda ifade edildiği üzere bu sünnetleri terk etmek, namazın bozulmasını, iadesini gerektirmez. Şu kadar var ki, hafife alınmaksızın kasten terk edilmesi bir günahtır, Hz.Peygamber (S.A.V) Efendimizin şefaatinden bir mahrumiyettir. Fakat istihfaf edilmesi yani bir sünnetin hak görülmemesi, hikmetten uzak, abes sayılması, -neûzü billâh = ALLAH’a sığınırız- kâfirliktir. Çünkü sünnet de şer’î hükümlerden, esaslardan biridir.
Unutmayalım ki namazların sünnetleri, namazların vaciplerini tamamlar, onlardaki kusurları gidermeye ve fazla sevaba vesile olur. Sünnetlere riayet ve devam etmek Rasulullah (S.A.V)e bir sevgi göstergesidir.
Üzerinde çok sayıda namaz borcu olan bir kimse daha fazla kaza namazı kılabilmek gayesiyle namazın içindeki sünnetleri terk edebilir mi sorunuza gelirsek:
Bu şekilde hareket etmenizi tavsiye etmeyiz. Çünkü vaktinde namazını kılmayan kimse hem namazını terk etmenin hem de geciktirmenin günahını kazanır. Kaza namazı ile kişi, terk etmenin günahından kurtulurken, geciktirmenin günahından kurtulabilmek için ayrıca tövbe ve istiğfar etmesi gerekir. İşte bu noktada pişmanlığımızın samimi bulunup kabul görmesi için namazlarımızı tadil-i erkan üzere, farzlarına, vaciplerine, sünnet ve müstehaplarına son derece dikkat ederek kılmamızın önemi bulunmaktadır.
.
Kerahet vakti olmadığı sürece bir an önce sabah namazını kılmamız gerekmektedir. Unutmayalım ki bir namaz, vaktinden ne kadar çok geciktirip kılınacak olursa, cezası da ona göre daha fazla olacaktır.
Sabah namazının öğleden önce veya sonra kılınması hakkında şöyle farklı hükümler olmaktadır:
Vaktinde kılınmayan sabah namazı öğleden önce kılınırken, vakti çıkmış olduğu için eda niyeti olmaz. Diğer bir namaz vakti girmediği için tam kaza da olmaz. Bu sebeple sünnet de kılınır.
Niyeti: ‘Vaktinde kılamadığım bugünkü sabah namazının sünnetini veya farzını kılmaya niyet ettim’ şeklinde yapılır.
Sabah namazı öğleden sonra kılınacak olursa, sadece farz kaza edilir, sünnet kılınmaz. Niyeti de kaza namazına göre yapılır.
.
Şafi mezhebine göre kişinin kaza namazı borcu olması, sünnet (nafile) namaz kılmasına engeldir. Önce bu borçlarını tamamlamalıdır.
Şafi mezhebine bağlı bir kişinin kaza namazı kılma fırsatı varken kılmaması caiz değildir. Kişi bu şekilde farz olan kaza namazı borcunu geciktirdiği ve de sünnetten mahrum kaldığı için iki türlü mesuliyet içinde olur.
.
İftitah tekbirinde başparmağın kulak memesine değdirilmesi şart ve sünnet değildir, namazın müstehaplarındandır. Parmağın kulak memesine değdirilmesi, sünnetin uygulamasından doğmuştur.
İftitah tekbirini alırken ellerin yukarıya kaldırılması sünnettir. Erkekler ellerini başparmakları kulaklarının yumuşaklarına değecek kadar kaldırıp o vaziyette tekbir alırlar.
İmamın kamet getirilirken” Kad kameti’s-salâh = namaz başladı” denildiği anda ifititah tekbirini alıp namaza başlaması namazın adabındandır. İmam, bu hareketiyle müezzin olan şahsı tasdik etmiş olur. Bununla beraber kamet bittikten sonra namaza başlamasında da bir sakınca yoktur. Hatta İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç mezhep imamına göre uygun olan da budur.
Hastalık, bedenin, tabii halini, kuvvetini kaybetmesinden meydana gelen bir acizlik halidir. Dinimiz hastalar hakkında birçok kolaylıklar göstermiştir.
İşte bir kimsenin rahatsızlığı nedeniyle namazı oturarak kılabilmesi, dinimizin bahşettiği kolaylıklardan birisidir. Fakat bu konuda ifrat ve tefrite düşülmemelidir. Namazın önemine haiz bir Müslüman zaten bu dikkate sahip kimsedir.
Bir hasta takatine, gücüne göre namaz kılmakla mükellef olur. Meselâ ayakta durmaya asla gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan bir hasta, oturarak namazını kılar, oturmaya da gücü yetmezse gücüne göre yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak îma ile namazını kılabilir.
İmadan maksat, namazda başı aşağıya doğru eğivermek suretiyle yapılan işarettir ki, namazda rukûya ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği gibi oturarak da yapılabilir.
Kıyam yani namazda ayakta durmak, farz ve vacip namazlarda bir rukûndur, bir esastır. Bu sebeple kıyama gücü yeten kimsenin kaiden yani oturarak kılacağı bir farz veya vacip namaz, caiz olmaz. Rukûnlar farz olduğundan onlara riayet etmek şarttır.
Hasta bir kimse ayakta namaz kılmaktan hakikaten veya hükmen âciz bulunsa, yani ya ayakta durmaya hiç gücü yetmese veya gücü yetse de bundan dolayı hastalığının artmasından veya uzamasından veya şiddetli ağrılar duymasından korkacak olsa, namazını oturduğu halde kılar, gücü yeterse rükûya ve secdeye varır. Çünkü meşakkat kolaylığı celb eder, zaruretler kendi miktarınca takdir olunur.
Hasta bir kimse, bir yere dayanmak suretiyle ayakta namaz kılmaya gücü yettikçe farz namazları oturduğu halde kılamaz.
Aynı şekilde bir müddet ayakta kılmaya gücü yetince o kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını bitirir. Hattâ yalnız iftitah tekbirini ayakta almaya gücü yeten kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar, başka türlü hareket edemez.
Kısacası, hasta bir kimsenin oturarak namaz kılması dinen meşrudur.
Paylaş:
.
Böyle bir kimsenin abdest ve gusül alabilmesine yardımcı olacak kimse gerçekten yoksa, bu durumda kişi teyemmüm alır ve namazını sağlığının müsaade ettiği ölçüde ima ile kılar.
.
İma ile namaz kılmaktan kasıt, gözlerin hareket ettirilmesi demek değildir. İmadan maksat, namazda başı aşağıya doğru eğivermek suretiyle yapılan işarettir ki, namazda rukûya ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir.
.
Hastalık, bedenin, tabii halini, kuvvetini kaybetmesinden meydana gelen bir acizlik halidir. Dinimiz hastalar hakkında birçok kolaylıklar göstermiştir.
İşte bir kimsenin rahatsızlığı nedeniyle namazı oturarak kılabilmesi, dinimizin bahşettiği kolaylıklardan birisidir. Fakat bu konuda ifrat ve tefrite düşülmemelidir. Namazın önemine haiz bir Müslüman zaten bu dikkate sahip kimsedir.
Bir hasta takatine, gücüne göre namaz kılmakla mükellef olur. Meselâ ayakta durmaya asla gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan bir hasta, oturarak namazını kılar, oturmaya da gücü yetmezse gücüne göre yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak îma ile namazını kılabilir.
İmadan maksat, namazda başı aşağıya doğru eğivermek suretiyle yapılan işarettir ki, namazda rukûya ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği gibi oturarak da yapılabilir.
Kıyam yani namazda ayakta durmak, farz ve vacip namazlarda bir rukûndur, bir esastır. Bu sebeple kıyama gücü yeten kimsenin kaiden yani oturarak kılacağı bir farz veya vacip namaz, caiz olmaz. Rukûnlar farz olduğundan onlara riayet etmek şarttır.
Hasta bir kimse ayakta namaz kılmaktan hakikaten veya hükmen âciz bulunsa, yani ya ayakta durmaya hiç gücü yetmese veya gücü yetse de bundan dolayı hastalığının artmasından veya uzamasından veya şiddetli ağrılar duymasından korkacak olsa, namazını oturduğu halde kılar, gücü yeterse rükûya ve secdeye varır. Çünkü meşakkat kolaylığı celb eder, zaruretler kendi miktarınca takdir olunur.
Hasta bir kimse, bir yere dayanmak suretiyle ayakta namaz kılmaya gücü yettikçe farz namazları oturduğu halde kılamaz.
Aynı şekilde bir müddet ayakta kılmaya gücü yetince o kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını bitirir. Hattâ yalnız iftitah tekbirini ayakta almaya gücü yeten kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar, başka türlü hareket edemez.
Kısacası, hasta bir kimsenin oturarak namaz kılması dinen meşrudur. Bu şekilde harekete den kimseleri dışarıdan gördüğümüz kadarıyla eleştirmek ve değerlendirme doğru değildir. Camiye yürüyerek gelen kimselerin sandalyeye oturup namaz kılmalarını kötü gözle değerlendirmek müslümana vebal yükler. Çünkü yürümek başka bir şey, eğilmek ve kalkmak başka bir şeydir.
Hiç kimse namazı bir başkası için kılmıyor. Namazlarımızı ve tüm ibadetlerimizi kabul edecek olan Allah Teala’dır. O (Celle Celaluhu) gizli-saklı tüm niyetleri ve gerçekleri bilmektedir. Normal bir şekilde namazı eda etme gücüne sahipken sandalyede oturarak namaz kılan bir kimse başkalarına rahatsızlığını inandırabilir. Peki Allah Teala’ya nasıl inandıracaktır?
İnsanlara ait sidikler, necaset-i galiza (ağır pislik)dır.
Necasetler hükmen ve hakiki olmak üzere ikiye ayrılır.
Hükmen necaset olan şey hadestir ve bazı ibadetlerin yapılmasına şer’an mani olmakta, hükmen pis kabul edilmektedir.
Necaset-i hakiki ise esasen veya arızî (sonradan olan) olarak temiz bulunmayan, nâpâk denilen herhangi bir şeydir. Buna necis, habes de denilmektedir.
Mesela sidik necis olduğu gibi sidikli elbise de necistir. Sidik esasen necistir, elbise ise aslen temiz olmakla birlikte sidik bulaşmasından sonra necis olmuştur yani arizi necistir.
Hakikî necasetler, namazın sahih olmasına mani olacak miktarları bakımından“necaset-i hafife” ve “necaset-i galîza” kısımlarına ayrılmaktadır.
Necaset-i hafife yani hafif pislik, necis olduğuna dair hakkında -başka zıt bir delil bulunmak üzere- şer’î bir delil mevcut olan şeydir. Bu gibi necasetler, bir delile göre murdar görülmekte ise de, diğer bir delile göre murdar sayılmamaktadır. Mesela eti yenen hayvanların sidikleri…
Necaset-i galîza yani ağır pislik ise, necisliği hakkında şer’î bir delil mevcut olup, aksine başka delil bulunmayan şeydir. Mesela lâşe.
Necaset-i galîza eğer katı ise, yaklaşık dört buçuk gram ağırlığından, sıvı ise, avuç içinden fazla bir alanı kaplayacak miktarı elbisede bulununca namaza engel olur.
Necaset-i hafifede ise, bunun bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mâni olmaz.
Çocuk eğer sadece anne sütü ile besleniyor ise, kusmuğu necis değildir.
Fakat çocuk anne sütü yanısıra ek gıdalar, mamalarla da besleniyorsa, kusmuğu necis olur. Aynı şekilde büyüklerin de kusmuğu necistir.
Bunlar el ayasını geçecek büyüklükte olursa, namaza mani olurlar.
.
İçerisinde etil alkol bulunan kolonya-parfümlerin kullanılması caizdir. Bunların abdeste ve namaza bir manisi yoktur.
Çünkü alkol necis değildir. Alkolun haram olması necisliğinden değil, içilmesinin sarhoşluk yapmasındandır. Bu nedenle içinde alkol bulunan kolonya her hangi bir yere döküldüğünde orayı necis yapmaz.
.
Böyle bir durumda ihtiyaten abdest tazeleyip namazın iade edilmesi en uygunudur. Çünkü kanama abdest alındıktan sonra meydana gelmiş olabilir.
Elbisedeki sıvı olan necasetin namaza mani olmasının ölçüsü el ayası dediğimiz avuç içinden daha geniş bir alana yayılmış olmasıdır. El ayasından az miktarlar namazın sıhhatine engel değildir, muaf kabul edilir.
Bununla birlikte esas olan tam bir temizlik ile namazın kılınmasıdır. Bu nedenle imkân bulunduğu takdirde, gerek bedenin ve gerek elbise ile yerin temiz olmayan en az bir şeyden bile beri bulunmasını temin etmeye çalışmak daha faziletlidir. Temiz olmayan bir şeyin muaf denilen az miktarı ile namaz kılınması tamamen affedilmiş değildir, bilakis tahrîmen mekruhtur, bunu gidermeden namaza başlamamalıdır.
Seccade üzerindeki necaset hususunda ise, bu necasetin nerede olduğuna bakılır. Eğer ayak ve secde bölgesinde ise, namaza manidir. Seccadenin diğer bölgesinde ise, namaza mani olmaz
.
Gusül abdesti alan bir kimse aynı zamanda namaz abdesti de almış olacağı için bu abdesti ile namaz kılabilir, ayrıca abdest alması gerekmez. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in gusül abdestine başlarken namaz abdesti gibi abdest aldığını ve gusülden sonra ayrıca abdest almadığını ifade eden hadisler vardır (Buhari, Gusül 1; Müslim, Hayız 35, 36, 37; Muvatta I, 44, Tahare 67).
.
Yağmurlu günlerde yoldan üzerimize sıçrayan sular necis kabul edilmemektedir. Çünkü bu konuda umum-i belva vardır yani bundan kaçınmak oldukça güçtür. Dolayısıyla böyle bir elbise ile namaz kılınabilir.
Fakat akan veya birikmiş suyun lağım-kanalizasyon taşması, patlaması sonucu oluştuğu biliniyorsa, bu durumda böyle bir su necistir ve onun bulaştığı elbise ile namaz kılınmaz.
.
Kan, necaset-i galîza yani ağır pislik sayılan bir necasettir. Sıvı olan necaset-i galîzaların namaza mani olmasının ölçüsü el ayası dediğimiz avuç içinden daha geniş bir alana yayılmış olmasıdır. El ayasından az miktarlar namazın sıhhatine engel değildir, muaf kabul edilir.
Bununla birlikte esas olan tam bir temizlik ile namazın kılınmasıdır. Bu nedenle imkân bulunduğu takdirde, gerek bedenin ve gerek elbise ile yerin temiz olmayan en az bir şeyden bile beri bulunmasını temin etmeye çalışmak daha faziletlidir. Temiz olmayan bir şeyin muaf denilen az miktarı ile namaz kılınması tamamen affedilmiş değildir, bilakis tahrîmen mekruhtur, bunu gidermeden namaza başlamamalıdır.
.
Ezan okunurken esas olan ezanın dinlenilmesidir. Bu sebeple ezan okunurken selam verilip alınması doğru değildir.
Okunan ezanı dinlemek ve tekrarlamak sünnettir1, dinlememek ise mekruhtur. Hatta Kur’an okuyan kimsenin de durup ezanı dinlemesi daha faziletlidir.
Ezanı işiten her Müslüman müsait ise ezan adabına uymaya gayret etmelidir. Ezan adabı da, müezzinin sözlerini tekrar etmek, selat-u selam okumak ve ezan duasını okumaktır. Bu adaba riayet eden kimse, büyük bir ecrin sahibi olacaktır.
Ezan-ı Muhammedî vasıtası ile halka hem namaz vakitleri ve namazların kılınacağı bildirilmiş oluyor, hem de namazın dünya ve ahirette kurtuluşa sebep olacağı söylenilmiş oluyor, bununla beraber bütün cihana karşı da İslâm dininin en mukaddes esasları ilân edilmiş bulunuyor.
dipnot
(1) Müslim, Salât: 11, (384); Ebû Dâvud, Salât: 36, (522); Nesâî, Ezan: 33, (2, 23); Tirmizî, Salât: 154, (208); İbnu Mâce, Ezân: 4, (720)
.
Bugün 3 ziyaretçi (151 klik) kişi burdaydı! |
.
Setr-i avrete riayet etmek ve temiz olmak şartı ile ev kıyafeti olan pijama ve sabahlıkla namaz kılmak caizdir.
Ancak ev içinde giyilen ve büyüklerin karşısına çıkılamayan, ev dışında giyilmesi adaba uygun bir kıyafet sayılmadığından pijama, sabahlık v.b. şeyler ile namaz, mümkünse kılınmamalıdır. Çünkü başka elbisesi varken, bir kimsenin sadece evinde giydiği, büyüklerin karşısına çıkarken giymediği bir elbise ile namaz kılması tenzihen mekruhtur.1
Pijama üzerine cübbe giyilmesi de bu açıdan değerlendirilmelidir. Yani sadece pijama ile kılmaya göre daha iyidir.
Unutmayalım ki biz namaza ne kadar özen gösterirsek, namazdan alacağımız manevi lezzet o denli fazla olacaktır. Vakit ne olursa olsun önemli bir randevunuzun olduğunu düşünün: Bu randevuya son dakika kalkıp aceleyle mi giyinip hazırlanırsınız, yoksa daha önceden kalkıp hazırlığınızı rahatça mı yaparsınız?
Namaz kulun Rabbiyle olan randevusu ise, bundan daha önemli bir buluşma olabilir mi? O halde buluşma ne kadar önemliyse, hazırlık da o kadar önemli olmalıdır.
Biz namaza bu özeni gösteremezsek, “kıldığım namazdan huşu ve huzur duyamıyorum” şikâyetlerini daha çok dillendiririz.
Namazın bize değil, bizim namaza ihtiyacımız var. Sözüm başta bizzat kendime ve tüm Müslümanlara: Tembel felsefesini bırakalım. Sabah namazına son dakika kalk, aceleyle abdest al, yatıp kalktığın pijama ile uykulu bir halde namaza dur, namazda bir Kevser, bir İhlas oku, doğru sıcacık yatağa… Sonra Müslümanlar niye bu halde diye sor.
dipnot
(1) Damad, 1/124, İbn-i Abidin, 1/599
.
İpekte erkek için haram olan giyinmektir” görüşüne göre bir erkeğin ipek seccadede namaz kılması caizdir. Fakat imam-ı Azam’dan bir nakle göre “giyilmese de ipek vücuda değerse haram olur” görüşüne göre de erkeğin böyle bir seccadede namaz kılması caiz değildir.
Bu nedenle ihtiyaten ipekli seccadede namaz kılmamayı tercih etmek en doğrusudur.
Kadınların ise ipekli seccadede namaz kılmalarında bir sakınca yoktur.
Namazı kısa kollu bir giysiyle kılmak tenzihen mekruhtur. Uzun kollu elbise ile namaz kılınması takvaya uygun olandır.
Namazda giysinin kollarının kıvrık olması, keraheti daha da arttırmaktadır. Çünkü bu, bir laubalilik işaretidir
Yemek hazır olduğu halde namaza başlamak mekruhtur. Ancak vaktin çıkmasından korkulursa, o zaman mekruh olmaz.
Yemeğin hazır olması, yemeğin pişmesi değil, sofrada yenmeye hazır olmasıdır.
Elektrikli sobaya karşı namaz kılmak az da olsa ateşe karşı namaz kılmaya benzediği için kılmamakta fayda vardır. Çünkü elektrikli sobaları, kalorifer peteği gibi değerlendirmek mümkün değildir. Bu sobalarda görünen bir ateş vardır.
Kuşluk namazının diğer bir adı Duha namazıdır.
Kuşluk namazının başlangıç vakti, güneş doğup bir miktar yükseldikten (bir mızrak boyu-beş derece) yani kerahet vaktinin çıkmasıyla başlamaktadır. Ülkemizde bu süre 40-50 dakika kadardır. Saati olmayan bir kimse bu süreyi şöyle tespit edebilir: Çeneyi göğse dayayarak güneşe doğru bakınca, eğer güneş ufukta görülemeyecek kadar yükselmişse artık kerahet vakti çıkmıştır.
Kuşluk namazı, istiva (kaba kuşluk) vaktine kadar kılınabilir. İstiva vakti, öğle kerahet vaktinin başladığı zamandır. Bu da güneşin tam tepeye gelip tam zeval (doğudan batıya doğru kayma) anında bulunduğu vakittir. Memleketimizde öğle namazının 30-40 dakika öncesidir.
Kuşluk namazının kılınmasının en faziletli vakti, gündüzün dörtte biri geçtikten sonradır. Şöyle ki (şer’i güne göre) imsak ile güneşin batışı arasındaki zaman hesaplanır ve dörtte biri bulunur. İmsak vaktine bu dörtte birlik süre eklenir.
Zaten ülkemizde genel uygulama böyledir. Yani güneş doğup kerahet vakti çıkınca (erken kuşluk) önce işrak namazı kılınmakta, gündüzün dörtte biri geçince (kaba kuşluk) de kuşluk namazı kılınmaktadır.
Erken kuşlukta kılınan namaza özel manada “işrak” denmiş; kaba kuşlukta kılınan namaza ise duha (kuşluk) namazı denmiştir.
İşrak vaktinde kuşluk namazı kılınabilirse de faziletli olanı kuşluk namazının kaba kuşluk vaktinde kılınmasıdır.
Namaza imam rukudayken yetişen kimse ayakta tekbir alıp hemen rükuya gider. Burada dikkat edilecek husus, tekbirin mutlaka ayakta iken alınmasıdır. Kişi tekbiri rükuda alacak olsa, namazı olmaz.
imama henüz rükûda iken yetişip uyarak rükûa varan kimse, o rekâtı imam ile kılmış sayılır. Bunun ölçüsü de rükûda imamla birlikte en az bir defa tesbihde bulunabilmektir.
İmama henüz rükûda iken yetişip uyarak rükûya varan kimse, o rekâtı imam ile kılmış sayılır. Fakat imam rükûda iken tekbir alıp da imam rükûdan kalktıktan sonra rükûya giden kimse, o rekâta yetişmiş olamaz. Bilakis mesbuk (imama birinci rekâttan sonra uyan kimse) olur. O rekâtı namazın sonunda tek başına kılar.
Mesbuk, imama namazın başında, ilk rekâtında değil, arasında veya sonunda, meselâ bir iki veya üç rekât kılındıktan sonra veya son ka’de (oturuş) da uyan kimsedir.
İmama rükûda iken uyan kimse, o rükûnun ait olduğu rekâta yetişmiş olur. Fakat imamı secde halinde bulan kimse, hemen secdeye varırsa da bu secdenin ait olduğu rekâtı kılmış sayılmaz.
Mesbuk, imamla birlikte kılamadığı yani kaza edeceği rekâtlarda tek başına namaz kılan gibidir.
Birkaç örnek verecek olursak, böyle durumlarda kişinin nasıl hareket etmesi gerektiğini daha iyi anlayabiliriz.
Mesela bir kimse sabah namazında imama ikinci rekâtta yetişmiş olsun. Kişi tekbirini alıp susar ve oturuşta imamla birlikte yalnızca “ettehiyyatü” duasını okur, salli-barik dualarını okumaz. İmam selam verince ayağa kalkıp kılmadığı ilk rekâtı kılar. Bu rekâtı tek başına kıldığı zamanki gibi aynen kılar. Yani önce sübhaneke duasını okur ve euzu-besmelenin ardından Fatiha ile zammı sure okur. Rükû ve secdelerden sonra oturur, ettehiyyatü, salli-barik ve Rabbena Atina dualarını okuyup selam verir.
Bir örnek de akşam namazından verelim: Kişi akşam namazında imama üçüncü rekatta yani son rekatta uymuş olsun. Kişi, (imamın sesli kıraati olmadığı için) Sübhanekeyi okur, imamla beraber o rekatı kılıp teşehhüde oturur, daha sonra kalkar, “Sübhaneke” ile “Euzü” ve “Besmele”yi ve Fatiha’yı şerife ile bir miktar daha Kur’an-ı Kerim okur, rukû ve sücuddan sonra oturur, yalnız “Ettehiyyatü”yü okur, sonra “ALLAH’ü ekber” diyerek ayağa kalkar, yalnız besmele ile Fatiha’yı şerifeyi ve bir miktar daha Kur’an-ı Kerim okuyarak rükûya ve secdelere varır, daha sonra son ka’deyi yaparak selâm ile namazdan çıkar. Bu halde üç defa teşehhütde bulunmuş olur.
Hanefi mezhebine göre, namazda erkeklerin sağ ellerini göbeklerinin altında olarak sol elleri üzerine koymaları ve başparmakları ile serçe parmaklarını halka şeklinde bulundurarak bununla sol bileklerini tutup diğer üç parmaklarını kolları üzerine uzatmaları, kadınlarda halka etmeksizin sağ ellerini göğüsleri üzerinde tam sol elleri üzerine koymaları sünnettir.
Dolayısıyla namazda ellerinizi göbeğin üstüne bağlayarak kılarsanız, Hanefi mezhebine göre namazınız olur fakat sünneti yerine getirmemiş olacağınızdan namazın fazileti eksilir.
Şafii ve Hanbelî mezheplerinde de namazda ellerin bağlanması sünnettir. Maliki mezhebine göre ise sünnet olan ellerin yana salınmasıdır.
Ayrıca herkesin tabi olduğu mezhebine göre amel etmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Namazda ellerini göğüs hizasında bağlayan bir kimse sünnete aykırı hareket etmiş olur.
Namazda erkeklerin sağ ellerini göbeklerinin altında olarak sol elleri üzerine koymaları ve başparmakları ile serçe parmaklarını halka şeklinde bulundurarak bununla sol bileklerini tutup diğer üç parmaklarını kolları üzerine uzatmaları, kadınların da halka etmeksizin sağ ellerini göğüsleri üzerinde tam sol elleri üzerine koymaları sünnettir
İmama uyan bir kimse, niyet edip tekbir aldıktan sonra sübhaneke duasını içinden okuyup susar, kıyamda iken başka bir şey okumaz.
Sesli veya sessiz kıraatin bulunduğu namazda kişinin kıraatte bulunması tahrimen mekruhtur. Çünkü imam, cemaate reislik etmektedir. Bu sebeple imamın kıraati cemaatin de kıraati demektir. Nitekim bir hadis-i şerifte:
“Her kim imamla beraber namaz kılarsa, imamın kıraati onun da kıraatidir.”1 buyrulmuştur.
dipnot
(1) İbn-i Mace; İkame:13; No:850; 1/277, A. b. Hanbel; No:14233; 3/339, Darakutni; Salat; No:1; 1/323
.
Kur’ân-ı Kerim tecvid üzere nazil olmuş ilahi bir kitaptır. Cebrail (A.S.) Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimize Kur’ân-ı Kerim’i tecvid ile okumuş, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de ümmetine aynı şekilde bildirmiştir. Binaenaleyh namaz sahih olabilecek kadar Tecvid ilmini öğrenmek farzı ayındır.
Kur’ân-ı Kerim’in tecvid ve tilavetini öğrenmek, erkek-kadın her Müslümana farzdır. Çünkü günde beş vakit kılmakla mükellef olduğumuz namazın rükünlerinden biri olan “kıraat”ın sahih olması: Ancak harflerin mahreçlerine, sıfatlarına ve tilavetle ilgili diğer âdab ve erkâna riayetle mümkün olur. Bu husus tahakkuk etmedikçe kıraat sahih olmayacak, kıraat sahih olmayınca da namaz haliyle fâsid olacaktır. Bu bakımdan namaz sahih olabilecek kadar tecvid ilmini öğrenmek farzı ayındır. Çünkü Cenab-ı Hakk, şöyle buyurmaktadır:
“Kur’ân-ı Kerim’i açık-açık, tane-tane tertil ile oku”.1
Bu ayet-i kerimede ALLAH Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’i tecvid ile okumayı emretmiştir. Mezkûr ayet-i kerime ile ilgili olarak Hz. Ali (R.A.)’a sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
“Tertil, harflerin tecvidini ve vakıfları bilmektir.” Kur’ân-ı Ke-rim’i tertil ile okumak farzdır. Tertil de tecviddir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Kur’ân-ı Kerim’i tecvidli olarak okur ve bu konuya itina gösterenleri de takdir ederdi.
Ayrıca Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, tecvide riayet etmeden Kur’ân-ı Kerim okumayı yasaklamıştır. Nitekim Enes b. Malik (R.A.) şöyle demiştir:
“Nice Kur’an-ı Kerim okuyanlar vardır ki, Kur’an-ı Kerim onlara lanet eder.”2
Bu lanet, Kur’ân-ı Kerim’i tecvidsiz olarak okuyan; harflerin mahreçlerine ve sıfatlarına riayet etmeyen kimseyedir.
Bu hususta Şeyh İbnu’l-Cezeri, Mukaddimesi’nde şöyle der: “Tecvidi öğrenmek, ona riayet etmek kat’i bir farzdır. Kim Kur’ân-ı Kerim’i tecvidsiz okursa günahkâr olur. Çünkü O’nu ALLAH Teâlâ tecvidle indirdi ve bize kadar da böylece tecvidle geldi. Tecvid, tilavetin süsü, eda ve kıraatın da zinetidir.”
Netice olarak diyoruz ki bütün bu ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve diğer nakiller açıkça ifade ediyor ki: Kur’ân-ı Kerim’i, Lahn (hata) ile okumak, tecvidsiz okumak caiz değildir, haramdır. Harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle, namaz sahih olabilecek kadar Kur’ân-ı Kerim’i tecvid üzere okumak: Erkek-kadın her Müslümana kat’i farzdır. Bunu inkâr eden kâfir olur. Binaenaleyh, Kur’an Kerim’i tecvid kaidelerine uygun olarak öğrenip okuyabilme imkân ve kabiliyeti-ne sahip oldukları halde, çeşitli sebeplerle bunu ihmal edip, Kur’ân-ı Kerim’i hatalı olarak okumaya devam edenlerin günahkâr olacakları aşikârdır. Gayret ettiği halde, öğrenme imkânından mahrum olanların mazur sayılabileceklerini ümit etmekteyiz.
Namaz kılan herkesin, namaz caiz olacak kadar namazda okuyaca-ğı sure ve duaların okunuşunu doğru bir şekilde öğrenmesi gerekir. Bu da ancak ehil yani mahreçleri iyi bilen bir kimseden öğrenilebilir.
Namazda kıraat hatasında temel ölçü, yapılan kıraat hatasının okunan ayet-i kerimenin manasını değiştirip değiştirmemesidir. Eğer mana değişirse, namaz bozulur. Eğer mana değişmeyip aynı kelimeler Kuran-ı Kerim’de mevcutsa, namaz bozulmaz. Fakat bu hatayla mekruh işlenmiş olur.
Ayrıca bu yanılmadan dolayı eğer bir duraksama, bekleme olursa, sehiv secdesi gerekir.
dipnot
(1) Müzzemmil Sûresi: 4
(2) İmam Gazali, ihya, 1/281
.
Kıraatin en az miktarı, üç kısa âyet veya üç kısa âyet uzunluğunda bir âyettir.
.
Bu kişi asgari olarak Sübhaneke ve ettehiyyatü duası ile Fatiha ve bir kısa zamm-ı sure ezberlemeye gayret etmelidir.
Yanındaki bir kimsenin işiteceği şekilde okunacak olursa, bu sesli kıraat olacağından vacip terk edilmiş olur. Bu durumda sehiv secdesi gerekir.
..
Hanefi mezhebine göre Fatiha okunmadan namaz olur fakat sehiv secdesi gerekir. Diğer üç mezhebe göre ise Fatiha’sız namaz olmaz.
Çünkü Hanefi mezhebine göre namazlarda Fatiha suresini okumak vaciptir; diğer üç mezhebe göre ise farzdır.
|
|
|
.
Secdede ayak topuklarının birleştirilmesi sünnete aykırıdır. Çünkü topuklar birleştirilince parmak uçları kıbleden ayrılmış oluyor. Bu sebeple secdede topukların birleştirilmesi tenzihen mekruh olmaktadır.
.
Bazı kitaplarda rukuda ve secdede ayakların birleştirilmesi gerektiğinin geçtiği doğrudur. Fakat tercih edilen ve amel edilen görüş, ruku ve secdede de kıyamdaki gibi dört parmak açıklığın korunmasıdır.
Çünkü ayakların birleşik olması, huşuun korunmasını zorlaştırmakta, kişiye bir zahmet yüklemektedir.
Ayrıca namaz boyunca ayak parmaklarının kıbleye dönük olması esastır. Oysa topukların birleştirilmesi durumunda ayak parmakları kıbleden sapmaktadır.
.
Namazda iki secde arası oturuşta bir dua okumak gerekli olmamakla birlikte “Allahümmeğfirli” “Rabbîğfir lî, Verhamnî, vecbürnî, verfa’nî, verzuknî, vehdinî” gibi dualarda bulunulabilir.
Fakat Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yukarıda geçen duaları bilhassa gece (nafile) namazında okuduğu rivayetlerden anlaşılmaktadır. Bunun bir hikmeti, cemaatle kılınan namazda imamın bu duaları okuyup namazı uzatması ve bu şekilde cemaate bıkkınlık vermesinin önlenmesidir. Bu nedenle kişi tek başına kılacağı farz namazda iki secde arasında bu duaları okuyabilir, okuması namazı fasit kılmaz.
.
Farz namazın veya vitir, tilâvet secdesi, adak ve bayram namazları gibi vacip bir namazın niyetinde bu namaz cinsinin tayin edilmesi, belirtilmesi gerekir. Aynı şekilde kaza namazlarında da hem vaktin hem de “ilk veya son kazaya kalan” şeklinde günün belirlenmesi gerekir.
Mesela “bugünkü öğle namazına, Cuma namazına, bayram namazına, vitir namazına” diye niyet edilir.
Sadece farz namazını kılmaya niyet, yeterli değildir. Bu şekilde farz namazların cinsi belirtilmiş, tayin edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu belirtilmeksizin “bu vaktin farzını kılmaya” şeklinde niyet edilmesi yeterli olur. Cuma namazı bunun istisnasıdır. Cuma namazını, vaktin farzı niyetiyle kılmak yeterli olmaz. Çünkü asıl vakit, Cumanın değil, öğlen namazınındır.
Nafile namazlarda, ” Şu vaktin ilk sünnetini veya son sünnetini kılmaya” diye niyet edilir. Bununla birlikte nafilelerde sadece namaza niyet etmek de yeterlidir. Müekked veya gayri müekked sünnet olduğunu belirtmeye gerek yoktur. Yalnız teravih namazı için, “Teravih namazını, vaktin sünnetini veya gece namazını kılmaya niyet ettim” denilmesi ihtiyata daha uygundur.
İmama uyan kimsenin kılacağı namazı belirtmeksizin yalnızca “uydum imama” diye niyet etmesi yeterli değildir.
.
Dinimizde hem sünnete, hem de kaza namazına niyet etmek gibi çifte niyet diye bir şey yoktur.
Sünnet namazlarını, hem sünnet hem de kaza olarak kılmak, yani iki niyetle bir namaz kılmanın ne akli ne de dini bir temeli yoktur. Malum ibadetler akli yaklaşım ve çıkarmalarla değil, Hz Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bizlere tarif ve emr ettiği ölçüler içinde yapılır. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, böyle bir şeyi ne yapmış, ne de emretmiştir. Hadis-i şerifleri içinde, böylesi bir ibadete temel olabilecek bir kaynak bulmak da mümkün değildir. Onun için, sünneti sünnet, kazayı kaza, farzı da farz olarak kılmak gerekmektedir. İbadetlerin Hak nazarında kabullenirliği, onların ALLAH ve Resûlünün emrettiği ve uyguladığı ölçüler içinde olması ile doğru orantılıdır.
Bir namaza iki farklı namaz niyeti yapılamaz. Kılınan nafile namazlara, nafile namaz diye niyet edilir. Bu da bize şu neticeyi verir:
Kaza namazı borcu olanlar nafile namazlara, nafile namaz diye niyet ederler ve bu namazlar farz olan kaza namazlarının yerine geçmezler. Farz olan kaza namazlarına ise, kaza namazı diye niyet edilir. Bunlar da nafile namaz yerine geçmez. Çünkü farz olan kaza namazları kılınırken, kaza namazı diye niyet edilip, hem kaza namazı hem de nafile namazı yerini tutsaydı, nafile namazlara nafile namaz diye niyet edilmemesi gerekirdi. Her namaz kendi ismiyle niyet edilerek kılınır ve bir namaza iki farklı namaz niyeti yapılamaz.
Bilindiği üzere, sünnet ve nafile namazların sahih olabilmesi için, mutlak namaz niyeti yeterli ise de, farz ve vacip namazların sahih olabilmesi için, niyette “bugünkü akşam namazının farzı” veya “dünkü akşamın kazası” gibi kılınacak namazın hem aslını, hem isim ve vasfını tayin etmek, belirtmek şarttır. Bu itibarla, sünnet veya nafile bir namazda, söz gelimi hem tahiyyetü’l-mescid, hem duha (kuşluk) gibi, iki ayrı niyet caiz görülmekte ise de, ister eda, ister kaza olsun; bir farz namazda iki ayrı niyet caiz değildir. Bu takdirde niyet, bunlardan kuvvetli olana kullanılmış olur.
Hem geçmiş bir namazın kazası, hem de vaktin sünneti niyetiyle kılınan bir namaz, İmam Muhammed’e göre, ne farz, ne sünnet, ne de nafile olarak sahih olur. İmam Ebû Yusuf’a göre ise sadece farz olarak caiz olur; ayrıca sünnet veya nafile sevabı söz konusu olmaz. İki tane müctehidin bu konudaki ictihatları, böyle olunca, fakih bile sayılmayan “filan kişinin kitabında şöyle buyruldu” demenin, hiç bir anlamı yoktur.
.
.
Cemaatte farklı mezhepten insanların bulunması imamın namaza niyetlenmesinde ve namazı kıldırışında farklı bir hüküm meydana getirmez.
İmam olacak şahsın imamlığa niyet etmesi şart değildir.
Fakat cemaat içinde kadınlar da var ise, onların uymalarının sahih olabilmesi için imam olan şahsın imamlığa niyet etmesi şarttır.
Bu nedenle imam olacak şahsın her halükarda – cemaatte kadınlar olmasa da- imamlığa niyet etmesi daha ihtiyatlıdır.
İmam olacak şahıs, şu şekilde niyet etmelidir:
“Ene îmamün limen tebiani = Ben bana uyanlara imamım”
.
Namaza niyet etmek demek, “ALLAH Teâlâ için ihlâsla namaz kılmayı dilemek ve hangi namazın kılınacağını bilmek” demektir.
Niyetin öncelikle mutlaka kalp ile yapılması şarttır.
Bir kimse, kılacağı namaza kalp ile niyet ederek diliyle niyetlenmeyip bir şey söylemese, namazı yine sahih olur. Fakat kalp ile niyetlenmekle birlikte dil ile de bunu söylemesi, müstehaptır. Çünkü burada dil, kalbe yardımcı olur.
Paylaş:
.
Namaza niyet etmek demek, “ALLAH Teâlâ için ihlâsla namaz kılmayı dilemek ve hangi namazın kılınacağını bilmek” demektir.
Niyet kalbe aittir. Çünkü kalp insanın özüdür. Burası gafil olursa, diğer uzuvlar da gafil olur.
İşte namaza kalp ile niyet etmek demek, kişinin gaflet içinde olmayıp bu ibadeti sırf Allah rızası için yaptığını bilmesi ve hangi namazı kıldığının farkında olması demektir.
Paylaş:
.
Niyeti sadece dıştan yapmak yeterli değildir. Niyetin öncelikle mutlaka kalp ile yapılması şarttır.
Çünkü niyet, kalbe aittir. Bununla beraber niyetin kalp ile yapılıp dil ile de söylenmesi daha iyidir.
Bir kimse, kılacağı namaza kalp ile niyet ederek diliyle niyetlenmeyip bir şey söylemese, namazı yine sahih olur. Fakat kalp ile niyetlenmekle birlikte dil ile de bunu söylemesi, müstehaptır. Çünkü burada dil, kalbe yardımcı olur.
Buradaki müstehaptan kasıt, sünnet manasına gelen müstehap değildir. Buradaki müstehaptan kasıt; “selef-i sâlihîn bunu iyi görmüştür ve ulemanın tuttuğu güzel bir yoldur.” demektir.
Namaza kalp ile niyetlenmeyip sadece dil ile niyetlenmek ise yeterli değildir. Mutlaka niyetin kalp ile yapılması gerekmektedir.
Niyeti dil ile söylemenin bidat olduğuna hükmeden âlimlerimiz bulunmaktadır. Fakat burada dil, kalbi toparlamakta, kalpte olanı kuvvetlendirmekte ve vesveseyi önlemektedir. Bu nedenle olsa olsa bidat-i hasene olur.
Hangi vakti kıldığını bilmek niyetin şartlarındandır fakat tek başına yeterli değildir.
Namaza niyet etmek demek, “ALLAH Teâlâ için ihlâsla namaz kılmayı dilemek ve hangi namazın kılınacağını bilmek” demektir.
.
Namaza niyet ederken “uydum Kuran’a” demek şart değildir. Bununla birlikte bu şekilde niyet edilmesinde de bir sakınca yoktur. Fakat cemaatle namaz kılarken kişi “uydum hazır olan imama” diye niyet etmelidir.
“Uydum Kuran’a” demek, Kuran’ın emrine uyarak namaz kılmaya niyet ediyorum manasında namaza niyeti pekiştirici bir ilave olmaktadır. Özellikle bu şekilde niyet edilmesini yaşı büyük kişilerde görmekteyiz.
“Durdum divana, uydum Kuran’a, yönüm kıble, kıblem Kâbe, kurtarıcım Allah, şefaatçim Muhammed Mustafa.. niyet ettim bugünkü öğle namazının sünnetine.. yahut da farzına.. ya da son sünnetine!..”
.
Farz namazlarda ve bayram ile vitir namazlarında bunları tayin etmek lâzımdır. Meselâ “bugünkü sabah namazına veya cuma namazına veya vitir namazına veya bayram namazına” diye niyet edilir. Sadece farz namazını kılmaya niyet yeterli değildir. Farz namazlar bununla tayin edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu tayin edilmeksizin vakit içinde “bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet edilmesi de yeterli olur.
.
Cemaatle kılınan namazda bir kimsenin imama uyma niyeti, imamın tekbir getirip namaza başlamasından sonra olması şart değildir, önce de olabilir. Çünkü ibadete sürat ve acele etme fazileti sebebiyle cemaatin tekbirleri, imamın tekbirine çok yakın olmalıdır. Bu nedenle niyet, imamın tekbirinden önce yapılabilir. Burada önemli olan, imam tekbir almadan tekbir alıp namaza başlamamaktır.
.
Kişinin tek başına kıldığı namazda Fatihadan sonra gizlice âmin demesi sünnettir. Cemaatle namaz kılarken de imamın sesli kıraatinde Fatiha’nın peşine cemaatin yine gizlice âmin demeleri de sünnettir.
.
Vücut hatlarını belli etmeyecek bir bollukta pantolanla namaz kılmak caizdir.
Avret yerlerini belli edecek şekilde dar elbiselerle, dar giysilerle namaz kılmak, erkekler için de, kadınlar için de mezmûmdur, kötülenmiştir.1
.
Resimli bir elbise giymek dinen uygun değildir. Resmin bulunduğu yere rahmet melekleri girmez. Bizimle beraber olan melekleri rahatsız etmemeye çalışmalıyız.
Resimli elbiseyle namaz kılmak ise mekruhtur. Yani bu şekilde kılınan namaz sahihtir, iade edilmesi gerekmez. Fakat mekruh işlenmiş olduğundan, namazdan elde edilecek sevap eksilmiş olur.
Namaz kılınacak odada oyuncak veya süs eşyalarının bulunması, namaz kılanın zihnini meşgul etmesi, kalp huzurunu bozabilmesi nedeniyle mekruhtur.
Namaz kılan kimsenin önünde, başının üzerinde veya sağı ve solunun hizasında heykel veya canlı bir resmin bulunması mekruhtur. Arkasında bulunmasının da mekruh olduğu görüşünde olanlar vardır. Canlı bir varlığa ait olmayan resimlerin bulunmasında bir mekruhluk yoktur. Ay, güneş, deniz, manzara resmi gibi… Fakat bunlar namaz kılanın zihnini meşgul edecek yerde ve şekilde bulunurlarsa, mekruh olur.
xxxxxxxxxx
|
|
|
Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir. Bununla birlikte vitir namazı yatsı namazından sonra kılınır. Bu tertibe uymak vaciptir. Bu, İmam-ı A’zam’a göredir. İmameyn’e göre ise vitrin vakti yatsı namazı kılındıktan sonra başlar. Bu ihtilâf üzerine şöyle bir mesele ortaya çıkar:
Bir kimse, yatsı namazını kıldıktan sonra elbisesini değiştirip başka elbise ile vitri kılsa da evvelki elbisesinin temiz olmadığı anlaşılsa İmam-ı A’zam’a göre yalnız yatsı namazını iade lâzım gelir. İmameyn’e göre ise, her iki namazı da iade icap eder. Çünkü vitir namazı vaktinden evvel kılınmış olur.
Paylaş:
.
Secde ayeti, namazda zammı sure olarak okunacak olursa; eğer secde ayetinden sonra üç ayetten fazla okunmazsa, yapılacak rükû ve secde ile -niyet edilsin veya edilmesin- bu tilavet secdesi de yerine getirilmiş olur. Fakat tercih edilen fetvaya göre, rükû şeklinde yapılacak bu tilavet secdesine niyet edilmelidir.
Eğer secde ayetinden sonra üç ayetten fazla okunacak ise, hemen rükû veya secde ile tilavet secdesi yapılmalıdır. Secde edilmesi daha faziletlidir. Bu durumda namazın normal rükû ve secdeleri ile tilavet secdesi yerine getirilmiş olmaz.
Secde ayetini namazda zammı sure olarak okuyan kimse, dilerse secde ayetinden sonra okuyacağı ayet miktarına bakmaksızın derhal “Allahü Ekber” diyerek tilavet secdesine varır. Bu niyetle yalnızca rükûa varması da yeterli olur. Daha sonra kıyama dönüp birkaç ayet okuyarak rükû ve secdelerle namazına devam eder. Okuduğu secde ayetiyle sureyi bitirmiş ise başka bir sureden birkaç ayet okur. Çünkü tilavet secdesinden kalktıktan sonra birkaç ayet okumadan namazın rükû ve secdelerine varmak mekruhtur.
Rükû ile tilavet secdesini yerine getirmek namaza mahsustur. Namaz dışında, mutlaka secde edilmesi gereklidir. Çünkü tilavet secdesi hususi bir tazimdir, bir emre itaat etme göstergesidir. Bu, namaz içinde rükû ile de yerine getirilmiş olursa da, namazın dışındaki rükû ile yapılmış olamaz.
Tilavet secdesine namazda iken yalnız kalp ile niyet edilir. Namaz dışında ise, dil ile de niyet edilmesi sünnettir.
Eğer bunu cemaatle kılınan teravih namazında yapıyor iseniz, yani mesela tek başınıza iki rekat teravih kılıp imamla birlikte ceaatle kılınan teravih namazına kaza namazına niyetlenerek katılıyorsanız, teravih namazını on sekiz rekat eksik kılmış olursunuz ve ayrıca imama bu şekilde uymanız da caiz olmaz. Çünkü imam ile cemaatin namazı aynı olmalıdır.Oysa imamın namazı nafile iken sizin namazınız farz olmaktadır.
Eğer bunu kendi başınıza yapıyorsanız, teravih namazını eksik kılmış olursunuz. Çünkü teravih namazı 20 rekattır ve Ramazan ayına has sünnet-i müekkede bir namazdır.
Size tavsiyemiz, teravih namazını tam olarak kılınız. Çünkü vakit namazlarının sünnetleri ya da haklarında hadis-i şerifler varid olunmuş teravih, kuşluk, teheccüd namazı gibi nafile namazlar yerine kaza namazı kılmak doğru değildir. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünneti yerine getirilmelidir.
Kaza namazlarım var diye sünnetleri terk etmek düşüncesi yerine bu konuda şöyle düşünmenin daha doğru ve daha yararlı olacağına inanıyorum:
Kişi namazlarını kazaya bırakmakla zaten bir günah işlemiştir. Şimdi bunu telafi edeyim derken, sünnet gibi Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hayatı boyunca kıldığı, kılana büyük sevapların verileceğini vaat edildiği, insanı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize yaklaştıran ve bir hadis-i şerifin beyanlarına göre ahirette farzların eksik gelmesi durumunda zaten kaza yerine ALLAH Teâlâ’nın lütfü ile kabul edilecek bir ameli terk etmek doğru değildir. Eksikliği telafi etmek, sünnet olan bir ameli terk etmek suretiyle olmamalı, o eksiklik için ayrı bir zaman ayırmalı ve kaza namazları o vakitte ayrıca kılınmalıdır.
Paylaş:
.
.
Kadın/erkek çıplak ayakla, çorapsız namaz kılabilirler. Fakat çorapla namaz kılmaları edeptendir.
Bununla birlikte bayanın entari veya eteği topuklara kadar uzun olmalıdır. Ayrıca ayakların bayanlar için mahrem olup olmadığı tartışmalıdır.
Bilindiği gibi namaz kılarken avret mahallini örtmek farzdır. Müslüman ve hür bir kadının elleri ve yüzü müstesna bütün bedeni avrettir. Ayaklarında ise ihtilaf vardır. Ayakların bayanlar için mahrem olup olmadığı tartışmalıdır. Mesela Şafi mezhebinde ayak avret olup, namazda ayağın açık kalması namazı bozmaktadır. Bu nedenle kadın için en uygunu bu ihtilaftan kurtulmak için çorapla namaz kılmaktır.1
dipnot
(1) Alemgir, el-Fetava’1-Hindiyye, 1/58
.
Sehiv secdesinin, farz-vacip veya nafile tüm namazlarda sehiv secdesini gerektirecek bir durumdan dolayı yapılması vaciptir.
.
Hayır, sehiv secdesi gerekmez. Çünkü Farzların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin son ka’de (oturuş)larında, gayri müekked sünnetler ile diğer nafile namazların da her ka’desinde tahiyyattan sonra Salli-Barik dualarının okunması sünnettir. Bu durumda sünnet terk edildiği için namazın sevabı eksk olur
.
Soru: Tek başına namaz kılan kimseye, gizli olan kıraati açıktan okuduğu için sehiv secdesi lazım gelir mi?
Evet gerekir. Çünkü tek başına namaz kılan bir kimsenin öğle, ikindi ve gündüz kılacağı nafile namazlarda kıraati sessizce yapması vaciptir.
Namazda yanılarak terk edilen vaciplerden dolayı sehiv secdelerinde bulunmak vaciptir
.
İster tek başına ister cemaatle namaz kılınsın, sehiv secdesinin yapılışı aynıdır. Sadece cemaatle namaz kılınırken cemaatin dağılmasını önlemek için tek tarafa selam verilir ve sehiv secdesi yapılır. Tek başına namaz kılarken ise iki tarafa selam verilip sehiv secdesi yapılır.
Ayrıca namazın sonunda selam vermenin hükmü şudur: Namazın sonunda önce sağa, sonra sola selam vermek vaciptir. Bir görüşe göre ise sağa selam vermek vacip iken, sola selam vermek sünnettir. Namazdan çıkılması ise yalnız bir selâm ile meydana gelir, bununla namaz bitmiş olur.
.
İkamet ettiğiniz, yani daima oturduğunuz yerin belediye sınırlarını geçtikten sonra 90 km ve daha fazla uzağa yolculuk yaptığınız zaman, seferi olmuş olursunuz. Ancak gittiğiniz yerde en az 15 gün kaldığınız takdirde orada seferi olmaktan çıkmış ve mukim olmuş olursunuz. Bu durumda da oraya gitme ve dönme yolculuğunuz süresince yine seferi olmuş olursunuz.
Seferilik, ikamet edilen beldenin sınırları geçildikten ve en az 90 km mesafedeki bir yere gidilmesine niyet edildikten itibaren başlar. Bu sebeple bu belde sınırı geçilmedikçe ve sefere niyet edilmedikçe sefer hali başlamış olamaz.
Burada niyet, seferi olan bir mesafedeki yolculuğa çıkıldığının bilinmesidir.
.
Soru: İmam-hatip olarak görev yapmaktayım. Görev yaptığım yer benim vatan-ı ikametim mi oluyor yoksa vatan-ı asli olarak değişir mi?
İşinizden dolayı orada yaşadığınız ve oraya yerleşme niyetiniz olmadığı için görev yaptığınız memleket, sizin vatan-ı ikametiniz olmaktadır.
.
Öncelikle seferi mesafeye yani en az 90 km bir uzaklığa giden kimse yaşadığı yerin belediye sınırlarını geçtiği andan itibaren seferi hükmünde olur ki dört rekâtlı farz namazları iki rekât olarak kılar.
Böyle bir kimse gideceği yerde 15 günden az kalacak ise bu süre içerisinde orada seferi olur. Fakat orada en az 15 gün kalacak ise seferi değil, mukim olur.
Konaklama gününün bir gün mü, üç gün mü, yirmi gün mü şeklinde belirsiz olması halinde kişi seferi olur.
.
Seferilik mesafesi, seyahatin sürdüğü zaman süresi ile değil, çıkılan yer ile varılan yer arasındaki mesafe ile ölçülür.
Uçağın sürati araba veya trenden daha fazla olduğu için bir rotadaki aynı mesafeyi çok daha kısa sürede kat etmektedir. Ama kat edilen mesafe aynıdır.
Kısacası seferiliği yolculuğun süresi ve rahatlığı değil, kat edilen mesafe belirler. Bu mesafe 90 km’den çok ise, kişi seferi olur.
İstanbul’dan uçakla hacca gidenler, karayoluyla gidenlere göre daha mı yakın bir yere gidiyor? Kaç tane Kâbe var?
.
Soru: Yolculuk edilen mesafe 90 km’den fazla ve gidilen yerde 15 günden az kalındığı takdirde; gidilen yer kişinin babasının memleketi ise asli vatanı sayılıp namazlarını tam kılması mı gerekir? Annenin memleketinde durum nasıldır? Evlenen bayanın evlendikten sonra kendi memleketinde namazları seferi olarak mı kılması gerekir? Eşinin memleketinde seferilik durumu nedir? Bu durum erkek için nasıldır?
Eğer kişi babasının memleketinden ayrılmış ve başka bir yere tamamıyla yerleşmiş ise, bu durumda vatan-ı aslisi yeni yeri olmuş olur. Babasının memleketinde şartlara göre (90 km’den uzak ve 15 günden az konaklama) seferi sayılır.
Bu hususta mesele babanın veya annenin memleketi değil, kişinin doğup yetiştiği, içinde barınıp başka yere tamamen yerleşmek için gitmek istemediği yerdir. İşte böyle bir yer kişinin vatan-ı aslisi olur. Kişi buradan ayrılmış ve başka bir yere tamamıyla yerleşmiş ise, eski yer vatan-ı asli olmaktan çıkar, yeni yer kişinin vatan-ı aslisi olur.
Bir bayan evlenip ayrıldığı memleketine gittiği zaman (90 km’den uzak ve 15 günden az konaklama) seferi olur, dört rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılar.
Çünkü vatan-ı aslî kendi misli ile değişmiş, bozulmuş olur. Kişinin evlenip yerleştiği yer, onun vatan-ı aslisi olmuştur.
Sefer ve ikamet hallerinde uyan değil, uyulanın niyeti geçerlidir. Bu nedenle kadın seferilik hususunda kocasına tabidir. Kadın, kocasının seferi olduğu yerde seferi, kocasının mukim olduğu yerde de mukim olur.
Erkek içinse böyle bir durum söz konusu değildir.
.
Seferi olan bir kimse, dört rekâtlı farz namazlarını kısaltarak ikişer rekât olarak kılar, buna “kasr-ı salât” denir. Akşam namazının farzı yine üç rekat, sabah namazının farzı da yine iki rekat olarak kılınır.
Seferi iken dört rekâtlı namazları iki rekât kılmak vaciptir. Bu, bir ruhsat değil, azimettir.1 Bu sebeple, seferi hükmünde bir kimse ne kadar rahat ve ne kadar geniş vakte sahip olursa olsun, dört rekâtlı namazları iki rekât kılacaktır.
Seferilikte sünnet namazların kısaltılması diye bir husus yoktur. Dört rekâtlı farzların iki rekât olarak kılınması mesafeye yani seferi olmaya bağlı iken, sünnetlerin kılınması veya terk edilmesi yolculuğun durumuna, vakte ve fırsata bağlıdır.
Seferi bir kimse, eğer güvenli ve meşakkatsiz bir yolculukta olup vakti de müsaitse, farzlardan önce ve sonra kılınan revatip sünnetler ile işrak, evvabin gibi nafile namazları kılar. Bu şekilde bir fırsat ve vakte sahip değilse, farzları iki kılıp sünnetleri terk eder. Elbette sabah namazının sünnetinin ayrı bir önemi olduğu için, seferi bir kimse her halükarda sabah namazının sünnetini kılmaya gayret etmelidir.
Seferilikte namaza nasıl niyet edilir?
Seferilikte namazın özel bir niyeti yoktur. Kişi mukimken namaza nasıl niyet ediyorsa, seferilikte de aynı şekilde niyet eder. Çünkü kişinin yolculuk başında seferiliğe niyet etmesi, namazını kısaltarak kılmasına yeterlidir.
Bu nedenle kişinin seferilikte kılacağı namazlar için “seferi kılmaya” veya “dört rekatı iki rekat kılmaya” şeklinde niyet etmesine gerek yoktur.
dipnot
(1) Alemgir, el Fetava’l Hindiye: 1/139
Seferilik sınırı, oturulan yerin yerleşim sınırından başlar. Mesela bu sınır, köy için köy yerleşiminin son bulduğu yer, ilçe için ilçe belediye sınırları, il için il belediye sınırlarıdır. Büyükşehir sınırları tek bir yerleşim sınırıdır. Buna göre İstanbul için bu sınır, batıda Silivri çıkışı, doğuda ise Tuzla çıkışıdır.
.
Soru
İşim dolayısıyla evimden uzaktayım. Her on-on iki günde evime üç-dört günlüğüne gidiyorum. Arada 360 km yol mesafesi var. Namazlarımı nasıl kılmalıyım?
Çalışmak için gittiğiniz yerde on beş günden az kaldığınız zamanlarda, seferi sayılırsınız. Çünkü şeran 90 km’den öte mesafe, seferi mesafesi kabul edilmektedir.
Seferi iken dört rekâtlı farz namazlar iki rekât olarak kılınır. Sünnetler ve vitir normal şekilde kılınmaktadır.
.
Seferi bir kimse ancak vaktin edasında mukim imama uyabilir. Bu durumda dört rekatlı bir farz namazını mukim gibi tam olarak kılar. Çünkü imama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekâttan dört rekâta dönmüş olur.
Fakat vaktin haricinde, yani kendisinin seferi iken kazaya kalmış dört rekâtlı bir namazında mukime uyması sahih olmaz. Çünkü böyle kazaya kalmış namazı, evvelce iki rekât olarak kesinleşmiştir.
.
Bugün 3 ziyaretçi (154 klik) kişi burdaydı! |
Güneşin batışı halinde sadece o günün ikindi namazı kılınabilir. Fakat diğer bir günün kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınamaz. Çünkü kâmil bir halde vacip olan bir ibadet, nakıs (eksik, kusurlu) olarak kaza edilemez. Kerahet vakti ise ibadetin nakıs olmasına sebeptir.
Güneşin doğuşuna rastlayan herhangi bir namaz ise bozulur. Bu sebeple bir kimse, daha ikindi namazını eda etmekte iken güneş batsa, namazı bozulmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken güneş doğsa, namazı bozulur. Çünkü birinci durumda yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci durumda ise namaz vakti çıkmış, yeni bir namaz vakti girmemiş olur.
İkindi namazının durumuyla ilgili mezhepler arasında görüş birliği varken, sabah namazının durumuyla ilgili Hanefi mezhebi diğer üç mezhepten farklı görüştedir. Diğer üç mezhep güneş doğmadan önce sabah namazının bir rekatını kılan kimsenin namazı güneşin doğmasıyla bozulmaz görüşündedir. Delilleri “Güneş doğmadan önce sabah namazının bir rekâtına yetişen kimse namazı tamamlasın.”1 hadis-i şerifidir.
İmam-ı Azam ise güneşin doğması ile sabah namazının batıl olacağına hükmetmiştir. Ona göre, güneşin doğmasıyla namaz kılınması yasaklanmış olan bir vakte girilmiş olmaktadır, hâlbuki güneşin batmasıyla namaz kılınması yasak olan bir vakte girilmemektedir.
Konuyla ilgili olarak bazı âlimler: “Bu ve benzeri hadislerde güneş doğduktan sonra sabahın tamamlanacağına ruhsat verilir ise de, güneş doğduktan sonra her çeşit namazı yasaklayan rivayetler tevatür derecesini bulmuştur, öyle ise, mubah kılan hadisler mensuhtur” demiştir. Aynî, bu görüşün izahatını şöyle yapmaktadır: “Bir meselede mubahlık ve haramlık birleşirse haram hükmü esas alınır ve onunla amel edilir, mubahlık terk edilir. Çünkü eşyada asıl olan helal olmasıdır, öyleyse haram hükmü sonradan gelmiştir. Sonradan gelen nâsihtir, önceki mensuhtur. Öyle ise güneşin doğmasından sonra namazın tamamlanmasını haram kılan hüküm muahhardır ve nâsihtir, bununla amel edilmesi gerekir.
dipnot
(1) Buhârî, Mevâkît 28, 17; Müslim, Mesâcid 163, (608); Muvatta, Vukût 5, (1, 6); Tirmizî, Salât 137, (186); Ebû Dâvud, Salât 5, (412); Nesâî, Mevâkît 11, (1, 257, 258), 28, (1, 273)
Paylaş:
İmsak vaktinin girmesiyle birlikte sabah namazının vakti de girmiş olmaktadır. Bu nedenle imsakten hemen sonra sabah namazı kılınabilir. Fakat ihtiyaten bunu üç-beş dakika kadar geciktirmek daha uygundur.
Yani ezanı beklemeniz şart değildir. Namaz için ezan değil, vakit şarttır.
Sabah namazının vakti güneşin doğmasıyla sona ermektedir. İmsak ile güneş doğumu arasında sabah namazı kılınmalıdır. Bununla birlikte sabah namazında isfar yani geciktirme müstehaptır. Buna göre sabah namazını güneşin doğmasına 20-25 dakikaya kalana kadar geciktirmek daha faziletlidir. Bu geciktirmede ölçü şu olmalıdır: Namazın sünnet ve farzını hakkıyla kılabilecek, huşu ve huzurun bozulmasına sebep olacak aceleye gerek bırakmayan yeterli bir vaktin bulunmasıdır.
.
Sabah ve İkindi namazının farzı kılındıktan sonra nafile (sünnet) namaz kılınması mekruhtur. Çünkü kerahet vaktine yakınlaşma söz konusudur.
.
Gece, akşam güneş batımıyla başlar, imsak vaktinin girmesiyle son bulur. Bu aradaki toplam süre üçe bölünür. Seher vakti de son yani üçüncü bölümdür.
Mesela diyelim ki güneş 16:45’te batmakta, imsak vakti de 05:34’tür. Aradaki süre yaklaşık 13 saattir.
Buna göre gecenin üçte birlik bölümü saat 16:45 ile 21:15, üçte ikilik bölümü, 21:45 ile 01:45, seher vakti ise 01:45 ile 05:34 arasıdır.
.
Bu şekilde kıldığınız ikindi namazınız sahihtir, iade etmeniz gerekmez. Namaza ikindi namazının vaktinde başlayıp akşam namazının vaktinde bitirmiş olduğunuzdan tam olarak eda veya kaza denilemez. Takdir Cenab-ı Hakk’ındır.
Ayrıca ikindi namazını bu derece geciktirmek tahrimen mekruh olduğu için kişi günahkâr olur.
.
Özürsüz olarak namazı böylesine vaktin sonuna bırakmak doğru ve akıllıca bir hareket değildir. Takvimlerdeki namaz vakitlerinde olası yanlışlığı göz önünde bulundurup her zaman en az beş dakikalık bir ihtiyat payı bırakmak gerekir.
.
Soru |
“Vaktin ikinci yarısına kadar namaz tehir edilebilir ama namazın vaktin ikinci yarısı başladıktan sonra kılınması günah olur.” denilmektedir, bu hüküm doğrudur? Namazı kılma hangi vakte kadar geciktirilirse mekruh olur? |
|
Beş vakit namazın farz ve sünnetleri ile vitir namazıyla teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan “namaz vakitleri”ni bilmek gerekir.
“…çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.”1
Vakti daha girmeden kılınan bir namaz, muteber değildir, iadesi lâzım gelir. Vakti çıktıktan sonra kılınacak bir farz namaz ise eda edilmiş olmayıp kaza edilmiş olur. Kaza ise her yönüyle eda yerine geçemez.
Namaz vakitlerini Cebrail (A.S.) Peygamber (S.A.V.) Efendimize vaktin başında ve sonunda namaz kılarak göstermiştir.2 Bu iki vakit arasında kılınan namaz, vaktinde kılınmış demektir.
Vaktinde kılınan namaz demek, vakti çıkmadan kılınan namaz demektir. Fakat hadis-i şerifte3 namazları ilk vaktinde kılmanın daha sevap olduğu işaret buyrulmuştur.
Bu arada kılınması daha faziletli ve müstehap olan vaktin kısımları da vardır. Mesela sabah namazında aydınlığın belirmesiyle ortalığın açılması zamanına isfar (geciktirme) müstehaptır. Öğlen namazını, kışın vakit girince hemen kılmak, yazın ise serinlik için biraz geciktirip kılmak müstehaptır. İkindi namazını da güneşin daha tegayyür etmeyeceği yani kendisine bakan gözleri kamaştıramaz hale geldiği saate kadar tehir etmek daima müstehaptır. İkindinin farzından sonra nafile kılınamayacağı için hem bu şekilde nafile kılabilmek için vakit de kazanılmış olur. Ayrıca ikindi namazını güneşin batmasına 45 dakikadan az bir süre kalmasına kadar mazeretsiz geciktirmek günahtır. Çünkü bu vakit kerahet vakti olmaktadır. Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstehaptır. Vakti dar olduğundan tehir edilmesi uygun olmaz. Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmek müstehaptır.
Ayrıca şunu da unutmayalım ki, mazeretsiz olarak namazı son dakikaya kadar geciktirmek günahtır. Çünkü vakit darlaştıkça namazın kılınmama riski artacak, kılınsa da acele ile ifa edildiğinden o namazdan huşu elde edilemeyecektir.
Biraz sonra kılarım demek, meşru bir sebep yoksa, nefis ve şeytandandır. Zira bunların vazifesi müminin ibadetine engel olmak, bunu başaramazsa tehir ettirip sevabını azaltmaktır.
Bu nedenle sorunuzda belirttiğiniz “Vaktin ikinci yarısına kadar namaz tehir edilebilir ama namazın vaktin ikinci yarısı başladıktan sonra kılınması günah olur.” sözü tam anlamıyla doğru değildir.
Konumuzla ilgili olarak bir kıssayı okuyup payımıza düşeni alalım:
Bir zamanlar bir adam varmış. Bu kişi vakit içerisinde oyalanıp namazlarını hep son dakikada kılarmış.
Derken ölüm gelmiş, yakalamış. Hesabı görülmeye başlanmış. Sevaplar-günahlar derken karar verilmiş: Cehennemliksin!
Zebaniler adamın koluna girmiş, cehenneme doğru götürüyorlar. Başlamış adam ağlamaya, sızlamaya. Kan ter içinde ecel terleri dökmeye başlamış. Çaresizce etrafına bakıyormuş.
Cehennem kapısı açılmış, tam cehenneme atılacakken arkadan gür bir ses duyulmuş:
“Durun, atmayın.”
Zebaniler adamı bırakmışlar. Sesin geldiği yere dönen adam da “ Sen kimsin?” diye sormuş.
Ses cevap vermiş: “Ben senin namazınım.”
Adam da buna karşılık: “Yahu ömrü uzun,madem gelecektin, niye bu kadar geciktin? Burada ecel terleri döktüm.
Aldığı cevap:
“ Eeee sen de beni dünyada hep son anda kılardın. O yüzden ben de son anda geldim imdadına.”
dipnot
(1)Nisa suresi: 103
(2)Tirmizi, Salat: 1; Buhari, Mevakitu’s Salat: 1
(3)Buhari, Mevakit: 5, Cihad: 1, Edeb: 1, Tevhid: 48; Müslim, İman: 137
.
Bu mesele öğlen namazının sona erip ikindi namazı vaktinin girdiği zamanla ilgilidir ve mezhep imamlarımızın asr-ı sani, asr-ı evvel tanımı ihtilafından kaynaklanmaktadır.
Öğle namazının vakti, güneşin zeval (güneşin tam tepe noktasından batıya doğru kaymaya başlaması)ndan itibaren başlar ve “Fey-i zeval=güneş tam tepedeyken her şeyin kendi gölgesi”nden başka, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşacağı zamana kadar devam eder. Bu zamana “Asri sanî” denir. Bu, İmam-ı A’zam’a göredir. İmameyn’e ve diğer üç mezhep imamına göre ise her şeyin gölgesi fey-i zevalden başka kendisinin bir misline ulaşınca öğle namazı vakti çıkmış, ikindi namazı vakti girmiş olur. Bu zamana da “Asr-ı evvel” denir.
Bu ihtilâftan kurtulmak için öğle namazını her şeyin gölgesi, fey’i zevalden başka kendisinin bir misli olacak zamana kadar tehir etmemeli, ikindi namazını da her şeyin gölgesi, fey-i zevalden başka iki misli olmadıkça kılmamalıdır. Başka bir ifade ile öğle namazını asr-ı evvelden önce kılmalı, ikindi namazını da asr-ı sani olmadıkça kılmamalıdır.
Sabah namazının vakti güneşin doğmasıyla son bulur.
.
Günümüz takvimleri son derece gelişmiş ve hassas hesaplamalara dayalı bilimsel çalışmaların sonucudur. Bununla birlikte az çok hata olabilme ihtimalini de göz önüne almakta fayda vardır. Buna göre takvimde yazılı vaktin bir iki dakika öncesi ve sonrasını bu ihtiyat ile değerlendirmek daha uygundur.
Mesela sahur yapılıyorsa, takvimde yazılı imsak vaktinin bir iki dakika öncesinde yeme-içmeyi bırakmak, bu ihtiyat gereğidir.
İmsak vaktinden sonra teheccüd kılınmaz. Çünkü imsak vakti ile yatsı namazının vakti çıkıp sabah namazının vakti girmektedir. Teheccüd namazının vakti ise yatsı namazının vaktidir.
.
Kerahet vakitleri beş tanedir:
1- Güneş doğduktan sonra bir mızrak boyu yükselmesine kadar olan vakittir.
2- İstiva vaktidir. Yani güneşin tam tepeye gelip tam zeval (doğudan batıya doğru kayma) anında bulunduğu vakittir.
3- Güneşin sararmasından, gözleri kamaştırmaz bir hale geldiğinden battığı zamana kadar olan vakittir.
4- Şafağın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakittir.
5- İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin sararmasına, gözleri kamaştıramaz bir hale gelmesine kadar olan vakittir.
Memleketimizde ilk üç vaktin başlangıç ve bitiş süreleri ortalama 40-50 dakika arasıdır. Yani güneşin doğmasından 40-50 dakika sonrası ve öğle ezanı ile akşam ezanı vakitlerinden 40-50 dakika öncesi kerahet vakitleridir.
Bu ilk üç kerahet vaktinde kazaya kalmış farz namaz, vitir gibi bir vacip namaz, hazırlanmış bir cenaze namazı kılınamaz ve de tilavet secdesi yapılamaz. Aksi takdirde iadeleri lâzım gelir.
Ayrıca bu ilk üç vakitte nafile namaz da kılınamaz. Fakat kılınacak olursa, sahih olup iadesi gerekmez. Yine de bu vakitlerde nafile namaz kılmamak, başlanırsa da bozup kerahet vaktinden sonra kaza etmek daha faziletlidir.
Son iki kerahet vaktinde ise yalnızca nafile namaz kılınmaz. Bu iki vakitten birinde başlanılmış olan bir nafile namazı, kerahetten kurtulması için bozulursa, daha sonra kazası lâzım gelir.
Kerahet vakitlerinde vaktin farzı kılınabilir mi sorunuza gelecek olursak;
Zaten ilk iki vakit, herhangi bir namazın vakti değildir. Yani güneşin doğmasıyla birlikte sabah namazının vakti çıkarken yeni bir namazın vakti girmemektedir. İstiva vakti de aynı şekilde bir namaz vaktine dâhil değildir.
Bundan istisna sadece günün ikindi namazının farzıdır. Güneşin batışına yakın veya batışı halinde yalnız o günün ikindi namazı kılınabilir. Fakat başka bir günün kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınamaz.
Ayrıca bir kimsenin ikindi namazını özürsüz olarak bu kadar geciktirip kerahet vaktine bırakması günahtır.
.
Sabah namazından sonra ve akşam namazından önce genellikle 45 dakikadır. Öğlen namazından önce ise genellikle yarım saattir.
Fakat bu miktarlar Ekvatordan uzaklaşma veya yakınlaşma mesafesine göre az da olsa farklılık göstermektedir.
.
Vitir namazı vacip bir namaz olduğundan, vaktinde kılınamazsa kazası gerekmektedir. Vitir namazının kazası, aynen vaktinde kılınan vitir namazı gibidir. Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz “Her kim vitrini kılmadan uyuya kalır veya onu unutursa, hatırladığı zaman kılsın.”1 buyurmuşlardır.
dipnot
(1) Ebu Davud Vitr:6, Tirmizi Vitr:10
.
Her iki türlü de kunut tekbiri alınabilir.
.
itir namazı kılınırken üçüncü rekatta kunut için tekbir alındıktan sonra kunut (dua) yapmak vaciptir. Yoksa kunut duası diye bilinen duayı okumak vacip değil, sünnettir.
Bu sebeple kunut duasını bilmeyen yalnız “Rabbena Âtina…” âyeti kerimesini okuyabilir. Üç kere ” ALLAHümmağfirli -Ey ALLAH’ım! Beni mağfiret eyle!” de diyebilir. Üç kere “Yarab!” demesi de caizdir.
Bununla birlikte kunut duasını bilmeyip yukarıda izah ettiğimiz şekilde diğer duaları ve zikirleri okuyan kimsenin bu sebeple sehiv secdesi yapması gerekmez.
.
Kunut, yatsı namazından sonra kılınan vitir namazının son rekâtında rükûdan önce yapılan duanın adıdır.
Kunut, kelime olarak “İbadet, taat, huşû, kıyam, sükût, dua” anlamlarına gelirken fıkhî bir terim olarak “taatte bulunmak, dua etmek ve herhangi bir şerden kurtulmak ya da hayrı elde etmek için namazda Allah’a sığınmak” manasındadır.
Vitir namazının üçüncü rekâtında Fatiha ve zamm-ı sûre okunduktan sonra “Allahü Ekber” diyerek eller kaldırılır ve yana salıverilmeden kunut duaları okunur, sonradan rükûa varılır.
Vitir namazında kunut, yani dua okumak ve kunut tekbirini almak vaciptir. Bu İmam-ı A’zam’a göredir. İmameyn’e göre ise bunlar sünnettir.
Kunut duaları, diğer namazlarda bulunmadığından, farklı ve yeni bir duruma geçişi belirtmek üzere, vitir namazının üçüncü rekâtında kunut tekbiri alınır. Doğrudan kunut dualarını okumaya geçmek, namazdaki olağanlığı ve sıradanlığı sürdürmek demektir. Farklı bir duruma geçiş, bir tekbirle yapılarak, bu sıradanlık ve olağan akış, bir değişikliğe uğratılır. Zaten rüku ve secde tekbirleri, “intikal (geçiş) tekbirleri” olarak adlandırılır. Kunut tekbiri de, bu anlamda bir intikal tekbiridir.
Çünkü kunut tekbirinden önce okunanlar, Kuran-ı Kerim’den birer sûre ve âyettir. Kunut duaları ise Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem) Efendimizden rivayet edilen birer duadır. İşte âyetle dua arasını ayırmak ve dua hâline intikal etmek (geçmek) için tekbir alınmaktadır.
Ayrıca Kunut tekbirinin eller kaldırılıp sesli olarak alınmasının hikmeti de, sağır ve kör gibi özürlü kimselere tekbir alındığını bildirmek içindir.1
Kunut tekbirin namaz içerisinde niçin ve nasıl hâsıl olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Mesela İbrahim Hakkı Bursevî Hazretlerinin Ruhu’l Beyan isimli eserinde konuyla alakalı şöyle bir hadise rivayet edilmektedir:
“Miraç gecesi Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem) Efendimiz Sidretü’l Münteha’da namaz kılarken üçüncü rekâtta İlâhî rahmet ve nur tecelli etti. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) o nur içinde kaldı. Ve kendinden geçmiş vaziyette elleri çözüldü. Sonunda ellerini kaldırarak tekbir aldı. İşte bu şekilde kunut tekbiri hasıl olmuştur.”2
Başka rivayetlerde ise Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem) Efendimizin üçüncü rekatta rükua gideceği vakit cehennemi gördüğü ve bu nedenle kendisinden geçip ellerinin çözülüverdiği, bu hal ile birlikte kendine gelip tekbir alarak kunut dualarını okuyup Cehennemden ve Cehennem ehlinden Allah Teala’ya sığındığı bahsi geçmektedir.
Elbette bütün bu hikmet ve maslahatlar ibadetlerin özünü teşkil etmemektedir. Bunlar teşvik mahiyetinde olup asıl gaye Allah ve Resulü’nün rızasını kazanabilmektir. O halde Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem) nasıl kılmış ise biz de O’nu taklid eder ve O’na uyarız.
dipnot
(1) Nimet-i İslam, Sayfa: 308; et-Tahtavi, Sayfa: 305
(2) Ruhu’l Beyan, 4/413
.
Vitir namazına niyet ederken “bu gecenin” diye belirtmek en münasibi olmakla birlikte şart değildir. Şart olan, kılınacak namazın vitir namazı olduğunu niyette belirtmektir. Çünkü farz namazlarda ve bayram ile vitir namazlarında namazın niyette tayin edilmesi, belirtilmesi gereklidir.
Meselâ “(bugünkü) sabah namazına veya cuma namazına veya vitir namazına veya bayram namazına” diye niyet edilir. Sadece farz namazını kılmaya niyet yeterli değildir. Farz namazlar bununla tayin edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu tayin edilmeksizin vakit içinde “bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet edilmesi yeterli olur.
.
Hanefilere göre Vaktinde kılınmamış olan vitir namazı da kaza edilmelidir, vaciptir. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse uyuyakaldığı veya unuttuğu için vitri kılmazsa, hatırladığından veya uyandığında kılsın” (Ebu Davud, Tirmizi, Beyhaki, Müstedrek)
.
Bugün 3 ziyaretçi (155 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
Bugün 78 ziyaretçi (209 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|