|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Noel gecesini kutlamak!..
31 Aralık 2020 02:00
İslamiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübarek gün, bir gece yoktur.
Sual: Hıristiyanların ve diğer gayr-i müslimlerin, kutsal kabul ettikleri gün ve geceleri Müslümanların kutlamalarında mahzur var mıdır?
Cevap: İslamiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübarek gün, bir gece yoktur. Nevruz, Noel gecesi, Müslüman olmayanlar arasında değerli sayılır. Dürr-ül-muhtârda deniyor ki:
“Nevruz ve Mihrican günleri şerefine bir şey vermek caiz değildir. Bu günlerin isimlerini söyleyerek veya niyet ederek bir şey hediye etmek haramdır. Eğer bu günlere kıymet vererek yaparsa, kâfir olur. Çünkü bu günlere müşrikler kıymet vermektedir. Ebül Hafs-ı kebîr diyor ki: Bir kimse Allahü teâlâya elli sene ibadet etse, sonra bir müşrike, Nevruz günü şerefine yumurta hediye etse, kâfir olur. Yapmış olduğu ibadetlerin sevapları yok olur. Eğer bir Müslümana hediye eder ve bu güne değer vermezse, âdete uyarak verirse, kâfir olmaz. Fakat, tehlikeden kurtulmak için bir gün önceden veya sonradan vermelidir. Başka günlerde almadığını, o gün satın alırsa, o güne değer vermiş ise kâfir olur. Değer vermeyip, yalnız yemek içmek niyet etmiş ise, kâfir olmaz.”
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kâfirlerin âdetlerini, kâfirlik alametlerini yapıyorlar. Bilhassa, çiçek hastalığı zamanında, bu bela, iyilerinde de, fenalarında da görülüyor. Bu şirkten kurtulabilen ve kâfirlik alametlerinden birini yapmayan kadın, çok azdır. Hinduların bayram günlerine, ateşe tapınanların Nevruz günlerine, Hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, şirk olur, küfre sebep olur. Kâfirlerin bayramlarında, Müslümanların cahilleri, kâfirlerin yaptıklarını yapıyor ve kâfirler gibi, birbirlerine hediye gönderiyorlar. Bunlar hep şirktir, kâfirliktir. Sure-i Yusuf'taki âyet-i kerimede mealen; (Biz, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, her şeyi yaratan O olduğuna inandık, Müslüman olduk diyenlerin çoğu, başkalarına ibadet ve itaat ederek ve daha birçok hareketleri ve sözleri ile, müşrik oluyorlar) buyuruldu.”
Büyük Kostantin putperest iken, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve putperestlikten de birçok şeyi Hıristiyanlığa sokturmuştur. Noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabul ettirmiş, böylece yeni bir Hıristiyanlık dini kurulmuştur.
Hazret-i İsa'nın doğumu belli değil midir?
30 Aralık 2020 02:00
“Hıristiyanların yortuları, putperest yortuları ile aynı tarihlere rastlar!.."
Sual: Hazret-i İsa'nın doğum gecesi ve miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilen Noel gecesi belli değil midir?
Cevap: İsa aleyhisselam, Peygamberlik vazifesini yapmaya başladığı zaman, Yahudilerden bazıları, onu beklenilen Mesih kabul ettiler. Ancak, Onun sözlerini, Yunan felsefesi ve putperest cemaatlerin fikirleri ışığında, tefsire tabi tuttular. Böylece, İsa aleyhisselamın hakiki dini, değiştirildi. İsa aleyhisselamın yolunu öğretmek yerine, Onun şahsını yüceltme teşebbüsleri, bu değişikliğin ilk işaretleri idi.
Dr. Morton Scott Enslin, Christian Beginnings kitabında diyor ki:
“İsa aleyhisselamın kim olduğunu araştırma, her şeyi Onun şahsiyeti ile ilgi kurarak açıklama gayretleri, kendisi için uydurulan ve kendisinin hiçbir zaman söylemediği şeyleri, kendisinin tebliğ ettiği, Allahü teâlânın kullarından istediği şeyleri ve tövbeye çağırdığı hususunu unutturdu. Böylece, ümmetine tebliğ ettiği ahkamın öğrenilmesi ve itaat edilmesi yerine, şahsiyetinin açıklanıp anlaşılması lazım olan bir kimse hâline geldi.”
Eski çağdaki putperestlerde, tanrıların ve kahramanların efsanevi hikâyelerine mitoloji denir. Hayali tanrıların ölmesi veya dirilmesi ile kendilerinin kurtulacağı zannolunurdu. Kurtarıcı tanrıya inanan kavimlerin ayinlerinin en mühimi, kişinin tanrı ile birleştiğine, bütünleştiğine inandıkları, sembolik et yeme ve içki içme ayinleridir. Her bir kurtarıcı tanrının, kış başlangıcında doğduğuna inanıldı. Kış başlangıcı ise, Julian takvimine göre 25 Aralık'tır. Hıristiyanlar da, İsa aleyhisselamı "kurtarıcı bir tanrı!" yaparak, bu tarihte doğduğunu kabul ettiler ve bu geceyi milat ve Noel olarak her sene kutlamaya başladılar.
Newyork Üniversitesinde tarih profesörü olan, Waelance Ferguson diyor ki:
“Hıristiyanların yortuları, putperest yortuları ile aynı tarihlere rastlar. Mesela, Noel tarihi, İran ve Roma'da güneş tanrısı Mithras'ın doğum tarihi idi. Ayrıca bu tarih çok eskiden beri putperest dünyasında önemli bir yortu günü idi.”
İsa aleyhisselam, gizli dünyaya gelip ve dünyada az kalıp, göğe çıkarıldığından ve kendisini ancak oniki havari bilip, İseviler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından, milat, yani Noel gecesi doğru anlaşılamamıştır
Namazda tereddüt olursa...
2020-12-29 02:00:00
Namazda düşünmek, bir farzı veya vacibi geciktirince, secde-i sehiv lazım oluyor.
Sual: Bir kimse, namazı kaç rekat kıldığında tereddüt ederek, biraz düşünse, secde-i sehiv yapması gerekir mi?
Cevap: Namaz kılan bir kimsenin, kaç rekat kıldığını şaşırıp, namaz içinde düşünmesi, sonraki rüknün veya vacibin, bir rükün zamanı kadar gecikmesine sebep olursa, bu arada, âyet ve tesbih okusa bile, secde-i sehiv yapması lazım olur. Namazın içindeki farzlara rükün denir. Bir âyet okumak, rüku ve iki secde, son rekatte oturmak, birer rükündür. Namazda düşünmek, bir farzı veya vacibi geciktirince, secde-i sehiv lazım oluyor. Mesela, son rekatte oturunca düşünürse, selam vermesi gecikirse, secde-i sehiv lazım olur. Fazla okuduğu salevat ve dua, sünnet olarak değil, düşünce, dalgınlık sebebi ile olduğu vakit, vacibin gecikmesi suç oluyor. Başka bir namazı kılıp kılmadığını veya dünya işlerinden herhangi birini düşünürse, bir rüknün gecikmesine sebep olsa bile, secde-i sehiv lazım olmaz.
Sual: Maliki ve Şafii mezheplerinde, sabah namazının dışındaki namazlar yalnız yolculukta mı birleştirilerek kılınabilir?
Cevap: Maliki ve Şafii mezheplerinde, seferde, yolculukta, hastalıkta ve ihtiyarlıkta, yaşlılıkta öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları cem edilebilir, birleştirilerek kılınabilir. Yani, ikisinden birisi, diğerinin vaktinde kılınabilir.
Sual: Sabah namazının farzını kılarken güneş doğarsa, bu namazı yeniden kaza mı etmek gerekir?
Cevap: Sabah namazının farzını kılarken, güneş doğmaya başlarsa, bu namaz sahih olmaz. İkindinin farzını kılarken güneş batarsa, bu namaz sahih olur. Bir kimse, akşam namazını kıldıktan sonra, tayyare ile, uçakla batıya gidince, güneşi tekrar görse, güneş batınca akşamı tekrar kılar.
Sual: Namazda okunan surelerde, bir kelime unutulup atlanır, okunmazsa, namaz bozulur mu?
Cevap: Namazda sureleri okurken, bir kelime unutulunca, mana değişmezse, namaz bozulmaz. Mesela “ve cezâü seyyietin seyyietün mislühâ” derken, seyyietün denmezse, namaz bozulmaz. Eğer mana değişirse, namaz bozulur. Mesela “lâ yü'minûn” derken, lâ denmezse namaz bozulur çünkü mana değişmektedir.
Sual: Abdest alırken başın tamamını mesh etmek şart mıdır?
Cevap: Hanefi mezhebinde, başın her tarafını, bir kerre mesh etmek sünnettir. Maliki mezhebinde ise farzdır.
.Yemeyi terk edip ölenin hâli
2020-12-27 02:00:00
Yemeyip, içmeyip, açlıktan, susuzluktan ölen günaha girer!
Sual: Yemeyi, içmeyi terk ederek açlıktan ve susuzluktan ölen bir kimse, bu yaptığından sorumlu olur mu?
Cevap: Yemeyip, içmeyip, açlıktan, susuzluktan ölen, günaha girer. Hâlbuki, ilaç almayıp ölen, günaha girmez. Namazı ayakta kılacak ve oruç tutacak kadar gıda almak farzdır. Doyuncaya kadar yiyip içmek mubahtır. Doyduktan sonra yemek, içmek haramdır. Yalnız sahurda ve misafiri utandırmamak için haram olmaz. Çeşitli meyve, tatlı yemek, içmek caiz ise de, vazgeçmek iyidir. Sofrada, lüzumundan fazla, çeşitli yemekler bulundurmak, ibadete kuvvetlenmek ve misafir için bulundurulursa, israf olmaz. Lüzumundan fazla ekmek bulundurmak da böyledir.
Sual: Kaybolmuş, yeri unutulmuş olan paraların, malların da zekâtı verilir mi?
Cevap: Kaybolmuş, denize düşmüş, gasbolunmuş, gömüldüğü yer unutulmuş mal ve inkâr olunan alacaklar, tam mülk olmadıkları için, zekâtta nisab hesabına katılmaz ve ele geçerlerse, önceki senelerin zekâtları verilmez.
Sual: Bir kimse, niyet etmeden, vereceği zekâttan daha çok, fakirlere para, mal verse, zekât borcu ödenmiş olur mu?
Cevap: Bir kimse, zekât niyeti ile, para veya malından kırkta bir ayırmadan veya verirken niyet etmeden, fakirlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünkü, zekât malını ayırırken veya kendi vekiline veya fakire veya fakirin vekiline verirken niyet etmesi farzdır.
Sual: Senetli, isbatlı alacaklar, fakir veya iflas eden kimselerde de olsa, bunlar zekât hesabına katılır mı, zekâtı verilir mi?
Cevap: Senetli veya iki şahitli olan veya itiraf olunan alacaklar, iflas edende ve fakirde de olsa, nisaba, zekât hesabına katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.
Sual: Bir kimse, namazda okuduğu sure veya duada, bu surelerdeki herhangi bir kelimeyi tekrarlayarak okursa namazına bir zarar gelir mi?
Cevap: Namazda okunan sure ve dualarda, kelimeyi tekrarlayınca mana değişirse, namaz bozulur. Rabbi Rabbil'âlemîn, mâliki mâliki yevmiddîn deyince bozulur. Fakat, mananın değiştiğini bilmezse veya ağzından kaçarsa yahut harfi doğru okumak için tekrar ederse, namaz bozulmaz.
Sual: Evvabin namazı diye bir namaz var mıdır?
Cevap: Akşam namazının farzından sonra, nafile olarak kılınan altı rekat namaza, Evvâbîn namazı denir.
.Zayıf kaville amel etmek
2020-12-25 02:00:00
Her Müslümanın kendi mezhebinin âlimlerine uyması lazımdır.
Sual: Fıkıh kitaplarında, zayıf kavil diye bildirilen hükümlerle de amel edilebilir mi?
Cevap: Her Müslümanın ibadet yaparken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebi âlimlerinin, "Fetvâ böyledir, En iyisi budur, En doğru söz budur" gibi bildirdiklerine uyması lazımdır. Kendi arzusu ile yaptığı bir şey, buna uymasına mâni olur ve bu mâni olmanın önlenmesinde harac, meşakkat bulunursa, kendi mezhebinde doğru olduğu bildirilen başka bir söze uyması lazımdır. Böyle de yapamazsa, Hanefi mezhebinde bulunan kimse, Hanefi mezhebindeki âlimlerin fetvâ olarak seçilmemiş zayıf sözlerine uyarak, işini görür.
Sual: Birkaç zenginin zekât vermekte vekili olan bir kimse, zenginlerden aldığı zekâtları karıştırıp fakirlere verse, zenginlerin zekâtları verilmiş olur mu?
Cevap: Bu konuda Bezzâziyyede deniyor ki:
“Fakirlere zekât vermek için, zenginlerin vekili olan kimse, topladığı zekâtları birbirleri ile karıştırınca, hepsi kendi mülkü olur. Fakirlere kendi malından sadaka vermiş olur. Zenginlerin zekâtları verilmiş olmaz. Zenginlerden aldıklarını onlara ödemesi lazım olur. Fakirler, önceden bu kimseye izin vermiş olsalardı, onların vekilleri olarak toplamış olur, fakirlerin mallarını birbirleri ile karıştırmış olurdu ve zekâtlar verilmiş olurdu.”
Sual: Ticaret yapan her Müslümanın, alışveriş bilgilerini öğrenmesi veya bilen birisine sorması mı gerekir?
Cevap: Bu konu hakkında Câmi'ul-fetâvâda deniyor ki:
“Bey ve şirâ yani alışveriş bilgilerini öğrenmeden ticaret yapmak helal olmaz. Her tacirin, tüccarın bir fıkıh âlimi bulup, işlerini buna danışarak yapması, böylece faizden ve fasit alışverişten kurtulması lazımdır.”
Sual: Çalınmış malları satan bir yerden, alışveriş yapmanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Bir yerde, yağma edilmiş, çalınmış şeyler ve hayvanlar satılıyorsa, çoğunun haram olduğunu bilen kimse, buradan bir şey satın almamalıdır. Eğer ihtiyacı çoksa, nereden aldın diye sormalıdır. Helalden olduğu anlaşılan malı almalıdır. Çoğunun haram olmadığı biliniyorsa, sormadan almak caiz ise de, sormak vera olur.
Sual: Ergenlik çağına girmiş olan kız ve erkek çocukların, eğer malları varsa zekât vermeleri gerekir mi?
Cevap: Hanefi mezhebinin âlimleri; “Mükellef, yani akıl, baliğ ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır” dediler.
.Namazda ayakta duramayan kimse...
2020-12-23 02:00:00
Ayakta durunca başı dönen kimse, farzları da oturarak kılar.
Sual: Ayakta duramayan veya ayakta durmakta zorluk çeken bir kimse, namazlarını ne şekilde ve nasıl kılabilir?
Cevap: Namazda ayakta duramayan veya ayakta durunca zarar gören, başı dönen kimse, farzları da, secde ettiği yerde oturarak kılar. Rüku için eğilir, secde için, başını yere koyar. Duvara, direğe, insana dayanarak, biraz ayakta durabilenin, ayakta tekbir alması ve o kadarcık ayakta okuması farzdır. Secde için yere eğilemeyen hasta, önceden yere konulan, 25 cm.den az yükseklikte sert bir şey üzerine secde yapmalıdır. Alnında yara olan, yalnız burnu, burnunda yara olan da, yalnız alnı ile secde eder. Alnında ve burnunda birlikte özür olup başını yere veya sert bir şey üzerine koyamayan, ayakta durabilse bile, yere oturarak imâ ile kılar. Yani rüku için biraz eğilir, secde için de, rükudan daha çok eğilir. Secde için, kendisi veya başkası, yerden bir şey kaldırıp, yüzünü bunun üstüne koyması tahrimen mekruhtur. Çünkü Feth-ul-kadîr, Merâkıl-felâh, Halebî ve Mecma'ul-enhürde diyor ki:
“Resûlullah Efendimiz bir hastayı ziyaret etti. Bunun, eli ile yastık kaldırıp, üzerine secde ettiğini görünce, yastığı aldı. Hasta, odun kaldırarak bunun üstüne secde etti. Odunu da aldı ve; (Gücün yeterse, yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne bir şey kaldırıp, bunun üzerine secde etme! İmâ ederek kıl ve secdede, rükudan daha çok eğil!) buyurdu. Kaldırılan şey üzerine secde ederken, rükudakilerden çok eğilirse, imâ ile kılmış olur, namazı sahih olur.”
Sual: Gayr-i müslimlerin ibadetlerini onlar gibi yapmak, Müslümanın imanını giderir mi?
Cevap: Kâfirlerin ibadetlerini, ibadet olarak yapmak, mesela kiliselerinde çaldıkları org gibi çalgıları ve çanları camilerde çalmak ve İslamiyetin kâfirlik alameti saydığı şeyleri, zaruret, cebir, zorlama olmadan kullanmak küfür olur, imanı giderir. Birgivî vasiyetnâmesinde; “Kâfirlerin ibadet olarak yaptıklarını yapan ve kullanan kâfir olur” denmektedir.
Sual: Zekât olarak verilecek mal, mutlaka fakire teslim edilmeli midir?
Cevap: Zekât vermek, malı Müslüman fakire temlik etmekle olur. Yani, malı fakirin eline vermek lazımdır. Îzâh kitabında; “Çocuğa, deliye verilecek zekât, babasına veya velisi olan akrabasına veya vasîsine verilir” denmektedir.
.Cenazeyi nasıl götürülmelidir?
2020-12-22 02:00:00
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Cenazeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günahı affolur."
Sual: Cenazeyi ne şekilde götürmeli, taşımaya tabutun ne tarafından başlamalıdır?
Cevap: Cenaze taşımakta önce ön tarafta, meyyitin sağ tarafı, sağ omuza alınıp, on adım taşınır. Sonra, arka sağ bacak tarafı sağ omuzda, on adım taşınır. Sonra meyyitin sol tarafına, yani arkadan bakıldığına göre, tabutun sağ tarafına geçip, sol omuzda, on adım önde, on adım arkada taşınır. Hepsi kırk adım eder. Hadis-i şerifte; (Cenazeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günahı affolur) buyuruldu.
Sual: Kendi mezhebindeki farzı yapmamak veya kendi mezhebinde haram olarak bildirilen bir şeyi yapmak için mezhep değiştirmek yahut taklit etmek uygun olur mu?
Cevap: İslamiyetin bildirdiği hükümlere uymaktan kurtulmak için, mezheplerin ruhsatlarını, kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre iş yapmak caiz değildir. Böyle araştırmaya telfîk denir. İhtiyaç olunca, başka mezhebe geçmek veya birkaç şeyi başka mezhebe göre yapmak caizdir. Farzı yapmamak veya haramı yapmak için hile yapmak haramdır ve buna, Hîle-i bâtıla denir. Bir şey, farz veya haram olmadan önce, farz veya haram olmasını önlemek caizdir ve buna Hîle-i şer’ıyye denir.
Sual: Vekilin, vekil olmayı, dili ile söyleyip kabul etmesi şart mıdır?
Cevap: Fetâvâ-yı Hindiyyede deniyor ki: “Vekilin, vekil olmayı kabul etmesi şart değildir. Reddetmezse, kabul ettiği anlaşılır.”
Sual: Büyük olan oğlan ve kız çocukları öldüğünde, kefenleri, aynen büyükler gibi mi olur?
Cevap: Büyük oğlan, adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir, küçük kız, iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu mesela kolu kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: Namaz kıldıktan sonra, kaç rekat kıldığında şüphe eden bir kimse, bu namazı tekrar mı kılar?
Cevap: Bir kimse, namazını bitirdikten sonra, kaç rekat kıldığında şüphe ederse, buna vesvese denir. Buna ehemmiyet vermez. Ancak namazdan sonra, bir adil Müslüman, yanlış kıldın derse, tekrar kılması iyi olur. İki adil kimse söylerse, tekrar kılması vacib olur. Adil olmazsa, sözünü dinlemez.
Sual: Namazda harf değil de kelime değişik okunsa, namaz bozulur mu?
Cevap: Kelimeyi değiştirince, mana bozulursa, Kur’ân-ı kerimde benzeri bulunsa da bozar. Mana değişmezse, bozmaz.
.Uykuda ihtilam olan kimse...
2020-12-21 02:00:00
İhtilam olduğunu hatırlayan kimse, bir yerde meni görmezse, gusül etmez.
Sual: Uykusunda ihtilam olduğunu hatırlayan fakat uyanınca iç çamaşırında meni bulaşığı görmeyen kimsenin, yine de gusül alması gerekir mi?
Cevap: İhtilam olan kimse, uyanınca, yatakta, elbise veya bacağında yaşlık görse, bunun meziy denilen beyaz akıcı sıvı olduğunu anlarsa veya uyanık iken meziy aksa, gusül lazım olmaz. İhtilam olduğunu hatırlamadan, meni görse, gusül lazım olduğu, söz birliği ile bildirildi. Meziy sansa ihtiyaten gusül lazım olur. İhtilam olduğunu hatırlayan kimse, bir yerde meni görmezse, gusül etmez.
Sual: Bir kimse, namaz kılarken, namazın içindeki vacipleri bilerek yapmasa, böyle kıldığı namazlara bir zarar gelir mi?
Cevap: Namazın içindeki vaciplerden birini bilerek yapmamak, namazı bozmaz ise de günah olur. Bu vacipleri unutarak yapmayan, secde-i sehiv eder.
Sual: Vaktin namazını kıldığında şüphe eden bir kimse nasıl hareket eder?
Cevap: Namazı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrar kılar. Vakit çıktı ise, namazı tekrar kılmaz.
Sual: Dinî yazılar bulunan gazete veya benzeri kâğıtları, herhangi bir şey sarmak için kullanmanın dinen mahzuru olur mu?
Cevap: Fıkıh yazılı kâğıtlara bir şey sarmak caiz değildir. Allahü teâlânın ve Peygamberlerin aleyhimüsselâm isimleri yazılı ise, bunları silip, sonra bir şey sarılabilir. Fakat, bunlara da sarmamak layıktır. Çünkü, Kur’ân-ı kerimin harfleri de muhteremdir.
Sual: Üzerinde mübarek yazılar bulunan, halı, hasır gibi şeyleri yere sermekte mahzur var mıdır?
Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:
“Üzerinde, dokuyarak veya boya ile mübarek yazı bulunan halıyı, hasırı, seccadeyi yere sermek, üzerine oturmak ve her ne suret ile olursa olsun kullanmak ve paralar, mihraplar ve duvarlar üzerlerine yazmak mekruhtur. Bunları duvara asmak mekruh olmaz.” Kâbe-i muazzama resmi de, yazı gibidir. Resim, nakış bulunmayan seccade kullanmalıdır.
Sual: Bir kimse, yatağın içinde, yatar şekilde Kur’ân-ı kerim okuyabilir mi?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi abdestsiz tutmak haramdır, ezberden okumak caizdir. Yatağa abdestli girmek sünnettir. Şir'at-ül-islâm şerhinde; “Kur’ân-ı kerimi yatakta, yatarak ezberden abdestsiz okumak caizdir ve sevaptır. Fakat, başını yorgandan dışarı çıkarmalı ve bacakları bitiştirmelidir” deniyor.
.İki vakit namazı birleştirmek
2020-12-20 02:00:00
Namaz için işlerinden ayrılamayan, Hanbeli mezhebini taklid eder.
Sual: Hanefi mezhebinde olan bir kimse, vaktin namazını kılmakta zor bir durumda kaldığında, namazı kazaya bırakmamak için, öğle ile ikindi namazını birleştirerek, aynı vakitte kılabilir mi?
Cevap: Hanefi mezhebinde, yalnız Arafat Meydanı'nda ve Müzdelifede hacıların iki namazı cem etmeleri lazımdır. Hanbeli mezhebinde, seferde, hastalıkta, kadının emzikli veya müstehaza olmasında, abdesti bozan özürlerde, abdest ve teyemmüm için meşakkat çekenlerde, âmâ olanın ve yer altında çalışan gibi, namaz vaktini anlamakta aciz olanın, canından, malından ve namusundan korkanın, maişetine, nafakasını kazanmasına zarar gelecek olanın, iki namazı cem etmeleri caiz olur. Namazı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkün olmayanların, bu namazlarını kazaya bırakmaları, Hanefi mezhebinde caiz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, Hanbeli mezhebini taklid ederek, kılmaları caiz olur. Cem ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı yatsıdan önce kılmak, birinci namaza dururken, cem etmeyi niyet etmek, ikisini art arda kılmak ve abdestin, guslün ve namazın Hanbeli mezhebindeki farzlarına ve müfsitlerine uymak lazımdır.
Sual: Cuma ve bayram namazlarında, imam, namazın içindeki farz veya vacibi geciktirse, secde-i sehiv yapar mı yoksa terk mi eder?
Cevap: Cuma ve bayram namazlarında, imamın secde-i sehivi yapmaması iyi olur.
Sual: Üzerinde besmele, kelime-i tevhid yazılı veya cami, Kâbe resmi bulunan seccadeleri yere sermek, namaz kılmak için de olsa uygun olmaz mı?
Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:
“Üzerinde yazı, hatta bir harf bulunan kağıdı, örtüyü, seccadeyi yere koymak, yere sermek tahrimen mekruhtur. Bunları her ne için olursa olsun kullanmak ve yere sermek, hakaret etmek olur. Hakaret etmek için sermek veya kullanmak küfür olur. Duvara yazmak, yazıyı asmak caiz olur denildi.”
Buradan anlaşılıyor ki, üzerinde Kâbe, cami resmi veya yazı bulunan seccadeleri namaz kılmak için yere sermek caiz değildir. Bunları zinet, süs için duvara asmak ise caiz olur.
Sual: Kadın olsun, erkek olsun, dinimizin örtmesini emrettiği yerleri açık olan kimseler yanında, Kur’ân-ı kerim okunabilir mi?
Cevap: Kendi avret yeri açık iken ve avret yeri açık olanlar yanında Kur’ân-ı kerim okumak mekruhtur.
.Şeb-i arûs, düğün gecesi
2020-12-18 02:00:00
Tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, sevinç vesilesidir...
Sual: Mevlana hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermektedir. Ölmek, sevinilecek bir şey midir ki böyle denmiştir?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, İslam bilgilerinin kaynağının, insan aklı, insanın düşüncesi olmadığını, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler olduğunu bildirmişlerdir. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir.
Kur’ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir, akıl ile alakası yoktur. Tesavvuf ehli, Allahın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlânâ hazretleri; “Bâzâ, Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ” yani “Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, Mecusilerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile, gel!” diyor. Bu sözler, 13. asırda yaşamış, Baba Efdal Kâşî'ye de nisbet edilmektedir.
Kalbi hastalıktan kurtarmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lazımdır. İslamiyetten, tasavvuftan haberi olmayanlar, dini, dünya kazançlarına alet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturmuşlardır. Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile dönen semazenler, sağ ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi belirtmek için, aşağı indirirler. Yapılan bu ayinler, İslamiyetin bir emri zannedilmektedir. Bunları yapanlar, maalesef İslam dini ile hiçbir alakası olmayan, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bulunmayan böyle ayinleri, tarikat olarak, İslamiyet olarak tanıtıyorlar. Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı kiramdan hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların zamanlarında tasavvuf vardı, fakat böyle tarikatçılık yoktu.
.Hülefâ-i râşidine buğzeden!..
2020-12-15 02:00:00
"Kalbinde Çihâr yâr-i güzîne, bir zerre buğzu olan, Cehenneme gider."
Sual: Cennetle müjdelenmiş ve Peygamber Efendimizin halifeleri olan dört büyük zatı sevmeyen, buğzedenler oluyor. Bunların bu durumu imanlarını etkiler mi, ahiretteki durumları nice olur?
Cevap: Bu konuda Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında deniyor ki:
“Rükneddîn Ahmed bin Cürcânî hazretleri, Abdullah bin Ömer hazretlerinden rivayet etmiştir. Resulullah Efendimiz buyurdular ki:
(Zaman ve mekândan mukaddes, kemiyyet ve keyfiyyetten münezzeh olan Allahü teâlâ, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin sevgisini sizin üzerinize farz etmiştir. Nasıl ki, namazı ve zekâtı, orucu ve haccı farz etmiştir. Nasıl ki, vücutlarınız, namazın, zekâtın ve orucun, haccın şerefi ile şereflenir ise, kalpleriniz de, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali hazretlerinin muhabbetleri ile süslenir, şerefli olur. Agâh, uyanık olunuz. Her kim benim ümmetimden, bedeni ile namaz kılar, eliyle zekât verir, ağzı ile oruç tutar ve ayağı ile hacca gider, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi kalbi ile dost edinir, o kimse, Allahü teâlâ huzurunda, Cebrâîl ve Mikâîl aleyhimesselam gibidir. Her kim namaz kılar, zekât verir, oruç tutar, hacceder ve lakin, gönlü ile Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi (radıyallahü teâlâ anhüm) sevmezse, o kimse, Allahü teâlâ dergâhında iblis gibidir ve iblisten kötü ve melundur.) Allahü teâlâ muhafaza etsin.
Eğer bir kimse, cehalet ve tembellikten dolayı ömrü boyunca az ibadet işlemiş ve şartlarını yerine getirememiş olsa, kalbiyle bu dört serveri sevse, sonunda Cennete gider. Eğer bir kimse Nuh ve Lokman hazretlerinin ömrü kadar yaşayıp, her saatinde bir çeşit hizmet ve taat işlese, kalbinde bu Çihâr yâr-i güzîne, bir zerre buğuz olsa, Cehenneme gider. Sonunda, bin sene taat ve ibadet, bir zerre sevilenlere buğuz ile faydasız hâle gelip, Cehennemlik olur. Bin sene boyunca hata ve masiyet, günah işlese, bir zerre Çihâr-i yâre sevgi ile Cennetlik olur. Tabiatiyle, Ehl-i sünnet itikadında olanların günahından iman ve tevhit, saadet kokusu gelir. Bidat fırkasında olanların taat ve ibadetinden küfür, ilhâd ve şekâvet kokusu gelir. Hazret-i Ebû Bekir namaza, hazret-i Ömer zekâta, hazret-i Osman oruca, hazret-i Ali ise hacca benzer. Senin de böyle bilmen lazımdır. Neticesinde iyilik bulursun.”
.Ehl-i kıble kimlere denir
2020-12-14 02:00:00
"Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz!.."
Sual: Bazı kimseler, inanışları bozuk olan kimseler için, "onlar da Müslümandır, ehl-i kıbledir, kötü söylemeyiniz" diyorlar. Ehl-i kıble diye kime denir ve bunlara kötü denmez mi?
Cevap: Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde;
(Benî İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç millete ayrılacaktır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidecek, yalnız biri kurtulacaktır. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır) buyurdu. Yani, İsrailoğulları, dinde yetmişiki fırkaya ayrıldı, Müslümanlar da, dinde yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların hiçbiri kâfir değil ise de, Cehennemde uzun zaman kalacaklardır. Yalnız benim ve Eshabımın itikadında, inanışında olan ve bizim gibi ibadet eden fırka Cehenneme girmeyecektir. İtikat bilgilerinde ictihat ederken, Resulullah Efendimizin ve Eshab-ı kiramın itikatlarından ayrılan din âlimleri, dinde zaruri ve söz birliği ile bilinen itikattan ayrılırlarsa, kâfir olurlar ve bunlara mülhid denir. Bunların müşrik oldukları, Bahr ve Hindiyye’de yazılıdır.
Zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılırlarsa, kâfir olmazlar, itikatta bidat sahibi olurlar. Bunlara ehl-i kıble de denir. Amel ve ibâdet bilgilerinde ictihat ederken de, zaruri ve söz birliği ile bilinen ibadetlere inanmayan kâfir olur, mülhid olur. Fakat, zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan ibadetlerden ayrılan âlimler, eğer müctehid iseler, sevap kazanırlar. Müctehid değilseler, amelde bidat sahibi, mezhepsiz olurlar. Çünkü müctehid olmayanın ictihat etmesi caiz değildir. Bunun, bir müctehidin mezhebini taklit etmesi lazımdır. Hadis-i şerifte;
(Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. İtikadı bozuk olmadığı için, Cehenneme girmeyecek olan kimse, yaptığı günahlar sebebi ile Cehenneme girebilir. Eğer salih ise, yani günahına tövbe etmiş ise yahut affa veya şefaate kavuşursa, Cehenneme hiç girmez. Zaruri olarak yani cahillerin de bildiği ve söz birliği ile bildirilmiş olan bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, lâ-ilâhe illallah dese ve her ibadeti yapsa ve her günahtan da sakınsa bile, buna lâ-ilâhe-illallah ehli ve ehl-i kıble denmez.
.Levh-i mahfûzda değişiklik olur
2020-12-13 02:00:00
"Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitâb, Ondadır."
Sual: İnsanların hâllerinde ve işlerinde yani kaderlerinde değişiklik olur mu yoksa ezelde nasıl takdir edilmiş ise öyle mi meydana gelir?
Cevap: Ahmet ibni Kemal Paşa hazretlerinin Levh-il-mahfûz ve Ümm-ül-kitap ve Ebüssuuud Efendi'nin Kaza-Kader Risalesi'nde, konu ile alakalı olarak buyuruluyor ki:
“Ra'd suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitâb, Ondadır) meâlindeki âyet-i kerimede, Levh-i mahfûz bildirilmektedir. Ümm-i kitâb, ezelî olan kelam-ı ilâhînin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Yani burada zaman yazılı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfûzda ise, değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece birine ölümüne yakın, iyi işler yaptırıp, son nefeste iman ile gönderir. Başkasına kötü amel işletip, imansız gönderir. Bunun için, Resûlullah Efendimiz her zaman; (Allahümme, ya mukallibelkulûb, sebbit kalbî, alâ dînik) duasını okurdu ki, 'Ey büyük Allahım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sâbit kıl, yani dininden döndürme, ayırma!' demektir. Eshab-ı kiram bunu işitince; 'Ya Resulallah! Siz de, dönmekten korkuyor musunuz?' dediklerinde; (Mekr-i ilâhîden, beni kim temin eder?) buyurdu. Çünkü, hadis-i kudside; (İnsanların kalbi Rahmânın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir) buyurulmuştur. Yani, Celâl ve Cemâl sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir.
Levh-i mahfûza ilk olarak, (Benden başka Allah yoktur. Muhammed aleyhisselâm benim resulümdür ve habibimdir ve her şey benim mahlukumdur. Her şeyin Rabbiyim, Hâlıkıyım) yazıldı. Sonra, Peygamberleri ve kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, saîd olarak, kötüleri de, şakî olarak yazıldı.
Kader değişmez. Kazâ, kadere uygun olarak meydana gelir. Kazâ-i mu'allak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz.
İbni Esîr hazretleri; “Kazâ ve kader, birbirinden ayrılmaz, çünkü, kader temel gibi, kazâ da üstündeki bina gibidir” buyurdu. Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kazâ ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır.”
.Nefse mi, Allaha mı güvenmelidir?
2020-12-12 02:00:00
"Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez..."
Sual: Bazı din adamı kılığındaki reformistler; “Müslümanlar, rızkın ezelde ayrıldığına inandıkları için çalışmayı lüzumlu görmezler. Nefsine güvenmek ise, insana hayat için mücadele kuvveti verir. Yaşamak istiyorsak, kendimizde itimad-ı nefs hasıl edelim” diyorlar. Bunların bu sözlerinin gerçeklik payı var mıdır?
Cevap: Birinci Cihan Harbi'nde böyle ateşli itimad-ı nefs dersleri fazlası ile verilmiş ve ne büyük belalara çarpıldığı da görülmüştür. Nefse güvenmek böyle deli gibi saldırmalara sebep olmuştur. Birinci Cihan Harbi'nde nefse güvenmek yerine, Allaha tevekkül hâkim olsa idi, o hareketlerden, makul ve meşru olan ince noktalardan hiçbiri ihmal edilmezdi. Çünkü, Allaha tevekkül etmek için, İslamiyete uymak lazımdır. Bu da, bütün ince noktalara ehemmiyet verdirir. İslamiyet, hem çalışmayı, hem de tevekkülü birlikte emretmektedir. Tembel oturup da, tevekkül ediyoruz diyenler, bu iki vazifeden birini yapmayan kimselerdir. Çünkü, İslamiyetin iki emrinden birincisini yapıyor, ikincisini yapmıyorlar. Bunları kötüleyen reformcular da, birinci vazifeyi bırakıp, ikincisini istemekle, kötüledikleri kimseler gibi kusurlu oluyorlar. Bunların hatası, çalışmayanların hatasından daha büyük oluyor. Çünkü biz, elimizden geldiği kadar çalıştıktan sonra, Allaha tevekkül ederek, işimizin karşılığını Allahtan beklemek ihtiyacında bulunduğumuz gibi, çalışırken bile nefsimize o kuvveti veren Allahı unutmayarak asıl tükenmez ve yenilmez kuvvetin Allahı unutmamakta olduğunu düşünerek, ondan yardım beklemek üzere ikinci bir tevekküle muhtacız.
(Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O hâlde, müminler Allaha tevekkül etsinler!)
(Sevgili Peygamberim! Onlara de ki, Allahü teâlâ dilemedikçe, kendime hiçbir fayda ve zarar getirmeye kadir değilim) meâlindeki âyet-i kerimeler ve daha nice benzerleri var iken, tevekkülü kaldırarak itimad-ı nefs diye bir şey aramak, dine yardım ettiklerini söyleyenlere yakışır mı? Bunlar, biz tevekkülün yanlış anlaşılmasına karşı, bunu istiyoruz da, diyemezler. Çünkü, itimad-ı nefs, yani kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka, egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar.
.Ölünceye kadar senin" demek...
2020-12-11 02:00:00
"Mülk edinmeyi başkasının zararına bağlamak sahih değildir.”
Sual: Bir kimse, kendi evini, başka birine "ölünceye kadar senin olsun, sen otur" diye hediye olarak verebilir mi?
Cevap: Bu konuda İhtiyâr'da deniyor ki:
“Ömri denilen hibe caizdir. Yani, 'ömrün boyunca evim senin olsun' deyince, öldükten sonra ev, sahibine, sahibi ölmüş ise, vârislerine geri verilir.
Rukbi denilen hibe ise bâtıldır. Yani, 'sen ölürsen benim olsun. Ben ölürsem senin olsun' diyerek evini birisine vermek batıldır. Her biri, ötekinin ölümünü beklediği için, rukbi denilmiştir. Mülk edinmeyi başkasının zararına bağlamak sahih değildir.”
Sual: Herhangi bir kimseye, hiçbir şey demeden yiyecek, giyecek gönderilse, bu gönderilen şey hediye mi olur?
Cevap: Bir kimseye giyecek gönderilse, hediye olur. Kabz edince yani eline geçince mülkü olur ve bunu başkalarına da verebilir.
Sual: Yemeğe davet edilen kimse, gittiği davette önüne konan yiyecekleri yanındakilere de verebilir mi?
Cevap: Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey, hediye edilmiş olmaz, buna ibâha, yani yemesine izin vermek olur. Ancak yediği mülkü olur. Davet sahibinden izin almadan, başkalarına veremez.
Sual: Namaz kılacak bir kimse, önünden insanların geçme durumu varsa, ne yapması gerekir?
Cevap: Set, sedir gibi yüksek şeyler üzerinde namaz kılanın, önünden, aşağısından geçen kimsenin, başı namaz kılanın ayaklarından yukarı olursa günaha girer. Namaz kılacak olanın önünden herhangi bir kimse geçebilecek yerlerde, namaz kılarken, imam veya yalnız kılanın sol kaşı hizasına, yarım metreden uzun bir çubuk dikmesi sünnettir. Çubuğu yere dikemezse, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmek de olur. Geçene, işaretle, yüksek okumakla mâni olmak caiz ise de, mâni olmamak iyidir.
Sual: Evi, tarlayı kiralarken, senelik kirası söylenip zaman bildirilmemiş ise, bunun müddeti ne kadar olur ve müddet ne zaman başlar?
Cevap: Evin, tarlanın senelik kirası söylenip, müddet söylenmez ise, müddet bir sene olur. Müddet, söz kesildiği gün başlar. Ücret ise, malı teslim aldığı gün başlar.
Sual: Bir şeyin vacip, sünnet veya bidat olduğunda tereddüt eden kimse, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir şeyin vacip veya bidat olmasında şüphe edilse, bu şeyi yapmak iyi olur. Bidat ile sünnet arasında şüphe olsa, yapmamak lazım olur.
.Tabut başında dua etmek
2020-12-10 02:00:00
Cenaze namazından sonra, ayakta dua etmek mekruhtur.
Sual: Cenaze namazı kılındıktan sonra, tabutun başında dua etmek, konuşma yapmak, dinimizce uygun mudur?
Cevap: Cenaze namazı kılındıktan sonra tabutun yanında dua etmek caiz değildir. Zübde-tül-makâmât kitabında deniyor ki:
“İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin cenaze namazı kılındıktan sonra, durup dua yapılmadı. Hemen mezarlığa götürüldü. Cenaze namazından sonra, ayakta dua etmenin mekruh olduğu, fıkıh kitaplarında yazılıdır. Bazı imamlar yapıyorlar ise de, sünnete uygun değildir.” Cenaze namazı kılındıktan sonra dua etmenin, konuşma yapmanın caiz olmadığı Bezzâziyye fetvâsında da yazılıdır.
Sual: Herhangi bir sebeple mezar açıldığında, mezardaki cenazeyi tekrar kefenlemek gerekir mi?
Cevap: Mezardan çıkarılmış, çıplak görülen bir ölü, kokmamış ise, sünnet üzere kefenlenip gömülür. Kokmuş ise, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: Hasta olan bir kimse, sağlamken kazaya kalan namazlarını, teyemmüm yaparak, oturduğu yerde veya ima ile kaza edebilir mi?
Cevap: Bir kimse, sağlamken kılmadığı namazları, hasta iken teyemmüm ederek veya ima ile kaza etmesi caizdir. İyi olursa, tekrar kılması lazım olmaz. Kaza kıldığını başkasına bildirmemelidir. Çünkü namazı vaktinde kılmamak günahtır. Günahı ise, gizlemek lazımdır.
Sual: Buğday ekmek için tarla kiralayan kimse, buğdaylar olgunlaşmadan önce kira müddeti biterse, nasıl hareket eder?
Cevap: Buğdaylar olgunlaşmadan kira müddeti biterse, buğdaylar oluncaya kadar kira müddeti uzatılır.
Sual: Kiradaki bir evi veya bir dükkânı satın alan bir kimse, ev veya dükkândaki kiracıyı hemen çıkarabilir mi?
Cevap: Kirada bulunan malı satın alan başka bir kimse, kontratı bitmeden kiracıyı çıkaramaz. Müşteri, kontrat bitinceye kadar bekler veya kira akdini mahkeme kararı ile feshettirir.
Sual: Peygamber efendimizin kabrini ziyaret etmenin, dinen hükmü nedir?
Cevap: İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretleri; “Kabr-i saadeti ziyaret etmek sünnetlerin en kıymetlisidir” buyurmuştur. Vacip diyen âlimler de vardır. Bunun için, Şâfiî mezhebinde Kabr-i saadeti ziyaret etmek nezrolunur.
Sual: Cünüpken, vücuttaki kılları almanın, koltuk altı ve kasık tıraşı olmanın mahzuru var mıdır?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde; “Cünüp iken, kasıkları tıraş etmek mekruhtur” denmektedir.
.Secde nasıl yapılır?
2020-12-09 02:00:00
Önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur.
Sual: Namaz kılarken secdede nelere dikkat etmelidir ve neler üzerine secde yapılabilir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Secde yaparken, önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur. Baş parmakları, kulakları hizasında olur. Şâfiî mezhebinde, eller omuz hizasına konur. Ayakların, en az birer parmağını yere koymak farzdır. Yerin sertçe olup, başın içine girmemesi lazımdır. Yere serili halı, hasır, buğday ve arpa böyledir. Yerde duran masa, kanepe, araba da, yer demektir. Hayvan üzeri ve hayvan üstünde bulunan semer ve benzerleri, yer sayılmaz. Salıncak ve ağaçlara, direklere bağlanarak havada gerilmiş duran bez, halı, hasır yer sayılmaz. Pirinç, darı, keten tohumu gibi kaygan şeyler üzerine secde sahih olmaz. Çuval içinde iseler sahih olur. Secde yeri, dizlerini koyduğu yerden yirmibeş santimetre yüksek olunca namaz sahih olur ise de, mekruhtur. Secdede dirsekler bedenden, karnı da uyluklardan açık tutulur. Ayak parmaklarının uçları kıbleye karşı tutulur. Rükuya eğilirken topuk kemiklerini birbirine yapıştırmak sünnet olduğu gibi, secdede de bitişik tutulur.”
Sual: Namazda olan birine, biraz sağa git dense, o da, denileni yapsa, namazı bozulur mu?
Cevap: Namaz kılan bir kimse, başkasının sözü ile yerini değiştirse veya yanına gelene, onun sözü ile yer açsa, namazı bozulur. Fakat, biraz sonra, kendiliğinden hareket ederse namazı bozulmaz.
Sual: Cuma günü, camiye erken gidip, vakit girinceye kadar namaz kılmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Güneş tepede iken, yani öğle namazının vaktinden temkin zamanı kadar evvel olan zaman içinde, her namazı kılmak haramdır. Bu zamanda, her namazı kılmanın, cuma günleri için de geçerli olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Sual: Haramları beğenmek, imanı giderir mi?
Cevap: Küfrü, haramları, mekruhları sevmek, beğenmek küfür olur.
Sual: Kiraya verilen ev, araba gibi şeyler, zarar gördüğü zaman, bu zararı kiracı mı yoksa mal sahibi mi öder?
Cevap: Kiraya verilen mal, kiracıya teslim edilince emanet olup, kiracının elinde kasıtsız telef olunca, zarara uğrayınca, bu zararı ödemez. Kiraya verilen malı, âdet haricinde kullanmak kasıt sayılır. Eğer kiracı kasıtlı zarar vermişse, meydana gelen zararı öder.
.Borcu olanın nafile kılması
2020-12-06 02:00:00
Nafilelerin farz yanındaki kıymeti, denizde bir damla bile değildir.
Sual: Farz borcu olanın, nafile ibadeti boşa mı gider?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte; (Bir insanın mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmesi, Allahü teâlânın, onu sevmediğinin alametidir) buyuruldu. Mâ-lâ-ya'nî, faydasız iş demektir. Bir farzı yapmayıp, bunun yerine, nafile ibadet yapmak, mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmek olur. Nafilelerin farz yanındaki kıymeti, bir damlanın, deniz yanındaki kıymeti kadar bile değildir. Sünnetin farz yanındaki kıymeti de böyledir.”
Sual: Bir kimse, ben kaybolanları, çalınanları bilirim dese, bu kimsenin imanına bir zarar gelir mi?
Cevap: Bir kimse; “Ben çalınanları ve kaybolanları bilirim” dese, bunu söyleyen ve buna inanan kafir olur. Bana cin haber veriyor dese, yine kâfir olur. Peygamberler ve cinniler dahi gaybı bilmezler. Gaybı, ancak Allahü teâlâ bilir ve bir de Onun bildirdikleri bilir.
Sual: Allah gökte şahidimdir diyenin, imanı giderir mi?
Cevap: Bir kimse, Allahü teâlâ, gökte benim şahidimdir dese, kâfir olur. Zîra Allahü teâlâya, mekân isnat etmiş olur. Allahü teâlâ, mekândan beridir.
Sual: Bazı kimseler, git Allah babadan iste diyor. Böyle söylemek imanı giderir mi?
Cevap: "Allah baba" diyenin imanı gider, kâfir olur.
Sual: Namaz kılarken boğazı, öksürür gibi yaparak temizlemek ihtiyacı oluyor. Böyle yapmak namaza zararı verir mi?
Cevap: Boğazından, özürsüz, öksürür gibi ses çıkarmak namazı bozar. Bu hâl, kendiliğinden olursa bozmaz. Okumayı kolaylaştırmak için yapılırsa, zararı olmaz.
Sual: Namazda sure ve duaları okurken hareke hatası olursa, namaz bozulur mu?
Cevap: Sonradan gelen âlimler, irâb hatası, hiçbir zaman bozmaz dedi. Birincisi ihtiyat, ikincisi ruhsat yoludur.
Sual: Cenaze taşınırken bunu gören Müslümanlar, ayağa kalkıp beklemeli midir?
Cevap: Bir yerden cenaze götürülürken, oradaki dükkânlarda, kahvede olan Müslümanlar, bu cenazeyi görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz arkasından yürümeli, ruhuna Fâtiha ve dua okumalıdır. Cenazeyi görünce, olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrimen mekruh olduğu, Merâkıl-felâh ve Halebî-i kebîrde yazılıdır. Cenazeyi taşıdıktan sonra, arkasından yürümelidir. Peygamber efendimiz, Sa’d bin Mu’âz hazretlerinin cenazesini taşımışlardı.
.Öncelik dinin doğru öğretilmesidir
2020-12-05 02:00:00
İslamın temeli, imanı, farzları, haramları öğrenmek ve öğretmektir.
Sual: Bir Müslüman için, farz olmayan nafile ibadet yapması mı yoksa insanların dinlerini doğru olarak öğrenmeleri için çalışması mı daha efdaldir.
Cevap: İslamın temeli, imanı, farzları, haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, Müslümanlara Emr-i ma'rûf yapmayı emrediyor. Yani benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz diyor ve Nehy-i anilmünker emrediyor. Yani yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: (Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma'rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) Yine buyurdu ki: (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.)
İbni Âbidînde; “Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihat sevabından çoktur” buyuruluyor.
Sual: Kaplıca ve hamamlarda, bazen havuzun veya kurnanın su ile dolu olduğu oluyor. Bu su ile abdest ve gusül alınabilir mi?
Cevap: Hamama giren kimse, kurnayı veya havuzu dolu görse, içine necaset bulaştığını bilmedikçe, o su ile abdest alır ve gusül edebilir. Su akıtıp, kurnayı taşırmaya lüzum yoktur.
Sual: Gayr-i müslimlerin ibadet maksadı ile kullandıkları şeyleri, bir Müslümanın kullanması mahzurlu mudur?
Cevap: Kâfirlerin ibadetlerini, ibadet olarak yapmak, mesela kiliselerinde çaldıkları org gibi çalgıları ve çanları camilerde çalmak ve İslamiyetin kâfirlik alameti saydığı şeyleri, zaruret olmadan kullanmak küfür olur, imanı giderir.
Sual: Yaprak, ağaç dalı gibi şeyler, su içinde olsa, bu su ile abdest veya gusül alınabilir mi?
Cevap: Bu konuda Kudûrî şerhinde deniyor ki: “Bir suya, temiz şeyler karışsa, su ismi değişmedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest alınır.”
Sual: Cemaatle dört rekatli farz bir namaz kılınırken, imam ikinci rekatte oturmazsa, cemaat ne yapar?
Cevap: Dört rekatli farz namazın, ikinci rekatinde, imam oturmazsa, cemaat de oturmaz. Namazın sonunda secde-i sehv yapılır.
.Ezan erken okunursa...
2020-12-04 02:00:00
“Farz namazları vakti girmeden önce ve vakti çıktıktan sonra kılmak büyük günahtır."
Sual: Takvimdeki namaz vakitlerinde yanlışlık olursa veya ezan erken okunursa, vakit girmediği için kılınan o namaz kabul olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn hazretleri, "Kebâir ve segâir" kitabında buyuruyor ki:
“Farz namazları vakti girmeden önce ve vakti çıktıktan sonra kılmak büyük günahtır. Büyük günah, ancak tövbe etmekle affolur. Küçük günahları affettirecek şeyler çoktur. Tövbe ederken, kılmadığı namazları kaza etmesi lazımdır. Kabul olan hac, büyük günahları temizler diyen âlimler, namazları kaza etmek lazım olmaz dememişlerdir. Namazı vaktinden sonraya özürsüz olarak geciktirmek günahı affolur demişlerdir. Ayrıca kaza etmek lazımdır. Kaza etmeye gücü varken kaza etmezse, ayrıca büyük bir günah daha işlemiş olur.”
Hanefi mezhebinde iftitah tekbirini vakit çıkmadan alan, Şafii ve Maliki mezhebinde bir rekati vakit çıkmadan kılan kimse, namazını vaktinde kılmış olur. Namazın hepsi vakit içinde tamam olmazsa, küçük günah olur.
Sual: Ağaçlardan damlayan ve meyvelerinden sıkılarak elde edilen sular temiz midir ve bunlarla abdest alınabilir mi?
Cevap: Ağaçtan, ottan, meyveden, asmadan çıkan, damlayan su temizdir. Fakat bunlar ile ve bunları sıkarak çıkarılan sular ile abdest ve gusül caiz değildir.
Sual: Bir kimse, çok zan etmekle iman etmiş olur mu yoksa inanılacak şeyleri iyi bilmesi mi gerekir?
Cevap: İbadetler, fazla zan edilmekle, doğru olur. İman, itikat ise, çok zan ile doğru olamaz, iyi bilinmekle doğru olur.
Sual: Kadınların ve erkeklerin saçlarını boyamalarının, ellerine kına gibi boya yapmalarının, dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Erkeklerin saçını sakalını siyahtan başka renge boyaması caizdir. Siyaha boyamaya da caiz diyen olmuştur. Elini ayağını, tırnağını boyaması ise caiz değildir. Çünkü kadınlara benzemek olur. Kadınların, yabancı erkeklere göstermemek şartı ile ve abdestte, gusülde yıkamaya mâni olmayan boya ile boyamaları caizdir.
Sual: İçinde ölmüş balık bulunan su ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Suda yaşayan balık, yengeç, su kurbağası, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusül caizdir.
Sual: Namaz kılarken 'ah' demek namaza zarar verir mi?
Cevap: Namazda, ah, of gibi inlemek, namazı bozar.
.Gayr-i müslimlerin âdetlerini yapmak
2020-12-02 02:00:00
Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyeti ile olmazsa caiz olur.
Sual: Gayr-i müslimlerin âdetlerini veya onların ibadet olarak yaptığı şeyleri yapmanın dinen mahzuru olur mu?
Cevap: Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyeti ile olmazsa ve haram veya kötü âdetler değilse, faydalı şeyler ise, caiz olur. Onlar gibi yemek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veya haram veya fena, kötü şeyler ise, haram olur. Uyûn-ül besâirde deniyor ki:
“İnsan resmi veya heykeli yapıp, bu insanda ülûhiyyet, ilahlık sıfatlarından birinin bulunduğuna inanarak veya bunun kâfir olduğunu bilerek, bunların karşısında, hürmet, tazim, saygı bildiren bir şey söylese veya yapsa, mesela secde etse, Yahudîlerin ve hıristiyanların bağladıkları Zünnâr denilen kuşağı ve onların dinlerine mahsus şeyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanırsa, kâfir olmaz.” Canını, malını, rızkını kurtaracak kadar kullanması özür olur, daha fazlası küfür olur.
Sual: Su içinde yaşayan hayvanlar, suyun içinde ölünce, bu su ile abdest ve gusül alınabilir mi?
Cevap: Suda yaşayan balık, yengeç, su kurbağası, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusül almak caizdir. Toprak kurbağası ve yılanından, akıcı kanı olmayanları da, suda ölünce, abdest ve gusül caiz olur. Bütün bunlar, sudan çıkarılıp, ölünce, ölüleri suya düşerse, yine caiz olur. Kurbağa, suda parçalanırsa, yine caiz olur. Fakat içilmez. Çünkü, eti haramdır. Ördek, kaz gibi karada doğup, suda yaşayan hayvan ölünce, küçük havuz, necis, pis olur.
Sual: Namaz vakti daralmış ve abdesti olmayan bir kimse, yolda rastladığı su birikintisi ile abdest alabilir mi?
Cevap: Yolda rastlanan bir suyun temiz olduğu iyi bilinir veya temiz olduğu çok zan edilirse, bununla abdest alınır. Hatta, su az ise, buna necaset karıştığı iyi bilinmedikçe, bununla abdest alınır ve gusül edilir. Teyemmüm edilmez. Çünkü, her suyun aslı temizdir, zan ile pis olmaz.
Sual: Küçük çocuğun elini soktuğu kovadaki su ile abdest almanın mahzuru olur mu?
Cevap: Küçük çocuğun elini suya sokması, kedinin artığı gibidir. Yani, eli temiz olduğu bilinmiyorsa, bu su ile abdest almak veya içmek, tenzihen mekruh olur.
Sual: Kitaplarda akıcı su tabiri geçiyor, bunun ölçüsü nedir?
Cevap: Saman çöpünü sürükleyen suya, akıcı su denir.
.
Test usulü ile ilk zekâ ölçümü
2020-11-30 02:00:00
“Test usulü ile zekâ ölçmesi, ilk olarak Osmanlılarda yapıldı.”
Sual: İnsanların zekâlarını ölçme işini, Müslümanlar da yapmışlar mıdır?
Cevap: İnsanların zekâları eşit değildir. Zekânın en üstün derecesine Deha denir. Zekâ, test usulü ile ölçülür. Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman; “Test usulü ile zekâ ölçmesi, ilk olarak Osmanlılarda yapıldı” diyor.
Osmanlı orduları Avrupa'da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu. Viyana gidince, bütün Avrupa'nın Müslümanların eline geçmesi çok kolay olacaktı. Osmanlılar, Avrupa'ya İslam medeniyetini getiriyor, ilim, fen, ahlak nurları, Hıristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzur, saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin, kapitalistlerin, papazların zulümleri altında inleyen, barbarlaşan Avrupa, İslam adaleti, İslam ilimleri, İslam ahlakı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle Hıristiyan kiliseleri, Osmanlı ordularına karşı son gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbul'daki, İngiliz sefîri, Londraya tarihî mektubunu yolladı.
“Buldum, buldum! Osmanlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldum” diyor ve şöyle yazıyordu:
“Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin, seçtikleri çocukların zekâlarını ölçüyor, ileri zekâlıları ayırarak, medreselerde okutup, İslam terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar arasından da seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o zamanın en ileri bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmanlı siyaset adamları, başkumandanları, böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekâlı şahsiyyetlerdir. Sokullular, Köprülüler, böyle yetişmiştir. Osmanlı akınlarını durdurmak, Hıristiyanlığı kurtarmak için biricik çare, enderun mekteplerini ve medreseleri dağıtmak, onları içeriden yıkmaktır.”
Bu mektuptan sonra, İngilterede Müstemlekeler Nezâreti kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hıristiyan misyonerleri, yalan propaganda ve yaldızlı vaatlerle avladıkları cahilleri Osmanlı devletinin kilit noktalarına yerleştirmeye, bu kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlak derslerini, hatta, yüksek din bilgilerini kaldırmaya, Müslümanları cahil bırakmaya uğraştılar. Bu sinsi kampanyalarında, tanzimattan sonra tam başarı sağladılar ve böylece Osmanlı devleti yıkıldı.
.Ne hepsiniz, ne de hiçsiniz!..”
2020-11-29 02:00:00
"Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz, ikisi arası bir şeysiniz..."
Sual: İnsanın yaptığı işlerde tercih, seçme hakkı yok mudur?
Cevap: Bu konuda Seyyid Abdülhakim efendi, bir üniversiteliye verdiği cevapta buyuruyor ki:
“Etrafın, arzu ve emellerine uyduğu zaman, her şeyi, aklınla, ilminle, gücünle yaratarak yaptığına, bütün başarıları icat ettiğine inanıyorsun. Hakkın sana verdiği vazifeyi unutuyor, o yüksek memurluktan istifa ediyor ve emanete sahip çıkmaya kalkıyorsun. Kendini malik, hâkim tanımak ve tanıttırmak istiyorsun. Öte taraftan, etrafın, arzularına uymaz, dış kuvvetler seni mağlup etmeye başlarsa, o zaman da, kendinde ümitsizlikten başka bir şey görmüyorsun. Hiçbir seçme hakkına sahip olmadığını iddia ediyorsun. Kaderi bir İlm-i mütekaddim değil, bir cebr-i mütehakkim manasında anlıyorsun.
Sofrana, sevdiğin yemekler gelmediği zaman eline geçirebileceğin kuru ekmeği yemekle, yemeyip açlıktan ölmek arasında serbest bulunduğun ve kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı hâlde, onları yersin. Hem yersin, hem de bir şey yapmadığına hükmedersin. Düşünmezsin ki, elin ve ağzın, yine arzunla oynamış ve bu bir sıtma, bir titreme olmamıştır. İradene malik olduğun hâlde, seni aciz bırakan dış kuvvetler karşısında kendini mecbur, hasılı bir hiç bilirsin.
İşin yolunda olunca hep, işlerin ters olduğu zamanında ise, kaderin baskısı altında oyuncak bir hiç diye iddia ettiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, hiç misin?
Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz, ikisi arası bir şeysiniz. Evet siz, icat etmekten, her şeye hâkim olmaktan, şüphesiz uzaksınız. Fakat, inkâr olunamayan bir seçme, tercih hakkınız vardır. Siz, eşi ortağı bulunmayan bir hâkim ve mutlak, başlı başına bir malik olan, Hakk teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve müşterek vazifeler alan, birer memursunuz! Onun koyduğu hüküm ve nizam ile, Onun tayin ettiği mevkileriniz ve yaratıp emanet olarak verdiği salahiyet ve vasıtalarınız nisbetinde vazife yaparsınız. Amir, hâkim, malik Odur. Kazandığınız başarılar, Onun için olmadıkça, hep yalan, hep boştur. O hâlde kalplerinizde, niçin yalana yer veriyorsunuz? Niçin, Hakk teâlâyı mabud tanımıyorsunuz da, binlerce, hayal olan, mabudlar arkasında koşuyor, hepiniz sıkıntılar içinde boğuluyorsunuz? Niçin o emeli Haktan başkasında arıyorsunuz?”
.Yemeğe besmele ile başlamalı
2020-11-27 02:00:00
Yemek ve içmek sonunda elhamdülillah demelidir.
Sual: Yemek yemeye veya su içmeye başlarken besmele okumak, dinimizin emri veya tavsiyesi midir?
Cevap: Yemeye ve içmeye başlarken, Besmele okumalıdır. Yemek ve içmek sonunda elhamdülillah demelidir. Bunları söylemek, yemekten önce ve yemekten sonra el yıkamak, sağ el ile yemek, sağ el ile içmek sünnettir. Resûlullah efendimizin yemekten sonra okuduğu ve okunmasını emir ettiği dualar, Şir'at-ül-islâm şerhinde ve Mevâhib-i ledünniyyede yazılıdır.
Sual: Yemekten önce ve sonra el yıkarken, gençler ve yaşlılar arasında bir öncelik sırası var mıdır?
Cevap: Yemekten evvel el yıkarken, önce gençler, yemekten sonra, önce yaşlılar yıkar.
Sual: Yemekten sonra elleri yıkamayıp sadece kâğıtla silmenin dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Yemekten sonra elleri kâğıda silmek caiz olmadığı, Fetâvâ-yı Hindiyyede yazılıdır.
Sual: Yemeğe başlarken, sofrada bulunanlara hatırlatmak için besmele yüksek sesle söylenebilir mi?
Cevap: Yemeği başlarken sofradaki herkese hatırlatmak için besmele, yüksek sesle söylenebilir.
Sual: Yemek yemeden önce elleri yıkadıktan sonra, havlu ile elleri kurulamanın mahzuru olur mu?
Cevap: Yemekte önce el yıkanınca kurulanmaz. Yemekten sonra yıkayınca bezle silip kurulanır. Yemekten önce el yıkarken ağzı da yıkamak sünnet değildir. Fakat cünübün, ağızını yıkamadan yemesi mekruh olup, hayız hâlindeki hanımın mekruh değildir.
Sual: Vücutları parçalanarak ölenler oluyor. Bunlardan bazısının sadece elleri veya ayakları bulunabiliyor. Bu hâldeki ceset parçalarını da gömmeden önce yıkamak gerekir mi?
Cevap: İnsanın yalnız başı veya bedenin yarısı ele geçerse, yıkanmaz ve namazı kılınmaz, öylece gömülür. Bedenin yarıdan fazlası, başı olmasa bile veya bedenin yarısı ve başı bulunursa, yıkanır ve namazı kılınır.
Sual: Bir yerde, toplu ölüm sebebiyle Müslüman cenazeler ile gayr-i müslim cenazeler karışmış ise, bunların yıkanması, cenaze namazlarının kılınması nasıl olur?
Cevap: Müslüman ve kâfir cenazeleri karışık, alametleri yok ve çoğu da Müslüman ise, hepsinin namazı kılınır. Hepsi Müslüman mezarlığına gömülür. Müsavi, eşit sayıda veya azı Müslüman ise, hepsi yıkanır, kefenlenir, namazları, Müslüman olanları niyet edilerek kılınır. Hepsi kâfir mezarlığına gömülür.
.Kendine lazım olanı, başkasına vermek
2020-11-26 02:00:00
İsâr, kendine lazım olanı, sabredip, başkasına vermektir.
Sual: İnsanın kendisinin muhtaç olduğu bir şeyi, başkasına vermesi sevap mıdır?
Cevap: İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak demektir. İsâr, kendine lazım olanı, sabredip, başkasına vermektir. İnsana lazım olan şeylerde îsâr yapılır. İbadetlerde îsâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek, örtünecek kadar örtüsü olan kimse, bunları kendisi kullanır, muhtaç olana vermez.
Bir kimsenin hakkını geri vermek, ona olan borcu ödemek, adalet yapmak olur. Hakkından fazlasını vermek, ihsan etmek olur. Muhtaç olduğu malın hepsini başkasına vermek, isâr olur.
Sual: Bir kimse, vekil olduğu kimsenin malını, kendi istediği fiyata satabilir mi ve kendisi satın alabilir mi?
Cevap: Umumi vekil olan kişi, sahibinin yani vekil olduğu kişinin malını, dilediği fiyata satabilir. Fiyat söylenmiş ise, daha aşağı satamaz. Satarsa, öder. Vekil, sahibinin malını, kendine satın alamaz ve akrabasına da satamaz. Ancak, bunlar, umumi vekil ise veya değerinden yüksek satabilir. Umumi vekil, peşin de, veresiye de satabilir. Fakat, peşin sat veya şu malımı sat da borcumu ver denildi ise, veresiye satamaz.
Sual: Küçük çocuklar için verilen hediyeleri, bu çocuğa bakanlar alabilir mi?
Cevap: Küçük çocuğa verilen hediyeyi babası kabzeder, alır. Babası yoksa, babanın vasisi, o da yoksa, dedesi kabul eder. Dedesi de yoksa, dedesinin vasiyet ettiği kabul eder. Bu dördünden biri varken, çocuğa bakan akrabası bile alamaz. Bu dördünden biri yoksa, çocuğa evinde bakan kabul eder. Aklı başında çocuğun kendisi de kabul edebilir.
Sual: Bir kimse, kız ve erkek çocuklarından birisine daha çok hediyede bulunabilir mi?
Cevap: Salih olan oğlan ve kızlarına hediyeyi, müsavi, eşit miktarda vermek efdaldir. Ölüm hastası olmayanın malının hepsini oğluna hediye etmesi caiz olur ise de günahtır. Çocuğun mülkü olur ise de babaya günah olduğu Hindiyyede bildirilmektedir. Reşid ve salih veya ilim tahsilinde olan çocuklarına daha çok vermek caizdir. Salahları müsavi, eşit ise, müsavi, eşit olarak dağıtmalıdır.
Sual: Çocuğa gelen hediye yiyeceklerden, ana ve babası yiyebilir mi?
Cevap: Fetâvâ-yı Bezzâziyyede, çocuğa gelen hediyeden ananın, babanın yemesi caizdir deniyor.
.İmama uymanın doğru olması için
2020-11-25 02:00:00
Fıkıh kitaplarında imama uymanın doğru ve sahih olmasının şartları bildirilmiştir.
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imama uymanın da belli şartları, esasları, kuralları var mıdır, varsa nelerdir?
Cevap: Fıkıh kitaplarında imama uymanın doğru ve sahih olması için, şu on şart bildirilmektedir:
1-Namaza dururken, tekbiri söylemeden önce, hem hangi vaktin farzı kılınacaksa o namaza, hem de imama uymaya niyet etmektir. İmamın kim olduğunu niyet etmek lazım değildir.
2-İmamın, kadınlara imam olmaya niyet etmesi lazımdır. İmamın erkeklere imam olmaya niyet etmesi lazım değildir. Fakat niyet ederse, kendisi cemaatin sevabına da kavuşur.
3-Cemaatin topuğu, imamın topuğunun gerisinde olmak.
4-İmam ile cemaat, aynı farz namazı kılmak. Farzı kılmış olan kimse, tekrar imama uyunca, imam ile kıldığı nafile olur.
5-İmam ile cemaat arasında, kadın safı bulunmamak. Kadınlar bir saftan az olup arada perde varsa veya alçakta, yüksekte iseler caiz olur.
6-İmamın kendisini görse, yahut sesini işitse, aradaki duvar mâni olmaz. Arada kayık geçecek nehir ve araba geçecek yol mâni olur. Yolda veya nehirdeki köprüde iki saf imama uyunca, arkadakilerin de namazı sahih olur.
7-İmama uymanın sahih olması için, imamın veya müezzinin sesini işitmek yahut bunları görmek veya cemaatin hareketlerini görmek lazımdır. İmama uymak için, imamı işitmeye, görmeye elverişli penceresi olmayan duvar arada olmamalıdır.
8-İmam hayvanda, cemaat yerde veya bunun tersi olmamak.
9-İmam ile cemaat, yapışık olmayan ayrı iki gemide bulunmamak.
10-Başka mezhebteki imama uyan cemaatin, kendi mezheplerine göre namazı bozan bir şeyin, imamda bulunduğunu bilmemesi lazımdır. Mesela, imamdan kan akması veya başının dörtte birinden az miktarını mesh etmesi, Hanefi mezhebinde caiz olmadığından, böyle yaptığı bilinen bir Şafii imama uymak âlimlerin çoğuna göre caiz olmaz. Şafii imamdan kan aktığı görülse, sonra imam bir zaman kaybolup tekrar gelse, buna uyulur. Çünkü, o zamanda abdest almış olabilir. Hüsn-i zan etmek iyidir.
***
Sual: Su ile abdest alan bir kimse, toprakla teyemmüm yapan birine imam olup namaz kıldırabilir mi?
Cevap: Su ile abdest alan bir kimse, teyemmüm etmiş olana, namazını ayakta kılan, oturarak kılana ve nafile namaz kılan da, farz kılana uyabilir. Dinini bilen bir imam arayıp ona uymalıdır.
.Farz ile vacip arasındaki fark
2020-11-24 02:00:00
“İnanması, yapması farz olan emirlere farz denir. İnanmayan, kâfir olur."
Sual: Farz ve vacip arasında ne gibi bir fark vardır?
Cevap: Bu konuda Redd-ül-muhtârda vitir namazı anlatılırken deniyor ki:
“İnanması, yapması farz olan emirlere Farz denir. Farz olduğuna inanmayan, kâfir olur. Yapmayan, tövbe etmezse, Cehennem azabı çeker. İnanması farz olmayıp, vacip olan, yapması farz olan emirlere Vacip denir. Vacip olduğuna inanmayan kâfir olmaz. Vacibi yapmayan da, tövbe etmezse, Cehennemde azap çeker. Vacibin, ibadet ve yapılması lazım olduğuna inanmayan kâfir olur. Çünkü, vacip olduğu, söz birliği ile, zaruri olarak bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerimde kati delil yani açıkça bildirilmiş ve söz birliği ile anlaşılmış emirlere farz denir. Kur’ân-ı kerimde şüpheli delil yani açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahabinin bildirmesi ile anlaşılmış olan emirlere vacip denir.”
Sual: Nimet geldiği zaman yapılan şükür secdesi de, secde âyeti okununca yapılan tilavet secdesi gibi mi yapılır?
Cevap: Şükür secdesi de, tilavet secdesi gibidir. Kendisine bir nimet gelen veya bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için secde-i şükür yapması müstehaptır. Secdede önce, Elhamdülillah der. Sonra, secde tesbihini okur. Namazdan sonra şükür secdesi yapmak mekruhtur. Mekruh olduğu Mektûbât-ı Ma'sûmiyye kitabında yazılıdır. Cahillerin sünnet veya vacip sanacağı mubahları yapmak da, tahrimen mekruhtur. Bidat hasıl olmasına sebep olur.
Sual: Secde âyetlerini okuyarak dua edenin, sıkıntı ve dertlerden kurtulduğu söyleniyor, doğru mudur bu?
Cevap: Bu hususta Dürr-ül-muhtâr ve Nûr-ül-îzâhda secde-i tilâvet sonunda deniyor ki:
“İmâm-ı Nesefî Kâfî kitabında; bir kimse hüzünden, sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, ondört secde âyetini ezberden, ayakta okuyup, her birinden sonra, hemen yatıp secde ederse, Allahü teâlâ, o kimseyi o dert ve beladan korur buyuruyor.”
Son secdeden kalkınca, ayakta ellerini ileri uzatır, kendinin veya bütün Müslümanların dünya ve dinlerine gelen beladan, sıkıntıdan kurtulmaları, korunmaları için dua eder.
Sual: Bir kimsenin camide kendisi için özel yer ayırması caiz midir?
Cevap: Camide kendine muayyen yer ayırmak mekruhtur. Fakat, dışarı çıkarken, kimse oturmasın diye, yerine ceketini bırakırsa, gelince oraya oturabilir.
.Abdest alırken okunan dualar
2020-11-23 02:00:00
Mızraklı ilmihâlde bildirilen abdest alırken okunacak dualar.
Sual: Abdest alırken, her uzvu yıkamaya başlayınca okunacak dualar var mıdır varsa bunlar nelerdir?
Cevap: Abdest alırken okunacak dualar, orijinal ismi Miftâh-ul Cennet olan Mızraklı ilmihâlde şöyle bildirilmektedir:
“Abdest almaya başlarken; (Bismillâhil-azîm velhamdü lil-lahi alâ dînil-islâmi ve alâ tevfîkıl-îmâni elhamdü lillahillezî ce'alel-mâe tahûren ve ce'alel-islâme nûren) denir.
Ağzına su verince; (Allahümmeskınî min havdi nebiyyike ke'sen lâ azmeü ba'dehü ebeden) denir.
Burnuna su verice; (Allahümme erihnî râyihatel-Cenneti verzuknî min naîmihâ velâ türihnî râyihaten-nâri) denir.
Yüzünü yıkarken; (Allahümme beyyıd vechî binûrike yevme tebyaddu vücûhü evliyâike velâ tüsevvid vechî bizünûbî yevme tesveddü vücûhü a'dâike) denir.
Sağ kolunu yıkarken; (Allahümme a'tınî kitâbî bi-yemîni ve hâsibnî hisâben yesîren) denir.
Sol kolunu yıkarken; (Allahümme lâ tü'tınî kitâbî bişimâlî velâ min verâî zahrî velâ tuhâsibnî hisâben şedîden) denir.
Başını mesh ederken; (Allahümme harrim şa'rî ve beşerî alennâri ve ezıllenî tahte zılli Arşıke yevme lâ zılle illâ zıllüke) denir.
Kulaklarına mesh verirken; (Allahümme-c'alnî minelle-zîne yestemi'ûnel-kavle fe-yettebi'ûne ahseneh) denir.
Boynuna mesh verirken; (Allahümme a'tik rekabetî minennâri vahfaz mines-selâsili vel-ağlâl) denir.
Sağ ayağını yıkarken; (Allahümme sebbit kademeyye alessırâtı yevme tezillü fîhil-akdâm) denir.
Sol ayağını yıkarken; (Allahümme lâ tatrud kademeyye alessırâti yevme tatrudü küllü akdâmi a'dâike. Allahümmec'al sa'yî meşkûren ve zenbî magfûren ve amelî makbûlen ve ticâretî len'tebûre) denir.
Abdest aldıktan sonra; (Allahümmec'alnî minettevvâbîne vec'alnî minel-mütetahhirîne vec'alnî min ibâdikes-sâlihîne vec'alnî minellezîne lâ havfün aleyhim velâ hüm yahzenûn) denir.
Daha sonra semaya bakarak; (Sübhânekellahümme ve bihamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerîke leke ve enne Muhammeden abdüke ve resûlüke) okumalıdır.
Bundan sonra, bir veya iki, yahut üç defa, evvelinde Besmele okumak üzere (İnnâ enzelnâ) suresini okumalıdır.”
***
Sual: Din bilgilerini ve hakiki âlimleri aşağılamak, onlara hakaret etmek imanı giderir mi?
Cevap: İslam bilgilerine inanmamak, bunları ve din âlimlerini aşağılamak da, küfr-i cühudi olur.
.Kalplerin kararmasının sebebi
2020-11-22 02:00:00
“İslamiyet nurlarının kalplerden ayrılıp, kalplerin kararmasının dört sebebi vardır."
Sual: Zamanımızda din adamı çok olmasına rağmen kalplerin kararmasının sebebi ne olabilir?
Cevap: Bu konuda Muhammed bin Fadl Belhî hazretleri buyuruyor ki:
“İslamiyet nurlarının kalplerden ayrılıp, kalplerin kararmasına dört şey sebep oldu. 1-Bildikleri ile amel etmemek. 2-Bilmeyerek yapmak. 3-Bilmediklerini öğrenmemek. 4-Başkalarının öğrenmelerine mâni olmak.”
Bazı âlim geçinen din adamları, dini, ilim adamı, din adamı, âlim tanınmak ve mala, makama kavuşmak için öğreniyorlar. Din adamı olmayı, geçime ve siyasete vasıta yapıyorlar. Din bilgilerini amel etmek için öğrenmiyorlar. İsimleri din adamıdır, gittikleri yol ise, cahillerin yoludur. Allah rahimdir, affı sever diyerek, büyük günah işliyorlar. Akıllarına, keyiflerine göre hareket ediyorlar. Başkalarının da böyle yapmalarını istiyorlar. Kendilerine uymayan hakiki Müslümanları kötülüyorlar. Kendilerinin, doğru yolda olduklarını, huzura kavuşacaklarını zannediyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından derlenmiş olan doğru kitapları okumuyorlar, çocuklarına da okutmuyorlar. İçleri kötü, sözleri yaldızlı ve yalandır. Her gün başka şekle girerler. İnsanların yüzlerine gülerler, arkalarından kötülerler. Bidat karışmamış olan doğru kitapların okunmasına mâni olurlar. Bu kitapları okumayın, bozuktur derler. Bunları neşredenleri ve okuyanları tehdit ederler. Mezhebsizlerin zararlı kitaplarını, yaldızlı reklamlarla överler. İslamiyet bilgilerine hakaret ederler. Kısa akılları ile yazdıkları şeyleri ilim ve fen diyerek gençlerin önüne sürerler.
Hâlbuki, İslam âlimleri ve tasavvuf büyükleri hep İslamiyete yapışmışlar ve yüksek derecelere kavuşmuşlardır. Bunlara dil uzatanların din cahili oldukları anlaşılır. Bu cahillerin yaldızlı sözlerine aldanmamalıdır. Bunlar, din hırsızlarıdır. Saadet yolunu kesici zındıklar veya mezhepsizlerdir.
Sual: Bir kimse, başkasının yerine namaz kılabilir mi?
Cevap: Ni'met-i islâmda buyuruluyor ki:
“Akil, bâliğ olan her Müslümanın her gün beş vakitte namaz kılması farzdır. Kimse, kimsenin yerine namaz kılamaz. Kıldığı namazın ve başka ibadetlerinin sevabını, diri veya ölü başkalarına hediye edebilir. Kendine verilen sevap kadar onların her birine de sevap verilir. Kendi sevabı hiç azalmaz.”
Dehri ve deistler de kâfirdir!
2020-11-21 02:00:00
Deizm, dinlerin doğru olmadığını, insan ürünü olduğunu savunur.
Sual: Din kitaplarında dehrilerden ve zamanımızda da deistlerden bahsediliyor, bunların inancı nedir ve bunlar da kâfir midir?
Cevap: Deyriyye; âlemin sonsuz olduğunu ve bir yaratıcısının bulunmadığını savunan materyalist bir akımdır. İslam dünyasında genel olarak ateist ve materyalist düşünce akımlarını temsil ederler. Seyyid Şerîf-i Cürcânî hazretleri, Şerh-i mevâkıf kitabında;
“Dehriyye fırkası, Allahü teâlâya da inanmıyor. Her şey tabiat kanunları ile var oluyor. Bir yaratıcı yoktur. Dehr, yani zaman ilerledikçe, her şey değişmektedir diyorlar” demektedir.
Deizm Latincede Tanrı anlamına gelen deus kelimesinden türetilmiş olup Grekçede yine Tanrı anlamındaki theostan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Ancak XVI. yüzyıldan itibaren Hıristiyan dünyasında başlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançları savunan kesim için, deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır.
Deizm, dinlerin doğru olmadığını, insan ürünü olduğunu savunur. Deizme göre yaratıcı, kâinatı yaratmakla sorumludur, dünyada olup bitene karışmaz. Ayrıca deizm inancı Tanrının kusursuz olduğunu ve yaratılan bütün her şey onun kusursuzluğundan geldiğine inanır. Mucizeler, vahiyler ve peygamberlik kavramı deizm inancına göre yanlıştır.
Deizm, bütün dinleri ve din adamlarını reddetmektedir. Deizm, Darwin'in evrim teorisine karşı değildir. Bazı deistler ölümden sonraki hayata veya reenkarnasyon inancına inanabilirler. Reenkarnasyon, tenasüh yani ruhun başka bir bedende tekrar dirilmesi bazı deistlerin benimsediği bir inançtır.
Mecusiler, senevidir. Allahü teâlânın iki olduğuna, putperestler ise, çok olduğuna inanıyor. Deistler bir yaratıcıyı kabul ediyorlar ise de bunların hepsi, müşrik, yani kitapsız kâfirdirler. Çünkü, bir peygambere inanmıyor. Bir semavi kitap okumuyorlar. Komünistler, masonlar, tanrısız kâfir olup, Dehriyye kısmındandır. Berehmen, Budist, Yahudi ve Hıristiyanlar, Ehl-i kitap iken, zamanla, müşrik oluyorlar. Şimdi, yeryüzünde, değiştirilmemiş bulunan hak din, yalnız Muhammed aleyhisselâmın getirdiği İslam dinidir. Bu dinin, kıyamete kadar bozulmayacağını, doğru olarak kalacağını Allahü teâlâ söz vermiştir.
.İmanı olmayana kâfir denir!
2020-11-20 02:00:00
Şimdi yeryüzünde müşrik olmayan bir kâfir yok gibidir.
Sual: İslamiyete inanmayan ve emirlere uymayan, yasaklardan sakınmayanın imanı gider mi?
Cevap: Her Müslümanın, her gün beş vakit namaz kılması lazımdır. Bu namazlar, kalbde iman bulunduğuna alamettir. Bu namazlara inanmayan kâfir olur.
Bozulmuş olan bir semavi dine inanan kâfire Ehl-i kitap yani kitaplı kâfir denir. Buna inanmayan kâfire müşrik denir. Kâfirlerden Yahudilerin bazıları ile Hıristiyanların çoğu, müşriktir. Şimdi yeryüzünde müşrik olmayan bir kâfir yok gibidir.
Muhammed aleyhisselamın bazı sözlerini yanlış anlayan ve anlatan Müslümana bidat sahibi Müslüman denir. Şiiler ve Vehhabiler, bidat sahibi Müslümandırlar. Bunlardan, Muhammed aleyhisselamın bir sözüne bile inanmayanlar kâfir olur.
Muhammed aleyhisselamın sözlerini hiç değiştirmeden inanan Müslümanlara Ehl-i sünnet olan hakiki Müslüman denir. Bu hakiki Müslümanların reisi İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbit hazretleridir.
Ehl-i sünnet itikadında olan hakiki Müslümanlar, ibadet yapmakta, dört mezhebe ayrılmışlardır ki bunlar; Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebleridir. Bu dört mezheb birbirlerini kardeş bilirler. Birbirlerinin arkasında namaz kılarlar.
Bu hakiki Müslümanları bozuk olan bidat ehli ile karıştırmamalıdır. Bidat ehli olanlar İslamiyeti içeriden yıkmaktadırlar. Bugün yeryüzünde bulunan Müslümanların çoğu, doğru yol olan, Ehl-i sünnet mezhebindedir. Bozuk yolda olan Vehhabilerle, Şiiler azalmaktadır.
Sual: Sünnetler ve mekruhlar da, dinin emir ve yasaklarının içine mi girer?
Cevap: Allahü teâlânın emirlerine farz, yasak ettiklerine haram denir. Peygamberin emirlerine sünnet, yasaklarına mekruh denir. Bunların dördüne İslamiyet denir. Kalbde iman bulunmasına alamet, İslamiyetin hükümlerini beğenmek, kabul etmektir. Bir sünneti bile beğenmeyenin imanı gider, kâfir olur.
İmanı varken, İslamiyetin bir hükmüne uymayan kimseye fasık denir. İslamiyete uymamak günah olur.
Kâfir, Cehennemde sonsuz kalacak, fasık, günahı kadar kalacak, sonra Cennete götürülecektir.
İmanı olup, İslamiyete uyan kimseye salih kul denir.
Dağda, çölde yaşayıp da, İslamiyetten haberi olmayan kimse, kâfir ve fasık olmaz. Kıyamette hesaplaştıktan sonra, Cennete ve Cehenneme girmez. Hayvanlar gibi yok edilirler.
.Ehl-i kitabın kestiği yenir
2020-11-19 02:00:00
Gayrimüslim bir memlekette kasaptan et alırken, bir Müslümanın kestiğine niyet etmelidir.
Sual: Ehl-i kitap olarak bilinen Hıristiyan ve Yahudilerin kestikleri hayvanın eti yenir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hindiyye'de buyuruluyor ki:
“Müslümanın veya ehl-i kitabın, Allahü teâlânın ismini veya bir sıfatını, herhangi bir lisan ile söyleyerek, kestiği yenilir. Gayrimüslim memleketlerde Müslüman kasap aramalı. Bundaki eti, Müslüman kestiğine niyet ederek, satın almalıdır. Sığır, koyun, tavuk gibi eti yenen hayvanların etlerini yemenin helal olması için, İslamiyete uygun kesilmeleri lazımdır. Yani bir Müslümanın veya ehl-i kitabın kesmesi ve keserken Allah ismini söylemesi lazımdır. İslamiyete uygun kesilmeyen hayvan leş olur. Bunun etini yemek ve satmak haram olur. Hayvan kesenlerin ve satan Müslümanların bunu iyi bilmeleri lazımdır. Et satın alırken, bunun nasıl kesildiğini sormak lazım değildir. Çünkü, Müslümana hüsn-i zân olunur.
Müşrikin ve mürtedin kestiği yenilmez. Keserken, İsa veya üç tanrıdan biri derse, yenilmez. Böyle inanır, fakat söylemezse, yenir. Kesmek için söylemelidir. Dua için, şükür için söylerse veya Allahtan başkasını, tazim etmeyi niyet ederse, Allah ve Muhammed için derse, yenmez.”
Bir peygambere ve sonradan bozulmuş olan kitabına inanan bir kâfir, bu peygamber tanrıdır veya oğludur dese ve putlara yalvarsa da, buna ehl-i kitab denir. Çünkü, ilah, rab, tanrı, baba gibi isimler, yardım eden, yaratılmaya sebep olan, çok sevilen manasına da kullanılır. Bu isimleri, İsa aleyhisselama, bu manalar ile söyleyen, müşrik olmaz. Ona, üç tanrıdan biri veya tanrı denilmesi, hakiki bir söz değil, mecaz olur. Onda Ulûhiyyet, ilahlık sıfatı bulunduğuna inanırsa, mesela her istediğini yaratır derse, müşrik olur. Şimdi, Mûsevî, Îsevî, Nasrânî, Hıristiyanların bir kısmı, ehl-i kitaptır. Putlara, heykellere, İsa aleyhisselamı sevdikleri için, istediklerinin yaratılmasına sebep olmaları için yalvarıyorlar. İsa aleyhisselama ilah diyen Nasrânînin kestiklerini yemek caiz ise de, zaruret olmadıkça, buna kestirmemeli ve kesdiğini yememelidir. Kitapsız kafirlerin, mesela Suriye'deki Nusayrîlerin ve Derezîleri kestikleri yenilmez. Kesenin nasıl kimse olduğunu araştırmak şart değildir.
Besmele kasten terk edilirse, Hanefide haram, Şafiide helal olur.
.Bâtınilik, Şiiliğin azgın bir koludur
2020-11-18 02:00:00
Hasan Sabbah, Nizâmülmülk ve Ömer Hayyam'ın talebelik arkadaşıdır.
Sual: Hasan Sabbah'ın Bâtıni fırkası, Şiiliğin bir kolu olan İsmailiyye fırkasından mı çıkmıştır?
Cevap: İsmailiyye fırkası; “Kur'ânın zahiri olduğu gibi, bâtını da vardır. Bâtın yanında zahir, cevizin içi yanında kabuğu gibidir. Zahirde olan emirlere, yasaklara uyan ne kazanırsa, bâtına uyan kimse, bunları zahmetsizce kazanır. İbadet yaparak sıkıntı çekmesine lüzum kalmaz” derler.
Allahü teâlânın emirlerine uydurma manalar verirler. Abdest almak, imamı sevmektir, namaz kılmak, Peygamber demektir. Çünkü, Kur’ân-ı kerimde, Ankebut suresi 45. âyetinde meâlen;
(Namaz, insanı kötü, çirkin şeylerden alıkor) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, Peygamberi göstermektedir, derler. Cünüp olmak, gizlemek lazım olan şeyleri, yabancılara duyurmak, gusül, yeniden söz vermek, zekât, din bilgisi ile, nefsi temizlemektir derler.
Cennet, ibadet zahmetlerinden kurtulmak, Cehennem de, haramlardan kaçınmanın ateşidir gibi akla ve dine sığmayan saçmalıklar söylerler.
Nizâmülmülk ile şair Ömer Hayyam'ın talebelik arkadaşı olan Hasan Sabbah, m. 1081 yılında Rey şehrinde İsmailiyye devletini kurunca, kendine "zamanın imamı" deyip, Ehl-i sünneti, zorla kendi fırkasına soktu. Kendisi ve devletinin sonu olan m. 1255 senesine kadar gelen adamları, inanışlarını, devrimlerini kabul ettirmek için, pek çok zulüm, işkence yaptılar. Doğru yolu söyleyen Ehl-i sünnet âlimlerini zindanlarda çürüttüler, şehit ettiler.
Cahillere kitap okumayı, kültürlü olanlara da, eski kitapları okumayı yasak ederler. Böylece bozuk yolda olduklarını, kötülüklerini örtmek isterler. Eski Yunan felsefesini severler. Din bilgileri ile alay ederler.
Bunların bir ismi de "Karâmita"dır. Çünkü, Bağdat civarında, Vasıt köyünden çıkan Hamdân Kurmut isminde biri, m. 891 yılında Karâmita devletini kurdu ve Ehl-i sünnete çok işkence yaparak Müslümanları İsmailiyye fırkasına sokmaya zorladı. Necit'te yerleştiler. M. 929 yılında reisleri olan Ebû Tahir, Mekke'yi basıp binlerce hacıyı kesti. Hazineyi ve evleri yağma etti. Hacer-i esvedi yerinden söküp, başşehirleri olan Basra civarındaki Hecr şehrine götürdüler. Bu mübarek taş, yirmi iki sene Karâmitîlerin elinde kaldı. Devletleri h. 328 yılında yıkılarak, Müslümanlar büyük bir beladan kurtuldu.
.Resme, heykele hürmet etmek!
2020-11-17 02:00:00
Resmin, heykelin sahibinde ilahlık sıfatı bulunduğuna inanmak küfürdür!..
Sual: Bir insanın, kendi anasının, babasının, sevdiklerinin, hocasının resimlerini duvara asması, onlara hürmet etmesi, saygı göstermesi, onlara tapınmak olur mu?
Cevap: İnsan resmine, heykeline hürmet, tazim etmek, kıymet vermek, onu yükseğe koyup, karşısında dikilmek, eğilmek, secde etmek, methedici, övücü şeyler söylemek, yalvarmaktır. Bu da iki sebeple olur:
1- Hocasının, babasının, amirinin, bir Peygamberin, velinin, dine ve millete hizmet edenin resmi olduğuna inanarak hürmet eder. O kimsede ülûhiyyet, ilahlık sıfatlarından, yani Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlardan birinin bulunduğuna inanmaz. Onu mahluk, yaratılmış olarak bilir. Onu sevdiğini bildirmek, onu sevindirmek için, başkalarına uyarak hürmet eder. Böyle hürmet eden kâfir olmaz. Haram işlemiş olur. Haram olduğuna inanmayan kâfir olur. Kâfirlerin resmine böyle tazim, hürmet etmek küfür olur.
2- Resmin, heykelin sahibinde ve salibde yani haçta veya yıldız, güneş, inek gibi herhangi bir şeyde, ülûhiyyet, ilahlık sıfatı bulunduğuna inanarak, mesela, istediğini yaratır, her istediğini yapar, hastaya şifa verir diyerek tazim, hürmet etmek, küfür olur. Şirk olur. Böyle yapan ve inanan kimse müşrik olur. Tazim, hürmet etmesi ibadet, tapınmak olur. Bu resimler, heykeller ve o şeyler sanem yani put olur. Hıristiyanlar, İsa aleyhisselam için Allahın oğludur, melekler kızlarıdır diyerek, erkek ve kız resimlerine ve heykellere hürmet ettikleri için, müşriktirler. Barnabas ve Aryüs mezhebinde olanları, böyle sapık inanmadıkları için, müşrik değil, Ehl-i kitaptırlar. Fakat, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için, kâfirdirler.
Sual: Bir ibadeti yaparken niyet bozuk olsa, o ibadet yapılmış, borçtan kurtulmuş olunur mu?
Cevap: Farzlar yapılırken, kötü niyetler karışırsa, borç ödenmiş, cezadan kurtulmuş olunur ise de, sevap kazanılmaz. Belki günah da olur.
Sual: Daha önce gönderilmiş olan ilahi dinlerin hepsi, değişmiş ve yürürlükten kalkmış mıdır?
Cevap: Her din, kendisinden önce gelen dini neshetmiş, yürürlükten kaldırmış, değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştirmiş, daha doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dinidir.
.Budist ve Berehmenler de kâfirdir
2020-11-16 02:00:00
''Şimdi İslamiyete inanmayana, Müslüman olmayana kâfirdir deriz.”
Sual: Asya kıtasında yaygın olan Budist ve Berehmenler de, kitapsız kâfir sınıfına mı girmekte yoksa aslı bozulmuş Hıristiyanlık gibi midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde şu bilgiler verilmektedir:
“Beş sınıf kâfir vardır: Dehriyye, Seneviyye, Felâsife, Veseniyye ve Ehl-i kitap. Bunların ilk dördü kitapsız kâfirdir. Yani semavi, ilahi kitapları yoktur.”
Bugün Hindistan'da yayılmış olan Berehmen ve bunun, milattan 542 sene evvel ölmüş olan Budda Gautama tarafından değiştirilmesi ile hasıl olan Buda dinlerinde olanlar, Vesenidir, yani putlara, heykellere taparlar. Bu dinlerde, oradaki eski Peygamberlerin kitaplarından, sözlerinden alınmış kıymetli bilgilerin bulunduğu görülmektedir. Berehmen ve Buda dinleri, Hıristiyanlık dini gibi, eski Peygamberlerin bildirdiği, doğru dinlerin bozulmuş, değiştirilmiş bir hâlidir. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, ondördüncü mektubunda bu konuda buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, insanları yarattığı zaman, Birmîhâ veya Brahma ismindeki bir melek vasıtası ile, Hindistana da, Bîd ve Vidâ isminde bir kitap gönderdi. Dört cüz idi. Âlimleri bu kitaptan altı mezheb çıkardılar. İnsanları dörde ayırdılar. Her sınıfına cûk dediler. Hepsi Allahın bir olduğuna, insanları Onun yarattığına, kıyamet gününe, Cennete, Cehenneme ve tasavvufa inanırlardı... Uzun zaman sonra, başka Peygamberler gönderildi. Bunlar hakkında, kitaplarımızda, hiçbir bilgi yoktur. Sonradan bozuldular. Peygamberlerin ve evliyanın ruhlarını ve melekleri hatırlatmak için heykeller yaptılar. Şefaatlerine, yardımlarına kavuşmak için, bu heykellere secde ettiler ise de, müşrik değildirler. Ehl-i kitap, yani kitaplı kâfirdirler.
Arabistan'daki putperestler ve Hıristiyanlar, böyle değildir. Bunlar, putlarının hâlık yani yaratıcı olduklarına inanıyor. Her şeyi yalnız putlardan istiyorlar. Putlarına ilâh diyerek secde ediyorlar. Bunun için, müşrik oluyorlar.
Berehmenler ise, hürmet, şefaat etmeleri için yalvarıyorlar. Bunun için, Muhammed aleyhisselamdan önceki Berehmenlerin bozulmuş olanları için de, kâfir diyemeyiz. Fakat şimdi, dünyanın her yerindeki, her insanın Muhammed aleyhisselama iman etmesi, yani Müslüman olması lazımdır. Şimdi Müslüman olmayana kâfirdir deriz.”
.Taharet, temizlik demektir
2020-11-15 02:00:00
Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması farzdır.
Sual: Kitaplarda taharet, hades, gasl gibi kelimeler geçiyor bunlar ne demektir, anlamı nedir?
Cevap: Taharet, temizlik demektir. Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması farzdır. Hades, abdestsiz olmak demektir. Yıkaması farz olan yerde iğne ucu kadar ıslanmamış yer kalırsa, abdest sahih olmaz. Derideki mum, iç yağı, hamur, çamur, balık pulu, oje, yağlı boya ve burnun dışında, gözün kenarında kalan kir, çapak altına su geçmez ise, abdest ve gusül sahih olmaz.
Gasl, yıkamak, su dökerek, üzerinden akıtmak demektir. Hiç olmazsa, iki damla yere damlamalıdır. Suyu yağ gibi sürmek kâfi değildir. Kar ve yaş bez, sünger sürmek, yıkamak olmaz.
Sual: Abdest alırken gözlerin, ağzın, burnun içini de yıkamak gerekir mi?
Cevap: Abdest alırken, gözlerin, ağzın, burnun içini ve sık sakal ve pire, sinek tersi, kaş, bıyık altındaki deriyi yıkamak farz değildir. Bunların üstü yıkanır.
Sual: Abdest alırken dirsekleri ve ayakların topuk yani tümsek kısmını da yıkamak gerekir mi?
Cevap: Dirsekleri ve ayağın iki tarafındaki tümsek topuk kemiklerini yıkamak farzdır.
Sual: Meshetmek ne demektir, yaş bezle de mesh yapılır mı ve ayakları yıkamayıp sadece mesh etmek olur mu?
Cevap: Mesh etmek, başka yerde kullanılmadık yaşlığı, mesh edilecek yere değdirmektir. Yaş bez, yağmur, kar sürünmesi ile de olur. Çıplak ayağı yıkamayıp, mesh etmek caiz değildir.
Sual: Sabah namazının farzını kılarken güneş doğarsa, bu namaz kılınmış olur mu?
Cevap: Sabah namazını kılarken, güneş doğmaya başlarsa, bu namaz sahih olmaz. İkindiyi kılarken güneş batarsa, bu namaz sahih olur.
Sual: Bir kimse, akşam namazını kıldıktan sonra, uçakla batıya gitse, güneşi görse, güneş batınca akşamı tekrar kılıcak mıdır?
Cevap: Bir kimse, akşam namazını kıldıktan sonra, tayyare, uçak ile batıya gidince, güneşi görse, güneş batınca akşamı tekrar kılar.
Sual: İnsanların kendi uydurdukları inanışlara da din denir mi?
Cevap: Din; insanları saadet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir.
Sual: Abdest alırken delk etmek ne demektir?
Cevap: Delk, yıkanan yerleri oğmaktır. Delk Mâlikî mezhebinde farzdır.
.Tevekkülü öğrenmek güç ve incedir
2020-11-14 02:00:00
Tevekkülü, hem akla, hem İslamiyete, hem de tevhide uyacak şekilde anlamak lazımdır.
Sual: Tevekkül, hiçbir şey yapmayıp, sebeplere yapışmayıp sadece Allaha güvenmek midir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Muhammed Gazâlî hazretleri Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Cenab-ı Hakk'a yaklaşanların geçtiği makamlardan biri de, tevekküldür ve derecesi çok yüksektir. Fakat, tevekkülü öğrenmek güç ve incedir. Yapması ise, daha güçtür. Çünkü bir kimse, hareketlerde, işlerde, Allahü teâlâdan başkasının tesir ettiğini düşünse, bu kimsenin tevhidi, noksan olur. Eğer, hiçbir sebep lazım değildir dese, İslamiyetten ayrılmış olur. Eğer sebepleri araya koymak lazım değildir derse, akla uymamış olur. Lazımdır derse, sebepleri hazırlayana tevekkül etmiş olur ki, bu da tevhidde noksanlık olur. Görülüyor ki, tevekkülü, hem akla, hem İslamiyete, hem de tevhide uyacak şekilde anlamak lazımdır. Böyle anlayabilmek için, derin bilgi ister. O hâlde, herkes anlayamaz.”
Sual: İdrar kaçıran, devamlı yellenme durumu olan, yaşlı, hasta kimseler, abdestli kalabilmek için ne yapmalıdır?
Cevap: Önden, arkadan çıkarak abdesti bozanlar, hastalık sebebiyle çıkar, sızarsa ve abdest almakta, şiddetli soğuk, hastalık, ihtiyarlık gibi sebeplerle, haraç, güçlük olursa, Mâliki mezhebi taklid edilebilir çünkü bu hâl, Maliki mezhebinde abdesti bozmaz.
Sual: Abdest aldı mı veya abdesti bozuldu mu yahut abdest alırken bir uzvunu yıkadı mı yıkamadı mı diye şüphe eden bir kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Abdest aldığını bilip, bozduğunda şüphe eden, abdestlidir. Abdesti bozulduğunu bilip, sonra abdest aldığında şüphe eden, abdestsizdir. Bazı uzvunu yıkayıp yıkamadığında şüphe eden, vesvese edici değil ise, bu uzvu yıkar. Her zaman şüphe ediyor ise, yıkamaz. Abdest bitince şüphe ederse, yine yıkamaz.
Sual: Sık sakalı olan bir kimse, abdest alırken sadece sakalın üzerini mi yıkması gerekir yoksa sarkan kısmı da yıkamalı mıdır?
Cevap: Sık sakalın üstünü yıkamak farzdır. Çeneden sarkan sakalı ve sarkan saçı yıkamak farz değildir. Dudağın görünen kısmını yıkamak lazımdır.
Sual: Bir kadın, abdest alırken, başını mesh edeceğinde, sarkan saçlarını da mesh etmesi gerekir mi?
Cevap: Hanefi mezhebinde sarkan saçı değil, başı mesh etmek lazımdır. Başı nezleli olup da, mesih zarar verirse mesh etmez.
.Mümin ile kâfiri ayıran fark...
2020-11-13 02:00:00
Namaza devam, kalbin nurlanmasına ve saadet-i ebediyyeye kavuşmaya vesiledir.
Sual: Bir Müslüman, namaz kılmaz veya namaza önem vermezse, bunun imanı gidebilir mi?
Cevap: Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde;
(Mümin ile kâfiri ayıran fark, namazdır) buyuruyorlar. Yani, mümin namaz kılar, kâfir kılmaz. Münafıklar ise, bazen kılar, bazen kılmaz. Abdullah ibni Abbas hazretlerinin, bizzat Resulullah efendimizden işiterek bildirdiği hadis-i şerifte;
(Namaz kılmayanlar, kıyamet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır) buyuruluyor
Hadis imamları, söz birliği ile bildiriyor ki:
“Bir namazı vaktinde amden, bilerek kılmayan, yani namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyen, kâfir olur veya ölürken imansız gider. Ya namazı, hatırına bile getirmeyenler, namazı vazife tanımayanlar ne olur?”
Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile buyurdular ki: “İbadetler imandan parça değildir.” Yalnız, namazda söz birliği olmadı. Fıkıh imamlarından birçok büyük müctehid âlimler; “Bir namazı amden, yani bile bile kılmayan kimse, kâfir olur” buyurdular.
Allahü teâlâ, Müslüman olmayanlara namaz kılmasını, oruç tutmasını emretmemiştir. Bunlar, Allahü teâlânın emirlerini almakla şereflenmemişlerdir. Namaz kılmadığı, oruç tutmadığı için bunlara bir ceza verilmez. Bunlar, yalnız küfrün cezası olan Cehennemi hak etmişlerdir. Zâdül-mukvîn kitabında buyuruluyor ki:
“Önceki âlimler yazmış ki, beş şeyi yapmayan, beş şeyden mahrum olur: 1-Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez. 2-Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz. 3-Sadaka vermeyenin, vücudunda sıhhat kalmaz. 4-Dua etmeyen, arzusuna kavuşamaz. 5-Namaz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste kelime-i şehadet getiremez. Namaz kılmanın birinci vazife olduğuna inandığı hâlde, tembellik ederek kılmayan fasıktır.”
Görülüyor ki, farz namazı kılmamak, imansız gitmeye sebep olmaktadır. Namaza devam, kalbin nurlanmasına ve saadet-i ebediyyeye kavuşmaya vesiledir. Peygamber efendimiz;
(Namaz nurdur) buyurdu. Yani, dünyada kalbi parlatır, ahırette sıratı aydınlatır.
***
Sual: Ezan ve kamet, kıbleye karşı dönerek mi okunur?
Cevap: İkamet, kamet okumak, ezandan daha efdaldir. Ezan ve ikamet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve selama cevap verilmez. Konuşursa, her ikisi de tekrar okunur.
.İbadetlerin ve duanın kabulü için...
2020-11-12 02:00:00
"Haram cilbab ile, yani gömlek ile kılınan namaz kabul olmaz."
Sual: Yapılan ibadetlerin ve duaların kabul olması için ne yapmalı, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bu konuda Süleymân bin Cezâ hazretleri, Eyyühel-veled kitabında buyuruyor ki:
“Ey Oğul! Namazın ve bütün ibadetlerin kabul olmaları için, önce insanın Ehl-i sünnet itikadında olması ve ibadetlerin sahih olmaları, sonra, ihlas ile yapılmaları ve insanın üzerinde kul hakkı bulunmaması şarttır. İbni Hacer-i Mekkî hazretlerinin Zevâcir kitabındaki hadis-i şeriflerde;
(Ya Sa'd! Duanın kabul olması için helalden ye! Bir lokma haram yiyenin, kırk gün ibadetleri kabul olmaz.) Yani sevap verilmez.
(Haram cilbab ile, yani gömlek ile kılınan namaz kabul olmaz.)
(Üzerinde haramdan cilbab bulunan kimsenin ibadetlerini Allahü teâlâ kabul etmez.) Cilbab, kadınların giydiği çarşaf olmadığını, bu hadis-i şerifler de göstermektedir.
(Yalnız bir lirası haramdan olan on lira ile alınmış elbise ile kılınan namaz kabul olmaz.)
(Gayrimüslime zulmedenden, Kıyamet günü, onun hakkını ben isteyeceğim) ve
(Kâfir dahi olsa, mazlumun duası reddolmaz) buyuruldu.
O hâlde, ey Müslüman! İbadetlerinin kabul olmasını istiyorsan, hırsızlık etme! Hile ve hıyanet yapma! İşçinin ücretini, teri kurumadan önce ver! Kiraladığın malı, umumi yerleri tahrip etme! Borcunu çabuk ve tamam öde! Kanunlara, amirlere karşı gelme!
Kâfir memleketlerinde de ve kâfirlere karşı da, bu haklara riayet eyle! Fitneyi uyandırma! Fitne çıkarmak, ortalığı karıştırmak, felakete sebep olmaktır, haramdır. Müslümanlığın güzel ahlakını herkes senden öğrensin. Hakiki Müslüman hem İslamiyete uyar, günah işlemez, hem de, kanunlara uyar, suç işlemez. Fitne çıkarmaz. Hiçbir mahluka zarar vermez.
(İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olanıdır) ve
(İmanı üstün olanınız, ahlakı güzel olanınızdır!) hadis-i şeriflerini hiç unutmaz.”
Sual: Cemaatle namaz kılındıktan sonra, imamın yüzünü cemaate dönmesi gerekir mi?
Cevap: Farzı veya son sünneti kılınca, imamın sağa, sola veya cemaate dönmesi müstehabdır. İşlerini görmesi için, hemen gitmesi de caizdir.
Sual: Abdestin farzları ameldeki dört mezhebde de aynı mıdır?
Cevap: Abdestin farzları, Hanefi mezhebinde dört, Maliki mezhebinde yedi, Şafii mezhebinde ve Hanbeli mezhebinde ise altıdır.
.Ölen kimse, ne ile karşılaşır?
2020-11-11 02:00:00
"Ey insan oğlu, sen mi dünyayı, yoksa dünya mı seni terk eyledi?.."
Sual: Bir kimse ölüp kabirde ve kabre girinceye kadar ne ile karşılaşır?
Cevap: Bu konuda Mızraklı ilmihâl olarak bilinen Miftâh-ül-Cenne kitabında yazılı hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir insanın ruhu vücudundan ayrılınca;
-Ey insan oğlu, sen mi dünyayı, yoksa dünya mı seni terk eyledi? Sen mi dünyayı yoksa dünya mı seni topladı? Sen mi dünyayı, yoksa dünya mı seni öldürdü? diye ses gelir.
Cenazeyi yıkamaya başlayınca;
1-Hani senin kuvvetli vücudun? Seni hangi şey zayıflattı? 2-Hani senin güzel konuşman, seni hangi şey susturdu? 3-Hani senin sevgili dostların, seni neye bırakıp gittiler? diye ses gelir. Cenaze kefene sarılınca;
-Azıksız yola çıkma! Bu yolculuğun geriye dönmesi yoktur, geri gelemezsin. Varacağın yer azap melekleriyle doludur diye ses gelir. Tabut içine konunca;
-Eğer Hak teâlânın rızasını kazandınsa ne mutlu sana, büyüklük ve saadet senindir. Eğer cenâb-ı Hakk'ın gadabını kazandınsa yazıklar olsun sana! diye ses gelir. Cenaze, mezarının yanına varınca;
-Ey insan oğlu! Dünyada kabir için ne hazırladın? Bu karanlık mezar için ne nur getirdin? Zenginlik ve şöhretinden ne getirdin? Bu çıplak kabri döşemek ve zinetlendirmek için ne getirdin? diye ses gelir. Cenazeyi mezara koydukları zaman, kabir der ki:
-Arkamda söylerdin, şimdi karnımda sükut edersin. Nihayet cenazenin defni bitip oralarda hizmet gören insanlar da ayrılıp gidince, Hak teâlâ o kimseye;
-Ey benim kulum, yalnız kaldın; şu karanlık mezarda, seni bırakıp gittiler. Bunlar, senin dostların, kardeşlerin, evlatların ve adamların idi. Hâlbuki hiçbirinin sana faydası olmadı. Ey kulum, sen bana asi oldun, emrimi tutmadın, hiç bu hâlini düşünmedin buyurur.
Şayet, ölen kimse imanlı ise umulur ki, cenâb-ı Hak o kimseyi affına mazhar kılar ve buyurur ki;
-Ey mümin kulum! Seni kabirde garib bırakmak şanıma yakışmaz. İzzetim hakkı için, sana bir merhamet edeyim ki, dostların şaşsın, sana bir şefkat edeyim ki, ana-babanın oğluna olan şefkatinden ziyade olsun. Lütfuyla o kulun günahını affedip, kabri Cennet bahçesi olur ve Cennet nimetleri ile dolar.
Allahü teâlâ öyle merhametlidir ki, günahkâr kullarını affeder. O kadar merhametlidir ki, günde kaç kerre kullarının ayıplarını görüp örter, yüzlerine vurmaz.)
.Abdestli olduğunda şüphe eden...
2020-11-08 02:00:00
Abdest aldığını bilip, sonra bozulduğunda şüphe ederse, abdesti var kabul edilir.
Sual: Abdestinin olup olmadığında, elbisesinde necaset bulunup bulunmadığında şüphelenen bir kimse, ne yapmalı, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bu konuda Halebî-i kebîrde deniyor ki:
“Abdest aldığını bilip, sonra bozulduğunda şüphe ederse, abdesti var kabul edilir. Abdesti bozulduğunu bilip, sonra abdest aldığında şüphe ederse, abdest alması lazım olur.
Abdest arasında, bazı yerini yıkadığında şüphe ederse, orasını yıkar. Abdest aldıktan sonra şüphe ederse, yıkamak lazım değildir.
Abdest aldıktan sonra, üzerinde yaşlık gören, idrar mı, su mu diye şüphe etse, ilk olarak başına geldi ise, yeniden abdest alır. Birkaç defa, böyle şüphe etti ise, şeytanın vesvesesi olduğu anlaşılır ve abdesti tazelemez. Vesveseyi önlemek için, abdest aldıktan sonra, donuna, peştamalına su serpilmesi Kimyâ-yı se'âdetde de yazılıdır.
Kap kacak, elbise, bedenin, suyun, kuyunun, havuzun ve cahillerin, kâfirlerin hazırladığı yağ, ekmek, elbise, yemek ve sairenin pis olmasında şüphe etse, temiz kabul edilir.”
Sual: Saç, sakal, tırnak kesince, eğer abdestli ise bu abdest bozulur mu?
Cevap: Saç, sakal, bıyık, tırnak kesmek abdesti bozmaz. Kesilen yerleri yıkamak da lazım olmaz. Fıkh-i Gîdânî şerhinde deniyor ki:
“Tırnak kesince, abdest bozulmaz. Elleri yıkamak müstehab olur.”
Sual: Abdestli iken, deri üzerindeki yaranın kabuğu çıkıp düşse abdest bozulur mu?
Cevap: Deri üzerindeki yaranın kabuğunun düşmesi ile abdest bozulmaz.
Sual: Âyet-i kerimeler ezberden abdestsiz olarak okunabilir mi ve yatağa girince de okunabilir mi?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi abdestsiz tutmak haramdır. Ezberden okumak caizdir. Yatağa abdestli girmek sünnettir. Şir'at-ül-islâm şerhinde deniyor ki:
“Kur’ân-ı kerimi yatakta, yatarak ezberden abdestsiz okumak caizdir ve sevaptır. Fakat, başını yorgandan dışarı çıkarmalı ve bacakları bitiştirmelidir.”
Sual: Kırda, açıkta hela ihtiyacını gideren kimse, su yoksa, temizlik için, kemik, hayvan gıdası olanları, kâğıt, bez gibi şeyleri kullanabilir mi?
Cevap: Su olmadığı zaman, gıda maddesi ile, gübre ile, kemik ile, hayvan gıdası ile, kömür ve başkasının malı ile, saksı, kiremit parçası ile, kamış ile ve yaprak ile ve bez ile, kâğıt ile taharetlenmek, temizlik yapmak, mekruhtur.
.İslamiyete uymak demek...
2020-11-06 02:00:00
Emirleri yapmaya ve haramlardan sakınmaya, İslamiyete uymak denir...
Sual: İslamiyete uymayı herkes söylüyor, fakat bu uymaktan kasıt nedir ve nasıl uyulacaktır?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Haşr suresinde, yedinci âyet-i kerimesinde meâlen; (Resulullahın size getirdiklerini alınız. Yasak ettiklerinden sakınınız ve Allahtan korkunuz!) buyuruldu.
Emirleri yapmaya ve haramlardan sakınmaya, İslamiyete uymak denir. Allahü teâlânın, yasaklardan kaçınız, dedikten sonra, Allahü teâlâdan korkunuz buyurması, yasaklardan sakınmanın daha mühim olduğunu göstermektedir. Çünkü, Allahü teâlâdan korkmak, yani Takva, haramlardan sakınmaktır. Takva, dinin temelidir. Şüphelilerden de sakınmaya vera denir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; (Dininizin direği veradır) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte; (Hiçbir şey, vera gibi olamaz) buyurdu. Dinimizin haramlardan sakınmaya böyle ehemmiyet vermesi, sakınılacak şeylerin daha çok olmasından ve faydasının daha fazla olmasındandır. Çünkü, emirleri yapmakta da, sakınmak bulunmaktadır. Bir emri yapmak, bunu yapmamaktan sakınmak demektir. Faydasının daha çok olması, nefse hiç uymamak olduğu içindir. Emri yaparken, nefis de lezzet alır. Bir işte, nefse uymak ne kadar az olursa, faydası o kadar daha çok olur. Yani, Allahü teâlânın rızasına daha çabuk kavuşturur. Çünkü İslamiyetin emirleri ve yasakları, nefsi kahretmek, yıpratmak içindir. Nefis, Allahü teâlânın düşmanıdır. Hadis-i kudside; (Nefsine düşmanlık et! Çünkü, o benim düşmanımdır) buyuruldu. Bunun için, İslamiyeti gözetmesi daha çok olan, Allahü teâlâya daha yakın olur. Çünkü, burada nefse uymamak, daha çoktur. Bu da, bu büyüklerin yoludur. Bunun içindir ki, derin âlim Bahâüddîn-i Buhârî hazretleri; 'Allahü teâlâya kavuşturan yolların en kısasını buldum' buyurmuştur. Çünkü, bu yolda, nefse karşı gelmek daha çoktur. Bu yolda, İslamiyeti gözetmenin çokluğuna gelince, kitaplarını inceliyen insaflı bir kimse için, bunu anlamak pek kolaydır. Böyle olduğunu açıkça görür.”
***
Sual: Her türlü sıkıntıda istiğfar okumak faydalı mıdır?
Cevap: Her türlü sıkıntıdan, tehlikeden korunmak, şeytanların, düşmanların zarar ve hücumlarından kurtulmak için, istiğfar okumanın çok faydalı olduğu hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
.Farzları yapmalı, haramdan sakınmalıdır
2020-11-05 02:00:00
Bir ibadetin farzlarından biri terk edilirse, o ibadet sahih olmaz...
Sual: İbadetlerdeki farzları ve diğer farzları muhakkak yapmak ve haramlardan da muhakkak sakınmak mı gerekir?
Cevap: Bu konuda Miftâh-ül-Cenne diğer adı ile Mızraklı İlmihâl kitabında şu bilgiler verilmektedir:
“Bir ibadetin farzlarından biri terk edilirse, o ibadet sahih olmaz. Bilmeyerek terk edilince de, sahih olmaz. Bilerek terk edince, günah da olur. Sünneti yapmanın sevabı, farzın sevabından azdır. Sünneti bilerek terk etmek günah olmaz, azap yapılmaz ama azarlanır. Gayr-ı müekked sünnete, müstehab ve mendub da denir. Bunu yapmak, sevap olur. Yani, Cennet nimetine kavuşur. Bilerek yapmamak, günah olmaz. Nafile ibadet, yani emir olunmamış bir ibadeti yapmak, müstehabdır. Sünneti terk etmek günah değil ise de, özürsüz terk etmeyi âdet etmek günah olur.
Mubah, yapması veya yapmaması, sevap veya günah olmayan şeydir. Yemesi haram olmayan şeyleri, doyuncaya kadar yemek, içmek mubahtır. Doyduktan sonra yemek, içmek haramdır. Haramdan kaçınmak sevaptır. Farzı yapmaktan da çok sevaptır. Mekruh işlemek de günahtır.
Harama helal diyen kimse kâfir olur. Alkollü içki mesela bira içmek, kumar oynamak, anaya, babaya asi olmak, yani, haram olmayan emirlerini yapmamak, Müslümanların kalbini kırmak, rızası olmadan malını almak haramdır.
Mekruha helal diyen kâfir olmaz. Midye, istridye, istakoz yemek, abdestte ve gusülde suyu israf etmek mekruhtur. Sünnet deyince, müekked sünnet anlaşılır. Mekruh deyince de, tahrimi olan mekruh anlaşılır.
Ödünç istemek, mubahtır. Ödünç vermek, müstehabdır. Borç ödemek farzdır. Borçlu fakiri sıkıştırmamak vacibdir.
Lazım olan din bilgilerini öğrenmek, kadınlara da farzdır. Başkalarına öğretecek kadar fazla öğrenmek, farz-ı kifâyedir. Daha çok öğrenmek mendubdur. İlmi ile övünmek, mekruhtur.
Bey'in yani alışverişin şartlarından olmayıp da, alıcı ve satıcıdan birine faydası olan bir şeyi şart ederek yapılan satış fasid olur, haram olur.
Her insana ilk farz olan şey, iman etmesidir. İmanı olmayana, kâfir denir. İmanı olana ise, Müslüman denir.
Bazı sözler, bazı işler, imanın gitmesine sebep olur. Müslüman iken, sonradan imanı gideren bir şey yapıp imansız olana, mürted denir. Bir Müslüman, mürted olunca, imanla beraber dinî nikâhı da gider.”
.Ehl-i sünnetin on alameti
2020-11-04 02:00:00
Mızraklı İlmihâl kitabında Ehl-i sünnet olanların, on alameti bildiriliyor...
Sual: Ehl-i sünnet itikadında olan Müslümanların, belli başlı iman konusunda alametleri var mıdır, varsa nelerdir?
Cevap: Orijinal ismi Miftâh-ül-Cenne olan Mızraklı İlmihâl kitabında, konu ile alakalı olarak şu bilgi verilmektedir:
“Ve dahi, Ehl-i sünnet olanların, on alameti vardır: 1-O kimse cemaate müdavemet, devam eder. 2-İtikadı veya fıskı, küfre varmayan imama uyar. 3-Mest üzerine meshi caiz görür. 4-Eshâb-ı kiramdan hiçbirine kötü söz söylemez. 5-Devlete isyan etmez. 6-Dinde bigayr-i hakkın mücadele ve münakaşa etmez. 7-Dinde, şek, şüphe etmez. 8-Hayrı ve şerri, Allahü teâlâdan bilir. 9-İlhadı, küfrü belli olmadıkça ehl-i kıbleyi tekfir etmez, onlara kâfir demez. 10-Dört halifeyi sair, diğer Eshab üzerine tercih eder, Onları üstün bilir.”
Sual: Ölen ve kabre konan herkese, kabirde sual ve azap var mıdır?
Cevap: Müminlerin günahlı ve günahsız hepsine, kabir suali vardır. Yalnız günahları affedilmeyenlerine ve bütün kâfirlere kabir azabı da vardır. Müslümanlar arasında laf taşıyanlara ve helada üzerine bevl, idrar sıçratanlara kabirde azap olacaktır.
Kabir azabı yalnız ruha değil, hem ruha ve hem de cesede olacaktır. Aklın ermediği şeyleri akıl ile çözmeye kalkışmamalıdır.
Şayet bir kimse imansız ölmüşse, şiddetli azaplarla mahşer gününe kadar ve sonra da, Cehennemde ebedî, sonsuz azap görür.
Sual: Bir kimsenin, muradına, dileğine kavuşması için, okunacak bir dua var mıdır, varsa nedir?
Cevap: Miftâh-ül-Cenne kitabında buyuruluyor ki:
“Muratlara, çeşitli dileklere nail olmak, kavuşmak için, Salâten tüncînâ duasını okumalıdır ki dua şöyledir:
(Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min cemî'il ehvâl-i vel-âfât ve takdî lenâ bihâ cemî'al hâcât ve tütahhirünâ bihâ min cemî'isseyyiât ve terfe'unâ bihâ a'ledderecât ve tübelligunâ bihâ aksalgâyât min cemî'il hayrât-i fil hayâti ve ba'del-memât.)”
Sual: Bir Müslümanın, mükellef, sorumlu olduğu şeyler nelerdir?
Cevap: Ni'met-i islâm kitabında deniyor ki:
“Ef'âl-i mükellefin, yani Müslümanın yapması lazım olan şeyler, sekizdir: Farz, vacib, sünnet, müstehab, mubah, haram, mekruh, müfsid. Farzlar ve haramlar, Allahü teâlâ tarafından, Kur’ân-ı kerimde açıkça bildirilmişlerdir.”
.İtikadı bozuk olana mezhebsiz denir
2020-11-03 02:00:00
Küfre sebep olan bir şey söylemedikçe Ehl-i kıbleye kâfir denmez.
Sual: Âyet ve hadisleri kendi anladığına göre yorumlayan bir kimsenin imanı tehlikeye girer mi?
Cevap: Ehl-i sünnet itikadına uymayan bir inanış sahibine Mezhebsiz denir. Mezhebsiz, eğer Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmamış veya şüphe etmiş ise, küfür olur. Açık olarak bildirilmemiş şüpheli olan delilleri tevil ederek yanlış mana vermiş ise, bidat olur. Dünyanın yaratıldığına inanmamak, böyle gelmiş, böyle gider demek, küfürdür. Cennette, müminlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmamak bidattir. Âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri yanlış anladığı için inanmamak bidat olur. “Böyle şey olmaz. Aklım kabul etmez” diyerek tahkir ederse, yine kâfir olur. Bidat hakkındaki hadis-i şerifler, Hadîka, Berîka ve Eşi'at-ül-leme'âtta mevcuttur.
Küfre sebep olan bir şey söylemedikçe ve yapmadıkça Ehl-i kıbleye, yani namaz kılana kâfir denmez. Fakat, Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilen ve Müslümanların asırlar boyunca inandığı bir şeye uymayan söz ve işte bulunan bir kimse, bütün ömrünce namaz kılsa, her ibadeti yapsa da, buna kâfir denir. Mesela bir kimse, Allahü teâlâ zerreleri, yaprak sayısını, gizlileri bilmez dese, kâfir olur. Hazret-i Ebu Bekir ile hazret-i Ömer'den başka sahabiyi, dinî bir sebeple kötüleyen, bidat sahibi olur. Bir harama mubah, helal diyen kimse, bunu, bir âyete veya hadis-i şerife dayanarak söylüyorsa, kâfir olmaz. Âyet ve hadise dayanmadan, kendi görüşü, keyfi için söylüyorsa, kâfir olur. Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer'in hilafete seçilmeleri haklı değildi demek, bidattir. Hilafete hakları yok idi demek ise küfürdür.
Sual: Namazda okunan âyetleri, sureleri, şarkı kalıplarına uyarak okuyan kimsenin arkasında kılınan namaz sahih olur mu?
Cevap: Elhan ederek yani namazda okuduklarını musiki perdelerine uyarak, teganni eden ve namazı vaktinden evvel kıldıran imam arkasında kılınan namazı iade etmenin lazım olduğu, Halebî-i kebîr sonunda yazılıdır.
Sual: Kimlerin eli öpülür, Kur’ân-ı kerimi ve ekmeği öpmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Âlimin, ana ve babanın eli öpülür. Başkasının eli öpülmez. Herhangi bir arkadaş ile karşılaşınca elini öpmek haramdır. Kur’ân-ı kerimi, ekmeği öpmek de caizdir.
.Resulullahın sözünde durması
2020-11-02 02:00:00
Peygamber efendimiz, bütün güzellikleri, üstünlükleri kendisinde toplamıştır...
Süal: Verilen sözü yerine getirmenin güzel bir huy olduğu herkesçe bilinmektedir. Peygamber efendimiz her verdiği sözü yerine getirir miydi?
Cevap: Bütün güzellikleri, üstünlükleri kendisinde toplayan Resulullah efendimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Daha doğrusu Onu böyle üstün ve güzel yaratan Rabbimiz, Sevgili Peygamberimizi, karanlık gecelerde yol bulmak ve yol almak isteyen insanlık için bir rehber, bir kılavuz, bir yol gösterici olarak seçmiş ve öyle yaratıp göndermiştir.
İnsanlık için her bakımdan numune olan Sevgili Peygamberimiz, verdikleri sözde durma ve verilen sözlerin yerine getirilmesi hususunda da çok titiz davranmışlar ve bizzat kendi yaşayışları ile bu hususta örnek olmuşlardır. Bu hususta, Eshab-ı kiramdan bir zat, şahit olduğu bir hadiseyi şöyle anlatmaktadır:
“Resulullah efendimizle, henüz Peygamberliği tebliğ edilmeden önce bir alışveriş yapmıştım. Bu alışveriş neticesinde de kendisinde bir miktar alacağım kalmıştı. Bu alışverişi yaptıktan sonra da, falan gün falan yerde buluşalım diyerek karşılıklı olarak sözleşmiştik. Fakat ben, aramızdaki bu sözleşmeyi ve aramızdaki konuşmayı ve verdiğim sözü unutmuştum. Buluşmak için sözleştiğimiz zamandan tam üç gün sonra, verdiğim sözü ve aramızdaki konuşmayı hatırladım ve;
-Eyvah, biz üç gün önce falan yerde buluşmak üzere sözleşmiştik diyerek, hemen yerimden ayrıldım. Sözleştiğimiz yere hızlı hızlı koşmaya başladım. Buluşmak için sözleştiğimiz yere vardığım zaman, aradan üç gün geçmiş olmasına rağmen Resulullah efendimizi orada beni bekler vaziyette buldum. Meğer Resulullah efendimiz, buluşmak için sözleştiğimiz o günden itibaren her gün, o saatlerde gelip beni beklemiş. Bunu öğrenince Resulullah efendimize karşı çok mahcup oldum ve kendisinden özür diledim.”
Bir söz veriliyor ve verilen sözün üzerinden üç geçmesine rağmen, Resulullah efendimiz her gün o saatte aynı yere geliyor ve bekliyorlar. Verilen bir söze, böyle riayet etmek lazımdır. Resulullah efendimiz;
(Vadetmek, borç gibidir) yani verilen sözün muhakkak yerine getirilmesini emir buyururlarken, kendileri de bizzat bunu tatbik ediyorlar. Herhangi bir konuda söz verildiği zaman, söz verilen şeyin muhakkak yerine getirilmesi gerekmektedir.
.İslamiyeti yok etmek isteyenler
2020-10-22 02:00:00
İslamiyetin yok edilmesine sebep olanlar iki kısma ayrılmaktadır...
Sual: Zamanımızda İslamiyetin yok edilmesine, elden çıkmasına sebep olanlar, nasıl bir yol takip etmektedirler?
Cevap: İslamiyetin yok edilmesine, elden çıkmasına sebep olanlar iki kısma ayrılmaktadır:
Birincileri, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silahlı kuvvetleri, propaganda vasıtaları ve siyasi oyunları ile, İslamiyeti yıkmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmaya çalışıyor.
İkinci kısımda bulunanlar ise, kendilerine Müslüman ismini ve süsünü verip, din adamı tanıttırıp, Müslümanlığı, kendi akılları ile, keyiflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeye uğraşıyor, Müslümanlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hile ve yalanları ile, sözlerini isbat etmeye, yaldızlı, yaltakcı yazılarla, Müslümanları aldatmaya çalışıyorlar. Müslümanların çoğu bunları, bazı sözlerinden ve İslamiyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idare edildikleri için, birçok sözleri revaç bulup, Müslümanlar arasında yerleşiyor. İslamiyeti, istedikleri, planladıkları şekle çevirmeye çalışıyorlar.
Bazıları da; “Bu asırda yaşayabilmemiz için, milletçe, topluca Batılılaşmalıyız” diyor. Bu sözün iki manası vardır:
Birincisi, batılıların fende, tecrübede, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifadeye çalışmaktır ki, bunu İslamiyet, zaten emretmektedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu, kitaplarda bildirilmiştir. Resulullah efendimiz, bir hadis-i şerifte;
(Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu. Fakat bu, Batı'ya uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmaya çalışmaktır.
İkinci manada Batılılaşmak ise, ecdadımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, Batı'nın bütün âdetlerini, ahlaksızlıklarını ve hepsinden daha acı olarak, dinsizliklerini ve putlarını alıp, camileri kilise şekline sokmak, Müslümanlığa gericilik dini, Kur’ân-ı kerime "çöl kanunu", puta tapmaya, modern ve medeni din demek ve İslamiyeti bırakıp, Hristiyanlığa dönmeye, "dinde reform" ismini vermektir.
Bu millet, ne bugün, ne de, onların ümitle bekledikleri günlerde, bu manada asla garblılaşmayacak ve dinsiz olmayacaktır.
.Kura çekerek pay etmek
2020-10-19 02:00:00
İbni Âbidînde deniyor ki: Kura çekmek caizdir ve sünnettir.
Sual: Hediye dağıtımında ve benzeri şeylerde kura çekerek dağıtmak, vermek, dinen uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“İslamiyetin bildirdiği hükümlere uygun olan şartlara müsavi, eşit olarak malik olanlar arasından birini seçmek için, kura yapılır.”
Bir mekânın, bir malın, buna müşterek, ortak olarak malik olan ortaklar arasında kura ile taksim edileceği de, İbni âbidînde uzun bildirilmektedir. Kura çekmek caizdir ve sünnettir. Mülk sahiplerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek yahut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kura, piyango haram olur.
İki veya daha çok kimse, aralarında para toplayarak bir emanetçiye bırakıp, aralarından seçtikleri birinin veya vekilinin, bunu fakirlere, hayır kuruluşlarına dağıtması caiz olduğu gibi, fakirler arasında kura çekip kazananlarına dağıtması da caizdir.
Kendi aralarında piyango çekip kazananların, vermiş oldukları paradan fazla almaları kumar olur. Geri kalan kısmı hayır yere bağışlamaları, bu piyangoyu kumarlıktan kurtarmaz. Her birinin, kendi verdiğini geri alması caizdir. Kendi hissesini içlerinden birine hediye edebilir. Emanetçinin ücretini, paraları oranında öderler. Emanetçi emanet parayı kullanamaz, bankaya yatıramaz. Banka da, kendilerinden biri de emanetçi olabilir.
Sual: Kıyamete yakın İslamiyetin tamamen ortadan kalkacağı bilgisi doğru mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak imâm-ı Kurtubî hazretleri buyuruyor ki:
“İslamın unutulması, İsa aleyhisselam gökten inip, öldükten sonra olacaktır. Daha önce, Müslümanlar garip olacak. Kur’ân-ı kerime uyulmayacak ise de, büsbütün unutulmayacaktır.”
Sual: Vakıf olarak yapılan bir cami, harap olmuş ise, bunun işe yarayan malzemelerini başka yerde kullanmak uygun olur mu?
Cevap: Vakıf cami, bina harap olunca, işe yaramayan parçaları satılıp, kendi tamirine, tamiri mümkün değilse, yakın bulunan bir vakıf binanın tamirine, onun ihtiyacına sarf edilir. Başka bir yere sarf edilemez.
Sual: Sırtını duvara veya bir direğe dayayarak namaz kılmanın, dinimiz açısından bir mahzuru olur mu?
Cevap: Farz namazları kılarken özürsüz olarak, duvara, direğe dayanmak mekruhtur. Ancak nafile namazları kılarken dayanmak mekruh olmaz.
.İsa aleyhisselam ölmedi
2020-10-18 02:00:00
Hazreti İsa'nın otuzüç yaşında, diri olarak göğe kaldırıldığı, bütün kitaplarında yazılıdır.
Sual: Hazret-i İsa'nın ölmeyip, göğe kaldırıldığına inanıldığı gibi, öldüğüne inananlar da vardır. Eğer ölmedi ise, tekrar dünyaya indirilip her canlı gibi, O da ölümü tadacak mıdır?
Cevap: İsa aleyhisselam, ülül-azm peygamberlerdendir. Allahü teâlâ, Onu babasız yarattı. Annesi hazret-i Meryem'dir. Otuz yaşında Peygamber olduğu bildirildi. Otuzüç yaşında, diri olarak göğe kaldırıldığı, bütün kitaplarında yazılıdır. İsa aleyhisselam ölmedi. Yahudiler, kendisini öldürmek istedikleri zaman, Allahü teâlâ onu diri olarak göğe kaldırdı. Kur'ân-ı kerimde bu husus beyan edilmiştir. Nisâ suresinin 156-158. âyetlerinde meâlen;
(Bir de, Yahudilerin İsa'yı inkârları ve Meryem'e büyük iftirada bulunmaları ve Allahın Resulü Meryem oğlu İsa'yı öldürdük demeleri sebebi ile kendilerini lanetledik, rahmetimizden kovduk. Hâlbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve haça da germediler. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. [Yehuda, İsa aleyhisselamın şekline sokuldu ve onu astılar.] Bu hususta, kendileri de ihtilafa düşüp, şüphe içindedirler. Onların bu hususta, bir bilgileri de yoktur. Ancak, kuru bir zan peşindedirler. Onlar hakikaten İsa'yı öldürmemişlerdir. Allah, Onu kendi katına yükseltti. Allah azizdir, hükmünde hikmet sahibidir) buyurulmuştur.
İsa aleyhisselam, kıyamete yakın bir zamanda gökten Şam'a inecek ve Muhammed aleyhisselamın dinine tabi olacaktır. Kendisine az kimse inandı, kıyamet yaklaşınca Şam'da, Ümeyye Camii'nin minaresine inecek, evlenecek, çocukları olacak, hazret-i Mehdi ile buluşacak, kırk sene yaşayıp, Medine'de vefat edip, Peygamber efendimizin yanına defnedilecektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Eshab-ı kehf, hazret-i Mehdi'nin yardımcıları olacaktır ve İsa aleyhisselam bunun zamanında gökten inecektir. İsa aleyhisselam, Deccal ile harb ederken, hazret-i Mehdi, onunla beraber olacaktır. Bunun hükümdarlığı zamanında, her zamankinin aksine olarak ve hesapların tersine olarak, Ramazan-ı şerifin ondördüncü günü güneş tutulacak ve birinci gecesinde ay tutulacaktır.)
Muhammed Pârisâ hazretleri Füsûl-i sitte kitabında buyuruyor ki:
“İsa aleyhisselam gökten inip, imam-ı a’zam Ebu Hanife mezhebine uygun ictihat edecek, onun helal dediğine helal diyecek, haram dediğine haram diyecektir.”
.Kumar, bir yarış değildir
2020-10-17 02:00:00
Kumar oynatmak, yarışmak değil, tahminde yanılıp yanılmamak demektir.
Suâl: Kumar, bir yarış değil midir, niçin yasak edilmiştir?
Cevap: Kumar, yarışlarda olduğu gibi, tavla, dama taşları, iskambil kâğıtları ile yapılan her oyunda, futbol oyunlarında da olur. Bunların hepsinde ve ilim adamları arasındaki kumarda, sözleri, tahminleri yanlış çıkanlar, tahminleri doğru çıkanlara mal, para vermektedir. Kumara katılanların her birinde, hem almak hem de vermek ihtimali vardır.
Kumar oynatmak, yarışmak değil, tahminde yanılıp yanılmamak demektir. Bunun için, oynayanlar arasında olduğu gibi, oynamayıp, yarışmayıp, yarışanlardan kazanacakları önceden tahmin edenler arasında da kumar olur. Hatta yalnız bir kişinin yaptığı işin başarılı olup olmayacağını tahmin edenler arasında da olur.
Kumarda, sonu tahmin edilen işin oyun olması, kazançlı, başarılı olması veya zararlı olması arasında fark yoktur. Cambazın düşüp düşmeyeceğini, geminin batıp batmayacağını tahmin edenlerin, birbirlerine para vermek için sözleşmeleri de kumar olur. Bunun içindir ki, oyun, yarış yapılmaksızın, kumarcıların isimleri veya para ile aldıkları biletlerin numaraları arasında piyango çekerek, çekilen numara sahiplerine, biletlerden toplanan paraların hepsini veya bir miktarını dağıtmak kumar olur. Çünkü, piyangoya katılanların hepsi kendi numarasının çekileceğini ümit etmektedir. Tahminleri doğru çıkanlar, yanlış çıkanların önceden verdikleri paraları almaktadırlar. Aldıkları para ile, önceden bilete verdikleri paranın farkını, tahminleri yanlış çıkanlardan almış olmaktadırlar. Tahminleri yanlış çıkacaklardan para toplamak güç olacağı ve bunlar önceden belli olmadıkları için, piyangoya katılanların hepsinden, önceden bilet ücreti ismi altında para toplanmakta, tahmini doğru çıkanların vermiş oldukları, sonra kendilerine iade edilmektedir. Toplanan paraların hepsini piyango sahibi almakta, aslan payını kendine ayırıp, geri kalanını tahminleri doğru çıkanlara vermektedir. Piyango sahibi, kumara iştirak etmese bile, harama sebep olduğu için, büyük günah işlemekte ve piyangoya iştirak edenleri, soymakta, sömürmektedir.
Harbe ve ilme yarayan mubah yarışların, hayır, yardım işlerinin ve diğer mekruh oyunların çoğu, kumar veya başka haramların karışmaları sebebi ile haram olmaktadır.
.İmanın devamlı kalmasının sebepleri
2020-10-13 02:00:00
Biz gayba iman eyledik. Bizim imanımız gaybadır, zahire, görünüşe değildir.
Sual: Bir Müslümanda, imanın devamlı kalmasının ve bu imanın devam etmesinin, sebepleri, şartları var mıdır, varsa nelerdir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Miftâh-ul-Cennet kitabında deniyor ki:
“İmanın, bizde baki, devamlı kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:
1-Biz gayba iman eyledik. Bizim imanımız gaybadır, zahire, görünüşe değildir. Zira biz, Allahü teâlâyı, gözümüzle göremedik. Lakin görmüş gibi inandık, iman ettik. Bundan asla şüphemiz yoktur.
2-Yerde ve gökte, insanda, cinde, meleklerde ve Peygamberlerde, gaybı bilen yoktur. Gaybı ancak Allahü tâlâ bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir. Gayb demek, duygu organları veya hesap, tecrübe ile anlaşılmıyan demektir.
3-Haramı haram bilip, itikat etmek, inanmak.
4-Helali helal bilip, böyle itikat etmek, inanmak.
5-Allahü teâlânın azabından emin olmayıp, daima korkmak.
6-Her ne kadar günahkâr olsa da, Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesmemek.
Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yahut birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin imanı ve İslamı sahih değildir.”
Sual: Bir Müslümanın, nefsinin İslamiyetin dışına çıkmaması, azgınlık yapmaması için ne yapması gerekir?
Cevap: Nefsin İslamiyetin dışına, çıkmasını, taşmasını önlemek için, onunla iki cihat vardır:
Birincisi, ona uymamak, onun arzularını yapmamaktır. Buna, riyâzet çekmek denir. Riyâzet, vera ve takva ile olur. Takva, haramlardan sakınmaktır. Vera, haramlardan ve mubahları ihtiyaçtan fazla kullanmaktan da sakınmaktır.
Cihadın ikincisi, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Buna mücâhede denir. Bütün ibadetler mücahededir. Bu iki cihat, nefsi terbiye eder. İnsanı olgunlaştırır, ruhları kuvvetlendirir. Sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yoluna kavuşturur. Allahü teâlâ kullarının ibadetlerine muhtaç değildir. Kullarının günah işlemesi Ona hiç zarar vermez. Kullarının nefslerini terbiye etmek, nefisle cihat etmek için bunları emretmiştir.
Sual: Bir Müslümanın yemede ve içmede uyacağı ölçü ne olmalıdır?
Cevap: Namazı ayakta kılacak ve oruç tutacak kadar gıda almak farzdır. Doyuncaya kadar yiyip içmek mubahtır. Doyduktan sonra yemek, içmek ise haramdır. Yalnız sahurda ve misafiri utandırmamak için yemek haram olmaz.
.Alışverişte seçici mi olmalıdır?
2020-10-12 02:00:00
''Bir zaman gelmek korkusu vardır ki, alışveriş edecek kimse bulunamayacaktır.''
Sual: Bir Müslümanın alışveriş yaparken neye dikkat etmesi gerekir, herkesle alışveriş yapılabilir mi, seçici olmak gerekir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak, İmâm-ı Gazâlî hazretleri Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Şüpheli şeylerden kaçınmalıdır. Harama yaklaşan zaten asi, fasık olur. Şüphe edilen şeyleri, Ehl-i sünnet kitaplarından öğrenmelidir. Cahil hafızlara, hocalara ve her kitaba güvenmemelidir. Kalbine sıkıntı getiren şüpheliyi almamalıdır. Zalimlerle, hile, hıyanet edenlerle, yemin ile satanlarla, dükkânında haram şey satanlarla alışveriş etmemelidir. Zalimlere, fasıklara veresiye satmamalıdır. Çünkü, öldükleri zaman üzülür. Hâlbuki, zalimler yani Müslümanlara ve İslamiyete eli ile, dili ile, kalemi ile zarar yapanlar ölünce üzülmek günahtır. Onlara yardım etmek caiz değildir. Mesela, din ile alay edenlere, yalan yanlış kitaplar yazarak dini yıkmaya uğraşanlara kâğıt satmak günahtır. Velhasıl, herkesle muamele etmemelidir. Doğru insan aramalıdır...
Bir zaman vardı ki, bir tüccar, her istediği ile muamele edebilirdi. Çünkü, herkes, alışveriş ilmini biliyor ve bildiğine göre hareket ediyordu. Sonraları öyle zamanlar geldi ki, birkaç kişi ile muamele edilemezdi. Daha sonraları ise, ancak birkaç kimse ile muamele edilebilir oldu. Bir zaman gelmek korkusu vardır ki, alışveriş edecek kimse bulunamayacaktır. Bunu çok zaman önce, söylemişlerdir. Bizler, belki de, büyüklerimizin korktuğu o zamana kaldık. Kim ile olursa olsun, alışveriş edilmektedir. Cahil hafızlar, yangına körükle gidip; “Bugün dünyanın her tarafı böyle oldu. Her yerdeki mala haram karıştı. Haramdan kurtulmak imkânsız oldu” diyorlar. Bu söz, çok yanlıştır. Hiç de dedikleri gibi değildir. Bunların hepsini kim yapabilir diyerek ümitsizliğe düşmek doğru değildir. Ne kadar yapılabilirse çok kar olur. Ahiretin dünyadan daha iyi olduğuna inanan kimse, bunların hepsini de yapabilir.”
***
Sual: Eti yenen hayvanlardan bazıları, bulundukları yerin durumuna göre, necis olan şeyler yiyebiliyorlar, bu hayvanların etini yemek, sütünü içmek uygun olur mu?
Cevap: Tezek ve başka necis şeyleri yiyen hayvanın eti kokarsa, yanına yaklaşınca pis koku gelirse, eti, sütü ve teri necis olup, yemesi mekruhtur.
.Zünnar bağlamak küfür alametidir
2020-10-03 02:00:00
İslamiyetin emrettiği işler, iyidir. Yasak ettiği işler, kötüdür.
Sual: Gayr-i müslimlere mahsus olan şeyleri, bir Müslüman yapınca, imanı gider mi?
Cevap: Müslümanım diyen kimsenin, kâfirlere mahsus şeyleri zaruret olmadan yapmaması ve kullanmaması, kâfir zan olunmaktan çekinmesi lazımdır. Müslümanlar, Müslümanlığa mahsus şeyleri yapmakla, alay olunmasını düşünmemeli. Hürmet duyulacağını düşünmeli ve bu hareketinden şeref duymalıdır. İslam âlimlerinin bildirdiği şeyleri kalbdeki imanla bunun ne alakası var diyerek hafîf görmek caiz değildir. Çünkü, kalbden bütün azaya, organlara yol vardır. İslamiyetin emrettiği işler, iyidir. Yasak ettiği işler, kötüdür. İnsanlar, bugün bunu anlamasalar da, doğrusu budur. İslamiyetin yasak ettiği şeyler yapılınca, kalb kararır, katılaşır. Büyük günahlar çok yapılırsa, iman gidebilir.
Papazların bellerine bağladığı zünnarı beline bağlamak ve puta tapınmak gibi işleri İslamiyet küfür alameti saymıştır. Bir insan, başka bir dine mahsus olan bir işi yapmakla, o dine girmiş olması lazım gelmezse bile, o dine mahsus şeyin kendinde görünmesini kabul etmiş olur. Böylece, kalbindeki imanın sarsılmış olduğu düşünülebilir. İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri; “İslamiyete hangi yol ile girilirse yine o yol ile çıkılabilir” buyurmuştur. Buradaki yol, kalbin inanması demektir. Yani, kalbe iman girince, Müslüman olur. Kalbden iman gidince, Müslümanlıktan çıkar buyurmaktadır.
Sual: İman etmemenin, iman edip günahlardan sakınmamanın, cezası muhakkak verilecek midir?
Cevap: Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsini tezkiye için, yani nefsin yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, her zaman çokça “Lâ ilâhe illallah” ve kalbini tasfiye, yani nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden ve günahlardan kurtulmak için “Estağfirullah” okumalıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye, İslamiyetin bildirdiği hükümlere uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haramlara ehemmiyet vermiyenin ve haram yiyip içenin İslamiyetin hükümlerine uymadığı anlaşılır. Bunların duası kabul olmaz.
Sual: Hadesten taharet ne demektir?
Cevap: Hadesten taharet; abdestsiz olanın abdest alması, cünüp olanın da, gusül etmesi demektir.
.Zekât hesabında, gümüşün yeri
2020-10-01 02:00:00
Bugün gümüş, para olarak kullanılmıyor. Gümüş eşyanın değeri çok düşüktür.
Sual: Ticaret mallarının veya kâğıt paraların, zekât verme ölçüsüne ulaştığını, gümüş ile de hesap etmek mümkün müdür?
Cevap: Gümüşün nisâbı, ikiyüz dirhem-i şerîdir. Bir dirhem-i şerî, ondört kırât-ı şerîdir. Hanefide, on dirhemin ağırlığı, yedi miskalin ağırlığına müsavi, eşit olmaktadır. Hanefîde gümüşün nisâbı, 672 gramdır.
Yirmi miskal altın ile ikiyüz dirhem gümüş, ortak bir nisâb miktarını gösterdikleri için, değerlerinin birbirine eşit olması lazımdır. Buna göre, İslamiyette bir miskal altın, on dirhem gümüş kıymetinde oluyor. İslamiyette, para olarak kullanılan altının kıymeti, aynı ağırlıktaki gümüş paranın kıymetinin yedi katıdır. Bugün gümüş, para olarak kullanılmıyor. Gümüş eşyanın değeri çok düşüktür. Bunun için, kâğıt paraların ve ticaret eşyasının nisâbını hesap etmek için, gümüşün değeri kullanılamaz.
Şafii mezhebinde, bir malın zekâtı, başka cins maldan verilemez. Mesela altın yerine gümüş ve buğday yerine arpa verilemez. Şafii mezhebindekiler Hanefi mezhebini taklit ederek, mal yerine nakit vermeleri ve yedi sınıfın hepsine değil de, diledikleri bir veya birkaç sınıfa vermelerinin caiz olacağı, Kimyâ-i se'âdette ve İbni Hacer-i Mekkî hazretlerinin Fetâvâ-i fıkhiyyesinde yazılıdır.
Ticaret eşyasının kıymeti, yani nisâb hesap edildiği vakitteki alış fiyatı, alışverişte kullanılan altın veya gümüş paradan hangisi ile nisâb miktarı oluyorsa, onun ile hesap edilir. İkisi ile de nisâb miktarı oluyorsa, fakirlere daha faydalı olanı ile hesap edilir. Para olarak kullanılmayan altın ve gümüş ile hesap edilmez.
Hükûmet tarafından damgalı altın veya gümüş paralardan kıymeti en az olanı ile hesap edilir. Hangisi ile hesap edildi ise, yine onun ile zekât farz olduğu gündeki, yani nisâb üzerinden bir sene geçtikten sonraki piyasaya göre, yeniden hesap edilen kıymetinin, yani alış fiyatının veya eşyanın kendisinin kırkta biri verilir.
Altın ile gümüşün para olarak kullanılmadığı yerlerde, başka metal veya kâğıt paralar, şimdi altın karşılığıdır. Böyle paralarla satın alınmış olan ticaret eşyasının ve kâğıt paraların, fıtra ve kurbanın nisâbları, Şeyhayne uyarak, damgalı altın paralardan kıymeti en az olanı ile hesap edilir. Gümüş ile hesap edilmez.
..
|
Bugün 152 ziyaretçi (1239 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
Göremediklerimiz yok değildir
2020-09-30 02:00:00
His organlarımız olmasaydı, hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı!..
Sual: Ben görmediğim şeylerin varlığını kabul etmem, inanmam diyen kimseye nasıl cevap verilebilir?
Cevap: Etrafımızı beş duygu organımız ile tanıyoruz. His organlarımız olmasaydı, hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemeyecektik. Yürüyemeyecek, bir şey yapamayacak, yaşayamayacaktık. Ruhumuza tatlı gelen güzellikleri göremeyecek, güzel sesleri duyamayacak, onları sevemeyecektik. Allahü teâlâya yalnız duygu organlarımız için, durmadan şükretsek, şükrünü ödemiş olamayız.
Duygu organlarımıza etki eden her şeye varlık veya mevcut diyoruz. Kum, su, güneş birer mevcuttur. Çünkü, bunları görüyoruz. Ses, bir mevcuttur, çünkü, işitiyoruz. Hava, bir mevcuttur, çünkü, elimizi açıp yelpaze gibi sallayınca, havanın elimize çarptığını duyuyoruz. Rüzgâr da yüzümüze çarpıyor. Bunun gibi, sıcaklık, soğukluk da birer mevcuttur. Çünkü, derimizle bunları duyuyoruz. Elektrik, ısı ve mıknatıs gibi enerjilerin, kudretlerin de mevcut olduklarına inanıyoruz. Çünkü, elektrik akımının hararet ve mıknatıs veya kimya reaksiyonları meydana getirdiğini, ısı gelince sıcaklık olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknatısın demiri çektiğini hissediyoruz, anlıyoruz.
“Ben havanın, ısının, elektriğin mevcut olduklarına inanmam. Çünkü, bunları görmüyorum” sözüne yanlıştır diyoruz. Çünkü, bunlar görülemezlerse de, kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için, görülemeyen birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları lazım gelmez diyoruz. Bunun gibi;
“Ben Allaha inanmam. Melek, cin gibi şeyler yoktur. Var olsalardı görürdüm” sözü de doğru değildir. Akla, fenne uygun olmayan bir sözdür.
Fen dersleri bildiriyor ki, ağırlığı ve hacmi olan varlıklara madde denir. Buna göre, hava, su, taş, tahta maddedirler. Işık, elektrik akımı birer varlık iseler de, madde değildirler. Maddenin şekil almış parçalarına, cisim denir. Çivi, kürek, maşa, iğne birer cisimdirler. Hepsi, aynı demir maddesinden yapılmışlardır. Duran bir cismi harekete getiren, harekette olan bir cismi durduran veya hareketini değiştiren sebebe kuvvet denir. Duran bir cisme kuvvet etki etmezse, hep durur. Hareket eden bir cisme, kuvvet etki etmezse, hareketi değişmez ve hiç durmaz.
.Bela, sıkıntı anında yapılacaklar
2020-09-29 02:00:00
Ölmemek için, veba hastalığı bulunan yerden kaçmak büyük günahtır.
Sual: Bir bela, sıkıntı veya salgın zamanlarında nasıl hareket etmeli, neler okumalı kısaca ne yapılmalıdır?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Kıymetli mektubunuz geldi. O taraflarda, iki korkunç hadise başladığını, birinin tâûn yani veba hastalığı, ötekinin de kaht yani kıtlık, gıda maddelerinin azlığı olduğunu yazıyorsunuz. Allahü teâlâ, bizi ve sizi belalardan korusun. Hepimize âfiyet versin!
Böyle zamanlarda dört Kul’u çok okuyunuz! Yani, Kul yâ eyyühel kâfirûn ve Kul hüvallahü ve Kul eûzüleri okuyunuz! Cinnin ve insanların şerrinden korur!
Erkeklerin kefeni, üç parça olması sünnettir. Sarık sarmak bidat olur. Ahdnâme denilen sual meleklerine verilecek cevapları ve dua ve istiğfar yazılı kâğıdı, kabre koymamalıdır. Mübarek yazıların, isimlerin, meyyitin pislikleri ile karışmasına sebep olur. Meyyite kamis yerine, bir âlimin gömleğini giydirmek iyi olur. Şehitlerin kefenleri, elbiseleridir. Silah yarası alarak ölen şehitler yıkanmaz ve kefenlenmez. Muharebede yara almadan ölen ve sulhda, sâri hastalık ve afetlerle ölenler, şehit sevabı kazanırsa da, bunlar yıkanır ve kefenlenir.
Kabirdeki hayat, bir bakımdan, dünya hayatına benzediği için, meyyit terakki eder, derecesi yükselir. Kabir hayatı, insanlara göre değişir. Peygamberler, kabirlerinde namaz kılar buyuruldu. Peygamber efendimiz, mirâc gecesinde, Musa aleyhisselamın kabri yanından geçerken, mezarda namaz kılarken gördü. Kabir hayatı, şaşılacak bir şeydir. Bunlardan az bir şey bildirilse, akıl ermez, fitnelere, karışıklığa sebep olur. Cennetin tavanı, Arş'tır. Fakat, kabir de, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Akıl gözü bunu göremiyor. Kabirdeki şaşılacak şeyler, başka bir gözle görülüyor. Evet iman, inanmak, nasıl olursa olsun, azaptan kurtulmaya sebeptir. Fakat, o güzel kelimenin, Kelime-i tevhidin Hak teâlâ tarafından kabulü için, dünyada İslamiyete uymak, salih amelleri işlemek lazımdır.
Ölmemek için, veba hastalığı bulunan yerden kaçmak büyük günahtır. Muharebede, düşman karşısından kaçmak gibidir. Veba bulunan yerden kaçmayıp sabreden kimse, ölünce, şehitlerin sevabına kavuşur. Kabir sıkıntısı çekmez. Sabreden kimse, ölmezse, gaziler sevabına kavuşur.”
.Peygamber Efendimizi vesile etmek
2020-09-28 02:00:00
Peygamberlerin, velilerin ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır.
Sual: Peygamber efendimizin ve evliyanın ruhlarını vesile ederek yardım istemek, dua etmek, şirk midir?
Cevap: Resulullah efendimizden ve evliyadan şefaat istemek, İsti'âne etmek, yani yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, top, bomba, füze, tayyare kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan İsti'ânedir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır.
Bu sebeplere yapışmak, şirk değildir. Peygamberler hep sebeplere yapıştılar.
Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, harp vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, evliyanın ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromagnetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir. Çünkü, radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.
Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebepleri, vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahluklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler bunun böyle olduğunu göstermektedir. Yani, müminler her namazda Fatiha suresini okurken; (Yâ Rabbî, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum!) demektedir. Her gün böyle söyliyen müminlere müşrik denilemez.
Peygamberlerin, velilerin ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını Fatiha sûresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir. Hâlbuki Vehhabiler maddi, fenni sebeplere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar.
.Fıkıh ilminin kısımları
2020-09-27 02:00:00
Fıkhın ibâdât kısmını kısaca öğrenmek, her Müslümana farzdır.
Sual: Fıkıh ilminin kıymeti ve kısımları nelerdir?
Cevap: Fıkıh ilmi çok geniştir. Hepsi, dört büyük kısma ayrılır:
1-İbâdât olup, beşe ayrılır: Namaz, oruç, zekât, hac, cihad. Her birinin dalları çoktur. Görülüyor ki, cihada hazırlanmak ibadettir. Peygamber efendimiz din düşmanları ile cihadın iki türlü olduğunu bildiriyor. İş ile, söz ve yazı ile. İş ile cihada hazırlanmak, yeni silahları yapmasını ve kullanmasını öğrenmek farzdır. Bu cihadı devlet yapar. Milletin, devlet kanunlarına, emirlerine uyarak cihada iştirak etmesi farzdır. Zamanımızda ikinci savaş, yani dinsizlerin yazı ile, film ile, radyo ile, her çeşit propaganda ile saldırması aldı, yürüdü. Buna da karşı koymak cihaddır.
2-Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.
3-Mu'âmelât olup, alışveriş, kira, şirketler, faiz, miras... gibi birçok bölümleri vardır.
4-Ukûbât, yani cezalar olup, başlıca beşe ayrılmaktadır. Kısâs, sirkat, zina, kazf, riddet, yani mürted olmak cezalarıdır.
Fıkhın ibâdât kısmını kısaca öğrenmek, her Müslümana farzdır. Münâkehât ve mu'âmelât kısımlarını öğrenmek, farz-ı kifâyedir. Yani, başına gelenlerin öğrenmesi farz olur. Tefsir, hadis ve kelâm ilimlerinden sonra, en şerefli ilim, fıkıh ilmidir. Aşağıdaki hadis-i şerifler, fıkhın ve fıkıh âlimlerinin şerefini göstermeye kâfidir:
(Allahü teâlâ, bir kuluna iyilik etmek isterse, onu fakih yapar.)
(Bir kimse fakih olursa, Allahü teâlâ, onun özlediği şeyleri ve rızkını, ummadığı yerlerden gönderir.)
(Allahü teâlânın en üstün dediği kimse, dinde fakih olandır.)
(Şeytana karşı bir fakih, bin âbidden, ibadeti çok yapandan daha kuvvetlidir.)
(Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.)
(İbadetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.)
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin üstünlüğü, bu hadis-i şeriflerden de anlaşılmaktadır.
Hanefî mezhebindeki dinî hükümler, Eshab-ı kiramdan olan Abdullah ibni Mes'ûd hazretlerinden başlayan yol ile meydana çıkarılmıştır. Yani mezhebin reisi olan İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri, fıkıh ilmini, Hammâd'dan, Hammâd da, İbrâhîm-i Nehaî'den, bu da, Alkama'dan, Alkama da, Abdullah bin Mes'ûd hazretlerinden, bu da Resûlullah efendimizden almıştır.
.Cemaleddin-i Efgani, din düşmanı mı?
2020-09-26 02:00:00
Şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi onun kâfir olduğuna fetva verdi.
Sual: Bazılarının övdüğü Cemaleddin-i Efgani, bir âlim mi yoksa din düşmanı mıdır?
Cevap: Bu konuda Fâideli Bilgiler isimli kitapta şu bilgiler verilmektedir:
“Cemaleddin-i Efgani, h. 1254’te Afganistan'da doğdu, h.1261’de Kabil'e geldi. On sene kaldı. Felsefe kitapları okudu. Bir aralık, Ruslara Afganistan hakkında casusluk yaptı. Ruslardan çok para aldı. H. 1285’de Mısır'a geldi. Mason oldu. Âli Paşa, bunu İstanbul'a getirdi, vazife verdi. O zaman, İstanbul dârülfünûn, yani üniversite rektörü bulunan ve sadrazam Reşid Paşa tarafından Paris'te yetiştirilmiş olan ve kâfir olduğuna fetva verilen, mason Hasan Tahsin tarafından buna o sene konferanslar verdirildi. Fakat, ulu orta konuşunca, o zamanın Şeyhülislâmı olan Hasan Fehmi Efendi tarafından kâfir olduğuna fetva verildi. Hasan Fehmi Efendi, Osmanlı devletinin 110. Şeyhülislâmı idi. Müderris yani üniversite din bilgileri profesörü oldu. Çeşitli vazifelerde yükseldikten sonra, şeyhülislâm oldu. Sultan Aziz Mısır'a gittiği zaman, hatib efendinin okuduğu hutbeyi bu hazırlamıştı. Mısır âlimleri, ilimdeki kudretini takdir ettiler. İşte bu âlim, ağır basarak, Cemaleddin rezil oldu. Âli Pâşa, bunu İstanbul'dan çıkarmaya mecbur kaldı. Mısırlı Edib İshak'ın Eddürer adındaki kitabında, Cemaleddin'in Mısır'da mason locası başkanı olduğu yazılıdır. Mısrlılara ihtilal fikirleri aşıladı. Mısır Müftüsü Muhammed Abduh ile dost oldu. Reformist düşüncelerini ona aşıladı. Muhammed Abduh bir yazısında;
“Cemaleddin'i görmeden önce, gözüm kör, kulağım sağır, dilim dilsiz imiş” diyor.
Londra'da ve Paris'te, 'dinde reform' diye çok zararlı yazılar yazdı. M. 1886’da İran'a geldi ve rahat durmadı. Zincirlere bağlanarak, 500 süvari ile Osmanlı hududuna bırakıldı. Bağdat'a, Londra'ya gitti. İran aleyhinde yazılar yazdı. Oradan İstanbul'a geldi. Burada da, Behailerle iş birliği yaparak, dini siyasete alet etti. İran'da fesat çıkarmaya uğraştı. Bir sene sonra, çenesinde kanser çıkarak, 1897 yılında öldü. Maçka Kışlası yanında, şeyhler mezarlığına gömüldü. Bir Amerikalı, bu masona mezar yaptırdı. İkinci Cihan Harbi'nden sonra kemikleri Afganistan'a götürüldü. Masonlar, bunun İslam düşmanlığını, ihtilalci ve fesatçı hareketlerini başka türlü yazıyorlar.
.Namazın vacipleri nelerdir?
2020-09-25 02:00:00
Namazda Fatiha suresini okumak, Fatihadan sonra bir sure veya âyet okumak vaciptir.
Sual: Namaz kılarken uyulması gereken vacipler nelerdir?
Cevap: Namazda Fatiha suresini okumak, Fatihadan sonra bir sure veya âyet okumak, Fatihayı ve zamm-ı sureyi farzların birinci ve ikinci rekatlerinde, vacip ve sünnetlerin her rekatinde okumak, secdeleri birbiri ardınca yapmak, ikinci rekatte teşehhüd miktarı oturmak, son rekatte otururken, Ettehıyyâtü okumak, rükuda ve iki secdede tadil-i erkan, yani sübhânallah diyecek kadar hareketsiz durmak vacib, daha çok durmak sünnettir, kavmede ve celsede tumaninet, sübhânallah diyecek kadar durmak, namaz sonunda esselâmü... demek, kunut duası okumak, imamın, sabah, cuma, bayram, teravih, vitir namazlarında ve akşam ile yatsının ilk iki rekatinde yüksek sesle okuması, imamın ve yalnız kılanın öğle ve ikindi farzlarında ve akşamın üçüncü, yatsının üçüncü ve dördüncü rekatlerinde hafîf sesle okumaları vaciptir.
Sual: Namazda hafif sesle veya sesli okumanın ölçüsü nedir?
Cevap: Bu konuda Bezzâziyyede deniyor ki: “Hafif sesle okuyanı bir iki kişinin işitmesi mekruh olmaz. Sesli okumak, çok kişinin işitmesi demektir.”
Sual: Yapılan her tövbe, istiğfar, kabul edilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Rıyâd-un-nâsıhînde buyuruluyor ki: “Tövbe ve istiğfar kalb ile, dil ile ve günah işleyen aza ile birlikte olmalıdır. Kalb pişman olmalı. Dil, dua etmeli, yalvarmalı. Âzâ da günahtan çekilmelidir.” Birçok âyet-i keremede mealen; (Beni çok zikir edin) ve İzâ câe suresinde mealen; (Bana istiğfar edin. Dualarınızı kabul ederim, günahlarınızı affederim) buyuruldu.
Sual: Mahşer günü hesaptan sonra, cennete gidecek olanlardan fakir olanlar, zenginlerden önce mi gideceklerdir?
Cevap: Bu ümmetin fakirlerinin zenginlerinden yarım gün önce cennete girecekleri bildirildi. Bu yarım gün, beşyüz dünya senesidir. Çünkü, Allahü teâlânın bildirdiği bir gün, bin dünya senesi kadar zamandır. Böyle olduğu Hac sûresinde açıkça bildirilmiştir. Niçin bu kadar zaman olduğunu ancak Allahü teâlâ bilir. Çünkü ahırette, dünyada bulunan gece, gündüz, ay, sene yoktur. Cennete erken girecekleri bildirilen fakirler, İslamiyete uyan ve sabreden fakirlerdir. İslamiyete uymak, İslamiyetin emirettiklerini yapmak ve yasak ettiklerinden sakınmak demektir.
.Dinin emirlerinde adaletsizlik yoktur
2020-09-24 02:00:00
Gündüz ve gece müddetleri birbirinden farklı olan memleketlerde tutulan orucun mükafatı...
Sual: Papazlar başta olmak üzere, bazı Müslüman görünen kişiler, kutuplardaki gündüz ve gecenin zaman zaman farklı olması sebebiyle, İslamiyetin emirlerinde adalet yoktur, kutuplardakiler daha uzun oruç tutuyorlar, adalete aykırıdır demektedirler. Bunlara nasıl bir cevap vermelidir?
Cevap: Gündüz ve gece müddetleri birbirinden farklı olan memleketlerde, diğer memleketlerden birkaç saat fazla oruç tutanlar, amelleri nisbetinde ilahi mükafatlara mazhar olacakları için, adalet-i ilahiyyeye asla zıt olamaz.
Kutuplarda, birkaç ay devamlı gece, birkaç ay devamlı gündüz olur. Böyle yerlerde oruç tutanlar için, bir külfet yoktur. İslam dininde güçlük olmadığını ve bir kişiye, yapamayacağı, takat getiremeyeceği şey teklif edilmediğini, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde açıkça bildirmiştir. Mesela, abdestte yıkanması emredilen, farz olan uzuv dörttür. Bir kimsenin iki ayağı kesik olsa abdest azası üçe iner. Bir kimse, ayakta namaz kılmaya gücü yetmezse, oturarak namazını kılabilir. Buna da gücü yetmezse, ima ile kılabilir. Ramazan ayında, Müslümanlara oruç tutmak farzdır. Fakat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükten daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden muvakkaten, geçici olarak kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
Gece ve gündüz müddetleri, iki üç ay ve daha fazla devam eden, kutup memleketlerinde olanlar da oruç tutarlar. Böyle memleketlerde ve gündüzleri, yirmidört saatten daha uzun olan günlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan en yakın bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyulur. Eğer oruç tutmazsa gündüzleri uzun olmayan yere gelince kaza eder. Ay'a giden Müslüman da sefere, yani yolculuğa niyet etmemişse veya orada ikamet etmeye niyet ederse, aynı şekilde oruç tutar.
***
Sual: İslamiyetin imanı giderir dediği küfür alametleri ve haram diye bildirdikleri, Müslümanlar arasında yayılınca küfür ve haram olmaktan çıkar mı?
Cevap: Haram işleyenler çoğalır, haramlar âdet hâline gelirse, yine helal olmazlar. Küfür alametleri de, âdet olur, Müslümanlar arasına yayılırsa, İslam âdeti olmaz, küfür alameti olmaktan çıkmazlar. Sadece mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur.
.İlim, amel ve ihlas şarttır
2020-09-22 02:00:00
Bu üç temel şeye malik olan Müslümana İslam âlimi ve Hakiki Müslüman denir.
Sual: Bir Müslümanda ilim ve amel olsa fakat bu kimsenin ihlası olmasa, bu kimse salih, hakiki bir mümin olabilir mi?
Cevap: İslam dininin temeli üçtür. Bunlar; ilim, amel ve ihlastır. İlim, iman, fıkıh ve ahlak bilgileridir. Bunlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. Amel, bu bilgilere uygun işlerdir. İhlas, ilmin ve amelin, Allah rızası için, yani Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için elde edilmesidir. Bu üç temel şeye malik olan Müslümana İslam âlimi ve Hakiki Müslüman denir. Bu üç temel şeyden biri noksan olup da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uymayan yazılar ve konuşmalar yayınlayarak, kendisini İslam âlimi tanıtan kimse, kötü din adamı ve zındıktır. Mesela, din bilgisi çoktur ve her ibadeti yapar, fakat ihlası yok ise, yani bunları mal, mevki ve şöhret kazanmak gibi, dünyalık elde etmek için yapan kimse, Hakiki Müslüman değildir.
Sual: Bir Müslüman, kalbinin günah kirlerinden temizlenmesi için ne yapması lazımdır?
Cevap: İtikadı düzelttikten ve fıkhın emirlerini yaptıktan sonra, bütün zamanları, Allahü teâlânın zikri ile geçirmelidir. Kalbi temizlemek için, zikre İslam âlimlerinin bildirdiği gibi, devam etmelidir. Zikre, yani kalbin, Allahü teâlâyı hatırlamasına, anmasına mâni olan her şeyi, kendine düşman bilmelidir. İslamiyete ne kadar çok yapışılırsa, Onu anmanın lezzeti artar. İslamiyete uymakta, gevşeklik, tembellik arttıkça, o lezzet de azalır ve kalmaz olur ve kalb kararıp, temizliği azalır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Dünyaya düşkün olmak, kalbdeki imanı zayıflatmaktadır. Bir kimse, nefislerinin esiri olan gafil insanların sohbetlerinden, sözlerinden, yazılarından, kitaplarından uzaklaşırsa ve nefsi tezkiye olursa, yani inkâr hastalığından kurtulursa, bu dâhili ve harici düşmanlardan kalbe hastalık gelmez. Mevcut hastalık da, İslamiyete uyarak, istiğfar okuyarak tasfiye edilince, kalb hakiki imana kavuşur.”
Sual: Dinimizin bildirdiği farz ve haramlardan lazım olanları, bir Müslümanın öğrenmemesi günah olur mu, imanı tehlikeye sokar mı?
Cevap: İman edilecek şeyleri ve farzlardan, haramlardan meşhur olanları, lüzumu kadar öğrenmek farzdır. Bunları öğrenmemek haramdır. İşitip de, öğrenmeye ehemmiyet vermemek ise küfür olur.
.Karz-ı hasen ne demektir?
2020-09-18 02:00:00
Ödünç vermek, aldım, verdim gibi sözleşme ile sahih olur.
Sual: Karz-ı hasen vermek ne demektir, nasıl verilir, ödeme zamanı nasıl olmalıdır?
Cevap: Ödünç vermeye Karz-ı hasen denir ki çok sevaptır. Çarşıda, pazarda misli yani benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek üzere vermeye, Karz-ı hasen denir. Ödünç vermek, aldım, verdim gibi sözleşme ile sahih olur. Bir altın ödünç alan, bir altını öder. Değeri değişti diyerek önceki veya sonraki değerde gümüş veya kâğıt lira veremez. Bunlar yerine altın da veremez. Alacaklı kabul ederse caiz olur. Bir kimse gücü varken borcunu ödemezse, alacaklı veya başkası, bundan zor ile alabilir. Hamza Efendi risâlesi şerhinde buyuruluyor ki:
“Ödünç verirken, zaman tayin etmemelidir. Çünkü, zaman tayin ederse, malı, misli ile veresiye satmış olur. Bu ise faiz olur. Senede ödeme tarihi koymamakla, ödünç veren kimse, verdiğini geri almak hakkına her zaman malik olmakta, belli bir zamanı beklemek zorunda kalmamaktadır. Zaman tayin etmeksizin ödünç vermeli ve arzu ettiği zaman isteyip geri almalıdır. Cahillerin, ödünç verilen şeyin ödenmesi istenirse, sevabı kalmaz demeleri, doğru değildir. Kalb kırmayarak, başa kakmayarak, hakkını istemek caizdir. Kalb kırmak, ayrı bir günahtır.”
Sual: Hanefi mezhebinde olup da ödünç vermek isteyen kimse, zaman tayin etmek isterse ne yapması lazımdır?
Cevap: Bu konuda Eşbâhta deniyor ki:
“Ödünç verirken, senede ödeme tarihi koyabilmek yollarından biri de, Mâliki mezhebini taklit etmektir. Mâliki mezhebinde, ödünç verirken, ödeme zamanının bildirilmesi lazımdır.” Mîzân-ül-kübrâda da deniyor ki:
“Mâliki mezhebinde, ödünç verilen malı ve satış semenini, ödeme zamanından önce veya sonra isteyemez. Zamanında istemesi lazımdır.”
Fakat, başka mezhebi taklid etmek, ancak, sıkışık durumlarda caiz olur. Taklid edilen mezhebin o kunudaki bütün şartlarını öğrenip bunlara uymak lazım olur.
Sual: İlmihal kitaplarında geçen mürâhık ne demektir, kimlere denir?
Cevap: Oniki ve dokuz yaşlarını doldurup da, baliğ olmamış çocuğa Mürâhık denir.
Sual: Ödünç verirken, şunu da verirsen diye şart koşmak günah mı olur?
Cevap: Ödünç verirken bir menfaati şart koşmak faiz olur. Haram olur. Ancak şart koşmadığı hâlde, öderken ayrıca bir şey fazla vermek de caizdir.
.Yolda, sokakta bulunanı almak
2020-09-17 02:00:00
Lukata, yerde bulunup, sahibi belli olmayan mal demektir.
Sual: Sokakta bulunan yiyecek, giyecek ve benzeri şeyleri oradan almanın, kullanmanın dinen hükmü nedir, bunlar alınabilir mi?
Cevap: Lukata, yerde bulunup, sahibi belli olmayan mal demektir. Sahibine vereceğinden emin olanın, bu malı korumak için alması sünnettir. Yerde helak olacak ise, alması farz olur. “Arayan olursa bana gönderin!” diyerek iki kimseyi şahit yapar ve kalabalık bir yerde tarif ederek sahibini arar. Sahibi çıkıncaya veya durmakla bozuluncaya kadar saklarken helak olursa ödemez. Sahibi çıkmayacağını veya bozulacağını anlarsa, artık aramaz. Beyt-ül-mâla verir. Beyt-ül-mâl yoksa, zengin ise, fakir olan anasına, babasına, evladına ve zevcesine, hanımına sadaka verir. Bunlar, kendisine hediye ederlerse, kendi de kullanabilir. Şafiide, bunlara vermeden de kullanabilir. Fakir ise, kendi de kullanabilir. Sahibi sonra çıkarsa, ya kabul eder, yahut, bulana veya fakire tazmin ettirir. Kabul eden veya tazmin eden sevap kazanır. Dürr-ül-müntekâda ve Hindiyyede deniyor ki:
“Para, şeker serpilince, atılınca, bunları kapan, yerden ve başkasının üstünden alan, buna malik olur. Umumi bir yerden çıkan, nalın, terlik veya ayakkabısının alınmış olduğunu görse, yerine bırakılanı kullanması caiz olmaz. Bunu götürüp sadaka verir, fakir de, buna hediye ederse, caiz olur.”
Ağaçtan sokağa düşmüş meyveleri, köyde de, şehirde de, sahibinin yasakladığı bilinmedikçe, herkesin alıp yemesi caizdir.
Sual: Birinin bahçesine giren sahipsiz bir hayvana, bahçe sahibi benim diyerek sahip çıkabilir mi?
Cevap: Bir bahçede kuş yavrulasa veya yumurtlasa veya sahipsiz hayvan girse, bunlar, alanın olup, bahçe sahibinin olmaz. Bahçe sahibi görüp, kapıyı kaparsa bahçe sahibinin olur. Bir bahçeye arılar gelip bal yapsa veya bahçede ağaç çıksa veya sular kum getirip o bahçeye yığsa, bunlar bahçe sahibinin olur.
Sual: Köpeği, işe yarayan hayvanları ve kuşları satmakta mahzur var mıdır?
Cevap: Köpeği ve diğer işe yarayan hayvanları, kuşları satmak, dinen caizdir.
Sual: Mal sahibi, malını bir kişi ile pazarlık yapıp ona satsa, satın alan, parayı vermeden ve malı almadan ortadan kaybolsa, bu mal başkasına satılabilir mi?
Cevap: Müşteri, parayı vermeden ve malı almadan kaybolsa, o mal, başkasına satılır.
.Çocuğun alışveriş yapması
2020-09-16 02:00:00
Alışverişin sahih olması için, alıcı ve satıcının akıllı olması şarttır.
Sual: Küçük çocukların alışveriş yapmaları dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Alışverişin sahih olması için, alıcı ve satıcının akıllı olması şarttır. Baliğ olan akıllı insanın alışverişi her zaman sahihtir. Baliğ olmayan akıllı çocuğun alışverişi, velisinin izin vermesi ile sahih olur. Hamza Efendi, Bey' ve şirâ risâlesi şerhinde buyuruluyor ki:
“Akıllı olmuş bir çocuk, şeker, meyve gibi kendine yarar şey isterse, ona satmak caiz değildir. Çünkü, velisi izin vermemiş demektir. Eğer tuz, pirinç gibi şey isterse, satmak sahih olur. Çünkü, velisinin izin verdiği anlaşılır. Bunun izin ile alışveriş etmesi caizdir. Çocuk akıllı olmamış ise, velisinin izni olsa da, alışveriş etmesi sahih olmaz. Veli, babasıdır. Baba olmaz ise, babanın vasi ettiğidir. Bu da olmaz ise, babanın babasıdır. Bu da yok ise bunun vasi ettiğidir. Bu da olmaz ise, kadı, hâkimdir veya kadının yani hâkimin vasi tayin ettiği kimsedir. Ana, kardeş ve amca veli olmaz. Ancak, kadı veya velilerden biri bunları vasi yaparsa olabilirler. Çocuk, yedi yaşında akllı olur. Oniki yaşında olan oğlan ve dokuz yaşında olan kız, baliğ olduğunu söyleyince kabul edilir. Onbeş yaşını doldurunca hayız ve meni olmasa da, baliğ sayılırlar. Yedi ile onbeş arasında iken, akıllı çocuk denir.”
Sual: Namazdaki hatadan dolayı secde-i sehiv nasıl yapılır?
Cevap: Secde-i sehiv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturulur ve namaz tamamlanır. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehiv yapmak caizdir.
Sual: Namazda kaç rekat kıldığını unutan bir kimse, ne yapması gerekir?
Cevap: Bir kimse, kaç rekat kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılmalıdır. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek namazını tamamlar. Namazı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrar kılar. Çıktı ise kılmaz.
Sual: Büluğ çağı, kız ve erkek çocuklarda kaç yaşında başlar?
Cevap: Mecellenin 986. maddesinde deniyor ki:
“Bülûğ çağının başlangıcı, erkeklerde on iki ve kızlarda dokuz yaşları doldurmaktır. Sonu ise, ikisinin de onbeş yaştır. Onbeş yaşını tamamlayınca baliğ sayılırlar.”
.Abdestin farzı dörttür
2020-09-15 02:00:00
Şâfii ve Mâlikî mezheblerinde niyet farzdır ve kalb ile olur.
Sual: Hanefi mezhebinde abdest alırken niyet etmek de abdestin farzlarından mıdır?
Cevap: Hanefi mezhebinde, abdestin farzı dörttür: Yüzü, bir kerre yıkamak. Yüz, iki kulak memesi ve saç kesimi ile çene arasıdır. İki kolu, dirsekleri ile birlikte, bir kerre yıkamak. Başın dörtte bir kısmını meshetmek, yani yaş eli başa sürmek. İki ayağı, iki yandaki topuk kemikleri ile birlikte, bir kerre yıkamaktır. Şâfii ve Mâlikî mezheblerinde niyet de farzdır. Niyet, kalb ile olur, söylemek farz değildir. Mâliki mezhebinde abdeste başlarken niyet şarttır. Kulak memesi hizasındaki deri ve saçlar, Hanefîde yüzdendir, yıkamak farzdır. Mâlikide baştandır, meshetmesi farz olur. Şâfii mezhebinde yüzü yıkarken niyet etmek lazımdır. Su yüze değmeden önce niyet ederse, abdesti sahih olmaz. Yüz üzerindeki sakalı yıkamak farzdır. Sarkan sakalı, diğer üç mezhebde yıkamak farzdır. Şîiler, ayaklarını yıkamıyor, çıplak ayak üzerine meshediyorlar.
Sual: Namaz kılarken, namazla alakası olmayan fazladan yapılan bazı hareketler, namazı bozar mı?
Cevap: Namazdan olmayan fazla hareketler, namazı bozar. Rükuyu ve secdeleri çok yapmak ve abdest almaya gitmek bozmaz. Akrep, yılan öldürmek gibi özürlü çok hareketler de namazı bozmaz. Bir elin hareketi üçten az olursa bozmaz. İki el ile bir hareket de, namazı bozar denildi. Namaz içindeki tekbirlerde, elleri kulaklara kaldırmak bozmaz, mekruhtur.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki secde âyetleri okunduğunda, sadece okuyan mı secde eder?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde, ondört yerde, secde âyeti vardır. Bunlardan birini okuyanın veya işitenin, manasını anlamasa da, bir secde yapması vaciptir. Başkasının okuduğu yerde bulunan, fakat işitmeyen kimse, secde etmez. Secde âyetini yazan, heceleyen, secde yapmaz. Tercümesini okuyan veya işiten, bunun secde âyeti olduğunu anlarsa, secde yapar.
Sual: Secde âyetleri okunduğunda, bunlar için tilâvet secdesi nasıl yapılır?
Cevap: Tilâvet secdesini yapmak için, abdestli olarak, kıbleye karşı ayakta durup, elleri kulaklara kaldırmadan, Allahü ekber diyerek secdeye yatılır. Üç kerre "Sübhâne rabbiyel-a'lâ" denir. Sonra "Allahü ekber" deyip ayağa kalkınca, secde-i tilâvet tamam olur. Önce niyet etmek lazımdır, niyetsiz yapılırsa kabul olmaz.
.Abdestsiz namaz kılan...
2020-09-14 02:00:00
Abdestsiz olduğunu bilerek zaruretsiz namaz kılanın imanı gider!
Sual: Abdestinin olmadığını bildiği hâlde, bu şekilde abdestsiz olarak namaz kılan kimsenin imanı gider mi?
Cevap: Bu konuda Halebî-i sagîrde buyuruluyor ki:
“Abdestin farzları, sünnetleri, edebleri ve müfsitleri, yasak olan şeyleri vardır. Abdestsiz olduğunu bilerek zaruretsiz namaz kılan kimsenin imanı gider, kâfir olur. Namaz kılarken abdesti bozulan Hanefi, hemen omuzuna selam verip, namazdan çıkar. Vakit çıkmadan abdest alıp, namazını baştan tekrar kılar. Mâlikî mezhebinde veya taklid ediyorsa, namazı bozulmaz. O anda özür sahibi olur.”
Sual: Namazlardaki rekatlerin başlangıcı ve bitiş yerleri nerede başlar ve biter?
Cevap: Birinci rekat, namaza durunca, diğer rekatler ayağa kalkınca başlar ve tekrar ayağa kalkıncaya kadar devam eder. Son rekat ise, selam verinceye kadar devam eder. İki rekatten az namaz olmaz. Akşamın farzı ile vitirden başka, her namaz, çift rekatlidir. İkinci secdeden sonra, çift rekatlerde oturulur.
Sual: Namaz kılarken göğsün kıbleden çevrilmesi ve namaz içinde öne doğru biraz yürümenin namaza zararı olur mu?
Cevap: Namazda özürsüz olarak, göğsünü kıbleden çevirince, namaz hemen bozulur. Yüzünü, başka uzvunu çevirmek ise bozmaz, mekruh olur. Elinde olmayarak çevrilince, bir rükün devam ederse, bozar. Kıbleye karşı bir saf, bir buçuk metre kadar yürüyünce bozulmaz. Kıbleye karşı değilse veya kıbleye karşı devamlı olarak daha çok yürürse, bozulur. Bunun için, yürüyerek namaz kılmak caiz değildir.
Sual: Necaset bulunan yere temiz bir şey sererek bu necasetin üstüne serilen temiz şey üzerinde namaz kılınabilir mi?
Cevap: Namaza necis yerde durmak ve secde etmek, namazı bozar. Necis yere temiz bir şey serilirse, bozulmaz. Giyilmiş olan ayakkabı, elbise, insanın derisi demektir. Palto ucunu pis yere getirip secde edilemez. Paltoyu çıkarıp da sermelidir. Necaset bulaşmış ayakkabı ile cenaze namazı kılınmaz.
Sual: Abdestinin olup olmadığında veya namazdaki rükünlerde şüpheye düşen nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, İftitah tekbirini söyledi mi, abdesti var mı, elbisesi temiz mi, başını meshetti mi diye şüphe ederse, ilk olarak şüphe etti ise, namazı bozup tekrar kılar. Abdest almaz. Elbisesini yıkamaz. Her zaman şüphe ediyorsa, namazı bozmaz, tamamlar.
.Namazda abdest bozulursa
2020-09-13 02:00:00
Namazda iken, abdestini, guslünü bozacak bir şey yapmak haramdır.
Sual: Namaz kılarken son rekatte otururken abdest bozulursa, bu namazı abdest alıp tekrar mı kılmak gerekir?
Cevap: Namazda iken, abdestini, guslünü bozacak bir şey yapmak haramdır. Son rekatte teşehhüt miktarı oturmadan önce yaparsa, namazı hemen bozulur. Teşehhüt miktarı oturduktan sonra yaparsa, namazı tamam olur. Teşehhüt miktarı oturmadan evvel, abdesti kendiliğinden bozulursa, hemen gidip tazeleyip, namazına devam edebilir ise de, baştan kılması efdaldir.
Teşehhüt miktarı oturduktan sonra, abdest kendiliğinden bozulursa, hemen abdest alıp vacib olan selamı verirse, yahut abdest almayıp, namazı bozan bir şey yaparsa, mesela selam verirse, namazı tamam olur.
Bir kimsenin tekrar tekrar abdesti bozulursa veya abdest almak kendine güç gelirse, bu kimsenin gusül, abdest ve namazda Mâlikî mezhebini taklit etmesi iyi olur. Çünkü Mâlikî mezhebinde, böyle özürler sebebiyle hastaların, ihtiyarların namazları bozulmaz.
Sual: İkindi namazının sünneti ile, öğle namazının ilk sünnetinin kılınışları farklı mıdır?
Cevap: İkindi ve yatsının ilk sünnetleri, Gayr-ı müekkededir. Bunların ikinci rekatlerinde otururken, ettehıyyâtüden sonra, Allahümme salli, Allahümme barik sonuna kadar okunur. Ayağa kalkınca, üçüncü rekaatte, önce Besmele çekmeden, Sübhâneke okunur. Hâlbuki, öğle namazının ilk sünneti Müekkeddir, yani, kuvvetle emrolunmuştur, sevabı daha çoktur. Bunda, birinci oturuşta, farzlarda olduğu gibi, yalnız ettehıyyâtü okunup, sonra üçüncü rekat için, hemen ayağa kalkılır. Kalkınca, önce Besmele çekip, doğruca Fatiha okunur.
Sual: Öğlenin, yatsının ve akşam namazının sonunda ayrıca kılınan nafile namazlar var mıdır?
Cevap: Öğlenin ve yatsının farzından sonra dört rekat ve akşamın farzından sonra altı rekat daha namaz kılmak müstehabdır, çok sevaptır. Hepsini bir selam ile veya iki rekatte birer selam ile kılınabilir. Her iki şekilde de, ilk iki rekatleri, son sünnetler yerine sayılır. Bu müstehab namazları, son sünnetlerden sonra ayrıca kılmak da olur.
Sual: Namazda iken, birinin sözü ile yerini değiştirmek namazı bozar mı?
Cevap: Başkasının sözü ile yerini değiştirmek veya yanına gelene, onun sözü ile yer açmak namazı bozar. Fakat, biraz sonra, kendiliğinden hareket ederse bozmaz.
.Bir felsten aşağı alışveriş yapmak
2020-09-07 02:00:00
Fülûs, felsler demektir. Bir felse, Türkçede mangır, fariside pul denir.
Sual: Bir felsin altında alışveriş olmaz deniyor. Fels ne demektir ve nasıl hesaplanmaktadır ve ne yapmak gerekir?
Cevap: Bu konuda Seâdet-i Ebediyye kitabının Bey ve Şira yani alışveriş bahsinde buyuruluyor ki:
“Altından ve gümüşten başka madenlerden basılmış paralara, Fülûs denir. Eskiden, yalnız bakırdan, çeşitli ağırlıklarda fülûsler kullanılırdı. Fülûs, felsler demektir. Bir felse, Türkçede mangır, fariside pul denir. Bugünkü pul başkadır. Bir felsin ağırlığının bir santigramdan az olduğu, kitaplarda anlaşılmaktadır. Semen olarak kullanılan fülûsların itibari kıymetleri, yani rayiç değerleri, şimdi kullanılan kâğıt paralarda olduğu gibi, kendi değerlerinden kat kat fazladır ve hep değişmektedir. Evvelce yüz felsin, ortalama, bir dirhem gümüş kıymetinde olduğu, ibni Âbidînde, Bezzâziyyeden alınarak yazılıdır. Ahkam-ı islamiyyede yirmi miskal altın veya ikiyüz dirhem gümüş, fakirlik ile zenginliği ayıran mal miktarını gösterdiği için, bir miskal ağırlığındaki altın kıymetinin on dirhem ağırlığındaki gümüş kıymetine müsavi, eşit olduğu ve bir altın liranın, bir buçuk miskal ağırlığında olduğu zekât bahsinde bildirilmiştir. On dirhemin ağırlığı, yedi miskalin ağırlığı kadar olduğu için, bir miskal altının kıymeti, ahkam-ı islamiyyede yedi miskal gümüşün kıymeti kadardır. Bir felsin itibari kıymeti, şimdi bir altın liranın kıymeti olan kâğıt lira adedinin onbeşte biri kadar kuruş olmaktadır. Mesela, en ucuz altın liranın kıymeti 3.000 kâğıt lira ise, bu fülûsun itibari kıymeti 200 kuruş olur. Buna göre 2 liradan aşağı olan bir malın satılması caiz olmamaktadır. Bu kadar ucuz malın, bir fels değerinde olacak fazla miktarı için veya başka cins mallar ile birlikte tek bir sözleşme yaparak toptan satmak caiz olur.”
***
Sual: Haram olan şeyleri yemek ve içmek, insanın kalbini karartır mı?
Cevap: Haram yemek, kalbi karartır, hasta eder. Zünnûn-i Mısrî hazretleri buyuruyor ki:
“Kalbin kararmasının dört alameti vardır:
1-İbadetin tadını duymaz. 2-Allah korkusu, hatırına gelmez. 3-Gördüklerinden ibret almaz. 4-Okuduklarını, öğrendiklerini anlamaz, kavrayamaz.” Bunun için hadis-i şerifte;
(Beş vakit namazı kıldıktan sonra, çalışıp helal kazanmak, her Müslümana farzdır) buyuruldu.
.Zamana göre hükümler değişir mi?
2020-09-06 02:00:00
Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur.
Sual: Bazıları, Mecellede “Zamanın değişmesi ile hükümler değişebilir” deniyor ki bu zamanda da bazı şeylerin değişmesi lazımdır diyorlar. Bunların bu sözünün gerçekle bir alakası var mıdır?
Cevap: Mecellenin 39. Maddesinde;
“Zamanın değişmesi ile, âdete dayanan hükümler değişebilir” deniyor. Fakat, Nass ile yani âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan ahkam yani hükümler hiçbir zaman değişmez. Her âdet, delil-i şeri olamaz. Bir âdetten hüküm çıkarılabilmesi için, bu âdetin Nasslara, âyet ve hadislere muhalif, aykırı olmaması ve salih Müslümanlar arasında Seleften gelmiş olması lazımdır. Haram, günah işleyenler çoğalır, haramlar, günahlar âdet hâline gelirse, yine helal olmazlar. Küfür alametleri de âdet olur, Müslümanlar arasına yayılırsa, bunlar da İslam âdeti olmaz, küfür alameti olmaktan çıkmazlar.
Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. Teknikte ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibadetlerde zamana uyulmaz. İman bilgileri de, din bilgileri de zamanla değişmez. Bunları değiştirmek, zamana uydurmak isteyenler, Ehl-i sünnetten ayrılır, kâfir veya sapık olurlar.
Sual: Bir ibadetin sahih olması ile kabul olması aynı mıdır, farklı mıdır?
Cevap: Bir amelin, ibadetin sahih olması başkadır, kabul olması başkadır. İbadetlerin sahih olmaları için, o ibadetin kendilerine mahsus şartları, farzları vardır. Bunlardan biri noksan olursa, o ibadet sahih olmaz, o ibadet yapılmamış olur. Cezasından, azabından kurtulamaz. Sahih olup da, kabul olmayan ibadet için azap yapılmaz ise de, o ibadetin sevabına kavuşamaz. Bunun için ibadetin sıhhatinin şartlarını bilmek lazımdır.
İbadetin kabul olması için, önce sahih olması, sonra da o ibadette kabul olma şartlarının bulunması da lazımdır.
Sual: Üzerinde kul hakkı bulunan kimse, sadece tövbe etmekle bunlardan kurtulabilir mi?
Cevap: Kul hakkından kurtulmak için, şartlarına uygun tövbe etmek ve hak sahipleri ile helalleşmek gerekir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri;
“Bir kimse, Peygamberin ameli gibi amel yapsa, fakat üzerinde yarım dank yani çok az kul borcu olsa, bunu ödemedikçe Cennete giremez” buyuruyor. Üzerinde kul hakkı bulunan kimsenin yaptığı duaların da kabul olmıyacağı kitaplarda bildirilmektedir.
.Hülle, aileyi koruyan kalkandır
2020-09-01 02:00:00
Müslüman bir erkek hülle korkusundan, boşama lafını ağzına bile alamaz!
Sual: Dinimizde hülle diye bir şey var mıdır, varsa bu ne demektir, nerede olur ve niçin yapılmaktadır?
Cevap: Müslüman bir erkek, hanımına, ric'î veya bâin üç talak verirse, yani başka başka üç zamanda birer kerre boşarsa yahut bir defa, “Üç kerre boşadım” derse, eski nikâh büsbütün bozulur. Bu kadını tekrar alabilmesi için, hülle lazım olur. Bu kadın, iddet zamanı içinde, hiç kimse ile evlenemez. Hülle demek, kadın başka erkekle nikâhlanıp, düğün olup, vaty olup, o erkek de boşayıp ve bundan sonra, tekrar iddet zamanı geçmek demektir. Ancak bundan sonra, birinci kocası, yeni bir nikâh ile tekrar alabilir. Bu ise, bir erkek için zillettir, aşağılıktır.
Allahü teâlâ, erkeklere boşamak hakkını verdi ise de, bu hakkı gelişigüzel kullanmamaları ve kadınların, erkeklerin elinde oyuncak olmamaları için, erkeklere bu hülle zilletini yüklemiştir. Hülle korkusundan Müslüman bir erkek, boşama lafını ağzına bile alamaz. Aile arasında boşanmak lafının, şakası bile olamaz. İbni Âbidînde deniyor ki:
“Hülle lazım olması için, dört mezhebde de, karı, koca arasındaki nikâhın kendi mezhebine göre sahih olması lazımdır. Fasit olan yani şantları yerine gelmemiş veya eksik olan nikâhta, üç kerre boşayınca, dört mezhebde de, hülle lazım olmaz. Mesela, nikâh yapılırken, kızın velisi bulunmayıp yalnız kız kabul etmiş ise, yahut nikâh kelimesi söylemeyip, mesela kabul ettim denilmişse veya iki şahit de fasık iseler, yani fasık, günahkâr oldukları biliniyorsa, Şâfii mezhebi taklit edilir. Şâfii mezhebine göre, bunların mevcut nikâhları fasit olduğu, yok sayıldığı için, talakları da sahih olmaz. Hülleye lüzum olmadan, Şâfii mezhebine uygun olarak yeniden nikâh yapmaları caiz olur. Şâfii mezhebini taklide başladıkları anda eski nikâhları batıl olur. Şâfii mezhebini taklide başlamadan önceki nikâhları ise batıl olmaz. Önceki evliliklerinin haram olmadığı ve mevcut çocukların gayrimeşru olmadıkları Bezzâziyye fetvâsında da yazılıdır. Nitekim, niyet etmeden aldığı abdest ile öğleyi kılan Hanefi mezhebindeki bir Müslümanın namazı sahih olur. İkindiden sonra, Şâfii mezhebini taklide başlarsa, niyet ederek yeniden abdest alması lazım olur ise de, kıldığı öğle namazını kaza etmesi lazım olmaz.”
.Zarar veren yiyecekleri yemek
2020-08-31 02:00:00
Yemesi, içmesi zararlı olanlar üçe ayrılır: Birincilerinin zararını herkes bilir.
Sual: Bazı kimselerin bedenine, yiyecek ve içeceklerden zarar verenler oluyor. Böyle kimselerin, bedenlerine zarar veren bu yiyecekleri yemeleri günah mı olur?
Cevap: Hadîka kitabında yemesi haram olanlar anlatılırken buyuruluyor ki:
“Yemesi, içmesi zararlı olanlar üçe ayrılır: Birincilerinin zararını herkes bilir çünkü bunlar öldürücüdür. Her türlü zehir, cam tozu, demir ve cıva bileşikleri, kireç ve benzerleri böyledir. Bunları yemek, içmek haramdır. İkincilerinin zararlı olduğu bilinir ise de, öldürücü değildirler. Toprak, çamur, kil ve benzerleri böyledir. Bunları çok yemek, içmek mekruh olup, zararsız miktarları mubahtır. Üçüncüleri, organlarında zafiyet, hastalık olanlara zarar verir, sağlam olanlara zarar vermezler. Bazı kimselere balık eti, süt, yumurta, pastırma, turşu, konserve eti, bal, zeytinyağı, biber zarar verir. Bunlar, yalnız zarar verenlere haram veya mekruh olur. Zarar vermeyenlere ise mubahtırlar.”
***
Sual: Âyet ve hadislerde açıkça bildirilmeyen bazı hükümleri, mezheb imamları bildirmektedir. Bunlar da sonradan çıkarılmış ve böylece bidat olmuş olmuyor mu?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimlerinin ibadetlerde, ictihat ile buldukları bilgiler bidat değildir. Bu bilgileri bulurken isabet edememeleri de suç olmaz. Dört mezhebin imamları, bu bilgileri, İslamiyetin sahibinin izni ile, İslamiyetin bildirdiği delillerden, senetlerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler, İslamiyeti değiştirmiş değil, İslamiyete yardımcı olmuşlardır. Kur'ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık olarak bildirilmiş şeylerde, zaten ictihat yapılmaz. Bunlar, olduğu gibi kabul edilir. Açık bildirilmemiş bir işi gösteren delili ararken, isabet edememek suç olmaz. Fakat bu delil yani doğru yol açık olup da, bu delili bulmakta yanılarak veya bir delilden çıkarılmayıp, akla uyarak yapılan ibadetler, bidat olur. Böyle reformlar, bir müekket sünnetin ortadan kalkmasına sebep olursa, günahı daha da çok olur.
***
Sual: Şu işim olursa, şu kadar Yasin okuyacağım, şu kadar tavaf yapacağım, salevat okuyacağım diye adak yapılabilir mi?
Cevap: Kur’ân-ı kerim okumayı ve tavaf etmeyi adamak caizdir. Peygamber efendimize her gün, belli sayıda salevat okumayı mesela, Delâil-i hayrât veya Câliyet-ül ekdâr okumayı adamak caizdir.
.Haram karışmıştır" diyerek yememek!
2020-08-30 02:00:00
“Haram olduğu açıkça bildirilmeyen her şey mubahtır.”
Sual: Zaman zaman, yurt dışında veya yurt içinde, çeşitli yiyecekler hakkında, "bunun içinde şu madde vardır yenmez" gibi sözler, yazılar dolaşmaktadır. Böyle durumlarda nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde; “Haram olduğu açıkça bildirilmeyen her şey, söz birliği ile mubahtır” deniliyor. Kimyâ-i se'âdet kitabında da buyuruluyor ki:
“Şunu iyi bilmelidir ki, insanlara, (Muhakkak helal olan, Allahü teâlânın helal bildiği şeyleri yiyiniz!) diye emrolunmadı. Bunu kimse yapamaz. Belki, (Helâl olduğunu bildiğinizi yiyiniz!) denildi. Haram olduğu meydanda olmayan şeyleri yiyiniz denildi ki, bunu herkes yapabilir. Nitekim, Resûlullah Efendimiz, bir müşrikin testisinden abdest aldı. Hazret-i Ömer, Hıristiyan kadının testisinden abdest aldı. Eshab-ı kiram, gayr-i müslimlerin verdiği suyu içerlerdi. Hâlbuki, pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Gayr-i müslimler ise, çok kerre pis olur. Elleri ve kapları alkollü olur. Hepsi, besmelesiz kesilen veya kesilmeyip başka suretle öldürülen hayvanları yerler. Fakat, pisliği görülmedikçe, temiz deyip yerlerdi. Aldıkları gayr-i müslim şehirlerinde, kitaplı kâfirlerden et, peynir satın alır, yerlerdi. Hâlbuki, o şehirlerde Müslüman olmayanlar arasında içki satan, faiz alıp veren ve dünyaya gönül bağlayan yok değildi.”
Haram olduğu, görerek veya adil bir Müslümanın haber vermesi ile anlaşılarak bilinirse, yememelidir. Fakat, sorup araştırmak lazım değildir.
***
Sual: Necis, pis şeyleri yiyen hayvanların etini yemek, sütünü içmek, dinimizce uygun mudur?
Cevap: Tezek ve başka necis, pis şeyleri yiyen hayvanın eti kokarsa, yanına yaklaşınca pis koku gelirse, eti, sütü ve teri necis olup, etini yemesi, sütünü içmesi mekruhtur. Bu hayvan, temiz şey ile beslenip, pis kokusu kalmazsa, o zaman caiz olur. Bunun için, tavuk üç gün, koyun dört, deve ve sığır ise, on gün hapsolunur, dışarı bırakılmaz.
***
Sual: İnanılması lazım olan şeyleri yani iman bilgilerini, farzları, haramları öğrenmemek de günah mıdır?
Cevap: İman edilecek şeyleri, farzlardan, haramlardan meşhur olanları, lüzumu kadar öğrenmek, herkese farzdır. Bunları öğrenmemek haramdır. İşitip de, öğrenmeye ehemmiyet vermemek ise küfür olur yani imanı gider.
.Aşûre günü
2020-08-28 02:00:00
"Aşûre gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara keffarettir."
Sual: Aşure gününün önemi nedir ve bu günde neler yapılmalıdır?
Cevap: Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşûre gecesi, onuncu günü de Aşûre günüdür.
Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesi ve günüdür. Allahü teâlâ, birçok duaları Aşûre günü kabul buyurdu. Âdem aleyhisselâmın tövbesinin kabul olması, Nuh aleyhisselamın gemisinin tufandan kurtulması, Yunus aleyhisselamın balığın karnından çıkması, İbrahim aleyhisselamın Nemrud'un ateşinde yanmaması, İdris aleyhisselamın diri olarak göğe çıkarılması, Yakup aleyhisselamın, oğlu Yusuf aleyhisselama kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yusuf aleyhisselamın kuyudan çıkması, Eyyub aleyhisselamın hastalıktan kurtulması, Musa aleyhisselamın Kızıldeniz'den geçip, Firavun'un boğulması ve İsa aleyhisselamın viladeti, doğumu ve Yahudilerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması hep Aşûre günü oldu...
Nuh aleyhisselam gemide aşure tatlısı pişirdiği için Müslümanların muharremin onuncu günü aşure pişirmesi ibadet olmaz. Muhammed aleyhisselam ve Eshab-ı kiram böyle yapmadı. Muhammed aleyhisselamın yaptığı veya emrettiği şeyleri yapmak ibadet olur. Din kitaplarının yazmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevap olmaz, günah olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyafet, fakirlere sadaka vermek sünnettir, ibadettir.
Aşûre günü, Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaat ile namaz kılanlar, bu toplantılarla sevap kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkıh âlimlerinin söz birliği ile mekruh dedikleri işi işlemektedirler...
Mübarek gecelerde ibadet etmek çok sevaptır. Rıyâd-un-nâsıhîn kitâbında buyuruluyor ki:
“İmâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitâbında ‘gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir saat kadar ihya etmek, yani okumak, namaz kılmak, dua etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böyledir’ buyuruyor.” İbni Abidînde de böyle olduğu bildirilmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aşûre gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara keffarettir.)
Aşûre günü oruç tutmak isteyenler, muharremin 9. 10. veya 10. 11. yahut 9. 10. 11. günleri tutmalıdır.
.İslamiyete uyan herkes rahat eder
2020-08-26 02:00:00
İnanmadıkları hâlde, Kur’ânın hükümlerine uygun yaşayanlar vardır!..
Sual: Müslüman olmayan bir kimse, İslamiyetin bildirdiği hükmü yerine getirse, bunun karşılığını dünyada görür mü?
Cevap: Allahü teâlânın merhameti, ihsanı, nimetleri, sonsuzdur. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde yaşamaları, ahirette de, sonsuz saadete, tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine, melek vasıtası ile bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap da göndermiştir. Bu kitaplardan, yalnız Kur’ân-ı kerim bozulmamış, diğerlerinin hepsi değiştirilmiştir...
İnansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veya bilmeyerek, Kur’ân-ı kerimdeki emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Bu, faydalı bir ilacı kullanan herkesin, dertten, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Zamanımızda dinsiz, imansız çok kimsenin, hatta İslam düşmanı olan bazı milletlerin birçok işlerinde, muvaffak olmaları, rahat yaşamaları, inanmadıkları hâlde, Kur’ân-ı kerimin hükümlerine uygun olarak çalıştıkları içindir. Müslüman olduklarını söyleyen, âdet olarak ibadetleri yapan, çok kimselerin ise, sefalet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, Kur’ân-ı kerimin gösterdiği hükümlere ve güzel ahlaka uymadıkları içindir. Kur’ân-ı kerime uyarak ahirette sonsuz saadete kavuşabilmek için ise, önce buna iman etmek, inanmak ve bilerek, niyet ederek uymak lazımdır.
***
Sual: Ölü kabre konulduğunde ne ile karşılaşır?
Cevap: Bir hadis-i şerifte, bu hâl şöyle anlatılmaktadır:
(Ölü, kabre konulunca, ardından gelenlerin ayak seslerini duyar. Mezardan başka onunla konuşan olmaz. Mezar der ki:
-Benim nasıl olduğumdan ve bendeki korku ve sıkıntılardan sana söylenilenler azdır, benim için ne hazırladın?
-Yazıklar olsun sana ey insanoğlu! Ben varken neye gururlandın? Benim, sıkıntılı, karanlık, yalnız ve böceklerle, kurtlarla dolu bir yer olduğumu bilmiyor muydun?
-Üzerimden geçerken, bir ayağın geride, bir ayağın ileride şaşkınca durduğun zaman, neye aldanmıştın?
Eğer o kimse salihlerden ise bir ses der ki:
-Ey mezar, neler söylüyorsun, o doğruluk üzere idi? Emr-i ma'ruf, nehy-i münker yapardı. Ona elbette yeşil bahçeler hazırladım. Sonra o kimsenin bedeni nura çevrilir, ruhu göğe çıkarılır.)
.Kabir azabından kurtulmak için
2020-08-24 02:00:00
Meyyit, kabre konulunca, ne kadar salih, iyi kimse olsa da kabir onu sıkar.
Sual: Kabirde azap var mıdır eğer kabirde varsa bu azaptan korunmak, kurtulmak için ne veya neler yapmalıdır?
Cevap: İslam âlimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“Kabirde azap yapılacağı sahih ve meşhur hadislerle, hatta Kur'ân-ı kerimdeki âyetlerle bildirilmiştir. Ölülerin hâli, dünyadaki dirilerin hayatı gibi değildir. Dünyanın nizamı için, buradaki hayatta hem his, hem de istekle, irade ile hareket vardır. Kabir hayatında, ölülerin azap ve acı duymaları için yalnız hissetmeleri yetişir. Kabirde ruhun bedene bağlanması, diri iken bağlanmasının yarısı kadardır. İşte bunun için ölüler, azabı duydukları hâlde, hareket etmez ve kıpırdıyamazlar.
Kabir azabı, rüya gibi değildir. Kabir azabı, azabın görüntüsü değil, azabın kendisidir. Kabir azabı, ahiret azaplarındandır. Dünya azapları, ahiret azapları yanında hiç kalır. Eğer ahiret azaplarından bir kıvılcım dünyaya gelse, her şeyi yakar, yok eder.”
Peygamber Efendimiz kabir hayatı hakkında;
(Kabir, dünya konaklarının sonu, ahiret menzillerinin ilki olup, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur) buyurmuşlardır.
Kabir ehli de acı ve zahmet çektiği için Peygamber Efendimiz, ölünün kemiklerini kırmayı yasaklamıştır. Kabrin üstüne oturan bir kimseye:
(Ölüye kabirlerinde eza etmeyiniz! Diriler, evlerinde, elem, zahmet duyup hissettikleri gibi, ölü de kabrinde öylece elem ve eza duyar) buyurmuşlardır.
Meyyit, kabre konulunca, ne kadar salih, iyi kimse olsa da kabir onu sıkar. Sa'd bin Muâz hazretleri, Eshâb-ı kiramdan, sayısız fazilet ve kerametler sahibi bir zat idi. Hatta vefat edince Arş-ı rahman onun için titremişti. Buna rağmen kabre konulduğunda toprak onu sıktı. Peygamber Efendimiz;
(Toprak Sa'd bin Muâz'ı öyle sıktı ki, iki tarafındaki kemikler birbirine geçti) buyurarak haber verdi.
Kabir, Eshab-ı kirama böyle olursa, acaba bize nasıl olur! Ya bir de imansız ölenlerin hali nice olur?
Ebülleys-i Semerkandî hazretleri buyuruyor ki:
“Kabir azabından kurtulmak isteyen, namaza devam etmeli, sadaka vermeli, Kur'ân-ı kerim okumalı, Allahü teâlâyı çok tesbih etmeli; hainlikten, dedikodudan ve üzerine idrar sıçratmaktan kaçmalıdır.”
.İnsanda tercih hürriyeti vardır
2020-08-16 02:00:00
“İnsanlar iradeli işlerinde hür iseler de, irade ve ihtiyarlarında hür değil, mecburdur”
Sual: İnsanlar, dünyada, yaptıkları veya söylediklerini, yapmak ve söylemek mecburiyetinde midirler?
Cevap: İnsan bir şey yapacağı zaman, önce bunu seçer, irade edip ister, sonra yapar. Bundan dolayı, kullar, iş yapmakta mecbur değildir. İster yapar, istemezse yapmaz.
İnsanın bir işi yapmak istemesi için, önce bu işi görerek, işiterek, düşünerek hatırlaması, kalbine gelmesi lazımdır. İnsan, kalbine gelen bir şeyi ister veya istemez. Birisi bir şeyi faydalı bulur, yapmak ister, diğeri de lüzumsuz görür, yapmak istemez. İşlerinde hür olduğunu söyleyen insanların iş yapmayı önceden kalplerine getiren, faydalı, lüzumlu olup olmadığını bildiren kimdir? Birindeki düşünce, diğerinde niçin hasıl olmaz veya niçin lüzumlu görülmez? İşte bu çeşitli sebepler, insanın elinde değildir. Bunun için, Ehl-i sünnet alimlerinden bazıları;
“İnsanlar iradeli işlerinde hür iseler de, irade ve ihtiyarlarında hür değil, mecburdur” demişlerdir.
Dehr suresindeki ayet-i kerimeye, Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretleri;
(Siz, ancak Allahü teâlânın dilediğini istersiniz!) manasını vermiştir. En'âm suresinin 125. ayetinde meâlen;
(Allahü teâlâ kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslamiyet için genişletir. Dalalette bırakmak istediğinin göğsünü de, o derece dar ve sıkı bulundurur ki, oraya hakikatin girebilmesi, sahibinin göğe çıkması gibi mümkün değildir) Hûd suresinin 34. ayetinde meâlen;
(Ben size nasihat etmek istesem bile, Cenâb-ı Hak dalalette kalmanızı dilemiş ise, size faydası olmaz) buyurulmuştur.
Kaza ve kadere inanmayan Mutezile ve bunların izinde gidenler, bu ayet-i kerimeler karşısında şaşırıp kalmaktadırlar.
İnsan iradesinin, cebre doğru sürüklendiğini gösteren böyle vesikalar yanında, insanı işlerinde sorumlu tutacak bir hürriyete malik olduğu da meydandadır. Mahkemeler, hatta her insanın vicdanı, bir can yakanın, bir zalimin affedilmesini istemez. Cebriyye mezhebindekiler bile, kendisine haksız olarak saldırana kızmakta, hatta ona karşılık yapmakta kendilerini haklı bulurlar. Şairin biri diyor ki:
“Kaza ve kaderin işkencelerine bile razı olduğunu söyleyen Cebriyye fırkasındaki birinin ensesine bir tokat vur! Ne yapıyorsun diyecek olursa, kaza ve kader böyle imiş de! Bakalım sana hak verir mi?”
.Namazda, başı, kolları örtmek
2020-08-15 02:00:00
Başı açık, kolları, bacakları kıvrık, kısa olarak namaz kılmak mekruhtur.
Sual: Namaz kılarken erkeklerin başlarının açık olmasının, kısa kollu gömlek giyerek kollarının açık olmasının ve pantolon paçalarını çekmenin bir mahzuru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Halebî’de deniyor ki:
“Secdeye yatarken, kamis, yani antariyi ve pantolon paçalarını yukarı çekmek mekruhtur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp da, namaza durmak da mekruhtur. Kolları, bacakları, etekleri sığalı, kıvrık, kısa olarak namaz kılmak da mekruhtur.”
Tembellikle veya başı kapalı kılmanın ehemmiyetini düşünmeyerek, başı açık namaz kılmak mekruhtur. Namaza ehemmiyet vermemek ise küfürdür. Kendini aciz, zavallı göstermek, Allahü teâlâdan korktuğu için başını örtmemek mekruh olmaz. Yani, Allahü teâlânın korkusundan rengi sararıp, vücudu titreyip, kendini ve her şeyi unutan kimse, başını örtmezse, mekruh olmaz. Fakat, bunların da örtmesi, daha iyi olur. Çünkü, başı açmak;
(Namazda zinetli elbisenizi alınız, örtünüz!) meâlindeki ayet-i kerimeye uymamak olur.
Sual: Namaz kılarken, erkeklerin sarık sararak namazı öyle kılması şartı var mıdır?
Cevap: Başına beyaz sarık sarmak müstehabtır. Resulullah efendimizin siyah sarık da sardığı Ma'rifetnâme’de yazılıdır. Sarığının ucunu iki küreği arasına, iki karış uzatırdı.
Sual: Kadınların, muayyen hâllerinde iken, namaz kılmalarının, camiye girmelerinin, tavaf yapmalarının dinimiz açısından hükmü nedir?
Cevap: Kadınların hayız ve nifas günlerinde namaz kılmaları, oruç tutmaları, cami içine girmeleri, Kur’ân-ı kerimi okumaları ve tutmaları, tavaf yapmaları, cima etmeleri, dört mezhepte de haramdır.
Cünüb veya hayızlı iken camiye girmek, hatta cami içinden geçmek haramdır. Geçecek başka yol bulamazsa veya camide cünüp olursa veya camiden başka yerde su bulamazsa, teyemmüm edip girer ve çıkar. Kur’ân-ı kerim okuması, Mushafı tutması ve Kâ'be-i muazzamayı tavaf etmesi, dört mezhepte de haramdır.
Kadınların başı, kolu, bacağı açık olarak, camiye gelip, mevlid, vaaz ve Kur’ân okuyan hafızları dinlemeleri haramdır, büyük günahtır. Hıristiyan kadınları bile, kiliseye giderken, böyle açık değildir. Açık kadınların, erkekler arasına karıştığı yerler, ibadethane olmaktan çıkar ve buralara cami denmez. Böyle yerlere, namaz kılmak için dahi gidilmez.
.Gıybet, küfre en yakın günahlardandır
2020-08-14 02:00:00
Gıybet kanser gibidir, girdiği yeri mahveder, girdiği vücut iflah olmaz.
Sual: Gıybet etmek ne demektir, gıybet etmekle insanın imanının gitme tehlikesi var mıdır?
Cevap: Gıybet, küfre en yakın günahlardan biridir. Gıybet, karşı tarafın işitince üzüleceği bir kusurunu arkasından söylemektir. Mesela, bedeninde, nesebinde, ahlakında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde bulunan bir kusur arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur. Kapalı söylemek, işaretle, hareketle ve yazı ile bildirmek de, hep söylemek gibi gıybettir.
Kim dikkat edip gıybetten, dedikodu yapmak, yani söz taşımak günahlarından sakınmazsa, artık tabii bir hâl alır ve önem vermez olur.
“Ben olanı söyledim, yalan söylemedim, bunun neresi günah?” diyerek günahı hafife alırsa Allah korusun küfre girer. Zaten olanı söylemek gıybettir, olmayanı söylemekse iftira olur. İftira etmek, nemmamlık yapmak, yani söz taşıyarak ara açmak gıybet etmekten çok daha fenadır.
Gıybet, nemmamlık yani dedikodu yapmak, söz taşımak gibi günahlara önem vermemek küfürdür. Küfür demek, sonsuz Cehennemde kalmak demektir. Küfre tövbe edince iman geri gelir, fakat önceki bütün ibadetleri ve sevapları yok olur. Bunun için küfre girmekten çok sakınmak lazımdır.
Gıybet kanser gibidir, girdiği yeri mahveder, girdiği vücut iflah olmaz. Bugün gıybet, dedikodu maalesef hem erkekler hem de kadınlar arasında salgın hâle gelmiştir. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerimin Hucürat sûresi, 12. ayet-i kerimesinde mealen;
(Sû-i zandan kaçınmayı emir etmekte, birbirini çekiştirmeyi menetmekte, gıybeti ölü kardeşinin etini yemeğe) benzetmektedir.
Dikkat edilirse, birçok ailelerin, toplumların, milletlerin, hep bu yüzden bölünüp parçalandıkları görülür.
Hiçbir kimsenin dedikodu yaparak aleyhinde konuşmamalı, gıybet etmemelidir. Kötü ve çok günahkâr bildiğimiz birini gıybet ederek, onun günahlarını almamalıdır. Başkasının günahlarını yüklenmek akıl işi midir? Bir kimsenin günahı ve kusuru söylenince;
“Elhamdülillah, Allah bizi böyle hayasız yapmadı” gibi, onu kötülemek, çok çirkin gıybet olur.
“Falanca kimse, çok iyidir, şu kusuru olmasa, daha iyi olurdu” demek de gıybet olur.
.Saçı, sakalı ağaran kimse
2020-08-13 02:00:00
Allahü teâlâ “İslamda ağaran saç ve sakala azap etmekten haya ederim” buyurdu
Sual: Müslüman olarak yaşayıp saçı, sakalı ağaran herhangi bir kimse, ahirette azap görmez mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
“Bu zamanda, perde arkasından bir münadi nida eder ki, bu getirdiğiniz ruh kimdir? Cebrâîl aleyhisselam filan oğlu filandır, der. Allahü teâlânın huzur-i ilahiyyesinde durduğu vakit, bazı azarlamak ile Hak teâlâ onu utandırır. Hatta o kul, zanneder ki, hakikaten helak oldu. Sonra, Cenabı Hak onu affeder.
Nitekim Kâdî Yahyâ bin Eksem hazretlerinden rivayet olundu. Vefatından sonra rüyada görülüp de sual olundu ki, Hak teâlâ sana ne muamele eyledi. Yahyâ bin Eksem hazretleri;
“Allahü teâlâ beni manevi huzurunda durdurdu. (Ey Şeyh-i Sû yani fena, kötü ihtiyar! Sen şunu ve bunu işlemedin mi?) buyurdu. Allahü teâlânın yaptıklarımı bildiğini anladığım zaman, beni korku kapladı ve ya Rabbi, böyle sual soracağını bana dünyada bildirmediler, dedim. (Sana nasıl bildirildi) buyurdu. Ben de, bana Mu'ammer, İmâm-ı Zührîden, o da Urveden, o da Âişe-i Sıddîka radıyallahü anhadan, O da hazret-i Peygamberden, O da hazret-i Cibrilden, O da Zât-ı teâlâdan haber verdiler. Raûf ve rahîm olan Allahü teâlâ; (Ben azimüşşan, İslamda ağaran saç ve sakala azap etmekten haya ederim) buyurdu; dedim. O zaman Allahü teâlâ buyurdu ki: (Sen ve Mu'ammer ve İmâm-ı Zührî ve Urve ve Âişe ve Muhammed aleyhisselâm ve Cibrîl sadıksınız. Ben de seni mağfiret ettim.)”
Sual: Kim olursa olsun herkes yaptığı, işlediği günahların, hataların karşılığını, ahirette muhakkak görecek midir?
Cevap: Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsini tezkiye için, yani yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, her zaman çokça Lâ ilâhe illallah ve kalbini tasfiye, yani nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden ve günahlardan kurtulmak için, istiğfar okumalıdır. Yani, Estağfirullah okumalıdır. İstiğfar duası: “Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh”dir. Manası; “Günahlarımı affet ey büyük Allahım! Herşeyi yoktan var eden ve her an varlıkta durduran, yalnız Sensin! Sen hep varsın!”dır. İslamiyete uyanın duaları muhakkak kabul olur.
.İyiyi kötüden ayırmak için
2020-08-12 02:00:00
Allahü teâlâ çok merhametli olduğu için, iyi şeyleri kötülerden ayıran aklı yarattı.
Sual: Her insanın, kendisine verilen akıl ile iyi ve faydalı şeyleri kötülerinden ayıramaz mı?
Cevap: Dünyada iyi, faydalı şeyler, kötü, zararlı şeylerle karışıktır. Saadete, rahat ve huzura kavuşmak için, hep iyi, faydalı şeyleri yapmak lazımdır. Allahü teâlâ çok merhametli olduğu için, iyi şeyleri kötülerden ayıran bir kuvvet yarattı. Bu kuvvete akıl denir. Temiz ve sağlam olan akıl, bu işini, çok iyi yapar, hiç yanılmaz. Günah işlemek, nefse uymak, aklı ve kalbi hasta yapar. İyiyi kötüden ayıramaz. Allahü teâlâ, merhamet ederek, bu işi kendi yapmakta, iyi işleri Peygamberler vasıtası ile bildirmekte ve bunları yapmayı emir etmektedir. Zararlı şeyleri de bildirip, bunları yapmayı yasak etmektedir. Bu emir ve yasaklara Din denir. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine İslamiyet denir. Bugün, yeryüzünde, değiştirilmemiş, bozulmamış tek din vardır, o da İslamiyettir. Rahata kavuşmak için, İslamiyete uymak, yani Müslüman olmak lazımdır. Müslüman olmak için de, hiçbir formaliteye, imama, müftüye gitmeye lüzum yoktur. Önce kalp ile iman etmeli, sonra da, İslamiyetin emir ve yasaklarını öğrenmeli ve yapmalıdır.
Sual: İslamiyete ve Müslümanlara zarar veren, zulmedenler için, öldüklerinde arkalarından bazı kimseler, belki tövbe etmiştir iyi düşünmek gerekir diyor, böyle söylemek doğru mudur?
Cevap: İslam dinine inanmayanlar, Müslümanlara sıkıntı verenler öldükten sonra, bunlar için; “Belki tövbe etmiştir, irtidattan vazgeçmiştir” demek boştur. Bunların zulüm yapan azalarının, organlarının iyilik yapması, dili ile dua etmesi ve zulmettikleri mazlumları hoşnut edecek vasiyette bulunmaları lazımdır. Böyle tövbe etmeyen mürtetlerin ölülerine hüsn-i zan edilmez.
Sual: Ölmekte olan bir kimsenin, imanlı mı, imansız mı gittiği belli olur mu?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
“Eğer ölünün ağzından tükrüğü akmış, dudağı sarkmış, yüzü kararmış, gözü dönmüş ise, bilmiş ol ki, o şakidir, ahiretteki şekavetini görmüştür.
Eğer ölünün ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsüyor, gözü dahi kırpık gibidir. Bilmiş ol ki, o kimse ahirette kavuşacağı sürur ile müjdelenmiştir. O said olan kimsenin ruhu, bal arısı kadar insan şeklindedir. Aklından ve ilminden hiçbir şey kaybetmemiştir.”
.İnsanın ilk ölümü
2020-08-11 02:00:00
Misaktan, sözleşmeden sonraki ölüm birinci ölüm ve şimdiki ana karnındaki hayat, ikinci hayattır.
Sual: Bazı kimseler, insanlar için ilk ölüm, ikinci hayat diye bir şeyler anlatılıyor, bunun aslı varsa, bu ilk ölüm nasıl olmuştur?
Cevap: İmâm-ı Gazâlî hazretleri Dürre-tül Fâhire isimli kitabında, bu konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, Adem aleyhisselamı yaratınca, belini kudretiyle mesih buyurduğu zaman, ondan iki avuç aldı. Birisini sağ tarafından, diğerini ise sol tarafından aldı. Her insanın zerresini birbirinden ayırdı. Adem aleyhisselam onlara baktı ki, onların zerreler gibi olduğunu gördü. El-Vâkı'a suresindeki bir âyet-i keremede mealen;
(İşte bu sağdakiler Cennet ehlinin amelini yapacaklarından, Cennetlik olanlardır. Bana bunların amellerinden bir fayda ve zarar yoktur. Bu soldakiler Cehennem ehlinin amelini yapacaklarından, Cehennemlik olanlardır. Bana bunlardan da bir fayda ve bir zarar yoktur) buyuruldu.
Adem aleyhisselam Allahü teâlâya;
-Ya Rabbî! Cehennem ehlinin ameli nedir? diye sordu. Allahü teâlâ da;
(Bana şirk koşmak ve gönderdiğim Peygamberlere inanmamak ve ilahi kitaplarımda olan emir ve nehyimi tutmayıp, bana isyan etmektir) buyurdu.
Bunun üzerine Adem aleyhisselam, Allahü teâlâya dua ederek;
“Ya Rabbî! Bunları kendilerine şahit kıl. Umulur ki, Cehennem ehli ameli işlemezler” dedi. Allahü teâlâ da, nefislerini şahit yapıp;
(Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurdu. Hepsi;
“Rabbimizsin. Biz şehadet eyledik” dediler. Allahü teâlâ, melekleri ve Adem aleyhisselamı da şahit tuttu. Bu sözleşmeden sonra, onları tekrar eski mekânlarına gönderdi. Çünkü bunların hayatları yalnız rûhâni bir hayat idi. Cismâni bir hayat değildi. Allahü teâlâ bunları Adem aleyhisselamın sulbüne yerleştirdi. Ruhlarını kabzedip, arşın hazinelerinden birinde muhafaza kıldı.
Bir babanın nutfesi ananın rahminde karar edip, çocuğun cismâni sureti tamam olduğu zaman, henüz ölüdür. Allahü teâlâ rahimde ölü olan bu çocuğa ruh vermeyi murad buyurduğunda, arşın hazinelerinde bir müddet gizleyip muhafaza buyurduğu ruhu, o cesede iade eder. Çocuk o zaman hareket etmeye başlar. Allahü teâlânın ruhlara;
(Ben sizin rabbiniz değil miyim) diye sorduğu misaktan, sözleşmeden sonraki ölüm yani, ruhunu arşın hazinelerine göndermesi birinci ölüm ve şimdiki ana karnındaki hayat, ikinci hayattır.”
.Müslümanların birleşmesi
2020-08-10 02:00:00
Ehl-i sünnet kitaplarını okuyup, inanmak hep bir imanda birleşmek lazımdır.
Sual: Bazı kimseler; insanlar ve bilhassa Müslümanlar arasındaki ayrılıklar giderilmeli, ayrılıklar ortadan kalkmalıdır diyor. İnsanların ve Müslümanların arasındaki ayrılıkların kalkması mümkün mü, mümkün ise nasıl olabilir?
Cevap: İnsanların ihtilaflarının, aralarındaki ayrılıkların kalkması, bütün insanların Müslüman olmaları ile mümkün olur. İslamiyetin din bilgileri ikiye ayrılır:
1-Kalp ile inanılacak şeyler.
2-Kalp ve bedenle yapılacak şeyler.
Kalp ile inanılacak bilgiler, elbet bir bütündür. Bu da, Resûlullah efendimizin bildirdiği ve Eshâb-ı kiramın haber verdiği iman bilgileridir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri Eshâb-ı kiramdan öğrenip, kitaplarına yazdılar. Bütün Müslümanların, bu kitaplardan okuyup, inanmaları hep bir imanda birleşmeleri lazımdır. Müslümanlar birleşmeli, ayrılık, bölücülük olmamalıdır. Bunun için, bütün Müslümanların, tek doğru yol olan Ehl-i sünnet inanışında birleşmeleri, Peygamber efendimizin haber verdiği sapık fırkalara bölünmemeleri lazımdır. Başka türlü birleşmek olmaz. Doğru yoldan ayrılmış olanların da bu iman bilgilerini öğrenmesi, kendi kafalarından çıkan saçma ve sapık düşünceleri din bilgisi olarak yaymamaları, bölücülük yapmamaları lazımdır. Fakat, mezhepsizler, hak olan dört mezhebe saldırıyorlar. Mezheplerin ortadan kaldırılarak, uydurma bir Müslümanlığın yapılmasını istiyorlar. Peygamber efendimiz, Ehl-i sünnetin içinde bulunan dört mezhebin, ibadetlerde birbirinden ayrılığının rahmet olduğunu bildiriyor. Müctehidlerin ictihâd etmelerini emir ediyor.
Allahü teâlâ, ibadetlerle ve evlenme, alış-veriş ve kul hakları ile ilgili bilgilerin hepsini açık ve kesin olarak bildirmedi. Kısa ve kapalı bıraktığı bilgileri Peygamber efendimizin açıklamasını diledi. Peygamber efendimiz de, bunların hepsini tam açıklamadı. Kapalı bıraktığı bilgilerin açıklanmasını ve bunların günlük hadiselere tatbik edilmesini müctehid âlimlere bıraktı. Bu âlimler, bu vazifeleri yaparlarken, aralarında ayrılıklar oldu. Böylece mezhepler meydana geldi. Müslümanlar ibadetlerini yaparken, memleketlerinin örf ve âdetlerine, iklim şartlarına ve kendi fizik yapılarına uygun ve daha kolay olan mezhebi seçerek, bu mezhebi taklit eder. Mezhepler, rahmettir, kolaylıktır.
.İnsan, başına gelecekleri düşünmeli
2020-08-09 02:00:00
Her insan, muhakkak ölecektir ve insan öldüğü vakti düşünmeli, başına geleceklere hazırlanmalıdır.
Sual: Çoğu insan, hiç ölmeyecekmiş, hiç hesaba çekilmeyecekmiş gibi hareket etmektedir. Halbuki bir insanın her şeyden önce sonunu düşünmesi, ona göre hazırlık yapması gerekmez mi?
Cevap: Dünya hayatı çok kısadır ve her günü de geçip hayal olmaktadır. Her insanın sonu ölümdür. Bundan sonrası da, ya daimî azab veya ebedi nimetlerdir. Bunların vakitleri, herkese süratle yaklaşmaktadır.
Bunun için insan, kendine merhamet etmeli, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Batılın batıl olduğunu görerek, ondan kurtulmaya çalışmalı, Hakkın da hak olduğunu görerek, ona tabi olmalı, sarılmalıdır. İnsanın vereceği karar, çok mühimdir ve vakit ise, çok azdır. Her insan, muhakkak ölecektir ve insan öldüğü vakti düşünmeli, başına geleceklere hazırlanmalıdır.
Hiç kimse, Hakka tabi olmadıkça, ebedi azabdan kurtulamaz. Ölüm anındaki son pişmanlık, insana fayda vermez ve son nefeste Hakkı tasdik etmek, kabul olmaz. Sadece müslümanın günahlarına tövbe etmesi, kabul olur. O gün, Allahü teâlâ, insana;
“Kulum! Sana akıl nurunu vermiştim. Bununla, beni anlamanı, bana ve Peygamberim Muhammed aleyhisselama, onun getirdiği İslam dinine iman etmeni emretmiştim. Bu Peygamberin geleceğini, Tevratta ve İncilde haber vermiştim. İsmini ve dinini her memlekete yaydım. İşitmedim diyemezsin. Gece gündüz, dünya kazancı için, dünya zevkleri için çalıştın. Ahirette başına gelecekleri hiç düşünmedin. Gaflet içinde iken, mevtin, ölümün pençesine düştün” derse, acaba o insan buna nasıl cevap verecektir?
Bunun için her insan, başına gelecekleri düşünmeli, ömrünü tüketmeden, aklını başına toplamalıdır. İnsanın etrafında gördüğü, konuştuğu, sevdiği, korktuğu kimselerin hepsi, birer birer ölmektedir. Herbiri birer hayal gibi, gelip gitmektedirler. İnsan iyi düşünmeli, tercihini ona göre yapmalıdır. Ebedi olarak ateşte yanmak, çok büyük azabtır! Sonsuz nimetler içinde yaşamak ise, çok büyük bir nimettir. Bunlardan birini seçmek, hayatta iken, insanın elindedir. Herkesin sonu, bu ikisinden biri olacaktır. Bundan kurtulmak imkansızdır. Bunu düşünmemek, çare aramamak, tedbir almamak, büyük cahillik ve cinnettir. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Arzusu ahıret olup, ahıret için çalışana, Allahü teâlâ dünyayı hizmetçi yapar.)
.İnsan ve mikrop
2020-08-07 02:00:00
Mikroplar zararsız, faydalı ve zararlı olmak üzere üç sınıftırlar.
Sual: Mikroplar da diğer canlılar gibi midir, bunların hepsi zararlı mıdır veya bunların faydalı olanları da var mıdır?
Cevap: Bu konu hakkında Seâdet-i Ebediyye kitabında, şu bilgiler verilmektedir:
“Mikroplar, diğer hayvan ve bitkiler gibi canlı mahluklar olup, insanlara zararlı veya faydalı olmak gayesinde değildir. Bunların gayesi, her canlıda olduğu gibi, yaşamak arzusudur. Birçok insan, mikrop deyince, yanlış olarak, insana düşman olan mahluk zanneder. Hâlbuki Allahü teâlâ, çok şeyleri yaratmasına, mikropları sebep ve vasıta kılmıştır. Cenâb-ı Hakkın iradesi, dilemesi ile, çeşitli işlerin yapılmasında vazife görüyorlarsa da, umumi olarak zararsız, faydalı ve zararlı olmak üzere üç sınıftırlar. Yüzde sekseninin insanlarla alakası yoktur. Yüzde iki kadarı, faydalıdır. Mesela, bize, peynir, sirke, hamur, maya ve saire yaparlar. Bir kısmı ile de, beraber yaşamaktayız. Her nefeste, binlercesi içimize girer. Cilt, ağız, burun, teneffüs yolları, mide, bağırsak vesaire yerlerimiz bunlarla doludur. Yalnız ağzımızda, elli çeşit mikrop çalışmaktadır. İnce bağırsaklarda da, çeşitli ihtisaslara malik olan yirmi beş türlü mikrop çeşidi vardır. İnsan, bu işçilerinin yevmiyesini gıda olarak verip, güç hazım olan gıdaların hazmını bunlara yaptırır.
Her insanda mevcut bu mikroplar, zararlı değildir. Dışarıdan vücudumuza zararlı mikrop da girmektedir. Hiçbir gün yoktur ki, hepimiz verem mikrobu yutmamış olalım. Süt ineklerinin yarıdan fazlası tüberkülozdur. Pastörize edilmeyen her sütte verem mikrobu üç bine kadar çıktığı nadir değildir. Hemen her tereyağının yüz gramında, binlerce verem mikrobu vardır. Öldüğü zaman vücudunda verem hastalığı başlamamış insan, yok gibidir. Tüberkülozdan bademcikleri şişmemiş çocuk azdır. Diğer hastalık mikropları da, her yerde mevcuttur. Herkesin ağız ve burnunda difteri ve grip mikropları yaşamaktadır. Hâlbuki üzerimizi saran bu düşmanlardan zarar görmüyoruz.
Bizi zararlı mikroplardan koruyan üçüncü ve en mühim vasıta, içimizdeki sadık arkadaşlarımız olan mikropların, yabancı mikropları istememeleridir. Bunlar, yerlerini yabancı mikroplara bırakmak istemez. Demek ki, hastalığın insana geçmesi muhakkak, kesin olmuyor. Hadis-i şerifte de böyle buyurulmuştur.”
.Okul yaptırmak, kitap bastırmak
2020-08-05 02:00:00
Eshâb-ı kiram; İslam nizamını, İslam ahlakını, Allahın kullarına ulaştırdılar.
Sual: Okul, minare yapmak, kitap bastırmak, Eshâb-ı kiram döneminde yoktu. Bunlara fıkıh kitaplarında, müstehab ve vacib olan bidat-i hasene denmektedir. Peki Eshâb-ı kiram bunları niçin yapmadılar?
Cevap: Bunların bir kısmına onların ihtiyaçları yoktu. Mesela, mektep yapmadılar, kitap yazmaya ihtiyaçları yoktu. Çünkü, âlimler, müctehidler çoktu. Herkes sorup, kolayca öğrenirdi. Paraları, malları da, büyük binalar, minareler yapacak kadar çok değildi. En mühim sebep de, onlar daha mühim işleri yaptılar. Bunları yapmaya vakitleri olmadı. Gece gündüz gayr-i müslimlere, İslam dininin yayılmasına mâni olan devletlerle, diktatörlerle harb ettiler. Paralarının, mallarının hepsini bu cihatlara sarf ettiler. Memleketler, şehirler fethederek, milyonlarca insanı zalim devletlerin pençesinden kurtarıp, Müslüman yapmakla dünya ve ahiret saadetine kavuşturdular. İslam nizamını, İslam ahlakını, Allahın kullarına ulaştırdılar. Başka şeyler yapmaya vakitleri olmadı. Resulullah efendimiz;
(Bir kimse, İslamda sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevabına ve bunu yapanların sevaplarına kavuşur. Bir kimse islamda bir bidat-i seyyie çığrı açarsa, bunun günahı ve bunu yapanların günahları kendisine verilir) buyurdu.
Bidat-i hasenelerin hepsi, bu hadis-i şerifteki bidat-i haseneye dâhildirler. Bir sünnet yapana, yani bir çığır açana, bunu kıyamete kadar yapanların sevaplarının verilmesi, bunu başkalarının da yapmaları için niyet etmesine bağlıdır. Bunun gibi, imam başkalarına imam olmaya niyet etmezse, yalnız kılmanın veya bunun yirmiyedi katının sevabına kavuşur. Cemaatin sevapları toplamına da kavuşması için, imam olmaya niyet etmesi lazımdır.
Bidat-i seyyie işlemenin zararı, sünneti, hatta vacibi terk etmenin zararından daha çoktur. Yani bir şeyi yapmak sünnet mi, bidat mi şüpheli olsa, bu şeyi yapmamak lazımdır.
***
Sual: Camiye gitmeyip, evinde ailesi ile cemaat yapan kimse de cemaat sevabına kavuşur mu?
Cevap: Uyûn-ül-besâir kitabında deniyor ki:
“Özürlü olmadığı hâlde camiye gitmeyip, evinde ailesi ile cemaat yapan kimse, camideki cemaatin sevabına kavuşamaz. Yani, camiye mahsûs olan, fazla sevaba kavuşamaz. Yoksa, evde cemaat ile kılınca da, cemaat sevabına, yani yirmiyedi kat sevaba kavuşur.”
.İbadetleri, Allah için yapmalı
2020-08-02 02:00:00
Bütün ibadetlerin kabul olması, helal lokmaya bağlıdır...
Sual: Namaz, oruç, zekât ve kurban gibi ibadetlerin kabul olması için ne yapmalı, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bütün ibadetlerin kabul olması için, Allahü teâlâ için yapılması ve böyle niyet edilmesi şarttır. Kötü niyetler, ibadeti bozar. İbadetleri, hoşa gidecek şekilde değiştirmek olamaz. İnsanların beğendiği ibadeti, Allahü teâlâ da beğenir zannetmek, pek yanlıştır. Eğer böyle olsaydı, Peygamberlerin gönderilmesine lüzum kalmazdı ve herkes, kendi istediği, hoşuna gittiği gibi ibadet eder, Allahü teâlâ da, onu kabul ederdi. Hâlbuki, ibadetlerin kabul olması için insanların hoşuna gitmesi, görenlerin, dinleyenlerin çok olması değil, insanların aklı ermese de, faydalarını anlamasalar da, İslamiyetin bildirdiğine uygun olması lazımdır. Bütün ibadetlerin kabul olması, helal lokmaya bağlıdır. Hadis âlimi Ahmed bin Abdullah İsfehânî hazretleri, Hilyet-ül-evliyâ kitabında diyor ki:
“Büyüklerden çoğu buyurdu ki; İbadetler on kısımdır. Dokuz kısmı helal kazanmaktır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün ibadetlerdir.”
Onun için her mümin, helal kazanmaya çalışmalıdır. Haramdan ve şüphelilerden kaçınmalıdır. Ebû Hüreyre hazretleri Resulullah efendimizin şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
(Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibadetleri kabul eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emrettiğini, müminlere de emretti ve buyurdu ki; Ey Peygamberlerim! Helal yiyiniz ve salih, iyi işler yapınız! Müminlere de emretti ki; Ey iman edenler! Sizlere verdiğim rızıklardan helal olanları yiyiniz! Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göğe doğru uzatıp dua ediyor. Ya Rabbi! diye yalvarıyor. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, gıdası hep haram. Bunun duası nasıl kabul olur?) Yani haram yiyenin duası kabul olmaz buyurdu.
Haramı, helali, şüphelileri ve faizi bilmeyen, bunları birbirinden ayıramayan kimse, haramdan kurtulamayıp, yaptığı ibadetleri boşuna gider.
***
Sual: Zilhicce ayı içinde tutulan oruçlar için belli bir niyet şekli var mıdır, bu oruçlara kaza ve adak oruçları için de niyet edilebilir mi?
Cevap: Zilhicce ayı içinde tutulan oruçlara, herkes kendi durumuna göre, nafile, kaza, adak ve yemin keffareti orucu olarak, istediği niyeti yapabilir.
.
|
Yaratılanlar, rastgele yaratılmamıştır!
2020-07-08 02:00:00
İnsanın yaratılışındaki ahenk ve nizam, insanı hayrette bırakıyor!..
Sual: Bu kâinatta yaratılan, canlı, cansız her şey rastgele, tesadüfen var olmuş diyenler var, bunlara ne demelidir?
Cevap: Dünyanın her yerinde ayrı ayrı manzaralar var. İnsan, bunlara bakmaya doyamıyor. Bütün bunlar kendi kendisine mi var olmuştur? Her varlık, hep hesaplı ve düzenli, sanki her şey aynı bir makineden çıkmış gibidir. Bunların hepsi hatta her şey fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunlarına bağlıdır. Hele, insanın yaratılışındaki ahenk ve nizam, insanı hayrette bırakıyor. İçimizdeki organların, bir makinenin parçaları gibi, birlikte çalışması, anlayanları hayran bırakmaktadır. Meşhur İngiliz maymun nazariyesinin sahibi Darwin bile;
“Gözün yapısındaki intizamı, incelikleri düşündükçe, hayretten tepem atacak gibi oluyor” demiştir.
Bütün varlıklar, birbirlerine değişmez kanunlarla bağlı. Din sahipleri, bunları yaratan, bilen, bir Hâlık, yaratıcı var diyor. Hiçbir dîne inanmayanlar ise, her şey rastgele, tesadüfle var olmuş diyor. Yaratıcı, Peygamberleri ile haber de gönderiyor.
(Her şeyi ben yarattım. Hepinizin sahibi benim. Bana inanırsanız, sizi Cennetime koyacağım. Sayısız nimetler vereceğim. Sonsuz zevk ve saadet içinde yaşayacaksınız. Peygamberlerime inanmayanlara Cehennemde sonsuz azap edeceğim) diyor.
Cennet ve Cehennem yok ise, Peygamberlere inanmış olanlar, aldanmış ise, bunlar hiç zarar görmeyecek. Fakat Peygamberlerin sözleri doğru olduğundan, bunlara inanmayanlar ve bunların sözlerini değiştirenler, sonsuz azap görecektir.
***
Sual: İlk Müslümanlar olan Eshab-ı kiram, kitap yazmamışlar, vakitleri olmadığı için yazamamışlar. Peki ne zamandan itibaren bidat fırkaları meydana çıkmıştır?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, bütün bilgilerini Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Eshab-ı kiram da, Resulullah efendimizden aldılar. Eshab-ı kiram, İslamiyeti bildirmek için, uzak memleketlere dağıldılar. Bunun için, kitap yazmaya vakit bulamadılar. Hicri ikiyüz senesinden sonra gelen âlimler arasında, din bilgilerine kendi görüşlerini, zamanlarındaki fen bilgilerini ve eski filozofların sözlerini karıştıranlar oldu. Böylece, yetmişiki bozuk Bidat fırkası meydana geldi. Bidat fırkalarının zuhur etmesinde, meydana çıkmasında Yahudilerin ve İngilizlerin çok tesiri olmuştur.
.İslamiyetten ayrılmanın neticesi...
2020-07-07 02:00:00
Her memleketten ilim öğrenmek için Kurtuba'ya akın akın gelirlerdi...
Sual: Endülüs Emevi Devleti güçlü bir Müslüman devleti iken, tarihten silinmesinin sebebi ne idi?
Cevap: Bu konuda Kâmûs-ül-a'lâm’da şu bilgiler verilmektedir:
“Endülüs Sultanı Üçüncü Abdurrahman, memleketini genişletti, kuvvetlendirdi. Fas'ta hükûmet süren İdrisîleri, Fatımîlere karşı destekledi. Bunları hükmü altına aldı. Mükemmel donanma da yaptı. Kendisi ve adamları ilim ve edep sahibi idiler. Âlimlere ve ilme çok kıymet verirdi. Bunun için, Endülüs'te ilim ve fen çok ilerledi. Sarayı ve devlet daireleri birer ilim kaynağı oldu. Her memleketten ilim öğrenmek için Kurtuba'ya akın akın toplandılar. Kurtuba'da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kurdu. Avrupa'da ilk yapılan tıp fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedavi için Kurtuba'ya gelir, gördükleri medeniyete, güzel ahlaka, misafirperverliğe hayran kalırlardı. Altıyüz bin kitap bulunan bir kütüphane de yaptırdı. Kurtuba'dan üç saatlik mesafedeki Vâdi-yül-kebîr kenarında, Ezzehrâ isminde pek büyük ve ince sanatlarla dolu bir saray ile mükemmel bahçeler ve büyük bir cami yaptırdı. Kurtuba'da çok sayıda derin âlimler yetişti...
Endülüs'teki Benî Ümeyye hükümdarlarından Abdurrahman-ı salis, elli sene adalet ile hükm sürüp, m. 961 senesinde yetmiş iki yaşında vefat etti. Fakat sonra, İslam ahlakını, Allahü teâlânın emirlerini bıraktıklarından, hatta Ehl-i sünnet itikadını bozarak, İslamiyeti içeriden yıkmak alçaklığı başladığından, Pirene dağlarını aşamadılar. m. 1031'de Ümeyye Devleti çöktü. Bunlardan sonra Endülüs'e, önce Mülessimîn veya Murâbitîn, bundan sonra da, Muvahhidîn devleti hakim oldu. Fakat İspanyollar, m. 1492'de, Gırnata şehrini de alıp Müslümanları öldürdüler. Sözde Müslüman olup da, Allahü teâlânın emirlerine uymamanın cezasını buldular...
İspanya faciası olmasaydı, felsefeci İbnürrüşd'ün ve İbni Hazm'ın bozuk fikirleri, belki din ve iman hâlini alıp dünyaya yayılacak, bugünkü hazin levha, yüzlerce sene önce meydana çıkacaktı...
***
Sual: Bir erkek, evinde hanımlara imam olup namaz kıldırabilir mi?
Cevap: Evde, erkek, mahremi olan kadınlara imam olur, yabancı kadınlara imam olamaz. Çünkü, halvet olur. Eğer cemaat arasında, bir erkek veya imamın mahremi kadın bulunursa, yabancı kadınlar da cemaate girebilir.
.Kötü huyu olduğunu anlamak ve kurtulmak
2020-07-06 02:00:00
Velilerin hayat hikâyelerini okumak, iyi huylu olmaya sebep olur.
Sual: Bir Müslüman, kendinde bulunan kötü huyları tespit etmek ve bunlardan kurtulmak için ne yapmalıdır?
Cevap: Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. İyi arkadaşlar ise, insanın ayıplarını pek görmezler. Birisi İbrahim Edhem hazretlerine, aybını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca;
-Seni dost edindim. Her hâlin, hareketlerin, bana güzel görünüyor. Ayıbını başkalarına sor buyurmuştur.
Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak da, kötü huyların ilaçlarındandır.
(Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası da budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselama;
-Bu güzel ahlakını kimden öğrendin dediklerinde;
-Bir kimseden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen huylarından ictinap ettim. Beğendiklerimi ben de yaptım, buyurmuştur. Lokman Hakîm hazretlerine;
-Edebi kimden öğrendin dediklerinde;
-Edepsizden! cevabını vermiştir.
Selef-i salihinin, Eshab-ı kiramın, velilerin hayat hikâyelerini okumak da, iyi huylu olmaya sebep olur.
***
Sual: Hazret-i Musa ve hazret-i İsa'ya gönderilen dinlerin içindeki emirler genelde ne idi?
Cevap: Bu konuda Dıyâ-ül-kulûb kitabında deniyor ki:
“Musa aleyhisselamın tebliğ ettiği dinin emirlerinin çoğu zahiri amellere ve İsa aleyhisselamın emirlerinin çoğu da, kalb bilgilerine ait idi. Bunların her ikisini de, kendinde toplayan, en kâmil, en son ve en mükemmel, üstün din olmak üzere, Allahü teâlâ, İslamiyeti ve bu dine mahsus olan kitabı Kur’ân-ı kerîmi Muhammed aleyhisselama indirdi.”
***
Sual: İslamiyet geldikten sonra, önceki gönderilen ilahi dinlerin bildirdiği hususlarla amel edilebilir mi?
Cevap: İslam âlimleri, İslam dinine zıt ne kadar görüş, fikir, felsefi düşünce ve akideler, inançlar var ise, hepsine cevaplar vermişlerdir. Bu arada bozulan İseviliğin yanlışlıklarını da, açığa çıkarmışlardır. Tahrif edilen, değiştirilen ve hükümleri yürürlükten kaldırılan semavi kitaplara uymanın caiz olmadığını bildirmişlerdir. Dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak, ahirette de sonsuz saadete kavuşmak için, Müslüman olmanın lazım olduğunu açıklamışlardır.
.İlahi dinlerde iman esasları aynı idi
2020-07-05 02:00:00
Musa aleyhisselamdan sonra, Benî İsrail çeşitli bela ve karışıklıklara uğradı...
Sual: Allahü teala tarafından gönderilen dinlerde, iman esasları aynı idi ise, tekrar yeni bir Peygamberin ve bu Peygamberle yeni bir dinin gönderilmesinin sebebi nedir?
Cevap: Her Peygamberin, yaşadığı asır, bulunduğu yer ve gönderildiği kavmin hâlleri, adetleri, başka başkadır. Her Peygamber, Allahü teâlânın varlığını ve birliğini insanlara öğretirken; insanların dünya ve ahiret saadetlerine vesile olacak bazı ahkam, hükümler ve ibadetleri de beyan etti, açıkladı. Tarihçilere göre, milattan yaklaşık binaltıyüzelli sene önce, Allahü teâlâ, Musa aleyhisselamı Peygamber olarak gönderdi. Musa aleyhisselam, kendinden önce gönderilen Âdem, Nuh, İdris, İbrahim, İshak ve Yakub aleyhimüsselam gibi Peygamberlerin, kendi zamanlarında, kendi kavimlerine öğrettikleri, Allahü teâlânın varlığı ve birliği akidesini, inancını ve iman edilecek diğer şeyleri, Benî İsrail kavmine öğretti. Farz olan ibadetleri ve muamelata ait hükümleri de, her yere yayarak, Benî İsrail'i şirkten, küfürden sakındırmaya çalıştı...
Musa aleyhisselamdan sonra, Benî İsrail çeşitli bela ve karışıklıklara uğradı. Çünkü, Musa aleyhisselamın öğretmiş olduğu, iman esaslarını terk ederek, dalalete düştüler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, İsa aleyhisselamı, Peygamber olarak, Benî İsrail'e gönderdi. İsa aleyhisselam, Allahü teâlânın varlığı ve birliği demek olan, tevhidi ve diğer iman esaslarını yayıp, öğreterek, doğru yoldan ayrılanların hidayetine çalıştı ve Musa aleyhisselamın dinini kuvvetlendirdi.
İsa aleyhisselamdan sonra ise, Ona tabi olanlar, daha önce Benî İsrail'in doğru yoldan ayrıldıkları gibi, İsa aleyhisselamın bildirdiği doğru imandan ayrıldılar. Daha sonra, günbegün İncil denilen kitaplar ve Hıristiyanlığa ait risaleler, kitapcıklar yazdılar. Değişik yerlerde çeşitli ruhban cemiyetleri teşekkül ederek, kurularak, birbirlerine tamamen zıt kararlar aldılar. Böylece bu cemiyetler sebebi ile birbirinden tamamen farklı yetmişiki fırka ortaya çıktı. Bunlar, tevhit esasını ve İsa aleyhisselamın dinini tamamen terk ettiler. Çoğu putperest ve kâfir oldu. Bunun üzerine Allahü teâlâ, sevgilisi ve Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed aleyhisselamı, ahir zaman Peygamberi olarak, yeryüzüne, insanlara gönderdi.
.Akıl ile mutlak yaratıcıyı tanımak
2020-07-04 02:00:00
İnsan, kendi noksan aklı ile, mutlak yaratıcıyı anlayamaz!..
Sual: Dünya yaratıldığından itibaren, dünyaya gelen her insan, kendini yaratanı tanıyabilmiş midir?
Cevap: Allahü teâlâ birdir, ezelidir, ebedidir ve kadimdir. Her türlü değişmekten uzaktır. Ondan başka her şey, bu varlık âleminde, zaman geçmesi ile eskiyerek bozulur ve değişmelere uğrar. Allahü teâlâ ise, her türlü değişiklikten berîdir, uzaktır. O, hiç değişmez. "Bir, bir daha, iki eder" sözü zamanla hiç değişmeyeceği gibi, asırlar ve zamanın geçmesi de, Allahü teâlânın birliğini, ilmini ve kudretini değiştirmez.
Akıl gibi bir nimet verilmekle, diğer mahluklar, yaratılanlar içinden seçilmiş olan insan, yeryüzünde yaratıltığından beri, Allahü teâlânın var olduğunu anlamaktadır. Bu hakikat, her din ve mezhebde, değişik bir şekil ile açıklanarak, ortaya konmuştur. Fakat, insanların akılları değişik, anlama kabiliyetleri farklı olduğundan, herkes yaratıcıyı aradığında, Onu kendi tabiatına, meşrebine, ilim ve idrakine, anlayışına uygun bir tarzda tasavvur etmiş, düşünmüştür. Onu kendi anlayışına ve meşrebine göre tarif etmiştir. Çünkü insan, aklının aczi ve noksanlığı sebebi ile anlamadığını, bilmediğini, bildikleri gibi sanmıştır. Hakikati bulduk diyenlerin çoğu, Mecusilik, putperestlik gibi batıl şeylerin içine dalmışlar, bu sebeple şirk ve dalalete düşmüşlerdir.
İnsan, kendi noksan aklı ile, mutlak yaratıcıyı anlayamıyacağından, merhametlilerin en merhametlisi olan Allahü teâlâ, her asırda, her kavme Peygamberler göndermiştir. Böylece, işin hakikatini, doğrusunu insanlara öğretmiştir. Saidlerden, iyilerden olanlar, iman ederek kurtuldular, dünya ve ahiret saadetine kavuştular.
Bedbaht, talihsiz olanlar ise, itiraz ve inkâr ederek, hüsranda kaldılar.
***
Sual: Kötü huyu olan bir kimse, bundan kurtulmak için ne gibi şeyler yapmalıdır?
Cevap: Kötü huydan kurtulmak için, insanın, kötü bir şey yapınca, arkasından riyazet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi, kötü huydan kurtulmak için faydalı bir ilaçtır. Mesela, "bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim" veya "oruç tutacağım, gece namazları kılacağım" diye yemin etmelidir. Nefis, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı bir ilaçtır.
.İnsan, sevdiğini çok zikreder
2020-07-01 02:00:00
İbadetlerin en kıymetlisi, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemektir.
Sual: Allahü tealayı ve Onun sevdiklerini sevmenin alameti, onların yolunda bulunmak ve onları çok hatırlamak mıdır?
Cevap: Kalp hastalığının ilacı, İslamiyetin emirlerine uymak, yasak ettiklerinden sakınmak ve Allahü teâlâyı çok zikretmek, yani ismini ve sıfatlarını hatırlamak, kalbe yerleştirmektir. Çünkü insan sevdiğini hiç unutmaz. Vaktiyle Muhammed Şüveymî hazretlerinin yanına biri gelerek, sıkıntıda olduğunu, bunun için kendisine yardımcı olmasını ister ve çok yalvarır. Bu kimse, bir kadınla evlenmek ister fakat o kadın bunu kabul etmez. Gelen kimsenin derdini dinleyen Muhammed Şüveymî hazretleri, ona sessiz bir oda göstererek;
-Buraya gir, kapıyı kapat ve devamlı olarak o kadının ismini söyle! buyurur. Orada bulunanlar, ilk bakışta bir mana veremezler ise de, hocalarının sözlerinde bir hikmet bulunacağını düşünüp, neticeyi beklemeye başlarlar. O kimse ise, gece, gündüz evlenmek istediği kadının ismini söylemeye devam eder. Bir müddet geçtikten sonra, kaldığı odanın kapısı vurulur ve;
-Ben filan kadınım, senin için geldim, kapıyı aç demektedir. Adam bu kadının önceki hâlini, bir de şimdiki hâlini düşünür ve birden kalbi değişir, kendi kendine;
“Mademki sevdiğine, ismini çok anmakla kavuşuluyor. O hâlde ben niye başka şeylerle meşgul oluyorum. Rabbimin ismini zikretmekle meşgul olur, Ona ulaşmayı tercih ederim” diye düşünür... Kadını geri gönderir, kendisi Allahü teâlânın ismini zikretmekle meşgul olmaya başlar. Böylece kalp gözü açılır ve evliyalık yolunda ilerlemeye başlar... Bu hâli görenler, Muhammed Şüveymî hazretlerinin o kimseyi, o odaya koymasının hikmetini böylece anlamış olurlar.
İnsanın saadete kavuşması için, âdetlerinde, ibadetlerinde, kısacası her işinde din ve dünya büyüklerinin reisine benzemesi lazımdır. Beden ve kalple erişilebilecek bütün yüksek dereceler, Resulullah Efendimizi sevmeye bağlıdır. Bunun için, ibadetlerin en kıymetlisi, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemektir. Dostun sevdiklerini sevmek, düşmanlarını sevmemek, insanda kendiliğinden hasıl olur. Seven kimse, eğer sevgisi samimi ise, sevdiğine her konuda itaat eder ve onu hiç unutmaz. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(İnsan, sevdiğini çok zikreder, hatırlar.)
.Kalpte iman bulunduğuna alamet
2020-06-29 02:00:00
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, kalbin bozuk olmasındandır.
Sual: Bir kalpte imanın bulunup bulunmadığının alameti, işareti var mıdır, varsa bu alamet nedir?
Cevap: Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, günahlardan sakınmamak, kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, İslamiyete tam inanılmamasıdır. Mümin olmak için, yalnız Kelime-i şehadeti söylemek yetişmez. Münafıklar da, bunu söylüyor. Kalpte iman bulunduğuna alamet, İslamiyetin emirlerini severek yapmak, yasak ettiklerinden de severek uzaklaşmaktır. İslamiyetin emirlerini yapabilmek, yasaklarından sakınabilmek için, dinde lazım olanları, öğrenmek ve öğretmek lazımdır. Din bilgilerini öğrenmeden, başka şeyler öğrenenler ve çocuklarına doğru din bilgisi öğretmeyenler aldanmaktadır. Geleceği temin etmek, acaba bunları elde etmek midir yoksa, Allahü teâlânın rızasını kazanmak mıdır? Niyetin doğru olması için korkmalı ve çok istiğfar etmelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Teheccüd zamanında tövbe, istigfar etmek, Allahü teâlâya yalvarmak, günahlarını düşünmek, ayıplarını, kusurlarını hatırlamak, kıyametteki azapları düşünüp korkmak, Cehennemin sonsuz acılarından titremek lazımdır. Af ve mağfiret için çok yalvarmalıdır. O zaman ve her zaman yüz kerre (Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh) demeli ve manasını düşünerek söylemelidir. Bunu ikindi namazından, tesbihlerden ve duadan sonra yüz defa okumalıdır. Abdestsiz okunabilir. Hadis-i şerifte; (Kıyamette, sayfasında çok istiğfar bulunanlara, müjdeler olsun!) buyuruldu.”
İstiğfar ve bütün dualar, temiz kalple söylenmez, yalnız ağızla söylenirse, faydası olmaz. İstiğfarı ağızla üç kere söyleyince, temiz kalp de söylemeye başlar. Günah işlemekle kararmış olan kalbin söylemesi için, ağızla çok söylemek lazımdır. Namaz kılmayanın ve haram lokma yiyenin kalbi kararır. Böyle kalplerin de söylemeye başlaması için, ağızla en az yetmiş kere istiğfar söylemelidir.
Fıkıh, ilmihal ve ahlak bilgilerini lüzumu kadar öğrenmek ve çoluk çocuğuna öğretmek, her Müslümana farz-ı ayındır. Öğrenmeyenler ve çoluk çocuğuna öğretmeyenler büyük günah işlemiş olur. Öğrenmeye lüzum görmeyen, ehemmiyet vermeyenin ise, imanı gider. Dinini öğrenen ise, dünya ve ahiret felaketlerinden kurtulur.
.Gafletle edilen dua kabul olmaz
2020-06-28 02:00:00
Dua ederken, kalp uyanık olmalı, kabul edileceğine inanmalıdır.
Sual: Kalben değil de, sadece dil ile söylenerek yapılan duaların faydası olmaz mı?
Cevap: Allahü teâlâ, dua etmeyi ve dua edeni sever. Peygamber efendimiz de;
(Dua etmek, ibadettir) buyurmuşlardır.
Duanın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Dua etmenin de şartları vardır. Önce, günahlarına pişman olup, tövbe etmeli, istiğfar okumalı, sadaka vermeli, imanını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak düzeltmeli, duanın kabul olacağına inanmalı, yüzü kıbleye karşı oturup, önce hamd ve salevat okumalı. Duayı üçten fazla söylemeli. Kabul olmadı diyerek, ümit kesmemeli, kabul oluncaya kadar, uzun zaman tekrar etmelidir. Haram yememeli, içmemeli, haram söylememelidir. Haram işlemek, kalbi bozar. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Çok istiğfar okuyunuz! İstiğfar duası okumaya devam edeni, Allahü teâlâ hastalıklardan, her dertten korur. Hiç ummadığı yerden rızklandırır.)
Duaların kabul olması için, okuyanın Müslüman olması, günahlarına tövbe etmesi, manasını bilerek, inanarak söylemesi lazımdır. Kararmış kalble yapılan dua kabul olmaz. Beş vakit namaza devam edenin kalbi temizlenir. Kalb söylemeden yalnız ağız ile yapılan duanın faydası olmaz. Dua ederken, kalp uyanık olmalı, kabul edileceğine inanmalıdır. Söylediğinden haberi olmayan gâfilin duası kabul olmaz. Kur’ân-ı kerim okunan yere, rahmet iner. Bu zaman yapılan duanın kabul olması çok umulur. Hadis-i şerifte;
(Duanın kabul olması için, iki şey lazımdır: Birincisi, duayı ihlas ile yapmalıdır. İkincisi, yediği ve giydiği helalden olmalıdır. Müminin odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı duası, hiç kabul olmaz) buyuruldu.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri;
“Yalvararak, ağlayarak ve sığınarak, kırık kalple Allahü teâlâdan af ve afiyet dilemelidir. Duanın kabul olunduğu anlaşılıncaya ve fitneler kalmayıncaya kadar, böyle dua etmelidir” buyurmuştur.
Mübarek gecelerde, cuma günü ve gecesinde, seher vaktinde, Allah yolunda cihad ederken, her namazdan sonra, yağmur yağarken, Kâbe-i muazzamayı görünce, zemzem suyu içince yapılan duaların kabul olduğu kitaplarda yazılıdır. Musibet anında yapılan dua da müstecabdır. Rahat ve huzur zamanlarında çok dua edenin, dert ve bela zamanlarındaki duaları çabuk kabul olur.
.Affedilmek için, affetmeli!..
2020-06-27 02:00:00
Kötülük edene ihsânda bulunmak, insanlığın en yüksek derecesidir...
Sual: Başkalarının hatalarını affetmiyen bir kimsenin, kendi hatalarının affedilmesini beklemesi uygun olur mur?
Cevap: Affetmek, büyüklüğün alametidir ve Allahü teâlânın sıfatlarındandır. Kişinin, kendisine karşı yapılan hata ve kusurları bağışlamasına, affetmek denir. Hakkını almaya gücü yettiği hâlde, affetmek iyidir. Çünkü nefse daha güç gelir. Hadis-i şerifte;
(Musa aleyhisselam; Ya Rabbî! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikte, gücü yettiği zaman affedendir, buyuruldu) buyurulmuştur.
Zulmedeni affetmek merhametin, kendisine iyilik etmeyene hediyye vermek ihsânın, kötülük edene ihsânda bulunmak da, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar.
Zalimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Fakat gücü yettiği hâlde affetmek, güzel ahlaktır. Resulullah Efendimiz, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce;
(İntisâr eyledin! Affeyleseydi, daha iyi olurdu) buyurmuştur.
Resulullah efendimizin mübarek torunu hazret-i Hüseyin, bir gün misafirleri ile sofrada oturmuşlar yemek yiyiyorlardı. O sırada kölesi bir kap sıcak yemekle gelirken ayağı yere takılıp, elindeki yemeği hazret-i Hüseyin'in mübarek başına döker. Hazret-i Hüseyin, terbiye maksadı ile kölesinin yüzüne sertçe bakınca, kölesi, Âl-i imrân suresinin 134. âyet-i kerimesindeki;
(Gadab etmezler) meâlindeki kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Gadabımı terk ettim, buyurunca, kölesi, âyet-i kerimenin;
(İnsanlardan kusurlu olanları affederler) meâlindeki kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Affettim cevabını verince kölesi, âyet-i kerimenin;
(Allahü teâlâ ihsan edenleri sever) meâlindeki kısmını okur. Bunun üzerine hazret-i Hüseyin;
-Allah için seni kölelikten azad ettim, istediğin yere gidebilirsin, buyurur.
Allahü teâlâ, kullarının günahlarını affedicidir. Müslümanlar da, birbirlerinin kusurlarını affetmelidir. Bunun için Müslümanların hatalarını görmemek, onlara kin tutmamak ve kusurlarını affetmek lazımdır. Allahü teâlânın bizim günahlarımızı affetmesini istiyorsak, biz de Onun kullarının hatalarını affetmemiz yani, affedilmek için affetmek lazımdır. Ahmed Rıfâî hazretleri;
“Kızdığın zaman affa sarıl. Çünkü affetmek sûretiyle yapacağın hatâ, cezâ vermek sûretiyle yapacağın hâtadan daha iyidir” buyuruyor.
.Kader, tedbirle değişmez
2020-06-26 02:00:00
"Kazâ-i mu'allakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir..."
Sual: Bir insanın kaderi, sakınmak ve tedbir almakla değişebilir mi?
Cevap: Bu konuda İhyâ-ül'ulûm kitabında deniyor ki:
“Kazâ-i mu'allak, Levh-i mahfûzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir.” Hadis-i şerifte;
(Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu.
Duanın belayı defetmesi de, kaza ve kaderdendir. Kalkan oka siper olduğu, su yerden otun yetişmesine, havadaki oksijen gazının canlının hücrelerindeki gıda maddelerini yakıp hararet meydana gelmesine sebep olduğu gibi, dua da, Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebeptir. Bir hadis-i şerifte;
(Kazâ-i mu'allakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız, ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfûzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kazâ-i mu'allak yani o kimsenin dua etmesi takdir edilmişse, dua eder, kabul olunca, belayı önler. Ecel-i kazâyı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, Ecel-i müsemmâ değişmez. Ecel-i kazâ, bir kimse, eğer iyi iş yapar, sadaka verirse ömrü altmış sene, bunları yapmazsa kırk sene diye takdir edilmesi gibidir. Vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin üç gün ömrü kalmışken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü otuz seneye uzar. Otuz yıl ömrü olan kimse de, akrabasını terk ettiği için, ömrü üç güne iner. Tefsîr-i Hâzinde deniyor ki:
“Takdir, ezelde Levh-i mahfûzda yazılmıştır. Sonradan bir şey yazılmaz. Levh-i mahfûzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması, kısalması, ezelde yazılmıştır. Buna kazâ-i mu'allak denir. Allahü teâlânın kaderi, yani ezelde ilmi nasıl ise, Levh-i mahfûzdaki değişiklikler, ona uygun olur. Hazret-i Ömer yaralanınca, Ka'bül-ahbâr hazretleri;
“Hazret-i Ömer daha yaşamak isteseydi, dua ederdi. Zira onun duası elbette kabul olur” dedi. Oradakiler;
-Nasıl böyle söylüyorsun, Allahü teâlâ meâlen; (Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) buyurdu, dediklerinde;
-Evet, ecel hazır olduğu vakit gecikmez. Ecel hasıl olmadan önce, sadaka, dua ve amel-i salih ile, ömür uzar. Zira Fâtır sûresinde meâlen; (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır) buyurulmaktadır dedi.
.Kıyâmette insan hangi bedenle diriltilecek?
2020-06-24 02:00:00
"Kıyâmette uzuvların, organların kendisi değil, benzerleri yaratılacaktır.”
Sual: Bir insanı hayvanlar yese veya ölen insanın organları başka bir insana nakledilse, bu insan kıyamet günü diriltildiği zaman, dünyada iken hayvanların yediği veya başka insanlara nakledilen organları, kiminle, hangi bedenle diriltilecektir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Seâdet-i Ebediyye kitabında deniyor ki:
“Kıyamette herkes, öldüğü zamandaki şekli, boyu ve organları ile mezardan kalkacaktır. Herkesin kuyruk sokumu kemiği değişmeyecek, başka organlar, bu kemik üzerine yeniden yaratılacak, ruhlar bu yeni bedenlerini bulup, bu bedenlerine gireceklerdir. Ruhların bu başka yeni bedenlere girmesi, tenasüh değildir. İnsanın bedeni, organları dünyada da değişiyor. Kırk yaşındaki insanın eti, yağı, derisi, kemikleri başkadır. Çocukluğunda bulunanlar başkadır. Fakat o, hep aynı insandır. Çünkü insan, ruh demektir. Beden değişiyor ise de, ruh değişmez. İnsanın parmak izi de hiç değişmez. Hiçbir insanın parmak izi, başkasının parmak izine benzemez. Bir insanın parmak uçlarındaki çizgilerin şekli, doğmadan önce, ruh bedene girdiği sıralarda teşekkül eder. İnsan ölüp çürüyünceye kadar hiç değişmez. Beş bin yıllık mumyalarda aynen kaldıkları görülmüştür.
Parmak ucundaki çizgilerden her biri, yan yana dizilmiş deliklerden meydana gelmiştir. Her delikcikten, ter sızmaktadır. İnsan bir şeyi tutunca, sızan ter, o şey üzerinde çizgilerin şekli gibi yapışıp kalır. Teri boyayan bir ilaç sürünce, o kimsenin parmak izi, o şey üzerinde görünür. İmâm-ı Gazâlî hazreteri, Kimyâ-yı se'âdet kitabında diyor ki:
Bir insanın çeşitli yaşlarındaki bedenleri başka başka oldukları gibi, aynı boy ve şekilde, fakat başka zerrelerden yapılmış bir bedenle kabirden kalkacaktır. Burası iyi anlaşılınca, insan insanı yerse, yenilen organın, hangi insan ile yaratılacağı, yiyen ile mi, yoksa yenilen ile mi birlikte yaratılacağı gibi sorulara lüzum kalmaz. Çünkü, o uzuvların, organların kendisi değil, benzerleri yaratılacaktır.”
***
Sual: Şabân ayının onbeşinde, Berât gecesinde, o sene olacak olan her hadise, Levh-i mahfuza yazılır mı?
Cevap: Her sene, şabân ayının onbeşinci Berât gecesinde, o senede olacak şeyler, ameller, ömürler, ölüm sebepleri, yükselmeler, alçalmalar, yani her şey Levh-i mahfûzda yazılır.
.Kim için ibadet etmişsen!..
2020-06-21 02:00:00
İbadet; kulluk etmek, insanın kendini aşağılaması, alçaltması demektir...
Sual: Başkaları da ibadet yaptığımı bilsin görsün diyerek ibadet edenler, hayır yapanlar, ahirette bunların faydasını görmeyecekler midir?
Cevap: İbadet; kulluk etmek, tapınmak, insanın kendini aşağılaması, alçaltması demektir. İbadet, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsanına kavuşmak için yapılan ibadet, ona tapınmak olur. Hadis-i şerifte;
(Dünyada riya ile ibadet edene, kıyamet günü, 'ey kötü insan! Bugün sana sevap yoktur. Dünyada kimler için ibadet ettin ise, sevaplarını onlardan iste' denir) buyuruldu.
Bir kimse, hep nefsinin istekleri peşinde koşar ve nefsinin istediklerine kavuşabilmek için her şeyi yapıyorsa, bu kimse, nefsinin esiridir, kölesidir ve nefsine tapmaktadır. Herhangi bir kimsenin sözüne uyarak, İslamiyetin dışına çıkmak, onun sözlerini, İslamiyetten üstün tutmak, o kimsenin kölesi olmak ve ona tapınmak demektir. Bunun için insan, neyin esiri, kimin kölesi ve kulu olduğuna dikkat etmelidir. Ebû Ali Dekkâk hazretleri, nasihat isteyen birisine hitaben;
"Sen kimin esiri ve mülküysen onun kulusun. Eğer nefsinin esiri ve mülkü isen nefsinin kulusun. Eğer dünyânın esiriysen, dünyânın kulusun ve kölesisin" buyurmuştur.
Bir sene Belh şehrinde kıtlık olur ve insanlar yiyecek bir şey bulamazlar. Bu yüzden hiç kimsenin yüzü gülmemektedir. İnsanlar bu hâlde iken, Şakîk-i Belhî hazretleri, çarşıda neşeli bir köle görür ve ona;
-Herkes üzüntülü iken sen niçin bu kadar neşelisin diye sorar. Köle;
-Benim efendim zengindir, beni aç, çıplak bırakmaz ki der. Şakîk-i Belhî hazretleri, kölenin bu söz karşısında;
“Aman ya Rabbi! Az bir dünyalığı olan şu zenginin kölesi böyle neşeli. Hâlbuki, sen bütün canlıların rızıklarına kefil oldun. Biz niçin gam ve keder içinde olalım” diyerek yüzünü ahirete çevirir.
İnsan, ya kendisi gibi yaratılmış olan bir insanın, varlığın esiri, kölesi, kuludur veya her şeyin sahibi, yaratanı olan Allahü teâlânın kuludur. Herkes, dünyada yaptığı tercihe göre, ahirette hesap verecektir. Peygamber Efendimiz;
(Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerikim, ortağım yoktur. Başkasını bana ortak eden, sevaplarını ondan istesin. İbadetlerinizi ihlas ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlas ile yapılan işleri kabul eder) buyurmuştur.
.İbadetleri faydası için yapmak...
2020-06-20 02:00:00
İbadet etmenin, dünya menfaatleri üzerine kurulamayacağı bir hakikattir!..
Sual: Dinin emir ve yasaklarını, insana dünyada fayda sağladığı için yapmak doğru olur mu?
Cevap: İslamiyete uymanın, ibadet etmenin, dünya menfaatleri üzerine kurulamayacağı, akıl sahipleri için pek meydanda olan bir hakikattir. Şûrâ suresinin 20. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Ahıreti kazanmak için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat, ahırette bunların eline bir şey geçmiyecektir) ve İsrâ suresinin 18., 19. âyet-i kerimelerinde de meâlen;
(Menfaatleri ve lezzetleri çabuk geçen, tükenen dünyayı isteyenlerden, dilediğimize, istediğimizi veririz. Ahıret menfaatleri için çalışan müminlerin mükafâtları boldur) buyuruluyor. Hadis-i şeriflerde de;
(Allahü teâlâdan başkası için her kim ne işledi ise, karşılığını ondan istesin, denilecektir.)
(Allahü teâlâ, ahıret için yapılan iyiliklere dünyada da mükafat verir. Fakat, yalnız dünya için yapılan işlere ahırette hiç mükafat vermez) buyuruldu.
İslamiyetin hükümlerinin ahıretteki faydalarıyla birlikte dünyadaki faydalarını, sosyal iyiliklerini de düşünmek yasak değildir. Hatta, bu faydaları, zamanın yeni bilgileri ile açıklayarak anlatmak, din adamlarının vazifesidir. İslamiyetin hükümleri üzerine yürütülecek sosyal düşünceler, Müslümanlardan ziyade, din düşmanlarına karşı bir müdafaa silahı ve yarış vasıtası olarak hazırlanması lazımdır. İslamiyetin hükümlerinin, dünyada olan faydalarını ve iyiliklerini Müslümanların da bilmesi elbette faydalıdır. Ancak, Müslümanların yalnız bilmekte kalması lazım olup, ibadetleri dünya faydaları üzerine bina etmek derecesine gelmemelidir. Böyle olursa, ibadetler bozulur. İslamiyetin istediği vazifelerde dünya için ne kadar fayda bulunursa bulunsun, bunları yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için ve ahırette, azaptan kurtulmak için yapmak lazımdır. Böyle niyet olunca, dünya faydalarının ayrıca düşünülmesi, yapılan ibadete zarar vermez.
İbadetlerde ahıret faydalarını bırakarak, yalnız sosyal iyilikler aramak ve bu araştırmayı esas tutmak, dine inanmamak hastalığının alametlerindendir. Dinin hükümlerinin dünyadaki faydaları, iyilikleri pek mühim ve meydanda olmakla beraber, Cennet ve Cehenneme inananlar, dünya menfaatlerini hatırlarına bile getirmezler.
.Akıl, nakil ile çatışırsa
2020-06-19 02:00:00
Akıl ile nakil çatışırsa, nakle uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır.
Sual: Bazı reformistler; “Peygamberimiz; (Akıl ile nakil çatışırsa, akla uymalıdır) buyuruyor. Dinin ihtiyaca göre değiştirilebileceği buradan anlaşılmaktadır” diyorlar. Gerçekten din ihtiyaca göre değiştirilebilir mi?
Cevap: Aklın gösterdiği bir hakikat, hiç değişmez. Aklın gösterdiği delil ile, naklin değiştirilebileceğini, İslam âlimleri bildirmektedir. Naklin bildirdiğini değiştirmeye sebep olacak delili ortaya koymak, mantık ilminden haberi olmayan reformcuların aklı ile olamaz. Resulullah Efendimiz, İslam bilgilerini fen ve din bilgileri diye ikiye ayırdı. Din bilgileri, nakil ile anlaşılır. Bunların kaynağı, Kur'ân-ı kerim ile hadis-i şeriflerdir.
His organları ile anlaşılan şeyler sınırlıdır. His organlarımız ile anlayamadığımız şeyleri, akıl ile bulur, anlarız. Aklın da bir sınırı vardır. Bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl anlayamaz. Cennette, Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin çoğu böyledir. Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akıl ile nakil çatışırsa, nakle uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır.
Kur'ân-ı kerîmde dört şey bildirilmektedir: İman, Ahkâm, Kısas ve Ahbâr. İnanılması lazım olan bilgilerde hiç değişiklik olamaz. Her Peygamberin, her ümmetin inanışları arasında hiç ayrılık yoktur. İkincisi olan ahkâm, Allahü teâlânın emirleri ve yasaklarıdır. Bunlarda değişiklik olabilir. Fakat, bu değişikliği yalnız Allahü teâlâ yapmış ve Peygamberleri ile değiştirmiştir. Kısas, geçmiş insanların, ümmetlerin hâllerini, yaşayışlarını anlatmak demektir. Ahbâr, geçmişte olmuş ve gelecekte olacak şeyler demektir. Kısas ve haberlerde değişiklik olmaz. Din bilgileri arasında birbirleri ile çatışır gibi olanları görülürse, bunlar yine akla uydurulmaz. Birbirlerine uydurulmaya çalışılır. Akla düşen, böyle bilgileri, açıkça anlaşılabilene uygun anlamaktır.
İslam ilimlerinin ikincisi olan fen bilgileri, his organları ve bu organlara yardımcı aletlerle inceleyerek, hesap ederek ve deneyerek anlaşılan bilgilerdir. Bunların hepsi akıl, zekâ ile yapılır. Hepsinde akla güvenilir. Nakil ile fen bilgisinde çatışma olduğu zaman, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak açıklanır. Reformcunun işitmiş olduğu hadis-i şerif, işte bunu açıklamaktadır.
.Medreseler müşterisiz bırakıldı!..
2020-06-18 02:00:00
Molla Fenârîler, Ebûssuûdlar yetiştirmiş olan bu ilim yuvaları maalesef yok edilmişti.
Sual: Reformcu Musa Beykiyef; “Bugün medreselerde okuyanların çoğu oradakı ilimlerin ilk basamağında kalmıştır. Tembel, cahil ve mutaassıptırlar. Bundan da maksatları, Müslümanları sömürmektir. Bu hocalar, fikren ve ahlaken cahil oldukları hâlde, din âlimi kılığındadırlar. Şimdi medreselerde İslamiyetten bir şey kalmadı. Din, edep ve Kur'ân öğretmek için yapılmış olan minberlerin, Müslümanları aldatmaktan başka vazifeleri kalmadı” diyor. Bu sözlerin gerçeklik payı var mıdır?
Cevap: Kazanlı reformcu Beykiyef bu sözleri söylediği zaman, dünyanın hangi yerinde Müslümanlık kalmış ise, onun beğenmediği medreselerde kalmış idi. Şimdi ise, programlarının başında dini kökünden yok etmek yazılı bulunan komünist Rusya'da, bu koca reformcunun gözüne batan o medreselerden, o camilerden hiç biri kalmadı...
Dinde reformcuların, her bakımdan 'gerici' dedikleri din adamları halkı soymakta da, onlardan geridedirler! Hayatları kanaat üzere geçtiğinden, halktan istifadeleri azdır. Birinci Cihan Harbi'nin, dört sene içinde, köylerde cenaze yıkayacak hoca bırakmadığı görülünce, cahil dedikleri hocaların bile lüzumsuz ve faydasız olmadığı anlaşıldı.
Sultân Vahîdeddîn hân zamanında İstanbul'daki medreselere, liselerde okunan derslerden birçoğu konulduğu hâlde, ihtiyacı eskisi kadar da karşılayacak din adamı yetişmediği görülmüştü. Vaktiyle Molla Fenârîler, Molla Hüsrevler, Ebûssuûdlar, İbni Kemâller, Gelenbevîler yetiştirmiş olan bu ilim yuvaları maalesef yok edilmişti.
Masonlar, medreseleri parasız, ilimsiz bırakmakla kalmayıp, talebe ismi yerine 'softa' adını yaymışlardı. Bu kadar bozgunculuk, bu kadar bakımsızlık içinde medreselerden yine din düşmanlarını az çok susturacak ilim adamı yetişmesi şaşılacak şeydir. Bunu da mesleğin yüksekliğindeki feyiz ve berekete bağlamak lazım gelir.
Medreselerden yetişen din adamları, resmî dillerle kendilerine yapılan hakarete dayanamayarak, haysiyet ve şereflerini korumak için, başka iş sahalarına sarılmışlardır. Bir kısmı da, hakaretlere aldırmamış, dinî ve millî ananelerine sarılarak bir nefis mücahedesi içinde yaşamışlardır. "Müşterisiz kalan mal" hâline getirilen ve ilimden, fenden mahrum bırakılan medreselerde ilim adamı olamayacağı açıkça meydandadır.
.Her peygambere mucize verildi
2020-06-17 02:00:00
Allahü teâlâ, peygamberlerine ümmetlerinin kıymet verdiği şeylerde mucizeler ihsan eyledi.
Sual: Peygamberlerin üstünlüklerine, gösterdikleri mucizeler de birer delil midir?
Cevap: Hazret-i Musa ve hazret-i İsa'nın Peygamberlikleri mucizelerle belli olduğu gibi, Muhammed aleyhisselamın Peygamberliği de, öylece mucizelerle meydandadır. Musa aleyhisselam zamanında sihir, İsa aleyhisselam zamanında doktorluk, Muhammed aleyhisselam zamanında şiir, fesâhat, belâgat yani güzel ve tartılı konuşmak sanatları çok ilerlemişti. Allahü teâlâ; bu Peygamberlerine ümmetlerinin kıymet verdiği şeylerde mucizeler ihsan eyledi. Muhammed aleyhisselamın da, İsa aleyhisselam gibi, ölüyü dirilttiği ve Firavun ile adamlarının Musa aleyhisselama sihirbâz dedikleri gibi, Kureyş kafirlerinin de Muhammed aleyhisselama sihirbâz dedikleri kitaplarda açık ve uzun yazılıdır.
Muhammed aleyhisselam ümmi idi. Yani, mektebe gitmedi, okuyup yazmadı, hiçbir insandan ders almadı. Ümmi olduğu hâlde, tarih, fen, ahlak, siyaset ve sosyal bilgilerle dolu bir kitap ortaya koydu. Yalnız o kitaba uyarak dünyaya adalet yaymış olan hükümdarların yetişmesine sebep oldu. Kur'ân-ı kerim, Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğüdür. Hatta, bütün Peygamberlerin mucizelerinin en büyüğüdür. Bu en büyük mucize, yalnız Muhammed aleyhisselama verilmiştir.
Dinde reforumcular, Muhammed aleyhisselamın daha çocuk iken, Şam yolculuğunda bir rahiple birkaç dakika konuştuğu zaman, bütün bu bilgileri, o rahipten öğrendiğini söylerken, utanmaları, sıkılmaları lazım gelir. Bu kadar çürük, bu kadar gülünç bir iftira olamaz. Kâbe duvarında yıllarca asılı duran ve sahiplerini birer dâhi, birer kahraman derecesine yükselten ve binlerce şiir arasından seçilmiş bulunan fesâhat ve belâgat şaheseri yazıların birer paçavra gibi sökülüp indirilmesine ve yazarlarının başlarının eğilmesine sebep olan âyet-i kerimeler, o rahiple birkaç dakikalık konuşmanın neticesi olabilir mi? Bugün Kur'ân-ı kerimin belâgatini yeniden anlamaya kalkışmaya, hiç lüzum yoktur. O ilâhî kitap, Arabçanın en yüksek zamanında, en salahiyetli mütehassıslara, üstünlüğünü imzalatmıştır. Arab edebiyatının mütehassısları olanlardan, Muhammed aleyhisselamın zamanında yetişenler arasında, Kur'ân-ı kerimin belâgatindeki ilâhî üstünlüğü görüp de inanmayan yok gibidir.
.Ruhun ve nefsin gıdası
2020-06-16 02:00:00
''Biz insanın ruhunu, güzel bir surette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik.''
Sual: Ruhun ve nefsin gıdasının, lezzetlerinin farklı, birbirine zıt olduğu kitaplarda bildirilmektedir. Buna rağmen ruh nasıl oluyor da nefsin gıdasını kendi gıdası zannedebilir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Mektûbât kitabının 99. Mektûbunda buyuruluyor ki:
“Ruh ile ceset, her bakımdan, birbirinin aksi, zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, ruhu nefse âşık etti. Bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebep oldu. Kur’ân-ı kerîm, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn suresinin bir âyetinde meâlen;
(Biz insanın ruhunu, güzel bir surette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik) buyuruldu. Ruhun bu dereceye düşürülmesi ve bu aşka tutulması, kötülemeye benzeyen bir metih, övgüdür. İşte ruh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile, kendini nefis âlemine attı ve nefse tabi, esir oldu. Hatta, kendinden geçti, kendisini unuttu, nefs-i emmare hâlini aldı.
Ruh, her şeyden daha latif, maddenin en hafifi olan hidrojen gazından, hatta bir elektrondan da daha hafif olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. Kendini unuttuğu için, evvela kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unuttu, cahil ve gafil oldu. Nefis gibi cehalet karanlığı ile karardı.
Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, acıdığı için, Peygamberler gönderip, bu büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı ve sevgilisi olan nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emretti. Ruh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felaketten kurtulur. Yok eğer, başını kaldırmaz, nefsle beraber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, saadetten uzaklaşır.
İşte ruh, bu hâlde kaldıkça, nefsin gafleti, cahilliği, ruhun da gafleti, cehaleti olur. Yok eğer, ruh, nefisten yüz çevirir, ondan soğur, onun yerine Allahü teâlâyı severse ve kendi gibi, bir mahluku sevmekten kurtulup, sonsuz var olana âşık olup, bu aşk ile kendinden geçerse, zahirin, yani nefsin gafleti, cehaleti, batına, yani ruha sirayet etmez. O, Allahü teâlâyı bir an unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasıl tesir etsin ki, o nefisten, tamamen ayrılmıştır. İşte bu vakit, zahir gaflette iken, batın âgâhtır, uyanıktır. Her an Rabbi iledir.”
.İbadet etmeden cenneti istemek...
2020-06-15 02:00:00
"İbadet etmeden Allahü teâlâdan cennet istemek, büyük günahtır."
Sual: Bir kimse, ibadet etmeden, günahlardan sakınmadan, dua ederek cennete gidebilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam bak ne buyuruyor: (Ahirette hesaba çekilmeden önce, dünyada iken hesabınızı görünüz ve tartılmadan önce, kendinizi tartınız!) Hazret-i Ali buyurdu ki: ‘Uğraşmadan, çalışmadan cennete kavuşacağını zanneden kimse, hayale kapılıyor. Çalışarak kavuşacağım diyenin de kendini yorması, ibadet meşakkatlerini yüklenmesi lazımdır.’ Hazret-i Ali'nin talebelerinden Hasen-i Basri hazretleri diyor ki: ‘İbadet etmeden Allahü teâlâdan cennet istemek, büyük günahtır.’ Büyüklerden biri buyuruyor ki: ‘İlmi faydalı olan kimse, ibadeti bırakmaz, ibadetin sevabını düşünmeyi bırakır.’ Peygamber Efendimiz buyurdu ki: (Akıl sahibi, nefsini ezip, ahirette lazım olan şeyler için çalışır. Ahmak, aptal olan da nefsinin arzuları peşinde koşup, cennete götürmesi için de, Allaha dua eder.)”
***
Sual: İnsanlara insan oldukları için diri iken saygı gösterildiği gibi, öldüğünde cenazelerinde de saygılı olmak gerekir mi?
Cevap: Bir gün Peygamber Efendimizin önünden bir cenaze geçirildi. Resulullah Efendimiz, tazim, hürmet için ayağa kalktılar. Eshab-ı kiram;
-Ya Resulallah, bu cenaze Yahudi cenazesidir deyince, Peygamber Efendimiz;
-Nefis değil midir? yani insan değil midir cevabını verdiler.
***
Sual: Bir cenaze görüldüğü zaman, ayağa kalkıp, cenaze geçinceye kadar öylece durup beklemek uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Halebî kitabında deniyor ki:
“Önünden cenaze geçen kimse, cenaze için ayağa kalkıp dikili durmamalıdır. Cenazeyi taşımak ve arkasından yürümek için kalkmalıdır. Resulullah Efendimizin cenaze görünce kalktığı, geçtikten sonra oturduğu ve siz de böyle yapın diye emir buyurduğu bildirildi ise de, bu emir neshedildi. Yani bir zaman sonra, bu emrini değişdirdi.” Merâk-ıl-felâh ve Dürr-ül-Muhtârda da cenazeyi görenin saygı duruşu olarak ayağa kalkmasının caiz olmadığı yazılıdır.
***
Sual: Hanefi mezhebinde olan bir Müslüman, ayağına giydiği mestlerin üstü ile beraber altını da meshedecek midir?
Cevap: Hanefi mezhebinde mesih, mestlerin yukarıdaki yüzlerine yapılır, mestlerin taban altına mesih yapılmaz.
.Ölenin ruhunu görmek!..
2020-06-14 02:00:00
Ölenin bu hâllerini görenler, melekler âlemini seyreden evliya yani velilerdir.
Sual: Bi kimse, vefat ettiği zaman, bu vefat eden kimsenin ruhunu, hayatta olanlardan bazı görenler oluyormuş, böyle bir şey olabilir mi ve bu bigiler doğru mudur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin Dürret-ül fâhıre kitabında deniyor ki:
“Vefat eden kimsenin ruhu, cesede geri döndürüldüğü zaman kendi cesedini yıkanırken bulur ve başı ucunda gasli, yıkanması bitinceye kadar durur. Allahü teâlâ iyiliğini istediği kimsenin gözünden perdeyi kaldırır ve o kimse, ölünün ruhunu dünyadaki insan suretinde görür.
Bir zat oğlunu yıkarken başı ucunda olduğunu gördü. Kendisine korku gelip gördüğü taraftan diğer tarafa geçti. Kefenine sarılıncaya kadar bu hâli gördü. Kefene sarılınca, o şahsın şeklindeki ruh kefene geri döndü. Yıkanıp, kefenlenip tabut içine koyunca da ölenin ruhunu görenler oldu.
Rebî bin Heysem hazretlerinden rivayet edildi ki, bir zat, yıkayan kimsenin elinde hareket etmiştir. Yine hazret-i Ebu Bekir zamanında bir ölünün tabut üzerinde iken konuştuğu görüldü ki, hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer'in fazîletlerini zikretti.
Ölenin bu hâllerini görenler, melekler âlemini seyreden evliya yani velilerdir. Allahü teâlâ dilediği kimsenin gözünden ve kulağından perdeyi kaldırır, o da bu hâli görür ve bilir.
Ölü kefene sarıldığı zaman ruh hariçte, dışarıda olarak göğse yakın gelir. Bu sırada onun bağırması ve inlemesi vardır. Der ki; beni Rabbimin rahmetine acele götürünüz. Eğer bana ihsan olunan nimetleri bilseydiniz, beni götürmekte acele ederdiniz.
Eğer şekâvet, Cehennem azabı ile korkutulmuş ise, der ki; aman bana azâb-ı ilâhiden bir müddet mühlet, zaman verip, ağır götürünüz. Eğer bilseydiniz, elbette beni omuzunuzda taşımazdınız. Bunun için, Resulullah Efendimiz, bir cenaze görünce, hemen ayağa kalkarlar, kırk adım kadar o cenaze ile beraber giderlerdi.”
***
Sual: İbadet, sadece namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek midir?
Cevap: Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile, farzları, sünnetleri yapmaya, haramlardan, mekruhlardan kaçınmaya, yani İslamın hükümlerini yerine getirmeye ibadet etmek denir. Niyetsiz, ibadet olamaz. Resulullah efendimize tabi olmak için, önce iman etmek, sonra İslamiyetin hükümlerini öğrenmek ve yapmak lazımdır.
.Sonsuz azapta kalma tehlikesi!..
2020-06-13 02:00:00
İmanı olmayan kimse, sonsuz olarak Cehennemde kalacaktır.
Sual: Cehennemin sonsuz azabından kurtulmak için akıllı bir kimsenin, bundan kurtulma çaresini düşünmesi gerekmez mi?
Cevap: İmanı olmayan kimsenin, sonsuz olarak Cehennemde kalacağını, âyet-i kerimeler ve Peygamber Efendimiz haber vermiştir. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var ve bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmanın çaresini arar. Bunun çaresi ise; Allahü teâlânın var ve bir olduğuna, Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna, Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmaktır ki, insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.
Bir kimse, "ben sonsuz azaba inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum" derse, buna denir ki; "İnanmamak için elinde senedin vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana mâni oluyor?" Elbette vesika gösteremeyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, sonsuz olarak ateşte yanmak korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmanın çaresini aramaz mı?
Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır. İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, ibadet zahmeti çekmek, zevkli, tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak kâfidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın buna çok az da bir ihtimal vermesi, zan etmesi akıl ve insanlık icabıdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kati çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?
Senâüllah Pânî-pütî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu ve beğendiği şeyler, ancak Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz. Bunları bize Muhammed aleyhisselam bildirdi. Hulefâ-i râşidînin, Eshab-ı kiramın çalışmaları ile de, her tarafa yayıldı.”
.Allahü teâlâ, mecbur değildir!..
2020-06-12 02:00:00
İman, Peygamberin bildirdiklerini tasdik etmek demektir.
Sual: Allahü teâlâ, yarattığı kullarına iman vermeye mecbur mudur?
Cevap: Allahü teâlâ, insanları Müslüman yapmaya mecbur değildir. Onun merhameti sonsuz olduğu gibi, azabı da, adaleti de sonsuzdur. Dilediği kuluna sebepsiz olarak ve o istemeden, iman ihsan eder, verir. Kendi akl-ı selimine uyarak, ahlakı ve işleri iyi olanlara da, doğru olan, makbul olan imanı vereceği, Kur’ân-ı kerimde bildirilmiştir. Nitekim İsrâ suresinin 15. âyetinde meâlen;
(Kim doğru yola girerse, kendi lehine girer. Kim, kendi aklına uyarsa, sapıtırsa, kendi zararına sapıtır. Kimse kimsenin günahını çekmez. Biz Peygamber göndermedikçe azap etmeyiz) buyurulmuştur.
Allahü teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, Peygamberler göndererek, var ve bir olduğunu ve inanılması lazım olan şeyleri, kullarına bildirdi. İman, Peygamberin bildirdiklerini tasdik etmek demektir. Peygamberi inkâr eden, kâfir olur. Kâfirler, Cehennemde sonsuz kalacaktır. Peygamberi işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var ve bir olduğunu düşünüp, yalnız buna iman eder ve Peygamberi işitmeden ölürse, bu da Cennete girecektir. Bunu düşünmeyip, iman etmezse, Cennete girmeyecek, Peygamberi inkâr etmediği için, Cehenneme de girmeyecektir. Kıyamet günü, hesaptan sonra, tekrar yok edilecektir. Cehennemde sonsuz kalmak, Peygamberi işitip de, inkâr etmenin cezasıdır. Aklı olan kimse, Peygamberi inkâr etmez, iman eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyar, başkasına aldanırsa, inkâr eder. Ananeye, modaya uymak hastalığı, nefislerimizin tuzaklarından biridir. Çok kimse, kendi nefislerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük saadetlerden, kazançlardan mahrum kalmışlardır. Bunun içindir ki, bir hadis-i kudside, Allahü teâlâ;
(Nefislerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünkü, nefisleriniz, bana düşmandırlar!) buyurdu.
Hıristiyan doğmuş, Hıristiyan terbiyesi almış daha doğrusu, beyni yıkanarak aşırı aldatılmış bir kimse, kolay kolay bu tesirden kurtulamaz. Sonra, arkadaşlarının kendisini, eğer dinini değiştirecek olursa, hor görmesi, ailesinin kendisinden uzaklaşması bahis konusu olabilir. Fakat, bütün bunlar, birer sebep olmakla beraber, en büyük noksanlardan birinin de, son zamanlarda Müslümanların kendi temiz dinlerini bilmemeleridir!
.Ehl-i kıble kimlere denir
2020-06-11 02:00:00
Zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılanlar Ehl-i kıbledir.
Sual: Bazı kimseler, inanışları bozuk olan kimseler için, "onlar da Müslümandır, ehl-i kıbledir, kötü söylemeyiniz" diyorlar. Ehl-i kıble diye kime denir ve bunlara kötü denmez mi?
Cevap: Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde;
(Benî İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç millete ayrılacaktır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidecek, yalnız biri kurtulacaktır. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır) buyurdu. Yani, "İsrailoğulları, dinde yetmişiki fırkaya ayrıldı, Müslümanlar da, dinde yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların hiçbiri kâfir değil ise de, Cehennemde uzun zaman kalacaklardır. Yalnız benim ve Eshabımın itikadında, inanışında olan ve bizim gibi ibadet eden fırkası Cehenneme girmeyecektir..."
İtikat bilgilerinde ictihat ederken, Resulullah Efendimizin ve Eshab-ı kiramın itikatlarından ayrılan din âlimleri, dinde zaruri ve söz birliği ile bilinen itikattan ayrılırlarsa, kâfir olurlar ve bunlara mülhid denir. Bunların müşrik oldukları, Bahr ve Hindiyye’de yazılıdır.
Zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılırlarsa, kâfir olmazlar, itikatta bidat sahibi olurlar. Bunlara Ehl-i kıble de denir. Amel ve ibâdet bilgilerinde ictihat ederken de, zaruri ve söz birliği ile bilinen ibadetlere inanmayan kâfir olur, mülhid olur. Fakat, zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan ibadetlerden ayrılan âlimler, eğer müctehid iseler, sevap kazanırlar. Müctehid değilseler, amelde bidat sahibi, mezhepsiz olurlar. Çünkü müctehid olmayanın ictihat etmesi caiz değildir. Bunun, bir müctehidin mezhebini taklit etmesi lazımdır. Hadis-i şerifte;
(Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. İtikadı bozuk olmadığı için, Cehenneme girmeyecek olan kimse, yaptığı günahlar sebebi ile Cehenneme girebilir. Eğer salih ise, yani günahına tövbe etmiş ise yahut affa veya şefaate kavuşursa, Cehenneme hiç girmez. Zaruri olarak yani cahillerin de bildiği ve söz birliği ile bildirilmiş olan bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, lâ-ilâhe illallah dese ve her ibadeti yapsa ve her günahtan da sakınsa bile, buna lâ-ilâhe-illallah ehli ve ehl-i kıble denmez.
.Nasihat kabul etmek güçtür
2020-06-09 02:00:00
Dünya zevklerinin peşinde koşanlara, nasihat acı gelir, haramlar ise tatlı gelir.
Sual: Genelde, insanlara hatta kendi yakınlarına, çocuklarına dinin bir emri hatırlatıldığında, nasihat edildiğinde hemen itiraz ediliyor. Bunun sebebi ne olabilir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Nasihat vermek kolaydır, nasihat kabul etmek ise güçtür. Çünkü, nefislerine uyanlara, dünya zevklerinin peşinde koşanlara, nasihat acı gelir, haramlar ise tatlı gelir. Bunun için, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, meâlen; (Kafirlerle harp ediniz! Harp, size, acı ve sıkıntılı gelir. Size zor gelen şeyler, yani Allahü teâlânın emirleri, sizin için hayırlıdır, iyidir. Size iyi gelen, sevdiğiniz şeyler, yani haramlar, size zararlıdır, fenadır. Hayırlı olanları Allahü teâlâ biliyor, siz bilmiyorsunuz) buyurdu. Hele senin gibi, ilim ismi verilen ve ilim şekline sokulan, lüzumsuz şeyleri öğrenenlere ve ilmi, dünyada ve ahirette kendine, insanlara faydalı olmak için değil, herkese büyüklük satmak ve yalnız dünyalık kazanmak için okuyup, ahiretlerini düşünmeyenlere nasihat tesir etmez. Amelsiz ilim, insanı kurtarır zannediyorsun ve ilim sahibi olunca, amel etmeden kurtuluruz sanıyorsun. Bu hâlinize çok şaşılır. Çünkü ilmi olan kimsenin, amelsiz kuru ilmin kıyamette kendine zarar vereceğini, bilmiyordum, diye özür ve bahane yapamayacağını bilmesi lazımdır. Peygamber efendimizin şu hadis-i şerifini de işitmediniz mi? Buyuruyor ki; (Kıyamet günü azapların en şiddetlisi, elbette, ilminin faydasını görmeyen âlime olacaktır.) Din Büyüklerinden biri, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini rüyâda görüp ne hâlde olduğunu sorunca, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri; 'O kadar sözlerim, keşif ve işaretlerim, yani zahiri ve batıni bilgilerim hep harap oldu, tükendi; yalnız bir gece kıldığım iki rekat namaz imdadıma yetişti' buyurur.
Sen de şunu iyi bil ki, amelsiz ilim, insanı kurtarmaz, kurtaramaz. Bunu sana bir misal ile anlatayım: Bir kimse, dağda bir arslana rastlasa, yanında tüfeği ve kılıcı bulunsa ve bunları kullanmasını iyi bilse ve ne kadar cesur olursa olsun, bu aletleri kullanmadıkça, arslandan kurtulabilir mi? Sen de bilirsin ki, kurtulamaz. İşte bunun gibi, bir kimse ne kadar ilim sahibi olursa olsun, bildiğine göre hareket etmezse, ilminin faydası olmaz.”
.Esirin hapisten kurtulması gibi!..
2020-06-06 02:00:00
Mümini rahatlandıran, ancak Allahü teâlâya kavuşmaktır.
Sual: İmanı olan bir kimsenin ölümü ile, imanı olmayan veya imanı olup da fasık olanın ölüm şekli aynı mıdır?
Cevap: Müminin ruhunun bedenden ayrılması, esirin hapisten kurtulması gibidir. Mümin öldükten sonra, bu dünyaya geri gelmek istemez. Yalnız şehitler, dünyaya geri gelip, bir daha şehit olmak ister. Dünyanın iyiliği gitti. Kederleri kaldı. Bundan dolayı ölüm, her Müslüman için hediyedir. Bir adamın dinini, ancak kabri korur. Müminlere yapılacak ikramlardan birincisi, ölümdeki sevinçtir. Mümini rahatlandıran, ancak Allahü teâlâya kavuşmaktır. Her mümine mevt, hayatından daha iyidir. Kâfirlere de mevt faydalıdır. Din Büyükleri buyuruyor ki:
“Çabuk tükenen şeyin peşinde koşuyorsunuz. Sonsuz kalacak şeye bakmıyor, ondan kaçıyorsunuz! Bir kimsenin ölümünde hayır yok ise, hayatında da hayır yoktur. Allahü teâlâya kavuşturduğu için, mevt (ölüm) sevilir. Sevdiğim adamın kalmasını da severim. Ölmesini de severim. Dost dosta kavuşmak istemez mi? Azrail aleyhisselam, İbrahim aleyhisselamdan ruhunu almak için izin istediğinde;
(Dost, dostun canını alır mı?) dedi. Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselam ile haber gönderip;
(Dost dosta kavuşmakdan kaçınır mı?) buyurunca;
(Yâ Rabbî! Rûhumu hemen al!) diye dua eyledi.
Allahü teâlânın emirlerine uyan bir mümine, ölümden daha sevinçli bir şey olmaz. Allahü teâlâya kavuşmayı seven mümin, mevti ister. Mevt, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Kavuşmak şevki, büyük ve yüksek derecedir. Bu dereceye yükselen mümin, mevtin gecikmesini istemez. Rabbine iştiyakından dolayı, Ona kavuşmayı, Onu görmeyi sever. Cenneti seven ve ona hazırlanan insan mevti sever. Çünkü, mevt olmayınca, Cennete girilmez.”
Bir köylüye 'sen öleceksin' demişler. O da, 'ölünce nereye giderim?' diye sormuş. 'Allahü teâlâya' cevabını alınca, 'hayrı ancak kendisinde bulduğumuz Rabbime kavuşturacak olan ölümden korkum kalmamışdır' der.
***
Sual: Ölürken can verme acısı çok mu fazladır ve herkes bu acıyı tadacak mıdır?
Cevap: Can vermek acısı, dünya acılarının hepsinden daha acıdır. Fakat, ahiret azaplarının hepsinden daha hafîftir. Mümin, ruhunu teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini görüp, onların zevki ile, can verme acısını duymaz. Ruhu, tereyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar ve nimetlere kavuşur.
.Ölmeden hazırlık yapmak
2020-06-05 02:00:00
Her Müslümanın, ölüme hazırlanması lazımdır. Bunun için de, tövbe etmelidir.
Sual: Her Müslümanın, ölmeden önce günahlardan tövbe etmesi, kul ve hayvan haklarını ödeyip hazırlıklı olması mı gerekir?
Cevap: Her Müslümanın, ölüme hazırlanması lazımdır. Bunun için de, tövbe etmelidir. Kul hakkı altında kalmamaya dikkat etmelidir. Yani, hakları sahiplerine verip helalleşmelidir. Allahü teâlânın haklarını da ödemek lazımdır. Bu hakların en mühimi, İslamın beş şartını yerine getirmektir. Namaz kılmayan bir kimse, Müslümanların hakkını da vermemiş oluyor. Çünkü, her namazda oturunca; “Ve alâ ibâdillahissâlihîn” diyerek müminlere dua etmek vazifemizdir. Namaz kılmayanlar, müminleri bu duadan mahrum bırakıyor. Hakları olan bu duayı yapmıyor.
Borçları ödeyerek, emanetleri sahiplerine vererek, ölüme hazırlanmak ve vasiyet yazmak vaciptir.
Ölüm, bir anda gelebileceğinden, affı kabul olmayan ve kabul olabilir ise de, henüz affedilmemiş olan cezalarının yapılmasına imkan bırakmak vaciptir. Yani, meydana çıkmış olan günahlarının dünyadaki cezalarının yerine getirilmesini temin etmelidir. Affı kabul olmayan suç, Peygamber Efendimize hakaret etmek sövmektir.
Hasta olanların, bu vacipleri daha çabuk yerine getirmesi lazımdır.
***
Sual: Dünya sıkıntıları veya hastalık sebebiyle ölmeyi istemenin bir mahzuru olur mu?
Cevap: Hastalıktan ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek caiz değildir. Dinde sıkıntı ve fitnelerden korkarak, Allahü teâlâdan ölümü istemek sünnettir. Allah yolunda şehit olmayı istemek de böyledir. Mekke-i mükerremede ve Medine-i münevverede olduğu zamanda ve Evliyâ-yı kiramın kabirleri yanında ölümü istemek de caizdir.
Allahü teâlâya kavuşmayı sevdiği için ölümü istemek müstehaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, Allahü teâlâya kavuşmayı severse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı sever.)
***
Sual: Yemeğe tuzla başlamak ve bitirmek, sünnet midir?
Cevap: Peygamber Efendimiz Hazret-i Ali'ye hitaben;
(Ya Ali! Yemeğe tuz ile başla, sonunda da tuz ile bitir. Tuz, ölüm hariç, yetmiş derde devadır. Yemeklere çörek otu koy. O da ölüm hariç, her derde devadır) buyurmuştur.
***
Sual: Neler hayır, neler şerdir?
Cevap: Dünyada yapılan her işten ve düşünceden, dünyada ve ahirette fayda veya zarar hasıl olur. Fayda hasıl olanlara hayır, zarar hasıl olanlara şer denir.
.
|
Bugün 152 ziyaretçi (1241 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
İhtiyaç eşyasının içine neler girmektedir?
2020-05-11 02:00:00
Sanat ve ticaret aletleri, fıtra ve kurban için, nisap hesabına katılır.
Sual: İhtiyaç eşyası ne demektir, neler ihtiyaç eşyasının içine girmektedir?
Cevap: İhtiyaç eşyası demek, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve aletler, binecek vasıtası, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlarıdır. Bu eşyanın mevcut olması şart değildir. Eğer mevcut iseler, zekât, fıtra ve kurban için nisap hesabına katılmazlar. Ticaret için olmayan, ihtiyacından artan eşya, kiradaki evler, evindeki süs eşyası, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyası, sanat ve ticaret aletleri, burada ihtiyaç eşyası sayılmaz. Bunlar fıtra ve kurban için, nisap hesabına katılır. Oturduğu ev büyük ise, ihtiyacından fazla, kullanılmayan odaların nisaba katılmaması sahihtir.
***
Sual: Bazı kimseler, “oruç uzun günlere geldiği için, niyetlenmeyin, kısa günlerde kaza edersiniz” diyorlar. Böyle söylemek doğru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Behcet-ül-fetâvâda deniyor ki:
“Ramazan-ı şerif, yaz aylarından birine geldiği zaman, din adamı şekline giren birisi, Müslümanlara; 'Oruca niyet etmeyip, oruç tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kaza ederseniz, caiz olur. Ramazanda oruca niyet etmeden, yer içerseniz, keffaret lazım olmaz' diyerek gençlere, talebeye, işçiye oruç tutturmazsa, bu kimse şiddetle cezalandırılır. Böyle söylemesi menedilir.”
***
Sual: Dinimizde sadece zekât verecek durumda olana mı zengin denir?
Cevap: Sadaka-i fıtır ve kurban nisabına malik olana da zengin denir. Bunların sadaka-i fıtır vermesi vacip olur. Mükellef yani akıllı, baliğ ve mukim iseler, kurban kesmeleri de vacip olur. Bunların zekât alması haram olur ve fakir olan kadın mahrem akrabasına, çalışamayan fakir erkek akrabasına yardım etmesi de vacip olur.
***
Sual: Fıtra için buğday ve un vermekte zorlanan bir kimse, bunların yerine ekmek de verebilir mi?
Cevap: Bir kimseye, fıtra için, buğday, un vermek de güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veya mısır verebilir. Ekmek ve mısır verirken, ağırlığa değil, parasına, kıymetine bakılır.
***
Sual: Vaktinde kılınmayan teravih namazı, daha sonra kaza edilebilir mi?
Cevap: Kılınmayan teravih namazı kaza edilmez. Kaza edilirse, nafile kılınmış olur, teravih olmaz.
.Müslümanları felakete sürükleyenler
2020-04-15 02:00:00
"Ümmetimin felaketi, facir, sapık olan din adamlarından olacaktır."
Sual: Müslümanların dine olan bağlılıklarının azalmasına ne veya kimler sebep olmaktadır?
Cevap: Kahire mason locası başkanı olan Abduh'un zehirli fikirleri, Mısır'da Câmi'ul-ezherde yayıldı. Böylece Mısır'da, Reşid Rıza, Ezher Medresesi Rektörü Mustafa Meragi, Kahire Müftüsü Abdülmecid Selim, Mahmud Seltüt, Tentavi Cevheri, Abdürrazık Paşa, Zeki Mubarek, Ferid Vecdi, Abbas Akkad, Ahmed Emin, Doktor Taha Hüseyin Paşa, Kasım Emin ve Hasen Benna gibi dinde reformcular türedi. Bir yandan da, üstatları Abduh'a yapıldığı gibi, bunlara da ilerici İslam âlimi denilerek, kitapları Türkçeye tercüme edildi. Cahil din adamlarının ve gençlerin doğru yoldan kaymalarına sebep oldular.
Büyük İslam âlimi Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri;
“Kahire müftüsü Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyeti içeriden yıkan azılı kâfirlerden olmuştur” buyurmuştur.
Abduh gibi küfre veya bidate, dalalete sürüklenenler, kendilerinden sonra gelen genç din adamlarını da doğru yoldan çıkarmak için, âdeta birbirleri ile yarış etmişler ve;
(Ümmetimin felaketi, facir, sapık olan din adamlarından olacaktır) hadis-i şerifinin haber verdiği felaketlere önayak olmuşlardır.
***
Sual: Zamanımızda, din adamı kılığına girmiş dine saldıranları, dini değiştirmek isteyenleri işitiyor ve görüyoruz. Bunlara karşı nasıl hareket etmek gerekir?
Cevap: İbadetleri değiştirmek isteyenler, Ehl-i sünnet âlimlerini kötüleyenler, tarihte çok görüldü. Mezheblerin kolaylıklarını seçip, dört mezhebi kaldırmalı diyenlerin, mezheb imamlarının kitaplarından bir sayfayı bile doğru okuyup anlayamadıkları meydandadır. Çünkü, mezhebleri ve mezheb imamlarının yüksekliklerini anlayabilmek için, âlim olmak lazımdır. Âlim olan, cahilce, ahmakça bir çığır açıp, insanları, felakete sürüklemez. Tarih boyunca, ortaya çıkmış olan sapıklara aldananlar, felakete sürüklenmişlerdir. Bindörtyüz seneden beri her asırda gelmiş olan ve hadis-i şeriflerle övülmüş bulunan Ehl-i sünnet âlimlerine uyanlar, saadete kavuşmuşlardır. Bizler de ecdadımızın, İslamiyetin yayılması için, canlarını veren şehitlerin doğru yoluna sarılmalı, türedi dinde reformcuların zehirli, zararlı yazılarına aldanmamalıyız!
.Bir ibadetin yapılmasında harac varsa
2020-04-12 02:00:00
Bir işin yapılmasında güçlük bulunursa, başka mezhebe uyarak yapmak caiz olur.
Sual: Bir Müslüman, kendi mezhebinde bir ibadeti yapmakta güçlük çekerse, başka bir mezhebi taklit ederek yapabilir mi?
Cevap: Bir işin yapılmasında harac, güçlük bulunursa, yani kendi mezhebine göre yapmasına imkân olmayan bir işi, başka mezhebe uyarak yapmak caiz olur. Fakat, ikinci mezhebin o işe bağlı olan şartlarını, yani farzlarını ve müfsidlerini gözetmesi lazımdır. Hanefi mezhebi âlimlerinin, böyle işlerde, Maliki mezhebini taklit etmeye fetva verdikleri, ibni Âbidînin Nikâh-ı ric'î kısmında yazılıdır.
***
Sual: Dinin bildirdiği hükümleri elde etmekte temel kaynak kaç tanedir ve bu kaynaklar her Müslüman için midir?
Cevap: Edille-i şeriyye yani, din bilgilerinde, müctehid imâmlara senet, kaynak dörttür: Bunlar; Kur'ân-ı kerîm, Hadis-i şerifler, İcmâ'ı ümmet ve Kıyâs-ı fükahâ’dır.
Müctehidler, bir işin nasıl yapılacağını, Kur'ân-ı kerimde açık olarak bulamazlarsa, hadis-i şeriflere bakarlar. Hadis-i şeriflerde de açıkça bulamazlarsa, bu iş için, İcmâ var ise, öyle yapılmasını bildirirler. İcmâ söz birliği demektir. Yani, bu işi, Eshâb-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir. Eshâb-ı kiramdan sonra gelen tâbiinin de icmâ'ı delildir, senettir. Daha sonra gelenlerin, hele bu zamandaki insanların, dinde reformcuların, din cahillerinin yaptıkları, söyledikleri şeye, icmâ denmez.
***
Sual: Peygamber efendimizden sonra dört büyük halife zamanında, Müslümanlar arasında ayrılıklar oldu mu?
Cevap: Hulefâ-i râşidin zamanı, otuz sene idi. Bu otuz sene, Peygamber efendimizin zamanı gibi güzel geçti. Bu dört halifeden sonra, Ehl-i islam arasında, bidatler ve yanlış yollar meydana çıkarak, nice kimseler doğru yoldan ayrıldı. Yalnız, Eshâb-ı kiram gibi iman edenler, dinin bildirdiği emir ve yasaklara, onlar gibi tabi olanlar kurtuldu ki, bunların yoluna Ehl-i sünnet vel-cemâ'at fırkası denir.
***
Sual: Peygamberlerin üstünleri var mıdır, varsa hangileridir?
Cevap: Muhammed aleyhisselam Habibullah, İbrahim aleyhisselam Halilullah, Musa aleyhisselam Kelimullah, İsa aleyhisselam Rûhullah, Âdem aleyhisselam Safiyyullah, Nuh aleyhisselem Neciyyullahdır. Bu altısı, diğer Peygamberlerden üstündür. Bunlara Ülül'azm denir. Hepsinin üstünü, Muhammed aleyhisselamdır.
.Dünyada dert, bela olmasaydı
2020-04-05 02:00:00
"Belalar, sıkıntılar, bu büyüklere, sevdiklerinden gelen her şey, tatlı olmaktadır."
Sual: Allahü teâlâ, her şeye kadirdir. İman edenlere, hem dünyada, hem de ahirette nimetler, lezzetler verseydi ve dünyada verdiği lezzetler, ahirette, bunların elem çekmesine sebep olmasaydı, daha iyi olmaz mı idi?
Cevap: Bu konuda Mektûbât kitabında buyuruluyor ki:
“İnsanlar, dünyada, birkaç gün dert, bela çekmeselerdi, Cennetin lezzetlerinin kıymetini anlamazlardı ve ebedi nimetlerin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmeyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyada bunlara elem vermek, sanki daimî lezzetleri arttırmak içindir. Bu elemler, bir nimet olup, cahil halkı denemek için, büyüklere verilen nimetler, elem olarak gösterilmektedir. Yabancılara elem şeklinde gösterilen, dostlar için nimettir.
Belalar, sıkıntılar, cahil için sıkıntı ise de, bu büyüklere, sevdiklerinden gelen her şey, tatlı olmaktadır. Nimetlerden lezzet aldıkları gibi, belalardan da lezzet duyarlar. Hatta, bela sadece sevgilinin arzusu olup, kendi istekleri karışmadığı için, daha tatlı gelir. Nimetlerde bu lezzet bulunamaz. Dünyada dert ve bela olmasaydı, bunların gözünde, dünyanın hiç değeri olmazdı.
O hâlde, Allahü teâlânın dostları, dünyada da, ahirette de lezzetli ve sevinçlidir. Dertlerden aldıkları lezzetler, ahiret lezzetlerinin azalmasına sebep olmaz. Ahiret lezzetlerini gideren, cahillerin aradıkları lezzetlerdir.
Bu dünya, imtihan yeridir. Burada hak, batıl ile; haklı, haksız ile karışıktır. Burada, dostlarına sıkıntılar, belalar vermeseydi, yalnız düşmanlarına verseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olurdu. İmtihanın faydası kalmazdı. Hâlbuki, gayba iman etmek lazımdır. Dünyanın ve ahiretin bütün saadetleri, görmeden inanmaya bağlıdır.
Allahü teâlâ, dostlarını mihnet ve bela içinde göstererek, düşmanlarının gözünden sakladı. Dünya, imtihan yeri oldu. Dostları, görünüşte belada, hakikatte ise, zevk ve lezzettedir.
Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Dostlarına hem dünyada, hem de ahirette rahatlık verebilir. Fakat, âdeti böyle değildir. Kudretini, hikmeti ve âdeti altına gizlemeyi sever. İşlerini, yaratmasını, sebepler altında gizlemiştir. O hâlde, dünya ahiretin aksi olduğundan, dostların, ahiret nimetlerine kavuşmak için, dünyada sıkıntı çekmeleri lazımdır.”
.Rehberini tenkit etmek
2020-03-28 02:00:00
İyi biliniz ki, bu yola bağlı olanları beğenmemek, öldürücü zehirdir.
Sual: Bazı kimseler, imâm-ı Rabbânî hazretleri benim rehberim dediği hâlde, bu zatı tenkit ediyorlar. Böyle yapmak doğru mudur?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri, böylelerine Mektûbât kitabının 313. Mektubunda cevaben buyuruyor ki:
“Oradaki kardeşlerimiz arka arkaya yazarak, Mîr Muhammed Numan hazretlerinin bugünlerde talebeyle az çalıştığını, ev yaptırmakla uğraştığını, eline geçenleri ev yapmaya harcadığını, talebenin, kendisinden faydalanmadığını bildiriyorlar. Bunları öyle yazmışlar ki, beğenmedikleri, istemedikleri anlaşılmaktadır.
İyi biliniz ki, bu yola bağlı olanları beğenmemek, öldürücü zehirdir. Bu büyüklerin sözlerine, işlerine karşı gelmek, insanı sonsuz felakete götürür. Uçuruma sürükler, hele kendi rehberini beğenmez, ona karşı gelirse, üstadını incitirse, neye varacağını düşünmelidir! Bu büyüklere inanmayanlar, bunların bereketlerine kavuşamaz. Bunlara karşı gelenler, her zaman ziyan eder, aldanır. Rehberin her işi, her sözü iyi ve güzel görünmedikçe, onun yüksekliklerinden hiçbirine kavuşamaz. Eline bir şeyler geçerse, istidraç olup, sonu yıkım ve çöküntü olur. Üstadına aşırı sevgisi ve bağlılığı olmakla beraber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğenmemek bulunursa, bunu kendisi için felaket, yıkım bilmelidir.
Rehberin işlerinden birini beğenmezse ve bundan kendini kurtaramazsa, karşı gelmiş olmayacak bir yol ile, kendisinden bunu sormalıdır. Rehberin ara sıra, İslamiyyete uymayan bir şey yaptığını görürse, kendisi bunu yapmamalı, iyi gözle bakarak, İslamiyete uygun görmeye çalışmalı, iyi tarafını aramalıdır. İyi ve uygun yerini bulamazsa, bu beladan kurtulmak için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Üstadının bundan kurtulması için, ağlayarak, dua etmelidir. Üstadının mubah olan bir şeyi yapmasından şüpheye düşerse, bu şüpheye kıymet vermemelidir. Allahü teâlâ, mubah şeyleri yasak etmemiştir. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, azimetle iş yapmayı sevdiği gibi, ruhsatla yapmayı da sever) buyuruldu. Mîr hazretlerinin kabız, sıkıntılı hâli çok olduğu için, böyle zamanlarında, talebesi ile uğraşamayıp da, birkaç mubah işle kendini avutmak isterse, buna karşı durmak doğru olur mu? Abdullah-ı İsfahani hazretleri, böyle zamanlarında, av köpekleri ile ormana ava giderdi.”
.Ehl-i sünnetin itikatta imamı
2020-03-26 02:00:00
Muhammed Maturidi ve Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretleri, Ehl-i sünnetin itikatta mezheb imamlarıdır.
Sual: Rusyada bulunan itikat imamlarından Muhammed Maturidi hazretlerinin kabrini, İhlas Holding, Yahudilerden satın alarak mı yaptırdı?
Cevap: İmam-ı a'zam Ebu Hanife hazretleri fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullah efendimizin ve Eshab-ı kiramın bildirdiği itikat, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilm-i kelâm yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı Muhammed Seybâni hazretlerinin yetiştirdiklerinden, Ebû Bekr-i Cürcânî meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebû Nasr-ı İyâd, kelâm ilminde, Ebû Mensûr-i Mâtürîdîyi yetişdirdi. Ebû Mensûr hazretleri, İmam-ı a'zamdan gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Yoldan sapmış olanlarla çarpışarak, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi. Her tarafa yaydı. Miladi 944 senesinde, Semerkant'ta vefat etti. Kabrini, bir Yahudi Ruslardan satın alarak, eğlence yeri yapmıştı. İhlâs Holding şirketi, bu çirkin hâli görünce, miladi 1996 senesinde, burasını Yahudiden 30.000 dolara satın alarak kıymetli hâle getirmiştir. Bu büyük âlim ile Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretlerine, Ehl-i sünnetin itikatta mezheb imamları denir.
***
Sual: Fıkıh ilmi kaç kısma, kaç kola ayrılmakta ve bu kısımlar neleri, hangi konuları içine almaktadır?
Cevap: Fıkıh ilmi çok geniştir. Hepsi, dört büyük kısma ayrılır:
1-İbâdât olup, beşe ayrılır: Namaz, oruç, zekat, hac, cihat. Her birinin dalları çoktur. Görülüyor ki, cihada hazırlanmak ibadettir. Peygamber efendimiz din düşmanları ile cihadın iki türlü olduğunu bildiriyor. İş ile, söz ve yazı ile. İş ile cihada hazırlanmak, yeni silahları yapmasını ve kullanmasını öğrenmek farzdır. Bu cihadı devlet yapar. Milletin, devlet kanunlarına, emirlerine uyarak cihada iştirak etmesi farzdır. Zamanımızda ikinci savaş, yani dinsizlerin yazı, film, radyo ile, her çeşit propaganda ile saldırması aldı, yürüdü. Buna da karşı koymak cihaddır.
2-Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.
3-Mu'âmelât olup, alışveriş, kira, şirketler, faiz, miras... gibi birçok bölümleri vardır.
4-Ukûbât, yani cezalar olup, başlıca beşe ayrılmaktadır: Kısas, sirkat, zina, kazf, riddet, yani mürted olma cezalarıdır.
.Kâfir olan anaya babaya hizmet etmek
2020-03-25 02:00:00
"İslamiyete uymaya gericilik diyen, ananın, babanın evine gidilmez."
Sual: Müslüman olmayan ana, babaya hizmetin, bunları ve akrabaları ziyaret etmenin, bunlarla görüşüp sohbet etmenin, dinimiz açısından hükmü nedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Bezzâziyye fetvâsında deniyor ki:
“Her çeşit çalgı dinlemek haramdır. Fısk, günah anlatan şiir dinlemek mekruhtur. Günah işlemeyi istemek günah olmaz. İşlemeye karar verirse, yalnız karar vermek günahı yazılır. İşlemek günahı yazılmaz. Küfür, inkar ve küfre sebep olan şeyler böyle değildir. Bunlara karar verince iman gider, kâfir olur. Kafir olan anaya babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek lazımdır. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gitmemelidir. Fakat, anaya, babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek lazımdır. Kâfirlerle birlikte yiyip içmek, bir iki kerre caizdir. Her zaman ise, mekruh olur. Ücret karşılığı, şarap yapmak için üzüm sıkmak mekruhtur. Kilise tamirinde çalışmak mekruh değildir. Çünkü, bu işin kendisi günah değildir.”
Görülüyor ki, İslamiyete uymaya gericilik diyen, yani ibadet yapmayı ve haramlardan sakınmayı beğenmeyen ananın, babanın evine gidilmez. Böyle olan akrabanın evine de gitmek caiz değildir. Başka özürler, sebepler söyleyerek gitmemeli, kalb kıracak, fitne çıkaracak şeyler söylememelidir. Hiç kimse ile münakaşa etmemelidir. Münakaşa etmek, dostluğu giderir, düşmanların çoğalmasına sebep olur. Fitne çıkarmamalı, dost ve düşman ile de tatlı konuşmalı, herkese karşı güler yüzlü olmalıdır. Bidat sahiplerine ve açıkca günah işleyenlere tatlı dil ve güler yüz caiz olmadığı için, zaruret olmadıkça, bunlarla karşılaşmamaya, görüşmemeye çalışmalı, zaruret miktarını aşmamalıdır.
***
Sual: Bulunduğu yerde kıbleyi tayin edemiyen kimse, Müslüman veya gayr-i müslim herhangi bir kimseye kıbleyi sorabilir mi?
Cevap: Cami, mihrap bulunmıyan, hesap, yıldız gibi şeylerle de anlaşılamıyan yerlerde, kıbleyi bilen, salih Müslümanlara sormak lazımdır. Kâfire, fasıka ve çocuklara sorulmaz. Kâfire, fasıka, muamelatta inanılırsa da, diyanatta yani ibadetlerde inanılmaz. Kıbleyi bilen kimseyi aramaya, lüzum yoktur. Kendisi araştırır. Karar verdiği cihete, yöne doğru kılar. Sonradan, yanlış olduğunu anlarsa, namazı iade etmez.
.Teganni ederek ezan okumak
2020-03-14 02:00:00
Mûsiki perdelerine uyarak okuyan kimse, ezan okumaya ehil değildir!..
Sual: "Ezanı ve Kur’ânı, mutlaka belli bir makamla okumak lazımdır" diyenler oluyor. Gerçekten ezanı ve Kur’ânı bu şekilde mi okumalıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Berîkada deniyor ki:
“Namaz vakitlerini bilmeyen ve teganni, elhan ederek, yani mûsiki perdelerine uyarak okuyan kimse, ezan okumaya ehil değildir. Bunu müezzin yapmak caiz değildir, büyük günahtır. Kur’ân-ı kerimi, zikri, duayı elhan ile okumanın söz birliği ile haram olduğu Bezzâziyyede yazılıdır. Ezan okumak da ve vaktinden evvel okumak da böyledir. Ezan okurken, yalnız iki 'Hayye alâ...’da teganni etmeye izin verilmiştir. Kur’ân-ı kerim okumakta teganniye izin verilmesi, Allahü teâlâdan korkarak okuyunuz demektir. Bu da, tecvit ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa, harfleri, kelimeleri değiştirerek manayı, nazmı bozarak teganni etmek söz birliği ile haramdır. Kur’ân-ı kerimi ve ezanı tercî ile okumak, hadis-i şerif ile menedildi. Tercî, sesi yükseltip alçaltarak okumaktır. Böyle okunanı dinlemek de haramdır. Vaktinden önce teganni ile okunan, Arabi olmayan ve cünübün, kadının okuduğu ezanı duyan da söylemez. Bir ezanı işitip söyleyen kimse, başka yerde okunan ezanları duyunca artık söylemez. 'Hayye alâ...’ları duyunca bunları söylemeyip 'Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh' der. Ezandan sonra, salevat getirilir. Sonra ezan duası okunur. İkinci 'Eşhedü enne Muhammeden resûlullah' söyleyince, iki baş parmağın tırnaklarını öptükten sonra, iki göz üzerine sürmek müstehaptır. Bunu bildiren hadis-i şerif, Merâkıl-felâhın Tahtâvî haşiyesinde yazılı ise de, İbni Âbidîn hazretleri bu hadisin zayıf olduğunu bildirdiği gibi, Hazînet-ül-meârifte de yazılıdır. İkâmette böyle yapılmaz. İkâmeti işitenin tekrar etmesi sünnet değil, müstehaptır. İkâmet okunurken camiye giren kimse, oturur, ayakta beklemez. Müezzin efendi, 'hayye-alelfelâh...' derken, herkesle beraber kalkar.”
***
Sual: Camide, cemaatin gerisinde, imama uyarak namaz kılınabilir mi?
Cevap: İmamla cemaat arasında, iki saftan fazla boş meydan veya büyük havuz bulunursa, bunun gerisinde olanların, imama uyması caiz ise de, yalnız kılması mekruh olur. Havuzun ve meydanın iki yanlarında cemaatin bulunması şart değildir. Mescide bitişik açık ve kapalı yerler, odalar da böyledir.
.Hangi namazlarda ezan ve kamet okunur?
2020-03-13 02:00:00
Ezan ve kamet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve selama cevap verilmez.
Sual: Bir Müslüman, namazlarını yalnız olarak kıldığında, beş vakit namazın hangilerinde ezan ve kamet okur?
Cevap: Fıkıh ve ilmihal kitaplarında bu konu, üç madde hâlinde şu şekilde bildirilmektedir:
1-Kırda, bostanda, yalnız veya cemaat ile kılarken, erkeklerin ezan ve kameti yüksek sesle okumaları sünnettir. Birkaç kazaya kalan namazı bir arada kılan, önce ezan ve kamet okur, sonraki kazaları kılarken, hepsine kamet okur, ezan okumasa da olur.
Kadınlar, vaktinde ve kaza kılarken ezan ve kamet okumaz.
Camide kaza namazı kılan, ezan ve kameti, kendi işiteceği bir sesle okur. Evinde kaza kılan, şahitleri çoğaltmak için, ezan ve kameti, odada işitilecek kadar, yüksek sesle okur. Sünneti farz kazası niyeti ile kılan da böyledir.
2-Evinde yalnız veya cemaat ile vakit namazı kılan, ezan ve kamet okumaz. Çünkü, camide okunan ezan ve kamet evlerde de okunmuş sayılır. Fakat, okumaları efdal olur. Müezzinin sesini evden duymak lazım değildir. Camide ezan okunmazsa veya şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezan ve kamet okur.
Mahalle camisinde ve cemaati belli kimseler olan her camide, vakit namazı, cemaat ile kılındıktan sonra, yalnız kılan kimse, ezan ve kamet okumaz. Böyle camilerde, vakit namazları, imam mihrabda olarak, cemaat ile kılındıktan sonra, tekrar cemaatler yapılabilir. Sonraki cemaatlerde de, imam mihrabda bulunursa, ezan ve kamet okunmaz. İmamları mihrabda durmazsa, ezanı ve kameti, cemaat duyacak kadar sesle okurlar.
Yollarda bulunan veya imamı ve müezzini bulunmayan, cemaati belli kimseler olmayan camilerde, çeşitli zamanlarda gelenler, bir vaktin namazı için, çeşitli cemaatler yaparlar. Her cemaat için, ezan ve kamet okunur. Böyle camide, yalnız kılan da, ezan ve kameti kendi işiteceği kadar sesle okur.
3-Misafir olanlar, kendi aralarındaki cemaat ile de, yalnız kılarken de, ezan ve kamet okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları kılıyorsa, ezanı terk edebilir. Seferî olan kimse, bir evde yalnız kılarken de, ezan ve kamet okur. Çünkü, camide okunan, onun namazı için sayılmaz. Seferî olanlardan bazısı, evde ezan okursa, sonra kılanlar okumaz.
Kamet, ezandan daha efdaldir. Ezan ve kamet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve selama cevap verilmez.
.Ehl-i sünnet âlimleri vesiledir
2020-03-11 02:00:00
"Vesile, sebep, ibadetleri yapmaktır. Fakat, halis olan ibadetler, vesile olur."
Sual: Kur’ân-ı kerimde; (Bana yaklaşmak için, vesile arayınız!) buyuruluyor. Buradaki vesileden maksat, murat nedir, ne anlamamız gerekir?
Cevap: Allahü teâlâ, Mâide suresinin 35. âyetinde meâlen buyuruyor ki:
(Bana yaklaşmak için, vesile arayınız!)
Meâlen demek, İslam âlimlerinin anladıklarına göre demektir. Vehhabiler; “Vesile, sebep, ibadetlerdir. Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için farz ve nafile ibadetleri yapmak lazımdır. Tarikate girmek, bir şeyhin eteklerine yapışmak, ölülere, dirilere yalvarmak, insanı Allaha yaklaştırmaz, bilakis uzaklaştırır” diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise buyuruyorlar ki:
“Evet, vesile, sebep, ibadetleri yapmaktır. Fakat, sahih, doğru, halis olan ibadetler, vesile olur. İbadetlerinin sahih olması için, doğru iman, temiz ahlak sahibi olmak ve şartlarına uygun yapmak lazımdır. Mesela, namazın sahih olması için, abdest almak, kullanılan suyun temiz olması, namazı vaktinde kılmak ve kıbleye karşı kılmak, namazdaki âyetleri, tesbihleri ve duaları doğru okumak ve daha nice şartları, vesileleri bilmek ve yapmak lazımdır. Her ibadetin de böyle şartları, vesileleri vardır. Bunlar, senelerce çalışarak öğrenilir. Bunlar düşünmekle, rüya ile öğrenilemez. Bunlara inanan, bilen ve yapan âlimlerden işiterek veya kitaplarını okuyarak öğrenilir. Fen bilgileri de, profesörlerden uzun zamanda öğrenilmektedir. Böyle imanlı, kalbi temiz, doğru din âlimlerine müderris, muallim ve mürşid denir. Mürşid demek, su üstünde yürüyen, havada uçan, kaybolan şeyleri bilen, okuyup, üfleyerek hastalara şifa veren kimse demek değildir. Ahkâm-ı islâmiyyeyi, yani kalb, ruh ve beden ile yapılan ibadetleri bilen, yapan ve başkalarına da öğreten Ehl-i sünnet âlimi demektir. Her Müslümanın, Mâide suresindeki emre uymak için, böyle bir mürşidi, rehberi veya kitaplarını araması, farz ve nafile, bütün ibadetleri Ondan öğrenmesi lazımdır.”
***
Sual: Dinde bir şeyin bidat olup olmamasındaki ölçü nedir?
Cevap: Dinde bidat; Eshâb-ı kirâm ve Tâbiin zamanından sonra, Resulullah efendimizin izni olmadan, dinde yapılan eklemeler ve noksanlıklar, yani ibadet olarak yapılan, sevap olduğu düşünülen değişiklikler demektir. Dinde reform, değişiklik yapmak da, dinde bidat demektir.
.Bu kadar ibadet, fazla değil mi?
2020-03-10 02:00:00
"Her Müslümanın, Allahü teâlâyı çok hatırlaması, kalbine Allah sevgisini yerleştirmesi lazımdır."
Sual: Günde beş kere namaz kılmak, insanın bugünkü hayat tarzına göre fazla değil midir?
Cevap: Konu ilgili olarak sonradan Müslüman olan B. JOLLY isimli bir İngiliz kadın hatıratında şöyle demektedir:
“Ben İngilterede Hıristiyan olarak doğdum, İncilde yazılı olanları öğrenerek büyüdüm. Çocukken kiliseye gittiğim zaman, çeşitli ışıklar, müzik ve muhteşem elbiseler giymiş rahipler, üzerimde büyük bir tesir yapıyordu. Çocukken, koyu bir Hıristiyandım. Zaman geçtikçe, tahsil derecem yükseldikçe, kafamda bazı sualler oluşmaya ve Hıristiyanlıktan uzaklaşmaya başladım. Artık, hiçbir dine inanmıyordum... Bir gün gazetede, İsâ aleyhisselâmın ulûhiyyeti hakkında bir konferans verileceği, bu konferansa her dinden adamların iştirak edebileceği yazılıydı. Konferansa katıldım ve orada bir Müslümanla tanışdım. Bu Müslüman, sorduğum suallere o kadar güzel, o kadar mantıki cevaplar verdi ki, hiç aklıma gelmediği hâlde, İslamiyetle meşgul olmaya karar verdim. İslamiyeti kabul etmiş İngiliz kadınlarla görüştüm. Onlardan yardım istedim. Tanıştığım Müslüman bir kadına;
-Günde beş defa ibadet etmek, bugünkü hayat tarzımıza nasıl uyar, bu kadar ibadet, fazla gelmez mi? diye sordum. O da bana;
-Sizin piyano çaldığınızı duyuyorum, müziğe meraklı mısınız? diye sordu.
-Hem de çok, diye cevap verdim.
-Pek âlâ, her gün egzersiz yapar mısınız?
-Tabii, işten eve gelir gelmez her gün hiç olmazsa iki saat piyano çalarım, diye cevap verdim. Bunun üzerine, Müslüman kadın;
-Beş vakit namaz, nihayet yarım saat veya 45 dakika sürecek olan bir ibadet, size niçin çok geliyor? Siz nasıl piyano egzersizlerini yapmazsanız, piyano çalma kudretiniz azalırsa, Allahü teâlâyı düşünmek, Ona secde ederek lütuflarına şükretmek azaldıkça, Ona giden yol uzaklaşır. Hâlbuki, her gün yapılan ibadet, Allahü teâlânın doğru yolunda adım adım ilerlemek demektir, diye cevap verdi.
Ne kadar haklıydı! Her Müslümanın, Allahü teâlâyı çok hatırlaması, kalbine Allah sevgisini yerleştirmesi lazımdır. Kalb, Beytullahdır. Bir eve sahibi sokulmazsa, eve de, sahibine de, düşmanlık olur. Beş vakit namaz, insanı bu felaketten kurtarmaktadır.
Artık Müslümanlığı kabul etmeme bir mâni kalmamış ve ben de İslamiyeti bütün ruhumla kabul ettim.”
.Cemaatin, imama uymasının şartları
2020-03-09 02:00:00
Cemaatle namaz kılarken, imama uymanın doğru olması için, on şart vardır.
Sual: Cemaatle namaz kılarken, cemaatin imama uyabilmesi için belli şartlar var mıdır, varsa bunlar nelerdir?
Cevap: Fıkıh kitaplarında, cemaatle namaz kılarken, imama uymanın doğru olması için, on şart bildirilmektedir ki şunlardır:
1-Namaza dururken, tekbiri söylemeden önce, imama uymaya niyet etmektir. İmamın kim olduğunu niyet etmek lazım değildir.
2-İmamın, kadınlara imam olmaya niyet etmesi lazımdır. İmamın erkeklere imam olmaya niyet etmesi lazım değildir. Fakat niyet ederse, kendisi cemaatin sevabına da kavuşur.
3-Cemaatin topuğu, imamın topuğunun gerisinde olmalıdır.
4-İmam ile cemaat, aynı farz namazı kılmalıdır. Vaktin farzını kılmış olan kimse, tekrar imama uyarsa, imam ile kıldığı nafile olur.
5-İmam ile cemaat arasında, kadın safı bulunmamalıdır. Kadınlar bir saftan az olup arada perde varsa veya alçakta yahut yüksekte iseler caiz olur.
6-İmamın kendisini görse, yahut sesini işitse, aradaki duvar, imama uymaya mâni olmaz. Arada kayık geçecek nehir ve araba geçecek yol mâni olur. Yolda veya nehirdeki köprüde iki saf imama uyunca, arkadakilerin de namazı sahih olur.
7-İmama uymanın sahih olması için, imamın veya müezzinin sesini işitmek yahut bunları görmek veya cemaatin hareketlerini görmek lazımdır. İşitmeye, görmeye elverişli penceresi olmayan duvar arada olmamalıdır.
8-İmam hayvanda, cemaat yerde veya bunun tersi olmamalıdır.
9-İmam ile cemaat, yapışık olmayan iki gemide bulunmamalıdır.
10-Başka mezhebdeki imama uyan cemaatin, kendi mezheblerine göre namazı bozan bir şeyin, imamda bulunduğunu bilmemesi lazımdır. Mesela, imamdan kan akması veya başının dörtte birinden az miktarını meshetmesi, hanefi mezhebinde caiz olmadığından, böyle yaptığı bilinen bir Şafii imama uymak âlimlerin çoğuna göre caiz olmaz. Bu kavil sahihtir. Şafii imamdan kan aktığı görülse, sonra imam bir zaman kaybolup tekrar gelse, buna uyulur. Çünkü, o zamanda abdest almış olabilir. Hüsn-i zan etmek iyidir.
***
Sual: Su ile abdest almış olan, toprakla teyemmüm eden imama ve ayakta durabilen de oturarak namaz kılan imama uyabilir mi?
Cevap: Abdest alan, teyemmüm etmiş olana, ayakta kılan, oturarak kılana ve nafile kılan, farz kılana uyabilir. Dinini bilen bir imam arayıp ona uymalıdır.
.Cihat, çapulculuk yapmak değildir
2020-03-08 02:00:00
Güç kullanılarak yapılan cihadı, fertler, kişiler değil, devlet yapar.
Sual: Bir hadis-i şeifte; (Günah işleyeni gören, eli ile mâni olsun. Buna gücü yetmezse, dili ile mâni olsun!) buyuruluyor. Bu hadis-i şerife göre, inkâr eden veya günah işleyenlere, her Müslümanın, el veya dil ile müdahele etmesi mi gerekir?
Cevap: Her Müslüman, hâline ve durumuna göre, günah işleyenlere, sertlik göstermeden ve fitne çıkarmadan emr-i ma’ruf yapabilir. Zira hadis-i şerifte;
(Günah işleyeni gören, eli ile mâni olsun. Buna gücü yetmezse, dili ile mâni olsun!) buyuruldu. Bu hadis-i şerif açıklanırken Hadîkada deniyor ki:
“Emr-i ma'rufu ve Nehy-i münkeri el ile yapmak, devlet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her Müslümana farzdır. El ile yapmaya Hisbet, dil ile yapmaya Nasihat denir. Hisbet yapmak, yani el ile müdahele etmek yalnız devlet memurlarının vazifesidir. Hadis-i şeriflere, kendine göre mana vererek, vacib olmayan şeyi yapmaya kalkışmamalı, fitne çıkarmamaya dikkat etmelidir.”
Cihat, cahil ana, babaların, dünya çıkarları için uğraşanların, keyifleri, zevkleri için zulüm, işkence yapan şeflerin aldattığı, inlettiği insanları küfürden, felaket yolundan kurtarmak, İslam ile şereflendirmektir. Cihat, küfür, işkence ve kötülük içinde yetiştirilmiş, karanlığa atılmış zavallıları, İslam ışığı ile aydınlanmalarına mâni olan diktatörlerin, sömürücülerin zararlarını yok etmek için, canını, malını feda etmektir. İnsanları, sonsuz Cehennem azabından kurtarmak, sonsuz Cennet nimetlerine kavuşturmak içindir. Güç kullanılarak yapılan cihadı, fertler, kişiler değil, devlet yapar. Fertlerin başkalarına saldırmalarına cihat değil, çapulculuk, barbarlık denir. Cihada katılamayanın, mücahitlere dua etmesi farzdır. Kâfirler, cihat sayesinde zalimlerin işkencelerinden kurtularak iman ile şereflenir. İslamiyeti duyup, anladıktan sonra, iman etmeyenlerden, İslam devletinin adaleti altında yaşamayı kabul edenlerin dinine, canına, malına dokunulmaz. Bunlar, İslamın adaleti, şefkati altında hür ve rahat yaşar.
***
Sual: Kitaplarda hac veya umreye gidenler için, "ihramdan çıkmadan önce başını tıraş ederler" deniyor. Kadınlar da erkekler gibi, ihramdan çıkmadan başlarını tıraş mı ederler?
Cevap: Kadınlar, saçını tıraş etmez. Makas ile biraz keser.
.İmâm-ı a'zama düşmanlık, ümmetedir
2020-03-07 02:00:00
İmâm-ı a'zamın büyüklüğünün şahidi, mezhebinin en çok yayılmış olmasıdır.
Sual: İmâm-ı a'zam Ebû Hanife hazretlerine dil uzatanlar oluyor, bunlara ne demeli?
Cevap: Hanefî âlimlerinden ibni Âbidîn hazretleri, Redd-ül-muhtâr kitabında diyor ki:
“İmâm-ı a'zamın büyüklüğünün şahidi, mezhebinin en çok yayılmış olmasıdır. Mezheb imamları, Onun sözlerini senet olarak almışlardır. Mezhebinin âlimleri, bu zamana kadar, her yerde Onun sözleri ile fetva verdiler. Evliyadan çoğu, Onun mezhebine uyarak kemale geldiler. Anadolu, Balkan Müslümanları, Hint ve Maveraünnehir yani Türkistan, yalnız Onun mezhebini bilirler. Mecma'ul-bihâr kitabında deniyor ki:
“İmâm-ı a'zamdan Allahü teâlânın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Bu işte bir sırr-ı ilâhî olmasaydı, yeryüzündeki Müslümanların çoğu Onun mezhebinde olmazdı.”
Bu ümmetin âlimlerinin çoğu hanefî mezhebinde idiler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İsa aleyhisselama benzemektedir. Vera ve takva nimetine kavuştuğu ve Sünnet-i seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakta ve ictihat yapmakta, çok yüksek dereceye ulaşmıştır. Bazı âlimler, Onun bu derecesini anlayamadılar. Onun ictihat ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler oldukları için, Kitaba ve Sünnete uymıyor sandılar. Bu yüce imama, re'y sahibi dediler. Onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, Onun anladığını anlayamadıkları için, böyle yanıldılar. Hâlbuki, imâm-ı Şafii hazretleri, Onun anladığı bilgilerden, az bir şey sezerek, 'Fıkıh âlimlerinin hepsi, fıkıh ilminde, Ebû Hanîfenin talebesidir' dedi. Muhammed Pârisâ hazretleri; 'İsa aleyhisselam gökten inince ictihat ve ameli imâm-ı Ebû Hanîfenin mezhebine uygun düşecektir' buyurdu.”
Mezhebsizler, Ebû Hanîfe hazretleri hakkındaki hadis-i şerifler için Kütüb-i sittede yoktur demektedirler. Hâlbuki hadis-i şeriflerin sayısı, Kütüb-i sittede bildirilmiş olanlar kadar değildir. Başka hadis kitaplarında da sahih hadislerin bulunduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Tirmizîde yazılı, Ebû Hüreyre hazretlerinin bildirdiği hadis-i şerifte;
(İman Süreyya yıldızına gitse, Faris ehlinden biri, onu geri getirir) buyuruldu. Bunun İmam-ı a'zam hazretlerini bildirdiği muhakkaktır. Ebû Hanîfe hazretlerine düşmanlık ise, bu ümmete düşmanlıktır.
.Yalnız kılanın yanında cemaate başlansa...
2020-03-06 02:00:00
Birinci rekatte secde etmedi ise, ayakta iken bir yana selam vererek, namazı bozar.
Sual: Bir kimse, yalnız olarak öğle namazının farzına başlasa ve biraz sonra da birkaç kişi gelip cemaat yapıp öğlenin farzını kılsalar, yalnız olarak farz kılan kimsenin nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Vaktin Farzını yalnız kılan kimsenin yanında, o farzı cemaat ile kılmaya başlasalar, birinci rekatte secde etmedi ise, ayakta iken bir yana selam vererek, namazı bozar. İmama uyar. Birinci rekatin secdesini yaptı ise, dört rekatli farzlarda, iki rekati tamam kılıp selam verir. Üçüncü rekatin secdesini yapmadı ise, ayakta bir tarafa selam verip bozar ve cemaate katılır. Üçüncü rekatin secdesini yaptı ise, dört rekati tamamlar. Sonra, imama uyup, dört rekat nafile kılması iyi olur. İkindiyi, böyle cemaat ile kılamaz. Sabah ve akşam farzında birinci rekatte secde ettikten sonra da, namazı bozar. Fakat, ikinci rekatin secdesini yaptı ise, namazını tamamlar. Sonra imamla nafile kılmaz.
***
Sual: Bir kimse, vaktin sünnetini veya kaza namazı kılarken yanında o vaktin farzı için cemaat oluşmuş olsa, sünneti veya kazayı kılan kimse nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, sünneti kazaya niyet ederek kılarken farza veya cuma hutbesine başlanırsa, namazı bozmaz. İki veya dört rekate tamamlar. Öğle veya cuma sünnetinde iki rekatte selam veren, farzdan sonra, iki rekat daha kılarak, dörde tamamlar. Yeniden dört rekat kılması, daha iyi olur. Kaza kılarken cemaate başlanırsa, tertib sahibi olan bozmaz. Mâlikî mezhebinde de hüküm böyledir.
***
Sual: Öğle ve yatsı namazlarının farzını yalnız olarak kılan bir kimse, yanında o vakit için cemaat oluştuğu zaman, farzı yalnız mı kılar yoksa bu cemaate dâhil olabilir mi?
Cevap: Farzı yalnız kılmış olan kimse, öğle ve yatsı namazlarında, cemaat ile nafile kılar. Diğer üç namazı yalnız kılmış olan kimsenin, vaktin farzı cemaat ile kılınırken bile, camiden çıkması vacib olur. Çünkü, cemaate uymamak büyük günahtır.
***
Sual: İmam rükuda iken cemaate yetişen bir kimse, böyle bir durumda ne yapması, nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Bu konuda Umdet-ül-islâmda deniyor ki:
“Cemaate gelen, imamı rükuda görürse, ayakta tekbir getirip, rükuya eğilir. Tekbiri rükuya eğilirken söylerse, namazı sahih olmaz. Rükuya eğilmeden, imam kalkarsa, o rekate yetişmemiş olur.”
.Ezan okununca camide olan...
2020-03-05 02:00:00
Camideyken ezan okununca özürsüz dışarı çıkmak tahrimen mekruhtur.
Sual: Ezan okunup vakit girdiği sırada camide bulunan bir kimsenin, cemaatle o vaktin namazını kılmadan camiden dışarı çıkmasının mahzuru olur mu?
Cevap: Camide olan kimsenin, ezan okununca, bu namazı yani o vaktin namazını cemaat ile kılmadan, özürsüz olarak dışarı çıkması tahrimen mekruhtur. Eğer belli bir cami cemaatine devam etmek âdeti ise, oraya ve mahallesindeki cami cemaatine gitmesi ve hocasının veya başkasının dersini, vaazını kaçırmamak için bunların camisindeki cemaate ve iş yerindeki camiye gitmesi özürdür. Farzı, cemaatten önce yalnız kılan da camiden çıkabilir. Fakat bu kimsenin yalnız olarak kılması mekruh olur. Bu özürlülerin hepsi, ikamet getirilirken yani kamet okunurken çıkamaz.
***
Sual: Gayr-ı müslim olan ana, babaya, muhtaç oldukları zaman Müslüman olan çocuklarının nafaka vermesi gerekir mi?
Cevap: Başka dinden olan, yani Müslüman olmayan zî rahm-i mahrem akrabaya nafaka vermek farz değildir. Fakat, zimmi, gayr-i müslim olan anaya, babaya, çocuklara ve zevceye nafaka vermek farzdır. Zevcden ve fakir çocukları olan babadan başka hiçbir fakirin nafaka vermesi farz değildir. Zevceden başka, hiçbir zengine nafaka verilmesi farz değildir. Kurban kesmek nisabına malik olan kimse zengindir. Bu nisaba malik olmayana fakir denir.
***
Sual: Fakir ve muhtaç olan bir baba, bir anne, nafakaları için oğullarının malını satabilir mi?
Cevap: Baba kendi nafakası için oğlunun malını satabilir. Fakat, nafaka için oğluna ait binayı ve toprağı satamaz. Ana ise, nafaka yapmak için oğlunun hiçbir malını satamaz.
***
Sual: Sabah namazı için camiye giden bir kimse, içeri girince cemaatle namaza başlanmış ise, kılmadığı sabah namazının sünnetini mi kılar yoksa cemaate mi katılır?
Cevap: Sabah namazının sünnetini kılmamış olan kimse, camiye gittiği zaman eğer sabah namazının sünnetini kılarsa, cemaat ile namazda oturmayı da kaçıracağını anlarsa, sünneti kılmaz. Hemen imama uyar. Cemaat ile, ikinci rekatte oturabileceğini anlarsa, sünneti, caminin dışında sofada, son cemaat mahallinde çabucak kılar. Sofa yoksa, içeride direk arkasında kılar. Böyle, boş yer yoksa sünneti kılmaz. Çünkü, cemaat ile kılınırken, nafile namaza başlamak mekruhtur. Mekruh işlememek için sünneti terk etmek lazımdır.
.Peygambere de itiraz edenler oldu
2020-03-04 02:00:00
Bir gün, Resûlullah efendimiz, müşriklerden alınan ganimet mallarını dağıtıyordu...
Sual: Peygamber efendimiz hayatta iken, Müslüman olduğunu söyleyen kimselerden muhalefet edip itiraz edenler olmuş mudur?
Cevap: Bu konuda Hucec-i Kat'iyye kitabında deniyor ki:
“Ebû Sa'îd-i Hudrî hazretleri şöyle nakleder: Resûlullah efendimizin yanında idim. Mübarek nurlu yüzünü görmekle lezzet alıyordum. Kendisi, Huneyn gazasında müşriklerden alınan ganimet mallarını dağıtıyordu. Benî Temîm aşiretinden Huvaysıra kapıdan içeri girdi ve;
-Ya Resulallah! Adaleti gözet! dedi. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem; (Sana yazıklar olsun! Ben adalet yapmazsam, kim yapar? Adalet üzere olmasaydım, çok zarar ederdin!) buyurdu. O sırada, Eshab-ı kiramdan Ömer-ül-Fârûk radıyallahü anh ayağa kalkıp, ona ceza vermek için izin isteyince, Resullah efendimiz; (Bırakınız! Çünkü, bu adamın arkadaşları vardır. Sizin gibi namaz kılarlar. Sizinle birlikte oruç tutarlar, Kur’ân-ı kerim okurlar ise de, Allahü teâlânın kelamı boğazlarından aşağı inmez. Bunlar, ok yaydan çıkdığı gibi, dinden dışarı çıkarlar) buyurdu.”
***
Sual: Cemaatle namaz kılarken imamın abdesti bozulursa, imamın ne yapması ve nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Namaz içinde imamın abdesti bozulursa, hemen birisini elbisesinden çekip yerine geçirmesi de caizdir. Sonra, dışarıda abdest alıp gelip, vekiline uyarak namazını tamamlar. Camide abdest alırsa, vekile lüzum olmaz. Vekil bırakmayıp camiden çıkınca, cemaat birden fazla ise, namazları fasid olur.
***
Sual: Vitir namazı, ramazan ayının dışında da cemaatle kılınabilir mi?
Cevap: Vitir namazı, ramazan ayında cemaat ile kılınır. Başka zamanda yalnız kılınır.
***
Sual: Regaib, Berat gibi kandil gecelerinde kılınan nafile namazlar, camaat hâlinde kılınabilir mi?
Cevap: Regaib, Berat ve Kadir gecesi gibi mübarek gecelerde kılınan nafile namazları cemaat ile kılmak mekruhtur. Regaib namazı, recebin ilk cuma gecesi kılınan nafile namazdır. Hicretin dörtyüzsekseninde meydana çıkmıştır. Birçok âlimler, bunun çirkin bidat olduğunu yazıyor. Çok kimsenin kılmasına aldanmamalı, sünnet sanmamalıdır.
***
Sual: Dört rekatli farz namazı, cemaatle kılarken, imam, ikinci rekatte oturmazsa cemaat oturur mu veya ne yapar?
Cevap: İmam dört rekatli farz namazın, ikinci rekatinde oturmazsa, cemaat de oturmaz.
.Ana, babaya nafaka vermek
2020-03-03 02:00:00
Zengin olan çocukların, fakir olan ana babalarına nafaka vermesi farzdır.
Sual: Ana, baba muhtaç olduğu zaman, bunların nafakalarını kimin ve kimlerin vermesi gerekir, belli bir sıralaması var mıdır?
Cevap: Zengin olan çocukların, fakir olan ana babalarına nafaka vermesi farzdır. Kız ve oğlan çocuklar eşit miktarda verir. Anaya, babaya bakmak, bunlar öldükte daha çok miras alacak olana farz değildir. Bunlara daha yakın olana ve onların parçası olana farzdır. Oğlunun oğlu ile kızı bulunan anaya, babaya yalnız kızları bakar. Hâlbuki, mirası kız ile torun yarı yarıya alır. Kızının çocuğu ile erkek kardeşi bulunana, torunu bakacaktır. Hâlbuki, mirasın hepsini erkek kardeş alır. Kızlarının çocuklarına hiç miras düşmez. Fetâvâ-i Hayriyyede deniyor ki:
“Kazandığı, geçimini karşılayabilen fakir kimsenin, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan anasını, babasını kendi evine alıp, birlikte geçinirler. Zevceyi dövmek, eziyet etmek, nafakasını tam vermemek, onsuz başka şehre yerleşmek haramdır. Büyük günahtır. Kıyamet günü, bunun suali çok çetin, azabı da, pek elim olacaktır. Hâkim tarafından tazir olunması, cezalandırılması lazımdır. Gücü yettiği hâlde, üç cins nafakadan birini vermezse, hapsolunur.”
***
Sual: Ana, babaya hizmette öncelik sırası nasıldır ve bir baba evladına kızabilir, emir verebilir mi?
Cevap: Bu konuda Hazânet-ür-rivâyât kitabında deniyor ki:
“Anadan babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet, saygı, itaat etmeli, anaya hizmet ve yardım ve ihsan etmelidir. Babanın oğluna kızması, bağırması caizdir. Baba, çocuğuna vereceği emri, onun yapmayacağını anlarsa, onu isyan günahından korumak için, emretmemeli, bunu yaparsan iyi olur demelidir.”
***
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamda namazı bozan bir şey gören ne yapar veya imamın kendisi namazı bozan bir şeyi yaptığını sonra hatırlarsa ne yapması gerekir?
Cevap: İmamda namazı bozan bir şey bulunduğunu anlayan kimse, bu namazı tekrar kılar. Bunu imam namazda hatırlarsa yahut namazda iken namazı bozan bir şey hasıl olursa, bunu hemen cemaate bildirir. Namazdan sonra anlarsa, o cemaatten olduklarını hatırladığına, söyleyerek, haber göndererek, yazarak bildirir. Haber alan, iade eder. Alamayan affolur. Bir kavilde ve Şafii mezhebinde imamın cemaate haber vermesi lazım değildir.
.Saçın, sakalın iman ile ağarması
2020-03-02 02:00:00
Hadis-i şerifte; (Saçını, sakalını müslüman olarak ağartan affolunur) buyuruldu.
Sual: Bir kimsenin yaşlanıp saçının, sakalının ağarması, o kimsenin hayrına mı alamettir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hak teala, her an kendisi ile bulundursun. Bir kimsenin saçının, sakalının siyahlığını, iman ile ve ibadetler ile ağartması ne büyük nimettir. Resulullah aleyhissalatü vesselam hadis-i şerifte; (Saçını, sakalını müslüman olarak ağartan affolunur) buyurdu. Allahü tealanın sonsuz merhametini düşününüz. Günahları affedeceğine güveniniz! Gençlikte, Allahü tealanın kahrından, azabından korkmak, titremek lazımdır. İhtiyarlıkta affına, merhametine sığınmalıdır.”
Sual: Terzi, tamirci gibi sanat sahipleri, ücretlerini almadan, ellerindeki eşyayı vermeme hakkına sahip midirler?
Cevap: Sanat sahipleri, işçilik ücretini eşyanın sahibinden alıncıya kadar, eşyayı vermeyebilir. Eşya helak olup, teslim edemezse ücret alamaz. Kendisinin yapması şart edildi ise, başkasını çalıştıramaz. İşçiliği olmayan hizmetlerde, mesela hamal, kayıkçı, şoför, ücret almadığı için eşyayı hapsedemez. Eşya helak olursa ücretini alır.
Sual: Camilerde sarkıntılık ederek dilenmenin ve bunlara para vermenin hükmü nedir?
Cevap: Camilerde, sarkıntılık ederek dilenmek haramdır. Camide, sarkıntılık eden dilenciye sadaka vermek de haramdır.
Sual: Bazı ülkelerde, Müslümanlarla gayr-i müslümlerin karışık olduğu şehirler vardır. Buralarda kesilen koyun, keçi gibi hayvanların eti yenilebilir mi?
Cevap: Bu konuda Merâkıl-felâhda ve bunun Tahtâvî şerhinde deniyor ki:
“Bir adil kimse, bu eti Mecusi kesti dese, başka bir adil kimse de, Müslüman kesti dese, yemesi helal olmaz. Yani haramlığı devam eder. Çünkü, kesilmiş görülen hayvanın haram olması asıldır. İslamiyete uygun kesilmiş olduğu tahakkuk edince helal olur. İki haber ters düşünce, helal olması tahakkuk etmeyip, anlaşılmayıp, haramlığı devam eder. Şek, şüphe etmek, iki haberin birbirlerine ters düşmesi gibidir. Aslı haram olan şeyde şek olunursa, mesela, Müslümanların ve Mecusilerin karışık bulundukları bir şehirde kesilmiş görülen hayvan, Müslümanın kestiği bilinmedikçe helal olmaz. Zira, hayvanın haram yoldan ölmesi asıldır. İslamiyete uygun kesilmiş olduğu ise şüphelidir. Şehirde Müslümanlar çok ise, helal kabul edilir.”
.Peygamberin, velinin hakkı için" demek
2020-02-29 02:00:00
Peygamberin, velinin hakkı için demek, Onun nübüvveti haktır, vilayeti haktır demek olur.
Sual: Dinimiz açısından, Peygamberin veya herhangi bir velinin hakkı, hatırı için, onun hürmetine diyerek dua etmekte bir mahzur var mıdır?
Cevap: Peygamberleri, salih kulları vesile ederek dua etmenin caiz olduğu kitaplarda yazılıdır. Mesela Berîkada deniyor ki:
“Peygamberin, velinin hakkı için demek, Onun nübüvveti haktır, vilayeti haktır demek olur. Peygamber efendimiz de, bu niyet ile (Peygamberin Muhammed hakkı için) demiş ve harplerde Allahü teâlâdan, Muhacirlerin fukarası hakkı için yardım dilemiştir.” İslam alimlerinden;
“Senden istedikleri zaman verdiğin kimseler hakkı için” gibi dualar yapanlar ve kitaplarına yazanlar çok olmuştur. Hısn-ül-hasîn kitabı böyle dualarla doludur. Rûh-ul-beyân tefsîrinde, Mâide suresinin 18. âyetinde diyor ki:
“Hazret-i Ömer'in haber verdiği hadis-i şerifte; (Âdem aleyhisselam yanıldığı zaman, "ya Rabbi! Muhammed aleyhisselam hakkı için beni affet" dedi. Allahü teâlâ da, "Muhammed'i daha yaratmadım. Onu nasıl tanıdın?" dedi. "Ya Rabbi! Beni yaratıp ruhundan bana ihsan edince, başımı kaldırdım. Arş'ın eteklerinde, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah yazılmış olduğunu gördüm. Sen isminin yanına, en çok sevdiğinin ismini yazarsın. Bunu düşünerek Onu çok sevdiğini anladım" dedi. Allahü teâlâ da buna karşılık, "ey Âdem, doğru söyledin. Mahluklarımın içinde, ençok sevdiğim Odur. Onun için, seni affeyledim. Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım" dedi) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, İmâm-ı Beyhekînin Delâil ve Âlûsînin Gâliyye kitaplarında da yazılıdır.
***
Sual: Tanıdık bir bakkala borç para verip, daha sonra o para bitinceye kadar o bakkaldan alışveriş yapmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidîn ve Dürerde deniyor ki:
“Bakkala borç para verip, o para bitinceye kadar ondan mal satın almak haramdır. Çünkü, istifade etmek şartı ile ödünç vermek faiz olur.”
***
Sual: Birine kızıp uzun süre ona karşı küs durmak, konuşmamak uygun mudur?
Cevap: Dargın, küs olana, üç günden önce gidip barışmak, daha iyidir. Güçlük olmaması için, üç gün müsaade edilmiştir. Daha sonra günah başlar ve gün geçdikçe artar. Günahın artması, barışıncaya kadar devam eder. Hadis-i şerifte;
(Sana darılana git, barış! Zulüm yapanı affet. Kötülük yapana iyilik et!) buyuruldu.
.Eshab-ı kiramı kötü bilmek!
2020-02-23 02:00:00
Âl-i İmrân sûresinde buyuruldu ki: "Siz ümmetlerin en hayırlısı, en iyisi oldunuz."
Sual: Eshabdan bazıları için, kötü sözler söyleyenlere nasıl bir cevap vermelidir?
Cevap: Bu konuda, Abdullah Süveydî hazretleri, 1746 senesinde İran hükümdarlarından Nâdir Şâh'ın isteği ile Şii âlimlerle yapılan münazarayı şöyle anlatmaktadır:
Şii molla başı, Abdullah Süveydi hazretlerine;
-Kur’ân-ı kerimde, Eshabın münafık olduklarını bildiren âyetler çoktur. Tövbe suresinin 59., Mücâdele suresinin 8. âyeti bunlardandır, deyince, Abdullah Süveydi hazretleri cevap olarak der ki:
-Eshab-ı kiramı kötülemek için bildirdiğin âyetlerin hepsi, münafıklar için gelmiştir. Hatta, Şiiler de, böyle olduğunu söz birliği ile söylemektedir. Münafıklar için gelen bu âyetleri, âyetler ile övülen Eshaba bulaştırmaya kalkışmak, O büyükleri lekelemek istemek, adalete ve insafa sığmaz. Önceleri, münafıkların sayısı çoktu. Sonra, azalmaya başladı. Peygamber efendimizin, ömürlerinin sonuna doğru, münafıklar, müminlerden ayırt edildi. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân suresinin 179. âyeti ile, tayyipleri habislerden ayırt eyledi. Resulullah efendimiz;
(Ocaktaki ateş, demiri, pislikten ayırdığı gibi, Medine de, insanların iyisini, kötüsünden ayırıyor) buyurdu.
Demircilerin kullandığı ocak, demirdeki cürufu ayırdığı gibi, Medine şehri de, insanların kötüsünü iyisinden ayırır buyurdu. Bunun için münafıkları bildiren âyetleri Eshaba yüklemek, nasıl doğru olur? Âl-i İmrân sûresinin 110. âyetinde meâlen;
(Siz ümmetlerin en hayırlısı, en iyisi oldunuz) buyuruldu. Bu âyet ile övülen kimseler, nasıl olur da, münafıklarla bir tutulur? Tövbe suresinin 59. âyetinin Havâric kabilesinin reisi İbni zil Huvaysıra için geldiğini bütün tefsirler yazıyor. Buhârîde şöyle naklediliyor:
“Ebû Sa'îd-i Hudrî hazretleri diyor ki:
“Resulullah efendimiz, Huneyn gazasında kâfirlerden alınan ganimet mallarını dağıtıyordu. Benî Temîm aşiretinden Huvaysıra içeri girdi ve;
-Ya Resulallah! Adaleti gözet! dedi. Resulullah efendimiz;
-Sana yazıklar olsun! Ben adalet yapmazsam, kim yapar? Adalet üzere olmasaydım, çok zarar ederdin! buyurdu.”
Mücâdele suresinin 8. âyeti de, Yahudiler ve münafıklar için inmiştir. Çünkü bunlar, müminlerden gizli olarak, aralarında toplanır ve göz, kaş işaretleri ile, Eshâb-ı kiramı aldatmaya çalışırlardı.
.İlim, insanı kibre sürükler mi?
2020-02-22 02:00:00
Hakiki ilim, insana aczini ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir.
Sual: Bir kimse, din ilimlerini öğrenip, insanlara üstünlük taslarsa, böyle bir kimsenin tedavisi, bu hâlden kurtulması imkânsız mı olur?
Cevap: Bu konuda, Berikadan alınarak İslâm Ahlâkı kitabında deniyor ki:
“İlim kibre sebep olduğu gibi, kibrin ilacı da ilimdir. Kibre sebep olan ilmin ilacı çok zordur. Çünkü ilim, çok kıymetli bir şeydir. Bunun için, ilim sahibi kendini üstün ve şerefli sanır. Böyle kimsenin ilmine cehil demek daha doğru olur. Hakiki ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Hâlıkına, yaratanına karşı korkusunu ve mahluklara karşı tevazusunu arttırır. Kul haklarına ehemmiyet verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. Buna İlm-i nâfi, faydalı ilim denir. Böyle ilim, ihlas ile ibadet etmeye sebep olur. Kibre sebep olan ilmin ilacı iki şeyi bilmekle olur:
Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, salih, iyi niyete bağlıdır. Cehaletten ve nefsinin hevasından kurtulmak için öğrenmek lazımdır. İmam olmak, müfti olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lazımdır.
İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlas ile yapmak lazımdır. Amel ve ihlas ile olmayan ilim zararlıdır. Hadis-i şerifte;
(Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu.
Mal, mevki ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, dini dünyaya vesile etmek, altın kaşıkla necaset yemeye benzer. Dini dünya kazancına alet edenler, din hırsızlarıdır. Hadis-i şerifte;
(Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu.
Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek caizdir, hatta lazımdır. Hadis-i şerifte;
(Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemeyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvanlar ve havadaki kuşlar dua edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyamette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu.”
***
Sual: Bazı kimseler, "git Allah Baba'dan iste" diyor. Böyle söylemek imanı giderir mi?
Cevap: "Allah Baba" diyenin imanı gider, kâfir olur.
.Mevki, şöhret sahibi olma arzusu
2020-02-21 02:00:00
Nefis, maldan olduğu gibi, mevkiden de lezzet almaktadır.
Sual: Mevki, makam sahibi olmanın sebebi, fayda ve zararları nelerdir?
Cevap: Mevki ve şöhret sahibi olma arzusu, insanlarda üç şeyden hasıl olur:
1-Birinci sebep; nefsin arzularına kavuşmaktır. Nefis, arzularının, haram yollardan elde edilmesini ister.
2-İkincisi, kendinin ve başkalarının haklarını zalimlerden kurtarmak ve müstehab olan mesela, sadaka vermek, hayrat, hasenat yapmak yahut mubah olan işler yapmak için, mesela, iyi yemek, iyi giyinmek, iyi evlerde oturmak, çoluk çocuk sahibi olup, rahat ve mesut yaşamak için veya ibadetlerine mâni olacak şeylerden kurtulmak, İslam dinine ve Müslümanlara hizmet için mevki sahibi olmak istenir. Bu niyet ile mevkiye kavuşurken, riya gibi ve hakkı batıl ile karıştırmak gibi, İslamiyetin yasak ettiği şeyleri yapmazsa ve vacipleri, sünnetleri terk etmezse, bunun mevki sahibi olması caizdir, hatta müstehaptır. Çünkü, caiz ve lazım olan şeylere kavuşturucu sebepleri, vasıtaları yapmak da, caiz ve lazım olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, iyi insanların nasıl olacağını bildirirken, bunların;
(Müslümanlara imam olmak istediklerini) de bildirmektedir. Süleyman aleyhisselam;
(Ya Rabbi! Benden sonra kimseye nasip etmeyeceğin bir mülkü bana ihsan eyle!) diyerek melik ve emir olmayı istemiştir.
Önceki dinlerden bildirilen ve reddedilmeyen haberler bizim dinimizde de muteberdir. Hadis-i şeriflerde;
(Hak ve adalet üzere bir gün hâkimlik yapmayı, bir sene devamlı gaza etmekten daha çok severim.)
(Bir saat adalet ile idarecilik yapmak, altmış sene nafile ibadet yapmaktan daha iyidir) buyuruldu.
3-Mevki sahibi olmayı istemenin sebeplerinden üçüncüsü, nefsini eğlendirmektir. Nefis, maldan olduğu gibi, mevkiden de lezzet almaktadır. Arada İslamiyete uymayan işler bulunmazsa, nefsi lezzet aldığı şeye kavuşturmak haram olmaz ise de, takvanın az olduğunu gösterir. Mevki elde ettikten sonra, insanların gönüllerini kazanmak için, riya ve müdahane ve gösteriş yapmasından korkulur. Hatta, münafıklık, hakkı batıl ile karıştırmak ve hiyle ve yalan gibi tehlikeli hâller de olabilir. Helal ile haram karışık olan şeyi yapmamak lazımdır. Mevki sahibi olmanın bu üçüncü sebebi, haram değil ise de, iyi olmadığı için, ilacını bilmek ve yapmak lazımdır.
.Allahü teala, kalplere bakar
2020-02-20 02:00:00
"Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalplerindeki imana bakarım."
Sual: Allahü teala, kullarının amellerine mi bakar yoksa bunları ne niyetle yaptıklarına ve kalplerindeki imana mı bakar?
Cevap: Bu konuda Ahmet bin Yahya Münîrî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, ilmi, zulmetin temizlenmesine, cehli de, günah işlenmesine sebep yaptı. İlimden iman ve taat doğmakta, cehilden de küfür ve günah hasıl olmaktadır. Taat, çok küçük olsa da, kaçırmamalı! Günah, pek küçük görünse de, yaklaşmamalıdır! İslam âlimleri buyurdular ki; 'Üç şey, üç şeye sebeptir: Taat, Allahü teâlânın rızasını kazanmaya sebeptir. Günah işlemek, Allahü teâlânın gadabına sebeptir. İman etmek, şerefli ve kıymetli olmaya sebeptir.' Bunun için, küçük günah işlemekten de çok sakınmalıdır. Allahü teâlânın gadabı, bu günahta olabilir. Her mümini kendinden iyi bilmelidir. O mümin, Allahü teâlânın çok sevdiği kulu olabilir. Herkes için ezelde yapılmış olan takdir, hiç değiştirilemez. Hep günah işleyip, hiç taat yapmamış olan bir Müslümanı, Allahü teâlâ, dilerse affeder. Bekara suresinin otuzuncu âyetinde, melekler, meâlen; (Ya Rabbi! Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun) dediklerinde; (Onlar fesat çıkarmazlar) demedi. (Sizin bilmediklerinizi ben bilirim) buyurdu. (Layık olmayanları layık yaparım. Uzak kalanları yaklaştırırım. Zelil olanları aziz ederim) buyurdu. 'Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalplerindeki imana bakarım. Siz, günahsız olduğunuza bakıyorsunuz. Onlar, benim rahmetime sığınırlar. Sizin günahsız olduğunuzu beğendiğim gibi, Müslümanların günahlarını affetmeyi de severim. Benim bildiğimi sizler bilemezsiniz. İmanı olanları, ezelî olan lütfuma kavuştururum' buyurdu.”
***
Sual: Beş vakit namaz, âyet ve hadis ile emredilmiş midir?
Cevap: Kitâb-ül-fıkh-alel-mezâhib-il-erbe'ada deniyor ki:
“Namaz, İslam dininin direklerinden en ehemmiyetlisidir. Allahü teâlâ, kullarının yalnız kendisine ibadet etmeleri için, namazı farz etti. Nisâ suresinin 103. âyeti, namaz müminler üzerine, vakitleri belirli bir farz oldu demektedir. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, her gün beş vakit namaz kılmayı farz etti. Kıymet vererek ve şartlarına uyarak, her gün beş vakit namaz kılanı Cennete sokacağını, Allahü teâlâ söz verdi) buyuruldu.”
.Emirleri bilerek ihlas ile yapmalıdır
2020-02-19 02:00:00
İlim ile, ihlas ile yapılan ibadet, insanı, dünyada küfürden, günahdan kurtarır ve aziz eder.
Sual: Bir Müslüman, emir ve yasakları öğrenmese, ibadetleri de şartlarına uyarak yapmasa, böyle bir kimsenin kurtulması mümkün olur mu?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın emirettiği işlere farz, yasak ettiklerine haram denir. Farz veya haram olmayanlara mubah denir. Farzları yapmaya, haramlardan sakınmaya ve mubahları Allah rızası için yapmaya İbadet etmek denir. Bir ibadetin sahih ve makbul olması, Allahü teâlânın beğenmesi için, ilim yani doğru yapmanın şartlarını öğrenmek, amel yani şartlarına uygun ve ihlas ile yapmak lazımdır. İhlas, para, mevki, şöhret gibi dünya menfaatlerini düşünmeyip, Allahü teâlâ emrettiği için, Onun rızasını, sevgisini kazanmak için yapmaktır. İlim, fıkıh kitaplarını, bir üstad ile birlikte okuyarak, ihlas da, bir velinin sözlerinden, hâl ve hareketlerinden, tasavvuf kitaplarını okuması ile elde edilir.
İslam ilimleri, iki kısımdır: Din bilgileri ve fen bilgileri. Bunları, lüzumu kadar öğrenmek farzdır. Mesela, ilacın kullanma şeklini, miktarını ve elektrik lambası makinesi kullananın elektrik hakkında kısa bilgi öğrenmesi farzdır. Öğrenmezse, ölüme sebep olurlar.
Farzlara ve haramlara inanıp da, tembellikle veya kötü arkadaşlara uyarak, ibadet etmeyen bir Müslüman, tövbe etmeden ölürse, günahı bitinceye kadar, Cehennemde yanar. Farzları öğrenmeyen, bilse de, kıymet, ehemmiyet vermeyen, üzülmeden, Allahtan korkmadan terk eden, Müslümanlıktan çıkar, kâfir olur. Cehennemde, ebedi, sonsuz yanar. Haramları yapmak da böyledir.
Bir ibadetin ilmini öğrenmeyenin, şartlarını bilmeyenin, yaptığı ibadet, ihlas ile yapılmış olsa da, sahih olmaz. Hiç yapmamış gibi olur. Şartlarını bilerek ve gözeterek yapanın, ibadeti sahih olur. Fakat, ihlas ile yapmadı ise, bu ibadeti ve hiçbir iyiliği kabul olmaz. İlim ve ihlas ile yapılmayan ibadetin faydası olmaz. İnsanı küfürden, günahdan, azaptan kurtarmaz. Ömür boyunca, böyle ibadet yapıp da, küfür üzere vefat eden münafıklar çok görülmüştür. İlim ile, ihlas ile yapılan ibadet, insanı, dünyada küfürden, günahdan kurtarır ve aziz eder. Ahirette de, Cehennem azabından kurtaracağını, Allahü teâlâ, Mâide sûresinin dokuzuncu ayetinde ve Vel'asr sûresinde vadetmektedir.”
.İnsanların said ve şaki olduğu
2020-02-18 02:00:00
Allahü teâlâ, her insanın said veya şaki olacağını ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader denir.
Sual: Herhangi bir kimse, kendisinin daha hayatta iken said mi, şaki mi olduğunu bilme, öğrenme şansı var mıdır?
Cevap: Bu konuda Ahmet bin Yahya Münîrî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Saadet, Cennetlik olmak demektir. Şekâvet, Cehennemlik olmak demektir. Saadet ve şekâvet, Allahü teâlânın iki hazinesi gibidir. Birinci hazinenin anahtarı, taat ve ibadettir. İkinci hazinenin anahtarı, masiyet yani günahlardır. Allahü teâlâ, her insanın said veya şaki olacağını ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader denir. Said olacağı ezelde bilinen kimse, Allahü teâlâya itaat eder. Ezelde, şaki olacağı bilinen kimse, hep günah işler. Dünyada herkes, said veya şaki olduğunu, amelinden anlayabilir. Ahireti düşünen din âlimleri, herkesin said veya şaki olduğunu böylece anlar. Dünyaya dalmış olan din adamı ise, bunu bilmez. Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya, ihlas ile itaat ve ibadet etmektedir. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan gelir. Rahat ve huzur da, itaat yolundan gelmektedir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse, değiştiremez.
Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi saadet zannetmemeli. Nefse güç ve acı gelenleri de şekâvet ve felaket sanmamalıdır. Kudüs'te Mescid-i Aksâda senelerce tesbih ve ibadet ile ömrünü geçiren kimse, ibadetin şartlarını ve ihlası öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helak oldu. Eshâb-ı Kehf'in köpeği ise, pis olduğu hâlde, sıddıkların arkasında birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler, bu sırrı çözememiştir. İnsan aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. Âdem aleyhisselama buğdaydan yeme dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği için, yemesini diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselama secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. Beni arayınız buyurdu. Fakat ihlası olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlahi yolun yolcuları, “Hiç anlayamadık” demekten başka bir şey söyleyemediler. Bizlere ne demek düşer. Allahü teâlânın, insanların iman etmelerine, kendisine ibadet yapmalarına ihtiyacı yoktur. Kâfir olmalarının ve günah işlemelerinin de Ona hiç zararı olmaz. Mahluklarına Onun hiç ihtiyacı yoktur.”
.Günah işlenen uzuvlar
2020-02-17 02:00:00
Günah işlenen uzuvlardan sekizi: Kalp, kulak, göz, dil, el, mide, ferc ve ayaklar.
Sual: Bir Müslümanın, Allahın sevgili kulu olabilmesi için yalnız emredilenleri yapmak kâfi midir?
Cevap: Yapılmaması lazım olan şeyler, ya belli bir uzuv ile yahut bütün beden ile yapılır. Günah işlenen uzuvlardan sekizi meşhurdur. Bu uzuvlar, kalp, kulak, göz, dil, el, mide, ferc ve ayaklardır. Kalp, insanın göğsünde, sol tarafında bulunan yürek denilen et parçasına üfürülmüş ruhâni bir latifedir. Ruh gibi, madde olmayan, mücerred olan bir varlıktır. Günah işleyen, bu uzuvların kendileri değildir. Bunlarda bulunan his kuvvetleridir.
Dünyada ve ahirette saadete kavuşmak, rahat etmek isteyen kimse, bu uzuvların günah işlemelerine mâni olmalıdır. Günah işlememek, kalbinde meleke hâlini almalıdır. Namaz kılan, haram işlemeyen Ehl-i sünnet itikadındaki bir kimseye mütteki ve salih, iyi insan denir. Allahü teâlânın rızasına, sevmesine kavuşarak, evliyası olur. Kalpte tabiat hâlini almadan, kendini zorlayarak günahlardan sakınmak, takva olur ise de, veli, evliya olmak için, günah işlememek tabiat, huy hâlini almalıdır. Bunun için de, kalbin temizlenmesi lazımdır. Kalbin temizlenmesi, İslamiyete uymakla olur. İslamiyet üç kısmdır:
İlim, amel, ihlas. Yani, emirleri ve yasakları öğrenmek, öğrendiklerine tabi olmak, bunları yalnız Allah rızası için yapmak lazımdır. Kur’ân-ı kerim, bu üçünü emir ve medhetmekte, övmektedir.
***
Sual: İnsanların kötülemelerine, ayıplamalarına karşı nasıl hareket etmelidir?
Cevap: İnsanların kötülemelerinden ve ayıplamalarından korkmaya karşı ilaç olarak şöyle düşünmelidir:
“Kötülemeleri doğru ise, ayıplarımı bana bildirmiş oluyorlar. Bunları yapmamaya karar verdim demeli, böyle kötülemelerden ferahlık duymalıdır. Onlara teşekkür etmelidir. Hasen-i Basrî hazretlerine, birisinin kendisini gıybet ettiğini haber verdiler. Ona bir tabak helva gönderip;
“Sevaplarını bana hediye ettiğini işittim. Karşılık olarak bu tatlıyı gönderiyorum” dedi. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerine de, birisinin kendisini gıybet ettiğini söylediler. Ona bir kese altın gönderip;
“Bize verdiği sevapları arttırırsa, biz de karşılığını arttırırız” dedi.
Yapılan kötüleme yalan, iftira ise, zararı söyleyene olur. Onun sevapları bana verilir. Benim günahlarım, ona yüklenir demelidir.
Öncelikle sakınılacak olanlar
2020-02-16 02:00:00
Kalp hastalıklarının şirkten sonra en kötüsü, bidatlere inanmak ve bidat işlemektir.
Sual: Haramlardan, günahlardan sakınma hususunda, bir öncelik sırası var mıdır?
Cevap: Kalp hastalıklarının şirkten sonra en kötüsü, bidatlere inanmak ve bidat işlemektir. Bidatlerden sonra, günahlardan sakınmamak gelir. Küçük olsun, büyük olsun, şirkten yani küfürden başka günah işleyip, tövbe etmeden ölen bir mümin, şefaat olunmakla, yahut hiçbir sebep olmadan, yalnız Allahü teâlânın merhamet etmesi ile, affolunabilir. Küçük günah, affedilmezse, Cehennemde azap çekilecektir. Kul hakkı da bulunan günahların affı güçtür ve azapları daha şiddetli olacaktır. Zevcesinin, hanımının mehrini vermemek ve insanların hak dini öğrenmelerine mâni olmak, kul haklarının en büyüğüdür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir zaman gelir ki, insan kazancının helalden mi, haramdan mı olduğunu düşünmez.)
(Bir zaman gelir ki, İslamiyete yapışmak, elinde ateş tutmak gibi güç olur.)
Bunun için, haramların hepsinden ve tahrimi mekruhlardan sakınmak takva olur. Farzları ve vacipleri terk etmek haramdır. Müekked sünnetleri özürsüz terk etmek tahrimen mekruh olur denildi. İtikatta ve ahlakta ve amelde emrolunanları terk edene, kıyamette azap yapılacaktır. Azaba sebep olan şeyleri terk etmek lazımdır. Mesela namaz kılmamak büyük günahlardandır. Bir günahı terk etmek, mesela beş vakit namazı her gün kılmak çok lazımdır. Rıyâd-un-nâsıhîn kitabında buyuruluyor ki:
“Haramları, büyük günah ve küçük günah diye ikiye ayırmışlar ise de, küçük günahlardan da, büyük günah gibi kaçınmak, hiçbir günahı küçümsememek gerektir. Çünkü, Allahü teâlâ, intikam alıcıdır ve ganidir. İstediğini yapmakta hiç kimseden çekinmez. Gadabını, düşmanlığını günahlar içinde gizlemiştir. Küçük sanılan bir günah, intikamına, gadabına sebep olabilir.” Tövbe edilmeyen herhangi bir günahdan Allahü teâlâ intikam alabilir.
***
Sual: İşlenen günahlara tövbe etmenin hükmü nedir ve işlenen günahlar için yapılan her tövbe kabul olur mu?
Cevap: Her günahı yaptıktan sonra tövbe ve istiğfar etmek de farzdır. Her günahın tövbesi, şartlarına uyulursa kabul olur. Kimyâ-i se'âdette buyuruluyor ki:
“Şartlarına uygun yapılan tövbe, muhakkak kabul olur. Tövbenin kabul edileceğinde şüphe etmemelidir. Tövbenin şartlarına uygun olmasında şüphe etmelidir.”
.Öncelikle sakınılacak olanlar
2020-02-16 02:00:00
Kalp hastalıklarının şirkten sonra en kötüsü, bidatlere inanmak ve bidat işlemektir.
Sual: Haramlardan, günahlardan sakınma hususunda, bir öncelik sırası var mıdır?
Cevap: Kalp hastalıklarının şirkten sonra en kötüsü, bidatlere inanmak ve bidat işlemektir. Bidatlerden sonra, günahlardan sakınmamak gelir. Küçük olsun, büyük olsun, şirkten yani küfürden başka günah işleyip, tövbe etmeden ölen bir mümin, şefaat olunmakla, yahut hiçbir sebep olmadan, yalnız Allahü teâlânın merhamet etmesi ile, affolunabilir. Küçük günah, affedilmezse, Cehennemde azap çekilecektir. Kul hakkı da bulunan günahların affı güçtür ve azapları daha şiddetli olacaktır. Zevcesinin, hanımının mehrini vermemek ve insanların hak dini öğrenmelerine mâni olmak, kul haklarının en büyüğüdür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir zaman gelir ki, insan kazancının helalden mi, haramdan mı olduğunu düşünmez.)
(Bir zaman gelir ki, İslamiyete yapışmak, elinde ateş tutmak gibi güç olur.)
Bunun için, haramların hepsinden ve tahrimi mekruhlardan sakınmak takva olur. Farzları ve vacipleri terk etmek haramdır. Müekked sünnetleri özürsüz terk etmek tahrimen mekruh olur denildi. İtikatta ve ahlakta ve amelde emrolunanları terk edene, kıyamette azap yapılacaktır. Azaba sebep olan şeyleri terk etmek lazımdır. Mesela namaz kılmamak büyük günahlardandır. Bir günahı terk etmek, mesela beş vakit namazı her gün kılmak çok lazımdır. Rıyâd-un-nâsıhîn kitabında buyuruluyor ki:
“Haramları, büyük günah ve küçük günah diye ikiye ayırmışlar ise de, küçük günahlardan da, büyük günah gibi kaçınmak, hiçbir günahı küçümsememek gerektir. Çünkü, Allahü teâlâ, intikam alıcıdır ve ganidir. İstediğini yapmakta hiç kimseden çekinmez. Gadabını, düşmanlığını günahlar içinde gizlemiştir. Küçük sanılan bir günah, intikamına, gadabına sebep olabilir.” Tövbe edilmeyen herhangi bir günahdan Allahü teâlâ intikam alabilir.
***
Sual: İşlenen günahlara tövbe etmenin hükmü nedir ve işlenen günahlar için yapılan her tövbe kabul olur mu?
Cevap: Her günahı yaptıktan sonra tövbe ve istiğfar etmek de farzdır. Her günahın tövbesi, şartlarına uyulursa kabul olur. Kimyâ-i se'âdette buyuruluyor ki:
“Şartlarına uygun yapılan tövbe, muhakkak kabul olur. Tövbenin kabul edileceğinde şüphe etmemelidir. Tövbenin şartlarına uygun olmasında şüphe etmelidir.”
.Allaha mahsus sıfatları kullanmak
2020-02-15 02:00:00
Şirk; Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzetene müşrik denir...
Sual: Bir kimsede veya başka bir varlıkta, yaratmak, sonsuz var olmak gibi Allaha mahsus olan sıfatlardan birinin bulunduğuna inanan Müslümandan iman gider mi?
Cevap: Şirk; Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik, benzetilen şeye şerik denir. Bir kimsede, bir şeyde, ülûhiyyet sıfatlarından birisinin bulunduğuna inanmak, onu, Allahü teâlâya şerik, ortak yapmak olur. Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara, yani Sıfât-ı zâtiyye ve Sıfât-ı sübûtiyyelere ülûhiyyet sıfatları denir. Sonsuz var olmak, yaratmak, her şeyi bilmek, hastalara şifa vermek, ülûhiyyet sıfatlarındandır. Bir insanda, güneşte, inekte, herhangi bir mahlukta, ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanarak, ona tazim, hürmet etmeye, ona yalvarmaya, ona ibadet etmek, tapınmak denir. O şeyler, sanem, put olur. Böyle zan olunan insanın ve kâfirlerin heykelleri, resimleri ve mezarları önünde de, tazim edici şeyler söylemek, yapmak da, ibadet etmek, şirk olur. Bir insanda ülûhiyyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanmayıp, Allahın sevgili kulu olduğuna veya vatana, millete hizmetleri olduğuna inanarak, bunun resmine, heykeline, tazim etmek şirk olmaz, küfür olmaz. Fakat, herhangi bir insanın resmine hürmet etmek haram olduğu için, tazim, hürmet eden bir Müslüman fasık olur. Haram olduğuna ehemmiyet vermezse, diğer bir haramı, ehemmiyet vermeyerek yapanlar gibi mürted olur. Müşrik olmayan Yahudi ve Hristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfirdirler. Bunlara Kitaplı kafir denir. Şimdi, Hristiyanların çoğu, İsa aleyhisselama ülûhiyyet sıfatı isnat ettikleri için, müşriktir. Barnabas ve Aryus mezhebinde olanları, kitaplı kâfir iseler de, bunlar bugün yoktur.
***
Sual: Kendini bilgili, anlayışı yüksek göstermek veya insanlarla alay etmek için söylenen sözlerde, imanın gitme tehlikesi olur mu?
Cevap: Akıllı, bilgili, edebiyatçı olduğunu göstermek veya yanındakileri hayrete düşürmek, güldürmek, sevindirmek yahut alay etmek için söylenen sözlerde küfr-i hükmiden korkulur. Gadap, öfke, kızgınlık ve hırs ile söylenen sözler de böyledir. Bunun için insan, sözünün ve işlerinin neye varacağını düşünmelidir. Her şeyde dinini kayırmalıdır. Hiçbir günahı da, küçük görmemelidir.
.Kötülüklerden sakınan kurtulur
2020-02-14 02:00:00
Günahlardan temizlenmedikçe, ibadetlerin faydası olmaz.
Sual: Kötü huylu olanın, günahlara dalanın ve bunlardan kurtulmak için çaba göstermeyenin sonu, kötü mü olur?
Cevap: İnsana dünyada ve ahirette zarar veren her şey, kötü ahlaktan meydana gelmektedir. Yani, zararların, kötülüklerin başı, kötü huylu olmaktır. Haramlardan, kötülüklerden sakınmaya takva denir. Takva, ibadetlerin en kıymetlisidir. Çünkü, bir şeyi süslemek için, önce pislikleri, kötülükleri yok etmek lazımdır. Bunun için, günahlardan temizlenmedikçe, ibadetlerin faydası olmaz. Hiçbirine sevap verilmez. Kötülüklerin en kötüsü, küfürdür. Kâfirin, Allahü teâlâyı inkâr edenin, hiçbir iyiliği, hayratı, hasenatı, ahirette faydalı olmaz. Zulüm ile öldürülen kâfir, şehit olmaz, Cennete girmez. İmanı olmayanın hiçbir iyiliğine sevap verilmez. Bütün iyiliklerin temeli takvadır. Her şeyden önce, takva sahibi olmaya çalışmak lazımdır. Herkese, takva sahibi olmalarını emir ve nasihat etmelidir. Dünyada rahata, huzura kavuşmak, kardeşçe yaşayabilmek, ahirette de, sonsuz azaptan kurtulmak, ebedi, sonsuz nimetlere, saadetlere kavuşmak, ancak takva ile nasip olur.
***
Sual: Fıkıh, ilmihâl kitaplarında geçen azimet ve ruhsat ne anlama gelmektedir?
Cevap: Azimet; helal olduğu belli olmayan şüpheli şeyleri de yapmamak, haram ve mekruhlardan her hâlde, her durumda kaçmaktır. Ruhsat; İslamiyetin izin verdiği, caiz olur dediklerinden sakınmamak, bunları yapmaktır.
***
Sual: İmanı olmayan veya günahlara dalmış olan bir kimsenin kalbi temiz olabilir mi?
Cevap: Kötü huylar, kalbi hasta eder. Bu hastalığın artması, kalbin ölümüne yani küfre sebep olur. Kötü huyların en kötüsü olan şirk, yani küfür ise, kalbin en büyük zehridir. İmanı olmayanın; “Kalbim temizdir, sen kalbe bak” gibi sözleri, boş laflardır. Ölmüş olan kalp temiz olmaz!
***
Sual: Bir Müslüman, kendine lazım olan din bilgilerini öğrenmez veya öğrenmeye önem vermezse, bunun imanı gidebilir mi?
Cevap: İman edilecek şeyleri ve farzlardan, haramlardan meşhur olanları, lüzumu kadar öğrenmek farzdır. Bunları öğrenmemek haramdır. İşitip de, öğrenmeye ehemmiyet vermemek küfür olur.
***
Sual: Bir Müslümanın, günahlarından dolayı, affolmasından ümitsizliğe düşmesi, dinen doğru olur mu?
Cevap: Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür.
.Allahü teâlâ için darılmak
2020-02-13 02:00:00
Hicr, menetmek, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir.
Sual: Günah işleyenlere karşı mesafeli durmak, darılmak, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Hicr, menetmek, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir. Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehaptır. Bu hâl, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte;
(Amellerin, ibadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama;
-Benim için ne yaptın? buyurunca;
-Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikreyledim, diye arz edince, Allahü teâlâ;
-Namaz, sana burhandır, kötü iş yapmaktan korur. Oruç, kalkandır, Cehennem ateşinden korur. Zekât da, mahşer yerinde gölge verir, sana rahatlık verir. Zikir, mahşerde karanlıktan kurtarır, ışık verir. Benim için ne yaptın? buyurdu.
-Ya Rabbi! Senin için olan işin ne olduğunu bana bildir, diye yalvarınca;
-Ya Musa! Dostlarımı sevdin mi, düşmanlarımdan kesildin mi? buyurdu. Musa aleyhisselam, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadetin, hubb-i fillah ve buğd-ı fillah olduğunu anladı.
Günah işleyeni, kabahat yapanı uzun zaman hicr eylemek caizdir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin haramdan geldiği bilinen hediyeyi kabul ettikleri için amcasını ve oğullarını hicr eylediği meşhurdur. Resulullah efendimiz, Tebük gazasına gelemeyen üç kişiyi hicr eylemiştir.
***
Sual: Bütün Peygamberlerin iman ve ibadet olarak bildirdikleri hep aynı mıdır?
Cevap: Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Fakat, dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır.
***
Sual: İnsanlara maddeten yardım eden, hayır yapan kimse, zekât vermiş gibi ibadet sevabı alabilir mi?
Cevap: İhlas ile, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile, farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan, mekruhlardan kaçınmaya, yani ahkam-ı islamiyyeyi, İslamiyetin hükümlerini yerine getirmeye ibadet etmek denir. Niyetsiz, ibadet olamaz. Önce iman etmek, sonra İslamiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır.
.Gayr-i müslimlerin âdetini yapmak
2020-02-05 02:00:00
Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanan kâfir olmaz.
Sual: Gayr-i müslimlerin âdetlerini veya onların ibadet olarak yaptığı şeyleri yapmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyeti ile olmazsa ve haram veya kötü âdetler değilse, faydalı şeyler ise, caiz olur. Onlar gibi yemek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veya haram veya fena, kötü şeyler ise, haram olur. Uyûn-ül besâirde deniyor ki:
“İnsan resmi veya heykeli yapıp, bu insanda ülûhiyyet, ilahlık sıfatlarından birinin bulunduğuna inanarak veya bunun kâfir olduğunu bilerek, bunların karşısında, hürmet, tazim, saygı bildiren bir şey söylese veya yapsa, mesela secde etse, Yahudîlerin ve Hıristiyanların bağladıkları zünnâr denilen kuşağı ve onların dinlerine mahsus şeyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanırsa, kâfir olmaz.” Canını, malını, rızkını kurtaracak kadar kullanması özür olur, daha fazlası küfür olur.
***
Sual: Namaz kılarken, ah, of diye sesli olarak inlemek namazı bozar mı?
Cevap: Ah, of gibi inlemek, uf diye sıkıntıyı bildirmek, namazı bozar.
***
Sual: İmanı gideren bir söz, hiçbir zaruret olmadan söylenirse, iman gider mi?
Cevap: Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara ülûhiyyet, ilahlık sıfatları denir. Akait ve fıkıh kitaplarının çoğunda, mesela Dürerde deniyor ki:
“Bir kimse, kalbi iman ile dolu olduğu hâlde, küfre sebep olan bir şeyi, zaruret olmadan, yani isteyerek söylerse, imanı gider, kâfir olur. Kalbindeki imanın faydası olmaz. Çünkü, bir kimsenin kâfir olduğu sözünden anlaşılır. Küfre sebep olan şeyi söyleyince, insanlar arasında da, Allahü teâlâ yanında da kâfir olur.”
***
Sual: İnsanlar arasındaki muamelelerde, alışverişlerde, günah işleyen Müslümanların ve gayr-i müslimlerin sözüne de itibar edilir mi?
Cevap: Bu konuda Dürr-ül-muhtârda deniyor ki:
“İnsanların birbirleri arasında olan işlere muâmelât denir. Muâmelâtta bir fasıkın veya kâfirin sözü de kabul edilir. Akıllı olan çocuk ve kadın da erkek gibidir. Bunlardan biri, bu eti kitaplı kâfirden aldım derse, yemesi helal olur.”
***
Sual: Çok zan etmekle iman edilmiş olur mu yoksa iyi bilmek mi gerekir?
Cevap: İbadetler, fazla zan edilmekle, doğru olur. İman, itikat ise, çok zan ile doğru olamaz, iyi bilinmekle doğru olur.
.Yeryüzündeki camilerin en efdali
2020-02-04 02:00:00
Camilerin efdali Kâbe-i muazzama, sonra bunun etrafındaki Mescid-i harâmdır.
Sual: Camilerin fazilet bakımından üstünlüğü var mıdır eğer varsa yeryüzündeki camilerin en faziletlisi, en efdali hangileridir?
Cevap: Bu konuda Dürr-ül-muhtârda buyuruluyor ki:
“Camilerin efdali Kâbe-i muazzama, sonra bunun etrafındaki Mescid-i harâm, sonra Medine-i münevveredeki Mescid-i Nebîdir. Sonra, Kudüs'teki Mescid-i aksâ, sonra, Medine-i münevvere şehri yanındaki Kubâ mescididir. Mescid-i Nebinin yüz zırâ eni, yüz zırâ boyu vardı. Bir zırâ yarım metredir. Sonra, zamanla genişletildi. Şimdiki hâlinde de efdaldir.”
***
Sual: Piyasadan daha yüksek fiyatla mal satmak ve mal satın almak dinen uygun mudur?
Cevap: Bu konu ile alakalı olarak Hamza Efendi'nin Bey' ve şirâ risâlesi şerhinde deniyor ki:
“Yüksek fiyatla satıp, bir kimseyi aldatmaktan sakınmalıdır. Zira piyasada on liraya satılmakta olan bir malı, onbir liradan yukarıya satın almak gaben-i fâhiş ile aldanmaktır. Yani çok aldanmaktır. Yalan söylemekle çok aldatılan bir müşteri, satıştan vazgeçebilir.
***
Sual: Suyun içine ağaç yaprakları, ot gibi şeyler karışmış olsa, böyle su ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Bu hususta Kudûrî şerhinde deniyor ki:
“Bir suya, temiz şeyler karışsa, su ismi değişmedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest alınır.”
***
Sual: Ayağa giyilen sandelet gibi şeylerle namaz kılınabilir mi?
Cevap: Temiz mest ve nalın ile namaz kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdaldir. Yahudîlere muhalefet olur. Naleyn, altı deri, üstü açık ve tasmalı ayakkabıdır. Altı tahta naleyn ile gezmek mekruhtur.
***
Sual: Bir veya birkaç odası mescit olarak kullanılan apartman katının üzerindeki evlerde, tuvalete gitmek ve benzerlerini yapmak uygun olur mu?
Cevap: Bir odası mescit yapılmış olan ev üzerine ve içinde mushaf bulunan oda üzerine abdest bozmak ve cima etmek mekruh olmaz. Cenaze ve bayram namazları kılınan yerler de böyle ise de, buralardaki imama, camideki cemaat uyabilir. Buralara, cami avlularına, medrese ve tekkelere, hayızlı kadın ve cünüb girebilir.
***
Sual: Camilerin iç duvarlarını süslemek uygun mudur?
Cevap: Camilerin kıbleden başka duvarlarını süslemek caizdir. Fakat, bu parayı fakirlere harcamak efdaldir. Kıble dıvarını kıymetli şeylerle, renklerle süslemek mekruhtur. Yan duvarların fazla süslü olması da mekruh olur.
.Farzlar, nafilelerden önce gelir
2020-02-03 02:00:00
Sabah namazının farzından sonra, güneş doğuncaya kadar nafile kılınmaz.
Sual: Nafile namaz, farz namazların dışındaki namazlara mı denir ve kaza namazı kılmak için bu nafileler terk edilebilir mi?
Cevap: Bu konuda Merâkıl-felâh kitabında buyuruluyor ki:
“Sabah namazının farzından sonra, güneş doğuncaya kadar nafile namaz kılmak, tahrimen mekruhtur. Sabah namazının sünnetini önceden kılmamış ise, bunu kılmak da, bu yasağın içindedir. Çünkü bu vakit, yalnız farz kılmak için ayrılmıştır. Yani, farzdan sonra güneş doğuncaya kadar, namaz kılmayan, hep farz kılmış sayılmaktadır. Bu ise, sabah sünneti bile olsa, nafile kılmaktan daha efdaldir. Fakat, bu zaman içinde kaza namazı kılmak mekruh olmaz. Çünkü, hükmen farz kılmış sayılmak, sünnetten efdaldir. Kaza namazı kılmak ise, hakiki farz kılmak olup, bundan daha çok efdaldir.”
Sünnetlerin, nafile namaz demek olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Sünnetlerin nafile namaz oldukları, bunun için, özürsüz olarak hayvan üzerinde kılınabilecekleri Cevherede de açıkça yazılıdır. Yine Merâkıl-felâhda;
“Namaz vakti daraldığı zaman, nafile kılmak tahrimen mekruhtur. Çünkü, farzın vaktini kaçırmaya sebep olur. Lazım olmayan namazı kılarak, lazım olan namazı kaçırmış olur ki, aklı olanın yapacağı iş değildir. Güneş doğarken ve tepede iken ve batarken de, nafile namaz kılmak böyledir. Bu nafileler, beş vakit namazın sünnetleri ise de, yine böyledir” buyuruluyor. Hadîkada deniyor ki:
“Namaz vakti daraldığı zaman, farzdan evvelki sünneti kılmak, farzın kazaya kalmasına sebep olursa, bu sünneti kılmak haram olur. Farz olmayan bir şeyi yapmak için farzı terk etmek caiz değildir.”
***
Sual: Kitaplarda, güzel huylar anlatılırken "isâr yapmalı" deniyor. İsâr ne demektir, nelerde yapılır?
Cevap: Bu konuda Eşbâhda buyuruluyor ki:
“İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmaktır. İnsana lazım olan şeylerde isâr yapılır. İbadetlerde isâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan, bunları kendi kullanır. Bunları muhtaç olana vermez. Birinci saftaki yerini başkasına vermez. Namaz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına isâr etmesi caiz değildir.”
***
Sual: Ayakkabı ile camiye girilebilir mi?
Cevap: Sokakta gezilen ayakkabı ile camiye girmek mekruhtur.
.Evliyada keramet görülmesi şart mıdır?
2020-02-02 02:00:00
Evliyanın birbirinden üstünlüğü, Allahü teâlâya daha yakın olmalarına bağlıdır.
Sual: Evliyada, evliya olduğuna alamet olarak keramet görülmesi şart mıdır?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Veli, evliya olmak için, bir insandan harikaların, kerametlerin meydana gelmesi, görülmesi şart değildir. Hâlbuki, Peygamberlerin mucize göstermesi lazımdır. Bununla beraber, evliyanın hemen hepsinde, keramet görülmüştür. Keramet göstermeyen veli pek azdır. Bir veliden, çok keramet meydana gelmesi, onun üstünlüğünü göstermez. Evliyanın birbirinden üstünlüğü, Allahü teâlâya daha yakın olmalarına bağlıdır. Daha yakın olan bir veli, pek az keramet sahibi olabilir. Allahü teâlâdan daha uzak olan bir veli, daha çok keramet, harika gösterebilir. Bu ümmetin sonradan gelen evliyasında, o kadar çok kerametleri olanlar görülmüştür ki, Eshab-ı kiramın hiçbirinde, bunun yüzde biri bile, meydana gelmemiştir. Hâlbuki, evliyanın en yükseği, en aşağı derecede olan bir Sahabinin derecesine yetişemez.
Görülüyor ki, evliyayı ve onların üstünlüğünü anlayabilmek için, kerametlerine, harikalarına bakmak, cahillik olur. O kimsede, o büyüklerin yollarına katılabilmek kabiliyetinin az olduğunu gösterir. Peygamberlerin ve velilerin feyiz ve bereketlerine, ancak onlara uymak kabiliyetinde olanlar kavuşabilir. Kendi düşüncelerine, hayallerine uyanlar, kavuşamaz. Hazret-i Ebu Bekir, uymak kabiliyeti sebebi ile, Peygamber efendimize bir şey sormadan inanıverdi. Ebu Cehil'de bu kuvvet bulunmadığından, o kadar alamet ve mucizeler gördüğü hâlde, inanmak saadeti ile şereflenemedi. Sure-i En'amda; (Senin Peygamber olduğunu belirten, açık alametlerin hepsini görseler, yine inanmazlar. Yanına geldikleri zaman, terbiyesizlik yapar, mübarek kalbini incitirler ve bu Kur'ân, eskiden kalma hikâyeler, masallardır, derler) mealindeki âyet-i kerime, böyle talihsizleri bildirmektedir.
Peygamber efendimizin zamanına yakın zamandaki evliyanın, az keramet gösterdiğini söyledik. Hak teâlâ, Musa aleyhisselama dokuz mucize verdiğini bildirmektedir. Bunlar, düşmanlara karşı olan harikalardır. Yoksa, Peygamberlerden ve evliyadan her saatte, harikalar meydana gelmektedir. Düşmanları bilse de, bilmese de, harikaları güneş gibi görülmektedir. Kör göremezse, güneşin kabahati ne?”
.Kalbin, gönlün hasta olması
2020-02-01 02:00:00
Kalbin hastalığı, Hak teâlâdan başkasına tutulması, bağlanmasıdır.
Sual: Din kitaplarinda kalb, gönül hastalığından bahsediliyor, bu nasıl bir hastalıktır ve tedavisi nasıl olur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Tabipler diyor ki: Hasta perhiz yapmalıdır. İyi olmadan önce ona gıda iyi gelmez. Yağlı kuş eti bile böyledir. Hatta hastalığını arttırır. Hastanın yediği hastalığı arttırır!
Bunun için, önce hastayı iyi etmeyi düşünmek lazımdır. Bundan sonra, uygun gıda vererek, eski kuvvetli hâline kavuşturulması düşünülür.
Bunun gibi, (Kalplerinde hastalık vardır) meâlindeki âyet-i kerimede bildirilen kalp hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti ve taati fayda vermez, belki zarar verir. (Çok Kur’ân-ı kerim okuyanlar vardır ki, Kur’ân-ı kerim bunlara lanet eder) hadis-i şerifi meşhurdur. (Çok oruç tutanlar vardır ki, onun oruçtan kazancı, yalnız açlık ve susuzluktur) hadis-i şerifi de sahihtir. Kalp hastalıklarının mütehassısları olan tasavvuf büyükleri de, önce hastalığın giderilmesi için yapılacak şeyleri emir buyururlar. Kalbin hastalığı, Hak teâlâdan başkasına tutulması, bağlanmasıdır. Belki, kendisine bağlanmasıdır. Çünkü herkes, her şeyi kendisi için ister. Çocuğunu sevmesi, kendini sevdiği içindir. Malı, mevkiyi, rutbeyi hep kendisi için ister. Onun mabudu, tapındığı şey, kendi nefsidir. Nefsinin istekleri arkasında koşmaktadır. Kalp, bu bağlılıklardan kurtulmadıkça, insanın kurtulması çok güç olur. Bundan anlaşılıyor ki, aklı başında olan ilim adamları ve kalbi uyanık olan fen adamları, her şeyden önce, bu hastalığın giderilmesini düşünmelidirler.”
***
Sual: İbadet yeri olan camilerde, dünyalık sözler söylemenin, konuşmanın, kavga etmenin hükmü nedir?
Cevap: Camide pazar kurmak, yüksek sesle konuşmak, nutuk söylemek, kavga etmek, silah çekmek, ceza vermek tahrimen mekruhtur. Cuma ve bayram hutbelerinde de nutuk verir gibi okumak, konuşmak caiz değildir.
***
Sual: Mâ-i müsta'mel neye denir ve bunun kullanılması necis olur mu?
Cevap: Mâ-i müsta'mel; kullanılmış su demektir. Abdestte, gusülde kullanılan yahut yemekten önce ve sonra, sünnet olduğu için el yıkamakta kullanılan su, yıkanan uzuvdan ayrılınca necis olur. Bazı âlimlere göre, başka uzva, elbiseye, yere düştükten sonra necis olur. İlk düştüğü yeri kirletmez.
.En kârlı zaman gençliktir
2020-01-31 02:00:00
İlim öğrenilecek, ibadet yapılacak en kârlı zaman gençliktir.
Sual: Bazıları, gençlere, "şimdi hayatın tadını çıkarın, yaşınız ilerleyince ibadet yapar, gerekli din bilgilerini o zaman öğrenirisiniz" demektedir. Böyle söylemek doğru mudur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Gençlikte, nefsin arzuları, insanı kapladığı gibi, ilim öğrenilecek, ibadet yapılacak en kârlı zaman da gençliktir. Gençlikte, şehvetin, asabiyyetin kapladığı anlarda, İslamiyetin bir emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok üstün ve kıymetli olur. Çünkü, mâniler karşısında, ibadeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mâni olmayarak, kolay yapılan ibadetler, aşağıda kalır. Bunun içindir ki, insanların yüksekleri, meleklerin yükseklerinden daha üstün olmuştur. Çünkü insan, mâniler arasında ibadet ediyor. Melekler ise, mâni olmadan emre itaat ediyor. Harp zamanında, askerin kıymeti artar ve muharebede ufak bir hizmetleri, sulh zamanındaki büyük gayretlerinden daha kıymetli olur. Gençlik arzuları, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin ve şeytanın sevdiği şeylerdir. İslamiyete uygun şeyler ise, Allahü teâlânın sevdiği şeylerdir. Allahü teâlânın düşmanlarını sevindirip, bütün nimetleri veren, hakiki sahibi gazaba getirmek, akıllı ve zeki insanların yapacağı şey değildir. Allahü teâlâ, hepimize akla uygun hareketler nasib edip, nefse, şeytana ve Müslüman ismini taşıyan din düşmanlarının sözlerine ve yazılarına aldanmaktan muhafaza buyursun!
Hele dinsizlerin, Müslümanlarla alay edenlerin çoğaldığı zamanda yapılan az bir ibadete, doğru olmak şartı ile, kat kat çok sevap verilecektir. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Ey Eshabım! Siz öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânın emirlerinden onda dokuzunu yapıp, birini yapmazsanız, helak olursunuz, Cehenneme gidersiniz! Bir zaman gelecek ki, o zamanın müminleri, emirlerin birini yapabilip, dokuzunu bıraksalar, Cehennemden kurtulurlar. O zamanda imanı olanlara müjdeler olsun!) Peygamber efendimize bunun sebebini sorduklarında;
(Çünkü, sizler hayır işlemeye çok yardımcı buluyorsunuz. Onlar yardımcı bulamayacakları gibi, çeşitli engellerle de karşılaşacaklardır. Gafiller, cahiller arasında garib kalacaklardır) buyurdu.”
.Farzları, haramları öğrenmek farzdır
2020-01-30 02:00:00
Fıkıh bilgileri, ancak fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden öğrenilir.
Sual: Bir Müslümanın, iman bilgilerini, farzları, haramları öğrenmeden tefsir, hadis kitaplarını okuması uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda Hadîkada buyuruluyor ki:
“Ehl-i sünnet itikâdını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunları öğretmek ve kendine lazım olandan başka fıkıh bilgilerini öğrenmek ve Kur’ân-ı kerimin tefsirini ve hadis ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Fıkıh bilgileri, Kur’ân-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden öğrenilmesi farz olan bilgilerdir. Fıkıh kitabı okuyan mukallitler, âyetten ve hadisten hüküm çıkarmak ihtiyacından kurtulur. Farz-ı kifaye olanları bilen, yapan var iken, bunları öğrenmek müstehab olur. Bunları yapmak nafile ibadet olur. Yalnız, cenaze namazı böyle değildir. Velisi kılınca, başkalarının tekrar kılması caiz olmaz. Namaz kılacak kadar Kur’ân-ı kerim ezberleyen kimsenin, boş zamanlarında daha çok ezberlemesi, nafile namaz kılmasından daha çok sevap olur. İbadetlerinde ve günlük işlerinde lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi ise, bundan daha çok sevap olur. Lüzumundan fazla fıkıh bilgilerini öğrenmek de, nafile ibadetlerden daha sevaptır. Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, tasavvuf bilgilerini ve Allahü teâlâya arif olanların sözlerini ve hâl tercümelerini öğrenmesi de müstehab olur. Bunları okumak, kalbde ihlası arttırır. Fıkıh bilgilerini, derin âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden öğrenilir.”
Görülüyor ki, tefsir okumak farz-ı kifayedir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibilerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyan cahiller, böyle felakete düşerse, Abduh, Ömer Rıza ve Seyyit Kutup gibi dinde reformcuların tefsir adındaki kitaplarını okuyan acaba ne olur? Böyle zehirli kitapları okumamalı, çocuklarımıza da okutmamalıyız
.Kıyamet kopacağı zaman
2020-01-29 02:00:00
Kasas suresinde buyuruldu ki: "Her şey yok olacaktır. Yalnız O kalacaktır!"
Sual: Kıyametin kopacağı, göklerin paraçalanacağı, yıldızların dağılacağı hususu Kur’ân-ı kerimde var mıdır ve bunlara inanmak da imandan mıdır?
Cevap: Konu hakkında İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kıyamet kopacağı zaman, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve dağlar da parça parça olacak, hepsi yok olacaklardır. Böyle olacaklarını Kur’ân-ı kerim açıkça bildirmektedir. Müslümanların bütün fırkaları, bunu söz birliği ile haber vermiştir. El-hâkka suresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecektir. O gün kıyamet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır) ve Tekvîr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Güneşin karardığı, yıldızların yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zamana... ) ve İnfitâr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Göğün yarıldığı ve yıldızların dağılıp yok oldukları zaman... ) ve Kasas suresinin son âyetinde meâlen; (Her şey yok olacaktır. Yalnız O kalacaktır!) buyurulmuştur.
Kur’ân-ı kerimde, bunlar gibi, daha nice âyetler vardır. Bunların yok olacaklarına inanmamak, cahillik olur. Yahut, Kur’ân-ı kerime inanmayan felsefecilerin, yaldızlı yalanlarına aldanmaktır. Görülüyor ki, mahlukların yok olacaklarına inanmak, yoktan var edildiklerine inanmak gibi, imanın şartıdır. İnanmak elbet lazımdır.”
***
Sual: Eşya veya insan taşımak için bir araba kiralandığında, araba arıza yaparsa, yolda kalırsa, araba sahibi ve müşteri nasıl hareket eder, ne yapılması gerek?
Cevap: Bir yerden, bir yere gitmek üzere belli bir hayvan, araba, motor, kamyon kiralandığı gibi, belli insanın veya eşyanın götürülmesi de sözleşilebilir. Vasıta, yolda kalırsa, müşteri muhayyer olup, dilerse, araba tamir oluncaya kadar bekler, dilerse, vazgeçip oraya kadar olan parayı verir. Yahut, vasıta sahibi, başka vasıta ile hemen götürmeye mecburdur. Vasıtadan eşyayı indirmek de ona ait olur. Yol tehlikeli olup geri dönülürse, hiç ücret verilmez.
***
Sual: Altını ıslatabilecek olan küçük çocukların camiye götürülmesinin dinimizce bir mahzuru olur mu?
Cevap: Necaset bulaştıracak olan deliyi ve küçük çocukları camiye sokmak haramdır. Necaset tehlikesi olmazsa, mekruh olur.
.Namaz, vakti girince farz olur
2020-01-28 02:00:00
Namaz, kalbin nurlanmasına ve saadet-i ebediyyeye kavuşmaya vesiledir.
Sual: Beş vakit namaz, vakti girince hemen mi farz olur ve vakti girer girmez kılmak mı gerekir?
Cevap: Akıl ve baliğ olan her Müslümanın her gün beş namaz vaktinin her birinde, bir kerre namaz kılması farzdır. Bir namazın vakti gelince, bu namazı edaya, kılmaya başladığı vakit, kılması farz olur. Kılmadı ise, vaktin sonunda, yani vaktin çıkmasına, abdest alıp namaza başlayacak kadar zaman kalınca, kılması farz olur. Özrü yok iken kılmadan vakit çıkarsa, büyük günah olur. Özrü olanın da, olmayanın da, vaktinde kılmadığı namazı, vakti çıkdıktan sonra, kaza etmeleri farz olur. Çocuk baliğ olunca, kâfir veya mürtet Müslüman olunca, kadın hayızdan, nifastan temizlenince, deli ve baygın şifa bulunca, uykuda olan uyanınca da böyledir. Yeni Müslüman olana evvela namazın şartlarını öğrenmesi farz olur. Öğrendikten sonra, kılması da farz olur. Vakit girdikten sonra, namazı kılmadan uyumak özür olmaz. Bunun, vakit çıkmadan uyanması için tedbir alması farz, vakit girmeden uyuyanın alması ise, müstehaptır. Beş vakit namaz, kırk rekat eder. Bunlardan onyedi rekati vakitlerinde kılmak farzdır. Üç rekati vaciptir. Yirmi rekati sünnettir. Beş vaktin her birinde sünnet namaz kılmak da emrolundu. Sünnetler farzdan başka oldukları için, bunlara ayrıca niyet edilir.
Farz namazı kılmamak, imansız gitmeye sebep olmaktadır. Namaza devam etmek ise, kalbin nurlanmasına ve saadet-i ebediyyeye kavuşmaya vesiledir. Çünkü Peygamber efendimiz; (Namaz nurdur) buyurmuştur.
***
Sual: Abdestte başın tamamı mı yoksa dörtte biri mi meshedilir?
Cevap: Hanefi mezhebinde, abdestte başın dörtte birini meshetmek farz, her tarafını, bir kerre meshetmek ise sünnettir. Maliki mezhebinde tamamını meshetmek farzdır.
***
Sual: Kiracı, elindeki mal zarar görürse bunu öder mi?
Cevap: Kiraya verilen mal, kiracıya teslim edilince emanet olup, kiracının elinde kasıtsız telef olunca ödemez. Âdet haricinde kullanmak kasıt sayılır.
***
Sual: Delk ve muvâlât ne demektir, abest ve gusül alırken bunlara riayet etmek şart mıdır?
Cevap: Delk; abdest ve gusül alırken yıkanan yerleri oğmaktır. Müvâlât ise, her uzvu, birbiri arkasından yıkayıp ara vermemektir. Delk ve muvâlât, Hanefi mezhebinde sünnet, Maliki mezhebinde ise farzdır.
.Namaz, vakti girince farz olur
2020-01-28 02:00:00
Namaz, kalbin nurlanmasına ve saadet-i ebediyyeye kavuşmaya vesiledir.
Sual: Beş vakit namaz, vakti girince hemen mi farz olur ve vakti girer girmez kılmak mı gerekir?
Cevap: Akıl ve baliğ olan her Müslümanın her gün beş namaz vaktinin her birinde, bir kerre namaz kılması farzdır. Bir namazın vakti gelince, bu namazı edaya, kılmaya başladığı vakit, kılması farz olur. Kılmadı ise, vaktin sonunda, yani vaktin çıkmasına, abdest alıp namaza başlayacak kadar zaman kalınca, kılması farz olur. Özrü yok iken kılmadan vakit çıkarsa, büyük günah olur. Özrü olanın da, olmayanın da, vaktinde kılmadığı namazı, vakti çıkdıktan sonra, kaza etmeleri farz olur. Çocuk baliğ olunca, kâfir veya mürtet Müslüman olunca, kadın hayızdan, nifastan temizlenince, deli ve baygın şifa bulunca, uykuda olan uyanınca da böyledir. Yeni Müslüman olana evvela namazın şartlarını öğrenmesi farz olur. Öğrendikten sonra, kılması da farz olur. Vakit girdikten sonra, namazı kılmadan uyumak özür olmaz. Bunun, vakit çıkmadan uyanması için tedbir alması farz, vakit girmeden uyuyanın alması ise, müstehaptır. Beş vakit namaz, kırk rekat eder. Bunlardan onyedi rekati vakitlerinde kılmak farzdır. Üç rekati vaciptir. Yirmi rekati sünnettir. Beş vaktin her birinde sünnet namaz kılmak da emrolundu. Sünnetler farzdan başka oldukları için, bunlara ayrıca niyet edilir.
Farz namazı kılmamak, imansız gitmeye sebep olmaktadır. Namaza devam etmek ise, kalbin nurlanmasına ve saadet-i ebediyyeye kavuşmaya vesiledir. Çünkü Peygamber efendimiz; (Namaz nurdur) buyurmuştur.
***
Sual: Abdestte başın tamamı mı yoksa dörtte biri mi meshedilir?
Cevap: Hanefi mezhebinde, abdestte başın dörtte birini meshetmek farz, her tarafını, bir kerre meshetmek ise sünnettir. Maliki mezhebinde tamamını meshetmek farzdır.
***
Sual: Kiracı, elindeki mal zarar görürse bunu öder mi?
Cevap: Kiraya verilen mal, kiracıya teslim edilince emanet olup, kiracının elinde kasıtsız telef olunca ödemez. Âdet haricinde kullanmak kasıt sayılır.
***
Sual: Delk ve muvâlât ne demektir, abest ve gusül alırken bunlara riayet etmek şart mıdır?
Cevap: Delk; abdest ve gusül alırken yıkanan yerleri oğmaktır. Müvâlât ise, her uzvu, birbiri arkasından yıkayıp ara vermemektir. Delk ve muvâlât, Hanefi mezhebinde sünnet, Maliki mezhebinde ise farzdır.
.Namaz, dua etmek mi demektir?
2020-01-27 02:00:00
"Salât" kelimesi, her gün beş vakitte, herkesin bildiği şekilde kılınan namazdır.
Sual: Bazı kimseler, "Kur’ânda namaz, salat kelimesiyle bildirilmiştir. Salat kelimesi de dua etmek demektir, dua edince namaz yerine geliyor" diyorlar. Bunun gerçekle bir alakası var mıdır?
Cevap: Bu konuda Dürr-i yektâ şerhinde deniyor ki:
“Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde emrolunan salât kelimesi, her gün beş vakitte, herkesin bildiği şekilde kılınan namazdır. Bu salâtın, hususi hareketleri yapmak ve hususi şeyleri okumak olduğu, Peygamber efendimiz tarafından bildirilmiş, kendisi de böyle kılmış olduğunu, Eshâb-ı kiram, Tâbiîne, onlar da, Tebei tâbiîne bildirmişler, her asırda bulunan âlimlerin haberleri, tevâtür ile bizlere kadar gelmiştir. Tevâtür, bir haberin ağızdan ağıza yayılması demektir. Bu tevâtür haberleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları ile, bütün dünyaya yayılmıştır. Tarikat şeyhi olduğunu söyleyen bazı mülhid ve zındıklar, cahil Müslümanlara, 'Sana namazı bağışladım. Artık kılma' yahut 'Allahın ve Peygamberin emrettiği namaz, herkesin yaptığı, yatıp kalkmak ve belli şeyleri okumak değildir. Allahın ismini zikretmek ve Onun büyüklüğünü düşünmek demektir' derse, namazı inkâr ve Müslümanları ifsad etmiş olur. Bunlar mahkeme kararı ile cezalandırılır. Bunların yakalandıktan sonra yaptığı tövbesi kabul olmaz. Namazı inkâr eden, yani vazife olduğuna inanmayan kâfir olur. İnanıp da, tembellik ile terk eden fâsık olur. Yani büyük günah işlemiş olur. Kılmaya başlayıncaya kadar hapsolunur. Kılmaya başlayınca, kılmadıklarını da kaza etmesi ve ayrıca tövbe etmesi lazım olur.”
Namazın nasıl kılınacağını, kaza namazlarını, bütün din bilgilerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeli, sinsi düşmanların ve zındıkların yaldızlı yazılarına ve tatlı sözlerine aldanmamalıdır. Namaz, dinin direğidir, namaz kılan, dinini doğrultur, kılmayanın dini yıkılır.
***
Sual: Namaz kılarken abdesti bozulan bir kimse, ne yapar, nasıl hareket eder?
Cevap: Halebî-i sagîrde buyuruluyor ki:
“Abdestin farzları, sünnetleri, edebleri ve menhi, yani yasak olan şeyleri vardır. Abdestsiz olduğunu bilerek zaruretsiz namaz kılan kâfir olur. Namaz kılarken abdesti bozulan hanefi, hemen omuzuna selam verip, namazdan çıkar. Vakit çıkmadan abdest alıp, namazını baştan tekrar kılar.”
.Fetva, fıkıh kitaplarına uygun olur
2020-01-26 02:00:00
Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz değildir.
Sual: Fetva ne demektir, herkesin âyet ve hadisten anlayıp söylediği sözler fetva olur mu?
Cevap: Fetva demek, herhangi bir şeyin İslamiyetin bildirdiği hükümlere uygun olup olmadığını bildirmek demektir. Yalnız, uygundur veya caiz değildir demek, fetva olmaz. Bu cevabın, hangi fıkıh kitabının, hangi yazısından alındığını da bildirmek lazımdır. Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi kafasına, kendi görüşüne göre mana verenlere İslam âlimi denmez. Bunlar Beyrut'taki papazlar gibi, Arapça bilen bir tercüman olabilir. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözlere ve yazılara itibar edilmez. İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Fasıkın müftü olması uygun değildir. Bunun verdiği fetvalara güvenilmez. Çünkü fetva vermek, din işlerindendir. Din işlerinde fasıkın sözü kabul edilmez. Diğer üç mezhepte de böyledir. Böyle müftülere bir şey sormak caiz değildir. Müftünün Müslüman olması ve akıllı olması da, söz birliği ile şarttır. Müftü, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin sözüne uygun olarak fetva verir. Aradığını onun sözlerinde bulamazsa, İmâm-ı Ebû Yusuf'un sözünü alır. Onun sözlerinde bulamazsa, İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin sözünü alır. Ondan sonra İmâm-ı Züfer'in, dahâ sonra Hasen bin Ziyâd'ın sözünü alır. Müctehid-i fil-mezheb âlimlerinden eshâb-ı tercîh olan müftüler, ictihatlar arasında delilleri kuvvetli olanları seçerler. Müctehid olmayanlar, bunların tercih etmiş oldukları söze uyar. Böyle yapmayan müftülerin sözü kabul edilmez. Demek ki, tercih ehlinin seçmemiş olduğu şeylerde, İmâm-ı a'zamın sözünü almak lazımdır. Müftünün müctehid-i fil-mezheb olması lazımdır. Böyle olmayana müftü denilemez, nâkil, fetvayı iletici denir. Nâkiller fetvaları, meşhur fıkıh kitaplarından alır. Bu kitaplar, meşhur olan mütevâtir haberler gibi kıymetlidirler.”
İslamiyette şeyhulislâmlar ve İslam müftüleri vardı. Müftü adını taşıyan devlet memurlarının da bulunduğu zamanlar oldu. İslam müftüsü ile müftü denilen memurları birbirine karıştırmamalıdır
.Fıkıh bilgilerini öğrenmemek fısktır
2020-01-25 02:00:00
Sual: Bir Müslüman kendisine lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmezse günaha mı girer?
Cevap: Öğrenmesi farz veya vacib olan fıkıh bilgilerini öğrenmemek fısktır, günahtır. Fasıkların şahitliği kabul olmadığı için, şahitlere itiraz olunduğu zaman, hâkim şahitlere fıkıhtan sorarlardı. Bilmezlerse, reddolundukları gibi, tazir de olunurlardı. İbni Âbidîn ön sözünde buyuruyor ki:
“Kur’ân-ı kerimden namaz kılacak kadar ezberlemek farzdır. Bunu öğrendikten sonra, fıkıh bilgilerinden farz-ı ayın olanları öğrenmek, Kur’ân-ı kerimin fazlasını ezberlemekten daha iyidir. Çünkü, Kur’ân-ı kerimi ezberlemek, yani hafız olmak farz-ı kifayedir. İbadetler ve muâmelat için lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmek ise farz-ı ayındır. Helalden, haramdan ikiyüz bin meseleyi ezberlemek lazımdır. Bunların bir kısmı farz-ı ayındır. Bir kısmı da farz-ı kifayedir. Herkese, işine göre, lüzumlu olanlar farz-ı ayın olur. Fakat hepsini öğrenmek, Kur’ân-ı kerimi ezberlemekten daha iyidir. Tefsir ile vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü, tefsir ile, vaaz ve kıssa öğrenilir. Fıkıh okuyarak, helali, haramı öğrenmelidir. Allahü teâlâ hikmeti övdü. Tefsir âlimlerinin çoğu “Hikmet, fıkıhtır” dedi. Bir fıkıh âlimi, bin zahitten daha kıymetlidir. Fıkıh bilgileri, dört mezhebin âlimlerinden öğrenilir. Dört mezhepten birinde bulunmayan fıkıh bilgisi caiz değildir. Tefsir ilminin kaideleri kurulmamış, kollara ayrılmamış, sonuna varılmamıştır. Her âyetin çok tefsiri vardır. Hepsini Allahü teâlâdan başka kimse bilmez.”
***
Sual: Ezan okumak, imamlık yapmak için ücret almak, dinimizce uygun mudur?
Cevap: Ezan, imamlık, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak caiz değil ise de, imamlık, müezzinlik ve ilim öğretmek için ücret almaya izin verilmiştir. Haram işler için ücret almak caiz değildir.
Hafız, okumak için, çok veren ile az vereni ayırt etmemelidir. Ayırt ederse, para kazanmak için hafız olmuş demektir. Bu ise, haramdır. Hafızlar, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumakla geçinmemeli. Bunları, para düşünmeden, Allah rızası için okumalıdır. İmamlıkla, sanatla veya ticaretle geçinmelidirler.
***
Sual: Abdest alırken de kıbleye mi dönmelidir?
Cevap: Kıbleye karşı, abdest almak, abdestin edeblerindendir.
.Kur’ân-ı kerimi bastırıp satmak
2020-01-24 02:00:00
"Geçimini başka kitaplardan sağlıyorsa, Kur’ân-ı kerimi kârsız satmalıdır."
Sual: Kur’ân-ı kerimi bastırıp, kâr maksadı ile satmanın, dinimiz açısından mahzurlu tarafı var mıdır?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi bastırıp satanlar, bunu kitapçılık ticaretine alet edenler, Kur’ân-ı kerim öğretilmesine, okunmasına sebep olmak niyeti ile olursa, caiz ve sevap olur. Aldığı satış parası helal olur. Fakat, böyle niyetin alameti vardır ki, maloluş fiyatına yakın, az bir kârla satmalıdır. Geçimi başka kitaplardan sağlanıyorsa, Kur’ân-ı kerimi kârsız satmalıdır. Şir'a’da deniyor ki:
“Mu'âz bin Cebel hazretlerine, falanca, Kur’ân-ı kerim yazıp satıyor dediklerinde, bu, Kur’ân-ı kerim satmak değildir. Kâğıt ve işçilik ücreti istemektir. Kur’ân-ı kerimi satmak demek, onu para ile, ücret ile öğretmektir buyurdu.”
Kur’ân-ı kerimi, okuyarak geçim vasıtası yapmak için ezberleyen hafızlar ve tecvid ile okumayıp, teganni ile okuyan hafızlar, gerçekten hamele-i Kur'ân değildir. (Çok hafızlar vardır ki, Kur’ân-ı kerim, bunlara lanet eder) hadis-i şerifinde bildirilenlerden olurlar.
***
Sual: Bir kimse, kiraladığı yerde iş yapmasa veya oturmasa da, kira ücretini yine de vermesi gerekir mi?
Cevap: Bir dükkânı kiralayıp teslim alan kimse, bir müddet iş yapmayıp, dükkân kapalı kalsa, kirayı tam vermesi lazımdır. Kira ücreti, bir senelik olmak üzere, her aylığı şu kadar liraya olarak caiz olduğu gibi, senelik toptan söylemek de caizdir. Kiracı, sanatını, işini değiştirirse, iflas ederse, başka şehre yerleşirse kira fesholur.
***
Sual: Kiracı, evde veya dükkânda hasar meydana gelince, bunları kendisi mi tamir ettirir yoksa mal sahibi mi yaptırır?
Cevap: Kiradaki binanın ve eşyanın tamiri ve zamanla tıkanmış boruların tamiri ev sahibine aittir. Ev sahibi tamir etmezse, kiracı evden çıkabilir. Fakat, yaptırmaya ev sahibini zorlayamaz. Ev sahibinin izni ile kendi yaparsa, parasını kesebilir. Kendiliğinden yaparsa, kesemez. Kullanmaya lazım şeylerin tamir parasını kiradan kesemez.
***
Sual: Kira müddeti bitince, kiracının hemen ev veya dükkândan çıkması gerekir mi?
Cevap: Kira müddeti bitince, mal sahibi uzatmaz ise, kiracı çıkar. Malı, olduğu gibi teslim etmesi lazımdır. Teslim etmezse, gasbetmiş olur. Fakat, kullanma sebebi ile, herkes için hasıl olması âdet olan haraplık, kabahat sayılmaz.
.Kabre elleri sürmek ve öpmek
2020-01-22 02:00:00
Kabri elleri ile meshetmek, kabri öpmek, Hristiyanlık âdetidir.
Sual: Kabirler ziyaret edilirken, kabre elleri sürmenin ve kabri öpmenin dinimiz açısından mahzuru olur mu?
Cevap: Konu hakkında Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Yaşlı kadınların ve erkeklerin kabir ziyareti sünnettir. Evde ve kabir başında Kur’ân-ı kerim okuyup, sevabını ruhlarına hediye etmeli ve onlara dua etmelidir. Kabri elleri ile meshetmek, kabri öpmek, Hristiyanlık âdetidir. Ananın, babanın kabrini öpmek câizdir.”
***
Sual: Âyet-i kerimeyi hastaya okumak, muska yapıp taşımak caiz midir?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Hastaya Kur’ân-ı kerimi okuyup üflemek, muska yazıp taşıması, tasa yazıp suyunu içmesi caizdir.”
***
Sual: Hafızı dinlemek ve kitabı da okumak için kiralamak uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda Hülâsada deniyor ki: “Dinlemek için hafızı ve okumak için kitabı kiralamak caiz değildir.” Kur’ân-ı kerim öğreten hocaya hediye vermek lazımdır.
***
Sual: Ücret karşılığı kilise tamir etmek, alkol taşımak dinen uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde deniyor ki: “Ücret ile kâfirin şarabını taşımak, kilise tamir etmek ve Hristiyana zünnar gibi küfür alametlerini satmak îmâm-ı a'zama göre caizdir. Müslüman müşteriye Mecusi mesti yapmak veyâ fasık elbisesi dikmek mekruhtur. Çünkü, Mecusiye ve fasıklara benzemeye sebep olmaktır.”
***
Sual: Odanın duvarlarına halı asmanın dinen bir muhzuru olur mu?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Evin, ihtiyaç olduğu kadar büyük olması caizdir. Odanın duvarlarına halı asmak, soğuğa karşı caizdir. Zinet, süs niyeti ile mekruhtur. Üzerinde canlı resmi olursa haram olur.”
***
Sual: Kabir üzerine gül, çiçek gibi şeyleri dikmenin dinimizce mahzuru var mıdır?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Kabir üzerine gül, çiçek dikmek iyidir. Hristiyanların yaptığı gibi, kesilmiş gül, çiçek demeti, çelenk koymak mekruhtur.
***
Sual: Başkasının çocuğuna, babasının haberi olmadan bir iş yaptırılsa, bu iş karşılığında çocuğa ücret vermek gerekir mi?
Cevap: Velisinin izni olmadan, çocuğa iş yaptıran kimse, ücret vermeye mecburdur.
***
Sual: Günlük olarak kiralanan yerler oluyor. Böyle günlük kiralanan yerin sahipleri, ücreti hemen isteyebilir mi?
Cevap: Mal sahibi, günlük olarak kiraya verdiği yerin ücretini, her akşam isteyebilir.
.Kâr haddi koymak
2020-01-21 02:00:00
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır."
Sual: Dinimizde belli bir kâr haddi var mıdır, satılan mallara sınırlama getirilebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Enes bin Mâlik hazretleri nakleder ki, Medîne-i münevverede pahalılık oldu. Ya Resulallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz denildi. (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Dürr-ül-muhtârdaki hadis-i şerifte; (Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır) buyurdu. Esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak yani mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı, arttırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, hükûmetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur.”
Hükûmetin koyduğu bu fiyata uymak vaciptir. Bunun gibi, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini koruyan kanunlara uymak lazımdır. Bunları korumak için, hükûmete yardımcı olmalı, mal, vergi kaçakçılığı yapmamalıdır. Gayr-i müslim hükûmetlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir.
***
Sual: Vakıf olarak yapılmış bir bina, eskimiş ve kullanılamaz duruma gelmiş ise, bu binanın malzemelerini başka yerde kullanmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Vakıf olarak yapılan cami, bina harab olunca, işe yaramayan parçaları satılıp, kendi tamirine, tamiri mümkün değilse, yakın bulunan bir vakıf binanın tamirine, onun ihtiyacına sarf edilir. Başka bir yere sarf edilemez.
***
Sual: Bir kimsenin, dükkânında, mağazasında mallarını satarken, salevat ve benzeri tesbihleri söylemesi, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İhtiyâr kitabında deniyor ki:
“Tesbih, tahmid, tekbir, Kur’ân-ı kerim, hadis-i şerif ve fıkıh kitabı okumak sevaptır. Ahzâb suresinin 35. âyetinde mealen; (Allahı çok zikreden erkeklerin ve kadınların günahları affolur ve çok sevap verilir) buyuruldu. Tüccarın, malını müşteriye gösterirken, bunları okuması ve kelime-i tevhid, salevat okuması günahtır. Bunları, para kazanmaya alet etmek olur.”
***
Sual: Abdest alırken, yıkanacak uzuvları kaç kerre yıkamalıdır?
Cevap: Abdest alırken, yıkanacak yerleri, üç kerre su dökmek değil, üç kerre tam yıkamak sünnettir. Üçten fazla yıkamak mekruhtur. Üçü sayarken şaşırırsa, üç yapar. Fazla oldu ise, mekruh olmaz.
.Peygamber efendimize dil uzatanlar
2020-01-20 02:00:00
Hamidullah, Fransa'da "İslam Bilgileri Profesörü" etiketini aldığı için, İslam âlimi sanılmaktadır!
Sual: Hintli Hamidullah ve onun yolunda olanlar, Peygamber efendimizin, çeşitli yerlere seyahat ederek bu bigileri öğrendiğini söyledikleri doğru mudur?
Cevap: Hintli Hamidullah, Fransa'da "İslam Bilgileri Profesörü" etiketini aldığı için, İslam âlimi sanılmaktadır! "İslam Peygamberi" kitabında, Peygamber efendimiz için;
“Onu gene tüccar sıfatı ile Yemen'de, Bahreyn ve Umman'da görüyoruz. Belki de deniz yolu ile, Habeşistana gittiği dahi hatıra gelebilir. Bütün bu seyahatlar, onun Bizans, Acem, Yemen ve Habeşistan'ın ticari, idari gelenek ve kanunlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşında, kırkında bu tecrübeli adam, kavmini ıslaha teşebbüs etti” demektedir. Hâlbuki, İslam tarihleri, söz birliği ile diyorlar ki:
“Resulullah efendimizi; üç gün validesi, sonra Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe birkaç gün emzirdi, daha sonra, iki sene Halime Hatun emzirdi. Altı yaşında iken, validesi Âmine Hatun, oğlunu Medineye dayılarını görmeye götürdü. Bir ay kalıp, dönüşte, Ebvâ denilen yerde vefat etti. Hizmetçileri Ümm-i Eymen ile Mekke'ye gelip, dedesi Abdülmuttalib'in yanında kaldı. Sekiz yaşına gelince, dedesi vefat edip, amcası Ebû Talib'in yanında kaldı...
Dokuz veya oniki yaşında iken Ebû Talib, yirmi yaşında hazret-i Ebû Bekir ve yirmibeş yaşında iken, hazret-i Hatice'nin kervanı ile Şam'a gidenler arasında bulundu. Bu yolculukların üçünde de, Busrâ denilen yere varıldığında, orada bulunan kilisenin papasları, Bahîra ve sonra Nestûra, İncilde okudukları son Peygamberin alametlerini kendisinde görerek;
'Şam'a gitmeyiniz! Şam'da Yahudîler bu çocuğu tanır, öldürür' dediler. Bunlar da, ticaretlerini orada yapıp geriye döndüler.
Ondört veya onyedi yaşında iken, Yemen'e giden amcası Zübeyr, ticareti bereketli olması için, Resulullah efendimizi de beraber götürdü. Bahreyn'e gittiğini bildiren güvenilir haber olmadığı gibi, Habeşistan'a seyahat ettiğini de, Peygamberliğine inanmayanlardan başka, kimse düşünmüş değildir. Diğer seyahatlere de, kendisi ile bereketlenmek için götürülmüştü.”
Bizans'a, Acem'e, Habeş'e ve Yemen'e gidip, oralarda öğrendiklerini ortaya koyarak, kavmini ıslaha kalkıştı demek ve Resulullah efendimiz için tecrübeli adam diyerek edepsizce davranmak, bir Müslümanın yapacağı şey değildir!
.Rüşvet vermek ve almak
2020-01-19 02:00:00
Farzları yapabilmek ve haramlardan kurtulabilmek için verilen mal rüşvet olmaz.
Sual: Bir kimse, dinini, malını, ırzını korumak veya herhangi bir kimseyi zalimlerin zulmünden kurtarmak için rüşvet verebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidîn'de buyuruluyor ki:
“Rüşvet olarak istenip alınan mal, insanın mülkü olmaz. Veren, geri isteyebilir. İstemeden verdi ise, geri isteyemez. Fakat alanın bunu geri vermesi vacip olur. Bir âlime, kendine şefaat etmesi veya zulümden kurtarması için, önceden verilen şey rüşvet olur. Fakat sonra verilen hediyesini alması caiz olur. Önceden istemesi haramdır. Önceden verilen hediyeyi almanın, hocanın talebesinden hediye alması caiz denildi. Dinine, malına, canına zarar gelmesinden korkan kimsenin rüşvet vermesi caizdir. Dinini, malını ve canını, zalimlerin zulmünden korumak için ve hakkını kurtarmak için bir şey vermek rüşvet olmaz. Alana günah olur.”
Farzları yapabilmek ve haramlardan kurtulabilmek için verilen mal da rüşvet olmaz. Bunları almak günah olur. Yine İbni Âbidînde rüşvet almanın haram olduğu anlatılırken, rüşveti dörde ayırmaktadır. Müftü, hâkim, vali olmak için rüşvet vermek ve birinin, haklı dahi olsa, memura, hâkime rüşvet vermesi ve bunların almaları haramdır. Çünkü zaten vacip olan şeyi yapmak için bir şey almak caiz değildir. Bu işleri yaptıktan sonra, istemeden verilen hediye, rüşvet olmaz. Memurların zulmünden kurtulmak veya hakkını almak, malını, canını, dinini, ırzını korumak için memura veya aracıya vermek caizdir. Bunların alması ise haramdır. Zulüm yapılması için vermek ve almak da haramdır.
***
Sual: Herhangi bir kimsenin verdiği hediyeyi almanın, kabul etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bir kimse, kendi malından hediye verse, istenmeden verilen bu hediyeyi almak, kabul etmek sünnettir. Mektûbât-ı Ma'sûmiyyede deniyor ki:
“Peygamber efendimiz hazret-i Ömere hediye gönderdi. Kabul etmedi. Geri göndermesinin sebebini sordu. (İnsan için hayırlı olan, kimseden bir şey almamaktır) buyurdunuz deyince, (İsteyip de almak için demiştim. İstemeden verilen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır. Onu alınız!) buyurdu. Hazret-i Ömer de; (Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden verileni alacağım) dedi.”
Hediye almanın, tevekküle mâni olmadığı, Makâmât-ı Mazheriyye'de yazılıdır.
.Fıkh âlimleri yedi tabakadır
2020-01-16 02:00:00
Kemal Paşazâde fıkıh âlimlerinin derecelerini Vakfunniyyât kitâbında açıklamıştır.
Sual: Müctehidlerin, fıkıh âlimlerinin hepsi aynı derecede midir yoksa bunların da kendi aralarında dereceleri var mıdır?
Cevap: Fıkıh âlimleri yedi tabakadır. Kemal Paşazâde Ahmed bin Süleyman Efendi, Vakfunniyyât kitâbında bu yedi dereceyi şöyle anlatıyor:
1-İslamiyette mutlak müctehid olan âlimlerdir. Bunlar Edille-i erbe'adan, dört kaynaktan hüküm çıkarmak için, usul ve kaideler koymuşlar ve koydukları esaslara göre, ahkam, hüküm çıkarmışlardır. Dört mezheb imamı bunlardandır.
2-Mezhebde müctehitlerdir. Bunlar, mezheb imamının koyduğu kaidelere uyarak, dört delilden ahkam, hüküm çıkaran İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed ve benzerleridir.
3-Meselelerde müctehid olanlardır. Bunlar, mezheb imamının bildirmediği meseleler için, mezhebin usül ve kaidelerine göre ahkam, hüküm çıkarırlarsa da, mezheb imamına uygun çıkarmaları şarttır. Tahâvî, Hassâf Ahmed bin Ömer, Abdullah bin Hüseyin Kerhî, Şems-ül-eimme Halvânî, Şemsül-eimme Serahsî, Fahrül islâm Alî bin Muhammed Pezdevî, Kâdîhân Hasen bin Mensûr Fergânî ve benzerleri gibi.
4-Eshab-ı tahric, ictihat derecesinde olmayıp, müctehitlerin çıkardığı, kısa, kapalı bir hükmü açıklayan âlimlerdir. Ahmed bin Alî bin Ebî Bekr Râzî bunlardandır.
5-Erbab-ı tercih, müctehitlerden gelen birkaç rivayet arasından birini tercih ederler. Ebülhasen Kudûrî, Hidâye sahibi Burhâneddîn Alî Mergınânî gibi.
6-Mukallitler olup, bir mesele hakkında gelen çeşitli haberleri, kuvvetlerine göre sıralayıp yazmışlardır. Kitaplarında reddedilen rivayetler yoktur. Kenz-üd-dekâık sahibi Ebülberekât Abdullah bin Ahmed Nesefî ve Muhtâr sahibi Abdullah bin Mahmut Mûsulî, Vikâye sahibi Burhânüşşerî'a Mahmûd bin Sadrüşşerî'a Ubeydüllah ve Mecma'ul-bahreyn sahibi İbnüssâ'âtî Ahmed bin Alî Bağdâdî bunlardandır.
7-Zayıf haberleri, kuvvetlilerinden ayıramayan mukallitlerdir. Bunlar okuduklarını iyi anladıkları ve anlamayan mukallitlere açıkladıkları için, fıkıh âlimlerinden sayılmışlardır.
***
Sual: Yemesi, içmesi helal olan şeyleri, insan istediği kadar yiyip içebilir mi yoksa bir sınırı var mıdır?
Cevap: Yemesi haram olmayan şeyleri, doyuncaya kadar yemek, içmek mubahtır. Doyduktan sonra yemek, içmek ise, haramdır. Haramdan kaçınmak, farzı yapmaktan da çok sevaptı
.Kur’ân-ı kerimin yazılıp, toplanması
2020-01-15 02:00:00
Otuzüçbin Sahabi bu Mushafın her harfinin, tam yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi.
Sual: Âyet-i kerimeler, Peygamber efendimiz zamanında bir kitap hâline gelmiş mi idi yoksa vefatlarından sonra mı kitap hâline getirildi?
Cevap: Cebrâil aleyhisselam, Peygamber efendimize her sene bir kerre gelip, o ana kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerimdeki âyetleri, Levh-il-mahfûzdaki sırasına göre okur, Peygamber efendimiz de dinler ve tekrar ederdi. Resulullah efendimiz ahıreti teşrif edeceği sene, Cebâil aleyhisselam iki kere gelip, temamını okudular. Muhammed aleyhisselam ve Eshab-ı kiramdan çoğu, Kur’ân-ı kerimi tamamen ezberlemişti. Eshab-ı kiramdan bazıları da, bazı kısımları ezberlemiş, birçok kısımlarını yazmışlardı. Muhammed aleyhisselam, ahıreti teşrif ettiği sene, halife hazret-i Ebu Bekir, ezber bilenleri toplayıp ve yazılı olanları getirtip bir heyete, bütün Kur’ân-ı kerimi, kâğıt üzerine yazdırdı. Böylece, Mushaf denilen bir kitap meydana geldi. Otuzüçbin Sahabi bu Mushafın her harfinin, tam yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi. Sureler belli değildi. Üçüncü halife hazret-i Osman, hicretin 25. senesinde, sureleri birbirinden ayırdı. Yerlerini sıraladı. Altı tane daha Mushaf yazdırıp, Bahreyn, Şam, Mısır, Kufe, Yemen, Mekke ve Medineye verdi. Bugün, bütün dünyada bulunan mushaflar, hep bu yedisinden yazılıp, çoğalmıştır. Aralarında bir nokta farkı bile yoktur.
***
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki sure ve âyetlerin sayılarında farklılık var mıdır?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde 114 sure ve 6236 âyet vardır. Ayetlerin sayısının 6236'dan az veya daha çok olduğu da bildirildi ise de, bu ayrılıklar, büyük bir âyetin, birkaç küçük âyet sayılmasından veya birkaç kısa âyetin, bir büyük ayet, yahut surelerin evvelindeki Besmelelerin bir veya ayrı ayrı âyet sayılmasından ileri gelmiştir. Bu hususta Bostân-ül-ârifînde geniş bilgi vardır.
***
Sual: Peygamberlerin de kendi aralarında üstünleri var mıdır varsa bunlar hangi peygamberlerdir?
Cevap: Muhammed aleyhisselam Habibullahtır, İbrahim aleyhisselam Halilullahtır, Musa aleyhisselam Kelimullahtır, İsa aleyhisselam Ruhullahtır, Âdem aleyhisselam Safiyyullahtır ve Nuh aleyhisselam Neciyyullahtır. Bu altısı, diğer Peygamberlerden daha üstündür, bunlara Ülül'azm denir. Hepsinin üstünü, Muhammed aleyhisselamdır.
.Fıkıh ilmi ve kısımları
2020-01-14 02:00:00
Fıkıh bilgileri, Kur’ân-ı kerimden, hadis-i şeriflerden, icma-ı ümmetten ve kıyâstan meydana gelmektedir.
Sual: Fıkıh ilmi ne demektir, bu ilmin konusu nedir, nelerden bahseder ve bu ilmin kaynağı nedir, bu bilgiler nereden alınmaktadır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Mecmû'a-i Zühdiyye kitabında deniyor ki:
“Fıkıh kelimesi, Arapçada, fekıha yefkahü şeklinde kullanılınca, yani dördüncü babtan olunca, bilmek, anlamak demektir. Beşinci babtan olunca, İslamiyetin hükümlerini bilmek, anlamak demektir. Ahkam-ı islamiyyeyi, İslamiyetin hükümlerini bildiren ilme Fıkıh ilmi adı verildi. Fıkıh bilgilerini bilen kimseye Fakîh denir. Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lazım olan işleri bildirir. Hadis-i şerifte;
(İbadetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir) buyuruldu.
Fıkıh bilgileri, Kur’ân-ı kerimden, hadis-i şeriflerden, icma-ı ümmetten ve kıyâstan meydana gelmektedir. Fıkıh bilgisinin bu dört kaynağına Edille-i şer'iyye denir. Fıkıh ilmi çok geniştir. Hepsi, dört büyük kısma ayrılır:
1-İbâdât olup, beşe ayrılır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, cihat yani dinin emir ve yasaklarını yaymak. Herbirinin dalları çoktur. Cihada hazırlanmak ibadettir. Peygamber efenimiz din düşmanları ile cihadın iki türlü olduğunu bildiriyor. İş ile, söz ve yazı ile. İş ile cihada hazırlanmak, yeni silahları yapmasını ve kullanmasını öğrenmek farzdır. Bu cihadı devlet yapar. Milletin, devletin kanunlarına, emirlerine uyarak cihada iştirak etmesi farzdır. Zemanımızda ikinci savaş, yani dinsizlerin yazı, filim, radyo ve her çeşit propaganda ile saldırması aldı, yürüdü. Buna da karşı koymak cihaddır.
2-Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.
3-Mu'âmelât olup, alışveriş, kira, şirketler, faiz, miras gibi birçok bölümleri vardır.
4-Ukûbât, yani cezalar olup, başlıca beşe ayrılmaktadır. Kısas, sirkat, zina, kazıf, riddet, yani mürted olma cezalarıdır.”
***
Sual: Her Müslümanın, yapacağı iş veya ibadetlerin, dine uygun olup, olmadığını bilmesi lazım mıdır?
Cevap: Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, yapacağı her işin, İslamiyete uygun olup olmadığını bilmesi lazımdır. Bilmiyorsa, bir Ehl-i sünnet âliminden sorarak veya bu âlimlerin kitaplarından okuyarak öğrenmesi lazımdır. İş, İslamiyete uygun değil ise, günah veya küfürden kurtulamaz.
.İnsanlardan utanarak günahı terk etmek!
2020-01-13 02:00:00
İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir.
Sual: Günah işlemeyi, insanların ayıplamalarından korkulduğu için mi yoksa Allah için mi terk etmelidir?
Cevap: Günah işleyecek kimsenin, bu günahtan vazgeçmesi, ya Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan hayâ ettiği, utandığı yahut da başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır. Başkalarının bu günahı işlemelerinin günahları da, kıyamete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadis-i şerifte;
(İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamet günü, bu günahı kullarından saklar) buyuruldu.
Herkese vera sahibi olduğunu bildirmek için, günahını saklamak ve gizli olarak devam etmek, riya olur.
***
Sual: Başkaları günah işlemesin diye, onların hatırı için, sünnetleri, müstehapları terk etmek uygun olur mu?
Cevap: Başkalarının günaha girmemeleri için, bir kimsenin mubahları terk etmesi iyi olur. Fakat sünnetleri, hatta müstehapları terk etmesi caiz olmaz. Mesela gıybet yapmamaları için, misvak kullanmayı terk etmek iyi olmaz.
***
Sual: Bir kimsenin, yaptığı ibadetleri başkalarına göstermekten veya onların duymasından hayâ etmesi, utanması doğru bir şey midir?
Cevap: İbadetlerini başkalarına göstermekten hayâ etmek, utanmak caiz değildir. Hayâ, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerim okumaktan hayâ etmek caiz değildir.
(Hayâ imandandır) hadis-i şerifindeki hayâ, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır.
***
Sual: Yolda yürürken, ayağımız, giydiğimiz mestten biraz çıksa, abdest bozulmuş olur mu?
Cevap: Ayağın topuğu, mestin topuğundan çıkınca, mest ayaktan çıktı sayılır. Fakat ekseri kitaplar, ayağın yarıdan fazlası, mestin topuk kemikleri hizasından yukarı çıkmadıkça, ayaktan çıktı sayılmaz diyor. Buna göre, mest geniş olup, yürürken, topuğu mestten çıkıp, giren kimsenin meshi caiz olur. Yürürken abdesti bozulmaz.
.Menfaat için iyilik yapmak
2020-01-12 02:00:00
Başkalarının övmeleri için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya olur.
Sual: Herhangi bir kimseye, onun kendisini övmesi veya ondan bir şeyler elde etmek niyeti ile iyilik yapmanın dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya olur. İbadet ile olan riya bundan daha fenadır. Allahü teâlânın rızasını hiç düşünmeden yapılan riya, hepsinden daha fenadır. İbadet yaparak Allahü teâlâdan dünya menfaatlerini istemek, riya olmaz. Yağmur duasına çıkmak, istihare yapmak, böyledir. Sıkıntıdan, hastalıktan ve fakirlikten kurtulmak için âyet-i kerimeler okumak da, böyledir denildi. Bunlarda hem ibadet, hem de menfaat niyetleri bulunmaktadır. Ticaret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbadet niyeti hiç bulunmazsa riya olurlar. İbadet niyeti çok olursa, sevap hasıl olur. İbadetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyeti ile olursa, yine riya olmaz ve çok sevap olur. Ramazan orucunu tutmakta riya olmaz. Allahü teâlânın rızası için namaza başlayıp, sonradan hasıl olan riyanın zararı olmaz. Riya ile yapılan farzlar sahih olur, ibadet borcu ödenmiş olur ise de, sevabı olmaz. Et ihtiyacını karşılamak niyeti ile kurban kesmek caiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikte niyet ederek kurban kesmek caiz değildir. Allahü teâlânın rızası için olmayıp, yalnız hacdan, gazadan gelen ve gelen emiri, reisi karşılamak için kesilen hayvan leş olur, yemesi haram olur. Allahü teâlânın rızası için namaza durup, namazı bitirinceye kadar hep dünya işlerini düşünürse, namazı sahih olur. Şöhrete sebep olacak şekilde giyinmek de riya olur.
***
Sual: Yapılan bütün ibadetlerin, iyiliklerin sevabı, diri veya ölü herkese hediye edilebilir mi?
Cevap: Yapılan ibadetin sevabını, ölü veya diri başkasına hediye etmek caizdir. Hac, namaz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerim, mevlid okumak, zikir ve dua okumanın sevaplarını başkasına hediye etmek, hanefî mezhebinde caizdir. Mâliki ve şâfii mezheblerinde, sadaka, zekat ve hac gibi mal ile yapılan ibadetlerin sevabını hediye etmek caiz olup, namaz, oruç ve Kur’ân-ı kerim okumak gibi beden ile yapılanları caiz değildir. Hanefî olan, sevabını hediye eder. Mâliki ve Şâfii ise, meyyitin affı için dua eder.
.Alışveriş bilgisini öğrenmeden...
2020-01-11 02:00:00
Dinini iyi öğrenen bir Müslüman, helal kazancı ile millete çok faydalı olur.
Sual: Alışveriş bilgisini, kendisine lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmeden, tasavvuf ehli olunabilir mi?
Cevap: Dinini iyi öğrenen bir Müslüman, haram işlemeden ve faiz felaketine düşmeden her çeşit ticareti yaparak helal mal kazanır. Helal ve bereketli kazancı ile millete ve memlekete çok faydalı olur. Hadîkada deniyor ki:
“İmâm-ı Muhammed Şeybânî hazretlerine, mütehassıs olduğu tasavvuf bilgisinde niçin bir kitap yazmadığını sorduklarında;
(Zühd ve takva, ancak, bütün işlerde ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla, batıl, fasit ve mekruh sözleşmelerden sakınmakla elde edilebilir. Bunlar da, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Alışveriş ve başka sözleşmeleri yapacak kimsenin bunların sahih ve helal olması şartlarını öğrenmesi lazımdır. Bunun için, bu işlerin ilmihalini öğrenmek her mükellefe farz-ı ayındır. Bu farzın yerine getirilmesi için, bey' ve şirâ kitabını yazdım) buyurmuştur.”
***
Sual: Devletin aldığı vergiler, uşur, zekât yerine geçer mi?
Cevap: Bu konuda Tahtâvî, Dürr-ül-muhtâr hâşiyesinde buyuruyor ki:
“Zalim sultanların uşur olarak milletten alıp kullandıkları malları, uşur denilse dahi, uşur olmaz. Divândan Câmekiyyelerini almış olurlar, yani, millete hizmet edenlere, devletin vereceği ücretleri, milletten toplamış olurlar. Bu aldıklarını, hizmet edenlere vermeleri lazımdır. Tüccardan aldıkları vergiler de böyledir.”
***
Sual: İhtiyaç olunca, bir Müslümanın faizle para alması uygun olur mu?
Cevap: Hiçbir memlekette, hiçbir kimseden ve bankadan ve kooperatifden, zaruret olmadıkça, hiçbir sebep ile ödünç para alıp faiz ödemek caiz değildir. Zaruret başkadır, ihtiyaç başkadır. Zaruret, kendinin veya nafakası lazım olanların aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olması demektir. Zaruret olunca, yani ölümden veya hastalıkla, bir uzvun yok olmasından korku olunca, helal yollardan, faizsiz olarak, zaruretin giderilmesine çalışılır. Helal yol bulunamazsa, faizle ödünç alınıp, bununla zaruret giderilir ise de, sonra, ihtiyaçtan fazla bir şeye para sarf etmeyip, borcunu bir an önce ödeyerek faizden kurtulması farzdır.
***
Sual: Erkek çocuğun sünnet edilmesi için belli bir yaş şartı var mıdır?
Cevap: Çocuğun sünnet yaşı yedi ile oniki arasıdır. Daha küçük ve daha büyük de olur.
.İslamiyeti yayan kurumlar azdır
2020-01-10 02:00:00
İmkânsızlıklara rağmen, dünyada, Hakikat Kitabevi'nin mütevazı neşriyatları okunmaktadır.
Sual: Hıristiyanlığı, ateistliği yayan kuruluşları yayınları ile görebiliyoruz. Peki İslamiyetin yayılmasına çalışan kuruluşlar yok mudur?
Cevap: İslam dini, hak din olmasına rağmen, daha fazla yayılması için, şimdi pek az gayret sarf edilmektedir. Hristiyanların, Hristiyanlığı yaymak için kurdukları teşkilatlar, dernekler çoktur ve büyüktürler. Harputlu İshak Efendi Diyâ-ül-Kulûb kitabında şu bilgileri vermektedir:
“Miladi 1804 senesinde kurulan İngiliz Bible House-İncil Evi ismindeki protestan cemiyeti, derneği, İncil'i 204 lisana tercüme ettirmiştir. 1872 senesine kadar, bu cemiyet tarafından basılan kitapların adedi, 70 milyona varmıştır. O zamanda, bu cemiyetin Hristiyanlığı yaymak için sarf ettiği para, 205.313 İngiliz altını idi ki, bugünkü para ile 45 milyar lira tutmaktadır.”
Bu cemiyet, bugün de faaliyette olup, dünyanın birçok yerlerinde hastahaneler, konferans salonları, kütüphaneler, mektepler, hatta sinema salonları gibi eğlence yerleri, spor tesisleri kurmakta, buralara devam edenleri Hristiyanlığa teşvik etmektedir. Katolikler de, aynı surette çalışmaktadır.
Zamanımızda, bazı Müslüman memleketlerinde olduğu gibi, Avrupa ve Amerikada da, küçük İslam merkezleri vardır. Bunlar, İslami neşriyat yapmaktadır. Fakat çeşitli fırkalarca desteklenen bu merkezlerin yayınları, birbirlerini kötülemekte, dinimizin emrettiği İslam birliğini bozmaktadır. Türkiyede Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını neşreden Hakikat Kitabevi'nin gücü de, ancak bir miktar gencin okuyabilmesine kifayet etmektedir. Birçok imkânsızlıklara rağmen, bütün dünyada, Hakikat Kitabevi'nin mütevazı neşriyatları okunmakta, bu sayede doğru yolda olan Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümanların adedi her sene artmaktadır.
Bundan yüz sene evvel Müslümanlar Hristiyanların ancak üçte biri kadarken, bugün bu miktar hemen hemen yüzde elliye varmıştır. Çünkü Müslümanlar, inançlarına sadık kalmakta ve evlatlarını Müslüman olarak yetiştirmektedirler. Hristiyan âleminde ise, gençler, Hristiyanlığın yeni buluşlara karşı olduğunu görerek, dinlerine güvenleri kalmamakta ve dinsiz olmaktadırlar. İngiltere'de, hiçbir dine inanmayanların, nüfusun yüzde otuzunu bulduğunu, İngiliz neşriyatı haber vermektedir.
.İnsanlara yardımcı olmak sevaptır
2020-01-09 02:00:00
"Rabbinin ıyâline hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek akıl icabıdır.”
Sual: İnsanlara, nafaka ve terbiye konusunda yardımcı olmak da, dinen sevap mıdır?
Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle öğünmek, akıl icabıdır.”
***
Sual: "Peygamber efendimizi vesile ederek dua edilmez" diyenler var, bunlara nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Tirmizî ve İmâm-ı Nesâî hazretlerinin Sünen kitaplarında buyuruyorlar ki:
“İki gözü âmâ bir kimse gelip, ya Resulallah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. Peygamber efendimiz;
(Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını söyledi. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, her zeman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.”
***
Sual: Sadece sütü için bir ineği, koyun veya keçiyi kiralamak, dinimizce uygun olur mu?
Cevap: Sütü için hayvanı, meyvesi için ağacı veya asmayı, koyun otlatmak için tarlayı, yünü için hayvanı kiraya vermek caiz değildir, fasittir.
***
Sual: Düğünde takmak için, bilezik, altın zincir gibi süs eşyalarını kiralamak caiz olur mu?
Cevap: Altından ve gümüşten zinet eşyası süs olarak kullanmak için ve elbise, kumaş, giymek için kiraya verilebilir.
.Her sabah şöyle niyet etmelidir"
2020-01-08 02:00:00
"Her Müslüman, namazını kılmalı, sonra farz olduğunu düşünerek, vazifesini yapmalıdır."
Sual: Bir kimsenin, kendinin, çoluk çocuğunun rızkını helal yoldan kazanması da ibâdet olur mu?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Bir kimsenin dünya ticareti, ahiret ticaretine mâni olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır. Bir çömlek almak için, altın kupa verene ne denir? Dünya, saksı parçası gibidir. Hem kıymetsizdir, hem de çabuk kırılır. Ahiret ise, altından kupa gibidir ki, hem çok kıymetlidir, hem de dayanıklıdır, kırılmaz. İnsanın sermayesi, dini ve ahıretidir. Bu sermayeyi kaptırmamak için, çok uyanık olmak lazımdır.
Her sabah; kendisinin ve evlat ve ailesinin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtaç bırakmamak, Allahü teâlâya rahat ve temiz ibadet edebilmek, ahiret yolunda yürüyebilmek için, vazifeme gidiyorum diye niyet etmelidir. O gün Müslümanlara iyilik, yardım etmeyi kalbinden geçirmelidir. Böyle niyet eden bir tüccar, bir memur, bir muallim ve bir işçi, vazifesini yaptığı kadar, hep sevap kazanır.
En az, binlerle insan çalışmayacak olursa, kendisinin bir gün bile yaşayamayacağını düşünmelidir. Mesela, çiftçi, fırıncı, dokumacı ve daha nice sanatkârlar, hep onun için çalışıyor. Herkes onun için çalışıp da, onun boş oturması doğru olur mu? Bu dünyada herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lazımdır. Her Müslüman böyle düşünmelidir. Vazifesine başlarken, Müslüman kardeşlerime yardım etmek, onları rahat ettirmek için çalışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gördükleri gibi, ben de, onlara hizmet edeceğim demelidir. Her Müslüman iyi bilsin ki, bütün sanatlar, farz-ı kifayedir. Bunu düşünerek, bir sanata yapışmak, ibadet etmek olur. Her sanatı öğrenmek ve hele, harp vasıtalarını en modern, en ileri şekilde yapmaya çalışmak farzdır. Bu vasıtaları yapabilmek için, gerekli ilimleri, dersleri mekteplerde, bu niyet ile okutmak ve okumak hep ibadet olur. Namaz kılan insanın bu niyet ile, her işi ibadet olur. Namaz kılmayanların her hareketi de günah olur. O hâlde, her Müslüman, namazını kılmalı, sonra farz olduğunu düşünerek, vazifesini yapmalıdır. İş görürken niyetin doğru olmasına alamet, insanlara faydalı olan bir meslek, bir sanat seçmektir.”
.Sünneti terk eden şefaate kavuşamaz
2020-01-07 02:00:00
"Mümin kimse, büyük günah işlese de, şefaatten mahrum olmaz..."
Sual: Bazı kimseler, Peygamber efendimizin (Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini ileri sürerek, sünnetleri terk edenler şefaate kavuşamaz diyorlar. Gerçekten böyle midir yoksa başka bir manası var mıdır?
Cevap: Şeyh-ul-islâm Ahmed bin Süleymân bin Kemal Paşa hazretleri, Şerh-ı hadîs-i erba'în kitabında, (Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini şöyle açıklamaktadır:
“Bu hadis-i şerifte sünnet demek, İslamiyet yolu demektir. Çünkü, mümin kimse, büyük günah işlese de, şefaatten mahrum olmaz. Hadis-i şerifte; (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. Resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem Hak teâlâdan getirdiği dine tabi olmak lazımdır. Bunu terk eden, şefaate kavuşamaz.”
Şir'at-ül-islâm kitabında deniyor ki:
“Bu hadis-i şerifteki sünnet, yapması vacip olan şeyler demektir. Bu da, Eshab-ı kiramın ve Tabiin ve Tebei tabiinin rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmain imanı ve ibadetleridir. Bu sünnete yapışanlara, Ehl-i sünnet denir. O hâlde, hadis-i şerifin manası, inanılacak şeylerde ve yapılacak ve sakınılacak işlerde Ehl-i sünnetten ayrılanlar, şefaate kavuşamayacaklardır demektir.”
(Ümmetimin arasında fitne, fesat yayıldığı zaman, sünnetime sarılana yüz şehit sevabı vardır) hadis-i şerifi de; “Selef-i salihin zamanındaki iman ve ahkâm-ı islamiyye bilgilerine uyan kimseye yüz şehit sevabı vardır” demektir. Rıyâd-un-nâsıhînde deniyor ki:
“İmâm-ı Nâsır-üddîn Seyyid Ebül-Kâsım Semerkandî diyor ki, bu hadis-i şerif, ümmetim arasında fesat çıktığı zaman, Ehl-i sünnet ve cemaat itikadında olup, beş vakit namazı cemaat ile kılana yüz şehit sevabı verilir demektir.”
Bunun için, önce Ehl-i sünnete uygun iman etmek, sonra haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekruhlardan sakınmak, sonra müekket sünnetleri, daha sonra da müstehapları yapmak lazımdır. Bu sırada, önce olanı yapmayanın, sonra olanı yapmasının hiç faydası olmaz ve önce olanı yapabilmek için, sonra olanı terk etmesi caiz, hatta vacip olur.
***
Sual: Farzı kılacak kadar zaman kalınca sünnet terk edilebilir mi?
Cevap: Hadîkada deniyor ki:
“Namaz vakti daraldığı zaman, farzdan evvelki sünneti kılmak, farzın kazaya kalmasına sebep olursa, bu sünneti kılmak haram olur.”
.Haramdan gelen paranın zekâtı
2020-01-06 02:00:00
Bir kimse, haram yoldan gelmiş olan zekât malını, nisaba katamaz.
Sual: Bir kimsenin, haram yoldan gelen parası olsa ve bu kimse zengin de olsa, haram yoldan gelen paranın da zekâtını verir mi?
Cevap: Haram yoldan gelmiş olan zekât malını, kendi helal zekât malı ile karıştırmamış ise, bunu nisaba katmaz. Çünkü, kendi mülkü değildir. Sahiplerine veya sahiplerinin vârislerine geri vermesi, sahipleri bilinmiyorsa, fakirlere sadaka vermesi farzdır. Karıştırmış ise, eğer birbirinden ayırabilirse, yine böyledir. Birbirinden ayıramaz ise, sahiplerini biliyorsa, kendi helal zekât malı ile öder. Sahiplerini buluncaya kadar, bu zekât malını saklar. Bunun ve tam mülkü olmadığı için, karışımın zekâtlarını vermez.
***
Sual: İstiğfar nedir ve istiğfar okuyan kimse, isteklerine kavuşur mu?
Cevap: İstiğfar okumak, dertlere, sıkıntılara mâni olan sebeplere kavuşturur. İstiğfar okumak; “Estağfirullah min külli mâ kerihallah” veya kısaca; “Estağfirullah” okumaktır.
***
Sual: Zengin olan bir Müslüman, zekât için malının kırkta birini ayırmadan veya fakire verirken niyet etmeden, çokça para, mal verse zekât vermiş olur mu?
Cevap: Bir kimse, zekât niyeti ile kırkta bir ayırmadan veya verirken niyet etmeden, fakirlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünkü, ayırırken veya kendi vekiline veya fakire veya fakirin vekiline verirken niyet etmesi farzdır.
***
Sual: Din kitaplarında geçen ihtiyaç eşyası ne demektir ve neler ihtiyaç eşyasının içine girmektedir?
Cevap: İhtiyaç eşyası, insanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçtür: Yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyası da anlaşılır. Ev demek, ev eşyası da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silahları, sanat aletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyası sayılır.
***
Sual: Senetli veya şahitli alacakların da zekâtını vermek gerekir mi?
Cevap: Senetli veya iki şahitli olan yahut itiraf olunan alacaklar, iflas edende ve fakirde de olsa, nisaba katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.
***
Sual: Namaz kılmayı vazife bilmeyenin imanı gider mi?
Cevap: Dürr-ül-müntekâda buyuruluyor ki:
“Namazı vazife tanımayan, farz olduğuna inanmıyan kâfir olur. Mürted ve kâfir memleketinde imana gelenler, namazın farz olduğunu işitinceye kadar, kılmadıkları namazları kaza etmez.”
.İslamiyette cihad emri olmasaydı…
2020-01-05 02:00:00
Dünya devletleri, bütçelerinden en çok parayı, harp sanayisine ayırmaktadırlar.
Sual: Hristiyan din adamları, kendi inançlarını yayabilmek için, İslamiyette cihad emri var, Hristiyanlıkta ise yoktur ve bu husus Hristiyanlığın bir üstünlüğüdür diyorlar. Gerçekten böyle midir?
Cevap: Bir devlet, bir millet, çok mütevazı, alçak gönüllü ve nazik olursa, düşman devletlerin hücumuna uğrar, onların tamahlarını, mal, arazi, yer altı ve yer üstü zenginliklerini elde etme hırslarını, üzerine çeker. Düşman devletler, bu milletin tevazuunu, nezaketini, aczine ve korkaklığına vererek onlara saldırır. Tarih, bunların binlerce misali ile doludur. İslamiyette, cihada hazırlanmak emri olmasaydı, Müslümanların etrafında olan düşmanları, Müslümanları ve İslamiyeti yok etmeye çalışacaklar ve onlara saldıracaklardı. Günümüzde de, dünya devletleri, bütçelerinden en çok parayı, müdafaaya, savunmaya ve harp sanayisine ayırmaktadırlar. Hatta açlık, kıtlık ve fakirlik bulunan devletler dahi böyle yapmaktadır. Bu, bir devletin bekası ve vatanın muhafazası, korunması için şarttır. Cihad emrinin olmamasını, dinlerinin fazileti için delil getiren Hristiyan devletler kuvvetlenince, İslam memleketlerine ve diğer zayıf milletlere saldırmış, onları istila, işgal etmiş, yıllarca zulmetmiş ve sömürmüşlerdir. Bu zulümde, bilhassa İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya çok ileri gitmişlerdir. Hâl böyle olunca, Hristiyanlıkta cihad emrinin olmaması sözü nerede kalmıştır. Hristiyanlara ve onların din adamları olan Papazlara bunu sormalıdır.
***
Sual: Bir Müslüman, dinini öğrenmek için hakiki bir âlim bulamazsa, dinini nereden ve nasıl öğrenmelidir?
Cevap: Hakiki âlim bulamayan bir Müslüman, dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeli ve bu kitapların yayılmasına çalışmalıdır. İlim, amel ve ihlas sahibi olan Müslümana İslam âlimi denir. Bu üçünden biri noksan olup da, kendini âlim tanıtana kötü din adamı, yobaz denir. İslam âlimi, insanı, saadet kapılarını açan sebeplere kavuşturur, dinin bekçisidir. Yobaz, insanı, felakete sürükleyen sebeplerin içine düşürür, şeytanın yardımcısıdır.
***
Sual: Farz olsun veya farz dışında olsun, tek, sadece bir rekatli bir namaz olur mu?
Cevap: İki rekatten az namaz olmaz. Akşamın farzı ile vitirden başka, her namaz, çift rekatlidir.
.Müslüman olmak için
2020-01-04 02:00:00
Muhammed aleyhisselamın bildirdiklerine inanmayan, Allah kelamına inanmamış olur.
Sual: Bir kimsenin Müslüman olması ve Müslüman olanın da dinini doğru olarak öğrenebilmesi için nasıl bir yol takip etmesi, izlemesi gerekir?
Cevap: Müslüman olmak için, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlânın Peygamberi olduğuna inanmak lazımdır. Allahü teâlâ, Cebrâil ismindeki melek ile kendisine Kur'ân-ı kerimi göndermiştir. Bu Kur'ân-ı kerim, Allah kelamıdır. Muhammed aleyhisselamın kendi düşünceleri ve felsefecilerin, tarihçilerin sözleri değildir. Muhammed aleyhisselam, Kur'ân-ı kerimi tefsir etmiş yani açıklamıştır. Bu açıklamalara, hadis-i şerif denir. İslamiyet, Kur'ân-ı kerim ile Hadis-i şeriflerdir.
Dünyanın her yerindeki, milyonlarca İslamiyeti anlatan kitaplar, hep Kur'ân-ı kerim ile hadis-i şeriflerin açıklamalarıdır. Muhammed aleyhisselamdan gelmeyen bir söz, İslam kitabı olamaz. İman ve İslam demek, Kur'ân-ı kerim ve hadis-i şeriflere inanmak demektir. Muhammed aleyhisselamın bildirdiklerine inanmayan, Allah kelamına inanmamış olur. Muhammed aleyhisselam Allahü teâlânın bildirdiklerini Eshabına bildirdi. Onlar da, talebelerine bildirdi. Bunlar da, kitaplarına yazdılar. Bu kitapları yazan âlimlere Ehl-i sünnet âlimi denir. Ehl-i sünnet kitaplarına inanan, Allah kelamına inanmış olur. Müslüman olur. Biz dinimizi Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarından öğreniyoruz. Dinde reformcuların, mezhepsizlerin uydurma kitaplarından öğrenmiyoruz. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Ümmetim arasında fitne, fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana, yüz şehit sevabı vardır.)
Sünnete yapışmak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını öğrenmekle ve bunları yapmakla olur. Müslümanların dört mezhebinden herhangi birisinin âlimleri Ehl-i sünnet âlimleridir. Ehl-i sünnet âlimlerinin reisi, îmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbit’tir. İngilizler, asırlar boyunca uğraşarak, bir Müslümanı Hristiyan yapamadılar. Bunu başarabilmek için, yeni bir yol aradılar. Masonluğu kurdular. Masonlar, Muhammed aleyhisselâmın sözlerine ve bütün dinlere, öldükten sonra tekrar dirilmek olduğuna, Cennetin, Cehennemin var olduğuna inanmıyorlar. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlânın çok sevdiği kimse, dinini öğrenen ve başkalarına öğretendir. Dininizi İslâm âlimlerinin ağızlarından öğreniniz!)
.Bir yabancının İslamiyete bakışı
2020-01-03 02:00:00
"Barbar dediğimiz Müslümanların şehirlerinde ne kaba kuvvet, ne de cinayet gördüm!"
Sual: Müslüman olmadıkları halde, hakiki Müslümanları görüp, İslamiyeti araştıranlar, İslamiyet ve Müslümanlar hakkında olumlu şeyler söylemiş veya yazmışlar mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İtalyan asıllı Fransız devlet adamı Henri A. Ubicini, senelerce Türkiye’de kalmış olup, 1851’de Paris’te yayınlanan La Turquie Actuelle-Bugünkü Türkiye eserinde, İslam dini hakkında şöyle demektedir:
“İslam dini, insanlara şefkat ve idrak emreder. Avrupa’nın dinsiz diye sinesinden attığı bahtsız insanlar, padişahın misafiri oldular ve Müslüman Türk dünyasında, vatanlarında mahrum oldukları, hürriyet ve emniyet içinde yaşadılar. Bütün din mensupları, burada aynı adaleti ve şefkati gördüler. Türklere ve Müslümanlara barbar diyen Avrupalı, onlardan misafirperverlik ve insanlık dersi aldı… Onaltıncı asırda yaşamış olan bir yazar; ‘Ne gariptir, ben İslam memleketlerini gezdim. Barbar dediğimiz Müslümanların şehirlerinde ne kaba kuvvet, ne de cinayet gördüm. Herkesin hakkına saygı gösteriyorlar. Gariplere yardımcı oluyorlar. Büyük küçük, Hristiyan, Yahudi veya Müslüman, hatta imansız, müşrik olsun, aynı adaleti ve merhameti buluyor” demektedir. Ben de ona katılıyorum’ demektedir…”
Ubicini kitabının başka bir yerinde şunları yazmaktadır:
“İstanbul’da, Müslümanların oturduğu İstanbul kısmında senede ancak bir, iki polis vakası meydana gelmektedir. Hâlbuki Hristiyanların oturduğu Pera, Beyoğlu kısmında, her gün yüzlerce hırsızlık, dolandırıcılık ve cinayet vakaları zuhur etmekte, insanlar birbirini dolandırmakta, birbirini öldürmekte ve burası Avrupa’nın büyük şehirleri gibi, bir batakhane şekline girmektedir. İstanbul kısmında yüz binlerce Müslüman sulh ve sükûnet içinde namusu ile yaşarken, Pera’da bulunan tahminen 30.000 Hristiyan, bütün dünyaya bir namussuzluk, iffetsizlik ve serserilik numunesi olmaktadır. Pera için İtalyanlar; ‘Pera, dei sulirati il nido=Pera, serseriler yatağı’ adlı bir şarkı yapmışlar ve bu şarkı oradakilerin ağzından düşmez olmuştur.”
***
Sual: Namazdaki rekatlar ne zaman başlar ve ne zaman biter?
Cevap: Birinci rekat, namaza durunca, diğer rekatler ayağa kalkınca başlar ve tekrar ayağa kalkıncaya kadar devam eder. Son rekat ise, selam verinceye kadar devam eder.
.Secde âyetini işiten de, secde yapar
2020-01-02 02:00:00
Secde âyetini okuyanın veya işitenin bir secde yapması vaciptir.
Sual: Birisinin okuduğu secde âyetini işiten kimsenin, tilavet secdesi yapması gerekir mi?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde, ondört yerde, secde âyeti vardır. Bunlardan birini okuyanın veya işitenin, manasını anlamasa da, bir secde yapması vaciptir. Başkasının okuduğu yerde bulunan, fakat işitmeyen kimse, secde etmez. Secde âyetini yazan, heceleyen, secde yapmaz. Tercümesini okuyan veya işiten, bunun secde âyeti olduğunu anlarsa, secde yapar.
***
Sual: Namaz kılarken, kitaplarda bildirilmeyen dualar okunsa, namaza bir zararı olur mu?
Cevap: Namazda, Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şerifte bulunmayan duaları okumak, namazı bozar. Dürr-ül-muhtârda; “Selam vermeden önce okunacak dua Arabi olmalıdır. Namazda başka dil ile dua etmek haramdır” buyuruluyor. İbni Âbidîn burada; “İmâm-ı Ebû Yusuf ve Muhammed, Arabiden başka dil ile kılınan namaz sahih olmaz, dediler. İmâm-ı a'zamın rahmetullahi aleyhim de sonraki ictihadı böyledir” buyurmaktadır.
***
Sual: Bir kimse, namaz kılarken şaşırıp veya unutup kaç rekat kıldığını bilemese, ne yapması lazımdır?
Cevap: Bir kimse, namaz kılarken kaç rekat kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılmalıdır. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zannetdiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek tamamlar. Namazı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrar kılar. Çıktı ise kılmaz.
***
Sual: Namazın vaciplerinden birini yapmamak, namazı bozar mı?
Cevap: Namazın vaciplerinden birini bilerek yapmamak, namazı bozmaz ise de günah olur. Unutarak yapmayan kimse, secde-i sehiv eder.
***
Sual: Bazı kitaplarda vatan-ı aslî diye bir ifade geçmektedir, ne demektir bu?
Cevap: Vatan-ı aslî; asıl yer, insanın doğduğu veya evlendiği veya başka yere yerleşmemek, orada hep kalmak niyeti ile yerleştiği yerdir.
***
Sual: Yolculukta dört rekatli farz namazları iki rekat olarak değil de dört rekat olarak kılmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Hanefi mezhebinde, seferî olan bir Müslüman, seferde iken, dört rekatlı farzları iki rekat olarak değil de, dört rekat olarak kılarsa, son iki rekatı nafile olur. Emri dinlemediği, nafilenin iftitah tekbirini ve farzın selamını terk ettiği ve nafileyi farz ile karıştırdığı için, günah olur.
.Her insan mesut olmak ister
2020-01-01 02:00:00
Yaratan da, yaratılan da aynı şeyi istemekte olduğu hâlde, mesut olan kimse pek azdır...
Sual: Kadın, erkek her insanın mesut olmayı istediği bilinmektedir. Herkes bunu istediği hâlde mesut olanların sayısı maalesef azdır, bunun sebebi ne olabilir?
Cevap: Allahü teâlâ insanları yarattı ve her insanın saadet içinde, mesut yaşamasını istediğini bildirdi. Mesut olmak, rahat, üzüntüsüz yaşamak demektir. Her insan da mesut olmayı istemektedir. Yaratan da, yaratılan da aynı şeyi istemekte olduğu hâlde, mesut olan kimse pek azdır. Çünkü, Allahü teâlâ her şeyi bir sebeple yaratmaktadır. Allahü teâlâdan bir şey istemek, ya kavil yani söz ile olur. Yahut fiil ile olur. Kavil ile istemek, dua etmektir. Bir şeyi fiil ile istemek ise, bu şeyi meydana getiren sebebi yapmaktır. Çalışmak, sebebe yapışmak demektir. Çalışmayan, tembel oturan, sebebe yapışmamış olur. Allahü teâlâ tembele bir şey vermez. (Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ: İnsan ancak çalıştığı şeye kavuşur) âyet-i kerimesi bunun vesikasıdır. Kâfirler, Allahü teâlâya inanmadıkları için, kavil, söz ile istemiyorlar. Dua etmiyorlar. Sebeplerin tesirini gördükleri için, yalnız fiil ile istiyorlar. Sebeplere yapışıyorlar. Allahü teâlâ da, onların bu isteklerini kabul ederek, istediklerini yaratıyor, veriyor.
Mesut olmak için lazım olan sebeplere nimet denir. Allahü teâlâ, nimetlerini, dost, düşman, her isteyene vereceğini vadetmektedir. Nimete kavuşmak için, nimet sahibinin beğendiği gibi istemek lazımdır. Bunun için, nimeti istediğini bildirmek, dua etmek ve muhakkak verileceğine inanmak, iman etmek lazımdır. Buna inanmayana, hele inkâr edene verilmez. İnkâr eden mahrûm kalır. Saadete sebep olan nimete kavuşmak için yapılan duada, bu iman şarttır. Demek ki, nimete kavuşmak için, önce iman sahibi olmak, yani Müslüman olmak, sonra, nimetin sebebine yapışmak lazımdır. Bütün nimetlerin sahibi olan Allahü teâlâ, nimetlere kavuşmak için, nasıl dua edileceğini de, merhamet ederek, bildirmektedir. Müslümanın duasının kabul olması için, imandan sonra, her gün beş vakit namaz kılmak, kul hakkı bulunmamak şartı da önce gelmektedir. Şimdi, dualarımız kabul olmuyor diyenlerin bu şartları yapmadıkları anlaşılıyor.
***
Sual: Namazda, ağrı sebebiyle ağlamak, namazı bozar mı?
Cevap: Ağrı, üzüntü sebebi ile, sesle ağlamak, namazı bozar.
.
|
Bugün 153 ziyaretçi (1243 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 74 ziyaretçi (149 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|