ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
9 Ağu 2015 - Osmanlı nasıl yıkıldı. Evet ecdadımızın koca imparatorluğunu yıkanlar Osmanlı hayranı...Bizle ise
Osmanlı'nın son dönemlerinde koca bir imparatorluğun toprakları arı kovanı gibiydi. Tek fark kovana giren arılar ana kraliçeye sadakatle çalışıyordu.
Osmanlı'da ise sadakat bitmiş, kovandaki arılar İngilizlere, Fransızlara, Almanlara, Ruslara hizmet ediyordu.
Müthiş bir hizmet yarışında kimler yoktu ki!!!
Jön Türkler Avrupalarda gazeteler bastırıyor, Londra'da, Paris'te mason localarının desteğiyle sayısız yayınlar hazırlıyorlardı.
Osmanlı Posta şirketi Fransızların elindeydi. İmparatorluğun en ücra köşelerine kadar bu posta sistemiyle dergiler, gazeteler taşınıyor, insanlara "Dolmabahçe'ye karşı ayaklanın" diye çağrılar yapılıyordu.
İmparatorluğu yıkmak isteyenler o dönemin BÜYÜK GÜÇLERİ ülkeler, onlara deliler gibi hizmet edenler ise bu memleketin insanlarıydı.
Sadece Mekteb-i şahane öğrencileri değil, üst düzey bürokratlar, yüksek rütbeli subaylar darbe operasyonlarının içindeydi. En ilginci ise DOLMABAHÇE'yi işgal edip Sultan Abdülhamid'i indirmek isteyenlerin başında ULEMA ve TARİKAT üyeleri geliyordu.
Bedeviyye dergahının şeyhi olan Şeyh Nail de bunların başında geliyordu.
Dindarlara İstanbul caddelerinde Padişah aleyhinde gösteri yaptırıyorlardı. BÜYÜK GÜÇLER'in yardımıyla Abdülhamid Han'ı halledecekler, veliahd şehzade Reşat'ı tahta çıkaracaklar, Osmanlı'yı bağımlı hale getiecek Kanuni Esasi'yi yeniden yürürlüğe sokacaklardı.
O dönemde aralarında Mason locasın üye olmuş Şeyhülislam Hayri Ürgüplü, Musa Kazım Efendi gibi isimler de vardı.
İngiliz Elçi Sir Philip Currie o günlerde "Eyvah, Sultan Abdülhamid bize çalışan 350 kişiyi tutukladı" diye ağlayarak Londra'ya haber gönderiyordu.
Koca İmparatorluğu, tek başına sancağı ayakta tutmak için mücadele veren Abdülhamid Han'ı İNDİREREK parçaladılar.
Tam 100 yıl ecdadına küfreden bir eğitim sistemi içine attılar bir nesli. Ve aradan 100 yıl geçtikten sonra bazı gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı.
En son İngiliz Başbakanı Churchill'in yazdığı mektuplar çıktı dün ortaya.
İngiliz gazetelerinde yayınlanan o mektuplarda Churchill'in nasıl Osmanlı hayranı olduğu dile getiriliyordu. "Keşke Osmanlı Paşası olsaydım" diyen İngiliz Başbakanı Churchill ateistti ama akrabaları o mektuplarda Müslüman olmasındak korkacak duruma geliyordu.
Evet ecdadımızın koca imparatorluğunu yıkanlar Osmanlı hayranı...
Bizle ise ecdadımızın üç kıtaya yayılmış barış ve adalet götüren o şanlı günlerine sövüyoruz.
Onun içindir evlatlarımızı çok kolay sokaklara döküyorlar. Onun için bu topraklarda çok kolay nifak tohumları ekiyorlar. Ve onun içindir Osmanlı'dan koparılan topraklarda at oynatıp bugün bir kez daha parçalara ayırıyorlar.
İsrail İstihbaratının bir raporu yayınlandı önceki gün Tel-Aviv merkezli gazetelerde.
İslam coğrafyasında daha çok bölünme olacağını söylüyordu o rapor.
Sudan'dan Yemen'e, Etiyopya'ya, Libya'ya, Suriye'ye kadar her yer paramparça olacaktı önümüzdeki günlerde. Suudi Arabistan ve Katar da buna dahildi.
Aynen böyle diyordu İsrail istihbaratının raporu.
Adamlar için bu öngörüyü yapmak zor değildi. Çünkü bu işin içindeydiler.
Bölen de parçalayan da onlar ve bağlı oldukları Lonra ile New York'tu. Onun içindir "IŞİD bizim için tehdit değil" diyorlardı.
O tehdidi yönlendirenler de onlardı.
Benzer nifakları bu ülkede görmek de zor değildi. Bu memlekette "Güneydeki ülkeyi çok seviyorum" diyenler yok muydu? Ve bu sevgiyi esirgemeyenlerin olması da neden anormal olsundu?
Tarihin sayfaları DIŞ sevgiyi ciğerlerine çekmiş, kalbine mühür yapmış İÇ'lerle dolu değil miydi?
Bugün ülkemizde yaşadıklarımızın tam karşılığı 100 yıl öncesinde var.
Onun içindir OSMANLICA öğreteceğiz çocuklarımıza diye ödleri patlıyor bazılarının.
Öğreteceğiz ve öğreneceğiz bu ülkede oynanan oyunları çocuklarımıza.
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş sebebi teknolojiktir!!!
Osmanlı imparatorluğu çağdaşı olan toplumların yakaladığı teknolojik gelişmeyi yakalayamamıştır..
Bu teknolojik gelişmeyi neden yakalayamadığı konusunda söylemek istediğim birkaç şey var.
Amerika kıtasının keşfinden hemen önce Osmanlı Akdeniz ve Karadeniz de tam bir egemenlik sağlamıştı. Bu hakimiyet batılı toplumların doğu ile olan ticaretinde devamlı olarak Osmanlıya vergi/haraç ödemelerine yol açıyordu. Baharat ve ipek yollarının denetimi tam anlamı ile Osmanlıdaydı.
Avrupa yarımadasındaki toplumların Amerika kıtasını keşifleri ile sonuçlanacak keşif harekatı aslında hep batıya giderek Hindistan’a ulaşma amacını taşıyordu. Kolomb aslında bu keşif harekatı için ilk teklifi Osmanlıya yapmış ama Osmanlının ilgisini çekmeyi başaramamıştı. Osmanlının ilgisini çekememişti çünkü Osmanlı çaresizce bir arayış içinde değildi.
Amerika kıtası Kolomb önderliğinde İspanyollarca keşfedilince tarihin en büyük yağması gerçekleştirildi. Askeri gücü son derecede yetersiz olan Aztek, Maya ve İnka imparatorlukları zahmetsizce yağmalandı ve bu toplumların bin yıllar boyunca biriktirmiş oldukları tüm servet Avrupa yarımadasına aktı. Bu yağma Avrupa yarımadasında eşi benzeri görülmemişradikal bir zenginleşmeye yol açtı.
Bu radikal zenginleşme ise Avrupa yarımadasında son derecede köklü değişiklikler yarattı.
Bunlar:
Zenginleşen ve güçlenen hükümdarlar kilise egemenliğine karşı mücadele edip kazanabildiler kilisenin siyasi ve askeri egemenliğini sınırlandırabildiler.
Ama asıl büyük değişim bu radikal zenginleşmenin yarattığı muazzam talep patlamasının tetiklemesi ileüretim teknolojisinin değişmesi sonucunda ortaya çıktı. Klasik üretim teknolojisi insan ve hayvan kas gücüne dayanıyordu iptidai bazı makineler (yelkenler, rüzgar ve su değirmenleri ) hariç tek enerji kaynağı insan ve hayvan kas gücüydü.
Buhar makinesinin keşfi (1774 James Watt) kimyasal enerjinin üretimde kullanılmasını mümkün kıldı. Buhar makinesinin keşfedilmesi ile Avrupa yarımadasında yerleşik toplumlar yeni, ucuz, bol ve kullanımı kolay bir enerji kaynağına kavuşmuş oldu.
Buhar makineleri ilk olarak kömür madenlerinden su tahliyesinde kullanıldı. Buhar makinesi kullanılana kadar derin madenlerden kömür elde etmek mümkün değildi. Kömür önemliydi hem soğuk iklim şartlarında ısıtmada kullanılabiliyordu hem de demir çelik üretiminde daha fazla kömür demek daha fazla demir çelik demekti daha fazla demir çelik ise daha fazla top, kılıç, zırh ve silah demekti.
Buhar makinesi kereste ve ağaç işlemekten yelken bezi üretimine kadar pek çok alanda kullanılmaya başlandı ve büyük bir üretim patlamasına sebep oldu.
Buhar makinesinin (1807) gemilerde kullanılması deniz savaşlarında ve deniz taşımacılığında çok büyük bir avantaj sağladı.
Buhar makinesinin kara taşımacılığında kullanılması (1804) kara ulaşımında yeni bir dönemi başlatmıştı.
Buhar makineleri sayesinde daha çok üretim yapılabildiği gibi üretilen ürünler daha hızlı bir şekilde pazarlara da ulaştırılabiliyordu.
Avrupa yarımadasındaki bu üretim artışı sonucunda güçlenen devletler ilk olarak Osmanlınındenizlerdeki askeri üstünlüğüne son verdi. Buhar makineleri kullanan toplumlar daha çok gemiyi daha kısa zamanda yapabiliyordu üstelik daha çok topları ve daha çok kılıçları vardı . Sonuçta Osmanlı ticaret yollarının denetimini veburadan elde ettiği muazzam geliri de kaybetti doğal olarak.
Bu teknolojik değişimi yakalayamayan Osmanlı toplumu hem ticari alanda hem de askeri alanda büyük bir yetersizlik yaşamaya başladı.
Osmanlı elitleri için zirveden düşüşü hazmetmek hiçte kolay olmadı, Toplumun neden güç kaybettiğini doğru teşhis edebilecek çabalardan ziyade iç iktidar mücadeleleri yoğunlaştı.
Diğer yandan Avrupa’daki bu üretim biçimi değişikliği hiç beklenmeyen bir başka gelişmeye yol açtı sanayi devrimi ile ortaya çıkan burjuva ve işçi sınıfı Avrupa yarımadasındaki bütün hanedanların egemenliğine son vererek kendi egemenliklerini ilan ettiler.
Kısacası sanayi devrimi sonucunda sadece Osmanlı imparatorluğu çökmedi Avrupa yarımadasında ve Asya kıtasında bulunan bütün imparatorluklar çöktü
Rus çarlığı
Avusturya Macaristan imparatorluğu
İspanyol imparatorluğu
Portekiz imparatorluğu
İngiliz imparatorluğu
Osmanlı imparatorluğu
Çin imparatorluğu
Japon imparatorluğu
Sanayi çağının etkisi ile çöken imparatorluklardır.
Kısacası bu çöküş sadece Osmanlı imparatorluğuna özgü bir çöküş değildi.
Diğer toplumlar ile Osmanlı imparatorluğunun kurucu toplumu olan Türk toplumu arasındaki önemli fark ise diğer toplumlar çöken imparatorlukların yerine güçlü ve modern sanayi devletleri kurarken aynı şeyi Türk toplumunun yapamamış olmasıdır.
Diğer toplumlar çöken imparatorlukların yerine egemenliğin hanedanlara ait olmadığı burjuva yada işçi sınıflarının egemen olduğu sanayi toplumu düzeninin işlediği olduğu yeni devletler kurdu. Bu olgunun sebebi bu toplumların tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşmeyi başarabilmiş olmalarıdır.
Türkler ise sanayi toplumuna dönüşüm sürecini yaşamadıkları için bu olguyu başaramadı.
İmparatorluğun çöküşünden sonra Osmanlı imparatorluğunun esas gövdesini teşkil eden egemenlik alanında Türkiye cumhuriyeti kuruldu
Osmanlı nasıl bir sanayi toplumu değilse yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bir sanayi toplumu değildi doğal olarak sadece hanedan egemenliğine son verilmiş yerine sanayi toplumlarından kopyalanmış bir modeli uygulamaya çalışan bir cumhuriyet rejimi kurulmuştu. Zaten Cumhuriyetin kurucularının tamamı Osmanlı bürokrat elitleri ve ittihat terakki hareketinin önde gelenleriydi.
Kısacası üretim altyapısı değişmemiş sadece yönetim üstyapısı yada iktidar değişmişti. Aslında 1908 deki askeri darbe ile silahlı güç kullanan ittihatçıların Enver paşanın başkanlığındaki kanadı zaten iktidarı fiilen ele geçirmiş ve padişahı sembolik bir güç haline dönüştürmüştü. Mustafa Kemal ise ittihat terakki cemiyetinin muhalif kanadında yer almaktaydı. 923 de işte bu kadro padişahın iktidarına kesin olarak son verdi.
Pratikte bu olgu sadece padişahın işlevlerine sahip yeni yöneticilerin ortaya çıkması ile sonuçlandı. Cumhuriyet kadroları da modernleşmenin ne olduğunu aynı Osmanlı gibi anlayamamıştı. Cumhuriyeti kuran kadroların ana hedefi sadece devlete kaybettiği güç ve itibarını yeniden kazandırmaktı. Ama devletin, toplumun neden güç ve itibar kaybettiğini ne yazık ki tam olarak anlayamamışlardı. Sadece panik içinde yıkılma bölünme güçsüz duruma düşme paranoyaları ile aynı Osmanlı gibi dünya dengelerinde çeşitli kurnazca ittifakları kullanarak hayatta kalmaya şartlanmışlardı. Değişen tek şey 2. dünya savaşından sonra Almanya, İngiltere ve Fransa’nın yerini Amerika birleşik devletlerinin almış olmasıydı.
Tarihi Gözlemler şunu göstermektedir:
Sanayi devrimi iki temel toplumsal model üzerinde yükselebilir ya liberal model yada komünist model. Liberal model daha ziyade aşağıdan yukarıya doğru komunist model ise yukarıdan aşağıya doğru gelişir.
Türkiye cumhuriyetini yöneten kadrolar her iki modele de müsaade etmediler ortaya karma ekonomi adında piç bir model çıktı ve Osmanlıdan sonra Türkiye Cumhuriyeti de çağdaş toplumları yakalamada başarısız oldu.
Türkiye Cumhuriyeti bu günde çağdaş teknolojiyi üretebilen bir toplum değildir. Bu toplumu yönetenlerin saklamaya çalıştıkları çok önemli bir başarısızlıktır içeride devamlı bir korku politikası ve hamasi konuşmalar ile bu teknolojik geri kalmışlık gizlenmeye çalışılmaktadır.
Geçmişte nasıl Osmanlı kimyasal enerji ve buhar makineleri kullanan teknolojilerde geri kamışsa bu günde cumhuriyet nükleer teknoloji, havacılık teknolojisi, uzay teknolojisi, elektronik ve bilişim teknolojilerinde aynı şekilde geri kalmıştır ve çağdaş gelişmeleri ıskalamaktadır.
Geçmişte Osmanlı buhar makinesi, buharlı gemi ve buharlı lokomotif yapamıyordu bu günde Cumhuriyet uçak, uzay araçları, bilgisayarlar ve nükleer güç üniteleri yapamıyor. Yani 85 yıldır çağdaş bir rejime sahip olduğumuzu iddia ettiğimiz halde hala çağdaş teknolojinin çok uzağındayız.
Konunun bugün için önemli olan ayrıntısı ise Osmanlının son döneminde askeri bir darbe ile iktidarı ele geçiren ve Osmanlının neden güçsüz zelil duruma düştüğünü anlayamayan ittihatçı kadroların Cumhuriyet döneminde de etkin olmasıdır. Cumhuriyet döneminde ittihatçılar yeraltına inmiş ama gerek devletin gerekse toplumun idaresinden çekilmemişlerdir. Osmanlının neden güçsüz düştüğünü anlamadıkları için Türkiye Cumhuriyetinin bu kısırdöngüden çıkışını sağlayabilecek politikaların üretilmesine yada uygulanmasına fayda sağlayamadıkları gibi bu kısırdöngüyü kırabilecek politikaları uygulayabilecekleri de ittihatçı, çeteci metotlar ile engellemişlerdir. 60 ve 80 ihtilalleri ile sonrasında gelen ihtilalcikler en açık örneklerdir. Bütün bu ihtilaller Türk toplumunun sanayi toplumuna dönüşmesini engelleyebilmek ve bu dönüşüm sonrasında değişecek iktidar değişikliklerine mani olabilmek amacını taşımaktadırlar. Türk toplumu hakikaten dönüşür, değişirse ve bu topraklara demokrasi gelirse Osmanlının elit bürokratları iktidarlarını kaybedeceklerinin farkındadırlar. Sonuçta sanayileşen her toplumun iktidar dengelerinin değiştiğini çok iyi bilmektedirler. Onlar egemenliklerini kaybetmemek için toplumu tarım toplumu seviyesinde tutabilmek zorundadırlar.
Osmanlı Nasıl Yıkıldı? - Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi
Osmanlı Devleti’nin kurulup büyümesini sağlayan en önemli unsur İslâm’ın yaşanmasına ve yaşatılmasına gösterilen hassasiyettir. Dolayısıyla, yıkılmasının da temelinde bu hususa dikkat edilmemesi yatmaktadır…
Tarih ilmiyle meşgul olanlar ya da az çok tarih merakı bulunanlar pek âlâ bilirler ki, her hâdisenin bir başlangıç, bir gelişme ve bir de netice kısmı vardır. Mahlûkat için de vaziyet böyledir. Doğar, büyür gelişir ve nihayet ölür. Bu zaman bazen kısa bazen de uzun olabilir. Bunun pek çok iç ve dış sebepleri vardır.
Devletler ve milletlerin tarihi de böyledir. Tarihçilerin, inceledikleri hâdiselerde dikkate aldıkları en mühim husus bu hâdiselerin meydana geliş sebepleri ve neticeleridir. Öyle ise Osmanlı tarihini incelediğimizde dikkat edeceğimiz usûl de budur. Tarih yaşandığı devrin şartları ile değerlendirilmelidir. Hem de o şartların içinde yer alan din, mezhep, dil, kültür, gelenek ve topyekün hayat tarzının bütün unsurları göz önüne alınarak ve en az o devirde yaşandığı derece ve değerde bilinerek mütalaa edilmelidir.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Ağustos (48. Sayı 2012) sayısından okuyabilirsiniz.
Osmanlı’yı kim yıktı? Osmanlı’yı Atatürk yıkmadı yalanı
Osmanlı’yı kim yıktı? Osmanlı’yı Atatürk yıkmadı yalanı
*
***
Günümüzde, özellikle muhafazakar ve milliyetçi gençlerden bazıları M. Kemal’in bir Osmanlı paşası olduğunu, Osmanlı’nın işgalciler tarafından yıkılması üzerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğunu, dolayısıyla yeni kurulan devletin Osmanlı’nın bir devami olduğunu iddia ediyorlar.
Oysa bu kesinlikle doğru değildir…
Osmanlı Devleti, M. Kemal tarafından yıkılmıştır. Üstelik bununla da övünmektedir:
“Osmanlı Devleti, yazık ki ölmüştür; Babıâli Hükûmeti, yazık ki ölmüştür. Affedersiniz, hata ettim! Yazık ki demeyecektim, iftihara değer ki ölmüştür. Çünkü, onlar ölmeseydi milleti öldüreceklerdi. Sonra, devamlı olarak hakaret ve tecavüze maruz bırakılan meclis-i mebusanlar da ölmüştür. Onun yerini meclis-i mebusan değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi almıştır.”[1]
Milleti öldüreceklermiş… Bu millet Osmanlı Devleti’yle yüzyıllardır Dünya’da süper güç olmuş ve adaletle hükmetmiştir.
M. Kemal emeline ulaşabilmek için Milletvekillerini tehdit etmiş ve Nutuk’ta da bunu övünerek anlatmıştır.
1 Kasım 1922’de “Osmanlı Imparatorluğu münkarizdir” (yıkılmıştır) denmiş ve Saltanat, yani Osmanlı Imparatorluğu resmen sona erdirilmiştir.[2]
M. Kemal, Saltanatın kaldırılması müzakerelerinde şunları söylemiştir:
“Efendiler! Içinde bulunduğumuz şartlara rağmen safsatayla, münakaşayla, nazariyatla vakit geçirdiğimizi görüyorum. Hakimiyet ve saltanat hiç kimseye ilim icabıdır diye münakaşa ile mügalata ile verilmez. Hakimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle, zorla alınır. Türk milleti de hakimiyet ve saltanatı bil fiil isyan ederek kendi eline almıştır. Bu olmuş bitmiş bir durumdur. Mesele, `hakimiyet ve saltanatı bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız´ meselesi değildir. Mesele bu zaten olmuş bitmiş durumu ifade etmekdir. Bu herhalde ve mutlaka olacaktır. Burada toplananlar meclis ve herkes, meseleyi bu şekilde görürlerse fikrimce uygun olur. Aksi takdirde yine hakikat ifade olunucaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”[3]
M. Kemal zaten yaptığı her şeyde, diktatörlüğünü maskelemek için; “Millet bunu yapmıştır” der. Burada da yine aynı şekilde “Millet yapmıştır” ifadesini kullanmıştır, fakat Milletin Vekillerini “kafalarını kesmek” ile tehdit eden de kendisidir. O halde nasıl Millet yapmış oluyor??
Demek ki maksat; diktatörlüğünü maskelemektir…
M. Kemal, Nutuk’un hadiseyi anlatan bu bölümünde Saltanatın kaldırılmasının genel ve düşünsel nedenlerine değinmez, ancak bir dizi sert ifade ile Padişah ve Sadrazamın uzaklaştırılmasını haklı gösterir:
“Bütün menfaatlerini mülevves (pis) bir tahtın, çürümüş, çökmüş ayaklarına sarılmakta gören…”, “idrakten mahrum, vicdandan mahrum, birtakım insanlar…”, “ahmakça teklifat…”, “sefil… adi bir mahluk… alçak…”, “Aciz, adi, his ve idrakten mahrum…”[4] diye küfürler savurarak adeta ağzının ishal olduğunu cümle aleme ilan etmiştir.
Halbuki, evvelce gerek Padişah Vahidüddin (rahmetullahi aleyh)’e, gerek Saltanat’a ve gerekse Hilafet’e methiyeler dizen bizzat kendisiydi.
Örneğin TBMM’nin açılışının öncüsü ve en örgütlü son kongrede, Sivas Kongresi’nde, şöyle and içmişti:
“Makam-ı Celil-i Hilâfet ve Saltanata, Islâmiyete, Devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye takip etmeyerek… çalışacağıma… namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billâh.”[5]
Desenize ne namus kaldı ne de haysiyet.
Ey Gençler!!
Hala uyanmayacak mısınız?
.
**********
.
KAYNAKLAR:
[1] Atatürk’ün Bütün Eserleri, cild 15, Kaynak Yayınları, Istanbul 2005, sayfa 77. (2 Şubat 1923).
[2] Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hukuk-i hâkimiyet ve hükümranînin mümessil-i hakikisi olduğuna dair heyet-i umumiye kararı. No. 308, 1/2 Kasım 1922. Bk.: Düstur, III. Tertip, 3. cild, sayfa 152, 153.
[3] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Devlet Basımevi 1938, sayfa 490-498.
[4] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Devlet Basımevi 1938, sayfa 490-498.
[5] Sivas Kongresi Tutanakları, Haz: Uluğ İğdemir, Ankara 1969, sayfa 5, 3.
Osmanlı Devletini ingilizler fransızlar italyanlar yıkmadı.
Mustafa Kemal ve cuntası yıktı
Devleti kurtarmak için toplanmış mecliste bunu yaptılar ve bu tarihten sonra osmanlı devleti tarihe karıştı. Arkasından 1.Meclis , lozana karşı direnen ,lozanı kabul etmek istemeyen , Mustafa kemale güveni kalmamış ,ismet inönüye paşaya kalmamış, Daha Sonraki CHP Cuntasına güveni kalmamış olduğundan dolayı Lozana karşı çok büyük bir direniş gösterdiler. Hatta hatta Lozan konusu mecliste görüşülürken 25 ocak 1993 ‘te Mecliste şiddetli kavgalar oldu.Meclis 21-27 ocak arasındaki zabıtları süretle yayınlaması gerekiyor. Hele Trabzon millletvekili Ali Şükrü Bey ben bu yola baş koydum diye feryat ediyordu. Mustafa Kemalin yakasına yapıştı Aralarında yumruklaşmalar oldu. Tabi kim kimi dövdü onları bilmiyoruz çünkü meclis zabıtları hala yayınlanmadı.
Ama Ali Şükrü Bey ve Meclis çoğunluğu bu direnişin cezasını çok kısa sürede gördü. 2 ay sonra 27 martta Ali Şükrü Bey boğuldu. Sonra 1.Mecliste Darbe yapıldı.
Osmanlı Devleti Yıkılmıştı. Devleti ve milleti kurtarmak için toplanan 1.Meclisi , Mustafa Kemal ve Cuntası darbe yaparak ortadan kaldırdı.
Geriye ne kaldı. İngilizler ,Fransızlar ,İtalyanlar ,Mustafa Kemal ve İsmet Paşa kaldı.Başka bir güç Kalmadı ,Siyasi otorite kalmadı.Bunun üzerine Lozana gidildi ve Osmanlı Devletinin Toprakları tamamen parçalanıp bölündü yokedildi.
Yok Efendim;
Mustafa Kemal Kurtardı ,Kurtarmasaydı yunan esiri olurduk , Yunan esareti altında namaz kılardınız…
Yunan kim oluyor ki Osmanlı Devletini işgal edecekti . Yunanın Toplam nufusu kadar bizim o zaman askerimiz vardı.İşgalde Edemez , İşgal etmiş olsa bile topraklarımızı, devletimizi elinde bulunduramazdı. Asıl işgalciler Yunan değildi ,Hep yunanı gösteriyorlar.
Asıl işgalciler ingilizler,fran sızler ve italyanlardı .
ingilizler,fran sızler, italyanlar işgal etmiş ve Mustafa Kemali Siyasi muhatab kabul ediyorlar. ingilizler,fran sızler, italyanlar Vahteddin’i muhatab kabul etmiyorlar Mustafa Kemali muhatab kabul ediyorlar. Meclisi muhatab kabul etmiyorlar Mustafa Kemali Muhatab kabul ediyorlardı.
Çünkü ; Anlaşma Yaptılar.
Ve Topraklarımız bölündü. ŞİMDİ KURTULUŞ DİYE BİR OLAY YOK.
Ali Şükrü Bey(Trabzon Milletvekili) Diyor ki; “Cephedeki askerimizin kanı ,şehidimizin kanı satılmıştır.Biz ingilizlerle işgalcilerle anlaşma yapmak için değil onları kovmak için gelmiştik , Siz Askerimizin ve şehidimizin kanını sattınız , Mücadelemizi sattınız , Vatanımızı Sattınız , Siz Hainsiniz” diyor. Meclis onun için ayaklanıyor, ihaneti gördüğü için ayaklanıyor.
Peki Ne Oldu? Kurtardık Diyorlar…
Irak’ı Kim Kurtardı?
Verdik demiyorlar ,Bağdat bizim vilayetimizdi.
Suriye’yi Kim Kurtardı?
Hicaz’ı Kim Kurtardı?
Ürdün’ü Kim Kurtardı?
Libya’yı Kim Kurtardı?
Mısır’ı Kim Kurtardı?
Eğer Bağdat’tan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Kerkük’ten Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Hicaz’dan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Bir kaç bin ruble karşılığında satılan Batum’dan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Azerbeycan’dan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Güney Kafkasyadan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Adalardan Kurtulmak ,Batı Trakya’dan Kurtulmak ,Makedonya’dan ,Bosna Hersek’ten Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Hep Eyaletlerimizdi , Bunlardan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Dolayısıyla ortada KURTULUŞ DİYE BİR OLAY YOK!
Mustafa kemal ve Cuntasının ingilizlerle ,işgalcilerle işbirliği yapması neticesi topraklarımızın bölünmesi ve parçalanması var.
Eğer Mustafa kemal ve cuntasının bir yeri kurtarmaya güçleri yetseleydi , imkanları olsaydı ;
Selanik’i kurtarırlardı
Demek ki Kurtuluş diye bir olay yok!
AMA düşmanlar gitti .
-Düşmanlar Zaten gidecekti ,yani Paristeki Fransızlar Karsta hayvancılık yapmak için gelmemişlerdi .
Londrada ki ingilizler ,Konya ovasında buğdaycılık yapmak için gelmemişlerdi.
İtalyanlar, Trabzonda hamsicilik Rizede çaycılık yapmak yapmak için gelmemişlerdi.
Devleti yıkmak için gelmişlerdi , Toprakları parçalamak için gelmişlerdi.
Bu amaçlarını Mustafa Kemal ve Cuntası ile gerçekleştirdil er. Osmanlı devletini yok ettiler. Kurtuluş Savaşı hareketini yok ettiler , onun meclisini yokettiler. Daha Sonrada Mustafa Kemal ,İnönü’yü gönderdi. Bütün bunlar Lozan’da tescil edildi ve iş bitirildi.
ORTADA KURTULUŞ DİYE BİR OLAY YOK!
YOK OLUŞ VAR , YIKILIŞ VAR!
İstedikleri gibi devleti yıkıp , topraklarımızı parçaladıktan sonra ,Lozan antlaşması’da imzalandıktan sonra ingilizlerde el sallayarak gittiler Demek ki onlar buraya kalmak için gelmemişlerdi . Yıkıp , parçalayıp , yok etmek için gelmişlerdi.
Sadece bu mu?
Onlar ne kadar parşalarsalar parçalasınlar , bölerlerse bölsünler İSLAM vardı , KUR’AN vardı , TEVHİD vardı ,HİLAFET vardı ve ŞERİAT vardı. Bu inanç Bu Kurumlar Bu Hukuk var olduğu sürece parçalanmış ve Bölünmüş olan bu tabi parçalardaki insanlar süratle birleşecekti ve yeniden bir osmanlı meydana gelecekti. Saltanat olarak değil, Devlet ve medeniyet modeli olarak , güç olarak , süper güç olarak meydana gelecekti . Bunun olmaması içinden bişey yaptılar: ortadoğudaki, kafkaslardaki, balkanlardaki islam dünyasındaki insanları gönüllü olarak ve tabii olarak ne birleştiriyor ? ŞERİAT birleştiriyor , onu kaldırdılar.
Dikkat edin şimdi ;
İşgalci düşmanın hukukunu katolig ortadoks karması hukukunu tasdik ediyor bizim kurtarıcılar ve müslüman bir milleti islam hukukundan kurtarıyorlar.G ördünüz mü kurtuluşu!?
Hukukumuzdan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Bu müslümanları İstanbul merkezli bir tek siyasi otoriteye bağlayan ve gönüllü olarak bağlayan ta Adriyatikten Çin seddine kadar Afrikadan Hindistana kadar Bir Dünyayı Siyasi olarak ve gönüllü olarak bağlayan HİLAFET Kurumundan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
İslam dünyasının Siyasi kıblesi olmuş İstanbul’dan Kurtulmak onun başkentliğinden , onun verdiği şereften ve onun kattığı misyondan Kurtulmak Kurtuluşsa Kurtulduk!
Şeriatten Kurtulduk!
Hilafetten Kurtulduk!
İşgalci Düşmanın Sembolü olan Şapkayı Silah zoruyla tatbik edip ,giymeyenlerin başını vurup , islamın sembolü sarıktan kurtulduk!
İslam Dünyasını ,ortadoğu , kafkaslar ve balkanları kültürel bakımdan birbirine bağlayan islam yazısından kurtulduk işgalci düşmanın latin yazısını silah zoruyla getirdik.
Yazımızdan da Kurtulduk!
Kültürümüzden de Kurtulduk!
İşgalci düşmanın dini tatil günü olan , kilise günü olan Pazarı getirip ,Cumadan Kurtulduk.
İşgalci düşmanın dini bayramı olan Yılbaşını(Hz.İs a’nın doğum günü) Noeli Silah zoru ile getirip HİCRİ TAKVİMDEN (HZ.Muhammed(s. a.s) hareketi)ni ifade eden İslami takvimden de Kurtulduk!
Daha sonra
Tanrı Uludur diye milleti uyutup Silah zoruyla ezandan da Kurtulduk.
ve
Düşmanı yeneceğiz ,Dini kurtaracağız ,Şeriatı kurtaracağız ,Vatanı kurtaracağız , Namusu kurtaracağız diye Toplanmış Askerimizi ve Mehmetçiğimizi ; CHP Kur’an çiğnetti ve KUR’AN dan da Kurtulduk.
Osmanlı Devleti Ne Zaman ve Kim Tarafından Yıkıldı?
Saltanatın ilgasına geçmeden önce kısaca Osmanlı Devleti’nin yıkılış tarihine değinmek gerekiyor. Genel kaynaklarda Osmanlı Devleti’nin yıkılış tarihi olarak İstanbul’un İtilaf kuvvetlerince işgal edildiği tarih verilir. (İstanbul 1918’de fiilen 1920’de resmen işgal edildi.) Bu, yaygın ama yanlış bir bilgidir. Çünkü Osmanlı Devleti işgalden sonra da hukuken ve fiilen yaşamaya devam etmiştir. (Zaten Mondros’a göre işgal, barış antlaşmasına kadar sürecek, geçici bir durumdu.) Bir takım kısıtlamalara karşın Osmanlı Devleti’nin yasama, yürütme ve yargı makamları çalışmaya devam etmiş ve devlet çarkı dönmüştür. Bazı devlet organları ve makamları çalışamaz derecede kısıtlandığında ise Osmanlı Devleti kendisine ait makam ve yetkilen Ankara’ya nakletmiştir.
Ankara’da kurulan Meclis, İstanbul’daki Meclis’in Ankara’ya taşınmış şeklidir. Zaten Ankara’daki Meclis ve Hükümet resmen İstanbul’daki otoriteleri kabul ediyordu; sadece fiilen çalışamadıklarını, esaret altında olduklarını ifade ediyordu. Onların kurtarılması için çalıştığını deklare ediyordu. Dolayısıyla Osmanlı Devleti, işgalden sonra da hukuken devam ediyordu, Batılı devletlerle müzakereler yapıyordu ve Ankara tarafından da resmen tanınıyordu… Tartışma, Osmanlı Devletinin fiilen devlettik edip edemediği noktasında idi; hukuken devam edip etmediği noktasında değil.
Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin yıkılış tarihi, İstanbul’un işgaliyle ilintilendirilemez. Osmanlı Devletinin yıkılışı iki hamlede ve iki aşamada olmuştur. Birinci hamlede devletin Saltanat kanadı yıkılmış ve böylece padişahlık kaldırılmıştır (1922). İkinci hamlede ise devletin Hilafet kanadı yıkılmış, Osmanlı’nın ümmet üzerindeki manevi otoritesi ilga edilmiştir (1924). Sonuç olarak, bir bütün olarak Osmanlı Devleti’nin yıkılış tarihi olarak 1922 ve 1924 tarihlerini dikkate almak gerekiyor.
Yine genel tarih kitaplarında, Osmanlı Devleti’ni yıkanlar olarak İtilaf Devletleri, hususen de İngiltere gösterilir. Osmanlı Devletini İngiltere öncülüğündeki İtilaf Kuvvetleri yıkmış gibi gösterilir. Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecini bunlar başlatmış olabilir ama resmen ve hukuken Osmanlı Devleti’nin yıkan güç, TBMM ve TBMM’ye hâkim olan odaklardır. TBMM 1922 yılında Osmanlı Devleti’nin Saltanat kanadını; 1924’te de Osmanlı Devleti’nin Hilafet kanadını yıkmıştır. Böylece TBMM, kendisini doğuran ve yetkilendiren gücü, bizzat kendi eliyle tarihe gömmüştür… Bu netice, tarihin hazin ve ibretlik bir tecellisi olsa gerek.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Nasıl Geçildi? – Cemal Fedayi, s.84-85.
..İngilizlerin elinden silah ve cephane kaçırılması da, L. Kinross tarafından aynı eğlenceli üslupla anlatılmaktadır. Mustafa Kemal’in Mütareke’den sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul’a Eprimesinden. Samsun’a görevli olarak hareket etmesine kadar geçen 6 aylık süre içindeki temas ve faaliyetleri üzerinde fazlaca durulmamıştır. İngilizlerin Mustafa Kemal’e düşman oldukları, kendisini her zaman takip ettirdikleri, engellemeye çalıştıkları yolundaki alışılmış tezin, […]
Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz ’dir ’ emrinden sonra, ikinci hedef, halen işgal altında olan İstanbul ve Trakya olmalıydı. Ancak Mustafa Kemal bir süre İzmir’den ayrılmamış, kuvvetleri de İstanbul’a doğru harekette ağır davranmışlardır. Mustafa Kemal, Yunan ordularını İzmir’e kadar süren hareketle gösterdiği tavrını, İstanbul’daki müttefiklere, bilhassa İngilizlere karşı göstermemiş/gösterememiştir. Bu sıralarda Mustafa Kemal’in […]
Lozan’da esas başarının İngiltere başta olmak üzere müttefiklere ait olduğu ortadadır. İngiltere ne istediyse onu elde etmiştir. Boğazlardan geçiş serbestisi, Batı Trakya’nın Yunanistan’a bırakılması, Yunanlılardan savaş tazminatı alınamaması, Antakya ve İskenderun’un sınırlar dışında kalması, Musul Meselesi’nin hallinin sonraya bırakılması ve netice İttifak İngilizlere terki, Türkiye tarafının verdiği hiç de küçük olmayan tavizlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar […]
Hind müslümanlarının Türkiye’de yürütülen Milli Mücadele yardımları ve bu yardımların kullanılış şekli tartışmalara yol açmıştır. Hind müslümanları, bu yardımları açıkça Osmanlı Hilafet’inin ve hatta Saltanatı’nın kurtarılması için yapmışlardır. Mustafa Kemal de Millî Mücadele boyunca bundan başka bir şey söylememiştir. Hind müslümanları büyük bir samimiyet ve ümitle müslüman olmayan kesimleri de etkileyerek mitingler düzenlemişler, boykotlar yürütmüşler. […]
Cumhuriyetin ilânına kadar bütün inkılâp kararları, günlerce münakaşa edilerek Meclis’e verilirdi. Cumhuriyetin ilânında ve ondan sonraki bazı mühim inkılâp kararlarında böyle hareket edilmemişti. Mevzu Meclis sahnesine getirilmezden evvel kulislerde hazırlanıyor, şahsi idare taraf darları bundan haberdar edilerek vazifelendiriliyordu. Meclis ekseriya fikir adamlarının bulunmadığı bır zamana tesadüf ettirilerek mevzu emrivaki şeklinde meclis heyeti umumi (genel kuruluna) […]
Cumhuriyet yönetiminin antidemokratikliği birinci derecede laiklikle bağlantılı bir meseledir.Cumhuriyet öncesinde 1. Dünya Savaşı sonrasında yer yer işgale uğrayan Türkiye, kendini savunmak için halkın doğrudan katılımını gerektiren bir mücadele yürütmüştür. Halkın yönetime katılması bu dönemde sonraki yıllarda görülmeyecek seviyeye yükselirştir. 1920’de TBMM’nin Cuma namazından sonra ve dualarla açılması gibi şeklî unsurlar dışında, Meclis içinde yer alan […]
İslâmî harflerin okuma yazmayı güçleştirdiği, Latin harflerinin kabulü sırasında en fazla ileri sürülen bir iddia olmuştur. Hatta Mustafa Kemal, bütün vatandaşların bir kaç yıl içinde Latin harfleri sayesinde okur yazar olacaklarını öne sürmüştür.Bir ülkedeki okuma yazma oranının tek başına alfabe ile ilgili olmadığı, Latin harfleri uygulamasından sonra daha iyi anlaşılmıştır. Latin harflerinin kabulündan sonra da […]