|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Dinde zorlama yoktur
|
Sual: (Yalnız Kur’an) diyerek Resulullahı dışlamaya çalışan zındıklarla, Mısırlı Reşat Halife’nin kurduğu “Ondokuzculuk” dininde olanlar, Buhari’deki, (Dininden dönüp mürted [kâfir] olanı öldürün)mealindeki sahih hadis-i şerif için, (Bu hadis Kur’ana aykırıdır. Çünkü Kur’anda dinde zorlama yoktur âyeti ile çelişmektedir) diyorlar. Buna nasıl cevap verilir?
CEVAP
Önce şunu söyleyelim ki, bunlar, kesinlikle Kur’ana inanmıyorlar. İnansalar, Kur’an-ı kerimde Allahü teâlânın, (Onu âlemlere rahmet olarak gönderdim, Beni seven ona tâbi olur. Ona itaat bana itaattir. Onun getirdiklerini alın, yasak ettiklerinden sakının. O kendiliğinden konuşmaz) diye övdüğü Peygamberinde hiç suç ararlar mı?
Bunlar, Buhari’deki bir hadise uydurma diyoruz da diyemezler. Hadis, her bakımdan sahihtir. Çamur at izi kalır diyorlarsa, iyi bilinmeli ki, sadece Buhari’de değil, hiçbir hadis kitabında veya hiçbir Ehl-i sünnet âlimin kitabında uydurma hadis olmaz. Böyle suçlamalar, din düşmanlarının, dini bize ulaştıran eshab-ı kirama ve Resulullaha itimadı sarsmak ve dolayısıyla müslümanları dinden uzaklaştırmak için uyguladıkları hain bir planın maddelerinden biridir.
İslam devleti Hıristiyan ve Yahudilerin ibadetlerine karışmaz. Hiçbir baskı yapılmaz. Bu kaideler, Müslümanların ahlakını ve milli birliğini bozulmaktan muhafaza eder. (Dinde zorlama yoktur) âyeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile Müslüman yapılamayacağını ifade etmektedir. (Allah yolunda göç edinceye kadar hiçbir kâfiri dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün) mealindeki Nisa suresinin 89. âyeti ise, İslamiyet’i kabul ettikten sonra, ondan yüz çevirip mürted olanların öldürülmesi gerektiğini bildirmektedir. Bir gayri müslim, zorla Müslüman yapılmaz.
Düşmanlarla yapılan savaşı ise şahıslar değil, İslam devleti yapar. Bunu da her gayri müslimle değil, insanlara zulmeden zalim krallarla yapar. Müslüman olmaya kimse zorlanmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Dinde zorlama yoktur.) [Bekara 256]
Fert olarak hiç kimse asla öldürülmez. Ama ortada bir devlet varsa, devlet başkanının izni ve emri ile zalim krallara savaş açılabilir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Eğer sizden uzak durmaz, barış teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar için size apaçık yetki verdik.) [Nisa 91]
(Fitne tamamen yok oluncaya kadar onlarla savaşın.) [Bekara 193, Enfal 39]
(Onları [kâfirleri] bulduğunuz yerde öldürün.) [Bekara 191)
(Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı doğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın.) [Tevbe 5]
(Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kabul etmeyen kitap ehli, küçülüp cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]
(Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar.) [Tevbe 123]
(İnandıktan sonra inkâr edip, inkârda aşırı gidenin tevbesi kabul edilmez.) [A. İmran 90]
|
Hoşgörü ne demektir?
|
Sual: Bir ateist, (İslam dininde hoşgörü yoktur. Örneğin zina, hırsızlık gibi suçlara ağır cezalar veriliyor. Müslümanlığı bırakan öldürülüyor. Eğer hak ve mantıklı bir din olsaydı böyle cezalar olmazdı. Dinde zorlama yoktur demeleri yalandır. Öyle olsaydı, Namaz kılmayan, açıktan oruç yiyen, ağır şekilde cezalandırılmazdı. Hoşgörülü olmayan bir dine inanmam) diyor. Buna nasıl bir cevap vermeli?
CEVAP
Ateist Allah’a inanmaz ki, Allah’ın kanunlarına inansın. Âyete, hadise yani Allahü teâlânın ve Onun gönderdiği Resulünün sözlerine inanmayana ne delil getirilir? Önümüzde delil olarak uçsuz bucaksız koca bir kâinat var. (Bu, kendiliğinden oldu) diyene ne denir? Aynı topraktan çeşitli sebze meyve bitki çıkıyor, kimisi tatlı kimisi acı. Arı yiyor bal yapıyor, yılan yiyor zehir yapıyor. (Bunlar hep kendiliğinden oluyor. Gezegenler, ay, güneş, deniz hepsi kendi kendine oldu) diyene, yani mantıksız birine ne söylenebilir? Bir âyet meali şöyledir:
(Göklerde ve yerde neler var, [ibretle] bakın. Ama inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.) [Yunus 101]
Bir toplumda suç işleyenlerin cezasının verilmesine itiraz edilmez ki? Hoş görülü olmak için zina edeni, hırsızı, eşkıyayı hoş mu görmek gerekir?
Hoşgörü ne demektir? TDK’nin sözlüğünde, (Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu) diye tarif ediliyor. Dikkat ediniz, her şey deniyor. Adam hırsızlık yapacak, namusumuza tecavüz edecek biz hoş göreceğiz öyle mi? Yine TDK’de, Mezhebi geniş ifadesini tarif ederken, (Namus konusunda aşırı hoşgörülü davranan kimse) deniyor.
Domuz çiftliğine gitmiştim, sualdeki ateistin tarifine göre, domuzun çok hoşgörülü bir hayvan olduğunu gözümle gördüm. Dişi domuz pislik yerken, bir erkek domuzla çiftleştiğini gördüm. Diğer domuzlar, gayet hoş görülü, sanki ateist gibi, başlarını döndürüp de bir kere olsun bakmıyorlar. Halbuki bir çok hayvanda bile böyle hoşgörünün olmadığını, dişisine yaklaşana saldırdığını çok kere gördüm.
Her şeyde her zaman hoşgörü olmaz. Sınırsız hürriyet [özgürlük] gibi, sınırsız hoşgörü de çok yanlıştır. Kötüler hoş görülür mü? Suçlular hoş görülürse, toplumun nizamı nasıl sağlanır? Suçun azaltılması için cezaların ağır olması gerekir. İdam cezası kalkınca olaylar azalmadı, aksine daha çok arttı. Amerika ölüm cezasını kaldırmıyor diye suçlamak mantıksızlık olur. Dinin kuralları insanların istedikleri gibi değiştirilirse, o zaman o ilahi bir din olmaz.
İbadetleri yapmayana verilen ceza Müslüman tebaa [vatandaş] içindir. Gayri müslim vatandaş için böyle bir ceza yoktur. İslam devleti Hıristiyan ve Yahudilerin ibadetlerine karışmaz. Hiçbir baskı yapılmaz. Bu kurallar, Müslümanların ahlakını ve milli birliğini bozulmaktan muhafaza eder. (Dinde zorlama yoktur) âyeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile Müslüman yapılamayacağını ifade etmektedir. Bir gayri müslim, zorla Müslüman yapılmaz.
Müslümanlar hiçbir zaman, kâfirlerin yaptıklarını yapmazlar. Yani maddi ve manevi kazançlar bahşederek veya müdür, profesör, dekan gibi unvanlar vererek bir insanı Müslüman yapmaya teşebbüs etmezler.
İslamiyet tebliğ edilirken de, hiçbir zorlama ve tehdit yapılmamıştır. Bunlar vesikaları ile doğru yazılmış tarih kitaplarında vardır.
|
|
Dinde zorluk yoktur
|
Sual: Dinde zorluk yokken, Peygamber de, (Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin) derken, ne diye, hep zorluk çıkarılıyor ki? Örneğin, güneş doğunca da namaz kılınabildiği halde, ne diye sabahın köründe namaz kılmaya zorlanır? Gündüz iş arasında namaz kılmaya zorlamak doğru mudur? Akşam eve gelince veya işe gitmeden önce hepsi kılınsa ne zararı olur ki? “96 gramdan fazla altının varsa zekat vermen, her yıl bir ay aç durman, diş dolgun varsa izin veren mezhebi taklit etmen gerekir” gibi sözler, zorluk çıkarmaktan başka nedir ki? Zorla güzellik olur mu? Herkes kolayına geleni yapması daha uygun değil mi?
CEVAP
(Kolaylaştırın) sözü, dini kurallara aykırı olmadan, ruhsatlardan, izinlerden faydalanın demektir. Yoksa dini kural tanımayın demek değildir. (Dinde zorluk yok, kolaylık var) gibi sözleri art niyetli kimseler, silah olarak kullanıyorlar. Bu sözün doğrusu, (Allahü teâlânın bütün emirlerini yapmak kolaydır, zor bir şey emretmedi. Dini kuralların dışına çıkmadan, bazı emirlerde ruhsatlardan istifade edilir) demektir. Yoksa, (Kendimize güç gelen şeyleri, Allah affeder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O, hepsini kabul eder) demek değildir. Sizin dedikleriniz kolaylık değil, bir kısmı dini hükümleri kabul etmemek, bir kısmı da dini değiştirmek olur. Her ibadetin vaktinde yapılması gerekir. İbadet yani kulluk, emredileni, emredildiği şekilde, emredildiği yer ve zamanda ve emredildiği kadar yapmaktır. Aklımıza uygun geleni veya bize kolay geleni yapmak yahut emirleri değiştirmek, kulluk değil; sahibine isyan etmek, Onun emirlerini beğenmemek olur.
Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken, zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir. Zekat, oruç da dinin bildirdiği gibi yapılır. Kolaylık olsun diye kaldırılmaz.
Dinimizin emirlerine uymak
Sual: Dinin emrine uyularak yapılan bir iş, yanlış da olsa affoluyor mu? Mesela kıbleyi bilmesek, dinin emrine uyup araştırsak, sonra yanlış bir yöne dursak namaz sahih olur mu?
CEVAP
Evet, sahih olur. Dinin emrine uyularak yapılan iş, yanlış kabul edilmez, dinin emrine uyulduğu için doğru olur. Mesela kıbleyi bilmeyen, araştırmadan kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile, namazı kabul olmaz. Araştırıp kıbleden başka istikamete doğru kılsa da, namazı sahih olur, çünkü dinin emrine uyarak gerekli araştırmasını yapmıştır. Demek ki önemli olan, isabet ettirmek değil, dinin emrine uygun şekilde hareket etmektir. Birkaç örnek daha verelim:
1- Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, vesvese olur. Haram veya necis olduğu kesin bilinmedikçe, temiz kabul edilir. Dinimizin emri, mutlaka helal veya temiz olanı bulmak değildir. Haram veya necis olduğu bilinmiyorsa yemek caiz olur. Bu kural bilinirse, dinin emrine uyulmuş ve rahat edilmiş olunur. Yiyip içtiğimiz gıdalar şüpheli olsa da, dinin emrine uyulduğu için temiz kabul edilir.
2- Elbiseye necaset bulaşsa, bu yer unutulsa veya bulunamasa, tahmin edilen yer yıkansa temiz olur. Namazdan sonra meydana çıksa, namazı iade etmek gerekmez. (S. Ebediyye) Burada da emredilen, mutlaka necis olan yeri temizlemek değil, emre uyarak tahmin ettiği yeri yıkamaktır.
3- Ramazan ayının bitip Şevval'in başlaması, yeni hilalin doğmasıyla değil, görülmesiyle anlaşılır. Mesela, Ramazan 29 çekse ve 29. günü hilal, gerçekte doğduğu halde, hava bulutlu olduğu için görülemese, Ramazanın 30. günü gerçekte bayram olsa da, o gün oruç tutulur. Hâlbuki bayram günü oruç tutmak haramdır, ama dinin emrine uyulunca, o gün oruç tutmak haram olmuyor, aksine farz oluyor.
|
DİNDE ZORLAMA YOKTUR.....(bakara-256)
Birçok ayeti kerime ve hadisi şerif gibi bu ayette saptırılmak ve amacı dışına çekilmek isteniyor.
Her meselede ihtisaslaşma belli bir kariyer aranırken ,bizde özellikle din konusunda herkes kendini uzman ve yetkili hisseder…Eliften habersiz cahiller zümresi karşınızda müfessir kesilir… Din öylesine hafife alınır ki;onu öğrenmiş olmak üzerinde araştırma yapmış olmak gibi hususlar düşünülemez bile…Bu sebepledir ki;en inançsız ağızlardan ayetleri,alelade sözlermiş gibi nakledilirken duyarsın…
Evet…!...İstedikleri yöne kolayca saptırabilecekleri ayetlere hemen el konur ve Bektaşi meşrebince yorumlamalara gidilir.Kürsülerden hakikatlar açıklanıyor pozunda halka hitab edilir.
İSLAMI KABULE KİMSE ZORLANAMAZ
Evet!...Dinde zorlama yoktur.Bu zorlamamazdan kasıt küfürdeki ve şirkteki insanlar illa da Müslüman olacaksın,ilahi hükümlere teslim olacaksın hakkı kabul edeceksin diye zorlanamaz hükmündedir.Yoksa;Müslüman dinini uygulamaya zorlanamaz anlamında değildir.Hakikat açıklanır,anlatılır,gösterilir,fakat islama girişe şahıs zorlanamaz demektir…
Bu genelde bilinen bir hakikattir…Asırlarca İslam tarihinde,fetihler sebebiyle tekrar tekrar yaşanan bir hakikattir bu…Hatta tarihe gitmeyede luzum yok.Kalıntıları bile gerçeği görmek için yeterli…İşte en gözde sahil yalıları en seçkin semtlerin mutsuz sakinleri adaların putlu azınlığı gözlerimiz önünde…Gayri Müslimlere heryerde rastlamak mümkün…Kiliseler havralar her an hizmetlerinde..Çok sık imar edilir ve titizlikle korunur.İslamın adaletinde rahatça yaşamış zorlamaya uğramamış atarlın torunlarıdır bunlar…Bu gün Müslüman olmayanlar,Müslümanlara göre daha çok imtiyazlı konumdadırlar…Dün kılıklarında ve davranışlarından dolayı utanabilen gayrimüslimler,bu gün başları dik ve mağrur…Memleketin ideal vatandaşları görünümündeler.
‘MÜSLÜMANIM’ DİYEN ZORLANIR
Evet islama girmeyen kimse zorlanamaz…Hak ve batıl gösterildikten sonra,o kişinin iradesi elinden alınmaz…Fakat şahıs Müslüman adını aldıktan,ilahi hükümlere teslim olduğunu açıkladıktan sonra zorlama başlar…Önce nefsi ile mücadele etmek,nefsini iyiye zorlamak mecburiyetindedir…Sonra batıl çevresi ile mücadele etmek zorundadır…İradesini iyiye kullanmaya,umuma ve şahsına zarar verecek yasaklardan kendini sakındırmaya çalışmak zorundadır…Müslüman kendini zorlayarak düzelmezse,İslam şahsı düzeltmek için ,cezalandırır,terbiye eder, yani iyiye zorlar…
Zira Müslüman olmayan kişi zaten peşinen ahiretini kaybetmiştir…Hesabı,mizanı inkar ederek ebedi azabı hak etmiştir…Fakat Müslüman öyle değil…O ahirette işlediği günahlar kadar ceza görüp mutlaka feraha kavuşacaktır…İşte İslam ın gayesi ;şahıs ve toplumu ,hem ahiret cezasından kurtarmak hemde dünya huzursuzluğudan kurtarıp ,ebedi sukunete ve mutluluğa kavuşmaktır.
İslam dini,mensuplarını iyiye zorladığı içindir ki;Halife Hz. Ebu Bekir (ra) zekat vermekten kaçınan topluluğa savaş açmıştır…İslamda Müslüman kadınlar açık saçık dolaşamazlar…Ramazan orucu açıkca yenmez…Namaz kılmayanlar açıkça bilinmez…Sarhoş edici içkiler içilemez satılamaz…
Şimdi İslama giriş için zorlama olmadığı apaçık…Kimsenin Müslüman olacaksın diye bir baskı gördüğü vaki midir?...Devletin laik olması ve resmi bir dini bulunmamasından dolayı;Müslümanların dindarlığa iyiye zorlanmadığı ortada…
Peki o zaman bu ayetin,batılca yorumlanmasındaki amaç ne?
AMAÇ NE?
Amaç belli…Dinsizlik hürriyetini en küçük kısıtlamalardan ve en küçük manevi zorlamalardan dahi kurtarabilmek..Dine uzak kalıştan dolayı,vicdanlarda duyulabilecek minicik bir üzüntüye dahi meydan vermemek…Hak dine sürekli saldırarak dönüşü olmayan bir küfre umumu batırabilmek…
Bazılarına göre amaç dinde zorlamanın olmadığını herkesin istediği nisbette dini emirleri uygulayabileceğini ve kimsenin kınanmayacağını vurgulamakmış…Eşitlik yani(!)…Böyle olsaydı isteyen örtünmeli isteyen açılmalı isteyen sakal bırakmalı,isteyen kesmeli, isteyen dinini öğrenebileceği kuruluşların sahibi olmalı,isteyende böyle müesseselerin yanın uğramamalıydı değil mi?...
Neredeeee…..Negatife (menfiye) doğru istemediğin kadar (gerilemen için) iteklenirsin…Ama pozitife (müsbete) gidişin kalın surlarla batıl kurallarla engellenir….Nerede be kınamama…
İSLAM DİNİ HOŞGÖRÜ
Münafıklar dinde zorlama yoktur ibaresini kendi küfür azgınlıklarını hoş gösterebilmek için gündeme getiriyorlar…Hem,biz her görüşe toleranslıyız görünümünü vermek hem de,dine saldıran (islama tabii) beyinsizleri masum ve haklı gösterebilmek…Ve bu saldırılara itiraz edebilecek Müslümanlar içinde dini bir gerekçeyi ortaya atmış olmak…Susun(!) demek…Susun…Dininiz,kimseyi zorlamanıza suçlamanıza kınamanıza izin vermiyor…Susun!..Evet,İslam dini =Hoşgörü eşitliğini (aslında değil) beyinlere kazımaktır amaç...Şu iyidir,şu kötüdür değerlendirmesine açıktan söyleyip uygulayamayan şahsiyetsiz Müslümanları çoğaltmak amaç…Çünkü=Kötüye kötüdür,batıldır,küfürdür dendiğinde o kötü işleri yapanlar gücendirilmiş olabilecek ve dinde manevide olsa bir zorlama meydana gelebilecek…Kötülükler devletçe engellensin neticesi çıkabilecek…
YUMUŞACIK MÜSLÜMANLAR
Dinimize en büyük ihaneti galiba bizler yaptık…Batıl elbette yaşayabilmek için heryolu deneyecek her fikri ve sapıklığı ortaya sürecekti…Bizim basiretli olmamız ve lafımızı,sözümüzü,kendimizi,metodlarımızı onlarınkine bulaştırmamamız gerekirdi…Ama genelde karıştırdık…Küfrün istediği doğrultuda saptırdığı din konularını biz de zaman zaman onlar gibi (en azından onları memnun edebilecek tarzda) izah etmeye başladık…Neden?...
Çünkü;batıla benzeyen yaşayımıza hesap soran yeni ve safi Müslümanları (nefsimizi temize çıkarmak için) susturmamız gerekiyordu….
Sorulur:-Efendim islamda israf haramdır,lüks hoş görülmez…Fakat!... Kusura bakmayın sizi evinizi ailenizi görünce çok şaşırdım… Af buyrun.. Sadelik bekliyordum…
Cevaplanır:-Elbette…Dedikleinizde haklı sayılırsınız…Fakat biliyorsunuz küfrü ürkütmemek lazım…Onların gönüllerini fethetmek gerekli…Müslüman modern görünmeli…Çok nazik ve ince olmalı…Bizi görünce yadırgamamalılar…Yoksa bize yaklaşırlar mı?Nasıl tebliğ yapabiliriz?...V.s…..
Gine sorulur:-Efendim!...Çok özür dilerim ama..İslama şöyle,şöyle saldırılar oluyor..İslamın ayetleri açıkça çiğneniyor..Saptırılıyor..Musibet dine geldi..Siz bu konularda yetkilisiniz…Hakikatlar açıklansa(? ! )…
Cevaplanır:-Haklısınız..Çok haklısınız…Fakat bu zaman? Kendimizi belli etmemek lazım…Yoksa hemen telaşlanıyorlar…Zararlı (?!) sözler söylemeyin…Yavaş yavaş olacak…Kırıcı olmayın…İslamın güzelliklerini anlatalım…v.s….
Neticede yumuşacık Müslümanlar ortaya çıktı…Kırmayan kırılmayan,alındırmayan alınmayan hislendiremyen ve hislenmeyen Müslümanlar hoş göre göre yaşayışını hoşgördüklerine benzetenler…
Çoğaldık,Çoğaldık…Bizi görenler endişelendi…Düşmanı olduğu İslam dinini bir parça bilen küfür telaşlandı…Bunlar çok tehlikeli dediler…İslam bizim görüşlerimize temelde uyuşmadığı için Müslümanlar tüm kurullarımıza,törenlerimize,eğlencelerimize,ekonom imize,idaremimize el koymak isterler,değiştirmek isterler dediler…Ve alarm düdükleri çalındı…
Evet onlar kadar dinimizi anlayamadık…Müslüman olmak neyi gerektirir bilemedik…
Adeta,halimizle korkmayın! Kormayın !..Biz o bildiğiniz Müslümanlardan değiliz…Haya duymadan…
Halbuki vazifemiz:
SİZ BİR KÖTÜLÜK GÖRDÜĞÜNÜZ ZAMAN,ONU ELİNİZLE DÜZELTİN…BUNA GÜÇ YETİREMEZSENİ
Z DİLİNİZLE ENGEL OLUN…BUNADA GÜÇ YETİREMEZSENİZ KALBİNİZLE BUĞZ EDİN…(Düşmanlık duyun).BU İSE İMANIN EN ZAYIF HALİDİR.(hadis-i şerif)
BATIL YAŞANIYOR AMA HAK?
Batıl!...Onu herkes görüyor,tanıyor,yaşıyor…Yaşıyamadığı batıl çeşitlerinide yaşayanların hayatlarından gün ve gün takip ediyor ve yaşamış gibi oluyor…Evet,batıl ile iç içeyiz…Fakat onu tam idrak edip kaçınabiliyormuyuz?...Ne mümkün…Bu iç içe oluş bizde alışkanlık yapıyor…Oramızdan buramızdan her an pisliklere bulaşıyoruz…Kendimizi bir türlü arındıramıyoruz…Görenlerde haklı olarak bizi,onlarla karıştırıyorlar…Oysa Müslüman hakkı yansıtabilmesi pislikler içinden sıyrılıp fark edilmemesi için işi çok ciddiye almak zorundadır…
Özellikle bir şeyler eksik bizde…Tüm bedenimizi doğruya yöneltebilecek veya yokluğuyla toptan bünyeyi duydurabilecek şeyler bunlar…Şahsiyet ve doğru bilgi…Duru temiz bir şahsiyete ve mesnedli ihlaslı ilme muhtacız…
Yoksa hakkı tamsil şerefinden hep mahrum kalacağız…Hak ise sönmeyecek…Başka Müslümanların elinde dipdiri duracak…Ama biz nasipsiz olarak göçmüş olacağız…
EĞER TOPLUCA ‘cihada’ ÇIKMAZSANIZ ‘Allah’ SİZE ACI ‘bir şekilde’ AZAP EDER VE YERİNİZE SİZDEN BAŞKA BİR TOPLULUK GETİRİR.ONA HİÇBİR ZARAR VEREMEZSENİZ.ALLAH HERŞEYİ YAPABİLENDİR
Dinde zorlama var mı?
Dinin ruhunda ve özünde zorlama yoktur. Çünkü zorlama dinin ruhuna zıttır. İslâm irade ve ihtiyarı esas alır ve bütün muâmelelerini bu esas üzerine kurar. İkrah ile yapılan bütün amel ve fiiller ister inanç, ister ibâdet ve isterse muamele açısından kat'iyyen makbul ve muteber kabul edilemez. Zaten böyle bir durum, "ameller niyetlere göredir" prensibine de uygun düşmez.
Din, kendi mes'eleleri için ikrahı caiz görmediği gibi başkalarının İslâm'a girmelerini de ikrah esasına dayandırmayı hoş karşılamaz. O, muhatabını tamamen serbest bırakır. Meselâ zımmîler cizye ve haracı kabul ettikten sonra, İslâm dini onların hayatlarını garanti eder. Evet, İslâm'da musamaha ufku bu derece geniştir.
Zaten din, zorla kabul edilebilecek veya zorla kabul ettirilebilecek bir sistem değildir. O'nda herşeyden önce îmân esastır. Îmân ise, tamamen vicdanî ve kalbe ait bir mes'eledir. Hiçbir ikrah teşebbüsü kalb ve vicdana tesir edemez. Dolayısıyla insan ancak içinden geliyorsa ve gönlü imana yatkınsa îmân edebilir. Bu ma'nâda da dinde zorlama yoktur.
Hz. Adem'den günümüze kadar, din hiç kimseyi dehâlete zorlamamıştır. Bu mevzûda zorlama daima küfür cephesinin ahlâkı olmuştur. Onlar insanları dinlerinden çıkarmak için zorlamışlardır; fakat hiçbir mü'min bir kâfiri zorla müslüman yapmaya çalışmamıştır.
Burada akla, şöyle bir soru daha gelebilir. Kur'ân-ı Kerim'de kıtâl ve cihadın farziyetiyle alâkalı birçok âyet mevcuttur. Peki bunlar bir ma'nâda zorlama değil midir?
Hayır, değildir. Çünkü, cihad, karşı cepheye ait zorlamayı bertaraf içindir. Böylece insanlar, İslâm'ın değişmeyen bir kâidesiyle girdikleri İslâm dinine kendi arzu ve iradeleriyle gireceklerdir. İşte İslâm'ın farz kıldığı cihadla, böyle bir anlayışa zemin hazırlanmış olacaktır. İrade hürriyeti, İslâm'ın cihad emriyle yerleşmiştir.
Bu meseleyi bir başka açıdan da şöyle bir değerlendirmeye tâbi tutabiliriz:
Bu âyetin hükmü belli devrelere aittir. Belki her kemal ve zeval fâsılalarının da birbirini takibinde bu devreler yine bulunacaktır; ama, hüküm sadece o devreye münhasır kalacaktır. Nitekim Kâfirûn sûresinde bildirilen "Sizin dininiz size, benim dinim de bana" hükmü de aynı şekilde belli bir devreye mahsustur.
Bu devre ve bu dönem, meseleleri çözme ve anlatma dönemidir. Mes'eleler sözle anlatılacak ve kabulde muhatap kat'iyyen zorlanmayacaktır. Ve yine bu dönem, başkalarının dalâlet ve sapıklığıyla ilgilenmeme, onları tahrik etmeme ve kendi hidayetini muhafaza ile ferdî hayatında dini tatbik etme dönemidir.Bu dönem ve devrelere ait hükümler ise, bütün zaman dilimlerine şamil değildir; tabiî bu ma'nâda şamil değildir. Yoksa bu hüküm artık hiçbir zaman tatbik edilmeyecek demek yanlış olur. İslâm'ın her devresinde böyle bir zaman parçası -realite olarak- yaşanmıştır ve günümüzde de yaşanmaktadır.
Ancak aynı âyetin bütün zaman dilimlerini kuşatan bir hükmü daha vardır ki, bu hüküm her zaman ve zeminde geçerliliğini devam ettirecektir. O da İslâm diyarındaki azınlıklara ait hükümlerdir ki, hiç kimse İslâm dinine girme mevzuunda zorlanmayacaktır. Herkes kendi dinî inancında serbest olacaktır.
Tarihe bir göz attığımızda açıkça görürüz ki, bizim aramızda daima Yahudi ve Hristiyanlar bulunmuştur. Batılıların bu mevzûdaki itiraflarına göre, Hristiyan ve Yahudiler kendi devletlerinde bile, bizim içimizde yaşadıkları kadar aziz yaşayamamışlardır. Onlar zimmetimizi kabul ederek cizye ve haraç ödemişler; müslümanlar da onları teminat altına alıp korumuşlardır. Fakat hiç bir zaman onları İslâm dinine girmeye zorlamamışlardır. Düne kadar bunların hususi mektepleri vardı ve kendilerine ait hususiyetlerin hepsini, dinî âyin ve yortularına varıncaya kadar muhafaza ediyorlardı. Bizim en muhteşem devirlerimizde dahi onların yaşadığı muhite girenler, kendilerini Avrupada zannederlerdi. Hürriyetleri bu kadar genişti. Sadece bizi iğfal etmelerine imkân ve fırsat verilmemiştir. Evet, gençlerimizi ve kadınlarımızı saptırmalarına göz yumulmamıştır. Bu da bizim kendi toplumumuzu korumamızın gereğidir.
Bu kabil dinin caydırıcı bazı hükümleri, hiçbir zaman dinde zorlama değildir ve sayılmamalıdır da. Bu gibi hükümler, serbest iradeleriyle dine girenlere aittir ki, onlar da zaten bu hükümleri kabul etmekle İslâm'a girmişlerdir. Meselâ, bir insan, İslâm dininden irtidat ederse ona mürted denir ve verilen süre içinde tevbe etmezse öldürülür. Bu tamamen daha önce yapılmış bir akde muhâlefetin cezasıdır. Ve tamamen sistemin muhafazasıyla alâkalıdır. Devlet, belli bir sistemle idare edilir. Her ferdin hevesi esas alınacak olursa devlet idaresinden söz etmek mümkün olmaz. O'nun içindir ki bütün müslümanların hukukunu muhafaza bakımından, İslâm, mürtede hayat hakkı tanımamıştır.
Ayrıca İslâm dinine giren insanlar bazı şeyleri yapmakla bazılarını da yapmamakla mükellef kılınırlar. Bunun da zorlama ile bir alâkası yoktur. Nasıl ki, namaza duran bâliğ bir insan namaz içinde, sesli olarak gülecek olsa ceza olarak hem namazı hem de abdesti bozulur. Ve yine ihramlı bir insan, üzerindeki haşeratı öldürse veya dikişli bir elbise giyse çeşitli cezalara çarpıtırılır. Halbuki aynı insan namazın dışında gülse veya ihramsız bir zamanda bunları işlese hiçbir cezası yoktur. Aynen bunun gibi, İslâm, dine girme mevzuunda kimseyi zorlamamakla birlikte, kendi iradesiyle dehâlet edeni de başıboş bırakacak değildir. Elbette onun kendine göre emir ve nehiyleri olacak ve müntesiplerinden, bunlara uygun hareket etmelerini isteyecektir. Bu cümleden olarak, namazı, orucu, zekatı ve haccı emredecek; içki, kumar, zina ve hırsızlığı da yasaklayacaktır. Bu yasakları ihlal edenlere de suçlarının cinsine göre ceza verecektir ki, bütün bunların zorlama ve ikrahla hiçbir alakası yoktur.
Esasen biraz düşünüldüğünde, bu türlü caydırıcı tedbirlerin de, insanların yararına olduğu idrak edilecektir. Çünkü ferd ve cemiyet böyle müeyyidelerle, dünya ve ukbalarını korumuş olacaklardır. İşte bu ma'nâda dinde bir zorlama vardır. Bu da insanları zorla Cennet'e koymak istemekle aynı anlamda bir zorlamadır...
Sorularla İslamiyet Editör
Peki ya sence dinde zorlama varmıdır ? Eğer bir müslümansan hayır yoktur demen gayet doğal. Gel şimdi bu yazıyı oku ve daha sonra düşün dinde zorlama varmıymış yokmuymuş.. Eğer hala aklında soru işaretleri kalıyorsa blogumuzu takip et...
Muhammed’in hayatının son 10 yılı boyunca Müslümanlar durmadan savaşmış ve yağmalamıştır. Medine’ye Hicretten sonra Muhammed’in ölümüne kadar geçen süre içinde (yani 10 yılda) küffara karşı 60’tan fazla sefer yapılmıştır. Bedir, Uhud, Hendek gibi savaşları hepimiz biliriz ama Evtas Savaşı, Beni Lihyan Gazası, Beni Nadir Gazası…… gibi savaşlar pek anılmaz.
Kuran ayetleri savaşı över ve teşvik eder niteliktedir. Biliyoruz ki bugün hukukta cinayet suç olduğu gibi cinayete azmettirmek de suçtur.
"Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size?Allah'a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır." (Saf, 10-11)
"Kim Allah'a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok değerli bir mükafat da vardır." (Hadid, 11)
"Haram aylar çıkınca Allah'a ortak koşanları bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin." (Tevbe, 5)
İslamcılar bu ayetlerin savunmasını nasıl yapıyor? “Ayetlerin sebeb-i nüzuluna (iniş sebebi) ve indirildiği zamana bakmak gerekir. Bu ayetler savaş zamanında indirilmişti.” Bu savunmanın ne kadar saçma olduğu ortada savaş zamanında elbette insanlar birbirini öldürür kimse kimseye çiçek vermez. Kuran’da yakalayın, asın, kesin demeseydi müminler kılıçla savaşa gelen kafirlere çiçek mi uzatacaktı? Ya da sağ böğrünü deşene sol böğrünü mü dönecekti? Bu ayetlerin savaşa kışkırttığı insan öldürmeye teşvik ettiği apaçık ortada. Hele ki:
“Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar, onlarla savaşın.” (Enfal, 39)
Ayetinde açıkça görülüyor ki maçayı kurtarmak için Müslüman olmaktan başka çıkar yol yok.
İslamcılar bir başka kandırmacası daha var, ne diyorlar: “Serçe parmağının ucuna bakarak bir insanın resmini çizmek ne kadar yanlış bir sonuç doğurursa, bir tek ayetin sadece mealine bakarak Kur’an hakkında hüküm vermek de en az onun kadar yanıltıcı olur.”
Kuran’da dinlere karşı hoşgörü olduğunu iddia edip ardından şu ayeti ekliyorlar: “Dinde ikrah (zorlama) yoktur. Doğruluk sapıklıktan cidden ayrıldı…..” (Bakara, 256)Bu ayet var diye yukardakiler buhar olup uçtu mu bu çelişkili değil mi şimdi? Elbette çelişkili bırakalım bilmem kaç tanesini sadece Enfal 39’a bakmak bile çelişkiyi görmek için kâfidir. Peki nedir bu çelişkinin sebebi? İslam’ın ilk yıllarında Muhammed Mekke’deydi ve kendisine inananların sayısı azdı. Ne zamanki Medine’ye hicret etti taraftarları çoğalıp palazlandı işte o zaman cihat başladı.
Ayrıca sadece savaşa teşvik ve kışkırtma değil Kuran’da savaşmayanlara karşı tehdit de var sıkıysa “Dinim emretse de savaşmak istemem, inancı yüzünden insanları öldüremem” de. Bakalım bunu diyenlere Kuran ne yanıt veriyor: "Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Al-i Imran, 142) yani adam öldüremem falan derseniz maazallah kafir olur Cehennem’i boylarsınız. Yalnız dinde değil din için savaşmada da zorlama vardır.
Hoş Kuran’da Allah Fil ordusunun üstüne ebabil kuşlarını gönderip taş attırarak onları mahvetmiş, Nuh’un kavmini tufanda boğmuş, Lut kavminin üzerine “azap yağmuru” yağdırmış, Medyen kavmine “dayanılmaz bir sarsıntı”yla diz çöktürmüş, Ad kavminin “kökünü kurutmuş”tu. Allah o kavim senin şu kavim benim diye ona buna sürekli ayar vermiş ama her ne hikmetse Kureyş’e bir türlü kendisi doğal yollardan ceza verememiş hep Muhammed ve ordusu savaşmak zorunda kalmıştır. Bu da ilginç tabii.
-----------------------------
İRFEANMECLİSİ.COM
Dinde Zorlama Var mi..??? Var ise Neden..!
Bu sual çok sorulan ve çok tartışılan bir konu. Kimine göre dinde zorlama yoktur ve olmaz. Kimine göre ise dinde zorlama vardır ve olmalıdır. Ve bu tartışmaları görenler ve işitenler işine gelen tarafı tutuyor ve onu savunup söylüyor. Oysa bu konuyu, bu konunun uzmanı olan ve bu gibi konularda sözü geçerli olan başta Rabbimiz Kuranda ne diyor…??? Sonra Peygamberimiz as ne demiş ve üçüncü olarak da müceddid ve müştehitler bu konularda neler söylemişler ona bakmalıyız. Yoksa bu konulara da her önüne gelenin söz söylemesi ne delildir ne de hüccet.
Şunu da bilmek gereklidir ki… Asrımızda manevi olarak insanları etkileyen ve merak ve fikirlerini devamlı meşgul eden üç hastalık bulunuyor. Bunlar :
Biri dert-i maişet… Geçim derdi ve istikbalden edişe hissi son derece öne çıkmış ve her insanın fikir ve düşüncesini etki altına almıştır. Eskiden insanlar dört şeye muhtaçtı. Şimdi dört şey kırka çıkmış. Eskiden faturalar yok idi şimdi bir eve ona yakın fatura geliyor. Eskiden insanlar kendine lazım olanı kendi eker biçer ve üretirdi. Şimdi her şey para ile hazır olarak satın alınıyor. Bütün bunlara karşılık ücret az gider çok fazla olunca herkes geçim derdine düşüyor ve aklı fikri hep parada ve geçim derdinde oluyor. Böyle bir durumda olanın aklı fikri merakı maddede olunca, ister istemez manevi konulara ilgi ve alaka duymuyor. Bazıları ihtiyaç duymazken, bazıları mesele bile edinemiyor.
İkincisi siyaset… Bu asırda insanları en çok meşgul eden konulardan biri de siyasi konular. Medyanın adeta tek meselesi siyası ve futbol gibi konular teşkil ediyor. Sanki yaradılışın ilk gayesi gibi çok yoğun bir şekilde insanların merakını tahrik ederek haber yaptıkları için… Biz insanlarda o meseleleri konuşan tartışan oluyoruz. Bir manada kendi kendimize gelin güveyi oluyoruz. Hayalen ve sözde parti kurar talimat verir, sporcu alır atarız vs. Bütün gündemimiz bunlar olunca yine manevi hayatımızı etkiler ve birçok yapmamız gerekenleri sonraya tehir ederiz.
Üçüncüsü felsefe… Bu asrımızda felsefe diye isimlendirdiğimiz şahsi yorum ve kanat beyan etme de bir hastalık. Bu hastalık özellikle manevi konularda teslimiyeti bozan ve yoruma dayalı kendi kanaati ile harekete etmeyi netice veren bir hastalıktır. Oysa din beşeri değil İlahidir. Dünyevi değil semavidir. Bu yönü ile bizim ilk yapacağımız dinin bildirdiği hükümlere teslim olmak, sonrada hikmetini sorup öğrenmektir. Buna bir örnek vermek istiyorum şöyle ki :
Yolda giden insanlara hasta olduğumuzu söylesek, genelde bize doktor ve hastaneye gitmemizi tavsiye ederler. Veya kolumuzdaki saatin arızalı olduğunu ve bakmasını istesek ben anlamam der. Fakat manevi ve dini konularla ilgili bir soru sorsak… Hemen bana göre şöyle, bana göre böyle, bence şöyle olsa gibi yorumlar ve kanaatlerini söyler. Oysa her konuda olduğu gibi dini ve manevi konularında mütehassısı vardır. Öncelikle onun dediğini demeli, eğer bilmiyor ise, bilmiyorum diye bilmelidir. Dinde sözsöyleme hakkı evvela dinin sahibi olan Rabbimizin, sonra Peygamberimiz as ve üçüncü olarak da müceddit ve müçtehitlerdir. İmam-ı Azam, İmam-ı Rabbani, Gazzali, Geylani gibi manevi şahsiyetlerdir.
Şimdi gelelim baştaki sorunun cevabına. Dide zorlama var mı..! yok mu..! Cevap hem evet, hem de hayır. Şöyle ki :
Dinde zorlama yoktur… Çünkü iman kişinin kendi iradesiyle olursa makbul ve kabul olur. Zorlama ile kendi isteği ile olmayan imana ıztırari iman deniyor ve Allah böyle bir imanı kabul etmiyor. Kuranda buna Firavunun imanı örnek gösteriliyor. Bilindiği gibi Allah Firavuna Musa as göndermiş ve onu imana davet etmişti. Firavun bir çok mucizeler gördüğü halde iman etmedi. Daha sonra Musa as kızıl denizden mucize olarak geçerken oda geçmek istedi ve askerini denize sürdü. Fakat deniz kapanınca Firavun çaresiz kaldı ve zorda kaldığı için veya başka seçeneği olmadığı için bende Musa’nın Rabbine inandım dedi. İşte bu iman zoraki olan bir iman olduğu için kabul olmadı.
Kuranın bu hükmü bizi de bağlar. İnanmayan yani Müslüman olmayan kimseleri zorlayarak Müslüman yapamayız. Zorla hiç kimseyi imana davet edemeyiz. Bu manada yani dine İslam’a daha girmemiş insanlara asla zor kullanılmaz ve zorla İslam’a girmeleri istenemez. Çünkü kalben inanmayan zor kullanıldığı için dine girenin imanı olmaz ve Dine daha büyük zarar verir. Yani insanları Müslüman yapalım diye iki yüzlü münafık konumuna sokmuş oluruz. Öyle ise Müslüman olmayan birini yumuşak bir lisan ile güzel bir üslup ile tebliğ etmek vardır. Bunun canlı örneği de Peygamberimizdir as dır. O nasıl anlatmış ve tebliğ etmiş ise bizde öyle yapmakla mükellefiz. Rabbimiz Firavuna Musa as gönderirken nasılbir yol gösteriyor… Kavli-leyyin ile anlat, sert olma yumuşaklık ile anlat diyor. Öyle ise bizde öyle yapmak zorundayız.
Dinde zorlama vardır… Bir kimse kendi iradesi ve isteği ile İslam’a girse ve Müslüman olsa elbette dinin ona yükleyeceği sorumluluk ve yükümlülükler vardır. Dinde bunun ismi tekliftir. Yani mükellef olmak. Bu mükellefiyetin gereğini yerine getirene mükafat olduğu gibi, bu mükellefiyeti yerine getirmeyene mücazatı vardır. Mesele :
Bir kimse bir okula öğrenci olmadan önce o okulun hiçbir kuralına uymak ile yükümlü değildir. Aynı kişi o okula yazılıp o okulun öğrencisi olsa, o okulun yükümlüsü olur. Ve o okulun kural ve kaidelerine uymak zorundadır. Kendi istek ve arzusuna göre hareket edemez. Eğer kurallara uymasa disiplin kuruluna sevk edilir ve ceza verilir. Veya :
Bir kimse çalışmadığı, elamanı olmadığı bir fabrikanın kurallarına uymak zorunda değildir ve zorlanamaz. Fakat kendisi o fabrikada çalışmak için müracaat etse ve işe girse. Her iş yerinin kendine göre kural ve kaideleri olduğu gibi bu işyerinin de kendine göre kural ve kaidesi vardır. İşe giren her kes buna uymakla yükümlü olur. Ben uymam istediğim gibi çalışır, istediğim gibi gelir giderim. Şef usta falan tanımam diye bilir mi..! Derse haklı olur mu..! Böyle yapan birisi ceza almaz mı..! Beni kimse zorlayamaz, bana kural koyamaz diye bilir mi..! Veya :
Bir kimse asker değil sivildir. Kışla içinde ki kural ve kaideler sivil olanlara uygulanır ve onların yapması istenir mi..! Fakat bu kimse kendi isteği ile asker olsa ve askere gitse diye bilir mi…Ben nöbet tutmam, eğitime çıkmam, silah almam içtima ya gelmem diyemez ve deme hakkı olmaz..! Eğer böyle der ve yaparsa ceza görür ve askeriyeden atılır.
İşte yukarıda verdiğimiz üç misal gibi… Kendi irade ve isteğiyle İslam dinini seçen ve bu dine giren birisi elbette bu dinin emir ve kurallarına uymak zorundadır ve mükellef olur. Eğer bu yükümlülük ve sorumluluğunu yapmaz ise hem dünyada hem de ahrette cezası ve hesabı vardır. Ceza hukukuna bakılırsa bunun dünyevi ve uhrevi ne gibi cezaları olduğu görüle bilir. Din mümini zorlar. Verdiği sözü ifa etmesini ister. Nasıl ki devlet vatandaşlık görevini yapmayan vatandaşı polisle arar bulur mahkemeye sevk eder, hapse attırır veya malına icra ile el koyar…Öyle de Allaha kul olduğunu söyleyen ve bu kulluğu kendi isteği ile kabul edip bunun gereğini yapmayana da Allah hesap sorar ve ceza verir.
Şu noktayı unutmamak veya karıştırmamak gerekir. Bir kimse dinin dışında kalsa, o dini tanımasa, o dine muhalif olsa, dinsizliği tercih etse onun tercihine karışmayız ve onu tercihini terk etmesi için zorlamayız ve zor kullanmayız…Fakat bu o kimsenin yaptığının yanına kar kalacağı anlamına gelmez..! Ahrette hesaba çekilmeyecek, Allah ona hesap sormayacak, gibi bir düşünceye bizi sevk etmesin. Dünya bir imtihan hanedir. İnanan ve güzel ameller yapanlar ile İnkar ve isyan içinde olanları birbirinden ayırmak ve kimin cennete, kimin de cehenneme layık olduğunu belirlemek için bizler tercihlerimizde serbest bırakılmışız.
Geçmiş kavimlere gelen semavi musibet ve felaketler gösteriyor ki…Beşer başı boş değildir. Yaptıklarına bakılmıyor değil..! Sadece tehir ediliyor…Mahkeme-i Kübra ya bırakılıyor…Öğrenci olduğu halde okulun verdiği hiçbir görevi ve ödevi yapmayan birinin okul ile ilişkisi kesildiği gibi…Allahın kulu olduğu halde Allahın verdiği hiçbir görevi ve ibadeti yapmayan birinin de cennetle ilişkisi kesilir…!!!
Netice olarak şunu söyleye biliriz.Dinin dışında olan ve iman etmemiş olanlar için “ Dinde zorlama yoktur.” Kendi istekve iradesi ile İslam’ı seçen ve bu dine girenler için “ Dinde zorlama yani yaptırım vardır.”
Sual: Kur’anda, (Dinde zorlama yoktur) emri mevcutken, dinin emrini yapmayanlara çeşitli cezalar veriliyor. Mesela içki içen veya zina eden cezalandırılıyor. Bu bir çelişki değil mi?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde çelişki olmaz. O âyet-i kerime, (Yahudi ve Hristiyan, Müslüman olmaya zorlanmaz) demektir. Bu âyet-i kerimenin nesh edildiğini bildiren müfessirler de vardır. O âyet-i kerimenin tamamı şu mealdedir:
(Cizye vermeyi kabul eden kitap ehli kâfirleri, İslam dinine girmek için zorlamak yoktur, imanla küfür kesin olarak meydana çıkmıştır. Artık azgınlığa ve sapıklığa sevk edenleri tanımayıp da, Allah’a iman eden, elbette kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. Allah kemaliyle işitici ve bilicidir.) [Bekara 256]
Burada, (Bir kâfir, Müslüman olmaya zorlanamaz) deniyor. Osmanlılar, Yahudi ve Hristiyanları din değiştirmeye zorlamamış, üstelik dinlerini rahatça yaşamalarını sağlamıştır.
Müslüman için, (Yaptığı suçun cezası verilmez) denmiyor. Bir kimse, Müslüman olunca statüsü değişiyor. Mükellefiyetler yükleniyor. Yani bazı sorumluluklar alıyor. Dinimizin yasak ettiği hangi suçu işlerse işlesin, cezayı hak ediyor. Mesela açıktan oruç yerse veya açıktan namaz kılmazsa cezalandırılıyor, ama bunları gayrimüslim yapsa, cezalandırılmıyor. Çünkü kâfirin statüsü ayrıdır.
Bir memur, çalıştığı iş yerine hiç gitmezse, istifa etmiş kabul edilir yani o işyeriyle alakası kesilir. Çünkü memurun, o iş yerinin çalışma şartlarına uyması lazımdır. Ama bir tüccar, memurun çalıştığı iş yerine gitmese, bir şey denmez. Herkes, bulunduğu ülkenin kanunlarına uymak zorundadır, uymazsa cezalandırılır. Kanunsuz, kuralsız ülke olmaz. Müslümaların da, Müslümanlığın kurallarına uyması lazımdır. Kuralsız din olmaz.
SEVDE.DE
DİNDE ZORLAMA VAR MIDIR?
İmam fiili değil, kalbi bir iştir. Yani kalb ile Allah'a ve ondan gelene inanıp tasdik etmektedir. Binaenaleyh bir kimse kalbiyle tasdik etmeden hayatı boyunca inananlar gibi kelime-i şehadeti getirip Allah'a kulluk ederse mü'min sayılmaz.
Bu itibarla müslüman olmayanları zorla İslama getirmek için çalışmak fayda vermeyeceği gibi nifakın ve iki yüzlülüğün çoğalmasına sebeb olacağından fayda yerine zarar verecektir.
Ensar'dan, Huseyn'in hıristiyan iki oğlu vardı. Bir türlü müslüman olmadılar, bunun üzerine Huseyn nasıl benim bir parçam Cehennemde yansın deyip onları zorla müslümanlaştırmak istedi, bu vesile ile "dinde zorlama yoktur" mealıkindeki ayet-i celile nazil oldu.
Tarih boyunca müslümanlar, zimmilerin (İslam hakimiyeti altında yaşayan gayr-i müslimler) namus, can ve mallarını muhafaza etmişler ve onlara dokunmamışlardır. Onları inanç ve ibadetlerinde serbest bırakmışlardır. Tabii ki kanun dışı ferdi olaylar müstesnadır. Yalnız İslam dinini kabul eden kimse dinin icabı yerine getirmeğe mecburdur ve bunun için dinen zor kullanılır. Mesela namaz kılmayan kimsenin –Şafii'i mezhebine göre tevbe etmezse- cezası idamdır. Hanefi mezhebine göre hapistir. Oruç tutmayan kimse her iki mezhebe göre hapsedilir. İçki içen kimseye ceza olarak seksen değnek vurulur, görüldüğü gibi İslama göre İslamiyet dairesine girmeden evvel zora baş vurulmaz. Fakat İslamiyeti kabul ettikten sonra İslam'ın icabını yerine getirmek için zor kullanılır.
Dînde Zorlama Var mıdır? Yok mudur?
EDİT Şem'a
google.com dan bu başlığı arayın ve mutlaka videoları izleyin
"iskenderin 1996da cevizkabuğundaki rezilliği"
Dinin ruhunda ve özünde zorlama yoktur. Çünkü zorlama dinin ruhuna zıttır. İslâm irade ve ihtiyarı esas alır ve bütün muâmelelerini bu esas üzerine kurar. İkrah ile yapılan bütün amel ve fiiller ister inanç, ister ibâdet ve isterse muamele açısından kat'iyyen makbul ve muteber kabul edilemez. Zaten böyle bir durum, "ameller niyetlere göredir" prensibine de uygun düşmez.
Din, kendi mes'eleleri için ikrahı caiz görmediği gibi başkalarının İslâm'a girmelerini de ikrah esasına dayandırmayı hoş karşılamaz. O, muhatabını tamamen serbest bırakır. Meselâ zımmîler cizye ve haracı kabul ettikten sonra, İslâm dini onların hayatlarını garanti eder. Evet, İslâm'da musamaha ufku bu derece geniştir.
Zaten din, zorla kabul edilebilecek veya zorla kabul ettirilebilecek bir sistem değildir. O'nda herşeyden önce îmân esastır. Îmân ise, tamamen vicdanî ve kalbe ait bir mes'eledir. Hiçbir ikrah teşebbüsü kalb ve vicdana tesir edemez. Dolayısıyla insan ancak içinden geliyorsa ve gönlü imana yatkınsa îmân edebilir. Bu ma'nâda da dinde zorlama yoktur.
Hz. Adem'den günümüze kadar, din hiç kimseyi dehâlete zorlamamıştır. Bu mevzûda zorlama daima küfür cephesinin ahlâkı olmuştur. Onlar insanları dinlerinden çıkarmak için zorlamışlardır; fakat hiçbir mü'min bir kâfiri zorla müslüman yapmaya çalışmamıştır.
Burada akla, şöyle bir soru daha gelebilir. Kur'ân-ı Kerim'de kıtâl ve cihadın farziyetiyle alâkalı birçok âyet mevcuttur. Peki bunlar bir ma'nâda zorlama değil midir?
Hayır, değildir. Çünkü, cihad, karşı cepheye ait zorlamayı bertaraf içindir. Böylece insanlar, İslâm'ın değişmeyen bir kâidesiyle girdikleri İslâm dinine kendi arzu ve iradeleriyle gireceklerdir. İşte İslâm'ın farz kıldığı cihadla, böyle bir anlayışa zemin hazırlanmış olacaktır. İrade hürriyeti, İslâm'ın cihad emriyle yerleşmiştir.
Bu meseleyi bir başka açıdan da şöyle bir değerlendirmeye tâbi tutabiliriz:
Bu âyetin hükmü belli devrelere aittir. Belki her kemal ve zeval fâsılalarının da birbirini takibinde bu devreler yine bulunacaktır; ama, hüküm sadece o devreye münhasır kalacaktır. Nitekim Kâfirûn sûresinde bildirilen "Sizin dininiz size, benim dinim de bana" hükmü de aynı şekilde belli bir devreye mahsustur.
Bu devre ve bu dönem, meseleleri çözme ve anlatma dönemidir. Mes'eleler sözle anlatılacak ve kabulde muhatap kat'iyyen zorlanmayacaktır. Ve yine bu dönem, başkalarının dalâlet ve sapıklığıyla ilgilenmeme, onları tahrik etmeme ve kendi hidayetini muhafaza ile ferdî hayatında dini tatbik etme dönemidir.Bu dönem ve devrelere ait hükümler ise, bütün zaman dilimlerine şamil değildir; tabiî bu ma'nâda şamil değildir. Yoksa bu hüküm artık hiçbir zaman tatbik edilmeyecek demek yanlış olur. İslâm'ın her devresinde böyle bir zaman parçası -realite olarak- yaşanmıştır ve günümüzde de yaşanmaktadır.
Ancak aynı âyetin bütün zaman dilimlerini kuşatan bir hükmü daha vardır ki, bu hüküm her zaman ve zeminde geçerliliğini devam ettirecektir. O da İslâm diyarındaki azınlıklara ait hükümlerdir ki, hiç kimse İslâm dinine girme mevzuunda zorlanmayacaktır. Herkes kendi dinî inancında serbest olacaktır.
Tarihe bir göz attığımızda açıkça görürüz ki, bizim aramızda daima Yahudi ve Hristiyanlar bulunmuştur. Batılıların bu mevzûdaki itiraflarına göre, Hristiyan ve Yahudiler kendi devletlerinde bile, bizim içimizde yaşadıkları kadar aziz yaşayamamışlardır. Onlar zimmetimizi kabul ederek cizye ve haraç ödemişler; müslümanlar da onları teminat altına alıp korumuşlardır. Fakat hiç bir zaman onları İslâm dinine girmeye zorlamamışlardır. Düne kadar bunların hususi mektepleri vardı ve kendilerine ait hususiyetlerin hepsini, dinî âyin ve yortularına varıncaya kadar muhafaza ediyorlardı. Bizim en muhteşem devirlerimizde dahi onların yaşadığı muhite girenler, kendilerini Avrupada zannederlerdi. Hürriyetleri bu kadar genişti. Sadece bizi iğfal etmelerine imkân ve fırsat verilmemiştir. Evet, gençlerimizi ve kadınlarımızı saptırmalarına göz yumulmamıştır. Bu da bizim kendi toplumumuzu korumamızın gereğidir.
Bu kabil dinin caydırıcı bazı hükümleri, hiçbir zaman dinde zorlama değildir ve sayılmamalıdır da. Bu gibi hükümler, serbest iradeleriyle dine girenlere aittir ki, onlar da zaten bu hükümleri kabul etmekle İslâm'a girmişlerdir. Meselâ, bir insan, İslâm dininden irtidat ederse ona mürted denir ve verilen süre içinde tevbe etmezse öldürülür. Bu tamamen daha önce yapılmış bir akde muhâlefetin cezasıdır. Ve tamamen sistemin muhafazasıyla alâkalıdır. Devlet, belli bir sistemle idare edilir. Her ferdin hevesi esas alınacak olursa devlet idaresinden söz etmek mümkün olmaz. O'nun içindir ki bütün müslümanların hukukunu muhafaza bakımından, İslâm, mürtede hayat hakkı tanımamıştır.
Ayrıca İslâm dinine giren insanlar bazı şeyleri yapmakla bazılarını da yapmamakla mükellef kılınırlar. Bunun da zorlama ile bir alâkası yoktur. Nasıl ki, namaza duran bâliğ bir insan namaz içinde, sesli olarak gülecek olsa ceza olarak hem namazı hem de abdesti bozulur. Ve yine ihramlı bir insan, üzerindeki haşeratı öldürse veya dikişli bir elbise giyse çeşitli cezalara çarpıtırılır. Halbuki aynı insan namazın dışında gülse veya ihramsız bir zamanda bunları işlese hiçbir cezası yoktur. Aynen bunun gibi, İslâm, dine girme mevzuunda kimseyi zorlamamakla birlikte, kendi iradesiyle dehâlet edeni de başıboş bırakacak değildir. Elbette onun kendine göre emir ve nehiyleri olacak ve müntesiplerinden, bunlara uygun hareket etmelerini isteyecektir. Bu cümleden olarak, namazı, orucu, zekatı ve haccı emredecek; içki, kumar, zina ve hırsızlığı da yasaklayacaktır. Bu yasakları ihlal edenlere de suçlarının cinsine göre ceza verecektir ki, bütün bunların zorlama ve ikrahla hiçbir alakası yoktur.
Esasen biraz düşünüldüğünde, bu türlü caydırıcı tedbirlerin de, insanların yararına olduğu idrak edilecektir. Çünkü ferd ve cemiyet böyle müeyyidelerle, dünya ve ukbalarını korumuş olacaklardır. İşte bu ma'nâda dinde bir zorlama vardır. Bu da insanları zorla Cennet'e koymak istemekle aynı anlamda bir zorlamadır
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 66 ziyaretçi (170 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
Bugün 136 ziyaretçi (157 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|