ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI
XXX. Dizi - Sayı 31
OSMANLI_ TOPLUMUNDA
•
TASAVVUF VE SUFiLER
Kaynaklar - Doktrin - Ayin ve Erkan - Tarikatlar -
Edebiyat - Mimari - İkonografi - Modernizm
2 . Baskı
Hazırlayan
Ahmet Yaşar OCAK.
. ·~
TÜRK TARİH KURUMU
ANKARA,2014
OSMANLI DÖNEMİ TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN
BAZI TEMEL KAYNAKLARI
SÜLEYMAN ULUDAG
1299'da kurulan ve 1923'e kadar varlığını sürdüren Osmanlı Devleti
en geniş sınırlarına fil. Murad döneminde (1574-1595) ulaştı. XVIII.
yy'ın başında Balkanlar, Kafkaslar, Irak, Yemen, Mısır ve Fas'a kadar
Kuzey Afrika Osmanlı Devleti'ne bağlı bulunuyordu. Osmanlı dönemi
tasavvuf tarihi ve bu dönemdeki temel- eserler bahis konusu edilince,
altı asrı aşkın bir zaman dilimini ve yukarıda kısaca belirtilen geniş
coğrafyayı göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Durum bu olduğu ,
halde Osmanlılarda ilim, medrese, kültür, tasavvuf ve tekke hayatı
dendiği zaman çoğu zaman sadece Balkanlar ve Anadolu akla gelmekte, Kırım, Dağıstan, Azerbaycan, Yemen, Sudan, Fas, Tunus, Libya,
hatta Mısır hiç düşünülmemektedir. Bunun ~ebebi Osmanlılar'ın Anadolu' da ve Balkanların önemli bir bölümünd'e altı asır hüküm sÜIIDelerine rağmen Dağıstan ve Fas gibi başkentten uzak bölgelerde daha kısa
hüküm sürmeleri, sonuç olarak da Balkanlar'da ve Anadolu' da olduğu
kadar uzak bölgelere kültürel açıdan kendi damgalarını tam olarak
vuramamış olmalarıdır. Bununla beraber Kuzey Afrika ve Dağıstan
gibi uzak bölgelerle başkent İstanbul ve bunun yakın çevresini oluşturan Anadolu ve Balkanlar arasında tasavvuf ve tarikatlar açısından son
derece önemli bir etkileşim bahis konusudur.
Osmanlı ilim ve öğretim hayatı ile Osmanlı öncesi müslüman hanedanlıklardaki ilim ve öğretim hayatı geniş ölçüde birbirlerine benzediği gibi Osmanlı döneminde Türkistan, Hindistan ve Suriye-Mısır
gibi bölgelerde kurulan devletlerdeki ilim ve öğretim hayatı da l:ıirbirine benzer. Osmanlı dönemi bu akımdan İslam medeniyetinin ve
kültürünün bir parçasıdır ve bu parça bütüne benzer. Tasavvuf ve tarikat sahasında ise bu benzerlik daha fazladır. Çünkü tasavvufun evrensel boyutu daha güçlüdür.
Bununla anlatmak istediğimiz şey, Osmanlı dönemi tasavvuf ve
tarikat hayatının gerek önceki, gerekse Osmanlı döneminde Osmanlı
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 21
hudutları dışındaki İslam memleketlerinde yaşanan tasavvuf ve tarikat
hayatından soyutlanamayacağı hususudur. Bununla beraber kısmen
de olsa Osmanlı döneminin kendine özgü bir tasavvuf, tarikat ve tekke
hayatı, bunlardan kaynaklanan bir edebiyatı (literatürü) bulunduğu da
malumdur. Osmanlı dönemi tasavvufunu inceler ve araştırırken bütün
bu hususların önemle göz önünde bulundwulması gerekir.
Osmanlı dönemi tasavvufunun kaynakları çok çeşitlidir. Osmanlı
kültür çevresi içinde yaşayan ve eserlerini Türkçe, Farsça ve Arapça
yazan Osmanlı sftfilerinin eserleri olduğu gibi, Osmanlı öncesi
dönemde ya da Osmanlı döneminde Osmanlı hudutları dışında kalan
müslü.man devletlerde yaşayan yazarların eserleri de Osmanlı dönemi
tasavvufi düşüncesinin ve hayatının en önemli kaynaklarıdır, ikinciler
olmadan birincileri anlamak mümkün değildir.
Kaynaklar konusunda dikkate alınması gereken bir başka önemli
husus da şudur: Osmanlı dönemi tasavvufunun kaynakları ve kökleri
Kôdiriye, Rifôiye, Sühreverdiye, Kübreviye ve Yeseviye gibi Osmanlılardan önce kurulan ama Osmanlılar'da varlıklarını sürdüren ya da
Nak§fbendiye gibi Osmanlı döneminde ama Osmanlı hudutları dışında
kurulan fakat bu devletin hakimiyet alanında da hayatlarını devam
ettiren tarikatlara dayanır. Fütüvvet ehli, Ahiler, Kalenderiler, Melamiler, Hurfrfiler gibi zümreleri, tasavvufi hareketleri de unutinamak gerekir. Kısmen Ahilik istisna edilirse diğer zümreler de Osmanlı ülkesine
diğer İslam memleketlerinden gelmişlerdir.
Buna göre Osmanlı dönemi tasavvufunun temel kaynaklarının ana
kategorileri şöyle sıralanabilir.
1. Sftfiliğin doğuş döneminde ortaya çıkan ve Osmanlı tasavvufi
hayatında etkisini hissettiren Hüseyin b. Mansur el-Hallac ve benzeri
ilk süfiler ve eserleri.
II. Tasavvufun ilk döneminde kaleme alınan temel kaynakları.
m. SühreverdH Halebi tarafından kurulan İşrôkili.k ve İbn Arabi
tarafından geliştirilen Vahdet-i Vüciid gibi daha ziyade tasavvuf felsefesi (İrfanilik, Teozofi) diyebileceğimiz ekollere mensup eserler.
22 1 Süleyman tnudağ
rv. Osmanlı döneminden önce kurulan ve Osmanlı tasavvufunu
etkileyen Kô.zeıuniye, Kô.diriye, Rifô.iye, Halveti.ye ve Yeseviye gibi tarikatların çevrelerinde yazılan eserler.
V. Fütüwet, Melô.met, Kalenderilik, Hurufilik gibi Osmanlı dönemi
öncesine ait olup Osmanlı dönemini etkileyen, daha ziyade tasavvufi
hareket ve cereyan niteliğinde olan zümreler, örgütlerce meydana getirilen eserler.
Vl. Osmanlı döneminde Anadolu'da kurulan ve Balkanlar'da da
etkili olan Bayrô.miye (Bayramı Melamıleri), Celveti.ye, Bektô.şiye gibi
tarikatlar veya tarikat kolları.
Bu yazı çerçevesinde, Osmanlı dön_emi tasavvufi düşüncesinin ve
ayatının bütün ynaklarını ele almak gibi bir iddia kesinlikle söz
konusu değildir. Ancak azı önemli kaynaklardan bahs edilecektir.
Sılfiliğin oğuş Döneminden Kalan Bazı Kaynaklar
Kuşeyri, tasavvuf konusundaki ünlü Risalesinde Sahabe, Tabiin ve
Etba-u't-Tabiin döneminden sonra ortaya çıJ<an dindar müslümanlara
ô.bid ve zô.hid dendiğini, daha sonra idatç 1 denilen mezheplere mensup ô.bid ve zô.hidlerden ayırdetmek için Ehl-i Sünnet abid ve zab.idlerine Sufi ve Mutasavvıf, tuttukları yola da Tasawuf adının verildiğini,
bu durumun da II.NIII. asırdan önce ortaya çı.lctığını söyler. İlle stıfiler
olarak da İbrahim b. Edhem (ö.161/777), Fudayl b. yaz (ö.187/802),
Maruf Kerhi (ö.200/816) ve Zünnün Mısri (ö.245/859) gibi kişilerin
ismini kaydeder1 • Sülem.i ise ilk süfileri beş tabakaya yırır. Yukarıdaki isimlerden başka Bayeztd Bistami (ö.234/848), Haris Muhasibi
(ö.243/857), Ebu Hafs Nişabfui (ö.260/883), HamdünKassar (ö.271/884)
gibi stıfileri de birinci tabakada zilcr eder.2 İlle stıfiler II / VIII. asrın son
yarısı ile fil/ IX. asrın ille yarısında yaşamışlardır. Bu dönemde yaşamış
olan Bayezid Bistfuni, Haris Muhasibi, Hamdün Kassar ve Ebu Hafs
Nişabfui Tbyffiriye, Muhô.sibiye, Melô.meti.ye ve Fütüvvet gibi isiıiıler
verilen önemli tasavvufi akımların temsilcileridir. Bunları Cüneydiye,
Nariye, Sehliye, Hakimi.ye, Hanôziye gibi tasavvufi akımların temsilcileri olan Cüneyd Bağdadi (ö.297/909), Ebu'l-Hüseyin Nuri (ö.295/907),
'Bk. Kuşcyri, Abdlllkeriın, eı•·Rlsôfe, Kahire 1966, s.51 vd.
'Bk. Sülemi, Ebu Abdurrahman, Tobokôtıı's·Sıifiye. Kahire 1969, s.6-146.
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 23
Sehl b. Abdullah Tusteri (ö.273/886), Hakim Tirmizi (ö.320/932), Ebu
Said Harraz (ö.277/890) gibi ikinci tabakadaki süfiler izlemiştir.
Hucviri, Muhasibiye'yi rıza halinin, Kassfuiye'yi melfunetin, TayfO.-
riye'yi sekrin, Cüneydiye'yi sahvın, Nüriye'yi !sarın, Sehliye'yi çilenin,
Hakimiye'yi gaybet ve huzürun, Seyyfuiye'yi cem ve tefrikanın, Hulmô.-
niye'yi hulul ve ittihadın taraftarı olarak göstermekte, bu arada Hallac
hakkında da bilgi vermektedir.
3 Yukarıda bahis konusu edilen isimler
ve savundukları temel tezler bütün İslam aleminde, bu arada Osmanlı
ülkesinde mutasavvıflar tarafından benimsenmiş ve savunulmuştur.
Bunlardan İbrahim b. Edhem'e ait çeşitli dillerde yazılmış bir çok
menkıbe kitabı vardır. Derviş Hasan er-Rfuni'nin Siretü Sultan İbrahim
b. Edhem isimli eseri Tfukçe'dir.4 Firdevsu'l-MürşidiyYe fi Esrô.ri's-Samediyye (Leipzig, 1948) isimli menakıbnfunede (bu menakıbnfune
Tfukçe'ye de çevrilmiştir) hayatı anlatılan ve Kazerüniye tarikatının
kurucusu sayılan Ebu İshak Kazerfuıi (ö.426/1034) İbn Hafif'in tasavvuf anlayışını devam ettirmiştir. Halifeleri Bursa'da Kazerüniye zaviyesinde faaliyette bulunınuşlardır.5
Hakim Tirmizi'nin Nevadiru'l-Usfıl isimli eseri 1293/1876'da İstanbul' da basılmıştır. Velayet konusundaki görüşleri, İbn Arabi vasıtasıyla
Osmanlı tasavvufunu etkilemiştir.
Ham.dün Kassar'ın başlattığı bir hareket olan Melfunetilik, başlangıçtan itibaren ama daha çok Hacı Bayram' dan sonra Osmanlı dönemi
tasavvufi hayatı üzerinde derin izler bırakmıştır. Ebi Hafs Nişabüri ve
Ahmed b. Hadreveyh gibi süfiler tarafından ortaya atılan Fütüvvet/
Civanmertlik anlayışı ise Osmanlı döneminde Fütüvvet Ehli, Ahilik ve
Loncalar şeklinde devam etmiştir.
Hüseyin b. Mansür el-Hallac'ın (ö.309/922) Kitabu't-Thvasfn
(Paris,1913).. Aklıbar al-Holl.aj isimli kitapları (Paris,1914) ve Divan'ı
(Paris,1931) L. Massignon tarafından yayınlanmıştır. Eserlerinde ve
şiirlerinde dile getirdiği tasavvuf anlayışı bütün mutasavvıfları, özellikle Osmanlı dönemi mutasavvıflarını derinden etkilemiştir. İbn Arabi
'Bk. Hucviri, Ali b. Osman Cüllıibi, Keşfiı '1 Malıcıib (Hakikat Bilgisi) İstanbul 1982, trc . S. Uludağ,
s.281-395.
• Arendonk, "İbrahim b. Edhem", İA, Vffi,. 887.
' KöprülCi, F., "Ebü İshak K:ızerüni ve Anadolu'da İshili Dervişleri", Belleten, XXXIII.,
24 1 Süleyman Uludağ
gibi Arap mutasavvrllar, Senfil, Attar ve Cami gibi İranlı mutasavvıflar,
Ahmed Yesevi ve Yunus Emre gibi Türk mutasavvıflar Hallac'ın ateşli
savunucuları olmuşlar, onun görüşlerini toplumun her kesimine yaymaya çabalamışlardır.
İlk süfiler arasında görülen Rulman es-Slifi ve benzeri heretik
ve ibahiyeci kişiler ise daha sonraki dönemlerde belirgin bir şekilde
ortaya çıkan heretik akımlara kaynak olmuşlardır.
İlk süfiler arasında Haris Muhasibi ve Ha.kiın Tirmizl gibi çok
sayıda eser veren müellifler vardır. Yazdıkları eserlerin çoğu günümüze kadar da ulaşmıştır.6 Bunlara ait eserlerin hiç biri üzerinde daha
sonraki dönemlerde fazlaca durulmamışhr. Sonraki dönemlerde yaşamış olan mutasavvıflar, ilk süfi.leri, Sülemi'nin Tabakôtu's-Sufiye ve
Ebu Nuaym'ın Hilyetu'l-Evliyô.'sı gibi biyografik eserlerden, kısmen de
haklarında yazılan menakıbnamelerden tanımışlardır.
Burada öneminden dolayı Rabiatu'l-Adeviyye ile Veysel Karam'nin
de anılması gerekir. Rabia (ö.185/801) ilk sfrfilerden olup, sevgi ağırlıklı tasavvufun öncülerindendir. Bu yolda kendisini özellikle sun
kadınlar izlemişlerdir. Sülemi, Zikru'n-Nisveİ:i.'l-Mütaabbidô.ti's-SO.fiyô.t
(Kahire,1993) isimli eserinde, Cami ise, Nefehôtu'l-Üns ekinde bu
ermiş hanımlar hakkında bilgi verirler. 7 Tasavvufta adından sık sık
bahs edilen, sfrfi olmak.tan çok abid, zahid ve vaiz olan Hasan ·Basri
(ö.110/728) daha ziyade Allah korkusuna day~an bir tasavvuf anlayışını egemen kılmaya çalışmışhr.
Veysel Karfuıi'nin (ö.?) Yemenli olduğu ve Hz. Muhammed zamanında yaşadığı kabul edilir. Aslında tasavvufla ilgisi bulunmamakla
beraber, tasavvufi hayal onu bir derviş şeklinde tasvir etmiştir. Osmanlı
döneminde onunla ilgili menakıbnameler büyük bir ilgi görmüş, adına
makamlar (türbeler), mescidler ve camiiler yapılmışhr.8 Ona nisbet
edilen Üveysiliğin tasavvufta önemi büyüktür.
'Sezgin. Fuat Gesclıiclııe des Arabisclıen Sclırift11ms (GAS) I, 653.
1 Aynca bk.. Smitb, Margarct Rabia 17ıe Mystic And Her Fellav-Sai111s iıı Is/anı, Cambridge, 1928.
1 Bu konuda geniş bilgi ve tıılıliller için bk. Ocak, A. Yaşar, ~eysel Karôııi ve Üveysilik, lstanbul,
2009, 3. bs.; Veysel Karani ile ilgili nıcnfilabnamelere örnek olarak şunlar gösterilebilir., Lilmii Çelebi
(Ô.89211497) Mentikıb-ı Ha..?Tet·i Veysel Karô11i, Süleymıiniye Kıp. Esat Efendi, no: 165912; CemaJeddio
Muhammed b. Sıddık, el-Mevôlıibfi '/ /lôfıiyye fi Meııôkıbi '1-Karôııiyye, ın;. HQseyin Mazhar, İstanbul,
1333.
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 25
İlk sılfiler hakkında Sülem.i, Tabakatu's Sfıfiye'de değerli bilgiler vermiş, bu bilgiler Cfuni'nin Nefehfıtü'l-Üns'ü ve bu eserin Lfunii
Çelebi tarafından tercümesiyle Osmanlı muhitine ulaşmıştır. Attar'ın
Tezkiretii'l-Evliyfı'sı ve bunun Osmanlıca tercümeleri, aynı amaca hizmet etmiştir.
Kısaca ilk süfiler Osmanlı dönemi mutasavvıflarını sürekli olarak etkilemişler ve onlara ilham kaynağı olmuşlardır. Bu hususun ne
kadar önemli olduğunu göstermek için bir örnek olmak üzere Kadiriye tarikatı silsilesine bakmak kafidir. Bu tarikata bağlı olanlar kendilerine ilahi feyzin, bereketin ve irfanın, manevi huzurun şu silsile
(yol) ile geldiğini kabul ederler: Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Hüseyin,
Zeynelabidin, Muhammed Bakır, Cafer Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza,
Maruf Kerhi, Seri Sakati, Cüneyd Bağdadi, Şibli, Ebu'l-Fadl Abdulvahid et-Tem.imi, Yusuf et-Tarsfısi, Ali b. Muhammed b. el-Hakkari,
Ebu's-Said el-Mahzumi, Abdulkadir Geylaru (Pir-i tarikat), Seyyid
Muhammed Geylaru, Seyyid Hüsameddin, Seyyid Şihabeddin, Seyyid Ala~ddin, Seyyid Hüseyin Hameri, Eşrefzade (Eşrefoğlu) Abdullah
Rumi (Pir-i Sam) (Sadık Vicdani, Tomar; Kadiriyye, s.12,48.)
Eşrefoğlu'nun kurduğu kabul edilen Eşrefiye aslında Kfıdiriye'nin
bir koludur. Bu tarikat mensupları Osmanlı ülkesindeki tekke ve dergahlarında zikir yaparken ve günlük evradlarını okurken, yukarıdaki
23 kişinin ismini derin bir saygı hissi ile ve coşkulu bir şekilde anar,
Allah'tan gelen feyzin ve irfanın onlar aracılığıyla kendilerine ulaştığına inanırlar. Tarikatın şeyhleri ve bunların halifeleri ile müridleri
adları geçen 23 kişiye sadece şekil ve söz olarak değil, kalben ve ruhen
de bağlıdırlar. Her vesile ile hayatlarını, onların menkıbelerini anlatır,
onları kendilerine örnek alırlar. İşte Osmanlı dönemi tasavvufu daha
önceki döneme bu kadar sıkı bir şekilde bağlıdır.
Dikkat· edilmesi gereken diğer bir husus, Abdulkadir Geylaru'nin
silsilesinde yer alan meşayihin hemen hemen tamamıyla alevi (Hz.
Ali'nin soyundan) olmalarıdır. A.. Geylaru'nin de bu soydan geldiği
kabul edilir. Bu durum tarikata koyu bir alevi renk verir. Ehl-i Beyt sevgisini öne çıkarır, Kerbela matemine katılmayı ve aşfıreye önem vermeyi gerektirir. Hatta Oniki İmama da büyük saygı gösterilir. DurUIJ?.
diğer tarikatlarda da böyledir. Burada Şia tesirleri belirgin bir şekilde
kendini hissettirmektedir.
26 1 Süleyman Uludağ
Tasavvufun İlk ve Temel Kaynaklan
İlk sfıfileri, tasavvufun ana kaynaklarının yazıldığı ikinci dönem
izlemiştir. Aslında bu dönemi birincisinden ayırmak zordur. Zira
Muhasibi, Hallac ve Ha.kını. Tirm.izi'nin eserleri de ilk temel kaynaklar sayılır. Ancak ikinci dönemde daha geniş ve daha düzenli olarak
yazılan tasavvufla ilgili eserlerin etkisi daha derin ve daha sürekli
olmuştur.
Bu dönemde yazılan önemli eserlerden biri Ebfı. Nasr es-Serrac'ın
(ö.387/988) el-Lumô fi't-Tasavvuf (Leiden,1914) isimli eseriyle Ebu
Bekir Muhammed Kelabazi'nin (ö.380/990) et-Tb'arruf li-Mezhebi
Ehli't-Tasavvuf(Kahire, 1936) isimli kitabıdır. Fakat her iki eser de daha
sonraki dönemde yazılan .eserlerin gölgesinde kaldığından tasavvuf
tarihinde fazla etkili olmamıştır. Hucviri'nin Keşfu'l-Mahcub (Leningrad, 1938) isimli değerli kitabı için de aynı şey söylenebilir.
Bu dönemin en önemli eserleri ve yazarları:
1. Sülem.i (ö.412/1021), Tabakôtu's-Süfiye (Kahire,1953). Bu eser
Hace Abdullah Ensan tarafından Farsça'Y,a çevrilmiş, Abdurrahman C§.m.l tarafından Nefehôtu'l-Üns (Tahrah,1947) adıyla genişletilmiş, Bursalı 1§.m.l Çelebi tarafından bazı ilavelerle Türkçe'ye tercüme
edilmiştir (İstanbul,1289). Nefehôtu'l-Üns ve tercümesinin Osmanlı
dönemi tasavvufu üzerindeki etkisi sürekli olmti'ştur.
2. Ebu Nu'aym Isfahanı (ö.430/1039), Hilyetu'l-Evliyô (Kahire,
1282.1-X). Btı eser, Osmanlı dönemi tasavvufu üzerinde bir hayli etkili
olmuştur.
3. Ebu Talib Melli (ö.386/996), Kütu'l-Kulıib (Kahire, 1953).
Osmanlı dönemi tasavvufunun önemli kaynaklarından biri de budur.
4. Kuşeyri, Abdülkerim b. Havazin (ö.465/1072), Risôletu'l-Kı.ışeyriye (Kahire,1966, trc. S. Uludağ, KuşeyrJ Risôlesi, İstanbul,1978).
Osmanlı dönemi tasavvufuna en fazla tes~ eden kaynaklardan biridir.
Bu eser, bu dönemde çokça istinsah edilip okunmuş, şerh ve tercüme
edilmiş, okunmasa bile eseri evde bulundurmak uğurlu sayılmıştır.
Risale, Şeyhülislam Hoca Sadeddin (ö.1000/1599) tarafından şerh edilmiştir. Abdunnan'nin Türkçe tercümesi, Müntehabôt-ı Nôfiô-i Risôle-i
Kuşeyriye adıyla basılmıştır (İstanbul,1307/1889). Sultan Abdülmecid
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 27
dönemi fil.imlerinden Seyyid Muhammed ise, Risale şerhini (Şerh-i
Risôle-i Kuşeyriye) Bezro-i Alem Sultan'a ithaf etmiştir.
5. Gazili, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed (ö.505/1111).
Gazili'nin İhyôu Uluıni'd-din (Bulak,1296/İstanbul,1321) adlı eseri
Osmanlı döneminde hem mutasavvıflar, hem de vaizler üzerinde
etkili olmuştur. İhyô'mn özeti mahiyetinde olan Kimyô-ı Saadet (Haydaraba.d, ts., Türkçe tercümeleri: Vani Mustafa Efendi (ö. 1000/1599),
Süleymamye Ktp., Aya- sofya, no: 1719; Necati (ö.940/1533); Subhani
(ö.970/1562); bk. Keşfu'z-Zunü.n, II., 1533; Faruk Meyanı, İstanbul,1979) ise Osmanlı döneminde daha popüler, dolayısıyla daha
etkili olmuştur.
Gazfili'nin Osmanlı dönemi tasavvufu üzerinde derin tesir bırakan
diğer eserleri: Miiılıôcu'l-Ahidin (Kahire,1288/1871). Türkçe te:rcüınesi,
Niham (ö.925/1519), bk. Keşfu'z-Zunun, II., 1876; el-Maksadu'l-Esnô
fi Şerhi Esmôillôlı.i'l-Hüsnô. (Kahire,1324/1906); Mizônu'l-Amel (Beyrut,1979), Eyyühe'l-Veled (Ey Oğul, Hücceti,i.'1 İslam), (Viyana, 1838).
Türkçe tercümeleri, bk. Keşfu'z-Zunü.n I., 216; Mişkôtü'l-Envô.r
(Kahire, 1322), Bu eser İşrfildlik açısından da önemlidir.
V/XII-VI/XIII. asırlarda Farsça yazılan Hucviri'nin Keşfiı'l-Mah
cub'u (Leningrad, 1338; trc. S. Uludağ, İstanbul,1982); Hace Abdul-.
lalı Ensari'nin (ö.481/1088), Tabakôtu's-SU.fiye'si (Kabil,1962); Ahmed
Cami Nameki'nin (ö.536/1141), Unsu't-Tôibm'i (Tahran,1350) ile
Miftôhu'n-Necôfı (Tahran,1347); İbn Münevver'in (ö.574/1178 veya
588/1192) Esrô.ru 't-TevhidfiMakômôti Şeyh EM Said (Petersburg,1899);
Senfil'nin (ö.525/1131) Hadikôtü'l-Hakika ve Şeri'atu't-Tarik.a (Tahran,1359); Ruzbihan Bakli'nin (ö.606/1209) Abheru'l-Aşikin (Tahran,1981) ile Şatahôt-ı SU.fiyye (Tahran,1981); Ahmed Gazzfili'nin
(o.520/1126) Sevônihu'l-Uşşô.k (İstanbul,1942); Aynulkudat Hemedam'nin (ö.525/1113) Zübdetü'l-Hakô.iki (Tahran,1962) ile Temhidôfı
(Tahran,1341) ve Feridüddin Attar'ın başta Tezkiretu'l-Evliyô. olmak
üzere bir çok eseri Osmanlı döne~ tasavvufunun en önde gelen başvuru kaynaklarındandu'.
Bunlardan Hace Abdullah Ensari'nin Menôzilu 's-Sôirm isimli eseri
İsmail Ruslihl Ankaravi tarafından ufak değişikliklerle Türkçe'ye
çevrildiği gibi (Bulak,1286), özellikle münacatları Türk mutasavvıf28 1 Süleyman Uludağ
lan üzerinde tesirli olmuştur, (bk. Ali Milaru, Te'sfr-i Hace Abdullah ı
Ensô.ri ber Edebiyô.t-ı Siifiyô.ne-i Türki, Aşina, s.15-20, 1995) Ensari'nin
Kenzü's-Sô.l.ikin isimli eserinin Şeb u Ruz bölümü Fasih Ahmed Dede
tarafından (İstanbul,1278), bazı parçalar da Şair Nevres tarafından
Mebô.liğu'l-Hikem (İstanbul, 1302) adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir.
Ahmed Cfuni Nameki "Camiler" diye bilinen ve Osmanlı ülkesinde
de faaliyet gösteren bir dervişler toplulu~un önder tanıdığı önemli
bir sUfidir.
Aynulkudat Hemedam'nin Temhidô.fı ile ilgilenen Osmanlı yazarları, bu önemli eseri Türkçe'ye tercüme etmişlerdir, (bk. Süleymarnye
Ktp., Şehid Ali, no: 1214, Esad Efendi, 1361)
Mevlana Celaleddin Rumi'nin kendine örnek aldığı bir stlfi olan
Ferideddin Attar'ın (ö.618/1121) Osmanlı dönemi tasavvufu üzerindeki etkisi derin ve süreklidir. Tezki.retu'l-Evliyô. (London, yay. R.A.
Nicholson, 1905; Türkçe tere. S. Uludağ, İstanbul,1985) Sinan Paşa
(ö.891/1486) tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir. (Ankara 1987)
Bu eserin bir de anonim tercümesi vardır. (Ankara,1988, Orhan Yavuz)
!
Attar'ın Türkçe'ye tercüme edilen diğer iki eseri:
Mantıku't Tayı; trc. xrv. asu şfilrlerinden Gülşehri, nşr: Agah Sırrı
Levend, Ankara, 1957), Şemseddin Sivasi ve Fedai (6.1636) tarafından
da tercüme edilmiştir. (İstanbul,1274) Gölpınarlı, A. İstanbul, 1,11,
1962-63)
İlahinô.me, trc. Şemseddin Sivas!, 1597, Gölpınarlı, İstanbul, 1947.
Attar'a isnad edilen Pendname de birkaç defa Türkçe'ye tercüme
edilmiştir. Mesela: İsmail Hakkı Bursevi, İstanbul,1850, Hacı Feyzullah Salih Naili (ö.1905), Pend-iAttar Şerhi, Bulak,1877; Şeyh Mehmed
Murad (ö.1847) Ki.tô.bu Mahazar Şerh Alô. Fendi Attô.ı; İstanbul, 1836;
Genç Osman Nuri, Ankara,1946.
Nakşibendiye tarikabııa mensup Abdurrahman Cfuni (ö.898/1492)
de Osmanlı dönemi tasavvufunu derinden etkilemiş İranlı bir mutasavvıftır. Cfuni'nin, yukarıda kısaca değindiğimiz, Hace Abdullah. Ensari'nin Tabakô.tu 's-Siifiye'sini genişleterek meydana getirdiği
Nefehô.tu'l-Üns (Talıran,1947) isimli meşhur eseri Osmanlı mutasavvıflarının başucu kitabı olduğu gibi bu eserin Lami Çelebi tarafından
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 29
kaleme alınan ve kısaca Nefehô.tu'l-Üns Tercümesi diye bili.nen kitabı
da geniş ve derin izler bırakmışın. Cfuni'nin, İbn Arabi'nin Fus usu '1-Hikem 'i üzerine Nakdu'n-Nusüs isimli bir çalışması vardır. Levô.ih (İstanbul, 1291) ve Baharistan (İstanbul, 1294), Risale der Şerh-i Rubô.iyyô.t
(İstanbul, 1309) Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Cfuni, İbn Farız'ın Tô.iyye
kasidesini de Şerh-i Kaside-i Tô.iyye-i Fô.riziyye adıyla şerh etmiştir.
şriliye ve Vücudiye Çevrelerine Ait Kaynaklar
İşraldye
Şihabeddin Ebu'l-Futuh Yahya b. Hubaş (ö. 587/1191) tarafından
başlatılan tasavvuf içerikli felsefe (teosofi) mahiyetindeki İşrakilik,
İslam aleminde, bu arada Osmanlılar'da aydınların ve düşünürlerin
bağlandıkları yüksek seviyede bir inanç-düşünce hareketi olmuş, İran
sahasında ise Müteal Hikmet ve İrfarıili.k şeklinde anılıruşbr. Bu hareketin mensuplarına özel anlamda arif (çoğulu: urefa) denir. İşrakilik,
Farabi ve İbn Sina gibi filozoflarda da vardir. Gazali'nin Mişkô.tü'l-Envar isimli eseri İşrakiliğin güzel bir özeti sayılır.
Sühreverdi, işrakiliği Hilanetu'l-İşrak (Tahran, 1981) isimli eserinde açıklamıştı. Heyakilu'n-Nur (Kahire, 1355) isimli eseri Türkçe'ye
tercüme edilmişti, (trc. İsmail Ankaravi, İzahu'l-Hi.kem, Süleymaniye
ktp. Şehid Ali, nr. 1747/6)
İbn Arabi ve Vahdet-i Vücud
İbn Arabi Vahdet-i Vücud çerçevesinde irfan ve marifet ağırlıklı
kapsamlı bir tasavvuf anlayışı geliştirmiş ve bu anlamda.ki tasavvuf
daha sonraki tasavvufi· hareketleri ve tarikatları derinden etkilediği
gibi geniş ölçüde aydınlar tarafından da benimsenmişti. Katip Çelebi
"keşf ve vicdan ehlinin terimleri ve kavramları hikmet-i işra.ktan alınmışbr" diyor. (bkz. Mizanu'l-Hak, İst. 1296, s.213) Yani Sühreverdi'den
gelen İşrakilik ile İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücud'u bir yerde örtüşüyor.
Bunun için İşrakiliği izleyenler İbn Axabi'ye daima bağlı kalmışlar ve
bu kaynali:an beslenmişlerdir. Sühreverdi-i Maktul ve İbn Arabi'den
gelen bu anlamdaki tasavvuf aynı zamanda bir felsefecfu. Fakat bir
din ve tasavvuf felsefesi olup keşf ve ilhamı birinci derecede bilginin
kaynağı olarak kabul eder. İşrakiye ve İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücud'u
30 1 Süleyman Uludağ
Osmanlı dönemi tasavvufunu, tarikatları çok derinden etkilediği gibi
aydınlarını, ilim ve fikir adamlarını da etkilemiş ve -adeta onların
dünya görüşü olmuştur.
560-1165'te Endülüs'teki Mürsiye (Murcia) şehrinde dünyaya gelen
İbn Arabi Kuzey Afrikayı dolaştıktan sonra Mısır'a gelmiş, hacca gitmiş, Bağdad'a, Musul'a uğramış, Anadolu'ya geçerek Harran, Malatya,
Kayseri, Sivas, Erzurum gibi şehirleri ziyaret etmiş, 607/1210'da
Konya'ya gelerek Selçuklu sultanı Keykavus'un konuğu olmuş, Sadreddin Konevi'nin (ö. 1274) dul annesiyle evlenmiş, Şam'a dönmüş,
638/lz40'da burada vefat etmişti. İbn Arabi'nin el-Futlıhatu'l-Mekkiye ve özellikle FusCisu'l-Hikem isimli eseri Anadolu'da, daha çok da
Osmanlı döneminde Anadolu'ya ilaveten de Balkanlar'da büyük bir
ilgi görmüş, FusCisu'l-Hikem'in çeşitli şerhleri yapılmış ve Türkçeye
tercüme edilmişti.
İbn Arabi 627 /1230'da Şam' da yazdığı FusCisu'l-Hikem'i yine kendisi
Nakşu'l-FusCis adıyla özetlemiş, Sadrettin Konevi ise Kitabu'l-FukCik
(Tahran, 1992) adıyla Fiısus'la ilgili bir çalışma yapmıştı. Konevi'nin
en-NusCis fi Tahkik-i Tavıi'l-Mahsus (Tahr~. 1983) isimli eseri de
bu niteliktedir. FusCisu'l-Hikem üzerine Müeyyededdin-i Cendi'nin
(ö.691/1292) yazdığı Şerhu Fususi'l-Hikem (Meşhed, 1982) isimli eser
de.Anadolu'da kaleme alınmıştır. FusCisu'l-Hikl?:ın'in Osmanlı dönemi
tasavvufi ve fikri hayatı üzerindeki etkileri çok kapsamlı, derin
ve devamlı olmuştur. Yazıcıoğlu Muha.mmed'in (ö.855/1451) Şerhu'l-Muhtevfı ale'l-Fusfı.s (bkz. Süleymaniye ktj:>. Pettev Paşa, nr. 293)
isimli tasavvufla ilgili çalışması kardeşi Ahmed Bican (ö.870/1466)
tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir, (bkz. Süleymaniye ktp. Kılıç
Ali Paşa, nr.630) Başka bir tercüme de Bahaizade Abdurrahim Nakşbendi'nin Lübab-ı Münteha-yi Fusus (bkz. Topkapı Sarayı Müzesi
kitaplığı, Emanet Hazinesi, nr. 1251) isimli eseridir.
İsmail Rusuhi Ankaravi, Nakşu'l-FusCis'u Zübdetu'l-BuhCis fi Şerh-i
Nakşi'l-FusCis (İstanbul, 1328) adıyla Türkçe'ye çevirmiştir.
İlk Osmanlı medresesinin İznik'te açıldığı, ilk müderrisin de
Davud-i Kayseri (6.751/1350) olduğu bilinmektedir. Bu müderris, şeriatla hakikati, zahiri ilimlerle tasavvufu, ilimle irfanı bağdaştırmış bir
düşünürdür. İbn Arabi'nin ve İşrakiliğin yetkili ve bilinçli bir izleyiciOsmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 31
sidir. Fusiısu'l-Hikem'le ile ilgili çalışması Matlau Husiısi'l-Kilem (Tahran, 1229) adım alan bu mühim eser, oniki bölümden meydana gelmiş
olup giriş kısmı ayrıca önem taşır. Bedreddin Simavi bu giriş üzerine
notlar düşmüştür, (bkz. İst. Ün. Arapça yazmalar, nr. 2982) Fusus,
Sofyalı Bali Efendi (6.960/1553) tarafından da şerh edilmiştir. Fakat
Abdullah Bosnevi'nin (ö.1054/1644) şerhi ve tercümesi (I'ecelliyatu
Arôisi'n-Nusfıs, Bulak, 1252, İstanbul, 1290) çok daha başarılı ve etkili
olmuştur. Şu iki eser de Fusus ile ilgilidir. Bayezid Halife (6.922/1516)
Sırr-ı Canan (bkz. Millet ktp. Ali Em.iri, manzum, nr. 937) Nev'i Yahya,
ö. 1007/1599). Keefu'l-Hicab min Vechi'l-Kitab (İ. Ü. Ktp. Ty. nr. 1232)
İbn Arabi'nin görüşleri, özellikle Fususu'l-Hikem ve el-Futfıhatu'l-Mekkiye'deki fikirleri gittikçe şiddetlenen bir takım tartışmalara
yol açmıştır. Bunların Osmanlı dönemi ile ilgili olanlardan en önemlisi 1219'te İstanbul'da basılan Mecmuatur-Resail fi Valıdet-i Vücud
isimli eserdir. Fazihatü'l-Mülhidin adındaki ilk risale Alaeddin Buhari'ye (ö.841/1437) ait olup yanlışlıkla Sadeddin Taftazani'ye nisbet
edilmiştir. İkinci risale, Ali Kôri'ye (6.1014/1605) aittir. Bu eser Lutfullah el-Katli tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. (Süleymaniye ktp. Fatih,
m. 2916) Abdulla:h. Bosnevi, Ali el-Kô.ri'yi red için bir risale yazmıştır.
(Süleymaniye, Carullah Efendi, nr.2129) Bu iki risalede İbn Arabi kafir
olarak kabul edilir. İbn Kemal'in müzakerecisi Sinoplu Abdillbari b.
Turhan Hayatu'l-Kulub adlı fetvasıyla bu görüşe katılır. İbrahim Halebi
(ö.956/1599) aynı konuda Nimetu'z-Zeria fi Nusreti'ş-Şeria (Süleymaniye ktp. Fatih, ru.2880), Dürretü'l-Muvalmidin ve İddetü'l-Mülhidin
(Köprülü ktp. Nr. 720, vr. 1-83) isimli eserlerini yazdı.
Yavuz Sultan Selim İbn Arabi ile ilgili tartışmalar konusunda
Muhammed b. Hamideddin el-Mekki'den bir eser yazmasını istemiş, bu
istek üzerine o da el-Canibu'l-Garbi fi Hall.-i Müşkilat-i İbn Arabi (Tahran, 1985) ipimli Farsça eserini kaleme almıştı. Eser, Mirzade Ahmed
Neyli tarafından Türkçe'ye tercüme edildi: El-Fazlu'l-Vehbi, (Süleymaniye ktp. Uşşaki Tekkesi, m. 1549). Abdulgani Nablusi (ö.1143/1731)
çeşitli eserlerinde İbn Arabi'yi savunmuştur. Er-Reddü'l-Metin ala
Münteki.zi'l-Arif Muhyiddin (Süleymaniye ktp. Esad Efendi, nr. 1689),
es-Sırru'l-Muhtebi fi Darihi İbn Arabi (Süleymaniye ktp. Esad Efendi.,
m. 3606, vr. 126) Vücfıdu'l-Hak (Şam, 1995) Şeyhülislam İbn Kemal
verdiği fetva ile (bkz. Nablusi, Vücfıd'l-Hak içinde, s.81-82) İbn Ara3 2 1 Süleyman Uludağ
bi'yi savunmuştur. Yavuz Sultan Sellin de Mısır seferinden dönerken İbn Arabi'nin kabrini tesbit ettirerek üzerine bir türbe, yanına bir
cami ve tekke inşa ettirmiş, burası Abdülhamid II. tarafından da tamir
ettirilmişti.
Ali el-Kari, onsekiz meselede İbn Arabi'nin küfre ve dalalete düştüğünü ileri sürmüş, İsmail Fenni Ertuğrul Vahdet-i Vücud ve Muhyiddin İbn Arabi (İstanbul, 1328) isimli eserinde bu konularda Ali el-Kari
ve İbn Teyrı;ı.iye'ye karşı İbn Arabi'yi savunmuştur. Osmanlı devletinin
mukadderatiyle ilgili eş-Şeceretu'n-Nu'maniyye Fi Devleti'l-Osmaniyye
(Kahire, 1283) isimli bir eser yazılmış, İbn Arabi'nin Osmanlılardaki
nüfuzundan yararlanmak için bu eser ona nisbet edilmiştir.
Osmanlı mutasavvıfları ve aydınları hacimli bir eser olan
el-Futühô.tu'l-Mekki.ye'nID.. arapça metninden faydalanmış olmakla
beraber bazı kısımlarını şerh ve tercüme ihtiyacını da duymuşlardır.
Mesela Abdullah Bosnevi llisale fi Neş'eti'l-İnsaniye (İ: Ü. Ktp. Arapça
yazmalar, nr. 3164, vr. 16-19, Futühat:'m 6. Bölümü), Enfesü'l-Vô.ridat
(Süleymaniye ktp. Yahya Efendi, nr. 286, vr. 38-59, Futühat:'m ilk cümlesinin şerhi), Sarı Abdullah Melfunet'le ilgili Futı1hat:'ın 309. bölümü,
Mir'atu'l-Asfiya fi Sıfati'l-Melamiyyeti'l-Ahfiya. Şeyh Mustafa Efendi
Futühat:'ın 181. bölümü (İstanbul, 1285). Ömer Lütfi Efendi Futü.hat:'ın
178. bölümü muhabbet bahsi (İstanbul Belediyes~ Atatürk ktp. Osman
Nuri Ergin, nr. 169), Şakir b. Hüseyn 148. bölümü (İstanbul, 1276),
Kaymakam Osman Bey 560. bölümü (İstanbul; 1967) Türkçe'ye tercüme etmişlerdir.
Sühreverdi-i Halebi'nin İşrakiye'si ile İbn Arabi'nin Vahdet-i
Vücud'unun birleşmesiyle ortaya çıkan irfan yolunun veya hikmet-i
müetal okulunun (İlahiyyun) Osmanlılar' da büyük ve önemli temsilcileri ortaya çıkmışbr. İlk Osmanlı medresesinin ünlü müderrisi Davud-i
Kayseri (ö.751/1350), Sadreddin Fenari (ö.834/1430), İznikli Muhammed Kutbeddin (ö.885/1480, bkz. Osmanlı Müellifleri, I, 159), Taşköprüzade (ö.961/1553), Katip Çelebi (ö.m.1659) Osmanlılar'da İşrakiliğin µnlü temsilcileridir. Katip Çelebi, Mizanu'J-Hak'ta kendini akli ve
hikemi ilimlere fazla kaptırdığından rüyada Hz. Peygamber'in kendisini uyardığını söyler, (s.151) Süllemu'l-Vusw'da ise kendisini işrakiyyu'l-meşreb olarak tanımlar, (bkz. k. Zunun, I, 17)
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 3 3
Bu anlayıştaki Osmanlı alimleri ve mutasavvıfları Sadreddin Konevi, Celaleddin Devvani, Kutbeddin Şirazi, Fahreddin İraki
(ö.688/1289), Aziz Nesefi (ö.700/1300), Şebüsteri (ö.720/1320), Abdurrahman Cami (ö.898/1492) gibi mutasavvıfları izlemişlerdir.
Osmanlı aydınları ve mutasavvıfları XVII. asırda İran' da gelişen Mir
Damad (ö.1631), Bahaeddin Amuli (ö.1621), Mir Ebu'l-Kasım Firdevs!
(ö.1640) ve Sadreddin Şirazi (ö.1641, Molla Sadra) gibi simalar yetiştiren İsfehan müteal hikmet okulundan hiç etkilenmemişlerdir. Buna
karşılık İbn Sina'nın Salaman ve Ahsal, Hay b. Yakzan, Risaletu't-Tayr,
Risale fi'l-Işk gibi eserleri Osmanlı dönemi tasavvufi hayat üzerinde
tesirli olmuştur. Tasavvuf tarihinde bir takım tarikatlar ve zümreler
daha vardır ki, inanç bakımından kelam, amel ve ibadet bakımından
fıkıh çerçevesi dışında görüldükleri için Sünniliğin, hazan da İslam'ın
dışında sayılmışlardır. Sünnilikten, hazan da İslam'dan dışlanan bu
zümreler baştan beri tasavvufi çevrelerde mevcuttur. Ömer Nesefi
(ö.537/1142) Kita.bun fi Mezahibi'l-Mutasavvıfa (Çorum, İl Halk ktp.
Nr. 789/3) isimli eserinde tasavvufi zümreleri on iki fırkaya ayırmış,
bunlardan sadece birinin hak yolda, diğerlerinin ise bid'at ve dalalette
bulunduklarını ifade etmiştir.
Osmanlılar Öncesi Tarikat Çevrelerine Ait Kaynaklar
Osmanlılardan önce kurulan tarikatların bazıları, Osmanlı döneini
tasavvufunu derinden etkilemiş, adeta bu dönemdeki tasavvuf ortamının bel kemiğini oluşturmuştur. Bu çevrelerde kaleme alınan kaynakların en önemlileri şunlardır:
Yesevfye Çevresi
Ahmed Yesevi'ye (ö.562/1166) nisbet edilen Divôn-ı Hikmet (Taşkent,1312; .Kazan,1311) ve halifelerinden Hakim Süleyman Ata'nın
(ö.582/1186)Ahir Zaman Kitabı (Kazan,1847) daha çok Türkistan' da ve
Kuzey Türkleri arasında etkili olmakla beraber, Anadolu ve Osmanlı
tasavvufu üzerinde de etkili olmuştur. Hazini tarafından kaleme alınan ve Murad ID'e sunulan Cevôhiru'l-Ebrô.r min Emvô.ci'l-Bihôr isinıli
Ahmed Yesevimenakıbnamesi (İ.Ü. Ktp. no: 3893) bu etkiyi yansıtmaktadır. Beştaşilik ve Nakşibendilik gibi tarikatların kendilerini Ahmed
34 1 Süleyman Uludağ
Yesevi ile irtibatlandırmaları da bu tesiri gösterir. Ahmed Yesevi etkisi
özellikle Osmanlı mutasavvıf şairlerinde sürekli olmuştur. 9 -
Kührevfye Çevresi
Necmeddin Kübra'ya nisbet edilen Kübreviye, bir Orta Asya tarikatıdır. Kolları olan Hemedôniye, Rükniye, Nuriye, İğtişfışiye ve Nurbahşiye de Türkistan ve İran sahasında yayılmıştır. Bununla beraber
bu tarikat Mevlevilik ve Nakşbendilik üzerinde önemli ölçüde etkili
olmuştur. Mevlana'nın babası Bahaeddin Veled, Necmeddin Kübra'nın
halifelerin.den kabul edilir. Yine onun müritlerinden Necmeddin Daye
(ö.645/1250) Miisfıdü'l-İbfıd isimli ünlü eserini Sivas'ta yazmış, bu
eser Kasım Karahisari (ö.891/1486) tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Bizzat Necmeddin Kübra'nın eseri ~lan UsUl-i Aşere (İstanbul,
1279), İsmail Hakkı Bursevi tarafından Türkçe'ye tercüme ve şerh
edilmiştir. Diğer eseri Fevfıilıu'l-Cemôl (Wiesbaden,1957) tasavvuf psikolojisi bakımından önemlidir. Ona nisbet edilen ama aslında halifelerinden Necmeddin Daye'ye ait olan Te'vilat-ı Necmiye isimli tasavvufi tefsir de smanlı mutasavvıflarının önemli kaynaklarından biri
olmuştur.
Kübreviye tarikatına mensup olup bir çok tasavvufi eserin yazarı
olan Aziz Nesefi'nin (ö.700/1300) MaksCıd-ıAksa isimli eseri Türkçe'ye
de tercüme edilmiştir (bk. Süleym8.niye Ktp., İzmirli İsmail Hakkı, no:
1240). Zübdetu'l-Hakfıik isimli eseri ise Antepli Seyyid Hafız Muhammed 1288/1871'de Gayetu d-Dekfı.ik Der Terceme-i Zübdetü'l-Hakfıik
adıyla tercüme etmiştir (Kahire,1291/1874)
Nakşibendiye Çevresi
Buharalı Bahaeddin Nakşbend (ö.791/1389) tarafından kurulan
Nakşibendilik, XV. asırdan itibaren üç aşamalı olarak Osmanlı dönemi
tasavvufunu etkilemiştir. Birinci aşamada Abdullah İlahi (ö.896/1491)
Türkistan'a giderek Nakşi şeyhi UbeydullahAhrar'a intisab etmiş, daha
sonra Anadolu'ya dönerek bu tarikatı yaymaya başlamış, halifesi Emir
Buhari (ö.922/1516) İstanbul' da ilk Nakşibendiye tekkesini kurmuştur.
9Yesevi tesiri için bk. Köpıi!IO, F., Türk Edebiyatmda İlk Mutasawıjlar; Ankara,1976; Ocak, A.Y,
"Türk Killtilründe Ahmet Yesevi'nin Yeri ve Ôneıni", lX. Vakıflar Haftası Kitabı, Ankara, 1993, s.35-38;
Kara, M., Bıırsa 'da Tarikatlar ve Tekkeler. II, 3S-S4.
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesin.in Bazı Temel Kaynakları 1 3 5
Lfunii Çelebi (ö.933/1532) bu zata bağlı idi. Emir Buhari tekkesi, tekkeler kapatılana kadar faaliyetini sürdürmüştür. 10 İkinci aşama, Mehmed
Emin Takatli (ö. 1158/1745) ile başlar. Bu zata mensup olanMüstakimzade Süleyman Sadeddin (ö.1202/1787), İmam Rabbam'nin Mektubôt
adlı eserini Türkçe'ye tercüme ederek (İst.1277) Nak§ibendiye'nin Hint
kolu olan Müceddidiye'ni.n etkilerini Osmanlı ülkesine aktarmıştır.11
Üçüncü aşama, Bağdatlı Halid b. Ahmed (ö.1242/1827) ile başlar. Bu
zatla Hindistan' dan gelen Nakşibendiliğin tesiri Irak, Suriye, Kafkasya,
Anadolu ve Balkanları kapsar ve bugün de devam eder.
Muhammed Parsa, Risale-i Kııdsiye, trc. İstanbul, 1323; Salahaddin
Buhari, Enisü't-Talibin, (trc. Makamat-ı Şah Nakşbend, İst. 1328); Fahreddin Ali Safi (ö.939/1532) Reşahat, trc. İst.,1291; Bahai Nurullah,
Risôle-i Bahaiyye, İst. 1328; Halid b. Ahmed, Risôle Fi İsbôtı'r-Rô.bıta,
trc. 1291; Abdülmecid el-Hani, el-Hadô.iku'l-Verdiyye, Kahire, 1308;
Muhammed b. Süleyman, el-Hadikatu'n-Nediyye, Kahire,1308;
Muhammed b. Abdullah, el-Behcetü's-Seniyye, İst. 1984. Bu eserler
Osmanlı ülkesinde yazılmış veya Osmanlıca'ya tercüme edilmiş olup,
Nakşibendilik hakkında bilgi veren önemli kaynaklardır. Osmanlı
Nakşibendiye meşayihi tarafından kaleme alınan eserlerin listesi epey
kabarıktır.
Halvetiye Çevresi
Halvetilik, Ömer Halveti'ye (ö.800/1398) nisbet edilmekte olup bu
tarikati.n ikinci piri Yahya Şirvarn (ö.868/1464) vasıtasıyla Osmanlı
ülkesine Kafkaslar'dan gelmiş, Anadolu'da, Balkanlar'da, Mısır'da ve
Kuzey Afrika'da hızlı bir şekilde yayılmış, kısa sürede yüzlerce kolu
ortaya çıkmıştır. Ana kolları ve kurucuları: Ruşeniye: Dede Ömer
Ruşeni (ö.892/1482), Cemô.liye, Cem~ Halveti (ö.899/1494), Ahmed.iye, Yiğitbaş Ahmed Şemseddin (ö.910/1504), Şemsiyye, Şemseddin
Sivasi (ö.1006/1597). Tarikat ve meşayihi hakkında bilgi veren bazı
eserler: Yusuf Sinan Efendi, Menô.kı.b-ı Şerif ve tarikatncime-i ?"ıran
ve Meşô.yih-i tarikat-ı Aliyye-i Halvetiyye, İst. 1290; Mahmud Cemaleddin (ö.1064/1654), Lemezdt-ı Hulviyye (İst. 1993), Muhammed b.
Hasan el-Halveti, el-Adabu's-Seniye, Süleymaniye Ktp. Düğümlü Baba.
10 Taııman, M. Baha, "Emir Bub:ıri Tekkesi", TDVİA, XI., 126. 11 Bk. Bursalı Mehrned T;ihir, Osmanlı Mıiellif/eri, 1., s36,91.
36 1 Süleyman Uludağ
no:218; Sinan b. Yakub, Sünen-i Meşô.yib-ı Halveti.ye, Amasya Beyazıt
İl Halk Ktp. no: 1540; Sadik Vicdani, Tomô.r-ı Turuk-ı Alı,tye'den Halvetiyye, İst. 1341; Muhammed el-Mekkl, en-Nefhatu'r-Rabmô:niyye Fi
Menô.li Ricali'l-Halvetiyye, İst. 1327 (diğer kaynaklar için bk. Uludağ,
S., "Halvetiyye", IDVİA, XV, 395).
Kô.diriye Çevresi
VII/XIl. asırdairak'takurulan veAbdülkadirGeylani'ye (ö.561/1165)
nisbet edilen bu tarikat, İslam aleminin her yerine hızlı bir şekilde
yayilınış, bir çok kolları ortaya çıkmıştı. Bu tarikatı Anadolu ve Balkanlar'da yayan Eşrefoğlu Ruıni (ö.874/1469) tarikahn ikinci kurucusu
sayılır. Gerek Müzekld'n-Nüfüs (İst. 132~) isimli eseri, gerekse aşikane
şürleriyle (Divan) Osmanlı tasavvufi hayatı üzerinde son derece tesir
bırakmıştır. Kadiriyye'nin bir kolu olup, Horasanlı Zeynüddin Hafi'ye
(ö.838/1434) nisbet edilen Zeyniye dergahını Bursa'da Abdüllatif ·
Kudsi (ö.856/1452) kurmuştur.
A. Geylani'nin eserleri Osmanlı döneminde büyük bir ilgi görmüş,
bir kısmı şerh, bir kısmı tercüme edilmiştfy. el-Gunye li-Talibi Tariki'l-Ha.kk, Kahire,1288, Türkçe trc. Umdetü's-'sô.libin Fi Tercemeti Gunyeti't-Tô.libin, İstanbul, 1303; Mektubô.t, Türkçe trc, Refet Süleyman
Paşa, İstanbul,1276; ed-Delô.il, Türkçe trc, Süleyman Hasbi, İst.1273,
1306; İbn Cehzem (ö.713/1314) tarafından yciZılan Behcetu'l-Esrô.r
(İst.1258) isimli menakıbnfune başta olmak üzere A. Geylani ile ilgili
bir çok eser de Osmanlı ülkesinde ilgi görmüştür.
Rifô.iye Çevresi
Iraklı bir mutasavvıf olan Ahmed er-Riffil'ye (ö.578/1182) nisbet
edilen tarikat, erken bir zamanda Anadolu'da yayılmış ve burada bir
çok Riffil zaviyeleri kurulmuştur. A. Riffil'nin el-Hikmetü'r-Rifô.iyye
(İst.1302); el-Bürhô.nu'l-Müeyyed (İst.1313); el-Mecô.lisu's-Seniyye
(Türkçe trc, Mecô.lis-i Hazret-i İmô.m Rifô.i, İst.1313) gibi risaleleri
Türkçe'ye tercüme edilmiştir.
Rifô.iye tarikatının yirmiyi aşkın kollarından çoğunun Anadolu'da
ve B8:1kanlar'da zaviyeleri ve tekkeleri vardır. Gerek Kô.diriye, gerekse
Rif6.iye'nin ortaya çıktığı Irak'ın son zamanlara kadar Osmanlı ülkesinin bir parçası olduğunu da hatırlatmak gerekir.
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 3 7
Mevleviye Çevresi
Selçuklular zamanında Konya'da kurulan ve Mevlana Celaleddin
Rfımi'ye (ö.672/1273) nisbet edilen bu tarikat, Osmanlı dönemi tasavvufi hayatı bakımından son derece önemlidir. Şiiri, musikisi ve semai
ile Mevlevilik, Osmanlılar'm büyük şehirlerinde, özellikle başkent
İstanbul'da saray çevrelerinde büyük bir ilgi görmüş, Osmanlı siyaset
ve devlet adamlarının, aydın ve bürokratların önemli bir kısmı bu tarikata girmiş, Mevlevilıane'ler de Osmanlı aydınlarını yetiştiren bir ocak
görevi yapmışb.r.
Mevlana Celaleddin Ru.mi'nin Mesnevi, F"ıhi Mô. F"ı.h, Divô.n-ı
Kebir, Mektübat, Mecô.lis-i Seb'a gibi eserleri Farsça olmasına rağmen,
Osmanlı döneminde çok okunmuş, şerhleri yapılmış, Mesnevi okumaya mahsus Mesnevihaneler inşa edilmiş ve Mesnevilıanla:r yetişmiştir. Ahmed Eflaki (ö.761/1359) Menô.Jabu'l-Arifin (Ankara, 1976),
Feridüddin b. Ahm.ed-i Spehsalar'm (ö.M.1312) Menô.kıb-ı Sipehsô.-
lar (trc. Avni Konuk, İst.1912, T. Yazıcı, Mevlô.nô. Ve EtTafındakiler
(İst.1977), Sak.ib Mustafa Dede'nin (ö.1735) Sefine-i Nefise-i Mevleviyô.n'ı (Kahire,1283), Esrar Muhammed Dede'nin (ö.1797) Tezki.re-i
Şuviye'si ve bunun kısaltılıruş şekli Semô._lıô.ne-i Edeb (İst. 1309), İsmail
Ayvansarayi'nin (ö.1786) Hadikatü'l-Cevô.mi'i (İst.1281) gibi eserler
Mevlevilik tarihi ve kültürü hakkında bilgi veren başlıca kaynaklardır. Bu konudaki son ve en geniş çalışma ise A. Gölpmarlı'nın, Mevlô.nô. 'daıı Sonra Mevlevilik (İst. 1953) isimli eseridir.
Osmanlı dönemi mutasavvıfları daha çok Mesnevi ile ilgilenmişler, şerhler yazmışlar ve onu Türkçe'ye tercüme etmişlerdir. Surftri'nin
(ö.969/1560), Sfıcli'nin (ö.1005/1595), Şem'i'nin (ö. 1010), İsmail Rusubi
Ankaravi (ö.1041[1631), Abdülmecid Siviisi (ö.1049/1639), Sarı Abdullah (ö.1071/1660), İsmail Hakkı Bursevi (ö. 1138/1725), Şeyh Mu!ad-ı
Bubari (ö.1~56/1848), Abidin Paşa (ö.1325/1907) gibi Osmanlı yazarları Mesnevi'ye şerhler yazmışlardır. Süleyman Nahifi (ö.1151/1738),
Kütük Sahibi Hayri Bey (ö.1308/1890), Yenişehirli Avni (ö.1310/1892),
Hafız Mehmed Emir Şakir (ö.1252/l836) gibi yazarlar Mesnevi'yi tam
veya kısmen Türkçe'ye tercüme etmişlerdir. Ayrıca Mesnevi'den seçmeler (antolojiler) yapıldığı gibi, Mesnevi' de sıkça kullanılan terimleri
açıklayan eserler de yazılmıştır. Mesnevi ile sadece Mevleviler değil,
Halvetiler, Rifiller, Kadiriler, Nakşibendiler ve Melil.miler de ilgilen38 1 Süleyman Uludağ
mişlerdir. Mevlevilik'teki tasavvuf ve sema anlayışı Mevlevi çevrelerini aşmış, diğer talikadan da etki alanına almıştır. 12
Bektôşiye Çevresi
Bektaşiye tarikatı, Muhammed b. İbrahim Hacı Bektaş'a (ö.669/1271
?) nisbet edilir. Osmanlı döneminde yaygın ve etkin hale gelmiş, Balkanlar'da bir çok taraftar bulmuş, Yeniçeri Ocağı da onu pir olarak tanımıştı. Hacı Bektaş'ın etrafında oluşan menkıbelerin XV. asrın sonuna
doğru derİenip yazıya geçirilmesinden meydana gelen Menôlab-ı Hünkar Hacı Bektaş Veli (A. Gölpınarlı,1958) ve Hacı Bektaş'a nisbet edilen MakaJôt (İst.1986) Bektaşilik hakkında bilgi veren en eski kaynaklardır. Huruflliğin kurucusu Fazlullah_ Hurufi'nin halifelerinden Ali
el-A'.la'nın (ö.822/1419)1 Hacı Bektaş dergahında Hurufi inançlarını
dergah mensuplarına telkin etmesi13 ve tarikatın ikinci piri Balım Sultan'm (ö.1516) Bektaşi tarikatını yeniden düzenlemesi, Bektaşilik tari-·
hindeki iki önemli olaydır. Hacı Bektaş'ın ve çevresindekilerin Sünni
olup olmadıkları tartışma konusu olsa da Hurufilik tesirlerine maruz
kaldıktan sonra, tarikatın Sünnilik dışı bir yapı kazandığı muhakkaktır. Bununla beraber bazı Sünni tarikatlar Bektaşilik'le, Bektaşiler de
onlarla az da olsa her zaman ilişki kurmuşlardır. Bektaşilik, bazı Sünni
tarikatlardan, özellikle Mevlevilikten ve İbn Arabi'den etkilenmiştir.
Ahmed Yesevi'nin hem Bektaşilik, hem de Nakşbendi silsilesinde yer
alınası birbirinden uzak olan bu iki tarikat aras~daki havayı az da olsa
yumuşatmıştır.
Osmanlı Döneminde Kurulan Tarikat Çevrelerinde Meydana Getirilen
Kaynaklar
Osmanlı döneminde kurulduğu kabul edilen Bayramiye ve Celvetiye gibi daha önce kurulan Halvetiye ve Süreverdiye gibi tarikatların
birer kolu, dolayısıyla da onların devamı sayılır. Bununla beraber Bayramiye ve Celvetiye ayrı tarikat olarak kabul edilir.
11 Gölpınarlı, Mevlana "dan Sonra Mevlevilik, İstanbul 1953, s.128·150.
ıı Hurufi kaynaklan için msl. bk. A. Gl!lpınarlı. Hurüfilik Metinleri Kaıalogıı. Ankara, lTK.
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 39
Bayramiye ıre Melfımiye Çevresi
Ankara çevresinde Hacı Bayram Veli (ö.833/1430) tarafından kurulan bu tarikat, bunun kolları olan Şemsiye ve Melômiye-i Bayramiye
Osmanlı dönemi tasavvuf hayatı üzerinde önemli derecede etkili
olmuştur.
Muhammediye (İstanbul, 1308) isimli eseriyle M. Yazıcıoğlu
(ö.855/1451), Envônı'l-'k;ikin isimli eseriyle Ahmed Bican (ö.870/1466)
Osmanlı dönemi tasavvufunda etkili olmuşlardır. İkisinin de H. Bayramla ilg1si olduğu kabul edilir.
Şemsiye kolunun kurucusu olan Akşemseddin (ö.863/1459) önemli
bir Osmanlı mutasavvıfıdır.14 Bu kolun, başta Kayserili İb ahim Tennuri'ye (ö.887/1482) nisbet edilen Tennuriye başta olmak üzere Himmetiye ve İseviye gibi alt kolları vardır.
Bayrfımiye'nin ikinci önemli kolu Bayramı Melômil.eri diye anılır; ve bu kol Hacı Bayram'ın halifelerinden Emir Sik.kini (Bıçakçı
Ömer Dede)'ye nisbet edilir. Bu haraketin Bosnalı Şeyh Hamza Bill'ye
(ö.969/1561'de idam edildi) nisbet edilen Hamzaviye ile Muhammed Nuru'l-Arabi'ye (ö.1305/1888) nisbet edilen Melômiye-i Nuriye,
bu güne kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ahmed Sarban, İsmail
Maşuld (945/1539'de idam edildi.), İdris Muhtefi, Bünya:ıni.n Ayaşi,
FusCıs Şarihi Bosnalı Abdullah Efendi, Hüseyin Lamekfuıi ünlü Bayramı Melfu:nileri'n.dendir15. Melamiler daha çok şehirlerde faaliyette
bulunmuşlardır. Melamilerin önemli bir kısmı katip, bürokrat ve devlet adamıdır. Taşkın hareketleri ve ifadeleri takibata uğramalarına,
bazılarının da İbn Kemal ve Ebussuud gibi şeyhül slamların fetvalarıyla idam edilmelerine sebep olmuştur16•
Celvetilik Çevresi
Aziz Mahmud Hüdfil'ye (ö.1038/1628) nisbet edilen bu tarikat,
aslında Halvetiye'nin bir koludur. Üftade (ö.988/1580), Hıznr Dede,
Akbıyık Sultan, Hacı Bayram-ı Veli, Haınideddin-i Aksaray! (Somuncu
"Bk. Yurt, Ali İhsan, Fatih Sultan Mehmet Han 'ııı Hocası Akşemseddin, İstanbul, 1972.
"Bu şahsiyetler, diğerleri ve belli başlı Melii.mi kaynaklarına dair bk. A. Gölpınarlı, Melômilik ve
Melıimiler, İs anbul 193 l.
16Bu konular şu eserde genişçe ele alınmıştır: Ocak, A.Y., Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve
Miillıidler Yahut Dairenin Dışıııa Çıkanlar ( 15.-17. Yüzyıllar), İstanbul İ998, 2. basım.
40 1 Süleyman Uludağ
Baba, ö.815/1412) bu tarikatın silsilesini oluşturur. Tasavvufa dair
bir çok eserin yazarı olan İsmail Hakkı Bursevi (ö.1.137/1725) de
Celvetldix.11
Tabakat ve Menak.ıb Kitap arı
Buraya kadar, daha ziyade, Osmanlı dönemi tasavvuf hayatının
düşünce ve doktrin bakımından önemli bazı kaynakları tanıtılmaya
çalışıldı. Bilindiği gibi sfıfilerin, mutasavvifların çoğu eser yazmamıştır. Fakat tasavvuf ve toplum hayatı üzerinde derin ve devamlı etkiler bırakmışlardır. Eser bırakamayanlardan bazıları tarikat piri, bazıları tarikatın ikinci piridir. Diğer bazıları ise yaşadıkları ve tfubelerinin
bulunduğu bölgelerde asırlarca saygıyla anılan ünlü sfıfilerdix. Bunların engin ve derin bir manevi tecrübeye sahip oldukları ve coşkulu bir
ruhani hayat yaşadıkları sfıfi tabakat (kollektif biyografi) kitaplarında
nakledilen ifadelerinden ve haklarında anlatılan menkıbelerden öğre:
niyoruz. Özellikle Menalab kitapları bu bakımdan önemli bir boşluğu
doldurmaktadır.
Mutasavvıflar içinde şairler, hattatlar, be~tekarlar, yöneticiler, fakihler, muhaddisler, müfessirler, mütekellimler, hafızlar, imamlar, vaizler
hatta zanaatkarlar ve esnaf vardır. Bunlar hak.kında çeşitli kaynaklarda
bilgi bulmak mümkündür. Bazı mutasavvıflar siyasi ve sosyal hayata
d~ karışarak roller oynadıklarından tarih kitaplarında bunlara dair
bilgi verilmiştir. Bütün bunlar dikkate alınırsa tasavvufla ilgili araştır
malarda geniş literatürden ve pek çok belgeden yararlanma zorunluluğu bulunduğu aşikar bir surette ortaya çıkar. Bir kısmını daha önce
de zikrettiğimiz bu literatürü şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
Tabakô.tu's-Sfıfiye diye bilinen ve sfıfiler hakkında bilgi veren eserlerin başlıcaları:
Ebu Abdurrahman Sülemi (ö.412/1021): Tabakô.tu's-Suftye (Kahire,
1969)
Ebu Nuaym Isfahanı -(6.430/1038): Hilyetü'l-Evliya (Beyrut, 1967,
X cild)
17Bk. Hüdai, Kıi/liyôt-ı Ha:zreı-i Hiidôi, İstanbul, 1340; İsmail Hakkı Bursevi, Silsile-/ Ce/veıiye,
İstanbul, 1291; Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Malını(ıd Hiidôi ve Celveıiye Tarikatı, lstanbul, 1984. Burada
Celvetilik'le ilgili kaynaklar hakkında geniş bilgi bulunmaktadır.
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kayııakları 41
Hace Abudullah Ensari (ö.481/1088): Tabakô.tu's-Sufiye, [Kabil,
1922) Sülemi'nin yukardaki eserinin bazı değişikliklerle Farsça'ya
yapılmış tercümedir.
İbnu'l-Cevzi (6.595/1198): Sıfatu's-Safve [Haydarabad, 1936) Yukarıda adı geçen Hilyetu'l-evliya'm.n kısaltılmış bir şeklidir. [c.1-JiV)
Ferideddin Attar (ö.618/1221): Tezkiietu'l-Evliya, Yay. R.A. Nicholson, Leiden, 1905). Son derece önemli bir kaynak olup süfiler hakkında
ayrıntılı bilgi verir. Türkçe'de bir Sinan Paşa'ya ait (Tezkiretül-Evliya,
Yay. Emine Gürsoy-Naskalı, Ankara, 1987), diğeri anonim (Yay., Orhan
Yavuz, Ankara, 1988) iki tercümesi vardır. Ayrıca Ali Rıza Karahisari,
İbrahim İbn Bayezid ve Mustafa Hemedani'ye ait tezkire tercümelerine de rastlanmaktadır. Attar'ın bu eseri Uygur Türkçesine de tercüme
edilmiştir. [Bk. Orhan Yavuz, Tezkiietu'l-Evliya önsözü, s.29-31).
Abdurrahman Cfuni (ö.898/1492); Nefohô.tu'l-Üns. Herevi'nin yukarıda adı geçen eserinin genişletilmiş ve yeniden düzenlenmiş bir şeklidir. [T~an, 1947, yayınlayan Cevad Puri, 1370, yayınlayan Mahmud Abidi). Nefahat, ilk önce Çağatay şairi Ali Şir Nevai (ö.907/1501)
tarafından bazı ilavelerle Nesôimu'l-Mohabbe adıyla Doğu Türkçesine
çevrilmiştir. (İstanbul, 1979)
Lamil (ö.933/1532): Cami'nin Nefahô.tu'l-Üns min Hadarô.ti'l-Kuds
isimli yukarıda adı geçen eserinin bazı ilavelerle yapılmış tercümesidir. (İstanbul, 1270)
Şa'rclni (ö.973/1565): Levô.kilıu'l Envar fi Tabakati'l-Ahyar (Bulak,
1859) Daha çok et-Tabakô.tü'l-Kübrô. diye bilinir. (c.1-II, trc. Abdulkadir
Akçiçek, İstanbul, 1986) Şa'rani'nin bu eserinin zeyli olan et-Tabakatu's-Suğra'sı (Kahire, 199.0, nşr. A. A. Ata) da önemlidir.
Münavi (ö. 1031/1718) el-Ketô.ibu'd-Dürriye fi Teracimi's-Sô.dô.ti's
Sufiyye (Ka:b..ire, 1938, c.1-II)
Nabahani, Yusuf b. İsmail (ö.1932) Cô.miu Kerô..mô.ti'l-Evliya (Bulak,
1329/1911, c.I-Il)
Şa'rclni ve Münavi Mısır' da, Nebahclni Beyrut'ta yaşamış, eserlerini
Arapça yazmış Osmanlı dönemi yazarlarıdır.
42 1 Süleyman Uludağ
Bunlardan başka Ebu'l-Kasım Kuşeyr1 Risale'de (Kahire, 1966),
Hücviri, Keşfu'l-Mahcub'ta. (Tahran, 1919), Kelabazi et-Taarruf li-Mezbebi Ehli't-Tasavvuf'ta (Kahire, 1960), çeşitli sfıfilerin biyografilerini
yazmışlardır.
Sülem.l sufıye ve veliye kadınlar hakkında Zikru'n-Nisveti'l- Mutaabbidati's-Sufiyyat (Kahire, 1993) adlı bir eser yazmış, İbnü'l-Cevzi
Sıfatu's-Safve'de, Abdurrahman Cami Nefahôtu'l-Üns'te ve Şa'raru
et-Tabakatı/1-Kübra'da mutasavvıf kadınlar hakkında kısa bilgiler
vermişlerdir.
Yemen Mutasavvıfları hakkında bilgi veren Tabakat Kitapları da
şunlardır:
Ez-Zebidi: Ahmed b. Abdullatif el-Yemeni (ö.893/1499), Tabakatu'l-Havas fi Ehli's-Sıdkı ve'l-İhlas (Kahire, 1321). El-Ayderusi, Abdulkadir b. Abdullah (ö.1038/1628) en-Nuru's-Safir an Ahbari'l-Kanıi'l-A- ·
şir (Beyrut, 1985) X/XVI. Asırdaki süfilere dair olup Yemen meşayihi
hakkında bilgi verir. Gazzi, el-Kevaki.bu's-Saire (Beyrut, 1979)
Kuzey Afrika St1fileri İle İlgili Tabakat 1ı<itapları arasında şunları
sayabiliriz: 1
İbnu'z-Zeyyat (ö.627/1230): et-Tasavvuf ila Ricali Ehli't-Tasavvuf
(Rahat, 1984)
El-Badisi, Abdülhak b. İsmail (ö.722/1322): el-Maksadu'ş-Şerif min
Menzai'l-Latif fi Ta'rifı Sulehai'r-Rif (Rabat, 1982)
Şu eserler de bu konuda önemlidir. Es-Selav!, Şihabeddin Ahmed,
Kitabu'l-İstikra, (Daru'l-Beyza, 1954, I-IX.) el-Fasi, Muhammed el-Arabi,
Mir'atu'l-Mehasin min Ahbari'ş-Şeyh Ebi'l-Mehasin (Fas, 1905), el-Kadiri, Muhammed b. Tayyib, Neşru'l-Mehasin li-Ehli'l-Kanıi'l-Dai'l-Aşir ve's-Sani (Beyrut, 1967, 68, I-ill,), el-Kettam, Muhammed b. Ca'fer,
Selvetu'l-Enfas (Fas, 1316), Nasiri, Ahmed b. Halid, el-İstiksa (Kahire,
1312), İbu'l-Kadi, Cezvetu'l-İktibas (Rabat, 1973)
Bu tabakat kitaplarının dışında, tasavvufu ilgilendiren özellikle evliya ve şairler tezkireleri de vardır. Süfilerin önemli bir kısmı
şair olduğundan Şuara tezkireleri önemlidir. Muhammed Afvi'nin
(ö.630/1233) Lübabu'l-Elbab (Landon, 1953, I-II), Devlet Şah'ın
(ö.1495?) Tezldretu'ş-Şuara'sz (Tezkire-i Devletşah) (İstanbul, 1259,
Osmanlı Dönemi Tasavvuf DQşüncesinin Bazı Temel Kaynaklan 1 43
Ankara, 1963); Rıza Kuli Han, Mecmau'l-Fusaha (Tahran, 12951-11;
Tahran, 1336,l-V) önemli Farsça tezkirelerdir. Türkçe tezkireler: Ali Şir
Nevai (ö.1501) Mecalisu'n-Nefcds (Taşkent, 1908), Sehi Bey (ö.1548)
Heşt Bihişt, (İstanbul, 1907, Tezki.re-i Sehi), Latifi (ö.1582) Tezki.-
re-i Latifi (İstanbul, 1314), İbnu'l-Emin Mahmut Kemal İnal (ö.1957)
Son Asır Türk Şairleri (İstanbul, 1930-1941), Sadettin Nüzhet Ergun
(ö.1946) Türk Şairleri.
Esrar Dede (ö.1796) Şuara-yi Mevlevfye (Tezkire-i Şuara-yi Mevleviye, Esrar Dede Tezkiresi). Bu tezkire, Ali Enver tarafından Semô.-hô.-
ne-i Edeb (İstanbul, 1930) adıyla kısaltılarak yayımlanmıştır.
Buraya kadar kısaca özetlediğimiz tabakat ve tezkire kaynaklarının
dışında, benzer mahiyette olup içinde sfı.filerin biyografisi de bulunan
terceme-i hal (biyografi) kaynakları vardır.
Osmanlı dönemi mutasavvıfları hakkında hem genel terceme-i hal
kitaplarında, hem de belli bir tarikatın meşayihi hakkında bilgi veren
silsilenameler ve benzeri özel biyografi kitaplarında oldukça değerli ve
önemli bilgiler bulunmaktadır.
Taşköprizade İsameddin Ahmed Efendi'nin (ö.1561) eş-Şakaiku'n-Nu'maniyye fi Ulemai'd-Devleti'l-Osmaniyye (İstanbul, Bulak,
1299, 1310) isimli eseri, bunların başında gelir. Bu eserde Osman
Gazi' den itibaren 1558 senesine kadar hüküm süren on padişah zamanında yaşamış Osmanlı meşayihi hakkında önemli olduğu kadar da
güvenilir bilgiler vardır. Arapça yazılan Şakaik defalarca Türkçeye tercüme edilmiş ve Zeyilleri yapılmıştır. (M: Münir Aktepe, isiam Ans.
12/1, 43) Bunlar içinde Mecdi'nin (ö.1590) Hadaiku'ş-Şakaik (İstanbul, 1269), Nev'izade Atai'nin (ö.1635) Hadikatu'l-Hakô.ikfi Tekmileti'ş-Şakô.ik (İstanbul, 1268) isimli zeyli oldukça önemlidir.
Mehmed Süreyya'nın (ö.1908) Sicill-i Osmani'si (I-VI, İstanbul,
1306, 1311), Bursalı Mehmed Tahir (ö.1924) Osmanlı Müellifleri (1-III,
İstanbul, 1333, 1342) isimli eseri önemlidir. Bu eserin indeksi: Miftahu'l-Kütüp ve Esmau'l-Müellifin (İstanbul, 1346). M. Tahir'in bu eserinde 300'den fazla Osmanlı mutasavvıfı ve eserleri hakkında bilgi vardır. Bağdatlı İsmail Paşa (ö.1920) Hediyyetu'l-Arifin Esmô.u ']-müellifin
ve Arô.u'l-Musannifin (İstanbul, 1-II, 1951-1955). Bunun indeksi: Nail
Bayraktar, Hed.iyyetu'l-Arifin ... Şöhretler indeksi (İstanbul, 1990)
44 1 Süleyman Uludağ
Özel mahiyetteki bu terceme-i hal kitaplarına silsilename, meşayih-i tarikat gibi isimler de verilmektedir. Hal tercemesİ diyebileceğimiz bu tür eserler çoğu zaman belli bir tarikatın silsilesinde yer alan
meşayihin yaşam öykülerine konu alır. Ama o tarikahn silsilesinde
yer almayan halifeleri, müntesipleri ve seçkinleri hakkında da bilgi
verir. Silsilenameler Hz. Muhammed'e kadar çıktığından bu tür eserlerde Osmanlı öncesi meşayihinin yer alması da doğaldır. Bunlardan
bazıları:
Mevleviye Meşayihi hakkında:
Sakıp Dede, Sefine-i Nefise-i Mevleviyan (İstanbul, 1283); Ali Nutki
Dede, Defter-i Dervişan (Süleymaniye ktp. Nafiz Paşa, nr.1194): Yenikapı Mevlevihanesi'nin meşayihina dair. Ahmed Dede (Kösec), et-Tuhfetu'l-Behiyye fi Tabakati'l-Mevleviyye (İ.Ü. Kütüphanesi, Ay. Nr.3095).
Arif Ahmed Dede, el-Ukı.ıdu l-Lu'lüiyye fi 'Ib.bakati's-Sadati'l Mev~
Jeviyye (İ.Ü. kty. Nr.2128)18 • Esrar Dede, Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye
ve bunun bir özeti olan Semahône-i Sipehsaları ile Efl.aki'nin Menakibu '1-.Arifin'i, Mevlana ve izleyicileri hakkında bilgi veren en eski kay- , nak olduğundan Osmanlı döneminde bu ild eserin çeşitli tercümeleri
ve kısaltmaları yapılmıştır.
Halvetiye Meşayihi hakkında:
Hulvizade Mahmut Cemaleddin (ö.1654),· Lemazôt-ı Hulviyye ez
Lemezôt-ı Ulviyye (Büyük Velilerin Tatlı Halleri, yay. Serhan Tayşi
İstanbul, 1993); Sarı Abdullah Efendi (ö.1661), Semerôtu'l-Fuad
fi'l-Mebdei ve'l-Mead (İstanbul, 1288). Bu eserde Halveti ve onun bir
şubesi olan Bayrami meşayihi kısaca anlatılır. Mahmut b. Hasan Halveti (ö.1786?), Adabu's-Seniyye li-men Yüridu Tarikate's- Sôdôti'l-Halvetiyye (Süleymaniye ktp. Düğümlü Baba, nr.218). Sinan b. Ya'kubi
(ö.1581); Sünen-i Meşayıh-ı Halvetiyye (Amasya Bayezid İl Halk ktp.
05, Ba 1540/8); İsmail Hakkı Bursevi, Silsile-i Tarik-i Celvetiye (İstanbul, 1291). Sadık Vicdani, Tomar-ı Turu.k-ı Aliye'den Halvetiye (İstanbul, 1338)
11 Bkz. Gölpınarlı, A., Mevlana 'dan So11ro Mevlevflik, İstanbul, 1953, s. 14
Osm lı Dönemi Tasavvuf Dü nc inin Bazı Temel Kaynaklan 1 45
Nakşbendiye Meşayihi haklanda:
Safiyyeddin Ali (ö.1503); Reşahatu Ayııi'l-Hayat (trc. M. Rauf
Efendi, İst. 1277, 1291, Bulak, 1256). Aslında ünlü Nakşbendi şeyhi
Ubeydullah Ahrar'ın menkıbenamesidir. Fakat onun silsilesine dahil
olan meşayih ile çağdaşı Nakşibendiye ünlüleri de eserde anlatıldığından bir çeşit Nakşibendiye tabakat kitabı şekline dönüşmüştür.
Murad b. Abdullah bu esere Nefaisu's-Saihat fi Tezyili'l-Baki.yati's-Salihat (Kahire, 1307) ismiyle bir zeyl yazmıştır. Reşahat Yesevilik bakımından da önemli bir kaynaktır. Abdülmecid el-Hani'nin el-Hadô.iku'l-Verdiyye fi Hakaiki Ecilieti'ıı-Nakşbendiyye (Kahire, 1308) isimli
eseri Osmanlı ülkesinde yaygın olan Nakşibendiye'nin Halidiye şubesi
şeyhleri hak.kında da önemli bilgiler verir.
Mehmed Sami es-Sünbüli'nin Esmôro'l-Esrarı (İstanbul, 1316) ile
Bandırmalızade Ahmed Münib Efendi'nin Mir'ôtu't-Tu.ruk'u (İstanbul,
1306) belli başlı tarikatların silsilelerini kaydeder. Filibeli Ahmed Hilmi'nin Hadil<atu'l-Evliya (İstanbul, 1318) isimli eseriyle Sadık Vicdani'nin Tomar-ı Turzık-ı Aliyyeden Kadiriyye Silsilenamesi ve Halvetiyye
Silsilenamesi (İstanbul, 1338) bu tür eserlerdir. Tarikatname ve Sohbetname'lerde bu tür bilgilere rastlamak mümkündür
Menôkıbnômeler
Velôyetname ve destan adını da alan menakıbname türü eserler
büyük ve ünlü ermişlerin özellikle tarikat kurucusu pirlerin ve pir-i
sôni denilen tarikatın ikinci kurucusu konumundaki şeyhlerin yaşama
tarzlarını, davranışlarını, sözlerini, hallerini, özelliklerini, çevreleriyle
olan ilişkilerini ve bunlru;dan daha önemli olarak da manevi hüviyetlerini tasavvufi bir anlayışla tasvir eder. Çoğu zaman mutasaVvıfların
olağanüstü hallerini- ki bunlara keramet ve keşf denir- konu alan ve
bunları da ·zaman zaman abartılı bir biçim.de anlatan menfilcıbnameler bir çok dini, tasavvufi, sosyal, siyasi ve tarihi gerçeği de içerirler.
Menakıbnamelerdeki gerçekleri ortaya koyınak için dikkatli ilini ve
mantıklı yorumlara ihtiyaç vardır19•
" Bu konuda bk. Ocak, A. Y., Kültür Tarilıi Kaynağı Olarak Me116Jab111'ime/er: Metodolojik Bir
Yakloş1111, Aııkar.ı 2010, 3. bs. .
46 1 Süleyman Uludağ
Diğer dinlerde de azizler ve ermiş kabul edilen kişiler hakkında
menakıb türü (hagiography) eserler yazılmış ve müslüman velilerle
ilgili menak.ıb kitaplarına onlardan bir takını unsurlar geçmiştir. Bu
sebeple bu tür eserler tasavvuf üzerindeki dış kaynaklı etkileri göstermesi bakımından da önemlidi.r2°.
Her şeyden önce Osmanlı döneminden önce veya Osmanlı sahası
dışında yazılan menakıbnamelerin Osmanlı dönemi tasavvufu üzerinde derin ve devamlı etkisi olmuştur. Osmanlı dönemi menakıbnameleri daha önceki dönemlerin devamı niteliğindedir. Mesela Osmanlı
dönemindeki Kadirtler'in eş-Şattamlfi'nin (ö. 623/1226) Sevô.dü'l-Ayneyn fi Menfılabi'l-Gavs Ebi'l-Alemeyn (Kahire 1301, Ahmed Rifai
Menakıbnamesi), Mevlevilerin Eflili'nin (ö. 761/1359) Menô.kibu'l-Arifin isimli eserleri büyük ilgiyle okunmuştur.
Osmanlı egemenliği altındaki memleketlerde yaşayan mutasavvıf- ·
!arla ilgili pek çok mena.kıb kitabı yazılmıştır. Bunlardan bir kısmının
dili Türkçe, diğer bir kısmının dili Arapça'dır. Daha önceki menakıbnameler tarzında yazılan bu tür eserler bu dönemdeki tasavvuf akmıları hakkında değerli bilgiler verir. Belli bir şeyh ve veli hakkındaki
menakıbname o velinin şeyh ve mürşidleri, halifeleri ve yakın çevresi
için birinci sınıf kaynaktır. Bu tür eserlerde gelenekler, adetler, inançlar, kılık-kıyafet, sosyal hayat, ekonomi, siyas~t. yönetim ve hukukla
ilgili bilgiler de bulunur ve bu bilgiler o dönemi anlamada araştırıcılara önemli ipuçları verir.
Osmanlı dönemi menakıb kitaplarından birkaç örnek: Senai, Menô.-
lab-ı Emir Sult011 (İst. 1290). Bir şeyh ve veli hakkında birkaç menakıbname yazılmış olabilir. Emir Sultan hakkında Hasan Efendi'nin,
Lütfullah Efendi'nin, İbrahim b. Zeynuddin'in, Yahya b. Buhşi'nin,
Nimetullah'ın, Müdami'nin ve Hüsameddin'in mena.kıbnameleri
vardır.
Abdullah b. Veliyyeddin, Menô.lab-ı Eşrefzô.de (İst. 1976); HalİJ. b.
İsmail, Şeyh Bedreddin Menô.labı (İst. 1967, nşr. A. Gölpınarlı); Ebu'lHayr-ı Rfun.i, Saltıknô.me (Ankara, 1987-90); Derviş Burhan, Velayetnô.-
me-i Hacım Sult011 (Bedin 1914); Muhyl-i Gülşeni, Menôlab-ı İbrahim
"'Bk. Ocak, A. Y., Bel..1aşi Me11ak1b11ônıeleri11de is/anı Öncesi l11a11ç Motifleri, lstanbul, 1983. Yeni
baskısı, Alevi ve BeA1aşi iııa11çlarıı1111 İs/ôm Öııesi Temelleri, adıyla yayınlanmışnr, İstanbul 2000).
Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları 1 47
Gülşeni (Ankara 1982, nşr. T. Yazıcı); Lütfi, Tuhfetü'l-Asri fi Menô.-
kı.bi'l-Mısri (Bursa 1891); Ömer Fuadi, Menôlab-ı Şeyh Şô.ban-ı Veli
(Kastamonu 1876); Şeyh Enisi, !'-'fenôlab-ı Akşemseddin (İst. 1972, nşr.
A.İ. Yurt); Nev'izade Atfil, Menôlab-ı Şeyh Mahmud-i Üsküdfır1 (Süleymaniye ktp. Lala Paşa, nr. 706); La'lizade Abdülbaki, Sergüzeşt-i Melô.-
miye (İst. ts.); A. mlf. Menô.kı.b-ı Melô.miyye-i Bayramiye (İslt. ts.); Sarı
Abdullah, Semerô.tü'l-Fuô.d (İst. 1871).
Elvan Çelebi'nin Menôkıbu'l-Kudsiyye'si (İst. 1984), Ahmed Eflaki'nin Menôlabu'l-Arifin'i (Ankara 1959-61), Uzun Firdevsi'nin Menô.-
kı.b-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli'si (İst. 1958), Hatib-i Farisi'nin Menô.-
kı.b-ı Cemaleddin Sô.vi'si (Ankara 1972) ve Menôlab-ı Evhadüddin
Kirmô.n1 (Tahran 1346) gibi me ak.ıbnameler Osmanlı dönemi öncesi
velilere ait olmakla beraber Osmanlı döneminde de ·etkili olmuş önemli
kaynak eserlerdir.
Diğer Muhtelif Kaynaklar
Gelibolulu Ali'nin Künhu'l-Ahbô.rı (İst. V. 1285); .Aşıkpaşazade'nin
Tevarih-iAl-i Osman'ı (İst. 1332); Taşköprizade'ninMevzuô.tü'l-Ulfıın'u
(Jvliftô.hu's-Saade, Kahire 1968; st. 1313, I-Il); Evliya Çelebi Seyahatnamesi (İstanbul 1314 10 cilt); İbrahim Hakkı Erzwumi, Marifetnô.me
(İst. 1310) gibi ansiklopediler ve ansiklopedik eserler Osmanlı dönemi
mutasavvıfları ve tasavvuf hareketleri hakkında bilgi veren önemli
kaynaklardır.
Haririzade Muhammed Kemaleddin (ö. 1299/1882) Tibyô.nü Vesô.ili'l-Hakô.ik fi Beyô.ni Selô.sili't-Tarô.ik (Süleymaniye ktp. İbrahim Efendi,
nr. 430-432); Hüseyin .Vassaf (ö. 1348-1929) Sefine-i Evliyô.-yı Ebrô.r fi
Şerh-i Esmar-ı Esrô.r (Süleymaniye Yazma Bağışlar, nr. 2309, Bu eserin baş kısmından bir bölümü yayımlandı. M. Akkuş, A. Yılmaz, Sefine-i Evliya, İst. 1985); Sefine-i Evliya, Mehmed Sami es-Sünbüli'nin
Esmar-ı Esrar (İst. 1316) isimli eserinin şerhidir. Mehmed Safi Bey
(ö. 1344/1926) Sefinetü's-Sô.fi ( b.k. Necdet Tosun, Sefinetü's-Sô.fi, İlam
Dergisi C.İ, S.2 1996 İst.; Süleyınaniye ktp. mikrofilm no 2096); Baldırzade Mehmed, Ravza-i Evliya (Süleymaniye ktp. Hacı Mahmud, nr.
4560); Beliğ, Seyyid İsmail, Güldeste-i Riyô..z-ı İıfan ve Vefeyô.t-ı Dô.nişverô.n-ı Nô.diredô.n (Hüdavendigar, Bursa 1302; Ankara 1985); Fahreddin Efendi, Gülzô.r-ı İıfan fi Zübdeti Haki.kat ve'l-Beyan (Millet ktp. nr.
48 1 Süleyman Uludağ
1098, gibi eserlerde Osmanlı dönemi tasavvufu, zaviyeleri, tekkeleri,
meşayihi ve tarikatları hakkında geniş bilgiler bulmak-mümkündür.
Tekke ve zaviyeler konusunda ayrı eserler de yazılmıştır. Bandırmalızade Ahmed Münib, Mecmua-yı Tekô.yfı (İst. 1307/1890); Tabibzade
Zakir Mehmed Şükri, Mecmua-yı Tekô.yô. (Derurı-ı İstanbul'daki
Hanka.hlar, İstanbul Tekkeleri Silsile-i Meşayihi, nşr. M. Serhan Tayşi,
Berlin 1980, Harvard 1995, Şinasi Akbatu, İslam Medeniyeti Mecmuası, İst. 1980, c.rv, sy. 3, s. 51); Yeşilzade Mehmed Salih (ö. 1954) Rehber-i Tekô.yô. (Süleymaniye ktp. Tırnova, nr. 1035); Mustafa Özdamar,
Dersaadet Dergahları İst. 1994); Mehmet Şemseddin, Bursa Dergahları (Bursa 1997).
Osmanlı döneminde tasavvuf ıstılahlarıyla ilgili çalışmalar genellikle belli tarikatların ıstılahlarını ayrı ayrı ele alma şeklinde gerçekleşmiştir. Ankaravi'nin Minhô.cu'l-Fukara'sı (Bulak 1325) ile Gümüşhanevi'nin Cô.miu'l-UsCıl ve Mühimmetü'l-Mürid'i (Kahire 1298), ana·
hatlarıyle Hace Abdullah Ensari'nin Menô.zilu's-Sô.irin adlı eserine
ve bu eserin şerhleri ile Abdurrezzak Raşani'nin Istılô.hô.tu 's-Suftyye
(Kahire 1981) isimli eserine dayanır. Fahreddin Iraki'nin Istılô.hô.t-ı 1
Ehli't-Tasavvuf (Tahran 1338) dayanan tasavvuf ıstılahları çalışmaları (mesela bk. Levend, A. Sırrı, Divan Edebiyatı., İst. 1980, s.44) daha
ziyade tasavvuf edebiyatıyla ilgilidir. .. Osmanlı mutasavvıfları Kın'an'm iş'an ve tasavvufi (batini) tefsirlerine de önem vermişlerdir. Molla Fenari (ö. 834/1431) AJmu'l-Hayat fi Tefsiri'l-Kur'fın (İst. 1321); Niyazi Mısri (ö. 1105/1641) Mecô.lis
(Süleymaniye ktp. H. Mahmud Efendi, nr. 1758); İsmail Hakkı Bursevi
(ö.1137/1722) Rfıhu'l-Beyan (İst 1969, I-X). Bu son tefsir bütün İslam
aleminde tanınan bir eserdir.
Mektubô.t, Vô.kıô.t, Sohhetnfıme türü eserlerden başka evrad, ezkar,
ahzab, dua türü kitaplar, ayrıca adab, erkan ve usul konusundaki kitaplar da tasavvufun önemli kaynaklarıdır. Vakfiyeler, şer'iyye sicilleri,
mühimme defterleri ve benzeri arşiv belgeleri bu bakımdan önemlidir
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
EKEV AKADEMİ DERGİSİ c. 3 sy. 1 (Bahar 2001)-------- 95 OSMANLININ SON DÖNEMİNDE YAYlNLANAN TASAVVUFİ MUHTEVALI MUHİBBAN DERGiSi VE 132711911 SAYISINDA YER ALAN BAZI MAKALELER Cengiz GÜNDOGDU (*) I- Osmanlının Son Döneminde Tasavvuf Eksenli Cemiyet Kurma ve Yayın Faaliyetlerine Genel Bir Bakış II. Abdulhamid döneminin özel şartları içinde istediğini yazamayan, arzu ettiği insanlarla bir araya istediği gibi gelerneyen değişik din, millet, mezhep, tarikat ve mesleklere mensup kimseler, ll. Meşrutiyet'in cemiyet halinde toplanınada her sınıf ve cemaata sağladığı serbesti ile bu haktan istifade etmek istemişler ve 16 Ağustos 1909 tarihli cemiyetler kanununda parti (fırka) ile cemiyet kurma arasında bir fark görülmediği için kurulan cemiyetler, gazete-mecmua çıkarma teşebbüsleriyle faaliyetlerini rahatlıkla sürdürmüşlerdir. Bu serbestiden istifade ile fikirlerini cemiyet kurma, gazete ve dergiler vasıtası ile efkar-ı umumiyeye yansıtan değişik sosyal gruplara mukabil, tasavvuf erbabı geç de olsa, bu kervana katılabilmiş, onlar da kurdukları cemiyet ve neşrettikleri değişik dergi ve gazeteler kanalı ile, fikirlerini duyurma imkanına kavuşmuşlardır. Tasavvuf erbabının, tarikatler arasındaki bağları kuvvetlendirme, maddi ve manevi yönden gelişmelerini sağlama emeliyle kurmayı düşündükleri ilk cemiyet, Şeyh Naili Efendi (ö.1324/1908)'nin öncülüğünü yaptığı Cemiyet-i Sfifiyye-i İttihadiye'dit. Ancak kurulması düşünülen bu cemiyet daha kuruluş aşamasındayken şeybin vefatıyla sekteye uğratmıştır. Bilahare Şeyh Naili'nin cemiyet ile ilgili taslak çalışmalarını Muhibban dergisinin imtiyaz sahibi ve mesul müdürü Ahmet Muhtar yürütmüşse de Şeyh Esad Erbili(ö.l93l)'nin başkanlığında kuruluş faaliyetini tamamlayan Cemiyet-i Sfifiyye adlı bir başka cemiyetin kuruluşunu önleyememiştir. Neticede tasavvufi gayelere yönelik cemiyet oluşturma süreci Esad Erbili'nin öncülüğünde kurulan Cemiyet-i Sfifiyye ile teşekkülünü tamamlamış, böylece daha önceki asırlarda yaşayan dervişlerin ortaya koyamadığı bir faaliyet alanı açılmıştır. Dervişlerin hak ve vazifelerini korumak ve gerçekleştirmek için tekke dışında oluşturulan bu cemiyede birlikte.aynı zamanda tekke-bürokrasi ilişkileri için de yeni bir sayfa açılmıştır. *) Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniv. İlahiyat Fak. Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 96 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU---EKEV AKADEMİ DERCİSİ Ancak, Cemiyet-i Sufiyye tasavvuf dünyası için kısa ve uzun vadeli bazı projeleri gerçekleştirmek için kolları sıvamışsa da dönemin sıkıntıları, daha sonra gelen I. Dünya Savaşı ve onu takip eden yılların rehaveti yanında, bir süre için muvakkat bir heyet tarafından idare olunup fakat nizamuarnesi bir türlü tesbit edilip ortaya çıkarılarak hükü- :1>mete tasdik ettirilememiş olması bu gayretierin elle tutulur neticeler vermesine imkan bırakmamış, binaenaleyh esaslı surette kurulup iş görememiştir. XX. Yüzyılla beraber Osmanlı ülkesinde daha önceki asırlarda görülmeyen bir başka faaliyet alanı da dergi yayıncılığıdır. Bu dönemde yayınlanmaya başlayan dergiler arasında İslam dünyasına hitabetmeleri ve uzun ömürlü olmaları açısından en dikkate değer olanı Sırat-ı Müstakim ve devamı mahiyetinde olan Sebllu'r-Reşad'dır. Fakat bu dergilerde sergilenen ortak tavırlardan biri de denebilirki tasavvufi konulara karşı beslenen soğukluktur. Nitekim bazı tarikat mensubu yazarlar zaman zaman yaz-_ dıkları makalelerle tekke ve tarikat mensuplarının da memlekette bir varlık olduklarını bu dergilerde göstermeye çalışınışiarsa da, bu çaba sözkonusu gerekçeden dolayı olsa gerek çok sınırlı kalmış, bunun dışında denebilirki doğrudan tasavvuf ve tekke kültürünü konu alan yazı ve makalelere hemen hiç yer verilmemiştir. Kanaatimize göre gerek bu sebepler, gerekse iç saiklerin i tmesi, tasavvuf kültürünün topluma aktarılmasında geleneksel yollara ilave olarak hem yeni dönemde hem de tasavvuf tarihinde ilk defa yine tasavvufi gayelerle dergi-gazete çıkarmak gibi iki değişik hizmet sahasının açılmasında etkili olmuştur. Neticede başta Ceride-i Sufiyye (Yayma başlama tarihi: 1909) olmak üzere, Muhibban (Yayma başlama tarihi: 1909), Hikmet (Yayma başlama tarihi: 1910), Tasavvuf(Yayına başlama tarihi: 1911) ve Mihrab (Yayma başlama tarihi: 1920) gibi dergi ve gazeteler, tasavvuf ve tekke kültürünün ihyası ve topluma aktarılması maksadiyla yayın dünyasına katılmışlardır. Fakat bu dergiler arasında Cer!de-i Sufiyye hariç diğerleri uzun ömürlü olamamışlardır. Çökmeye yüztutmuş tekke dünyasını yeniden ihya edebilmek için yeni bir yol bulma gayesine yönelik bu faaliyetlerde Cemiyet-i Sufiyye ile Tasavvuf ve Muhibban dergileri arasında yakın bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Bir diğer ifade ile bu dergiler Cemiyet-i Sufiyye 'nin kuruluş safhasını çok yakından takip etmiş ve gelişmeleri değişik açılardan ve farklı yorumlarla kamuoyuna aktarmışlardır. Mesela, Muhibban, ilk sayısının ilk sayfasına Şeyh Nail! Efendi'nin fotoğrafını koymuş ve tarikat ehlinin kurması gereken cemiyetle (Cemiyet-i Sufiyye-i ittihadiye veya Cemiyet-i ittihadiye-i Sufiyye) ilgili çalışmalarına 9 ve 10. sayılarda geniş yer vermiştir. Sözkonusu derginin 9. sayısında Şeyh Naill'nin cemiyet oluşturma teşebbüsü ve hedefleri hakkında şu değerlendirmelere yerverilmiştir: \~ OSMANLININ SON DÖNEMİNDE YAYlNLANAN TASA WUFi MUHTEVALI MUHİBBAN DERCİSİ VE 1327/1911 SAYISINDA YER ALAN BAZI MAKALELER- 97 "Gazetemizin birinci numaralı nüshasında teberrüken resmini vaz' ve dere ettiğimiz şehid-i hürriyet Şeyh Naili el-Bedevi Efendi merhfimun iade-i meşrfitiyeti müteakip menfası olan Trablusgarb'dan İstanbul'a avdet ederek bulunduğu dört ay zarfında bir taraftan Meşrutiyet'in temami-i te'sisine geeeli gündüzlü çalışınakla beraber diğer taraftan da tekayayı ruhiini ve siyasi birer mekteb haline getirerek müntesibin ve muhibbini terbiye-i ahlakiye ve siyasiyye ile tenvir etmek ve bu suretle teessüs-i tekayanın rnekasıd-ı asliyesini takib ve ıslahat-ı muktazıyayı icra eylemek üzere bir cemiyet-i sufiye teşkil ve te'sisine sarf-ı mesai eylemiş ve hatta cemiyet-i mezkurenin Nizamnamesiyle emr-i ıslahın suver-i icraiyesi hakkında layihayı da ihzar etmiş ve fakat maatteessüf vukuu irtihaliyle husus-ı mezkur teehhür eylemiş idi. Bu mürşid-i hakiki-i hürriyetin evrak-ı metrukası meyanında zuhfir eden layiha ile Nizamnamenin birer sureti elde edilmiş olduğundan meşayih-i kirarn hazeratının alelusfil cemiyet-i mezkureyi teşkil ile layiha-i mezkure dairesinde emr-i ehemm ıslahatı icra eylemeleri temenniyat-ı mahsusasıyla mezkur layiha ile nizamnameyi dere ediyoruz. Cenab-i Hak ruh-ı Şeyh'i şiid buyursun!" Böylece Şeyh Naili Efendi'nin kurmayı düşündüğü cemiyetle ilgili çalışmalar yanında Nizamname'nin metni de yine Muhibban aracılığıyla komuoyuna sunulmuştur. Hülasa değişik tarikatiere mensup dervişler, bir araya gelerek, kurdukları mesleki birlikler ve yayınladıkları bu kroniklerle görüş ve düşüncelerinin yaygınlaşmasını ternine çalışırken, mesleki dayanışmanın yollarını da aramışlardır. Bu dayanışma yolunda, tarikatler arasında ayırım gözetmenin doğru olmadığı ve bütün tarikatiere aynı gözle bakılması gibi hususlar dile getirilmiş, böylece aynı hedefe doğru birlikte yürünülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Oysa tarikatler arasında ötedenberi geçimsizlik ve anlaşmazlık olduğu bilinmekteydi. Üstelik sayılan otuzu aşan ve her birinin ayini, usfilü, inanışı ve gidişi birbirinden ayrı hatta aykırı insan topluluklarını bir araya getirmek çok müşkil bir iş idi. Gariptir ki Bektaşilik damgasını taşıyan ve kendisinden başka 29 tarikatİn muhalifi olan bir tarikate mensup Ahmet Muhtar Bey bu işte ve bu cemiyeti kurmakta önayak olmuş ve çıkarmakta olduğu Muhibban mecmuasını buna vasıta ittihaz etmişti. Muhibbiin ve çevresinin Bektaşi meşreb olmaları, bu tarikatla İttihat ve Terakki arasında sıkı bir ilişki bulunmasına rağmen cemiyetin kuruluşunun gerçekleşmemesi dikkate değer bir husustur. "Siyasetten milada her şeyden bahseder", üst başlığıyla sunulan bu derginin isminin hemen yanında, genel karekterini belirten şu ifadeler de yeralmıştır: "Muştak-ı hürriyetitamme olan bi'l-cümle Muhibbiin-ı meşrfitiyetin vasıta-yı neşr-i efkan olarak her ayın onbeşinde neşrolunur." "İnsaniyete, Muhibbiin-ı meşrfitiyete muvafık gönderilen imzalı mektublar maa'I-memnuniye dere olunur." 18 Şaban 1327/22 Ağustos 1325 tarihinde yayın hayatına giren Muhibban'ın tasavvuf tarihi ve kültürü açısından fazla bir şey verdiği söylenemez. Dergi yöneticisinin "Bazı dedikoducu sahte şeyhlerin sözlerine bakıp ta tarikatierin ayrısı, gaynsı olduğuna 981 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU---EKEV AKADEMİ DERCİSİ inanmak artık olamaz."(sayı: 5, s.llO) şeklinde "bütün tarikatiere aynı gözle baktığı" (say. 5, s. 141) ihsas ediliyorsa da dergi, mesaisinin büyük bir kısmını, yeniçerilikle beraber meşruiyetini kaybetmiş olan Bektaşi tarikatinin yeniden resmi bir hüviyete bürünmesine hasretmiştir. j Sayfalannın büyük bir kısmını Şeyh Naill Efendi'nin kurmak istediği Cemiyet-i Sfifiyye-i İttihadiye'nin gerçekleşmesine tahsis eden Muhibban, Cemiyet-i Sfifiyye'nin kurulmasıyla bundan da vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bu durum Cemiyet-i Sfifiyye'nin başansı için gayret gösteren Tasavvuf dergisi ile aralannda rekabet hissi uyandırmış, zaman zaman karşılıklı tartışmalar olmuştur. MeselaCemiyet-i Sfifiyye'nin reisliğine seçilen Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'yi Tasavvuf takdir ve tebcil ederken, Muhibban onun hakkında hiç de iyi şeyler söylememiştir. Bu tartışmalar Şeyh Safvet ile İzmirli İsmail Hakkı arasında tasavvuf kitaplannda yeralan hadislerin sıhhat derecesi konusunda cereyan etmiş, daha sonra tartışmanın sınırları tasavvufun bir çok meselesini içine alacak biçimde genişlemiştir. Bu arada Tasavvuf ilk zamanlarda cemiyet nizamnamesine de uygun bir çizgide yayın yapıp, politik meselelere girmemiş ancak Il. Meşrutiyetin ilimf lle birlikte, dönemindeki bir çok dergi gibi politize olarak Meşrutiyet meddalılığına soyunmuştur. Bu tartışmalardan anlaşıldığına göre devrin Şeyhülislamını kendilerine reis seçen Cemiyet-i Sfifiyye daha çok devletin resmi görüşü çerçevesinde faaliyet gösterirken Muhibban grubu daha geniş ve daha serbest bir ortam aramaktaydı. Ahmet Muhtar, dergi ikinci yıla girerken şunları yazmıştır: "Muhibbiin 'ın ikinci senesine abone olmak arzusunda bulunmuş olanlar bilsin ve ona göre paralarını yoUasınlar ki, Muhibban gazetesi yine eskisi gibi dedikodu yapmayacak, öyle filanca Nakşi şeyhi için, falan baba için gerek iyiliklerine gerek fenalıklarına dair hatta mühürlü musaddak kağıtlar bile gelse gazetenin son sahifesine bile geçemeyecektir. Muhibban, insaniyetli olmak şartı ile en aciz, en fakir bir ademin azad kabul etmez bir kölesidir. Bununla beraber yalnız menfaatini düşünen Muaviye tinetli eşhasa, ne makamda ve ne iktidarda olursa olsun, el değil, selam bile vermeye tenezzül etmez bir Alevidir ... " (sayı: 12, s. 98) Kosova, Sivas, Selanik, Aydın, Manastır, Girit, Yanya, Edirne, Mısır, İşkodra gibi Osmanlı Devleti'nin muhtelif yerlerinden çeşitli tadkatlere, özellikle Kadid, Sa' di ve Rufai tarikatlerine mensup şeyhler tarafından takdir ve teşvik edilen Muhibban Rıza · Tevfik'in de makaleleri yanında oldukça güzel şiir ve nefeslerini yayınlamıştır**. **)Osmanlının son döneminde tasavvuf eksenli cemiyet kurma ile yayın faaliyetleri konusunda bizim bu etüdümüzde yerverdiklerimiz ve daha başka değerlendirmeler için bk. Muhibban, (muhtelif sayıları); Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Eser Matb. İst. 1977, c. I-II, s. 295-296; Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, (3. bsk.) Dergah yay., İst. 1990, s. 275-297; a.mlf., Metinler/e Günümüz Tasavvuf Hareketleri, basılmamış ders notları, s. 11-17; a.mlf. "Cumhuriyet Öncesi Tasavvufi Yayın Organları ve Cemiyetler", Hareket, VIII İst. 1979, 17-18 ; a.mlf., "Cem'iyyet-i Si1fiyye" DlA, VII, 335; a.mlf., "Ceride-i Sufiyye", DİA, VII, 410; İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet Tekke Münasebetleri, Seha Neşriyat, İst. tsz., s. 186-190; Mustafa Aşkar, TasavvujTarihi Literatürü, Ankara 2000, s. 268-279. ..~ .. OSMANLININ SON DÖNEMİNDE YAYlNLANAN TASA VVUFi MUHTEVALI MUHİBBAN DERCİSİ VE 1327/1911 SAYISINDA YER ALAN BAZI MAKALELER- 99 Şüphesiz bu dergide yayınlanan tasavvufi makalelerin mahiyetleri, tasavvuf ve Türk tefekkür tarihi açısından önemli olup akademik alanda incelenmeye muhtaçtır. Nitekim böyle bir teşebbüste bulunan Thierry Zarcone, yaptığı araştırmaya göre bu derginin 27 Rebiülahir 1327 1 20 Kanunisiini 1325 tarihli üçüncü senenin dördüncü sayısının yalnızca Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Özege Kitaplığı'nda bulunduğunu tespit etmiş, bunun üzerine Prof. Dr. Osman Türer Bey'e yazdığı bir mektupta, bu sayının kendisine gönderilmesini istirham etmiş, o da bu isteğini yerine getirmiştir. Biz de Türer'in tavsiyesiyle A.Ü. Kütüphanesi Özege Kitaplığı, 776 nurnarada kayıtlı biri eksik iki nüshası bulunan bu dergiyi ineeledik Dergide sırasıyla şu makaleler yer almaktadır: 1- Baha Said, "Tasavvuf ve Hür Mezhebler", s. I. 2- Rıza Tevfik, "Hikmet-i Sufıyye", s. 2. 3- Abdulcebbfir Sım, "Levh-i Mahffiz ve İlın-i Meknun", s. 2-4. 4- Urbaba, "Meslek-i Fakr ve Fena", s. 5-6. 5- Ali Seyfi, "Takvim-i Beden ve ibadet", s. 6. 6- Abdal Musa, "Dervişin Ayarı", s. 6-7. 7- Livau'l-hak Halil, "TekyelerTeşkilatı ve Terbiye-i İçtimaiyemizde Te'siratı", s.7-8. Neticede bunlar arasından derginin genel politikasını yansıtması açısından dikkat çekici bulduğumuz üç makaleyi seçip, Türkçe harfiere de aletararak ilgileneceklerin istifadesine sunmak istedik. Sunacağımız üç makaleden ilkinin yazan olan Baha Said*** ile ilgili kısmi bilgiler dışında ikinci makalenin yazan Abdal Musa ve son makalenin yazarı Livau'l-Hak Halil hakkında şimdilik her hangi bir bilgiye ulaşamadık. Bu genel değerlendirmelerden sonra şimdi sözkonusu makalelerinin takdimine geçebiliriz. ***) Baha Said'in gerek metnini sunmaya çalıştığımız makalesi gerekse daha sonra kaleme aldığı ve Türk Yurdu dergisinin 1926tarihli 4. cilt, 22,23 numaralı sayılarında "Sofiyan Süreği" adıyla yayınlanan makale serisinde görüldüğü üzere katılımcı gözlem tekniği ile çalışmalarda bulunan Alevi-Bektaşi yazarlardan biridir. "Bektaşi zümresi bir mezhep mi, bir fırka mı yoksa bir cemaat midir? Bu mefkurenin kaynağı, ortaya çıkışı, gelişip yayılması, düşünce, fikir ve fiilleri, en önemlisi Türk toplumunun bir parçası ve gerçeği olan bu zümre milli ve islami midir?" gibi soruların açıklığa kavuşturulması amacı ile İttihat ve Terakki tarafından görevlendirildiği söylenen Baba Said bu doğrultuda doğuşundan 1900'lü yıllara kadar Bektaşiliğin doğuşu, gelişmesi ve fikirlerini bütün yönleriyle araştınp değerlendirmeye çalışmıştır. Yukarıdaki soruların açığa kavuşturulması doğrultusunda yaptığı ancak çeşitli nedenlerle yayınlanması geciken makaleleri nihayet; Türk Ocakları merkez heyeti tarafından neşrolunan 1927 tarihli Türk Yurdu dergisinin 5. cilt, 26, 27, 28 numaralı sayılarında "Bektaşiler" başlığı altında; "Bektaşi merkfiresinin ortaya çıkışı", "Balım Sultan Erkanı", "Bektaşi Felsefesi" diye üç seri halinde yayınlanma fırsatı bulmuştur. 1001 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU---EKEV AKADEMi DERCİSİ II- Muhibban Dergisi'nin 1327/1911 Yılı 4. Sayısında Yer Alan Bazı Makaleler: MUHİBBAN 27 Rebiü'l-ahir 1327- 20 Kanun-isani /1325, Sene: 3, Numara: 4. TASAVVUF VE HÜR MEZHEBLER Taavvufun din-i islam tarihindeki o kuvvetli ve metin mevki'i, te'sfri okadar barizdir ki, hiç bir mudakkik bu azim cereyanın dalaletlerini ta'yfn ve tasrfh edemez. Ben, kendi hesabıma, tasavvuf kelimesinin Yunanca' dan yok Hindden falan gelipde müslümanların kafasında kaynadığına aklım ermiyor. Fikr-i beşer aklı ermediği bir şeyin ardını arkasını görmeye çok özenir. Bizim islam mütefekkirleri ki, ekseriyet-i azimesiyle bihakkın hem mütefekkir hem de müdebbir idiler,· onlar, din diye önlerine dökülen "şey" in ne olduğunu anlamaya çalış- "'!maları pek tabf'l idi. Dinin esrar ve ledünniyatını anlamaya özenenierimize biz ehl-i tasavvuf dedik. Umumiyetle ehl-i tasavvuf iki bölüktür: 1- Muhafazakar ehl-i tasavvuf 2- ihtilalci ehl-i tasavvuf Muhafazakar mutasavvıflarımız dinin kuyud-u zahiresine bila ihmal itaat-ı mutlaka gösterir. Siyaset ve içtimat hayatta dinin emr ve nehyine kıyasları da zamm eder. Daha kuvvetli, daha nafiz te'siratı ibda' etmek için maziyi halden daha kudst, daha mualla tahqyyüF~der. Bütün kuva-yı hazırayı mazinin ve makberierin karanlık ve soğuk hatıratından toplamak ister. Hal, onun için, mekruh; müstakbel ise beddir ve meşkuktur. Halin ve müstakbelin kıymet-i hayatiyesi yalnız "cife" likden ibarettir. İşte bu "cifeli tefekkür" onu daima mazinin "pakize eda" nasiye-i muhayyeline perestiş ettirir. Geçmişine bu kadar bağlı bir vicdan, yaşadığı anları bile örnr-i jan/sine giran bilir. Ve sonra maziye rucu', mazinin mürşidlerini tebcfl ve onları temsfl gibi bir ıztırar-ı gayri tabü içinde kalır. Bu ıztırarın zarurf emirleri onu muvaffakiyerten me 'yus eder. Çünki üç asır, on asır evvelki insan-ı muhayyelin ne temsfl-i hayatı, ne de muhft-i hayatı kabil- ~i vücuddur. O, bu bir kaç asır evvelki insan zihniyetinde kendisinin mahrum olduğu fevka 't-tabfiye mezaya buluyordu, kendisinde ise o mafevka't-tabfiye kuva-yı ma'nevfyenin ta'yfni müstahfl ve gayri mümkün olur. İşte bu gayri mümkünlük saliki endişe ve reybe sevk eder. O zaman: ihtilalci mutasavvıf çıkar. .. lı OSMANLININ SON DÖNEMİNDE YAYINLANAN TASA VVUFi MUHTEVALI MUHİBBAN DERCİSİ VE 1327/1911 SAYISINDA YER ALAN BAZI MAKALELER- 101 Ve bunlardır ki "meslek-i iman" da birbirine aykırı fikirler/e oyalanır. Cüneyd-i Bağdildi mektebinden Nakşf mesaiiki doğuncaya kadar birbirine bağlanan tartkatlerde muhafazakiir tasavvujun haktki numunelerini pek iyi ve açık tetkfk edebiliriz. Umumiyetle şu vesfle-i temyiz de vardır; (yar-ı ğar-ı rasul) birinci sınıf eh/-i tasavvufun menba'-ıfeyzi ve öteki bölüğe gelince doğrudan doğruya (Alevi)dir. Ve en çok aykırı/ık bu /ivil-yı Aleviyye'nin altında bulunur. "Alevi" lik perdesi zümre-i isliim içinde hususi bir mekteb-i hürriyettir. Bu mektebin vesika-i şehiidetini alanlar içinde yetişen zümre-i mürşidin "Guluvv-i ejkiir" ile müttehem görünür. Ekseriyetle dinin zahiri kayıd/arından muhtelif nisbetlerde aziide bulunur. Bu iki sınıf "sufl" lik muhtelifmuhft-i millilerde ayrı ayrı taraftar zümreler teşkfl edebiimiş ve kendilerine has ahlak seeiyelerini halk etmiştir. Umumiyerle diyebiliriz ki (dini islam) milletler üzerinde "temsilci" lik vazifesini bihakkın ifii edemediği yerde bu mutasavvıf zümreler o vazifeyi ifiiya muvaffak olmuşlardır. Bu muvaffak olanlar içinde kendi meslek hususiyeıleri ile "cemiyyet-i mahsusa" hayatı ibdii' edebilenler hakfkaten terbiye-i muhfta müsta'id olanlardır. Dürziler, Nusayriler, 'İbiidiler, Biitınfler, Tiivusiler, bilhassa Anadolunun yarı halkını temsil eden Hacı Bektaş Veli'ye mensfib "Bektaşi-Kızılbaş" zümresi cemiyyet hayatı yarata bilen meziihib-i hürreden ma'dfiddur. Bunlara mukabil Nakşflik, Kadirilik, Mevlevflik birer ce'iyyet hayatı değil; nisbeten muntazam birer enmfizec-i fikrf bile ihyii edememişlerdir. Şah İsmiiil-i Safevi'nin ibdii'kerdesi olan "Safevi"lik bir saltanata esas olduğu halde mesela Bektaşilik gibi bir cem'iyyet hayatı yaratmaya muvaffak olamamıştır. Anadolu Türklerinin teakal üçde birini toplayan "Bektaşi-Kızılbaş" zümresi cem'iyyet hayatındaki saliibet, tesiinüd ve teiivün gibi kudretli kabiliyeri ile mümtaz bir hayat gösterebilmişler; ve onun içindir ki, hükümetin en şedid icraiitı önünde asırlarca boyun bükmemiştir. "Meziihib-i Hürre" içinde en asrf bir (So~yal) hayatı yaşayan bu Türk kitleleri için irfiin ve medeniyelin hiç bir şekl-i makduhu yoktur. Milli varlığıyla yaşamış ve dini, milli hayat ve zihniyette anlamış olduğu için de "M~jkure"cilik isti'diidları en selim bir hdssaya miiliktir. İçtimiif tekilmüZün Türkiyede en seri' mükafatını verecek yegane ocak bunlar olduğu halde bu muhitin liyakat-i fikriyesi me' atteessüf tetkike uzanılmamıştır. Bahfi Sa'id DERViŞİN AYARI Derviş: Şahsı hür, vicdanı hür, ef'ali ... ejkiirı hür; kayd-ı masivildan aziide (yani Allah' dan başka kimseye boyun bükmeyen) insan demektir. Bana kalırsa iyi bir dervfş dünyanın en ekmel numune-i insaniyetidir. 102 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU---EKEV AKADEMi DERCİSİ Biz (Derviş-has/et!) diye en pısırık, kılıbık alıtakı tavsif ederiz. Fillıakika tarihin dervtş-haslet padişahları ve rica/i en zaifü 'l-fttra olanlardı. Mazide dervişlerimiz iki sınıf idi: Biri ulu'l-azm mütefekkirler; diğeri mukallidler. Her ikisi de keşkül be-dest seyr ü sefer idiler. Zümre-i mütefekkirini, uğradığı yerde neşr-i feyz ve saadet, yoksullara yardım, hastalara şifatar bahş eder; tokma-i nam, her hdlde ihtisası olan, bir san'atla te'mine muvaffak olur; en ma'ruf seyyahları tabdbet, suznigarlık (iğne hüner/eri), sadefkiir, e/mas, terzicilik, marangozluk, kunduracılık, demircilik gibi her yerde geçen san 'atlardan birine hakkıyla vakıf olur ve lokmasını bu yüzden alır, her hdlde bir sa 'y ve kesb ile kazanırdı. Bir kısmı da keşkül be-dest -şeyen li/lah- Allah için sadaka dilenirdi. Tarih bize öyle büyük mürşidler gösterir ki, yediği bir lokma ekmeği mutlaka alnının teriyle suladığı bir avuç topraktan çıkarmıştır. Küre-i beşerin gündönümü noktası olan harb-i umumide ümmet-i Muhammed'in ha-. li tavaif-i müluk devrine döndü. Bu gidiş/e ümmetimiz yine elde keşkül: "Mevla dost!" diye devr ü seyrana çıkacağa benziyor. O zaman bilin ki: Dervişin ayarı, ilim ve hünerdir! Sorunuz: Baba dervtş, hünerin ne? Eğer terziyim derse, üstünüzde giyecek birşeyiniz varsa yamanması mümkün olan yerini gösteriniz; dikerse, para veriniz. Ayağınıza giyecek kunduranız bulunursa veriniz kabil-i ta 'mir parçalarını yapsın, yine, paranız varsa ücret verirsiniz. Eğer paranız yoksa vermeyiniz. Yakanıza yapışırsa derviş değildir! Yine vermeyiniz. Eğer ilmim, ilmullah; san'atım san'at-ı ildhidir, derse: Gaiblere karışmış devenizi bulup ihzar etmesini söyleyiniz ... Bulursa jandarmalık hakkı diye ücret verir sini~; paranız yoksa yine vermeyiniz zararı yoktur. O, ilm-i ilahi ile hazineler bile bulur. Eğer san'at-ı ildhlden bahseder, altın yaparım derse, yakasına yapış, altın ver kağıt vereyim de ... kaçarsa derviş değildir! TEKYELER TEŞKİLATI Terbiye-i İçtimdiyemizde Te'siratı Abdal Musa Kanun-u tekdmülün, kendine hds, müsbet usulleri vardır. Bu usuller haricindeki ümid ve sa'y hebden mensura hükmünde kalır. Mesela: sinekten kaz üremez; kazdan da; ya, bi'l-ıstıfa sinek veyahut bi't-tekdmül deve olamadığı gibi! Biz Türkler, Avrupa tekamül-i medenfsi diye bir şey görüyoruz, ah, biz de onlar gibi o/sak diye özenrnek istiyoruz. Bir misal olarak diyelim: Anadolu'nun öz ve tosun eviadları yörük ve zeybeklerin giydiği kısa çaşkırlarını -bir gün oldu ki-hükümet memurları men' etti. Giyenieri şehre sokmadı. O zamandan şimdiye kadar seneler geçti. Ne zeybek çaşkırı eksi/di, ne de bu yüzden fazla bir aferin kazandık. Halbuki bunlara baldırı çıp- OSMANLININ SON DÖNEMİNDE YAYlNLANAN TASA VVUFi MUHTEVALI MUHİBBAN DERCİSİ VE 1327/1911 SAYISINDA YER ALAN BAZI MAKALELER- 103 /ak diye alay eden -Efendi!-ler şimdi görüyorlar ki en medeni İngiliz kavminin İsgoç tabur/arı İstanbul'da bir karış don değil,fistanla ve donsuz dolaşıyor ve kimse de bunu hiliif-ı medeniyet telakki etmiyor. Demek, tekilmüZ-i medeniyede de kanun-i asli: "Mevcudu ıslah ve ikmal!" imiş. Bize, asri insan olabilmek için mutlaka Avrupalı/aşmak lazımmış gibi geliyor. Durup dururken hiitırımıza bir kibiirlık damlar, alafranga olacağımız tutuverir, ne yapmalı? .. Ankara balı gibi dünyanın en nefis çiçeklerinin bu mahsul-i şahanesini bırakırız da Belçika'dan reçel; en saf ve müşkin tereyağlarımız varken bilmem nerenin kokmuş, küflü peynirini Paris lağımlarından toplanan kokulu sabunları,lavantaları, liişelerden, eifelerden bi 'I-kimya istihsal edilen türlü türlü mevadd-ı gıdaiyenin kurşun yaldızlar içinden çıkan boyalı şeylerini yemekle içimizde adeta bir gurur-i terakki doğar. İşte bizim asrflik hep böyle! ... Tekyelerimiz ! ... Bilmem, çok insandan işittim ki, bu ocak/arın, meskenet, zil/et neşreden birer çukur olduğunu söylüyorlar ... Acaba öyle mi? Bir bakıma göre öyle de .. Çünki orada biid-ı hevii (bedava) yemek gibi bir şey de görünüyor ... Görünüyor amma, işte okadar. Öyle görenler, bir kere gitseler baksalar sahihden orası öyle mi? ... Eğer doğrusunu istiyorsanız öyle değil. Yalnız bir nüktecik var: Tekke, muhtacın, yoksulun rehiikarı, haliiskar, hiimisidir. O, zayıfın yarasına bir merhem ocağıdır, öyle idi. Avrupanın yuvarlandığı izmihlal çukuruna biz kolay kolay sürüklenmeyeceğiz. Benim imanım bu. Aksini idda eden daha çoktur. Fakat o "çok"lara şunu söylerim. Bizde hayat avrupada gibi inhisar altında mı? ... Hayır, değil. Burada herkesin bir karış toprağı, kendi başına müstakil malikiine-i hayatı var. Amma birisinin az öbürünün çok. Fakat varya! Avrupanın bir kere böyle saadeti yok. Avrupa bu saadetten mahrum kaldığı için halkı birbirini yiyor, daha da yiyecek! Belki son nazariyelerine göre "müttahid ve müşterek" yaşamak çarelerini bulacak. Bu çare ise bir fikirde, bir servette, bir usul-i hayatda yaşamak isteyen insanların bir mahallede, bir köyde istedikleri gibi yaşamak zevkidir. İşte bu yaşayış bizim tekkelerin hayatı idi. Eğer avrupa here ü mercinin sonu böyle "müttahid ve müşterek ma'bed"lere sığınmak ise biz onu çoktan kurmuş, işletmiş ve yaşatmışız. Tekkeler, tarikat ve mezhebierin hususf mihrab-ı ibadetlerini havfdir. RasUl-i Ekrem: "et-turuk ileilah bi adedi enfasi 'l-haliiik/Allah 'a olan yollar insanların adedi kadar çoktur." buyurmuş yani herferdiçin tevhfdin hakikatinden sonra Allah'ına derece-i rabıtası pek muhtelif oluyor demektir. Şu şekle nazaran müşrik olmayan her muvahhidin aksai imanında kimsenin şüpheye, tenkfde hakkı yok demektir. İşte tekkelerimiz müessislerinin, "şuur" una göre örülmüş birer terbiye-i fikriye ve ma'neviye ocaklarıdır. onlar, bila cebr ve ta ikrah bir zikrin salikine salikin kabiliyetine ve isli'dadına göre vicdanının temayüliitını tatmin edecek "nur-u imanı" doldurur. Bazı tekkeler vardır ki, orada hürriyet-i fikriye ve hayatiyede had yoktur. Bazıları vardır ki, burada hadd-i ma'rufu zerre kadar tecavüze imkan yoktur. Bu iki haddin ara- 104 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU---EKEV AKADEMİ DERCİSİ s ında muhtelif derecatda fikirler için muhtelif mezahif-i fikriyeye göre bir "tekke mihrabı" bir "ma'bed-i mefkure" bulmak müşkfl değildir. "Likülli hizbin bima ledeyhimferihunlherkes, istediği yolda şad ve handan, mes 'ud-i devran olur." Tekyelerin ayfn-i hususileri i 'tihariyle tehalüfi, gaye-i mecalislerine mani 'a teşkil edemez. Fikir ve içtiMda hürmet tekyenin yegane şi'arıdır. Onlar için ehl-i tarikat indinde bütün tarikatler haktır. Yekdiğerini levm ve teşnf' imkanı kat'an yoktur. Yekdiğerine mensubiyetini soran iki sa/ik "Hangi bağın gülüsün?" derken kendi gibi karşındakinin de bir bağın gül-i hoşbusi olduğunu bilir. Zaten, tarikat, boynuzlu kulaklı bir garfbe-i hi/kat değil. "Tarfkat=yol" demektir. Kadirf yolu, Mevlevf yolu, Gülşenf yolu, Bektaşi yolu ... ilh. Bu yollarda gidenler hep bir merkeze ulaşmışlar ve ulaşmak için gitmişler. Herkes kabe-i maksuda bir yoldan gidemezdi. Çünkü herkes bir köylü, bir şehirli değildir. Avrupanın izial-i içtima'fsinden kurtulmak isteyen bir Türkiyenin gençliği şimdiden_ 1tekyelerin ma'nevf teşkilatını tutmalı ve o suretle muhftlerinin tekamül-i ahlakiyesini te 'sfse muvaffak olmalıdır. Mescidlerden ziyade tekye mihrablarıdır ki, ruhun en hassas noktalarına daha mahrem, daha ince, daha kolay nüfUz edebilir. Çünki orada ahd edenin yalnız kulağına söylenen bir "sırr-ı hürriyet" bir "insaniyet" kelimesi vardır. Şimdi de görüyoruz, eskiden de biliriz, memleketimizde ahlakı takviye eden insanlara hürmet etme ği, hukuk-u hayavanata bile şejkati, irfana perestiş ü teavün ve tesanüde koşmayı emr ve ihsar eden, milletin ruhuna nefha-i şi'r verikkat veren bu "dar"ın evlatları idi. Biz onları yıkacağımıza, zaten "makam-ı irşad" olan bu hürriyet-ifikriye abidelerini za'f-ı inhitattan kurtarma/ı ... işte bu (lahCtti) minherlerden "sada-yı mürşid" ve "re- rşad"ı dinietebilme/i idik. Görüyoruz ki, islami vahdeti hicv ve takbfh eden ejk{ir-ı harice bugün "kilise uknum- · /arını" bile tevhfd gibi bir hayal ile tefahür gösteriyor. Biz de yıkılmaz kal'alarımızı taklfd uğrunda harabe ve viranelere çeviriyoruz. Tekyelerimiz asrf zihniyetin hayali gayesini "Commun 1 müttehid= ve müşterek" yaşamayı asırlardan beri tatbik edegelmiş ve beşerin en insani emellerini harfm-i hürriyetine almış yegane mejhumlardır. Tekyeleri manastırlara benzetrnek kızıl bir cehalettir. Azacık tetkfk edersek bu hakikati vazıh surette görürüz. Rehhaniyet, seyyiat-ı ahlakiye menba 'i olduğu halde tekyeter masdar-ı fazilet olagelmiştir. Livau '/-Hak Halil Değerlendirme Yukanda metnini verdiğimiz Baba Sa'id'e ait, "Tasavvuf ve Hür Mezhebler" başlıklı ilk makalede görüldüğü gibi; "Bektaşilik cemiyet hayatı yaratabilen •mezahib-i hür- OSMANLININ SON DÖNEMİNDE YAYlNLANAN TASA VVUFİ MUHTEVALI MUHİBBAN DERCİSİ VE 1327/1911 SAYISINDA YER ALAN BAZI MAKALELER- 1 OS re' den olup Nakşllik, Kadirllik, Mevlevllik gibi tarikatler muntazam birer enmuzec-i fikri bile ihya edememişlerdir." şeklindeki ifadeler, aslında derginin genel politikası olarak dile getirilen "tarikatlerin aynsı, gaynsı olduğuna inanmak artık olamaz;" "Bütün tarikatiere aynı gözle bakmak gereklidir." şeklindeki ifadelerle çelişmektedir. Bu çelişkili durumu ilk bölümde verdiğimiz değerlendirmeler ışığında Bektaşiliğin resmi hüviyete kavuşturulması çabalannın bir sonucu olarak algılamak mümkündür. Naili Efendi'nin hazırlamış olduğu cemiyet nizamnamesinde tekkelerin ıslahı bağlamında öngördüğü, dervişterin ehliyet ve liyakat sahibi olmaları şeklindeki teklifinin te'yidi mahiyetinde olan Abdal Musa'ya ait, "Dervişin Ayan" başlıklı ikinci makalede ise, kamil manada dervişin "Derviş-haslet!" diye tavsif edilen pısırık, kılıbık ahlaklı kimse olmayıp; şahsı hür, vicdanı hür, ef'ali ... efkan hür; kayd-ı masivactan aziide (yani Allah'tan başka kimseye boyun bükmeyen) ilim ve hüner sahibi insan olduğu vurgulanmakta, bu arada tarihin derviş haslet padişahlanna göndermede bulunularak onların fıtratları zayıf kimseler olduğu ifade edilmektedir. Bu makale de kanaatimize göre devletin resmi görüşü çerçevesinde faaliyet gösterıneyi uygun bulmayan ve daha geniş, daha serbest bir ortam arama çabasına giren Muhibban grubunun genel politikasını yansıtmakla birlikte, hakiki ve sahte dervişlik için de bazı ölçüler sunmaktadır ki, bu ölçüler nizamnamede de yer alan şu hususların te'yidi mahiyetindedir: "Dervişler içinde tedris, ziraat, ticaret, sanat ile meşgul olduklan haldetezkiye-i nefs ve tasfiye-i ruha muvaffakolarak insan-ı kamil olmuş makam-ı ferdiyet ve gavsiyeti ibraz etmiş zevat-ı muhtereme kesiru'l-miktardır. Yine dervişaniçinde her şeyi, her işi terk ederek tekye köşelerinde senelerce kaldıklan halde terbiye-i nefs ve tasfiye-i ahlak edememiş hiçbir şey olamamış pek çok kimseler vardır. Kısm-ı evvel dervişliğin ne olduğunu nasıl olacağını anlayanlar, kısm-ı sani ise dervişliğe dair hiçbir şey anlamayıp zahir ile kalanlardır." (Sayı: 9, s. 74) Livau'l-Hak Halll'e ait, "Tekkeler teşkilatı (Terbiye-i İçtimaiyemizde Te'siratı)" başlıklı üçüncü makalede ise; "masdar-ı fazilet" kabul edilen ancak çökmeye yüztutmuş tekkelerin ihyasına yönelik değerlendirmelerin yeraldığı görülmektedir. Bu değerlendirmelerde; medeni gelişme açısından adeta birer fikir abidesi olan tekkelerin meskenet, zillet neşreden birer çukur haline dönüştürüldüğünün bir bakıma doğru olduğu ancak bu durumun o müesseseleri yıkmaya sebep teşkil etmediği vurgulanmakta, sorunun "mevcudu ıslah ve ikm5l" ile çözülebileceği ifade edilmektedir. Bu değerlendirmelerin de yine Naili Efendi'nin;''Tekkeleri birer tembelhane ve dervişleri bir heykel-i müteharrik olarak görmek isteyenlere bu görüşlerinin doğru olmadığını göstermek gerekir. Bunun zamanı gelmiştir. Bununla beraber sahibi, sahteden ayırmak daha doğrusu taklidi tashih etrriek için turuk-ı aliyenin halihazır itibariyle şiiyan-ı ıslah olduğunu teslimde tereddüd etmeyiz" (Sayı: 9, s. 75) tarzındaki görüşlerini te'yid mahiyetinde olduğu görülmektedir. 1061 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU---EKEV AKADEMİ VERGİSİ Netice itibariyle bu üç makaleyi birinci kısımda verdiğimiz değerlendirmeler ışığında incelediğimizde Şeyh Naill Efendi'nin kurmayı düşündüğü Cemiyet-i Silfiyye-i ittihadiye ile ilgili çalışmalar yanında Nizamname'nin metninide yayıniayan ve sayfalannın büyük bir kısmını bu cemiyetin gerçekleşmesine tahsis eden Muhibbiin 'ın, Cemiyeti Sufiyye'nin kurulmasıyla bundan vazgeçse de Nizamname'de teklif edilen hususlan ve Bektaşiliğin resmi hüviyete kavuşturulması çabalarını daha sonraki dönemlerde yazılan makaleleri yayınlamakla dile getirmeye devam ettiğini söyleyebiliriz
.xxxxxxxxxxxxxxx
xxxxxxxxx
.Ahmet Yaşar OCAK.
. ·~
TÜRK TARİH KURUMU
ANKARA,2014
MURAD RE'İS TEKKESİ (RODOS)
JOHN ROBERT BARNES
Murad Re'is, yol açhğı yanlış anlamaların çokluğu açısından, ilginç
bir yerdir. Rodos'a gelen bütün turistler Mandraki Limanı'ndan, yeni
şehrin dışındaki kumsala giden ana yolun kavşağında bulunan Murad
Re'is tekkesini hemen farkederler. Turistlerin ille gördükleri, okaliptüs ağaçları arasında dağınık bir mezarlıktır. Dolayısıyla buranın bir
mezarlık olduğunu düşünürler; zaten, bu manzaradan hareketle, bundan başka bir sonuca varmaları da zordur. Turistlerden bazıları kedileri beslemek ya da demir parmaklıkların ardında ne olduğunu anlamak için durur.
Kendilerini mezarlığın içine girme zahmetine sokanlar, saygıyla
karışık bir hayranlıkla çevreye bakınır; bazen de, bir mezartaşının üzerindeki yazıları çözmek için duraklarlar. Bazı ziyaretçiler, mezartaşlarının üzerindeki yazının Arapça olduğunu ~atlığı için burayı bir Arap
mezarlığı sanır; bazıları ise, çevrede hiç haç olmadığını ve lahitlerden birinin üzerinde alb. köşeli bir yıldız bulunduğunu görüp, buranın
bir Musevi mezarlığı olduğuna kanaat getirir.1 Türkiye'den ve Arapça
konuşulan ülkelerden gelen turistler, burayla ilğili daha çok bilgi edinmek ister, fakat yazıları anlamaya çalışırken şaşkına dönerler. Taşların
üzerindeki yazılarda Arapça harfler kullanılmış olmasına karşın, dil
Arapça değildir: Birkaç istisna dışında, kullanılan dil Osmanlıca'dır.
Murad Re'is'teki mezarlık, dört yüzyıl boyunca, Osmanlı memur sınıfının ve onların ailelerinin gömüldüğü alan olmuştur.
Murad Re'is'in ana girişi, güney doğu cephesindeki yüksek, yeşil bir
kapıdır. İki binanın arasındaki taş döşeli patikadan bir avluya çıkılır.
Avlunun çevresinde orta büyüklükte iki kubbeli yapı bulunmaktadır.
'Söz konusu altı köşeli yıldız, Ümmet Fatma Sultaıı'ın lahiti Ozeriudedir d. 1166/1752-3. Olasılığı
t1lmüyle gözardı etmemekle birlikte, bunun hemen bir Yahudi yıldızı olduğu kanısı.na vanlmamalıdır. Bu
simge, Batı'da mistik bir sembol olarak kullanılmıştır ve yalı:uzca Museviliğe ait değildir. lslam'da da bu
altı köşeli yıldızın 1.'Ullanıldığıoa rastlanmaktadır; örneğin, el yazması Kur'an1ann kenar silslemelerinde
dekoratif amaçlı kullanıldığı görülür. (Bkz., Rodos Hafız Ahmet Ağa Ktıtüphaııesi'ndeki el yazması
(tezhip) Kur'an koleksiyonu) Kadiriyye tarikanııuı Türk kolu da, ala köşeli yıldızı yeşil bir gülle koınbine
ederek kullanmıştır. Bkz. El', "Kadiriya" D.S. Margoliouth, iV 608-11. Aynı makale, biraz farklı bir
başlıkla da yayınlanmıştır. "Kadiriyya". EP, iV,. 380-3.
MuradRe'is Tekkesi (Rodos] ı 515
1\ı.ristler, patikadan ve taş döşeli avludan, asıl ilgi alanı olan mezarlığa varmak için çabucak geçerler. Bunu yaptıkları için onları suçlayamayız çünkü burada durup çevreye bakmak için çok az neden vardır.
Girişin sağ ve sol yanında bulunan iki katlı binalar, istiridye biçiminde
harabelerdir; avluyu çevreleyen binalar ise çok az ilgi uyandırır. Bu
binalardan sekizgen kubbeli olanı, genellikle kilitli ve ziyaretçilere
kapalıdır; diğer kubbeli binanın ise girişi yoktur. Turistler mezarlığa
varma telaşıyla, Murad Re'is külliyesinin merkezini oluşturan binaların arasından geçtiklerini farketmezler. Aslında, ziyaretçilerin durup
çevreye bakması ve ilgilenmesi gereken yer, tam da burası, yani doğu
yakasıdır.
Aslında görünüşe aldanılmamalıdır, çünkü Murad Re'is, yalnızca
bir mezarlık değildir. Burası daha çok, şeyhin oturduğu yer, yani bir
tekkedir. Türbedar adı verilen yatılı türbe bekçisi de biırada yaşar.
Murad Re'is'in, belli bir tarikata mensup dervişlerin sürekli ikamet
yeri olup olmadığı ise başka bir tartışma konusudur. Görünüşe göre,
tekke, belli bir tarikata mensup dervişlerin yaşadıkları yer olmaktan
çok, ziyarette bulunan önemli din adamları için bir misafirhane işlevi
üstlenmiştir. Şeyh ve türbedar, Murad Re'is türbesinden sorumlu kişilerdi. Osmanlı donanma tarihinde önemli bir yeri olan Murad Re'is'in
mezarı, her zaman, müminlerin hürmetlerini göstermek üzere ziyaret
ettikleri bir yer olmuştur. Murad Reis'in mezarının bulunduğu alan,
tıpkı civardaki camiyi çevreleyen alan gibi perili bir yer gibi algılanmış, bu nedenle de burası bir mezarlık olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hıristiyan ziyaretçiler, burayla bir kilise bahçesindeki mezarlık
arasında benzerlikler olduğunu hemen farkedebilirler.
Avluyu çevreleyen odaların ve binaların çoğu, normalde bir tekkede görülen işlevlere sahipti!. Mesela, girişin sol tarafında kalan
bina, ziyaretçilerin kabul edildiği selamlık olarak kullanılmıştır. İçeri
girince bir kat merdiven çıkılarak sela.mliğa varılır. Burası, geniş bir
odadır. Odanın duvarları, bir zamanlar, son şeyhe ait nadir kitaplarla
süslüydü. Selamlık ile kahve pişirmek için kullanılan arka odayı ayıran odanınsa işlevi anlaşılamamıştır. Binanın zemin katı, muhtemelen depo olarak kullanılmışbr. Taşla kaplı ön yüz ile kum, kireç ve
çimento karışımıyla sıvanmış duvarların yarattığı Neoklasik hava bir
yana, öteki bütün mimari öğeler, omanın Şövalye Rahipler döneminde
516 1 J. Robert Barnes
(1307-1522), muhtemelen XV. yüzyıl sonrasında inşa edilmiş olabileceğine işaret etmektedir. 2
Selamlığın tam karşısında şeyhin yaşadığı bina yer alır. Bu iki katlı,
geniş ve heybetli yapıda, son şeyh ve ailesi yaşamıştır. Selamlık gibi,
buranın yapımında da kumtaşı kullamlınıştır, fakat bu binanın selamlıktan daha sonraki bir dönemde yapıldığı sanılınaktacl.ır. 1974'te şeyhin ölümünden sonra, şeyhin konutu ile selamlık harabeye dönmüştür. Geçmişte, şeyhin yaşadığı bu binanın pek çok odası vardı. Başlıca
odalar, bayramlarda dağıtılacak yemeklerin hazırlanmasına imkan
verecek genişlikte bir ocak odası, bir kütüphane, misafir odaları ve bir
hamamdı. Binada, işlevleri henüz anlaşılamamış başka odalar da vardır, fakat üst kat haremlik olarak kullantlmış olabilir.
Selamlığın sol yanında, beyaz bir duvar görülür. Yine kum, kireç ve
çimento .karışı.İıi.ıyla sıvanmış bu duvar selamlığı konukeviyle birleştirmektedir. Duvardaki kapıdan geçildiğinde, bir bahçeye girilir. Hemen ·
girişte, sol tarafta iki mezar ve biraz ileride sekizgen bir türbe göze çarpar. Bahçeye, ya da avluya girerk~n sol tarafta, tek katlı beyaza boyanmış bir yapı dikkat çeker. Bu yapının birkaç odası vardır. Bu odalar
eskiden, ziyarete gelen şeyhler, dervişler ver din bilginleri için konukevi olarak kullanılın.aktaydı. Şimdi, bekçi ve ailesi burada yaşamaktadır. Aslında geçmişte başka konuk evleri de vardı, örneğin şimdi
tenis kortu olarak kullanılan bölümde de bir konuk evi bulunuyordu.
Ayrıca, şeyhin özel konutunda da misafir odalar! vardı.
İki bina arasındaki yol, şeyhin konutunun arka kısmında son bulın
ve oradan da taş döşeli, dikdörtgen bir avluya açılır. Burası, Murad
Re'is külliyesinin merkezidir: Eski konukevinin çaprazında, Murad
Re'is Türbesi yer alır 3 Avluya durup şöyle bir baktığınızda, bu sütunlu
avluda bir zamanlar, özellikle bahar ve yaz aylarında, dini ayinler
yapıldığına inanmanız zordur. Eski zamanlarda, burayı ziyarete gelen
'Murad Rc'is'ıen Mandraki Limaıu'nın girişine kadar uzanan arazinin Şövalyeler zamaıııpda
(1307-1522) bir mezarlık olarak kullanılmış olması muhtemeldir. Jean-Christian Poutier.;, Rlıodes eı
ses clıevafiers. 1306-J 523; Approclıe lıistoriqııe eı arclıeofogiqııe {lmpriın_erie Catholique sal Araya,
Liban, 1989). 199-200: "Sur les ıives du Mandmki cı iı 200 pas de la Tour SaiDt-Nicholas, :i peu pres :i
l'emplacement de la mosquee de Murad Reis et du cimetiere turc, l'eglise Sainte-Anıoine etait eotouree
d'une cimetiere ou les membres de l'Ordre de Saint-Jean eıaient eaterres au coıe des peleıins, des pauvrcs
et dcs malades moıts iı I'Hopital de Rhodes." Genel topografyanın kuşbakışı görilnDmü için, Bkz Albert
Gabriel, La Cite de Rlıodes MCCCX-lvlD-XXII. Topograplıie. Aırlıitecwre nıifitoiı-e, restore edimiş
ldllliycain planı.
3 Murad Re' is Türbesi'ain, tekkenin merkezini oluşnınııı arazinin ve külliyedeki ana binaların mimari
çizimleri için, Bkz. Hennes Balducci, Arcfıitettrıro turca in Rodi. Milno: Ulrico Hoepli Editore, 1932.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 517
Mevlevi dervişler, avluda müzik eşliğinde sema etmişlerdir. Sütunlardan sarkan asmalar, onlara gölge olmuştur. Günümüzde, bu faaliyetlerden ya da bunlarla ilgili dini figürlerden eser kalmamıştır.
Diğer binalardan farklı olarak, kubbeli, orta büyüklükte sekizgen
bir yapı olan Murad Re'is Türbesi çok iyi onarılmış gibi görünmekle
birlikte, üzerinde hala yapısal hasarlar olduğu dikkat çekmektedir.
Lahitin çevresinde, en fazla on kişinin durabileceği kadar yer vardır.
Kumaşla kaplı lahitin çevresi, ziyaret eden müminlerin rahat edebilmeleri için halılarla kaplanmıştır. Tıpkı cemaate ait olan cami ve
caminin daha küçüğü olan mescid gibi, türbe de bir ibadethane işlevi
görür. Günümüzde türbe insanların dua ettikleri, kendileriyle başbaşa
kaldıkları bir yerdir. Burası ayrıca, ailelerin gelip ölülerinin ardından
dualar okuyabilecekleri bir aile ibadethanesi olarak da kull8:Jlllır. Öte
yandan, buraya, türbeye ün kazandıran asıl işlevi için, yani dua ederek
dilek dilemek için gelenler de vardır.
Avlunun sağından devam edildiğinde, şeyhin konutunun arka
kısmının tam karşısında, kubbeli bir yapı görülür; avlunun kenarı
boyunca uzanan bir duvar, bu yapıyı Murad Re'is Türbesi'ne bağlar.
Sekizgen değil kare olmasına karşın, bu bina, toprak rengine boyanmış türbeyi renk ve boyut açısından tam.anılar. Bu yapı şadırvandır;
burada mü'm.inlerin abdest alabilmeleri için bir şadırvan bulunmaktadır. XIX. yüzyıl ~rtalarında eski başmabeyinci Hamdi Bey tarafıridan
Sultan için yaptırılıruştır.4 Buradaki üç orijinal boru tıkanmıştır; neyse
ki dışarıdan yeni bir boru hattı çekilmiş, böylece şadırvan, abdest alınabilecek bir yer olmaya devam ermiştir.
•Hamdi Bey, Murad Re'is külliyesinin dışına bir de çeşme yaptınnıştır. Çeşme, 1'.illliyenin az
ilerisinde, kıyıda yer alan karantinabane tarafından 1'.1:1llanılma!--ıaydı. Karaııtioabru:ıenin ikinci katı
muhtemeleo İtalyanlar tarafındru:ı değiştirilmiştir. Bugün bu binada Meltemi Restoranı müşterilerine
hizmet verme1'.1edir. Şadlfl!ru:ıın ve külliyenin dışındaki çeşmenin iizerinde bulunru:ı yazıların
Osmru:ılıca 'dan Türkçe harflere çevirisi için, Bkz. Zeki Çelikkol, Rodos ~al.i Türk Eserleri ve Tarihçe.
Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım evi, l 986, 29-30. Çelikkol'un çalışmasının cüretkar ve cesur bir
girişim olduğunu söyleyebiliriz. Çalışma cüretkardır çünkü Çelikkol burada ru:ılaşılır ve kapsamlı bir
eser ortaya koymaya çalışmıştır ve görünüşe göre, Rodos'taki Osmru:ılı döneminden kalma tüm yapılan
eserine dahil etmiştir. Çalışma bit cesaret ürünüdilr çiinkü, Çelikkol bir tarihçi değil siyasetçidir. Çelikkol
çalışmasının taslaklarım 1977 yılında, Rodos'ta Türkiye koosolosluğu yaptığı sırada oluşturmuştur. Zeki
Çelikkol, Osmanlıca'dan TUrkçe'ye çeviri ve Osmanlıca nın Türk harfleriyle ifadesi çalışmalan için,
Rodos'ta yaşayru:ı RaufKalaycığolu'oun yeteneklerinden yararlanmıştır. Kalaycıoğlu, kısa bir sürede, çok
fazla malzemeyi çevirmeyi ve Türk harflerine aktarmayı başarmıştır. Sonuçta, Osmru:ılı yönetin:ıindeki
Rodos'la ilgili olarak ciddi bir çalışma yilrütınek isteyenler için çok öoemli bir kayoak ortaya çıkmıştır. Bu
türden bir çalışma. doğal olarak, kusursuz olamaz. Sözü edilen bu çalışmada da bazı hatalar belirlenmiştir.
Buradaki amaç eseri eleştirmek değil, çeviride ve tarihsel yöntemde bazı düzeltmeler yapmaktır.
518 1 J. Roberl Baroes
Yakın zamana kadar, Murad Reis külliyesinin kuzeybatısındaki,
ana avlunun dışındaki Murad Re'is Camii de kullanılır durumdaydı.
Bu caminin mimari tasarımı basittir: Yapı, bir çember çevresine inşa
edilmiş bir kareden ibarettir. Osmanlı tarzında inşa edilmiş olan
minare, muhtemelen XIX. yüzyılın son çeyreğinde yeniden yapılmış
tır. Masalsı bir havası olan, soğan biçimindeki kubbesi ve galerisindeki
taş işçiliği, bu caminin Mısır mimarisinden etkiler taşıdığına işaret
ediyor olabilir.5 Caminin bitişiğine inşa edilmiş galeri, mimari yönden
camiyle tamamen uyumsuzdur. Fakat, bunun fazla bir önemi yoktur:
Minarenin neşeli görüntüsü sayesinde, ne olduğu kolay kolay anlaşılamayacak bu yapı, bir Rodos simgesi haline gelmiştir. Cami hala pek
çok Rodos resminde yer almaktadır. Yağmur suları, bir revağın çatı
sına dolup burayı yıktığı için, cami, son üç yıldır restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalıdır. Eskiden bu cami, Cuma namazı için gelen
mü'minlerle tıka basa dolardı, bu nedenle, avludan taşan mü'minlere
yer açmak üzere, konukevjne bağlı bir kıble, yani namaz kılınacak bir
yer inşa etmek gerekmişti. Kıble hala yerinde durmaktadır. Cami ile
konukevini birleştiren bir duvar, küçük, diğerlerinden ayrı, kapalı bir
mezarlığın sınırlarını oluşturmaktadır.
Yapıları duvarlarla birleştirmeye dayalı mimari yöntem, Murad
Re'is'te başarıyla uygulanmıştır. Duvarlar, binaları birleştirmenin
yanısıra, hem çit, hem de giriş yolu işlevini üstlenmektedir. Türbe ile
şadırvan arasındaki kapısız, kemerli giriş ise geniş mezarlığa açılır. İşte
ziyaretçiler mezarlığa giderken türbenin hemen anındaki bu girişten
geçerler. Cami ile konukevi arasında yer alan kap sız giriş daha küçük
bir mezarlığa açılır. Selamlıkla konukevini birleştiren duvardaki kapı
ise bir bahçeye açılır. Girişin tam karşısındaki avlunun en sonunda, iki
Kırım hanının, 1. Şahin Giray'in ve Fethi Giray'ın mezarlarının bulunduğu sekizgen bir türbe vardır.
Ele geçen bilgiler ışığında, tekke külliyesi içine en erken dönemlerde inşa edilmiş binalardan bazılarının aşağı yııkarı hangi tarihlerde
yapıldığını tahmin etmek mümkündür. Selamlık ile konukevi arasındaki duvar 1049/1639-40 yıllarında inşa edilmiştir. Bunu duvarda yer
alan açık, kemerli pencerenin üst kısmına yerleştirilmiş kitabeden
öğreniyoruz. Selamlık ile şeyh konutunun yaklaşık olarak aynı tarih-
'Minareyi restore eden kişi, Murad Re'is Tekkesi'ni 1876'da ziyaret etmiş olan Mısır Hıd vi !smail
Paşa (1863-79) olabilir.
Murad Re'is Tek.kesi (Rodos) 1 519
lerde yapıldığı tahmin edilebilir: Yine kitabelerden elde edilen bilgilerden yola çıkılarak, Murad Re'is Camii'nin ilk olarak 1046/1636'da
inşa edildiği anlaşılmıştır. 1018/1609'da, Murad Reis'in ölümünden
soma, aynı yıl içinde ya da kısa bir süre sonra türbe inşaatına başlandığı düşünülebilir. Kırım Hanı I. Şahin Giray 1044/1634'te Rodos'a
sürülmüş ve 1050/1640'ta idam edilmiştir; türbesi de büyük ihtimalle
ölümünden hemen sonra yapılmıştır. Bir diğer Kırım Hanı Canberk
Giray'ın sekizgen türbesi mezarlığın ortasındadır. Çok yüksek olmakla
birlikte sade hatlarıyla dikkat çeken bu türbe, hiç şüphesiz hanın ölüm
yılı olan 1636 yılında inşa edilmiştir. Kitabelerde yer alan bilgilerden
hareketle, külliyenin, yani Murad Re'is Tekkesi'Di oluşturan yapılar grubunun, büyük olasılıkla, XVII. yüzyılın ilk yarısına ait olduğu
sonucuna varılabilir.
Ziyaretçiler için, selamlıkla soldaki konukevini bağlayan duvar,
mezarlığa giden yolun bittiğine işaret eder, o kadar. Duvardaki kemerli,
açık bir pencerenin üst kısmına yerleştirilmiş kitabe neredeyse hiç farkedilmez. Zaten kitabe, okunmayı zorlaştıracak kadar yükseğe yerleştirilmiş; bu nedenle uzmanları bile yıldırmıştır 7 Yine de, bu kitabe
tarihi önemi açısından, paha biçilmez bir kaynaktır. İsmail Ağa tarafından hazırlanan kitabedeki tek bilgi, duvarın inşa tarihi değildir. İsmail
Ağa, kısa fakat önemli noktaları içeren bir otobiyografisini kitabeye
yerleştirmiştir. İsmail Ağa, İmparatorluk sarayında eski bir Kapu Ağası
idi; ardından Medine valisi, yani Şeyhülharem olmuştur ki bu atama,
bir çeşit sürgün olabilir. Otobiyografisinde Medine'de zamanın geçmek bilmediğini ima eden İsmail Ağanın İstaıibul'a dönüş için ettiği
dualar nihayet kabul olmuştur. Ancak Mısır' dan Rodos'a döndüğünde,
adanın son durağı olduğunu anlar. Allah'ın iyiliğine ve affına sığınarak, huriler ve gılmanlar arasınd~ bir yer edinmek için dua eder. Kitabede bunlar yazılıdır. 1049/1639-40 tarihi ise iki kez yazılmıştır.8
6 Bu bilgi, Evkaf Bakanlığı arşivlerindeki belgelerden elde edil mi tir. Arşiv kayıtlarına göre, Ebubekir
Paşa bir çeşme ve cami yaptırmak amacıyla bir vakıf kunnuşrur. Şir zamanlar, Mandraki Limanı 'na bakan
Akteon restoranının yakınında olan çeşmeye, Ebubekir Paşa'nın adı verilmiştir; çeşmenin üZerindcki tarih
1046/l 636'dır. Çeşme ile cami aynı zamanda inşa edilmiştir. Bkz. Çelikkol, Rodosta/..i Tıirk Eserleri, 28
ve dipnot 128.
7Bu kitabenin farklı bir okunuşu için, Bkz. Çelikkol, 34. Kitabenin eğile açıdan çekilmiş bir fotoğrafı
için, Bkz. fotoğrafbölüınil, Resim 31.
• Kapıı ağası İsmail Ağa olub şeylıiil/ıarem b11/11111şd11 tn•det. Sa'ade!le cavid alub etdi ı'vfediııe 'de nice
yıllar ibadet. Mısırda11 vasıl olunca Redos 'a Hııda'nm emriyle ildi rilılet. Acebmi /11tf-i Hal.ile olursa
kari11-i lııir 11 gılma11 yeri ce1111et. lşideııler dediler 011a ta'rilı umarız ki ede Al/alı rahmet. Se11e 104911640.
520 1 J. Robert Barnes
Bir yazar, Murad Re'is'te, İsmail Ağa'nın mezartaşını bulmak için
çok uğraşmasına karşın, mezarın yerini bulamadığım söylemiştir.
Aslında, mezarı bulmak için çok uzağa gitmesine gerek yoktu. İsmail
Ağa'nı.n mezartaşı, hemen girişte, hiciv şairi Haşmet'in mezarına bitişiktir. Mezataşında tarih olmamasına karşın, kitabede, mezarın Babussaade Ağası İsmail Ağa'ya ait olduğu yazılıdır. Yukarıda sözü geçen
yazar, Babussaade Ağası'nı.n, Kapu Ağası için kullanılan eş anlamlı bir
sözcük olduğunu çıkartamamış olabilir.9
İsmail Ağa'nı.n Osmanlı tarihinde önemli bir yeri vardır. Sarayda
eğitim aldıktan sonra, Babussaade Ağası olmuştur. 1031/1621-2 tarihinde Süleyman Ağa ölünce, Darussaade Ağası olarak atanmış,
fakat 1032/1622'de görevden alınmıştır. Bu tarih yazısına göre, kitabeden farklı olarak, Malatya'ya sürülmüş ve 1045/1635-6 tarihinde
orada ölmüştür. Ölümüne dair ayrıntılara ulaşılamamıştır.10 Bu iki
ayrı hikayenin ortasını bulmak zordur. İkisinden birinin doğru olduğuna inanmak durumundayız. Eğer kitabedeki bilgileri, sonradan
yazılmış kaynaklardaki bilgilere tercih ediyorsak, İsmail Ağa, Malatya'da değil Rodos'ta gömülüdür; ve ölüm tarihi de 1045/1635-6 değil,
1049/1640'tır. Öte yandan, İsmail Ağa'nın 1045/1635-6 tarihinde
Rodos'ta idam edilmiş, başının da, idamına karut olarak sultana götürülüp Malatya'ya gömülmüş olması muhtemeldir. Çünkü burada da
İsmail Ağa'ya ait bir mezar ve adına yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Murad Re'is'teki duvarda bulunan kitabenin sonundaki 1049/1640
tarihi, Murad Re'is'in vefat ettiği tarihi değil, kitabenin tamamlanma
tarihi olabilir. Fakat bunların tümü birer tahmin.dir.
Darüssaade Ağası makamı, 990/1582'de, Sultan III. Murad zamanında ortaya çıkmıştır. 11 Kızlar Ağası Habeşi Mehmed Ağa'nın 995/
Aralık 1582'de Harameyn nazırlığına (Mekke ve Medine imparatorluk kuruluşları yöneticisi) atanmasıyla, Darüssaade Ağası makamının, imparatorluk sarayının zenci hadım şefine verildiği ve aslında bu
' Çelikkol, 35. 10 Mebmed Süreyya, Sicill-i osmaııi, 1, lsıanbul, 1308-15/1890-7 (repr. 1971), I, 352; a.g.e., rv, 723.
Celalcıtin Rodoslu, Rodos ve İsıaııköy ada/armda glJıııülıi tarilıi simalar, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınlan, 1945, 73: Şeyhlllh:ırem lsmail Ağa: Murat Reis kabristanının bir köşesinde gömlllOdClr. Mezar
aşmda şu ya:zı varoır. "Kapı Ağası fsmail Ağa /,im o/11p şeylııillıarem bıılııııışdıı izzet. /şide11/er dediler 011a
ıarilı umarız kim ide Al/alı ralınıeı. Sene 1049." İtalik yazılar eklenmiştir. Bu kitabenin aslı gQııOınüzde
yoktur. Dikiliıaşın alt kı mmda şunlar yazılıdır. Sabıka Babıissaiide Ağası ola11 Malaıyali İsma'il nılıiçı711
Fatilıa. Tarih yoktur.
11 Sici/1-i 'osma11i, TV, 724.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 521
tarihten sonra Darüssaade Ağasının zenci hadım başıyla eş anlamlı olarak kullanılmaya başlandığına dair yaygın bir inanış vardır.12 Ancak,
Babussaade Ağalarının ve beyaz hadımların, 1031/1621-l'e kadar
Darüssaade Ağalığına atandıkları bir gerçektir. Bu tarih, Malatyalı
İsmail Ağa'nın Babussaade Ağalığı görevine atandığı tarihtir. İsmail
Ağa, Darüssaade Ağası makamına atanan son beyaz hadım başı olmuş
tur; ondan sonra, söz konusu makam, imparatorluk sarayının siyah
hadım başı olan Kızlar Ağası'na geçmiştir.13
Babussaade Ağası İsmail Ağa'nın mezarının bitişiğinde, Haşmet'in
mezarı vardır. Mehmet Haşmet'in mezarına çok büyük önem verilirken, İsmail Ağa'nın mezarının görmezden gelinmesi eleştirilebilecek bir noktadır. Sultan III. Mustafa zamanında hiciv dolu mısraları
yüzünden sürgüne yollanan şair Haşmet, bir çok Batılı için çekici bir
kişiliktir.14 Onun özgünlükten uzak ve bir köle gibi kopyacı olması, ya
da siyasi tedbirsizliği sonucunda kendi felaketini hazırlamış olması
kimse tarafından fazla önemsenmez: Mezarı her nasılsa halkın romantik hayal gücünü harekete geçiren ve insanları kendine bağlayan bir
yer olagelmiştir 15 İsmail Ağa ise, tam aksine, kaİiyeri Osmanlı siyasi
tarihinde dönüm noktası olmuş bir kişidir ve tarih sayfalarında önemli
bir yere sahiptir.
Haşmet, Sultan III. Mustafa'nın, yanlış yargılarda bulunanlara karşı
hiç tolerans göstermediğini sonunda anladı. Abdülkerim Paşa da bunu
iyi öğrenenlerden biridir. Onun başına gelen, hayret verici bir talihsizliktir. Kos Adasındaki camide Cuma namazll11 kılmak üzere gemisinden ayrıldıktan sonra, Kapudan Abdülkerim Paşa ve subayları, gemilerinin denize açıldığını görürler. Abdülkerim'in yokluğu sırasında,
kürek mahkumları ayaklanarak korumaları öldürmüş, filonun kontra12Bu inanış, Obsson'un ifadesi üzeriıı e kuruludur. Buna göre, Kapu Ağası'nın Harame.Yn
evkafi.odaki makamına, onun yeriııe Kızlar Ağası geçmiştir. Harameyn evkafı, Mekke ve Medine için
kurulu imparatorluk vakıflan ile bi.rlikte diğer imparatorluk kurumlarına verilen addır. Yönerimdcki bu
değişiklik, 999-100011591 'de gerçekleşmiştir. Bu tarih itibanyla, sarayın siyah badını başı, Darüssaade
Ağası görevini üstlenmiştir. Bkz. Mouradgea d'Ohsson, Tableaıı general de /'empire atlaman, Paris,
1790, I, 308. Bkz "Kapu Agbasi'', El', rv, 570-1; ve "Al-Haramayn'', El' m, 175-6.
13 Tarilıi önem taşıyan by. ifade, Sicill-i 'osmani' de bir çok kez tekrarlanmıştır: Malatyalı İsmail Ağa
hakkındaki kayıtta (cilt i, 352), Darilssaade Ağalarının listelendiği kısınıda, ve TV. cilt, sayfa 724'te iki
kez tekrarlanmıştır.
"Lawreoce Durrell, Rejlecıions 011 a Mari11e Ven us, Loodra, 19&4, 52: Şeyh Siileymao Kaşlı oğlu,
Haşmet'in mezarını görmek ilgisini çekebilir diye düşünerek Durrell'ı Murad Re'is'e davet etmiştir.
. l>Bkz. Tbeodor Meozel'in "Haşmet" adlı makaledeki ootlan, El'. m, 2&6-7; "Haşmet" makalesi,iA,
1, 354-5; C. Rodoslu, a.g.e., 25; Vitalis Strumza, lJ Tecclıe di Murad Re' is a Radi, Bologna: Sıabilime.ato
Tipografico L. Capelli, 1934, 6-7; Çelikkol, 34-5.
52 2 1 J. Robert Barnes
lünü ele geçirerek Malta'ya doğru yelken açmışlardır. Sultan ill. Mustafa, harekete geçmekte hiç tereddüt etmemiş, Abdülkerim'in idamı
için hemen bir ferman çıkarnnştır. Kapudan Deli Mustafa Paşa da dahil
olmak üzere, bütün subaylar Kos'ta idam edilmiştir. Abdülkerim Paşa
Rodos'a gönderilmiş ve sultanın fermanı burada uygulamaya geçirilmiştir. 16 Abdülkerim Paşa'nın mezartaşmda yalnızca şunlar yazılıdır:
"Ya Allah! Ziyaretten umulan bir duadır. Bugün bana ise, yarın sanadır. Merhum ve mağfur Kaptan Hacı Abdü]J<erim Paşa ruhuna Fatiha".
Ne yazık ki, mezartaşındaki tarih silinmiştir; -bir tarihçiye göre,
1908-1910 yılları arasında, Jön Türkler bu mezartaşla.rını atış talimleri için kullanmışlar ve mezartaşmdaki tarih de bu nedenle silinmiştir.17 Fakat yakından incelendiğinde, yalnızca taşın sol tarafındaki yılın
silinmiş olduğu görülebilir: Gün ve ay, sağ köşede durmaktadır. Gün ve
ay, 24 RA olarak okunmaktadır, bu da 24 Rebiyülevvel'dir. Buna karşın, oldukça güvenilir bir kaynağın, Abdülkerim Paşa'nın farklı bir gün.
ve ayda -ve farklı bir yerde- öldüğünü söylemesi şaşırtıcıdır. Mehm.ed
Süreyya tarafından ulaşılan bilgiye göre ölüm tarihi, 11 Recep 1174/
Pazartesi, yani 17 Şubatı 761, ve ölüm yeri de İstanbul Kasım paşa' dır.18
Ziyaretçinin gözleriyle görebileceği mezarta~ı aşikar ve inkar edilemez
bir kanıt olduğuna göre, tek merak konusu, Mehm.ed Süreyya'nın nasıl
olup da yanıldığıdır. Fakat biraz düşünülürse, aslında yanılmamış olabileceği de görülür. Abdülkerim Paşa'nın başı, Rodos'ta, 24 Rebiyülevvel 1174'te, Pazartesi günü, yani 3 Kasım 1-760'ta kesilmişti. Başı,
idam edildiğinin kanıtı olarak sultana gönde~ilmiş ve Kasımpaşa'da
11Recep1174, Pazartesi günü, yani 16 Şubat 1761'de, ölümünden üç
buçuk ay kadar sonra toprağa verilmişti. Mehm.ed Süreyya, Abdülkerim Paşa'nın başının gömülü olduğu Kasımpaşa'daki mezarın kitabesini okuyarak bu sonuca va.rnnştır.
Murad Re'is Türbe'sinin yanındaki duvarda yer alan kemerli kapıdan geçen ziyaretçi, mezarlık alanına girer. İlk bakışta, selamlık ve şeyh
konutu gibi, mezarlığın da harabeye döndüğü görülür. Murad Re'is'te,
200 kadar mezartaşı kalmıştır, fakat bunlar, bir zamanlar burada bulunan mezartaşlarmm ancak küçük bir kısmıdır. Eskiden mezarlık arazisi, şimdi İtalyan dönemine ait, denize nazır lüks Grande Albergo
"Sınııma, 14. 1175/1761- olarak verilen tarih yanlıştır. Struıma genelde kaynak göstermez. Bkz.
Çelikkol, 45-6.
11Bunlar, Çelikkol, 46'da verilir. 1175/1761-2 tarihi Strum:ıa'ya aittir.
"Sici/1-i 'osmani, fil, 355.
Murad Re'ls Tekkesi (Rodos] 1 523
delle Rose Oteli'nin bulunduğu yere kadar uzanmaktaydı. 1912'den
sonra, İtalyanlar, yol yapmak ve binalara yer açmak için mezarları,
mezartaşlarını, dikilitaşları yerlerinden sökmüşlerdir. Eski şehri çevreleyen Orta Çağ' dan kalma duvarların etrafındaki arazi eskiden, içinde
Musevi mezarlığı da bulunan çok büyük bir Müslüman mezarlığıydı.
Burası da, şimdiki otoyola ve park alanına yer açmak için Yıkılmıştır. 19
1925'ten sonra, yeni Gani Ahmed Mezarlığı, Zephyros bölgesi yakınında, deniz kenarına kurulnuıştut. Gani Ahnıed Mezarlığı, burada
yaşayan Türk nüfus için ve görünüşe göre, Murad Re'is'ten ve Orta
Çağ'dan kalma duvarların etrafındaki mezarlıktan sökülmüş mezartaşlarını aktarmak için yapılmıştır. Fakat Gani Ahmed Mezarlığında
1925 öncesine ait mezar ve mezartaşları oldukça azdır. Mezartaşlarından pek çoğunun İtalyanlarca inşaatlarda kullanıldığı sanılmaktadır.
Murad Re'is'teki 200 mezartaş . Gani Ahmet Mezarlığuida ve başka
yerlerde bulunan 200 mezartaşıyla birlikte, Osmanlı'nın Rodos'ta kaldığı her yıl için bir mezar bulunduğu anlamına gelir. Bu hiç de fazla
değildir; ne yazık ki günümüze kalanlar bunlardır.
Aslında Murad Re'is'te 200 mezar kaldığı söylenemez. Mezarlıkta küçük bir gezinti yapıldığında, buradaki mezartaşlarının altında
mezar olmadığı görülür. Çoğu mezartaşı, çevresine taşlardan basit bir
sınır bile çekilmeksizin, öylesine dikilmiştir; ötekiler ise dip dibe, sıkışık biçimde toprağa saplanmıştır. Bazı taşlar da, taşla ilgisi olmayan
mezarların başına dikilmiştir. Bazıları yere yatmış, bazıları ise ağaçlara yaslanmıştır. Bazı mezartaşları, üzerler.indeki kitabeler toprağın
altında kalacak biçimde toprağa gömülmüştür. Bazı taş sarıkların ise,
üzerine kondukları mezar taşına ait olmadıkları aşikardır. Sarıklar,
taşların üzerine çimentoyla rastgele yapıştırılmıştır. Mezarlar dağınık biçimde yerleştirilmiştir . .Geçen zamanla birlikte, çoğunun mermeri soyulmuştur; sanki sayısız kereler depreme maruz kalmış ya
da Il. Dünya Savaşı'nda bombalanmış ğibi, kumlu toprağa gömülü,
yamuk ve eğik halde öylece yatmaktadır ar. Başkaları, büyük ağaç gövdeleri tarafından ikiye ayrılmıştır. İtalyanlar, heryere okaliptüs ağaçları dikerek manzarayı güzelleştirmek stemiş, fakat bunu yaparken,
mezarlığın yok oluşunu hızlandırmışlardır. Ayrıca, ötekilerden ayrı
19 •n»ıe Rodos'taki İtalyan yönetimi, ortaçağdaa kalma duvar arın çevresindeki mezarlık al:mını
kamulaştırmış ve bir otoyol ve park anı yapmışnr. Eski mezarlık alanına kışla, stadyum, otel, Katolik
yapılar ve bir kilise (Çelikkol, şüphesiz, Assisi'li St. Francis Kilisesi'ne gönderme yapmaktadır)
yapılmıştır. Gani Ahmet Mezarlığı hakkında, Bkz, Çelikkol, 75-6.
524 1 J. Robert Barnes
duran küçük kubbeli lahitler, her an çökebilir haldedir, üst kısımlarında bulunan mermerler yarılmıştır; dolayısıyla içlerine girilmesi tehlikelidir Kısacası Murad Re'is insanda kasvetli bir terkedilmişlik hissi
uyandırmaktadır.
Buna karşın İtalyanlar, yıkunla ilgili en ufak bir sorumluluğu bile
üstlenmezler; mermer hırsızları onlardan önce daVTanmıştır, İtalyanlar eski şeyhleri bile lahit mermerlerini inşaat için kullanmakla suçlamışlardır. 20 Türbelerin, lahitlerin ve mezartaşlarının içinde bulunduğu
harap durum, İtalyanlara göre, İtalyan dönemi öncesine uzanır. Murad
Re'is, XIX. yüzyılın son çeyreğinde vakıf arazisinden ve Mısır' dan gelir
sağlamaya başlamasına karşın, bu paranın restorasyona harcanmadığı
açıktır. İtalyanların iddialarına göre, Murad Re'is'teki ve eski şehrin
duvarları çeVTesindeki Osmanlı mezarlıkları daha iyi muhafaza edilmiş olsaydı, İtalyanlar onları yerlerinden sökmekte tereddüt edebilirdi.
İçinde bulunduğu duruma karşın, mezarlık oradan geçen turistle-·
rin ilgisini çekmeye devam etmektedir. Daha da önemlisi, burası bilim
dünyasının ilgi odağı olmuştur. Bir İtalyan yazar ve hükümet görevlisi, eskiden Rodos'ta yaşamış bir Türk ile adada Tfukiye konsolosluğu yapmış bir kişi Murad Reis üzerine çal~şmalar yapmışlardır. 21 Bu
üç kişinin yayımlanmış çalışmaları, daha çok Rodos'a sfuülmüş ya
da burada idam edilmiş yüksek mevkilerdeki kişileri konu almaktadır. Kendilerine öneın.li gelen konularla, yani Kırım Hanlarının, vezir-i
azamların ve paşaların mezarlarıyla daha çok ilgilenmeleri doğal olsa
da, bu aslında endişe verici bir durumdur. Sorun şudur: Bu ilgi nedeniyle Murad Re'is tekkesi, aristokrat sınıfa dahil kara bahtlı kişilerin
son nefeslerini verdikleri yer olarak tanınabilir. Buraya gömülü olan
diğer kişiler olan küçük memurlar ise, görmezden gelinecektir.
Murad Re'is mezarlığının, Osmanlı İmparatorluğu içindeki dini,
sivil ve askeri sınıf yöneticilerine ayrılmış olduğunu söylemek daha
yerinde olur. İçlerinden bazılarının sfugüne yollanmış ya da idam
edilmiş olduğu doğrudur. Buraya gömülmüş olmaları anlaşılabilir bir
durumdur: Aristokrasinin birer üyesi olarak, fakirlere ayrılmış sıradan
"Çelikkol, 40, dipnot 157.
11 Vitalis Stnımza, Celalettin Rodoslu ve Zeki ÇelikkoL Strumza, yayınlanndan birinin kapağında,
kendini şöyle tanımlar: "funzario del govemo delle isole İtaliane dell'Egeo." Bk:ı. Stnımza, Sııccinıe
ııozioni storiclıe sııll 'origine. /o conı posizioııe, gli scopi del ce/ebre ordiııe di san Gioıaımi di
Genısa/enınıe. sııi tre memorabiili assedii sos/emıti a Radi e a Malla e sıılla sııa 111/ssione preseıııe (ıesıa
iıalia110 efraııcese), Tıpagrajia Rodia. Rodi, n.d.(tarih yoktur) (fakat muhtemelen 1938).
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 525
mezarlıklara gömülmeleri uygun düşmezdi. Fakat Rodos'a sürülen bu
meşhur kişiler, Rodos'a sürülen memurların yalnızca küçül< bir kısmını teşkil etmektedir; belli bir zaman dilimi için buraya gönderildikten sonra, bu memurların çoğu İstanbul'a ve kamu kuruluşlarındaki
görevlerine geri dönmüştür. Düşen asillerden geriye kalanlar herkesin bu denli ilgisini çektiğine göre, Murad Re'is'i bu açıdan ele almak
vakit kaybı ve tekrarcılık olacakb.r. Daha az bilinenler üzerinde yoğunlaşmak ve şimdiye kadar sadece birer isim olmaktan ileri gidememiş
bazı kişilerle ilgilenmek, tarih bilimine hizmet açısından daha yerinde
olabilir.
Genel olarak, Murad Re'is'te gömülü olanların bir kısmının,
Rodos'un yönetim mevkilerinde ya da Ege Adaları donanma birimi
olan Cezayir-i Bahr-i Sefid'de hi.zmet vermiş memurlar_ olduğu söylenebilir. Bu memurların ailelerinin çoğu da burada gömülüdür. Bu
kişilerin eski ve ünlü bir denizcinin gömüldüğü mezarlığa gömülmeleri anlaşılabilir ve mantıklıdır. Bu kişilere dair bilgileri, onların
buraya gömüldüğünü, çoğunlukla eşlerinin, ~elerinin ya da kızla
rının mezartaşlarından yola çıkarak anlayabilmekteyiz. Ancak, üzerlerinde isim ve tarih yer almasına karşın, bu mezartaşları her zaman
yeterli bilgi vermez; örneğin, Fatma Hanım'ın mezartaşında şöyle yazmaktadır: "Merhume ve mağfurunleha es-Seyyide Fatma Kadın binti
Ali Çavuş ruhiçün bihürmet el Fatiha. Sene 1225/1810."
Buna zıt bir duruma Abdülkerim Nadir Paşa'nın, kitabesi bir özgeçmişi andıran mezartaşında rastlanmaktadır 22 Abdülkerim Nadir
Paşa onaltı yaşında orduya23 girdi, ve 1251/1835'te24 Viyana'da eğitim görmek üzere seçildi, yedi yıl orada kaldı.25 Rütbesi hızla Yükseldi; 1264/1848'de Sultan Abdülaziz döneminde müşirliğe atandı.
1293/1876 seferi sırasında, Rodos'ta kalmasına karar verilmiş ve seksensekiz yaşında 1302/1884-5'te orada ö!müştür. 26 Kitabede, Rodos'ta
kalışının nedeni açıklanmamışb.r. 1877-8 Türk-Rus Savaşı sırasında,
22 Hııvelbaki. 011 altı yaşında 'askere dahil ve yedi se11e V'ıya11a 'da tahsil 'de bulıımıb alt- mışdört 'de
müşirlik nitbesine na 'il olmuş ve doksan ıiç seferi evaninde Rodos 'da ikamete me '- mıır edilmiş olduğu
halde seksen sel.iz yaşmda vefat etmiş olaıı serdar-ı ekrem Çiıpanlı 'Abd al-Karim Nadir Paşa ibn Yamak
AhmetAğa nıhiçiin Fotilıa. Se11e 130211884-5. Çelikkol, 45'inKa!aycıoğlu tarafından yap lan çevirisinde,
evaninda yerine "avadda" sözcüğü kullanılmıştır, ancak bu sözcük anlamsızdır.
:ı.ı Asakir-i mansure, Sultan O. Mahmud tarafından kurulmuş, Avrupa normlarında özel bir kol orduydu.
Bkz. "Abdillkerim Nadir Paşa". M Cavit Baysun, İA, ı, 90.
2
'Tarih Baysun, a.g.e., 90'dan alınmıştır.
"Baysun a.g.e., 90' dan alınan bilgiye göre, beş yıl için.
umı11u1 tarihi Baysun, a.g.e., 90'da verilmiştir.
526 1 J. Robert Barnes
serdar-ı ekrem ve Rumeli orduları komutam olarak, Ruslar'ın 1\ına
nehrini geçmesini önleyememiştir. Kısaca, bu olaydan soma ordunun
kumandası kendisinden alınmış ve askeri mahkemede yargılandıktan
sonra Rodos'a sürülmüştür.27
Abdülkerim Paşa'nın savaş alanında, kritik bir karar arifesinde
nasıl hareket ettiğini tahmin etmek zordur; paşa fazla temkinli mi davranmıştır yoksa cesaret eksikliği mi böyle bir sonuca yol açmıştır, tam
olarak bilemiyoruz. Ancak Abdülkerim Nadir Paşa buna benzer bir
durumu Kırım Savaşı'nda da yaşamıştır. Savaşın başında, Abdülkerim
Paşa, Anadolu ordularının kumandamydı. Güınrü'ye kadar ilerlemesine karşın, ordusunun kurduğu hattın bozulabileceğinden korkarak
geri çekilmiştir. Bu olayın bir sonucu olarak ya da kurmaylarla yaşadığı
bir tartışma yüzünden, kumandanlıktan alınmıştır.28 Tepeden inme
bir biçimde önemli makamlara atanması ve kariyeri boyunca önemli
görevler üstlenmiş olması nedeniyle, Abdülkerim Paşa'nın ani gözden.
düşüşü merhamet ve sempati uyandırmakta; bizi, insanların nereden
nereye gelebilecekleri üzerine düşünmeye yönlendirmektedir.
Abdülkerim Paşa'nın büyük mezartaşı bir istisnadır. Sürülmüş ya da
idam edilmiş veziriazamların ve kapudanprışaların mezartaşı kitabeleri genellikle kısa ve öz bir içeriğe sahiptir. Veziriazam Yusuf Paşa'nın
kitabesi bunlara bir örnektir: "Merhum ve mağfur sadr-i sabık Yusuf
Paşa ruhu içün el Fatiha. Sene 1127/1715". Kitabede, Yusuf Paşa'nın,
tarihin dönüm noktalarından birinde önemli bfr rol oynadığından söz
edilmez. Yusuf Paşa'nın tarihi önemi şuradan kaynaklanmaktadır: Baltacı Mehmet Paşa, 9 Şevval 1123/20 Ekim 1711'de veziriazamlıktan
alınıp Lim.ni Adası'na sürgüne yollanmış, bir yıl sonra burada ölmüştür. Görevden alınma sebebi, görünüşte, Prut Savaşı'nda Rus ordusunu kuşattıktan sonra, Çar Büyük Peter'i elinden kaçırmış olmasıdır. 29
Mehmet Paşa ayrıca Ruslarla, Osmanlı'ya çok az imtiyaz tamyan bir
anlaşma imzaladığı gerekçesiyle de iftiraya uğramıştır. Bu anlaşmaya
:rı Askeri kariyerinin aynnnlan için, Bkz Sicill-i 'osma11i, üi, 357; fakat görevden alınmasıyla ilgili
aynnblar burada verilmemiştir. Cavit Baysun'un makalesi, paşanın kariyerinin aynnblı bir incelemesini
sunar. Bkz. "Abd al-Karlın Nadir Paşa" El' •• 1, 47.
11Baysun, 91.
İsveç Kralı XD. Charles kendisine. Çar Peter ile ordusunu ele geçirmişken neden serbest
bıraktığını sorduğunda, Baltacı Mehmet, Peıcr'in bir bükümdar olduğunu ve ıopraklan.oa dönüp kendi
işleriyle ilgilenmesi gerektiğini dOşilndüğQna söylemiştir. Charles, Poltava Savaşı'ndan sonra Osmanlı
Devleti'nden sığınma bakla isıemişıir. Hikııye uydurma olabilir fakat makul görilııınektedir. Bkz. J. H.
Kramers, "Baltadji Mebcmmed Pasb.a'', El'. VI, 691-2.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 527
göre Ruslar sınırlı sayıda taviz verecekler, yani 1695'te aldıkları Azak
Kalesi'ni iade edecek ve güçlerini Polonya'dan çekeceklerdir. Bütün
bu olaylar üzerine Eski Yeniçeri Ağası olan Yusuf Paşa, Bciltacı Mehmet Paşa yerine vezir-i azam olmuş, fakat bu mevkide bir yıl kalabilmiştir. Şevval 1123/Ekim 1711'de göreve gelen Yusuf Paşa, 25 Zilhicce
1124/23 Ocak 1712'de görevden alınmıştrr. Makamından uzaklaştırılmasının nedeni, Rusların Azak Kalesi'ni teslim etme ve ordularını
Polonya'dan çekme işini sW:üıı.cemede bu.akmalarına seyirci kalması,
duruma el koyamamış olmasıdır. Yusuf Paşa ilkin Yedikule zindanlarına kapatılıruş, ardından Rodos'a gönderilmiş, üç yıl sonra da burada
idam edilmiştir. Başı, İstanbul'a götürülüp kurduğu okulun avlusuna
gömülmüştür. 30
Murad Re'is'teki mezartaşlarının bir kısmındaki kitabelerde, orada
ölmüş gençlerin ölümleri tasvir edilir. Bu kitabelerde, hastalık ve
ölümle son bulmuş genç yaşamlarla ilgili dokunaklı ifadeler kullanılmıştır. Esma Hesna Hanım'ın mezartaşı bunlara örnektir: "Meyis
Tahrirat Katibi Halil Efendinin kerimesi bir senelik gelin olub, İzmirden gelir iken Sisam ceziresinde vapur derununde vaz-i haml (doğum
yaptı) ve on iki gün sonra vefat etti. Yanyalı Esma Hesna Hanımın ruhu
içün rızaen lillah el-Fatiha. Sene 1217/1802-3."
Öteki mezartaşlarından ayrı, açık bir alanda, Mehmed Şekib Paşa
ve eşi Ayşe Hanım'ın çadıra benzeyen türbesinin yakınında, geniş taş
kaideli üç mezartaşı görülür. Bunlar, Pertev Efendi ile ailesinin mezarları ya da cenaze anıtlarıdır. Bu anıtlarda Esma Hesna Hanım'ın kitabesinde olduğu gibi, yaşanan kişisel trajedilerden söz edilmiş, ancak
başka ek bilgiler de verilmiştir. Bu üç kişi 800 kadar kişinin öldüğü
bir doğal afet sırasında yaşama veda etmişlerdir. 12 Ekim 1856'da
sabaha karşı 02:50'de eskiden Baptiste St. John Ki.lisesi olan Cami-i
Kebirin deposundaki cephaneliğe yıldırım ~üşmüştür.31 Pertev Efendi
'
0 Sicil/-i 'os111a11i. TV, 661-2; Celalettin Rodoslu, 46-7; Çelikkol. 48-9.
"Patlamaya tawklık etmiş bir şahsın notlan için, Bkz "Geschichte der insel Rhodus" başlıklı el
yazması, Library of the Historical and Archeological Institute of the Dodecaoese. Bkz. Dr M. GehlboffVolanakis, "O Seismos kai i ekrizi tis piriditas sti Rodo to etos 1856 kata ton Hedenborg", O Dromos:
Miniaio Dodekaııisiako Periodiko, Rodos, Dekembris, 1982, 52-9. Bkz. Emm. Papamanoli, "John
Hedenborg kai to kheirograpbo tou 'İstoria tis nisou Rodou"', O Dromos, ıevkos 10, Rodos, IanouariosFebrouarios, 1982, 32-37. Saint John Kilisesi'nin Camii Kebir olarak bilinen camiye döoüştilıilldüğil
bilgisi için, Kalaycığolu'nun, Mihriban Hanım ın mezartaşıoı Osmanlıca'dan günümüz Türkçesine
aktarırken aldığı notlardan yararlanılmıştır. Bkz. Kaıalogos Moııso11/ma11ikoıı Epigroplıon, II, kayıt
oo. 76, yayımlanmamış elyazroası katalog, Bibliothiki tou Isıoriokou kai Arkhaiologikou !drimatos
Dodekanisou, Rhodes.
528 1 ). Robert Bames
bir anda annesi Rukiye Hanım'ı, eşi Mihriban'ı ve kızı İffet'i kaybetmiştir. Korkunç boyutlardaki patlama, Cami-i Kebiri ve ona bağlı binaları yıkmış ve Grand Masters Sarayı'nın, yani Castello tepesinin yarısını biçip atmıştır. Patlama, yeni yapılmış saat kulesine32, Orta Çağdan
kalma şehre ve Türkçe'de Uzun Yol olarak bilinen Şövalyeler Sokağı'na da ciddi zarar vermiştir. Kaderin garip bir cilvesiyle, yaklaşık
bir asır sonra, Pertev Efendi ile ailesinin mezarları 1945'te Müttefik
kuvvetler tarafından bombala.Jlllll§tır33 ve özgün mezarlardan geriye
sadece mezarların başındaki mezartaşları kalmıştır. Betondan türbe
ve kaide, şüphesiz savaştan sonra inşa edilmiştir. Bunlar cephaneliğin
patlaması ardından verilen büyük zaiyat için dikilmiş birer anıt gibidir. Bu mezartaşları.nda, küçük değişiklikler dışında benzer hikayeler
anlatılmaktadır.
"Huvelbaki, Hicretin bin iki yüz yetmiş üçünde biguman/kalenin cebhanesi alınıştı ateş nagehan/Olzamanda bint-i defterdar 'İffet
Hanımı nagehan/İtdi damengir-i evc-i asman/Cism ü namı şimdi
manend-i semender oldu34 Ah! /Ola ya Rab hemdem olpakizeye lıar-i
cenan/Tac ve kalbi bülbülün oldu feda/tarihine eyledi cebhane bikr
'İffeti 'adni mekan. Rızaen lillah el Fatiha. Fi 8 Ra 1273." 1
Bu kitabede kullanılan üslup ve metnin okuyanda uyandırdığı
duygu, Pertev Efendi' nin eşi Mihriban ve annesi Rukiye için yazılan
kitabelerdekine benzer: "Heman eyle ya Rab izzetinde cebhe say dud-i
anından çıkar 'ireşne bu ta'rih ki Mihribanı kıldi firdevs aşiyan ceblıane vay! Rızaen lillalı el Fatiha. Fi Ra 8 Sene 1273."
Patlamaya tam olarak neyin yol açtığıyla ilgili bazı şüpheler vardır.
Bir tarih yazısına göre, ikinci Rodos kuşatması sırasında, Şövalyeler,
Saint Jolın Kilisesi'nin yeraltı kemerlerini cephanelik olarak kullanmıştır. Şehrin fethinden sonra, kilise camiye dönüştürülmüştür fakat
kimse, yeraltı kemerlerinin cephanelik olarak kullanılmış olduğunu
>ı Aynı yıl Rüşdiye mektebini de inşa edco Tophane müşiri Ahmet fethi Paşa tarafından l 26811852'de
inşa edilmiş olan saat J,.-ulesi de şüphesiz, patlamadan zarar gOmıüştllr. O. Dünya savaşı sırasında
mOttefikler tarafından bombalanan saat kulesi 1973'ıe restore edilmiştir. Saat lmlesi, eski şehrin simgesi
ve turistlerin ilgi odağıdır. Blcı. Çelikkol, 68-9.
"Bilgi RaufKıılaycıoğlu tarafından sağlanmıştır, Kaıa/ogos Moıısoıılma11iko11 Epigraplıo11, Il, kayıt
no: 76, notlar.
lA .Yangından eıkileDmeyen efsanevi semendere (Yun. salamandra) gönderme, Bkz. A Grcek-Eaglislı
Lex.icon, cd. Lidell ıuıd Scott, Oxford: at the Clarendon Press, 1968, p. 1581. Bunlann içinden Arisıotle,
Historia A11i111aliıım: Tbeopbrasnıs, de Jgne: de Signis Te111pesıa111111; Discorides, de Maıeria Medica;
Aelianus, de Naıııra A11imalt1111.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 529
fark etınemiştir 35 Fakat, Pertev Efendi'nin ailesine ait türbede, öz~llikle bir cephaneliğe gönderme yapılır. Son dönemde, kilisenin camiye
dönüştürülmesinden 3 yıl sonra Sultan Abdülmecid tarafından bir
cephanelik inşa ettirilmiş lduğu gün ışığına çıkmıştır; cephaneliğin
açılışı için yaptırılan taş plaka üzerindeki ithaf metninde, Abdülmecid, eski cephaneliğe gönderme yapmıştır. 36 Açıkça görülmektedir ki,
yeralb. kemerleri, Osmanlılar tarafından cephanelik olarak kullanılmaya devam etmiştir; yani bu bölüm Şövalyeler tarafından terkedilmiş, unutulmuş eski bir barut deposu olarak kalmamıştır.
Doğal olarak, Murad Re'is, din adamlarının da mezarlığıydı. Tekkenin mezarlığında, buraya bağlı şeyhlerin, derviş ve türbedarların
mezarlarına rastlamak bu yüzden akla yakındır. Ne yazık ki, bunların kim olduklarına ilişkin bilgilerin büyük kısmı günfu:?.üze ulaşamamıştır. Yalnızca iki şeyhin ve bir türbedarın halen Murad Re'is'te
gömülü olduğunu biliyoruz. İlki, 1220/1800'de ölen Hacı Ali Efendi'dir. İkinci mezar, biraz farklı bir karaktere sahiptir. Şeyh Abdullah'a
ait olan bu şatafatlı mermer lahit, Murad Re'is Ca.J:1:lii'nin karşısındadır.
Şeyh Abdullah, 1327/1909'da ölmüştür. Annesi, eşi ve kızları, mezarlığın başka yerlerinde gömülüdür. Murad Re'is'te gömülü olan tek türbedar, Rifai tarikatı dervişlerinden Şeyh Süleyman Efendi'dir. O da
1260/1844'te ölmüştür. Taş kenarlı, sade mezarı ile düz sütun şeklindeki mezartaşı, Murad Re'is Türbesi'nin yanındadır. Eşi, mezarlığın
başka bir yerinde gömülüdür.
İtiraf etmek gerekirse, din adamlarıyla ilgili söylenecek fazla birşey yoktur; ancak Murad Re'is'in şeyhlerini konu alan birkaç hikaye
sayesinde, burada yaşamış olan din adamlarının yaşamları belki biiaz
olsun aydınlanmaktadır. Şeyh Abdullah, ünlü bir azizinkine benzeyen türbesiyle, varlıklı ve Rodos sosyetesinde mevki sahibi olmuş bir
kişiydi. Ünlü bir aile olan Marazlıların kızıyla evlenmişti ve nakibüuçelikkol, 17, dipnot 91. Poutiers, Rlıodes et ses cbevaliers, 219-20: "L'egüse conveanıelle, qui
abritait egaleraeaı les toınbeaux de la plupart des Grands Maitres et de plusieurs digaitaires de l'Ordre,
fut eutieremenı detruite en 1856 par l'explosion d'un depot de poudre qui doımait la depuis 1522, touche
par la foudre qui avait frappe le toit de I'egüse. La violence de la deflagtration soufila toute la partie baute
du Cof/aclıiıım, detruisant le Palais Magistral et pulve-risant la Loge de Saint-Jean et touıes !es annexes
de l'eglise conventuelle."
"('Abd al-Mecid lıan-ı evvel) bıı ceblıane'yi öteki'den a'la yapdı. Ez kaza sa'ika eımişdi isabet
akdenı. Ol şelıi lııft ede asib ve zarardan da 'im. Bolu ve berrde olan ıılkasım rabb-i ekrem. Eyleyııb Jıayır
dıı 'a söyledi ziver-i ta'rilı. Şalı-ı 'alem bıı ceblıaııe 'yi yapdı mıılıkenı. 12 7611859-60. "Sultan AbdO.lmecid
bu cephaneliği ötekinden daha iyi yaptı. Ötekine yıldırım isabet ettnişti. Allahım, karada ve denizdeki
lllkeınizi her türlO. zarar ve talihsizlikten koru. Bu kitabe, dllnyanın hakiminin bu cephaneliği 1176/1859-
60 tarihinde güçlü ve sağlam yaptırdığının kanıtıdır."
530 1 J. Robert Barnes
leşraftı, yani, Peygamberin soyundan geldiklerini iddia edenlerin temsilcisiydi. 37 Şeyh Abdullah, toplumun önde gelen simalarıyla bir arada
olmaya alışık bir şahısh.
1900'de, İtalya Kralım. Emanuel henüz veliaht iken, bir gezi sırasında Rodos'ta durup Murad Re'is Tekkesi'ni ziyaret etmiştir. Murad
Reis türbesine hayran kalan veliaht, Şeyh Abdullah'a, lahite bağlanmış kumaş şeritlerin ne anlam taşıdığını sormuştur. Şeyh Abdullah,
Murad Re'is'in mukaddesliği sebebiyle, dilek ya da ihtiyaç sahiplerinin, arzularına ulaşmak amacıyla türbeye geldiklerini; ziyaretlerinin
ve dualarının anısına buraya birer kumaş parçası bırakhklarını anlatmıştır. Bunun üzerine Prens, Murad Reis'in bir kerameti olup olmadığı
sorusunu yöneltmiştir. Şeyh Abdullah, bu soruyu bir başka dostane
soruyla yanıtlamıştır: Kendisi gibi bir prensin onun kabrini ziyaret
etmesi kerameti değil ınidir? Şeyh Abdullah, ziyaretin sonunda, Prensin de dileğine kavuşabileceğini söyleıniştir. İlginçtir, ID. Emanuel
henüz Rodos'tayken, 9 Temmuz 1900'de babası I. Umberto'nun öldüğÜ
ve kendisinin onun yerine İtalya Kralı olarak tahta geçtiği haberini
almıştır. Prensin Rodos ziyareti sırasında gerçekleşen bu olay, prensi
hayrete düşürmüş olmalıdır. 38
1
Onüç yıl önce, 1887'de, Mısır hidivi (vaİisi) İsma'il Paşa, İstanbul'a
giderken Rodos'a uğramıştır. Murad Re'is'in şeyhi Hoca İshak Efendi
ile tanışmış, ve ona, Sultan'dan kendi ailesi için hidivlik güvencesi
istediği takdirde, alacağı yanıb.n olumlu olup ôlmayacağını sormuştur.
Ertesi gün, İshak Efendi, hidive, rüyasında gördüklerine göre, dileğinin
gerçekleşeceğini haber verıniştir. 39 İsmail Paşa, kehaneti gerçekleşirse,
tekkeyi onarıp restore ettireceğine dair şeyhe söz verıniştir. Sultan' dan
olumlu yanıt alan İsmail Paşa sözünde durmuş ve tekkeye Mısır hazinesinden, yirmi Mısır altını değerinde dolgun bir aylık bağlamıştır.
Bu aylık, son Mısır Kralı Faruk 1950'lerde tahttan inene kadar tekkeye verilıniştir. Ayrıca Sait Paşa'nın eşi İnci Hanım ile İsmail Paşa'nın
babası, 1882'de, Murad Re'is'in lahitine mavi işlemeli bir üzerlik yaptırmıştır.40 Murad Re'is'in son şeyhi, 1974'te ölen Şeyh Süleyınan Kaşlıoğlu'dur. Şeyh Süleyman, yirminci yüzyılda, beş ardışık hükümetin
>T Bu bilgi. eyh Abdullah ve eşinin mezarcısından alınmıştır.
n Celal ettin Rodoslu. Çelikkol. 32, ve dipnot 135.
19 Kadiriyye tarikatına bağlı şeyh ve dervişler, rüyalann gücüne, gerçekliğine ve gerçeklik
yaraıabileceklerine inanırlar. Bkz. O. S. Margoliouth, "Kadiriye", El'. ıv. 608-11.
'° Strumza. 4-5; Çelikkol, 32, dipnot 135.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 531
yönetimi alhnda yaşamıştır. Müftü ve şeyh olarak, İtalyan, Alman,
İngiliz ve Yunan yöneticilerle karşı karşıya gelen Rodos'taki Türk birliğinin dini liderliğini üstlenmiştir. Şeyh Süleyman'ın kişisel özellikleri,
Murad Re'is'teki şeyhlerle ilgili genel bir kanıya varılmasına yardımcı
olabilir. Rodos'taki Demirli Medrese'sinde eğitim görmüş ve zengin bir
Mısırlı kadın olan Zeynep Hanım'ın desteğiyle, dini eğitimini Mısır' da,
büyük olasılıkla El-Ezher Üniversitesinde tamamlamıştır. Rodos müftülüğüne ve Murad Re'is şeyhliğine atandıktan sonra, vaktinin yarısını eski şehir merkezindeki mahkemede, yarısını da Murad Re'is'teki
konutunda geçirir olmuştur. Şeyh Süleyman, selamlıkta ağırladığı, tekkeyi ziyarete gelmiş önemli din adamlarıyla yaptığı dini tarbşmalarla
tanınmıştır. Bu tartışmalar sırasında, geniş kütüphanesinden sık sık
bir kitap indirip, bir konudaki görüşünü kanıtlamak için pasajlar okuduğu görülmüştür. Anlaşılıyor ki, Şeyh Süleyman bu yönüyle, cahilliğe ve batıl inançlara saplanmış, şarlatan görünümlü, insanların saflığından geçinen şeyh tarifine tamamen ters düşmektedir.
Şeyh Süleyman'ın kişiliği herkesin hoşuna gitmiyordu. Şeyh,
İngiliz yazar Lawrence Durrell ile tanışmıştır. İrigiltere'nin 1945'te,
II. Dünya Savaşı'nın sonunda Rodos'u işgal etmesinden sonra, Durrell burada özel bir mülk aramaya başlamıştır. Murad Re'is arazisinin
batı ucunda, Villa Cleobolos adlı küçük bir kulübe bulmuş ve buradan büyülenmiştir. Kulübe, tekkenin arazisi içinde olduğundan,. Durrell müştemilatı kullanmak için tekkenin şeyhinden izin istemiştir. Bu
ilk görüşmede tercümanlık yapması için, pek az Türkçe bilen İngiliz
subayı bir arkadaşını yanında götürmüştür. Şeyh kendisine misafirperverlik göstermiş ve zarif davranmış olmasına karşın, Durrell, onu
tasvir ederken küçümsemekten geri durmamıştır. Şeyhin, tercüme
etmekte olan arkadaşını dinlerken zaman zaman anlamaz gözlerle bakmasını, onun, bir düşünceyi aklında iki dakika süreyle bile tutamayacak kadar eksikli biri olduğuna yormuştur.41 Fakat Şeyh Süleyman'ın
zaman zaman anl~az gözlerle bakmaslillil asıl nedeni, tercümanın
anlaşılmaz, yarını yamalak Türkçe'sinden yola çıkarak söylenileni
kavramaya çalışmasıdır. Üstelik Durrell şeyhi Yunanca bilmediği için
kınamıştır, sanki 1945'te buna gerek varmış gibi. 42 Durrell, şeyhle bir
batı lisanında iletişim kurmak isteseydi, Fransızca ya da İtalyancayı
"Durrell, Reflections 011 o Mori11e Vemıs, 52 .
., Durrcll, 51 : 'Tabi ki tek kelime Yunanca kouuşamıyordu."
532 1 J. Robert Baroes
deneyebilirdi. 43 Bay Durrell'in küçümseyici ifadeleri bir yana, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ve yirminci yüzyılın ilk yarısında
Murad Re'is Tekkesi'nin şeyhliğine yükselen bütün kişiler, çok iyi eğitim almış, sağlam eğitim geçmişleri olan kişilerdi: Kısacası, şeyhlik
yapabilmek için yeterli fazilete sahip insanlardı.
Dini ve tarihi bir figür olarak, tekkeye adını veren kişi, yani Murad
Re'is de bilinmezlerle doludur. Tekkenin başka pek çok özelliği gibi,
Murad Reis'in yaşamındaki bilinmezler de kabullenilmiştir. Bu sis perdesini biraz olsun aralamaya çalışmak yararlı olabilir. Murad Re'is'in
uzun denizcilik kariyerinde bazı boşluklar vardır: Örneğin, doğum
yeri ve tarihi bile kayıtlara geçmemiştir. Bir kaynağa göre, Murad
Re'is bir korsan olarak yetiştirilmiştir.44 946/1540'ta, Ege'yi de içeren
Doğu Akdeniz donanma bölgesinin başına geçmiştir 45 Osmanltlar'ın
İran Körfezi'ne kadar ilerlemelerinden sonra, 957/1550'de el-Katif
sancak beyi olmuştur.46 958/1551'de görevden alınınca, Basra Beyler-.
beyi Kubad Paşa'nm tavsiyesi üzerine, Mısır valiliğine ve İran Körfezi
Donanmasının komutanlığına atanmıştır.47 Ancak, atamasının yaptldığı sırada, donanma onun komutasında değildir. Piri Reis, Süveyş
donanmasını Basra'da bırakmış ve Mısır'a yalnızca iki gemi ile dönmüştür. Kubad Paşa, onun bu hareketini bir raporla Sıtltan Süleyman'a
bildirince de idam edilmiştir.48 Bunun üzerine Murad Re'is donan-·
mayı İran Körfezi'nden çıkarmakla görevlendirilmiştir. Hormuz adası
açıklarında, Portekiz kuvvetleriyle karştlaşan Murad Reis ağır kayıplar vererek Basra'ya geri dönmüştür.49 İstanbıtl'a kara yoluyla dönmek
zorunda kalan Murad Reis'in başarısızlığı, körfezden çıkış girişiminde
ı Şeyh SOleyman bu dilleri çok iyi bilirdi. Eğer Durrell, Şeyh Süleyman'ın entellektilel ehliyetinden
kuşkulanmamış olsaydı, belki onu sersem ve kOltürsüz bir müslüman olarak tasvir ederken biraz tereddüt
ederdi. Tabii Şeyh Süleyman'ın hayab boyunca, Durrell'ın betimlediği tOrden bir entellektilel arayışa
girmiş olduğunu sanınıyoruı. Ourell'ın anlatuğına göre, o ve arkadaşlan, bütün bir gece boyunca alkolün
verdiği coşkuyla, "islomania" diye bir hastalık olup olmadığını "sert bir dille" tartışmışlar. Mariııe Veniis.
15.
., Sici/1-i osıııaııi, iV, 355-6: bilgi fazlasıy a kısadır; "Murad Reis", Ka ııs al"a/am. VJ, İstan ul,
131611898, 4254, burada da verilen tarihi arka plan oldukça SIIllflıdır.
•• Çelikkol, 51.
"'"Piri Reis, El', VJ, 1070-71, Franz Babinger. ··Mısır Kapudaıı/ıgı görevi. bir başka korsana. Katif
sancakbeyligi görevinden alman Mıırad'a verilmiştir. .. "
•
1 Jbid.
• 1 "Piri Reis", iA, IX, 563.
"Şeydi Ali Reis" lA. X, 528: Murad Re'is Basra'dan iki büyük savaş gemisi (barka) ve onbeş savaş
gemisiyle (kadırga) aynlmışur. Horınuz açıklan.oda, bir Portekiz filosuyla karşılaşmış ve yapılan savaşı
kaybetmiştir. Barkalardan biri düşmanın eline geçmiş ve Murad Re'is ciddi boyuna basar görmüş olan
Osmanlı filosuyla Basra' ya geri dönmek zorunda kalmıştır. Bkz Çelikkol, 31, dipnot 133.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 5 3 3
oynadığı önemli rol göz önüne alınarak affedilmiştir. Arkasından Seyyid Ali Reis, donanmayı kurtarmak üzere bir deneme daha yapmış
fakat, bir önceki denemeden daha başarılı olmasına karşın, Portekiz
donanmasına ve kötü hava koşullarına yenile düşmüştür. Donanmanın
kalan kısmını Daman' da bırakarak, Gujerat'tan Bağdat'a kadar karadan
giden Seyyid Ali Reis bu yolculuğu yapmak için tam üç yılını harcamış ve bir Osmanlı klasiği haline gelen Mir'at el Memôlik adlı kitaba
konu olmuştur.50
Osmanlılar'ın İran Körfezi'nde uğradığı yenilgiyi takip eden yıllarda Murad Re'is'e ne olduğu bilinmemektedir. Bilinen olaylar arasındaki zaman aralıkları fazladır. Bir kaynağa göre, 976/1569'da Kıbrıs'ı fetih için gönderilen üç filodan birinin başına getiril.ıniştir.51 Onun
komutasındaki gemiler, söylendiğine göre, ilk harekete geçenler olmuştur. 52 Sonradan, Cezayir'de53 bir göreve atanmış olması muhtemeldir
ve oradan da 1586'da Atlantik'e açılmış ve Kanarya Adaları'na akınlar
düzenlemiştir.54 I. Sultan Ahmet dönemi boyunca, Mora yarımadasının sancak beyliğini yapmıştır. Kaptan-ı Derya H<ı:lil Paşa'nın komutasındaki filolardan birinin başında, 1018/1609'da, Malta Şövalyeleri'ne
karşı Kıbrıs Baf'a yapılan bir deniz seferine kab.lmıştır. Seksen yaşında
olmasına karşın, açtığı ağır ateşler nedeniyle Osmanlılar'ın "Kara
Cehennem" diye adlandırdıkları büyük bir kalyona çıkarak güvertede dövüşürken yaralanmıştır. 55 Kıbrıs'ta ölen Murad Reis'in cenazesi
Rodos'a getirilmiştir, ya da ölümcül bir yara alınca Rodos'a getirilmiş
ve sonra da burada ölmüştür. 6
Murad Re'is, dini bir figür değil, bir asker ve denizciydi. Şehit düştüğünde yalnızca başarılı bir asker olarak değil, bir kahraman olarak
anılmaya başlamıştır; bu açıdan bakıldığında yaşamı Ebu Eyüb Ensari'ninkini andırmaktadır. Ancak Murad Reis'in mezarı, yerli halk tarafından Müslüman bir ermişinin türbesi gibi algılanmış ve büyük saygı
görmüştür. Evliyalığa, yani ermişlik mertebesine nasıl vardığı anlaşılamamıştır. Belki· de yaşamı boyunca olağandışı bir şansa sahip oldu-
'° Ibid.
laleıtio Rodoslu, Rodos ve lsıo11k6y, 15-16.
$1 Ibid.
" Çelikkol, 31.
'"'"Kursan", Ef!, V, 502-08.
''·'Ahmed l". IA. ı, 163; ve Sicil/-i 'osma11i, rv, 355-56.
" Rodoslu, Radas ve lsıa11köy. 15-16; Çelikkol, 31 ve 31, dipnot 132.
534 1 J. Robert Barnes
ğuna inanılmıştır. Allah, onun özellikle en sıkıntılı anlarında ettiği
bütün duaları kabul etmiştir; dolayısıyla müminler, eğer Murad Reis'in
mezarını ziyaret ederlerse, Allah'ın kendileri için de aynı şeyi yapacağını umar, lahite kumaş parçaları bağlayarak ermişe kendilerinden bir
şey bırakır ve dualarlillI1 Allah tarafından kabul olunacağına inanırlar. 57
Murad Reis'in sağlığında kendi türbesini yaptırıp bakımı için de
kendi kurduğu dini vakıftan gelir tahsis etmiş olması muhtemeldir.
Tekkeyi ise içinde bir şeyhin yaşaması için yaptırmıştır. Dolayısıyla bir
süre sonra, Murad Re'is'in mezarlillI1 kerametli olduğu inancı yayılmıştır. Bu, Murad Re'is'te niçin bir tekke bulunduğuna ilişkin mantıklı bir açıklama olabilir. Bir diğer açıklama ise, Murad Re'is'in mezarı
mukaddeslik kazanclıktan sonra, tekkenin adada yaşayan bir şeyh ve
türbedar tarafından kurulmuş olmasıdir.
Mezarlık arazisinin en batı ucunda, girişi revaklı bir türbe bulunmaktadır. Mezartaşındaki kitabede, mezarın 1030/1621'de ölen Memi
Paşa'ya ait olduğu yazılıdır. Mezartaşmda, Mem.i Paşa'nın bir gazi ve
mücahit olduğu belirtilmiş ancak başka bir bilgi verilmemiştir. Türbenin içine girince tam karşıdaki sekizgen duvarda, kıbleye dönük bir
niş göze çarpar. Mezartaşındaki tarihe bakaı:ak, Mem.i Paşa'nın türbesinin, törensel dualar için kullanılan en eski.türbelerden biri olduğunu
söyleye biliriz. 58
Mem.i Paşa'nın, 1019/1610'da Rodos Beyi olarak atanan Memi Paşa
olduğu sanılır. Memi Paşa bu göreve atandığı J?I, Kabe'nin onarımı için
gerekli malzeme ve silah yüklü iki Mısır gemisini güvenle hedefine
ulaştırmakla görevlendirilmiştir. Bu iki gemiye, kendi kadırgası gibi
beş kadırgadan oluşan bir filoyla eşlik eden Memi Paşa dönüş yolunda
bir düşman kadırgasına rastlayınca filodan ayrılmış, onu takip edip
bozguna uğratmış, kaptanı da esir almıştır. Bu eşsiz bir darbe ol.muştur,
çünkü Mem.i Paşa, yapımına yol açtığı mezarların çokluğu nedeniyle
Türkler tarafından Kör Kaptan, "Mezar Kazıcı" ya da "Mezar Kaptanı"
olarak bilinen ünlü bir Malta korsanını ele geçirmiştir. Malta gemisini yedeğine alarak Rodos'a dönüp burada filosuyla buluşmuştur.59
Bu olay, Na'ima'nın vakayinamesinde de tasvir ed.ilmiştir.60 1614'te,
57Bu alda yakın olasılık, Rodos'taki Hafız Ahmet Ağa Kiit1lpbanesi'nin yalllı sorumlusu Yusuf
Kıbnslı ta.rafından sunulmuştur.
ıa Çelik.kol, 42-43.
"Tuid., 42.
60 Ta'rilı-i Na'inıa, 11, 629; pasaj, Çelikkol tarafından yeniden yazılmıştır. 42.
Murad Re'is Tekkesi [Rodos) 1 5 3 5
Memi Paşa, Samos açıklarında yirmi yedi gemiden oluşan bir korsan
filosunu takip etmiştir. Aynı yıl, Messina boğazına kadar gitmiş, Malta'dangeçerekRodos'ageri dönmüş ve 1030/1621'de burada ölmüştür.61
Fakat sözü geçen Memi Paşa, mezarı Murad Reis'te olan Memi Paşa
değildir. Bu yanlış anlama, Memi Paşa'nın Arapça yazılmış kitabesinin yanlış okunmasından kaynaklanmıştır. Mezartaşmda verilen tarih
aslında 1030/1620 değil, 1130/1717'dir.62 Türbe de ne bir önceki yüzyılda yaşamış olan Rodos Beyi'ne aittir, ne de ayinler için kullanılan
türbelerin ilk örneklerindendir. Üstelik, Memi Paşa'nın 1620'de ölmüş
olduğu da şüphelidir, çünkü ölüm tarihine tek kanıt olabilecek şey
yine yanlış okunan mezartaşı kitabesidir. Memi Paşa'nın 1614'te ikinci
Malta kuşatması sırasında bir çatışmada ölmüş olması daha kuvvetle
muhtemeldir.63 Elbette, yürütülen araştırmalar türbede ki;min gömülü
olduğunu ortaya çıkaracaktır, fakat şu an için, Memi Paşa adı ve 1717
tarihi dışında pek fazla bir bilgimiz yoktur.
Söz konusu olan uzmanlık dışı, hatalı çalışma, bizi yanlış sonuçlara
götürmesine karşın, Osmanlı yönetimindeki Rodos'a ışık tuttuğuna
göre, tamamen de yararsız değildir. Yirminci yüzyıl boyunca, Rodos'ta
Osmanlı'nın yönetimde olduğu zaman dilimi içerisinde tarihi açıdan
çok önemli olaylar olmadığına inanılmıştır. 64 Bu kanıyı desteklemek
için ortaya atılan nedenler basittir: Rodos, St. John Şövalyeleri'nin elindeyken önemliydi; fethedildikten sonra ise, "raison d'etre"ini (varoluş
nedenini) kaybetti ve ola ola, imparatorluğun uzak bir karakolu oldu;
"Stnımza, l1 Tecclıe di Mıırod Reis, 16.
"Bkz. Celalenin Rodoslu'nun noılan, 21-3; 22'de doğru tarih verilmiştir. Tarih StrurozaJ/ Tecclıe di
Mıırad Reis. 16"da şöyle çevrilmiştir: "morto il 29 rabi el-awvel 1030 (22 marzo 1621 E. V)" ki bu tarih
doğru değildir. 29 rebiyülevvel 1030, 22 Mari değil, 21Şubat162l'dir. E.V. Era Volgare'nin baş harfleri
olup İtalyanca'da Orta Çağ :ınlamıoa gelmektedir ve AD'nin (M.Ô. kısaltrnasırun} dini çağnşımlanndan
rahatsız olanlar tarafından kullanılan bir terimdir. (AD'nin açılımı Amıo Domiııi 'dir) Tarih, Çelikkol
43'te, fi 29 şehri RebiOlevvel sene bimieti ve selasin ve elf. 1030 (1621) biçiminde verilmiştir. Bu Arapçıı
tarih, kelimesi kelimesine aynı biçimde Celalcnin Rodoslu, op cit., 22'de göıiilmektedir fakat burada
doğru tarih olan 1130, yani 1717'nin Arapça sayısal dengi de mevcuttur. Strumza'daki 1030/1621 tarihi
Çelikkol tarafıod:uı alınıp kullanılmışnr, fakat Strurnza'da mezartaşı metninin )atin harfleriyle yazılmış
hali bulunmadığı için, Rodoslu 'nun metninden yararlanılmıştır. Strurrıza (ya da kull:ındığı Osmanlıca
kaynak) ile Kalaycıoğlu, 100 için kullanılan ve Arapça'da çoğul olan mi'oıi sözcnı;'1lnü atlamışlardır.
"Sici/1-i "osmani, W. 514-15. Memi Bey. Amavııddıır. Tersaneli olııb sefine solıibi olarak balır-i
sefıd'de ııom aldı. 100711598-9 da Trablıısgarp beyi olııb, ba 'de/az/ yine Tersaneye gelııb ümeradan oldıı.
Halil Paşa ile birlilale bıılıron 11111/ıarebat'da bıılııııııb, 101811609-lO'de Redos beyi oldu. 1023116/.1-
15 'de şe/ıid olmuşdıır.
"'Eııcyclopedio of lslam 'ııı ilk baskısındaki Ettore Rossi'nin "R.hodes" başlıklı makalesi tarihsel
eleştiriden yoksundur. Bkz. "Rlıodes ", El, ilk baskı, vi, 1147-8. Eııcyclopedio of lslam 'ııı yeni iıaksısındaki
"Rodos" makalesi Osmanlı dönemi Rodos'u hakkında az bilgi içerir. El*, VIII, 570.
536 1 J. Robert Barnes
daha kabaca bir söylemle, dış kapının mandalı oldu.65 Bu düşünceye
göre, Osmanlıların Rodos'u fethinden sonra, St. Jolın Şövalyeleri adadan ayrılmıştır. Fakat bu aslında doğru değildir. Görevlerine Malta'da,
birçok Avrupa ittifakının müttefiki bir militan grup olarak devam
etmiş ve Osmanlılar için Akdeniz ve Ege'de sürekli bir sorun olmuşlardır.66 Müslüman savaş esiri ticareti, Şövalyeler'in Napolyon tarafından 1798'de Malta'dan sürülmesine kadar devam etmişfu.67 Osmanlı
fethinden sonra, Rodos'ta yöneticiler de:ğişmiş, fakat roller değişmemiştir. Rodos, Hıristiyan alemi için bir kale olmaktan çıkıp, Osmanlılar'ın Doğu Akdeniz' deki önemli bir deniz üssü olmuştw'. Günümüzde
Rodos'ta gömülü hiç bir Rodos beyi bulunmamasına karşın, cömertliklerinin izleri tekkede görülebilmektedir. Rodos Beylerinin bıraktıkları
en önemli miras da, Osmanlı donru;ı.ma tarihinde oynadıkları rol ve
Rodos tarihindeki yerleridir.
Rodos'un 1. Süleyman tarafından 1522'de fethedilmesinden sonra,
Rodos bir süre Kurtoğlu Müslihiddin Re'is68 tarafından yönetilmiş,
daha sonra da Midilli Sancak Beyi Dizdarzade Mehmed Çelebi yönetimindeki Midilli Sancağı'na bağlanmıştır.69 Rodos önceleri, 940/1534'te
kurulan Adalar (Ege) Valiliği'ne bağlı değildi; bu adalar vilayetine son-
' radan, Barbaros Hayreddin Paşa'nın ölümünden sonra bağlanmıştır. 70 Bu tarihten sonra, Rodos'a bir sancak beyi atanmıştır. Bu sancak
beyi, hem buranın askeri-sivil valisi hem de Rodos'a bağlı bir filonun
""Rodos", El', VIII, 570.
66XVll. yüzyıl başlarında Kıbns açıklannda ve Kos'a karşı yaptıklan faaliyetlerden hareketle.
"Ahmed !," iA. r, 163.
Hafız Ahmet Ağa'nın valdiyyesinde yer alan ilk yazılardan birinde, muharrem 121VTeınmw:1796
tarihli yazıda, Malıa'da her yıl kaç Miislil.man esirin serbest bırakıldığını gösteren bir özet verilmiştir.
Valdiyye, şimdi Hafız Ahmet Ağa KOtüphanesinin kabul salonunda sergilenen, tahta bir plakaya ilzerine
yazılmıştır. Memin bir çevirisini ve ele~tirisini de kendim yaptım. Osmanlıcıı aslından gO.ııil.miiz Türkçesine
çevrilmiş metin için Bkz. Çelikkol, 89. Burada valdiyyenin "Fethi Paşa Ôzel Valdi Vala6:ıamesinin Özeti"
olarak tanımlanmış olması ve bir tarih verilmemesi tümQyle yanıltıcıdır. Belge, Topknpı Müşiri Ahmed
Fethi Paşaya değil, babası Ahmed Ağa 'ya aittir. Valdiyyenin yazılışından iki yıl sonra, N:ıpolyoo Malta'yı
almış ve Malta Şövalyelerini tahliye etmiştir. Amiral Nelson komutasındaki lngilizler, Malta'yı 1800'de
Fransızlar.dan almıştır. ingilizler önce kendi topraklarında köle ticaretini ve köleliği yasadışı ilan etmiştir.
1798'den sonra, Malta'da Miislilman kölelere gereksinim kalmamıştır.
"Çelikkol, 13, Şerafettin Turan'dan alıntı, Rodos ve OııiAi Adaııııı Tıirk HaAimiyeıinden Çıbşı,
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını, 1970, 46.
"Çelikkol, 13-14, Şerafeıtin Turan'dan alıntı, Rodos'ıııı Zaptmdaıı Malta Mıılıasarasma, Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yayını, 1970, 71.
10 "Cezayir-i B:ıhr-i Safid," El'-. U, 521-2. Kapsamlı bilgi için Bkz. "Karlı Ilı" makalesi, El', Vlll,
656-7, burada "Deniz Beylerbeyliği'nin", ilk önceleri "Gclibolu'nun yanısıra, yalnızca Rodos, Eğriboz ve
Midilli'yi kapsadığı"ndan söz edilir. Bkz. "Rodos" El'. II, 570: "Fetihten sonra, Rodos, adalar (Ccziiyir-i
Bahr-i Sefid) eyaletinin, Kapudan Paşa yönetimindeki bir sancağı haline gelmiştir."
Murad Re'is Tekkesi [Rodos) 1 537
komutanı olmuştur. Vali, bu açıdan, gemilerinin bakımından ve komutasından sorumlu olan ve deniz vilayetlerini yöneten derya beylerine benzetilebilir.71 Farklı tarihlerde yazılan raporlara bakıldığında,
Rodos'ta bulunan gemilerin sayısı farklılık göstermektedir, ama yine
de Rodos beyinin alh ila sekiz gemilik iki filodan sorumlu olduğu
anlaşılmaktadır. 72
Fakat Rodos Beyi başka özelliklere de sahipti. Rütbesi, Kaptan-ı Deryadan hemen sonra gelmekteydi ve İstanbul tersanesindeki Kaptan-ı
Derya meclisinde de yine bu konumdaydı. 73 Daha da önemlisi, Kaptan-ı Derya İstanbul'dayken, Osmanlı donanmasının kaptanlığını üstlenmekteydi.
74 Öteki derya beylerinden farklı olarak, yalnızca Rodos
beyi kaptan-ı deryalığa seçilebiliyordu. Ayrıca tarih boyunca birçok
kez, eski kaptan-ı deryaların Rodos beyi olduğu görülmüştür. 75 Onbeşinci yüzyılın yarısından ondokuzuncu yüzyıla kadar, Rodos beyi,
Akdeniz ve Ege'deki önemli deniz savaşlarında ya Kaptan ı derya, ya
da Osmanlı donanmasını destekleyen filoların başında derya beyi olarak görev almıştır.
Rodos Limabı, gemi yapım ve onarımının gerçekleştirildiği büyük
bir tersaneydi; limanda ayrıca, askeri ve ticari gemiler için kalafat dokları bulunmaktaydı. 76 Ünlü Cezairli Gazi Hasan Paşa 1171/1758'de
bir kalafat doku yaphrmıştır. 77 Rodos'taki tersaneler ile liman, önemli
birer askeri ve ticari üs durumundaydı; ondokuzuncu yüzyıl ortası
itibariyle buralarda beşyüz işçi istihdam ediliyordu.78 Savaş gemileri
11 "Darya-Begi, Derya-beyi." Ef'-. Il. 165.
n Bkz. M. Efthymiou-Cbatzilacou. "Rbodes eı sa region elargie an xviiie: Les activites portuaires,"
yayımlanmamış Doktora Tezi; söz konusu tez, Paris Üniversitesi. Sorbonne 3. devre doktorası için Mart
1984 'le tamamlanmış ve Kasım 1984 'te Ecole Pratique des Hautes Etudes' e sunulmuştur. l 988 'de. Ulusal
Atina Üniversitesi. Soplı.ia N. Saripolou Kütüphanesi (Atina} tarafından aynı başlık altında yayımlannı.ışb.r:
Rlıodes et sa region elargie 011 dl~-lı11itieme siecle: Les acıivites portuaire Rodos'un 1658'de sekiz ve
1727' de yedi savaş gemisi bulundurduğu baklandaki tutanaklar _için Bkz. elyazınalan 7 dipnot 25.
73Rodos beyinin rütbesinin Kapıan-ı Derya Divanında Kaptan ı Deryadan hemen sonra gelmesiyle
ilgili açıklama için. bkz. J11.. Efthymious-C,batzilacou, 4 dipnot 10. Bkz. ~.Kaptan Paşa" rnakalesi, lA, VI.
206-10.
"Ibid.
15 lbid.; Donanmadaki eski Kaptan-ı Deryaların Rodos beyi olması çok rastlanan bir şeydi. örneğin,
Karabagı Süleyman Paşa Oç kez Kapıan-ı derya olmuş ve Cemaziyülabir 1177/Aralık l 763're, Rodos
mutasarrifi olarak atanmış; kısa bir süre sonra da Rodos 'ta ölmüştür. Mezarının yeri belli değildir. Bkz.
Sici/1-i 'osnıani, m, 83.
76M. Efthymious-Cbatzilacoıı. "Rhodes et sa region elargie", 177. 11 Kapudan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa-i nıerlııınıım evkofmdan kalafat malıalli. Fi 21
ramazan sene 1171(29 Mayıs 1758, Pazartesi}. Bu kitabenin yazıldığı taş, Rodos'ta Hafız Ahmed Ağa
Kütüphanesi avlusunda bulunmuştur.
'
8M. Efthymious-Cbaızilacou, a.g.e., 127.
538 1 J. Robert Barnes
yalnızca Rodos beyinin filosu için inşa edilmiyordu; kaptan paşanın
deniz vilayetine bağlı olan derya beylerinin filoları için de burası kullanılmaktaydı, imparatorluk donanmasındaki gemiler, Rodos'taki tersaneler sayesinde düzenli olarak artmaktaydı.79 Rodos'taki tersanede,
1820'lere kadar firkateyn ve korvet gibi geniş gemiler yapılıyordu.60
Bunun yanında, Rodos Beyinin ya da varlıklı İstanbul tüccarlarının
girişimleriyle, burada, Ege ve Akdeniz' de ticaret yapacak büyük ticaret
gemileri de üretilmekteydi.61 Üstelik ticaret gemileri kolaylıkla savaş
gemilerine dönüştürülebilmekteydi, çünkü ticaret gemilerinde de toplar bulunmaktaydı.82 Bu açıdan, Rodos, kimi araştırmacıların iddia
ettiği gibi, yalnızca Osmanlı donanması gemileri için bir buluşma yeri
değildi.83
Osmanlı İmaparatorluğu'nun denizcilik tarihinde, Rodos beylerinin
öneınini gösteren çok sayıda örnek vardır. Buna ilişkin birkaç örneği
burada sunmak yerinde olabilir. En eski olaylardan biri, Osmanlı de~
kuvvetlerinin Cerbe adasıyla yaptığı savaştır. 967/1560'ta, serdar (filo
komutanı) olarak atanan Kaptan-ı Derya Piyale Paşa komutasındaki bir
Osmanlı deniz kuvveti, İspanyolların elinde bulunan Cerbe Adası'na
gönderilmiştir.64 Modon bölgesinde, Rodos Beyi Kurtzade Ahmed Bey, , Osmanlı deniz kuvvetine komutasındaki üç gemilik bir filoyla katılmıştır.85 Donanma, İspanyolları adadan çıkararak görevini başarıyla
tamamlamıştır.
19 Ibid., l 77, ve 177 dipnot 208 ve 178.
"lbid., 199: " ... et, eııtin, vers 1828, on construit dans les chantiers de l'ile trois navires de type
modeme, dont deux corvettes et une grande fregaıe:•
11 Ibid., 186-89. Ticari gemi yapımı, Rodos beyi için k=çlı bir girişimdi.
11 Ibid., 180ff; dipnot 221, !80'de, hem savaş gemisi hem de ticaret gem.isi olarak kuUanılan gemilerin
Orta Çağ kökenli olduk.lanna dair ilginç bir iddiaya yer verilmiştir. Aynı bölümde, bu gemilerin korsanlarla
mücadele için tasarlandığından da söz edilir. Bu çeşit geniş ticaret gemileri. "Alexandıian" olarak bilinen
savaş gemilerine dönQşebilmekteydi. Bu uygulamanın Osmaıılı donanmasındaki olumsuz etkileri için,
okuyucuya Gibb Bowen'in çalışmasını öneririm. Bkz. H.A.R.. Gibb and Rarold Bowen, lsfamic Sociery
and tfıe Wesı. Vofııme 1. lsfanıic Society in t/ıe Eiglııee11tfı Centıııy, pi 1, Loodon, l 950-57, pp. 90-91.
""R.odos", Ef'. vm, 570: "Osmaıılı'nın feıhinden sonraki dönemde (1522-1912), Rodos eski
şöhretinden ve stratejik öneminden çok şey yitirmiştir; fetihten sonra kendisi, Türk loyllarinı ve
denizciliğini tehdit eden bir unsur olmak-tan çıkmış, üstelik tüm Doğu Akdeniz Osmanlı'nın eline
geçmiştir. Yine de liman kenti, zaman zaman yardımcı roller Ostlenmiştir. Örneğin, 1571 'de Kıbns'ın
fethi sırasında, ardından 1645-69'da Girit'in fethi sırasında bir deniz üssü olarak kullanılmıştır." Eleştiri :
Rodos için "kendisi" sözcüğünün kullanılması bil yük bir talihsizliktir.
""Piyale Paşa". lA, IX, 566-69.
·"Jbid, 567. Kurtıade Ahmed Paşa hakkında, Bkz. Sicilf-i ·osmani. 1, 301. 1sıanbul'dalti tersanede
eğitim görmüştür. Tersane keıhudası olduktan sonra, 965/1557-58'de Rodos beyliğine atanmıştır.
968/1560-61 'de görevden alınmış, daha sonra Kıbns beylerbeyi olmuştur. 983/1575-76'da, 'uşakiar'ın
(gençlerin) eliDde ölmüştür.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 5 3 9
Onaltıncı yüzyıl başlarında, Kaptan Halil Paşa, Mısır, Mekke ve
Medine'ye olan ticaret ve hac trafiğini bozan Malta ve Floransa korsanlarını yenmeyi başarmıştır. Halil Paşa, Malta Şövalyelerine karşı
kazandığı 1017/1608 Kıbrıs zaferiyle itibarını arttırmıştır (Murad Re'is
de aynı çıkarmada eşini kaybetmiştir).86 Misır'dan yola çıkan Kaptan
Öküz Ahmet Paşa komutasındaki bir filonun İspanyollara yenilmesine karşılık, 1023/1614'te Kaptan-ı Derya göreviyle Halil Paşa, Malta'yı almak için denize açılmıştır.87 Rodos Beyi Memi Paşa, Osmanlılar'ın adayı almak için bu ikinci başarısız girişiminde ona katılmış ve
kuşatma sırasında öldürülm.üştür.88
Ebu Bekir Paşa, 1046/1636'da Murad Re'is'e bir cami yaptırmış
olmakla tanını.r.89 Günümüze kalan sadece adı değildir; araştırmalar,
kimliğini ve yaptığı bu hayır işinin nedenini ortaya çıkarmıştır. Eğitimini İstanbul'daki Tersane-i Amire'de tamamladıktan sônra Rodos
Beyi olmuştur fakat hangi tarihte ve kaç yıl görevde kaldığı belli
değildir. Bu makamda 1636'dan 1640'a kadar hizmet vermiş olabilir.
1046/1636'da Rodos beyliğine atanmış olması muhtemeldir, çünkü
Murad Re'is'teki camiyi bu tarihte yaptırmıştır. 1Ô50/1640-41'de, Ege
ve Akdeniz Kumandanlığına atanmış ve muharrem 1054/1644'te Kaptan-ı Derya olmuştur 90 Rodos'a ilgisi doğrudan ve kişiseldir. Rodos
beyi ve amiral olarak görev yapmış birinin, ünlü bir korsan ve aynı
zamanda Osmanlı deniz kumandanı olmuş Murad Reis'in türbesine
bir cami inşa ettirmesi anlaşılır bir şeydir.
Bir Rodos beyi, ünlü Çeşme Savaşı'nda ön_eınli bir rol oynamıştır.
Amiral Orloff komutasındaki Baltık donanması, Doğu Akdeniz'e girmiş ve Piyale Cafer Paşa'nın donanmasıyla karşılaşmıştır. Cafer Paşa
aynı zamandaRodos beyiydi. Bu olay 3Temmuz1770'de meydana gelmiş olabilir. Planlanmamış bir çarpışmadan sonra, Cafer Paşa 4 Temmuz' da, gemilerini Sakız Adası ile Çeşme yarımadası arasındaki Top86 Ayrıntılar için, Bkz.· "Aluned 1". İA. I, 163; "Ahmed!", EP, I. 267-8, ve "Halil Pa!ia'", İA. 5.l,
160-61.
""Halil Paşa", İA. 5. l , 160.
"Ibid. Ve "Memi Bey", Sicill·i 'osnıoııi, iV, 514-15. Sicil/-i 'osnıanf'de anlatılanlara göre, Memi
Bey Arnavut kökenlidir. İstanbul tersanesine bağlı bir deniz subayıdır. Akdeniz ve Ege'de gemi
komutanı olarak ün kazanm ştır. I000/1591-92'de Trablusgarp beyi olmuştur. Görevden alındıktıµı sonra
cephaneliğe geri döı:ımilş ve burada görevlendirilmiş birkaç subaydan biri olmuştur. 1018/1609-IO'da
Rodos beyliğine atanmış, ve Kapudaı:ı-ı Derya Halil Paşa ile birçok deniz savalima katılmıştır. J 023/1614-
15 'te savaş sırasında ölmüştür.
•• Strwll2a, Tecc/ıe di Mıırad Reis. 3; Çelikkol, 28 ve s 28 dipnot 128.
90 Sicill-i 'osmani. I, 174.
540 1 J. Robert Barnes
rak Adası'na geri çekmiş, burada kırık bir gemi direğini onarmak ve
Amiral Hüsameddin Paşa'nın esas donanmasıyla birleşmek için beklemiştir. Ertesi sabah, Rus donanması, Koyun Adaları civarında belirmiştir. Kaptan Cezairli Hasan Paşa'nın ve Amiral Orloff un bulunduğu
gemilerin yanması dışında, yapılan savaşın sonucu belirsizdir. Piyale
Cafer'in gemisi Çeşme Limanı'na geri çekilince, bütün Osmanlı donanması onu izlemiştir, İngiliz subayların iddiasına göre, Orloff, Çeşme
Limanı'na demirlemiş Osmanlı donanmasına sabaha karşı (14 rebiyulahir 1184/7 Temmuz 1770 tarihinde) bir saldırı düzenleyip donanma
gemilerini yakma kararı almıştır. Bu gizli taktik işe yaramış ve kapudanın gemisi dışında donanmaya ait tüm gemiler Çeşme'de yaktlmıştır. Hüsameddin Paşa, itibarını kaybederek görevden alınmış ve Gelibolu'ya yerleşmiştir. Yerine Rodos Beyi Piyale Cafer Paşa atanmış:
paşa, rebiyulahir 1184/Temmuz 1770'de Kaptan-ı derya olmuştur.91 Bu
görevde dört ay kalmıştır: Limni Adası'nda Ruslara karşı zafer kazanan Cezairli Hasan Paşa'ya gazilik unvanı verilmiş ve paşa, Cema-·
ziyülahir 1184/Eylül 1770'de kaptan-ı deryalık görevine getirilerek
ödüllendilirmiş tir.
Ege'de Rusların sergilediği ve başarıyla sona eren güç gösterisinin ! .
önemli bir sonucu olmuş; 21Temmuz1774'te Osmanlı Imparatorluğu
ve Rusya arasında Küçük Kaynarca Anlaşması imzalanmıştır. Tarihin
en önemli anlaşmalarından biri olan bu anlaşma, Kırım'a bağımsızlık veren üçüncü maddesi itibariyle Ruslar için önemli bir diplomatik zafer diye nitelenebilir. Bu maddenin uygul.amaya geçirilmesinden
sonra, 1783 yılında Rusya Kırım topraklarını ele geçirmiştir.
Bu olaylarda önemli bir rol oynayan bir diğer ünlü kişilik de son
Kırım Hanı II. Şahin Giray'dır. 1191/1777'de Ruslar bir darbe düzenleyerek mevcut hükümdar rv. Devlet Giray'ı tahttan indirip yerine Kalgay Şahin Giray'ı getirmişlerdir.92 Veliaht Kmm Prensi Şahin Giray,
Selanik ve İtalya'da öğrenim görmüştür. O dönemde St. Petersburg'da
91 Sici/1-i 'osmaııi Il, 75. Cafer Paşa, kapııın-ı hümayun iken kapııın-ı deryalığa atanmıştır. Verilen
tarih muharrem 1184/Nisan 1770, baııılıdır: Bu tarih Çeşme Savaşından dört ay önceye işaret eder.
Cafer Paşa, Rebiylllabir l 184ffeınınuz l 770'ıe, görevden alınan Hüsameddin Paşa'nın yerine geçmiştir.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa. Liınni Adası'nı Ruslardan aldıktan sonra, Cemaziylllabir 1184/Eylül l 770'ıe
gazi üovanıyla ödllllendirilıniş ve vezirlik makamı verilerek kapıan ı deryalığa atanmıştır. Eski Rodos
beyi ve ikinci Amiral Cafer Paşa, Amirallik makamında yalnızca dllrt ay kalmıştır -Teınınuz-Eyllll 1770.
Gazi Hasan 'ın kapıan-ı hümayunluk ııırihi için, bkz. Sici/1-i 'osmaııi, Il, 159: İlginçtir, bu kaynakla Çeşme
Savaşı 'ndan ya da Gazi Hasan'ın bu savaştaki rolllnden hiç söz edilmez.
"Sici/1-i 'osmaııi, m, 135: "! 191 'de Kının hanlığına Rusya'dan bir yaver ile geldi ... " "Kınm," iA,
V1 751; ve "Giray," IA. rv, 780.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 541
II. Katerina'run hükümetinde elçilik görevi yapmaktadrr93 ve Kmm'ın
Osmanlı'dan bağımsız olması gerektiğini savunan prenslerden biridir.
II. Şahin Giray, batılılaşma adına bir dizi reform yapmış, bu nedenle
Kırım halkı kendisine yabancılaşmıştır. Bu reformların en önemlileri, orduyu batı normlarına göre yeniden düzenlemek, feodal prenslik düzenine bir son vermek ve vergileri arttırmaktı.94 Bu reformlar,
önceden tahmin edilebilecek sonuçlar doğurmuştur: Halkın büyük bir
kesimi onun bir Rus ajanı olduğuna inanarak ayaklanmıştır. Tahta ortak
çıkan ill. Selim Giray'ın onu tahttan indirmek için giriştiği iki deneme
de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Şalıin Giray, sonunda 1196/1781-2'de
kardeşi Bahadır Giray tarafından Kırım'dan çıkarılmış fakat ertesi yıl
Ruslar tarafından yeniden eski makamına getirilmiştir. 95
Şahin Giray uzun süre han olarak kalmamıştır: 1197/1783'te Ruslar
bu oyuna bir son verip Kırım'ı tamamen ilhak etmeye karar vermiştir.
II. Katerina, Şahin Giray'a tahttan inmesinin iyi olacağını söylemiş,
ona Kırım dışında toprak vererek onu emekli etmiştir.96 Şahin Giray,
Kırım'ın hazinesini batılılaşma hareketleri için kullanırken ne kadar
iyi niyetli davrcinmış olursa olsun Ruslara güvenmekle saflık etmiştir. Hain eski dostları tarafından terkedilen Şahin Giray, fikrini değiştirip Ramazan 1201/Haziran 1787'de Osmanlılar'a sığınmıştır. Tabii,
Kmm'ı kaybeden sultan tarafından affedileceğine inanması da saflığının bir göstergesidir. Şahin Giray sultan tarafından Rodos'a gönderilmiş, sonra buradan kaçmaya çalışmıştır. Bunun üzerine, Şeyhülislam Müftizade Ahmet Efendi ve Sultan I. Abdülhamid'in emirleriyle
Şevval 1201/Ağustos 1787'de idam edilmiştir. ; Rodos'taki mezarının
yeri tam bilinmemekle birlikte, Murad Re'is'te, diğer Kırım hanlarınıiı
mezarları yakınında olduğu sanılmaktadrr.98
On yıl kadar sonra, Osmanlılar, kendilerini ezeli düşmanlarıyla ittifak halinde bulmuştur. 1 Temmuz 1798'de-Napolyon, Mısır'a çıkmış
ve direnişle karşılc,ışmaksızın İskenderiye'yi almıştır. Ruslar, m. Sultan Selim'in yardımına gelmekte gecikmemiştir. 5 Temmuz' da, Karadeniz' den gelen bir Rus filosu Büyük Dere açıklarına demirleyip Osmanlı
9l "Kınm,'', EI', V, 136-43; özellikle, s. 141.
"H. İnalcık, "Kının " İA, VI, 751.
"Kınm",İA, Vl, .751.
96B. Spuler, "Kının". El'. V, 141. 91 Çclikkol, 39. 9
'Ibid., 41.
542 1 J. Robert Barnes
devletinin kararını beklemiştir. smanlı donanması, ikiye bölünmüştür; bir kısım Fransızları Adriyatik'teki İon Adaları'ndan atmak için
Rus filosuna katılmış, diğer kısım ise Amiral Nelson komutasındaki
İngiliz filosuna yardım etmek için İskenderiye'ye gitmiştir. 99
Mısır'a gönderilen donanma Rodos Beyi Rodoslu Murabitzade
Hasan Kaptan tarafından kumanda edilmekteydi.100 1212/1797'de, Ebubekir Koyu'nda Nelson'un donanmasına katılmadan önceki yıl, Murabitzade Hasan Bey, Murad Re'is'teki Ebu Bekir Paşa Camü'ni neredeyse
tümüyle restore ettirmiştir. 101 16 3-14 ya da 1609-14 tarihleri arasında
Rodos beyliği yapmış olan Memi Paşa istisnası dışında, 102Rodos beyliği makamına gelenler, bu makamda en fazla bir ya da iki yıl kalmıştır.
Aslında İmparatorluğun üst düzey memurlarından çoğu da görevlerinde çok kısa süre kalabilmişlerdir. 103 Murabitzade Hasan Bey, bu aç
dan bir istisnadır. Rodos beyliği unvanını, o dönemin derebeyleri gibi,
neredeyse ömrü boyunca elinde tutmuştur. Murabitzade Hasan Bey'in
Rodos beyliğine 1781'de atanmış olması muhtemeldir, çünkü o yıla
ait Fransız konsolosluğu raporlarında bir "Marabu oğlu"ndan söz edilmektedir.10• 1816 gibi geç bir döneme ait konsolosluk raporlarında bile
Hasan Bey'in adı geçmektedir.105 Mezarı, raporlara göre 1930'da yapılmıştır;106 eğer bu bilgi doğruysa, pekçok mezar gibi onun mezarı da,
" Bkz. "Selim ID," İA. X, 450.
IOOfbid.
ıoı Çelikkol, 29, Cami kapısındaki bir kitabenin Türkçe alfabeyle yazımı ve Türkçe anlamı.
Mur:ıbıtzade Hasan Bey'in Cezayirli Hasan Paşa olduğuna dair kanııİın sağlam bir temeli yolı."tW". Bkz.
Çelikkol, Rodos~a/..i Tılrk Eserleri, 29, dipnot 129.
ıoızilhicce 101!/Mayıs1603 tarihinde kayıtlara geçmiş, Memi Paşa adlı bir sancak beyi vardır: Bkz
"Mehmed II" lA, VII, 546. Siciff-i 'osmani, I\~ 514-15, Memi Bey 1018/1609-IO'da Rodos beyli!lııe
ataomışhr.
101 Aynı durum, Osmanlı donanmasının en üst amirallik makamı olan kaptan ı deryalık makamı için
de söz konusudur. Kaptan ı deryalann bir listesi ve kaç yıl görevde kaldıklanna ilişkin bilgi için Bkz
Siciff-i 'osmaııi, IV, 784.
1
°'M. Efthymou-Hatzilacou, 4, dipnot 8, 4Mayıs11781 tarihli bir Fransız konsolosluğu raporundan
alıntı.
10' Jbid., 199: 1816'da, Rodos Paşası Hasan Bey'in şahsına ait bir korveti buluoduf,'U belirtilmiş ir,
(korvet: firkateynden küçük ve daha hafif bir savaş gemisi)
'°' Strumza, U Tecclıe di Murad Reis, 4; " ... Murabid Hassan Bei, la cui tomba si trova a sinisıra
del l'iagresse della porta della Ciıta Murate detıa 'dei Cervi'." Geyik Kapısı (tbe Porte or ıhe Gate
of ıhc Deer: la porta dei Cervi) iki savaş arasında, lıalyanlar tarafından Ortaçağdan kalma duvarda,
otomobillerin geçişini sağlamak için açılmışhr. Adını, şüphesiz, kapının dışındaki geyikli küçük parktan
almıştır. Bu kapı, günümüzde Eleutheria ya da Hürriyet Kapısı adıyla bilinir. Murabitzade Hasan Bey'in
mezan, girişin hemen solunda yer almaktaydı. Ancak mezarın yeri lıalyan vali Mario de Vecchi tarafından
değiştirilmiştir ve tahminen 1925 'ten sonra Gani Ahmet Mezarlığı 'na taşınıruşhr; mez.ann şu anda
nerede olduğu bilinmiyor. Mezarın, bugün bala ayakta olan ve Afrodit Tapuıağı'nın sol yanında bulunan
konutuouo yakın ndaki kendi arazisine taşınmış olması muhtemeldir.
Murad Re'is Tekkesi (Rodos) 1 543
İtalyanların şehri yeniden düzenleme çalışmalarına kurban gitmiştir.
Ancak, Şakir Ağa'nm mezarı Murad Re'is'te bulunmaktadır: Şakir Ağa,
Murabitzade HasanAğa'nm harem ağas dır ve 1228/1813'te ölınüştür.107
Osmanlılar, Fransızların Adriyatik'teki varlığına ve Mısır'ı işgaline,
hemen bir filo göndererek karşılık verdi, ancak Napolyon'un üzerine
bir ordu gönderebilıneleri için en az bir yıl daha beklemeleri gerekiyordu. Abukir'e çıkan Köse Mustafa Paşa kumandasındaki ordu, 9
Temmuz 1799'da Napolyon tarafından yenilgiye uğratılmıştı. Vezir-i
Azam Yusuf Ziya Paşa, 29 Temmuz 1800'de El-Eriş'te , Napolyon'un
halefi olan Jean Baptiste Kleber ile bir anlaşma imzalamaya karar verdi.108 Antlaşma, Fransız güçlerinin Mısır'dan çıkmasını öngörmekteydi. Fakat, bu, şartsız teslimiyet isteyen İngilizler için yeterli değildi.
Fransızlar, 20 Mart 1800'de Heliopolis'te bir Türk-Memluk gücünü
yenilgiye uğrattılar 109 Ertesi yıl, 9 Mayıs 1801'de Amiral Hüseyin Paşa
Fransızları Rahmanya'da yendi.110 Vezir-i Azam'ın, Osmanlı Amiralinin ve İngilizlerin ordularıyla etrafı sarılan Fransızlar teslim olup 31
Ağustos 1801'de Mısır'ı boşalttılar. 111 Yusuf Ziya Paşa bir muzaffer olarak Kalıire'ye girmiş ve Fransızlar~ Mısır' dan çıkardığı için kendisine
gazi unvanı verilmiştir; ama aslında Osmanlı ordularının başarısının
arkasında Amiral Hüseyin Paşa bulunmaktadır.
Fransızların Mısır' dan çekilmesinden sonra, Yusuf Ziya Paşa İstanbul'a geri dönmüş ve 1220/1805'te makamından ayrılarak bir süre Beylerbeyi'ndeki evinde vakit geçirmiştir.112 Daha sonra Trabzon valisi olarak atanmış ve 1222/1807'de de Erzurum Vali_si ve Doğu Kuvvetleri
başkumandanı olın ştur. Derken aynı yıl içinde Bağdat ve Basra valiliğine atanmış, sonra da Konya ve Halep valisi olınuştur. 1223/1808'de
ikinci kez vezir-i azamlığa getirilmiş, fakat 1226/181l'de Sultan II.
Mahmud tarafından görevden alıp.arak Dimetoka'ya sürülmüştür. Mal
varlığına devlet tarafından el konulmuştur 113
ıoı Gelüb kabrim z~vareı eden ilıva11/edeler nılıuma bir fti ilıa ihsan. Mıırabit ade Hasan Bey·i11
Harem Ağası Şakir Ağa nılıiçin el-Fatiha. Sene 1228. "Mezarımı ziyarete gelen dostlar: nılııınıa bir
fa ilıa ihsan etsinler: Murabiızade Hasan Ağa'nm Harem Ağası Şa~ir Ağa 11111 nılıu için el-Faıilıa.Yıl:
1813. •• .
101 "$elim Ill," İA,X, 451.
109 Ibid.
110 Ibid.
"'Ibid.
m Sici/1-i 'osma11i, IV, 670.
11} Ibid.
544 1 J. Robert Barnes
Bir iddiaya göre, Yusuf Ziya Paşa, Rodos'ta Murad Re'isteki tekke
mezarlığında gömülüdür. Ölüm tarihi, kayıtlara 1227/1812 olarak geçmiştir.114 Bu konuda başka iddialar da vardır. Bunlardan birine göre,
Yusuf Ziya Paşa görevden alınclıkdan sonra, eski mevkiine getirilerek
yeniden vezir olmuştur. 1231/1815'te Eğriboz ve Karh'ya Kumandan
olarak atanmış ve 1232/1816'da Sakız Adası kumandanı olmuştur.
1234/1818'de Sakız Adası'nda ölmüş ve buradaki Şeyh İlyas Türbesi'ne gömülmüştür. ııs
Yukarıda dile getirilen ikinci iddia doğrudur; Yusuf Ziya Paşa'nın
mezarının Murad Re'is'te olduğu inancı, bir mezartaşındaki kitabenin
yanlış okunmasından kanyaklanmıştır.116 Tabii Yusuf Ziya Paşa'nın
orada gömülü olmamasına karşın maiyetinin mezarlarının orada
olması ilginçtir. Murad Re'is'te gömülü olanlardan bazıları, Yusuf Ziya
Paşa'nm divitdarı Ahmet Hamit (d. 1226/1811), harem ağası Elmas
Ağa (d. 1228/1813) ve seyisi Arabkirli Hacı Hayri'dir (d. 1228/1813).
Onların burada bulunma nedenleri üzerine ancak tahmin yürütülebilir. Sultan II. Mahmud, Ziya Paşa'yı sürdüğünde, mal varlığına da
el koymuştur. Veziriazamın maiyetindeki köleler de bu mal varlığına
dahildir. İçlerinden Kadiriyye tarikatına bağlı, olanlar dışında, bu kişilerden ez gulaman-i sadr-i sabık el-hac el gazi Yusuf Ziya Paşa diye söz
edilmektedir; bu da, "eski Veziriazam Gazi Yusuf Ziya Paşanın kölelerinden" anlamına gelmektedir.117 Dolayısıyla, Vezir-i Azam'ın topraklarında çalışanlar Rodos'a gönderilmiş, burada ·bir süre sonra çeşitli
sebeplerle ölmüş ya da idam edilmişlerdir.
1970'lerin ortasında, vakıf arazisinin satışa çıkartılması ve bu
süreci durduracak hiçbir yol olmaması dehşet verici bir durumdu.118
Bu döndemde bütün dini vakıf arazilerinin satılması ya da bi-kudret
11•Çelikkol, 46, "Serdar-ı Sabık Yusuf Ziya Paşa'nın Mezan" başlığıyla.
ııı Sici/1-i 'osnıa11i, N, 670.
'
16Mezar Yusuf Ziya Paşa 'nın kendisine ait değil, eski vezir-i azam Yusuf Ziya Paşa'nın maiyetindeki
memurlardan Derviş Ya'kub'a aittir. Eldeki tarih, arazide alınmış notların yanlış okunmasının bir
sonucudur. Yıl, 1327/1909 değil, 1227/1812'dir . .. Hadımessecadııtel kadriye (Hadım es seccadeİ'ul
Kadiriyye) Derviş YaA7ıp elmalıcııp Ez gulomoıı (sic)-ı Sadr-ı Sabık Ellıac (sic) Elgazi Ytısuf Ziya Paşa
Sellemelııı Allalııı Taala eyleyııp ıışakmı lıaifa yetim kıldı azm-1 baraka/111 zilnııinıiıı Alidup (Ah! cdub)
lraıif dedi tarilıitıi gitdi lrakim lıakA? irşad eyleyen el fatiha 1327" (1909). Çelik.kol, 46. Çalışmanın
fotoğrafbölilmllnde bir de fotoğraf bulunmaktadır, resim oo. 70.
117"köle", kişilerin gayrimüslim olduğunu ve Osmanlı askeri yönetim sistemindeki yerini belirtmek
için kullanılan bir ifadedir. Yusuf Ziya Paşanm kendisi de Mirakhor (at yetiştiricisi) Mustafa Paşa'nın
kölesi olup, Güney Rusya 'lı bir GnrcUdiir. Bkz. ''Yusuf Ziya al-din Paşa. Kor", Sicil/-/ osmmıi, IV, 670.
111Dini vakıf arazilerinin yokolması ve foolann başka amaçlar için kullarulrnası, Çelikkol için endişe
verici bir durumdu. Bkz. Çelikkol'un girişteki notlan, x.i-xiii.
Murad Re'is Tekkesi [Rodos) 1 545
(yeterli gelir sağlamaktan aciz) hale gelmesi an meselesiydi. Vakıflar
dini yapıların bakım ve onarımı için ana kaynak olduğuna göre, vakıfların ortadan kalkması binaların bakımı ve onarımı açısından ciddi bir
sorun doğuracaktı. Fakat Murad Re'is'te durum farklıdır çünkü, vakıf
gelirinin mezarlık ve yapılar için kullanıldığı söylenemez. Cami buna
en belirgin örnektir. 1046/1636'da Rodos beyi tarafından inşa ettirilen
caminin dini bir yapı olmasına ve bakım-onarım işlerinin giderlerini
karşılamak üzere bir vakıf arazisi bulunmasına karşın, yüzelli yıl kadar
sonra, bina harabeye dönmüş ve bir başka Rodos beyi tarafından yeniden yaptırılıruştır. 1876'dan sonraki bir tarihte, minare, Mısır Hidivi
İsmail Paşa tarafından, tahminen cömertlik göstergesi olarak yeniden
yaptırılıruştır. Demek ki, vakıf gelirinin caminin bakım ve onarımına
en ufak bir katkısı olmamıştır. Geçmişte olduğu gibi Osmanlı döneminde de, yapılar için bir gelire gereksinim duyulduğunda, bu gelir
dini kurumlardan başka bir yerden temin edilmiştir. 119 Yani bu işler
için eskiden olduğu gibi, hayırseverlerin cömert yardımlarından faydalanılmıştır. Süleymaniye Camii'nin onarımı da buna güzel bir örnektir.
Şu anda, eski Rodos şehrinde, Socratus Sokağı'nın başında bulunan Süleymaniye Camii restore edilmektedir. Bu restorasyon, Yunan
Kültür Bakanlığı'nın Dördüncü Bizans Eserlerini Koruma Projesi kapsamında yürüttüğü önemli bir çalışmadır. Proje, birçok benzeri gibi,
Yunan hükümeti ve Avrupa Topluluğu tarafından finanse edilmektedir. Ayrıca Murad Re'is de, Rodos Belediyesi ve Dôrdüncü Bizans Eserlerini Koruma Projesi yöneticileri arasında gerçekleştirilen bir ortak
projeyle restorasyon sürecine girmiştir. Proje henüz başlangıç aşamasındadır; tekke arazisindeki mimari tetkik ve analizler sürmektedir.
Ancak her an çökme tehlikesiyle karşı karşıya olan bina ve yapıların
restorasyonuna başlanmıştır. B~ yazıda kanıt olarak sunulan tercümeler, halen latin alfabesine aktarılıp tarihi açıdan incelenmekte olan iki
yüz metinden sadece bir kaçına aittir. Yak.ı:ı:i gelecekte, ziyaretçiler, restore edilmiş bir tekke arazisinde gezinme şansı bulacak ve artık baktıkları şeyin önemini kavrayıp bunun tadına varabileceklerdir.
|