|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur
|
Sual: Dinde reform yani bazı değişiklikler yapmak gerekmez mi?
CEVAP
Dinimiz yeni inmedi. Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur. Bu bakımdan asla reforma ihtiyacı yoktur. Reforma ihtiyaç olan, din olamaz. Hâşâ Allah noksan göndermiş demektir. Bu bakımdan dine yeni bir şey ilave etmek veya çıkarmak dini bozmak olur.
Bugün etiketlisi etiketsizi her reformcu, din yeni inmiş gibi, üstelik hâşâ bunlara inmiş gibi ahkam kesiyorlar. (Yalnız Kur’an) diyerek, herkesi Kur’andan anladığı ile amel etmeye teşvik ediyorlar. Peygamberimizi kabul etmeyen (Kur’andan başka şey, hadis madis, fıkıh mıkıh kabul etmem) diyen nasıl Müslüman olabilir. Böyle iman, böyle Müslüman olur mu? Kur’an kime geldi? Kur’anı kim açıkladı? Kur’anın muhatabı kim? Gelecekten haber veren hadis-i şeriflerden ikisi şöyledir.
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. “Hadisi bırak, Kur'ana bak” derler.) [Ebu Ya’la]
(Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey tanımıyorum diyenler çıkar.) [Ebu Davud]
Bugün bid’at ehli olan kişiler, (Peygamber postacıydı, Kur’anı getirince vazifesi bitti, onun açıklamasına gerek yoktur) diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ, Resulüne ve onun açıklamasına uyulması gerektiğini bildiriyor. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazılarının mealleri şöyledir:
(İhtilafa düşülen şeyleri açıklayasın diye bu kitabı sana indirdik.)[Nahl 64]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.)[Ahzab 71]
(Resulüm de ki, “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]
(Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]
(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen kâfirler için Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13]
(Allah’ın yolu ile peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150/1]
(De ki, Allah’a ve Peygambere uyun! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Allah da kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]
(O ümmi Peygamber, temiz şeyleri helal, pis, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]
Demek ki Resulü de haram etme yetkisine sahiptir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.)[Tirmizi]
Görüldüğü gibi Resulullaha ve Kur'an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere uymak çok önemlidir. Sünnet, [hadis-i şerifler] olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekat, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur'an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur'anı anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Eğer herkes Kur'an-ı kerimi doğru anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Zamanla değişen âdetlerdir. Din zamanla değişmez. Din düşmanlarının oyunlarına gelmemelidir.
.
Dini yenilemek gerekir mi?
|
Sual: Bazıları, (Her asırda bir âlim çıkar, dini yeniler) hadisinin, dinde reformun gerektiğini gösterdiğini söylüyorlar. Her asırda gelen âlim, dinin neyini yeniler?
CEVAP
Reform, Fransızca bir kelimedir. Yeniden şekil verme, eski haline döndürme, bozuklukları, kötülükleri düzeltmek için yapılan ıslahat demektir. Bu manalara göre dinde reform üçe ayrılır:
1- Cahiller ve din düşmanları tarafından müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid'atleri, yanlış inançları düzeltme işidir. Dine bir şey ilave etmeden eski haline döndürmek demektir. Bunları yapan büyük âlimlere (Müceddid) denir. İmam-ı Rabbani, imam-ı Gazali ve dört mezhebin imamları birer müceddid âlimdir. [Rahmetullahi aleyhim]
Bu büyük âlimlerin geleceğini Peygamber efendimiz müjdelemiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Davud]
(Ümmetimin âlimleri, beni İsrailin peygamberleri gibidir.) [Neşr-ül-mehasin]
Bu büyük âlimlere, reformcu değil, (Müceddid) denir.
2- Dinde reform yapmaya kalkanların ikinci kısmı ise, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden, kendi kısa akıllarına göre mana çıkaran ve Ehl-i sünnet âlimlerinden ayrılanlardır. Bunlara (Bid'at) veya (Dalalet) fırkaları denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gider, biri doğru inanış sebebiyle Cehenneme girmez.) [Tirmizi]
Cehennemden kurtulacak olan fırka Ehl-i sünnet ve cemaattır. (Mek.Rabbani)
Bugün bilhassa Mısır, Suriye gibi yerlerde, mason Abduh’un yolundan giden, kendilerini müceddid ve müctehid olarak tanıtan sapıklar çoktur. Bunların kitapları çok zararlıdır.
3- Dinde reform yapmak isteyenlerin üçüncü kısmı, sinsi İslam düşmanlarıdır. Bunlar müslüman görünerek, (Dini ıslah ediyoruz, ana kaynaklara iniyoruz, Kitab ve Sünnete sarılmalıyız) diyerek âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere kasten yanlış mana veren kimselerdir. İster bunlar gibi kasdi olsun, isterse cehaletleri sebebiyle, Kur'an-ı kerime yanlış mana veren kimseler dinden çıkar. Mektubat-ı Rabbani’deki hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimden kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kâfirdir) buyuruldu. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakil yapmayan kimselerin yazdığı kitaplar çok zararlıdır. İnsanları felakete sürükler.
Yeni yorum ve ictihad
Sual: (Âdetler ve teknoloji değiştikçe, Kur’an ve sünnetin yeniden yorumlanması, hakkında âyet ve hadis olmayan konuların ise, bunlara daha geniş bir çerçeveden bakarak hükme bağlanması gerekir)deniyor. Yani dinde reform mu yapılmak isteniyor?
CEVAP
Evet, reforma kılıf geçiriliyor. Âdet ve teknolojinin değişmesiyle, namaz, oruç, zekât ve diğer ibadetler niye değişikliğe uğrayacak ki? Peygamber efendimiz âhir zaman peygamberidir, ondan sonra peygamber gelmeyeceğine göre, dinde değişiklik yapmak, dini yıkmak olur.
Anlaşılan bu düşüncedeki reformcular, robot insan yapacak, namazı ona kıldıracak, kendileri namaz kılmayacaktır. Yahut robot imam koyacaklar, insanlar ona uyacaktır. Yahut da, hoparlörlerle büyük camideki imama uyulacaktır. Nasıl olursa olsun, Peygamber efendimizden farklı ibadet etmek bid’attır, haramdır, reform olur. Bunlar, hâşâ (Allah iki bin sene sonra hangi aletlerin keşfedileceğini bilmiyor, eğer bilseydi, her devrin gereklerini yerine getirebilecek kurallar koyar, dini eksik göndermezdi) demek istiyorlar, fakat bunu açıkça söyleyemeyip, (Teknoloji değişti, âyet ve hadisleri farklı yorumlamak gerekir) diyorlar. Dini koyan Allah’tır, değiştirme yetkisi ondadır. Başkaları asla değiştiremez.
Bugün din bilgilerinde açıklanmamış bir şey kalmadı. Kemale gelmiş olan bu dine, ilave edilecek bir şey yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bunları açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yaparlar, fakat ictihadla yeni hükümler çıkarmazlar, çünkü buna lüzum kalmamıştır. Helal, haram ve her delil açıklanmıştır.(F. Bilgiler)
.
Hak ile bâtıl mukayese olmaz
|
Çağdaş yazar, bir gayrı müslimin, (Fikrini tazelemeyen beyin ölür) sözünü bir nass [âyet ve hadis] gibi eline alıp, dinde reform isteyerek özetle diyor ki:
(Hiçbir din, vahy olduğu şartlarda kalmamıştır. Mesela Musevilik, değişip düzelerek günümüze gelmiştir. Hristiyanlık ise, Bizans ve Roma uygarlığının süzgecinden geçerek Martin Luther’in reformu ile bugünkü çizgiyi kazanmıştır. Her din, çağdan etkilenir, çağdaş çizgi kazanır. Günün müslümanı teknolojiyi itirazsız kullanır. Mesela bilgisayarla yazı yazar. Fakat sıra Din’e geldi mi, İslam akıl dini demesine rağmen, bir santim kımıldamaz. İslam âleminin geri kalışının sebebi budur. İmam-ı a’zam, en büyük bilgindir. Fakat bilgisi, bin yıl önceki çağın sınırı içindedir. Bu bakımdan Ebu Hanife’nin fikirleri Kur’anın ışığı altında sorgulanmalı, Efgani ve Abduh’un taze fikirlerle İslam’ı donatma hareketi yürütülerek, çağdaş müslüman olmalıdır.)
CEVAP
Birkaç yanlışa cevap verelim:
1- (Her din değişmiştir) sözü, Musevilik ve Hristiyanlık için doğru ise de, Müslümanlık için yanlış ve iftiradır. Kur’an-ı kerimin hangi âyeti değişti? Bozulma ihtimali var mı? (Kur’anı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz) âyetine inanmıyor mu?
2- Din, Allah’ın bildirdiği şekilde mi doğrudur, yoksa insanların süzgecinden geçtikten sonra mı doğru olur? Yani insanlar, hâşâ Allah’ın yanlışını mı düzeltiyor?
3- Luther’in reformu, bozulan Hristiyanlığı düzeltmek içindi. Müslümanlığın neresi bozuldu da düzeltmeye ihtiyaç hissedilsin?
4- Yazar, din denilince, bâtıl, hak demeden hepsini aynı kefeye koyup, mukayese ediyor. Hak ile bâtıl mukayese olmaz.
5- Bâtıl dinler çağdan etkilenebilir. Fakat Müslümanlık çağdan nasıl etkilenir? Nasıl etkilenmesi gerekir? Çağa uyabilmek için namazı, haccı mı kaldırmak gerekiyor?
6- Müslüman, zamana uyar, teknolojinin en iyisini kullanır. Bu zaten dinimizin emridir. Dinimiz, fen bilgilerinde, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmeyi emretmiştir. Fakat, namaz, oruç gibi ibadetlerde, değil bir santim, bir milim bile değiştirmek, onu bize bildiren Allah ve Resulünün koyduğu hükmü beğenmemek olur. Bu hükmü beğenmeyen ve değişmesi gerektiğine inanan kâfir olur.
7- Çağdaş yazar, (İslam akıl dini ise, akla uyalım) diyor. İslam, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Yazarın aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur.
Ahiret bilgileri ve Allah’a ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilseydi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allah, hâşâ Peygamberleri boş yere göndermiş olurdu. Bunlar bilinemeyeceği için, Allah, her asırda, Peygamber göndermiş ve son olarak da bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.
8- Ecnebiler gibi, yazar da, müslümanların geri kalışını ibadette değişiklik yapılmayışına bağlıyor. Sanki ibadette değişiklik yapılsa, İslam ülkeleri hemen kalkınıverecek.
9- Yazar, (Tam müslüman olmak için şu kişinin Çağdaş İlmihal’ini okumalı) diyor. O kişi ise, (İmam-ı a’zamın bin yıl önceki fetvaları bizi bağlamaz) diyor. Aynı mantık.
10- Zamana göre ibadetler değişmez. İbadetlerde değişiklik, dini beğenmemek olur. Hadis-i şerifte, (İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruldu. Mecelle’de, (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler ise değişmez) deniyor.
Yazar, içkiye, Kur’anın ışığı altında fetva veriyor, (İçki içince, dilin dolaşıyor, şaşırıyor ve arkadaşınla dövüşüyorsan, içki sana yasaktır) diyor. Acaba kendisi nasıl içiyor? Dili dolaşmadan ve dövüşmeden mi? Sarhoş etmese de, zarar vermese de içkinin damlası haramdır. Peygamber efendimiz, (Çoğu sarhoş eden içkinin, azını da içmek haramdır) buyuruyor. Hatta içki sofrasına oturmayı yasaklıyor,(Allah’a inanan içki içilen sofraya oturmasın) buyuruyor. (Nesai, Taberani)
Görüldüğü gibi yazar, taze fikirle çağa uyarak, dinimizin haram ettiği şeyleri helal etmeye çalışıyor.
|
.
Din, ihtiyaca göre hiç değiştirilir mi?
|
Sual: Reformcu bir yazarın, (Akıl ile nakil çatışırsa, akla uymalıdır) hadisine göre, dinin, ihtiyaca göre değiştirileceğini söylemesi yanlış değil midir?
CEVAP
İslam bilgileri fen ve din bilgileri olmak üzere ikiye ayrılır. Din bilgileri, yalnız nakil ile anlaşılır. Bunların kaynağı, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şeriflerdir. His organları ile anlaşılan şeylerin bir sınırı vardır. Bu sınırların dışında olan bilgiler his organlarımız ile anlaşılamaz veya yanlış anlaşılır. Bundan başka, insanların hissetme kuvvetleri çok yerde hayvanlardan daha zayıftır. His organlarımız ile anlayamadığımız şeyleri, akıl ile bulur, anlarız. Bunun gibi aklın da bir anlayış sınırı vardır. Bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl bulamaz ve anlayamaz. Akıl, erişemediği şeyleri anlamaya kalkışırsa yanılır, aldanır. Böyle bilgilerde akla güvenilemez. Mesela, Allahü teâlânın sıfatları, Cennet ve Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin çoğu böyledir. Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akıl ile nakil çatışırsa, nakle uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır.
Kur’an-ı kerimdeki bilgiler
Kur’an-ı kerimde dört şey bildirilmektedir: İman, ahkam, kıssalar ve haberler.
İmanda, inanılması lazım olan bilgilerde hiç değişiklik olamaz. Her Peygamberin, her ümmetin inanışı hep birdir. Her Peygamber müslüman idi. İnsanlar tarafından bozulmadan önce, inanışları arasında hiç ayrılık yoktu.
İkincisi olan ahkam, Allahü teâlânın emirleri ve yasaklarıdır. Yapılması ve sakınılması emredilen ahkâmda değişiklik olabilir. Fakat, bu değişikliği yalnız Allahü teâlâ yapmış ve peygamberleri ile değiştirmiştir.
Kıssalar, geçmiş insanların, ümmetlerin hallerini, yaşayışlarını anlatmak demektir.
Haberler, geçmişte olmuş ve gelecekte olacak şeyler demektir. Mesela, canlıların su ile yaşadığı, kıyamet alametleri, Cennette akarsuların bulunduğu haber verilmiştir.
Kıssalar ve haberlerde değişiklik olmaz. Din bilgileri arasında birbirleri ile çatışır gibi olanları görülürse, bunlar yine akla uydurulmaz. Birbirlerine uydurulmaya çalışılır. Bunlar arasında, birkaç türlü anlaşılabilen bilgiyi, açıkça bildirilmiş olan başka bilgi ile çatışmayacak şekilde anlamalıdır. Burada akla düşen vazife, böyle bilgileri, açıkça anlaşılabilene uygun anlamaktır.
İslam ilimlerinin ikincisi olan fen bilgilerine gelince:
Bunlar, his organları ile ve bunlara yardımcı âletlerle gözetleyerek, inceleyerek, hesap ederek ve deneyerek anlaşılan bilgilerdir. Bunların hepsi akıl ile, zeka ile yapılır. Hepsinde aklın bulduğuna güvenilir. Nakil ile fen bilgisinde çatışma olduğu zaman, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak açıklanır. Bahsedilen hadis-i şerifin açıklaması böyledir. (Faideli Bilgiler)
.
Hicri takvimle ilgimiz yokmuş!
|
Sual: Bir yazar diyor ki:
1- Hicri takvimin İslam ile bir ilgisi yoktur.
2- İslam’ın dili Arapça olmadığı için her millet ezanı kendi dili ile okur ve namazı da öyle kılar. Çünkü Selman-ı Farisi, Fatihayı Farsçaya çevirmiştir.
3- Evlenip çoğalmayı teşvik İslam’da yoktur.
Bunlar doğru mu?
CEVAP
Üçü de yanlıştır.
1- Bilindiği gibi hicri kameri bir takvim vardır. Müslümanlar, ibadetlerini bu takvime, yani kameri aylara göre yaptıkları gibi, oruçlarını da bu takvime göre tutar. Her yıl, on gün önce gelerek Ramazan, her sene değişmekte, yaza, kışa, bahara da gelmektedir. Kefaret orucu tutanlar da bu takvime göre tutar. Mübarek gün ve geceler, bayramlar hep bu takvime göredir. Yazarın, kameri takvimle Müslümanlığın ilgisi yok demesi, kendi bilgisizliğini göstermektedir.
2- İslam’ın dili arabidir. Ezanı başka bir dil ile okumak, namazı başka bir dil ile kılmak caiz değildir. Orucu, Ramazan ayında tutmak Allah’ın emri olduğu gibi, namazda kıraati arabi okumak da Allah’ın emridir.
Selman-i Farisi hazretleri, Fatihanın tercümesini değil, tefsirini yaptı. Kur'an-ı kerimi tercüme etmek başka, yapılan tercümeyi Kur'an yerine koymak başkadır.
Kur'an-ı kerimin tercümesini, Kur'an hükmünde tutmak ve namazda okumak asla caiz değildir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen,(Benim kitabım Arabidir), (Bu Kur'anı Arabi lisanı ile indirdim)buyuruyor. Allahü teâlânın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve manaların toplamı Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim Arabiye bile çevrilse, yine Kur'an olmaz. Kur'an-ı kerimin açıklaması olur. Manası bozulmadan da, bir harfi bile değişince, Kur'an-ı kerim olmaz. Hatta hiçbir harfi değişmeden okunmasında ufak değişiklik yapılırsa Kur'an-ı kerim denmez. Fetava-i fıkhiyyede buyuruluyor ki:
(Kur'an-ı kerimi Arabiden başka harf ile yazmak ve başka dile tercüme edip, Kur'an-ı kerim yerine bunu okumak sözbirliği ile haramdır. Kur'an-ı kerimin tercümesi namazda okunamaz.)
Namaz haricinde, her milletin kendi diliyle dua etmesi caizdir. Vaaz ve nasihati kendi lisanıyle yapması gerekir. Din için yapılacak diğer bütün hizmetler de böyledir.
3- (Sizin çokluğunuzla, diğer ümmetlere karşı iftihar ederim) ve(Velud [doğurgan] kadınla evlenin) hadis-i şerifi, evlenmeyi teşvik etmektedir. Ancak günümüzde gerekli İslami terbiye verilemediğinden gençler, namaz kılmamakta, dinden uzaklaşmakta, hatta bir kısmı anarşist olmaktadır. Peygamber efendimiz elbette, böyle gençlikle övünmez. (İki yüz yılından sonra en iyiniz, hanımı ve çocuğu olmayandır) hadis-i şerifi ortam müsait olmayınca, evlenmemenin daha iyi olduğunu göstermektedir.
Tekasür suresinin başında mealen, (Çoklukla övünmek sizi o kadar oyaladı ki, kabirleri de ziyaret ederek, ölülerinizin çokluğunu da hesaba kattınız) buyuruluyor. Dinimizde övünmek uygun değildir. İbadetle bile övünmek iyi değildir. Çok ibadet iyidir, fakat çok ibadet yaptığı için övünmek iyi değildir. Müslümanların çoğalması çok iyidir. Fakat çoğunlukla övünmek iyi değildir. Sebe suresinin 35. âyet-i kerimesinde de mealen, (Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz) diyerek büyüklenenler kötülenmektedir. Çoklukla büyüklenmek, övünmek başka, çoğunluk olmayı istemek başkadır. Bu ikisi birbirine karıştırılarak müslümanların çoğalmasına engel olunmak istenmektedir.
.
Peki bu dini yıkmak değil mi?
|
Sual: Bazıları, (İslam artık toplumun gereklerine göre değişmeli. Mesela kadınlar daha özgür olmalı, istedikleri gibi giyinip, istedikleri gibi çıkıp gezebilmeli) diyor. Bunlara nasıl cevap vermeli?
CEVAP
Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl giyineceğini insanlar tespit edemez ki. Allah’a inanan kimse, O ne demişse Ona inanması gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. Ben hepsine inanıyorum, tamamını beğeniyorum ama hepsini uygulayamıyorum demeli. Yoksa, günaha alışıp da bu günah mubah olmalıydı demek Allah’a inanmamak olur.
O kimseler Allah’a inanmıyorlar, inansalar böyle demezler. Allah her şeyi bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor muydu? İslam’da reform demek ben Allah’a inanmıyorum demektir, yahut Allah’ı basit bir varlık gibi görüp bu işi iyi yapmamış demektir.
Toplumun gereklerine göre dini değiştirmek dini yıkmaktır. Birinin çıkıp (ben İslam dinini yıkacağım) dediğini gördünüz mü hiç. Görmediniz, demez çünkü. Niye desin ki, o zaman onu herkes tanıyacak, gerçek suratını herkes görecek. Dini yıkma fırsatını ya bulacak ya bulamayacak. Ama çıkıp tesettür yok diyor, âdetli iken namaz kılınır diyor, faiz helal diyor, Allah resulünü kabul etmeyip (Yalnız Kur’an) diyor. Ve daha neler neler. Bunları söyleme fırsatı bulduğu gibi, bazı ahmaklardan taraftar da bulabiliyor. Peki bu dini yıkmak değil mi?
Dini bozmaya çalışmak
Dini inançları bozmak için dört koldan saldırıya geçilmiştir. Her gün yeni bir şey çıkarılarak itikadımız, amelimiz zedeleniyor. “Hayzlı iken Kur’an okunur, oruç tutulur” gibi, dört delile (Kitaba, sünnete, icmaya ve kıyasa) aykırı fikirler üretilirken, şimdi de, mevsimi yaklaştığı için hac ibadeti bozulmaya çalışılıyor. Türk milleti fakir olduğu için hacca gitmemesi gerekirmiş. Çünkü dinimiz israfı yasaklıyormuş. Acaba bu sözlerinde samimiyet eseri var mıdır? Samimi isen, niye Bodrum’a, Avrupa’ya, Amerika’ya eğlenmeye gidiyorsun? Niye yoksulları gözetmeyip de, festivaller peşinde koşuyor, yılbaşı eğlenceleri tertip ediyor, devrilen çamlar altında, şarap fıçılarını boşaltıyor ve sabaha kadar kumar oynuyorsun?
Haccı engellemekle yoksulluk önlenemez. Peygamber efendimiz, yoksulluğu önlemenin yolunu bildirmiş, (Zenginlerin zekatı, fakirlere kâfi gelmeseydi, Allahü teâlâ fakirlerin rızkını başka yollardan verirdi. Aç kalan fakir varsa, zenginlerin zulmü yüzündendir)buyurmuştur. Demek ki zenginler zekatını yerli yerince verse, haccı engellemeye lüzum kalmayacak ve aç kalan fakir de bulunmayacaktır.
Emekli vaiz adı altında bir başkası da, (Diyanet fikir üretemiyor) diyerek, dinimizi bozmaya çalışıyor. (İslam dünyası aklını kullanmalı, yüzyıllardan beri, paslanan, çürüyen ve işlevini yitiren o akıldışı kilitleri söküp atmalı) diyor. Paslanan, çürüyen ne diye merak ettik. Baktık ki, bunlar, dinimizin, hac, kurban, tesettür gibi emirleri imiş. (Hacca gidecekler, kurban kesecekler, evsizlere, yoksullara yardım etmeli) diyor. Dini kuralları koyan Allah’tır. Allah toplumda yoksulların olacağını bilmiyor muydu? (Bir toplumda yoksul varken, hacca gidilmez, kurban kesilmez) diyemez miydi? Demediğine göre, kurban derilerine sahip çıkma hevesi gibi, kurbanın kendisine de, hac paralarına da sahip çıkmak mı istiyor?
Bu iş olmayınca da, (Hani islamiyet akıl diniydi? Niye aklını kullanmıyorsun? Akıl yolunu seçerek kurban ve hac paralarını niye yoksullara vermiyorsun) diyor. Felsefecileri ve sapık fırkalardan mutezileyi övüyor. (Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi düşünürler, İslamlığı hep aklın ve yaşanan dünyanın, insansal gereklerin aynasına tutarak değerlendirdiler. O dönemlerin ürünü olan Mutezile, inançta yazgıcılığı (kaderciliği) reddederek, İslam’ın akılsal yol ve yöntemlerle kurumlaşmasına çalıştı) diyerek kaderi de inkâr ediyor. Kader, Allahü teâlânın insanların başlarına gelecek işleri bilmesi ve bu bilgisinin bir kitaba [levh-i mahfuza) yazılması demektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6]
(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.)[Kamer 52, 53]
Bu ve benzeri birçok âyet vardır. Ama inanan kim? Adam, hep Kur’an Kur’an der ama ya Kur’ana inanmaz veya onu istediği gibi yorumlar.
(İmam-ı Gazali'nin kilitlediği akıl kapısını açmak gerekir) diyerek de, nakli esas alan âlimlere dil uzatıyor. Emekli vaizin aklı var da, imam-ı Gazali veya öteki âlimlerin aklı yok mu idi? Adam, (Benim düşüncemde olan akıllı, benim gibi düşünmeyen akılsızdır) demek istiyor.
(Örtünme Kur’anda bir dönemin, bir olayın zorunluluğu olarak vardır. Ama günümüzde o zorunluluklar birtakım yasal ve yaşamsal önlemlerle, gereklerle başkalaşmıştır. O halde herkes Avrupalı gibi giyinmelidir) diyerek tesettüre de dil uzatıyor.
.
Birleştirici olmalı
|
Genelde hiç kimse, bilmediği konularda, uzmanlık alanın dışında konuşmaz. Eğer konu din ise, bilen bilmeyen herkes, fikir yürütür, “Bence böyle olmalı” der. Dini eleştirenlere bakın, dinden hiç haberi yoktur. Kulaktan duyma bilgilerle dine saldırırlar.
Din cahili bazı yazarlar fırsat buldukça dine saldırıyorlar. Bölücülük yapıyorlar. Müslümana gerici diyorlar. Gerici demek bölücülüktür. Nedir bu gericilik? Saldırının şiddetini çoğaltmak için, köktendinci, fundemantalist gibi yaftalarla halkımızı bölmeye çalışıyorlar. Din cahili bu yazarlardan biri, (Köktendinciler, Kur’anı anlamak istemezler, Kur’andaki bir âyeti hatmetmeye [ezberlemeye] çalışırlar) diyor. Cahil yazar, hatmetmeyi ezberlemek sanıyor.
Acaba köktendinci, doğuştan müslüman mı demektir? Niye böyle hiç kimsenin tam anlamadığı kelimelerle bölücülük yapıyorlar? (Gericiler Kur’anı anlamak istemezler. Kur’anın anlaşılmasının önüne konan ketler yüzyıllardır devam ediyor) diyor. İstemeyen gericiler kimmiş? Niye istemiyorlarmış? Kur’an anlaşılırsa onların ne zararı olurmuş? Şimdi piyasada belki de yüzü aşkın Kur’an tercümesi var. Bu tercümelerle Kur’an anlaşıldı ise, müslümanların bildirdiğinden farklı ne var imiş? Âlimler neyi gizlemiş? Böyle bir şey olmadığına göre, ne diye halkımızın huzuru bozulmaya çalışılıyor?
Kur’an tercümelerinden dinin hükümlerinin hepsi anlaşılır mı? Dini bilmeyenler veya din düşmanları, (Kur’anı herkes anlar, hadislere ve âlimlerin açıklamalarına ihtiyaç yoktur) diyorlar. Bilindiği gibi, Anayasa’yı insanlar yazmıştır. Anayasayı okuyan bir kimse, orada aradığı her hükmü, her kanunu bulabilir mi? Sonra insanların yazdığı bu Anayasayı bile okuyanlar, farklı yorumlar getiriyorlar. Meclis Anayasaya uygun sanarak bir kanun yapıyor, Anayasa mahkemesi bu kanunu Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozuyor. Bir uygulama için bakanın biri, bu anayasaya uygundur derken, öteki bakan anayasaya aykırıdır diyebiliyor. Demek ki, insanların yaptığı bir Anayasa bile herkes tarafından aynı anlaşılmadığına göre Kur’an, o kadar basit bir kitap mı da herkes hemen anlasın?
Hırsızlık, adam öldürmek, gasp, zina ve diğer suçların cezaları Anayasada açıkça bildirilmez. Bunlar Kanunlarla anlaşılır. Hatta kanunları da herkes kolayca anlayamaz. Kanunların iyi anlaşılması için, tüzükler, yönetmelikler çıkarılır.
Bir kimsenin, Kur’andan dinimizin hükümlerinin hepsini öğrenmesi mümkün değildir. En başta namaz nasıl kılınır? Kaç rekat kılınır? Namazda neler okunur? Yanılmalar için neler yapılır? Namazı bozan şeyler nelerdir? Namazın farzları, vacibleri, mekruhları, sünnetleri nelerdir? Abdesti bozan şeyler nelerdir? Orucun farzları nelerdir? Niyetsiz oruç tutulur mu, tutulmaz mı? Niyet ne zamana kadar geçerlidir? Orucu bozan şeyler nelerdir? Zekâtın farzları nelerdir? Zenginliğin ölçüsü nedir? Ne kadar malı, parası olanın zekât vermesi gerekir? Hac ve diğer ibadetlerde de durum aynıdır. Bütün bunları açık olarak Kur’an-ı kerimde bulamayız. Yalnız Kur’an diyenlerin art niyetleri böylece meydana çıkıyor. İbadetlerdeki, farzları, vacibleri, sünnetleri, mekruhları ancak Peygamber efendimizin sözlerinden öğreniriz. Kur’an-ı kerimde defalarca, (Allah’a ve Resülüne uyun)buyuruluyor. Kur’anın bir kısmına inanıp da bir kısmına inanmayanlara sözümüz yoktur.
.
Dinin ruhuna aykırı imiş
|
Sual: Yazarın biri; (Her ne kadar hadislerde hayzlı ve nifaslı kadınlar namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’ana dokunamaz deniyorsa da, namaz kılmasında, oruç tutmasında ve Kur’ana dokunmasında sakınca yoktur. Bu hadisler dinin ruhuna aykırıdır. Bir de kütüb-i sitte denilen altı hadis kitabında, kasten orucu bozanlara, ceza olarak 61 gün oruç tutmaları gerektiği bildiriliyorsa da, bu da Kur’anın ruhuna, dinin temel prensiplerine aykırıdır. Çünkü ceza işlenen suça uygun olmalıdır. Bir gün oruç yiyene, 61 gün oruç tutturmak zulüm olur) diyor.
Bahsettiği hususlarda açıklama yapar mısınız?
CEVAP
Dinimizde delil dörttür: Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha. Bir hüküm için bu delillere bakılır. Hem kütüb-i sittedeki hadislerde var diyor, hem de, bu hadisler dinin ruhuna aykırıdır diyor. Önce hadis dinde delil midir değil midir, bunu kasten bildirmiyor. Sonra bu hadisler uydurma mıdır, yoksa sahih midir? Bunları da kasten söylemiyor. Uydurma demesine imkan yok. Çünkü kütüb-i sitte denilen en kıymetli altı hadis kitabındaki hadisler, bütün âlimlerce sahihtir. Mezhepsiz olmayan bir kimse, bu kitaplardaki hadis-i şeriflere uydurma diyemez. Yazar açıkça, Peygamber Kur’anın ruhuna aykırı konuşmuş demek istiyor. Zaten mezhepsizler, anlayamadığı hadis-i şeriflere, (Uydurmaveya Kur’anın ruhuna aykırı) damgasını basarlar.
Yazar oruç tutmamakla, kasten orucu bozmayı birbirine karıştırıyor. Kefaret oruç tutmamanın cezası değildir. Orucu kasten bozmanın cezasıdır. Bir adamı yanlışlıkla öldürmekle, kasten öldürmenin cezası aynı olur mu? Hatta öldürmek niyetiyle kurşun sıksa, öldüremese bile, öldürmüş gibi ceza verilir. Ama kazaen öldürenin cezası hafiftir. Orucu kazaen bozmak ile, hiç niyet etmeden oruç tutmamak ve kasten niyetli orucu bozmak arasında çok fark vardır.
Sanki yazar, Kur’anın ruhunu, dinin temel prensiplerini biliyormuş gibi konuşuyor. Kur’an-ı kerimde, imanla ölenlerin yarın ahirette sonsuz olarak Cennette, imansız ölenlerin ise Cehennemde sonsuz olarak kalacağı bildirilmektedir. Bir kimse, 50 veya 100 yıl yaşıyor, yüz yıllık iyi işlerine karşı sonsuz olarak Cennette kalıyor. Bir kimse de 100 yıl günahına ve küfrüne karşılık bin yıl, milyar yıl, trilyon yıl değil, sonsuz olarak Cehennemde kalıyor. Bu dinin ruhuna aykırı olmadığına göre, orucu kasten bozmanın cezasının da 60 gün olması, dinin ruhuna aykırı olmaz. Bir gün orucu kasten bozmanın cezası 61 değil, 60 gündür. Bir gün de bozarak tutmadığı orucun kazasıdır.
Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın hanımları da, yıllarca hayz ve nifas hâli olmuştur, onlar namaz kılmamış, oruç tutmamıştır. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram, Kur’anın ruhuna aykırı mı hareket ediyorlardı? Hazret-i Âişe’nin naklettiği hadis-i şerifte, hayzlı iken tutulamayan orucu kaza etmek gerektiği, kılınmayan namazları kaza etmek gerekmediği bildirilmiştir. (Buhari)
Hadis-i şerifte, (Hayzlı Kur'andan bir şey okuyamaz) buyuruldu. (Tirmizi)
14 asırdır gelen yüzlerce müctehidler ve âlimler, bu meseleleri bilememiş de, birkaç mezhepsiz bunların dinin ruhuna aykırı olduğunu nasıl söyleyebilir ki?
Bu ve benzeri çıkışlar, dini bozarak, yozlaştırarak yıkmak için yapılan sinsi bir oyundur. 14 asırdan beri din kitapları ne yazıyorsa onlara uymalı, türedilere itibar edilmemelidir.
.
Dinde anarşi çıkarmamalı
|
Dinimizi yıkmak isteyen yabancıların bir kısmı, “Yalnız Kur’an”, “Kur’andaki din” gibi ifadelerle Peygamber efendimize tâbi olmayı reddederek, dinimizi bozmaya çalışıyorlar. Bir kısmı da sadece “Kur’an ve Sünnet” diyerek, dinimizin dört kaynağından ikisi olan İcma ve Kıyas-ı fukaha’yı kaldırmaya çalışıyorlar.
Halbuki Kur’an-ı kerimde çok yerde; Allahü teâlâ hem kendine, hem de Peygamberine uymayı emrediyor. Din düşmanlarının iddia ettikleri gibi Allahü teâlâ, “Yalnız bana uyun, yalnız bana itaat edin” demiyor,(Allah’a ve Resulüne itaat edin) buyuruyor. (A. İmran 32, 132, Nisa 13, 59, 69, Enfal 1, 20, 24, 46, Tevbe 71, Nur 52, 54, Ahzab 31, 33, 71, Muhammed 33, Feth 17, Hucurat 14, Tegabün 12)
Allahü teâlâ, (Allah’a ve Resulüne itaat edin) buyurduğu gibi,(Allah’a ve Resulüne isyan etmeyin) de buyuruyor. (Nisa 14, Enfal 13, Tevbe 26, 63, Ahzab 36, Haşr 4, Talak 8, Cin 23)
Cenab-ı Hakkın tekrar tekrar, (Bana ve Resulüme uyun, bana ve Resulüme karşı gelmeyin) buyurması, işin öneminden dolayıdır. Resule uyan, Allah’a uymuş olur. Kur’an-ı kerimde, (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur) buyuruluyor. (Nisa 80)
Resulünün emri, kendi emrinden ayrı değildir. Onun için Kur’an-ı kerimde, (Peygamber neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının) buyuruldu. (Haşr 7)
Doğru yol üzerinde olmak için, Resulullaha tâbi olmak şarttır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Resulüme tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]
Allahü teâlâ, sadece bizim Peygamberimize değil, diğer kavimlerin Peygamberlerine de ümmetinin itaat etmesini emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah’ın izniyle, her peygamberi, ancak itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64]
Diğer Peygamberler de, (Allah’tan korkun, bana uyun) buyurmuştur. (Şuara 126, 144)
Bu kadar vesika karşısında, gerçekten Allah’a inanan, Onu sevenin Resulünün bildirdiklerine de uyması şarttır. Nitekim (Ey Peygamberim, de ki eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun)buyuruldu. (Al-i İmran 31)
Allahü teâlâ, emre uymakta kendi ismi ile Resulünün ismini birlikte bildirdiği gibi, iman hususunda da beraber bildirmiştir. (Yalnız bana iman edin) demiyor. (Allah’a ve Resulüne iman edin) buyuruyor. (Araf 158)
İhtilafları halletmek için de Allah’ın ve Resulünün emrine uymak gerekir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü Allah’tan [Kur’an-ı kerimden] ve Resulünden [hadis-i şeriflerden] anlayınız!) [Nisa 59]
Buradaki (Anlayınız) emri, âlimler içindir. Çünkü, âlimlere sorulmasını da Kur’an-ı kerim bildiriyor. (Nahl 43)
Sünnete uymanın önemi
Yukarıda; sünnete uymanın farz olduğunu, âyet-i kerimelerle bildirmiştik. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Yakında “Kur’andan başka uyulacak bir şey tanımam” diyenler çıkar.) [Ebu Davud]
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Şöyle ki, bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Hadisi bırak, Kur’andan söyle” derler.) [Ebu Ya’la]
(Bu Kur’an, hoşlanmayana zor gelir. Onu sevene ise gayet kolay gelir. Hadisimden hoşlanmayan için de hadislerim zor gelir. Sünnetime uyana ise çok kolay gelir. Hadisimi dinleyip ona uyan, mahşerde Kur‘anla haşrolur. Hadisime önem vermeyen ise Kur’anı hor görmüş olur. Kur‘anı hor gören ise, dünya ve ahirette hüsrana uğrar.) [Hatib]
(Bir zaman gelir, sünnetimi öldüren kimseler çıkacak. Allah bunlara lanet etsin!) [Deylemi]
(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]
(Bana uyan Cennete girer, uymayan, isyan eden Cennete giremez.) [Buhari]
(İhtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine uyun!) [Tirmizi]
Kur’an-ı kerimde de, (İndirdiğimi [Kur’an-ı kerimi] insanlara beyan edesin!) buyuruluyor. (Nahl 44)
Beyan etmek; âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sana vahyolunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alelalemin)
Peygamber efendimize uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymanın gereği anlaşılır. Sünnet yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekat hesabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır.
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin) dedi. Hazret-i Ömer’e, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’an-ı kerimde bulamadık, dediklerinde, (Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Kur’an-ı kerimde bulamadığımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde 4 rekat farzları 2 rekat kılardı. Biz de, öyle yaparız) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
Sünneti kabul etmemek, Kur’an-ı kerimi inkâr etmek olur. Sünnete uymak, Kur’an-ı kerime uymaktan ayrı değildir. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın emirlerinden başka bir şey bildirmemiştir.
Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Kur’an-ı kerimdeki hükümleri doğru olarak Resulullah efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır.
Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Peygamber efendimiz de, Kur’ana tâbi olmak isteyenin, bir âlime tâbi olmasını emrediyor. Âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve bildikleri ile amel eden zattır. Hakiki âlimlerin sözleri senettir. Bunlar Peygamberlerin vârisleridir. Bunlara uyan kurtulur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bu misalleri ancak âlim olan kimseler anlar.) [Ankebut 43]
(Eğer bilmiyorsanız âlimlerden sual ediniz!) [Nahl 43]
(Allah’tan en çok korkan, ancak âlimlerdir.) [Fatır 28]
(Eğer bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere]sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83]
Peygamber efendimiz, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi]
(Âlimler; kurtuluş yolunu gösteren, birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccar]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Dinde yara açmak
(Sünnete değil, Kur’andan anladığına uymalı) diyenler çıkıyor. Bunlar, dinde anarşi, kaos, kargaşa çıkarıp dinimizi içten yıkmaya çalışıyorlar. Herkes kendi anladığına uyarsa, ortaya binlerce görüş çıkar, Allah’ın dini unutulur. Dini parçalamak, fırka fırka ayrılmak bölücülüktür ve zararı büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.) [Tirmizi]
Peygamber efendimizin sözlerini Kur’an-ı kerimden ayrı göstermeye çalışıyorlar. Halbuki Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın vahyettiğini bildirmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ona [Muhammed aleyhisselama] tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]
Şu halde doğru olarak Allah’ın dinine uymak için, Resulüne uymak gerekir. Resulullahın sünneti, yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazın kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Şu halde Kur’andan kendi anladığımıza değil, Peygamber efendimizin Kur’an-ı kerimden anlayıp, bize bildirdiklerine uymamız şarttır. Kur’an-ı kerimi Peygamber efendimizden sonra en iyi anlayanlar, eshab-ı kiram ve diğer âlimlerdir. O halde, Allah’ın dinine uymak için, âlimlerin sözbirliği halinde bildirdikleri hükümlere uymak gerekir. Kur’an-ı kerimi, herkesin değil, ancak âlimlerin anlayacağı bildiriliyor:
(Bu misalleri, âlim olanlardan başkası anlayamaz.) [Ankebut 43]
Asırlardan beri âlimlerimizin bildirdikleri itikada, ibadete sarılmak şarttır. Yoksa herkes Kur’an-ı kerimde kendi anladığına uyarsa, dinde anarşi olur. Kur’an-ı kerim, Peygamber efendimize inmiştir. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize, Kur’an-ı kerimin açıklamasını sorarlardı. Allahü teâlâ, (Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Peygamber gönderdik) buyuruyor. (Bekara 151)
Demek ki, Peygamber efendimiz, Kitabın [Kur’an-ı kerimin] dışında, bir de hikmet getirmiştir. Allahü teâlâ hikmet ehlini de övmüştür:
(Allah; hikmeti kime dilerse, ona verir. Kime de hikmet verilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]
Hikmet, fen manasına geldiği gibi, fıkıh ilmi anlamına da gelir. İmam-ı Şafii hazretleri, (Bu âyetteki hikmetten maksat, Resulullahın sünnetidir. Önce Kur’an zikredilmiş, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyuruyor. Kur’an-ı kerim açıklamasız öğrenilseydi, Peygamber efendimize, (tebliğ et yeter) denilirdi, ayrıca (açıkla) denmezdi. Halbuki, açıklanması da emredilmiştir:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
(Biz bu Kitabı, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye sana indirdik.) [Nahl 64]
Bu âyet-i kerimeler, açıklamayı gerektiren âyetlerin bulunduğunu gösterdiği gibi, bunu açıklamaya Resulullah efendimizin yetkisi olduğunu da göstermektedir. Kur’an-ı kerimde her bilgi vardır. Ancak açık değildir. Peygamber efendimiz bunları vahiy ile öğrenmiş ve ümmetine bildirmiştir. Hazret-i Cebrail, Peygamber efendimize gelip, beş vakit namazın her şeyini bizzat tatbiki olarak öğretmiştir. Peygamber efendimiz de; (Namazı benim kıldığım gibi kılınız)buyurmuştur. (Buhari)
.
Türkçe Kur'an sözü yanlıştır
|
Sual: Bir yazar, (Türkçe Kur'an olur, Kur'anın tercümesi ile namaz kılınır) lafını ortaya attı. Halkın sosyete hocası dediği bu yazar, ne yapmak istiyor, maksadı ne?
CEVAP
Maksadını bilemeyiz ancak bu tür teşebbüsler dinimizi içten yıkmaktır. Bunun yapmak istediğini, diğer reformcular defalarca yapmaya teşebbüs etmiştir. Mesela, bir zamanlar bazı profesörler, dinimizde yapılacak yenilikleri bir rapor halinde hazırlamışlardı. Rapor, özetle şöyle idi:
(Din de, diğer sosyal teşekküller gibi, hayatın akıntısına uymalıdır! Din, eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de, muhtaç olduğu gelişmeyi göstermelidir! Camilerimiz kullanılır hâle getirilmeli, sıralar, elbise askıları konmalı, içeriye ayakkabı ile girilmelidir! İbadet lisanı Türkçe olmalı, âyetler ve hutbeler Türkçe okunmalıdır!)
Ezanı yabancı dil ile okumak, namazı yabancı dil ile kılmak caiz değildir. Orucu, Ramazan ayında tutmak Allah’ın emri olduğu gibi, namazda kıraati Arapça okumak da Allah’ın emridir. Kur'an-ı kerimin tercümesini, Kur'an hükmünde tutmanın ve namazda okumanın asla caiz olmadığını bütün İslam âlimleri bildirmektedir. Kur'an-ı kerim Arapça olarak indirilmiştir. (Yusuf 2)
Allahü teâlâ, (Benim kitabım Arapçadır) buyuruyor. O halde, Allahü teâlânın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve anlamların toplamı Kur'andır. Başka dile, hatta Arapçaya çevrilirse, yine Kur'an olmaz.
Büyük İslam âlimi İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyurdu ki:
(Kur'an-ı kerimi Arapçadan başka harf ile yazmak ve Kur'an-ı kerim yerine tercümesini okumak haramdır. Kur'an-ı kerimi tercüme etmek başka, yapılan tercümeyi Kur'an yerine koymak başkadır. Selman-ı Farisi, Fatiha'yı Farisi harflerle yazmadı. Tercümesini de yazmadı. Fatiha'nın Farisi tefsirini yazdı. Arapçadan başka harf ile yazmak ve böyle yazılmış olanı okumak haramdır. Kur'anı Arapça harflerle, okunduğu gibi yazmak bile haramdır.) [Fetava-i fıkhıyye s.37]
Ünlü fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, (Hutbeyi de Arapçadan başka dil ile okumak, tahrimen mekruhtur) buyurdu. Hindistan âlimlerindenMuhammed Viltori de, (Hutbelerin bir kısmını bile Arapçadan başka dil ile okumak bid'attir) buyurdu. [El-edille]
Eshab-ı kiram ve sonra gelen âlimler, bid'at işlememek için, Asya ve Afrika'da, hutbeleri hep Arapça okudu. Halbuki, dinleyenler Arapça bilmiyordu. Bunun için, Osmanlı âlimleri, 600 yıl, hutbelerin, kabul olmayacağını bildikleri için, Türkçe okunmasına izin vermediler.
(Namazda okunanı anlamak gerekir) demek, ibadetin ne olduğunu bilmemek demektir. Çünkü, namazı, insanın kendisi tertip etmemiştir. Namazın ve bütün ibadetlerin nasıl yapılacağını, yaparken neler okunacağını Allahü teâlâ Peygamberine bildirmiştir. Peygamber efendimiz de, bunları, öğrendiği gibi eshabına bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Allahü teâlâ, namazda (Kur'andan kolayınıza geleni okuyun) buyurmuştur. (Müzzemmil 20)
Âlimlerimiz, eshab-ı kiramdan görüp işiterek, namazın nasıl kılınacağını öğrenmişler ve (Namazda okunacak Kur'anın, Allah kelamı olması gerekir, vazife, ancak böylece yapılmış olur) buyurmuşlardır. (F. Fıkhıyye)
Diyanet işleri Başkanlığı Din işleri Yüksek Kurulu'nun 4.12.1997 gün ve 103 sayılı kararı da özetle şöyle:
(Kur'andan kolayınıza geleni okuyun) âyetinde olduğu gibi, Peygamber efendimiz de namaz kılmayı tarif ederken, (Kur'andan hafızandakilerden kolayına geleni oku) buyurmuştur. Bu itibarla namazda Kur'an-ı kerim okumak; kitap, sünnet ve icma ile sabit bir farzdır. Kur'an, sadece mana olarak değil, Resulullahın kalbine elfazı [sözleri] ile indirilmiştir. Bu elfazdan başka lafızlarla ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü, indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana, Kur'an değildir. Kur'an kavramında sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Bunun için tercümesine Kur'an denilemeyeceği ve Kur'an hükmünde olmadığı konusunda İslam âlimleri görüş birliği içindedir.
1926'da Göztepe Camii imamı Cemal Efendi'nin Cuma namazında Kur'an-ı kerimin tercümesini okuması üzerine, İstanbul müftülüğü, Diyanet işleri reisi Rıfat Börekçi'nin de imzası bulunan Müşavere heyeti kararında denmiştir ki:
“Namazda Kur'an okumak, icma ile farz ve Kur'anın herhangi bir tercümesini Kur'an yerine koymak asla caiz değildir. Bu husus İslam âlimlerinin icmaı ile sabittir. Bu bakımdan Cemal Efendi'nin vazifeden alınmasına zaruret hasıl olmuştur.”
|
.
Dinde kolaylıklar var
|
Sual: Dinde kolaylık var, zorluk yok dendiği halde, Peygamberimiz,(Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin)dediği halde, aşağıda bir çok zorluklar bildirilmiştir. Bu dinden soğutma ve bir çelişki değil mi?
CEVAP
Kolaylık var, zorluk yok demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan, kolaylıklardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları istediğiniz gibi değiştirin) demek değildir. O zaman ortada din kalmaz. Dinde ufak bir değişiklik yapmak dinsizlik olur.
Şimdi verilen örnekleri inceleyelim:
1- Meste mesh edilir diye tırnaklardaki ojeye mesh etmek kolaylıktır. İnce naylon çoraplara mesh de kolaylıktır. Ama bunların hiç biri caiz değildir.
2- Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Kolaylık olsun diye ağzın içi yıkamamak kolaylıktır. Ancak gusül sahih olmaz.
3- Abdest almayıp teyemmüm etmek kolaylıktır. Ancak su var iken veya su bulma imkanı var iken teyemmüm caiz olmaz.
4- Beş vakit namazın hepsini sabahleyin kılmak veya gündüz hiç kılmayıp gece yatarken kılmak daha kolaydır. Kolaylık olsun diye böyle yapmak dini değiştirmek olur. Namazların hepsini bir vakte indirmek kolaylık olur. Hatta haftada bir kılmak daha kolay olur. Yılda bayramdan bayrama kılmak en kolayıdır. Sabah namazına kalkmak zordur, gündüz kılmak daha kolay diyerek sabah namazına kalkmamak caiz değildir. Her gün namaz kılmak yerine, bir defa namaz kılıp bunu videoya alıp, onu seyretmek kolaylık olur. Bu kolaylıklar din değil, dinsizlik olur.
5- Oruçları hep kısa günde tutmak kolay olur. Ramazan orucu yazın uzun günlerine rastlayınca, kolaylık olsun diye, kışın tutmak daha kolaydır. Bir ay Ramazan orucu çok diye üç gün oruç tutmak da kolaydır. Bir gün oruç tutmak ise daha kolaydır. En kolayı da hiç oruç tutmamaktır. Ama bunlar dini yıkmak olur.
6- Hacca gitmek zordur. Kâbe Allah’ın evi olduğu gibi cami de Allah’ın evidir diyerek herhangi bir caminin etrafında dönmek daha kolaydır. Ama böyle yapmak dinsizlik olur.
7- Zekâtı kırkta bir değil de, yüzde bir veya binde bir vermek daha kolaydır. En kolayı da hiç vermemektir. Bunlar din değil, dinsizlik olur.
8- Her gün Kur’an okumak zor olur. Teybe alıp bunu dinlemek, mezarlığa götürüp teybi açarak ölülere teypten okunan Kur’anı dinletmek kolaylıktır. Ama bunların hiçbiri caiz değildir.
9- Yabancı şehirlere gidince kıbleyi bulmak zordur. Herhangi bir istikamete doğru kılmak kolaydır. Araştırma yapmadan rastgele durmak kolaylık ise de dine aykırıdır.
10- Her camide cemaatle namaz kılmak zordur. Herkes evine bir kablo çekerek evinden imama uyması kolaylıktır. Hatta Türkiye’de bir yerde namaz kılınıp radyo ile her evden dinlemek imama uymak daha kolaydır. Ama bu kolaylıklar dini kökten yıkmak olur.
Şu halde ölçü, keyfimize göre kolaylık değil, dinin emrine uyarak, dinin izin verdiği ölçüde kolaylıklardan faydalanmaktır.
Dini zorlaştırmak mı?
Sual: (İbadeti şartlarına uygun yapmalı) diyerek birçok konuda dinimiz zorlaştırılıyor. Her konuda biraz esnek olmak gerekmez mi?
CEVAP
(İbadeti şartlarına uygun yapmalı) demek, dini zorlaştırmak demek değildir. Dinimizin bildirdiklerine uymalı demektir. Birkaç örnek verelim:
1- Namaz kılmak için gusül ve abdest şarttır. Gusülsüz veya abdestsiz namaz sahih olmaz. Abdestin de şartları var. Mesela abdestte başa mesh edilmezse, o abdest sahih olmaz. Böyle bir abdestle kılınan namaz da sahih olmaz. (Elimi başıma sürmesem ne olur, biraz esnek olmalı) denmez. Hanefî olanlar için, gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Ağzın içini yıkamadan alınan gusül sahih olmaz. Gusül sahih olmayınca o gusülle kılınan namaz da sahih olmaz. Ağzında dolgu dişi olan Hanefî'nin guslü sahih olmaz, Mâlikî veya Şâfiî mezhebini taklit etmesi gerekir. Çünkü bu iki hak mezhepte ağzın içini yıkamak farz değildir.
2- Zekât zengine, gayrimüslime, evlada, dedeye, toruna verilmez. (Biraz esnek olmalı, fakir dedeme veya muhtaç bir gayrimüslime versem ne olur) denmez. İbadetin şartına uyulmazsa o ibadet sahih olmaz. Zekât ya bizzat fakirin eline verilir veya vekil ettiği kimse verir. Banka havalesiyle, SMS ile gönderilmez. Bir de zekât, ya ticaret edilen maldan veya değeri altın olarak verilir. Mesela konfeksiyoncu elbise verir, gıda maddesi veremez. Bakkal da, gıda maddesi verir, elbise veremez. Esneklik yapalım denirse dinin emri değişmiş olur. Dinin emrini değiştirmek Allah'ın emrini beğenmemek olur.
3- Oruç, imsak vaktinden akşam ezanına kadar, orucu bozan şeylerden sakınılarak tutulur. Esneklik olsun diye, yiyip içmeyi imsak vaktinde kesmeyip de, daha fazla uzatanın orucu sahih olmaz.
Kulağa ilaç damlatmak, önden veya arkadan ilaçlı fitil kullanmak, astım ilacı kullanmak gibi şeyler esneklik olsun diye yapılırsa oruç tutulmamış olur.
4- Haccın vakti, Arefe ve Kurban Bayramı günleridir. Esneklik olsun diye bir gün önce veya bir gün sonra yapılırsa hac sahih olmaz. Zamanımızda hac görevi genelde bir gün önce yapılmakta ve bu ibadet sahih olmamaktadır.
5- Kurban da, bir gün önce kesilirse sahih olmaz. Esneklik olsun diye, (Yarın değil de, bugün kesilse, ne olur?) denirse, cevabı şöyledir: (Dinin emirleriyle oynanmış olur)
.
Kadının sesi haram mı?
|
Sual: Kadınların seslerini erkeklere duyurmaları haram mıdır?
CEVAP
Kadınların, yabancı erkeklerle lüzumsuz yere konuşmaları, şarkı, hatta Kur’an, mevlid, ezan okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları büyük günahtır; ancak, alışveriş gibi ihtiyaç olunca, fitneye sebep olmayacak şekilde, ihtiyaç kadar ciddi konuşmaları caizdir. (Tergib-üs-salat, Hadika)
Bir âyet-i kerime meali:
(Ey nebi hanımları, siz diğer kadınlar gibi değilsiniz. Allah’tan sakının, edalı, yumuşak konuşmayın, kalbi bozuk olan, ümide kapılır; hep ciddi konuşun!) [Ahzab 32]
Peygamber hanımları olan annelerimizin yumuşak konuşmaları caiz olmayınca, başka kadınların yumuşak konuşmaları nasıl caiz olabilir? Annelerimize kötü gözle bakan çıkabileceğine göre, diğer kadınlara kötü gözle bakan çıkmaz mı? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ey kadınlar, mahreminizle konuşun, namahremle konuşmayın!)[Ramuz, İbni Said]
Demek ki, ihtiyaçsız yabancı erkekle konuşmak caiz değildir. İhtiyaç olunca ihtiyaç kadar ciddi konuşmak caizdir. Cariyelerin şarkı söylemeleri, hür kadınlar için örnek gösterilemez. Hür kadın şarkı söyleyerek sesini duyuramaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Şarkı söyleyen kadını dinlemek ve yüzüne bakmak haramdır.)[Taberani]
Hazret-i Ömer, mehrin azaltılmasını tavsiye edince, perde arkasından yaşlı bir kadın, Nisa suresinin, (Bıraktığınız eşinize, yüklerle [altın mehir] vermiş de olsanız, ondan bir şey geri almayın) mealindeki 20. âyetini okuyor; çünkü ihtiyar kadının sesi haram değildir.
Genç kadın, yabancı erkeğe selam veremez, aksıran erkeğe bir şey söylemez ve kendine söylenince de cevap vermez. (Hamevi Eşbah şerhi)
Kadınların seslerini erkeklere duyurması haramdır. Bazı âlimler, ihtiyaç zamanında, ihtiyaç kadar ve sert, ciddi konuşmaları caiz olup fazlası yine caiz olmaz buyurmuşlardır. (Tezkiye-i ehli beyt)
Allahü teâlâ, kadının namahremle yumuşak sesle konuşmasını men ediyor. (Mektubat-ı Rabbani 3/41)
Kadınların, saçı, başı ve kolları açık sokağa çıkmaları ve yabancı erkeklerle lüzumsuz yere, konuşmaları, şarkı söyleyerek, hatta Kur'an, mevlit, ezan okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları büyük günahtır. Ancak yabancı erkeklerle, alışveriş gibi, ihtiyaç olduğu zaman, fitneye sebep olmayacak şekilde, sert ve ciddi konuşmaları caizdir.(Tergibüssalat, Hadika, S. Ebediyye)
İbni Abidin hazretleri de buyuruyor ki:
Tercih edilen kavle göre kadının sesi avret değildir. Bahr’da Hilye’den naklen, (En münasibi budur), Nehir’de ise, (İtimada şayan budur) denilmiştir. Bu kavlin zıttı kaviller de vardır. Nevazil’de, (Kadının sesi avrettir. Onun Kur’an-ı kerimi kadından öğrenmesi daha makbuldür. Bundan dolayıdır ki, Peygamber aleyhisselam, (Tesbih erkeklere, el çarpmak ise kadınlara mahsustur) buyurmuştur. Kadının sesini erkeğin işitmesi doğru değildir) deniliyor. Kâfi kitabında ise, (Kadın aşikâre telbiye yapamaz; çünkü sesi avrettir) denilmiştir. Yine Bahr’da bildirildiğine göre, Muhit’in ezan babında bu kavil tercih edilmiştir.Fetih kitabının sahibi diyor ki: (Bu kavle göre kadın namazda Kur’anı aşikâre okusa namazı bozulur, denilirse yerinde olur. Onun için Peygamber aleyhisselam, imamın yanıldığını bildirmek için kadının sesle tesbih getirmesini men etmiş; ona el çarpmayı söylemiştir.)Burhan, Halebi, Münyet-ül-kebir şerhinde onu tasdik ettiği gibiİmdad kitabının sahibi de bu sözü kabul etmiştir. İmam-ı Ebul Abbas Kurtubi diyor ki: Zekâsı kıt olanlar, biz kadının sesi avrettir demekle konuşmasını kastettiğimizi zannetmesinler! Bu anlayış doğru değildir. Biz yabancı erkeklerin ihtiyaç halinde kadınlarla konuşmasına caiz diyoruz. Yalnız, kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve nağmeli okumalarını caiz görmüyoruz; çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini harekete getirmek vardır. Kadının ezan okuması bundan dolayı caiz olmamıştır. (Redd-ül muhtar)
Demek ki, kadının yabancı erkekle ihtiyaçsız konuşması caiz değildir. (İhtiyaç olmasa da, yumuşak, cilveli konuşmazsa caiz olur) denilemez. Erkeklerle lüzumsuz ciddi konuşmak caiz olsaydı, erkeklere ciddi şekilde selam vermeleri, erkekler aksırınca, onlara yerhamükellah demeleri, ezan ve ikamet okumaları da caiz olurdu. Şu kadar var ki, ihtiyaç olunca, ihtiyaç kadar ciddi konuşmaları caizdir, ihtiyaçsız caiz değildir. Bu inceliği iyi anlamalıdır.
Aletsiz, çalgısız nağmeli sese sima [teganni] denir. Çalgı aleti ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. Gına haramdır. Çalgı ve kadın sesi, sima değil gınadır, haramdır. (Dürr-ül-mearif)
İşte bundan dolayı, atalar, (Para sesi, kadın sesi, su sesi)demişlerdir. Kadın sesi gına olmasa, yani hoşa giden etkili bir ses olmasa böyle söylemezlerdi. Şair de diyor ki:
Dünya kurulalı etkili olmuş,
Para sesi, kadın sesi, su sesi.
Birçok işimizde yetkili olmuş,
Para sesi, kadın sesi, su sesi.
Dinde reforma doğru
Sual: Gazetelerde okudum. Bir ilahiyat profesörü diyor ki: (Kadınların camide erkeklerle eşit muamele görmesi, camide kendilerine ferah, aydınlık ve güzel bir yer bulması kadının özgüveni için önemlidir. Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere vaaz verebilir. Bayanların okuduğu ilahiler daha duygulu ve etkili olur. Kur’an ve ezan okumasının, bunların erkekler tarafından dinlenmesinin hiçbir mahzuru yoktur. Arapların ataerkil, kadınları kıskanan, onları toplum hayatının dışına iten anlayış, Arap örfünün baskın hale gelmesi sonucudur. O kültürün yansıması sonucunda ikinci ve üçüncü asırda fıkıh kitaplarında kadınlara bazı yasaklar getirilmiştir. Artık dinin kendi çağımızın beklentilerine, ihtiyaçlarına, duyarlılıklarına bakarak kendi dindarlık tarzımızı kendimiz kurmamız, gerekli reformu yapmamız gerekir.) Bir ilahiyatçının dini değiştirme, dinde reform yapma yetkisi var mıdır?
CEVAP
Dini bildiren Allahü teâlâdır. Dinin sahibi Odur, değiştirme yetkisi Onundur. (Kendi dindarlığımızı kendimiz kurmamız gerekir) demek yeni bir din kurmak istemek olur. Yeni bir din kurabilirler ama adına Müslümanlık demeleri yanlış olur. İnsanların uydurduğu şeylere de din değil, dinsizlik denir. Tabiin devrindeki büyük âlimlere, mezhep imamlarına, onların yazdığı fıkıh kitaplarına saldırmak büyük cinayettir. Hiçbir Müslüman bunu yapamaz. Dinimize Arap örfü demek de çok yanlıştır. Dinin örf ile alakası yoktur. İslamiyet’i Allahü teâlâ bildirmiştir. Bütün toplumlar için, kıyamete kadar geçerlidir. Cariyeler saçlarını, kollarını açabilir, seslerini erkeklere duyurabilir. Cariyeyi örnek gösterip, hür kadınlara da bunlar mubah demek Müslümanlığı yıkmak olur.
Kadın sesi avret midir?
Sual: Kadın sesi için, avrettir ve değildir şeklinde bildirilen farklı iki kavlin, ikisinin neticesi de aynı değil mi?
CEVAP
Evet, neticesi aynıdır. Kadın sesi avret değildir diyen âlimler diyorlar ki:
Kadınların, alışveriş yaparken, şahitlikte bulunurken veya buna benzer diğer durumlarda erkeklerle konuşması caizdir. Ancak kadınların yüksek sesle konuşmaları, seslerini uzatmaları, yumuşatmaları, cilveli ve nağmeli okumaları caiz değildir; çünkü bunlarda, erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini harekete getirmek vardır. Kadının ezan okuması, hacda açıktan telbiye getirmesi, yine açıktan Kur’an ve mevlid okuması, yabancı erkeğe selam vermesi, selamını alması, aksıran erkeğe yerhamükellah demesi bundan dolayı caiz değildir. (Redd-ül muhtar, Tergib-üs-salat, Hadika)
Kadın sesi avrettir diyen âlimler de aynı şeyi söylüyorlar. Bu âlimler, alışveriş yapmaları, şahitlikte bulunmaları gibi işlerde erkeklerle konuşmaları, bir ihtiyaçtan dolayı caizdir derken, öteki âlimler, bu işler kadının sesinin avret olmadığı için caizdir diyorlar. Her iki taraf da alışverişte, şahitlikte ve benzeri işlerde erkeklerle konuşmanın caiz olduğunu bildiriyorlar.
Birinci taraf, kadının sesi avret olmadığı için bunlar caizdir derken, öteki âlimler, ihtiyaç olduğu için caizdir diyor. Verilen cevazlar aynı; fakat cevaz veriliş sebepleri, gerekçeleri farklıdır. Müslüman için önemli olan hükümdür. Gerekçenin delillerini bilmek şart değildir; fakat hükmü bilmek ve ona göre hareket etmek şarttır.
Kadın, yumuşak olmasa da, ihtiyaçsız yabancı erkekle konuşamaz, selam bile veremez.
Âlimler şu konuda birleşiyorlar:
Kadınların yabancı erkeklerle ihtiyaçsız konuşmaları caiz değildir. İhtiyaç olunca da, ancak ihtiyaç kadar ve ciddi konuşmaları caizdir.
|
.
Dini bozma gayretleri
|
Sual: Şöyle deniyor:
1- Hadis külliyatının, Kütüb-i sitte’nin içindeki sahih hadisleri bir araya getirmeli.
2- Hadis ravileri adil ve güvenilir olsa da, bunları çağın teknolojisine göre düzeltmeli.
3- Hadisler Kur’anı nesh edemez.
4- İslam âliminin mezhebi olmaz.
5- Harem selamlık uygulaması, töreyle, kıskançlıkla ilgilidir, dinde yoktur.
6- Bir kadının erkeklere kıldırdığı namaz için, geçersiz denemez.
7- Peygamber, biat alırken kadınlarla tokalaşmamış; ama bundan tokalaşmanın haram olduğu gibi bir sonuç çıkarılamaz.
Bu görüşler dine aykırı değil midir?
CEVAP
Elbette aykırıdır. Kısaca cevap verelim:
1- Kütüb-i sitte’deki hadis-i şeriflerin hepsi sahihtir. İslâm âlimi, Resulullah efendimizin vârisidir, herkesten daha çok Allah’tan korkar ve kitabına uydurma hadis almaz. (Uydurma hadis), bu sözü Allah Resulü söyledi diye iftira etmektir. Sıradan bir Müslümanın bile hayalinden geçiremeyeceği bu iftirayı, bir Ehl-i sünnet âlimine yakıştırmak, çok çirkindir.
2- Hayret, (Âdil ve güvenilir olsa da) deniyor. Yani, (Bu sözü Allah Resulünün söylediği kesin olsa bile, Allah Resulü, günümüzün meselelerini bilememiştir, yanlış söylemiştir. Biz onun yanlışlarını, çağın teknolojisine göre düzeltelim) demektir. Bu iddiayı bir Müslüman nasıl yapar ki?
3- Âyet-i kerimeler, hadis-i şerifle de nesh edilebilir. Mesela zekât, Kur'an-ı kerimde bildirilen 8 sınıf Müslümandan birine verilir. Sekizinci sınıf, (Müellefe-i kulüb) denilen kimselerdi. Hazret-i Ebu Bekir zamanında, Beyt-ül-mal emini olan Hazret-i Ömer, Muaz hadisini okuyarak, Müellefe-i kulub olanlara zekât verilmesini, Resulullahın nesh ettiğini bildirdi. Halife ve Eshab-ı kiramın hepsi, bunu kabul ederek, nesh edilmiş olduğunda ve artık bunlara zekât verilmemesi gerektiğinde icma hâsıl oldu.
İslamiyet’e yardım için, düşmanın zararını önlemek için, onlara mal, para her zaman verilir; ama bu Beyt-ül-malın zekât bölümünden değil, başka bölümünden verilir. Müellefe-i kulüb denilen kimselere, mal, para vermek değil, onlara zekât vermek yasaktır. (Bedayı)
4- (Âlimin mezhebi olmaz) demek de çok yanlıştır. Müctehid olan âlimin mezhebi, kendi ictihadlarıdır. Bugün müctehid olmadığına göre, herkesin bir mezhebe uyması şarttır. İmam-ı Rafii, İmam-ı Nevevi ve İmam-ı Razi gibi âlimler buyurdu ki: Bugün müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine vardı. (M. Nasihat)
Müctehit olmayan her Müslümanın, dört hak mezhepten birine tâbi olması şarttır. (İmam-ı Şarani, Ahmed Tahtavi, İmam-ı Rabbani, Yusuf Nebhani…)
5- Dinimizin yasakladığı hususlara töre, kıskançlık deniyor. Resulullah efendimizin mübarek hanımı Ümm-i Seleme validemiz anlatır:
Meymune ile Resulullahın yanındaydık. Gözleri görmeyen İbni Ümmi Mektum izin isteyip içeri gireceği sırada, Resulullah bize, (İçeri geçin)buyurdu. (O âmâ değil mi, bizi görmez) dedim. (O sizi görmez; ama, siz onu görürsünüz) Yani, o körse, siz kör değilsiniz buyurdu.(Tirmizi, Ebu Davud, İ. Ahmed)
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur.) [Ebu Davud, Darimi]
(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said]
6- Kadın, erkeğe imam olamaz. Kadının kadına imamlığı da, mekruhtur. (Nimet-i İslam)
7- Zaruretsiz yabancı kadınla tokalaşmak haramdır. Hazret-i Âişe validemiz buyurdu ki:
(Resulullah, namahrem hiçbir kadınla tokalaşmadı.) [Buhari, Müslim]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Elbette ben [yabancı] kadınlarla tokalaşmam.) [Nesai, İbni Mace, Taberani]
(Başına bir şişle vurulmak, yabancı kadına dokunmaktan hafiftir.)[Beyheki]
Dine söven müslüman olamaz
Sual: (Dinime söven, bari Müslüman olsa) diye bir söz var. Bu uygun mudur?
CEVAP
Dine söven kimse, elbette Müslüman olamaz. O sözün aslı, (Dinime dahleden, bari Müslüman olsa) şeklindedir. Yani, dine söven değil, (Din hakkında ileri geri söz eden kişi, hiç olmazsa Müslüman olsa, belki sözü dinlenip, bu ne diyor diye bakılır, fakat dinle imanla hiç ilgisi olmayanın, din hakkında konuşmasına itibar edilmez) demektir.
Beş vakit namaz
Sual: (Günde beş vakit namaz çoktur. Avrupa’da Pazar günü yani sadece bir gün Kiliseye gidiliyor, altı gün ibadet yok. Günümüzde yoğun işlerin arasında beş vakit namaz kılmak zordur. Namaz kılma zorunluluğu olunca Müslüman sayısı azalır. Namaz kılınacak günler, sadece bir güne indirilmelidir) deniyor. Böyle bir düşünce yersiz değil midir?
CEVAP
Buna, Allah’ın işine karışmak, onun koyduğu hükmü beğenmemek denir. Hâşâ, Allahü teâlâ, işlerin yoğun olup olmayacağını bilmiyor muydu? Dinde reform olmaz. Dini insanlar değiştiremez, kim koymuşsa, değiştirme yetkisi de onda olur. İnsanlar fikir yürütemez.
Namaz her gün; ama çok azdır. Farz olarak 2+4+4+3+4 = 17 rekâttır. Vitir vacib de ilave edilirse, 20 rekât olur. 20 rekât, 20 dakikada kılınabilir. Sünnetlerle beraber en fazla bir saat olsun. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, kullarına çok acıdığı için, 24 saat içinde ibadete, yalnız beş vakit ayırmış, birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah etmiş, izin vermiştir. O halde, 24 saatte bir saat tutmayan bir zamanı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak ne büyük insafsızlık olur. (1/96)
Dinin içini boşaltmak
Sual: (Dinde namaz, oruç ve başörtüsünden başka bir şey yok mu? Kişinin iyi Müslüman olduğunu anlamak için, artık bunlara değil, başka şeylere bakmak gerekir. Din ve ibadetin özü, güzel ahlak sahibi olmak, insanlara iyilik etmek, fakirlerin yardımına koşmaktır. Din adına, sadece imanın ve İslam’ın şartlarından bahsetmek, dinin içini boşaltmak olur) diyenler oluyor. İmanın ve İslamın şartları olmadan din olur mu?
CEVAP
İman ve İslam olmazsa yani imanın ve İslam’ın şartları kabul edilmezse, tam bir dinsizlik olur. Bir gayrimüslim de insanlara iyilik edebilir, fakirlere yardımda bulunabilir ve insanlığa faydalı şeyler yapabilir; ama Müslüman olmadıktan sonra bunların hiç kıymeti olmadığı Kur’an-ı kerimde açıkça bildiriliyor.
Dinî nikâhta şahit
Sual: (Kadının şahitliğiyle ilgili âyet, tarihseldir. Dinî nikâhta da, erkek şart değildir, iki kadının şahitliği de geçerlidir. Eskiden, kadınlar cahil olduğu için böyle denmiş. Şimdi bu kural geçerli olamaz) deniyor. Âyetin tarihsel olması ne demektir? Cahillik ölçüyse, erkek de cahil olmaz mı?
CEVAP
Tarihsel, (O devir için geçerliydi, şimdi geçerli değil) demektir. Birçok mezhepsiz, birçok âyet-i kerimeye tarihsel diyerek, dinde reform yaptıkları gibi, aynı bozuk mantıkla, Hristiyanların Cehenneme gideceğini bildiren âyet-i kerimeler için tarihsel diyerek, gayrimüslimleri de Cennete sokmaya çalışıyorlar.
Her devirde âlim ve cahil bulunur. Şahitliğin cahillikle alakası yoktur. Erkek cahil, kadın âlim olabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı, kadın erkek eşitliği konusunda diyor ki:
Kadının şahitliğiyle ilgili olarak Bekara suresinde yer alan, (İki erkek şahit bulunmadığında, razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve -biri yanıldığında diğeri ona hatırlatsın diye- iki de kadın şahit bulunsun) mealindeki 282. âyetinden, kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı olduğu gibi bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Gerekçe unutma, şaşırma ve yanılmayla ilgili olup, getirilen hüküm, hakkın ve adaletin yerini bulması amacına yöneliktir.
Bütün muteber din kitaplarında da şöyle deniyor: Nikâhın sahih olabilmesi için, iki Müslüman erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahit olarak bulunmaları şarttır. (El-İhtiyar, Dürr-ül-muhtar, Hidaye, Hindiyye, Dürer, Mecmua-i Zühdiyye, Menahic-ül-ibad, Nimet-i İslam)
Kurban kesmeye şekilcilik demek
Sual: (Kurban kesmek şekilciliktir. Hayvan yerine, ayakkabı da kurban edilebilir. Yani kurbanın değeri kadar ayakkabı fakire verilebilir)deniyor. Dinimiz kurban kesmeyi emretmiyor mu? Bunlar namaz, oruç, hac gibi ibadetleri kaldırıp her ibadeti parayla hâlletmeye mi çalışıyorlar?
CEVAP
Onların maksatları ibadetleri parayla hâlletmek değil, böyle parça parça dinimizi hâlletmek yani bozup ortadan kaldırmaktır.
Şekli olmayan bir sistem olmaz. İbadetlerde şekli emreden dinimizdir. Yani Allahü teâlâ emretmektedir. Namazın kılınış şekli, haccın yapılış şekli ve kurbanın kesilme şekli vardır. Allahü teâlâ, (Kurban yerine fakire yardım et!) demiyor. (Kurban kes!) diye emrediyor. Fakire verilmesi gereken zekât ve sadaka ayrıdır. Peygamber efendimiz, kurban kesmenin önemini bildirmiş, tatbikatını da göstermiştir. Namazın, haccın şekillerini de bildirmiştir. (Namaz kılmayan veya hacca gitmeyen bunların yerine para verebilir) dememiştir. Böyle dinde reformcuların etkisinde kalan sosyetik bir bayan, (Ben namaz kılmam, ama fakirlere çok yardım ederim, kedi doyurur, köpek beslerim) diyerek bu yolla namazdan, oruçtan, hacdan kurtulacağını sanıyor. Hâlbuki namaz kılmayanın hiçbir iyiliğine sevab verilmez. Her ibadeti Allah'ın emrettiği şekilde yapmalı. Aklımıza göre yaparsak dine uymamış olur, faydasını da görmeyiz. İbadet yani kulluk, emredileni emredildiği şekilde yapmak demektir. Değiştirmek bid’at ve haramdır.
Ezber bozmak
Sual: Gazetelerde, televizyonlarda, (Falanca profesör, yine bir ezberi bozdu) denilerek asırlardan beri yapılan bazı ibadetlerin yanlış olduğu söyleniyor. Niye buna ezber bozmak deniyor?
CEVAP
Ezber bozmak, bir düşüncenin yanlış olduğunu göstermek demektir. Ancak bu ezber bozmalar, dinî hükümleri bozmak niyetiyle söyleniyor. Dinimizin emir ve yasakları değiştirilmek isteniyor. Mesela deniyor ki:
(Bir ezber daha bozuldu. Tesettürün farz olmadığı açıklandı.)
(İçkinin günah olduğu ezberi bozuldu. Sarhoş olmayacak kadar içmenin sakıncası olmadığı meydana çıktı.)
(Allah her şeyi bilir ezberi bozuldu. Bir hoca, “Allah geleceği bilmez” dedi. Savını da bir âyetle ispat etti.)
Bu ezber bozan zındıklar çoğaldıkça, ortada din diye bir şey kalmaz.
Azıcıktan bir şey olmazmış
Sual: (Çok az bir şey yemek orucu bozmaz) diyenler çıktığı gibi, şimdi de (Eski kitaplardaki, “Abdestte gusülde iğne ucu kadar kuru yer kalmamalıdır” sözü yanlıştır. Az bir kuru yer kalsa mahzuru olmaz)diyenler oluyor. Geçenlerde de, bir mahkemenin kararında, (Bir kerecik zina ahlaksızlık sayılmaz) deniyordu. Az para çalanla çok para çalan arasında ne fark vardır? Az para çalan, çoğunu bulsaydı onu çalmaz mıydı? Bir kere zina eden, gören olmazsa iki kere veya daha fazla zina etmez mi? Gusülde az kuru yer kalmakla çok kuru yer kalmak arasında ne fark vardır?
CEVAP
Mahkeme kararını hukukçulara sormalıdır.
(Az şey orucu bozmaz. Az kuru yer kalması abdeste, gusle mani değil) demek dini değiştirmek olur.
Gıda ve deva olmayan bir kum tanesi bile mideye gitse oruç bozulur. Sigara içmeyen kimse bile, sigara içilmiş bir odaya girip, isteyerek oradaki dumanı teneffüs etse orucu bozulur.
Kasten iğne ucu kadar kuru yer bırakanın guslü ve abdesti sahih olmaz. Mesela bir yere kolayca çıkan çok küçük bir bant yapışsa kasten onu çıkarmadan gusletse guslü sahih olmaz. Elimizin içine dışına çok miktarda Japon yapıştırıcı gibi yıkamakla çıkmayan bir şey yapışsa çıkarma imkânı olmazsa deriyi kazımak gerekmez. Çok olsa da üstünü yıkamak yeter. Ama iğne ucu kadar yere çıkabilen bir şey yapışsa o kaldırılmazsa gusül sahih olmaz. Çünkü çıkarma imkânı var.
Buradan şu hatıra gelebilir. Ağzımıza sakız yapışsa onu kaldırmadan gusül alsak gusül sahih olmaz. Sakızı çıkarıp altını yıkamak gerekir. Peki, ağzımızda dolgu diş varsa onu çıkarma imkânı yok. Elimize dökülen Japon yapıştırıcı gibi dolgu diş de zaruret sayılmaz mı? Eğer her mezhepte ağzın içini yıkamak farz olsaydı, o zaman diş dolgusu zaruret olurdu. Japon yapıştırıcı gibi kabul edilirdi, üstünün yıkanması kâfi gelirdi. Ama dört hak mezhepten ikisinde gusülde ağzın içini yıkamak farz olmadığından, bu iki mezhepte kurtuluş çaresi vardır. O hâlde, (Ağzın içini yıkamak gusülde farz değildir) hükmü bulunan bu iki mezhepten biri taklit edilirse mesele kalmaz. Bu inceliği bilmeden diş dolgusuna zaruret diyenin veya diş dolgusunu yaraya benzeten cahilin bu itirazı fıkıh kitaplarına uymayan indî bir sözdür, ilmî değildir. Zaruret başka çare bulamamak demektir. İki hak mezhepten birini taklit etmek çaredir. Çaresi olana zaruret denmez.
Makam için din ile oynamak
Sual: (Mevki ve makam sahibi olmak, terfi etmek, ticarette kârını artırmak, etkili ve yetkili yerlere gelmek maksadıyla, namaz kıldığını kimseye göstermemek için su varken de abdest almayıp elini duvara sürerek teyemmüm edilir. Namaz için duvarda üç nokta tespit edilir. Ayakta veya otururken, kıyam için noktanın birine, rükû ve secde için diğerlerine bakmak yeter. Böylece hiç hareket etmeden namaz kılınır. Bu menfaatleri gerçekleştirmek için, Avrupa örnek alınır, kadın tesettüre riayet etmez. Toplantılarda herkesin içtiği içki içilir. Mensup olduğu grubu gizlemek için grubun liderine sövülebilir) deniyor. Dinden böyle taviz vermek caiz midir?
CEVAP
Bu tavize, açıkça dinde reform denir. Böyle bir reform da dinsizliktir. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram, savaş esnasında bile öyle abdest almadıkları gibi, o şekilde namaz da kılmamışlardır. Hastalıkta bile öyle namaz kılınmaz. Dinimizde farzla haram çakışınca, haram işlememek için farz tehir edilir. Zaruretsiz içki içmek ve kadınların açık gezmesi haramdır. Bir makama geçmek farz olsa bile, o makama geçmek için haram işlenmez. Çünkü farzlar ve haramlar teferruat değil, dinin temelidir. Haram işlemeyi böyle hafife almak büyük felakettir. Böyle bir hareket, dinimizi sulandırarak içten yıkmaya, farklı bir din oluşturmaya ve Müslümanları Hristiyan yapmaya çalışmak demektir.
En üstün insan
Sual: Her haramı mubah gören bazı kimseler, (Üstadımız Peygamberimizden sonra en üstün insandır) derken, bazıları sapıklıkta daha ileri giderek, (Allah sorgulanabilir, ama üstadımız sorgulanamaz) diyorlar. Hâşâ Allah sorgulanır mı? Peygamberlerden sonra en üstün insan, Hazret-i Ebu Bekir değil mi?
CEVAP
Önce üstünlükle ilgili suale cevap verelim:
Peygamberlerden sonra en üstün insan, elbette Hazret-i Ebu Bekir’dir. Üstadımız dedikleri hocaları, en büyük evliya da olsa, Eshab-ı kiramın en alt derecesindeki bir zata yetişemez. (Şeyh uçmaz, mürit uçurur) diye bir söz var. Şimdi piyasadaki herkes, kendi hocaları için zamanın en üstünü, kutb-üz-zaman, zamanın sahibi, gavs-ı kebir, mehdi, halife, hattâ resul, yani peygamber diyor.
Gözlerini taassup bürüyen böyle kimselerin, üstatlarının Hazret-i Ebu Bekir’den üstün olduğunu söylemeleri çok çirkindir. Çünkü Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebu Bekir'in üstünlüğü ile ilgili buyuruyor ki:
(Ebu Bekir, insanların en üstünüdür. Yalnız peygamber değildir.)[Deylemî]
(Ebu Bekir’i sevip, ona şükretmek her mümine vacibdir.)[Deylemî]
(Cebrail aleyhisselama, Ömer’in üstünlüklerinden sordum. “Onun kıymetini, Nuh aleyhisselamın peygamberlik zamanı kadar [950 yıl] anlatsam, bitiremem. Bununla beraber, Ömer’in bütün kıymeti, Ebu Bekir’in kıymetlerinden biri kadardır” dedi.) [Ebu Ya’la]
(Allah sorgulanabilir, ama üstadımız sorgulanamaz) demeleri ise, açıkça küfürdür. (Lâyüs'el = sorgulanamaz) ifadesi yalnız Allahü teâlâ için kullanılır. Sorgulama işi, bir üst makamın suçluyu hesaba çekmesidir. Hâşâ Allahü teâlâ sorgulanamaz ve Onun üstünde bir makam olmaz. Bu sözleri, onların küfürde ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir.
|
|
|
|
.
Reform mu yapılıyor?
|
Sual: Sandalyede namaza cevaz vermek dinde reform değil midir?
CEVAP
20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesinde, şu haber çıkmıştı:
(Dinimizde yeni hayata, ilerlemeye uygun olarak yapılacak yenilikleri, İstanbul ilahiyat fakültesi profesörleri rapor halinde hazırlamışlardır.)
İttihatçılardan Köprülü Fuat, İzmirli İsmail Hakkı, Şerafettin Yaltkaya, Mehmet Ali Ayni gibi dinde reformcuların imzalarını taşıyan bu rapor şöyleydi:
(Din de, diğer sosyal teşekküller gibi hayatın akışına uymalı. Din, eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de muhtaç olduğu inkişafı göstermeli. Camilerimiz kullanılır hale getirilmeli, sıralar, [koltuklar, sandalyeler] konmalı, içeriye ayakkabıyla girilmeli. İbadet dili Türkçe olmalı, hutbeler Türkçe okunmalı. Camilere müzik aletleri konmalıdır.)
Bu rapor zamanla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Hastaların, namazlarını nasıl kılacakları, din kitaplarımızda açıkça bildirilmiştir:
Ayakta duramayan hasta, farzları da, secde ettiği yerde oturarak kılar. Rükû için eğilir. Secde için, başını yere koyar. Duvara, direğe, insana dayanarak, biraz ayakta durabilenin, ayakta tekbir alması ve o kadar da olsa, ayakta okuması farzdır. Hiç secde edemeyen kimse, ayakta durabilse bile, yere oturarak imayla kılar. Yere oturamayan, koltuğa, sandalyeye, çekyata oturursa, ayaklarını sallamaz. Ayaklarını büküp oturamazsa, ayaklarını sehpa veya benzeri bir şeye koyarak imayla kılar. (Feth-ul-kadir, Merak-ıl-felah, Halebi, Mecma-ul-enhür)
Yazar M. Emin Parlaktürk de, 17 Kasım 2009 tarihli yazısında, orta yaşlı olup da hasta olmadığı halde, camilerde sandalye üstünde namaz kılanları gördüğünü söyledikten sonra diyor ki:
(...Camilerde sandalye, tabure, koltuk ve benzeri oturakların hiç mevcut olmadığı zamanları da düşünerek, bugünleri görünce yarınlardan endişe edip, “Acaba, camilerimiz giderek kiliseye mi dönüşüyor?!” diyor, korku ve endişe arası bir düşünceye kapılıyorum!
Bu düşünceler beni Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ateşli tartışmalara götürüyor. Camileri modernleştirme adına mecliste yapılan konuşmalarda bazı mebusların, “Camilere kiliselerdeki gibi masa sandalye koyalım, müslümanlar ibadetlerini oturarak yapsınlar” şeklinde teklifler sundukları dönem aklımıza geliyor. O dönemde şiddetle reddedilen bu teklifi, acaba biz cami cemaati olarak kendi ellerimizle hayata geçirmenin adımlarını mı atıyoruz?
Camilerde sandalye sayısı o kadar çok arttı ki, korkum bu gidişle cemaat safları sandalyelerle dolacak! Sahipleri de belli olduğu için yerinden kaldırılmayacak olan o sandalyeler, camilerin sedirleri gibi oturma mekânları haline gelecek!)
.
Modern müceddid
|
Sual: Bazı kimseler için, (Post modern dönem müceddidi, reformcu, dini yeniden yorumlayıp modern hayata uyduran) gibi tabirler kullanılıyor. Dini yeniden yorumlamak, modern hayata uydurmak ne demektir?
CEVAP
Modern hayattan kasıt ne? Avrupa tarzı, ahlak ve namus tanımayan bir hayat yaşamak mıdır? Öyleyse bu, dini değiştirmek olur. Zamana uygun yaşamak için ise, dini yeniden yorumlamaya, reform yapmaya yani dini değiştirmeye zaten ihtiyaç yoktur. Böyle yapmak dini yıkmak olur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid’at sahibinin işleri iyi ve güzel görülürse de, yarın kıyamet günü, kalbler uyandığı zaman, bunların zarar ve pişmanlıktan başka bir netice vermedikleri görülecektir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitabı, yolların en hayırlısı, benim yolumdur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan reformlardır. Her bid’at sapıklıktır.) [Mektubat-ı Rabbani 1/186]
Her yüzyılda bir gelen müceddidlerin görevi de, dinde yenilik yapmak değil; aksine, yapılan bid’atleri, reform ve yenilikleri temizleyerek, dinin aslını ortaya çıkarmaktır. Yeni ictihadlara, yorumlara ihtiyaç yoktur. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fende yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini kapsayan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. (S. Ebediyye)
Müslüman olan Alman ilim ve fikir adamı Dr. Hamid Marcus diyor ki:
İslam dininde akla sığmayan, inanılması mümkün olmayan hiç bir inanca rastlanmaz. İslamiyet’te, modern ilimlere uymayan hiçbir nokta yoktur. Emir ve telkin ettiği bütün hususlar, tamamıyla mantıkî ve faydalıdır. İslamiyet’te, diğer dinlerde olduğu gibi, imanla mantık arasında hiçbir ayrılık yoktur.
Fransız Roger Garaudy de diyor ki:
İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinlerse, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur’an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.
..
.
Yeni yorum olur mu?
|
Sual: Bir kitapta, (Kur’anın bu yorumu sizi çok şaşırtacak, şimdiye kadar yapılmayan yorumlar yapılmıştır) denilerek, kurulan ruhsal irtibatlarla, Kur’andan yeni bilgiler elde edildiği, bâtınî mânâlardan hareketle, Kur’anın iyi anlaşılmasının hedeflendiği söyleniyor. Bunlar doğru olabilir mi?
CEVAP
Şaşıranlar olabilir, ama bu sapıklıkların hepsini Peygamber efendimiz haber vermiştir. Kur’an-ı kerimin yeni mânâlarının olduğunu söylemek, başta Peygamber efendimiz olmak üzere, Eshab-ı kiramın tamamını ve bütün İslam âlimlerini cahillikle suçlamak olur. Üç hadis-i şerif:
(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak.) [İbni Asakir]
(Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.)[Taberanî]
(Her asır öncekinden daha kötü olur, böylece Kıyamete kadar bozulur.) [Hadika]
Kendi görüşümüze göre tefsir caiz değildir. Üç hadis-i şerif:
(Kur’anı kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa da, muhakkak hata etmiştir.) [Nesaî]
(Kur’ana ehliyeti olmadan mânâ veren, Cehennemde azap görecektir.) [Tirmizî]
(Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Deylemî]
Kendi görüşüne göre verilen mânâ doğru olsa bile, meşru yoldan olmadığı için hata olur; mânâ yanlışsa küfür olur. (Berika)
İsmailiye [Bâtıniye] fırkasında olanlar, (Kur’anın zahir mânâsı olduğu gibi, bâtın mânâsı da vardır. Zahir mânâsı, fıkıhçıların kalıplaştırdığı, belli ve sınırlı şeylerdir. Bâtın mânâsı ise Kur’anın iç mânâsı olup uçsuz denizdir) dediler. Zahir mânâyı bırakıp, bâtın dedikleri, kendi uydurdukları şeylere inandılar. Hâlbuki Peygamber efendimiz, Kur'an-ı kerimin zahir, açık mânâsını bildirdi. Zahir mânâyı bırakıp iç mânâ diye bir şeyler uydurmak küfür olur. (Milel ve Nihal)
Bir âyet-i kerime meali:
(Sana Kitabı indiren Odur. Onda Kitabın temeli olan muhkem âyetler vardır, diğerleri de müteşabihtir. Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için, onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu, ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilir.) [Âl-i İmran 7]
Türedilerin çıkardığı ve Resulullah efendimizin, Eshab-ı kiramın, müctehid imamların bildirdiklerinden farklı olan bilgilere, itibar edilmez.
Laik reformcu
Sual: (Kur’ansal İlkeler) diye bir kitap elime geçti. Din hakkında kitap yazdığına göre, yazar için, (İyi bir din tahsili yapan ve Arapça bilen biridir) diye düşünmüştüm. Dinden habersizmiş. (Ben din tahsili yapmadım, ama aklımı kullandım. İspanyolca bilirim. Paris kültürüyle yetiştim. 20 yıl profesyonel artistlik yaptım. Laik, çağdaş, akılcı ve Atatürkçüyüm. Dini aslına döndürmeye çalışan cesur bir reformcuyum. Bu ekolün temsilcisiyim. Kur’an meali okuyarak din hakkındaki yeni buluşlarım, çıkardığım harika hükümler, müftülere ve ilahiyat profesörlerine taş çıkartmıştır. Benim en esas hedefim, namaz, oruç, tesettür gibi kemikleşmiş tabuları yıkmak, içkinin, cünüp gezmenin ve kadınlarla beraber olmanın günah olmadığını anlatarak, sadece Kur’ansal ilkelere dayalı gerçek din anlayışını yapılandırmaktır) diyen yazarın maksadı nedir?
CEVAP
Yazar, Kur’ansal ilke adıyla, dinsizliği din olarak takdim etmeye çalışıyor. Adı (Gerçek İslam) olacak, fakat dinle hiç ilgisi olmayacak. Bu feci durum meal okumanın doğal sonucudur. (Yalnız Kur’an)diyenlerin hiçbiri, Kur’ana inanmaz. Çünkü inansalar, Allahü teâlânın Kur’an-ı kerimde defalarca buyurduğu, (Resulüme uyun! Ona itaat bana itaattir.) emrini kabul ederler. Resulullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” 23 yıl yaşadığı İslamiyet’i ölçü alırlar. Kur’an meali okuyan herkes, kendi aklını ölçü alıyor, kendi anladığını doğru sanıyor. Hepsi de farklı farklı görüşler ortaya atıyor. S. Ebediyye’de buyuruluyor ki:
Din öğrenmek için, Kur’an tercümesi, tefsir, hadis okumaya kalkışırsak, bunları kavrayamayız. Yanlış anlayarak dinimizi de, imanımızı da kaybederiz. Ana yuvasından almış olduğu kıymetli imanını kaybeden (Ben çağdaşım) diyen birkaç kimseyle karşılaştım. Bunların küfrüne sebep olan şeyin nasıl meydana geldiğini sordum. Tefsir ve meal okudukları söylediler. Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri,Makamat kitabında, bir halifesinin tefsir yazmasına mani olduğunu yazmaktadır. Görülüyor ki, uydurma yazılan tefsirleri ve tercümeleri bir yana bırakalım, meşhur tefsirler bile, ehlinden başkasına zararlı oluyor.
Ehl-i sünnet âlimleri, tefsir ve hadisten anladıklarını, bizim gibi din cahillerine, açık, kolay öğretmek için, binlerce fıkıh ve ilmihâl kitabı yazmışlardır. İslamiyet’i doğru öğrenmek için, o kitapları okumak lazımdır. (Birgivî V. Şerhi)
.
Dinin emri zamanla değişir mi?
|
Sual: (Dindeki hukuki hükümler itikadî değil, gelenekseldir, yani zamanla değişebilir. Mesela zina edenlere verilecek recm gibi cezalar, nikâh, boşanma gibi konularla ilgili hükümler gelenekseldir. Bunlara dini hükümdür diyen klasik fukahanın taassubu artık kırılmalı, yeni yorumlar getirilmelidir) deniyor. Bu doğru mu, din zamanla değişir mi? Dinin hükümleri kıyamete kadar geçerli değil mi? Reform mu yapılmak isteniyor?
CEVAP
Evet, açıkça reform yapılmak isteniyor. Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Ancak Nass’a, delile dayanan hükümler zamanla değişmez. (Dürer-ül-hükkam)
Zina cezası, nikâh ve boşama geleneksel bir ceza değil, hepsi de Nass ile bildirilen açık hükümlerdir. Nikâh ve boşanmayla ilgili birkaç âyet-i kerime meali:
(Mümin kadının kâfirle evlenmesi helâl değildir.) [Mümtehine 10]
(Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın!) [Mümtehine 10]
(İman etmedikçe, müşrik [ateist] kadınlarla evlenmeyin. Kadınlarınızı da, iman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin!) [Bekara 221]
(Kitap ehli [Yahudi ve Hristiyan] kadınlarla evlenmeniz helaldir.)[Maide 5]
(Evli kadınlarla evlenmeniz haram kılındı.) [Nisa 24]
(Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin.) [Nisa 4]
(El dokunmadan boşadığınız kadınlara, mehrin yarısını verin!)[Bekara 237]
(Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın.) [Talak 1]
(Ölen kimselerin hanımları, [evlenmeden önce] 4 ay 10 gün iddet bekler.) [Bekara 234]
(Boşanmış kadınlar, üç ay iddet bekler.) [Bekara 228]
(İki defa boşanan kadın, ya iyilikle tutulur veya güzellikle bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizi [mehirlerini] geri almanız size helal olmaz. Eğer, bu karı kocanın Allah’ın emirlerini yerine getirmelerinden korkarsanız, o zaman kadının [serbestçe boşanması için] fidye vermesinde [hakkından vazgeçmesinde]günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onları çiğnemeyin. Allah’ın sınırlarını aşanlar ancak zalimlerdir.) [Bekara 229]
(Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin!) [Nisa 22]
(Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden boşarsanız, onlara iddet bekletme hakkınız yoktur.)[Ahzab 49]
(Eğer erkek kadını, üçüncü defa boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onunla evlenmesi kendisine helal olmaz. Eğer bu kişi de o kadını boşarsa, [her iki tarafın da] Allah’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlarıdır.)[Bekara 230]
Görüldüğü gibi, (Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlarıdır) buyuruluyor. Demek ki, evlenmekle ve boşanmakla ilgili hükümler, birer gelenek değildir. Bu konuda birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Üç talâkla boşanan kadın, başka bir erkekle evlenip ondan da boşanmadıkça, eski kocasıyla evlenmesi helal olmaz.) [Taberani]
(Din kardeşinin evlenme teklifinde bulunduğu kadına, onunla nikâhlanıncaya veya ondan vazgeçinceye kadar talip olmayın!)[Tirmizi]
(Kadınları muvakkat [geçici] nikâhlamak haramdır. Allah’a, haramları helal sayandan daha düşman bir kimse yoktur.) [İbni Kani’]
(Muta nikâhı haramdır.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
(Evlenip zifafa girdiği kadının kızıyla evlenmek helal değildir. Zifafa girmediği kadının kızıyla evlenmek caizdir. Nikâhladığı kadının [zifaf olmasa da] annesiyle evlenmek helal değildir.)[Tirmizi]
Zina ile ilgili bir âyet-i kerime meali:
(Zina eden kadın ve zina eden erkeğe yüz sopa vurun!) [Nur 2]
Bu konuda bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ya Üneys, bu şahsın hanımına gidin, eğer zina ettiğini itiraf ederse onu recm edin!) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Muvatta, İ.Ahmed, Taberani]
Evlenmek ve boşanmak gibi hükümler gelenek olmadığı gibi, işlenen suçlara verilecek cezalar da gelenek değildir. Bunlara gelenek demek, dinimizin bu hükümlerini inkâr etmek olur.
İslamiyet, adaleti, zulmü, insanların birbirlerine karşı, aile ve komşuların birbirlerine, milletin devlete ve birbirlerine karşı haklarını, vazifelerini, suçları açıkça bildirmiş, bu değişmez kavramlar üzerinde, temel hükümler kurmuştur. Bu değişmez hükümlerin, olaylara, uygulanmasını örf ve adetlere göre kullanılmasını emretmiştir. Allahü teâlâ İslam dinini, her ülkede, her yeniliği ve buluşu karşılayacak şekilde kurmuştur. Tarihte nice milletler, dinin emirlerine uyarak, başarıları, şanları, tarihlere ün salmıştır. Dinin emrine uymayan insanlar ve milletler, sıkıntıdan kurtulamamışlardır. (S. Ebediyye)
Emredilene uymak
Sual: Hep aklî kıyaslar yapan bir arkadaş, (Ezan okurken elleri kulaklara koymak, sesin uzaklara ulaşması içindir. Evde okurken, eller kulaklara kaldırılmaz ve oturarak okunur. Bunun gibi seferde namazları kısaltmak kolaylık içindir. Eğer seferde rahatsak namazları kısaltmak gerekmez) diyor. Bunun gibi aklî kıyaslar yaparak çok şey söylüyor. Bunlar doğru olabilir mi?
CEVAP
Çok yanlıştır. Aklî kıyaslar yaparak dînî hükümler bilinmez. Din nakle dayanır.
Seferde, çok rahat olsak, hiçbir sıkıntı olmasa da, dört rekât olan farzlar iki rekât kılınır. Yani seferde babasının evinde, hattâ kendi evinde, çok rahat olsa bile, yine namazlarını kısaltması gerekir. Tersine, mukim olduğu yerde, çok sıkıntılı olsa, su bulması, abdest alması zor olsa da, yine namazlarını kısaltamaz. Namazı kısaltmak için sıkıntılı olmak değil, seferi olmak şartı konmuştur.
Böyle akılla dînî hükümler çıkarmak çok yanlıştır. Birkaç örnek verelim:
1- Hayızdan, nifastan kesilmiş 80 yaşındaki bir ninenin kocası ölse veya kocasından boşansa, yeniden evlenebilmesi için iddet beklemesi gerekir. Aklı ölçü alarak, (80 yaşındaki kadın hâmile olamadığı için, iddet beklemesi gerekmez) demek yanlış olur. Bir kadın kocasından on yıl ayrı yaşasa, boşandığı an, yine iddet beklemesi gerekir.
2- İhramdan çıkmadan önce, başın en az dörtte birini, en az üç santimetre kadar saçını, kendisinin veya başkasının tıraş etmesi vacibdir. Peki o kişinin saçı yoksa, kel ise ne olacak? Akıl ölçü alınıp, bu hüküm yok sayılamaz. Başında saç olmayanın veya başı yara olanın da, usturayı, değdirmeden baştan geçirmesi vacib olur.
3- (Hacda şeytan falan yokken, niye taş atılır?) demek de yanlıştır. Çünkü dinimiz öyle emretmiştir.
4- Abdestte ayakları yıkamak farzdır, fakat sıcak havada da olsa ayağa mest giyilirse ayakları yıkamadan üstüne mesh etmek caizdir. (Buna ne lüzum var?) demek yanlış olur.
5- Cünüp kimse, yıkanmadıkça temiz olamaz, o hâliyle namaz kılamaz. Su yoksa, elini taşa veya toprağa vurarak teyemmüm ederse, gusletmiş gibi temiz olur. (Toprağa eli sürmekle insan temizlenmiş olmaz) demek yanlıştır.
Demek ki ibadetleri, kendi aklımıza göre yorumlayıp değiştiremeyiz. Dinimiz ne emrediyorsa, onu aynen uygulamalıyız.
Ezan evde yavaşça okunurken, yine elleri kulaklara koymak ve ayakta okumak gerekir. Eller iki kulağa konur. Tek kulağa koymak sünneti değiştirmek olur.
Din değişmez
Sual: (Peygamberim) diyen biri, yeni anayasa yapar gibi, (Bundan sonra, bir erkek iki kadınla evlenemeyecek, kadın da erkeği boşayabilecektir. Namaz tek vakte, oruç üç güne indirilmiştir. Yükseklerden gelen bir emirle Kur’anda değişiklik yapılacaktır) gibi saçma sapan talimatlar veriyor. Bunlar nasıl böyle şeyler söyleyebiliyorlar?
CEVAP
Bugün (Peygamberim), (Resulüm) veya (Mehdi’yim) diyenler, ya akıldan noksan veya sapıklara hizmet eden kimselerdir. S.Ebediyye’de deniyor ki: (Şimdi yeryüzünde değiştirilmemiş bulunan hak din, yalnız Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dinidir. Allahü teâlâ söz vermiştir ki, bu din, Kıyamete kadar bozulmadan doğru olarak kalacaktır.)
Bir âyet-i kerimede mealen, (Dininizi tamamladım, dinde noksanlık yoktur) buyuruyor. Noksanlık olmayan dinde değişiklik yapılır mı hiç? Değişiklik yapılacak olsa onu gönderen yapar. Başkalarının değiştirmeye ne hakkı var?
Kur’anın hükümlerini, (Peygamberim) diyen sahtekârlar değiştiremezler. Üç âyet-i kerime meali:
(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9]
(Allah’ın kelamını [Kur'an-ı kerimi] kimse değiştiremez.) [Enam 115]
(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından[hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42]
(Mehdi’yim) veya (Peygamberim) diyen delilerin veya sapıkların hiçbirinin Kur’an-ı kerimi değiştirmeye gücü yetmez.
.
İslamiyet’i yıkma yolları
|
Sual: İslamiyet’i yıkmak için hangi oyunlar oynanıyor?
CEVAP
Planları ve oyunları çoktur, fakat özellikle, eski âlimlere olan itimadı yıkıp, sonra bu âlimlerin naklettikleri hadisleri uydurma sayıp, daha sonra da, Kur’an-ı kerimi yanlış yorumlayıp dini yıkmaya çalışıyorlar. İç ve dış düşmanların ilk hedefi eski âlimlere olan güveni yıkmaktır. Bu yıkılırsa, (Hadisleri zaten onlar nakletti, onlar cahildi, teknolojiden haberleri yok) diyerek hadislere olan itimadı da yıkacaklar. Hadislere olan itimat yıkılınca, Kur’an-ı kerime olan itimadı yıkmak artık kolaylaşır. Mezhepleri birleştirip herkesi mezhepsiz yapmak, Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmak, halifeleri gözden düşürmek, ictihad kapısını kırarak açmak, hadislere olan itimadı sarsmak, meal okumayı teşvik gibi işler yapılmaktadır.
Misyonerlerin ve din düşmanlarının ilk hedefi, âlimler köprüsünü yıkmaktır. Bu köprü yıkılınca, öteki köprüleri geçmek zaten imkânsızdır. Medyada durmadan, eski âlimlerin cahil oldukları, teknolojiyi bilmedikleri için yanlış hükümler verdikleri vurgulanmaya çalışılıyor. Hâlbuki eski âlimlerin, kendilerinden sonrakilerden daha bilgili olacağını bizzat Peygamber efendimiz bildirmiştir:
(En iyi insanlar benim asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tâbiîn]dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i Tâbiîn]dir. Onlardan sonra gelenlerde yalan yayılır.) [Buhârî] Bu üç asırdan sonrakiler, bunlardan nakil yapmadıkça, onlara itibar edilmez.
(Her asır, öncekinden daha bozuk olur. Böylece Kıyamete kadar hep bozulur.) [Hadika] Gün günü aratıyor, gittikçe bozuluyor. İlk asırların gelmesi mümkün değildir.
(Allah’ın salih kulları birbiri ardından âhirete göçer, geride arpa ve hurmanın döküntüleri gibi değersizler kalır. Allahü teâlâ onlara hiç kıymet vermez.) [Buhari] Bunun için, sonrakilerin, öncekilerden nakil yapmaları gerekir.
(Bir âlim ölürse, İslam’da bir gedik açılır. Kıyamete kadar bu boşluk doldurulamaz.) [Deylemî] Bir âlimin boşluğu doldurulamazsa, o devrin hâli ne olur?
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, sonraki gelen hainlerin, önceki âlimleri kötüleyeceklerini mucizeyle bildiği için, (Âhir zamanda, sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak) buyurdu. (İbni Asakir)
Önceki âlimler çok kıymetlidir. Üç âyet meali:
(Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43]
(Bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]
Üç hadisi şerif daha:
(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]
(Âlimler, benim ve diğer nebilerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlimler, kurtuluş rehberleridir.) [İbni Neccar]
Âlimlerin başında Eshab-ı kiram gelir. Eshab-ı kiram kötülenince, hadis-i şerifleri toplayan onlar olduğu için, hadis-i şeriflere gölge düşürülmüş olur. Kur’an-ı kerimi de onlar topladığı için aynı gölge Kur’an-ı kerime de düşürülmüş oluyor. Nitekim (Bazı âyetleri keçi yedi)diyenler olduğu gibi, (Hazret-i Ali’deki Mushaf çok daha büyüktür)diyen İbni Sebeciler de az değildir.
Âyet ve hadislere gölge düşürmek için, Eshab-ı kirama dil uzatılıyor. Hâlbuki Eshab-ı kiram, her bakımdan üstün, her bakımdan âlim ve hepsi de cennetliktir. Bir âyet-i kerime meali: (Mekke’nin fethinden önce, Allah için mal veren ve savaşan Eshab-ı kiramın, fetihten sonra Allah için veren ve savaşan Eshab-ı kiramdan dereceleri daha yüksektir. Hepsinin derecesi eşit değildir, ama hepsi için Hüsna’yı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]
Bir hadis-i şerif: (Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar] Bütün insanların en üstünü olan bu büyük zatlara, nasıl dil uzatılabilir?
İbni Sebeciler, (Müslüman Müslümanla savaşmaz) diyerek, Hazret-i Ali ile savaşan Eshab-ı kirama kâfir diyorlar. Hâlbuki iki Müslüman ordunun savaşabileceği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. İki tarafa da kâfir denmez, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa, aralarını düzeltin!) buyurulmuştur. (Hücurat 9)
Bâtıl güçler, Eshab-ı kirama ve âlimlere olan itimadı yıkmakta epey yol aldıkları için, hadis-i şeriflerin çoğuna uydurma diyorlar. Birçok hadis-i şerife uydurma damgasını basıyorlar. Böylece onları nakleden âlimlere de dil uzatmış oluyorlar, çünkü hadis uydurmanın vebali çok büyüktür. Bir hadis-i şerifte, (Hadis uyduran Cehennemdeki yerine hazırlansın) buyuruluyor. Uydurma dedikleri hadisleri nakleden hadis âlimlerinin hâşâ cehennemlik olduğunu söylemiş oluyorlar.
Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadisler böyle damgalanınca, Kur’an-ı kerimi istedikleri gibi yorumlayabiliyorlar. (Namaz iki vakittir, üç vakittir, altı vakittir, tesettür farz değildir, tavuktan, balıktan kurban olur) gibi saçmalıklar ortaya atıyorlar. (Oruç kefareti diye bir şey yok) diyebiliyorlar. Herkesin meal okumasını teşvik ediyorlar. Böylece farklı görüşlerin meydana çıkmasına, yani dinde anarşiye çalışıyorlar. Böylece dini yıkmaya çalışıyorlar. Bu oyunlara gelinmemeli.
Hadis-i şeriflere aykırı ne varsa, rahatça söyleyebiliyorlar. Kur’an-ı kerimi yanlış şekilde tevil edip, yeni görüşler çıkarmak sûretiyle dini bozmaya ve yıkmaya çalışıyorlar. Bu türedilerin bir kısmı da, mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak istiyorlar. MasonAbduh’un çömezi Reşit Rıza ile onları taklit eden mezhepsizler, mezheplere saldırıyorlar. Hâlbuki dört hak mezhep kardeştir. Birinde yapılması güç olan şey, ötekine göre yapılır. Bunun için Peygamber efendimiz, (Âlimlerin farklı ictihadları [amelde mezheplere ayrılmaları] rahmettir) buyuruyor. (Beyhekî)
Türedilerin bir kısmı da, asırlardır gelen halifelerin gerçek halife olmadığı, onların hilafetinin sahih olduğunu söyleyen binlerce âlimin de, gerçek âlim olmadığı, dolayısıyla bu âlimlerin sözlerine itimat edilemeyeceği gibi yıkıcı sözleri yaymak istiyorlar. Âlimlere itimat sarsılınca, onların bildirdikleri dine de itimat kalmaz.
Modern mezhepsizler de, geri kalışımızı yeni ictihadlar yapılmayışına bağlamaya çalışıyorlar. (Günün gelişen şartlarına göre, ibadetleri yeniden gözden geçirmek gerekir) diyorlar. Hâlbuki dinimiz eksik değildir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Dininizi tamamladım)buyuruluyor. (Maide 3)
Din, ibadet günün şartlarına göre değişmez. Din eksik değildir. Eksik denirse, Allahü teâlânın (Dininizi tamamladım) kelamı hâşâ yalanlanmış olur. Mezhepsizler, dinimizi, günün şartlarına göre değiştirmeye kalkıyorlar.
Misyoner kılıklı kimseler de, (Kur’anın indiği dönemde Yahudi ve Hristiyanlar kâfir olduklarından dolayı, Müslüman olmak için La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demek şarttı, şimdi sadece La ilahe illallah demek yeter. Böyle inanana İsevi Müslüman, Musevi Müslüman denir) diyorlar. İslamiyet’i içten yıkmak için, çeşitli oyunlar oynanıyor.
Din düşmanlarının bu oyunlarına bilmeden alet olmak gaflet, bilerek alet olmaksa hainlik olmaz mı?
İslam şûrası mı?
Sual: (Çok sayıda din görevlilerinden teşekkül edecek bir İslam şûrası veya ictihad şûrası kurulmalı. Şûra üyesi fazla olursa, hükümler daha isabetli olur. Alınacak kararlarla, dinî hükümlere yeni yorumlar getirilmeli, teknolojik şartlara uyularak farzlar azaltılmalı, mezhepleri taklit devri kapanmalı, İslâm âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar insanları bağlamamalıdır) diyen yazarlar çıkıyor. Böyle bir şûra faydalı olur mu?
CEVAP
Bu, dinde reformcuların düşüncesidir. Dinde bir eksiklik yok ki tamamlansın? Dinde eksiklik var demek, (Dininizi tamamladım) âyet-i kerimesine aykırıdır.
(Mezhepleri taklit devri kapanmalı) demek, mezhepsizlik esas alınmalı demektir. Herkes âyetten ve hadisten ne anlıyorsa öyle hareket etmeli demektir. Mezhepsizliğin dinsizliğe köprü olduğunu âlimlerimiz bildirmiştir.
Dinî hükümlere yeni yorum getirmek de, dinî değiştirmek demektir.(Farzlar azaltılmalı) demek ise, açıkça dini yıkmalı demektir.
Şûra’daki üye sayısının fazla olması neyi hâlleder? Yani kemiyetin çok olması keyfiyete tesir etmez. İnşaata taş taşınmıyor ki, (Çok kişi olursa, çok taş taşınır) diye düşünülsün. Kur’an-ı kerimde, (İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar) buyuruluyor. Böyle bir şûrada, ittifakla namaz vakitleri üçe indirilse veya altıya çıkarılsa, zekât kırkta bir iken yirmide bir veya yüzde bir olarak tespit edilse, yapılan bu reform, dine hizmet mi, yoksa dini yıkmak mı olur?
Meşhur Sünnî bir yazar da, (İcazetli ulema ve fukaha şûrası kurulmalıdır) diyor. Böyle bir şûranın içinde mezhepsiz ulema olmaz mı? Hiç değilse, (Ehl-i sünnet şûrası) dense belki daha az hatalı olurdu. Bugün Vehhabiler bile kendilerine Ehl-i sünnet diyorlar. Her grup kendine Ehl-i sünnet diyor. Yani adı Ehl-i sünnet şûrası da olsa, yine maksat hâsıl olmaz. Ehl-i sünnet şûrasına ne ihtiyaç var ki? Namaz vakitleri mi belli değil? Oruç mu belli değil? Zekât mı belli değil? Hac mı belli değil? Bu şûra ne iş yapacak sayın yazar?
Ehl-i sünnete uymayan kitapların basılmasını önleyebilecek bir şûra kurulsa elbette çok iyi olur, ama bu devirde böyle bir şeyi düşünmek fazla iyimserlik olur. Çünkü dünyada çoğunluk mezhepsizlerin elindedir. Kendi kendilerine icazet veriyorlar. Onun için adı Ehl-i sünnet bile olsa, şûradan bahsetmek isabetli olmaz.
Din nasıl yıkılır?
Sual: Dini içten yıkmaya çalışanların çoğaldığı söyleniyor. Dinin içten yıkılması nasıl oluyor?
CEVAP
Dinimizin hükümleri teker teker sorgulanır. Bugünkü dinin bozuk olduğu söylenir. Yayın yoluyla her gün dinin bir hükmünün yanlış olduğunu vurgulamaya çalışırlar. Eski âlimleri, eski diye, günün şartlarından habersiz diye kötülemeye çalışırlar. Eski âlimlerin eskimediklerini, yepyeni olduklarını bilemezler. Kanı bozuk, dini bozuk, aklı bozuk kimseler şöyle görüşler ileri sürerler:
1- İnsan kaderini kendi çizer.
2- Amel, imandan cüzdür.
3- İman artıp eksilir.
4- Kur’an-ı kerim mahlûktur.
5- Allah göktedir.
6- Kabir suali ve kabir azabı yoktur.
7- Şefaat ve sırat köprüsü yoktur.
8- Keramet diye bir şey yoktur.
9- Eshab-ı kiramın hepsi cennetlik iken, herhangi birini kötülemek.
10- Mirac mucizesinin aslı yoktur. Rüyada olmuştur.
11- Peygamberler de günah işler.
12- Dinde delil yalnız Kur’andır.
13- Dinde delil yalnız Kitap ve Sünnet’ir, başka delil yoktur. (İcma ve kıyas-ı fukahayı inkâr ederler.)
14- Bütün mezhepleri tahkik ederim, doğru olanı alırım. Bir mezhebe bağlı kalmam.
15- Resulullah’tan sonra, nebi gelmez, ama resul gelir. Hocamız resuldür.
16- Mehdi, Deccal diye bir şey yoktur. İsa gökten inmeyecektir.
17- Öldürülen, intihar eden eceliyle ölmemiştir.
18- Âhirette de Allah görülmez.
19- Yahudiler de, Hristiyanlar da Cennete girecektir.
20- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalmaz, Cehennem ebedi değildir.
21- Günahkâr mümin Cehenneme girmez, Cehenneme giren hiç çıkmaz.
22- Mest üzerine mesh caiz değildir.
23- Hazret-i İsa gelince, hakiki Hristiyanlığı yayacaktır.
24- Abduh ve Efgani büyük âlimdir.
25- Evliyanın türbelerine gidip onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek şirktir.
26- Kurban balıktan da olur.
27- Ruh ölür, ruhlar işitmez.
28- Naylon çoraba mesh caizdir.
29- İslam halifeleri saray mollalarıdır, padişahın kullarıdır.
30- Hadislerin çoğu uydurmadır, uydurma olmayanlar da zayıftır.
31- Teravih diye bir namaz yoktur
32- Mezhep bölücülüktür, herkes Kur'andan anladığına uymalıdır.
33- Zamanın gereklerine göre, dinde reform şarttır.
Bu görüşlerin birini veya birkaçını savunan kimsenin mezhepsiz olduğu veya dini içten yıkmaya çalıştığı anlaşılır. Böyle kimselerin tavsiye ettiği kitapları bile okumak zararlıdır.
Zındığın yalanı
Sual: Dinimizi yıkıcı görüşleri olan bir ilahiyat profesörünün namaz kılıp kılmadığını öğrenmek için iki arkadaşla bir toplantısında onu takip ettik. Biz nöbetleşe öğleyi kılıp geldik. Öğle vakti çıkmak üzere, o hâlâ namaza gitmiyor. Öğle vakti çıktıktan sonra, yanına yaklaştım. (Öğle namazını kaçırdınız) dedim. (Ben ikindiyle cem edeceğim) dedi. Biz yine nöbetleşe ikindiyi kıldık. Nihayet akşam ezanı da okundu. Biz akşamı da kılıp geldik. O hâlâ onunla bununla konuşuyor. Arkadaşa, (Bu beni tanır. Sen git! Akşam vaktinin çıkmak üzere olduğunu söyle!) dedim. O da gidip söyledi. (Gece eve gidince yatsıyla beraber cem edeceğim) dedi. Bizi kandırmaktaki maksadı ne olabilir?
CEVAP
Müslüman görünüp İslamiyet’i yıkmaya çalışan böylelerine zındık denir. Zındıkların tek maksadı müminlerin imanlarını çalmaktır.
.
Bir reformcunun hezeyanları
|
Sual: Bir reformcunun aşağıda bildirilen hezeyanlarına cevap yazar mısınız?
CEVAP
Maddeler hâlinde cevap veriyoruz:
1- (İlim öğrenmek veya okul yapmak için Cenneti bile feda ederim, haram da olsa, o işi yaparım) diyor. Dine uymak, ilim öğrenmek, Allahü teâlânın rızasını kazanıp Cennete girmek içindir. Allah'ın rızasını kazanmayan zaten Cennete giremez. (Cenneti istemem)demek, (Allah’ın rızasını istemem) demek olmaz mı? İkincisi haram işleyerek ilim öğrenilmez. Haramdan kaçmak önce gelir. Haramdan kaçmak, farzı yapmaktan önce gelir. Bunları bilmeden millete haram işletmenin vebali çok büyüktür.
2- (Ölünce beni yakın!) diyor. Hâlbuki dinimizde ölü yakılmaz. Ölünün yakılması Hindularda vardır. Tasavvufçulardan tasavvuf sarhoşluğu hâlinde böyle söyleyenler olmuşsa da, bunlar mazurdur.
3- Güya kerametini izhar için, (Kerametim demiyorum, kehanetim şudur ki...) diyor. Müslümanlıkta kâhinliğin, falcılığın yeri yoktur. Tahminim, görüşüm şudur denebilir.
4- (Öğretmen, memur olanlar namaz kılmaz, akşam eve gelince, Mâlikî’yi taklit ederek kaza ederler) diyor. Bu yanlıştır. Mâlikî'de, akşamdan sonra kaza etme diye bir şey yoktur. Zaruretsiz namazı terk etmek haramdır. Zaruretin de şartları vardır. Öğretmen veya memur olmak zaruret değildir. Mezahib-i Erbaa’da deniyor ki:
Vücub şartlarından ikincisi, namazı terk etmeye zorlanmamaktır. Mesela zâlim biri, onu namaz kılmamaya zorlarsa; kıldığı takdirde hapse atmak, dövmek, öldürmek, toplum içinde şerefiyle oynayıp tokatlamakla tehdit edilirse, namazı terk ederse günahkâr olmaz. Mâlikî'de zorlanan kişi, mümkün olduğu kadar gerekli temizliği yapar, kıraatini ifa eder, hasta ve acizler gibi ima ile de olsa namazını kılmaya çalışır. Hülasa gücü yettiği kadarıyla ibadetini yapması farz, terk etmesi haramdır. (Mezahib-i Erbaa)
5- (Resulullah dini yaymakta çok hırslıydı) diyor. Hâlbuki hırs,doymazlık, düşkünlük demektir; genelde kötü arzular için kullanılır. Para hırsı, şöhret hırsı gibi... Evliya zatlar için de hırslı denmez. Hadis-i şerifte, (O ne kötü kuldur ki, hırs onu rezil eder)buyuruldu. (Tirmizî)
6- Resulullah efendimiz, Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan arkadaşlarına, talebem bile demez, (Eshabım) yani (Arkadaşlarım) derken o, (Çömezler) diyor. Bu söz, hepsi cennetlik olan Eshab-ı kiramın kadrini düşürücü çirkin bir ifadedir.
7- Meleklere saldırıyor. (Çocuk iyi terbiye edilmezse anarşist olur, Azrail ve Zebani olur) diyor. Anarşistle, masum, günahsız melekleri aynı kefeye koyuyor. Azrail aleyhisselam da, Cehennemde görevli olan zebaniler de, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren meleklerdir. Meleklere hakaret etmek, onlarla alay etmek küfür olur.
8- Bir kâfir Müslüman olunca, eski günahlarının hepsi affolur. Hatta sevaba çevrilir. Bunun için Müslüman olmuş birinin, eski durumunu anlatıp kötülemek Müslümana yakışmaz. Fakat reformcu, (Ömer, helvadan yaptığı puta tapar, canlı kızını toprağa gömerdi. Bu eli kanlı birer cani olan Ömer ile Vahşi, Müslüman olduktan sonra...) diyor. Müslüman olmuş iki sahabi için böyle konuşmak, hele eli kanlı cani demek, ne kadar çirkindir. Çünkü Allahü teâlâ, iman edenlerin günahlarını sevaba tebdil etmektedir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevablara çeviririm.) [Furkan 70] Bu ayet-i kerimenin Hazret-i Vahşi için indiği Hadika’da bildirilmektedir.
.
Reform nerede gerekli?
|
Sual: (Ebu Hanife’nin ve diğer mezhep imamlarının ictihatları, zamanla nass gibi, vahiy gibi kabul edilmiş, mezhep ictihadları dondurularak yeni ictihadlara fırsat verilmemiştir. Yaptıkları ictihadlar, dinin emirlerini arttırmış, dini zorlaştırmıştır. Kolaylığı emreden dinde yeni reformlar yapılarak bu durumlar düzeltilmelidir) deniyor. Reformdan kasıtları nedir?
CEVAP
Bunu reformcuların kendilerine sormak gerekir, fakat niyetleri iyi olsa bile, dinde reform yapmak dinsizlik olur. Dinî hükümleri koyan Allahü teâlâdır. Bir hükmünü değiştirmek, o hükmü beğenmemek olur. Allah'ın koyduğu hükmü beğenmeyen elbette kâfir olur. Allahü teâlâ,(Resulüme uyun!) buyuruyor. Resulullah'ın koyduğu hükmü beğenmeyip değiştiren de kâfir olur. Resulullah da, (Âlimler benim varislerimdir) buyuruyor. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri ve diğer müctehid imamlar, Resulullah’ın vârisidir. Vârisini yok saymak, onları vâris tayin eden Resulullah'ı yok saymak olur.
Müctehid imamlar, ictihadlarında hata etse bile, Allahü teâlâ onlara sevab veriyor. Reformcu yazar, sevab olan bu ictihada, niye kırmızı renk görmüş boğa gibi saldırıyor ki? Müctehid imamların ictihadları dinde senet değil midir? Bu reformcular, müctehid âlimlerin sözbirliği olan icma’ı bile delil kabul etmiyorlar. Ama kendi görüşlerini din gibi ortaya atarak reformu savunuyorlar. Hâlbuki dinimizde noksanlık yok ki reform yapılsın! İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Kur'an-ı kerimde, mealen, (Bugün dininizi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i verdim) buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya] çalışmak, bu âyete inanmamak olur. (Mektubat 1/260)
Bu reformcular, (Mezhep imamlarının ictihadları, dinin emirlerini arttırmış, dini zorlaştırmıştır) diyorlar. Hâlbuki ictihad Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin manalarını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz, değiştirmez. Bunlar ise, hem yetkili müctehid âlimlerin ictihadlarına karşı çıkıyorlar, hem de kendileri, yetkisiz oldukları hâlde, ictihad yapıyoruz diyerek müctehid imamlarımızın Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları hükümleri ortadan kaldırmaya, böylece dinî yıkmaya çalışıyorlar. Müctehid imamlara saldıran bu türedilere itibar edilmemelidir.
.
İslam’da demek
|
Sual: (İslam’da…) diye bir cümle kurmak yanlış mıdır? “İslam’da zekât”, “İslam’da namaz” veya “İslam’da hac” gibi isimler altında makaleler, kitaplar yazılıyor. Dört hak mezhepten birine göre yazılmamış olmaları yanlış mıdır?
CEVAP
Elbette yanlıştır ve mezhepsizliktir. Kur’andan, Sünnetten kendi anladığını din sanmak çok tehlikelidir. (Şu mezhebin şu hükmü isabetlidir) diyerek farklı bir yol tutmak da mezhepsizlik olur. Mesela, tertibe riayet etmezse, Şâfiî'ye göre abdesti sahih olmaz. Muvalata uymazsa veya başın tamamını mesh etmezse Mâlikî’ye göre abdesti olmaz. Bir mezhepsiz, (Kadına dokununca Hanefî’de abdest bozulmaz, kan akınca da diğer üç mezhepte bozulmaz) diyerek, kadına dokunduğu ve bir yeri kanadığı hâlde, yeniden abdeste gerek olmadığını söylemişti. Hâlbuki böyle abdestle namaz kılınmaz. İmam arkasında Fatiha okumazsa, Şâfiî’de farzı terk etmiş olur, okursa, bu sefer de Hanefi’de vacibi terk etmiş olur. Böyle mezhepsizce kılınan namaz da sahih olmaz. Bir hak mezhebe göre yazılmayan kitaplara, ilmihâllere ve konuşanlara asla itibar edilmemelidir.
İslam’da kelimesi hiç kullanılmaz sanılmamalı. Aşağıdaki cümlelerde olduğu gibi kullanmakta bir mahzur yoktur:
(İslam’da böyle bir şey yoktur), (İslam’da bid’at çıkarmak büyük günahtır), (İslam bilgileri din ve fen bilgileri diye ikiye ayrılır. İslam’da fen bilgilerin önemi büyüktür), (İslam’da ilk kitap yazan hazret-i Ali’dir), (İslam’da ilk fitneyi çıkaran bir Yahudi dönmesidir), (Allahü teâlâ İslam’da ağaran saç ve sakala azap etmez), (İslam’da birbirine yardım edenlere, Allahü teâlâ rahmet eder), (Mezhepsizlik yapana İslam’da itibar edilmez), (Eshab-ı kiramın İslam’da yaptıkları hizmetler büyüktür), (İslam’da birlik isteyenlerin, bid’at mezhepleri bir araya getirmeleri değil, Ehl-i sünnet vel-cemaat yolunda birleşmeleri lazımdır), (İslam'da poligamı nedir?), (İslam'da, sadakat esastır.)
.
Zekât nisabı değişmeli mi?
|
Sual: (Davar, sığır, deve ile ticaret mallarının, tarla mahsullerinin, altın ve gümüşün zekât nisaplarını din bildirmemiştir. Bu konuda hiçbir hadis yoktur. Olsa bile, 1400 yıl önceki durumla günümüzün şartları aynı olmadığı için her devirde nisabın yeniden tespit edilmesi gerekir)diyen reformcular vardır. Dinimizin hükümleri her devirde değişir mi, yoksa kıyamete kadar geçerli değil midir?
CEVAP
Allahü teâlâ (Dininizi tamamladım, eksik bırakmadım) buyuruyor. Namaz, oruç gibi zekât da bir ibadettir. İbadette değişiklik olmaz. Zamanla değişmesi gerekmez. Allahü teâlâ kıyamete kadar neler olacağını bilmez mi? Dini değiştirme yetkisi, dini koyana ait olur. Yeni bir peygamber gelmeyeceğine göre dinin hükümleriyle kimsenin oynamaya, onları değiştirmeye yetkisi yoktur.
Altın fiyatları pahalanıp ucuzlayabildiği gibi zekâta tâbi hayvanlar ve mallar da pahalanıp ucuzlayabilir. Nisaba ulaşan malın kırkta biri verilir. Sadak-i fıtırda da verilecek miktarlar bellidir. Kıyamete kadar azalıp çoğalmaz.
Fıkıh kitaplarındaki bilgiler, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden çıkarılmıştır. Her Müslümanın kendi mezhebinin hükmüne uyması lazımdır. Hadis-i şerifleri mezhep imamları anlayarak ona göre hüküm çıkarmışlardır. Biz hadis-i şeriflerle bildirirsek yanlış olur. Buna yetkimiz de yoktur. Ancak mezhebimizin delil aldığı hadis-i şerifleri bildirirsek, bu konuda hadis yok, nisab tespit edelim diyenlere bir cevap olur.
Zekât hakkında talimat:
Hazreti Enes anlatır: Hazreti Ebu Bekir Sıddık kendisini Bahreyn'e gönderdiği zaman, Resulullah'ın mührüyle mühürlenmiş bir talimat verdi. (Buhârî, Ebu Davud, Nesai)
Fıkıh kitaplarındaki zekât oranları bu talimata göre hazırlanmıştır.
Zekâtı vermenin farz olması için, zekât malının, nisap miktarı olduktan itibaren, bir hicri sene sonra da, aynı malın değil, o değerdeki malın mülkünde bulunması lazımdır. (Muvatta - S. Ebediyye)
Altının nisabı:
20 miskaldir. [96 gr] zekât nisabı kırkta birdir. (Redd-ül muhtar – S. Ebediyye)
Gümüş nisabı:
Gümüşün nisabı 200 dirhemdir [672 gr], aşağısına zekât düşmez. Verilecek miktar ise kırkta birdir. (Redd-ül muhtar – S. Ebediyye)
Hazret-i Ali’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Gümüş paralarınızın zekâtını kırkta bir olarak vereceksiniz. 190 dirheme zekât düşmez. 200 dirheme ulaşınca beş dirhem verilir.)[Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İ. Ahmed]
Deve zekâtı:
Fetava-i Hindiyye’de deniyor ki: (Beş devesi olan, bir koyun verir. 24’e kadar dört koyun verilir. 25’ten 35’e kadar olan deve için, iki yaşına girmiş bir yavru dişi deve verilir. 36’dan 45’e kadar, üç yaşına girmiş dişi deve yavrusu verilir. 46’dan 60’a kadar, yük vurulabilecek, dört yaşına girmiş dişi deve verilir. Bundan daha fazlası için de, yine belli sayılarda dişi deve verilir. Zekât olarak, erkek deve verilmez. Dişi devesi yoksa değeri kadar altın veya gümüş verilir. Başka mal verilmez.) [Buhârî, Nesai]
Sığır zekâtı:
Sığır denince, inek, öküz, boğa ve manda anlaşılır.
İbni Abidinde deniyor ki: (Sığırın nisabı otuzdur. 30’tan az sığırın zekâtı olmaz. 30 sığır için bir tane, bir yaşını aşmış erkek veya dişi buzağı verilir. 39’a kadar böyledir. 40’tan 59’a kadar, bir adet, iki yaşını bitirmiş, erkek veya dişi dana verir. 60’tan 69’a kadar sığır için, iki buzağı verilir. 70 sığır için, bir dana ile bir buzağı verilir. 70’ten sonra, her 10 için, böyle hesap edilir. Her 30 için bir buzağı, her 40 için bir dana artmaktadır. 80 olunca, iki dana artmaktadır.) [Ebu Davud, Tirmizî, Nesai, Hâkim]
Davar zekâtı:
Davar denince koyun ve keçi anlaşılır. İbni Abidin’de deniyor ki: (Saime koyun miktarı kırk olmadıkça zekât düşmez. Kırk koyunu olan bir koyun zekât verir. 120 koyuna kadar, bir koyundur. 120'den 200'e kadar, iki koyundur. 200’den 400’e kadar üç koyun verilir. 400 olunca dört koyun, sonra her yüz için bir koyun verilir.) [Buhârî, Ebu Davud, Nesai]
Deve, sığır ve koyun zekâtı olarak, değerleri kadar altın da verilebilir.(S. Ebediyye)
Meyve ve sebze zekâtı:
İmam-ı a’zam, (Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsul topraktan alınınca, onda birini veya kıymeti kadar altın veya gümüşü, Müslüman fakirlere vermek farzdır) buyuruyor. Hayvan gücüyle veya dolapla, motorla sulanan mahsulün yirmide biri verilir. (S. Ebediyye)
Bu konudaki iki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yağmur, pınar veya ırmak suyu ile sulanan mahsulün uşru onda birdir. Dolapla veya hayvanla sulanırsa yarısıdır.) [Buhârî]
(Yağmur suyu ile sulanan mahsulden tam uşur, âletle çıkarılan su ile sulanan mahsulden yarım uşurdur.) [Nesai]
Ev bahçesinin durumu farklıdır. Ev bahçesinde yetiştirilen meyve ve sebzelerin uşrunu vermek gerekmez. Çünkü bu meyve ve sebze ev halkının ihtiyacı için ekilmiştir. Hattâ bir kısmı satılsa da yine uşrunu vermek gerekmez. Ancak ev bahçesinde sırf ticaret niyetiyle yetiştirilen ürünün uşru verilir.
Defineye, bala da zekât vardır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Defineye humus [beşte bir oranında zekât] vardır.) [Buhârî, Müslim]
(Balın zekâtı onda birdir.) [Tirmizi]
.
Dinî emirlerle oynamak
|
Sual: Etkili ve yetkili bazı ilahiyatçılar, (Dinde kadınla erkek eşittir. Kadının şahitliği erkeğin şahitliğine denktir. Bu itibarla, erkek olmasa da, iki kadının şahitliği de geçerlidir. Mirasta da, bu eşitlik sağlanmalı)diyorlar. Komünistlerin, iyi ile kötüyü, çalışkanla tembeli, zenginle fakiri zoraki eşit yaptırmaya çalışmaları gibi, farklı yaratılışlara sahip olan kadınla erkeği zoraki eşit yapmayı istemek, dini değiştirmek değil midir?
CEVAP
Elbette bu, dinimize yapılmış çok tehlikeli bir saldırıdır. Allah'ın emrini beğenmeyip değiştirmek küfürdür. Çünkü Kur’an-ı kerimde Allahü teâlâ, (İki erkek şahit tutun, eğer iki erkek bulunmazsa, doğruluğuna güvendiğiniz bir erkekle iki kadın şahit olmalıdır. O iki kadından biri, unutursa, diğeri hatırlatsın) buyuruyor. (Bekara 282)
Bir kadın, (Ya Resulallah, din ve akıl bakımından kadınların noksan olmasının sebebi nedir?) diye sorunca Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Bir erkeğin şahitliğine karşılık, iki kadının şahitliği, akıl noksanlığıdır. Hayzlıyken namaz kılmayıp oruç tutmaması da, din noksanlığıdır.) [Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî]
Bir de fıkıh kitaplarındaki hükümlere bakalım:
Hanefî’de, nikâhta, âkıl ve baliğ Müslüman iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahit şarttır. Şâfiî ve Hanbelî'de, şahitlerin erkek olması da şarttır. (Mizan-ül kübra, Menahic-ül-ibad, S. Ebediyye)
Hanefî’ye göre Müslümanların nikâhında iki Müslüman erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahit olarak bulunmaları şarttır. (Redd-ül muhtar, İslam Ahlakı, Nimet-i islam)
Nikâh şahitliğinde nisab şarttır. Bedâi'de de böyledir. (Hindiyye)[Burada nisab, iki erkek veya bir erkekle iki kadın demektir.]
Emişme ve alacak malı ispatta beyyine şarttır. Beyyine, âdil iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahittir. İki kadının veya bir erkekle bir kadının şahitliği, beyyine olmaz. (İslam Ahlakı)
Bebeğin canlı doğup doğmadığını ve bakireliği tesbit gibi hususlarda bir kadın şahit yeter. Çünkü Hadis-i şerifte, (Erkeklerin bakamadıkları şeyde kadınların şahitliği caizdir) buyuruldu. Ama nikâh, talâk, vekâlet, vasiyet ve miras gibi hususlarda iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahit şarttır. (Dürer ve Gurer)
Mehr-i mislin tespitinde iki âdil erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliği şarttır. (M. Zühdiyye)
Bir mülkü giderecek işte iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliği şarttır. (Dürr-ül muhtar)
Mehr-i mislin tespitinde, iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliği şarttır. (Münteka)
Emişmede iki erkek veya bir erkekle iki âdil kadın şahit şarttır.Muhıyt’te de böyledir. (Hindiyye)
Kadınların had ve kısaslarda, şâhitlikleri kabul olmaz, ama doğum, süt emzirme gibi şeylerde şâhitlikleri kabul edilir. (Mizan-ül kübra)
Zina için dört erkek şahit, kısas için ve diğer had cezaları için iki erkek şahit lazımdır. Had ve kısasta kadınların şahitliği kabul edilmez. Bakirelik, doğum ve kadın ayıpları için bir kadın, başka haklar için iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahit lazımdır. (S. Ebediyye)
Miras hakkındaki âyet-i kerimenin meali de şöyledir:
(Allah, miras taksiminde, erkek evlada iki, kadına bir hisse vermenizi emreder.) [Nisa 11]
Şahitlikte olduğu gibi, mirasta da, Allahü teâlânın emrini değiştirmeye kalkmak, dini değiştirmek olur.
|
.
Fayda ve zarar veremeyen kim?
|
Sual: Bir reformist, (Allah'ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şeylere tapıyorlar) mealindeki âyetleri delil göstererek, (Medet yâ Resulallah, medet yâ Abdülkadir-i Geylanî demek şirktir, üstelik bunlar ölüdür. Peygamber de olsa, ölü olan, kimse yardım edemez. Yardım istenen zatlar, diri olsaydı, gücü yetseydi yardım eder, hapisteki hocayı oradan çıkarırdı) diyor. Enbiya ve evliya ölü müdür?
CEVAP
Reformistin görüşleri reformdan daha ötedir. Maksadı dînî inançları yıkmaktır. Burada birkaç yanlış var:
1- Âyet-i kerimelerde (Putlara ibadet etmeyin!) deniyor. (Resulümden, evliyamdan, yardım istemeyin!) denmiyor.
2- Diriye de yardım ettiren Allah'tır. (Allah diriye yardım ettirir, ölüye yardım ettiremez) demek küfürdür. Allahü teâlâ ölülere kuvvet vermekten âciz değildir.
3- (Ölü peygamber size fayda ve zarar vermez) demesi de çok yanlıştır. Âyet-i kerimelerde, (Fayda ve zarar vermeyen şeyler) diye bildirilenler, putlardır. Bu husustaki birçok âyetten birkaçının meali:
(Allah’ı bırakıp da, size fayda ve zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz?) [Maide 76]
(Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine fayda ve zarar veremeyen putlara taparlar: “Bu putlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler.) [Yunus 18] (Burada, şefaatçi olamayan, fayda ve zarar veremeyen, enbiya ve evliya değil, putlardır.)
(Allah'tan başka ibadet ettikleriniz [taptıklarınız], sizin gibi yaratıktır. Eğer sözünüzde [davanızda] doğruysanız, onları çağırın da size cevap versinler. Onların yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var? Taptıklarınız, kendilerine yardım edemez ki size yardım etsin.) [Araf 194,195, 197] (Tapılan şey put ki, eli, ayağı, gözü kulağı var mı deniyor. Enbiya ve evliya hâşâ put değildir.)
(Sakın puta tapanlardan olma! Allah’tan başkasına, sana fayda ve zarar veremeyen şeylere yalvarma!) [Yunus 106] (Putlara tapma, Allah'a ibadet et deniyor.)
(Görmüyorlar mıydı ki, o şey [buzağı heykeli] onlara ne söz söyleyebilir, ne zarar ve fayda verebilirdi?) [Taha 89]
(İbrahim dedi ki: Öyleyse, Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye [puta] hâlâ tapacak mısınız?) [Enbiya 66]
Bütün âyetlerde fayda ve zarar vermeyen şeylerin putlar olduğu, putlara ibadet edilemeyeceği açıkça bildiriliyor.
Allah’ın kudreti olmadan, dirinin yardım edeceğine inanıp da, ölünün yardım edemeyeceğine inanmak şirk olur. Dirinin yardım edeceğine inanıp da, Allah’ın kudretiyle ölünün yardım edeceğine inanmamak da, Allah’ı âciz kabul etmek olacağı için küfür olur. Hâlbuki Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Diriye de, ölüye de yardım ettiren Odur. Ölüden diri, diriden ölü yaratır. (Âl-i İmran 27)
Abdülhak-i Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölünce ruhunun ölmediği âyet ve hadisle sabittir. Ruh şuur sahibidir, ziyaret edenleri tanır. Velilerin ruhları, diri iken de, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh, insanın ölmesiyle ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Mişkat)
Şihabüddin-i Remlî hazretleri buyuruyor ki:
Enbiya ölünce mucizeleri, evliya ölünce de kerametleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olup namaz kıldıkları, şehitlerin de diri oldukları, kâfirlerle savaşırken yardım ettikleri hadis-i şeriflerle bildirildi. (Şevâhid-ül-hak)
Mevlana Abdülhakim-i Siyalkütî hazretleri buyuruyor ki:
Ölü yardım eder. Dua eden, vefat etmiş evliyadan yardım isteyen, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmakta, (Ey Allah’ın veli kulu, bana şefaat et! Allahü teâlânın dileğimi ihsan etmesi için vasıta ol!) demektedir. Dileği veren yalnız Allahü teâlâdır. Veli, sadece vesiledir, sebeptir. (Zad-ül-lebib)
Allah yolunda ölenler yani peygamberler ve şehitler ölmez. Bir âyette mealen, (Fî-sebîlillah [Allah yolunda] öldürülenlere ölü demeyin! Bilâkis onlar diridir, ama siz bunu anlayamazsınız) buyuruluyor. (Bekara 154)
Demek ki, can çıkmakla insan ölmüyor, ruhu bedenden ayrılıyor. Beden çürüse de, ruh işitiyor, iş yapıyor. Hazret-i Hızır’ın ruhunun iş yapması, yardıma koşması da böyledir. Allahü teâlâ, (Allah yolunda ölenlere ölü demeyin!) buyururken, Vehhâbîlerin, Selefîlerin, Resulullah'a ölü demesi, Kur'ana da inanmamak olur. Allah yolunda ölenlere şehitler de dâhildir. Peygamberler, elbette şehitlerden üstündür.
Fâtiha sûresindeki, (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki âyet-i kerime, ölünün de, dirinin de bir şey yapmasına tesir eden kudretin, sadece Allahü teâlâ olduğunu gösterir. Mesela acıkan kimsenin, hiçbir sebebe yapışmadan, (Yâ Rabbî, beni doyur) demesi, bu âyete uygun değildir, çünkü Cenab-ı Hak, doyurmak için yemek yemeyi sebep kılmıştır. Rabbimiz, yemek yemeden de doyurur, fakat yemek yenmesini sebep kılmıştır. (Yalnız senden yardım isteriz) diyen kimsenin fırıncıya gidip, (Bana ekmek ver!) diye ondan yardım istemesi, Allahü teâlânın emrettiği sebeplere yapışmak olur. Ölü veya diri evliya zatlardan yardım istemek de, sebeplere yapışmaktır. Cansız ilaca şifa özelliğini veren, dirinin yardım etmesine kuvvet veren Allahü teâlâ, kabrinde diri olan bir peygambere veya evliya zata yardım etme kuvvetini vermekten âciz midir?
Reformcu, laf ebeliği yapıp, (Peygamber ve Abdülkadir Geylânî ölü olduğu için yardım edemiyor, diri olsaydı yardım eder, hapisten hocayı çıkarırdı) diyor. Peki, sen Allah’a dua ediyorsun da, maksadına niye kavuşamıyorsun? Hâşâ Allah da mı ölüdür? Allahü teâlâ, niye yardım etmiyor, hocayı niye senin duanla hapisten çıkarmıyor? Allahü teâlâya dua edip de kabul olmuyorsa, bir sebebi var elbette. Aynı sebep öteki için niye düşünülmüyor?
|
. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
.
|
|
Bugün 12 ziyaretçi (40 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
Bugün 78 ziyaretçi (202 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|