|
|
|
|
|
|
|
Kadının Erkeğe Erkeğin Kadına İlgisi
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Evlilik Hakkında Büyüklerin Sözleri
|
|
Evlenmeyi Terk Etmek Caiz midir?
|
|
Müslüman, Dünya ve Kadını Nasıl Değerlendirmeli
|
|
|
|
Evlilik İnsanı Kötülüklerden Korur
|
|
|
|
Nikah İbadet midir, Muamele midir?
|
|
Erkeğin Hayırlısı Kadının Hayırlısı
|
|
Evliliğin Zorlukları
Hazreti Allah ona bir uyku verdi ve Adem (a.s.) uyudu.
Allah (c.c.) ona bir acı vermeksizin sol eğe kemiklerinden birini alıp yerine et doldurdu. Bu eğe kemiğinden de Hazreti Havva'yı yarattı.
Hz. Adem uyanınca baktı, başucunda bir kadının oturduğunu gördü ve "Bir kadın ha" dedi ve ona "Sen nesin, kimsin?" diye sordu. Hz. Havva da "Ben bir kadınım" dedi.
- Sen ne için yaratıldın? diye sordu.
Hz. Havva:
- Sen benimle sukunet bulasın diye yaratıldım diye cevap.verdi.
Melekler Hz. Adem'in ilminin derecesini anlamak için Hz. Havva'yı sordular ve
- Bu nedir? dediler. Adem Aleyhisselam:
- Bu bir kadındır, dedi.
- İsmi nedir? dediler.
- Havva'dır, diye cevap verdi.
- O ne için yaratıldı? sualine de:
- O benimle sukunet bulsun, ben de onunla sukunet bulayım diye, cevaplandırdı.
Hz. Allah böylece Hz. Havva'yı, Hz. Adem'e eş yaptı. Adem (a.s.) ile Havva Validemiz'in nikahlarını Cebrail Aleyhisselam kıymış, bu nikahda Mikail Aleyhisselam ile İsrafil Aleyhisselam da şahitlik yapmışlardır.
Hz. Adem ile Hz. Havva cennette yerleştiler. Allah ikisine de, "Cennette yeyin-için fakat şu ağaca yaklaşmayın" buyurdu.
Şeytan onlara yaklaşıp "Allah sizi cennette ebedi kalmanızı istemiyor. Bu yüzden o ağacın meyvesini size yasakladı. Eğer yerseniz cennette ebedi kalırsınız." diye önce Hz. Havva'yı, onun vasıtasıyla da Hz. Adem'i kandırdı. Yasaklanan meyveyi yedildi. Bunun üzerine her ikisi de cennetten dünyaya indirildiler. Hz. Adem Hindistan'da Serendip (Seylan) adasına, Hz. Havva ise Cidde'ye indirildi.
Hz. Adem yaptığı bu işten dolayı çok ağladı ve affedilmesi için Allah'a yalvardı. Allah (c.c.) tarafından tövbesi kabul edildi.
Allah'ın bildirmesiyle Mekke istikametine doğru yola çıktı. Hz. Havva ile orada buluştular.
Bütün insanlar işte bu iki insandan çoğaldı.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri Eski Hind hukukunda hiçbir muamele de kadına hak tanınmazdı. Bu hukuk karşısında kadın, evlenme ve varis olma hakkından mahrum idi. Hatta Budizmin kurucusu olan Buda, ilk zamanlarda, kadının, dinine girmesini bile kabul etmiyordu.
"Hammurabi Kanunları" diye bilinen kanunda ise, erkeğin birden fazla kadınla evlenemeyeceği esas tutulduğu halde, metres hayatının yaşanması ve bazı hallerde de birden fazla kadınla evlenme kabul edilmişti.
İsrailoğullarının kanunlarında, aile reisi ve aileye mutlak hakim olan erkek idi. Kızlar babalarının evlerinde bir hizmetçi gibi muamele görürlerdi. Baba istediği zaman, istediği kimseye kızını satabilirdi. Boşanma hakkı yalnız kocaya verilmişti ve koca bu hakkı istediği şekilde kullanabilirdi. Kız çocuklarının varis olabilmeleri için, ölen kimsenin kızlarından başka hiçbir varisin bulunmaması şart koşulmuştu.
İran'da erkek kendi kız kardeşi ile evlenebilirdi. Bu iş hiçbir sakınca ile karşılanmadığı gibi, insanlar tarafından da ayıplanmazdı. Hatta teşvik edilirdi. Soy - sopun hiçbir anlamı olmayıp anne ve kız kardeşlerin saygıya değer hiçbir yönleri yoktu.
Eski Roma ve Yunanlılarda kadının hiçbir değeri bulunmadığı ve hiçbir hakka sahip olmadığı bir gerçek olarak tesbit edilmiştir. Onlarda evlenmede tek ve en önemli gaye, bir erkek çocuğa sahip olabilmek, şehevi istek ve arzuları tatmin etmek ve mal-mülk yerine bir bekçi, eve bir hizmetçi temin etmek idi. Yahudilerde de kız erkeğe "Drahoma" adı altında, külliyetli para vermek zorunda idi.İçinde bulunduğumuz bu asırda bile bu gelenek titizlikle uygulanmaktadır.
Bir Yahudi ailesinin dünyaya gelen kızları için ilk düşündükleri ve kızın evlenme çağına gelmesine dek çırpındıkları şey, kızlarına bu meblağı veya karşılığı olan mülkü nasıl tedarik edecekleri hususudur. İşte hassaten İslam dininin kadına hiçbir hak tanımadığını müslümanlar arasında kendi uşakları vasıtasıyla yaymak isteyenlerin kadına verdikleri kıymet ile, İslamın evlenecek erkeği mehir vermesiyle yükümlü tutmasından, İslamın kadına verdiği kıymet açıktır.
Eski Çinliler kadını insan bile saymıyorlardı. Bunun içindir ki, kız çocuğuna ad koymayıp onu, bir, iki ve üç diye sayı ile çağırırlar kız çocuğuna hayvan nazarı ile bakarlardı. Eski zamanda İngiltere'de kocaların, karılarını satabildikleri tarihen sabit olmuştur.
Arabistan'da İslamdan önceki devirlerde kadının durumu yürekler acısı bir hal arzetmekte idi. Kız evlatları diri diri toprağa gömülüp öldürülüyorlardı. Kadın mirastan mahrum bırakılmıştı. Kocası ölen bir kadına ceketini ilk atan kimse, ona sahip çıkardı. Erkek ceketini kadının üzerine attı mı, artık o kadına kayıtsız şartsız sahip olurdu. Kız çocuğu aile de bir yüz karası, bir yük telakki edilirdi. Bunun içindir ki, aile de sonsuz haklara sahip olan baba, kızını diri diri toprağa gömüp öldürmekte serbestçe hareket edebilirdi. Kızını bu şekilde öldürmekte hiçbir mahzur görülmediği gibi, herhangi bir cezaya çarptırılmaz, yadırganmazdı.
İslam dini, kadınların tarih boyunca maruz kaldıkları kötü muameleleri ve kadının aleyhinde işleyen kanun, örf ve adetleri yok etmiştir. Kadına her türlü hakkını vermiştir.
İslamdan önce erkekler, himayeleri altında bulunan yetim kızlarla mallarına göz dikerek evlenirlerdi. Yetim kızlar kimsesiz oldukları için, kocaları onlara gerek mehirde ve gerekse evlenmeden sonra türlü türlü haksızlıklar ve eziyetler yaparlardı. Hatta evlendikleri yetim kızların miraslarına konmak için karısının ölümünü isteyen koca, hiçbir ferd tarafından yadırganmadığı gibi, ona ceza verecek bir müessese de bulunmazdı. Cenab-ı Hak yetimlerin mallarının yenmemesini, iyi muhafaza edilmesini ve yetimler erginlik çağına geldiklerinde mallarının kendilerine teslim edilmesini, kimsesiz oldukları için öyle bir haksızlık yapmaktan çekinmelerini, diğer kadınlarla evlenmelerini emretmiş, bu suretle aynı zamanda yetimlerin de haklarını korumuştur. İslam hukukunun dışında hangi hukukta böyle sistemli ve yararlı esaslar vardır? İslamın Kadına Verdiği Önem
Yıllar boyunca bir köle, hatta bir eşyadan farksız olarak yaşamaya mahkum edilen kadını, gerçek benliğine, ancak kainata rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) Allah tarafından getirip insanlara tebliğ buyurmuş olduğu İslam dini kavuşturmuş, kadına gerçek değer ve itibarını vermiştir.
İslam dini, kadının pazarlardan alınıp satılan bir eşya olmadığını, her şeyden önce onun da bir insan olup, toplumun en küçük bölümü olan ailenin kurulmasında erkeğin bölünmez bir parçası olduğunu, onsuz erkeğin hiçbir şey yapamayacağını çok açık olarak beyan eylemiştir.
Aile binasının kurulmasında emsalsiz bir yeri bulunan kadına gerçek değerini veren ve onu düştüğü yerden kurtaran, toplumda kendisine layık olan yeri veren İslam, kendisine verilen bu mevkii koruyabilmesi, eskiden düştüğü kötü durumlara
bir daha sürüklenmemesi için, her zaman şerefli, her yerde kıymetli ve itibarlı olması, herkes tarafından kendisine saygı gösterilmesi ve toplumda kendisine yaraşır bir şekilde dimdik kalabilmesi için önemli görevler yüklemiştir.
Kendisine verilen bu ulvi görevleri yerine getirmediği, kadınlık varlığını kötüye kullanıp kadınlık şerefini korumadığı takdirde, ruh yapısının zedelenip manen çökeceğini, kıymet ve itibarını yitirip eski sefalet girdabına düşerek değerini kaybedeceğini ihtar etmiştir.
Kadın, İslam'ın yüce prensiplerine sadık kalıp onlara sımsıkı sarıldığı müddetçe şeref ve itibarın zirvesine yükselmiştir. İslam'ın bu kudsi prensiplerine sırt çevirip uzaklaştığı ve onları hiçe saydığı müddetçe de değerini kaybetmiş ve bir ticaret metaı olarak kullanılmıştır.
İslam dini, cahiliyet, devrindeki batıl inançları ve adetleri kökünden kaldırmıştır. Kız çocuklarının öldürülmesine şiddetle karşı çıkmış ve kız evlatlarının herhangi bir sebepten dolayı öldürülmesini yasaklamıştır.
Kız evladını da, erkek evladını da veren Cenab-ı Allah'dır.
Kulun bu hususta hiçbir rolü yoktur. Cenab-ı Hakk'ın yarattığı hiçbir şey ayıp vesilesi ve çirkin olmaz. Mülk ve tasarruf sahibi ancak O'dur. Yaptığından asla sual olunmaz. Dilediğini yapar. Hiçbir kimsenin O'nun yarattığını beğenmemeye ne hakkı, ne de gücü, kuvveti vardır.
Mekke'li kafirler, kız çocuklarını adi ve bayağı saydıkları halde "melekler Allah'ın kııllarıdır" diyorlar, onlara büyük bir hürmette bulunuyorlardı.
Resul-i Ekrem (s.a.v.)'de kadına gösterilmesi gereken saygı, hürmet ve şefkatin birçok örneklerini vermiştir. O, "Bana dünyadan güzel koku ve kadınlar sevdirildi. En sevimli zamanım ise, namazda bulunduğum andır" buyurarak kadının kıymet ve derecesini yükseltmiştir.
İslam'ın kadına vermiş olduğu bir serbestlikledir ki, bir kadın cami içinde Hazret-i Ömer'in (r.a.) kadınlara verilen mehir hakkındaki ifadesine rahatça itiraz edebiliyordu.
Bir gün Hazret-i Ömer (r.a.) Medine-i Münevvere'de minbere çıkıp hutbe okumuş ve konuşmasında evlenirlerken, alacakları kadınlara, fazla mehir vermemelerini söylemiştir. Kadınlardan birisi kalkıp, Kuran-ı Kerim'deki "Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterseniz, öbürlerine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile içinden bir şey almayın. (Kendisine hem) bir iftira ve açık bir günah (yükler, hem) alır mısınız onu? "(1) mealindeki ayet-i okuyup, "Allah bize yüklerle mehir verilmesini beyan buyurduğu halde, Ömer bunu bizden esirgiyor" diye tenkid etmiştir. Hz. Ömer:
- Ömer hata etti. Kadın ise doğru söyledi diye o kadının sözlerini kabul etmiştir.
İslamdan önceki devirlerde, ictimai hayatın esasını teşkil eden tüm müesseselerin temelleri kökünden sarsılmış bir halde idi. Bütün azamet ve haşmetiyle gelen İslam, sarsılan bu temelleri tamir etmiş, çöken binaların temellerini yeniden tahkim ederek inşa etmiştir. İslamın gelişiyle, hor ve zelli görülen kadın, izzet ve şeref kazanarak esas yerine oturmuştur. Ticari bir meta olmaktan kurtulup kıymetli bir varlık haline gelmiştir. Me'yus olan kadın İslamın gelişiyle ümitvar olmuştur. Hiçbir hususta söz sahibi olmayan kadın, İslamın sayesinde hakkını savunmakta, sesini her tarafa duyurabilmektedir. Zira İslam güneşinin doğması ile alem bambaşka bir alem olmuş, insan, yaradılışındaki gayeyi idrak etmiştir.
Bugün Batı (Avrupa) kültürünün etkisi altında yetişen bir gencin anaya verdiği kıymetle, İslam kültür ve terbiyesiyle yetişen bir gencin anaya verdiği kıymeti mukayese ettiğimizde, İslamın kadına verdiği önem ve kıymeti anlamakta güçlük çekmeyiz. İslamın ve onun getirdiği nizamın ne kadar ulvi, İslam dışı olan bütün nizamların ne derece süf1i olduğunu görürüz.
"Cennet anaların ayakları altındadır." Peygamberimiz (s.a.v.) bu mübarek sözü ile kadının toplumdaki yerini ne güzel tayin buyurmaktadır.
İslam terbiyesiyle yetişen bir çocuk anasına bu gözle bakar.
İslam şuur ve terbiyesinden mahrum olarak yetişen bir çocuğun, anasının rızasını almak şöyle dursun, anasına hakaret etmek ve onu incitmekte hiçbir beis görmediği müşahede edilmektedir.
Cenab-ı Allah, ana-babaya iyi muamele edilmesini ve onlara “öf” bile denilmemesini emrederek şöyle buyurmuştur:
"Rabbin 'Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya iyi muamele edin" diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse, onlara "öf" (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel.(ve tatlı) söz söyle. Onlara acıyarak tevazu' kanadını (yerlere kadar) indir ve: "Yarab, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse sen de kendilerini (öylece) esirge" de."
(İsra Süresi, ayet: 23-24)
Kadına saygıyı, kadının değerini, hak ve hukuku olabileceğini İslam dini öğretmiştir. Günümüzde ise kadına verilen önem, yine Batı'dan alınan örneklerle tamamen aslından uzaklaştırılmıştır.
Eşitlik; batı sisteminde kadını erkekle aynı yarışa sokmuş ve her iki cinsi birbirleriyle savaştırmayı da denemiştir. Kadın erkek eşitliği yaygarası bunun güzel örneklerinden birisidir.
Kadınlarla erkeklerin eşit olması fikri, ahlakla ilgili meselelerde ve beşeri hukukun meselelerinde değil; medeni hayatta erkeğin faaliyet sahasına giren her işin kadınlar tarafından da yapılabileceği şeklinde öne sürülüyor. Eşitlik mefhumunun yanlış bir teşhise tabi tutulması neticesinde, kadın yaratılışına uygun fıtri özelliğini bir tarafa iterek, gaflete düşülmüş üstelik kafasına uygun bulduğu, mahiyeti meçhul bir eşitlik fikrinin arkasına takılmak suretiyle İslam medeniyetinin bekası için şart olan esas vazifelerinden uzaklaşmıştır. Böylece kadın kendi öz şahsiyetini bu gibi faaliyetlerin içinde eritmiş, kaybetmiştir.
Ticaret Ye iş hayatında erkeklerle boy ölçüşmek, spor ve oyun meydanlarında kendisini gösterip alkış toplamak, cemiyetin eğlence hayatına daha fazla dalmak, kulüplerde, sahnelerde danslı ve şarkılı toplantılarda vakit öldürmek gibi bitmeyen faliyet sahaları ...
Batı cemiyetinde medeniyetin temeli sayılan aile nizamı öyle dağılmış, kökleri o şekilde tahrip edilmiştir ki, artık bu mefhumun mevcudiyetinden bahsetmek mümkün değil.
1) Nisa Suresi, ayet: 20 Kadının Erkeğe Erkeğin Kadına İlgisi
Kadın erkek ilişkisi, her iki cinsin birbirine karşı olan kuvvetli ilgisinden dolayı vücud bulur.
Bu husus, neslin devam etmesi için insanda zaten bulunması gerekir. Kadın olsun erkek olsun, her normal insanda bu temayül bulunmaktadır. Zira aksi düşünüldüğünde ne neslin devamı olur ve ne de bundan elde edilecek olan faydalar husüle gelir. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim de buyuruyor ki:
"Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salınan güzel atlara, (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlara, ekinlere olan ihtiraskarane sevgi insanlar için bezenip süslenmiştir. Bunlar, dünya hayatının (geçici) birer faidesidir. Allah (a gelince) nihayet dönüp varılacak yerin (Cennetin) bütün güzelliği O'nun nezdindedir."
(Ali İmran Süresi, ayet: 14)
Görülüyor ki, bu ayet-i celilede hırsla sevgi beslenilen şeylerin başında kadınlar olduğu zikredilmektedir. Ayet-i celilede kadınlar ilk olarak zikredildiğine göre insanın hırsla sevgi beslediği şeylerin başında da kadın gelmektedir. Her şey çift yaratıldığına göre, bu arzunun de karşılıklı vuku bulup çift olması gerekir. Çünkü karşılık görmeyen alakanın devamlılığı düşünülemez.
Erkek ve kadın arasında bulunan bu cinsi temayül, meşru yollarla olması şartıyla, İslam dininde kötü ve çirkin sayılmamaktadır. Bilakis İslam dini bu cinsi temayülün sonuçlandırdığı erkek-kadın birleşmesini nikah müessesesiyle teşvik etmektedir ki, buna evlilik denir. İslam dininin insanları men'ettiği, işleyenlerin mutlaka ceza göreceklerini açıkladığı husus ise, evlilik dışı kadın-erkek birleşmesini sağlayacak olan işlerdir. Evlenmek suretiyle erkek ve kadın birleşmesini Peygamber aleyhisselam teşvik buyurmuşlardır. Kadına verdiği kıymeti müslümanlara bildirmek için şöyle buyurmuştur:
"Dünya bir meta'dır. Dünya meta'ının en hayırlısı ise iyi kadındır."
Kötü niyetli ve tavırlarıyla erkeği yoldan çıkaran veyahut kötü hareketleriyle erkeğin başına türlü türlü felaketler getiren kadın hakkında da Peygamber Aleyhisselam buyurmuştur ki:
"Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı fitne ve fesad (amili) olarak hiçbir şey bırakmadım."
Kadınların bir fitne kaynağı olduğunu beyan etmek üzere Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler, eşlerinizin, evladlarınızın içinde hakikaten size düşman (olanlar) vardır. O halde onlardan sakının. (Cihad gibi, hicret gibi hayırlardan geri kalmak hususunda onların sözünü tutmaktan kaçının. Bununla beraber) affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir."
(Tegabün Suresi, ayet: 14)
Tefsirlerde beyan edildiğine göre Resulüllah (s.a.v.) Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere'ye hicret ettikten sonra, bazı kimseler Mekke’den hicret etmek arzusunda bulundukları halde, eşleri ve evladlarının kendilerine: "Siz gidiyorsunuz ama bizi de burada perişan bırakıyorsunuz", demeleri üzerine onlara acıyarak hicret etmeyi tehir ettiler. Kendilerinden önce hicret edenlerin dinde çok yüksek derecelere mazhar olduklarını görünce, kendilerini hicret etmekten alıkoyan eşlerini ve çocuklarını cezalandırmak istediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayet- i kerimeyi gönderdi.
Bu ayetlerde olsun, hadislerde olsun, kadınların fitne olduğu hususunun zikredilmesi, bütün kadınlar için değildir. Bunlardan maksat huysuz ve geçimsiz olan bazı kadınlardır. Yoksa şüphesiz bütün kadınlar geçimsiz ve kötü olamaz. Evlenmeye Teşvik
Allah, şehvet denilen kuvveti yaratarak onun vasıtasıyla insanı tohumlamaya mecbur etmiştir. O tohumla onların neslini devam ettirmiştir. Daha sonra büyüterek ona bir kıymet vermiştir. Zinayı haram kılmıştır. İnsanları zinadan uzaklaştırmak için o fiilin çok kötü olduğunu ilan buyurmuştur.
Ölümü kullarına takdir ettikten sonra, meni tohumlarını ana rahmi tarlasına serperek, ondan bir varlık yaratıp onu istekleri olmadığı halde cebren ölüm tırpanına düçar kılmıştır. Bütün bunlar, mukadderat denizlerinin alemler üzerinde, menfaat-zarar, hayır-şer, zorluk-kolaylık, darlık ve bolluk yönünden coşkun olduğuna dair birer uyarma ve ikazdır.
Nikah dine yardım edici, şeytanları zelil düşürücü ve Allah düşmanının önüne gerilmiş, geçilmez ve aşılmaz bir kaledir. Yine nikah, peygamberlerin efendisi Hazret-i Muhammed'in (s.a.v.) diğer peygamberlere karşı iftihar edeceği ümmetinin çoğalmasına biricik sebep ve vesiledir. Binaenaleyh nikah, yine sünnet ve edebleri korumaya sebeptir.
Kadın ve erkek, birbirini tamamlayan iki unsurdur. Bunlar, birbirinden ayrı olarak yaşamaya heveslendikçe eksik uzuvlu bir vücut gibidir. Zengin bile olsalar, daimi bir aksaklık onların üzerinden ayrılmaz. Hararetleri gideren, yangınları söndüren, canlıların yaşamasına, ağaçların ve otların yeşermesine sebep olan suya, sülfürik asit ve ceryan akımı verilecek olsa nasıl suyun terkibi (H20), değişir, biri yakıcı diğeri yanıcı gaz haline dönüşür; ortada su diye bir şey kalmazsa, evlilik müessesesini yok farz ettiğimiz takdirde de insanlıktan eser kalmayacağı açıktır.
İnsanda cinsi arzu ve ihtiyaçlar yaratılmış; kadın erkeğe, erkek kadına meyilli ve arzulu kılınmış ve bu arzu ve isteğin ne şekilde tatmin edilebileceği ayrıntılarına kadar gösterilmiştir. Dinimizde evliliğe büyük önem verilmiş, bir mazeret olmadıkça bekarlığa müsade edilmemiştir. Cinsi hayatı düzenleyen emir ve yasaklar bu ölçüye göre belirlenmiştir. Zina, sevicilik, homoseksüellik, hayvan ve ölüyle temas, çıplaklık ve evlilik içinde cinsi hayattan çekilmenin yasaklanması, cinsı arzuların meşru yoldan, evlilik hayatı içinde yerine getirilmesine bağlı hususlardır.
Peygamberimiz helal cinsı yakınlaşmayı ibadet olarak değerlendirmiştir. Cinsı ihtiyaçların emredilen şekilde karşılanması, insanın huzur ve mutluluk bulmasına sebeptir.
Dinimizin gösterdiği ölçülere uyarak cinsı hayatımızı düzenlediğimiz takdirde, huzurlu bir hayata kavuşabileceğimiz gibi, ölçüsüz davranışların sebep olacağı pek çok tehlikeden korunmuş oluruz.·
Şehvet hissi hem erkekte hem de kadında mevcuttur. O bir yangına benzemektedir. Ancak insan bu yangının zararından evlenmekle kurtulabilir. Evlenene Allah Yardım Eder
Peygamberimiz "İffet ve namusunu korumak için evlenene Allah yardım eder" buyurmuşlardır.
Hz. Aişe (r.a.) validemiz buyuruyorlar ki.
"Hiçbir şeyi olmayan bir müslüman evlendi.
Resulüllah karısının ona teslim edilmesini buyurdu ve ona dua etti. Ondan sonra adam zenginleşti ve eşraftan oldu."
Rebia bin Ka'b el-Eslemi diyor ki:
Ben, Resulüllah (s.a.v.)'e hizmet ederdim. Bir gün Resulüllah bana:
- Evlenmeyecek misin, ya Rebia, dedi. Ben de:
- Vallahi ya Resulallah, evlenmek istemiyorum yanımda
bir kadına yetecek şeyler yoktur. Ayrıca hiçbir şeyin beni, senin hizmetinden alıkoymasını istemem, dedim. Hoşlanmadı, benden yüzünü çevirdi. Sonra ona bir müddet daha hizmet ettim. Yine bir gün bana:
- ''Ya Rebia, evlenmeyecek misin?" dedi. Ben de:
- Evlenmek istemiyorum, yanımda bir kadına yetecek şeyler yoktur ve hiçbir şeyin, beni senin hizmetinden alıkoymasını istemem, dedim. Yine benden yüzünü çevirdi. Sonra ben düşündüm, kendi kendime: Resulüllah (s.a.v.) dünya ve ahirette bana yarayacak şeyleri benden daha iyi bilir. Eğer bir daha bana, evlen derse bende, "Peki emret Ya Resulallah," derim, dedim. Yine bir gün Resulüllah (s.a.v.) bana:
- "Evlenmeyecek misin, ya Rebia?" dedi. Ben de:
- "Evleneceğim, buyur ya Resulallah." dedim. Bana,
Ensardan bir kabilenin adını vererek "Onlara git" dedi. Bunlar Medine'ye epey uzak idiler. Bana:
- Onlara git, beni Resulüllah (s.a.v.) gönderdi, beni falanca kadınla evlendirmenizi buyurdu, de, dedi.
Ben de gittim, onlara:
- Beni Resulüllah (s.a.v.) gönderdi. Beni falanca kadınla evlendirmenizi emretti, dedim.
Onlar da:
- Resulüllah da hoşgeldi, elçisi de hoşgeldi. Allah’a yemin ederiz ki Resulüllah'ın elçisi eli boş dönmeyecektir, dediler. Beni evlendirdiler. Bana ikramda bulundular. Benden isbat da istemediler.
Ben de Resulüllah (s.a.v.)'e üzgün üzgün geri döndüm.
Bana:
- "Ne var, ya Rebia?" dedi. Ben de:
- Ya Resulallah, beni asil bir kavme göndermişsiniz, beni
evlendirdiler. Bana ikram ettiler, bana lütufta bulundular. Benden isbat bile istemediler. Fakat yanımda, kadına verecek mehir yoktur, dedim. Resulüllah (s.a.v.) orada bulunan Büreyde bin el-Eslemi'ye hitab ederek:
- Ya Büreyde, buna mehir olarak beş dirhem değerinde altın toplayın, dedi. Onlar da toplayıp bana verdiler. Ben de toplananları aldım, Resulüllah (s.a.v.)e getirdim. Bana:
- Bunu onlara götür, işte kadının mehri budur, de, dedi. Ben de götürüp verdim; memnun oldular ve kabul ettiler.
Hem de, "ne kadar çok, ne kadar iyi!" dediler. Sonra ben Resülüllah (s.a.v.)'e üzgün üzgün geri döndüm. Bana:
- "Niçin üzgünsün?", ya Rebia?" dedi. Ben de:
- Ya Resülallah, onlar gibi alicenap bir kavim görmedim.
Verdiğimi beğendiler, beni hoş karşıladılar ve "ne kadar çok, ne kadar iyi!" dediler. Fakat düğün yemeği yapacak bir şeyim yok, dedim. Resülüllah:
- ''Ya Büreyde buna bir koyun parası toplayın" dedi.
Onlar da bana semiz bir koyun parası topladılar. Resülüllah bana:
"- .Aişe'ye git, içindekilerle birlikte ekmek sepetini göndermesini söyle, dedi.
Ben de gittim. Resülüllah'ın bana emrettiklerini ona söyledin. Hz. Aişe:
"- İşte sepet içinde 9 ölçeklik arpa unu var. Başka yıiyeceğimiz yok, al götür dedi. Aldım, Resülüllah'a getirdim.
Bana:
- Bunları götür, sabahleyin ekmek yapmalarını söyle, dedi. Gittim, koçu da götürdüm. Yanıma Eslem kabilesinden birkaç adam da aldım. Resülüllah "Bu ekmeğiniz, bu da etiniz olsun" dedi. Sabahleyin bir sürü ekmek ve etimiz oldu. Resülüllah'ı da davet ettik.
Resülüllah bana bir arazi parçası verdi. Arkasından Ebübekir de bir arazi verdi. Dünya gelmeye başladı. (2)
2) Peygamberimizin Sünnetinde Evlilik, Dr. Abdülvehhab Öztürk Evlenmekle İlgili Ayetler
İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih (mü'min) olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları (evlenmeleri sebebiyle) fazı (-u kerem) iyle zengin yapar.
(Nur Suresi, ayet: 32)
"And olsun biz senden evvel Resüller gönderdik, onlara zevceler ve çocuklar verdik ... "
(Ra'd Suresi, ayet: 38)
Bu ayette Allah’ü Teala hazretleri peygamberlerin evlenmeleri ve çocuk sahibi olmalarını, onların faziletleri olarak zikretmektedir.
Allah (c.c.) veli kullarının şöyle dua ettiklerini Kur'an'da haber veriyor:
"Onlar ki, "Ey Rabbimiz! Zevcelerimizden ve zürriyetlerimizden bize göz aydınlığı hibe et derler ... "
(Furkan Suresi, ayet: 74)
Zekeriya (a.s.)'nın çocuk için dua etmesini ifade babında Kur'an'da Hz. Allah buyuruyor ki:
Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana senin tarafından çok temiz bir zürriyyet ihsan et. Muhakkak ki Sen duayı hakkıyla işitensin."
O, mihrabda durup namaz kılarken melekler ona (şöyle) nida etti: "Gerçek, Allah sana kendinden bir kelimeyi tasdik edici, bir efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeler"
(Al-i İmran Suresi, ayet: 38-39)
Şu ayet-i kerime de Şuayıp Aleyhisselam'ın Hz. Musa'yı kendisine damat edinmesinden bahsetmektedir:
"Şuayb, Musa'ya dedi ki: "Bu iki kızımdan birini -bana sekiz yıl ücretle çalışman üzere- sana nikahlamak istiyorum. Eğer (hizmetini) on (yıl) a tamamlarsan o da kendinden. (Bununla beraber) arzu etmem ki sana zorluk çektireyim. İnşaallah beni salihlerden bulacaksın"
(Kasas Süresi, ayet: 27).
"Ey iman edenler, Allah'ın helal ettiği o en temiz ve güzel şeyleri (nefislerinize) haram kılmayın. Haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez"
(Maide Suresi, ayet: 87).
Evlenmek her peygamberin ümmetine getirdiği bir mükellefiyettir. O bakımdan nikah, peygamberlerin sünnetidir. Peygamberler evlenmiş ve çocuk sahibi olmuşlardır. Ancak Hz. İsa evlenmeden önce semaya kaldırılmış olup o da kıyamete yakın dünyaya indiğinde evlenecek ve çocuk sahibi olacak ve bu mükellefiyeti yerine getirecektir. . Evlenmekle İlgili Hadisler
Peygamberimiz, Hz. Ali Efendimize hitaben buyurdular ki:
"Ya' Ali üç şeyi geciktirme: Vakti gelen namazı hazır olan cenaze ve dengini bulan bekar kadını evlendirmek."
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
Ey gençler topluluğu! Kimin evlenmeye (bedeni ve mali) gücü yeterse hemen evlensin. Zira evlilik, gözü (harama karşı) daha çok yumduran, ırzı daha fazla koruyandır. Kimin de buna (mali) gücü yetmezse ona oruç tutmak gerekir. Çünkü oruç, onun (şehvetini teskin) için eneme (gibi) dir"
(Buhari c. 6, s. 117; Müslim c. 4, s. 128).
Bu hadis-i şerifte evlenmeye gücü olan kimseye evlilik Allah Resülü'nün emri olmaktadır. Bedeni kuvvet ve mali kudret sahibi olan kimsenin, evlenmeyi ihmal etmeyip hemen yerine getirmesi tavsi e olunmaktadır. Kocalık vazifesini yapmaya vücut yapısı müsait olmayan ve sağlığı tam olup da alacağı kadının mehrini 'vermeye, nafaka ve mesken gibi masrafları temin etmeye mali imkanları yeterli olmayan kimseye de oruç tutması emredilmektedir. Oruç, şehevi hisleri teskin etmede, erkeğin hadımlaştırılması gibi bir tesir yapar.
"Birbirini seven (çift) ler için nikahın benzeri olabilecek (bir sevgiyi) göremiyoruz"
(İbni Mace c.1 s. 593).
Sevginin kalpte doğması için birçok sebepler vardır.
Bunların içinde nikah kadar asil ve sürekli olabilecek azdır.
Ecdadımızın "Nikahta keramet vardır" sözü, nikahtaki yapıcı ve birleştirici sırdan kaynaklanmaktadır.
Dört (şey); kına (yakınmak), koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek peygamberlerin sünnetlerindendir."
(et-Tergib ve't-Terhib c. 3, s. 40).
Evli kimsenin iki rek'at (namaz) i, bekarın seksen iki rek'atından hayırlıdır"
(Feyzü'l-kadir c. 4, s. 38).
Bekar kimse, gözünü haramdan sakınsa bile gönlünü hayalden korumaya güç yetiremez. Kalbe bu gibi hayallerin çöreklenmesi, ibadetin feyzini engeller. Evli kimsenin kalbi bu gibi gailelerden uzak bulunacağı için, onun namazının faziletine işaret olunmaktadır.
Normal vücud gelişmesiyle başlayan cinsel arzu, yine normal yolla yani nikahla giderilince bu istek diner. Düşünceler şehevi hislerden temizlenir ve daha rahat ibadet edilmiş olur. Gayri meşru bir yolla bu hissini gidermediği için de pişmanlık ve vicdan azabı duymacağından içi rahat olarak Rabbine yönelir. Kendisini ibadete daha rahat verip daha çok sevap kazanmış olur.
Bu hisler eşinde de olduğundan, onun da daha rahat ibadet etmesine sebep olmuş olur. Bunun da ayrı bir sevabı vardır.
Aişe' validemiz (r.a) buyuruyor ki? "Genç bir kız Allah'ın Resulüne gelip:
- Ey Allah'ın Resulü! Ben gördüğün gibi genç bir kızım.
Çok kimseler tarafından istenmekteyim, fakat evlenmekten kaçınıyorum. Acaba kadının üzerinde kocanın hakkı nedir? diye sordu.
Resulüllah?
- Eğer kocanın tepesinden ayağına kadar bütün bedeni irinler içinde kalıp hanımı o irinleri diliyle silse, yine de ona karşı teşekkür etmek vazifesini eda etmiş sayılmaz, buyurdu.
Genç kız:
- O halde ben evlenmeyeyim mi? Allah'ın Resulü:
- Hayır evlen. Zira evlenmek, evlenmemekten daha hayırlıdır, buyurdu.
Enes b. Malik'in rivayet ettiği bir hadiste ise Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Bir kimse evlenince imanın yarısını tamamlamış olur. Artık diğer yarısı için de Allah'tan korksun."
"Evleniniz, çoğalınız. Zira ben, kıyamet günü, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim"
(Feyzü'l-kadir c. 3, s. 269).
Efendimizin hadis-i şerifinde geçen çokluk, insan çokluğu değildir. Ona layık bir ümmet olarak çoğalmak, gelişip artmakdır.
Kadınları eş edinin. Zira onlar, mal (ve bereket) getirirler"
(Feyzü'l-kadir c. 3, s. 241).
(Üç) (sınıf) kimseye ki, (borcunu) vermek dileyen mükateb köleye, nefsini haramdan sakınmak isteğiyle evlenen erkeğe ve bir de Allah yolunda (vuruşan) mücahid'e yardım etmesi, Allah üzerinde bir haktır"
(Mişkatü'l-Mesabih s. 267).
Bu hadis-i şerifte geçen "Allah üzerinde bir haktır" ifadesi bu yardımın Allah katında sabit olduğunu veya va'din gereği olarak, yardım etmeyi Rabbimizin kendi zatına Vacip kıldığını ifade etmektedir.
(Mirkatü'l-mefatih c. 3, s. 406)
İnsanlarda görülen bozulmaların çoğu, ya ırzını zinadan koruyamaması veya midesini haram ile kirletmesi sebebiyledir. Bu sebeple, evlenen kimse, mükellef bulunduğu vazifelerin yarısını tamamlamış olmaktadır. Diğer yarıyı ise kendini koruyarak yerine getirmiş ve noksanlarını gidermiş olacaktır.
"Benim sünnetimden uzaklaşan benden değildir.
Muhakkak ki nikah benim sünnetimdir. Öyleyse beni seven benim sünnetimle sünnetlensin."
(Müslim ve Buhari)
"Sizden kim nafaka vermeye (ailesinin nafakasını temin etmeye) muktedir ise evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan daha iyi sakındırır. Namusu daha (emin bir şekilde) korur. Gücü nafakaya yetmeyen kimse ise, oruç tutsun. Çünkü orucun vicası (Yani şehveti kıncı bir yanı) vardır."
(Müslim ve Buhari)
"Size dininden ve namusundan emin olduğunuz birisi (kız istemek için) geldiği zaman, onunla, emrinizde bulunan kızı (veya kadını) evlendiriniz. Bunu yapmadığınız takdirde yeryüzünde fitne çıkar ve büyük bir fesad olur."
(Tirmizi)
"Sadece Allah rızası için evlenen ve evlendiren, Allah'ın veliliğine (dostluğuna) layık olur."
"Ademoğlunun bütün amelleri (öldüğü zaman) kesilir (sona erer), ancak üç amel bundan hariçtir. Onlardan birisi, kendisi için ardında dua edecek salih bir evlad bırakmasıdır."
Böyle bir devlet, ancak evlenmekle elde edilir.
Akkaf bin Bişr'e Peygamberimiz (s.a.v.): "Karın var mı, ya Akkaf?" diye sordu. Akkaf "hayır" cevabını verdi. Peygamberimiz: "Cariyen de mi yok?" dedi. O da, "Cariyem de yok." dedi. Peygamberimiz "sanırım zenginsin?" buyurdu. O da: "Evet zenginim" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz de şöyle dedi: "Öyleyse sen de şeytanın kardeşisin. Eğer Hıristiyan olsa idin, rahip olurdun. Evlenmek bizim yolumuzdur. En şerlileriniz bekarlarınızdır. En rezil ölüleriniz bekar olarak ölenlerdir. Şeytanla mı oynuyorsunuz? Şeytanın, salih kimselere en etkili silahı kadındır. Ancak evliler buna karşı koyabilirler. Onlar kötü şeylerden uzaktırlar. Yazık sana, ya Akkaf, Eyyub'un, Davud'un, Yusuf'un ve Kürfüs'ün başına gelenler kadın yüzünden gelmemiş midir?" Bunun üzerine orada bulunan Bişr ibn Atiyye "Kürfüs kim, Ya Resulallah?" diye sordu. Peygamberimiz şöyle anlattı: "O, bir deniz kıyısında Cenab-ı Allah'a üç yüz sene ibadet etti. Gündüzleri oruç tuttu, geceleri namaz kıldı. Sonra aşık olduğu bir kadın yüzünden küfre düştü. İbadeti terk etti. Sonra tövbe etti. Bazı iyilikleri yüzünden Allah Teala ona merhamet buyurup tövbesini kabul etti. Ya Akkaf, evlen, yoksa sırt çevirenlerden olursun." Bunun üzerine Akkaf, "beni evlendir, Ya Resulallah." dedi. Peygamberimiz de ona "seni Külsüm kızı Kerime ile evlendirdim." buyurdu. Evlilik Hakkında Büyüklerin Sözleri
İbni Abbas (r.a.) buyurdu: "Abidin ibadeti, ancak evlendiği zaman tamamlanır."
İbni Abbas, evlenmeyi ibadetten saymış ve onun tamamlayıcısı kabul etmiştir. Şehvet galip geldiğinde abidin kalbi ancak evlenmekle selamet bulur. İbadet de ancak kalbin vesveselerden uzak olduğu halde yapılmasıyla kemale erer. İşte bu sırra binaendir ki, İbni Abbas hazretleri, İkrime, Küreyb ve başka hizmetkarlarını ve çocuklarını büluğ çağına vardıkları zaman toplar, onlara: "Eğer evlenmek istiyorsanız sizi evlendireyim. Çünkü kul zina ettiği zaman onun kalbinden iman çıkıp gider." derdi ...
İbni Mes'ud (r.a.) şöyle derdi: "Eğer ömrümden sadece on gün kalsa yine de evlenmek isterim. Ta ki, Allah'ın huzuruna bekar gitmiş olmayayım ... "
Muaz bin Cebel'in (r.a.) veba hastalığından iki hanımı öldü. Kendisi de aynı hastalığı çekmekte olduğu halde: "Beni evlendiriniz; çünkü Allah'ın huzuruna bekar olarak çıkmak istemiyorum ... " dedi.
İbni Mes'ud ile Muaz hazretleri şehvet gailesinden korunmak değil faziletli gördükleri için, evlenmeye bu kadar itibar etmişlerdir.
Hikaye olunur ki, geçmiş ümmetlerde bir abid, zamanının bütününü ibadetle geçirmiştir. İbadette zamanının bütün insan olarından daha önde idi. Onun durumu ve güzel ameli zamanının peygamberine anlatıldı. Peygamber (a.s.) buyurdu:
''Eğer sünnetten bir şeyi terketmeseydi ne iyi insan olurdu."
Abid, peygamberin sözünü duyduğunda pek üzüldü ve terkettiği sünnetin ne olduğunu merak etti. Merakını gidermek için gidip paygamberden sordu. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) buyurdu: "Sen evlenmeyi terketmişsin ... " Abid: "Ben evlenmeyi .haram sayarak terketmiş değilim ki. Fakir olduğum için evlenemiyorum. Nafakamı da ancak halktan temin etmekteyim." Peygamber "Ben sana kızımı vereceğim" deyip, kızını onunla evlendirdi.
İmam Ahmet bin Hanbel, hanımının vefatının ikinci günü evlendi ve "Bekar olarak gecelemeyi kerih görürüm" buyurdu.
Bişr bin Hars'a "Halk evlenmediğin için aleyhinde konuşup dedikodu yapmaktadır. Bişr sünneti terketmiştir diyorlar "denildiği zaman, cevaben demiştir 'ki: "Onlara söyleyiniz ki, Bişr farz vazifeleri yapmaktan ötürü sünneti yapmaya fırsat bulamamaktadır. "
Bişr hazretleri başka bir günde yine aynı mevzuda tenkide uğrayınca şöyle cevap verdi:
"Beni evlenmekten ancak Cenab-ı Hakkın şu ayeti men etmektedir:
"Örfen erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da onların üzerinde hakları vardır."
(Bakara: 228)
Bişr'in bu sözü, Ahmet bin Hanbel'e nakledildiği zaman buyurdu:
"Bişr gibisi nerede?"
Bişr'in bu büyüklüğüne rağmen rivayet ediliyor ki, ölümünden sonra rüyada görülüp kendisinden soruldu:
- Allah senin hakkın.da ne gibi muamele yaptı? Bişr:
- Cennette derecelerim yükseldikçe yükseldi. Hatta bana peygamberlerin makamları dahi gösterildi. O makamlara yakın olan makamlara bile sahip oldum. Fakat yine de evlilerin derecesine varamadım.
Ravi der ki Bişr'den sorduk:
- Abidlerden olan Ebu Nasr Et-tımar el-lali: ne yaptı?"
Bişr:
- O yetmiş derece üstüme çıktı. Biz:
- Ne ile? Halbuki seni ondan daha da üstün bilirdik. ..
Bişr:
- Kızlarının ve aile efradının nafaka ve maişetini temin etmek hususunda sabretmesiyle .. buyurdu.
Süfyan bin Uyeyne buyurdu: "Çok kadın edinmek, dünyadan sayılmaz. Çünkü Ali bin Ebu Talib (r.a.), ashab-ı kiramın en zahid kişisi olduğu halde, dört hanımı, on yedi cariyesi vardı."
Hz. Ömer (r.a.) buyuruyor ki: Bir kimseye Allah'a imandan sonra, iyi bir kadından daha hayırlı bir şey verilmiş değildir.
Cüneydi Bağdadı hazretleri: Yemeğe duyduğum ihtiyaç gibi, cinsi münasebete de ihtiyaç duyarım. Kadınlar hem nafaka hem de kalp temizliğine sebeptir" demiştir.
Abdullah İbni Mübarek bir savaşta arkadaşlarına;
- Bundan (cihaddan) daha makbul bir amel bilir misiniz? diye sordu.
Arkadaşları:
- Bilmeyiz, dediler. İbni Mübarek:
- Ben biliyorum, dedi. Onlar.
- Nedir? diye sordular, İbni Mübarek hazretleri:
-, Ailesi kalabalık olan fakir bir kimse, gece uyanır ve üstü açılmış olan çocuklarının üstünü örterse, onun bu hareketi bizim bu gazamızdan daha üstündür, dedi.
Peygamberimizin kayınbiraderi ve Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, evlenmek istemiyordu. Hafsa (r.a.) validemiz ona hitaben şöyle söyledi: "Kardeşim yapma böyle, evlen! çocuğun olur da ölürse defterine sevap yazılır. Eğer çocukların yaşarsa sana dua' ederler." Evlenmeyi Terk Etmek Caiz midir?
Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a.)den şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Allah'ın Resulü, Osman bin Maz'un'un "Ben kadınlardan ayrı duracağım ve ebediyyen evlenmeyeceğim" sözüne karşı çıkıp kadınlardan ve dünya lezzetlerinden kesilip bir köşeye çekilmeyi reddetti. Şayet ona izin vermiş olsaydı hadımlaşırdık"
(Müslim c. 4, s. 129).
İslam dini bir köşeye çekilip ibadetle meşgul olmayı engellemiş değildir. Ancak bunu ileri götürüp, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, kadınlarla evlenme fikrinden uzaklaşıp ruhbaniyet derecesine vardırmayı yasaklamış bulunmaktadır. Evlenmede, neslin devamına ve cemiyet nizamını tesise hizmet vardır. Bunu terk edip bir köşeye çekilmekte ise hayatın heyecanını kaybetmek ve neslin yok olmasına yol açmak bulunduğu için Resul-i Ekrem tarafından engellenmiş bulunmaktadır.
Demek ki, ne tamamen kadına meyledip kulluk vazifelerini ihmal etmeli, ne de tamamen evlilik hayatını terk edip yalnızlığa çekilmelidir. Müslüman orta yolu seçmelidir. Yani hem evlenmeli, hem de ibadetini bırakmamalıdır.
Peygamberimiz (s.a.v.), .
"Ailesinin nafakasından korkarak evlenmeyi terkeden kimse, bizden değildir" demiş ve bu sözünü üç defa tekrar etmiştir.
Resulüllah’ın "Bizden değildir" demesi, şu manaya gelir:
"Sünnetimiz ve yolumuz üzerinde bize muvafakat etmiş değildir. Zira bizim sünnetimizin en faziletlisi, evlenip çocuk edinmektir."
Yoksa bu söz "müslüman değildir" manasına gelmez.
Hz. Ömer (r.a.) bekar kalmayı hoş görmez ve "Evlenmeyen, ya acizliğinden, yahutta zina ettiğinden evlenmez'" derdi. (İhya)
Yine Hz. Ömer şöyle söylerdi:
"Evlenmeden zengin olmayı düşünenlere şaşarım. Çünkü Hz. Allah, "Allah onları kendi lutfundan zengin eder," buyurmaktadır.
İbni Mes'ud hazretleri de bu ayeti kerimeyi okuyarak:
"Zenginliği evlilikte arayınız," buyurmuştur. Müslüman, Dünya ve Kadını Nasıl Değerlendirmeli
Peygamberimiz bir hadis-i şeritlerinde buyuruyorlar ki:
"Dünya hoş (manzaralı ve) tatlıdır. Allah sizi orada halife kıldı da nasıl iş göreceğinize bakıp durmaktadır. Gözünüzü açın! Dünyadan sakının, kadından sakının."
(İbni Mace c. 2, s. 1325). '
Dünyadan ve kadından sakınmak, bunları terk edip uzaklaşmak manasına olmayıp, bunlara karşı aşırı düşkünlükten ve dini vazifeleri ihmal edecek derecede meyl etmekten sakınmak anlamında kullanılmış olmaktadır. Harama meyl etmemek ve dini vazifeleri engellememek şartı ile dünya zararlı değildir. Su, gemiye sızmadıkça yararlı ve hatta zaruridir. Su, geminin içine sızarsa o zaman tehlike arzetmeye başlar. Dünya sevgisi de kalbin içine sızmadıkça zararlı değil, yararlıdır.
Bir babanın çocuğuna "Ateşten sakın" demesi, soba yakma, ateşten faydalanma, demek olmayıp, "ateşten gelebilecek zarara karşı uyanık bulun, elini yakma" anlamında bir uyarı olmaktadır. Hadis-i şerifteki "Sakının" ifadesi "Kaçınız" manasına gelmeyip, "Dikkatli ve uyanık bulunun" demektir.
Kadından sakının, demenin manası da aynen bunun gibidir. Yani sakın evlenmeyin, kadınlara yaklaşmayın, demek değildir. Kadınların kötülüklerinden sakının; onlar sebebiyle gelecek zararlardan kendinizi koruyun, demektir. İbrahim Edhem'in Cevabı
Adamın biri evliyadan İbrahim b. Edhem hazretlerine:
- Bekar yaşamakla ne iyi yaptın. Kendini tamamen ibadete vermiş oldun, dedi. O büyük zatın cevabı şöyle oldu.
- Senin çoluk çocuğun için çektiğin bir sıkıntı, benim ibadetlerimin hepsinden üstündür.
O şahıs sordu.
- O halde niçin evlenmedin?
- Benim kadına ihtiyacım yok. Sebepsiz yere bir
kadını perişan etmek istemediğim için evlenmiyorum. Evlilerin bekarlara üstünlüğü, Allah yolunda harp edenle, evde oturan arasındaki fark gibidir, cevabını verdi.
Bir hadis-i şerif de şu mealdedir:
"Günahlardan öyleleri vardır ki, onlar ancak geçim için çekilen sıkıntılardan dolayı affolunur."
Bazı insanların da anne-babası, ve çoluk çocuğu vardır.
Onlar fakirlikten dolayı ev reisini sıkıştırırlar. O da haram ve helale dikkat etmeyerek onların sözünün tesirinde kalır ve böylece mahvolur. Bu hususu şu hadis-i şerif ne güzel izah etmektedir:
"İnsanlar üzerine bir zaman gelecektir ki, o zamanda kişinin helak olması hanımının, anne-babasının ve çocuklarının eliyle olacaktır. Onlar onu fakirlikten ötürü ayıplayacaklar ve ona gücünün yetmediğini yükleyecekler. İşte bütün bunlardan dolayı o kişi dininin elden gitmesine sebep olacak yerlere girecektir, böylece helak olacaktır ... "
Kadınların müslüman erkekler karşısında ne olup ne olmadığı hakkında peygamberimiz buyuruyorlar ki:
"Şüphe yok ki kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir."
(El-beyan ve't-tarif s. 261)
Kadınlar erkeklerin eşi ve tamamlayıcısıdırlar. Kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibidir. İkisi bir olunca insanlığı tamamlamaktadır.
Kadının, Peygamber (s.a.v.)e sevdirilmesindeki bir hikmet de, erkeklerin anlamıyacağı bazı halleri onların görüp, rivayet etmeleri içindir. Bu sayede ümmeti Muhammed, mü'minlerin anneleri bulunan Allah Resülü'nün zevcelerinden, O'nun fazilet ve meziyyetlerinden pek çok şey öğrenmiş oldular. Evlilik İnsanı Kötülüklerden Korur
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de Bakara Süresi, 187. ayette kadın ve erkeğin yekdiğerine olan ihtiyaçlarını ve aralarındaki münasebeti şu ayet-i kerimede ne güzel açıklıyor:
" ... Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz."
Kadın ve erkek birbirini zinadan ve kendilerine leke sürecek her türlü davranıştan korurlar. Tıpkı elbisenin vücudu soğuk ve sıcaktan koruduğu gibi. Başka bir ayet-i celilede ise Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Size nefislerinizden, kendilerine ısınasınız diye, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da, O'nun (Allah'ın) ayetlerindendir. (O'nun varlığına ve birliğine delalet eden alametlerdendir.)"
(Rum Süresi, ayet: 21)
İnsanın iç aleminde huzur duyabilmesi ve insanların birbirlerine ısınabilmesi İçin bu vazifeleri ifa etmesi gerekir.
Allahü Teala'nın emirlerini yerine getiren, Peygamber aleyhisselamın izinden giden karı koca, birbirlerine saygılı olup yekdiğerine merhametli davranırlar. Biri diğerini ezmeye kalkmaz.
Yeryüzünde meşrü bir yuva kurmak, o yuva içinde mes'üd bir hayat sürdürmek kadar bir saadet yoktur. Bu saadetten mahrum olarak yaşayan kimse, ister anlasın, ister anlamasın ıstıraplar içinde inim inim inler. Dünya hayatının birçok zevkleri arasında, iyi bir yuva kurmak, iyi bir aileye sahip olmak kadar tatlı bir şey var mıdır?
İşine gitmek üzere sabahleyin evinden çıkan bir baba, yorgun bir halde akşam evine döner. Nefes almaya bile takati kalmayacak şekilde yorgun düşen babayı evindeki küçük çocukları "baba, baba!" diye karşılayıp boynuna sarıldıkları zaman tüm yorgunluğu o anda gider. Rahata kavuşur, dünyanın en mes'ud bir kişisi olarak çocukları ile meşgul olmaya başlar ve bundan zevk duyar. Evin reisi olan erkeğe bu saadeti verecek, bu zevki tattıracak kimse, karısıdır.
Evliliğin en mühim noktası, karı ile kocanın birbirlerine duydukları hislerdir. Tanışıp birbirlerini beğenerek evlenmeye ve bir yuva kurmaya karar veren erkek ile kadının, ilk anda duydukları bu ulvi hali, hayatları boyunca devam ettirmeleri lazımdır. Bu hisler karı-koca arasındaki kudsi bağın çözülmemesine vesile olur. En nihayet bu hisler her ikisine ömürleri boyunca mes'ud bir hayat yaşatır.
Bu alemin kıyamete kadar devamını murat eden mevlamız herşeyi bir sebebe bağladığı gibi, bu alemin devamını da bir sebebe bağlamıştır. Hz. Allah herşey gibi insanları da: çift yaratmış, insanların çoğalmalarını evliliğe bağlamış, onu da aralarında sevgi, muhabbet ve rahmete vesile kılmıştır. Bununla beraber nikahdan maksat yalnız nesil yetiştirmek de değildir. Eğer öyle olsaydı iktidarsız olanların ve ihtiyar olanların nikahlarının caiz olmaması lazım gelirdi. Halbuki onların da nikahları caizdir. Çünkü;
Gel senli benli bideşelim cisim ve can gibi, Hem sen garipsin burada hem de ben garip deyip evlenen iki kişinin birleşmesinden ruhani ve cismani birlik hasıl olur ve yepyeni bir kuvvet teşekkül eder. İşte bu sebepten Halık Teala hazretleri, erkek kullarına kadınlardan kendilerine helal olanlarla nikahı emir buyurmuştur. Nikahın Hükmü
1- Alacağı kadının mehrini vermeye; yeme, içme ve giyim gibi ihtiyaçlarını temin etmeye mali gücü yeten kimse, kocalık vazifelerini yerine getirmeye kendinde güven duyarsa ve evlenmediği takdirde, zinaya gitme tehlikesi, muhakkaksa o kimsenin evlenmesi farz kabul olunmaktadır.
2- Mali kudrete sahip ve kocalık vazifelerini yerine getirebilecek bir kimse, evlenmediği takdirde zina etmek ihtimalinden korkarsa, onun evlenmesi vacip'tir.
Birinci kısımda zina etme tehlikesi "muhakkak", b u kısımda ise "ihtimal" dahilindedir.
3- Mehir vermeye ve ailesinin her türlü nafakasını temin etmeye mali kudreti bulunur, kocalık vazifelerini yerine getirmeye nefsine güven duyar ve fakat yaşlılık veya benzeri sebeplerle kadına karşı ilgisi şiddetli olmazsa, o kimsenin evlenmesi sünnet-i müekkede'dir.
4- Mehir, nafaka ve kocalık vazifeleri hususunda üzerine
düşen vazifeleri yapamayacağı ihtimali varsa ve bu yüzden karısının veya çocuklarının aç ve muhtaç kalmalarından endişe edilirse, bu kimsenin evlenmesi kerahet-i tahrimiye ile Mekruh'tur.
5- Evlilik haklarına riayet etmeyip karısına zulmetmesinden korkulursa evlenmesi haram'dır.
6- Evlenmeyi zaruri hale getiren bir durum mevcut değilse, mali ve bedeni yönden de evliliği engelleyici bir sebep yok ise evlenmek mübah'tır.
Evlilik, her bakımdan nafile ibadetle meşgul olmaktan efdaldir. Ancak bundan da üstün bir cihet varsa, o da hem evlenmek, hem de nafile ibadetlerle meşgul olmaktır.
Nikahın rüknü ise, evlenecek tarafların birinden gelecek evlenme teklifine (icab'a), (kabul) cevabı vermekten ibaret olmak üzere ikidir. Nikah İbadet midir, Muamele midir?
Nikah Cenab-ı Hakkın emri ve bütün peygamberlerin sünneti olduğundan bir ibadettir. Yukarda geçtiği gibi nafile ibadetten üstündür. Nitekim bir kadının, kocasından izinsiz nafile ibadet yapması caiz değildir.
Karı-kocanın; birbirlerine sevgi ile bakmalarının, birbirlerine güzel ve tatlı söz söylemelerinin, okşayıp öpmelerinin ve nihayet birleşmelerinin ve hatta gusül yapmalarının sevap derecelerini izah eden birçok hadis mevcuttur. Dolayısıyla nikahın bir muamele-anlaşma olmasının yanında aynı zamanda bir ibadet olduğu ortadadır.
Evlilik, haram olan zinadan korur. Haramdan koruyan şey, ibadettir.
Evlilik, ahlakın yükselmesine sebep olur. Bekar olan insan sadece şahsi ihtiyaçlarını temin edip, gezip tozar. Ama evli insanın omuzlarında ailenin ihtiyaçlarını temin vazifesi vardır. Bu vazifeyi yerine getirmek de ayrı bir ibadettir.
Nikah, icabında farz, vacip, sünnet, mekruh ve haram olması itibarıyla ibadettir. Kocanın karısından mehir "aldım-verdim" denilmekle tamam olması en az iki şahit bulundurulması ve bir davada hakimin "Fülane kadın, fülanın zevcesidir" veya da "değildir" diye hükmedebilmesi itibarıyla da muameledir. Erkeğin Hayırlısı Kadının Hayırlısı
"Sizin hayırlısınız, aile efradına hayırlı olanınızdır. Ben ehlime (iyilikte) sizin en hayırlınızım."
(Et-tergib vet-terhib c. 3, s. 49).
Bu hadis-i şerif erkeklerin hangilerinin hayırlı kimseler olduğunu izaha kafi gelmektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayırlı olan kadın hakkında buyurdular ki:
"Kadınlarınızın en hayırlısı, öyle bir kadındır ki, kocası kendisine baktığı zaman, kocasını sevindirir. Kocası kendisine emrettiği zaman, kocasına itaat eder. Ve kocası hazır bulunmadığı zaman da kocasının hakkı olan kendi nefsini namusunu ve malını korur."
Bu hadis-i şerif de hayırlı olan kadınların hangisi olduğunu pek açık ifade buyurmaktadır.
İyi bir kadının süsü, sadelik içinde namus ve iffetidir.
Kadında takdir edilecek olan, süsü ve mücevheratı değil, onun iffeti ve malumatıdır. İyi ve ahlaklı kadının ağzında hikmet, ruhunda letafet bulunur. İyi ve ahlaklı kadın, çocuklarını kendisi gibi terbiyeli ve ahlaklı yetiştirir. İyi kadın kocasının ruhunda, çocuklarının nazarında mukaddestir. İyi ve ahlaklı kadının evinden nur çıktığı gibi, mezarından da nur çıkar. Akıllı, fazilet ve ahlaklı kadın ev yapar. Böyle olmayan kadın ise kendi evini de yıkar.
. Evliliğin Zorlukları
Birincisi helal rızkın elde edilmesinden aciz kalmaktır.
Bu, zorlukların en büyüğüdür. Helal rızkı elde etmek herkes için kolay bir iş değildir. Binaenaleyh, evlenmek rızık için daha da fazla didinmeye vesile olacaktır. Haramdan yedirmek ise, hem yedirenin, hem de yiyenin helakine vesile olur. Dolayısıyla ahiretini dünyasına feda eder.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
"Kul tam mizanın (amelleri tartan terazinin) yanında durdurulur. Dağlar misali sevapları vardır. Durdurulduğu yerde aile efradını nasıl gözettiğinden, hak ve hukuklarını nasıl yerine getirdiğinden, malını nereden elde edip nereye harcadığından sorulur. Öyle sorulur ki, dünyada yapmış olduğu bütün iyilikleri ve iyi amelleri bu sorulara karşı kendisinden alınır. Tek bir sevabı bile elinde kalmaz. O, bu durumda iken, melekler çağırışırlar:
Bu, o kimsedir ki, çoluk çocuğu onun dünyada yapmış olduğu iyilikleri yemiş bitirmişlerdir. Bugün ise amellerine karşılık rehin tutulmuştur."
Deniliyor ki, kıyamet gününde kişinin yakasına ilk yapışan, ailesi ve çocukları olacaktır. Onlar derler ki:
- Ey Rabbimiz! Bizim hakkımızı bu adamdan al! O bizim bilmediklerimizi bize öğretmedi. Bilmediğimiz halde bize haram yedirdi.
Bunun üzerine kişiden onların intikamları alınır. Allah Resülü (s.a.v.) buyurdular ki: .
"Hiç bir kimse dünyada ihmal çocuğunun cehaletinden daha büyük Allah'ın huzuruna varamaz."
(EI-Firdevs sahibi, Ebu Said'den)
Buraya kadar zikrettiğimiz şeyler, evlenmenin umumi zorluklarıdır. Bu tehlikelerden yakayı kurtaran pek az insan vardır.
Servet edinmeye kudreti bulunan ve sanatkar olan bir kimse olur, bir sanatta çalışır ve o sanatıyla hayırlı, sağlam ve malının çoğu helal olan kimselerle muamele etmeye muktedir olan bir kimse olursa, böyle bir kimse evlenmenin yukarıda bahsi geçen tehlikelerinden kendisini koruyabilir.
İkincisi: Hanım ve çocukların hakkına tam manasıyla riayet etmemek ve sızlanmalara tahammül göstermemektir. Bu felaket birinci afete karşı tahammül etmekten daha kolaydır. Fakat buna rağmen tehlike söz konusudur. Çünkü kişi çobandır ve güttüğünden mes'uldür. Nitekim Allah'ın Yüce Peygamberi (s.a.v.) buyuruyor:
"Nafakası kendisi üzerine düşen kimselerin hakkını zayi etmek günah bakımından kişiye yeter de artar bile ... "
(Ebü Davud, Nesai)
Çoluk çocuğunun hakkını gözetmeyen bir insan, onların haklarından kaçan bir insan gibi mes'uldür. Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı, insanlarla taşlardır."
(Tahrim Süresi, ayet: 6)
Bu ayette, Cenab-ı Hak kendi nefsimizi ateşten koruduğumuz gibi, aile fertlerimizi de korumamızı emretmektedir.
Bu sırra binaendir ki, alimlerden bazısı evlenmemekten dolayı özür dileyerek demiştir ki: "Ben ancak kendi nefsimin belasını çekiyorum. Kaldı ki, ona başka bir nefsi daha eklersem bu yükün altından kalkamam."
Şu şiirde olduğu gibi:
"Fare, deliğine sığmazdı, bir de kuyruğuna süpürgeyi bağladı."
Bişr (k.s.) de buyurdu ki:
- Beni evlenmekten Cenab-ı Hakkın: "Kadınların boynuna düşen haklar gibi, kendilerine verilmesi gereken haklar da vardır" mealindeki ayeti men etmektedir.
Akıllı, hikmet sahibi, güzel ahlaklı, kadınların adetlerini bilen, onların düşük çenelerine karşı sabırlı olan, şehvetlerine tabi olmaktan nerede durulacağını bilen, haklarını ifa etmekte titiz davranan, hatalarına göz yuman ve aklı ile onların ahlaklarını idare eden kimse, bu felaketten paçayı kurtarabilir.
Üçüncüsü, Bu afet, birinci ve ikincisinden daha kolayca atlatılabilir. Bu, çoluk çocuğunun kendisini Allah'tan meşgul edip dünya tarafına çekmesi, zengin olarak onlarla övünmek ve böbürlenmesidir. İnsanoğlunu Allah'tan uzaklaştıran, ister eşi ister malı, ister evladı olsun, onun için büyük zarardır. Vaktini, helaliyle oynaşmaya ve şakalaşmaya sarfetmek dahi yukarıdaki hükme dahildir. Evlenmekte, bu kabilden birçok meşgaleler meydana geliyor. Kalbi kaplıyor. Böylece gece ve gündüzü, oynaşmakla akıp gidiyor. Kişi oynaşmaktan kafasını kaldırıp gece ve gündüzde ahireti düşünmek ve ahirete hazırlanmak için vakit bulamıyor.
İşte bu sırra binaen İbrahim bin Edhem Hazretleri buyurdu: "Kadınların bacaklarına dadanmış bir kimseden herhangi bir şey beklenemez."
Sonuç: İşte buraya kadar sayıp tesbit ettiklerimiz evliliğin zorluklarıdır. Eğer hakkında yukarıda tesbit ettiğimiz zorluklar söz konusu değilse ve yine helal malı, güzel ahlakı, dindeki ciddiyeti yerinde ise, evlenmekle Allahtan uzaklaşması söz konusu değildir. Bütün bunlarla beraber; şehvetini teskin etmeye muhtaç bir genç ise, kadının akrabalarıyla kuvvet kazanmaya muhtaç ise, böyle bir kimse hakkında evlenmenin daha hayırlı olduğundan şüphe edilemez.
Bununla beraber evlenmesinde evlad edinmek için gayret de söz konusudur. Bu ise, ayrı bir fazilettir. Eğer saydığımız tehlikeler mevcutsa böyle bir kimse için de evlenmemek daha hayırlıdır. Eğer zıt kutubların ikisi de tam manasıyla varsa -ki, zamanımız da insanların çoğunda durum budur- böyle bir durumda, şaşmaz terazi ile, o faidelerin dininde meydana getireceği fazlalık payı ile afetlerin yine dininde meydana getireceği eksiklikleri ölçmelidir. Ölçü neticesinde zannına hangisi daha kuvvetli gelirse onunla hükmetmelidir.
Nikah faidelerinin en açığı evlad edinmek ve şehveti teskin etmektir. Nikahın zararlarının da en açığı, haram kazanca muhtaç olmak ve evlenmenin Allah'tan uzaklaştırmasıdır. Binaenaleyh biz bu işlerin karşılaşmasını yapıp deriz ki:
Şehvet eziyetinin altında bulunan ve evlenmesinden sadece çocuk elde etmek için fayda sağlamaya çalışan ve evlenmediği takdirde harama muhtaç olması ve Allah'tan uzaklaşması mevzubahs olan bir kimse için, evlenmek daha evladır. Eğer kişinin başında takva dizgini kuvvetli olmazsa ve zinaya kayacağından korkarsa, evlenmek kendisi için evla ve hayırlı olur. Çünkü böyle bir insan, zinaya kaymak, haram yemek ve haram elde etmek ile karşı karşıya kalmış olur.
Helal kazanç elde etmeye muktedir bir kişi için ibadet gibi evlenmek de faziletlidir. İstirahat etmeksizin daimi bir şekilde ibadete devam etmek mümkün değildir. Binaenaleyh eğer kişi namaz, uyku, yemek ve defi hacetten başka, bütün vakitlerini nafaka sağlamak için sarfederse, evlenmek, evlenmemekten daha faziletlidir. Çünkü helalinden kazanmakta, çoluk çocuğu idare etmekte, evlad edinmekte ve kadınların düşük çenelerine sabır göstermekte, nafile ibadetlerden eksik olmayan sevaplar vardır.
Eğer kişinin ibadeti ilimle, fikir ve batıni ilerleyişle ise ve evlenmek için gereken nafakanın elde edilmesi onun ibadetini engelliyorsa, bu durum ortadan kalkana kadar nikahı terketmek daha faziletli ve evlenmemek daha evladır. Eş Nasıl Seçilmeli? (3)
"Değişen değer ölçülerimize paralel olarak örf ve adetlerimizde de bir takım değişiklikler meydana gelmiştir. Bunlardan birisi de eş seçimidir."
"Bazı çevrelerde' Osmanlı aile yapısındaki çözülmeyle birlikte görücü usulüyle yapılan evlilikler tarihe karışırken; flört, yani arkadaşlık usulü ile yapılan evlilikler rağbet bulmaya başlamıştır."
"Herşeyden evvel, flörtün dinimizde yeri yoktur. Bu frenk adeti, müslüman cemiyete zarar vermek için teşvik gören bir yasaktır. İslamiyette caiz olmayan, batının dahi tenkid ve yasakladığı bu çirkin adeti bir müslümanın hoş görmesi, hele hele tatbik etmesi düşünülemez. Namus ve iffet deneme tahtası değildir ki."
"Her ne kadar görücü usülüyle yapılan evlenmeler "gericilik" olarak kabul ediliyorsa da, flört usülü ile yapılan evlenmelerin de gençleri hayal kırıklığına uğrattığı bir gerçektir. Yapılan araştırmalar da bu gerçeği doğrulamaktadır. Kadın ruhiyatçı ve yazar Karen Horney de üçüncü bir kişinin araya girmesiyle yapılan evliliklerin, flört evliliklerinden daha iyi sonuçlandığını belirtmektedir."
"Çünkü flört derecelerinde gençler birbirlerine aksayan yönlerini göstermezler. Bütün güçleriyle kendilerini arkadaşlarına beğendirmek için gayret sarfederler. Kusur ve hatalarını büyük bir ustalıkla saklamayı becerirler. Her vakit bir arada olmadıkları için, birbirlerini yalnızca güzellikler içinde görürler, Bu durumda, iki genç tamamen hisleriyle hareket ederek romantik dünyanın insanı gibi davranırlar. Evlenip de gerçek yüzlerini ortaya koyduklarında ise pişmanlık duyarak işi ayrılmaya kadar götürebilirler."
"Şimdi burada biz, bütün evlilikler yalnızca, ana-baba ve yakınların görmeleri neticesinde olsun demiyoruz. Yalnızca büyüklerin verecekleri kararla da evlensin diye bir iddiamız yok. Büyükler yalnızca adaylara yardımcı olmalıdır, son kararı yine adaylar vermelidir, diyoruz. Nadir de olsa adayların birbirlerini beğenmemeleri veya birbirlerine uygun olmamaları da mümkün olabilmektedir. Böyle evliliklerin de netice getirmeyeceği unutulmamalıdır. Esas olan inanca, örf ve adetlerimize ters gelmeyen; İslami esaslara uygun tarzda hareket etmektir. Allah'ın razı olduğu davranışların neticesi de, muhakkak kişileri mutlu edecektir."
3) Aile Huzuru, Gülay Atasoy Kadında Aranacak Sıfatlar - Dindarlık
Evlenecek erkeklerin hepsi, kadını seçmede aynı düşüncede olmazlar. Erkeklerin kiminde, zengin olma fikri, kiminde, kadının güzelliğine ve cinsi cazibesine tutku vardır. Çok az kimsede ise dindarlık her türlü iyiliğe tercih edilir.
Dindarlığı tercih şuuruna sahip bulunan bir erkek, evleneceği kadını dindar hanımlar arasından seçer. Bu anlayış içindeki kimse, güzelliği arasa da birinci derecede dindarlık arar. Dindarlık ile dilberliği aynı kadında göremezse, fakat dindar az güzel bir kadını, dine bağlılığı olmayan ve fakat çok güzel kadına tercih eder.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bizi ikaz etmektedirler:
"Kadın, dört (hasleti) için; malı, şerefi, güzelliği ve dini (ne bağlı olduğu) için nikahlanılır. A iki eli tozlanası, sen dindar olanla zafer bul"
(Müslim c. 4, s. 175).
Erkeklerin bu tercihi ön planda tuttuğunu öğrenen kadınlar, kendilerine bu istikamette çeki-düzen verir ve dindarca yaşama yolunu tutarlar. Erkeklerin bu hareketleri biraz da kadınların hidayetine vesile olur. Kadınların bozulmasında görülen ilerlemenin sebebini biraz da erkeklerin dindar kadınla evlenmeyi arzu etmemesinde aramalıdır. Zira sarmaşık; sırık bulmadıkça boyunu yükseltemez.
Allah'ın Resulü (s.a.v.) buyurmuştur:
"Saliha ve dindar bir hanımın kadınlar içersindeki durumu, karnı beyaz bir karganın, yüz karga içersindeki durumu gibidir."
Güzeller yaşlanmakla deri buruşup kırışmakta, renk sararıp solmakta ve servi gibi boylar iki büklüm olmaktadır. Sırf bunların cazibesi altında verilen kararların yanlışlıkları, neden sonra anlaşılmakta ise de iş işten geçmektedir.
Bir kadının mal ve servetinin tesiri altında kalarak evlenmeye kalkan bir erkek, alacağı kadının malına sahip olmak için, kendine sahip olamamakta ve neticede paraya uşak, kadına köle durumuna gelmektedir. Zenginliği sebebiyle tercih edilen bir kadın, ideal bir zevce değil, iş veren patron ve emir veren amir mevkiinde bulunur. Kendisi ile evlenen bir erkeği bu istikamette kullanır.
Mal ve zenginlik saadet sebebi olsaydı, birbirleriyle evlenen zengin çocukları soluğu kısa zamanda boşanma davaları açmakta almazlardı. Cebi dolu, kalbi boş insanlar, daima boşluktadırlar.
Kadında esas olarak dindarlık aranmalıdır. Çünkü kadın nefsinin ve namusunun korunması hususunda zayıf ise kocasını rezil edip halk arasında yüzünü karartır. Bu hareketinden ötürü kocasının kalbi daralır. Hayatı karmakarışık bir hal alır. Eğer bu durum karşısında kalan koca, kıskanma yolunu takib ederse, daimi bir şekilde felaketten felakete sürünüp gidecektir. Eğer müsamaha yolunu tercih ederse, o vakit dini ve namusu hakkında gevşek davranmış olur. Eğer kadın fasık ahlakıyla beraber güzelde olursa, o zaman ondan gelen felaket daha da şiddetli olur.
Eğer kadın, kocasının malını telef etmek suretiyle veya başka bir şekilde dini zafiyete sahipse, yine kocasının bu durumda hayatı bulanır. Eğer koca, kadının bu durumuna göz yumar ve ses çıkarmazsa kendisi de günahta kadının ortağı olur.
Başka bir hadis-i şerif:
"Herhangi bir kimse, kadını malı ve güzelliği için nikah ederse o kimse, kadının hem güzelliğinden, hem de malından mahrum olur. Ve herhangi bir kimse, sadece kadını dindarlığından ötürü nikah ediyorsa, Cenab-ı Hak ona hem kadının malını ve hem de güzelliğini ihsan eder."
(Tebaranı, Enes'den)
Oğlunuza alacak olduğunuz kızın ve kızınızı verecek olduğunuz erkeğin, evvela imanlı ve ahlaklı olmalarına bakın .. Allah korkusu ile dolu bulunmalarına dikkat edin. Çünkü. oğlunuzun ye kızınızın mes'ud olabilmeleri için, bunlardan başka hiçbir şey yoktur. Ne damadınızın diploması, ne de gelininizin zenginliğinin, iman, ahlak ve din duygusu olmadıkça hiçbir faydası olmaz. Haramı bilip kaçınan, helali bilip sımsıkı sarılan ve Allahü Teala'nın emirlerini yerine getiren gelinler ve damatlardır ki, evlere huzur, saadet, sevinç ve neşe getirirler. Rabia Hatun
İsmail kızı (Şamlı) Rabia Hatun, Ahmed bin Ebil Havari 'ye evlenme teklifinde bulundu. Ahmet ise ibadetle meşgul olduğundan bu teklifi hoş karşılamadı ve Rabia'ya şöyle dedi:
- Vallahi ben kendi halimle meşgul olduğum için kadınlara karşı herhangi bir isteğim yok.
Bunun üzerine Rabia, kendisine şu karşılığı verdi:
- Ben de kendi halimle meşgul olduğum için sana ihtiyacım yoktur. Benim şehvetim de kalmamış, fakat kocamdan bol bol servet edinmiş bulunuyorum. Seninle hayat birliği yapıp o serveti ihvanına hayır olarak dağıtmanı ve senin vasıtanla salih kimselerle tanışmak istedim. Belki böyle bir tanışma, benim için Allah'a götürücü bir yol olur.
Rabia'nın bu beyanına karşılık olarak Ahmed:
- O halde hocamdan izin isteyinceye kadar bana mühlet ver.
Böylece Ahmed, hocası Ebu Süleyman ed-Darani Hazretlerine müracaat etti. Ahmed diyor ki: "Mürşidim Ebu Süleyman beni evlenmekten men eder, "Bizim arkadaşlarımızdan kim evlenmişse onun hali muhakkak bozulmuştur" derdi. Fakat Rabia'nın bana söylediklerini kendisine naklettiğim zaman: 'Onunla evlen. O, Allah'ın veli kullarındandır. Bu konuşma, sıddikların konuşmasıdır' buyurdu. Mürşidimin emri üzerine Rabia ile evlendim.
Ahmed devamla diyor ki:
"Rabianın üzerine üç kadın daha getirdim. Rabia bana kuvvetli yemekler yedirip güzel kokular sürdükten sonra şöyle derdi:
- Keyifli ve kuvvetli olarak kadınlarının yanına git."
Bu hadisede ismi geçen Rabia Hatun, Şamlılar arasında Basra'da bulunan Rabiatül Adeviyye'ye benziyordu. (Allah ikisinden de razı olsun).
İnsanı saadete gark edecek, saliha kadından daha iyi bir şey bulunmaz. Çünkü o, kocası yanında bulunduğu vakit onu memnun eder, gönlünü asla kırmaz, her istediğini yerine getirmeye çalışır, onu hoş yaşatır. Kocası kendisinden uzaklarda bulunduğu zaman da onun malı ve canından daha aziz saydığı ırzını, namusunu ifade eden, kendi nefsini korur. Bununla da yetinmez, kocasının malını muhafaza eder.
Böyle olan kadın, kocasını daima kötülükten, günah işlemekten korur. Çünkü kocasının gıyabında bir günah işlemediği gibi, kocası yanında bulunduğu vakit de onun rızasını almak için elinden geleni yerine getirmeye çalışır. Bu vesile ile kocasının sevgisini kazanır, kocasının kendisine karşı iyi davranmasına, hatta kendisini sevmesine sebep olduğu için kocasını sevaba sokar.
Eve huzur gelmesi, neslin iyi olması ve ailenin devamlı olarak saadet içinde bulunması için evlenen erkek ile kızın, İslami terbiye görmeleri ve Allah'tan korkmaları lazımdır.
Ey müslüman kızı! Sen, müslüman kadına yakışır İslami bir terbiye ve ahlak üzere bulunmalısın. Küçük yaşından İtibaren İslami esaslara riayet ederek tüm hayatın tertemiz geçmeli, iffet, nam us ve haysiyetine leke getirecek hareketten kaçınmalısın. Hayatın boyunca sana dokunan el, ancak senin helalin olan eşinin eli olmalı. Sabah kalkarak el ele verip, kol kola girip sokak sokak dolaşmamalısın. Öyle bir hayat yaşamalısın ki, evleneceğin erkeğin helali olup ağuşuna kendini attığında vicdan azabı içinde inim inim inlemeyesin. Helalin olan eşine, "Hayatımda bana dokunan el ancak senin elindir" demek saadetini tadabilesin. Kötü Huylu Olmamalı
Araplardan birisi der ki: "Kadınlardan altı kimse ile evlenmeyiniz:
1- Çokça inleyen, şikayette bulunan ve daima başı ağrıyormuş gibi başını sarmak suretiyle naz yapan kadın.
2- Kocasına karşı "Ben senin için şunu yaptım, bunu yaptım" demek suretiyle onu minnet altında bırakan, borçlu çıkaran ve yaptığı iyiliği başa kakan.
3- Başka bir kocanın aşkıyla yanıp tutuşan veya başka bir kocadan olan evladının aşkıyla yanan hanım.
4- Herşeye göz dikip herşeyi isteyen (aç gözlü ve obur) hanım.
5- Bütün gün boyunca yüzünü süsleyen sofrada oturup yemeğe küsen, ancak tek başına ve herşeyden ayrı bir paya sahip olmak isteyen kadın.
6- Çenesi düşük ve çokça konuşan kadın.
Hazret-i Ali (r.a.) buyuruyor: "Üç durum vardır ki, erkekler için kötü, fakat kadınlar için iyi sayılır: 1) Cimri olmak, 2) Kendini beğenmek, 3) Korkak olmaktır."
Zira kadın cimri olduğu zaman, hem malını, hem de kocasının malını korur. Katı ve mağrur olduğu zaman, kocasının dışında herhangi bir kimse ile şüphe verici yumuşak bir şekilde konuşmaz. Korkak olduğu zaman da, herşeyden korkar, evinden çıkmaz. Böylece şüpheli yerlerde bulunmaktan ve kocasının korkusundan korunmuş olur.
* * *
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
"İnsanın belini kıran üç şeyden sakının ve onların şerrinden Allah'a sığının."
Ve kötü kadını bu üç şeyden birisi olarak saydı. Zira kötü kadın, ihtiyarlık zamanı gelmeden evvel, insanı ihtiyarlatır.
Kadınların hilesi pek büyük, şerri ise yaygındır. Kötü ahlak, çaprazlı akıl, onlara hakimdir. Onlar ancak siyasetle karışık ve ince bir hareket ile yola gelebilirler.
İyi kadınlar evi ve kocası için iyi olduğu kadar, komşuları ve cemiyet için de iyi olur. Onun sözlerini dinleyenler, iyi yolda iseler iyilikleri artar; kötü durumda iseler iyi hale dönerler.
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
"Ademoğlu için saadet (sebepleri) de, şekaavet (amilleri) de üçtür. İyi kadın, iyi (huylu) binek ve geniş ev Ademoğlunun saadetindendir. Kötü bir ev, fena (huylu) bir kadın ve kötü bir binek de şekaavetindendir"
(Feyzü'l-kadir c. 4, s. 105).
Burada Resulüllah (s.a.v.) efendimiz, "saadet" ile dünya saadetini, "şekavet" ile de dünya da çekilen zahmet ve sıkıntıları kast etmektedir.
Aşağıdaki hadislerinde sevgili peygamberimiz, erkeğin evlenirken yanlış hareket etmesi durumunda ne gibi zararlara uğrayacağını açık seçik haber vermektedir:
"Dört şey vardır. Onlar kime verilecek olursa dünya ve ahiretin hayırları kendisine, verilmiş demektir:
Şükreden bir kalp, zikreden bir dil belaya sabr eden bir vücut ve ne kendi nefsinde ne de kocasının malında hıyanet (yapmak) istemeyen bir hanım.
(Mişkat s. 283).
Hadislerde, "dindarlık" teşvik edilirken, "güzellik aramak gerekmez" manasını anlamamalıdır. Ancak sırf güzelliği sebebiyle tercih etmemelidir. Eğer huyu kötü ve dindar değilse, onun büyüleyici güzelliği dert olur ve çekilmez nazı, bitip tükenmez sıkıntıları, erkeğe dünyayı zindan etmeye yeter. Bakirelik
Resul-i Ekrem Efendimizin, bakire kızlarla evlenmeyi tavsiye eden hadis-i şeriflerinde buyuruluyor ki:
"Size bekar (kız) larla evlenmek gerekir. Zira onlar, döl yatağı bakımından çok evlat yetiştirmeye daha istidatlı, ağzı daha tatlı, hilesi daha kıt ve az bir şeyden hoşlanıcıdırlar ."
(Feyzü'l-kadir c. 4, s. 336).
Dul bir kadın ilk kocasından memnun ise hep onu arar. Çocuğu da varsa, kocasının malını ona yedirir. Bu hareketleri de geçimlerini sarsar. Ama bakire bir kızla evlenmesi halinde, kızın ilk göreceği erkek kendisi olacağından birbirlerine karşı sevgileri ve buna bağlı olarak geçimleri daha sağlam olur:
Ashab-ı Kiram'dan Cabir bin Abdullah anlatıyor:
Babam Abdullah vefat etti. Dokuz (veya yedi) yetim kız bıraktı.. Ben de dul bir kadınla evlendim. Resulullah bana.
- Ya Cabir evlendin mi? diye sordu. Ben de:
- Evet, evlendim dedim.
- Kız mı, yoksa dul mu? dedi. Ben:
- Dul ya Resulallah, diye cevap verdim.
Resulüllah:
- Kendisiyle oynayacağın ve seninle oynayacak bir kızla evlenseydin ya, buyurdu. Deli(!)nin Cevabı
Evlenmek isteyen bir kimse, kendi kendine "sabahleyin ilk defa kime rastlarsam, onunla istişare edip, dediğini tutacağım" demiş. Sabah evden çıkınca, kamıştan bir ata binmiş ve elinde deynek olan "deeh" diye koşup duran bir deliye rastlamış.
Deli, adama yaklaşınca:
- Çekil atımın önünden, sonra seni çiğner, demiş. Adam bu durum karşısında ne yapacağına önce karar verememiş. Fakat akşam kendi kendine verdiği karara uyarak, deli de olsa bununla istişare edeceğim demiş. Deliye:
- Atını durdur, sana bir şey soracağım, demiş. Deli:
- Sor bakalım, demiş. Adam sormuş:
- Evlenmek istiyorum, nasıl birisiyle evleneyim?
Deli cevap vermiş:
- Kadınlar üç kısımdır. Birincisi faydalı, ikincisi zararlı, üçüncüsü de ya faydalı ya zararlı olur.
Adam bunların açıklamasını istemiş. Deli de şöyle açıklamış:
- Birincisi bakire kızdır. Gözü sende açılır. Kalbi sana bağlı olur; ancak sana sevgi besler.
İkincisi kocası ölmüş olan duldur. Senin malını yer, çocuklarına yedirir ve eski kocasına ağlar.
Üçüncüsü çocuksuz duldur. Eğer onu memnun eder, eski kocasından iyi olursan, senin için iyi olur. Aksi halde sana zararlı olur.
Bunun üzerine o adam:
- Bu senin söylediklerin çok akıllı bir adamın sözüdür, deyince, Deli:
- Beni mühim bir davaya kadı yapmak istediler, ben de kurtulmak için kendimi deli yerine koydum, demiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) hanımlarından sadece Hz. Aişe annemizi bakire olarak almıştı. Bir gün Aişe annemiz, Peygamberimiz (s.a.v.)'e "Ya Resulallah, sen bir vadiye insen, orada yaprakları yenmiş ve yenmemiş ağaçlar görsen; deveni hangi ağaçlarda otlatırdın?" dedi. Peygamberimiz (s.a.v.):
"Yaprağı yenmemiş ağaçda otlatırdım" buyurdu. Hz. Aişe de "İşte, o benim," dedi. Bununla, kendisinin peygamberimizle bakire olarak evlendiğine işaret etmiş oluyorlardı. Doğurucu Olmak
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
"Sevimli ve doğurgan kadınla evleniniz. Zira ben, sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim."
(Ebü Davud, c. 2, s. 220)
Çocuk, insandaki sıkıntıları dağıtan, aileye saadet getiren bir neşedir. Çocukları arasında geçirdiği vakit, bir babanın en neşeli anıdır. Binaya konulan harç nasıl tuğlaları birbirine bağlarsa, çocuk da karı kocayı öyle birbirine bağlar.
. Altın Top
Zengin bir ailenin fakir bir komşusu varmış. Fakirin evindeki saadet ve neşe dalgaları zenginin evine kadar taşar, bu saadeti gören, zengin komşu, diğerine imrenir dururmuş.
Bir gün karısına.
- Bir bu kadar zengin olduğumuz halde onlar gibi neşeli değiliz, nedendir? Yarın komşu kadına sor bakalım bu kadar saadetli olmalarının sebebi neymiş? Biz de onlar gibi yapalım da biz de neşeli olalım, demiş.
Yarın olup bunun sebebi kendisine sorulan fakir komşunun karısı şu cevabı vermiş:
- Bizim küçük bir altın topumuz var. Akşam olunca ben kocama, kocam bana bu topu atıyoruz ve eğleniyoruz, demiş.
Bu cevabı alan zengin komşu, doğru kuyumcuya gidip altın bir top yaptırmış. Akşam olunca topu karısı kocasına, kocası karısına atmış, biraz oynamışlar ama arzu ettikleri neşeyi bulamamışlar. Üstelik top oralarına buralarına değdiği için vücutlarında morarmalar olmuş.
İkinci gün komşularına durumu anlatmış ve
- Bir altın top yaptırdık, oynadık ama maalesef neşelenemedik, demiş.
Komşusu o zaman:
- A komşum. O bildiğin altın top değildir. Bizim masum bakışlı bir yavrumuz var. Biz ona altın top diyoruz. Akşam olunca kah benim kucağıma, kah babasının kucağına gider ve bizi eğlendirir, onunla meşgul olurken herşeyi unutur, neşeleniriz, demiş.
. İtaatkar Olmak
Kocasının meşru olan arzularına güler yüzle itaat eden bir kadın, yuvanın saadetidir.
Bir hükümdarın pek çok cariyesi vardı. İçlerinde pek güzelleri olmasına rağmen, siyah ve pek güzel olmayan bir cariyeye fazlaca sevgi gösteriyor, bu hali de diğer cariyeler kıskanıyorlardı.
Hükümdar bir gün hepsini toplayıp, her birine değeri çok yüksek olan kristal bardaklar verdi. Cariyeler hayranlıkla bardaklara bakarken, hükümdar:
- Yere atın o bardakları ve kırın dedi. Hepsi - Efendimizin bu değerli hediyesini kıramayız, diye atıp kırmadılar. Dolayısıyla bir kristal bardağa hükümdarın arzusunu değişmiş oldular. Ancak o siyah cariye derhal yere atıp kırdı. Niçin kırdığı sorulduğunda:
- Bana efendimin kalbi lazım, kristal değil. Yeter ki onun kalbi kırılmasın, dedi.
Bu hadiseyle hükümdar, o siyah cariyeyi neden daha fazla sevdiğini diğerlerine göstermiş oldu.
İşte evli hanımlar da kocalarının meşru isteklerini yerine getirmekte ona itaat ederler ve "Mühim olan kocamın arzusudur" derlerse kendi mutluluklarını hazırlamış olurlar.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
"Mü'min, Allah için (gösterdiği) takvadan sonra, iyi bir zevceden daha hayırlı bir fayda elde edememiştir. Şayet ona emretse itaat eder, (yüzüne) baksa kendisine sevinç verir, şayet onun (bir hareketi) üzerine yemin etse, kocasını haklı çıkarır, eğer on (un yanın) dan kaybolsa kendi nefsinde ve (kocasının) malında ona karşı hayırhah davranır." Cennete İlk Girecek Kadın
Hazreti Fatımatüzzehra (r.a.) hazretleri bir gün peygamberimiz (s.a.v.)'e; "babacığım cennete ilk önce kadınlardan kim girecek" diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.) "falan mahallede bir kadın var. O kadın ilk cennete girecek kadındır" buyurdular.
Hazreti Fatıma çok merak etmişti: "Benden de mi evvel girecek, babacığım?" diye sordu. Hazreti Peygamberimiz, "Senden de evvel girecek, istersen git de bir tanış. O zaman sen de neden önce onun gireceğini öğrenirsin" buyurdular.
Hazreti Fatıma kadının evini sora sora buldu, kapısını çaldı.
İçel'den ihtiyar bir kadın sesi duyuldu: "Kim o?" Hazreti Fatıma kendisini tanıtıp görüşmek istediğini söylediğinde kadın, "Canım sana feda Ey Allah Resulünün kızı. Sizin beni arayıp bulmanız benim için bir lütuftur. Ancak ne var ki ben kocamdan izin almadan size kapıyı açamayacağım. Sizden çok özür dilerim. Yarın gelirseniz' içeri girmeniz için izin alır kapıyı açarım, görüşürüz." dedi.
Hazreti Fatıma geri gitti. İkinci gün Hazreti Fatıma yanına hazreti Hasan'ı da alarak geldi. Fakat kadın Hazreti Fatıma'nın yanında bir çocuk bulunduğunun farkına varmıştı. "Yanınızda bir de çocuk var. Ben yalnız sizin için izin almıştım. İçeri siz girebilirsiniz, fakat çocuk dışarda kalır. İsterseniz yarın gelin onun için de izin alayım. Beraber içeri girersiniz" dedi. Hazreti Fatıma geri döndü. Üçüncü gün yanına hazreti Hüseyin'i de alarak gitmişti. Kapıda yine aynı durumla karşılaşarak Hüseyin'i içeri alamayınca geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Dördüncü gün üçü birden gittiklerinde kadın kocasından her üçü için de izin almıştı. İçeri girdiler. Hazreti Fatıma bir de baktı ki, içerde kendisini karşılayan dışarda sesinden tanıdığı kadın değil. Genç ve güzel bir kadın... Hayretle sordu: "Sizinle dışardan konuşurken sesiniz başka idi, şimdi başka, bu nasıl oluyor" dedi.
Kadın: "Sizinle konuşurken sesim dışarıya çıkmakta idi.
Ben de sesimi yabancı erkek duyar da günaha girerim diye ağzıma taş parçası alarak konuşuyordum. Şimdi ise o taşı çıkardım" dedi.
Hazreti Fatıma'nın gözleri yaşarmıştı. Babasının neden cennete evvela bu kadının gireceğini söylediğini anladı. Kadın Hz. Fatıma'ya "Ey Allah'ın Resulünün kızı! Acaba ben kocama karşı vazifemi ifa etmiş oluyor muyum? Allah beni kocama itaatsizlikten dolayı hesaba çeker diye korkuyorum" dedi.
Hazreti Fatıma babasının müjdesini bildirdi: "Hayır! Sen bil'akis babamın "cennete ilk girecek kadın" diye müjdelediği birisin. Hiçbir kadın sizin yaptığınızın onda birini bile yapamaz." dedi. Ve cennete ilk girecek olan kadınla bir hayli sohbet ettikten sonra müsaade isteyerek oradan ayrıldı. Soylu Aileden Olmak
İnsanlar vücud itibariyle soylarına benzedikleri gibi, ruh yapısı itibariyle de soylarına çekerler. Bu sebeple iyi aile kızıyla evlenmelidir.
Sürüleri kurttan koruyan sürü köpekleri vardır. Bunlar sürüye kurt getirmezler. Kasapların önünde kemik bekleyen sokak köpekleri ise asla sürü köpeğinin vazifesini yapamaz, faydalı olamaz. Sokak soytarısı bir kızla evlenilirse, o da evin bekçiliğini yapamadığı gibi üstelik eve kurt yaratılış lı insanların gelmesine sebep olabilir. Böyle cıvık ve yılışık halli olanlardan uzak durmalı, asalet sahibi olanları aramalıdır.
Peygamberimiz, buyuruyorlar ki:
"Çöplüklerde yetişen yeşilliklerden (çiçeklerden) uzak durun". "Çöplüklerde yetişen yeşillik nedir" diye sorulmuş, "Kötü ailenin güzel görünüşlü kızlarıdır" buyurmuşlardır.
Aslı ve özü temiz olmadıktan sonra, verilen terbiyenin de tesiri uzun süreli olmaz. Bakırı ne kadar parlatırsanız parlatınız, kısa bir zaman sonra kararacaktır. Paslanmaması için bakır değil altın olmalıdır: Anası sarımsak babası soğan olan evlat ancak pırasa olabilir. Mehrin Az Olması
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
"Kadınların en hayırlısı, yüzce en güzeli ve mihirce en hafif olanıdır."
(İbni Hibban)
Peygamberimizin hanımlarının ev eşyası bir el değirmeni, bir su testisi, yüzü deri içi hurma kabuklarıyla dolu bir yastıktan ibaretti. Bazı hanımlarına da iki avuç arpa ile ziyafet vererek evlenmiştir.
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
"Hatunların en bereketlisi, mehri en az olanıdır." Yakın Akraba Olmamak
Evlenilecek kız çok yakın akrabadan olmamalıdır.
Zira yakınlık derecesi ne kadar fazlaysa şehveti o nisbette azaltır. Allah'ın Resulü (s.a.v.) bu mevzuda şöyle buyurmuştur:
"Pek yakınınız olan bir kadınla evlenmeyiniz. Çünkü çocuk zaif olarak yaratılır." Akraba Evliliği
Akraba evliliğinden dolayı, doğan çocuklar sakat olmaz.
Öyle bir durum olsaydı, müslümanlık akraba evliliğini yasaklardı. Nice insanlar vardır ki, çok yakın akrabasıyla evlidir, fakat çocukları çok gürbüzdür. Akrabasıyla evlenenlerin bazılarının çocukları sakat olabiliyor, bu doğru. Fakat akraba olmayanların da bazen çocukları sakat oluyor. İnsanlığa zararlı bir şeye İslam dini müsade etmez. Hz. Ali Efendimiz de akraba evliliği yapmıştı ama, çocuklarının hiçbirinde sakatlık yoktu.
Bu husus peygamberimizin fiiliyle de sabittir. Zira peygamberimiz halasının kızı (Zeynep, r.a. validemiz) ile evlenmiştir. Peygamberimizin yaptığı bir işi kötü görmek kadar bu dünyada kötülük tasavvur olunamaz.
Akraba evliliğinin zannedildiği gibi mahzurlu olmadığını söyleyenler; Hz. Hasan (r.a.) efendimiz zehirlendiği zaman kardeşi hz. Hüseyin'i yanına çağırtarak oğlu Kasım'ı emanet edip "Ya Hz. Hüseyin! Bu oğlumu zamanı geldiğinde kızınızla evlendirin" buyurmasını, daha ashabdan pek çoklarının hala, teyze ve dayı kızlarıyla evlendiklerini delil göstererek, yakın akraba evliliğinin zannedildiği gibi bir çok sakatlıklara sebep olduğu ve olabileceği iddiasının yersiz olduğunu isbat etmektedirler. Bu hususta araştırma yapan tıp uzmanları (Genetikçiler) ana ve babanın sipermlerindeki genleri inceleyerek "Şayet genler hasta ise hasta genlerin birleşmesinden çocuk sakat olur. Bu durumun akrabalarda daha çok olma ihtimali vardır" derlerken, acaba bu sakatlıkların nikah adaplarına riayet edilmediğinden meydana geldiğini ve gelebileceğini hiç düşündüler mi? İbadetlerde Kocasına Yardımcı Olmak
Fahri Kainat Efendimiz (s.a.v.) buyuruyarlar ki:
"Biriniz şükreden kalp, zikreden dil ve ahiret işlerinde size yardımcı olacak mü'min zevce edinmeye baksın."
(İhni Mace c.1 s. 596).
Peygamber efendimizin bu hadıs-i şeritlerinde dile getirilen faziletlerin temini, hadiselerin seyrine ve tesadüflere bırakılmayıp "Edinmeye çalışsın" emri ile kişinin gayret göstermesine bağlanmıştır. Bu cihetle, her mü'min Allahu Teala'ya şükretmeli ve onu zikretmeli; ahiret işlerinde kendisine destek olacak bir hanımla evlenmeye gayret göstermelidir. Bu vasıftaki bir eş, kocasının ahiret yurdunu imar için ona yardımcı olan kadındır.
Hz. Ömer (r.a.) buyurdu: "Allah'a imandan sonra insanoğluna saliha kadından daha hayırlı bir nimet verilmemiştir. Kadınlardan bazısı vardır ki, o baha biçilmez ve yerini hiç bir şeyin tutamayacağı bir nimettir. Bazıları da, sökülmez bir bukağıdır."
Sevban (r.a.) anlatıyor:
Şu mealdeki ayeti kerime nazil olmuştu:
"Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda sarf etmeyenler var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele!" (Tevbe Süresi, ayet: 34) Ashab, "öyleyse hangi maldan edinelim?" dediler. Hz. Ömer (r.a.) size bunun cevabını veririm, dedi ve devesini hızlandırdı, Resülullah (s.a.v.)e ulaştı ve "Ya Resulallah, hangi malı edinelim?" dedi. Resulullah (s.a.v.)de:
"Şükreden kalbiniz, zikreden diliniz ve size ahiret işlerinde yardım edecek bir zevceniz olsun." buyurdu. Rabiatü'l Adeviyye Hazretleri'nin Cevabı
Haşimi sülalesinden olup Basra da valilik yapan Süleyman'ın oğlu Muhammed'in günlük 80 bin dirhem geliri vardı. Sağa sola ve Basra ileri gelenlerine, kendisine bir aile bulmaları için mektuplar yazıyordu. Mektuplara gelen cevapta bütün dostları Rabia Hatun (Rabia-i Adeviyye)'u tavsiye ediyorlardı. Rabia Hatun hem takva hem de güzelliğiyle ün yapmıştı.
Muhammed, bu ermiş hanıma şöyle bir mektup yazıp evlenmek istediğini bildirdi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla ... Bilmiş ol ki Allah bana günlük olarak 80.000 dirhem lütfetti. Bundan sonra onu ben 100.000 dirhem de yapabilirim. Evlendiğimiz takdirde sana pek çok şeyler de verebilirim. Evlenmemiz hususunda bana bir cevap ver:
Rabia Hatun'un cevabı şu oldu:
"Bilmiş ol ki zahidlik kalp ve bedenin huzurudur. Dünya peşinde koşmak ise, insanın elem ve kederini artırır. Mektubum sana varınca ölüm için hazırlan. Malını hayattayken kendin taksim et. Başkalarına güvenme. Oruca başla ve iftarın ölüm olsun.
Bana gelince,
Allah bana, sana verdiğinin iki mislini de verse kıymeti yoktur. Ben, beni Allah'a ibadetten bir saniye meşgul edecek hiçbir şeye kıymet vermem." Yüz Güzelliği
Bizim daha evvelce dindar kadın ile evlenmeyi teşvik eden hadisleri nakletmemiz ve kadın, sadece güzelliği için nikah edilemez deyişimiz, güzelliğin aranmasından yasaklamamaktadır. "Kadının dini zayıf olduğu halde, sadece güzelliğinden ötürü alınırsa, bu durum yasaklanmıştır."
Neşesini artıran ve güzelliğiyle zevk u safasını tatmin eden bir hanımı almakla, dinini koruyacak bir kimse, eş olarak edinmek istediği kadında güzelliği aramalıdır. Zira helal ile lezzetlenmek, din için koruyucu bir kaledir. Ahmed İbni Hanbel
İmam Ahmed bin Hanbel tek gözlü bir hanımı, ondan daha güzel olan kızkardeşine tercih etmiştir. Sormuş: .
- İkisinden hangisi daha akıllıdır?
Kendisine:
- Gözünde körlük olanı daha akıllıdır, demişler.
- O halde onunla evlenirim, demiştir.
Evlenmekten sadece dünya zevk u safasını kasd etmeyenlerin adeti böyle idi. Erkekte Aranacak Sıfatlar
Kadının velisi kızı için iyi bir damad seçmelidir. Kızını ahlaken veya fizyonomi bakımından çirkin olan, dini zayıf. veya kızının hakkını eda etmekten aciz bulunan veya soy itibariyle kızına denk bulunmayan birisiyle evlendirmemelidir.
Nitekim Allah'ın Resı1lü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Nikah köleliktir (yani köleliğe benzer). Binaenaleyh herhangi biriniz kızınızı nereye veriyor (ve kime teslim ediyorsa) dikkatle incelesin ve izlesin."
(Beyhaki)
Kızının talibleri çok olan bir kimse, Hasan-ı Basri (rah.a.)'den sordu:
- Kızımı şu kimselerden hangisine vereyim? Hasan-i Basri:
- Kim Allah'tan daha fazla korkarsa ona ver. Çünkü böyle bir kimse kızını severse onu ikrama garkeder. Ona kızsa bile zulmetmez.
Kızını evlendirecek baba veya evlenecek kızın, evleneceği erkekte bazı sıfatları araması normaldir. Bunlar şöyle sıralanabilir. Dindarlık
Damat adayı dinine bağlı olmalıdır. Böyle olursa, kendi vazifesinin ve hanımının vazifesinin nelerden ibaret olduğunu bilir veya öğrenmeye çalışır. Ondan sonra da ona göre hareket eder. İslam dininin emir ve tavsiyelerine göre hareket edilen evde huzur olacağı gibi, doğacak çocuklar da dinine bağlı olur. Aşağıdaki misalde olduğu gibi. İmam-ı Azam Hazretleri'nin Babası
Mezhep imamımız İmam-ı A'zam hazretlerinin babası Numan Hazretleri, gençliğinde bir ark kenarında abdest alıyordu. Abdeste başlayacağı zaman ark sularına kapılıp gelen bir elma gördü. Elmayı, nereden geldiğini ve haram veya helal olup olmadığını düşünmeden bir defa ısırdı. Hemen hata ettiğini ve mutlaka elmanın sahibini bulup helal ettirmesi lazım geldiğini düşündü; Sonra suyun geldiği tarafa doğru gitmeye başladı. Elma elinde olduğu halde araya araya elmanın düştüğü bahçeyi ve sahibini buldu.
Bahçenin sahibine meseleyi anlatıp elmayı yanlışlıkla ısırdığını ve hakkını helal etmesini istedi. Onun bu hareketi, elma sahibinin dikkatini çekmişti. "Hakkını helal edemeyeceğini, helal etmesi için bazı şartları olduğunu" söyledi. Nu'man hazretleri "ne isterse yapacağını, yeter ki hakkını helal etmesini" isteyip şartının ne olduğunu sordu. Elma sahibi "Hakkını helal etmesi için, iki sene bahçesinde çalışması lazım geldiğini ve kendisine iki yıl hizmet etmesinin şart olduğunu" söyleyince, Nu'man hazretleri "ahirette ceza çekmektense bu dünyada bir şahsa iki sene hizmet etmek daha iyidir" diye şartları kabul etti.
Elmanın sahibine iki sene hizmet etmiş ve adamın işinde canla-başla çalışmıştı. İki sene sonra, zamanın dolduğunu ve artık hakkını helal etmesini istediğini söyleyince, adam, "yine helal etmiyorum; benim bir kızım var, onunla evlenirsen ancak o zaman helal ederim" dedi.
Hazreti Nu'man:
"Olur" dedi. Yalnız, adam kızının elinin çolak, gözünün kör, ayağının topal, başının kel, kulağının sağır ve dilsiz olduğunu söyleyip iyi düşünmesini ve sonra pişman olmamasını söyledi. Hazreti Nu'man yine düşündü taşındı "ahirette ceza çekmekten iyidir" deyip kızla evlenmeyi de kabul etti ...
Aslında adam hazreti Numan'a vermek için kızının büyümesini beklemişti .... Düğün yapıldı nikah kıyıldı, zifaf gecesi hazreti Nu'man'a gelinin olduğu odayı gösterdiler. Nu'man hazretleri içeriye girip içerde kendisine söylenen evsafta bir kızın bulunmadığını görünce bir yanlışlık olduğunu zannederek hemen dışarı fırladı ve durumu oradakilere anlattı. Çünkü içerde kayınpederin söylediğinin aksine her azası yerinde genç ve güzel bir kız kendisini karşılamıştı.
Kayınpederi bir yanlışlık olmadığını söyleyerek meseleyi şöyle anlattı: "Benim kızım kördür, yani daha harama bakmamıştır. Sağırdır, yani haram dinlememiştir. Topaldır; yani gayrı meşru yolda yürümemiştir. v.s." diye sayıp, "senin hanımın o içerde bekleyendir Allah mes'ut etsin" dedi.
Daha sonra seneler geçip bu evlilikten İmam-ı A'zam dünyaya geldi. Annesi, İmam-ı A'zamı hocaya okuması için teslim etmişti. Daha sonra İmam-ı A'zam ünvanına kavuşan, o zaman henüz üç yaşında bulunan Sabit, üç günde Kur'an-ı Kerimi hatmettiği zaman annesi "Ah oğlum baban o elmayı ısırmasa idi sen bir günde hatmedecektin" buyurdu. Ahlaklı ve Güzel Huylu Olmak
Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar ki.
"Ahlakını ve dinini beğendiğiniz biri (kızınızı istemek için) size geldiği zaman onu (kızınızla) evlendirin. Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük fesat çıkar."
Ahlaklı ve güzel huylu olmayı da dindarlık maddesi içersinde zikredebiliriz. Çünkü bir insan ne kadar dinine bağlı olursa, ahlakı ve huyu o derece güzel olur. Çünkü dinine bağlılığı nisbetinde insanın peygamberimize uyması fazlalaşır. Peygamberimiz de: Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim, buyurmaktadır. Dolayısıyla kişi Resülüllah (s.a.v.) efendimizin sünnetine ne kadar yapışırsa, o nisbette ahlakı güzel olur. Ahlakı güzel olan insandan da ailesine ancak iyilik gelir. Namuslu Olmak
Kadınlarda namus arandığı gibi erkeklerde de "namus"a düşkünlük aranır. Başkasının namusunda gözü olan birisine kız vermek doğru değildir. Çünkü o kişi, bir taraftan evli bulunduğu halde, diğer taraftan gözü dışarlarda, başkalarının karı ve kızlarında olursa, o insanla evlilikten hayır gelmeyeceği kesindir. Yine böyle insanlar, kendi ailelerinin namuslarını da dışarıya karşı korumakta pek hassas olmazlar ve olamazlar. Dolayısıyla, böyle birisine kız vermek vebalden başka bir şey değildir. Ev Geçindirebilecek Durumda Olmak
Evlenecek olan damat adayının, daha evlenmeden önce malı, mülkü, serveti olması şart değildir. Fakir de olsa evlenirse Allah (c. c.) onu kereminden rızıklandırır. Yeter ki o, evliliği Allah rızası için yapmış olsun. Bu husus ayet ile Kur’an’da beyan buyurulmaktadır. Şu kadar var ki, ileri derecede saf, anormal ve bu durumda bir aileyi geçindirmekten aciz ve sorumsuz olduğu apaşikar olan birisi olmamalıdır.
Cemiyetimizde, evli olup da zengin olanlar ve zengin olmasa da evini ve ailesini normal olarak geçindirenler, bekarlıklarından beri böyle değildiler. Zamanla, çalışıp o hale gelmişlerdir. Zamanımız da damat seçecek olanların yüzde doksanı; din-iman, ahlak, soy-sop, namus gibi değerleri düşünmeyip sadece "para, pul, mevki" gibi şeylerle değerlendirme yapmaktadır ki, büyük bir yanlışlıktır. Bu yanlışlığın büyüklüğünü boşanma dosyaları bağırıp durmaktadır. Lüks yerlerde yaşayıp huzuru olmayan bir kadınla, bir gecekonduda yaşadığı halde kalp huzuruyla dolu olan bir kadını düşününüz ...
Altın bir köşk içersine konulup devamlı işkence edilen bir insan, o köşkten tat alabilir mi?
Onun için, kendine koca seçecek olan kızlar, değerlendirmelerini iyi yapmalıdırlar.
"Herkes kötü olabilir ama, benimkisi yapmaz" saflığında bulunmamalıdır. Pişman olup da sonradan oturup ağlamak hiç bir şeyi halletmez. Soylu Bir Aileden Olmak
Bu şart, kızlarda ve kadınlarda ne kadar mühimse, erkeklerde de aynı derece mühimdir. Bir sülalede hal ve hareketler, adetler, gelenek ve görenekler ve umumi ahlak, ne ise, olduğu gibi evlatlarına geçer. Asil ve soylu olmayan ailelerin oğulları da o ailenin özelliklerini taşırlar. Böyle bir ailede yetişen bir kimseyi damat olarak seçmek, ilerideki senelerde sıkıntı getirmekten başka bir şey getirmez.
Cemiyetimizde; her gün sallana sallana sarhoş bir vaziyette, bağırarak evine gelip, evdekilere günlerini zehir eden, konu komşuya karşı rezil kepaze olan, daha beteri de karılarını başkalarına peşkeş çekecek kadar alçalabilen insanların varlığını unutmamalıdır. Bir zamanlar bu insanlar da bekar idiler ve masum bir kızla evlendiler. Asılları düzgün, kalpleri temiz, huyları iyi ve dinleri sağlam olmadığı için bu hale gelmiş oldular. Böyle bir damatla karşılaşmamak için, gerekli araştırmayı mutlaka yapmalıdır.
Şunu da unutmamak lazımdır:
Münasip biri yani, dini huyu uygun biri çıktığı halde ona kızını vermeyen veya ona varmayan kızlar ile onların ebeveynleri, eğer daha zengin ve para pul sahibi biri çıksın diye beklerlerse, Allah tarafından gelen sıkıntılarla karşılaşırlar. Çünkü para-pul ve mevkiyi din ile değişmiş olmaktadırlar. Bu da Cenabı Hakk'ın hiç sevmediği bir şeydir. Cezası daha dünyada iken gelir.
Bu durumda o kız evlenmeyip yaşı ilerleyerek ya evde kalacak veya nikahsız olarak her hangi birisiyle dolaşmaya başlayacaktır. Bu da aile için sıkıntıdan başka bir şey değildir.
Peygamberimiz buyuruyarlar ki:
" Oğullarınızı ve kızlarınızı evlendiriniz. Kızlarınıza altın ve gümüş süsler takınız. Onlara yeni elbiseler giydiriniz ve kendilerine talip çıksın diye hediye veriniz. "
(Muhtaru'l-Ehadis s. 82)
" Her kim kızını fasık birine nikahlarsa, üzerine günde 1000 kere lanet iner. Ameli semaya yükselmez; duası, farz ve nafilesi kabulolmaz."
(ş. Şir'ati'l-İslam, s 44)
Damat olarak seçecekleri kimsede arayacakları sıfatları babaları iyi bilmelidirler. Karşılarına kötü kimseler de iyi kimselerde de çıkabilir. Kötü kimselere kızlarını yermeyecekleri gibi, iyi bir damat adayı bulunca, hemen kızlarını ona vermelidirler.
Eski büyüklerimiz münasip buldukları kimselere kızlarını kendi elleriyle teslim ederlerdi. Said bin Müseyyeb Hazretleri, kızını Hz. Ebu Hüreyre'ye getirdi. Kapıdan içeri soktu ve geri döndü. 2 dirhem mehir ile Ebu Hüreyre'ye nikahlandı.
Peygamberimizin kızı Hz. Rukiyye, Hz. Osman ile evli bulunuyordu. Hz. Rukiyye vefat edince, Resulullah ile olan akrabalığı sona erdiğinden, Hz Osman üzüldü ve bu üzüntüsünü Hz. Ömer'e açtı. Hz. Ömer de
- Sana kızım Hafsa'yı vereyim öyleyse, dedi:
Hz. Osman da "Resulüllah'a bir sorayım" dedi. Bu husus Peygamberimize sorulduğunda, O:
"Ya Ömer, sana Osman'dan daha hayırlı bir damat, Osmana da senden daha hayırlı bir kayınpeder göstereyim mi? Sen kızın Hafsa'yı bana ver, ben de kızım Ümmü Gülsüm'ü Osman'a vereyim," buyurdu ve öyle yaptı.
Eski milletlerden biri ibadette çok ileri idi. Bunu o zamanın peygamberine anlattılar. Peygamber:
- Çok iyi adamdır. Ne yazık ki sünnetlerden birini terk ediyor, dedi.
O zat bunu işitince üzüldü ve Peygambere kendisinin hangi sünneti terk ettiğini sordu. Peygamber de evlilik sünnetini terk ettiğini söyledi.
O abid;
- Ben haramdır düşüncesiyle evlenmiyor değilim. Ben fakirim, halkın yardımı ile geçiniyorum, deyince, peygamber.
- Ben sana kızımı vereyim, dedi ve kızını ona verdi. Hz. Musa ve Şuayb Aleyhisselam
Hz. Musa Firavun'un zulmünden kaçmış, Medyen'e gelmişti. Orada Şuayb (a.s.) bulunuyordu. Burada buluştular ve Hz. Musa, Hz. Şuayb'ın kızıyla evlendi. Teklif eden Hz. Şuayb oldu.
. Kadın ve Erkek Arasında Denklik
Evlilikte geçimin iyi olması için erkek ve kadının birbirinin dengi olmaları lazımdır.
Peygamberimiz buyuruyarlar ki:
" Çocuklarınıza iyi anneler seçin. Denginiz olmayanla evlenmeyin".
Denk olma sadece erkekte aranır. Yani erkeğin kıza denk olup olmamasına bakılır.
Birinci olarak, erkek müslümanlıkta kıza denk olmalıdır.
Erkek, baba ve dededen beri müslüman olmalıdır. Yalnız kendisi müslüman olan bir erkek, hem kendisi hem de babası müslüman olan bir kıza denk olamaz.
Yine kendisi ve babası müslüman olan bir erkek de, annesi, babası ve kendisi müslüman olan bir kıza denk olamaz.
Nesep, soy-sap olarak da birbirlerine denk olmaları icap eder.
Dinine bağlılıkta da erkek kadına denk olmalıdır. Fasık bir erkek, dinine bağlı bir kadına veya iyi bir adamın kızına denk olamaz. Bu maddeye dikkat etmeden yapılacak bir evlilikte, icabında kadın, sarhoş kocasının mezesini hazırlamak mecburiyetinde kalacaktır ki çok acıdır.
Bu madde, bütün maddelere bedeldir. Yani dinine, bağlı olan bir erkek, her türlü meziyetleri üstünde bulunduran bir kıza denk sayılır. Çünkü üstünlüklerin tamamı islamdadır. Ondan daha üstün bir şey düşünülemez.
Hür olmakta da denklik aranır. Fakat günümüzde kölelik müessesesi yoktur.
Malda da denklik vardır. Bu, şu demektir: Erkek, kadının mehr-i muaccelini vermeye muktedir olmalıdır. Bu kadar mali güce sahip olan bir erkek, ne kadar serveti olursa olsun, bir kadına denk sayılır
Erkeğin kazanç yolunun, kızın babasının sanatına denk olması demektir.
Erkeğin bu hususlarda kıza denk ve uygun olup olmadığına nikahtan önce dikkat etmelidir. Bir kadın, durumunu bilmediği ve araştırmadığı bir erkeğe vardıktan sonra, kendisine denk· olmadığını anlayacak olursa, kusur kendisinin olduğundan nikahtan dönemez. Böyle bir durumda isterse kız velisi nikahı feshedebilir.
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
"Çocuklarınız için hayır (lı kimseler) seçiniz.
Birbirine denk olanları evlendiriniz, (kadınlarınızı) dengine nikahlayınız"
(Feyzü'l-kadir, c. 3, s. 237)
İslama bağlılık değerlerin en üstünüdür. O bakımdan dinine bağlı bulunan bir erkek, evleneceği kız ne durumda olursa olsun, o kıza denk olur. O bakımdan peygamberimiz, en şerefli kabül edilen Kureyş kabilesinden Fatıma binti Kays'ı üstün zeka ve güzelliğine rağmen babası eskiden bir köle olan Hz. Üsame (R.A) ile evlendirmiştir. Yine Kureyş kabilesinden olan Abdurrahman b. Avf kız kardeşini, yine az adlı bir köle olan Bilal-i Habeşi ile evlendirmiş; Ebu Huzeyfe (R.A) da kardeşinin kızı Fatıma'yı kendi kölesi Salime (R.A) nikahlamıştır.
Müslüman olmayan bir erkek, hiç bir zaman müslüman bir kadına eş olacak seviyede olmadığı için, onunla evlenmeye layık değildir. Kuran-ı Kerim, Bakara süresi 221. ayetinde, müslüman bir kadının, müslüman olmayan bir erkekle evlenmesini yasaklamaktadır:
Peygamberimizin Sünnetinde Evlilik kitabında Dr. Abdülvehhab Öztürk, Muhammed Ali es-Sabüni'den şunları naklediyor:
Bu ayet-i kerime, müslüman kadınların gayri muslimlerle evlenmesini kesinlikle haram ediyor. Buradaki gayri müslimden maksat, İslam'ı din olarak kabul etmeyen her türlü kafirdir. Bunun içerisine putperest, mecusi, Yahudi, Hıristiyan ve mürted (İslam'dan dönen) ler girer. Müslüman kadının bunlarla evlenmesi haramdır. Sebebi İslam'ın her şeyden yüce olmasıdır. Hiç bir şey İslam'ın üzerine çıkamaz. Müslüman bir erkek Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla evlenebilir. Fakat Yahudi ve Hıristiyan bir erkek müslüman bir kadınla evlenemez. Cenab-ı Allah: "Onlar ateşe çağırırlar" demekle bunun sebebini açıklamıştır. Yani bunlar küfre davet ederler; küfür de cehenneme girmeye sebeptir.
Yetki erkeğindir, evin reisi erkektir. Çoğu zaman erkek, kadını şirke davet eder ve onu küfre sürükler. Çocuklar da babaya tabidir. Baba Hıristiyan veya Yahudi olursa onlan kendi dinine göre terbiye eder. Çocuk da, dolayısı ile cehennemlik olur.
Ayrıca müslüman Hz. Musa ve Hz. İsa'ya hürmet eder.
Onları Peygamber olarak tanır. Tevrat ve İncil'in Allah tarafından nazil olduğuna inanır. İmanı onu Yahudi veya Hıristiyan olan karasına eziyet etmeye zorlamaz. Çünkü ikisi de Allah'a ve peygambere iman etmektedirler. Dinlerinin ayrı olması birbirlerine eziyet etmeye veya birbirine saldırmağa sebep olmaz. Ama Kur'an'a ve Hz. Muhammed'in Peygamberliğine inanmayan bir gayri müslim için durum böyle değildir. Onun imansız oluşu, onu müslüman zevcesine eziyete ve dini ile alay etmeye sevk eder.
Halep'te ders verirken gayri müslim bir öğrencim bana sordu: " niçin müslüman bir erkek Hıristiyan bir kadınla evleniyor da, Hıristiyan bir erkek müslüman bir kadınla evlenemiyor?" dedi. Bu soruyu maksatlı sormuştu. Güya müslümanları mutaassıplıkla itham etmek istiyordu. Ben de ona: "Biz müslümanlar, sizin Peygamberiniz İsa'ya ve kitabınız İncil'e iman ederiz. Eğer siz de bizim Peygamberimize ve kitabımıza inanırsanız kızlarımızı size veririz." dedim. Bunun üzerine kafir lal oldu, sesini kesti. "4
4) Sabuni, Ahkamü'l-Kur'an 1/290 Kadın ve Erkeğin Birbirini Görmesi
Evlenecek çiftlerin birbirini görmesi, kurulacak yuvanın selameti bakımından yararlıdır. Zira gönlün sevmesi, gözün görmesiyle alakalıdır. Bu bakış günah olan bakıştan ayrıdır. Zira bu, sadece evlenmeye teşebbüs sebebiyledir.
İslam dini katı bir din değildir. Bu sebeple, evlenmek istediği kızı görmeye izin vardır. Avrupalının anladığı manada hareket edip, alacağı kadının ağzının kokup kokmadığını anlamak için dansa götürmesi, vücut hatlarını öğrenmek için plajlarda gezdirmesi ve gönlünü hoş edebileceğini anlamak için seyahatlar tertip etmesi İslam'da yeri olmayan davranışlardır. Bu gibi soytarılıkların sonu, rezalet ve felaketlerle noktalanmaktadır. Zira basit insanlar, arzuları temin edildikçe daha büyük arzuların peşinde koşarlar. Bu husus, genç kızların kulağını daima çınlatan bir öğüt olarak hatırlardan çıkmamalıdır.
Bir kızı evlenmek için görmeye giden erkek, onun yüzünü görmeye haklı olduğu gibi, saçının şekli ve rengini bilmeye de hakkı vardır. Nitekim peygamberimiz buyuruyorlar ki.
"Biriniz bir kadını istemeyi dilediğinde güzelliğinden sorduğu gibi, saçın (ın rengin) den de soruştursun. Çünkü saç, iki güzelliğin biridir."
(Feyzü'l-kadir c. 1 s. 335)
- Ebu Hüreyre (r.a) den şöyde dediği rivayet olunmuştur:
Ben, Peygamber (s.a.v) in yanında bulunuyordum. O sırada bir adam geldi ve Ensardan bir kadın ile evlendiğini haber verdi.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem:
- " O kadına baktın mı? dedi. Adam:
- "Hayır bakmadım, dedi. Resul-i Ekrem:
- " Git de ona bak. Zira Ensar'ın gözlerinde bir şey (küçüklük) bulunmaktadır" buyurdu.
(Müslim c. 4, s. 142)
Bu hadis-i şerifte bakmak emir şeklinde bir tavsiyedir. Fakat vacip değildir.
. Dünürcülük Yapmak
Hayırlı işlerde aracı olmak İslami bir vazifedir. Zira insanların hayırlısı insanların iyiliği için çalışandır. "Hayra öncülük yapan onu işlemiş gibidir" hadis-i şerifini kendine düstur denilen kimseler, hayır işlerinde aracı olurlar. Birbirinin dengi bulunan kadın ve erkeğin evlenmesine aracı olmak da bu gibi hayırların başında gelir ...
İnsan, birçok işi kendi ağzı ile ifade edip bir teklifte bulunduğu halde, erkek veya kadının, evlenme teklifini kendi ağzı ile söylemesi, hem zor hem de cemiyet içinde yadırganır olmuştur. Bu durum karşısında iki tarafı tanıyan kimselerin araya düşüp dünürcülük yapmaları, Peygamber efendimizin sünneti ve emirleri cümlesindendir. Bu iş, insanların saadetine vesile ve felaketten kurtulmasına sebeptir. Şayet bu vazife ihmal edilecek olursa, kadın veya erkek, arzularına erişmek için nefsani yollardan hareket ederler. Bu da birçok fenalıkların yayılmasına yol açar. Sokaklarda başlayan el ve göz işaretleri, salonlarda ilan-ı aşka dönüşür.
Bu gizli işaretleşmelerin sonu da nikahsız beraberlikleri getirmektedir.
Resulüllah Efendimiz buyuruyorlar ki:
"İki kimse arasında nikah hususunda aracılık yapmak, şefaatin üstün olanındandır" Kız İsteme Söz Kesme
Evlenme çağına gelmiş genç delikanlının ana babası, eğer onlar yoksa amca, dayı ve başka yakınları, beğendikleri kızı istemeye giderler.
Esasen evlenmek istediği kızı bizzat erkeğin kendisini istemesinde, hiç bir ayıp ve günah yoktur. Fakat memleketimizde, bu pek uygun karşılanmamaktadır. Halbuki peygamberimiz (S.A.V.) zamanında kızları, bizzat evlenmek isteyen erkeğin kendisi isterdi ve bu hiç de anormal karşılanmazdı. Esas anormal olan henüz nişanlanmamış olan kız ve erkeklerin bir arada bulunmaları, gezip tozmalarıdır. Çünkü İslam dinine göre aralarında nikah olmayan çiftlerin bir arada bulunmaları doğru değil, günahtır.
Dediğimiz gibi, Resulüllah zamanında erkek kendisi evlenmek istediği kızı babasından gayet rahat olarak isterdi. Nitekim Hz. Fatıma'yı Hz. Ali Peygamberimiz'den kendisi istemiştir.
Evlenmek isteyen erkeklerin ve yahut onların ana ve babalarının kız isteme hususunda da İslami esaslardan ayrılmamaları gerekir.
Birbirlerinin din ve ahlakından emin olan iki taraf, işi uzatarak bir takım zorluklara girmemeli ve hayırlı bir iş olan evliliği gerçekleştirmek için iki kişinin nişanlanmasına ve evlenmesine zorluk çıkarmadan "Evet" deyip, onların da bir yuva kurmalarına çalışmalıdır.
Hatta erkek tarafı yani damat, iyi huy ve faziletlere sahipse, kız tarafı kendileri bile teklif etmelidir. Bu, ne ayıp, ne günahtır. Hatta takdir edilecek bir harekettir.
Bir müslümanın talip çıktığı kıza başka bir müslümanın talip çıkması caiz değildir. İlk isteyen eğer vazgeçer veyahut ikincisine izin verirse o zaman başka. Günümüzde İslami yolu terk eden ve Peygamber aleyhisselamın emirlerini yerine getirmeyenlerin bu yüzden kanlı bıçaklı birbirlerine girdikleri, hatta cinayete varacak kadar kötü hareketlerin olduğu malumdur.
Evlenilmek istenen, eğer kız ise, anne-babasından ve velisinden istenir. Dul ise bizzat kendisine teklif edilebilir.
Talip olunan hanım eğer dul ise; onun "iddet" denilen bir zamanı vardır ki, bu zaman içersinde ona talip olmak da, nikah yapmak da caiz değildir. İddet; kocasından ayrılanlar için 3 ay 10 gün kocası ölenler için 4 ay 10 gündür.
Ancak bir erkek, dul bir kadınla evlenmek istiyor, fakat o kadın da henüz iddetini tamamlamamış bulunuyorsa, o arada, kadına kendisiyle evlenmek istediğini söz ve tavırlarıyla belli etmekte bir mahzur yoktur. Üstü kapalı ifadelerle bu düşünce anlatılmaya çalışılır .
Müslümanlığı benimseyen kızlar, müstakbel eşlerine zorluk çıkarmamalı ve Fatıma Validemiz'in düğününü örnek almalıdırlar. İslamiyeti kendisine ölçü almayanlara ise sözümüz yoktur.
Erkek veyahut erkeğin velileri, kızı Allah'ın emri ve Peygamber Aleyhisselamın sünneti üzerine isterler. Kız tarafı kızın fikrini aldıktan sonra, akrabaları ile istişare ederek, aralarında vardıkları karara göre, kızın verilip verilmeyeceğini dünüre bildirirler. Şayet kız tarafı menfi cevap verecekse, nezaketli hareket etmeli münasip bir dille kızlarını veremeyeceklerini bildirmelidirler.
Allah Teala'nın emri, Peygamber Aleyhisselamın sünneti üzere istenildiğinde müsbet karşılanıp kız verilirse, münasip bir zaman içinde nikahı kıyılıp düğünü yapılır.
Kız ve kızın akrabalarının isteği ve rızası olmadan zorla kızı elde etmeye çalışmak, kızı toplum içinde rezil ve perişan ederek zorla kaçırmak, hele kızın ırzına geçmek, İslamiyetin yasakladığı çok büyük bir günah olduğu gibi, insanlar tarafından da benimsenmesi asla mümkün olmayan çirkin ve kötü bir harekettir. İslami esaslara bağlı bulunan aklıselim sahibi kimse, böyle bir vahşete asla düşmez. Hayatını bekar olarak geçirmeye razı olur da böyle çirkin yola sapmaz.
Dünür olma ve kız istemede esas olan karşılıklı olarak birbirlerini kabul etmekdir. Kabul işi olacağı anlaşıldıktan sonra, erkek tarafı "Allah'ın emri ile" diyerek erkeğin ismini anıp kızlarını istediklerini söylerler. Kız tarafı da "Allah'ın emri üzere" bu işi kabül ettiklerini söylerler; böylece söz kesilmiş olur. Hayırlı ve mübarek olması için Kur'an okunur veya dua edilir.
Bundan sonra, alınacak eşyalar, takılacak takılar açık-açık konuşulmalıdır. Kız tarafının, damad tarafından ağır, pahalı ve onlara zor gelecek şeyleri istemeleri İslami değildir.
Evlenmek, nikahla kadın ve erkeğin birleşerek aileyi kurması, çoluk çoçuk sahibi olması anlamına geldiğinden, cemiyetin en küçük parçası olan bu binanın temelinin sağlam esaslar üzerine oturtulması gerekir. Bu sağlam esaslar ise ancak İslam dininin koyduğu usül ve şartlara uymak, onları yerine getirmek ve evliliği bu temel prensipler üzerine kurmakla olur.
Gayri islami esas ve kurallara uyularak yapılan evlilik ise, aile hayatına ve dolayısıyla topluma arzu edilen ve beklenen saadeti getiremez. Bu husus zamanımızda aynen müşahede edilmektedir.
Gerek evlenecek kız ve gerekse erkek, yekdiğerini kabül etmesi için zorlanmamalıdır. Bu husus bilhassa kadınlar için mühimdir.
Peygamberimiz buyuruyarlar ki:
- Dul kadın, kendisinin açık açığa emri (izni) olmadıkça nikahlanmaz. Bakire olan kız da kendisinden izin alınmadıkça nikahlanmaz.
Mecliste bulunanlar:
- Ey Allah'ın Resülü, bakire bir kızın izni nasıl olur? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):
- O'nun izni, sükut etmesidir, buyurdular. Kadın da Erkek de Eş Seçmekte Serbesttir
Kadının, müsaadesi alınmadan evlendirilemez. Şayet izni alınmadan evlendirilirse kadın bu evlenmekte muhayyerdir:
İsterse kabül eder, isterse etmez ve nikahı bozabilir.
Peygamber Aleyhisselamın zamanında ensardan Hansa binti Rızam'ın babası, kızının rızasını almadan evlendirmişti. Bu nikahlanmadan memnun olmayıp razı olmayan ve dulolan Hansa, Pemgamber Aleyhisselama gelip şikayet etmiştir. Kadının bu şikayeti üzerine Peygamber Aleyhisselam onun nikahını geçersiz saymıştır.
Yine Resulüllah zamanında bir adam kızını birisine nikahlamıştı. Fakat kız daha önce birisini seviyor ve istiyordu. Kızın bu evliliğe razı olmadığı haberi Peygaberimize (s.a.v.) ulaştı. Hz. Resülüllah, babasının kıydığı nikahı iptal ederek, kızı istediği adamla evlendirmiştir.
Evlilikte yuvanın devamı karşılıklı anlaşma ve sevgiye dayanmaktadır. Bu sebeple baba, kızının fikrini sormalı ve rızasını almalıdır. Onun istemeyeceği bir evlilik hususunda zorlama yapmamalıdır.
Dul bir kadın, evlilik ile ilgili düşüncelerini bakireden daha rahat ifade edebilir. Bu sebeple er görmüş bir kadın, şahsı ile alakalı nikah işine izin vermiş olmalıdır ki, onun adına vekil veya velisi nikahını yapabilsin. Bülüğ çağına ulaşmış bulunan bir dulun süküt etmesi rıza sayılmamıştır. Bu sebeple onunla istişare etmek gerekir. Nişan ve Nişan Yüzüğü
Bir kız veya kadına talip olan erkeğe kız tarafından olumlu cevap verilirse, söz kesilmiş olmaktadır. Memleketimizde, bundan sonra bir merasim ile yüzük takılıp nişan yapılmaktadır.
Kız istemekten düğüne kadar, bu işin her safhasında Allah'ın emrinden ayrılmamalı ve günahlardan kaçınmalıdır. Nişan merasimi yapılırken pek tabii ki kadınlar ayrı, erkekler ayrı olmalıdır. Damadın yüzüğü erkekler tarafında, kızın
yüzüğü de kadınlar tarafında takılmalıdır. Bu merasim de yine Kur'an ve dualarla yapılmalıdır. Çeşitli çalgı, saz-caz ve içkilerle yapılan her merasim'de ancak şeytanlar sevinirler.
Altın ve ipek malumdur ki, dinimizde kadınlara helal, erkeklere haramdır. Takılan yüzüğün nişan yüzüğü olmasıyla bu haramlık ortadan kalkmaz. Dolayısıyla nişan yüzüğü de olsa, eğer altın ise erkeğe haramdır. Damat gümüş veya platinden bir nişan yüzüğü takmalıdır.
Nişanlanan çiftler, zaman-zaman bir arada bulunurlar:
İslam dinine göre kadın ve erkeğin nikah olmadan bir arada bulunması ise doğru olmadığı için onların günah sahibi almamalarını düşünerek nikahlarını da yapmak uygun olur.
Resulüllah Efendimiz (s.a.v.) bir kimsenin parmağında altın yüzük gördü; onun parmağından çıkarıp attı ve " Sizden birini ateş koruna koşuyor ve onu eline alıyor" buyurdu.
(Müslim, Nesei)
Yine Peygamberimiz buyurdular ki:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kimse, ipek giymesin ve altın takmasın" Nikahlanmaları Haram Olan Kadınlar
Kur'an-ı Kerim'de Nisa süresi 22. ve 23. ayetlerde kendileriyle nikahlanması caiz olmayan kadınlar zikredilmektedir. Bu ayeti kerimelerde Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınlarla evlenmeyin. Ancak (cahiliyyet devrinde geçen) geçmiştir. Şüphe yok ki o, bir hayasızlıktı, (Allah'ın en büyük) hışmı (na bir sebep) di. O, ne kötü bir yoldu.
Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları, hemşire kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup, himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram edildi. Eğer onlarla (Üvey kızlarınızın analarıyla) zifafa girmemişseniz (onlarla evlenmenizde) size bir beis yok. Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın karıları (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram kılındı). Ancak (cahiliyyet devrinde) geçen geçmiştir. Çünkü Allah hakıykaten, affedici çok esirgeyicidir.
(Sure-i Nisa Ayet: 22-23)
Kişiye nikahı ebedi olarak haram olan kadınları şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a) Soy itibariyle yakınlığı bulunan kadınlar. Bunlar yedi sınıftır:
1- Anne ve büyük anneler: İster nikahlı bir evlenmeden, ister zinadan meydana gelmiş olsun, bir erkek, annesi ve büyük annesi ile asla evlenemez.
2- Kızlar: Kız tabirinde kendi kızı ile oğlunun kızı veya kızının kızı dahildir. Nikahlı bir evlenmeden doğan kız, babasına haram olduğu gibi, zinadan doğan kız da babasına haramdır.
3- Kız kardeşler: Bir kız kardeş, ister ana-baba bir, ister baba veya ana bir kardeş olsun, oğlan kardeşle evlenemez.
4- Halalar: Gerek ana-baba bir, gerekse sadece ana veya sadece baba bir olsun, bir erkeğin hala ile evlenmesi asla caiz değildir, haramdır.
5- Teyzeler: Bir erkek, ister ana-baba bir, isterse sadece ana veya sadece baba bir olsun, teyze ile asla evlenemez.
6- Biraderin kızları: İster ana-baba bir, ister sadece ana veya sadece baba bir olsun; bir erkeğin, biraderinin kızı ile evlenmesi kesinlikle haramdır. Zira bu erkek, kadının amcası olmaktadır.
7- Hemşiresinin kızı: Gerek ana-baba bir, gerekse sadece ana veya sadece baba tarafından olsun, bir erkeğin hemşiresinin kızı ile evlenmesi haramdır. Çünkü o erkek, bahsi geçen kızın dayısı olmaktadır.
b) Akrabalık yoluyla nikahlanmaları haram olan kadınlar da iki kısımdır. Birinci kısımda olanların ebedi olarak nikahlanmaları caiz değildir. İkinci kısım kadınlar ise, geçici olarak haramdırlar.
Ebedi olarak haram olanlar 4 sınıf kadındır:
1- Kayın valideler:
Bir erkek; karısının annesi ile, yahutta karısının annesinin veya babasının annesi ile, yahut karısının anne ve babasının büyük anneleriyle asla evlenemez. Karısı ile gerdeğe girmiş olsun veya olmasın hüküm aynıdır. Nikahlanmış olması kafidir.
2- Gelinler:
Oğlunun karısı veya torununun karısı ile evlenmek müebbeden haramdır.
3- Üvey anneler:
Babasının veya dedesinin karısı demektir. Babası veya dedesi bu kadınla gerdeğe girmiş olsun veya olmasın, bir erkek üvey anne ve üvey nine ile asla evlenemez.
4- Üvey Kızlar:
Karısının başka kocadan olmuş kızları ile bu kızın çocuklarının veya torunlarının kızları demektir. Bir erkeğin üvey kızı ile veya onun soyundan gelen herhangi bir kız ile evlenmesinin haramlığı, karısı ile gerdeğe girmiş veya ona şehvetle el dokundurmuş olması şartına bağlıdır. Şayet gerdeğe girmeden veya şehvetle dokunmadan önce, o kadın ölecek olsa, üvey kız ile bu takdirde evlenmek haram değildir.
Kendisiyle zina edilen bir kadın, zina eden erkeğin oğluna ve torununa, baba ve dedesine haram olduğu gibi, zina edilen kadının kızı, oğlunun veya kızının kızı, annesi ve büyük annesi zina eden erkeğe ebedi olarak haram olur.
Bir kimse bir kadına dokunsa veya kadının fercine veya kadın erkeğin zekerine dokunsa veya baksa, hüküm yine zinada olduğu gibidir.
Dokunmak ve bakmakla haramlığın meydana gelmesi için;
(a) Erkeğin baliğ olması, cinsi münasebete muktedir olması veya şehvetle hislenecek bir halde olması,
(b) Kadının dokuz yaşından noksan olmaması ve hayatta olması şarttır.
Dokunmanın bilerek, unutarak, zorlanarak veya hataen olmasında fark yoktur. Hepsinde haramlık meydana gelir.
(Fetava-i Hindiye sh. 292)
Geçici olarak nikahlanmaları haram olanlar ise üç sınıftır:
1- Karısının kız kardeşi,
2- Karısının halası,
3- Karısının teyzesi,
Karısı kendisinden boşanır veya ölürse, o zaman haramlık sebebi ortadan kalkmış olur. Dilerse bu kadınlardan biriyle evlenebilir. Şu kadar var ki, karısını boşamışsa onun iddeti tamamlanmış olmalıdır.
Geçici olarak haram olan başka nikahlar da vardır. Onları "Emişme haramlığı" sonunda göreceğiz. Emişme Haramllğı (Süt Haramlığı)
Soy ve sülale olarak, kişiye hangi yakınlarının nikahlanması haramsa, sütten olan aynı yakınlarının nikahlanmaları da haramdır. Başka bir tabirle:
Emme ve emzirmeden meydana gelen haramlık, aynen soy itibariyle olan haramlık gibidir. Yukarıda sıralanan ve soy itibariyle haram olan yedi sınıf kadın gibi, süt itibariyle kişinin yakını olan kadınlar da haramdır. Şöyle ki:
Süt anneler ve süt neneler, süt kızlar ve süt evladının kızları, süt kızkardeşler, süt halalar, süt teyzeler, süt biraderinin kızı ve süt hemşiresinin kızı.
Süt haramhğı, soy haramlığı ile kıyaslandığı zaman, esasta aynı olmakla beraber teferruatta bazı istisnalar görülebilir. Bu hususların tafsilatına bu kitapçığın hacmi müsait değildir. Biz, bu mevzuun ana hatlarını ve ehemmiyetli noktalarını aşağıya alıyoruz:
Dokuz veya daha fazla yaşta bulunan bir kadının sütü, belirli vakit içinde bir çocuğun midesine gitmekle süt haramlığı meydana gelir. Kadın, ister bakire isterse adetten kesilmiş olsun. Emen çocuk, kadını ister hayatta isterse öldükten sonra emmiş bulunsun, haramlık hükmünde bir fark yoktur. Süt, çocuğun ister ağzından veya burnundan midesine ulaşmış ister emzikle verilmiş olsun, evlenme haramlığı tahakkuk eder.
Hanefi mezhebi'ne göre, sütün az veya çok olmasında, bir defa veya daha fazla emilmiş olmasında, bir fark yoktur. Sadece, sütün çocuğunun midesine ulaştığının bilinmesi yeterlidir.
Çocuğun emme müddeti, İmam-ı Azam hazretlerine göre, iki buçuk sene; İmameyn'e göre ve İmam Züfer'e göre iki yıldır. Sahih olan İmameyn'in ictihadlarıdır. Bu müddet geçtikten sonra mideye gidecek bir süt ile haramlık olmaz. Bu sebeple, 4-5 yaşındaki bir çocuk, herhangi bir kadının sütünü emecek olsa, veya bir erkek kendi karısının sütünü içse, bununla aralarında bir haramlık olmaz.
Emziren kadının veya kocasının soy ve süt itibariyle akrabası, emen çocuğun da akrabası olurlar.
İki çocuğun bir zamanda veya değişik vakitlerde emdikleri süt, bir erkekle bir kadından olursa, bu çocuklar, ana-baba bir sütkardeşi olurlar. Fakat bir erkekten olmayıp da birinin emdiği süt, birinci kocadan; diğerinin emdiği ise ikinci kocadan olsa, bu çocuklar ana bir sütkardeşi olurlar. Şayet bir adamın iki karısı olup, çocukların her biri bir kadını emecek olsalar, bunlar baba bir süt kardeşi olurlar.
Bir kimse süt oğlunun veya süt babasının boşadığı kadını alamaz. Bir kadın da süt kızının kocası ile evlenmez. Bir erkek, süt kızına şehvetle dokunacak olsa, karısı kendisine haram olur.
Bir defasında Peygamberimiz (s.a.v.) hazretleri bir kaç kişiyle beraber bulunurken süt anneleri Halime Hatun oraya gelmiş ve Peygamberimiz de hırkasını yere serip, onu üzerine oturtmuştur. Sırtının hırkasını yere serip onu üzerine oturtma nezaketi, süt anneye ne kadar saygı gösterilmesi icap ettiğini göstermektedir. Geçici Olarak Haram Olan Nikahlar
Nikahı altında 4'den fazla kadın bulundurmak
Nikahı altında hür olarak dört karısı bulunan bir erkek, onlarla birlikte beşinci bir kadını nikahlayamaz. Şayet onlardan birini boşar ve boşadığının iddeti sona ererse, yahut 4 kadından biri vefat edecek olursa, o zaman başka bir kadınla evlenmek caiz olur.
Müslüman olmadığı gibi, kitap elıli de (Hıristiyan veya Yahudi) olmayan bir kadınla evlenmek
Ehl-i kitaptan bulunmayan bir kadını, Müslüman bir erkeğin riikahlaması haramdır. Bu haramlık, kadının İslamiyeti veya semavi dinlerden birini kabul etmesiyle son bulur.
İddet bekleyen kadınla evlenmek
Kocası ölen veya boşanıp da iddet beklemekte olan bir kadını başka bir erkeğin nikahlaması haramdır. Bu haramlık geçici olup, iddetinin dolması ile son bulur. Hamile ise çocuğunu doğurmakla son bulur:
Üç talak ile boşanmış kadınla evlenmek
İster bir defada üç talak ile boşanmış, ister ayrı ayrı zamanlarda üç talak ile kocasından ayrılmış bulunan bir kadını, aynı kocanın nikahlaması haram olur. Fakat bu da geçicidir. Şöyle ki:
Bahsi geçen kadın, başka bir erkekle evlenir ve gerdeğe girdikten sonra aralarında geçim olmayarak ayrılır da bu ayrılıktan sonra iddetini doldurursa veya bu kocası ölüp dört ay on gün beklerse, ilk kocası ile evlenme imkanı doğmuş olur. Aksi halde onunla evlenmesi haramdır.
Birbirine mahrem olan iki kadını aynı anda nikahlamak
Gerek soy, gerek süt ve gerekse akrabalık cihetinten birbirine yakın olan iki kadını bir erkeğin nikahlaması haramdır. Mesela iki kız kardeşi aynı anda veya bir kadınla o kadının teyze veya halasını nikahlamak gibi. Bunların hepsi haramdır .
Ancak bu haramlıklar da geçicidir. Nikahı altındaki karısı ölür veya onu boşayıp iddeti de geçerse, o zaman onun kız kardeşiyle veya halasıyla, yahutta teyzesiyle evlenebilir. Mut'a Nikahı
Müt'a nikahı, kadın ve erkeğin belirli bir menfaat veya mal karşılığında anlaşıp kadının kiralanması (metres hayatı)dır. Dinimizin nikahla ilgili şart ve vazifeleri dikkate alındığı zaman bunun bir nikah olarak kabulü imkansızdır. Zira evlenen erkek ve kadın, hayatlarının sonuna kadar devam ettirmek üzere nikah akdini icra ederler. Gönül eğlendirmek için kadının kiralanması, hem kadının haysiyetini zedeler, hem de ciddi bir yuva kurma arzusunu azaltır. Bu sebeple dinimiz müt'a nikahını yasaklamış bulunmaktadır.
Hanefi mezhebi üzerine yazılmış bazı kitaplarda, geçici bir zaman için yapılan nikah da· "Müt’a nikahı"n d a n sayılmıştır. Bununla beraber her iki nikah şekli arasında bazı farklar vardır. Şöyle ki:
Geçici nikah bir erkek ile bir kadının şahitlerin huzurunda ve belirli bir müddet için yapılan evlilik şeklidir. Müt'a nikahı ise, belirli bir müddetin anılmasını ve şahid bulundurulmasını gerektirmemektedir.
Müt'a aklen de caiz değildir. Aile müessesesini bozacağı şüphesizdir. Çünkü müt'a ve müvakkat nikah caiz olsa herkes keyfe geldiği zaman, istediği bir kadını, arzu ettiği bir müddetle nikahlayıp, hayvani şehvetini tatminden sonra ayrılır. Başka bir zaman diğer bir kadın ile müt'a yapar, böylece vakitlerini geçirir gider. Bu suretle aile müessesine ihtiyaç görmez. İşte böyle aile müessesesi bozulduğu gibi, nesil de karışır. Müt'a, bir takım fesadı mucip olduğu cihetle dinimiz onu men etmiştir. Buna caizdir diyenler dalalete düşmüş bir takım kimselerdir. Kur'an-ı Kerim ve ehadis-i nebeviyenin men ettiği şey dalaletten başka ne olabilir? Şigar Nikahı
Şigar nikahı, kızları veya kız kardeşleri bulunan iki erkek birbirinden mehir istemeksizin, kız veya kız kardeşlerini değişmek yolu ile nikahlamaktır.
Böyle bir nikahta dini bir vecibe olan "melır" terk edildiği ve kadının hakkının kaybolmasına sebep olduğu için yasaklanmış ve geçersiz sayılmıştır. Evlenecek erkeklerin bu yolla nikah akdi ni tasarrufa uygun bulmaları yüzünden cahiliyet devrinde yapılmış ve yayılmış bulunan bu usul, kadının bir değiştirme maddesi haline gelmesine ve insani hakların ihmaline sebep olduğu için yasaklanmış bul unmaktadır.
. Şahitsiz Nikah
Şahitsiz kıyılan nikah fasid’tir. Bu sebeple, yapılacak nikahda iki şahidin bulunması şarttır. Bu şahidlerin mükellef, hür, akıllı, ergenlik çağına ulaşmış olmaları ve şahidlerde aranan diğer şartları taşımaları lazımdır. Bu hükümler dikkate alındığı zaman kölelerin, delilerin, bunakların ve çocukların nikahta şahidlik yapmaları caiz değildir.
Şahidler en az iki erkek veya bir erkekle birlikte iki kadındır.
Sadece bir erkek, yahut iki veya daha fazla kadının şahidlik yapması ile nikah yapılmış olmaz.
Kadın ile erkeğin. "Aldım, vardım" dedikleri sırada şahidlerin bulunmaları şarttır. Şahidlerin bulunmadığı sırada nikah yapılıp, daha sonra durum şahidlere haber verilse, nikah caiz olmaz. Tekrar şahidlerin huzurunda yenilenmesi gerekir.
Evlenen kadın ve erkeğin her ikisi dilsiz olurlarsa, bunların nikahları işaret ile olacağından, nikahlarında şahidlik yapacak kimselerin sağır olması, şahidlik yapmalarına engel değildir. Yeter ki, bunların işaretlerini görüp anlamış olsunlar.
Bu husustaki şahidliğin geçerli olmasının şartlarından biri de kadın ile erkeğin bilinir olmalarıdır. Bu, ya işaretle veya isimlendirmekle olur. Mesela evlenecek kadın, şahidlerin bulunduğu huzurda ise kendisinin işaretle belirtilmesi yeterlidir. İhtiyatla amel etmiş olmak bakımından, kadının yüzünü şahidlerin görmesi, adı veya babasının adı ile anılması daha uygun olur.
Bir kimse, kendi şahsı için nikah yapmaya ehil olursa, başkasının nikahında şahidlik yapmaya da ehildir. Bu hükme dayanarak fasıkların ve gözleri görmeyen şahısların şahidlik yapmaları caiz görülmüştür.
İki şahidin huzurunda yapılmış bulunan bir nikah "Gizli nikahlı” sayılamaz. Bu sayı, şahidlikte en küçük adeddir. Şahidlerin ikiden fazla olması, nikahın açıklık kazanması bakımından mendub'tur. İki şahid bulunmadan yapılan akid, dinimizce yasaklanmıştır.
Nikahın diğer muamelelerden farkı vardır. Bu sebeple, sadece evlenecek çiftlerin "Aldım, vardım" demeleri ile tamam olması, akla ve hikmete uygun düşmez. Kadın ve erkeğin zina ile suçlanmaktan korunabilmesi için nikah sırasında iki şahidin bulunması zaruridir. Şahidler hazır değilse nikah yapılması caiz olmaz. Erkek ve kadının daha sonra "Biz evlendik" diye nikahı şahidlendirmeleri, muteber değildir.
. Geçici Nikah
Nikah, karşılıklı olarak birbirlerinden istifade etmek ve ömür boyu mesut ve bahtiyar olmak için, evlat sahibi olmak düşüncesine dayalı bir anlaşmadır. Şahitlerin huzurunda bile olsa, belirli bir zaman için, yani geçici olarak nikah yapılması caiz değildir. Bu müddet isterse 30-40 seneliğine olsun. Nikah, ancak ömür boyu evli kalmak düşüncesi ile olur.
Peygamberimiz geçici nikahı yasaklamıştır.
Dinimizde, bir kadının beraberinde yakını bulunan bir erkek olmadıkça hac yolculuğuna çıkması caiz değildir. Bunun için, kendisini hacca götürecek yakını olan bir erkek olmayan bazı müslüman kadınlar, hacca gidip gelene kadar nikahlı kalmak üzere bir erkekle nikahlanıyorlar. Bu, İslam dinine göre katiyyen caiz olmayıp, doğrudan doğruya zinadır. Müslümanlar çok dikkat edip, mübarek hac ibadetine zina günahını karıştırmamalıdırlar. Velinin İzni
Bu hususta mezhep imamlarının görüşlerinde ihtilaf vardır. Biz Ebu Hanife'nin görüşünü nakille yetineceğiz:
İmam-ı Azam, velinin izni olmadıkça nikahın caiz olmayacağını bildiren hadis-i şeriflerin, ergenlik çağına ulaşmamış kız çocuklarına ait olduğunu beyan etmiştir.
Velinin nikahı yapması, şart olarak emredilmiş olmayıp, kadının, nikahlanacağı erkeğin kendisine denk olmasını temin içindir. Bir kadın, kendinden daha düşük seviyede bulunan bir erkekle nikahlanmış olsa, velinin nikahın feshi için itiraz hakkı vardır.
Velayet işi, kadın ile velisi arasında müşterek bulunmaktadır. Kadının hakkı, velisinden daha fazladır. Bu itibarla ergenlik çağındaki akıllı, hür kadına bir genişlik getirilmiştir. Ancak, kadın kendisini dengi olmayan bir erkeğe nikahlayacak ve mehri de emsalinden düşük olarak tesbit edilecek olursa, bu takdirde velisi nikah akdini fesh ettirebilir. Müslüman, Müslüman Olmayanlarla Evlenebilir mi?
İslam dini, evlenme hususunda müslümanlara bazı şartlar getirmiş, bu şartları üzerinde taşıyan her müslümanın birbirleriyle evlenmelerini serbest bırakmıştır. O bakımdan isteyen, istediği müslümanla evlenmekte veya onu reddetmekte serbesttir. Peki iki taraftan biri müslüman olmazsa, hüküm nedir?
Müslüman erkeklerin, sonradan bozulmuş da olsa kendilerine kitap indirilen din mensupları olan kadınlarla, yani hıristiyan ve Yahudilerle evlenmeleri caizdir. Fakat Müslüman kadınların müslüman olmayan hiç bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Müslüman bir kadın, kendi dininden olmayan birisiyle evlenmiş olsa, İslami bir muhitten çıkıp, İslami olmayan bir muhite girmiş olacaktır. Bu durumda o Müslümanın dini tehlikelerle karşı karşıya demektir. Kendisi Müslüman olduğu halde, Müslüman olmayan bir erkekle evlenen bir kadının, nikahı caiz olmadığından, o' erkekle beraber bulunduğu müddetçe zina yapmış olacaktır. Müslüman erkekler de, kendi dinlerinden olmayıp, Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla evlenirlerken dikkat etmelidirler. Olur ki o kadın da kendi dinini terk edip daha fena inançlara veya tamamen inançsızlığa sapmış olabilir. Bu takdirde onunla evlenmek caiz olmaz. Zira dinsizlerle evlenmek caiz değildir. Nitekim bizim memleketimizde de, Müslüman kayıtlarına tabi olduğu halde İslam dinini terkeden ve bunu da açık açık söyleyen insanlar vardır. Bu insanlar dinlerini terk edip dinsiz olduklarından, kadın olsun, erkek olsun onlarla evlenmek caiz olmaz.
Müslüman kadın ve kızlar da din ve inançlarını her şeyin üstünde tutmalı ve onu hiç bir şeye değişmemelidirler. Aşağıdaki hadise müslüman hanımlara ibret olmalıdır. Bir kadın, bir kafirin doğru yola gelmesine nasıl sebep oluyor. Rümeysa'nın Derecesi
Resülüllah Efendimiz (s.a.v.) zamanında henüz Ebü Talha Müslüman olmamıştı. Ümmi Süleym diğer ismiyle Rümeysa'ya evlenme teklifinde bulundu. Rümeysa kendisine:
- Doğrusu ben de seninle evlenmek için sana hevesliyim, senin gibisi kaçırılmaz. Fakat sen kafir bir kimsesin, bense Müslüman bir hanımım. Seninle evlenmem doğru olmaz, dedi.
Bunun üzerine Ebu Talha.
- Sana ne oldu Rümeysa? Rümeysa sordu:
- Ne olmuş bana? Ebu Talha:
- Sarı ve kırmızıdan (altın ve gümüşten) ne haber? Ebu
Talha, Rümeysa'ya vereceği altın ve gümüş takı ve hediyeleri hatırlatıyor, yani "Unutma ki sana çok altın ve gümüş vereceğim" demek istiyordu.
Bunun üzerine Rümeysa:
- Ben altın ve gümüş aramıyorum. Sen öyle bir adamsın ki, işitmeyen, görmeyen, sana hiç faydası dokunmayan bir şeye tapıyorsun. Falanların siyah kölesinin dağdan sürükleyip getirdiği, yerden biten bir odun parçasına (puta) tapmaktan hiç sıkılmıyor musun? Eğer sen Müslüman olursan, o benim mehrim olsun, evlenelim; senden başka bir şey istemeyeceğim, dedi. Ebu Talha:
- Bana Müslümanlığı kim anlatır Rümeysa? diye sordu. O da:
- Resulüllah anlatır ona git, dedi.
Bunun üzerine Ebu Talha, Hz. Peygamberin bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Peygamberimiz (a.s.) ashabı ile otururken geriden gelen Ebu Talha'yı gördü ve:
- Ebu Talha İslamın nuru iki gözü arasında parlayarak geliyor, buyurdu.
Ebu Talha Hz. Resulüllah'ın huzurunda iman etti ve Rümeysa'nın söylediklerini haber verdi. Resulüllah Efendimiz de Rümeysa'nın şartı üzerine nikahlarını kıydı.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki: "Gördüm ki cennete girmişim; önümde bir ayak sesi. Bir de baktım ki Rümeysa!"
İslamın hükmüne göre, müslüman olan bir kadın müslüman olmayan bir erkekle nikahlanamadığı gibi, günümüzde müslüman topluluğu içinde müslüman gibi görünüp de, itikadı kendisinin kafir olduğunu açıktan açığa ortaya koyan bir kimse ile de nikahlanması caiz değildir.
Müslüman bir kadının, gayrimüslim bir erkekle evlenmesini İslam dini yasaklamıştır. Müslüman bir erkeğin ise kitaplılardan olmak üzere müslüman olmayan bir kadınla evlenmesi caizdir. Güneşe, yıldızlara ve ateşe tapan kadınlarla, ismen müslüman olduğu halde, İslam dininin emir ve yasaklarını kabul etmeyen veya kesin bir emri veya nehyi inkar eden kadınla da evlenemez. Çünkü böyle olan kadın dinden çıkmıştır. Dinden çıkan bir erkekle müslüman olan bir kadın da evlenemez. Hz. Ömer'in Endişesi
Hazret-i Ömer'in (r.a.) halifeliği zamanında müslümanlar birçok beldeleri fethettiler. Bu suretle müslümanlar fethettikleri memleketleri kendi hakimiyetleri altına almışlardı. Bu vesile ile İslam devletine yeni yeni ülkeler katılmakta idi. İslam ordusuna mensup olan askerler, sahabilerden bazıları fethedilen ülkenin ehl-i kitaptan olan kadınları ile evleniyorlardı.
İslam askerlerinin, fethetmiş oldukları ülkelerin halkından olan gayrimüslim (Yahudi ve Hıristiyan) kadınlarla evlenmelerini Halife Hazret-i Ömer (r.a.) iyi karşılamıyordu. Çünkü müslüman olmayan kadınların, müslüman erkeklerle evlemek suretiyle İslam topluluğu içine gireceklerinden ve müslüman kadınlarına sirayet edecek olan kötü adet ve geleneklerden endişe duyuyordu.
Hazret-i Ömer (r.a.) İslam ailelerine gelecek olan tehlikeleri gördüğü içindir ki, bir Yahudi kadını ile evlenen Hz. Huzeyfe'ye bir mektup yazarak "Onu bırak" diye emretmiştir. Hazret-i Huzeyfe, Hazret-i Ömer'e gönderdiği cevabı mektubunda, "0 haram mıdır?" diye sorunca Hazret-i Ömer (r.a.) ona şöyle cevap vermiştir:
- Ehl-i kitap olan kadınlarla evlenmek haram değildir.
Fakat onların ahlaksızlarına tesadüf edeceğinizden korkuyorum.
Evet, Hazret-i Ömer (r.a.) müslüman bir erkeğin müslüman olmayan ve kitaplılardan (Yahudi ve Hıristiyan). olan bir kadınla evlenmesinin haram olmayıp caiz olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki, müslüman ailesinin içine giren gayrimüslim kitaplıların, girdikleri aileyi fesada uğratmalarından ve dolayısıyla müslüman neslinin geleceği bakımından tehlikeye düşmesinden endişe duymuştur.
Son zamanlarda memleketimizde ve diğer İslam ülkelerinde, müslüman erkeklerin, kendi din kardeşlerini beğenmeyerek gayrimüslim kızlarla evlenmeleri göze çarpacak şekilde çoğalmaktadır. Müslüman erkeklerle evlenmeye kalkışan kızlar, her ne kadar müftülüklere başvurarak müslüman olduklarını tescil ettirip ilan ediyorlarsa da, bu gibi muameleler çoğunlukla şekli ve formalite icabı olmaktan ileri gitmemektedir. Bu tür hareketler, erkeğin ana babasının İslami duyguları icabı gösterdikleri tepkiyi önleyip, onların rızalarını alma gayesinden öteye gitmemektedir.
Gayri müslim bir kadınla evlenmek caiz olmakla beraber hiç zararı yok demek de değildir. Çünkü böyle bir evlilikte icabında kadın kilise veya havraya gidecek, kocası onu bırakıp, karısı içerde haç çıkarırken kendisi onu bekleyecektir. Doğan çocuklara, anne Allah'ın üç olduğunu, baba ise bir olduğunu söyleyecek; çocuklar da arada kalacaktır.
Hiristiyan ve Yahudi olan kadınlarla evlenmek, caiz olmakla beraber mekruhtur.
. Evlat Yetiştirmek
Evlad, nikahın temel taşıdır. Nikah müessesesi onun ıçın kurulmuştur. Nikahdan gaye, neslin devam etmesi ye alemin, insan denilen cinsden mahrum kalmamasıdır. Şehvet insanları nikaha sürekleyici ve teşvik edici olarak yaratılmıştır. Bu şekilde yaratılmak, erkek ve dişi için Allah'ın bir lutfudur. Bu lutuf onları cinsı birleşme sayesinde evlad elde etmeye sevkeder.
Evlad edinmekte birçok yönden Allah'a yakınlaşmak vardır.
İnsanoğlu şehvetten doğacak felaketlerden emin bulunduğu zaman, Allah'a daha yakın olur. O kadar ki eski büyüklerimizden hiç kimse bekar olarak Allah'ın huzuruna varmayı istemezdi.
Allahu Teala hazretleri çiftleri yarattı. Tenasül aletleri ile yumurtaları da yarattı. Belde meniyi yaratıp o meni için yumurtalıklarla damarlar ve akış yollarını hazırlamıştır. Ona rahmi meni için merkez olarak yaratmıştır. Şehvet isteğini erkek ve dişiye musallat kılmıştır.
İşte bütün bu fiiller ve aletler, yaratıcının maksadını ortaya koymaktadır. Akıllıların kulaklarının zarını patlatırcasına varlıklarının sebebini haykırmaktadır. Ve anlaşılmaktadır ki, insanlardaki şehvet hissi neslin devamı içindir.
Eğer yüce yaratıcı, Resulünün lisanıyla insanların yaratılışından maksad ve muradını açıkça belirtmeseydi dahi durum bu merkezde olurdu. Kaldı ki bu emri açıkça peygamberinin lisanıyla belirterek bu sırrı açığa vurmuştur:
''Evleniniz, üreyiniz." O halde evlenmekten (gücü yettiği halde) kaçan bir kimse, tarlayı sürmekten yüz çevirmiş, tohumunu boşa harcamış demektir. Allah'ın yarattığı ve çalışır hale soktuğu aletleri bırakmış, yaratılışın gayesine aykırı hareket etmiş ilahi bir hatla yazılmış olan hikmetine karşı bir cinayet işlemiş olur.
Cenab-ı Hak, nefislerin devamını istediği içindir ki yoksullara yedirmeyi emir buyurmuş, insanları o yöne teşvik etmiş ve o yolda sarfedileni ödünç diye tabir etmiştir:
"Kimdir, Allah'a güzel bir ödünç veren?"
(Bakara: 245)
Evlenmemek, Allah tarafından devam ettirilen neslin kesilmesidir. O halde. nikahtan çekinen bir kimse, Adem Aleyhisselam'dan kendisine kadar devam eden neslin kökünü kesmiş ve zürriyetsiz olarak ölmüştür.
Eğer evlenmeye zorlayan, sadece şehvet olsaydı, elbette ki veba hastalığından yatakta bulunan Muaz bin Cebel (ra.):
"Allah'ın huzuruna bekar gitmek istemiyorum, bunun için beni evlendirin," demezdi. Resulüllah'ın Sevgisini Kazanmak
Resülüllahın diğer ümmetlere karşı övüncü olan ümmetini çoğaltmak suretiyle rızasını ve muhabbetini elde etmeye çalışmaktır. Zira Allah'ın Resülü bu durumu açıkça ifade buyurmuşlardır. .
Hazret-i Ömer'in çok evlendiği, "Ben ancak çocuk yapmak için evleniyorum" demesi ve kısır kadınların zemmini yapan haberler, her yönüyle evlenmekten çocuğun kast olunduğuna delalet eder. Zira Allah'ın yüce Resülü, şöyle buyurmuştur:
"Kadınlarınızın en hayırlısı, çokça doğuran sevimli kadınlardır ."
(Beyhaki)
Bu hadis-i şerif delalet eder ki, çocuk istemek, bertaraf edilmesini istemekten daha tesirlidir. Zira, eğer böyle olmazsa, güzel kadın gözü haramdan korumaya ve şehveti kesmeye, çirkin ve doğurgan kadından daha yararlıdır. Halbuki Allah'ın Resulü, çirkin de olsa doğuran kadınla evlenmeyi tavsiye buyuruyor. Kendisine Dua Eden Evlat Bırakmak
"Ademoğlu, öldüğü zaman, bütün amelleri sona erer, ancak üç tanesi devam eder ... Onlardan birisi salih evladdır."
"Evlad, çoğu zaman salih olmuyor" şeklindeki suale cevap:
Ne de olsa o evlad mü'mindir. Salih olmak ise, dindarların çocuklarında çokça görülen bir haslettir. Hele evebeynleri dini terbiyesine biraz ihtimam gösterip onu takvaya sevketmişlerse ...
Hulasa: Dua mü'mine faydalıdır. İsterse duayı yapan salih bir evlad olşun, isterse facir bir evlad ... Babası, onun duasından ve hasenelerinden faydalanır. Günahlarından ise, babası değil sadece çocuk mes'uldür. Zira hiç kimse başkasının günahından mes'ul olmaz. "Hiç bir kimse başkasının yükünü taşımaz."
Bu sır ve hikmeti belirtmek için Cenab-ı Hak buyurmuştur ki:
"Biz o salih kullarımızın zürriyetlerini onlara ilhak ettik. Onların amellerinden de onlar için hiçbir şey eksiltmedik."
(Tur: 21)
Yani onların amellerinden zerre kadarını bile eksiltmedik.
Üstelik onların evladlarını da onların sevaplarına kattık. Ve böylece onların sevapları arttı. Ölen Evladın Şefaatına Nail Olmak
Allah'ın Resulü buyurdu:
"Küçük yaşta ölen çocuğa cennete gir denildiği zaman, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir sesle şöyle haykırır:
- Ebeveynim benimle birlikte olmadıkça ben cennete girmem!
O esnada şöyle bir ses gelir:
- Onunla birlikte ebeveynini de cennete koyunuz!
(İhya-u ullimi'd-din)
Başka bir haberde şöyle deniyor:
"Küçük yaşta ölen çocuklar kıyamet günü meydanda mahlukat hesaba arzolunduğu zaman toplaşırlar. Bu esnada meleklere:
- Bu çocukları cennete götürünüz, denir. ,
Cennete götürülen çocuklar cennet kapısında dururlar. Onlara:
- Müslümanların çocukları hoş geldiniz! Haydi, hesabsız cennete giriniz, denilir. O çocuklar:
- Babalarımız ve annelerimiz nerededir? diye sorarlar.
Hazene (cennet kapıcıları) onlara derler:
- Sizin babalarınız ve anneleriniz sizin gibi değildir. Onların günahları ve kötülükleri vardır. Onlar şimdi o günahlarından ötürü hesaba çekilmektedirler.
Çocuklar cennet kapısında bir ağızdan haykırırlar. Onların halini herkesten daha iyi bilen Cenab-ı Hak buyurur:
- Bu bağırışma nedir?
Vazifeli melekler:
- Ya' Rab! Müslüman çocuklarıdır. "Biz ancak anne ve babamızIa birlikte cennete gireriz," diyorlar.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak buyurur:
- Topluluğa giriniz, ebeveynlerinizin ellerinden tutarak onları da cennete koyunuz"
Başka bir hadis:
"Kimin iki çocuğu ölürse, o bir perde ile ateşten perdelenir."
Hikaye olunur ki, salihlerden birisine evlenme teklifi yapıldığında, bir zaman teklifi hep reddetti. Bir gün uyanır uyanmaz. "Beni evlendirin! Beni evlendirin! Beni evlendirin! diye bağırmıştı. Bu durumu görenler neden böyle yaptığını sordular. Dedi ki:
- Umarım ki Allah bana bir evlad ihsan eder de canını alır.
O da bana ahirette gönderilen bir azık olur.
Sonra şöyle devam etti:
- Rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. Sanki bir grupla birlikte mahşerde idim. Boynum kopacak derecede susamıştım. Etrafımızdakilerin hepsi de benim gibi susuzluk ve üzüntü içinde kıvranmakta idi. Biz bu durumda iken, bir de baktım ki, ellerinde altın testi, gümüş ibrikler ve omuzlarında nurdan mendiller bulunan çocuklar, topluluk içinde geziyor ve seçtikleri bazı kimselere su içiriyorlar. Fakat insanların çoğuna su vermeden geçip gidiyorlar. Onlardan birine elimi uzatıp çok susadığımı ve biraz su içirmesini söyledim. O bana;
- Bizim içimizde senin evladın yoktur. Biz ise ancak babalarımıza su içirebiliriz, dedi.
Bunun üzerine:
- Siz kimsiniz? diye sordum. Dediler ki:
- Biz müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarıyız. Hadis-i Şerifte buyuruluyor:
"Günah (işleyecek yaş) a ulaşmamış üç çocuğu ölen hiçbir Müslüman yoktur ki, o çocuklar kendisini cennetin sekiz kapısından karşılamış olnasınlar. O, bu kapıların, hangisinden dilerse cennete girer." Şehvete Bağlı Kötülüklerden Korunmak
Nikahın bir faydası şeytandan korunmak, kadınlara karşı olan isteği kırmak, şehvetten doğan felaketleri önlemek, gözü haramdan ve ferci zinadan korumaktır. Buna Resulüllah'ın şu hadisi işaret etmektedir:
"Evlenen bir kimse dininin yarısını korumuş olur.
Öyleyse ikinci yarısını da korumak için Allah'dan korksun"
Şehvetin def edilmesi, birinci mana olan evlad edinmekden sonra gelir. Çünkü şehvet, evlad edinmek için bir sebeptir. Evlenmek şehvetin şerrini def etmeye kafi gelmektedir. Ancak, nikah bu gayeyle icra edildiği takdirde, sadece Mevlanın rızasını tahsil etmek için yapıldığına delalet etmez. Çünkü, Mevlasının rızası için, emrine yapışanın derecesi, şehvet isteği ile yapılan meşru bir işten daha üstündür.
Şehveti yerine getirmekte öyle bir lezzet vardır ki, O lezzet, cennette verilmesi va'd edilen lezzetlere dikkati çekmektedir. Zira hiç bir şekilde tadılmamış lezzete teşvik etmek faydasız ve gereksizdir. Çünkü eğer cinsi iktidarı olmayan bir kimse sevişme lezzetine teşvik edilirse, bu teşvikin hiç bir değeri yoktur.
Şayet kişi takva gemiyle gemli ise, ancak o zaman şehvetine uymaktan, bakmaktan ve tenasül uzvunu zinadan koruyabilir. Kalbini vesvese ve kötü düşüncelerden alıkoymak ise, o insanın elinde değildir. Aksine nefsi kendisini daima cinsi mevzulara çekip koşuşturur. Vesveseci şeytan, çoğu zaman kendisinden ayrılmaz. Bazen namaz esnasında bile gelip gırtlağına yapışır. Hatta namazda kalbine çok kötü cinsi hadiseleri getirir. Allah ise, onun kalbini bilir. Ahiret yolunun yolcusu için, işlerin başı kalbdir. Oruca devam etmek çoğunun kalbinden vesveseyi gideremez.
Bu sırra binanen İbni Abbas hazretleri buyuruyor:
"Abidin ibadeti ancak evlenmesi ile tamamlanır"
Bu türlü vesvese umumi bir beladır. Ondan çok az insan yakasını kurtarmıştır. Katade hazretleri şu ayeti tahammül edilmez şehvetle tevil etmiştir:
"Allahım! Bize güç getiremiyeceğimiz şeyi yükleme."
(Bakara:286)
Feyyaz bin Nüceyh hazretleri buyurdu: "Kişinin tenasül uzvu kalktığı zaman aklının üçte ikisi gider."
Şehvet, şeytanın insanoğluna karşı kullandığı en kuvvetli silahtır. Allah'ın sevgili habibi Hazret-i Muhammed (s.a.v.) şehvetin şeytan elinde en keskin ve kuvvetli alet olduğuna şu hadıs-i şerifıyle işaret buyurmuştur:
"Aklı ve dini eksik olanlar içinde, siz kadınlardan daha fazla, akıllı kişilere galip gelen bir kimse görmüş değilim."
(Müslim)
Akıllıların bunlara mağlup olmasının hikmeti, şehvetinin heyecana gelmesidir. Allah'ın Resulü bir duasında şöyle buyurmuştur:
"Ey Allah'ım Kulağımın, gözümün, kalbimin ve menimin şerrinden sana sığınıyorum."
Allah Resulünün, şerrinden Allah'a sığındığı hiç bir şekilde ihmal etmeye gelmez.
. Rahata Kavuşmak
Kadınlarla oynaşmak, insanın bütün gam ve kasvetini kendisine unutturur. Kalbi rahata kavuşturur.
Hz. Ali buyurdu:
"Kalbleri zaman zaman bir saat de olsa istirahata kavuşturunuz. Zira kalbler, zorlandıkları takdirde yorulup körleşirler."
Kişinin bir de maddi rahatlığı vardır.
Evlenmekle kişi, yemek pişirmeyi, süpürmeyi, bulaşık yıkamayı ve diğer ihtiyaçlarını yerine getirmekten kurtulur. Çünkü bütün bunları ev kadınları yerine getirir. Zira, insanın tek başına bir evde yaşaması zordur; Eğer evin bütün işlerini kendisi yürütürse o kişi ilim ve amel yapmak imkanını bulamaz. Öyleyse, saliha ve ev işlerini yürütebilecek bir hanım, bu yolda kocasına yardımcıdır. Bu sebeplerin karışması, hayatı felce uğrattıkları gibi, kalbi meşgul edicidir.
. Manevı Derece Kazanmak
Hem kendisinin ve hem de başkasının ıslahıyla meşgul olan, elbette sadece kendi nefsiyle meşgul olup onu ıslah etmeye çalışan bir kimse ile bir olamaz. Çünkü birincisi, öbüründen çok üstündür. Eziyetlere karşı tahammül eden kimse, elbette nefsini müreffeh yaşatandan daha üstündür. Öyle ise aile efradının eziyetlerine tahammül etmek, Allah yolunda cihad mesabesindedir.
Bişr Hazretleri buyurdu: "İmam Ahmed bin Hanbel üç şeyde benden üstündür. Bunlardan biri, helal nafakayı hem kendine ve hem de aile efradına sağlamasıdır,"
Allahın yüce Resulü buyurur:
"Kişinin aile efradına sarf ve infak ettiği onun için sadakadır. Muhakkak ki, hanımının ağzına uzattığı lokmadan da kişi kazanır.
(İhya)
Başka bir hadis:
"Kulun günahları çoğaldığı zaman, Allah onu aile efradı gailesiyle müptela kılar. Ta ki, ondan dolayı onun günahını affetsin.
(İhya)
Bu mevzuda Allah'ın Resulunden varid olan bir haber vardır:
"Günahlardan bir kısmı vardır. Onlara ancak geçimini sağlamak için çekilen eziyet keffaret olur. Abidin Rüyası
Rivayet ediliyor ki, bir abid, ölünceye kadar hanımına güzelce baktı. Hanımının ölümünden sonra kendisine evlenme teklifi yapılınca buyurdu:
- Yalnızlık, benim kalbimin istirahatı ve dağınık dertlerimin toparlanması için daha hayırlıdır.
Bilahere şöyle dedi;
- Hanımımın vefatından bir hafta sonra rüyamda gördüm.
Sanki göklerin kapıları açıldı. Bazı kimseler göklerden indiler ve havada birbirlerini takip ederek yürüdüler. Onlardan her inen, bana bakarak kendisini takip edene: "İşte uğursuz adam budur!" diyordu. Üçüncüsü de böyle dedi, dördüncüsü onu tasdik etti. Bu durumdan ürküp sormaktan korktum. Bekledim, sonuncusu yanımdan geçti. Sonuncusu bir gençti. Ona dedim ki: "Ey kişi! Sizin işaret ettiğiniz uğursuz kimdir?" Bu sualim üzerine "Sensin" diye cevap verdi. Gene sordum: "Ben neden uğursuz olayım?"
Genç:
- Biz, daha önce senin amellerini Allah yolunda cihad edenlerin amelleriyle beraber, Allahın huzuruna kaldırıp götürürdük. Halbuki bir haftadan beri cihaddan geri kalanların amelleriyle birlikte götürmemiz bize emredildi. Senin ne yaptığını elbette bilemeyiz.
Bu rüyayı arkadaşına naklettikten sonra ekledi:
- Beni evlendirin, beni evlendirin! Mehir
Mehir, nikahın yapılması ile kadının hakkı olan mala verilen isimdir. Erkeğin kadına mehir vermesi vaciptir. Verilmediği takdirde günahkar olunur. Karısı da olsa bir kulun hakkı verilmemiş demektir.
Mehir hakkında Kuran-ı Kerim'de buyuruluyor ki: "(Aldığınız) kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve (Allah'tan) bir atiyye olarak verin. Bununla beraber ondan birazını gönül hoşluğu ile size bağışlarsa, onu da içinize sindirerek yeyin."
(Sure·i Nisa 4)
Peygamberimiz de buyuruyorlar ki:
"Mehrin hayırlısı (vermesi) kolay olanıdır." (Feyzü'l-kadir c. 3, s. 474)
Evlilik, dini bir muameledir. Bunu kolaylaştıran kimseler, berekete kavuşurlar. Kolaylaştırma ne derece çok olursa beraket de o nisbette büyük olur. Bu da Mehirin tavanını yüksek tutmamak demektir. Yoksa hiç almamak veya dinimizin tesbit ettiği ölçünün aşağısına inmek manasında bir kolaylık düşünülemez.
Mehir, şu kısımlara ayrılmaktadır:
a) Mehr-i müsemma:
İki tarafın kendi rızaları ile verilecek şeyin cins ve miktarını belirtmiş oldukları mehirdir . Yani aralarında anlaştıkları şeyler.
b) Mehr-i misil: (Kadının emsali olan diğer kadınların mehri)
Nikah sırasında tesbit edilmesi unutulan veya cins ve miktarı belirtilmeyip de sonradan kararlaştırılan mehre verilen isimdir.
Bunun sonradan tesbitinde takip edilecek yol şöyledir:
Kadının babası tarafından daha önce evlenmiş olan bir kadının mehri ne kadarsa, ona kıyas edilir, veya baba soyunda evlenmiş olan bir kadın bulunmadığı takdirde memleketi halkından; yaş, güzellik, bakirelik gibi vasıflarda emsali olan kadınların mehrini dikkate alıp onlara uygun bir mehir tesbit edilir.
c) Mehr-i muaccel:
Peşin olarak verilmesi şart koşulan mehirdir. Erkek tarafının vermesi istenen şeyler.
d) Mehr-i müeccel:
Sonra verilmek üzere sözleşilen mehirdir ki, belirli bir zaman tesbit edilmemiş ise, boşanma zamanı veya ölüm vakti muhakkak verilmesi gerekir.
Mehrin tamamı muaccel veya müeccel olabileceği gibi, bir kısmı muaccel geri kalanı müeccel de olabilir.
Müslüman bir erkekle evlenen kadın, gayr-i müslim olsa bile "Mehir" adı verilen bir malı almaya hak kazanır.
Mehir, para veya bir mal olabileceği gibi, mal ile değiştirilmesi mümkün olan bir menfaat da olabilir. Nikah yapılacağı sırada mehir konuşulmuş olsun veya olmasın, muhakkak mehrin ödenmesi gerekir. Hatta mehir verilmemek üzere nikah yapılmış olsa bile hüküm değişmez; yine de verilmelidir.
Mehir vacip olduğu için, bu vecibeye Allahın hakkı da tahakkuk etmektedir. Bu sebeple, nikahın başlangıcında mehri kaldırmak veya miktarını azaltmak caiz olmaz. Ancak, nikah akdi yapıldıktan sonra, kadın isterse bu hakkından vazgeçerek mehrini kocaya bağışlayabilir.
Bu hususda Abdullah bin Ömer (r.a) şöyle demiştir:
Kadınların mehrinde haddi aşmayınız. Eğer (bu hususta fazla sarfiyat) dünyada ikram veya Allah katında takva olsa idi, o husus da sizin evla olanınız ve en fazla hak sahibi bulunanınız Muhammed (s.a.v.) olurdu.
Memleketimizde bir çok müslümanlar mehir meselesini bilmemekte, kadınlar da böyle bir hakları olduğunun farkında olmamaktadırlar. Her ne kadar bilinmiyorsa da bilinmemekle hak ortadan kalkmaz. Hak mutlaka sahibini bulmalıdır. Nikahı kıyan hocalar, nikah esnasında bu hususu mutlaka izah etmeli ve hem kul, hem de Allah hakkı olan mehri müslümanlara öğretmeli, dini bir konuyu açıklığa kavuşturmalıdırlar. Bu husus ihmale gelmeyen bir konudur.
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
"Az veya çok bir mehir ile bir kadını nikahlayan hangi adamın içinde, o kadına hakkı (olan mehri) ni verme (niyyeti) yoksa o kadına hile yapmıştır. Onun hakkını ödemeden ölürse, kıyamet günü zina edici olarak Allah'a kavuşur."
(et-Terğib ve't-Terhib c. 3, s. 48)
Mehir Hafif Olmalıdır
Birgün bir kadın Peygamber Efendimize (s.a.v.) gelerek: "Ey Allah'ın Resülü, ben kendimi sana bağışladım." dedi. Resülülah (s.a) ona baktı ve "hayır" manasına gelecek şekilde başını önüne eğdi. Kadın uzun bir süre ayakta kaldı. Bir adam kalkalarak: "Ya Resülüllah onu bana nikahla" dedi. Hz. Peygamber (s.a) "O'na mehir olarak verecek bir şeyin var mı?" diye sordu. Adam da:
"Şu elbisemden başka bir şeyim yok" diye cevap verdi. Peygamberimiz "Onu sen giysen o çıplak kalır, o giyse sen elbisesiz kalırsın" buyurdu. Hz. Peygamber (s.a) "Git bir demir yüzük olsun ara bul" dedi. Adam dolaştı ve bir şey bulamadan geldi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a) "Kuran'dan ezbere bildiğin bir parça var mı? diye sordu. Adam "Evet, şu süreleri biliyorum." Dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) "Kuran'dan bildiklerini buna öğretmen karşılığında ona sana nikahladım" buyurdu.
|