|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
.
Allah Teâlâ’mn Kitabı, sünnetin delil oluşunu kesin olarak ifade eden pek çok âyet-i kerîmeyle doludur.
Bu âyet-i kerîmeler, birkaç gruba ayrılmaktadır. Bazen bir âyet-i kerîme, birden fazla gruba ait olabilmektedir. Biz, burada beş grubu zikretmekle yetineceğiz.
Birinci Grup Âyetler:
Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmenin vâcib olduğunu gösteren âyet-i kerîmelerdir.
Burada Hz. Peygamber’e imanla anlatılmak istenen, O’nun peygamberliğini ve Kur’ân’da zikri geçsin veya geçmesin, O’nun Allah katından getirdiği bütün şeyleri tasdik ve kabul etmektir. Yine Hz. Peygamber’e uymamanın ve hükmüne rıza göstermemenin imanla bağdaşamayacağını ifade eden âyet-i kerîmeler de bu gruba girer.
Şimdi ilgili âyet-i kerîmeleri ve ulemânın yaptığı bazı açıklamaları sunuyoruz:
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberi’ne, indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a (tam manâsıyla) iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve kıyamet gününü inkâr ederse, tam manâsıyla sapıtmıştır.”[1]
“Artık Allah’a, Rasûlü’ne ve indirdiğimiz nâra (Kur’ân’a) iman edin, Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır,’[2]
“Rasûlüm de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben, sizin hepinize gelen, Allah’ın peygamberiyim. O Allah ki, yer ve göklerin tasarrufu O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Onun için Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî Peygambere iman edin ve o Peygambere uyun ki, doğru yolu bulaşınız.’[3]
Kâd-ı Iyâz (544/1149), demiştir ki: “Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’e iman, kesin bir farzdır. İman ancak O’nunla tamam olur ve İslâm ancak O’nunla sıhhat bulur,”[4] Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Kim Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmezse bilsin ki muhakkak biz, kâfirler için tutuşmuş bir ateş hazırladık.”[5]
Allah Teâlâ, yine buyurur ki: “(Ey Rasûlüm) Gerçekten biz, seni (ümmetine) şâhid (Cennetle) müjdeleyici (Cehennemle) korkutucu bir peygamber olarak gönderdik ki siz insanlar, Allah’a ve Peygamberine iman edesiniz. Rasûlü’ne yardım edip O’nu yüceliksiniz ve sabah aksam Allah’ı teşbih edesiniz.”[6]
Allah Teâlâ, buyurur: “Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, sonra imanlarında asla şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar, gerçekten sâdık kimselerdir.”[7]
Bir başka âyet: “Mü’minler ancak Allah’a ve Rasûlü’ne gönülden iman etmiş kimselerdir. Onlar, o Peygamber’le toplu bir iş üzerinde bulundukları vakit, O’ndan izin isteyip O da izin vermedikçe bırakıp gitmezler. (Rasûlüm) Şu, senden izin isteyenler, hakikaten Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile; Allah çok mağfiret edici ve merhametlidir.”[8]
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, kendisine ve Rasûlü’ne imanı, diğer bütün amellerin başlangıcı ve kâmil imanın kaynağı yapmıştır. Bir kul, Allah’a iman edip de Rasûlü’ne iman etmese, imanı tamam ve sahih olmaz. Hatta kabul görmez. “[9]
İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) ise şöyle demektedir: “Allah Teâlâ, Ashâb-ı Kirâm’ın, Hz. Peygamber’le toplu bir işteyken ondan izin almadan herhangi bir yola ve yere gitmemelerini, imanın gereklerinden kılınca, O’nun izni olmaksızın, ilmî bir mezhebe ve hükme gitmemeleri, daha öncelikli olarak imanın bir gereği olmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in böyle bir konudaki izni ise getirdiği vahiy ve sünnetin o şeye izin verdiğini göstermesi ile bilinmektedir.”[10]
Allah Teâlâ, buyurur: “Güçsüz durumda bulunanlar, hasta olanlar ve infak edecek bir şey bulamayanlar, Allah ve Rasûlü’ne sadâkatlerini korudukları takdirde kendilerine, cihaddan geri kaldıkları için bir günah yoktur. İyilik sahiplerini ayıplamaya bir yol yoktur. Allah Gafur ve Rahlm’dir.”[11]
Ebû Süleyman el-Hattâbî (388/998), demiştir ki: “Âyet ve hadislerde geçen nasihat, kendisi için nasihat yapılan ve samimiyet gösterilen kimse için hayır düşünüldüğünü ifade eden bir kelimedir. Nasihata tek bir mânâ vermek, doğru ve mümkün değildir. Nasihatın lügat mânâsı, ihlâs ve samimiyettir.
Buna göre Allah Teâlâ için nasihat, O’nun birliğine doğru bir şekilde itikad etmek, O’nu lâyık sıfatlarla vasfetmek, hakkında caiz olmayan şeylerden tenzih etmek, sevdiği şeylere rağbet, gazablandığı şeylerden nefret ve ibâdetinde ihlâs üzere hareket etmektir.
Allah’ın Kitabı için nasihat; ona iman, onunla amel, güzel okumak, kıraati anında huşu üzere olmak, onu yüceltmek, onu anlamak ve hükümlerine vâkıf olmak, haddi aşanların hevâlarına göre yorumlarından ve dinsizlerin hücumlarından onu korumaktır. Allah’ın Rasûlü için nasihat ise O’nun peygamberliğini tasdik etmek, emir ve yasaklarında kendisine var güçle itaat etmektir.”
Ebû Bekir el-Acurî, demiştir ki: ‘Allah’ın Rasûlü için nasihat, O’nu desteklemek, kendisine yardım etmek, hayatta ve vefat ettikten sonra himaye etmek; sünneti öğrenip savunarak, halk arasında yayarak, yüce ahlâkı ve güzel edebiyle ahlâklanarak O’na ait şeyleri ihya etmektir.”
Ebû İbrahim İshak et-Tûcîbî (Ö.352 h.), demiştir ki: “Rasûlullah (s.a.v) için nasihat, getirdiklerini tasdik, sünnetini tatbik, onu yaymak ve buna teşvik, Allah’a, Kitabı’na, Rasûlü’ne, O’nun sünnetine ve onunla amele davet etmektir.”[12]
Allah Teâlâ, buyurur ki: “Onlara: Allah’ın indirdiğine ve Rasûlü’ne gelin,’ denildiği zaman, münafıkların, kibirlenerek senden yüz çevirdiklerini görürsün.”‘[13]
Yine Allah Teâlâ, buyurur: “(Bazı İnsanlar) Allah’a ve Rasûlü’ne inandık ve itaat ettik diyorlar, sonra da içlerinden bir grup yüz çeviriyor. Onlar gerçekten mü’min değillerdir.”
“Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıklarında, içlerinden bir kısmının yüz çevirip döndüğünü görürsün!”
“Ama eğer (Allah ve Rasûlü’nün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise itaat içinde gelip boyun eğerler.”
“Bunların kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Rasûlü’nün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, gerçekten onlar zâlim kimselerdir.”
“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıkları vakit, mü’minlerin sözü, ancak: ‘Dinledik ve itaat ettik,’ demeleridir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir.”
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan içtenlikle korkar ve O’na isyandan sakınırsa, işte onlar, saadeti ele geçiren kimselerdir.”
“Bir de münafıklar, kendilerine emrettiğin zaman, muhakkak (savaşa ve hicrete) çıkacaklarına dair en kuvvetli yeminler ettiler. (Ey Rasûlüm, onlara) de ki: Yalan yere yemin etmeyin. Sizden istenen hâlis bir itaattir. Muhakkak Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. ”
“(Ey Rasûlüm) de ki: Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz Peygambere düşen tebliğ, size düşen de itaat etmektir. Eğer O’na itaat ederseniz hidâyete erersiniz; Peygambere düşen, sadece hakkı açıkça tebliğ etmektir.”[14]
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, bu âyet-i kerîmelerde insanlara, onların aralarında hüküm vermesi için Rasûlullah (s.a.v)’a davet edilmelerinin, aslında, Allah’ın hükmüne bir davet olduğunu bildirmiştir. Çünkü aralarında hakem, Allah’ın Rasûlü’dür. Allah farz kıldığı için O’nun Rasûlü’nün hükmüne teslim oldukları zaman hakikatte onlar, Allah’ın hükmüne teslim olmuş olacaklardır.”[15]
Allah Teâlâ, buyurur: “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve kadına, kendi işlerinden dolayı Allah’ın ve Peygamberin hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur. Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse açık bir şekilde sapıtmış olur.”[16]
İbn Kayyım (751/1350), demiştir ki: “Allah Teâlâ, bir mü’min için Allah ve Rasûlü’nün hükmünden sonra başka şeyi seçme hakkının bulunmadığını, böyle bir tutum içine girenin, apaçık sapıtacağını haber vermiştir.”[17]
Allah Teâlâ, buyurur: “Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan bir anlaşmazlıkta seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden, içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manâsıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[18]
İbn Kayyım el-Cevziyye, demiştir ki: “Allah Teâlâ, kullarının (büyük-küçük) aralarında çıkan her anlaşmazlıkta, Rasûlü’nü hakem yapmadıkça mü’min olamayacaklarına zâtı üzerine yemin etti. İmanlarının kabulü için sadece O’nu hakem seçmeyi yeterli bulmayıp verdiği karar ve hükümlerden, içlerinde herhangi bir darlık ve sıkıntının bulunmamasını ileri sürdü. Bununla da yetinmeyip verilen hükme tam teslimiyetle boyun eğmelerini istedi.”[19]
İmanı Şafiî (r.h) demiştir ki: “En doğrusunu Allah bilir, bize ulaşan haberlere göre bu âyet-i kerîme, Zübeyr b. Avvam (r.a) ile arazi konusunda çekişmeye giren bir adam hakkında nazil olmuştur. Davayı, Hz. Peygamber’e götürdüklerinde, Allah Rasûlü, Zübeyr’in (r.h) lehine hüküm vermiştir. Verilen hüküm, Rasûlullah’a ait bir uygulama olup Kur’ân’da, buna dair bir âyet yoktur, Allah en iyisini bilir, Kur’ân da bu anlattığıma delâlet etmektedir. Çünkü bu konuda Kur’ân’da bir hüküm olsaydı, ilgili âyetler bulunurdu.”[20][
İmam Şafiî (r.h), özetle şunu demek istiyor: Âyet-i kerîme’nin nüzulüne sebep olan hadisedeki hüküm, Allah’ın Kitabı’nda açıkça mevcut değildir. Hüküm, Allah Rasûlü’ne aittir. Çünkü bulunmuş olsaydı imansızlık, Kitab’ın hükmünü reddedişlerinden ve ona teslim olmayışlarından olur, Rasûlullah’m hakem seçilmeyişinden, hükmüne teslim olmayışından ve karara karşı iç sıkıntısından kaynaklanmazdı. Bu durumda zahiren şöyle denilirdi: “Rabbine yemin olsun ki onlar, Kitab’ın hükmünü kabul edip ona teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” Böyle bir ifade bulunmadığına göre bu hükmün, Rasûlullah’a ait olduğu anlaşılır.
[4] Kâd-ı lyaz,Şifâ, II. 1.
[10] İbn Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkiîn, I, 58.
[12] Bu rivayetler için bkz. Şifu, tahkikli baskı, II. 71 vd.
[17]İbn Kayyım, Î’lâmu’l-Muvakkiîn, I. 57.
[19] İbn Kayyım, a.g.e., I. 57.
[20] Şafiî, Risale, 83.
.
İkinci Grup Ayetler:
Bu gruptaki âyetler, Rasûlullah (a.s)’m, Kitab’ı (Kur’ân’ı) açıklayıcı -Allah’ın hükmüne uygun olarak-, Allah Teâlâ katında makbul olacak şekilde şerh edici olduğunu ve Hz. Pey-gamber’in ümmetine Kitab’ı ve hikmeti (sünneti) öğrettiğini gösteren âyet-i kerîmelerdir.
Biz, hikmete, İmam Şafiî ve başkalarının dediği gibi sünnet mânâsını verdik. Hikmetin de Kur’ân mânâsına geldiğini kabul etme durumunda, Rasûlullah’m (s.a.v) onu ümmetine öğretmesinden anlaşılması gereken, Kur’ân’ı şerh, mücmelini beyân ve müşkilini tavzih etmesidir. Bu da O’nun Kitab’a getirdiği sözlü, fîîlî ve takriri açıklamalarının delil olmasını gerektirir. Şimdi ilgili âyetleri görelim:
Allah Teâlâ, buyurur ki: “İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için sana Kur’ân’ı indirdik. Belki düşünüp anlarlar.”[1]
“Biz bu Kitab’ı sana, sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidâyet ve rahmet olsun diye indifdik.”[2]
“Nitekim kendi içinizden size, âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden temizleyen, size Kitab’ı ve hikmeti ta’lim edip bilmediklerinizi öğreten bir Rasûl gönderdik.”[3]
“And olsun ki, içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülük ve küfür kirinden) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar, daha Önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[4]
“(Okuma yazma bilmeyen) ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları küfür ve isyan kirlerinden temizleyen, onlra Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Şüphesiz onlar, Önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[5]
“Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, herşeyi hakkıyla bilmektedir,”[6]
“Allah, sana, Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti, Allah’ın sana ihsanı çok büyüktür.”[7]
“(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, herşeyin iç yüzünü bilen ve herşeyden haberdar olandır.”[8]
İmam Şafiî (r.h) (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, ‘Kitab’ deyince Kur’ân’ı, ‘hikmet’ ile de -görüşlerine katıldığım ehl-i Kur’ân âlimlerin dediği gibi- Rasûlullah’m sünnetini kasdetmiştir. Bu görüş, Kur’ân’ın ifadesine uymaktadır. Allah, en iyisini bilir. Çünkü Kur’ân, Önce Kitab’ı, peşinden hikmeti zikretmiştir. Allah Teâlâ da kendilerine, Kitab ve hikmeti öğretmekle kullarına yaptığı ihsanı zikretmektedir. Allah, en doğrusunu bilir. Buradaki hikmetin, Rasûlullah’ın sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek de uygun değildir. Sebebi şudur: Allah Teâlâ, hikmeti, Kitab’la yanyana zikretmiştir. Ayrıca Peygamberine itaati ve herkese onun emrine uymayı farz kılmıştır. Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinden başka hiçbir söz için ‘farz’ denilmesi caiz değildir. Bunun sebebi de Allah Teâlâ’nın, Rasûlü’ne imanı, kendisine iman ile beraber zikr ve emretmesidir.”[9]
İmam Şafiî (r.h), bu ifadeleriyle şunu açıklamak istiyor: Allah Teâlâ, bütün bu âyetlerde hikmeti, Kitab üzerine atfederek zikretmiştir. Atıfla, yanyana zikredilen iki şey aynı olmayacağı için buradaki hikmet, sünnettir. Ayrıca hikmetin, Kitab ve sünnetin dışında başka bir şey olması da sahih değildir. Çünkü Allah Teâlâ, bize hikmeti öğreterek ihsanda bulunduğunu bildirmiştir. Böyle bir ihsan, ancak doğru, gerçek ve katındaki ilmine uygun bir şeyle olabilir. Şu halde hikmet, Kitab (Kur’ân) gibi uyulması gereken bir şeydir. Özellikle Allah Teâlâ’nın, hikmetle Kitab’ı beraber zikrettiğini düşünürsek, söylediğimiz daha rahat anlaşılır. Hem Allah Teâlâ, bize, ancak Kitabı’na ve Rasûlü’nün sünnetine uymamızı emretmiştir. Şu halde hikmetin sünnet olduğu ortaya çıkmaktadır.
[9] İmam Şafiî, Risale, 78.
[Sünnetin delil oluşu, Abdülgani Abdülhalık ]
Categories: Dinimizin kaynakları | Tags: bidat, dinimizin kaynaklari, ehl-i sünnet, hadis düşmanları, hadis inkarcıları, hikmet, hikmet nedemek,hikmet nedir, hikmet sünnettir, imam safii, Islam kalesi, kuran ve hikmet, kurani kerim, nebevi sünnet, peygamberimiz, peygamberimizin sünneti, reddiye, reddiyeler, risale, sünnetin delil oluşu, sunnet
.
Üçüncü Grup Ayetler:
Bu gruptaki âyetler, Hz. Peygamber (s.a.v)’e emir ve nehiylerinde mutlak olarak uymanın vâcib, O’na itaatin Allah’a itaat olduğunu gösteren, kendisine muhalefetten ve sünnetini değiştirmekten sakındıran âyet-i kerîmelerdir.
Allah Teâîâ, buyurmuştur ki: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ki, merhamet olunasınız.”[1]
“De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer itaatten yüz çevirirseniz (şüphesiz bilin ki) Allah kâfirleri sevmez.”[2]
“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü’ne itaat edin. Dinlediğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde, işittik diyenler gibi olmayın.”[3]
“Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. İsyandan sakının. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, biliniz ki, Rasûlümüze düşen, sadece apaçık tebliğdir.”[4]
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; yoksa dağılırsınız ve gücünüz gider. Sabredin; şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”[5]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Peygambere de itaat edin. (İnkâr ve isyanlarla) amellerinizi boşa çıkarmayın.”[6]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de itaat edin. Herhangi bir konuda ihtilâfa düştüğünüzde, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürün. Böyle yapmanız, sizin için daha hayırlı ve sonuç olarak daha güzeldir.”[7]
Kâd-ı Iyâz (544)1149), Atâ’dan, İbn Abdilberr (463/1071) Beyâni’l-İlim’de ve Beyhakî (458/1066) el-Medhal’de Meymun b. Mihran’dan, şunu rivayet etmişlerdir: “Bir dâvayı Allah’a götürmek, onu Kitabı’na arzetmektir.”
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Alimlerin bir kısmı, âyette geçen ulü’l-emirden maksadın, Rasûlullah’ın düşmanı takibe gönderdiği seriyyelerin başındaki insanlar olduğunu söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. Bize verilen haber böyle. Allah daha iyisini bilir; bu, şöyle diyenin sözüne benziyor: ‘Mekke civarında yaşayan Araplar, disiplinli yönetim bilmezlerdi. Bir idarî disiplin içinde, bazısının diğerlerine itaat etmesini gururlarına yediremezlerdi. Allah Rasûlü’ne itaatle boyun eğdiklerinde, bu itaati, Rasûlullah’tan başkası için uygun görmüyorlardı. Bunun için Rasûlullah’ın başlarına tayin ettiği idarecilere itaat etmeleri emredildi. Bu, mutlak mânâda bir itaat değildir. Kendileri ve idareciler için istisnaları vardır. Bunun için: ‘Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz,, onu, Allah’a ve Rasûlü’ne götürün (onların talimatına göre halledin)’ buyurdu.” Allah, en doğrusunu bilir. Ulü’l-emre itaatten sonra böyle emir verilmesi, onlarla halk arasında bazı anlaşmazlıkların olacağını ve bunun hâl çaresinin, Allah ve Rasûlü’ne götürmek olduğunu gösteriyor ve âyet şunu da ifade ediyor: İhtilâfa düştüğünüz zaman, bu konuda Allah ve Rasûlü’nün hükmünü biliyorsanız, onlara arzedin; eğer bilmiyorsanız, yanına vardığınızda Rasûlullah’a veya sizden onunla buluşan birisine sorun. Çünkü bu, kimsenin itiraz etmediği bir farzdır. Ayet-i kerîme’de: “Allah ve Rasûlü, herhangi bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve kadın için o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.”[8] buyuruhnuştur.
Rasûlullah (s.a.v)’ın vefatından sonra, bu şekil bir çekişmeye düşen kimse, meseleyi, önce Allah’ın (Kitabı’nda getirdiği) hükmüne, sonra da Rasûlü’nün (sünnetiyle ortaya koyduğu) kararına götürür. Eğer o konuda, Kitab ve sünnette veya herhangi birinde bir hüküm ve açıklama yoksa, başka âyet-i kerîmelerde belirtildiği gibi Kitab ve sünnete dayanarak kıyasa gider.[9]
Hafız İbn Hâcer (852/1448), Fethu’l-Bâri adlı eserinde, önce ulemânın, âyette bahsedilen ulül-emrin kimler olduğu hakkındaki ihtilâflarını açıklıyor ve ulü’l-emr, idareciler mi yoksa âlimler midir? görüşleri içerisinden birinci gurubun tercihe şayan olduğunu belirtip bir önceki âyetin de buna delâlet ettiğini söylüyor. Bu âyet şudur: “Allah size, mutlaka, emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde, adaletle hükmetmenizi emreder.”[10]
Daha sonra şunları naklediyor: Âyet-i kerîme’de, hakikatte itaat edilen sadece Allah Teâlâ olmakla birlikte ”Allah’a itaat edin,” şeklinde itaat fiilinin tekrar edilmesi ve bunun ulü’l-emr için ayrıca kullanılmaması, mükellef olunan şeylerin kaynağının sadece Kur’ân ve sünnet olduğunu göstermek içindir. Sanki şöyle denilmiş oluyor:
“Kur’ân’ın size emrettiği konularda, Allah’a itaat edin. Ayrıca Kur’ân’dan açıkladığı konularda ve sünnetiyle ortaya koyduğu
hususlarda Peygambere de itaat edin.”
Yahut âyetin mânâsı şöyle olur:
“Tilâvetiyle ibâdet yapılan vahiyle (Kur’ân’la), size emrettiği şeylerde Allah’a itaat edin ve Kur’ân olmayan vahiyle (sünnetle), size emrettiği şeylerde de Peygambere itaat edin…”
Tâbiîn’den bir zâtın, Benî Ümeyye idarecilerinden birine verdiği cevap ne kadar güzeldir. İdareci, kendisine: “Allah Teâlâ, ‘ve sizden olan idarecilere itaat edin,’ âyetinde sizin bize itaat etmenizi emretmiyor mu?” diye sorunca, o zât:
“Hayır, siz, hakka muhalefet ettiğiniz için size itaat ortadan kalkmıştır. Çünkü, aynı âyetin devamında: ‘Herhangi bir konuda
anlaşmazlığa düşerseniz -eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız-onu Allah’a ve Rasûlü’ne götürün,’ buyurulmaktadır.[11] Sizse bunu yapmadınız,” demiştir.[12]
Şerefüddîn et-Tayyîbî (743 h.), demiştir ki:[13] “Allah Teâlâ: ‘Peygambere itaat ediniz/ buyururken, itaat ediniz fiilini ikinci kez zikretti ki, Hz, Peygambere mutlak ve müstakil olarak itaatin vâcib olduğu anlaşılsın. Fakat ulü’l-emir’de aynı emir tekrarlanmadı. Allah Teâlâ, bununla, idareciler içinde kendisine itaatin vâcib olmayacağı kimselerin de bulunabileceğine işaret etmiş ve bu: Aranızda herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüz zaman, onu, Allah ve Rasûlü’ne götürünüz,’âyetiyle açıklamıştır.”
Âyette, sanki şöyle denilmiş oluyor: “Eğer idarecileriniz, hakka uymazlarsa, onlara itaat etmeyin ve ihtilâfa düştüğünüz şeyi (halletmek için) Allah’ın ve Rasûlü’nün hükmüne müracaat edin.”
Îbnu’l-Kayyım (751/1350), demiştir ki: “Allah Teâlâ, kendisine ve Rasûlü’ne itaati emretti. Peygambere emrettiklerini, Kitab’a (Kur’ân’a) arzetmeksizin, bizatihi kendisine itaatin vâcib olduğunu bildirmek için ‘Peygambere de itaat ediniz,’ buyurarak ‘itaat’ emrini tekrarladı. Hz. Peygamber (s.a.v), bir emir verdiği zaman, o emir Kur’ân’da bulunsun bulunmasın, mutlak ve müstakil olarak kendisine itaatin vâcib olduğunu bildirdi. Çünkü O’na Kitab ve beraberinde benzeri değerde sünnet verilmiştir.
Allah Teâlâ, ulü’l-emre müstakil olarak itaati emretmedi. Aksine fiili hazfedip onlara itaati, Peygambere itaatin içinde emretti. Bununla onlara, ancak Peygamberin itaatine bağlı olarak itaat edileceğini, onlardan, Peygamberin taatine uygun emir verene itaatin vâcib; onun getirdiği hükümlerin tersine emir verenlere hiçbir şekilde itaat etmenin gerekmeyeceğini bildirmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), sahih hadislerinde şöyle buyurmuştur:
Yaratana isyanda, kula itaat yoktur:’[14] ‘İtaat ancak hayırda olur.’[15]
İdareciler hakkında: ‘Sizden kim, bir günahı emrederse, asla kendisine kulak verilmez ve itaat edilmez,’[16] buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v)’e, başlarındaki komutan ateşe girmelerini emretmiş, ona girmek isteyen bazı kimseler kendisine haber verilince:
‘Eğer ona girselerdi, bir daha ondan çıkamaz, Cehennemde de ondan kurtulamazlardı,’[17] buyurmuştur.
Halbuki onlar, ateşe, komutanlarına bir itaat olarak giriyorlardı ve bu emre uymanın, kendilerine vâcib olduğunu zannediyorlardı.
Fakat onlar, yanlış ve noksan içtihad yaptılar, Allah’a isyan olan bir emre uymaya kalktılar, Rasûlullah (s.a.v)’tan o konuda bir emir gelmemesine ve dinde de bu iş yasak olmasına rağmen onlar, her konuda emre itaat gerekir, fikrine vardılar; böylece içtihadlarında hata ve acze düştüler. ‘Bu yaptığımız, Allah ve Rasûlü’ne bir itaat midir, yoksa değil midir?’ diye hiç araştırmaksızın, nefislerine azap etmeye ve onu helake kalkıştılar. Onlar, bunu bilmediklerinden de olsa, emre itaat ediyoruz diye yaptılar. Sonunda, yukarıdaki tehditle karşılaştılar. Bunun yanında bir de Allah’ın, Peygamberiyle gönderdiklerine apaçık ters düşen konularda, bir başkasına itaat eden kimsenin hâlini düşün!..
‘Sonra Allah Teâlâ, rnü’minlere -eğer imanlarında sâdık iseler-anlaşmazlığâ düştükleri şeyleri, Allah ve Rasûlü’ne götürmelerini emretti ve böyle yapmalarının, dünyada kendileri için daha hayırlı, âhirette de sonucun daha güzel olacağını bildirdi.’
‘Bu âyet-i kerime, birçok şeye işaret etmektedir:
1- Mü’minler, bazen muhtelif konularda ihtilâf ve anlaşmazlığa düşebilirler; ancak bununla, imandan çıkmış olmazlar.
. 2- Âyet-i kerîme’de: ‘Herhangi bir şeyde çekişmeye düşerseniz…’ şeklindeki şartın, umumîlik ifade eden bir kelime ile zikredilmesi, küçük-büyük, açık-gizli, mü’minlerin anlaşmazlığa düştüğü herşeyi içine almaktadır. Şayet anlaşmazlığa düşülen şeylerin hükmü, Allah’ın Kitabı’nda ve Rasûlü’nün sünnetinde açıklanmasaydı veya bunlar kâfi gelmeseydi Allah, onlara götürme emrini vermezdi. Çünkü Allah Teâlâ’nın, bir anlaşmazlık olunca, onu bu çekişmeyi halledemeyecek bir mercie götürmeyi emretmesi mümkün değildir.
3- Ümmet, dâvayı Allah’a götürmenin, O’nun Kitabı’na arzet-mek, Rasûlullah (s.a.v)’a götürmenin ise hayatta iken kendisine, vefatından sonra da sünnetine arzetmek olduğuna icmâ etmişlerdir.
4- Allah Teâlâ, herhangi bir anlaşmazlık hâlinde, meseleyi Allah ve Rasûlü’ne götürmeyi, imanın bir gereği ve zarureti yapmıştır. Öyle ki, bu arz yapılmayınca iman da ortadan kalkacaktır. Bir şeyi gerektiren sebebin yok olmasıyla, ona bağlı olanın da yok olması gibi. Özellikle bu iki şey arasındaki mülâzemet ve gereklilik daha kuvvetlidir. Çünkü bu, iki taraflıdır. Onlardan birisi yok olursa, diğeri de ortadan kalkacak durumdadır.
Sonra Allah Teâlâ, meseleyi, Allah ve Rasûlü’ne arzetmenin, kendileri için daha hayırlı ve sonuç olarak da daha güzel olduğunu bildirmiştir.”[18]
Allah, kendisine rahmet etsin; müellif, kitabında çok güzel pit ve çok doğru izahlarda bulunmuştur. Rasûlullah (s.a.v)’a itaati emreden âyetleri sunmaya devam edelim:
Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Ey iman edenler! Sizi hayat veren şeye çağırdıklarında, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin. Biliniz ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Şüphesiz O’nun huzurunda hasredileceksiniz.”[19]
“Biz, her peygamberi, -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı çok fazla affedici, esirgeyici bulurlardı.”[20]
“Peygamber size neyi verdi ise onu alıp yapın; sizi neden sakındırdı ise ondan da sakınıp kaçın.”[21]
“Kim, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütûflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.”[22]
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah, işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim, Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[23]
“Muhakkak ki sana bîat edenler, ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Artık kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah, ona büyük bir mükâfat verecektir.”[24]
“Biz, seni insanlara Peygamber olarak gönderdik, şahid olarak Allah yeter. Kim, Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına koruyucu ve gözetici göndermedik.”[25]
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: “Allah Teâlâ, yukarıdaki son iki âyette, onların Hz. Peygamber (s.a.v)’e bey’atlarının kendine yapılan bey’at, ona itaatlerinin de kendine yapılan itaat olduğunu bildirmiştir.”[26]
Yine Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Kim, Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Onlar, orada devamlı kalacaklardır. İşte en büyük kurtuluş budur. Kim de Allah ve Peygamberi’ne isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”[27]
“(Ey müzminleri) Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek (savaştan veya başka bir işten) sıvışıp gidenleri, muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”[28]
“Kendisine doğru yol belli olduktan sonra, kim, Peygambere karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu, gidiği yolda ve sapıklıkta bırakırız; âhirette de Cehenneme sokarız. O, ne kötü bir yerdir.”[29]
“Kim, Allah’a ve Peygamberi’ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.”[30]
“Şu muhakkak ki Allah, kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir azap hazırlamıştır. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklar, kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzleri ateşte eurilip çevrildiği gün, ‘Eyvah bize! Keşke, Allah’a itaat etseydik. Peygambere de itaat etseydik,’ derler.”[31]
“inkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğ ru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı gelenler, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır. Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. (İnkâr ve isyanla) amellerinizi boşa çıkarmayın.”[32]
[12] Keşşaf, I, 535 (Bahsedilen Tâbiî’nin Ebû Hazim, idarecinin de Mesieme b. Abdilmelik olduğu zikredilmektedir. Müt.)
[13] Bu zat, Keşşafa yazdığı Fütûhu’l-Gayb fi’l-Keşfi an Gınâî’r-Rayb adlı altı ciltlik haşiyesi ile meşhur bir ehl-i sünnet âlimidir. (Bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 549. Müt.)
[14] Müslim, îmâret, 39; Ebû Dâvud, Cihad, 87; Nesâî, Bey’ât, 34.
[15] Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmaret, 40.
[16] Buhârî, Ahkâm, 4; Ebû Dâvud, 87.
[18] İbn Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkiîn, I. 54.
[32] Muhammed, 32-33.
[Sünnetin delil oluşu, Abdülgani Abdülhalık ]
Categories: Dinimizin kaynakları | Tags: Allah'a itaat, ehl-i sünnet, ehli bidat, ehli hadis, ehli sunnet, hadisciler, ibn kayyim, icma, imam safii,islam, itaat, kuran, kuran ve sünnet, peygambere itaat,peygamberimize itaat, risale, sünnet hüccettir, sünnet inkarıları,sünnetin delil oluşu, sünnetsiz din, sünnetsizler, sunnet, sunnetin delil olması, ulul emr
.
Dördüncü Grup Ayetler:
Burada vereceğimiz âyetler, Hz. Peygamber’den sâdır olan bütün söz ve fiillerde Ö’na tâbi olmanın ve kendisini örnek almanın vâcib olduğunu, Allah’ın muhabbetinin tahsili için O’na uymanın gerekli bulunduğunu gösteren âyet-i kerîmelerdir.
Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: “Rasûlüm, onlara de ki: Eğer siz, Allah’ı seviyor (ve sevdiğinizi iddia ediyor)sanız; derhal bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, çok affedici ve çok merhametlidir.”[1]
Kâd-ı Iyâz (554/1149), Şifâ’da, Hasan el-Basrî’nin (110/728), şöyle dediğini nakletmiştir: Bazıları Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelerek, “Ya Rasûlallah! Biz, gerçekten Allah’ı seviyoruz,” dediler. Bunun üzerine: “De ki: Eğer siz Allah’ı seviyor (ve sevdiğinizi iddia ediyorsanız; hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”[2]âyeti nazil oldu.
Lâkkâî, es-Sünnet adlı eserinde, Hasan el-Basrî’nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Onların Allah’ı sevmelerinin alâmeti, Rasûlullah (s.a.v)’ın sünnetine uymaları oldu.”
Allah Teâlâ, buyurdu ki: “Andolsun ki, sizden Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı arzulayanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Rasûlullah’ta (takip edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır.”[3]
Muhammed b. Ali Hâkim et-Tirmizî (285/898), demiştir ki: “Peygamber (s.a.v)’i örnek almak, O’na uymak, sünnetine tâbi olmak ve sözde veya fiilde kendisine muhalefet etmemektir.”
Kâd-ı Iyâz da müfessirlerden pek çoğunun, âyetteki “üsve”ye (örneğe) bu mânâyı verdiğini nakletmektedir.[4]
Yine aynı konuyla ilgili olarak Cenâb-ı Hakk, şöyle buyurmuştur: “(Mûsâ duasına devamla): ‘Rabbim, bize bu dünyada ve âhirette iyilik ver. Şüphesiz biz sana döndük.’ Allah, buyurdu ki: Dilediğime azabımı isabet ettiririm. Rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır (Dünyada mü’mine de kâfire de şâmildir). Fakat âhirette onu, küfürden sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimizi iman etmiş olanlara has kılacağım.”
“Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve incil’de ismini yazılı buldukları ümmî peygambere ve Rasûle tâbi olurlar. O (Rasûl), kendilerine iyiliği emrediyor, onları fenalıklardan alıkoyuyor; onlara, (nefislerine) haram ettikleri temiz şeyleri helâl kılıyor, murdar şeyleri de haram kılıyor, onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları indiriyor. Onlar, O’na iman ederler, kendisine ta’zim ve yardım ederler, onunla gönderilen nûr’a (Kur’ân’a) uyarlar. İşte bunlar, kurtuluşa eren kimselerdir.”
Örnek almakla ilgili başka bir âyet: “(Rasûlüm), Hani, Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: ‘Eşini yanıda tut, Allah’tan kork!’ diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Halbuki asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince, biz onu sana nikahladık ki, evlâtlıkları, kanlarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”[5]
[4] Kâd-ı Iyâz, Şi/a, II. 7.
[5] A’raf, 156-157. (98)Ahzâb, 137.
.
Celâluddîn es-Suyûtî (911/1505), Miftâhu’l-Cenne kitabının girişinde, bazı insanların, sünnetin dinde delil oluşunu inkâr ettiklerini açıklamış ve şöyle demiştir: “Allah size rahmet etsin. Biliniz ki; bazı ilimler deva, bazıları da zaruret anında ağıza alınan hela gibidir. Uzun zamandır pek bilinmezken şimdilerde, kötü kokusu yayılan bir görüş ortaya çıktı. O da şu: Bir zındık Râfizî, sözünde fazla ileri giderek sünnet-i nebeviyye ve rivayet edilen hadislerle -Allah onların şeref ve yüceliğini artırsın- amel edilmeyeceğini, sadece Kur’ân’ın delil olacağını söylemiş ve bu sözüne de: ‘Size benden bir hadis geldiğinde, onu, Kur’ân’a arzedin; eğer Kur’ân’da onu destekleyen bir âyet bulursanız kabul edin, yoksa onu reddedin,’ mânâsındaki bir hadisi delil getirmiştir.[1].Bu Rafızî’den, bu hadisi, ben de bu şekliyle işittim. Başkaları da işitti. Bazıları da bu sözün aslını ve nereden geldiğim bilmiyor. Ben, bu sözün aslını ve bâtıl olduğunu, insanlara açıklamak istedim. Gerçekten o, toplumu helake götürecek en büyük sebeplerden birisidir.
Allah Teâlâ, size merhamet etsin. Şunu biliniz ki, usûl ilminde bilinen şartları taşıyan, Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait kavlî ve fiilî sünnetin delil oluşunu inkâr eden kimse, küfre girer ve İslâm dairesinden çıkar. Yahudi, Hıristiyan veya Allah’ın dilediği bir başka küfür grubu ile hasredilir.
[1]Suyûtî gibi diğer hadis imamları da bu hadisin aslı olmadığını belirtmişlerdir. Bkz. Şevkanî, el-Fevâidü’l-Mecmua, 278, 291; Sehâvî, el-Makâsıdıı’l-Hasene, 36; Şafiî, Risale, 224; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, I, 170.
kaynak: Sünnetin delil oluşu, Abdülgani Abdülhalık.
Categories: Dinimizin kaynakları | Tags: abdulaziz bayındır, bayindir,dinde sünnet yeter, dinimiz, hadisler uydurmadir, islam, islamoğlu,kuran yeter, kuran'a arz meselesi, kurana arz, mealciler, rafizi,reddiyeler, sahabe, sahih hadis, sünneti inkar etmek, sünnetin önemi,sunnet, sunneti red, suyuti, vehhabiler, şia
Enes b. Malik anlatır: “Biz yaklaşık altmış kişi idik, Peygamberin yanında otururduk, o bize hadis anlatırdı. Kendi özel ihtiyacı için gittiğinde biz o hadisi aramızda müzakere ederdik, kalkana kadar o hadis kalbirnize yerleşirdi.
[el-Lüma, s. 142]
İbn-i Mes’ud der ki: “Hadisi müzakere edin! Zira hadisin dirilişi (zihinlerde kalıcılığı) onu müzakere etmekten geçer.”
[Dârîmi]
Hz. Ali şöyle der: “Hadisi müzakere edin! Şayet müzakere etmezseniz hadis uçup gider.”[el-Müstedrek]
Sahabiler işte bu şekilde hadislerin yılmaz bekçileri oldular.
Tabiin de hadislere bir o kadar ihtimam göstermiştir.
Bakın Ata ne der:
“Biz Cabir b. Abdullah’ın yanında iken bize hadis söylerdi. Biz oradan kalkarken o hadisi müzakere ederdik. Ebu Zubeyr hepimizden çabuk ezberlerdi.”[Dârîmi]
Tabiinden Ebu-I Aliye şöyle der:
“Peygamberin bir hadisini duysan hemen ezberle!”[Dârîmi]
İbrahim b. Alkame de şöyle der:
“Hadisleri müzakere edin! Çünkü müzakere onun hayatıdır.”
[Dârîmi]
Bu değerli Sahabe ve Tabiin nesli hadisleri sadece müzakere etmekle kalmadılar, aynı zamanda hadis öğrenmek için nice uzun mesafeler katettiler. Örneğin Cabir b. Abdullah (radıyallahu anh)’ın, Abdullah b. Uneys (radıyallahu anh)’den başka hiç kimsenin hıfz etmemiş olduğu bir hadisi öğrenmek için bir aylık yol kat edip Şam’a gittiği, Ebu Eyyub ei-Ensari’nin de Medine’den Mısır’a, Ukbe b. Amır’in yanına giderek hadis dinlediği sonra da hiç beklemeksizin hemen bineğine binip tekrar Medine’ye döndüğü malumdur.
[Rıhle s. 18.]
Tabiin’den Said b. Museyyeb şöyle der: “Ben bir hadisi öğrenmek için gece gündüz nice yollar katettim.”
[el-Cami’ l/94]
kaynak: Peygambersiz bir din?, Alâeddin Palevî, s. 14
Categories: Dinimizin kaynakları | Tags: abdulaziz'e reddiye, bayindir,dinimizde hadisler, dinimizde sünnetin yeri, dinimizin kaynakları, ehli sunnet, hadis, hadisi, hadisler, hadisler delilmidir, hadisler sahihmi,hadisler uydurmadir, hz ali, ilahiyatcı sapıklar, islam, islamoğlu na reddiye, kuran, kuran yeter, mealciler, mealcilere reddiye, muhammed mustafa, palevi, peygamber, peygambersiz din, sünnetsiz din, sunnet,Sunnet delilmidir, vehhabiler
Peygamber (SAV.)’in hadis yazımına müsaade etmesi üzerine bir çok sahabî gerek Peygamber zamanında gerek Peygamber sonrası dönemde hadis yazımına büyük önem vermiştir. Bu işi, hadisleri muhafaza etmek ve talepte bulunsun, bulunmasın bütün insanlara hadisleri ulaştırmak amacıyla yapmışlardır.
Bu mübarek kuşağın gayretleri ve yazdığı sahifeler, sünnetin tedvini konusundaki ilk esası ve H. ikinci ve üçüncü asırda tasnif edilen cami’, müsned, sünen ve diğer sünnet mecmuları-nın İlk nüvesini oluşturmuştur. Bu sahifelerden bazı örnekler sunmak yerinde olur.
1. Ebu Hureyre {r.a.) şöyle der: “İbni Amr hariç Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün ashabından hiçkimse benim kadar hadis toplamış değildir. Zira o yazıyor, ben ise yazmıyordum.[1]
Abdullah b. Amr b. As (r.a.) Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün hadislerinden belli bir kısmını “es-Sâdıka” ismini vediği bir sahife-de toplamıştı. Bu sahife onun nezdinde sahip olduğu en değerli şey idi.[2]
2. Ebu Tufeyl’in aktardığına göre, Hz. Ali’ye sorulur: Allah Rasûlü diğer insanlardan ayn olarak size herhangi özel bir be-yanda bulundu mu? Hz. Ali cevaben: “Allah Rasûlü kılıcımın şu mahfazasındakiier hariç diğer insanlardan ayrı olarak bize özel bir beyanda bulunmadı.” deyip içinde şunların yazılı olduğu bir sahife çıkardı: “Allah’tan başkası için adakta bulunanlara Allah lanet etsin, arazi işaretlerini çalanlara Allah lanet etsin, anne-babastna lanet okuyana Allah lanet etsin, herhangi bir suçluyu (muhdis) koruyup banndırana Allah lanet etsin.[3]
Bazı rivayetler, Hz. Ali’nin fıkhî görüş ve fetvalannın çok erken bir dönemde -belki de kendisi daha hayatta iken- tedvin edildiğini göstermektedir. İbni Ebi Müleyke şöyle der: “İbni Ab-bas’a mektup yazıp bana bir şeyler yazmasını istedim… O da Hz. Ali’nin verdiği hükümleri (kaza) istetip ondan bir şeyler yazmaya başladı.[4]
Hz. Ali’nin fıkhî görüşlerini içeren bir başka mecmua da oğlu Hasan’ın yanında bulunuyordu. Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle der: “Hasan b. Ali’ye Hz. Ali’nin muhayyerlik hakkındaki görüşlerini sordum. O da parçalar halinde bir kitap istetti. Getirilen bu parçalardan san bir sahife çıkardı. Bu sahifede Hz. Ali’nin muhayyerlik hakkındaki görüşleri yazılıydı.[5]
Hucr b. Adiy b. Cebele’nin yanında üçüncü bir mecmuanın olduğu da bilinmektedir.[6]
3. Enes (r.a.) Hz. Ebubekir (r.a.)’in kendisini Bahreyn’e gönderdiğinde şöyle bir mektup yazdığını belirtir: “Bismillahir rarırnanirrahîm, Bu mektup, Allah Rasûlü (SAV.)’nün müslümanlara farz kıldığı zekat farizasına dairdir.[7]
4. Taberânî’nin rivayetine göre Hz. Ebubekir, içinde hadisi şeriflerin zikredildiği bir mektubu {kitab) Amr b. As’a yazmıştır.[8]
5. Amir b. Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) der ki: Kölem Nafi’ aracılığıyla Cabir b. Semure’ye bir mektup gönderip Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğu şeyleri bana bildirmesini istedim. O da bana: “Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden şöyle dediğini duydum… diye yazdı [9]
6. Nafi’ b. Cübeyr der ki: Mervan b. Hakem insanlara hitapta bulunup Mekke’yi ve onun hürmetinden bahsetti. Bunun üzerie Râfi’ b. Hadîc (r.a.) kendisine seslenip şöyle dedi: “Şayet Mekke haram bir bölge ise bilmiş olun, ki Medine de Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün haram ilan ettiği bir bölgedir. Nitekim bu husus yanımızda bulunan havlânî bir deri üzerine yazılıdır.[10]
7. Abdullah b. Ömer (r.a.), risalelerinde Peygamber (SAV)’in hadislerini yazmaktaydı.[11]
8. Ebi Osman (r.a.) der ki: Utbe b. Farkad’la birlikte Azerbaycan’da bulunuyorduk. Ömer, ona Peygamber (S.A.V.)’den aktardığı bazı şeyler yazmıştı. Yazdıklarından biri de şuydu: “Allah Rasûlü (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Dünyada ipeği, sadece ahirette ondan nasibi olmayanlar giyebilir.[12]
9. Ebu Ubeyde Amir b. el-Cerrah, Hz. Ömer’e mektup gönderir. Hz. Ömer de cevabında şunları yazar: “Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: Mevlâsı olmayanın mevlâsı Allah ve Rasûlü’dür.[13]
10. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer (r.a.) Peygamber (SAV.)’in zekatla ilgili hadislerini tek bir sahifede toplamıştır. Nitekim Nafi’ bunları birkaç kez İbni Ömer’den okumuştur.[14]
11. Fatıma binti Kays’ın bildirdiğine göre Ebu Seleme kendisinde bulunan bazı hadisleri yazıya aktarmıştır. Muhammed b. Amir, Ebu Seleme’nin Fatma binti Kays hakkında şöyle dediğini rivayet eder: “Ben bu hadisleri onun ağzından dinleyip yazıya aktardım. O (Fatıma) dedi ki: Ben bir adamın yanında dim.[15]
12. Muaviye, müminlerin annesi Hz. Aişe’ye şunu yazar: “Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğun şeyleri bana yaz.” Hz. Aişe de cevabında şunları yazdı.[16]
13. Muaviye, Muğire b. Şu’be’ye mektup yazıp Peygamber (S.A.V.)’in bazı hadislerini yazmasını ister. Muğire de yazıp gönderir.[17]
14. Muğire, Mervan’a bir mektup yazıp içinde Peygamberin bazı hadislerini zikreder.[18]
15. Numan b. Beşir, Peygamberin bazı hadislerine yer verdiği bir mektup yazıp Kays b. Heysem’e gönderir.[19]
16. Ömer, Ebu Musa el-Eşarî’ye gönderdiği bir mektupta sabah ve öğle namazlarında uzun süreleri (Tivâlu’l-Mufassa!) okumasını salık verir.[20]
17. Ebu Eyyûb el-Ensârî, kardeşinin oğluna bazı hadisleri yazıp gönderir. Bunu İmam Ahmed, Müsned’de şöyle nakleder: Ebu Eyyûb el-Ensârî’nin kardeşinin oğlu bana şunu nakletti.
Ebu Eyyûb, kendisine yazdığı mektupta Allah Rasûlü’nden şöyle duyduğunu haber verdi.[21]
18. Ebubekir es-Sakafî, Sicistan’da kadı olan oğluna gönderdiği mektupta yargı (Jcazd)ya ilişkin bazı hadislere yer verir.[22]
19. Useyd b. Hudeyr el-Ensârî (r.a.), Peygmber (S.A.V.)’in bazı hadislerini Ebubekir, Ömer ve Osman’ın verdiği bazı hükümleri {kaza) yazıp Mervan b. Hakem’e gönderdi.[23]
20. Cabir b. Semure (r.a.), Peygamber (S.A.V.)’in bazı hadislerini yazıp onları Amir b. Sa’d b. Ebi Vakkas’ın talebi üzerine ona gönderir.[24]
21. Zeyd b. Erkam (r.a.), Peygamber (S.A.V.)’in bazı hadislerini yazıp Enes b. Malik (r.a.)’e gönderir.[25]
22. Zeyd. Sabit, Ömer b. el-Hattâb’ın talebi üzerine ona dedenin (mirastan alacağı pay) durumuyla ilgili bir mektup yazar.[26]
23. Semure b. Cundeb (r.a.) Allah Rasûlü’nün hadislerinden bazılarını toplayıp oğlu Süleyman’a gönderir. Nitekim imam Muhammed b. Sirîn bu risaleden övgüyle bahsedip şöyle der: “Semure’nin oğluna gönderdiği mektupta çok ilim vardır.[27]
24. Abdullah b. Ebi Evfâ, Allah Rasûlü’nün hadislerini yazıp Ömer b. Ubeydullah’a gönderir.[28]
25. Enes b. Malik (r.a.) çocuklarını ilmi yazmaya teşvik ederdi. Sumâme b. Abdullah’ın belirttiğine göre Enes, çocuklarina şöyle derdi: “İlmi, yazıyla kayıt altına alınız.[29] Hatta Enes’in şöyle dediği nakledilir; “Biz, yazmayanların ilmini, ilim saymazdık.[30] Bu durum sahabe kuşağında alim sayılan herkesin ilim yazımına önem verdiğini açıkça göstermektedir.
Enes, oğluna İtbân b. Malik’in hadisini yazmasını emreder. Enes b.’Malik der ki: “Bana, Mahmud b. er-Rebî’, İtbân b. Ma-lik’ten rivayette bulundu. Mahmud b. er-Rebî’ dedi ki: Medine’ye gelip İtbân’la karşılaştım. Ona şöyle dedim: Senden bana bir hadis ulaştı… Enes der ki: Bu hadis yani Enes’in Mahmud’tan, Mahmud’un da İtbân’dan duyduğu hadis- hoşuma gitmişti. Oğluma ‘yaz’ dedim. O da yazdı.[31]
26. Zeyd b. Sabit, ferâiz konusunda kitap tasnif eden ilk kişidir. Cafer b. Burkan der ki: Zührî’nin şöyle dediğini duydum: Şayet Zeyd b. Sabit, ferâizi yazmasaydı onun insanlar arasından kalktığını görürdün.[32] Kabîsa, kendisinden ferâizi nakletmiştir.[33]
27. Abdullah b. Abbas, öğrencilerini ilmi yazmaya teşvik ederdi. Vekî’, İkrime b. Ammâr’dan, o Yahya’dan, o da İbni Abbas’tan şunu nakleder: “İlmi yazıyla kayıt altına alınız.[34] Bazen de İbni Abbas’ın kendisi, öğrencileri için istinsahta bulunurdu. Hz. Ali’nin verdiği hükümleri (kaza) öğrencisi İbni Ebi Müleyke için bizzat kendisi yazmıştır.[35]
Kendi hadislerini yazıp öğrencilerine gönderdiğine dair örnekler pek çoktur.[36]
İbni Abbas, yazdıklarını insanlara okurdu. Ancak gözlerinden rahatsızlandığı ve okumakta güçlük çektiği son dönemlerinde başkasından kendi yazdıklarını okumasını isterdi.[37]
[1] Buharı, İlm, 39, hadis nr: 113; Ahmed, el-Müsned, 2/249; Tirmizî, Ihn, 12, hadis nr: 2805. Tirmizî, hadisin hasen ve sahîh olduğunu kaydeder.
[2] Bkz. İbni Sa’d, 4/8-9; Darimî, 1/137; Takyidu’l-İlm, 84; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 3/58; Takyİd ve Siyer’de Mücahid’in şöyle dediği kayıtlıdır: Abdullah b. Amr b. As’ın yanına vardım. Serginin altında bulunan bir sahifayı çıkarmak istedim, beni engelledi. Sen beni bir şeyden alıkoymazdın, dediğimde şu cevabı verdi: “Bu, ‘es-Sadıka’dır. Bunlar, aramızda hiçbir vasıta olmadan direkt Allah Rasûlü (S.A.V.)’nden duyduğum şeylerdir. Bu sahife, Allah’ın Kitabı ve ei-Vaht adındaki arazim bana kalsın, dünyanın hiçbir şeyine aldırış etmem.” el-Vaht, İbni Amr’a ait bir arazinin adı idi.
[3] Hadisi Buharî ve Müslim muhtelif lafızlarla rivayet etmiştir. Bkz. Müslim, Edâhî, 8, hadis nr: 5097
[4] Müslim, Mukaddime, hadis nr: 22; Hz. Ali’nin verdiği hükümler (kaza) için bkz. Darimî, 2/354; el-Mustedrek, 3/135
[5] Ahmed b. Hanbel, 1/104
[6] İbni Sa’d, 6/154
[7] Buharî, Zekat, 38, hadis nr: 1454
[8] e!-Mucemu’l-Kebir, 1/5
[9] Müslim, İmâre, 1, hadis nr: 4688; Müslim, Fezâil, 9, hadis nr: 5958; Ahmed, el-Müsned, 5/79
[10] Ahmed, el-Müsned, 1/141
[11] Örnek için bkz. Ahmed, el-Müsned, 2/45-90-152
[12] Ahmed, e/-Müsned, 1/36, 1/50; Müslim, Libâs, 2, hadis nr: 5380-82; Buharî, Libâs, 24, hadis nr: 5828
[13] Darekutnî, es-Sünen, 461 (Hind baskısı); Ahmed, e/-Müsned, 1/28-46; İbni Mace, Ferâiz, 9, hadis nr. 2737
[14] el-Emvâl, 393; İbni Renceveyh, 134b; Buharî, et-Tarihu’l-Kebîr, 1/218
[15] Müslim, Talâk, 6, hadis nr: 3685; Ahmed, el-Müsned, 6/413; İbni Sa’d, 8/2Ö0-201
[16] Ahmed, el-Müsned, 6/87; Humeydî, el-Müsned, 1/129; İbni Ebi Hayseme, et-Tarih, 3/44b
[17] Buharî, Ezan, 155, hadis nr: 844; Buharî, Daâvât, 18, hadis nr: 6330; Buharı, Kader,12, hadis nr: 6615; Buharî, Zekât, 53, hadis nr: 1477; Buharî, İ’tisâm, 3, hadis nr: 7292; Müslim, Akdiye, 5, hadis nr: 13-14; Müslim, Mesâcid, 26, hadis nr: 1337; Nesâî, 1/197; Ahmed, el-Müsned, 4/245-247-250-254
[18] Ahmed, el-Müsned, 4/94
[19] Ahmed, el-Müsned, 4/277
[20] Aynî, el-Binâye, 2/361’de şunları kaydeder: Hadisi Abdurrezzâk, el-Musannafta, İbni Şahin ve Tirmizî de kendi kitaplarında rivayet etmişlerdir.
[21] Ahmed, el-Müsned, 5/413
[22] Müslim, Akziye, 7, hadis nr: 4465; Ahmed, el-Müsned, 5/36
[23] Ahrned, elMusned, 4/326
[24] Müslim, İmâre, 2, hadis nr: 4688; Ahmed, el-Müsned, 5/89
[25] Ahmed, el-Müsned, 4/370-374; Tehzİbu’t-Tehzib, 3/394
[26] Dârekutnî, Sünen, 4/93-94
[27] Tehzibu’t-Tehzîb; Bkz. Ebu Dauud, Salât, 12, hadis nr: 452
[28] Buharî, Cihad, 22, hadis nr: 2818 / Cihad, 32, hadis nr: 2833 / Cihad, 112, hadis nr: 2965; Müslim, Cihad, 7, hadis nr: 5; Buharî, Temennî, 8, hadis nr: 7237
[29] İbni Ebi Hayseme, el-İIm, 137-138; İbni Sa’d, 7/1:14; er-Râmehurmuzî, 34b; Şerefu Ashabı ‘I-Hadis, 56b; Takyidu’l-İIm, 96
[30] Takyidu’1-İlm, 96; Şerefu Ashabı’1-Hadis, 56b, 57a
[31] Müslim, îmân,10, hadis nr: 148
[32] Siyr A’lâmi’n-Nübelâ, 2/312; Tarihu’l-Fesevî, 2/148b; İbni Asâkir, Tarihu Dimaşk, 5/558
[33] el-İlel, 1/236
[34] el-İlel, 421; Takyidu’1-İlm, 92; İbnî Ebi Hayseme, el-İIm, 144
[35] Müslim, Mukaddime, 4, hadis nr: 22
[36] Örnek için bkz. Ahmed, 1/224-248-294-308; el-Emvâl, 333-335; Buharı, Rehn, 6, hadis nr: 2514; Buharî, Şehâdât, 20, hadis nr: 2668
[37] Bkz. el-Kifaye, 263; Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, 2/238; Tirmizî, el-İlel, 2/238 (Hind baskısı)
Kaynak: Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 101-107.
Categories: Dinimizin kaynakları | Tags: bayindir, dinimiz, dinimizin kaynakları, Ebubekir Sifil, ehl-i sünnet, hadis, hadis yazmak, hadis yazılışı, hadis yazımı, hadisi serif, hadisler, hadisler uydurma, hadisler yasak, hz ali, islam, islamoğlu, makale, makaleler, makele,muhammed, Muhammed Salih Ekinci, peygamberimiz, reddiye,reddiyeler, reddulmuhtar, sahabe dönemi, sahebe, salih ekinci, sünnet önemi, sünnet yazmak, sünnetler, sünnetsizler, sunnet, tek kaynak kuran, teymiyye, vehhabilere reddiye
Hadisleri inceleyenlerin bildiği gibi Peygamber (S.A.V.)’in hadis yazımını emreden, kısmen de buna müsaade eden pek çok hadisi vardır. Bu hadisler toplamı itibariyle manevî tevatür derecesine varmaktadır. Bununla beraber Peygamber (S.A.V.)’den hadis yazımını nehyeden birkaç hadis de varid olmuştur.
Ancak günümüz bazı müslüman yazarlan ve oryantalistler nezdinde sadece nehiy hadisleri yaygınlık kazanmış görünmektedir. Hadislerin yazımını emreden ve buna müsaade eden hadisler çok olmasına rağmen göz ardı edilmektedir. Bu hadisler muteber kaynaklar da hiç yer almamış gibi davramlmaktadır. Kanaatimce bu durum iki nedene dayanmaktadır:
1. Hadislerin yazımını nehyetme, [tabiatıyla] daha dikkat çekici olduğundan nehiy hadisleri yayılmış ve meşhur olmuştur.
2. Mezkur yazarların temellendirip pekiştirmek istedikleri bir takım emellerden dolayı nehiy hadisleri daha fazla bilinir olmuştur.
Aşağıda her iki grup hadisleri zikrederek, bunlar arasında nasıl bir telif yapılacağını gösterdik.
Önce birinci grup hadisleri arzedelim:
1. Ebu Hureyre der ki: “İbni Amr hariç Allah Rasûlünün ashabmdan hiç kimse benim kadar hadis toplamış değildir. Zira o yazıyor, ben ise yazmıyordum.[1]
2. Abdullah b. Amr b. As şöyle der: “Allah Rasûlü’nden duyduğum herşeyi yazıyordum. Kureyşliler beni yazmaktan nehyedip, şöyle dediler: ‘Her şeyi yazıyorsun. Halbuki Allah Rasûlü de bir beşerdir. O da rıza ve öfke halinde konuşur.’ Bundan dolayı Peygambere durumu bildirinceye kadar yazmayı bıraktım. Allah Rasûlü’ne durumu bildirdiğimde parmağıyla ağzını göstererek şöyle buyurdu: ‘Yaz, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki bu ağızdan hakktan gayrisi çıkmaz.[2]
3. Ebu Hureyre şöyle rivayet ediyor: Ensardan bir adam şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü senden bir hadis duyuyorum da bu hoşuma gidiyor; fakat onu ezberleyemiyorum.” Allah Rasûlü “sağ elinden yardım dile” diyerek yazmasını işaret etti.[3]
4. Allah Rasûlü’nden şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebu Şâh için yazınız.” Ebu Şâh, Allah Rasûlü’nün Mekke’de îrâd ettiği hutbeyi dinleyince “Ey Allah’ın Rasûlü bunu benim için yazınız.”diye istekte bulunur. Allah Rasûlü de sözkonusu emri verir.[4]
5. Hz. Aişe Allah Rasûlü’nün hastalığında kendisine şöyle buyurduğunu naklediyor: “Bana pederin ve kardeşin olan Ebubekr’i çağır ki, bir şeyler yaz[dır]ayım. Zira ben herhangi bir isteklinin temennide bulunup ‘ben bu işe daha layıkım.’ demesinden korkuyorum. Oysa Allah ve müminler Ebubekir hariç herhangi birinin buna kalkışmasına müsaade etmez.[5]
6. İbni Abbas der ki; Peygamber (S.A.V.)’in ağnsı artınca şöyle buyurdu: “Bana kürek kemiği ve divit ya da tahta ve divit getirin. Size sayesinde asla dalâlete düşmeyeceğiniz bîr şey yazayım.[6]
7. Peygamber (S.A.V.)’in bazı kral ve yöneticilere mektuplar yazdığı tarihî bakımdan sabittir.
8. Peygamber (S.A.V.)’in emri üzerine zekatla ilgili hükümler, zekata tabi mallar ve zekatın miktarı iki sayfayı dolduracak şekilde detaylı bir tarzda yazılıp, emir ve valilere gönderilmistir. Bu yazı Ebubekir es-Sıddık (r.a.) ve Ebubekir b. Amr b. Hazm’ın evinde muhafaza edilmiştir.[7]
9. Vâil b. Hucr memleketi Hadramevt’e dönmek istediği zaman Allah Rasûlü (S.A.V.), içinde namaz, oruç, faiz, içki v.b. şeylerle ilgili hükümler bulunan bir mektup (kitab) verir.[8]
10. Emîru’l-Müminin Ömer b. el-Hattâb, ashaba dönüp kadına kocasının diyetinden bir pay verilip verilmeyeceği konusunda Allah Rasûlü’nün bir uygulamasının olup olmadığını sorunca Dahhak b. Süfyan kalkıp şöyle dedi: “Evet, Allah Rasûlü’nün mektubunda bu konu açıklanmaktadır.[9]
[1] Buharı, İlm, 39, hadis nr: 113; Tirmizî, Menâkıb, 110, hadis nr 4094′ Dârimî, 483
[2] Ebu Davud, İlm, 3, hadis nr: 3641; Ahmed, el-Müsned, 2/162; Hâkim; el-Müstedrek; Darimî, Men Rahhasa fi Kitabeti’1-İlm, 484
[3] Tirmizi, İlm, 12, hadis nr: 2803 Tirmizî, hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der: Bu hadis, münkerdir.
[4] Buharı, İlm, 39, hadis nr: 112; Buharı, Lukata, 7, hadis nr: 2434; Ebu Davud, İim, 3, hadis nr: 3644
[5] Müslim, Fezâİlu’s-Sahâbe, 1, hadis nr: 6131
[6] Buharı, Cizye, 2, hadis nr: 3168; Müslim, Vasiyye, 5, hadis nr: 4209
[7] Darekutnî, Zekât, 2/113-117; Ebubekir’in sahifesini Buharî, Zekatu’l-Ganem adlı babta (33, hadis nr: 1454) rivayet etmiştir. Ancak Buharî’de bu yazının Peygamber (SAV) döneminde yazıldığına dair bir açıklama yoktur. Bu mektubu Hz. Ebubekir’in Enes’e yazdığı ve içindekileri Allah Rasûlü (S.A.V)’e isnad ettiği kaydedilmektedir.
[8] Taberanî, el-Mucemu’s-Sağir, 242
[9] Darekutnî, 2/485
Kaynak: Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 94-96.
|
Bugün 133 ziyaretçi (153 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|