 |
|
|
 |
 |
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
 |
 |
|
|
 |
Gençlerin ibâdeti çok kıymetlidir?
1 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :31 Aralık 2024 22:54
Allah adamlarından Garip Baba, duâsı makbûl olan zâtlardandır. Yüzyıllar evvel Keşan'da yaşamış.
Bir gün sevdikleri;
"Efendim, ihlâs nedir?" diye sordular bu zâta.
Cevâben;
"İhlâs, her işi Allah için yapmaktır" buyurdu.
Ve ekledi:
"Nice oruç tutanlar vardır ki, bu oruçtan kârları açlık ve susuzluk, nice ibâdet yapanlar da vardır ki, bundan kazançları, sâdece yorgunluktur.”
● ● ●
Bir ramazanda, “on kişi”, aynı gün iftâra çağırdılar bu zâtı. Ertesi gün bunlardan ikisi karşılaştılar...
Biri diğerine;
"Garip Baba, dün akşam, iftârı bizde yaptı" dedi.
Öbürü şaşırıp;
"Nasıl olur, dün iftarda biz beraberdik" dedi.
Anlaşamayınca gittiler.
Hizmetçisine sordular.
O da, "Kendi evindeydi, ikimiz birlikte iftar ettik" dedi.
● ● ●
Bir gün sevdiği bâzı gençler;
“Efendim gençlerin ibâdet yapması neden daha çok kıymetlidir?” diye sordular bu zâta.
O da evâbında;
“Gençlik çağında; insana musallat olan şeytan, nefis ve kötü arkadaş, o kişiye ibâdet yaptırmak istemez. Genç kimse buna rağmen namazlarını kılarsa, çok kıymetli olur ve yaşlı kimsenin yaptığı ibâdetten kat kat fazla sevap kazanır” buyurdu.
.
Kandille kazanılan savaş!..
2 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :1 Ocak 2025 23:24
Kandilli Dede, Bilecik'in Bozüyük ilçesini nurlandıran bir Allah dostudur...
Vaktiyle bir savaş çıkmıştı o yörede.
Bu mübârek, bir sürü geyiğin boynuzlarına “yanan kandiller” astırıp bir gece vakti saldırdı düşmana.
Karanlıkta onları “büyük bir ordu” sanan düşman, telâşlanıp kaçmaya başladı!
Ve savaş kazanıldı.
İşte, "Kandilli Dede" lâkabı buradan geliyor.
● ● ●
Enteresan hâlleri vardı bu zâtın...
Bir kerecik konuştuğu kimsenin kalp gözü açılırdı meselâ.
Bir gün bir “genç” geldi kapısına.
Çok günahlar işlemişse de pişmân olup tövbe etmişti.
Ricâ etti bu büyükten;
“Ey efendim, beni de kabul edin talebeliğe.”
O zât şöyle bir baktı ve “Önce hâlini düzelt, sonra gel!” buyurdu. Gencin kalbi kırıldı. Mahzun ve üzgün bir hâlde geri döndü.
Bir kuytuya çekildi.
Başladı ağlamaya!
“Yâ Rabbî! Ben, ne fenâ bir kulum ki, kabul edilmedim o kapıya... Hâlbuki ben, senin rızâna kavuşmak istiyorum” diyordu.
O anda bir şey oldu...
İlham geldi bu velîye.
Gâipten "Sen ne yaptın? Beni isteyen bir kulumu kovdun kapından!" denildi.
Hatâsını anlayıp koştu arkasından.
Bulup özür diledi.
Ve ona şefkatle bakıp "Allah" dedi bir kerecik.
O anda zikre başladı gencin kalbi.
Allah, Allah, Allah...
.
“Bu dinde en zor iş!.."
3 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :2 Ocak 2025 22:26
Bayraktar Dede, Bozüyük toprağını nurlandıran bir “Hak dostudur...”
Bir gün talebeden birini alıp gitti kabristana.
Bir mezarın yanından geçerken durdu birden.
Kederlenmişti!
Talebesi fark etti bunu.
Sordu hemen:
“Hocam, neyiniz var?”
“Burada bir tanıdığım yatıyor.”
“Peki ama, neden hüzünlendiniz birdenbire?”
“Azap içinde zavallı, bizden yardım istiyor. Haydi rûhuna okuyalım” buyurdu.
Oturup okudular...
Az sonra yüzü güldü mübâreğin.
Genç, fark edip sordu yine:
“Hocam! Görüyorum ki, neşelendiniz.”
“Elhamdülillah, mevtânın azâbı kaldırıldı, cennet bahçesi oldu mezarı.”
“Nasıl oldu bu hocam?”
“Daha önce okuduğum ‘yetmiş bin kelime-i tevhîd’ vardı. Onu hediye ettim rûhuna. Elhamdülillah, îmânı varmış ki, tesirini gösterdi” buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine “Bu dinde en zor iş, doğru yolu bulduktan sonra hep o yolda kalmak, sebat etmek, o yoldan hiç ayrılmamaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Hud sûresinde, Efendimize ‘Emrolunduğun doğru yolda yürü, o yoldan ayrılma!’ meâlindeki âyet-i kerîme inince, Efendimiz aleyhisselâm, ‘Hud sûresi, sakalıma ak düşürdü’ buyurdular.”
.
“Seyyide olduğuna delîlin var mı?”
4 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :3 Ocak 2025 22:09
Vaktiyle Belh pâdişahının huzûruna bir hanım gelip, “Ben seyyideyim, biraz yardım isteyecektim” dedi.
Pâdişah sordu:
“Seyyide olduğuna delîlin var mı?”
“Yok efendim.”
“Öyleyse yardım da yok!”
Kadıncağız üzgün olarak ayrıldı.
Zengin bir Mecûsî'ye açtı derdini.
Mecûsî;
“Hayhay, mâdemki, Peygamber evlâdısın, fedâ olsun!” dedi
Bir ev verdi ona.
Bol da yiyecek.
O gece Belh pâdişahı rüyâsında cennet köşklerini ve Peygamber Efendimizi görüp sordu:
“Bu köşkler kimin yâ Resûlallah?”
“Müminlerin.”
“Ben de müminim yâ Resûlallah, benim köşküm hangisi?”
“Mümin olduğuna delîlin var mı?”
O anda uyandı.
Hâdiseyi öğrenip doğruca o Mecûsî'ye gitti ve; “Olanları anlatır mısın?” dedi.
O da şöyle anlattı:
Dün, seyyide bir hanım bana gelip yardım istedi. Her ihtiyâcını verdim.
O anda kalbim değişti.
Ve Müslüman oldum.
Bu gece rüyâda cennet köşklerini ve Resûlullah’ı görüp sordum ki:
“Yâ Resûlallah! Bu köşkler kimlerin?”
“Müslümanların” buyurdular.
“Ben de Müslüman oldum, dedim.
Pâdişah atıldı hemen:
“Vesîka sordular mı?”
“Hayır, ‘Sana vesîkaya gerek yok. Şu köşk de senin!’ buyurdular.”
Belh pâdişahı anlamıştı hatâsını.
Ama iş işten geçmişti artık...
.
Hidâyete kavuşan Yahûdî!
5 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :4 Ocak 2025 23:15
Ahmed Berkî hazretleri, Afganistan'da yetişen velîlerdendir. Berk kasabasında doğduğu için "Berkî" diye anılıyor.
Gençliğinde arkadaşlarıyla bir yerde otururken yanlarına “âlim” kıyâfetinde bir “ihtiyar” geldi.
Tatlı tatlı konuştu.
Tasavvuftan bahsedip;
“Ey gençler! Şu anda kalbinize gelen düşünceyi lütfen bana söyleyin” dedi.
Herkes bir şeyler söyledi.
Sıra Ahmed Berkî'ye geldi.
Ama o, önüne bakıyordu!
Söylemek istemiyordu.
Yaşlı adam dedi ki:
“Haydi sen de söyle, ne geldi kalbine?”
“Şeyy, nasıl söylesem.”
“Söyle haydi.”
“Ama kızmayacaksınız.”
“Kızmayacağım, söyle!”
“Kusûra bakmayın, benim kalbime, sizin Yahûdî olduğunuz düşüncesi geldi.”
Hayret!..
Adam kızacağına sevinmişti.
“Doğru söylüyorsun, ben Yahûdî idim ama şimdi Müslümanım” dedi ve “Kelime-i şehâdeti” okudu.
Sonra şöyle anlattı:
Az önce yanınıza geldiğimde, “Eğer benim gerçek hâlimi bilen çıkarsa Müslüman olacağım” diye niyet etmiştim. Görüyorsunuz, Yahûdî olduğumu gösteren hiçbir alâmet de yoktur üzerimde. Ama bu arkadaşınız vâkıf oldu sırrıma. Bu da, sizin dîninizin hak olduğunu gösteriyor. Size minnettârım. Hidâyetime sebep oldunuz” dedi...
.
Eşkıyanın tövbesi!..
6 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :6 Ocak 2025 00:57
Partal Hoca denmekle meşhur Hacı Mehmet Şevkî Efendi, Balıkesir erenlerindendir.
Balıkesir'in Kebsut kazâsındaki bir kabristanda bulunuyor nûrlu kabri.
● ● ●
Bu büyük velî hacca gitti bir sene. Yanında bâzı sevdikleri de vardı. Hacdan sonra dönüşe geçtiler. Ancak haydutlar pusu kurmuşlardı o yolda.
Gelen geçen kâfileleri soyarlardı gün boyu.
Lâkin başaramadılar.
Güçleri yetmedi buna.
Niye mi?
Çünkü aralarında Partal Hoca vardı onların. Haydutların her birine hiddetle bir nazar etti, o kadar.
Bu bakışla, hareketsiz kaldılar hepsi bir anda.
“Mıh gibi” çakıldılar.
Parmaklarını bile oynatamıyorlardı.
Donup kaldılar öylece!
Taş kesilmişlerdi sanki...
● ● ●
Ancak çetebaşı, çözdü işin sırrını.
Kendi kendine “Bu zât tekin değil. Bu bir ‘Allah adamı’ olmalı” diye mırıldandı.
Pişmân oldu yaptığına.
Bu ‘pişmânlık’ duygusu kalbine girer girmez, çözüldü eli ayağı.
Can geldi bedenine.
Sevinip koştu hemen bu velînin huzûruna.
Önünde, hürmet ile diz çöküp tövbe etti.
Diğerleri onu tâkip ettiler.
Eşkıyâlığı bırakıp, toptan “talebesi” oldular bu büyük velînin.
.
Âyet aynı; ama okuyan..."
7 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :7 Ocak 2025 00:36
Partal Hoca, rahmetullahi aleyh, Balıkesir velîlerindendir...
Balıkesir'in Kebsut kazâsındaki bir kabristanda bulunuyor nûrlu kabri.
O devirde “saralı” bir hastayı getirdiler ona.
Bu hastalık, 'cin’le ilgilidir.
Mübârek zât gelip oturdu hastanın başucuna.
Yûnus sûresinin elli dokuzuncu âyet-i kerîmesini okur okumaz o cin terk etti o kimseyi.
Ve bu zât hayatta olduğu müddet zarfında bir daha da gelmedi.
Daha doğrusu gelemedi.
Ancak aradan yıllar geçti...
Partal Hoca göçtü bu dünyâdan. O vefât eder etmez, o cin tekrar gelmesin mi!?..
Zavallı adamcağız tekrar hastalandı.
Partal Hocanın talebeleri koşup okudular aynı âyet-i kerîmeyi adama.
Ancak faydasız.
O cin, terk etmedi.
Üstelik de gülerek;
“Evet, âyet aynı âyet, ama okuyan aynı ağız değil!” diye seslendi onlara!..
● ● ●
Bir gün, bu velî zâta; “Efendim, Allahü teâlânın sevdiği kullar nasıl olur?” diye sordular.
Mübârek zât;
“Hâdiselerin değişmesi, onların ahlâklarını değiştirmez. Başkalarının ayıplarına bakmaz, dâima kendi ayıp ve kusurlarını görürler. Kendilerini hiçbir Müslümandan üstün bilmez, hepsini kendinden üstün görürler” buyurdu.
.
Üzülme, Allah, rızka kefîldir"
8 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :8 Ocak 2025 00:53
Bahşî Halîfe, “rahmetullahi aleyh” Anadolu’da yetişen velîlerdendir.
Amasya'ya bağlı Taşova'nın Uluköy kasabasında doğdu.
Amasya'da vefât etti.
Vefat tarihi, 1520'dir.
Bu zâtı çok seven biri vardı o devirde.
Ancak seneler sonra, muhtaç bir hâle düştü!
Çalışacak hâlde değildi.
Zîra bir hayli yaşlı idi.
Kimi kimsesi de yoktu.
Bahşî Halîfe de göçmüştü dünyâdan.
O olsaydı, yardım ederdi.
Ne yapacağını şaşırdı.
Daralmıştı.
Bunalmıştı...
Bir gece bu üzüntüyle yatıp uyudu.
Bu büyük velîyi gördü rüyâsında.
Çok sevindi.
Bahşî Halîfe;
“Üzülme, Allahü teâlâ rızıklara kefîldir. Yarın işin hâlledilecek, sevineceksin” dedi.
O anda uyandı.
O büyük zâtı görmenin zevkiyle unutmuştu her derdini.
Az sonra kapı çalındı.
Açtığında, hiç tanımadığı bir kişiyi gördü eşikte.
“Buyurun” dedi.
Adam, elinde tuttuğu altın dolu keseyi uzatıp;
“Bunu alın, bitmeden yine gelirim” dedi.
Ve dönüp gitti.
“Kimsin?” diyemedi.
Ancak rüyâsını gördüğü için anlamıştı onu kimin gönderdiğini.
Fâtiha okudu rûhuna...
.
Kişi, sevdiğiyle beraberdir"
9 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :9 Ocak 2025 00:28
Bahşî Halîfe, Anadolu’da yetişen velîlerdendir.
Amasya'ya bağlı Taşova'nın Uluköy kasabasında doğdu. 1523'te Amasya'da vefât etti...
Bu zât şöyle anlatıyor:
Bir gün Eshâb-ı kirâmdan biri ağlıyordu!
Efendimiz gördüler.
Ve yanına giderek;
“Niçin ağlıyorsun?” diye sordular.
O sahâbî, içini çekerek “Yâ Resûlallah! Sizi çok seviyorum. Bu dünyâda huzûrunuza rahatça geliyor, sohbetinizi zevkle dinliyorum. Ama âhirette bu öyle kolay olmayacak herhâlde” diye arz etti.
Efendimiz;
“Neden?” diye sordular.
Arz etti ki:
“Yâ Resûlallah! Sizin cennetteki makâmınız çok yüksek olur, benimkiyse aşağılarda. Orada size ulaşamam. Sizi görmekten mahrum kalırım.”
Buyurdu ki:
“Buna mı üzülüyorsun?”
“Evet yâ Resûlallah, bu ayrılık acısını şimdiden hissediyor ve bunun için ağlıyorum” dedi
Efendimiz ona;
“Üzülme... Kişi sevdiğiyle beraberdir. Sen cennette benim yanımda olacaksın!” buyurdular.
● ● ●
Bu mübârek zât, sohbetlerinde sevdiklerine sık sık;
“Muhammed aleyhisselâmın güzel huyları pek çoktur. Her Müslümanın bunları öğrenmesi, bunlara göre yaşaması ve ahlâklanması lâzımdır” buyururdu.
.
Yâren Dede'nin duâsıyla...
10 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 00:21
Balıkesir'in Sındırgı kazâsı, Pürsünler köyü yanındaki tepenin üstünde bir türbe var. Allah dostlarından Yâren Dede yatıyor burada.
Bir gün, bir kimse, hanımı ve on yaşlarındaki çocuğuyla, geldi bu zâta.
Çocuk çok sevimliydi.
Onu bu zâta gösterip;
“Efendim, bu çocuğumuz âmâdır. Gitmediğimiz tabip kalmadı. Çocuğumuzun göz nûruna kavuşması için bir duâ etseniz” diye yalvardı.
Yâren Dede dinledi.
Ve çâresizlik içinde:
“Ölüleri diriltmek, körlerin gözünü açmak gibi işler Îsâ aleyhisselâmın mûcizesiydi. Ben kim oluyorum ki, buna çâre bulayım?” dedi.
Adamcağız ısrâr etti:
“Duâ edin” diye yalvardı.
Büyük zât acıdı adama.
“Pekâlâ” buyurdu.
Çağırdı o çocuğu yanına.
Eliyle gözlerini meshedip;
“Azîz ve Celîl olan Allah'ın izniyle açılın!” diye niyaz etti.
Açıldı çocuğun gözleri.
Bunu gören anne ve baba, sevinçten şaşkına döndüler.
Ve sordular ki; “Efendim, önce ‘Bu iş bizim işimiz değil’ dediniz, sonra duâ buyurdunuz. Hikmeti neydi acabâ?”
Buyurdu ki:
“Evet, önce öyle dedim. Ama o sırada Cenâb-ı Hak kalbime ‘Ölüleri Îsâ mı diriltiyordu? O mu açıyordu körlerin gözlerini? Elbette biz diriltiyor ve biz açıyorduk. Bu çocuğun gözlerinin açılması için de seni sebep kıldık. Sen duâ et. İcâbını biz yaparız’ diye ilham etti. Bunun üzerine duâ ettim... Allahü teâlâ kabul etti ve açtı çocuğun gözlerini.”
.
Çölde yalnız kalan talebe!
11 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 22:01
Anadolu erenlerinden Yâren Dede’nin talebesinden biri, hacca gitmek için katıldı bir kâfileye.
Ama bir müddet geçti.
Bindiği at hayli yoruldu.
Ve bir yerde çöküp kaldı.
Diğerleri beklemeyip gittiler.
Çölün ortasında kalakaldı yalnız başına!..
Kaldıramadı hayvanını.
Çok sıkıldı, bunaldı...
Çâresiz açtı ellerini.
Ve “Yâ Rabbî! Sevdiğin bir kulunu bana imdâda gönder” diye yalvardı.
Elini, yüzüne sürerken, hocasını gördü yanında.
Çok şaşırdı ve sevindi.
Mübârek zât sordu:
“Hayrola evlâdım! Beni niçin çağırdın?”
Talebe büktü boynunu:
“Kâfileden geri kaldım.”
“Neden?”
“Hayvanım yürümüyor.”
Mübârek zât geldi hayvanın yanına.
“Bu mu yürümüyor?” dedi.
Genç adam;
“Evet hocam. Bir türlü kaldıramadım” dedi.
Yâren Dede, atın sırtını sıvazlayıp “Haydi kalk artık!” diye seslendi.
Hayvan fırlayıp kalktı.
Canlandı âdeta.
Dirildi bir anda.
Büyük velî, talebeye;
“Haydi bin ve şu yöne doğru koştur atını!” buyurdu.
Ve kayboldu gözden.
Talebe, o yöne doğru az gidince yetişti kâfileye...
.
İmtihana geldi, talebesi oldu!
12 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :11 Ocak 2025 23:14
Fevzi Dede, “rahmtullahi aleyh”, Balıkesir erenlerindendir...
Kalp gözü açık bir velîydi.
O devirde bir kişi vardı ki, bu zâtın büyüklüğüne inanmıyordu.
Kendi kendine;
“Bu zât için evliyâ bir zât diyorlar. Gidip bir bakayım, doğru mu?" diye düşündü.
Aklı sıra imtihan edecekti bu Allah dostunu.
Ama nasıl?
Düşündü taşındı.
Ve bir yol buldu.
Helâlden kazandığı “beş altın” ile, haramdan elde ettiği “beş altın”ı alıp, gitti dergâha.
Ve içinden;
"Bakalım haram altınları anlayacak mı?" diyordu.
Hoşbeşten sonra o on altını çıkardı.
Ve bu zâta uzatıp;
“Efendim, bu altınları size hediye etmek istiyorum, kabul ederseniz çok sevinirim” dedi.
Mübârek zât bir baktı.
Helâl olan beşini aldı.
Ve “Bunları kabul ettim. Öbürlerini alabilirsin” buyurdu.
Adam hayret içindeydi!
Sordu hemen sordu:
“Niçin o beşini ayırdınız?"
Büyük zât;
“Çünkü o altınlardan ‘haram kokusu’ geliyor. Onları aldığın yere geri ver!” buyurdu.
Evet… Durum anlaşılmıştı.
Çok sevdi bu velîyi.
Eğilip öptü elini bu Allah dostunun.
Ve talebesi olmakla şereflendi...
.
Oğul Paşa”nın duası...
13 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :12 Ocak 2025 22:14
Bugün Balıkesir-Bigadiç'e bağlı, İskele kazâsında yatan bir “Allah dostundan” bahsedeceğiz.
Oğul Paşa’dan.
(Rahmetullahi aleyh.)
O devirde bir kadının doğan çocukları yaşamıyordu.
Bebekken ölüyordu.
Kadın da üzülüyordu!
Yine çocuğu olacaktı.
Bir gün kendi kendine;
“Eğer bu doğacak çocuğumuz yaşarsa, onu, büyüdüğünde Oğul Paşa'nın hizmetine vereceğim” diye düşündü...
Yâni onu, doğmadan nezretti bu velî zâta.
Doğum vakti geldi.
Ve bir “kız” çocuğu oldu.
Ama “kambur”du yavrucak.
Üstelik de “topal”dı.
Büyüdüğünde, annesi bir gün tuttu kızın elinden, götürdü bu zâta.
Bu çocuğu hakkında yaptığı nezri söyleyip;
“İşte o çocuk bu. Ama gördüğünüz gibi sakattır” dedi.
Oğul Paşa üzüldü!
Ve o kadıncağıza;
“Üzülme, Allah her şeye kâdirdir. Dilerse bu yavruya da şifâ verir” buyurdu.
Sonra açtı ellerini.
Duâ etti Rabbine:
“Yâ Rabbî! Bu çocuğa sıhhat ver de düzelsin bu sakatlıkları” diye yalvardı.
O anda iyileşti çocuk.
Sapasağlam oldu.
Kamburluk ve topallığından eser bile kalmadı...
.
"Bu, bizim sahana benziyor!"
14 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :13 Ocak 2025 22:39
Balıkesir'in Sındırgı kazâsının, Hisaralan köyünde yatan “Allah dostu” bir büyük zât var.
İbrâhim Dede...
“Rahimehullah”
Vaktiyle bu zât, hizmetini yapardı zengin bir ağanın.
Ağa, hacca gitti bir sene.
Ve bir gün canı helva istedi.
Onun bu arzusu İbrâhim Dede'ye mâlûm olunca, koştu hemen Ağa’nın hanımına.
Ve ricâ etti ki:
“Bir sahan helva yapar mısın?”
Kadıncağız sordu:
“Olur, ama ne yapacaksın?”
“Birine göndereceğim.”
O esnâda Ağa, Mekke’de, çadırında namaz kılıyordu.
Selâm verince bir sahan “helva” gördü yanında.
Yeni pişmiş, sıcacık.
"Biri bırakmıştır" dedi.
Öyle düşündü...
Âfiyetle yiyip duâ etti gönderene.
Ancak sahan, yabancı gelmedi ona.
"Bu, bizim sahana ne kadar da benziyor" diye geçirdi içinden...
Nihâyet hacdan döndü.
Hanımı, eşyaları arasında helva sahanını gördü.
Ve çok şaşırdı!
Sordu hemen:
“Efendi, bu sahan evdeydi. Sende ne arıyor?”
“Evde miydi?”
“Evet, ben bununla helva yapıp İbrâhim Dede'ye vermiştim. O günden beri bu sahanı arıyorum.”
Ağa da olanları anlatınca, bilmece çözüldü...
Kavga yapınca kesilen su!..
15 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :14 Ocak 2025 20:45
Balıkesir'in Sındırgı kazâsının, Hisaralan köyünde yatan bir Allah dostu büyük zât var.
İbrâhim Dede
“Rahimehullah”
Şiddetli bir kuraklık olmuştu o köyde!
Bütün köy halkı kırılmaya başlamıştı bu susuzluktan.
İbrâhim Dede;
“Üzülmeyin ben burada su çıkarırım” dedi onlara.
Çok sevinip;
“Sahi mi?” dediler
“Evet, ama bir şartım var.”
“Emret, her neyse yaparız.”
“Kavga dövüş yapmayacaksınız bu suyun başında! Kavga ederseniz su kesilir” dedi.
Sevinip dediler ki:
“Tamam tamam, sen çıkar suyu.”
Mübârek zât kalktı ve vurdu değneğini yere.
Ânında bir “su” fışkırdı yerden.
Berrak, tatlı ve serin.
O gün bugün akıp durur aynı su.
Köylülere soruyorlar;
“Hiç kesildiği oluyor mu?”
“Evet, kavga olunca kesiliyor.”
“Sonra?”
“Taraflar barışınca tekrar akıyor.”
● ● ●
Bir gün bu zâta “Güzel ahlâk nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Güzel huy, herkese yumuşak davranmaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
Hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz “Allahü teâlâ refîktir, yumuşaktır. Her işinde yumuşak huylu olanları sever” buyurdu.
“Herkes, yanında olandan verir”
16 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :15 Ocak 2025 23:00
Behâeddîn Zekeriyyâ “rahmetullahi aleyh”, Hindistan’da yetişen velîlerden olup, kabr-i şerîfi Mültan şehrindedir.
Bir gün, bir kimse geldi bu velî zâtın yanına ve;
“Hocam! Durduk yerde hakâret edenler oluyor, bunlara karşı ne yapmalıyım?” diye sordu.
Mübârek zât;
“Îsâ aleyhisselâm gibi yap!” buyurdu cevâben.
O kişi sordu ki:
“O nasıl yapmış hocam?”
“Anlatayım evlâdım” dedi.
Ve şöyle anlattı:
Bir gün, Îsâ Peygambere, birisi çok hakâret etmiş. Ağza alınmayacak şeyler söylemiş.
Îsâ aleyhisselâm;
“Ben, Allah’ın peygamberiyim. Bir derdin varsa söyle de gidereyim” buyurmuş.
O da cevap vermiş:
“Hiçbir derdim yok.”
“Hastan varsa iyi edeyim.”
“Hastam da yok” demiş.
Ve çekip gitmiş.
Havârîler şaşmış.
“Ey Allah’ın Nebîsi! O adam size hakâret etti. Siz, iyi şeyler söylediniz” demişler.
Îsâ Nebî cevâben;
“Herkes, yanında olandan verir” buyurmuş.
Bunu anlattı.
Ve o kimseye dönüp;
“Kötülük eden, kendine eder evlâdım. Unutma, idrar, idrarla yıkanmaz. Kan, kanla temizlenmez” buyurdu.
"Doğru bir kitâbı yüz defâ oku!.."
17 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :16 Ocak 2025 21:54
Behâeddîn Zekeriyyâ “rahmetullahi aleyh”, Hindistan’da yetişen velîlerdendir.
Biri sordu ki, bu zâta:
“Hocam! İnsanlar tarafından sevilmemenin sebebi nedir?”
Büyük zât;
“Bir kimsenin gönlünde ‘dünyâ sevgisi’ varsa, onu hiç kimse sevmez. Eğer bu sevgi yoksa, herkes sever” buyurdu.
Ve ekledi:
“Başkalarının eline, avcuna bakanın îtibârı olmaz. Veren sevilir, isteyen sevilmez. Ölçü budur.”
● ● ●
Bir gün de birine;
“İnsanı dünyâda ve âhirette üç şey kurtarır” buyurdu.
O kişi sordu ki:
“Onlar nedir hocam?”
Buyurdu ki:
“İlim, amel ve ihlâs.”
Tekrar sordu:
“İlimden maksat nedir efendim?”
Cevâbında;
“İslâmiyeti öğrenmek ve başkalarına öğretmektir. Unutma, öğretmek, öğrenmekten ‘bin kat’ iyidir. Hem sonra yanlış kitap okuma. Rastgele yüz kitap okuyacağına, doğru bir kitâbı yüz defâ oku” buyurdu.
● ● ●
O kişi sordu:
“Peki hocam, ihlâs nedir?”
Cevâben;
“İhlâs, dürüstlük demektir. Samîmiyet demektir. Samîmî ol. Neysen, o ol” buyurdu.
.
Emr-i mâruf yapılmazsa!
18 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :18 Ocak 2025 01:01
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri “rahmetullahi aleyh” Hindistan velîlerinden olup, kabr-i şerîfi Mültan’dadır.
Henüz çocukken kalbi “ilim öğrenmek” aşkıyla yanıyordu.
Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinden çok istifâde etti.
Bu velî’den aldığı “feyzleri” saçtı insanların kalbine.
Hocası, insanları irşâd için Mültan'a gönderdi onu.
Ancak oranın halkı istemediler.
"Burada, senin gibi âlimler çok. Onun için sana ihtiyaç yoktur" mânâsını ifâde etmek düşüncesiyle içi tam dolu bir kâse “süt” gönderdiler kendisine.
Bundaki gizli mânâyı ve ince nükteyi anladı... Kâsenin üzerine bir “gül” koyup iâde etti. Yâni "Biz de o âlimlerin ‘gül'ü olarak buraya geldik" demek istedi.
Onlar bunu gördüler.
Fevkalâde duygulandılar...
“Bu, alelâde bir âlim değil” dediler.
Ve Mültan'daki âlimlerin hepsi, onu büyük bilip “talebesi” oldular seve seve.
● ● ●
Bu zât, bir gün dostlarına;
“Emr-i mâruf, yâni dîne hizmet etmek kime nasip olursa, çok sevinsin, çok şükretsin” buyurdu.
Dostları; “Bu iş, çok mu sevaptır efendim?” dediklerinde;
“Elbette... Bir beldede küfre karşı emr-i mâruf yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder. Emr-i mâruf yapılmayan beldeye ise azâb-ı İlâhî gelir” buyurdu.
Halkın refahı için...
19 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 01:06
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Hindistan velîlerindendir. Bu zât orada hem İslâmiyeti yaydı hem de halkın refahı için çalıştı.
Şöyle ki;
Sulama kanalları ve kuyular açtırdı. Tarlaları sulattı tamâmen. Öyle ki, kurak yer kalmadı. Cennet gibi oldu o yerler. Kendi de çok “zengin”di...
Bütün servetini, İslâm’ı yaymak için dağıttı. Talebesinin bir ihtiyâcı olsa, şahsî malından karşılardı.
● ● ●
Mültan'da “kıtlık” oldu bir sene.
Vâli yardım istedi bu zâttan.
O kadar tahıl ve para verdi ki, “kıtlıktan” kimse zarar görmedi o havâlide.
Talebesine lezzetli yemekler hazırlatır, kendi de hazır bulunurdu sofrada.
Hem sohbet ederdi.
Hem yemek yerdi.
Onlara lokma ikrâm ederdi. Bundan, talebeleri çok hoşlanır ve daha bir “ihlâsla” severlerdi kendisini.
● ● ●
Bir gün bâzı gençler “Efendim, insana önce lâzım olan şey nedir?” diye sordular bu zâta.
Buyurdu ki:
“Önce lâzım olan şey; îtikadını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre düzeltmektir.”
Bir gün de;
“En mühim ibâdet nedir efendim?” diye sordular
Buyurdu ki:
“Beş vakit namaz kılmaktır. Namaz, ibâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran bir ibâdettir.”
Zengin ve cömert!..
20 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 21:55
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri, kerâmetler sâhibi bir “velî” zâttır.
Kalbi, dîne hizmet aşkıyla çarpıyor, faydalı bir şeyler yapmak için fırsat kolluyordu.
Çok “zengin”di...
Çok da cömert.
Bütün vârını “İslâm”a hizmet yolunda dağıttı.
Çünkü mal ve para sevgisinin zerresi yoktu kalbinde. Bütün servetini hayır için sarf ederdi.
Bir gün bir talebesine “Şu odada beş bin dînar olacak, onları al da bana getir!” buyurdu.
Genç girdi odaya.
Ancak hiç para göremedi. Geri geldi ve hocasına “Orada akçe göremedim” diye arz etti.
Büyük velî;
“Elhamdülillah” dedi.
Ve devam etti dersine.
Az sonra aynı talebe;
“Özür dilerim efendim, az önce görmemişim” deyip beş bin dînarı uzattı hocasına.
Mübârek, onları aldı.
“Elhamdülillah” dedi.
Ve devam etti dersine.
Talebe merakla "Efendim, önce de şükrettiniz, şimdi de hikmeti nedir?” diye sordu.
Cevâbında;
“Niçin şükretmeyeyim. Rabbimiz bize îmân gibi bir nîmet vermiş. O varken, dünyâlığın ne kıymeti var. Paranın varlığıyla yokluğu, dervişlerin gözünde eşittir. Ellerinden çıkınca üzülmez, ele geçirince de sevinmezler” buyurdu.
“Hakîkî mümin cimri olmaz!"
21 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :20 Ocak 2025 22:38
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri “rahmetullahi aleyh”, tevâzu sâhibi olup, kendini üzenlere karşı “sabır küpü” gibiydi.
Hattâ kendisine kötülük eden insanlara bile, büyük ihsânlar ve ikrâmlarla cevap verirdi.
Bir sohbette;
“Kardeşlerim! Allahü teâlâ sevdiği kullarını imtihana tâbi tutar, sabrederlerse imtihanı kazanırlar” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Öyleyse kulların cefâsından üzülmemeli, karşılık vermemeli, sabretmelidir, hattâ sabretmekle kalmayıp, onlara ‘gül demeti’ sunmalıdır ayrıca.”
● ● ●
Bu zât hayli “zengin” olup, malı serveti çoktu. Bu yüzden dedikodu yaparlardı hakkında.
Şöyle ki;
“Bu nasıl evliyâdır? Hepimizden daha çok malı mülkü var” derlerdi.
O, bunları işitti.
Ve sevdiklerine;
“Ey insanlar! Hak teâlâ dünyâyı hiç sevmiyor. Dünyânın tamâmının kıymeti olmayınca, bir kısmının ehemmiyeti olur mu?” buyurdu.
Ve ekledi:
“Evet, bizde dünyâlık çok. Ama muhabbeti hiç yoktur kalbimizde.”
● ● ●
Bir gün de sohbette;
“Hakîkî müminlerde şu iki haslet olmaz. Biri ‘kötü ahlâk’, diğeri ‘cimri’ olmaktır” buyurdu.
İnsanoğlu gaflet içindedir!..
22 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 00:51
Amr bin Kays hazretleri, Kûfe'de yetişen âlim ve velîlerdendir. Kabr-i şerîfi Kûfe’dedir. Ticâretle uğraşmasına rağmen dünyâya gönül vermez, âhiret ticâretine sarılırdı.
Gençlerle ilgilenirdi.
Öğüt nasîhat ederdi.
Dünyâya sarılanlara;
"Dünyâya rağbet etmek ne gaflettir. Müslüman; önce âhirete hazırlanmalıdır. Zîra âhiret dehşetli yerdir!" buyururdu.
Amr bin Kays hazretleri vefât ettiğinde bütün Kûfeliler çok üzüldüler! Büyük bir zâtı kaybetmişlerdi...
Cenâzeye geldiler.
Definde bulundular.
Namazdan sonra gökyüzünden, o güne kadar hiç görmedikleri beyaz ve rengârenk kuşların yükseklerden aşağıya süzülüp, bu zâtın kabri üzerinde döndüklerini ve tekrar gökyüzüne doğru uçup kaybolduklarını herkes görmüş ve şaşırmıştı?!.
Güzel kuşlardı.
Hem çoklardı.
İnsanların buna şaştıklarını gören Ebû Hayyan et-Temîmî, "Niçin şaşıyorsunuz? Bunlar meleklerdir. Amr bin Kays'a iyi şehâdette bulunmak üzere geldiler" buyurdu.
● ● ●
Amr bin Kays hazretleri, kötülüklerden şiddetle kaçınır, iyilikleri yapmayı teşvik ederdi.
"Hayırlı bir iş duyduğun zaman, bir defâ da olsa, o iyi ameli yap!" buyururdu.
Talebelerine;
"Sapık ve bozuk kimselerle beraber bulunmayın. Zîra onun sapıklığı kalbinize sirâyet eder" derdi.
Nefis, büyük engel!..
23 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 22:20
Behâeddînzâde hazretleri Anadolu velîlerindendir. 1545 senesinde Kayseri’de vefât etti.
Bir sohbetinde;
“Nefsinizi ayaklar altına alırsanız çok kazanırsınız” buyurdu.
Ve şunu anlattı:
“Velîlerden biri, dergâhın penceresinden dışarıyı seyrederken, henüz yeni gelmiş bir talebenin dergâha doğru geldiğini gördü.
Delikanlı tam dergâh kapısından girecektı ki, kapıdaki köpek, izin vermedi içeri girmesine. Sağdan girmek istedi. Olmadı.
Soldan davrandı. Yine olmadı. Sonunda sinirlenip;
“Yâhu, sen de bu kapının köpeğisin, ben de. Bırak da içeri gireyim!” diye bağırdı köpeğe.
Bu söz, çok hoşuna gitti o velînin.
Ona bir pusula verip;
“Benim halîfemsin evlâdım!.. Memleketine git ve bu yazımı gösterip irşâd et Allah’ın kullarını” buyurdu.
Çocuk şaşırdı!
“Nasıl olur hocam, ben daha yeni geldim” dedi.
Hocası cevâbında;
“Sen, o köpeğe söylediğin sözle nefsini ayaklar altına aldın ve kazandın. Var git, memleketinde hizmet et İslâm’a. Yeni vazîfen mübârek olsun” dedi.
Diğer talebeler de merak etmişlerdi...
Hocalarına sordular:
“Hocam, nasıl oldu bu?”
Cevâbında;
“Siz de onun gibi yaparsanız, öyle kazanırsınız” buyurdu.
Meleklerin imrendiği kimse...
24 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :23 Ocak 2025 22:02
Behâeddînzâde hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Anadolu velîlerindendir. 1545 senesinde Kayseri’de vefât etti.
Bir gün biri gelip;
“Dînimizde ilim öğrenmenin yeri nedir efendim?” diye sordu.
Cevâbında;
“İlim öğrenmek için evinden çıkan kimseye, melekler imrenir. Gelip, o kimsenin ayakları altına kanatlarını sererler” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Denizdeki balıklar, karadaki hayvanlar, havadaki kuşlar, onun için hayır duâ ederler.”
Sordular:
“Ya ilim öğretmeye giderse efendim?”
Büyük zât;
“Onlar, iki misli duâ alırlar. Bir kimseye dînden bir husus öğretmek, yüz umre sevâbından daha çoktur” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Hangi duâlar kabul olur efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Ağız haram yemez, dil de yalan söylemezse, duâ kabul olur. Haram yiyeninse, kırk gün duâsı kabul olmaz” buyurdu.
● ● ●
Bir sevdiği, mektupla nasîhat istedi bu büyük velîden.
Ona cevâbında;
"Ey kardeşim! Kendine nasîhat eden, yine kendin ol. Bir kusûrun olduğu vakit, gayrinin uyarmalarını bekleme… Bu, güzel bir haslettir; ama ehli kalmadı" diye yazdı.
Abdüllatif
.
Hatâm varsa açıkça söyleyin!"
25 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :25 Ocak 2025 00:41
Balıkesir'in Bigadiç kazâsına bağlı İğciler köyünde, Allah dostlarından bir velî zât yatıyor...
Barak Baba. (rahimehullah)
Bu zât, bir gün cemaatine “Kardeşlerim! Ne olur, benim bir hatâmı görürseniz açıkça söyleyin” buyurdu.
Dinleyenler şaşırdı.
Bir sessizlik oldu.
Sonra biri arz etti:
“Kıymetli efendim, sizin mühim bir kusûrunuz var.”
Sevindi mübârek.
Ve ona dönerek;
“Söyle kardeşim, söyle ki, o hatâmı hemen düzelteyim” dedi.
O arz etti ki:
“Efendim, bizim gibi günahkâr ve size lâyık olmayan kimseleri huzûrunuza kabul ediyor, kıymetli vakitlerinizi bize ayırıyorsunuz.”
O zât bunu duydu.
Ağlamaya başladı!
Ve ona cevâben;
“Estağfirullah, ben kendimi hepinizden daha günahkâr ve aşağı biliyorum. Size hizmette bulunmak, benim için büyük nîmet ve şereftir” buyurdu.
● ● ●
Gençlerden biri de nasîhat istedi bu büyük velî zâttan.
Ona cevâbında;
“Fütüvvet, yâni mertlik; düşmanlık edene iyilik yapmak, seni sevmeyene ihsânda bulunmak, sevmediğinle de tatlı konuşmaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Az konuşun, az uyuyun ve az gülün. Zîra çok kahkaha, kalbi öldürür.”
Mahcup ve pişmân olmuştu!..
26 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :25 Ocak 2025 23:13
Balıkesir erenlerinden bir büyük evliyâ zât var...
Barak Baba. "rahimehullah."
Bu zâtı sevmeyen biri vardı ki, “çirkin” şeyler söylerdi hakkında. Hattâ hızını alamayıp hakâret dolu bir “mektup” yazıp gönderdi bir gün.
Barak Baba okuttu onu, bir talebesine.
Sonra “yaz!” dedi.
Ve şu mektubu yazdırdı:
"Muhterem kardeşim! Evet, sizin de buyurduğunuz gibi, ben, Rabbimin beğendiği gibi bir kul olamadım. Ne olur duâ edin de bu arzuma kavuşayım.”
Bu mektubu yazdırdı.
Sonra da o talebeye;
“Bu mektubu, o kimseye götürüp ver” buyurdu.
O “Başüstüne” dedi.
Ve götürüp verdi.
Adam alıp okuyunca; “Eyvâh! Ben ne yaptım? Bu zât, meğer bizim gibi alelâde bir insan değilmiş” dedi.
Mahcup ve pişmândı!
Dergâha koşup, diz çöktü önünde.
“Affedin hocam. Hakkınızda yanlış düşünmüşüm” dedi.
Mübârek zât, ona;
“Sen iyi bir insansın” dedi.
Adam daha şaşırdı!
“İyi insan mıyım?”
“Evet, iyi biri olmasaydın, pişmân olup da bu kapıya gelmezdin. Sen şimdi söz ver, bana duâ edecek misin?”
“Emriniz olur hocam.
Hem de ömür boyu...”
Allahü teala bir kulunu severse...
27 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :26 Ocak 2025 22:27
Behrullah Efendi “rahmetullahi aleyh”, Anadolu velîlerindendir. Kabr-i şerîfi, Tokat'ın Erbaa ilçesine bağlı Eksel köyündedir.
Bir gün bu zâta;
“Ey efendim! Allah’ın bir kimseyi sevdiğinin alâmeti nedir acabâ?” diye sordular.
Cevâbında;
“Allahü teâlâ bir kulunu severse, ona iki şey nasîb eder. Birincisi; ona sevdiği bir kulunu tanıtır. İkincisi de ona hayırlı bir iş nasîb eder” dedi.
Ve şöyle îzah etti:
“Yâni o kimse Allah adamlarından birini tanır, sever ve İslâm’a hizmet eder. Daha çok severse, ona derd-ü belâ verir. Sıkıntı gönderir.”
● ● ●
Bu zât, bir sohbetinde; “Kardeşlerim! Beş şeyi yapmayan kimse, beş şeyden mahrum olur” buyurdu.
Ve şöyle sıraladı:
“Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını göremez. Uşrunu vermeyenin tarlasında bereket kalmaz. Sadaka vermeyenin vücûdunda sıhhat kalmaz. Duâ etmeyen, arzusuna kavuşamaz. Namaz vakti olunca kılmak istemeyen de son nefeste kelime-i şehâdet getiremez.”
● ● ●
Bir gün de sevdikleri; “Efendim, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet nedir?” diye sordular.
Cevâbında;
“Allahü teâlânın en sevdiği ibâdet, Müslümanların birbirini sevmesidir ki, bu haslet, îmânın da şartıdır zâten” buyurdu.
Üzülme, fırtına dinecek!"
28 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :27 Ocak 2025 22:06
Anadolu'da yetişen evliyâdan Behrullah Efendi “rahmetullahi aleyh”, Tokat'ın Erbaa ilçesine bağlı Eksel (Koçak) köyündendir.
Bir talebesi vardı.
Adı, İskender’di.
Donanmacıydı.
Bu kimse, bir zaman gemiyle denizde giderken fırtına çıktı ve gittikçe şiddetlendi! Nihâyet gemi batma tehlikesiyle karşı karşıya gelince hocası Behrullah Efendi’nin himmetine sığındı.
Allah’a yalvardı.
Ellerini yüzüne sürerken hocasını gördü karşısında.
Çok sevinip;
"Hocam himmet" dedi gayriihtiyârî.
Behrullah Efendi; "Korkma evlâdım, on dakika sonra bu fırtına geçer!" buyurdu.
Gerçekten on dakika sonra fırtına dindi. Yolcular rahatladı.
● ● ●
Bir gün bu büyük bu zâta "Efendim, çok yaşamak istiyoruz, ne tavsiye edersiniz?" dediler.
Büyük zât;
"Ölümü çok düşünün. Çünkü sık sık ölümü düşünmek, ömrü uzatır" buyurdu.
● ● ●
Bir genç de arz etti ki:
“Efendim, Çok günah işliyorum, bana tavsiyeniz nedir?"
Cevâbında;
"Ehl-i Sünnet âlimlerinin kitaplarını oku. ‘Allah adamlarının kitâbını okuyanın kalbi nurlanır, temizlenir ve parlar. Böylece günahlar o kimseye çirkin gelir" buyurdu.
Niçin ağlıyorsun?"
29 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :28 Ocak 2025 22:43
Anadolu'da yetişen Evliyâdan Behrullah Efendi “rahmetullahi aleyh”, Tokat'ın Erbaa ilçesine bağlı Eksel (Koçak) köyündendir.
Bu zât anlatıyor:
"Bir Allah dostu, ölüm hâlinde olan başka bir Allah dostunu ziyârete gittiğinde, onu ızdırap içinde inleyip gözyaşı döktüğünü gördü!
Çok üzüldü!
İyice yaklaştı.
Ve kendisine;
'Allahü teâlâya kavuşacaksın, şimdi ağlayıp inlemek zamânı mıdır?' dedi.
O da cevâben;
'Bu zamâna kadar yaptığım ibâdet ve tâatlarım kabul olunmadıysa hâlim nice olur, ona ağlıyorum!' buyurdu.
Ziyârete gelen;
‘Eyvâh!’ dedi.
Ve ardından;
'Şu zâta bakın ki, amellerinin kabul olunmamış olmasından bu kadar korkuyor! O böyle söylerse bizim hâlimiz nice olur?' dedi
Tövbe ve istiğfâr eyledi.
Vefâtı istediği gibi oldu.
Öyle zayıftı ki, bir deri kemikti...”
● ● ●
Bir gün bâzı dostları;
“Efendim, duâlarımızın kabul olması için bizlere ne tavsiye edersiniz?” diye sordular.
Büyük velî cevâben;
“Büyükleri, Allah dostlarını vesîle ederek duâ edin... Yâni ‘filân evliyânın hürmetine’ diyerek duâ edin. O zaman kabul olur duâlarınız” buyurdu.
Beni hocana götür!”
30 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :29 Ocak 2025 21:35
Balıkesir’in Bigadiç kazâsına bağlı Adalı köyünde bir velî yatıyor…
Davut Dede. (Rahimehullah)
O devirde bir kişi vardı ki, bu mübârek zâtı çekemiyor, aleyhinde konuşuyordu dâima.
Bir gün de;
"Ey zındık, ey bid'at sâhibi!” diye başlayan, hakâret ve iftirâlarla dolu bir mektup yazıp gönderdi bu zâta.
Davut Dede okudu.
Ve cevâbını yazdı.
Bir kese dolusu parayla birlikte bir talebesine verip;
“Hemen git, bunları o kimseye ver” buyurdu.
Talebesi;
“Başüstüne” dedi.
Ve götürüp verdi.
Mektup şöyleydi:
"Muhterem efendim! Günahlarımı almakla bana çok büyük iyilik yapmışsınız. Bu iyiliğinize karşı ben de bu paraları size hediye ediyorum. Lütfen kabul edin.”
Adam mektubu okudu...
Fevkalâde utandı!
Çok pişmân olup;
“Beni hocana götür” diye ricâ etti.
Pişmânlığını bildirip af dileyecekti.
Dergâha yaklaşınca;
“Biraz dur!” dedi.
Boynuna bir “ip” geçirdi. İpin ucunu da o gence verip;
“Bu yularımdan tutup, çeke çeke hocanın huzûruna götür” dedi.
Talebe;
“Bunu yapamam” deyince “Sen beni dinle; bu hâlimi görür de belki affeder” dedi.
O şekilde girdiler huzûra. Ve affa kavuşup “talebesi” olmakla şereflendi o gün.
"Tövbe, en güzel ilâçtır”
31 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :30 Ocak 2025 22:38
Manisa'nın Akhisar kazâsını nurlandıran bir Allah dostu var.
Karacaahmet. “Rahimehullah”
Bu zâtı sevmeyen, karşı gelen, üzen bir kişi vardı.
Gururlu ve kibirliydi.
Kendi kendine;
“Ben de velîyim. Onun benden ne farkı var ki?” derdi
Bu zavallı, bir gün aynen o velî zât gibi giyinerek çıktı evinden.
Aynı renk cübbe giydi.
Aynı külâhtan geçirdi başına. Bu kıyâfetle dolaşıp hürmet ve îtibâr görmek istedi insanlardan.
Ama eremedi murâdına.
Çünkü ata binerken düştü!
Ve boynu kırıldı.
O anda kalbi değişti.
Yalvardı yakınlarına;
“Ne olur, beni o zâta götürün!”
“Kime götürelim?”
“Karacaahmet hazretlerine.”
“Niçin ona gitmek istiyorsun?”
“Benim ilâcım onda” dedi.
Derhâl o zâta götürdüler.
Karacaahmet, “merhamet nazarıyla” baktı ona. Eliyle boynunu sıvazlarken sordu kendisine:
“Pişmân mısın?”
“Hücrelerime kadar.”
Büyük velî;
“Öyleyse boynun düzelir. Çünkü tövbe, en güzel ilâçtır” buyurdu.
O anda boynu düzeldi.
Hemen ellerine sarıldı.
Hürmetle öptü ve;
“Çok iyi anladım efendim... Evliyâ olmak, cübbe ve külâh giymekle olmazmış” dedi.
Rüyâdaki meçhul ses!..
1 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :1 Şubat 2025 02:13
Manisa-Akhisar'da, toprağın altını nurlandıran bir büyük zât var...
Şeyh Îsâ hazretleri “rahmetullahi aleyh”...
Bir gece rüyâda “Kalk yâ Îsâ! Hemen yola çık!” diye bir ses duydu...
Uyanıp;
“Hayırdır inşallah" dedi.
Ve giyinip çıktı evden...
Bir yöne doğru yürüdü gayriihtiyârî. Sanki bir “kuvvet”, onu o yöne çekiyordu.
Bir kervana rastlayıp sordu:
“Bu kervan nereye gidiyor?”
“Trakya istikâmetine.”
“Peki” deyip katıldı kervana.
Malkara'da aynı sesi duydu.
“Burada in!” diyordu.
"Kim olabilir?" diye düşünürken hocalarından birini hâtırladı.
Malkara'da oturuyordu o zât.
İndi kervandan.
Aynı sesi yine duydu.
“Biraz acele et!”
Birilerine sordu:
“Filân zâtın evi nerede?”
“İşte şu ev” dediler.
Gidip çaldı kapıyı...
Girince, kalabalık bir cemaat gördü içeride. Meğer bir haftadır ağır hastaymış ve son anlarını yaşıyormuş.
Az önce de;
“Vefât edersem cenâzemi talebem Şeyh Îsâ yıkasın ve namazımı da o kıldırsın" diye vasiyet etmiş.
Onu görünce gülümsedi.
“Îsâ evlâdım!”
“Buyurun hocam.”
“Bir haftadır seni bekliyorum. Çok iyi ettin geldiğine” dedi.
Ve kapattı gözlerini...
"Allah!” deyip, rûhunu teslim etti...
Şeyh Îsâ vasiyeti yerine getirip, defnetti nûrlu kabrine.
"Önce özür dileyen siz olun!"
2 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :2 Şubat 2025 01:59
Akhisar'da, Şeyh Îsâ Câmii avlusunda bir büyük zât yatıyor...
İlyas Çelebi (rahimehullah)...
O devirde kötürüm bir kadın vardı ki, yıllardır çâre bulamamıştı derdine.
Bir gece rüyâ gördü.
Denildi ki kendisine;
“Ey filân! Sen İlyas Çelebi'ye git!”
Sordu ki:
“Niçin gideyim?”
“Derdinin çâresi onda!”
Kadın, o sabah gönderdi küçük oğlunu bu velî zâta.
Ve haber verdi gördüğü rüyâyı.
İlyas Çelebi bir şişe zeytinyağı aldı.
Ve o çocuğa verip;
“Bunu annene götür, ayaklarına sürsün. Biz de duâ ederiz, inşallah şifâ bulur” buyurdu.
Kadıncağız o yağı ayaklarına sürdü.
Ve biiznillah şifâya kavuştu o anda...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Kardeşlerim! İnsanın en büyük düşmanı, nefsidir. Dînin her bir emrinde bu nefsi kırmak vardır ve nefis kırılırsa, netîce hayır olur” buyurdu.
Sordular ki:
“Nefsi nasıl kıralım efendim?”
Cevâbında;
“İstişâre edin. Zîra nefis, istişâre etmek, fikir sormak istemez. Yolda bir mümine rastlarsanız, önce siz selâm verin. Müsâfeha ederken, ondan önce siz ona uzatın elinizi” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Kırıldığınız kimseden, önce siz özür dileyin. Öfkelenmeyin, halîm selim olun, çok çalışın, tembel olmayın ki, bunların hepsi de nefsi kırar.”
Duâ etmek, ibâdettir!"
3 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :2 Şubat 2025 23:14
İlyas Çelebi “rahmetullahi aleyh”, Manisa’da medfundur. Bir gün bâzı talebesiyle deniz aşırı bir yere gideceklerdi.
Rıhtıma geldiler.
Ancak gemici onu almadı gemisine.
Üstelik hakâret etti.
Üzüldü büyük velî!
Kırık kalple ayrıldı rıhtımdan. O anda enteresan bir şey oldu. Gemici, hareket ettiremiyordu gemisini.
Ne kadar uğraştıysa da nâfile.
Bir “milim” oynamıyordu yerinden.
O anda aklı başına geldi.
Koşup yalvardı bu zâta:
“Lütfen buyurun gemiye. Sizden ücret de almıyorum.”
Büyük velî bindi gemiye.
Gemi başladı yürümeye.
Gemici, talebesiydi artık bu velînin...
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine “Kardeşlerim! Size karşı sert olana, yumuşak davranın, size zulüm yapanı affedin.
Zîra hadîs-i şerîfte;
‘Sert olana karşı yumuşak davrananı, zulüm yapanı affedeni, kendisini aramayanı ziyâret edeni, Allahü teâlâ yüksek derecelere kavuşturacak ve cennette köşkler ihsân edecektir’ buyuruldu” dedi.
● ● ●
Bir gün de cemaate;
“Duâ etmek, ibâdettir. Nitekim Sevgili Peygamber Efendimiz; ‘Müminin hiçbir duâsı geri çevrilmez. Karşılığı, ya dünyâda verilir, ya âhirete ertelenir veyâ günahlarının affına sebep olur’ buyuruyor” diye nakletti.
Gerçek mümin, mütevâzı olur...”
4 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :4 Şubat 2025 01:22
Manisa-Akhisar'da, bir câmi avlusundaki kabristanda Allah dostlarından bir kişi yatıyor...
Şeyh Ahmed Efendi “rahimehullahi teâlâ”...
O devirde bir Müslüman, her nasılsa iftirâya uğradı.
Ve hapse atıldı.
Mübârek zât hâdiseyi öğrendi.
Ve vâliye gidip;
“Filân iftirâya uğramış, onu serbest bırakırsan, iyi olur” buyurdu.
Vâli "peki" dedi.
Ve söz verdi.
Ama sonra döndü sözünden ve hapiste tuttu o Müslümanı. Büyük zât bunu öğrenince üzüldü!
Kırıldı mübârek kalbi.
Peki, vâli ne oldu?
İflâh etmedi artık!
Boynunda bir “ur” çıktı.
Hangi doktora gittiyse,
bir çâre bulamadılar.
Birkaç gün içinde ölüp gitti bu dertten...
● ● ●
Bir gün bâzı gençler; “Efendim, hakîkî bir Müslüman nasıl olur?” diye sordular.
Büyük velî de;
“Gerçek mümin, mütevâzı olur” buyurdu.
Ve ardından,
“Hakîkî Müslüman; her şeyden önce tam ve mükemmel bir insandır... Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür... Kızmak nedir bilmez... Zîra Resûlullah Efendimiz; ‘Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünyâ ve âhiret iyilikleri verilmiştir’ buyuruyor” diye nakletti.
Seven, sevdiğinde kusûr göremez!
5 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :5 Şubat 2025 00:30
Şeyh Ahmed Efendi, rahmetullahi aleyh, gönül ehli bir zâttı. Kabri, Manisa-Akhisar'dadır.
O, gençliğinde gününü gün eden bir kimseydi.
Ancak on beş yaşına girer girmez bir gece rüyâ gördü.
Gâipten bir ses;
“Kalk yâ Ahmed!” diye seslendi ona.
O anda uyandı.
Ve işitti aynı sesi:
Diyordu ki:
“Kalk abdest al ve namaz kıl!”
Korkuyla fırladı yatağından!
Ama, hiç kimseyi göremedi.
Tekrar yatıp uyudu.
Aynı sesi yine duydu.
Diyordu ki:
“Kalk yâ Ahmed! Büluğ çağına girdin. Sana namaz farz oldu.”
Uykudan uyandı...
"Hayırdır inşallah" dedi.
Giyinip koştu câmiye.
Namaza ilk gelen Müslümandan öğrendi abdesti ve namazı.
Sonra medreseye gitti.
Kısa zamanda yetişip, aydınlattı nice gönülleri.
● ● ●
Bu zât bir gün dostlarına;
“Birbirinizi çok sevin. İnsan birini sevdi mi, onda kusûr göremez. Sevmeyince de aksine her şeyi göze batar. Meselâ ben, sizlerde, hiç kusûr göremiyorum” buyurdu.
Sordular:
“Neden efendim?”
“Çünkü sizi çok seviyorum. Seven, sevdiği kimsede aslâ kusûr göremez” buyurdu.
Kibirden çok sakınınız!"
6 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :6 Şubat 2025 00:50
Şeyh Ahmed hazretleri “rahmetullahi aleyh, Akhisar toprağını nurlandıran büyüklerdendir. Kerâmetleri vardı.
Biri şöyle meselâ;
O devirde Molla Ahmed adında, ilmiyle mağrur bir kimse vardı. Kibrinden dolayı çekemezdi bu zâtı.
Bu “mağrur” adam, çıktı bir gün evden.
Ve tuttu dergâhın yolunu. Aklı sıra imtihan edecekti bu zâtı. Dergâhın kapısına varınca, iki talebe gördü kapıda.
Kendisini bekliyorlardı.
Onu güler yüzle karşıladı gençler.
“Buyurun efendim! Hocamız da sizi bekliyor” dediler.
Adam şaşkınlık içinde girdi dergâha.
O esnâda Şeyh Ahmed hazretleri, sohbet etmekteydi talebeyle.
Onu, iltifatla karşıladı;
“Hoş geldiniz” dedi.
Ve yer gösterdi kendisine.
Sonra sohbete devam etti:
Buyurdu ki:
“Kibirden çok sakınınız! Peygamber Efendimiz; ‘Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez’ buyuruyor.”
Bir talebe sordu ki:
“Kibir nedir hocam?”
“Kibir, Allah'ın kullarına hakâret gözüyle bakmak ve kendini üstün görmektir. Bir dağı iyneyle kazıp yerinden kaldırmak, kalpten kibri söküp atmaktan daha kolaydır. Başkalarını imtihana yeltenmek de kibirdendir.”
Bu son cümle yetti Molla Ahmed’e!
Anladı hatâsını. Kalkıp elini öptü. Ve bir daha ayrılmadı yanından.
O suçsuzdur, serbest bırak!"
7 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :6 Şubat 2025 22:06
Terzizâde Ahmed Efendi, Manisa velîlerindendir. Türbesi, Manisa'nın Ege Mahallesi, Sevinç Sokağı'nda olup, duâsı makbûl bir zâttı.
İnsanlar, “onun hürmetine" diye duâ edince muradına kavuşurlardı.
Şöyle ki;
Sevdiklerinden birini, vâli hapsetti bir gün. Hâlbuki hiçbir suçu yoktu adamcağızın.
Garip, hapishânede açtı ellerini ve “Yâ Rabbî! Ahmed Efendi'nin hürmetine kurtar beni bu zindandan” diye yalvardı.
Aradan yarım saat geçti...
Hücre kapısı açıldı birden...
Gelen, vâliydi bizzat.
Pişmânlık duygusu içinde “Kusûra bakma, bir yanlışlık olmuş. Senin suçun yokmuş. Haydi çık, evine git... Bugüne kadar hapis kaldığın için de hakkını helâl et” dedi.
Vâliye sordular:
“Onu niçin bıraktın?”
“Vallâhi ben de bilmiyorum. Gâipten bir ‘ses’ duydum. ‘O suçsuzdur, serbest bırak!’ diyordu. Acele gelip serbest bıraktım” dedi.
● ● ●
Bir gün bu zâta; “Efendim, kul hakkı neden zordur?” diye sordular.
Bu büyük zât;
“Allah affetmez de, ondan. Ama bundan kurtulmanın çâresi var” buyurdu.
“O nedir efendim?
“Dünyâda iken helâlleşmektir.
Âhirete kalırsa, çok zor olur.”
En akıllı insan kimdir efendim?”
8 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :8 Şubat 2025 00:31
Manisa'da medfun bulunan Hak dostlarından İshak Çelebi “rahmetullahi aleyh”, Peygamber âşığı bir zâttı. Sevgili Efendimizi “aşk derecesinde” seviyordu.
Bir sene geldi yine, depreşti bu sevgisi.
Hazırlığını yapıp çıktı yola.
Nihâyet vardı kutlu beldeye. Fevkalâde bir edeple mescitten içeri girdi...
Ve kabr-i şerîfe yaklaşıp;
“Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!” dedi.
Kabr-i seâdetten o an cevap geldi:
“Aleyküm selâm!”
Çok duygulanmıştı! Edeple; “Yâ Resûlallah! Kabul edersen bu gece senin misâfirin olmak istiyorum” diye arz etti.
Kabr-i şerîften;
“Kabul ettim!” sesini işitti.
O hazla, koydu başını ravda-i şerîfin eşiğine.
Uyuyakaldı.
Rüyâda Resûlullah Efendimiz, bir “ekmek” ikrâm etti kendisine.
Neşe içinde yerken uyandı...
Fakat o da ne?!..
Ekmeğin kalan kısmı elindeydi.
● ● ●
Bir gün de bu zâta; “Efendim, en akıllı insan kimdir?” diye sordular.
Cevâbında;
“Ölüme hazırlıklı olan kimsedir” buyurdu.
Sordular ki:
“En ahmak kimdir efendim?”
“Dünyâya tapandır” buyurdu
Beni Allah'a hibe edin!"
9 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :8 Şubat 2025 23:32
Revak Sultân “rahmetullahi aleyh” Manisa'da yaşıyan bir velîdir. Gençliğinde bir “ilim sevdâsı” sardı onu.
Kalbi, “ilim aşkı” ile yandı tutuştu âdeta.
Bir gün, anne babasına; “Beni Allaha hibe edin. Gidip Onun dînini öğrenip döneyim!” dedi.
Onlar da sevinip;
“Peki oğlum! Var git, ilim öğren!” dediler. O gün çıktı Manisa'dan. Ancak bir müddet sonra dönüp geldi.
Gece vakti çaldı kapıyı...
Babası seslendi içeriden:
“Kimsiniz?”
Cevap verdi ki:
“Benim, oğlunuz.”
Kapının açılmasını beklerken, babası “Ben oğlumu Allah yoluna vermiştim. Geri almam!” dedi.
Ve açmadı kapıyı.
O da geri döndü.
Ve bütün ilimleri bitirip, maddî mânevî üstünlüklere kavuşmuş olarak geldi...
● ● ●
Bu zât, o gence;
“Haram, ateş gibidir evlâdım. Rabbimiz, hiç yoktan yaratıp bunca nîmetleri vermişken, bir kul Ona karşı nasıl günah işleyebilir?” buyurdu.
● ● ●
Bir gün sevdiklerine; “Bir müminin güzelliği nasıl ölçülür, biliyor musunuz?” diye sordu.
“Bilmiyoruz” dediler.
Bunun üzerine;
"Müminin güzelliği, ne namaz kılması, ne de oruç tutmasıyle belli olmaz. Kimsenin kalbini kırmamasıyla anlaşılır” buyurdu.
Dedikodu, iftira, yalan
10 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :10 Şubat 2025 00:48
Revak Sultân “rahmetullahi aleyh” Manisa'da yaşayan bir velidir. Köylerin birinde bir fitne ve dedikodu başladı bu zat hakkında.
Sonra birini gönderip;
“Git söyle ona. İnsanları aldatmasın!” dediler.
Adam dergâha geldi.
Oturdu bir kenarda.
Revak Sultân sohbet ediyordu o sırada.
O kimseyi gördü.
Cemaate dönüp;
“Kardeşlerim! Bir Müslüman hakkında bilmeden ileri geri konuşmak hiç uygun değildir. Hele iftira, hiç yakışmaz!” buyurdu.
Sohbet sona erdi.
O kimseyi çağırdı.
Ona bir kutu verip;
“Bunu götür, köy halkının huzurunda aç!” dedi.
O kimse;
"Peki efendim" dedi.
Ve döndü köye.
Köylüler merakla onu bekliyorlardı. Bu, onları görünce;
“Arkadaşlar! O kişi hiç de zannettiğimiz gibi biri değil. Faziletli bir kişi olduğu yüzünden okunuyor. Şu kutuyu da size gönderdi” dedi.
Sonra açtı kutuyu.
Gördükleri manzara karşısında şaşırdılar.
Zira kutunun içinde bir miktar "pamuk" vardı. Üzerinde de yanar hâlde, kıpkırmızı bir "ateş koru" duruyor ama pamuğu yakmıyordu.
Hatalarını anladılar...
Ve hepsi özür dilediler bu “Allah dostundan”.
Şunu imtihan edeyim
11 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :11 Şubat 2025 00:43
Hacı Sütçü Dede “rahmetullahi aleyh”, Manisa'da yetişen Allah adamlarındandır.
Keramet ehli idi.
Yani bir “veli” idi.
Ama bir müderris, bu zatın büyüklüğünü bilmiyor, alelade bir kimse sanıyordu.
İnsanların akın akın ona gittiğini görünce şüphelendi.
Kendi kendine;
“Bir gideyim. Şunu imtihan edeyim. Bakalım ilmi olan biri midir?" dedi.
Fıkıhtan çok çetin yüz sual hazırladı. Onları bir kâğıda yazıp, acele çıktı evden...
Vardı Sütçü Dede’nin huzuruna. Güya imtihan edecekti bu büyük veliyi. Hoşbeşten sonra suallere geçmek istedi.
Fakat o da ne?!..
Unutmuştu sualleri.
Hepsi silinmişti hafızasından.
Bir tekini bile hatırlayamadı.
Sıkıldı, bunaldı...
"Bari kâğıda bakayım" dedi. Sualleri oradan bakıp da hatırlayacaktı güya.
Ama nafile...
Zira kâğıtta da yazı yoktu...
Silinmişti oradaki yazılar da.
Kızardı, bozardı...
O zaman anladı hatasını...
Evet… Bir “Allah adamı”nın huzurunda olduğunun farkındaydı artık. Bin pişmandı böyle düşündüğüne.
Utandı kendinden!
Mahcubiyet içinde;
“Çok özür dilerim” dedi.
Oracıkta tövbe etti... Dahası, “talebesi” olmakla şereflendi...
Çünkü onu tanımıyorlardı
12 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :12 Şubat 2025 07:03
Attâr Hoca “rahmetullahi aleyh” Manisa velilerindendir...
Kerametleri vardı.
Biri şöyle:
Bu zat bir cami yaptırmak istedi bu yörede. Bu camide hem namaz kıldıracak, hem de İslamiyet’i anlatacaktı Allah’ın kullarına.
Ve başladı inşaat.
Ancak valinin adamlarından biri, mâni olmak istedi bu hayırlı işe.
Ama muvaffak olamadı.
Çünkü tanımıyordu onu.
Bilmiyordu onun Allah dostu bir veli olduğunu. Nitekim onun bu davranışı üzdü bu büyük zatı.
Nazik kalbi incindi...
Onun, “Allah sevgisiyle” dolu olan kalbi incinir de, onu inciten cezasız kalır mı hiç?
Kalmaz tabii.
Nitekim aynı gün bir “suç” işledi...
Ve hapse atıldı.
Bu, ilahi bir silleydi.
Bulmuştu cezasını.
Ancak ustalar tedirgindi yine. Attâr Hoca’ya gelip “Efendim, o adamın hapisten çıkıp tekrar inşaata mâni olmasından korkuyoruz!” dediler.
Büyük zât onlara;
“Korkmayın” buyurdu.
“Neden?” dediler.
“Çünkü onun cezası, hususen bu iş içindir. Cami bitmedikçe hapisten çıkmaz” buyurdu.
Hakikaten caminin inşaatı bitene kadar kaldı hapiste.
Ne zaman ki, cami bitti.
O zaman çıktı hapisten.
Çünkü o zatın ağzından öyle çıkmıştı bir defa. Cenâb-ı Hak onları mahcup etmez. Yaratır ağızlarından çıkan şeyi.
.
“Günâhın büyüğü küçüğü olmaz!"
13 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :12 Şubat 2025 21:46
Attâr Hoca “rahmetullahi aleyh” Manisa velîlerindendir... Sevenlerinden biri, köyünden çıkıp gitti bu zâtı ziyârete. Hediye olarak da, bir kap “pekmez” götürüyordu.
Bir müddet sonra dinlenmek için oturdu bir yerde. Sonra kalkıp yoluna devam etti.
Ama hediye pekmezi unutmuştu oracıkta.
Epey gittikten sonra hâtırladı. Ama geri de dönmedi. Nihâyet vardı mübârek zâtın huzûruna.
Attâr Hoca karşıladı onu:
“Hoş geldin.”
“Hoş bulduk efendim.”
“Hediyemiz nerede?”
Adam şaşırdı!
“Efendim, kusûra bakmayın, bir kap pekmez getiriyordum. Ama yolda bir yerde unuttum” dedi.
Gülümsedi mübârek;
“Üzülme. Senin hediyen ulaştı bize” buyurdu.
Sonra kalktı.
Ve yan odadan getirip, gösterdi pekmez kabını.
“Bu mu?” diye sordu.
Adam şöyle bir baktı.
“Evet efendim” dedi.
Ama hayretler içindeydi!
● ● ●
Bu zât, bir sohbette; “Günâhın büyüğü küçüğü olmaz. Daha doğrusu, günâhın küçüğü de büyüktür” buyurdu.
Ve izah etti:
“Günâhın cinsi değil, kime karşı işlendiği mühimdir. Kul, günâh işlemekle kime karşı gelmiş, kime isyân etmiştir? Tabii ki Allaha isyân edilmiştir, öyle ise günâhın küçüğü de, çok büyüktür.”
.
Sevgi kimden?
14 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :13 Şubat 2025 22:14
Manisa velilerinden Derviş Ali Efendi “rahmetullahi aleyh” gizli Hak âşıklarından bir velidir.
Bir gün talebelerine;
“Beni seviyor musunuz çocuklar?” diye sordu.
Bir ağızdan cevap verdiler:
“Hem de çok seviyoruz efendim.”
Sordu yine:
“Peki bu sevgi kimdendir, benden mi, sizden mi?”
Talebeler önce durakladı.
Sonra cevapladılar:
“Bizdendir hocam.”
Bunun üzerine;
“Peki, madem sevgi sizdendir, öyleyse sevin beni!” buyurdu.
O anda hepsinin kalbinde bir “soğukluk” başladı.
Ve o “sevgi” silindi tamamen.
İzi bile kalmadı.
O zaman anladılar hatalarını.
Pişmanlık içinde
“Aman efendim! Hata ettik, özür dileriz, sevgi bizden değil, sizdendir. Siz istemezseniz, biz sizi sevemeyiz” dediler.
Böyle söyler söylemez kavuştular eski hâllerine. Kalpleri, yine o zatın sevgisiyle doldu taştı.
● ● ●
Bu zat bir sohbetinde;
“Ehl-i sünnet âlimlerini ve evliyaları seven ve İslâm’a hizmet eden mümin, çok şanslıdır. Çünkü hadîs-i şerîfte; ‘Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana, yüz şehit sevabı vardır’ buyuruldu” diye nakletti.
.
Çocukken belliydi…
15 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :15 Şubat 2025 01:24
Manisa'nın Akhisar ilçesi, Beyoba köyünde medfun bir Hak dostu var.
Hacı Bektaş Dede.
“rahmetullahi aleyh”
Bu zatın, ileride “yüksek bir veli” olacağı, daha çocukluğunda belliydi.
Şöyle ki;
Abdestsiz biri, onu kucağına almak istese, gitmezdi mesela.
Yine o doğduğunda ramazandı.
Gündüzleri süt emmezdi.
İftar olunca emerdi ancak.
İlk defa söylediği söz,
“Lâ ilâhe illallah” oldu.
● ● ●
Beş yaşındayken babası hastalandı bir gün.
Doktorlar çare bulamadılar.
Mübarek çocuk yanından ayrılmıyordu babasının.
Yakınları;
“Evladım! Bak baban çok hasta, haydi dua et de iyileşsin” dediler.
Minik Hacı Bektaş;
“Artık çok geç!” dedi.
Oradakiler şaşırıp;
“Neden?” dediler.
Cevabında;
“Resûlullah efendimiz teşrif ettiler. Ayrıca melekler de ellerinde cennet elbiseleriyle geldiler. Babamı götürecekler” dedi.
Çok üzgündü.
Onlara döndü.
Ve derin bir nefes alıp;
“Şimdi dua etmenin faydası yoktur” dedi.
Tam o esnada babası “Allah!” dedi.
Ve ruhunu teslim etti..
.
Kitap okusunlar!
16 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :16 Şubat 2025 01:47
Manisa'nın Akhisar ilçesi, Beyoba köyünde medfun bir Hak dostu var.
Hacı Bektaş Dede.
“rahmetullahi aleyh”
Bu zât, bir sohbette;
“Bir zaman gelecek, dünyâda hakîkî evliyâ kalmayacak. Mürşit bulunmayacak. Yazık o milletin hâline” buyurdu.
Sordular:
“Peki efendim, o zamanki insanlara ne tavsiye edersiniz?”
Cevabında;
“Mutlaka bir İslam âliminin, bir evliya zatın kitabını okusunlar. O büyüklerin kitaplarının okunduğu yere ‘rahmet’ yağar, bereket iner. İstifade edilir ruhlarından” buyurdu.
● ● ●
Yine bir sohbetinde;
“Bir kimsenin iman ile öleceği, son nefeste belli olur. Bir kişi bu devlete kavuşunca Allahü teâlânın ihsanları başlar” buyurdu.
“Nasıl yani?” dediler.
Onlara cevaben;
“O şanslı kimseye Azrâil aleyhisselâm gelir ve ‘Hiç korkma. Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun!’ der. Böyle olan kimseye, bundan daha sevinçli haber olmaz” buyurdu.
● ● ●
Bu zata sordular ki:
“İmanın esası nedir?”
Cevabında;
“Resûlullah’ı sevmektir. Şaşıyorum şu insanlara ki, olur olmaz kişilere muhabbet besliyorlar da, Peygamber Efendimizi sevmeyi o kadar benimsemiyorlar” buyurdu.
.
Ekmek bulamazlardı
17 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :17 Şubat 2025 00:37
Hacı Bektaş Dede “rahmetullahi aleyh”, Manisa erenlerindendir...
Babası vefat edince; annesiyle birlikte zor günler geçirdiler.
Ancak, o asil hanımefendi, kimseden yardım istemedi.
Hacı Bektaş, çocuk olmasına rağmen çoğu günlerini oruçla geçirir, “su” ile açardı iftarını.
Zira ekmek bulamazlardı yemeye.
Ancak bir gün çok acıktı.
Yemek için bir şey yoktu...
Bir şeyler istedi annesinden.
Lakin pişirecek, bir şey yoktu evlerinde.
Öğle namazını müteakip tekrar yemek istedi.
Anne çaresizdi!..
Tencereye “su” doldurup sürdü ateşe.
Hani yemek pişiriyormuş gibi yaptı...
Ne yapsın?!..
Zor durumdaydı.
Az sonra sordu oğlu:
“Ne oldu anneciğim.
Yemek pişmedi mi?”
Dertli anne, yaşlı gözlerle cevapladı:
“Yok yavrum, henüz pişmedi.”
Aslında pişeceği de yoktu...
İkindi namazından sonra artık açlığa dayanamayan küçük Hacı Bektaş, geldi ocak başına.
Kaldırdı tencerenin kapağını.
Bir de ne görsün!..
Bir tencere dolusu “pilâv”.
Sevinçle bağırdı annesine;
“Anneciğim! Pilav pişmiş!”
Kadıncağız koştu ocağa.
İnanamadı gördüğüne.
Evet, doğruydu…
Tencere, ağzına kadar “pilav” doluydu.
.
O zâtın hürmetine ya Rabbî.."
18 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :18 Şubat 2025 00:45
Manisa-Alaşehir'de, Şeyh Sinan Câmii avlusunda bir velî zât yatıyor...
Şeyh Sinan Efendi “rahmetullahi aleyh”...
Sevenlerinden biri hastalanıp yatağa düştü bir gün!
Doktorlar, ilâç bulamadı derdine.
Adamcağız çâresizdi!..
Her yere başvurmuştu.
Nihâyet bu zâtı hâtırladı.
Manisa'da bir dostu vardı.
Ona mektup yazıp;
"Şeyh Sinan hazretlerinin türbesine git... Orada bana duâ et. Ola ki, Hak teâlâ, o zâtın hürmetine bana şifâ verir” diye ricâ etti.
Mektubun üzerinden bir hafta kadar geçti...
Bir cumâ sabahıydı.
Bir iyileşme hissetti vücûdunda. Bütün ağrıları dinmiş, sıhhate kavuşmuştu tamâmen.
Sevinçle fırladı yataktan.
Hastalıktan eser yoktu.
İnanamıyordu.
Birkaç gün geçti.
Manisa’daki arkadaşından mektup geldi.
Derhâl açtı mektubu.
Merakla okudu.
Diyordu ki;
“Cumâ sabahı türbeye gidip, hastalığın için duâ ettim... Ümit ederim şimdi iyileşmişsindir. Selâm ve duâ ederim”
Adamcağız, bu cümleleri okudu...
Tutamadı gözyaşlarını!
Derhâl bir “Fâtiha” okudu.
Gönderdi mübârek rûhuna...
.
Allah dostlarını üzmek!..
19 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :19 Şubat 2025 00:41
Şeyh Sinan Efendi “rahmetullahi aleyh”, Manisa’da yaşayıp, orada vefât eden erenlerdendir...
Allah dostu bir velîdir.
Edepsizin biri, sözleriyle üzerdi bu Allah dostunu.
Zîra tanımıyordu onu.
Yakınları, o adama;
“O hakâret ettiğin zât kimdir biliyor musun?” dediler.
Adam da umursamaz bir tavırla cevap verdi:
“Bilmiyorum, kimmiş?”
Yakınları;
“O, Allah’ın velî bir kuludur. Allah dostlarını üzmek hayır getirmez. Gel vazgeç bu işten, yoksa pişmân olursun!” dediler.
Lâkin o, nasipsizdi.
Devam etti üzmeye.
Şeyh Sinan hazretleriyse onun bu yaptıklarına hiç kızmaz, üstelik duâ ederdi onun için.
Nitekim bir gün;
“Yâ Rabbî!.. O kuluna hidâyet ver. Onu iki cihanda azîz, kıymetli eyle” diye duâ etti...
Oradakiler şaşırdılar!
Ve bu büyük velî zâta;
“Efendim, o size hakâret ediyor, sizse ona duâ ediyorsunuz, nedir hikmeti?” diye sordular.
Büyük zât da;
“Herkes yanında olandan verir. Merak etmeyin. O yakında pişmân olup tövbe eder” buyurdu.
Bir müddet geçti.
Dediği gibi oldu.
Adam pişmân oldu bu yaptıklarına.
Edeple gelip özür diledi. Dahası, bu zâtın “talebesi” olmakla şereflendi.
.
Allah her şeye kâdirdir"
20 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2025 01:16
Hak dostlarından Şeyh Sinan Efendi “rahmetullahi aleyh” Manisa erenlerindendir.
Bu zâtı seven birinin üç aylık bebeği hastalandı bir gün.
Doktorlar âciz kaldı.
İlâçlar fayda etmedi.
Anne baba çâresiz, getirip bırakıverdiler çocuğu bu zâtın kollarına.
Mecburdular.
Ve kendisine;
“Hocam! Bu yavrumuz çok hastadır” dediler.
Büyük velî sordu:
“Doktora götürdünüz mü?”
“Evet götürdük, lâkin hiç faydası olmadı” dediler.
Mübârek üzüldü!
Az tefekkür etti.
Onları tesellî edip;
“Üzülmeyin, Allahü teâlâ her şeye kâdirdir. Darda bırakmaz kullarını. Bu çocuğa da şifâ verir inşallah. Bana öyle geliyor ki, bu çocuk hem iyileşecek, hem de uzun ömürlü olacak” buyurdu.
Duyduklarına inanamadılar.
“Ağzınıza sağlık hocam” dediler. Büyük velî, çocuğa nazar edip “Zannım odur ki; bu çocuk yüz yaşını doldurur” buyurdu.
Garipler, sevinçlerinden ne diyeceğini bilmediler.
O zât, bebeği aldı.
Ve annesine verip;
“Al bacım. Şu anda ben bunu yüz yaşını geçmiş, saçları, sakalları bembeyaz olmuş bir hâlde görüyorum” buyurdu.
Hakîkaten çocuk şifâ buldu. Ve yüz yaşının üzerinde vefât etti...
.
Lâ havleyi çok okuyun!"
21 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2025 21:55
Manisa-Demirci'de medfun bulunan Şeyh Sinan Efendi “rahmetullahi aleyh”, hacca gitti bir sene.
Dönüşte bir gemiye bindi.
Bir miktar yol almışlardı ki, bir “korsan gemisi” belirdi.
Ve hızla yaklaştı bu gemiye.
Maksatları kötüydü…
Hepsi de eşkıyâ idi.
Baskın yapacak, mal ve canlarına zarar vereceklerdi bu Müslümanların.
Ama yapamadılar.
Âciz kaldılar...
Zîra bu gemide Şeyh Sinan Efendi vardı.
Bu hâli gördü.
Ve ellerini açıp;
“Yâ Rabbî! Bize yardım et. Kurtar bizi bu zâlimlerin şerrinden” diye duâ etmişti...
Duâsı henüz bitmişti.
Âniden bir rüzgâr çıktı.
Korsan gemisini alıp, götürdü tâ ötelere.
Ve kısa zamanda kayboldu gözden...
Gemidekiler kurtulmuştu.
● ● ●
Bir gün, bu büyük velîye sevdiği bir kimse gelerek;
“Kalbimi dünyâ düşüncelerinden hiç kurtaramıyorum efendim” dedi.
Ardından sordu:
Bana, bu hususta tavsiyeniz nedir?”
Büyük velî dinledi.
Ve cevâbında; “Kalbinizde üzüntü ve kuruntu olunca, gidermek için tövbe ve istiğfâr okuyun. Korkulu zamanlarda özellikle ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm’ duâsını çok okuyunuz!” buyurdu.
.
Sizin yanınızda kalbim ferahlıyor..."
22 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :22 Şubat 2025 01:29
Cârullah Veliyyüddîn Efendi “rahmetullahi aleyh”, büyük velîlerdendir. 1738'de İstanbul’da vefât edip, Fâtih’te, kendi yaptırdığı külliyenin bahçesine defnedildi.
Bir talebesi;
“Hocam! Sizin yanınızda kalbim ferahlıyor, ayrılınca tekrar bozuluyor. Hikmeti nedir acabâ?” diye sordu.
Cevâben;
“Eshâb-ı kirâm da böyleydi evlâdım” buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Ebû Dücâne hazretleri, bir gün Hazret-i Ebû Bekr'e gidip;
“Yâ Ebâ Bekr! Ben, Efendimizin sohbetindeyken ferahlıyorum. Sohbetten çıkınca, kalbim tekrar dünyâya meylediyor. Neden acabâ?” diye sordu.
Hazret-i Ebû Bekr;
“Bende de öyle oluyor” buyurdu.
Hazret-i Ebû Dücâne;
“Haydi öyleyse gidip Efendimize soralım” dedi.
Ve gidip sordular.
Resûl-i ekrem Efendimiz “Benim ağzımdan çıkan her kelime ‘nur’dur. Benim yanımdayken hepinizi nûr kaplıyor. Ama dışarı çıkınca Ebû Cehil’leri, Ebû Lehep’leri görüyorsunuz. Onların zulmeti kaplıyor sizi" buyurdu.
Sordular ki:
“Yâ Resûlallah! Sizden sonra bizler ne yaparız?’
Efendimiz;
“Namaz kılın, Kur’ân-ı kerîm okuyun, Allah deyin. Allah dostlarının sohbetinde bulunun” buyurdu.
.
Mühim olan son nefestir!
23 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :23 Şubat 2025 01:33
Celâl Alî Dede “rahmetullahi aleyh” Anadolu velîlerindendir...
Trablus'ta vefât etti...
Bir gün şunu anlattı:
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine bir papaz gelip “Ey Cüneyd! İkimiz de din adamıyız, hangimiz daha üstünüz?” diye sordu.
Buyurdu ki:
“Haftaya gel, cevap vereyim”
“Neden şimdi söylemiyorsun?”
“O vakit belli olacak.”
Papaz;
“Pekâlâ” deyip gitti...
Bir hafta sonra geldiğinde Cüneyd'in evinin önünü kalabalık görüp sordu:
“Hayrola, ne bu kalabalık?”
Dediler ki:
“Cüneyt hazretleri vefât etti.”
“Yâ, başınız sağolsun.”
“Teşekkür ederiz.”
“Şeyy… Ben Cüneyd’e bir şey sormuştum. Bugün cevap verecekti.”
Onu içeri alıp;
“İşte cenâzesi, sor!” dediler.
Papaz “Peki” dedi.
Cenâzeye yaklaşıp;
“Yâ İmâm! Ben mi üstünüm, sen mi?” diye sordu.
Mübârek zât;
“Ben üstünüm” buyurdu.
“Peki ama, bunu niçin bir hafta önce söylemedin?”
“O zaman belli değildi. Çünkü o zaman ikimiz de hayattaydık. İkimizin de son nefesi belli değildi. Ama şimdi ben öldüm ve îmânla gittim âhirete. Senin durumunsa hâlâ belli değil” buyurdu.
Papazın kalbi değişti.
Kelime-i şehâdeti getirdi.
Ve îmânla ayrıldı oradan...
.
Herkese iyilik edin!
24 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :24 Şubat 2025 01:28
Celâleddîn Devânî hazretleri “rahmetullahi aleyh”, İran'da yetişen evliyâdandır. 1502'de İran’ın Kâzerûn şehrinde vefât etti.
Şu hâdiseyi anlatır:
"Fâhişelik yapan bir kadın, yolculuğu esnâsında bir kuyuya rastladı. O sırada bir köpek ilişti gözüne. Susuzluktan dili sarkmıştı zavallının.
Yüreği sızladı.
Su içirmek istedi ona.
Ancak su, çok derindeydi.
İp ve kova da yoktu üstelik.
Binbir güçlükle kuyuya indi.
Ayakkabısıyla su çıkardı.
Ve içirdi o hayvana.”
Gençler merak etmişti...
“Sonra hocam?”
“Cenâb-ı Hak, bütün günahlarını affetti onun. Öyleyse hiç kimseye tepeden bakmayın çocuklar, yoksa tepetaklak olursunuz. Şeytan da bu yüzden helâk olmuştu” buyurdu.
Delikanlılar;
“Nasıl?” diye sordular.
Cevâbında;
“Âdem aleyhisselâma tepeden baktı. Toprak diye secde etmedi ve felâkete gitti” buyurdu.
Nasîhat istediler.
“Gâyeniz, Allah’ın kullarına iyilik etmek olsun... İslâmiyet de budur zâten” buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Bir köylü, İslâmiyeti işitip Medîne’ye geldi bir gün. Resûlullah Efendimizi bulup sordu:
“Yâ Muhammed, İslâmiyet nedir?”
Cevap iki cümleydi:
“İslâmiyet; Allahü teâlânın emirlerini büyük bilmek, mahlûklarına da acımaktır.”
.
Duâ almaya bakın!
25 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :25 Şubat 2025 01:01
Cemâleddîn Mahmud Hulvî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin kabri, İstanbul Şehremini semtinde, Şirvânî Dergâhının bahçesindedir.
Bu zât anlatır:
Gencin biri, uzaklarda bir evliyâ zâtın olduğunu öğrenip, ziyâretine gitti bir gün. Kendi kendine;
“O zât bir duâ eder de, kalp gözüm açılır” diye ümitleniyordu.
Günlerce yol gidip, buldu velînin evini.
Kapıdan girerken aksırdı.
Ve “Elhamdülillah” dedi.
O velî de;
“Yerhamükâllah!’ diye mukâbele etti.
Yâni, “Allah sana, rahmetiyle muâmele etsin” diye duâ etti...
İşte ne olduysa o anda oldu.
Kalp gözü açıldı gencin.
Ve bütün hücreleri zikretmeye başladı. Daha eşikten içeri girmemişti ki; “Allaha ısmarladık, ben gidiyorum!” dedi.
Mübârek zât;
“Niçin geldin, niye gidiyorsun?" diye sorunca;
“Duânızı almak için gelmiştim. Aldım ve kavuştum murâdıma. İzninizle köyüme dönüyorum” dedi.
Bunu anlattı.
Ve ardından;
“Evet, bu iş böyledir... Kimi kırk sene uğraşır, zor kavuşur. Kimi de kırk sâniyede murâdına erer” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Ümitli olmak lâzım... Allahü teâlâ dünyâda vermezse kabirde verir. Kabirde vermezse mahşerde verir. Daha olmazsa mîzanda verir, sıratta verir, cennette verir. Ama verir. Yeter ki, kul istesin.
.
Söz dinlemeyenin hâli!..
26 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :26 Şubat 2025 01:04
Manisa’da medfun bulunan Kadı Şeyh Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri, bir grup talebesiyle sefere çıktı bir gün.
Dönüşte Manisa’ya iyice yaklaşmışlardı.
Talebesinden biri;
“Hocam! Ben önden gidip, gelmekte olduğumuzu arkadaşlara haber vereyim” diye arz etti.
Kadı Şeyh Efendi;
“Lüzum yok, habersiz gidelim de sürpriz olsun” buyurdu.
Lâkin o, söz dinlemedi.
Ondan habersiz düştü yola.
Bir müddet gitmişti ki, yolda âniden bir yılan çıktı önüne.
Çok iri ve korkunçtu!
Yolun tam ortasındaydı.
Heybetle durmuştu.
Geçit vermiyordu!
Yılan engeliyle karşılaşınca, anladı yaptığı hatâyı...
Pişmân olup geri döndü.
Hocası onu gördü ve mânâlı gülümsiyerek;
“Gidemedin mi evlât?” buyurdu.
Talebe büktü boynunu:
“Göndermediniz hocam.”
Ona şefkatle bakıp;
“İzinsiz iş yaparsan, işte böyle olur. Bir daha öyle şey yapma!” buyurdu
Talebe bin pişmândı.
Mahcup ve perîşandı.
Hocasının elini öpüp; “Affedin hocam. Bir daha size sormadan iş yapmıyacağım” dedi.
Hocası da ona;
“Pekâlâ evlâdım, ben de seni affettim” buyurdu..
.
Sultân Baba'nın hürmetine...
27 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :26 Şubat 2025 22:13
Bugün, Gölcük'te yatan bir “Allah dostundan” bahsedeceğiz.
Sultân Baba’dan. "Rahmetullahi aleyh"
Sevenlerinden biri gemiyle seyahate çıktı bir gün.
Bir gece fırtınaya tutuldular. “Sıra dağlar” misâli art arda gelen dalgalar, hurdaya çevirdi gemiyi.
Yolcular hep denize dökülmek üzere idi.
Bu kişi ellerini açtı.
“Yâ Rabbî! Sultân Baba'nın hatırı için beni kurtar” dedi.
Allaha yalvardı.
O esnâda bir “el” kavradı belinden.
Ve sağ sâlim bıraktı sâhile.
Adam sağa sola baktı.
Kimseyi göremedi.
İzmit'e döndüğünde, doğruca geldi Sultân Baba’nın yanına.
Mübârek zât, ona muhabbetle bakıp;
“Geçmiş olsun kardeşim... Allah dostlarının hürmetine Cenâb-ı Hak kurtardı seni” buyurdu.
O arz etti ki:
“Beni siz kurtardınız efendim.”
Buyurdu ki:
“Her iyilik ve yardım, yalnız Allahü teâlâdandır.”
“Ama hocam” diyordu ki, eliyle, "sus!" işâreti yaptı.
Adam sustu.
Ama merak etmişti.
Sultân Baba;
“Allahü teâlâ, ihsânını kullarının eliyle yapar. Çünkü âdet-i ilâhîsi böyledir” buyurdu.
.
Yanlış gemiye binersen!..
28 Şubat 2025 02:00 | Güncelleme :27 Şubat 2025 22:53
Sultân Baba “rahmetullahi aleyh”, Gölcük'te yatan bir velîdir. Bir gün bir grup insan, huzûruna geldiler bu zâtın.
Ve kendisine;
“Hocam! Biz Hacca gitmek istiyoruz bir emriniz var mı?” diye sordular.
Mübârek zât;
“Bu sene kalsın. Ertesi yıl gidersiniz” buyurdu.
Ancak onlar hazırlıklarını yapmışlardı.
“Bu sene gitseydik çok iyi olacaktı hocam” dediler.
Buyurdu ki:
“Siz bilirsiniz, gider ve geri dönersiniz!”
Bu kimseler, bu cevaptan, “izin" mânâsını çıkardılar.
Hâlbuki “siz bilirsiniz" demek, “benim rızâm yok" demekti...
Neyse, yola çıktılar.
Ancak yanlış gemiye binmişlerdi. Birçok yerlere uğrayarak gidince, hac vaktine yetişemeyip, yarı yoldan geri döndüler.
Mübârek zât; "Gider, geri dönersiniz" buyurmuştu ya...
Dediği gibi oldu.
Gelip özür dilediler bu büyük velîden.
Ve bir yıl geçti...
Hac mevsimi geldi.
Aynı kişiler yine gelip, Hac için, izin istediler. “Selâmetle gidin. İnşallah görüşürüz” buyurdu.
O gün yola çıktılar.
Mekke'ye vardılar.
Fakat o da ne?!..
Sultân Baba da oradaydı.
Şaşırdılar tabii!
"İnşallah görüşürüz" buyurmuştu ya. Bu sözün hikmetini o zaman anladılar...
.
Bakır olan altınlar!..
1 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :28 Şubat 2025 22:46
Bugün, Gebze'de medfun bulunan bir Hak dostundan bahsedeceğiz.
İlyas Bey’den. “rahimehullah”...
Bu zât, Gebze'nin fethine katılmış ve şehit düşmüş bu toprakta.
Bir gün biri gelip;
“Çok fakîrim, ne olur bana yardım edin” diye yalvardı. Ancak İlyas Bey'in de parası yoktu.
Ona, zengin bir tüccarın adresini verip; “Ona git, benden selâm söyle. Sana şu kadar para versin, ben sonra öderim” buyurdu.
Adam “başüstüne" dedi.
Ve gidip söyledi bunu o tüccara. Ancak tüccar kaçındı yardım etmekten.
Fakîr, mahzun olarak geri döndü.
Mübârek zât sordu:
“Verdi mi parayı?”
“Hayır, vermedi.”
Mübârek çok üzüldü!
Mahzun bir edâ ile;
“Pekâlâ” dedi sâdece.
Aynı gün, o tüccara para lâzım oldu.
Emretti bir adamına. “Bana kasadan bir kese altın getir!”
Adam “başüstüne" deyip gitti kasaya.
Bir kese “altın” alıp, verdi tüccara.
Tüccar, keseyi açınca donup kaldı.
Zîra altın değil, “bakır" vardı kesenin içinde.
Gözlerine inanamadı...
Hâlbuki bizzat kendi eliyle koymuştu altınları o keseye. Ancak düşününce anladı hikmetini.
Kendi kendine;
“Ben, o Allah adamını incittim" deyip, koştu bu zâtın huzûruna. Elini öpüp özür diledi. Ve bir daha ayrılmadı yanından.
.
İbâdet edenlerin kibri!..
2 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :1 Mart 2025 23:02
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, Horasan'da yetişen evliyânın büyüklerindendir. 781 senesinde Bağdat'ta vefât etti.
Kabri de oradadır.
Kendini bilmezin biri, sokakta bir şeyler yiyerek gidiyordu ki, bu velîyi gördü birden...
Ve alay etti bu Allah adamıyla. Şânına yakışmıyan kelimeler kullandı.
Mübârek zât hiç oralı olmadı.
Devam etti yoluna.
Ama kalbi kırılmıştı.
Birkaç dakîka geçti...
Aynı yerde, adamın ölüsüyle karşılaştı insanlar. Yediği o şey boğazında kalmış ve ölümüne sebep olmuştu...
Bu büyükleri üzmeye gelmez...
● ● ●
Bir gün bu zâta; "Efendim, kibirler içerisinde en kötüsü hangisidir?" diye sordular.
Biraz durdu.
Cevâbında;
"İbâdet edenlerin kibridir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
"Her an Allahü teâlâyı hâtırlayan ve Onu bir an unutmayanlar, güler bir hâlde cennete gireceklerdir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de biri gelip, kıyâmetten sordu bu velîye.
Ona cevâbında;
"Doğduğu günden ölünceye kadar her ânını secde ederek geçiren kimse bile, kıyâmet gününün şiddetinden, sevaplarını az görür" buyurdu
.
"Hangi güzel yüzdür ki…"
3 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :3 Mart 2025 01:17
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, İmâm-ı âzam hazretlerinin talebesi olup, kabr-i şerîfi Bağdat'tadır.
Kanaat ehli olup çok ibâdet yapardı.
Para ve dünyâ malı hiç yoktu gönlünde.
Haram ve şüphelilerden kaçınır, gece gündüz Rabbine ibâdete sarılırdı.
● ● ●
Gençliğinde bir kadından; “Hangi güzel yüzdür ki, toprak olmadı./Hangi tatlı gözdür ki, yere akmadı” beytini işitince duygulandı.
Ve çok da ağladı!
Doğruca İmâm-ı âzam hazretlerinin huzûruna vardı. Ve işittiği bu beyti arz edip; “Efendim, ben şimdi ne yapayım?” diye sordu.
Hazret-i İmâm;
“Önce İslâmiyeti öğren” buyurdu.
Onun emriyle bütün ilmihâl bilgilerini öğrendi. Yirmi sene Hazret-i İmâm'ın dersine devam etti.
“Zâhirî ilimler”de mütehassıs oldu.
İslâm’a öyle kuvvetli sarıldı ki, hayâtı örnek oldu çok insana.
Sonraları “uzleti” tercîh etti. Ancak İmâm-ı âzam hazretleri bunu haber alınca, kendisine;
“İnsanlar arasına gir. Talebe kardeşlerinin arasına gel, fakat hiç konuşma, sâdece dersine çalış” buyurdu.
Hazret-i Dâvud da;
“Peki efendim” dedi.
Ve bir sene müddetle hiç konuşmadı.
İmâm-ı âzam hazretlerinin emrine uyunca, mânevî derecesi de kat kat yükseldi.
.
Sonsuz yolculuğa hazırlık...
4 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :4 Mart 2025 00:02
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, evliyânın büyüklerindendir.
Nefsiyle mücâdele ederek evliyâlık yolunda kemâle gelmişti.
Dışarı pek çıkmazdı.
Ancak namaz için câmiye çıkar, kılınca da çok acele eve dönerdi hemen.
Bir gün kendisine;
“Niçin böyle acele eve gidiyorsun?” diye sordular.
Cevâbında;
“Beni bekleyenler var” buyurdu.
Sordular:
“Kim bekliyor efendim?”
“Kabristandakiler” buyurdu. “Sonsuz yolculuğa hazırlık yapmam gerekiyor. Onun için acele gidiyorum.”
● ● ●
Bir gün yine câmiden çıktı. Acele eve gidiyordu ki, “Bu aceleniz nedir efendim?” dediler.
Büyük velî;
“Gönlü dünyâya bağlı insanları görünce kalbim dünyâya meylediyor. Onları görmemek için hızlı gidiyorum” buyurdu.
Sordular:
“Efendim, insanlarla niçin konuşmuyorsunuz.”
Cevâben;
“Kiminle konuşayım? Gönlünü dünyâya kaptırmış olanlarla konuşsam kalbim kararıyor. Akıllı olanlar da bana emir ve yasakları hâtırlatmıyor, hatâ ve kusûrumu söylemiyorlar. Bana, bunlardan da fayda gelmiyor” buyurdu.
.
Nasîhatine muhtacız efendim..."
5 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :4 Mart 2025 23:03
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, bir gün Câfer-i sâdık hazretlerine;
“Kalbim katılaştı, bana nasîhat eyle” diye ricâ etti.
O da cevâben;
“Ey Dâvud! Sen zâhid birisin, benim nasîhatime ihtiyâcın var mı?” buyurdu.
Hazret-i Dâvud;
“Evet, sen Resûlün torunusun ve Onun kanından zerre taşıyorsun. Bunun için herkes senin nasîhatine muhtaçtır” dedi.
Câfer-i Sâdık;
“İyi ama ben de korkuyorum!” buyurdu.
“Sen neden korkuyorsun?” diye sorunca;
“Dedem Resûlullah, kıyâmet günü bana; ‘Sen benim torunum olursun da niçin benim dînime tam uymazsın? Bugün nesebin faydası olmaz. Herkes, ancak İslâm’a uymakla kurtulur’ derse diye çok korkuyorum!” buyurdu.
Hazret-i Dâvud;
“Yâ İlâhî! O böyle korkarsa, o gün Dâvud’un hâli nice olur?” dedi.
Ve uzlete çekildi. Ama dünyâyı tutmuştu şânı, şöhreti.
● ● ●
Dâvud-i Tâî zamânında insanlar, âlimlere gelip; “Hazret-i Dâvud'un ne iyi hâli var ki, ismi dillerde dolaşıyor. Hâlbuki kendisi insanlardan kaçıyor” diye sordular.
Onlar cevâben;
“Bu, her zaman böyledir. Kim kullardan yüz çevirip Rabbine dönerse, öyle şeref bulur ki, kimsenin aklı ermez” dediler.
.
Mahşeri düşünüp dehşete kapıldım!"
6 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :5 Mart 2025 22:52
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, bir gece evinin damına çıktı. Orada günahlarını düşünüp hıçkırarak ağlamaya başladı!
Sonra gökyüzüne baktı.
Rabbini tefekküre daldı.
Allahü teâlânın sonsuz kudret ve azametini fikredip, bayıldı.
Komşunun damına düştü kendi damından!
Gürültüyü duyan adam, heyecânla koştu yukarı.
Hırsız var zannetmişti.
Onu görünce sordu:
“Sen mi düştün yâ Dâvud?”
“Evet, ben düşmüşüm.”
“Hayırdır, nasıl düştün?”
Buyurdu ki:
“Rabbimi tefekkür ediyordum. Sonra mahşerdeki hâlimi düşünüp dehşete kapıldım! Sonrasını hâtırlamıyorum.”
● ● ●
Bir gün de bâzı dostları “Bünyeniz çok zayıf. Size yağlı bir yemek getirsek, yer misiniz efendim?” dediler.
Cevâben;
“Yerim” buyurdu.
Gerçekten de çok açtı.
Yemeye ihtiyâcı vardı.
Ancak yemek gelince, değişti fikri.
Yiyemedi.
Zîra az ileride oturan yetîm ve kimsesizleri hâtırlamıştı.
Onun için yiyemedi.
Yemeği getirene;
“Sen bu yemeği, filân evde oturan yetîm ve kimsesizlere götür. Onlar yesinler” buyurdu.
.
Ölünce hesâba çekileceksin!"
7 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :6 Mart 2025 23:17
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, Allah adamlarındandır.
İmâm-ı âzam hazretlerinin dersine devam edince, mübârek kalbi ilâhî nurlarla doldu.
Halîfe Hârun Reşid, bir gün bu zâta gelerek;
“Bana nasîhat eder misin” diye ricâ etti.
Büyük velî;
“Ey Hârun! Günahtan çok sakın! Zîra ölünce hesâba çekileceksin. Milletine de sakın zulmetme, bilâkis onlara acı, yoksa mahşer gününde hepsi senden dâvâcı olurlar” buyurdu.
Hârun Reşid bu velî zâtı, gözyaşları içinde dinledi!
Ve memnun olup, bir kese “altın” verdi kendisine.
Ama o, almadı.
“Param, ölünceye kadar bana yeter” buyurdu.
Zîra o, evini satmıştı.
O helâl para için de;
"Yâ Rabbî! Bu para ne zaman biterse ömrüm de bitsin" diye duâ etmişti...
Ve o paranın, kaç gün idare edeceğini de bildirmişti Hârun Reşid'e.
Halîfe, defterini çıkardı...
Ve not etti bu târihi.
Aradan bir müddet geçti...
Bir gün bâzı kimselere;
“Dâvud-i Tâî hazretleri bugün vefât etmiştir” dedi.
Onlar şaşırıp;
“Nereden biliyorsunuz?” dediler.
“Parası bugün bitti” dedi.
Gerçekten de o gün “ölüm” haberi geldi...
.
Ömrümde hiç nefsime uymadım!"
8 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :7 Mart 2025 23:24
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin vefâtından bir gün önce, bir sevdiği yanına gitti.
Gördü ki; başını kerpiçten yastığına koymuş, uyuyor.
Başında bekledi.
Uyanınca;
“Ey Dâvud, dışarıda çok güzel bir hava var. İstersen seni bıraz dışarı çıkarayım” dedi.
Ama o, istemedi.
O kişi, şaşırıp da sebebini sorunca;
“Ömrümde hiç nefsime uymadım. Ölürsem beni şu duvarın ardına gömün. Yerim belli olmasın. Sağlığımda uzlette yaşadım. Kabirde de öyle yatayım” buyurdu.
O gün sabaha kadar devamlı namaz kıldı.
Gözyaşlarıyla, duâ ve niyazda bulundu!
En son secdeye vardı.
Fecir sökene kadar başını kaldırmadı secdeden.
Annesi bunu gördü.
Hâliyle merak etti...
Yaklaşıp bakınca vefât etmiş olduğunu gördü.
Çok üzüldü.
O an bir ses duydu.
'Gâip’ten geliyordu.
Kulak verip dinledi;
“Bugün Dâvud-i Tâî Rabbine ve cennet nîmetlerine kavuştu... Cennet hûrileri, onun için süslendiler. Ne mutlu Dâvud'a ki, murâdına erdi!” diyordu.
.
"Nefsime, haddini bildirmek istedim!.."
9 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mart 2025 00:47
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinden bir kişi nasîhat istedi.
Ona cevâben;
“Bu dünyâya, burada kalacağın kadar; âhirete de orada kalacağın kadar çalış” dedi.
Ve devam edip;
“Ateşe dayanacağın kadar günah işle. Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar ibâdet eyle” buyurdu.
● ● ●
Bir gün pazara çıkmıştı.
Hurma gördü bir satıcıda.
Biraz almak istedi.
Ama parası yoktu...
Satıcıya;
“Bana bir dirhem kıymetinde hurma verir misin. Parasını yarın vereyim” buyurdu.
Ancak satıcı tanımıyordu onu.
Cevâben;
“Veresiye satmıyorum” dedi.
O, bu cevâbı aldı.
Ayrılıp gitti oradan.
Komşu satıcılar;
“Sen ne yaptın. O zât Dâvud-i Tâî hazretleriydi” dediler.
Adam bunu duydu.
Çok pişman oldu.
Üzüldü yaptığına!
Bir kesenin içine "bin dirhem" koyup koştu arkasından.
Ve yetişti kendisine.
Keseyi arz edince;
“Benim bunlarla işim yok… Ben, nefsime haddini bildirmek istemiştim! Meğer bir dirhem bile îtibârı yokmuş. Bunu, o da anladı” buyurdu.
.
Huzûra ermenin yolu...
10 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :9 Mart 2025 23:01
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin evine biri geldi bir gün.
Ama hiçbir eşya görmedi içeride.
Kerpiçten bir yastığı vardı.
Bir hasırı, bir de su kabı.
Dikkat etti.
Kapı bile yoktu evinde.
Kendisine;
“İsterseniz bir kapı takalım eve. Vahşî hayvanlar zarar vermesinler” dedi.
Buyurdu ki:
“Lüzum yok.”
“Neden efendim?”
“Beni bu dünyâdaki vahşîlerden korursunuz. Peki, kabirdekilerden kim koruyacak? Hem mezardaki yılanlar öyle büyüktür ki, dünyâdakiler hiç kalır ona göre” buyurdu.
● ● ●
Bir gün bu zâta; "Huzûra ermenin yolu nedir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Sabırdır" buyurdu.
Ve îzah etti.
"Huzûru, bir odanın içinde kilitli farz edin. İşte o odanın anahtarı sabırdır. Sabrederseniz kapı açılır ve huzûra kavuşursunuz.”
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Kardeşlerim! Dünyâya gönül kaptırmayan; mal, mevkî, şöhret kazanmak ve başa geçmek sevdâsında olmayan din âlimleri, peygamberlerin vârisleri ve insanların en iyileridir" dedi.
Ve ilâve etti:
"Kıyâmet günü, bunların mürekkebi, Allahü teâlâ için canını veren şehitlerin kanıyla tartılacak ve mürekkep daha ağır gelecektir.”
.
Gözyaşlarını niçin yüzüne sürüyorsun?"
11 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :11 Mart 2025 00:02
Halîfe Hârun Reşid, bir gün Ebû Yûsüf hazretlerine; “Gel, seninle Dâvud-i Tâî hazretlerini ziyârete gidelim, dedi.
Ve gidip kapıyı çaldılar.
Fakat açılmadı kapı.
Halîfe, kendisini tanıtıp, tekrar çaldı.
Yine açılmadı.
Yaşlı annesi;
“Evlâdım! Sultân kapına gelmiş, açıp içeri alsana” dedi.
O, cevâben;
“Mâzur gör anne. Dünyâ ehli birini görmek istemiyorum” buyurdu.
Annesi ısrâr edince açtı.
Ama o girince;
“Gözüm dünyâ ehli birini görmesin!” dedi.
Ve söndürdü kandilini.
● ● ●
Bir gün de sevdikleri; "Efendim niçin böyle kaçar gibi acele gidiyorsunuz?" diye sordular.
Onlara cevâben;
"Kalbi dünyâya bağlı insanları görünce kalbim kararıyor. Böyle kişileri görmemek için acele gidiyorum" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de ağlıyor, gözyaşlarını yüzüne sürüyordu! Kendisine "Gözyaşlarını niçin yüzüne sürüyorsun?" dediler.
Bir "âh!" etti ve cevâben;
"Allah korkusuyla akan gözyaşının ıslattığı uzuvları, Allahü teâlâ yârın cehennemde yakmaz!" buyurdu.
.
Bu dünyânın bir saati…
12 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :11 Mart 2025 23:22
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, büyük velîdir.
Bir gün sohbetinde;
"Bu dünyânın bir saati, kıyâmetin bin senesinden daha iyi ve hayırlıdır" buyurdu.
Merakla sordular:
"Niçin efendim?"
"Çünkü bu bir saatte, iyi bir amel yapıp, Allahü teâlânın rızâsı kazanılabilir. Ama o bin senede hiçbir şey yapılamaz" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
"Efendim, insanlar arasına niçin karışmıyorsunuz?" dediler.
Onlara döndü.
Sitemli olarak;
"İnsanlar bana Allahü teâlânın emir ve yasaklardan bahsetmiyor, hatâlarımı söylemiyorlar. Böyle insanlarla niçin oturayım?" buyurdu.
● ● ●
Bir gün sohbetinde; "Müminin ölümü, büyük saadettir. Çünkü ölümle Rabbine kavuşacaktır" buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Kulun eceli gelir.
Son nefesleridir.
O anda kendisine Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm gösterilir ve kendisine; “Bunu tanıyor musun?” diye sorulur.
Müminler bakar.
“Tanıyorum” der.
Ve Onu görmenin lezzetiyle ölüm acısını duymaz.
Kâfirler ise;
“Tanımıyorum” der.
Ve sonsuz felâkete düşerler!
.
Duygulandıran bir ziyaret...
13 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :12 Mart 2025 23:21
İmâm-ı Âzam'ın oğlu Hammâd ile Ebû Yûsüf hazretleri, Dâvud-i Tâî hazretlerini “rahmetullahi aleyhim” ziyârete geldiler bir gün.
Fakîrdi mübârek.
Ama aldırmıyordu.
Hammâd, ona dört bin dirhem verip "Bu para, babamdan mîrastır, lütfen kabul et" dedi.
Hazret-i Dâvud;
"Pekâlâ" deyip aldı.
Sonra geri verip;
"Eğer birinden bir şey kabul etseydim, önce senden kabul ederdim" buyurdu.
Ebû Yûsüf, Hammâd'ın kulağına eğilip, yavaşça;
"Paraları Dâvud'un önüne saç!" dedi.
O da öyle yaptı...
Hazret-i Dâvud;
"Bütün dünyâdaki altınları önüme yığsanız, bana şu topraktan âdi gelir" buyurdu.
Bunu duyup duygulandılar...
Ve bir müddet ağladılar!
● ● ●
Bir gün de, içi ateş dolu bir tandır gördü.
“Cehennem ateşini” hâtırladı.
Ve düşüp bayıldı!
Binek üzerinde hâtırlasa, yere yuvarlanırdı.
Bir gün öyle oldu.
Bayılıp düştü!
Evine ilettiler.
Bir gök gürültüsü işitse, şimşek çaksa veyâ şiddetli bir rüzgâr esse, "Bütün bunlar, benim gibi bir günahkârın aranızda olması sebebiyledir" derdi.
.
O gün, zâlimlerin şefâatçisi yoktur!..”
14 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :13 Mart 2025 23:25
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretlerine, bir gün “Cennete ne ile girilir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Takvâ ile" buyurdu.
"Takvâ nedir efendim?"
"Takvâ, haramlardan sakınmaktır" buyurdu.
● ● ●
İbni Semmak hazretleri, Dâvud-i Tâî hazretlerine;
“Bana nasîhat et" dedi.
Cevâben;
"Öyle hayat yaşa ki, Allahü teâlâ seni haram bir iş üzerinde görmesin" buyurdu.
O, çok hoşlandı.
"Yine söyle" dedi.
O vakit; "Kötülerden, aslandan kaçar gibi kaç, iyilerden de hiç ayrılma!" buyurdu.
● ● ●
Biri de nasîhat isteyince;
"Dünyâ için dünyâda kalacağın kadar, âhiret için de, âhirette kalacağın kadar çalış" buyurdu.
● ● ●
Kız kardeşi anlatır:
Bir gece namaza durdu...
Mü’min sûresi’nin başından okumaya başladı.
Bir âyete geldi.
Devam edemedi.
Zîra bu âyette; “Ey Resûlüm! Müşrikleri kıyâmet günüyle korkut. O gün zâlimlerin şefâatçisi yoktur” buyuruluyordu.
Bu âyeti okudu...
Bir daha okudu...
Bir daha, bir daha, derken sabaha kadar, hep bu âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okuyup, hürgür hüngür ağladı!
.
"Rabbime ne cevap veririm?"
15 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :14 Mart 2025 23:09
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, bir gün sohbetinde; "Kardeşlerim! Allahü teâlânın size verdiği nîmetlerden, muhtaç olanlara verin, yoksa elinizden çıkar" buyurdu.
Ve ilâve etti:
Hadîs-i şerîfte;
“Allahü teâlâ bâzı kullarına çok nîmetler ihsân etmiştir. Bu nîmetleri muhtaç olanlara vermezlerse, ellerinden alıp da başkalarına verir” buyuruldu.
● ● ●
Dâvud-i Tâî hazretlerine, bir gün akrabâsından biri gelip;
“Bana nasîhat ediniz" deyince, çok ağladı!
Sonra ona;
"Gece ve gündüz, bu yolculukta birer konak yeri gibidir. Âhirete gideceğimiz muhakkak olduğuna göre oraya hazırlık yapalım" dedi.
Gözyaşını sildi!
Ve titrek sesle;
"Ben bunları sana söylüyorum, fakat bilesin ki bu nasîhate senden çok, benim ihtiyâcım var" buyurdu.
● ● ●
Hazret-i Dâvud “rahmetullahi aleyh” bir gün ilâç içmişti.
Evdekiler bu zâta;
"İlâç içtin, biraz dışarı çık, yürü, güneşlen" dediler.
Başını öne eğdi.
Ve sonra kaldırıp;
"Mahşer günü, Hak teâlâ bana, ‘niçin lüzumsuz birkaç adım yürüdün?’ diye sorarsa, ne cevap veririm?" buyurdu.
.
"Müslümanları sevindirmeye bakın"
16 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :16 Mart 2025 01:02
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, İmâm-ı âzam hazretlerinin talebesi olup kabr-i şerîfi Bağdat'tadır.
Kanaat ehli olup çok ibâdet yapardı.
Para ve dünyâ malı hiç yoktu gönlünde.
Haram ve şüphelilerden kaçınır, gece gündüz Rabbine ibâdete sarılırdı.
Uzlete çekilmeden önce İmâm-ı âzam hazretlerinin hiçbir dersini kaçırmazdı.
Hocası ona; "Uzlet et" dedi.
Bu emirle uzlete çekildi.
Ve kalbi nurla doldu.
Bundan sonra İmâm-ı âzam hazretleri, Dâvud-i Tâî hazretlerinin ziyâretine gelir, ona iltifatlarda bulunurdu.
● ● ●
Hazret-i Dâvud, bir gün sohbetinde "Müslümanları sevindirmeye bakın" buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Hadîs-i şerîfte ‘Farzlardan sonra amellerin en üstünü, bir mümini sevindirmektir’ buyuruldu.”
● ● ●
Bir kimse, Dâvud-i Tâî hazretlerinin yanına geldi ve onu hayranlıkla seyretmeye başladı.
Hazret-i Dâvud, o kişiye dönüp;
"Bilmiyor musun, çok konuşmak kadar çok bakmak da hoş bir şey değildir?" buyurdu.
Adam önüne baktı.
Sonra başını kaldırdı.
Ve nasîhat isteyince;
"Münker ve Nekir melekleri seni bekliyor, onlara vereceğin cevâbı hazırla!" buyurdu.
.
Ömür, büyük sermâyedir...
17 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :16 Mart 2025 22:54
Kûfe'de bâzı kimseler, Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretlerine gelerek "Bize nasîhat eder misiniz?" dediler.
Büyük velî;
"Ömür, büyük sermâyedir; onu boşa harcamayın. En güzel iş, İslâmiyeti iyi öğrenmek, öğretmek ve bu bilgisiyle amel etmektir" buyurdu.
● ● ●
Bir sohbetinde;
"Kabirdekiler, dünyâda işledikleri günahlar için, kabirlerinde acı azap çekiyorlar" buyurdu.
Ağlamaya başladı!
Ve gözyaşları aktı!
Sözüne devamla;
"Şu anda, mevtâlar kabirlerinde, işledikleri günahlar için büyük ‘pişmânlık’ içindedirler. Bugün yaşayanlar da yarın ölünce, çok pişmân olacak ve ‘âh, keşke hiç günah işlemeseydim’ diyecekler” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"Müslüman kime denir efendim?" diye sordular.
Büyük velî;
"Îmân edip de kendini İslâmiyete uyduran, Müslümandır. İslâmiyeti kendi arzusuna uydurmak isteyen, Müslüman değildir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de; "Rabbimden üç şey istedim. Dünyâya hiç rağbet etmeyeyim. Namazlarımı O’nun beğendiği gibi kılayım. Ve şehitlik rütbesine kavuşayım" buyurdu.
.
"İslâmiyet, faydalı bir ilâç gibidir!"
18 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :17 Mart 2025 22:42
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, dâima hüzünlüydü! Geceleri Hak teâlâya yalvarır ve çok duâ ederdi.
Bir gece kalktı.
Ve ellerini açtı.
"Yâ Rabbî! Sana olan korkum ve sevgim, bende büyük dert olup, öbür dertlerimi unutturdu, beni affet" dedi.
● ● ●
Bir gün bu zâta;
“Bir annenin, birinci vazifesi nedir efendim?" diye sordular.
Büyük velî;
"Annenin birinci vazîfesi, çocuklarına dînini, îmânını, yâni İslâmiyeti öğretmektir. Dînini bilen çocuk, kötü arkadaşlara aldanmaz. Annesi babası gibi hâlis bir Müslüman olur" buyurdu.
● ● ●
Yine bir sohbetinde;
"İslâmiyet, faydalı bir ilâç gibidir. Kim içerse muhakkak şifâya kavuşur" dedi.
Ve ardından;
"İslâmiyetin emir ve yasaklarına, inanarak uyanlar, tatbîk edenler, dünyâda da âhirette de faydasına kavuşurlar" buyurdu.
Sordular ki:
"İnanmadan tatbîk edenler de kavuşur mu efendim?”
Büyük velî;
"Onlar; uydukları nisbette dünyâda faydasını görürler. Ama âhirette ellerine bir şey geçmez. Çünkü cennete girmek, ancak îmânla mümkündür" buyurdu.
.
"Asıl kerâmet İslâmiyete uymaktır!"
19 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :18 Mart 2025 22:35
Bir kimse anlatıyor:
Hazret-i Dâvud'un “rahmetullahi aleyh” hastalandığını duyup ziyâretine gittim.
Hava çok sıcaktı...
Baktım, Kur’ân-ı kerîmden “cehennem ateşi” geçen bir âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okuyor ve gözyaşı döküyordu!
Yanına yaklaştım.
Ve kendisine; “Seni açık havaya çıkarayım mı?” dedim.
Cevâben; “Hayır istemem, ben ölürsem cenâzemi şu duvarın arkasına gömün” dedi.
Merak etmiştim...
“Niçin?” dedim.
Cevâben; “Sağlığımda uzletteydim. Ölünce de uzlette olmak, kimsenin görmediği bir yerde yatmak istiyorum” buyurdu.
● ● ●
Bir gün kelime-i tevhîdin fazîletine dâir çok şeyler anlatıp "Bu hususta çok hadîs-i şerîf var" dedi.
Cemaat ricâ ettiler;
"Birini söyleseniz."
Büyük velî; "Peygamber Efendimiz ‘Bir kimse inanarak Lâ ilâhe illallah derse, muhakkak cennete girer’ buyuruyor" dedi.
● ● ●
Bir sohbette, cemaatten biri; "Evliyâlar kerâmet gösterir. Bu zât ise göstermiyor. Acabâ nedendir?" diye düşündü...
Bu, ona mâlûm oldu.
Ve o kimseye dönüp;
"Kerâmet şart değildir, mühim de değildir. Mühim olan; İslâmiyete tam uymaktır ve asıl kerâmet de budur" buyurdu.
.
"Cennet Dâvut için süslendi..."
20 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :19 Mart 2025 23:04
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri vefât ettiği gece, semâdan bir ses işitildi.
"Ey insanlar! Dâvud-i Tâî, Allahü teâlânın rahmetine kavuşmuştur. Allahü teâlâ ondan râzı olmuştur" diyordu.
Bir velî de diyor ki:
"Dâvud-i Tâî'nin vefât ettiği gece çok melek gördüm.
Bir sevinç içinde;
“Cennet-i âlâ, Dâvud için süslenip hazırlandı” diyorlardı.
● ● ●
Bu zât, bir gün sevdiklerine; "Bir mümin, bir müminin yüzüne muhabbetle bakarsa, Cenâb-ı Hak onu affeder. Yine bir Müslüman; bir Müslümanı sevindirirse, Allahü teâlâ ona nâfile hac ve umre sevâbı verir" dedi.
Hikmetini sordular.
Cevâbında;
"Çünkü Allahü teâlâ, kullarının çok kazanmasını, âhirette kârlı çıkmasını istiyor. Onun için böyle bahâneler yaratıyor" buyurdu.
● ● ●
Bir sohbette de, Peygamber Efendimizin, hazret-i Âişe vâlidemize şöyle buyurduğunu nakletti:
“Yâ Âişe, üç yerde, kimse kimseyi hâtırlayamaz. Mîzan’da sevâbının ağır veyâ hafif geldiği belli olana kadar. Amel defterinin, sağdan mı, soldan mı, arkadan mı verileceğini öğreninceye kadar. Ve bir de Sırat köprüsünü geçerken kurtulup kurtulamıyacağını öğreninceye kadar.”
.
Kabir zindanına girmeden!..
21 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :20 Mart 2025 22:45
Ebû Hâlid anlatıyor:
“Evimiz, Hazret-i Dâvud'un “rahmetullahi aleyh” eviyle karşı karşıyaydı. Ben, gecenin hangi saatinde uyansam, Dâvud-i Tâî hazretlerinin ışıklarını yanar vaziyette görürdüm.
Geceleri uyumazdı.
Ya duâ ederdi.
Ya da ağlardı!
Ben her gece onun duâ ve ağlama seslerini işitirdim!”
● ● ●
Bir kişi anlatıyor:
Bir gece rüyâmda Dâvud-i Tâî hazretlerini gördüm. Bana bakıp “Şu anda dünyâ zindanından kurtuldum” dedi.
Sabah oldu.
Evine gittim.
Vefât etmiş olduğunu gördüm.
Haberi duyan koştu. Cenâzesini taşımakla şereflenmek için binlerce insan toplandı kabri başında.
İbni Semmak;
“Ey Dâvud! Kabir zindanına girmeden, kendini dünyâda hapsettin. Hesap günü gelmeden, kendini hesâba çektin. Bugün de Allahü teâlânın rahmetine ve cennetine kavuştun!” dedi.
● ● ●
Bu zât bir sohbette "Eti konuşturan, yağı gördüren, kemiğe işittiren Allahü teâlâyı tesbîh ederim" buyurdu.
Anlayamadılar?!.
Ve îzah istediler.
Cevâbında;
"Burada et'ten maksat (dil), yağ'dan maksat (göz), kemik'ten maksat da (kulak) idi" buyurdu.
.
"Evliliğin mesuliyeti çoktur"
22 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :21 Mart 2025 23:21
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin huzûruna bir gün bâzı sevdikleri gelerek "Efendim, niçin evlenmiyorsunuz?" diye sordular.
Büyük velî;
"Evliliğin mesuliyeti çoktur. Sâliha bir hanımla evlenirsem, onun hukûkuna riâyet edemem diye korkuyorum. ‘kul hakkı’ var!" buyurdu.
"Nasıl kul hakkı?"
Dediklerinde de;
"Şöyle ki; zevcemin kalbini incitirsem ‘kul hakkı’ olur. Eğer helâl etmezse mahşer gününde ödemek çok zordur" buyurdu.
Merak ettiler;
"Nasıl yâni efendim?"
"Meselâ birinin üstünde zerre kadar ‘kul hakkı’ varsa; bu ufacık hak için, o gün, bir yıllık kabul olmuş namaz sevâbı alınıp, alacaklıya verilecektir" buyurdu.
Sordular:
“Ya yoksa efendim?"
"O zaman alacaklının günahları alınıp, buna yüklenir ve cehenneme atılır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta "Tasavvuf nedir?" diye sordular.
Cevâben;
"Hakîkî din âlimlerinden birine tâbi olup, onun feyiz ve bereketlerinden istifâde etmek ve ondan öğrendiği gibi yaşamaktır" buyurdu.
Yine bu babta:
"Eğer imkânım olsaydı, ayaklarım da sağlam olsaydı, evliyâya sevgisi olanları ziyâret için, dünyânın bir ucuna giderdim" sözünü sık sık söylerdi.
.
"Emr-i mâruf nedir efendim?"
23 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :23 Mart 2025 00:27
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin huzûruna, bir gün bâzı kimseler geldiler ve;
"Emr-i mâruf nedir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Emr-i mâruf, Allah'ın dînini Onun kullarına öğretmektir ve Hak katında çok sevaptır" buyurdu.
Ve daha açıkladı:
"Bir insanı bir ‘dünyâ sıkıntısından’ kurtarmak, bütün cihânın nâfile ibâdetlerinden daha sevaptır. ‘Âhiret sıkıntısından’ kurtarmanın sevâbını düşünün" buyurdu.
Ve ilâve etti:
"İnsanlar, yaptıkları ‘emr-i mâruf’ hizmetine karşılık, cennette kavuşacakları nîmetleri bilseler, sevinçten sokaklarda oynarlardı."
● ● ●
Bu zât bir gün de "Ölüme çâre yok... Mümin olsun, kâfir olsun bir gün ölünecek" buyurdu.
Dinleyenler;
"Ölüm acısını herkes duyar mı ki?" dediler.
"Kâfirler çok şiddetli hissederler" buyurdu.
Sordular ki:
"Ya müminler?"
"Onlar öldüğünü anlamaz bile... Bir bakar ki, ölmüş. ‘Aaa ben ölmüşüm’ der, o kadar.”
● ● ●
Bu zât anlatıyor:
Muâz bin Cebel hazretlerinin rivâyeti ile Resûlullah Efendimiz; “Kim kalbinden ihlâsla ve yakînle, (Lâ ilâhe illallah) derse, cennete girer ve ona cehennem ateşi hiç dokunmaz” buyurdu.
.
"Dünyâyı öyle terk et ki..."
24 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :23 Mart 2025 22:49
Fudayl bin İyâd hazretleri; Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri ile ömründe iki defâ görüşmüş, karşılıklı sohbette bulunmuştu.
Bir gün, yine gitmişti bu büyük zâtın evine.
Oturup sohbet ettiler.
Fudayl bin İyâd, bir ara tavana baktı.
Ve hazret-i Dâvuda;
"Ey Dâvud! Baksana, evin tavanı çatlamış, hem neredeyse üstümüze yıkılacak" dedi.
O, başını kaldırdı.
Hazret-i Fudayl'e;
"Ben nice zamandır bu evdeyim. Bırak tavandaki çatlağı, tavan var mı, yok mu, onun bile farkında değilim" diye cevap verdi.
● ● ●
İbni Semmak hazretleri de, bir gün Dâvud-i Tâî hazretlerini ziyârete geldi.
Sohbet ettiler.
İbni Semmak;
“Ey Dâvud, bana biraz nasîhat eder misin" dedi.
Hazret-i Dâvud;
"Öyle hayat sür ki, Allahü teâlâ seni, yasak ettiği günah bir işi yaparken görmesin" buyurdu.
İbni Semmak;
"Ne güzel" dedi.
Çok hoşuna gitti.
Ve “yine söyle” dedi.
Hazret-i Dâvud;
"Öyle yaşa ki, Allahü teâlâ seni, emirlerinden birini terk ettiğini görmesin" buyurdu.
O, bunu da duydu.
"Yine söyle" dedi.
O vakit de; "Dünyâyı ve dünyâ zevklerini öyle terk et ki, iftârın ölüm olsun" buyurdu.
.
"Nimet gelince şımarma, gelmeyince de üzülme!"
25 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :24 Mart 2025 23:15
Dâvud-i Tâî “rahmetullahi aleyh” hazretleri; bir kabrin yanından geçiyordu ki, gâipten bir ses duydu.
Kulak verdi.
"Ben zekât vermedim mi, namaz kılmadım mı, oruç tutmadım mı, falan hayırlı işi yapmadım mı?" diyordu.
İkinci bir “ses” de, o kişiye cevâben;
"Evet yaptın, ama Allah için değil; insanlar beğensin diye yaptın. Yalnız kalınca da Allah’a âsi oldun" diyordu.
● ● ●
Bu zât vefât ettiği gece, birisi onu rüyâsında görüp “Nasılsın?" diye sordu.
O da cevâben;
"Zindandan kurtuldum" dedi.
O kimse sabah uyanıp, bu rüyâsını kendisine anlatmak için evine gittiğinde, vefât etmiş olduğunu öğrendi.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine; "Sizi cehenneme düşmekten muhâfaza edecek olan şeyleri çoğaltınız" buyurdu.
Sordular ki:
"O şey nedir?"
Cevap verip;
"Allah’ın kullarına ihsân ve iyilik yapmaktır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de kendisine;
"Zühdün gâyesi nedir efendim?" dediler.
Cevâbında;
"Zühd, dünyâdan kesilmektir. Nimet gelince şımarmamak, gelmeyince de üzülmemektir" buyurdu.
.
"Ne nâzik el yanmasa bâri!"
26 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :25 Mart 2025 23:12
Bir gün Halîfe Hârun Reşid, Ebû Yûsüf hazretlerine (rahmetullahi aleyh) "Beni, Dâvud'a götür. Öğüt nasîhat isteyip duâsını alayım" dedi.
Evine vardılar.
Müsâfeha ettiler.
Hazret-i Dâvud, Halîfenin elini tutunca "Ne nâzik el, cehennemde yanmasa bâri" buyurdu.
Halife duygulandı!
Ve nasîhat istedi.
O zaman;
"Ey Halîfe! Allah’ın kullarına zulmetme ki, âhirette altından kalkamazsın" buyurdu.
Bunu işiten Hârun Reşid ağlayıp, gözyaşı döktü!
● ● ●
Bir sohbetinde de;
"Allahü teâlâ, müstahak olmayan, azâbı hak etmeyen hiçbir kimseye azap yapmaz. Yâni azap yaptığı kimseler, muhakkak ki, ona lâyıktır" buyurdu.
"Nasıl?" dediler.
Cevâbında;
"Bir kimse Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymaz, uymadığına pişmân olmaz, üzülmez, hiç de aldırmaz, tövbe dahî etmezse, bu kimse nasıl azâba müstahak olmasın?" buyurdu.
● ● ●
Sohbetlerinde ekseriyâ;
"Kardeşlerim! Herkesin mutlaka tadacağı ve kimsenin çâre bulamadığı ‘ölüm’ için şimdiden hazırlanınız... Çünkü ölüm geldikten sonra ‘âh!’ etmekten, pişmân olmaktan başka yapacak bir şey olmaz" buyururdu.
.
"Mümin kardeşlerine ikrâm et!"
27 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :26 Mart 2025 23:00
Dede Halîfe “rahmetullahi aleyh”, Osmânlı âlim ve evliyâsının meşhurlarındandır.
Amasya'da yaşadı.
İznik'te vefât etti...
Bu zât birkaç talebesiyle seyahate çıktı bir gün.
Az sonra suları bitti.
Ancak hem içmek için lâzımdı su, hem de abdest için...
Talebeler etrâfa dağılıp su aradılar.
Ancak bulamayıp geri döndüler.
Namaz vakti de geçmek üzereydi ki, telâşla bu zâta geldiler.
“Hocam! Namaz vakti geçiyor, ne yapacağız?”
Mübârek zât açtı ellerini.
“Yâ Rabbî! Bize sonsuz hazînenden su ihsân eyle” diye yalvardı.
Sonra da kalktı ve asâsını yere vurdu
Kudret-i ilâhîyle “su” fışkırdı o yerden.
Serin ve lezzetliydi.
Abdestlerini aldılar ve susuzluklarını giderdiler.
● ● ●
Bir gün, bu zâta;
“Size en hoş gelen amel nedir?" diye sordular.
Cevâbında;
"Mümin kardeşlerimi sevindirip ferahlandırmaktır" dedi.
Sordular yine:
"Ondan sonra nedir?"
Cevâbında;
"Mümin kardeşlerime ikrâm etmektir" buyurdu.
.
Hazreti Hızır'ı görmek için...
28 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :27 Mart 2025 22:56
Baba Nîmetullah Nahçıvânî “rahmetullahi aleyh”, Osmânlılar zamânında yetişen velîlerdendir. 1514’te Konya'nın Akşehir kasabasında vefât etti.
Bir gün biri geldi.
Arz etti bu zâta:
“Hocam! Size bir şey sorabilir miyim?”
“Buyur kardeşim, sor.”
“Hocam! Ben, Hızır aleyhisselâmla görüşmeyi çok istiyorum, ne yapmam lâzım acabâ?”
Buyurdu ki:
“Üç şeye dikkat et!”
“Onlar nedir hocam?”
“Birincisi; elinden geldiğince İslâmiyete uymaya çalış. İkincisi, kalbinde Müslümanlara karşı kin ve haset, kıskançlık bulundurma. Üçüncüsü de, bu alçak dünyâya düşkün olma.”
Adam sevindi...
Ve sordu ki:
“Bunları yaparsam görüşür müyüm hocam?”
“İnşallah. Hızır aleyhisselâm, kendisinde bu üç haslet bulunan kimselerle görüşür” buyurdu.
● ● ●
Allah’tan çok korkardı! Kıyâmet günü hâtırına gelince ağlar, orada olanlar tesellî ederlerdi!
Bir annesi vardı.
Yaşlı ve hasta.
Hizmetinden ayrılmaz ve "Eğer annemin hizmeti olmasaydı, o zaman yardıma muhtaç olan insanları arar, bulur ve onlara hizmet ederdim" derdi.
.
"Kimse eli boş dönmesin!"
29 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :28 Mart 2025 23:34
Dede Ömer Rûşenî “rahmetullahi aleyh” evliyânın büyüklerindendir...
Aydın'da doğdu.
Tebriz'de vefât etti...
Bir sene hacca gitti.
Arafat ovasında, hacıların yalvarmalarını ve içli iniltilerini görünce, ellerini duâya açıp;
“Yâ Rabbî! Bu Müslümanların haccını kabul et. Haccı kabul edilmeyen biri varsa, benim hac sevâbımı ona yaz. Kimse ‘eli boş’ dönmesin buradan” diye duâ etti.
O gece rüyâ gördü.
Şöyle nidâ edildi kendisine:
“Ey sevgili kulum! Bütün bu insanların haclarını, senin hürmetine kabul ettim... Yeter ki, sen üzülme.”
O anda uyandı...
Şükür secdesine vardı sevincinden.
● ● ●
Bu zât şöyle anlatıyor:
Hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz buyurdu ki: “Kıyâmet günü, kulun ameli getirilir, oraya mahsus olan terâzinin bir gözüne konur. Melekler tartar. Ama hafif gelir. Tâ ki, Allahü teâlâ tarafından mühürlenmiş bir sayfa getirilip, sevap kefesine konunca bu kefe ağır gelir. Görürler ki, bu sahîfede Lâ ilâhe illallah yazılıdır."
● ● ●
Bu zât sevdiklerine; "Bende, hoş olmayan bir hâl görürseniz lütfen bana söyleyiniz ki, hâlimi düzelteyim. Zîra bir kimse, din kardeşinde kötü bir hâl görür de bunu ona bildirmezse, faydalı olamaz" buyururdu.
.
"Hesâbına bir daha bakın!"
30 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :30 Mart 2025 00:32
Bedreddîn Serhendî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, Hindistan’da yetişen büyük velîlerdendir. 1688'de Hindistan’da vefât etti...
Bu zât bir gün şunu anlattı sevdiklerine:
Vaktiyle bir mümin vefât eder.
Mîzan'da amelleri tartılır.
Günahları ağır gelir.
Melekler, onu tutup, cehenneme sürüklerler. Cenâb-ı Hak, bildiği hâlde “Ey melekler! O kulumu nereye götürüyorsunuz?” diye sorar.
Melekler derler ki:
“Cehenneme götürüyoruz.”
Hak teâlâ buyurur ki:
“Hesâbına bir daha bakın!”
Melekler dönüp bakarlar ki, sevap kefesi ağır basmış.
Bu defâ geri dönüp, cennetin yolunu tutarlar. Adam merak edip;
“Ey melekler beni nereye götürüyorsunuz?’ diye sorar.
“Cennete” derler.
“Beni cehennemden kurtarıp cennete götüren şey nedir? Ne amel etmişim ki, sevaplarım ağır geldi?” diye sorar.
Melekler dönüp Mîzan'a baktıklarında, sevap kefesinde iki kürek “toprak” görürler.
Hak teâlâya;
“Yâ Rabbî! Bu toprak nedir ki, bu kulunun sevaplarını o kadar arttırdı?” diye sorarlar.
Hak Teâlâ;
“Benim bir dostum vefât etmişti... Bu da o cenâzeye iştirak edip, o dostumun kabrine iki kürek toprak attı. İşte o sevdiğim kulumun ölüsüne hizmet ettiği için bu sevâbı kazandı” buyurur.
.
Allah dostlarını üzenlerin cezâsı!
31 Mart 2025 02:00 | Güncelleme :31 Mart 2025 01:15
Bâlî Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri, Anadolu Evliyâsının büyüklerindendir...
1572'de İstanbul'da vefât etti. Bu zâtı bir düğün yemeğine dâvet ettiler.
Kabul edip teşrîf etti.
Ancak yemek sırasında birisi yüksek sesle malayani, boş şeyler konuşup üzdü bu büyük velîyi.
Mübârek zât onun bu hareketinden rahatsız olmuştu...
Ev sâhibini çağırdı.
Yavaşça kendisine;
“Şu adama söyleyin. Ya sussun, ya da gitsin buradan!” diye fısıldadı kulağına.
Ev sâhibi “başüstüne” dedi.
Ve gidip îkaz etti adamı.
Ancak o, susmadığı gibi, dışarı da çıkmadı.
Devam etti edepsizliğine.
Ev sâhibi çâresizdi!..
Geri gelip büktü boynunu. Hani “ne yapayım, dinlemiyor" demek istedi.
Mübârek zât;
“Üzülme. O şimdi burayı terk edecek” buyurdu.
Hakîkaten o an kapı çalındı.
Bir çocuk, heyecânla girdi...
O adamın yanına koşup “Yetiş amca, sizin çocuk damdan aşağı düştü!” dedi. Bunu duyan adam fırladı hemen dışarı.
Gidiş o gidiş.
Bir daha da gelmedi oraya.
Oradakiler hayretle birbirlerine bakışıp “Allah dostlarını üzenlerin cezâsı acele verilir!” diyorlardı birbirlerine.
.
Sen verirsen Allah da sana verir"
1 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :1 Nisan 2025 00:11
Demir Hoca “rahmetullahi aleyh”, Nevşehir'de yaşayan velîlerden olup, kabr-i şerîfi oradadır.
Çok cömert bir zâttı.
Kendisine bir hediye gelseydi hemen fakîrlere dağıtır, kendine bir şey ayırmazdı.
Kendisi de muhtaçtı hâlbuki...
Hanımı bir gün dert yandı kendisine.
Dedi ki:
“Efendi! Biliyorsun ki, bizler fakîr ve muhtâcız.”
“Evet hanım.”
“İhtiyaçlarımızı temin edemiyoruz.”
“Evet, öyle”
“Ama sen, zenginler gibi davranıyorsun. Bize gelen hediyeleri başkalarına dağıtıyorsun.”
Mübârek sordu:
“Peki hanım, ne yapmamı istiyorsun?”
“Ne bileyim, hani birâzını da bize ayırsan diyorum. Kendimiz muhtaçken dağıtmak olur mu?”
Mübârek zât birden ciddîleşti ve sordu:
“Bak hanım! Bize neden böyle çok hediye geliyor, sebebini hiç düşündün mü?”
Hanım merak etti...
“Hayır, nedenmiş?”
“Dağıttığım için; ben dağıtmasam hiç hediye gelmez bize. Sen verirsen Allah da sana verir. Bu, böyledir her zaman.”
Kadıncağız mahcuptu!
“Haklısın bey” dedi.
Ardından da;
“Anladım Efendi. Çok iyi anladım. Sen bildiğin gibi yap, vermeye devam et” dedi.
.
Ben kötü söz bilmem ki…
2 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :1 Nisan 2025 23:42
Demirtaş Muhammedî “rahmetullahi aleyh” Mısır'da yetişen büyük velîlerden olup, kabr-i şerîfi, Mısır’ın Hüseyniyye beldesinde bulunan kendi zâviyesindedir.
Bir gün birkaç sevdiğiyle yolda giderken birisi hakaret etti bu zata.
O, hiç cevap vermedi...
Ve devam etti yoluna.
Adam bunu görünce ileri gidip daha çirkin şeyler söyledi. Yine cevap vermeyince yanındakilerin sabrı taştı.
Ve kendisine;
“Hocam! O size hakaret ediyor, siz susuyorsunuz” dediler.
Büyük velî onlara sordu:
“Peki ne yapsaydım?”
Onlar da;
“Cevap verin, siz de ona bir şeyler söyleyin” dediler.
“Ne söyleyeyim?”
“Onu kötüleyin. Çirkin şeyler söyleyin meselâ.”
Buyurdu ki:
“Ben çirkin söz bilmem ki... O söylüyorsa içindekileri döküyor. Bilirsiniz, her kaptan içinde olan dışına sızar.”
● ● ●
Bir gün bu zata; "Efendim, hiç çalışmayıp da ‘rızkımız ayağımıza gelir’ diyen kimseler var. Bu hususta siz ne buyurursunuz?" dediler.
Büyük zât;
"Onlar hem cahil, hem de ahmak kimselerdir. İbrahim aleyhisselâm gibi bir büyük peygamber, hatta bütün peygamberler de rızık için sebeplere yapışır, çalışıp kazanarak geçimlerini sağlarlardı" buyurdu.
.
"İyi insan nasıl olur efendim?"
3 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :3 Nisan 2025 00:05
Derviş Ahmed Semerkandî hazretleri, Mâverâünnehr bölgesinde yetişen âlim ve velîlerin büyüklerinden bir mübârek zâttır.
Bir zaman, kadı/hâkim yapmak istediler bu zâtı.
Ancak o, kabul etmedi.
Kadı olursam “kul hakkına” girerim diye korktu!
Isrâr ettiler.
Yine kabul etmedi.
Zorladıklarında;
“Ben hâkimlik yapamam!” buyurdu:
“Hayır yaparsın” dediler.
“Yemînle söylüyorum ki, ben hâkimlik yapamam.”
Kızdılar bu defâ.
“Sen yalan söylüyorsun!” dediler.
Buyurdu ki:
“Pekâlâ, yalan söyleyen birini mi kadı yapacaksınız?”
Hayretle birbirlerine bakıp lâfı değiştirdiler.
“Yok, doğru söylüyorsun.”
“Doğru söylüyorsam inanın öyleyse, ben hâkimlik yapamam diyorum size”
Bir cevap veremeyip vazgeçtiler kadı yapmaktan.
● ● ●
Bir gün de bu zâta "İyi insan nasıl olur efendim?" diye sordular.
Onlara baktı.
Ve cevâben;
"İyi insan güzel huylu olur. Nitekim hadîs-i şerîfte ‘Îmânı kâmil olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır’ buyuruluyor" dedi.
.
“Cennette öyle köşkler vardır ki..."
4 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :4 Nisan 2025 00:01
Derviş Muhammed hazretleri “rahmetullahi aleyh”, evliyânın büyüklerindendir. Hindistan’da, Büster kasabasının Dasferar köyünde vefât etti...
Talebesinden biri, izin alıp sefere çıktı bir gün.
Yolda kaybetti kâfileyi.
Uçsuz bucaksız bir sahrâda kalmıştı tek başına.
Çâresizdi!..
Açtı ellerini.
“Yâ Rabbî! Hocamın hürmetine bana yardım et. Yetiştir beni kâfileme” diye yalvardı.
Elini yüzüne sürerken “hocasını” gördü yanı başında. Mübârek zât ona buyurdu ki:
“Yum gözünü!”
Genç, yumdu gözünü.
Açtığında kâfilenin hemen ardında buldu kendini.
Çok sevinmişti...
“Yâ Rabbî! Sana şükürler olsun” dedi ve “şükür secdesine” kapandı.
● ● ●
Bu zât bir gün şunu anlattı:
Sevgili Peygamberimiz, Eshâb-ı kirâm’a “Cennette öyle köşkler vardır ki, içinde bulunan kimse her dilediği yeri görür ve dilediği her yere kendini gösterir” buyurdu.
Bir sahâbî kalktı.
Ve Efendimize;
“Yâ Resûlallah! Böyle köşkler kimlere verilecek?” diye sordu.
Resûl-i ekrem;
“Güzel huylu, tatlı sözlü, kimseye yük olmayan ve herkesin yükünü çeken kimselere verilecektir” buyurdu.
.
Hazreti Hızır'ın nasihati...
5 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :5 Nisan 2025 00:09
Derviş Muhammed “rahmetullahi aleyh” hazretleri, dayısı olan Kadı Muhammed Zâhid hazretlerinin sohbetinde kemâle geldi.
Ondan önce nefsiyle çokca mücâdele etti.
O zamanlar insanlardan bîgâne yaşıyor, nefsinin şerrinden kurtulmak için çalışıyordu.
On beş sene riyâzet ve mücâhede yaptı...
Nefsiyle çok uğraştı.
Her şeyi yaptıysa da yine kavuşamadı murâdına.
Çâresizlik içinde ellerini kaldırıp;
“Yâ İlâhî!.. Bu nefsimin şerrinden kurtulmam için bana yardım et” diye yalvardı.
Elini yüzüne sürerken Hızır aleyhisselâmı gördü yanı başında.
Hazret-i Hızır;
“Eğer bu isteğine kavuşmak istiyorsan, dayın Muhammed Zâhid’in hizmetine gir. Zîra nefisten kurtulmanın tek çâresi, nefsinden kurtulanların sohbetidir” dedi.
O bunun işitti.
Anladı asıl işi.
Sevincinden ellerini açıp;
“Yâ İlâhî!.. Sana sonsuz kere şükürler olsun ki, bu işin çâresini bana öğrettin” dedi.
Ve koştu dayısının huzûruna.
Az zamanda kurtuldu nefsinin isteklerinden.
Resûlullah’ın (aleyhissalâtü vesselâm) mübârek kalbinden “fışkıran nurlar”, kalpten kalbe akarak onun kalbine aktılar.
.
Evliyâya kötü gözle bakmak!
6 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :6 Nisan 2025 00:32
Dimitrofçalı Muslihiddîn Efendi, “rahmetullahi aleyh”, Rumeli evliyâsının büyüklerinden olup, kabr-i şerîfi Dimitrofça şehrindedir...
O devirde bir kişi vardı.
Bilmiyordu bu zâtın büyüklüğünü.
Bir gece rüyâ gördü.
Sevgili Peygamberimiz o beldeyi teşrîf etmiş ve bu zâtın dergâhında sohbet etmekteydi.
O kimseyi gördü.
Ve ona bakarak;
"Ey filân! ‘Allah adamları’na kötü gözle bakmak felâkettir” buyurdular.
Heyecân içinde uyandı!
Mânevî bir haz içindeydi.
Sabah koştu dergâha.
O zât içerideydi.
Ve oturuyordu...
Hem de tam Resûlullah Efendimizin “aleyhisselâm” rüyâda oturduğu yerde oturuyordu...
O içeri girince ona bakarak "Ey filân! ‘Allah adamları’na kötü gözle bakmak felâkettir” buyurdu.
Adamcağız bunu işitince sarıldı ellerine.
Hürmetle öptü.
Ve bir daha ayrılmadı sohbetinden.
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine;
"Din nasîhattir. Her Müslüman elinde ne imkân varsa onunla Allah'ın kullarına emr-i mâruf yapmalıdır" buyurdu.
Dinleyenler sordu:
"Nasıl yapalım efendim?"
Büyük velî;
"İlmi olan ilmiyle, malı olan malıyla, mevkîsi olan mevkîsiyle yapar" buyurdu.
.
Sevmenin alâmeti nedir?
7 Nisan 2025 02:00 | Güncelleme :7 Nisan 2025 00:10
Dimitrofçalı Muslihiddîn Efendi, “rahmetullahi aleyh”, Rumeli evliyâsının büyüklerinden olup, kabr-i şerîfi Dimitrofça şehrindedir...
Bir gün bu zâta;
"Hocam! Allahü teâlânın bir kulunu sevdiğinin alâmeti, işâreti var mıdır?" diye sordular.
Cevâbında;
"Vardır" buyurdu.
"O alâmet nedir?" dediklerinde "O kimse hep hayırlı işlerle meşgul olur. İnsanlar fayda görürler kendisinden" buyurdu.
Sordular yine:
"Ya sevmiyorsa efendim?"
Büyük velî;
"Allahü teâlânın sevmediği kimse, hep malayaniyle vakit geçirir. Yâni ne dîne, ne de dünyâya hiçbir faydası olmayan boş işlerle uğraşır” buyurdu.
Ve sordu onlara:
“Daha açık söyleyeyim mi?"
"Buyurun” dediler.
O vakit büyük zât;
"Allahü teâlânın bir kimseyi sevdiğine alâmet; o kimsenin iyi işler yapması, sevmediğine alâmet de kötü işler yapmasıdır” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de ;
"Müslüman anne babanın yüzüne şefkatle bir defâ bakan kişiye, kabul olmuş bir hac sevâbı verilecektir" buyurdu.
Dinleyenler;
"Ya bin kere bakarsa?" dediklerinde;
Büyük velî;
"Bin kere bakarsa, bin hac sevâbı verilir" buyurdu.
.
.
|
Bugün 312 ziyaretçi (2004 klik) kişi burdaydı! |
|
 |
|
|