|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Gençlerin ibâdeti çok kıymetlidir?
1 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :31 Aralık 2024 22:54
Allah adamlarından Garip Baba, duâsı makbûl olan zâtlardandır. Yüzyıllar evvel Keşan'da yaşamış.
Bir gün sevdikleri;
"Efendim, ihlâs nedir?" diye sordular bu zâta.
Cevâben;
"İhlâs, her işi Allah için yapmaktır" buyurdu.
Ve ekledi:
"Nice oruç tutanlar vardır ki, bu oruçtan kârları açlık ve susuzluk, nice ibâdet yapanlar da vardır ki, bundan kazançları, sâdece yorgunluktur.”
● ● ●
Bir ramazanda, “on kişi”, aynı gün iftâra çağırdılar bu zâtı. Ertesi gün bunlardan ikisi karşılaştılar...
Biri diğerine;
"Garip Baba, dün akşam, iftârı bizde yaptı" dedi.
Öbürü şaşırıp;
"Nasıl olur, dün iftarda biz beraberdik" dedi.
Anlaşamayınca gittiler.
Hizmetçisine sordular.
O da, "Kendi evindeydi, ikimiz birlikte iftar ettik" dedi.
● ● ●
Bir gün sevdiği bâzı gençler;
“Efendim gençlerin ibâdet yapması neden daha çok kıymetlidir?” diye sordular bu zâta.
O da evâbında;
“Gençlik çağında; insana musallat olan şeytan, nefis ve kötü arkadaş, o kişiye ibâdet yaptırmak istemez. Genç kimse buna rağmen namazlarını kılarsa, çok kıymetli olur ve yaşlı kimsenin yaptığı ibâdetten kat kat fazla sevap kazanır” buyurdu.
.
Kandille kazanılan savaş!..
2 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :1 Ocak 2025 23:24
Kandilli Dede, Bilecik'in Bozüyük ilçesini nurlandıran bir Allah dostudur...
Vaktiyle bir savaş çıkmıştı o yörede.
Bu mübârek, bir sürü geyiğin boynuzlarına “yanan kandiller” astırıp bir gece vakti saldırdı düşmana.
Karanlıkta onları “büyük bir ordu” sanan düşman, telâşlanıp kaçmaya başladı!
Ve savaş kazanıldı.
İşte, "Kandilli Dede" lâkabı buradan geliyor.
● ● ●
Enteresan hâlleri vardı bu zâtın...
Bir kerecik konuştuğu kimsenin kalp gözü açılırdı meselâ.
Bir gün bir “genç” geldi kapısına.
Çok günahlar işlemişse de pişmân olup tövbe etmişti.
Ricâ etti bu büyükten;
“Ey efendim, beni de kabul edin talebeliğe.”
O zât şöyle bir baktı ve “Önce hâlini düzelt, sonra gel!” buyurdu. Gencin kalbi kırıldı. Mahzun ve üzgün bir hâlde geri döndü.
Bir kuytuya çekildi.
Başladı ağlamaya!
“Yâ Rabbî! Ben, ne fenâ bir kulum ki, kabul edilmedim o kapıya... Hâlbuki ben, senin rızâna kavuşmak istiyorum” diyordu.
O anda bir şey oldu...
İlham geldi bu velîye.
Gâipten "Sen ne yaptın? Beni isteyen bir kulumu kovdun kapından!" denildi.
Hatâsını anlayıp koştu arkasından.
Bulup özür diledi.
Ve ona şefkatle bakıp "Allah" dedi bir kerecik.
O anda zikre başladı gencin kalbi.
Allah, Allah, Allah...
.
“Bu dinde en zor iş!.."
3 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :2 Ocak 2025 22:26
Bayraktar Dede, Bozüyük toprağını nurlandıran bir “Hak dostudur...”
Bir gün talebeden birini alıp gitti kabristana.
Bir mezarın yanından geçerken durdu birden.
Kederlenmişti!
Talebesi fark etti bunu.
Sordu hemen:
“Hocam, neyiniz var?”
“Burada bir tanıdığım yatıyor.”
“Peki ama, neden hüzünlendiniz birdenbire?”
“Azap içinde zavallı, bizden yardım istiyor. Haydi rûhuna okuyalım” buyurdu.
Oturup okudular...
Az sonra yüzü güldü mübâreğin.
Genç, fark edip sordu yine:
“Hocam! Görüyorum ki, neşelendiniz.”
“Elhamdülillah, mevtânın azâbı kaldırıldı, cennet bahçesi oldu mezarı.”
“Nasıl oldu bu hocam?”
“Daha önce okuduğum ‘yetmiş bin kelime-i tevhîd’ vardı. Onu hediye ettim rûhuna. Elhamdülillah, îmânı varmış ki, tesirini gösterdi” buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine “Bu dinde en zor iş, doğru yolu bulduktan sonra hep o yolda kalmak, sebat etmek, o yoldan hiç ayrılmamaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Hud sûresinde, Efendimize ‘Emrolunduğun doğru yolda yürü, o yoldan ayrılma!’ meâlindeki âyet-i kerîme inince, Efendimiz aleyhisselâm, ‘Hud sûresi, sakalıma ak düşürdü’ buyurdular.”
.
“Seyyide olduğuna delîlin var mı?”
4 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :3 Ocak 2025 22:09
Vaktiyle Belh pâdişahının huzûruna bir hanım gelip, “Ben seyyideyim, biraz yardım isteyecektim” dedi.
Pâdişah sordu:
“Seyyide olduğuna delîlin var mı?”
“Yok efendim.”
“Öyleyse yardım da yok!”
Kadıncağız üzgün olarak ayrıldı.
Zengin bir Mecûsî'ye açtı derdini.
Mecûsî;
“Hayhay, mâdemki, Peygamber evlâdısın, fedâ olsun!” dedi
Bir ev verdi ona.
Bol da yiyecek.
O gece Belh pâdişahı rüyâsında cennet köşklerini ve Peygamber Efendimizi görüp sordu:
“Bu köşkler kimin yâ Resûlallah?”
“Müminlerin.”
“Ben de müminim yâ Resûlallah, benim köşküm hangisi?”
“Mümin olduğuna delîlin var mı?”
O anda uyandı.
Hâdiseyi öğrenip doğruca o Mecûsî'ye gitti ve; “Olanları anlatır mısın?” dedi.
O da şöyle anlattı:
Dün, seyyide bir hanım bana gelip yardım istedi. Her ihtiyâcını verdim.
O anda kalbim değişti.
Ve Müslüman oldum.
Bu gece rüyâda cennet köşklerini ve Resûlullah’ı görüp sordum ki:
“Yâ Resûlallah! Bu köşkler kimlerin?”
“Müslümanların” buyurdular.
“Ben de Müslüman oldum, dedim.
Pâdişah atıldı hemen:
“Vesîka sordular mı?”
“Hayır, ‘Sana vesîkaya gerek yok. Şu köşk de senin!’ buyurdular.”
Belh pâdişahı anlamıştı hatâsını.
Ama iş işten geçmişti artık...
.
Hidâyete kavuşan Yahûdî!
5 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :4 Ocak 2025 23:15
Ahmed Berkî hazretleri, Afganistan'da yetişen velîlerdendir. Berk kasabasında doğduğu için "Berkî" diye anılıyor.
Gençliğinde arkadaşlarıyla bir yerde otururken yanlarına “âlim” kıyâfetinde bir “ihtiyar” geldi.
Tatlı tatlı konuştu.
Tasavvuftan bahsedip;
“Ey gençler! Şu anda kalbinize gelen düşünceyi lütfen bana söyleyin” dedi.
Herkes bir şeyler söyledi.
Sıra Ahmed Berkî'ye geldi.
Ama o, önüne bakıyordu!
Söylemek istemiyordu.
Yaşlı adam dedi ki:
“Haydi sen de söyle, ne geldi kalbine?”
“Şeyy, nasıl söylesem.”
“Söyle haydi.”
“Ama kızmayacaksınız.”
“Kızmayacağım, söyle!”
“Kusûra bakmayın, benim kalbime, sizin Yahûdî olduğunuz düşüncesi geldi.”
Hayret!..
Adam kızacağına sevinmişti.
“Doğru söylüyorsun, ben Yahûdî idim ama şimdi Müslümanım” dedi ve “Kelime-i şehâdeti” okudu.
Sonra şöyle anlattı:
Az önce yanınıza geldiğimde, “Eğer benim gerçek hâlimi bilen çıkarsa Müslüman olacağım” diye niyet etmiştim. Görüyorsunuz, Yahûdî olduğumu gösteren hiçbir alâmet de yoktur üzerimde. Ama bu arkadaşınız vâkıf oldu sırrıma. Bu da, sizin dîninizin hak olduğunu gösteriyor. Size minnettârım. Hidâyetime sebep oldunuz” dedi...
.
Eşkıyanın tövbesi!..
6 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :6 Ocak 2025 00:57
Partal Hoca denmekle meşhur Hacı Mehmet Şevkî Efendi, Balıkesir erenlerindendir.
Balıkesir'in Kebsut kazâsındaki bir kabristanda bulunuyor nûrlu kabri.
● ● ●
Bu büyük velî hacca gitti bir sene. Yanında bâzı sevdikleri de vardı. Hacdan sonra dönüşe geçtiler. Ancak haydutlar pusu kurmuşlardı o yolda.
Gelen geçen kâfileleri soyarlardı gün boyu.
Lâkin başaramadılar.
Güçleri yetmedi buna.
Niye mi?
Çünkü aralarında Partal Hoca vardı onların. Haydutların her birine hiddetle bir nazar etti, o kadar.
Bu bakışla, hareketsiz kaldılar hepsi bir anda.
“Mıh gibi” çakıldılar.
Parmaklarını bile oynatamıyorlardı.
Donup kaldılar öylece!
Taş kesilmişlerdi sanki...
● ● ●
Ancak çetebaşı, çözdü işin sırrını.
Kendi kendine “Bu zât tekin değil. Bu bir ‘Allah adamı’ olmalı” diye mırıldandı.
Pişmân oldu yaptığına.
Bu ‘pişmânlık’ duygusu kalbine girer girmez, çözüldü eli ayağı.
Can geldi bedenine.
Sevinip koştu hemen bu velînin huzûruna.
Önünde, hürmet ile diz çöküp tövbe etti.
Diğerleri onu tâkip ettiler.
Eşkıyâlığı bırakıp, toptan “talebesi” oldular bu büyük velînin.
.
Âyet aynı; ama okuyan..."
7 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :7 Ocak 2025 00:36
Partal Hoca, rahmetullahi aleyh, Balıkesir velîlerindendir...
Balıkesir'in Kebsut kazâsındaki bir kabristanda bulunuyor nûrlu kabri.
O devirde “saralı” bir hastayı getirdiler ona.
Bu hastalık, 'cin’le ilgilidir.
Mübârek zât gelip oturdu hastanın başucuna.
Yûnus sûresinin elli dokuzuncu âyet-i kerîmesini okur okumaz o cin terk etti o kimseyi.
Ve bu zât hayatta olduğu müddet zarfında bir daha da gelmedi.
Daha doğrusu gelemedi.
Ancak aradan yıllar geçti...
Partal Hoca göçtü bu dünyâdan. O vefât eder etmez, o cin tekrar gelmesin mi!?..
Zavallı adamcağız tekrar hastalandı.
Partal Hocanın talebeleri koşup okudular aynı âyet-i kerîmeyi adama.
Ancak faydasız.
O cin, terk etmedi.
Üstelik de gülerek;
“Evet, âyet aynı âyet, ama okuyan aynı ağız değil!” diye seslendi onlara!..
● ● ●
Bir gün, bu velî zâta; “Efendim, Allahü teâlânın sevdiği kullar nasıl olur?” diye sordular.
Mübârek zât;
“Hâdiselerin değişmesi, onların ahlâklarını değiştirmez. Başkalarının ayıplarına bakmaz, dâima kendi ayıp ve kusurlarını görürler. Kendilerini hiçbir Müslümandan üstün bilmez, hepsini kendinden üstün görürler” buyurdu.
.
Üzülme, Allah, rızka kefîldir"
8 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :8 Ocak 2025 00:53
Bahşî Halîfe, “rahmetullahi aleyh” Anadolu’da yetişen velîlerdendir.
Amasya'ya bağlı Taşova'nın Uluköy kasabasında doğdu.
Amasya'da vefât etti.
Vefat tarihi, 1520'dir.
Bu zâtı çok seven biri vardı o devirde.
Ancak seneler sonra, muhtaç bir hâle düştü!
Çalışacak hâlde değildi.
Zîra bir hayli yaşlı idi.
Kimi kimsesi de yoktu.
Bahşî Halîfe de göçmüştü dünyâdan.
O olsaydı, yardım ederdi.
Ne yapacağını şaşırdı.
Daralmıştı.
Bunalmıştı...
Bir gece bu üzüntüyle yatıp uyudu.
Bu büyük velîyi gördü rüyâsında.
Çok sevindi.
Bahşî Halîfe;
“Üzülme, Allahü teâlâ rızıklara kefîldir. Yarın işin hâlledilecek, sevineceksin” dedi.
O anda uyandı.
O büyük zâtı görmenin zevkiyle unutmuştu her derdini.
Az sonra kapı çalındı.
Açtığında, hiç tanımadığı bir kişiyi gördü eşikte.
“Buyurun” dedi.
Adam, elinde tuttuğu altın dolu keseyi uzatıp;
“Bunu alın, bitmeden yine gelirim” dedi.
Ve dönüp gitti.
“Kimsin?” diyemedi.
Ancak rüyâsını gördüğü için anlamıştı onu kimin gönderdiğini.
Fâtiha okudu rûhuna...
.
Kişi, sevdiğiyle beraberdir"
9 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :9 Ocak 2025 00:28
Bahşî Halîfe, Anadolu’da yetişen velîlerdendir.
Amasya'ya bağlı Taşova'nın Uluköy kasabasında doğdu. 1523'te Amasya'da vefât etti...
Bu zât şöyle anlatıyor:
Bir gün Eshâb-ı kirâmdan biri ağlıyordu!
Efendimiz gördüler.
Ve yanına giderek;
“Niçin ağlıyorsun?” diye sordular.
O sahâbî, içini çekerek “Yâ Resûlallah! Sizi çok seviyorum. Bu dünyâda huzûrunuza rahatça geliyor, sohbetinizi zevkle dinliyorum. Ama âhirette bu öyle kolay olmayacak herhâlde” diye arz etti.
Efendimiz;
“Neden?” diye sordular.
Arz etti ki:
“Yâ Resûlallah! Sizin cennetteki makâmınız çok yüksek olur, benimkiyse aşağılarda. Orada size ulaşamam. Sizi görmekten mahrum kalırım.”
Buyurdu ki:
“Buna mı üzülüyorsun?”
“Evet yâ Resûlallah, bu ayrılık acısını şimdiden hissediyor ve bunun için ağlıyorum” dedi
Efendimiz ona;
“Üzülme... Kişi sevdiğiyle beraberdir. Sen cennette benim yanımda olacaksın!” buyurdular.
● ● ●
Bu mübârek zât, sohbetlerinde sevdiklerine sık sık;
“Muhammed aleyhisselâmın güzel huyları pek çoktur. Her Müslümanın bunları öğrenmesi, bunlara göre yaşaması ve ahlâklanması lâzımdır” buyururdu.
.
Yâren Dede'nin duâsıyla...
10 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 00:21
Balıkesir'in Sındırgı kazâsı, Pürsünler köyü yanındaki tepenin üstünde bir türbe var. Allah dostlarından Yâren Dede yatıyor burada.
Bir gün, bir kimse, hanımı ve on yaşlarındaki çocuğuyla, geldi bu zâta.
Çocuk çok sevimliydi.
Onu bu zâta gösterip;
“Efendim, bu çocuğumuz âmâdır. Gitmediğimiz tabip kalmadı. Çocuğumuzun göz nûruna kavuşması için bir duâ etseniz” diye yalvardı.
Yâren Dede dinledi.
Ve çâresizlik içinde:
“Ölüleri diriltmek, körlerin gözünü açmak gibi işler Îsâ aleyhisselâmın mûcizesiydi. Ben kim oluyorum ki, buna çâre bulayım?” dedi.
Adamcağız ısrâr etti:
“Duâ edin” diye yalvardı.
Büyük zât acıdı adama.
“Pekâlâ” buyurdu.
Çağırdı o çocuğu yanına.
Eliyle gözlerini meshedip;
“Azîz ve Celîl olan Allah'ın izniyle açılın!” diye niyaz etti.
Açıldı çocuğun gözleri.
Bunu gören anne ve baba, sevinçten şaşkına döndüler.
Ve sordular ki; “Efendim, önce ‘Bu iş bizim işimiz değil’ dediniz, sonra duâ buyurdunuz. Hikmeti neydi acabâ?”
Buyurdu ki:
“Evet, önce öyle dedim. Ama o sırada Cenâb-ı Hak kalbime ‘Ölüleri Îsâ mı diriltiyordu? O mu açıyordu körlerin gözlerini? Elbette biz diriltiyor ve biz açıyorduk. Bu çocuğun gözlerinin açılması için de seni sebep kıldık. Sen duâ et. İcâbını biz yaparız’ diye ilham etti. Bunun üzerine duâ ettim... Allahü teâlâ kabul etti ve açtı çocuğun gözlerini.”
.
Çölde yalnız kalan talebe!
11 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :10 Ocak 2025 22:01
Anadolu erenlerinden Yâren Dede’nin talebesinden biri, hacca gitmek için katıldı bir kâfileye.
Ama bir müddet geçti.
Bindiği at hayli yoruldu.
Ve bir yerde çöküp kaldı.
Diğerleri beklemeyip gittiler.
Çölün ortasında kalakaldı yalnız başına!..
Kaldıramadı hayvanını.
Çok sıkıldı, bunaldı...
Çâresiz açtı ellerini.
Ve “Yâ Rabbî! Sevdiğin bir kulunu bana imdâda gönder” diye yalvardı.
Elini, yüzüne sürerken, hocasını gördü yanında.
Çok şaşırdı ve sevindi.
Mübârek zât sordu:
“Hayrola evlâdım! Beni niçin çağırdın?”
Talebe büktü boynunu:
“Kâfileden geri kaldım.”
“Neden?”
“Hayvanım yürümüyor.”
Mübârek zât geldi hayvanın yanına.
“Bu mu yürümüyor?” dedi.
Genç adam;
“Evet hocam. Bir türlü kaldıramadım” dedi.
Yâren Dede, atın sırtını sıvazlayıp “Haydi kalk artık!” diye seslendi.
Hayvan fırlayıp kalktı.
Canlandı âdeta.
Dirildi bir anda.
Büyük velî, talebeye;
“Haydi bin ve şu yöne doğru koştur atını!” buyurdu.
Ve kayboldu gözden.
Talebe, o yöne doğru az gidince yetişti kâfileye...
.
İmtihana geldi, talebesi oldu!
12 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :11 Ocak 2025 23:14
Fevzi Dede, “rahmtullahi aleyh”, Balıkesir erenlerindendir...
Kalp gözü açık bir velîydi.
O devirde bir kişi vardı ki, bu zâtın büyüklüğüne inanmıyordu.
Kendi kendine;
“Bu zât için evliyâ bir zât diyorlar. Gidip bir bakayım, doğru mu?" diye düşündü.
Aklı sıra imtihan edecekti bu Allah dostunu.
Ama nasıl?
Düşündü taşındı.
Ve bir yol buldu.
Helâlden kazandığı “beş altın” ile, haramdan elde ettiği “beş altın”ı alıp, gitti dergâha.
Ve içinden;
"Bakalım haram altınları anlayacak mı?" diyordu.
Hoşbeşten sonra o on altını çıkardı.
Ve bu zâta uzatıp;
“Efendim, bu altınları size hediye etmek istiyorum, kabul ederseniz çok sevinirim” dedi.
Mübârek zât bir baktı.
Helâl olan beşini aldı.
Ve “Bunları kabul ettim. Öbürlerini alabilirsin” buyurdu.
Adam hayret içindeydi!
Sordu hemen sordu:
“Niçin o beşini ayırdınız?"
Büyük zât;
“Çünkü o altınlardan ‘haram kokusu’ geliyor. Onları aldığın yere geri ver!” buyurdu.
Evet… Durum anlaşılmıştı.
Çok sevdi bu velîyi.
Eğilip öptü elini bu Allah dostunun.
Ve talebesi olmakla şereflendi...
.
Oğul Paşa”nın duası...
13 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :12 Ocak 2025 22:14
Bugün Balıkesir-Bigadiç'e bağlı, İskele kazâsında yatan bir “Allah dostundan” bahsedeceğiz.
Oğul Paşa’dan.
(Rahmetullahi aleyh.)
O devirde bir kadının doğan çocukları yaşamıyordu.
Bebekken ölüyordu.
Kadın da üzülüyordu!
Yine çocuğu olacaktı.
Bir gün kendi kendine;
“Eğer bu doğacak çocuğumuz yaşarsa, onu, büyüdüğünde Oğul Paşa'nın hizmetine vereceğim” diye düşündü...
Yâni onu, doğmadan nezretti bu velî zâta.
Doğum vakti geldi.
Ve bir “kız” çocuğu oldu.
Ama “kambur”du yavrucak.
Üstelik de “topal”dı.
Büyüdüğünde, annesi bir gün tuttu kızın elinden, götürdü bu zâta.
Bu çocuğu hakkında yaptığı nezri söyleyip;
“İşte o çocuk bu. Ama gördüğünüz gibi sakattır” dedi.
Oğul Paşa üzüldü!
Ve o kadıncağıza;
“Üzülme, Allah her şeye kâdirdir. Dilerse bu yavruya da şifâ verir” buyurdu.
Sonra açtı ellerini.
Duâ etti Rabbine:
“Yâ Rabbî! Bu çocuğa sıhhat ver de düzelsin bu sakatlıkları” diye yalvardı.
O anda iyileşti çocuk.
Sapasağlam oldu.
Kamburluk ve topallığından eser bile kalmadı...
.
"Bu, bizim sahana benziyor!"
14 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :13 Ocak 2025 22:39
Balıkesir'in Sındırgı kazâsının, Hisaralan köyünde yatan “Allah dostu” bir büyük zât var.
İbrâhim Dede...
“Rahimehullah”
Vaktiyle bu zât, hizmetini yapardı zengin bir ağanın.
Ağa, hacca gitti bir sene.
Ve bir gün canı helva istedi.
Onun bu arzusu İbrâhim Dede'ye mâlûm olunca, koştu hemen Ağa’nın hanımına.
Ve ricâ etti ki:
“Bir sahan helva yapar mısın?”
Kadıncağız sordu:
“Olur, ama ne yapacaksın?”
“Birine göndereceğim.”
O esnâda Ağa, Mekke’de, çadırında namaz kılıyordu.
Selâm verince bir sahan “helva” gördü yanında.
Yeni pişmiş, sıcacık.
"Biri bırakmıştır" dedi.
Öyle düşündü...
Âfiyetle yiyip duâ etti gönderene.
Ancak sahan, yabancı gelmedi ona.
"Bu, bizim sahana ne kadar da benziyor" diye geçirdi içinden...
Nihâyet hacdan döndü.
Hanımı, eşyaları arasında helva sahanını gördü.
Ve çok şaşırdı!
Sordu hemen:
“Efendi, bu sahan evdeydi. Sende ne arıyor?”
“Evde miydi?”
“Evet, ben bununla helva yapıp İbrâhim Dede'ye vermiştim. O günden beri bu sahanı arıyorum.”
Ağa da olanları anlatınca, bilmece çözüldü...
Kavga yapınca kesilen su!..
15 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :14 Ocak 2025 20:45
Balıkesir'in Sındırgı kazâsının, Hisaralan köyünde yatan bir Allah dostu büyük zât var.
İbrâhim Dede
“Rahimehullah”
Şiddetli bir kuraklık olmuştu o köyde!
Bütün köy halkı kırılmaya başlamıştı bu susuzluktan.
İbrâhim Dede;
“Üzülmeyin ben burada su çıkarırım” dedi onlara.
Çok sevinip;
“Sahi mi?” dediler
“Evet, ama bir şartım var.”
“Emret, her neyse yaparız.”
“Kavga dövüş yapmayacaksınız bu suyun başında! Kavga ederseniz su kesilir” dedi.
Sevinip dediler ki:
“Tamam tamam, sen çıkar suyu.”
Mübârek zât kalktı ve vurdu değneğini yere.
Ânında bir “su” fışkırdı yerden.
Berrak, tatlı ve serin.
O gün bugün akıp durur aynı su.
Köylülere soruyorlar;
“Hiç kesildiği oluyor mu?”
“Evet, kavga olunca kesiliyor.”
“Sonra?”
“Taraflar barışınca tekrar akıyor.”
● ● ●
Bir gün bu zâta “Güzel ahlâk nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Güzel huy, herkese yumuşak davranmaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
Hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz “Allahü teâlâ refîktir, yumuşaktır. Her işinde yumuşak huylu olanları sever” buyurdu.
“Herkes, yanında olandan verir”
16 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :15 Ocak 2025 23:00
Behâeddîn Zekeriyyâ “rahmetullahi aleyh”, Hindistan’da yetişen velîlerden olup, kabr-i şerîfi Mültan şehrindedir.
Bir gün, bir kimse geldi bu velî zâtın yanına ve;
“Hocam! Durduk yerde hakâret edenler oluyor, bunlara karşı ne yapmalıyım?” diye sordu.
Mübârek zât;
“Îsâ aleyhisselâm gibi yap!” buyurdu cevâben.
O kişi sordu ki:
“O nasıl yapmış hocam?”
“Anlatayım evlâdım” dedi.
Ve şöyle anlattı:
Bir gün, Îsâ Peygambere, birisi çok hakâret etmiş. Ağza alınmayacak şeyler söylemiş.
Îsâ aleyhisselâm;
“Ben, Allah’ın peygamberiyim. Bir derdin varsa söyle de gidereyim” buyurmuş.
O da cevap vermiş:
“Hiçbir derdim yok.”
“Hastan varsa iyi edeyim.”
“Hastam da yok” demiş.
Ve çekip gitmiş.
Havârîler şaşmış.
“Ey Allah’ın Nebîsi! O adam size hakâret etti. Siz, iyi şeyler söylediniz” demişler.
Îsâ Nebî cevâben;
“Herkes, yanında olandan verir” buyurmuş.
Bunu anlattı.
Ve o kimseye dönüp;
“Kötülük eden, kendine eder evlâdım. Unutma, idrar, idrarla yıkanmaz. Kan, kanla temizlenmez” buyurdu.
"Doğru bir kitâbı yüz defâ oku!.."
17 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :16 Ocak 2025 21:54
Behâeddîn Zekeriyyâ “rahmetullahi aleyh”, Hindistan’da yetişen velîlerdendir.
Biri sordu ki, bu zâta:
“Hocam! İnsanlar tarafından sevilmemenin sebebi nedir?”
Büyük zât;
“Bir kimsenin gönlünde ‘dünyâ sevgisi’ varsa, onu hiç kimse sevmez. Eğer bu sevgi yoksa, herkes sever” buyurdu.
Ve ekledi:
“Başkalarının eline, avcuna bakanın îtibârı olmaz. Veren sevilir, isteyen sevilmez. Ölçü budur.”
● ● ●
Bir gün de birine;
“İnsanı dünyâda ve âhirette üç şey kurtarır” buyurdu.
O kişi sordu ki:
“Onlar nedir hocam?”
Buyurdu ki:
“İlim, amel ve ihlâs.”
Tekrar sordu:
“İlimden maksat nedir efendim?”
Cevâbında;
“İslâmiyeti öğrenmek ve başkalarına öğretmektir. Unutma, öğretmek, öğrenmekten ‘bin kat’ iyidir. Hem sonra yanlış kitap okuma. Rastgele yüz kitap okuyacağına, doğru bir kitâbı yüz defâ oku” buyurdu.
● ● ●
O kişi sordu:
“Peki hocam, ihlâs nedir?”
Cevâben;
“İhlâs, dürüstlük demektir. Samîmiyet demektir. Samîmî ol. Neysen, o ol” buyurdu.
.
Emr-i mâruf yapılmazsa!
18 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :18 Ocak 2025 01:01
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri “rahmetullahi aleyh” Hindistan velîlerinden olup, kabr-i şerîfi Mültan’dadır.
Henüz çocukken kalbi “ilim öğrenmek” aşkıyla yanıyordu.
Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinden çok istifâde etti.
Bu velî’den aldığı “feyzleri” saçtı insanların kalbine.
Hocası, insanları irşâd için Mültan'a gönderdi onu.
Ancak oranın halkı istemediler.
"Burada, senin gibi âlimler çok. Onun için sana ihtiyaç yoktur" mânâsını ifâde etmek düşüncesiyle içi tam dolu bir kâse “süt” gönderdiler kendisine.
Bundaki gizli mânâyı ve ince nükteyi anladı... Kâsenin üzerine bir “gül” koyup iâde etti. Yâni "Biz de o âlimlerin ‘gül'ü olarak buraya geldik" demek istedi.
Onlar bunu gördüler.
Fevkalâde duygulandılar...
“Bu, alelâde bir âlim değil” dediler.
Ve Mültan'daki âlimlerin hepsi, onu büyük bilip “talebesi” oldular seve seve.
● ● ●
Bu zât, bir gün dostlarına;
“Emr-i mâruf, yâni dîne hizmet etmek kime nasip olursa, çok sevinsin, çok şükretsin” buyurdu.
Dostları; “Bu iş, çok mu sevaptır efendim?” dediklerinde;
“Elbette... Bir beldede küfre karşı emr-i mâruf yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder. Emr-i mâruf yapılmayan beldeye ise azâb-ı İlâhî gelir” buyurdu.
Halkın refahı için...
19 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 01:06
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Hindistan velîlerindendir. Bu zât orada hem İslâmiyeti yaydı hem de halkın refahı için çalıştı.
Şöyle ki;
Sulama kanalları ve kuyular açtırdı. Tarlaları sulattı tamâmen. Öyle ki, kurak yer kalmadı. Cennet gibi oldu o yerler. Kendi de çok “zengin”di...
Bütün servetini, İslâm’ı yaymak için dağıttı. Talebesinin bir ihtiyâcı olsa, şahsî malından karşılardı.
● ● ●
Mültan'da “kıtlık” oldu bir sene.
Vâli yardım istedi bu zâttan.
O kadar tahıl ve para verdi ki, “kıtlıktan” kimse zarar görmedi o havâlide.
Talebesine lezzetli yemekler hazırlatır, kendi de hazır bulunurdu sofrada.
Hem sohbet ederdi.
Hem yemek yerdi.
Onlara lokma ikrâm ederdi. Bundan, talebeleri çok hoşlanır ve daha bir “ihlâsla” severlerdi kendisini.
● ● ●
Bir gün bâzı gençler “Efendim, insana önce lâzım olan şey nedir?” diye sordular bu zâta.
Buyurdu ki:
“Önce lâzım olan şey; îtikadını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre düzeltmektir.”
Bir gün de;
“En mühim ibâdet nedir efendim?” diye sordular
Buyurdu ki:
“Beş vakit namaz kılmaktır. Namaz, ibâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran bir ibâdettir.”
Zengin ve cömert!..
20 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2025 21:55
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri, kerâmetler sâhibi bir “velî” zâttır.
Kalbi, dîne hizmet aşkıyla çarpıyor, faydalı bir şeyler yapmak için fırsat kolluyordu.
Çok “zengin”di...
Çok da cömert.
Bütün vârını “İslâm”a hizmet yolunda dağıttı.
Çünkü mal ve para sevgisinin zerresi yoktu kalbinde. Bütün servetini hayır için sarf ederdi.
Bir gün bir talebesine “Şu odada beş bin dînar olacak, onları al da bana getir!” buyurdu.
Genç girdi odaya.
Ancak hiç para göremedi. Geri geldi ve hocasına “Orada akçe göremedim” diye arz etti.
Büyük velî;
“Elhamdülillah” dedi.
Ve devam etti dersine.
Az sonra aynı talebe;
“Özür dilerim efendim, az önce görmemişim” deyip beş bin dînarı uzattı hocasına.
Mübârek, onları aldı.
“Elhamdülillah” dedi.
Ve devam etti dersine.
Talebe merakla "Efendim, önce de şükrettiniz, şimdi de hikmeti nedir?” diye sordu.
Cevâbında;
“Niçin şükretmeyeyim. Rabbimiz bize îmân gibi bir nîmet vermiş. O varken, dünyâlığın ne kıymeti var. Paranın varlığıyla yokluğu, dervişlerin gözünde eşittir. Ellerinden çıkınca üzülmez, ele geçirince de sevinmezler” buyurdu.
“Hakîkî mümin cimri olmaz!"
21 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :20 Ocak 2025 22:38
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri “rahmetullahi aleyh”, tevâzu sâhibi olup, kendini üzenlere karşı “sabır küpü” gibiydi.
Hattâ kendisine kötülük eden insanlara bile, büyük ihsânlar ve ikrâmlarla cevap verirdi.
Bir sohbette;
“Kardeşlerim! Allahü teâlâ sevdiği kullarını imtihana tâbi tutar, sabrederlerse imtihanı kazanırlar” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Öyleyse kulların cefâsından üzülmemeli, karşılık vermemeli, sabretmelidir, hattâ sabretmekle kalmayıp, onlara ‘gül demeti’ sunmalıdır ayrıca.”
● ● ●
Bu zât hayli “zengin” olup, malı serveti çoktu. Bu yüzden dedikodu yaparlardı hakkında.
Şöyle ki;
“Bu nasıl evliyâdır? Hepimizden daha çok malı mülkü var” derlerdi.
O, bunları işitti.
Ve sevdiklerine;
“Ey insanlar! Hak teâlâ dünyâyı hiç sevmiyor. Dünyânın tamâmının kıymeti olmayınca, bir kısmının ehemmiyeti olur mu?” buyurdu.
Ve ekledi:
“Evet, bizde dünyâlık çok. Ama muhabbeti hiç yoktur kalbimizde.”
● ● ●
Bir gün de sohbette;
“Hakîkî müminlerde şu iki haslet olmaz. Biri ‘kötü ahlâk’, diğeri ‘cimri’ olmaktır” buyurdu.
İnsanoğlu gaflet içindedir!..
22 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 00:51
Amr bin Kays hazretleri, Kûfe'de yetişen âlim ve velîlerdendir. Kabr-i şerîfi Kûfe’dedir. Ticâretle uğraşmasına rağmen dünyâya gönül vermez, âhiret ticâretine sarılırdı.
Gençlerle ilgilenirdi.
Öğüt nasîhat ederdi.
Dünyâya sarılanlara;
"Dünyâya rağbet etmek ne gaflettir. Müslüman; önce âhirete hazırlanmalıdır. Zîra âhiret dehşetli yerdir!" buyururdu.
Amr bin Kays hazretleri vefât ettiğinde bütün Kûfeliler çok üzüldüler! Büyük bir zâtı kaybetmişlerdi...
Cenâzeye geldiler.
Definde bulundular.
Namazdan sonra gökyüzünden, o güne kadar hiç görmedikleri beyaz ve rengârenk kuşların yükseklerden aşağıya süzülüp, bu zâtın kabri üzerinde döndüklerini ve tekrar gökyüzüne doğru uçup kaybolduklarını herkes görmüş ve şaşırmıştı?!.
Güzel kuşlardı.
Hem çoklardı.
İnsanların buna şaştıklarını gören Ebû Hayyan et-Temîmî, "Niçin şaşıyorsunuz? Bunlar meleklerdir. Amr bin Kays'a iyi şehâdette bulunmak üzere geldiler" buyurdu.
● ● ●
Amr bin Kays hazretleri, kötülüklerden şiddetle kaçınır, iyilikleri yapmayı teşvik ederdi.
"Hayırlı bir iş duyduğun zaman, bir defâ da olsa, o iyi ameli yap!" buyururdu.
Talebelerine;
"Sapık ve bozuk kimselerle beraber bulunmayın. Zîra onun sapıklığı kalbinize sirâyet eder" derdi.
Nefis, büyük engel!..
23 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2025 22:20
Behâeddînzâde hazretleri Anadolu velîlerindendir. 1545 senesinde Kayseri’de vefât etti.
Bir sohbetinde;
“Nefsinizi ayaklar altına alırsanız çok kazanırsınız” buyurdu.
Ve şunu anlattı:
“Velîlerden biri, dergâhın penceresinden dışarıyı seyrederken, henüz yeni gelmiş bir talebenin dergâha doğru geldiğini gördü.
Delikanlı tam dergâh kapısından girecektı ki, kapıdaki köpek, izin vermedi içeri girmesine. Sağdan girmek istedi. Olmadı.
Soldan davrandı. Yine olmadı. Sonunda sinirlenip;
“Yâhu, sen de bu kapının köpeğisin, ben de. Bırak da içeri gireyim!” diye bağırdı köpeğe.
Bu söz, çok hoşuna gitti o velînin.
Ona bir pusula verip;
“Benim halîfemsin evlâdım!.. Memleketine git ve bu yazımı gösterip irşâd et Allah’ın kullarını” buyurdu.
Çocuk şaşırdı!
“Nasıl olur hocam, ben daha yeni geldim” dedi.
Hocası cevâbında;
“Sen, o köpeğe söylediğin sözle nefsini ayaklar altına aldın ve kazandın. Var git, memleketinde hizmet et İslâm’a. Yeni vazîfen mübârek olsun” dedi.
Diğer talebeler de merak etmişlerdi...
Hocalarına sordular:
“Hocam, nasıl oldu bu?”
Cevâbında;
“Siz de onun gibi yaparsanız, öyle kazanırsınız” buyurdu.
Meleklerin imrendiği kimse...
24 Ocak 2025 02:00 | Güncelleme :23 Ocak 2025 22:02
Behâeddînzâde hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Anadolu velîlerindendir. 1545 senesinde Kayseri’de vefât etti.
Bir gün biri gelip;
“Dînimizde ilim öğrenmenin yeri nedir efendim?” diye sordu.
Cevâbında;
“İlim öğrenmek için evinden çıkan kimseye, melekler imrenir. Gelip, o kimsenin ayakları altına kanatlarını sererler” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Denizdeki balıklar, karadaki hayvanlar, havadaki kuşlar, onun için hayır duâ ederler.”
Sordular:
“Ya ilim öğretmeye giderse efendim?”
Büyük zât;
“Onlar, iki misli duâ alırlar. Bir kimseye dînden bir husus öğretmek, yüz umre sevâbından daha çoktur” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Hangi duâlar kabul olur efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Ağız haram yemez, dil de yalan söylemezse, duâ kabul olur. Haram yiyeninse, kırk gün duâsı kabul olmaz” buyurdu.
● ● ●
Bir sevdiği, mektupla nasîhat istedi bu büyük velîden.
Ona cevâbında;
"Ey kardeşim! Kendine nasîhat eden, yine kendin ol. Bir kusûrun olduğu vakit, gayrinin uyarmalarını bekleme… Bu, güzel bir haslettir; ama ehli kalmadı" diye yazdı.
Abdüllatif
.
|
Bugün 10 ziyaretçi (11 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|