ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
ehlisunnnetde
Sual
Emevi ve Abbasi halifelerinin dindar olmadığı; aralarında homoseksüel, zani, sarhoş olanların çok olduğu doğru mudur?
Cevap
Bunların hepsi Şii tarihçilerinin uydurmalarıdır. Tarih boyu bu propagandalara, Ehli sünnet Müslümanlar da kanmışlardır. Emevi ve Abbasi halifelerinin içinde günahkâr olanlar olabilir. Nitekim kimse masum değildir. Ancak hepsi İslamiyete hizmet etmiştir. Din zararları olmamış; belki nefislerine zulmetmişlerdir. Mir’at-ı Kâinat isimli Türkçe tarih kitabında Emevî ve Abbasî halifelerinin hakiki hali anlatılmaktadır.
Emevîlerin hutbelerde Hazret-i Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e lanet ettirdikleri doğru mudur?
Cevap
Dört yüz sene evvel, “Emevîlerin hutbelerde Hazret-i Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e lanet ettirdikleri doğru mudur?” şeklinde bir sual, Muhammed Ma’sum Fârûkî hazretlerine sorulmuş, o da Mektûbât adlı eserinin 2.cildinin 36.mektubunda buna cevap vermiştir. Şöyle ki:
“Sual: Şerhi Divan-ı Kütüb-i Tevârih’de ‘Hazret-i Emir kerremallahü teala vecheh, bir kısım insanların kendisine düşmanlığını anlayınca, Muaviye ve onun gibilerden beş kişiye, beş vakit namazdan sonra, lanet etmeğe başladı. Onlar da, bunu duyunca, Hazret-i Emir, Hazret-i Hasen, Hazret-i Hüseyin, Abdullah bin Abbas ve Mâlik-i Ejder’den müteşekkil olan beş kişiye beş vakit namazdan sonra lanete başladılar. Hatta Beni Ümeyye halifeleri, bu alçak işi büsbütün ortaya yaydı. Hutbelerde Ehl-i beyte lanet ettiler. Bu hareket, Ömer bin Abdilaziz’in bunu kaldırmasına kadar devam etti. O bu laneti kaldırıp, yerine, Nahl suresi, 90. âyet-i kerimesini okuttu. Bu hâdise olmuş mudur?
Cevab: Tepeden tırnağa kadar rahmet olan Hazret-i Emir kerremallahü teala vecheh hâşâ ve kellâ herhangi bir Müslümana bile lanet etmemiştir. Nerde kaldı ki, Peygamber efendimizin eshâbına ve hele çok kere hayır dua ettiği Muaviye’ye lanet etmiş olsun. Hazret-i Emir, Muaviye ile birlikte olanlar için, ‘Kardeşlerimiz, bize uymadı. Kâfir ve fâsık değildirler. İctihadları ile hareket ediyorlar’ buyurdu. Bu sözü, bunlardan küfrü ve fıskı uzaklaştırmaktadır. O halde, niçin lanet etsin?
İslâm dininde hiç kimseye, hatta Frenk kâfirine bile, lanet etmek ibâdet değildir. Beş vakit namazdan sonra dua etmek lâzım iken, kendi düşmanlığı için, dua yerine, laneti dile alır mı? Fena derecelerinin en yükseğine ve itminanın sonuna ulaşmış ve şahsi arzularından geçmiş olan Hazret-i Emir’in nefsini kendi nefs-i emmâreleri gibi, kin, inad ve düşmanlıkla dolu mu sanıyorlar? O çok yüksek zâta, böyle bir buhtan, böyle alçak bir iftirada bulunuyorlar.
Hazret-i Emir, fenâ fillah ve muhabbet-i Resulillah makamlarının en son derecesine ulaşmış, canını, malını, O’nun yolunda feda etmiştir. Niçin bu dua zamanında, her iki cihanın sultanı, Peygamber efendimize envâ-i ezâ ve cefâ yapan, Allahü teâlânın ve Resulünün düşmanlarını söyleyip, onlara lanet etmedi de kendi düşmanlarına lanet etti? Halbuki ‘İctihadları ile hareket ediyorlar’ sözü, onlara düşman olmadığını gösteriyor.
İşin esası şöyledir ki, bu muharebeler ve nizalar, düşmanlık ve kin gütmek ile olmamıştır. Hep ictihad ve [hilâfet hakkındaki nassları] te’vil ile olmuştur. Bunun için, ayıplamanın yeri yoktur. Nerde kaldı ki, lanet edilsin. Bir kimseyi kötülemek ve ona lanet etmek, bir iyilik ve ibadet olsaydı, İblis-i laîne, Ebu Cehle, Ebu Lehebe ve Peygamber efendimizi inciten, Ona cefa ve eza eden ve bu hak dine, kötülükler, ihanetler yapan Kureyşin azılı kâfirlerine lanet etmek, İslâmın icablarından olurdu.
Düşmanlara lanet etmek emir edilmeyince, dostlara lanet sevap olur mu? Resulullah buyurdu ki: ‘Bir kimse, şeytana lanet ederse; ben zaten mel'un oldum. Bu lanetin bana zararı olmaz der. Ya Rabbi! Beni şeytandan koru derse, eyvah belkemiğimi kırdın der’. Bir başka hadisi şerifte, ‘Şeytana söğmeyiniz. Şerrinden Allahü tealaya sığınınız!’ buyuruldu.
Bundan anlaşılıyor ki, bu gibi sözler, Hazret-i Emir’e iftiradır. Onu kötülemektir. Bundan başka, Muaviye, Hazret-i Emire, Hasen ve Hüseyn’e ve diğerlerine lanet etmeğe başladı demek de, Muaviye hazretlerine iftira olur. Tarihçiler söylüyor ise, bunların sözü, nasıl sened olabilir. Dinin esasları tarihçilerin sözleri üzerine kurulamaz. Bu meselede, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ve O’nun eshâbının sözlerine bakılır.
Evet, Beni Ümeyye halifeleri senelerce minberlerde Ehl-i beyte lanet ettirdi. Ömer bin Abdülaziz, buna son verdi. Allahü teala, Ona bizim tarafımızdan büyük mükafatlar versin! Lakin Muaviye de, Emevi halifelerinden ise de, ona dokunulamaz. Bu din büyüklerine dil uzatmak, onları kötülemek, onlardan bize gelmiş olan din bilgilerini bozmağa, kötülemeğe sebep olur. Hiçbir Müslüman, bunu layık görmez ve kabul edemez.” Mektûbât’tan alınan kısım sona erdi.
Tarihçi Makrizî diyor ki: “(Hakem hâdisesinin hemen ardından) Hazret-i Ali, namaz kıldırdıktan sonra cemaate dönüp, kendisine isyan eden topluluğa beddua etmişti. Bunu öğrenen Hazret-i Muaviye, kıssacılara emir vererek, sabah namazından sonra ve akşamla yatsı arasında mescidde oturup, halka, kıssalar yolu ile kendisini ve Şamlıları övmelerini istedi. Bununla, Hazret-i Osman’ın kanını dâvâ hususunda, Şamlıların hislerini tahrik edip, onlar şevke getirmeyi arzu etmişti.”
Makrizî Şiî olduğu halde, Halife Muaviye’nin lanet ettiğini söylememiş, hatta onu hiç itham etmemiştir. İşin aslı şöyledir ki, muhtemelen Hazret-i Ali, harb esnasında harbin mahiyeti hakkında izahatta bulunuyordu. Karşı taraf da bu usulü takip etmiştir. Bugün modern savaşlarda da moral ve propaganda faaliyetlerine çok ehemmiyet verildiği malumdur.
İbn Teymiyye Minhacüssünne’de der ki: “İki taraf arasında muharebe esnasında lanetleşme olduğu söylenir. Muharebe ise lanetleşmeden daha büyüktür. Garip olan şudur ki, Rafıziler, Hazret-i Ali’ye sebbi kötü gördükleri halde, kendileri Hazret-i Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ayşe ve nice sahabilere sebbetmekten geri durmazlar.”
Hazret-i Muaviye, Hazret-i Ali’nin şahadetinden sonra yirmi sene kadar yaşamıştır. Yirmi sene boyunca lanet edip ettirdiği nasıl iddia edilebilir? Hele Emevî halifeleri, seneler evvel olup bitmiş bir hâdise yüzünden neden lanet okutsun? Hutbeleri okuyan âlimler, din adamları buna âlet olur mu? Bunlar anlaşılacak, kabul edilecek şeyler değildir.
İhtilal, kargaşa zamanında maalesef dedikodular, kötü zanlar, kötülemeler olabilir. Olsa olsa hutbede Hazret-i Ali’nin ismini zikretmemekten; nihayet bazı hareketlerini tenkitten ve Osman’ın katillerine müsamaha göstermiş olduğunu iddiadan ibarettir. Fazileti herkesçe müsellem olan bir zata karşı lanet ve kötülemede bulunmaları dinen de, aklen de; siyaseten de tasavvur edilemez.
Muaviye’nin hilafeti zamanında, minberde Hazret-i Ali’nin isminin okunması âdeti, artık halife olmadığı gerekçesiyle kaldırılmıştır. Bu da, Şia’nın kalbindeki ateşi tutuşturmuştur. Nitekim hutbelerde halifelere dua edilir; umumi olarak ehl-i bağye lanet edilirdi. Bu da Hazret-i Emir ve Ehl-i Beyt’e lanet şeklinde lanse edilmiştir. Hâdise, Şiî taassubunun nerelere vardığını, kitlelere nasıl tesir ettiğini göstermesi cihetinden mühimdir.
Eğer bunun devam ettiği rivayeti doğru olsa ise, bu âdetin sürdüğü zamanlarda Ali evladından nice kimseler etrafına nice kimseleri toplayıp siyasi sebeplerle ayaklanıyordu. Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyasında tafsilatlı anlatılır. Şamlılar, buna karşı propaganda olarak bunu kullanmış olabilir.
Ömer Nusahi Bilmen Ashab-ı Kiram kitabında der ki: “Hazret-i Muaviye’nin, Hazret-i Ali’ye ne hayatında ve ne de şahadetinden sonra seb ve lanet ettiğine dair sahih bir rivayet vardır. Bilakis kendisine hürmetkâr olduğu birçok hutbelerinden anlaşılmaktadır. Buna mukabil Hazret-i Ali’nin hutbelerinde, kendisine daha tenkitkar bir lisan kullandığı görülür.”
Hasımlarının da itiraf ettiği gibi, Hazret-i Muaviye, halim selim bir zat idi. muhiti de şer’î edeplere riayetkâr idi. Böyle bir muhitte, lanet tasavvur edilemez. Kaldı ki lanet hakkındaki dini hükümlere, vahy kâtibi olan Hazret-i Muaviye herkesten çok vâkıftır.
Hazret-i Muaviye’nin eshabdan olduğunda ittifak vardır. Hadis-i şerifte Eshabımı sövmeyiniz” buyuruldu. Yine, “Bir Müslümanı sövmek fısktır” buyuruldu. Bu hadis-i şerifler dururken, 14 asır evvel cereyan eden hadiseleri kurcalayıp, ne idüğü belirsiz kişilerden gelen zayıf bazı rivayetlerle ortalığı tutuşturmaya çalışmak, aklın ve dinin kabul edeceği bir şey değildir. Bunlar, büyük nispette Emevileri gözden düşürmek için Şia tarafından uydurulmuş sistemli bir propaganda faaliyetinden ibarettir.
İslâm tarihleri içinde itimada lâyık ve doğru olan ancak, İmam Vâkıdî, İbn Haldun ve İbn Hallikân’ın tarihleridir ki, bunlarda Sahabe-i kirâm hakkında edebe muhalif hiçbir kayda tesadüf edilmez. Bunlar arasında vâki muharebeler bahsinde eldeki tarihlerin büyük çoğunluğunun kaynakları, Abbasîler devrinde yazılıp, onların arzularına göre tertip edilerek yayılmış tarihlerdir.
Abbasî halifeleri, Emevîlere düşman olduğundan, tarihçileri de, dünyalık ele geçirmek için, ilmi, siyasete kurban etmişlerdir. Sultanların gözüne girmek, mal ve mevki elde etmek için vakaları değiştirmekten, hadiseleri yanlış yazmaktan çekinmemiş, Emevîleri insafsızca kötülemeğe, onların hatalarını şişirmeye koyulmuşlardı. Hatta Emevîleri kötüleyen hadisler bile uydurmuşlardır.
Şurası muhakkaktır ki, Abbasîler, Ehl-i beyte karşı düşmanlıkta, Emevîleri kat kat geçmiştir. Öyle ki, Hazret-i Hasan evlâdı, Mağrib ve Endülüs’e; Hüseyn evlâdı ise, Anadolu ve Türkistan’a kaçarak, canlarını kurtarabilmişlerdir.
Osmanlılar, zaman cihetinden, Abbasîlere daha yakın, toprak cihetinden de, komşu olduğundan, cahil bazı tarihçiler, Abbasî tarihlerini olduğu gibi tercüme etmiş, onların tesirinde kalarak aynı hataları tekrarlamıştır. Bunlardan en objektif ve güvenilir olanlarından birisi, Nişancızade’nin Mir’at-ı Kâinat isimli tarihidir. Müellifi hukukçu olduğu için hadiseleri analitik olarak değerlendirmiş; Emevî devrini mümkün mertebe doğru anlatmıştır.
Ebu Bekr ibnü’l-Arabî’nin el-Avâsım mine’l-Kavâsım, İbn Teymiyye’nin Minhacü’s-sünne, Şah Veliyyullah’ın İzâletü’l-Hafâ ve Kurretü’l-Ayneyn, İbn Hacer el-Mekkî’nin es-Savâiku’l-Muhrika, Abdülaziz el-Ferharî’nin en-Nâhiyetü an Ta’nı Emîril-Mü’minîn Muaviye, Ömer Nasuhi Bilmen’in Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikatları, Hüseyn Hilmi Işık’ın Eshab-ı Kiram kitapları dışında bu mevzuda tarafsız yazılmış muteber eser yok gibidir.
Bir yandan tarihçiler, bir yandan da, Şah İsmailin bozguna uğrayan ordusunun döküntüsü olup, tekkelere sığınan Bâtınîler, Türk halkına ve kemale varamamış bazı tasavvufçulara Eshab-ı kiram ve Emevî düşmanlığı bulaştırdı.
Halbuki İranlı Şiî bir yazar olan Seyyid Hüseyn Nasr bile, dört halifeden sonra Emevîlerin umumiyetle dünyevî yöneticilere benzediğini söyledikten sonra, “Bunlarla modern bir tiran arasındaki fark, günümüzde pekçok ülkede bizzat İslâm ahkâmını yıkma girişiminde bulunulurken, Emevîler devrinde yine de İslâm hukukunun uygulanmış olmasıdır” diyor. (İslam - İdealler ve Gerçekler, 120-12)
Emevî halifeleri, yaygın propagandanın hilâfına, bir-ikisi hâriç, kötü kimseler değillerdi. İçlerinde II. Muaviye, Abdülmelik, Ömer bin Abdülaziz gibi âlim ve müttekileri ekseriyetteydi. Hânedânın kurucusu ise, Hazret-i Peygamber’in kayınbiraderi ve vahy kâtipliği yapmış olan bir sahâbîdir. Bunların idaresiyle İslâm ülkeleri her cihetten maddî ve manevî terakkîler göstermişti. Vatandaşlar sulh ve refah içerisinde idiler. İstanbul ilk defa bunların zamanında kuşatılmış ve Hazret-i Peygamber’in Buhari’de geçen “Kayser’in şehrine ilk sefer eden ordu mağfiret olunmuştur” hadîsinin müjdesine kavuşulmuştur.
Bilhassa İspanya, daha önceleri Gotlar elinde vahşi bir belde iken, Endülüs Emevî sultanlarının emri altında, en güzel şekilde imar edilmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmıştı. İlim, sanat, ticaret, ziraat ve güzel ahlâka çok ehemmiyyet verilmişti. Avrupa’ya ilim ve estetik kıvılcımı, ilk defa buradan sıçramıştır. Evet, Emevîler arasında sefih bir hayat sürenler vardı. Ama bunların da millete bir zararları olmamış; ancak kendi nefislerine zulmetmişlerdir. İslâm hukukçuları bunların zamanında serbestçe ilmî faaliyette bulunarak fıkhı meydana getirdiler.
Emevîler, iktidarlarının yarısına varmadan, İslâm devletini, tarihin en büyük imparatorluğu hâline getirdiler. Kısa süren hilafetleri, fetihler, imar ve ilmi faaliyetler cihetiyle İslâm tarihinin en parlak devrelerinden birini teşkil eder. Buna rağmen halkın bir kısmının kalbinde kendilerine karşı bir hoşnutsuzluk vardı. Birlik ve dirlik endişesiyle, muhalefeti sertlikle bastırdılar. Bu hoşnutsuzluğu Ali ve ehl-i beyt taraftarlığı kisvesi arkasına gizleyerek fırsat buldukça başkaldırmayı ihmal etmediler. Emevîlerin düşüşüyle beraber bu aleyhtarlık kat kat mübalağa ile dile ve yazıya dökülmüştür.
Kurtubî’de geçtiği üzere, Emevileri hicveden şiirleriyle meşhur İbn Kays (v.694) demiştir ki, “Ümeyye oğullarından hoşlanmamanın tek sebebi, onların öfkelendikleri vakit tahammül göstermeleridir.” Yani hasımları, öfkelenip, kontrollerini kaybetsinler istiyor; olmayınca husumetleri artıyordu.
Emevî aleyhtarlığı arkasındaki hakiki sebep şudur: Emevi halifeleri, selef-i sâlihînin yolundan ayrılmayarak, mütemadiyen iktidardaki hanedanın yıkılmasını gaye edinen muhtelif mezheplerdeki muhaliflerine karşı, mutedil, sünnî bir dini inkişafı desteklemişlerdir. İslâmiyeti bir devlet dini olarak geniş bölgelere yaymış, dindarlara saygı duymuşlardır. (Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi, 2/395-396)
İhtilalci Ebu Müslim Horasanî’ye atfedilen ve Emevîlerin neden yıkıldığını izah eden şöyle bir söz vardır: “Dostlarını uzaklaştırdılar; düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırdıkları düşmanları dost olmadı ama, uzaklaştırdıkları dostları düşman oldu”.
Zamanında Emevîleri hicveden şiirleriyle meşhur İbn Kays der ki, “Bazılarının Emevîlerden hoşlanmamalarının sebebi, onların öfkelendikleri vakit tahammül göstermeleridir.”
14 Aralık 2020 Pazartesi
14.12.2020
30 sene süren 4 raşit halife devrinden sonra, İslam imparatorluğuna hâkim olan ilk hanedan Beni Ümeyye, nam-ı diğer Emevilerdir. Cenab-ı Peygamber’in büyük dedesi Hâşim’in ikiz kardeşi Abdüşşems’in oğlu Ümeyye’nin evladıdır. 3.halife Hazret-i Osman, bu ailedendir.
Cahiliye devrinde de, İslâmiyetten sonra da bu kalabalık, güçlü ve gururlu ailenin, hasetçileri ve hasımları hep fazla olmuştur. Ümeyye’nin torunu Ebu Süfyan, İslâmiyetin zuhuru esnasında Mekke site devletinin reisi idi. Mekke’nin fethinde zevcesi Hind ile beraber müslüman oldu. Resulullah onu Necran valisi yaptı. Taif ve Yermük Gazâsı’nda birer gözünü kaybetti.
Resulullah’ın kayınbiraderi ve vahiy kâtibi olan Hazret-i Muaviye’nin 661 senesinde Hazret-i Hasen’den halifeliği devralmasıyla başlayan Emevî Devleti, son halife II.Mervan’ın 750’de tahtını kaybetmesiyle sona erdi.
Emevi hâkimiyetinin ilk devresi, Muaviye, oğlu Yezid ve torunu II. Muaviye’den ibarettir. Bu sonuncusunun 6 aylık halifelikten 684’te feragat etmesiyle, Muaviye’nin büyük amcasının torunu Mervan bin Hakem halife oldu. Mervan, Hazret-i Osman’ın damadı idi. Onunla beraber 11 halife daha hüküm sürdü.
Parlak devir
Emevîler, İslâm devletini, tarihin en büyük imparatorluğu hâline getirdi. Bu kısa hilafet devresi, fetihler, imar ve ilmi faaliyetler cihetiyle İslâm tarihinin en parlak devirlerinden biridir.
Emeviler devrinde Müslümanların siyasi hâkimiyeti batıda Atlas Okyanusu’na, doğuda Türkistan içlerine; kuzeyde Anadolu ve Kafkasya’ya, güneyde ise Hind Okyanusu’na dek uzandı. Müslümanlar Avrupa’nın kalbine yöneldi. Pireneleri geçti. İlki Yezid kumandasında olmak üzere İstanbul defalarca kuşatıldı. Hatta bir tanesinde Müslümanlar şehirde bir mahalle kurup birkaç sene kaldılar. Arap Câmii o günlerin hatırasıdır.
Fethettikleri yerde Bizans ve İran siyasi an’anelerini Müslüman Arap kültürü ile harmanlayan Emeviler, sadece fetihlerle değil, kurdukları siyasi ve idari müesseselerle imparatorluk karakteri verdiler.
Niye hoşlanmıyorlarmış?
Buhranlı bir zamanda, iktidarı kuvvet yoluyla ele geçirdiler. Ubeydullah bin Ziyad ve Haccac bin Yusuf gibi muktedir valilerle muhalefeti sertlikle bastırdılar. Devletin tamamiyeti mevzubahis olduğunda merhamet göstermeyerek, büyük bir cevvaliyet ve basiretle imparatorluğunun iç ve dış politikasını idare etmesini bildiler.
Mal, mevki sahibi olmak, fitne çıkartıp cemiyeti bölmek isteyen bir kesim, kendilerine partizan toplamak, güç kazanmak adına, Hazret-i Ali ve Ehl-i beyt taraftarlığı kisvesi ardına saklanarak fırsat buldukça isyan çıkardılar. Halifeler de bunlara sert mukabele etti. Kendileri cezalarını bulurken, Ehl-i beytin de incinmesine sebep oldular. Garip olan şudur ki, hemen herkes, muhaliflerine sert davrandığı için Emevîleri suçlar; ama memleketi kana boyayan fitneci ve asilere kimse bir şey demez.
Halbuki Emeviler, siyasi iktidarlarına ilişmeyenlere ilişmeyerek halkı işinde gücünde serbest bıraktılar. Bu devirde sadece dini ilimler değil, teknik, sosyal ve edebi ilimler de çok ilerledi. Her yanda âlimler kıymetli eserler meydana getirdi.
Acı son
Emevi asrı, aynı zamanda siyasi muhalifleri olan Ehl-i sünnet dışı cereyanlara, bilhassa Hâricî ve Şiîlere karşı mücadele ile geçti. Bu mücadeleleri Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya kitabı güzel anlatır.
Her seferinde bu isyanları bastırsalar da, Ebu’l-Abbas riyasetinde ve Ebu Müslim Horasani adındaki profesyonel bir ihtilalcinin kumandasındaki Şiî isyanı, devletin de sonunu getirdi. Kabiliyetli bir halife olan II.Mervan Zap ırmağı kenarında yenildi. Mısır’a kadar çekildi ise de, Abbasiler, Emevi ailesinden kimi buldularsa feci şekilde katlettiler.
Katliamdan birkaç kişi kurtulabildi ki bunlardan biri İspanya’da Endülüs Emevi halifeliğini kuracaktır. Hânedanın külleri arasından çıkmış bir gencin kurduğu bu parlak devlet, Emevîlerin siyaset, askerlik ve kültür sahasındaki maharetlerinin delilidir.
Emevîleri hicveden şiirleriyle meşhur İbn Kays (v.694) der ki, “Bazılarının Emevîlerden hoşlanmamalarının sebebi, onların öfkelendikleri vakit tahammül göstermeleridir. Yani hasımları öfkelensinler, kontrollerini kaybetsinler istiyor, olmayınca husumetleri artıyordu (Kurtubî).
Müslümanlar mimariden ne anlar!
Emevi devri fikri ve kültürel hareketler cihetiyle de büyük bir canlılık arzeder. Şiir ve belagatta zirve sayılan bu devirde, gramer üzerine çalışmalar yapıldı. Kur’an-ı kerime hareke koyarak doğru okunması temin edildi. Hadis ve fıkıh çalışmaları çok canlıydı. Hadis-i şeriflerin toplanarak yazıya geçirilmesi bu devre rastlar.
Tarih ilmi çok ilerledi. Bilhassa tıp ve kimya çok parlak günler yaşadı. Halife Velid dünyada ilk karantinayı tatbik etti. Tam teşekküllü hastaneler açıldı; Antakya ve Harran’da tıp fakülteleri kuruldu. Halife Yezid’in oğlu Hâlid kimya âlimi idi. Bedava ilk mekteplerin açılması bu devirdedir.
Memleketin dört bucağında yaptırdıkları mimari eserlerle, göz kamaştırdılar. Mescid-i Haram’ı ve Mescid-i Nebevi’yi tamir ve tevsi ettiler. Mescid-i Aksâ ve Kubbetu’s-Sahrâ, onların yadigarıdır. Halife Velid’in Bizanslıların, “Müslümanlar mimariden ne anlar!” sözünü yalanlarcasına Şam’da inşa ettirdiği Câmi el-Ümeyye, ortaçağın en parlak eserlerinden ve Müslümanların ilk yüz akı sayılır.
Düşmanlığın hakiki sebebi
Abdülmelik bin Mervan, oğulları Velid ve Hişam, yeğeni Ömer bin Abdülaziz, Emevî halifelerinin en büyüklerindendir. Memurlarda Kur’an bilgisi arar, bu hususa ehemmiyet verirlerdi. Fakir ve hastalara yardım ederler; çalışamayacak müslüman ve gayrı müslim vatandaşlara maaş bağlarlardı.
İslâmiyeti bir devlet dini olarak geniş beldelere yaydılar; dindarlara saygı duydular; âdil valiler tayin ederek, onların kalblerini kazandılar. Emevî iktidarını yıkmayı gaye edinen muhtelif bid’at mezheplerindeki muhaliflerine karşı, mutedil Sünni bir dini tekâmülü desteklediler. Emevî düşmanlığının, başka şeyler arkasına gizlenen hakiki sebebi işte budur.
İstanbul’a ilk sefer
Emevî halifeleri, yaygın propagandanın hilâfına, bir-ikisi hâriç, kötü kimseler değillerdi. İçlerinde II. Muaviye, Abdülmelik, Ömer bin Abdülaziz gibi âlim ve müttekileri ekseriyetteydi. Hânedânın kurucusu ise, Hazret-i Peygamber’in kayınbiraderi ve vahy kâtipliği yapmış olan bir sahâbîdir. Bunların idaresiyle İslâm ülkeleri her cihetten maddî ve manevî terakkîler göstermişti. Vatandaşlar sulh ve refah içerisinde idiler.
İslâm hükümdarları arasında, etraflarını saran dalkavukların, münafıkların tesiri ile zulme, günaha kayanlar olmuştur. Fakat ulema, kitapları ve sözleri ile emri maruf yaparak, onları doğru yola çekmeğe çalışmış; böylece en kötüleri dahi dinsiz hükümetlerin en iyilerinden daha adil, daha faydalı olmuştur. Hiçbiri İslâmiyetin inkişafına mâni olmayı hatırına bile getirmemiş; hep dine ve millete hizmet için çırpınmışlardır. Her birinin sonraki nesle bıraktıkları eserler, sayılamayacak kadar çoktur. İzleri ve hatta çoğunun kendileri meydandadır.
Emevîler hakkındaki ithamları ve bunlara verilen cevapları inşallah başka bir yazıda ele alalım.
İranlı bilim tarihçisi Şiî Profesör Seyyid Hüseyn Nasr der ki: Emevî halifelerini, müslüman memleketlerdeki modern tiranlarla bir tutmamalıdır. Bunlar dini bizzat yıkmaya uğraşırken, Emevîler devrinde İslâmiyet tatbik ediliyordu.”
21 Aralık 2020 Pazartesi
21.12.2020
Ehli beytin adını kullanarak iktidar hırsı ile ayaklananlar, isyanlarını haklı göstermek için Emevîleri kötülemişler; onları fısk ve zulüm ile itham etmişlerdir. Halbuki kendi isyanları neticesinde halkın maruz kaldığı sıkıntı, Emevîlerin verdiğini kat kat geçmiştir. Halifelerin şahsi günahlarının hesabını Allah sorar; bu, halifeliğin meşruluğuna halel vermez. Günahsız insan yoktur. Hadis-i şeriflerden anlaşılan; halifenin fısk veya zulmü, isyan için bahane olamaz.
İranlı bilim tarihçisi Şiî Profesör Seyyid Hüseyin Nasr bile der ki: Emevî halifelerini, müslüman memleketlerdeki modern tiranlarla bir tutmamalıdır. Bunlar dini bizzat yıkmaya uğraşırken, Emevîler devrinde İslâmiyet tatbik ediliyordu.”
İctihadı ile oldu
Hazret-i Muaviye, Hazret-i Ömer devrinden beri Şam valisiydi. Hazret-i Ali’ye biat edenler arasında değildi. Sonra da Hazret-i Osman’ın katillerine kısas yapılmadığı ve katillerin çoğu Hazret-i Ali ordusuna sığınıp izini kaybettirdiği için kendisini halife ilan etti.
Bu, içtihadı ile olmuş; çünki Cenab-ı Peygamber halife olacağını haber vermişti (İbn Sa’d, Zehebî). Ulema, içtihadı zaman itibariyle isabetli olmasa bile, sahabilik cihetiyle kınanamayacağını söyler. Nitekim sahabenin çoğu, hatta Hazret-i Ali’nin biraderi Ukayl bile onun yanında yer aldı. 20 yıllık valiliği ve 19 yıllık hilafeti, İslam tarihinin altın çağlarındandır.
Halifeliğinin sonuna doğru sahabeden bazıları ileride bir karışıklık yaşanmaması için yerine oğlunu veliahd tayin etmesini söylediler. Hacca gittiğinde diğer sahabilere danıştı. Hüseyin bin Ali ve Abdullah bin Zübeyr dışında hepsi bunu kabul etti ve veliahde biat ettiler. Halifeliğin babadan oğula geçmesi, şer’î hükümlere aykırı değildir. İbn Haldun der ki: “Bunu yapmasaydı çok daha büyük sıkıntılar doğardı.” İbn Hacer de der ki: “Halifelik için, şahsi üstünlüktense, güç ve siyaset aranır.”
Hucr bin Adi’nin katlini tarihler farkı farklı anlatıyor. el-Kâmil’den anlaşıldığına göre fitnenin def’i için siyaseten olmuştur. İşin hakikatini anlamak mümkün değildir. Ama Muaviye düşmanları bunu çok kullanmıştır. Hazret-i Ali’nin ateşli taraftarı Hasen el-Basrî, çok yüksek bir zat olmasına rağmen, aşırı hüsn-i zannı sebebiyle adaletine veya fıskına bakmadan herkesten rivayet ettiği için, hadis âlimleri kendisini güvenilir bulmaz.
Kerbelâ Fâciası
Hazret-i Hüseyin, efdal (daha faziletli) varken, mefdulün (daha az faziletlinin) halife olamayacağı ictihadında idi. Sahabenin çoğu ise böyle düşünmüyordu. Bu sebeple Yezid’e biat ettiler ve valilerinin arkasında namaz kıldılar. O esnada Kûfe’de isyan çıktı. Hazret-i Hüseyin’i Irak’a davet ettiler. O da akrabasının ve sahabilerin ikazına rağmen gitti.
Yolda vali İbn Ziyad önünü kesti. Hüseyin, geri dönmeyi kabul etti, ama biatı kabul etmedi. Bu sebeple taraftarlarının çoğu ile beraber şehit oldu. Bu emri Yezid vermedi; nitekim isteseydi bunu daha evvel yapabilirdi. Nitekim kurtulan 10 yaşındaki yegâne oğlu Zeynelâbidin Ali’yi öldürmek şöyle dursun; ölünceye kadar ihtimam etti. O da hiç politikaya karışmadı. Nitekim Kısas-ı Enbiya'da geçtiği üzere, Hazret-i Hüseyin’in kızı Sükeyne, “Yezid’den hayırlı düşman görmedim” demiştir.
Kerbela hâdisesini bahane eden Medineliler ayaklanıp, vali ve maiyetini şehir dışına sürdüler. Şam’dan yollanan ordu, itaate davet etti; 3 gün de mühlet verdi. Kabul edilmeyince, isyan çok sert bastırıldı. Buna Hârre Vak’ası derler. Ardından Mekkelilerin birkaç sene süren isyanı da aynı şekilde bastırıldı. Bunlar saltanatı korumak için yapılmış kendince haklı icraatlardır.
Hutbede sövmek mi?
Şiî tarihçi Makrizî’nin anlattığına göre, Sıffîn harbi esasında, Hazreti Ali’nin ordusundaki bazı kendisini bilmezler, Şam askeri ve Muaviye’ye namazlardan sonra sövmeye başladılar. Bunu işiten Şamlılar da harb propagandası çerçevesinde buna mukabele ettiler. Bu âdeti Ömer bin Abdilaziz kaldırdı. Şu halde bu işi başlatan Emevîler değildi. Muharebe, lanetleşmeden daha kötüdür. Üstelik Ehl-i Beyte sövmeyi kötü görenler; öte yandan Ebu Bekr, Ömer ve Âişe’ye sövmeyi ibadet sayar.
Emevîler, insanların müslüman olmasını engellemek şöyle dursun; en fazla ihtida hareketi onlar zamanında olmuştur. İnsanlar kitle hâlinde Müslümanlığa girmiştir. Hatta Horasan valisi, Halife Ömer bin Abdilaziz’e, gayrı muslimlerin vergiden kaçmak için Müslüman olduklarını düşündüğünü yazarak, sünnet kontrolü yapmayı teklif etti. Halife, “Allah, bizi vergi tahsildarı veya sünnetçi olarak göndermedi” şeklinde tarihi bir cevap verdi.
Emevîler, Arap milliyetçiliği yapmakla suçlanmıştır. Halbuki onlar zamanındaki âlimler ve kumandanların ekserisi mevâliden, yani Arap olmayan Müslümanlardandı. Emevîler, saltanatlarına ilişmeyen kimsenin hayatına ve fikirlerine karışmazdı.
Türkistan’ın istilası, Araplarla Türkleri komşu yaptı. Türkler, Arapların yanında yer aldı. Bu da Arapların Türklere teveccühünü arttırdı. Ubeydullah bin Ziyad, Kûfe’ye Müslüman Türkleri yerleştirdi. Müslüman olan Türk hükümdarları tahtında bırakıldı.
Talkan gibi muharebelerde ölenleri katliâma uğramış gibi göstermek doğru değildir. Enteresandır ki, bazı Arap kabileleri, Abbasîler zamanında, Araplara ayrımcılık yapılıp Arap olmayanların üstün tutulduğu iddiasıyla ayaklanmıştı. Bu da meselenin hassasiyetini gösterir.
Ah bu tarihçiler!
Emevîler bahsinde eldeki tarihlerin büyük ekseriyetinin kaynakları, Abbasîler devrinde yazılıp, onların arzularına göre tertip edilerek yayılmış tarihlerdir. Abbasîler, Emevîlere düşman olduğundan, tarihçileri de, dünyalık ele geçirmek için, ilmi, siyasete kurban etmişlerdir. Sultanların gözüne girmek, mal ve mevki elde etmek için vakaları değiştirmekten, hadiseleri yanlış yazmaktan çekinmemiş; Emevîleri insafsızca kötülemeğe, onların hatalarını şişirmeye koyulmuşlardı. Emevîler aleyhinde hadis bile uydurmuşlardır.
Ehl-i beyt iktidarı sloganı ardında büyük bir isyan çıkarıp, Emevîleri yıkan ve aileyi katliâma tabi tutan Abbasîler, iktidarı vermek şöyle dursun, Ehl-i beyte, Emevîler zamanında benzerine rastlanmayan eziyetlerde bulundular. Öyle ki Hazret-i Ali evladı, Mağrip ve Türkistan’a sığınmaya mecbur oldu.
Osmanlılar, zaman cihetinden, Abbasîlere daha yakın, toprak cihetinden de, komşu sayıldığından, cahil bazı tarihçiler, Abbasî tarihlerini olduğu gibi tercüme etmiş, onların tesirinde kalarak aynı hataları tekrarlamıştır. Bir yandan da, Şah İsmail ordusunun döküntüsü olup, Anadolu tekkelerine sığınan Bâtınîler, Türk halkına ve kemale varamamış bazı tasavvufçulara sahabe ve Emevî düşmanlığı bulaştırmıştır.
Bu meseleye dair en objektif ve mutemet olan kitaplarından birisi, Nişancızade’nin Mir’at-ı Kâinat isimli tarihidir. Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya'sı, bazı yerlerinde bahsedilen tesire rastlansa da, faydalıdır. Şu kitaplar dışında bu mevzuda tarafsız yazılmış Türkçe muteber eser yok gibidir: Ebu Bekr İbnü’l-Arabî, el-Avâsım mine’l-Kavâsım; İbn Teymiyye, Minhacü’s-Sünne; İbn Haldun, Mukaddime; İbn Hacer el-Mekkî, es-Savâiku’l-Muhrika; Şah Veliyyullah, İzâletü’l-Hafâ ve Kurretü’l-Ayneyn; Abdülaziz el-Ferharî, en-Nâhiyetü an Ta’nı Emîril-Mü’minîn Muaviye; Ömer Nasuhi Bilmen, Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikatları; Hüseyn Hilmi Işık; Eshâb-ı Kirâm. Bunları okumadan bu meseleler hakkında söz söylemek suiniyet değilse, cehalettir.
Tarih nasıl tahrif edilir!
Abdülmelik bin Mervan, âbid ve âlim bir gençti. Öyle ki Mescid Güvercini diye anılırdı. Babası vefat edip, halife olduğu kendisine haber verildiğinde, okuduğu mushafı yerine koyarken, üzerine binen yükü düşünerek, “Korkarım seninle beni ayırdılar” demiştir. Muhalif tarihlerde ise “Abdülmelik, halife olunca, mushafı fırlatıp artık seninle işim olmaz” diyerek münafıklık imasında bulunulur.
Halife Abdülmelik zamanında Hicaz’da kolera salgını olduğu için, Şam’dan hacca gidiş muvakkaten yasaklanmıştı. O esnada inşaı tamamlanan Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahrâ parlak bir merasimle açıldı. Muhalif tarihçiler, “Abdülmelik, hac için Hicaz yerine, artık Kudüs’e gidilmesini emretti” diye yazdılar.
Şiîler, davalarına revaç vermek için İmam Ebu Hanife gibi meşhur sevilen zatların kendilerini desteklediği iddiasını yaymıştır ki, doğru değildir. Ebu Hanife, kitaplarında zalim ve fâsık da olsa halifeye isyanı men eder.
Işıkların cemaati bu kez, Peygamber torunlarını katleden isme övgüler dizdi.
Son Güncelleme:
A+A-
Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesinin yazarı Ekrem Buğra Ekinci, bugünkü köşesinde Emevilere övgüler dizerken, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in ailesini katleden ve tarihe “Kerbela Olayı” olarak geçen katliamdan sorumlu Emevi lideri Yezid’i aklamaya çalıştı.
“Ehl-i beytin adını kullanarak iktidar hırsı ile ayaklananlar, isyanlarını haklı göstermek için Emevîleri kötülemişler” diyerek yazısına başlayan Türkiye yazarı Ekinci, Emevi hükümdarı Muaviye için, “20 yıllık valiliği ve 19 yıllık hilafeti, İslam tarihinin altın çağlarındandır” şeklinde yazdı.
Muaviye’den sonra oğlu Yezid’in Emevi hükümdarlığına gelmesini, “Halifeliğin babadan oğula geçmesi, şer’î hükümlere aykırı değildir” diye yazarak Yezid övgüsüne devam eden Ekrem Buğra Ekinci, Yezid’in, Hz. Muhammed’in ailesini katletmesini ise şöyle anlattı:
“Hazret-i Hüseyin, efdal (daha faziletli) varken, mefdulün (daha az faziletlinin) halife olamayacağı ictihadında idi. Sahabenin çoğu ise böyle düşünmüyordu. Bu sebeple Yezid’e biat ettiler ve valilerinin arkasında namaz kıldılar. O esnada Kûfe’de isyan çıktı. Hazret-i Hüseyin’i Irak’a davet ettiler. O da akrabasının ve sahabilerin ikazına rağmen gitti. Yolda vali İbn Ziyad önünü kesti. Hüseyin, geri dönmeyi kabul etti, ama biatı kabul etmedi. Bu sebeple taraftarlarının çoğu ile beraber şehit oldu.”
Yezid’i üstü kapalı bir şekilde övmeye devam eden Türkiye gazetesi yazarı Ekinci, Kerbela’da katliam için, “Bu emri Yezid vermedi; nitekim isteseydi bunu daha evvel yapabilirdi” şeklinde yazdı.
Yezid’i aklamak için, Kerbala’da Yezid’in askerlerince katledilen Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in kız kardeşi Hz. Zeynep’ten alıntı da yapan Ekrem Buğra Ekinci, “Hazret-i Hüseyin’in kız kardeşi Hazret-i Zeyneb, ‘Yezid’den hayırlı düşman görmedim’ demiştir. Kerbela hâdisesini bahane eden Medineliler ayaklanıp, vali ve maiyetini şehir dışına sürdüler” ifadelerini kullandı.
Müslümanların Kerbala’da peygamber torunlarının katledilmesine karşı çıkmasını “bahane” diyen Ekrem Buğra Ekinci, Maviye’yi savunurken de Hz. Ali’yi eleştirdi.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in ailesinin katledilmesinden sorumlu olanları aklamak için suçu da tarihçilere atan Ekrem Buğra Ekinci, “Emevîler bahsinde eldeki tarihlerin büyük ekseriyetinin kaynakları, Abbasîler devrinde yazılıp, onların arzularına göre tertip edilerek yayılmış tarihlerdir. Abbasîler, Emevîlere düşman olduğundan, tarihçileri de, dünyalık ele geçirmek için, ilmi, siyasete kurban etmişlerdir” diye yazdı.
Osmanlı’nın Emevileri eleştirmesinin ardından da Abbasiler olduğunu öne süren Ekrem Buğra Ekinci, Emevilere karşı çok sert çıkışları ile bilinen İslam alimi Ebu Hanife (İmam-ı Azam) üzerinden de Emevileri aklama yoluna gitti.
EKİNCİ'NİN SAVUNDUĞU EMEVİLERİN LİDERİ YEZİD, KABE'Yİ DE HEDEF ALMIŞTI
Ekrem Bura Ekinci'nin destek verdiği Emevilerin lideri Yezid'in ordusu, 682 yılında Kabe'ye saldırmıştı.
Mekke şehri mancınıklar ile harap edilirken sadece şehir değil “Allah’ın evine kimse saldırmaz” diye düşünerek sığınanlar nedeniyle Kabe hedef alınmıştı.
Muaviye’nin oğlu Yezid’in üç yıllık hilafet döneminin birinci yılında İmam-ı Hüseyin’i şehit ettikten sonra, ikinci yılında Mekke'den önce Medine’ye saldırmıştı.
Tarihe “Harra Vakası” olarak geçen bu hadise de askerleri, içlerinde Sahabe kadınlarında olduğu, kadınlara tecavüzü de hoş karşılamış ve teşvik etmişti.
Harra olayından sonra da Mekke’yi kuşatmış, şehiri mancınıklarla yıkmış ve yaktırmıştı. Bu saldırı esnasında Kâbe’nin duvarı da yıkıldı ve örtüsü yandı.
Kuşatma sırasında Yezid’in ölüm haberini duyan Emevi askerleri geri çekilmesiyle, şehir Medine’deki yaşanılan faciayı yaşamaktan kıl payı kurtuldu.
KİM BU EKREM BUĞRA EKİNCİ
Ekrem Buğra Ekinci ise daha önce de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hedef alan bir yazı kaleme alıp tartışmaya neden olmuştu.
Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed'in, Twitter hesabından 1. Dünya Savaşı’nda Medine’yi savunan Fahrettin Paşa’ya yönelik hakaret içeren bir paylaşım yapmış ve “hırsız” şeklinde ağır hakaretlerde bulunmuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çok sert tepki gösterdiği Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in “Erdoğan’ın dedeleri hırsız” tezine, Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci destek çıkmıştı.
Ekrem Buğra Ekinci, “Medine'yi İngilizlere değil, Şerif Hüseyin Paşa ve Müslüman Araplara karşı müdafaa eden Fahrettin Paşa bile kahramanı oldu” şeklinde mesaj yazarak şöyle demişti:
“Medine'den topladığı hazineleri ve mukaddes emanetleri Şam'daki Cemal Paşasına yolladı. Bunların çoğu Ittihatçılarca yağma edildi. Cemal Paşa'nın İstanbul'a çektiği 23 Nisan 1917 tarih ve 1025 numaralı telgraf ve bunun ardından 26 Nisan 1917 tarihli Suriye valisi Tahsin Uzer'in şifresi Medine'den gönderilen sandıkların Şam'da açıldığını ve bazı kıymetli taşların burada kaybolduğunu itiraf ediyor.”
“ÇANAKKALE GEÇİLSEYDİ...” DEMİŞTİ
Ekrem Buğra Ekinci’nin, Çanakkale ile ilgili 2015 yılında kaleme aldığı skandal bir makalesi de tepkilere neden olmuştu. Yazısında, Atatürk’ün büyük katkısıyla kazanılan Çanakkale zaferiyle ilgili, “Çanakkale geçilseydi...” diyen Ekinci, bunun gerekçesini de “Petrol havzaları ve mukaddes beldeler işgal edilmezdi” diyerek açıklamıştı. “Çanakkale geçilseydi, Osmanlı Devleti yıkılmaz; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya ve Anadolu bu ağır enkazın altında kalmazdı” diye yazan Ekinci, Çanakkale zaferinin “Alman kurmaylarının dehası” sonucunda kazanıldığını savunmuştu.
TÜRK-İSLAM SENTEZİNİ ELEŞTİRMİŞTİ
Ekrem Buğra Ekinci 26 Şubat 2018 tarihli Türkiye gazetesindeki yazısında da AKP ve MHP’nin oluşturduğu “Cumhur İttifakı”na karşı çıkmıştı. Yazısına, “Son asırda dini, millî ideolojilerle sentez yapılıp, ulus-devletlerin teşekkülünde kullanılan bir âlete dönüştürmek isteyen bir cereyan vardır” ifadeleriyle başlayan Ekinci, Türk-İslam sentezini eleştirmişti.
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin için “İstanbul’u alan dedesiydi. İstediğine verir” diyen Ekinci, tartışma yaratacak bir yazı daha kaleme almıştı.
“Padişah, siyasî bir buhrana ve iç savaşa sebep olmak istemedi” diyen Ekrem Buğra Ekinci, şunları yazmıştı:
“Ortalık yatıştıktan sonra tekrar dönmek niyetiyle hicrete razı oldu. Hatıralarında, ‘Yaşamak imkânsız olan yerden hicret, Peygamber sünnetidir’ demiştir. Korkmuş muydu? Torunu Hümeyra Hanımsultan’ın da dediği gibi, hayır. Zaten yaşlı ve hasta idi; tek ciğerle yaşıyordu.”
.
Suudi prensinin Türkiye şubesi hangi yazar çıktı
Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin İsrail’e destek çıkan açıklamalarının benzerini, Türkiye gazetesinin yazarı Ekrem Buğra Ekinci’nin de yaptığı ortaya çıktı.
Son Güncelleme:
A+A-
Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesinin yazarı Ekrem Buğra Ekinci’nin, İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalara ilişkin çarpıcı ifadeleri ortaya çıktı. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, “İsraillilerin atalarından kalma yurtlarında bir ulus devlet çatısı altında yaşama hakları olduğuna inanıyor musunuz” sorusunu şöyle cevaplamıştı:
"Kendi ülkelerine sahip olmak İsraillilerin ve Filistinlilerin hakkı. Fakat herkes için istikrar sağlamak ve normal ilişkiler elde etmek için bir barış anlaşmasına sahip olmamız gerekir."
Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin İsrail’e destek çıkan açıklamaları tepkilere neden olurken, Türkiye gazetesinin yazarı Ekrem Buğra Ekinci’nin de Veliaht Prensi’nin tezini destekleyen ifadelerinin olduğu ortaya çıktı. Ekinci daha önce de “Erdoğan’ın dedeleri hırsız” mesajını paylaşan Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in tezini destekleyen ifadeler kullanmıştı.
Marmara Üniversitesi öğretim üyesi ve Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci, kendi adıyla açılan internet sitesinin “Sualler” bölümünde kendisine yöneltilen çeşitli soruları yanıtlıyor. Ekinci’nin Filistin ve İsrail konusuna ilişkin sorulara verdiği yanıtlar da dikkat çekti. Ekinci kendisine 6 Aralık 2012 yılında sorulan, “Tevrat’ta Fırat ile Nil arasındaki mıntıkanın Arz-ı Mev’ud olarak Yahudilere ait bulunduğu; ayrıca burada yaşayan 7 kavmin yok edilmesinin emredildiği; dolayısıyla Anadolu’nun bir kısmını içine alan bu sahada Yahudilerin gözü olduğu; bu emellerini gerçekleştirmek için nüfusları yetmediği için Masonluğu kurdukları söyleniyor. Bunlar doğru mudur?” şeklinde soruya verdiği yanıtta, “Arz-ı Mev’ud, yani Tevrat’ta Hazret-i Mûsâ’ya va’d edilen toprak, yalnızca bugünki Filistin’dir” ifadelerini kullandı.
Yanıtının devamında, Filistin’in merhum lideri Arafat için “eksantrik lideri” ifadelerini kullanan Ekinci, İsrail’in topraklarını genişletmek istemesinin anormal olmadığını iddia ederek şu ifadeleri kullandı:
“Yahudiler arasında Hazret-i Süleyman’ın hâkim olduğu toprakları tekrar ele geçirmek isteyen münferid kimseler veya topluluklar bulunabilir. Ama işgal ettiği Arap topraklarından bile gönüllü çekilmek zorunda kalan İsrail, Nil’den Fırat’a kadar olan toprakları ele geçirse bile burayı elde tutacak nüfusa sahip değildir. Her devletin daha geniş sınırlara ulaşmayı hayal etmesinde de bir anormallik yoktur.”
Ekinci, 10 Ocak 2012 tarihli, “Yahudi düşmanlığı Avrupa yapımı bir düşünce midir? Bir Müslüman, Yahudileri her fırsatta tenkit edebilir mi? Resullullah efendimizin Yahudilerin lânetlenmiş ırk olduğuna dair sözü var mıdır?” şeklindeki soruya ise, “İslâm âleminde Yahudi düşmanlığı, Müslümanların değil, Hristiyanların işine yaramaktadır” ifadeleriyle yanıt veriyor.
Ekinci'nin 2014 yılında attığı mesaj da takipçilerin tepkilerine neden olmuştu. Türkiye yazarı Ekinci Twitter mesajında, "Filler tepişir, karıncalar ezilirmiş. İran, İsrail ve Hamas'ın ihtirasları uğruna, ne acılar yaşanıyor... Yazık!" şeklinde yazmıştı.
DAHA ÖNCE NELER SÖYLEMİŞTİ
Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed'in, Twitter hesabından 1. Dünya Savaşı’nda Medine’yi savunan Fahrettin Paşa’ya yönelik hakaret içeren bir paylaşım yapmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çok sert tepki gösterdiği Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in “Erdoğan’ın dedeleri hırsız” tezine, Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci destek çıkmıştı.
Ekrem Buğra Ekinci, “Medine'yi İngilizlere değil, Şerif Hüseyin Paşa ve Müslüman Araplara karşı müdafaa eden Fahrettin Paşa bile kahramanı oldu” şeklinde mesaj yazarak şöyle demişti:
“Medine'den topladığı hazineleri ve mukaddes emanetleri Şam'daki Cemal Paşasına yolladı. Bunların çoğu Ittihatçılarca yağma edildi. Cemal Paşa'nın İstanbul'a çektiği 23 Nisan 1917 tarih ve 1025 numaralı telgraf ve bunun ardından 26 Nisan 1917 tarihli Suriye valisi Tahsin Uzer'in şifresi Medine'den gönderilen sandıkların Şam'da açıldığını ve bazı kıymetli taşların burada kaybolduğunu itiraf ediyor.”
Ekrem Buğra Ekinci’nin, Çanakkale ile ilgili 2015 yılında kaleme aldığı skandal bir makalesi de tepkilere neden olmuştu. Yazısında, Atatürk’ün büyük katkısıyla kazanılan Çanakkale zaferiyle ilgili, “Çanakkale geçilseydi...” diyen Ekinci, bunun gerekçesini de “Petrol havzaları ve mukaddes beldeler işgal edilmezdi” diyerek açıklamıştı. “Çanakkale geçilseydi, Osmanlı Devleti yıkılmaz; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya ve Anadolu bu ağır enkazın altında kalmazdı” diye yazan Ekinci, Çanakkale zaferinin “Alman kurmaylarının dehası” sonucunda kazanıldığını savunmuştu.
Ekrem Buğra Ekinci 26 Şubat 2018 tarihli Türkiye gazetesindeki yazısında da AKP ve MHP’nin oluşturduğu “Cumhur İttifakı”na karşı çıkmıştı. Yazısına, “Son asırda dini, millî ideolojilerle sentez yapılıp, ulus-devletlerin teşekkülünde kullanılan bir âlete dönüştürmek isteyen bir cereyan vardır” ifadeleriyle başlayan Ekinci, Türk-İslam sentezini eleştirmişti.
.
Erdoğan’ın dedeleri hırsızdı” tezine destek veren Işıkçıların yazarı “Çanakkale keşke geçilseydi” diyor
Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesinin yazarı Ekrem Buğra Ekinci’nin Çanakkale ile ilgili 2015 yılında kaleme aldığı skandal bir yazısı ortaya çıktı...
Son Güncelleme:
A+A-
Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesinin yazarı Ekrem Buğra Ekinci’nin, Çanakkale ile ilgili 2015 yılında kaleme aldığı skandal bir makalesi ortaya çıktı.
Yazısında, Atatürk’ün büyük katkısıyla kazanılan Çanakkale zaferiyle ilgili, “Çanakkale geçilseydi...” diyen Ekinci, bunun gerekçesini de “Petrol havzaları ve mukaddes beldeler işgal edilmezdi” diyerek açıklıyor.
“Çanakkale geçilseydi, Osmanlı Devleti yıkılmaz; Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya ve Anadolu bu ağır enkazın altında kalmazdı” diye yazan Ekinci, Çanakkale zaferinin “Alman kurmaylarının dehası” sonucunda kazanıldığını savundu.
"ZAFERDEN ÇOK HEZİMETTİR"
Çanakkale zaferini küçümseyen Türkiye gazetesi yazarı Ekinci, “Ama bu zafer, fayda yerine zarar getirdi” diye yazdı. Ekinci bununla da yetinmeyerek, “Çanakkale, bir yedek subay harbidir. Sultan Hamid zamanında yetiştirilmiş on binlerce yüksek tahsilli delikanlının hayatına mâl olmuş; şehid, yaralı, sakat ve kayıplarla, zâyiat 250 bini bulmuştur. Bu yüzden, zaferden çok hezimete benzeyen bir muharebedir” diyerek skandal ifadeler kullandı.
Ekinci yazısının sonunda ise "'Çanakkale Geçilmez’ sözünün ciddiyetini, Çanakkale’nin 3 seneye kalmadan geçilmesiyle herkes anlamıştır. Nitekim büyük savaşların içindeki lokal zaferlerin hiçbir ehemmiyeti yoktur; neticeye bakılır. 90 dakikalık bir maçın ilk 30 dakikasında jeneriklik goller olabilir; ama maçın sonundaki skor mühimdir…" diye yazarak Çanakkale muherebelerini futbol maçına benzetti.
Üstelik Ekinci, bu yazısını gelen tepkiler üzerine kendi sitesinden kaldırdı.
V
Erdoğan’ın dedeleri hırsızdı” tezine destek veren Işıkçıların yazarı bu kez AKP-MHP ittifakına çaktı
“Erdoğan’ın dedeleri hırsız” tezine destek çıkması tepkilere neden olan Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci, bu kez AKP-MHP ittifakını eleştirdi.
Son Güncelleme:
A+A-
Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed'in, Twitter hesabından 1. Dünya Savaşı’nda Medine’yi savunan Fahrettin Paşa’ya yönelik hakaret içeren bir paylaşım yapmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çok sert tepki gösterdiği Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in “Erdoğan’ın dedeleri hırsız” tezine, Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci destek çıkmıştı. “Erdoğan’ın dedeleri hırsız” tezine destek çıkması tepkilere neden olan Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci, bu kez AKP-MHP ittifakını eleştirdi.
AKP ve MHP, 2019 seçimlerinde ittifak yapacaklarını açıkladılar ve bu ittifakın adına da “Cumhur ittifakı” adını verdiler. Muhafazakar AKP ve milliyetçi MHP’nin bu ittifakı için Türk-İslam sentezi yorumları yapıldı.
Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci de bugünkü köşesinde bu konuyu ele aldı. Yazısına, “Son asırda dini, millî ideolojilerle sentez yapılıp, ulus-devletlerin teşekkülünde kullanılan bir âlete dönüştürmek isteyen bir cereyan vardır” ifadeleriyle başlayan Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci, Türk-İslam sentezini eleştirdi.
Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesinde yazan Ekrem Buğra Ekinci’nin yazısının ilgili bölümü şöyle:
“Son asırda bazı kesimlerce din, millî ideolojilerle sentez yapılıp, ulus-devletlerin teşekkülünde kullanılan bir âlete dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Dinin, otoriteye itaati ve cemiyete hürmet emreden, güzel ahlâk ve aileye kıymet veren prensiplerini, laik ulus devletler, pragmatik sebeplerle kullanmayı ihmal etmemiştir. Böylece “millî dinler” doğmuştur. 12 Eylül’ün Türk-İslâm Sentezi de bu çerçevede değerlendirilebilir.
Son zamanlarda “Türk Müslümanlığı” veya “Osmanlı İslâmı” adı verilen yeni bir telakki, Türklerin, Müslümanlığa kendilerine göre bir renk ve tarz verdiklerini iddia eder. Bu rolün giderek zayıflaması; ezcümle Osmanlıların çözülmesini, işte bu “Türk Müslümanlığı”nın terk edilerek, âmiyâne bir tabirle “Arap İslâmı”nın kabulüne bağlar. Burada kastedilen, esas itibariyle Osmanlı ilim hayatında, irade hürriyetine ehemmiyet veren Mâtürîdî kelâmının yerini, Eş’arî kelâmının almasıdır.”
.
İstanbul'u istediğine verir" diyen Işıkçı yazar Vahdettin'in kaçışını Peygamberin hicretine benzetti
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin için “İstanbul’u alan dedesiydi. İstediğine verir” diyen Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci, tartışma yaratacak bir yazı kaleme aldı.
Son Güncelleme:
A+A-
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin için “İstanbul’u alan dedesiydi. İstediğine verir” diyen Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesi yazarı Ekrem Buğra Ekinci, tartışma yaratacak bir yazı kaleme aldı.
Ekrem Buğra Ekinci, bugünkü yazısında son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in kaçışını Peygamberin hicretine benzetti.
“Padişah, siyasî bir buhrana ve iç savaşa sebep olmak istemedi” diyen Ekrem Buğra Ekinci, şunları yazdı:
.
Erdoğan’dan Arap Bakan’a “hırsız” yanıtı
1. Dünya Savaşı’nda Medine’yi savunan Fahrettin Paşa’ya yönelik hakaret içeren Arap Bakan'ın paylaşımına, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan çok sert yanıt.
Son Güncelleme:
A+A-
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda muhtarlara konuşuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed'in, Twitter hesabından 1. Dünya Savaşı’nda Medine’yi savunan Fahrettin Paşa’ya yönelik hakaret içeren mesajına çok sert tepki gösterdi. Erdoğan, Arap Bakan’a, “Haddini bil. Sen Erdoğan'ı da tanımamışsın, Erdoğan'ın ceddini ise hiç tanımamışsın. Biz sizin ne tür garabetler içinde olduğunuzu gayet iyi biliyoruz. Ne tür yanlışlar içinde olduğunuzu gayet iyi biliyoruz” dedi ve Fahrettin Paşa'nın 1. Dünya Savaşı'ndaki başarılarını anlattı.
Arap Dışişleri Bakanı şu mesajı paylaşmıştı: "1916 yılında Türk Fahri Paşa'nın Medinetü'l Münevvere halkının hakkına girdiğini ve onların mallarını çaldığını, onları kaçırdığını, Şam'dan İstanbul'a "Seferberlik" ilan ederek , Medine'deki el yazması eserleri çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan'ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu."
Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:
"Ecdadımız 1000 yıl boyunca Kudüs'ü ve tüm İslam coğrafyasını korumuştu. 1. Dünya Savaşı bir kez daha yüzleşmemizin, Kurtuluş Savaşı ise önümüzde yeni bir dönem açışımızın adıdır. 1. Dünya Savaşı'nın üzerine hala yeteri kadar çalışılmamış pek çok destanı vardır. Bunlardan biri İngilizlerin Kut'ül Amare'de büyük hezimete uğratılmış olmasıdır. Bugünlerde birilerinin büyük bühtanı ile hatırladığımız bir başka destanımız da bizim Medine müdafaamızdır. Zalimlerin safında yer almayı maharet sananların Medine müdafaasını ve onun büyük kahramanı Fahrettin Paşa'yı hedef almaları boşuna değildir. Medine müdafaası İslam'ın ve onun büyük Peygamberinin, adının, sembollerinin nasıl korunması gerektiğini gösteren ibretlik bir hadisedir.
"BÜHTANDA BULUNAN ZAVALLI SENİN CEDDİN NEREDEYDİ"
Fahrettin Paşa, bugün Bulgaristan sınırları içinde yer alan Rusçuk'ta doğmuştur. İstanbul'a gelmiş, harp okulunu bitirdikten sonra odruya katılmıştır. Musul'da, Urfa'da Ermeni isyanlarının bastırılmasında görevler üstlenmiştir. 1916'da Medine'ye tayin edilen Fahrettin Paşa 1919'a kadar korunmasını üstenmiştir. Ey bize bühtanda bulunan zavallı senin ceddin neredeydi. Fahrettin Paşa'nın 2 yıl 7 ay süre ile müdafaa ettiği Medine'de yaptığı işler, direniş takdire şayandır. Utanmadan, sıkılmadan 'Erdoğan'ın ecdadının mukaddes emanetleri oradan çalarak İstanbul'a getirdiklerini' söyleyecek kadar hezayan içinde olan zavallılar, oradaki işgale gelenlerden onları korumaktır, şehit olmak adına. Paşa, mukaddes emanetleri 2 bin kişilik koruma gücü ile İstanbul'a göndermiştir. İşgalci güçlerin eline geçmesini, görkemli müzelerde sergi malzemesi haline dönüşmesini engellemiştir. Bu emanetler İstanbul Topkapı Müzesi'nde. Batıdaki o malum yerlerde akıbeti belli olmayan yerlere mi gitseydi. Çünkü bunların kafası batıcı da onun için bu saldırıyı başlattılar. Fahrettin Paşa tüm enerjisini Medine'nin korunmasına vermiştir. Fahrettin Paşa Medine'yi 2 yıl 7 ay savunmuştur.
"YERİ GELECEK BUNLARI DA AÇIKLAYACAĞIZ"
Paşa askerleri ve şehit halkını toplayıp, "Ey insanlar malumunuz olsun ki kahraman askerlerim, bütün insanların sırtını dayadığı yer Medine'yi son damla kanına kadar müdafaaya memurdur. Allahü teala bizimle beraberdir." demiştir. Oraya yakın topraklarda bulunanlar utanmadan sıkılmadan, bühtanda bulunuyorlar. Sen Erdoğan'ı da tanımamışsın, Erdoğan'ın ceddini ise hiç tanımamışsın. Biz sizin ne tür garabetler içinde olduğunuzu gayet iyi biliyoruz. Ne tür yanlışlar içinde olduğunuzu gayet iyi biliyoruz. Bizim ecdadımız şartların zorlaştığı, ilacın, yiyeceğin kalmadığı dönemde Medine'yi büyük bir çekirge sürüsü basmıştı. Fahrettin Paşa, "Çekirgenin serçeden ne farkı var. Temizdir, tazedir" diyerek aylarca onları şehri basan çekirgelerle besliyor. Bu arada hem İstanbul hükümeti hem de çevresindekilerce teslim olması yönünde telkinler gelen Paşa teslim oluyor. Şehir günlerce yağmalanıyordu. Karışıklıklardan dolayı şehri terk eden Medine sakinlerinin evlerinin kapıları kırılık talan ediliyor. Tarihimizin bu mümtaz şahsiyetine dil uzatanların bugün kimlerle, nerelerde, ne işler çevirdiğini biz gayet iyi biliyoruz. Yeri gelecek bunları da açıklayacağız. Fahrettin Paşa Medine'nin tek taşına el uzatmamış, adaletten uzaklaşmamış bir komutandır. Kutsal emanetler ticari meta haline dönüştürülmemiştir. Bugün de titizlikle korunmaya devam edilmektedir. Batıya giden o emanetler acaba ne durumda? Onları geri almak için çabanız, gayretiniz var mı? Yok. Kendi acziyetlerini, hatta ihanetlerini örtme amacı olduğu açıkça ortadadır.
Fahrettin Paşa'nın Peygamberimize o güzel yakarışını tekrarlamak istiyorum; Senin için savaşanlarla sana karşı çıkanları görüyorsun. Allah'ın yardımını bize ulaştır."