|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
.
Sosyal adâlet, sosyalizm ve kapitalizm
1 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :1 Ocak 2024 01:24
Alın teri ile kazanılan bir kazanca kimsenin müdahale hakkı yoktur.
Sual: Sosyal adalet ile sosyalizm farklı mıdır, aralarında ne fark vardır?
Cevap: Sosyal adâlet, herkes çalıştığının karşılığına kavuşur, alın terinin, bileğinin emeğini alır, başkaları tarafından sömürülemez demektir. Nimet, külfet mukabilidir. Memleketin bütün gelir kaynakları işletilir, çok çalışan, çok kazanır ve kazanmak için, çok çalışılır demektir. İslâm ekonomisi, sosyal adâlet üzerine kurulmuştur. Özel teşebbüse, herkesin dilediği işi yapmasına geniş yer verilmiştir. Alın teri ile kazanılan bir kazanca kimsenin müdahale hakkı yoktur.
Bu adâletin zedelenmesi, çalışanların haklarının, kazançlarının açıkgöz bir zümre tarafından sömürülmesi, iki türlüdür:
1-Sömürücülüğün birinci kısmı, sosyalizmdir. Sosyalizm, devlet kapitalizmi demektir. Sosyalistlerde bütün gelir kaynakları devletleştirilmiştir. Şahsi teşebbüs yasaktır. Herkes, devletin vereceği işi yapmaya mecburdur. Kazançları, emeklerin karşılığı, devlete verilir. Devleti, hükûmeti ele geçiren mutlu bir azınlık, milletin, alın teri ile kazandığını elinden alır. Belirli bir zümre, milleti sömürür. Bu azınlığın işi, millete baskı, işkence, yalan, iftira ve propagandadır. Bütün kazançlar, bu zümrenin zevk ve sefa sürmesine, sarf edilir.
2-Sosyal adâleti kaldıran ikinci ekonomik sistem, kapitalizmdir. Burada, her ne kadar şahsi teşebbüs varsa da, bu sınırlı sayıdaki yüksek sermaye sahipleri
içindir. Bu kapitalistler, üretim kaynaklarını ellerine almış, fakir halkı istedikleri gibi çalıştırmakta ve sömürmektedirler. Kapital sahibi olan mutlu azınlık ile fakir işçi arasındaki geçim farkı, korkunç bir uçurum hâlindedir. Fakir işçi, kapitalistlerin emri, keyfi altında ezilmektedir.
İslâmiyet, kapital hâkimiyetini önlemiş, işçi ile patron arasındaki uçurumu kaldırmak için, işçinin, sermayeye ve kâra ortak olmasını sağlamıştır. Herkes parasını, bir işletmeye yatırabilir. Ayrıca, zenginlerin, fakirlere zekât vermesini emir buyurmuştur. İşte sosyal adâletin temelini bu teşkil eder. İslâm dininde, eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır. Zekât, çalışamayacak derecede rahatsız olanlara ve çalışıp da, güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ, böyle fakirleri, milletin içinde kırkta bir olarak yaratmıştır.
.
Belalar hep inananlara mı gelir?
2 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :2 Ocak 2024 01:48
Dertler, belalar, sıkıntılar, muhabbetin, sevginin, şaşmayan şahitleridir...
Sual: Allaha inanmâyanlardan bazıları; namaz kılanlarla, oruç tutanlarla, İslâmiyete uyanlarla alay ediyor ve "Allah, dostlarına niçin dertler, belalar gönderiyor? İyilikler, nimetler vermiyor? Biz Onun emirlerini yapmıyoruz. Biz istediğimiz gibi zevk, safa ediyor, keyif sürüyor, hile, yalanla, dünyanın tadını çıkarıyoruz. Sizler, namazla, oruçla vakit geçiriyor, dünya zevklerinden kaçıyor, sıkıntı içinde yaşıyorsunuz! Ayrıca Rabbiniz, dertleri, belaları da size veriyor. Müslümanlık saadet yolu olsaydı, siz bizden daha rahat, daha mesud yaşardınız" diyorlar. Böylelerine ne demelidir?
Cevap: Kâfirler, insanların en iyisine de böyle söylerdi. Furkân sûresinin yedinci âyetinde meâlen;
(Kâfirler; "Bu nasıl Peygamberdir? Bizim gibi yiyip içiyor, sokaklarda geziyor. Peygamber olsaydı, kendisine melek gelirdi. Yardımcıları olur, bize onlar da haber verir, Cehennem ile korkuturlardı. Yahut, Rabbi, para hazineleri gönderir, yahut, meyve bahçeleri, çiftlikleri olur, istediğini yerdi" dediler...) buyuruldu.
Bu gibi sözler, âhırete, Cennete, Cehenneme inanmayanların, ilerisini göremeyenlerin sözleridir. Cennet nimetlerinin, Cehennem azablarının sonsuz olduğunu bilen kimse, dünyanın birkaç günlük belalarına, sıkıntılarına hiç ehemmiyet verir mi? Bu dertlerin, sonsuz saadete sebep olacağını düşünerek, bunları nimet olarak karşılar. Cahillerin sözlerine aldırış etmez. Dertler, belalar, sıkıntılar, muhabbetin, sevginin, şaşmayan şahitleridir. Ahmakların bunu anlamamasının ne ehemmiyeti olur.
Bu dünya, âhıretin tarlasıdır. Burada tohumlarını ekmeyip yiyenler, böylece bir tohumdan kat kat meyve kazanmaktan mahrum kalanlar, ne kadar talihsiz ve ahmaktır. Kardeşin kardeşden kaçacağı, ananın evladını tanımayacağı o gün için, hazırlanmıyorlar. Böyle kimseler, dünyada da, âhırette de zarardadırlar.
Hem bu dünyanın nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Âhırette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve âhıretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olarak geçirilirse, saadet-i ebediyye, sonsuz necat, kurtuluş umulur. Ona uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik, burada kalır, âhırette ele bir şey geçmez.
.
İnkâr edenlerin cezası ahirettedir!
3 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :3 Ocak 2024 01:08
Kâfirlerden yalnız bir şey istenilmiştir. Bu bir emir; iman etmeleri, Müslüman olmalarıdır...
Sual: İman etmeyenler, istedikleri günahı rahatlıkla işledikleri hâlde, bunlara niçin ceza verilmiyor?
Cevap: Günah, Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, yasak ettiklerinden sakınmamaktır. Emir ve yasaklar, Müslümanlaradır, imanı olanlaradır. İmanı olmayanları, kâfirleri, iman edip ibadet ettirmekle şereflendirmedi. Onlar, hayvanlar gibi, her istediklerini yapar, günah olmaz. Bunlar, ibadet yapmadıkları için, günah işledikleri için, dünyada azap çekmezler. Her türlü nimete kavuşurlar. İstediklerini, çalıştıklarını elde ederler. Yalnız, zalim olanları, mahluklara eziyet verenleri, dünyada cezalarını çeker. Kâfirlere, yalnız bir emir verilmiş, onlardan yalnız bir şey istenilmiştir. Bu bir emir, iman etmeleri, Müslüman olmalarıdır. Kâfirler, bu emri dinlemedikleri için, biricik suç işlemiş oluyorlar. Fakat bu suç, en büyük suçtur. Bu suçun cezası, pek büyük, çok acı ve sonsuzdur. Dünyada böyle ceza olamaz. Bu sonsuz ceza, bunlara, ahirette, Cehennemde verilecektir.
Sual: Kur'ân-ı kerimi, şarkı kalıplarına uydurarak okuyunca mana bozulur mu ve böyle okumak uygun olur mu?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi, mevlidi ve ezanı musiki ile, teganni ederek okumak, manayı bozuyor ve zararlı oluyor. Meselâ, Allahü ekber, Allahü teâlâ büyüktür, demektir. Sesi uzatarak, mesela Aaaallahü ekber, şeklinde okunursa, Allah, acaba büyük müdür? demek olur ki, böyle söyleyenlerin kâfir olacağı meydandadır.
Sual: Bazı ibadetleri, insanların hoşuna gitsin diyerek onların hoşlandığı şekilde okumak veya yapmak uygun olur mu?
Cevap: İbadetleri, hoşa gidecek şekilde değiştirmek olamaz. İnsanların beğendiği ibadeti, Allahü teâlâ da beğenir zannetmek, pek yanlıştır. Böyle olsaydı, Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) gönderilmesine lüzum olmazdı. Herkes, hoşuna gittiği gibi ibadet eder, Allahü teâlâ da, onu beğenirdi. Hâlbuki, ibadetlerin kabul olması için insanların hoşuna gitmesi, dinleyicilerin çok olması değil, insanların aklı ermese, faydalarını anlamasalar bile, İslamiyete uygun olması lazımdır.
Sual: Bir Müslümanın, dinine imanına saldıranlara karşı nasıl olması gerekir?
Cevap: Her Müslümanın, hem imanını korumaya, kaptırmamaya çalışması, hem de, Allahü teâlâyı ve Onun Peygamberine inanmayanları sevmemesi lazımdır.
..
Mübarek isim ve resimleri yere sermek
4 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :4 Ocak 2024 01:12
Allahü teâlânın isimlerini seccade üzerine yazmak tahrimen mekruhtur.
Sual: Allah lafzının yazılı olduğu seccadeleri, Kâbe resmi bulunan seccadeleri yere sermek dinen uygun değil midir?
Cevap: Âyet-i kerimeleri ve Allahü teâlânın isimlerini, yerde serili şeyler ve seccadeler üzerine yazmanın, Kâbe-i muazzamanın resmini yere sermenin tahrimen mekruh olduğu Halebî'de yazılıdır.
Paralar üzerine yazmanın mekruh olduğu İmdâdın Tahtâvî hâşiyesinde yazılıdır. Büyük âlim, Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri buyuruyor ki;
“Eshab-ı kiram ve Tabiin zamanlarında, paralar üzerine mübarek kelimeler yazılmadı. Çünkü, para, alışveriş vasıtası olduğundan, muhterem değildir, hakirdir. Üzerlerine resim koymak caiz olur. Ehl-i sünnet olmayan Fâtımîler, Resûlîler gibi, mutezile olup, Müslüman ismini taşıyan, fakat İslamiyete uymayan hükümdarlar, para üzerine âyet-i kerime ve hadis-i şerif yazmışlardır. Milleti kandırmak, Müslüman görünmek için yaptıkları hilelerden biri de bu idi. Din âlimleri, muhterem kelimeleri, paralara değil, mezar taşlarına bile yazmaya izin vermemiştir.”
Böyle paraları abdestsiz tutmanın mekruh olduğu, Fetâvâ-yi Hindiyyede yazılıdır. Harab olmuş mushafı gömmek veya yakmanın lazım geldiği Şir'a-tül-islâm şerhinde yazılıdır.
Sual: Bir kimse, yattığı yerde veya yürürken ezberinde olan sureleri okuyabilir mi?
Cevap: Bu konuda Halebî-yi kebîrde deniyor ki:
“Yan yatarak ayakları birbirine bitiştirip, Kur’ân-ı kerimi, içinden ezbere okumak veya yürüyerek, iş görerek, hamamda, kabir başında oturup okumak caizdir. Kitap okuyan, yazan, iş yapan yanında Kur’ân-ı kerim okumaya başlamak, onlar dinlemedikleri zaman günah olur. Camide veya başka yerde, birkaç kişinin, bir zamanda, yüksek sesle Kur’ân-ı kerim okumaları tahrimen mekruhtur. Birinin okuyup, başkalarının sessizce dinlemeleri lazımdır. İşi olanların dinlemesi farz olmaz. Kur’ân-ı kerimi dinlemek, farz-ı kifâyedir ve okunmasından, nafile ibadetlerden daha sevaptır. Kadın, Kur’ân-ı kerimi kadından öğrenmeli, yabancı erkeklerden, âmâdan bile öğrenmemelidir.”
Sual: Şirk ne demektir ve müşrik diye kime denir?
Cevap: Şirk, Allahü teâlâya, herhangi bir şeyi ortak yapmak, bir şeyi Ona benzetmek demektir. Allahü teâlâya bir şeyi benzeten veya ortak yapan kimseye Müşrik, benzetilen şeye de Şerik denir
.
İslamiyete hürmet edenle etmeyenin farkı
6 Ocak 2024 08:01 | Güncelleme :6 Ocak 2024 08:04
Müslümanlar, birbirine hürmet eder, yardıma koşar... Kul ve hayvan haklarını gözetirler...
Sual: Bir Müslüman ile bir gayrimüslimin, İslamiyet hakkındaki davranışlarının farkı nasıl anlaşılır?
Cevap: Müslümanlar, birbirine hürmet eder, yardıma koşar. Din ve dünya işlerinde sıkıntıda olanları kurtarırlar. Oruç tutanlara, camilere, ezana, namaz kılanlara, Allah yolunda yürüyenlere sevgi ve saygı gösterir. Kur’ân-ı kerim okunurken, saygı ile dinlerler. Kur’ân-ı kerimi her kitabın üstünde bulundurup, üstüne bir şey koymazlar.
Çalgı ve içki âlemlerinde, oyun arasında, eğlence yerlerinde okumazlar. Uygunsuz okunurken, susturamazlar ise, dinlemeyip uzaklaşırlar. Kur’ân-ı kerimi veya bütün muhterem ve mübarek isimleri, yazıları, aşağı yerlerde görünce, kalpleri sızlayıp hemen kaldırırlar. Kul ve hayvan haklarını gözetirler. Kâfirlerin, turistlerin de mallarına, canlarına ve ırzlarına saldırmazlar. Kanunlara karşı gelmezler. İslamın güzel ahlakı ile yaşayarak herkesin sevgi ve saygısını toplarlar...
Kafirler ise, Kur’ân-ı kerimi ve bütün mübarek isimleri ve yazıları, hürmetten, kıymetten düşürmeye çalışır. Bunları, Allahü teâlânın yasak ettiği yerlerde ve şekillerde okurlar ve okuturlar. Müslümanlığın pis dediği şeyler arasına yazarlar. Paketlerde, eğlence masalarında, örtü olarak kullanılmaları ve yerlerde sürüklenmeleri için, dergilere, gazetelere basarlar.
Temsillerde, mizahlarda, komedilerde, karikatürlerde, filmlerde, televizyonlarda ve radyolarda, Müslümanlarla ve din büyükleri ile ve Allahü teâlânın emirleri ile alay ederler. Bütün buralarda Müslüman olarak pis, gülünç bir serseriyi gösterirler, Müslümanları ve Müslümanlığı tahkir ederek, onu sevimsiz ve nefrete şayan olarak tanıtırlar. Müslüman büyüklerine ve Müslümanlığın büyük tanıdığı şeylere çirkin isimler takarlar... Müslümanlar, bunlara aldanmamalı ve imanlarını çaldırmamak için, çok uyanık olmalıdır.
Bir din âlimini beğenmeyen veya bir din kitabını kusurlu, hatalı bulan bir kimse, eğer namaz kılıyor, oruç tutuyor, haramlardan sakınıyor ise, bu kimsenin sözü veya yazısı incelenmeye, o âlim veya kitap üzerinde durulmaya değer. Din kitabına, din adamına, dil uzatan kimse, ibadet yapmıyor ve haramdan sakınmıyor ise, onun sözünün bir iftira, bir din düşmanlığı olduğunu anlamalı ve inanmamalıdır.
.
Cehennemden kurtulmak için
12 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :12 Ocak 2024 01:36
“Cehennemden kurtulmak isteyen, helal ve haramları iyi öğrenmelidir..."
Sual: Bir kimsenin Cehennemden kurtulması için ne yapması, nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Cehennemden kurtulmak isteyen, helal ve haramları iyi öğrenmeli, helal kazanıp, haramdan kaçınmalıdır. İslamiyetin sahibinin yasak ettiği şeylerden sakınmalıdır. İslamiyetin hududunu aşmamalıdır. Gaflet uykusu ne zamana kadar sürecek, kulaklardan pamuk ne vakit atılacak? Ecel gelince, insanı uyandıracaklar, gözleri kulakları açacaklar. Fakat, o zaman pişmanlık işe yaramayacak. Rezil olmaktan başka, ele bir şey geçmeyecektir. Hepimize ölüm yaklaşıyor. Ahıretin çeşit çeşit azapları, insanları bekliyor. İnsan öldüğü zaman, kıyameti kopmuş demektir. Ölüm uyandırmadan ve iş işten geçmeden önce uyanalım! Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenip, şu birkaç günlük ömrümüzü, bunlara uygun geçirelim. Kendimizi ahıretin çeşitli azaplarından kurtaralım! Tahrîm suresi altıncı âyetinde meâlen;
(Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır) buyuruldu.
İmanı, itikadı düzelttikten ve İslamiyete uygun ibadetleri yaptıktan sonra, vakitleri, kalbi temizlemek ile mamûr etmek lazımdır. Allahü teâlâyı hatırlamadan, bir an geçirmemelidir. Vücut, eller, ayaklar dünya işleri ile uğraşırken, kalb hep Allahü teâlâ ile olmalı, Onu hatırlamakla lezzet duymalıdır. Şükretmeyi elden bırakmamalıdır. Hem şükretmeli, hem de daha artmasını istemelidir. Kalbin temiz olmasından maksat, Allahü teâlâdan başkasının sevgisini kalbden çıkarmaktır. Kalbin hasta olması ise, işte bu çeşitli bağlılıklardır. Bu bağlılıklar kesilip atılmadıkça, hakiki iman nasip olmaz. İslamiyetin emirlerini ve yasaklarını yerine getirmek kolay ve rahat olmaz.
Zikredince, kalp temizlenir. Yani kalpten dünya sevgisi çıkar. Allah sevgisi yerleşir. Birçok kimselerin, bir araya toplanarak hayhuy etmesi, oynaması, dönmesi, zikir değildir.”
Sual: Yemekleri yerken nasıl niyet etmelidir?
Cevap: Yemekleri, keyif için, lezzet için yememeli, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeye kuvvet bulmak için yemelidir. Eğer önceleri, böyle niyet edilemezse, her yemekte, kendini zorlayarak böyle niyet etmeye çalışmalıdır.
.
Gayr-i müslimlerdeki nikâh akdi
13 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :13 Ocak 2024 01:45
"Müslümanlar arasında sahih olan her nikâh akdi, kâfirler arasında da sahihtir."
Sual: Gayr-i müslimlerin, evlenirken kendi aralarında yaptıkları nikâh akitlerini ve bu evlilikten doğan çocuklarını, İslamiyet meşru mu kabul etmektedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârın şerhi olan İbni Âbidînde "Kâfirin nikâh bahsi"nde deniyor ki:
“Burada üç şey bildirilecektir:
1-Müslümanlar arasında sahih olan her nikâh akdi, kâfirler arasında da sahihtir.
2-Şartı noksan olduğu mesela şahitler olmazsa veya kadın iddet zamanını doldurmamış ise, Müslümanların nikâhı haram olur. Hâlbuki, kendi dinlerine uygun olunca, kâfirlerin böyle nikâhları caiz olur.
3-Müslümanın nikâh etmesi haram olan kadınları, kâfirin, kâfir kadınlardan alması caiz olur. Bunları alınca da nafaka vermeleri lazım olur. Fakat, Müslüman olunca nikâhları bozulacak olanlar, birbirinden miras alamaz.
Üçüncü kısım nikâh akdi ile evlenmiş kâfirin ikisi de Müslüman olursa, hâkim bunları ayırır. Mecusi karı kocadan birisi veya kitaplı kâfirlerden kadın Müslüman olursa, ikincisine de Müslümün olması söylenir. O da Müslüman olursa, nikâhları bozulmaz. Mecusi olan evlilerden, erkek Müslüman olsa, kadın ise Yahudi veya Hıristiyan olsa, nikâhları bozulmaz. Kitaplı kâfirlerden kadın veya erkek Müslüman olup, İslam diyarına gelse, nikâhları bozulur.
Müslüman evlilerden biri Müslümanlıktan çıksa, nikâhları bozulur. Erkek mürted olur, sonra imanı ve nikâhı yenilerse, caiz olur. Talak olmadığı için, üçten fazla da ve iddet beklemeden de yenilemesi caiz olur ve mahkemeye lüzum kalmaz. Erkek mürted olunca, iddet zamanı süresince, nafaka vermesi lazım olur. Kadın mürted olunca, iddet için nafaka lazım olmaz. Mürted adam, iddet zamanında ölürse, Müslüman olan zevcesi buna vâris olur.”
Sual: Yapılan duanın kabul olması için en çok neye dikkat etmelidir?
Cevap: Duanın kabul olması için helal yemelidir. Haram lokma yiyenin duası kırk gün kabul olmaz. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri;
-Ya Resûlallah, dua buyurun da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul etsin diye arz edince, Resulullah efendimiz;
-Duanın kabul olması için, helal lokma yiyiniz! buyurdu. Bir hadis-i şerifte de;
(Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua, nasıl kabul olunur?) buyuruldu.
.
Hangi hâllerde ödünç istenebilir
14 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :14 Ocak 2024 01:21
İhtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yerlere, harama harcayana ödünç verilmez.
Sual: Bir kimse, her durumda mı veya hangi hâllerde, bir başkasından ödünç olarak para isteyebilir?
Cevap: Ödünç istemek ancak lazım olunca caiz olur. Lazım olmak ise üç türlüdür:
1-Lüzûm-i îcâbî. Yani nafakası olmayanın veya kazancı şüpheli olanın, helal nafaka almak için, ödünç istemesidir. Setr-i avret için çamaşır parası da böyledir.
2-Lüzûm-i aklî. Evi olmayan kimsenin, memleketin âdetine göre, kira veya satın almak için ödünç istemesidir. Soğuktan korunmak için, elbise parası da böyledir.
3-Lüzûm-i istihsânî. Mevkisi, vazifesi sebebi ile, âdete uygun giyinmek için, ödünç istemektir.
Bu üç lüzumlu ihtiyaç için, bir başkasından faizsiz ödünç istemek caiz olur. Yalnız bunlara ödünç verilir. Başkalarına, zalimlere, fasıklara ödünç verilmez. İhtiyacı olana ödünç verilir. İhtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yerlere, harama harcayana verilmez. Başkasına ödünç vererek, kendini sıkıntıya düşürmek de doğru değildir. Nisaba malik olmayan kimsenin, kurban kesmek için ödünç istemesi de caiz değildir.
Sual: Eti veya ekmeği ödünç verirken, tartıp ağırlığına göre mi vermelidir?
Cevap: Eti tartarak, ekmeği ise tartarak veya sayarak ödünç vermek caizdir.
Sual: Bir kimse, borç olarak aldığı parayı taksitler hâlinde veya bir başkasına havale ederek ödeyebilir mi?
Cevap: Bir kimsenin borcunu başkası ödeyebilir. Borç ödeyenin, borç senedi kendi mülkü ise, geri isteyebilir. Ödünç verilen borç, belli miktar ve belli zamanlarda takside bağlanamaz. Eline geçtiği zaman, geçtiği kadar ödeyerek borcunu bitirir. Fakat borcunu başkasına havale ederse, havaleyi kabul eden kimse, belli taksitlerle ödeyebilir.
Sual: Borcunu veya alacağını başkasına havale etti deniyor. Buradaki havale ne demektir?
Cevap: Borçlunun, alacaklıya, borcumu falan kimseden al deyip, bu ikinci kimsenin yani alacaklının, bu teklife, sözleşme yerinde razı olmasına, "havale etmek" denir.
Sual: Herhangi bir konuda, herhangi bir kimseyi vekil etmekle haberci yapmak aynı şey midir?
Cevap: Vekalet, bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması, başkasına iş havale etmesi demektir. Yerine geçirilen başka kimseye vekil denir. Vekil edene sahib denir. Bir kimsenin sözünü başkasına götürene ise resul veya haberci denir.
.
İnsanlığın ikinci atası
15 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :15 Ocak 2024 01:38
İnsanlar, onun üç oğlundan ürediği için Nuh aleyhisselama 'İkinci Âdem' denildi.
Sual: Nuh aleyhisselama 'insanlığın ikinci atası' denmesinin sebebi, hikmeti nedir?
Cevap: Bu konu hakkında kitaplarda, özetle şu bilgiler verilmektedir:
“İdris aleyhisselam göğe çıkarıldıktan sonra, insanlar doğru yoldan ayrıldı, putlara, heykellere tapmaya başladılar. Cenab-ı Hak, bunlara Nuh aleyhisselamı gönderdi. Nice yıl, onları dine davet etti. Yalnız oğulları Sâm, Hâm, Yâfes ile az kimse iman etti. Kendi oğlu Yâm yani Kenan bile iman etmedi. Alay ve işkence ettiler. Nuh aleyhisselam onlara beddua etti. Beşyüz yaşından sonra, gemi yapması emrolundu...
Gemi bitince, tufân oldu. Müminler ile gemiye bindi. Gemiye binenlerin seksen kişi olduğu ve geminin üç kat olduğu Arâis-ül-mecâlis kitabında yazılıdır. Bu kitap Mısır'da basılmıştır. Her hayvandan da birer çift aldı. Oğlu Kenan'ı da gemiye çağırdı. 'Ben, dağa çıkar kurtulurum’ dedi. Bir dalga geldi, oğlunu alıp boğdu. Sular dağları aştı. İnsanlar ve hayvanlar telef oldu...
Altı ay sonra, yağmurlar durdu, sular çekildi. Gemi, Cûdî Dağı'na oturdu. İnsanlar, üç oğlundan üredi. Nuh aleyhisselama 'ikinci Âdem' denildi. Sâm'dan Arap, Fars ve Rum, Hâm'dan Hindistân, Habeş ve Afrika halkı, Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Bering Boğazı'ndan Amerika'ya da geçip yerleşenler oldu. Nuh aleyhisselam, bin yaşında vefat etti.”
Sual: Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için neler yapmalıdır?
Cevap: Dünya ve ahıret saadetlerinin başı, en iyisi, Allahü teâlânın rızasına, sevmesine kavuşmaktır. Allahü teâlâya yakın olmak, Onun sevmesine kavuşmak demektir. Bu saadete kavuşana Velî, Evliyâ veya Ârif denir. Velî olmak için, farzları yapmak lazımdır.
Farzlar, sırası ile, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, haramlardan sakınmak, farz olan ibadetleri yapmak ve salih olan müminleri sevmektir. İhlas ile yapılmayan ibadetin faydası olmaz. İhlas, her şeyi yalnız Allah rızası için yapmaktır. İhlas, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hasıl olur. Kalbin yalnız Onu sevmesine, Kalbin tasfiyesi, Kalbin itminânı veya Fenâ fillah denir. Kalbin itminâna kavuşması, ancak Onu çok hatırlamakla, büyüklüğünü, nimetlerini düşünmekle olacağını, Ra'd suresinin 28. âyeti bildirmektedir.
.
Her şeyin bir yaratıcısı vardır
16 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :16 Ocak 2024 01:07
Rum papazlarının cevap veremediği ateisti Ahmed Nişâpûrî hazretleri susturdu!..
Sual: Çevremizdeki bazı kimseler, her şey kendiliğinden olmuştur, bunların bir yaratıcısı yoktur diyor. Bunlara nasıl bir cevap vermelidir?
Cevap: Konu ile ilgili olarak İslam âlimlerinden Muhammed Rebhâmî hazretleri, Riyâd-ün-nâsıhîn kitabında şöyle bir hadise anlatmaktadır:
“Zâd-ül-mukvîn kitabında diyor ki: Rum kayseri (hükümdarı) 7. Abbasi halifesi Me'mûn bin Hârûn'a bir haberci gönderdi. Bunun yanında, heybetli, kendini beğenmiş biri vardı. Haberci, halifeye;
-Bu adam dinsiz, ateisttir, bir yaratıcı olduğuna inanmıyor. Rum papazları buna cevap veremedi. İslam âlimleri bunu susturursa, milyonlarca Hıristiyanı ve Müslümanı sevindirecektir, dedi. Bağdat âlimleri;
-Buna ancak Ahmed Nişâpûrî hazretleri cevap verir, dediler... Halife sarayda, belli gün ve saatte âlimlerin toplanmasını emretti. Ahmed Nişâpûrî hazretleri meclise geç geldi ve;
-Yolda, acayip, şaşılacak bir şey gördüm. Onu seyredince, buraya geç kaldım... Dicle kenarında gemi bekliyordum. Yerden büyük bir ağaç çıktı. Sonra yıkıldı, parçalandı. Tahtalar hasıl oldu. Sonra tahtalar birleşerek, bir gemi oldu. Gemici olmadan, suda hareket etti dedi. Dinsiz, ateist kişi bu sözleri işitince, yerinden fırladı ve;
-Bu adam deli olmuş. Hiç böyle şey olur mu? Böyle söyleyen, yalancıdır ve buna aklı olmayanlar inanır dedi. Ahmed Nişâpûrî hazretleri, söze karışarak;
-Bunlar, kendi kendine olamayınca, yeryüzündeki şaşılacak şeyler, kendi kendilerine nasıl var olur? Bunları yaratan biri olmadığını söyleyen daha ahmak ve alçak olmaz mı? dedi. Bu sözler üzerine dinsiz, ateist;
-Her şeyin bir yaratıcısı olduğunu şimdi anladım ve buna inandım diyerek Müslüman oldu. (Böyle bir hadisenin, imâm-ı Gazâlî hazretleri zamanında da vaki olduğu rivayet edilmektedir.)”
Sual: Osmanlılar zamanında, tarikat adı ile dinsizlik mi işlendi?
Cevap: Osmanlılar zamanında gençler, dinlerini, vatan sevgisini öğrenmek için, bir âlimin, bir velinin etrafına toplanırlardı. Büyük âlimlerin gösterdiği yola Tarikat denildi. Tarikatlar etrafa yayıldı. Müslümanlar ve vatan sevgisini öğrenen gençler, çoğaldı. Devleti ele geçiren masonlar, bu hâli görünce, tarikatlara dinsiz, soysuz kimseleri karıştırdılar ve böylece tarikatlar, dinsizlerin, ahlaksızların elinde kaldı.
.
Gayr-i müslimlerin kestiğini yemek
17 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :17 Ocak 2024 01:36
İslamiyete uygun kesilmeyen hayvan leş olur. Bunun etini yemek ve satmak haram olur.
Sual: Bir Müslüman, gayr-i müslimin kestiği hayvanın etini satın alıp yiyebilir mi?
Cevap: Bu konuda Hindiyyede, Zebâih bahsinde deniyor ki:
“Müslümanın veya Ehl-i kitap olan kâfirin, Allahü teâlânın ismini veya bir sıfatını, herhangi bir lisan ile söyleyerek, kestiği yenilir. Müşrikin ve mürtedin kesdiği yenilmez. Keserken, İsa veya üç Tanrıdan biri derse, yenilmez. Böyle inanır, fakat söylemezse, yenir. Kesmek için söylemelidir. Dua, şükür için söylerse veya Allahtan başkasını, tazim etmeyi niyet ederse, Allah ve Muhammed için derse, yenmez.”
Bir Peygambere ve bunun, sonradan bozulmuş olan Mukaddes kitabına inanan bir kâfir, bu Peygamber tanrıdır veya oğludur dese ve putlara yalvarırsa da, buna Ehl-i kitâb denir. Çünkü, ilah, rab, tanrı, baba gibi isimler, yardım eden, yaratılmaya sebep olan, çok sevilen manasına da kullanılır. Bu isimleri, İsa aleyhisselama, bu manalar ile söyleyen, müşrik olmaz. Ona, üç tanrıdan biri veya tanrı denilmesi, hakiki bir söz değil, mecaz olur. Onda Ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanırsa, mesela her istediğini yaratır derse, Müşrik olur. Şimdi, Mûsevî, Îsevî, Nasrânî, Hıristiyanların bir kısmı, Ehl-i kitaptır. Putlara, heykellere, İsa aleyhisselamı sevdikleri için, istediklerinin yaratılmasına sebep olmaları için yalvarıyorlar. İsa aleyhisselama ilah diyen nasrânînin kestiklerini yemek caiz ise de, zaruret olmadıkça, buna kestirmemeli ve kestiğini yememelidir. Kitapsız kâfirlerin kestikleri yenilmez. Kesenin nasıl kimse olduğunu araştırıp anlamak şart değildir. Besmele kasten terk edilirse, Hanefide haram, Şafiide helal olur.
Gayr-i müslimlerin çoğunlukta olduğu yerlerde, varsa Müslüman kasap aramalı. Bu kasaptaki eti, Müslümanın kestiğini niyet ederek, satın almalıdır. Sığır, koyun, tavuk gibi eti yenen hayvanların etlerini yemek helal olması için, İslamiyete uygun kesilmeleri lazımdır. Yani bir Müslümanın veya ehl-i kitabın kesmesi ve keserken Allah ismini söylemesi lazımdır. İslamiyete uygun kesilmeyen hayvan leş olur. Bunun etini yemek ve satmak haram olur. Hayvan kesenlerin ve satan Müslümanların bunu iyi bilmeleri lazımdır. Et satın alırken, bunun nasıl kesiltiğini sormak lazım değildir. Çünkü, Müslümana hüsn-i zan olunur.
.
Hem yemin, hem nezir olabilir
18 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :18 Ocak 2024 01:24
Nezir yani adak, bir ibadettir. Nezredilen yerine getirilmezse, günah olur.
Sual: Bir kimse, aynı anda, aynı şey için hem yemin hem de adak diye olmasını niyet edebilir mi?
Cevap: Nezir yani adak, bir ibadettir. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek ve başka ibadetler nezir olunur. Nezrin yerine getirilmesini İslamiyet emretmektedir. Nezredilen yerine getirilmezse, günah olur. Nezir, yemine benzemektedir. Bir kimse, nezrim olsun dese, neyi adadığını söylemese ve niyet etmese, yemin keffareti vermesi lazım olur. Bir kimse, Allahü teâlânın rızası için oruç tutayım dese, kaç gün olduğunu söylemese ve bir şey niyet etmese veya yalnız nezir niyet etse, yemin olmasını veya olmamasını hatırına hiç getirmese veya nezir olmasını ve yemin olmamasını niyet etse, bu orucu nezir olur ve üç gün oruç tutar. Bunu söylerken, nezir olmayıp, yemin olmasını niyet etse, yemin olur. Orucu bozarsa, yemin keffareti lazım olur. Hem nezir, hem yemin olmasını niyet ederse, bu oruç, hem yemin, hem de adak olur. Bu orucu bozarsa, hem kaza, hem de yemin keffareti lazım olur.
Sual: Bir kimse, şu işim olursa falan camide ezan okuyacağım veya falan caminin şadırvanında abdest alacağım diye adakta bulunabilir mi?
Cevap: Adak edilen şeyin, farz veya vacip olan bir ibadete benzemesi ve başlı başına bir ibadet olması lazımdır. Mesela, abdest almak, ölü kefenlemek başlı başına ibadet olmadıklarından adak olamaz. Hasta ziyaret etmek, cenaze taşımak, gusül etmek, cami içine girmek, Kur’ân-ı kerimi tutmak, ezan okumak, mektep, cami yaptırmak da ibadet ise de, başlı başına ibadet değildir. Nezir olunmazlar. Nezredilen şeyin benzemesi lazım olan farzın, vacibin başlı başına ibadet olması lazım değildir. Mesela, bir şey vakıf etmeyi adamak caizdir. Çünkü vakıf, Müslümanlar için cami bina etmeye benzemektedir. Cami yapmak, başlı başına bir ibadet değil ise de, vakıf başlı başına ibadettir. Mesela, abdest almak, başlı başına ibadet olmayıp, başlı başına ibadet olan namazın bir şartıdır. Ölüyü kefenlemek de, cenaze namazının kabul olması için şarttır. Ölünün setr-i avreti yani kefenleyerek örtülmesi, cenaze namazının şartıdır.
Sual: Kazaya kalan oruçları arka arkaya mı tutmak gerekir?
Cevap: Kaza oruçları, arka arkaya tutulduğu gibi, ayrı ayrı günlerde, ara vererek de tutulabilir.
.
İsyan edenlere ses çıkarmamak!
19 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :19 Ocak 2024 01:48
Âlim olmayan kimse, bid'at sahipleri ile münakaşa etmemeli, onlardan uzaklaşmalı, görüşmemelidir.
Sual: Bazı kimseler, "İsyan eden, günah işleyenlere ses çıkarmamalı, kimseye karışmamalı" diyor. Bu sözün doğruluk payı var mıdır?
Cevap: Bu konuda Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri Gunyet-üt-tâlibîn kitabında, emr-i ma'rufu anlatırken;
“Bir kimse, bir günah işleyeni görüp de menedince, kendine zarar gelme ihtimali bulunduğu zaman, acaba menetmesi caiz olur mu? Elbette olur, hatta çok kıymetli olur. Allahü teâlâ için cihad etmek gibi sevap verilir. Hele zalimlerin elinden mazlumu kurtarmak ve memleketi küfür kapladığı bir zamanda imanı açığa çıkarmak için olunca, böyle zamanlarda, nehy-i münker yapılmasını âlimler söylüyor” buyuruyor.
Evliyanın büyükleri, sofiyyenin imamları, emr-i ma'rûfu ve nehy-i münkeri terk edici olsalardı, kitaplarında bunları yazarlar mı ve bu derece mübalağa ederler mi idi? Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kur’ân-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere Ma'rûf, bunlara uymayan şeylere Münker denir.” Hadîkada buyuruluyor ki:
“Nass ile ve müctehidlerin söz birliği ile yasak edilen şeylere Münker denir. Bunlar da iki kısımdır:
Birinci kısım ma'rûf ve münkerler meydanda olup, âlim olan ve olmayan bunları bilir. Beş vakit namaz kılmak, ramazan ayında oruç tutmak, zekât vermek, hac etmek gibi şeylerin farz olduğu Ma'rûf ve zina, alkollü içkilerin içilmesi, hırsızlık, yankesicilik, faiz alıp vermek, başkasının malını gasbetmek ve bunlar gibi şeylerin haram olduğu Münkerdir. Bunları her müminin emir ve nehyetmesi lazımdır.
İkinci kısmı, yalnız âlimler bilir. Allahü teâlâ için, ne gibi şeylere ve nasıl inanmak lazım olduğu gibi. Bu kısımda olanları, âlimler emir ve nehyeder. Eğer bir âlim, bunları bildirdi ise, âlim olmayanın da, gücü yeterse, bildirmesi caiz olur. Her müminin Ehl-i sünnet itikâdına yapışması, bozuk imandan, yani dalaletten kaçınması lazımdır.”
Din bilgilerinde âlim olmayan kimse, bid'at sahipleri ile münakaşa etmemeli, onlardan uzaklaşmalı, görüşmemelidir. İtikatları bozuk olduğu için, onları sevmemeyi ibadet bilmelidir. Resulullah efendimiz bir hadis-i şerefte;
(İmanında veya ibadetinde bid'at, bozukluk bulunan bir kimseye, Allah için sert bakanın kalbini, Allahü teâlâ imanla doldurur ve korkudan korur) buyurdu.
.
Gayr-i müslimlerin âdetlerini yapmak
20 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :20 Ocak 2024 01:09
Noel ve Nevruz gibi günlerde bayram yapmamızı isteyenlere aldanmamalıdır!..
Sual: Gayr-i müslimlerin kullandıkları eşyaları, aletleri kullanmanın ve âdetlerini yapmanın bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Kâfirlerin yaptıkları ve kullandıkları şeyler iki kısımdır:
Birisi, âdet olarak, yani her memleketin âdeti olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan, haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kâfirlere benzemeyi düşünmeyerek kullanmak günah değildir. Pantolon, fes ve çeşitli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak ve çeşitli eşya ve aletleri kullanmak, hep âdete bağlı şeyler olup mubahtırlar. Bunları kullanmak, bidat, günah olmaz. Resulullah efendimiz papazların kullandığı ayakkabıyı kullanmıştır. Bunlardan, faydalı olmayanları, çirkin ve kötülenmiş olanları kullanmak, yapmak haram olur. Birgivî Vasiyetnamesinde deniyor ki:
Kâfirlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı, ibadet olarak yaptıkları ve kâfirlik alameti olan ve İslamiyeti inkâr etmek ve inanmamak alameti olan ve tahkir etmemiz vacip olan şeylerdir ki, bunları yapan ve kullanan kâfir olur. Bunlar, ölümle veya bir uzvun kesilmesi ile veya bunlara sebep olan, şiddetli dayak, hapis, bütün malını almak ile tehdit edilmedikçe kullanılamaz. Bunlardan meşhur olanlarını bilmeyerek veya şaka olarak veya herkesi güldürmek için yapan da, kâfir olur. Mesela, papazların ibadetlerine mahsus şeyi kullanmak küfür olur. Buna Küfr-i hükmî denir.”
Din düşmanları, kâfirlerin âdetlerini, bayramlarını, Müslüman âdeti, Müslümanların mübarek günü diyerek, Müslümanları aldatmaya uğraşıyorlar. Müslümanların Noel ve Nevruz gibi günlerde bayram yapmalarını istiyorlar. Müslümanlar bunlara aldanmamalı, işin aslını, güvendikleri Müslümanlara, dinini bilenlere sorup öğrenmelidir. Bugün bütün dünyada, gerek imanı ve küfrü tanımakta, gerekse ibadetleri doğru yapmakta, cahillik özür değildir. Meşhur olan din bilgilerini bilmediği için aldanan, Cehennemden kurtulamayacaktır. Allahü teâlâ, bugün, dinini dünyanın her tarafına duyurmuştur. Bunları, lüzumu kadar öğrenmek farzdır. Öğrenmeyip cahil kalan farzı terk etmiş olur. Öğrenmeye lüzum görmeyen, ehemmiyet vermeyen kâfir olur.
..
Peygamber efendimizin tefsiri
21 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :21 Ocak 2024 01:36
Ubeyy bin Kâ'b hazretleri bir gün Resulullah efendimizden "Vel-Asr" suresinin tefsirini sual eder...
Sual: Peygamber efendimizin, Kur’ândaki âyetleri hiç tefsir ettiği, açıkladığı olmuş mudur?
Cevap: Menâkıb-ı Çihâr Yar-i Güzîn kitabında Eshab-ı kiramdan Ubeyy bin Kâ'b hazretlerinden şöyle nakledilmektedir:
“Bir gün Vel-Asr suresini, Resulullah efendimizin huzurunda okudum. Bitirince;
-Ya Resulallah! Lütfeyleyip, bu surenin tefsirini beyan buyurur musunuz? diye arz edince, Resûlullah efendimiz buyurdular ki:
-Birinci âyet-i kerimede meâlen; (Allahü teâlâ günün ahırine, sonuna yemin ederim) buyurmuştur. İkinci âyet-i kerimede meâlen; (Elbette, Ebu Cehil'in işi ziyanda, zelil ve başı aşağıdadır) buyurmuştur. Üçüncü âyet-i kerimede meâlen; (Ancak iman edenler) buyurması, Ebû Bekr-i Sıddîk içindir. (Amel-i salih işleyenler) buyurulması, Ömer-ül Fârûk içindir ki, çok amel işleyici, şükredicidir. (Hakkı tavsiye ederler); Osman-ı Zinnûreyn içindir ki, sabır ve hayâ sahibidir. (Sabrı tavsiye ederler), Aliyyül Mürtedâ içindir ki, vefakârdır.
Resulullah efendimiz hazret-i Ebu Bekr'i imana, hazret-i Ömer'i amel-i salihe benzetti. Hazret-i Osman'ı hak işte vasiyete denk etti. Hazret-i Ali'yi, sabır işinde vasiyete benzetti.
Âyet-i kerimede; (İman edenler, salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler) buyurulması, önce Allahü teâlâyı, sonra Muhammed aleyhisselamı bilesin ve İslamiyet üzerine ilerleyesin. Hazret-i Ebu Bekr'i, hazret-i Ömer'i, hazret-i Osman'ı, hazret-i Ali'yi hak üzere halife bilesin. Ümit olur ki, onların hürmetine kıyamet günü Müslümanlar safında olup, Müslümanlar zümresinde haşrolur, dirilirsin. Bütün belalardan emin olasın.
Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Her kim bir kerre namazda veya namaz dışında Vel-asr suresini okursa, o kimse, Allahü teâlâ katında iki şey bulur. Biri dünyevi, biri uhrevi. Dünyevi olan, Allahü teâlâ, ona ömrünün sonuna kadar sabır mührünü vurur. Uhrevi olan, Allahü teâlâ o kimseyi kıyamette hak ehli ve kendi has kulları ile haşreder. Bu Vel-asr sûresi hem hakkı zikreder, hem sabrı zikreder. Bu sureyi okuyanın, dünyada ömrünün sonu sabır üzere olur. Ahırette haşrı, hak ehli ile olur. Her âyetin sonunda çok tahıyyat, salevat ve her kelimenin sonunda çok berekat, hayrat, harflerinin mukabilinde çok derece ve hasenat vardır.)”
.
İtikatları bozuk olanların durumu
22 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :22 Ocak 2024 00:21
Yetmişiki fırkada olanlar Cehenneme girecektir. Fakat hiçbiri orada sonsuz kalmayacaktır.
Sual: İtikadında, imanında bozukluk olanlar, inkâr edenler gibi, sonsuz olarak mı Cehennemde kalacaktır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte bu ümmetin yetmişüç fırkaya ayrılacağı, bunlardan yetmişiki fırkanın Cehenneme gidecekleri bildirildi. Bu hadis-i şerif, yetmişiki fırkanın Cehennem ateşinde azab göreceklerini bildiriyor. Cehennemde sonsuz kalacaklarını bildirmiyor. Cehennem ateşinde sonsuz azapta kalmak, imanı olmayanlar yani kâfirler içindir. Yetmişiki fırka, itikatları bozuk olduğu için Cehenneme girecekler ve itikatlarının bozukluğu kadar kalacaklardır. Yetmişüçüncü olan bir fırkanın itikadı bozuk olmadığı için, Cehennem ateşinden kurtulacaklardır. Bu bir fırkada bulunanlar arasında kötü iş yapmış olanlar varsa ve bu kötü işleri tövbe ve istiğfar veya şefaat ile af olunmadı ise, bunların da günahları kadar Cehennemde kalmaları caizdir.
Yetmişiki fırkada olanların hepsi Cehenneme girecektir. Fakat hiçbiri Cehennemde sonsuz kalmayacaktır. Bir fırkada bulunanların hepsi Cehenneme girmeyecektir. Bunlardan yalnız kötü iş yapanlar Cehenneme girecektir. Cehenneme girecekleri bildirilmiş olan yetmişiki Bidat fırkaları, Ehl-i kıble oldukları için, bunların hepsine kâfir dememelidir. Fakat bunların, dinde inanması zaruri lazım olan şeylere inanmayanları ve Ahkâm-ı islamiyyeden her Müslümanın işittiği, bildiği şeyleri tevilini bilmeden reddedenleri kâfir olur. Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyor ki:
(Bir Müslümanın bir sözünden veya bir işinden yüz şey anlaşılsa, bunlardan doksandokuzu küfre sebep olsa ve biri Müslüman olduğunu gösterse, bu bir şeyi anlamak, onu küfürden kurtarmak lazımdır.) Her şeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir. En sağlam söz Onun sözüdür.”
Sual: Doğumdan sonra gelen akıntının belli bir zamanı var mıdır?
Cevap: Nifâs, lohusa demektir. Elleri, ayakları, başı belli olan düşükte gelen kan da nifâstır. Nifâs zamanının azı yoktur. Kan kesildiği zaman, gusül edip namaza başlar. En çok zamanı kırk gündür. Kırk gün tamam olunca, kan kesilmese de, gusledip, namaza başlar. Kırk günden sonra gelen kan, istihâza, özür olur. Maliki ve Şafii mezhebinde nifâsın azami müddeti altmış gündür.
.
Allahü teâlâyı dünyada görmek!..
23 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :23 Ocak 2024 01:02
Allahü teâlâ, mahluklarının hiçbirisine girmez. Fakat mahluklarının bazısında Onun nurları zuhur eder.
Sual: Allahü teâlâ sadece Cennette mi görülecektir, dünyada görmek mümkün değil midir?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu konuda buyuruyor ki:
“Cennet de, her şey gibi, Allahü teâlânın mahlukudur. Allahü teâlâ, mahluklarının hiçbirisine girmez, birinde bulunmaz. Fakat mahluklarının bazısında Onun nurları zuhur eder. Bazısında ise, o kabiliyet yoktur. Aynada, karşısındaki cisimlerin görünüşleri, zuhur ediyor. Taşta, toprakta ise etmiyor. Allahü teâlâ, her mahlukuna aynı nisbette ise de, mahluklar, birbirlerinin aynı değildir. Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Bu âlem, Onu görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir. Dünyada görülür diyen, yalancıdır, iftiracıdır. Doğruyu anlayamamıştır. Bu dünyada, bu nimet nasip olsaydı, herkesten önce, Musa aleyhisselam görürdü. Peygamber efendimiz Mirac'da, bu devletle şereflendi ise de, bu dünyada değildi. Cennete girdi; oradan gördü. Yani, ahırette görmüş oldu. Dünyada görmedi. Dünyada iken, dünyadan çıktı, ahırete karıştı ve gördü.”
Sual: İnsanda irade, seçme hakkı olduğu için her şeyi isteyebilir ve yapabilir mi?
Cevap: Allahü teâlâ, insanlara irade denilen kuvveti vermeyi ve insanların, istediklerini yapmakta, istemediklerini yapmamakta serbest olmalarını ezelde irade etmiştir. Hiçbir şeyi zorla yaptırmamaktadır. İnsanların irade sahibi olmaları, Allahü teâlâ böyle istediği içindir. İnsanın, dilediğini yapabilmesi, insanın irade sahibi olduğunu gösterdiği gibi, Allahü teâlânın da ezelde bu iradeyi irade etmiş olduğunu göstermektedir. Allahü teâlâ, insanda irade olmasını ezelde irade etmeseydi, insanda irade yaratmasaydı, insan bir işi yapmakta serbest olamaz, mecbur olurdu. Böyle olmakla beraber, insan bir şey yapmayı irade edince, dileyince, Allahü teâlâ da irade ediyor ve yaratıyor. İnsanların irade ettiklerini yaratan, Allahü teâlâdır. İnsan, hiçbir dileğini yaratamaz, yapamaz. İnsanın irade ettiğini, sonra Allahü teâlâ da, irade ediyor ve yaratıyor. Her şeyi yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasına yaratıcı demek, yarattı demek, hem yanlıştır, hem de, Allahü teâlâya başkasını şerik, ortak yapmak olur ki, en çok yasak ettiği, en şiddetli ve sonsuz azab yapacağını bildirdiği bir şeydir.
.
Zekât ve adakta vekilin durumu
24 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :24 Ocak 2024 01:31
Zenginin vekili, zekâtı, zenginin emrettiği kimseye verir, başkasına veremez.
Sual: Zengin bir kimse, zekâtını vermek için, adak sahibi de adağını hâlletmek için birini vekil etse, bu vekil olan şahıs istediği gibi hareket edebilir mi?
Cevap: Zenginin vekili, zekâtı, zenginin emrettiği kimseye verir, başkasına veremez. Eğer başkasına verirse veya kaybederse, öder. Vasiyet edilen şeyler de böyledir. Emir olunan fakire verilir. Zengin, vekiline, dilediğine ver derse, vekil kendi fakir olan çocuğuna ve zevcesine, hanımına da verebilir. Kendi fakir ise, kendi de alabilir. Hâlbuki, nezir yani adak böyle değildir. Vekil, adak sahibinin emrettiğinden başkasına da verebilir. İbni Âbidîn, bu satırları açıklarken buyuruyor ki:
“Vekil zenginden aldığı altın ve gümüş yerine, kendi altın ve gümüşünü fakire verip sonra zenginin verdiğini, kendi kullanması caizdir. Fakat, zenginin parasını önce kendi kullanıp, sonra kendi parasından zekâtı verirse, caiz olmaz. Kendi için sadaka vermiş olur. Zekâtı, zengine öder. Nafaka vermek, satın almak, borç ödemek için aldığı parayı kullanan vekil de böyledir. Görülüyor ki, zekâtı kendi malından ayırıp vermek şart değildir. Zenginin vekili, zekâtı vermek için, izin almadan bir başkasını da vekil edebilir.”
Sual: Zengin bir kimse, zekât malını veya parasını hesaplayıp ayırsa, bu kimse zekât malını ayırmakla zekâtını vermiş olur mu?
Cevap: Zekât ayrılmakla verilmiş olmaz. Ayrılan zekât, kendinde veya vekilinde iken kaybolursa, tekrar ayırıp vermesi lazımdır. Vekili kaybedince, öder.
Sual: Sarımsak, soğan ve pis kokulu şeyleri yiyip, içenleri, camiye geldiklerinde ikaz etmek, bunlara müdahale etmek gerekir mi?
Cevap: Camide soğan, sarımsak gibi fena kokulu şeyleri yiyene, sigara içene mâni olmalıdır. Kasapları, balıkçıları, ciğercileri, yağcıları, üzerleri pis ise ve pis kokarsa ve üzeri pis kokanları ve cemaati dili ile incitenleri, camiden çıkarmalıdır.
Sual: Cami içinde, lüzumlu, lüzumsuz şeyleri konuşmak günah olur mu?
Cevap: İbadet etmeyip, camide dünya kelamı ile meşgul olmak tahrimen mekruhtur. Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, camide dünya kelamı konuşmak da, insanın sevaplarını giderir. İbadetten sonra, mubah olan şeyleri, hafif sesle konuşmak caizdir. İslamiyetin beğenmediği şeyleri konuşmak, her zaman caiz değildir.
.
Yapılması emredilenler dört kısımdır
25 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :25 Ocak 2024 01:13
Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır. Bunlar; farz, vacib, sünnet ve nafiledir.
Sual: Bir Müslümanın yapması gereken emirler ve bunların hükümleri, isimleri nedir?
Cevap: İbni Âbidînde bu konuda buyuruluyor ki:
“Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır. Bunlar; farz, vacib, sünnet ve nafiledir. Allahü teâlânın açık olarak bildirdiği emirlerine Farz denir. Açık olmayıp, zan ederek anlaşılan emirlerine Vacib denir. Farz veya vacib olmayıp, Resulullah efendimizin kendiliğinden emrettiği veya yaptığı ibadetlere Sünnet denir. Bunları devamlı yaparak, nadiren terk etmiş ve terk edenlere bir şey dememiş ise, Sünnet-i hüdâ veya Müekked sünnet denir. Bunlar, İslam dininin şiârıdır, yani bu dine mahsusturlar. Başka dinlerde yokturlar. Resulullah efendimiz vacipleri terk edeni görünce, terk etmesine mâni olurdu. Kendisi ara sıra terk etmiş ise, bunlara Sünnet-i gayr-ı müekkede denir. Müekked sünneti, özürsüz olarak devamlı terk etmek mekruh, küçük günah olur.
Allahü teâlâ, bütün ibadetlere sevap vereceğini vadetti, söz verdi. Fakat, ibadete sevap verilmesi için, niyet etmek lazımdır. Niyet, emre itaat ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek demektir... Bu üç kısım yani farz, vacib, sünnet olan ibadeti belli zamanlarda yapmaya Edâ etmek denir. Zamanında yapmayıp, zamanı geçtikten sonra yapmaya Kazâ etmek denir. Emredilen ibadetleri edâ veya kazâ ettikten sonra, kendiliğinden tekrar ibadet yapmaya Nâfile ibadet denir. Farzları ve vacibleri nafile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmaktan daha çok sevap olur. Öğle namazının farzını kılan kimse, bunu tekrar kılarsa nafile olur. Resulullah efendimizin ibadet olarak değil de, âdet olarak, devamlı yaptığı şeylere Sünnet-i zevâid denir. Giydiği elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması böyledir. Bunları yapanlara da sevap verilir. Bunlara sevap verilmesi için, niyet etmek lazım değildir. Niyet edilirse, sevapları çoğalır. Zevâid sünnetleri ve nâfile ibadetleri terk etmek mekruh olmaz.”
Sual: Bir kimsenin kullandığı ilacın kokusu, etrafındakileri rahatsız ederse, bu kimsenin camiye gitmemesi özür olur mu?
Cevap: İlaç olarak kokulu şey özür ile veya unutarak yiyen, cemaate gelmez, mazur olur. Zira pis koku insanlara ve meleklere eziyet verir.
.
Her fırka, kendini doğru sanır
26 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :26 Ocak 2024 01:26
Hadis-i şerifte, Müslümanların yetmişüç fırkaya ayrılacakları bildirildi.
Sual: Zamanımızda Müslüman ismi ile birçok fırka türedi ve kendilerinin doğru yolda olduğunu söylemektedir. Bunların içinde doğru olanları nasıl bilebiliriz?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte, Müslümanların yetmişüç fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu yetmişüç fırkadan her biri, İslamiyete uyduğunu iddia etmektedir. Cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemektedir. Mü'minûn sûresi, 54. ve Rûm sûresi 32. ayetinde meâlen; (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir) buyuruldu. Hâlbuki, bu çeşitli fırkalar arasında kurtulucu olan birinin alametini, işaretini, Peygamber efendimiz şöyle bildirmektedir: (Bu fırkada olanlar, benim ve Eshâbımın gittiği yolda bulunanlardır.) İslamiyetin sahibi kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da, söylemesine lüzum olmadığı hâlde, bunları da söylemesi; (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Nitekim Nisâ sûresi, 79. ayetinde meâlen; (Resûlüme itaat eden, elbette Allahü teâlâya itaat etmiştir) buyuruldu. Resûle itaat, Hak teâlâya itaat demektir. Ona uymamak, Allahü teâlâya isyandır. Allahü teâlâya itaatin, Resûlüne itaatten başka olduğunu sananlar için nâzil olan, Nisâ sûresinin; (Allahü teâlânın yolu ile, Resûlünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. Senin söylediklerinin bazısına inanırız, bazısına inanmayız diyorlar. İkisi arasında ayrı bir yol açmak istiyorlar. Bunlar, elbette kâfirdir) meâlindeki 149. ayeti, bunların kâfir olduklarını bildiriyor. Eshab-ı kiramın yolunda gitmeyip de, Peygambere aleyhisselam uyduğunu söyleyen, yanılıyor. Ona uymuş değil, isyan etmiş oluyor. Böyle yol tutan, kıyamette kurtulamayacaktır. Mücâdele suresinin; (Doğru bir şey yaptıklarını sanıyorlar. Biliniz ki, onlar yalancıdır, kâfirdir) meâlindeki 18. âyeti bu gibilerin hâlini gösteriyor.
Eshab-ı kiramın yolunda giden, hiç şüphe yok ki, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Allahü teâlâ, bu fırkanın yorulmadan, yılmadan çalışan büyüklerine, bol bol mükâfat versin! Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. Çünkü, Peygamber efendimizin Eshabına dil uzatan, bunlara uymaktan, elbette mahrumdur.”
.
Namaz bitince yapılanlar
27 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :27 Ocak 2024 05:20
Selamdan sonra, "Allahümme entesselâmü ve minkes-selâmü tebârekte yâ zel-celâli vel-ikrâm" denir...
Sual: Namazı bitirince mesela öğle namazının son sünnetini de kıldıktan sonra, neler okunur, bu okunanların bir sırası var mıdır, nelere dikkat edilmelidir?
Cevap: Bu konuda Miftâh-ul Cennet kitabında namazın adâbı anlatılırken buyuruluyor ki:
“1-Yalnız kılmış olan veya imamla kılan kimse, selamdan sonra, Allahümme entesselâmü ve minkes-selâmü tebârekte yâ zel-celâli vel-ikrâm demek. Bundan sonra, üç kerre Estagfirul-lahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv elhayyelkayyûme ve etûbü ileyh demek. Buna İstiğfâr duası denir.
2-Bundan sonra, Âyetel-kürsî okumak.
3-Otuzüç kerre Sübhânallah demek.
4-Otuzüç kerre Elhamdülillah demek.
5-Otuzüç kerre Allahü ekber demek.
6-Bir kerre Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîkeleh lehül mülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr demek.
7-Kolları ileri uzatıp, ellerini duanın kıblesi olan Arşa açıp, dua etmek.
8-Dua sonunda âmin demek.
9-Duanın sonunda elini yüzüne sığamak, sürmek.
10-Sonra, her birinde Besmele çekerek, onbir İhlâs-ı şerîf okumayı emreden hadîs-i şerîf, Berîkada yazılıdır. Sonra birer Kul'e'ûzü okumak ve 67 Estağfirullah diyerek yetmişe tamamlamak, on kerre, Sübhânallah ve bi-hamdihi sübhânallahil'azîm demek. Sonra Sübhâne Rabbike... âyetini okumaktır. Bunlar, Merâkıl-felâh kitabında da yazılıdır. Hadis-i şerifte; (Beş vakit farz namazdan sonra yapılan dua kabul olur) buyuruldu. Fakat dua, uyanık kalb ile ve sessiz yapılmalıdır.”
Sual: Duayı, yalnız namazlardan sonra toplu olarak mı yapmalıdır veya her zaman yalnız olarak da dua edilebilirse nelere dikkat edilmelidir?
Cevap: Duayı yalnız namazlardan sonra veya belli zamanlarda yapmak ve belli şeyleri ezberleyip okumak, şiir okur gibi dua etmek mekruhtur. Dua bitince, elleri yüze sürmek sünnettir. Resulullah efendimiz, tavaf yaparken, yemek yedikten sonra ve yatarken de dua ederdi. Bu dualarında kolları ileri uzatmaz ve ellerini yüzüne sürmezdi. Duanın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Duaları ve istiğfârı, abdestli okumak müstehabdır. Bazılarının yaptıkları gibi, raksetmek, dönmek, el çırpmak, tef, dümbelek, ney, saz çalmak söz birliği ile haramdır. Cemaatin imam ile birlikte, sessizce dua etmeleri efdaldir. Ayrı ayrı dua yapmaları ve dua etmeden kalkıp gitmeleri de caizdir.
.
Adalet üçe ayrılır
28 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :28 Ocak 2024 01:13
“Adalet üçe ayrılır: Birincisi, Allahü teâlâya kulluk etmektir. Adalet için sahibinin hakkını gözetmek icab eder."
Sual: Adalet, sadece insanların kendi aralarındaki görüşmelerde, alışverişlerinde, birbiriyle olan muamelelerinde mi olur?
Cevap: Ahlâk-ı alâî kitabında, bu konuda deniyor ki:
“Adalet üçe ayrılır:
Birincisi, Allahü teâlâya kulluk etmektir. Allahü teâlânın merhameti, nimetleri, ihsanları, her mahluka yayılmıştır. Nimetlerinin en büyüğü, kullarına saadet yolunu göstermesidir. Hakları yok iken, hepsini en güzel şekilde yaratmıştır. Ebedî, sayısız nimetler, iyilikler vermiştir. Böyle bir sahibe, yaratana ibadet etmek, Onun ihsan ettiği nimetlere şükretmek elbette lazımdır. Adalet için sahibinin hakkını gözetmek icab eder. Her insanın yaratanına karşı borçlu olduğu bu kulluk hakkını eda etmesi, yerine getirmesi vaciptir.
Adaletin ikinci kısmı, insanların hakkını eda etmek, yerine getirmektir. Devlete, amirlere, kanunlara karşı gelmemek, âlimlere hürmet etmek, emanetlere vefalı olmak, alışveriş haklarını eda etmek ve vaatlerini ifa etmek, yerine getirmek lazımdır.
Üçüncüsü, geçmişlerin haklarını eda etmek, yerine getirmektir. Bu da, onların borçlarını ödemek, vasiyetlerini ifa etmek, vakıflarını muhafaza etmek, korumak ve bıraktığı hayrat ve hasenatı devam ettirmekle olur.”
Sual: Cemaatle namazı kıldıktan ve selam verdikten sonra, imam ve cemaat ne yapar, nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Hindiyyede bu konuda deniyor ki:
“Son sünneti olan namazlarda, selam verince imamın oturması mekruhtur. Sağa, sola veya biraz geriye çekilip hemen son sünneti kılması lazımdır. Yahut, hemen gidip evinde kılar. Cemaat ve yalnız kılan, oturduğu yerde kalıp dualarını okuyabilir. Yahut oturduğu yerde, sağda, solda veya geriye çekilerek son sünneti kılması da caizdir. Son sünneti olmayan namazlarda, imamın, oturduğu yerde kıbleye karşı kalması mekruhtur, bidattir. Kalkıp gitmesi veya cemaate dönmesi yahut sağa, sola dönüp oturması lazımdır.”
Sual: Bir kimse, "gökte Allah benim şahidimdir" dese, bu kimsenin imanına bir zarar gelir mi, dinden çıkar mı?
Cevap: Bir kimse, Allahü teâlâ, gökte benim şahidimdir dese, imanı gider, kâfir olur. Zira Allahü teâlâya, mekân, yer isnat etmiş olur. Çünkü Allahü teâlâ, mekândan, herhangi bir yerde olmaktan beridir, uzaktır. "Allah baba" diyenin de imanı gider, kâfir olur.
.
İbadetleri, farklı mezheplere göre yapmak
29 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :29 Ocak 2024 00:58
Mezheplerin kolay yerlerini araştırıp toplamak, yani 'Telfîk' etmek haramdır.
Sual: Bir kimse, ibadetlerden bazısını bir mezhebe göre, başka işleri diğer bir mezhebe, daha başkalarını üçüncü bir mezhebe ve başka işleri de, dördüncü mezhebe uyarak yapsa, böylece dört mezhebe de uymuş olur mu?
Cevap: Böyle yapmak, dini oyuncak yapmak olur. Helal ve haram ortadan kalkar. Bu ise, memnudur, haramdır. Müslimdeki hadis-i şerifte;
(Münafık, iki koç arasında dolaşan koyun gibidir. Bir ona gider. Bir ötekine gider) buyuruldu. Buharideki hadis-i şerifte de;
(İnsanların kötüsü, ikiyüzlü olanlardır. Bazılarına bir yüz ile, başkalarına, başka yüz ile görünür) buyuruldu. Bunlar, Tövbe sûresinin 38. âyetinde bildirilen kimselerdir. Bu âyet-i kerimede meâlen;
(Nesî, küfürde ziyade olmaktır. Kâfirler bununla aldatılır. Bir ayı helal sayarlar. Başka sene ise, bu ayı haram sayarlar) buyuruldu. Yani bir şeye, bir yıl helal derler. Başka zamanda haram derler. Hadîkada, Hüsn-üt-tenebbüh fit-teşebbüh kitabından alarak deniyor ki:
“Bir kimsenin nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azimetleri bırakıp, ruhsatla amel etmesi efdal olur. Fakat ruhsatla amel etmek, ruhsatları araştırmaya yol açmamalıdır. Çünkü nefse, şeytana uyarak, mezheplerin kolay yerlerini araştırıp toplamak, yani Telfîk etmek haramdır.
Bir ibadeti yaparken, haraç, sıkıntı yok iken, iki mezhebi karıştırmak Telfîk olur. Müleffikın ibadeti sahih olmaz, bâtıl olur.”
Sual: Bir kimse, namazda iken, abdestim var mı, elbiseme necaset bulaşmış mı diye şüphe ederse, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: İftitah tekbirini söyledim mi, abdestim var mı, elbisem temiz mi, başımı meshettim mi diye şüphe eden bir kimse, ilk olarak şüphe etmiş ise, namazını bozup tekrar kılar. Abdest almaz, elbisesini yıkamaz. Eğer her zaman böyle şüphe ediyorsa, namazını bozmaz, tamamlar.
Sual: Evli bir kadın, çocuklarının dinini öğrenmesine mâni olursa, bu kadının kocası, çocukların babası, sorumluluktan kurtulur mu?
Cevap: Ananın, babanın, din bilgilerini öğretmek, Kur’ân-ı kerimi okutmak ve terbiye etmek için çocuklarını zorlaması lazımdır. Kadın çocuğunun okumasına, ahlakına ehemmiyet vermezse, kötü yetiştirirse, erkeğin; “Ben razı değilim, günahı senin olsun!” demesi, kendisini kurtarmaz. Kötülüğe mâni olması lazımdır.
.
Sözünde durmamak münafıklık olur
30 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :30 Ocak 2024 01:17
Hiçbir sebep, mâni yokken verilen sözü yerine getirmemek, münafıklık alametidir.
Sual: Bir kimse, başkalarına ve kendi evladı bile olsa, verdiği sözü yerine getirmezse, münafık mı olur?
Cevap: Bir kimsenin vaadinde, verdiği sözde durmaması günahtır. Verilen sözde durumamak, karşı tarafın öfkelenmesine sebep olur. Ayrıca karşı tarafı ökelendirdiği, üzdüğü için ayrı bir günaha daha girilmektedir. Bu sebeple verilen sözler hakkında çok dikkatli olmak ve Resulullah efendimizin sözleri ve yaşayışları ile titizlikle üzerinde durdukları bu hususa riayet etmek lazımdır. Peygamber efendimiz, verilen bir sözü yerine getirmenin önemi için;
(Münafıklık alameti üçtür: Yalan söylemek, vaadini yani verilen sözü yerine getirmemek, emanete hıyanet etmek) buyurarak, verilen sözü yerine getirmeyenin münafık olacağını bildirmişlerdir. İslam âlimleri bu hadis-i şerifi açıklarken;
“Eğer bir kimse, vaadinde durmaya gücü yetmezse, o zaman münafık olmaz” buyurmuşlardır. Zira başka bir hadis-i şerifte;
(Bir kimse, yapmak niyeti ile verdiği sözü tutamazsa günah olmaz) buyurulmuştur. Ayrıca Peygamber efendimiz bir başka zaman da;
(Dört şey münafıklık alametidir; Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vadini bozmak ve ahdine gadr etmek ve mahkemede doğruyu söylememek) buyurmuşlardır.
Herhangi bir konuda söz verildiği zaman, söz verilen şeyin muhakkak yerine getirilmesi gerekmektedir. Eğer yerine getirmede güçlük çekilecekse veya yerine getirmek mümkün değilse, yapacağım diyerek söz vermek uygun değildir. Tabii söz verildiği hâlde, elde olmayan sebepler yüzünden verilen söz yerine getirilmemiş ise, bu hâl günah olmaz. Fakat hiçbir sebep, mâni yokken verilen sözü yerine getirmemek, münafıklık alametidir buyurulmuştur. Peygamber efendimiz, buluşmak üzere söz verdikleri zamanda, bizzat geldikleri gibi, aradan üç gün geçmesine rağmen yine o söz verilen yere, aynı saatlerde uğramışlar ve bir şey vadedildiği zaman muhakkak yerine getirilmesi hususunun çok önemli olduğunu bu şekilde yaşayarak göstermişlerdir.
Bu sebeple, ümmeti olmakla şereflendiğimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimizin mübarek sözlerine, nasihatlerine kulak vermemiz, güzel hâllerini kendimize ölçü almamız ve imkânımız nisbetinde de bu yolda sebat etmemiz, gayretli olmamız lazım gelmektedir.
.
Kefir de bira gibidir!..
31 Ocak 2024 02:00 | Güncelleme :31 Ocak 2024 01:34
Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Çoğu sarhoş eden içkinin, azını içmek de haramdır."
Sual: Kefir gibi sütten imal edilen içeceklerin dinimiz açısından kullanılmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Alkollü içkilerin zehir olduğunu, tıp kitapları yazmaktadır. Liselerde okutulan kıymetli bir kimya kitabında diyor ki:
“Alkollü içkiler, eskiden beri keyif verici olarak içilir, az miktarda alındığı zaman, vücutta tembih edici tesir yaptığı, hazmı kolaylaştırdığı gibi faydalarından bahsedilirdi. Hâlbuki, bugün, alkolün pek az miktarının bile, vücut makinesini harab ettiği ilmî bir hakikattir.”
Şıra kaynarken, içine pekmez toprağı denilen temiz kireç taşı tozu konursa, ekşiliği kalmaz, pekmez olur. Fransızlar pekmeze, Sapa ve Rob derler. Pekmezde yüzde altmışdan çok glikoz vardır. Pekmeze yumurta akı koyup, karıştırarak kaynatılınca, koyulaşıp Bulama, Raisiné olur. Şıra yani taze üzüm suyu, Moût ve pekmez, Moût cuit ve bulama, Raisiné ve boza, Bosan içmek helaldir. Boza yapmak için, bir kilo kadar bulgur yıkanır. Tencereye konur. Fazla su ilave edilir. Yumuşayıncaya kadar birkaç saat kaynatılır. Su ile yoğrularak tel süzgeçten süzülür. Şeker konup eritilir. Maya olarak içine bir su bardağı boza konur. Kapanıp soba yanında bırakılır. Ertesi gün ekşi olarak içmeye başlanır. Bunlar kuvvet için, hazım için sarhoş etmeyecek miktarda helal olup, sarhoş ederlerse veya çalgı ile, keyif için az dahi içilirlerse, söz birliği ile haram olurlar.
İmâm-ı Muhammede göre, Nebîz, Halîtan, Müselles gibi içecekler, gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş ise, sarhoş etmeyecek kadar az içilmesi de haram olur. Fetva da böyledir. Diğer üç mezhebde de böyledir. Çünkü, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz;
(Çoğu sarhoş eden içkinin, azını içmek de haramdır) ve (Sarhoş eden her içki şaraptır ve hepsi haramdır) buyurdu.
Bu hadis-i şerifler, bu içkilerin hepsinin haram olduğunu bildirmektedir. Yapıları, bileşimleri aynıdır demek değildir. Çünkü Muhammed aleyhisselam, maddelerin hakikatlerini, fen bilgilerini öğretmek için değil, bunların hükümlerini bildirmek için gönderilmiştir.
Kısrak, inek, deve sütleri, mayalanıp, tadı keskin olunca, müselles gibi olurlar. Birincisine Kumis, ikincisine Kefir denir ve Bira gibi haramdırlar. Bu hususta, İskilibli M. Âtıf Efendinin Men'i müskirât kitabında geniş malumat, bilgi vardır.
.xxxxxxxx
Müslüman isyan etmez, fitne çıkarmaz!
1 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :1 Şubat 2024 01:13
Kanunlara, emirlere karşı gelmek, cihad olmaz, fitne çıkarmak olur!
Sual: Seyyid Kutb'un, Cihân Sulhu kitabında: “Müslümanlar ihtilalci olur. Zulüm, haksızlık yapan hükûmete karşı ihtilal yapar” deniliyor. Bu söz doğru mudur?
Cevap: Bu söz, İslam âlimlerinin bildirdiklerine uymamaktadır. Müslümanlar ihtilal yapmaz, fitne ve fesat çıkarmaz. Zalim olan hükûmete de isyan etmek günahtır. Kanunlara, emirlere karşı gelmek, cihad olmaz, fitne çıkarmak olur. Seyyid Kutb, Mevdûdî ve bunlara aldananlar, Hac suresinin 39. âyetine yanlış mana verdikleri için, bu felakete düşmüşlerdir. Bu âyette meâlen;
(Müminlere saldıran zalimlerle cihad etmeye izin verildi) buyuruldu. Mekke'de kâfirler, Müslümanlara zulmedip, yaralayınca, öldürünce, bunlarla dövüşmek için, tekrar tekrar izin istediler. İzin verilmedi. Medine'ye hicret edilince, bu âyet gelerek, yeni kurulan İslam devletinin, Mekke'deki zalimlerle cihad yapmasına izin verildi. Bu âyet-i kerime, Müslümanların, zalim hükûmete isyan etmeleri için değil, insanların İslam dinini işitmelerine, Müslüman olmalarına mâni olan zalimler ile cihad yapması için, İslam devletine izin vermektedir. Siyer-i kebîrdeki hadis-i şeriflerde;
(Emire isyan eden kimseye Cennet haramdır.) ve (Adil ve zalim, her emîrin emri altında cihad ediniz!) buyuruldu. Kitaplarda yazılı olan cihad, başka memleketlerdeki kâfirlerle harb etmek demektir. Beyhekînin bildirdiği hadis-i şerifte;
(Bozuk bir işi düzeltemediğiniz zaman, sabrediniz! Allahü teâlâ onu düzeltir) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru yollardan nasihat verip sabretmeyi emir buyurmaktadır. Tirmizî ve Taberânîde bildirilen hadis-i şerifte;
(Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, doğru yolu gösteren bir söz söylemektir) buyuruldu.
Âlimlerin gücü yettiği kadar emr-i ma'rûf yapması lazımdır. Fakat emr-i ma'rûf yaparken, fitne çıkmamasına çok dikkat etmelidir. Görülüyor ki, Müslümanlar ihtilal yapmaz. Fakat, zulme, haksızlığa da teslim olmaz. Meşru yollardan hakkını arar. Hükûmetin meşru emirlerine uymak, her Müslümana vaciptir. Hiç kimsenin haram olan emirleri yapılmaz. Fakat, buna isyan edilmez, fitne çıkarılmaz. Zalimlerle münakaşa etmemelidir. Zira fitne çıkarmak, Müslümanların ezilmelerine sebep olmak haramdır.
.
Namazı kaza edince tövbe de etmelidir
2 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :2 Şubat 2024 01:49
Farz namazı, İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır.
Sual: Vaktinde kılınmayan, kazaya kalan namazlar kaza edilince, vaktinde kılmama günahından da kurtulmuş olunur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda, buyuruluyor ki:
“Farz namazı, özürsüz yani İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, yalnız o namazı kaza edince affolmuyor. Namazı kaza ettikten sonra, ayrıca tövbe veya haccetmek de lazımdır. Kaza edince, yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza etmeden, tövbe edilince, terk günahı affolmadığı gibi, geciktirme günahı da affolmaz. Çünkü, tövbenin kabul olması için, günahtan sıyrılmak şarttır.
Sual: Cuma günleri ruhlar bir araya gelirler mi ve cuma günü ölenlere azap yapılmaz mı?
Cevap: Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleri ile tanışırlar ve bugün kabir azapları durdurulur. Bazı âlimlere göre, mü'minin azabı artık başlamaz. Kâfirin cuma ve ramazanda yapılmamak üzere, kıyamete kadar sürer. Bugün ve gecesinde ölen mü'minler kabir azabı görmez. Cehennem, cuma günü çok sıcak olmaz. Âdem aleyhisselâm cuma günü yaratıldı, cuma günü, cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı cuma günleri göreceklerdir.
Sual: Cenaze taşınırken gören Müslümanlar, ayağa kalkıp beklemeli mi, yoksa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bir yerden cenaze götürülürken, oradaki dükkânlarda, kahvede olan Müslümanlar, bu cenazeyi görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz arkasından yürümeli, ruhuna Fâtiha ve dua okumalıdır. Cenazeyi görünce, olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrimen mekruh olduğu, Merâkıl-felâh ve Halebî-i kebîrde yazılıdır. Cenazeyi taşıdıktan sonra, arkasından yürümelidir. Peygamber efendimiz, Sa’d bin Mu’âz hazretlerinin cenazesini taşımışlardı.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan lâ harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran bir kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan “Lâ” bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Yalnız cuma günleri oruç tutmanın ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmanın bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Yalnız cuma günleri oruç tutmak ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmak mekruhtur.
.
İbadetleri yapacak kadar yemek
3 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :3 Şubat 2024 02:03
“Farzları yapamayacak kadar zayıflatan riyazet, yani az yemek caiz değildir."
Sual: Dinimiz az yemeli diyor diyerek, az yiyerek, çalışamayacak derecede kendini zayıflatmak, dinimizce uygun mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Abdullah Mûsulî hazretleri, Muhtâr kitâbının şerhi olan İhtiyâr kitâbında diyor ki:
“Farzları yapamayacak kadar zayıflatan riyazet, yani az yemek caiz değildir. Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Bu niyet ile çalışan kimse, borcunu ödeyemeden ölürse, azap çekmez. Hadîs-i şerîfte, (Her erkeğin çalışıp nafakasını kazanması farzdır) buyuruldu. Bundan fazlası için çalışmamak caizdir.”
Sual: Namaz kılarken secdede nelere dikkat etmelidir ve neler üzerine secde yapılabilir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Secde yaparken, önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur. Baş parmakları, kulakları hizasında olur. Şâfiî mezhebinde, eller omuz hizasına konur. Ayakların, en az birer parmağını yere koymak farzdır. Yerin sertçe olup, başın içine girmemesi lazımdır. Yere serili halı, hasır, buğday ve arpa böyledir. Yerde duran masa, kanepe, araba da, yer demektir. Hayvan üzeri ve hayvan üstünde bulunan semer ve benzerleri, yer sayılmaz. Salıncak ve ağaçlara, direklere bağlanarak havada gerilmiş duran bez, halı, hasır yer sayılmaz. Pirinç, darı, keten tohumu gibi kaygan şeyler üzerine secde sahih olmaz. Çuval içinde iseler sahih olur. Secde yeri, dizlerini koyduğu yerden yirmibeş santimetre yüksek olunca namaz sahih olur ise de, mekruhtur. Secdede dirsekler bedenden, karnı da uyluklardan açık tutulur. Ayak parmaklarının uçları kıbleye karşı tutulur. Rükuya eğilirken topuk kemiklerini birbirine yapıştırmak sünnet olduğu gibi, secdede de bitişik tutulur.”
Sual: Cenazeyi ne şekilde götürmeli, taşımaya tabutun ne tarafından başlamalıdır?
Cevap: Cenaze taşımakta önce ön tarafta, meyyitin sağ tarafı, sağ omuza alınıp, on adım taşınır. Sonra, arka sağ bacak tarafı sağ omuzda, on adım taşınır. Sonra meyyitin sol tarafına, yani arkadan bakıldığına göre, tabutun sağ tarafına geçip, sol omuzda, on adım önde, on adım arkada taşınır. Hepsi kırk adım eder. Hadis-i şerifte;
(Cenazeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günahı affolur) buyuruldu.
.
Bir söz veya işle, iman gidebilir
4 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :4 Şubat 2024 01:36
"Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanan kimse kâfir olmaz.”
Sual: Bir Müslüman, İslamiyetin imanın giderir dediği bir şeyi söyler veya yaparsa, bu kimsenin imanı gitmiş mi olur?
Cevap: Bu konuda Uyûn-ül besâirde deniyor ki:
“İnsan resmi veya heykeli yapıp, bu insanda ülûhiyyet, ilahlık sıfatlarından birinin bulunduğuna inanarak veya bunun kâfir olduğunu bilerek, bunların karşısında, hürmet, tazim bildiren bir şey söylese veya yapsa, mesela secde etse, Yahudilerin ve Hıristiyanların bağladıkları zünnâr denilen kuşağı ve onların dinlerine mahsus şeyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanırsa, kâfir olmaz.” Bir Müslümanın bunları, canını, malını, rızkını kurtaracak kadar kullanması özür olur. Daha fazlası küfür olur.
Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara ülûhiyyet sıfatları denir. Akait ve fıkıh kitaplarının çoğunda, mesela Dürerde deniyor ki:
“Bir kimse, kalbi iman ile dolu olduğu hâlde, küfre sebep olan bir şeyi, zaruret olmadan, yani isteyerek söylerse, kâfir olur. Kalbindeki imanın faydası olmaz. Çünkü, bir kimsenin kâfir olduğu sözünden anlaşılır. Küfre sebep olan şeyi söyleyince, insanlar arasında da, Allahü teâlâ yanında da kâfir olur.” İş ve giyim ile hasıl olan Küfr-i hükmînin de böyle olduğu, Şerh-i mevâkıfta yazılıdır.
Sual: Fıkıh kitaplarında, "zayıf kavil" diye bildirilen hükümlerle de amel edilebilir mi?
Cevap: Her Müslümanın ibadet yaparken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebinin âlimlerinin, "Fetvâ böyledir, En iyisi budur, En doğru söz budur" gibi bildirdiklerine uyması lazımdır. Kendi arzusu ile yaptığı bir şey, buna uymasına mâni olur ve bu mâni olmanın önlenmesinde harac, meşakkat bulunursa, kendi mezhebinde doğru olduğu bildirilen başka bir söze uyması lazımdır. Böyle de yapamazsa, Hanefi mezhebinde bulunan kimse, Hanefi mezhebindeki âlimlerin fetvâ olarak seçilmemiş zayıf sözlerine uyarak, işini görür.
Sual: Bir kimse, yatağın içinde, yatar şekilde Kur’ân-ı kerim okuyabilir mi?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi abdestsiz tutmak haramdır, ezberden okumak caizdir. Yatağa abdestli girmek sünnettir. Şir'at-ül-islâm şerhinde; “Kur’ân-ı kerimi yatakta, yatarak ezberden abdestsiz okumak caizdir ve sevaptır. Fakat, başını yorgandan dışarı çıkarmalı ve bacakları bitiştirmelidir” deniyor
.
Mirâc gecesi, kandili
5 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :5 Şubat 2024 01:08
Mi’râc gecesi; Resulullah efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir.
Sual: Mirâc ne demektir, ne zaman olmuştur, bu gecenin önemi nedir?
Cevap: Mi’râc kandili, Receb ayının 27. gecesidir. Resulullah efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir. Resulullah efendimiz hicretten bir yıl önce, 52 yaşında, Zeyd bin Hâriseyi yanına alarak Tâife gitti, onlara bir ay nasihat eyledi. Hiç kimse iman etmediği gibi alay ve işkence ettiler. Üzüntülü ve yorgun olarak geri dönerken, yaralandılar. Mekke'ye döndüler. Her taraf düşman idi, gidecek bir yer yoktu. Birkaç ay Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Bir gece ki Receb ayının 27. gecesi amcası Ebû Tâlib'in kızı Ümm-i Hânînin evine gitti. Resulullah efendimizi içeri alıp bir hasır, leğen, ibrik verdi. Resulullah efenimiz o gün çok incinmişti, abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların imana gelmesi kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü olduğu için hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi. O anda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselama;
“Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habibimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. Ona inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile Onu incitenlere hazırladığım azapları görsün. Onu ben teselli edeceğim” buyurdu.
Cebrâil aleyhisselam, bir anda Resulullah efendimizin yanına geldi. Beraberce Kâbe yanına gittiler. Sonra Cennetten gelen Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs'te, Mescid-i Aksâ'ya geldiler, namaz kıldılar. Namazdan sonra, mescitten çıkıp bilinmeyen bir mi'râc ile, bir anda, yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte bir büyük Peygamberi gördü. Resulullah efendimiz, Cenneti, Cehennemi görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde, Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız olarak Allahü teâlâyı gördü. Mi'râc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu. Mi'râcdan önce, yalnız sabah ve ikindi namazı vardı. Tefsîr-i Hüseynîde ve Bahr kitabında deniyor ki:
“Resûlullah efendimizin Mekke'den Beytül-mukaddese götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmıyan ise, sapık olur.”
5 ŞUBAT 2024
Mirâc gecesi, kandili
Sual: Mirâc ne demektir, ne zaman olmuştur, bu gecenin önemi nedir?
Cevap: Mi’râc kandili, Receb ayının 27. gecesidir. Resulullah efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmiyen yerlere götürüldüğü gecedir. Resulullah efendimiz hicretten bir yıl önce, 52 yaşında, Zeyd bin Hâriseyi yanına alarak Tâife gitti, onlara bir ay nasihat eyledi. Hiç kimse iman etmediği gibi alay ve işkence ettiler. Üzüntülü ve yorgun olarak geri dönerken, yaralandılar. Mekke'ye döndüler. Her taraf düşman idi, gidecek bir yer yoktu. Birkaç ay Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Bir gece ki Receb ayının 27. gecesi amcası Ebû Tâlib'in kızı Ümm-i Hânînin evine gitti. Resulullah efendimizi içeri alıp bir hasır, leğen, ibrik verdi. Resulullah efenimiz o gün çok incinmişti, abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların imana gelmesi kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü olduğu için hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi. O anda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselama;
“Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habibimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. Ona inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile Onu incitenlere hazırladığım azapları görsün. Onu ben teselli edeceğim” buyurdu.
Cebrâil aleyhisselam, bir anda Resulullah efendimizin yanına geldi. Beraberce Kâbe yanına gittiler. Sonra Cennetten gelen Burak adındaki beyaz hayvana binip, bir anda Kudüs'te, Mescid-i Aksâ'ya geldiler, namaz kıldılar. Namazdan sonra, mescitten çıkıp bilinmeyen bir mi'râc ile, bir anda, yedi kat gökleri geçtiler. Her gökte bir büyük Peygamberi gördü. Resulullah efendimiz, Cenneti, Cehennemi görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı üstünde, Allahü teâlânın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekânsız, zamansız olarak Allahü teâlâyı gördü. Mi'râc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu. Mi'râcdan önce, yalnız sabah ve ikindi namazı vardı. Tefsîr-i Hüseynîde ve Bahr kitabında deniyor ki:
“Resûlullah efendimizin Mekke'den Beytül-mukaddese götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmıyan ise, sapık olur.”
.
Mirâc, rûh ve beden iledir
6 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :6 Şubat 2024 00:36
İsrâ suresinde meâlen buyuruldu ki: "Kulumu gece Mescid-i harâmdan Mescid-i Aksâya götürdüm."
Sual: Peygamber efendimizin mirâcını, sadece ruhen veya rüyada oldu diyenler oluyor. Böylelerine nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Resulullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) fiilî mucizeleri çoktur. Bu mucizelerden birisi de, Mirâc mucizesidir. Mirâc, hem ruh, hem de beden ile olmuştur. İsrâ suresinin ilk âyet-i kerimesinde meâlen;
(Kulumu gece Mescid-i harâmdan Mescid-i Aksâya götürdüm) buyurulmaktadır. Kul, insana denir. Ruha veya insanın bir hâline kul denmez.
Filistin, Arabistan'a, başka memleketlerden daha yakın olduğu için, (En yakın yer) buyuruldu. Mescid-i Aksâ o zaman yeryüzünde bulunan mescitler arasında, Mekke'ye en uzak olanı idi. Bunun için, (En uzak mescid) buyuruldu. En yakın yerde en uzak mescid niçin bulunamazmış ki?
Namaz, önceden Mescid-i Aksâya karşı kılınırdı. Kudüs'te mescid olmasaydı, oraya karşı namaz kılmak emrolunur mu ve Resulullah efendimiz, Kudüs'te Mescid-i Aksâda namaz kıldım der mi idi? Mirâca inanmayanlar, Resûlullah efendimizin bedeni ile Kudüs'e ve göklere götürüldüğünü kavrayamadığı için inanamıyorlar. Eğer Mirâc, rüyada olsaydı, müşrikler, buna bir şey demezlerdi. Resulullah efendimiz; (Beden ile gittim) buyurduğu için inanmadılar. Medâric-ün-nübüvve kitabında deniyor ki:
“Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama olan ihsanlarından biri de, Onu Mirâca çıkarmasıdır. Resulullahın Mekkeden Mescid-i Aksâya götürüldüğü, Kur’ân-ı kerimde açıkça bildiriliyor. Buna inanmayan kafir olur. Mescid-i Aksâdan göğe çıkarıldığını meşhur hadisler haber veriyor. Buna inanmayan, bidat ehli olur. Mirâcın uyanık iken ve cesed ile olduğunu, Eshab-ı kiramın, tabiinin, hadis âlimlerinin, fıkıh âlimlerinin ve kelâm âlimlerinin çoğunluğu haber vermişlerdir. Müşrikler, mi’râca inanmadıkları ve imtihan ederek Mescid-i Aksâdan bilgi istedikleri için, İsrâ suresinde, Mescid-i Aksâya kadar götürüldüğü açıkça bildirildi. Bu surede meâlen;
(Âyetlerimi göstermek için götürdüm) buyurulması, göklere çıkarıldığını gösteriyor. Bu sûrenin 60. âyetinde meâlen;
(Sana gösterdiğimiz rüyayı insanlara fitne yaptık) buyurulmaktadır.
Tefsir âlimlerinin çoğu, buradaki rüya kelimesinin uyanıkken gece görmek için kullanıldığını bildirmişlerdir. Mirâc hadis-i şerifi, Buhârî ve Müslimde uzun yazılıdır.”
Mirâc, akıl değil, iman işidir
7 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :7 Şubat 2024 01:28
Mirâcı kabul etmek, inanmak, aklın bittiği ve imanın başladığı yerdir...
Sual: "Mirac hadisesini aklımız almıyor!" diyenlere, ne demeli, nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Peygamberlik makamı aklın ve düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremeyeceği, anlayamıyacağı çok şeyler vardır ki, bunlar Peygamberlik makamında anlaşılır. Her şey akıl ile anlaşılabilseydi, Peygamberler gönderilmezdi. Mucize ve keramet de, akıl ile anlaşılamaz, izah edilemez. Bunların hepsi, Allahü teâlânın sonsuz kudreti ile olmaktadır. Mirâc da, âdet olan işlerin aksinedir. Mucizelerin hepsi de böyledir. Bu sebeple imanı olanların, Mirâc mucizesine inanması lazımdır. Hazret-i Ebu Bekir, Allahü teâlânın sonsuz kudretini ve Peygamber efendimizin de, Onun Peygamberi olduğunu iyi anladığı için, Mirâcı, herkes inkâr ederken veya tereddüt geçirirken o, hemen ve tereddüt etmeden tasdik etti ve 'Sıddîklık' makamına yükseldi. Çünkü Mirâcı kabul etmek, inanmak, aklın bittiği ve imanın başladığı yerdir...
Resulullah efendimiz, Mekke-i mükerremeden Sidre-tül-müntehâya kadar, Cebrail aleyhisselam ile birlikte gitti ve Sidrede şaşılacak çok şeyler gördü. Cennetteki nimetleri, Cehennemdeki azapları gördü. Hadis-i şerifte;
(Mirâc gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebraile sordum. Ümmetinin hatiplerinden, vaizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) buyuruldu.
Resulullah efendimiz, cenâb-ı Hakkın cemalini görmek arzusundan ve zevkinden, Cennetteki nimetlerin hiçbirine bakmadı. Sidreden ileriye, yalnız olarak, nurlar arasında ilerledi. Zamansız ve mekânsız olarak, ahirette Allahü teâlânın görüleceği gibi, anlaşılamayan ve anlatılamayan bir hâlde, Allahü teâlâyı gördü.
Peygamber efendimize mirâc gecesi, Cennette nasip olan rü’yet şerefi dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak, kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Peygamber efendimiz;
(Namazda, kul ile Allahü teâlâ arasındaki perdeler kalkar) buyurmuştur.
Bütün bu haberlerin bir kısmı âyet-i kerimelerle, bir kısmı da hadis-i şeriflerle haber verilmiştir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği bu haberleri kabul etmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Âyet-i kerimeye veya hadis-i şeriflere inanmayan ise, kâfir olur.
.
Namaz, müminin mirâcıdır”
8 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :8 Şubat 2024 01:00
İmandan sonra, en kıymetli ibadet, namazdır. İman gibi, onun da güzelliği, kendindendir.
Sual: Peygamber efendimizin; “Namaz müminlerin mirâcıdır” hadisindeki anlatılmak istenen nedir?
Cevap: İmandan sonra, en kıymetli ibadet, namazdır. İman gibi, onun da güzelliği, kendindendir. Başka ibadetlerin güzelliği, kendilerinden değildir. Peygamber efendimiz, rahatını, huzurunu, namaz kılmakta bilirdi. Hadis-i şerifte;
(Allah ile kul arasındaki perdeler, ancak namazda kaldırılır) buyuruldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Namaz, bütün ibadetleri kendisinde toplamıştır. İslamın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, Müslümanlık demek olmuştur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisine Mirâc gecesi, cennette nasip olan rü'yet şerefi, dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki; (Namaz müminlerin mirâcıdır) buyurmuştur. Onun yolunda, izinde giden büyüklere, o rü'yet devletinden, bu dünyada büyük pay, namazda olmaktadır. Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Ruhun gıdası, kalbin şifası namazdır. (Ey Bilal, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emir buyuran hadis-i şerif, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadis-i şerifi, bu arzuya işaret etmektedir. Namazın hakikatini anlamış olan bir kimse, namaza durunca, sanki, bu dünyadan çıkıp ahıret hayatına girer, âhırete mahsus olan nimetlerden bir şeylere kavuşur. Bu nimet, yalnız bu ümmete mahsustur.”
Hazret-i Ali, namaza durduğu zaman, bütün âlem altüst olsa, hiç haberi olmazdı. Bir harpte, mübarek ayağına ok saplanmış ve okun demir kısmı kemiğe girmişti. Bunu çıkarmak için, kendisinin bayıltılması gerektiği söylenince;
-Bayıltamaya gerek yok, ben namaza durduktan sonra çıkarırsınız cevabını vermiştir.
Nitekim namaza durunca, cerrah, o demir parçasını çıkarır ve yarayı sarar. Hazret-i Ali;
-Ben o demir parçasını çıkardığınızı hissetmedim buyurur.
Muhammed Ma’sûm hazretleri;
“Namaz, dinin direği, müminin mirâcıdır. Onu en iyi şekilde kılmaya gayret etmelidir” buyurmuştur.
Mirâc gecesinde Peygamber efendimize ihsan olunan nimetler, bu dünyada, onun ümmetine yalnız namazda tattırılmaktadır.
.
Namazda harfleri karıştırmak
9 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :9 Şubat 2024 01:08
Bir harfi, başka harf okumakta, harfler çok farklı ise, namazı bozar.
Sual: Namazda okunan sure ve dualarda, harflerin yeri değiştirilmiş olsa, namaza zarar verir mi?
Cevap: Bir harfi, başka harf okumakta, harfler çok farklı ise, namazı bozar. Mesela, sat yerine ta söylemek, sâlihât yerine tâlihât okumak gibi. Harflerin farkı az ise, çok âlimler, mana değişirse, eğer bilerek okudu ise, bozulur. Ağzından kaçtı ise, bozulmaz dediler. Dat yerine zı demek, sin yerine sat, te yerine tı demek gibi. Fetva böyle ise de, ihtiyatlı olmak lazımdır. Dâllîn yerine zâllîn okumak böyledir.
Sual: Çalınmış malları satan bir yerden, alışveriş yapmanın mahzuru var mıdır?
Cevap: Bir yerde, yağma edilmiş, çalınmış şeyler ve hayvanlar satılıyorsa, çoğunun haram olduğunu bilen kimse, buradan bir şey satın almamalıdır. Eğer ihtiyacı çoksa, nereden aldın diye sormalıdır. Helalden olduğu anlaşılan malı almalıdır. Çoğunun haram olmadığı biliniyorsa, sormadan almak caiz ise de, sormak vera olur.
Sual: İnsan necasetini yalnız başına gübre olarak satmanın ve satın almanın dinen mahzuru olur mu?
Cevap: İnsan necasetini yalnız başına satmak ve insandan ayrılan her şeyi satmak haramdır. Hepsini gömmek lazımdır. İnsan necasetini yalnız başına da kullanmak caiz değildir. Toprak veya başka şeyle karışık satmak ve kullanmak sahihtir.
Sual: Hayvan gübresini satın almanın, satmanın mahzuru var mıdır?
Cevap: Hayvan gübresi, yalnız olarak da satılır ve kullanılır. Diğer üç mezheb imamı hayvan gübresi satmak da caiz değildir dedi.
Sual: Gayr-i müslimlerin âdetlerini yapmanın dinen bir zararı olur mu?
Cevap: Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyeti ile olmazsa ve haram veya kötü âdetler değilse, faydalı şeylerse, caiz olur. Onlar gibi yemek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veya haram veya fena, kötü şeyler ise, haram olur.
Sual: Namaz kılarken, göğsünü kıbleden çeviren kimsenin namazı bozulur mu?
Cevap: Özürsüz, göğsünü kıbleden çevirince, namaz hemen bozar. Yüzünü, başka uzvunu çevirmekle namaz bozulmaz, mekruh olur. Elinde olmayarak çevrilince, bir rükün devam ederse, namazı bozar.
Sual: Namazda harf değil de kelime değişik okunsa, namaz buzulur mu?
Cevap: Kelimeyi değiştirince, mana bozulursa, Kur’ân-ı kerimde benzeri bulunsa da bozar. Mana değişmezse, bozmaz.
.
Haram mal ile sadaka vermek
10 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :10 Şubat 2024 00:27
“Haram olduğu bilinen mal ile cami ve başka hayır yaptırmak ve sevap beklemek imanı giderir.”
Sual: Haram yoldan gelen para ile sadaka vermenin, cami yaptırmanın, dinimizce hükmü nedir?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidîn ve Kâdî-zâde Ahmet Efendi, "Birgivî vasıyyetnâmesi" şerhinde diyor ki:
“Bir kimse, elindeki kati, kesin haram olan maldan sadaka verse, sevap umsa, alan fakir, haramdan olduğunu bilerek, verene Allah razı olsun dese, veren de veya başka bir kimse de âmin dese, hepsi kâfir olur.” İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Haram olduğu bilinen belli mal ile cami ve başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevap beklemek de küfürdür, imanı giderir.”
Sual: Namaz kılan bir kimse, kıble istikametine doğru birkaç adım yürüse, namazı bozulur mu?
Cevap: Namazda kıbleye karşı bir saf, bir buçuk metre kadar yürüyünce, namaz bozulmaz. Kıbleye karşı değilse veya kıbleye karşı devamlı olarak daha çok yürürse, namaz bozulur. Bunun için, yürüyerek namaz kılmak caiz değildir.
Sual: Kaybolmuş, yeri unutulmuş olan paraların, malların zekâtı verilir mi?
Cevap: Kaybolmuş, denize düşmüş, gasbolunmuş, gömüldüğü yer unutulmuş mal ve inkâr olunan alacaklar, tam mülk olmadıkları için, zekâtta nisab hesabına katılmaz ve ele geçerlerse, önceki senelerin zekâtları verilmez.
Sual: Bir kimse, niyet etmeden, vereceği zekâttan daha çok, fakirlere para, mal verse, zekât borcu ödenmiş olur mu?
Cevap: Bir kimse, zekât niyeti ile, para veya malından kırkta bir ayırmadan veya verirken niyet etmeden, fakirlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünkü, zekât malını ayırırken veya kendi vekiline veya fakire veya fakirin vekiline verirken niyet etmesi farzdır.
Sual: Yemeyi, içmeyi terk ederek açlıktan ve susuzluktan ölen bir kimse, bu yaptığından sorumlu olur mu?
Cevap: Yemeyip, içmeyip, açlıktan, susuzluktan ölen, günaha girer. Hâlbuki, ilaç almayıp ölen, günaha girmez. Namazı ayakta kılacak ve oruç tutacak kadar gıda almak farzdır. Doyuncaya kadar yiyip içmek mubahtır. Doyduktan sonra yemek, içmek haramdır. Yalnız sahurda ve misafiri utandırmamak için haram olmaz. Çeşitli meyve, tatlı yemek, içmek caiz ise de, vazgeçmek iyidir. Sofrada, lüzumundan fazla, çeşitli yemekler bulundurmak, ibadete kuvvetlenmek ve misafir için bulundurulursa, israf olmaz. Lüzumundan fazla ekmek bulundurmak da böyledir.
.
Cünüp ve hayızlı iken camiye girmek
11 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :11 Şubat 2024 00:58
Bir Müslümanın, cünüp veya hayızlı iken camiye girmesi, hatta cami içinden geçmesi haramdır.
Sual: Bir Müslümanın cünüpken veya hayızlı iken camiye girmesi, Kur’ân-ı kerimi tutması ve okuması caiz midir?
Cevap: Bir Müslümanın, cünüp veya hayızlı iken camiye girmesi, hatta cami içinden geçmesi haramdır. Geçecek başka yol bulamazsa veya camide cünüb olursa yahut camiden başka yerde su bulamazsa, teyemmüm edip girer ve hemen çıkar. Cünüp ve hayız hâlinde bulunanın, Kur’ân-ı kerimi okuması, Mushafı tutması ve Kâ'be-i muazzamayı tavaf etmesi, dört mezhepte de haramdır. Kur’ân-ı kerimi ve âyet-i kerime yazılı şeyleri abdestsiz tutmak da haramdır. Yapışık olmayan bir şey içinde, mesela çantada iken tutmak caizdir. Fatihayı ve dua âyetlerini, dua niyeti ile okuması ve her duayı okuması haram değil ise de, duayı abdestli okumak müstehaptır. Tefsirler, Kur’ân-ı kerim gibidir. Başka din kitapları, dua gibidir.
Sual: Dinî yazılar bulunan gazete veya benzeri kâğıtları, herhangi bir şey sarmak için kullanmanın dinen mahzuru olur mu?
Cevap: Fıkıh yazılı kâğıtlara bir şey sarmak caiz değildir. Allahü teâlânın ve Peygamberlerin aleyhimüsselâm isimleri yazılı ise, bunları silip, sonra bir şey sarılabilir. Fakat, bunlara da sarmamak layıktır. Çünkü, Kur’ân-ı kerimin harfleri de muhteremdir.
Sual: Üzerinde mübarek yazılar bulunan, halı, hasır gibi şeyleri yere sermekte mahzur var mıdır?
Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:
“Üzerinde, dokuyarak veya boya ile mübarek yazı bulunan halıyı, hasırı, seccadeyi yere sermek, üzerine oturmak ve her ne suret ile olursa olsun kullanmak ve paralar, mihraplar ve duvarlar üzerlerine yazmak mekruhtur. Bunları duvara asmak mekruh olmaz.” Kâ'be-i muazzama resmi de, yazı gibidir. Resim, nakış bulunmayan seccade kullanmalıdır.
Sual: Uykusunda ihtilam olduğunu hatırlayan fakat uyanınca iç çamaşırında meni bulaşığı görmeyen kimsenin, yine de gusül alması gerekir mi?
Cevap: İhtilam olan kimse, uyanınca, yatakta, elbise veya bacağında yaşlık görse, bunun meziy denilen beyaz akıcı sıvı olduğunu anlarsa veya uyanık iken meziy aksa, gusül lazım olmaz. İhtilam olduğunu hatırlamadan, meni görse, gusül lazım olduğu, söz birliği ile bildirildi. Meziy sansa ihtiyaten gusül lazım olur. İhtilam olduğunu, hatırlayan kimse, bir yerde meni görmezse, gusül etmez.
.
Peygamberlere inanmak imanın şartı
12 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :12 Şubat 2024 00:46
Peygamberlere ve getirdiklerine inanma konusunda insanlar dört kısma ayrılır...
Sual: İnsanlar, Allahü tealanın gönderdiği Peygamberleri kabul veya inkâr konusunda aynı mıdırlar?
Cevap: Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberlere ve getirdiklerine inanma konusunda insanlar dört kısma ayrılır:
1-Peygambere inanır ve buna uyar. Bunlar dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Ahırette, doğru Cennete gider. Nefsine uyarak hasıl olan günahları, kalb ile tövbe, dil ile istiğfar ederek ve dünyada sıkıntılar çekerek, affedilecek, doğru Cennete giderek, nimetler içinde sonsuz yaşayacaktır. Bunlara sâlih kul denir.
2-Peygambere inanır ve buna uyar. Dünyada dert, sıkıntı ve hastalık içinde yaşar. Dertlere sabır ve şükreder. Sabırları, derecelerinin, sonsuz nimetlerinin artmasına sebep olur. Bunlar, nefislerine uymaz. Bunlara velî denir. Böyle kimseler azdır.
3-Peygambere inanır. Peygambere değil, nefsine uyar. Dünyada sıkıntı çeker. Bunlar, nefislerine uyarak hasıl olan günahlar kadar Cehennemde kaldıktan sonra, Cennete gireceklerdir. Bunlara fâsık kul denir.
4-Peygambere inanmaz. Ahkâm-ı islamiyenin emir ve yasak ettiği şeyleri akıl ile bulup, bunlara ve Müslümanlara uyan kâfirler, dünyada saadete kavuşur, ahırette ise Cehenneme giderler.
İnsanlardan azgın olanların daha çok azmaları için, işlerinde başarı, kolaylık ve rahatlık da verilir. İslamiyetin bir emrini beğenmeyen kafir olur. Kafirler, Cennete girmeyecek, Cehennemde sonsuz kalacaklardır.
Sual: Cünüp olan bir kimse, gusül abdesti almayı ne vakte kadar geciktirebilir ve bu hâlde iken bir şey yiyip içebilir mi?
Cevap: Cünüp kimse, kılmadığı namaz vakti çıkıncaya kadar gusül etmezse, günah olmaz. Daha fazla geciktirmesi büyük günahtır. Cünüp iken uyumak, günah değildir. Cünübün elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi tenzihen mekruhtur. Çünkü ağzına, eline sürülen su, müstamel olur. Müstamel suyu içmek ise mekruhtur. Hayız gören kadın böyle değildir. Çünkü hayız hâlinde iken gusül abdesti alması emrolunmadı.
Sual: Hayız veya cünüp hâlde bulunan bir kadın süt emmekte olan çocuğunu emzirebilir mi?
Cevap: Hayız hâlindeki kadın, göğsünü yıkamadan, çocuğunu emzirebilir. Cünüp olan kadının, yıkamadan emzirmesi mekruh olur.
Sual: Süt emzirmekle kadının abdesti bozulur mu?
Cevap: Çocuk emziren kadının abdesti bozulmaz.
.
Organların kullanılmasına izin vermek
13 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :13 Şubat 2024 01:04
“Ben öldükten sonra, kanımın, uzuvlarımın bir Müslümana verilmesine zaruret olursa, verilmesi için, izin veriyorum” demek caiz olur.
Sual: Ben öldükten sonra, organlarımın, hastalara verilmesini istiyorum demenin, dinen mahzuru var mıdır?
Cevap: “Ben öldükten sonra, kanımın ve organlarımın, hastalara, yaralılara verilmesini istiyorum” demek caiz değildir. Çünkü bu söz, organlarını vakfetmek veya sadaka olarak vermek, yahut vasiyet etmek olur. Bunların üçünün de sahih olabilmeleri için, mütekavvim mal ile yapılmaları lazımdır. Hür insan ve hiçbir parçası mal değildir. Harpte esir alınan kölenin, yalnız canlı olan bütün bedenine mal denilmiş ise de, organları ve ölüleri mal değildir.
“Ben öldükten sonra, kanımın, uzuvlarımın bir Müslümana verilmesine zaruret olursa, verilmesi için, izin veriyorum” demek caiz olur.
Sual: Vekil olan bir kimse, vekili olduğu kimsenin malını dilediği fiyata satabilir mi?
Cevap: Umumi vekil, sahibinin malını, dilediği fiyata satabilir. Fiyat söylenmiş ise, daha aşağı satamaz, satarsa, öder. Vekil, sahibinin malını, kendine satın alamaz, akrabasına da satamaz. Ancak, bunlar, umumi vekil ise veya değerinden yüksek satabilir. Umumi vekil, peşin de, veresiye de satabilir. Fakat, peşin sat veya şu malımı sat da borcumu ver denildi ise, veresiye satamaz.
Sual: Dinen zaruret ve haraç ne demektir?
Cevap: İnsanı bir şey yapmaya zorlayan semavi sebebe, yani insanın elinde olmayarak hasıl olan sebebe zaruret denir. İslamiyetin emir ve yasak etmesi, tedavi edilemeyen şiddetli ağrı, bir uzvun yahut hayatın telef olmak tehlikesi ve başka bir şey yapamamak mecburiyeti hep zarurettir. Bir farzın yapılmasına mâni veya haram işlemeye sebep olanı önlemenin meşakkatli, güç olmasına haraç denir.
Sual: Parmağı kopan bir kimse, bunun yerine madenden, plastikten yapılmış parmak takabilir mi?
Cevap: El, ayak, parmak, burun, diş, göz, kalb ve başka uzuvlar bozulunca, kopunca yerlerine maden, plastik koymak, diri ve ölü insandan organ nakletmenin caiz olduğu, Hindistan âlimlerinin yayınladığı El-muallim dergisinin 1406 nüshasında yazılıdır. Çünkü bir organı kurtarmak, hayatı kurtarmak gibi zaruridir. Diri insanın organını, etini yemek caiz değildir. Kanını nakletmek caizdir.
Sual: Günah olan şeyleri sevmek, beğenmek, imana zarar verir mi?
Cevap: Küfrü, haramları, mekruhları sevmek, beğenmek, imanı giderir.
.
Vekalet nedir, nasıl verilir?
14 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :14 Şubat 2024 00:47
Vekalet, bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması demektir.
Sual: Vekalet nedir, nasıl vekil yapılır ve haberci diye kime denir?
Cevap: Vekalet, bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması, başkasına iş havalesi demektir. Yerine geçirilen başka kimseye Vekil denir. Vekil edene Sahip denir. Bir kimsenin sözünü başkasına götürene Resül veya Haberci denir.
Birini vekil yapmak, icap ve kabul ile olur. Yani “Seni vekil yaptım” ve “Kabul ettim” sözleri veya yazıları ile olur. Vekil, cevap vermeden, işi yapmaya başlasa, kabul etmiş olur. İş habersiz yapıldıktan sonra, sahibinin, izin verdim demesi ile de, vekil etmiş olur. Kiracı kira ile, kiradaki malı tamir etmeye vekil yapılabilir.
Sual: İnkâr edenleri, açıkça günah işleyenleri sevmemek, onlara kötü davranmak, eziyet etmek mi demektir?
Cevap: Her Müslüman, hem imanını korumaya, kaptırmamaya çalışmalı, hem de, Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine inanmayanları sevmemelidir. Fakat, sevmediklerine de, kötülük, zulüm yapmamalı, kâfirlere ve bidat sahiplerine tatlı dil ve güler yüz ile nasihat etmelidir. Onların felaketten kurtulmalarına, saadete kavuşmalarına çalışmalıdır. Mazher-i Cân-ı Cânân hazretleri buyuruyor ki:
“Kafirleri, bidat sahiplerini ve açıkça günah işlemeye devam eden fasıkları sevmememiz emrolundu. Bunlarla konuşmamalı, evlerine, toplantılarına gitmemeli, selam vermemeli, arkadaşlık yapmamalıdır. Zaruret ve ihtiyaç olduğu zaman, zaruret miktarı kadar, bu yasaklara izin verilmiştir. Bu zaman, onlarla görüşmek caiz olur ise de, kalbin yine onları sevmemesi lazımdır.”
Sual: Eshab-ı kiramın veya dört mezheb imamının, birbirini taklid ettikleri olmuş mudur?
Cevap: Bir müctehidin kendi ictihadına göre amel etmesi lazımdır. Başka müctehide uyması caiz değildir. Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idi. Bunun için bazı işlerde birbirlerine uymamışlardır. Bunun gibi, imam-ı Ebu Yusuf'un, bir cuma günü, tekrar abdest almaması ve imam-ı Şafii'nin, imam-ı a'zam Ebû Hanife'nin kabri yanında namaz kılarken, rükudan sonra ellerini kaldırmaması, başkasını taklit olmayıp, kendi ictihatlarına göre hareket etmelerindendir.
Sual: İnsanın yüzüne karşı durup namaz kılmakta mahzur var mıdır?
Cevap: Bir kimsenin yüzüne ve yüksek sesle konuşanların sırtına karşı namaz kılmak mekruhtur
.
Hadisler, âyetlerin açıklamasıdır
15 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :15 Şubat 2024 00:21
Mezheb imamları, sünneti açıklamışlardır. Din âlimleri de, mezheb imamlarının sözlerini açıkladılar.
Sual: Kur’ân-ı kerimi, Peygamber efendimizin sözleri yani hadis-i şerifler olmadan anlamak mümkün müdür?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Mîzân-ül-kübrâda buyuruluyor ki:
“Sünnet, yani hadis-i şerifler, Kur’ân-ı kerimi açıklamaktadır. Mezheb imamları, sünneti açıklamışlardır. Din âlimleri de, mezheb imamlarının sözlerini açıkladılar. Kıyamete kadar da böyle olacaktır. Sünnet, yani hadis-i şerifler olmasaydı, sular, taharet, namazların kaç rekat oldukları, rüku ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekât nisabını, orucun, haccın farzlarını ve nikâh, hukuk bilgilerini, hiçbir âlim, Kur’ân-ı kerimde bulamaz ve öğrenemezdi. İmrân bin Husayn hazretlerine birisi;
-Bize yalnız Kur'ândan söyle! Deyince;
-Ey ahmak! Kur’ân-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin? dedi. Hazret-i Ömer'e;
-Farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’ân-ı kerimde bulamadık dediklerinde;
-Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur’ân-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullah efendimizden gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde, dört rekat farzları iki rekat kılardı. Biz de, öyle yaparız buyurdu.
Din imamlarının hiçbir sözü, İslamiyetin dışında değildir. Çünkü her biri, hem hakikatte, hem de ahkam-ı islamiyyede âlimdirler.”
Sual: Oturmuş veya ayakta olanların sırtına doğru namaz kılınabilir mi?
Cevap: Oturanların ve ayakta duranların arkalarına doğru namaz kılmak, konuşsalar bile, mekruh değildir.
Sual: Soğuk su ile gusül alınca hastalanacak olan kimse, gusül için teyemmüm yapabilir mi?
Cevap: Gusül abdesti alınca, soğuktan ölmek veya hasta olmak tehlikesi varsa, şehirde dahi olsa, hamam, banyo parası yoksa ve başka çare bulamazsa, gusül abdesti için teyemmüm eder ve su ile abdest alır.
Sual: Kadınların ve erkeklerin tıraşta, süslenmekte ve giyinmekte birbirlerine benzemelerinin dinimizce hükmü nedir?
Cevap: Kadınların ve erkeklerin tıraşta, süslenmekte ve giyinmekte birbirlerine benzemeleri haramdır. Erkeklerin yanak üzerine saç uzatarak kadınlara benzemelerinin haram olduğu, Hadîkada yazılıdır.
Sual: Necis olan yerde namaz kılınabilir mi?
Cevap: Necis yerde durmak ve secde etmek, namazı bozar. Necis yere temiz şey serilirse, bozmaz.
.
Asra uygun tefsir olur mu?
16 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :16 Şubat 2024 01:22
Asrın isteklerine uygun tefsir yapmak caiz değildir. Bazı cahil kimseler, yeni tefsir yaparız diyorlar!..
Sual: Zamanımıza, asrımıza uygun olarak yeniden tefsir yapmak lazımdır diyenler oluyor. Böyle asra, zamana göre tefsir olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Şevâhid-ül-hak kitabında deniyor ki:
“Zamanımıza, asrımıza uygun tefsir lazımdır sözü doğru değildir. Tefsir âlimleri, Resûlullah efendimizden ve Eshabından gelen haberleri yazarak tefsir yaptılar. Bunların tefsirleri her asra uygundur ve kâfidir. Kur’ân-ı kerimin emirleri, her asırdaki her insan için aynıdır. Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka manası yoktur. Kur’ân-ı kerime inanan ve uymak isteyen bir Müslüman, her aradığını, mevcut tefsirlerde bulur. İslamiyete uymayan bir zındık, bozuk isteklerini, bu tefsirlerde elbette bulamaz. Aklımıza ve asrın isteklerine uygun tefsir yapmak caiz değildir. Cahil, ahmak kimseler, kısa akılları ile yeni tefsir yaparız diyorlar. Tefsir yapabilmek için çok şartlar vardır. Bu şartların başında, (Zamanların en iyisi, benim zamanımdır. Ondan sonra hayırlısı, benim asrımdan sonra gelen asırdır. Sonra da, ondan sonra gelen asırdır) hadis-i şerifi ile övülmüş olunan asırlarda bulunmak lazımdır.
Tefsir âliminin, nâsih ve mensûh olan âyet-i kerimeleri de bilmesi lazımdır. Kur’ân-ı kerimde yüzdokuz adet nesh edici âyet bulunduğu, Hadîkada yazılıdır. Şimdi, kendi görüşleri ile tefsir kitabı yapanlarda bu şartların hiçbiri yoktur. Fikirleri bozuyor, Ehl-i sünnet âlimlerine karşı geliyorlar. Ehl-i sünnet olduklarını bildirerek, bozuk inanışlarını her yere yayıyorlar. Ehl-i sünnet olan din adamları bunları okuyunca, bozuk olduklarını hemen anlıyor. Zındık olduklarını, Ehl-i sünnet olmadıklarını Müslümanlara anlatıyorlar. Fakat cahiller, eğriyi doğrudan ayıramayıp aldanmaktadırlar.” Hadîkada bildirilen;
(Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarar görecektir) hadis-i şerifi, böyle bozuk din adamlarını haber vermektedir.
Sual: Kur’ân-ı kerime, yanan muma, elektrik lambasına karşı namaz kılmanın dinen bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Mushafa, kılınca, muma, kandile, lambaya, aleve, tabanca gibi harp aletlerine ve yatan, uyuyan kimseye karşı namaz kılmak mekruh değildir. Çünkü bunlara tapınılmamıştır. Mecusiler, ateşe tapar, aleve tapmaz. Alevli ateşe karşı namaz kılmak da mekruh olur.
.
Peruk kullanmak
17 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :17 Şubat 2024 01:26
Başını açmak zarureti hasıl olduğu zaman, kadının peruk takması caiz ve lazım olur.
Sual: Hanımların, insan veya hayvan kıllarından yahut naylondan imal edilmiş perukları kullanmaları dinen mahzurlu olur mu?
Cevap: Kadının, insan saçını, kendi saçı arasına örerek birleştirmeyip de, kendi saçına iplikle, bez şeritle bağlamasının ve hayvan kılları eklemesinin haram olmadığı, İbni Âbidîn, Hadîka ve Fetâvâ-i kübrâda yazılıdır. İnsan ve hayvan kılından, naylon gibi ipliklerden yapılmış olan, peruk denilen takma saçları ve kirpikleri kullanmak caiz olduğu anlaşılıyor ise de, ihtiyaç ile ziyneti birbirine karıştırmamalıdır. İhtiyaç için caiz olan şeyi, süs, gösteriş için takmak caiz değildir. Erkekler arasında başını açmak zarureti olduğu zaman, kadının başını ve kendi saçlarını peruk takarak örtmesi caiz ve lazım olur. Zaruret olunca, avret yerlerini mümkün olan her şeyle örtmek lazımdır. Günahı yalnız saçını vermiş olana ve bakanadır. İnsanın, saçını ve herhangi bir organını satması haramdır. Peruk takarak sokağa çıkmak, zaruret olmadan caiz değildir. Çünkü kadınların yabancılara süslenmeleri haramdır.
Sual: Namazda rüku ve secdeleri çok yapmanın, namaza bir zararı olur mu?
Cevap: Namazdan olmayan fazla hareketler, namazı bozar. Rüku ve secdeleri çok yapmak, abdest almaya gitmek bozmaz.
Sual: Sünnete uygun okunan ezanı beğenmeyenin, alay edenin, imanı gider mi?
Cevap: Sünnete uygun olarak okunan ezan ile alay eden, beğenmeyen, söz ve hareket ile, hakaret edenin imanı gider.
Sual: Doğum zamanı yaklaşmış hamile bir kadın vefat ederse, bu kadının karnı yarılıp çocuğu almanın mahzuru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eşbâhda deniyor ki:
“Çocuğun yaşayacağı ümit edildiği zaman, çocuğu anasının karnından çıkarmak için, ölmüş olan anasının karnını yarmak caiz olur. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri, bu sebeple, bir kadının karnının yarılmasını emretmiş, kurtarılan çocuk, çok yaşamıştır.”
Sual: Bir malı satın almak için vekil olan kimse, o malı kendisi için satın alabilir mi?
Cevap: Belli bir malı satın almaya vekil olan kimse, o malı kendisi için satın alamaz. Kendim için aldım dese bile, sahibinin olur. Sahibi yanında iken, kendisi için aldığı mal, vekilin olur.
Sual: Namazda, göğsü kıbleden çevirmek, namazı bozar mı?
Cevap: Özürsüz, göğsü kıbleden çevirmek, namazı hemen bozar.
.
Baba, çocuklarına dinini öğretmeli
18 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :18 Şubat 2024 00:54
Babanın, çocuklarına ilim, edeb ve sanat öğretmesi farzdır. Önce, Kur’ân-ı kerim okumasını öğretmelidir.
Sual: Bir babanın, çocuklarının nafakasını temin ettiği gibi, dinlerini de öğretmesi, vazifesi midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“Çocuğunu ve nafaka vermesi lazım olan akrabasını aç bırakarak ve İslam terbiyesinden mahrum ederek zayi etmek günahtır. Analardan, baba ve dedelerden ve çocuklardan, torunlardan başka olan yakınlara, akraba denir. Zengin kimsenin fakir ve çalışamayacak hâlde olan akrabasına nafaka vermesi vaciptir. Çalışabilen erkek büyük akrabaya, fakir olsalar da, nafaka verilmez. Fakir olan yetim çocukların ve dul kadınların nafakaları, sağlam olsalar da, zengin akrabasına vacip olur. Küçük çocukların anneleri ve amcaları bulunsa, yahut anneleri ve ağabeyleri olsa, zengin iseler, çocukların nafakalarını, miras oranında, ortaklaşa verirler. Babanın, çocuklarına ilim, edeb ve sanat öğretmesi farzdır. Önce, Kur’ân-ı kerim okumasını öğretmelidir. Sonra imanın ve İslamın şartlarını öğretmelidir.”
Çocuk Kur’ân-ı kerim okumasını ve din bilgisini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakit bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşerek, onların yalanlarına, iftiralarına aldanır. Dinsiz ve İslam ahlakından mahrum olarak yetişir. Dünyada ve ahırette felaketlere sürüklenir. Cemiyete ve millete zararlı olur. Kendine ve başkalarına yapacağı kötülüklerin günahları, anasına babasına da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kâfirlerin, Hıristiyanların mekteplerine göndermenin büyük zararları, İrşâd-ül-hiyâra fî-tahzîr-il-müslimîn min medârisin-Nasârâ kitabında uzun yazılıdır.
Sual: Namazda pantolon paçalarını çekmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Namazda secdeye giderken etekleri, pantolon paçalarını kaldırmak, çekmek mekruhtur.
Sual: Namaz kılarken, boğazını temizlemek için öksürür gibi yapmak, namazı bozar mı?
Cevap: Boğazından, özürsüz, öksürür gibi ses çıkarmak namazı bozar. Kendiliğinden olursa bozmaz. Okumayı kolaylaşdırmak için yapılırsa, zararı olmaz.
Sual: Bir çocuk, ölmüş bir kadından süt emse, bu çocuk, o kadının süt çocuğu olur mu?
Cevap: Ölmüş bir kadının ve dokuz yaşına gelmiş kızın sütü ile de süt çocuğu olur.
.
Gazâya ve şehitlere verilen sevap
19 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :19 Şubat 2024 00:50
“Her şehit evladından, ehlinden, akrabasından ve ahbabından çok kişiye şefaat edecektir.”
Sual: Dinini, vatanını, namusunu korumak için harbe gidenlere ve şehit olanlara ne gibi sevaplar verilmektedir?
Cevap: Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında hazret-i Hasan'dan rivayetle şöyle nakledilir:
“Hazret-i Ali bir gün insanları cihada teşvik ediyordu. Bir şahıs ayağa kalkıp;
-Ya imam, bize cihadın ve gazanın sevabından haber verir misiniz? dedi. Hazret-i Ali buyurdu ki:
-Bir gün Resul-i ekrem ile gazaya gidiyorduk. Senin gibi, ben de Resul-i ekreme;
-Ya Resulallah, bize gaza ve cihadın sevabından haber verir misiniz diye arz edince buyurdular ki:
(Bir kavim gazaya niyet eylese, Allahü teâlâ onlar için Cehennemden kurtuluşuna berat yazar. Allahü teâlâ sefere hazırlananlarla meleklere öğünüp, buyurur ki; “Görün, benim kullarımı, benim yolumda gazaya hazırlanırlar.” Hak teâlâ melekler gönderir ve onları hıfzederler. Her sevapları iki kat yazılır. Harp için yola çıkınca, o kadar sevap verir ki, dünyadaki bütün insanlar katip olsalar, onun hesabında aciz olurlar. Harbe başlayınca, melekler onları çevirip, yardım ve zafer için, dua ederler. Arşın altından bir melek, “El-cennetü tahte zılâl-issuyuf” yani Cennet kılıçların gölgesi altındadır diye, nidâ edip, çağırır. Kılınç dokunup, her şehit olana, sıcak günde soğuk su içmiş gibi, lezzetli gelir. Yere düşmezden evvel, kendisine müjde verilir. Yere düşünce bir ses; “Merhaba ey temiz ruh! Temiz bedeninden çıktın. Allahü teâlâ senin için Cennetinde o kadar sevap, ecir, mülk ve nimetler hazırlamıştır ki, ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ve ne de kimsenin hatırına gelmiştir denir.)
Resul-i Ekrem efendimiz devamla buyurdu ki:
(Allahü teâlâ o şehit hakkında buyurdu ki; “Her kim onu razı ederse, beni razı eder. Her kim onu incitirse, beni incitir.” Allahü teâlâ, şehitlerin ruhlarını yeşil kuşların kursağına koymuştur. Cennete girip, yemişlerinden yerler. Şehide Cennet-ül firdevsde yetmiş köşk verirler.)
Resulullah efendimiz daha sonra yemin edip, buyurdu ki:
(Kıyamet gününde, şehitler yerlerinden kalkıp, mahşer yerine gelirler ve süslü kürsîler üzerine otururlar. Her şehit evladından, ehlinden, akrabasından ve ahbabından çok kişiye şefaat edecektir.) Hazret-i Ali; Server-i Enbiyâ bunu böyle buyurdular demiştir.
.
Yemekte, içmekte bidat olur mu?
20 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2024 00:52
Bidat, dinden olmayan, ibadet olmayan, adet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez.
Sual:Yemede, içmede, giyinmede, ulaşım vasıtalarında ve ev işlerinde de bidat olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka-tün-nediyye kitabında deniyor ki:
“Bidat, dinden olmayan, ibadet olmayan, adet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez. Yemekte, içmekte, elbisede, seyrüsefer, ulaşım vasıtalarında ve bina, mesken, ev işlerinde, ibadet yapmak, yani Allahü teâlâya tekarrüb, yakınlık niyet etmeyip, yalnız dünya işi düşünülürse, bunlar bir ibadeti yapmaya mâni olmadıkça veya bir haramı işlemeye sebep olmadıkça, bidat olmazlar. Dinimiz bunları menetmez.” Bidat üç türlüdür:
1-İslamiyetin küfür alameti dediği şeyleri zaruret olmadan kullanmak, en kötü bidattir. Kâfirlere hile olarak kullanmanın caiz olur denildiği Berîkada yazılıdır.
2-Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymıyan inanışlar da kötü bidattir.
3-İbadet olarak yapılan yenilikler, reforumlar, amelde bidat olup büyük günahtır. Âlimler, ameldeki, ibadetteki bidatleri ikiye ayırmışlar, hasene ve seyyie demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri âlimlerin hasene dedikleri bidatlere bidat dememiş, sünnet-i hasene demiştir. Bidat-i seyyie dediklerine bidat demiş, bunları çok kötülemişdir. Vehhâbîler ise, hasene denilen, beğenilen bidatlere de, seyyie demiş, bunları yapanlara kâfir, müşrik demişlerdir.
Sual: Gasbedilmiş, çalınmış veya izinsiz olarak alınmış mal ve para ile ticaret yapmak, dinimizce uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“Başkasının malını ondan izinsiz olarak, zorla almaya, gasbetmek denir. Gasb, haram olduğu gibi, gasbedilen malı kullanmak da haramdır. Başkasının malını izinsiz alıp, kullanıp, sonra geri vermek, malda ayıp ve kusur hasıl olmasa bile, haram olur. Kendisine emanet bırakılan veya gasbettiği malı, parayı ticarette yahut başka yerde kullanıp da, bundan kazanç sağlamak caiz değildir. Kazandığı şey haram olur. Bunu fakire sadaka vermesi lazım olur. Birinin malını, parasını şaka olarak da alıp saklamak haramdır. Çünkü böylece, başkasını üzmüş oluyor. Başkasına eziyet vermek de haramdır.”
Sual: Anadolu'nun bazı yerlerinde tezek yakılıyor. Bu tezeklerin külleri necis olur mu?
Cevap: Necaset yanınca, külü temiz olur. Tezek yakarak ısıtılan fırında, ekmek pişirilir.
.
İbadetlerin önemine göre sıralaması
21 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :20 Şubat 2024 23:17
Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır: Farz, vacib, sünnet ve nafile...
Sual: Dinimizin ibadet olarak emrettikleri nelerdir, bunların önemine göre sıralaması nasıldır?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Meşrû'ât, yani ibadetler, Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır: Farz, vacib, sünnet, nafile. Allahü teâlânın açık olarak bildirdiği emirlerine Farz; açık olmayıp, zan ederek anlaşılan emirlerine Vacib denir. Farz veya vacib olmayıp, Resulullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kendiliğinden emrettiği veya yaptığı ibadetlere Sünnet denir. Bunları devamlı yaparak, nadiren terk etmiş ve terk edenlere bir şey dememiş ise, Sünnet-i hüdâ veya Müekked sünnet denir. Bunlar, İslam dininin şiârıdır yani, bu dine mahsusturlar. Başka dinlerde yoktur. Vacipleri terk edeni görünce, terk etmesine mâni olurdu. Kendisi ara sıra terk etmiş ise, Sünnet-i gayr-ı müekkede denir. Müekked sünneti, özürsüz olarak devamlı terk etmek mekruh, küçük günah olur. Allahü teâlâ, bütün ibadetlere sevap vereceğini vadetti, söz verdi. Fakat, ibadete sevap verilmesi için, niyet etmek lazımdır. Niyet, emre itaat ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek demektir.
Bu üç kısım ibadeti belli zamanlarda yapmaya Edâ etmek denir. Zamanında yapmayıp, zaman geçtikten sonra yapmaya Kazâ etmek denir. Edâ veya kazâ ettikten sonra, kendiliğinden tekrar yapmaya Nâfile ibadet denir. Farzları ve vacibleri nâfile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmaktan daha çok sevap olur.
Resulullah efendimizin ibadet olarak değil de, âdet olarak, devamlı yaptığı şeylere Sünnet-i zevâid denir. Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması böyledir. Bunları yapanlara da sevap verilir. Bunlara sevap verilmesi için, niyet etmek lazım değildir. Niyet edilirse, sevapları çoğalır. Zevâid sünnetleri ve nâfile ibâdetleri terk etmek mekruh olmaz.”
Bunlarla beraber, adete bağlı şeylerde de Resulullah efendimize tabi olmak, dünyada ve ahırette, insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar.
Sual: Maliki mezhebinde, kullanılmış su ile de abdest alınabilir mi?
Cevap: Menâhic-ül-ibâd kitabında deniyor ki:
“Müstamel, kullanılmış su, Maliki mezhebinde hem temizdir, hem de temizleyicidir. Yani müstamel su ile abdest alınır ve gusül edilir.
.
Domuz eti de necistir
22 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :22 Şubat 2024 00:39
Şarap, leş, domuz eti koyun ve keçinin necasetleri, galiz, yani kaba necasettir.
Sual: Domuz eti, leş ve kan gibi şeyler, insanın üzerinde veya bulaşmış ise, namaz kılmaya mâni midir, temizlemek gerekir mi?
Cevap: İnsandan çıkınca abdeste veya gusle sebep olan her şey, eti yenmeyen hayvanların, yarasa hariç ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli, idrarı ve süt çocuğunun pisliği, bevli, idrarı ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanların kanı ve şarap, leş, domuz eti ve kümes ve yük hayvanlarının, koyun ve keçinin necasetleri, galiz, yani kaba necasettir. Kan dört mezhepte de kaba necasettir. Meni, mezi ve idrardan sonra çıkan vedi ismindeki beyaz, bulanık, koyu sıvı, Hanefi ve Maliki mezhebinde kaba necasettirler. Şafii mezhebinde yalnız meni, Hanbeli mezhebinde ise, her üçü de temizdir.
Kaba necis olarak bildirilenler, insanın üzerinde veya namaz kılacağı yerde ise, namazdan önce bunları temizlemek gerekir.
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamın sesini çok fazla yükselterek, bağırarak okuması uygun olur mu?
Cevap: İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“İmamın namaza dururken ve rükünden rüküne geçerken ve selam verirken, cemaat işitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnettir. Daha fazla yükseltmesi mekruhtur.
Sual: Abdest ve gusül alınmış su ile necaset temizlenebilir mi?
Cevap: Necaset, her temiz su ile, abdest ve gusül alınmış su ile, sirke ve gül suyu gibi akıcı mayiler, sıvılarla ve tükürükle temizlenir. Süt ve yağla temizlenmez.
Sual: Melekler yaratılmış olduğuna göre, bunlar da insanlar gibi hata edebilir, yanılabilirler mi?
Cevap: Melekler, Allahü teâlânın kıymetli kullarıdır. Allahü teâlânın emirlerine isyan etmezler. Emrolunduklarını yaparlar. Evlenmeleri yoktur, doğurmazlar, çoğalmazlar. Bunlar hata etmez, unutmaz, hile yapmaz, aldatmazlar. Bunların Allahü teâlâdan getirdikleri hep doğrudur. Şüpheli, ihtimalli değildir. Melekler, Allahü teâlânın azameti, celâli, büyüklüğünden korkudadır. Kendilerine verilen emirleri yapmaktan başka işleri yoktur.
Sual: İyi, kötü ne varsa hepsini yaratan Allahü teala mıdır?
Cevap: Allahü teâlâ, insanları yarattığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve fena, kötü şeylerin hepsi Onun takdiri, dilemesi iledir. Fakat, iyi işlerden razıdır, beğenir, fenalardan razı değildir, beğenmez.
.
Kıyametin kopması, mahşer haktır
23 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :23 Şubat 2024 01:07
Muhammed aleyhisselamın kıyametten haber verdiği şeylerin hepsi doğrudur.
Sual: Peygamber efendimizin, kıyametten, mahşerden, kabir azabından verdiği haberlerin hepsi doğru mudur?
Cevap: Muhammed aleyhisselamın kıyametten haber verdiği şeylerin hepsi doğrudur. Kabir azabı, kabrin ölüyü sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen iki meleğin sual sorması, kıyamette her şeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, yeryüzünün, dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerine toplanması, yani ruhların cesetlere gelmesi, kıyamet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkusu ve kıyamette sual ve hesap ve dünyada yapılmış olan şeylere orada, ellerin, ayakların ve her azanın, organın şehadet etmesi ve iyilik ve kötülük defterlerinin uçarak sağ veya sol taraftan verilmesi ve iyiliklerin ve günahların, oraya mahsus bir terazide tartılması haktır, doğrudur. Orada sevabı ağır gelen, Cehennemden kurtulacak, az gelen, ziyan, zarar edecektir. Oradaki terazi, bilinmeyen bir terazi olup, ağır ve hafif gelmesi dünya terazisinin aksinedir. Yukarı çıkan kefe ağırdır, aşağı inen hafiftir. Orada yer çekimi kuvveti yoktur.
Sual: Kur’ân-ı kerimde bildirilen, anlatılan ilimler, bilgiler ana hatları ile ne ile ilgilidir?
Cevap: Bu konuda Mevdû'ât-ül-ulûmda deniyor ki:
“Kur’ân-ı kerimdeki bilgiler üç kısımdır: Birincisini hiçbir kuluna bildirmemiştir. Kendisini, isimlerini ve sıfatlarını kendinden başka kimse bilemez. İkinci kısım bilgileri, yalnız Muhammed aleyhisselama bildirmiştir. Bu yüce Peygamberden ve Onun vârisi olan râsih âlimlerden başka kimse bunları anlayamaz. Müteşâbih âyetler böyledir. Üçüncü kısım bilgileri, Peygamberine bildirmiş ve ümmetine öğretmesini emir buyurmuştur. Bu ilimler de ikiye ayrılır: Birinciler, geçmiş insanların hâllerini bildiren Kıssa ve dünyada, ahırette yaratmış olduğu ve yaratacağı şeyleri bildiren haberler Ahbârdır. Bunlar, ancak Resulullah efendimizin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile, tecrübe ile anlaşılamaz. Üçüncü kısım bilgilerin ikincileri, akıl, tecrübe ve arabi ilimler ile anlaşılabilir. Kur’ân-ı kerimden ahkâm, hüküm çıkarmak ve fen bilgilerini anlamak böyledir.”
Kur’ân-ı kerimin manasını anlamak isteyen, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır.
.
Berat gecesi ve fazileti
24 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :24 Şubat 2024 00:54
Cuma, Arefe, Bayram, Kadir, Berât, Mirâc, Aşûre, Mevlid ve Regâib gecelerinde ibadet etmek çok sevaptır.
Sual: Berat gecesi ne zamandır, önemi, fazileti nedir ve böyle gecelerde ne yapmalıdır?
Cevap: Berat gecesi, şaban ayının onbeşinci gecesidir. Yani ondördüncü günü ile onbeşinci günü arasındaki gecedir. Allahü teâlâ, ezelde, hiçbir şey yaratmadan önce, her şeyi takdir etti, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak her şeyi, bu gece meleklere bildirir. Kur’ân-ı kerim, Levhilmahfûza bu gece indi. Resulullah efendimiz bu gece, çok ibadet ve çok dua ederdi.
Her sene, şaban ayının onbeşinci Berat gecesinde o senede olacak şeyler, ameller, ömürler, ölüm sebepleri, yükselmeler, alçalmalar, yani her şey Levh-i mahfuzda yazılır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, tövbe, ret olmaz. Fıtır Bayramının ve Kurban Bayramının birinci geceleri, şabanın onbeşinci, Berât gecesi ve Arefe gecesi.)
(Cebrail aleyhisselam bana geldi. Kalk, namaz kıl ve dua et! Bu gece, şabanın onbeşinci gecesidir dedi. Bu geceyi ihya edenleri, Allahü teâlâ affeder. Yalnız, müşrikleri, büyücüleri, falcıları, hasisleri, alkollü içki içenleri, faiz yiyenleri ve zina yapanları affetmez.)
(Berât gecesini ganimet, fırsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Şabanın onbeşinci gecesidir. Kadir gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece, çok ibadet yapınız. Yoksa, kıyamet günü pişman olursunuz!)
Cuma, Arefe, Bayram, Kadir, Berât, Mirâc, Aşûre, Mevlid ve Regâib gecelerinde ibadet etmek çok sevaptır. Muhammed Rebhâmî hazretleri Rıyâd-un-nâsıhîn kitabında buyuruyor ki:
“Büyük İslam âlimi, imâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitâbında buyuruyor ki: Gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir saat kadar ihya etmek, yani okumak, namaz kılmak, dua etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böyledir. Fıkıh kitaplarında, saat demek, bir miktar zaman demektir. Nevevî, Şafii mezhebinde müctehiddir. Hanefilerin de, geceleri, böyle ihya etmeleri uygun olur.”
Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaatle nafile namaz kılmanın mekruh olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır. Mekruhu iyi bilmek, büyük cinayetlerdendir. Çünkü haramı mubah bilmek küfür, mekruhu mubah bilmek ise, ondan bir basamak aşağıdır. Bu işin çirkinliğini iyi anlamalıdır.
.
Berat; temize çıkmak demektir
25 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :25 Şubat 2024 01:47
Berat veya Beraet kelimesinin sözlük anlamı, temize çıkmak, kurtulmak demektir.
Sual: Berat ne anlama gelmektedir ve insanın dünyada iken ahıretteki azaptan kurtulma imkânı var mıdır?
Cevap: Berat veya Beraet kelimesinin sözlük anlamı, temize çıkmak, kurtulmak demektir. Berat, kurtuluş vesikası anlamına da gelmektedir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
(Âhirette pek çok kimse, hesaba çekilmeden Cennete girerler. Onlar için mizan, terazi kurulmaz. Onlara verilen sayfalar üzerine; "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resulullah... Bu filanın oğlu filanın Cennete girmesinin ve Cehennemden kurtulmasının beraetidir" yazılır.)
Abdullah ibni Ömer hazretleri bir gün Resulullah efendimizin huzuruna gelince;
(Kıyamet günü herkesin beratı, yani kurtuluş vesikası, her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah'ın beratı ise, dünyada verilmiştir) buyururlar. Sebebi sorulunca;
(Kendisi vera ve takva sahibi olduğu gibi, dua ederken “Ya Rabbi! Benim vücudumu, kıyamet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım. Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselamın ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir) buyurdu.
Bir hac zamanında, Ebû Amr ez-Zücâcî hazretlerinin yanına birisi gelerek;
-Haccımı yaptım, beratımı ver. Beratımı almam için beni sana gönderdiler deyince, Ebû Amr ez-Zücâcî hazretleri, o kimseye şaka yapıldığını anlar ve ona, Kâbe'yi işaret ederek;
-Git oraya ve "ya Rabbi! Bana beratımı ver" de! buyurur. Daha sonra o kimse, elinde bir kâğıtla geri döner. Kâğıdın üzerinde yeşil hat, yazı ile;
"Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu falan oğlu falanın Cehennemden berat kâğıdıdır" yazılıdır.
Her sene, şaban ayının 15. Berât gecesinde o senede olacak şeyler, ameller, ömürler, ölüm sebepleri, yükselmeler, alçalmalar, yani her şey Levh-i mahfuzda yazılır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hanımı bir Berat gecesinde;
-Efendim, bu gece ecellerin ve amellerin takdir edildiği gecedir. Kim bilir Allahü teâlâ kimin defterine ölecek ve kimin defterine yaşayacak! diye kaydetti deyince, İmâm-ı Rabbânî hazretleri;
-Niçin tereddüt ve şüphe ile söylüyorsun? Ya isminin, dünyada yaşayacaklar sayfasından silindiğini görenin hâli nice olur buyurur ve o sene vefat eder.
.
Ümmetinin başına gelecekleri biliyordu
26 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :26 Şubat 2024 01:27
Peygamber efendimiz ümmetinin başına gelecekleri biliyordu ve bunları da haber verdi.
Sual: Peygamber efendimiz, ümmetinin başına gelecekleri biliyor mu idi ve biliyorsa tavsiyesi ne olmuştur?
Cevap: Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ümmetinin başına gelecekleri biliyordu ve bunları da haber verdi. Mesela bir hadis-i şerifte;
(Benden sonra, ümmetim arasında ayrılıklar olacaktır. O zamanda olanlar, benim sünnetime ve Hulefâ-i râşidînin sünnetine yapışsın! Dinde meydana çıkan şeylerden uzaklaşsın! Dinde yapılan her yenilik bidattir. Bidatlerin hepsi dalalettir. Dalalet sahiplerinin gidecekleri yer, Cehennem ateşidir) buyuruldu.
Bu hadis-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını haber vermekte ve Resulullah efendimizin ve dört halifesinin yolunda olana sarılınız denmektedir. Sünnet, Resulullah efendimizin, sözleri, bütün ibadetleri, işleri, itikatları, ahlakı ve bir şey yapılırken görünce, mâni olmayıp susması demektir. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim arasına fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışan için yüz şehit sevabı vardır!) Bidatlere ve kendi aklına uyarak İslamiyetin hududu dışına çıkıldığı zaman, benim sünnetime uyana, kıyamet günü yüz şehit sevabı verilecektir. Çünkü fitne fesat zamanında İslamiyete uymak, kâfirlerle harp etmek gibi güç olacaktır.
Sual: Giyecekler konusunda, bir Müslümanın dikkat edeceği temel hususlar nelerdir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Avret yerini örtecek ve soğuktan, sıcaktan korunacak kadar giyinmek farzdır. Pamuk, keten ve yün kumaş iyidir. Orta halli giyinmeli, şöhretten sakınmalıdır. Nimeti göstermek için iyi ve kıymetli giyinmek müstehaptır. Bayramlarda, topluluklarda, güzel, süslü giyinmek mubahtır. Her zaman böyle giyinmek iyi değildir. Övünmek, gösteriş için giyinmek mekruhtur. Beyaz ve siyah giyinmek müstehaptır. Resulullah efendimizin, elbisesi, gömleği beyaz pamuk bezdendi. Mekke'yi fetheylediği gün, mübarek başlığının ve paltosunun siyah olduğu, Mecma'ul-enhürde de yazılıdır. Yeşil giyinmek sünnettir. Domuzdan başka yırtıcı hayvan leşlerinin postları, derileri dabağlanınca temiz olur. Besmele ile öldürülenlerin postları ve derileri temizdir. Derileri üzerinde namaz kılınır. Bunlarla yapılan elbiseleri, kürkleri, kürklü paltoları, başlıkları giymek erkeklere caizdir.”
.
Sırat köprüsü ve mahiyeti
27 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :27 Şubat 2024 01:03
Müminler, sırat köprüsüden geçip, cennete gidecek, kâfirler ise, cehenneme düşeceklerdir.
Sual: Sırat köprüsü deyince, dünyada bildiğimiz, deniz, nehir üzerine kurulan köprüler gibi mi anlayacağız?
Cevap: Sırat köprüsü deyince, bildiğimiz köprüler gibi sanmamalıdır. Nitekim, sınıf geçmek için, imtihan köprüsünden geçilir diyoruz. Her talebe imtihan köprüsünden geçer. Hepsi buradan geçtiği için köprü diyoruz. Hâlbuki, imtihanın, köprüye benzeyen hiçbir tarafı yoktur. İmtihan köprüsünden geçenler olduğu gibi, geçemeyip, yuvarlananlar da olur. Fakat bu, köprüden denize yuvarlanmaya benzemez. İmtihan köprüsünün nasıl olduğunu, buradan geçenler bilir. Sırat köprüsünden de herkes geçecek, bazıları da geçemeyip Cehenneme yuvarlanacaktır. Fakat, bu köprü ve buradan geçmek ve Cehenneme düşmek, dünya köprüleri gibi ve imtihan köprüsü gibi değildir. Bunlara hiç benzemez. Sırat köprüsü vardır. Müminler, bu köprüden geçip, cennete gidecek, kâfirler ise, cehenneme düşeceklerdir.
Sual: Zamanımızda, küfre, harama, günaha düşmemek neredeyse imkânsız gibi olmuştur. Bu durumda ne yapmalıdır?
Cevap: Her Müslümanın birinci vazifesi nefsine uymamaktır. Nefis, insanın en büyük düşmanıdır. İnsanın imanını yok etmek ister ve bundan zevk alır. Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) emirlerinden ve yasaklarından birisinin bile doğru, faydalı olduğunda şüphe edenin imanı gider, kâfir olur. Kâfir, Cehennemde sonsuz kalacaktır. Sonsuz olarak azapta kalmanın ne demek olduğunu insan düşünse, korkudan uykusu kaçar, yemekten, içmekten kesilir. Hiçbir dünya zevki gözüne görünmez. Küfrün cezası çok ağır, çok korkunç ise de, küfürden ve günahlardan kurtulmak da çok kolaydır. Bunun biricik çaresi, imanını tazelemektir. Bunun da en kolay yolu, her akşam yatarken, üç kerre; “Estagfirullahel'azîm” okumaktır. Manasını düşünerek okumak lazımdır. Bunun manası; “Ya Rabbî, beni affet” demektir. Allahü teâlâ, tövbeleri kabul edeceğini vadetmiştir. Yalnız, tövbenin kabul olması için, namaz borcu ve kul hakkı olmamak lazımdır. Bir namaz borcu olan, bunu kaza etmedikçe, tövbesi kabul olmaz. Cehennemde yanmakdan kurtulmak için, ölmeden evvel namaz borcundan ve kul hakkından kurtulmak lazımdır. Hiçbir hayırlı iş insanı bu azaptan kurtaramaz. İbni Teymiyye ve benzerlerinin kurtarır demesine aldanmamalıdır.
.
Adak, farz veya vacip cinsinden olmalı
28 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :28 Şubat 2024 01:10
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Nezir olunanı yapmak lazımdır."
Sual: Bir kimse, neyi adarsa adak olur ve adakta bulunan kimse, bu adağını mutlaka yerine getirmesi gerekir mi?
Cevap: Bu konuda Dürer ve Gurerde deniyor ki:
“Farz veya vacip olan ibadetlerden birine benzeyen ve namaz, oruç, sadaka, itikâf gibi başlı başına ibadet olan bir şeyi nezir, adak edenin, bunu yapması lazım olur. Hasta ziyaret etmek, cenaze taşımak, camiye girmek, yol, çeşme, hastahane, mektep, cami yapmak gibi, farz veya vacip cinsinden olmayan şeyler nezir edilmez. Bunlar nezir edilirse, yapılmaları lazım olmaz.
Allah rızası için receb ayında oruç tutayım demek gibi mutlak nezir ve yolcum gelirse, Allahü teâlâ için sadaka vermek nezrim olsun demek gibi, istenilen bir şarta bağlanan mu'allak nezir söylenince, şart hasıl olduğunda, nezir olunan ibadetleri yapmak vacip olur. Hadis-i şerifte;
(Nezir olunanı yapmak lazımdır) buyuruldu.
Hastalıktan kurtulursam, bir koyun kesmek nezrim olsun demek nezir olmaz ve koyunu kesmesi lazım gelmez. Allahü teâlânın rızası için bir koyun kesmek demek lazımdır. Allahü teâlâ için deyince, nezir olup, kesmesi lazım olur. Bin lira sadaka vermeyi, nezreden kimsenin yüz lirası olsa, yüz lira vermesi lazım olur. Malı varsa, satıp bin lirasını sadaka verir. Şu yüz lirayı, şu günde falan fakire vermeyi nezredip, başka yüz lirayı, başka günde, başka yerde, başka fakirlere vermesi caiz olur.”
Sual: Necaset bulunma ihtimali olan yerlerde mesela kabristan veya hamamlarda namaz kılınabilir mi?
Cevap: Necis olmak ihtimali bulunan yerlerde, mesela kabristanda, hamam içinde ve kilisede kılmak mekruh olup, yıkayıp temizleyerek kılmak veya hamamın soyunma mahallinde kılmak ve kabristandaki mescitte kılmak mekruh olmaz. Soğuk ve başka sebeple açık yerde kılınamazsa ve başka yer bulunamazsa, kilisede yalnız da, cemaat ile de kılmak caiz olur. Namazdan sonra hemen çıkmalıdır. Kilisedeki küfür alametleri boşaltılırsa, namaz kılmak hiç mekruh olmaz. Üstü açık necasete karşı kılmak da mekruhtur.
Sual: Kur’ân-ı kerime veya din kitaplarının bulunduğu yere karşı ayak uzatmakta dinen bir mahzur olur mu?
Cevap: Mushafa yani Kur’ân-ı kerime ve din kitaplarına karşı ayak uzatmak mekruhtur. Eğer bunlar yüksekte iseler, ayak uzatmak mekruh olmaz.
.
Bir yere gidince izin istemek
29 Şubat 2024 02:00 | Güncelleme :29 Şubat 2024 00:55
“Birinin evine, odasına, bahçesine girileceği zaman izin istemek vaciptir."
Sual: Bir kimse, herhangi birinin evine, ofisine gidince, mutlaka izin alması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:
“Birinin evine, odasına, bahçesine girileceği zaman izin istemek vaciptir. Kapıya vurarak, zili çalarak veya seslenerek, mesela selam vererek izin istemeden içeri girmemelidir. Ana baba, çocuğunun, çocuk, bunların odasına gireceği zaman da izin istemelidir. İzin üç defa istenir. Birincisinde izin verilmezse, bir dakika kadar sonra, ikinci defa istemeli, yine verilmezse, üçüncü defa istemelidir. Yine izin verilmezse, dört rekat namaz kılacak kadar beklemiş ise, içeri girmemeli, gitmelidir. Kapı aralanırsa, aradığı kimseyi sormadan önce, kendini tanıtmalıdır. Telefon edince de, önce kendini tanıtmalıdır. İçeri girmeye rızası olduğu bilinen kimsenin yanına izin almadan girilebilir.”
Sual: Bir konuda vekil olan kimse, bir başkasını vekil edebilir mi?
Cevap: Vekil, sahibinden ayrıca izin almadıkça veya “istediğini yap” diyerek “Umûmî vekil” edilmedikçe, başkasını kendine vekil yapamaz. Yalnız, zekât vermek için olan vekil, izinsiz olarak başkasını, o da başkasını vekil yapabilirler. İkinci vekil, doğrudan doğruya sahibin vekili olur.
Sual: Bakıcısı olsun veya olmasın her hastayı ziyaret etmenin hükmü aynı mıdır?
Cevap: Bakıcısı bulunan hastayı ziyaret etmek sünnettir. Kimsesi yok ise, yoklamak vacip olduğu Mişkât hâşiyesinde yazılıdır.
Sual: Cenaze namazı kılındıktan sonra, birkaç adım cenazeyi taşımalı mıdır?
Cevap: Müslümanın cenaze namazını kılmalı, hiç olmazsa birkaç adım cenazede bulunmalıdır.
Sual: Davete gidildiğinde, orada haram olan şeyler varsa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde deniyor ki: “Haram olan şeyler, odada ise gidilir, sofrada ise gidilmez. Bilmeyerek gidildi ise, kalbi ile beğenmeyerek oturulur veya bir bahane ile geri dönülür. Çünkü, haram işlememek için, sünnet terk edilir. Gıybet söylemek veya dinlemek, çalgıdan ve oyundan daha büyük günahtır. Söz veya makam sahibi ise, sofrada günaha mâni olmalı veya geri dönmelidir.”
Sual: Eve gelen misafire ikramda bulunmanın belli bir müddeti var mıdır?
Cevap: Mâ-lâ-büddede deniyor ki:
“Gelen misafire üç gün ziyafet vermek, müekket sünnettir. Sonraki günlerde müstehaptır.”
.
Fetva ne demektir?
1 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :1 Mart 2024 01:19
Fetva, herhangi bir şeyin İslamiyetin hükümlerine uygun olup olmadığını bildirmek demektir.
Sual: Zamanımızda, gazete, radyo, televizyon ve sosyal medyada, herkes kendine göre bir şeyler söylüyor, fetva veriyor. Bu söylenen ve yazılanlar gerçekten fetva oluyor mu?
Cevap: Fetva demek, herhangi bir şeyin İslamiyetin bildirdiği hükümlere uygun olup olmadığını bildirmek demektir. Yalnız, uygundur veya caiz değildir demek, fetva olmaz. Bu cevabın, hangi fıkıh kitabının, hangi yazısından alındığını da bildirmek lazımdır. Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara bağlanmak ve bunlarla amel etmek caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi kafasına, kendi görüşüne göre mana verenlere İslam âlimi denmez. Bunlar Beyrut'taki papazlar gibi, Arabça bilen bir tercüman olabilir. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözleri ve yazıları Allahü teâlâ beğenmez.
Sual: İkindinin sünneti ile yatsının ve öğle namazının ilk sünnetlerinin kılınışında bir fark var mıdır?
Cevap: İkindi ve yatsının ilk sünnetleri, Gayr-ı müekket sünnetlerdendir. Bunların ikinci rekatlerinde otururken, ettehıyyâtüden sonra, Allahümme salli ve Allahümme bârik sonuna kadar okunur. Ayağa kalkınca, üçüncü rekatte, önce Besmele çekmeden, Sübhaneke okunur. Halbuki, öğle namazının ilk sünneti Müekket sünnettir. Yani, kuvvetle emrolunmuştur. Sevabı daha çoktur. Bunda, birinci oturuşta, farzlarda olduğu gibi, yalnız ettehıyyâtü okunup, sonra üçüncü rekat için, hemen ayağa kalkılır. Kalkınca, önce Besmele çekip, doğruca Fâtiha okunur.
Sual: İnsanları aldatanları, zulmedenleri, İslamiyeti yanlış anlatanları, başkalarına söylemek de gıybet olur mu?
Cevap: Bu konuda Redd-ül muhtâr kitabında deniyor ki:
“Gıybet haramdır. Gıybet, bir Müslümanın, din ve dünya işlerindeki gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Bidat sahiplerinin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını ve Müslümanlara zulmedenlerin, alışverişte onları aldatanların bu fenalıklarını Müslümanlara duyurarak, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış söyleyenlerin ve yazanların bu iftiralarını söylemek lazımdır, gıybet olmaz.”
.
Uzayda, kutuplarda namaz ve oruç
3 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :3 Mart 2024 01:00
Hanefî mezhebinde vakit, namazın şartı değil, sebebidir. Sebeb bulunmazsa, namaz farz olmaz.
Sual: Uzayda ve kutuplarda namaz ve oruç nasıl icra edilir?
Cevap: Her memleketin namaz vakti, o memleketin Ekvator'dan uzaklığı ve mevsimlere göre değişir. 67 dereceden geçen kuzey kutup dairesinin kuzeyinde bulunan soğuk memleketlerde, güneşin meyli çok olduğu zamanlarda, şafak kaybolmadan fecir başlar. Bunun için Baltık Denizinin kuzey ucunda, yazın gece olmayıp, yatsı ve sabah namazlarının vakti başlamaz.
Hanefî mezhebinde vakit, namazın şartı değil, sebebidir. Sebeb bulunmazsa, namaz farz olmaz. Böyle memleketlerde bulunan Müslümanlara bu iki namaz farz olmaz. Güney yarım kürede, her yer deniz olduğu için böyle memleket yoktur. Bazı âlimlere göre ise, arz dereceleri bunlara yakın olan yerlerdeki vakitlerinde kılmak farz olur. Bu iki namaz vaktinin başlamadığı zamanlarda, vakitlerinin olduğu en son günün vakitlerinde kılmak iyi olur.
Kutublara ve Ay'a giden Müslümanın, seferî değilse, bu ayda gündüzleri oruç tutması lazımdır. Yirmidört saatten daha uzun günlerde, oruca saatle başlar, saatle bozar. Gündüzü böyle uzun olmayan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyar. Eğer oruç tutmazsa, gündüzleri uzun olmayan yere gelince kaza eder.
A. Ziya Bey, İlm-i hey'et kitabında diyor ki:
“Kutba yaklaştıkça, sabah ve yatsı namazlarının vakitlerinin başlangıcı, yani fecir ve şafak vakitleri, güneşin doğma ve batma vakitlerinden uzaklaşır. Yani sabah ve yatsı namazlarının ilk vakitleri, birbirine yaklaşır. Her memleketin namaz vakitleri, Ekvator'dan uzaklığına, yani arz derecesine, Güneş'in meyline yani ay ve günlere göre, değişir.”
İbni Âbidîn ve Şâfi'î El-envâr ve Mâlikî El-mukaddemet-ül-izziyye şerhinde, Mîzân-ül-kübrâ da deniyor ki:
“Namazın sahih olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinde şüpheli olarak kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahih olmaz. Vaktin bilinmesi, vakitleri bilen âdil bir Müslümanın okuduğu ezanı işitmekle olur. Ezanı okuyan âdil değilse veya âdil Müslümanın hazırladığı takvim yoksa, kendisi vaktin girdiğini araştırıp, kuvvetli zan edince kılmalıdır. Fasık veya âdil olduğu bilinmeyen kimsenin, kıbleyi göstermesi, ezan gibi olup, ona değil, kendi araştırıp anladığına uyması lazımdır.”
.
Bu dini facirlerle de kuvvetlendirir”
4 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :4 Mart 2024 01:05
Resulullah efendimiz buyurdu ki: "Allahü teâlâ bu dini facir kimselerle de elbette kuvvetlendirir."
Sual: Müslüman olmadığı hâlde, Uhut Harbinde Müslümanların safında yer alıp, Mekkeli müşriklerle harb eden olmuş mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Şevâhid-ün Nübüvve kitabında deniyor ki:
“Eshab-ı kiram arasında Kazman adında bir kimse vardı. Eshab-ı kiram Uhut Savaşına gidince, o savaşa katılmamıştı. Kadınlar senin bizden farkın yok deyince utanarak, gidip savaşa katıldı. Müşriklerle, çok gayret göstererek savaşıyordu. Onun bu hâlini Resûlullah efendimize haber verdiler. (O Cehennem ehlindendir) buyurdu. Eshab-ı kiram hayret ettiler. Kazman , o kadar savaştı ki, müşriklerden yedi kişi öldürdü. Kendisi de birçok yerinden yaralandı. Eshab-ı kiramdan bazıları onu savaş sırasında yaralı hâlde görüp 'şehitlik sana afiyet olsun ey Kazman' dediler. Bunun üzerine Kazman; 'Yemin ederim ki ben din için savaşmıyorum. Kureyşin bize galip gelerek hurma bahçelerimizi harap etmelerinden korktuğum için savaşıyorum' dedi. Yaraları ona o kadar acı veriyordu ki, kılıcını göğsüne dayayıp kendini öldürdü. Eshabdan bazıları onun durumunu bilmedikleri için Resulullah efendimize; 'Kazman müşriklerden yedi kişi öldürdü ve şehit oldu' dediler. Resulullah efendimiz, (Allahü teâlâ dilediğini yapar) buyurdu. Sonra Kazmanın gerçek hâlini açıklayıp, (Şehadet ederim ki, ben Allahü teâlânın Resulüyüm) buyurdu. Bundan sonra Eshab-ı kirama dönüp; (Allahü teâlâ bu dini facir kimselerle de elbette kuvvetlendirir) buyurdu.”
Sual: Din kitaplarında bahsedilen âlem-i misâl ne demektir?
Cevap: Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsine Âlem denir. Üç türlü âlem vardır. Bunlar; Âlem-i şehâdet, bildiğimiz madde âlemidir. Âlem-i ervâh, maddi olmayan, ölçüsüz olan rûh âlemidir. Âlem-i misâlde maddeli ve maddesiz hiçbir şey yoktur. Âlem-i misâlde, birinci ve ikinci âlemde bulunan her şeyin ve Allahü teâlânın, hatta düşüncelerin ve manaların misâlleri vardır. Allahü teâlânın misli yoktur, misâli vardır denildi. Bir şeyin kendisine ve sıfatlarına benzeyen başka bir şeye, birinci şeyin misli denir. Allahü teâlânın kendinin ve sıfatlarının misli yoktur, olamaz. Bir şeyin kendine değil, yalnız sıfatlarına benzetilen başka şeye, birinci şeyin misâli denir. Mesela, güneşe padişah denir. Padişah, güneşin misâli olur.
.
İbadet etmeden cenneti istemek!..
5 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :5 Mart 2024 01:37
"İlmi faydalı olan kimse, ibadeti bırakmaz, ibadetin sevabını düşünmeyi bırakır."
Sual: Bir kimse, ibadet etmeden, günahlardan sakınmadan, dua ederek cennete gidebilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam bak ne buyuruyor: (Ahırette hesaba çekilmeden önce, dünyada iken hesabınızı görünüz ve tartılmadan önce, kendinizi tartınız!) Hazret-i Ali buyurdu ki: ‘Uğraşmadan, çalışmadan cennete kavuşacağını zanneden kimse, hayale kapılıyor. Çalışarak kavuşacağım diyenin de kendini yorması, ibadet meşakkatlerini yüklenmesi lazımdır.’ Hazret-i Alinin talebesinden Hasen-i Basri hazretleri diyor ki: ‘İbadet etmeden Allahü teâlâdan cennet istemek, büyük günahtır.’ Büyüklerden biri buyuruyor ki: ‘İlmi faydalı olan kimse, ibadeti bırakmaz, ibadetin sevabını düşünmeyi bırakır.’ Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Akıl sahibi, nefsini ezip, ahırette lazım olan şeyler için çalışır. Ahmak, aptal olan da nefsinin arzuları peşinde koşup, Cennete götürmesi için de, Allaha dua eder.)”
Sual: İnsanlara insan oldukları için diri iken saygı gösterildiği gibi, öldüğünde cenazelerine de saygılı olmak gerekir mi?
Cevap: Bir gün Peygamber efendimizin önünden bir cenaze geçirildi. Resûlullah efendimiz, tazim, hürmet için ayağa kalktılar. Eshab-ı kiram;
-Ya Resulallah, bu cenaze Yahudi cenazesidir deyince, Peygamber efendimiz;
-Nefis değil midir? yani insan değil midir cevabını verdiler.
Sual: Bir cenaze görüldüğü zaman, ayağa kalkıp, cenaze geçinceye kadar öylece durup beklemek uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Halebî kitabında deniyor ki:
“Önünden cenaze geçen kimse, cenaze için ayağa kalkıp dikili durmamalıdır. Cenazeyi taşımak ve arkasından yürümek için kalkmalıdır. Resulullah efendimizin cenaze görünce kalktığı, geçtikten sonra oturduğu ve siz de böyle yapın diye emir buyurduğu bildirildi ise de, bu emir nesh edildi. Yani bir zaman sonra, bu emrini değişdirdi.” Merâk-ıl-felâh ve Dürr-ül-Muhtârda da cenazeyi görenin saygı duruşu olarak ayağa kalkmasının caiz olmadığı yazılıdır.
Sual: Hanefi mezhebinde olan bir Müslüman, ayağına giydiği mestlerin üstü ile beraber altını da mesh edecek midir?
Cevap: Hanefi mezhebinde mesh, mestlerin yukarıdaki yüzlerine yapılır, mestlerin taban altına mesh yapılmaz.
.
İşçinin, yolcunun oruç tutması
20 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :20 Mart 2024 01:10
Çalışırken hasta olacağını bilen işçinin, hasta olmadan önce orucunu bozması caizdir.
Sual: Ekmek parası için çalışan işçilerin ve ramazan ayında yolculuk yapanların, oruç tutmaları gerekir mi, tutamazlarsa ne yapmaları lazımdır?
Cevap: Ekmek parası kazanmak için çalışırken hasta olacağını bilen işçinin, hasta olmadan önce orucunu bozması caizdir. Üç günlük yola yani 104 kilometre ve daha uzağa gitmek için niyet ederek yola çıkan kimse, misafir, yolcu olur. Böyle misafir, orucunu ertesi gün bozabilir ve ramazandan sonra kaza eder ise de, eğer yolculuğu zarar etmezse, tutması efdaldir. Yolda ve onbeş günden az kalacağı yerde tuttuğu orucu bozarsa, keffaret lazım olmaz. Misafirliği, yolculuğu bitip evine gelince veya gittiği yerde onbeş gün kalmaya niyet edince, tutmadığı günleri kaza eder. Hasta olmayan ve misafir olmayanların, işçi, asker, talebe olsalar da, oruç tutmaları lazımdır. Tutmazlarsa, günahı büyüktür. Kaza etmeleri lazımdır. Niyetli iken bozarlarsa, keffaret de lazım olur.
Sual: Oruçlu iken, yılan veya akrep sokarsa, ilaç almak için orucu bozmak mı gerekir?
Cevap: Bu konuda Bahr-ür-râıkda deniyor ki: “Zehrli hayvan sokan kimse, ilaç için orucu bozup, ramazandan sonra yalnız kaza eder.”
Sual: Oruçlu iken başı ağrıyan, ilaç almak için karar veremeyen ve bir doktor da bulamayan kimse, nasıl hareket eder?
Cevap: Bu konuda İmâd-ül-islâmda deniyor ki: “Müslüman mütehassıs tabip, doktor bulamazsa, kendi tecrübesi de yoksa, önce bükülmüş kâğıt parçasını veya çiğ bir pirinç tanesini susuz yutup, sonra yemeli, ilaç almalı, böylece keffaretten kurtulmalıdır.”
Sual: Oruçlu iken misvak kullanmak, kan aldırmak orucu bozar mı?
Cevap: Oruçlu iken misvak kullanmak, hacamat olmak, kan aldırmak orucu bozmaz ve mekruh da değildir.
Sual: Oruçlu iken çiçek, kolonya gibi şeyleri koklamanın bir zararı olur mu?
Cevap: Sürme ve bıyık yağı kullanmak, çiçek, misk, kolonya koklamak, orucu bozmadığı gibi, mekruh da değildir.
Sual: Dinimizin bildirdiği bir özür sebebiyle oruç tutamayanların da, sadaka-i fıtır vermesi gerekir mi?
Cevap: Özrü sebebi ile oruç tutamayanların da, sadaka-i fıtır vermesi lazımdır.
Sual: Erkeklerin yakalarına çiçek takmalarının mahzuru olur mu?
Cevap: Sürme, bıyık yağı, zinet için, mekruh olacağı gibi, elde, yakada çiçek taşımak da mekruh olur.
.
.
İhtiyaç eşyasının içine neler girmektedir?
26 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :26 Mart 2024 00:32
Kullanılmayan fazla ev eşyası sanat ve ticaret aletleri, ihtiyaç eşyası sayılmaz.
Sual: İhtiyaç eşyası ne demektir, neler ihtiyaç eşyasının içine girmektedir?
Cevap: İhtiyaç eşyası demek, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşya ve aletler, binecek vasıtası, meslek kitapları ve ödeyeceği borçlarıdır. Bu eşyanın mevcut olması şart değildir. Eğer mevcut iseler, zekât, fıtra ve kurban için nisap hesabına katılmazlar. Ticaret için olmayan, ihtiyacından artan eşya, kiradaki evler, evindeki süs eşyası, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyası, sanat ve ticaret aletleri, burada ihtiyaç eşyası sayılmaz. Bunlar fıtra ve kurban için, nisap hesabına katılır. Oturduğu ev büyük ise, ihtiyacından fazla, kullanılmayan odaların nisaba katılmaması sahihtir.
Sual: Bazı kimseler, “oruç uzun günlere geldiği için, niyetlenmeyin, kısa günlerde kaza edersiniz” diyorlar. Böyle söylemek doğru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Behcet-ül-fetâvâda deniyor ki:
“Ramazan-ı şerif, yaz aylarından birine geldiği zaman, din adamı şekline giren birisi, Müslümanlara; 'Oruca niyet etmeyip, oruç tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kaza ederseniz, caiz olur. Ramazanda oruca niyet etmeden, yer içerseniz, keffaret lazım olmaz' diyerek gençlere, talebeye, işçiye oruç tutturmazsa, bu kimse şiddetle cezalandırılır. Böyle söylemesi menedilir.”
Sual: Dinimizde sadece zekât verecek durumda olana mı zengin denir?
Cevap: Sadaka-i fıtır ve kurban nisabına malik olana da zengin denir. Bunların sadaka-i fıtır vermesi vacip olur. Mükellef yani akıllı, baliğ ve mukim iseler, kurban kesmeleri de vacip olur. Bunların zekât alması haram olur ve fakir olan kadın mahrem akrabasına, çalışamıyan fakir erkek akrabasına yardım etmesi de vacip olur.
Sual: Fıtra için buğday ve un vermekte zorlanan bir kimse, bunların yerine ekmek de verebilir mi?
Cevap: Bir kimseye, fıtra için, buğday, un vermek de güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veya mısır verebilir. Ekmek ve mısır verirken, ağırlığa değil, parasına, kıymetine bakılır.
Sual: Vaktinde kılınmıyan teravih namazı, daha sonra kaza edilebilir mi?
Cevap: Kılınmayan teravih namazı kaza edilmez. Kaza edilirse, nafile kılınmış olur, teravih olmaz.
.
Dört türlü zekât malı vardır
27 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :27 Mart 2024 00:13
Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam verir.
Sual: Nelerden, hangi mallardan zekât verilir daha doğrusu neler zekâta tabidir?
Cevap: Dört mezhepte de dört türlü zekât malı vardır ki bunlar:
1-Senenin ekseri zamanında, çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanlar.
2-Altın ile gümüş. Dürr-ül-müntekâda deniliyor ki:
“Altın ile gümüşün oniki ayardan yukarısı, para olarak, kadınların süsü gibi helal olarak, erkeklerin altın yüzük takması gibi haram olarak kullanılsın, ev, yiyecek, kefen satın almak için saklanılsın, kılınç ve altın diş gibi ihtiyaç eşyası olsalar da, zekât nisabının hesabına katılacaklardır.”
3-Ticaret için alınıp, ticaret için saklanılan ticaret eşyası. İbni Âbidînde deniyor ki:
“Eşyanın ticaret niyeti ile satın alınması lazımdır. Uşur vermesi lazım gelen topraklardan hasıl olan ve miras olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticarete niyet edilse de, bunlar ticaret malı olmaz. Çünkü ticaret niyeti, alışverişte olur. Mesela, tarlasından buğday alıp uşrunu veren veya mirastan eline mal geçen kimse, satmak niyeti ile saklasa, nisap miktarından fazla olsa ve bir seneden fazla kalsa, zekâtlarını vermek icap etmez.”
Satmak için satın aldığı buğdayı tarlasına ekse veya ticaret için aldığı hayvanı, kumaşı kendi kullanmaya niyet etse, ticaret malı olmaktan çıkarlar. Sonra bunları satmaya niyet ederse, ticaret malı olmazlar. Bunları satınca veya kiraya verince, eline geçen mal ticaret malı olur. Kullanmak için satın aldığı malı, aldıktan sonra ve miras olarak eline geçeni veya hediye, vasiyet, sadaka gibi kendinin kabul etmesi ile malik olduğu malı alırken veya tarlasından aldığı buğdayı satmaya niyet etse, ticaret malı olmazlar. Bunları satsa ve satarken bedellerini ticarette kullanmaya niyet etse, bu bedelleri ticaret malı olurlar. Çünkü ticaret bir iştir. Yalnız niyet ile olmaz, başlamak da lazımdır. Ticareti terk etmek ise, yalnız niyetle olur.
4-Yağmur suyu veya nehir, dere suyu ile sulanan bütün topraklardan çıkan şeylerdir. Bunların zekâtına Uşur denir. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir. Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam verir.
.
Zaruret hâlinde orucu bozmak
29 Mart 2024 02:00 | Güncelleme :29 Mart 2024 01:18
Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır.
Sual: Açlık veya susuzluk gibi böyle zaruri durumlarda başlanmış oruç bozulabilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Uyûn-ül-besâirde deniyor ki:
“İnsanın kullandığı şeyler beşe ayrılır. Bunlar zaruret, ihtiyaç, menfaat, ziynet ve fudüldür. Kullanılmadığı zaman insanın helakine sebep olan yasak şeyi kullanmak zaruret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebep olursa, buna ihtiyaç denir. Faydası, menfaati olmayıp, yalnız gösteriş için kullanılan şeye, ziynet denir. İhtiyaç olunca, orucu bozmak caiz olur. Bahr-ür-râıkda diyor ki: Bir ibadete başlayınca, bunu özür olmadan bozmak haramdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özür vardır: Hastalık, sefere, yolculuğa çıkmak, ikrah yani zalimin zorlaması, kadının hamile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyarlık.” Uyûn-ül-besâir kitabında bildirilen ihtiyaç, bu sekiz özürden biri demektir.
Buğday ekmeği, koyun eti, yağlı yemek, menfaattir. Tatlı yemek, ziynettir. Mubahları kullanmakta taşkınlık, fudüldür. Zaruret olunca, yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz söylemek, yani iki manalı kelime söyleyip yemin edilir. Aç kalanın ölmeyecek kadar leş yemesi, zaruret olur. Abdest alırken elbiseye su sıçraması, hayvan idrar yaparken, üstündekinin elbisesine sıçraması zarurettir.”
Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden para, mal dağıtsa, bu verdiği para ve mallar zekât yerine geçer mi?
Cevap: Her ibadete mahsus olan farzların yerine getirilmesi şarttır. Zekâtın da farzı yerine getirilmezse, zekât verilmiş olmaz. Zekâtın farzı birdir, bu da, niyet etmektir. Niyet kalb ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken; “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken hediye veriyorum dese, caiz olur, söze bakılmaz. Zekât ve sadaka diye birlikte niyet ederse, imâm-ı Ebû Yûsüf'e göre, zekât olur. İmâm-ı Muhammed'e göre, sadaka olur, zekâtını vermemiş olur.
Sual: Zekâtını vermeden ölen kimsenin zekât borçlarını, mirasçıları ödeyecek midir?
Cevap: Vasiyet etmemiş meyyitin, bıraktığı maldan zekat borcu verilmez. Çünkü niyet etmesi lazım idi. Vârisleri, kendi mallarından ödeyebilirler. Bu takdirde, zekâtın iskatı yapılmış olur.
.
Keffaret orucu tutamayacak kimse
4 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :4 Nisan 2024 00:38
Altmış gün keffaret orucunu tutamayacak olan, altmış fakiri bir gün doyurur.
Sual: Keffaret borcu olup da, çok yaşlı olan veya devamlı hasta olanlar, bu keffaret borçlarını nasıl öderler?
Cevap: Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, altmış gün keffaret orucunu tutamayacak olan, altmış fakiri bir gün doyurur. Aç olan altmış fakiri, bir günde iki kerre doyurmak lazımdır. Hepsinin aynı günde yemeleri şart değildir. Bir fakiri her gün iki defa doyurmak üzere altmış gün veya her gün bir defa doyurmak üzere yüzyirmi gün yedirmek de olur. Yahut, altmış fakirin her birine, 1.750 gram buğday veya un yuhut 3.500 gram arpa, kuru üzüm, hurma verir. Bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veya altın, gümüş vermek yahut bunları bir fakire altmış gün devamlı vermek de caiz olur. Kendisini doyurması için fakire fülüs, kâğıt para da verileceği Bedâyıda yazılıdır. Altmış günlüğü, bir fakire, bir günde toplu verse, bir günlük vermiş olur. Altmış fakiri sabah, altmış başka fakiri de akşam doyurursa, sabah doyurduklarını akşam veya akşam doyurduklarını sabah, bir daha doyurmalıdır. Yahut, bunlardan altmışının her birine, Sadaka-i fıtır miktarı mal verir. Oruç tutabilenin fakirleri doyurması caiz değildir. Fakir olan hasta ve ihtiyar, zengin olunca doyurur. Keffaret yaparken niyet etmek lazımdır.
Sual: Zekât verirken, niyet etmeyi unutan bir kimse, sonra hatırlasa ve niyet etse, verdiği zekât kabul olur mu?
Cevap: Bir kimse, zekâtı ayırırken ve fakire verirken niyet etmeyip, verdikten çok sonra niyet ederse, mal, fakirde bulunduğu müddetçe, caiz olur. Vekiline verirken niyet etmesi yetişir. Vekilinin fakire verirken, ayrıca niyet etmesi lazım değildir. Zengin, zekâtının bedelini vekiline verirken sadaka, hediye dese, vekili fakire bu niyetle vermeden önce, zengin zekât için niyet etse caiz olur.
Sual: Bilerek birkaç defa orucunu bozan bir kimse, kaç tane keffaret orucu tutacaktır?
Cevap: Bilerek orucunu bozan kimse, ramazan ayından sonra, oruç keffareti olarak, art arda, altmış gün oruç tutar. Altmış gün sonra, tutmadığı her gün için, birer gün daha tutar. Birkaç ramazanda keffaretleri olan veya bir ramazanda, iki gün keffareti olan kimse, birinci keffareti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir keffaret yapar. Birinci keffareti yapmış ise, ikinci keffareti de, ayrıca yapar.
.
Kadir gecesi
5 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :5 Nisan 2024 00:51
Kadir gecesi bu aydadır. Bu ayın özüdür. Kadir gecesi, çekirdeğin içi gibidir.
Sual: Kadir gecesi, niçin değerlidir, kıymetlidir, diğer gecelerden farkı, özelliği nedir?
Cevap: Kıymetsiz, değeri olmayan bir şey, kıymetli bir kimsenin vermesi ile değerli olur. Kadir gecesi bütün geceler gibi bir gece olmasına rağmen; Allahü teâlâ kıymet verdiği için; bin aydan daha kıymetli olmuştur. Nitekim Kadir suresinde mealen;
(Biz Kur'ânı sana Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır) buyurulmaktadır.
Kur’ân-ı kerim, ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Kur’ân-ı kerimde bütün üstünlükler bulunmaktadır. Bu ayda da, o üstünlüklerden hasıl olan bütün iyilikler bulunmaktadır. Bu bağlılıktan dolayı, Kur’ân-ı kerim bu ayda nazil oldu. Bekara suresinin 185. âyetinde mealen;
(Kur’ân-ı kerim, ramazan ayında indirildi) buyuruldu. Kadir gecesi bu aydadır. Bu ayın özüdür. Kadir gecesi, çekirdeğin içi gibidir. Ramazan ayı da, kabuğu gibidir. Bunun için, bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayırlı ve bereketli olur. Allahü teâlâ, hepimizi bu mübarek ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuştursun.
Kadir gecesi; Ramazan-ı şerif ayı içinde bulunan bir gecedir. İmâm-ı Şâfii hazretleri 17., imâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri ise, 27. gecesi olması çok vaki olur buyurmuştur. Yirmi ile otuzuncu geceleri arasında arayınız denildi. Kur’ân-ı kerimde övülen en kıymetli gecedir. Kur’ân-ı kerim, Resulullah efendimize bu gece gelmeye başladı. Ravda-tül-ülemâ kitabında, Kadir gecesinin fazileti açıklanırken deniliyor ki:
“Allahü teâlâ; Muhammed aleyhisselamın ümmetine ramazan ayında beş şey verir ki, onlardan başka kimseye vermemiştir. Beş şeyden beşincisi; Allahü teâlâ, onlara Kadir gecesini verir. Hatta eğer bir kimse, o gecede Allahü teâlâya ibadet etse, günahlarını affeder. O gecede Cehennemden azat olur. O gecede bütün ramazan ayı müddetince azat olanlar kadar mümin azat olur.”
Bu geceyi, Kur’ân-ı kerim okuyarak, teravih ve kaza namazı kılarak, istiğfar ederek geçirmeli, ahırete giden yakınlarımızı da hatırlayarak onlara da dua etmelidir. Peygamber efendimizin hazret-i Aişe validemize tavsiye ettiği şu duayı da çok okumalıdır:
(Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa'fü annî.)
.
Tilavet secdesini yapmak vaciptir
6 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :6 Nisan 2024 01:58
Namaz kılması farz olanların, secde âyetini işitince, secde yapmaları vacip olur.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki secde âyetleri okunduğu zaman, tilavet secdesini, okuyan mı, dinleyenler mi, kısaca kimler secde yapmalıdır?
Cevap: Namaz kılması farz olanların, secde âyetini işitince, secde yapmaları vacip olur. Secde âyetini işiten cünübün ve serhoşun da, abdest aldıkları zaman secde etmeleri lazımdır. Uyuyan ve bayılmış veya deli okuyunca, işitenlerin secde etmesi vacip olur denildi. Fakat, bunların ve kuşun okuması ile secde edilmemesi doğrudur. Çünkü bunların okuması, hakiki, doğru okumak değildir. Hakiki okumak demek, Kur’ân-ı kerimi okumakta olduğunu anlayarak okumaktır. Çocuk, yaptığını anlayacak yaşta ise, okuması ile, işitenlerin secde etmesi lazım olur. Daha küçük yaşta ise lazım olmaz. Dağlardan, çöllerden ve başka yerlerden yansıyıp geri gelen sedayı işitenlerin ve kuştan işitenlerin secde etmesi vacip olmaz. Dürr-ül-müntekâda; “İnsan sesi olması lazımdır” deniyor. Radyodan işitilen sesin, insan sesi olmadığı, hafızın sesine benzeyen, cansız alet sesi olduğu bildirilmiştir. Bunun için, El-fıkh-u alel-mezâhib-il erbe'ada da diyor ki:
“Fonografta, gramofonda, teyipte ve radyoda okunan secde âyeti işitenin, tilavet secdesi yapması vacip olmaz.”
Secde ayeti hece hece okununca ve yazılınca da secde yapılmaz. Gayr-i müslimin okuduğunu işiten Müslümanların secde etmesi vacip olur.
Sual: Şafii mezhebindeki Müslümanlar, zekât verirken Hanefi mezhebine uyarak vermektedirler. Bunun sebebi nedir?
Cevap: Şafii mezhebine göre, zekât vermek için, zekâtın, Tövbe suresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lazımdır. Bunlardan, gönlünün alınması lazım gelen kâfir sınıfı, zekât toplayan memur sınıfı ve kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı bugün yoktur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olmuştur. Bunun için, Şafii âlimleri, Hanefi mezhebine göre zekât verilmesine fetva vermiştir. Çünkü Hanefi mezhebinde, bu sınıflardan herhangi birine vermekle, zekât verilmiş olmaktadır.
Sual: Din bilgileri için, fıkıh kitabı mı, tefsir kitabı mı okumalıdır?
Cevap: Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir.
.
Keffaret orucu bozulursa
7 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :7 Nisan 2024 01:44
Keffaret orucuna, ramazana ve bayramlara rastlamayacak şekilde başlamalıdır.
Sual: Bir kimse, keffaret orucuna başlasa, altmış günü tamamlamadan hastalansa ve ara verse, bir kadının da muayyen günü başlasa ve ara verse, bunların keffaret orucuna baştan mı başlamaları gerekir?
Cevap: Keffaret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa yahut ramazan ayına rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lazım olur. Bayram günlerinde bozmazsa, yine yeniden başlaması lazım olur. Kadın, hayız ve nifas sebebi ile bozunca, yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak, altmışı tamamlar. Fakat, yemin keffareti olan üç gün art arda tutulacak orucu bu sebeple bozan kadının da, üç günü, yeniden tutması lazım olur. Keffaret orucuna, ramazana ve bayramlara rastlamayacak şekilde başlamalıdır. Recebin birinci günü keffaret orucuna başlayıp, Şabanın sonunda, altmış günü tamam olmasa, üç günlük yola gitmeyi niyet ederek vatanından çıkar. Ramazanın birinci günü, keffaret orucuna niyet eder. Çünkü misafire ramazan orucunun edası farz değildir, kaza etmesi caizdir.
Sual: Teravih namazının dışındaki tesbih namazı gibi nafile namazları cemaatle kılmanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Sirâciyye fetva kitabında, teravih ve güneş tutulması namazlarından başka olan nafileleri cemaat ile kılmanın mekruh olduğu bildirilmektedir. Gıyâsiyye fetva kitabında, Şeyh-ul-imâm Serahsî hazretleri buyuruyor ki:
“Nafile namazı cemaat ile kılmak, ramazandan başka zamanlarda, herkes çağrılırsa, mekruh olur. Bir iki kişi imama uyarsa mekruh olmaz. Üç kişi olursa şüphelidir. Dört kişi olursa, söz birliği ile mekruh olur.”
Sual: Adakta bulunan fakir bir kimse, adadığı bu hayvanı kesince, bunun etinden kendisi, çoluğu, çocuğu yiyebilir mi?
Cevap: Fakir olsun, zengin olsun, adak eden, adak edilerek kesilen hayvanın etinden yiyemez ve zekât vermesi caiz olmayanlara yediremez. Anasına, babasına, evlatlarına, kocasına veya hanımına, fakir olsalar da yediremez. Yerse veya bunlara yedirirse, yenilen etin kıymetini, fakirlere sadaka verir. Akrabasından ve evinde bulunanlardan, zekâtını vermesi caiz olan büyük, küçük herkes yiyebilir. Bunlar içinde, zengin olanlar yiyemez. Yerlerse, adak sahibi, bunların kıymetini fakirlere verir.
.
Her davete gidilir mi?
8 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :8 Nisan 2024 00:28
Şir'at-ül-islâm kitabında buyuruluyor ki: “Riya, gösteriş için yapılan davete gidilmez.”
Sual: Davet edilen yere gitmenin lazım olduğu söyleniyor, anlatılıyor ve yazılıyor. Peki her davet olunan yere gidilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbat kitabında buyuruyor ki:
“Müslümanların haklarını gözetmek lazımdır. Hadis-i şerifte; (Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selamına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenazesinde bulunmak, davetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah diyerek cevap vermek) buyuruldu. Fakat, çağırılan yere gitmek için, şartlar vardır. İhyâ kitabında diyor ki: “Yemek şüpheli ise, sofrada ipek kumaş, altın, gümüş varsa, tavanda ve duvarlarda canlı resimleri varsa, çalgı çalınıyorsa, oyun oynanıyorsa, böyle olan yere gidilmez. Zalimin, bidat sahibinin ve kötü kimselerin, öğünmek için çok para harcamış olanın davetine de gidilmez.”
Şir'at-ül-islâm kitabında; “Riya, gösteriş için yapılan davete gidilmez” deniyor. Muhît kitâbında da; “Oyun oynanan, çalgı çalınan, Müslümanlar çekiştirilen, içki içilen davete gidilmez” denmektedir. Metâlib-ül-mü'minîn kitabında da böyle yazılıdır. Böyle mâniler bulunmayan davete gitmek lazımdır.”
İbni Âbidînde de deniyor ki: “Haram olan şeyler, odada ise gidilir. Sofrada ise gidilmez. Bilmeyerek gidildiyse, kalbi ile beğenmeyerek oturulur veya bir bahane ile geri dönülür. Çünkü haram işlememek için, sünnet terk edilir. Gıybet söylemek veya dinlemek, çalgıdan ve oyundan daha büyük günahtır. Söz ve makam sahibi ise, sofrada günaha mâni olmalı veya geri dönmelidir.”
Sual: Uzaktan gelen misafire, her gün ikramda bulunmak gerekir mi?
Cevap: Mâ-lâ-büdde kitabında deniyor ki: “Gelen misafire üç gün ziyafet vermek, müekket sünnettir. Sonraki günlerde müstehaptır.”
Sual: Selam verirken eğilmek, dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Berîka kitabında deniyor ki: “Selam verirken ve selam alırken eğilmek günahtır. Hadis-i şerifte; (Karşılaştığınız zaman, birbirinize eğilmeyiniz, kucaklaşmayınız!) buyuruldu. Allahü teâlâdan başkası için rüku ve secde yapmak haramdır.” İbni Nüceym Zeyneddîn Mısrî hazretleri Segâir ve Kebâir kitabında, el ile selam vermek günahtır diyor. İsmail Sivasî hazretleri, bunu açıklarken; “Çünkü, el ile selam vermek, kâfirlerin âdetidir” diyor
.
Hazret-i Ali'nin bildirdiği dualar
13 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :13 Nisan 2024 00:29
"Ya Ali! Her kim her gün yirmi bir kerre (Allahümme bârik lî filmevti ve fî mâ ba'det mevti) derse..."
Sual: Peygamber efendimizin, bizzat hazret-i Ali'ye hitaben bildirdiği dualar var mıdır?
Cevap: Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında, Peyamber efendimizin hazret-i Aliye hitaben şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
“Ya Ali! Uyumak istediğin zaman istiğfar söyle. Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm oku ve Kul hüvallahü ehad suresini çok oku ki, o Kur’ân-ı azimin ışığıdır. Senin üzerine okumak vazife olsun Âyet-el kürsîyi ki, bir harfinde bin bereket, bin rahmet vardır. Her kim Sûre-i Mülkü yatacağı vakit okuyup, Allahümme a'sımnî bil islâmi kâimen ve a'sımnî bil islâmi, râkıden ve lâ tüşemmitnî adüvven ve lâ hâsiden, Allahümme innî e'ûzü bike min şerri nefsî ve min şerri külli dâbbetin ente âhızün binâsiyetiha ve es'elüke minel hayri küllihî der ise, Allahü teâlâ cin ve ins şerrinden ve her yaratılmışın şerrinden onu muhafaza eder.
Ya Ali! Sana bir üzüntü erişirse, Sübhâneke rabbî lâ ilâhe illâ ente aleyke tevekkeltü ve ente rabbül arşil azîm oku. O duayı oku ki, Cebrail aleyhisselam bana talim etmiştir: Allahümme innî es'elüke afve vel âfiyete fiddîni veddünyâ vel âhırete.
Ya Ali! Allahü teâlâyı gam, gussa vaktinde zikret ve Yâ hayyü yâ kayyümü yâ lâ ilâhe illâ ente rahmetike estegîsü fağfirli ve eslihlî şe'nî ve ferric hemmî söyle.
Ya Ali! Bir zalimden korkar isen, Ya ilahe, Cebraile ve İsrafile ve Mikaile ve Azraile ve ya ilahe İbrahime ve İsmaile ve İshaka ve münzelit Tevrati vel İncili vez Zeburi vel Fürkan, Kün lî, caren min fülanibni Fülan, min keza ve keza söyle.
Sefer edeceğin zaman, Yâ erda Âmentü birabbî ve rabbiki Allahüllezî lâ ilâhe illâhüvellezî halakanî ve halekaki e'ûzü billâhi min şerri ki ve min şerri mâ yedübbü aleyki. Ve min şerri külli üsûdin ve esedin. Ve min şerri vâlidin ve mâ veledin söyle.
Ya Ali! Her kim her gün yirmi bir kerre Allahümme bârik lî filmevti ve fî mâ ba'det mevti derse, Allahü teâlânın ona dünyada verdiği nimetleri hesapsızdır.
Ya Ali! Her gün on kerre Elhamdülillah kable külli ehadin ve elhamdülillahi ba'de külli ehadin velhamdülillah yebka rabbünâ yefnâ küllü ehadin velhamdülillahi alâ külli hâlin derse, Allahü teâlâ o kimseyi büyük günahı olsa da affeder.”
.
Resulullahın Hendek Harbindeki duası
14 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :14 Nisan 2024 00:51
Resulullah efendimiz, hazret-i Huzeyfe'yi müşriklerin vaziyetini öğrenmesi için gönderince, namaz kıldı ve dua etti...
Sual: Peygamber efendimiz, yaptığı harplerde de dua etmiş midir?
Cevap: Şevâhid-ün Nübüvve kitabında, Peygamber efendimizin Hendek Harbindeki ettiği dua hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Resulullah efendimiz Hendek Savaşında Huzeyfetebni Yemânî hazretlerini müşriklerin arasına gidip, onlardan haber getirmesi için gönderdi. Gönderirken mübarek eliyle göğsünü ve sırtını sıvazlayıp;
(Ya Rabbi! Önden, arkadan, sağdan, soldan gelecek zarardan muhafaza et) diye dua etti. O gece çok soğuktu. Hazret-i Huzeyfe, Peygamber efendimizin duasından sonraki durumu şöyle anlatmıştır:
“Sanki hamama girmiş gibi idim. Hiç soğuk hissetmedim. Nihayet müşriklerin arasına girip, haber topladım ve geri döndüm. Eshab-ı kiramın yanına geldiğimde soğuk bana tesir etmeye başladı.”
Resulullah efendimiz, hazret-i Huzeyfe'yi müşriklerin vaziyetini öğrenmek için aralarına gönderince, namaz kıldı ve şöyle dua etti:
(Ey üzüntülü kimselerin imdadına yetişen ve güç durumda olanların duasını kabul eden Allahım! Sıkıntımızı ve üzüntümüzü gider. Benim ve yanımda bulunanların hâlini sen görüyorsun.)
O sırada Cebrail aleyhisselam gelip;
“Allahü teâlâ sana selam eder. Sana zafer verdi. Dünya göğünden onların üzerine taş yağdıran bir rüzgâr gönderdi” diye müjde verdi. Hazret-i Huzeyfe şöyle anlatmıştır:
“Müşriklerin arasına vardığımda soğuk bir rüzgâr esiyordu. Müşriklerin bir yere toplanmış ve ateşleri sönmüştü. Birbirine soğuktan öleceğiz diye bağırıyorlardı. Sonra büyük bir fırtına çıktı. Kocaman taşları sürüklüyordu. Müşrikler kalkanlarını siper yapıyorlardı. Fakat fayda vermiyordu. Sonunda perişan olup, kaçmaya karar verdiler.” Allahü teâlâ Ahzâb sûresi 9. ayetinde meâlen;
(Ey îmân edenler! Allahın üzerinizdeki nimetini hatırlayınız. Hani size [Hendek savaşında sizi yok etmek için kâfirlere ait] ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı görmekteydi) buyurdu.
Hendek Savaşında, Kureyş müşrikleri kaçıp gittikten sonra, Resûlullah efendimiz;
(Bu seneden sonra Kureyş sizinle savaş yapmaz. Fakat siz onlara karşı gaza yaparsınız) buyurdu. Bundan sonra Kureyş müşrikleri, Müslümanlara savaş açamadılar. Müslümanlar Mekke'yi fethettiler.”
.
İnsanlardan yiyecek, giyecek istemek
15 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :15 Nisan 2024 01:38
Parasını harama sarf edene ve israf edene sadaka verilmez!
Sual: Aç, susuz olan bir kimse, başkalarından yiyecek, içecek ve başka temel ihtiyaçlarını isteyebilir mi?
Cevap: Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin ve hiç yiyeceği yok ise de, sağlam, çalışacak, ticaret edecek hâlde olan kimsenin, yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi haramdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de haramdır. İstemeden verilmesi ve verileni alması caizdir. Bu kimsenin yiyecek, içecekten başka ihtiyaçlarını mesela, elbise, ev eşyası, kira paraları istemesi caiz olur. Aç veya hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi caizdir. Bir günlük yiyeceği olan, olmasa da, çalışabilecek hâlde olan kimse, ilim öğrenmekle veya öğretmekle meşgul ise, yiyecek istemesi, yine caiz olur. Parasını harama sarf edene ve israf edene sadaka verilmez.
Sual: Bir fakire, onu dinen zengin edecek miktarda zekât vermek uygun olur mu?
Cevap: Fakirin, hiç olmazsa, bir günlük ihtiyacını karşılayacak kadar vermek müstehaptır. Borcu olmayan ve çoluk çocuğu bulunmayan fakire, nisap miktarı veya malını nisap miktarına tamamlayacak kadar zekât vermek mekruhtur. Çoluk çocuğu olan fakire, bunların her birine bölünce, nisap miktarı düşmeyecek kadar, çok zekât vermek caizdir. Zekatı, fakir olan kardeşe ve hala, amca, dayı ve teyze gibi yakın akrabaya vermek daha sevapdır. Yakınları muhtaç iken, başkalarına verirse, sevabı olmaz
Sual: Bir kimsenin, zekâtını, bulunduğu yerdeki fakirlere vermeyip de, başka şehir veya yerdeki fakirlere göndermesinin, vermesinin dinen mahzuru olur mu?
Cevap: Zekâtı başka şehre göndermek mekruh ise de, akrabaya vermek için veya kendi şehrinde fakir Müslüman bulamazsa, başka şehre göndermek caizdir. Zekâtı, borcu olana vermek, fakire vermekten daha iyi olduğu Bezzâziyye fetvasında yazılıdır. Malını israf edene, haramda kullanana zekât vermenin layık olmadığı Dürr-i Yektâda yazılıdır.
Sual: Zengin olup alacaklarını alamayan ve sıkıntıya düşen bir kimse, zekât alabilir mi?
Cevap: Alacaklarını ve malını eline geçiremeyen, elindeki bononun ödeme zamanı gelmeyen zengin kimse, faizsiz ödünç veren kimse bulamazsa, ihtiyacı kadar, zekât alabilir. Malı eline geçtiği zaman, almış olduğu zekâtı da, fakirlere dağıtmaz.
.
Allahü teâlânın taksimine razı olmak
17 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :17 Nisan 2024 00:12
Rıza demek, Allahü teâlâdan gelen her şeye razı olmak demektir.
Sual: Allahü tealadan razı olmak, bela ve nimet olarak gelen her şeyden razı olmak, itiraz etmemek mi demektir?
Cevap: Rıza demek, Allahü teâlâdan gelen her şeye razı olmak demektir. Allahü teâlâdan bir felaket gelse, ona da rıza gösterir. Kimseye şikâyet etmez. Bu, her insanın yapabileceği bir iş değildir. Fakat, bunu yapabilen, büyük bir insandır. Böyle insanlarda, Peygamberlere mahsus sabır ve tahammül var demektir. Allahü teâlânın büyüklüğüne inandığı derecede insan, bu tahammülü ve bu rızayı gösterebilir. Gıbta edilecek bir meziyettir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratması ile var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü teâlâ, hadis-i kudside buyuruyor ki: (Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın!)”
Sual: Gayr-i müslimlerin âdetlerini veya onların ibadet olarak yaptığı şeyleri yapmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyeti ile olmazsa ve haram veya kötü âdetler değilse, faydalı şeyler ise, caiz olur. Onlar gibi yemek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veya haram veya fena, kötü şeyler ise, haram olur. Uyûn-ül besâirde deniyor ki:
“İnsan resmi veya heykeli yapıp, bu insanda ülûhiyyet, ilahlık sıfatlarından birinin bulunduğuna inanarak veya bunun kâfir olduğunu bilerek, bunların karşısında, hürmet, tazim, saygı bildiren bir şey söylese veya yapsa, mesela secde etse, Yahudîlerin ve Hıristiyanların bağladıkları zünnâr denilen kuşağı ve onların dinlerine mahsus şeyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsus olan şeyleri harpte hile olarak kullanırsa, kâfir olmaz.” Canını, malını, rızkını kurtaracak kadar kullanması özür olur, daha fazlası küfür olur.
Sual: Namaz kılarken, ah, of diye sesli olarak inlemek namazı bozar mı?
Cevap: Ah, of gibi inlemek, uf diye sıkıntıyı bildirmek, namazı bozar.
.
Farzı yapmayanın imanı gider mi?
18 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :18 Nisan 2024 00:19
Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez.
Sual: Dinimizin emrettiği farzlardan birini tembellikle yapmayan kimsenin imanı gider mi?
Cevap: Farzlara ehemmiyet verip, tembellikle yapmayan kimsenin imanı gitmez. Fakat, bir farzı yapmayan Müslüman, iki büyük günaha girer. Birincisi, o farzın vaktini ibadetsiz geçirmek yani farzı geciktirmek günahıdır. Bunun affolması için tövbe etmek, yani pişman olmak, üzülmek, bir daha geciktirmiyeceğine karar vermek ile olur. İkincisi, bu farzı terk etmek, yapmamak günahıdır. Bu büyük günahın affolması için, bu farzı hemen kaza etmek, yani vaktinden sonra hemen yapmak lazımdır. Kazayı geciktirmek de, ayrıca büyük günah olur.
Sual: Bazı kimseler, camiye girer girmez namaz kılıyorlar. Bu ne namazıdır ve kılınması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Camiye girince, iki rek'at namaz kılmak sünnettir. Buna Tehıyyetül-mescid namazı denir. Camiye girince, farz, sünnet, kaza namazı gibi herhangi bir namaz kılmak, tehıyyetül-mescid namazı yerine geçer. Bunlara, ayrıca tehıyyetül-mescid diye niyet etmek lazım değildir.
Sual: Cuma günü, camiye erken gidip, namaz vakti girinceye kadar namaz kılmanın dinen bir mahzuru olur mu?
Cevap: Güneş tepede iken, yani öğle namazının vaktinden temkin zamanı kadar evvel olan zaman içinde, her namazı kılmak haramdır. Bu zamanda, her namazı kılmanın, Cuma günleri için de geçerli olduğu fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Sual: Herkese ve küçük yaşta ölen çocuklara da kabir suali var mıdır?
Cevap: Bu konuda Sirâc kitabında deniyor ki:
“Bütün insanlara kabir suali olacağını, Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirmektedir. Sabî iken ölene de cenâb-ı Hak, cevap vermesini ilham edecektir.” İbni Abdül-Berr ve imâm-ı Süyûtî hazretleri de;
“Mü’min ve münafık olan ehl-i kıbleye sual vardır” buyurmuştur. Hazret-i Ömer'e kabir suali olduğu ve verdiği cevabı bildiren haberler, kitaplarda mevcuttur.
Sual: Namaz kılarken, ilk defa kaç rekat kıldığında tereddüt eden, şaşıran bir kimse, nasıl hareket eder?
Cevap: Bir kimse, kaç rek'at kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namazı tekrar kılar. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabul ederek namazını tamamlar.
.
Ciğer kebabı meselesi
20 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :20 Nisan 2024 02:18
Resulullah efendimiz "Ya Ebâ Bekir! Ciğer kebabını yalnız yer imişsin; reva mıdır?" buyurdu...
Sual: Hazret-i Ebu Bekir'in, evinde et pişirip yediği ve sahabeleri davet etmediği bir olay olmuş mudur veya bunun aslı nedir?
Cevap: Bu konu, Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında şöyle anlatılmaktadır:
“Bir gün sahabe-i kiramdan bazıları Fahr-i kâinat efendimizin huzurlarına varıp, hazret-i Ebu Bekir'den şikâyet ederek dediler ki:
-Ya Resûlallah! Hazret-i Ebu Bekir evinde ciğer kebabı yapıp yalnız yer. Kokusunu duyduğumuz hâlde bizi davet etmez...
Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir daha böyle yaptığı vakit, bana haber veriniz; evine varalım.)
Bir gün yine hazret-i Ebu Bekir, evinde iken, ciğer kebabının kokusunu duyan Sahabiler, ciğer kebabı yer diyerek, varıp, Resulullah efendimize haber verdiler. Resulullah efendimiz de, derhâl kalkıp, hazret-i Ebu Bekir'in evine gittiler. İçeri girdiklerinde, gördü ki, ne ateş var; ne de kebap. Bunun üzerine Resulullah efendimiz;
-Ya Ebâ Bekir! Ciğer kebabını yalnız yer imişsin; reva mıdır? diye sual edince, hazret-i Ebu Bekir;
-Ya Resûlallah! Haşa ki ben ciğer kebabını yalnız yiyeyim. Pişen kendi ciğerimdir cevabını verdi. Peygamber efendimiz sebebini sorunca da, hazret-i Ebu Bekir;
-Ya Habiballah! Daima hatırıma gelir ki, Hak teâlâ bana İslam dinini nasip etti ve Habibinin dostlarından eyledi. Hususi olarak bütün sahabe-i kiram içinde bu şekilde şöhret buldum. Kıyamet gününde; acaba ahvalim ne olur. Allahü teâlânın huzurunda bu iltifatı ve bu bu nimetlerin şükrünü yerine getirir miyim diye korkudan ciğerim kebab gibi pişti, sebebi budur. Hemen o anda Cebrâîl aleyhisselam gelip; hazret-i Ebu Bekir'in hakkında nice müjdeler getirdi. Ondan sonra Eshab-ı kiramın, hazret-i Ebu Bekir'e karşı muhabbetleri bir iken bin kat fazla oldu.”
Sual: Ağır bir şey kaldırınca, insandan meni gelirse, bu sebepten dolayı gusül almak gerekir mi?
Cevap: Dayak yemek, ağır bir şey kaldırmak veya bir yerden düşmek gibi sebeplerle insandan meni çıkınca, Hanefi ve Maliki mezhebinde gusül lazım olmaz. Şafii mezhebinde ise, lazım olur. Şafii mezhebini taklid eden Hanefînin, buna da dikkat etmesi lazımdır.
Sual: Ölen kimseyi yıkamadan önce, cenaze namazı kılınabilir mi?
Cevap: Meyyiti gasletmek, yıkamak, vacib-i kifayedir. Cenaze yıkanmadan, namazı kılınmaz.
.
Büyü yapmak ve yaptırmak
21 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :21 Nisan 2024 01:50
Sihrin tesiri kati, kesin değildir, ilacın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse tesirini yaratır.
Sual: Büyü var mıdır, insanlara tesir eder mi, büyü yapmak ve yaptırmak dinen imanı tehlikeye sokar mı?
Cevap: Sihir yani büyü, insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizlik yapar, cesede ve ruha tesir eder. Sihir, büyü, kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder. Sihrin tesiri kati, kesin değildir, ilacın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse tesirini yaratır. İstemezse, hiç tesir ettirmez. Açlık çekerek, sıkıntılı işler yaparak, nefsini ezen, haram işlemekten zevk alamaz hâle getiren kâfirlerin yaptığı sihir tesir etmektedir. Böyle papazların sihir çözmeleri de tesirli olmaktadır. Şimdiki papazlar, dünya zevklerine düşkün ve nefisleri azgın olduğundan, sihir yapamaz ve bozamazlar.
Sihir yani büyü yapmamalıdır ve sihir yaptırmamalıdır, haramdır ve küfre en yakın olan, en fena haramdır. Sihre ait ufak bir şey yapmamaya çok dikkat etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslüman sihir yapamaz. Allah saklasın imanı gittikten sonra, sihri tesir eder.) Sanki sihir yapınca, imanı gider.
İmâm-ı Nevevî hazretleri buyurdu ki:
“Sihir yaparken küfre sebep olan kelime veya iş olursa, küfürdür. Böyle kelime veya iş bulunmazsa, büyük günahtır.”
Bir büyücü, sihir ile istediğini elbette yapar, sihir muhakkak tesir eder diyen ve inanan kâfir olur. Sihir, Allahü teâlâ takdir etmiş ise, tesir edebilir, demelidir.
Sual: Kusurlu, hatalı olan, günahı bulunan kimseden da Allahü teala razı olabilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, o kulunu affetmek isterse ve affetmek için sebep araya korsa, o kimse, görünüşte günahı bulunsa bile, elbette razı olunmuşlardan demektir.”
Sual: Örtmesi emredilen yerleri açık olanların yanında, Kur’ân-ı kerim okunabilir mi?
Cevap: Kendi avret yeri açık iken ve avret yeri açık olanlar yanında Kur’ân-ı kerim okumak mekruhtur. Gece yatmak için yatağa giren ve belli sureleri okuyacak olan kimse de, bir yeri açık ise, başını yorgandan çıkarıp okumalıdır.
Sual: Cünüp olan bir kimse, Cuma namazı için gusül abdesti alsa, cünüplükten de kurtulmuş, temizlenmiş olur mu?
Cevap: Cünüp olduğunu unutan bir kimse, Cuma namazı için gusül abdesti alırsa, cenabetlikten kurtulur, temiz olur. Fakat, farz sevabına kavuşamaz.
.
Nazar değmesi haktır
22 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :22 Nisan 2024 00:34
Sual: Nazar diye bir şey var mıdır, varsa buna karşı ne yapılır, hangi dualar okunabilir?
Ceap: Nazar değmesi haktır, yani göz değmesi doğrudur. Bazı kimseler, bir şeye bakıp, beğendiği zaman, gözlerinden çıkan şuâ zararlı olup canlı ve cansız, her şeyin bozulmasına sebep oluyor. Bunun misalleri çoktur. Fen, belki bir gün, bu şuâları ve tesirlerini anlayabilecektir. Nazarı değen kimse, hatta herkes, beğendiği bir şeyi görünce Mâşâallah demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, nazar değmez. Nazar değen veya korkan çocuk için, çöp yakıp etrafında döndürerek tütsülemenin veya erimiş mumu başı üzerinde suya dökmenin, kurşun dökmenin caiz olduğu, Fetâvâ-yı Hindiyyede yazılıdır. (Fâtiha, Âyet-el-kürsî ve E'ûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti... okumak) hadis-i şerifte emredildiği Teshîl kitabında yazılıdır.
İbni Âbidînde, nazar değmemesi için tarlaya kemik, hayvan kafası koymanın caiz olduğu bildirilmektedir. Bakan kimse, önce bunu görüp tarlayı sonra görür. Mavi boncuk ve başka şeyleri bu niyet ile taşımanın caiz olacağı buradan anlaşılmaktadır.
Nazar değen kimseye şifâ için Âyet-el-kürsî, Fâtiha, Mu'avvizeteyn ve Nûn sûresinin sonundaki iki âyeti okumanın muhakkak iyi geldiği, Medâric-ün-Nübüvve kitabında ve Mevâhib-i ledünniyyede yazılıdır. Mevâhib ve Medâricde deniyor ki:
“İmâm-ı Mâlik hazretlerine göre, demirle, tuzla, iplik düğümlemekle ve mühr-i Süleymanla Rukye yapmak mekruhtur.”
Sual: Büyüde cinlerin bir tesiri, rolü var mıdır?
Cevap: Sihir, büyü; cinlerin insanlarda yaptıkları hastalıklardır. Müslüman cinlerden insanlara zarar gelmez. Cinler her şekilde görünür. Kâfir cinler, salih insan şekline de girer. Kâfir insanlar gibi, bir iyilik yapınca, küfre, fıska da sebep olurlar. Arkadaşlık ettiği insanın göstereceği kimselerde hastalık, sihir yaparlar. Bu hastalıktan kurtulmak için, bu cinni öldürmek veya kovmak lazımdır. Cinnin zararından kurtulmak için, en tesirli iki silah; Kelime-i temcîd ve İstiğfâr duasıdır. Kelime-i temcîd; (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm)dir. Bunu okuyandan cinlerin kaçtığını, büyünün bozulduğunu, İmâm-ı Rabbânî hazretleri 174. mektubunda ve istiğfar duasının, dertlere deva olduğu hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
.
İslamiyet, semavi bir dindir
23 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :23 Nisan 2024 00:48
Her semavi dinde olduğu gibi, İslam bilgileri de; din bilgileri ve fen bilgileri diye ikiye ayrılmıştır.
Sual: Reformcu Mûsâ Cârullah; “Fıkıh kitapları yazılırken ibadetlerde, azabı ve sevabı esas tutmuşlar, İslamiyeti sosyal bir din olmaktan mahrum bırakmışlar. Bunun şu günahı, sevabı var diyecek yerde, İslamiyetin ahlak ve cemiyet üzerindeki faydalarını anlatsalardı, sevap ve azab yerine, akıl ve zekâyı iknaya çalışsalardı, İslamiyeti sosyal bir din olmaktan mahrum etmezlerdi” diyor. Gerçekten böyle mi olmalıydı?
Cevap: İslamiyet, semavi bir dindir. Her semavi dinde olduğu gibi, İslam bilgileri de; din bilgileri ve fen bilgileri diye ikiye ayrılmıştır. İslam âlimi olmak için, zamanının fen bilgilerini de, gücü yettiği kadar öğrenmek lazımdır. Fen bilgileri, zamanla değişir, ilerler. Din bilgileri, hiç değişmez. Bu bilgiler, inanılacak şeyler, emirler ve yasaklardır. Bunlar, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiştir. İslamiyete uymaya, ibadet etmek denir. Müslümanlar, Allahü teâlâ emrettiği için ibadet eder. İslamiyetin emir ve yasaklarında, kulların dünyaları ve ahıretleri için nice faydalar bulunmakla beraber, ibadet ederken, Allahü teâlânın emri olduğunu, kulluk vazifesi olduğunu niyet etmek, düşünmek lâzımdır. Böyle düşünmeden yapılan iş, ibadet olmaz. Mesela, namaz kılan, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi niyet etmeyip, namazın bir beden terbiyesi olduğunu düşünerek kılarsa, namazı sahih olmaz, ibadet yapmış olmaz, spor yapmış olur.
Oruç tutanın da, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhiz yapmayı düşünmesi, orucun sahih ve makbul olmamasına sebep olur. Harp eden, canını tehlikeye koyan bir Müslüman da, Allahın dinini kuvvetlendirmek, İslamiyeti yeryüzüne yaymak için değil de, şan, şeref, mal ve rütbe için dövüşürse, ibadet yapmış olmaz, cihad sevabı kazanmaz. Ölürse şehid de olmaz. Bedenine zarar verdiği için alkollü içkileri bırakan, sarhoşluk günahından kurtulamaz. Frengi, AIDS gibi korkunç hastalıklara yakalanmamak için, zinadan sakınan kimse de, İslamiyette, temiz sayılmaz.
İslamiyette ibadet yapmak için, niyetin büyük önemi vardır. Yapılan her işin İslamiyete uygun olup olmadığı, niyet ile anlaşılır. Allahü teâlâ, Cehennemden kurtulmayı ve Cennete girmeyi vazife olarak bildirmeseydi, yalnız Cenneti, Cehennemi düşünerek yapılan ibadetler de makbul olmazdı
.
Gusül, tıbben de gerekli bir temizliktir
24 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :24 Nisan 2024 01:40
Guslün, tıbbi yönden de mutlaka yapılması gereken bir temizlik olduğu ispat edilmiştir...
Sual: Gusül gerektiren durumlardan sonra, dinen olduğu gibi, tıbben de vücudun mutlaka her yerinin yıkanması gerekir mi?
Cevap: Vücudumuzun normalde bir statik elektrik dengesi vardır. Vücud sağlığı bu elektriksel denge ile yakından alakalıdır. Bu denge, psikolojik gerilimler, iklim şartları, giyim eşyaları, yaşama ve iş yerleri ve bu arada guslü gerektiren hâllerle bozulur. Bu elektriksel yük, öfke hâlinde normalin dört katına, guslü gerektiren hallerde 12 katına çıkmaktadır. Günümüzde enfraruj (kızılötesi) ışınlarla dış derinin özel fotoğrafları çekilmiş, bu fotoğraflarda gusül gerektiren hâllerden sonra, vücudun bütün yüzeyinin fazla statik elektrik tabakasıyla örtüldüğü tesbit edilmiştir. Bu tabaka, derinin oksijen alışverişine engel olduğu gibi, cildin renginin bozulmasına ve çabuk kırışmasına sebep olur. Bu durumdan kurtulmak için vücudun iğne ucu kadar yeri dahi kalmayacak şekilde tamamen yıkanması gerekir. Böylece su zerreleri, olumsuz elektrik gerilimini alarak, vücudu topraklıyor ve yeniden normale döndürüyor. Bu açıdan gusül, tıbbi yönden de mutlaka yapılması gereken bir temizliktir.
Sual: Farz, vacib ve sünnet namazlarının niyetleri aynı mıdır, farklı olan var mıdır?
Cevap: Farzlarda ve vaciplerde niyet ederken, hangi farz ve hangi vacib olduğunu bilmek lazımdır. Mesela; “Bugünkü öğleyi kılmaya” diye, farzın ismini bilmek veya; “Vaktin farzı” demek lazımdır. Bayram, vitir ve nezir, adak namazlarını kılarken, bunların vacib olduklarını ve isimlerini düşünmek lazımdır. Rekat sayısını niyet lazım değildir. Sünnet kılarken, namaza niyet etmek kafîdir.
Sual: Cenaze namazı kılmak için nasıl niyet edilir?
Cevap: Cenaze namazına; “Allahü teâlâ için namaza, meyyit için duaya” diye niyet edilir.
Sual: Cuma ve bayram namazları için gusül almak gerekir mi?
Cevap: Cuma, fıtır, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı namazları için ve Arefe günü, Arafat Meydanı'nda gusül abdesti almak sünnet-i zevaiddir.
Sual: Başın için, evladın için diyerek yemin etmek veya böyle yemin edilmesini teklif etmek, dinen uygun mudur?
Cevap: Allahü teâlânın isminden başka, yer, gök ve başın, evladın için diyerek, yemin etmek, çeşitli hadis-i şeriflerle menedildiğinden, dinen caiz değildir
.
İnsanların ayıplamalarına karşı
25 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :25 Nisan 2024 00:04
"Yapılan kötüleme yalan, iftira ise, zararı söyleyene olur. Onun sevapları bana verilir."
Sual: İnsanların kötülemelerine, ayıplamalarına karşı ne yapmalı, nasıl bir yol takip etmelidir?
Cevap: İnsanların kötülemelerinden ve ayıplamalarından korkmaya karşı ilaç olarak şöyle düşünmelidir:
“Kötülemeleri doğru ise, ayıplarımı bana bildirmiş oluyorlar. Bunları yapmamaya karar verdim demeli, böyle kötülemelerden ferahlık duymalıdır. Onlara teşekkür etmelidir. Hasen-i Basrî hazretlerine, birisinin kendisini gıybet ettiğini haber verdiler. Ona bir tabak helva gönderip;
“Sevaplarını bana hediye ettiğini işittim. Karşılık olarak bu tatlıyı gönderiyorum” dedi. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerine de, birisinin kendisini gıybet ettiğini söylediler. Ona bir kese altın gönderip;
“Bize verdiği sevapları arttırırsa, biz de karşılığını arttırırız” dedi.
Yapılan kötüleme yalan, iftira ise, zararı söyleyene olur. Onun sevapları bana verilir. Benim günahlarım, ona yüklenir demelidir. İftira etmek, nemmamlık yapmak, gıybet etmekten daha fenadırlar. Nemime, Müslümanlar arasında söz taşımaktır.
Bir kimsenin düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. İyi arkadaşlar ise, insanın ayıplarını pek görmezler. Birisi İbrâhîm Edhem hazretlerine, ayıbını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca;
“Seni dost edindim. Her hâlin, hareketlerin, bana güzel görünüyor. Ayıbını başkalarına sor” dedi.
Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak da, kötü huyların ilaçlarındandır.
(Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsâ aleyhisselâma;
-Bu güzel ahlakını kimden öğrendin dediklerinde;
-Bir kimseden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen huylarından ictinab ettim, sakındım. Beğendiklerimi ben de yaptım, buyurdu. Lokman Hakîm'e;
-Edebi kimden öğrendin dediklerinde;
-Edepsizden! dedi.
Selef-i sâlihînin, Eshâb-ı kirâmın, velîlerin hayat hikâyelerini okumak da, iyi huylu olmaya sebep olur.
Sual: Bir şey söylemek veya yapmakla iman gidebilir mi?
Cevap: Bir Müslüman, imanın yok olmasına sebep olacağı söz birliği ile bildirilmiş olan şeyleri istekle, bilerek söyler veya yaparsa, imanı gider.
.
Şehvet ve gadap terbiye edilir
26 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :26 Nisan 2024 00:29
“İslamiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil; dine uygun kullanılmalarını emretmektedir."
Sual: Dinimiz, insandaki şehvetin, öfkenin ve benzerlerinin yok edilmesini mi yoksa terbiye edilmesini mi emretmektedir?
Cevap: Bu konu hakkında Ahmed bin Yahyâ Münîrî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İslamiyet, şehvetin ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine hâkim olup, dine uygun kullanılmalarını emretmektedir. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmeleri değil, bunları terbiye ederek, kendilerinden faydalanmaları lazım olduğu gibidir. Yani, şehvet ve gadab, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidirler. Bu ikisi olmadıkça, âhiret nimetleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanabilmek için, terbiye ederek, dine uygun kullanılmaları lazımdır. Terbiye edilmezler, azgın olup, dinin sınırlarını aşarlarsa, insanı felakete sürüklerler. Riyâzet yapmak, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir. Bunu sağlamak da, herkes için mümkündür.”
Medeniyet de, atom gücü kullanmak ve jet gibi şeyler yapmak değildir. Medeniyet, bunları insanlara hizmet için kullanmaktır. Bu da, İslamiyete uymakla ele geçer.
Sual: İnsan, nefsinden kaynaklanan kötü şeylere karşı, nasıl bir yol izleyebilir?
Cevap: İnsanın, kötü bir şey yapınca, arkasından riyâzet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi, faydalı bir ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin etmelidir. Nefis, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı bir ilaçtır. Bu zararları bildiren hadis-i şerifler çoktur. Bunlardan birinde buyuruluyor ki:
(Allah katında kötü huydan büyük günah yoktur.) Çünkü, bunun günah olduğunu bilmez, tövbe etmez, işledikçe, günahı kat kat artar.
Sual: Namazda ilk rekatte okuduğu bir sureyi veya uzun bir âyeti unutarak ikinci rekatte de tekrar okuyan bir kimsenin namazı kabul olur mu?
Cevap: Bir kimsenin, namazda ikinci rekatte, birinci rekatte okuduğu âyeti tekrar okuması, tenzihen mekruhtur. Eğer ilk rekatte okuduğu sureden veya âyetten önceki bir âyeti, bir sureyi okur ise tahrimen mekruh olur. Unutarak okursa, mekruh olmazlar. İkinci rekatte birinciden üç âyet uzun okumak da mekruhtur.
.
Ölüm hastasının hediye etmesi
27 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :27 Nisan 2024 01:06
“İhtiyaçlarını temin etmek için sokağa çıkamayan hastaya, ölüm hastası denir."
Sual: Ölüm hastası diye, hangi hâlde olana denir ve böyle olan bir kimsenin, malını satması, hediye etmesi dinen uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Redd-ül-muhtârda buyuruluyor ki:
“İhtiyaçlarını temin etmek için sokağa çıkamayan hastaya, ölüm hastası denir. Bir hastanın bazen sancısı, ağrısı olsa, çok zaman sokağa da çıksa, buna ölüm hastası denmez. Sıtma, verem, zafiyet böyledir. Böyle hasta, bütün malını hediye etse, emanet, başkasınındır dese, caiz olur. Vârislerinden birine bir şey satabilir ve hediye edebilir. Başka vârislerin buna izin vermesine lüzum olmaz.”
Mirasının kendi arzusuna göre taksim edilmeyeceğini anlayan kimse, dilediğine, dilediği miktarda hediye ederek, hepsini dağıtır.
Mecelle'nin 1596. Maddesinde de şöyle deniyor:
“Zevcesinden, hanımından başka vârisi olmayan, maraz-ı mevtinde, ölüm hastalığında iken bütün malını, zevcesine, hanımına vasiyet edebilir.”
Sual: Kadının sütünü ve domuzun kılını satmakta, dinen bir mahzur var mıdır?
Cevap: Hür kadının sütünü sağdıktan sonra dahi ve domuzun kılını satmak batıldır. Domuz kılını, iğne yerine kullanıp ayakkabı dikmek zaruri olunca yani dikecek başka bir şey bulamazsa kullanması ve parasız malik olamazsa, satın alması caiz olur. Buna satılması mekruh olur. Leş yağı, bevil, idrar, insan sütü ve şarabın, tıpta ve sanayi için kullanılmaları da böyledir. İmâm-ı Muhammed hazretlerine göre bu kadar kıl temizdir. Kâfir de olsa, insan kılını ve her uzvunu, bevlini, idrarını, necasetini satmak batıldır. Kullanmak da caiz değildir. Yalnız, insan pisliği kullanılabilir ve toprakla karışık olarak satılabilir. Hayvan pisliklerini satmak ve gübre ve yakacak olarak kullanmak caizdir. Vedek, yani leş yağını satmak ve kullanmak haramdır.
Sual: Cuma günü, Cuma namazı kılınan vakit içinde alışveriş yapılabilir mi?
Cevap: Cuma günü öğle ezanı ile imam selam verinciye kadar olan zamanda alışveriş yapmak mekruhtur.
Sual: Satın almayacağı veya iki kişinin bir fiyatta anlaştığı malın fiyatını artırmakta, dinen bir mahzur var mıdır?
Cevap: Satın almayacağı bir malın semenini, fiyatını başka müşteriler arasında yükseltmek mekruhtur. İki kişi bir malın fiyatında uyuşmuş iken, bu malı, daha yüksek fiyatla satın almak istemek de mekruhtur
.
Rızıklar, ezelde takdir edilmiştir
28 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :28 Nisan 2024 00:52
Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yemeden, bitirmeden ölmez.
Sual: Maddi ve manevi rızıklar, insan daha dünyaya gelmeden önce takdir edilmiş midir?
Cevap: Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın bedeninin ve ruhunun rızıkları da bellidir. Rızık hiç değişmez, azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yemeden, bitirmeden ölmez. Bir kimse, Allahü teâlâ emrettiği için çalışır, rızkını helal yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızık, ona bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevap kazanır. Eğer, rızkını Allahü teâlânın yasak ettiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fakat, bu rızık ona hayırsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı günahlar da, onu felaketlere sürükler.
Zamanımızda, zamana, modaya uymadan olmuyor diyerek, çocuklarını, para kazanmak için haram yerlere gönderenler çoğalmaktadır. Aç kalmalarından korkarak, onlara dinlerini öğretmiyor, Kur’ân-ı kerim okutmuyor, yavrularını cahillerin ellerine bırakıyorlar. Çocukları dinsiz, imansız yetişiyor. İstikballerini, geleceklerini kazansınlar diyerek, namuslarının, hayâlarının yok edilmesine hangi vicdan razı olur? Sıkıntılar çekerek, ezelde ayrılmış olan rızıklarına kavuşuyorlar. “Namaz karın doyurmuyor, kızların ev işlerini öğrenmesi, ekmek parası getirmiyor. Zamana uymazsak, dine bağlı kalırsak sürünürüz” gibi çılgınca konuşanlar da oluyor. Hâlbuki, oğullarına, küçük iken dinleri, imanları öğretilir, Kur’ân-ı kerim okutulur ve bundan sonra da, Allahü teâlânın emirlerine uygun olarak para kazanmaya çalıştırılırsa, yine aynı rızka, hem de kolayca, rahatça kavuşurlar. Anaları, babaları ve çocuklar hem sevap kazanır, hem de kazançlarının hayrını görürler... Bu sebeple aklımızı başımıza toplayıp, rızıklarımızı helal yoldan aramalıyız.
Sual: İki kişi arasında alışveriş yapılırken, şahit bulundurmaları ve senet yapmaları gerekir mi?
Cevap: Alışveriş yaparken, şahit bulunması veya senet yazılması lazım değildir. Fakat her ikisi de yani şahidin bulunması ve senet yazılması caizdir ve iyi olur. Senet ücreti müşteriye aittir. .
.
Canlı hayvanın etini satmak!
29 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :29 Nisan 2024 00:20
Canlı hayvanın etini tartı ile satmak ve canlı koyunun derisini satmak batıldır.
Sual: Canlı hayvanın, daha kesmeden etini satmanın veya satın almanın, ayrıca koyunların üzerindeki yünü, kırkılmadan önce satın almak veya satmak, dinen uygun mudur?
Cevap: Canlı hayvanın etini tartı ile satmak ve koyunun üstündeki yünü ve canlı koyunun derisini satmak batıldır. İmâm-ı Ebû Yusuf hazretleri, koyun üstündeki yünü satmak ve ağaçtaki dut yaprağını satmak caizdir buyurmuştur. Canlı hayvan etini tartı ile satmak veya satın almak isteyen kimse, pazarlık yerinde bile, hayvanı tartıp etini kilo üzerinden, kendi kendine hesap edip çıkardığı fiyata göre, canlı hayvanı toptan pazarlık etmelidir.
Sual: Ağaçta bulunan toplanmamış meyveyi ve tarladan toplanmamış mahsulü satmak veya satın almak uygun olur mu?
Cevap: Ağacın vereceği meyveyi veya tarlanın vereceği mahsulü, oluncaya kadar yerinden ayırmamak şartı ile, olmadan satın almak fasittir.
Sual: Bir arsa, bir bahçe satıldığı zaman, içinde bulunan ağaçlar veya bina da satılmış olur mu?
Cevap: Bir arsa satılınca, içindeki binalar da satılmış olur. Bir bahçe satılınca, içindeki ağaçlar da satılmış olur. Tarla satılınca, içindeki ekini, ağaç satılınca meyvesi, ev satılınca eşyası satılmış olmaz. Bayi, satıcı, ekini ve meyveyi, eşyayı toplayıp tahliye etmeye mecbur olur. Ekini ile, meyvesi ile derse, böylece satılmış olur. Bir ağacın tam belirmiş meyvesini yiyecek hâlde olmasa bile satmak caizdir. Müşteri hemen toplar. Ağaçta kalmasını isterse, bey, alışveriş fasit olur. Müşteri istemez, fakat bayi, satıcı izin verirse, iyi olur.
Sual: Birinin bahçesine arılar gelip bal yapsa, bu bal, bahçe sahibinin mi olur?
Cevap: Bir bahçede kuş yavrulasa veya yumurtlasa veya sahipsiz hayvan girse, bunlar alanın olup, bahçe sahibinin olmaz. Bahçe sahibi görüp, kapıyı kapatırsa onun olur. Bir yerde şeker veya para atılsa, kimin üstüne düşerse onun olur. Bir bahçeye arılar gelip bal yapsa veya ağaç çıksa veya sular kum getirip yığsa, bahçe sahibinin olur.
Sual: Satılan mal karşılığında, sahte para verilmiş ise, satıcının ne yapması gerekir?
Cevap: Bir kimse sattığı malın semeni, karşılığı olarak bilmeyerek sahte para aldıysa ve o kişi de yanında ise, geri verip iyisini alır. Sahte parayı kullandı ise, iyisini isteyemez.
.
Büyüden kurtulmak için...
30 Nisan 2024 02:00 | Güncelleme :30 Nisan 2024 00:29
Fâtiha, Âyet-el-kürsî, Kâfirûn, İhlâs-ı şerif, Felak ve Nâs surelerini okunam bütün hastalıklar için iyidir.
Sual: Kendisine büyü yapılmış olan bir kimse, bu yapılan büyüden kurtulmak için neler okuyabilir veya neler yapabilir?
Cevap: Bu konu hakkında Fevâid-i Osmâniyye kitabında buyuruluyor ki:
“Sihir ve cadı, yani büyü afetlerinden kurtulmak için, üç kerre Salevât-ı şerife okumalı, sonra yedi Fâtiha, yedi Âyet-el-kürsî, yedi Kâfirûn suresi, yedi İhlâs-ı şerif, yedi Felak ve yedi Nâs sureleri okuyup kendi üzerine veya hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrar okuyup, büyülenmiş olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bahçesine üflemelidir. İnşaallahü teâlâ, büyüden halas olur, kurtulur. Buna karşılık ücret almamalıdır. Bütün hastalıklar için de iyidir.”
Büyü yapılmış olan kimse, Mevâhib-i ledünniyyede bildirilen âyet-i kerimeleri, duaları ve Teshîl-ül-menâfi kitabı sonundaki Âyât-i hırzı sabah namazı ve ikindi namazlarından sonra, yedi gün birer kerre okur ve boynuna asarsa, şifa bulur.
Bir miktar suya, Âyet-el-kürsî, İhlâs ve Mu'avvizeteyn okumalı. Büyülenmiş kimse bundan üç yudum içmeli, kalan ile gusül abdesti almalıdır, şifa bulur. İbni Âbidînde, ve Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:
“Sidr ağacının yeşil yaprağından yedi adedi iki taş arasında ezilip su ile karıştırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, İhlâs ve Kul-e'ûzüler okunur. Üç yudum içip, gusül edilir.” Sidr, Lotus denilen yabani kiraz, kâzib abanoz ağacıdır. Mekâtîb-i şerîfede deniyor ki:
“Hacetlere kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını silsile-i aliyyenin ruhlarına hediye etmeli, bunların hürmeti için diyerek dua etmelidir.”
Sual: Namazda secdeye gidince, yalnız alnı koymak yeterli midir, burnu da yere koymak gerekir mi ve parmaklar bitişik mi yoksa açık mı olmalıdır?
Cevap: Secdede el parmakları, birbirine bitişik, kıbleye karşı, kulaklar hizasında, baş iki el arasında olmalıdır. Alnı temiz yere, yani taş, toprak, tahta, yaygı üzerine koymak farz olup, burnu da beraber koymak vacib denildi. Özürsüz yalnız burnu koymak caiz değildir. Yalnız alnı koymak da mekruhtur. Secdede en az üç kerre Sübhâne rabbiyel-a'lâ denir.
Sual: Köpeğin, kuşun ve diğer hayvanların satılmasında, satın alınmasında dinen bir mahzur var mıdır?
Cevap: Köpeği ve diğer işe yarayan hayvanları, kuşları satmak da ve satın almak da caizdir.
.
İnsanlardan utanarak günahı terk etmek!
1 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :1 Mayıs 2024 00:46
İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir.
Sual: Günah işlemeyi, insanların ayıplamalarından korkulduğu için mi yoksa Allah için mi terk etmelidir?
Cevap: Günah işleyecek kimsenin, bu günahtan vazgeçmesi, ya Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan hayâ ettiği, utandığı yahut da başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır. Başkalarının bu günahı işlemelerinin günahları da, kıyamete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadis-i şerifte; (İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamet günü, bu günahı kullarından saklar) buyuruldu.
Herkese vera sahibi olduğunu bildirmek için, günahını saklamak ve gizli olarak devam etmek, riya olur.
Sual: Başkaları günah işlemesin diye, onların hatırı için, sünnetleri, müstehapları terk etmek uygun olur mu?
Cevap: Başkalarının günaha girmemeleri için, bir kimsenin mubahları terk etmesi iyi olur. Fakat sünnetleri, hatta müstehapları terk etmesi caiz olmaz. Mesela gıybet yapmamaları için, misvak kullanmayı terk etmek iyi olmaz.
Sual: Bir kimsenin, yaptığı ibadetleri başkalarına göstermekten veya onların duymasından hayâ etmesi, utanması doğru bir şey midir?
Cevap: İbadetlerini başkalarına göstermekten hayâ etmek, utanmak caiz değildir. Hayâ, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerim okumaktan hayâ etmek caiz değildir.
(Hayâ imandandır) hadis-i şerifindeki hayâ, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır.
Sual: Yolda yürürken, ayağımız, giydiğimiz mestten biraz çıksa, abdest bozulmuş olur mu?
Cevap: Ayağın topuğu, mestin topuğundan çıkınca, mest ayaktan çıktı sayılır. Fakat ekseri kitaplar, ayağın yarıdan fazlası, mestin topuk kemikleri hizasından yukarı çıkmadıkça, ayaktan çıktı sayılmaz diyor. Buna göre, mest geniş olup, yürürken, topuğu mestten çıkıp giren kimsenin meshi caiz olur. Yürürken abdesti bozulmaz.
.
Haramdan kaçmak, farz yapmaktan önemlidir!
2 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :2 Mayıs 2024 20:00
Haramdan kaçmayı vazife bildiği hâlde, nefsine uyarak yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz.
Sual: "Allaha isyan ettiler" denilince ne anlatılmak istenmektedir, bu ifadeden, haram, günah işleyenleri mi anlayacağız?
Cevap: Allahü teâlâya asi olmak, isyan etmek iki türlüdür:
1-Allahü teâlânın emirlerini, yani farzları yapmamaktır. Farzları, vazife kabul etmeyen, kâfir olur. Vazife olduğunu bilip de, tembellikle yapmayanlar, yani kaza etmek, ödemek fikrinde olanlar, Hanefî mezhebinde, kâfir olmaz. Fakat en büyük günah olur.
2-Allahü teâlânın men, yasak ettiğini, yani haramları yapmaktır. Haramdan kaçmayı, sakınmayı, vazife bildiği hâlde, nefsine uyarak yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz. Haram işleyen Müslümanlara fasık, asi denir. Haram işlemeyenlere ve farzları yapanlara salih, iyi insan, mütteki denir. İttikanın, yani haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur.
Sual: İbadetlerde ve yapılan işlerde acele etmenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eyyühel-veled kitabında deniyor ki:
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Hadis-i şerifte; (Acele şeytandandır. Teenni Rahmandandır) buyuruldu. Nefsin istediği bir şey hatırına gelince, şeytan, fırsatı kaçırma, hemen yap der. O da, yapar. Kalbe gelen şeyi yapmaktan Allahü teâlâ razı olur mu düşünmeli, sevap mı, günah mı olacağını anlamalı. Günah değil ise, yapmalıdır. Böylece, teenni etmiş, yani acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lazımdır:
1-Misafirin gelince, önüne yiyecek getir! 2-Hasbel beşer bir günah işleyince, hemen tövbe, istiğfar eyle! 3-Her beş vakit namazını, vakit geçmeden, acele, yani erken kıl! 4-Kız veya oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, geciktirmeden evlendir! 5-Ölen şahsın defnedilmesinde acele eyle! Fakat bunun için, beş vakit namazın sonundaki, âyetel kürsî ve tesbihleri terk etme!”
Sual: Abdest uzuvlarında yaralar bulunan bir kimse, nasıl abdest alır?
Cevap: Abdest uzuvlarının çoğunda veya yarısında yara bulunan kimse, teyemmüm eder. Çoğu sağlam ise, sağlamını yıkayıp yaralara mesh eder. Gusülde, bedenin hepsi, bir uzuv sayılır. Bedenin yarısı yaralı ise, teyemmüm eder.
.
Peygamber efendimizi sevmek...
3 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :3 Mayıs 2024 01:12
Resulullah efendimizi seven bir kimsenin, Onun Eshabının hepsini de sevmesi lazımdır.
Sual: Peygamber efendimizi sevdiğini söyleyen bazı kimseler, Eshaptan bazılarına dil uzatıyorlar. Peygamber efendimizi seven, Onun Eshabına dil uzatabilir mi?
Cevap: Resulullah efendimizi seven bir kimsenin, Onun Eshabının hepsini de sevmesi lazımdır. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eshabımı seven, beni sevdiği için sever. Onları sevmeyen kimse, beni sevmemiş olur. Onları inciten, beni incitir. Beni inciten de, Allahü teâlâyı incitmiş olur. Allahü teâlâyı inciten kimse, elbette azap görecektir.)
(Allahü teâlâ, benim ümmetimden bir kuluna iyilik yapmak isterse, onun kalbine, Eshabımın sevgisini yerleştirir. Onların hepsini canı gibi sever.)
Sual: Haram, günah işleyen bir kimseye kâfir demek ve lanet etmek, dinen uygun olur mu?
Cevap: Namaz kılan bir kimsenin, küfür olan bir şeyi, açık olarak ve zaruretsiz söyleyerek veya kullanarak, kâfir olduğu anlaşılmadıkça, başkalarına uyarak, buna kâfir demek caiz olmaz. Kâfir olarak öldüğü bilinmedikçe lanet edilmez. Kâfire dahi lanet etmek caiz değildir. Bunun için, Yezîd'e lanet etmemek daha iyidir.
Sual: Bir kimsenin Müslüman olması için yalnızca iman etmesi kâfi midir?
Cevap: İnanılacak bilgileri doğru olarak öğrenip düzelttikten sonra, her Müslümanın kendine lazım olan Helal, Haram, Farz, Vacip, Sünnet, Mendub ve Mekruh olan şeyleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları fıkıh, ilmihal kitaplarından öğrenmesi ve bunlara uyması lazımdır.
Sual: Din bilgilerinin öğrenilmesinde takip edilecek yol nasıldır, herkes doğrudan Kur’ân veya hadisten öğrenebilir mi?
Cevap: Allahü teâlâ, Resulullah efendimizi, Kur'ân-ı kerimi tebliğ etmek, öğretmek için gönderdi. Eshab-ı kiram, Kur'ân-ı kerimdeki bilgileri Resulullah efendimizden öğrendiler. Din âlimleri de, Eshâb-ı kiramdan öğrendiler. Bütün Müslümanlar da, din âlimlerinden ve bunların kitaplarından öğrendiler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim hazinedir. Anahtarı, sorup öğrenmektir.)
(İlim öğreniniz ve öğretiniz!)
(İlim öğretmek günahlara keffarettir.)
Sual: Zamanımızda, bir Müslümanın her gün tövbe etmesi gerekir mi?
Cevap: Bu zamanda bir Müslümanın her gün hakiki tövbe etmesi lazımdır. Tövbe edilen günah ve küfür, muhakkak affolur. Tövbe edilmezse, dünyada ve ahırette cezasını çeker.
.
Kur’ân-ı kerimin yazılıp, toplanması
4 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :4 Mayıs 2024 00:24
"Bugün, bütün dünyada bulunan mushaflar, hep bu yedisinden yazılıp, çoğalmıştır."
Sual: Âyet-i kerimeler, Peygamber efendimiz zamanında bir araya getirilip kitap hâline gelmiş mi idi yoksa vefatlarından sonra mı kitap hâline getirildi?
Cevap: Cebrâil aleyhisselam, Peygamber efendimize her sene bir kerre gelip, o ana kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerimdeki âyetleri, Levh-il-mahfûzdaki sırasına göre okur, Peygamber efendimiz de dinler ve tekrar ederdi. Resulullah efendimiz ahıreti teşrif edeceği sene, Cebâil aleyhisselam iki kerre gelip, tamamını okudular. Muhammed aleyhisselam ve Eshab-ı kiramdan çoğu, Kur’ân-ı kerimi tamamen ezberlemişti. Eshab-ı kiramdan bazıları da, bazı kısımları ezberlemiş, birçok kısımlarını yazmışlardı. Muhammed aleyhisselam, ahıreti teşrif ettiği sene, halife hazret-i Ebu Bekir, ezber bilenleri toplayıp ve yazılı olanları getirtip bir heyete, bütün Kur’ân-ı kerimi, kâğıt üzerine yazdırdı. Böylece, Mushaf denilen bir kitap meydana geldi. Otuzüçbin Sahabi bu Mushafın her harfinin, tam yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi. Sureler belli değildi. Üçüncü halife hazret-i Osman, hicretin 25. senesinde, sureleri birbirinden ayırdı. Yerlerini sıraladı. Altı tane daha Mushaf yazdırıp, Bahreyn, Şam, Mısır, Kufe, Yemen, Mekke ve Medine'ye verdi. Bugün, bütün dünyada bulunan mushaflar, hep bu yedisinden yazılıp, çoğalmıştır. Aralarında bir nokta farkı bile yoktur.
Sual: Kur’an-ı kerimdeki sure ve âyetlerin sayılarında farklılık var mıdır?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde 114 sure ve 6236 âyet vardır. Ayetlerin sayısının 6236'dan az veya daha çok olduğu da bildirildi ise de, bu ayrılıklar, büyük bir âyetin, birkaç küçük âyet sayılmasından veya birkaç kısa âyetin, bir büyük âyet, yahut surelerin evvelindeki Besmelelerin bir veya ayrı ayrı âyet sayılmasından ileri gelmiştir. Bu hususta Bostân-ül-ârifînde geniş bilgi vardır.
Sual: Peygamberlerin de kendi aralarında üstünleri var mıdır varsa bunlar hangi peygamberlerdir?
Cevap: Muhammed aleyhisselam Habibullahtır, İbrahim aleyhisselam Halilullahtır, Musa aleyhisselam Kelimullahtır, İsa aleyhisselam Ruhullahtır, Âdem aleyhisselam Safiyyullahtır ve Nuh aleyhisselam Neciyyullahtır. Bu altısı, diğer Peygamberlerden daha üstündür, bunlara Ülül'azm denir. Hepsinin üstünü, Muhammed aleyhisselamdır.
.
Rüşvet vermek ve almak
5 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :5 Mayıs 2024 01:16
"Rüşvet olarak istenip alınan mal, insanın mülkü olmaz. Veren, geri isteyebilir."
Sual: Bir kimse, dinini, malını, ırzını korumak veya herhangi bir kimseyi zalimlerin zulmünden kurtarmak için rüşvet verebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Rüşvet olarak istenip alınan mal, insanın mülkü olmaz. Veren, geri isteyebilir. İstemeden verdi ise, geri isteyemez. Fakat alanın bunu geri vermesi vacip olur. Bir âlime, kendine şefaat etmesi veya zulümden kurtarması için, önceden verilen şey rüşvet olur. Fakat sonra verilen hediyesini alması caiz olur. Önceden istemesi haramdır. Önceden verilen hediyeyi almanın, hocanın talebesinden hediye alması caiz denildi. Dinine, malına, canına zarar gelmesinden korkan kimsenin rüşvet vermesi caizdir. Dinini, malını ve canını, zalimlerin zulmünden korumak için ve hakkını kurtarmak için bir şey vermek rüşvet olmaz. Alana günah olur.”
Farzları yapabilmek ve haramlardan kurtulabilmek için verilen mal da rüşvet olmaz. Bunları almak günah olur. Yine İbni Âbidînde rüşvet almanın haram olduğu anlatılırken, rüşveti dörde ayırmaktadır. Müftü, hâkim, vali olmak için rüşvet vermek ve birinin, haklı dahi olsa, memura, hâkime rüşvet vermesi ve bunların almaları haramdır. Çünkü zaten vacip olan şeyi yapmak için bir şey almak caiz değildir. Bu işleri yaptıktan sonra, istemeden verilen hediye, rüşvet olmaz. Memurların zulmünden kurtulmak veya hakkını almak, malını, canını, dinini, ırzını korumak için memura veya aracıya vermek caizdir. Bunların alması ise haramdır. Zulüm yapılması için vermek ve almak da haramdır.
Sual: Herhangi bir kimsenin verdiği hediyeyi almanın, kabul etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bir kimse, kendi malından hediye verse, istenmeden verilen bu hediyeyi almak, kabul etmek sünnettir. Mektûbât-ı Ma'sûmiyyede deniyor ki:
“Peygamber efendimiz hazret-i Ömer'e hediye gönderdi. Kabul etmedi. Geri göndermesinin sebebini sordu. (İnsan için hayırlı olan, kimseden bir şey almamaktır) buyurdunuz deyince, (İsteyip de almak için demiştim. İstemeden verilen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır. Onu alınız!) buyurdu. Hazret-i Ömer de; 'Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden verileni alacağım' dedi.”
Hediye almanın, tevekküle mâni olmadığı, Makâmât-ı Mazheriyyede yazılıdır.
.
Peygamber efendimize dil uzatanlar
6 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :6 Mayıs 2024 00:24
Resulullah efendimiz için "tecrübeli adam" demek edepsizliktir!..
Sual: Hintli Hamidullah ve onun yolunda olanların, Peygamber efendimizin, çeşitli yerlere seyahat ederek bu bigileri öğrendiğini söylemeleri doğru mudur?
Cevap: Hintli Hamidullah, Fransa'da "İslam Bilgileri Profesörü" etiketini aldığı için, İslam âlimi sanılmaktadır. "İslam Peygamberi" kitabında, Peygamber efendimiz için;
“Onu gene tüccar sıfatı ile Yemen'de, Bahreyn ve Umman'da görüyoruz. Belki de deniz yolu ile Habeşistan'a gittiği dahi hatıra gelebilir. Bütün bu seyahatlar, onun Bizans, Acem, Yemen ve Habeşistan'ın ticari, idari gelenek ve kanunlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşında, kırkında bu tecrübeli adam, kavmini ıslaha teşebbüs etti” demektedir. Hâlbuki, İslam tarihleri, söz birliği ile diyorlar ki:
“Resulullah efendimizi, üç gün validesi, sonra Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe birkaç gün emzirdi, daha sonra, iki sene Halime Hatun emzirdi. Altı yaşında iken, validesi Âmine hatun, oğlunu Medine'ye dayılarını görmeye götürdü. Bir ay kalıp, dönüşte, Ebvâ denilen yerde vefat etti. Hizmetçileri Ümm-i Eymen ile Mekke'ye gelip, dedesi Abdülmuttalib'in yanında kaldı. Sekiz yaşına gelince, dedesi vefat edip, amcası Ebû Talib'in yanında kaldı.
Dokuz veya oniki yaşında iken Ebû Talib, yirmi yaşında hazret-i Ebû Bekir ve yirmibeş yaşında iken, hazret-i Hatice'nin kervanı ile Şam'a gidenler arasında bulundu. Bu yolculukların üçünde de, Busrâ denilen yere vardıklarında, orada bulunan kilisenin papasları, Bahîra ve sonra Nestûra, İncil'de okudukları son Peygamberin alametlerini kendisinde görerek;
“Şam'a gitmeyiniz! Şam'da Yahudîler bu çocuğu tanır, öldürür” dediler. Bunlar da, ticaretlerini orada yapıp geriye döndüler.
Ondört veyâ onyedi yaşında iken, Yemen'e giden amcası Zübeyr, ticareti bereketli olması için, Resulullah efendimizi de beraber götürdü. Bahrey'ne gittiğini bildiren güvenilir haber olmadığı gibi, Habeşistan'a seyahat ettiğini de, Peygamberliğine inanmayanlardan başka, kimse düşünmüş değildir. Diğer seyahatlere de, kendisi ile bereketlenmek için götürülmüştü.”
Bizans'a, Acem'e, Habeş'e ve Yemen'e gidip, oralarda öğrendiklerini ortaya koyarak, kavmini ıslaha kalkıştı demek ve Resulullah efendimiz için "tecrübeli adam" diyerek edepsizce davranmak, bir Müslümanın yapacağı şey değildir.
.
Kâr haddi koymak
7 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :7 Mayıs 2024 00:40
"Fiyatlar, mal oluş fiyatının iki misline çıktığı zaman hükûmetin, kâr haddi koyması caiz olur.”
Sual: Dinimizde belli bir kâr haddi var mıdır, satılan mallara sınırlama getirilebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Enes bin Mâlik hazretleri nakleder ki; Medîne-i münevverede, pahalılık oldu. Ya Resulallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz denildi. (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Dürr-ül-muhtârdaki hadis-i şerifte; (Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır) buyurdu. Esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak yani mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı, arttırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, hükûmetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur.”
Hükûmetin koyduğu bu fiyata uymak vaciptir. Bunun gibi, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini koruyan kanunlara uymak lazımdır. Bunları korumak için, hükûmete yardımcı olmalı, mal, vergi kaçakçılığı yapmamalıdır. Gayr-i müslim hükûmetlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir.
Sual: Vakıf olarak yapılmış bir bina, eskimiş ve kullanılamaz duruma gelmiş ise, bu binanın malzemelerini başka yerde kullanmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Vakıf olarak yapılan cami, bina harab olunca, işe yaramayan parçaları satılıp, kendi tamirine, tamiri mümkün değilse, yakın bulunan bir vakıf binanın tamirine, onun ihtiyacına sarf edilir. Başka bir yere sarf edilemez.
Sual: Bir kimse, dükkânınıda, mağazasında mallarını satarken, salevat ve benzeri tesbihleri söylemesi, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İhtiyâr kitabında deniyor ki:
“Tesbih, tahmid, tekbir, Kur’ân-ı kerim, hadis-i şerif ve fıkıh kitabı okumak sevaptır. Ahzâb suresinin 35. âyetinde mealen; (Allahı çok zikreden erkeklerin ve kadınların günahları affolur ve çok sevap verilir) buyuruldu. Tüccarın, malını müşteriye gösterirken, bunları okuması ve Kelime-i tevhid, salevat okuması günahtır. Bunları, para kazanmaya alet etmek olur.”
Sual: Abdest alırken, yıkanacak uzuvları kaç kerre yıkamalıdır?
Cevap: Abdest alırken, yıkanacak yerleri, üç kerre su dökmek değil, üç kerre tam yıkamak sünnettir. Üçten fazla yıkamak mekruhtur. Üçü sayarken şaşırırsa, üç yapar. Fazla oldu ise, mekruh olmaz
.
Söz, az ve açık olmalıdır
8 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :8 Mayıs 2024 00:33
Bir şeyi kapalı anlatmak, dinleyene sıkıntı verir, onu incitir.
Sual: İnsanlara nasihat ederken, din bilgisi verirken sert ve insanları aşağılayıcı bir tavırla hareket etmek, dinen uygun mudur?
Cevap: Birinin sözünü yanlış anlamak, kişinin öfkelenmesine sebep olabilir. Böyle zamanlarda az ve açık söylemek, şüpheli kelimeler kullanmamak lazımdır. Bir şeyi kapalı anlatmak, dinleyene sıkıntı verir, onu incitir. Emr-i maruf yapmanın üç şartı vardır:
Birincisi, Allahü teâlânın emrini ve yasağını bildirmeye niyet etmektir.
İkincisi, söylediğinin vesikasını, kaynağını bilmektir.
Üçüncüsü, hasıl olacak sıkıntılara sabretmektir.
Bunun için yumuşak söylemek, sertlik yapmamak lazımdır. Sert söyleyen ve münakaşa eden fitne çıkmasına sebep olur. Hazret-i Ömer halife iken, Abdullah ibni Mesut hazretleri ile bir gece Medine içinde dolaşıyorlardı. Bir kapıdan teganni, şarkı söyleyen kadın sesi duydu. Kapı deliğinden içerisini gözetledi. Önünde şarap şişesi, karşısında şarkıcı bir kız bulunan ihtiyarı gördü. Hemen pencereden içeri girdi. O kimse;
-Ya Emirelmüminin! Allahü teâlânın rızası için beni dinler misin? deyince;
-Söyle bakalım, buyurdu. Ben, Allahü teâlâya bir isyanda bulundum. Fakat sen, onun üç emrine isyan ettin, dedi.
-Nedir onlar? deyince;
-Allahü teâlâ, başkasının evini gözetlemeyiniz buyuruyor. Sen, kapıdan içerisini gözetledin. Allahü teâlâ, başkasının evine izin almadan girmeyiniz buyurdu. Sen izinsiz girdin. Allahü teâlâ, evlere kapılarından giriniz ve selam veriniz buyurdu, sen ise, pencereden girdin ve selam vermedin, dedi. Hazret-i Ömer buna adalet ve insaf ile cevap vererek;
-Doğru söyledin dedi ve ondan af diledi. Ağlayarak dışarı çıktı.
Sual: Din diye, sadece Allahü teâlâ tarafından gönderilenlere mi denir, insanların uydurduklarına da din denir mi?
Cevap: Din, insanları saadet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede, bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere resul denir. Her asırda, en temiz bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resullere tabi olan bu peygamberlere de, nebi denir.
.
Allahü teâlâ için darılmak
9 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :9 Mayıs 2024 00:28
Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, (dargın olmak) caizdir, hatta müstehaptır.
Sual: Günah işleyenlere karşı mesafeli durmak, darılmak, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Hicr, menetmek, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir. Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehaptır. Bu hâl, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte;
(Amellerin, ibadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama;
-Benim için ne yaptın? buyurunca;
-Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikreyledim, diye arz edince, Allahü teâlâ;
-Namaz, sana burhandır, kötü iş yapmaktan korur. Oruç, kalkandır, Cehennem ateşinden korur. Zekât da, mahşer yerinde gölge verir, sana rahatlık verir. Zikir, mahşerde karanlıktan kurtarır, ışık verir. Benim için ne yaptın? buyurdu.
-Ya Rabbi! Senin için olan işin ne olduğunu bana bildir, diye yalvarınca;
-Ya Musa! Dostlarımı sevdin mi, düşmanlarımdan kesildin mi? buyurdu. Musa aleyhisselam, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadetin, hubb-i fillah ve buğd-ı fillah olduğunu anladı.
Günah işleyeni, kabahat yapanı uzun zaman hicr eylemek caizdir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin haramdan geldiği bilinen hediyeyi kabul ettikleri için amcasını ve oğullarını hicr eylediği meşhurdur. Resulullah efendimiz, Tebük gazasına gelemeyen üç kişiyi hicr eylemiştir.
Sual: Bütün Peygamberlerin iman ve ibadet olarak bildirdikleri hep aynı mıdır?
Cevap: Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Fakat, dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır.
Sual: İnsanlara maddeten yardım eden, hayır yapan kimse, zekât vermiş gibi ibadet sevabı alabilir mi?
Cevap: İhlas ile, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile, farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan, mekruhlardan kaçınmaya, yani ahkam-ı islamiyyeyi, İslamiyetin hükümlerini yerine getirmeye ibadet etmek denir. Niyetsiz, ibadet olamaz. Önce iman etmek, sonra İslamiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır.
.
Mubahlar, iyi niyetle yapılınca sevap olur
10 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :10 Mayıs 2024 00:40
Her mubah işte, hatta yemede, içmede, uyumada ve helaya girmekte bile iyi niyet etmeyi unutmamalıdır.
Sual: Helal ve mubah olan şeyleri yaparken, niyetin iyi veya kötü olmasını, sevap ve günah bakımından bir önemi var mıdır?
Cevap: Her mubah, iyi niyetle yapılınca taat olur. Kötü niyetle yapılınca, günah olur. Koku sürünen, iyi giyinen kimse, dünya lezzeti için veya gösteriş yapmak, öğünmek için veya kendini kıymetlendirmek için, yahut yabancı kadınları, kızları avlamak için şık giyinirse, günah işlemiş olur. Dünya lezzetini tatmak için olan niyetine azab verilmez ise de, ahıret nimetlerinin azalmasına sebep olur. Başka niyetleri için azab görür. Bu kimse, sünnet olduğu için koku sürünür, şık giyinirse, camiye saygı için, camide yanına oturan Müslümanları incitmemek için, temiz olmak için, sıhhatli olmak için, İslamın vakarını, şerefini korumak için niyet edince, her niyeti için ayrı sevaplar kazanır. Bazı âlimler buyuruyor ki: Her mubah işte, hatta yemede, içmede, uyumada ve helaya girmekte bile iyi niyet etmeyi unutmamalıdır. İnsan, mubah bir işe başlarken, niyetine dikkat etmelidir. Niyeti iyi ise, o işi yapmalıdır. Niyeti, yalnız Allahü teâlâ için olmazsa, yapmamalıdır. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, sizin suretlerinize, mallarınıza, bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar) buyuruldu. Yani, Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, hayrat ve hasenatına, malına, rütbesine bakarak sevap ve ikram vermez. Bunları ne düşünce ile, ne niyetle yaptığına bakarak, sevap veya azap verir.
Sual: Birinin gönlünü almak veya gönlünü kırmamak için işlenen günah, günah olmaktan çıkar mı?
Cevap: Günahlar, niyetsiz veya iyi niyet ederek işlenirse, günah olmaktan çıkmaz. (Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur) hadis-i şerifi, taatlara ve mubahlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir. Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veya başkasının malı ile sadaka verse, yahut haram para ile mektep, cami yaptırsa, bunlara sevap verilmez. Bunlara sevap beklemek, cahillik olur. Zulüm, günah, iyi niyetle işlenirse, yine günah olur. Böyle işleri yapmamak sevaptır.
Sual: Ehl-i sünnet âlimi diye kimlere denmektedir?
Cevap: Dört mezhepte ictihat derecesine yükselmiş olan müctehidlere ve bunların yetiştirmiş oldukları büyük âlimlere Ehl-i sünnet âlimleri denir.
.
İmamın bağırarak sesini yükseltmesi
12 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :12 Mayıs 2024 00:34
"İmam, namaza başlamak için, tekbir getirmeli, cemaate duyurmayı düşünmemelidir."
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamın sesini cemaate duyurmak için bağırarak yükseltmesi, namaza zarar verir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“İmamın namaza dururken, rükünden rüküne geçerken ve selam verirken, cemaat işitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnettir. Daha fazla yükseltmesi mekruhtur. İmam, namaza başlamak için, tekbir getirmeli, cemaate duyurmayı düşünmemelidir. Aksi takdirde namazı sahih olmaz. Cemaatin hepsi, imamı işitmediği zaman, müezzinin de herkese duyuracak kadar, sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de namaza başlamayı düşünmeyip, yalnız cemaate duyurmak için bağırırsa, namazı sahih olmadığı gibi, imamı duymayıp, yalnız bu müezzinin sesi ile namaza duranların namazı da sahih olmaz. Çünkü namazı kılmayan birine uymuş olurlar. Cemaate duyuracak kadardan daha yüksek bağırmak, müezzin için de, mekruhtur.”
Dört mezheb âlimleri söz birliği ile bildiriyor ki, cemaatin hepsi, imamın sesini duyarken, müezzinin de tekbir getirmesi, mekruhtur ve çirkin bidattir. Hatta Bahr-ül-fetâvâda, Feth-ul-kadîrde ve Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli kenarındaki Üstüvânî risalesinin sonuna doğru diyor ki:
“Küçük mescitlerde, imamın tekbiri işitilirken, müezzin yüksek sesle tekbir getirirse, namazı bozulur.”
Sual: Namaz kılmak için, vaktin girdiğinden emin olmak şart mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Namazın sahih olması için, namaz vaktinin girmiş olduğunu iyi bilmek lazımdır. Vaktin girdiğinde şüphe ederek kılsa, sonra vakit girdikten sonra kılmış olduğu anlaşılsa, kılmış olduğu namaz sahih olmaz. Vaktin girdiği, adil bir Müslümanın okuduğu ezan ile anlaşılır. Ezanı okuyan adil değilse, vaktin girip girmediğini kendi araştırır. Girdiğini çok zan edince, kılar. Din işlerinde adil bir Müslümanın sözüne inanılır. Mesela, kıbleyi, bir şeyin temiz ve necis olmasını, helal, haram olmasını haber verince inanılır. Haber veren fasıksa yahut adil, fasık olduğu belli değilse, doğru söyleyip söylemediğini kendi araştırıp, zan ettiğine göre hareket eder. Çok zan etmek, iyi bilmek demektir. Namaz vaktinin girdiğini haber vermek ibadettir. Namaz vaktini bilen, akıllı baliğ, adil bir erkeğin ezanına inanılır, fasığın değil.”
.
Kur'ân-ı kerim, indiği gibi kalmıştır
13 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :13 Mayıs 2024 00:31
Kur'ân-ı kerimin bir üstünlüğü de, bugüne kadar indiği gibi, değişmemiş olarak kalmasıdır.
Sual: Kurân-ı kerimde, indirilidiğinden itibaren, herhangi bir değişme olmuş mudur?
Cevap: Kur'ân-ı kerimin, hadis-i şeriflerden ve başka ilahi kitaplardan bir ayrılığı ve üstünlüğü de, bugüne kadar indiği gibi, değişmemiş olarak kalmasıdır. Harfleri ve noktaları bile değişmemiştir demek yetişmiyor. Çünkü Kur'ân-ı kerimdeki kelimelerin çeşitli okunuşundan başka, bu kelimelerin uzun, kısa, açık, kapalı, kalın, ince gibi okunmaları da, Resulullah efendimizin bildirdiği ve okuduğu gibi kalmıştır.
İlm-i kırâet denilen ve pekçok kitabı olan büyük bir ilme ve İslam âlimlerinin bu yoldaki çalışmalarına, hizmetlerine bakıp da şaşmamak elde değildir. Kur'ândan olup da çıkarılmış veyahut Kur'ândan olmayıp da sonradan katılmış tek bir kelime yoktur. Çünkü, İslam âlimleri, Kur'ân-ı kerime dokunulmaması, ufak bir şüphenin bile ona yaklaşamaması için, çok sağlam bir esas koymuşlardır. Yani, Kur'ân-ı kerimin her asırda söz birliği ile gelmesi şarttır. Eshab-ı kiramdan bugüne kadar, her asırda, yalan üzerinde söz birliği yapacakları düşünülemeyen yüz binlerce hafız vasıtası ile bizlere gelmiştir. Sanki bir an durmayan coşkun bir nehir gibi ebediyete doğru akıp gitmektedir.
Bugün İslam düşmanlarının yeryüzünü kapladığı bir zamanda bile, elhamdülillah, dünyanın her tarafında, Allah kitabının her kelimesi, her noktası birbirine benzemektedir. Kur'ân-ı kerimin ne kadar çok sağlam olduğu şundan da anlaşılır ki, Eshab-ı kiramın büyüklerinden bazıları bildirdiği hâlde, tevatür yani söz birliği hâlini almayan okuma şekilleri, ne kadar kuvvetli olsa bile, Kur'ândan olmak için kâfî görülmemiştir. Mesela, yemin keffaretini bildiren (üç gün oruç) âyet-i kerimesini, Abdullah ibni Mesud hazretleri, (üç gün arka arkaya oruç) olarak bildirmiş ve bunu fıkıh âlimleri vesika bilerek, keffaret orucunun üç gün, mütetâbi'ât olarak, yani art arda tutulması lazım olmuştur. Fakat Abdullah ibni Mesud hazretleri, Eshâb-ı kiramın büyüklerinden, çok güvenilir ve çok sağlam bir zat olmakla beraber, sözünde yalnız kaldığı için, Mütetâbi'ât kelimesi Kur'ân-ı kerime girememiştir. İhtiyat olunarak bu kelimenin manası alınmış ve yine ihtiyat olunarak Kur'ân-ı kerime sokulmamıştır. Bunlara Kırâet-i şâzze denir.
.
Doğru yoldan ayrılmanın sebebi
14 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :14 Mayıs 2024 00:33
Yunan, Hint, Fars, Latin felsefelerinden ilham alan İbni Sinâ, Fârâbî gibi filozoflar hak yoldan ayrılmışlardır.
Sual: Bidat fırkalarının, Peygamber efendimizin ve ilk Müslümanların bildirdiği doğru yoldan ayrılmalarının sebebi ne idi?
Cevap: Ehl-i sünnet İslam âlimleri, kelâm, iman bilgilerinde, müteşâbih yani manası açıkça anlaşılamayan, ayrıca tefsire, izaha muhtaç olan âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin açıklamalarında, yalnız Resulullah efendimizin sözlerine ve Eshâb-ı kiramın ictihatlarına uymuşlar, eski felsefecilerin bunlara uymayan fikirlerini reddetmişler, böylece İslâm dinini, hıristiyanlık gibi bozulmaktan korumuşlardır. Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kiramın yolundan ayrılanlar ise, felsefecilerin her sözlerinin doğru olacağını zannederek, bu felsefecilere teslim olmuşlar ve böylece Mu'tezile ve benzeri bozuk fırkalar meydana gelmiştir. Peygamber efendimiz islamiyette yetmişiki bozuk fırkanın hasıl olacağını haber vermiştir. Yunan, Hint, Fars, Latin felsefelerinden ilham alan, İbni Sinâ, Fârâbî, İbni Tufeyl, İbni Rüşd, İbni Bâce gibi filozoflar zuhur ederek, bazı bilgilerde Kur'ân-ı kerimin hak yolundan ayrılmışlardır.
İmâm-ı Gazâlî hazretleri Rumca öğrenerek eski Yunan felsefesini incelemiş, doğru bulmadığı yerlerini reddetmiştir. Hârûnürreşîd hazretleri zamanında İslam ilimlerine karıştırılan felsefe, Montesquieu, Spinoza gibi filozoflara rehberlik etmiş, bunlar "Farabius" adını verdikleri Fârâbî'nin tesiri altında kaldıklarını açıkça itiraf etmişlerdir.
İmâm-ı Muhammed Gazâlî hazretleri yetmişiki fırkadan ilk zuhur eden Şii fırkasının Dâî'leri ile mücadele etti. Dâî'ler, Kur'ân-ı kerimin bir içyüzü, bâtını, bir de dış yüzü zâhiri olduğunu iddia ettiler. Bunlara "Bâtınî" fırkası ismi verilmiştir. İmâm-ı Gazâlî hazretleri bunların felsefelerini kolayca yıktı. Bâtınîler bu mağlubiyetten sonra, İslamiyetten daha çok ayrıldılar. Manaları açık olmayan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek Mülhid, dinsiz oldular. Siyasi maksatları sebebi ile işi azıtarak, hak yoldaki Ehl-i sünnet Müslümanların başına bela oldular.
Sual: Necis topraktan imal edilen testi ve benzeri şeyleri kullanmakta mahzur var mıdır?
Cevap: Necis su ile inşa edilmiş, yapılmış fırında ekmek pişirilebilir. Necis toprakla yapılan küp, testi gibi şeyler, fırından çıkınca temiz olur.
.
İslâmiyet'in yayılmasına hizmet etmek
15 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :15 Mayıs 2024 00:20
"İslâma yapılacak en büyük hizmet, Ehl-i sünnet kitaplarını alıp, gençlere dağıtmakla olur."
Sual: İslâm dininin doğru olarak öğrenilmesi ve bu bilgilerin insanlara ulaştırılması konusunda, kadın, erkek her Müslüman sorumlu mudur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 1. cilt, 193. mektubunda buyuruyor ki:
“Bugün Müslümanlar kimsesiz kaldı. Din düşmanları her taraftan saldırıyor. Bugün, İslâma hizmet için bir lira vermek, başka zaman verilen binlerce liradan daha çok sevaptır. İslâma yapılacak en büyük hizmet, Ehl-i sünnet kitaplarını alıp, gençlere dağıtmakla olur. Hangi talihli kimseye bu hizmeti nasib ederlerse, çok sevinsin, çok şükretsin. İslâma hizmet etmek her zaman sevaptır. Fakat, İslâmın zayıf olduğu, yalanlarla, iftiralarla, Müslümanlık yok edilmeye çalışıldığı bu zamanda, Ehl-i sünnet itikadını yaymaya çalışmak, kat kat daha çok sevaptır. Resulullah efendimiz, Eshâb-ı kiramına karşı buyurdu ki:
(Siz öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânın emirlerinden ve yasaklarından onda dokuzuna uyup, onda birine uymazsanız, helak olursunuz, azab görürsünüz! Sizden sonra, öyle bir zaman gelecek ki, o zaman, emirlerin ve yasakların yalnız onda birine uyan kurtulacaktır.)
Hadis-i şerifte bildirilen zaman, işte bu zamandır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet sahibi olmak, âlim olmak şart değildir. Her Müslümanın bunu yapmak için uğraşması lazımdır. Fırsatı kaçırmamalıdır. Kıyamette her Müslümana, bunu soracaklar, İslâma niçin hizmet etmedin diyeceklerdir. Özür, bahane, kabul edilmeyecektir. Peygamberler, insanların en üstünleri iken, hiç rahat oturmadı. Allahü teâlânın dinini yaymak için, gece gündüz uğraştılar. Bu yolda çalışırlarken, Allahü teâlâ da, bunlara yardım eder, mucize yaratırdı. Bizim de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymamız ve Müslümanlara iftira edenlerin, yalancı olduklarını, gençlere, dostlara bildirmemiz lazımdır. Bu yolda malı, kuvveti, mesleği ile çalışmayanlar, azabdan kurtulamayacaklardır. Bu yolda çalışırken, sıkıntı çekmeyi büyük saadet, büyük kazanç bilmelidir. Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini bildirirken, çok sıkıntı çekerlerdi. Onların en üstünü olan Muhammed aleyhisselam;
(Benim çektiğim eziyet gibi, hiçbir Peygamber eziyet görmedi) buyurdu.”
.
Rüyada Resulullah efendimizi görmek
16 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :16 Mayıs 2024 00:31
"Rüyalara kıymet vermemelidir. Her şey, insan uyanık iken vardır. Bunları uyanık iken görmeye çalışmalıdır."
Sual: Bazı kimseler; “Rüyada Resulullah efendimiz görülürse, o rüya doğrudur, çünkü şeytan, onun şekline giremez” diyorlar. Gerçekten böyle midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Resulullah efendimizin kendi şeklini ve hele rüyada tanıyabilmek çok güçtür. Bunun için, rüyalara nasıl güvenilebilir? Âlimlerin çoğunun dediğine uyarak ve Resulullah efendimizin yüksek şanına yakışacak üzere, şeytanın hiçbir şekilde o Serverin ismi ile görünemeyeceğini söylersek, o şekilden emirler almak ve onun beğenip beğenmediğini anlamak kolay değildir. Şeytan, araya karışarak, olmayan şeyi olmuş gibi gösterebilir. Kendi sözlerini ve işaretlerini, o şeklin sözleri ve işaretleri imiş gibi gösterir...
Bir gün Resulluh efendimiz eshabı ile oturuyordu. Kureyşin ileri gelenleri de orada idiler. Resulullah efendimiz onlara Vennecmi suresini okudu. Onların putlarını anlatan âyet-i kerimeye gelince, şeytan putları öven birkaç sözü, o Serverin sözüne ekledi. Dinleyenler, bunları da o Serverin sözü sandılar. Şeytanın sözlerini âyet-i kerimeden ayıramadılar. Orada bulunan müşrikler, Muhammed bizimle sulh yaptı, putlarımızı övdü dediler. Müslümanlar da, okunan sözlere şaşakaldılar. O Server şeytanın sözlerini anlayamadı. (Ne oluyorsunuz?) diye sordu. Eshâb-ı kiram, siz okurken bu sözler de araya karıştı dediler...
O Server düşünceye daldı ve çok üzüldü. Hemen Cebrâil aleyhisselam vahiy getirdi. O sözleri şeytanın karıştırdığını, bütün Peygamberlerin sözlerine de karıştırmış olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, o sözleri âyet-i kerime arasından çıkardı. Kendi kelamını sapasağlam yaptı...
Görülüyor ki, o Server hayatta, uyanık ve Eshâb-ı kiram arasında iken, şeytan o Serverin sözüne kendi bozuk şeylerini karıştırıyor ve hiç kimse bunu ayıramıyor. O Server vefat ettikten sonra bir kimse uykuda hisleri çalışmaz ve yalnız iken, nasıl olur da, rüyanın şeytanın karışmasından korunduğunu ve onun değiştirmediğini anlıyabilir?..
Rüyalara kıymet vermemelidir. Her şey, insan uyanık iken vardır. Bunları uyanık iken görmeye çalışmalıdır. Uyanık iken görülen şeylere güvenilir. Bunları, tabir etmek istemez. Rüyada ve hayalde görülen şeyler de, rüya ve hayaldir.”
.
Altın yüzük, fakirlere mi yasaktır?
17 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :17 Mayıs 2024 01:25
Altın yüzüğün yasak edilmesini fakirliğe bağlamak isteyenlerin sözleri, hiçbir delile dayanmamaktadır!
Sual: Bazı kimseler; “Eshab yani ilk Müslümanlar fakir oldukları için, kendilerine altın yüzük takmaları yasak edildi. Zengin olanların takması ise caizdir” demektedirler. Böyle bir şey var mıdır, bu sözler doğru mudur?
Cevap: Böyle söyleyenlerin bu sözleri, hiçbir esasa, delile, kaynağa dayanmamaktadır. Resulullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), erkeklere altın yüzüğü yasak ederken, sebebini de bildirmiştir. Fakirlere değil, her erkeğe yasak etti. Yalnız fakirlere haram olsaydı, fakir kadınlara da haram olurdu. Bundan başka, yalnız altını değil, çok ucuz olan başka madenlerden yüzük takmayı da yasak etmiştir. Şunu da bildirelim ki, gümüşten başka yüzüklerin erkeklere yasak edilmesi, Medine'de iken oldu. Eshâb-ı kiramın fakir olduklarını bildiren haberler ise, hicretten önce Mekke'de iken idi. Bedir Gazasında bulunan üç yüzden fazla Sahabiden altmış dört adedi muhacir olduğuna göre, Mekke'de imana gelenlerin sayısı yüzden azdı. Medineli ensarın fakir olanları ile muhacirlerin fakirleri, Mescid-i nebî yanındaki Soffa denilen büyük çardak altında yaşarlar, ilim öğrenmek ve öğretmekle uğraşırlar, ömürlerinin çoğu Resulullah efendimizle birlikte cihad etmekle geçerdi. Bunlara "Eshâb-ı soffa" denirdi. Sayıları değişirdi. Çok zaman yetmiş kişi olurdu. Çoğu şehit oldu. Bunlardan başka bütün Eshâb zengin idi. İçlerinde çok zengin olanları az değildi. Bostân kitabında deniyor ki:
“Zübeyr bin Avvâm hazretleri ölünce, mirasçılarının her birine kırk bin dirhem gümüş kaldı. Abdurrahman bin Avf hazretleri, hastalığında boşamış olduğu hanımına, mirasının yirmi dörtte birinin verilmesini söylemişti. Buna seksen üç bin altın verildi. Hazret-i Talha'nın günlük geliri, bin altın idi.”
Bunların üçü de Cennetle müjdelenmişti. Hazret-i Osman'ın servetinin hesabı bilinemedi. Zekât, ganimet ve ticaret sebebi ile Medine'de fakir kimse kalmadı. Altın yüzüğün yasak edilmesini fakirliğe bağlamak isteyenlerin pek çürük ipe sarılmakta oldukları meydandadır. Dört mezhebde de haram olan bir şeyin haram olduğuna inanmak lazımdır. Bulunduğu mezhebin haram dediğini değiştirmeye kalkışarak, âyet-i kerimelere veya hadis-i şeriflere başka mana verenin mezhebsiz olduğu anlaşılır. Mezhebsiz olan da, ya sapık veya kâfir olur!
.
Hayırlı işlere sağdan başlamak
18 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :18 Mayıs 2024 00:25
Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır.
Sual: İyi, hayırlı işlere başlarken, hep sağdan mı başlamak gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki: Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Ayakkabı, don, gömlek giyerken, baş tıraş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, Müslümanın evine, odasına girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden, odasından çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehaptır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur.”
Sual: Camiye rastgele mi girip çıkılır veya nasıl girmeli ve çıkmalıdır?
Cevap: Camiye sağ ayak ile girilir, çıkarken sol ayak ile çıkılır. Uyûn-ül-besâirde deniyor ki:
“Camiye girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla camiye girilir. Önce sol ayakla çıktıktan sonra veya çıkmadan evvel, önce sağ ayakkabı giyilir.”
Sual: Cin veya şeytan şerrinden korunmak, kurtulmak için belli bir dua veya dualar var mıdır?
Cevap: Cin, şeytan şerrinden kurtulmak için ve sara hastalığına, sihre, büyüye karşı Teshîl-ül-menâfi kitabının sonundaki âyât-ı hırzı yedi gün okumalı ve yazıp, üzerinde taşımalıdır. Celâleddîn-i Süyûtî hazretleri Kitâbürrahme fittıbb-i velhikme kitabında buyuruyor ki:
“Şeytanın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, her gün bu duayı okumalıdır: (Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül'azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!) Hiltit veya şeytan tersi adındaki zamkı yanında taşıyan kimseye cin gelmez. Sara hastası, bunu koklarsa, iyi olur.”
Asa Foetide denilen bu zamk, esmer, pis kokulu, reçine olup, antispasmodique yani sinirleri teskin edici olarak Avrupa'da, toz, hap, ihtikan şeklinde adale ve sinir gerginliğini gidermek için kullanılmaktadır. Ütrüc yani Ağaç-kavunu bulunan eve cin girmeyeceği, Hayât-ül-hayvân’da ve Kâmûs’da yazılıdır.
.
İman, herkeste aynı mıdır?
19 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :19 Mayıs 2024 00:17
İbadetler, imandan değildir. Fakat, imanın kemalini arttırır ve güzelleştirirler.
Sual: Peygamberlerin imanı ile diğer insanların imanları hep aynı mıdır, aralarında iman bakımından bir fark var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İmân; ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan, Peygamber efendimizden gelen haberlere inanmak ve inandığını söylemek demektir. Her lisan ile söylemenin caiz olduğu, Dürr-i yektâda yazılıdır. İbadetler, imandan değildir. Fakat, imanın kemalini arttırır ve güzelleştirirler. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe aleyhirrahme, iman artmaz ve azalmaz, buyuruyor. Çünkü iman, kalbin tasdik etmesi, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan bir inanışa, inanmak değil, zan ve vehim denir. İmanın kâmil veya noksan olması, ibadetlerin çok ve az olması demektir. İbadet çok olunca, imanın kemâli çok denir. O hâlde, müminlerin imanları, Peygamberlerin imanları gibi olmaz. Çünkü bunların imanları ibadetler sebebi ile kemâlin tepesine varmıştır. Diğer müminlerin imanları oraya yaklaşamaz. Her ne kadar, her iki iman, iman olmakta ortak iseler de, birincisi, ibadetler vasıtası ile, başka türlü olmuştur. Sanki aralarında benzerlik yoktur. Müminlerin hepsi, insan olmakta, Peygamberler ile ortaktır. Fakat, başka kıymetler, üstünlükler bunları yüksek derecelere çıkarmıştır. İnsanlıkları, sanki başka türlü olmuştur. Sanki, müşterek olan insanlıktan daha yüksek insandırlar. Belki, insan bunlardır, başkaları sanki insan değildir.
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe aleyhirrahme; (Ben elbette müminim) demelidir, diyor. İmâm-ı Şâfiî aleyhirrahme ise; (Ben inşâallah müminim) demelidir, buyuruyor. Bunun ikisi de doğrudur. İnsan şimdiki imanını söylerken (Ben elbette müminim) demelidir. Son nefesteki imanını söylerken (Ben inşâallah müminim) der. Fakat, burada da, şüpheli söylemektense, elbette demek daha iyidir.”
Sual: Meleklerin evlenmesi var mıdır, günah işleyebilirler mi?
Cevap: Melekler, Allahü teâlânın kıymetli kullarıdır. Allahü teâlânın emirlerine isyan etmezler, emir olundukları işleri yaparlar. Evlenmeleri yoktur, doğurmazlar, çoğalmazlar, hata etmez, unutmaz, hile yapmaz, aldatmazlar. Bunların Allahü teâlâdan getirdikleri hep doğrudur, şüpheli, ihtimalli değildir.
.
Cenaze sessiz götürülür
20 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :20 Mayıs 2024 00:36
Cenazeyi, çok yavaş değil, meyyiti sarsmayacak kadar, hızlı götürmelidir.
Sual: Cenazeyi taşıyanların dışında kalanlar, cenazenin önünde mi arkasında mı gitmeli ve cenazeyi taşırken tekbir getirmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Cenazede bulunanlar, cenazenin arkasında ve ona yakın yürümelidir. Cenazede bulunmak sünnet-i müekkededir. Şafii mezhebinde cenazenin önünde gidilir. Kadınlar cenazede bulunmaz. Cenaze sessiz götürülür. Yüksek sesle tekbir, tehlil okumanın bidat ve günah olduğu, Halebî-i kebîr, Merâkıl-felâh, Tahtâvî hâşiyesi, Ni’met-i islâm ve Şir’atül-islâm şerhi sonunda uzun yazılıdır. Cahillerin yapmalarına ve yazmalarına aldanmamalıdır. Böyle bidatler bulunan cenazeyi terk etmemeli, mümkün ise, mâni olmalıdır. Fakat, bidat bulunan ziyafeti terk etmek lazımdır. Cenazenin ön ve yan taraflarında yürümek caiz ise de, arkasında gitmek daha iyidir. Cenazeyi, çok yavaş değil, meyyiti sarsmayacak kadar, hızlı götürmelidir.
Sual: Bir kimse, ölmeden önce, kendisi için kabir yeri satın alabilir mi ve kendisi için kabir kazdırabilir mi?
Cevap: Hayatta iken, kendisi için kabir kazdırmak caizdir. Kendi mülkünde ise, ona mahsus olur. Kendi mülkünde değilse ve kabristanda yerini satın almamış ise, başkası da oraya gömülebilir.
Sual: Ölen bir kimseyi, nerede defnetmek daha iyi ve faydalı olur?
Cevap: Meyyiti büyük mezarlıkta gömmek lazımdır, sünnettir, çok faydalıdır. Salihlere ve evliyaya yakın defnetmelidir. Fasıkların, facirlerin ve hele kâfir ve mürtetlerin kabirlerinden uzak olmalıdır. Rutubetli, nemli yerlerde defnetmek iyi değildir. Mümkün olduğu kadar kuru yerlere defnetmelidir. Nemli yerde defin, çabuk çürümesine sebep olur. Din-i islamda, meyyitin geç çürümesi lazımdır. Toprak nemli veya gevşek olursa, çivisiz tabut ile gömmek iyi olur.
Sual: İslamiyeti hiç duymayanların ve küçükken ölen gayr-i müslim çocuklarının ahiretteki durumu nedir, nereye giderler?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken, zulümleri kadar azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok edileceklerdir. Küçük iken ölen kâfir çocukları ve Peygamberlerden haberi olmayanlar da böyle olacaklardır.”
Kader, bir ilm-i mütekaddimdir
21 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :21 Mayıs 2024 00:17
Kader, Allahü teâlânın sonsuz öncelerde bilmesidir, kullarına zorla yaptırması değildir.
Sual: Kader, Allahü tealanın olacakları önceden bilmesi midir yoksa, kullarına zorla yaptırması mıdır?
Cevap: Kaza ve kadere inanmak, imanın şartlarındandır. Kaza ve kader, zeki insanların en çok takıldığı bir bilgidir. Bu takıntılar, kaza ve kaderi iyi anlamamaktan ileri gelmektedir. Kaderin ne demek olduğu iyi anlaşılsa, hiçkimsenin şüphesi kalmaz ve imanları da kuvvetli olur.
Âlemlerin yaratanı, yarattığı ve yaratacağı şeylerin hepsini, ezelden ebede, zerreden Arşa kadar hepsini, maddeleri, manaları, bir anda ve bir arada bilir. Her şeyi yaratmadan önce biliyordu. Her şeyin iki türlü varlığı olur. Biri ilimde varlık, ikincisi, hariçte, maddeli varlıktır. İmam-ı Gazâlî hazretleri bunu bir misal ile, şöyle anlatmıştır:
“Bir mühendis mimar, yapacağı bir binanın şeklini, her yerini, önce zihninde tasarlar. Sonra zihnindeki bu resmi, kâğıda çizer. Sonra bu planı, mimara ve ustalara verir. Bunlar da, bu plana göre, binayı yapar. Kâğıttaki plan, binanın, ilimdeki varlığı demektir ve zihinde tasavvur edilerek çizilen şeklidir. Buna, ilmî, zihnî, hayalî vücut isimleri verilir. Kereste, taş, tuğla ve harçtan yapılan bina da, hariçteki varlıktır. Mühendis mimarın zihninde tasavvur ettiği şekil, yani bu şekle olan bilgisi, binaya olan kaderidir.”
Kaza ve kader bilgisi karışık olduğundan, okuyanlarda, birtakım yanlış fikirler, evham ve hayaller hasıl olabilir. Bunun için, din büyükleri, kaza ve kaderi çeşitli şekilde anlatmışlardır. Böylece okuyan ve dinleyenler, sözlerin gelişine ve şekline göre, tariflerin birinden faydalanabilir ve şüpheye düşmekten kurtulurlar.
Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir. Allahü teâlâ, her şeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader, bu ilimdir. Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahü teâlânın ilim sıfatının mahluklara olan bağlılığıdır. Kader bir ilm-i mütekaddimdir, cebr-i mü-tehakkim değildir. Allahü teâlânın sonsuz öncelerde bilmesidir, kullarına zorla yaptırması değildir.
Ehl-i sünnet vel-cemâat, kadere iman etmiş, kadere inanmak imanın şartıdır demiştir. Kadere inanmayan, mümin değildir dediler. Kaderin, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. Çünkü kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir.
.
İlmi, Allah rızası için öğrenmelidir
22 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :22 Mayıs 2024 00:24
İlmi, mal, mevki kazanmak, kibir ve şöhret için öğrenmemelidir.
Sual: Din bilgilerini öğrenmek, din tahsili yapmak için, nasıl bir niyet yapmalı, ne niyetle bunları öğrenmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Fetâvâ-yı Hindiyyede deniyor ki:
“İlmi, Allah rızası için, İslam dinine ve Müslümanlara hizmet için öğrenmelidir. Mal, mevki kazanmak, kibir ve şöhret için öğrenmemelidir. Hoca hakkı, ana baba hakkından öncedir. İlmi, Ehl-i sünnet âlimlerinden veya onların yazdıkları kitaplardan öğrenmeli ve salih insanlara öğretmelidir. İlmi iyi insanlardan esirgememelidir. Salih insan, iyi insan demektir. Ehl-i sünnet itikadında olan ve haram işlemekten sakınan Müslümana salih, iyi insan denir. Ehl-i sünnet itikadında olmayan Müslümanlara bidat sahibi veya mezhepsiz denir. Ehl-i sünnet itikadını ve haramları öğrenmek, binlerce İhlâs suresi okumaktan daha sevaptır. Fıkıh öğrenmek, hafız olmaktan efdaldir. Hafız olmak da, nafile ibadetten efdaldir. Vaaz verirken, Allahü teâlâ demelidir. Yalnız, Allah demek hürmetsizlik olur. Fısk meclisinde yani günah işlenen yerde, tesbih, sübhanallah tahmid, elhamdülillah Kur’ân-ı kerim, hadis-i şerif ve fıkıh bilgileri okumak günahtır. Fıska, günah işlemeye mâni olmak için tesbih okumak caiz olur.
Görülüyor ki, kaval, zurna, çalgı ile birlikte veya bunların fasılasında, tekbir, salevat okumak günahtır.”
Sual: Bir Müslüman evine girerken neye dikkat etmesi gerekir, okuması gereken bir dua var mıdır?
Cevap: Bu konuda Süleyman bin Cezâ hazretleri, Eyyühel-veled kitabında buyuruyor ki:
“Evine Besmele ile gir! Eğer zamanın müsait ise, İhlâs suresini oku! Peygamberimiz aleyhisselam buyurdu ki: (Eve girerken İhlâs-ı şerifi okuyan, yoksulluk görmez!) Eshabdan Süheyl radıyallahü anh, Peygamberimizin aleyhisselâm bu tavsiyesi üzerine zengin olmuştur. Eve girerken sağ ayağınla içeriye gir ve selam ver! Evde kimse yoksa, şu şeklde selam verebilirsin: 'Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn.' Bununla beraber, bir kerre Kulhüvallâhü sûresini ve bir kerre de Âyetelkürsîyi okursan evine şeytan giremez. Her neye başlarsan Besmele ile başla! İşe ve yemeğe sağ elinle başla! Yemeğe hep beraber otur. Yemekten sonra, dua ve Kulhüvallâhü sûresini oku! Yemekten sonra bir saat geçmeyince su içme, vücuda iyi değildir.”
.
İbadet ve kazanç ilimlerini öğrenmek...
23 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :23 Mayıs 2024 00:26
Fıkıh öğrenmeyip, hadis, tefsir öğrenmek iflas alametidir. Falcılık öğrenmek haramdır!
Sual: Her Müslümanın kendisine lazım olan din bilgilerini ve nafakası için lazım olan bilgileri öğrenmesi farz mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Fetâvâ-yı Hindiyyede deniyor ki:
“İbadet ve kazanç ilimlerini öğrenmek farzdır. Daha fazlasını öğrenmek efdaldir. Fıkıh öğrenmeyip, hadis, tefsir öğrenmek iflas alametidir. Kıble ve namaz vakitleri için astronomi öğrenmek caizdir. Falcılık bilgileri öğrenmek haramdır. Mücadele, münakaşa için kelam ilmi öğrenmek mekruhtur. Cahillerin, bidat fırkaları üzerinde, mezhepler üzerinde konuşmaları caiz değildir. Eski Yunan felsefecilerinin ve bidat ehlinin, mezhepsizlerin din kitaplarını okumak, evinde bulundurmak caiz değildir. Böyle kitaplar, insanın itikadını, imanını bozar. Din bilgilerini, iman bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeden önce, fen bilgilerini, felsefe bilgilerini öğrenmek caiz değildir. Her Müslüman, çocuklarına, önce, Kur’ân-ı kerim okumasını, namaz kılmasını, din ve İslam ahlakını öğretmeli, ondan sonra mektebe gönderip, fen, sanat ve sair lüzumlu, faydalı şeyleri öğretmelidir. Her çeşit oyun, Mâ-lâya'nî olur, ilim öğrenilmesine mâni olur.”
Sual: Bir Müslüman evinden çıkarken hangi dua veya sureyi okumalıdır?
Cevap: Bu konuda Süleyman bin Cezâ hazretleri, Eyyühel-veled kitabında buyuruyor ki:
“Evinden çıkarken Âyetel-kürsîyi oku! Zira, her işinde muvaffak olur ve hayırlı işler başarırsın. Resulullah aleyhisselam buyurdu ki; (Bir kimse, evinden çıkarken Âyet-el kürsîyi okursa, Hak teâlâ, yetmiş meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona dua ile istiğfar ederler.) Evine gelince de okursan, iki Âyetel-kürsî arasındaki işlerin hayırlı olur ve fakirliğin önlenir. Önce sağ ayakkabını giy! Sonra sol ayak ile evden, camiden çık!”
Sual: Namazdan sonra veya diğer zamanlarda dua ederken, ellerin durumu nasıl olmalıdır?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Hindiyyede;
“Dua ederken avuçları açmak, iki el arası açık olmak, kolları göğüs hizasına kaldırmak, duadan sonra elleri yüze sürmek müstehaptır” denmektedir.
Sual: Arapça lisanını öğrenmek ve öğretmek de ibadet olur mu?
Cevap: Arapça öğrenmek ve öğretmek, ibadettir. İbni Âbidînde deniyor ki:
“Arabi, lisan-ı Cennettir. Diğer lisanlardan efdaldir.”
.
Yolcular, birbirlerine yardım etmelidir
25 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :25 Mayıs 2024 01:18
Bu dünyada herkes yolcudur, geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi lazımdır...
Sual: Her Müslümanın, kendine ve insanlara faydalı olması için bir meslek edinmesi, çalışması dinin emri midir ve işi yaparken nasıl bir niyet edilmesi gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak, İmâm-ı Gazâlî hazretleri Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“En az, binlerle insan çalışmayacak olursa, kendisinin bir gün bile yaşayamayacağını düşünmelidir. Mesela, çiftçi, fırıncı, dokumacı, demirci, iplikçi ve daha nice sanatkârlar, hep onun için çalışıyor. O hepsine muhtaçtır. Herkes onun için çalışıp, ona hazırlayıp da, onun boş oturması, kimseye faydalı olmaması doğru olur mu?..
Bu dünyada herkes yolcudur, geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lazımdır. Her Müslüman böyle düşünmelidir. Vazifesine başlarken, Müslüman kardeşlerime yardım etmek, onları rahat ettirmek için çalışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gördükleri gibi, ben de, onlara hizmet edeceğim demelidir. Allahü teâlâya rahat, temiz ibadet edebilmek, ahıret yolunda yürüyebilmek için, vazifeme gidiyorum demeli, Müslümanlara yardım ve nasihat yapmayı, kalbinden geçirmelidir. Her Müslüman iyi bilsin ki, bütün sanatlar, farz-ı kifayedir. Bunu düşünerek, bir sanata yapışmak, ibadet etmek olur. İster kitaplı kâfirler keşfetsin, ister kitapsız kâfirler bulsun, her sanatı öğrenmek ve hele, harp vasıtalarını en modern, en ileri şekilde yapmaya çalışmak farzdır. Bu vasıtaları yapabilmek için, gerekli ilimleri, dersleri mekteplerde, bu niyet ile okutmak ve okumak hep ibadet olur. Namaz kılan insanın bu niyet ile, her işi ibadet olur. Namaz kılmayanların her hareketi de günah olur. O hâlde, her Müslüman, namazını kılmalı, sonra farz olduğunu düşünerek, vazifesini yapmalıdır. İş görürken niyetin doğru olmasına alamet, insanlara faydalı olan bir meslek, sanat seçmektir. Öyle bir iş görmeli ki, eğer o iş olmasa, Müslümanlar sıkıntı çekerdi. O hâlde, keyif, oyun ve benzerlerine, sanat dense de, haram işleyenlere sanatkâr ismi verilse de, bunları yapmak ibadet olmaz. Hatta, haram olmayan, mubah olan, fakat insanlara lüzumlu olmayan sanatları seçmemelidir. Hadis-i şerifte;
(En iyi ticâret, bezzâzlıkdır, kumaş satmaktır. En iyi sanat, terziliktir) buyuruldu.”
.
Ev ve arabaların zekâtı olur mu?
26 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :26 Mayıs 2024 00:22
Satılık olmayan evlerin, tezgâh, kamyon ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyanın zekâtı verilmez.
Suâl: Birkaç evi olan, dükkânında demirbaş aletleri bulunan bir kimse, bunları zekât hesabına katacak mıdır yani bunların zekâtı verilir mi?
Cevap: Ticaret için yani satılık olmayan evlerin, apartmanların, sanat aletlerinin, motor, tezgâh, kamyon, gemilerin ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyanın zekâtı verilmez. Sanat sahipleri, sanayiciler, imalatçılar, ham ve işlenmiş, mamul eşyanın zekâtını verirler. Demirbaş eşyanın zekâtı verilmez. Ticaret eşyasından evde kullanılmak için ve ticaret olunan gıdadan bir senelik ev ihtiyacı için ayrılmış olanların da verilmez. Yani bütün bunlar ve ödenecek borçlar, nisap hesabına katılmaz. Bütün bu eşyayı, yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak ev gibi lüzumlu nafakayı satın almak için sakladığı altın, gümüş ve kâğıt paranın hepsi nisap hesabına katılır, yani zekâtları verilir. İhtiyaç eşyasını almak için ayrılan para da nisap hesabına katılır.
Suâl: Uşur vermek de zekât vermek gibi midir, nelerden verilir, burada da ölçü kırkta bir midir?
Cevap: Yağmur suyu veya nehir, dere suyu ile sulanan, bütün topraklardan elde edilen mahsulün zekâtına uşur denir. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir. Uşur, mahsulün onda biridir. Kul borcu olan, borcunu düşmez, uşrunu tam olarak verir.
Sual: İhtiyaç eşyası, zekât ve kurban hesabına katılmaz deniyor. İhtiyaç eşyası ne demektir ve neler ihtiyaç eşyasına girmektedir?
Cevap: İnsanı ölümden koruyan şeylere, ihtiyaç eşyası denir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçtür. Bunlar da, yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyası da anlaşılır. Ev demek, ev eşyası da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silahları, hizmetçisi ve sanat aletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyası sayılır.
Sual: Mezar taşı dikmenin ve üzerine yazı yazmanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Mezar taşı dikmek caizdir. Taş üzerine âyet-i kerime, mübarek isimler, şiir, medhiye gibi şeyler, Fâtiha kelimesini yazmak, resmini koymak caiz değildir. Asırlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bidattir. Kötü âdetler, caiz olmayı göstermez. Mezar taşına, isim ve ölüm hicri senesi yazılabilir denildi.
.
Kumar, bir yarış değildir!
27 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :27 Mayıs 2024 00:35
Kumar oynatmak, yarışmak değil, tahminde yanılıp yanılmamak demektir.
Suâl: Kumar, bir yarış değil midir, niçin yasak edilmiştir?
Cevap: Kumar, yarışlarda olduğu gibi, tavla, dama taşları, iskambil kâğıtları ile yapılan her oyunda, futbol oyunlarında da olur. Bunların hepsinde ve ilim adamları arasındaki kumarda, sözleri, tahminleri yanlış çıkanlar, tahminleri doğru çıkanlara mal, para vermektedir. Kumara katılanların her birinde, hem almak hem de vermek ihtimali vardır.
Kumar oynatmak, yarışmak değil, tahminde yanılıp yanılmamak demektir. Bunun için, oynayanlar arasında olduğu gibi, oynamayıp, yarışmayıp, yarışanlardan kazanacakları önceden tahmin edenler arasında da kumar olur. Hatta yalnız bir kişinin yaptığı işin başarılı olup olmayacağını, tahmin edenler arasında da olur.
Kumarda, sonu tahmin edilen işin oyun olması, kazançlı, başarılı olması veya zararlı olması arasında fark yoktur. Cambazın düşüp düşmeyeceğini, geminin batıp batmayacağını tahmin edenlerin, birbirlerine para vermek için sözleşmeleri de kumar olur. Bunun içindir ki, oyun, yarış yapılmaksızın, kumarcıların isimleri veya para ile aldıkları biletlerin numaraları arasında piyango çekerek, çekilen numara sahiplerine, biletlerden toplanan paraların hepsini veya bir miktarını dağıtmak kumar olur. Çünkü, piyangoya katılanların hepsi kendi numarasının çekileceğini ümit etmektedir. Tahminleri doğru çıkanlar, yanlış çıkanların önceden verdikleri paraları almaktadırlar. Aldıkları para ile, önceden bilete verdikleri paranın farkını, tahminleri yanlış çıkanlardan almış olmaktadırlar. Tahminleri yanlış çıkacaklardan para toplamak güç olacağı ve bunlar önceden belli olmadıkları için, piyangoya katılanların hepsinden, önceden bilet ücreti ismi altında para toplanmakta, tahmini doğru çıkanların vermiş oldukları, sonra kendilerine iade edilmektedir. Toplanan paraların hepsini piyango sahibi almakta, aslan payını kendine ayırıp, geri kalanını tahminleri doğru çıkanlara vermektedir. Piyango sahibi, kumara iştirak etmese bile, harama sebep olduğu için, büyük günah işlemekte ve piyangoya iştirak edenleri, soymakta, sömürmektedir.
Harbe ve ilme yarayan mubah yarışların, hayır, yardım işlerinin ve diğer mekruh oyunların çoğu, kumar veya başka haramların karışmaları sebebi ile haram olmaktadır.
.
Hayat, müşterek midir?
28 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :28 Mayıs 2024 00:33
Kız olsun, dul olsun, evli olmayan fakir kadına babası bakmaya mecburdur.
Sual: Zamanımızda boşanmalar, gün geçtikçe artıyor. Hayat müşterektir diyerek, kadınlar her işte çalışmaya zorlanıyor ve bunun neticesinde de evlilik hayatı bitiyor. Bütün bunların sebebi ne olabilir?
Cevap: Zaruret olmadan boşayarak evini barkını, yuvayı yıkmak, huzuru, saadeti kaçırmak ve boşadığı kadına mehir parasını ödemek, bir erkek için kolay şey değildir. Kadın, kocasına yemek hazırlayarak, çamaşırını yıkayarak, yırtıklarını dikerek, çocuklara din ve ahlak bilgisi vererek, kocasının rahat ve mesut yaşamasını sağlar. Tatlı sözleri ile kocasını neşelendirir. Hanımını boşayan erkek, bu nimetlerden mahrum kalır. Boşanılan kadının nafakasını vermek, babasına, babası yoksa, zengin akrabasına farz olur.
Görülüyor ki, İslam dininde, kadın değil, erkek acınacak hâldedir. Kız olsun, dul olsun, evli olmayan fakir kadına babası bakmaya mecburdur. Babası yoksa veya fakirse, zengin akrabası bakacaktır. Müslüman kadının çalışıp kazanmaya ihtiyacı yoktur. İslam dini, kadının bütün ihtiyaçlarını erkeğin sırtına yüklemiştir. Erkeğin bu ağır yüküne karşılık, mirasın hepsinin yalnız erkeğe verilmesi lazım iken, Allahü teâlâ, kadınlara burada da ihsanda bulunarak, erkek kardeşlerinin yarısı kadar da miras almalarını emir buyurmuştur.
Erkek, hanımını, evin içinde veya dışında çalışmaya zorlayamaz. Kadın arzu ederse ve kocası izin verirse, haram işlemeden çalışması caiz ise de, kazandığı kendi mülkü olur. Hiç kimse, bunları ve mirastan eline geçeni, kadından zorla alamaz. Kendisinin, çocukların ve evin herhangi bir ihtiyacına sarf etmesi için de zorlanamaz. Bunların hepsini erkeğin alıp getirmesi farzdır.
Zamanımızda bazı memleketlerde, kadın da, erkeklerle birlikte, boğaz tokluğuna, en ağır işlerde zorla çalıştırılıyor. Hayat müşterektir denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir. Kadınlar, İslam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen Müslüman olurlar ve İslamiyetin her memlekete yayılması için çalışırlar.
.
Haccın geciktirilmesi günah mı?
31 Mayıs 2024 02:00 | Güncelleme :30 Mayıs 2024 23:51
Vücub şartları bulunmakla beraber, eda şartları da kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca gitmesi farz olur.
Sual: Bir kimseye hac farz olduktan sonra, bunu geciktirmesi, sonraki senelere bırakması günah olur mu?
Cevap: Vücub şartları bulunmakla beraber, eda şartları da kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca gitmesi farz olur. O sene, hac yolunda ölürse hac sakıt olur ve bu kimsenin vekil gönderilmesi için vasiyet etmesi de lazım olmaz. Farz olduğu o sene gidilmezse, günah olur. Farz olduktan sonra hacca gitmeyi, daha sonraki senelere bırakan kimse fasık olur. Çünkü küçük günaha devam etmek, büyük günah olur. Sonraki senelerde, hac yolunda, evinde hasta olursa, hapse düşerse veya hacca gidemeyecek şekilde sakatlanırsa, yerine başkasını, kendi memleketinden bedel göndermesi veya bunun için vasiyet etmesi lazımdır. Bedel gönderdikten sonra iyi olursa, kendinin gitmesi de lazım olur. Sonraki senelerde hacca giderse, geciktirme günahı affolur. İmam-ı Muhammed ve imam-ı Şâfii hazretlerine göre, sonraki senelere bırakması da caizdir.
Sual: Hac ibadetinin yerine getirilmesi için de belli şartlar var mıdır?
Cevap: Hac ibadetinin farz olmasından başka, bu ibadeti yerine getirebilmesi için de belli şartlar vardır ki bunlara Eda şartları denir ve dört tanedir:
1-Hapsedilmiş veya yasaklanmış olmamak.
2-Hac için gideceği yolun ve hac yerinin selamet ve emniyetli olması lazımdır. Gemi, tren, otobüs veya uçaklardan tehlikeli olan ile gitmek lazım olduğu zaman, hacca gitmek farz olmaz. Eşkıyaların, hacıların canına, malına saldırdığı yıllarda hacca gitmek farz olmaz.
3-Mekke'den üç gün üç gecelik uzak yerlerde bulunan hür kadının hacca gidebilmesi için, üç mezhepte, kocasının veya nikâhı düşmeyen ebedî mahrem akrabasından fasık, mürtet olmayan akıllı, büluğa ermiş bir erkeğin beraber gitmesi lazımdır. Bunun yol parasını verecek kadar, kadının zengin olması da lazımdır. Künûz-üd-dekâıkda yazılı Bezzârın bildirdiği hadis-i şerifte;
(Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) buyuruldu. Zamanımızda fesat çoğaldığı için, nikâhtan ve sütten olan mahrem akraba ile sefere gitmemelidir. Zengin olan kadının, mahremi ile bir kerre hacca gitmesine kocası mâni olamaz. Zîra zevcin, kocanın farzlara mâni olmaya hakkı yoktur.
4-Kadın, iddet hâlinde yani kocasından yeni ayrılmış olmamaktır.
.
Oruçta ve kurbanda hilali görmek
1 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :1 Haziran 2024 00:35
Kurban Bayramı'nın birinci günü, Zilhicce ayının hilalini görmekle anlaşılır.
Sual: Oruca başlamakta, bayram yapmakta, hac etmekte ve kurban kesmekte, dinimizdeki ölçü, hilali görmek ve buna göre hareket etmek midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Ramazan-ı şerifin birinci gününü anlamakta takvimlere güvenilmemelidir, buyurdular. Çünkü oruç, gökte yeni ayı görmekle farz olur. Peygamber efendimiz; (Hilali görünce oruca başlayınız!) buyurdu. Hâlbuki hilalin doğması, görmekle değil, hesapladır ve hesap sahih olup, hilal, hesabın bildirdiği gecede doğar. Fakat, o gece görülmeyip, bir gece sonra görülebilir ve oruca, hilalin doğduğu gece değil, görüldüğü gece başlamak lazımdır. Çünkü İslamiyet böyle emir buyurmuşdur.”
Ramazan-ı şerif hilalini aramak, bir ibadettir. Görülüyor ki, Ramazan-ı şerif başlangıcını önceden haber vermek, İslamiyeti bilmemek alametidir.
Kurban Bayramı'nın birinci günü de, Zilhicce ayının hilalini görmekle anlaşılır. Zilhicce ayının dokuzuncu Arefe günü, hesapla, takvimle anlaşılan gün veya bundan bir gün sonra olur. Bundan bir gün önce Arafât'a çıkanların hacları sahih olmuyor.
Ramazan ve bayram aylarının şahitlerle meşru olarak anlaşılmadığı yerlerde, çeşitli hesaplama usülleri ile Zilhicce ayının birinci günü ve buradan da onuncu yani Kurban Bayramı'nın birinci günü hesap edilir. Bayramın birinci günü, bu hesap ile bulunan gündür. Yahut, bir gün sonradır. Bir gün evvel olamaz. Çünkü, gökte, ay, doğmadan önce görülemez. İhtiyatlı hareket etmiş olmak için, kurbanları, hesap ile bulunan bayramın ikinci günü kesmelidir. Sevabı mevtalara, ölülere gönderilecek olanı ise, hesap ile bulunan birinci günde kesmelidir. Çünkü bunlar, Arefe günü de kesilebilir.
Sual: Bir kimse, ölmeden önce, kendi malından ve kendisi için kurban kesilmesini vasıyet edebilir mi?
Cevap: Bir kimse, ölürken, bıraktığı maldan kendisi için kurban kesilmesini, vârisine vasiyet edebilir. Vasiyet edilen kurban, bayram günleri kesilir. Bunun etinden, kesen kimse, fakir olsa da yiyemez. Etinin hepsini fakirlere vermesi lazımdır. Vasiyet etmemiş meyyit için, vârisi veya başkaları, her zaman kendi malından hayvan kesip sevabını o kimseye hediye edebilir. Sevabı, kesenin olur. Meyyite de hediye edilir. Bunların etinden, kesen de yiyebilir.
.
Tarlası, bahçesi olanın kurban kesmesi
4 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :4 Haziran 2024 00:14
Üzerine vacip olmayan ibadeti yapan, yalnız nafile ibadet sevabı kazanır.
Sual: Elinde dinin bildirdiği zenginlik ölçüsüne göre parası olmayan kimsenin, bahçesi, tarlası varsa, kurban kesmesi gerekir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Tarlasından aldığı mahsul veya tarlanın, evin, dükkânın, atölyenin, kamyonun bir senelik kirası, ne kadar çok olursa olsun, bir yıllık ev ihtiyacını veya aylık geliri ve aldığı maaş, ücret, aylık ihtiyacını, kul borcunu karşılamayan kimse, İmam-ı Muhammed'e göre fakirdir. Fetva da böyledir. İmam-ı a'zamla İmam-ı Ebu Yusuf'a göre zengin sayılır. Çünkü mülkü olan tarlanın ve bu demirbaş malların değeri, ihtiyacını karşılar ve nisap kadar da artar. Bunun kirayı her alışta, bir miktar ayırıp, biriktirerek fıtra vermesi, kurban kesmesi ve büyük sevaba kavuşması lazımdır. Fıtra vermez ve kurban kesmezse, İmam-ı Muhammed'e göre, günahtan kurtulur.”
Görülüyor ki, her iki ictihat da yerindedir ve Müslümanlara rahmettir. Bu hâlde olan kimse, fıtra vermezse veya kurban kesmezse, İmam-ı Muhammed'in ictihadı, bunu azaptan kurtarır.
Tarlasından hiç mahsul almayan, kiraya da veremeyen kimse ve ihtiyacından fazla malı olup da, parası bulunmayan erkek veya kadın, İmam-ı Muhammed'in ictihadına uyarak, fıtra vermez ve kurban kesmez. Verir ve keserse, ikinci ictihada göre, fıtra ve kurban sevabına kavuşur. Üzerine vacip olmayan ibadeti yapan, yalnız nafile ibadet sevabı kazanır. Vacip sevabı kazanmaz. Etini fakirlere verirse, sadaka sevabı da kazanır. Vacip olan fıtra ve kurban sevabı ise, nafile ve sünnet sevabından kat kat daha fazladır. Her ibadet de böyledir.
Sual: Kurban hangi hayvanlardan olur ve bunları kaç kişi ortak olarak kesebilir?
Cevap: Kurban, koyun, keçi, sığır, deveden birini, Kurban Bayramı'nın ilk üç gününde, kurban niyeti ile kesmek demektir. Koyun, keçiyi bir kişi kesebilir. Bir sığırı veya deveyi, yedi kişiye kadar Müslüman, ortak olarak satın alıp kesebilirler. Bunlara adak veya akika kurbanı da ortak edilebilir. Zenginin satın aldığına, sonradan ortak olmak caiz ise de mekruhtur. Ortaklardan hiçbirinin hissesi yedidebirden az olmamalıdır.
Sual: Haccın sünnetlerini yapamayana, ceza gerekir mi?
Cevap: Haccın sünnetini yapmayana ceza lazım gelmez, mekruh olur, sevabı, azalır.
.
Çok zayıf hayvan kurban olmaz
5 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :5 Haziran 2024 00:32
“Bir gözü görmeyen, dişlerinin yarısı yok olan, ön veya arka bir ayağı kesilmiş olan hayvan kurban olmaz.”
Sual: Zayıf veya gözleri görmeyen bir hayvanı, kurban olarak kesmek uygun olur mu?
Cevap: Fıkıh kitaplarında; “Bir gözü görmeyen, topal olup yürüyemeyen, dişlerinin yarısı yok olan, gözünün, kulağının veya kuyruğunun çoğu, ön veya arka bir ayağı kesilmiş olan, çok zayıf olan hayvan kurban olmaz” denmektedir. Boynuzu kırık veya boynuzsuz, uyuz, burulmuş olan hayvanı kurban etmek caizdir.
Sual: Kurbanlık hayvanların erkeğini mi yoksa dişisini mi kesmek daha çok sevaptır?
Cevap: Dişi hayvan da, erkek de kurban edilebilir. Koyunun erkeği ve beyazı siyahından çok olanı, keçinin dişisi daha sevaptır. Kıymetleri müsavi, eşit ise, koyun kesmek, sığır kesmekten daha sevaptır.
Sual: Kurbanlık hayvanların, kurban edilebilmeleri için kaç yaşında olmaları gerekir?
Cevap: Koyunun, keçinin bir yaşını, sığırın iki, devenin beş yaşını geçmiş olması lazımdır. Altı ayı geçmiş yalnız koyun iri, semiz ise, caiz olur.
Sual: Kesilen hayvandan yavru çıkarsa, bu çıkan yavruyu yemek caiz midir?
Cevap: Kesilen hayvandan çıkan yavru diri ise, yiyebilmek için, ayrıca kesmek lazımdır. Ölü ise, yenmesi caiz olmaz.
Sual: Hac için Mekke'ye gidenlere, bayram kurbanı kesmeleri vacip midir?
Cevap: Hac için Mekke'ye gidenler, eğer Mekke'de onbeş günden az kalmaya niyet etmişlerse seferî olurlar ve kurban kesmeleri vacip olmaz. Mekke'de onbeş günden fazla kalmaya niyet edenler ise, mukim olur ve bayram kurbanı kesmeleri de vacip olur.
Sual: Kurbanlık hayvanlar, bayram namazı kılınmadan önce kesilebilir mi?
Cevap: Kurbanlarını şehirde kesenlere, bayram namazından sonra kesmek vacip olur. Bayram namazdan evvel kesmeleri caiz değildir. Üçüncü günü güneş batıncaya kadar kesebilirler. Köylerde oturanlar, kurbanlık hayvanlarını fecirden sonra, bayram namazından önce de kesebilirler. Bayramın ikinci günü kesmek ise, ihtiyatlı olur.
Sual: Aldıkları kurbanlık hayvanlar karışan kimseler, nasıl hareket ederler?
Cevap: İki kimsenin kurbanı karışırsa, her birinin kendinin sanarak kestiği, kendi kurbanı olur. Başkasının koyununu gasbeden veya çalan, canlı olan kıymetini sonradan dahi öderse, kurban etmesi veya satması caiz olur. Çünkü kıymeti ödenince, gasbettiği zaman mülkü olur. Gasbetmek günahına ayrıca tövbe etmesi gerekir.
.
Kurbanı hayır kurumlarına vermek
8 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :8 Haziran 2024 00:46
Hayvanı, fakirlere veya hayır kurumlarına diri olarak vermek kurban olmaz!
Sual: Kurban edilecek hayvanlar, diri olarak hayır kurumlarına verilebilir mi?
Cevap: Kurban edilecek hayvanları, fakirlere veya hayır, yardım cemiyetlerine, kurumlarına diri olarak sadaka vermek kurban olmaz. Kesmek vaciptir. Cevherede deniyor ki:
“Kurbana verilen para sevabı, yüz misli yani, pekçok parayı sadaka vermek sevabından daha fazladır.”
Sual: Kurbanı, satın alması ve kesmesi için, başkası vekil edilebir mi?
Cevap: Kurbanı satın alması, kesmesi ve etini dağıtma ve bunları dilediğine de yaptırması için birini vekil etmek ve parasını veya diri hayvanı bu vekile vermek caizdir. Fakat, vekili keserken başında bulunması müstehaptır. Horoz, tavuk ve vahşi hayvanları, mesela geyiği kurban etmek haramdır. Mecusilere, yani ateşe tapanlara benzemek olur.
Sual: Kurban satın alırken niyet etmek gerekir mi, niyet etmeden de olur mu?
Cevap: Kurban satın alınırken; “Bayram günü kesmesi vacib olan kurbanı almaya” niyet etmelidir. Bunu keserken, tekrar niyet etmesi şart değildir. Bu aldığı hayvanı kurban etmesi de şart değildir. Fakat, keseceğinin kıymeti bundan az olmamalıdır. Satın alırken, hiç niyet etmese de olur. Fakat, bunu keserken veya kesecek olanı vekil ederken niyet etmelidir. Kurbanını bir hayır cemiyetine hediye etmek isteyen kimse, kurbanını veya parasını götürüp, bu işle vazifeli yetkiliye teslim ederken; “Allah rızası için, bayram veya nezir, adak kurbanımı kesmeye ve dilediğine kestirmeye, etini ve derisini dilediğine vermeye seni vekil ettim” demelidir. Yetkili kişi, gelen veya kendi satın alacağı kurbana bir numara bağlar. Bu numarayı ve kurban sahibinin ismini deftere yazar. Kesilirken, sahiplerinin ismini söyleyerek kesecek olanları vekil eder. Etleri dilediği kimselere ve derileri bir fakir vazifeliye verir. Bu fakir, derilerin kıymeti ile, nisab miktarına malik olmadan evvel, elindekileri toptan, dilediğine hediye eder. Bu da satar. Paraları arzu edilen yere verilir. Fakîrin, kendisine verilen derileri satması veya hediye etmesi caizdir.
Sual: Kurbanda birkaç hayvan kesenin, bu kestiklerinin hepsi kurban olmuş olur mu?
Cevap: Kurban kesecek kimse, birkaç koyun keserse, hepsi kurban olur. Yahut, eti çok olanı kurban, diğerleri nafile olduğu daha doğrudur.
.
Kurban keseceklerin tıraş olması
11 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :11 Haziran 2024 00:38
Kurban kesecek kimsenin, kurban kesinciye kadar, saçını, sakalını, bıyığını ve tırnağını kesmemesi müstehaptır.
Sual: Her hafta tıraş olan, tırnağını kesen bir kimse, kurban kesecekse, zilhicce ayından itibaren, saçını tıraş etmesi, tırnağını kesmesi uygun değil midir?
Cevap: Her hafta saç, sakal ve bıyık tıraş etmek, tırnak kesmek, koltuk, kasık temizlemek sünnettir. İbni Âbidînde konu ile alakalı olarak deniyor ki:
“Zilhicce ayının ilk on günü, bu sünnetleri geciktirmemelidir. Hadis-i şerifte; (Kurban kesecek kimse, zilhicce ayı girince, saçını kesmesin ve tırnak kesmesin!) buyurulması, emir değildir. Bunları, kurban kesinciye kadar geciktirmenin müstehab olduğunu göstermektedir. Fakat daha fazla geciktirmek ve hele kırk gün uzatmak günah olur.”
Görülüyor ki, kurban kesecek kimsenin, zilhicce ayının birinci gününden, kurban kesinciye kadar, saçını, sakalını, bıyığını ve tırnağını kesmemesi müstehaptır. Fakat vacip değildir. Bunları kesmesi günah olmaz ve kurban sevabı azalmaz. Özür ile sakal tıraşı olanın, bu günlerde sakal uzatması fitneye sebep olur.
Sual: Kurbanlık hayvanı kesmeyip, hayrına, sadaka olarak herhangi bir kimseye diri olarak vermek, kurban kesmek gibi olur mu?
Cevap: Diri kurbanı veya parasını sadaka olarak vermek caiz değildir. Sadaka olarak verilirse, üçüncü günün akşamına kadar, ikincisini alıp keser. Bayram kurbanını üçüncü günün akşamına kadar kesmeyen kimse, kurbanı satın almışsa, canlı olarak kendini veya kıymetini, gümüş veya altın olarak] fakirlere verir. Bayramdan sonra keser ise, etinden kendi yiyemez, hepsini fakirlere dağıtır. Bütün etinin kıymeti canlı kıymetinden az ise, değer farkını da sadaka verir. Satın almamış ise, orta derece bir kurban değerini fakirlere verir. Böylece, cezadan kurtulur ise de, kurban kesmek sevabını kazanamaz.
Sual: Kurbanlık hayvan, kusurlu çıkarsa, nasıl hareket edilir?
Cevap: Kurbanlık hayvanı satın alırken kusurlu ise veya kesmeye uygun olarak alınıp sonradan, kesmeye mâni bir kusur hasıl olursa, zengin kimse bir başkasını alıp keser. Adak olan kurban kusurlu olursa, zengin de, fakir de onu keser. Adak ölürse, başka almaları icap etmez.
Sual: Kurbanlık hayvanın yünü ve sütü, fakire mi verilir?
Cevap: Kurbanlık hayvan kesilmeden önce, bunun yününden, sütünden istifade etmek caiz değildir. Yünü ve sütü fakire verilir.
..
Vekâlet ile iş yapmak
12 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :12 Haziran 2024 00:43
Vekalet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması, başkasına iş havalesi yapması demektir.
Sual: Vekâlet vermek, birini vekil yapmak ve iki kişi arasında haberci olmak ne demektir, nasıl olur?
Cevap: Vekâlet; bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması, başkasına iş havalesi yapması demektir. Yerine geçirilen başka kimseye vekil denir. Bir kimsenin sözünü başkasına götürene resül veya haberci denir.
Birini vekil yapmak, icab ve kabul ile olur. Yani; “Seni vekil yaptım” ve “Kabul ettim” sözleri veya yazıları ile olur. Vekil, cevap vermeden, işi yapmaya başlasa, kabul etmiş olur. İş habersiz yapıldıkdan sonra, sahibinin, izin verdim demesi ile de, vekil etmiş olur.
Sual: Vekil olan bir kimse, bir başkasını kendi yerine vekil edebilir mi?
Cevap: Vekil, sahibinden ayrıca izin almadıkça veya “istediğini yap” diyerek umumi vekil edilmedikçe, başkasını kendine vekil yapamaz. Yalnız, zekât vermek için olan vekil, izinsiz olarak başkasını, o da başkasını vekil yapabilirler. İkinci vekil, doğrudan doğruya sahibin vekili olur.
Sual: Vekil ile, umumi olarak vakalet verilen umumi vekil olan kimse arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Alışverişte vekalet verilirken, vekil edilecek kimseye, malın cinsi, nevi, çeşidi veya fiyatı bildirilmelidir. Vekil, umumi vekil ise, bunları bildirmeye lüzum olmaz. Vekile, “Bana bir at al” demek sahih olur. “Bana bir hayvan al” demek sahih olmaz. Nasıl olursa olsun, nasıl istersen öyle al! deyince, Umumi vekil olur. Malın maddesi, pamuk veya yün olması, kullanma yeri, işçiliği ayrı olunca, cins ayrılır. Koyunun yünü ile derisi başka cinstir. Başka cinsten aldığı mal, vekile kalır. Sahibinin olmaz. Koç al denilen vekil, dişi koyun alırsa, vekilin olur. Süt, pirinç gibi şeyleri al dese, piyasada bulunanı alması caiz olur. Ev alacak vekile, mahalle ve fiyatını söylemek yetişir. Ölçü ile alınan malın miktarı veya fiyatı söylenir. Evsafını söylemek lazım değildir.
Umumi vekil, sahibinin malını, dilediği fiyata satabilir. Fiyat söylenmiş ise, daha aşağı satamaz. Satarsa, öder. Vekil, sahibinin malını, kendine satın alamaz. Akrabasına da satamaz. Ancak, bunlar, umumi vekil ise veya değerinden yüksek satabilir. Umumi vekil, peşin de, veresiye de satabilir. Fakat, peşin sat veya şu malımı sat da borcumu ver denildi ise, veresiye satamaz.
.
Bayramda akraba ziyareti
17 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :17 Haziran 2024 00:36
Allahü teâlâ, Müslüman olan ve salih olan akrabayı ziyareti emrediyor.
Sual: Akraba ziyareti, bayram günleri daha çok ön plana çıkmaktadır. Bu ziyaretlerde nasıl hareket etmeli ve öncelik sırası nasıldır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“Anayı, babayı ve mahrem akrabayı ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak ve telefon ederek bu günahlardan kurtulmalıdır. Selamın, mektubun ve sözle, para ile yardımın miktarı ve zamanı yoktur. Lüzum ve imkânı kadar yapılır. Zî-rahm-i mahrem olmayanlara bunlar vacip değildir. Bunlar önce anaya, sonra babaya, sonra evlada, sonra ecdada, dedelere, sonra ceddada, ninelere, sonra erkek ve kız kardeşlere, amcalara, halalara, dayılara ve teyzelere yapılır. Bunlardan sonra, zî-rahm-i mahrem olmayan amca oğluna, amca kızına ve hala, dayı ve teyze çocuklarına, sonra nikâh sebebi ile akraba olanlara, sonra komşulara yardım ve ihsan etmek çok sevaptır.”
Görülüyor ki, Müslüman olan ve İslamiyete uygun akrabayı ziyaret etmelidir. Hiç olmazsa haftada veya ayda bir ziyaret etmeli, kırk günü geçirmemelidir. Uzak memlekette ise, mektupla ve telefonla gönlünü almalıdır. Dargın, kinli ise de, vazgeçmemelidir. Akrabası gelmezse, cevap vermezse de, giderek veya hediye, selam göndererek, yahut mektupla ve telefonla yoklamaktan vazgeçmemelidir. Allahü teâlâ, Müslüman olan ve salih olan akrabayı ziyareti emrediyor. Berîka ve Hadîka kitaplarında deniyor ki:
“Akraba ile ilişiği kesmek büyük günahtır. Erkek olsun, kadın olsun zî rahm-i mahrem akrabayı ziyaret etmek vaciptir. Amca kızı gibi mahrem olmayan zî rahm akrabayı ve zî rahm olmayan akrabayı ziyaret vacip değildir. Fakat bunlara da hediye, selam yollamak müstehaptır.”
Sual: Birbirine dargın olanları barıştırmanın da sevabı olur mu?
Cevap: Dargın olanları barıştırmak sünnettir, sevaptır. Davut aleyhisselamın yanına iki kişi gelip, birbirini şikâyet ettiler. Dinleyip karar verip giderken, Azrâîl aleyhisselam gelip;
-Bu iki kişiden, birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi dedi. Davut aleyhisselam hayret edip, sebebini sorunca;
-İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı, Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu, dedi.
.
Bayramda kabir ziyareti
18 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :18 Haziran 2024 00:28
Erkeklerin kabir ziyaret etmeleri emrolundu, kadınların da kabir ziyaret etmelerine izin verildi.
Sual: Akrabaların, tanıdıkların veya evliyanın kabirlerini ziyaret ederken nelere dikkat etmeli, nasıl ziyaret etmelidir?
Cevap: İmâm-ı Birgivî hazretleri, Etfâl-ül müslimîn kitabında buyuruyor ki:
“Müslümanların kabirlerini ziyaret etmek sünnettir. İhyâ-ül-ulûmda; 'Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için kabir ziyaret etmek ve salihlerin, velilerin kabirlerinden bereketlenmek müstehaptır' denmektedir. İbret almak, meyyitin çürüdüğü, yanaklarının, dudaklarının döküldüğü, karnının şişip patladığı, içine kurtların, böceklerin dolduğu düşünülür."
Hâtim-i Esâm hazretleri; "Kabristandan geçen kimse, onları düşünmezse ve dua etmezse, kendine ve onlara hıyanet etmiş olur" buyuruyor.
Erkeklerin kabir ziyaret etmeleri emrolundu, kadınların da kabir ziyaret etmelerine izin verildi. Hazret-i Fâtıma, hazret-i Hamza'nın kabrini her sene ziyaret eder, düzeltir, tamir ederdi. Hadis-i şerifte;
(Ana-babasının veya ikisinden birinin kabrini her Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur. Haklarını ödemiş olur) buyuruldu. Muhammed bin Vâsi hazretleri, her Cuma kabir ziyaret ederdi.
-Pazartesi günleri ziyaret etsen daha iyi olmaz mı? dediklerinde;
-Meyyitler, Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri kendilerini ziyaret edenleri tanırlar buyurdu.
Resulullah efendimiz, mümin olan akrabasının ve Eshabının kabirlerini ziyaret ederdi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir müminin kabrini ziyaret ederken, Allahümme innî es'elüke-bi-hurmet-i Muhammed aleyhisselâm en lâ tü'az-zibe hâzelmeyyit derse, o meyyitin azabı kıyamete kadar ref olur, kalkar.) Şir'a kitabında deniyor ki:
“Sünnete uygun ziyaret yapmak için, abdest alınır. İki rekat namaz kılıp, sevabı meyyitin ruhuna gönderilir. Meyyitin yüzüne karşı oturulur. Yasin-i şerif veya bildiği sureleri okur, meyyit için dua eder.” Kıbleyi arkada bırakıp, ayak tarafında, ayakta durmak efdaldir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, kabristandan geçerken, on bir kerre İhlas suresi okuyup sevabını meyyitlere hediye ederse, kendisine ölüler adedince sevap verilir)
İmam-ı Gazali hazretleri İhyâ kitabında buyuruyor ki:
“Kabir ziyaret ederken, kıbleyi arkada bırakıp, meyyitin yüzüne karşı oturup selam vermek müstehaptır. Kabre el, yüz sürülmez, öpülmez."
.
İşlenen günahlara tövbe etmelidir
19 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :19 Haziran 2024 00:20
Günahlarına tövbe etmek, herkese farz-ı ayındır. Hiç kimse tövbeden kurtulamaz.
Sual: Mübarek ay ve günlerde, işlenen günahlar için de tövbe etmek bir fırsat değil midir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Kıymetli ömrümüz, günah işlemekle, kusur, kabahat yapmakla, yanılmakla, faydasız, lüzumsuz konuşmakla geçip gidiyor. Bunun için; tövbeden, Allahü teâlâya boyun bükmekten söyleşmemiz, vera ve takvadan konuşmamız hoş olur. Nûr sûresi, 31. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Ey müminler! Hepiniz, Allahü teâlâya tövbe ediniz! Tövbe etmekle kurtulabilirsiniz) buyurmuştur. Tahrîm suresi, 8. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Ey iman eden seçilmişler! Allahü teâlâya dönünüz! Halis tövbe edin! Yani tövbenizi bozmayın! Böyle tövbe edince, Rabbiniz, sizi belki affeder ve ağaçlarının, köşklerinin altından, önünden sular akan Cennetlere sokar) buyurmuştur. En'âm suresi, 120. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Açık olsun, gizli olsun günahlardan sakınınız!) buyurmuştur.
Günahlarına tövbe etmek, herkese farz-ı ayındır. Hiç kimse tövbeden kurtulamaz. Nasıl kurtulur ki, Peygamberlerin hepsi tövbe ederdi. Peygamberlerin sonuncusu ve en yükseği olan Muhammed aleyhisselam buyuruyor ki:
(Kalbimde envâr-ı ilâhiyyenin gelmesine engel olan perde hasıl oluyor. Bunun için her gün, yetmiş kerre istiğfar ediyorum.)
Yapılan günahta, kul hakkı bulunmayıp, alkollü içki içmek, çalgı dinlemek, yabancı kadınlara bakmak, Kur’ân-ı kerimi abdestsiz tutmak ve yanlış inanışlara saplanmak gibi, yalnız Allahü teâlâ ile kendi arasında olursa, böyle günahlara tövbe etmek, pişmân olmakla, istiğfar okumakla, Allahü teâlâdan utanıp, sıkılıp, Ondan af dilemekle olur. Farzlardan birini özrsüz terk etti ise, tövbe için, bunlarla birlikte, o farzı da yapmak lazımdır.
Günahta kul hakkı da varsa, buna tövbe için, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek de lazımdır. Mal sahibi, hakkı olan ölmüş ise, ona dua, istiğfar edip çocuklarına, vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, mal ve parayı fakirlere sadaka verip, sevabını hak sahibine ve eziyet yapılana niyet etmelidir. Bir hadis-i şerifte; (Müsevvifler helak oldu) buyuruldu. Yani, ileride tövbe ederim diyenler, tövbeyi geciktirenler ziyan etti.”
.
Fakir, muhtaç demektir
20 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :20 Haziran 2024 00:32
“Tasavvufta fakir; muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir.”
Sual: Peygamber efendimizin övündüğü fakirlik, bizim bildiğimiz fakirlik midir?
Cevap: Fakir, muhtaç demektir. İslamiyette, asli, temel ihtiyacından fazla ve kurban nisabı miktarı malı olmayana fakir denir. Resulullah efendimizin Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. Abdüllah Dehlevî hazretleri, Dürr-ül-me'ârif kitabında buyuruyor ki:
“Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir.” Böyle olan kimse nafaka olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü teâlânın iradesinden razı olur. Allahü teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslamiyete uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat, nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az verdin diye, itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur.
Sual: Bir manfaat elde etmek için, devlet adamları ve zenginlerle görüşmek, dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Bir menfaate kavuşmak düşüncesiyle, devlet adamları ve zenginlerle görüşmek, arkadaşlık yapmak tezellül olur. Zaruret olursa, bu müstesnadır. Böyle kimselerle karşılaşınca ve bunlara selam verirken eğilmek de tezellüldür, büyük günahtır. Bunlara ibadet için eğilmek ise, küfür olur yani imanı giderir.
Sual: Sevabı Peygamber efendimize olmak üzere kurban kesilebilir mi?
Cevap: Resulullah efendimiz iki kurban keserdi. Biri kendisi için, biri de ümmeti için idi. Resulullah efendimiz için de kurban kesmek müstehaptır ve çok sevaptır.
Sual: Evi, dükkânı olup da zor geçinen kimseye zekât verilebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hazânet-ül-müftîn ve Eşbâh kitaplarında deniyor ki:
“Evleri ve dükkânları olanın, aldığı kiraları, tarlası olanın, tarlasının mahsulü veya kirası, çoluk çocuğunu beslemeye yetişmezse, bu kimse fakir sayılır, zekât alması caiz olur.” Görülüdüğü gibi burada fetva, imâm-ı Muhammede göre verilmiştir.
.
İbadetleri, Allah için yapmalı
21 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :21 Haziran 2024 00:18
İnsanların beğendiği ibadeti, Allahü teâlâ da beğenir zannetmek, pek yanlıştır!
Sual: Namaz, oruç, zekât ve kurban gibi ibadetlerin kabul olması için ne yapmalı, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bütün ibadetlerin kabul olması için, Allahü teâlâ için yapılması ve böyle niyet edilmesi şarttır. Kötü niyetler, ibadeti bozar. İbadetleri, hoşa gidecek şekilde değiştirmek olamaz. İnsanların beğendiği ibadeti, Allahü teâlâ da beğenir zannetmek, pek yanlıştır. Eğer böyle olsaydı, Peygamberlerin gönderilmesine lüzum kalmazdı ve herkes, kendi istediği, hoşuna gittiği gibi ibadet eder, Allahü teâlâ da, onu kabul ederdi. Hâlbuki, ibadetlerin kabul olması için insanların hoşuna gitmesi, görenlerin, dinleyenlerin çok olması değil, insanların aklı ermese de, faydalarını anlamasalar da, İslamiyetin bildirdiğine uygun olması lazımdır. Bütün ibadetlerin kabul olması, helal lokmaya bağlıdır. Hadis âlimi Ahmed bin Abdullah İsfehânî hazretleri, Hilyet-ül-evliyâ kitabında diyor ki:
“Büyüklerden çoğu buyurdu ki: İbadetler on kısımdır. Dokuz kısmı helal kazanmaktır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün ibadetlerdir.”
Onun için her mümin, helal kazanmaya çalışmalıdır. Haramdan ve şüphelilerden kaçınmalıdır. Ebû Hüreyre hazretleri Resulullah efendimizin şöyle buyurduğu nakletmektedir:
(Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibadetleri kabul eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emrettiğini, müminlere de emretti ve buyurdu ki: Ey Peygamberlerim! Helal yiyiniz ve salih, iyi işler yapınız! Müminlere de emretti ki: Ey iman edenler! Sizlere verdiğim rızıklardan helal olanları yiyiniz! Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göğe doğru uzatıp dua ediyor. 'Ya Rabbi!' diye yalvarıyor. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, gıdası hep haram. Bunun duası nasıl kabul olur?) Yani haram yiyenin duası kabul olmaz buyurdu.
Haramı, helali, şüphelileri ve faizi bilmeyen, bunları birbirinden ayıramayan kimse, haramdan kurtulamayıp, yaptığı ibadetleri boşuna gider.
Sual: Zilhicce ayı içinde tutulan oruçlar için belli bir niyet şekli var mıdır, bu oruçlara kaza ve adak oruçları için de niyet edilebilir mi?
Cevap: Zilhicce ayı içinde tutulan oruçlara, herkes kendi durumuna göre, nafile, kaza, adak ve yemin keffareti orucu olarak, istediği niyeti yapabilir.
.
İslamiyeti yok etmek isteyenler
22 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :22 Haziran 2024 01:02
İslamiyetin yok edilmesine, elden çıkmasına sebep olanlar iki kısma ayrılmaktadır...
Sual: Zamanımızda İslamiyetin yok edilmesine, elden çıkmasına sebep olanlar, nasıl bir yol takip etmektedirler?
Cevap: İslamiyetin yok edilmesine, elden çıkmasına sebep olanlar iki kısma ayrılmaktadır:
Birincileri, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silahlı kuvvetleri, propaganda vasıtaları ve siyasi oyunları ile, İslamiyeti yıkmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmaya çalışıyor.
İkinci kısımda bulunanlar ise, kendilerine Müslüman ismini ve süsünü verip, din adamı tanıttırıp, Müslümanlığı, kendi akılları ile, keyiflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeye uğraşıyor, Müslümanlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hile ve yalanları ile, sözlerini isbat etmeye, yaldızlı, yaltakcı yazılarla, Müslümanları aldatmaya çalışıyorlar. Müslümanların çoğu bunları, bazı sözlerinden ve İslamiyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idare edildikleri için, birçok sözleri revaç bulup, Müslümanlar arasında yerleşiyor. İslamiyeti, istedikleri, planladıkları şekle çevirmeye çalışıyorlar.
Bazıları da; “Bu asırda yaşayabilmemiz için, milletçe, topluca batılılaşmalıyız” diyor. Bu sözün iki manası vardır:
Birincisi, Batılıların fende, tecrübede, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifadeye çalışmaktır ki, bunu İslamiyet, zaten emretmektedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu, kitaplarda bildirilmiştir. Resulullah efendimiz, bir hadis-i şerifte;
(Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu. Fakat bu, Batıya uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmaya çalışmaktır.
İkinci manada Batılılaşmak ise, ecdadımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, Batının bütün âdetlerini, ahlaksızlıklarını ve hepsinden daha acı olarak, dinsizliklerini ve putlarını alıp, camileri kilise şekline sokmak, Müslümanlığa gericilik dini, Kur’ân-ı kerime çöl kanunu, puta tapmaya, modern ve medeni din demek ve İslamiyeti bırakıp, Hıristiyanlığa dönmeye, 'Dinde reform' ismini vermektir.
Bu millet, ne bugün, ne de, onların ümitle bekledikleri günlerde, bu manada asla Garblılaşmayacak ve dinsiz olmayacaktır.
.
İtikadı bozuk olana mezhebsiz denir!
23 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :23 Haziran 2024 00:41
Küfre sebep olan bir şey söylemedikçe ve yapmadıkça Ehl-i kıbleye, yani namaz kılana kâfir denmez.
Sual: Âyet ve hadisleri kendi anladığına göre yorumlayan bir kimsenin imanı tehlikeye girer mi?
Cevap: Ehl-i sünnet itikadına uymayan bir inanış sahibine mezhebsiz denir. Mezhebsiz, eğer Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmamış veya şüphe etmiş ise, küfür olur. Açık olarak bildirilmemiş şüpheli olan delilleri tevil ederek yanlış mana vermiş ise, bidat olur. Dünyanın yaratıldığına inanmamak, böyle gelmiş, böyle gider demek, küfürdür. Cennette, müminlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmamak bidattir. Âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri yanlış anladığı için inanmamak bidat olur. “Böyle şey olmaz. Aklım kabul etmez” diyerek tahkir ederse, yine kâfir olur. Bidat hakkındaki hadis-i şerifler, Hadîka, Berîka ve Eşi'at-ül-leme'ât’da mevcuttur.
Küfre sebep olan bir şey söylemedikçe ve yapmadıkça Ehl-i kıbleye, yani namaz kılana kâfir denmez. Fakat, Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilen ve Müslümanların asırlar boyunca inandığı bir şeye uymayan söz ve işte bulunan bir kimse, bütün ömrünce namaz kılsa, her ibadeti yapsa da, buna kâfir denir! Mesela bir kimse, Allahü teâlâ zerreleri, yaprak sayısını, gizlileri bilmez dese, kâfir olur. Hazret-i Ebu Bekir ile hazret-i Ömer'den başka sahabiyi, dinî bir sebeple kötüleyen, bidat sahibi olur. Bir harama mubah, helal diyen kimse, bunu, bir âyete veya hadis-i şerife dayanarak söylüyorsa, kâfir olmaz. Âyet ve hadise dayanmadan, kendi görüşü, keyfi için söylüyorsa, kâfir olur. Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer'in hilafete seçilmeleri haklı değildi demek, bidattir. Hilafete hakları yok idi demek ise küfürdür.
Sual: Namazda okunan âyetleri, sureleri, şarkı kalıplarına uyarak okuyan kimsenin arkasında kılınan namaz sahih olur mu?
Cevap: Elhan ederek yani namazda okuduklarını musiki perdelerine uyarak, teganni eden ve namazı vaktinden evvel kıldıran imam arkasında kılınan namazı iade etmenin lazım olduğu, Halebî-i kebîr sonunda yazılıdır.
Sual: Kimlerin eli öpülür, Kur’ân-ı kerimi ve ekmeği öpmenin mahzuru olur mu?
Cevap: Âlimin, ana ve babanın eli öpülür. Başkasının eli öpülmez. Herhangi bir arkadaş ile karşılaşınca elini öpmek haramdır. Kur’ân-ı kerimi, ekmeği öpmek de caizdir.
.
İlerlemeyi, dini yok etmekte aradılar!
24 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :24 Haziran 2024 00:31
Sözde aydınlar; din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar.
Sual: İslamiyete gericilik diye saldıranlar, ilerlemeyi, kalkınmayı, dini ortadan kaldımakta mı aradılar?
Cevap: Dinimiz, din bilgileri ile fen bilgilerini birbirinden ayırmıştır. Din bilgilerinde, İslam ahlakında ve ibadetlerde en ufak bir değişiklik yapmayı şiddetle menetmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Son senelerde Osmanlı devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini yaptılar. Masonlara aldanarak, din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa'nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen sultanları şehit ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar. Çok şaşılır ki, din bilgilerinin nezahetine dokunmak, son senelere kadar, siyasi partiler arasında da devam etti. Kendi partilerini desteklemedikleri için, siyasete karışmayan halis Müslümanlara kâfir diyecek kadar gafiller türedi. Allahü teâlâ, bu temiz, asil milleti böyle felakete sürükleyenlerden korudu. Yoksa, dinimizden ve güzel vatanımızdan mahrum olacak, dinsizlerin pençelerine düşecektik.
Sual: Fazla kazanmak için, insanların elindeki malı değerinden aşağıya almak, sattığı malların fiyatını yüksek tutmak için, pahalı olarak almadığı hâlde pahalı olarak aldığını söylemek dinen uygun mudur?
Cevap: Müşteriye doğru söylemeli, hile etmemelidir. Malda bir arıza oldu ise, haber vermelidir. Malı, akraba veya ahbabından, ona yardım olsun diye yüksek fiyatla aldı ise, müşterisine bunu söyleyerek, doğru değerini bildirmelidir. Mesela, on lira etmeyen malı, on lira vererek aldı ise, o malı satarken, on liraya aldığını söylememelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyatı yükselip pahalı satıyor ise, aldığı fiyatı söylemelidir... Böyle misaller pekçoktur. Böyle hıyanetleri bilmeyerek yapan çoktur. Hıyanet yapmaktan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır. Çünkü, herkes, dikkat ile, pazarlıkla uğraşarak, tam değerini verip aldığını sanır. O hâlde, aldatarak satmak, hıyanet ve dolandırıcılık olur.
.
Secde âyetini işiten de, secde yapar
25 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :25 Haziran 2024 00:34
Secde âyetini okuyanın veya işitenin, manasını anlamasa da, bir secde yapması vaciptir.
Sual: Birisinin okuduğu secde âyetini işiten kimsenin, tilavet secdesi yapması gerekir mi?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde, ondört yerde, secde âyeti vardır. Bunlardan birini okuyanın veya işitenin, manasını anlamasa da, bir secde yapması vaciptir. Başkasının okuduğu yerde bulunan, fakat işitmeyen kimse, secde etmez. Secde âyetini yazan, heceleyen, secde yapmaz. Tercümesini okuyan veya işiten, bunun secde âyeti olduğunu anlarsa, secde yapar.
Sual: Namaz kılarken, kitaplarda bildirilmeyen dualar okunsa, namaza bir zararı olur mu?
Cevap: Namazda, Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şerifte bulunmıyan duaları okumak, namazı bozar. Dürr-ül-muhtârda; “Selam vermeden önce okunacak dua Arabi olmalıdır. Namazda başka dil ile dua etmek haramdır” buyuruluyor. İbni Âbidîn burada; “İmâm-ı Ebû Yusuf ve Muhammed, Arabiden başka dil ile kılınan namaz sahih olmaz, dediler. İmâm-ı a'zamın rahmetullahi aleyhim de sonraki ictihadı böyledir” buyurmaktadır.
Sual: Bir kimse, namaz kılarken şaşırıp veya unutup kaç rekat kıldığını bilemese, ne yapması lazımdır?
Cevap: Bir kimse, namaz kılarken kaç rekat kıldığını unutsa, bu şaşırması, ilk olarak başına geldi ise, selam verip namâzı tekrâr kılmalıdır. Şaşırmak âdeti ise, düşünüp, çok zan ettiğine göre kılar. Kuvvetli zan edemezse, az kıldığını kabûl ederek tamâmlar. Namâzı kıldığında şüphe eden kimse, vakit çıkmadı ise, tekrâr kılar. Çıktı ise kılmaz.
Sual: Namazın vaciplerinden birini yapmamak, namazı bozar mı?
Cevap: Namazın vaciplerinden birini bilerek yapmamak, namazı bozmaz ise de günah olur. Unutarak yapmayan kimse, secde-i sehiv eder.
Sual: Bazı kitaplarda vatan-ı aslî diye bir ifade geçmektedir, ne demektir bu?
Cevap: Vatan-ı aslî; asıl yer, insanın doğduğu veya evlendiği veya başka yere yerleşmemek, orada hep kalmak niyeti ile yerleştiği yerdir.
Sual: Yolculukta dört rekatli farz namazları iki rekat olarak değil de dört rekat olarak kılmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Hanefi mezhebinde, seferî olan bir Müslüman, seferde iken, dört rekatlı farzları iki rekat olarak değil de, dört rekat olarak kılarsa, son iki rekatı nafile olur. Emri dinlemediği, nafilenin iftitah tekbirini ve farzın selamını terk ettiği ve nafileyi farz ile karıştırdığı için, günah olur.
.
İnsanlara yardımcı olmak sevaptır
26 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :26 Haziran 2024 00:18
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı nasip etmesi o kul için büyük nimettir!"
Sual: İnsanlara, nafaka ve terbiye konusunda yardımcı olmak da, dinen sevap mıdır?
Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına 'ıyâlim' demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle öğünmek, akıl icabıdır.”
Sual: "Peygamber efendimizi vesile ederek dua edilmez" diyenler var, bunlara nasıl cevap vermelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Tirmizî ve İmâm-ı Nesâî hazretlerinin Sünen kitaplarında buyuruluyor ki:
“İki gözü âmâ bir kimse gelip, ya Resulallah! (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. Peygamber efendimiz;
(Kusursuz bir abdest al! Sonra; Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını söyledi. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, her zeman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.”
Sual: Sadece sütü için bir ineği, koyun veya keçiyi kiralamak, dinimizce uygun olur mu?
Cevap: Sütü için hayvanı, meyvesi için ağacı veya asmayı, koyun otlatmak için tarlayı, yünü için hayvanı kiraya vermek caiz değildir, fasittir.
Sual: Düğünde takmak için, bilezik, altın zincir gibi süs eşyalarını kiralamak caiz olur mu?
Cevap: Altından ve gümüşten ziynet eşyası süs olarak kullanılmak için ve elbise, kumaş, giymek için kiraya verilebilir.
.
Menfaat için iyilik yapmak
27 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :27 Haziran 2024 00:29
Başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya olur.
Sual: Herhangi bir kimseye, onun kendisini övmesi veya ondan bir şeyler elde etmek niyeti ile iyilik yapmanın dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya olur. İbadet ile olan riya bundan daha fenadır. Allahü teâlânın rızasını hiç düşünmeden yapılan riya, hepsinden daha fenadır. İbadet yaparak Allahü teâlâdan dünya menfaatlerini istemek, riya olmaz. Yağmur duasına çıkmak, istihare yapmak, böyledir. Sıkıntıdan, hastalıktan ve fakirlikten kurtulmak için âyet-i kerimeler okumak da, böyledir denildi. Bunlarda hem ibadet, hem de menfaat niyetleri bulunmaktadır. Ticaret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbadet niyeti hiç bulunmazsa riya olurlar. İbadet niyeti çok olursa, sevap hasıl olur. İbadetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyeti ile olursa, yine riya olmaz ve çok sevap olur. Ramazan orucunu tutmakta riya olmaz. Allahü teâlânın rızası için namaza başlayıp, sonradan hasıl olan riyanın zararı olmaz. Riya ile yapılan farzlar sahih olur, ibadet borcu ödenmiş olur ise de, sevabı olmaz. Et ihtiyacını karşılamak niyeti ile, kurban kesmek caiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikte niyet ederek kurban kesmek caiz değildir. Allahü teâlânın rızası için olmayıp, yalnız hacdan, gazadan gelen ve gelen emiri, reisi karşılamak için kesilen hayvan leş olur, yemesi haram olur. Allahü teâlânın rızası için namaza durup, namazı bitirinceye kadar hep dünya işlerini düşünürse, namazı sahih olur. Şöhrete sebep olacak şekilde giyinmek de riya olur.
Sual: Yapılan bütün ibadetlerin, iyiliklerin sevabı, diri veya ölü herkese hediye edilebilir mi?
Cevap: Yapılan ibadetin sevabını, ölü veya diri başkasına hediye etmek caizdir. Hac, namaz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerim, mevlid okumak, zikir ve dua okumanın sevaplarını başkasına hediye etmek, Hanefî mezhebinde caizdir. Mâliki ve Şâfii mezheblerinde, sadaka, zekât ve hac gibi mal ile yapılan ibadetlerin sevabını hediye etmek caiz olup, namaz, oruç ve Kur’ân-ı kerim okumak gibi beden ile yapılanları caiz değildir. Hanefî olan, sevabını hediye eder. Mâliki ve Şâfii ise, meyyitin affı için dua eder.
.
Kâr haddi koymak
28 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :28 Haziran 2024 00:15
Esnafın hepsi fiyatları, mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı zaman, hükûmetin uygun bir narh koyması caiz olur.”
Sual: Dinimizde belli bir kâr haddi var mıdır, satılan mallara sınırlama getirilebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Enes bin Mâlik hazretleri nakleder ki, Medîne-i münevverede, pahalılık oldu. Ya Resulallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz denildi. (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Dürr-ül-muhtârdaki hadis-i şerifte; (Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır) buyurdu. Esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak yani mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı, arttırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, hükûmetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur.”
Hükûmetin koyduğu bu fiyata uymak vaciptir. Bunun gibi, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini koruyan kanunlara uymak lazımdır. Bunları korumak için, hükûmete yardımcı olmalı, mal, vergi kaçakçılığı yapmamalıdır. Gayr-i müslim hükûmetlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir.
Sual: Vakıf olarak yapılmış bir bina, eskimiş ve kullanılamaz duruma gelmiş ise, bu binanın malzemelerini başka yerde kullanmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Vakıf olarak yapılan cami, bina harab olunca, işe yaramayan parçaları satılıp, kendi tamirine, tamiri mümkün değilse, yakın bulunan bir vakıf binanın tamirine, onun ihtiyacına sarf edilir. Başka bir yere sarf edilemez.
Sual: Bir kimse, dükkânında, mağazasında mallarını satarken, salevat ve benzeri tesbihleri söylemesi, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İhtiyâr kitabında deniyor ki:
“Tesbih, tahmid, tekbir, Kur’ân-ı kerim, hadis-i şerif ve fıkıh kitabı okumak sevaptır. Ahzâb suresinin 35. âyetinde mealen; (Allahı çok zikreden erkeklerin ve kadınların günahları affolur ve çok sevap verilir) buyuruldu. Tüccarın, malını müşteriye gösterirken, bunları okuması ve kelime-i tevhid, salevat okuması günahtır. Bunları, para kazanmaya alet etmek olur.”
Sual: Abdest alırken, uzuvları kaç kerre yıkamalıdır?
Cevap: Abdest alırken, yıkanacak yerleri, üç kerre su dökmek değil, üç kerre tam yıkamak sünnettir. Üçten fazla yıkamak mekruhtur. Üçü sayarken şaşırırsa, üç yapar. Fazla oldu ise, mekruh olmaz.
.
Kabre elleri sürmek ve öpmek
29 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :29 Haziran 2024 01:04
Kabri elleri ile mesih etmek, kabri öpmek, hıristiyanlık adetidir. Ananın, babanın kabrini öpmek câizdir.”
Sual: Kabirler ziyaret edilirken, kabre elleri sürmenin ve kabri öpmenin dinimiz açısından mahzuru olur mu?
Cevap: Konu hakkında Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Yaşlı kadınların ve erkeklerin kabir ziyareti sünnettir. Evde ve kabir başında Kur’ân-ı kerim okuyup, sevabını ruhlarına hediye etmeli ve onlara dua etmelidir. Kabri elleri ile mesih etmek, kabri öpmek, hıristiyanlık adetidir. Ananın, babanın kabrini öpmek câizdir.”
Sual: Âyet-i kerimeyi hastaya okumak, muska yapıp taşımak caiz midir?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Hastaya Kur’ân-ı kerimi okuyup üflemek, muska yazıp taşıması, tasa yazıp suyunu içmesi caizdir.”
Sual: Hafızı dinlemek ve kitabı da okumak için kiralamak uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda Hülâsada deniyor ki: “Dinlemek için hafızı ve okumak için kitabı kiralamak caiz değildir.” Kur’ân-ı kerim öğreten hocaya hediye vermek lazımdır.
Sual: Ücret karşılığı kilise tamir etmek, alkol taşımak dinen uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde deniyor ki: “Ücret ile kâfirin şarabını taşımak, kilise tamir etmek ve Hıristiyana zünnar gibi küfür alametlerini satmak İmâm-ı A'zama göre caizdir. Müslüman müşteriye Mecusi mesti yapmak veyâ fasık elbisesi dikmek mekruhtur. Çünkü, Mecusi'ye ve fasıklara benzemeye sebep olmaktır.”
Sual: Odanın duvarlarına halı asmanın dinen bir muhzuru olur mu?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Evin, ihtiyaç olduğu kadar büyük olması caizdir. Odanın duvarlarına halı asmak, soğuğa karşı caizdir. Ziynet, süs niyeti ile mekruhtur. Üzerinde canlı resmi olursa haram olur.”
Sual: Kabir üzerine gül, çiçek gibi şeyleri dikmenin dinimizce mahzuru var mıdır?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Hindiyye’de deniyor ki: “Kabir üzerine gül, çiçek dikmek iyidir. Hıristiyanların yaptığı gibi, kesilmiş gül, çiçek demeti, çelenk koymak mekruhtur.
Sual: Başkasın çocuğuna, babasının haberi olmadan bir iş yaptırılsa, bu iş karşılığında çocuğa ücret vermek gerekir mi?
Cevap: Velisinin izni olmadan, çocuğa iş yaptıran kimse, ücret vermeye mecburdur.
Sual: Günlük olarak kiralanan yerler oluyor. Böyle günlük kiralanan yerin sahipleri, ücreti hemen isteyebilir mi?
Cevap: Mal sahibi, günlük olarak kiraya verdiği yerin ücretini, her akşam isteyebilir.
.
Kıyamet kopacağı zaman!..
30 Haziran 2024 02:00 | Güncelleme :30 Haziran 2024 00:30
Kasas suresinin son âyetinde meâlen buyuruldu ki: "Her şey yok olacaktır. Yalnız O kalacaktır!)
Sual: Kıyametin kopacağı, göklerin paraçalanacağı, yıldızların dağılacağı hususu Kur’ân-ı kerimde var mıdır ve bunlara inanmak da imandan mıdır?
Cevap: Konu hakkında İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kıyamet kopacağı zaman, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve dağlar da parça parça olacak, hepsi yok olacaklardır. Böyle olacaklarını Kur’ân-ı kerim açıkça bildirmektedir. Müslümanların bütün fırkaları, bunu söz birliği ile haber vermişdir. El-hâkka suresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecektir. O gün kıyamet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır) ve Tekvîr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Güneşin karardığı, yıldızların yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zamana... ) ve İnfitâr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Göğün yarıldığı ve yıldızların dağılıp yok oldukları zaman...) ve Kasas suresinin son âyetinde meâlen; (Her şey yok olacaktır. Yalnız O kalacaktır!) buyurulmuştur.
Kur’ân-ı kerimde, bunlar gibi, daha nice âyetler vardır. Bunların yok olacaklarına inanmamak, cahillik olur. Yahut, Kur’ân-ı kerime inanmayan felsefecilerin, yaldızlı yalanlarına aldanmaktır. Görülüyor ki, mahlukların yok olacaklarına inanmak, yoktan var edildiklerine inanmak gibi, imanın şartıdır. İnanmak elbet lazımdır.”
Sual: Eşya veya insan taşımak için bir araba kiralandığında, araba arıza yaparsa, yolda kalırsa, araba sahibi ve müşteri nasıl hareket eder, ne yapılması gerekir?
Cevap: Bir yerden, bir yere gitmek üzere belli bir hayvan, araba, motor, kamyon kiralandığı gibi, belli insanın veya eşyanın götürülmesi de sözleşilebilir. Vasıta, yolda kalırsa, müşteri muhayyer olup, dilerse, araba tamir oluncaya kadar bekler, dilerse, vazgeçip oraya kadar olan parayı verir. Yahut, vasıta sahibi, başka vasıta ile hemen götürmeye mecburdur. Vasıtadan eşyayı indirmek de ona ait olur. Yol tehlikeli olup geri dönülürse, hiç ücret verilmez.
Sual: Altını ıslatabilecek olan küçük çocukların camiye götürülmesinin dinimizce bir mahzuru olur mu?
Cevap: Necaset bulaştıracak olan deliyi ve küçük çocukları camiye sokmak haramdır. Necaset tehlikesi olmazsa, mekruh olur.
.
Müslümanken dinden dönen!
1 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :1 Temmuz 2024 00:32
Mürtedin, mürted olmadan önceki ibadetleri ve sevapları yok olur.
Sual: Müslüman iken, İslamiyetten ayrılan kimseye ne denir ve bu kimsenin Müslümanken yaptığı ibadetlerin sevabı gider mi?
Cevap: Müslüman, imanın yok olmasına sebep olacağı söz birliği ile bildirilmiş olan şeyleri istekle söyler veya yaparsa, imanı gider, kâfir olur. Buna Mürted denir. Mürtedin, mürted olmadan önceki ibadetleri ve sevapları yok olur. Tekrar imana gelirse, zengin ise, yeniden haccetmesi lazım olur. Namazlarını, oruçlarını, zekâtlarını kaza etmesi lazım olmaz. Mürted olmadan önce, kazaya bırakmış olduklarını kaza etmesi lazımdır. Çünkü, mürted olunca, önceki günahlar yok olmaz. Mürted olanın nikâhı fesih olur, gider. İmana gelerek, tecdîd-i nikâh etmeden önceki çocukları veled-i zinâ olur. Kestiği, leş olur, yenmez. İmanının gitmesine sebep olan şeyden tövbe etmedikçe, yalnız Kelime-i şehâdet söylemekle veya namaz kılmakla, Müslüman olmaz. Mürted olacak şeyi yaptığını inkâr etmesi de tövbe olur. Tövbe etmeden ölürse, Cehennem ateşinde ebedî, sonsuz olarak azab görür. Bunun için, küfürden çok korkmalı, az konuşmalıdır. Hadis-i şerifte;
(Hep hayırlı, faydalı konuşunuz. Yahut susunuz!) buyuruldu.
Ciddi olmalı, latifeci, oyuncu olmamalıdır. Dine, kanunlara, akla, insanlığa uygun olmayan şeyler yapmamalıdır. Kendisini küfürden muhafaza etmesi için, Allahü teâlâya çok dua etmelidir. Hadis-i şerifte;
(Şirkten sakınınız. Şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki şirk, küfür demektir. Bu kadar gizli olan şeyden korunmak nasıl olur denildikte;
(Allahümme innâ ne'ûzü bike en-nüşrike-bike şey'en na'lemühu ve nestagfirüke limâ lâ-na'lemühu düâsını okuyunuz!) buyuruldu. Bu duayı sabah ve akşam çok okumalıdır.
Kâfirlerin, Cehennem ateşinde sonsuz azab görecekleri, Cennete hiç girmeyecekleri söz birliği ile bildirilmiştir. Kâfir, dünyada sonsuz yaşasaydı, sonsuz kâfir kalmak niyetinde olduğu için, cezası da sonsuz azaptır. Allahü teâlâ, her şeyin hâlikı, yaratanı, sahibidir. Mülkünde dilediğini yapması hakkıdır. Ona, niçin böyle yaptın demeye kimsenin hakkı yoktur. Bir şeyin sahibinin, o şeyi dilediği gibi kullanmasına zulüm denmez. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, zalim olmadığını, hiçbir mahlukuna zulüm yapmadığını bildirmektedir.
.
Namazı vaktinde kılmaya mâni özürler
2 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :2 Temmuz 2024 00:15
“Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için namazı vaktinden sonra kılmak sahihtir.”
Sual: Dinimizde, namazı vaktinde kılmaya mâni olan özürler var mıdır, varsa bunlar nelerdir?
Cevap: Farz ve vacib olan bir namazı kazaya bırakabilmek için, iki özür vardır: Biri, düşman karşısında olmaktır. İkincisi, seferde olan kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır. Bunlar, oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veya hayvan üzerinde ima ile de kılamadığı zaman, namazı kazaya bırakabilir. Bu iki sebeple, uyku ve unutmak sebebi ile namazı vaktinde kılamamak günah olmaz. Dürr-ül-muhtârda; kış aylarında, yatsıyı vaktinin üçte birine kadar geciktirmenin müstehab olduğu bildirildikten sonra;
“Vakit girdikten sonra uyuyup namazı kaçırmak, haram olmaz ise de tahrimen mekruhtur. Birisine tenbih ederek veya saatin zilini kurup çalması ile uyanmayı temin edince ve vakit girmeden evvel uyumak mekruh olmaz” denmektedir. Eşbâh şerhinde;
“Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için namazı vaktinden sonra kılmak sahihtir” deniyor. Fakat, özür bitince, hemen kaza etmesi farz olur. Haram olan üç vakitten başka, boş vakitlerde kılmak şartı ile, fevt olan, kazaya kalan namazı, çoluk çocuğunun rızkını kazanacak kadar geciktirmek caiz olur. Daha fazla geciktirilirse, günaha girmeye başlar. Nitekim, Resulullah efendimiz, Hendek Muharebesinin şiddetinden kılamadıkları dört namazı, hemen o gece, Eshâb-ı kirâm yaralı ve çok yorgun oldukları hâlde, cemaatle kıldı.
Sual: Bir tarlayı kiralarken, ne ekileceği, sözleşme yapılırken bildirilmeli midir ve ağaç dikmek için de tarla kiralanabilir mi?
Cevap: Tarla kiraya verilirken, ne ekileceği bildirilmeli veya her şey ekilebilir demelidir. Tarla; bina yapmak, ağaç dikmek üzere de kiralanabilir. Müddet bitince, bunları kaldırmak veya tarla sahibinin bunları satın alması lazımdır. Yonca da ağaç gibidir.
Sual: Hasta olan bir kimse, sağlamken kazaya kalan namazlarını, teyemmüm yaparak, oturduğu yerde veya ima ile kaza edebilir mi?
Cevap: Bir kimse, sağlamken kılamadığı namazları, hasta iken teyemmüm ederek ve ima ile de kaza etmesi caizdir. İyi olursa, tekrar kılması lazım olmaz. Namaz borcu olan, kaza kıldığını başkasına bildirmemelidir. Çünkü namazı vaktinde kılmamak günahtır. Günahı ise, gizlemek lazımdır.
.
Kabir, derin olmalıdır
3 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :3 Temmuz 2024 00:35
“Kabrin derinliği, insanın göğsüne kadar olmalıdır. Adam boyunca olması daha iyidir.”
Sual: Kabrin derinliği, genişliği ne kadar olmalı ve ölünün kabir içine konuluş şekli nasıldır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Câmi’-ul-fetâvâ kitabında deniyor ki:
“Kabrin derinliği, insanın göğsüne kadar olmalıdır. Adam boyunca olması daha iyidir.”
Kabir, su girmemesi, koku çıkmaması ve hayvanların açmaması için, derin olmalıdır. Uzunluğu meyyitin boyu kadar, genişliği, boyunun yarısı kadar olmalıdır. Kabrin uzunluğuna istikameti, kıble ciheti ile dik açı yapacak şekilde olmalıdır. Lahd yapmak sünnettir. Lahd, kabir kazıldıktan sonra, kabrin tabanından kıble cihetine ve kabir boyunca, içine meyyit sığacak kadar genişlik ve yükseklikte kazılan yerdir. Meyyit, lahd içine, sağ yanı üzere konur. Şak yapılmaz yani kabir kazıldıktan sonra ortasına çukur açıp, meyyit buraya konmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkeği lahdin veya doğruca kabrin içine, çivisiz tabut ile koymak caiz olur. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmek mekruh olur. Meyyitin altına keçe, hasır gibi şeyler sermek de mekruhtur. Meyyiti çivisiz tabut ile gömünce, tabut içine biraz toprak konur. Kadınları, her zaman çivisiz tabut ile gömmek efdaldir.
Sual: "Peygamber efendimizin hatırı, hürmeti için..." diyerek, Allahü tealadan bir şey istemenin, dinen mahzuru olur mu?
Cevap: Bu konuda Mir’ât-i Medîne kitabında deniyor ki:
“Allahü teâlâ (Seni yaratmasaydım, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurarak, Muhammed aleyhisselamın Habîbullah olduğunu, Onu çok sevdiğini bildiriyor. Bu hadis-i kudsî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât kitabında da yazılıdır. Aşağı bir insan bile, sevgilisinin hatırı için istenileni boş çevirmez. Âşıka, maşûkunun hatırı için iş gördürmek kolaydır. Bir kimse; 'Yâ Rabbî! Habibin Muhammed aleyhisselam hatırı için senden istiyorum' dese, bu isteği reddolunmaz. Fakat, değeri olmayan dünyalık işler için, Resulullahın hatırını, hürmetini vesile etmek layık değildir.”
Sual: Peygamber efendimizin kabrini ziyaret etmenin, dinen hükmü nedir?
Cevap: İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretleri;
“Kabr-i saadeti ziyaret etmek sünnetlerin en kıymetlisidir” buyurmuştur. Vacip diyen âlimler de vardır. Bunun için, Şâfiî mezhebinde Kabr-i saadeti yani Peygamber efendimizin kabrini ziyaret etmek nezir olunur, adak yapılır.
.
Arş'ın gölgesinde gölgelenecekler
4 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :4 Temmuz 2024 00:07
"Allahü teâlâ, yedi kimseyi, Arş-ı azîmin gölgesinde o günde gölgelendirir..."
Sual: Mahşer günü, Arş'ın gölgesinde gölgelenecekler var mıdır, varsa bunlar kimlerdir?
Cevap: Bu konuda Ebû Hüreyre hazretlerinin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte, Resûlullah efendimiz buyuruyorlar ki:
(Allahü teâlâ, yedi kimseyi, Arş-ı azîmin gölgesinde o günde gölgelendirir. O gün Arş-ı azîmin gölgesinden başka gölgelenecek yer olmaz. Yalnız Arş-ı azîmin gölgesi olur. Bunlar: 1-Adil devlet başkanı. 2-Allahü teâlâya taatte bulunarak yetişen genç. 3-Allahü teâlâyı tenhalarda zikredip ve gözlerinden Allahü teâlânın korkusundan yaş akıtan kimse. 4-Kalbi mescide bağlı olan kimse. 5-Sağ elinin verdiği sadakayı, sol elinin bilmediği kimse. 6-Birbirini Allahü teâlâ için seven iki kimse. 7-Bir cemal sehibi, güzel bir kadın kendisini davet ettiği zaman, ondan kaçıp, 'Âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâdan korkarım' diyen kimse.)
Sual: Bazı kimseler, Allah aşkına şunu yapar mısın diyorlar. Böyle söylemek ve bu şekilde söyleneni yapmak uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki: “And vererek, mesela Allah aşkına diyerek bir kimseden dünyalık şey istemek caiz değildir. Hadis-i şerifte, bunların melun oldukları bildirildi.”
Dürer ve Gurerde, İbni Âbidîn ve Hadîkada deniyor ki: “Bir Müslüman, Allah hakkı için şunu yap derse, bunu yapmak lazım olmaz, yani yapmamak günah olmaz ise de, taat, hattâ mubah olan şeyleri yapmak iyi olur. Peygamber hakkı için yahut ölü veya diri bir velî hakkı için dua etmek haramdır. Çünkü, kimsenin Allahü teâlâ üzerinde hakkı yoktur. Âlimlerin bir kısmı böyle ictihad etti ise de, böyle dua etmek, 'Ya Rabbi, onlara vermiş olduğun hak için' niyeti ile caiz olur. Çünkü, Rum suresinin 47. âyetinde meâlen; (Üzerimize hak oldu ki, müminlere yardım ederiz) buyuruluyor. Allahü teâlâ, En'âm suresinin 12. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ kullarına merhamet etmeyi kendisine lazım kıldı) buyurup, merhamet ve ihsan ederek, sevdiklerine haklar verdiğini göstermektedir.” Bezzâziyye fetvasında, ölü veya diri, Peygamberlerin ve evliyanın hürmetleri için dua etmenin caiz olduğu bildirilmektedir.
Sual: Din bilgilerini ve İslam âlimlerini kötülemek, imanı giderir mi?
Cevap: İslam bilgilerine inanmamak, bunları ve din âlimlerini aşağılamak, küfr-i cühûdî yani inat ederek inkâr olur.
.
Cimrinin malı, kendine yâr olmaz
5 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :5 Temmuz 2024 00:21
Hazret-i Ebu Bekir buyurdu ki: “Cimrilerin malı, yedi beladan birine uğrar."
Sual: Halk arasında, "cimrinin malı kendine yâr olmaz" diye bir söz vardır. Bu sözün aslı var mıdır?
Cevap: Cimri diye, malının zekâtını, tarlasından kaldırdığı mahsulünün uşrunu, ramazan ayında sadakayı fıtrını vermeyen, vacip olduğu hâlde kurbanını kesmeyen ve çoluk çocuğunun nafakasını kazancına göre yapmayan kimseye denir. Böyle olan kimseler hakkında hazret-i Ebu Bekir buyuruyor ki:
“Cimrilerin malı, yedi beladan birine uğrar. Miras yiyen bir vârisi, malını israf eder, onu Allahü teâlânın taatinden başka yerde harcar. Veya Allahü teâlâ o cimrinin üzerine bir zalimi musallat eder ve onun malını, onu hor ve zelil ettikten sonra alır. O cimriyi bir şehvet, arzu harekete getirir ki, o şehvet ile uygunsuz işler yaparak malını telef eder. Onda bir düşünce meydana gelir, öğünmek için bir bina yapar veya faydasız bir harabeyi tamir eder, malını onlara sarf eder. Ya da dünya afetlerinden bir afet peyda olur. Malı suda gark olur, hırsız çalar veya ona daimî bir dert erişir, malını doktorlara yedirir. Yahut da, malını bir mekânda, bir yerde saklar ve sonra da unutur.”
Sual: Bazı kimseler, gökten ağır, zehirden acı olan nedir diye sorular sorarak, karşısındakini mahcup etmek istemektedirler. Gerçekten böyle sorular sorulmuş mu ve bunların cevapları var mıdır?
Cevap: Bu tip sorular, hazret-i Ali'ye de sorulmuş. Hatta hazret-i Ali'ye daha fazlası da sorularak; “Gökten ağır, yerden geniş, denizden engin, ateşten sıcak, taştan katı, zemherirden soğuk ve zehirden acı olan nedir” diye sorulmuş. Hazret-i Ali de cevaben;
“Gökten ağır olan, temiz bir kimseye iftira etmektir. Yerden geniş olan; Hak, doğru olan şeydir. Denizden engin olan, kanaat eden kalbdir. Ateşten sıcak olan, zulmeden sultandır. Taştan katı olan, münafıkın kalbidir. Zemherirden soğuk olan; levm eden, kınayan kimseye ihtiyacını arz etmektir. Zehirden acı olan da, sabretmektir” buyurmuşlardır.
Sual: Din bilgilerinden herkes için lazım olanları öğrenmemenin, dinimiz açısından hükmü nedir?
Cevap: İman edilecek şeyleri ve farzlardan, haramlardan meşhur olanları, lüzumu kadar öğrenmek, her Müslümana farzdır. Bunları öğrenmemek haramdır. Bu bilgileri işitip de, öğrenmeye ehemmiyet, önem vermemek ise küfür olur, imanı giderir.
.
Hicri yeni yıl
6 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :6 Temmuz 2024 00:46
Muharrem ayının birinci gecesi, Müslümanların kameri yılbaşı gecesidir.
Sual: Mübarek gün ve gecelerin bulunduğu Hicri takvimde, yeni yıl ne zamandır, hangi aydadır, önemi nedir?
Cevap: 7 Temmuz 2024 Pazar günü, Muharrem ayının ve Hicri yeni yılın ilk günüdür. 1445 hicri yılından, 1446 hicri yılına girilmektedir. Muharrem ayının birinci gecesi, Müslümanların kameri yılbaşı gecesidir. Muharrem ayı, Zilkade, Zilhicce ve Receb ile beraber Kur'ân-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. Hadis-i şeriflerde;
(Ayların efendisi Muharrem, günlerin efendisi Cumadır.)
(Muharrem ayında bir gün oruç tutana, bugüne karşılık otuz gün oruç sevapı yazılır) buyuruldu.
Muharrem ayının ilk gecesi, Müslümanların yılbaşı gecesidir.
Bu gün ve gecede Müslümanlar, birbirinin yeni yılını tebrik ederler. Böyle günler vesîle edilerek dargınlıklar, kırgınlıklar giderilir. Allahü teâlânın emirlerini yaparak ve yasaklarından sakınarak, Allahü teâlânın verdiği nimetlere şükredilir. Günâhlara tevbe edilir.
Müslümanlar, sene başı gecelerinde ve günlerinde, müsâfeha ederek, mektuplaşarak tebrikleşirler. Birbirlerini ziyaret eder, hediye verirler. Sene başını dergi ve gazetelerde kutlarlar. Yeni senenin, birbirlerine ve bütün Müslümanlara hayırlı ve bereketli olması için dua ederler. Büyükleri, akrabayı, âlimleri ziyaret edip dualarını alırlar. O gün, bayram gibi temiz giyinirler. Fakirlere sadaka verirler.
Başlangıç zamanına göre, zamanımızda iki türlü takvim kullanılmaktadır: Mîlâdî takvim, Hicrî takvim. Mîlâdî sene, İsâ aleyhisselamın doğum günü zannedilen zamandan başlamaktadır. Hicrî takvim ise, Peygamber efendimizin Medine'ye hicret ettiği seneden başlamaktadır.
Müslümanlar için Mekkede kalmak, tahammül edilemeyecek derecede idi. Peygamber efendimize durumlarını arz ederek, hicret için müsaade istediler. Bir gün, sevgili Peygamberimiz, sevinçli bir hâlde Eshabının yanına gelip;
(Sizin hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Medine'dir. Oraya hicret ediniz. Allahü teâlâ Medine'yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı) buyurdu.
Resulullah efendimizin izni ve tavsiyesi üzerine Müslümanlar, Medine'ye birbiri ardınca, bölük bölük hicret etmeye başladılar. Son olarak da kendileri hicret ettiler ve bu hicret, tarih başlangıcı oldu.
Hicri yeni yılın hayırlı olması dileği ile...
.
Peygamber efendimizin hicreti
7 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :7 Temmuz 2024 13:38
Peygamber efendimizin Allahü teâlânın emri ile, Mekke'den Medine'ye olan yolculuğuna "Hicret" denir.
Sual: Peygamber efendimizin Medine'ye hicreti nasıl olmuştur, İslâm tarihinde bu hicretin önemi nedir?
Cevap: Peygamber efendimiz, tarihçilere göre miladın 622 senesinde, Allahü teâlânın emri ile, Mekke'den Medine'ye gitti ve bu yolculuğuna Hicret denir. Cebrâîl aleyhisselam, Peygamber efendimize gelip;
(Bu gece, kâfirler seni öldürmeye karar verdi. Bu gece, Ali'yi yatağına yatır ve Ebu Bekir ile, Medine'ye hicret et!) dedi.
Hazret-i Ali o zaman yirmiüç yaşında idi ve Peygamber efendimize; “Bin canım da olsa, senin yoluna fedadır” diyerek yatağa girdi.
Resulullah efendimiz Safer ayının 27. Perşembe gecesi kapıdan çıkıp, Yasîn suresinin başından 12 âyet okuyup, müşriklerin aralarından geçip gitti. Öğle vakti hazret-i Ebu Bekrin evine gidip;
-Bu gece Medine'ye hicret etmeye emir aldım buyurdu.
Şevâhid-ün Nübüvve kitabında, Hicret şöyle anlatılmaktadır:
“Resulullah efendimize Mekke'den Medine'ye hicret etmesi bildirildiği zaman, bi'setin, Peygamberliğin 14. senesi idi. Mekke'den ayrıldığı gece, Kureyş müşrikleri aralarında, Resulullah efendimizi öldürmek için anlaştılar. Gece uyku vakti gelince, Resulullah efendimizin kapısının önünde toplanıp, uyusun da öldürelim diye beklemeye başladılar. O gece Yâsîn suresinin ilk ayetleri nâzil oldu. Resulullah efendimiz yerden bir avuç toprak aldı ve meâli;
(Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çekdik de onları kapattık, artık göremezler) olan Yâsîn suresi 9. âyetini üzerlerine okuyarak ve elindeki toprağı da başlarına saçarak, aralarından geçip gitti.
Resulullah efendimiz mağaranın içine girer girmez, o gece mağaranın kapısının önünde bir ağaç yeşerdi. İki yabani güvercin o ağacın üzerine yuva yapıp yumurtladılar. Bir örümcek de mağaranın ağzını ağıyla ördü. Resulullah efendimizin Mekkeden ayrıldığını haber alan müşrikler ok ve yaylarını alıp, takibe çıktılar ve mağaranın yakınına geldiler. Aralarından birini mağaranın içine girip bakması için gönderdiler. O kimse mağaranın önüne geldi ve geri döndü. Sebebi sorulunca;
-Mağaranın kapısı örümcek ağıyla kaplı ve orada iki güvercin var. Anladım ki içeride kimse yok, dedi.”
Peygamber efendimiz, yorucu bir yolculuktan sonra Medine'ye vasıl oldu ve İslam tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu.
.
Müslümanların birleşmesi
8 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :8 Temmuz 2024 00:15
İnsanların aralarındaki ayrılıkların kalkması, bütün insanların Müslümân olmaları ile mümkün olur.
Sual: Bazı kimseler; insanlar ve bilhassa Müslümanlar arasındaki ayrılıklar giderilmeli, ayrılıklar ortadan kalkmalıdır diyor. İnsanların ve Müslümanların arasındaki ayrılıkların kalkması mümkün mü, mümkün ise nasıl olabilir?
Cevap: İnsanların ihtilaflarının, aralarındaki ayrılıkların kalkması, bütün insanların Müslümân olmaları ile mümkün olur. İslamiyetin din bilgileri ikiye ayrılır:
1-Kalb ile inanılacak şeyler.
2-Kalb ve bedenle yapılacak şeyler.
Kalb ile inanılacak bilgiler, elbet bir bütündür. Bu da, Resûlullah efendimizin bildirdiği ve Eshâb-ı kiramın haber verdiği iman bilgileridir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri Eshâb-ı kiramdan öğrenip, kitaplarına yazdılar. Bütün müslümanların, bu kitaplardan okuyup, inanmaları hep bir imanda birleşmeleri lazımdır. Müslümanlar birleşmeli, ayrılık, bölücülük olmamalıdır. Bunun için, bütün Müslümanların, tek doğru yol olan Ehl-i sünnet inanışında birleşmeleri, Peygamber efendimizin haber verdiği sapık fırkalara bölünmemeleri lazımdır. Başka türlü birleşmek olmaz. Doğru yoldan ayrılmış olanların da bu iman bilgilerini öğrenmesi, kendi kafalarından çıkan saçma ve sapık düşünceleri din bilgisi olarak yaymamaları, bölücülük yapmamaları lazımdı. Fakat, mezhebsizler, hak olan dört mezhebe saldırıyorlar. Mezheblerin ortadan kaldırılarak, uydurma bir Müslümanlık yapılmasını istiyorlar. Peygamber efendimiz, Ehl-i sünnetin içinde bulunan dört mezhebin, ibadetlerde birbirinden ayrılığının rahmet olduğunu bildiriyor. Müctehidlerin ictihâd etmelerini emrediyor.
Allahü teâlâ, ibadetlerle ve evlenme, alışveriş ve kul hakları ile ilgili bilgilerin hepsini açık ve kesin olarak bildirmedi. Kısa ve kapalı bıraktığı bilgileri Peygamber efendimizin açıklamasını diledi. Peygamber efendimiz de, bunların hepsini tam açıklamadı. Kapalı bıraktığı bilgilerin açıklanmasını ve bunların günlük hadiselere tatbik edilmesini müctehid âlimlere bıraktı. Bu âlimler, bu vazifeleri yaparlarken, aralarında ayrılıklar oldu. Böylece mezhebler meydana geldi. Müslümanlar ibadetlerini yaparken, memleketlerinin örf ve âdetlerine, iklim şartlarına ve kendi fizik yapılarına uygun ve daha kolay olan mezhebi seçerek, bu mezhebi taklid eder. Mezhebler, rahmettir, kolaylıktır.
.
İnsan, başına gelecekleri düşünmeli!..
9 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :9 Temmuz 2024 00:29
Her insan, başına gelecekleri düşünmeli, ömrünü tüketmeden, aklını başına toplamalıdır.
Sual: Çoğu insan, hiç ölmeyecekmiş, hiç hesaba çekilmeyecekmiş gibi hareket etmektedir. Hâlbuki bir insanın her şeyden önce sonunu düşünmesi, ona göre hazırlık yapması gerekmez mi?
Cevap: Dünya hayatı çok kısadır ve her günü de geçip hayal olmaktadır. Her insanın sonu ölümdür. Bundan sonrası da, ya daimî azab veya ebedî nimetlerdir. Bunların vakitleri, herkese süratle yaklaşmaktadır.
Bunun için insan, kendine merhamet etmeli, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Batılın batıl olduğunu görerek, ondan kurtulmaya çalışmalı, Hakkın da hak olduğunu görerek, ona tabi olmalı, sarılmalıdır. İnsanın vereceği karar, çok mühimdir ve vakit ise, çok azdır. Her insan, muhakkak ölecektir ve insan öldüğü vakti düşünmeli, başına geleceklere hazırlanmalıdır.
Hiç kimse, Hakka tabi olmadıkça, ebedî azaptan kurtulamaz. Ölüm anındaki son pişmanlık, insana fayda vermez ve son nefeste Hakkı tasdik etmek, kabul olmaz. Sadece Müslümanın günahlarına tövbe etmesi, kabul olur. O gün, Allahü teâlâ, insana;
“Kulum! Sana akıl nurunu vermiştim. Bununla, beni anlamanı, bana ve Peygamberim Muhammed aleyhisselama, Onun getirdiği İslam dinine iman etmeni emretmiştim. Bu Peygamberin geleceğini, Tevrat'ta ve İncil'de haber vermiştim. İsmini ve dinini her memlekete yaydım. İşitmedim diyemezsin. Gece gündüz, dünya kazancı için, dünya zevkleri için çalıştın. Ahirette başına gelecekleri hiç düşünmedin. Gaflet içinde iken, mevtin, ölümün pençesine düştün” derse, acaba o insan buna nasıl cevap verecektir?
Bunun için her insan, başına gelecekleri düşünmeli, ömrünü tüketmeden, aklını başına toplamalıdır. İnsanın etrafında gördüğü, konuştuğu, sevdiği, korktuğu kimselerin hepsi, birer birer ölmektedir. Her biri birer hayal gibi, gelip gitmektedirler. İnsan iyi düşünmeli, tercihini ona göre yapmalıdır. Ebedî olarak ateşte yanmak, çok büyük azaptır! Sonsuz nimetler içinde yaşamak ise, çok büyük bir nimettir. Bunlardan birini seçmek, hayatta iken, insanın elindedir. Herkesin sonu, bu ikisinden biri olacaktır. Bundan kurtulmak imkânsızdır. Bunu düşünmemek, çare aramamak, tedbir almamak, büyük cahillik ve cinnettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Arzusu ahıret olup, ahıret için çalışana, Allahü teâlâ dünyayı hizmetçi yapar.)
.
Cin de, akıllı bir varlıktır
10 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :10 Temmuz 2024 00:16
İnsanlar, ilk olarak, topraktan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı.
Sual: Cin diye bir varlık var mıdır, varsa insanlar gibi erkek ve dişi olarak mı yaratılmış ve yaptıklarından sorumlu mudurlar?
Cevap: İnsanlar, ilk olarak, topraktan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de, erkek ve dişi olur. Evlenmeleri, evleri, yemeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri hakkında ve Muhammed aleyhisselamın onlara da Peygamber olduğu, Kur’ân-ı kerimi dinledikleri, ibadet ettikleri, sadaka verdikleri, iyi işlerine sevap verildiği, cin kâfirlerinin Cehenneme gireceği, müminlerinin Cennete gireceği ve Cennette Allahü teâlâyı görecekleri, çeşitli kitaplarda yazılıdır.
Cinnilerin insan âlimlerine sual sorup fetva aldıklarını, insanlara vaaz etmelerini, insanlara şiir söyleyip insanların işitmesini, insanlara, hastalık tedavisi, ilaç öğrettiklerini, insandan korktuklarını, insanlara itaat ettiklerini bildiren, âlimlerimizin çeşitli yazıları vardır. Bu kitaplar, cinnin varlığını göstermektedir. Cinnilerin insanlara olan zararlarına karşı tedbir alınması, cinnin zararına karşı korunulması, cinnilerin küçükleri yükseklerine itaat ettikleri, insanların iyiliklerine karşı iyilik yaptıkları, kötülüğe karşı kötülük ve zarar yaptıkları, cinnin insanlarla alay ettikleri, cinnin insan gibi, nazarları değeceği, bilhassa ramazan ayında azdıkları, cinnin insanlarla ibadet ettikleri, Server-i âlem efendimizin Ümm-i Mabed'in çadırında misafir olduğunu Mekke ahalisine haber vermeleri, Ümm-i Mabed'in Müslüman olduğunu haber vermeleri, Bedir muharebesini haber vermeleri, geçmiş şeyleri cinden sormanın caiz olduğu, ileride olacak şeyleri sormanın caiz olmadığı, müezzinlerin ezanlarına, kıyamette, cinnilerin şahit olacakları, hazret-i Ömer vefat ettiği zaman, mersiye okudukları, hazret-i Osman şehit olunca, ağlayıp inledikleri, hazret-i Ali'nin şehit olduğunu haber verdikleri, hazret-i Hüseyin şehit olunca ağlayıp, bağırdıkları ve başka Sahabiler şehit olunca bildirdikleri, Ömer bin Abdül'azîz hazretlerinin vefatını haber verdikleri, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe ve İmâm-ı Şâfi hazretlerinin vefatlarında ağladıkları, cinnin insan kalbine vesvese getirdiği ve daha pekçok meşhur hadise ve işler kıymetli kitaplarda yazılıdır. Bunların hepsi, cinnin varlığını göstermekdedir.
.
Çobanlık, bahçıvanlık yapmak...
11 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :11 Temmuz 2024 00:26
Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını temin için çalışmak farzdır.
Sual: Bazı kimseler, başkasının işinde çalışmayı, çobanlık, bahçıvanlık gibi işleri yapmayı, zillet aşağılık olarak görmektedir. Gerçekten dinimiz açısından da böyle midir?
Cevap: Her sanatı ve ticareti yapmak, maaş, ücret karşılığında mubah olan işleri yapmak, mesela çobanlık, bahçıvanlık yapmak, inşaatta, hafriyatta çalışmak ve sırtında yük taşımak tezellül değildir. Peygamberler ve Veliler bunları yapmışlardır. Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını temin için çalışmak farzdır. Başkalarına yardım için her türlü kazanç yolunda çalışarak daha fazla kazanmak mubahtır. İdris aleyhisselam terzilik yapardı. Davut aleyhisselam demircilik yapardı. İbrahim aleyhisselam ziraat ve kumaş ticareti yapardı. İlk olarak kumaş dokuyan Âdem aleyhisselamdır. Din düşmanları, ilk insanların ot ile örtündüklerini, mağarada yaşadıklarını yazıyorlar. Bu yazılarının hiçbir vesikası, senedi, delili yoktur. Peygamberlerden İsa aleyhisselam kunduracılık yapardı. Nuh aleyhisselam marangozluk, Salih aleyhisselam çantacılık yapardı. Peygamberlerin çoğu çobanlık yapmıştır. Hadis-i şerifte;
(Evinin ihtiyaçlarını alıp getirmek kibirsizlik alametidir) buyuruldu.
Resulullah efendimiz mal satmış ve satın almıştır. Satın alması daha çok olmuştur. Ücret ile çalışmış ve çalıştırmıştır, ortaklık yapmıştır. Başkasına vekil olmuş ve vekil yapmıştır. Hediye vermiş ve almıştır. Ödünç ve ariyet mal almıştır. Vakıf yapmıştır. Dünya işi için kimseye kızmamış, kimseyi incitecek bir şey söylememiştir. Yemin etmiş ve ettirmiştir. Yemin ettiği şeyleri yapmış, yapmayıp keffaret verdiği de olmuştur. Latife, şaka yapmış ve söylemiş, latifeleri hep hak üzere ve faydalı olmuştur. Bunları yapmaktan çekinmek, utanmak, kibir olur. Çok kimse burada yanılmıştır. Böyle kimseler, tevazu ile tezellülü, zilleti birbiri ile karıştırmış ve nefis, burada çok kimseyi aldatmıştır.
Sual: İlahiyatçılardan bazısı, diğer üç mezhebde olduğu gibi kurban kesmek farz değildir diyor. Bunun aslı var mıdır?
Cevap: Kurban kesmek farz değil vaciptir. Hanefi mezhebinde vacip, diğer üç mezhepte ise sünnet-i müekkede olduğu Mîzân-ı kübrâ ve Menâhic kitaplarında yazılıdır. İslâmiyette kurban kesmek yoktur diyen kimsenin ise, imanı gider.
.
Zamanımızda müctehid âlim yoktur!
12 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :12 Temmuz 2024 00:30
Dört mezhebden birine girmeyen kimse, Ehl-i sünnet olmaz, mezhepsiz olur.
Sual: Zamanımızda kendisini, âyetlerden hüküm çıkarabilecek müctehid zannedenler var. Gerçekten zamanımızda, âyetlerden hüküm çıkaracak müctehid âlim var mıdır ve bunlardan din bilgisi öğrenilebilir mi?
Cevap: Bugün ictihad edebilecek kadar derin âlim hiç yoktur. Her Müslümanın dört mezhebden birinin ilmihâl kitabını okuyup öğrenmesi, imanını ve bütün işlerini buna uydurması lazımdır. Böylece, bu mezhebe girmiş olur. Dört mezhebden birine girmeyen kimse, Ehl-i sünnet olmaz, mezhepsiz olur. Mezhebsiz olan da, ya yetmişiki bozuk fırkadan birindedir, yahut kâfir olmuştur. Es-Sâvî tefsirinde, Kehif suresinin 24. ayetinin tefsiri hâşiyesinde buyuruyor ki:
“Dört mezhebden olmayan kimsenin sözü, Sahabinin sözüne veya sahih olan hadis-i şerife, yahut âyet-i kerimeye uygun olsa da, buna uymak caiz değildir. Dört mezhebden birinde olmayan kimse sapıktır. Başkalarını da, hak yoldan ayırmaktadır. Dört mezhebden ayrılmak küfre kadar gider. Müteşâbih âyetlere zahirleri gibi mana vermek, kâfirlerin âdetleridir.”
Bir din adamı, Ehl-i sünnet mezhebinde olduğunu bildiriyorsa ve mezhebinin bilgilerini yayıyorsa, Onun sözleri ve kitabı kıymetli olur. Okuyanlar faydalanır. Mezhebsizlerin din kitapları zararlıdır. Okuyanların dinini, imanını bozar. Bu sebeple her Müslüman, Ehl-i sünnet mezhebini öğrenmeye ve çocuklarına öğretmeye çalışmalıdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından tercüme edilmiş, nakli esas alan kitaplar tercih edilmelidir. Böyle olan kitaplardan almalı, okumalı, öğrenmeli ve tanıdıklara ve hatta bütün Müslümanlara da yaymaya, dağıtmaya uğraşmalıdır. Böylece sevap da kazanılmış olur.
Sual: Bir camide vaktin namazı kılındıktan sonra, o camiye namaz kılmak için gelenler, ayrıca ezan okuyup, kamet getirirler mi?
Cevap: Mahalle camiinde ve cemaati belli kimseler olan her camide, vakit namazı, cemaat ile kılındıktan sonra, o camiye gelip yalnız olarak namaz kılan kimse, ezan ve ikamet okumaz. Böyle camilerde, vakit namazları, imam mihrabda olarak, cemaat ile kılındıktan sonra, tekrar cemaatler yapılabilir. Sonraki cemaatlerde de, imam mihrabda bulunursa, ezan ve ikamet okunmaz. O cemaatlerin imamları mihrabda durmazsa, ezanı ve ikameti, cemaat duyacak kadar sesle okurlar.
.
Alkol kullananın yaptığı ibadet
13 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :13 Temmuz 2024 00:23
Midesinde, elbisesinde azıcık haram bulunan kimsenin namazı mekruh olur.
Sual: Alkol kullananın yaptığı ibadetler, kıldığı namazlar kabul olmaz mı?
Cevap: Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde; (Bir yudum şerap içene, Allahü teâlâ üç gün gadab eder) buyurmuşlardır. Yani, buna tövbe etmedikçe, üç gün içindeki iyiliklerine sevap verilmez ve günahları affedilmez. Üç gün içinde ölürse, imansız gitmesinden korkulur. Bir kadeh içene, Allahü teâlâ kırk gün gadab eder...
Sarhoş olarak kılınan namaz sahih olmaz. Sarhoş olmayacak kadar az içkili olarak kılmak da mekruhtur. Çünkü, alkollü içkilerden herhangi birini keyif için bir damla bile içmek haramdır. Midesinde, elbisesinde azıcık haram bulunan kimsenin namazı mekruh olur. Gasbedilen yerde namaz kılmak da böyledir.
Sual: Afyon, esrar gibi şeyleri kullanmanın dinimizce hükmü nedir?
Cevap: Esrar otu ve afyon gibi katı cisimlerin akla zarar veren çok miktarları haramdır. İlaç için kullanmanın caiz olduğu İbni Âbidînde yazılıdır. Bunların fazlasına helal diyen, kâfir olmazsa da bidat sahibi olur.
Sual: Dinimizde, taştan yapılmış heykellere ve duvarlara çizilen resimlere tapınmanın hükmü aynı mıdır?
Cevap: Bu konuda Tahtâvînin, İmdâd şerhinde deniyor ki: “Odundan, altından, gümüşten yapılmış insan heykeline, sanem denir. Taştan yapılan insan heykeline, vesen denir. Kumaşa, duvara ve başka yerlere yapılmış canlı ve cansız resimlerine, suret veya tasvir denir. Yalnız canlı resimlerine, timsâl denir. Saneme, vesene, surete ve timsâle tapınmak, onların fayda ve zarar yapacaklarına inanmak, şirk çeşitlerinden biri olur. Böyle tapınanlara, putperest ve müşrik denir.”
Sual: Evinde namaz kılacak olan bir kimse, ezan okuyacak ve kamet getirecek midir?
Cevap: Evinde yalnız veya cemaat ile vakit namazı kılan, ezan ve ikamet okumaz. Çünkü, camide okunan ezan ve ikamet evlerde de okunmuş sayılır. Fakat, okumaları efdal olur. Müezzinin sesini evden duymak lazım değildir. Camide ezan okunmazsa veya şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezan ve ikamet okur.
Sual: Bir mağazanın yanına ikinci bir mağaza açılırsa, birinci mağaza sahibi buna mâni olabilir mi?
Cevap: Mecellenin 1288. Maddesinde deniyor ki:
“Bir kimsenin dükkânı yanına, başkası dükkân açarak, birincinin işi bozulsa, ikinci dükkân kapattırılamaz.”
.
En iyi derece, az yemek az uyumaktır
14 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :14 Temmuz 2024 00:18
Çok yemek, hastalıkların başı, az yemek yani perhiz yapmak ilaçların başıdır.
Sual: Bir Müslümanın yemede ve içmede nelere dikkat etmesi ve nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Bu konuda Şir'at-ül-islâm kitabında buyuruluyor ki:
“Çağırılmayan sofraya oturmamalıdır. Sofrada herkesten çok yememelidir. Karnı doyunca, bunu günah işlemekte kullanmamak için dua etmelidir. Bunun kıyametteki hesabını düşünmelidir. İbadet yapmaya kuvvetlenmek niyeti ile yemelidir. Aç iken de, yavaş yavaş yemelidir. Önce büyükler başlamalıdır. Üçten çok 'ye' diyerek, kimseye sıkıntı vermemelidir. Ev sahibinin sofraya oturmayıp hizmet etmesi caizdir. Birlikte yediği zaman, misafirleri doymadan, yemekten elini çekmemelidir. Yemekte korkunç ve iğrenç şeyler söylememelidir. Ölümden, hastalıktan, Cehennemden konuşmamalıdır. Sofraya gelen yemeklere bakmamalıdır. Bir lokmayı yutmadan önce, ikinciyi eline almamalıdır. Yemek arasında, bir şey için, hatta namaz için, sofradan kalkmamalıdır. Namazı önce kılmalıdır. Eğer, hazırlanmış yemekler soğuyacak veya bozulacak ise ve namaz vakti, yemekten sonra kılmaya elverişli ise, namazdan önce yemelidir. Yemek kaldırıldıktan sonra, sofradan kalkmalıdır. Yol üstünde, ayakta, yürürken yememelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsan kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek, yağmur gibidir. Fazla su, ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda kalbi öldürür.)
(Çok yiyeni, çok içeni Allahü teâlâ sevmez.)
Çok yemek, hastalıkların başı, az yemek yani perhiz yapmak ilaçların başıdır. Midenin üçte biri yemeklere, üçte biri içeceklere ayrılmalıdır. Üçte biri hava payı, yani boş olması en aşağı derecedir. En iyi derece, az yemek ve az uyumaktır.”
Sual: Bir kimse, kendi parasından, yemede, içmede, giyinmede istediği gibi harcama yapabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, kendi bedeni için, yemekte, içmekte, giyinmekte, ev kurmakta, tabiatının çektiği şeye, ihtiyacından fazla harcaması, israf olur. Mesela bir şeyi yemek, içmek isteyince, doyduktan sonra, fazlası israf olur. Bunun küçük günah olduğu, Redd-ül-muhtârda bildirilmektedir.
Sual: Bir kimse, ekmeğin içini yiyip, sert, kabuk kısmını yemeyip atarsa, israf mı olur?
Cevap: Ekmeğin pişkin yerini ve içini yiyip, kenar ve kabuklarını yemeyip atmak israf olur. Bırakılan kısımları başkası veya hayvan yerse, israf olmaz.
.
Aşûre günü
15 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :15 Temmuz 2024 00:34
Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşûre gecesi, onuncu günü de Aşûre günüdür.
Sual: Aşûre gününün önemi nedir ve bu günde neler yapılmalıdır?
Cevap: Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşûre gecesi, onuncu günü de Aşûre günüdür. Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesi ve günüdür. Allahü teâlâ, birçok duaları Aşûre günü kabul buyurdu. Âdem aleyhisselâmın tövbesinin kabul olması, Nuh aleyhisselamın gemisinin tufandan kurtulması, Yunus aleyhisselamın balığın karnından çıkması, İbrahim aleyhisselamın Nemrud'un ateşinde yanmaması, İdris aleyhisselamın diri olarak göğe çıkarılması, Yakup aleyhisselamın, oğlu Yusuf aleyhisselama kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yusuf aleyhisselamın kuyudan çıkması, Eyyub aleyhisselamın hastalıktan kurtulması, Musa aleyhisselamın Kızıldeniz'den geçip, Firavun'un boğulması ve İsa aleyhisselamın viladeti, doğumu ve Yahudilerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması hep Aşûre günü oldu.
Nuh aleyhisselam gemide aşûre tatlısı pişirdiği için Müslümanların Muharremin onuncu günü aşûre pişirmesi ibadet olmaz. Muhammed aleyhisselam ve Eshab-ı kiram böyle yapmadı. Muhammed aleyhisselamın yaptığı veya emrettiği şeyleri yapmak ibadet olur. Din kitaplarının yazmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevap olmaz, günah olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyafet, fakirlere sadaka vermek sünnettir, ibadettir.
Aşûre günü, Berât ve Regâib geceleri, camilerde toplanarak cemaat ile namaz kılanlar, bu toplantılarla sevap kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkıh âlimlerinin söz birliği ile mekruh dedikleri işi işlemektedirler. Mekruhu iyi bilmek ise, büyük cinayetlerdendir.
Mübarek gecelerde ibadet etmek çok sevaptır. Rıyâd-un-nâsıhîn kitâbında buyuruluyor ki:
“İmâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitâbında ‘gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir saat kadar ihya etmek, yani okumak, namaz kılmak, dua etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böyledir’ buyuruyor.” İbni Abidînde de böyle olduğu bildirilmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aşûre gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara keffarettir.)
Aşûre günü oruç tutmak isteyenler, Muharremin 9. 10. veya 10. 11. yahut 9. 10. 11. günleri tutmalıdır.
.
İslamiyette matem tutmak yoktur
16 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :16 Temmuz 2024 00:30
Matem tutmak yasak olmasaydı, herkesten önce Peygamber efendimizin vefatı için matem tutulurdu!
Sual: Dinimizde, Muharrem ayının onuncu günü ve başka zamanlarda matem, yas tutmak diye bir şey var mıdır?
Cevap: İslamiyette matem tutmak yoktur. Peygamber efendimiz matem tutmayı yasak etmiştir. Hadis-i şeriflerde;
(Matem tutan kimse, ölmeden tövbe etmezse, kıyamet günü şiddetli azap görecektir)
(İki şey vardır ki, insanı küfre sürükler. Birisi, bir kimsenin soyuna söğmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır) buyuruldu.
Muharremin onuncu Aşûre günü matem yapmak, bağırıp çağırmak, ilk olarak hicri 65. yılında, Hazret-i Hüseyin'in intikamını almak için, ayaklanıp, Kûfe'yi alarak, bir Şii devleti kuran Muhtâr-ı Sekâfî tarafından ortaya çıkarıldığı Tuhfe kitabında yazılıdır. Bu bidat, maalesef bir ibadetmiş gibi yayılmıştır. Hâlbuki Muhtâr-ı Sekâfî, bunu Kûfe ahalisini aldatıp, onları Emevilerle harbe sürüklemek, böylece hükûmeti ele geçirmek için bir hile olarak yapmıştır.
Matem tutmak yasak olmasaydı, herkesten önce Peygamber efendimizin vefatı için matem tutulurdu. Sonra hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali, hazret-i Hamza ve hazret-i Hüseyin şehit edildikleri için matem tutulurdu. Bunların hepsini seviyor, şehit edildikleri için üzülüyoruz, kalbimiz kan ağlasa da, yas tutmuyor, matem yapmıyoruz. Müslümanların matem yapması ve başkalarına lanet etmeleri yasak edildiği için, matem yapmıyoruz.
İslamiyette doğum gününü kutlamak, Allahü teâlâya şükretmek vardır. Peygamber efendimiz, pazartesi günleri oruç tutardı. Sebebini sorduklarında;
(Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyururdu.
Doğum günü ve mübarek geceler, hicri sene ile kutlanır. Müslümanların mübarek günleri veya geceleri, güneş aylarına göre değil, hicri kamerî aylara göre yapılır. Dinimiz böyle emretmektedir. Yılın mübarek günü, Arabi ayın belli günü demektir. Aşûre günü, Muharrem ayının onuncu günü demektir. Haftanın günleri içinde de mübarek olanları vardır. Mesela pazartesi günü, hep hayırlı olayların bu günde olması bakımından kıymetli bir gündür.
Muharremin onuncu günü Müslümanların mübarek günüdür. O günün mübarek olduğunu Peygamber efendimiz bildirmiştir. O gün yapılan ibadetlere çok sevap verileceğini müjdeledi. O gün oruç tutmak sünnet oldu, matem, yas tutmak ise yasak edildi.
.
Hastanın hastalığından şikâyetçi olması
17 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :17 Temmuz 2024 00:30
“Tevekkül etmek için, hastalığını herkese bildirmemek lazımdır. Bildirmek ve şikâyet etmek mekruhtur."
Sual: Hasta olan bir kimsenin, hastalığını her önüne gelene anlatması, içinde bulunduğu hâlden şikâyet etmek mi olur?
Cevap: İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bu konuda, Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Tevekkül etmek için, hastalığını herkese bildirmemek lazımdır. Bildirmek ve şikâyet etmek mekruhtur. Yalnız faydası olacaklara, mesela, doktora söylemek veya aczini, zavallılığını bildirmek için söylemek mekruh olmaz ve tevekkülü bozmaz. Nitekim hazret-i Ali hastalanmıştı, kendisine;
-Nasılsın, iyi misin dediklerinde, cevap olarak;
-Hayır dedi. Yanındakiler şaşıp birbirlerine bakışınca, hazret-i Ali;
-Allahü teâlâya aczimi gösteriyorum buyurdu. Bu söz onun hâline layık ve uygun idi. O cesaret ve kuvveti, yiğitliği ile, aczini biliyordu ve;
'Yâ Rabbî! Bana sabır ihsan et!' derdi.”
Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. Bela istemeyiniz!)
Hastalığı herkese söyleyip, hâlinden şikâyet etmek haramdır. Şikâyet niyeti ile değilse haram olmaz. Fakat, söylememek iyidir. Çünkü, çok söyleyerek, şikâyet şeklini alabilir.
Akrep, yılan, yırtıcı hayvanların zarar vermesini önlemek lazımdır. Bunları önlemek, tedbir almak, tevekkülü bozmaz. Mikropların hastalık yapmasına sabretmemeli, bunları her suretle menetmeli, tedavisine bakmalıdır. Mikroplu hastalığa yakalanınca, antiseptik ilaçları, antibiyotikleri, penicilin ve benzerlerini kullanmalıdır.
Sual: İslamiyette öğrenilmesi, her Müslümanın mutlaka öğrenmesi lazım olan temel din bilgilerinın esası, temeli nedir?
Cevap: Her Müslümanın mutlaka öğrenmesi gerekin din bilgileri ikiye ayrılır:
1- Kalb ile itikat edilmesi, yani inanılması lazım olan bilgilerdir. Bu ilimlere usûl-i din veya imân bilgileri denir. Kısacası, imân Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği altı şeye inanmak ve İslâmiyeti kabul etmek ve küfür alâmeti olan şeyleri söylemekten ve kullanmaktan sakınmaktır. Her Müslümanın, küfür alâmeti olan şeyleri öğrenmesi ve bunlardan sakınması lazımdır. İmânı olana Müslüman denir.
2- Beden ile veya kalb ile yapılacak ve sakınılacak ibadet bilgileridir. Yapılması emredilen bilgilere farz, sakınılması emredilen bilgilere haram denir. Bunlara Fürû-i din veya Ahkâm-ı islâmiyye yahut İslâmiyet bilgileri denir.
.
Tevekkül için, kuvvetli iman gerekir
18 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :18 Temmuz 2024 00:33
“Tevekkül için, hem kuvvetli bir iman, hem de kuvvetli bir kalb lazımdır. Böylece, kalbinde şüphe kalmaz."
Sual: Bir Müslümanın, Allahü teâlâlaya tam güvenebilmesi için ne yapması gerekir?
Cevap: Bu konuda, Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruluyor ki:
“Tevekkül için, hem kuvvetli bir iman, hem de kuvvetli bir kalb lazımdır. Böylece, kalbinde şüphe kalmaz. İtimat ve rahatlık tam olmadıkça, tevekkül tam olmaz. Çünkü, tevekkül, kalbin, her işte, Allahü teâlâya itimat etmesi, güvenmesi demektir. İbrahim aleyhisselamın imanı, yakini tam idi. Fakat kalbinin rahat etmesi için;
(Yâ Rabbî! Ölüleri nasıl diriltiyorsun? Bana göster!) dedi. Sûre-i Bekarada 260. âyet-i kerimede bildirdiği gibi;
(İnanmadın mı?) buyuruldukta;
(İnandım. Fakat kalbim rahat etmek için istedim) dedi. Kalbinde yakin vardı. Fakat, kalbinin, sükûnet, rahatlık bulmasını istedi. Çünkü, kalbin rahat etmesi, önce his ve hayale bağlı olup, sonra kalb de, yakine tabi olur ve artık açıktan görmeye muhtaç olmaz.”
Sual: Camide yüksek sesle konuşmanın, alışveriş yapmanın, kan aldırmanın, dinimizce hükmü nedir?
Cevap: Camide alışveriş etmek, yüksek sesle konuşmak, kan aldırmak mekruhtur. Fakat bunlar, cami dışında mekruh değildir. Hatta dışarıda alışveriş ibadettir. Kan aldırmak da, mekruh değil, sünnettir.
Sual: Bir kimsenin hasta olmaması için, en çok nelere dikkat etmesi gerekir?
Cevap: İslam âlimleri, hasta olmamak ve hastalıktan kurtulmak için, şu dört şeye dikkat etmek lazımdır buyuruyor. Bunlar da;
1-Fazla yememek. 2-Alkollü içkileri içmemek. 3-Üzülmemek, asabileşmemek, öfkelenmemek. 4-Vücudu, kullandığı eşyaları ve yiyecekleri temiz olmaktır.
Sual: Bir hastalığa yakalanan kimse, bu hastalıktan kurtulmak için maddi ve manevi bilinen sebeplere yapışmalı mıdır?
Cevap: Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi bir sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Her şeyin yaratılmasında müşterek, ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, yetmiş kerre “Estagfirullah min külli mâ kerihallah” duâsını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Peygamber efendimiz;
(Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur.)
(Hastalıkların başı, çok yemektir. İlaçların başı, perhizdir.)
(Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!) buyurmuştur.
.
Doğru yol, Ehl-i sünnettir
19 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :19 Temmuz 2024 00:19
İslam dininin bildirdiği din bilgileri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan bilgilerdir.
Sual: İslam dinini, doğru olarak nereden, hangi âlimlerin kitaplarından öğrenebiliriz?
Cevap: İslam dininin bildirdiği din bilgileri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan bilgilerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri imân ve İslam bilgileri arasında, manaları açık olan nasslardan yani âyet-i kerimelerden, hadis-i şeriflerden birine inanmayan kâfir olur. İnanmadığını gizlerse, buna münafık denir. Hem gizler, hem de, Müslüman görünerek Müslümanları aldatmaya çalışırsa, buna zındık denir. Manası açık olmayan nassları yanlış tevil ederek, yanlış inanırsa, kâfir olmaz. Fakat, Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrıldığı için, Cehenneme girecektir. Bu kimse, manası açık olan nasslara inandığı için, azapta sonsuz kalmayacaktır. Bunlara bidat ehli veya dalâlet fırkaları denir. Yetmişiki dalâlet fırkası vardır. Bunların, kâfirlerin, mürtetlerin yaptıkları ibadetlerin ve insanlara yaptıkları iyiliklerin hiçbiri kabul edilmez, âhirette işe yaramaz. İtikâdı doğru olan Müslümanlara Ehl-i sünnet vel-cemâ'at veya Sünnî denir. Sünnî olanlar, ibadet yapmakta dört mezhebe ayrılmışlardır. Bu dört mezhebde bulunanlar, birbirlerinin Ehl-i sünnet olduklarını bilirler ve birbirlerini severler. Dört mezhebden birinde bulunmayan kimse, Ehl-i sünnet olmaz. Ehl-i sünnet olmayanın da, kâfir veya bidat ehli olacağı, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbâtında, Dürr-ül-muhtârın Tahtâvî hâşiyesinde, El-besâir li-münkîr-it-tevessül-i bi-ehl-il-mekâbir kitabında vesikaları ile yazılıdır.
Sual: Bir kimse, kendi kazandığı malı, dilediği gibi harcayabilir, istediğini yapabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, malını kendisi için kullanmadığı zaman, hakkı, yani lüzumu olmayan yere, az da sarf etmesi israf olur. Mesela, malı ateşte yakmak, denize atmak böyledir. Lüzumu olan yere, lüzumundan fazla vermek de israf olur. Mesela, çoluk çocuğuna ihtiyaçlarından fazla şeyler vermek israf olur. İhtiyaç, İslamiyetin gösterdiği miktarlar ile ve memleketin âdetine göre belli olur. Görülüyor ki, bir kimsenin, malını sarf edeceği, harcayacağı yerleri ve kendi malındaki başkalarının hakkını öğrenmesi lazımdır.
İnsanın, kendi malında bulunan, başkasının hakkını ödemesi, israf değildir. Bu hakların en mühimi, zekâttır.
.
İslam nimetinin elden çıkması
20 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :20 Temmuz 2024 01:08
Kâfirler, bütün silahlı kuvvetleri ve siyasi oyunları ile, İslâmiyeti yıkmaya uğraşıyorlar...
Sual: İslamiyet gibi, Allahın ihsan ettiği en kıymetli nimetlerin insanın elinden çıkmasının sebebi veya sebepleri nedir?
Cevap: İslam nimetlerinin elden çıkmasına sebep olanlar iki kısmdır:
Birincileri, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silahlı kuvvetleri, propaganda vasıtaları ve siyasi oyunları ile, İslamiyeti yıkmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmaya çalışıyor.
İkinci kısım kâfirler, kendilerine Müslüman ismini ve süsünü verip, din adamı tanıttırıp, Müslümanlığı, kendi akılları ile, keyiflerine uygun bir şekle çevirmeye uğraşıyor, Müslümanlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Müslümanların çoğu bu düşmanları, bazı sözlerinden ve İslamiyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idare edildikleri için, birçok sözleri revaç bulup, Müslümanlar arasında yerleşiyor. Bazıları da;
“Bu asırda yaşayabilmemiz için, milletçe, topluca Garplılaşmalı, Batılılaşmalıyız” diyor. Bu sözün iki manası vardır:
Birincisi, Batılıların fende, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak, bunlardan istifadeye çalışmaktır ki, bunu İslamiyet de, zaten emretmektedir. Fen bilgilerini öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu, kitaplarda, vesikaları ile bildirilmiştir. Bir hadis-i şerifte;
(Hikmet yani fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyuruldu. Fakat bu, Batı'ya uymak değil, ilmi, fenni onlarda bile arayıp almak ve onların üstünde olmaya çalışmaktır.
İkinci manada Batılılaşmak ise, ecdadımızın doğru ve mukaddes yolunu bırakıp, Batı'nın bütün âdetlerini, ahlaksızlıklarını ve hepsinden daha acı olarak, dinsizliklerini alıp, camileri kilise ve eski sanat eseri şekline sokmak, Müslümanlığa gerilik dini, Kur’ân-ı kerime çöl kanunu, puta tapmaya, ibadete müzik karıştırmaya modern ve medeni din demek, İslamiyeti bırakıp, Hıristiyanlığa, musiki aletleri ile ibadete dönmeye, 'Dinde reform' ismini vermektir.
Herkes şunu iyi bilmelidir ki, bu milletin damarlarında dolaşan asil kan, ne bugün, ne de, onların ümitle bekledikleri günlerde, bu manada asla Batılılaşmayacak, dinsiz olmayacak, zındıkların yalanlarına aldanmayacaktır. Ecdadının mukaddesatını ayaklar altında çiğnetmeyecektir!
.
İnsanlardan istemek zillettir
21 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :21 Temmuz 2024 00:20
“Dünyayı kazanmakta nefisler için zillet, ahireti kazanmakta ise izzet vardır.”
Sual: İnsanlardan yiyecek, içecek istemek de, dilenmek gibi zillet mi olur?
Cevap: Tezellül, bayağılık, kendini aşağı tutmak yani zillet demektir. Bir günlük yiyeceği, içeceği olan bir kimsenin, başkalarından yiyecek, içecek, para istemesi, dilenmesi, tezellül olur ve haramdır. Ebû Ali Rodbârî hazretleri;
“Dünyayı kazanmakta nefisler için zillet, ahireti kazanmakta ise izzet vardır” buyurmuştur.
Allahü teâlâya iman eden, Onun emirlerine boyun eğen, başını secdeye koyan, aziz olur. Kendi nefsine, kendisi gibi aciz olan insanlara boyun eğen, dünyalık ele geçirmek için onlara yaltaklık eden de, zelil, hakir olur.
Zillet, aşağılık, hakirlik demektir. İnsan, sadece Allahü teâlânın huzurunda, kendini böyle aşağı, hakir görür. Yaratanının huzurunda kendini aşağı görmesi, insanı aziz eder, yükseltir. Çünkü ibadet, züll ve zillet demektir. Yani, insanın Rabbine karşı, hakir, aciz, muhtaç olduğunu göstermesidir.
Fazla hediye almak için, az bir şeyi hediye olarak vermek, tezellüldür, bayağılıktır. Zaruret olmadan, herhangi bir kimseden bir şey istemek, dilenmek haramdır. Resulullah efendimiz, hazret-i Ömer'e hediye olarak bir şeyler gönderir. Hazret-i Ömer de, bunları almayıp geri gönderir. Karşılaştıkları zaman Peygamber efendimiz;
-Niçin almadın? diye sual edince hazret-i Ömer;
-Yâ Resûlallah, ( En hayırlınız, kimseden bir şey almayandır) buyurmuştunuz, bunun için almadım deyince, Resûlullah efendimiz;
-O sözüm, isteyip de almak içindi. İstemeden gelen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır, buyurur. Bunun üzerine hazret-i Ömer;
-Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden gelen her şeyi alacağım, cevabını verir.
Herhangi bir ziyafete davet olunmadan gitmek, tezellüldür. Hadis-i şerifte;
(Davet edilen yere gitmemek günahtır. Davet olunmadığı yere gitmek hırsızlık etmek olur) buyuruldu.
Başkasından sadaka istemekte; Allahü teâlânın nimeti az gönderdiğini haber vermek, kendini zelil etmek ve istenilen kimseye eziyet etmek gibi zararlar vardır. Bunlar, zaruret olmadıkça caiz değildir. Peygamber efendimiz;
(Aç olan veya bir şeye muhtaç olan, kimseden istemeyip, Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ, ona bir senelik rızık kapıları açar) buyurmuşlardır.
.
İnanan ve itaat edene niçin azap edilsin?
22 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :22 Temmuz 2024 00:28
Her nimetin hakiki sahibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık icabıdır.
Sual: İman edip emirleri yapıp, yasaklardan sakınanlara, ahırette azap olacak mıdır?
Cevap: İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık icabıdır. İyilik edenlere hürmet edilir, nimet sahipleri, büyük bilinir. Bunun için, her nimetin hakiki sahibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık icabıdır. Nisâ sûresinin 147. âyetinde meâlen;
(Allahın nimetlerine şükreder ve iman ederseniz, Allah size niçin azap etsin?) buyurulmaktadır.
Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu dünyada, çoklarını fakirlik ve sıkıntılar içinde yaşattığı görülmektedir. Nice kullarını, hiç çekinmeden azaplar içinde yaşatıyor. Çok kerim ve rezzâk olduğu hâlde, çiftçilik sıkıntıları çekilmezse, bir lokma ekmek vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu hâlde, yemeyen, içmeyen insanı yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor. Yaşamak, hasta olmamak ve mal sahibi olabilmek gibi, dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmış, sebebine yapışmayanlara hiç acımayıp, dünya nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. İnkâr etmeyi, kalbi ve ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tenbellik de, ruhu hasta yapar. Bunlara ilaç yapılmazsa, ruh hastalanır, ölür. İnkarın ve cahilliğin biricik ilacı ise, ilimdir. Tembelliğin ilacı da, her ibadeti yapmaktır. Bir kimse, dünyada zehir içer ve Allah rahimdir, zehrin zararından beni korur derse, hastalanır, ölür. Şeker hastası da, tatlı ve hamur işi yerse, hastalığı artar. Mâ'ûn sûresinde meâlen;
(Ey Resulüm, kıyamet gününü inkâr eden, yetimi sertlik ve sitemle defedip hakkını gasbeden, fakiri doyurmayan ve başkalarını da fakire iyilik yapmaya teşvik etmeyen o kimseyi gördün mü? Namazlarını gaflet ile kılanlara ve riya, gösteriş yapanlara ve zekâtı vermeyenlere şiddetli azap vardır) buyurulmaktadır.
Allahü teâlânın bildirdiklerine iman edenler, emirleri yapıp, yasak ettiklerinden sakınanlar, dünyada da, ahirette de, rahat edecekler, inkâr ve isyan edenler ise, azap göreceklerdir. Nahl sûresinin 33. âyetinde meâlen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar.)
.
Herkese merhamet etmelidir
23 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :23 Temmuz 2024 00:38
Müslümanlara, hatta yeryüzündeki bütün mahluklara karşı, şefkat edilmelidir.
Sual: Bir Müslümanın, herkese ve her mahluka karşı, merhametli, şefkatli mi olması gerekir?
Cevap: Müminlerin birbirlerine öfkelenmemesi, birbirlerine iyilik ve ihsan yapmaları, birbirlerini affetmeleri, merhametli olmaları emrolunmaktadır. Nitekim Âl-i İmrân suresinin 133. âyetinde mealen;
(Rabbinizden mağfiret istemeye ve Cennete girmeye koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennetin büyüklüğü gökler ve yerküresi kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da, çok bulunsa da, mallarını Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi affederler. Allahü teâlâ, ihsan edenleri sever) ve Hucurât suresinin 10. âyetinde de mealen;
(Müminler, birbirleri ile kardeştir. Kardeşleriniz arasında sulh yapınız!) buyuruldu. Peygamber efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde;
(Birbirlerine merhamet edenlere, Allahü teâlâ merhamet eder. O, merhamet edicidir. Yeryüzünde olanlara merhamet ediniz ki, gökte olan melekler de, size merhamet etsin) buyuruldu. Bunlara benzer daha birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, öfkeyi yenmek, iyilik ve ihsan etmek emredilmekte, insanlık vazifeleri öğretilmektedir. Müslümanlara, hatta yeryüzündeki bütün mahluklara karşı, şefkat edilmesini ve merhamet olunmasını emreden nice âyet-i kerime ve hadis-i şerifler de vardır. Peygamber efendimiz Mu'âz bin Cebel hazretlerine hitaben buyururlar ki:
(Ya Mu'âz! Takva üzere ol. Hep doğru söyle. Ahdine sadık ol, emanete hıyanet etme. Yetimlere merhamet et, komşunun hakkını gözet. Kimseye kızma, hep tatlı konuş. Her Müslümana selam ver. Kur’ân-ı kerimin yolu olan fıkıh bilgilerini öğren ve bu bilgilerden ayrılma. Her işinde ahireti düşün, hesap gününe hazırlan. Dünyaya gönül bağlama. Hep güzel, faydalı işler yap! Hiçbir Müslümanı kötüleme. Yalancı şahitlik yapma. Doğru sözü kabul eyle. İmâm-ı âdile yani devlete, isyan etme. Yeryüzünde fesat çıkarma. Her zaman Allahı zikret, hatırla. Gizli günahlara gizli tövbe et. Aşikâr günahlara aşikâr tövbe et!)
Sual: Oruç tutması haram olan günler var mıdır?
Cevap: Fıtır yani Ramazan Bayramı'nın birinci günü ve Kurban Bayramı'nın her dört günü oruç tutmak haramdır. Senenin bu beş gününde oruç tutmak, haramdır, günahtır.
.
İnsanların iyisi, faydası çok olanıdır
24 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :24 Temmuz 2024 00:49
İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevaptır.
Sual: İnsanların iyileri, insanlara ve bütün yaratılanlara karşı iyiliği çok olanlar mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben yazdığı mektupta buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle övünmek, akıl icabıdır.”
Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Dünya ve ahıret, mal ile intizam bulur, rahat olur. Hac, cihat sevabı mal ile kazanılır. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. Sadaka vermek, fakirlere yardım etmek, mescitler, mektepler, hastahaneler, çeşmeler, köprüler yaparak, insanlara hizmet mal ile olur. Dinimiz;
(İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır) buyuruyor.
İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevaptır. Abdullah ibni Mes'ûd hazretlerinin haber verdiği hadis-i şerifte;
(İki şeyden birine kavuşan insana gıbta etmek, buna imrenmek yerinde olur. Allahü teâlâ bir kimseye islam ilimlerini ihsan eder. Bu da, her hareketini, bilgisine uygun yapar. İkincisi, Allahü teâlâ, birine çok mal verir. Bu kimse de malını, Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği yerlere harceder) buyuruldu.
İhtiyaçlarını karşılamak, fakirlere yardım etmek, fasıklara muhtaç olmamak, müslümanlara hizmet etmek, islam ilimlerini yaymak ve bunları yapanlara yardım etmek için lazım olan parayı, malı kazanmak, çok sevaptır. Birbirlerine yardımcı olan insanlar arasında çekişme olmadığı kitaplarda yazılıdır. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:
(Bir kimse, din kardeşine yardımcı oldukça, Allahü teâlâ da ona yardımcı olur.)
.
Aşırı değil orta hâlde olmalı
25 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :25 Temmuz 2024 00:55
"Uykuda, yemekte ve söylemekte aşırı gitmeyip orta derecede olmalısınız..."
Sual: Müslümanlardan bazısı, dinin emirlerini yapma konusunda çok aşırı gitmekte ve etrafındakilere de sıkıntı vermektedir. Böyle yapmak, davranmak dinimiz açısından doğru olur mu?
Cevap: Bu konuda Mumammed Ma’sûm hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İşlerinizi, sözlerinizi ve ahlakınızı, dinini bilen ve seven, dindar âlimlerin sözlerine ve kitaplarına uydurmalısınız. Salih kullar gibi olmalısınız ve onları sevmelisiniz. Uykuda, yemekte ve söylemekte aşırı gitmeyip orta derecede olmalısınız. Seher vakti yani gecelerin sonunda kalkmaya gayret etmelisiniz. Bu vakitlerde istiğfar etmeyi, ağlamayı, Allahü teâlâya yalvarmayı ganimet bilmelisiniz. Salihlerle düşüp kalkmayı aramalısınız. (İnsanın dini, arkadaşının dini gibidir) hadis-i şerifini unutmayınız! Şunu, iyi biliniz ki, ahıreti isteyenlerin dünya lezzetlerine düşkün olmaması lazımdır.
Mubah olan lezzetleri bırakamazsanız, hiç olmazsa, haramlardan ve şüphelilerden kaçınınız ki, ahırette kurtulmak umulsun. Fakat, her türlü altın ve gümüş eşyanın ve çayırda otlayan hayvanların ve ticaret eşyasının zekâtını ve topraktan, tarladan, ağaçtan alınan mahsullerin uşrunu da herhâlde vermek lazımdır. Bunların verilecek miktarları, fıkıh kitaplarında bildirilmiştir.
Zekâtı ve fıtraları, İslamiyetin emrettiği kimselere seve seve vermelidir. Akrabayı ziyaret etmeli, mektupla gönüllerini almalıdır. Komşuların haklarını gözetmelidir. Fakirlere ve borç istiyenlere merhamet etmelidir. Malı, parayı, İslamiyetin izin vermediği yerlere harcamamalı, izin verilen yere de, israf etmemelidir. Faizden, kumarlı ve kumarsız oyunlardan sakınmalıdır. Parayı oyunlara, haramlara, çalgılara, süslenmeye, gösteriş yapmaya, övünmeye, mal toplamaya kullanmamalıdır. Bunlara dikkat edince, mal, zarardan kurtulur ve dünyalıklar, ahıretlik hâlini alır.”
Sual: Herhangi bir konuda münakaşa etmek, tartışmak, insanlar arasındaki dostluğu, samimiyeti giderir mi?
Cevap: Kimse ile münakaşa etmemelidir. Çünkü münakaşa, dostluğu giderir, düşmanlığı arttırır. Hiç kimseye kızmamalıdır. Hadis-i şerifte; (Gadab etme, kızma!) buyuruldu. Fitne, fesat zamanında, ineğe tapanları görünce, ineğin ağzına saman vermeli, onları kızdırmamalıdır.
.
Kızını fasıka veren, melundur!”
26 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :26 Temmuz 2024 00:24
Müslüman olan kimse, kızını Müslüman ve salih kimseye vermelidir.
Sual: Bir Müslüman, kızını evlendirirken, tercihi ne olmalı, neyi ön planda tutmalıdır?
Cevap: Dinini bilen ve seven erkekler, her hareketlerinde İslamiyete uyarak, hem kendilerine, hem de aile ve akrabalarına, bütün mahluklara hayırlı ve faydalı olur. Bunun için, kızını seven ve onun dünyada ve ahırette mesut olmasını isteyen, dini ve ahlakı bozan televizyonları, radyoları dinlemesine ve böyle olan sinemalara ve topluluklara gitmesine mâni olmalıdır. Müslüman olan kimse, kızını Müslüman ve salih kimselere vermelidir. Mal, para, apartman ve mevki sahibi değil, din ve ahlak sahibi damat aramalıdır. Kızını kâfire veren kimsenin kendisi de, kızı da kâfir olur. Peygamber efendimiz, hadis-i şeriflerinde buyurdu ki:
(Bir kimse, kızını fasıka, kötü kimseye verirse, Allahü teâlânın emanetine hıyanet etmiş olur. Emanete hıyanet edenlerin gideceği yer, Cehennemdir.)
(Kızını fasıka veren kimse, melundur.)
(Şefaatime kavuşmak isteyen, kızını fasıka vermesin!)
Eşi'atül-lemeâtta yazılı hadis-i şerifte de;
(Ya Ali! Üç şeyi geciktirme! Namazı evvel vaktinde kıl! Hazırlanmış cenazenin namazını hemen kıl! Dul veya kızı küfvü isteyince, hemen evlendir!) Yani namazını kılan, günah işlemeyen ve nafakasını helalden kazanan birini bulunca, hemen ona ver, buyurdu.
Sual: Evlenmek, nikâhlanmak helal olduğu gibi, ayrılmak, boşanmak da helal, mübah değil midir?
Cevap: Konuyla alakalı olarak Kimyâ-i se'âdette buyuruluyor ki:
“Erkeğin vazifelerinden birisi de, zevcesini, hanımını boşamamaktır. Allahü teâlâ, bütün mubahlar yani izin verdiği şeyler içinde yalnız, talak vermeyi yani boşamayı sevmez. Zaruret olmadıkça, birini incitmek caiz değildir.”
Sual: Bir kimse, kötü olan huyunu değiştirip, güzel huylu olabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, ahlakını, huyunu değiştirip, kötüsünü yok edip, yerine iyisini getirmesi mümkündür. Hadis-i şerifte;
(Ahlakınızı iyileştiriniz!) buyuruldu. İslamiyet mümkün olmayan şeyi emretmez. Tecrübeler de, böyle olduğunu göstermektedir. Tecrübe, kati bilgi elde etmeye yarayan üç vasıtadan biridir. Bu vasıtalardan ikincisi, Muhbir-i Sâdıkın yani Peygamberin haber vermesidir. Üçüncüsü, hesap ile anlamaktır. İnsanların, ahlaklarını değiştirme istidatları, kabiliyetler aynı değildir
.
Din adamının sapıtmasının alameti!
27 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :27 Temmuz 2024 00:37
Zamanımızda bazı kimseler, din ilimlerini, ilim adamı tanınmak için öğrenmişlerdir.
Sual: Bir kimsenin din ilimlerini tahsil ettiği hâlde, yanlış yollara sapmasının, hatta hainlik etmesinin ne gibi alametleri vardır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Muhammed bin Fadl Belhî hazretleri buyuruyor ki:
“İslamiyet nurlarının kalplerden ayrılıp, kalplerin kararmasına dört şey sebep oldu: Bildikleri ile amel etmemek. Bilmeyerek yapmak. Bilmediklerini öğrenmemek. Başkalarının öğrenmelerine mâni olmak.”
Önceki devirlerde ve zamanımızda bazı kimseler, din ilimlerini, ilim adamı tanınmak veya mala yahut bir makama kavuşmak için öğrenmişlerdir. Din adamı olmayı, geçime ve siyasete vasıta yapmışlardır. Bunlar, din ilimlerini amel etmek için öğrenmiyorlardı. İsimleri din adamıdır, gittikleri yol ise, cahillerin yoludur. Allah rahimdir, affı sever diyerek, büyük günah işliyorlar. Akıllarına, keyiflerine göre hareket ediyorlar. Başkalarının da böyle yapmalarını istiyorlar. Kendilerine uymayan hakiki Müslümanları kötülüyorlar. Kendilerinin, doğru yolda olduklarını, huzura kavuşacaklarını zannediyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından derlenmiş olan doğru kitapları okumuyorlar, çocuklarına da okutmuyorlar. İçleri kötü, sözleri yaldızlı ve yalandır. Her gün başka şekle girerler. İnsanların yüzlerine gülerler, arkalarından kötülerler. Bidat karışmamış olan doğru kitapların okunmasına mâni olurlar. Bu kitapları okumayın, bozuktur derler. Bunları neşredenleri ve okuyanları tehdit ederler. Mezhebsizlerin zararlı kitaplarını, yaldızlı reklamlarla överler. İslamiyet bilgilerine hakaret ederler. Kısa akılları ile yazdıkları şeyleri ilim ve fen diyerek gençlerin önüne sürerler. Hâlbuki, İslam âlimleri ve tasavvuf büyükleri hep İslamiyete yapışmışlardır. Bunun neticesi olarak, yüksek derecelere kavuşmuşlar ve insanlara faydalı olmuşlardır. Bunlara dil uzatanların din cahili oldukları anlaşılır. Bu cahillerin yaldızlı sözlerine aldanmamalıdır. Bunlar, din hırsızlarıdır. Saadet yolunu kesici zındık veya mezhepsizdirler.
Sual: Suyun içine kavun, karpuz kabuğu gibi çeşitli yiyecek artıkları düşse, bu su ile abdest alınır mı?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kudûrî şerhinde deniyor ki:
“Bir suya, temiz şeyler karışsa, su ismi değişmedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest alınır.
.
Müzik, ruhun gıdası mıdır?
29 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :29 Temmuz 2024 00:59
Müzik, düzenlenmiş ses ve harekettir. Seslerin melodi, armoni ve polifoni gibi şekillerde düzenlenmesidir.
Sual: Zamanımzda çok kimse, müziğe, ruhun gıdası diyor. Gerçekten müzik ruhun gıdası mıdır?
Cevap: Güzel sanatların bir kolu denilen müzik, hisleri ve düşünceleri seslerle ve hareketlerle anlatmak sanatıdır. Müzik, düzenlenmiş ses ve harekettir. Seslerin melodi, armoni ve polifoni gibi şekillerde düzenlenmesidir. Müzik kelimesi, Yunanlıların büyük putları olan Zeusun kızları sayılan Mousa, Müz denilen dokuz heykelin adından hasıl olmaktadır.
Müziğin bütün dinlerde büyük günah olduğu, Dürr-ül-müntekâda yazılıdır. İncilin yasak ettiği müziği, sonradan papazların Hıristiyan dinine soktukları Zerkânînin Mevâhib-i ledünniyye şerhinde yazılıdır. Bozuk dinler, kalbleri ve ruhları besleyemediği için, müziğin, her çeşit çalgı sesinin nefislere hoş gelmesi, nefisleri beslemesi rûhânî tesir sanıldı. Bugünkü batı müziği, kilise müziğinden doğdu. Zamanımızda bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik, ibadet hâlini almıştır. Müzik ile nefisler keyiflenmekte, şehvânî arzular kuvvetlenmektedir. Ruhun gıdası olan, kalbleri temizleyen ve nefisleri ezip, haramlara olan arzularını yok eden, ilâhî ibadetler unutulmaktadır. Hadîkada deniyor ki:
“Tâtârhâniyye fetvâ kitâbında; başkalarını hicveden, fuhuş, içki anlatan ve şehveti harekete getiren şiirleri teganni ile, yani ses dalgaları ile okumak, her dinde haramdır. Harama sebep olan şeyler de haram olur demektedir.”
Vaaz, hikmet, nasihat, güzel ahlak bildiren şiir ve ilâhileri teganni ile okumak caizdir. Devamlı, böyle vakit geçirmek mekruh olur. Tarikatçıların, toplantılarında ilâhi, zikir, tesbih okuyarak, nefislerin şehvetlerini tahrik etmeleri, daha büyük haramdır. Böyle olduğu kati olarak bilinen toplantılara gitmemelidir.
Kur’ân-ı kerimi, zikri, duayı, ezanı, teganni ile okumak, söz birliği ile haramdır. Teganni; harfleri, kelimeleri değiştirmekte, manayı bozmaktadır. Bunları bile bile değiştirmek haram olur. Bunun için, tecvid öğrenmek lazımdır. Kur’ân-ı kerimi, zikri ve ilahileri, manayı bozmayacak güzel ses ile okumak, müstehabtır. Bu da, tecvide göre okumakla olur. Bunun kalbe, ruha tesiri çok olur. Güzel ses ile okumak demek, nağme yapmak değil, Allah korkusu ile okumaktır. Bütün Peygamberler ve evliya, böyle güzel sesle okurlardı.
.
Kıskanç insan, rahatsız insandır
30 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :30 Temmuz 2024 00:27
Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere razı olmayan insan demektir.
Sual: Kıskanç, hasetçi kimseler, kıskançlıkları sebebiyle, kendilerini rahat, huzurlu mu zannediyorlar?
Cevap: Başkasının, kendinden üstün olan her şeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insanlar, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere razı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine razı olmayan insandan Allahü teâlâ da razı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan razı olmaması ise, felaketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, ahırette de hüsran içindedir, yani zarardadır. Bunun için, kendisinde kıskançlık ve hased duygusu olduğunu görenler yavaş yavaş bu huylarından sıyrılmalıdır. İnsanlar, kendilerini istedikleri kadar ıslah edebilir. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmeği kazandığı zaman, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyonlarına daha birkaç milyon ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu, posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir. İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olurlar. İyi kalbli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Peygamber efendimiz;
(Bir Müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslümün için istemezse ve bir Müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse, onun imanı tam değildir) buyurmuştur. Yani Peygamber efendimiz, yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka Müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor. Bütün dünya, Peygamber efendimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?
.
Abdest uzuvları yoksa veya yaralı ise
31 Temmuz 2024 02:00 | Güncelleme :31 Temmuz 2024 01:05
Abdest ve gusül azasının yarıdan fazlası yara ise, teyemmüm edilir.
Sual: Bir kimsenin eli, ayağı kopmuş veya felçli ise, yahut abdest uzuvları mesela yüzü tamamen yaralı olup yıkamak mümkün olmuyorsa, böyle bir kimse nasıl abdest alabilir?
Cevap: Merâk-ıl-felâhın Tahtâvî hâşiyesinde deniyor ki:
“Abdest ve gusül azasının yarıdan fazlası yara ise, bu kimse teyemmüm eder. Yarısı yara ise, sağlam yerleri yıkar. Yaraları mesih eder, yaraya mesih zarar verirse, sargı üzerine mesih eder. Bu da zarar verirse, hiç mesih etmez.
Başında hastalık olup, mesih zarar verirse, mesih sakıt olur, yapmaz.
İki elinin ve iki ayağının yıkaması farz olan yerleri kesik olanın yüzü de yara ise, teyemmüm edemeyeceğinden abdestsiz kılar ve namazı iade etmez. Yüzü sağlam ise, yüzünü yıkatır. Yardımcısı yoksa, yüzünü toprağa sürer.
Sağlam kimsenin bir eli felçli, yaralı, kesik, çolak ise, diğer eli ile abdest alır. İki eli de böyle ise, elini, yüzünü toprağa sürer.
Yaranın, çıbanın, kırığın üstüne, bunları tedavi ve zarardan korumak için zaruri olarak sarılan sargı veya tahta, merhem, alçı açılıp yara yıkanamaz ve mesih edilemezse, bunların yüzeylerinin ekserisine ve arada kalan sağlam cilt üzerine mesih edilir. İmkân olursa, bunlar çıkarılıp yara üzerine mesih etmek ve sağlam cildi yıkamak lazım olur. Bunların abdestli olarak sarılması ve belli müddeti yoktur.
Sağlam ayağı yıkayıp diğerindeki sargıya mesih caizdir. Yara iyi olmadan, üzerindeki şey düşerse, abdest bozulmaz. Mesih ettikten sonra, mesih olunan şey değiştirilirse de bozulmaz.
Tırnak kırılır veya yara olursa, üzerine veya ayaktaki çatlağa konan merhemi kaldırmak zarar verirse, bu hâl zaruret olacağından, merhemin üstü yıkanır. Yıkamak zarar verirse mesih eder. Bu da zarar verirse mesih de etmez. Diğer üç mezhepte, böyle olduğu için başka mezhebi taklide imkân yoktur. Bu merhemin, cebîre gibi olduğu, İbni Âbidînde yazılıdır. Fakat, diş dolgusu ve kaplaması böyle değildir. Çünkü, Maliki veya Şafii mezhebini taklid mümkündür.
Kendi sebep olmayarak aklı giden veya bayılanın üzerinden altı namaz vakti geçerse, aklı gelinciye kadar kılamadığı namazları kaza etmez. Hasta kimse ise, ima ile de kılamadığı namazların sayısı ne olursa olsun, bunların iskatı için vasiyet etmez. İyi olursa, hepsini kaza eder.”
.
İsa aleyhisselam ölmedi
1 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :1 Ağustos 2024 02:40
“Onlar hakikaten İsa’yı aleyhisselâm öldürmemişlerdir. Allah, onu kendi katına yükseltti.”
Sual: Hıristiyanlar İsa aleyhisselamın haça gerilip öldüğüne ve sonra dirilip göğe kaldırıldığına inanıyor. İslamiyet de, İsa aleyhisselam gerçekten haça gerilip öldüğünü mü yoksa diri olarak göğe kaldırıldığını mı bildirmektedir?
Cevap: İsa aleyhisselâm, Yahudilerin bozduğu hak dini ıslah için gönderilmişti. Yahudiler, onu beğenmediler yalancı Peygamber dediler. Onu;
“İsrail Kralı olmak istiyor. Romalılar aleyhinde ahaliyi kışkırtıyor. Kendini Allah’ın oğlu sanıyor. Çünkü, Allah’a "Baba" diye hitap ediyor” diyerek Romalılara şikâyet ettiler.
Hıristiyanların itikadına göre, Kudüs’teki Romalıların Yahudi Valisi Pilatus, İsa aleyhisselamı yakalattıktan sonra, Hirodes’e gönderdi. Hirodes buna çok sevindi. Çünkü, onu tanımak ve mucizelerini görmek istiyordu. İsa aleyhisselam Hirodes’in süallerine cevap vermedi. Hirodes bunun üzerine onu Pilatus’a geri gönderdi [Luka bâb 23].
Pilatus başkahinlerin ve Yahudilerin ısrarı üzerine haça germeleri için Yahudilere teslim etti [İnciller].
Hıristiyanlar, İsa aleyhisselâmın haça gerilip orada öldüğüne, sonra dirilip göğe çıktığına, Müslümanlar ise, İsa aleyhisselamın haça gerilmediğine, doğrudan doğruya göğe kaldırıldığına, haça gerilenin, onun bulunduğu yeri Romalılara birkaç kuruş karşılığı ihbar eden ve bir havârîsi olan Yehûdâ, Judas olduğuna inanırlar. Kur'ân-ı kerîmde bu husus beyan edilmiş, açıklanmıştır. Nisâ sûresinin 156-158.nci âyetlerinde meâlen;
(Bir de, Yahudilerin İsa’yı inkârları ve Meryem’e büyük iftirada bulunmaları ve Allah’ın Resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük demeleri sebebiyle kendilerini lanetledik, rahmetimizden kovduk. Hâlbuki onlar İsa’yı öldürmediler ve haça da germediler. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. [Yehûdâ, İsa aleyhisselâmın şekline sokuldu ve onu astılar.] Bu hususta, kendileri de ihtilafa düşüp, şüphe içindedirler. Onların bu hususta, bir bilgileri de yoktur. Ancak, kuru bir zan peşindedirler. Onlar hakikaten İsa’yı aleyhisselâm öldürmemişlerdir. Allah, Onu kendi katına yükseltti. Allah azîzdir, hükmünde hikmet sahibidir) buyurulmuştur.
Hazret-i İsa âhir zamanda, kıyamete yakın, gökten inip, bizim Peygamberimizin dini ile, yani İslamiyet ile amel edecektir. Haçı kırıp, içki ve domuza haramdır, diyecektir.
.
Hazret-i Mehdi’nin alametleri
2 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :2 Ağustos 2024 01:15
Beklenilen Mehdi, Resulullah efendimizin soyundan olacaktır. Mekke’de zuhur edecektir.
Sual: Ahir zamanda geleceği bildirilen Mehdi nasıl bir zattır?
Cevap: Hazret-i Mehdi, ahir zamanda dünyaya gelecektir. Adı, Muhammed, babasının adı Abdullah’tır. Resulullah efendimizin soyundan olacaktır.
Âlim ve veli olacak, yeryüzünün halifesi olacaktır. İsa aleyhisselam gökten Şam’a inince, hazret-i Mehdi ile buluşacaktır. Hazret-i Mehdi, müctehid olup, başka mezhepleri kaldıracak, bütün dünyada, bunun mezhebi kullanılacaktır. Çok adil olacak, hiçbir mahluk arasında düşmanlık kalmayacaktır.
Eshab-ı Kehif uyanıp, mağaradan çıkacak, hazret-i Mehdi’ye hizmet edecektir.
Hazret-i Mehdinin alametlerini Resulullah efendimiz bildirmiştir.
İbni Hacer-i Mekkî ve Süyûtî hazretleri kitaplarında bunlardan iki yüze yakın alamet yazılıdır. El-fütûhât-ül-islâmiyyede deniyor ki:
“Beklenilen Mehdi, hazret-i Fâtıma’nın soyundan olacaktır. Mekke’de zuhur edecektir. O zaman, Müslümanlar halifesiz olacaktır. İstemediği hâlde, zor ile halife yapılacaktır. Zuhur edeceği zaman ile yaşı ve ömrü kesin belli değildir.”
İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında, hazret-i Mehdi’nin Medine’deki sapık din adamlarını öldüreceğini yazmaktadır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mehdi’nin başı hizasında bir bulut olacaktır. Buluttan bir melek: Bu Mehdi’dir, sözünü dinleyiniz! diyecektir.)
(İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne [yani, o zaman bilinen memleketlerin çoğuna] dört kişi malik oldu. İkisi mümin, ikisi de kâfir idi. Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman aleyhimesselâm idi. Kâfir olan ikisi de, Nemrut ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne, benim evladımdan biri, yani Mehdi de, malik olacaktır.)
(Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur ve dünyayı adaletle doldurur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adalet ile dolar.)
.
Korkulu yerlerde emin olmak için
3 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :3 Ağustos 2024 01:22
Korkulu yerlerde ve düşman karşısında, emin ve rahat olmak için Kureyş sûresini okumalıdır.
Sual: Korkulu yerlerde ve düşman karşısında okunacak belli bir dua veya dualar var mıdır?
Cevap: Bu konuda Mektûbât kitabında şu bilgi verilmektedir:
“Korkulu yerlerde ve düşman karşısında, emin ve rahat olmak için Li îlâfi sûresini okumalıdır. Tecrübe edilmiştir. Her gün ve her gece, hiç olmazsa, on birer defa okumalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki; (Bir yere gelen kimse E'ûzü bikelimâtillâhit-tâmmâti min şerri mâ haleka okursa, o yerden kalkıncaya kadar, ona hiçbir şey zarar, kötülük yapmaz.) Korkulu şeyden kurtulmak ve bir dileğe kavuşmak için, Tâhâ suresinin 37. âyetinden ‘Vele-kad’dan, 39 sonuna ‘alâ aynî’ye kadar kâğıda mürekkeple yazıp, bir şeye yedi kerre sarıp, yanında taşımalıdır. Faydası çok görülmüştür.”
Sual: “Öğleden önce olan sünneti terk eden, şefaatime kavuşamaz” hadis-i şerifindeki şefatime kavuşamazdan maksat nedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidîn’de buyuruluyor ki:
“Namazların sünnetlerine ehemmiyet, kıymet verip, tembellikle, özürsüz ve çok zaman terk eden, azarlanır. Fakat şefaatten mahrum kalmaz.” (Öğleden önce olan sünneti terk eden, şefaatime kavuşamaz) hadis-i şerifi, özürsüz ve ısrar ile terk eden kimse, bu namaz için olan ve derecenin yükselmesine yarayan şefaatime kavuşamaz demektir.” Özür ile terk etmenin, buna mani olmayacağı, İbni Âbidîn’de ve İmdâd’ın Tahtâvî hâşiyesinde yazılıdır. Zaten, sünnetleri kaza niyeti ile kılınca, bu sünnet terk edilmiş olmaz.
Sual: Bir kimse, abdestli olduğunu zannederek namaz kılsa, bu kıldığı namazdan da sevap alır mı?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eşbâh’da deniyor ki:
“Bir ibadette sevap hasıl olması için, yalnız bu ibadetin sahih olması şart değildir. Halis niyet edilmesi de şarttır. Halis niyet ederek yapılan bir ibadet, bilmeyerek fasit olursa, sahih olmaz. Fakat niyet edildiği için, çok sevap hasıl olur. Mesela, abdestli olduğunu zannederek, abdestsiz kılınan namaz sahih olmaz. Fakat, niyetine karşılık çok sevap verilir. Necis, pis olduğunu bilmediği suyu, temiz zannederek, bununla abdest alıp kılınan namazın şartı noksan olduğu için sahih olmaz ise de, niyet mevcut olduğu için sevap verilir. Şartlarına uygun olduğu için sahih olan bir namaz, riya, gösteriş için kılınırsa, sevap hasıl olmaz.
.
Namazda, başı, kolları örtmek
4 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :4 Ağustos 2024 00:31
Kolları, bacakları, etekleri sığalı, kıvrık, kısa olarak namaz kılmak mekruhtur.
Sual: Namaz kılarken erkeklerin başlarının açık olmasının, kısa kollu gömlek giyerek kollarının açık olmasının ve pantolon paçalarının çekmenin bir mahzuru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Halebî’de deniyor ki:
“Secdeye yatarken, kamis, yani entariyi ve pantolon paçalarını yukarı çekmek mekruhtur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp da, namaza durmak da mekruhtur. Kolları, bacakları, etekleri sığalı, kıvrık, kısa olarak namaz kılmak da mekruhtur.”
Tembellikle veya başı kapalı kılmanın ehemmiyetini düşünmeyerek, başı açık namaz kılmak mekruhtur. Namaza ehemmiyet vermemek ise küfürdür. Kendini aciz, zavallı göstermek, Allahü teâlâdan korktuğu için başını örtmemek mekruh olmaz. Yani, Allahü teâlânın korkusundan rengi sararıp, vücudu titreyip, kendini ve her şeyi unutan kimse, başını örtmezse, mekruh olmaz. Fakat, bunların da örtmesi, daha iyi olur. Çünkü, başı açmak;
(Namazda zinetli elbisenizi alınız, örtünüz!) meâlindeki ayet-i kerimeye uymamak olur.
Sual: Namaz kılarken, erkeklerin sarık sararak namazı öyle kılması şartı var mıdır?
Cevap: Başına beyaz sarık sarmak müstehaptır. Resulullah efendimizin siyah sarık da sardığı Ma'rifetnâme’de yazılıdır. Sarığının ucunu iki küreği arasına, iki karış uzatırdı.
Sual: Kadınların, muayyen hâllerinde iken, namaz kılmalarının, camiye girmelerinin, tavaf yapmalarının dinimiz açısından hükmü nedir?
Cevap: Kadınların hayız ve nifas günlerinde namaz kılmaları, oruç tutmaları, cami içine girmeleri, Kur’ân-ı kerimi okumaları ve tutmaları, tavaf yapmaları, cima etmeleri, dört mezhepte de haramdır.
Cünüb veya hayızlı iken camiye girmek, hatta cami içinden geçmek haramdır. Geçecek başka yol bulamazsa veya camide cünüp olursa veya camiden başka yerde su bulamazsa, teyemmüm edip girer ve çıkar. Kur’ân-ı kerim okuması, Mushafı tutması ve Kâ'be-i muazzamayı tavaf etmesi, dört mezhepte de haramdır.
Kadınların başı, kolu, bacağı açık olarak, camiye gelip, mevlid, vaaz ve Kur’ân okuyan hafızları dinlemeleri haramdır, büyük günahtır. Hıristiyan kadınları bile, kiliseye giderken, böyle açık değildir. Açık kadınların, erkekler arasına karıştığı yerler, ibadethane olmaktan çıkar ve buralara cami denmez. Böyle yerlere, namaz kılmak için dahi gidilmez.
.
İnsanda tercih hürriyeti vardır
6 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :6 Ağustos 2024 01:02
Kullar, iş yapmakta mecbur değildir. İster yapar, istemezse yapmaz.
Sual: İnsanlar, dünyada, yaptıkları veya söylediklerini, yapmak ve söylemek mecburiyetinde midirler?
Cevap: İnsan bir şey yapacağı zaman, önce bunu seçer, irade edip ister, sonra yapar. Bundan dolayı, kullar, iş yapmakta mecbur değildir. İster yapar, istemezse yapmaz.
İnsanın bir işi yapmak istemesi için, önce bu işi görerek, işiterek, düşünerek hatırlaması, kalbine gelmesi lazımdır. İnsan, kalbine gelen bir şeyi ister veya istemez. Birisi bir şeyi faydalı bulur, yapmak ister, diğeri de lüzumsuz görür, yapmak istemez. İşlerinde hür olduğunu söyleyen insanların iş yapmayı önceden kalplerine getiren, faydalı, lüzumlu olup olmadığını bildiren kimdir? Birindeki düşünce, diğerinde niçin hasıl olmaz veya niçin lüzumlu görülmez? İşte bu çeşitli sebepler, insanın elinde değildir. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinden bazıları;
“İnsanlar iradeli işlerinde hür iseler de, irade ve ihtiyarlarında hür değil, mecburdur” demişlerdir.
Dehr suresindeki ayet-i kerimeyi, Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretleri;
(Siz, ancak Allahü teâlânın dilediğini istersiniz!) diye açıklamıştır. En'âm suresinin 125. ayetinde meâlen;
(Allahü teâlâ kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslamiyet için genişletir. Dalalette bırakmak istediğinin göğsünü de, o derece dar ve sıkı bulundurur ki, oraya hakikatin girebilmesi, sahibinin göğe çıkması gibi mümkün değildir) Hûd suresinin 34. ayetinde meâlen;
(Ben size nasihat etmek istesem bile, Cenâb-ı Hak dalalette kalmanızı dilemiş ise, size faydası olmaz) buyurulmuştur.
Kaza ve kadere inanmayan Mutezile ve bunların izinde gidenler, bu ayet-i kerimeler karşısında şaşırıp kalmaktadırlar.
İnsan iradesinin, cebre doğru sürüklendiğini gösteren böyle vesikalar yanında, insanı işlerinde sorumlu tutacak bir hürriyete malik olduğu da meydandadır. Mahkemeler, hatta her insanın vicdanı, bir can yakanın, bir zalimin affedilmesini istemez. Cebriyye mezhebindekiler bile, kendisine haksız olarak saldırana kızmakta, hatta ona karşılık yapmakta kendilerini haklı bulurlar. Şairin biri diyor ki:
“Kaza ve kaderin işkencelerine bile razı olduğunu söyleyen Cebriyye fırkasındaki birinin ensesine bir tokat vur! Ne yapıyorsun diyecek olursa, kaza ve kader böyle imiş de! Bakalım sana hak verir mi?”
.
İnsana beş duyu, sırayla verilmektedir
7 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :7 Ağustos 2024 01:06
İnsanın dışındaki mahluklar o kadar çoktur ki, Allah’tan başka kimse bilmez.
Sual: Çocuk dünyaya gelince, beş duyu organı, sırayla mı yoksa hemen mi verilmektedir?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri İsbât-ün-nübüvve kitabında konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“İnsan, yaratılışında her şeyden habersizdir. Hâlbuki, insanın dışındaki mahluklar o kadar çoktur ki, Allah’tan başka kimse bilmez. Bunu, Müddessir sûresinin 31. âyeti bildirmektedir. Çocuk, İdrak, anlama aletleri ile âlemleri anlamaya başlar. Mahlukların her cinsine bir Âlem diyoruz. İnsanda ilk yaratılan idrak aleti Lems, dokunma hassasıdır. İnsan, bu hassası ile, soğuğu, sıcağı, yaşı, kuruyu, yumuşağı, katıyı ve benzerlerini anlar. Lems hassası renkleri, sesleri anlayamaz. Sonra görme hassası yaratılır. Bununla, renkler, şekiller anlaşılır. Görmekle anlaşılan şeyler, lems âleminden daha geniştir. Sonra, işitme hassası açılır. Bu his organı ile sesler, nağmeler anlaşılır. Sonra tat duyma hassası yaratılır. Sonra, koku alma hassası yaratılır. Böylece His âlemini tanıtan beş duyu kuvveti tamamlanır. Yedi yaşına doğru Temyiz kuvveti yaratılır. Bununla, his kuvvetleri ile anlaşılamayan şeyler anlaşılır. Bu kuvvet, his kuvvetleri ile idrak olunan, anlaşılan şeyleri birbirlerinden ayırır. Daha sonra akıl yaratılır. Akıl, temyiz kuvveti ile ayrılmış, faydalı, zararlı, iyi, fena oldukları anlaşılan şeylerden, lazım, caiz, mümkün, imkânsız olanları ayırır. Akıl, temyiz ve his kuvvetlerinin anlayamadığı şeyleri anlar. Allahü teâlâ, bazı seçtiği kullarında, akıldan sonra başka bir kuvvet daha yaratır. Bununla, aklın bilemediği, bulamadığı ve ileride olacak şeyler anlaşılır. Buna Nübüvvet yani peygamberlik kuvveti denir. Temyiz kuvveti, akıl ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunlara inanmıyor. Akıl da, peygamberlik kuvveti ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunların var olduklarına inanmıyor. Anlamadığını inkâr etmek, anlamamanın, bilmemenin ifadesi oluyor. Bunun gibi, kör olarak dünyaya gelen, renkleri, şekilleri hiç işitmese, bunları bilmez, varlıklarına inanmaz. Allahü teâlâ, Nübüvvet kuvvetinin de bulunduğunu kullarına bildirmek için, bu kuvvetin benzeri olarak, insanlarda rüyayı yarattı. İnsan ileride olacak şeyi, açıkça veya ( Âlem-i misal)deki şekli ile rüyada görmektedir.”
..
Kabir azabından kurtulmak için
8 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :8 Ağustos 2024 00:48
Dirilerin, zahmet duyup hissettikleri gibi, ölüler de kabrinde elem ve eza duyar
Sual: Kabirde azap var mıdır, eğer varsa bu azaptan korunmak, kurtulmak için ne veya neler yapmalıdır?
Cevap: İslam âlimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“Kabirde azap yapılacağı sahih ve meşhur hadislerle, hatta Kur'ân-ı kerimdeki âyetlerle bildirilmiştir. Ölülerin hâli, dünyadaki dirilerin hayatı gibi değildir. Dünyanin nizamı için, buradaki hayatta hem his, hem de istekle, irade ile hareket vardır. Kabir hayatında, ölülerin azap ve acı duymaları için yalnız hissetmeleri yetişir. Kabirde ruhun bedene bağlanması, diri iken bağlanmasının yarısı kadardır. İşte bunun için ölüler, azabı duydukları hâlde, hareket etmez ve kıpırdayamazlar.
Kabir azabı, rüya gibi değildir. Kabir azabı, azabın görüntüsü değil, azabın kendisidir. Kabir azabı, ahiret azaplarındandır. Dünya azapları, ahiret azapları yanında hiç kalır. Eğer ahiret azaplarından bir kıvılcım dünyaya gelse, her şeyi yakar, yok eder.”
Peygamber efendimiz kabir hayatı hakkında;
(Kabir, dünya konaklarının sonu, ahiret menzillerinin ilki olup, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur) buyurmuşlardır.
Kabir ehli de acı ve zahmet çektiği için Peygamber efendimiz, ölünün kemiklerini kırmayı yasaklamıştır. Kabrin üstüne oturan bir kimseye;
(Ölüye kabirlerinde eza etmeyiniz! Diriler, evlerinde, elem, zahmet duyup hissettikleri gibi, ölü de kabrinde öylece elem ve eza duyar) buyurmuşlardır.
Meyyit, kabre konulunca, ne kadar salih, iyi kimse olsa da kabir onu sıkar. Sa'd bin Muâz hazretleri, Eshâb-ı kiramdan, sayısız fazilet ve kerametler sahibi bir zat idi. Hatta vefat edince Arş-ı rahman onun için titremişti. Buna rağmen kabre konulduğunda toprak onu sıktı. Peygamber efendimiz;
(Toprak Sa'd bin Muâz'ı öyle sıktı ki, iki tarafındaki kemikler birbirine geçti) buyurarak haber verdi.
Kabir, Eshab-ı kirama böyle olursa, acaba bize nasıl olur! Ya bir de imansız ölenlerin hâli nice olur?
Ebülleys-i Semerkandî hazretleri buyuruyor ki:
“Kabir azabından kurtulmak isteyen, namaza devam etmeli, sadaka vermeli, Kur'ânı kerim okumalı, Allahü teâlâyı çok tesbih etmeli; hainlikten, dedikodudan ve üzerine idrar sıçratmaktan kaçmalıdır.”
.
Müslümanların perişanlığının sebebi
9 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :9 Ağustos 2024 01:02
Din düşmanları Müslüman görünerek, çeşitli kılıklar altında, temiz gençlerin imanlarını çaldılar.
Sual: Zamanımızda Müslümanların hâli ortadadır. İslamiyet yüce bir din olduğu hâlde, Müslümanlar niçin bu perişan hâle geldiler?
Cevap: İslamiyete karşı olanlar, asırlar boyunca yaptıkları kanlı ve acı tecrübelerle anladılar ki, imanını yıkmadıkça, Müslüman milleti yıkmaya, imkân yoktur. Her ilerlemenin ve yükselmenin hamisi ve teşvikçisi olan İslamiyeti, ilmin, fennin, yiğitliğin düşmanı gibi göstermeye yeltendiler. Genç nesillerin, bilgisiz, dinsiz kalmasını, onları manevi cepheden vurmayı hedef edindiler. İlim ve iman silahları çürümüş, hırs ve şehvetlerine kapılmış olan bazı cahiller, kafirlerin bu hücumları ile hemen bozuldu. Bunlardan bir kısmı, isimlerini siper edinip, Müslüman görünerek, fen adamı, kalem sahibi ve din âlimi, hatta Müslümanların hamisi şekline girip, temiz gençlerin imanlarını çalmaya koyuldular. Kötülükleri hüner, imansızlığı moda şeklinde gösterdiler. Dini, imanı olanlara gerici denildi. Din bilgilerine, İslam’ın kıymetli kitaplarına, irtica, gericilik diyenler oldu. Kendilerinde bulunan ahlaksızlıkları, Müslümanlara, İslam büyüklerine isnat ederek, o temiz insanları kötülemeye, evlatları babalarından soğutmaya uğraştılar. Tarihimize dil uzatıp, parlak ve şerefli sayfalarını karartmaya, hadiseleri değiştirmeye kalkıştılar. Böylece, gençleri dinden, imandan ayırmaya, İslamiyeti ve Müslümanları yok etmeye çalıştılar. İlmi, fenni, güzel ahlakı, fazileti ve yiğitliği ile dünyaya şan ve şeref saçan, ecdadımızın sevgisini genç kalplere yerleştiren mukaddes bağları çözmek, gençliği dedelerinin büyüklüğünden mahrum ve habersiz bırakmak için, kalplere, ruhlara ve vicdanlara hücum ettiler. Hâlbuki İslamiyetten uzaklaştıkça, ahlak bozulduğu gibi, her asrın icap ettirdiği yeni bilgilerde, üstünlüğü kaybediyor, hatta geri kalmaya başlıyorduk. Bu maskeli dinsizler, bir taraftan ilimde, fende geri kalmamıza, diğer taraftan, İslamiyetten uzaklaşmamıza sebep oluyordu. Garb, batı sanayiine yetişebilmemiz için, bu kara perdeyi kaldırmamız, çöl kanunlarından kurtulmamız lazımdır, diyorlardı. Bu suretle maddi ve manevi kıymetlerimizi yıkarak, vatanımıza, milletimize, dışarıdaki düşmanların, asırlarca yapmak istedikleri, fakat yapamadıkları kötülüğü yaptılar.
.
İslamiyete uyan herkes rahat eder
10 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :10 Ağustos 2024 01:30
İnanmadıkları hâlde, Kur’ân’ın hükümlerine uygun yaşayanlar vardır!..
Sual: Müslüman olmayan bir kimse, İslamiyetin bildirdiği hükmü yerine getirse, bunun karşılığını dünyada görür mü?
Cevap: Allahü teâlânın merhameti, ihsanı, nimetleri, sonsuzdur. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde yaşamaları, ahirette de, sonsuz saadete, tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine, melek vasıtası ile bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap da göndermiştir. Bu kitaplardan, yalnız Kur’ân-ı kerim bozulmamış, diğerlerinin hepsi değiştirilmiştir...
İnansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veya bilmeyerek, Kur’ân-ı kerimdeki emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Bu, faydalı bir ilacı kullanan herkesin, dertten, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Zamanımızda dinsiz, imansız çok kimsenin, hatta İslam düşmanı olan bazı milletlerin birçok işlerinde, muvaffak olmaları, rahat yaşamaları, inanmadıkları hâlde, Kur’ân-ı kerimin hükümlerine uygun olarak çalıştıkları içindir. Müslüman olduklarını söyleyen, âdet olarak ibadetleri yapan, çok kimselerin ise, sefalet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, Kur’ân-ı kerimin gösterdiği hükümlere ve güzel ahlaka uymadıkları içindir. Kur’ân-ı kerime uyarak ahirette sonsuz saadete kavuşabilmek için ise, önce buna iman etmek, inanmak ve bilerek, niyet ederek uymak lazımdır.
Sual: Ölü kabre konulduğunde ne ile karşılaşır?
Cevap: Bir hadis-i şerifte, bu hâl şöyle anlatılmaktadır:
(Ölü, kabre konulunca, ardından gelenlerin ayak seslerini duyar. Mezardan başka onunla konuşan olmaz. Mezar der ki:
-Benim nasıl olduğumdan ve bendeki korku ve sıkıntılardan sana söylenilenler azdır, benim için ne hazırladın?
-Yazıklar olsun sana ey insanoğlu! Ben varken neye gururlandın? Benim, sıkıntılı, karanlık, yalnız ve böceklerle, kurtlarla dolu bir yer olduğumu bilmiyor muydun?
-Üzerimden geçerken, bir ayağın geride, bir ayağın ileride şaşkınca durduğun zaman, neye aldanmıştın?
Eğer o kimse salihlerden ise bir ses der ki:
-Ey mezar, neler söylüyorsun, o doğruluk üzere idi? Emr-i ma'ruf, nehy-i münker yapardı. Ona elbette yeşil bahçeler hazırladım. Sonra o kimsenin bedeni nura çevrilir, ruhu göğe çıkarılır.)
.
Bir kelime ile de iman gidebilir
11 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :11 Ağustos 2024 00:45
Bir kâfir, bir kelime-i tevhid söylemekle mümin olduğu gibi, bir mümin de, bir söz söylemekle kâfir olur.
Sual: Bazı kimseler, insan, namaz kılar, her ibadeti, her iyiliği yaparsa, bir kelime söylemekle imanı gitmez, kâfir olmaz diyorlar, bu söyledikleri doğru mudur, gerçekten iman gitmez mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kâdî zâde Ahmet Efendi, Birgivî şerhinde buyuruyor ki:
“Bir kâfir, bir kelime-i tevhid söylemekle mümin olduğu gibi, bir mümin de, bir söz söylemekle kâfir olur. Erkek veya kadın inadi küfür ile mürted olunca, nikahı fesih olup gider ki, bu talak demek değildir. Bunun için, üçten fazla imanını ve nikâhını tazelemeleri, hullesiz caiz olur.”
Yalnız birinin nikâhı tazelemesi yetişmez. Erkek ile zevcesinin, iki şahit yanında nikâhı tazelemeleri lazımdır. Şafii mezhebinde iddet zamanı içinde tevbe ederse, tecdîd-i nikâh lazım olmaz. Hanefi mezhebinde olan, kolaylık olması için, nikâhını yenilemeye, zevcesinden, hanımından vekâlet almalı, iki şahit yanında;
“Öteden beri nikahım altında bulunan zevcemi, onun tarafından vekil olarak ve tarafımdan asil olarak kendime tezvic ettim” demelidir. Camide cemaatin çok olduğu bir namazın duasından sonra, imam efendi, tecdîd-i iman ve nikâh duasını cemaat ile birlikte okursa, cemaat birbirlerine şahit olmuş ve böylece de, nikâhları tazelenmiş olur.
Sual: İmanı korumak için ne yapmalıdır, bunun için sabah, akşam okunacak bir dua var mıdır?
Cevap: Son nefeste Müslümanın tevbe etmesi sahih olur. Fakat, kâfirin imana gelmesi sahih olmaz. İmanı korumak için her Müslüman, sabah ve akşam, şu iman duasını okumalıdır:
(Allahümme innî e'ûzü bike min en-üşrike bike şey-en ve ene a'lemü ve estagfirü-ke li-mâ lâ-a'lemü inneke ente allâmülguyûb.)
Sabah duası gece yarısında okumaya başlanır. Akşam duası zevalden, öğleden itibaren başlar. Mürted olduğunu yani dinden döndüğünü, çıktığını inkâr etmek de, tevbe olur.
Sual: Kabrin sıkması, Müslümanların iyilerine de azap şeklinde mi yoksa nimet şeklinde mi olur?
Cevap: Kabir sıkması, kâfirlere azap, müminlere ise, ikram içindir. Mesela bir anne kaybolan çocuğunu bulsa, sevinçten onu nasıl bağrına bastırırsa, kabir de salihleri böyle sıkar. Peygamber efendimiz:
(Ölü imansız ise, kabir onu öyle sıkar ki, kaburga kemikleri birbirine geçer. Kabirden kalkıncaya kadar azap içinde kalır) buyurmuşlardır.
.
İslamiyet bozulmadı ki düzeltilsin
12 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :12 Ağustos 2024 00:30
İslam dinine, başka dinlerde olduğu gibi, hurafeler karışmamıştır.
Sual: Kendisini din adamı tanıtan Reformcu Mûsâ Beykiyef, gençleri aldatabilmek için; “Zamanımıza göre, dinimizde de yenilikler yapılmalıdır. Dinde bulunmayan birçok şeyler, hurafeler, sonradan İslamiyete karışmıştır. Bunları temizlemek, dinimizi ilk zamanındaki doğru, temiz hâline getirmek lazımdır” diyor. İslam dininin böyle bir şeye ihtiyacı var mıdır?
Cevap: Müslümanlarda, birkaç yüz seneden beri bir duraklama, hatta gerileme olduğu meydandadır. Bu gerilemeyi görerek, İslamiyetin bozulduğunu söylemek, çok haksız ve pek yanlıştır. Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dine sarılmamaları, dinin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır. İslam dinine, başka dinlerde olduğu gibi, hurafeler karışmamıştır. Cahillerin yanlış inanışları ve konuşmaları olabilir. Fakat bunlar, İslam’ın temel kitaplarında bildirilenleri değiştirmez. Bu kitaplar, Resulullah efendimizin sözlerini ve Eshâb-ı kiramdan gelen haberleri bildirmektedir. Hepsi, en salahiyetli âlimler tarafından yazılmıştır. Bütün İslam âlimlerince söz birliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Cahillerin sözlerinin, kitaplarının ve dergilerinin hatalı olması, İslamiyetin temel kitaplarına kusur ve leke kondurmaya sebep olamaz.
Bu temel kitapları her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zaman için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur'ân-ı kerime ve hadis-i şeriflere uydurarak yapmaya kalkışmak, Kur'ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bilmemenin, İslamiyeti anlamamanın alametidir. İslam’ın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslam dininin hakikatine inanmamak olur. Bir âyet-i kerimede meâlen;
(Mü'minler ma'rûf olan şeyleri emreder) buyuruldu. Kur'ân-ı kerime, İslamiyete saygısızca saldıran aşırı reformculardan Ziya Gökalp ve benzerleri, bu âyet-i kerimedeki ma'rûf kelimesine, örf, âdet diyerek, İslamiyeti âdete, modaya göre değiştirmeye kalkıştılar. Bunların dediği gibi, İslamiyet âdetlere yer verseydi, daha başlangıcında cahil Arabların kötü âdetlerini yasak etmez ve Kâbe'nin içine kadar girmiş bulunan putperestliği hoş görürdü. Âyet-i kerimedeki "ma'rûf" kelimesi, İslamiyetin kabul ettiği iyilikler demektir.
.
İyiler iyileri, kötüler kötüleri sever
13 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :12 Ağustos 2024 21:33
Bir kimsenin sevdiklerine, arkadaşlarına bakarak, onun nasıl adam olduğu anlaşılır.
Sual: Her insan, kendi yaratılışına uygun olanları mı sevip onlarla dost olabilir?
Cevap: Hadis-i şerifte; (Herkes, kendisine ihsan edeni sever. Bu sevgi, insanın cibilliyetinde, yaratılışında mevcuttur) buyuruldu. Nefsine düşkün olan, nefsinin arzularına kavuşmak için kendisine yardım edenleri sever. Akıl ve ilim sahibi ise, medeni insan olmasına yardım edenleri sever. Kısacası, iyiler, iyileri sever. Fena, kötü kimseler de, kötüleri severler. Bir kimsenin sevdiklerine, arkadaşlarına bakarak, onun nasıl adam olduğu anlaşılır.
Sual: Bir Müslüman, Müslüman olsun olmasın diğer insanlara karşı nasıl davranmalıdır?
Cevap: Dosta, düşmana, Müslümana, gayr-i müslime, bidat sahiplerinden başka, herkese, tatlı dil ve güler yüz göstermelidir. İnsanlara yapılacak en faydalı ihsan, en kıymetli hediye, tatlı dil ve güler yüzdür. İneğe tapanları görünce, ineğin ağzına saman vererek, düşman olmalarına mâni olmalıdır. Kimse ile münakaşa etmemelidir. Münakaşa, dostluğu azaltır, düşmanlığı arttırır. Kimseye kızmamalıdır. Kızmak, sinir ve kalb hastalığı yapar. Hadis-i şerifte; (Gadab etme!) kızma buyuruldu.
Sual: Bir müminin başka bir mümün üzerinde hakkı var mıdır, varsa nelerdir?
Cevap: Müminin mümin üzerinde yedi hakkı vardır:
1-Davetine gitmek. 2-Hasta olunca ziyaretine gitmek. 3-Cenazesine gitmek. 4-Nasihat etmek. 5-Selam vermek. 6-Bir zalimin elinden kurtarmak. 7-Aksırdığında 'Elhamdülillah' deyince, 'Yerhamükellah' demek.
Sual: Bir Müslümanın hayırlı olup olmadığı anlaşılabilir mi, anlaşılabilirse bu nasıl olur?
Cevap: Müminin hayırlısı, kendisinde altı haslet bulunandır: 1-İbadet eder. 2-İlim öğrenir. 3-Fenalık, kötülük yapmaz. 4-Haramlardan sakınır. 5-Kimsenin malına göz dikmez. 6-Ölümü hiç unutmaz.
Sual: Yemek yerken de dikkat edilecek farzlar var mıdır?
Cevap: Yemek yemenin farzı dörttür:
1-Yediği zaman, doymayı ve içtiği zaman kanmayı, Allahü teâlâdan bilmek. 2-Helalinden yemek. 3-O yediklerinde kuvveti geçinceye dek, Allahü teâlâya kulluk etmek. 4-Eline geçene kanaat etmek.
Yemeğe başlarken, Allahü teâlâya ibadet etmek, Onun kullarına faydalı işler görmek ve Allahü teâlânın dinini, ebede saadet ve huzur yolunu bütün insanlara yaymak için kuvvet elde etmeye niyet etmelidir.
.
İnsan, başına gelecekleri düşünmeli!
14 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :14 Ağustos 2024 00:24
Her insanın sonu ölümdür. Bundan sonrası da, ya daimî azap veya ebedî nimetlerdir.
Sual: Çoğu insan, hiç ölmeyecekmiş, hiç hesaba çekilmeyecekmiş gibi hareket etmektedir. Hâlbuki bir insanın her şeyden önce sonunu düşünmesi, ona göre hazırlık yapması gerekmez mi?
Cevap: Dünya hayatı çok kısadır ve her günü de geçip hayal olmaktadır. Her insanın sonu ölümdür. Bundan sonrası da, ya daimî azap veya ebedî nimetlerdir. Bunların vakitleri, herkese süratle yaklaşmaktadır.
Bunun için insan, kendine merhamet etmeli, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Batılın batıl olduğunu görerek, ondan kurtulmaya çalışmalı, Hakkın da hak olduğunu görerek, ona tabi olmalı, sarılmalıdır. İnsanın vereceği karar, çok mühimdir ve vakit ise, çok azdır. Her insan, muhakkak ölecektir ve insan öldüğü vakti düşünmeli, başına geleceklere hazırlanmalıdır.
Hiç kimse, Hakka tabi olmadıkça, ebedî azaptan kurtulamaz. Ölüm anındaki son pişmanlık, insana fayda vermez ve son nefeste Hakkı tasdik etmek, kabul olmaz. Sadece Müslümanın günahlarına tövbe etmesi, kabul olur. O gün, Allahü teâlâ, insana;
“Kulum! Sana akıl nurunu vermiştim. Bununla, beni anlamanı, bana ve Peygamberim Muhammed aleyhisselama, Onun getirdiği İslam dinine iman etmeni emretmiştim. Bu Peygamberin geleceğini, Tevrat'ta ve İncil'de haber vermiştim. İsmini ve dinini her memlekete yaydım. İşitmedim diyemezsin. Gece gündüz, dünya kazancı için, dünya zevkleri için çalıştın. Ahirette başına gelecekleri hiç düşünmedin. Gaflet içinde iken, mevtin, ölümün pençesine düştün” derse, acaba o insan buna nasıl cevap verecektir?
Bunun için her insan, başına gelecekleri düşünmeli, ömrünü tüketmeden, aklını başına toplamalıdır. İnsanın etrafında gördüğü, konuştuğu, sevdiği, korktuğu kimselerin hepsi, birer birer ölmektedir. Her biri birer hayal gibi, gelip gitmektedirler. İnsan iyi düşünmeli, tercihini ona göre yapmalıdır. Ebedî olarak ateşte yanmak, çok büyük azaptır! Sonsuz nimetler içinde yaşamak ise, çok büyük bir nimettir. Bunlardan birini seçmek, hayatta iken, insanın elindedir. Herkesin sonu, bu ikisinden biri olacaktır. Bundan kurtulmak imkânsızdır. Bunu düşünmemek, çare aramamak, tedbir almamak, büyük cahillik ve cinnettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Arzusu ahiret olup, ahiret için çalışana, Allahü teâlâ dünyayı hizmetçi yapar.)
.
Biz ona son verdik, yâ Rabbî...”
15 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :15 Ağustos 2024 00:21
İçkinin haram olduğunu bildiren âyet-i kerimeler nâzil olmadan önce Abbâd bin Sâmit bir ziyafet verir...
Sual: Alkollü içkilerin yasak, haram edilmesinin hazret-i Ömer ile bir alakası, ilgisi var mıdır?
Cevap: Bu konu, Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında şöyle anlatılmaktadır:
"İçkinin haram olduğunu bildiren âyet-i kerimeler nâzil olmadan önce Abbâd bin Sâmit bir ziyafet verir. Müslümanlardan birkaç kişiyi de davet eder. Yemekleri yerler ve içki de içerler. Sonra kendi soylarını öven şiirler söylemeye başlarlar ve aralarında tartışma çıkar. Bu durumu Peygamber efendimize bildirirler. O anda Resulullah efendimizin yanında bulunan hazret-i Ömer;
-Ya Rabbi, bize içki hakkında kesin emrini bildir diye niyazda bulunur. Bunun üzerine Mâide suresinin 90. ve 91. âyet-i kerimeleri nazil olur. Bu âyet-i kerimelerde meâlen; (Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar, kumar okları, pistir, şeytan işidir. Bunlardan sakınınız ki, felah bulasınız. Şeytan içki ve kumar ile aranızda düşmanlık, buğuz meydana getirmek ister. Böylece Allaha ibadetten ve bilhassa namazdan alıkoyar. O hâlde onlara artık son vermez misiniz!) buyurulur. Bu âyet-i kerimeleri dinleyen hazret-i Ömer; 'Biz ona son verdik, yâ Rabbî' der.”
***
Abdülazîz Revvâd hazretleri başından geçen ibret verici bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:
“Medine-i münevverede idim. Bir gece Mescid-i Nebiye gidiyordum. Bir kadın telaşla bana yaklaşıp;
-Ey efendi, şurada bir hasta var, can çekişiyor, ölmek üzere. Yanında bir erkek yok ki, ona kelime-i şehadeti telkin etsin, söyletsin! dedi.
Ben de hemen oraya gittim. Ölmek üzere olan adama, kelime-i şehadeti söyletmek için uğraştıysam da o, bir türlü söyleyemedi. Bir ara gözlerini açıp;
-Kaç defadır bunu söyle diyorsun. Fakat ben söyleyemiyorum. Ben İslam dininden yüzümü çevirmişim, dedi ve sonra öldü. Daha sonra bu adamın kim olduğunu ve hâlini araştırdım ve bana;
-Bu adam devamlı içki içerdi dediler. Kendi kendime, Peygamber efendimizin; (Şarap içmeyi âdet edinen, vesene, puta tapan gibidir) buyurması elbette doğrudur, dedim.”
Allahü teâlâ, yiyecek ve içeceklerden bazılarını helal ettiği gibi, bazılarını da, haram, yasak etmiştir. Haram edilen şeylerin yenilip, içildiği yerlere, fıkıh kitaplarında, fısk meclisi denilmektedir. Dinimiz, haram işlemekten ve haram, günah işlenen yerlerden uzak durmayı emretmektedir.
.
Hasta ziyaret etmek, adak olur mu?
16 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :16 Ağustos 2024 00:08
Adak edilen şeyin, farz veya vacib olan bir ibadete benzemesi ve başlı başına bir ibadet olması lazımdır.
Sual: Bir kimse, "şu işim olursa falan hastayı ziyaret etmek adağım olsun" dese, bu hastayı ziyaret etmek adak olur mu ve yerine getirilmesi gerekir mi?
Cevap: Adak edilen şeyin, farz veya vacib olan bir ibadete benzemesi ve başlı başına bir ibadet olması lazımdır. Mesela, abdest almak, ölü kefenlemek başlı başına ibadet olmadıklarından adak olamaz. Hasta ziyaret etmek, cenaze taşımak, gusül almak, cami içine girmek, Kur’ân-ı kerimi tutmak, ezan okumak, mektep, okul bina etmek, yapmak, cami bina etmek, yapmak da ibadet ise de, başlı başına ibadet değildir. Nezir, adak olunmazlar. Nezir, adak edilen şeyin benzemesi lazım olan farzın, vacibin başlı başına ibadet olması lazım değildir. Mesela, bir şey vakfetmeyi adamak caizdir. Çünkü vakıf, Müslümanlar için cami bina etmeye, yapmaya benzemektedir. Cami yapmak, başlı başına bir ibadet değil ise de, vakıf başlı başına ibadettir. Mesela, abdest almak, başlı başına ibadet olmayıp, başlı başına ibadet olan namazın bir şartıdır. Ölüyü kefenlemek de, cenaze namazının kabul olması için şarttır. Ölünün setr-i avreti, yani örtülü olması, cenaze namazının şartıdır.
Sual: Her arapça bilen, dinî konularda yazılmış olan Arapça kitapları anlayabilir ve bunları tercüme edebilir mi?
Cevap: Arapçayı bilmek, Arapça yazılmış bir kitabı tercüme etmek ve anlamak için gerekli ise de yeterli değildir. Çünkü birçok kelime, her ilimde, başka manaya kullanılır. Mesela, zalimler kelimesi tefsir ilminde, kâfirler demektir. Fıkıh ilminde, başkasının hakkına saldıran kimselere denir. Tasavvufta ise, ayrı manası vardır. O hâlde, bir ilme ait bir kitabı okuyup anlayabilmek için, önce kelimelerin bu ilimdeki hususi manalarını bilmek lazımdır. Birkaç sene Mısır'da, Bağdat'ta bulunup da argo lisanı Arabça öğrenenlerin ve eline bir cep lügatı alıp da, Kur’ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri tercümeye kalkışan yeni din âlimlerinin, para kazanmak için yaptıkları tercüme ve tefsirler, bozuk ve zararlı olmaktadır. Bir tasavvuf âliminin huzurunda, senelerce dirsek çürütüp, emek verip, pişmeden, olgunlaşmadan, Mesnevî okutan, tasavvuf kitapları tercümesine kalkışan tarikatçıların sözleri ve yazıları da, yanlış ve çok zararlı olmaktadır ve bu zararlar da görülmektedir.
.
Bidat ehlinin kitaplarını okumak...
17 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :17 Ağustos 2024 00:43
Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeden önce sapık kitapları okumak caiz değildir!
Sual: Sırf merak için, ne yazmışlar diyerek, bidat ehlinin kitaplarını okumakta bir mahzur var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Fetâvâ-i Hindiyyede deniyor ki:
“İman edilecek ve yapılacak, kaçınılacak şeyleri ve geçinecek sanat bilgilerini öğrenmek herkese farzdır. Bundan fazlasını öğrenmek farz değil ise de, sevaptır, öğrenmezse günah olmaz. Farz olan bilgilere yardımcı olanları, mesela astronomi öğrenmek de sevaptır. Fıkıh öğrenmeyip, yalnız hadis öğrenen, iflas eder. Kelam ilmini, yani iman bilgilerini, ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir. Bidatlerin, fitnelerin yayılmasına sebep olur. Sadrül-islâm Ebül-Yüsr buyuruyor ki:
‘Kelâm, tevhid kitaplarının birkaçında felsefi bilgiler gördüm. İbni İshak Kindî Bağdâdînin ve İstikrârînin kitapları böyledir. Bunlar, İslamın bildirdiği doğru yoldan ayrılmış sapık kimselerdir.’
Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeden önce böyle sapık kitapları okumak caiz değildir. Abdül-Cebbâr Râzî ve Ebû Alî Cübbâî ve Kâ'bî ve Nazzâm İbrâhîm bin Yesâr Basrî ve talebelerinden Amr Câhız Mu'tezilî sapıklarının kitapları da, eski Yunan felsefecilerinin bozuk fikirleri ile doludur. Böyle kitapları okumak gençlere zararlıdır. Muhammed bin Hîsûm gibi Mücessime fırkasındakilerin kitapları da böyledir. Bunlar bidat fırkalarının en kötüsüdür. Ebül-Hasen-i Eş'arî de, önceleri Mutezile inancını yaymak için çok kitap yazdı. Allahü teâlâ, kendisine hidayet verdikten sonra, eski fikirlerini kötüleyici kitaplarını yaydı. Yanlışlarını görebilenlerin, bu kitapları okuması zararlı olmaz. Şâfii âlimleri, iman bilgilerini Ebül-Hasen-i Eş'arînin kitaplarından aldılar. Ebû Muhammed Abdullah bin Sa'îdin bu kitapları açıklayan eserleri tamamen zararsız hâldedir... Sözün kısası, eski felsefecilerin yazdığı din kitaplarını gençlere okutmamalıdır. Ehl-i sünnet bilgilerini öğrendikden sonra okumaları caiz olur.”
Mısırlı mezhepsiz, Hasen el-Bennânın ihtilalci yazıları, Seyyit Kutb'un Fîzılâl-il-Kur'ân ismindeki bozuk tefsiri ve başka kitapları, Hindistan'daki Vehhâbîlerden Muhammed Sıddîk Hân'ın bazı kitapları, Mevdûdî, Hamîdullah ve Cezâyirli îbni Bâdis gibi dinde reformcuların kitapları da böyledir. Dinini öğrenmek isteyenler, bunların bozuk kitaplarını okumamalıdır.
.
Allahü teala dilediğine ihsan eder
18 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :18 Ağustos 2024 00:27
Bakkaldan bir kilo pirinç istesek; tam tartması adalet, noksan tartması zulüm, fazla vermesi ise ihsan olur.
Sual: Müslüman çocukları, ana, babasından görerek, öğrenerek Müslüman oluyor. Kâfir çocukları ise, kâfir olarak yetiştirilip, Müslümanlıktan mahrum ediliyor. Böyle yetişenlerin Cehenneme gitmesi haksızlık olmaz mı?
Cevap: Bu konuda, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
“Adalet ile ihsanı karıştırmamalıdır. Allahü teâlâ, her memlekette yetişen kulları için, adaleti fazlası ile yapmıştır. Akıl ve baliğ olmadan ölen kâfir çocuklarını Cehenneme sokmayacaktır. Akıl ve baliğ olduktan sonra, Muhammed aleyhisselamın dinini duymadan ölen kâfirlere de azap yapmayacaktır. Bunlar, İslam dinini, Cenneti, Cehennemi işittikten sonra, merak etmez, öğrenmezse, inat edip inanmazsa, o zaman azap göreceklerdir.
Akıl ve baliğ olanlar, ana babanın, muhitin yapmış oldukları eski tesirlerin altında kalmaz. Eğer kalsaydı, İslam memleketlerinde, İslam terbiyesi altında yetişen yüz binlerle Müslüman evladı, İslam düşmanlarının yalanlarına, aldanmaz, dinsiz hatta din düşmanı olmazdı. Bunlar, akıl ve baliğ olduktan, hatta, hoca, hafız olduktan sonra, dinden çıkmakta, din düşmanı olmaktadırlar. Anasına, babasına, komşularına ve akrabasına, yobaz, gerici diyerek alay etmektedirler. Bu pek acı misaller, ana baba terbiyesinin tesirinin devamlı olmadığını açıkça göstermektedir. Bunun içindir ki, bugün dinden çıkmak, bütün dünyayı saran bir afet, feci bir akıntı hâlindedir.
Diğer taraftan, birçok kâfirlerin, ilim, fen adamlarının Müslüman olduğunu görüyoruz. Pek az olsa da, dinini değiştirmeyenlerin bulunması, ana terbiyesinin tesirinin, bazen de devamlı olduğunu gösteriyor denirse, bir çocuğun Müslüman evladı olması, İslam terbiyesi ile yetişmesi, Allahü teâlânın bir ihsanıdır. Kâfir çocuklarına bu ihsanı yapmıyor. Fakat, kimseye ihsan yapmaya mecbur değildir. İhsan yapmamak zulüm olmaz. Bakkaldan bir kilo pirinç alsak, tam bir kilo tartması adalettir. Noksan tartarsa zulüm olur. Biraz fazla verirse ihsan olur. Bu ihsanı istemek, kimsenin hakkı değildir. İşte, Allahü teâlânın İslam terbiyesi ile yetiştirmesi, büyük ihsanıdır. Dilediğine ihsan eder. Kâfir çocuklarına bu ihsanı yapmaması zulüm olmaz. İhsan ettiği kimseler kâfir olursa, bunların cezası, azabı da, kat kat ziyade olacaktır
.
Size Allah'ın kitabını ve ıtremi bıraktım”
19 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :18 Ağustos 2024 23:20
“Resulullah efendimizin ıtreden muratları, asabeleri ve ezvâc-ı tâhirâtıdır.”
Sual: Bir kitapta bildirilen hadis-i şerifte, (Size, Allahü teâlânın kitabını ve ıtremi bıraktım) deniyor. Buradaki ıtre ne demektir ve bununla ne anlatılmak istenmektedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında deniyor ki:
“Hazret-i Câbirden rivayet olunmuştur. Resulullah efendimizi arefe günü hacda gördüm hutbe okuyordu ve; (Ey insanlar! Size, onlara yapışıp, dalalete düşmemeniz için, Allahü teâlânın kitabını ve ıtrem ehl-i beytimi bıraktım) buyurduğunu işittim. Türpüştî hazretleri; “Itre için bazıları kişinin ıtresi, yakınları demektir, bazıları Resulullah efendimizin ıtresi, Abdülmuttalib oğullarıdır, bazısı, kişinin ıtresi, ehl-i beytidir, yakın olsun, uzak olsun ev halkıdır dedi. Lügat, sözlük manası itibarıyla da, kişinin ehl-i beyti ve kavminin yakınlarıdır. Resulullah efendimizin ıtreden muratları, asabeleri ve ezvâc-ı tâhirâtıdır.”
Zeyd bin Erkam hazretleri rivayet eder. Resulullah efendimiz buyurdular ki: (Muhakkak ben size, eğer benden sonra onlara tutunursanız, iki şey bırakıyorum. Birisi, diğerine nazaran daha büyüktür. Bu Kitabullahtır ki, gökten yere kadar uzanan iptir. İkincisi, ıtrem olan ehl-i beytimdir. Asla birbirlerinden ayrılmazlar. Ta ki benim havuzuma ulaşırlar. Siz de, o ikisinden yana ne yol ile halef olursunuz nazar ediniz.)
Tayyibî hazretleri buyurmuşlar ki; “Bir şeye tutunmak, ona bağlanmak, onu korumakla olur. Allahü teâlâ Hac suresi 65. âyetinde meâlen buyurur: (Elbette Allahü teâlâ semayı, yere düşmemesi için tutar. Ancak kıyâmet günü kendi izni ile tutar.) Ancak layık olan şeye tutunulur. Tutunmak geçen yerlerde, tutunulan şey de bildirilmiştir ki, iptir. (Kitabullah, gökten yere kadar uzanan iptir) sözünde sanki insanlar, tabiatlarının, şehvetlerinin istediği şeylerin bulunduğu bir yerde durmuşlar, nefislerinin çirkin arzularını yerine getirmek isterken, Allahü teâlâ lütfedip, insanların yükselmesini irade ederek, Kur’ân-ı kerim ipini onlara yaklaştırır. O ipe tutunanlar kurtulur. Orada kalanlar helak olur. Kur’ân-ı kerime tutunmak, onda bildirilenle amel etmek, yasak edilenden kaçmaktır. Itrete tutunmak, onlara muhabbettir. Yani ehl-i beyti sevmek, onların doğru yolunda, izinde yürümektir.”
.
İmanı korumak için her gün ne okuyalım?
20 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :20 Ağustos 2024 07:07
“Hak teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Emirler ve yasaklar verdi..."
Sual: Bir Müslüman, imanını koruyabilmesi için neleri öncelikle öğrenmeli, yapmalı ve her gün neler okumalıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Müntehabât Ez Mektûbât-ı Ma’sûmiyye’de deniyor ki:
“Hak teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Emirler ve yasaklar verdi. Nefsine uyarak, emirlere uymazsa gazab-ı ilâhiyyeye sebep olur. Aklı olan, fâni, geçici lezzetlere dalarak, ebedî lezzetleri kaçırmaz. Evvela, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi iman eder. Sonra farzlara ve haramlara uyar. Farzların en mühimi, namazdır ki, dinin direğidir ve mümini kâfirden ayırır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Her gün beş vakit namaz kılana Cennet kapıları açılır, Allahü teâlâ ile arasındaki perdeler kalkar) ve (Beş vakit namaza devam eden, sırat köprüsünden şimşek çakar gibi geçecek ve sâbık denilen evliya ile haşr olacaktır) buyuruldu. Zekâtı, emrolunan kimselere vermelidir. Ramazan orucunu seve seve tutmalı ve şartları bulununca Kâbe'ye giderek hac yapmalıdır. Hadis-i şerifte; (Hac ve umre fakirliği ve günahları yok eder) buyuruldu. İslamın binasının beş direğinden birincisi, kelime-i tevhidi söylemek, yani, Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah demektir. Kelime-i tevhidi çok okumalıdır. Dünya yokluk âlemidir. Varlık ahırettedir. Nefse tapınmaya son vermelidir.
Dünya istirahat yeri değildir. İbadet için çalışmalıdır. Dünyada sıkıntı çekmek, ahırette rahat etmeye sebep olur. Vakitleri fikir ve zikir ile mamur etmelidir. Kalbin huzuru için, çok kelime-i tevhid söyleyiniz! Bin ile beş bin arası olmalıdır. Her namazdan sonra ve yatarken Âyet-el kürsî, istiğfâr, İhlâs ve Kul e'ûzüleri ve her sabah ve akşam yüz kerre Sübhânallah ve bi-hamdihi ve on defa Lâ havle okuyunuz! Her sabah, Allahümme mâ esbeha bî min ni'metin ev bi-ehadin min halkıke fe minke vahdeke lâ şerîke leke fe-lekel hamdü ve lekeşşükr okumalı, akşamları 'mâ esbeha' yerine 'mâ emsâ' demelidir ve her gün, Estagfirullah el'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüverrâhmânürrahîm el hayyül kayyûm ellezî lâ yemûtü ve etûbü ileyh Rabbigfir lî okumalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bu istiğfarı, her gün yirmibeş kerre okuyanın evine, şehrine hiç zarar ge
.
Kendi malını ateşte yakmak!
21 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :20 Ağustos 2024 22:28
Malı sarf edecek yerleri ve kendi malındaki başkalarının hakkını öğrenmek lazımdır.
Sual: Bir kimse, elindeki kendine ait malını istediği gibi kullanma yetkisine sahip midir, mesela bu malını yakabilir veya denize atabilir mi?
Cevap: Malı kendi bedeni için kullanmadığı zaman, hakkı, yani lüzumu olmayan yere, az da sarf etmek israf olur. Mesela, malı ateşte yakmak, denize atmak böyledir. Lüzumu olan yere, lüzumundan fazla vermek de israf olur. Mesela, çoluk çocuğuna ihtiyaçlarından fazla şeyler vermek israf olur. İhtiyaç, İslamiyetin gösterdiği miktarlar ile ve memleketin âdetine göre belli olur. Görülüyor ki, malı sarf edecek yerleri ve kendi malındaki başkalarının hakkını öğrenmek lazımdır.
İnsanın, kendi malında bulunan, başkasının hakkını ödemesi, israf değildir. Bu hakları hemen vermek lazımdır. Bu hakların en mühimi, zekâttır.
Sual: Yemek yemeye ve su içmeye başlamadan önce veya bitirdikten sonra ne denir?
Cevap: Yemeye ve içmeye başlarken, Besmele okumalıdır. Yeme ve içme sonunda Elhamdülillah demelidir. Bunları söylemek ve yemekten önce ve yemekten sonra el yıkamak, sağ el ile yemek ve içmek sünnettir. Resulullah efendimizin yemekten sonra okuduğu ve okunmasını emrettiği dualar, Şir'at-ül-islâm şerhinde ve Mevâhib-i ledünniyyede yazılıdır. Yemektekilere hatırlatmak için Besmele, yüksek sesle söylenebilir. Hazînet-ül-me'ârif kitâbı, Ebû Dâvud, Mu'âz bin Cebel ve Enes bin Mâlik hazretlerinden gelen şu hadîs-i şerîfi nakletmektedir:
(Bir kimse, yemek yedikten sonra, "Elhamdülillahillezî at'amenî hâzet-ta'âm ve rezekanî-hi min gayri havlin minnî ve lâ-kuvvete" derse, geçmiş ve gelecek günâhlarından çoğu afv olunur. Yeni bir elbise giydiği zemân, "elhamdülillahillezî kesânî hâzessevb ve rezekanî-hi min gayri havlin minnî ve lâ kuvveh" derse, geçmiş ve gelecek günâhlarından çoğu afv olunur.)
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de, yemeklerden sonra, şu duayı okurlardı:
(Elhamdülillahillezî eşbe'anâ ve ervânâ min-gayri-havlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at'imhüm kemâ at'amûnâ!)
Sual: Yemekten önce ve sonra elleri yıkamalı mıdır ve yıkamada öncelik sırası kime, kimlere aittir?
Cevap: Yemekten evvel el yıkarken, önce gençler, yemekten sonra, önce yaşlılar yıkar. Yemekten sonra elleri kâğıtla silmenin caiz olmadığı, Fetâvâ-yı Hindiyyede yazılıdır.
.
Her hastalığın ilacı vardır
22 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :21 Ağustos 2024 22:11
İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir. Bunun için de, İslamiyete uygun yaşamak lazımdır.
Sual: İnsanın dünyada yakalandığı, sebebi bilinsin veya bilinmesin her hastalığın tedavisi, ilacı var mıdır?
Cevap: Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki; her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Her şeyin yaratılmasında müşterek, ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, yetmiş kerre Estağfirullah min külli mâ kerihallah duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur.)
(Hastalıkların başı, çok yemektir. İlaçların başı, perhizdir.)
(Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!)
İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir. Bunun için de, İslamiyete uygun yaşamak lazımdır. İslamiyete uymakta gevşek davranarak, hasta olan kimse, ilaç almalı, perhiz etmeli ve fakirlere sadaka nezretmeli, adakta bulunmalı ve sık sık sadaka vermelidir. Perhiz, yani rejim yapmanın caiz ve lazım olduğunu, Teyemmüm âyeti göstermekdedir.
(Su zarar verince, kullanmayın, teyemmüm edin!) meâlindeki âyet-i kerime meşhurdur. Resulullah efendimiz, hazret-i Ali ile bir eve gitti. Meyve getirdiler. Hazret-i Ali'nin gözleri ağrıyordu. Meyveden kendisi yedi. Hazret-i Ali'ye;
(Sen yeme! Göz ağrısına zarar verir) buyurdu. Pişmiş pazı ile arpa getirdiler.
(Bundan ye! Gözüne fayda verir) buyurdu. Ödemi olanlara;
(Su içmeyin! Suya perhiz ediniz!) buyururdu.
İslam âlimleri, tıp ve tedavi üzerinde çok kitap yazdı. Bunlardan Dâvüd-i Antâkînin, Tezkiret-ü Ülil-elbâb kitabı ve Türkçe Nusret efendi risâlesi, İbrâhîm Ezrak'ın, Teshîl-ül-menâfi kitabı, Ebû Abdullah Zehebînin, Et-tıbbün Nebevîsi çok kıymetlidir.
Perhizi, hadis-i şeriflerden ve tecrübeli kimselerden ve tabipten, doktordan öğrenmelidir. İlaç kullanmak ve perhiz yapmak sünnettir. Vacip ve farz olduğu yerler de vardır.
Sual: Yırtıcı hayvanların eti, sütü, artığı yenebilir mi ve bunların içtiği artık su ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Domuzun, köpeğin, yırtıcı hayvanların ve henüz fare yiyen kedinin artıkları, etleri ve sütleri kaba necasettir. Bunları yemek, içmek haramdır. Artıklarını abdestte, gusülde ve temizlikte kullanmak caiz değildir. İlaç olarak da kullanılmaz.
.
Abdest alırken okunacak dualar
23 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :23 Ağustos 2024 00:06
Abdest dualarını bilmeyen, her uzvu yıkarken Kelime-i şehâdet okumalı, büyük sevaba kavuşmalıdır.
Sual: Abdest alırken okunacak dua var mıdır, varsa nelerdir ve ne zaman okunacaktır?
Cevap: Abdest alırken okunacak dualar, Miftâh-ul-Cennet ilmihâlinde şöyle bildirilmektedir:
“Abdest almaya başlarken; (Bismillâhil-azîm velhamdü lil-lahi alâ dînil-islâmi ve alâ tevfîkıl-îmâni elhamdü lillahillezî ce'alel-mâe tahûren ve ce'alel-islâme nûren) denir.
Ağzına su verince; (Allahümmeskınî min havdi nebiyyike ke'sen lâ azmeü ba'dehü ebeden) denir.
Burnuna su verirken; (Allahümme erihnî râyihatel-Cenneti verzuknî min naîmihâ velâ türihnî râyihaten-nâri) denir.
Yüzünü yıkadıkta; (Allahümme beyyıd vechî binûrike yevme tebyaddu vücûhü evliyâike velâ tüsevvid vechî bizünûbî yevme tesveddü vücûhü a'dâike) denir.
Sağ kolunu yıkadıkta; (Allahümme a'tınî kitâbî bi-yemîni ve hâsibnî hisâben yesîren) denir.
Sol kolunu yıkadıkta; (Allahümme lâ tü'tınî kitâbî bişimâlî velâ min verâî zahrî velâ tuhâsibnî hisâben şedîden) denir.
Başını mesh edince; (Allahümme harrim şa'rî ve beşerî alennâri ve ezıllenî tahte zılli Arşıke yevme lâ zılle illâ zıllüke) denir.
Kulaklarına mesh verdikte; (Allahümme-c'alnî minelle-zîne yestemi'ûnel-kavle fe-yettebi'ûne ahseneh) denir.
Boynuna mesh verdikte, (Allahümme a'tik rekabetî minennâri vahfaz mines-selâsili vel-ağlâl) denir.
Sağ ayağını yıkadıkta; (Allahümme sebbit kademeyye alessırâtı yevme tezillü fîhil-akdâm) denir.
Sol ayağını yıkadıkta; (Allahümme lâ tatrud kademeyye alessırâti yevme tatrudü küllü akdâmi a'dâike. Allahümmec'al sa'yî meşkûren ve zenbî magfûren ve amelî makbûlen ve ticâretî len'tebûre) denir.
Abdest almayı bitirdikten sonra;
(Allahümmec'alnî minettevvâbîne vec'alnî minel-mütetahhirîne vec'alnî min ibâdikes-sâlihîne vec'alnî minellezîne lâ havfün aleyhim velâ hüm yahzenûn) duası okunur.
Daha sonra göğe bakarak; (Sübhânekellahümme ve bihamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerîke leke ve enne Muhammeden abdüke ve resûlüke) duasını okumalıdır.
Bundan sonra, bir veya iki, yahut üç defa, her birine Besmele çekerek İnnâ enzelnâ sûresini okumalıdır.”
Abdest alırken, abdest duaları okunmasa da olur. Fakat kısa zamanda ezberlemeli ve okumalıdır. Abdest dualarını bilmeyen, her uzvu yıkarken Kelime-i şehâdet okumalı, büyük sevaba kavuşmalıdır.
.
Yiyeceği olmayanın, yiyecek istemesi
24 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :23 Ağustos 2024 23:28
Çalışamayan hastanın, bir günlük yiyecek dilenmesi caizdir. Fazlası caiz değildir.
Sual: İnsanlardan yiyecek, içecek gibi şeyleri istemenin dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Bu konuda Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretlerinin Mektûbât kitabında deniyor ki:
“Bir günlük yiyeceği olmayanın istemesine fetva verilmiştir. Takva ve azimet ise, hiç istememektir. Zaruret hâlinde, istemek mubah olur. Elbisesi olmayanın, giyecek istemesi mubah olur. Çalışıp kazanabilen kimsenin dilenmesi caiz değildir. Din bilgilerine çalışıp da, kazanmaya vakit bulamayanın, istemesi caiz olur. Yazı yazarak kazanabilenin istemesi caiz değildir. Mişkât şerhinde diyor ki: ‘Çalışamayan hastanın, bir günlük yiyecek dilenmesi caizdir. Fazlası caiz değildir. Nafile namaz ve nafile oruç sebebi ile çalışmaya vakit bulamayanın zekât ve sadaka istemesi caiz değildir.’
Sadaka istemekte üç zarar vardır. Allahü teâlânın, nimeti az gönderdiğini haber vermektir ki, haramdır. Kendini zelil etmektir. Müminin Allah'tan başkasına boyun bükmesi caiz değildir. İstenilen kimseye de eziyet etmektir. Zaruret olmadıkça, bu da haramdır. Bunun için, takva sahipleri, kimseden bir şey istememişlerdir. Bişr-i Hâfî, Sırrî-yi Sekatî hazretlerinden başka kimseden bir şey istemezdi. ‘Onun mal verince, sevineceğini biliyorum, onu sevindirmek için istiyorum’ derdi. Bişr-i Hâfî hazretleri buyurdu ki: ‘Üç çeşit fakir vardır: İstemez, verince de almaz. Bunlar, İlliyyînde meleklerledir. İstemez, verince alır. Bunlar, Cennetlerde mukarreblerledir. İhtiyacı olunca ister. Bunlar, Eshâb-ı yemîn iledirler.’
Zaruret olmadan dilenmek haramdır. Zaruret ve ihtiyaç hâlinde mubah olur. Ölüm hâlinde vacip olur. İstemeyip ölürse, günaha girerek ölür. Resulullah efendimiz, hazret-i Ömer'e hediye gönderdi. Hazret-i Ömer, almayıp geri gönderince; (Niçin almadın?) buyurdu. ‘Ya Resulallah; (En hayırlınız, kimseden bir şey almayandır) buyurmuştunuz.’ (O sözüm, isteyip de almak içindi. İstemeden gelen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır) buyurdu. Hazret-i Ömer; ‘Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden gelen her şeyi alacağım’ dedi.
Bir hadis-i şerifte; (Aç olan veya bir şeye muhtaç olan, kimseden istemeyip, Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ, ona bir senelik rızık kapıları açar) buyuruldu.”
.
İman ve inkâr, insanın tercihine bağlıdır
25 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :24 Ağustos 2024 23:31
Allahü teâlâ, insanları mümin, Müslüman yapmaya mecbur değildir.
Sual: İman etmek veya reddetmek, insanın kendi tercihine mi bağlıdır?
Cevap: Allahü teâlâ, insanları mümin, Müslüman yapmaya mecbur değildir. Onun merhameti sonsuz olduğu gibi, azabı da, adaleti de sonsuzdur. Dilediği kuluna sebepsiz olarak ve o istemeden, iman ihsan eder, verir. Akl-ı selimine uyarak, ahlakı ve işleri iyi olanlara da, doğru, makbul olan imanı vermektedir.
Bir insanın imanlı olarak ölüp ölmeyeceği son nefeste belli olur. Bütün ömrü iman ile geçip, son günlerinde imanı giden, imansız ölen kimse, kıyamette imansızlar arasında olur.
Allahü teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, Peygamberler göndererek, var ve bir olduğunu ve inanılması lazım olan şeyleri, kullarına bildirdi. İman, Peygamberin bildirdiklerini tasdik etmek demektir. Peygamberi tasdik etmeyen, inkâr eden, kâfir olur. Kâfirler ise, Cehennemde sonsuz olarak azap göreceklerdir.
Peygamberi işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var olduğunu düşünüp, yalnız buna iman eder ve Peygamberi işitmeden ölürse, bu da Cennete girecektir. Bunu düşünmeyip, iman etmezse, Cennete girmeyecek. Peygamberi inkar etmediği için, Cehenneme de girmeyecektir. Kıyamet günü, hesaptan sonra, tekrar yok edilecektir. Cehennemde sonsuz yanmak, Peygamberi işitip de, inkâr etmenin cezasıdır. Âlimler arasında; “Allahü teâlânın varlığını düşünmeyip iman etmeyen Cehenneme girecektir” diyenler varsa da, bu söz Peygamberi işittikten sonra düşünmeyen demektir.
Aklı olan kimse, Peygamberi inkâr etmez, hemen iman eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyar, başkasına aldanır ise, inkâr eder. Muhammed aleyhisselamın amcası olan Ebû Tâlib, Onu, kendi öz çocuklarından daha çok sevdiğini, her vesile ile izhar etmiş ve Onu öven kasideler yazmıştır. Muhammed aleyhisselâmın, onun ölüm döşeği yanına gelip, iman etmesi için, çok yalvardığı hâlde, ananesinden ayrılmamak için, iman etmekten mahrum kaldığı, tarihlerde uzun yazılıdır. Modaya uymak hastalığı, nefislerimizin tuzaklarından biridir. Çok kimse, kendi nefislerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük kazançlardan mahrum kalmışlardır. Bunun içindir ki, bir hadis-i kudside, Allahü teâlâ;
(Nefislerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünkü, nefisleriniz, bana düşmandırlar!) buyurdu.
.
Sözleşmelerde şahit bulundurmak
26 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :25 Ağustos 2024 23:54
Her akitte iki şahit olması müstehabdır. Nikâh yapılırken ise, şarttır, lazımdır.
Sual: Dinî nikâh akitlerinde, borç almakta, birisini vekil yaparken ve benzeri sözleşmelerde, şahit bulunması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde, nikâh şahitlerini anlatırken buyuruluyor ki:
“Bütün akitlerde, sözleşmelerde olduğu gibi, nikâh için birini vekil yaparken de, iki şahit bulunması lazım değildir. Fakat, her akitte iki şahit olması müstehabdır. Nikâh yapılırken ise, şarttır, lazımdır. Ödünç vermekte de, iki şahit vaciptir denildi. Ticaret, vekalet ve bütün akitlerde senet yazmak şart değil ise de, ödünç vermekte lazım, nikâhta da müstehaptır. Vekil yapmakta ve nikâhta, şahitlerin ve vekil yapılacak kişinin kadını tanımaları lazımdır. Yanında iseler, yüzünü görmeleri iyi olur. Başka odadan sesini duyarlarsa, kadın odada yalnız ise, caiz olur. Nikâh kıyılırken, veli veya vekil şahitlerin bildiği kadının yalnız ismini söyler. Şahitlerin tanımadıkları kadının, babasının ve dedesinin adını da söylemesi lazımdır. Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Şahsını, şeklini bilmek değildir...
Küçük kızın babası, kızının nikâhını kıymak için, bir kişiye emreder. O vekil olan da, bir başkası yanında nikâh yaparsa, baba da orada hazır bulundu ise, caiz olur. Çünkü, vekilin nikâh yapması, babanın yerine olur. Kendi şahit yerini tutar. Baba hazır bulunmazsa, caiz olmaz. Büyük, baliğa kızın babası veya başka bir vekili, bir adam yanında, kızı nikâh yaparsa, kız da hazır ise, caiz olur. Çünkü, velinin ve vekilin sözünü, kız söylemiş gibidir. Veli veya vekil, şahit yerine geçer. Bir adam bir kimseye; “Kızını bana zevce olarak verdin mi?” dese, o da; “Evet” veya “Zevce olarak verdim” dese, nikâh olmaz. Birinci adamın tekrar; “Kabul ettim” demesi lazımdır. Çünkü, önce sormuştu. Soru ile, sual ile vekil yapılmaz. “Kızını bana zevce olarak ver!” deseydi, olurdu. Çünkü, emir ile vekil yapmış olur. Bu vekilin cevabı, iki taraf adına söylenmiş olup, iki şahit de varsa, nikâh tamam olur. Vekil, kızın babasının adını yanlış söylerse, nikâh sahih olmaz. Bir adam, birçok kimseyi, bir kızı almak için gönderse, içlerinden biri, kızın babasına söyleyip, babası veya velisi verse, sahih olur. Çünkü, içlerinden söyleyen vekil olmuş, ötekiler şahit olmuştur.”
.
Haramdan kalan miras malı
27 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :27 Ağustos 2024 00:31
Gasbedilmiş mal, zulüm ile alınan ve rüşvet, çalgı, kumar paraları helal değildir.
Sual: Bir kimse, haram yollarla mesela çalarak, gasbederek ve benzeri şekilde mal toplasa ve daha sonra vefat etse. Bu kimsenin bıraktığı, haram yoldan gelen malları mirasçıları alabilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Âlimlerin çoğuna göre, Müslüman ölüp, şarap parası bırakırsa, vârislerin bu parayı alması helal olmaz. Gasbedilmiş mal, zulüm ile alınan ve rüşvet, çalgı, kumar paraları da böyledir. Vârislerin, bu paraları sahiplerine geri vermesi, sahibi bilinmiyorsa, fakirlere dağıtması lazımdır. Kullanması haram olur. Ölenin haram kazandığını bilir, fakat hangi malın haramdan geldiğini ayıramazlarsa, mirasın hepsi helal olur ise de, fakirlere vermeleri iyi olur. Kullanmaları haram olan malı vererek satın aldıklarını yemeleri ve kullanmaları helal olur. Sahipleri bilinmeyen haram malın vârislere helal olacağı da bildirildi. Teganni, çalgı ücretleri, pazarlıkla olmayıp, parasız okursa, hediye olarak aldıkları para habis olmaz, helal olur. Dilencinin biriktirdiği para ve mal habistir, temiz değildir. Bir kimse, haram olarak edindiği malı başkasına verse, o da, başka birine verse, haramdan geldiğini bilenlerin bunu alması haram olur. Fasit satış müstesnadır. Zevce, kocasının haram para ile satın aldığını, haram karışık malını yerse, kullanırsa, caiz olur. Günah kocasına olur.
Sual: Bir kadını, şu kadar mehir ile bana nikâh et diye vekil edilen kimse, nikâh akdi anında, mehri söylenenden daha fazla söyleyip nikâh akdini yapsa, vekil eden kimsenin, fazla olan bu mehri vermesi gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Abidinde deniyor ki:
“Bir adam, bir kimseyi; 'Filan kızı, bana şu kadar altın mehir ile iste' diyerek vekil etse, vekil, daha çok mehir söyleyerek istese ve böylece nikâh yapılsa, fazlasını vermek lazım gelmez. Adam, isterse fazlasını kabul eder, isterse nikâhı fesheder. Düğünden sonra haber alıp feshederse, Mehr-i misil vermesi lazım olur.”
Sual: Bir kadınla bir erkek, şahitsiz olarak, Allah ve Resulü şahidimiz diyerek nikâh akdi yapabilir ve evlenebilirler mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Abidinde deniyor ki:
“Allahü teâlâ ve Resulullah efendimiz şahittir diyerek yapılan nikâh sahih olmaz. Küfür olur diyenler de vardır.”
.
İnsanlığın ikinci atası
28 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :27 Ağustos 2024 22:42
Nuh aleyhisselama 'İkinci Âdem' denildi. Çünkü insanlar, onun üç oğlundan üredi.
Sual: Nuh aleyhisselama insanlığın ikinci atası denmesinin sebebi, hikmeti nedir?
Cevap: Bu konu hakkında kitaplarda, özetle şu bilgiler verilmektedir:
“İdris aleyhisselam göğe çıkarıldıktan sonra, insanlar doğru yoldan ayrıldı, putlara, heykellere tapmaya başladılar. Cenab-ı Hak, bunlara Nuh aleyhisselamı gönderdi. Nice yıl, onları dine davet etti. Yalnız oğulları Sâm, Hâm, Yâfes ile az kimse iman etti. Kendi oğlu Yâm yani Kenan bile iman etmedi. Alay ve işkence ettiler. Nuh aleyhisselam onlara beddua etti. Beşyüz yaşından sonra, gemi yapması emrolundu. Gemi bitince, tufân oldu. Müminler ile gemiye bindi. Gemiye binenlerin seksen kişi olduğu ve geminin üç kat olduğu Arâis-ül-mecâlis kitabında yazılıdır. Bu kitap Mısır'da basılmıştır. Her hayvandan da birer çift aldı. Oğlu Kenan'ı da gemiye çağırdı. 'Ben, dağa çıkar kurtulurum' dedi. Bir dalga geldi, oğlunu alıp boğdu. Sular dağları aştı. İnsanlar ve hayvanlar telef oldu. Altı ay sonra, yağmurlar durdu, sular çekildi. Gemi, Cûdî Dağı'na oturdu. İnsanlar, üç oğlundan üredi. Nuh aleyhisselama 'İkinci Âdem' denildi. Sâm'dan Arap, Fars ve Rum, Hâm'dan Hindistân, Habeş ve Afrika halkı, Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Bering Boğazı'ndan Amerika'ya da geçip yerleşenler oldu. Nuh aleyhisselam, bin yaşında vefat etti.”
Sual: Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için neler yapmalıdır?
Cevap: Dünya ve ahıret saadetlerinin başı, en iyisi, Allahü teâlânın rızasına, sevmesine kavuşmaktır. Allahü teâlâya yakın olmak, Onun sevmesine kavuşmak demektir. Bu saadete kavuşana Velî, Evliyâ veya Ârif denir. Velî olmak için, farzları yapmak lazımdır. Farzlar, sırası ile, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, haramlardan sakınmak, farz olan ibadetleri yapmak ve salih olan müminleri sevmektir. İhlas ile yapılmayan ibadetin faydası olmaz. İhlas, her şeyi yalnız Allah rızası için yapmaktır. İhlas, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hasıl olur. Kalbin yalnız Onu sevmesine, kalbin tasfiyesi, kalbin itminânı veya fenâ fillah denir. Kalbin itminâna kavuşması, ancak Onu çok hatırlamakla, büyüklüğünü, nimetlerini düşünmekle olacağını, Ra'd suresinin 28. âyeti bildirmektedir.
.
Gayr-i müslimlerin kestiğini yemek
29 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :28 Ağustos 2024 22:25
Gayr-i müslimlerin çoğunlukta olduğu yerlerde, varsa Müslüman kasap aramalıdır.
Sual: Bir Müslüman, gayr-i müslimin kestiği hayvanın etini satın alıp yiyebilir mi?
Cevap: Bu konuda Hindiyyede, Zebâih bahsinde deniyor ki:
“Müslümanın veya Ehl-i kitap olan kâfirin, Allahü teâlânın ismini veya bir sıfatını, herhangi bir lisan ile söyleyerek, kestiği yenilir. Müşrikin ve mürtedin kesdiği yenilmez. Keserken, İsa veya üç Tanrıdan biri derse, yenilmez. Böyle inanır, fakat söylemezse, yenir. Kesmek için söylemelidir. Dua, şükür için söylerse veya Allahtan başkasını, tazim etmeyi niyet ederse, Allah ve Muhammed için derse, yenmez.”
Bir Peygambere ve bunun, sonradan bozulmuş olan mukaddes kitabına inanan bir kâfir, bu Peygamber tanrıdır veya oğludur dese ve putlara yalvarırsa da, buna Ehl-i kitâb denir. Çünkü, ilah, rab, tanrı, baba gibi isimler, yardım eden, yaratılmaya sebep olan, çok sevilen manasına da kullanılır. Bu isimleri, İsa aleyhisselama, bu manalar ile söyleyen, müşrik olmaz. Ona, üç tanrıdan biri veya tanrı denilmesi, hakiki bir söz değil, mecaz olur. Onda Ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanırsa, mesela her istediğini yaratır derse, müşrik olur. Şimdi, Mûsevî, Îsevî, Nasrânî, Hıristiyanların bir kısmı, Ehl-i kitaptır. Putlara, heykellere, İsa aleyhisselamı sevdikleri için, istediklerinin yaratılmasına sebep olmaları için yalvarıyorlar. İsa aleyhisselama ilah diyen Nasrânînin kestiklerini yemek caiz ise de, zaruret olmadıkça, buna kestirmemeli ve kestiğini yememelidir. Kitapsız kâfirlerin kestikleri yenilmez. Kesenin nasıl kimse olduğunu araştırıp anlamak şart değildir. Besmele kasten terk edilirse, Hanefide haram, Şafiide helal olur.
Gayr-i müslimlerin çoğunlukta olduğu yerlerde, varsa Müslüman kasap aramalı. Bu kasaptaki eti, Müslümanın kestiğini niyet ederek, satın almalıdır. Sığır, koyun, tavuk gibi eti yenen hayvanların etlerini yemek helal olması için, İslamiyete uygun kesilmeleri lazımdır. Yani bir Müslümanın veya Ehl-i kitabın kesmesi ve keserken Allah ismini söylemesi lazımdır. İslamiyete uygun kesilmeyen hayvan leş olur. Bunun etini yemek ve satmak haram olur. Hayvan kesenlerin ve satan Müslümanların bunu iyi bilmeleri lazımdır. Et satın alırken, bunun nasıl kesildiğini sormak lazım değildir. Çünkü, Müslümana hüsn-i zan olunur.
.
Peygamber hangi mezhebde idi?
31 Ağustos 2024 02:00 | Güncelleme :30 Ağustos 2024 23:35
Eshab-ı kiram, Resulullah efendimizden işittiklerine uyardı, dört mezhebden birinde olmalarına lüzum yoktu...
Sual: Zamanımızda; “Peygamber, Eshab hangi mezhebde idi, mezhebe gerek yok” diyenler oluyor. Bunların bu sözlerinde doğrulık payı var mıdır?
Cevap: Mezheb imamı demek, Peygamber efendimizin Kur’ân-ı kerimden çıkardığı manaları, bilgileri, Eshab-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren büyük âlim demektir. Resûlullah efendimizin, Kur’ân-ı kerimin hepsini Eshabına tefsir ettiği, Hadîka kitabına yazmaktadır. Resulullah efendimizin Kur’ân-ı kerime verdiği manaları, açıklamalarını anlamak isteyen, bir mezheb imamının kitaplarını okur, bunlara uyar. Bu kitapları okuyup, bunlara uyan kimse, o mezhebden olur. Bu ise, Resulullah efendimize ve Kur’ân-ı kerime uymak demektir. Eshab-ı kiram, Resulullah efendimizden işittiklerine uyardı, dört mezhebden birinde olmalarına lüzum yoktu. Onların her biri bütün bilgileri asıl kaynağından alıyordu. Hepsi, mezheb imamlarından daha çok âlim ve daha yüksek müctehid ve Mezheb sahibi idiler. Vaktiyle bir mezhebsiz de;
“İctihatlar fikir ve kanaattir. Elimizdeki kitaplar, mezheb kitaplarıdır, din kitabı değildir. Türkiyede, Türkçe din kitabı olmadığından, bu kitabı yazdım” diyor ve kendini müctehid sanıyor. Ömer Rıza Doğrul da, bu kitaba bir önsöz yazarak övüyor ve;
“Asrın ihtiyaçlarını, kıyas yolu ile dinden değil, medeniyyetin terakki, ilerleme hamlelerinden beklemek gerektir. Kıyas; kitap ve sünnet ile alakası olmayan, dinin asıl kaynaklarına dayanmayan, fakat her şeyi dine dayamak isteyen müctehitlerin icadıdır...” diyordu. Bu sözleri, kendisinin de, Ehl-i sünnet olmadığını, dini, kıyası ve ictihadı anlamamış olduğunu göstermektedir. Din âlimlerine dil uzatanlar, bunların bilgilerine erişemeyenlerdir. Redd-ül-muhtârda;
“Hicri dörtyüz senesinden sonra kıyas yapacak âlim yetişmedi” deniyor. Mîzân-ül-kübrâda;
“Dört mezheb imamından sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu söylemedi. Mezhebde müctehitler yetişti. Evet, Kur’ân-ı kerimdeki bilgiler, hükümler sonsuzdur. Fakat, kıyamete kadar, bütün insanlara lazım olacak ahkamı, hükümleri, dört imam anlamış, kitaplara yazılmıştır. Şimdi, bir kimse, Kitaptan ve sünnetten ahkam, hüküm çıkarabilirim derse, dört mezhebden birinde bulunmayan yeni bir hüküm çıkarmasını isteriz. Bunu da yapamaz!” deniyor.
.
İnsanlardan istemek zillettir!
1 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :31 Ağustos 2024 22:25
Zaruret olmadan, herhangi bir kimseden bir şey istemek, dilenmek haramdır!
Sual: İnsanlardan yiyecek, içecek istemek de, dilenmek gibi zillet mi olur?
Cevap: Tezellül, bayağılık, kendini aşağı tutmak yani zillet demektir. Bir günlük yiyeceği, içeceği olan bir kimsenin, başkalarından yiyecek, içecek, para istemesi, dilenmesi, tezellül olur ve haramdır. Ebû Ali Rodbârî hazretleri;
“Dünyayı kazanmakta nefisler için zillet, ahireti kazanmakta ise izzet vardır” buyurmuştur.
Allahü teâlâya iman eden, Onun emirlerine boyun eğen, başını secdeye koyan, aziz olur. Kendi nefsine, kendisi gibi aciz olan insanlara boyun eğen, dünyalık ele geçirmek için onlara yaltaklık eden de, zelil, hakir olur.
Zillet, aşağılık, hakirlik demektir. İnsan, sadece Allahü teâlânın huzurunda, kendini böyle aşağı, hakir görür. Yaratanının huzurunda kendini aşağı görmesi, insanı aziz eder, yükseltir. Çünkü ibadet, züll ve zillet demektir. Yani, insanın Rabbine karşı, hakir, aciz, muhtaç olduğunu göstermesidir.
Fazla hediye almak için, az bir şeyi hediye olarak vermek, tezellüldür, bayağılıktır. Zaruret olmadan, herhangi bir kimseden bir şey istemek, dilenmek haramdır. Resulullah efendimiz, hazret-i Ömer'e hediye olarak bir şeyler gönderir. Hazret-i Ömer de, bunları almayıp geri gönderir. Karşılaştıkları zaman Peygamber efendimiz;
-Niçin almadın? diye sual edince hazret-i Ömer;
-Yâ Resûlallah, ( En hayırlınız, kimseden bir şey almayandır) buyurmuştunuz, bunun için almadım deyince, Resûlullah efendimiz;
-O sözüm, isteyip de almak içindi. İstemeden gelen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır buyurur. Bunun üzerine hazret-i Ömer;
-Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden gelen her şeyi alacağım cevabını verir.
Herhangi bir ziyafete davet olunmadan gitmek, tezellüldür. Hadis-i şerifte;
(Davet edilen yere gitmemek günahtır. Davet olunmadığı yere gitmek hırsızlık etmek olur) buyuruldu.
Başkasından sadaka istemekte; Allahü teâlânın nimeti az gönderdiğini haber vermek, kendini zelil etmek ve istenilen kimseye eziyet etmek gibi zararlar vardır. Bunlar, zaruret olmadıkça caiz değildir. Peygamber efendimiz;
(Aç olan veya bir şeye muhtaç olan, kimseden istemeyip, Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ, ona bir senelik rızık kapıları açar) buyurmuşlardır.
.
İmanın ve amelin doğru olması için
2 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :1 Eylül 2024 22:57
Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın gittiği doğru yol, Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldur.
Mabet, ibadet için, toplanılan yerdir
3 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :3 Eylül 2024 00:12
Mabetlerde ibadet yapılması ve dinlerin emirleri, yasakları, öğretilir.
Sual: Mabet ne demektir, buralarda ne yapılır, mabetlerin maksadı, gayesi nedir?
Cevap: İbadet yapmak için, toplanılan yerlere Mabed veya İbadethane denir. Yahudilerin mabetlerine Sinagog ve Havra denir. Hıristiyanların mabedine Kilise denir. Müslümanların mabedine Mescid ve Cami denir. Mabetlerde ibadet yapılması ve dinlerin emirleri, yasakları, öğretilir. Şimdi mabetlerde konuşan vazifeliler iki şey üzerinde durmaktadırlar:
1-Parlak, yaldızlı sözlerle, acıklı hikâyelerle, nağmeli hazin okumalarla, hatta çalgı ve hoparlörlerle, dinleyicileri rikkate, heyecana getirmek, kalbleri alarak, onların teslim olmalarını, bir gayeye sürüklenmelerini sağlamak.
2-Dinin emirlerini, yasaklarını öğretmek ve bunlara uyulmasını sağlamak. Bugün Hıristiyanların kiliselerinde ve Yahudilerin havralarında, kalblerin, ruhların değil de, yalnız nefislerin, düşüncelerin birleştirilmesine çalışılmaktadır. Dinî vecibeler olarak da, eski din adamlarının koydukları ve her zaman, her yerde başka olan şeyler öğretilmektedir. Bunun için, kiliseler, havralar, bir mabed değil, bir politika, bir konferans yeri olup, insanları uyuşturarak, liderlerin, şeflerin arzu ve düşüncelerine sürüklemektedirler. Müslüman görünen bazı kimselerin de, mescid ve camileri, havra ve kiliseye çevirme peşinde oldukları görülmektedir.
Sual: Hamd etmek ne demektir, ne anlamda ve niçin söylenmektedir?
Cevap: Hamd, bütün nimetleri Allahü teâlânın yarattığına ve gönderdiğine inanmak ve söylemek demektir. Hamd, Elhamdülillah demektir. Bunun anlamı, herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir suretle hamd ederse, bu hamd ve senaların, medihlerin, övmelerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır demektir.
Sual: Müslüman, ülkesine, kanunlara isyan edip suç işler mi?
Cevap: Müslüman, iyi, akıllı kimse demektir. Hakiki Müslüman, Allahü teâlânın emirlerine itaat eder, zira itaat etmemek günah olur. Kul haklarını, devlete olan borçlarını öder, kanunlara karşı gelmez. Kanuna karşı gelmek de suç olur. Müslüman günah yapmaz ve suç işlemez. Vatanını, milletini sever. Herkese iyilik eder. Böyle olan Müslümanı Allah da, kullar da sever. Rahat ve huzur içinde yaşar
.
Habercinin vazifesi haber vermektir
4 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :4 Eylül 2024 00:48
"Kardeşim! Kıymetli ömrünü, böyle faydasız, yalancı için elden kaçırana yazıklar olsun!"
Sual: Yakınlarımıza, akrabalarımıza, doğru olan bilgileri anlattığımız veya kitap verdiğimiz hâlde kabul ettiremiyoruz. Bu durumda ne yapmalıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri kendi kardeşi meyân şeyh Mevdûda yazdığı bir mektupta buyuruyor ki:
“Kardeşim! Dünya hayatı çok kısadır. Sonsuz azaplar, buna karşılıktır. Bu zamanı, lüzumsuz, boş şeyleri ele geçirmekte kullanan ve böylece sonsuz acılara yakalanan kimseye yazıklar olsun!
Kardeşim, insanlar, dünya kazançlarını bırakıp, her yerden, karıncalar gibi, çekirge sürüleri gibi yanımıza üşüşüyor. Siz ise, bir evden olmak şerefinin kıymetini de düşünmeyerek, dünyanın alçak kazançlarına, seve seve dalmaktasınız! Onlara kavuşmak için çabalıyorsunuz. (Hayâ, imandan bir parçadır) hadis-i şeriftir.
Kardeşim! Allah adamlarının böyle toplanması ve bugün Serhend'de nasib olan Allah için toplanmalar, bütün dünya dolaşılsa, bu nimetin yüzde biri bulunmaz. Buradaki kazançlar ele geçmez. Siz, bu nimeti, boş yere elden kaçırdınız. Çocuklar gibi, kıymetli cevherleri, cam parçaları ile değiştirdiniz.
Kardeşim! Bu fırsat, bir daha ele geçmez. Fırsat bulunsa da, böyle toplantılar bulunamaz. O zaman, bu nimeti, nasıl ele geçirirsin? Elden kaçırılanı nereden bulabilirsin? Zararları, ne ile yerine koyabilirsin? Yanılıyorsunuz, yanlış anlıyorsunuz. Tatlı, yağlı lokmalara gönül kaptırmayınız! Süslü, renkli elbiselere aldanmayınız! Bunlara düşkün olmanın sonu, dünyada da, ahırette de pişman olmaktır, inlemektir. Eşin, dostların gönüllerini yapmak için, kendini belaya sokmak ve ahıretin sonsuz azaplarına atılmak, aklı olanın yapacağı iş değildir. Allahü teâlâ, akıl versin ve gafletten uyandırsın!
Kardeşim! Dünyânın vefasızlığı dillerde dolaşmaktadır. Dünyaya düşkün olanların alçaklıkları, cimrilikleri herkesçe bilinmektedir. Kıymetli ömrünü, böyle faydasız, yalancı için elden kaçırana yazıklar olsun! Haberciye ancak haber vermek düşer.”
Sual: Abdest aldıktan sonra okunacak bir dua var mıdır, varsa nasıldır?
Cevap: Abdesti alıp bitirdikten sonra; “Allahümmec'alnî minet-tevvâbîn, vec'alnî min-el-mütetahhirîn, vec'alnî, min ibâdik-es-sâlihîn, vec'alnî minellezîne lâ havfün aleyhim ve lâhüm yahzenûn” duasını okumak çok sevaptır.
.
Peygamber efendimizin üstünlükleri
5 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :5 Eylül 2024 15:05
Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın ismini kendi isminin yanına koymuş ve Ona, "Habibim" buyurmuştur.
Sual: Peygamber efendimizin, yaratılanların en üstünü olduğu, dost ve düşman tarafından bilinmektedir. Peki bu üstünlükler ana hatları ile nelerdir?
Cevap: Resulullah efendimizin üstünlüklerinden, faziletlerinden bazısı, kitaplarda şöyle bildirilmektedir:
Mahluklar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratılmıştır.
Allahü teâlâ, Onun ismini Arş'a, Cennetlere ve yedi kat göklere yazmıştır.
Meleklerin Âdem aleyhisselama karşı secde etmelerinin emredilmesi, Âdem aleyhisselamın alnında Muhammed aleyhisselamın nuru bulunduğu için idi.
Peygamber efendimizin dünyaya geleceği zaman, görülen alametler ve hâller tarih kitaplarında yazılıdır.
Peygamber efendimiz, üç ve kırk yaşında Peygamber olduğu kendisine bildirildiği vakit ve elliiki yaşında Mirac'a götürülürken, melekler göğsünü yardı ve Cennet suyu ile kalbini yıkadılar.
Her Peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardı. Muhammed aleyhisselamın nübüvvet mührü ise, sol kürekteki deri üzerinde, kalbi hizasında idi.
Resûlullah efendimiz, önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları da görürdü. Ayrıca Resulullah efendimiz, aydınlıkta gördüğü gibi, karanlıkta da görürdü.
Peygamber efendimizin mübarek teri de, gül gibi güzel kokardı.
Resulullah efendimiz, orta boylu olduğu hâlde, uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.
Resulullah efendimiz, ne zaman yürüse, arkasından melekler gelirdi. Bunun için, Eshabını önünden yürütür ve;
(Arkamı meleklere bırakınız) buyururdu.
Fahr-i kâinat efendimiz, taş üstüne basınca, taşta ayağının izi kalırdı. Kum üstünde giderken ise, hiç iz bırakmazdı.
Peygamber efendimizin en büyük mucizesi, Mirac'a götürülmesidir ki, başka hiçbir Peygambere verilmedi.
Peygamber efendimiz ümmi olduğu yani kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ Ona, her şeyi bildirmiştir.
Resulullah efendimizin aklı, bütün insanların aklından daha çoktur. İnsanlarda bulunabilecek bütün iyi huyların hepsi, Ona ihsan olundu.
Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın ismini kendi isminin yanına koymuş ve Ona, Habibim buyurmuştur. Bu ise, üstünlüklerinin en üstünüdür ki, Allahü teâlâ, Onu kendisine sevgili, dost yapmış ve hadis-i kudside de;
(İbrahim'i Halil yaptım ise, seni kendime Habib yaptım) buyurmuştur.
.
Peygamber efendimizin şefaati
6 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :5 Eylül 2024 22:30
Resulullah efendimiz şefaati ile, çok kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.
Sual: Peygamberlere şefaat izni verileceği kitaplarda yazılı. Peygamber efendimiz de ümmetine şefaat edecek mi ve kimler bu şefaatten faydalanacaktır?
Cevap: Mahşer günü, kabrinden ilk önce Resulullah efendimiz kalkacaktır. Üzerinde Cennet elbisesi bulunacaktır. Burak isimli bir hayvan üzerinde mahşer yerine gidecektir. Peygamber efendimizin elinde livâ-ül-hamd denilen bayrak olacaktır.
Peygamberler dâhil bütün insanlar bu bayrağın altında duracaktır. Mahşer halkı, beklemekten çok sıkılacaklardır. Önce Âdem aleyhisselama, sırasıyla Nuh aleyhisselama, İbrahim aleyhisselama, Musa aleyhisselama ve İsa aleyhisselama gidip, hesabın başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her Peygamber, birer özür bildirerek, Allahü teâlâdan utandıklarını söyleyecekler ve şefaat edemeyeceklerdir. Son olarak insanlar, Resulullah efendimize gelip yalvaracaklardır. Peygamber efendimiz secde edip, dua edecek ve şefâati kabul olacaktır.
Mahşer günü, önce Muhammed aleyhisselamın ümmetinin hesabı görülecek, sırattan geçecek ve Cennete gireceklerdir. Resulullah efendimiz, altı yerde şefaat edecektir:
Birincisi, Makâm-ı Mahmûd denilen şefaatı ile, bütün insanları mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.
İkincisi, Resulullah efendimiz şefaati ile, çok kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.
Üçüncüsü, azap çekmesi lazım olan müminleri azaptan kurtaracaktır.
Dördüncüsü, iman ile ölüp günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
Beşincisi, sevabı ve günahı eşit olup, Arâf denilen yerde bekleyen müminlerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir.
Altıncı olarak Peygamber efendimiz, Cennette olanların derecelerinin yükselmesi için şefaat edeceklerdir.
Peygamber efendimizin şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin kişi hesapsız Cennete gireceklerdir. Bu fazilet ve üstünlük de, yalnız Peygamber efendimize mahsustur.
Allahü teâlâ, Resulullah efendimiz diri iken olduğu gibi, vefatından sonra da, dünyanın her yerinde ve her zaman Onun hatırı ve hürmeti için isteyenlerin duasını, hep kabul etmiş ve etmektedir. Zira Allahü teala, hadis-i kudside;
(Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurarak, Resulullah efendimizin üstünlüğünü bildirmektedir
.
Peygamber efendimizin vefâsı
7 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :7 Eylül 2024 00:29
Resûlullah efendimizin, her güzel hâli gibi, vefâkârlığı da, ümmetine ve bütün insanlığa örnek olmuştur.
Sual: Yapılan iyilikleri unutmayan kimselere vefâlı insan deniyor. Elbette bu güzel huy, Peygamberlerde daha fazladır. Bu huy, Peygamber efendimizde nasıldı?
Cevap: Peygamber efendimizde güzel huyların hepsi toplanmıştı. Resulullah efendimiz cömert idi. Cömertlikten de birçok güzel huylar meydana gelmektedir. Bunlardan birisi de vefâdır. Vefâ, tanıdıklara, yakınlara, arkadaşlara geçim işlerinde yardımcı olmaktır. Peygamber efendimiz cömert oldukları gibi vefâ sahibi idiler. Yakınlarını, tanıdıklarını gözetir, onlara verdikleri sözü yerine getirirdi.
Peygamber efendimizin sözleri, yaşayışları, Onun yakınlarına, tanıdıklarına velhasıl herkese karşı nasıl vefâ sahibi olduğunu açıkça göstermekte ve İslam âlimlerinin kitapları, bu vefâ örnekleri ile doludur. Onun, her güzel hâli gibi, vefâkârlığı da, ümmetine ve bütün insanlığa örnek olmuştur. Bu hususta Enes bin Malik hazretleri şöyle anlatmaktadır:
“Resulullaha bir yerden herhangi bir hediye geldiği zaman mutlaka hazret-i Hatice'yi hatırlar ve;
(O hediyeyi falan kadına götürüp verin. Çünkü o, Hatice'nin arkadaşıydı. Onunla iyi görüşür ve onu çok severdi) buyurarak, sevgili hanımı hazret-i Hatice'nin hatırını gözetirdi. İşte bu sebepledir ki, hazret-i Aişe validemiz, zaman zaman;
"Hazret-i Hatice'ye gıbta ettiğim gibi hiçbir kadına gıbta etmedim. Çünkü Resulullah ondan çok bahsederdi. Ne zaman bir koyun kesilse etinden mutlaka onun yakınlarına da gönderir, onun hatırını gözetirdi” buyurmuştur.
Bir gün Habeşistan meliki Necâşi'den, mübarek huzuruna bir grup elçi gelmişti. Onları çok iyi karşılayıp iltifatlarlarda bulundular. Yer gösterip oturttuktan sonra o elçilere bizzat kendisi hizmet ederek ikramlarda bulundu. Peygamber efendimizin bu hâlini gören Eshab-ı kiramdan bazıları;
-Ya Resulallah; lütfen siz oturun, biz hizmet ederiz dedilerse de, Sevgili Peygamberimiz onlara cevaben;
-Vaktiyle onlar benim eshabıma Habeşistan'da çok iyi hizmet ettiler. Zira o zamanlar eshabım yurtlarından hicret etmiş, onların ülkesine sığınmışlardı. O günlerde onlar benim eshabıma sahip çıkıp çok iyi ev sahipliği yaptılar. İşte o hizmetlerinin karşılığı olarak ben de şimdi onlara hizmet ediyor ve bu hizmetimden büyük zevk duyuyorum buyurdular.
.
İki cihan saadetine kavuşmak
8 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :8 Eylül 2024 00:20
İki cihan saadetine kavuşmak; ancak ve yalnız Muhammed aleyhisselama tabi olmaya bağlıdır...
Sual: Bir kimsenin, dünyada ve ahırette saadete kavuşması, rahat ve mesut olması ne ile mümkün olur?
Cevap: İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve âhıretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama tabi olmaya bağlıdır. Ona tabi olmak için, iman etmek, İslamiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır. Kalbde doğru imanın bulunmasına alamet, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. Çünkü İslam ile küfür, birbirinin zıddıdır. Birinin bulunduğu yerde, diğeri bulunamaz, gider. Bu iki zıt şey, bir arada bulunamaz. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerini kötülemek olur. Allahü teâlâ, sevgilisi olan Muhammed aleyhisselama, çok merhametli olan Peygamberine, İslâm düşmanları ile muharebe etmeyi ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. İslam düşmanlarına sert davranmak huluk-ı azimdendir. İslamiyetin izzeti ve şerefi, küfrün, kâfirlerin hakir ve zelil olmasındadır. Kâfirlere izzet veren, hürmet eden, Müslümanları tahkir etmiş, alçaltmış olur. Hak teâlâ, Âl-i İmrân suresinde kâfirlere kıymet verenlerin ve küfre tabi olanların aldandıklarını ve pişman olacaklarını beyan buyurarak;
(Ey benim sevgili Peygamberime inananlar! Eğer, kâfirlerin sözlerine aldanıp da, Resulümün yolundan ayrılırsanız, kendilerine Müslüman süsü veren din düşmanlarının, yani zındıkların uydurma ve yaldızlı sözlerine kapılarak, imanınızı çaldırırsanız, dünyada ve ahırette ziyan edersiniz) mealindeki 149. âyet-i kerimeyi gönderdi.
Allahü teâlâ, inkâr edenlerin, kendisinin ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine düşman olmaya sürükler. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der, namaz kılar ve her ibadeti yapar. Hâlbuki bu kimse, bilmez ki, böyle çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürmektedir.
Sual: Selam verirken veya alırken eğilmek günah mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Berîkada deniyor ki:
“Selam verirken ve alırken eğilmek günahtır. Hadis-i şerifte; (Karşılaştığınız zaman, birbirinize eğilmeyiniz, kucaklaşmayınız!) buyuruldu. Allahü teâlâdan başkası için rüku ve secde yapmak haramdır.”
.
Mevlid kasidelerini okumak, dinlemek
9 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :8 Eylül 2024 22:57
"Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediyye vermeli, davet olunan ziyafetlere gitmelidir.”
Sual: Peygamber efendimizin hayatını, doğum zamanındaki hâlleri, anlatan şiir şeklindeki kasideleri okumanın, okutmanın ve dinlemenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Dünyanın her tarafındaki Müslümanlar, her sene, Peygamber efendimizin dünyayı şereflendirdiği geceyi, mevlid kandili olarak kutlamakta, bu gece ve her zaman Mevlid kasideleri okunarak Resulullah efendimiz hatırlatılmaktadır. Hadis-i şerifte;
(Allahü teâlâ bir kuluna yazı ve söz sanatı ihsan ederse, Resulullahı övsün, düşmanlarını kötülesin!) buyuruldu.
İslam memleketlerinde mevlid kasidelerinin okunması, bu hadis-i şerifteki emre uygun bir ibadet olmaktadır. Mevlid okumaya karşı gelen bir kimse, Resulullah efendimizin ve Eshab-ı kiramın yaptıkları bir şeyi beğenmemiş olduğu gibi, bu hadis-i şerife de karşı gelmektedir. İbni Battâl mâlikî hazretleri buyuruyor ki:
“Mevlid gecesinde sadaka vermek, Müslümanları toplayıp caiz olan şeyleri yedirmek, caiz olan şeyleri okutup dinletmek, salih kimseleri giydirmek, bu geceye hürmet etmek olur. Bunları Allah rızası için yapmak caizdir ve çok sevap olur. Bunları yalnız fakirler için yapmak şart değildir. Fakat, muhtaç olanları sevindirmek daha sevap olur. Zamanımızda olduğu gibi, toplantıda sarhoş edici şeyler kullanılırsa, kadın erkek karışık olursa ve şehveti tahrik eden şiir ve şarkılar okunursa, çalgı, ney, dümbelek gibi lehv aletleri çalınırsa, çok günah olur.”
Böyle haram şeyleri, ibadet olarak ve ibadet arasında yapmanın günahı kat kat ziyade olur. Böyle haramlara, 'İslam müziği' diyenlere aldanmamalıdır. Abdil-Melik Kettânî hazretleri de buyuruyor ki:
“Mevlid günü ve gecesi, mübecceldir, mukaddestir, mükerremdir. Şerefi, kıymeti çoktur. Resulullah efendimizin varlığı, vefatından sonra, Ona tabi olanlar için, kurtuluş vesilesidir. Onun mevlidi, doğumu için sevinmek, Cehennem azabının azalmasına sebep olur. Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fazileti, Cuma günü gibidir. Cuma günü, Cehennem azabının durduğu, hadis-i şerifte bildirildi. Bunun gibi, mevlid gününde de azab yapılmaz. Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediyye vermeli, davet olunan ziyafetlere gitmelidir.
.
Mevlid okumak ibadettir
10 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :9 Eylül 2024 23:37
Her müminin, Resulullah efendimizi çok sevmesi lazımdır.
Sual: Mevlid okunmasına, çeşitli bahanelerle karşı çıkanlar oluyor. Mevlid okumak, Peygamberimizin hatırlanması, anılması sebebiyle bir ibadet değil midir?
Cevap: Mevlid okumak demek, Resulullah efendimizin dünyaya gelişini, miracını ve hayatını anlatmak, Onu hatırlatmak, Onu övmek demektir. Her müminin, Resulullah efendimizi çok sevmesi lazımdır. Hadis-i şerifte;
(Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesten daha çok sevmedikçe, iman etmiş olmaz) buyuruldu. Yani imanı olgun olmaz. Allahü teâlâyı sevenin, Onun Resulünü de sevmesi vaciptir.
Resulullah efendimizi çok seven, Onu çok anar, çok söyler, çok över. Deylemînin bildirdiği hadis-i şerifte;
(Birşeyi çok seven, onu çok anar) buyuruldu. Resulullah efendimizi çok sevmenin lazım olduğunu bütün İslam âlimleri uzun yazmışlardır.
Mevlid okumanın bir ibadet olduğunu, nasıl okunması lazım geldiğini ve faydalarını bildirmek için, İslam âlimleri, her dilde kitaplar yazmışlardır. Bu kitaplar, Kâtip Çelebî hazretlerinin Keşf-üz-zünûn kitabında ve zeylinde yazılıdır. Mesela Süleymân Çelebînin Türkçe mevlid kasidesi çok şöhret kazanmıştır. Ayrıca Ahmed Sa’îd-i müceddidînin İsbât-ül-mevlid kitâbı ve allâme Muhammed Zerkanînin Şerh-ul-Mevâhib-il-ledünniyye kitabında, Mevlid okumanın ibadet olduğunu vesikalarla isbat etmektedirler. Seyyid Abdülhakîm Efendinin, Türkçe Mevlid kıraatinin fazileti de çok kıymetlidir.
Resulullah efendimiz, Medine şehrine gelince, Yahudilerin, Muharrem ayının onuncu gününde oruç tuttuklarını görür ve sebebini sorunca onlar;
-Bugün, Allahü teâlâ, Firavunu boğdu, Musa aleyhisselamı kurtardı. Bunun için, sevincimizden oruç tutarak Allaha şükrediyoruz derler. Peygamber efendimiz de;
-Musa aleyhisselam kurtulduğu için, ben daha çok sevinirim buyurarak, oruç tuttu ve Müslümanlara da, Aşûre günü oruç tutmalarını emretti.
Bir nimet geldiği, bir sıkıntıdan kurtulunduğu zaman, Allahü teâlâya şükredildiği gibi, her sene, o gün yine şükretmek lazım olduğu, bu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır. Allahü teâlâya şükretmek, secde etmekle, sadaka vermekle, Kur’ân-ı kerim okumakla ve bunlar gibi, her ibadeti yapmakla olur. İhsan sahibi, rahmeti bol olan yüce Peygamberin dünyaya gelmesinden daha büyük nimet var mıdır?
.
Peygamberimizin doğumundan önce...
11 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :10 Eylül 2024 22:25
“Resûlullah efendimizin doğduğu gece, İran Kisrâsının sarayı sallandı ve ondört burcu yıkıldı."
Sual: Peygamber efendimiz dünyaya gelmeden önce de, işaret olarak bazı olağanüstü hadiseler olmuş mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Şevâid-ün Nübüvve kitabında şu bilgiler verilmektedir:
“Resûlullah efendimizin doğduğu gece, İran Kisrâsının (kralı) sarayı sallandı ve sarayın ondört burcu yıkıldı. Mecûsilerin bin seneden beri hiç sönmeden yanan ateşi söndü. Sâve Gölü'nün suyu yere çekilip kurudu. Mecûsilerin meşhur âlimi Mü'bedân rüyasında;
“Serkeş develerin önlerine kattığı atları öldürüp, Dicle Nehri'ni geçtiklerini ve memleketlerine dağıldıklarını” gördü.
Kisrâ, sarayının sallanmasından ve burçlarının yıkılmasından çok korktu. Kimseye bildirmek istemedi. Fakat sabahleyin tahtına geçip oturunca sabredemeyip bu hadiseyi vezirlerine ve ileri gelen adamlarına anlattı. O bunları anlatırken Mecûsilerin ateşinin söndüğünü bildiren bir mektup da geldi. Bunun üzerine Kisrâ, daha çok endişelendi. Sonra da Mü'bedân gördüğü rüyayı anlattı. Kisrâ, Mü'bedâna;
-Bu hadiseler için ne denebilir, bunlar neye alamettir? diye sordu. O da;
-Bunlar Arablar arasında meydana gelen bir hadiseye işarettir, dedi. Sonra Kisrâ, Numan bin Münzire mektup yazıp, bu hadisenin izahını sorabileceği bir âlim göndermesini istedi. O da Abdülmesîh Gassânî'yi gönderdi. Kisrâ bu hadiseleri ona sordu. Abdülmesîh Gassânî dedi ki:
-Bu ilmi dayım Satîh kâhin bilir. O Şam'dadır, dedi. Kisrâ;
-Git ondan bu hadiseleri sor dedi. Şam'a gidip Satîh kâhini buldu. Satîh kâhin o anda ölmek üzere idi. Selam verdi, cevap alamadı. Bir şiir okumaya başladı. Satîh kâhin şiiri işitince gözlerini açtı ve;
-Ey Abdülmesîh! Kisrâ, sarayının sallanması, burçlarının yıkılması, Mü'bedânın rüyası, Sâve Gölü'nün kuruması sebebiyle, bunları sordurmak için seni bana gönderdi, dedi. Bunların hepsi ahir zaman Peygamberinin doğduğuna işarettir. O bu beldeleri alacaktır. Kisrâlardan, yıkılan burçlar sayısı kadar kimse İran'a krallık yapacaklar. Sonra devletleri yıkılacaktır.
Abdülmesîh bu haberi Kisrâya götürdü. Kisrâ ondört kişi krallık yaptıktan sonra bu devlet yıkılacak. Bu bir hayli iş ve uzun zaman alır, dedi. Fakat bu kisrâlardan on kişinin krallığı dört senede bitti. Diğer dördü hazret-i Osman zamanına kadar saltanat sürdüler.”
.
Peygamberimizin doğumu anında...
12 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :11 Eylül 2024 23:05
"Muhammed'i bütün âlemde dolaştırınız. Bütün mahlukat Onu ismiyle, suretiyle ve sıfatıyla tanısın, bilsin!.."
Sual: Peygamber efendimizin doğumu anında olağanüstü şeyler meydana gelmiş midir?
Cevap: Şevâid-ün Nübüvve kitabında şu bilgiler verilmektedir:
“Resûlullah efendimizin annesi hazret-i Âmine hâtun şöyle anlatmıştır:
Muhammed aleyhisselâmın doğacağı sırada evde yalnız idim. Abdülmuttalib Beytüllahı tavâf etmeye gitmişti. Zevcim Abdullah dört ay önce Medine'de vefat etmişti ve orada defnedilmişti. Evin tavanı tarafından büyük bir şey indiğini hissettim ve beni korku kapladı. Bir ak kuşun kanadıyla beni sıvazladığını hissettim ve korkum dağıldı. Sonra bana süt gibi beyaz bir şerbet verdiler. Çok susamıştım, aldım, bu şerbeti içtim. Uzun boylu küçük yüzlü hatunlar gördüm. Abd-i Menâfın kızlarına benziyorlardı. Etrafımda duruyorlardı. Gökten yere kadar uzanmış beyaz ipekten bir örtü gördüm. Birisinin;
'Onu insanların gözünden gizliyoruz' dediğini işittim.
Bir bölük kuşlar gördüm ki gagaları zümrütten, kanatları yakuttan idi. O sırada gözümden perde kaldırıldı. Doğudan batıya kadar yeryüzünü gördüm.
Biri doğuda, biri batıda, biri de Kâbe'nin damı üzerinde üç alem, sancak gördüm. Sonra çok hatunlar gelip çevremde oturdular.
Muhammed aleyhisselâm doğar doğmaz başını secdeye koydu. Parmağını semaya kaldırdı. Sonra bir bulut indi ve onu kaldırıp götürdü. Baktım yerde göremedim. Gözden kaybolmuştu. Sonra yine bir bulut geldi. Şöyle bir ses duyuyordum:
'Muhammed'i bütün âlemde dolaştırınız. Bütün mahlukat Onu ismiyle, suretiyle ve sıfatıyla tanısın, bilsin!..' O bulut bir anda Onu geri getirdi. Onu beyaz bir yün içine sarmışlardı. Sardıkları kundak sütten ak, ipekten yumuşak idi.
Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlara, cinnilere ve hayvanlara gösterdiler. 'Ona Âdem'in saffetini, Nûh'un rikkatini, İbrâhîm'in hulletini, İsmâîl'in lisânını, Yusuf'un cemâlini, Yakub'un besâretini, Eyyûb'ün sabrını, Yahyâ'nın zühdünü ve Îsâ'nın keremini (aleyhimüssalâtü vesselâm) verdik' dediler... Sonra bulut bir anda açıldı.”
Osmân bin Ebîl Âs hazretlerinin annesi, şöyle anlatmaktadır:
“Muhammed aleyhisselâmın doğduğu sırada hazret-i Âmine'nin yanında idim. O gece ne tarafa baksam gündüz gibi aydınlık idi. Yıldızlara bakdıkça bana yaklaştıklarını gördüm. Neredeyse üzerime düşecekler sanırdım.”
.
Resulullah efendimiz, neseben de üstündür
13 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :13 Eylül 2024 00:21
"Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim."
Sual: Peygamber efendimiz, nesep, soy itibarıyla da, diğer insanlardan üstün olarak mı yaratılmıştı?
Cevap: Peygamber efendimizin ve bütün Peygamberlerin babalarının ve analarının hiçbiri kâfir, aşağı kimseler değildi. Bununla ilgili Buhârîdeki bir hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyaya getirildim.) Müslimdeki hadis-i şerifte;
(Allahü teâlâ, İsmail aleyhisselam evladından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülalesinden, Kureyş ismindeki zatı beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Hâşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti) buyuruldu.
İmâm-ı Tirmizînin bildirdiği hadis-i şerifte;
(Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücuda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistan'da yetiştirdi. Beni bunlardan vücuda getirdi. Sonra evlerden, ailelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydana getirdi. O hâlde, benim ruhum ve cesedim, mahlukların en iyisidir. Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır) buyurulmuştur.
Abdullah bin Abbâs hazretlerinin bildirdiği hadis-i şerifte;
(Benim dedelerimin hiçbiri zina yapmadı. Allahü teâlâ, beni, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu.
Âdem aleyhisselam, vefat edeceği zaman, oğlu Şit aleyhisselama dedi ki:
“Yavrum! Bu alnında parlayan nur, son Peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afîf hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et!”
Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasıyet etti. Hepsi, bu vasıyeti yerine getirip, en asil kız ile evlendi. Nur, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sahibine yetişti. Kısas-ı enbiyâda diyor ki:
“Resulullah efendimizin dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabile iki kola ayrılsa, Peygamber efendimizin soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her asırda, onun dedesi olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. İsmail aleyhisselamın alnında da bu nur vardı. Bu nur, Âdem aleyhisselamdan beri, evlattan evlada geçerek, asıl sahibi olan Resulullah efendimize gelmiştir.
.
Mevlid kandili
14 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :13 Eylül 2024 23:11
Mevlid gecesi; Rebî'ul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir.
Sual: Mevlid kandilinin dinimizdeki yeri nedir ve niçin kutlama yapılmaktadır?
Cevap: Mevlid gecesi; Rebî'ul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Dünyadaki bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen, Muhammed aleyhisselamın doğduğu gecedir. Bu gece, Kadir gecesinden sonra, en kıymetli gecedir. Bu gece, Peygamber efendimiz doğduğu için sevinenler affolur. Bu gece, Resulullah efendimizin doğduğu zamanlarında görülen hâlleri, mucizeleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok sevaptır. Kendileri de anlatırdı. Bu gece, Eshab-ı kiram da, bir yere toplanıp, okurlar, anlatırlardı. Bütün Müslümanlar da, her sene, bu geceyi, Mevlid kandili olarak kutlamakta, Mevlid kasideleri okunarak Resulullah efendimiz hatırlatılmaktadır.
Mevlid, doğum zamanı demektir. Peygamber efendimiz, nübüvvetten sonra, her yıl, bu geceye ehemmiyet verirdi. Her Peygamberin ümmeti, kendi Peygamberinin doğum gününü bayram yapmıştı. Bugün de, Müslümanların bayramıdır, neşe ve sevinç günüdür.
Âdem aleyhisselam ve her şey, Onun şerefine yaratılmıştır. Arş ve gökler, Cennetler üzerine, mübarek ismi yazılmıştır. Ona Muhammed adını, dedesi Abdülmuttalib koydu. Onun adının yeryüzüne yayılacağını, herkesin Onu medhedeceğini rüyada görmüştü. Muhammed, çok medholunan demektir.
Resulullah efendimiz, mevlid gecelerinde Eshabına ziyafet verir, dünyayı teşrif ettiği ve çocukluğu zamanında olan şeyleri anlatırdı. Hazret-i Ebû Bekir, halife iken, mevlid gecesinde, Eshab-ı kiramı toplayıp, Resulullah efendimizin dünyayı teşrifindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı.
Doğum gününe önem vermeyi Hıristiyanlar, Müslümanlardan öğrenip almışlardır. Dünyanın her yerindeki Müslümanlar, Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın yaptıkları gibi, Mevlid gecesinde, Resulullah efendimizi anlatan kitapları okurlar ve bu gecede şenlik yapar, sevinirlerdi. İslam âlimleri, bu geceye çok önem vermişlerdir. Bu geceyi bütün mahluklar, melekler, cin, hayvanlar ve cansız maddeler, birbirlerine müjdelemekte, Resulullah efendimiz dünyayı teşrif etti diye sevinmektedirler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri;
“Mevlid okunan yerden belalar, sıkıntılar gider” buyurmuştur. Mevlidi, şiir olarak okumanın, daha tesirli ve faydalı olduğu kitaplarda yazılıdır.
.
Âlemlere rahmet olarak gönderildi
15 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :14 Eylül 2024 23:10
Enbiyâ suresinde mealen buyuruldu ki: "Seni, âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik."
Sual: Peygamber efendimiz, sadece insanlara mı yoksa kâinatta bulunan her varlık için mi rahmet olarak gönderildi?
Cevap: Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamı âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Enbiyâ suresinin 107. âyetinde mealen; (Seni, âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik) buyuruldu.
Ebû Hüreyre hazretleri;
“Bir gazada, Resullulah efendimize, kâfirlerin yok olması için dua buyurmasını söyledik. Cevaben;
(Ben, lanet etmek, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese iyilik etmek, insanların huzura kavuşması için gönderildim) buyurdu.”
Resulullah efendimizin bütün varlıklara rahmeti, faydası yayılmıştır. Müminlere faydası ise meydandadır. Başka Peygamberlerin zamanındaki inkâr edenlere, dünyada azaplar yapılır, yok edilirlerdi. Muhammed aleyhisselam zamanında ise, iman etmeyenlere dünyada azap yapılmadı. Bir gün Peygamber efendimiz, Cebrâîl aleyhisselama;
-Allahü teâlâ benim âlemlere rahmet olduğumu bildirdi. Benim rahmetimden sana da nasip oldu mu? buyurunca Cebrâîl alehisselam;
-Allahü teâlânın büyüklüğü, dehşeti karşısında, sonumun nasıl olacağından hep korku içindeydim. Emin olduğumu bildiren Tekvîr sûresindeki 20. ve 21. âyetleri getirince, bu müthiş korkudan kurtuldum, emin oldum. Bundan büyük rahmet olur mu? dedi.
Muhammed aleyhisselam, hâtemün nebiyyîn yani Peygamberlerin sonuncusu ve son Peygamber ve Seyyidil mürselîn yani bütün resullerin en üstünü olarak, âlemlere rahmet ve kıyamet gününün şefaatçisidir. Mahşer günü, bütün insanlara, mahşer azabının kaldırılması için şefaat edecek ve bu şefaati kabul olunacak, mahşer azabı hepsinden kaldırılacaktır. Nitekim hadis-i şerifte;
(Kıyamet günü, en önce ben şefaat edeceğim) buyuruldu.
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin babası Abdül-ehad hazretleri;
“Günlerin uğursuzluğu, âlemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselamın gelmesi ile bitmiştir. Uğursuz günler, eski ümmetlerde vardı” buyurmuştur.
Sual: Ezan okumayı, imamlık yapmayı ve din bilgisi öğretmeyi, ücret karşılığında yapmanın dinimizce bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Ezan okumak, imamlık yapmak, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak caiz değil ise de, imamlık, müezzinlik ve ilim öğretmek için ücret almaya izin verilmiştir.
.
Muhammed aleyhisselamın ahlakı
16 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :15 Eylül 2024 23:25
Kur’ân-ı kerimde buyuruldu ki: “Sen güzel huylu olarak yaratıldın”
Sual: Peygamber efendimiz, her bakımdan üstün olduğu gibi, ahlaken de üstün değil midir?
Cevap: Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine verdiği iyilikleri, ihsanları sayarak, Onun mübârek kalbini okşarken, kendine güzel huylar verdiğini, (Sen güzel huylu olarak yaratıldın) mealindeki âyet-i kerime ile bildirmektedir. Hazret-i Akreme;
“Abdullah ibni Abbastan işittim. Bu âyet-i kerimedeki Huluk-ı azim yani güzel huylar, Kur’ân-ı kerimin bildirdiği ahlaktır” buyuruyor. Hadâik-ul-hakâyık kitabında diyor ki:
“Ayet-i kerimede, (Sen huluk-ı azim üzeresin) buyuruldu. Huluk-ı azim demek, Allahü teâlâ ile sır, gizli şeyleri bulunmak, insanlar ile güzel huylu olmak demektir. Çok kimsenin Müslüman olmasına, Resulullah efendimizin güzel ahlakı sebep oldu.”
Muhammed aleyhisselamın bin mucizesi göründü, dost düşman herkes de bunu söyledi. Bu kadar mucizelerin en kıymetlisi, edepli olması ve güzel huyları idi. Kimyâ-i Se'âdet kitabında diyor ki:
“Ebû Sa'îd-i Hudrî hazretleri buyurdu ki: Resulullah efendimiz, hayvana ot verir, deveyi bağlardı. Evini süpürürür, koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü diker, çamaşırını yamardı. Hizmetçisi ile birlikte yer, hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öteberi alıp torba içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selam verir, bunlarla müsafeha etmek için, mübarek elini önce uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağırılan yere giderdi. Önüne konulan şeyi, az olsa da, hafif, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yemek bırakmazdı. Güzel huylu idi. İyilik etmesini severdi. Herkesle iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmez, üzüntülü görünürdü, fakat, çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi, fakat, alçak tabiatlı değildi. Heybetli idi, yani saygı ve korku hasıl ederdi, fakat, kaba değildi, nazik idi. Cömert idi, fakat, israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Herkese acırdı. Mübarek başı hep önüne eğik idi. Kimseden bir şey beklemezdi. Saadet, huzur isteyen, Onun gibi olmalıdır.”
Eshâb-ı kiramdan Enes bin Mâlik hazretleri de;
“Resulullah efendimiz insanların en güzel huylusu idi” buyurmuştur.
.
Peygamberlik makamı aklın üstündedir
17 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :16 Eylül 2024 23:50
Aklın eremeyeceği, anlayamayacağı çok şeyler vardır ki, bunlar Peygamberlik makamında anlaşılır.
Sual: Peygamber olmadan, akıl ile her şeyi anlamak mümkün değil midir?
Cevap: Konuyla alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Peygamberlik makamı aklın ve düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremeyeceği, anlayamayacağı çok şeyler vardır ki, bunlar Peygamberlik makamında anlaşılır. Her şey akıl ile anlaşılabilseydi, Peygamberler gönderilmezdi. Ahıret azapları, Peygamberler göndererek bildirilmezdi. İsrâ sûresinin 15. âyetinde meâlen; (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce, azab yapıcı değiliz) buyuruldu. Akıl çok şeyi anlar. Fakat, her şeyi anlayamaz. Anlaması da, kusursuz değildir. Çok şeyleri, Peygamberler bildirdikten sonra anlamaktadır. Peygamberlerin gelmesi ile, insanların özür ve bahane yapmaları önlenmiştir. Nisâ sûresinin 164. âyetinde meâlen; (Peygamberleri, müjde vermek için ve korkutmak için gönderdim. Böylece, insanların Allahü teâlâya özür, bahane yapmaları önlendi) buyuruldu. Akıl, dünya işlerinde bile çok kere yanılmaktadır. İslam bilgilerini, böyle bir akıl ile tartmaya kalkışmak doğru olamaz. İslam bilgilerini akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına bakmak, aklın hiç yanılmaz olduğuna güvenmek olur ve Peygamberlik makamına inanmamak olur. Böyle bozuk iş yapmaktan Allahü teâlâ hepimizi korusun! Önce, Peygambere inanmak, Allahın Peygamberi olduğunu tasdik etmek lazımdır. Böylece, Onun bildirdiklerinin hepsinin doğru oldukları kabul edilmiş olur. Şüphelerden kurtuluş nasib olur. Dinin temeli, Peygambere inanmaktır. Peygamberin Allah tarafından gönderildiğini, hep doğru söylediğini aklın kabul etmesidir. Akıl, bu temel bilgiyi kabul edince, Peygamberin bildirdiklerinin hepsini kabul etmiş olur. Peygamberin Allah tarafından gönderildiğini, Allahın bildirdiklerini haber verdiğini kabul etmemiş olan bir akla din bilgilerini birer birer inandırmak çok güç olur. Aklın Peygambere kolay inanması ve kalbde tam iman hasıl olması için en yakın yol, Allahü teâlâyı zikretmektir. Ra'd sûresinin 30. âyetinde meâlen; (İyi biliniz ki, kalbler, Allahü teâlânın zikri ile itminana, rahata kavuşur!) buyuruldu. Yani, tam imana kavuşur. Düşünerek, akıl ile ölçerek, bu yüksek makama kavuşmak, güç, hem de çok güçtür.”
.
Resulullahın sözünde durması
18 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :17 Eylül 2024 22:30
Sevgili Peygamberimiz, verilen sözlerin yerine getirilmesi hususunda da çok titiz davranmışlardır.
Sual: Verilen sözü yerine getirmenin güzel bir huy olduğu herkesçe bilinmektedir. Peygamber efendimiz her verdiği sözü yerine getirir miydi?
Cevap: Bütün güzellikleri, üstünlükleri kendisinde toplayan Resulullah efendimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Daha doğrusu Onu böyle üstün ve güzel yaratan Rabbimiz, Sevgili Peygamberimizi, karanlık gecelerde yol bulmak ve yol almak isteyen insanlık için bir rehber, bir kılavuz, bir yol gösterici olarak seçmiş ve öyle yaratıp göndermiştir.
İnsanlık için her bakımdan numune olan Sevgili Peygamberimiz, verdikleri sözde durma ve verilen sözlerin yerine getirilmesi hususunda da çok titiz davranmışlar ve bizzat kendi yaşayışları ile bu hususta örnek olmuşlardır. Bu hususta, Eshab-ı kiramdan bir zat, şahit olduğu bir hadiseyi şöyle anlatmaktadır:
“Resulullah efendimizle, henüz Peygamberliği tebliğ edilmeden önce bir alışveriş yapmıştım. Bu alışveriş neticesinde de kendisinde bir miktar alacağım kalmıştı. Bu alışverişi yaptıktan sonra da, falan gün falan yerde buluşalım diyerek karşılıklı olarak sözleşmiştik. Fakat ben, aramızdaki bu sözleşmeyi ve aramızdaki konuşmayı ve verdiğim sözü unutmuştum. Buluşmak için sözleştiğimiz zamandan tam üç gün sonra, verdiğim sözü ve aramızdaki konuşmayı hatırladım ve;
-Eyvah, biz üç gün önce falan yerde buluşmak üzere sözleşmiştik diyerek, hemen yerimden ayrıldım. Sözleştiğimiz yere hızlı hızlı koşmaya başladım. Buluşmak için sözleştiğimiz yere vardığım zaman, aradan üç gün geçmiş olmasına rağmen Resulullah efendimizi orada beni bekler vaziyette buldum. Meğer Resulullah efendimiz, buluşmak için sözleştiğimiz o günden itibaren her gün, o saatlerde gelip beni beklemiş. Bunu öğrenince Resulullah efendimize karşı çok mahcup oldum ve kendisinden özür diledim.”
Bir söz veriliyor ve verilen sözün üzerinden üç geçmesine rağmen, Resulullah efendimiz her gün o saatte aynı yere geliyor ve bekliyorlar. Verilen bir söze, böyle riayet etmek lazımdır. Resulullah efendimiz;
(Vadetmek, borç gibidir) yani verilen sözün muhakkak yerine getirilmesini emir buyururlarken, kendileri de bizzat bunu tatbik ediyorlar. Herhangi bir konuda söz verildiği zaman, söz verilen şeyin muhakkak yerine getirilmesi gerekmektedir.
.
Peygamberlerin ümmetlerini sevmesi
19 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :18 Eylül 2024 22:34
“Babanın oğluna olan sevgisi, görünür, tutulur bir şey değildir..."
Sual: Bir babanın oğlunu sevdiği kadar, Peygamberin de ümmetini sevdiği ve o Peygamberin bildirdiği emir ve yasaklarda faydalar bulunduğu, kesin olarak nasıl, ne şekilde anlaşılabilir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Babanın oğluna olan sevgisi, görünür, tutulur bir şey değildir. Ancak, oğluna karşı olan muamelesinden, hâllerinden, sözlerinden anlaşılır. Aklı başında olan insaflı bir kimse, Resulullah efendimizin sözlerine dikkat ederse ve insanları irşâd için uğraşmalarını ve herkesin hakkını korumaktaki titizliğini ve güzel ahlakı yerleştirmek için lütuf ile, merhamet ile çalışmalarını bildiren haberleri incelerse, Onun ümmetine olan merhametinin, sevgisinin, babanın oğluna olandan kat kat fazla olduğunu açıkça görür, iyi anlar. Onun şaşılacak işlerini ve Onun mübarek ağzından çıkan, Kur’ân-ı kerimdeki şaşılacak haberleri ve dünyanın sonunda olacak şaşılacak şeyleri bildiren sözlerini anlayan kimse, Onun, aklın üstünde bulunan yüksek derecelere erişmiş olduğunu ve aklın erişemiyeceği, anlayamayacağı şeyleri anlamış olduğunu hemen görür. Böylece, Onun söylediklerinin hep doğru olduğu meydana çıkar. Kur’ân-ı kerimde bulunan bilgileri öğrenip düşünen ve Onun hayatını inceleyen insaflı bir kimse, bu hakikati açıkça görür. İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
-Bir şahsın Peygamber olup olmadığında şüphesi olan kimse, onun yaşayışını görmeli veya yaşayışını bildiren haberleri, insafla incelemelidir. Tıp veya fıkıh ilmini iyi bilen kimse, tıp veya fıkıh âliminin hayatını bildiren haberleri incelemekle, onun hakkında bilgi edinir. Mesela, İmâm-ı Şâfii hazretlerinin fıkıh âlimi veya Calinos'un tabip olup olmadığını anlamak için, bu ilimleri iyi öğrenmek, sonra bunların bu ilimler üzerindeki kitaplarını incelemek lazımdır. Bunun gibi, Peygamberlik üzerinde bilgi edinen ve sonra Kur’ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri inceleyen kimse, Muhammed aleyhisselamın Peygamber olduğunu ve Peygamberlik derecelerinin en üstünde bulunduğunu iyi anlar. Hele, Onun sözlerinin kalbi temizlemekte olan tesirlerini öğrenince ve Onun bildirdiklerini yaparak kendi kalb gözü açılınca, Onun Peygamber olduğuna imanı, yakin hâlini alır. Böylece, bilgisi ve imanı kuvvetlenir.”
..
Uşur vermek farzdır
20 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :19 Eylül 2024 22:35
Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiştir.
Sual: Uşur ne demektir, nelerden verilir ve ne ölçüde verilir?
Cevap: Topraktan alınan mahsulün zekâtına Uşur denir. Borcu olanın da uşur vermesi lazımdır. Uşur vermek, Kur’ân-ı kerimde, En'âm suresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de hadis-i şerifte bildirilmiştir.
İmâm-ı a'zam hazretleri buyuruyor ki:
“Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsul topraktan alındığı zaman, onda birini veya kıymeti kadar altın veya gümüşü, Müslüman fakirlere vermek farzdır.”
Hayvan gücü ile veya dolap, motor ile sulanan yerdeki mahsul elde edilince, yirmide biri verilir.
Ne kadar olursa olsun, ev bahçesindeki meyve ve sebzeler için ve odun ve ot ve saman için uşur verilmez.
Balın masraf yapılsa dahi, pamuğun, çayın, tütünün, dağdaki ağaç meyvelerinin, zeytinlerin, üzümlerin onda biri, uşur olarak verilir.
Zift, petrol ve tuz için uşur yoktur. Uşru verilmeyen mahsulü yemek haramdır. Yedikten sonra da, vermek lazımdır.
İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Meyvenin ve ekinin uşru, İmâm-ı a'zama ve İmâm-ı Züfere göre, bitki üzerinde meydana geldikleri ve çürümekten emin oldukları zaman farz olur. Toplanacak hâle gelmese de, faydalanacak, yenecek hâle gelince uşrunu vermek farz olur. İmâm-ı Ebû Yusufa göre olgunlaşınca, toplamadan önce farz olur. İmâm-ı Muhammede göre ise, hasattan sonra, yani hepsini toplayınca farz olur. Hasattan önce, yerinden koparıp yemesi veya başkasına yedirmesi caizdir. Fakat, İmâm-ı a'zama göre, bunun uşrunu da sonra verir. İki imâma göre, bunun uşrunu vermesi lazım olmaz. Fakat, mahsulün beş vesk olması için, bu da hesaba katılır. Olgunlaştıktan sonra koparmış ise, İmâm-ı Muhammede göre, yine uşrunu vermek lazım olmaz. Hepsini topladıktan sonra telef olanın ve çalınanın uşrunu vermek lazım olmaz.”
İmâm-ı Ebu Yusuf ile İmâm-ı Muhammede göre, topraktan çıkan mahsulün, bir sene dayanıklı, miktarının beş veskten çok olması lazımdır. Vesk, bir deve yükü demek olup, altmış sâ' alan bir hacim ölçeğidir. Altmış sâ', ikiyüzelli litre olur. Buna göre, iki imâm, uşur için binikiyüzelli litre nisab olduğunu bildirmektedir. Fakat fetva İmâm-ı a'zamın ictihadına göre verilmiştir.
Fakirler, uşurlarını iki imâma göre hesap ederek, zenginler, îmâm-ı a'zama göre vermelidir.
.
İhtiyaç için faizle para almak
21 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :20 Eylül 2024 22:53
İhtiyacı olana faiz haram olmaz demek, Kur’ân-ı kerimin emrini değiştirmek olur!
Sual: Bazı kimseler ihtiyacım var diyerek faizle para alıyorlar ve bu caizdir diyorlar. Gerçekten ihtiyaç için faizle para almak dinimizce uygun mudur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Daha fazlasını ödemesi şartı ile ödünç vermek faizdir. Böyle olan sözleşme haramdır. Haram anlaşma ile ele geçen malın hepsi haram olur. Mesela, oniki kile ödemesi şartı ile, on kile buğday ödünç verilse, alınan oniki kilenin hepsi haram olur.
Faiz ile ödünç vermenin ve almanın haram olduğu, Kur’ân-ı kerimde açıkça bildirilmiştir. İhtiyacı olanın da, olmayanın da, faizle ödünç alması haramdır. İhtiyacı olana faiz haram olmaz demek, Kur’ân-ı kerimin emrini değiştirmek olur. Kınye kitabı, Kur’ân-ı kerimin emrini değiştiremez. Kınye'nin bu yazısını doğru kabul etsek bile, buradaki ihtiyaç kelimesine, zaruret ve ölüm tehlikesi manasını vermek lazımdır. Böylece, Mâide suresinin;
(Ölüme sebep olan sıkışık hâle düşen) mealindeki dördüncü âyetinin izninden istifade edilmiş olur. Faiz ile ödünç almak için her ihtiyaç özür olsaydı, faizin haram edilmesine sebep kalmazdı. Allahü teâlânın bu yasak emri, yersiz, lüzumsuz olurdu. Her ihtiyacı olanın faiz ile para alması caiz diye bir an düşünsek, ihtiyaç da, bir nevi zarurettir. Zaruretin dereceleri vardır. Ziyafet vermek için, faiz ile para almak ihtiyaç değildir. Meyyitin bıraktığı malda meyyitin ihtiyacı, kefen ve cenaze masrafı olduğu, kitaplarda bildiriliyor. Onun ruhu için ziyafet vermeye ihtiyaç denilmemiştir. Meyyit, sadakanın sevabına, herkesten çok muhtaç olduğu hâlde, onun ruhu için yemek, helva dağıtılmasını İslamiyet emretmemiştir.
O hâlde, bunları yapmak, faizle para almak için ihtiyaç, özür olur mu? Ölünün ihtiyacı kabul edilse bile, faizle alınan para ile pişen yemekleri yemek helal olur mu? Çoluk çocuğun çok olması, özür, ihtiyaç sanılarak, faizle para almak caiz ve helal olur demek, bir Müslümana yakışmaz. Böyle belaya yakalanmış olanlara, doğru yolu göstermek lazımdır...
İhtiyaçları helalden temin edecek yol çoktur. Bu yolları aramak lazımdır. Arayıp bulamazsa, ancak nafaka ihtiyacı, yani gıda, elbise ve mesken ihtiyacı, zaruret hâlini alır. Bu da, ancak mesken için vaki olmaktadır.”
.
Haram olan şeyi ilaç olarak kullanmak
22 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :21 Eylül 2024 23:03
"Kullanması haram olan şeyi ilaç olarak yemek ve içmek de caiz değildir.”
Sual: Haram olan bir şeyi ilaç olarak kullanmanın ve ihtiyacı olan birine kan vermenin dinimizdeki hükmü nedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda deniyor ki:
“Zaruret olmadıkça insanın bir parçasını kullanmak haramdır. Kullanması haram olan şeyi ilaç olarak yemek ve içmek de caiz değildir.” İbni Âbidîn hazretleri bunu açıklarken buyuruyor ki:
“Kullanılması haram olan şey, temiz olsun, necis, pis olsun, ilaç olarak kullanmak haramdır. Fakat, hastalığa iyi geleceği bilinir ise ve ondan başka ilaç yoksa, kullanılmasına izin verilmiştir. Ölüm tehlikesi olduğu ve başka çare bulunmadığı zaman, kadına ve erkeğe kan vermek caiz olur.” Şeyh Tâhir-üz-Zâvî, fetvâsında diyor ki:
“İslam dini, sıhhati korumayı ve bedenin selametini emretmektedir. Hastaya kan vermek, insani vazifedir. Çünkü, hayatı korumak, bazan kan verilmesine bağlı olmaktadır. Kan vermek, sütkardeşliğine sebep olmaz, nikâhı bozmaz.”
Sual: Sütten yapılmakta olan kefir denen içeceği, içmenin, kullanmanın, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: İmâm-ı Muhammede göre, gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin, sarhoş etmeyecek kadar azının içilmesi de haram olur. Fetvâ da böyledir. Diğer üç mezhebde de böyledir. Çünkü, Peygamber efendimiz;
(Çoğu sarhoş eden içkinin, azını içmek de haramdır) ve;
(Sarhoş eden her içki şaraptır ve hepsi haramdır) buyurdu.
Bu hadis-i şerif, gaz çıkarmış ve tadı keskin olmuş içeceklerin hepsinin haram olduğunu bildirmektedir. Muhammed aleyhisselam, maddelerin hakikatlerini, fen bilgilerini öğretmek için değil, bunların hükümlerini bildirmek için gönderilmiştir.
Kısrak, inek, deve sütleri, mayalanıp, tadı keskin olunca, müselles gibi olurlar. Birincisine Kumis, ikincisine Kefir denir ki, bira gibi haramdırlar. Bu hususta, İskilibli M. Âtıf Efendi'nin "Men’i müskirât" kitabında geniş bilgi vardır.
Sual: Cemaate sonradan gelen ve imama rükuda yetişen bir kimse, ne yapmalı ve nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Umdet-ül-islâmda deniyor ki:
“Cemaate yeni gelen bir kimse, imamı rükuda görürse, ayakta tekbir getirip, rükuya eğilir. Tekbiri rükuya eğilirken söylerse, namazı sahih olmaz. Rükuya eğilmeden, imam kalkarsa, o rekate yetişmemiş olur.
.
Rızık değişmez, azalmaz ve çoğalmaz
23 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :23 Eylül 2024 11:49
Kimse kimsenin rızkını yiyemez ve kimse kendi rızkını yemeden, bitirmeden ölmez.
Sual: Zamanımızda çoğu kimse, çocuklarım ileride aç kalır korkusu ile, dinini, din bilgilerini öğretmeden para kazanma yollarını aramaktadır. Rızık, çok çalışmakla değişir mi, haram yoldan gelen rızık da, ezelde takdir edilmiş rızık mıdır?
Cevap: Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. İnsanların, hayvanların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın bedeninin ve ruhunun rızıkları da bellidir. Rızık hiç değişmez, azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez ve kimse kendi rızkını yemeden, bitirmeden ölmez.
Bir kimse, Allahü teâlâ emrettiği için çalışır, rızkını helal yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızık, ona bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevap kazanır. Eğer, rızkını Allahü teâlânın yasak ettiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fakat, bu rızık ona hayırsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı günahlar da, onu felaketlere sürükler...
Şimdi, zamana uymadan olmuyor diyerek, çocuklarını para kazanmak için haram yerlere gönderenler çoğalmaktadır. Aç kalmalarından korkarak, onlara dinlerini öğretmiyor, Kur’ân-ı kerim okutmuyor, yavrularını cahillerin ellerine bırakıyorlar. Çocukları dinsiz, imansız yetişiyor. Geleceklerini kazansınlar diyerek, namusları, hayâları yok edilmesine hangi vicdan razı olur? Sıkıntılar çekerek, ezelde ayrılmış olan rızıklarına kavuşuyorlar. “Namaz karın doyurmuyor, kızların ev işlerini öğrenmesi, ekmek parası getirmiyor. Zamana uymazsak, dine bağlı kalırsak sürünürüz” gibi çılgınca konuşanlar da oluyor. Hâlbuki, oğullarına, küçük iken dinleri, imanları öğretilir, Kur’ân-ı kerim okutulur, bundan sonra da, Allahü teâlânın emirlerine uygun olarak para kazanmaya çalıştırılırsa, yine aynı rızka, hem de kolayca, rahatça kavuşurlar. Anaları, babaları ve çocuklar hem sevap kazanır, hem de kazançlarının hayrını görürler. Dünyada ve ahırette mesut olurlar. Ahıreti düşünen akıllı kimse, rızkını helal yoldan arar ve kazanır.
Sual: Kur’an-ı kerimdeki “Lâ” durağında durulursa, ne yapılır?
Cevap: Lâ bulunan yerde durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Ayet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
.
İşe giderken niyeti düzeltmelidir
24 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :24 Eylül 2024 00:15
“Bir kimsenin dünya ticareti, ahıret ticaretine mâni olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır."
Sual: Evinin, çocuklarının nafakasını kazanmak için evinden çıkan, işine giden bir kimse, evden çıkarken nasıl niyet etmelidir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se’âdet kitabında buyuruluyor ki:
“Bir kimsenin dünya ticareti, ahıret ticaretine mâni olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır. Bir çömlek almak için, altın kupa verene ne denir? Dünya, saksı parçası gibidir. Hem kıymetsizdir, hem de çabuk kırılır. Ahıret ise, altından kupa gibidir ki, hem çok kıymetlidir, hem de dayanıklıdır, kırılmaz. Hatta hiç tükenmez. Dünya ticaretinin ahırete yaraması ve Cehenneme sürüklememesi için, çok uğraşmak lazımdır. İnsanın sermayesi, dini ve ahıretidir. Bu sermayeyi kaptırmamak için, çok uyanık olmak lazımdır. Dinini kayırmak istiyenler, her sabah şöyle niyet etmelidir: Kendisinin, evlat ve ailesinin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtaç bırakmamak, Allahü teâlâya rahat ve temiz ibadet edebilmek, ahıret yolunda yürüyebilmek için, vazifeme gidiyorum demelidir. O gün Müslümanlara iyilik, yardım ve nasihat yapmayı, kalbinden geçirmelidir. Namazda kusur edenlere, günah işleyenlere, emr-i ma’rûf yapmalıdır. Böyle niyet eden bir tüccar, bir memur, bir muallim, bir hâkim ve bir subay, vazifesini yaptığı kadar, hep sevap kazanır. Onun her işi, ibadet olur. Dünyada kazandığı şeyler de, caba olur.”
Sual: Anası, babası günah işleyen bir kimse, bunlara doğruyu söyleyip nasihatte bulunması gerekir mi?
Cevap: Anası, babası günah, haram işleyen bir kimse, bunlara bir kerre nasihat eder. Anası, babası kabul etmezlerse, susar, onlarla münakaşa etmez, sadece onlara dua eder.
Sual: Bir baba, çocuğunu din bilgilerini öğrenmesi için zorlayabilir mi, buna babanın hakkı var mıdır?
Cevap: Çocuğun, Kur’ân-ı kerimi, edebleri ve farzları, haramları, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi için babası ikrah eder, zorlar.
Sual: Malına zarar verilen kimsenin, zarar veren kişinin malına zarar yapma hakkı var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Mecellenin 19. Maddesinde deniyor ki:
“Birine zarar vermek ve zarar yapana karşılık olarak zarar yapmak caiz değildir.” Mubah olan işler de, başkasına zarar verirse, caiz olmaz. Malı çalınan bir kimse, hırsızın veya başkalarının malını çalmaya hak kazanmaz.
.
Se'âdet-i Ebediyye kitabını okuyan...
25 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :25 Eylül 2024 00:22
Se'âdet-i Ebediyye kitabını okuyan kimse ebedî saadete kavuşur ve başkalarını da kavuşturur.
Sual: Seâdet-i Ebediyye kitabını okuyanlar, hep bu kitabı tavsiye ediyor ve siz de tavsiye ediyorsunuz. Peki bu kitabı okuyunca ne oluyor, diğerlerinden ne farkı vardır ki bu şekilde tavsiye edilmektedir?
Cevap: Se'âdet-i Ebediyye kitabını okuyarak anlayan bahtiyar bir kimse, hem din bilgilerini öğrenir, hem de îmâm-ı Rabbânî hazretlerini tanıyarak, kalbi Ona meyleder, bağlanır. Onun bütün dünyaya saçtığı nurları alıp, olgunlaşmaya, kemale gelmeye başlar da haberi olmaz. Ham bir karpuz, güneşin ışıkları karşısında zamanla olgunlaştığı, tatlılaştığı gibi yetişerek kamil, olgun bir insan olur. Bu dünya ve hayat görüşünde değişiklikler olduğunu hisseder. Hâller, zevkler, tatlı rüyalar görmeye başlar. İmâm-ı Rabbânî hazretlerini, evliyayı, Eshâb-ı kiramı ve Resûlullah efendimizi rüyada görmeye, uyanık iken de ruhlarından istifade etmeye başlar. Nefsi de gafletten kurtulup, namazın tadını duymaya, ibadetlerden zevk almaya başlar. Günahlardan, haram olan şeylerden, kötü huylardan nefret duyar. İyi huylar onun âdeti olur. Herkese iyilik eder. Cemiyete, topluma, millete faydalı olur. Saâdet-i ebediyyeye kavuşur ve başkalarını da kavuşturur.
Hanefi mezhebinin büyük âlimlerinden Seyyid Şerîf Cürcânî hazretleri, Şerh-i mevâkıf, Şerh-ul-metâli' hâşiyesi ve Berîkada buyurduğu gibi, evliyanın suretleri, öldükten sonra da talebesine, sevenlerine görünüp feyiz verirler. Fakat, bunları görebilmek ve ruhlarından feyiz alabilmek kolay değildir. Ehl-i sünnet itikadını ve ahkâm-ı islâmiyyeyi, kitaplardan öğrenmek ve öğrendiklerine uymak ve evliyayı sevmek, saygılı olmak lâzımdır. Merec-ül-bahreynde deniyor ki:
“Tasavvuf büyüklerinin hepsi, Ehl-i sünnet idi. Bidat sahiplerinden hiçbiri, Allahü teâlânın marifetine yaklaşamamıştır. Vilâyet nurları, bunların kalplerine girmemiştir. Amelde ve itikatta olan bidatin zulmeti, vilâyet nurunun kalbe girmesine mâni olur. Kalp, bidat pisliklerinden temizlenmedikçe ve Ehl-i sünnet itikadı ile süslenmedikçe, hakikat güneşinin ışıkları oraya giremez. O kalp, yakîn nuru ile aydınlanamaz.”
Sual: Din bilgilerini ve âlimleri kötülemek de imanı giderir mi?
Cevap: İslâm bilgilerine inanmamak, bunları ve din âlimlerini aşağılamak da, küfr-i cühûdî olur.
.
Dertlerin, belaların gelmesinin sebebi
26 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :25 Eylül 2024 22:36
Allahü teâlâ, sevdiklerinin günahlarını affetmek için, onlara dert, bela gönderiyor.
Sual: Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu çok kimse bilmektedir. Fakat burada, iman edip inananlara daha çok dert, bela, sıkıntı gelmekte, inkâr edenlere ise o kadar gelmemektedir. Bunun sebebi ne olabilir, hikmeti nedir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. O hâlde, dostlara, belaları, sıkıntıları çok vermek lazımdır ki, günahları kalmasın. Allahü teâlâ, sevdiklerinin günahlarını affetmek için, onlara dert, bela gönderiyor. Tevbe, istiğfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz ve gelmiş dertler de gider. O hâlde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istiğfar okumalıdır. Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalıdır. (İyilerin, iyilik etmek olarak bildikleri şeyleri, dostlar, günah işlemek bilirler) buyuruldu. Bunlardan günah ve kusur sadır olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Tâhâ sûresi, 115. âyetinde mealen; (Âdem'e önce söyledik. Fakat unuttu. Azim ile, karar ile yapmadı) buyuruldu. Bu âyet-i kerime Âdem aleyhisselâm içindir. O hâlde, dostlara gelen dertlerin, belaların, musibetlerin çok olması, günahların çok affedildiğini gösterir. Günahların çok olduğunu göstermez. Dostlarına çok bela vererek, günahlarını affeder, temizler. Böylece bunları, ahiret sıkıntılarından korur. Resûlullah efendimiz ölüm hâlinde, şiddet ve sıkıntıda iken, Hazret-i Fâtıma, babasını çok sevdiği ve çok acıdığı için ve Peygamber efendimiz; (Fâtıma, benden bir parçadır) buyurmuş olduğu için, o da sıkılıyor, kıvranıyordu. Kızının bu hâlini görünce, onu teselli etmek için; (Babanın çekeceği sıkıntı, ancak bu kadardır. Başka hiçbir sıkıntı görmez!) buyurdu.
Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezasının ahirette sonsuz ve çok acı olması lazım gelir. Nahl sûresi, 33. âyetinde mealen; (Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler) buyuruldu.”
.
Sual: Bir Müslümanın, doğru iman etmek ve doğru amel, ibadet yapmak için, amelde mezheb diye bilinen dört mezhepten birinde olması şart mıdır?
Cevap: Hulefâ-i râşidîn zamanı, otuz sene idi. Bu otuz sene, Peygamber efendimizin zamanı gibi güzel geçti. Bu dört halifeden sonra, Ehl-i islâm arasında, bidatler ve yanlış yollar meydana çıkarak, nice kimseler doğru yoldan ayrıldı. Yalnız, Eshâb-ı kiram gibi iman edenler ve ahkâm-ı islâmiyyeye onlar gibi tabi olanlar kurtuldu ki, bunların yoluna Ehl-i sünnet vel-cemâ'at fırkası denir.
Ehl-i sünnet âlimi demek, dört mezhebden birinin âlimi demektir. Doğru yol, yalnız budur. Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın gittiği doğru yol, Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldur.
Bugün, Müslüman denilen ve ümmet-i Muhammed olarak tanınanlar, Ehl-i sünnet ile Şii ve Vehhabilerden ibaret gibidir. İngilizlerin Hindistan'da kurdukları, Ahmediyye veya Kâdiyânî denilen zındıklar ile Behâîlerin, Müslümanlığa bağlılıkları yoktur. Bunlar Ehl-i sünnetten ayrılmışlardır, ayrı bir yol tutmuşlardır.
Ehl-i sünnet fırkası, iş ve ibadet bakımından dört mezhebe ayrılmıştır:
Birincisi, Hanefî mezhebi olup, imâm-ı a'zam Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbit hazretlerinin mezhebidir. Hanîf, doğru inanan, İslamiyete sarılan kimse demektir. Ebû Hanîfe, hakiki Müslümanların babası demektir. İmâm-ı a'zam hazretlerinin, Hanife adında bir kızı yoktur.
Ehl-i sünnetin dört mezhebinden ikincisi, Mâlikî mezhebi olup, imâm-ı Mâlik bin Enes hazretlerinin mezhebidir.
Üçüncüsü, Şâfii mezhebi olup, imâm-ı Muhammed bin İdrîs Sâfi'î hazretlerinin mezhebidir. İmam-ı Şafii hazretlerinin dedesinin dedesi olan Şâfii hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan olduğu için, kendisine ve mezhebine Şâfii denildi.
Dördüncüsü Hanbelî mezhebi olup, Ahmed ibni Hanbel hazretlerinin mezhebidir.
Ehl-i sünnet yolunu öğrenmek isteyen, bu dört mezhebden birinin kitaplarını okumalıdır. Bu dört mezheb, itikatca, yani iman itibarı ile birbirinden ayrı değildir. Hepsi Ehl-i sünnet fırkasında olup, imanları, inanışları, dinlerinin temeli birdir. İslam milletinde bu dört imam; büyük, herkesçe kabul edilmiş, inanılır müctehidlerdir. Yalnız ahkâm-ı islâmiyyede, yani iş bakımından, bazı ufak şeylerde ayrılmışlardır.
.
Din adamının kötüsü olur mu?
27 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :26 Eylül 2024 22:50
Ehl-i sünnet âlimi, insanların en iyisi, mezhepsizler de en kötüsüdür.
Sual: Her şeyin iyisi kötüsü olduğu gibi, din adamı olarak bilinenlerin içinde de kötüsü olabilir mi?
Cevap: Bir din adamı, hangi asırda bulunursa bulunsun, Peygamberin ve Eshâbının bildirdiklerine uymazsa, sözleri, işleri, itikadı, inanışı bunların bildirdiklerine uygun olmazsa, nefsine, düşüncelerine uyarak İslâmiyetin dışına taşarsa, aklına uyarak İslâmiyetin inceliklerine karşı gelir, anlayamadığı bilgilerde dört mezhebin dışına taşarsa, bu kimsenin kötü din adamı olduğu anlaşılır. Allahü teâlâ bunun kalbini mühürlemiştir. Gözleri hak yolu göremez. Kulakları doğru sözü işitemez. Buna, kıyamette büyük azap vardır. Allahü teâlâ, bunu sevmez. Bunun gibi olanlar, Peygamberlerin düşmanıdırlar. Bunlar, kendilerini doğru yolda sanır. Yaptıklarını beğenirler. Hâlbuki, bunlar şeytanın yolundadırlar. Bunlardan aklını toparlayıp doğruya dönebilen çok azdır. Bunların her sözü tatlı olur. Yaldızlı olur. Faydalı görünür. Hâlbuki, düşündükleri, beğendikleri şeyler hep kötüdür. Ahmakları aldatarak kötü yola, felakete sürüklerler. Sözleri, kar yığınları gibi parlak, lekesiz görünür. Fakat, hakikat güneşi karşısında eriyip giderler.
Allahü teâlânın kalplerini kararttığı ve mühürlediği bu kötü din adamlarına Bidat ehli, yani mezhepsiz din adamı denir. Bunlar, itikatları ve amelleri, Kur’ân-ı kerime ve hadîs-i şeriflere ve icma-ı ümmete uymayan kimselerdir. Bunlar doğru yoldan sapmış olup, Müslümanları da felakete sürüklemektedirler. Bunlara uyanlar, Cehenneme gideceklerdir. Selef-i salihin zamanında ve sonra gelen din adamları arasında böyle bozuk olanlar çok vardı. Müslümanlar arasında bunların bulunması, insanın bir uzvunun kangren olmasına benzer. Bu yarayı yok etmedikçe, sağlam kısımlar felaketten kurtulamaz. Bunlar, bulaşıcı hastalık mikrobu taşıyan hastalar gibidir. Bunlara yaklaşanlar zarar görür. Bunların zararına yakalanmamak için yanlarına yaklaşmamak lazımdır. Peygamber efendimiz;
(Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü insanların en kötüsüdür) buyurdu.
Bu hadîs-i şerif gösteriyor ki, Ehl-i sünnet âlimi, insanların en iyisi, mezhepsizler de en kötüsüdür. Birinciler, insanları Resûlullaha uymaya, ikincileri, kendi sapık düşüncelerine uymaya sürüklerler.
.
Nasihat kabul etmek güçtür
28 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :28 Eylül 2024 06:06
"Nefislerine uyanlara, dünya zevklerinin peşinde koşanlara, nasihat acı gelir!.."
Sual: Genelde, insanlara hatta kendi yakınlarına bile dinin bir emri hatırlatıldığında, nasihat edildiğinde hemen itiraz ediliyor. Bunun sebebi ne olabilir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Nasihat vermek kolaydır, nasihat kabul etmek ise güçtür. Çünkü, nefislerine uyanlara, dünya zevklerinin peşinde koşanlara, nasihat acı gelir, haramlar ise tatlı gelir. Bunun için, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, meâlen; (Kafirlerle harp ediniz! Harp, size, acı ve sıkıntılı gelir. Size zor gelen şeyler, yani Allahü teâlânın emirleri, sizin için hayırlıdır, iyidir. Size iyi gelen, sevdiğiniz şeyler, yani haramlar, size zararlıdır, fenadır. Hayırlı olanları Allahü teâlâ biliyor, siz bilmiyorsunuz) buyurdu. Hele senin gibi, ilim ismi verilen ve ilim şekline sokulan, lüzumsuz şeyleri öğrenenlere ve ilmi, dünyada ve ahırette kendine, insanlara faydalı olmak için değil, herkese büyüklük satmak ve yalnız dünyalık kazanmak için okuyup, ahıretlerini düşünmeyenlere nasihat tesir etmez. Amelsiz ilim, insanı kurtarır zannediyorsun ve ilim sahibi olunca, amel etmeden kurtuluruz sanıyorsun. Bu hâlinize çok şaşılır. Çünkü ilmi olan kimsenin, amelsiz kuru ilmin kıyamette kendine zarar vereceğini, bilmiyordum, diye özür ve bahane yapamayacağını bilmesi lazımdır. Peygamber efendimizin şu hadis-i şerifini de işitmediniz mi? Buyuruyor ki; (Kıyamet günü azapların en şiddetlisi, elbette, ilminin faydasını görmeyen âlime olacaktır.)
Din büyüklerinden biri, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini rüyâda görüp ne hâlde olduğunu sorunca, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri; 'O kadar sözlerim, keşif ve işaretlerim, yani zahiri ve batıni bilgilerim hep harab oldu, tükendi; yalnız bir gece kıldığım iki rekat namaz imdadıma yetişti' buyurur.
Sen de şunu iyi bil ki, amelsiz ilim, insanı kurtarmaz, kurtaramaz. Bunu sana bir misal ile anlatayım:
Bir kimse, dağda bir arslana rastlasa, yanında tüfeği ve kılıcı bulunsa ve bunları kullanmasını iyi bilse ve ne kadar cesur olursa olsun, bu aletleri kullanmadıkça, arslandan kurtulabilir mi? Sen de bilirsin ki, kurtulamaz. İşte bunun gibi, bir kimse ne kadar ilim sahibi olursa olsun, bildiğine göre hareket etmezse, ilminin faydası olmaz.”
.
Allah aşkına' diyerek istemek
29 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :28 Eylül 2024 22:12
“And vererek, mesela Allah aşkına diyerek bir kimseden dünyalık bir şey istemek caiz değildir."
Sual: Herhangi bir kimseden, Allah aşkına, Allah hakkı için şunu ver veya yap diye istekte bulunmanın, dinen bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Hadîkada konu ile alakalı olarak deniyor ki:
“And vererek, mesela Allah aşkına diyerek bir kimseden dünyalık bir şey istemek caiz değildir. Hadis-i şerifte, bunların melun oldukları bildirildi.”
Ayrıca bu konuda Dürer, Gurer, İbni Âbidîn ve Hadîka kitaplarında deniyor ki:
“Bir Müslüman, Allah hakkı için şunu yap derse, bunu yapmak lazım olmaz, yani yapmamak günah olmaz ise de, taat, hatta mubah olan şeyleri yapmak iyi olur. Peygamber hakkı için yahut ölü veya diri bir velî hakkı için dua etmek haramdır. Çünkü, kimsenin Allahü teâlâ üzerinde hakkı yoktur. Âlimlerin bir kısmı böyle ictihat etti ise de, şu şekilde dua etmek, 'Yâ Rabbi, onlara vermiş olduğun hak için' niyeti ile caiz olur. Çünkü, Rum suresinin 47. âyetinin meal-i şerifi; (Üzerimize hak oldu ki, müminlere yardım ederiz)dir. En'âm suresinin 12. âyetinin meal-i şerifi; (Allahü teâlâ kullarına merhamet etmeyi kendisine lazım kıldı) olup, merhamet ve ihsan ederek, sevdiklerine haklar verdiğini göstermektedir. Bezzâziyye fetvasında, ölü veya diri, Peygamberlerin ve evliyanın hürmetleri için dua etmenin caiz olduğu bildirilmektedir.”
Sual: Bir Müslümanın dünya ve ahıret saadetine kavuşması için ne veya neler yapması gerekir?
Cevap: İslam âlimleri ve tasavvuf büyükleri, bu konu hakkında buyurdular ki:
“İnsana vacip olan birinci vazife, iman, amel ve ihlas sahibi olmaktır. Dünya ve ahıret saadetleri, mutlulukları, ancak bu üçüne kavuşmakla elde edilir. Amel; kalb, dil yani söz ve beden ile yapılacak işler demektir. Kalbin işleri, ahlaktır. İhlas, amelini yani bütün işlerini, ibadetlerini, yalnız Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yapmak demektir.”
Sual: Erkeklerin de kadınlar gibi, her renkte elbise, gömlek, başlık giymelerinin, dinen bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Erkeklerin de her renk elbise giymeleri caiz ise de, kırmızı, sarı elbise giymeleri tenzihen mekruh denildi. Başlık ve takkenin kırmızı ve sarı renklerde dahi olması mekruh olmadığı söz birliği ile bildirildi. Resulullah efendimizin ayakkabısının siyah olduğu, Şir'at-ül-islâm şerhinde yazılıdı
.
Ehl-i sünnetin itikatta imamı
30 Eylül 2024 02:00 | Güncelleme :30 Eylül 2024 00:54
Ebû Mensûr-i Mâtürîdî ve Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretleri, Ehl-i sünnetin itikatta mezheb imamlarıdır.
Sual: İtikat imamlarından Muhammed Maturidi hazretlerinin kabrini, İhlas Holding, Yahudilerden satın alarak mı yaptırdı?
Cevap: İmam-ı a'zam Ebu Hanife hazretleri fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullah efendimizin ve Eshab-ı kiramın bildirdiği itikat, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilm-i kelâm yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı Muhammed Şeybâni hazretlerinin yetiştirdiklerinden, Ebû Bekr-i Cürcânî meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebû Nasr-ı İyâd, kelâm ilminde, Ebû Mensûr-i Mâtürîdîyi yetiştirdi. Ebû Mensûr hazretleri, İmam-ı a'zamdan gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Yoldan sapmış olanlarla çarpışarak, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi. Her tarafa yaydı. Miladi 944 senesinde, Semerkant'ta vefat etti.
Kabrinin bulunduğu evi ve avlusunu, bir Yahudi Ruslardan satın alarak, eğlence yeri yapmıştı. İhlâs Holding şirketi, bu çirkin hâli görünce, miladi 1996 senesinde, burasını Yahudi'den 30.000 dolara satın alarak kıymetli hâle getirmiştir. Bu büyük âlim ile Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretlerine, Ehl-i sünnetin itikatta mezheb imamları denir.
Sual: Fıkıh ilmi kaç kısma, kola ayrılmakta, bu kısımlar hangi konuları içine almaktadır?
Cevap: Fıkıh ilmi çok geniştir. Hepsi, dört büyük kısma ayrılır:
1- İbâdât olup, beşe ayrılır: Namaz, oruç, zekât, hac, cihat. Her birinin dalları çoktur. Görülüyor ki, cihada hazırlanmak ibadettir. Peygamber efendimiz din düşmanları ile cihadın iki türlü olduğunu bildiriyor. İş ile, söz ve yazı ile. İş ile cihada hazırlanmak, yeni silahları yapmasını ve kullanmasını öğrenmek farzdır. Bu cihadı devlet yapar. Milletin, devlet kanunlarına, emirlerine uyarak cihada iştirak etmesi farzdır. Zamanımızda ikinci savaş, yani dinsizlerin yazı, film, radyo ile, her çeşit propaganda ile saldırması aldı, yürüdü. Buna da karşı koymak cihaddır.
2- Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.
3- Mu'âmelât olup, alışveriş, kira, şirketler, faiz, miras... gibi birçok bölümleri vardır.
4- Ukûbât, yani cezalar olup, başlıca beşe ayrılmaktadır. Kısas, sirkat, zina, kazf, riddet, yani mürted olma cezalarıdır.
.
Farz borcu olanın nafile namazı
1 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :1 Ekim 2024 05:09
Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır! Farz borcu olanın sünnetleri kabul olmaz.
Sual: Farz namaz borcu olanın kıldığı nafile namazlar kabul olur mu?
Cevap: Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, Fütûh-ul gayb kitabın buyuruyor ki:
“Müminin, önce farzları yapması lazımdır. Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın sünnetleri kabul olmaz. Hazret-i Ali'nin bildirdiği hadis-i şerifte; buyuruluyor ki:
(Üzerinde farz namazı borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez.)
Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yazdığı bu hadis-i şerifi şerh eden Hanefî mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:
“Bu haber, farz borcu olanların, sünnetlerinin ve nafilelerinin kabul olmayacağını göstermektedir. Sünnetlerin, farzları tamamlayacağını biliyoruz. Bunun manası, farzlar yapılırken, bunların kemallerine sebep olan bir şey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemal bulmasına sebep olur. Farz borcu olanın kabul edilmeyen sünnetleri bir işe yaramaz.”
Fütûh-ul-gaybın bu şerhi fârisî olup, İstanbul'da, Bâyezid Devlet Kütüphanesinde, 3866 numarada mevcuttur.
İbni Âbidîn hazretleri de, nafile bahsinde buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte; (Tamam yapılmamış olan namaz, zekât ve başka farzlar, nafileler ile tamamlanacaktır) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî hazretleri, bu hadis-i şerif, yapılmış olan farzların içindeki sünnetler noksan kalırsa, nafilelerle bu noksanların tamamlanacağını göstermektedir. Yoksa, yapılmamış farzların yerine nafilelerin geçeceğini bildirmiyor buyurdu. Çünkü, başka bir hadis-i şerifte; (Bir kimse, namazını tamamlamadı ise, o namazın üzerine, tamamlanıncaya kadar, nafile namazları eklenir) buyuruldu.
Bu hadis-i şerif, nafilelerin, terk edilmiş farzı değil, noksan olarak kılınmış farzı tamamlayacağını göstermekdedir buyurdu.”
İmdâdın Tahtâvî hâşiyesinde de, bu hadis-i şerif zikredilerek, sünnetlerin, kılınmış olan farzdaki kusurları tamamlayacağı bildirilmektedir. İmâm-ı Gazâlî ve İbni Arabî hazretleri gibi Hanefi mezhebinde olmayan âlimler ise, nafilelerin özür ile kaçırılan farzların yerine konacağını bildirmektedir
.
En büyük hırsız!..
2 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :1 Ekim 2024 23:40
"Rüküda ve secdelerde, belini yerine yerleştirip biraz durmayan kimsenin namazını Allahü teâlâ kabul etmez."
Sual: Bir hadiste en büyük hırsızın namazından çalan olduğu bildiriliyor. Namazdan nasıl çalınır, bu ne demektir?
Cevap: Bu konuda İmâmı- Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Bu zamanda insanların çoğu namaz kılmakta gevşek davranıyor. Tadil-i erkana ehemmiyet vermiyorlar. Peygamberimiz (aleyhisselam);
(En büyük hırsız, kendi namazından çalan kimsedir) buyurdu.
-Ya Resûlallah! Bir kimse, kendi namazından nasıl çalar? diye sorduklarında cevaben;
(Namazın rüküsunu ve secdelerini tamam yapmamakla) buyurdu. Bir defa da buyurdu ki:
(Rüküda ve secdelerde, belini yerine yerleştirip biraz durmayan kimsenin namazını Allahü teâlâ kabul etmez.)
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kimseyi namaz kılarken, rüküsunu ve secdelerini tamam yapmadığını görüp;
(Sen namazlarını böyle kıldığın için, Muhammedin (aleyhissalâtü vesselâm) dininden başka bir dinde olarak ölmekten korkmuyor musun?) buyurdu. Yine buyurdu ki:
(Sizlerden biriniz, namaz kılarken, rüküdan sonra tamam kalkıp, dik durmadıkça ve ayakta, her uzuv yerine yerleşip durmadıkça namazı tamam olmaz.) Bir kerre de buyurdu ki:
(İki secde arasında dik oturmadıkça, namazınız tamam olmaz.)
Bir gün Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) birini namaz kılarken, namazın ahkam ve erkanına riayet etmediğini, rüküdan kalkınca, dikilip durmadığını ve iki secde arasında oturmadığını görüp, buyurdu ki:
(Eğer namazlarını böyle kılarak ölürsen, kıyamet günü, sana benim ümmetimden demezler.) Bir başka yerde de buyurdu ki:
(Bu hâl üzere ölürsen, Muhammedin (aleyhisselâm) dininde olarak ölmemiş olursun.)
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) buyurdu ki:
“Altmış sene, bütün namazlarını kılıp da, hiçbir namazı kabul olmayan kimse, rükü ve secdelerini tamam yapmayan kimsedir.”
Zeyd ibni Vehb (rahmetullahi teâlâ aleyh) birini namaz kılarken rükü ve secdelerini tamam yapmadığını gördü. Yanına çağırıp;
-Ne kadar zamandır böyle namâz kılıyorsun, dedi.
-Kırk sene deyince;
-Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Ölürsen Muhammed Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti yani dini üzere ölmezsin, dedi.
O hâlde, namazları tamam kılmaya çalışmalı, rüküyu, secdeleri, rüküdan kalkıp dikilmeyi ve iki secde arasında oturmayı iyi yapmalıdır. Başkalarının da kusurlarını görünce söylemelidir.
.
Fitneler çoğaldığında
3 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :3 Ekim 2024 01:16
Fitnelerin yayıldığı, fesatların çoğaldığı zamanlar, tövbe ve istiğfar zamanıdır!..
Sual: Din kitaplarında ahir zamanda fitneler çoğalır deniyor böyle fitne zamanlarında nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifte; (Yeryüzünü küfür kaplamadıkça ve her yerde küfür ve kâfirlik yapılmadıkça, hazret-i Mehdi gelmez) buyuruldu. Bundan anlaşılıyor ki, hazret-i Mehdî çıkmadan evvel, küfür ve kâfirlik her tarafa yayılacak, İslam ve Müslümanlar garip olacaktır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ahir zamanda, Müslümanların garib olacaklarını haber vermiş ve (Herc, fitne zamanında yapılan ibadet, [Mekke'den Medine'ye] benim yanıma hicret etmek gibidir) buyurmuştur.
Fitne ve fesat zamanında, polisin, askerin ufak bir hareketi, rahatlık ve sükûnet zamanlarında yapacakları hareketlerinden kat kat daha kıymetli olduğunu herkes bilir. Fitne yok olduğu zaman gösterecekleri kahramanlıkların kıymeti yoktur.
O hâlde ibadetlerin en kıymetlisi ve kabul olunanı, fitnelerin yayıldığı zamanlarda yapılanlardır. Kıyamet günü, makbul olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği iyi işleri yapınız! Sünnet-i seniyyeye, yani Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem yoluna sarılınız! Bu yola uymayan hiçbir şey yapmayınız! Eshâb-ı Kehf rahmetullahi aleyh, her tarafı fitne kapladığı zaman, bir hicret yapmakla, yüksek dereceye kavuştular. Siz, Muhammed aleyhisselâmın ümmetisiniz. Ümmetlerin en iyisi olan ümmettensiniz. Ömrünüzü lehiv ve laib ile, yani oyun ve eğlence ile ziyan etmeyiniz! Çocuklar gibi, top oynamakla vaktinizi elden kaçırmayınız!
Fitnelerin yayıldığı, fesatların çoğaldığı zamanlar, tövbe ve istiğfar zamanıdır. Kenara çekilmeli, fitnelere karışmamalıdır. Fitneler çoğalıyor, gün geçdikçe yayılıyor. Peygamberimiz aleyhisselam buyurdu ki; (Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok kimse akşam kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece safalarında imanları gider. Böyle zamanlarda, evine kapanmak fitneye karışmaktan hayırlıdır. Kenarda kalan, ileri atılandan hayırlıdır. O gün oklarınızı kırınız! Silahlarınızı, kılıçlarınızı bırakınız! Herkesi tatlı dil ile, güler yüzle karşılayınız! Evinizden çıkmayınız!)
.
İslamiyet, kılıç zoruyla yayılmadı
4 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :3 Ekim 2024 21:59
"Hıristiyanlar, cizye ismindeki beş-on kuruşa tamah ederek İslamiyeti kabul ettiler" demek ahmaklıktır!
Sual: Hıristiyanlar, İslamiyetin yayılmasının, kılıç zoru ile olduğunu iddia etmektedirler. Bunun gerçeklik payı var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Diyâ-ül Kulûb kitabında deniyor ki:
“Sadece kılıç korkusu ile din değiştirmek kolay olsaydı, Katolikler ile Protestanlar arasında, milyonlarca insanın katledilmesine, öldürülmesine sebep olan harpler olmazdı. İman esaslarında, büyük bir yakınlık olmasına rağmen, ne Katoliklerin zorlamaları ve tazyikleri Protestanları kendi imanlarından döndürebildi, ne de Protestanların vahşice zulümleri, İrlanda adasındaki katolikleri imanlarından ayırabildi. Ayrıca;
'Bir kısım insanlar cizye vermemek için İslam dinini kabul etti' denilirse, Protestanlar, dinlerine giren kimselere en az yarım kese gümüşten, beş bin kuruşa kadar maaş tahsis ettikleri ve uzun senelerden beri İslam memleketlerinde bu kadar çalıştıkları hâlde, ismi bilinen ve dinini ve kendini bilir kaç Müslümanı, Protestan yapabilmişlerdir? Hâl böyle iken;
'Hıristiyanlar, senede bir defa verdikleri cizye ismindeki beş-on kuruşa tamah ederek İslamiyeti kabul ettiler' demek kadar, ahmaklık, cahillik ve inatçılık olamaz.
Burada papazların unuttukları veya söylemek istemedikleri bir diğer husus da, gayr-i müslimlerden cizye almayı emreden İslamiyet, Müslümanların da, zekât ve uşur vermelerini emretmiştir. Müslümanların vermiş olduğu zekât ve uşur, gayr-i müslimlerin vermiş olduğu cizyeden kat kat fazladır.
Zahirî sebeplere ve kuvvete başvurmaktan sakındıklarını ve sadece ruhani olarak, Allahü teâlâya ve komşuya muhabbet ve şefkat ettiklerini ilan eden Hıristiyanların, birbirleri hakkında da yaptıkları muameleler, vahşetler ve zulümler, tarihlerde yazılıdır. Hıristiyanların yaptığı bu vahşetleri ve zulümleri okuyan bir kimse, biraz şefkat ve merhamet sahibi ise, yalnız Hıristiyanlıktan değil, böylesine vahşi fiillere sebep olmak kabiliyetinde bulunduğu için, insanlıktan bile nefret edeceği gelir.
Donatus isminde Afrika'da bir fırka kurarak, üç yüz tarihlerinde Roma kilisesine karşı gelen iki papazın, sebep olduğu ihtilallerde, papazların, kılıç ile öldürmeye müsaade etmeyip, topuz ile başları ezilerek katledilen nüfusun miktarı dört yüz bin kişi olduğu tahmin edilmektedir
.
Nefse mi, Allaha mı güvenmelidir?
5 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :4 Ekim 2024 23:18
İtimad-ı nefs, yani kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir.
Sual: Bazı din adamı kılığındaki reformistler; “Müslümanlar, rızkın ezelde ayrıldığına inandıkları için çalışmayı lüzumlu görmezler. Nefsine güvenmek ise, insana hayat için mücadele kuvveti verir. Yaşamak istiyorsak, kendimizde itimad-ı nefs hasıl edelim” diyorlar. Bunların bu sözlerinin gerçeklik payı var mıdır?
Cevap: Birinci Cihan Harbinde böyle ateşli itimad-ı nefs dersleri fazlası ile verilmiş ve ne büyük belalara çarpıldığı da görülmüştür. Nefse güvenmek böyle deli gibi saldırmalara sebep olmuştur. Birinci Cihan Harbinde nefse güvenmek yerine, Allaha tevekkül hâkim olsa idi, o hareketlerden, makul ve meşru olan ince noktalardan hiçbiri ihmal edilmezdi. Çünkü, Allaha tevekkül etmek için, İslamiyete uymak lazımdır. Bu da, bütün ince noktalara ehemmiyet verdirir.
İslamiyet, hem çalışmayı, hem de tevekkülü birlikte emretmektedir. Tembel oturup da, tevekkül ediyoruz diyenler, bu iki vazifeden birini yapmayan kimselerdir. Çünkü, İslamiyetin iki emrinden birincisini yapıyor, ikincisini yapmıyorlar. Bunları kötüleyen reformcular da, birinci vazifeyi bırakıp, ikincisini istemekle, kötüledikleri kimseler gibi kusurlu oluyorlar. Bunların hatası, çalışmayanların hatasından daha büyük oluyor. Çünkü biz, elimizden geldiği kadar çalıştıktan sonra, Allaha tevekkül ederek, işimizin karşılığını Allahtan beklemek ihtiyacında bulunduğumuz gibi, çalışırken bile nefsimize o kuvveti veren Allahı unutmayarak asıl tükenmez ve yenilmez kuvvetin Allahı unutmamakta olduğunu düşünerek, ondan yardım beklemek üzere ikinci bir tevekküle muhtacız.
(Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O hâlde, müminler Allaha tevekkül etsinler!)
(Sevgili Peygamberim! Onlara de ki, Allahü teâlâ dilemedikçe, kendime hiçbir fayda ve zarar getirmeye kadir değilim) meâlindeki âyet-i kerimeler ve daha nice benzerleri var iken, tevekkülü kaldırarak itimad-ı nefs diye bir şey aramak, dine yardım ettiklerini söyleyenlere yakışır mı? Bunlar, biz tevekkülün yanlış anlaşılmasına karşı, bunu istiyoruz da, diyemezler. Çünkü, itimad-ı nefs, yani kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka, egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar.
.
Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikretmeli
6 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :6 Ekim 2024 00:28
“Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.”
Sual: Çarşıda, pazarda, iş yerinde çalışırken, salevat, kelime-i tevhid ve benzeri tesbihleri söylemenin mahzuru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gafiller arasındaki hatırlamanın sevabı çok olur. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Gafiller arasında Allahü teâlâyı zikreden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan gibidir ve ölüler arasındaki canlı gibidir ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi döğüşenler gibidir.) Bir kerre buyurdu ki: (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, bi yedihil-hayr, ve hüve alâ külli şey'in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevap yazılır.)
[Bu hadis-i şerifte olduğu gibi, sevap veya günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını, ahıretteki zamanları, dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren hadis-i şeriflerdeki çeşitli rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. Mesela bir kimseye, birkaç defa, zahmet çekerek gidip bulamayarak canı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on defa aradım, bulamadım, demesi gibidir.]
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki: “Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.” Bir kerre de buyurdu ki: “Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gün üçyüz rekat namaz kılmakta ve otuz bin tesbih okumaktadır.” Bazısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir...
Hülasa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalır. Hatta bunlar, camide, namazda iken de, kalbleri dükkânın hesabındadır. Fikirleri dağınıktır.”
Sual: Bir kimse, vekiline, falan kimseye sadaka ver dese, vekil kendi parasından verse, sonra bunu, vekil edenden geri isteyebilir mi?
Cevap: Bir kimse, falana ödünç veya sadaka yahut hediye ver dese, vekil bunu verince, emredenden istiyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, isteyebilir.
.
İnsanların geçimlerine yardımcı olmak
7 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :6 Ekim 2024 23:30
Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı nasip etmesi, pek büyük bir nimettir!
Sual: İnsanların terbiyesinde, nafakalarını temin etmekte yardımcı olmak da sevap mıdır?
Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden, kullarından birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline, kullarına hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle övünmek, akıl icabıdır.”
Sual: Bir kimse, başka birinin bahçesindeki elmaları toplayıp fakirlere dağıtın diye emir verse, bu emre uyanlar, dağıttıkları elmaların bedelini öderler mi?
Cevap: Herkes, ancak kendi mülkü için emir verebilir. Başkasının malını denize at diye birisi emir verse, bu emre uyup o mal denize atılmaz, atan öder. Vekiline, borcumu, kendi malından öde dese, vekil kabul etse bile, ödemeye mecbur olmaz. Fakat, vekilde alacağı veya emanet parası varsa, o vekil, emri yapmaya, ödemeye mecburdur. Malımı satıp öde dese, bu emri, yalnız ücretli vekil yapmaya mecbur olur.
Sual: Başkasını kendisine tercih etmek güzel huylardandır deniyor. Bu tercih, ibadetler dâhil, her konuda geçerli midir?
Cevap: Bu konuda Eşbâhda deniyor ki:
“Başkasını kendine tercih etmek, isârdır ve güzel huylardandır. İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak, vermektir. İnsana lazım olan şeylerde isâr yapılır, ibadetlerde isâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan bir kimse, bunları kendisi kullanır. Bunları muhtaç olana vermez. Cemaatle namaz kılarken, birinci safdaki yerini başkasına vermez. Namaz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına îsâr etmesi, vermesi caiz değildir.”
.
Hadis-i şerifi rehber edinmek
8 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :8 Ekim 2024 00:19
"Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhıret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış!.."
Sual: Bir Müslümana, hayatı boyunca kendisine rehberlik eden hadis-i şerifler var mıdır?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Şiblî hazretleri buyuruyor ki:
“Dörtyüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadis-i şerif öğrendim. Bütün bu hadislerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, çünkü kurtuluşu ve saadet-i ebediyyeye kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasihatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz bir Sahabiye buyuruyor ki:
(Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhıret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!)
Sual: Bir dükkânı kiralayan kimse, kiraladıktan sonra, bir müddet o dükkânda iş yapmasa, yine kirasını öder mi?
Cevap: Bir dükkânı kiralayıp teslim alan kimse, bir müddet iş yapmayıp, dükkân kapalı kalsa, kirayı yine tam vermesi lazımdır.
Sual: Bir yeri, dükkânı senelik olarak kiralayıp böyle sözleşme yapmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Bir yeri kiralarken, bir senelik olmak üzere, her aylığı şu kadar liraya olarak kiralamak caiz olduğu gibi, senelik olarak toptan söylemek de caizdir.
Sual: Bir kimse, kiraladığı yerde, kira sözleşmesi anında söylediği işi değiştirirse, mülk sahibi, o sözleşmeden vazgeçebilr mi?
Cevap: Kiracı, bir dükkânı kiralarken yapacağı işi söyleyip sonra bu işi veya sanatını değiştirir, iflas eder yahut başka şehre yerleşirse kira akdi, sözleşmesi fesih yani geçersiz olur.
Sual: Bir haftada yaparsan şu kadar para, iki haftada bitirirsen şu kadar para veririm diye bir usta ile pazarlık yapmak uygun olur mu?
Cevap: Terziye kumaş verip, bir haftada dikersen yüz lira, iki haftada dikersen elli lira veririm demek, İmâmeyne göre caizdir. Dükkânda terzilik yaparsan, kirası yüz lira, demircilik yaparsan ikiyüz lira demek de caizdir.
Sual: Parçalanarak öldürülmüş olan bir kimsenin, sadece bedeninin yarısı bulunsa bunun cenaze namazı kılınır mı?
Cevap: Bir kimsenin cesedi ortasından biçilmiş, bölünmüş olsa, yalnız bedenin yarısı bulunsa, o yarım bedenin cenaze namazı kılınmaz.
Cesedi, parça parça olmuş ve her parçası başka bir yerde olan meyyitin de cenaze namazı kılınmaz. Fakat, o parçaları bir araya getirseler, cenaze namazı kılınır.
.
Kur’ân-ı kerimde bildirilen konular
9 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :9 Ekim 2024 00:37
Kur’ân-ı kerim; dünyada ve ahırette saadete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmektedir.
Sual: Kur’ân-ı kerimde ana hatları ile bildirilen temel konular nelerdir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimde beş ilim vardır ki bunlar sırasıyla şöyledir:
1-Mahlukları, yaratılanları inceleyerek, Allahü teâlânın var olduğunu ve bir olduğunu anlamayı göstermektedir. Fen bilgileri bu kısımdadır.
2-Tarihi inceleyerek, iman edenlerin, İslamiyete uyanların mesut olduklarını, imansızların ise dünyada azab içinde yaşadıklarını anlatmaktadır.
3-Ahıretteki nimetleri ve azabları bildirerek, imanlı olmaya teşvik etmektedir.
4-Dünyada ve ahırette saadete kavuşmak için, nasıl yaşamak lazım olduğunu öğretmektedir.
5-Müşriklerle, münafıklarla, Yahudilerle, Hıristiyanlarla ve yetmişiki fırkadaki sapık Müslümanlarla nasıl geçinileceği bildirilmektedir.
Sual: Bir kimsede, imanın devamlı kalabilmesi için ne yapılması gerekir?
Cevap: Bu konu Mızraklı İlmihal kitabında şöyle bildirilmektedir:
“İmanın, bizde baki kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:
1-Biz gayba iman eyledik. Bizim imanımız gaybadır, zahire değildir. Zira biz, Allahü teâlâyı, gözümüzle göremedik. Lakin görmüş gibi inandık, iman ettik. Bundan asla şüphemiz yoktur.
2-Yerde ve gökte, insanda ve cinde, meleklerde ve Peygamberlerde, gaybı bilen yoktur. Gaybı ancak Allahü teâlâ bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir.
Gayb demek, duygu organları ile veya hesap, tecrübe ile anlaşılmıyan demektir. Gaybı ancak Onun bildirdikleri bilir.
3-Haramı haram bilip, itikat etmek, inanmak.
4-Helali helal bilip, böyle itikat etmek, inanmak.
5-Allahü teâlânın azabından emin olmayıp, daimâ korkmak.
6-Her ne kadar günahkâr olsa da, Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesmemek.
Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yahut birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin imanı ve İslamı sahih değildir.”
Sual: Ezanı bildirildiği şekilde okumamak ve uygun okunan ezanı dinlememek de günah olur mu?
Cevap: Kitaplarda; ezanı fıkıh kitaplarının bildirdikleri vakitlerde ve sünnete uygun okumamak ve sünnete uygun okunan ezanı işitince saygı göstermemek, büyük günahlardandır diye bildirilmektedir.
Sual: Doğru da olsa her zaman çokça yemin etmek mahzurlu mudur?
Cevap: Kitaplarda; doğru olsa bile, çok yemin etmenin büyük günahlardan olduğu bildirilmektedir
.
..
Dünya işleri, ibadetlere mâni olmamalı
10 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :9 Ekim 2024 22:44
"Mallarınız ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hatırlamanıza mâni olmasın!"
Sual: İş sebebiyle, namazları ve diğer ibadetleri vaktinde yapmamak, geciktirmek, sonraya bırakmak, dinen uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Dünya işleri, ahıret için çalışmaya mâni olmamalıdır. Ahıret için ticaret yeri camilerdir. Münâfıkûn sûresi, 9. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Mallarınız ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hatırlamanıza mâni olmasın!) buyuruldu. Hazret-i Ömer buyurdu ki:
“Ey tüccarlar! Önce ahıret rızkını kazanın! Sonra dünya rızkına çalışın!” Ticaretle meşgul olan din büyükleri, sabah ve akşamları ahıret için çalışır, Kur’ân-ı kerim okur, ders dinler, tövbe ve dua eder, ilim öğrenir ve gençlere öğretirlerdi. İnsanların amellerini yazan ikişer melek, her sabah ve akşam değişmektedir. Bir hadis-i şerifte;
(Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri zaman, başında ve sonunda iyi iş yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona bağışlarlar) buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Gündüz ve gece melekleri, sabah ve akşam, gidip gelirken birbirleri ile karşılaşırlar. Hak teâlâ, giden meleklere, kullarımı nasıl bıraktınız? buyurur. Ya Rabbi! Namazda bulduk ve namaz kılarken bıraktık, derler. Allahü teâlâ da, şahit olun, onları affettim buyurur.)
Müslüman tüccarlar, sanat sahipleri, gündüzleri de, ezan sesini duyunca, işini hemen bırakıp, camiye koşmalıdır. Dinini seven ve kayıran bir imam bulursa, ona uymalı, dinini dünyaya değişen, ibadete haram, bidat karıştıran, Müslümanlıktan haberi olmayan imam ve hafızların yanına, sesine, sözüne yanaşmamalıdır. Din Büyükleri;
(Ticaretleri, satışları, Allahü teâlâyı unutmalarına sebep olmaz) âyet-i kerimesine mana verirken diyor ki:
“Demirciler vardı. Demir döverken, ezan okununca, çekici kaldırmış iken, demire vurmaz, bırakıp namaza koşarlardı. Ve terziler vardı. İğneyi kumaşa sokunca, ezan okunsaydı, o hâlde bırakıp, cemaate koşarlardı.”
Sual: Namaz kılarken öksürür gibi ses çıkarmak veya boğazını temizlemek için öksürür gibi yapmak, hırıltılı ses çıkarmak, namazı bozar mı?
Cevap: Bir kimsenin, namaz kılarken, boğazından, özürsüz, öksürür gibi ses çıkarması namazını bozar. Ancak bu hâl, kendiliğinden olursa bozmaz. Okumayı kolaylaştırmak için yapılırsa, zararı olmaz.
.
Hadislerle bildirilen ilimler
11 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :10 Ekim 2024 21:53
Ehl-i sünnet âlimleri; tekrar edilmişlerden başka, on bin kadar hadis-i şerif vardır, buyuruyor.
Sual: Hadis-i şerifler hangi ilimleri içine almakta ve ana hatları ile bunlar nelerdir?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri; tekrar edilmişlerden başka, on bin kadar hadis-i şerif vardır. Tekrar edilenleri de sayarsak, milyonu aşmaktadır buyuruyor. Bütün bu Hadis-i şerifler, oniki ilmi bildirmektedirler ki bunlar şöyle bildirilmiştir:
1-Kitabullaha, Kur’ân-ı kerime ve sünnete yapışmak. 2-İslamın beş şartı, zikirler ve ihsan, yani kalb bilgileri. Tasavvuf, bu ihsanı elde etmektir. 3-Muâmelâttır. Nafaka için ticaret, sanat ve ziraat bilgileri ve sosyal haklar bunun içindedir. 4-İyi ahlak bildirilmekte ve övülmektedir. 5-Köle azat etmek. 6-Faydalı olan ameller ve Eshâb-ı kirâmın üstünlükleri. 7-Peygamberlerin ve mühim kimselerin tarihi. 8-Kıyamete kadar olacak mühim olaylar. 9-Kıyamet hâlleri. Haşir, neşir, Cennet ve Cehennem. 10-Resûlullahın hayatı. 11-Kur’ân-ı kerimi okumak ve tefsir etmek. 12-Melekler, şeytanlar, tababet, tıp gibi çeşitli ilimler.
İslamiyet, Eshab-ı kiramın ve Tabiinin yani, Eshab-ı kiramı görenlerin iman ettikleri ve yaptıkları şeylerdir. Bunlar zamanında bulunmayıp, sonradan ortaya çıkan din bilgileri, Müslümanlık değildir.
(Benim ve Eshâbımın yolunda olunuz!) hadis-i şerifi, bunu göstermektedir.
Resûlullah efendimizden başlayarak, Eshab-ı kirama ve Tabiine ve kalbden kalbe akarak ta zamanımıza kadar gelen feyizler ise İslamiyette vardır. Buna ihsan ismi verilmiştir ki sonradan tasavvuf denildi.
İslamiyetten olan şeyler, ihlas ile, temiz niyetle yapılırsa, kıymetli olurlar. Nefsin arzularına kavuşmak ve şöhret için, meşhur olmak için olurlarsa, Allahü teâlâdan uzaklaştırırlar, Cehenneme sürüklerler.
Sual: Şartlarına uyularak yapılan her ibadet, her amel kabul olur mu?
Cevap: Bir amelin, bir ibadetin sahih olması başkadır, kabul olması da başkadır. İbadetlerin sahih olmaları için, kendilerine mahsus olan şartları, farzları vardır. Bu şartlardan biri noksan olursa, o ibadet sahih olmaz. Yani o ibadet yapılmamış olur. Cezasından, azabından da kurtulamaz. Sahih olup da, kabul olmayan ibadet için azab yapılmaz ise de, o ibadetin sevabına kavuşamaz. İbadetin kabul olması için, önce sahih olması, sonra bildirilen şartların da bulunması lazımdır. Kul hakkı da bu şartlara dâhildi
.
Çıplak olarak namaz kılmak!
12 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :11 Ekim 2024 22:53
Çıplak olan kimse, yanında bulunanlardan örtü ister. Söz verilirse, vaktin sonuna kadar bekler.
Sual: Namaz için örtülmesi gereken yerlerini örtecek bir elbise veya örtü bulamayan bir kimse, namazını nasıl kılar, kazaya bırakabilir mi?
Cevap: Avret yerini örtmekten aciz kalan bir kimse, namazda oturduğu gibi veya daha iyisi, ayaklarını kıbleye uzatıp, elleri ile önünü örtüp, ima ile kılar. Çünkü, avret yerini örtmek, namazın diğer farzlarından daha mühimdir. Çıplak olan kimse, eğer varsa yanında bulunanlardan örtü ister. Söz verilirse, vaktin sonuna kadar bekler. Su olmayınca, suyu ümit edenin de vaktin sonuna kadar, su beklemesi, ancak bundan sonra teyemmüm etmesi lazımdır. Parası olanın su ve örtü alması lazımdır. Dörtte birinden azı temiz olan örtüden başka bir şey bulamayan kimsenin, bu örtü ile kılması veya oturup ima ile kılması caiz olup, dörtte biri temiz olan örtü ile, ayakta kılması lazımdır ve namazını iade etmez.
Görülüyor ki, çıplak kalanın da, namazı vaktinde kılması, kazaya bırakmaması lazımdır. Tembellikle kılmayanların ve kaza namazlarını ödemeyenlerin, büyük suç altında sorumlu olduklarını, günaha girdiklerini buradan da anlamalıdır.
Sual: Herhangi bir kimseye, al şu parayı sarf et, kullan veya al şu elbiseyi giy dense, bunlar bu kimseye hediye edilmiş mi oluyor?
Cevap: Herhangi bir kimseye, al sarf et diye verilip, hediye olduğu söylenmeyen para, o kişiye teslim edilince, ödünç verilmiş olur. Fakat al, giy diyerek verilen elbise ise, hediye olur.
Sual: Bulunduğu yerde kıbleyi tayin edemeyen bir kimse, Müslüman veya gayr-i müslim herhangi bir kimseye kıbleyi sorabilir mi?
Cevap: Cami, mihrap bulunmayan, hesap, yıldız gibi şeylerle de anlaşılamayan yerlerde, kıbleyi bilen, salih Müslümanlara sormak lazımdır. Kâfire, fasıka ve çocuklara sorulmaz. Kâfire, fasıka, muamelatta inanılırsa da, diyanatta yani ibadetlerde inanılmaz. Kıbleyi bilen kimseyi aramaya, lüzum yoktur. Kendisi araştırır. Karar verdiği cihete, yöne doğru namazını kılar. Sonradan, kıblenin yanlış olduğunu anlarsa, namazı iade etmez.
Sual: Terziye verilen kumaşı, terzi istenilen şeyden farklı olarak başka bir şey dikse, kumaş sahibi kumaşı isteyebilir mi?
Cevap: Terziye verilen kumaşı, terzi, ceket yerine pantolon olarak dikse, kumaş sahibi, isterse pantolonu alır, isterse kumaşı ödetir.
.
Dualar, bildirilen zamanda okunmalıdır
13 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :12 Ekim 2024 23:20
“Peygamber efendimizin bildirdiği âyet-i kerîmeleri ve duaları, belli vakitlerinde okumalıdır."
Sual: Kitaplarda belli vakitlerde okunması bildirilen sure ve duaları, bildirilen o vakitlerde mi okumak gerekir?
Cevap: Bu konuda Abdullah-i Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:
“Peygamber efendimizin bildirdiği âyet-i kerîmeleri ve duaları, belli vakitlerinde okumalıdır. Bunlar ve nafile namazlar, ihlas ile, huzuru kalb ile okunmazsa, sahih olmazlar, faydaları olmaz. Bunun için, bizler, farzlardan ve müekket sünnetlerden başka hiçbir şey okumayıp, nafile ibadet yapmayıp, önce her an Allahımızı zikrederek ve haramlardan sakınarak, kalblerimizi ve ahlakımızı temizlemeye çalışmalıyız!
Zamanımızda, her yeri küfür, inkâr, fısk ve bidat kapladı. Bu zamanda, Allahü teâlânın, her an hazır ve nazır olduğunu kalbe yerleştirmek çok güçleşti. Fakat, kalb hastalığından kurtulmaya yine çalışmak lazımdır. Bir kuş, semaya, göğe çıkmak için uçar da, semaya kavuşamazsa da, diğerlerinden yüksek olur ve kedilerin şerrinden azat olur, kurtulur.”
Sual: Nafile namazlar, hiçbir özür yokken oturarak, ima ile kılınabilir mi?
Cevap: Ni’met-i islâmda konu ile alakalı olarak deniyor ki:
“Nafile namazları ayakta kılmaya gücü yeterken, oturarak kılmak, her zaman ve her yerde caizdir. Oturarak kılarken, rüku için bedeni ile eğilir. Secde için, başını yere koyar. Lakin, özrü yok iken nafileleri oturarak kılana, ayakta kılanın yarısı kadar sevap verilir. Beş vakit namazın sünnetleri ve teravih nemazı da, nafile namazdır.”
Sual: Bir tarlayı veya bahçeyi kiralarken ne ekileceği bildirilmesi gerekir mi?
Cevap: Tarla kiraya verilirken, ne ekileceği bildirilmeli veya her şey ekilebilir demelidir. Tarla, bina yapmak, ağaç dikmek üzere de kiralanabilir. Müddet bitince, bunları kaldırmak veya tarla sahibinin bunları satın alması lazımdır. Yonca da ağaç gibidir. Ekin yetişmeden kira müddeti biterse, mahsul oluncıya kadar müddet uzatılır.
Sual: Gayr-i müslim bir çocuğa, Müslüman bir kadın süt verebilir ve sütannelik yapabilir mi?
Cevap: Kâfir kadının Müslüman çocuğa ve Müslüman kadının da kâfir çocuğa sütanne tutulması caizdir. Ölümden kurtarabilmek için, Müslümana kâfir kanı da vermek caiz olur.
Sual: Harama helal diyenin imanı gider mi?
Cevap: Kesin haram olarak bildirilen bir şeye helal diyenin imanı gider.
.
Ölüye eziyet, canlıya eziyet gibidir
14 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :14 Ekim 2024 00:17
Kokmaması için, meyyiti hazırlayıp çabuk gömmeli, yolcu gelecek diye bekletmemelidir.
Sual: İnsan diri iken sıkıntı, eziyet veren şeyler, öldüğünde ve kabre konduğunda da kendisine sıkıntı ve eziyet verir mi
Cevap: Canlıya eziyet veren şey, ölüye de verir. Bunun için, meyyit çok soğuk ve çok sıcak su ile yıkanmaz. Kokmaması için buzhaneye de konmaz. Kokmaması için, meyyiti hazırlayıp çabuk gömmeli, yolcu gelecek diye bekletmemelidir.
Zemzem suyu ile meyyiti yıkamak caiz değildir. Saçları dökülürse, kefeni içine konur. Çünkü, insanın her parçası muhteremdir, gömülür. Diri insandan düşen ve kesilen tırnakları, saçları ve dişleri de defnetmek, gömmek sünnettir.
Sual: Hastalıktan ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölmeyi istemekte dinen bir mahzur var mıdır?
Cevap: Hastalıktan ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek caiz değildir. Dinde sıkıntı ve fitnelerden korkarak, Allahü teâlâdan ölümü istemek caizdir ve sünnettir. Allah yolunda şehit olmayı istemek de böyledir. Mekke-i mükerremede ve Medîne-i münevverede olduğu zamanda ve evliya türbelerinin yanında ölümü istemek de caizdir. Allahü teâlâya kavuşmayı sevdiği için ölümü istemek de müstehabtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, Allahü teâlâya kavuşmayı severse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı sever.)
Sual: Ölüm hastasının yanında Yasin suresi okunmaktadır, okumak mı gerekir, eğer okunursa ölmekte olana ne fayda sağlar?
Cevap: Hasta yanında Yasîn suresini okumak mühim sünnettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yanında Yasîn-i şerif okunan hasta, suya doymuş olarak vefat eder ve doymuş olarak kabre girer.) Yani, can vermenin hasıl edeceği susuzluğu giderir bunu hissetmez, duymaz.
Yasîn suresi, kıyamette olan şeyleri, dünyanın geçici olduğunu, Cennet nimetlerini ve Cehennemdeki azapları bildirdiğinden, hasta yanında okununca, iman ile gitmeye sebep olan şeyleri işitmiş olur.
Sual: Ölüm hastasının yanında kolay can vermesi için okunacak bir şey var mıdır?
Cevap: Ölüm hastası yanında Ra’d suresini okumak, ölmekte olan kimsenin ruhunun çıkmasını kolaylaştırır.
Sual: Ölünün başında, Kur’ân-ı kerim okumanın mahzuru olur mu?
Cevap: İnsan ölünce, Hanefî mezhebinde necis olur. Kur’ân-ı kerîm, yanında değil, karşısında ve sessiz okunabilir. Diğer üç mezhebe göre necis olmaz.
.
Eshâb-ı kiram kitap yazmamıştır
15 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :15 Ekim 2024 00:41
Eshâb-ı kiram, İslamiyeti bildirmek için, uzak memleketlere dağıldılar. Bunun için, kitap yazmaya vakit bulamadılar.
Sual: İlk Müslüman olan Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizi görmüş, sohbetlerinde bulunmuş olmalarına rağmen kitap yazmamalarının sebebi ne idi?
Cevap: İslam dininin inançlarını, emirlerini ve yasaklarını doğru olarak bildiren binlerle kıymetli kitap yazılmış, bunların çoğu yabancı dillere çevrilerek, her memlekete yayılmıştır. Bu doğru kitapları yazan İslam âlimlerine Ehl-i sünnet âlimi denir. Buna karşılık, yalnız kendi zevklerini düşünen, kısa görüşlü kimseler ve mevki ile, para ile, İngilizlere satılmış olan ahmaklar, her zaman, İslamın faydalı, feyizli ve ışıklı yoluna saldırmış, Ehl-i sünnet âlimlerini lekelemeye, İslam dinini değiştirmeye, Müslümanları aldatmaya uğraşmışlardır. Müslümanlar ile dinsizler arasındaki bu mücadele her asırda olmuş ve kıyamete kadar olacaktır. Cenâb-ı Hak, böyle olmasını ezelde irade buyurmuştur.
Ehl-i sünnet âlimleri, bütün bilgilerini Eshâb-ı kiramdan öğrendiler. Eshâb-ı kiram da, Resûlullah efendimizden aldılar. Eshâb-ı kiram, İslamiyeti bildirmek için, uzak memleketlere dağıldılar. Bunun için, kitap yazmaya vakit bulamadılar. İkiyüz seneden sonra gelen âlimler arasında, din bilgilerine kendi görüşlerini, zamanlarındaki fen bilgilerini ve eski filozofların sözlerini karıştıranlar oldu. Böylece, yetmişiki bozuk bidat fırkası meydana geldi. Bidat fırkalarının zuhur etmesinde Yahudilerin ve İngilizlerin çok tesiri oldu.
Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsini tezkiye için, yani nefsin yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, her zaman çokça Lâ ilâhe illallah ve kalbin tasfiyesi, yani nefisten ve şeytandan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden ve günahlardan kurtulmak için Estagfirullah okumalıdır. İslamiyetin hükümlerine uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haram yiyip içenin İslamiyete uymadığı anlaşılır. Bunların duası kabul olmaz.
Sual: Ölen bir kimsenin saçlarını taramanın, tırnaklarını, saçlarını kesmenin bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Meyyitin saçlarını taramak, saç, sakal, bıyık ve tırnaklarını kesmek, Hanefi mezhebinde caiz değildir. Meyyitin ağzına, burnuna, kulak deliğine, gözlerine pamuk koymak caizdir.
.
İmanı gidene, mürtet denir!
16 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :15 Ekim 2024 22:21
Dine, kanunlara, akla, insanlığa uygun olmayan şeyler yapmamalıdır!
Sual: Bir Müslüman, imanı gideren bir şey yapınca veya söyleyince, bu Müslümanın imanı hemen gitmiş olur mu?
Cevap: Müslüman, imanın yok olmasına sebep olacağı söz birliği ile bildirilmiş olan şeyleri amden, istekle söyler veya yaparsa, kâfir olur. Buna mürtet denir. Mürtedin, mürtet olmadan önceki ibadetleri ve sevapları yok olur. Tekrar imana gelirse, zengin ise, yeniden haccetmesi lazım olur. Namazlarını, oruçlarını, zekatlarını kaza etmesi lazım olmaz. Mürtet olmadan önce, kazaya bırakmış olduklarını kaza etmesi lâzımdır. Çünkü, mürtet olunca, önceki günahlar yok olmaz. Mürtet olanın nikâhı fesholur, gider. İmana gelerek, tecdid-i nikâh etmeden önceki çocukları veled-i zina olur. Kestiği, leş olur, yenmez. İmanının gitmesine sebep olan şeyden tövbe etmedikçe, yalnız Kelime-i şehadet söylemekle veya namaz kılmakla, Müslüman olmaz! Mürtet olacak şeyi yaptığını inkâr etmesi de tövbe olur. Tövbe etmeden ölürse, Cehennem ateşinde ebedî olarak azap görür. Bunun için, küfürden çok korkmalı, az konuşmalıdır. Hadis-i şerifte;
(Hep hayırlı, faydalı konuşunuz. Yahut susunuz!) buyuruldu.
Ciddi olmalı, latifeci, oyuncu olmamalıdır. Dine, kanunlara, akla, insanlığa uygun olmayan şeyler yapmamalıdır. Kendisini küfürden muhafaza etmesi için, Allahü teâlâya çok dua etmelidir. Hadis-i şerifte;
(Şirkten sakınınız. Şirk, karıncanın ayak sesinden dahâ gizlidir) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki şirk, küfür demektir. Bu kadar gizli olan şeyden korunmak nasıl olur denildiğinde; (Allahümme innâ ne’ûzü bike en-nüşrike-bike şey’en na’lemühu ve nes-tagfirüke limâ lâ-na’lemühu duâsını okuyunuz!) buyuruldu. Bu duayı sabah ve akşam çok okumalıdır.
Sual: Ölen kimseyi yıkadıktan sonra, bunun alnına, burnuna, dizlerine pamuk konuyor, böyle yapmak dinen de uygun mudur?
Cevap: Meyyit yıkandıktan sonra, teneşir üzerinde, bez ile kurulanır. Saçları ve sakalı arasına, hanut denilen kokulu şeylerin karışımı veya kâfûrî konur. Safran koymak mekruhtur. Secde ettiği uzuvlarına, alnına, burnuna, dizlerine, el, ayak parmaklarına, kâfûrî serpilmiş pamuk konur.
Sual: Namaz kılarken gözleri yummanın namaza bir zararı olur mu?
Cevap: Namazda gözleri yummak tenzihen mekruhtur. Zihni dağılmasın diye yumarsa, mekruh olmaz
.
Resimli seccade ve elbise kullanmak
17 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :17 Ekim 2024 00:05
“Mendil, para gibi şeylerin üzerinde canlı resmi bulunmasının zararı yoktur."
Sual: Elbise, seccade, mendil veya bunun gibi şeylerde resim olmasının dinen mahzuru var mıdır?
Cevap: Seyyid Abdülhakim Arvâsî hazretleri;
“Üzerinde canlı resmi bulunan mendil, para gibi şeyleri kullanmak câizdir. Zira böyle şeyler mühândırlar, muhakkardırlar, muhterem değildirler” buyurmuştur. El-fıkh-u alel-mezâhibil-erbe’ada da böyle yazmaktadır. İbni Hacer-i Hiytemî Mekkî hazretleri, fetvasında buyuruyor ki:
“Mendil, para gibi şeylerin üzerinde canlı resmi bulunmasının zararı yoktur. Çünkü, canlı resmini, hürmet olunan yerlerde kullanmak caiz değildir, hürmet edilmeyen şeyler üzerinde caizdir.”
O hâlde, yerde ve yere serilen eşyada, yastık, sergi, mendil, para, mektup pulları üzerinde ve cep, çanta, dolap gibi kapalı yerlerde ve elbisenin göbekten aşağı kısımlarında bulunması caiz olup, göbekten yukarıda bulunması, asılması haramdır. Kadın resimlerini ve avret mahalli açık resimleri, şehvetsiz de olsa, her yerde kullanmak ve bunlara şehvetle bakmak haramdır. Hadîkada deniyor ki:
“Üzerinde yazı, hatta bir harf bulunan kâğıdı, örtüyü, seccadeyi yere koymak, yere sermek tahrimen mekruhtur. Bunları her ne için olursa olsun kullanmak ve yere sermek, hakaret etmek olur. Hakaret etmek için sermek veya kullanmak küfür olur. Duvara yazmak, yazıyı asmak caiz olur denildi.” Canlı resmi bulunan elbise ile namaz kılmak mekruhtur
Buradan anlaşılıyor ki, üzerinde Kâbe, cami resmi veya yazı bulunan seccadeleri namaz kılmak için yere sermek caiz değildir. Bunları zinet için duvara asmak caiz olur.
İslam dini, insanlarla alay edilmesine ve canlılara tapılmasına ve gençlerin fuhşa sürüklenmesine, evlilerin baştan çıkarılmasına alet olan insan resimlerini, heykelleri haram etmiş, canlıların anatomik parçalarının ve bitkilerin ve her çeşit, fizik, kimya, astronomi, inşaat resimlerini helal etmiş, serbest bırakmıştır. İlimde, teknikte lazım olan resimlerin yapılmasını, bunlardan fayda elde etmeyi emir buyurmuştur. İslam dini, her şeyde olduğu gibi, resimleri de, faydalı ve zararlı olmak üzere ikiye ayırmış, faydalı olanlarını emir, zararlı olanlarını yasak etmiştir. O hâlde, kâfirlerin, "Müslümanlar resme günah der, bu ise, gericiliktir" demesi, körü körüne bir iddia ve iftiradır
..
Namazı kaza edince tövbe de etmelidir
18 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :18 Ekim 2024 00:36
“Farz namazı, İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır."
Sual: Vaktinde kılınmayan, kazaya kalan namazlar kaza edilince, vaktinde kılmama günahından da kurtulmuş olunur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârda, buyuruluyor ki:
“Farz namazı, özürsüz yani İslamiyetin gösterdiği bir sebep olmadan vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, yalnız o namazı kaza edince affolmuyor. Namazı kaza ettikten sonra, ayrıca tövbe veya haccetmek de lazımdır. Kaza edince, yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza etmeden, tövbe edilince, terk günahı affolmadığı gibi, geciktirme günahı da affolmaz. Çünkü, tövbenin kabul olması için, günahtan sıyrılmak şarttır.
Sual: Cuma günleri ruhlar bir araya gelirler mi ve cuma günü ölenlere azap yapılmaz mı?
Cevap: Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleri ile tanışırlar ve bugün kabir azapları durdurulur. Bazı âlimlere göre, mü'minin azabı artık başlamaz. Kâfirin cuma ve ramazanda yapılmamak üzere, kıyamete kadar sürer. Bugün ve gecesinde ölen mü'minler kabir azabı görmez. Cehennem, cuma günü çok sıcak olmaz. Âdem aleyhisselâm cuma günü yaratıldı, cuma günü, Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı cuma günleri göreceklerdir.
Sual: Cenaze taşınırken gören Müslümanlar, ayağa kalkıp beklemeli mi, yoksa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bir yerden cenaze götürülürken, oradaki dükkânlarda, kahvehanede olan Müslümanlar, bu cenazeyi görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz arkasından yürümeli, ruhuna Fâtiha ve dua okumalıdır. Cenazeyi görünce, olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrimen mekruh olduğu, Merâkıl-felâh ve Halebî-i kebîrde yazılıdır. Cenazeyi taşıdıktan sonra, arkasından yürümelidir. Peygamber efendimiz, Sa’d bin Mu’âz hazretlerinin cenazesini taşımışlardı.
Sual: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' harfi bulunan yerde, nefesi yetişmeyip duran bir kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kur’ân-ı kerimdeki duraklardan 'lâ' bulunan yerde, nefesi yetişmeyip durulursa, evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet-i kerime sonunda durunca, tekrar edilmez.
Sual: Yalnız cuma günleri oruç tutmanın ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmanın bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Yalnız cuma günleri oruç tutmak ve yalnız cuma geceleri teheccüd namazı kılmak mekruhtur.
.
Camiye, eve, sağ ayakla girmeli
19 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :19 Ekim 2024 00:16
Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır.
Sual: Camiye, eve, tuvalete girerken ve çıkarken de, dinimizin bildirdiği belli bir ölçü var mıdır yoksa herkes istediği gibi, istediği şekilde girip çıkabilir mi?
Cevap: Camiye sağ ayak ile girilir ve camiden çıkarken de, önce sol ayak ile çıkılır. Uyûn-ül-besâirde;
“Camiye girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla camiye girilir. Önce sol ayakla çıktıktan sonra veya çıkmadan evvel, önce sağ ayakkabı giyilir” deniyor Hadîka'da da deniyor ki:
“İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki: Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Ayakkabı, gömlek giyerken, baş tıraş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, Müslümanın evine ve odasına girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden, odasından çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehaptır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur.”
Sual: Dinimize göre babasını, anasını öldüren bir kimse, bunların bıraktığı maldan, yani mirastan pay alabilir mi?
Cevap: Köle, meyyiti öldüren, başka dinden olanlar ve mürtetler yani Müslüman iken Müslümanlıktan dönenler miras alamaz. Katle, öldürmeye yardım eden de, kâtil gibi miras alamaz. Bunların akil ve baliğ olmaları da şarttır. Mürtede vâris olunur, fakat mürted, Müslümana vâris olamaz.
Sual: Bazı camilerde, cemaatle namaz kılarken, ön saflarda yer olduğu hâlde, ön tarafa gelmeyip, arkada tek başına duranlar oluyor. Bu kimselerin bu şekilde geride durarak kıldıkları namaz kabul olur mu?
Cevap: İmam ile cemaat arasında, iki saftan ziyade, fazla alacak boş meydan veya büyük havuz bulunursa, bunun gerisinde olanların, imama uyması caiz olur ise de, bunların geride yalnız olarak, imama uyup namaz kılmaları mekruh olur.
Sual: Erkeklerin ve hanımların, avret yerlerini sadece namaz kılarken mi örtmeleri gerekir?
Cevap: Müslüman olan erkeğin ve kadının, avret yerlerini örtmesi, namazda da, namaz dışında da farzdır.
.
İmanın var olduğunun alameti
20 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :19 Ekim 2024 23:25
İmanın alameti; hubb-i fillah ve buğd-ı fillahdır. Yani Allah için sevmek Allah için sevmemektir.
Sual: Bir kimsede imanın var olup olmadığı ne ile ve nasıl anlaşılır?
Cevap: İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir. Amentüdeki altı şeye inanmak, imandır. İmanın bunlardan da önce gelen asıl iki şartı ise gayba iman ve hubb-i fillah, buğd-ı fillahtır. İmanın, bir müminde var olması bu iki şarta bağlıdır:
Birincisi, gayba imandır ki, görmeden, kendi aklına, bilgisine danışmadan inanmaktır. Gayba iman esastır ve gayba iman etmek lazımdır. Çünkü dünyânın ve ahıretin bütün saadetleri, görmeden inanmaya bağlıdır. Can, rûh boğaza gelmeden önce iman etmiş olmalıdır. Can boğaza gelince, ahıretin bütün halleri gösterilir. O zaman bütün kâfirler iman etmek isterler. Hâlbuki imanın gaybî olması lazımdır. Görmeden inanmalıdır. Görülen şeye iman edilmiş olmaz. Fakat bu anda, müminlerin tövbesi kabul olunur.
İkincisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır. Bu iki şart yoksa, Amentüde bildirilen altı şarta bir kimse inansa da mümin olamaz. Hubb-i fillah; Allah için sevmek, buğd-ı fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemektir. İmanın alameti; hubb-i fillah ve buğd-ı fillahdır. Bir hadîs-i şerîfte;
(Allahü teâlânın bazı kulları vardır. Bunlar, Peygamber değildir. Peygamberler ve şehitler, kıyamet günü bunlara imrenirler. Bunlar, birbirini tanımıyan, uzak yerlerde yaşayan, Allah için birbirini seven müminlerdir) buyuruldu.
Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadet, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır ve imanın alametidir. İbadetlerin en üstünü olduğu bildirilen hubb-i fillah ve buğd-ı fillah da bu demektir. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, Müslümanları sevmek ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemektir.) Cenab-ı Hak, İsa aleyhisselama vahyderek;
(Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlukların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz) buyurmuştur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir Peygambere vahyetti ki, falan abide söyle; dünyada zühd ederek, nefsini rahata kavuşturdun ve kendini kıymetlendirdin. Benim için ne yaptın? Abid; ya Rabbî! Senin için ne yapılır? deyince Allahü teâlâ; düşmanıma, benim için düşmanlık ettin mi ve sevdiğimi benim için sevdin mi? buyurdu.)
.
Müslümanın çocuğu büluğa erince...
21 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :21 Ekim 2024 00:31
“Kız çocuğu küçükken; anasına, babasına tabi olarak Müslümandır. Büluğa erince, anasının, babasının dinine tabi olması devam etmez."
Sual: Bir Müslümanın çocuğu, büyüyüp, erginlik çağına girince, bu çocuğun Müslümanlığı yine devam eder mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Kız çocuğu küçükken; anasına, babasına tabi olarak Müslümandır. Büluğa erince, anasının, babasının dinine tabi olması devam etmez. İslamiyeti bilmeyerek büluğa erince, mürted olur. İmanın şartlarını öğrenip ve İslamiyete uymak lazım olduğuna inanmadıkça, Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah dese de, Müslümanlığı devam etmez. 'Âmentü billâhi’de bulunan altı şeyi öğrenip, bunlara inanması ve Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını kabul ettim demesi lazımdır.”
Sual: Namazın içindeki vaciplerinden birini bilerek yapmayanın namazı bozulur mu?
Cevap: Namazın vaciplerinden birini bilerek yapmamak, namazı bozmaz ise de, günah olur. Vacipleri unutarak yapmayan, Secde-i sehv yapar. Farzların ilk iki rek'atinde, Zamm-ı sûreyi unutan, üçüncü ve dördüncü rek'atlerde okuyup, sonra secde-i sehv yapar. Kıraati unuttuğunu rüküda hatırlayan, hemen kalkıp kıraati ve sonra rüküyu yapar. Bir farzı ve vacibi, vaktinden önce veya sonra yapan da, secde-i sehv eder. Zamm-ı sûrenin bir parçasını rüküda okuyana, ettehıyyatüden sonra az bir şey okuyarak, üçüncü rek'ati geciktirene, imam yüksek sesle okuyacağı yerde, hafîf sesle okursa ve hafîf sesle okuyacağı yerde yüksek sesle okursa, secde-i sehv yapmak lazım olur.
Sual: Büyük olan oğlan ve kız çocukları öldüğünde, kefenleri, aynen büyükler gibi mi olur?
Cevap: Büyük oğlan, adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir, küçük kız, iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu mesela kolu kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Sual: İma ederek bile namaz kılamayan kimse, iyileşince kılamadığı namazları kaza eder mi?
Cevap: Yatarak başı ile ima edemeyecek kadar ağır hastalığı yirmidört saatten çok devam eden kimseden, aklı başında olsa bile, namaz sakıt olur.
.
İmam olmakta öncelik hakkı
22 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :22 Ekim 2024 00:01
Fıkıh bilgilerini daha çok bilenin ve gözetenin, başkalarından önce imam seçilmesi lazımdır.
Sual: Birkaç kişi bir araya geldiğinde, cemaatle namaz kılacaklarında hangisinin tercihen imam olması gerekir?
Cevap: Fıkıh bilgilerini daha çok bilenin ve gözetenin, başkalarından önce imam seçilmesi lazımdır. Bundan sonra, tecvit ile okuyan seçilir. Hafız olması şart değildir. Bunlar birkaç kişi ise, vera sahibi olan seçilir. Vera, şüphelilerden kaçınmak demektir. Bundan sonra, yaşı çok olan seçilir. Bundan sonra, sıra ile, huyu, yüzü, nesebi, sesi, elbisesi güzel olan seçilir. Bunlar birkaç kişi ise, aralarından malı, mevkisi çok olan seçilir. Bunlar da benziyor ise, mukim misafire imam olur. Seçimde uyuşulmazsa, çoğunluğun seçtiği imam olur. Daha üstünü varken, başkası seçilirse, çirkin olur, fakat günah olmaz. Bir evde, ziyafette, seçim aranmadan, ev sahibi, ziyafet sahibi imam olur, yahut imamı bu seçer. Kiracı, ev sahibi demektir. İstenmeyen kimsenin imam olması mekruhtur. Bidat sahibi kimsenin imam olması da tahrimen mekruhtur.
Sual: Bir Müslüman, kendi mezhebinde güç olan bir emri, bir ibadeti, başka bir mezhebi taklit ederek yapabilir mi?
Cevap: Bir ibadeti, bir işi yapmak için, dört mezhepten birini taklit etmeye niyet etmek, o mezhebe uyarak yapmak lazımdır. Dört mezhebin her birinde, bir işin yapılması için, bir kolay yol, bir de güç yol vardır. Birinci yola Ruhsat, ikincisine Azimet yolu denir. Kuvvetli, hâli elverişli olanın, azimet ile amel etmesi efdaldir. Güç olan işi yapmak, nefse daha ağır gelir. Nefsi daha çok ezer, zayıflatır. İbadetler, nefsi zayıflatmak, kırmak için emir olundu. Çünkü nefis, insanın da, Allahın da düşmanıdır. Onu zayıflatarak azmasını önlemek lazımdır. Fakat, büsbütün öldürülmez, çünkü, bedenin hizmetçisidir. Zayıf, hasta, sıkışık hâlde olan kimsenin, ibadetlerinde, işlerinde azimet yolunu terk etmesi, ruhsat yolu ile yapması lazımdır. Kendi mezhebinin ruhsat yolu ile yapması da güç olursa, diğer üç mezhepten birini taklit ederek yapması caiz olur.
Sual: Deli olan veya 24 saat baygın kalan bir kimse, daha sonra kılamadığı namazları kaza eder mi?
Cevap: Deli olan veya bayılan kimse, yirmidört saatte ayılamazsa, iyi olunca, namazlarını kaza etmez. İçki, afyon, ilaç ile aklı giden kimse, kılamadığı her namazı kaza eder.
.
Gıybet etmemeli, edene de mâni olmalı!
23 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :23 Ekim 2024 00:19
Gıybet etmenin keffareti, üzülmek, tövbe etmek ve onunla helalleşmektir.
Sual: İnsanların hata ve kusurlarını, başkalarına söylemekte dinen bir mahzur var mıdır?
Cevap: Gıybet, bir Müslümanın veya gayr-i müslimin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Gıybet etmek haramdır, büyük günahlardandır. Bir kimseyi kötülemek gıybet olur. Gıybet ve iftira söylemek, büyük günah olduğu gibi, bunları dinlemek de haramdır.
Gıybet, insanın sevaplarının azalmasına, başkasının günahlarının kendisine verilmesine sebep olur. Bunları, her zaman düşünmek, insanın gıybet etmesine mâni olur.
Gıybet, üç türlüdür:
Birincisinde, ben gıybet etmedim, onda bulunan şeyi söyledim, der. Böyle söylemek, küfür olur. Çünkü, harama, helal demiş olur.
İkincisinde, gıybet olunana duyurmaktır. Büyük haram olur. Tövbe etmekle affedilmez. Onunla helalleşmek de lazım olur.
Üçüncüsünde, gıybet olunanın bundan haberi olmaz. Tövbe ve istiğfâr etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur.
Yanında gıybet yapıldığını işiten kimse, buna hemen mâni olmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Din kardeşine, onun haberi olmadan yardım eden kimseye, Allahü teâlâ dünyada ve ahırette yardım eder.)
(Yanında, din kardeşine gıybet edilince, gücü yettiği hâlde ona yardım etmeyen kimsenin günahı, dünyada ve ahırette kendisine yetişir.)
(Bir kimse, dünyada din kardeşinin ırzını korursa, Allahü teâlâ, bir melek göndererek, onu Cehennem azabından korur.)
(Bir kimse, din kardeşinin ırzından bir şeyi korursa, Allahü teâlâ, onu Cehennem azabından korur.)
Gıybet yapılırken, orada bulunan kimse, korkmazsa, söz ile, korkunca, kalbi ile reddetmezse, gıybet günahına ortak olur. Sözünü kesmesi veyahut kalkıp gitmesi mümkün ise, bunları yapmalı. Eliyle, başıyla, gözüyle menetmesi kafi gelmez. Açıkca, 'sus' demesi lazımdır.
Gıybet etmenin keffareti, üzülmek, tövbe etmek ve onunla helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek, riya olur, ayrı bir günah olur. Ölmüş olanı ve gayr-i müslimi gıybet etmenin de haram olduğu İbni Âbidînde yazılıdır.
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imam, cemaatin isteği ile, zamm-ı sure olarak daha uzun sureleri okuyabilir mi?
Cevap: Cemaat istese de, imamın, farz namazı kıldırırken kıraati, zamm-ı sureleri ve rüku, secde tesbihlerini sünnet olan miktardan fazla okuması tahrimen mekruhtur.
.
Evde cemaatle namaz kılmak
24 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :24 Ekim 2024 14:29
Namazı, evde cemaatle kılınca da, cemaat sevabına, yani yirmiyedi kat sevaba kavuşulur.
Sual: Bir Müslüman, evinde, hanımı ve çocukları ile cemaat yapıp namazını kılsa, cemaat sevabı alamaz mı, cemaat sevabı için camiye mi gitmek gerekir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Uyûn-ül-besâir’de deniyor ki:
“Özürlü olmadığı hâlde camiye gitmeyip, evinde ailesi ile cemaat yapan kimse, camideki cemaatin sevabına kavuşamaz. Yani, camiye mahsus olan, fazla sevaba kavuşamaz. Yoksa, evde cemaatle kılınca da, cemaat sevabına, yani yirmiyedi kat sevaba kavuşur. Şunu da bildirelim ki, iki cemaat de, şartlara, sünnetlere uygun olduğu zaman böyledir. Evdeki cemaat daha uygun ise, evde kılmak lâzımdır.”
Sual: Günah işleyen veya günah işleyecek kimseye, herkesin içinde, sert bir şekilde o günahtan vazgeçmesini söylemek, dinimizce uygun mudur?
Cevap: Haram, günah işleyecek kimseye gizlice nasihat edilir. Haram işlemekde olana, tatlılıkla orada söylenir. Herkese önce gizli, tenhada nasihat vermek, daha tesirli olur. Emr-i ma'rûf yapmanın üç şartı vardır:
Birincisi, Allahü teâlânın emrini ve yasağını bildirmeye niyet etmektir.
İkincisi, söylediğinin vesikasını, kaynağını bilmektir.
Üçüncüsü, hasıl olacak sıkıntılara sabretmektir. Yumuşak söylemek, sertlik yapmamak lazımdır. Sert söyleyen ve münakaşa eden fitne çıkmasına sebep olur.
Sual: Bazı kimseler, camiye girer girmez namaz kılıyorlar. Bu ne namazıdır ve kılınması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Camiye girince, iki rek'at namaz kılmak sünnettir. Buna Tehıy-yetül-mescid namazı denir. Camiye girince, farz, sünnet, kaza namazı gibi herhangi bir namaz kılmak, tehıy-yetül-mescid namazı yerine geçer. Bunlara, ayrıca tehıy-yetül-mescid diye niyet etmek lazım değildir.”
Sual: Bir ibadet, bir şartı bir mezhebe, başka bir şartı da başka bir mezhebe uyularak yapılırsa, böyle yapılan bir ibadet kabul olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidîn hazretleri, Redd-ül-muhtârda buyuruyor ki:
“Bir işin, bir ibadetin sahih olması için, dört mezhepten herhangi birine uygun olması lazımdır. Yani, o işin sahih olması için, bir mezhebde uyulması lazım olan şartların hepsine uygun olması lazımdır. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz.”
.
Temizliğe ve sıhhate dikkat etmelidir
25 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :24 Ekim 2024 22:40
Müslüman, hem temiz olur, hem de, sıhhatine çok dikkat eder.
Sual: Bir Müslümanın, kendisine verilen ömrü, yerli yerinde kullanabilmesi için temel olarak neye dikkat etmesi gerekir?
Cevap: Müslüman, hem temiz olur, hem de, sıhhatine çok dikkat eder. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerimde çeşitli yerlerde meâlen; (Temiz olanları severim!) buyuruyor. Bir zehir olan alkollü içkileri içmez. Çeşitli tehlikeleri ve zararları olduğu için menedilen domuz etini yemez. Livata yapanlarda yeni keşfedilen AIDS ismindeki bulaşıcı ve öldürücü hastalığın virüsünün, domuzlarda bulunduğu tesbit edilmiştir.
Hıristiyanlığın en revaçta olduğu Orta Çağ'da, büyük tıp âlimleri, yalnız Müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs'e tıp tahsil etmeye gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar, Müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa'ya götürdü ve haksız olarak “Çiçek aşısını bulan kimse” ünvanını aldı. Hâlbuki, tam bir zulmet diyarı olan o zamanki Avrupa'da insanlar, hastalıktan kırılıyordu.
Fransa Kralı Onbeşinci Louis 1774'te çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman veba ve kolera salgınlarına uğradı. Birinci Napolyon 1798’de Akka kalesini muhasara ettiği zaman, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, Müslüman Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştı. O zaman yazılan bir Fransız eserinde şöyle denmektedir:
“Türkler, ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Evvela dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve sabun ile uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu kadar onlara yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. En nihayet tekrar ellerini yıkadılar ve hastaların bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak ve tekrar dua ederek ve bizden hiçbir ücret veya hediye kabul etmeden yanımızdan ayrıldılar.”
Demek oluyor ki, iki asır evveline kadar Batılılar hastalıklara karşı tamamen çaresizdi ve ancak sonradan Müslümanlardan öğrenerek ve tecrübeler yaparak yani Kur'ân-ı kerimde emrolunduğu gibi gayret ederek bugünkü tıp ilmini öğrendiler
.
“Eshabım hasta olmaz!..”
26 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :25 Ekim 2024 23:26
"İslam dini, hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshabım temizliğe çok dikkat eder..."
Sual: İslamiyetin emir ve yasaklarına uyan bir kimse, kolay kolay hasta olmaz mı?
Cevap: Peygamber efendimiz, tıp bilgisini çeşitli şekillerde övdü;
(İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi.) Yani ilimler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sıhhat bilgisidir buyurarak, her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lazım geldiğini emretti. İslamiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir.
Bugün, bütün üniversitelerde okutuluyor ki, doktorluk iki kısımdır:
Biri hijiyen, sıhhati korumak.
İkincisi terapötik, hastaları iyi etmektir.
Bunlardan birincisi önce gelmektedir. İnsanları hastalıklardan korumak, tıbbın birinci vazifesidir. Hasta insan, iyi edilse de, çok kerre, arızalı kalır. İşte İslamiyet, tababetin birinci vazifesini, hijiyeni garanti etmiştir. Mevâhib-i ledünniyyede Kur'ân-ı kerimin tıbbın iki kısmını da teşvik buyurduğu, âyet-i kerimeler gösterilerek isbat edilmektedir.
Peygamber efendimiz, Rum İmparatoru Heraklius ile mektuplaşırdı. Bir defa, Heraklius birçok hediye göndermişti. Bu hediyelerden biri de, bir doktor idi. Doktor gelince;
-Efendim! İmparator beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava bakacağım! dedi. Resulullah efendimiz kabul buyurdu, kendisine bir ev verdiler. Günler, aylar geçti ama doktora kimse gelmedi. Doktor gelerek;
-Efendim! Size hizmet etmeye geldim ama bana bir hasta bile gelmedi. Boş oturdum, yiyip içtim, artık gideyim, diye izin isteyince, Peygamber efendimiz;
(Sen bilirsin. Eğer daha kalırsan, misafire hizmet etmek, ona ikram etmek, Müslümanların vazifesidir. Gidersen de uğurlar olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Çünkü, Eshabım hasta olmaz! İslam dini, hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshabım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça bir şey yemez ve sofradan, doymadan önce kalkar) buyurdu.
Sıhhatine ve temizliğe itina eden bir Müslüman, sağlam kalır, kolay kolay hasta olmaz. Ölüm haktır. Hiçbir kimse ölümden kurtulamaz ve herhangi bir hastalık sonucu ölecektir. Fakat, o vakte kadar sıhhatini koruyabilmesi, ancak Müslümanlıkta emredilen hususlara ve temizliğe riayet sayesinde olu
..
Dua ve sadaka belayı önler
27 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :26 Ekim 2024 23:03
"Kazâ-i mu’allakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız, ihsan, iyilik arttırır."
Sual: Bir kimse, dua etmekle, sadaka vermekle, kendisine gelmekte olan belayı durdurabilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Gazâlî hazretleri, İhyâ-ül’ulûm kitabında buyuruyor ki:
“Kazâ-i mu’allak, Levh-i mahfûzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir.” Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur.)
Duanın belayı defetmesi de, kaza ve kaderdendir. Kalkan, oka siper olduğu gibi, su, yerden otun yetişmesine ve havanın oksijen gazı, canlının hücrelerindeki gıda maddelerini yakıp hararet meydana gelmesine sebep olduğu gibi, dua da, Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebeptir. Bir hadis-i şerifte;
(Kazâ-i mu’allakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız, ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfûzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kazâ-i mu’allak ise, yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler. Ecel-i kazâyı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, Ecel-i müsemmâ değişmez. Ecel-i kazâ denilen, mesela, bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, haccederse ömrü altmış sene, bunları yapmazsa kırk sene diye takdir edilmesi gibidir.
Sual: Kur'ân-ı kerim bastırıp, kâr için satmak, dinen uygun mudur?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi bastırıp satanlar, bunu kitapçılık ticaretine âlet edenler, Kur’ân-ı kerim öğretilmesine, okunmasına sebep olmak niyyeti ile olursa, caiz ve sevap olur. Aldığı satış parası da helal olur. Fakat, böyle niyyetin alameti vardır ki, mal oluş fiyatına yakın, az bir kârla satmalıdır. Geçimi başka kitaplardan sağlanıyorsa, Kur’ân-ı kerimi kârsız satmalıdır. Şir’a kitabında deniyor ki:
“Mu’âz bin Cebel hazretlerine, falanca, Kur’ân-ı kerim yazıp satıyor dediklerinde, bu, Kur’ân-ı kerim satmak değildir. Kâğıt ve işçilik ücreti istemektir. Kur’ân-ı kerimi satmak demek, onu para ile, ücret ile öğretmektir buyurdu.”
Sual: Abdestte başın tamamını mı yoksa bir kısmını mı mesh etmek gerekir?
Cevap: Hanefi mezhebinde abdest alırken başın dörtte bir kısmını mesh etmek farzdır. Başın her tarafını, bir kerre mesh etmek ise sünnettir
.
Para karşılığında hatim okumak
28 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :28 Ekim 2024 00:51
“Para ile Kur’ân-ı kerim ve başka şeyler okutmak haramdır."
Sual: Para karşılığında, hatim, cüz, mevlid okumak, dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Bey ve Şirâ risâlesinde deniyor ki:
“Para ile Kur’ân-ı kerim ve başka şeyler okutmak haramdır. Bu parayı fakirlere sadaka verip, sevabını ölüye bağışlamalıdır. Ücret ile yalnız Kur’ân-ı kerim, din dersi öğretmek, imamlık, müezzinlik caiz görülmüştür.” Hadîka ve Berîka’da deniyor ki:
“Hafız pazarlık etmeden, Allah rızası için hatim, cüz veya mevlid okursa, okutanın hediyye ettiğini alması caiz olur. İtiraz ederse, aldığı haram olur.” İbni Âbidîn’de buyuruluyor ki:
“Hakimlik gibi ibadetleri, ücret şart etmeden kabul edip işe başlamalı, sonra ne verirlerse almalıdır.”
Hafız, çok verenle az vereni ayırt etmemelidir. Ayırt ederse, para kazanmak için hafız olmuş demektir. Bu ise, haramdır. Bunları, para düşünmeden, Allah rızası için okumalıdır.
Kur’ân-ı kerimi, geçim vasıtası yapan hafızlar, tecvitle okumayıp, teganni ile okuyanlar, gerçekten hamele-i Kur’ân değildir. Bunlar; (Çok hafızlar vardır ki, Kur’ân-ı kerim, bunlara lanet eder) hadis-i şerifinde bildirilenlerden olurlar.
Sual: Bazı hastalar ve kaza geçirenler için doktor, ilaç bulunsaydı ölmezdi deniyor. Böyle söylemek, dinen uygun mudur?
Cevap: Doktor ve ilaç bulmak, takdire bağlıdır. Allahü teâlâ, takdirine göre sebepleri yaratmaktadır. Bir yeri kesilen insanın eceli gelmedi ise, damarı bağlanır, ilaç verilir, ölmez. Eceli gelmiş ise, damarı bağlayacak biri bulunamaz, kanı akar, mikrop kapar ve ölür. Kalbi, yüreği hasta olana, ölmek üzere olan bir başkasının sağlam yüreği takılıp takılmaması da, ecelin gelip gelmemesine bağlıdır. Kalbin değiştirilmesi de hastayı muhakkak iyi yapmıyor, çoklarının ölmesine de sebep olmaktadır.
Sual: Bir evin kirasına karşılık olarak, bir tarlayı kiralamak ve namaz kılmak için yer kiralamak, dinimizce uygun mudur?
Cevap: Bir menfaati, başka cins bir menfaat karşılığı kiraya vermek caizdir. Evin kirası karşılığı olarak tarlayı kiralamak caizdir. Fakat, elbiseyi kiraya verip, kira olarak başka elbise almak caiz olmaz. Bir yeri, namaz kılmak için kiraya vermek caiz değildir. Bunun kirasını almak haram olur. Burasını bir iş yapmak için kiralamalı ve namaz da kılmalıdır.
.
Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikretmeli
29 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :29 Ekim 2024 00:47
“Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır..."
Sual: Çarşıda, pazarda veya iş yerinde çalışırken de, salevat, kelime-i tevhid ve benzeri tesbihleri söylemenin mahzuru olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gafiller arasındaki hatırlamanın sevabı çok olur. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Gafiller arasında Allahü teâlâyı zikreden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan gibidir ve ölüler arasındaki canlı gibidir ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi döğüşenler gibidir.) Bir kerre buyurdu ki: (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, bi yedihil-hayr, ve hüve alâ külli şey'in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevap yazılır.)
[Bu hadis-i şerifte olduğu gibi, sevap veya günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını, ahıretteki zamanları, dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren hadis-i şeriflerdeki çeşitli rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. Mesela bir kimseye, birkaç defa, zahmet çekerek gidip bulamayarak canı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on defa aradım, bulamadım, demesi gibidir.]
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki: “Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.” Bir kerre de buyurdu ki: “Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gün üçyüz rekat namaz kılmakta ve otuz bin tesbih okumaktadır.” Bazısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir.
Hülâsa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalır. Hatta bunlar, camide, namazda iken de, kalbleri dükkânın hesabındadır. Fikirleri dağınıktır.”
Sual: Bir kimse, vekiline, falan kimseye sadaka ver dese, vekil kendi parasından verse, sonra bunu, vekil edenden geri isteyebilir mi?
Cevap: Bir kimse, falana ödünç veya sadaka yahut hediye ver dese, vekil bunu verince, emredenden isteyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, isteyebilir.
.
İnsanlara kaba davranmak!
30 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :29 Ekim 2024 21:38
“Resullah efendimiz heybetli yani saygı ve korku hasıl ederdi. Fakat, kaba değil, nazik idi. Herkese acırdı..."
Sual: Bir kimsenin insanlara, hanımına, kocasına, çocuklarına hitab ederken, "lan, adi mal, şerefsiz, sapık..." gibi kelimeler kullanması, dinen uygun olur mu?
Cevap: Eshab-ı kiramdan Ebû Sa'îd-i Hudrî hazretleri, Peygamber efendimizin güzel hâllerini anlatırken;
“Resullah efendimiz heybetli yani saygı ve korku hasıl ederdi. Fakat, kaba değil, nazik idi. Herkese acır, kimseden bir şey beklemezdi. Saadet, huzur isteyen, Onun gibi olmalıdır” buyurmaktadır.
Resulullah efendimizin en büyük düşmanı olan ve mübarek vücuduna ve nazik ruhuna eziyet ve işkenceler yapan Ebu Cehil'e lanet ettikleri, sövdükleri görülmemiştir.
Kadınların kalbleri ince, nazik ve hislerine tabidirler. Hadis-i şerifte;
(Bir erkek, zevcesini döverse, kıyamette ben onun davacısı olurum) buyuruldu.
Dünya işlerindeki kusuru için, dövmek şöyle dursun, acı, sert bile söylememelidir.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri;
“Hiçbir bî edeb yani edepsiz, Allahü teâlânın rızasına kavuşamamıştır” buyurmaktadır.
Haram işleyeni görünce, gadaba gelmek, din gayretinden ileri gelir. Fakat, kızınca aklın ve İslamiyetin dışına taşmamak lazımdır. Ona, kâfir, münafık, deyyus ve diğer fuhuş, çirkin şeyler söylemek, haram olur. Söyleyenin ta'zir edilmesi, cezalandırılması lazım olur. Haram işleyeni görenin, buna cahil veya ahmak demesine izin verilmiş ise de, yumuşak, tatlı söyleyerek nasihat vermek, iyi olur. Hadis-i şerifte;
(Allahü teâlâ, her zaman yumuşak söylemeyi sever) buyuruldu.
Seâdet-i Ebediyyede Ta’zîr bahsinde buyuruluyor ki:
“Müslümana, ey kâfir, ey habis, ey sapık, ey facir diyen ta'zîr olunur. Ey münafık, Yahudi, Nasrani, kahpenin oğlu diyen ta'zîr olunur. Namussuzun oğlu, facirenin oğlu, kâfirin oğlu, fasıkın oğlu, hırsızların yuvası, zanilerin başı, haramzâde, oğlancı diyen ta'zîr olunur.
Ta'zîrin çoğunda, Allahü teâlânın hakkı ve kul hakkı birlikte vardır. Fakat kul hakkı daha çoktur. Ta'zîr, incitilen kimsenin affetmesi ile sakıt olur. Kul hakkını hâkim affedemez. Bir kimse, birine çeşitli kelimelerle veya birkaç kişiye bir kelime ile sövse, her biri için ayrı ayrı ta'zîr olunur. Çünkü kulların hakları birbirleri yerine geçmez.
Ta'zîr, haram işleyene ve sözü ile, hareketi ile, işareti ile, Müslümana haksız olarak eziyet verene yapılır.”
.
Vakit girmeden kılınan namaz
31 Ekim 2024 02:00 | Güncelleme :31 Ekim 2024 11:57
“Farz namazları vakti girmeden önce ve vakti çıktıktan sonra kılmak büyük günahtır."
Sual: Takvimdeki namaz vakitlerinde yanlışlık olursa veya ezan erken okunursa, vakit girmediği için kılınan o namaz kabul olur mu?
Cevap: Bu konuda İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn hazretleri, "Kebâir ve Segâir" kitabında buyuruyor ki:
“Farz namazları vakti girmeden önce ve vakti çıktıktan sonra kılmak büyük günahtır. Büyük günah, ancak tövbe etmekle affolur. Küçük günahları affettirecek şeyler çoktur. Tövbe ederken, kılmadığı namazları kaza etmesi lazımdır. Kabul olan hac, büyük günahları temizler diyen âlimler, namazları kaza etmek lazım olmaz dememişlerdir. Namazı vaktinden sonraya özürsüz olarak geciktirmek günahı affolur demişlerdir. Ayrıca kaza etmek lazımdır. Kaza etmeye gücü varken kaza etmezse, ayrıca büyük bir günah daha işlemiş olur.”
Hanefi mezhebinde iftitah tekbirini vakit çıkmadan alan, Şafii ve Maliki mezhebinde bir rekati vakit çıkmadan kılan kimse, namazını vaktinde kılmış olur. Namazın hepsi vakit içinde tamam olmazsa, küçük günah olur.
Sual: Bazı kimseler, (Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini beş vakit namazın sünnetlerini terk edenler için olduğunu söylüyorlar, gerçekten bu böyle midir?
Cevap: Şeyhülislâm Ahmed bin Süleymân bin Kemâl Pâşa hazretleri "Şerh-i hadîs-i erbaîn" kitabında;
(Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini şöyle açıklamaktadır:
“Bu hadis-i şerifte sünnet demek, İslamiyet yolu demektir. Çünkü, mümin kimse, büyük günah işlese de, şefaatten mahrum olmaz. Hadis-i şerifte; (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. Resulullah efendimizin Hak teâlâdan getirdiği dine tabi olmak lazımdır. Bunu terk eden, şefaate kavuşamaz.” "Şir'at-ül-islâm" kitabında deniyor ki:
“Bu hadis-i şerifteki sünnet, yapması vacip olan şeyler demektir. Bu da, Eshâb-ı kiramın, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînin imanı ve ibadetleridir. Bu sünnete yapışanlara, Ehl-i sünnet denir. O halde, hadis-i şerifin manası, inanılacak şeylerde, yapılacak ve sakınılacak işlerde Ehl-i sünnetten ayrılanlar, şefaate kavuşamıyacaklardır demektir.”
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imam ikinci rekatte oturmazsa, cemaat ne yapar?
Cevap: Dört rekatli farz namazın, ikinci rekatinde, imam oturmazsa, cemaat de oturmaz. Namazın sonunda secde-i sehv yapılır
.
Gazâya ve şehitlere verilen sevap
1 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :1 Kasım 2024 00:55
"Bir kavim gazâya niyet eylese, Allahü teâlâ onlar için Cehennemden kurtuluşuna berat yazar..."
Sual: Dinini, vatanını, namusunu korumak için harbe gidenlere ve şehit olanlara ne gibi sevaplar verilmektedir?
Cevap: Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn kitabında Hazret-i Hasan'dan rivayetle şöyle nakledilir:
“Hazret-i Ali bir gün insanları cihada teşvik ediyordu. Bir şahıs ayağa kalkıp;
-Ya imam, bize cihadın ve gazânın sevabından haber verir misiniz? dedi. Hazret-i Ali buyurdu ki:
-Bir gün Resul-i ekrem ile gazâya gidiyorduk. Senin gibi, ben de Resul-i ekreme; 'Ya Resulallah, bize gazâ ve cihadın sevabından haber verir misiniz?' diye arz edince buyurdular ki:
(Bir kavim gazâya niyet eylese, Allahü teâlâ onlar için Cehennemden kurtuluşuna berat yazar. Allahü teâlâ sefere hazırlananlarla meleklere övünüp, buyurur ki; “Görün, benim kullarımı, benim yolumda gazaya hazırlanırlar.” Hak teâlâ melekler gönderir ve onları hıfzederler. Her sevapları iki kat yazılır. Harp için yola çıkınca, o kadar sevap verir ki, dünyadaki bütün insanlar katip olsalar, onun hesabında aciz olurlar. Harbe başlayınca, melekler onları çevirip, yardım ve zafer için dua ederler. Arş'ın altından bir melek, “El-cennetü tahte zılâl-issuyuf” yani Cennet kılıçların gölgesi altındadır diye, nidâ edip, çağırır. Kılıç dokunup, her şehit olana, sıcak günde soğuk su içmiş gibi, lezzetli gelir. Yere düşmezden evvel, kendisine müjde verilir. Yere düşünce bir ses; “Merhaba ey temiz ruh! Temiz bedeninden çıktın. Allahü teâlâ senin için Cennetinde o kadar sevap, ecir, mülk ve nimetler hazırlamıştır ki, ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ve ne de kimsenin hatırına gelmiştir" denir.)
Resul-i Ekrem efendimiz devamla buyurdu ki:
(Allahü teâlâ o şehit hakkında buyurdu ki; “Her kim onu razı ederse, beni razı eder. Her kim onu incitirse, beni incitir.” Allahü teâlâ, şehitlerin ruhlarını yeşil kuşların kursağına koymuştur. Cennete girip, yemişlerinden yerler. Şehide Cennet-ül firdevste yetmiş köşk verirler.)
Resulullah efendimiz daha sonra yemin edip, buyurdu ki:
(Kıyamet gününde, şehitler yerlerinden kalkıp, mahşer yerine gelirler ve süslü kürsüler üzerine otururlar. Her şehit evladından, ehlinden, akrabasından ve ahbabından çok kişiye şefaat edecektir.) Hazret-i Ali 'Server-i Enbiyâ bunu böyle buyurdular' demiştir.
.
Yemekte, içmekte bidat olur mu?
2 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :2 Kasım 2024 00:31
“Bidat, dinden olmayan, ibadet olmayan, âdet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez."
Sual: Yemede, içmede, giyinmede, ulaşım vasıtalarında ve ev işlerinde de bidat olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka-tün-nediyye kitabında deniyor ki:
“Bidat, dinden olmayan, ibadet olmayan, âdet olan bir şey ise, dinimiz bunu reddetmez. Yemekte, içmekte, elbisede, seyrüsefer, ulaşım vasıtalarında ve bina, mesken, ev işlerinde, ibadet yapmak, yani Allahü teâlâya tekarrüb, yakınlık niyet etmeyip, yalnız dünya işi düşünülürse, bunlar bir ibadeti yapmaya mâni olmadıkça veya bir haramı işlemeye sebep olmadıkça, bidat olmazlar. Dinimiz bunları menetmez.”
Bidat üç türlüdür:
1-İslamiyetin küfür alameti dediği şeyleri zaruret olmadan kullanmak, en kötü bidattir. Kâfirlere hile olarak kullanmanın caiz olur denildiği Berîkada yazılıdır.
2-Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da kötü bidattir.
3-İbadet olarak yapılan yenilikler, reforumlar, amelde bidat olup büyük günahtır. Âlimler, ameldeki, ibadetteki bidatleri ikiye ayırmışlar, hasene ve seyyie demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri âlimlerin hasene dedikleri bidatlere bidat dememiş, sünnet-i hasene demiştir. Bidat-i seyyie dediklerine bidat demiş, bunları çok kötülemiştir. Vehhâbîler ise, hasene denilen, beğenilen bidatlere de, seyyie demiş, bunları yapanlara kâfir, müşrik demişlerdir.
Sual: Gasbedilmiş, çalınmış veya izinsiz olarak alınmış mal ve para ile ticaret yapmak, dinimizce uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“Başkasının malını ondan izinsiz olarak, zorla almaya, gasbetmek denir. Gasb, haram olduğu gibi, gasbedilen malı kullanmak da haramdır. Başkasının malını izinsiz alıp, kullanıp, sonra geri vermek, malda ayıp ve kusur hasıl olmasa bile, haram olur. Kendisine emanet bırakılan veya gasbettiği malı, parayı ticarette yahut başka yerde kullanıp da, bundan kazanç sağlamak caiz değildir. Kazandığı şey haram olur. Bunu fakire sadaka vermesi lazım olur. Birinin malını, parasını şaka olarak da alıp saklamak haramdır. Çünkü böylece, başkasını üzmüş oluyor. Başkasına eziyet vermek de haramdır.”
Sual: Anadolu'nun bazı yerlerinde tezek yakılıyor. Bu tezeklerin külleri necis olur mu?
Cevap: Necaset yanınca, külü temiz olur. Tezek yakarak ısıtılan fırında, ekmek pişirili
..
İbadetlerin önemine göre sıralaması
3 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :2 Kasım 2024 22:24
Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır: Farz, vacib, sünnet, nafile.
Sual: Dinimizin ibadet olarak emrettikleri nelerdir, bunların önemine göre sıralaması nasıldır?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Meşrû'ât, yani ibadetler, Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır: Farz, vacib, sünnet, nafile. Allahü teâlânın açık olarak bildirdiği emirlerine Farz; açık olmayıp, zan ederek anlaşılan emirlerine Vacib denir. Farz veya vacib olmayıp, Resulullah efendimizin kendiliğinden emir ettiği veya yaptığı ibadetlere Sünnet denir. Bunları devamlı yaparak, nadiren terk etmiş ve terk edenlere bir şey dememiş ise, Sünnet-i hüdâ veya Müekked sünnet denir. Bunlar, İslam dininin şiârıdır yani, bu dine mahsusturlar. Başka dinlerde yoktur. Vacipleri terk edeni görünce, terk etmesine mâni olurdu. Kendisi ara sıra terk etmiş ise, Sünnet-i gayr-ı müekkede denir. Müekked sünneti, özürsüz olarak devamlı terk etmek mekruh, küçük günah olur. Allahü teâlâ, bütün ibadetlere sevap vereceğini vadetti, söz verdi. Fakat, ibadete sevap verilmesi için, niyet etmek lazımdır. Niyet, emre itaat ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek demektir.
Bu üç kısım ibadeti belli zamanlarda yapmaya Edâ etmek denir. Zamanında yapmayıp, zaman geçtikten sonra yapmaya Kazâ etmek denir. Edâ veya kazâ ettikten sonra, kendiliğinden tekrar yapmaya Nâfile ibadet denir. Farzları ve vacibleri nâfile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmaktan daha çok sevap olur.
Resulullah efendimizin ibadet olarak değil de, âdet olarak, devamlı yaptığı şeylere Sünnet-i zevâid denir. Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması böyledir. Bunları yapanlara da sevap verilir. Bunlara sevap verilmesi için, niyet etmek lazım değildir. Niyet edilirse, sevapları çoğalır. Zevâid sünnetleri ve nâfile ibâdetleri terk etmek mekruh olmaz.”
Bunlarla beraber, âdete bağlı şeylerde de Resulullah efendimize tabi olmak, dünyada ve ahırette, insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar.
Sual: Maliki mezhebinde, kullanılmış su ile de abdest alınabilir mi?
Cevap: Menâhic-ül-ibâd kitabında deniyor ki:
“Müstamel, kullanılmış su, Maliki mezhebinde hem temizdir, hem de temizleyicidir. Yani müstamel su ile abdest alınır ve gusül edilir.
.
İslam âlimlerinin yazdıkları nasihattir
4 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :4 Kasım 2024 00:53
“Bu nasıl imandır? Nasıl Müslümanlıktır? Ne kitaptan, ne sünnetten nasihat alınıyor!..”
Sual: İslam âlimleri, din büyükleri, dinin emir ve yasaklarını, sözle ve yazı ile bildirerek, talebelerine ve sevenlerine hep nasihat etmişler midir?
Cevap: Evet hep nasihat etmişlerdir. Mesela Muhammed Ma’sûm hazretleri Mektûbât kitabında, sevenlerine hitaben, nasihat olarak buyuruyor ki:
“Yazıklar olsun, ömür geçti, gitti. Bir hayırlı iş yapmadım. Dünyanın vefasız, yalancı olduğu, şimdi daha iyi anlaşıldı. Hayatı, hayal oldu. Fitneleri, dertleri bitmedi. Ahbap, arkadaşlar, öldüler, gittiler. Bu hâlleri görüp de, gafletten uyanmıyor, ibret almıyoruz. Pişman olmuyoruz. Tövbe etmiyoruz. Gaflet devam ediyor, günahlarımız artıyor. Allahü teâlâ, Tevbe sûresinin 127. âyetinde meâlen; (Görmüyorlar mı ki, her sene, bir iki kerre, dertlere, belalara yakalanıyorlar. Yine tövbe etmiyor, pişman olmuyorlar) buyurdu. Bu nasıl imandır? Nasıl Müslümanlıktır? Ne kitaptan, ne sünnetten nasihat alınıyor. Ne de, başa gelen dertlerden, hadiselerden ibret alınıyor. Uzun seneler, beraber yaşadıkları, birlikte gezip dolaştıkları, yiyip içtikleri, yatıp kalktıkları ahbaplarını, arkadaşlarını düşünsünler. Sevdiklerinin, birlikte eğlendiklerinin, yardımcılarının ne olduklarını görmüyorlar mı? Hiçbirinden bir şey kaldı mı? Onlardan haber verenler var mı? Ömürlerinin harmanını rüzgâr götürdü...
Ya Rabbî! Onların ecrinden, feyzinden bizi mahrum eyleme! Onlardan sonra, bizi fitnelere düşürme! Biz garibler, birkaç günlük ömrümüzü gaflet ile geçirmemeye gayret edelim. Tavşan uykusu ile yaşamayalım! Kalblerimizi geçici, yaldızlı, sahte lezzetlere kaptırmıyalım! Bu zehirli tatlılıklara aldanmıyalım! Allahü teâlânın emrettiği ibadetleri, razı olduğu iyi işleri yapalım! Nefis ve şeytanın ve kötü kimselerin yalanlarına, fitnelerine inanmayalım! Kabir ve kıyamet azaplarını düşünerek, kendimizi şimdiden koruyalım! Bu kısa hayat ve aslı olmayan görünüşü bırakıp, ölmeden ölmekle şereflenelim! Aslımızın hiç olduğunu düşünelim! Emanet edilen ziynetleri takarak övünen ahmak kimse ile herkes alay eder. Bozuk, hileli mal satanı kimse sevmez. Varlık ve var olana yakışan her şey, hakiki var olanındır. Önü ve sonu yokluk olanın, kemali, kendi yokluğunu anlamasıdır. Kişi noksanını bilmek gibi, irfan olmaz!”
.
Teyemmüm yapmadan su aramalıdır
5 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :4 Kasım 2024 22:31
Suyunun bittiğini zanneden kimse, namazdan sonra suyunu görse, teyemmüm ile kıldığı namazı iade eder.
Sual: Teyemmüm yapmadan su aramak gerekir mi, gerekirse arama mesafesi ne kadar olacaktır ve namaz vakti girmeden de teyemmüm yapılabilir mi?
Cevap: Teyemmüm edilebilecek şey ile teyemmüm edilemeyecek şey karışık ise, yarıdan çok olanın ismi verilir. Teyemmümü, namaz vaktinden önce yapmak ve bir teyemmüm ile çeşitli namaz kılmak Hanefi mezhebinde caizdir. Diğer üç mezhebde, namaz vakti çıkınca teyemmüm bozulur. Misafir, bir milden yani 1920 metreden az, Maliki mezhebinde iki milden az uzakta su bulunacağını alametlerle veya akıllı, baliğ ve adil bir Müslümanın haber vermesi ile, çok zan ettiği zaman her tarafa doğru, dörtyüz zrâ' yani ikiyüz metre giderek veya birini göndererek yahut mümkün ise, yalnız bakarak suyu araması farz olur. Çok zan etmezse, suyu araması lazım olmaz. Yanında adil biri bulunan bir kimse, suyu sormadan teyemmüm edip namaza dursa, sonra su olduğunu haber alsa, su ile abdest alıp namazı iade eder. Bir milden uzakta su varken teyemmüm ile namaz kılmak caizdir. Eşyası arasında su bulunduğunu unutan kimse, şehirde, köyde değilse, teyemmüm ile namaz kılabilir. Suyunun bittiğini zanneden kimse, namazdan sonra suyunu görse, teyemmüm ile kıldığı namazı iade eder. Abdestsiz kılan da, abdestsiz olduğunu hatırlayınca, namazı iade eder
Sual: Secde-i sehv yapmak için iki tarafa da selam vermek gerekir mi?
Cevap: Secde-i sehv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturur ve namazı tamamlar. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehv yapmak caizdir.
Sual: Vücudunun her yeri yara olan bir kimse, gusül gerektiğinde ne yapar, nasıl gusül alır?
Cevap: Cünüp kimsenin vücut yüzeyinin yarıdan fazlası yara veya çiçek, kızıl gibi ise, gusül için teyemmüm eder. Derisinin çoğu sağlam ise ve yaralı kısımları ıslatmadan yıkanması mümkün ise, su ile gusül edip, yaraların üzerini mesh eder. Mesh etmek zarar verirse, üzerine bir veya birkaç bez koyup, bunu mesh eder. Elleri yara olan, yüzünü ve ayaklarını suya sokar. Suya sokamazsa, teyemmüm eder.
Sual: Kendisine su ile abdest aldıracak bir bakıcısı bulunan bir hasta, teyemmüm yapabilir mi?
Cevap: Su ile abdest aldıracak bir yardımcısı bulunan hasta, teyemmüm etmez
.
Dinin temel direği, fıkıhtır
6 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :6 Kasım 2024 14:37
“Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar, Zındık olur!"
Sual: Dinimizi doğru öğrenebilmek için, İslami ilimler içinde, bir Müslüman için en kıymetli ve en lüzumlu ilim hangisidir?
Cevap: Tefsir, hadis ve kelam ilimlerinden sonra, en şerefli ilim fıkıh ilmidir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nafile namaz kılmaktan daha sevaptır. Âlimlerden okumak da, yalnız okumaktan daha sevaptır. Fıkıh ilminin şerefini bildiren hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakih yapar.)
(Bir kimse fakih olursa, Allahü teâlâ, onun özlediği şeyleri ve rızkını, ummadığı yerlerden gönderir.)
(Allahü teâlânın en üstün dediği kimse, dinde fakih olan kimsedir.) İmâm-ı a'zam Ebû Hanife hazretlerinin üstünlüğünü göstermeye, yalnız bu hadis-i şerif yetişir.
(Şeytana karşı bir fakih, bin âbidden, çok ibadet yapandan daha kuvvetlidir.)
(Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.)
(İbadetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.)
İmam-ı Mâlik hazretleri buyuruyor ki:
“Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar, Zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan Bidat sahibi yani sapık olur. Her ikisini edinen, hakikate varır.”
Sual: Hasta ve yaşlı bir kimse, namazda rüku ve secdeye giderken bir yere dayanarak gidebilir ve bir yere dayanarak kalkabilir mi?
Cevap: Hasta ve ihtiyar, yaşlı olan bir kimse, secde için eğilemezse ve başını secdeden kaldıramazsa, sandalyeye veya bir şeye dayanarak secdeden başını kaldırır veya eğilir. Yahut bunları yapmak için, bir kimse buna yardım eder.
Sual: Bazı kimseler, başkaları görmesin diyerek ibadetlerini gizlemekte ve insanlara göstermekten utanmaktadır. Böyle yapmak ve utanmak, dinen uygun mudur?
Cevap: İbadetlerini başkalarına göstermekten hayâ etmek caiz değildir. Hayâ, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten ve emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmaktan din kitabı, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumaktan hayâ etmek caiz değildir. (Hayâ imandandır) hadis-i şerifindeki hayâ, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır.
.
Abdest, gusül ve teyemmümün faydaları
7 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :6 Kasım 2024 22:15
Abdest ve guslün bedenî faydalarının yanında, ruh sağlığı yönünden de faydası çoktur.
Sual: İbadet maksadıyla alınan abdestin, guslün ve su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmümün, insan bedenine, insan sağlığına ne gibi faydaları vardır?
Cevap: İbadet maksadıyla yapılan abdest ve gusül, beden sağlığımız için pek çok faydaları hasıl etmektedir. Bedeni faydalarının yanında, ruh sağlığı yönünden de faydası çoktur. Tesbit edilen sayısız faydalarından bazıları şöyle sıralanabilir:
1-Günlük hayatımızda, ellerimizin dokunmadığı yer, kapmadığı mikrop kalmıyor. İşte abdest alırken, el, yüz ve ayakları yıkamak, cilt hastalıkları ve iltihapları için en güzel bir korunmadır. Mikroplar, parazit bakterilerin bazıları vücuda deri yoluyla dahil olurlar.
2-Solunum sistemimizin bekçiliğini yapan burnu yıkamakla, toz ve mikrop yığınlarının vücuda girmeleri önlenmiş olmaktadır.
3-Yüzün yıkanması, cildi kuvvetlendirir, başdaki ağırlığı ve yorgunluğu hafîfletir. Damarları ve sinirleri harekete geçirir. Devamlı abdest alanların, ihtiyarlasalar, yaşlansalar bile yüzlerindeki güzelliklerinin gitmemesi bu yüzdendir.
4-Cünüblüğe sebeb olan hallerde büyük bir enerji harcanmakta, kalb ve dolaşım hızı artmakta, solunum hızlanmaktadır. Vücudun aşırı çalışmasıyla da yorgunluk, bitkinlik, uyuşukluk ve gevşeklik hissedilmekte, umumiyetle zihni faaliyetler oldukça yavaşlamaktadır. Gusül ile vücud eski zindeliğini kazanır. Vücudu belirli aralıklarla devamlı yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden fevkalade önemlidir.
5-Abdest ve gusül abdestinin, dolaşım sistemi üzerinde de olumlu tesirleri bulunmaktadır. Damarlardaki sertleşme ve daralmayı önler. Abdestte mevzii bir uyarılma vardır. Lenf sistemi, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkası ve bademcikler yıkanarak uyarılmaktadır. Ayrıca boyun ve yanlarının yıkanması da, lenf sistemine tesir eder. Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf dolaşımı sayesinde, lenfosit denen savaşçı hücreler vücudu zararlı unsurlardan korurlar ve vücut direncini arttırırlar.
6-Su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmüm de büyük ölçüde vücuttaki statik elektriği yok etmektedir.
Sual: Yeni müslüman olan bir kimsenin, mutlaka gusül abdesti alması gerekir mi?
Cevap: Yeni müslüman olan bir gayr-i müslimin, müslüman olunca, gusül abdesti alması müstehabtır.
.
Evliyanın yanına defnedilmek
8 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :8 Kasım 2024 00:43
Hazreti Hüseyin'in türbesinden iki bin adım uzakta defnedilen biri affa kavuştu.
Sual: Evliya kulların yanına defnedilmenin faydası olur mu?
Cevap: Zübde-tül-makâmât kitabında konu ile alakalı olarak şöyle buyurulmaktadır:
Bakara suresinin 237. âyetinde meâlen; (Eğer affederseniz, takvaya daha yakın olur) ve Nisâ suresinin 48. ve 116. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ, dilediğinin, şirkten yani küfürden gayri günahlarını affeder) ve Mâide suresinin 38. âyetinde meâlen; (Bir kimse, zulüm yani günah işleyip, sonra tövbe eder ve salih amel işlerse, Allahü teâlâ tövbesini, elbette kabul eder) buyurulmuştur. Bunlar gibi, tövbenin kabul olunacağını bildiren otuz kadar âyet-i kerime vardır. Herhangi bir kul, fısk, fücur, günah işleyip, sonra tövbe edince, affa kavuşuyor da, Resulullah efendimizin Eshabı hilafet işinde yanılsalar bile, tövbe etmeyip affa kavuşmadıkları biliniyor mu diye hazret-i Hüseyin'in türbesindeki türbedara sordum cevap veremedi. Sonra da kendisine Bağdat müftüsü Arûszâde Efendi'nin, hazret-i Hüseyin'in türbedarından işittiği şu hadiseyi anlattım:
Hazret-i Hüseyin bir gece rüyada türbedara görünerek, yarın İran'dan bir cenaze getirilecektir. Onu, sakın bana yakın defnettirme, dedi. Ertesi gün İran'dan bir cenaze getirildi. Türbe yanına defnetmek istediler. Önce izin vermemiş ise de, çok zengin olduklarından çok para vermişler. O da, izin vermiş. İki bin adım kadar uzak bir yere defnetmişler. O gece, hazret-i Hüseyin, rüyada görünerek, türbedara darılır. Türbedar pişmân olduğunu, affetmesi için yalvarır. Ertesi gece, yine görünüp, yine darılır. Türbedar, ertesi gün, meyyiti oradan çıkaracağını, uzaklaştıracağını söyler. Hazret-i Hüseyin; “Bizim yanımızda iki gece yatan affolunur. O, affolundu. Lakin, ben çok sıkıldım” buyurur. Mevtanın da, türbedarın da affolunduğuna işaret buyurdular.
Türbedar, bunları Arûszâde'ye anlatınca, kıymetli müftü, türbedara karşılık “İmam-ı Hüseyin'in kötü dediği bir fasık, türbesinden iki bin adım uzakta, iki gece kalmakla affa kavuşuyor da, Şeyhayn yani hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer bin küsur seneden beri, Peygamber efendimiz ile yan yana yattığı hâlde affa kavuşamadılar mı?” diye sorar. Türbedar, şaşırıp bir şey diyemez. Aciz, cahil olduğu açığa çıkar. Ne güzel bir susturuş, ne büyük bir mahcubiyet
.
Peygamberleri şehit ettiler
9 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :8 Kasım 2024 23:16
Sual: Yahudilerin kendilerine gönderilen Peygamberlere eziyet ettikleri hatta öldürdükleri doğru mudur?
Cevap: Yahudiler, Yakub aleyhisselâmın oniki oğlundan türemişlerdir. Yakub aleyhisselâmın adı İsrâîl olduğu için, bunlara “Benî İsrâîl”, yani İsrâîl oğulları denildi. İsrâîl, Abdullah demektir. Musa aleyhisselâm Tûr Dağı’na gidince, bunlar dinden çıktı. Buzağıya taptı. Sonra pişman olup tövbe ettikleri için, Yahudi denildi. Yahudi, hidayeti, doğru yolu bulucu demektir. Yahudiler, Musa aleyhisselâma çok eziyet etti. Sonra gelenleri, bin Peygamberi şehit etti. İsa aleyhisselâmı babasız çocuk diye kötülediler. Annesi hazret-i Meryem’e kötü kadın dediler. Bunları öldürmek için saldırdılar. Ahir zaman Peygamberi Muhammed aleyhisselâmı zehirlediler. Hazret-i Osman zamanında, fitne çıkararak, halifenin şehit edilmesine sebep oldular. Hurufiliği meydana çıkarıp, Müslümanları parçaladılar, birbirine düşman ettiler. Abdülkadir-i Geylânî hazretleri, hurufilerin onbeş işte Yahudilere benzediklerini bildirmektedir. Hurufîliği Abdullah bin Sebe adında bir Yahudi ortaya çıkarmıştır. Asırlarca, Allah’ın gönderdiği dinleri, Peygamberleri yok etmeye uğraştılar. Dinleri yok etmek için masonluğu kurdular. Miladi 1918’de biten Birinci Cihan Harbinden sonra, ırz, namus ve din düşmanı olan komünist devletler kurdular. Bir yandan da, önce İstanbul, sonra Mısır Hahambaşı olan Hayım Naum, dünyanın biricik İslam devleti Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak için, kapitalist ve emperyalist devletler arasında fırıldaklar çevirdi. Neticede, İslam âleminin liderliğini yapan koca imparatorluk parçalandı. Müslümanlara gerici denildi. İslamiyet kuvvetsiz kaldı. Yok olmaya yüz tuttu.
Sual: Şeytana lanet etmeyi dinimiz emretmiş midir, lanet edilmezse zararı olur mu?
Cevap: Bir kimse, Allahü teâlânın emirlerini yapsa ve yasaklarından, haram ettiklerinden kaçınsa, fakat ömründe bir kere bile şeytana lanet etmese, bunun için, bu kimse ahirette sorguya çekilmeyecektir. Sen, şeytanın dostu idin, denilmeyecektir. Bir kimse de, emirleri yapmayıp, her gün şeytana yüzlerce defa lanet eylese, ahirette sorguya çekilecek, şeytana lanet etmesi, onu azaptan kurtarmayacaktır. Bu kimse, şeytanın düşmanı değil, dostu sayılacaktır
.
Peygamber efendimiz işitir
10 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :9 Kasım 2024 23:17
Hadis-i şerifte "Vefatımdan sonra da, diri iken olduğu gibi işitirim" buyuruldu.
Sual: Peygamber efendimizin, vefatından sonra kendisi için söylenen salevatları işitmez diyenler oluyor. Bunların söylediklerinde doğruluk payı var mıdır?
Cevap: Resulullah efendimizin, kabrinde, bilinmeyen bir hayat ile diri olduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır.
(Kabrim başında söylenen salevatı işitirim. Uzaktan söylenen salevat bana bildirilir.)
(Bir kimse, kabrim başında bana salevat okursa, Allahü teâlâ bir melek gönderip, bu salevatı bana bildirir. Kıyamet günü ona şefaat ederim) hadis-i şerifleri, meşhûr altı hadis kitabında yazılıdır.
Bir Müslüman, dünyada iken tanıdığı bir Müslümanın kabri yanına gidip selam verse, kabirdeki kimse, selam vereni tanır ve cevap verir. İbni Ebiddünyânın haber verdiği hadis-i şerifte, Müslüman meyyitin, selam vereni tanıdığı ve sevindiği ve cevap verdiği haber verilmektedir. Tanımadığı mevtalara selam verirse selama sevinerek cevap verirler. Salihler ve şehitler selam vereni tanır ve cevabını verir de, Resulullah efendimiz tanımaz olur mu? Gökte güneş her tarafa ışık saldığı gibi, Resulullah efendimiz de, bir anda her yerde söylenen selamlara, o anda cevap verir. Bir hadis-i şerifte;
(Vefatımdan sonra da, diri iken olduğu gibi işitirim) ve Ebû Ya'lânın bildirdiği hadis-i şerifte;
(Peygamberler aleyhimüsselâm kabirlerinde diridir. Namaz kılarlar) buyuruldu.
İmâm-ı Beyhekînin Ebû Hüreyre hazretlerinden haber verdiği hadis-i şerifte;
(Bir kimse bana selam verince, Allahü teâlâ ruhumu cesedime verir. Onun selamını işitirim) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî hazretleri, Peygamberler kabirlerinde, bizim bilmediğimiz bir hayat ile diridirler buyurmuştur.
İbrahim bin Bişar ve seyyid Ahmed Rıfâ'î ve daha nice velîler, Resûlullaha verdikleri selamın cevâbını işitmişlerdir.
Celâleddîn-i Süyûtî hazretlerine;
-Seyyid Ahmed Rıfâ'înin Resûlullah efendimizin mübarek elini öpmüş olduğu doğru mudur? dediklerinde, cevap olarak Şeref-ül-muhkem adında bir kitap yazmıştır. Bu kitabında, Resulullah efendimizin, Kabr-i saadetlerinde, bilinmeyen bir hayatla diri olduğunu ve selamları işitip cevap verdiğini, aklî ve naklî delîller ile isbat etmiştir. Mirâc gecesi, Resulullah efendimizin, Musa aleyhisselamı, kabrinde namaz kılarken gördüğünü de, bu kitabında bildirmiştir.
.
'Salih kulların hürmetine' demek
11 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :10 Kasım 2024 22:54
Allahü teâlânın sevdiklerine verdiği hak ve hürmet için, Allahü teâlâya dua etmek caizdir.
Sual: 'Peygamberlerin, salih kulların hatırına, hürmetine...' diyerek dua etmek mahzurlu mudur?
Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:
“Dua ederken, Peygamberlerin hakkı için veya diri yahut ölü olan bir velinin hakkı için diyerek, Allah'tan bir şey istemek tahrimen mekruhtur. Çünkü, Allahü teâlâda hiçbir mahlukun hakkı yoktur denildi. Fakat, Allahü teâlâ sevdiği kullarına söz vererek, kendinde onlar için hak tanımıştır. Kullarına, kendinde hak ihsan ettiğini Kur'ân-ı kerimde bildirmiştir. Mesela, bir âyet-i kerimede meâlen; (Müminlere yardım etmek, üzerimize hak oldu) buyuruldu.”
Bezzâziyye fetvâsında deniyor ki:
“Ölü veya diri olan bir velinin veya bir nebinin ismini söyleyerek, bunun hürmeti için dilekte bulunmak caizdir.” Şir'a şerhinde;
“Peygamberlerini ve salih kullarını vesile ederek dua etmelidir. Hısn-ül-hasînde de böyle yazılıdır” demektedir.
Görülüyor ki İslam âlimleri, Allahü teâlânın sevdiklerine verdiği hak ve hürmet için, Allahü teâlâya dua etmek caizdir dediler. Kulların hakları vardır sanıp, bunun için istemek şirk olur diyen yoktur. Berîkada deniyor ki:
“Peygamberin, velinin hakkı için demek, Onun nübüvveti, vilayeti haktır demek olur. Peygamberimiz de, bu niyet ile (Peygamberin Muhammed hakkı için) demiş ve harplerde Allahü teâlâdan, Muhacirlerin fakirleri hakkı için yardım dilemiştir. İslam âlimlerinden; “Senden istedikleri zaman verdiğin kimseler hakkı için” gibi dualar yapanlar ve yazanlar çok olmuştur.”
Rûh-ul-beyân tefsîrinde deniyor ki:
“Hazret-i Ömer'in haber verdiği hadis-i şerifte;
(Âdem aleyhisselâm yanıldığı zaman, ya Rabbî! Muhammed aleyhisselâm hakkı için beni affet dedi. Allahü teâlâ da, Muhammed'i daha yaratmadım. Onu nasıl tanıdın dedi. Ya Rabbî! Beni yaratıp ruhundan bana ihsan edince, başımı kaldırdım. Arşın eteklerinde, Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah yazılmış olduğunu gördüm. Sen isminin yanına, en çok sevdiğinin ismini yazarsın. Bunu düşünerek Onu çok sevdiğini anladım dedi. Allahü teâlâ da buna karşılık, ey Âdem, doğru söyledin. Mahluklarımın içinde, ençok sevdiğim Odur. Onun için, seni affeyledim. Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım dedi) buyuruldu.” Bu hadis-i şerif, imâm-ı Beyhekînin Delâil ve Âlûsînin Gâliyye kitabında da yazılıdır.
.
İslamiyetten önceki Arap yarımadası
12 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :12 Kasım 2024 00:31
Arabların kimi Hıristiyan, kimi Yahudi, ekserisi de putperest olmuştu!..
Sual: İslamiyet gelmeden önce, Arap yarımadasındaki insanların, inanışları ve bilgileri nasıldı?
Cevap: Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ kitabında diyor ki:
“İsa aleyhisselam göğe çıkarıldıkdan kırk sene sonra Romalılar Kudüs'e saldırdılar, Yahudilerin kimini öldürdüler, kimini esir aldılar. Kudüs'ü yağma ettiler, yakıp yıktılar. Tevratları ve başka kitapların hepsini yaktılar. Mescid-i aksayı yerle bir ettiler. Yahudiler bundan sonra bir daha toplanamadı. Dağıldıkları yerlerde hor ve hakir yaşadılar. İsa aleyhisselamın, otuz yaşında Peygamber olduğu bildirildi. Kendisine oniki kişi inandı. Bunlara Havâriyyûn denir. Otuzüç yaşında diri olarak göğe kaldırılınca, Havârîler dağılıp, bu yeni dini yaymaya çalıştılar. Sonra, İncil diye çeşitli kitaplar yazıldı. Bunlar İsa aleyhisselamı anlatan tarih kitapları idi. Asıl İncil ele geçmemiştir. Her yer küfür ve şirk içinde idi. İsa aleyhisselamın dini üçyüz sene gizli tutuldu. Ona inandığı öğrenilen kimselere işkence ediliyordu.
Roma İmparatoru Kostantin üçyüzon senesinde, bu dine izin verdi. Kendi de Hıristiyan oldu. İstanbul şehrini yaptı. Roma'dan İstanbul'a taşındı. Fakat bu dinin esasları bozulmuş, unutulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak oldu. Miladın üçyüzdoksanbeşnci senesinde, Roma devleti ikiye ayrıldı. Roma'daki Papa'ya tabi olanlara Katolik, İstanbul'daki patrike tabi olanlara Ortodoks denildi. Kiliselere resimler, heykeller kondu.
Başka milletler de küfür ve şirk içinde idi. Romalılar, bütün Avrupa'yı, Mısır'ı, Suriye'yi, Irak'ı aldılar. Fen ve sanatta ileri iseler de, ahlakları bozuktu. Aldıkları memleketlere kötü ahlaklarını yerleştirdiler. Fakat, Arabistan yarımadasına saldırmamışlardı.
Arablar cahil kalmıştı. Kimi Hıristiyan, kimi Yahudi, ekserisi de putperest olmuş, bir kısmı da, İbrahim ve İsmail Peygamberlerden kalma âdetlere bağlı idi. Mekke sakinlerinin çoğu, müşrik olarak putlara tapıyorlardı. Kâbe'nin içine put doldurulmuştu. Bütün dünya da, zulmet ve dalalet içinde idi. Araplar fende geri iseler de, edebiyata çok ehemmiyet veriyorlardı. İçlerinde, kuvvetli hatipler ve şairleri vardı. Şiir söylemekle iftihar ederlerdi. Arap lisanının kemale gelmesi, Allah tarafından bir kitap indirileceğine bir işaret idi.”
.
İbadetlerini âdet olarak yapanlar!
13 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :13 Kasım 2024 00:30
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerimde Furkân sûresinde, bir Müslümanın nasıl olması icab ettiğini beyan buyurmuştur.
Sual: İbadet ettiği hâlde, ahlakı, huyu güzel olmayan kimse, hakiki bir Müslüman sayılabilir mi?
Cevap: Hakiki Müslüman olmak demek, yalnız âdete tabi olarak ibadet etmek değil, İslamın emrettiği güzel ahlakı edinerek, insanlık vazifelerini yaparak, ruhen de tertemiz olmak demektir. İbadet eden, fakat hileyi zekâ eseri sayan, insanları aldatan, hatta bazen muzır propagandalara aldanarak insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyleyen bir kimse, Müslüman olduğunu söylese de, hakiki Müslüman değildir. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerimde Furkân sûresinde, bir Müslümanın nasıl olması icab ettiğini beyan buyurmuştur. Bunu tefsir etmek için, Ehl-i sünnet âlimleri ziyadesi ile kitap yazmışlardır. Fakat biz, kendimizi hâlâ fena, kötü huylardan kurtaramıyor, Kur'ân-ı kerimde bildirildiği gibi çalışmıyor, Allahü teâlânın emirlerini yapmıyor, sözüne sadık olamıyor, sokaklarımızı pislik içinde bir harabeye çeviriyor, ruhen ve bedenen temizlenemiyoruz. Hâlbuki, elimizde bize bütün bu güzel şeyleri emreden, ne yapmamız lazım geldiğini açık açık bildiren, Allahü teâlânın kelamı Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber efendimizin emirleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları vardır.
Sual: Cenaze namazını acele kılmak gerekir deyip namaz sonundaki tesbihleri terk etmek uygun olur mu?
Cevap: Fıkıh kitaplarında, cenaze namazı, sünnetlerden önce veya sonra kılınır denilmiştir. Fakat, cenaze namazı için sünnetin terk edileceğini hiçbir âlim bildirmemiştir. Bunun için, cenaze namazı kılınacağı zaman, camilerde tesbihleri terk etmemelidir. Cenaze namazını acele kılmak vacip olduğu için tesbihleri terk ediyoruz diyenler yanılıyorlar. Cenaze namazını acele kılmak vacip değildir, müstehabdır. Cenaze namazını, cemaat çok olsun diyerek bekletmek mekruh olduğu hâlde, cemaatin çok olması için, cenazeyi saatlerce bekletip, sonra acele etmek vacip diyerek, Âyet-el-kürsiyi ve namaz tesbîhlerini terk etmek pek yanlıştır. Bu yanlış âdeti ortadan kaldırarak, cenaze olunca da Âyet-el-kürsiyi ve tesbihleri okuyan müezzin efendilere müjdeler olsun.
Sual: Canlı dünyaya gelip sonra ölen çocuğun cenaze namazı kılınır mı?
Cevap: Doğduktan sonra hemen ölen çocuk yıkanır, namazı kılınır, vâris olur ve mirası kalır, ismi konur.
.
Bütün iyilikler, İslamiyetin içindedir
14 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :13 Kasım 2024 22:22
Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün iyiliklerini, İslamiyet, kendinde toplamıştır.
Sual: Bütün güzellikler, iyilikler, insanlara faydalı olan şeylerin hepsi, İslam dininin içinde var mıdır?
Cevap: Bu konuda Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri Râbıta-i şerîfe kitabında buyuruyor ki:
“İslam dini, Allahü teâlânın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların, dünyada ve ahırette rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usul ve kaidelerdir. Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslamiyetin içindedir. Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün iyiliklerini, İslamiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, muvaffakıyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir.”
Sual: Bir babanın, küçük olan çocuklarının parasını, lazım olsun veya olmasın kullanabilmesine izin var mıdır?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Feyziyyede deniyor ki:
“Bir baba, küçük çocuklarının paralarını, ihtiyacı yok iken, kendisi için kullansa, çocuklar baliğ olunca, bunu tazmin etmesini, ödemesini isteyebilirler. Baba muhtaç olsaydı, kullanması caiz olurdu.”
Sual: Kur’ân-ı kerimde bildirilen hükümleri anlamak ve öğrenmek için ne yapmalıdır?
Cevap: Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimi, sevgili Peygamberine, Cebrâil ismindeki melek ile, yirmiüç senede gönderdi. Vefatından sonra, hazret-i Ebu Bekir'in emri ile, bir araya toplandı ve bu kitaba Kur’ân-ı kerim ve Mushaf denildi. Kur’ân-ı kerimin hepsi, Arabidir. Manasını herkes anlayamaz. Kelam-ı ilâhiden, murâd-ı ilâhiyi, yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış, Eshabına bildirmiştir. Muhammed aleyhisselamı gören Müslümana Sahâbi, hepisine Eshâb denir. Eshâb-ı kiram, Resulullah efendimizden öğrendiklerinin hepsini, talebelerine bildirdi. Bunlar da, açıklayarak, binlerce kitaplarında yazdılar. Bunlara Ehl-i sünnet âlimleri denir. Dört mezheb imamları ve imam-ı Ahmet Rabbânî, Muhammed Masûm hazretleri, Ehl-i sünnet âlimleridirler. Görülüyor ki, Kur’ân-ı kerimin manasını doğru olarak öğrenmek isteyenin, Ehl-i sünnet âlimlerinin fıkıh ve iman kitaplarını ve imam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât kitaplarını okuması lazımdır. İman kitaplarında, kalb ile inanılacak bilgiler yazılıdır. Fıkıh kitaplarında, beden ile yapılacak işler, ibadet, muamelat bilgileri yazılıdır.
.
Menfaat için iyilik yapmak
15 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :14 Kasım 2024 23:21
Başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için iyilik yapmak, riya olur.
Sual: Herhangi bir kimseye, onun kendisini övmesi veya ondan bir şeyler elde etmek niyeti ile iyilik yapmanın dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya olur. İbadet ile olan riya bundan daha fenadır. Allahü teâlânın rızasını hiç düşünmeden yapılan riya, hepsinden daha fenadır. İbadet yaparak Allahü teâlâdan dünya menfaatlerini istemek, riya olmaz. Yağmur duasına çıkmak, istihare yapmak, böyledir. Sıkıntıdan, hastalıktan ve fakirlikten kurtulmak için âyet-i kerimeler okumak da, böyledir denildi. Bunlarda hem ibadet, hem de menfaat niyetleri bulunmaktadır. Ticaret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbadet niyeti hiç bulunmazsa riya olurlar. İbadet niyeti çok olursa, sevap hasıl olur. İbadetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyeti ile olursa, yine riya olmaz ve çok sevap olur. Ramazan orucunu tutmakta riya olmaz. Allahü teâlânın rızası için namaza başlayıp, sonradan hasıl olan riyanın zararı olmaz. Riya ile yapılan farzlar sahih olur, ibadet borcu ödenmiş olur ise de, sevabı olmaz. Et ihtiyacını karşılamak niyeti ile, kurban kesmek caiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikte niyet ederek kurban kesmek caiz değildir. Allahü teâlânın rızası için olmayıp, yalnız hacdan, gazadan gelen ve gelen emîri, reisi karşılamak için kesilen hayvan leş olur, yemesi haram olur. Allahü teâlânın rızası için namaza durup, namazı bitirinceye kadar hep dünya işlerini düşünürse, namazı sahih olur. Şöhrete sebep olacak şekilde giyinmek de riya olur.
Sual: Yapılan bütün ibadetlerin, iyiliklerin sevabı, diri veya ölü herkese herkese hediye edilebilir mi?
Cevap: Yapılan ibadetin sevabını, ölü veya diri başkasına hediye etmek caizdir. Hac, namaz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerim, mevlid okumak, zikir ve dua okumanın sevaplarını başkasına hediye etmek, hanefî mezhebinde caizdir. Mâliki ve şâfii mezheblerinde, sadaka, zekat ve hac gibi mal ile yapılan ibadetlerin sevabını hediye etmek caiz olup, namaz, oruç ve Kur’ân-ı kerim okumak gibi beden ile yapılanları caiz değildir. Hanefî olan, sevabını hediye eder. Mâliki ve Şâfii ise, meyyitin affı için dua eder
.
Zevk için çok yaşamayı istemek!
16 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :16 Kasım 2024 01:13
Tûl-i emel sahibi, hep dünya malına ve mevkisine kavuşmak için ömrünü harcar, ahıreti unutur!..
Sual: Bir kimsenin, dünyada zevk ve safa sürmek için çok yaşamayı istemesi dinen mahzurlu mudur?
Cevap: Zevk ve safa sürmek için çok yaşamayı istemeye, "tûl-i emel" denir. İbadet yapmak için, çok yaşamayı istemek, tûl-i emel olmaz. Tûl-i emel sahipleri, ibadetleri vaktinde yapmazlar, tövbe etmeyi terk ederler. Kalbleri katı olur, ölümü hatırlamazlar. Vaaz ve nasihatten ibret almazlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Lezzetlere son veren şeyi çok hatırlayınız)
(Ölümden sonra olacak şeyleri bildiğiniz gibi, hayvanlar da bilselerdi, yemek için semiz hayvan bulamazdınız.)
Tûl-i emel sahibi, hep dünya malına ve mevkisine kavuşmak için ömrünü harcar, ahıreti unutur. Yalnız zevk ve safasını düşünür. Çoluk çocuğunun bir senelik gıdasını hazırlamak, uzun emel olmaz. Bir senelik nafakaya Havâyıc-i aslıyye denir, lüzumlu eşyadan sayılır, nisab hesabına katılmaz, buna malik olan, zengin sayılmaz. Buna malik olmayan bekâr kimsenin kırk günlük gıda maddesi saklaması caizdir. Daha fazla saklamaları tevekkülü bozar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi ömrü uzun ve ameli güzel olan kimsedir.)
(İnsanların en kötüsü, ömrü uzun, ameli kötü olandır.)
(Ölmek istemeyiniz. Kabir azabı çok acıdır. Ömrü uzun olup İslamiyete uymak, büyük saadettir.)
(Müslümanlıkta beyazlaşan kıllar, kıyamet günü nur olacaktır.)
Tûl-i emelin sebepleri, dünya zevklerine düşkün olmak, ölümü unutmak ve sıhhatine, gençliğine aldanmaktır. Tûl-i emel hastalığından kurtulmak için, bu sebepleri yok etmek lazımdır. Ölümün her an geleceğini düşünmelidir. Sıhhatin, gençliğin ölüme mâni olmadıklarını unutmamalıdır. Çocuklardaki ve gençlerdeki ölüm sayısının yaşlılardaki ölüm sayısından çok olduğunu istatistikler göstermektedir. Çok hastaların iyi olup yaşadıkları, çok sağlam kişilerin çabuk öldükleri her zaman görülmekdedir. Bir hadis-i şerifte;
(Cennete gitmek isteyen, uzun emel sahibi olmasın. Dünya işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın. Haram işlemekte Allah'tan hayâ etsin) buyurdu.
Haram olan lezzetlerin içinde yaşamak için uzun emel sahibi olmak haramdır. Mubahlarla lezzetlenmek için tûl-i emel sahibi olmak, haram değil ise de, iyi değildir. Çok yaşamayı değil, sıhhat ve afiyet ile yaşamayı istemelidir.
.
İnsanlardan utanarak günahı terk etmek!
17 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :17 Kasım 2024 00:50
Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır.
Sual: Günah işlemeyi, insanların ayıplamalarından korkulduğu için mi yoksa Allah için mi terk etmelidir?
Cevap: Günah işleyecek kimsenin, bu günahtan vazgeçmesi, ya Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan hayâ ettiği, utandığı yahut da başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır. Başkalarının bu günahı işlemelerinin günahları da, kıyamete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadis-i şerifte;
(İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamet günü, bu günahı kullarından saklar) buyuruldu.
Herkese vera sahibi olduğunu bildirmek için, günahını saklamak ve gizli olarak devam etmek, riya olur.
Sual: Başkaları günah işlemesin diye, onların hatırı için, sünnetleri, müstehapları terk etmek uygun olur mu?
Cevap: Başkalarının günaha girmemeleri için, bir kimsenin mubahları terk etmesi iyi olur. Fakat sünnetleri, hatta müstehapları terk etmesi caiz olmaz. Mesela gıybet yapmamaları için, misvak kullanmayı terk etmek iyi olmaz.
Sual: Bir kimsenin, yaptığı ibadetleri başkalarına göstermekten veya onların duymasından hayâ etmesi, utanması doğru bir şey midir?
Cevap: İbadetlerini başkalarına göstermekten hayâ etmek, utanmak caiz değildir. Hayâ, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerim okumaktan hayâ etmek caiz değildir.
(Hayâ imandandır) hadis-i şerifindeki hayâ, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır.
Sual: Yolda yürürken, ayağımız, giydiğimiz mestten biraz çıksa, abdest bozulmuş olur mu?
Cevap: Ayağın topuğu, mestin topuğundan çıkınca, mest ayaktan çıktı sayılır. Fakat ekseri kitaplar, ayağın yarıdan fazlası, mestin topuk kemikleri hizasından yukarı çıkmadıkça, ayaktan çıktı sayılmaz diyor. Buna göre, mest geniş olup, yürürken, topuğu mestten çıkıp, giren kimsenin meshi caiz olur. Yürürken abdesti bozulmaz.
.
İlk asırlarda mezheb var mıydı?
18 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :18 Kasım 2024 00:52
Eshâb-ı kiramın her biri müctehid, derin âlim, mezheb imamı idi.
Sual: İngilizlerin Arabistan'da kurmuş oldukları bozuk fırkadaki Vehhabiler ve onların kitaplarını okuyanlar; “Mezhepler ikinci asırda meydana çıktı. Eshâb ve Tâbiin, hangi mezhepte idi?” diyorlar. Gerçekten böyle midir ve bunlara nasıl bir cevap vermelidir?
Cevap: Mezheb, gidilen yol demektir. Mezheb imamı demek ise, Kur'ân-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren büyük âlim demektir. Açıkça bildirilmemiş olan bilgileri de, açık bildirilmiş olanlara benzeterek meydana çıkarmışlardır. Hadîkada deniyor ki:
“Bilinen dört mezhep imamı zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı.”
Eshâb-ı kiramın her biri müctehid, derin âlim, mezheb imamı idi. Her biri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezheb imamlarımızdan daha üstün, daha çok bilgili idi. Mezhepleri daha doğru, daha kıymetli idi. Fakat, bunların kitapları olmadığı için, mezhepleri unutuldu. Dört mezhepten başkasına uymak imkânı kalmadı. Eshâb-ı kiram hangi mezhebde idi demek, alay komutanı, hangi bölüktendir? Yahut, fizik öğretmeni, okulun hangi sınıfının öğrencisidir demeye benzemektedir.
Hicretten dörtyüz sene geçtikten sonra, mutlak ictihat yapabilecek kadar derin âlim kalmadığı, kitaplarda yazılıdır. Hadîkada bildirilen hadis-i şerifte, yalancı, sapık din adamlarının çoğalacakları bildirilmektedir. Bunun için, Ehl-i sünnet olan her Müslümanın, bilinen dört mezhepten birini seçerek ona uyması lazımdır. Seçtiği mezhebin ilmihâl kitabını okuyup öğrenmesi, imanını ve bütün işlerini buna uydurması lazımdır. Dört mezhepten birine uymayan kimse, Ehl-i sünnet olamaz. Buna mezhebsiz ve zındık denir. Mezhebsiz kimse, ya yetmişiki bozuk fırkadan birindedir, yahut da kâfir olmuştur. Böyle olduğu, Bahrda, Hindiyyede, Tahtâvîde, İbn-i Abidînde, El-besâirde ve Ahmed Sâvî tefsîrinde yazılıdır.
Sual: Adakta bulunan kimse, adağını yerine getirmezse günaha girmiş olur mu?
Cevap: Nezir, adak, bir ibadettir. Çünkü namaz, oruç, hacca gitmek ve başka ibadetler nezir olunur. Nezrin, adağın, yerine getirilmesini İslamiyet emretmektedir. Yerine getirilmezse, günah olur.
.
Habercinin vazifesi haber vermektir
19 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :19 Kasım 2024 00:44
Kıymetli ömrünü, böyle faydasız, yalancı için elden kaçırana yazıklar olsun!
Sual: Yakınlarımıza, akrabalarımıza, doğru olan bilgileri anlattığımız veya kitap verdiğimiz hâlde kabul ettiremiyoruz. Bu durumda ne yapmalıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri kendi kardeşi meyân şeyh Mevdûda yazdığı bir mektupta buyuruyor ki:
“Kardeşim! Dünya hayatı çok kısadır. Sonsuz azaplar, buna karşılıktır. Bu zamanı, lüzumsuz, boş şeyleri ele geçirmekte kullanan ve böylece sonsuz acılara yakalanan kimseye yazıklar olsun!
Kardeşim, insanlar, dünya kazançlarını bırakıp, her yerden, karıncalar gibi, çekirge sürüleri gibi yanımıza üşüşüyor. Siz ise, bir evden olmak şerefinin kıymetini de düşünmeyerek, dünyanın alçak kazançlarına, seve seve dalmaktasınız. Onlara kavuşmak için çabalıyorsunuz. (Hayâ, imandan bir parçadır) hadis-i şeriftir.
Kardeşim! Allah adamlarının böyle toplanması ve bugün Serhend'de nasip olan Allah için toplanmalar, bütün dünya dolaşılsa, bu nimetin yüzde biri bulunmaz. Buradaki kazançlar ele geçmez. Siz, bu nimeti, boş yere elden kaçırdınız. Çocuklar gibi, kıymetli cevherleri, cam parçaları ile değiştirdiniz.
Kardeşim! Bu fırsat, bir daha ele geçmez. Fırsat bulunsa da, böyle toplantılar bulunamaz. O zaman, bu nimeti, nasıl ele geçirirsin? Elden kaçırılanı nereden bulabilirsin? Zararları, ne ile yerine koyabilirsin? Yanılıyorsunuz, yanlış anlıyorsunuz. Tatlı, yağlı lokmalara gönül kaptırmayınız! Süslü, renkli elbiselere aldanmayınız! Bunlara düşkün olmanın sonu, dünyada da, ahırette de pişman olmaktır, inlemektir. Eşin, dostların gönüllerini yapmak için, kendini belaya sokmak ve ahıretin sonsuz azaplarına atılmak, aklı olanın yapacağı iş değildir. Allahü teâlâ, akıl versin ve gafletten uyandırsın!
Kardeşim! Dünyânın vefasızlığı dillerde dolaşmaktadır. Dünyaya düşkün olanların alçaklıkları, cimrilikleri herkesçe bilinmektedir. Kıymetli ömrünü, böyle faydasız, yalancı için elden kaçırana yazıklar olsun! Haberciye ancak haber vermek düşer.”
Sual: Abdest aldıktan sonra okunacak bir dua var mıdır, varsa nasıldır?
Cevap: Abdesti alıp bitirdikten sonra;
“Allahümmec'alnî minet-tevvâbîn, vec'alnî min-el-mütetahhirîn, vec'alnî, min ibâdik-es-sâlihîn, vec'alnî minellezîne lâ havfün aleyhim ve lâhüm yahzenûn” duasını okumak çok sevaptır.
.
Yiyeceği olmayanın, yiyecek istemesi
20 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :20 Kasım 2024 01:14
“Bir günlük yiyeceği olmayanın istemesine fetva verilmiştir. Takva ve azimet ise, hiç istememektir..."
Sual: İnsanlardan yiyecek, içecek gibi şeyleri istemenin dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Bu konuda Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretlerinin Mektûbât kitabında deniyor ki:
“Bir günlük yiyeceği olmayanın istemesine fetva verilmiştir. Takva ve azimet ise, hiç istememektir. Zaruret hâlinde, istemek mubah olur. Elbisesi olmayanın, giyecek istemesi mubah olur. Çalışıp kazanabilen kimsenin dilenmesi caiz değildir. Din bilgilerine çalışıp da, kazanmaya vakit bulamayanın, istemesi caiz olur. Yazı yazarak kazanabilenin istemesi caiz değildir. Mişkât şerhinde diyor ki: ‘Çalışamayan hastanın, bir günlük yiyecek dilenmesi caizdir. Fazlası caiz değildir. Nafile namaz ve nafile oruç sebebi ile çalışmaya vakit bulamayanın zekât ve sadaka istemesi caiz değildir.'
Sadaka istemekte üç zarar vardır. Allahü teâlânın, nimeti az gönderdiğini haber vermektir ki, haramdır. Kendini zelil etmektir. Müminin Allah'tan başkasına boyun bükmesi caiz değildir. İstenilen kimseye de eziyet etmektir. Zaruret olmadıkça, bu da haramdır. Bunun için, takva sahipleri, kimseden bir şey istememişlerdir. Bişr-i Hâfî, Sırr-î Sekatî hazretlerinden başka kimseden bir şey istemezdi. ‘Onun mal verince, sevineceğini biliyorum, onu sevindirmek için istiyorum’ derdi. Bişr-i Hâfî hazretleri buyurdu ki: ‘Üç çeşit fakir vardır: İstemez, verince de almaz. Bunlar, İlliyyînde meleklerledir. İstemez, verince alır. Bunlar, Cennetlerde mukarreblerledir. İhtiyacı olunca ister. Bunlar, Eshâb-ı yemîn iledirler.’
Zaruret olmadan dilenmek haramdır. Zaruret ve ihtiyaç hâlinde mubah olur. Ölüm hâlinde vacip olur. İstemeyip ölürse, günaha girerek ölür. Resulullah efendimiz, hazret-i Ömer'e hediye gönderdi. Hazret-i Ömer, almayıp geri gönderince; (Niçin almadın?) buyurdu. ‘Ya Resulallah; (En hayırlınız, kimseden bir şey almıyandır) buyurmuştunuz.’ (O sözüm, isteyip de almak içindi. İstemeden gelen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır) buyurdu. Hazret-i Ömer; ‘Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden gelen her şeyi alacağım’ dedi. Bir hadis-i şerifte; (Aç olan veya bir şeye muhtaç olan, kimseden istemeyip, Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ, ona bir senelik rızık kapıları açar) buyuruldu.”
.
İman ve inkâr, insanın tercihine bağlıdır
21 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :21 Kasım 2024 00:56
İman, Peygamberin bildirdiklerini tasdik etmek demektir. Peygamberi inkâr eden, kâfir olur.
Sual: İman etmek veya reddetmek, insanın kendi tercihine mi bağlıdır?
Cevap: Allahü teâlâ, insanları mümin, Müslüman yapmaya mecbur değildir. Onun merhameti sonsuz olduğu gibi, azabı da, adaleti de sonsuzdur. Dilediği kuluna sebepsiz olarak ve o istemeden, iman ihsan eder, verir. Aklıselimine uyarak, ahlakı ve işleri iyi olanlara da, doğru, makbul olan imanı vermektedir.
Bir insanın imanlı olarak ölüp ölmeyeceği son nefeste belli olur. Bütün ömrü iman ile geçip, son günlerinde imanı giden, imansız ölen kimse, kıyamette imansızlar arasında olur.
Allahü teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, Peygamberler göndererek, var ve bir olduğunu ve inanılması lazım olan şeyleri, kullarına bildirdi. İman, Peygamberin bildirdiklerini tasdik etmek demektir. Peygamberi tasdik etmeyen, inkâr eden, kâfir olur. Kâfirler ise, Cehennemde sonsuz olarak azap göreceklerdir.
Peygamberi işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var olduğunu düşünüp, yalnız buna iman eder ve Peygamberi işitmeden ölürse, bu da Cennete girecektir. Bunu düşünmeyip, iman etmezse, Cennete girmeyecek. Peygamberi inkâr etmediği için, Cehenneme de girmeyecektir. Kıyamet günü, hesaptan sonra, tekrar yok edilecektir. Cehennemde sonsuz yanmak, Peygamberi işitip de, inkâr etmenin cezasıdır. Âlimler arasında; “Allahü teâlânın varlığını düşünmeyip iman etmeyen Cehenneme girecektir” diyenler varsa da, bu söz Peygamberi işittikten sonra düşünmeyen demektir.
Aklı olan kimse, Peygamberi inkâr etmez, hemen iman eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyar, başkasına aldanır ise, inkâr eder. Muhammed aleyhisselamın amcası olan Ebû Tâlib, Onu, kendi öz çocuklarından daha çok sevdiğini, her vesile ile izhar etmiş ve Onu öven kasideler yazmıştır. Muhammed aleyhisselâmın, onun ölüm döşeği yanına gelip, iman etmesi için, çok yalvardığı hâlde, ananesinden ayrılmamak için, iman etmekten mahrum kaldığı, tarihlerde uzun yazılıdır. Modaya uymak hastalığı, nefislerimizin tuzaklarından biridir. Çok kimse, kendi nefislerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük kazançlardan mahrum kalmışlardır. Bunun içindir ki, bir hadis-i kudside, Allahü teâlâ;
(Nefislerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünkü, nefisleriniz, bana düşmandırlar!) buyurdu.
.
Her düşünen müctehid midir?
22 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :21 Kasım 2024 22:32
Ehl-i sünnetin hizmetkârı Osmanlı Devleti parçalanınca, meydan mezhepsizlere kaldı...
Sual: Din konusunda, düşüncesinde isabet eden sevap alır diye bir hüküm var mıdır?
Cevap: Misyonerlerin asırlar boyu devam eden çalışmaları, İngilizlerin iğrenç siyaseti ve her türlü maddi güçlerini kullanması ile, İslam dininin bekçisi, Ehl-i sünnet alimlerinin hizmetçisi olan Osmanlı Devleti parçalanınca, mezhepsizler meydanı boş buldular. Bilhassa, Ehl-i sünnet âlimlerine söz hakkı tanınmayan memleketlerde, mesela Suudi Arabistanda, yalan ve hilelerle, Ehl-i sünnete saldırmaya, İslamiyet’i içeriden yıkmaya başladılar. Suudi Arabistan’dan dağıtılan sayısız altınlar, bu saldırganlığın dünyanın her yerine yayılmasını sağladı. Pakistan’dan, Hindistan’dan ve Afrika milletlerinden gelen haberlerden anlaşıldığına göre, din bilgisi ve Allah korkusu olmayan bazı din adamları, bu saldırganlara destek olarak mevkilere ve apartmanlara kavuşmuşlardır. Bilhassa gençleri aldatarak, Ehl-i sünnet mezhebinden ayırmak için yaptıkları hıyanetleri, bu habis kazançlarına sebep olmakta imiş. Medreselerdeki talebeyi, Müslüman yavrularını aldatmak için yazılan kitaplardan birinde;
“Bu kitabı, mezhep taassubunu kaldırmak ve herkesin kendi mezhebi içinde kavgasız yaşamasını sağlamak için yazdım” deniyor. Bunlar, mezhep taassubunu kaldırmayı, Ehl-i sünnete saldırmakta gördüğünü söylemektedirler. İslam dinine hançer saplamakta, bunu Müslümanların kavgasız yaşaması için yaptığını söylemektedirler. Kitabın bir yerinde;
“Düşünen bir insan, düşüncesinde isabet ederse, on misli, hata ederse, bir ecir alır” deniyor. Buna göre her insan, yani ister Hıristiyan, ister müşrik olsun, her düşüncesinde ecir alacak. Hem de doğru olanlarında on sevap! Peygamber efendimizin hadis-i şerifini değiştiriyorlar, hile yapıyorlar. Hâlbuki hadis-i şerifte;
(Bir müctehid, âyet-i kerimeden ve hadis-i şeriften, amele ait bir hüküm çıkarırken, isabet ederse, buna on sevap verilir. Hata ederse, bir sevap verilir) buyuruluyor. Hadis-i şerif, bu sevapların her düşünene değil, ictihâd derecesine yükselmiş olan İslam âlimine verileceğini, buna da, her düşünmesine değil, Nasslardan, amele ait hüküm çıkarmak için çalışmasında verileceğini göstermektedir. Bu çalışması ibadettir. Her ibadete verildiği gibi, burada da sevap verilmektedir.
.
İbni Teymiyye’nin dalalete düştüğü yerler
23 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :22 Kasım 2024 21:13
Bozuk fikir ve yazılara kapılmamak için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumalıdır
Sual: İbni Teymiyye hangi temel hususlarda Ehl-i sünnetten, doğru yoldan ayrılmıştır?
Cevap: İbni Teymiyye'nin Selef-i sâlihînden ayrıldığı yerler hakkında Tâcüddîn-üs-Sübkî hazretleri buyuruyor ki:
" 1- Talak vaki olmaz, yemin keffareti vermek lazımdır diyor. 2- Kılınmayan namazı kaza etmek lazım değildir diyor. 3- Suda fare gibi hayvan ölünce necis olmaz diyor. 4- Cünüp olanın, gece gusül etmeden nafile namaz kılması caizdir diyor. 5- Allahü teâlâ zerrelerden yapılmıştır diyor. 6- Kur’ân-ı kerim, Allahü teâlânın zatında yaratılmıştır diyor. 7- Âlem, yani her mahluk, nevi ile kadimdir, sonsuzdur diyor. 8- Allah, iyi şeyleri yaratmaya mecburdur diyor. 9- Allahü teâlânın cismi ve ciheti vardır ve yer değiştirir diyor. 10- Cehennem ebedî, sonsuz değildir, sonunda söner diyor. 11- Peygamberlerin masum, günahsız olduklarını inkâr ediyor. 12- Resûlullah efendimizin diğer insanlardan farkı yoktur. Onu vasıta kılarak dua etmek caiz olmaz diyor. 13- Resûlullah efendimizi ziyaret etmeye niyet ederek Medine şehrine gitmek günahtır diyor. 14- Peygamber efendimizden şefaat istemek için gitmek de haramdır diyor. 15- Tevrat ve İncil'in kelimeleri değil, manaları değişmiştir diyor.”
Bazı âlimler, yukarıda bildirilenlerin çoğu İbni Teymiyye'nin sözü değildir dedi ise de, Allahü teâlânın ciheti olduğunu ve parçaların birleşmesinden meydana geldiğini söylediğini inkâr eden yoktur.
İbni Teymiyye'yi savunan ve bilhassa "Vâsıta" kitabını bastıranlar var. Bu kitap, onun Kur’ân-ı kerime, hadis-i şeriflere ve icmâ'ı müslimine uymayan fikirleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakta, kardeşi kardeşe düşman etmektedir. Hindistan'daki Vehhabiler ve başka İslam memleketlerinde, bunların tuzaklarına düşmüş cahil din adamları, İbni Teymiyye'yi kendilerine bayrak yapmışlar, ona "Şeyh-ul-islâm" gibi isimler takmışlar. Onun bozuk fikirlerine ve yazılarına din ve iman diye sarılıyorlar. Müslümanları parçalayan, İslamiyet’i içeriden yıkan bu feci akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu reddeden, kitaplarını okumalıdır. Bu kitaplardan Takıyyüddîn-üs-Sübkî hazretlerinin, "Şifâ-üs-sikâm fî-ziyâreti-hayril-enâm" kitabı, İbni Teymiyye'nin bozuk fikirlerini yok etmekte ve yayılmasını önlemektedir.
.
Nikâhta iki şahit şarttır
24 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :24 Kasım 2024 09:22
Her akitte iki şahit olması müstehabdır. Nikâh yapılırken ise, şarttır, lazımdır.
Sual: Dinî nikâh akitlerinde, borç almakta, birisini vekil yaparken ve benzeri sözleşmelerde, şahit bulunması gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde, nikâh şahitlerini anlatırken buyuruluyor ki:
“Bütün akitlerde, sözleşmelerde olduğu gibi, nikâh için birini vekil yaparken de, iki şahit bulunması lazım değildir. Fakat, her akitte iki şahit olması müstehaptır. Nikâh yapılırken ise, şarttır, lazımdır. Ödünç vermekte de, iki şahit vaciptir denildi. Ticaret, vekâlet ve bütün akitlerde senet yazmak şart değil ise de, ödünç vermekte lazım, nikâhta da müstehaptır. Vekil yapmakta ve nikâhta, şahitlerin ve vekil yapılacak kişinin kadını tanımaları lazımdır. Yanında iseler, yüzünü görmeleri iyi olur. Başka odadan sesini duyarlarsa, kadın odada yalnız ise, caiz olur. Nikâh kıyılırken, veli veya vekil şahitlerin bildiği kadının yalnız ismini söyler. Şahitlerin tanımadıkları kadının, babasının ve dedesinin adını da söylemesi lazımdır. Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Şahsını, şeklini bilmek değildir...
Küçük kızın babası, kızının nikâhını kıymak için, bir kişiye emreder. O vekil olan da, bir başkası yanında nikâh yaparsa, baba da orada hazır bulundu ise, caiz olur. Çünkü, vekilin nikâh yapması, babanın yerine olur. Kendi şahit yerini tutar. Baba hazır bulunmazsa, caiz olmaz. Büyük, baliğa kızın babası veya başka bir vekili, bir adam yanında, kızı nikâh yaparsa, kız da hazır ise, caiz olur. Çünkü, velinin ve vekilin sözünü, kız söylemiş gibidir. Veli veya vekil, şahit yerine geçer. Bir adam bir kimseye; “Kızını bana zevce olarak verdin mi?” dese, o da; “Evet” veya “Zevce olarak verdim” dese, nikâh olmaz. Birinci adamın tekrar; “Kabul ettim” demesi lazımdır. Çünkü, önce sormuştu. Soru ile, sual ile vekil yapılmaz. “Kızını bana zevce olarak ver!” deseydi, olurdu. Çünkü, emir ile vekil yapmış olur. Bu vekilin cevabı, iki taraf adına söylenmiş olup, iki şahit de varsa, nikâh tamam olur. Vekil, kızın babasının adını yanlış söylerse, nikâh sahih olmaz. Bir adam, birçok kimseyi, bir kızı almak için gönderse, içlerinden biri, kızın babasına söyleyip, babası veya velisi verse, sahih olur. Çünkü, içlerinden söyleyen vekil olmuş, ötekiler şahit olmuştur.”
.
Haramdan kalan miras malı
25 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :24 Kasım 2024 22:38
Müslüman ölüp, şarap parası bırakırsa, vârislerin bu parayı alması helal olmaz.
Sual: Bir kimse, haram yollarla mesela çalarak, gasbederek ve benzeri şekilde mal toplasa ve daha sonra vefat etse. Bu kimsenin bıraktığı, haram yoldan gelen malları mirasçıları alabilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Âlimlerin çoğuna göre, Müslüman ölüp, şarap parası bırakırsa, vârislerin bu parayı alması helal olmaz. Gasbedilmiş mal, zulüm ile alınan ve rüşvet, çalgı, kumar paraları da böyledir. Vârislerin, bu paraları sahiplerine geri vermesi, sahibi bilinmiyorsa, fakirlere dağıtması lazımdır. Kullanması haram olur. Ölenin haram kazandığını bilir, fakat hangi malın haramdan geldiğini ayıramazlarsa, mirasın hepsi helal olur ise de, fakirlere vermeleri iyi olur. Kullanmaları haram olan malı vererek satın aldıklarını yemeleri ve kullanmaları helal olur. Sahipleri bilinmeyen haram malın vârislere helal olacağı da bildirildi. Teganni, çalgı ücretleri, pazarlıkla olmayıp, parasız okursa, hediye olarak aldıkları para habis olmaz, helal olur. Dilencinin biriktirdiği para ve mal habistir, temiz değildir. Bir kimse, haram olarak edindiği malı başkasına verse, o da, başka birine verse, haramdan geldiğini bilenlerin bunu alması haram olur. Fasit satış müstesnadır. Zevce, kocasının haram para ile satın aldığını, haram karışık malını yerse, kullanırsa, caiz olur. Günah kocasına olur.
Sual: Bir kadını, şu kadar mehir ile bana nikâh et diye vekil edilen kimse, nikâh akdi anında, mehri söylenenden daha fazla söyleyip nikâh akdini yapsa, vekil eden kimsenin, fazla olan bu mehri vermesi gerekir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Abidinde deniyor ki:
“Bir adam, bir kimseyi; “Filan kızı, bana şu kadar altın mehir ile iste” diyerek vekil etse, vekil, daha çok mehir söyleyerek istese ve böylece nikâh yapılsa, fazlasını vermek lazım gelmez. Adam, isterse fazlasını kabul eder, isterse nikâhı fesheder. Düğünden sonra haber alıp feshederse, Mehr-i misil vermesi lazım olur.”
Sual: Bir kadınla bir erkek, şahitsiz olarak, Allah ve Resulü şahidimiz diyerek nikâh akdi yapabilir ve evlenebilirler mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Abidinde deniyor ki:
“Allahü teâlâ ve Resulullah efendimiz şahittir diyerek yapılan nikâh sahih olmaz. Küfür olur diyenler de vardır.”
.
Gayr-i müslimlerdeki nikâh akdi
26 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :25 Kasım 2024 22:06
"Müslümanlar arasında sahih olan her nikâh akdi, kâfirler arasında da sahihtir."
Sual: Gayr-i müslimlerin, evlenirken kendi aralarında yaptıkları nikâh akitlerini ve bu evlilikten doğan çocuklarını, İslamiyet meşru mu kabul etmektedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürr-ül-muhtârın şerhi olan İbni Âbidînde "Kafirin nikâh" bahsinde deniyor ki:
“Burada üç şey bildirilecektir:
1-Müslümanlar arasında sahih olan her nikâh akdi, kâfirler arasında da sahihtir.
2-Şartı noksan olduğu mesela şahitler olmazsa veya kadın iddet zamanını doldurmamış ise, Müslümanların nikâhı haram olur. Hâlbuki, kendi dinlerine uygun olunca, kâfirlerin böyle nikâhları caiz olur.
3-Müslümanın nikâh etmesi haram olan kadınları, kâfirin, kâfir kadınlardan alması caiz olur. Bunları alınca da nafaka vermeleri lazım olur. Fakat, Müslüman olunca nikâhları bozulacak olanlar, birbirinden miras alamaz.
Üçüncü kısım nikâh akdi ile evlenmiş kâfirin ikisi de Müslüman olursa, hâkim bunları ayırır. Mecusi karı kocadan birisi veya kitaplı kâfirlerden kadın Müslüman olursa, ikincisine de Müslümün olması söylenir. O da Müslüman olursa, nikâhları bozulmaz. Mecusi olan evlilerden, erkek Müslüman olsa, kadın ise Yahudi veya Hıristiyan olsa, nikâhları bozulmaz. Kitaplı kâfirlerden kadın veya erkek Müslüman olup, İslam diyarına gelse, nikâhları bozulur.
Müslüman evlilerden biri Müslümanlıktan çıksa, nikâhları bozulur. Erkek mürted olur, sonra imanı ve nikâhı yenilerse, caiz olur. Talak olmadığı için, üçten fazla da ve iddet beklemeden de yenilemesi caiz olur ve mahkemeye lüzum kalmaz. Erkek mürted olunca, iddet zamanı süresince, nafaka vermesi lazım olur. Kadın mürted olunca, iddet için nafaka lazım olmaz. Mürted adam, iddet zamanında ölürse, Müslüman olan zevcesi buna vâris olur.”
Sual: Yapılan duanın kabul olması için en çok neye dikkat etmelidir?
Cevap: Duanın kabul olması için helal yemelidir. Haram lokma yiyenin duası kırk gün kabul olmaz. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri;
-Ya Resûlallah, dua buyurun da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul etsin diye arz edince, Resulullah Efendimiz;
-Duanın kabul olması için, helal lokma yiyiniz! buyurdu. Bir hadis-i şerifte de;
(Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua, nasıl kabul olunur?) buyuruldu.
.
Dinimizde kâr haddi
27 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :26 Kasım 2024 22:01
Sıkışık durumda olanlara, yiyecek, giyecek ve barınacak lüzumlu eşyayı yüksek fiyatla satmak haramdır.
Sual: Piyasada fiyatlar yükseldiği zaman, devlet veya hükûmet tarafından kâr haddi konulabilir mi?
Cevap: Normalde piyasaya narh, fiyat konması caiz değildir. Çünkü hiçbir şeyin satışında kâr haddi yoktur. Herkes, istediği kadar kâr ile satabilir. İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Enes bin Mâlik radıyallahü anh buyurdu ki; Medîne-i münevverede, pahalılık oldu. Ya Resulallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz denildi. (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Dürr-ül-muhtârdaki hadis-i şerifte de; (Kâr haddi koymayınız! Fiyatı koyan, Allahü teâlâdır) buyuruldu.
Piyasadaki satıcıların, esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak, mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı, artdırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zamanlarda, hükûmetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur.”
İslamiyette kâr haddi yoktur. Yalnız, sıkışık durumda olanlara, yiyecek, giyecek ve barınacak lüzumlu eşyayı yüksek fiyatla satmak haramdır.
Hükûmetlerin koyduğu bu fiyata uymak vaciptir. Bunun gibi, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini koruyan kanunlara uymak da lazımdır. Bunları korumak için, kâfir bile olsa hükûmetlere yardımcı olmalıdır.
Sual: İstenmediği hâlde, herhangi bir kimsenin verdiği hediyeyi kabul etmenin dinimiz açısından hükmü nedir?
Cevap: Herhangi bir kimse, kendi helal mülkü olan malından hediye verse, istenmeden verilen bu hediyeyi kabul etmek sünnettir.
(Hediyeleşiniz, birbirinize muhabbet ediniz!) hadîs-i şerîfi, Künûz-üddekâıkta yazılıdır. Mektûbât-ı Ma'sûmiyye kitabında deniyor ki:
“Peygamber Efendimiz hazret-i Ömer'e hediye gönderdi. O da kabul etmeyip geri gönderdi. Peygamber Efendimiz, hediyeyi geri göndermesinin sebebini sorar. O da;
- İnsan için hayrlı olan, kimseden bir şey almamaktır, buyurdunuz deyince, Resulullah Efendimiz;
-İsteyip de almak için demiştim. İstemeden verilen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır. Onu alınız! buyurdu. Hazret-i Ömer de;
-Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden verileni alacağım dedi.
Hediye kabul etmenin tevekküle mâni olmadığı, Makâmât-ı Mazheriyye kitabında uzun yazılıdır.
.
Hem yemin, hem nezir olabilir
28 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :27 Kasım 2024 22:13
Nezir yani adak, bir ibadettir. Nezrin yerine getirilmesini İslamiyet emretmektedir.
Sual: Bir kimse, aynı anda, aynı şey için hem yemin hem de adak diye olmasını niyet edebilir mi?
Cevap: Nezir yani adak, bir ibadettir. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek ve başka ibadetler nezir olunur. Nezrin yerine getirilmesini İslamiyet emretmektedir. Nezredilen yerine getirilmezse, günah olur. Nezir, yemine benzemektedir. Bir kimse, nezrim olsun dese, neyi adadığını söylemese ve niyet etmese, yemin keffareti vermesi lazım olur. Bir kimse, Allahü teâlânın rızası için oruç tutayım dese, kaç gün olduğunu söylemese ve bir şey niyet etmese veya yalnız nezir niyet etse, yemin olmasını veya olmamasını hatırına hiç getirmese veya nezir olmasını ve yemin olmamasını niyet etse, bu orucu nezir olur ve üç gün oruç tutar. Bunu söylerken, nezir olmayıp, yemin olmasını niyet etse, yemin olur. Orucu bozarsa, yemin keffareti lazım olur. Hem nezir, hem yemin olmasını niyet ederse, bu oruç, hem yemin, hem de adak olur. Bu orucu bozarsa, hem kaza, hem de yemin keffareti lazım olur.
Sual: Bir kimse, şu işim olursa falan camide ezan okuyacağım veya falan caminin şadırvanında abdest alacağım diye adakta bulunabilir mi?
Cevap: Adak edilen şeyin, farz veya vacip olan bir ibadete benzemesi ve başlı başına bir ibadet olması lazımdır. Mesela, abdest almak, ölü kefenlemek başlı başına ibadet olmadıklarından adak olamaz. Hasta ziyaret etmek, cenaze taşımak, gusül etmek, cami içine girmek, Kur’ân-ı kerimi tutmak, ezan okumak, mektep, cami yaptırmak da ibadet ise de, başlı başına ibadet değildir. Nezir olunmazlar. Nezredilen şeyin benzemesi lazım olan farzın, vacibin başlı başına ibadet olması lazım değildir. Mesela, bir şey vakfetmeyi adamak caizdir. Çünkü vakıf, Müslümanlar için cami bina etmeye benzemektedir. Cami yapmak, başlı başına bir ibadet değil ise de, vakıf başlı başına ibadettir. Mesela, abdest almak, başlı başına ibadet olmayıp, başlı başına ibadet olan namazın bir şartıdır. Ölüyü kefenlemek de, cenaze namazının kabul olması için şarttır. Ölünün setr-i avreti yani kefenleyerek örtülmesi, cenaze namazının şartıdır.
Sual: Kazaya kalan oruçları arka arkaya mı tutmak gerekir?
Cevap: Kaza oruçları, arka arkaya tutulduğu gibi, ayrı ayrı günlerde, ara vererek de tutulabilir.
.
Eskiyen Mushaf'ı yakmak!..
29 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :29 Kasım 2024 00:51
Eskimiş Mushafları, yakıp külünü gömmek veya külünü denize, nehre koymak lazımdır.
Sual: Evlerde yıpranmış, sayfaları kopmuş, okunamaz durumda olan Kur’ânlar, Mushaflar yakılabilir mi veya ne yapmalıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Berîkada deniyor ki:
“Tâtârhâniyyede, yırtık, eski olup kullanılamayan Mushaf-ı şerif yakılmaz. Temiz beze sarıp toprağa gömülür. Yahut toz gelmeyen temiz bir yere konur diyor. Sirâciyyede ise, gömülür veya yakılır demektedir. Müctebâda ise, akan suya bırakmaktansa, gömmek iyi olur deniyor. Minhâc-üd-dîn kitabında, yakmak yasak değildir, çünkü, hazret-i Osman, mensûh âyetler bulunan Kur’ân-ı kerimi yaktı, Eshab-ı kiramdan hiç kimse, buna karşı bir şey demedi deniyor. Yakmak, yıkayıp yazıları gidermekten daha iyi olur. Çünkü, yıkamakta kullanılan sular ayak altında kalır denildi. Bunlardan anladığımız, yakmayıp, yıkayıp yazılarını gidermek veya gömmek iyi olur.”
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, eskimiş, istifade edilemez hâle gelmiş olan Mushafları, ayak altında bırakmak, bir şey sarmak, kaplamak, kese kâğıdı yapmak gibi kullanmak, hakaret etmek olur, haram olur. Çürüyüp toprak oluncaya kadar açılmayacağı emin olan yerdeki toprağa gömmek, bu yapılamazsa, yakıp külünü gömmek veya külünü denize, nehre koymak lazımdır. Hakaretten kurtarmak için yakmak caiz, hatta lâzım olur. Sirâciyye fetvâsı, Münyet-ül-müftî ve Halîmîden de böyle anlaşılmaktadır.
Sual: Kur’ân-ı kerim ve din kitaplarının bulunduğu tarafa doğru ayakları uzatarak oturmanın bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Mushafa ve din kitaplarına karşı ayak uzatmak mekruhtur. Yüksekte iseler, mekruh olmaz.
Sual: Kur’ân-ı kerimi okunmadığı hâlde, evde bereket için bulundurmanın bir mahzuru olur mu?
Cevap: Bu konuda Hindiyyede deniyor ki: “Mushaf'ı hiç okumayıp, hayır ve bereket için evinde saklamak caizdir ve sevaptır.”
Sual: Camide namaz kılmayıp sadece tesbih çekenleri, Kur’ân okuyanları, namaz kılmak için camiye gelenler, camiden çıkarabilirler mi?
Cevap: Namaz kılanlar sıkışıyorsa, kılmayanları kaldırabilirler. Mahalle mescidi dar geliyor ise, o mahalleden olmayanları dışarı çıkarabilirler.
Sual: Cami içinde, alışveriş veya başka şeyler için sözleşme, akit yapmanın bir mahzuru olur mu?
Cevap: Cami içinde, alışveriş olan her akit, sözleşme mekruhtur. Ancak nikâh akdi yapmak ise müstehaptır.
.
İsyan edenlere ses çıkarmamak
30 Kasım 2024 02:00 | Güncelleme :30 Kasım 2024 00:40
Din bilgilerinde âlim olmayan kimse, bid'at sahipleri ile münakaşa etmemeli ve görüşmemelidir.
Sual: Bazı kimseler, "İsyan eden, günah işleyenlere ses çıkarmamalı, kimseye karışmamalı" diyor. Bu sözün doğruluk payı var mıdır?
Cevap: Bu konuda Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri Gunyet-üt-tâlibîn kitabında, emr-i ma'rufu anlatırken;
“Bir kimse, bir günah işleyeni görüp de menedince, kendine zarar gelme ihtimali bulunduğu zaman, acaba menetmesi caiz olur mu? Elbette olur, hatta çok kıymetli olur. Allahü teâlâ için cihad etmek gibi sevap verilir. Hele zalimlerin elinden mazlumu kurtarmak ve memleketi küfür kapladığı bir zamanda imanı açığa çıkarmak için olunca, böyle zamanlarda, nehy-i münker yapılmasını âlimler söylüyor” buyuruyor.
Evliyanın büyükleri, sofiyyenin imamları, emr-i ma'rûfu ve nehy-i münkeri terk edici olsalardı, kitaplarında bunları yazarlar mı ve bu derece mübalağa ederler mi idi? Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kur’ân-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere Ma'rûf, bunlara uymayan şeylere Münker denir.” Hadîkada buyuruluyor ki:
“Nass ile ve müctehidlerin söz birliği ile yasak edilen şeylere Münker denir. Bunlar da iki kısımdır:
Birinci kısm ma'rûf ve münkerler meydanda olup, âlim olan ve olmayan bunları bilir. Beş vakit namaz kılmak, ramazan ayında oruç tutmak, zekât vermek, hac etmek gibi şeylerin farz olduğu Ma'rûf ve zina, alkollü içkilerin içilmesi, hırsızlık, yankesicilik, faiz alıp vermek, başkasının malını gasbetmek ve bunlar gibi şeylerin haram olduğu 'Münker'dir. Bunları her müminin emir ve nehyetmesi lazımdır.
İkinci kısmı, yalnız âlimler bilir. Allahü teâlâ için, ne gibi şeylere ve nasıl inanmak lazım olduğu gibi. Bu kısımda olanları, âlimler emir ve nehyeder. Eğer bir âlim, bunları bildirdi ise, âlim olmayanın da, gücü yeterse, bildirmesi caiz olur. Her müminin Ehl-i sünnet itikâdına yapışması, bozuk imandan, yani dalaletten kaçınması lazımdır.”
Din bilgilerinde âlim olmayan kimse, bid'at sahipleri ile münakaşa etmemeli, onlardan uzaklaşmalı, görüşmemelidir. İtikatları bozuk olduğu için, onları sevmemeyi ibadet bilmelidir. Resulullah efendimiz bir hadis-i şerefte;
(İmanında veya ibadetinde bid'at, bozukluk bulunan bir kimseye, Allah için sert bakanın kalbini, Allahü teâlâ imanla doldurur ve korkudan korur) buyurdu.
.
Kur’ân-ı kerimi bastırıp satmak
1 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :1 Aralık 2024 01:08
Kur’ân-ı kerimi bastıranlar, maloluş fiyatına yakın, az bir kârla satmalıdır.
Sual: Kur’ân-ı kerimi bastırıp, kâr maksadı ile satmanın, dinimiz açısından mahzurlu tarafı var mıdır?
Cevap: Kur’ân-ı kerimi bastırıp satanlar, bunu kitapçılık ticaretine alet edenler, Kur’ân-ı kerim öğretilmesine, okunmasına sebep olmak niyeti ile olursa, caiz ve sevap olur. Aldığı satış parası helal olur. Fakat, böyle niyetin alameti vardır ki, maloluş fiyatına yakın, az bir kârla satmalıdır. Geçimi başka kitaplardan sağlanıyorsa, Kur’ân-ı kerimi kârsız satmalıdır. Şir'a’da deniyor ki:
“Mu'âz bin Cebel hazretlerine, falanca, Kur’ân-ı kerim yazıp satıyor dediklerinde, bu, Kur’ân-ı kerim satmak değildir. Kâğıt ve işçilik ücreti istemektir. Kur’ân-ı kerimi satmak demek, onu para ile, ücret ile öğretmektir buyurdu.”
Kur’ân-ı kerimi, okuyarak geçim vasıtası yapmak için ezberleyen hafızlar ve tecvid ile okumayıp, teganni ile okuyan hefızlar, gerçekten hamele-i Kur'ân değildir. (Çok hafızlar vardır ki, Kur’ân-ı kerim, bunlara lanet eder) hadis-i şerifinde bildirilenlerden olurlar.
Sual: Bir kimse, kiraladığı yerde iş yapmasa veya oturmasa da, kira ücretini yine de vermesi gerekir mi?
Cevap: Bir dükkânı kiralayıp teslim alan kimse, bir müddet iş yapmayıp, dükkân kapalı kalsa, kirayı tam vermesi lazımdır. Kira ücreti, bir senelik olmak üzere, her aylığı şu kadar liraya olarak caiz olduğu gibi, senelik toptan söylemek de caizdir. Kiracı, sanatını, işini değiştirirse, iflas ederse, başka şehre yerleşirse kira fesholur.
Sual: Kiracı, evde veya dükkânda hasar meydana gelince, bunları kendisi mi tamir ettirir yoksa mal sahibi mi yaptırır.
Cevap: Kiradaki binanın ve eşyanın tamiri ve zamanla tıkanmış boruların tamiri ev sahibine aittir. Ev sahibi tamir etmezse, kiracı evden çıkabilir. Fakat, yaptırmaya ev sahibini zorlayamaz. Ev sahibinin izni ile kendi yaparsa, parasını kesebilir. Kendiliğinden yaparsa, kesemez. Kullanmaya lazım şeylerin tamir parasını kiradan kesemez.
Sual: Kira müddeti bitince, kiracının hemen ev veya dükkândan çıkması gerekir mi?
Cevap: Kira müddeti bitince, mal sahibi uzatmaz ise, kiracı çıkar. Malı, olduğu gibi teslim etmesi lazımdır. Teslim etmezse, gasbetmiş olur. Fakat, kullanma sebebi ile, herkes için hasıl olması âdet olan haraplık, kabahat sayılmaz.
.
Namaz, dua etmek mi demektir?
2 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :1 Aralık 2024 22:52
Namazı inkâr eden kâfir olur. İnanıp da, tembellik ile terk eden fâsık olur.
Sual: Bazı kimseler, 'Kur’ânda namaz, salat kelimesiyle bildirilmiştir. Salat kelimesi de dua etmek demektir, dua edince namaz yerine geliyor' diyorlar. Bunun gerçekle bir alakası var mıdır?
Cevap: Bu konuda Dürr-i yektâ şerhinde deniyor ki:
“Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde emrolunan Salât kelimesi, her gün beş vakitte, herkesin bildiği şekilde kılınan namazdır. Bu salâtın, hususi hareketleri yapmak ve hususi şeyleri okumak olduğu, Peygamber efendimiz tarafından bildirilmiş, kendisi de böyle kılmış olduğunu, Eshâb-ı kiram, Tâbiîne, onlar da, Tebei tâbiîne bildirmişler, her asırda bulunan âlimlerin haberleri, tevâtür ile bizlere kadar gelmiştir. Tevâtür, bir haberin ağızdan ağıza yayılması demektir. Bu tevâtür haberleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları ile, bütün dünyaya yayılmıştır. Tarikat şeyhi olduğunu söyleyen bazı mülhid ve zındıklar, cahil Müslümanlara, 'Sana namazı bağışladım. Artık kılma' yahut 'Allahın ve Peygamberin emir ettiği namaz, herkesin yaptığı, yatıp kalkmak ve belli şeyleri okumak değildir. Allahın ismini zikretmek ve Onun büyüklüğünü düşünmek demektir' derse, namazı inkâr ve Müslümanları ifsad etmiş olur. Bunlar mahkeme kararı ile cezalandırılır. Bunların yakalandıktan sonra yaptığı tövbesi kabul olmaz. Namazı inkâr eden, yani vazife olduğuna inanmayan kâfir olur. İnanıp da, tembellik ile terk eden fâsık olur. Yani büyük günah işlemiş olur. Kılmaya başlayıncaya kadar hapsolunur. Kılmaya başlayınca, kılmadıklarını da kaza etmesi ve ayrıca tövbe etmesi lazım olur.”
Namazın nasıl kılınacağını, kaza namazlarını, bütün din bilgilerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeli, sinsi düşmanların ve zındıkların yaldızlı yazılarına ve tatlı sözlerine aldanmamalıdır. Namaz, dinin direğidir, namaz kılan, dinini doğrultur, kılmayanın, dini yıkılır.
Sual: Namaz kılarken abdesti bozulan bir kimse, ne yapar, nasıl hareket eder?
Cevap: Halebî-i sagîrde buyuruluyor ki:
“Abdestin farzları, sünnetleri, edebleri ve menhi, yani yasak olan şeyleri vardır. Abdestsiz olduğunu bilerek zaruretsiz namaz kılan kâfir olur. Namaz kılarken abdesti bozulan Hanefi, hemen omuzuna selam verip, namazdan çıkar. Vakit çıkmadan abdest alıp, namazını baştan tekrar kılar
.
Kullanılamaz durumdaki vakıf binaları
3 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :2 Aralık 2024 22:20
Vakıf olarak yapılan cami, bina harab olunca başka bir vakıf binanın tamirine sarf edilir.
Sual: Vakıf olarak yapılmış bir bina, eskimiş ve kullanılamaz duruma gelmiş ise, bu binanın malzemelerini başka yerde kullanmanın mahzuru olur mu?
Cevap: Vakıf olarak yapılan cami, bina harab olunca, işe yaramayan parçaları satılıp, kendi tamirine, tamiri mümkün değilse, yakın bulunan bir vakıf binanın tamirine, onun ihtiyacına sarf edilir. Başka bir yere sarf edilemez.
Sual: Dinimizde belli bir kâr haddi var mıdır, satılan mallara sınırlama getirilebilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Enes bin Mâlik hazretleri nakleder ki, Medîne-i münevverede, pahalılık oldu. Ya Resulallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz denildi. (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Dürr-ül-muhtârdaki hadis-i şerifte; (Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır) buyurdu. Esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak yani mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı, arttırdığı, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman, hükûmetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur.”
Hükûmetin koyduğu bu fiyata uymak vaciptir. Bunun gibi, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini koruyan kanunlara uymak lazımdır. Bunları korumak için, hükûmete yardımcı olmalı, mal, vergi kaçakçılığı yapmamalıdır. Gayr-i müslim hükûmetlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir.
Sual: Bir kimse, dükkânında, mağazasında mallarını satarken, salevat ve benzeri tesbihleri söylemesi, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İhtiyâr kitabında deniyor ki:
“Tesbih, tahmid, tekbir, Kur’ân-ı kerim, hadis-i şerif ve fıkıh kitabı okumak sevaptır. Ahzâb suresinin 35. âyetinde mealen; (Allahı çok zikreden erkeklerin ve kadınların günahları affolur ve çok sevap verilir) buyuruldu. Tüccarın, malını müşteriye gösterirken, bunları okuması ve kelime-i tevhid, salevat okuması günahtır. Bunları, para kazanmaya alet etmek olur.”
Sual: Abdest alırken, yıkanacak uzuvları kaç kerre yıkamalıdır?
Cevap: Abdest alırken, yıkanacak yerleri, üç kerre su dökmek değil, üç kerre tam yıkamak sünnettir. Üçten fazla yıkamak mekruhtur. Üçü sayarken şaşırırsa, üç yapar. Fazla oldu ise, mekruh olmaz.
.
Kıyamet kopacağı zaman
4 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :3 Aralık 2024 22:26
Mahlukların yok olacaklarına inanmak, yoktan var edildiklerine inanmak gibi, imanın şartıdır.
Sual: Kıyametin kopacağı, göklerin parçalanacağı, yıldızların dağılacağı hususu Kur’ân-ı kerimde var mıdır ve bunlara inanmak da imandan mıdır?
Cevap: Konu hakkında İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kıyamet kopacağı zaman, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve dağlar da parça parça olacak, hepsi yok olacaklardır. Böyle olacaklarını Kur’ân-ı kerim açıkça bildirmektedir. Müslümanların bütün fırkaları, bunu söz birliği ile haber vermişdir. El-hâkka suresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecektir. O gün kıyamet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır) ve Tekvîr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Güneşin karardığı, yıldızların yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zamana...) ve İnfitâr sûresinde, bir âyet-i kerimede meâlen; (Göğün yarıldığı ve yıldızların dağılıp yok oldukları zaman... ) ve Kasas suresinin son ayetinde meâlen; (Her şey yok olacaktır. Yalnız O kalacaktır!) buyurulmuştur.
Kur’ân-ı kerimde, bunlar gibi, daha nice âyetler vardır. Bunların yok olacaklarına inanmamak, cahillik olur. Yahut, Kur’ân-ı kerime inanmayan felsefecilerin, yaldızlı yalanlarına aldanmaktır. Görülüyor ki, mahlukların yok olacaklarına inanmak, yoktan var edildiklerine inanmak gibi, imanın şartıdır. İnanmak elbet lazımdır.”
Sual: Eşya veya insan taşımak için bir araba kiralandığında, araba arıza yaparsa, yolda kalırsa, araba sahibi ve müşteri nasıl hareket eder, ne yapılması gerekir?
Cevap: Bir yerden, bir yere gitmek üzere belli bir hayvan, araba, motor, kamyon kiralandığı gibi, belli insanın veya eşyanın götürülmesi de sözleşilebilir. Vasıta, yolda kalırsa, müşteri muhayyer olup, dilerse, araba tamir oluncıya kadar bekler, dilerse, vazgeçip oraya kadar olan parayı verir. Yahut, vasıta sahibi, başka vasıta ile hemen götürmeye mecburdur. Vasıtadan eşyayı indirmek de ona ait olur. Yol tehlikeli olup geri dönülürse, hiç ücret verilmez.
Sual: Altını ıslatabilecek olan küçük çocukların camiye götürülmesinin dinimizce bir mahzuru olur mu?
Cevap: Necaset bulaştıracak olan deliyi ve küçük çocukları camiye sokmak haramdır. Necaset tehlikesi olmazsa, mekruh olur.
.
Kalbin, gönlün hasta olması
5 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :4 Aralık 2024 22:52
Kalb hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti ve taati fayda vermez!
Sual: Din kitaplarında kalb, gönül hastalığından bahsediliyor, bu nasıl bir hastalıktır ve tedavisi nasıl olur?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Tabipler diyor ki, hasta perhiz yapmalıdır. İyi olmadan önce ona gıda iyi gelmez. Yağlı kuş eti bile böyledir. Hatta hastalığını arttırır. Hastanın yediği hastalığı arttırır!
Bunun için, önce hastayı iyi etmeyi düşünmek lazımdır. Bundan sonra, uygun gıda vererek, eski kuvvetli hâline kavuşturulması düşünülür.
Bunun gibi, (Kalblerinde hastalık vardır) meâlindeki âyet-i kerimede bildirilen kalb hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti ve taati fayda vermez, belki zarar verir. (Çok Kur’ân-ı kerim okuyanlar vardır ki, Kur’ân-ı kerim bunlara lanet eder) hadis-i şerifi meşhurdur. (Çok oruç tutanlar vardır ki, onun oruçtan kazancı, yalnız açlık ve susuzluktur) hadis-i şerifi de sahihtir. Kalb hastalıklarının mütehassısları olan tasavvuf büyükleri de, önce hastalığın giderilmesi için yapılacak şeyleri emir buyururlar. Kalbin hastalığı, Hak teâlâdan başkasına tutulması, bağlanmasıdır. Belki, kendisine bağlanmasıdır. Çünkü herkes, her şeyi kendisi için ister. Çocuğunu sevmesi, kendini sevdiği içindir. Malı, mevkiyi, rutbeyi hep kendisi için ister. Onun mabudu, tapındığı şey, kendi nefsidir. Nefsinin istekleri arkasında koşmaktadır. Kalb, bu bağlılıklardan kurtulmadıkça, insanın kurtulması çok güç olur. Bundan anlaşılıyor ki, aklı başında olan ilim adamları ve kalbi uyanık olan fen adamları, her şeyden önce, bu hastalığın giderilmesini düşünmelidirler.”
Sual: İbadet yeri olan camilerde, dünyalık sözler söylemenin, konuşmanın, kavga etmenin hükmü nedir?
Cevap: Camide pazar kurmak, yüksek sesle konuşmak, nutuk söylemek, kavga etmek, silah çekmek, ceza vermek tahrimen mekruhtur. Cuma ve bayram hutbelerinde de nutuk verir gibi okumak, konuşmak caiz değildir.
Sual: "Mâ-i müsta'mel" neye denir ve bunun kullanılması necis olur mu?
Cevap: Mâ-i müsta'mel; kullanılmış su demektir. Abdestte, gusülde kullanılan yahut yemekten önce ve sonra, sünnet olduğu için el yıkamakta kullanılan su, yıkanan uzuvdan ayrılınca necis olur. Bazı âlimlere göre, başka uzva, elbiseye, yere düştükten sonra necis olur. İlk düştüğü yeri kirletmez.
.
Yeryüzündeki camilerin en kıymetlisi
6 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :6 Aralık 2024 01:11
Camilerin efdali; Kâ'be-i muazzama, Mescid-i harâm, sonra Medine'deki Mescid-i Nebîdir.
Sual: Camilerin fazilet bakımından üstünlüğü var mıdır eğer varsa yeryüzündeki camilerin en faziletlisi, en efdali hangileridir?
Cevap: Bu konuda Dürr-ül-muhtârda buyuruluyor ki:
“Camilerin efdali Kâ'be-i muazzama, sonra bunun etrafındaki Mescid-i harâm, sonra Medine-i münevveredeki Mescid-i Nebîdir. Sonra, Kudüs'teki Mescid-i aksâ, sonra, Medine-i münevvere şehri yanındaki Kubâ mescididir. Mescid-i Nebinin yüz zırâ eni, yüz zırâ boyu vardı. Bir zırâ yarım metredir. Sonra, zamanla genişletildi. Şimdiki hâlinde de efdaldir.”
Sual: Piyasadan daha yüksek fiyatla mal satmak ve mal satın almak dinen uygun mudur?
Cevap: Bu konu ile alakalı olarak Hamza Efendi'nin Bey' ve Şirâ risâlesi şerhinde deniyor ki:
“Yüksek fiyatla satıp, bir kimseyi aldatmaktan sakınmalıdır. Zira piyasada on liraya satılmakta olan bir malı, onbir liradan yukarıya satın almak gaben-i fâhiş ile aldanmaktır. Yani çok aldanmaktır. Yalan söylemekle çok aldatılan bir müşteri, satıştan vazgeçebilir.
Sual: Suyun içine ağaç yaprakları, ot gibi şeyler karışmış olsa, böyle su ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Bu hususta Kudûrî şerhinde deniyor ki:
“Bir suya, temiz şeyler karışsa, su ismi değişmedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest alınır.”
Sual: Ayağa giyilen sandalet gibi şeylerle namaz kılınabilir mi?
Cevap: Temiz mest ve naleyn (nalın) ile namaz kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdaldir. Yahudîlere muhalefet olur. Naleyn, altı deri, üstü açık ve tasmalı ayakkabıdır. Altı tahta naleyn ile gezmek mekruhtur.
Sual: Bir veya birkaç odası mescit olarak kullanılan apartman katının üzerindeki evlerde, tuvalete gitmek ve benzerlerini yapmak uygun olur mu?
Cevap: Bir odası mescit yapılmış olan ev üzerine ve içinde Mushaf bulunan oda üzerine abdest bozmak ve cima etmek mekruh olmaz. Cenaze ve bayram namazları kılınan yerler de böyle ise de, buralardaki imama, camideki cemaat uyabilir. Buralara, cami avlularına, medrese ve tekkelere, hayızlı kadın ve cünüb girebilir.
Sual: Camilerin iç duvarlarını süslemek uygun mudur?
Cevap: Camilerin kıbleden başka duvarlarını süslemek caizdir. Fakat, bu parayı fakirlere harcamak efdaldir. Kıble duvarını kıymetli şeylerle, renklerle süslemek mekruhtur. Yan duvarların fazla süslü olması da mekruh olur.
.
İçinde hayvan ölüsü bulunan su...
7 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :6 Aralık 2024 23:34
Balık, yengeç, su kurbağası, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusül almak caizdir.
Sual: Su içinde yaşayan hayvanlar, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusül alınabilir mi?
Cevap: Suda yaşayan balık, yengeç, su kurbağası, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusül almak caizdir. Toprak kurbağası ve yılanından, akıcı kanı olmayanları da, suda ölünce, abdest ve gusül caiz olur. Bütün bunlar, sudan çıkarılıp, ölünce, ölüleri suya düşerse, yine caiz olur. Kurbağa, suda parçalanırsa, yine caiz olur. Fakat içilmez. Çünkü, eti haramdır. Ördek, kaz gibi karada doğup, suda yaşayan hayvan ölünce, küçük havuz, necis, pis olur.
Sual: Ağaçlardan damlayan ve meyvelerinden sıkılarak elde edilen sular temiz midir ve bunlarla abdest alınabilir mi?
Cevap: Ağaçtan, ottan, meyveden, asmadan çıkan, damlayan su temizdir. Fakat bunlar ile ve bunları sıkarak çıkarılan sular ile abdest ve gusül caiz değildir.
Sual: Namaz vakti daralmış ve abdesti olmayan kimse, yolda rastladığı su birikintisi ile abdest alabilir mi?
Cevap: Yolda rastlanan bir suyun temiz olduğu iyi bilinir veya temiz olduğu çok zan edilirse, bununla abdest alınır. Hatta, su az ise, buna necaset karıştığı iyi bilinmedikçe, bununla abdest alınır ve gusül edilir. Teyemmüm edilmez. Çünkü, her suyun aslı temizdir, zan ile pis olmaz.
Sual: Yırtıcı hayvanların, domuz ve köpeğin içtiği suyun artanı ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Domuzun, köpeğin ve yırtıcı hayvanların ve henüz fare yiyen kedinin artıkları, etleri ve sütleri kaba necasettir. Bunları yemek, içmek haramdır. Artıklarını abdestte, gusülde ve temizlikte kullanmak caiz değildir. İlaç olarak da kullanılmaz.
Sual: Küçük çocuğun elini soktuğu kovadaki su ile abdest almanın mahzuru olur mu?
Cevap: Küçük çocuğun elini suya sokması, kedinin artığı gibidir. Yani, eli temiz olduğu bilinmiyorsa, bu su ile abdest almak veya içmek, tenzihen mekruh olur.
Sual: Kitaplarda akıcı su tabiri geçiyor, bunun bir ölçüsü var mıdır?
Cevap: Saman çöpünü sürükleyen suya, akıcı su denir.
Sual: Herhangi birisinin suyunu çalan bir kimse, bu çaldığı su ile abdest alabilir mi?
Cevap: Gasbedilen, çalınan su ile alınan abdest sahih ise de, haramdır.
Sual: Müslümanın papaz kıyafeti giymesinin hükmü nedir?
Cevap: Papazların ibadetlerine mahsus şeyi kullanmak küfür olur. Buna Küfr-i hükmi denir
.
Zellet-ül-kâri, yanlış okumak!
8 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :7 Aralık 2024 23:02
Namazı bozanlardan birisi de Zellet-ül-kâri yani yanlış okumaktır.
Sual: Namazı bozanlardan birisinin de zellet-ül-kâri olduğu ktitaplarda yazılıdır. Zellet-ül-kâri ne demektir, nerelerde ve nasıl olur?
Cevap: Namazı bozanlardan birisi de Zellet-ül-kâri yani yanlış okumaktır. Yanlış okumaktaki hata, dört şekilde olabilir:
Birinci şekli; irâbda hatadır ki, harekelerde ve sükunda olur. Mesela şeddeyi hafif okumak veya medleri yani uzatılacakları kısa okumak yahut bunların aksini yapmaktır.
İkinci şekildeki hata ise harflerde olur. Harfin yerini değiştirmek veya kelimeye harf ilave etmek yahut harf azaltmaktır veya harfi ileri geri almaktır.
Üçüncü hata; kelimelerde ve cümlelerde olur.
Dördüncü hata vakıf yani duraklarda ve vasıl yani geçişlerde hata olur. Durulacak yerde durulmaz geçilir, geçilecek yerde de durulur. Bu dördüncü şekil hatada, mana değişse de, bozulmaz.
İlk üç şekilde, manayı değiştirip, küfre sebep olacak mana hasıl olursa, namazı bozar. Yalnız, cümlenin yerini değiştirdiği zaman, arada durursa, bozmaz. Hasıl olan mana küfre sebep olmazsa, Kur’ân-ı kerimde benzeri yoksa, namaz yine bozulur. Gurâb yerine gubâr demek, Rabbinnâs yerine Rabinâs demek, zallelnâ yerine zalelnâ demek, emmâretün yerine emâretün demek ve (amile salihan ve kefere fe lehüm ecrühüm) diyerek ve kefere kelimesini eklemek ve mesânî yerine mesânîne demek, essırâtallezîne demek ve bir kavle göre, iyyâ kena'büdü demek yani bir kelimeyi ayırıp, ikinci kelimeye birleşdirmek, ve mâ halekazzekere derken ve’yi unutmak, hepsi bozar. Manasız olur ve Kur’ân-ı kerimde benzeri bulunmazsa, yine bozar. Serâir yerine, serâil demek, halaknâ yerine, laknâ demek, ce'alnâ yerine alnâ demek gibi. Benzeri bulunursa da, mana başka ise, imam-ı Ebu Yusuf bozulmaz dedi. Tarafeyn yani İmam-ı a'zam ile imam-ı Muhammed ise, bozulur dedi. Fetva da böyledir. Benzeri bulunmaz, manası değişmezse, aksini söylediler. Fetva, Tarafeynin sözünedir. Meselâ, ihdinelsırâta deyince ve Rabilâlemin ve iyâke deyince ve yâ mâlik yerine yâ mâli deyince, teâlâ ceddü Rabbinâ derken teâl deyince bozulmaz. Ehad yerine ehat deyince bozulur. [Bezzâziyye]
Sual: Namaz kılarken namazın içindeki sünnetleri terk etmenin hükmü nedir?
Cevap: Namaz kılarken namazın sünnetlerinden birini terk etmek mekruhtur.
.
Müslüman, her zaman uyanık olmalıdır
9 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :8 Aralık 2024 23:27
“Ey Hempher! Müslümanları birbirine düşürebildiğin zaman nazırlık madalyasını kazanmış olacaksın.”
Sual: Müslümanların zayıf ve güçsüz kalması, islamiyetten uzaklaşıp, birbirlerine düşmeleri mi olmuştur?
Cevap: İngilizler, İslamiyeti yok etmek ve Müslümanları içeriden yıkmak için yetiştirdikleri casuslarını, Müslüman kılığında Müslüman ve bilhassa Osmanlı devletinin içine gönderiyorlardı. Bunlardan birisi de Hempher’dır. Hempher, hatıratında, kendisi gibi Müslüman devletlere gönderilen casuslardan ancak dördünün Londra'ya dönebildiğini anlattıktan sonra diyor ki:
“Sekreter, ilk birkaç raporumdan sonra, dördümüzün raporlarının tedkik edilmesi için, bir toplantı yaptı. Arkadaşlarım, vazifeleriyle alakalı raporlarını teslim ettikten sonra, ben de raporumu verdim. Benimkinden bazı kısmlarını not ettiler. Nazır, sekreter ve toplantıya katılanların bir kısmı, çalışmalarımı takdir ettiler. Fakat, yine de üçüncü sıradaydım. Birinciliği arkadaşım George Belcoude, ikinciliği ise Henry Franse kazanmıştı.
Türkçe ve Arabi lisanları ile Kur'ân-ı kerim ve ahkam-ı islamiyyeyi çok iyi öğrenmiştim. Fakat, nazırlığa Osmanlı Devletinin zayıf noktalarını gösterecek bir rapor hazırlamayı başaramamıştım. İki saat süren toplantıdan sonra, sekreter bu başarısızlığımın sebebini sordu. Ben de;
-Asıl vazifem lisan ile Kur'ân ve İslamiyeti öğrenmekti. Bunun haricindeki işlere fazla vakit ayıramadım. Fakat, bu sefer sizi memun edeceğim dedim. Sekreter;
-Şüphesiz sen muvaffak oluyorsun. Fakat, birinci olmanı isterdim dedi ve şöyle devam etti:
-Ey Hempher, gelecek seferki vazifen ikidir:
1-Müslümanların zayıf noktaları ile, onların vücutlarına girip, mafsallarını ayırmamızı sağlayacak noktaları tesbit etmektir. Zaten, düşmanı yenmenin yolu da budur.
2-Bu noktaları tesbit edip, dediğimi yaptığın zaman yani Müslümanların arasını açıp, onları birbirine düşürebildiğin zaman en başarılı ajan olacak ve nazırlık madalyasını kazanmış olacaksın.”
Sual: Bir kimse, ben kaybolanları, çalınanları bilirim dese, bu kimsenin imanına bir zarar gelir mi?
Cevap: Bir kimse; “Ben çalınanları ve kaybolanları bilirim” dese, bunu söyleyen ve buna inanan kâfir olur. Bana cin haber veriyor dese, yine kâfir olur. Peygamberler ve cinniler dahi gaybı bilmezler. Gaybı, ancak Allahü teâlâ bilir ve bir de Onun bildirdikleri bilir.
.
Söz, az ve açık olmalıdır
10 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :10 Aralık 2024 00:52
Bir şeyi kapalı anlatmak, dinleyene sıkıntı verir, onu incitir. Emr-i maruf yapmanın şartları vardır.
Sual: İnsanlara nasihat ederken, din bilgisi verirken sert ve insanları aşağılayıcı bir tavırla hareket etmek, dinen uygun mudur?
Cevap: Birinin sözünü yanlış anlamak, kişinin öfkelenmesine sebep olabilir. Böyle zamanlarda az ve açık söylemek, şüpheli kelimeler kullanmamak lazımdır. Bir şeyi kapalı anlatmak, dinleyene sıkıntı verir, onu incitir. Emr-i maruf yapmanın üç şartı vardır:
Birincisi, Allahü teâlânın emrini ve yasağını bildirmeye niyet etmektir.
İkincisi, söylediğinin vesikasını, kaynağını bilmektir.
Üçüncüsü, hasıl olacak sıkıntılara sabretmektir.
Bunun için yumuşak söylemek, sertlik yapmamak lazımdır. Sert söyleyen ve münakaşa eden fitne çıkmasına sebep olur. Hazret-i Ömer halife iken, Abdullah ibni Mesut hazretleri ile bir gece Medine içinde dolaşıyorlardı. Bir kapıdan teganni, şarkı söyleyen kadın sesi duydu. Kapı deliğinden içerisini gözetledi. Önünde şarap şişesi, karşısında şarkıcı bir kız bulunan ihtiyarı gördü. Hemen pencereden içeri girdi. O kimse;
-Ya Emirelmüminin! Allahü teâlânın rızası için beni dinler misin? Deyince;
-Söyle bakalım, buyurdu. Ben, Allahü teâlâya bir isyanda bulundum. Fakat sen, onun üç emrine isyan ettin, dedi.
-Nedir onlar? Deyince;
-Allahü teâlâ, başkasının evini gözetlemeyiniz buyuruyor. Sen, kapıdan içerisini gözetledin. Allahü teâlâ, başkasının evine izin almadan girmeyiniz buyurdu. Sen izinsiz girdin. Allahü teâlâ, evlere kapılarından giriniz ve selam veriniz buyurdu, sen ise, pencereden girdin ve selam vermedin, dedi. Hazret-i Ömer buna adalet ve insaf ile cevap vererek;
-Doğru söyledin dedi ve ondan af diledi. Ağlayarak dışarı çıktı...
Sual: Din diye, sadece Allahü teâlâ tarafından gönderilenlere mi denir, insanların uydurduklarına da din denir mi?
Cevap: Din, insanları saadet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere Resül denir. Her asırda, en temiz bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resüllere tabi olan bu Peygamberlere de, Nebi denir.
.
İbadet etmeden cenneti istemek
11 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :11 Aralık 2024 00:48
Hazret-i Ali buyurdu ki: "Çalışmadan cennete kavuşacağını zanneden kimse, hayale kapılıyor."
Sual: Bir kimse, ibadet etmeden, günahlardan sakınmadan, dua ederek cennete gidebilir mi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam bak ne buyuruyor: (Ahırette hesaba çekilmeden önce, dünyada iken hesabınızı görünüz ve tartılmadan önce, kendinizi tartınız!) Hazret-i Ali buyurdu ki: ‘Uğraşmadan, çalışmadan cennete kavuşacağını zanneden kimse, hayale kapılıyor. Çalışarak kavuşacağım diyenin de kendini yorması, ibadet meşakkatlerini yüklenmesi lazımdır.’ Hazret-i Ali'nin talebesinden Hasen-i Basri hazretleri diyor ki: ‘İbadet etmeden Allahü teâlâdan cennet istemek, büyük günahtır.’ Büyüklerden biri buyuruyor ki: ‘İlmi faydalı olan kimse, ibadeti bırakmaz, ibadetin sevabını düşünmeyi bırakır.’ Peygamber Efendimiz buyurdu ki: (Akıl sahibi, nefsini ezip, ahırette lazım olan şeyler için çalışır. Ahmak, aptal olan da nefsinin arzuları peşinde koşup, cennete götürmesi için de, Allaha dua eder.)”
Sual: İnsanlara insan oldukları için diri iken saygı gösterildiği gibi, öldüğünde cenazelerinde de saygılı olmak gerekir mi?
Cevap: Bir gün Peygamber efendimizin önünden bir cenaze geçirildi. Resulluah efendimiz, tazim, hürmet için ayağa kalktılar. Eshab-ı kiram;
-Ya Resulallah, bu cenaze yahudi cenazesidir deyince, Peygamber efendimiz;
- Nefis değil midir? yani insan değil midir cevabını verdiler.
Sual: Bir cenaze görüldüğü zaman, ayağa kalkıp, cenaze geçinceye kadar öylece durup beklemek uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Halebî kitabında deniyor ki:
“Önünden cenaze geçen kimse, cenaze için ayağa kalkıp dikili durmamalıdır. Cenazeyi taşımak ve arkasından yürümek için kalkmalıdır. Resulullah efendimizin cenaze görünce kalktığı, geçtikten sonra oturduğu ve siz de böyle yapın diye emir buyurduğu bildirildi ise de, bu emir nesih edildi. Yani bir zaman sonra, bu emrini değişdirdi.” Merâk-ıl-felâh ve Dürr-ül-Muhtârda da cenazeyi görenin saygı duruşu olarak ayağa kalkmasının caiz olmadığı yazılıdır.
Sual: Hanefi mezhebinde olan bir müslüman, ayağına giydiği mestlerin üstü ile beraber altını da mesih edecek midir?
Cevap: Hanefi mezhebinde mesih, mestlerin yukarıdaki yüzlerine yapılır, mestlerin taban altına mesih yapılmaz.
.
Dertlerden kurtulmak için
12 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :12 Aralık 2024 01:05
"Birinize dert ve bela gelince, Yunus Peygamberin duasını okusun!"
Sual: Dertlerden, sıkıntılardan kurtulmak için okunması tavsiye edilen dualar var mıdır?
Cevap: Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Her şeyin yaratılmasında müşterek olan manevi sebep, sadaka vermek, yetmiş kerre (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Peygamber Efendimiz;
(Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur) ve (Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!) buyurdu. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Mallarınızı zekât vermekle koruyunuz. Hastalarınızı sadaka vererek tedavi ediniz! Dua ile beladan korununuz!)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kalbinizde üzüntü ve kuruntu olunca, gidermek için tövbe ve istiğfar okuyunuz! Korkulu zamanlarda, Kelime-i temcîd, yani (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil'aliyyil'azîm) okuyunuz!”
Muhammed Ma'sûm hazretleri buyuruyor ki:
“Dertlerden kurtulmak ve murada kavuşmak için beşyüz kerre Lâ havle velâ kuvvete illâ billah ile evvelinde ve ahirinde yüzer defa salevât-ı şerife okuyup dua etmelidir)”
Mu'avvi-zeteyn yani iki Kul-e'ûzüyü çok okumak da faydalıdır.
Tefsîr-i Mazherîde, Enbiyâ sûresinin seksenyedinci ayetinin tefsirinde, hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birinize dert ve bela gelince, Yunus Peygamberin duasını okusun! Allahü teâlâ Onu muhakkak kurtarır. Dua şudur: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn.) Tergîb-üs-salâttaki hadis-i şerifte;
(Sabah, kalkınca, üç kerre Bismillâhillezî lâ-yedurru ma' asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm okuyana akşama kadar, hiç dert, bela gelmez) buyuruldu.
Li îlâfi okumak, korkulu yerlerde ve düşman istila ettiği zamanlarda, emniyet ve refah için tecrübe edilmiştir. En az her gün ve gecede onbir kerre okumalıdır. Meâricü'l-hidâyede buyuruluyor ki:
“İstiğfarlardan meşhur olanı, Peygamber Efendimizden haber verilen;
(Bir kimse, Estağfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüverrahmanürrahîm el-hayy-ül-kayyûmüllezî la-yemûtü ve etûbü ileyh Rabbigfir lî) istiğfar duasını yirmibeş kerre okursa, odasında, ailesinde, evinde ve şehrinde hiç kaza, bela olmaz.”
.
Allahü teâlâ için darılmak
13 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :12 Aralık 2024 22:00
Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemektir.
Sual: Günah işleyenlere karşı mesafeli durmak, darılmak, dinimiz açısından uygun olur mu?
Cevap: Hicr, menetmek, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir. Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehaptır. Bu hâl, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte;
(Amellerin, ibadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama;
-Benim için ne yaptın? buyurunca;
-Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikreyledim, diye arz edince, Allahü teâlâ;
-Namaz, sana burhandır, kötü iş yapmaktan korur. Oruç, kalkandır, Cehennem ateşinden korur. Zekât da, mahşer yerinde gölge verir, sana rahatlık verir. Zikir, mahşerde karanlıktan kurtarır, ışık verir. Benim için ne yaptın? buyurdu.
-Ya Rabbi! Senin için olan işin ne olduğunu bana bildir, diye yalvarınca;
-Ya Musa! Dostlarımı sevdin mi, düşmanlarımdan kesildin mi? buyurdu. Musa aleyhisselam, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadetin, hubb-i fillah ve buğd-ı fillah olduğunu anladı.
Günah işleyeni, kabahat yapanı uzun zaman hicr eylemek caizdir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin haramdan geldiği bilinen hediyeyi kabul ettikleri için amcasını ve oğullarını hicr eylediği meşhurdur. Resulullah efendimiz, Tebük gazasına gelemeyen üç kişiyi hicr eylemiştir.
Sual: Bütün Peygamberlerin iman ve ibadet olarak bildirdikleri hep aynı mıdır?
Cevap: Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Fakat, dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır.
Sual: İnsanlara maddeten yardım eden, hayır yapan kimse, zekât vermiş gibi ibadet sevabı alabilir mi?
Cevap: İhlas ile, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile, farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan, mekruhlardan kaçınmaya, yani ahkam-ı islamiyyeyi, İslamiyetin hükümlerini yerine getirmeye ibadet etmek denir. Niyetsiz, ibadet olamaz. Önce iman etmek, sonra İslamiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır.
.
Allaha mahsus sıfatları kullanmak
14 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :13 Aralık 2024 23:28
Sonsuz var olmak, yaratmak, her şeyi bilmek, hastalara şifa vermek, ülûhiyyet sıfatlarındandır.
Sual: Bir kimsede veya başka bir varlıkta, yaratmak, sonsuz var olmak gibi Allah'a mahsus olan sıfatlardan birinin bulunduğuna inanan Müslümandan iman gider mi?
Cevap: Şirk; Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye Müşrik, benzetilen şeye Şerik denir. Bir kimsede, birşeyde, ülûhiyyet sıfatlarından birisinin bulunduğuna inanmak, onu, Allahü teâlâya şerik, ortak yapmak olur. Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara, yani Sıfât-ı zâtiyye ve Sıfât-ı sübûtiyyelere ülûhiyyet sıfatları denir. Sonsuz var olmak, yaratmak, her şeyi bilmek, hastalara şifa vermek, ülûhiyyet sıfatlarındandır. Bir insanda, güneşte, inekte, herhangi bir mahlukta, ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inanarak, ona tazim, hürmet etmeye, ona yalvarmaya, ona ibadet etmek, tapınmak denir. O şeyler, sanem, put olur. Böyle zan olunan insanın ve kâfirlerin heykelleri, resimleri ve mezarları önünde de, tazim edici şeyler söylemek, yapmak da, ibadet etmek, şirk olur. Bir insanda ülûhiyyet sıfatlarından birinin bulunduğuna inanmayıp, Allahın sevgili kulu olduğuna veya vatana, millete hizmetleri olduğuna inanarak, bunun resmine, heykeline, tazim etmek şirk olmaz, küfür olmaz. Fakat, herhangi bir insanın resmine hürmet etmek haram olduğu için, tazim, hürmet eden bir Müslüman fasık olur. Haram olduğuna ehemmiyet vermezse, diğer bir haramı, ehemmiyet vermeyerek yapanlar gibi Mürted olur. Müşrik olmayan Yahudi ve Hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfirdirler. Bunlara Kitaplı kâfir denir. Şimdi, Hıristiyanların çoğu, İsa aleyhisselama ülûhiyyet sıfatı isnat ettikleri için, müşriktir. Barnabas ve Aryus mezhebinde olanları, kitaplı kâfir iseler de, bunlar bugün yoktur.
Sual: Kendini bilgili, anlayışı yüksek göstermek veya insanlarla alay etmek için söylenen sözlerde, imanın gitme tehlikesi olur mu?
Cevap: Akıllı, bilgili, edebiyatçı olduğunu göstermek veya yanındakileri hayrete düşürmek, güldürmek, sevindirmek yahut alay etmek için söylenen sözlerde küfr-i hükmiden korkulur. Gadap, öfke, kızgınlık ve hırs ile söylenen sözler de böyledir. Bunun için insan, sözünün ve işlerinin neye varacağını düşünmelidir. Her şeyde dinini kayırmalıdır. Hiçbir günahı da, küçük görmemelidir.
.
Emirleri bilerek ihlas ile yapmalıdır
15 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :15 Aralık 2024 08:09
Sual: Bir Müslüman, emir ve yasakları öğrenmese, ibadetleri de şartlarına uyarak yapmasa, böyle bir kimsenin kurtulması mümkün olur mu?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın emrettiği işlere Farz, yasak ettiklerine Haram denir. Farz veya haram olmayanlara Mubah denir. Farzları yapmaya, haramlardan sakınmaya ve mubahları Allah rızası için yapmaya İbadet etmek denir. Bir ibadetin sahih ve makbul olması, Allahü teâlânın beğenmesi için, ilim yani doğru yapmanın şartlarını öğrenmek, amel yani şartlarına uygun ve ihlas ile yapmak lazımdır. İhlas, para, mevki, şöhret gibi dünya menfaatlerini düşünmeyip, Allahü teâlâ emrettiği için, Onun rızasını, sevgisini kazanmak için yapmaktır. İlim, fıkıh kitaplarını, bir üstad ile birlikte okuyarak, ihlas da, bir velinin sözlerinden, hâl ve hareketlerinden, tasavvuf kitaplarını okuması ile elde edilir. İslam ilimleri, iki kısımdır: Din bilgileri ve fen bilgileri. Bunları, lüzumu kadar öğrenmek farzdır. Mesela, ilacın kullanma şeklini, miktarını ve elektrik lambası makinası kullananın elektrik hakkında kısa bilgi öğrenmesi farzdır. Öğrenmezse, ölüme sebep olurlar.
Farzlara ve haramlara inanıp da, tembellikle veya kötü arkadaşlara uyarak, ibadet etmeyen bir Müslüman, tövbe etmeden ölürse, günahı bitinceye kadar, Cehennemde yanar. Farzları öğrenmeyen, bilse de, kıymet, ehemmiyet vermeyen, üzülmeden, Allah'tan korkmadan terk eden, Müslümanlıktan çıkar, kâfir olur. Cehennemde, ebedî, sonsuz yanar. Haramları yapmak da böyledir.
Bir ibadetin ilmini öğrenmeyenin, şartlarını bilmeyenin, yaptığı ibadet, ihlas ile yapılmış olsa da, sahih olmaz. Hiç yapmamış gibi olur. Şartlarını bilerek ve gözeterek yapanın, ibadeti sahih olur. Fakat, ihlas ile yapmadı ise, bu ibadeti ve hiçbir iyiliği kabul olmaz. İlim ve ihlas ile yapılmayan ibadetin faydası olmaz. İnsanı küfürden, günahtan, azaptan kurtarmaz. Ömür boyunca, böyle ibadet yapıp da, küfür üzere vefat eden münafıklar çok görülmüştür. İlim ile, ihlas ile yapılan ibadet, insanı, dünyada küfürden, günahtan kurtarır ve aziz eder. Ahirette de, Cehennem azabından kurtaracağını, Allahü teâlâ, Mâide sûresinin dokuzuncu âyetinde ve Vel'asr sûresinde vadetmektedir.”
.
Ney de, bir çalgı aletidir
16 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :16 Aralık 2024 00:51
Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney çalmadı, raks etmedi, dönmedi. Bunları, sonradan gelen cahiller uydurdu.
Sual: Ney bir çalgı aleti midir, bunu, ilahilerde, dinî sözlerde veya şiirlerde kullanmak uygun olur mu?
Cevap: Ses çıkarmak için kullanılan cansız cisimlere Mizmar, çalgı aleti denir. Gök gürlemesi, top, tüfek, baykuş, papağan, çalgı değildirler. Ses çıkaran eğlence aletleri, davul, dümbelek, zilli maşa, ney, kaval, hep çalgıdır. Çalgı, kendiliğinden ses çıkarmaz. Ses çıkarmak için, davula vurmak, neyi, kavalı, üflemek lazımdır. Bunlardan çıkan ses, insanın değil, bu çalgıların hasıl ettiği sesdir. İbni Abidînde deniyor ki:
“Lu’b, la’ib, lehv ve abes, hepsi oyun ile vakit geçirmektir. Tavla, ondört taş oynamak, bütün çalgıları çalmak, dinlemek, raks, dans etmek, hokkabazlık, şaklabanlık etmek, el çırpmak, hep oyun olup, tahrimen mekruhturlar. Devamlı yapılırsa veya farzları yapmaya mâni olurlarsa, kumar ile yapılırsa, söz birliği ile haram olurlar. Tef, kaval, ney çalmak ve dinlemek de böyledir. Hadis-i şerifte; (Her türlü lehv haramdır. Yalnız, zevce ile oynamak, at ve silah ile talim, yarış yapmak caizdir) buyuruldu.”
Merâkıl-felâhda ve Tahtâvî şerhinde deniyor ki:
“Duanın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Tarikatçıların yaptıkları gibi, raksetmek, dönmek, el çırpmak, tef, dümbelek, ney, saz çalmak, söz birliği ile haramdır.”
Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney çalmadı, raks etmedi, dönmedi. Bunları, sonradan gelen cahiller uydurdu. Hikmet yani fen, sanat, faydalı şeyler ve nasihat bildiren şiirler yazmak ve sesle okumak helaldir. Şehvete ait şiirler okumak haramdır. Bunları okumak kalbde nifak yapar. Üflemekle, vurmakla, temas veya tel ile çalınan bütün çalgıları çalmak, dinlemek ve dinlemeye gitmek haramdır. Peygamber efendimiz çalgı çalınan bir yere tesadüf ettiğinde, mübarek parmaklarını kulaklarına tıkadılar. Kur’ân-ı kerimi, mevlidi, ezanı ve ilahileri çalgı çalarken okumak veya çalgı aletleri ile okumak küfürdür. Haram bulunan şiirleri okumak mekruh, teganni ile okumak ve fuhuş olanları okumak haramdır.
Berîka kitabında, şeyh-ül-islâm Ebüssü’ûd efendinin fetvası yazılıdır. Bu fetvada helal ve haram olan teganniler bildirilmektedir. Çalgılar hakkında hiçbir şey yazılı değildir. Ney ve çalgı çalanların, bu fetvayı ileri sürmeleri, Ebüssü’ûd efendiye iftira olmaktadır.
.
Hazret-i Mevlânâ, ney çalmadı, dönmedi
17 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :16 Aralık 2024 22:07
Mesnevî şerhinde, "ney"in "insan-ı kâmil" olduğu, dokuz türlü isbat edilmektedir.
Sual: Mevlânâ hazretleri ney çalmış mıdır, ellerini açıp dönmüş müdür, eğer ney çalmadı ve dönmedi idi ise, bu yapılanlar nedir?
Cevap: Mevlânâ Celâlüddîn Rûmî hazretleri, evliyanın büyüklerindendir. Divanında otuz bin, Mesnevisinde kırkyedi bin beyit vardır.
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyânın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı, raks etmedi. Dünyaya nur saçan Mesnevîsine, her memlekette, birçok dillerde şerhler, açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan en kıymetlisi, Mevlânâ Câmî'nin kitabıdır ki bu kitapta deniyor ki:
“Mesnevînin birinci beytinde, 'Dinle neyden, nasıl anlatıyor ayrılıklartan şikâyet ediyor' deniyor. Ney, İslam dininde yetişen kâmil insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuş, her an, Allahü teâlânın rızasını aramaktadır. Ney, Farsçada 'yok' demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hasıl olmaktadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinde, Allahü teâlânın ahlakı zahir olmaktadır. Neyin üçüncü manası, kamış kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kâmil kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlâdandır.”
İkinci Abdülhamid Han zamanında Ankara Valisi olan Abidin Paşa, Mesnevî şerhinde, neyin insan-ı kâmil olduğunu, dokuz türlü isbat etmektedir.
Sonraları, bazı cahiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, şeyler çalmaya, dans etmeye başladılar. Oyun aletleri, o tasavvuf üstadının türbesine konuldu. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, yüksek sesle zikir bile yapmazdı. Nitekim Mesnevîsinde:
“Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb, bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!” buyuruyor ki; “O hâlde, sevgiliye kavuşmayı, can-u gönülden iste. Dudağını ve damağını oynatmadan, Rabbin ismini kalbinden söyle!” demektir.
Sonradan gelen din cahilleri, ney, saz, tef gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek, nefslerini zevklendirmişlerdir. Bu günahlara ibadet adını verebilmek, kendilerini din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı, biz onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemişlerdir.
.
Şeb-i arûs, düğün gecesi
18 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :17 Aralık 2024 21:30
Tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha dönmek olduğundan bir sevinç vesilesidir.
Sual: Mevlâna hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermektedir. Ölmek, sevinilecek bir şey midir ki böyle denmiştir?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, İslam bilgilerinin kaynağının, insan aklı, insanın düşüncesi olmadığını, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler olduğunu bildirmişlerdir. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir.
Kur’ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir, akıl ile alakası yoktur. Tesavvuf ehli, Allahın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlâna Celâlüddîn-i Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlâna hazretleri; “Bâzâ, Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ” yani “Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, Mecusilerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile, gel!” diyor. Bu sözler, 13. asırda yaşamış, Baba Efdal Kâşî'ye de nisbet edilmektedir.
Kalbi hastalıktan kurtarmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lazımdır. İslamiyetten, tasavvuftan haberi olmayanlar, dini, dünya kazançlarına alet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturmuşlardır. Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile dönen semazenler, sağ ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi belirtmek için, aşağı indirirler. Yapılan bu ayinler, İslamiyetin bir emri zannedilmektedir. Bunları yapanlar, maalesef İslam dini ile hiçbir alakası olmayan, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bulunmayan böyle ayinleri, tarikat olarak, İslamiyet olarak tanıtıyorlar. Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı kiramdan hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların zamanlarında tasavvuf vardı, fakat böyle tarikatçılık yoktu.
Kibrin en kötüsü
19 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :19 Aralık 2024 00:42
Üstünlük, kendini üstün görmekte değil, tevazu göstermektedir.
Sual: Kibrin kötü olduğu bilinmektedir peki kibrin en kötüsü de var mıdır, varsa nedir?
Cevap: Kibir çeşitlerinin en kötüsü Allahü teâlâya karşı kibirli olmaktır. Nemrut böyle idi. Tanrı olduğunu ilan etti. Allahü teâlânın nasihat vermek için gönderdiği Peygamberi ateşe attı. Firavun da böyle ahmaklardan biri idi. Mısır'da ilahlığını ilan etti. Ben sizin güçlü tanrınızım dedi. Allahü teâlâ, nasihat vermek için, Musa aleyhisselâmı gönderdi. Buna inanmadı. Allahü teâlâ, onu Süveyş denizinde boğdu... Bunlar gibi, bu dünyanın yaratıcısına inanmayanlara dehri, ateist denir. Her asırda böyle ahmaklar gelmiştir. Böyle zalimler, milyonlarca insanı öldürerek ve işkence yaparak ve din, İslam adamlarını ve kitaplarını yok ederek, milletlerini sindirmişler, korkutmuşlardır. İlaha, mabûda mahsus üstünlüklere malik olduklarını sanmışlar ve söylemişlerdir. Fakat Allahü teâlânın kahrından, gadabından kurtulamayıp yok olmuşlar. Tarihte geçen bütün zalimler gibi, lanet ve nefret ile anılmışlardır. Sonra gelen zalimler de, tarih kitaplarında okudukları zalimlerin feci akıbetlerinden ibret almıyorlar. Dünyada, ahırette başlarına gelecek olan azapları, felaketleri hiç düşünmüyorlar.
Resûlullah efendimize karşı da tekebbür edenler çok işitildi. Allahın gönderdiği Peygamber bu mudur? dediler. Bu Kur'ân, Mekke şehrinin ileri gelenlerine indirilseydi iyi olurdu dediler. Tarih boyunca, İslamın büyüklerine karşı da, böyle tekebbür edenler, alay edenler, hiç eksik olmadı. Bu tekebbürler, aciz, zayıf, elinden bir şey gelmeyen, hatta kendinden ve bedeninin yapısından haberi olmayan kulun, kendi malikine, sahibine, kuvveti, gücü sonsuz olan Rabbine karşı bir savaş idi. Vaktiyle iblis de, böyle tekebbür etti. Meleklere, Âdem aleyhisselâma karşı secde etmeleri emrolununca, toprağa karşı niçin secde edeyim? Ben ondan daha üstünüm, beni ateşten, onu çamurdan yarattın diyerek, Rabbine karşı geldi. Ateşin alevini, latifliğini ve ışık yaydığını görünce, onu sudan ve topraktan üstün sandı. Hâlbuki üstünlük, kendini üstün görmekte değil, tevazu göstermektedir. Hadis-i şerifte;
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehenneme atarım, hiç acımam) buyuruldu.
.
Allahü teala, kalplere bakar
20 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :19 Aralık 2024 22:10
"Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalplerindeki imana bakarım."
Sual: Allahü teala, kullarının amellerine mi bakar yoksa bunları ne niyetle yaptıklarına ve kalplerindeki imana mı bakar?
Cevap: Bu konuda Ahmet bin Yahya Münîrî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, ilmi, zulmetin temizlenmesine, cehli de, günah işlenmesine sebep yaptı. İlimden iman ve taat doğmakta, cehilden de küfür ve günah hasıl olmaktadır. Taat, çok küçük olsa da, kaçırmamalı! Günah, pek küçük görünse de, yaklaşmamalıdır! İslam âlimleri buyurdular ki:
Üç şey, üç şeye sebeptir: Taat, Allahü teâlânın rızasını kazanmaya sebeptir. Günah işlemek, Allahü teâlânın gadabına sebeptir. İman etmek, şerefli ve kıymetli olmaya sebeptir.
Bunun için, küçük günah işlemekten de çok sakınmalıdır. Allahü teâlânın gadabı, bu günahta olabilir. Her mümini kendinden iyi bilmelidir. O mümin, Allahü teâlânın çok sevdiği kulu olabilir. Herkes için ezelde yapılmış olan takdir, hiç değiştirilemez. Hep günah işleyip, hiç taat yapmamış olan bir Müslümanı, Allahü teâlâ, dilerse affeder. Bekara suresinin otuzuncu âyetinde, Melekler, meâlen; (Ya Rabbi! Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun) dediklerinde; (Onlar fesat çıkarmazlar) demedi. (Sizin bilmediklerinizi ben bilirim) buyurdu. (Layık olmayanları layık yaparım. Uzak kalanları yaklaştırırım. Zelil olanları aziz ederim) buyurdu. Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalplerindeki imana bakarım. Siz, günahsız olduğunuza bakıyorsunuz. Onlar, benim rahmetime sığınırlar. Sizin günahsız olduğunuzu beğendiğim gibi, Müslümanların günahlarını affetmeyi de severim. Benim bildiğimi sizler bilemezsiniz. İmanı olanları, ezelî olan lütfuma kavuştururum buyurdu.”
Sual: Beş vakit namaz, âyet ve hadis ile emredilmiş midir?
Cevap: Kitâb-ül-fıkh-alel-mezâhib-il-erbe'ada deniyor ki:
“Namaz, İslam dininin direklerinden en ehemmiyetlisidir. Allahü teâlâ, kullarının yalnız kendisine ibadet etmeleri için, namazı farz etti. Nisâ suresinin 103. ayeti, namaz müminler üzerine, vakitleri belirli bir farz oldu demektir. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, her gün beş vakit namaz kılmayı farz etti. Kıymet vererek ve şartlarına uyarak, her gün beş vakit namaz kılanı Cennete sokacağını, Allahü teâlâ söz verdi) buyuruldu.”
.
Hakiki ilmin özelliği
21 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :22 Aralık 2024 15:08
Hakiki ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir.
Sual: Din ilimlerini öğrenen ve anlatan çok kimse vardır, bunların doğru, hakiki olduğu nasıl anlaşılır?
Cevap: Hakiki ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Yaratanına karşı korkusunu ve mahluklara karşı tevazusunu arttırır. Kul haklarına ehemmiyet verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. İhlas ile ibadet etmeye sebep olur. Kibre sebep olan ilmin ilacı iki şeyi bilmekle olur.
Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, salih niyete bağlıdır. Cehaletten ve nefsinin hevasından kurtulmak için öğrenmek lazımdır. İmam olmak, müftü olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lazımdır.
İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlas ile yapmak lazımdır. Amel ve ihlas ile olmayan ilim zararlıdır. Hadis-i şerifte;
(Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu. Mal, mevki ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, yani dini dünyaya vesile etmek, altın kaşıkla necaset yemeye benzer! Dini dünya kazancına alet edenler, din hırsızlarıdır. Hadis-i şerifte;
(Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu.
Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek caizdir. Hadis-i şerifte;
(Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemeyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvanlar ve havadaki kuşlar dua edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyamette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu.
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifindeki âlim, Resûlullah efendimizin yolunda olan, Onun yoluna uyan din âlimi demektir. Bir hadis-i şerifte de;
(Kıyamet günü bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları etrafına toplanıp, sen dünyada Allahın emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün derler. Evet, günahtır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezasını çekiyorum der) buyuruldu.
Eshâb-ı kiram çok âlim oldukları için küçük günahlardan da, büyük günahlar gibi korkarlardı.
.
Yakını öleni teselli için...
22 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :21 Aralık 2024 22:41
"Dua ederek ve sadaka vererek her an merhume validenizin yardımına koşunuz!"
Sual: Bir yakını ölen kimseye onu teselli etmek için neler söylenebilir ve vefat eden kişi için neler yapılabilir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hak teâlâ, hepimizi İslamiyetin doğru caddesinde bulundursun! Enbiyâ suresi 35. ve Ankebût suresi 57. âyetlerinde meâlen; (Her canlı, ölümün tadını tadacaktır!) buyuruldu. Bunun için, her insan ölecektir. Ölümden kurtuluş yoktur. Hadis-i şerifte; (Ömrü uzun, ibadetleri de çok olana müjdeler olsun!) buyuruldu. Dostu dosta ölümle kavuşturuyorlar. Bunun için, Allahü teâlânın âşıkları, ölümü düşünerek teselli buluyor, üzüntüleri azalıyor. Ankebût suresinin 5. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâya kavuşmak isteyenler! Biliniz ki, Allahü teâlâya kavuşmak zamanı herhâlde gelecektir) buyuruldu. Evet, biz geride kalanlar ve nefse esir olanlar ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmuş olanların ve dünyaya düşkün olmaktan kurtulanların sohbetlerinden mahrum kalanlar, zararda ve başı yerdeyiz. Nimetlerini size saçan merhume valideniz, günümüzün en kıymetli varlığı idi. Onun size olan ihsanlarına karşı, şimdi sizin de ona ihsan etmeniz lazımdır. Dua ederek ve sadaka vererek her an yardımına koşunuz! Hadis-i şerifte; (Mezardaki ölü, denizde boğulmak üzere olan kimse gibidir, babasından, anasından, kardeşinden ve arkadaşlarından gelecek bir duayı hep beklemektedir) buyuruldu. Bundan başka, onların ölümünü görerek, kendi ölümünü de düşünmeli. Bütün varlığı ile, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmaya sarılmalıdır. Dünya hayatının insanı aldatmaktan başka bir şey olmadığını düşünmelidir. Dünya kazançlarının Allahü teâlânın yanında az bir kıymeti olsaydı, düşmanı olan kâfirlere ondan kıl ucu kadar vermezdi. Allahü teâlâ, bizi ve sizi, kendisinden başka her şeyden yüz çevirmekle nimetlendirsin! Yalnız kendisine bağlanmakla şereflendirsin!”
Sual: Yeryüzündeki toprakların kıymetli, efdal olanı var mıdır, eğer varsa bu topraklar nerededir?
Cevap: En kıymetli toprak, kabr-i saadette, Peygamber Efendimizin cesedine temas eden topraklar olup, Arş'tan, Cennetlerden daha kıymetlidir. Ona yakın olan zaman, mekân, evladı, bütün eşya, ona uzak olanlardan daha kıymetli, efdaldir. Camiler ve Peygamberler, bundan müstesnadır.
.
Saçın, sakalın iman ile ağarması
23 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :23 Aralık 2024 14:46
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Saçını, sakalını Müslüman olarak ağartan affolunur.”
Sual: Bir kimsenin yaşlanıp saçının, sakalının ağarması, o kimsenin hayrına mı alamettir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hak teâlâ, her an kendisi ile bulundursun. Bir kimsenin saçının, sakalının siyahlığını, iman ile ve ibadetler ile ağartması ne büyük nimettir. Resulullah aleyhissalatü vesselam hadis-i şerifte; (Saçını, sakalını Müslüman olarak ağartan affolunur) buyurdu. Allahü teâlânın sonsuz merhametini düşününüz. Günahları affedeceğine güveniniz! Gençlikte, Allahü teâlânın kahrından, azabından korkmak, titremek lazımdır. İhtiyarlıkta affına, merhametine sığınmalıdır.”
Sual: Terzi, tamirci gibi sanat sahipleri, ücretlerini almadan, ellerindeki eşyayı vermeme hakkına sahip midirler?
Cevap: Sanat sahipleri, işçilik ücretini eşyanın sahibinden alıncıya kadar, eşyayı vermeyebilir. Eşya helak olup, teslim edemezse ücret alamaz. Kendisinin yapması şart edildi ise, başkasını çalıştıramaz. İşçiliği olmayan hizmetlerde, mesela hamal, kayıkçı, şoför, ücret almadığı için eşyayı hapsedemez. Eşya helak olursa ücretini alır.
Sual: Camilerde sarkıntılık ederek dilenmenin ve bunlara para vermenin hükmü nedir?
Cevap: Camilerde, sarkıntılık ederek dilenmek haramdır. Camide, sarkıntılık eden dilenciye sadaka vermek de haramdır.
Sual: Bazı ülkelerde, Müslümanlarla gayr-i müslimlerin karışık olduğu şehirler vardır. Buralarda kesilen koyun, keçi gibi hayvanların eti yenilebilir mi?
Cevap: Bu konuda Merâkıl-felâhda ve bunun Tahtâvî şerhinde deniyor ki:
“Bir adil kimse, bu eti Mecusi kesti dese, başka bir adil kimse de, Müslüman kesti dese, yemesi helal olmaz. Yani haramlığı devam eder. Çünkü, kesilmiş görülen hayvanın haram olması asıldır. İslamiyete uygun kesilmiş olduğu tahakkuk edince helal olur. İki haber ters düşünce, helal olması tahakkuk etmeyip, anlaşılmayıp, haramlığı devam eder. Şek, şüphe etmek, iki haberin birbirlerine ters düşmesi gibidir. Aslı haram olan şeyde şek olunursa, mesela, Müslümanların ve Mecusilerin karışık bulundukları bir şehirde kesilmiş görülen hayvan, Müslümanın kestiği bilinmedikçe helal olmaz. Zira, hayvanın haram yoldan ölmesi asıldır. İslamiyete uygun kesilmiş olduğu ise şüphelidir. Şehirde Müslümanlar çok ise, helal kabul edilir.”
.
Ana babaya nafaka vermek
24 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :23 Aralık 2024 22:44
Zengin olan çocukların, fakir olan ana babalarına nafaka vermesi farzdır.
Sual: Ana baba muhtaç olduğu zaman, bunların nafakalarını kimin ve kimlerin vermesi gerekir, belli bir sıralaması var mıdır?
Cevap: Zengin olan çocukların, fakir olan ana babalarına nafaka vermesi farzdır. Kız ve oğlan çocuklar eşit miktarda verir. Anaya, babaya bakmak, bunlar öldüğünde daha çok miras alacak olana farz değildir. Bunlara daha yakın olana ve onların parçası olana farzdır. Oğlunun oğlu ile kızı bulunan anaya, babaya yalnız kızları bakar. Hâlbuki, mirası kız ile torun yarı yarıya alır. Kızının çocuğu ile erkek kardeşi bulunana, torunu bakacaktır. Hâlbuki, mirasın hepsini erkek kardeş alır. Kızlarının çocuklarına hiç miras düşmez. Fetâvâ-i Hayriyyede deniyor ki:
“Kazandığı, geçimini karşılayabilen fakir kimsenin, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan anasını, babasını kendi evine alıp, birlikte geçinirler. Zevceyi dövmek, eziyet etmek, nafakasını tam vermemek, onsuz başka şehre yerleşmek haramdır. Büyük günahtır. Kıyamet günü, bunun suali çok çetin, azabı da, pek elim olacaktır. Hâkim tarafından tazir olunması, cezalandırılması lazımdır. Gücü yettiği hâlde, üç cins nafakadan birini vermezse, hapsolunur.”
Sual: Ana babaya hizmette öncelik sırası nasıldır ve bir baba evladına kızabilir, emir verebilir mi?
Cevap: Bu konuda Hazânet-ür-rivâyât kitabında deniyor ki:
“Anadan babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet, saygı, itaat etmeli, anaya hizmet, yardım ve ihsan etmelidir. Babanın oğluna kızması, bağırması caizdir. Baba, çocuğuna vereceği emri, onun yapmayacağını anlarsa, onu isyan günahından korumak için, emretmemeli, bunu yaparsan iyi olur demelidir.”
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamda namazı bozan bir şey gören ne yapar veya imamın kendisi namazı bozan bir şeyi yaptığını sonra hatırlarsa ne yapması gerekir?
Cevap: İmamda namazı bozan bir şey bulunduğunu anlayan kimse, bu namazı tekrar kılar. Bunu imam namazda hatırlarsa yahut namazda iken namazı bozan bir şey hasıl olursa, bunu hemen cemaate bildirir. Namazdan sonra anlarsa, o cemaatten olduklarını hatırladığına, söyleyerek, haber göndererek, yazarak bildirir. Haber alan, iade eder. Alamayan affolur. Bir kavilde ve Şafii mezhebinde imamın cemaate haber vermesi lazım değildir.
.
Peygambere de itiraz edenler oldu!
25 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :24 Aralık 2024 23:16
Resulullah Efendimiz Huvaysıra'ya buyurdu ki: "Ben adalet yapmazsam, kim yapar?"
Sual: Peygamber Efendimiz hayatta iken, Müslüman olduğunu söyleyen kimselerden muhalefet edip itiraz edenler olmuş mudur?
Cevap: Bu konuda Hucec-i Kat'iyye kitabında deniyor ki:
Ebû Sa'îd-i Hudrî hazretleri şöyle nakleder: Resûlullah Efendimizin yanında idim. Mübarek nurlu yüzünü görmekle lezzet alıyordum. Kendisi, Huneyn gazasında müşriklerden alınan ganimet mallarını dağıtıyordu. Benî Temîm aşiretinden Huvaysıra kapıdan içeri girdi ve; “Ya Resulallah! Adaleti gözet!” dedi. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem; (Sana yazıklar olsun! Ben adalet yapmazsam, kim yapar? Adalet üzere olmasaydım, çok zarar ederdin!) buyurdu. O sırada, Eshab-ı kiramdan Ömer-ül-Fârûk radıyallahü anh ayağa kalkıp, ona ceza vermek için izin isteyince, Resullah efendimiz; (Bırakınız! Çünkü, bu adamın arkadaşları vardır. Sizin gibi namaz kılarlar. Sizinle birlikte oruç tutarlar, Kur’ân-ı kerim okurlar ise de, Allahü teâlânın kelamı boğazlarından aşağı inmez. Bunlar, ok yaydan çıkdığı gibi, dinden dışarı çıkarlar) buyurdu.
Sual: Cemaatle namaz kılarken imamın abdesti bozulursa, imamın ne yapması ve nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Namaz içinde imamın abdesti bozulursa, hemen birisini elbisesinden çekip yerine geçirmesi de caizdir. Sonra, dışarıda abdest alıp gelip, vekiline uyarak namazını tamamlar. Camide abdest alırsa, vekile lüzum olmaz. Vekil bırakmayıp camiden çıkınca, cemaat birden fazla ise, namazları fasid olur.
Sual: Vitir namazı, ramazan ayının dışında da cemaatle kılınabilir mi?
Cevap: Vitir namazı, ramazan ayında cemaat ile kılınır. Başka zamanda yalnız kılınır.
Sual: Regaib, Berat gibi kandil gecelerinde kılınan nafile namazlar, camaat hâlinde kılınabilir mi?
Cevap: Regaib, Berat ve Kadir gecesi gibi mübarek gecelerde kılınan nafile namazları cemaat ile kılmak mekruhtur. Regaib namazı, recebin ilk cuma gecesi kılınan nafile namazdır. Hicretin dörtyüzsekseninde meydana çıkmıştır. Birçok âlim, bunun çirkin bidat olduğunu yazıyor. Çok kimsenin kılmasına aldanmamalı, sünnet sanmamalıdır.
Sual: Dört rekatli farz namazı, cemaatle kılarken, imam, ikinci rekatte oturmazsa cemaat oturur mu veya ne yapar?
Cevap: İmam dört rekatli farz namazın, ikinci rekatinde oturmazsa, cemaat de oturmaz.
.
İmâm-ı a'zama dil uzatanlar!..
26 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :26 Aralık 2024 00:33
Ebû Hanîfe hazretlerine düşmanlık, bu ümmete düşmanlıktır.
Sual: İmâm-ı a'zam ebu Hanife hazretlerine dil uzatanlar oluyor, bunlara ne demeli?
Cevap: Hanefî âlimlerinden ibni Âbidîn hazretleri, Redd-ül-muhtâr kitabında diyor ki:
“İmâm-ı a'zamın büyüklüğünün şahidi, mezhebinin en çok yayılmış olmasıdır. Mezheb imamları, Onun sözlerini senet olarak almışlardır. Mezhebinin âlimleri, bu zamana kadar, her yerde Onun sözleri ile fetva verdiler. Evliyadan çoğu, Onun mezhebine uyarak kemale geldiler. Anadolu, Balkan Müslümanları, Hint ve Maveraünnehir yani Türkistan, yalnız Onun mezhebini bilirler. Mecma'ul-bihâr kitabında deniyor ki:
'İmâm-ı a'zamdan Allahü teâlânın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Bu işte bir sırr-ı ilâhî olmasaydı, yeryüzündeki müslümanların çoğu Onun mezhebinde olmazdı.'
Bu ümmetin âlimlerinin çoğu hanefî mezhebinde idiler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
'İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İsa aleyhisselama benzemektedir. Vera ve takva nimetine kavuştuğu ve Sünnet-i seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakta ve ictihat yapmakta, çok yüksek dereceye ulaşmıştır. Bazı âlimler, Onun bu derecesini anlayamadılar. Onun ictihat ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler oldukları için, Kitaba ve Sünnete uymuyor sandılar. Bu yüce imama, rey sahibi dediler. Onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, Onun anladığını anlıyamadıkları için, böyle yanıldılar. Hâlbuki, İmâm-ı Şafii hazretleri, Onun anladığı bilgilerden, az bir şey sezerek, (Fıkıh âlimlerinin hepsi, fıkıh ilminde, Ebû Hanîfenin talebesidir) dedi. Muhammed Pârisâ hazretleri; 'İsa aleyhisselam gökten inince ictihat ve ameli imâm-ı Ebû Hanîfenin mezhebine uygun düşecektir' buyurdu.”
Mezhebsizler, Ebû Hanîfe hazretleri hakkındaki hadis-i şerifler için Kütüb-i sittede yoktur demektedirler. Hâlbuki hadis-i şeriflerin sayısı, Kütüb-i sittede bildirilmiş olanlar kadar değildir. Başka hadis kitaplarında da sahih hadislerin bulunduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Tirmizî'de yazılı, Ebû Hüreyre hazretlerinin bildirdiği hadis-i şerifte;
(İman Süreyya yıldızına gitse, Faris ehlinden biri, onu geri getirir) buyuruldu. Bunun İmam-ı a'zam hazretlerini bildirdiği muhakkaktır. Ebû Hanîfe hazretlerine düşmanlık ise, bu ümmete düşmanlıktır.
.
Kitap okumadan evliyâ olunabilir mi?
27 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :27 Aralık 2024 00:23
Rehberin yani mürşidin her hareketi, her duruşu, her sözü, İslamiyete uygundur.
Sual: Bir Müslüman, hiç ders almadan, kitap okumadan da evliyâ olabilir mi?
Cevap: Bir kimse, hiç kitap okumadan da veli, evliyâ olabilir ve âyet-i kerimeyi tefsir edebilir. Fakat bu kimse, başkalarına rehber olamaz ve bu kimseye bağlanılamaz. Rehberin, ilimde ictihat derecesine yükselmiş olması, marifette de vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye mertebesinde bulunması lazımdır. Rehberin yani mürşidin her hareketi, her duruşu, her sözü, İslamiyete uygundur. Yani, her şeyde Resulullah efendimize uymaktadır. Bunun için, Allahü teâlâ onu çok sever. Müslümanlar da, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için, Allahü teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü teâlâyı ve Resûlullah efendimizi sevmekten ileri gelmektedir. Bu sevgiye, Hubb-i fillah denir. İbadetlerin en kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin emirlerini yapmak, İslamiyete uymak demektir. Çünkü, rehberin her sözü ve her işi İslamiyeti bildirmektedir. Hayatta, yani dünyada hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kâmildir. Din düşmanlarının, Müslümanlar için; “Allahı bırakıp kulu seviyorlar, İslamiyeti bırakıp insana tapınıyorlar” sözlerinin, cahilce bir iftira olduğu, buradan da anlaşılmaktadır.
Sual: İslam âlimlerine değil de, ilk Müslümanlar olan Eshâb-ı kirama doğrudan doğruya uymak mümkün müdür?
Cevap: Eshâb-ı kirama uymak vacip, bildirdikleri bir şey üzerinde kıyas yapmak caiz değildir. Fakat, bizim gibi mukallitlerin, yani ictihat derecesine yükselmemiş kimselerin, Eshâb-ı kiramın sözlerine uymaları caiz değildir. Eshâb-ı kiramın sözleri ve hareketleri, nassları yani âyet, hadis ve kendi ictihatlarını gösterir. Bunları da, ancak ictihat derecesine yükselmiş olan derin âlimler anlayabilir. Mezheb imamlarımız, bunları anlamışlar ve anlayabileceğimiz kadar bizlere bildirmişlerdir. Görülüyor ki, Eshâb-ı kirama uymak isteyenlerin, Ehl-i sünnet âlimlerine uymaları lazım gelmektedir.
Sual: Erkeklerin, namaza başlarken tekbir alış şekli nasıl olmalıdır?
Cevap: Namaza başlarken, erkekler iki eli kaldırır, baş parmak uçları kulak yumuşağına değer, avuç içleri kıbleye döndürülmüş olmalıdır. Eller, kulaktan ayrılırken Allahü ekber demeye başlanıp, göbek altına bağlarken bitirilir.
.
Hangi namazlarda ezan ve kamet okunur?
28 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :27 Aralık 2024 23:23
Kamet, ezandan daha efdaldir. Ezan ve kamet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve selama cevap verilmez.
Sual: Bir Müslüman, namazlarını yalnız olarak kıldığında, beş vakit namazın hangilerinde ezan ve kamet okur?
Cevap: Fıkıh ve ilmihal kitaplarında bu konu, üç madde hâlinde şu şekilde bildirilmektedir:
1-Kırda, bostanda, yalnız veya cemaat ile kılarken, erkeklerin ezan ve kameti yüksek sesle okumaları sünnettir. Birkaç kazaya kalan namazı bir arada kılan, önce ezan ve kamet okur, sonraki kazaları kılarken, hepsine kamet okur, ezan okumasa da olur.
Kadınlar, vaktinde ve kaza kılarken ezan ve kamet okumaz.
Camide kaza namazı kılan, ezan ve kameti, kendi işiteceği bir sesle okur. Evinde kaza kılan, şahitleri çoğaltmak için, ezan ve kameti, odada işitilecek kadar, yüksek sesle okur. Sünneti farz kazası niyeti ile kılan da böyledir.
2-Evinde yalnız veya cemaat ile vakit namazı kılan, ezan ve kamet okumaz. Çünkü, camide okunan ezan ve kamet evlerde de okunmuş sayılır. Fakat, okumaları efdal olur. Müezzinin sesini evden duymak lazım değildir. Camide ezan okunmazsa veya şartlarına uygun olmazsa, evde yalnız kılan ezan ve kamet okur.
Mahalle camisinde ve cemaati belli kimseler olan her camide, vakit namazı, cemaat ile kılındıktan sonra, yalnız kılan kimse, ezan ve kamet okumaz. Böyle camilerde, vakit namazları, imam mihrabda olarak, cemaat ile kılındıktan sonra, tekrar cemaatler yapılabilir. Sonraki cemaatlerde de, imam mihrabda bulunursa, ezan ve kamet okunmaz. İmamları mihrabda durmazsa, ezanı ve kameti, cemaat duyacak kadar sesle okurlar.
Yollarda bulunan veya imamı ve müezzini bulunmayan, cemaati belli kimseler olmayan camilerde, çeşitli zamanlarda gelenler, bir vaktin namazı için, çeşitli cemaatler yaparlar. Her cemaat için, ezan ve kamet okunur. Böyle camide, yalnız kılan da, ezan ve kameti kendi işiteceği kadar sesle okur.
3-Misafir olanlar, kendi aralarındaki cemaat ile de, yalnız kılarken de, ezan ve kamet okur. Yalnız kılanın yanında, arkadaşları kılıyorsa, ezanı terk edebilir. Seferî olan kimse, bir evde yalnız kılarken de, ezan ve kamet okur. Çünkü, camide okunan, onun namazı için sayılmaz. Seferî olanlardan bazısı, evde ezan okursa, sonra kılanlar okumaz.
Kamet, ezandan daha efdaldir. Ezan ve kamet, kıbleye karşı okunur. Okurken konuşulmaz ve selama cevap verilmez.
.
Mübarek "üç aylar"
29 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :28 Aralık 2024 23:02
Halk arasında "üç aylar" olarak bilinen; receb, şaban ve ramazan aylarıdır.
Sual: Halk arasında "üç aylar" olarak bilinen aylar hangileridir ve bunların özelliği, kıymeti nedir?
Cevap: Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı, merhamet ettiği için, bazı günlere, gecelere ve aylara kıymet vermiş, bu zamanlarda yapılan dua ve tövbeleri kabul edeceğini bildirmiştir. Kullarının çok ibadet yapmaları, yalvarmaları, dua ve tövbe etmeleri için bu zaman dilimlerini sebep kılmıştır. Halk arasında "üç aylar" olarak bilinen receb, şaban ve ramazan aylarını da, kullarının yalvarmaları, dua ve tövbe etmeleri için sebep kılmıştır. Bu mübarek üç ayların ilki receb ayıdır ki, Âdem aleyhisselamdan beri kıymetli idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. Receb, muhterem, kıymetli demektir. Hadis-i şerifte;
(Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikram edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ, dünyada ve ahırette ikram eder)
(Receb-i şerifin bir gün evvelinden, bir gün ortasından ve bir gün de sonundan oruç tutana, Receb-i şerifin hepsini tutmuşçasına, Hak teâlâ ihsanda bulunur) buyuruldu.
Üç aylardan ikincisi şaban ayıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şa'ban-ı şerif, benim kendime mahsus bir aydır. Hak teâlâ Arş-ı a'lânın meleklerine azamet-i şâniyle buyurur ki: Ey benim meleklerim! Gördünüz mü, benim kullarım sevgilimin ayına nasıl hürmet ediyorlar. İzzim, celâlim hakkı için ben de kullarımı af ve mağfiretime nail eyledim.)
(Her kim Şa’ban-ı şerifte üç gün oruç tutarsa, Hak teâlâ, Cennet-i a'lâda ona bir yer hazırlar) buyuruldu.
Üç ayların üçüncüsü ise ramazan ayıdır. Hadis-i şerifte;
(Ramazan ayı gelince, cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır) buyuruldu.
Sual: Namazlardan sonra, duadan önce çekilen tesbihlerin adedi, kitaplarda bildirilmiştir. O tesbihleri mutlaka bildirilen miktarda mı çekmek gerekir?
Cevap: Namazdan sonraki tesbihleri okurken otuzüç adedine dikkat etmek lazımdır. İslamiyetin emirlerinde, hikmetler, faydalar vardır. Bu adetler, ilacın miktarı gibidir. Fazla veya noksan olursa, istenilen fayda hasıl olmaz.
Sual: Bilmeyen veya yanlış yapan birine, dinin doğru olan emrini bildirmek gerekir mi?
Cevap: Kabul edeceği zan olunan kimseye emr-i ma'ruf yapmak, nasihat etmek, dinin emrini bildirmek vaciptir. Çünkü kul hakkıdır.
.
Hazret-i İsa'nın doğumu belli değil midir?
30 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :30 Aralık 2024 00:58
İseviler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından, milat, yani Noel gecesi doğru anlaşılamamıştır.
Sual: Hazret-i İsa'nın doğum gecesi ve miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilen Noel gecesi belli değil midir?
Cevap: İsa aleyhisselam, Peygamberlik vazifesini yapmaya başladığı zaman, Yahudilerden bazıları, onu beklenilen Mesih kabul ettiler. Ancak, Onun sözlerini, Yunan felsefesi ve putperest cemaatlerin fikirleri ışığında, tefsire tabi tuttular. Böylece, İsa aleyhisselamın hakiki dini, değiştirildi. İsa aleyhisselamın yolunu öğretmek yerine, Onun şahsını yüceltme teşebbüsleri, bu değişikliğin ilk işaretleri idi. Dr. Morton Scott Enslin, Christian Beginnings kitabında diyor ki:
“İsa aleyhisselamın kim olduğunu araştırma, her şeyi Onun şahsiyeti ile ilgi kurarak açıklama gayretleri, kendisi için uydurulan ve kendisinin hiçbir zaman söylemediği şeyleri, kendisinin tebliğ ettiği, Allahü teâlânın kullarından istediği şeyleri ve tövbeye çağırdığı hususunu unutturdu. Böylece, ümmetine tebliğ ettiği ahkamın öğrenilmesi ve itaat edilmesi yerine, şahsiyetinin açıklanıp anlaşılması lazım olan bir kimse hâline geldi.”
Eski çağdaki putperestlerde, tanrıların ve kahramanların efsanevi hikâyelerine mitoloji denir. Hayalî tanrıların ölmesi veya dirilmesi ile kendilerinin kurtulacağı zannolunurdu. Kurtarıcı tanrıya inanan kavimlerin ayinlerinin en mühimi, kişinin tanrı ile birleştiğine, bütünleştiğine inandıkları, sembolik et yeme ve içki içme ayinleridir. Her bir kurtarıcı tanrının, kış başlangıcında doğduğuna inanıldı. Kış başlangıcı ise, Julian takvimine göre 25 Aralık'tır. Hıristiyanlar da, İsa aleyhisselamı kurtarıcı bir tanrı yaparak, bu tarihte doğduğunu kabul ettiler ve bu geceyi milat ve Noel olarak her sene kutlamaya başladılar. Newyork Üniversitesinde tarih profesörü olan, Waelance Ferguson diyor ki:
“Hıristiyanların yortuları, putperest yortuları ile aynı tarihlere rastlar. Mesela, Noel tarihi, İran ve Roma'da güneş tanrısı Mithras'ın doğum tarihi idi. Ayrıca bu tarih çok eskiden beri putperest dünyasında önemli bir yortu günü idi.”
İsa aleyhisselam, gizli dünyaya gelip ve dünyada az kalıp, göğe çıkarıldığından ve kendisini ancak oniki havari bilip, İseviler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından, milat, yani Noel gecesi doğru anlaşılamamıştır.
Noel gecesini kutlamak
31 Aralık 2024 02:00 | Güncelleme :31 Aralık 2024 00:55
Nevruz, Noel gecesi, Müslüman olmayanlar arasında değerli sayılır.
Sual: Hıristiyanların ve diğer gayr-i müslimlerin, kutsal kabul ettikleri gün ve geceleri Müslümanların kutlamalarında mahzur var mıdır?
Cevap: İslamiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübarek gün, bir gece yoktur. Nevruz, Noel gecesi, Müslüman olmayanlar arasında değerli sayılır. Dürr-ül-muhtârda deniyor ki:
“Nevruz ve Mihrican günleri şerefine bir şey vermek caiz değildir. Bu günlerin isimlerini söyliyerek veya niyet ederek birşey hediye etmek haramdır. Eğer bu günlere kıymet vererek yaparsa, kafir olur. Çünkü bu günlere müşrikler kıymet vermektedir. Ebül Hafs-ı kebîr diyor ki; bir kimse Allahü teâlâya elli sene ibadet etse, sonra bir müşrike, Nevruz günü şerefine yumurta hediye etse, kâfir olur. Yapmış olduğu ibadetlerin sevapları yok olur. Eğer bir Müslümana hediye eder ve bu güne değer vermezse, âdete uyarak verirse, kâfir olmaz. Fakat, tehlikeden kurtulmak için bir gün önceden veya sonradan vermelidir. Başka günlerde almadığını, o gün satın alırsa, o güne değer vermiş ise kâfir olur. Değer vermeyip, yalnız yemek içmek niyet etmiş ise, kâfir olmaz.”
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Kâfirlerin âdetlerini, kâfirlik alametlerini yapıyorlar. Bilhassa, çiçek hastalığı zamanında, bu bela, iyilerinde de, fenalarında da görülüyor. Bu şirkten kurtulabilen ve kâfirlik alametlerinden birini yapmayan kadın, çok azdır. Hinduların bayram günlerine, ateşe tapınanların Nevruz günlerine, Hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, şirk olur, küfre sebep olur. Kâfirlerin bayramlarında, Müslümanların cahilleri, kâfirlerin yaptıklarını yapıyor ve kâfirler gibi, birbirlerine hediye gönderiyorlar. Bunlar hep şirktir, kâfirliktir. Sure-i Yusuftaki âyet-i kerimede mealen; (Biz, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, her şeyi yaratan O olduğuna inandık, Müslüman olduk diyenlerin çoğu, başkalarına ibadet ve itaat ederek ve daha birçok hareketleri ve sözleri ile, müşrik oluyorlar) buyuruldu.”
Büyük Kostantin putperest iken, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve putperestlikten de birçok şeyi Hıristiyanlığa sokturmuştur. Noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabul ettirmiş, böylece yeni bir Hıristiyanlık dini kurulmuştur.
.
.
.
.
.
|
Bugün 711 ziyaretçi (975 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|