|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Zenginlik-fakirlik de böyledir. Onun için Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, azdıran fakirlik ve azdıran zenginlikten sana sığınırım) buyurmuştur. Demek ki, mal iyi ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2684
|
Fakirlik ve zenginlik imtihanı. Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İyilik etmeli, ihtiyaç sahibi olanlara vermelidir. İyiliği ve vermeyi çok sevmeli. İnsan iyilik ettiği zaman ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=7244
|
Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. ... (Bu günahkâr, bu âciz, bu fakir, bendeniz) gibi ifadelerle tevazu gösteren, samimi söylüyorsa çok iyidir, ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4677
|
Sual: Bazıları, (Allah; kimini sağlam kimini sakat, kimini uzun kimini cüce, kimini güzel kimini çirkin, kimini zengin kimini fakir, kimini beyaz kimini zenci, kimini ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3897
|
[Kudai] Şu duayı okuyan fakirlikten kurtulur demek, o dua kabul olmuşsa, ona bir ... Rabbani) Her türlü tedbire rağmen, zengin olamayan da, haline şükretmeli, ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1957
|
Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmek kazanınca, Allahü teâlâya şükreder ve ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1232
.
Zenginlik ve Fakirlik
|
Sual: Yoksul bir ülkede zenginlerin milyarlar sarf ederek villalar yaptırması israf ve haram değil midir?
CEVAP
Zekâtını fakirlere veren ve alın teri ile helalinden kazanan kimsenin villa, köşk yaptırması haram değildir, helal ve makbuldür. Asıl uygun olmayan, helal olmayan, tembel oturmak, çalışmayıp, fakir kalmak, yahut kazandıklarını haram şeylere verip, basit meskende kalmaktır. Böyle tembellerin ve malını haramlara israf edenlerin yüzünden, çalışkanları suçlamak doğru değildir. Zekâtını verenlerin köşkte oturmaları, şık giyinmeleri, fennin bulduğu bütün kolaylıklardan faydalanmaları helaldir. Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri, kullanmalarını severim) ve (Çalışana veririm) buyuruyor. Çalışıp kazanmak ibadettir. Zenginlik günah değildir. Allahü teâlâ şükreden zenginleri sever. Zengin olduğu için, kendini beğenmek, kendini başkalarından üstün görmek haramdır.
Aşere-i mübeşşere’den [Cennete gidecekleri ismen müjdelenen on kişiden] Hazret-i Zübeyr bin Avvam tüccar idi. Medine’de, Basra’da, Kufe’de ve Mısır’da mülkleri, geniş arazisi ve bin hizmetçisi vardı. Fakat bütün gelirini fakirlere dağıtırdı. Yine o on kişiden Hazret-iAbdurrahman bin Avf, vefatında iki milyon altın miras bırakmıştı. Cennetle müjdelenenlerden Hazret-i Talha da zengindi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde kıymetli yakut taşı vardı. Yine Cennetliklerden Hazret-i Osman da zengin tüccardı. Tebük gazasında on bin altın ve mal yüklü bin deve verip Resulullah efendimizin duasını aldı. Zenginlik nimettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahir zamanda müminler için zenginlik saadettir.) [İ. Rafii]
Hazret-i İbrahim, Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman çok zengin idi. Eshab-ı kiramın fakirlerinden çoğu, zenginler bizim gibi ibadet ettikten başka, malları ile hayırlı işler yaparak çok sevap kazanıyorlar diyerek, agniya-yı şakirine [şükreden zenginlere] imrenirlerdi.
Sual: Zenginliğin kötü yönleri yok mudur?
CEVAP
Sadece zenginliğin değil, fakirliğin de, hatta her işin iyi ve kötü yönü olur. Mesela evlilik, bazıları için dünya ve ahiret saadetine sebep olurken, bazılarının da felaketine sebep olur. Zenginlik-fakirlik de böyledir. Onun için Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, azdıran fakirlik ve azdıran zenginlikten sana sığınırım) buyurmuştur. Demek ki, mal iyi kullanılırsa iyi, kötü kullanılırsa kötü olur. Fakirliğe sabredilmesi kolay olmayıp Allah’a isyana sürükleyeceği için hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fakirlik, iki cihanda da, yüzkarasıdır.) [R. Nasıhin]
(Fakirlik, dünya ve ahiret yoksulluğudur.) [Deylemi]
(Fakirlik küfre sebep olur.) [Beyheki]
(Ya Rabbi, fakirlikten sana sığınırım.) [Nesai]
Fakirliği öven hadis-i şerifler:
(Fakirlik, dünyada mümine hediyedir.) [Taberani]
(Fakir, Allahü teâlânın dostudur.) [Deylemi]
(Cennet sultanları fakirlerdir.) [İbni Mace]
(Cennettekilerin çoğu fakirlerdir. Hor görülen fakirler Cennetliktir.) [Buhari]
(Ya Rabbi, müslüman fakirlerinin hürmetine zafere kavuşmayı nasip et.) [Taberani]
(Fakirlerin dua ve namazları ile bu ümmete yardım edilir.) [Nesai]
(Fakirlerinizin gönlünü alarak bana yaklaşın.) [Tirmizi]
(Fakirleri hor görmeyin. Onların hürmetine yardım görüyor ve rızıklanıyorsunuz.) [Buhari]
(Ya Âişe, bana kavuşmak için, fakir yaşa!) [Tirmizi]
(Fakirleri sevin, onları seveni, Allahü teâlâ sever.) [Deylemi]
(Allahü teâlânın takdirine razı olan fakirden üstünü yoktur.)[İ.Gazali]
(Ya Rabbi, fakir yaşayıp, fakir olarak ölmeyi ve fakirlerle haşrolmayı nasip eyle!) [Buhari]
(Yoksulları doyurun! Çünkü kıyamette onların üstünlüğü olacak, "Dünyada iken, bir hatadan dolayı nasıl birbirinize özür dilediyseniz, şimdi de fakirlerden özür dileyin!" denilecektir.) [Ebu Nuaym]
Zenginlik bir nimettir
Dünya ve ahiret mal ile kazanılır. Bunun için mal kıymetlidir. Süfyan-ı Sevri hazretleri, malın insanın silahı olduğunu söyleyerek, insanın, canını, malını, sağlığını, dinini, şerefini mal ile koruyacağını bildirmiştir. Sabreden fakir gibi şükreden zengin de kıymetlidir. Dinimiz mala hayr, hayırlı şey adını vermiştir. (Bekara 180, Adiyat 8), Define [altın paralar] Rabbin rahmeti olarak bildirilmiştir. (Kehf 82)
Zenginliği öven hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Allahü teâlâ birine çok mal verir, bu da malını Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği yerde harcarsa, bu kimseye gıpta etmek, imrenmek yerinde olur.) [Buhari]
(Allahü teâlâ bir kuluna mal ve ilim verir. Bu kul da haramlardan kaçınır, akrabasını sevindirir, malından, hakkı olanları bilip verir ise, Cennetin yüksek derecesine kavuşur.) [Tirmizi]
(Ya Rabbi, buna [Enes bin Malik’e] çok mal ve çok çocuk ver ve bunlarla kendisini bereketlendir!) [T. Muhammediyye]
(Mal, salih kimse için ne güzeldir.) [Taberani]
(Mal ile şeref kazanılır.) [İ.Ahmed]
(Şerefinizi mal ile, dininizi de, dil [müdara] ile koruyun!) [İ. Asakir]
[Müdara, dini korumak için dünyalık vermek ve güler yüz göstermektir.]
(Kişinin, şerefini korumak için verdiği şey, kendisi için sadaka olur.) [Ebu Ya’lâ]
(Müminin izzeti, halktan müstagni olmasıdır.) [Taberani] [Müstagni = ihtiyaçsız]
Mal değil, malı sevmek, mal aşkı ile yanıp tutuşmak kötüdür. Bu manada mal sevgisini kötüleyen hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(Her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi maldır.) [Nesai]
(Her şeyin bir afeti vardır. Ümmetimin en büyük afeti, dünyaya, paraya gönül vermektir. İyi yolda harcayan hariç, mal toplayanın çoğunda hayır yoktur.) [Deylemi]
(Kişi yaşlandıkça iki şeyi gençleşir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.) [Buhari]
(Paranın kuluna lanet olsun, paraya tapan helak olur.) [Tirmizi]
(Herkesin bir sanatı vardır. Benim sanatım da fakirlik ve cihaddır. Bu ikisini seven beni sevmiş, bu ikisine buğzeden bana buğzetmiş olur.) [İ. Gazali]
(Şeytan dedi ki: "Mal sahibine sabah akşam bunlar için vesvese vermeye çalışırım: Malı helal olmayan yerden edinmesine uğraşırım. Hak olmayan yere harcatmaya çalışırım. Mala karşı içinde sevgi ve muhabbet veririm ki, onu yerine harcayamasın.)[Taberani]
Eldeki mal ile gururlanmak doğru değildir. Mal er geç bir gün yok olacak, fakat hesabı kalacaktır. Atalarımız demiş ki:
Boşuna gururlanma, deme var mı ben gibi!
Bir Tersten bir rüzgâr eser, savurur harman gibi.
Zenginlik kötü değildir. Çünkü Hazret-i İbrahim, Hazret-i Süleyman, Cennetle müjdelenen Abdurrahman bin Avf hazretleri ve evliyanın büyüklerinden Ubeydullah-i Ahrar hazretleri, çok zengin idi. Genel olarak zenginler malı sevdiği için mecaz olarak zenginler kötülenmiştir. Mesela, (Ümmetimin en kötüleri zenginlerdir) demek, (Ümmetimin en kötüleri taparcasına parayı sevenlerdir) demektir. Bizzat mal ve zenginlik kötülenmemiştir. Peygamber efendimiz, (Zenginlerin çoğu Cehenneme gider) buyurdu. Bu söz, zenginliğin ve malın aleyhine değildir. Malının zekâtını vermeyen, hayır hasenat yapmayan, malını zararlı işlerde kullanan, israf eden kimseler için söylenmiştir. Müslüman kadınlar övülmüş, günahkâr kadınlar çok olduğu için de,(Cehennemin çoğu zengin ve kadınlardır) buyurulmuştur. Bu söz, zengine ve kadına hakaret değil, onları ikaz için söylenmiştir. Yine,(İnsanların çoğu kâfirdir) buyurulmuştur. Burada insan kötülenmiyor, kâfirlik kötüleniyor. Mal, kötüleri azdırırsa da, iyiler için çok kıymetlidir. Hazret-i İbrahim (Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı puta tapmaktan koru) diye dua etmiştir. Puttan maksat para sevgisidir. Para aşkı, puta tapmak gibidir.
Dinimizde mal kıymetlidir
Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Ahireti kazanmak, mal ile olur. Dünya ve ahiret, mal ile intizam bulur, rahat olur. Hac, cihad sevabı mal ile kazanılır. Bedenin sıhhat, kuvvet bulması, mal ile olur. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. Sadaka vermek, akrabayı görüp gözetmek, fakirlerin imdadına yetişmek mal ile olur. Mescitler, okullar, hastaneler, yollar, çeşmeler, köprüler yaparak, asker yetiştirerek insanlara hizmet de mal ile olur.
Peygamber efendimiz, (İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır) buyuruyor. (Kudai)
İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevaptır. Cennetin yüksek derecelerine mal ile kavuşulur.
Mal kıymetli olduğu için, malı israf etmek, telef etmek haramdır. Dine uymayan israf, haramdır. Mürüvvete [insanlığa] uymayan israf, tenzihen mekruhtur. Bu konudaki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Malı telef etmek haramdır, malı uğrunda öldürülen şehittir.)[Taberani]
Mal kıymetli olduğu için Kur'an-ı kerimde mal ve can ile cihad edenler övülmektedir. (Nisa 95)
Allahü teâlâ, Habibine verdiği nimetleri hatırlatırken, malsız iken Ona, kimseye muhtaç olmayacak kadar, mal verdiğini bildirmektedir. (Duha8)
Büyükler, (Mal, gurbette vatandır. Fakirlik vatanda gurbettir. Bir kimse, fakirse, nerede olursa olsun gariptir) buyuruyor. Mal, silah gibidir. Kullanmasını bilmeyen, onunla kendisini helak edebilir. Bu bakımdan mal, kimisi için iyi, kimisi için kötüdür. Kimisini zenginlik, kimisini fakirlik azdırır.
Mal ve çocuklar, Allahü teâlâyı anmaktan alıkoyarsa, hüsrana sebep olur. (Münafikun 9)
Mal sevgisi, insanı azdırabilir. Az kimse bunun zararından kurtulduğu için kötü zenginler tenkide maruz kalmıştır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Malı pek çok seviyorsunuz.) [Fecr 20]
(Altını, gümüşü [parayı] biriktirip Allah yolunda harcamayana elim azap vardır.) [Tevbe 34]
(Mal ve çocuklarınız, Allah’ı anmaktan alıkoyarsa, hüsrana uğrarsınız.) [Münafikun 9]
(İnsan zengin olunca azar.) [Alak 6-7]
Zengin olan herkes azmaz. Fakat çok kimse azdığı için böyle buyurulmuştur. Mal herkesi azdırsaydı, Cenab-ı Hak, Hazret-i İbrahim’i, Hazret-i Süleyman’ı ve daha birçok salih kimseyi zengin etmezdi.
Mal için imtihan vardır. (Al-i İmran 186, Tegabün 15]
Netice mühimdir
Mal ve makam sahibi olmak başka, mal ve makam sevgisi başkadır. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmak ve insanlara hizmet edebilmek için mal ve makam sahibi olmak çok iyidir. Bütün dünya bir kimsenin olsa, mala mağrur olmadan dine uygun harcasa, çok büyük sevap kazanır. Süleyman aleyhisselam, büyük bir zenginlik ve saltanat içinde yüzdüğü halde, Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde (O ne iyi kuldur) diye övmektedir. (Sad 30)
Peygamber efendimizden sonra insanların en üstünü olan, İbrahim aleyhisselamın ova ve vadileri dolduran davarları yanında, yalnız yarım milyon sığırı vardı. Mal ve makamı kötüye kullanmak zararlıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mal-makam sevgisi, suyun sebzeyi büyüttüğü gibi, kalbde nifakı büyütür.) [İ. Gazali]
(Mal ve makam sevgisinin müslümana yaptığı zarar, iki aç kurdun koyun sürüsüne verdiği zarardan büyüktür.) [Bezzar]
(Dünya sevgisi, bütün kötülüklerin başıdır.) [Beyheki]
İnsanı iyilik etmekten alıkoyan her şey dünyadır. Kur'an-ı kerimde, Cennetin, makam hırsıyla büyüklük taslamayan kimselere verileceği bildirilmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
("La ilahe illallah" diyen, dünyayı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gazabından ve azabından kurtulur. Dini bırakıp dünyaya [haramlara] sarılırsa, Allahü teâlâ, ona; "Yalan söylüyorsun" buyurur.) [Hakim]
(Dünya işi için üzülen Allah’a karşı öfkelenmiş olur.) [Taberani]
(Dünya ahiretin tarlasıdır.) [Deylemi]
(Dünyayı ahirete tercih eden, üç şeye maruz kalır. Üzüntüsü hiç eksilmez. Zenginlikteki refahı göremez, hep fakirlik sıkıntısı çeker. Doymayan bir hırsa tutulup öyle meşgul olur ki, hiç bir zaman boş vakti bulunmaz) hadis-i şerifini düşünerek, şu fani dünyada, kısa bir müddet sahip olunan mal ve makama mağrur olmamalıdır. Ecel gelince hepsi elden çıkar. (R.Nasıhin)
Dünya ve ahiret
Cenab-ı Hak, ahiret için çalışmayı emrettikten sonra, (Dünyadan da nasibini unutma!) buyuruyor. [Kasas 77]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Dünyanızı düzeltmeye çalışın! Yarın ölecekmiş gibi de ahiret için amel edin.) [Deylemi]
(Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışın!) [İbni Asakir]
(Hayırlınız, ahiret için dünyasını, dünya için ahiretini terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır.) [Deylemi]
(Dünya malından ayrılınca üzülmek, buna kavuşunca sevinmek ve azgınlık yapmak, insanı Cehenneme götürür.) [Tirmizi]
(Dünyayı seven, ahiretine zarar verir. Ahireti seven, dünyasına zarar verir. O halde, devamlı olanı, geçici olana tercih etmelidir.)[Beyheki]
(İlim, Allah rızası için değil, dünya menfaati için öğrenildiği ve ibadetler, dünya menfaatlerine alet edildiği zaman fitneler zuhur edecektir.) [A.Rezzak]
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür. Baki olan, salih ameller, Rabbinin katında, mal ve evlatlardan ve dünyalıklardan iyidir.)[Kehf 46]
Dünya binek yeridir
İmam-ı Maverdi hazretleri buyuruyor ki:
Dünya çalışma yeridir. Hadis-i şerifte, (Dünya ne güzel binektir. Ona binin ki, sizi ahirete kavuştursun!) buyuruluyor. Dünya mutlak manada kötü değildir. Ahiret azığını hazırlayanlar için servet yurdudur.
Dünya bineğine binersen seni taşır, binemezsen o sana yüklenir ve seni öldürür. Dünya bir alet, bir vasıtadır. Bu vasıtayı iyi yolda kullanan kazanır, kötü yolda kullanan kaybeder. Mesela size yeni, güzel bir araba veriyorlar. (Bu araba ile, şu kadar zamanda şu karşıdaki köprüyü geçerseniz, kurtuluşa ereceksiniz) deniyor. Siz de, arabaya bakıp, (Ne kadar da güzelmiş) diyerek onu sevmekle meşgul olur, verilen zaman içinde karşıya geçmezseniz, düşman gelir, sizi kıskıvrak yakalar, köprüyü geçemezsiniz. Bu vasıta, yolcuları sahile çıkaran bir gemi de olabilir. Bu vasıtayla binip gitmeyen kurtulamaz. Dinimiz bu vasıtayı, kötülememiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah rızasını kazanmak, ahiret azığını temin etmek için, dünya ne güzel yerdir. Allah rızasını kazanmayan, ahiret azığını temin etmeyen için de, ne kötü yerdir. Kim, "Allah dünyayı rezil etsin!" derse, dünya da ona, "Hangimiz Rabbimize asi ise, Allah onu rezil etsin!" der.) [Hakim]
(Dünya, mümin için ne güzel bir binektir. Hayra onunla erişilir.)[Deylemi]
Bizi maksadımıza ulaştıran bineğin iyi, sağlam olması istenir. Onun için Allahü teâlânın bize verdiği akıl, sağlık, mal gibi nimetleri yerinde kullanmalıdır! Cenab-ı Hak, dünya saadetini de istemeyi emrediyor:(Ey Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de güzellik ver!) diye dua etmemizi istiyor. (Bekara 201)
Hadis-i kudside de buyuruldu ki:
(Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet eden de senin hizmetçin olsun.) [Ebu Nuaym]
Hazret-i Âdem, Cennette yasak meyveyi yiyince, def-i hacet ihtiyacı hissetti. İhtiyacını giderecek yer bulamadı. Allahü teâlâ, (Ya Âdem burada def-i hacet yapılmaz. Onun yeri dünyadır) buyurdu. Bu da dünyanın pislik yeri olduğunu göstermektedir. (İ.Gazali)
Hâline şükretmeli, sabretmeli
Sual: Her türlü tedbire rağmen, zengin olamayan ne yapmalı?
CEVAP
Hâline şükretmeli, fakirliğe sabretmelidir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fakirlik, dünyada kusur ise de, ahirette süstür.) [Deylemi]
Mal ne kadar çok olursa hesabı vardır, haramdan kazanılmışsa azabı vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbin hakkı için, onların hepsine elbette hesap soracağız.) [Hicr 92]
(Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan da cezasını görür.) [Zilzâl 7, 8]
Saptıran zenginlik ve fakirlik
Sual: Fakir bir kimsenin zengin olmak için dua etmesinde bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Hayır hiç mahzuru yoktur. Ancak zenginlik bizim hakkımızda hayırlı mı olacak yoksa şerli mi olacak bilemeyiz. Onun için ne istersek (Ya Rabbi hayırlısı ile ver) demeliyiz. Çünkü, hadis-i şerifte, zenginliğin de, fakirliğin de, insanı doğru yoldan çıkarabileceği bildirilmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Kimisi ancak zengin olmakla imanını kurtarabilir. Eğer o fakir olsa idi, [fakirliğe sabredemez] küfre girerdi. Kimi de ancak fakir olmakla imanını kurtarabilir. Eğer o zengin olsaydı, [mal onu azdırır] küfre giderdi. Kimi de ancak sıhhatli olmakla imanını kurtarabilir. O hasta olsaydı, [hastalığa sabredemez] küfre düşerdi. [Bunun için genelde müslüman kulumun hakkında ne hayırlı ise onu veririm"]) [Hatib]
Fakirlik mi, zenginlik mi?
Sual: Dinimizde fakirlik mi, zenginlik mi daha iyidir?
CEVAP
Dinimiz, sabreden fakirleri ve şükreden zenginleri övmüştür. Bazı âlimler, (Fukarai sabirin, ağniyayı şakirinden = Sabreden fakir, şükreden zenginden daha üstündür) demişlerdir. Kimileri de, zenginliğe şükür, fakirliğe sabretmekten daha kolaydır, şükreden fakir daha üstündür demişlerdir. Fakirin parası da yoktur, aç yatar uyur. Ama zengin nereye, nasıl harcayacağım diye para kendisini rahatsız eder. Allahü teâlânın istediği yerlere harcayamazsa malı kendisini tehlikeye sokar.
İslamiyet’in başlangıcında fakirlik övülürken, ahir zamanda ise, zenginlik övülmüştür. İnsan, dünyasını da, ahiretini de para ile koruyabilir. Bir de zenginlik ve fakirlik kişilere göre değişir. Kimi için fakirlik iyidir, kimisi için zenginlik. Çünkü fakirlik de zenginlik de insanın sapıtmasına sebep olabilir. Hayırlısı ne ise onun için dua etmelidir. Fakirlik ve zenginlikle ilgili birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Şu yedi şey gelmeden faydalı amel etmekte acele edin:
1- [Allah’ı] Unutturan fakirlik,
2- Azdıran zenginlik,
3- Sağlığı bozan hastalık,
4- Bunaklık veren ihtiyarlık,
5- Ani ölüm,
6- Deccal,
7- Kıyamet ki, hepsinden daha dehşetlidir.) [Tirmizi, Hakim]
(Helâk edici üç şey:
1- Cimrilik,
2- Nefsine uymak ,
3- Kendini beğenmek.
Kurtarıcı üç şey:
1- Gizli açık Allahü teâlâdan korkmak,
2- Fakirlik ve zenginlikte itidalli olmak,
3- Öfkede ve rızada adalet üzere olmak.
Günahlara kefaret olan üç şey:
1- Mescide gitmek,
2- Namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek,
3- Şiddetli soğukta güzelce abdest almak.
Dereceleri yükselten üç şey:
1- Yemek yedirmek,
2- Selamı yaymak,
3- Herkes uykuda iken gece namazı kılmak.) [Hatib]
(Cahillikten daha şiddetli fakirlik, akıldan daha faydalı zenginlik, tefekkürden daha kıymetli ibadet yoktur.) [İ. Neccar]
(Ölümü çok hatırlamak, günahları yok eder; dünyadan soğutur. Zenginken hatırlamak mal hırsını yok eder. Fakirken hatırlamak, eldeki ile kanaat etmeye sebep olur.) [İbni Ebiddünya]
(Gerçek zenginlik, insanların elindekilere göz dikmemektir. Aç gözlülük peşin bir fakirliktir.) [Askerî]
Zenginlerle görüşmek
Sual: Zenginlerle görüşmek, arkadaşlık etmek uygun mudur?
CEVAP
Kendimize göre, çok zengin olanlarla pek sık görüşmek, arkadaşlık etmek uygun olmaz. Bir ihtiyaç olursa, ihtiyaç kadar görüşülebilir. Bir de, dünya işlerinde, kendimizden aşağı olana bakarak, halimize şükretmeli, zengin olanlara özenmemeli. İki hadis-i şerif meali:
(Zenginlerdeki mal ve nimetleri görüp, hâlinizden şikâyet etmemek ve sahip olduğunuz nimetleri küçümsememek için, onların yanına seyrek gidin.) [Hakim]
(Din işlerinde, kendinizden üstün olanı, görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp, Allahü teâlâya hamd eden şükretmiş olur.) [T. Gafilin]
Zenginle görüşen, ister istemez, ona tevazu gösterebilir. Bu ise tehlikelidir. Dünyalık için, zenginlere, makam sahiplerine yaltaklık etmek çok zararlıdır. İki hadis-i şerif meali:
(İtibarlı birine, dünyalık için, tevazu gösteren, rahmetten uzak kalır.) [Deylemi]
(Zengine, zenginliği için, yaltaklananın, dininin üçte ikisi gider.)[Beyheki, Deylemi, İ. Rabbani]
Kibirlenmek, çok kötü olduğu halde, bid'at sahiplerine ve zenginlere karşı kibirli görünmek caizdir. Bu kibir, kendini yüksek göstermek için değildir. Onlara ders vermek, gafletten uyandırmak içindir. Salih zenginlerin, kibirlenmeyip, tevazu göstererek, fakirlerle, garibanlarla beraber olması ise, çok iyidir.
Fakiri hor görmek
Sual: Mahallemizde garip, kimsesiz bir amca var. Namazında niyazında, kimseye karışmaz; fakat fakir olduğu için horlanıyor. Bir de, ahlaksız kötü biri var; fakat zengindir. Belki işimiz düşer diye, ona da saygı gösteriliyor. Böyle davranmak uygun mudur?
CEVAP
Hiç kimseyi, hor ve aşağı görmek uygun değildir. Zengine zengin olduğu için ikram etmek çok kötü olduğu gibi, fakiri fakir olduğu için, hor görmek de caiz değildir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(En üstün kimse, malı az olduğu için değer verilmeyen mümindir.) [Deylemi]
(Zengine, zenginliğinden dolayı tevazu edenin, dininin üçte ikisi gider.) [Beyheki]
Lüks yaşamak
Sual: Mısırlı sosyalist felsefe profesörü gibi, (Bir Müslüman, Peygambere nasıl bir araba alması gerektiğini sorarsa, pahalı, lüks, şatafatlı bir araba almaması gerektiğini, bunların insana değer kazandırmayacağını söyler) demek caiz midir?
CEVAP
Söylenilen tamamen doğru olsa da, Peygamber efendimiz adına böyle söylemek asla caiz olmaz. Üstelik bu söz yanlıştır. Zenginliği kötülemek caiz değildir. Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri kullananları severim) buyuruyor. Nimeti gizlemeyi sevmez. Şükür için, nimetini gösteren zenginleri sever. Zengin olduğu için, kendini beğeneni, kendini başkalarından üstün göreni sevmez. Ulema ve Resulullah, malın değer kazandırdığını bildiriyor.
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Nimeti göstermek için, iyi ve kıymetli giyinmek müstehabdır. Öğünmek için, gösteriş için giyinmek mekruhtur. (Redd-ül muhtar)
Lüks yaşamak değil, kendini üstün göstermek için lükse kaçmak haramdır. İkisi çok farklı şeylerdir. Müslüman bir zengin, dinine hizmet için lüks araba almışsa, (Sen bunu gösteriş için aldın) demek, ona suizan olur. Genelde her devirde, (Ye kürküm ye) sözü geçerlidir. İnsanların çoğu görünüşe değer verdiği için, dine hizmet gayesiyle, nimeti göstermek müstehab olur. Bu konuda, önce hadis-i şeriflere, sonra da İslam âlimlerinin açıklamalarına bakalım!
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah’ın verdiği nimetin alameti, senin üzerinde görünsün; çünkü Allah, verdiği nimetin eserini, kulunun üzerinde görmek ister.)[Beyheki, Hâkim]
(Ahir zamanda insanların paraya ihtiyacı daha çok olur. Çünkü insan o zaman din ve dünyasını ancak parayla korur.) [Taberani]
(İnsana, malı şeref kazandırır.) [İ. Ahmed]
İmam-ı a’zam hazretleri, talebelerine, güzel giyinmelerini emrederdi. Kendisi de, her derse başka yeni elbise giyerek gelirdi. Bir cübbesi 400 altın kıymetindeydi. İmam-ı Muhammed, kıymetli kıyafetler giyerdi. Resulullah efendimiz de, bin dirhem gümüş kıymetinde Yemen kumaşından cübbe giyerdi. (Dürr-ül-muhtar, Tahtavi)
Süfyan-ı Sevri hazretleri, (Bu zamanda mal, insanın silâhıdır. Yani insan, canını, sağlığını, dinini ve şerefini mallarıyla korur) buyuruyor.(T. Muhammediye)
İslam’ın vakarını, şerefini korumak için şık giyinmek sevabdır. (S. Ebediyye)
Zekâtı verilen mal
Sual: (Müslümanın, üzerine farz olan zekâttan başka mâlî yükümlülüğü de vardır. Mesela evi olmayana ev almak, fakirleri evlendirmek de farzdır. Zekâtını vermekle bu farzlardan kurtulamaz. Zenginlerin elindeki malı, gerekirse zorla alıp, fakirlere vermek gerekir) diyenler oluyor. Zekâtı verilen malı almak, dinimize aykırı değil mi?
CEVAP
Bazıları, böyle sosyalistçe görüşler ileri sürebiliyorlar. Zekâtı verilen malda fakirin hakkı olmaz. Dinimizde, zekâtı verilmiş mal, biriktirilmiş, gayrı meşru mal değildir. Bu malı, kimsenin zorla almaya hakkı yoktur. Dinimize göre, herkes özel mülkiyet hakkına sahiptir. Müslümanın malında, zekâttan başka, kimsenin hiçbir hakkı yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Malda zekâttan başka hak yoktur.) [Ahkâm-üs-sultaniyye]
(Zekâtı verilmiş mal, kenz [biriktirilmiş, istif edilmiş mal] değildir.)[Ebu Davud]
(Zekâtını vererek mallarınızı zarardan koruyunuz!) [Hâkim]
Görüldüğü gibi, zekâtı verilen mal, kenz yani istif edilmiş, stok edilmiş mal değildir. Zekâtını veren, malın hakkını ödemiş olur. Kimse bu malı alamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir müminin malını, onun rızası olmadan almak helal değildir.)[Ebu Davud]
Bir kimsenin mülkü, ondan izinsiz kullanılamaz. (Dürr-ül-muhtar)
Zekât veren zenginin malını elinden alıp fakirlere veya başka yerlere vermek zulüm olur. Zekâtını veren zenginin apartman, köşk yaptırması haram değildir. Tembel oturup, çalışmayıp başkasına muhtaç olmak ve kazandıklarını haram şeylere vermek haramdır. Zekâtını veren kimsenin sarayda oturması, lüks vasıtalara binmesi, şık giyinmesi helaldir; çünkü Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri kullanmalarını severim, çalışana veririm) buyuruyor. Çalışıp kazanmak, mal mülk sahibi olmak yani zengin olmak günah değil, ibadettir. Zengin olduğu için kendini başkalarından üstün görmek haramdır. (F. Bilgiler)
Kendine İslamcı diyen, servet düşmanlığı yapan sosyalistlere göre, zenginlerin mallarını alıp fakirlere vermek gerekirse de, dinimizce bu zulüm olur.
En büyük nimet
Sual: Allah'ın verdiği nimetleri, nazar değmesin diye gizlemekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Gizlemek doğru değildir, çünkü Allahü teâlâ, ihsan ettiği nimetleri izhar etmemizi, göstermemizi, belli etmemizi sever. Mesela zenginin eski elbise giymesi, doğru değildir. Zenginse zenginliğini, âlimse ilmini göstermelidir.
En büyük nimet, iman nimetidir, Ehl-i sünnet itikadıdır. Bu nimeti, güler yüzle, tatlı dille, şefkatle, merhametle göstermek gerekir, çünkü müminin alameti güler yüzdür. Münafığın alameti çatık kaşlı olmaktır. Emr-i maruf ve nehy-i münkeri ilimle, güler yüz ve tatlı dille yapmak lazımdır. Aksi takdirde fayda yerine zarar verebilir. Nefrete, fitneye sebep olmanın vebali büyüktür. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, sevdirin, nefret ettirmeyin! Birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin!) [Buhari]
|
.
Fakirlik ve zenginlik imtihanı
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İyilik etmeli, ihtiyaç sahibi olanlara vermelidir. İyiliği ve vermeyi çok sevmeli. İnsan iyilik ettiği zaman, iyilik gören kişiden daha fazla sevinmelidir. Peygamber efendimiz, (Cennette benim sağ yanımda kim olacak?) diye sorduktan sonra, (Ahlakı en güzel olan bulunacaktır) buyurdu. (Ahlakı güzel olan kimdir ya Resulallah?) dediler. (Kızmayan, insanlara iyilik eden, onlarla iyi geçinenlerdir)buyurdu.
Fakir bir aile varmış. Kadın yün eğirir, kocası da pazarda satar, parasıyla eve yiyecek alır, böyle geçinip giderlermiş. Bir gün iplikçi, yine iplikleri satıp, eve götürmek için bir şeyler almaya giderken, birinin bir başkasını fena halde dövdüğünü görür. Koşup yanlarına gelir ve sebebini sorar. Döven adam, (Bunun bana borcu var, fakir olduğu için ödeyemiyor, ben de dövüyorum) der. (Bu fakirin borcu ne kadarsa ben vereyim, cebimdeki bütün parayı al!) der. Alacaklı, paraları alır, (Yetmez, ama idare eder) diyerek dövdüğü fakiri bırakır. İplikçi, parasız eve dönüp, hanımına olayı anlatır. Hanımı da, (Hayırlısı olsun, bir Müslümanı kurtarmakla iyi yapmışsın, biz de sabrederiz) der.
Ertesi gün iplikçi yine pazara çıkar, ama iplik satamaz. Akşam olur, çaresiz evine dönerken elinde büyük bir balıkla giden birini görür. O kişi, (Ben balıkçıyım, bugün balık satamadım. Hanım da benden yün iplik istemişti, sende var galiba?) diye sorunca, iplikçi (Evet, var) der. Balıkla iplikleri takas ederler.
İplikçi eve gelince hanımına, (Bugün para kazanamadık, ama karnımızı doyuracak bir balık aldım. Pişir de yiyelim) der. Kadıncağız balığı temizlerken içinden büyük büyük altınlar çıktığını görünce, çok sevinirler. Balığı pişirip yerler. Artık zengin olduk derken, balıkçı gelir, (Hanım razı olmadı, ben alışverişten vazgeçtim. İpliklerini al, balığımı ver!) der. İplikçi, (Tamam, ama biz balığı pişirip yedik, onu veremem. Balığın içinden altın çıktı, onları vereyim) der. O da (Altınları ver!) der. İplikçi, getirip altınları verir. Altınları alan balıkçı, (Ben Hızır’ım, borcu yüzünden dövülen fakire yaptığın iyilikten dolayı, Allahü teâlâ seni çok sevdi. Seni böyle imtihana tâbi tuttu. Hem fakirlik, hem zenginlik imtihanını kazandın. Altınlar senindir, al bunları!) diye müjde verir. Demek ki veren, her zaman kazanıyor.
.
Tevazu göstermeye çalışmak
|
Sual: Tevazu sahibi olmakla tevazu göstermek aynı mıdır?
CEVAP
Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak çok farklıdır. Tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir. Cüneyd-i Bağdadihazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir) buyuruyor. Bazısı da, (Bu günahkâr, bu fakir) diyerek kendinin tevazu ehli olduğunu göstermeye çalışır. Bir günahını söyleyince hemen kızar. O zaman sözünde yapmacık olduğu anlaşılır. Din büyükleri de "bu fakir" diye kullanırlar. Fakat bunlar böyle sözlerinde samimidir.
Bu fakir ne demek?
Sual: Konuşurken, (Bu fakir, bu âciz, bendeniz) gibi ifadeler kullanmak tevazu sahibi olmaktan mı ileri gelir?
CEVAP
Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak farklıdır. Tevazu sahibi olmak iyidir, tevazu göstermeye çalışmaksa kötüdür.
Fakir, muhtaç demektir. Peygamber efendimizin Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. Abdullah Dehlevi hazretleri, (Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir) buyuruyor. (Dürr-ül-mearif)
Tasavvufta fakir, nafakası olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü teâlânın fiilinden ve iradesinden razı olur. Dinimiz emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslamiyet’e uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve âhiret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az diye itiraz eder. Zengin olursa doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve âhirette felaketine sebep olur. (İslam Ahlakı)
(Bu fakir) diyebilmek için, yüksek dereceye kavuşmak gerekir. Yoksa yapmacık olur, sırıtır, işin ehli bize güler. Tevazu göstereceğiz derken kibirli olduğumuz meydana çıkar.
(Bu günahkâr, bu âciz, bu fakir, bendeniz) gibi ifadelerle tevazu gösteren, samimi söylüyorsa çok iyidir, fakat bunlar günümüzde genel olarak tevazu göstermek için yapmacık olarak söyleniyor. Bende, köle demektir. Köle, emredilen işleri hiç yüksünmeden yapar. Böyle tevazu sahibi olan kimsenin, bendeniz [köleniz] demesi çok güzel olur. Eğer emredilen işi yapması zor geliyorsa, bunu laf olsun diye söylediği, yapmacık, hattâ kibir alameti olduğu anlaşılır, çünkü Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir, çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onda tevazu tabiîdir, yapmacık değildir) buyuruyor.
Kibirdendir çok tevazu göstermek,
Bu günahkâr diye kendini yermek!
Ben veya biz demek
Sual: Ben diye konuşmak uygun mudur?
CEVAP
Genel olarak, ben demek kibirden kaynaklanır. Mesela şu işi ben yaptım, bunu ancak ben yaparım gibi. Kendinde bir varlık hissederek, ben anlamında biz demek daha kötüdür. Mesela, biz adamın ciğerini sökeriz demek gibi. Şu halde ben ve biz kelimelerini, hiç kullanmamak değil, yerli yerinde kullanmak önemlidir.
.
Herkes eşit yaratılsaydı
|
Sual: Bazıları, (Allah; kimini sağlam kimini sakat, kimini uzun kimini cüce, kimini güzel kimini çirkin, kimini zengin kimini fakir, kimini beyaz kimini zenci, kimini akıllı kimini deli yaratmıştır. Herkesi eşit yaratsaydı daha iyi olmaz mı?) diyorlar. Ben de Allah en iyisini yaratır. İyi olsaydı eşit yaratırdı. Demek ki bizim bilmediğimiz şeyler var dedim. Tatmin olmadılar. Ne demelidir?
CEVAP
Siz en güzel cevabı vermişsiniz. Ondan daha güzeli olmaz.
İnsanın yaradılış gayesi bilinmeyince, dünyadaki olayların sebebi anlaşılamaz. Allahü teâlâ, dünya ve ahireti, sevgili kulu ve resulü Muhammed aleyhisselam için yarattı. Diğer canlı ve cansız varlıkları da, insanoğlunun istifadesi için yarattı. Dünya zevk için yaratılmadı. Ahiret ise, ebedi mükâfat ve ceza yeridir. Dünya, ahiretin imtihan yeridir. Herkes her bakımdan eşit olsa, imtihanın manası kalmaz, iyi ile kötü ayrılmazdı. Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla çeşitli sıkıntılar çekilecek, itaat edenle, isyan eden, birbirinden ayrılacaktır.
İnsan cansız varlık gibi, ot veya hayvan gibi değil, kulluk ve imtihan için yaratıldı. İnsan, ihtiyaçsız, sıkıntısız ve her bakımdan eksiksiz yaratılsaydı, imtihan ve dünya manasız olurdu. İnsanların, hayvanların ve kâinattaki canlı, cansız diğer yaratıkların hareketleri, akılları durdurucu sistemleri incelenince, her şeye gücü yeten Rabbimizin dünyayı maksatsız yarattığı düşünülemez.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İnsanlar, dünyada, birkaç gün dert çekmeselerdi, Cennetin, ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin sonsuz lezzetlerinin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmeyen rahatlığın kıymetini bilmez.
Herkes, her bakımdan eşit yaratılsaydı, büyük bir felaket olur, toplumlar olmazdı. İnsanlar, boy, renk, şekil, akıl, zenginlik, sıhhat, kuvvet, güzellik, ahlâk gibi her hususta eşit olunca, tornadan çıkmış gibi eşit, yani birbirinin aynı olunca milyarlarca insanı birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Karı koca birbirini tanıyamaz, insan hanımı ile kızını ayırt edemez, hayat felç olur. Sırf bu şekil benzerliği bakımından, binlerce problem ortaya çıkar. Diğer sahadaki eşitlikler görülmeden, yaşanmadan hayat söner.
Herkes bilgi ve kültür bakımından da eşit olunca, gazeteye, kitaba, filme ihtiyaç kalmaz. Güreş, koşu, yüzme gibi sporlar ve yarışlar olmaz; çünkü herkes aynı kabiliyettedir.
İyinin kıymeti, kötü ile bilinir. Herkes iyi olunca, iyinin kıymeti kalmaz. Çirkinlik olmayınca, güzellik anlaşılmaz. Hastalık olmayınca sağlığın kıymeti bilinmez.
Bir kimse, okuyup her bakımdan mükemmel bir insan olmak ister. Herkes aynı olursa, kim kimden üstün olacaktır? Âmirsiz, memursuz, işçisiz, patronsuz toplum olmaz.
Her hususta eşitliğin zararları sayılamayacak kadar çoktur. Onun için Allahü teâlâ, her şeyi hikmetli ve adaletli yaratmıştır. Adalet olunca işler düzgün yürür. Mesela beş parmağın beşi de aynı olsaydı, başparmak diğerlerinin arasında olsaydı, bugünkü kadar verimli iş yapılamaz, büyük eksiklik olurdu.
Adaletli yaratılmak, eşit yaratılmakla mukayese bile edilmez. Aynı ana babadan, zekâları, kabiliyetleri farklı çocukların yaratılması, milyarlarca insanın birbirine benzememesi, hatta parmak izlerinin farklı olması bile, Allahü teâlânın kudretinin sonsuzluğunu göstermektedir. Onun kudreti sonsuz, şânı çok yücedir.
Özel işe karışmak
Sual: Ateistler, (Bazı insanların cüce, sakat veya çirkin yaratılması adaletsizliktir, her şey düzgün, eşit yaratılmalı idi) diyorlar. Bunlara nasıl bir cevap verebiliriz?
CEVAP
Buna benzer bir sualin cevabı, önceki yazıda vardı. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Dinlerine uymadıkça, Yahudilerle Hristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar.) [Bekara 120]
Bu ateistlere de, her konuda delil getirilse, ispat edilse, yine onların dinini yani dinsizliklerini kabul etmedikçe Müslümanları sevmezler ve İslamiyet’i kötülemeye devam ederler.
Bir yılanın, beni niye yılan yarattın, beni aslan yaratsaydın demeye hakkı olur mu?
Aslan da, beni niye hayvan olarak yarattın, beni de insan yaratsaydın daha iyi olmaz mı idi demeye hakkı var mı?
Bu her hayvan için böyledir. Domuz, karınca, akrep, sinek, hepsi benzer şeyler söyleyebilir.
Fakirin beni niye zengin yaratmadın diyerek Allah’tan hesap sormaya kalkması uygun olur mu?
Erkek, şimdi rağbet güzel ile zengine, beni niye kadın yaratmadın dese uygun olur mu? Onu domuz veya köpek olarak da yaratabilirdi.
Kadın, ben güçlü bir pehlivan olmak isterdim, beni niye erkek yaratmadın dese uygun olur mu?
Zenci, beni niye beyaz yaratmadın diyebilir mi?
Bunları çoğaltmak, hatta ne olursa tersini iddia etmek mümkündür. Bir çiftlik sahibi, aynı cins hayvanları ayrı yere koysa veya her birine ayrı yer yapsa yahut bazı cins hayvanları aynı ahıra koysa, buna kimin ne demeye hakkı vardır? Yahut canı isteği zaman bir kuzu veya tavuk kesip yese, buna kim ne diyebilir? Çünkü hayvanlar adamın malıdır, istediği şekilde besler, istediklerini kesip yiyebilir. Kâinattaki her şey de Allahü teâlânın mülküdür, dilediği gibi kullanabilir. Buna kimse karışamaz. Başka bir kimsenin malını kullansa o zaman bir haksızlık mevzubahis olabilir. Hiç kimsenin özel işine karışılmaz.
.
Dua okumakla fakirlikten kurtulmak
|
Sual: (Şu duayı okuyan fakirlikten kurtulur) deniyor. Dua okumakla fakirlikten nasıl kurtulunur?
CEVAP
Dinimiz çalışarak kazanmayı emretmektedir. Hazret-i Ömer, (Çalışın, kazanın, çalışmadan rızık beklemeyin! Allahü teâlâ gökten para yağdırmaz) buyurdu. Hazret-i Lokman Hakim de, (Çalışmayıp muhtaç olanın dini ve aklı noksandır) buyurdu.
Rızık için endişe etmemeli! Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her canlının rızkı Allah’a aittir) buyuruldu. (Hud 6)
(Şeytan, sizi fakirlikle korkutup, fahşaya sürükler [cimriliğe, her türlü kötülüğe teşvik eder.]) [Bekara 268]
(Yeryüzüne dağılın, Allah’ın fazlından rızkınızı arayın!) [Cuma 10]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(En güzel rızık, helale, harama dikkat edilerek alın teri ile kazanılandır.) [Nesai]
(İbadet on kısımdır, dokuzu çalışıp helal kazanmaktır.) [Deylemi]
Çalışmak farzdır
Nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Cafer Huldi hazretleri, (Büyüklerimiz, kendi için değil, din kardeşlerine yardım için, çalışıp kazanmıştır) buyuruyor.
Müslümanlara yardım için, cihad etmek için fazla çalışıp kazanmak müstehaptır, iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır.) [Kudai]
Şu duayı okuyan fakirlikten kurtulur demek, o dua kabul olmuşsa, ona bir çalışma kapısı açılır veya ummadığı yerden rızka kavuşur demektir. Hastalığı için dua eden de şifaya sebep olan ilaca veya başka bir sebeple sıhhate kavuşur. Çalışmak rızkı artırmaz. Rızkı veren Allahü teâlâdır. Çalışmak sebebe yapışmaktır. Sebeplere yapışmak sünnettir. (El-İhtiyar)
[Duaların kabul olması için Ehl-i sünnet itikadında olmak, Allahü teâlânın emirlerini yapıp yasaklarından kaçmak gerekir.]
İhtiyaçtan kurtulmak, bereketli rızka kavuşmak için sebeplere yapışmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ömrüm uzun, rızkım bol olsun diyen, akrabasını ziyaret etsin, görüp gözetsin!) [İ. Ahmed]
(Sabah uykusu rızka manidir.) [Beyheki]
(Allah korkusunu sermaye edinen, rızka ticaretsiz ve sermayesiz kavuşur. Kur'an-ı kerimde, "Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir"buyuruldu.) [Talak 2, 3 - Taberani]
(Eve girerken "İhlas" suresini okuyan, fakirlik görmez.) [T. Kurtubi]
(Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]
(Günde yüz kere, La ilahe illallah, el-melikül hakkul mübin, Muhammedün Resulullah, sadikul vâdil emin diyen, fakirleşmez, zenginleşir, kabirde kendisine yoldaş olur, Cennetin kapısını da açmış olur.) [Hatib]
(Rızka kavuşan çok hamd etsin! Rızkı azalan istigfar etsin!)[Hatib]
(Hamd; "Elhamdülillah", İstigfar; "Estagfirullah" demektir. İstigfar etmek, günahların affına sebep olan iyilikleri yapmaktır.)
(Ana-babaya, evlada bakmak, kimseye muhtaç olmamak için çalışmak cihaddır.) [İ. Asakir]
(İhtiyacını halka açan, ihtiyaçtan kurtulamaz. Allah’a arz eden, ihtiyaçtan kurtulur.) [Hakim]
(Allahü teâlâ sanat sahibi mümini sever.) [Taberani]
(Çalışmayıp kendini sadaka isteyecek hâle düşüren 70 şeye muhtaç olur.) [Tirmizi]
(Kimseye muhtaç olmamak ve ana-baba, çoluk-çocuğunu da muhtaç etmemek için işe gidenin her adımı ibadettir.) [Taberani]
(Geçimini helalinden kazanmak, Allah yolundaki cihad gibidir.)[Deylemi]
Çocuklarının geçimi için sıkıntı çeken birine, Peygamber efendimiz,(Neden istigfar etmiyorsun? Ben günde yüz defa istigfar ederim)buyurdu. Hasan-ı Basri hazretlerine, kıtlık, fakirlik, çocuksuzluktan şikayette bulunuldu. Hepsine de istigfar etmesini söyledi. Sebebi sorulunca, Nuh suresinden şu mealdeki âyet-i kerimeleri okudu:
(Çok affedici olan Rabbinize istigfar edin ki, gökten bol yağmur indirsin; size, mal ve oğullar ile yardım etsin, sizin için bahçeler, ırmaklar versin.) [Nuh 10-12]
İstigfar edileceği zaman yüz defa (Estagfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) demeli ve manasını düşünmelidir! Manası şöyledir: (Kendisinden başka ilâh bulunmayan hay, kayyum ve azim olan Allah’a istigfar eder, günahlarıma pişman olup Ona sığınırım.) [Azim, zatı ve sıfatları kemalde, Hay, ezeli ve ebedi bir hayatla diri olan, Kayyum, zatı ile kaim olan, yarattığı her şeyi varlıkta durduran demektir.]
Borçtan kurtulmak için, hadis-i şerifte bildirilen şu duayı okumalıdır:
(Allahümme ekfini bihelâlike an haramike ve agnini bi fadlike ammen sivâke) [Tirmizi]
[Ya Rabbi! Beni helâl ile yetinip, haramdan sakınan kullarından eyle ve fazlınla senden başkasına muhtaç etme!] (Mek. Rabbani)
Her türlü tedbire rağmen, zengin olamayan da, haline şükretmeli, fakirliğe sabretmelidir. Çünkü hadis-i şerifte (Fakirlik, dünyada kusur ise de, ahirette süstür) buyuruldu. Bir kişi "Ya Resulallah! Vallahi seni seviyorum" dedi, bunu üç kere tekrar etti. Resulullah efendimiz, ona (Beni seven, fakirlik için bir zırh hazırlasın. Çünkü beni sevene fakirlik, dağın tepesinden inen selden daha süratli gelir)buyurdu.
Mal ne kadar çok olursa hesabı vardır, haramdan kazanılmışsa azabı vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(O gün, size verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.)[Tekasür 8]
Dert ve borçtan kurtulmak için
Sual: Peygamber efendimizin, Eshab-ı kiramdan Ebu Ümâme hazretlerine, dertten ve borçtan kurtulması için öğrettiği dua nasıldır?
CEVAP
Eshab-ı kiramdan, Ebu Said Hudri hazretleri anlatıyor:
Resulullah efendimiz, bir gün, mescide girdi ve Ensar’dan Ebu Ümâme’ye rastladı ve kendisine, (Yâ Ebâ Ümâme! Namaz dışında niye mescidde oturuyorsun?) diye sordu. Ebû Umâme, (Beni saran dertler ve borçlar yüzünden yâ Resûlallah) dedi. Resulullah, (Sana bir duâ öğreteyim, bunu okuduğun zaman, Allah derdine devâ verir, borcunu ödettirir. Sabah ve akşam bu duâyı oku) buyurdu. Dua şöyledir: (Allahümme innî eûzü bike minel-hemmi vel-hazen ve eûzü bike minel-aczi vel-kesel ve eûzü bike minel-cübni vel-buhl ve eûzü bike min galebetid-deyni ve kahrir-ricâl.)
Hazret-i Ebû Ümâme, (Bunu okudum, dertten ve borçtan kurtuldum) dedi. (Ebu Davud)
Bu dua, (Yâ Rabbi, kederden, dertten, âcizlikten, tembellikten, korkudan, cimrilikten, borcumu ödeyememekten ve insanların kahrından sana sığınırım) demektir.
Borçtan kurtulma duası
Sual: Borçtan kurtulma duası var mıdır?
CEVAP
Muteber kitaplardan alınan borç duaları, internet sitemizde yazılıdır. Bunlardan bir tanesini bildiren bir hadis-i şerif:
(Ya Muâz! Bu duayı okursan, Uhud Dağı kadar borcun olsa da, Allah onu ödemek nasip eder: Allahümme mâlikel-mülki tü’til-mülke men teşâü ve tenziül-mülke mimmen teşâü ve tüizzü men teşâü ve tüzillü men teşâü bi-yedikel-hayr inneke alâ külli şey’in kadîr. Tûlicul-leyle fin-nehâri ve tûlicün-nehâre fil-leyli ve tühricul-hayye minel meyyiti ve tühricul-meyyite minel-hayyi ve terzuku men teşâü bi-gayri hisâb. [Buraya kadar olan kısım, Âl-i İmran sûresinin 26-27. âyetleridir. Aslına bakarak okumalı.]Rahmened-dünyâ vel-âhireti ve rahîmehümâ tu’tîhimâ men teşâü ve temneu min-hümâ men teşâü, irhamnî rahmeten tu’nînî bihâ ammen sivâke.) [Taberanî]
.
www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1155
ZENGİNLİK ve FAKİRLİK. Allah (C.C.) indinde zenginlik, fakirlik, kölelik, efendilik yoktur. İnsanların hepsi eş
.
ZENGİNLİK ve FAKİRLİK
Allah (C.C.) indinde zenginlik, fakirlik, kölelik, efendilik yoktur. İnsanların hepsi eşittir; ancak takva sahipleri Allah’a (C.C.) daha yakındır.
Fakirlikle tembelliği bütün kötülüklerin anası kabul eden Hz. Muhammed (S.A.V.) fakirlik ve tembelliği ortadan kaldırmış, kısa zamanda bütün insanlara yaşama hak ve hürriyetini bahşetmiştir.
Dinimize göre mal-mülk, Allah’ın ( C.C.) insanlara bir lütfudur. Bu lütuf, insanlara tahakküm ve tahkir için kullanılmamalıdır, beşeriyetin ıstıraplarını dindirmek için harcanmalıdır. Zira Allah (C.C.) insanların mal-mülk-servet-suret- güzelliklerine bakmaz, ancak kalplerinin temizliğine ve güzel amellerine bakar. Allah ( C.C.) katında bütün insanlar, zengin, fakir, beyaz, siyah, hür, köle, hepsi, tıpkı tarağın dişleri gibi müsavidir. Bunun için işçi ve patron, biri diğerini hor ve hakir görmemelidir. Roma imparatorluğu, köle ve işçilere çok kötü muamele ettiği için yıkılmıştır. Allah’ın ( C.C.) elçisi Muhammed (S.A.V.) işçilere çok değer verirdi; sık sık ihtiyaçları olup olmadığını sorardı.
Fakirlik, Resulullah (S.A.V.) Efendimizin hayatı boyunca tercih ettiği bir yaşama yoludur. Fakir, kendisinin daima Allah’a ( C.C.) muhtaç bulunduğu bilen ve hatırdan çıkarmayan, bu idrak ve itikat içinde tevekkül ve teslimiyeti seciye haline getiren kimsedir. Fakir, ilahi bir imtihanın en çileli safhalarına maruz kaldığı zamanlarda bile harama el uzatmayan, gayr-ı meşru bir kazanca tenezzül etmeyen, varlıklı insanların konforlu hayatı karşısında gözleri kamaşıp da, ‘’Haram-helal ver Allah’ım ( C.C.), yoksul kulun yer Allah’ım (C.C.) demeyendir.
Allah (C.C.) Sure-i Muhammed, 38. ayet-i celilede:’’Ey insanlar, siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her şey den müstağnidir; her hamde layıktır’’ buyurulmaktadır.
Ubade Bin Samit (R.A.) buyurdu: ‘’Cehennemin yedi kapısı vardır: Üçü zenginler, üçü kadınlar, biri de fakir ve miskinler içindir.’’
Fakirler topluluğu, Resulullah (S.A.V.)’e bir elçi gönderdiler:’’Ben fakirlerin sana gönderilen elçisiyim.’’ dedi. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem (S.A.V.): ‘’Sana ve yanlarından geldiğin kimselere Merhaba! Onlar öyle bir kavimdir ki, onları seviyorum’’ Elçi dedi ki:’’Ey Allah’ın (C.C.) Resulü (S.A.V.)! Zenginler hayrı bizden tamamen aldılar. Hacca giderler. Bizim buna gücümüz yetmiyor. Umre yaparlar, bizim takatımız yok. Hasta oldukları zaman, mallarının fazlasını kendilerine zahire edinirler.’’ Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurdular: ‘’Benden fakirlere tebliğ et! Muhakkak sizden sabreden ve ecrini Allah’tan (C.C.) isteyen bir kimse için, üç haslet (şey) vardır:
1. Cennette bir takım köşkler vardır. Yeryüzündeki insanların, gökteki yıldızlara baktıkları gibi, Cennet ehli onlara bakarlar. Oraya ancak fakir bir Peygamber, fakir bir şehid veya fakir bir mü’min girer.
2. Fakirler zenginlerden yarım gün evvel cennete girerler. O yarım gün de, beş yüz senelik bir zamandır.
3. Zengin (SÜBHANELLAHİ VEL HAMDÜ LİLLAHİ V.D.) dediğinde fakir de onun gibi derse, zengin bu hususta fakire yetişemez. Velev ki bu hususta on bin dirhem harcasın. İyilik amillerinin hepsi de böyledir.’’ buyurdular. Bunun üzerine fakirlerin elçisi dönüp, Resulullah’ın (S.A.V.) buyurduğunu kendilerine haber verdiler. Onlar da: ‘’BİZ RAZI OLDUK! RAZI OLDUK!’’ dediler.
Fakirliğin cezayı gerektirici durumlara düşürdüğü zamana ait alametlerinden birisi, insanın ahlakını kötüleştirmesi, taatını bırakmak suretiyle, Rabbinden (C.C.) şikayet etmesi, kaza ve kaderine küsmesidir. Herhangi bir kul dünyaya karşı sevgi gösterirse, ona şunlar karşılığında dünyadan al denir. 1. Meşguliyet , 2. Üzüntü ve 3. (Ahirette) uzun hesab, buyurdular.
Resulullah ( S.A.V.) ‘’Bir kişi malının fazlalığından yüz bin dirhem çıkarıp sadaka vermiş. Bir kişi de kendisinde fazla mal olmadığından, iki dirhemin (canü gönülden razı olarak)bir dirhemini çıkarıp sadaka olarak vermiştir. İşte bu bir dirhemin sahibi, yüzbin dirhemin sahibinden ( bu takdirde) daha üstün oldu. Allah (C.C.) El Kehf Suresi, 7. Ayet-i celilede:’’ Biz yeryüzünde olan şeyleri yer halkına bir süs yaptık ki, insanların hangisinin daha güzel bir amelde bulunacağını imtihan edelim’’ buyurmuştur.’’ diye buyurmaktadır.
Yine Peygamberimiz (S.A.V.) ‘’Ademoğlunun hakkı ancak üç şeyde vardır: 1. Belini doğrultan yemekte, 2. Avret mahallini örten elbisede, 3. Kendisini koruyan evde. Bundan fazla olan hesaptır.’’ Buyurmuşlardır.
Resulullah (S.A.V.): ‘’Bir kimsenin karnı aç olsa da, hiç kimseye söylemese, Hak Teala (C.C.) Hazretleri, o kimseye bir yıllık sevap verir ve ummadığı yerden rızık gönderir ve başka haceti varsa, kimseye bildirmezse, o da böyledir.’’ buyurmuşlardır.
Gerçek zenginliği mal ve servette arayanlar, onu ancak gönül kanaatında bulabilir. Çünkü gözü aç olup doymak bilmeyen kimse, her zaman fakirdir. Rahat ve huzuru konforda arayanlar, onu temiz ve helal bir kazançta ancak bulabilir. Çünkü haram insanı her zaman vicdanen rahatsız ve huzursuz eder. Lezzetleri nefis ve çeşitli sofralarda arayan, onu ancak beden sağlığında bulabilir. Çünkü sağlıktan daha tatlı bir nimet yoktur.
Övgüye ve sevgiye layık bulunan fakir, çalışmayı ihmal eden, başkası kazansın, ben yiyeyim fikrinin takipçisi bulunan bir kimse olmayıp, gayretinin son haddine kadar didindiği halde, fazla bir kazanç temin edemeyen, nefsin bütün tahriklerine ve şeytanın her türlü vesvesesine karşı koyan bir kahramandır.
Kainatın efendisi, elindeki maddi imkanları fakirlerin ihtiyaçlarına sarf eder ve yoksullar gibi yaşardı. O, yaşamaya layık buluna hayatın, ahiret hayatı olduğunu kesin olarak bildiği için:’’Ya Allah (C.C.), beni fakir olarak yaşat ve fakir olarak vefat ettir. Beni yoksullar zümresi içinde haşret!’’ diye dua etmiştir. Mü’minlerin annesi Hz. Aişe (R.A.) Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) bu duasını işitince;’’-Ne için bu duayı yaptınız?’’ diye sormuştu. Resul-i Ekrem (S.A.V.) ‘’-Zira, onlar zenginlerden kırk yıl önce Cennete gireceklerdir.’’ buyurdular. (Tuhfet ül- Ahvezi)
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve onun tertemiz hanedanı, bir günde iki defa, arpa ekmeğinden karnını doyurmamış. ‘’Biz nende böyle sıkıntıdayız?’’ diye başını yormamış, ‘’Ya Allah (C.C.)! Muhammed hanedanının rızkını, canlarını (tende) tutacak kadar ihsan et!’’ diye dua etmiştir. (Tuhfet-ül-Ahzevi). Hedefine ulaşan bu dua sebebiyle, onun hane-i saadetinde, aylarca ocak yanmadığı ve dolayısıyle yemek pişmediği olurdu. Ehl-i Beyt, su ve hurma ile hayatlarını devam ettirme yolunu takip ederlerdi. Ondaki bu hal, bir şey bulamamaktan değil, eline geçeni yoksullara dağıtmasından ve dünya malına karşı müstağni davranmasından ileri gelmekteydi. Bu hususun en kuvvetli delili şu hadis-i şerif olmaktadır.:’’ Allah (C.C.) bana Mekke dağlarını altın haline getirmeyi teklif etti. Ben de ‘’HAYIR (istemem) dedim. Ve şöyle yalvardım. ‘’Ey Rabbim! Bir gün doyayım, bir- veya üç gün- aç kalayım. Cıktığım vakit, şükür ve hamdederim.’’( Et-Tac)
Resulullah (S.A.V.) ‘nin övdüğü fakirler, mal yokluğu ile göz tokluğunu şahsında toplayan, altına ve gümüşe kul olmayan, Cehennemi sıkıntılar içinde kıvrandıkları halde, dine aykırı bir söz ve hareketle Allah’a (C.C.) isyan etmeyen kimselerdir. Onlar bu yüce hasletin sahibi olduklarından dolayı’’ Fakirler(in bir çoğu) zenginlerden (ahiretin zaman ölçülerine göre) yarım gün, beşyüz sene önce Cennete girecektir.’’ Müjdesine nail olmuşlardı. (Tuhfet ül- Ahzevi).
İnsan, mal yönünden kendisinden daha düşük derecede olana bakacak; ibadet cihetinden kendisinden ileride olanı nazar-ı dikkate alacaktır. Mü’min böyle bir yol takip edecek olursa, ibadette gayretini, elinde bulunan mala karşı kanaatini ve şükrünü artırır.
Fakirleri sevmek, onların kendisinin bir parçası olduğunu düşünmek ve onlara yardımcı olmayı kendine vazife bilmektir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve diğer enbiyanın yaşayışları, fakirce bir hayat olduğu için, yoksulları sevmek, islami bir vazife olmaktadır. Hz. Muhammed (S.A.V.) ‘i seven, onun hayatını kendisine örnek bilecektir. Zira ‘’ Kişi sevdiği ile beraberdir.’’ (Buhari)
Resulullah (S.A.V.), Hz. Aişe’ye yaptığı öğütle:’’Ya Aişe! Yoksulu (kapından) geri çevirme! Bir hurmanın yarısı ile olsa bile, (onu gözet). Ya Aişe! Yoksulları sev ve onlara yaklaş ki, Allah (C.C.) da kıyamet günü seni (rızasına ve cennetine) yaklaştırsın.’’ buyurmuşlardır. (Et-Tac)
Resulullah (S.A.V.):’’Tembel olma, hırsa da kapılma! Elindeki servetten yoksula ve fakire sarfet! Fakirlik utanç sebebi değildir, ondan korkma, zira, fakirler, Cennete zenginlerden beşyüz sene evvel girecektir. Her ümmet için bir imtihan sebebi vardır. Ümmetimin imtihanı da mal ( yüzünden olacak)tır ‘’ buyurdular. (Tirmizi)
Allah (C.C.), hikmet gereği olarak insanları; sima, ahlak, tabiat ve mizac hususlarında, muhtelif, birbirine çokluk uymaz hallerde yaratmış ve yaratışta olduğu gibi, yaşayış tarzlarımızda da muhtelif derecelerde kılarak, bir kısmımızı zengin, bir kısmımızı da fakir eylemiştir. Alemin nizamı da böyle yürümektedir. Mesela bir caminin meydana gelmesi, zenginin parası, fakirin de işçiliği iledir. Zenginler, fakirlere ve fakirler de zenginlere muhtaç olarak birbirleriyle yardımlaşır. Birlik ve bütünlük gösterilir. Bu birlik ve beraberlik sayesinde, ne zor ve tehlikeli işler bile, kolaylıkla başarılıp selamete kavuşurlar. Bu itibarla, zenginin parası ve işçinin emeği, bir cemiyeti ayakta tutan iki ana temeldir. Allah (C.C.) zengini şükür ve fakiri de sabır ile mükellef kılarak, her birini ayrı ayrı denemeye tabi tutmuş; her ikisi de birbirinden zor olan bu faziletlerde başarı gösterenlere, büyük karşılıklar vaad buyurmuş ve biz insanların toplu, birbirine saygı ve sevgi ile bağlı bir halde yaşamalarına medar olacak bir takım hükümler koymuştur. Bu hükümlerden birisi olarak, Cenab-ı Hak (C.C.) fazlından bazı kullarına ihsan ettiği mallardan, o kimselerin diğer muhtaç, mahrum, istekli olan kimselere ihsan etmelerini emir buyurmuştur. Hatta bu emrin zenginler için bir borç ve mükellefiyet, fakirler için de bir hak olduğunu bildirmek üzere, Allahü Teala (C.C.) Zariyat Suresinin 15-19. ayet-i kerimelerinde mealen buyurur ki: ‘’ Gerçekten takva sahipleri cennetlerde pınar başlarındadır. Rablerinin kendilerine verdiğinden razı oldukları halde. Doğrusu onlar, bundan önce güzel amel işleyenlerdir. Onlar geceden pek az (bir zaman) uyuyorlardı, sabahın erken vakitlerinde de hep istiğfar ederlerdi. Onların mallarından, dilencinin (malı olmayanın veya utancından dilenmeyen fakirlerin, muhtaçların ve her) mahrum olanın bir hakkı vardır.’’
Yine Allah (C.C.) El- İnsan suresi, 8. ayet-i kerimede mealen: ‘’ Yoksula, yetime ve esire, seve seve yemek yedirirler.’’ buyurdu.
Tarihten bir örnek; İran elçisi Medine’ye gelip Halife Hz. Ömer (R.A.) görmek istedi. Büyük tantanalı saraylar arıyordu. Görenler, ‘‘Ne arıyorsun?’’ diye sordular. ‘ ‘Halifeyi arıyorum’’ dedi. Halife orada hurma dallarının arasındadır.’’ Dediler. İran elçisi gitti baktı ki, Hz. Ömer (R.A.) kurumuş hurma dallarının içinde, çalı çırpı üzerinde uyuyor. İran Elçisi, hayretinden kendini alamıyor. ‘’ Uyu, ya Ömer! Uyu! Böyle sıcak hurma dalları üzerinde korkusuzca uyumak, ancak senin hakkındır’’ der.
Fakirliğe Yoksulluğa Sebep Olan Haller
Resulullah (S.A.V.), ‘’İnsana fakirlik (yoksulluk) aşağıdaki sebeplerden dolayı gelmektedir: 1. Dinin yasaklarını yapmak. 2. Halka yalan söylemek 3. Sabah vakti uyumak, 4. Günde 8 saatten fazla uyumak, 5. Çıplak uyumak ve o şekilde idrarını yapmak, 6. Bilerek ekmek ufaklarını dökmek, 7. Cünüp iken, ağzını çalkalamadan yemek yemek, 8. Gece vakti evi süpürmek, 9. Süprüntüyü evin bir köşesinde yığmak, 10. Yaşlıların önünde yürümek, 11. Anne ve babayı adlarıyla çağırmak suretiyle saygısızlıkta bulunmak, 12. Dişlerini çör çöple karıştırmak, 13. Ellerini toprak veya çamurla temizlemek, 14. Kapının eşiği üzerinde oturmayı adet etmek, 15. Helada abdest almak, 16. Kendi üzerinde elbiseyi giymek, 17. Örümcek yuvalarını evde bırakmak, 18. Namazları kılmada gevşek davranmak, 19. Hiçbir sebep yokken her sabah erken çarşıya gitmek ve çok geç eve dönmek, 20. Dilencilerden ekmek parçalarını satın almak, 21. Gece yemek kablarının ağzını açık bırakmak, 22. Ana babaya ve hocalarına dua yapmayı devamlı unutmak, 23. Fakiri azarlayıp boş çevirmek, 24. Cimrilik yapıp malzemeyi az harcamak, 25. İsraf edip haddinden fazla harcamak, 26. Ayakta bevletmek ( su dökmek), 27. Soğan ve sarımsak kabuklarını ateşe atmak, 28. Çanağı ve çömleği yıkamadan yemek, 29. Yüzünü eteğiyle silmek, 30. Aç iken soğan yemek, 31. Çerağı, mumu üflemek, 32. Evin idaresinde, işlerinde gevşek davranmak, 33. Sabah namazını kılınca camiden acele çıkmak, 34. Her şeyi ‘’ Bismillah’’ demeden yapmak, 35. Şalvarını ayakta giymek’’, buyurmuşlardır.
Zenginliğe- bolluğa sebep olan haller: 1. Fakirlere sadaka vermek, 2. Herkese tatlı söz söylemek, 3. Bütün halka güler yüz göstermek, 4. Seher vakti uyanmak, 5. Evi ve kapının önünü süpürmek, 6. Kabları temiz tutmak, 7. Beş vakit namazı (tadil-i erkaniyle) kılmak, 8. Duha namazı kılmak, 9. Gece tebareke ve en’am suresini okumak, 10. Sabah namazını camide kılmak, 11. Fecirden güneş doğuşuna kadar dünya sözü söylemek, 12. Kadınlarla az oturmak, az konuşmak, 13. Sabahın sünnetiyle farzı arasında 100 kere: Sübhanallahi ve bi hamdihi- Sübhanallahi-l azim, demektir.
Cebrail (A.S.) Resulullah’ın (S.A.V.) üzerine inerek ddi ki: ‘’Ey Muhammed! Cenab-ı Hak (C.C.) sana selam ediyor ve buyuruyor ki; Şu dağları altın etmesini ve seninle beraber bulundurmasını istiyor musun?’’ Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) başını eğerek bir saat düşündü ve sonra dedi ki:’’ Ey Cebrail! Muhakkak dünya, evi olmayanın evidir. Malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan dünya için derliyor.’’ Bu sevap karşısında Cebrail (A.S.) ‘’Ya Muhammed! Allah (C.C.) seni sabit ile kıldı, yani korudu’’ buyurdu.
Resulullah (S.A.V.): ‘’ Sizden herhangi bir kimse cisminde sıhhatli, cemaatli içerisinde emin olduğu ve günlük nafakası bulunduğu durumda sabahlarsa, sanki onun için dünya bütün varlıklarıyla derlenip verilmiştir’’ buyurdu ve devam etti:’’Cennetin alt tabakasına baktım. Gördüm ki, orada pek az zengin ve kadın vardı. Dedim ki: ‘’Ya Rab! Bunların durumu nedir?’’ Buyurdular: ‘’Kadınlara gelince, onlara iki kırmızı ‘altın ve ipekli’ zarar verdi. Zenginler ise, mal hesabının uzunluğu ile meşgul oldular’’ buyurdular.
Cenab-ı Hak (C.C.) Hazretleri Musa (A.S.)’a vahiy buyurmuşlardır. ‘ ‘’ Ya Musa (A.S.)! Fakirleri gördüğün vakit, onların hayır dualarını iste! Hastaları ziyaret et! Ve fakirlerin elbiselerini temizle!’’ Bu vahiy üzerine Musa (A.S.), her ayın 7 gününü fakirlere ayırıp, onları arar-bulur, üst ve başlarına bakar ve hastaları ziyaret edip, onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışırmış. Acaba ders olarak bu bize yetmez mi?
Resulullah (S.A.V.) ‘’Eğer bana kavuşmak istersen, fakirler gibi yaşaman lazım. Sakın ha! Zenginlerle oturma! Elbiseni yamalamadan çıkarıp atma!’’ buyurmuşlardır.
Ebud Derda (R.A.) şöyle der: ‘‘Kendisine dünyalık bolca verildiğinde, kişi sevinçten dört köşe olur. Halbuki gece ve gündüz, ömrünü yıkmak için birbirini takip ederler de bunun için hiç üzülmez. Böyle hayat yaşayan hiçbir kimse yoktur ki, aslında noksanlık olmasın! Yazıklar olsun Ademoğluna ki, çoğalan malı, ona hiçbir fayda sağlamaz! Halbuki gün geçtikçe ömrü noksanlaşır.’’
Hz. Lokman (A.S.) oğluna şöyle öğütte bulundu: ‘‘ Ey oğlum! Fakirliktense, helal kazanç ile zengin ol! zira fakir olan bir kimseye üç felaket isabet eder: 1. Dininde azlık belirir, yani dini zayıflar. 2. Mürüvveti gider. 3. Aklında zafiyet belirir. Bu üç felaketten daha şiddetlisi ise, halkın kendisiyle alay etmesidir.’’
Hz. Ali (R.A.) bir hutbesinde şöyle buyurdular: “Muhakkak ki, halkın üzerine bir ısırıcı zaman gelecektir. Zengin elindeki serveti ısıracaktır. Nitekim Cenab-ı Hak (C.C.) Bakara Suresinin 237. ayet-i celilesinde: “Aranızda faziletle davranmayı ve birbirinize iyi muamele etmeyi de unutmayın!”
Abdullah Bin Abbas (R.A.) diyor ki: “Peygamberlere tabi olanlar, zengin ve mütekebbir kimseler değil, fakirler ve yoksullar olmuştur.”
Bişr (R.A.) şöyle der: “İbadet eden zenginin misali, mezbelelik üzerindeki bahçenin misalidir. İbadet eden fakirin misali ise, güzel bir kadının boynundaki gerdanlığının misalidir.”
Hz. Ali (K.V.): “Muhakkak ki, Cenab-ı Hakkın (C.C.) fakirlikten ötürü bir takım azabları ve yine fakirlikten ötürü bir takım sevapları vardır. Binaenaleyh, fakirlik sevabı kazandırıcı olduğu zaman, onun alametlerinden birisi, onunla ahlakını güzelleştirmek, Allah’a (C.C.) itaat etmek, halinden şikayet etmemek ve kulluğundan dolayı teşekkür etmektir.”
Bir kişi İbrahim Edhem’e (K.S.) onbin dirhem getirdi. İbrahim Edhem kabul etmedi. Kişi alması için ısrar etti, İbrahim ona: “Sen ister misin ki, onbin dirhemle ismimi fakirlerin defterinden sildirteyim. Hiçbir zaman kabul etmem.” dedi.
Mehmed Zahid Koktu (R.A.) şöyle diyor: “Biz, malı, parası, pulu olmayana fakir deriz. Yok, öyle değil: Fakir o insandır ki, dışı süslü, ama içi harab, yani imandan mahrum, amel-i Salihlerden mahrum, içi harap olan; asıl fakir bu adamdır…”
Resulullah (S.A.V.) buyurdular: “Zenginlik ancak gönül zenginliği, yoksulluk da gönül yoksulluğudur. İslam hidayeti ile şereflenip, yiyeceği yetecek miktardan fazla olmayan ve buna kanaat eden kimseye müjdeler olsun. Bir iki lokma veya bir iki hurmanın kapıdan çevirdiği kimse miskin değildir. Asıl miskin, zengin olmadığı halde durumu bilinemediğinden, kendisine sadaka verilmeyen ve kendisi de halktan istemeyen kimsedir.”
.
|
|
|
|
|
|
|
www.sorularlaislamiyet.com/.../fakirler-cennete-zenginlerden-yarim-gun...
8 Şub 2012 - Fakir müminlerin zengin müminlerden kırk yıl önce cennete girecekler.” (bk. Mecmau'z-zevaid, 8/105).
.Fakirler, cennete zenginlerden yarım gün önce, yani (dünya hesabıyla) beş yüz sene önce girerler.” (Tirmizî, Zühd, 37) Bu hadisi açıklar mısınız?
Kullanıcı:
Sorularlaislamiyet.com
| Tarih:
Çar, 08/02/2012 - 01:00
Değerli kardeşimiz;
“Fakir müminlerin zengin müminlerden kırk yıl önce cennete girecekler.” (bk. Mecmau’z-zevaid, 8/105).
"Fakirler, cennete zenginlerden beş yüz sene önce girerler." (Tirmizi, Zühd 37.)
Bu farklı rivayetler, farklı fakirler grubuna işaret olabileceği gibi, bu rakamların kesretten kinaye olması da mümkündür.
Cennete giden herkes zengindir. Hiçbir kimsenin alamayacağı bir ihtiyacı, kavuşamayacağı bir arzusu olmaz. Ancak, oradaki mertebelerin, alınacak lezzetlerin dünyadaki kulluk mertebelerine paralel olarak az veya çok olması ilahî adaletin bir gereğidir.
Mesela, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” hadis-i şerifin hükmü gereğince alelade bir mümin cennette Hz. Peygamber (a.s.m) ile birlikte aynı sofraya oturabilir, lezzet alabilir. Fakat aynı sofradan Peygamberimizin (a.s.m) aldığı lezzet ile o adamın aldığı lezzet arasında yerden göğe fark vardır.
Önemli olan zengin veya fakir olmak değil, hayatını Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde geçirmektir. Aynı seviyede kullukları olanlar arasında bu muvazene geçerli olabilir. Yoksa, Allah yolunda malını, servetini harcayan öyle zenginler var ki, pek çok fakirden daha evvel cennete gideceklerinde kuşku yoktur.
Peygamber Efendimizin (asm) hadislerinde hem fakirlere hem de zenginlere yönelik müjdeler vardır. Bu ve benzeri hadisler, fakirler için müjde ihtiva eden rivayetlerden bazılarıdır. Ancak, konuyla ilgili bir çok rivayette, müjdelenen fakir ve zenginlerin özelliklerinden de bahsedilir.
Temel nitelik olarak, sabreden fakirlerle, varlılklı olmanın gereğini yerine getiren dürüst ve şükreden zenginlerin öne geçirildiğini görürüz. Buna göre her fakirin her zenginden daha önce cennete gireceği gibi bir genel hükme varılması söz konusu olamaz.
Cennete en son girecek nice fakir bulunduğu gibi, cennete ilk girecek olan nice zengin vardır. Çünkü Peygamberimizin (asm) doğru ve güvenilir tüccarın peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle birlikte dirileceğine dair hadisini (Suyuti, el-Fethu’l-kebir, II/40) ve benzer rivayetleri de hatırdan çıkarmamak gerekir.
Bu ve buna benzer rivayetler zenginliği kötülemek ya da fakirliği övmek için değildir. Fakir olanların sabır karşılığında alacakları mükafatı açıklamak içindir. Çünkü her sözü kendi konusu içinde değerlendirmek gerekir. Nitekim helal yollarla zengin olan ve bu zenginliğinin hakkını veren bir kimse için söylenecek güzel ifadeler de o makamda değerlendirilmelidir.
Kıyamet gününde fakirlerin hesabının zenginlere göre daha kolay ve süratli olacağı çeşitli rivayetlerde belirtilir. Çünkü insanlar, bu dünyada sahip oldukları her şeyin hesabını Allah huzurunda verecekler, mal mülk ve zenginlik cinsinden olan varlıklarını nereden ve nasıl kazandıklarından, nereye sarfettiklerinden sorumlu tutulacaklardır.
Fakirlerin cennete girişinin zenginlerden beş yüz sene gibi gerçekten çok önemli bir zaman farkıyla önce olacağını göz önüne alarak, dinin fakirliği teşvik ettiği sanılabilir. Oysa burada esas dikkatimizi çekmesi gereken şey, zenginlerin hesabının çetin olacağı ve işine haram karışmamış bir zenginliğin zor bulunacağı gerçeğinin kavranılmasıdır. Kaldı ki, ahiretteki sene hesabının dünya ile kıyas edilmeyeceği de bir başka gerçektir. Kur’an-ı Kerim’de buyurulur:
“Muhakkak ki Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saymakta olduklarınıdan bin yıl gibidir.” (Hac, 22/47)
Netice itibariyle, burada anılan fakirler ve zenginler hakkındaki hükümlerin fakir ve zenginler sınıfının bütün fertlerini kapsamadığını belirtmek gerekir.
1. Sabırlı ve iyi işler işleyen fakirler, sahip oldukları nimetin kadrini ve kıymetini bilmeyen ve şükrünü yerine getirmeyen zenginlerden daha üstündür.
2. Sayılan niteliklere sahip fakirler, zenginlerden daha önce cennete girerler.
3. Dünyada zühde yönelik bir hayatı tercih edenler, fakir olsun zengin olsun diğerlerinden daha üstündürler.
Efendimiz (asm) başka hadis-i şeriflerinde de fakirlerin manevî derecelerinden bahsetmiş, ahirette kurtuluşa erenlerin çoğunun öncelikle fakirlerden olacağını bildirmiştir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:
“Size cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin önemsemediği, fakat şöyle olacak diye yemin etseler, Allah'ın isteklerini geri çevirmeyeceği kimselerdir. Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Katı kalpli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.” (Buhârî , Eymân, 9; Müslim, Cennet, 47)
“Cennetin kapısında durup baktım. Bir de gördüm ki, içeri girenlerin çoğu yoksullardı. Zenginler ise hesap vermek için alıkonulmuştu. Ayrıca onlardan cehennemlik olanların da cehenneme sevkedilmeleri emrolunmuştu.” ( Buhârî, Rikâk, 51, Müslim, Zikir, 93)
Ayrıca yukarıda soruya neden olan Hadis:
“Fakirler, cennete zenginlerden yarım gün önce, yani (dünya hesabıyla) beş yüz sene önce girerler.” (Tirmizî, Zühd, 37)
Hadîs-i şerîflerin fakirlere verdiği müjde ne kadar sevindirici ve gönül okşayıcıdır!.. Ancak bu durum, dinimize göre fakirliğin mutlak surette zenginlikten üstün olduğunu göstermez. İlâhî emirlere uymayan bir fakirin İslâm'da hiçbir değeri yoktur. Onu değerli kılan, Allah'ın verdiğine hamdetmesi, hâline sabretmesidir.
Zenginlerin fakirlerle birlikte cennete girememeleri, onların dünyada refah içinde yaşamalarını sağlayan servetlerini nereden kazanıp nereye harcadıklarının hesabını vermeleri sebebiyledir. Bu hesaptan sonra alnı ak olanlar cennete, olmayanlar ise cezalarını çekmek üzere cehenneme gideceklerdir.
Peygamberimiz (asm), sabredip olgunluk göstermeyen, yoksulluğunu bahane ederek isyan eden, kötülük yapan fakirleri de şiddetle kınamış, fakirliğin kişiyi nankörlüğe sevkedip küfre bile düşürebileceği uyarısında bulunmuştur. Bir hadis-i şeriflerinde unutturan fakirlikten sakınmak gerektiğini belirten Efendimiz (asm) (Tirmizî, Zühd, 3) bir başka hadislerinde bizlere şu tavsiyede bulunmuştur:
“Fakirlikten, kıtlıktan, zilletten, zulm etmekten ve zulme uğramaktan Allah'a sığının!” (Nesâî, İstiâze, 14)
Efendimiz (asm) bir defasında,
“Allah'ım, fakirlikten ve küfürden Sana sığınırım.” diye duâ edince, sahabeden biri:
"Küfürle fakirliği birbirine denk mi tutuyorsun?" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm):
“Evet!..” cevabını verdi. (Nesâî, İstiâze, 29)
Peygamberimizin (asm) duaları arasında şu yakarışları da görmekteyiz:
“...Allah'ım, ben zayıfım, beni güçlendir, zelilim beni izzetli kıl, fakirim bana rızık ver.” (Hâkim, I, 708)
“Fakirlik fitnesinin şerrinden Allah'a sığınırım.” (Nesâî, İstiâze, 17)
Efendimiz (asm) fakirlere dilencilikten sakınma, elinin emeğiyle geçinme hususunda şu uyarı ve nasihatlerde bulunmuştur:
“Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir...” (Buhârî, Büyû' 15)
“Haklarında yeminle söz söyleyebileceğim üç haslet vardır; iyi belleyiniz! Sadaka vermekle kulun malı eksilmez. Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini arttırır. Dilenme kapısını açan kimseye Allah, fakirlik kapısını açar...” (Tirmizî, Zühd, 17)
“Miskin, bir iki lokma veya bir iki hurma için kapı kapı dolaşan kimse değildir. Asıl miskin, ihtiyacını karşılayacak bir şeyi bulunmadığı halde, durumu bilinmediği için kendisine sadaka verilemeyen ve kendisi de kalkıp insanlardan bir şey istemeyen kişidir.” ( Müslim, Zekât, 102)
"Herhangi birinizin ipiyle sırtına bir bağ odun yüklenerek getirip satması ve bu sebeple Allah'ın onun haysiyetini koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler dilenmesinden çok daha hayırlıdır.” (Buhârî, Zekât, 50)
“Veren el alan elden üstündür.” (Müslim, Zekât, 106)
Peygamberimiz (asm) fakirleri iffetli ve hayalı olmaya, yüzsüzlükten sakınmaya çağırmanın yanında, düşkünlüklerini problem ederek kibre düşmelerinden de kaçınmaları gerektiğine şu hadisleriyle dikkat çekmektedir:
“Allah Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, onları temize çıkarmaz, yüzlerine bile bakmaz; üstelik onlar korkunç bir azâba uğrarlar. Bunlar; zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükümdar, kibirlenen fakirdir.” (Müslim, Îmân, 172)
Allah Resûlü (asm) maddî ve manevî konularda zenginlerin durumuna bakarak kendisine yakınan fakirleri de teselli etmiştir:
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh- diyor ki:
Mekke'den Medine'ye hicret eden fakir Müslümanlar Hz. Peygamber (asm)'e gelerek şöyle dediler:
"Yâ Resûlallah, varlıklı Müslümanlar cennetin yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler."
O zaman Resûl-i Ekrem (asm):
“Hayrola! Onlar ne yaptılar ki?” diye sordu.
Fakir muhâcirler:
"Bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Üstelik sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz. Köle âzâd ediyorlar, biz edemiyoruz." dediler.
Fahr-i Kâinât - sallallâhu aleyhi ve sellem- onlara:
“Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?” diye sordu.
"Evet, söyle yâ Resûlallah." dediler.
Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu:
“Her farz namazın peşinden otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillah, Allâhü ekber dersiniz.”
Birkaç gün sonra fakir muhâcirler Resûlullah (asm) 'e tekrar gelerek:
"Zengin kardeşlerimiz bizim yaptığımız tesbihleri duymuşlar. Aynını onlar da yapıyorlar." dediler.
Bunun üzerine Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Ne yapalım! Artık bu Allah'ın bir lütfudur, dilediğine verir.” (Müslim, Mesâcid,142)
Hz. Ömer (ra) de bu hususta ne güzel söylemiştir:
“Zenginlik de fakirlik de aynı şekilde birer binektir. Hangisine bineceğime aldırmıyorum.”
Yani servet ve fakirlik, binilmesi zor, serkeş bir ata benzer. Her ikisini de kullanmak maharet ister. Önemli olan iyi bir binici olmaya çalışmaktır. Bir ayet-i kerîmede:
“Şüphesiz Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine de daraltır.” (İsrâ 17/30; Ra'd 13/26)
buyrulmaktadır. Şu halde fakirliği ve zenginliği istediğine veren Cenâb-ı Hakk'tır. Herkes şöyle veya böyle birer imtihandan geçmektedir. Önemli olan imtihanın şekli değil, sonucudur. Bize düşen sonunda kazanmaya bakmaktır.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
.
kitap.mollacami.com › ... › 2. BÖLÜM: ŞÜKÜR VE ŞÜKREDENLER
Kelbi, bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir, «şer» ile fakirlik ve bela murad edilmiş, «hayır» ile mal ve çoc
.
Zenginlik İle Fakirlik, Güzel Amel İçin Birer İmtihandır
Allah Teala, insanları yarattığı gibi, onların zenginliklerini ve fakirliklerini de yaratmıştır. Allah Teala, kullarının hangisi daha güzel bir amel yapacak diye imtihan etmek için zenginlikle fakirliği yaratmış, bunları taat,- masiyet, sevap ve azab için sebeb kılmıştır. Nitekim- Allah Teala, «sizi bir imtihan olarak kötülüklerle (şer) ve iyiliklerle (hayr) deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz» (Enbiya/35) İbn-i Abbas bu ayet-i kerimedeki, «şer ile hayır»dan darlık ile bol-lukj sıhhat ile hastalık, zenginlik ile fakirlik ve helal ile haram murad edilmiştir ve bunların hepsi imtihandır» de-miştii ibn-İ Yezid bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir, «sizi sevdiklerinizle ve sevmediklerinizle imtihan edeceğiz. Bakalım, sevdiklerinizde ve sevmediklerinizde sabrınız ve şükrünüz nasıl olacaktır.» Kelbi, bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir, «şer» ile fakirlik ve bela murad edilmiş, «hayır» ile mal ve çocuk murad edilmiştir. Nitekim Allah Teala, zenginlik ile fakirliğin, ibtila İle imtihanın binekleri olduğunu haber vererek, «Fakat insan ne zaman Rabbi kendisini imtihan edip ikramda bulunur ve nimet verirse, «Rabbim bana ikram etti» der. Ama ne zaman onu imtihan edip de rızkını kısarsa, o vakit de, «Rabbim bana ihanet etti» der» (Fecr/15-16) buyurmuştur. Cenab-ı Hak bu ayet-i. kerimede, «kulunun rızkını daraltmak ve kısmakla imtihan ettiği gibi, ona ikram etmek, nimet vermek ve rızkını genişletmekle de imtihan ettiğini haber vermektedir. Çünkü fakirlikle zenginlikten her ikisi de Allah'dan birer imtihandır. Sonra Cenab-ı Hak, rızkın bol verilmesinin kul için bir ikram olduğunu ve rızkın az verilmesinin kul için bir ihanet olduğunu iddia edenin iddiasını reddederek, «iş iddia edildiği gibi değildir. Bilakis ben nimet vermekle imtihan ederim ve bela vermekle ihsan ederim» buyurmuştur. Bu ayetin lafızlarını düşünen için bu mana anlaşılmış olur. Nitekim, Allah. Teala, «O (Allah) sizi yeryüzünün halifeleri yaptı. Bazınızı derecelerle bazınızın üstüne çıkardı. Ta ki, sîze verdiği şeylerde sizi imtihan etsin» (Enam/165) diğer bir ayette de, «Biz, yeryüzündeki şeyleri yere mahsus bir ziynet verdik ki, insanlatı imtihan edelim. Bakalım hangisi daha güzel bir emelde bulunacak» (Kehf/7) buyurmuştur. Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede yeryüzünü mallarla ve diğer eşyalarla ibtîla ve İmtihan için süslemiştir. Nitekim imtihan için ölümle yaşamayı yaratmıştır. Yine imtihan için yerleri gökleri yaratmıştır. Allah Teala, insanların hangisinin daha çok itaat edeceğini, daha güzel amel yapacağını imtihan etmek İçin, yerleri, gökleri ve bunların arasında bulunanlan yaratmış- olduğunu ve bunlar için ömür takdir etmiş olduğunu, yaşamanın sebebleri olan altın, gümüş, meskenler, giyim eşyaları, binekler, hububat, hayvanlar, kadınlar, çocuklar, meyveler gibi varlıkları yeryüzünün süsü kıldığını haber vermiştir. Allah'ın yaratmış olduğu şeylerin hepsi haktır. Yerler, gökler ve onların arasında ne varsa hepsi Al-toh'ındır. Mülk ve saltanat yalnız Allah'ındır. Bunlar boş yere yaratılmamıştır. Nitekim Allah Teala, «Ya siz zannettiniz mi ki, biz sizi boşuna yarattık da, bize döndürülmeyeceksiniz? Allah, o hak padişah çok yücedir. O'ndan başka ilah yoktur. Kerim olan, arşın Rabbidir» (Mü'minun/I5-16)
Allah Teala, zatını, ortağı olmaktan, çocuğu olmaktan, zevcesi olmaktan, yorulmaktan, ihtiyacı olmaktan, yerleri gökleri muhafaza etmeyi ihmal etmekten tenzih ettiği gibi bütün varlıkları da boş yere yaratmaktan Zatını tenzih etmiştir. Hiçbir kimse O'ndan izinsiz şefaat .edemez. Hiçbir şey Allah'ın ilminden hariç kalmaz. Allah Teala kullarını, emirsiz, nehiy-siz, başıboş olarak ve boş yere yaratmış değildir. Kullan kıyamet gününde Allah'a döneceklerdir. İyileri mükafatlandıracak, kötüleri cezalandıracaktır. Kafirler kendilerinin batıl yolda bulunduklarını, peygamberlere tabi olanların doğru ve hak yolda bulunduklarını bileceklerdir. Bu zikredilenleri kim inkar ederse, Allah'ın Hah olduğunu, Rab olduğunu, gerçek Hükümdar olduğunu inkar etmiş olur. Nitekim mü'min, kendisiyle kryamet hakkında konuşan ve kıyameti İnkar eden arkadaşına hitap ederek şöyle dedi, «Seni aslen topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da düzgün bir insan kılığına koyan Allah'ı inkar mı ettin? Mü'min, arkadaşıma, kıyameti inkar etmesini Allah Teala'yı inkar saymıştır. Nitekim Allah Teala, «.Eğer (kafirlerin seni yalanlamasına) şaşıyorsan asıl şaşılacak şey onların, «biz toprak olduğumuz zaman mıt hele hele, biz yeniden mi yaratılacağız? »demeleridir. İşte bunlar Rablerİnİ inkar edenlerdir» (Rad/5) buyurmuştur. Kıyameti inkar etmek, Rab-bin kudretini, ilmini, hikmetini, gerçek hükümdarlığını, rubu-biyetinİ ,İIah olmasını İnkar, etmek olur. Nitekim peygamberleri yalanlamak, peygamberlerin risaletlerini inkar etmek, kıyameti İnkar etmek olur. Peygamberleri yalanlayan, kıyameti inkar eden, Allah'ın rububiyyetinİ inkar etmiş olur. Netice olarak Allah Teala, zenginlik' ile fakirliği ibtila ile İmtihanın binekleri olarak yaratmıştır. Allah Teala, malı sırf menfaatlan-mak için indİrmemiştîr. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in «Müs-ned'inâe rivayet edildiğine göre, Allah Teala, şöyle buyuruyor, «Ben malı, namaz kılınması için, zekat verilmesi için indirdim. Ademoğlu'nun bir vadi dolusu malı olsa, Allah'dan İkinci bir vadi dolusu mal ister, ikinci vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadi dolusu mal ister. Ademoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz.»
AJlah Teala, malı, kendi hakkı olan namazın kılınmasına, kulların hakkı olan zekatın verilmesine yardımcı olsun diye indirmiştir. Yoksa hayvanların yiyip içtiği gibi, yalnız faydalanmak ve lezzet almak için indirmiş değildir. Bir kimse Allah'ın vermiş olduğu mal ile bu iki hakkı eda etmezse toprak o kimseye daha layıktır. însan, Rabbini, yaratıcısını tanımak, O'na iman etmek, O'nu sevmek, O'nu zikretmek için yaratılmıştır. İnsanın içi, iman, ilim ve hikmet için yaratılmıştır. Fakat birçok cahil kimseler, içlerini, Allah'ın birliğinden, isimlerinden, sıfatlarından, emirlerinden boşaltıp fani olan mal sevgisiyle doldurmuşlardır. Bununla beraber bunların içleri dolmaz, bilakis Ölüp içini toprak dolduruncaya kadar hatta kendisinin ve malının yaratılmış olduğu asıl maddesi olan toprağa dönünce-ye kadar fakirlikleri, açgözlülükleri ve mala düşkünlükleri dem eder. İnsanın dünyada ve ahirette olgunluğu, kurtuluşu ve saadüti, içini iman ve ilimle doldurmasına bağlıdır. Mal eğer sahibine fayda vermezse elbette ona zarar verir. Sahibine fayda vermeyen ilim, mülk, güç de böyledir. Çünkü bunlar, gaye ve maksadlara ulaşmak İçin vesiledirler. Zira hayır ve şer bunlarla yapılır. Buna göre bir kimse malını, mülkünü, ilmini ve kudretini Allah yolunda kullanırsa, bunlan gaye ve maksadları için kullanmış olduğundan ona dünyada ve ahirette fayda verir. Bunları fena istek ve arzularına nail olmak ve dünya faydalarını elde etmek yolunda kullanırsa, hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğramış olur.
İnsanlar Dört Kısmıdır
Birinci kısım, sebeblerden yüz çevirenlerdir.
İkinci kısım tamamiyle sebeblere bağlananlardır.
Üçüncü kısım, sebeblerle, kendilerine dünyada ve ahirette fayda vermeyip zarar verene ulaşanlardır. Bu üç kısım, zarar ve ziyandadır.
Dördüncü kısım, sebeblerle, kendilerine hem dünyada, hem de ahirette fayda vereceklere ulaşırlar. Doğru yolda bulunanlar bunlardır. Nitekim, Allah Teala, «Kim (sadece) dünya hayatını ve zinetini isterse, biz Öylelerine, amellerinin karşılığım burada tamamen öderiz. Bu hususda onlara cimrilik yapılmaz-Bunlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine aleşden başka bir şey yoktur. Yaptıkları bütün ameller orada boşa gidecek 'Zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur» (Hud/15-16) buyurmuştur. Alimler bu ayet-i kerimeden, sadece dünyayı ve zinetini İsteyen kimseler İçin amellerinin kargılığının dünyada verilip, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey olmadığı manasını anladılar. Fakat bununla beraber, ayetin manasında ihtilaf ettiler.
İbn-İ Abbas, «Bİr kimse sadece dünyayı isterse ahirete, sevaba, azaba inanmamış olur» demiştir. Müfcssirler, «İbn-i Ab bas'm kavline göre bu ayet-İ kerime kafirler hakkındadır» demişlerdir.
Katade, «Bir kimsenin düşüncesi, maksadı, niyeti dünya olup onu isterse, Allah Teala dünyada ona yapmış olduğu iyiliklerinin karşılığını verir, sonra ahirete gittiğinde karşılığını alacağı bir ameli bulunmaz. Mü'mine gelince iyiliklerinin karşılığını dünyada aldığı gibi ahirette de sevap alacaktır» demiştir. Bazı müfessirler, şu ayet-i kerimenin «bunlar Öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Yaptıkları bütün ameller orada boşa gidecek, zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur» delaletiyle bu ayet-i kerime kafirler hakkındadır. Çünkü mü'min hem dünyayı hem de ahiretİ ister. Yalnız dünyayı istîyen kimseye gelince, o, mü'mİn değildir.» demişlerdir.
Ebu Salih, Ibn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas (r.a.) «Bu ayet-i kerime ehl-i kıble hakkında nazil olmuştur» demiştir. Mücahid, «Bu ehl-i kıble riyakarlardır» demiştir.
Dahhak, «Ehî-i İmandan takvasiz İyi amel işleyenin amelinin sevabı, dünyada verilir» demiştir. Ferra, Dahhak'ın kavlini seçerek, «Ehl-i kıbleden olan bir kimse ameliyle dünya mükafatını isterse eksiksiz olarak onun mükafatı dünyada peşin olarak verilir» demiştir. Bu kavil, tercih edilir. Buna göre, ayetin manası şöyle olur, ameliyle sadece dünya hayatını ve zine-tini isteyen kimse, mü'min değildir. Çünkü günahkar ve fawk kimseler, masiyetde, fasıkhkda aşın gitseler de imanları onları Allah için iyi amel İşlemeye scvkeder de (her ne kadar günah işleseler de) Allah'ın nzasını kazanmak için salih ameller işleı-ler. Bir kimse, ameliyle Allah rızasını istemeyip ancak dünyayı ve zinetinİ isterse o kimse ehli iman dairesine girmiş olmaz. Muaviye de bu ayet-i kerimeden bu manayı anlayıp, buna Müslim'de- Ebu Hüreyre'den rivayet edilen hadis-i şerifi şahid gösterdi. Nitekim Müslimin rivayet ettiğine göre Ebu Hüreyre demiştir ki, Resulullah (s.a.v.), «kıyamet gününde ateşin ilk tutuşturulacağı kimseler üç sınırdır, filan okuyucudur denilsin diye Kur'an okuyandır, filan cömerttir, denilsin diye mallarını sadaka yerendir, filan cesurdur denilsin diye cihadda öldürülen gazidir» buyurmuştur. Mahlukatm en hayırlıları, peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerdir. Mahlukatın en şerlileri i»e, onlardan olmadıkları halde onlara benzemeye özenenlerdir.peygamberlere özenen kimse yalancı olduğu gibi, sıddık-lardan, salihlerden olmadığı halde onlara benzemeye çalışan kimse de riyakardır.
İbn-i Ebi'd-Dünya'nm, rivayet ettiğine göre, Enes demiştir ki, Resulullah, «Kıyamet günü olunca ümmetim üç fırkaya ayrılacaktır. Birinci fırka, dünya için. Allah'a ibadet edenlerdir*. İkinci fırka, riya ve gösteriş için ibadet edenlerdir. Üçüncü fırka, Allah'ın Zatı için ve ahireti için ibadet edenlerdir. Allafc Teala, dünya için ibadet edenlere, «İzzetim, Celalim \e kudretim hakkı için, bana ibadetle neyi kasdettiniz?» buyuracak. Onlar da, «İzzetine, Celaline, Kudretine yemin ederiz ki dünyayı kasdettik» diyeceklerdir. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, «bunlardan hiçbirini kabul etmedim, bunları cehenneme götürün» buyuracak. Allah Teala, gösteriş ve riya için ibadet edenlere, «İzzetim, Celalim ve Kudretim hakkı için, bana ibadetle neyi kasdettiniz?» buyuracak. Onlar da «İzzetine, Celaline ve Kudretine yemin ederiz ki, riya ve gösterişi kasdettik» diyecekler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak «Bunlardan birini kabul etmedim, bunları da cehenneme götürün» buyuracak. Cenab-ı Hak, Allah'ın zatı için ve ahireti için ibadet edenlere, «İzzetim, Celalim ve Kudretim hakkı için bana ibadetle neyi kasdettiniz?» buyuracak. Onlar da, «İzzetine Celaline yemin ederiz ki, senin zatın için ve ahiretin için ibadet ettik» diyecekler. Bunun üzerine Allah Teala, «Doğru söylediniz, bunları cennete götürün» buyuracak» buyurmuştur. Bu hadis-i şerifin isnadını araştırmaya ihtiyaç yoktur. Çünkü Kur'an ve sünnet bunun doğru olduğuna şahiddirler. Nitekim bu hadis-i şerifin sahih olduğuna şu ayet-i kerime, «Kim (sadece) dünya hayatım ve zinetini isterse, biz, öylelerine emellerinin karşılığını burada tamamen öderiz» delalet etmekledir. Amelleriyle, Allah'ın rızasını istemeyip, sadece dünya iç/n amel eden kimselerin, amellerinin karşılığım dünyada, Allah onlara eksiksiz verecektir. Ahirete gittiklerinde sevap alacakları amelleri bulunmayacaktır. Ahirete iman eden bir kimse beşer olarak büyük günah işlerse de derhal ondan tevbe ve İstiğfar ederek Allah'a döner. ibn-ül-Enbari demiştir ki, «Bu kavle göre, bu ayet-i kerime müslümanlardan bir kavim hakkındadır ki, onlar ahireti ve ahirette varacakları yeri düşünmeksizin dünyaları doğru gitsin diye iyi amel işlerler. Bunların amellerinin karşılığı kendilerine dünyada tamamiyîe verilir. Ahirctc gittiklerinde onların amellerinin karşılığı ateştir. Çünkü onlar amelleriyle Allah'ın rızasını, sevabını ve mükafatını istememişlerdir.»
«.Bunlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur». Bu ikinci ayet-i kerime İbnü'l-Enbari' nin kavline göre, «Amelleriyle dünyayı isteyen mü'minlerin ebedi cehennemde kalmalarını gerektirir» diye sorulursa, buna, «Bir kimse ameliyle ahiretin sevabını "istemeyip bilakis niyeti ve maksadı dünya olursa, şüphe yok ki, Allah Teala, imanların mükafatını verdiği vakit onun İmanını iptal eder ve onun imanına mükafat vermez. Çünkü onun imanının ve amelinin boşa gitmiş olduğuna şu ayet-i kerime, «Yaptıkları bütün ameller orada boşa gidecek, zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur» delalet etmektedir» diye cevap verilir.
Bir kısım alimler de buna şöyle cevap vermişlerdir. Bu ayet-İ kerime ameliyle dünyayı isteyen müminin ebedi cehennemde kalmasını gerektirmez. Ancak bu ayet-i kerime, böyle kimsenin ahirette hakettiği şeyin ateş olduğunu ve kurtulmayı ümud ettiği iyi amelinin de bulunmadığını gerektirir. Eğer bununla beraber o kimse ehl-i tevhidden olursa, ehl-i tevhidden büyük. günah sahiplerinin cehennemden çıktıkları vakit o da çıkar. Bu cevap, tbnü'l-Enbar ve diğer alimlerin cevabıdır. Allah'a ham d olsun müşkül yoktur. Şöyle ki, Allah Teala, «Ameliyle sadece dünya hayatını ve zinetini isteyen kimsenin cezasının ateş olduğunu ve amelinin boşa gitmiş olduğunu» bildirmiştir. Buna göre, Ccnab-ı Hak, o kimsenin kurtulmasına sebep olacak amelini iptal edince, onun yanında kendisini kurtaracak bir şey kalmamıştır. Eğer o kimsenin imanı bulunup, bu imanla dünyayı ve zinetini istemeyip, bilakis bu imanla Allah'ı ve ah!reti istemiş olursa, bu iman, boşa gitmiş olan amele dahil olmaz. Her ne kadar o kimseyi cehenneme girmekten kurtaracak ameli boşa gitmiş olsa da bu imanı onu ebedi ateşte kalmaktan kurtarır.
îman iki kısımdır. Birincisi, sahibinin cehenneme girmesine engel olan imandır. Bu iman, amellerin Allah rızası için yapılması üzerine sahibini teşvik eder. İkincisi, sahibinin ebedî cehennemde kalmasına engel olan imandır. Bu iman, riyakârların imanıdır. Çünkü hiç imanı bulunmayan bir kimse ebedi cehennemde kalacaktır. Bu ayetin hükmü de diğer azap bildiren ayetlerin hükmü gibidir. Nitekim, Cenab-ı Hak, «.Her -n cJıiret sevabını isterse, onun sevabını artırır, ve her kim duaya menfaatini isterse, ona da dünyalık veririz, fakat ahirette ona hiçbir nasib yoktur.» (Şura/20). Diğer bir ayette de, «Her kim acele (geçen dünyajyı isterse, dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar peşin (dünyalık) veririz. Sonra da ona cehennemi tahsis ederiz. Yerilmiş ve kovulmuş bir halde oraya girer. Kim de mü' min olarak ahireti ister ve çalışmasını ona göre yaparsa, işte böyleler'min çalışmaları şükranla karşılanır, (tsra/18-19) buyurmuştur. Bu ayetler Kur'an-ı Kerimin üç yerinde zikredilmiş olup birbirine benzerler ve birbirini tasdik ederler. Üçü de b"r manada toplanır. Yani, her kim sadece dünyayı isteyip çalışmasını ona göre yaparsa, ahirette onun için hiçbir nasip yoktur. Her kim de ahireti isteyip çalışmasını ona göre yaparsa, ahiret onun içindir.
Peki, hem dünyayı, hem de ahireti murad eden kimsenin hükmü nedir? Çünkü bu kimse iki iradenin hükmü altına girmektedir. Bu soru müşkil olduğundan dolayı müfessirlerdeıı bazıları, «Bu ayet-i kerime kafirler hakkındadır. Çünkü kafir ahireti değil, yalnız dünyayı ister» demişlerdir. Fakat bu doğru değildir. Zira kafirlerden bazıları ahireti isteyebilir, müslüman-lardan bazılarının ise muradı yalnız dünya olabilir. Allah Teala, saadeti ahireti istemeye bağlamıştır, bedbahtlığı ise dünyayı istemeye bağlamıştır. Sade dünyayı isteyen kimse, dünyayı istemiş olur, sade ahireti isteyen kimse de ahireti istemiş olur. Hem dünyayı, hem de ahireti isteyen bir kulda iyilik, kötülük, taat ve masİyet toplanmış olur. Nitekim Cenab-ı Hak, peygamberlerden sonra insanlann en hayırlıları hakkında, «Kiminiz dünyayı istiyor ve kiminiz de ahireti istiyordu» (Al-İ îm-ran/152) buyurmuştur. Bu ayet-i kerime Uhud savaşında Rt-sulullah (s.a.v.)Ta beraber bulunan ve aralarında münafık olmayan ashab-ı kiram hakkındadır. Bundan dolayı Abdullah b. Mes'ud, «Uhud günü olup da bu ayet-i kerime nazil oluncaya kadar, Resulullah'm ashabından birinin dünyayı isteyeceğini aklımdan bile geçirmiyordum.» demişti. Bu ayet-i kerimede peygamberin, muhafaza etmelerini emrettiği merkezden ayrılanlar ve müslümanlann hayırlılanndan olanlar murad edilmiştir. Fakat bu, (dünyayı istemek) qnlara arız olup, onları merkezi bırakmaya ve ganimet elde etmeye sevketmiştir. Ama ameliyle yalnız dünyayı isteyen böyle değildir. Devamlı olarak yalnızca dünyayı istemek başkadır, sahabe-i kiramın, geçici olarak dünyayı istemeleri başkadır. Netice olarak Allah'a, Resulüne ve ahirete iman eden kimsenin iyi amelleriyle ahireti değil de sadece dünyayı istemesi mümkün değildir. Çünkü Allah'a ve ahirete iman etmek, kulun ameliyle Allah'ın rahmetini ve ahireti istemesini gerektirir.
Bir kimsenin ameliyle muradı sadece dünya olursa, her ne kadar ikrar ile Allah'ı bilmeyi birleştirse de bu kimse-ameliyle imanı ebediyyen bileştiremez. Çünkü iman bunlardan başkadır. Nitekim Firavun, Semud ve (Peygamberimizi görüp onu çocukları gibi tanıyan) Yahudiler gibi kimselerde ikrar ve Allah'ı bilmek bulunduğu halde Cenab-i Hak bunların küfrüne şahadet etmiştir. Bunlar insanların tn kafirleriydiler. Buna göre amellerle sadece dünyayı istemek bazan Allah'ı bilmekle birleşir. Fakat iman bunlardan başkadır. Çünkü iman sahibinin, ameliyle Allah'ı ve ahireti istemesi lazımdır. Yardımına sığınılacak ancak Allah'dır. Cenab-ı Hak; zenginlik ile fakirliği, şükür, sabır, doğruluk, yalan, ihlas ve şirk iç!n iptila ve imtihan kılmıştır. Nitekim Allah Teala, «Size verdiği şeylerde sizi imtihan etsin» (Enam/165) diğer bir ayette, «Elif, Lam, Mim. İnsanlar sandı mı içi, «iman ettik» demeleriyle bırakılacaklar da, imtihana çekilmeyecekler? Yemin olsun, biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Yine Allah elbette doğru söyleyenleri bilir ve elbette yalancıları bilmektedir» (Ankebut/ 1-2-3) diğer bir ayette de, «Bilmiş olun ki, mallarınız da evlad-İcrımz da ancak birer imtihandır, (asıl) büyük mükafat ise şüphesiz Allah kalındadır.» (Enfal/28) buyurmuştur. Cenab-ı Hak dünyayı geçici, aldatıcı b!r menfaat kılmış, ahireti ise ceza ve sevap yurdu kılmıştır. Cenab-ı Hak dünyayı insanların sevecekleri şeylerle kuşatıp süslemiştir. Nitekim Allah Teala, «kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşın sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin güzeli Allah kalındadır» (Al-i İmran/14) buyurmuştur.
Cenab-ı Hak, bu ayet-i kerimede dünyayı süsleyen lezzetler ile nimetlerin yedi şey olduğunu ve dünyayı isteyip, onu ahirete tercih edenlerin m ak şadlarının da bu yedi şey olduğunu bildirmiştir. Kadınlar, dünyanın en büyük zinet ve nimetleri olduğu gibi en büyük fitneleridir de. Çocuklar, erkeğin kemali, iftiharı, şerefi ve onurudur. Atlar, sahihlerinin onurlan, iftiharları, kaleleri düşmanlarını takip etmede ve onlardan kaçmada üstün gelme vasıtalarıdır. Altın İle gümüş cinsleri ve nevileri çeşitli olmasına rağmen arzu edilen şeylerin elde edilmesinde vasıtadırlar. Deve .sığır, koyun, keçi gibi hayvanlara gelince, bunlar binilmek ve yenilmek için olduğu gibi ,bunlardan giyim ve ev eşyası ve diğer menfaatlar da elde edilir. Ekinler ise insanların ve hayvanların yiyecekleridir. Bundan sonra Allah Teala Hazretleri, bunların dünyanın geçici nimetleri ve menfaatlan olduğunu haber vermiştir. Sonra Allah Teala, kullarını ahiret menafatına teşvik edip, ahiret menfaatinin dünya menfaatmdan daha hayırlı ve baki olduğunu haber vererek, «Ey Muhammed, de kî, Bundan daha iyisini size haber vereyim mi. Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rablerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları cennetler .tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kullarım hakkıyla görücüdür» (Al-i İmran/15) buyurmuştur. Sonra Ccnab-ı Hak, ahiretin bu menfaat lan na kimlerin layık ve ehli olduğunu haber vererek, Onlar ki, «Ey Rabbtmız! Biz gerçekten inandık sen de bizim günahlarımızı af buyur. Ve bizi cehennem azabından koru» diyeni sabreden, doğru olan, gönülden kulluk- eden hayra sarfeden ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir» (Al-İ îmrari/16-17). Cenab-ı Hak, muttaki olan dostalan için hazırlamış olduğu ahiret menfaatinin, dünya mcnfaatından daha hayırlı olduğunu ve bu ahiret menfaatinin da iki nevi olup, biri faydalanacakları sevap, diğeri ise bu sevapdan daha büyük olan kendi nzası olduğunu haber vermiştir.
Allah Teala Hazretleri ,basiret sahiplerine dünyanın haki-katmdan, onun bir oyun ve oyalanma olup, nefislerin onunla oyalandığından, bedenlerin onunla oyalandığından, oyunla oyalanmanın ise bir hakikatinin bulunmadığından, bunların ancak nefisleri meşgul edip, vakitleri zayi ettiğinden, bunlarla ancak cahil kimselerin ömürlerini geçirdiklerinden ve dünyanın gözler ve nefisler için bir zinet ve süs olduğundan, dünyanın, gözleri ve nefisleri sevgi cihetinden çekici bulunduğundan, şayet kalpler dünyanın hakikatim ve verecağı sonucu bilmiş olsalardı, elbette dünyaya buğz edip, dünya üzerine ahi-reti tercih edeceklerinden ve dünyayı devamlı, hayırlı ve baki olan ahiret üzerine tercih etmeyeceklerinden haber vererek, «Bilmiş olun ki ,bu dünya hayatı ancak bir oyun ve bir oyalanma ve bir süs ye aranızda bir övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer, sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur.» (Hadid/20) buyurmuştur.
İmam Ahmed'in Müsned'inde. Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, «Resulullah (s.a.v.), «Benim dünya ile ne işim var. Benimle dünyanın hali bir yaz gününde bir ağacın gölgesinde uyuyup da sonra ağacı bırakıp giden bir yolcunun hali gibidir» buyurmuştur.
Tirmizi'nin Sehl b. Sa'd'dan rivayet ettiğine göre, Sehl demiştir ki, «Resululiah (s;a.v.), «Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadına denk olsaydı, hiçbir kafire dünyadan bir içim su vermezdi» buyurmuştur.» Tirmizi, «bu hadis şahindir » demiştir.
Müslim'in Müstevrid b. Şeddad'dan rivayet ettiğine- göre, Müstevrid demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.), «Ahireîin yanında dünya, ancak birinizin şu parmağını denize koyduğu kadarcık-tır. Parmağı ile denizden aldığı suyu göz önüne getirsin.» diyerek parmağıyla işarette bulunmuştur».
Tirmizi'nin Müstevrid b. Şedded'dan rivayet ettiğine göre, Müstevrid demiştir ki, «Ölü bir kuzunun yanında Resulullah (s.a.v.) ile beraber duran kafile ile birlikte bulunuyordum. Resulullah (s.a.v.), «Şu kuzu İaşesini buraya attıkları vakit atanlar bunu kıymetsiz ve değersiz gördükleri İçin atmışlardır herhalde diye düşünürsünüz değil mi?» diye sordu. Onlar da, «Evet Ya Resulullah» dediler. Resulullah (s.a.v.), «İşte bu İaşe, sahiblerince nasıl kiymetsizse, dünya da Allah katında bundan daha kıymetsizdir» buyurmuştur.
Tirmizi'nin, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.), «Dünya ve oradaki her şey melundur. Allah'ı zikretmek ve onun rızasına uygun şeylerde, alim ve veya öğrenci olmak müstesna.» buyurmuştur.
İmam Ahmed'in, Haysem b. Harici'den, o da İsmail b. Ayyaş b. Abdullah b. Dirar En-Nehrani'den naklen rivayet ettiğine göre, îsa aleyhisselam, «Havarilere, «ben size gerçeği söylüyorum. Şüphe yok ki, dünya tatlı olursa, ahiret acı olur, dünya acı olursa ,ahiret tatlı olur. Allah'ın gerçek kullan, dünyanın tam lezzetini tatmıyanlardir. Ben size gerçeği söylüyorum, sizin amel cihetinden en şerliniz dünyayı seven, onu ahiret üzerine tercih eden ve bütün insanların da kendisinin amel ettiği gibi amel etmesini isteyen alimdir» dedi.
Yine İmam Ahmed'in, Yahya b. İshak'dan, o da Sabit b. Abdülaziz'den, o da, Mekhul'den naklen rivayet ettiğine göre, İsa aleyhisselam, «Ey havariler cemaatı, hanginiz denizin köpüğü üzerine ev yapabilir?» dedi. Onlar da, «Ey Ruhullah. Buna kimin gücü yeter» dediler. İsa aleyhisselam, «öyleyse dünyadan sakının, onu karargah edinmeyin» derdi..,
İmam Ahmed'in Kitabü'z-Zühd'nnĞQ rivayet edildiğine göre, İsa aîeyhisselam, «Ben. size gerçeği söylüyorum. Fİrdevs cennetine varis olmak isteyen kimsenin, kuru ekmek yiyip tatlı su içmesi, köpeklerle beraber çöplüklerde yatması çok bile» derdi.
İmam Ahmed'in Müsned'ındc rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) «Allah Teala dünyayı ademoğlunun yemeğine benzetmiştir. O yemeği ne kadar tuzlasa ve baharatlasa da (yani ne kadar nefis olsa da) sonunda neye dönüşüyor?» buyurmuştur. [5]
Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler
Sabredenler ve şükredenler
.
www.islamveihsan.com › HAYATIMIZ › Cemiyet Hayatımız
30 Nis 2014 - Zenginlik ve Fakirlik, Bir Baht İşi. Zenginlik ve fakirlik bu imtihan dershânesinin zorlu im
.
Öyle erler vardır ki, onları ne ticaret ne de alışveriş Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin (dehşetten) allak bullak olduğu bir günden (kıyâmetten) korkarlar. (Nûr, 37)
Zenginlik ve Fakirlik, Bir Baht İşi
Zenginlik ve fakirlik bu imtihan dershânesinin zorlu imtihanlarıdır. Cenâb-ı Hak ikisiyle de kullarını imtihan eder.
Zenginleşmek, ağır bir imtihandır. Zira parayı gâyeli kullanabilmek, mânen seviye kazanmış kalplerin sanatıdır. Çoğu insan, parayı kullandığını zanneder. Hâlbuki para onları yönlendirmektedir de farkında değildirler.
Bugün sermaye, fertlerin davranışlarına damgasını vuruyor. Hâlbuki fertler sermayeye damgasını vurabilmelidir… Bu sebeple paranın mahkûmu değil, hâkimi olmak lâzımdır. Bu da Hâkimler Hâkimi’nin emrine teslîmiyet gösterip itaat etmekle olur.
Parayı Hakk’a Yakınlaşmak İçin Kullan
Bu hâlin en zirve tezâhürlerini peygamberlerde, ashâb-ı kiramda ve evliyâullah’ta görüyoruz. Onlar, parayı bir gâye değil, Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşmanın vâsıtası olarak kullanmışlardır.
Hz. Süleyman’dan daha zengin bir kul cihana gelmemiştir. Fakat o, hiçbir zaman kalbini dünyanın kasası, kesesi hâline getirmemiş, Rabbimizin “ne güzel kul” iltifatına mazhar olmuştur.
Hz. İbrahim’de çok zengin olmasına rağmen hiçbir zaman Rabbinden gâfil kalmamış, Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetiyle infâk etmiş ve bu sayede Allâh’ın Halîli(dostu) pâyesine nâil olmuştur. Cenâb-ı Hak da onun bu sehâveti dolayısıyla malına bereket vermiş; hattâ bu bereket, halk ağzında “Halil İbrahim bereketi” diye meşhur olmuştur.
İslam Dini Zenginliği Yasaklamaz
Yani dünya ile meşgul olmak değil, onu Hakk’a kulluğa perde etmek mahzurludur. Yanlış olan, vâsıtayı gâye hâline getirmektir. Meşhur tâbiriyle “El kârda, gönül Yâr’da” olduktan sonra, servet ve zenginliğin hiçbir zararı yoktur.
Dolayısıyla, “mânevî huzur için fakirleşmek gerekir” gibi yanlış bir kanaat oluşmamalıdır. İslâm, İnsanın zengin olmasını aslâ yasaklamaz. Yine İslâm inancının dayandığı beş temel amelî esâsın “hac” ve “zekât” gibi çok ehemmiyetli iki tanesi, zengin olan mü’mine mahsustur ki, bunlar da aynı zamanda meşrû yoldan zengin olmanın teşviki mâhiyetindedir. Hadîs- i şerîfte de:
“Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir bir müslüman tâcir; Kıyâmet günü nebîler, sıddıklar ve şehidlerle beraberdir.” buyrulmuştur. (Tirmizî, Büyû, 4)
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de yoksullara, muhtaçlara, gariplere sığınak ve barınak olacak meşrû kazançlı ve cömert zenginlere ihtiyaç vardır. Yani dünyadan zühd ve istiğnâ, kalbî bir tavırdır. Mü’minin vazifesi, dünyadan el etek çekmek değil, kalbini ona esir etmemektir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları, 2013, İstanbul
.
Fakirliğin Çözüm Yolları
Prof. Dr. Osman Güner
Allah'a karşı iftikar tamamlanınca, mutlak gınâya ulaşılır; gınâya ulaşılınca da, insan ruhu başka bir şeye ihtiyaç hissetmez. İnsanlığın yaratılışından beri, herhangi bir toplumda, bütün insanların maddî açıdan eşit seviyede oldukları görülmemiştir. Öteden beri toplumlarda günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak derecede fakirler bulunduğu gibi, orta seviyeli olanlar ve zenginler de var olmuştur. İnsanlardaki bu iktisâdî farklılık, insanların sa'y u gayretlerine ve kabiliyetlerine bağlı olarak Allah'ın (celle celâluhu) bir takdiridir. Kur'ân-ı Kerîm, insanların bu durumunu farklı iş kollarında birbirlerine olan ihtiyacın bir gereği olarak görmektedir: "Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık."1 Buna göre toplumda herkes kendisine yeter imkânlara ve aynı ekonomik güce sahip insanlar olsalardı, kimse kimseye muhtaç olmaz, birbiriyle münasebet kurmaz bir hayat sürerlerdi. Özellikle işlerin ve ihtiyaçların çokça çeşitlendiği günümüzde böyle bir durum hayatı bütünüyle zorlaştırırdı. Ayrıca insanlar eşit iktisadî imkânlara sahip olsalardı yeryüzü mamur olmaz, ilerleme ve kalkınma gerçekleşmezdi. Dolayısıyla sebeplerin ve maddî imkânların farklılığına istinaden, insanlar da fakirlik ve zenginlik gibi farklı içtimaî statülere sahip olmuşlardır.
Günümüzde Fakirliğin Sebepleri
İnsanlığa bahşedilen maddî ve mânevî bütün imkânlara rağmen, günümüz insanlarının yaşadığı fakirlik, zarurî ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan kaynakların yetersizliğinden değil, milletlerin benimsemiş oldukları 'ekonomik ve sosyal telâkkiler' ile 'kaynakların kullanımı, dağıtılması ve taksimindeki adaletsizlik'ten kaynaklanmaktadır. Bugün açlık ve yoksulluk çeken bazı Afrika ve Asya ülkelerinde görünen manzara, bu tespitin haklılığını gözler önüne sermektedir. Zîrâ bu ülkelerde her ne kadar yaşanan iklim şartlarının sebep olduğu bazı olumsuzluklar varsa da, hemen hepsinin nüfusunun az, toprağının fazla, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin de fevkalâde olduğu görülmektedir. Bu gibi imkânlara rağmen fakirliğin had safhada yaşanıyor olmasının temelinde beşerî ve medenî telâkkilere bağlı saiklerin rolü şeklinde değerlendirmek mümkündür.
Batı medeniyeti, sermayeyi hiç kimseyle paylaşmaya yanaşmayan, tek başına tüketme anlayışına kilitlenmiş kapitalist bir sistemdir. İşte bu vasıflarıyla "kapitalizm, ferdi ilâhlaştırıyor; kazanmayı, mülk ve serveti mâbud ve tapınılacak nesneler hâline getiriyor ve insanlığı lüks, sefahat ve israf bataklığına itiyordu. Onun sayesinde fakir iyice fakirleşiyor, zengin de korkunç denecek derecede zenginleşiyordu. Servet belli ellerde toplanıyor ve büyük çoğunluk, bu tekelci sınıfın gizli tahakküm ve sultasının kölesi hâline geliyordu. Üretimin çok büyük bölümü kapitalistin cebine girerken, işçi ne öldürür ne oldurur bir ücretle geçinmek zorunda bırakılıyor ve servet düşmanlığı ile âdeta hezeyan yaşıyordu."2
Makro plândaki bu menfi şartların yanında, insanları fukaralığa sevk eden ferdî/mikro seviyedeki âmillerden de söz etmek mümkündür. Bu nevi âmillerin daha çok insan unsuruna dayalı olduğu ve bir ülkede yaşayan insanların eğitimsiz ve câhil kalması, tembellik, çalışmama ve iş imkânlarından yoksun bırakılması, elde edilen nimetlerin ölçüsüzce tüketilip israf edilmesi ve fakirleri sahipsiz kalmaktan kurtaran infak ve yardımlaşma erdeminin terk edilmesi gibi temelde 'kaynakların üretimi, kullanılması ve dağıtılmasına' yönelik âmilleri bu bağlamda zikretmek mümkündür. Fakirliği doğuran bu sebepler irdelendiğinde, bütün bir insanlığın ve hatta kâinatın düzen ve iyiliğini hedef alan adalet ve hakkaniyet esaslarından uzaklaşıldıkça, kaynaklara bencilce yaklaşıldığı, kullanımı ve paylaşımı konusunda da büyük adaletsizlikler ve haksızlıklar yaşandığı, dolayısıyla bunun da fakirlik gibi amansız bir probleme sebep olduğu görülmektedir.
Makro Plânda Fakirliğin Çözüm Yolları
Fakirliğin çözümü hususunda Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği sermaye anlayışının ve malın elde edilmesi, kullanılması ve harcanmasında vazettiği 'Hak' kavramının önemli bir role sahip olduğu görülür. Bu sebeple O (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine İslâm toplumunda hakkın sahibine teslimi için gerekli her türlü tedbiri almıştır. Bu münasebetle toplumda haksız kazanca sebep olan 'faiz' yasaklanmış, meşru yollarla kazanılan 'gelir'in hak sahipleri arasında en ince ölçülerle paylaşılmasına büyük itina gösterilmiştir. O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği bu anlayışta, hak sahibinin zengin-fakir, insan-hayvan, Müslim-gayrimüslim olmasının çok fazla bir önemi yoktur. Hak kime aitse ona verilmelidir ve kimin hakkı çiğneniyorsa, buna da mâni olunmalıdır. Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği bu sisteme göre, insanlar arasındaki âdil gelir dağılımı ve sosyal adalet iki merhalede gerçekleştirilmiştir: Birinci merhalede, üretim süreci, hedefe ulaştıracak ilkelerle düzenlenmiştir. Bu ilkelerin başında, faiz yasağı yani kazancın mutlaka 'emek' veya 'risk' unsuruna dayanması gelmektedir. Böylece herkesin üretim sürecine katılması, işsizlere iş bulmada yardım ederek onlara sosyal ücretin ödenmesi, haksız kazançlara yol açacak kumar, karaborsacılık, parayı piyasadan çekme (kenz), aldatma, zarar verme, lüks ve israf, cimrilik, fiyatları yükseltmek maksadıyla tekel oluşturma vb. eylemlerin yasaklanması gibi ilkeler çok ehemmiyet arz etmektedir. Bu safhadaki emir ve yasaklar ekonomiyi 'düzenleyici' bir fonksiyona sahip olmaktadır.İkinci merhaleye gelince, birinci merhalede âdil gelir dağılımı ve sosyal adaletin gerçekleşmemesi hâlinde, gelirin yeniden dağılımı yapılır. Gelir grupları arasındaki farklılıklar ve doğabilecek aksaklıklar çeşitli gelir transfer yollarıyla giderilir. Bu safhada kullanılan en önemli araç 'zekât'tır. Ayrıca, zekâtın dışındaki diğer sadaka çeşitleri, özellikle sadaka-i câriye, keffaret, nezir ve infak (Allah yolunda harcama) gibi gelir transferleri, birinci merhalede doğabilecek gelir farklılaşmasını ve aksaklıkları 'düzeltici' bir fonksiyon icra etmektedir.Dolayısıyla, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği iktisat anlayışının, 'faiz yasağı' (hurmet-i riba) ve 'zekât farzı' (vücub-i zekât) esası üzerine bina edildiği söylenebilir.3 Bediüzzaman Hazretleri de günümüz toplumlarını içten içe kemiren bu hastalığa ve tedavi yoluna şöyle işaret etmiştir: "Beşerin sosyal hayatında yaşadığı bütün ahlâksızlığın ve karışıklığın kaynağı şu iki cümlede gizlidir: Birisi: 'Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölecekmiş bana ne?' Diğeri de: 'Sen çalış, ben de yiyeyim.' Bu iki cümleyi doğuran şey de, faizin yaygınlaşıp zekâtın terk edilmesidir. Dehşet verici bu iki içtimaî hastalığı tedavi edecek tek çare de, toplumda zekâtın genel bir prensip ve vecibe olarak ifa edilmesi ve faizin yasaklanmasıdır.'4
Mikro Plânda Fakirliğin Çözüm Yolları
Öteden beri toplumlarda var olan fakirlik probleminin çözülmesi konusunda, her ne kadar genel iktisadî telâkkilerin önemli bir yeri olsa da, mevcut durumu düzeltmek için de ferdî/mikro plânda bazı çözüm yollarının uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu problemin çözümü konusunda insanların eğitilerek cehaletten kurtarılmasının, ataletten sıyrılıp bir iş kolunda elinin emeğiyle çalışarak kazanmasının, muhtaç insanlara el uzatıp infak etmenin ve sahip olduğumuz nimetleri kullanırken israftan kaçınıp iktisat yapmanın ehemmiyeti fevkalâde büyüktür. Şimdi bu çözüm yollarını daha yakından inceleyerek bu hususta hangi imkânlara sahip olduğumuzu tahlile çalışalım.
1)Eğitim:
Günümüz iktisatçıları, bugün yaşanan yoksulluk ve açlık probleminin asıl sebebini maddî imkânlardan yoksunluk değil, insanların cahil bırakılması ve yeterince eğitilememesi şeklinde izah ederler. Bugün artık yoksulluğun eğitimsizliğe, eğitimsizliğin de yoksulluğa sebep olduğu bilinen bir husustur. Bu konuda yapılan araştırmalar, minimum düzeyde bile olsa, ekonomik ilerleme için okuryazar olmanın bir ön şart olduğunu göstermektedir. Fakirlik problemi yaşamayan nice milletler var ki, tabiî zenginlikleri bulunmadığı hâlde, maddeten refah seviyesinin üstünde bir hayat sürerler. Bunun sebebi eğitim, teşkilâtlanma ve disiplin üçlüsünün hayata geçirilmiş olmasıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'in daha ilk inen âyetlerinde Allah Teâlâ'nın insanı yarattığı, Kerem sahibi olduğu için ona kalemle yazmayı öğrettiği ve insanın da O'nun öğrettiklerini 'oku'ması gerektiği ifade edilmiştir.5Dolayısıyla, insanın doğuştan öğrenme ve beyan kabiliyeti bahşedilmiş olarak yaratıldığına ve bu donanımını eğitimle daha da geliştirip derinleştirebileceğine işaret edilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri de buna istinaden 'insanın en fıtrî vazifesinin, eğitim yoluyla olgunlaşıp kemale ermek'6 olduğunu belirtmiştir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de Kur'ân'ın bu buyruklarını tatbik etmek üzere daha Mekke döneminden itibaren, hayatlarını fakru zaruret içerisinde sürdüren ashabını eğitip yetiştirmek için bütün imkânları seferber etmiştir. Ashab-ı Kiram, Mekke devrinde Erkam b. Ebi'l Erkam'ın evinde toplanır ve burada Hz. Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve sellem), yeni inen Kur'ân âyetlerinin açıklanmasını kapsayan bir eğitim alırlardı. Keza Medine'de ilk günlerde inşa edilen Mescid-i Nebevî'nin bir köşesi de, ashab-ı suffe için ayrılmış ve onlar başta Kur'ân kıraatı, kitabet ve dinin ahkâmı olmak üzere maddî-mânevî her alanda talim ve terbiye görmüşlerdir. Eğitim-öğretim için önemli bir vasıta olan yazının (kitabet) her halükarda öğrenilmesine ve okur-yazarlığın yaygınlaşmasına büyük ehemmiyet verilmiştir. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat Bedir esirlerinden okuma-yazma bilenleri muallim olarak istihdam etmiştir.7 Sayıları 80-400 arasında değişen Suffe ashabı, Medine'de kurulan ilk İslâm üniversitesinin de gönüllü talebeleri olmuşlardır. Okuma-yazma bilenlerin sayısının çok sınırlı olduğu bir ortamda, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), sahabe-i kiramın gençlerinin önce mânevî ilimlerle eğitilmelerini, daha sonra da beşerî hayatta gerekli ilimleri öğrenmelerini tavsiye etmiştir. Bu münasebetle, anne-babaların gençlere ok atma, yüzme, miras taksimi (ferâizle ilgili matematik), tıp ve sağlık bilgileri, astronomi ve ensab ilmini öğretmeleri talimatını vermiştir.8
Bugün fakirliği hayatının her karesinde derinden derine hisseden insanları ayağa kaldırabilmek için yapılabilecek en tesirli ve acil çözümün eğitim ve terbiye seferberliğinden geçtiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu gibi insanlara acımak yerine, onlar adına eğitim-öğretim müesseseleri kurmak, bunları köşe bucak yaygınlaştırmak, istidatlı olanları seçerek daha iyi eğitim imkânına kavuşturmak, -biiznillah- aşılmaz gibi görünen bu fakirlik probleminin kısa zamanda çözülmesini netice verecektir.
2) Çalışmak
Fakirliğin karşısına çıkarılacak en güçlü tedbir ve çözüm yollarından birisi de, hem maddî hem de mânevî alanda çalışmak ve sa'yu gayret göstermektir. İnsanın fakru zarurete düşmemesi, başkasına el avuç açmaması için çalışmaktan başka bir çıkar yol bulunmadığını Yüce Allah (celle celâluhu) mealen şöyle ifade buyurmaktadır: "İnsan için ancak çalıştığı(nın karşılığı) vardır. Onun çalışmasının semeresi şüphesiz görülecektir."9 Bu âyetin tedai ettiği mânâyı şöyle özetlemek mümkündür: 'Siz çalışacaksınız ki, gelecek nesiller mesut ve bahtiyar olabilsin. Siz terleyeceksiniz ki, arkadan gelenler rahat edebilsin. Siz bugün gayret göstereceksiniz ki, millet hâlinde (fakru zarurete düşmeden) haysiyetinizi koruma imkânına ererek izzetli yaşayabilesiniz. Evet, bu sayededir ki, kimse sizin paranızla oynayamayacak ve onda olumsuz dalgalanmalar meydana getiremeyecek ve ekonominizi sarsamayacaktır. Siz bugün dişinizi sıkar çalışırsanız, yarın onurlu, izzetli ve Allah'ın tam istediği şekilde, yani değişik devletlerin sultası altına girmeden yaşama imkânı bulur, mesut ve bahtiyar olursunuz.'10
İnsanın Yüce Yaratıcı'ya karşı vazifelerini yerine getirmekle birlikte dünyayı mamur hâle getirme çabası bir ibadet kabul edildiği için, çalışan kimsenin yani işçinin emeği de mukaddes ve değerli sayılmıştır. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, "Hiç kimse kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde edemez"11 buyurmuş ve Allah'ın Elçisi ve toplumun lideri olmasına rağmen kendi alın teriyle geçimini sağlayan Hz. Davud'u (as) güzel bir örnek olarak göstermiştir.12 Dahası, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, çocuklarının rızkını sağlamak veya anne ve babasının ihtiyaçlarını karşılamak ya da kendi ekmeğini kazanmak için evinden çıkan bir insanın evine döneceği ana kadar Allah yolunda olduğunu söylemiştir.13Ayrıca, kimseye muhtaç olmamak ve anne-babasını, çoluk-çocuğunu da başkalarına el açtırmamak için işe giden bir insanın her adımında ibadet sevabı kazanacağını müjdelemiştir.14 Allah Resulü, işçilerin haklarının korunması, ücretlerinin eksiksiz ve zamanında verilmesi, onlara güzel davranılması hususlarında da pek çok tavsiyede bulunmuştur. Bu nebevî tavsiyelerinin birinde, "Allah Teâlâ, çalıştırdığı işçiden azami verim aldığı halde, onun ücretini tam ödemeyenin öteki hayatta hasmı olacaktır!" buyurmuştur.15
Günümüz toplumlarının karşılaştıkları en temel problemlerin başında her ne kadar işsizliğin geldiği söylense de, burada göz ardı edilmemesi gereken en esaslı problem, mevcut insan potansiyelinin sistemli ve plânlı bir şekilde gerekli iş sahalarına yönlendirilememesidir. 'Rahatın zahmette, zahmetin de rahatta' olduğu bilincini kavramış olarak, fakru zarurete düşmeden ve başkalarına yüzsuyu dökmeden hayatı idame ettirebilmenin çalışmaktan geçtiğini bilmektir. Mevcut haliyle fakirlikten kurtulmanın ve maddi-manevi terakki etmenin yolu, hiç şüphesiz Allah'ın (cc) koyduğu tekvinî kanunların (sünnetullah veya kâinat kitabının) doğru okunabilmesidir. Bu da ancak plânlı ve sistemli çalışmaktan, Üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle 'öz beynini burnundan kusacak' ölçüde bir sa'yu gayret göstermekten ve yeni yetişen nesillerin bu çalışma azim ve iştiyakıyla yetiştirilmesinden geçmektedir.
3) İnfak
İnsanların fakirlik girdabına takılıp kalmalarının altında yatan ana sebeplerden biri de infak hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesidir. Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) isnad edilen 'Komşusu açken tok yatan bizden değildir.'16 prensibini çok iyi idrak etmiş ve pratik hayatta da bunu büyük ölçüde uygulamış cemiyetlerde insanlar aç ve açıkta kalmayacaktır. 'Tarihin şehadetiyle sabittir ki, bu prensiplerin hayata hayat olduğu dönemde, günümüzde olduğu gibi ne içtimaî tabakalar arasında uçurumlar vardı, ne de bu tabakaların birbirlerine beslemiş oldukları kin ve nefret tufanları. Çünkü Müslümanlar kendi aralarında adeta Allah'ın tevzi memurları gibi davranırlar; hakkıyla zekâtlarını ve gerektiğinde de sadakalarını muhtaç olan kişilere oluk oluk akıtırlardı. Bu itibarla da, İslâm toplumunda, bir zümrenin alabildiğine zengin ve müreffeh, diğer bir zümrenin de fakir ve aç olması söz konusu değildir.'17
İslâm'da sosyal adâlet ilkesinin hayata hâkim kılınmasının en önemli dayanaklarından birisi olan 'yardımlaşma ve infâk' prensibi, Kur'ân'ın ve hadîs-i şerîflerin ifasını emrettiği temel bir prensiptir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm bu hususu mealen şöyle ifade buyurur: "Sarp yokuş, nedir bilir misin? Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır! Kıtlık zamanında, akraba olan bir yetimi veya yeri yatak, (göğü yorgan yapan, barınacak hiçbir yeri olmayan) fakiri doyurmaktır…"18 Resûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de, ashab-ı kiram arasında yaşanan fakirlik probleminin halli için hususi çaba sarf etmiştir. Medine'nin ilk yıllarında gerçekleştirilen 'kardeşlik akdi (muâhât)' bu hassasiyetin bir göstergesidir. Buna göre, Medine'nin yerlileri olan Ensar ile dışarıdan Medine'ye gelen Muhâcir aileleri, birlikte yaşayan iki kardeş aile gibi beraber çalışıp kazançlarını aralarında bölüşecekler ve hattâ birbirlerine mirasçı bile olacaklardı. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç vakit kaybetmeden 186 Muhacir aileyi aynı sayıdaki Medineli Ensar ailesiyle kardeş ilân etmişti.19 İnsanlık tarihinde benzeri görülmemiş böylesine önemli bir hadise, asr-ı saadet toplumunda gerçekleşmiş olması itibariyle, sosyal adâletin tesisi ve içtimaî dayanışmanın sağlanması adına atılmış önemli bir adımdır.
İnfâk prensibi, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) devrinde üstlenmiş olduğu fonksiyonu itibariyle ele alınır ve mânevî dinamikleriyle birlikte o seviyede hayata hâkim kılınabilirse, aşılamaz gibi görünen bu problemlerin rahatlıkla üstesinden gelinebilmesi mümkündür. Ruh ve mânâ köklerinden koparılmadan gerçekleştirilen infâk ve yardımlaşmalar, geçmişte olduğu gibi günümüzde de fakirliğin panzehiri olmaya devam edecektir. Kaynağını Kur'ân ve Sünnet'in bu gibi naslarından alan vakıf müessesesi, İslâm medeniyetinde öteden beri önemli fonksiyonlar icra etmiş ve aynı toplumda yaşayan fertler arasında gelir-servet dağılımının dengelenmesi ve sosyal adaletin sağlanması yönüyle cemiyet hayatımızda derin ve kalıcı izler bırakmıştır. Meselâ, Devlet-i Âliye'de devletin yalnızca resmî hizmet alanlarında işlev gördüğü, ancak bununla birlikte vakıfların iktisadî, içtimaî ve kültürel alanlarda hizmet ürettiği ve belli bir muhtariyete sahip olduğu görülür. Keza Osmanlıda vakıflar, tüm eğitim kurumları, sağlık hizmetleri ve bilumum sosyal müesseselerin kurulması ve yaşatılmasını üstlenmiş gayr-i resmî kuruluşlar olarak faaliyet icra etmiştir.
4) İktisat ve Kanaat
Fakirliğin en esaslı sebeplerinden biri de, ihsan edilen nimetlerin israf boyutunda tüketilmesidir. İçtimaî yapıdaki dengenin muhafazası, ancak israfın ve saçıp savurmanın terk edilmesiyle mümkündür. Müslüman bir cemiyette, kişi israfa giremez, kendi malı da olsa onu saçıp savuramaz. Zîrâ israf edenler ve lüksü esas alıp bohemce yaşayanlar, Kur'ân'ın tabiriyle 'şeytanın kardeşleri' olarak tavsif edilmişlerdir. "Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür."20 O halde Allah'a (cc) karşı nankörlükten kaçınmak ancak verilen nimetlerin harcanmasında iktisatlı olmak ve bu muvazeneye riayet etmekle mümkündür.
İsrafın zıddı olan 'iktisat, verilen nimetlere karşı manevî bir şükürdür. Zîrâ iktisatlı insan, hakikatte nimetleri kendisine ihsan eden Rabbi'ne ve dolayısıyla O'nun verdiği nimetlere karşı hürmet hisleriyle dolar, onların ardındaki rahmet-i İlâhiyeyi daha iyi kavrar; Rezzak-ı Hakiki'yi bilmenin hâsıl ettiği ulvî duygular sayesinde nimetlerden daha derin lezzet duyar; kendisine bahşedilen o kıymetli hediyeleri boşa harcamaktan kaçınır, onları ihtiyaç miktarınca kullanır. Böylece hem başkalarının eline bakma zilletinden kurtulup izzetini korur, hem de bu mânevî şükrüne bir mükâfat olarak, hakkında bir bereket vesilesine dönüşen iktisat sayesinde, ziyade nimetlere kavuşur.'21 Dolayısıyla fakirliği yenmenin yolu, iktisat sayesinde elde edilen böyle bir bereket sofrasına kurulmak ve böylelikle O'nun bitmez tükenmez hazinelerinden istifade etmektir.
Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de, hayatının her aşamasında iktisatlı olmaya riayet etmiş, ashabını ve ümmetini de bu yönde terbiye etmiştir. Nitekim iftar vakti kendisine ikramda bulunan sahabilere şöyle buyurmuştu: "Bakınız! Şunu iyi bilin ki, kim (yemesinde-içmesinde, giyiminde-kuşamında) Allah için mütevazı olursa, Allah onu yücelttikçe yüceltir; kim de kibirlenir ve büyüklük taslarsa, Cenâb-ı Hak onu da alçalttıkça alçaltır. Kim iktisatlı hareket ederse, Allah onu zengin kılar; kim de israf ederse, Cenâb-ı Hak onu fakr u zarurete müptela eder ve kim Allah'ı çokça zikrederse, Allah Teâlâ ondan hoşnut olur."22
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) "İktisat eden, ailesini geçindirme hususunda darlık çekmez."23mealindeki hadîs-i şerîfinde de, 'helal kazançla ve insan haysiyetine yakışır bir şekilde aile fertlerine bakmanın sırrı olarak iktisat yolunu göstermiştir. Bediüzzaman Hazretleri de, "Yiyin, için, fakat israf etmeyin"24 mealindeki âyeti nazar-ı dikkate alarak yazdığı İktisad Risâlesi'nde, Müslüman milletlerin hali hazırda yaşadıkları fakirlik probleminin temelinde israf ve kanaatsizliğin bulunduğunu ifade ederek, çözümün de ancak iktisat ve kanaatten geçtiğine işaret etmiştir. Ona göre 'iktisat etmeyen kimse, zillet, dilencilik ve sefil bir hayat yaşamaya mahkûmdur.'25
Hâsılı iktisat, her şeyden önce insanı kanaatkâr hale getirmektedir; hadîs-i şerîfin ifadesiyle "Kanaat, tükenmez bir hazinedir."26 ve "Kanaat eden aziz yaşar; tamah eden ise zillete mahkûm olur."27 Dolayısıyla iktisat, berekete ve izzetli yaşamaya vesile olmaktadır. Dün olduğu gibi bugünün Müslümanları da iktisat ve istiğna ruhunu hayatlarının esası yapmak; yeme-içme, giyim-kuşam, ev-bark, araba ve eşya gibi bütün ihtiyaçlarını zaruret çizgisine göre ele almak ve her meselede tevazu kaidesine uygun davranmaya çalışmak durumundadırlar.
Netice
Günümüzde insanlığa bahşedilen bütün İlahî ihsanlara rağmen, bugün dünya nüfusunun en az üçte birinin çok derinden hissettiği fakirlik meselesi, temel bazı sebeplere dayanmaktadır. Buna göre fakirliğin ana sebepleri, zaruri ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan kaynakların yetersizliği değil, milletlerin benimsemiş oldukları 'ekonomik ve sosyal telâkkiler' ile 'kaynakların kullanımı, dağıtılması ve taksimindeki adaletsizliktir. İnsanları fakirliğe sevk eden mikro seviyedeki âmiller ise, daha çok insan unsuruna dayalı olup bir ülkede yaşayan insanların eğitimsiz ve câhil kalması, tembellik, çalışmama ve iş imkânlarından yoksun bırakılması, elde edilen nimetlerin ölçüsüzce tüketilip israf edilmesi ve fakirleri sahipsiz kalmaktan kurtaran infak ve yardımlaşma erdeminin terk edilmesidir.
Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği sisteme göre, insanlar arasındaki âdil gelir dağılımı ve sosyal adalet iki merhalede gerçekleştirilmiştir. Birinci merhalede başta faiz yasağı, ikinci merhalede de özellikle zekât ve emsali yardımlarla, hakkın sahibine teslimine dâir sistemdeki aksaklıklar ortadan kaldırılmıştır. Fakirliğin giderilmesi konusunda takip edilen bu genel iktisadî telakkilerin önemli bir yeri olsa da, mevcut durumu düzeltmek için ferdî plânda da bazı çözüm yollarının uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır. Araştırmalar gösteriyor ki, bu problemin çözümü konusunda insanların eğitilerek cehaletten kurtarılmasının, ataletten sıyrılıp bir iş kolunda elinin emeğiyle çalışarak kazanmanın, muhtaç insanlara el uzatıp infak etmenin ve nimetleri kullanırken israftan kaçınıp iktisat yapmanın ehemmiyeti fevkalâde büyüktür.
DİPNOTLAR
1. Zuhruf 43/32.
2. Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız - İktisadî Mülahazalar-, İstanbul, 2009, s.204.
3. Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız, s.350.
4. Said Nursi, Mektubât, Yirmi İkinci Mektup, s. 264.
5. Alak, 96/1-5.
6. Said Nursî, İman ve Küfür Muvazeneleri, Yirmi Üçüncü Söz, s.90. (Sadeleştirerek)
7. İbn Sa'd, Tabakât, Beyrut, 1968, II/22.
8. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Ankara, 2003, II/775.
9. Necm, 53/39-40.
10. Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız, s.398.
11. İbn Mâce, Ticârât, 1.
12. Buhârî, Büyû', 15.
13. Buhârî, Nafakât, 1.
14. İbn Mâce, Ticârât, 1.
15. Buhârî, İcâre, 10.
16. Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, Musul, 1983, I/259; Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, Beyrut, 1990, II/15.
17. Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız, s.192-193.
18. Beled, 90/12-16; bkz. Mâide, 5/2; Nahl, 16/90; Nîsâ, 4/26; Ra'd, 13/21.
19. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I/181 (Hamidullah aile sayısını Makrizî'nin eserinden nakletmektedir.)
20. İsrâ, 17/26-27.
21. Gülen, Ölümsüzlük İksiri, Kırık Testi - 7, s.193-194.
22. Ahmed b.Amr el-Bezzâr, Müsned, III/161; Taberânî, el-Mu'cemu'l-evsat, Kahire, 1415, V/139.
23. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, (thk.Muhammed Avvâme), IX/96.
24. A'râf, 7/31.
25. Said Nursî, Lem'alar, On Dokuzuncu Lem'a, s.143,146. (Sadeleştirerek)
26. Taberânî, el-Mu'cemu'l-evsat, VII/84; Nureddin el-Heysemî, Mecma'u'z-zevâid, Beyrut, 1412, X/449.
27. İbnu'l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi'l-hadîs, Beyrut, 1963, IV/114.
.
|
Bugün 37 ziyaretçi (127 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
Bugün 186 ziyaretçi (222 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|