Sual: Bu yıl [2004] hacda hacılara ücretsiz dağıtılan
Ehl-i sünnet vel-cemaat inancı isimli kitapta, şefaat ve kabir azabı hak deniyor. Ancak Allah gökte oturuyor ve Azrail ölüm meleği değil deniyor. Hazret-i Nuh’tan önceki Peygamberler inkâr ediliyor. Bir cevap verir misiniz?
CEVAP
Allah gökte veya Arş’ta demek insana benzetmek olur. Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen,
(O hiçbir şeye benzemez) buyuruluyor. (Şura 11)
Arşa, oturmaya muhtaç sanmak da küfürdür. Allahü teâlâ her noksandan münezzehtir.
(Yunus 10)
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i bâtıl,
istiva,
vech,
yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. Allahü teâlâ, mekandan münezzehtir. İstiva demek, Arşa hükümran olması, Arşı hükmü altına alması demektir. “Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti” demek, “Irak’ı kansız olarak ele geçirdi” demektir. Yedullahtaki
yed [el] kelimesini bilinen
el gibi sanmamalı. Mesela "Falanca şehir, filanca valinin elinde" denilince, o şehrin valinin elinin içinde değil, onun idaresi altında olduğu anlaşılır.
İstiva,
vech gibi kelimeler de böyle tevil edilir.)
[İlcam-ül-avam]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ noksan sıfatlardan beridir. Zamanlı, mekanlı ve cihetli değildir. Zamanları, yerleri, cihetleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu, Arşın üstünde sanır, yukarıda bilir. Arş da, diğer eşya gibidir, Onun mahlukudur, sonradan yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, her zaman var olana, yer olabilir mi?
Nasıl ki,
Beytullah [Allah’ın evi] kelimesi, hâşâ Allah’ın barındığı ev değilse,
gölge,
el,
yüz,
istiva gibi kelimeler de böyledir. Arş yaratılmadan önce hâşâ Allah nerede idi? Oturmak, âcizlik değil midir? Hâşâ Allah âciz denir mi? Allah’ın sıfatları tevil edilmez dedikleri halde,
(Allah, nerede olsanız, O sizinle beraberdir) mealindeki âyeti tevil ederek tezada düşüyorlar. Beraberliği
ilmen diye tevil ediyorlar da, istivanın da ilmen olduğunu niye kabul etmiyorlar?
İstiva hâkim olmaktır
Ehl-i sünnet âlimleri, istivayı, Allah'ın Arşa hükümran olması, hâkim olması diye açıklamışlardır. Peki Allah Arşın hâkimi de göklerin ve yerin hâkimi değil midir? Niye sadece Arşa istiva etti denmiştir de, göklere de istiva etti denmemiştir?
CEVAP
Bunu bir örnekle açıklarsak kolay anlaşılır.
Türkiye Başbakandan sorulur demek, İstanbul, İzmir sorulmaz demek değildir.
İstanbul valinin elinde denince, ayrıca Beşiktaş ve Fatih’i de söylemek gerekmez. Arş da, yer ve göklerden büyük olduğu için sadece Arş denmiştir. Ancak yine cahiller yanlış anlamasın diye hepsi de bildirilerek şöyle buyurulmuştur:
(Göklerin, yerin ve Arşın Rabbi olan Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir.) [Zuhruf 82]
(O, göklerde ve yerde tek Allah’tır.) [Enam 3]
(O gökte ilahtır, yerde ilahtır.) [Zuhruf 84]
Bu âyetlerden, hâşâ Allah’ın hem yerde ve hem de gökte olduğu anlaşılabilir. Böyle inanmak da küfürdür.
(O her şeyi kuşatmıştır.) [Fussilet 54] Bu âyetten de hâşâ, Allah’ın, kâinatın dışında olup her şeyi çepeçevre kuşattığı anlaşılıyor. Böyle sanmak da küfür olur.
(O, Arşa istivâ edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.)[Hadid 4]
Eğer bu âyet de tevil edilmezse, Allah hem Arşta, hem de her yerde olduğu anlaşılır.
Ölüm meleği Azrail aleyhisselam
Sual: Vehhabiler, Azrail aleyhisselamın melek-ül mevt = ölüm meleği olduğuna da inanmıyorlar. Hadislerde ve din kitaplarında ölüm meleğinin Azrail aleyhisselam olduğuna dair bilgi yok mu?
CEVAP
Evet çok bilgi vardır. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Azrail aleyhisselamın kişinin canını alması bin kılıç darbesinden şiddetlidir.) [Ebu Nuaym]
(Ey insanlar, ben de bir insanım. Pek yakında Allahü teâlânın elçisi olan Azrail gelebilir ve ben de onun davetine icabet edebilirim.) [İ. Ahmed]
(Bütün hayvanların ecelleri tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder. Azrail aleyhisselamın bu kabzla alakası yoktur.) [Beyheki]
Hacılara dağıtılan
Ehl-i sünnet vel-cemaat inancı isimli kitapta, meleklere iman bildirilirken,
Cebrail,
İsrafil ve Mikail ve
Ölüm meleği deniyor, Azrail aleyhisselam bildirilmiyor. Dip notta ise, hiç bir kitapta ölüm meleğinin Azrail olduğu bildirilmiyor denilerek inkâr ediliyor. Halbuki bütün kitaplarda vardır.
Peygamber efendimiz, Secde suresinin,
(De ki: Size vekil kılınan[görevlendirilen]
ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz) mealindeki 11. âyet-i kerimesini açıklayarak ölüm meleğinin
Azrail olduğunu bildirmiştir.
İmam-ı Kurtubi hazretleri de bu âyeti açıklarken “
Ölüm meleği’nin adı
Azrail’dir, manası da Allah’ın kulu demektir” buyuruyor. Naziat suresinin,
(İşleri tedbir eden, yöneten melekler…) mealindeki beşinci âyetini açıklarken şu hadis-i şerifi bildiriyor:
(Dünya işlerini dört melek idare eder: Cebrail, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği Azrail.) [Kurtubi]
Hazret-i Fatıma anlatır:
Babam Resulullahın başı ucunda beklerken, aniden kapıya bir kimse geldi. (Esselamü aleyke ey ehli beyt! İçeri girmeme izin var mı? Resulullahın yanına varayım) dedi. (Ey Allah’ın kulu, şu anda Resulullahı ziyarete kimseye izin yok) dedim. (Ya Fatıma, beni men etme, benim içeri girmem lazım) dedi. Gelen Azrail aleyhisselam idi.
(Şevahid-ün nübüvve)
Cebrail aleyhisselam ve Azrail aleyhisselam birlikte kapıya geldi. Cebrail aleyhisselam içeri girdi. Azrail aleyhisselamın kapıya geldiğini, içeri girmeye izin beklediğini söyledi. Resulullah izin verdi. Azrail aleyhisselam içeri girdi. Selam verdi. Allahü teâlânın emrini bildirdi. Resul-i ekrem Cebrail aleyhisselamın yüzüne baktı. O da, ya Resulallah, Mele-i ala sizi bekliyor dedi. Bunun üzerine, Fahri âlem,
(Ya Azrail, gel, vazifeni yap) buyurdu. O da, Muhammed aleyhisselamın mübarek ruhunu alıp, ala-yı ılliyyine ulaştırdı.
(Tezkiye-i ehl-i beyt)
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikayet etti. Dinleyip karar verip giderken, Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden, birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi) dedi. Davud aleyhisselam şaşıp, sebebini sorunca, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı, Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu) dedi.
(Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitap)
Azrail aleyhisselam, Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, oturanlardan birine dikkatle baktı. Bu kimse, böyle sert bakışından korktu. Azrail aleyhisselam gidince, Süleyman aleyhisselama yalvarıp, rüzgara emretmesini, rüzgarın kendisini Batı ülkelerinden birine götürüp, Azrail aleyhisselamdan kurtulmasını istedi. Azrail aleyhisselam tekrar gelince, Süleyman aleyhisselam, o adamın yüzüne niçin sert baktığını sordu. Azrail aleyhisselam, (Bir saat sonra, Batıdaki şehirlerden birinde, o kimsenin canını almak için emir olunmuştum. Onu senin yanında görünce, hayretimden dikkat ile baktım. Emre uyup Batıya gidince, onu orada görüp canını aldım) dedi. [
Mesnevi – Mevlana Celaleddin-i Rumi)
Azrail aleyhisselamla ilgili kitaplardaki bilgilerden bir kısmı da şöyledir:
Azrail aleyhisselam, Hazret-i İbrahim’in ruhunu almak için gelince,
(Dost, dostun canını alır mı?) dedi. Allahü teâlâ da,
(Dost dosta kavuşmaktan kaçınır mı?) buyurunca,
(Ya Rabbi, Ruhumu hemen al) diye dua etti. Mevlana Celaleddin-i Rumi, Azrail aleyhisselamı görünce,
(Çabuk gel, canım çabuk gel. Beni Rabbime çabuk kavuştur!) demiştir. (
Sefer-i Ahiret risalesi)
Ecel gelince, Azrail aleyhisselam, insanı nerde olursa olsun bulur. Kendini tehlikeye atmak caiz değildir.
(Berika)
Hak teâlâ, Azrail aleyhisselama
(Dostlarımın canını, kolay al, düşmanlarımınkini güç al!) buyurdu.
(Miftahül cenne)
Dört büyük melekten biri Azrail aleyhisselamdır. İnsanların ruhunu alır.
(İtikadname)
Cenab-ı Hak ölüm meleği Azrail aleyhisselama herkesin ruhunu almak için kudret bahşettiği gibi İblis’e de herkesle beraber bulunmak kudreti vermiştir.
(Redd-ül-muhtar)
İlk Peygamber Nuh diyorlar
Hacılara dağıtılan
Ehl-i sünnet vel-cemaat inancı isimli kitapta, Hazret-i Nuh’tan önceki Peygamberler inkâr ediliyor. Delil olarak şu âyet gösteriliyor:
(Nuh'a ve ondan sonra gelen Peygamberlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakuba, evlatlarına, İsa'ya, Eyyübe, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Davud'a da Zebur’u verdik.) [Nisa 63]
Burada bütün Peygamberler bildirilmiyor. Mesela
Âdem,
İdris,
Hud,
Sâlih,
Lut,
Şuayb,
Musa,
Zekeriya,
Yahya [aleyhimüsselam] gibi Peygamberlerin ismi geçmediği için bunlara vahiy gelmedi, bunlar Peygamber değildir denebilir mi? Aşağıdaki âyet-i kerime, Nuh aleyhisselamdan önce, o kavme Peygamberler geldiğini, fakat o Peygamberleri yalanladıkları bildirilerek buyuruluyor ki:
(Nuh kavmi, Peygamberleri yalancılıkla itham etti.) [Şuara 105]
Eğer sadece Nuh aleyhisselam olsa idi,
mürselîn denmezdi.
(Kavmi Nuh’u yalanladı) denirdi.
İdris,
Şit ve Âdem [aleyhimüsselam]ın Peygamberliklerini inkâr ediyorlar. İdris aleyhisselam, Şit aleyhisselamın torunlarındandır. Hazret-i Şit, Hazret-i Âdem’in oğlu olup Peygamber olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Diğer ikisinin Kur’an-ı kerimde isimleri geçmektedir. Bunları inkâr, Kur’an-ı kerimi inkâr olur. Kur’an-ı kerim tevili imkansız bir şekilde şöyle bildiriyor:
(İdris de sadık [özü sözü doğru]
bir nebi idi.) [Meryem 56]
Her âyeti inkâr gibi, bu âyeti de inkâr küfürdür. İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Miraç’ta, ikinci göğe vardık. Cibril, bekçisine “Kapıyı aç” dedi. Melek Ona dünya semasının bekçisininkine benzer sorular sordu. Hazret-i İdris’e uğradığımda bana şöyle dedi: “Merhaba ey salih Peygamber ve salih kardeş.” Ben “Bu kim?” diye sordum. Cebrail, “Bu İdris Peygamberdir” dedi.) [Buhari, Müslim, İ. Ahmed]
(Resullerin ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed’dir. İsrail oğullarının nebilerinin ilki Musa ve sonuncusu İsa’dır. Kalem ile yazan ilk Peygamber ise İdris’tir.) [Hakim-i Tirmizi]
İlk Peygamber
Hazret-i Âdem, ilk Peygamberdir. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini [Peygamber]
seçip âlemlere üstün kıldı.)[Al-i imran 33]
(İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği nebilerden Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte [gemide]
taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.) [Meryem 58]
Âdem aleyhisselamın ilk Peygamber olduğunu bildiren bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselamdır.) [Taberani]
Ehl-i sünnetin reisi ve Hanefi mezhebinin kurucusu imam-ı a’zam hazretleri de buyuruyor ki:
Resullerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır.
(Fıkh-ı ekber)
Peygamberlerin bir kısmını inkâr etmek küfür olur. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Allah'ı ve Peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile Peygamberlerinin arasını ayırmaya çalışıp "Bir kısmına inanır bir kısmını inkâr ederiz" diyerek ikisi arasında bir yol tutanlar, işte onlar kâfirlerin ta kendisidir.) [Nisa 150]
Nebi ve resul nedir
Nebi, kendinden önce gelen Resulün dinini tebliğ eden Peygamberdir. Her resul nebidir; fakat her nebi resul değildir. Kitap gönderilen Peygambere Resul denir. Yeni din getirmeyip, önceki dine davet eden Peygamberlere Nebi denir. Peygamber Farsçadır, Resul veya Nebi anlamında kullanılır. Kur’an-ı kerimde bir Resul için, Nebi de denmesi onun Resul olmadığını göstermez. Peygamber efendimize Nebi de denmektedir. Kendilerine kitap verilen Resullerden bazıları şunlardır:
Hazret-i Musa, Resul ve Nebi idi. (
Meryem 51,
Araf 104,
Zuhruf 46)
Hazret-i İsa, Resul ve Nebi idi. (
Nisa 157,
Maide 75)
Hazret-i Hud, Hazret-i Salih, Hazret-i Lut, Hazret-i Şuayb Resul idi (
Şuara 125, 143, 162, 178)
Hazret-i Harun Nebi idi. (
Nisa 163,
Meryem 53) [Hazret-i Musa devrinde, Museviliğ tebliği etti.]
Hazret-i Yahya Nebi idi (
A. İmran 39) [ Hazret-i İsa zamanında İseviliği tebliğ etti.]
Allah’ı mahluka benzetmek
Hacılara dağıtılan kitaplarda, hem Allah hiçbir şeye benzemez deniyor, hem de iki gözü var denilerek insana benzetmeye çalışılıyor. El ve kulak hususunda da aynı hatalar tekrar ediliyor. Allah’ı mahluklara benzetmekle mücessime fırkasına dahil olmuyorlar mı?
CEVAP
Hadid suresinin,
(Nerede olsanız, O sizinle beraberdir) mealindeki dördüncü âyetini tevil edip,
ilmen beraberdir diyorlar ama, öteki ifadelere gelince,
ilmen demiyorlar, hâşâ Allah gökte oturuyor diyorlar. El, yüz, göz gibi ifadeler kullanıyorlar. Böylece Allah’ı mahluklara benzeterek müşebbihe [mücessime] fırkasına dahil oluyorlar. Her dilde teşbihler [benzetmeler] vardır. Kur’an-ı kerimde de o zamanın Araplarının anlayacağı teşbihler kullanılmıştır. Mesela buyuruluyor ki:
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.)[Bekara 18]
Herkes bilir ki kâfirler, sağır, dilsiz ve kör değildir. Burada bir teşbih vardır. Hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz ve gerçekleri göremedikleri için kör denmiştir.
Göz kelimesi ile ilgili yüzlerce deyim vardır. Birkaçı şöyledir:
Gözden düşmek: Sevgi ve itibar kaybetmek.
Göze girmek: Sevgi ve itibar kazanmak.
Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirme isteği duymak.
Göz altına almak: Nezarete almak, gözetim altına almak.
Göz altında tutmak: Gözetim altında bulundurmak.
Göz kırpmak: Teşvik etmek, tasvip etmek.
Göz kırpmamak: Hiç uyumamak, geceyi uykusuz geçirmek, tehlikelere aldırmamak.
Göz önünde tutmak: Dikkate almak, hesaba katmak, ehemmiyet vermek.
Gözünü boyamak: Yanıltmak, kandırmak.
Göz açmak: Doğmak, rahata kavuşmak.
Göz açamamak: Fırsat ve zaman bulamamak.
Görüldüğü gibi bu deyimlerin hakiki göz ile hiç bir alakası yoktur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetim birbirine sövdükleri zaman Allah’ın gözünden düşerler.) [Hakîm]
Hâşâ buradan Allahü teâlânın insan gibi iki gözü olduğu çıkarılamaz.
Hacılara dağıtılan kitapta, deyimler bilinmediği için veya üstadları öyle söylediği için Allah’ın iki gözü vardır deniyor. Delil olarak da şu âyet gösteriliyor:
(Ey Nuh, gemiyi gözlerimizin önünde yap.) [Hud 37]
Tefsir âlimleri,
(Gemiyi nezaretimiz, gözetimimiz altında yap) diye açıklamışlardır. Bu âyeti delil getirip Allah’ın iki göz var demek çok yanlış olur. Allahü teâlâ hiçbir şeye benzemez. Hiçbir âyet ve hadiste Allah’ın iki gözü olduğu bildirilmiyor. Elbette Allahü teâlâ görür, ancak iki gözü vardır, onunla görür demek yanlıştır. Dünyanın her yerinde karanlıkta, binaların içinde olanları da görür, bilir. İki gözü ile görür demek yanlıştır. Bu yanlışlıklara deyimlerin bilinmemesi de sebep oluyor.
Mesela Türkçe’ye
Ebu Turab [toprak babası], Hazret-i Ali’nin bir lakabıdır,
Ebu Hüreyre [kedi babası] diye tercüme ediliyor. Bir insana toprağın veya kedinin babası denir mi? Türkçe’de para babası deniyor, baba ile hiç alakası var mıdır? Parası çok anlamındadır. Ebu Hüreyre de kediyi sever, ona şefkat duyar, acır, iyilik eder anlamındadır. Deyimleri söylenilen kelimelerle anlamaya kalkılırsa yanlışlıklar olur. Hacılara dağıtılan kitaplar böyle yanlışlıklarla doludur. Böyle kitaplar okunmamalıdır.
CAFETUTKU.ORG
Tuhfet-ül ihvan” vehhabi kitabı
Sual: Hacılara dağıtılan, ünlü vehhabi İbni Baz’ın,sualli cevaplı Tuhfet-ül ihvan isimli kitabı ektedir. Dine aykırı yerleri nelerdir?
CEVAP
Kitabın tamamı dine aykırıdır.
Birincisi, âyet ve hadislere indî yorumlar yapmıştır. Muteber hiçbir İslam âliminden nakil yapmamıştır. Mezhepler üstü, yani mezhepsizce yazmıştır.
İkincisi, İbni Teymiye ve İbni Kayyım’ın sözlerini delil olarak almış; fakat dört imamın sözlerine ve hiçbir fıkıh kitabına itibar etmemiştir. Zaten hiçbir mezhebi kabul etmemektedir.
(Gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun) âyetini, hiç ilgisi olmayan birçok meseleye delil göstermiştir. Mesela, (Namaz kılarken önünden geçene mani olma gücün olmadığı için, hiç mahzuru olmaz) diyor. Hâlbuki fıkıh kitaplarında herkesin gelip geçeceği yere duran da günah işler buyuruluyor. Ya öne sütre koymalı veya insanların geçmeyeceği bir yere durmalı. Bir hadis-i şerifte de, (Namaza dururken sütre koyun! Geçmek isteyene mani olun!) buyuruluyor. (İbni Mace)
(Ameller niyete göredir) hadis-i şerifini de, ilgisiz yerlere delil getirmiş, niyetin düzgünse, yaptığın yanlış olmuş, önemi yok demektedir.
Üçüncüsü, kendini bütün âlimlerin üzerinde görüyor. (Âlimlerin iki görüşünden en doğru olanına göre şöyledir) diyor. Farklı ictihadlara, doğru veya yanlış diyebiliyor. İctihadın ictihadla nakzedilemeyeceğini yani iptal edilemeyeceğini bilmiyor. Birkaç örnek verelim:
1- Kitabın büyük bölümünde, kabir ziyaretine, Resulullah’tan ve Evliyadan yardım istemeye şirk denmektedir. Hatta İbni Baz, (Türbede kılınan namaz bâtıldır. İsterse kabir arkada kalsın fark etmez; çünkü kabrin yanında kılınan namaz şirke götürür) diyor. Hâlbuki kabir yanda veya arkada olursa mahzuru olmaz. Hadis-i şerifte sadece, (Kabre karşı namaz kılmayın!) buyuruluyor. (Nesai)
Kabre karşı değilse, namaz mekruh olmaz. Kıbleyle kabir arasında, perde, duvar olursa veya kabir yandaysa, namaz mekruh olmaz. (Hindiyye)
2- (Elbisesinde namaza mani olacak necaset bulunduğu halde, unutup necasetli elbiseyle namaz kılsa, (Rabbimiz unutur veya hata edersek, bizi sorumlu tutma) âyeti gereğince namazı sahih olur) diyor. Âyet-i kerime bütün unutmalara, hatalara şamil olur mu hiç? Mesela bir kimse unutup öğleyi kılacakken ikindiye niyet edip kılsa namazı sahih olmaz. Abdestsizken unutup namaz kılsa, sonra hatırlasa namazı sahih olmaz. Demek ki, bu âyeti her yere delil getirmek yanlıştır.
3- (Meşru sebeple 3 gün veya daha az bayılan, ayılınca bunları kaza eder) diyor. Hâlbuki 24 saatten çok baygın kalan kaza etmez. 24 saatten az bayılan kaza eder. (Eşbah)
4- (İki görüşten en doğru olanına göre, kazaya kalan namazları kaza etmek gerekmez; çünkü namazı kazaya bırakmak küfürdür. Kâfirse, ibadetten sorumlu değildir) dedikten hemen sonra, (Namazı kasten terk eden kimse, namazın farz olduğunu inkâr etmezse kâfir olmaz diyen çoğunluktaki âlimlerin görüşüne uyarak namazlarını kaza etmesinde bir sakınca yoktur) diyor. Görüldüğü gibi, ikisi birbirine zıttır.
5- (Namazda eller göğsün üstüne bağlanır. Göbek altına bağlamak zayıf kavildir. Elleri bağlamadan yana salmaksa, sünnete aykırıdır) diyor. Resulullah elleri yana salarak da namaza durduğu için Maliki mezhebinde elleri yana salarak durmak caizdir. Hanefiler ise, (Namazda sağ el, sol el üstüne konur, göbek altına bağlanır) hadis-i şerifine göre hareket ederler. (Ebu Davud)
Bütün Hanefi fıkıh kitaplarına göre, namazda eller göbek altına bağlanır. Mesela Hazret-i Ali, (Elleri göbek altına bağlamak sünnettir) diyor. Namazda erkek, ellerini göbeğinin altına koyar. Muhtar olan kavil budur. (Dürr-ül-muhtar)
6- (Uçaktan inince, vakit olsa da, namazı ilk vaktinde kılabilmek için, uçakta imayla kılmalı; çünkü Kur’anda, “Gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun” buyuruluyor) diyor. İnip kılmaya gücümüz yetmiyor mu? İnip namazı kâmil olarak farzlarına riâyet ederek kılma imkânı varken ne diye uçakta imayla kılınır ki? Hatta diyelim ki, öğle vakti uçakta geçse, ikindi vakti inilse, seferiyse üç mezhepten birini taklit ederek, ikindiyle birlikte cem etmeye niyet edilir. Seferi değilse, Hanbeli taklit edilerek cem edilir.
7- (Namaz kılarken üç hareketin namazı bozacağını bildiren kavil zayıftır. Hareket etmenin bir sınırı yoktur. Namaz kılanın kendine göre, bu hareket çoksa o zaman namaz bozulmuş olur) diyor. Dinin hükmünü namaz kılanın görüşüne bağlıyor. Bir rükünde üç veya daha çok hareketin namazı bozacağı Hanefi fıkıh kitaplarının hepsinde yazılıdır. Mesela Dürr-ül-muhtar kitabında diyor ki: Bir rükünde, eli üç kere kaldırmak namazı bozar. (Redd-ül-muhtar)
8- Eskiden secdeye giderken dizlerden önce ellerin yere konmasını bildirirken, bu son kitabında, Hanefiler gibi önce dizlerin yere konmasını savunarak, (Önce dizleri yere koymak sünnettir) hadis-i şerifini yazdıktan sonra, (Peygamberimiz, secdeye giderken, devenin çökmesi gibi, yere çökmeyi yasaklamıştır. Elleri dizlerinden önce yere koymak deveye benzemek olur. Dizler ellerden önce yere konmalı. Büyük âlim İbni Kayyım da böyle bildirmektedir) diyor. [Bunu bildirmemizin sebebi şudur: Türkiye’deki selefiler hâlâ İbni Baz’ı örnek alarak ellerini önce secdeye koydukları için, son durumu onlara duyurmak istedik.]
9- (Gereksiz yere öksürmek namazı bozmaz; fakat mekruhtur) diyor. Hâlbuki Hanefi fıkıh kitaplarında diyor ki: Boğazından özürsüz öksürür gibi ses çıkarmak namazı bozar. Kendiliğinden olursa bozmaz. Okumayı kolaylaştırmak için yaparsa zararı olmaz. (Dürr-ül muhtar)
10- (Her namazdan sonra tokalaşmak caiz mi?) sualine cevap olarak, (Müslümanların birbirleriyle tokalaşması sünnettir, bir mahzuru olmaz) diyor. Tokalaşmak yani müsafeha etmek sünnettir; ama her zaman değildir. Mesela namaz kılarken tokalaşılmaz. Selamı almak farzdır diye, namaz kılarken birinin selamını alamayız. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Camide her namazdan sonra birbiriyle müsafeha etmek [tokalaşmak] bid’attir. (Redd-ül muhtar istibra bahsi)
12- Bazı hadis-i şeriflerde, (Bu duayı namazdan sonra okumalı) buyuruluyor. İbni Baz da bunu, hemen selam verdikten sonra okunur zannetmiş. Mesela şu hadis-i şerifi de öyle anlamış:
(Sabah namazından sonra on defa, “La ilahe illallahü vahdehü lâ şerike leh lehül-mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okuyan, akşama kadar her çeşit zarardan korunur. Akşam namazından sonra okuyan, sabaha kadar şeytandan korunur. On sevaba kavuşur, on günahı affolur ve on köle azat etmiş gibi sevab verilir.) [Nesai, Tirmizi]
(Bunu sabah ve akşam namazından sonra selam verir vermez hemen okumalı) diyor. Hanefi fıkıh kitaplarında şöyle deniyor: Farzla sünnet veya sünnetle farz arasında konuşmak ve herhangi bir dua okumak, sünnetin sevabını azaltır. Esah olan kavilde, sünneti iade etmek gerekir. (Dürr-ül-muhtar, Tahtavi, N. İslam)
Böyle duaları, tesbihleri çekip dua bittikten sonra okumalı.
13- Buhari ve Müslim’deki, (Cemaatle namaz kılarken, imamın kıraati kendisinin kıraatinin yerine geçer) mealindeki hadis-i şerifi bildirdiği halde, (İmam arkasında Fatiha okumak farzdır) diyor. Halbuki bu husus, Şafii’de farz ise de, Hanefi’de tahrimen mekruhtur. (Halebî)
14- (Safın arkasında tek başına imama uyanın namazı hiç sahih olmaz) diyor. Hâlbuki özürsüz tek başına durmak mekruhtur, namazı sahih olur. (Redd-ül muhtar)
15- (Cemaat sevabına kavuşmak için, imamla en az bir rekât kılmak gerekir) diyor. Hâlbuki son teşehhüde, hatta secde-i sehv yapılırken yetişen de cemaat sevabına kavuşur. (Halebi)
16- (İmamın erkeklere de imam olmaya niyet etmesi farzdır) diyor. (Ameller niyete göredir) hadis-i şerifini delil gösteriyor. Bu hadis-i şerifin imamın niyetiyle hiç ilgisi yoktur. İmamın kadınlara imam olmaya niyet etmesi farz ise de, erkeklere imam olmaya niyet etmesi farz değildir. (Tahtavi)
İbni Baz yine, (Mesbuk olana uymakta mahzur yoktur) diyor. Bu da yanlıştır. Mesbuk imam olamaz. Ayrıca, bu sözü önceki sözüyle tenakuz halindedir. Mesbuk imamlığa niyet etmediğine göre, nasıl imam olabilir ki? Hâlbuki imam olmak için niyet farz diyordu.
17- (Sabah namazının sünnetini kılmadan farzını kılan kimse, daha sonra sünnetini kılar) diyor. Hâlbuki sabahın farzı kılındıktan sonra artık sünnet ve nafile kılınmaz. (Nimet-i İslam)
18- (Seferde olan yolcunun sabah namazının sünneti hariç, diğer sünnetleri terk etmesi sünnettir) diyor. Bu da yanlıştır. Yolcu müsaitse sünnetleri kılar, müsait değilse kılmaz. (Hindiyye)
19- (Tilavet secdesi için abdeste gerek yoktur) diyor. Hâlbuki abdest almanın şart olduğu bütün fıkıh kitaplarında yazılıdır. (Dürr-ül-münteka)
20- (Farz veya nafile kılarken, unutarak veya bilmeyerek konuşanın namazı bozulmaz; çünkü Kur’anda, (Rabbimiz unutur veya hata edersek, bizi sorumlu tutma) buyuruluyor) diyor. Bütün fıkıh kitaplarında unutarak da olsa, namazda konuşanın namazı bozulur buyuruluyor. (Hindiyye)
Bu âyet-i kerimeyi her unutmaya delil olarak gösteriyor. Kendi görüşüyle çelişkili olarak, (Unutarak abdestsiz namaz kılanın o namazı iade etmesi gerekir) diyor. Hani unutmak özürdü?
21- (Unutarak yapan, bilmeden yapan gibi sorumlu olmaz. Aksıran birine bilmeden yerhamükellah demek namazı bozmaz) diyor. Hâlbuki aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah demenin namazı bozduğu, bütün fıkıh kitaplarında yazılıdır. (Dürr-ül muhtar)
22- (Zenginin, yıl içinde eline çeşitli aylarda paralar geçse, eline her geçen paranın, bir yıl sonra zekâtını verir) diyor. Hâlbuki yıl içinde ele geçenlerin bir yıl beklemesi gerekmez. İlk zengin olduğu tarih önemlidir. Yılsonunda elinde ne varsa onun zekâtını verir. Sebze ve meyveyi de, aynı hükme sokmuştur. Hâlbuki bir manavın elinde bir yıl bekleyen meyve veya sebzenin bulunması imkânsız gibidir. İbni Baz’a göre manavın zekât vermesi gerekmez; çünkü (Her malın üstünden bir yıl geçmesi gerekir) diyor. Hâlbuki paranın veya ticaret malının üstünden, bir yıl geçmesi gerekmez. İlk zengin olma tarihinin üstünden bir yıl geçmesi gerekir.
23- (Faiz olarak alınan para, hayır yoluna harcanmalı) diyor. Hâlbuki haram para hayır yolunda harcanmaz, sevab beklemeden fakire verilir. Din kitaplarında buyuruluyor ki:
Haramdan sadaka verse, alan fakir de haramdan olduğunu bilerek, verene, Allah razı olsun dese veya Allah kabul etsin dese ve veren de, âmin dese, ikisi de kâfir olur. (Birgivi şerhi)
Haram olduğu bilinen belli malla cami veya başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevab beklemek küfürdür. (Redd-ül-muhtar)
İbni Baz ise, fıkıh kitaplarına aykırı olarak, haramı hayra verin diye, küfre teşvik ediyor.
24- (Damardan ve kastan yapılan iğne orucu bozmaz; fakat damardan verilen serum orucu bozar) diyor. Hâlbuki damardan yapılan iğneyle serum arasında hiç fark yoktur. Her ikisi de sindirim yoluna gider ve orucu bozar. Kastan yapılan iğne de orucu bozar. Türkiye’de İbni Baz’ın görüşüne uygun konuşup yazan olsa da önemi yoktur. Dört mezhepte de, yaraya konulan ilaç, cevfe [içeriye] giderse oruç bozulur. Şafii kitaplarında, dimağ [beyin], karın, bağırsak, mesane birer cevftir. Mesela, baştaki kemik yarılsa, buradaki yaraya konulan ilaç, cevfe yani beyne gideceğinden oruç bozulmuş olur. Şafii’de karnımıza bıçak saplansa, bıçağın ucu mideye, yani cevfe girdiği için oruç bozulur. Sağlam deriden bıçak cevfe girince oruç bozulduğu gibi, iğneyle adaleyi veya damarı yırtarak verilen ilaç, cevfe ulaşınca da oruç bozulmuş olur.
25- (Kan bağışında bulunan da, hacamat gibi kan vereceği için orucu bozulur) diyor. Hâlbuki genel kaide şöyledir: Vücuda giren şeyler orucu bozar, vücuttan çıkan şeyler, orucu bozmaz. Yani kan vermek orucu bozmaz.
26- (Tenkiye şırıngası yani lavman orucu bozmaz. Yeme ve içmeye benzemediği için, İbni Teymiye bu görüştedir) diyor; ama İmam-ı a’zam bozar diyor. İmam-ı Şafii bozar diyor; çünkü tabii deliklerden içeri su girmiş oluyor. Delil olarak (Yemeye içmeye benzemiyor) diyor. Kan vermek de yemeye içmeye benzemiyor. Niye kan vermekle oruç bozulur diyor? Kıyası da birbirini tutmuyor.
27- (Namaz kılmayanın tuttuğu oruç geçersizdir. Namaz kılmayan kâfir olduğu için, onun orucu ve diğer ibadetleri geçerli olmaz; çünkü Allahü teâlâ, “Eğer onlar Allah’a ortak koşsalardı, yaptıkları ibadetler elbette boşa giderdi [Enam 88]” buyuruyor) diyor. Âyete kendi aklına göre mânâ vererek, namaz kılmamayı şirk kabul ediyor. Bu da, Ehl-i sünnet olmadıklarını açıkça gösteriyor. Yukarıda bildirilen sebeplerden dolayı, hacılara dağıtılan kitaplara itibar etmemelidir.
Bunlar, önemsiz hususlar değildir, dinimizin emridir. Bir müslümana yapılacak en büyük kötülük, itikadını bozmak, ibadetlerini yanlış yaptırmaktır. Bunları bildirmek gücü yeten her müslümanın vazifesidir.