ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
MÜSLÜMAN KADINLARIN SAÇLARINI ÖRTMELERİ FARZ MIDIR?
Not: Kur'ân'da, kadınlar için baş örtmek diye bir farz olmadığını söyleyen, "açık şekilde, saçın görünmesi haramdır, diye bir Âyet olmadıkça saçın örtülmesi, Allah'ın emri olamaz. İslam akıl dinidir" diyen birine verdiğimiz cevaptır.
Baş da dâhil tamamen örtünmek, tarih boyunca kadınların temel hakkı ve özgürlüğüydü. Özgürlük giyinmek değil, örtünmektir. Peygamberimiz döneminde bile, Mekke müşrikelerinin başı hatta yüzleri bile örtülüydü. Peygamberimiz yeni iman etmiş kadınlardan biat alırken yüzleri dahi kapalı olduğu için, kim oldukları belli olmuyordu. O dönemde örtülü olmak hür olmanın, açık-seçik giyinmek de câriyeliğin alâmetiydi.
Allah'ın dininden bir türlü razı olamayanlara belki fayda vermez ama örtünmek isteyen bacılarımızın kafasını karıştırmayın diye, kısa bir Âyet söyleyeceğim. Teslim olmak isteyenler, "âmennâ" desin, inkâr edenler ise delili göre göre, bile bile küfrü seçsin...
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ
Yüzde doksan dokuz, Arapça bilmediğiniz varsayımıyla mealini de verelim.
Âyetin manası: "Baş örtülerini yakalarının (gerdanlarının) üzerine indirsinler." (Nûr: 31)
Humur kelimesi "hımâr" kelimesinin çoğuludur. Anlamı başörtüsü demektir. Ha, unutmadan "eşek" anlamına gelen Türkçe'den de bildiğimiz "Ha" sesiyle başlayan kelimeyle karıştırmayın; o kelime eşek, merkep demektir. Bakın bir "nokta" anlama ne kadar tesir ediyor! Siz de lütfen, noktasına kadar Kur'ân'ı bilmeden fikir yürütmeyin!
Cuyûb da "Ceyb" kelimesinin çoğuludur. Göğüs, gerdan, yaka gibi anlamlara gelir.
Yani, bu açıklamalardan sonra, Âyetin anlamı açık şekilde şöyle olur: "O kadınlar başörtülerini göğüslerinin (gerdanlarının) üzerine indirsinler (baş ve saçlarını örten başörtüleri, gerdanlarını ve boyunlarını da kapatsın.)"
Bu Âyet; kadınların baş, saç, göğüs ve gerdanlarının örtülmesini, dolayısıyla saçlarının örtülmesini emreden ve şeffaf giysilerle vücut hatlarının belli olmasını yasaklayan açık bir Âyettir.
"Bu Âyet, baş örtmeyi emretmiyor, gerdanı kapatmayı emrediyor" diyene de sorarız. Neden, başörtüsüyle, boyun ya da göğüs kapatılıyor? Başörtüsü başı ve saçı örter. Kuşak bele sarılır, pantolon bacaklara giyilir. Giysilerin kullanış amaçlarını bildiğinizi sanıyorum.
Âyet, başörtüsüyle gerdan, yaka, boyun ve göğsü kapatmayı emrediyorsa; burada cahil, yeni iman etmiş ya da dikkatsiz kadınlara karşı bir uyarı vardır. "Başınızı gelişigüzel örtmekle yetinmeyin, bu sayılan bölgeleri de kapatın. Bunun için de büyük bir başörtüsü kullanın" anlamındadır.
Bu Âyet, "Kur'ân'da baş örtmek yok" diyen münkirlerin, İslâm aleyhinde konuşmalarına İlâhî bir cevap olsun isteriz!
Siz, İslâm'a uygun şekildeki başörtülerine "türban" adı altında saldırıp da "benim büyük annem de ya da bizim yaşlı annelerimizin de başı örtülü" diyenlerin kastettikleri başörtüsünü, Allah'ın emrettiği baş örtme şekli sanmayın!
O kastedilen baş örtüleri nasıl örtü ki, saçları bile kapatmaktan âciz kalıyor? Benim pek çok akrabam, yaşadıkları bölgelerin âdetlerine göre baş örterler. Ama saçları, boyunları ya da göğüs hatları tam olarak örtülmez. Mutlaka bir kısmı açıkta kalır, hatları belirgindir. Allah böyle bir örtünmeyi yasaklamak, doğrusunu öğretmek için zikrettiğimiz Âyeti indirmiştir. Ve çok açık bir ifade kullanmıştır.
Âyetin açıklamasına devam edelim...
Yukarıdaki ifadelerimizden de anlaşılacağı gibi, kadınların sadece başlarını örtmeleri yetmez; yakalarını, gerdanlarını, boyunlarını da tamamen örtmeleri gerekir. Yani sizin anladığınız anlamda, kadınlar, boyun ya da gerdan frikiği veremez; haramdır! Bu Âyet, az önce de dediğimiz gibi, saçları örtmekle yetinen ama boynu açık kalan, göğüsleri gözüken, gerdanı belli olan ya da ara sıra açılan yeni iman etmiş kadınlara ve bilmeyenlere doğru örtünme şeklini açıklamaktadır. Tesettür sadece giyinmekle olmaz. Tesettürün anlamı örtünmektir. İsterseniz Ahzâb: 59'a bakın. Orada da evden dışarıya çıkarken, tüm vücudun nasıl örtülmesi gerektiği anlatılır. Giyilecek elbisenin tepeden yani baştan aşağıya doğru indirilen başta boyun, göğüs olmak üzere diğer vücut hatlarını açıkta bırakmayan, hatlarını belli etmeyen elbise olduğu ortaya konulur.
Ayrıca size soruyoruz: Açıkladığımız Âyetin hemen öncesindeki Nûr: 30. Âyetin ilk cümlesi...
قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ
"Mü'min erkeklere de ki: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar."
Kadınların vücuduna bakmak haramsa, açıkta bırakılması helal midir sizce?
Ayrıca Kur'ân'da, kadınlara karşı nikâh hârici şehvetli yaklaşımları Allah yasaklarken; erkekleri, kadınların fiziklerinin cazibesine bakarak günaha girmelerinden sakındırırken; kadınların yarı çıplak halde giyinmesine müsaade eder mi hiç?
Kadının, boynu, göğsü, gerdanı, kulakları, saçı vb. size göre -erkek bakışıyla- câzip (çekici) değil midir?
"Elbette câziptir", diyeceğiniz varsayımından hareketle, o halde, bunların açıkta bırakılması nasıl ma'kûl, tutarlı yani meşru olabilir?
İslâm'ı bilmeden rastgele konuşmaktan daha büyük bir zulüm olmaz, unutmayınız...
Böyle yapmanız, Allah'a, Allah'ın Âyetlerine ve Allah'ın dinine iftirâ ve bilgisiz insanlara da zulümdür.
Kur'ân'da açıkça: "Saçın görünmesi haramdır demedikçe saçın örtülmesi İlâhî bir emir olamaz" diyorsunuz! Bu nasıl sözdür. Allah bir şeyin haram olduğunu sizin istediğiniz üslupla mı belirtmek zorunda? Kur'ân'da sizin istediğiniz şekilde bir cümle göremediğinizde Allah'ın haramlarını helalleştirecek misiniz? Örneğin, Kur'ân'da kesin haram olan şeyler sayılır ama zehirin haram olduğu belirtilmez. Şimdi siz, Kur'ân'da zehir açıkça haram kılınmamıştır diye zehire helal mi diyeceksiniz! Kur'ân'ı anlamada bir metod vardır. İntihar haramsa, zehir de intihara müsebbiptir; dolayısıyla haramdır deriz. Nefse zulüm haramdır, zehirden daha etkili nefse zulüm olmaz deriz. Siz her şeyi, kendi istediğiniz cümlelerle Kur'ân'da ararken; yemek tariflerini de Kur'ân'a mı soruyorsunuz?
Kur'ân, bir meseleyi açıklamışsa, artık kabul etmemek için neden kendinizi zorluyorsunuz? "Aynen şöyle demiş mi, öyle dememişse haram olmaz" bu nasıl mantıktır? Bu din, ne senin demenle ne de ötekinin anlayışıyladır. Kıyamete çok yaklaştığımız şu anımıza kadar, tüm İslâm ümmeti Âyeti yanlış anlamış da siz mi bunu fark ettiniz? Lütfen, iyice düşünün bu yaklaşım tarzı, inkârcı bir tavırdır. İslâm teslimiyet dinidir. Her ne zaman Allah'tan gelenleri, geldikleri şekliyle kabul eder ve Allah'ın iradesine boyun eğerseniz iman etmiş olursunuz. Aksi takdirde, sizin üzerinde düşünmeniz gereken şu iki ihtimal ortaya çıkmaktadır: Ya kıyamete kadar gelmiş-geçmiş-gelecek Ashab'a ve müctehid âlimlere uyan trilyonlarca ümmet, Allah'ın helalini haram kıldığı için kâfir olmuşlar ve tamamı da ebedi cehenneme gitmişlerdir ya da siz, Allah'ın haramına helal dediğiniz için küfür içindesiniz ve bu itikad sizi ebedi cehennem azabına sürükler! Samimi duygularla, dikkat edin diyorum...
Aklını, mantığını, hevâ ve heveslerini kendisine ilâh ittihâz etmeyip, sözü dinlenilecek ilâh olarak sadece Allah'a kulluk eden ve her hususta vahyi dikkate alan tüm mü'min ve mü'mine kardeşlerimden Allah razı olsun. Mükâfatlarını ziyâde etsin.Selâmet ve hidâyet dualarıyla...
Nûr: 31. Âyetin, وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّcümlesini, aşağıdaki gibi açıklamıştır:
"Yadribne bi humurihinne alâ cüyûbihinne”
Yadribne: Salsınlar, sarkıtsınlar, vursunlar.
Bi humurihinne:Saçlarını
Alâ cüyûbihinne: Cüyuplarına
Bi-Humuri-Hinne
Bi: Sanskiritçe bir ek, besmelenin başındaki “Bi”gibi.
Humur: “Saçlar” demek, Sanskiritçe bir kelimedir, Arapça değildir.
Hinne: -ını, -unu şeklinde ektir. “Saçlar” kelimesini “saçlarını” yapar.
Bu açıklamalarından sonra, Kur'ân'da, Müslüman kadınlar için kesinlikle saç, baş örtme emri olmadığını ısrarla belirtiyor. Âyette de "onlar saçlarını cuyûblarına (göğüslerine vb) sarkıtsınlar" şeklinde bir anlam bulunduğunu belirtiyor!
Nûr: 31'deki Tahrifâta Cevap:
Aman Allah'ım, bunlar nasıl açıklamalardır! Sözde, Âyetlerin, Arapçalarından açıklama yapılıyor, ama hepsi yanlış! Arapça bilmeyen arkadaşların sakın kafası karışmasın, mealleri beğenmeyip, sözde Arapça'dan açıklama yapan arkadaşımızın, Arapça bilmediğine ben eminim! Normal bir Arapça bilen, sıradan bir Arapça talebesi bile buradaki hurafe fikirleri, Kur'ân ve Arapça adına gerçekleştirilen iftiraları ve tahrifatları anında fark eder.
Saç örtmek farz değilse, kadınların baş örtülerini nerelerine sarkıtacaklarına dair muhkem bir Âyetin Kur'ân'da yer almasına gerek var mıydı, sorusu bile bu arkadaşın açıklamalarını çürütmeye yeterli olur ama biz yine de cevap vermek istiyoruz.
Bir kere Âyetin ilk kelimesi; yadribne değil "ve'l yadribne" şeklindedir. Ve emr-i ğaibtir. Ve'l yadribne'nin kökü da-ra-be fiilidir, "bi" ve "alâ" harfi cerleriyle kullanıldığında; "bi", ismin -i halini, "alâ"da ismin -e halini verir. Yani bir şey-i bir şey-e sarkıttı, kapattı demektir. Âyetin anlamı: "Başörtülerini gerdanlarına (göğüslerine) kapatsınlar (sarkıtsınlar)" demektir. Ve'l yadribne'nin sonundaki "ne" eki; cem'i, müennes, ğâibe zamiridir. Her halükârda fiile bitişik olur.
"Humur" kelimesine "saçlar" anlamı veren bir Arap dili otoritesi varsa, söyleyin de biz de öğrenelim. Ve o adama ilmi cevap verelim. Lisânu'l Arab eserini temel kaynak alarak... Zira Arap dilinde, İbn Manzûr'un Lisânu'l Arab'ı, en temel ve en kapsamlı eserdir. Okuyabiliyorsanız, açın bakalım bu kelimeye “saç” anlamı veriliyor mu?
Humur kelimesi çoğul bir kelimedir ve Hımârkelimesinin cem'idir; başörtüsü demektir. Kitab-Kütüb veznindedir. Hımâr;Mufâa'le bâbından olanHâ-me-ra fiilinin masdarıdır. Bu kelime, "Hamr"(şarap, içki) kökünden gelir. Bu fiil (خَمَرَ يَخْمُرُ), Binâsı itibariyle "feale-yef'ulu" sîğasında birinci bâbdandır ve "örtmek, gizlemek" anlamına gelir. Peygamberimiz bir Hadiste; والْخَمْرُ ماَ خاَمَرَ الْعَقْلَ "hamr, aklı örten şey(içki)dir" (Buhâri, Eşribe, 4) buyurmuştur. Hamr, aklı örten (saklayan, perdeleyen, gideren) şey; hımâr ise saçı, başı örten ve perdeleyen şeydir. Başka anlamı varsa nerede yazıyor ve kim söylemiş, gösterin? Ben söylüyorum diyorsanız, biz almayalım. Bektaşi’nin abdestsiz namaz kılıp da "ben yaptım oldu" demesine benziyor, sizin işiniz!
Humur kelimesinin anlamını ben size yazayım. Hem sizin, hem de okuyucular için açıklayıcı bilgi olsun.
والخمر : جمع خمار وهو ما تغطى به المرأة رأسها
Âyetler üzerinde bu kadar pervasızca konuştuğunuza göre, yazdığımı harekesiz de okursunuz diye, hareke koymadım! Zira siz bırakın Arapça'yı, Sanskritçe'den bile haberdarsınız!
Anlamını biz verelim: "Humur: Hımâr'ın çoğul halidir. O da, kadının kendisiyle başını örttüğü şeydir." Başı örten şeye ne denir sizce? Tabii ki, başörtüsü denir. Başta da, saçlar bulunur. Dolayısıyla Allah, mü’mine hanımlara saçlarını örtmelerini emretmektedir.
Siz de bize bir Humur tarifi yapar mısınız? Arapça, Sanskritçe ya da Türkçe fark etmez. Yeter ki kaynağı olsun! Bu kelimenin Sanskritçe olduğunu neye göre söylüyorsunuz? Arapça'da "saç" anlamına gelen kelimenin "şa'r" olduğunu söylemişsiniz ve "bu kelime, Arapça değil" demişsiniz! Yani demek istediğiniz şey, bu Âyette "saç" kelimesi geçmediği için, "saç" örtme emri de yok, diyorsunuz. Buna gerekçe olarak, birebir "saç" anlamını ifade eden kelimenin olmadığını söylüyorsunuz, bu iddianız, Arapça'yı bilmemenizden kaynaklanmaktadır. Diğer bir iddianız da, "şa'r" kelimesi "saç" anlamına gelen bir kelime olduğuna göre, o kelime de burada yok şeklinde sathî (yüzeysel) bir yaklaşım ortaya koyuyorsunuz! Oysa bu yaklaşımların ne kadar yanlış olduğu erbâbınca ma'lûmdur!
Arapça'da elfâz-ı müterâdife (anlamdaş) yani lafızları farklı ama anlamları aynı olan kelimeler vardır. Aynı şekilde elfâz-ı müştereke (sesteş) yani lafzı tek ama anlamı çok olan kelimeler de vardır. Yani bir anlamı ifade etmek için lafızları birbirinden farklı olan birçok kelime de bulunabilir, tek bir lafız birçok farklı anlamları da ifade edebilir. Bu durum, meselenin diğer yanı! Bu bahsettiğimiz durum Kur'ân ve Hadislerde de sıkça geçmektedir. Bundan dolayı da, bu mesele, Usûl ilminin önemli mevzularından birisidir. Biz asıl mevzuumuza devam edelim...
"Bi" harfinin Sanskritçe'de bir harf olduğunu söylemekle bir ilk olmaya mı çalıştınız? Arapça bilenler varsa, onları, “bu kelime Sanskritçe” diyerek mi susturmayı düşündünüz? Bu harfe, harf-i cerr denir ve isimlerin başına gelir, sonlarını kesre harekesine çevirir. Vad' diye bir ilim vardır ki, o ilme göre; harflerin anlamları ve kullanıldıkları yerlerde ne anlam taşıdıkları ele alınır ve ilim talebesine öğretilir. "Bi" harf-i cerrini de, Sanskritçe ilan ettiniz ya? Size ne diyebiliriz ki, çok ilginç fikirler taşıyorsunuz.
"Alâ cüyûbihinne" kelimesine anlam bulamamışsınız sanırım, cuyûplarına demişsiniz! Arapçayı Arapçayla mı anlamlandırıyorsunuz? "Âlâ"harf-i cer ve "üzerini, üzerine" anlamına gelmektedir. Cuyûb kelimesi isim olduğu için de "Âlâ cuyubihinne" derken kelimenin sonunu yani "ba"harfini kesre yapmıştır. Yani Türkçe'ye göre söylersek "i" sesi verdirmiştir.
Cuyûb kelimesi ceyb kelimesinin çoğuludur ve göğüs, yaka, gerdan anlamlarına gelir.
"Hinne" yani cuyubihinne'nin sonuna bitişen muttasıl (bitişen) zamir'in hinne şeklinde okunmasının nedeni kelime başındaki harfi cerr denen alâ'dır. Aslı hünne'dir.
"Hinne : -ını, -unu şeklinde ek" demişsiniz!
Bilakis, "hünne"; cem'i, müennes, ğâibe zamiri (çoğul gaip kadınlar zamiri)dir ve "onlar" anlamındadır. Alâ cuyubihinne'ye kırık mana verirsek "o bayanların göğüslerinin üzerine" demektir. Anlamı toparlarsak, "göğüslerinin üzerine" şeklinde, sondaki zamiri ismin içine derc ederiz. Belağatta da bir kaidedir bu. "Onların kalemi" demeyiz, "kalemleri" deriz.
Bu açıklamalardan sonra, Âyetin doğru anlamı anlaşılmış olmaktadır. Sizin de takdir edeceğiniz gibi, Âyetten; "saçlarını, göğüslerine ya da boyunlarına sarkıtsınlar" gibi ilme zıt olduğu kadar, mantığa da zıt bir mana çıkmaktadır. Bu, yaklaşım tarzı tam bir mantık çıkmazıdır! Bu durumda, saçları, göğüs ya da boyun üzerine sarkıtmanın amacı nedir? Amaç, göğüsleri kapatmak ise, neden bu işlevi tam gören bir örtü emredilmesin? Emrediliyorsa -ki emrediliyor-, bu durumda baş örtüsüyle ya da başı örten geniş bir örtüyle göğüs, gerdan, boyun ve yakayı kapatmayı emreden Allah, aynı zamanda o başı örten örtüyle, Müslüman hanımlara, saçlarını da örtmelerini emretmiş olmuyor mu?
“Müslüman kadınların saçlarını örtmeleri farz mıdır?” başlıklı yazımızı da okuyun, lütfen.
O yaptığımız açıklamalar üzerinde bütün ümmetin icmaı vardır ve aksini iddia etmek ise küfürdür.
Bir de açıklamalarımızı okurken bunları bir tartışma ya da bir mücadele gibi değerlendirmezseniz sevinirim. Zira benim ne öyle bir amacım, ne de niyetim var. Aksi takdirde, haksızlık etmiş olursunuz.
Bu açıklamaları, bir yanlış karşısında, hakkı açıklama olarak görünüz. İnşâAllah, yanlışlarınızı görmenize vesile olur.
NOT 1: Bu açıklamamızdan sonra, en baştaki açıklamaları yapan arkadaşımız, hatalı olabileceğini kabul ederek, gayet iyi niyetle soru sorduğunu, öğrenmek için araştırma yaptığını belirterek, teşekkür etti ve iyi dileklerini sundu. Biz de, iyi niyetinden dolayı teşekkür ediyoruz ve kendisine, bu konunun hakikatini anlaması için Allah'tan hidâyet diliyoruz. Âmin.
NOT 2: Bazı kimseler bu Âyette geçen “baş örtülerini yakalarının üzerine indirsinler” beyanından maksadın, câhiliyye döneminde âdet olan “göğüs ve gerdanları açıkta bırakarak giyinme alışkanlığı”nı ortadan kaldırmak olduğunu söylemektedirler. Yani bu kimselere göre, bu Âyet, göğüs dekoltenizi kapatın, şeklinde bir anlam ifade etmekteymiş! Bu düşünce şekli, eksik olduğu gibi büyük bir tahrifâttır! Zira Allah, gerdan, göğüs, boyun vb. bölgelerin “humur” denen bir örtü ile kapatılmasını emretmiştir. Amaç sadece göğüsleri kapatmak olsaydı, elbiselerden ayrı olarak başka bir örtü ile o bölgenin kapatılması değil, giyilen dekolteli elbiselerin daha kapalı ve tesettüre uygun olması emredilmekle iktifa edilirdi. “Göğüslerin, humur (baş örtüler) ile kapatılması gerekir ama saçlar açıkta kalabilir” diyenler, bu iddialarıyla, sağ kulaklarını sol elleriyle, sol kulaklarını da sağ elleriyle göstermeye çalışan kimselerdir. Oysa Rabbimiz, büyükçe bir baş örtüsü ile hem başı, saçı hem de göğüs, gerdan, yaka, boyun gibi o bölgedeki tüm hatları tam olarak kapatmayı ve o bölgelerin dar, şeffaf ve sıkı bağlanmış olmamasını emretmektedir. Allah’ın muradını kavrayamayan kimselerin dediği gibi, saç örtmek ve tam anlamıyla tesettüre girmek gerekmeseydi ve dahi İslâm’ın emri yalnızca açıkta kalan göğüsleri bir örtü ile kapatmak olsaydı; bu durumda –az önce de dediğimiz gibi- Allah’ın bir örtü ile göğsü kapatmayı emretmesine gerek kalmaz, göğüslerle beraber “tüm vücudu saran daha münasip bir elbise giyin” derdi. Böyle demediğine göre, baş üzerinden gelen örtünün başka görevleri de vardır ki, o da en başta saçları, sonra boynu, yakayı, sonra da göğüsleri tam olarak, en güzel şekilde kapatmaktır.