Kuvay-ı Milliye Vahdettin’in eseri midir? Milli Mücadeleyi Kim Başlattı?M. Kemal Milli Mücadele’ye neden katıldı?
Şimdi bu başlıkları ve diğer konuları izah etmeye çalışacağım,iyi okuyun tamam mı ?
Vahdettin, Mustafa Kemal’i müthiş yetkilerle donatarak ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya gönderir. Padişah’ın arzusu, Anadolu’da halkın başlattığı Milli Mücadele’nin düzene sokulmasıdır. Mustafa Kemal, kendisine verilen yetkilere dayanarak valilere bile emir verebilmektedir. Devletin kasasında bir kuruş yokken, Mustafa Kemal’in altına Bandırma Vapuru verilir. Mustafa Kemal Samsun’a hareket etmeden önce Padişah Vahdettin’i ziyaret eder. Burada biz susalım, tarih devam etsin!
Vahdettin ve İstanbul hükümeti daha önce Cafer Tayyar Paşa’yı Edirne’ye, Ali Fuat Paşa’yı Ankara’ya gönderdikten sonra üçüncü büyük kozunu oynamış ve Karabekir Paşa’yı Erzurum’a tayin ettirmeyi başarmıştır. Böylece direnişin Edirne, Ankara ve Erzurum ayakları tamamlanmış, sıra bunları toparlayacak ve organize edecek bir genel müfettişliğe gelmiştir ki, bir ay sonra bu göreve olağanüstü yetkilerle padişahın yaveri olan Mustafa Kemal Paşa atanacak ve 15 Mayıs 1919 günü yine Vahdettin’le görüştükten sonra dördüncü ve merkezÎ ayağı oluşturmak üzere Samsun’a doğru yola çıkacaktır.
“Eğer son Osmanlı Padişahı Vahdettin olmasaydı, İstiklâl Harbi olmayacaktı.”Bu iddiayı (bu kitapta) tam bir fikir namusuyla ana tezimiz olarak başa alıyor ve en ince teferruatına kadar ispatını boynumuza borç biliyoruz.” Bütün bu anlatılanlardan çıkan sonuç şudur: Resmî tarihin yazdığı gibi Sultan Vahdettin vatan haini değildir. Osmanlı sultanları içinde hataları, kusurları, günahları olanları olmuştur. Ancak vatan haini, namus düşmanı ve dinsizi asla olmamıştır.
[Necip Fazıl Kısakürek, Sultan Vahidüddin, sh.157, Büyük 4.Basım, 2012]Mustafa Kemal, Sultân Vahidüddin Hân’ın hem şehzâdeliğinde ve hem de padişahlığında yaverliğini yapmış bir Osmanlı subayıdır.
[Murat, Bardakçı Şahbaba, Osmanoğullarının Son Hükümdarı VI. Mehmed Vahidüddin Han’ın Hayatı, Hatırları ve Özel Mektupları, İstanbul 1998, sh. 413, 416]Padişah’ın izni ile İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, işgal altındaki İstanbul’dan çıkış vizesinin ingiliz imzası taşıması neyi kanıtlar? [Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 20 Mayıs 1991]
Mustafa Kemal Paşa’yı yanında 19 kişiyle birlikte Samsun’a gönderen bir padişah.
“Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya teşkilat(kuva-i milliye) yapması için 40.000 altın vermiştir. Bu paranın önemli bir kısmı, eskiden beri beslediği değerli yarış atlarını satmak suretiyle el etmiştir.[Nihal Atsız Türk Ülküsü]
Yunan’ın İzmir’e çıkartılması ve bundan dolayı bir “Milli Mücadele” ihtiyacının doğması, M.Kemal’e bu vazife verildikten sonra Perapalas’ta (ingilizlerle)olan birtakım gizli pazarlıkların eseridir ki bunun izah edileceği yer burası değildir..Sultan Vahideddin bununla da kalmamış “bu iş için lüzumlu parayı da şahsi atlarını satarak” temin etmiştir. Çok iyi bir binici olan Sultan Vahideddin, gayet kıymetli yarış atları beslerdi. Bu suretle elde edilen 40 bin altını M.Kemal Paşa’ya vererek.[Nihal Atsız Türk Ülküsü-İstabul 1956, s.86]
400 bin altın lira;M.Kemal Paşa bizzat itiraf ediyor. Aydın Cephesinin ihtiyacı için kullanılmak üzere “Donanma Cemiyeti”nin elinde bulunan paralardan 400 bin lira talep etmiş, İstanbul Hükümeti de bu isteği yerine getirmiştir. [Mustafa Kemal: Nutuk Ankara 1927, s.206 ]
Anadolu’yu istila eden Yunanlılara mukabele (karşılık) için mümkün ve mahrem(gizli) vasıtalarla Anadolu’ya memur eylediğimiz yaverlerimizden Mustafa Kemal’in ihaneti ve bize karşı takındığı isyankar tavrı karşısında kalmıştım.Bununla beraber aziz vatanımın menfaatleri için Kuvayı Milliye’nin sonradan şekil ve mahiyetinin değişeceği hususunda bende meydana gelen fikir ve kanaatlerime rağmen, yine fedakârlık mesleğini tercih ve takip eyledim. Sırf bu sebep ve hikmet ile, milli davalara itaatkar kabineleri iktidara getirdim ve senelerce Kuvayi Milliye’ yi takviye ettim ve gelişmesi için çalıştım..(En sonunda bana cephe alacaklarından emin olduğum halde, vatanın kurtuluşu için yine de Mustafa Kemal ve arkadaşlarına destek verdim demek isteniyor)
[Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Bilinmyen Osmanlı 299.-300.-301.-302]Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağına dirseğini dayamış olduğu bir masa, üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine parelel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuş! Manzarayı görmek için başımız sağa sola çevirmek yeterliydi. Vahdettin, unutamayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. (Elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti:) tarihe geçmiştir’. (O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım.) ‘Bunları unutun’ dedi. ‘Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir; Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!”M.kemal
Sonuç; “Vahdettin elbette hain değildi. Dünyanın en namuslu adamlarından biriydi. Öldüğünde yatağının altından parasızlıktan alamadığı ilaç reçeteleri çıkmıştır…”Falih Rıfkı Atay
[Kemalist -Tarihçi -Falih Rıfkı Atay’ın hatıraları]Mehmet Vahdettin Han, Anadolu’da Milli bir kuvvet hazırlamayı düşünmüş ve bu kuvveti meydana getirmek için yakınında bulunanların telkini ile yaverlerinden Mustafa Kemal Paşa’yı geniş bir yetki ve özel bir talimatla galip devletlerin İstanbul’da bulunan temsilcilerin bilgisi dışında gizlice Anadolu’ya göndermiştir”
[Mevlanazade Rıfat-Türkiye İnkılabının İçyüzü]Suriye’deki ordusunu yüzüstü bırakıp, İstanbul’da şehzade Vahdettin’e yalakalık yapan bir adam!
Mustafa Kemal, hem 7. Ordu, hem tekrar tayin edildiği 2. Ordu kumandanlıklarını reddedip İstanbul’a döndüğü zaman. İşte bu sırada Mustafa Kemal, Vahdettin ile Almanya’ya gider.
[Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt 1, sayfa 341]Vahdettin han Kâzım Karabekir Paşa’yı kabul edip de bütün ümitlerin genç paşalarda olduğunu söyledikten sonra, Anadolu’ya daha kimlerin gönderilmesini tavsiye edebileceğini sormuş; Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa’nın adını söyleyince, zaten kendi yaveri olan Mustafa Kemal Paşa’ya büyük güveni olduğu için, onu huzuruna çağırıp konuşmuş ve Anadolu’ya gidip teşkilât kurması için kendisine 40.000 altın vermiştir.
[Ali Fuad Türkgeldi Görüp İşittiklerim]“Ümidimiz sizdedir” ve “devleti kurtarabilirsiniz” Vahdettin Evvela, şunu belirtelim ki , veliahdlığı zamanında beri tanıdığı M.Kemal Paşa’ya itimad etmek ve işgal kuvvetlerini aldatıp, gözlerini boyayacak sun’i bir memuriyet ihdas eylemek suretiyle onu Anadolu’ya bizzat Sultan Vahideddin göndermiştir. Üstelik M.Kemal Paşa bu sırada Anadolu’ya gitmeyi değil, kabineye (milletveekili) girmeyi düşünüyor ve bunun için çalışıyordu.
Cafer Tayyar’ın [Eğilmez] Birinci Kolordu Kumandanı olarak Edirne’ye, Ali Fuad’ın [Cebesoy] Yirminci Kolordu Kumandanı olarak Ankara’ya gidişlerini ayaküzeri Mustafa Kemal’le görüştük. Yavaş bir sesle:- Sen Erzurum’a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel mesned noktası teşekkül ediyor, dedi.”
Vahdettin Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya milli mücadeleyi başlatması için gönderdi.
“Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.
“Paşa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu işler anca Anadolu’da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana Anadolu’da teşkilat kuracak, memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek Paşaların bir listesini yapıp getirin.”Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim.(1) Fevzi Çakmak
Mareşal Fevzi Çakmak: “Ben Vahdeddin’i vatan hâini kabûl edemem!(2)
[1,Son Bozgun, cilt: 1, S. 134-135-2;N.Fazıl Kısakürek, Sultan Vahidüddin, s.193.]Refet (paşa) bele Milli mücadeleyi başlatan meşhur 5liden biridir Diyor Ki;
19 Mayıs 1919’da M.Kemal’le beraber Samsun’a çıkanlardan biri olan General Refet Paşa Sultan Vahdettin hakkında şunları söylemektedir:“Şu İtalya’da sürülen Vahdettin’in encamına bak! Bu talihsiz hükümdar, vatanını kurtarmak için elinden geleni yapmış, amma sonunda kimseye yaranmamış olarak şöyle dursun, ismi vatan hainine çıkarılmış bir bedbahttır. Ben O’nu M.Kemal’i bu işe sevk ve teşvik eden adam olduğunu yakından biliyorum. Elbette bu hakikat gerçek tarih) bir gün tarihe intikal edecektir.”
Padişah/Vahdettin ile vedalaşma sırasında Padişah Vahdettin elini bir tarih kitabına basarak bir takım cümleler sıralar:“Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete birçok hizmetler ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutma! Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa! Devleti kurtarabilirsin.
Milli Mücadele’yi açmak üzere bunca paşa arasından (M.kemal’i) seçip Anadolu’ya gönderen Vahdettin’dir.[Cemal Granda -hatıratı]
Anadolu’da bir “İstiklâl Savaşı”başlatmak üzere, eldeki işe yarar subayların listesini Genelkurmay Başkanı’ndan talep eden O… İstanbul’dabir takım siyaset ve iktidar oyunlarına dalmış bu subaylarla görüşerek,onlara İstanbul’da bir istikbâlin bulunmadığınıve mücadele merkezininAnadolu olduğunun gongunu çalarak uyanmalarını sağlayan, onları Anadolu’yagitmeye ikna eden O… Veonlara Anadolu’da bir takım göstermelik vazifeler vererek İstiklâl Savaşı’nı örgütlemek üzere Anadolu’ya gönderen O…”Vahidüddin Hân, bu plânı uygulayabilmek adına Anadolu’ya gönderdiği subaylar eliyle örgütlenen Kuvay-ı Millîye’ye olanca desteğini vermektedir. Mustafa Kemal Paşa’ya bu konuda önderlik etmesi için yüklü miktarda para yardımı yapan o…
[Vatan Haini Değil, Vatan Dostu Sultan Vahidüddin” Necip Fazıl]Sultan Vahdettin, İttihat ve Terakki’den kurtulmak istiyordu. Bu konuda çalışmalar yaptı. Atlarını, değerli bir mücevher kutusunu sattı. Bu parayla, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdi. Bu açıklama birilerini rahatsız edecek. “Nutukt’ta böyle yazmıyor” diyecekler. Nutuk bir yorumdur. Ancak Atatürk’ün Anadolu’ya çıkışı böyle olmuştur. [Teyzem Latife Hanım ]
‘Osmanlı’nın son padişahı Sultan Vahdettin’in hain değildi ve Milli Mücadele’ye destek verdi’ ne kadar zor koşullar altında padişahlık yaptığını biliyorum. Ülke işgal altındaydı. Ordusu kalmamış. Bu koşullar altında bile bir çok önemli iş yaptı. [Bülent Ecevit -Osmanlı Tarihi]
Atatürk, Vahdettin’in yaveridir. Birlikte Berlin’e gittiler… Genelkurmay’ın, Atatürk ve Vahdettin’in telgraflarına yer veren yayını vardır. O kitapta Atatürk, Nutuk’ta yazdıklarından farklı şeyler söylüyor.Vahdettin, İngilizlere başvuru yazısında İngiliz devletine sığınmak istediğini belirtiyor. Ben olsam yazmazdım. Ancak yine de ihanet etmek çok farklı bir şey.[Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu (Türk Tarih Kurumu Başkanı)]
Mustafa kemal’i Anadolu’ya Sultan Vahdettin’in gönderdi.
[Ahmet İzzet Paşa,“Feryadım S.214]
Mustafa Kemal’ii Vahideddin Han görevlendirmiştir.[Murat Bardakçı]
“Anadolu’da kurtuluş hareketi başlatmak için Osmanlı Genelkurmayı Erenköy’de günler süren toplantı yapıyor. ‘Kimi bu işle görevlendirelim’ tartışması yapılıyor. Burada çıkan isimlerden biri Mustafa Kemal. Neticede karar Mustafa Kemal lehine veriliyor. Bunu 19 Mayıs’tan 3 ay önce söylüyorlar. Heyet Vahdettin’e giderek kararı iletiyor. Mustafa Kemal’in cumhuriyetçi olduğunu, saltanatı yıkıp kendisini devirebileceğini de söylüyorlar. Vahdettin ise ‘Vatan ve millet tehlikede. Vatanım kurtulsun da kim neyi kurarsa kursun. Getirin Mustafa Kemal’i görüşmek istiyorum.’ karşılığını verir.”
[Prof. Dr. Ahmet Akgündüz-Bilinmyen Osmanlı]Kuvay-ı Milliye Vahdettin’in eseridir.
‘Kuva-yı Milliye ve Büyük Millet Meclisi sevgili Padişahımızın (Vahdettin’in) emirleriyle kurulmuştur.’
Kazım Karabekir
Kuvay-ı Milliye bir şahsın değil, bir milletin eseridir. Bu milletin içinde Sultân Vahidüddin de vardır. Sultân Vahidüddin vatan hâini değil; vatanın istiklali için tacını ve tahtını terk eden bir vatanperverdir.Mustafa Kemal ile Sultân Vahidüddin defalarca özel olarak görüşmüşlerdir. Bunun üzerine Sultân Vahidüddin, 6 Mayıs 1919 tarihli Mustafa Kemal’in yetkilerini belirten Tâlimat hemen yayınlanmıştır. Bandırma Vapuruna Mustafa Kemal ile birlikte kimlerin bineceği tesbit edilmiş ve bunların vizeleri temin edilmiştir. Bütün bunlar, Sultân Vahidüddin’in emriyle olmuştur.Her türlü masraf, Padişahın özel imkânları ve gizli ödenekten karşılanmaktadır.Anadolu’yu istila eden Yunanlılara mukabele için mümkün ve mahrem vasıtalarla Anadolu’ya memur eylediğimiz Yâverlerimizden Mustafa Kemal’in ihâneti ve bize karşı takındığı isyankâr tavrı karşısında kalmıştım. senelerce Kuvay-ı Milliyeyi takviye ettim ve gelişmesi için çalıştım. İslâm’ın hizmetkârı ve yahut yıkıcısı olanların teşhir ve tayin edileceğini temin eylerim”.
Samsun’dan bir güneş gibi doğdu, Erzurum ve Sivas kongrelerini topladı… (Yalandır! Kongreleri o toplamamış, zaten toplanacak olan ilk kongreye katılmış ve ( Erzurum Kongresini, M. Kemal Paşa, daha Erzurum’a gelmeden Karabekir Paşa hazırlamıştır. Rauf Orbay’ı ve Mustafa Kemal’i Kongreye üye olarak (zorla) kabul ettiren Karabekir Paşa’dır. Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey’in M. Kemal Paşa’ya “Kordonunu ve üniformanı çıkar da gel. Diktatörlükten (tek partiçilik) korkarım” itirazını Karabekir Paşa önlemiştir..
Mustafa Kemal’i güçlü kılan padişah buyruğudur.
Şimdi size bazı önemli bilgiler vereceğim. Şu komutanlar; Fahrettin Altay, Bekir Sami Günsav, Kâzım İnanç, Cafer Tayyar Eğilmez, Ali Fuat Cebesoy, Kâzım Karabekir, Kazım Fikri Özalp, Mehmet Kazım Orbay, Mehmet Emin Koral, Ali İhsan Sabis, Sakallı Nuri … Rütbe seviyeleri ya Mustafa Kemal’le aynı ya da daha yüksektir. Acaba yurdu kurtaracak güç sadece Mustafa Kemal’de midir? Tabi ki değil. Onu güçlü kılan padişah buyruğudur. Erzurum’da iken Kazım Karabekir diyor ki: Onu tanıyan dahi yoktu. Bunu kimse inkar edemez. Ulu Hakan’ın kızı Şadiye sultanımız diyor ki bu kadar imtiyaz Köprülü ailesine bile verilmemişti. Mustafa Kemal hatırlayacak olursanız Almanya gezisinde Vahdettin hanın yaveriydi. Bu gezi boyunca Padişhamızın ağzına herhalde iyi bal sürmüş ki Vahdettin Han Mustafa Kemal’i hanedana bağlı sanmış, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir’in uyarmalarına rağmen ısrarla onu seçmek zorunda kalmıştır. Burada biraz kadere de değinmek lazım. Mustafa Kemal hiç bir zaman büyük bir orduya hükmetmemişti. Yıldırım ordu grup komutanlığını 1 ay bile sürdürmemişti ki Mondros imzalanmıştı. Ermeni olaylarında gene parmağı yoktu. Enver’den paşalık ünvanını almış ama bunu uygulamaya koyup emir erlerine emir dahi verememişti. Yani hiç bir olayda aktif rol almaması onun çok işine yaramıştır. Tabi bunların üstüne İttihatçilerden Vahdettin Han’ın nefret ettiği gerçeğini de ekleyebiliriz. Mustafa Kemal İttihatçimiydi? Evet, ama faal değildi. Vahdettin Han Mustafa Kemal’in gerçek niyetini oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendiyi İnebol’dan geri gönderdiği gün anlamıştı. Mustafa Kemal’in tabiriyle Vahdettin salak biri değil, son derece akıllı biriydi. Ömer Faruk Efendi’nin sırtlanacağı bir başarıyı tabi ki Mustafa Kemal istemezdi. Bu yolda kimleri kimleri geri plana atmamıştı ki ? Şehzadenin geldiği gün Vahdettin Han durumu anlayacaktı. Ayrıca Mustafa Kemal Samsun’a indiği gün Ruslarla padişahtan habersiz anlaşma yapmış, kısacası 40 bin altın yardımla Anadolu’ya yollanan kuş kafesten çıkmıştı. Bu durumda bir de halkla savaşmak istemeyen Vahdettin Han danışıklı dövüş tercihini seçmişti. İdam fetfalarının gerçek amacı ise Kurtuluş savaşının duyurulması ve geniş bölgelere haberin ulaşmasıydı. Konya’nın o yıllarda savaştan bihaber olduğu biliniyor. Oysa padişah fermanı almak bile Mustafa Kemal’e bir muhattaplık havası vermiştir. Olayları bu şekilde değerlendirmek tarihi gerçeklere bağlılığın gereğidir. Yani Mustafa Kemal tarihi rolünü oynamıştır, bizim varlığımızın yegane sebebi değildir. Çünkü gerçekte kaybedilmekte olan hiç bir savaşı kendi başarısı ile çevirmemiştir, fevkalade bir başarısı da yoktur.
[Üstad-ı Tarih]Dipnotlar; 1;Ali İhsan Sabis – Hatıralar 2;Rıza Nur – Hayat ve hatıratlarım Kazım Karabekir – İstiklal Harbimizin Esasları 3;Rahmi Akbaş – Fevzi Çakmak 4; Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98. 5;Cemal Granda – Hatıra Defteri Son Posta, 4 Haziran 1931 6;Çerkes Ethem’in Anıları – Dünya Yayınları 7;Milli Mücadele Hatıraları –Ali Fuat Cebesoy 8;Cumhuriyet Gazetesi – 28 Kasım 1925 9;E.J. Zürcher – Milli Mücadelede İttihatçılık
M. Kemal Milli Mücadele’ye neden katıldı?
M.Kemal Paşa’nın huzuruna kabul edilişinden bir iki saat sonra Başyaver Naci Paşa (Naci Eldeniz) yaverler odasına geldi ve haykırdı: “Hünkar (Vahideddin) M.Kemal Paşa’yı ikna edebildi!.. Bu haykırış kelimesi kelimesine kulaklarımdadır. ‘İkna’ tabiri yerindedir. [Necip fazıl.Kısakürek: a.g.e – s.154]
M. Kemal Paşa, itilâf Devletleriyle başa çıkamayacağımızdan millî mücadeleye taraftar değildi. Benim (tek dağ başı mezar oluncaya kadar ya İstiklal, ya ölüm) teklifime delilik diyordu.
Anadolu’ya bizzat Sultan Vahideddin göndermiştir. Üstelik M.Kemal Paşa bu sırada Anadolu’ya gitmeyi değil, kabineye (milletvekili) girmeyi düşünüyor ve bunun için çalışıyordu.[Kazım Karabekir -İstiklal Harbi’nin Esasları-İstanbul 1960, s.18]Sultan Vahideddin M.Kemal Paşa’yı Anadolu’ya göndermek için çok uğraştı ve “ısrarla ikna edebildi.[Mustafa Sabri -İlim ve akıl 1950 c.1 sh. 468]
M.kemal paşa Anadolu ya gitmeden Istanbul Perapalas Oteli’nde İngilizlerle Hilafeti yıkmak hususunda anlaşmış ve inkılapları yapmak hususunda mutabık kaldı.İngilizler bu anlaşma sebebiyle Yunanlılar’ a İzmir’e çıkma müsaadesini verdiler!.. Böylece hem Padişahı hem de milleti aldataraak asıl maksad ve hüviyetini gizledi. (1) Mustafa Kemal Anadolu’ya geçmeden önce Pera Palas’ta İngiliz yetkililerle görüşüp halifeliğin kaldırılacağı anlaşmasını Lozan’dan önce yapmıştır. (2)
Yunan’ın İzmir’e çıkartılması ve bundan dolayı bir “Milli Mücadele” ihtiyacının doğması, M.Kemal’e bu vazife verildikten sonra Perapalas’ta (ingilizlerle)olan birtakım gizli pazarlıkların eseridir ki bunun izah edileceği yer burası değildir..[Nihal Atsız Türk Ülküsü-İstabul 1956, s.86]
Mustafa Kemal Samsun’a indiği gibi Ruslarla habersiz görüştü. Vahdettin Hanın oğlu Şehzade Ömer Faruk efendiyi İnebol’dan geri yolladı. Şehzadenin amacı Kurtuluş Savaşına hizmetti. [1;Ali Fuat Türkgeldi – Görüp İşittiklerim 2;Nihal Atsız – Makaleler 3;Kadir Mısıroğlu – Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahidler]
İngilizler; “Mustafa Kemal’i tutmayı uygun bulmuşlardır. Bu dönüş İngiliz siyasetine, bir yeni Yunan Zaferi karşılığında Musul’u ,(petrol bölgelerini) ve diğer İngiliz çıkarlarını kazandırdığı gibi;
“İngilizlerde bundan sonra Kuvayı Milliye ile anlaşamaya kalkan İstanbul hükümetlerine zorluk çıkarırlar. Buna karşı Padişahlık- Halifelik müessesesini tutacak güçleri de çökertirler(Millet Meclisini basıp Ankara/Anadolu’ya kaçırmak)Savaş sonrası bütün anlaşmalar Osmanlılık ve Halifelikten vazgeçme esasına göre hazırlanıp bağlanır. Çekişme bu iş için verilecek garantilere göre yapılır.(Lozan-Musul meseleleri-Osmanlı borçları v.b.) (Sf: 197)“İngilizlerle fikir ve amaç birliği yapanlar Padişahı İngilizcilikle suçlamışlar-tıpkı 31 Martı kendileri hazırlayıp Abdülhamit’e maledenler gibi- Ali Kemal’i linç ettirerek ve el altından Vahdettin’e hayatınız tehlikede, aynı sonuca uğrayacaksınız diyerek Padişahı İngilizlere sığınmaya zorlamışlardır. Bu zorlayış İngiliz işbirlikçilerinin iz örtmesidir (S.198)İngilizlerin mütarekede Halife’den yana olmaları da bir yalandır. İstanbul’un sonuna kadar askeri baskı altında tutulurken, Ankara’ya karşı hiçbir baskı gösterilmedi. (S.93)“Kemalistlerin İngilizlerle hatta Ruslarla anlaşma şartlarının onlar tarafından tutulup tanıtma pazarlığının başında, Osmanlılıktan ve Halifelikten vazgeçmek bedeli vardır. Kemalistler bu bedeli karşılıksız hatta üste vererek ödemişlerdir.(s.194) İngilizler; “Mustafa Kemal’i tutmayı uygun bulmuşlardır. Bu dönüş İngiliz siyasetine, bir yeni Yunan Zaferi karşılığında Musul’u ,(petrol bölgelerini) ve diğer İngiliz çıkarlarını kazandırdığı gibi, Nitekim Anadolu savaşının belli başlı dönemeçlerinde ve dayanaklarında çok önemli İngiliz ajanının bulunması da rastlantılarla açıklanamaz.İngilizler bilhassa askeri olaylarda, kurtuluş savaşçılarına hiçbir yerde esaslı bir zorluk çıkarmamışlar, her yerde silah atmadan geri çekilmişler…(S.91-92)
[Kemal Tahir- Çöküntü s.197.198,93,194,91,92]Daha fazla bilgi için şu linklere bakabilirsiniz;
İngiliz Valisi M.kemal ;M.kemal Anadolu’dan sorumlu (yahudi) mason (merkezli)bir askerdi?
Daha fazla bilgi için şu linklere bakabilirsiniz;http://yakintarihimiz.org/ingiliz-valisi-m-kemal.html
Milli mücadele dönemi paşalarının ( ve kuvamilliyeciler)son yılları ve onlara yapılan haksızlar;Tüm Linkler ;
M.Kemal olmasaydı Yunan Harbi 2,5 senede değil, 6 ayda biterdi(!?) Yörük Ali Efe,Demirci Mehmet Efe , Çerkez Ethem ve (kuvamilliyeciler) Ricataya (geri kaçma-geri çekilme) razı olmamıştır.
Bandırma Vapuru’yla Anadolu’ya açılan Mustafa Kemal, habersiz bir kaçışla değil, İngilizlerden alınan vizeyle resmi bir görevle ayrılıyor İstanbul’dan.Anadolu’ya gidecek kişinin M. Kemâl olmasını İngilizler istedi! Peki Neden? http://yakintarihimiz.org/bandirma-vapuruyla-anadoluya-acilan-mustafa-kemal-habersiz-bir-kacisla-degil-ingilizlerden-alinan-vizeyle-resmi-bir-gorevle-ayriliyor-istanbuldan-anadoluya-gidecek-kisinin-m-kemal-ol.html
Mustafa Kemal‘ bir ingiliz casusudur. işbirlikçisidir . Türk-Yunan savaşının sadece bir muvazaadan (anlaşmalı döğüsten) ibaret..Yunan askerlerinin İzmir‘e çıkışlarının, ingilizler‘e Mustafa Kemal tarafından telkin ve ilham edildiği avrupa tarihlerinde (şerefli türk tarihlerince) bilinmektedir.http://yakintarihimiz.org/mustafa-kemal-bir-ingiliz-casusudur-isbirlikcisidir-turk-yunan-savasinin-sadece-bir-muvazaadan-anlasmali-dogusten-ibaret-yunan-askerlerinin-izmire-cikislarinin-ingilizler.html
Kurtuluş Savaşında Yedi Düvele Karşı Savaşmadık!…? Milli Mücadele’de sadece Yunan’a karşı savaştık;Milli Mücadele Dönemi Aslında Basit (kçük) bir Türk-Yunan Savaşıdır. İngilizlerin istedikleri rejimin kurulması için üç seneden daha fazla süren bir katliam(ve siyasi) süreciydi.
1923‘deki Lozan antlaşmasına kadarki dönem, esas itibariyle diplomatik bir süreç ve İngilizlerin teşvikiyle Batı Anadolu’ya çıkan Yunan ordusuna karşı sınırlı bir savaştı; Fikret Başkaya(Özgür Üniversite)
Milli Mücadele Yunanlıların haksız ve hilekâr saldırılarına ve bu işgal saldırılarında işledikleri cinayet ve kötülüklere engel olmaktan ibarettir.
Yunanlıları İzmire taşıyanlar da ingilizlerdir.
http://yakintarihimiz.org/yunanlilari-izmire-tasiyanlar-da-ingilizlerdir.html
Yunan Ordusunun Galibiyete Rağmen Müttefik (ingiliz) Devletlerin Baskısı İle Geri Çekilmiştir. Mustafa Kemal’e Yunanlılarla olan anlaşmazlığı harp yoluyla halletmesi işaret edildi. Ve bu meselenin halli (ingilizler tarafından) ona bırakıldı? Yunanlıları Trakya’dan çıkarmasına gelince: Bu, herkes tarafından bilinen bir komedyadır?http://yakintarihimiz.org/yunan-ordusunun-galibiyete-ragmen-muttefik-ingiliz-devletlerin-baskisi-ile-geri-cekilmistir-mustafa-kemale-yunanlilarla-olan-anlasmazligi-harp-yoluyla-halletmesi-isaret-edildi-ve-bu-mese.html
İşgalci Yunanistan Başbakanı Venizelos, Mustafa Kemal’i Nobel’e Aday Göstermişti.
Mustafa kemal bir kahraman mıydı? Resmi tarih masalları? Siyaset bilimci Serdar Kaya’dan gene cok guzel bir yazi.
Mustafa kemal bir kahraman mıydı? Resmi tarih masalları? Siyaset bilimci Serdar Kaya‘dan gene cok guzel bir yazi.
“… İnsanları herşeyin bir Tek Adam’ın eseri olduğuna inandırmak istiyorsanız, Milli Mücadele’nin 19 Mayıs’tan birkaç ay önce başlamış olduğu ve Ali Fuat Cebesoy ya da Kâzım Karabekir gibi askerlerin bu tarihten önce Anadolu’ya geçmiş oldukları gibi gerçekleri gizlemeniz ve “19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basma” üzerinden yeni bir milat kurgulamanız gerekir. Buna ek olarak, mücadele içindeki diğer önemli aktörlerin oynadıkları rolleri sistemli olarak küçük göstermek de şarttır. Hatta bu aktörler arasında Tek Adam’a kimi konularda muhalefet etme cüretinde bulunanlar varsa, bu kimseleri (rakiplerini aynı karede yer aldığı fotoğraflardan sildiren Stalin misali) hem geçmişten hem de bugünden silmek, hatta kimi durumlarda bu kadarıyla da yetinmeyerek “en hain dimağ” ilan etmek icap eder.
Bu konuda atılacak ikinci kritik adım ise, geçmişe dair anlatıyı kurgularken, sadece süper kahramanın ayak izlerini takip etmek ve onun bulunmadığı yerlerde eş zamanlı olarak yaşanan diğer gelişmeleri tamamen değerlendirme dışı bırakmaktır. Mesela o tarihte Anadolu’nun pek çok yerinde çeşitli kongreler düzenlenmekte olabilir. Ama süper kahraman ilk olarak Erzurum Kongresi’ne katıldıysa, 19 Mayıs “milad”ının hemen arkasına bu kongreyi koymak icap eder …”
Takriben 20 yıl kadar evvel atv’de yayınlanan bir programda görüşlerine yer verilen tarihçiler, Mustafa Kemal’i Vahdettin’in Samsun’a gönderdiğini söylemişler ve Bandırma Vapuru hakkındaki yaygın efsanelerin gerçek dışı olduğunu ortaya koymuşlardı. O dönemde herhangi bir televizyon programında âkil addedilen insanların Mustafa Kemal hakkında değil eleştiride bulunmaları, popüler olmayan bir değerlendirme yapmaları dahi alışılmadık bir şeydi. Dolayısıyla, programı izleyen milyonlarca insan ciddi bir şaşkınlık yaşadı. Dahası, tarihçilerin verdikleri bilgiler, onyıllardır bu konularda anlatılagelenlerin gerçek dışı olduğu anlamına gelmekle kalmıyor, pek çok yeni soruyu da beraberinde getiriyordu:
Cumhuriyet, acaba neden onyıllardır bu konularda halka yalan söyleyip durmuştu? Amaç her şeyi tek başına planlayan bir kurtarıcı efsanesi üretmek miydi? “Kurtarıcı”nın yola çıkmadan önce padişahla görüşmüş (ve hatta ondan emir almış) olmasının bu kurguyu tehdit edeceği mi tahmin edilmişti? Bandırma Vapuru’nun zar zor yol alan, pusulası bozuk bir gemi olarak sunulması, senaryoya dramatik derinlik kazandırma amacıyla düşünülmüş bir “hoşluk” muydu? Bu yalanlar tam olarak ne zaman başlamıştı? Mustafa Kemal hayatta iken de olaylar halka böyle mi anlatılmıştı? O hayatta iken de ders kitapları yaşananları çocuklara bu şekilde mi aktarmıştı? Şayet öyle olmuş ise, nasıl bir liderle karşı karşıyaydık? O ya da onun adına hareket edenler bize başka ne yalanlar söylemişti?
Milli tarih, milli masal Tarih bilimi, (en azından somut seviyede) geçmişteki olayların neden yaşandığınıanlamaya ve açıklamaya çalışmak için var.(Sedar Kaya, 27.05.2012 Taraf gazetesi )
Mustafa kemal bir kahraman mıydı?
Oysa cephelerdeki komutanlardan bihaber olan insanlar her yerde Atatürk’ün at koşturduğunu sanır. Şimdi gelelim Kurtuluş savaşı macerasına İlk TBMM ciddi direnişi İnönü savaşlarıyla başlar.
Kurtuluş Savaşı mı Yoksa, Kurtaranlarla (Generaller ) Savaş mı ?
http://yakintarihimiz.org/kurtulus-savasi-mi-yoksa-kurtaranlarla-generaller-savas-mi.html
M.Kemal öyle bilindiği gibi düzenli orduyu kuran değildir. Bu çeteci grupların birleşimini sağlayanlar şu isimlerdir; Kazım Karabekir, Sakallı Nurettin, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele …
http://yakintarihimiz.org/m-kemal-oyle-bilindigi-gibi-duzenli-orduyu-kuran-degildir.html
MUSTAFA KEMAL BİZİ KURTARDI” ÜZERİNE ANALİZ;Anadolu’yu Anadolu kurtaracak. Mustafa Kemal nerede o zaman dersiniz? Meclise girip mebus olmak için gün sayıyor. Oysa Çerkez Ethem Yunan kesiyor.Bizim Karabekir nerdeydi dersiniz? Ermeni kovalıyor. Yani M.Kemal ben mebus mu olsam düşüncesindeyken Şahin paşalar, Karabekirler, Çerkez Ethemler silah sallıyor. İsmet Paşa nerdeydi derseniz? Ankara’da tellalla aranıyor.
http://yakintarihimiz.org/mustafa-kemal-bizi-kurtardi-uzerine-analiz.html
Ordunun başında İzmir’e ilk giren komutan kim? Şu ismi: “Nurettin Paşa (veya “Sakallı” Nurettin Paşa)” İzmirliler bir bilse herhalde altından heykellerini yaparlar.
http://yakintarihimiz.org/ordunun-basinda-izmire-ilk-giren-komutan-kim.html
Anafartalar zaferini Atatürk kazanmadı!
http://yakintarihimiz.org/anafartalar-zaferini-ataturk-kazanmadi.html
M. Kemal Gazilik Ünvanı Nasıl aldı ! Gazilik savaşta yaralananlara verilir, diye bilirdik. Fakat 1921′de M.Kemal attan (sarhoşken)düşüp kaburga kemiğini kırdı ve gazi ünvanı aldı
http://yakintarihimiz.org/m-kemal-gazilik-unvani-nasil-aldi.html
Bu Fotoğraf Halk’ı Kandırmak için savaşdan yıllar sonra çekildi.
http://yakintarihimiz.org/bu-fotograf-halki-kandirmak-icin-savasdan-yillar-sonra-cekildi.html
Mustafa kemal Hiç bir cephede hiç bir zaman ordunun başında olmamıştır? yönetmemiştir? Milli Mücadelede M.Kemal cephede savaşmadı, Ankara’da siyaset yaptı;
http://yakintarihimiz.org/milli-mucadelede-m-kemal-cephede-savasmadi-ankarada-siyaset-yapti.html
Çanakkale Zaferi’nde Yarbay Mustafa Kemal Bey’in hiçbir etkisi yoktu. 18 Mart Çanakkele Deniz Zaferi’nin şanlı kumandanı Cevat Paşa, Kurmay Başkanı Selahattin Paşadır.http://yakintarihimiz.org/canakkale-zaferinde-yarbay-mustafa-kemal-beyin-hicbir-etkisi-yoktu-18-mart-canakkele-deniz-zaferinin-sanli-kumandani-cevat-pasa-kurmay-baskani-selahattin-pasadir.html
Günün fıkrası ;”Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” adlı kitabı nerde bulabilirim ? Maalesef masal kitabı satmıyoruz. Bu palavraya paranoyaklar (ve cahiller) inanir.Bu palavraya inanmak Canakkale sehitlerine hakarettir,iftiradir.Kemalistler (ve resmi tarih) yada Atatürk Böyle anlatiyor olayi ;http://yakintarihimiz.org/gunun-fikrasi-ben-size-savasmayi-degil-olmeyi-emrediyorum-adli-kitabi-nerde-bulabilirim-maalesef-masal-kitabi-satmiyoruz-bu-palavraya-paranoyaklar-ve-cahiller-inanir.html
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları Diyor ki; Savaşın ilk gününden tâ Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı 18 Mart 1915 tarihine kadar olan süre içerisinde, M. Kemal, Çanakkale’de olmadığı gibi, savaş bölgesinde dahi değildir.Kemalizmden sıyrılamamış olan insanlarımız Çanakkale savaşını Kurtuluş savaşının bir parçası sanıyorlar. Ne vahim bir durum!
Milli Mücadele hareketi her tarafta millet tarafından düşünülmüş ve yapılmıştır. Bir kişinin değil, binlerce kişinin. Mustafa Kemal‘in, İsmet‘in bunda zerre kadar hissesi yoktur. Bu esnada Mustafa Kemal hâlâ meydanda değil. O Anadolu‘ya kovuluncaya kadar (meclise girmek için ) başka işlerle meşgul olmuştur. Mustafa Kemal Anadolu‘ya Milli Mücadele için gelmemiştir. Kovulmuştur. Bunu da kendisi Nutkunda söylüyor.http://yakintarihimiz.org/milli-mucadele-hareketi-her-tarafta-millet-tarafindan-dusunulmus-ve-yapilmistir-bir-kisinin-degil-binlerce-kisinin-mustafa-kemalin-ismetin-bunda-zerre-kadar-hissesi-yoktur-bu-es.html
Prof. Dr. Cemil Koçak Diyor ki; ; MUSTAFA KEMAL YETENEKSİZ BİR ASKERDİ 5 KİŞİYİ BİLE YÖNETMEZDİ;http://yakintarihimiz.org/prof-dr-cemil-kocak-diyor-ki-mustafa-kemal-yeteneksiz-bir-askerdi-5-kisiyi-bile-yonetmezdi.html
.
Kadınlara hakları verildi mi, aldılar mı? Cumhuriyet Türkiyesi’nin kadınlara seçme ve seçilme hakkını armağan ettiği hep söylenir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün üzerinden birkaç gün geçmişken bu iddianın ne derece doğru olduğunu araştırmakta fayda var.
Kadınlara hakları verildi mi, aldılar mı? Cumhuriyet Türkiyesi’nin kadınlara seçme ve seçilme hakkını armağan ettiği hep söylenir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün üzerinden birkaç gün geçmişken bu iddianın ne derece doğru olduğunu araştırmakta fayda var. SORU neresinden baksanız kışkırtıcı: Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınlara, erkeklerin sahip olduğu siyasi hakların tanınması bir lütuf mudur yoksa aşağıdan, yani sivil mücadele sonucunda elde edilmiş bir kazanım mıdır? Cumhuriyet tarihiyle ilgili yaygın anlatı, kadın haklarının bir lütuf olduğunu ısrarla vurgulasa da, dönemin birinci el kaynakları bunun hiç de tepeden inme bir şekilde gerçekleşmediğini, doğal olarak Osmanlı dönemine bağlandığını, yani başlangıcı İkinci Meşrutiyet yıllarına dayanan Türk Kadınlar Birliği’nin yaklaşık olarak 10 yıllık mücadelesinin bir uzantısı olduğunu doğruluyor. Kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi meselesinin 1920’lerin sonları ile 1930’ların başlarında kamuoyunu ve idarecileri ziyadesiyle meşgul ettiği bir gerçek. Yine aynı yıllarda üretilen ve zorunlu olan şeyi bir erdemmiş gibi takdim etme kurnazlığının eseri olarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının ‘dünyadaki pek çok gelişmiş ülkeden önce verildiği’ iddiası da bir efsane olarak bugüne kadar yaşamıştır. Oysa somut verilerin ışığında baktığınızda Yeni Zelanda’dan Moğolistan’a kadar tam 28 ülkenin, kadınlarına seçme ve seçilme hakkını Türkiye’den önce tanımış olduğunu görürsünüz. İşin ilginç yanı, bu ülkelere muz cumhuriyetleri de dahildir! Türkiye’de kadınlara siyasi hakların tanınması da zannedildiği gibi bol keseden verilen bir bahşiş olmamıştır. Türk Kadınlar Birliği, Meşrutiyet’in özgürlük ortamında filizlenmiş olup iktidarların dikkatlerini bu meseleye çekmek için ciddi çabalar sarf etmekte ve Cumhuriyet’in ilanından bile önce, savaştan çıkmış yeni rejimi sıkıştırmaktadır. Fakat her seferinde atlatılmakta, talepleri sürekli olarak ertelenmektedir. Birkaç defa bizzat Atatürk’e anlatmayı denerler meseleyi; ancak kuru nasihatten başka bir şey alamazlar. KIZLARI DA ALALIM ASKERE Atatürk’e göre kadınların talep ettikleri siyasi haklar karşılığında erkekler gibi bir bedel ödemeleri gerekir ki, bu bedel zorunlu askerliktir. Eğer kadınlar seçme ve seçilme haklarına kavuşmak istiyorlarsa, askerlik gibi erkeklerin aleyhine eşitliği bozan bir göreve de razı olmalıdırlar. Atatürk’ün gözünde vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir. 1 Şubat 1931 günü yaptığı konuşmada şöyle demiştir: ‘Türk kadınları… milletin vatandaşlara tahmil ettiği [yüklediği] vazifelerin hiçbirinden kendilerinin uzak bırakılamayacağını düşünmezler. Çünkü vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir.’ 30 Haziran 1933’de Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki kız öğrenciler milletvekili olmak istediklerini söylediklerinde ‘Niçin mebusluk istiyorsunuz da askerlik istemiyorsunuz?’ diye biraz da kızgınlıkla sorar. Kasım 1934’de Ankara Kız Lisesi’ni ziyareti sırasında kız öğrencilerin sıkıştırması üzerine de, ‘Mebus seçer ve mebus olursunuz; fakat aynı zamanda asker de olacaksınız’ demek zorunda kalır. Atatürk’e göre askerlik bir vatandaşın en büyük vazifesidir. Kadınlar bu vazifeden kaçtıkları sürece, yarım vatandaş olarak kalmaya mahkûm kalacaklardır. Onun kafasındaki formül şudur: Askerlik varsa mebusluk var! Nitekim káğıt üzerinde de olsa, kadınlara da askerliği zorunlu kılan yasal değişiklikler yapılmış, hatta bazı yerlerde kadınlar göstermelik olarak eğitime dahi çıkmışlardır. Bu yıllarda Atatürk’le görüşmeye giden kadın heyetleri hep aynı nasihati alıp dönmektedirler: Köylere gidip kadınları eğitmek milletvekilliğinden daha öncelikli bir görevdir. Ne var ki, Birlik üyeleri kararlıdır. Nitekim 1934 yılı sonlarında Ankara’da Türk Kadınlar Birliği’nin ılımlı kanadı kalabalık bir toplantı düzenler. Türk Ocağı şubesinde düzenlenen toplantı kadınların tam bir gövde gösterisi şeklinde geçer. Hararetli konuşmalarla ortamın zaman zaman sertleştiği görülür. Heyecanın dozu, alabildiğine yükselmiştir. Nihayet toplantı sonunda kadınlar hep beraber TBMM’ne kadar izinsiz bir gösteri yürüyüşü yaparlar. Meclis’in önünde slogan atarak Atatürk’ün gelip kendilerini dinlemesini isterler ve ‘Atatürk bizimle görüşmeden buradan bir yere ayrılmayız’ diye haber gönderirler. O gün, Atatürk, Türk Kadınlar Birliği yöneticilerini kabul eder. Taleplerini bu defa olumlu karşılamıştır; kadınlara, haklı olduklarını ifade ederek yaklaşan milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme haklarının tanınacağına dair söz verir. SÖKE SÖKE ALINAN HAKLAR İşte sivil kadınların bu uzun direnişinden sonradır ki, Atatürk, Başbakan İnönü ve arkadaşlarına kanunu çıkarmalarını emreder ve İnönü ve 191 arkadaşının teklifleriyle 5 Aralık 1934’de kadınların seçme ve seçilme hakkı kanunlaşır. Şubat 1935 seçimlerinden sonra TBMM, 18 kadın milletvekiliyle toplanacaktır. Yukarıdan bahşedildiği söylenen hakların kadınlar tarafından nasıl zorlu bir uğraştan sonra elde edilebildiğini, bir nevi söke söke alındığını bize nedense anlatmazlar. Neden hakikaten? Kadınların bir özne olmadıklarını ve olamayacaklarını zihnimize kazımak için kuşkusuz. Ne var ki, kadınlar cephesindeki bu tehlikeli kalkışmanın rövanşı ağır olacaktır. Meşrutiyet’in Cumhuriyet dönemindeki son iki sivil kalıntısından Türk Kadınlar Birliği (öbürü Mason localarıydı ki onlar da aynı günlerde kapatılmıştır), haklarını alıp görevini tamamladığı gerekçesiyle 18-24 Nisan 1935 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi’nden sonra hükümetin emriyle kendini feshetmek zorunda kalır. Kadınların sivil ve bağımsız bir teşkilat olarak eski güçlerine kavuşabilmeleri için 1980’leri beklemesi gerekecektir. ERKEKLER ASKERLİK YAPIYOR, YA SİZ? Kadınlar Birliği’nin düzenlediği ziyaretlerden birinde hazır bulunan devrin önde gelen kadın figürlerinden İffet Halim Oruz hatıralarında Atatürk’ün tavrını şöyle yansıtır: ‘Atamız, her zamanki nezaketi ile bizleri karşıladı, kendisine dileklerimizi bildirdik. Türk kadınına tüm siyasi hakların verilmesini istedik. Gazi bizlere bazı sorunlar üzerinde durmamızı işaret etti. Başlıca uyarısı da köylü kadınlarımızı eğitmek için yetiştirici çalışmaların yapılması gerekli olduğunu işaret etmekti. O sırada genç ve ateşli bir dava savunucusu olarak kendisine dedim ki: ‘Gazi Hazretleri, erkekler, köylü, kentli seçme ve seçilme hakkına sahip değil midir, kadınlarımızı neden ayırt edeceğiz, niçin onlar bu haklara sahip olmasın?’ Kendisinin bize verdiği cevabın özeti şöyledir: ‘Erkekler asker ocağında vazife görüyor, orada talim ve terbiyeden geçiyor, kadınlarımızı yetiştirmemiz lázımdır…’ Bu realist ve mantıklı cevaba verecek söz kalmamıştı. ‘Emredersiniz, köylü ninelerimizi yetiştirmek için Türk Kadınlar Birliği teşkilátı vazifesini yapacaktır Paşa hazretleri’ dedim.’ (Tarihçi,Türkolog ,Mustafa Armağan)
Daha fazla bilgi için şu linklere bakabilirsiniz;
Kadınlara hakları verildi mi, aldılar mı? Cumhuriyet Türkiyesi’nin kadınlara seçme ve seçilme hakkını armağan ettiği hep söylenir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün üzerinden birkaç gün geçmişken bu iddianın ne derece doğru olduğunu araştırmakta fayda var. http://yakintarihimiz.org/kadinlara-haklari-verildi-mi-aldilar-mi-2.html
“Türk kadını haklarını atatürk’e rağmen, atatürk gibi bir tek adamla mücadele ederek, söke söke almıştır”Cumhuriyet dönemi kadın hareketinin üzerinde yükseldiği zemin oldu. Ancak, ne Mustafa Kemal, ne Cumhuriyet Halk Partisi programlarında ‘kadın meselesi’ yer almadı.http://yakintarihimiz.org/turk-kadini-haklarini-ataturke-ragmen-ataturk-gibi-bir-tek-adamla-mucadele-ederek-soke-soke-almistircumhuriyet-donemi-kadin-hareketinin-uzerinde-yukseldigi-zemin-oldu-ancak-ne-mustafa-kemal.html
Atatürk’e rağmen mi kapatıldı bu kadın birliği?http://yakintarihimiz.org/ataturke-ragmen-mi-kapatildi-bu-kadin-birligi.html
Kadınların seçme ve seçilme hakkı hiçbir şekilde Kemalistlerin ya da bir sembol olarak Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün vs. ürünü değildi;http://yakintarihimiz.org/kadinlarin-secme-ve-secilme-hakki-hicbir-sekilde-kemalistlerin-ya-da-bir-sembol-olarak-ataturkun-ileri-goruslulugunun-vs-urunu-degildi.html
Kemalistlerin kadınlara verdiği bir şey yok. Kadın ne almışsa, hangi hakları elde etmişse, Türkiye’nin modernleşmesinin doğal bir sonucu olarak elde etmiştir. Kemalistlerin hayata geçirdiği İsviçre Medeni Kanunu’nun kadınlara verdiği haklar, Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesinin kadınlara verdiği hakların gerisindedir. Ama Kemalistler bunu öylesine propaganda malzemesi haline getirdiler ki, bu yönüyle hepimizi ikna ettiler, inandırdılar. Kemalizm’in aynı zamanda bir kadın kurtuluşu ideolojisi olduğuna inanır olduk. Oysa bu doğru değil.
Mustafa Kemal öldükten, tam sekiz sene sonra Demokrat Parti kurulmuştur. Yani Mustafa Kemal Cumhuriyet falan kurmamıştır! Çünkü Cumhuriyet rejiminde halkın “seçme”si demektir 1946’ya bir de kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımış ? gülelim mi, ağlayalım mı? Hadi kadınları geçtim, erkekler de seçme ve seçilme hakkına sahip değildi! Zaten Taki 1946, çok partili sisteme geçene kadar!
http://yakintarihimiz.org/ilkokul-ogrencileri-bile-artik-biliyorlar-ya-anlama-ozurlu-bazi-universite-mezunlarina-belki-bes-yuzuncu-kere-yeniden-anlatalim-cunku-kavramlari-birbirine-karistirmaya-bayiliyorlar-peki-ataturk-t.html
M.kemal kadına çok önem verirdi.Hatta Kadınlara Özgürlük verdiği söylenir 24/ 04 / 1930 yılı 1593 sayılı kanunla (M.Kemal Cumhurbaşkanı) Genelevlerinin açılmasını yasalaştırılması kadına verilen özgürlüktür.
Halide Edip Adıvar, Diyor ki; Dünyanın En Mantıksız Devrimi Atatürk İnkılabıdır.
Halide Edip Adıvar, Diyor ki; Dünyanın En Mantıksız Devrimi Atatürk İnkılabıdır.
Halide Edip Adıvar, ‘Türkiye’de Diktatörlük ve Reformlar’ adlı kitabında şöyle demiştir: Mustafa Kemal Paşa, Müslümanların kıyafetinden diline kadar her şeyine karışmış, emirlerine karşı gelenleri de astırmak suretiyle imha etmiştir. Gün geçtikçe daha da azmış, milletin hayatında el atmadık hiçbir şey bırakmamıştır. Mustafa Kemal’in cahilce ve zalimce tavırlarına en yakın arkadaşları bile isyan etmiştir.”Türk Milleti’ne ya şapka giyip medenileşmesini yahut asılarak idam edileceğini söylemek, en azından saçmalıktır… ( Halide Edip Adıvar, Türkiye’de Diktatörlük ve Reformlar’ayrıca bknz: din ve devlet ilişkileri (h.h.c.)
Halide Edip Adıvar M.kemal’e karşıydı;
1951 yılında Atatürk’ü koruma kanunu çıkınca İzmir milletvekili yazar Halide Edip Adıvar konuşuyor: “Bu kanun tarihten önce Asurilerin, Babillerin insanları putlaştırdıkları gibi Atatürk’ü putlaştırmak istiyor. Atatürk’ü put haline koyan bu kanun inkılapları adeta fosil haline getirecek ve tenkit hürriyetine mani olacaktır.” [Temellerin Duruşması-Ahmet Kabakalı -Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları]
İnkılâplar uğruna katedilen 500.000 insan!! Bu millet Çanakkale’de 400bin, Yunan harbinde ise 10bin şehid vermiştir! Ama inkılâplar için tamı tamına 500.000!
Kurtuluş savaşındaki(10bin) can kaybının 50 kat fazlasını inkılaplar ile verildiğini hatırlatmak gerekir. (..) ” Kaynak: ( Dikkat Kemalist ) Falih Rıfkı Atay Eski Saat, S. 330
.
Atatürk bir diktatördü;
Atatürk bir diktatördü.
1;Gazeteci ve Yazar Nagehan Alçı Diyor ki; .Atatürk bir diktatördü.
2; Gazeteci ve Yazar, Sevda Türk’üsev Diyor ki; Atatürk bir diktatördü.
3;Gazeteci ve yazar Sevilay Yükselir Diyor ki; Atatürk’ün Yaptığını Hitler Yapmadı! Bu diktatörlük!
4; Gazeteci ve yazar; R.ozan kütahyalı ;Atatürk rejimi otoriter ve jakoben (diktatör) bir rejimdi.
5; Gazeteci ve yazar ;Ahmet Altan: Atatürk’ün Diktatör Olduğu Saklanıyor!
6;Doç. Dr.Fikret Başkaya (Özgür Üniversite)Mustafa Kemal’in Bonapartist diktatörlüğü!
7; Gazeteci ve yazar Engin ardıç;”Atatürk’ün ruhunda diktatörlük yoktu” diye yazılar yazanlara biz güleriz ama ağzımızla değil.
8; Foreign Policy dergisi,M.Kemal’i’ “diktatörler” konulu listesinde ilk sıraya koydu
9; Halide Edip Adıvar, Türkiye’de Diktatörlük ve Reformlar’
10;M.Kemal yaşadığı dönemde bütün dünya onu diktatörler arasında saymıştır 1930 yılına ait bir derği ”Dictatorship High-Horse”
11;İstiklal Savaşı komutanlarından Selahattin Adil Paşa ‘Atatürk’ü Koruma Kanunu’ çıkarılacağı zaman şunları söylemişti:“Atatürk meşhur diktatörlerdendir.
12;Atatürk diktatör mü? Atatürk diktatör mü? Buyrun, sesli düşünelim.Eğer yurtta tek siyasi otorite haline geldiyse, kendi partisi dışındaki tüm siyasi partileri kapattıysa, serbest seçimlere izin vermediyse, hele de bazı muhaliflerini idam ettirdiyse, kendisine “diktatör” denir.
13; Metin Akpınar Diyor ki; Diktatör kemal ! 14; Doç. Ahmet Kuyaş Diyor ki; Atatürk de diktatördü. 15 ; Hürriyet yazarı Hadi Uluengin Diyor ki; Evet, Atatürk Diktatördü!
Kaynak; 1; Cnn Türk 2; Beyaz tv -rota haber 3; Beyaztv-haber365.Haber4; Beyaz Tv. 5;Taraf gazetesi 20.09.2011 Salı 6; Paradigmanın İflası – Fikret Başkaya syf;76-77 (Özgür Üniversite) 7; Engin Ardıç -Sabah Gazetesi 8;Foreign Policy dergisi 9;Halide Edip Adıvar, Türkiye’de Diktatörlük ve Reformlar 10;”Dictatorship High-Horse 11;Reel Atatürkçülük– Doç. Dr.Fikret Başkaya;12; Mustafa Akyol -Star (7 Kas 2011 ) 13 . Metin Akpınar -Cnn türk 14;Doç. Ahmet Kuyaş -Star. 15;Hürriyet yazarı Hadi Uluengin
50 kat fazlası;
Atatürkçülüğünden kimsenin şüphe edemeyeceği ;
Bu millet Çanakkale’de 400bin, Yunan harbinde ise 10bin şehid vermiştir! Ama inkılâplar için tamı tamına 500.000! (beşyüzbin) insan katledildi
Kaynak;
1;irfan orga, atatürk s,265
2; Falih Rıfkı Atay Eski Saat, S. 330
Daha fazla bilgi için şu linklere bakabilirsiniz;
Atatürk bir diktatördü-Tüm Linkler ;http://yakintarihimiz.org/ataturk-bir-diktatordu-tum-linkler.html
Nagehan Alçı, Diyor Ki; .Atatürk bir diktatördü;
Nagehan Alçı, CNN Türk’te yayınlanan ’Dört Bir Taraf’ programında Atatürk’e “diktatör” dedi.Atatürk bir diktatördü; bir çok örnekte de görüyoruz diktatör uygulamaları vardır. Demokrasiyi gerçekten amaçlayıp amaçlamadığı ile ilgili şüphelerimiz vardır. Bununla ilgili kesin bir kanıt yoktur ortada… Ortaya attığı iki parti denemesi de kendisini rahatsız ettiği için, sonra çok büyük kıyımlarla da -özellikle birincisi- sona erdirilmiştir.
( Nagehan Alçı, CNN Türk)
Sevda Türk’üsev Diyor Ki; .Atatürk bir diktatördü;
Atatürk’ü halkın gözünde koymak istediğiniz yer halkı rahatsız ediyor. Atatürk bir ilah bir peygamber değildi zaten Atatürk ne kadarsa o kadardı ama sonuçta diktatördü…
Kemalistlerin ‘Mahalle baskısı var’ yönündeki açıklamalarına da değinen Türküsev, ‘kemalistler heralde uzayda yaşıyor. Arada bir Türkiye’ye iniyor. Bu ülkede başörtüsü zorla açılan ve eğitim hakkı elinden alınan kaç yüz bin kadınımız var. Hangi mahalle baskısında söz ediyor?’ şeklinde konuştu.
‘Bu cumhuriyetçi geçinenlerin hepsinin o cumhuriyetçiliğini yeriz ‘ Sevda Türküsev, ‘Sanatçı takımına da (kemalistlere) şunu söylüyorum: Eğer (cumhuriyet) sizin korumanıza muhtaç kalırsa bu cumhuriyet, dış güçler gelip bizi hemen yıkarlar. Eğer bugün Türkiye Cumhuriyeti ayakta duruyorsa; müslüman halkın vatanı, milleti için verdiği şehitler ve ettiği duaların da yüzü suyu hürmetine, insanların da gayretiyle’ şeklinde konuştu.
‘Bazı entel dantel sanatçı (kemalistler) takımlarında maalesef şöyle bir algı var: Bunlar Cumhuriyet ile İslamiyet’i karıştırıyorlar ‘ diyen Türküsev şunları söyledi:
‘Şunu en cahil insana gidip sorsunlar; Cumhuriyet bir yönetim şekli ve rejimdir. Allah’ın sahibi olduğu islam (kuran ve sünnet) dini asla ve katiyen değişmez, insanların en önemli değeridir. Fakat bu sanatçı (ve kemalist ) takımının bazıları sanki Cumhuriyet ilan edildikten sonra Kur’an hükümleri değişmiş gibi algı yaratıyorlar. Mustafa kemal devrimlerini sanki Kur’an’ın hükmü, ayeti kelimeleri değişmiş gibi algılamış bir şekilde konuşuyorlar. cumhuriyet ilan edilmeden kuranın hükmü neyse cumhuriyet ilan edildikten sonra kuranın hükmü odur kıyamet gününe kadarda bunu hiç bir Allah’ın kulu değiştiremez.
‘EVİNE BİR KÖPEK ALSIN (lar) DA İNSANİ DUYGULAR ÖĞRENSİN’
Ben şahsen böyle (kemalist ,atatürkçü) insanlar gibi olacağıma yani (dindarlara) nankör köpek (ve zülm yapacak) diyecek kadar küçülebilecek bir insan olacağıma; ben insan haklarını savunan, hak ve adaletler içinde mücadele eden bir köpek olmayı tercih ederim. . O köpek dediği, hayvan dediği o canlıdan bazı insani duyguları öğrensin.
500.000! iNSAN! KATLEDİLDİ; (Kemalist -irfan orga, atatürk s,265)
Dersim katliamı şu anki adıyla Tunceli ilinde 1937 yılında meydana gelen geniş bir katliamdır! Dersim de çıkan kışkırtmalar sonucunda çıkan isyanı bastırmak için Türkiye Cumhuriyeti tarafından düzenlenen harekât Dersim Harekâtı’dır. Bazı kesimler tarafından Dersim Soykırımı olarak da anılır. 25 Aralık 1935 tarihli 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı. Buna göre Tunceli iline bir askerî vali atanacaktı. Aynı zamanda dördüncü genel müfettiş sıfatını alan Vali General Abdullah Alpdoğan geniş yönetsel, askeri ve yargısal yetkileri vardı. Ayrıca Alpdoğan’ın çok sert ve otoriter biri olması da isyanı tetikledi. Düzeni sağlamak ve güvenlik açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden başka bir yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi. Yasanın uygulanmaya başlamasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı.
Türkiye’nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen hava harekâtı düzenleyerek Laş Bölgesi’ni yerle bir etti. Çoluk, çocuk herkes o katliamda öldürülmüştür. Dersim İsyanı elebaşı olduğu öne sürülen aşiret reisleri askeri mahkemede yargılandı. Yargılama 15 Kasım 1937’de sona erdi. Ayaklanmanın lideri olarak gösterilen Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda Dersimli’de değişik hapis cezalarına çarptırıldı.
Dersim’de yaşayan halkının büyük çoğunluğu başka illere sürülmüştür. Harekât 1938 yılının sonuna doğru sona ermiştir. Harekât sonucunda 90.000-150.000 arasında sivil öldüğü tahmin ediliyor, 50.000 kişi de başka yerlere sürgün edilmiştir.
Kaynaklar :
1;Vet. Dr. M. Nuri Dersimi, Hatıratım, Geliştirilmiş Yeni Basım (İlk baskı: Roja Nû Yayınları, İsveç, 1987), Öz-Ge Yayınları, Ankara, 1992.
2; Dr. Nuri Dêrsimi,Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, Eylül 2004, ISBN 975-6876-44-1
3; M. Kalman, Belge ve tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nûjen Yayınları, İstanbul, Ekim 1995.
4; Munzur Çem, Tanıkların Diliyle Dersim ’38, Pêrî Yayınları, İstanbul, Mart 1999, ISBN 975-8248-19-8.
5; Celal Yıldız, Dersim Dile Geldi, Tij Yayınları, İstanbul, 2003. Dr. Hüseyin Çağlayan:, 38 ra jü pelge, Tij Yayınları, İstanbul, 2004.
6; Dr. Hüseyin Çağlayan Belge ve tanıklarıyla DERSİM DİRENİŞÇİLERİ
7; Meyer Georges, Trois corps d’armée turcs concentrés dans la région de Dersim, communiqué du Caire, Paris, Le Figaro, 30 août 1938
Objektif bir tespittir ; Atatürk diktatör mü?
Atatürk diktatör mü? Buyrun, sesli düşünelim. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde diktatör terimi şöyle açıklanmış: “Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse.”“Evrensel ansiklopedi” niteliği kazanan Wikipedia’da ise şöyle yazıyor:“Bir diktatör, mutlak ve tek güce sahip bir yöneticidir… fakat gücünü mutlak monarklar gibi saltanattan almaz.”Yani diktatör diyeceğiniz şahıs bir ülkedeki tüm siyasi güce sahip olacak, hiç bir muhalefete izin vermeyecek, ama kral veya padişah olmayacak…Nitekim, yakın tarihe bakınca “diktatör” sıfatına haiz insanların genellikle “cumhuriyet”lerin başında olduğunu, ancak bu cumhuriyetlerde “tek parti rejimleri”nin hüküm sürdüğünü görüyoruz.Örneğin Lenin, Stalin, Franko, Salazar, Kim İl Sung, Hüsnü Mübarek veya Beşar Esad… Bunların hepsi “tek parti cumhuriyetleri” kurmuş ya da yönetmiş diktatörler. (Listedekilerin hepsi göçtü, bir Beşar Esad ayakta. O da, inşallah, üç vakte kadar.)Eğer yurtta tek siyasi otorite haline geldiyse, kendi partisi dışındaki tüm siyasi partileri kapattıysa, serbest seçimlere izin vermediyse, hele de bazı muhaliflerini idam ettirdiyse, kendisine “diktatör” denir. Bu bir hakaret değil, siyasi terminoloji çerçevesinde objektif bir tespittir.
Türk gazeteci ve yazar. Mustafa Akyol -Star (7 Kas 2011 )
.
Mustafa Kemal Türk Degil ki Atatürk Olsun! Acaba bu, bir şuur altı boşalması mıdır?!Örnekle anlatmak isteriz;
Mustafa Kemal Türk Degil ki Atatürk Olsun! Acaba bu, bir şuur altı boşalması mıdır?!Örnekle anlatmak isteriz;
28 Ocak 2012 Cumartesi kaynaklı manşette Oguzhan asiltürk İSLAM’I İÇ TEHDİT OLARAK GÖREN ERGENOKON CETESİNE SAHİP ÇIKTI Milli görüşün abisi sözcü (komünist) gazeteside oguzhan asiltürk’e sahip çıktı …!!!
İslamı iç tehdit olarak gören (yahudi mason merkezli) subayların kurduğu çeteye milli değerlerimizden -milli kimliklerimizden olan Ergenekon ismini takan zihniyet mustafa kemal atatürk’e bu ismi oguzhan asiltürk ismini vermiş ve bu şekilde milletimizi kandırmayı planlamıştır. necip fazıl kısakürek yıllar önce ”BU İŞTE BİR İŞ VAR” diyerek ; BİR İNSAN HEM OGUZ HEM HAN HEM ASİL OLMAZ ”ne kadar şuurlu ve bilinçli oldugunu göstermiştir. İnşaallah Tüm müslümanlar bu kadar şuurlu olur..
BİR İNSAN HEM KEMAL HEM MUSTAFA HEM ATATÜRK HEM TÜRK OLAMAZ!
”Ne Mutlu” sözü, hasret ifade ettiği cihetle Türk olan birinin ağzında garip değil midir?” Ne Mutlu Zengin Olana!..” sözü fakire, ”Ne Mutlu Sıhhatli Olana!.. sözü de hastaya yakışmaz mı? Misaller daha da çoğaltılabilir. Acaba bu, bir şuur altı boşalması mıdır?! [Türk,Tarihci, Şair, Hukukçu Kadir Mısıroğlu]
”Ne Mutlu” sözü, hasret ifade ettiği cihetle Türk olan birinin ağzında garip değil midir?”
Önemli olan Ne mutlu Türk’üm diyene demek değil önemli olan Türk doğmaktır. Ne mutlu Türk’üm deyip ülkemize zarara sokan insanlar Türk’üm deseler nolcak?
Ne demiş; İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Prof. Hirsch vardı Türk tebaasına geçen. Yabancı uzmanları getirebilmek için Türk hocaya iki bin lira veriliyorsa, bu Alman hocalara altı bin lira maaş veriliyordu. Tabii o zaman banka diye bir şey olmadığı için tüm hocalar maaş günü muhasebede kuyruğa giriyordu. Sıra Hirsch’e geliyor ve uzatılan parayı alınca bir bakıyor maaşının üçte biri verilmiş. “Maaşım neden eksik?” diye sorunca muhasebeci “Siz eskiden Almandınız, şimdi Türk oldunuz. Türk hocaların maaşı da bu” diyor. Prof. Hirsch, arkasındaki sıraya dönüp elindeki parayı kaldırarak “Ne mutlu Türküm diyene” diyor.
Kaynak; Semavi Eyce İstanbul’un Yaşayan Efsanesi
Ne demiş; Atatürk soyadının mucidi 2 mason!Mustafa Kemal’in kendisine aldığı soy ismi aslında “Öz”dü; Mustafa Kemal Öz. Hatta bir süre imzalarını dahi Mustafa Kemal Öz diye atmıştı. Atatürk soy ismini ise her ikisi de mason olan Agop Dilaçar ile Necmettin Arıkan bulmuştu. Arıkan ve Dilaçar şöyle diyordu: “Artık Türklerin İslam alemiyle ve Müslümanlarla ilgileri kalmadı, nasıl İslam Peygamberi Muhammed, Hiristiyanların İsa’sı varsa, Türklerin de bir atası olması lazım.”Buradan hareketle Dilaçar ve Arıkan Atatürk soy ismini bulmuşlardı, önerilerinin benimsenmesi üzerine, Meclis’ten çıkartılan bir kanunla Mustafa Kemal Atatürk soy ismini aldı.
Kaynak;Mustafa Yılmaz Masonlar- Dul Kadının Oğulları
Atatürk demek tür’kün atası demektir bu miletin atasımı M.Ke-mal’ mi hayır bunu niçin yaptılar atatürk yani bu miletin tarihi mustafa kemal ile başlaması … için yaptılar türk tarihi mustafa kemalle başlasın millet atasını unutsun tarıhını unutsun dini degerlerini unutsun diye tarıhı mustafa kemal ile başlattılar..biz osmanlı torunlarıyız bizim atalarımız bellidir ..ama onun atasının kim oldugunu biz bilmiyoruz bunu incelemeye ve bilmeye bizim hakkımız vardır ..
Osmanlı Padişahları Oğuzların kayı boyundandır.
Süleyman Şah’a kadar bütün atalrımız biliyoruz
M.Ke-mal’ın Babası kim? Soyunu sopunu biliyormuyuz?
Osmanlı Padişahlarının hepsinin atası,dedesi belli… Atam dediğiniz M.Kemal’in babasının kim olduğunu dahi kanıtlayamıyorsunuz. )) Adamın hiç bir akrabası yok.. sanki gökten zenbille inmiş gibi..
Türkiyede herkesin yüzlerce akrabası var değil mi? Pekiyi ”atam” dediğiniz adamın amca,hala,büyükbaba,büyükanne, kuzenleri,yiğenleri, niye yok? 1. ve 2. dereceden bir çok akrabasının olması gerekir…bunlar nerde?
Bizim M.kemal gibi ne mutlu Türküm demeye ihtiyacımız yok. 2. Abdülhamid ne demiş ”Bende bir Türküm” yani Türk olduğunun bilincinde ,kendisini Türk olarak görüyor. Mustafa Kemalin icraatinin bin netice hasıl ettiği kötülükten biri de bu pkk işidir. Ayrıca dindar olduğu için anadolunun doğusunu batısından fazla ezmiştir. Çünkü doğu daha dindar. Sebep budur. Onun kürtle türkle bir işi yoktur. İslamın yerine birşey koymak için ne mutlu türküm diyene dedi. Elhamdülillah müslümanım deme ne mutlu türküm de . Ama onu da becerip söyleyemedi şuur altı baskısıyla . Ne mutlu Türküm diyene de dedi. Yani diyebilene . Ben diyemiyorum demektir.[Türk,Tarihci, Şair, Hukukçu Kadir Mısıroğlu]
Atatürk’ün Kürt sorunu değil, din sorunu vardı.din karşıtı çizgi inönü zamanında değil, Atatürk zamanında başlamıştır.bunu tarih tezlerinden ders kitaplarına (icraatlarına)kadar her yerde gözlemek mümkün. [Prof. Dr. Zafer Toprak 09.04.2012-Radikal Gazetesi]
ANLADIYSAN DEVAM ET;
Mustafa Kemal Kimdir?Doğduğu evden babasının adına, doğum tarihinden etnik kökenine kadar birçok çelişki mevcut. Annesinin Zübeyde hanım olduğunda fikir birliği var. Ancak çokça tartışılan Falih Rıfkı Atay‘ın Çankaya kitabının ilk baskısında -sonrasında bu söz çıkartılmış- Atatürk’ün Ali Rıza Efendi‘nin resmine bakıp ‘bu bizim peder değildir‘ dediğini yazar. Kitapta anlatılan resmin arşivlerdeki bir Osmanlı subayının resmi olduğu ve gerçek babası olmadığı iddia edilir.,
Abduş konusuna ise aşağıda deginiyorum; bu baba konusunun ilerdeki öfkesinin temellerini oluşturduğunu düşünüyorum.
Bu o dönem düşünüldüğünde önemsiz bir ayrıntı gibi gözükebilir. Bu bilgi net değilse bile babasız büyüdüğü kesin. Ama Atatürk farklı olarak annesini de hayatı boyunca pek sevmedi. Öldüğünde cenazesine dahi gitmiyor. Savaş boyunca annesinin yanına uğramaktansa Pera Palas’ta kalmayı tercih ediyor.
Hakkında bilmediğimiz şeyler çok. Mesela doğum tarihini bile tam olarak bilmiyoruz. Hicri ve miladi takvim arasındaki farktan dolayı bu 1881 yada 1880 olabilir yani tam olarak bilinemez. Bu yüzden doğum tarihi ilk posta pullarında 1880 olarak yazar.
Etnik Kökeni;
Etnik kökeni hakkında da bildiğimiz bir şey yok. Osmanlı kayıtlarında etnik köken kısmının olmayışı işleri zorlaştırıyor. ‘İslam’ ya da ‘gayrimüslim’ olarak tutulmuş kayıtlar. 2 dönem bakanlık yapmış, koyu bir Türkçü olan Dr. Rıza Nur‘a göre (selanik nufüs kayıtlarına göre) Sırptır. sırp olması muhtemel. Uşağı olan Cemal Granda‘nın ‘sansürlenmemiş’ anılarına bakacak olursak M.kemal Yahudidir.
Atatürk’ün ‘Türkçü’ fikirlerinin temelini nelerin oluşturduğu ve bu fikirlerin ‘kimlerin’ isteklerine göre şekillendiği. 1923’e kadar Mustafa Kemal’in –Atatürk’ü bilerek kullanmıyorum- Türkçü söylemleri hiç yok. Aksine tüm coğrafyayı kapsayıcı bir söylem içinde. 1923’ten sonra Atatürk ise aksine tektipleştirici ve Türkçü bir görünüm izledi. Ancak ben gerçek anlamda Türkçü olduğunu sanmıyorum. Bir bilim adamı edasıyla inceleme ve zamanın şartları söz konusu. Mu kıtası, Güneş Dil Teorisi gibi aslında kendisinin inanmadığı ama etraftan destek görmek adına geliştirdiği söylemleri mevcut. Türkçü subayları yanına çekmek için başka yol düşünülemezdi.Türkçü söylemden uzak durdu.M.Kemal’in türk olduğunu hiç bir şekilde ispatlayamazsınız.Türk ve müslüman olarak görmek. istiyorsunuz diye uydurduğunuz hikayelerin hiç bir bilimsel kanıtı yoktur.Ermeni veya Rum değilim Türkoğlu Türküm. Elhamdülillah da müslümanım Anadolu’yu işgal ettiren, binlerce insanımızın ölmesine ve sakat kalmasına sebep olan Yunanistan başbakanı Venizeolos, M.kemal’i Osmanlı Devleti’ni yıktığı, saltanatı,hilafeti ve şeriati kaldırıp batılı değerleri getirdiği , Hristiyan milletlere ait topraklardan çekilmekte tereddüt göstermediği için M.kemal’i Nobel Barış Ödülüne Aday göstermişti, Nobel komitesine yazdığı mektup. (by kimyacı)
İşgalci Yunanistan Başbakanı Venizelos, Mustafa Kemal’i Nobel’e Aday Göstermişti.http://yakintarihimiz.org/isgalci-yunanistan-basbakani-venizelos-mustafa-kemali-nobele-aday-gostermisti.html
M.kemal Türk aleyhindedir. Milli Hareket zamanında benim Türkçülük icraatımdan pek sıkılıyordu. Bir şey de demiyordu. Bugün kendisi Türk’ün dinini, dilini, yazısını, adetini, milli müesseselerini, ananesini her şeyini yıkmakla meşguldür. Bunlar harstır,(kültürdür) bir milletin hayatıdır. Bu mu onun milliyetperverliği?!. Hani Türk’ün dinine, edebiyatına, folkloruna, mimari abideleri olan camilerinin ihya ve muhafazasına dair henüz ne yaptı? Soruyorum. Sade hüneri, gayreti, milleti baştan aşağı, fahişe, meful,(yapılmış) sarhoş ve mürtekip(kötü işler) soyguncu yapmaktır.
[Türkiye’nin İlk Milli Eğitim Bakanı Doktor Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım Cil.4] ‘Türkçülük Üç Evreye Ayrılır; Türkçüler , Türkçü geçinenler, Türkçülükten geçinenler.İslâm’a düşman Türkçülüğü ve milliyetçiliği Müslüman Türkler değil, Yahudiler çıkartmıştır.http://yakintarihimiz.org/islama-dusman-turkculugu-ve-milliyetciligi-musluman-turkler-degil-yahudiler-cikartmistir.html
Atatürk’ün Soy Seceresi; “Pek çok yerde ortaya atılan Zübeyde Hanım’ın Hacı Sofiler’den olduğu iddiası bu şecereyle çürüyor. Çünkü bu aile Mustafa Kemal’in değil, şecerede görüldüğü gibi Hacı Sofilere gelin giden Gülsüm Molla yoluyla Süleyman Sırrı’nın sülalesi. Bazı kaynaklar, Zübeyde Hanım’ın babasının tam üç kere evlendiğini kaydetmesine rağmen şecerede bunu göremiyoruz. Israrla Atatürk’ün teyzesinin oğlu iddia edilen eski TKP liderlerinden Reşat Fuad Baraner de şecerede gözükmüyor, zaten şecereye göre Atatürk’ün teyzesi yok, iki dayısı var.”1 Bana bu haber ve belgeler çok taraflı geldi. Gerçekliği pek yansıtmıyor. 1) Madem o kadar yalan çürütüldü bugüne kadar neredeydi bu şecere? İlk önce soy ağacının gerçek olması gerekir yalanları çürütmesi için. 2) M.Kemal’in üvey babası Abduş (mahkeme onaylı) tabloda göremiyoruz Tarih DELİL ister ama TARAFSIZ SAĞLAM DELİ! 3) M.Kemal’in üvey kızkardeşi Ruhiye hanım nerede? 4) M.Kemal yazdığı kağıtların üstüne mutlaka imza atardı veya asıl belgenin başka bir kağıdına imza atardı. Bu şecerenin üstünde veya yanında bir imza veya tarih göremiyoruz. Bu şecere tartışmalara son vermek için basbaya uydurulmuş. 1: Sefa Kaplan (Hürriyet, 02.11.2009)
Türkiye’nin Entelektüel ve en Bilge Kadını ; Ne biçim ırkçılarız (türkleriz) ki bizim ideolojimizi bir Yahudi yazıyor. Zira Yahudi Moiz Kohen (Munis Tekinalp) Kemalizmin ideologudur. Tıpkı Agop Dilaçar’ın Türk Dil Kurumunun başuzmanı ve Ermeni olması gibi. [Türk Yazar”Alev Alatlı ,Valla Kurda Yedirdin Beni boyut yay. C 3 1. Basım ist.1993]
Mustafa kemal Sabetayist bir gizli yahudiydi.
Doğan çocuklarına TÜRK isim-soyisimleri verip KİMLİKLERİNE de DİNİ İSLAM yazdırarak KENDİLERİNİ GİZLEYEN YAHUDİ-ERMENİ kökenli Sabetayistler bu sayede TSK başta MEDYA,SİYASET,YARGI vs heryere SIZABİLMİŞLER VE Her Köşe Başını Tutmuşlardır.
Yahudilere neden güvenilmez?
Yahudilerin büyük din âlimlerinden Maimonides (1135-1204) yüreğinde Yahudilik inancını ve kimliğini taşımak şartıyla Musevîlerin (YAHUDİLERİN) Hıristiyan ülkelerinde Hıristiyan, Müslüman ülkelerinde Müslüman gibi görünmelerine fetva vermiştir.Haham Moses Maimonides (musa ibn meymun 1135-1204)
M. Kemal Yahudilerin en yogun yasadigi Selanik’te yetismistir… (Kemalist Soner Yalçın, Beyaz Türklerin Büyük Sırrı) Öyle yogun ki, Balkanlarin Kudüs’ü ismiyle meshurdur. Dolayisiyla M. Kemal de bundan payina düseni almis, yahudilerin ve dönmelerin laik – seküler idare anlayisini Türkiye Cumhuriyetine (kadrolaşma) egemen kilmistir.
Kaynaklara göre Mustafa Kemal Paşa’nın babası Sırp’tır! Türk değil yani! Ali Rıza Efendi Mustafa Kemal Paşa’nın üvey babasıdır!
2 dönem bakanlık yapmış, koyu bir Türkçü olan Dr. Rıza Nur‘a göre yani SELANİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ İlam karar numarası: Adet/451 verilerine göre M.kemal Sırptır.
(Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım.)
M.kemal’in Uşağı olan Cemal Granda‘nın ‘sansürlenmemiş’ anılarına bakacak olursak M.kemal Yahudidir.
(Atatürk’ün uşağı Cemal Granda’nın Hatıraları)
Refet(paşa) bele Milli mücadeleyi başlatan meşhur 5liden biridir Diyor ki;
Elbette hakikat (gerçek tarih) bir gün tarihe intikal edecektir.” M.Kemal Türk Değildir…’ (Refet Bele)
”Benim Kocam ( Refet Paşa) Türkoğlu Türktü Öyle Falan Cinsten Olan Adamın (M.Kemal)….”işine gelirmi kullandı harcıyacaktı. kocam ( idamdan kurtulmak için ) beyrut’a kaçarak hayatını kurtardı. yaşadıklarını yazdı. (Refet Bele’nin Eşi)
Kaynak:1; Refet (bele) Paşa Hatıratı 2; Türk,Tarihci, Şair, Hukukçu Kadir Mısıroğlu 3;Cumhuriyete Giden Yol, Beyan yay. Sf. 145
Mustafa Kemal Diyor Ki;
Türk milleti ”Fatih’lerin arkasında serserilik etmiştir.” Kaynak:Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III (İzmir Yollarında; s.103-126)
Fethi müjdeleyen Peygamber;
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:Kostantiniye, (istanbul) bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden emir (komutan) ne güzel emir, Onu fetheden asker ne güzel asker…” [Kütüb-i Sitte] O hevadan söylemiyor .O (rasullahın söylemesi) sadece vahiydir. sadece vahyolunur. [Necm 3-4] Nutuk’ta M.kemal diyor ki; Müslümanlığı bir yana bırakıp evrensel bir dünya dini kuralım (yahudi mason merkezli yeni dünya düzeni istiyor) ;
Efendiler, Hristiyanlığı, Müslümanlığı, Budizmi bir yana bırakarak basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak «birleşik bir dünya devleti» kurma hayalinin tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz.Atatürk [Nutuk:Syf:350]
1-) Bir Müslüman, “Müslmanlıktan vazgeçip, yerine başka din ister mi?
2-) Neden Yahudilik yok?
3-) “Birleşik Dünya Devleti” masonların amacı “New World Order Evrensel Bir Dünya Dini(yahudi mason merkezli dünya düzeni)
Nutuk,134. Sayfa 13. Paragraf atatrkün MASONİK illuminatinin ”tek din” ve ”tek devlet” ideolojisini benimsedğnin ispatıdır.
SELANİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ İlâm karar numarası: Adet/451 Bu Bozgeyik´in “Türkiye üzerine oynanan oyunlar” kitabında da bu belge tam metin Türkçe olarak basıldı.
(Burhan Bozgeyik´in “Türkiye üzerine oynanan oyunlar”)Bu belge, Türkiye´de çeşitli kitap ve gazetelerde yerini aldı:
“Deccaliyet ve Kemalizm” (Hüseyin Demirel, s.147) :”Mustafa kemal’in soyu” İlk defa Yakın Tarih Ansiklopedisinde Mustafa Kaplan imzasıyla neşredilen “Abdoş Ağa” (babası) ile ilgili yazılar mahkemelerde dava konusu oldu. Bu belgelerde kim olduğu açıkça ifade ediliyor. Hürriyet 21 Ocak 1990´da “Atatürk´ün gayrimeşru doğduğunu iddia eden.. belgeleri” başlığı altında bu meseleyi kamuoyuna duyurdu. Selanik´te bir mahkemenin verdiği kararın metni Osmanlıca olarak gazetenin haberinde basıldı.(Yakın Tarih Ansiklopedisi -Mustafa Kaplan)Uluğ İğdemir: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, sahife 23, türk tarih kurumu yayınlarına göre Mustafa kemal yahudidir. MUSTAFA KEMAL DİYORKİ; BEN YAHUDİYİM “SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün yahudiler onun mesihliği altında birleşse..” (yani hem burda bir yahudi olduğunu hemde yahudi inancına bağlı olduğunu söylüyor.(Kaynak: Uluğ İğdemir: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, sahife 23, TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI , 1980)
Atatürk’ün İslam Dinini reddettiği el yazıları’nda ispatlanmıştır. Kendi yazmış olduğu Medeni Bilgiler (1931 tarih kitabı ve chp manifestosu isimli videosu) adlı kitabı’nda din hakkındaki düşüncelerini apaçık beyan ediyor.Can Dündar-Milliyet
Atatürkü Korumak Adına (yahudi mason merkezli )kitapları sansürlenmiş;
Gerçek (islam dinini reddettiği) atatürk’ü anlatmaya çekindiler!. Atatürkçüler atatürk’ü korumak adına (islam dinini reddettiği) kitabını sansürlediler. ve bu adamı adam dediğim için kusura bakmayın!
Can Dündar – Kanal D
Müslüman/Dindar bir Atatürk portresi çizmeye çalışan muhafazakârların kullandıkları olayların hepsi 1923 öncesinin M. Kemal’ine aittir. (…) Kurtuluş Savaşı’nda Bolşevik ve İslamcı kavramları bir arada kullanan M. Kemal ile 1930’larda İslamcı kavramları toplum hayatından tamamen çıkarmaya çalışan M. Kemal farklı Mustafa Kemallerdir. [Taha AKYOL – Şubat 2012]
“Atatürk Müslüman değildir.Vahdettin’e yalvarıyordu.
Çanakkale’deki başarısı yalan.”.
Kaynak; Akşam gazetesi yazarı Fikri Akyüz ( Twitter’)
M. Kemal, Millî Mücadele’de ve Cumhuriyetin başlarında siyaset icabı İslâm’ı övücü sözler kullansa da, temelde kendisi (islam) dine (ne) karşı olup Comte’un fikirlerine inanıyordu. Bu mânada 1930’larda yazdırdığı iki kitap (Liseler İçin Tarih Kitabı ve Medenî Bilgiler Kitabı) onun (islam) dine (ne) inanmadığını gösteriyor. Yüzlerce sözlerinden sadece biri bunun delilidir: M. Kemal bu (kendi) ifadeleriyle İslâm dinini “anlamsız, mantıksız safsata” olarak târif ediyor.“İslâm gelişmeye mânidir” diyor.
(Prof. Mete Tunçay, Tek Parti Dönemi)
M.kemal Sırptır.
Mustafa Kemal Paşa’nın babasının kim olduğu araştırdım. Bana “bir Sırplı çavuşun, bir çingene kızından yahut karısından doğan bir ailedendir.( Türk aske ve siyaset adamı ,Cafer Tayyar Eğilmez ,Kuva-yi Milliye yöneticisi ,İstiklal madalyası sahibi.)
Kaynak; Hıfzı Topuz – Bana Atatürkü Anlattılar.
M.kemal’in Uşağı olan Cemal Granda‘nın ‘sansürlenmemiş’ anılarına bakacak olursak M.kemal Yahudidir.
(Atatürk’ün uşağı Cemal Granda’nın Hatıraları)
“Mustafa kemal’in soyu” İlk defa Yakın Tarih Ansiklopedisinde Mustafa Kaplan imzasıyla neşredilen “Abdoş Ağa” (babası) ile ilgili yazılar mahkemelerde dava konusu oldu. Bu belgelerde kim olduğu açıkça ifade ediliyor. Hürriyet 21 Ocak 1990´da “Atatürk´ün gayrimeşru doğduğunu iddia eden.. belgeleri” başlığı altında bu meseleyi kamuoyuna duyurdu. Selanik´te bir mahkemenin verdiği kararın metni Osmanlıca olarak gazetenin haberinde basıldı.
(Yakın Tarih Ansiklopedisi -Mustafa Kaplan)
Uluğ İğdemir: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, sahife 23, türk tarih kurumu yayınlarına göre Mustafa kemal yahudidir. MUSTAFA KEMAL DİYORKİ;
BEN YAHUDİYİM “SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün yahudiler onun mesihliği altında birleşse..” (yani hem burda bir yahudi olduğunu hemde yahudi inancına bağlı olduğunu söylüyor.(Kaynak: Uluğ İğdemir: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, sahife 23, TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI , 1980)
M.kemal şartlar olgunlaşmadan, iktidarın bütün güçlerini eline geçirmeden Türkiye gibi Müslüman bir ülkede, kalkıp da dinin aleyhinde (inkar) konuşamazdı-konuşmadı. Konuşursa kendi bindiği dalı kesmiş olurdu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadelenin hiçbir devresinde Sultan Vahdettin’in ve Halifenin aleyhinde de tek cümle söylemedi. millet yaşayışımızda ve anlayışımızda İslâmiyeti yavaş yavaş silebilmek veya onu hafife almak için önce amentüden (dinden) işe başladılar.
Türk yazar,gazeteci,avukat; Yavuz Bülent Bâkiler (türkiye gazetesi) yavuzbulent.bakiler@tg.com.tr 16 Şubat 2013 Cumartesi
Güya aydın geçinen, (çağdaş yobaz yada kültürlü mağanda) fakat ayağını nereye bastığı ve yüzünü ne tarafa çevirdiği belli olmıyan, kokmaz, bulaşmaz bir zümre vardır ki, Birinci Cumhur Reisi (M. Kemal Atatürk) hakkında şöyle düşünür: «Onun İslâmiyete hiçbir zararı olmamıştır! Belki de, kaba taassubu yok etmek bakımından dine faydası dokunmuştur! Ne imana, ne ibadete, ne de herhangi bir dini esasa el sürmüş değildir!» Böyleleri, benzerleri ve benzerlerinin benzerleri arasında, Birinci Cumhur Reisini rahmetle ananlar, ona Mevlit okutturanlar bile vardır.Halbuki Birinci Cumhur Reisi, herhangi bir temenniye «İnşaallah…» duasını katan insan için «Bak, Allahtan bekliyor, Allaha inanıyor!» diye mukabele edecek ve Kâinatın Mefhari hakkında «Donsuz Bedevi!» hakaretini savuracak kadar Allah ve Resulünün düşmanıydı.
Kaynak; Necip Fazıl Kısakürek, Büyük (orta) Doğu Dergisi, 22 Aralık 1950, Sayı: 40, sayfa 3.
1 ) İslamlık (kuran ve sünnet) terakkiye (ilermeye) manidir
2 ) Arapoğlunun (hz.muhammed) yavelerini (uydurma,saçmalıklarını) Türklere öğretmeli
3 ) Hocaları toptan kaldırmalı (istiklal mahkemlerinden asılan binlerce alim vs)
( Bkz. Kazım Karabekir ,Paşaların kavgası : Atatürk Karabekir , Yayına hazırlayan : İsmet bozbağ , Emre yayınları aralık 1991 syf 165 ) Kuran hakkında Mkemal’in değerlendirmesi: Arapoğullarının uydurması.Kuran’a inanmak: Budalalık ve aldanmak.
M.kemal Diyorki; (islam) dinini kaldırmalıyız namussuz olmayız” diyor 1923’den 1938’e kadar icratlarına baktığınızda bu sözünü tuttuğunu görüyoruz…
Kazım Karabekir anlatıyor: “Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce şöyle dedi: “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus anlayışını kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.”
[Kazım Karabekir Anlatıyor, (yayına hazırlayan Uğur Mumcu), İstanbul: Tekin Yayınevi. 1990. sayfa, 83-84]Son zamanlarda “Atatürk’ün de iyi bir müslüman olduğunu” anlatan nutuklar türedi.
Atatürkçüler ille İslam tartışacaksa hadi gelin Mustafa Kemal’in yıllarca gizlenen konuşmalarını raflardan indirelim.Göze alabiliyorsanız, O’nun Kazım Karabekir’e “herşeyden önce din anlayışını kaldırmalıyız” dediğini ortaokul din kitaplarına koyalım. Bir İngiliz yazara söylediği “benim dinim yok. Bazen bütün dinler denizin dibine batsın istiyorum” sözlerini Diyanet İşleri Başkanlığı’nın girişine asalım.
Can Dündar, 07.01.1995
Kuran’a ‘uydurma’ kendi için ‘Dinsizim’ ”Yahudiyim”diyen Atatürk’e BAŞBUĞ çekerken, Kutlu Doğuma ‘zehir’ diyen dinsiz muhabiri tehdit eden aynı kişi [Araştırmacı -yazar Fatih Tezcan – 15.04.2013]
Bakın Ateist (kemalist,atatürkçü) Aziz Nesin (1993-94) de ne demiş… Yarın, öbür gün bu dinciler.(muhafazakarlar-şeriatçılar) iktidara gelip imam hatip’ten yetiştirdiği talebeleri yargıç, avukat, hekim, mühendis, belediye reisi gibi devletin her koluna atayıp, en son bu talebeleri harbiye’ye sokarak orduyu ele geçirip devleti her koldan kuşatacaklar. Ama şu an kimse farkında değil..! (Aziz Nesin -1993) Gün gelecek demokratikleşme adına Andımız’ı kaldıracaklar. tesettürlüler kamuda çirit atacak. (Aziz Nesin -1994)
Kemalist Aziz Nesin diyor ki; Hiçbir Müslüman Atatürk’ü sevmez niye sevsin ki yaptığı hiç bir şey İslam’ın lehine değildir. Eğer bir Müslüman hem Atatürk’ü seviyor hemde Müslümansa ya ahmaktır ya sahtekar (yada cahil) bunu Aziz Nesin diyor.
Dağılan Sovyetler birliği’ndeki cumhuriyetlerde yaşayan insanların yıllarca komünist (ateist-dinsiz) gibi gördüklerini ancak gerçek yapılarının (fikirlerini) son gelişmelerde (gücü-iktidarı ele geçirdikten sonra) ortaya çıktı. bunu Aziz Nesin diyor.
Kaynak; 1; Hürriyet gazetesi (Hiç bir müslüman atatürk’ü sevmez manşeti -arşiv) 2;Oguz Açar abant – haber ajansı
Sonsöz; Bizim paylaştıklarımıza muhalif olan,yalan tarihle beyni doldurulan insanlar gerçekleri öğrenmek için,kahraman diye beyinlerine kazınan,mustafa kemal atatürk’ün 54 yaşında kimliğinden mustafa ve kemal adını silip”kamal”(yahudi dilinde put) diye adını değiştirdiğinden başlasınlar.”atatürk”bir soy isimdir kanunla verilen..Bu durumda adam 54 yasında adını silmiş beğenmemiş değiştirmiş halen neden mustafa kemal diye ezberden konuşuyorsunuz?Yok efendim öğretmeni demişki senin adın kemal olsun demiş miş..Anıtkabir,de kapı gibi nufüs cüzdanı duruyor,adı “kamal” soyadı “atatürk”yazıyor.Müze,de sergileniyor.Adını değiştirdiğini bile anlatamayan bu resmi tarih kitapları başka gerçekleri nasıl anlatsın?Cahillere gerçekleri anlatmak kabul ettirmek kadar zor bir şey olmasa gerek.
Selanik mahkeme kararı yüzde yüz doğrudur.Ben M.kemal’e hakaret falan etmiyorum. ben gerçeğin peşindeyim.
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ki Türkiye cumhuiryeti bu gerçeğin karşısında ”Evet millet biz sizi yıllar boyunca avuttuk , atamız gayri meşru çocuğu idi. mi diyecekti ? Elbette inkar edecekler sahte diyecekler. ama tarihi osmanlı hukuk kitaplarımız örneğin Düstur,Tertip 1,Cilt 4:Düstur,Cüz-i Rabi’ ,İstanbul,1296 sayfa 261 ve başka nice eserler ”Selanik Mahkeme kararanın doğru olduğunu göstermektedir. Maalesef halkmız çok şartlanmıştır Atatürk konusunda .Ben M.kemal’e hakaret falan etmiyorum. ben gerçeğin peşindeyim. kemalistlerin hoşuna gitsede gitmesede M.kemal gayri meşru çocuğudur. bu bir tarihi gerçektir ve bu milletin bunu bilmeye hakkı vardır.
Mustafa Kemal Müslüman miydi? Halk (mustafa kamal) ondan nefret etmesin diye İslam’a kuranı kerime peygambere saygılı biri olarak göstermek istenilmektedir… oysa mustafa kamal sadece iktidarı ele geçirinceye kadar kendisini müslüman gibi gösteren iki yüzlü biriydi.bunun bizim iddiamız olmadığını görmeniz içinde?
Daha fazla bilgi için şu linklere bakabilirsiniz;
Mustafa Kemal Türk (ve müslüman) Degil ki Atatürk Olsun-Tüm Linkler ;
Daha fazla bilgi için şu linklere bakabilirsiniz;http://yakintarihimiz.org/mustafa-kemal-turk-ve-musluman-degil-ki-ataturk-olsun-tum-linkler.html
Türkiye’deki Yahudiler ve Masonlar-Tüm Linkler;http://yakintarihimiz.org/turkiyedeki-yahudiler-ve-masonlar-tum-linkler-2.html
.
Ayşe Hür Öteki TarihKitabının Özeti;
Ayşe Hür Öteki Tarih Kitabının Özeti;
”…Tarih bana az, size çok lanet edecektir.”
Mustafa Kemal, 27 Aralık 1920’de, Batı ve Güney Cephesi komutanlarına Çerkes Ethem meselesinin ‘kuvvet yoluyla hallolması birer telgraf çekmiştir.
Meclis zabıtlarına bakılırsa, (Çerkez) Ethem Bey, bu telgraftan iki gün sonra, yani 29 Aralık’ta Meclis’e ağır bir Telgraf çekti. Telgrafda şunlar yazıyordu;
“Ankara’da toplanan Meclis’in ne şekilde toplandığını tabii hepimiz biliyoruz. İlk icraatı da bu fakir milletin sırtından kendilerine senede üçyüz bin küsur lira tahsisat yapmaları olmuştur ki, senede içlerinde yüz lirayı bir arada gören pek azdır. Şimdi bol bol dalkavuklukla meşguldürler”.
Bu tarihten sonra taraflar arasında başka telgraflar gidip gelir. Bunlardan 2 Ocak 1921 tarihinde İsmet Paşa’ya yazılan ve “Baki ilk selam” diye biten telgrafta Ethem Bey şunları demektedir;
“ Meclisin tamamını bilmekteyim ama hükümetin aleyhime düzenlediği tuzakların bilincine vardıktan sonra her türlü önlemi aldım….Madem (İsmet inönü ve mustafa kema’e hitaben) beni vuracak gücünüz var, neden birlikte Uşak’ı düşmandan kurtarmak için saldırma önerimi geri çevirdiniz? Siz kıskanç bir insansınız; şahsi ihtiraslarınız uğruna değil beni bütün memleketi feda edebilirsiniz! Bana kalsaydı ve de kardeşim Reşit Bey’i dinlemeseydim sen benim idamıma ferman koyabilir miydin sanıyorsun! ‘Kardeşlerin en akıllısısın’ diye diye Reşit Bey’i pek güzel kandırdınız…Bana Osmanlı-Rus Savaşından bu yana katılıp da kazandığınız bir tek savaş söyleyebilir misiniz! Biçare Millet Meclisi sizin sahte askeri şöhretinizin bilincinde değil!
“Köprüyü geçinceye kadar öyle olsun diyorsunuz ama bilmiyorsunuz ki köprünün binde birine ulaşmamışsınızdır. Ah içleri fesat dolu yurtseverler, zavallı Millet Meclisi, sizin (m,kemal ve ismet inönü) askeri sahte ünlerinizi anlamış değil.(.) Tarih bana az, size çok lanet edecektir.”Umum Kuva-yı Seyyare Kumandanı Çerkez Ethem.”
Çerkez ethem Bey, Türk askerine kurşun sıkmamak için, kendi kuvvetlerini dağıttı; büyük bir çoğunluğu düzenli orduya katıldı, Ethem Bey’in terhis ettiği 159. Alayın askerleriyse ya dağa çıktı ya evlerine döndü ya da ordu saflarında savaşmayı sürdürdü sonunda gıyaplarında idama mahkum edildiler! [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
Milli Mücadele’nin başlangıcında Kürt Aşiret Reisleri ve Dini Liderler ile birlikte davranan M.Kemal, 2.Meclis döneminde (1923-27) bu liderlerle arasına mesafe koyar. Ayrıca, söylenegeldiği üzere Alevi-Bektaşi liderlerin tamamı Milli Mücadele’yi desteklememiş, bir kısmı padişah tarafında yer almıştır. [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
-Şeyh said isyanında, Milli Mücadele’den daha fazla insan ölmüş ve daha fazla harcama yapılmıştır.
-Yedi yıllık İSTİKLAL MAHKEMELERİNDE 67500 yargılama yapılmış ve 5600 idam cezası verilmiştir. İstiklal Mahkemesi Başkanı Ali Çetinkaya (Kel Ali), Milli Mücadele’de Ayvalık savunması kahramanı olup, mecliste bir milletvekilini tabanca ile öldürmesine rağmen cezalandırılmaz. [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
ŞAPKA İNKILABI döneminde, direnen Rize’yi Hamidiye Zırhlısı 2 gün boyunca bombalamış, çok sayıda (20-78) idam ve yüzlerce hapis cezası verilmiştir. [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
ATATÜRK’E İZMİR SUİKASTI, gerçekleşmeden önce haber alınmış fakat muhaliflerin temizlenmesi amacıyla ses
Abdülmecid Kızların eğitimi konusunda halka örnek olmak için şehzadesi Murad’la kızı Fatma Sultan’ı ellerinden tutup ilk mektebe kaydettirmesi tarihe düşülmüş bir nottu. Nitekim onun döneminde Müslüman Osmanlı kadınları o tarihe kadar görülmedik bir serbestliğe kavuştular. Kâğıthane, Boğaz birer şenlik yerine dönüştü. Beyazıt, Üsküdar, Fatih gibi geleneksel semtlerde bile kadınlı erkekli kalabalıklar (sosyal etkinlikler) meydanları doldurdu. [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
Bir toplumun okuma-yazma oranlarının doğrudan alfabenin kolaylığı ya da zorluğuyla ilgisinin olmadığına dair dünyada çokça örnek bulmak mümkün. Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Japonya, Çin, İsrail, Kore, Sırbistan, Hindistan, Taylant gibi ülkeler ekonomik ve kültürel kalkınmalarını, hepsi Arap alfabesi kadar veya ondan daha zor olan alfabeleriyle başarabilmişlerdi. [Ayşe Hür / Derin Tarih Kasım 2012]
Kemalist modernleşme hamlesinin önemli köşe taşlarından biri olan Harf Inkılabı, toplumun genel kültür düzeyine katkıda bulunmaktan çok, halkın tarihle ilişkisini kesmekte işe yaradı. Böylece geçmişle bağlar, devlet ve devletin istediği tarzda ilgilenen ‘tarihçiler’ tarafından kurulmaya başlandı. Bu tarihçilerin esas işlevleri ise, ‘kozmopolit’, ‘karışık’, ‘Şarklı’, ‘geri’ olarak niteledikleri Osmanlı kimliğinin yerine, ‘etnik açıdan saf, ‘dünya görüşü açısından laik’, ‘Batılı’, ‘modern’ bir ‘Türk’ kimliğinin üzerinde yükselecek Türk-ulus devletini inşa etmekti. [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
O yıllarda izolasyonist bir politika izleyen ABD, Türkiye ile savaşa girmediği için ne Antlaşma’nın hazırlanmasında rol aldı, ne de nihai belgeyi imzaladı. Sevr’de kurulması düşünülen ‘Büyük Ermenistan’ın hamiliğini üstlenmeyeceğini daha 1920 Mart’ında ilan etti. Bunu izleyen aylarda Britanya, Fransa, İtalya ve Norveç, Ermenistan’ın savunmasıyla ilgili herhangi bir askerî yükümlülük üstlenmeyeceklerini açıkladılar. Bunun üzerine Erivan’daki Taşnak Hükümeti Ankara ile uzlaşmak zorunda kalacak, 2-3 Aralık 1920 tarihli Gümrü Anlaşması ile Ermeni tarafı Sevr Antlaşması’nda kendisine tanınan haklardan feragat ettiğini açıklayacaktı. [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
Mustafa Kemal ‘muhaliflerle nihai hesaplaşması;
Ankara İstiklal Mahkemesi, 1924 Anayasası’nın milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen 17. maddesini çiğneyerek, çoğu milletvekili olan 49 sanığı yargılamaya 26 Haziran 1926’da başladı.
Tutuklananlar (ve idam edilenler ) arasında Lazistan milletvekili Ziya Hurşit, Mustafa Kemal’in çocukluk arkadaşı, Samsun’a birlikte çıktığı Miralay (general) Arif Bey, Çopur Hilmi, Gürcü Yusuf, Laz İsmail ile Sarı Efe Edip (paşa) adlı istihbaratçı vardı. Sonra Kazım Karabekir, Ali Fuat,paşa Refet, paşa Cafer Tayyar Paşa ve Rüştü Paşa başta olmak üzere, Terakkiperver (ilerici cumhuriyet fırkası yani partisi) paşalarının ve partili milletvekillerinin tutuklanarak, yargılanmak üzere İzmir İstiklal Mahkemesi’ne yollanmasını emretti.İdamlardan kurtulan paşalardan kiminin siyasi hayatı ebediyen, kimininki Mustafa Kemal’in ölümüne kadar sona erdi
(Mitçi) Kara Kemal ve Abdülkadir Bey dışındaki 13 kişi, o gece idam edildi. Kara Kemal yakalanacağını anlayınca intihar etti. ‘ Kazım Karabekir, Cafer Tayyar, Ali Fuat, Refet ve Mersinli Cemal paşalar ise cellattan kurtuldular ama kiminin siyasi hayatı edebiyen, kimininki Mustafa Kemal’in ölümüne kadar sona erdi, aileleri maddi ve manevi yıkıma uğradı, yıllarca polis denetiminde yaşadı.
Kara Çete’ diye anılan eski İttihatçılar, Ankara’da yargılandı, kanıt olmadığı halde Cavit Bey, Dr. Nazım, Ardahan mebusu Hilmi ve Nail beylere idam, Balkan Savaşları’nın ‘Hamidiye Kahramanı’, Misak-ı Milli kararının mimarı Rauf Bey’le eski İzmir Valisi Rahmi Bey de dahil yedi kişiye 10’ar yıl kalebentlik cezası verildi. İdam cezaları 26/27 Ağustos 1926 gecesi infaz edildi. Daha önce gıyabında idama mahkûm olan Abdülkadir Bey de yakalanarak idam edildi.
Rıza Nur, Atatürk muhalifleri arasında, ölçüsüz, pervasız, hatta hakaretamiz üslubuyla tanınan bir isimdir.
Meclis’in Türkçü, kanadını temsil eden Rıza Nur;İzmir Suikasti Davası’ndan hemen sonra Paris’e kaçtı ve Türkiye’ye ancak Mustafa Kemal’in ölümünden sonra dönebildi. Paris’teki Biblioteque Nationale ve Londra’daki British Museum’a, 1960 yılından önce yayımlanmamak kaydıyla teslim ettiği dört ciltlik tartışmalı eserini (hayatım ve hatıratım) 1929-1935 arasında kaleme aldı.
Dr. Rıza Nur’un canlı, renkli, ve ‘sansürsüz’ anlatımları,(kitabı) dönemin resmi tarih tarafından yer verilmeyen yanlarını kavramak açısından önemli bir kaynaktır. [Ayşe HÜR- Öteki Tarih]
.
Kemal Tahir’in Gözüyle Yakın Tarihimiz ;
Kemal Tahir(1910 – 1973), Türk romancı.Sol dünya görüşüne sahip olan yazar.
Bize okullarda Birinci Dünya Savaşı da öğretildi öğretilmesine ama, yalnızca Çanakkale… Türkiye’de iyi kötü mürekkep yalamış hemen hiçkimsenin ne Süveyş Kanalı seferlerimizden haberi vardı, ne Mezopotamya cephemizden, ne Galiçya cephesinden ne de Baku’ya girmemizden…ne de milli mücaleden … Kemal Tahir yazmasaydı yanmıştık vallahi.
“Kurtuluş savaşı Anti emperyalist bir savaş değildir, Türk-Yunan savaşıdır”“Anti kapitalist olmayan bir hareket Anti Emperyalist de olamaz”Nitekim Kemalizm hiçbir zaman antikapitalist olmamış, olmayı düşünmemiş” tir.
Şeyh Sait olayı da Cumhuriyet’in bir dolabıdır.
İttihat ve Terakki hareketi Osmanlı imparatorluğunu batırmıştır.
“Osmanlı bozgunu (çöküşü) bitmedi, içimizde yaşıyor.”
Cumhuriyet devrimleri“milletin vicdanında” yer edememişdir.
Tarihten kaçmak, namustan, doğruluktan, bilgiden kaçmaktır.
Ağız dolusu (Atataürk inkilaplarını eleştiriyor) İnkılâp dedikleri soytarılık daha taze olduğu için mi bu masalları okuyorlar bize dersin?”
Bugün içinde debelendiğimiz ekonomik-sosyal zorluklarımızın kaynağı, Ondokuzuncu yüzyıl başından bu yana batılı sömürücü (emperyalist) güçlerin, kendi çıkarlarına göre bizi batılılaşmaya zorlamalarından ve bizim bu zorlamaya bilir bilmez koşulmuş olmamızdandır.
Biz bu İngiliz gâvuruyla savaşmadık, Yunanlılarla savaştık.İngilizler’e bir tek bile kurşun atmadık… Peki bu İngiliz gâvuru İstanbul’dan niye çekip gitti?..”.
Dipnot ;T.C. kurulmadan önce itilaf (ingiliz siyonizm mason projesi) devletleri ile anlaşma yapıldı. gizli antlaşmalar yapıldı. anlaşmada; …-ülkenin yeraltı zenginliklerine ,100 yıl boyunca değerli yeraltı maden ve kaynaklarını kullanamayacağına ilişkin bir maddenin lozanda imzalandı.. -Petrol alımı ve kullanımı avrupa petrol şirketleri ile tüketilecek, araplardan direk alınmayacak (halen daha bu geçerlidir)-İslami görünüm ve yaşam tarzı derhal terkedilecek,-Gayri müslimler (yahudi ve ermeni kökenliler, , hırıstyan,mason,) devletin önemli (üst kademe) noktalarına görevlendirilecekler, köklü müslümanlar olanlar yönetime katiyen katılmayacak..Kaynak;Yakın tarih ansiklopedisi 3.cild (sahife ;62)
Milli Mücadele (Kurtuluş Savaşı) tasvirini bana kalırsa en güzel Kemal Tahir yapıyor;
“Anadolu (türk)-Yunan savaşı belletilmek istendiği gibi bin yıllık tarihimizden ayrı bir Milli Kurtuluş Savaşı değildir. Bin yıldır süren Doğu-Batı boğuşmasının yüzlerce savaşlarından biri hem de küçüklerinden biridir.”.Böyle bir savaşı kazanmak bin yıllık tarihin biriktirdiği hesabı kapatmaya yetmez ki iktidarı gerçek iktidar olsun.Bu savaşa İstiklal savaşı da haşa denemez!Çünkü biz hiçbir zaman milli devletimizi yitirmedik. Siz Cumhuriyet çocukları `gözümüzü zaferde açtık` avuntusundasınız.
“Halifeyi İngilizler alıp gittiler de halifeliğini neden sürdürmediler? Bu halifeliğin kaldırılması işi, görünürde, bizden çok Müslüman sömürgeleri olan büyük devletlerin işine gelse gerek. Halifelik sürüp çıkarılırken, Fener Patrikhanesinin İstanbul’da bırakılmasına akıl erdirmek zordur.”
Kemal Tahir, Kurt Kanunu, s. 333, 334
“Böylece Anadolu (istiklal savaşı) zaferinin temelinde:
1- Anadolunun (istiklal savaşı) Kapitalist Batı ile Sosyalist Doğu arasında tampon devlet olması,
2- Halifeliğin kesinlikle ortadan kaldırılması,
3- İttihatçıların -tıpkı Menderes gibi- parçaladığı Osmanlı idareci kadrolarının yeniden iktidarı ele almasının biricik çaresi olması zorunluluğunun etkileri açıkça görülür.
Bu açıdan bakılırsa Mustafa Kemal, Anadolu zaferi sonunda kurulan yeni idarede, yalnız, tabu olarak kullanılabilirdi. Nitekim halk, Mustafa Kemal’in kişiliğini kabul etmiş, kurduğu idareyi kesinlikle kabul etmemiştir.Kemal Tahir, Notlar/Roman Notları 3, Bağlam Yayınları, 1991, sf; 206
Dipnot; TC’Bir İngiliz Siyonizm Mason Projesi’dir! Türkiye devletinin kabul edilmesinin en önemli nedeni; Rusların sıçak denizlere inmesini önleyecek bir devlettir.yani; Kemal Tahir İngilizlerin, Kurtuluş Savaşı sonuna doğru, Kuzeyde Sovyetlere karşı bir blok ve güç dengesi olması için Türkiye ile anlaştığını, Türk yönetiminin varlığına izin verdiğini de iddia etmektedir.T.c ruslara tampon bölge olarak rusları (sıcak denizlere inmesini engelemektir) engeleyecekti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, tıpkı Osmanlı’da daha önceki isyanlarda olduğu gibi, “kapıdan uzak düşenlerin” kişisel heveslerinin bir sonucudur ve bu nedenle başarısızlığa yazgılıdır.Türkiye SSCB’ye karşı Batı için tampon görevi görmesi amacıyla kurdurulmuştur:“Türkiye’nin bu tampon ödevini gerek emperyalistlere, gerek Bolşeviklere ilerde zarar vermeyecek bir hale getirilmesi için Osmanlı İmparatorluğu ile İslam Halifeliği’nin ortadan kaldırılması da şarttı. Bunu, emperyalistler, kendileri Hıristiyan güçlerle yapmayı, İslam sömürgelerine karşı uygun bulmadılar. İçerden bu işi kıvıracak adam aradılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları buna hemen talip oldular. Bu talip oluş aslında –hele ilk zamanlar– bu Mustafa Kemal ve arkadaşları çetesi için hiçbir şeyi garanti etmiyordu. Çünkü emperyalistlerle yapılan bütün anlaşmalar gibi, bu anlaşma da, şeytanla çuvala girmekti. Kahbelik emperyalizmin ahlak kurallarının ana temeli olduğu için kendi memleketine ne kadar gaddarca ihanet ederse etsin, kiralık hainler için kesin garanti hiçbir zaman söz konusu olamazdı.
Kaynak; Kemal Tahir -Çöküntü – Notlar s. 263.
İstiklal Mahkemeleri de Osmanlı’nın mirasının yok sayılmasına karşı çıkanların yok edilmesi operasyonunun bir parçasıdır:
“Emperyalistler, Anadolu Savaşı boyu Kuvayı Milliyeciler’e, doğrudan doğruya hiçbir zorluk çıkarmamışlar, hatta bu takımı para bakımından, silah bakımından desteklemişlerdir. Fransızlar, Fransızlara söğmemek şartiyle Sivas Kongresi’nin kurulup başarıya ulaştırılmasından yana idiler. İtalyanlar, Anadolu çetecilerini Yunanlılara karşı açıktan desteklemişler, İngilizler İstanbul’u sıkboğaz ederek –hele Millet Meclisi’ni basmak suretiyle– Padişah-Halifeyi soluk alamaz hale getirmek ve Ankara’ya bir de Millet Meclisi ikram ederek durumu meşrulaştırmanın yolunu bulmuşlardır. Bu arada, Federasyon teklif eden Suriye’yi, Mustafa Kemal-Faysal anlaşması Misak-ı Milli dışarsında bırakıyor, Fransızlara bir sömürge hediye etmiş oluyor, bu arada Sivas Kongresi’nde sadece Padişahın lafını edip Halifeden hiç söz açmıyordu. İngiliz-Kuvayı Milliye anlaşmasının iki temel dayanağı ve şartı vardı: Birisi Osmanlılıktan-Osmanlı mirasından vazgeçmek, öteki Halifeliği tamamıyle bırakmak… […] Bütün bu işlerin gürültüsüz patırtısız çevrilmesi için ilk iş olarak, İhaneti Vataniye Kanunu çıkarılmış, İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur.”
Kemal Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 282-283
“Mustafa Kemal döneminde muhaliflere siyasi tuzaklar kurulmuş, Şeyh Sait isyanından yola çıkılarak kurulan İstiklal mahkemeleri ve çıkarılan Takrir-i sükun yasası, aralarında din alimlerinin de olduğu pek çok insanı tarih önünde suçlu ilan eden bir kıyım makinasına dönüşmüştür. Mustafa Kemal dönemi, kemalistlerin iddia ettiği gibi sütten çıkmış ak kaşık bir dönem olmayıp kıyımlar yapılmış, cinayetler işlenmiştir. (Kurt kanunu,tek parti diktatörlüğünün resmi tarih dışında anlatan kemal tahir romanı.)
“Hilafet kaldırılıyorken Fener Patrikhanesi neden ayakta tutuldu?
Milli Mücadele’ye silah, cephane ve subay yapılanmasıyla önemli rol oynayan Kara Kemal ;
“Koca imparatorluk bizim elimizde öldü. Suç ne kadar büyükse çekilecek cezanın da o kadar büyük olması gerekir. Şu anda yüzüme vuran daraağacı gölgesi, suikast suçlusu olduğumdan değildir…Büyük suçun gölgesidir bu…Tarihin örneğini yazmadığı kurtlar boğuşmasına girip yenik düştük. Kurtlukta düşeni yemek kanundur.”(Kemal Tahir, Kurt kanunu,)
Milletin mukaddeslerini ayaklarnın altına almaya kalkan inkılaplar (atatürk inkılapları ) dünyanın Hiç bir yerinde başarılı oLaMAzlar bizde hiç olAmazlar ..Gün gelir devran döner hesaplarını sorarlar adama.(kara kemal )
İzmir İktisat Kongresi’nde yaşanan olay.;
Kongre Başkanı Kazım Karabekir’in… Açılış konuşmasını Mustafa Kemal’in yapmasına… “Yahu, 2 kere 2’yi toplayamayan adamın burada ne işi var” diye tepki göstermesi…Bu tepki niye, derseniz… Mustafa Kemal, bir poker oyuncusuydu. Ancak ekonomiden anlamazdı. Ticari girişimleri hep hüsranla sonuçlanmıştır.
(Kemal Tahir, Kurt kanunu,)
Dilde inkılap olmaz.
Bir gece sofrada otururken ‘hadi biraz da dil devrimi yapalım’ diyerek dil devrimine başlanamaz. “Türk dilini sadeleştirme hareketi de, aslında bir cehalet hamlesinden başka bir şey değildi ve “Osmanlılar bizim kadar ahmak olsalardı, sadeleştirecek Türkçe” bile zor bulunurdu .(1) Osmanlıcanın temelinde, Arapça ve Farsça kelimelere nasıl tasarruf edildiği üstünde hiç durulmadan, dil bilimi bir kenara itilerek, görmezden gelinerek bu yol tutulmuştur .(2)Umumi konuşma ve yazı dilinde inkılap olmaz. Milyonların kullandığı kelimeler ve deyişler attırılıp yerine başka kelimeler kullandırılamaz.”(3)çünkü bir toplum oluşurken şu veya bu dili alması, gönül isterlerinden gelmez, tarihsel zorunluluklarından gelir. (4)
İngilizler Vahdetdin’e karşı Mustafa Kemal’i tuttu, Mustafa Kemal’ise İngiliz çıkarlarına hizmet etti.
İngilizler kendileri Mustafa Kemal’i destekledikleri gibi, Fransızları öne sürerek kurtuluş hareketinin İstanbula karşı meşruluğunu kabul ettirmişlerdir.
İngilizlerin halifelikten yana olduğu yaladır.
Devrimler “şef ve takımının oyuncak reformları” Padişah ve halifelik dış(ingiliz) anlaşmalara uyularak kaldırıldı.”Kemalistlik apaçık gericiliktir”
M. Kemal Paşa Kurtuluş Savaşından sonra kadeh arkadaşları ile gündüzleri uyuyup geceleri yaşadı.
Halk Atatürk ilkelerini ciddiye almadı, bu ilkeler halka karşı oldu, bu ilkelerin arkasına saklanarak namussuz dolaplar çevrildi.
İngilizler Mustafa Kemal hareketini tuttu, geliştirdi ve zafere ulaştırdı. Mustafa Kemal’ İngiliz Entelicans servisine hizmet(vali) teklif etti, Anadolu’ya geçtikten sonra İngilizlerle halifeliği kaldırmak şartıyla anlaştı.
Abdülhamid büyük devlet adamı’dır.
Kurtuluş Savaşı zaferi bir oyun , Yunan’a karşı kazanılmış küçük zafere karşılık büyük Osmanlı Devletinden vazgeçilmesini sağlandı.
Emperyalistler ve bilhassa Ingilizler için hilafetin kaldırılması zorunluluk oldu, bunu hıristiyan güçlerle yapılmasının, İslam dünyasında uyandıracağı tepkiden ötürü, uygun bulunmadı, “işi içeriden kıvıracak adam arandı” buna da “Mustafa Kemal ve arkadaşları talip oldu.
Misak-ı Milli’yi İngilizler hazırladı, İngilizlerin biricik şartının laik bir devlet kurulması oldu.
Kurtuluş Savaşında işgalci Fransızlar, İtalyanlar Mustafa Kemal’i destekledi, İngilizler de Osmanlı mirasından ve halifelikten vazgeçmek şartıyla aynı şeyi yaptı.
Kaynak; Kemal Tahir -Çöküntü – Notlar
İngiltere ileride doğacak bir İslam Birliğini kendisi için tehlike görmektedir . Kemal Tahir,Notlar Çöküntü. Bağlam yayınları.Sf:177
“Kemalistlerin İngilizlerle hatta Ruslarla anlaşma şartlarının onlar tarafından tutulup tanıtma pazarlığının başında, Osmanlılıktan ve Halifelikten vazgeçmek bedeli vardır. Kemalistler bu bedeli karşılıksız hatta üste vererek ödemişlerdir. Kemal Tahir,Notlar Çöküntü. Bağlam yayınları. Sf:194
İngilizler; “Mustafa Kemal’i tutmayı uygun bulmuşlardır. Bu dönüş İngiliz siyasetine, bir yeni Yunan Zaferi karşılığında Musul’u ,(petrol bölgelerini) ve diğer İngiliz çıkarlarını kazandırdığı gibi, Nitekim Anadolu savaşının belli başlı dönemeçlerinde ve dayanaklarında çok önemli İngiliz ajanının bulunması da rastlantılarla açıklanamaz.İngilizler bilhassa askeri olaylarda, kurtuluş savaşçılarına hiçbir yerde esaslı bir zorluk çıkarmamışlar, her yerde silah atmadan geri çekilmişler…Kemal Tahir,Notlar Çöküntü. Bağlam yayınları.Sf:91-92
İngilizlerin mütarekede Halife’den yana olmaları da bir yalandır. İstanbul’un sonuna kadar askeri baskı altında tutulurken, Ankara’ya karşı hiçbir baskı gösterilmedi.
Kemal Tahir,Notlar Çöküntü. Bağlam yayınları. Sf:93
“İngilizlerde bundan sonra Kuvayı Milliye ile anlaşamaya kalkan İstanbul hükümetlerine zorluk çıkarırlar. Buna karşı Padişahlık- Halifelik müessesesini tutacak güçleri de çökertirler(Millet Meclisini basıp Anadolu’ya kaçırmak)Savaş sonrası bütün anlaşmalar Osmanlılık ve Halifelikten vazgeçme esasına göre hazırlanıp bağlanır. Çekişme bu iş için verilecek garantilere göre yapılır.(Lozan-Musul meseleleri-Osmanlı borçları v.b.)
Kemal Tahir,Notlar Çöküntü. Bağlam yayınları. Sf: 197
“İngilizlerle fikir ve amaç birliği yapanlar Padişahı İngilizcilikle suçlamışlar-tıpkı 31 Martı kendileri hazırlayıp Abdülhamit’e maledenler gibi- Ali Kemal’i linç ettirerek ve el altından Vahdettin’e hayatınız tehlikede, aynı sonuca uğrayacaksınız diyerek Padişahı İngilizlere sığınmaya zorlamışlardır. Bu zorlayış İngiliz işbirlikçilerinin iz örtmesidir”Kemal Tahir,Notlar/Çöküntü Sf:198
“Batılılardan daha laik olamayacağımıza ve tarihteki serüveni Halife’likten daha parlak sayılamayacağına göre, heriflerin Papalığı ortadan kaldırmayı akıllarından geçirmedikleri halde, hele de Fener Patrikliğini yerinde bırakarak Halife’liği ortadan kaldırmaya çabalayışımız, akıl alır aptallıklardan –hatta ihanetlerden– değildir. Tarih içinde uzun gayretlerle kurulup geliştirilmiş hiçbir müessese, kendisi kendiliğinden ortadan kalkmadıkça, sahipleri olduklarını iddia edenler tarafından, düşmanlarının işlerini kolaylaştırmak için ortadan kaldırılmazlar. Eğer böyle bir durum karşısında bulunursak, bir ihanet karşısındayız demektir.”
Kemal Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 272.
Nasıl ki Osmanlı İmparatorluğu zamanında Batı’dan devşirdiği insanları kendisine kattıysa, Batı da benzer bir süreci Türk aydınlarına uygulamaktadır.
Cumhuriyet devrimlerinin çoğu ise Osmanlı zamanında başlatılan yenileşme hareketlerinin bir devamıdır.1918/23 arasındaki Türklere bir çeşit sömürge vermek nasıl bir oyundu, biz milli kurtuluş savaşımızın nasıl sonuçlanacağını bilemediğimiz bir durumda Kürdistan’ı Misak-ı Milli sınırları içine almayı nasıl düşünebildik?
“Misak-ı Milli salt Türklerin oturduğu bir vatanı kapsasaydı, Yunanla yapılan savaşa neden Milli Kurtuluş Savaşı denilecekti. Bu savaş herhangi bir savaştan başka bir nitelik taşımıyordu. Bütün öteki savaşlar gibi, bir milletin toptan ortadan kalkması sonucu da elbette veremezdi. Yenilir, biraz toprak kaybeder, tazminat öder, sonra da öç almağa hazırlanırdık. (Söz gelimi Almanya’da olduğu gibi. Nitekim Almanya’da Kayser müessesi yıkılmış, yerine Cumhuriyet gelmişti. Fakat hiç kimse Hitler hareketine milli kurtuluş hareketi demedi.) Eğer söz konusu olan durum salt Türkle meskun olan toprakları değil, başka milletlerin de (söz gelimi Kürtlerin) oturduğu toprakları da kapsıyorduysa, 1918/23 arasındaki Türklere bir çeşit sömürge vermek nasıl bir oyundu, biz milli kurtuluş savaşımızın nasıl sonuçlanacağını bilemediğimiz bir durumda Kürdistan’ı Misak-ı Milli sınırları içine almayı nasıl düşünebildik? Dış sömürücülerle, büyük emperyalistlerle iyice anlaşmadan, onların hizmetine girmeden İmparatorluğu yıkılmış Türklerin ayrıca sömürge sahibi olabilmeleri elbette söz konusu olamazdı. Hem büyük emperyalistlere sımsıkı bağlanıp onların hizmetlerine girmek, hem de antiemperyalist olabilmek olur canbazlık değildir.”
Kemal Tahir, Notlar 12: Çöküntü, s. 194-195.
“Dünyayı derinden kavramış bir ekonomik, politik, dinsel organ olarak, (…) Halifelik üzerine verilmiş kararın iyice düşünülüp düşünülmediği, uzak hesaplar yapılarak mı alındığı iyice araştırılmalı, böyle bir kararın ekonomik, sosyal politik bakımdan bugün bulunduğumuz yere bakarak en çok kimlerin işine yaradığı derin derin incelenmelidir.” (Kemal Tahir, Notlar/Batılaşma, S. 56; Bağlam yayınları, İstanbul 1992)
“Batılılaşma tarihi” diyorlar. Peki, nedir Batılılaşmak? Romancı Kemal Tahir’e sorarsanız; “Batılaşma kelimesinde Batılı olmayan bir toplumun, kendi benliğinden vazgeçerek, ondan büsbütün sıyrılarak bir başka “şey” olmaya çabalaması, imkansızı zorlama çabası vardır.”
– “Batılaşmanın tek amacı, yüzde yüz Batılı olup Batılı sömürgecilerin ileri karakolu ödeviyle, sömürülen Doğuya yönelmek, ona saldırmak, onu sömürülme kaderine zorlamak olabilir. Böyle bir amaç, Batılı toplumlar için ne kadar yararlı ise Doğulu bir toplum için o derece zararlı, o derece onur düşürücüdür. Batı güçsüzse bu davranış delilik olur. Batı güçlüyse bu davranış üste vererek uşaklık olur.”
Ağız dolusu (Atataürk inkilaplarını eleştiriyor) İnkılâp dedikleri soytarılık daha taze olduğu için mi bu masalları okuyorlar bize dersin?”
Kaynak; Kemal Tahir, NOTLAR – BATILAŞMA, Bağlam Yay., İstanbul 1992, s. 13.
Solcu batılaşmacıların (kemalistlerin) solculuğu,Ancak hain değilse kendini aldatıyor demektir.
Kemal Tahir, bu ülkenin son devirde gördüğü en namuslu, en dürüst (solcu) aydınlardandır. O, sol bir ideolojiden gelmesine rağmen en fazla solu sorgulamış, Batılılaşma karşısında olabildiğince dik durmuştur. Onun şahsımız adına en çok hoşumuza giden ve Türk solunun da üzerinde çok düşünmesi gerektiğine inandığımız mühim bir tesbiti vardır:
– “Batılaşmacılık sağdan da olsa, soldan da olsa hiç fark etmez. Batılaşmacılık bir tren kazasıdır, tren kazalarında, vagonların sağa, ya da sola devrilmelerinin, raydan çıkma bakımından hiçbir önemi olmaz.
Solcu batılaşmacıların solculuğu, sağcı batılaşmacıların sağcılığı kadar uydurmadır, yutturmacadır. Gerçek sağcı gibi, gerçek solcu da, bizim batılaşmacılık tarihi karşısında en önce batılaşmacılıktan yakasını kurtarmadıkça sağcı, solcu olamaz. Ancak hain değilse kendini aldatıyor demektir.
Hem bizde uygulandığı biçimde batılaşmacı olmak, hem de sol olduğunu sanmak eğer şuurlu hainlikten gelmiyorsa, kendini aldatmaktan gelir. Kendilerini gerçeklere karşı uzun boylu aldatanlarsa, ancak ruh hastaları, sinir hastalarıdır. Türk solunun çoğunlukla sarsaklar, yarı deliler, erken bunamışlar, çeşitli manyaklar, zaman zaman homoseksüellere uğrak olması büsbütün rastlantı değildir. Batılaşma ortamımızda sola ayrılan yerin özelliklerindendir.”Kemal Tahir, NOTLAR – BATILAŞMA, s. 221.
“Bizim iktidarlar zora gelince suikastlerden kolaylık umarlar.Büyük politikanın adam kafası kesmek olduğunu sanırlar. Dengesizler, serseriler hiç bir şeyi uzun boylu saklayamazlar. İktidarlar da yatkınlıkları sebebiyle zaten kuşkudadır, böyle bir şey yokken bile varmış evhamında içindedir. Sezinledi mi, durumu uygun buldu mu, önleyeceğine el altından suikast delillerini kışkırtrır. Nerden mi biliyorum? Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi işinde biz de öyle yaptık. Şimdi karşımızdakilerin bize o planı tıpa tıp uyguladıklarına yüzde yüz eminim. Bu kadar aptal olduğumuzu anlamak için deha istemez. ‘Bunu bilirler’ bir başka oyun bulmalı’ demek zorunluluğunu bile duyuramadık.”(Kemal Tahir, Kurt kanunu,)
Düşündün mü hiç bir dünya imparatorluğu nasıl tasfiye edilir?
Bir dünya imparatorluğu yüzyıllar boyu yüzlerce nesillerin birleşik gayretiyle kanları canları malları pahasına doğmuş kökleşmiş gelişmiş yaşatılmıştır. Tarihin bir döneminde herhangi bir nesil tek başına bu tasfiyeye karar verebilir mi? `Veririm` derse bu kararın meşruluğu hangi vesikalarla ispatlanır?
1908`in padişahçı ittihatçıları imparatorluğu yıktılar; 1923`ün Kuvay-ı Milliyecileri bir dünya imparatorluğunun miras hesaplarını tasfiyeye oturdular. Peki neydi tasfiye edilecek miras? 700 yıllık bir imparatorluk… 1908`de ittihatçıların ele geçirip on yılda yıktığı imparatorluk tam dört milyon üçyüz seksen üç bin kilometre kare toprağa sahipti.
Nüfusumuz kırk üç milyonu aşkındı. Bu toprak üzerinde malımız olan yedi bin kilometre demiryolu döşeliydi. Buna dört yüz yıllık hilafetin bütün dünya İslamları üzerindeki manevi haklarını katmıyorum. Tasfiye edilen miras Osmanlı`nın sırf kılıç gücüyle aldığı tarih boyu vuruşarak savunduğu mirastı.
Evet oturuldu masaya… Karşımızda yirmi iki devlet… Tasfiye beş buçuk ayda tamamlandı.
Mahzenler dolusu arşivleri düşün… Delegelerimiz incelediler mi bunları?
Kılı kırk yardılar mı? Hayır! Çünkü İstanbul hükümeti delegeleri yani asıl uzmanlar bizim isteğimizle sokulmadı bu konuşmalara…Bu iyiliğimize karşı İngiliz generali Harrington`un teşekkürünü hatırlarım.
Demek dört milyon küsur kilometre karelik bir imparatorluğun yedi yüz yıllık hesapları tasfiye edildi beş ay içinde.Buna tasfiye denmez mirası reddettik.
Kurtuluş iki türlü olur:Ya bütün haklarını en son zerresine kadar koruyarak kurtulursun ki gerçek kurtuluş budur;Ya da haklarından birçoklarını vererek kurtulursun! Bu da kurtuluştur ama öyle pek öğünülecek kasınılacak çeşitten sayılmaz.
Hele rejim değişmelerinin tarihsel haklardan vazgeçmekle hiçbir ilintisi olamaz.Sözgelimi Bolşevikler Çarlık İmparatorluğu`na pekala sahip çıktılar. Nitekim Fransa cumhuriyetçileri de kendilerinden önce çeşitli krallarının kurmuş oldukları imparatorluğu rejim değiştirdik bahanesiyle hiç kimseye bağışlamadılar.
Dünyada çok az milletin eline geçmiştir bizimki kadar büyük tarih birikimi… Eğer her millet ilk zorlukta yüzyıllar boyu biriktirdiği haklarını kaldırıp atarsa dünyada tarih diye bir şey kalmaz.Neden sana yenik düşmüş gibi geldi bir tek adam karşısında koca bir iktidar?…Hem de askeri bir zafer kazanarak gelmiş bir iktidar?Çünkü Anadolu-Yunan savaşı belletilmek istendiği gibi bin yıllık tarihimizden ayrı bir Milli Kurtuluş Savaşı değildir. Bin yıldır süren Doğu-Batı boğuşmasının yüzlerce savaşlarından biri hem de küçüklerinden biridir.Böyle bir savaşı kazanmak bin yıllık tarihin biriktirdiği hesabı kapatmaya yetmez ki iktidarı gerçek iktidar olsun.Bu savaşa İstiklal savaşı da haşa denemez!
Çünkü biz hiçbir zaman milli devletimizi yitirmedik. Siz Cumhuriyet çocukları `gözümüzü zaferde açtık` avuntusundasınız. Şimdi umulmaz yerlerde, beklenmez yenilgilerle karşılaşınca apışmayın!..Biz er geç Batıyla ister istemez hesaplaşmak zorundayız.Bunu gerçekten yapmadıkça batıya hizmet teklif etmekle belayı başımızdan defleyemeyiz…
Kaynak; Kemal Tahir, “Yol Ayrımı”
Osmanlı’nın sonunun nasıl geldiğine dair yorumu da ilgi çekici Kemal Tahir’in:
“Batılı dediğimiz kravatlı yamyam, insan eti yemekten başını aldığı bir sıra, her nasılsa nasıl, Hıristiyan kilisesinin nas’larını rafa kaldırmış ve onun yerine akıl bayrağını göndere çekmiştir. Burjuva marifeti olan bu iş, kısa bir zamanda Batı’ya bir üstünlük sağladı. Hıristiyanlığa dayanan altrüist ahlâk yerine, aklın piçi olan egoist ahlâk geldi oturdu. Osmanlı devlet adamları bu olup biteni görüyorlardı. İflas etmek üzere olan namuslu mahalle bakkalına: ‘iflastan kurtulmak istiyorsan, kerhane aç!’ diyen namussuz gibiydi Batı, Osmanlı’nın karşısında!.. Onurlu Osmanlı, insan eti yiyen yamyam olmayı onuruna yediremediği için, benimseyemedi ‘egoist ahlâk’ düzenini. Ve sonunda Osmanlı, bu amansız açmazda başına gelenin sebebini düşündükçe, ‘Allah’a karşı bir kusuru olduğu’ inancına vardı!..”Osmanlı için Batılı’ya benzemek, cezanın en büyüğü idi! Kendisine zina önerilen namuslu bir kadının kendini kaldırıp uçuruma atması gibi.
“Biliyorsunuz, okuyanlarınız görmüştür, Kur’an’da, birçok yerlerde, bazı toplumların Allah buyruklarına karşı geldikleri için cezalandırıldıkları yazılıdır. Osmanlı için Batılı’ya benzemek, cezanın en büyüğü idi! Kendisine zina önerilen namuslu bir kadının kendini kaldırıp uçuruma atması gibi, Osmanlı da kendisini tespihe, ibadete verdi ve Tanrı’nın günahlarını bağışlayıp canını ‘Batılı’ rezilinden kurtarmasını beyhude bekledi. Yani, bizim anlayacağımız, bir kristalle bir taş çarpışmış, taş kristali kırmış! Taş mı değerli, kristal mi, diyorum size… Hadi, cevap isterim!..” ( İsmet Bozdağ, Kemal Tahir’in Sohbetleri; S. 59 vd. Emre Yayınları; İstanbul, 2006)
(Kemal Tahir’in Sohbetleri; S. 59 vd. Emre Yayınları; İstanbul, 2006)
.
Tabuları Yıkmak – Yavuz Bulent Bakiler ;
-”Millî Mücadele kahramanlarımızı mümkün olduğu kadar bire indirmek istediler. milli mücadeleyi anlatan NUTUK‘tan başka bir kitap olsun istemediler. Nitekim Karabekir Paşa’nın 1.171 sayfalık İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli meşhur kitabını bu düşüncelerle toplatıp yaktılar. Paşanın evindeki bütün tarihi belgeleri bunun için çuvallara doldurup götürdüler. Ama gerçekleri gizleyemediler. Yanlış yaptılar!”
Sadece bir konu üzerinde durmak istiyorum. Karabekir Paşa’nın 1.171 sayfalık kitabının sonunda Rauf Orbay’ın 4 Temmuz 1941 tarihli bir mektubu var. Rauf Orbay, Atatürk’le birlikte Samsun’a, Erzurum’a, Sivas’a giden çok faziletli devlet adamlarımızdan biri. Eski Bahriye ve Nafia Bakanımız. Eski Başbakanımız. TBMM Başkan vekilimiz. Rauf Orbay’ın o mektubundan anlıyoruz ki, “Mustafa Kemal Paşa’yı Millî Mücadele için şarka davet eden Karabekir Paşa’dır. Erzurum Kongresini, M. Kemal Paşa, daha Erzurum’a gelmeden Karabekir Paşa hazırlamıştır. Rauf Orbay’ı ve Mustafa Kemal’i Kongreye üye olarak kabul ettiren Karabekir Paşa’dır. Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey’in M. Kemal Paşa’ya “Kordonunu ve üniformanı çıkar da gel. Diktatörlükten korkarım” itirazını Karabekir Paşa önlemiştir. M. Kemal Paşa’yı ordudan istifaya Karabekir zorlamıştır. Ve İstanbul hükümeti M. Kemal Paşa’nın yakalanıp gönderilmesini istediği ve onu azlettiği halde K. Karabekir Paşa mevcut hükümetin emrini dinlememiştir. Çok üzgün ve çaresiz olan M. Kemal Paşa’nın huzuruna çıkarak:
-”Paşam demiştir. Bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de 15. Kolordumla birlikte emrinizdeyim!”
M. Kemal Paşa, sendeleyerek Karabekir Paşa’nın boynuna sarılmış yanaklarından tekrar tekrar öpmüştür!”
NUTUK’ta bunlardan tek satır bile yok. İşte bunun içindir ki, Sivas’ta avukatlık yazıhanemi, yıllarca 2 resim süsleyip durdu: Ergenekon’dan çıkışımızı temsil eden resimle, K. Karabekir Paşa’nın çerçeveli bir fotoğrafı.
Yavuz Bülent Bakiler – Yakın Plan yayınları 2011 – Tabuları Yıkmak sayfa 37 – 39
İstiklâl Mücadelesini i Karabekir Başlattı;
K. Karabekir olmasaydı Mustafa Kemal de olamazdı. Hulki Cevizoğlu bu fikre “Öyleyse Karabekir Paşa Millî Mücadeleyi neden kendisi yürütmedi?” diye itiraz ediyor.
Ceviz Kabuğu programlarından tanıdığımız Hulki Cevizoğlu’nu yeni bir TV programında dinledim. Ona ve Ayşe Hür’e dört saat kulak kesildim. Atatürk ve Cumhuriyet konusunun ele alındığı o TV programında gördüm ki, Cevizoğlu Yâni cümlelerinin başında da, ortasında da, sonunda da Atatürk var. Onun yanlışlarını noksanlarını birer birer buraya yazmam imkânsız. Ben özetin, özetinin özetini dikkatinize sunmaya çalışacağım.
Kâzım Karabekir Paşanın İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli 1171 sayfaya yayılan çok önemli bir kitabı var. O kitabı, böyle 40 sütunda bile özetlemek mümkün değil. Bana göre, Mustafa Kemal Paşa’yı Millî Mücadelemize ilk defa dâvet eden ve onu bütün imkânlarıyla destekleyen Karabekir Paşadır. Ve ben inanıyorum ki, K. Karabekir olmasaydı Mustafa Kemal de Atatürk olamazdı. Hulki Cevizoğlu bu fikre “Öyleyse Karabekir Paşa Millî Mücadeleyi neden kendisi yürütmedi?” diye itiraz ediyor. K. Karabekir Paşa Millî Mücadelemizin hiç dışında bulunmadı ki. O, Doğu Anadolusuz bir Millî Mücadele ve Türkiye olamayacağına inanıyordu. Doğudaki 15. Kolordu’nun başından ayrılamazdı. Doğu Anadolu’nun Ermenilere kaptırılmasına göz yumamazdı. Karabekir Paşa, İSTİKLÂL HARBİMİZ‘i (kitabını) Atatürk’ün sağlığında yazdı. Ama kitap daha matbaadan çıkmadan, bâzı yetkililer, aldıkları emirle onu kamyonlara doldurarak İstanbul surlarının dibinde yaktılar. Niçin? Niçin? Niçin? Kırk ayrı sebepten birincisi, kitabın 17. ve 18. sayfalarındadır. Karabekir Paşa diyor ki: “Mustafa Kemal Paşa ameliyat yaptırmış, Şişli’deki ikâmetgâhında yatıyordu. Kendisine gittim, aynen şunları söyledim: Paşam! Ben yarın Erzurum’a hareket ediyorum İstanbul’da, ne vaziyette kalırsanız kalınız; bir şey yapmak imkânsızdır. Behemehal, Anadolu’ya, ordu başına geliniz. Hem de Şarka (Doğuya). Milletin kurtuluş ümidi Şarktır. Orada her şey mümkündür. Ordu da kuvvetlidir. Halk da beraber gider. Benim ahdim tek dağ başı mezar oluncaya kadar uğraşmaktır.
Mustafa Kemal Paşa şu cevabı verdi: Bu da bir fikirdir. Size muvaffakiyetler dilerim. İyi olayım, size mülaki olmaya çalışırım vaadini verdi. Ben Şark’ta, millî hükümet esasını kurarken, M. Kemal Paşa’nın İstanbul’da, bir padişah hükümetinde, herhangi bir vazife alarak en kıymetli arkadaşları da etrafında toplanması ihtimali beni pek düşündürmüştü.”
Vahdeddin Hükümetinde bakan olmayı düşünen M. Kemal Paşa’yı ve 18 kurmay arkadaşını, Padişah, Samsun’a gönderdi. “Paşa! Paşa! Devleti kurtarabilirsin!” dedi. Ve Murat Bardakçı’nın ŞAHBABA kitabının 440. sayfasında, Şerif Paşa’nın hatırâtında belirttiği gibi, Vahdeddin, kendi cebinden M. Kemal Paşa’ya 30.000 lira (altın) verdi.
K. Karabekir Paşa, kitabının 897 ve devamı sayfalarında, Doğu Anadolu’muzda bir Ermeni devleti kurmak isteyen teşkilatlanmış Ermeni ordusunu Kars’ta nasıl yendiğini ve elde ettiklerini şöyle anlatıyor: “Ermeni ordusu 3 saat içinde perişan oldu. Akşama kadar karargâhımda toplanan esirler şunlardı: 3 general, 6 miralay, 12 kaymakam, 16 yüzbaşı, 59 mülazım, 16 sivil memur, 12 zabit namzedi. Esir askerlerin sayısı: 1150 idi. Sayılan Ermeni ölüsü 1100 idi. İstifade edilecek 337 top, tamire muhtaç 339 top, külliyetli miktarda tüfek, her türlü mermi ve mühimmat vesaire. Ermeni başkumandanı ve harbiye nazırı mütareke şartlarımızı kabul ettiler. Mütareke şartı olarak Ankara’nın istediği biner mermisiyle 2000 tüfek, 3 batarya seri ateşli koşulu dağ topu, yine koşulu 40 makineli tüfeği Ermenilerden alarak, şark cephesinin ilk zafer hediyesi olarak Garb cephemize yola çıkardım. Kars telgrafhanesinden Ankara’da Müdafaayı Milliye Vekili Fevzi Paşa ile görüştük. Kars’taki ganimetlerin, 10 yıl, İstiklâl harbimizin devamına yetecek derecede olduğunu bildirdim.” Atatürk’ün NUTUK’unda bu bilgilerden tek satır bile yok. Cevizoğlu da bunları bilmiyor. Bilmeden suçluyor.
Tabuları Yıkmak – Yavuz Bulent Bakiler ;Peki! General Kâzım Karabekir Paşa’yı, Rauf Orbay’ı, Ali Fuat Cebesoy Paşa’yı idam etmek talebiyle, neden İstiklâl Mahkemesine verdiler? NUTUK‘tan başka bir kitap (tarih kitabı) olsun istemediler.http://yakintarihimiz.org/tabulari-yikmak-yavuz-bulent-bakiler.html
Darbeler, hep Atatürk adına yapıldı yapılıyor.M.kemal’i, önce Atatürkçülere anlatmak lâzım.yasaklamış;(koruma kanunu) korkusundan kimse konuşamıyor. Atatürk’ü tenkit etmek, bin wolt gücündeki bir elektrik teline dokunmak gibi bir şeydir. Mesela ben okuyarak, araştırarak, düşünerek gördüm ki Şu 21. asırda, okumayan, araştırmayan, öğrenmeyen ama etrafındakileri gericilikle, Orta Çağa bağlılıkla suçlayan yobazlar var. Onların en tehlikelileri, Atatürkçü geçinen yobazlardır.http://yakintarihimiz.org/darbeler-hep-ataturk-adina-yapildi-yapiliyor-m-kemali-once-ataturkculere-anlatmak-lazim-yasaklamiskoruma-kanunu-korkusundan-kimse-konusamiyor-ataturku-tenkit-etmek-bin-wolt-gu.html
Yavuz Bülent Bâkiler;Kemâlizmin millet anlayışında (islam) dininin yeri yoktur; MUSTAFA KEMAL DİNİ KULLANDI;http://yakintarihimiz.org/kemalizmin-millet-anlayisinda-islam-dininin-yeri-yoktur-mustafa-kemal-dini-kullandi.html
Osmanlıca Düşmanları ; http://yakintarihimiz.org/osmanlica-turkcedir.html
.
MUSTAFA KEMAL BİZİ KURTARDI” ÜZERİNE ANALİZ;
MUSTAFA KEMAL BİZİ KURTARDI” ÜZERİNE ANALİZ;
Anadolu’yu Anadolu kurtaracak. Mustafa Kemal nerede o zaman dersiniz? Meclise girip mebus olmak için gün sayıyor. Oysa Çerkez Ethem Yunan kesiyor.Bizim Karabekir nerdeydi dersiniz? Ermeni kovalıyor. Yani M.Kemal ben mebus mu olsam düşüncesindeyken Şahin paşalar, Karabekirler, Çerkez Ethemler silah sallıyor. İsmet Paşa nerdeydi derseniz? Ankara’da tellalla aranıyor.
Kurtuluş konusu çok önemli ve hassas bir konudur. Onun için şu yazdıklarımı önemle okuyunuz. Atatürk; pek çok önemli karede, pek çok önemli olayda, çocukken dudaklarımızda, annelerimizin vicdanında, babalarımızın civanmertliğinde, dedelerimizin “hey gidi günler hey” inde, sigarasını yudumlayıp uzaklara bakan akademisyenlerin gözünün ucunda, bazen televizyonlarda sevimli hallerde … “Anadolu’yu o kurtardı” Ne bir insanın salt gücüyle ne de bir insan tek başına koca bir vatanı kurtarabilir. İnsanları kurtaran insanların içindeki duygular ve bu duyguları harekete geçiren düşüncelerdir. “O olmasaydı” Bu laf, kolaya kaçanların ağzında nerdeyse 1 yüzyıl boyunca tekrarlana gelmiştir. M.Kemal hakkında konuşup susturulan insanlar, bir şey söyleyeceğim deyip “pardon” deyip korkanlar, torunlarımın başı belaya girer diye susan dedeler, şu dediklerimi iyi dinlesinler. 1876-1908 ve 1922-1938 şu dönemleri çözen bir vatandaş, Türkiye tarihini başlı başına söker. 1908 Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile devletin temel ideolojisi çözülmüş, devlet meseleleri bilgisiz çocukların eline kalmıştı. 1 gecede general yapılan askerler, ortalığı boş bulup, bol sıkan çakma siyasetçiler, vatan millet deyip, Anadolu dışında savaşmayı yeğleyen budalalar… bir derya gibi akmıştır Anadolu’da Gelelim asıl meseleye. “Osmanlı devleti yıkılmış bir devlet değil, durdurulmuş bir medeniyettir.” Asırlarca onlarca düşmanla, tek başına, ve çok uluslu olmasına rağmen 600 sene ayakta kalan Osmanlı artık yorulmuştu. 1.Dünya savaşı ile o kahraman denilen “İttihat ve Terakki” ileri gelenleri yurt dışına “KAÇMIŞTI”. Ne yüzle geri gelsinler, o yüz mü vardı onlarda? Komutansız bir ordu, silahsız ve aç bir millet. Ucu saraya çevrilmiş toplar, daha sonra komut bekleyen bir halk… İşte böyle bir manzarada Vahdettin padişah oldu. Bu sırada değil Vahdettin, Fatih Sultan Mehmed olsa ne yapabilir? Vahdettin padişah olur olmaz divanını topladı ve bir karar aldı. Anadolu’yu Anadolu kurtaracak. Mustafa Kemal nerede o zaman dersiniz? Meclise girip mebus olmak için gün sayıyor. Oysa Çerkez Ethem Yunan kesiyor. Herkes şurayı çok yanlış bilir. Vahdettin Atatürk’ü en yüce gördü diye onu Anadolu’ya yolladı. Hayır, bu yanlıştır. Kazım Karabekir dahil tüm kuvvet komutanları ondan üst rütbedeydiler. Atatürk konumu gereği Samsun’a gönderildi. Bizim Karabekir nerdeydi dersiniz? Ermeni kovalıyor. Yani Atatürk ben mebus mu olsam düşüncesindeyken Şahin paşalar, Karabekirler, Çerkez Ethemler silah sallıyor. İsmet Paşa nerdeydi derseniz? Ankara’da tellalla aranıyor. Atatürk’ün ona ihtiyaç duymasının nedeni İsmet paşanın aklından değil rütbesindendir. Atatürk’ü Anadolu’ya Vahdettin göndermiştir. Bu da mektubu ile gayet açıktır. Atatürk de zaten diyor “emrinizdeyim sultanım” Bir diğer kanıt; Atatürk, Bandırma vapuru ile giderken, iskelede İngilizler ona dokunmamıştır bile. Bu da Atatürk’ün Anadolu’ya kendi başına gittiğini çürütür. Bir diğeri Vahdettin’in verdiği altınlardır. Bir diğeri Bandırma vapurunun çürük değil son derece kullanışlı bir vapur olduğudur ki Samsun’a sadece 13 günde gitmiştir. Atatürk nasıl tek adam oldu? Atatürk başta Karabekir, Fevzi Çakmak, Rauf Orbay gibi gözünü hırs bürümemiş adamların yanında devamlı birlikten yana olmuştur. Ne zamanki ipleri eline almış o zaman: “bazı kafaları keseceğim” demiştir, hem de meclisin orta yerinde. Hem de ünlü 5li grubun “sadece sözcüsü” olma vasfını yırtarak. Artık “padişahın durumu savaştan sonra belirlenecektir” hükmü “ben padişahı sürdüm kararım da budur”a getirmiştir. Karabekir ona “bunu konuşmamıştık” demesi, başından beri birlikte hareket ettiklerinin ta kendisidir. Ne zamanki Atatürk Karabekir’i kendine tehlike görmüş işte o an, Atatürk’ten olmayan herkes “hain” diye damgalanmıştır. İnsaf diyorum sadece. Karabekir o an anlamıştır işin işten geçtiğini. Bu yapılanların hepsinin saltanat için olduğunu anlayan Karabekir ne yapabilsin bu durumda? Onun kalbi o kadar katı değildi ki Anadolu’dan gençleri toplasın kardeşi kardeşe kırdırsın. Çok defa rejimi devirmek için insanlar yanına gelmiştir. O olsun, diğerleri olsun asla müslümanı öldürmeyi kafasından geçirmemişlerdir. İttihat kadrosu derken sakın yanlış anlamayınız. İttihat kadrosunun ileri gelenleri hem masondur hem de vatanı kurtaracak ne yüreğe ne de güce sahiptir. Böyledir çünkü yurtta duracak cesareti gösterememişlerdir. Burada İttihat bürokratına lafım yoktur. Adam yazı işlerinde müdür, gizli polis veya herhangi bir meslekte, milleti için çalıştığını ifade ediyor ve samimi. Ne suçu var, Enver’in çocukluklarında. Kars’ta ileri harekat yapmak isteyen Enver gece bir köye gelmiş ve oturmuş yaşlı heyeti ile. Yaşlılardan biri demiş ki “Enver evladım önümüz kıştır bu ne akıldır harp edersin, askerlerin üzerinde giyecek yokken.” Hemen köpürmüş: “Dede sen ne anlarsın devlet işlerinden” Burada Enver, hırsı yüzünden 100 bin müslümanı boşu boşuna öldürtmüştür. Sakın bana öldürmek istememiştir demeyin. Enver’in amacı şudur: Yakup Cemil’in Talat Paşa’nın karizmasını ancak “Ben Rusları yenersem alt edebilirim.” İşte bu hırs uğruna 100 bin müslüman tek kurşun atmadan şehit olmuştur. Ruhları şad olsun. Ben de diyorum ki Atatürk’ün içindeki yönetme hırsı tüm vicdanını alt üst etmiştir. Kolay mıdır sanki? Onca harbe gir, sınav kazan sonunda sessizce öl. 1923 öncesi Atatürk’e bakılınca gayet samimi şeyhülislam nispetinde Müslüman, yöneticilerine itaatkar, vatan millet lafını asla ağzından düşürmeyen yakışıklı bir komutan. Olabilir sabetayist veya Türk. Ama aziz kardeşler bu değildir, insanı suçlu kılan. İnsanı suçlu kılan; içindeki nefsi dışındaki amelidir. 1923’ten sonra ipleri eline alınca o Atatürk, ne seçim yaptırır, ne insanların istediği gibi giyinmesine tahammül eder ne de … Uzar ve gider bu sebepler. İşin aslında Atatürk, asla ve asla tek lider değildir. Sahip olduğu gücü padişahın şahsı manevisinden ve himmetinden, askerlerden, ittihatçı kadrolardan ve cefakar halktan vb. almış; ipleri ele alınca maalesef bu güveni boşa çıkarmıştır. Öyle ki hala bazı insanlar yanlışlarına “olabilir, paşadır ya, atamdır yapar” diye geçiştiriyorlar. Bu bizim milletimizin kanaatkarlığından, saflığından, tahammülkarlığından, tutuculuğundan kaynaklanır. Alman halkına gel sen; dil, din, kültür dayatması yap, bak bakalım seni ne yapıyorlar. Ki Hitler’in şu anda Almanya’da ne bir heykeli vardır ne de bir hatırası. “Ruslar Hitler’in cesedini saklıyor” diyorlar ya, bu külliyen yalandır. Onun cesedini yakıp ortadan kaldıranlar bizzat Almanlardır. Gelin “Atatürk olmasaydı” lafını bırakalım. “Allah bizi yaratmasaydı biz olmazdık” diyelim, İnsanın saltanatıyla, Allah’ın saltanatını asla kıyaslamayalım. Yoksa kaybedenlerden oluruz. Dünyada ne saltanatlar geldi geçti. Hepsi bir bir gitti. Baki olan Allah’ın saltanatıdır. Sadece önemli olan vatana millete hizmet değil; asıl önemli olan Allah’a hakkıyla kulluk edebilmektir.
ATATURK BİZİ KURTARDI 2 NCI KSIM
Evet kardeşler geçen yazımızda Mustafa Kemal’in bizi kurtarıp kurtarmadığını aktarmıştık. Bu yazımızda biraz daha konuyu açalım dedik. Şimdi küçük küçük düşündüğümüz şeyleri biraz daha büyütelim ve büyük düşünelim.
Mustafa Kemal Yıldırım ordularının dağılmasından sonra 7 ay 16 gün İstanbul’da mebus olmak için kalmış(1) İngiliz valisi olmak istiyorum(2) demiş, Anadolu’ya Vahidüddin tarafından yollanmış(3) ipleri ele alınca övdüğü o halifeyi yurttan kovmuştu. Osmanlı hanedanından o kadar ürkülmüştü ki hanedanın kadın üyeleri 1952’de erkek üyeleri 1974’te yurda girebilmişti. Gerek paşaların gerek vesikaların verdiği bilgiler ve Kemalistlerin yazdıklarına göre edindiğimiz bilgiler son derece önemlidir.
15 Mayıs 1919’la başlayan işgaller neden 1922’ye kadar durdurulamamış, oysa Fransız işgali (12 Kasım 1918-12 Şubat 1920), -1 sene 3 ay- sürmüş, İtalyanların işgali (29 Nisan 1919- 6 Haziran 1919) -2 ay- ile Afyonu bile görememiş, Ermeniler kendi halk desteklerinin olmasına rağmen Gümrük’te teslim olmuşlar, fakat Yunanlılar (15 Mayıs 1919-30 Ağustos 1922) –tam 3 sene 3 ay- yurttan atılamamıştı ? İngilizler İstanbul’u 20 mart 1920’de işgal etmiş, Yalnız Ankara’ya gelip 5 bin nüfuslu bir yeri ve meclisini dağıtmayı istememişlerdi. Güya bütün bir İngiliz ordusu Türk milletinden korkmuş –sanki 1.Dünya savaşında yenmemişler gibi- ve o yüzden Ankara’ya girmemişlerdi. Tabi bu sorular kitaplarda yaygınca açıklanmıyor. Resmi tarih bu konuda bize bilgi vermiyor. Arşivler açılmıyor. Batıdaki arşivlere baktığımız zaman bu arşivler sadece devlet mahremiyetini ilgilendiren vesikaları açmamıştır. Yani özetle şunu sormak lazım gelir. Acaba biz, arşivleri açacak yüzümüz olmadığımız için mi yoksa bir şeylerden korktuğumuz için mi açamıyoruz ? İsmet İnönü’nün Osmanlı arşivlerini hurda kağıt diye Bulgaristan’a sattığından haberdarız mutlaka.(4)
Bu konuda bizi ilk olarak aydınlatan şey paşaların hatıralarıdır. Paşaların hatıralarından yola çıkarak resmi tarih bilgilerimizi karşılaştırmaya gidiyoruz. Eklenen belgeler de olayları tam olarak gün yüzüne çıkarıyor. Aslında her şeyin anlaşılması için arşivlerin açılmasına gerek yoktur. Çünkü eldeki bilgilerle gerçeğe ulaşmak bizim için yeterli ama zordur.
Kurtuluş savaşında bahsettiğimiz gibi acaba bu savaş ne kadar büyüktü? Ya da kimi kimden kurtarıyordu ? Ona “Kurtuluş savaşı” mı demek lazımdır? İlk millet meclisimiz TBMM mi yoksa Kars’taki meclis midir? Balıkesir neden bağımsızlığını ilan etmiştir? Bu konuda bilgiler ise çok ilginçtir. Çerkes Ethem’in yazdığı anılarda şundan bahseder. “Ankara’ya geldiğimiz vakit Mustafa Kemal ve diğerlerine şu soruyu sordum “Bunca senedir ne yaptınız? Tartışmaktan ve ceplerinizi parayla doldurmaktan başka?”(5) Yani Çerkes diyor ki: bu savaş çok önceden bitirilebilirdi bu kadar uzamasının ne anlamı vardı?
İngilizler için sömürge demek adeta yaşam demekti. Bildiğiniz gibi İngilizler 1900’lerde dünyanın süper gücüydü. Ama savaştan yorgun çıkıp erimekte olan bir süper güç. Osmanlı ile bozuşmasının tek nedeni Hindistan’daki sömürge yollarının üstünde bir İslam devletinin olmasıydı. Elinden geldiğince Osmanlı’yı yıkmaya, daha doğrusu susturmaya çalıştı ve bunu İttihatçilerin sayesinde başardı. Ali Fuat’tan öğrendiğimiz bilgilere göre Rusya, Sakarya savaşı öncesi Mustafa Kemal’in yapamayacağını ve başka birinin desteklenmesi gerektiğinden bahseder.(6) Oysa Rusya gerçekte Türkiye’nin kazanmasından taraf değildir. Diyeceksiniz ki silah yardımı yapmıştır. Yardım yapmasının nedeni Türkiye’nin Osmanlı tipi bir devlet olmasını istemediğinden ve emperyalizme karşı komünist tarafında bir dost görmek istemesindendir. Daha sonra böyle de olmuştu. Yeni kurulan Türkiye Osmanlı tipi bir “devlet” olmadığını belirtmiş ve bu yolda bu savı desteklemek için inkılaplara girişmiştir. Mustafa Kemal “Sarık ve cübbe ile muvaffak olmanın imkanı yoktur. Artık medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik”(7) demesi Osmanlı’dan farklı olduğunu belirtmek istemesidir. Yoksa o da biliyor şapka giymekle medeni olunamayacağını. Daha sonra gerçi içeride de temizlik hareketlerine girişmiştir. Erik Jan Zürcher’in dediği gibi, Nutuk, aslında 1919-1927 yıllarını anlatan bir tarih metni olarak okunmamalı. Daha çok İzmir suikastı ve sonrasında İttihatçıların ve Milli Mücadele kadrolarının neden tasfiye edildiğinin bir muhasebesi, yani bir hesaplaşma metni olarak okunmalıdır.(8) Rusya bu aşamadan sonra –söylediğimin kanıtı- Türkiye’de komünizmin yayılması için mükemmel derecede uğraşmış ama başarılı olamamıştır. Peki İngiltere ne yapmıştır. Osmanlı’yı yıkması için Mustafa Kemal’le kağıt üzerinde anlaşmış mıdır? Bu belgeyi aramak gereksiz olur. Çünkü, Mustafa Kemal yeni kurulan devletin meşru olması ve devam edebilmesi için Batı, daha doğrusu İngiltere yanlı bir siyaset gütmesi gerektiğini, aksi halde yeni bir İngiliz çıkartmasına hedef olacağını çok iyi biliyordu. İngiliz kırması Amerikalılar’a hiç derin muhabbet yokken görüntülü konuşmasında “Türk milleti ABD milletine derin bir muhabbet hisseder” diyor. Acaba bu derin muhabbetimiz nereden geliyor? Doğrusu büyük bir soru.
İngilizler tabi ki uzun bir süre Anadolu’yu işgal altında tutamayacaklardı. Kavgalı bir Türk milleti, sömürge yollarında bulunan bir Türk milleti, uzun zamandır problemleri olan bir Türk milleti… İngilizleri tabi ki elinde sonunda Anadolu’dan atacaktı. Çünkü Anadolu, Türkler’in çıkamayacakları anavatanlarıydı. Acaba bu kadar uzun bir direniş için Mustafa Kemal’in ömrü “lider” olmaya yetecek miydi. Bunun da hesaplarını iyi yapan Mustafa Kemal çok uzun süre bir direnişten yana değildi. Nihayet İngilizleri karşısına almadı ve böyle bir devletin kurulması ile ayakta kalabileceğini ve “lider olabileceğini” kavradı. Mustafa Kemal’in şu sözü İngiliz çıkarları ile kavga edemeyeceğini gösteriyor. -dikkat ediniz, etmeyeceğini değil “edemeyeceğini” belirtiyor. “Hükümetin Musul konusunda İngilizlerle ikili görüşmeler yaparak anlaşmaya çalışmanın, anlaşamazsak olayı Milletler Cemiyeti’ne getirme kararını kabul ettiğini açıklar. Eğer Milletler Cemiyeti aleyhimize karar verirse, bu kararın kabul edilmeyeceğini de belirtir. Durumun o zaman verilecek kararla çözümleneceğini de ekler” Oysa meclis Musul’u alma taraftarıydı. “Fakat savaş uzun sürer” diyip, kestirip attı. (9) Yapmış olduğu inkılaplar da dediğimizin kanıtıdır. 1919 Türkiye’sinde nefret edilen o Batı milleti, acaba ne olmuştu ki, kültürlerini, inançlarını, medeniyetlerini, alıp bağrımıza bastığımız bir Batı milleti olmuştu ? Bunun tek açıklamasını yine kendisi veriyor. Ama ne diyoruz görecekler göz lazım. Mustafa Kemal Amerikalı gazeteci Dorothy Thompson’a “Evet ben diktatörüm ama Demokrasiyi dikte ediyorum” demedi mi ? Yani ipleri ele öyle bir almış ki her şeyi ifade etmekten çekinmiyor, sanıyor ki bütün bir Anadolu milleti beni takip edecek, bu hatıralar da ileri de hoş bir anı olarak kalacak. Yani Bir Napolyon, Kanuni, Fatih Sultan Mehmed, Herakles, Washington, Marx vb kadar ünlü olacak.
Mustafa Kemal’in kafasındaki olan en derin düşüncelerinden biri şudur. Avrupa, dinini kısarak ilerleme göstermiştir. Dolayısıyla din ilerlemenin önündeki engeldir. “Din yok millet var”(10) Yani ben de dine karşı olursam ben de bir ilerleme kaydederim. Laiklik meselesine girmek lazım. Laliklik denen kavram Hıristiyan dünyasında zaten doğuşuyla beraber vardır. Çünkü İslam’daki gibi Hz.İsa’nın ne elle yemek yediği, nasıl cihat ettiği, neye nasıl baktığı, yanındakilerin sözlerin doğruluğu, evlenme boşanma adabı, tuvalet adabı, temizlik adabı, ekonomi görüşü, devlet yönetme stili ayrıntılı değildir.. Dolayısıyla devletin dinden sıyrılması veya ayrılması denen kavram yoktur Hıristiyan devletlerde. Çünkü bunun ne İncil’de açıklaması vardır ne de Hz.İsa’nın bu konuda verdiği bilgi. Yani demek istiyorum ki herkes Hıristiyan şeriatın varlığını bilir. Oysa 30 bin fıkıh hükmü ile Hıristiyan şeriatını karşılaştırmak mümkün bile değildir. Dolayısıyla içlerinde geliştirdikleri laiklik sınıf anlamında laikus –dinde olmayan- anlamında kullanılırdı. Bizim ülkemize geçtikten sonra bu kelime süslendi hoşgörü ve din devlet ayrımı diye anlatıldı. Sanki bizde devlet ve din ayrımı ve dahi hoşgörü yok, biz asırlarca kimseye hoşgörü göstermemişiz gibi. Bizim ülkemizde anayasada belirlenen laiklik hükmü asla açık bir hüküm değildir. Devlet laiktir ama kime göre, neye göre, kimin laiklik anlayışına göre, hangi insan grubuna göre ? Hilafet dediğimiz olgu Müslümanların başı olmak demekti. Gayrımüslimlere de kendi liderlerini seçme hakkı verilmedi mi? Yani saltanat hilafete karışmamıştı. Hilafet hem Müslümanları korumak hem de saygınlığın bir sonucuydu. Şu an kimsenin “biz hilafeti sahipleniriz” diyecek gücü yok dünya İslam devletlerinde. Osmanlılar, Yavuz Selim Mısır seferini yapmadan önce de kendilerine halife diyorlardı. Kutsal emanetlerin gelmesi ile sanki halifelik Osmanlı’ya geçti zannediliyor. Oysa durum böyle değildir. Saltanat tüm milletlere karşı kullanılan bağlayıcı bir güçtür. Hilafet ise Müslümanları bağlayan bir güçtür. Yani hilafet hükümleri ile gayrimüslimlere bir hüküm, ceza, emir mi verilmiştir? Tabi ki “Hayır”. Bu yüzden Laikliği bize bırakan daha doğrusu hediye eden Mustafa Kemal’in ileri görüşlülüğüydü.(?)
İngiltere’nin Anadolu’daki gayesi sömürgeye giden yolları kollamaktır. Öyle bilindiği gibi Batı Anadolu’daki 3 5 kiliseyi kurtarmak, haçlı seferleri gibi seferler yapmak, kutsal kasenin peşine düşmek gibi taassup görüşlerle hareket edecek bir millet değildir İngiliz milleti. Bunlar işin süsüdür. “Sömürgeye giden yolda Anadolu sonsuza kadar elde tutulabilir mi? Hayır. Yani ne yapmak gerekiyor? Bizim çıkarlarımızı savunacak bir devlet var edersek bu devlet milletine söz geçirir.”(11) İşte aynen böyle olmuştur bu anlaşma. Yazı yok ama vücutlar, gözler eller ve diller birbirlerini anlıyor.
İngiltere’nin korktuğu devlet Türkiye değil Rusya’ydı. Olası bir İngiliz işgalinde Rusya ne yapacaktı ? Sömürge yollarına giden bir yolda İngilizler’in Rusya gibi bir düşmanla baş edecek bir gücü var mıydı? Rusya daha öncesinde Erzurum’a kadar gelmiş, devrim çıktığı için geri dönmek zorunda kalmıştı. “Bir hesap yarım kalmıştı” Yani İngiltere’nin küçük bir devletle savaşacak bir gücü var ama büyük bir devletle asla. Kendi gücünü toplaması 1940’a kadar sürmüştür.
Yazının devamı gelecektir.
Kaynaklar
1) 30 Ekim 1918’le beraber Samsun’a hareket etmeden 16 Mayıs 1919’a kadar
2) Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98.
3) Cemal Granda – Hatıra Defteri
4) Son Posta, 4 Haziran 1931
5) Çerkes Ethem’in Anıları – Dünya Yayınları
6) Milli Mücadele Hatıraları –Ali Fuat Cebesoy
7) Cumhuriyet Gazetesi – 28 Kasım 1925
8) Erik Jan Zürcher – Milli Mücadelede İttihatçılık
9) Mim Kemal Öke – Musul Kürdistan Sorunu
10) Ruşeni Barkın bu yazı dizisini M.Kemal’e sunup “aferin” almıştı.
11) İngiltere seslendirmesi
.
Kurtuluş Savaşı mı Yoksa, Kurtaranlarla (Generaller ) Savaş mı ?
Kurtuluş Savaşı mı Yoksa, Kurtaranlarla (Generaller ) Savaş mı ?
Aziz kardeşler sözlerime başlamadan önce, şimdi şu insanlar içinde “bu haindir, hiçbir yararı yoktur” denilen biri var mı? Ferik Ali Fuat (Cebesoy), Ferik Cevat (Çobanlı), Müşir Fevzi (Çakmak), Ferik Kâzım Karabekir, Ferik Fahrettin (Altay) Mirliva Kazım (İnanç), Mirliva Ali Sait (Akbaytogan), Mirliva Ali Hikmet (Ayerdem), Mirliva Kemalettin Sami (Gökçen), Mirliva Cafer Tayyar (Eğilmez), Mirliva İzzettin (Çalışlar), Mirliva Şükrü Naili (Gökberk); Mirliva Asım (Gündüz), Albay Alaaddin (Koval), Mirliva Mehmet Sabri (Erçetin), Albay Sabit (Noyan), Albay Ömer Halis (Bıyıktay) ve bilmediklerimiz. ve isimlerini yazmadığım digerleri Evet bu insanların Kurtuluş savaşından önce bir hainlik ettikleri görülmemiştir. Gel gelelim bu küçücük savaştan sonra “hain” diye damgalanmışlardır..
Bu şanlı komutanlar 1. Dünya savaşından geçip Kurtuluş savaşı zamanına kadar yetişmiş ve 4 sene kesintisiz harp etmişlerdir. Bu sözde bir yanlış yoktur. Şimdi gelelim Kurtuluş savaşı macerasına İlk TBMM ciddi direnişi İnönü savaşlarıyla başlar. 1921, 6 ocakta devam eden savaş 1 nisana kadar devam eder ve iki taraftan toplam 2 bin kişi bile ölmez. 1. İnönü zaferi dedikleri zaferle ölen Yunan sayısı kaç bilir misin? 51 ölü 151 yaralı. Hem bu nasıl İnönü zaferidir ki zafer kazandıkça geri çekiliyoruz? Değil mi mantık çalıştırmak lazım. Her neyse Temmuz 1921’de Türk ordusu 2 bin ölü vererek Kütahya’ya kadar geriledi. Sakarya nehrine kadar gelen Türk ordusuna Mustafa Kemal geri emri verdi. Kazım Karabekir’in hatıralarında anlatıldığına göre, Mustafa Kemal Paşa 9 Eylül 1921’de geri çekilme emrini verip, Alagöz köyündeki karargahından Ankara’ya dönmesine rağmen, o sırada Başvekil, Milli Müdafaa Vekili ve Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak Başkomutan’a karşı çıkarak ricat emrini vermedi; tam aksine ertesi gün TBMM ordusuna karşı hücum emrini verdi ve kısa süre sonra Yunan Ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada savaşın kazanılacağını anlayan Mustafa kemal ordu baş komutanlığını şahsına aldı. Yunan ordusu geri çekilirken böyle bir şey yapması “kahramanlık” diye bilinir. Oysa cephelerdeki komutanlardan bihaber olan insanlar her yerde Atatürk’ün at koşturduğunu sanır. Bu arada Yunan’a hücum etmek isteyen Türk ordusu hazırlanışa geçer. Bir de olayı Milli Eğitim bakanından dinleyelim. Bakalım o da bizi doğruluyor mu? “Mustafa Kemal orduya geri çekilme emri vermiş. Bu haber de geldi. Mustafa Kemal’in özel hizmetlerinde kullandığı Arnavut yaveri Salih de cepheden geldi. Mustafa Kemal’in eşyalarını topladı. Kaçıyorlar. Mustafa Kemal ata binmiş, sarhoşmuş. Düşmüş, kaburga kemiği de kırılmış. Meğerse Yunanlar sol cephemizi 10 gündür söktüremedikleri için ümitsizliğe düşüp geri çekilmeye karar vermişler. Ağırlıklarını Sakarya’nın batı cephesine alıyorlarmış. Fevzi Çakmak bunu sezmiş ve Mustafa Kemal’e ‘Aman geri çekilme! Düşman da geri çekiliyor. Emri geri al.’ demiş. Ne ise Mustafa Kemal geri çekilmeyi durdurdu. İşte Fevzi Çakmak bu vaziyeti kurtardı. Yoksa bütün emekler, askerlerin çabaları, dökülen kanlar boşa gidiyordu. Sakarya harbi bitince iki mühim şey olmuştu. Mustafa Kemal hareket etmeden evvel, Meclis’ten kendisine “gazi” ünvanı ve “mareşal” ünvanı verilmesini istedi. Herkes: ‘Canım bu adama ne oluyor? Ne istiyor? Bunları ne yapacak?’ diyordu. Ve yine: ‘Galiba padişah olmak peşindedir. Şimdiden padişah gibi tuğrasına El-Gazî yazmak için bu ünvanı istiyor.’ diyorlardı. Şu adam müthiş bir yaratıktır. Ve nutkunda: ‘Meclis bana Gazi ünvanını verdi’ diyor. Hâlbuki böyle bir şey kimsenin aklına gelmemişti. Kendi istedi. Meclis ise ‘Olmaz’ dedi. Kıyamet koptu. Nihayet tehdit altında ve kendi adamlarını kullanarak “Gazi” ünvanını aldı. Birkaç gün geçinde de: ‘Meclis bana 4 milyon lira nakit mükâfat versin’ dedi. Herkes Meclis’te bir daha kızdı ve köpürdü. Bütün meclis olmaz’ı bastırdı. Mustafa Kemal 1 milyona indi. Yine olmaz dediler. Hâsılı meclis: ‘Para veremeyiz’ dedi ve vermedi. Mustafa Kemal bir müddet uğraştı, baktı olmuyor, vazgeçti. Eğer böyle bir şey lazımsa Meclis kendi verir. Ama yok, bu kendi ister, huyu budur. Sıkılmaz. Nutuk’da bu para meselesinden hiç bahsetmiyor.” Ali İhsan Sabis paşa Afyonda orduları muntazam bir şekilde hazırlar. Herkes de bilir ki Tekalif-i Milliye emirleri ile bütün Türk ordusunun (190 bin) ihtiyaçları tedarik edilmiştir. Aslı öyle değildir. Afyon’da hazır kıta bekleyen Ali İhsan paşanın orduları göreve hazırdır. Bu arada şu ismi: “Nurettin Paşa (veya “Sakallı” Nurettin Paşa)” İzmirliler bir bilse herhalde altından heykellerini yaparlar. Yunan ordusu İzmir’e geldiği vakit perişan değildir ve gene güçlüdür. Toplam 19.400 ölü veren Yunan ordusu 130 bin kuvvetle hala dimdiktir ve Türk ordusunun artık yorulacağını sanmıştır. İşte tam bu arada Nurettin paşa Ali İhsan Sabis paşanın kuvvetlerini alıp –ki bu arada Ali İhsan paşa çoktan Ankara’ya çağrılmıştır. Ünü artmasın diye- İzmir’e saldırıya geçer. Bakın adını hiç duymazsınız ben size kısa bir bilgi vereyim. Müşir (Mareşal) İbrahim Paşa’nın oğludur. 1893’de Harbiye’yi bitirmiştir. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katılmıştır. Daha sonra, Balkan Savaşı’nda 9. Piyade Alayı komutanlığı yapmıştır. I. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesinde bulunmuştur. TBMM’nin kurulmasıyla, önceleri çabalarını Ankara ve İstanbul hükümetleri arasında uzlaşma sağlamak üzerinde yoğunlaştıran Sakallı Nurettin Paşa, 1920’de Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Anadolu’ya geçmiş ve Yunan cephesinin güneyinde, Konya dolaylarına komutan olarak atanmıştır. 1920 yılının sonlarına doğru Pontus Rum çetelerine karşı Amasya’da kurulan Merkez Ordusu Komutanlığı’na atanmış, uygulamalarındaki keyfi davranışlar sebebiyle daha sonra bu görevden alınmıştır. 1922’de Ali İhsan Sabis Paşa’nın görevden alınması sonrasında 1. Ordu komutanlığına atanmıştır. Bu görevinde Büyük Taarruz’a katılmış, İzmir’e Mustafa Kemal’den önce girmiştir. Gördüğünüz üzere kuvvetleri bollaşan paşalar sürekli terfi ettiriliyor. Tabiki Mustafa Kemal verir mi liderliği başkasına? Bakalım dediklerimizi Cafer Tayyar paşa doğruluyor mu? “Anadolu’da bulunan paşaları birer bahane devlet sınırları dışına çıkarmıştır. Mustafa Kemal Paşa kendini hem Meclis Başkanı hem de başkomutan yaptırmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Afyon’da Ali İhsan Paşa’nın emrindeki 1. orduya Doğu Cephesi’nden Kazım Karabekir’in ordusuyla yetişip, birleşen Osmanlı ordusunun Yunanlıları püskürteceğinden endişe duymuş ve Ali İhsan Paşa’yı Ankara’ya çağırarak emekliye ayırmış ve Konya’da zorunlu ikamete mecbur etmiştir. Zamanında Ankara Ziraat Okulu’nda kalan Mustafa Kemal Paşa’nın emrindeki İsmail Hakkı’nın idaresinde bir piyade takımı mevcuttu. Kısa zamanda bu takımı bir alay kadrosuna çıkarmak için bir jandarma taburunu yanına almıştır. Bu taburun başına Kılıç Ali Bey’in yeğeni Salih Kılıç isminde genç ve parlak bir subayı yüzbaşılığa terfi ettirerek getirmiş. Daha sonra Karadeniz’den gelen Topal Osman’ın çetesini de bir alay haline sokarak ve Topal Osman’a milis kaymakamlık rütbesini vererek onu da emri altına almış, maaşlarını Jandarma Genel Komutanlığı’na ödettirmiştir. Bundan başka birkaç polis alayını da kendi emri altına almıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın adamları Rum ili eşkıyalarından Akif Kaptan, Hasan Rıza, Cavad Abbas, Salih Buzak, Receb Zöhdi, İskilipli Osman Tufan’dır. Bunların birinci adamı, Ernekvili katil ve sabıkalı Şaban! Cevdet Abbas, Kılıç Ali, Receb Zühdü, Salih Bozuk, Osman Tufan ve daha niceleri Mustafa Kemal Paşa’nın adamlarıydı.” Bu dakikadan sonra İzmir’e giren Mustafa Kemal kuvvetleri şehre gelir ve bildiğiniz üzere Uşakizade Latife hanımın köşküne gelir. Bir ikram bir ikram… Orada bulunan genç biri ikide bir “paşam nasıl kestiniz düşmanı” der. O da bunalınca çocuktan “aman dur be çocuk ne bileyim, geldik işte” der. Ve bu son cümle her şeyi açıklar. Bu bilgi Atatürk’ün yanında bulunan şu komutanlardan rivayet edilmiştir: Mareşal Fevzi (Çakmak), Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa ve karargahı ile 10 Eylül 1922 günü İzmir’e girmiş olan Fahrettin (Altay). Tüm bu yaşananlar sırasında şehit olan sayımız 9167. Ölen yunan sayısı 15 bin. Peki o başta saydıklarımız ve sayamadığımız komutanlara ne olmuştur? Mükafatları nedir? 10 binlik bir orduyu tam 16 ay uğraşarak 200 bine çıkartan o şanlı komutanların hatırlandıkları gün sayısı kaçtır? Tek mükafatları işte şudur: “Sürgün.” İşte bunun adına Kurtuluş savaşı diyorlar kardeşler. Bilmem nasıl anlatabildim. Pek çok şeyi özetledim.
Kaynaklar: Ali İhsan Sabis – Hatıralar Rıza Nur – Hayat ve hatıratlarım Kazım Karabekir – İstiklal Harbimizin Esasları Rahmi Akbaş – Fevzi Çakmak
Daha fazla bilgi için şu linklere bakabilirsiniz;
Mustafa kemal bir kahraman mıydı-Tüm Linkler ;http://yakintarihimiz.org/mustafa-kemal-bir-kahraman-miydi-tum-linkler.html
.
Günün fıkrası ;”ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” adlı kitabı nerde bulabilirim ? Maalesef masal kitabı satmıyoruz. Bu palavraya paranoyaklar (ve cahiller) inanir
Günün fıkrası ;”Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” adlı kitabı nerde bulabilirim ? Maalesef masal kitabı satmıyoruz. Bu palavraya paranoyaklar (ve cahiller) inanir.Bu palavraya inanmak Canakkale sehitlerine hakarettir,iftiradir.
Günün fıkrası ; Adam kitapçıdaki tezgahtara sorar ;”Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” adlı kitabı nerde bulabilirim Tezgahtar yanıt verir; Maalesef masal kitabı satmıyoruz.
(by kimyacı)
Kemalistler (ve resmi tarih) yada Atatürk Böyle anlatiyor olayi ;
Atatürk Kocacimen`de dinlenirken atiyla Conkbayir yokusunu tirmanmaya baslamis ve bu sirada tepeden asagi kacan Türk askerlerini görünce nicin kactiklarini sormus.Kacan Türkler 261 rakimli tepeyi isaret ederek:-“Düsman geliyor, efendim “demisler.Atatürk:-“Düsmandan kacilmaz ” demis.Kacan Türk askerleri:-“Cephanemiz bitti”demislerAtatürk:-“Cephaneniz yoksa süngünüz var”demis ve o ünlü cümlesini kurmus.”Ben size taarruzu degil ölmeyi emrediyorum”Ve düsmandan kacan türk askerleri komutanlarini dinleyip ölmüsler.57. alayin tamami..Tek sag kalan ölmeyi emreden komutan Yarbay Mustafa Kemal..Böyle anlatiyor olayi Atatürk….
Kaynak; 1;Atatürk’ün Gözlerinden Çanakkale’ye Bakmak – Kemal Arı2;Türk,Tarihci, Şair, HukukçuKadir Mısıroğlu, Lozan zafer mi hezimet mi? s 157,158,159 3; Mustafa Kemal ve Çanakkale. İlhan Akşit-Hayati Özel. s. 115.
“Mustafa Kemal tarihi doğru anlatmıyor,Bu palavraya paranoyaklar inanir.Bu palavraya inanmak Canakkale sehitlerine hakarettir, iftiradir.Tarihi,oldurdugu olmazlar dolu bir milletin askerleri cephanesi bittigi icin düsmani görünce kaciyor..Vatan savunmasini imanina sahit tutan Türk askeri cephanesi bittigi icin imanini cenk meydaninda birakarak kaciyor..Vatani namusu sayan Türk askeri düsmani görünce namusunu birakip kaciyor,cephanesi bitmismis.. Evde biraktigi karisindan utanir..Yolda komutan ceviriyor ve cepheye geri yolluyor Yuh..!Bir müslüman icin sehitlik,Allah katinda ulasilabilecek makamlarin,derecelerin en yücesi,en degerlisi ve en anlamlisidir.Savasci bir millet olan Türkler icin savas cenk meydani,er meydanidir..Müslüman Türk icin savas,sehitlik makamina acilan bir kapidir,sehadet firsatidir.Vatana namus,sehadete serbet gözüyle bakan Türk askeri düsmani görünce cephanesi bittigi icin kaciyormus,komutan Yarbay Mustafa Kemal ölmeyi emretmis.Ahiret ve dünya hayatini bir arada yasayacagi sehitlik makami icin ölümü göze almiyor da,komutaninin öl emrine itaat ediyor..Bu palavraya paranoyaklar inanir.Bu palavraya inanmak Canakkale sehitlerine hakarettir,iftiradir.Cünkü,savas meydaninda bile olsa sehitlik niyetiyle ölen sehittir,komutan emriyle ölen degil.Ve gögsünde iman barindiran her Türk`ün yüregi sehadet arzusuyla carpar..
Gercekte ise…Askerlerine ölmeyi emredip kendisi sag kalmayi basaran komutan,askerler sehadet serbetiyle makamlarina yükselirken sevgilisine mektup yazmakla mesgulmüs..Kacandan göcenden tek kelime yok.”
[Türk,Tarihci, Şair, Hukukçu Kadir Mısıroğlu-Lozan zafer mi hezimet mi? s 157,158,159]Bir Efsane Aslı olmadığı halde çok yaygın şekilde konuşulduğundan gerçek olduğu zannedilen rivayetler için şehir efsanesi (masal) tabiri kullanılır. Bunlardan biri “Taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” için söz konusu.
.
M. Kemal, Çanakkale’de olmadığı gibi, savaş bölgesinde dahi değildir.
T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları Diyor ki; savaşın ilk gününden tâ Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı 18 Mart 1915 tarihine kadar olan süre içerisinde, M. Kemal, Çanakkale’de olmadığı gibi, savaş bölgesinde dahi değildir.
Kemalizmden sıyrılamamış olan insanlarımız Çanakkale savaşını Kurtuluş savaşının bir parçası sanıyorlar. Ne vahim bir durum!
18 MART 1915 ÇANAKKALE ZAFERİ SIRASINDA M.KEMAL ÇANAKKALEDE DEĞİLDİ KOMUTAN ENVER PAŞAYDI;
Canakkale de m. kemal basit bir yarbay rütbesinde bir subaydir. Fiili baskomutan Enver pasadir. hatta kasten empoze edilen yalan–yanlış noktalar var. Meselâ, Çanakkale Zaferi ile M. Kemal arasında ısrarla bağlantı kurulmasına çalışılması ve sanki bu zaferin kazanılmasına onun bir dahli varmış gibi resmî beyanlarda bulunulması gibi. Yıllar yılı empoze edilen bu tarz bilgi ve söylentilerin tamamı yalan ve gerçek dışıdır. Zira, inkârı mümkün olmayan tarih kayıtlarında açıkça belirtildiği üzere, savaşın ilk gününden tâ Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı 18 Mart 1915 tarihine kadar olan süre içerisinde, M. Kemal, Çanakkale’de olmadığı gibi, savaş bölgesinde dahi değildir. Onun Eceabat’a varması dahi, zaferden günler sonrasına tekabül ediyor. Şöyle ki: Ekim 1913’ten Ocak 1915’e kadar Sofya Ateşemiliterliği görevinde bulunan M. Kemal, 18 Mart’ta kazanılan Çanakkale Deniz Zaferinden beş gün sonra yarbay rütbesiyle Maydos’tan bu bölgeye (Eceabat’a) ancak intikal ediyor. Bölgeye intikal ettikten sonra da, Alman general Liman Von Sanders’in ve enver paşa emrinde olmak üzere Gelibolu muharebelerine iştirak ediyor.
(Bkz: MEB Yayını, İ. A., I. Cilt, s. 722–23)
-Bkz: MEB Yayını, İ. A., I. Cilt, s. 722–23- T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları, Türk İstiklâl Harbine Katılan Komutanların Biyografileri, Genkur. Basınevi, Ankara, 1972, –
Mustafa Kemal‘e atfedilen Çanakkale kahramanlıklarının birçoğu savaş yıllarında değil savaştan çok sonra Yeni Mecmua isimli bir dergide ‘anlattıklarına’ dayanmaktadır. Üstelik Çanakkale savaşında bir ‘geçememe’ söz konusu olmayıp savaştan 3 yıl sonra İngilizler İstanbul’a girmişken ‘Çanakkale geçilmedi’ diye iddiada bulunmak gülünç. (bkz:İstanbul’un işgali) ;http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul%27un_%C4%B0%C5%9Fgali
Enver Paşa’nın yeğeni Halil Paşa’nın komutanlığında İngilizlere en büyük bozgunu yaşatan Kutü’l Amare savaşının tarih kitaplarında yer almayışını anlamakta güçlük çekiyorum. Sanıyorum Enver Paşa‘nın savaşlarını küçümseme ve silme operasyonunun bir parçası. Tıpkı Çanakkale gibi. Başkomutanın adını anmayıp savaşta bulunan yüzbaşıyı , yarbayı ön plana çıkarmak gibi.‘Ben Size Ölmeyi Emrediyorum’un gerçek Hikayesi:1917′de Mustafa Kemal‘in genelkurmaya sunduğu raporda ‘hatıralarından’ aktardığı bir cümle bu.Mustafa Kemal’in hatıralarını biraz süslemiş ve kendi yorumunu da muhakkak katmıştır. Zaten yakın tarihimizin ‘legal yazılı’ birçok kısmının Mustafa Kemal’in hatıralarına dayandığını bu konuları az çok araştıran herkes bilir. vesselam…
.
12 Ciltlik Yalan Söyleyen Tarih Utansın Kitabının Özeti;
Kıymetli ziyaretçiler,
12 ciltlik Yalan Söyleyen Tarih Utansın kitabının son altı cildinde kendime göre çok önemli gördüğüm, hulasa şeklinde aldığım notları sizlerle paylaşmak istedim. Elbetteki özet olduğu için okurken zihniniz yorulabilir, bazı konuları yerli yerine oturtamayabilirsiniz. Ben, başlı başına bir başucu kitabı olduğunu düşü…ndüğüm bu şaheserin tamamını okumanızı öneririm. Belki dili biraz ağır, üslubu ise kaba gelebilir. Ancak bunlar dışında tartışmasız gerçekleri aralama gayreti içerisinde yazılmış paranızın karşılığını veren ender kitaplardandır.
Gerçek milliyetçi, okuyup araştırmak suretiyle muhteşem tarihimizi öğrenmek mecburiyetindedir. Hissi hareketlerle feveran etmek (birden bire öfkelenmek) ve bilmeden, öğrenmeden, araştırmadan bağırıp çağırmak, gerçek milliyetçiliğe yakışmaz. Olayları akl-ı selimle mütalaa (okuma, ders çalışma, düşünce, irdeleme) edip değerlendirmeyi bilelim ve gerçeğe hürmetkar olalım!..
(Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Kurtuluş Savaşında şehit olan askerlerimizin kanlarını Lozan’da sattınız. Siz hainsiniz. (Mustafa Kemal ve İsmet İnönüye)
Trabzon Mebusu Şehit Ali Şükrü Bey
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Kazım Karabekir Paşa, “İzmir Suikasti” dolayısıyla İstiklal Mahkemesi huzuruna çıkarılıp beraat etmiş ve bilahare sicillen emekliye sevk edilmiştir. Uzun yıllar geçim sıkıntısı çekmiş, kayınp ederinin yardımıyla satın alabildiği evde adeta cemiyetten tecrit edilmiş bir vaziyette günlerini geçiren Paşa, daimi polis gözetimi altında bulundurulmuştur. Ayrıca bu adresine sık sık “Ömrünün son günlerini yaşadığını iyi bil!.. Şarkta Fatihlik taslayarak yaptığın zulmün, işlediğin cinayetlerin hesabının sorulmayacağını zannetme!..” vb. Tehdit mektupları alır.
Bir dostuna Paşa:
“Ne de olsa serde Harbi Umumi’den kalmış istihbaratçılık var… Şu mektuplara dikkat ediniz. İşte kaldırıp ışığa tuttuğunuzda TC filiganlarını görüyorsunuz, değil mi? Nereden geldikleri anlaşılıyor amma, neden gönderirler onu anlamak güç!…”
Kazım Karabekir Paşa alehinde Milliyette Siirt Mebusu Şevket Bey tarafından yazılar yazılır. Paşa bunların hepsine cevap verir; ancak Milliyet, Paşanın verecek cevabı kalmadı deyip son gönderdiği mektupları yayınlamaz. Bilahare Paşa, hatıratını yazar; ancak, basılmasına müsaade edilmez.
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Emekliye sevkedilen Kazım Karbekir ve arkadaşları,bu emeklilik devresinde büyük geçim sıkıntısına uğramışlar ve ıstıraplı günler,yıllar geçirmişleridir!..Biz bugün,Paşalardan birinin ıstırabına temas edecek,Kazım Karabekir Paşa’nın bizzat yazdığı İki Damla Gözyaşı şiirini nakeledeceğiz;İki Damla Gözyaşı
YETMİŞ LİRA İLE MÜTEKAİT BİR ADAM
İKEN, İKİZ KIZIM DA DOĞDU OLDUK TAMAM
EVET TAMAM! ÇÜNKÜ HERKES KAÇIYOR BENDEN
VE BEN DE SABAHLARI ERKEN
YAVRULARIN HAZIRLIYORUM SÜTLERİNİ KAÇIP GİTTİ EVDEKİLER
PARASIZ KİM KİMİ BEKLER?
TAM BU SIRADA HASTALIK SALDIRDI BİZE
İKİ YAVRUMLA ANNELERİ DİZ DİZE
SANCILAR İÇİNDE KIVRANIYORLARDI
HAYATIN KALMAMIŞTI ARTIK TADI.
KALMAMIŞTI ELİMDE HİÇ SATACAK
PEKİ! YA BU HASTALARA KİM BAKACAK?
VEJETALİN ERİTMEK İÇİN SARILMIŞIM KEPÇEYE
FAKAT DOKTOR PARASI SIĞMIYOR HİÇ BÜTÇEYE.
SATMIŞIM ELİMDE OLANI
YEMİŞTİK MAZİDE KALANI.
DÜŞÜNÜYORDUM, İKİ ELİMDE BAŞIM,
DALMIŞIM, BUNALMIŞIM.
SESLENDİ REFİKAM:
PAŞAM! PAŞAM !
NEDİR BU YE’SİN? NERDE HER GÜNKÜ NEŞ’EN?
HASTALIĞIM ARTAR SENİ BÖYLE GÖRÜRSEM.
BU GÜNLER DE GEÇER, ÜZÜLME SAKIN?
NERDEYSE GELİR DOKTORLAR VAKİT YAKIN.
DOKTORLAR MI GELECEK DEDİN?
ACI, PEK ACI BİR ŞEYLER SÖYLEDİN!
SÖYLEMEYE BULAMIYORUM MECAL
VERECEK VİZİTA PARAM YOK İCLAL!
BORÇ FELAKETTİR ŞUNA BUNA
GİRMEM BU TEHLİKELİ OYUNA.
YANIYORDU ELLERİMDE BAŞIM
CEVAP VERDİ YÜKSEK RUHLU ARKADAŞIM:
DEDELERİMDEN KALMA YADİGAR
BİR PIRLANTA İLE BİR SAATİM VAR.
GÖNDERİN BEDESTENE SATTIRIN
BU AĞIR YÜKÜ BENDEN ATTIRIN.
BU, YÜKSEK RUHLU BİR TÜRK KIZIYDI
TÜRK VARLIĞININ BİR YILDIZIYDI.
TAŞI, SAATİ UZATTI BANA
BEN DE GÖNDERDİM “SAT” SALONUNA.
BİRKAÇ YÜZ LİRA GELDİ GERİYE
SIKINTIYI ATTIK BİZ İLERİYE.
FAKAT REFİKAM:
DÖNDÜRÜRKEN DUVARA BAŞINI
GÖRDÜM İKİ DAMLA GÖZ YAŞINI.
DEDİM: LANET OLSUN BÖYLE GEÇİME!
ARTIK DÜŞDÜM BEN DE KENDİ İÇİME:
KULAKLARIM İÇİMİ DİNLİYOR,
HER YERİM İNLİYOR.
GÖZLERİM İÇİME BAKIYOR,
VE GÖRDÜĞÜ YERİ YAKIYOR.
KALBİMİ DELDİ O İKİ DAMLA YAŞ
HAKSIZ YEREYDİ BU ÇETİN SAVAŞ.
BU DÜŞÜNCELERİM PEK KISA SÜRDÜ
ÇÜNKÜ VİCDANIM TAMAMEN HÜRDÜ!
ARKADAŞIMLA BAKIŞTIK
VE GÜLÜŞTÜK
HEMEN TOPLADIK KENDİMİZİ
VE DÜŞÜNDÜK KÖYLÜ EFENDİMİZİ:
NELER ÇEKİYOR ASIL OLAN ONLAR
YAŞAMIYOR MU ŞEREFİYLE MİLYONLAR…
DEDİK VE KARIMLA EL ELE VERDİK
VE BU ACI GÜNLERİ PEK ALA YENDİK.
Kazım Karabekir bu şiiri,15 Ocak 1928 tarihini taşır ve bu mısralarda derin ıstırap daha yıllar boyu devam eder!..Kazım Karabekir,o ısıtıraplı yılları,domates yetitirerek geçirmiş ve bu ıstırabı yanlız o değil,diğer arkadaşları da duymuş,mesela;Cafer Tayyar Paşa,Beşiktaş’ta bir odun,deposunda satış memurluğu yapmış;Ali Fuat Cebesoy ise,yamalı pantolonla gezmekten çekinmemiş!…
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Sultan Vahdettin vatan hainidir değil mi? İhanet etmiştir vatanına?
“Yıldız Sarayı’nın küçücük odasındaydı padişah. İşgal altındaki İstanbul’da elinden gelen hiçbir şey yoktu, ama bir şeyler yapmalıydı. 600 yıllık bir imparatorluk son bulma noktasındaydı. Dedesi Fatih’in, Yavuz’un kendilerine emanet ettiği Osman Gazi’nin tohumunu attığı çınar ağacı devrilmek üzereydi. Devrilmemesi için omuz atmak istiyor ama etrafını çevrelemiş İngiliz askerlerinden buna imkân bulamayacak kadar çaresizdi. Yıldız Sarayı’nın yandığı bir günde etrafındakilerin hüngür hüngür ağladığı esnada onları izleyip “Siz ne ağlıyorsunuz, vatan yanıyor ona ağlayın!” diyen ve ardından da gözyaşlarına boğulan hisli bir insandı! Tahta geçtiği andan itibaren yaşadıklarını bir Rabbi bir de kendisi biliyordu. Tahta çıkmadan önce 5 gün beraber Almanya seyahati yaptığı Mustafa Kemal Paşa’yı o gün saraya çağırmıştı. Vatanı kurtarma noktasında daha önce görüştüğü komutanların hiçbiri bunu göze alamamıştı ve son dayanağı [maalesef] Mustafa Kemal Paşa’ydı. Vahdettin, bundan önce yaptığı hizmetleri hatırlattıktan sonra o tarihi konuşmayı yaptı. Resmi tarihe bir türlü sokulmayan fakat Mustafa Kemal Paşa’nın hatıralarında dahi yer bulan o tarihi konuşma: “Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir. Devleti kurtarabilirsin!” Sultan Vahdettin’in; devletin kurtulacağı noktasında hala ümidi vardı. Ve bu ümidini Mustafa Kemal Paşa’ya da iletmişti. 15 Mayıs 1919 yılında yapılan bu konuşmanın ardından Mustafa Kemal Paşa’ya [bize anlatıldığı şekilde her tarafı sökük, murat 124 tarzı değil; gerçekte sapasağlam olan] Bandırma Vapuru hazırlatıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın görevi İngilizlere “orduları teftiş” olarak ifade edilmişti ama Samsun’a büyük yetkiler verilerek, Sultan Vahdettin’in fermanıyla, 6900 yıl boyunca boy’lar, hanedanlar sistemiyle yönetilen halka, padişahın emriyle Mustafa Kemal’e uymaları için, her türlü yardımı yapmaları emriyle gönderilmişti. Samsun’a hareket edecek olan Mustafa Kemal Paşa’ya Sultan Vahdettin kendi şahsi parasından 40 bin lira vermişti.
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Atatürk’ün uşağı Cemal Granda kitabında:
“Giderek halk içli duygularda Atatürk’ü kısaltarak “Ata” denmiştir. Ancak Atatürk buna çık kızarmış.
Türk dilinin sadeleşmesine, özleşmesine yabancı sözlerden arınmasına önem verildiği günlerdeydi. “Kemal”in Arapça olduğu ve Türkçede “Kemal” diye bir söz bulunmadığı ileri sürülmüş, Atatürk’te bu görüşü uygun bularak “Kemal” yerine “Kamal” diye yazmaya başlamış. Bizim bundan haberimiz yok. Yine onu Mustafa Kemal diye biliyoruz. Mustahdemler arasında polislikten emekli olmuş Kemal adlı bir de sofracı vardı. Askerliğini köşkte hizmet ederek yapıyordu. Atatürk bize dönerek şaka şeklinde,
“- Dünyada ne kadar Kemal varsa, hepsi eşektir….” dedi.
Tuhaf tuhaf bakınca; Atatürk şöyle sözünü bitirdi.
“- Haa anladım! Sen bana bakıyorsun. Sen de Kemalsin demek istiyorsun. Ben artık Kamal oldum. Kemaller başının çaresine baksın!..” dedi.
Atatürk’ün son kartvizitinde “Kamal Atatürk” yazılıydı. (Kamal, kale anlamındadır)
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
26 Kasım 1934 günü İsmet İnönü Efendi; bey, paşa, hacı, molla, hoca, hazretleri, efendi, hafız, ağa gibi san ve ünvan isimlerinin kaldırılması için önerge vermiş ve yapılan oylamada kabul edilerek bu ünvanlar yasaklanmıştır. Ne garip tecellidir ki, bu teklifi meclise getiren başkan İnönü, hayatının sonuna kadar “paşa” tabirinden kurtulamamış, halk arasında “İsmet Paşa” diye anıldığı gibi, torunu da kendisine “Paşa Dede!” diye hitap etmiştir!.
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Gelelim Türkiye’de saltanatın kaldırılmasına ve cumhuriyetin ilan edilmesine.
Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sevr Barış Antlaşması’yla savaştığı cephelerde yenilgi almamasına rağmen yenik sayıldı ve toprakları işgal edildi.
1918 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın kendi parası ile çıkardığı Minber Gazetesi’nde işgalci İngilizler tebrik edilip, alkışlanmış, 17 Kasım 1918 tarihli aynı gazetede: “İngilizlerden daha hayırlı bir dost olmayacağı” mesajı verilmiştir. Ertesi günü çıkan Vakit Gazetesi’nde “Britanya Hükümeti’nin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediği” haberi yayınlanmıştır. 11 Ekim 1918’de Halep’ten, Mustafa Kemal tarafından Sultan Vahdettin’e çekilen telgrafta; İngiliz himayeciliğine yer verilen, enteresan teklifler ve İngiliz himayeciliğine yapılan iltifatlar bulunmaktadır. (M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Milli Mücadeleye katılmayan CHP’lileri açıklayan DP kurucularından Refik Koraltan, Şükrü Saraçoğlu’nun da ismini vermiş ancak hakkında yazılanları cevaplamamıştır.
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Milli Mücadelenin ünlü siması Nurettin Paşa 1924’te Bursa’dan millet vekili adayı olmuş ve CHP’nin adayını mağlup ederek Meclise girmiş ancak bu mağlubiyeti hazmedemeyen CHPliler onun millet vekilliğini oylamışlar ve 130 reye karşı 56 oyla millet vekilliğini iptal etmişlerdir. Daha sonraki seçimde 05/02/1925’te yenilenen seçimde, Nurettin Paşa eskisinden daha çok oy alarak meclise girmiştir.
(M.M. Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Türkiye’de yaşayan insanlara farklı anlatırlar! Mustafa Kemal halkın seçmiş olduğu millet meclisinde yoğun tezahüratlar yapılarak bir kere cumhurbaşkanı seçildi ve 15 yıl boyunca bu görevde kaldı, yani vefat edene kadar. Mustafa Kemal Paşa’nın son derece büyük bir kamuoyu desteği ile cumhurbaşkanı seçildiği anlatılır!
Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanlığına giden yolu anlatılırken hiç anlatılmayan çok önemli tarihi olaylar nelerdir?
İsmet Paşa Lozan’a gitti-geldi ve başarısız oldu. Mustafa Kemal Paşa İsmet Paşa ile Eskişehir’de buluştu ve Lozan hakkında bilgi aldı. Ankara’ya döndüğünde kendisini kimse karşılamadı. Rauf Orbay Başbakan’dı, ona niye karşılanmadığını sordu. Rauf Orbay Başbakan’lıktan istifa etti.
Önce cumhuriyet ilan edildi. Oylamaya meclisin %52.7’si katılmadı. Arkasından cumhurbaşkanlığı seçimine gidildi. Tek aday Mustafa Kemal Paşa’ydı. 334 milletvekilinin 158’i oylamaya katıldı, geri kalan 176 milletvekili ise; ne cumhuriyetin oylamasına nede cumhurbaşkanı seçimine katılmamıştı. Bu durumda Mustafa Kemal hem meclis başkanı, hem cumhurbaşkanı, hem Halk Partisi’nin başkanıydı. Başkomutandı. Cumhurbaşkanı olduğu için hükümeti de kendisi atayacaktı.
“M.kemal’in astırdığı” Miralay Kasap Osman.
Miralay Kasap Osman. (1920), Kurtuluş Savaşı komutanlarından. 1899’da Harp Okulu’nu bitirdi ve Kurtuluş Savaşı’nda albaylığa kadar yükseldi. Savaştan sonra Mustafa Kemal ve yönetim (inkilapları) aleyhinde bir tutum takındı, çeşitli yerlerdeki konuşma ve davranışlarıyla tepki uyandırdı.Bunun üzerine tutuklanarak Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne gönderildi, yargılanması sonunda idama mahkûm edildi.
Milli Mücadeledeki Konya İsyanında, asileri telkin için isyan mahaline giden Miralay Osman Bey’den haber alınmayınca M.Kemal Paşa, Ali Çetinkaya’yı Konya’ya göndermiş, ancak Kel Ali daha Konya’ya varmadan, karşıdan gördüğü sığır sürüsünü düşman zannedip geri dönmüş ve gidip M.Kemal’e: “Osman isyanı bastıramamış, asiler Ankara üzerine yürüyor.” demiş; bilahare Konya isyanını bastırıp dönen Osman Bey, Kel Ali’nin marifetlerini duyunca onunla alay etmiştir. Osman Bey daha sonra İstiklal Mahkemelerince asılmıştır. (İstiklal Mahkemesi Başkanı Ali Çetinkaya’dır – Namı diğer Kel Ali)
(Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
Hamdullah Suphi, bir yabancı şair ve büyükelçi ile İstanbul’un tarihi mekanlarını gezerler. Önce Süleymaniye’yi gezerler. Büyükelçi, Sultan Süleyman’ın türbesini gezmek ister. Türbenin önüne gelindiğinde, kapısının kilitli ve etrafının tozlu olduğu görülür. “Galiba tamir var.” dediler; fakat iskele yok! Ona uzun süre sonra Hamdullah Suphi şunları söyleyebilir: “Bir müddet mazi ile alakamızı kesmek istedik, onun için türbeleri kapattık.” Yabancı diplomat hayretle yüzüne bakar, “Ciddi mi söylüyorsunuz?” der. Cevap verir Hamdullah suphi: “Ciddi”.
Yabancı diplomat şu sözleri söyler: “Tarihi olmayan milletler tarih önünde esatır, efsane uydururlar. Sizin ise büyük bir tarihiniz vardır. Bu tarihi yapanların türbesini nasıl kapatıyorsunuz?”
(Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Menemen olayı, 31 Mart Vakasıyla benzerdir. İkisini de Vahdeti-Mehmet tertip etmiştir. Esasında olay çıkarmak için parayla tutulmuşlardır. Olayın Menemende çıkma nedeni ise Menemenlilerin Serbest Fırkaya aşırı tezarrahutları, CHP’ye ise hiç iltifat etmemeleridir!
Olay sonucu başta Şeyh Esad Efendi olmak üzere Nakşibendi büyükleri toplanıp Divan-ı Harbe çıkarmışlardır. Bunun sebebi ise Mareşal Fevzi Çakmak ile Dahiliye Vekili Şükrü Kaya arasındaki ihtilaftan doğmuştur.
Bu zatlar, birbirlerini hiç sevmezler. Mareşale göre Şükrü Kaya “Ahlaksız herif”tir; Şükrü Kaya’ya göre Mareşal “Ahmağın biri”dir ve yine iddiaya göre Mareşal Nakşibendi tarikatındandır.
( Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Türkiye’nin II.Dünya Savaşı’na girmemesini temin eden zat, bilindiği üzere İnönü değil sonradan başbakan da olan Suat Ürgüplü’ye göre Mareşal Fevzi Çakmak’tır. Derin bilgisiyle ABD ve İngiltere’yi ikna etmiştir.
(Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
12 Ada, Lozan görüşmelerinde ele alınmış ve İtalyanlara bırakılmıştır. Rauf Orbay 12 Ada konusunda ısrarcı olmuş, sonunda hükumetten çekilmiştir(!). İsmet İnönü ile anlaşmazlık yüzünden hükumet reisliğini bırakıp muhalefet saflarına dahil olmuştur. Lozandan üç yıl sonra İnönü, adaların yakınlığını görüp, “Rauf haklıymış!” demiştir.
II. Dünya Savaşında Almanlar, 12 Adayı işgal edin demiş; ancak milli şefimiz, “savaşın dışında kalıp savaşın nimetlerinden faydalanmak olmaz!” demiş ve sonra da bu adalar Yunanlılar’a verilmiştir. Adalar silahsız olacaktı; ancak bugün adalar askeri üs haline getirilmiştir.
( Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın;cilt)
Hasan Rıza Soyak’ın hatıratına göre, Gazi Orman Çiftliğinin yanı sıra Atatürk’ün mülkiyetindeki diğer çiftlikler, Hindistan müslümanlarının (Pakistanlıların) Milli Mücadeleye yardım için gönderdikleri paranın arta kalan metlağı ile kurulmuştur.
Bu çiftlikte kurulan bira fabrikası, İsmet İnönü ile Atatürk’ün arasının açılmasına neden olmuştur. İsmet Paşa bir toplantıya “viskiyi biraz fazla kaçırmış” olarak katılır. Mesele bira fabrikasına gelince İsmet Paşa Atatürk’e: “- Sen benim söylediklerimi başkalarından tahkike kalkışıyorsun. Etrafında bulunanlar benim hakkımda tevziratta bulunuyorlar. Sofradan emirler alıyoruz ve bunlar yüzünden büyük sıkıntılara düşüyoruz…” diye konuşmaya başlar ve mesele İnönü’nün başbakanlıktan uzaklaştırılmasına kadar varır!. (Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
1958’de, bizim Devlet Reisinin (Celal Bayar), Türkiye’yi ziyarete gelen Müslüman bir devlet reisini, arzusu üzerine Cuma namazına kadar götürmüş, konuk devlet reisinin “Camiye girmez misiniz?” demesi üzerine Bayar, “Biz laikiz!” demiştir. ( Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Lafta halkın seçme ve seçilme hakkı bulunduğu iddia edilen cumhuriyet, gerçekte askeriye ve diktatörlükle kurulan bir sistem!
Cumhuriyet rejimi nasıl kuruldu. (Net olarak- ilk ağızdan)
Yeni meclis toplandı. Çok sesliliğin olmadığı bir meclisti. Asker milletvekillerinin sayısı birinci meclise göre %20’ye çıkmıştı. Tüm ordu ve kolordu komutanları milletvekili seçilmişti. Buna rağmen yine de Mustafa Kemal Paşa’ya muhalifler vardı ve özgür bir oylamada milletvekillerine cumhuriyeti kabul ettirmek mümkün görünmüyordu. Fevzi Paşa mecliste, ordunun son askerine kadar Mustafa Kemal’in yanında olduğunu söyledi.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]Lafta halkın seçme ve seçilme hakkı bulunduğu iddia edilen cumhuriyet, gerçekte askeriye ve diktatörlükle kurulan bir sistem!
Mustafa Kemal Paşa hükümeti istifa ettirdi. Ortalık yeniden karıştı. Meclis yeni hükümeti kuramıyordu. İşte bu sırada Mustafa Kemal Paşa “Böyle gitmemeli, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi. 29 Ekim günü “Bu koşullar altında hükümet kurmak imkânsız! Türkiye’nin bir cumhuriyet olmasına, başında da bir cumhurbaşkanı olmasına karar verdim.” dedi.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]Türkiye’deki gafillere sözde halkın seçme ve seçilme hakkı verildiği iddia edilen cumhuriyet sistemi, gerçekte diktatörlükle kurulmuştur! Mustafa Kemal Paşa her şeye kendi karar vermiştir!
Milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa’yı, hükümeti kursun diye çağırmışlardı. Mustafa Kemal Paşa rejimi değiştiriyordu.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]Önce cumhuriyet ilan edildi. Oylamaya meclisin %52.7’si katılmadı. Arkasından cumhurbaşkanlığı seçimine gidildi. Tek aday Mustafa Kemal Paşa’ydı. 334 milletvekilinin 158’i oylamaya katıldı, geri kalan 176 milletvekili ise; ne cumhuriyetin oylamasına nede cumhurbaşkanı seçimine katılmamıştı. Bu durumda Mustafa Kemal hem meclis başkanı, hem cumhurbaşkanı, hem Halk Partisi’nin başkanıydı. Başkomutandı. Cumhurbaşkanı olduğu için hükümeti de kendisi atayacaktı.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]
Ali Şükrü Mustafa Kemal’e silah çekmiş ;Birinci Meclis darbe yapılıyor ekarte ediliyor meclis dagıtılıyor
Ali Şükrü Lazistan milletvekiliydi. Bölgesinde yolsuzluk ve zulüm olduğunu mecliste yaptığı bir konuşmada anlattı. Bunun sona erdirilmesi için meclisin ağırlığını koyması gerekiyordu. Ali Şükrü Lozan Konferansı’ndaki başarısızlıkları anlattığı bir oturumda “Savaşta kazanılan masada kaybediliyor” diyordu. Mustafa Kemal Paşa öfkesinden silahına sarılmış, Ali Şükrü de silahını çekmişti.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]“Lozan’daki başarısızlıklar, savaşta kazanılanların masada verilmesi?” Hani şu son dönemlerde biten ve bu maddenin bitiminden önce yer altı ve yerüstü kaynaklarının kullanılamamasının sebebi olan madde! Bu İsmet Paşa’nın Lozan da imzaladığı antlaşmanın maddesidir. Ama Osmanlı zamanından kalma antlaşma olarak anlatılır Türkiye’deki gafillere.
Mecliste yaşanan bu olaydan sonra Ali şükrü evinden meclise giderken ortadan kayboldu. Diğer Lazistan milletvekili Ziya Hurşit Ali Şükrü’nün siyasi bir cinayete kurban gitmiş olabileceğini söylüyordu. Ali Şükrü’yü öldürenin Topal Osman olduğu ortaya çıktı. Ali Şükrü’nün cesedi bir kaç gün sonra Topal Osman’ın Çankaya’daki karargâhının yakınlarında toprağa gömülü olarak bulundu. Topal Osman’ın karargâhı top ateşine tutuldu. Topal Osman öldürüldü. Ziya Hurşit, Topal Osman’ın öldürülmesini; izlerin ortadan kaldırılması olarak yorumladı ve Ali Şükrü’nün ölümünden Mustafa Kemal Paşa’yı sorumlu tuttu.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]Ali Şükrü ortadan kayboldu, bir kaç gün sonra Topal Osman’ın karargâhının yakınlarında cesedi bulundu. Bugün o kadar iletişime araştırmaya rağmen bile bir kaç gün içinde bulunamıyor cesetler! Mustafa Kemal Paşa Topal Osman’a Ali Şükrü’yü öldürtüyor, Topal Osman’ı da ortadan kaldırıyor.
Mustafa Kemal Paşa, meclisin dağılacağını ve seçime gidileceğini, arkasından da Halk Partisi’nin kurulduğunu açıkladı. Meclis dağıtıldı, Halk Partisi örgütlendi. Mustafa Kemal Paşa Halk Partisi’nin de başkanı oldu. Milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa’nın parti başkanlığından istifa etmesi gerektiğini söylediler. Çünkü hem devlet başkanı, hem de parti başkanı olunmamalıydı. Mustafa Kemal Paşa milletvekillerini tersledi. Yeni yönetim şeklinde partiler değil, tek parti olacaktı. Bu da Mustafa Kemal Paşa’nın partisi olacaktı. Bu gelişme üzerine silah arkadaşları Mustafa Kemal Paşa’dan uzaklaşarak Rauf Bey’in önderliğinde toplandılar. Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında sadece İsmet Paşa ve Fevzi Paşa kaldı. Tahmin edileceği gibi Halk Partisi her yerde seçimi kazandı! Milletvekili seçilenler Mustafa Kemal Paşa’nın onayı ile seçildi. Halk Partisi’nin seçim bildirgesi 6. maddesinde ‘’Ordu mensuplarının refahlarını sağlamak esastır’’ deniliyordu.
[Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu]NAZIM HİKMET;
Nazım Hikmet, gündüzleri ot caket, ütüsüz pantolon ve köylü kasketiyle dolaşır, geceleri burjuvari giyinirdi. Türk ,düşünür, Peyami Sefa ondan “samimi bir komünist değil, Bolşevik mankeni” diye söz ederdi.
Pek de okuyan, okumayı seven bir tip değildi.
(Şevket Aydemir-Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
19 yaşında (Moskova’ya kaçtıktan iki yıl sonra), Moskova sefirimizin kendisini çağırıp, “Türkiye’ye bir an önce dönmelisin, memleket senden vazife bekliyor. Muallim olacaksın.” dediğinde:
“Ben Rusya’yı çok sevdim. Dönmeyi düşünmüyorum. Hem Türkiye’de 30 sümüklü çocuğu okutmayı hiç aklımdan geçirmiyorum.” demiştir.
(İlhan Davendelioğlu -Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Örgüt Marşı (Dev-Genç-Komünist)
Din ne imiş, vatan ne imiş, bakmayız safsataya
Tarihte kahraman denilen palavraya
Osman Gazi kimmiş, kim bakar Mustafa’ya
Selam Lenin, Stalin, Koksigin, Mao’ya
Devrimler durmamalı, gayret tamamlamaya
Havaya yoldaşlarım, sol yumruklar havaya!…
( Nazlı Ilıcak “27 Mayıs Yargılanıyor” isimli kitap- Mustafa Müftüoğlu-Yalan Söyleyen Tarih Utansın )
1923 yılının 1 Mayıs işçi gününde Lenin, etrafına topladığı edip ve şairlere şu öğüdü vermişti: “Bulunduğunuz memleketlerde itimat ettiğiniz, inandığınız yoldaşlarımızdan azami istifadeyi temin edebilmek için, onları mutlaka şöhrete ulaştırmamız şarttır; çünkü, efkarı şöretli insanlara itibar eder, saygı duyar ve inanır.”
Lenin’in verdiği bu emrin Türkiyemizde tatbik edildiği ilk insan, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki Nazım Hikmet’tir.”(İlhan Davendelioğlu – Yalan Söyleyen Tarih Utansın;cilt 12 s. 259)
Nazım Hikmet, darmarlarında çeşitli insanların kanı bulunan bir insandır. Gençlik çağı ile birlikte, bunlardan Slavlık ağır basmaya başlamış ve “Verzanski” aile adını almıştır.
(Necdet Sancar – Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Annemle konuşuyorlardı bir akşam, Küba’dan yeni dönmüştü. Oralar için yazdığı şiirleri tartışıyordu, annemle… Karşı çıktı annem kendisine. Kınadı şiirlerini; “Kötü, çok kötü bunlar!..” dedi. Babam direnmek istedi önce. Aksini savundu. Bağırmaya kadar götürdü işi. Ama sonra.. Ama, sonra kabul etti annemin dediklerini. Bu şiirleri yazmasının kendisinin görevi olduğunu söyledi… Evet, babamın şiirleri güzeldir, büyüktür ama, sadece Türkiye’de yazdıkları. Geri kalanlar.. Geri kalanlar, kendisinin de söylediği gibi sadece ruble için.
(Mehmet Andaç – Nazım Hikmetin oğlu – Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Nazım Hikmet, İstiklal Savaşı’nın en güzel destanını yazmıştır. Esasen Kurtuluş Savaşına katılmamıştır. Kurtuluş Savaşına katılmadan Rusya’ya kaçmıştı, orada Rus ajanı olarak yetiştirilmekteydi.
(Prof.Dr. Faruk K. Timurtaş – Yalan Söyleyen Tarih Utansın;cilt12 s.264)
Ben Bursa’da iken, mahkum arkadaşlardan biri komünizmi merak eder. Doğru Nazım Hikmet’in yanına gider ve sorar Nazım Hikmet’e: “Ağabey, komünizm nedir?..” Nazım, cebini göstererek, “Sok elini buraya!” der. Mahkum çekinerek sokar. “Ne kadar para varsa al!” der Nazım. Mahkum alır. İki yirmibeş kuruşluk varmış. Kızıl şair, yirmibeş kuruşluklardan birini ona verir, birini kendisi alır ve “İşte” der, “komünizm budur!..”
Bu hareket mahkumun hoşuna gider, Nazım Hikmet’le laubali olmaya başlar.. Bir gün yine elini cebine sokuverir. Bakar ki, iki elli liralık var. birini Nazım Hikmet’e verir, birini kendi almak ister. Fakat komünist şair kızar, elli lirayı zorla alıp adamı yanından kovar.
Bu hadiseyi dinledikten sonra, “Meğer” dedik, “komünizm ne kadar ucuzmuş!.. Olup olmuşu yirmibeş kuruş!..”
(Osman Yüksel Serdengeçti – Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
… Moskova’da gördükleri Nazım Hikmet’i doyurmamıştı. O daha büyük şeyler, daha geniş bir bolluk göreceğini umuyordu, örneğin hiç olmazsa ekmeğin bedava dağıtılacağını sanmıştı. Oysa, tiyatro biletlerini bile yüksek buluyordu. Ve bunu bir radyo konuşmasında söylemek saflığını gösterdiği için paylanmıştı. Yani, bu kadar basit bir konu üzerinde bile serbestçe konuşmak hoşa gitmiyordu. Bütün bunlar Nazım’ın hoşuna gitmiyordu. Ve kendi kendini aldatmış olmak için Rus halkının katlandığı fedakarlığı övüyordu.
(Zekeriya Sertel – Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
Oradan Kazakistan’ın başkenti Almaata’ya uçtum. Moskova’ya dönüşte gördüklerimi anlattıkça Nazım Hikmet sevinç içinde hop oturup hop kalkıyordu. “Ne talihli insansın!” diyordu, “Bunları ben bile daha görmedim”. Ama ben madalyonun bir yüzünü görmüştüm. Bu parlak görünüşün arkasında halkın kan ağladığını bilmiyordum, bilemezdim. Oysa, 1937’de Özbekistan’da yarım milyon insan Sibirya’ya sürülmüş, öldürülmüş veya hapislere atılmıştı. Özbekler bu acılarını göstermemeye çalışıyorlardı. Bana pamuk tarlalarını, tekstil fabrikalarını göstermişlerdi. Ama Özbek halkının nasıl sömürüldüğünü söylememişlerdi. Bunları Nazım da bilmiyordu.
(Zekeriya Sertel -Yalan Söyleyen Tarih Utansın)
.
Kazım Karabekir’den Nutuk’a Cevap;
Kâzım Karabekir Paşa. Nutuk’un ilk baskısı üzerinde el yazıları ile notlar düşmüş ve «Hakikat mihveri yahut hata-sevap cetveli» başlığı ile Nutuk’a yanıtlar vermiştir. …
1945 yılından, dilerseniz, kısa bir süre için ayrılalım ve 1927 yılına dönelim:
Mustafa Kemal Nutuk; «(Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş)..sözü doğru değildir. Şarktaki ordu İran ve Kafkas Azerbeycan’ında birçok zaferler kazanarak oralara yerleşmiş bulunuyordu. Hatta Şimalî Kafkasya’ya bile hâkim olmaya başlamıştı. Mağlûp ve perişan olan Filistin’deki Yıldırım Ordusu idi. Az sonra Musul, cenubundaki ordu perişan olmuştu.»
Mustafa Kemal Nutuk;(Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta.)
Bu sözden, şarktaki, adına Onbeşinci Kolordu namı verilen Dokuzuncu Kolordu (4 fırkalı) müstesnadır. Ben silâh vermediğim gibi İstanbul dahilinde olduğu halde diğer kolorduların da elinden silâh ve cephaneleri alınmıyordu.» (…)
kaydında, bana Anadolu’ya geleceğini vaad ettiği halde neden önce Konya’daki ordu müfettişliğine (kendi harp ettiği ordu bakiyesi) tayin olunduğu halde, hastayım, terfi isterim diyerek kabul etmediğinin hakiki sebebini yazmıyor. Sebep, hâlâ İstanbul’da Harbiye Nazırlığını alarak kalmaya çalışması ve (mustafa kemal) Padişah Vahdettin’e damat olmaya uğraşmasıdır. (…) Nitekim Konya’ya
gitmeyi kabul etmeyince oraya yine Filistin’de ordu komutanı bulunan Mersinli Cemal Paşa gönderildi. Bu vaziyette M. Kemal’in de benim mıntıkama gelmesini bazı arkadaşlarımız ısrarla kendilerinden rica ettiler. Hâlâ İstanbul’da Harbiye Nazırlığı ile uğraşmasını artık bütün muhiti ayıplıyordu. Gel dediği gibi şarka gelmek hususunda hâlâ ısrar ediyor idiyse zamanın rical ve Padişahı benim ikazıma uymayan M. Kemal’i zorla göndermiş oldukları anlaşılıyor ki, kendileri için elîm bir vaziyettir.»
(..). M. Kemal Paşa, itilâf Devletleriyle başa çıkamayacağımızdan millî mücadeleye taraftar değildi. Benim (tek dağ başı mezar oluncaya kadar ya İstiklal, ya ölüm) teklifime delilik diyordu.» (…) 14. sayfada millî teşkilât ve mitinglerin kendi tamimi ile yapıldığını anlatmak istiyor. Halbuki, kendileri Samsun’a çıktıkları 19 Mayıs’da bu tamimi yapmaları icap ederdi. On gün sonra tamim etmesinin sebebi ne olabilir? (Verdiğim talimat üzerine her yerde mitingler yapılmaya başlandı» diyorlar. Halbuki, Erzurum’daki mitingi 18 Mayıs’ta yani M. Kemal Paşa daha Samsun’a çıkmadan önce yaptırmıştım. Trabzon’a gelince burası M. Kemal’in tamiminden sonra da yapmamıştır (..) asabî mizaçlı olan halkın miting neticesinde Rumlara saldırması tehlikesinden korkutmuştur:» Karabekir, Nutuk’a düştüğü notlarda Atatürk’ün Kurtuluş Savaşının başında «Amerikan mandası» ve «bol-şeviklik ilânını» çözüm olarak düşündüğünü de yazmış!”
( KAZIM KARABEKİR ANLATIYOR11NCİ SAYFA)
KAYNAK;
1; UĞUR MUMCU ; Kâzım Karabekir Anlatıyor 2;Nutuk ve Kazım Karabekir’den Cevaplar -Kazım Karabekir EMRE YAYINLARI
.
3 Ciltlik Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi? Kitabının Özeti;
LOZANDA MADDDİ VE MANEVİ KAYIPLAR;
Lozan; muazzam bir imparatorluk mirasının han-ı yağmasıdır…
Türkün şahsına İslam’dan intikam alınarak, bütün bir islam dünyasının başsız bırakılmasıdır!…
Lozan’ın getirdiği, adalarla Yunan stratejik çemberine alınmış iktisadi kaynaklardan mahrum, her türlü ünvan ve sıfatı yolunmuş gayrı tabii hudutların çizdiği küçük bir Türkiye’dir!!
Şimdi mâruz kaldığımız kayıpları iki grup hâlinde arz edelim.
Misak-ı Millî‘ye nazaran “asgarî vatan” sayılan arazî bugünkü vatanımızdan mâada, Batum, Batı Trakya, Adalar, Kıbrıs, Antakya, Halep ve Musul ‘u da ihtiva ediyordu. Bunların feda edildiği mâlûmdur. Daha fazlasının talep edileceği düşünülürken şu arazi kayıplarına ilâveten başka maddî kayıplara da mâruz kalınmıştır.
Bunlar, “Harp Tazminatı, Gemi Bedelleri, Vakıf Bedelleri ve Osmanlı Borçlarının Taksimindeki Adaletsizlik” gibi hususlardı.
Şimdi maddî kayıpları hülâsa edelim.
Batum
Batum 93 Harbi denilen 1877-78 Türk-Rus Harbi sonunda Ruslar’a geçmiş, kırk yıl esârette kaldıktan sonra 1918 başlarında tekrar Anavatan’a iltihak edebilmişti. Bunun için Ruslar ile aramızda imzalanan Brest-Litovsk Muâhedesihalkın reyine müracaatı kabul etmiş, yapılan plebisitte kahir ekseriyetle Türkiye’ye ilhak lehinde rey kullanılmıştır. Ermeniler’in plebisiti kabul etmemeleri üzerine bir kere de Kâzım Karabekir, harben burayı kurtarmış ve Anavatan’a bağlamıştı. O devredeki I.Büyük Millet Meclisi’nde 4 Batum mebusu bile vardı. Şu gerçeklere nazaran Batum, Misak-ı Millî’ye dahildi. Yani 3O Ekim 1918′de fiilen elimizde bulunmaktaydı. Lozan’da Ruslar’ın da konferansa katılmış olmalarına rağmen burası talep bile edilmemiştir. Nasıl edilebilirdi ki; 1921′de imzalanan Moskova Muâhedesi ile Batum tekrar Rusya’ya verilmiş, karşılığında kırk bin piyade tüfeği ile beş milyon ruble alınmıştı.
Batı Tırakya
Batı Trakya’nın da Misak-ı Millî’ye dahil olduğu münakaşasız bir gerçek tir. Buna Yunanlılar bile itiraz etmemektedirler. Hatta burada mütâreke sıralarında “Batı Trakya Hükûmeti Müstakillesi” bile kurulmuştu. Lozan’da İnönü burasını, talep etmek yerine Yunanistan’ın elinden alınıp, Bulgaristan’a verilmesi için çalışmıştı. Buna Yunanlılar bile şaşmış daVenezilos :
“Şu Bulgarlar’a şaşıyorum. Bizimle harb edip de zafer mi kazandılar ki, bizden toprak istiyorlar? Fakat asıl hayret ettiğim, İsmet Paşa’dır. Kendi elinde olmadıktan sonra, ha Yunanistan’da olmuş, ha Bulgaristan’da. Ne değişir ki, burasının bizden alınıp Bulgaristan’a verilmesi için çalışıyor?”demek mecburiyetinde kalmıştır. Bulgaristan Dedeağaç İskelesi’nden Ege’ye açılmak istiyor, İsmet Paşa da akıl almaz bir şekilde bunu destekliyordu.
Adalar
1911 Trablusgarp Harbi çıktığı zaman İtalyanlar ânî bir baskınla Ege Denizi’ndeki adalarımızı işgal etmişlerdi. Arkasından Balkan Harbi zuhur edince, İtalyanlar ile anlaşma yapılarak tek cephede harp etmek ihtiyacı hissedilmiş ve 1912 tarihli Uşi Anlaşması ile Trablusgarp Harbine nihâyet verilmişti. Buna göre, biz Trablusgarp’ı İtalya’ya bırakıyoruz, onlar da Adalar’ı bize geri veriyorlardı, iâde ediyorlardı. Ancak, Yunanlılar’ın eline geçmesinden korkulduğundan Balkan Harbi bitene kadar emâneten bunların, İtalyanlar elinde kalması kabul edilmişti. Fakat Balkan Harbini müteakiben I.Dünya Harbi ve sonra da Yunan Harbi başlayınca Adalar’ın bize devri gecikmişti. Demek oluyor ki, bunları Lozan’da topyekûn dava etmek gerekiyordu. Çünkü hukûken bize aid olduklarına itiraz eden yoktu. Ama ne yazık ki, Türk murahhas heyeti bu işte de çeşitli tâvizler vererek fırsatı elden kaçırmıştır.
İnanılmaz bir gerçektir, ama İkinci Murahhas Dr. Rıza Nur, “Birinci komisyonun diğer bir işi de Adalar Denizi’ndeki Adalar meselesidir. Bunların bir kısmı Yunanlılar’ın, bir kısmı İtalyanlar’ın elinde. Ahali ekseriyetle Rum. Vakıa Anadolu sahilleri için kaçakçılık ve eşkıyalık, iktisadî vaziyet cihetiyle Adalar mühimdirler. Hatta Anadolu’ya tecâvüz için mükemmel üssül hareke olabilirler. Fakat Türkiye’de onları ne almak ne de muhafaza etmek kudreti var. Muhafazaları büyük masraflar ister. Yalnız Çanakkale Boğazı’nın ağzını tıkayan bir iki adayı almalıyız ve alabilirsek kâr. Öbür tarafı uğraşmaya değmez” demektedir…
Buna ilâveten askerî müşâvirimiz Tevfik Bıyıklıoğlu ‘nun Limni Adası’nı müttefikler münâkaşasız bize verdikleri hâlde zapta geçmeyi unuttuğu için kaybettiğimizi de tekrarlayalım.
Adalar meselesinde yapılan diğer bir hata da bu adaları gayr-i askerî hale getirirken, bunu Marmara Denizi’ne kadar şumüllendirmek ve Antalya’nın önündeki Meis Adası ‘nı bile Yunanlılar’a kaptırmak olmuştur.
Adalar mevzuunda Lozan’dan sonra bile birçok hatalar işlenmiş olmakla beraber, bunlar mevzuumuz hâricidir. Şu kadarını söylelimki Alman Harbi’nde İtalyan hakimiyetindeki Ege adaları, Alman işgaline geçmiş ve Almanlar çekilirken bu adaları bize devretmeyi teklif etmiş olduğu halde, o günkü Türk Hükûmeti akıl almaz bir ahmaklıkla bu teklifi değerlendirememiştir. Bugün Yunanistan “Kıt’a sahanlığı” meselesi ile gırtlağımızı sıkabilmekte ise, hep bu adalar sayesindedir. Ayrıca NATO üssü diyerek Adalar’ın Lozan’daki statüsünü bozan Yunanistan, yalandan bir oyun bozanlık ile bir ara NATO’dan çıkmış sonra tekrar girerken de Adalar’ı dahil etmeyerek, bunlardaki askerî üsleri kendi kontrolüne geçirmek imkânını bulmuştur.
Kıbrıs
93 Harbi denilen 1877-78 Türk-Rus Harbi sonunda İttihat Terakki’nin mübeşşirlerince mâruz kaldığımız felâketi hafifletmek maksadıyla Sultan Abdülhamid Han siyasî bir manevra çevirmiş ve bu iş için İngilizler’i kullanmıştı. Çünkü onlar da Hindistan’ın Kuzey kesimindeki menfaatleri itibariyle Ruslar’ın ilerlemesine karşı çıkmak mecburiyetindeydiler. Fakat bize yapacakları iyilik mukabilinde bir tâviz olarak Kıbrıs’ı aldılar. Zira burası Hindistan yolunun emniyeti bakımından kendilerince mühim idi. Anlaşmanın bir şartı da Ruslar, başta Batum olmak üzere Elviye-i Selâse ‘yi(üç vilâyet yani Kars, Ardahan ve Batum) bize iâde ettikleri takdirde, onlar da Kıbrıs’ı geriye vereceklerdi. Lâkin I.Cihan Harbi’nde biz İttihat Terakkicilerin hesapsız hareketleri sebebiyle Almanlar’ın yanında yer alınca, İngilizler 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adası’nı ilhak ettiklerini ilân ettiler. Türkiye, bu emr-i vâkiyi kabul etmedi. Mesele Türkiye ve İngiltere arasında muallakta kalmış oldu. Bunun da Lozan’da halli gerekiyordu. Lozan zâbıtlarını baştan sona kadar okuyanlar, Kıbrıs Adası’nın murahhaslarımızca talep olunduğuna dair bir tek cümleyle karşılaşmazlar. Muâhedenin 20. maddesi ile Türkiye’nin İngilizler tarafından 5 Kasım 1914 tarihinde ilân olunan ilhak kararını tanıdığı beyan edilmektedir. 21. maddede ise, orada yaşayan ahalinin artık Türk tâbiiyyetini kaybederek İngiliz tâbiiyyetini kazandığı hükme bağlanmaktadır. Ancak bizim murahhasların itirazı ile buna bir istisna getirilmiş ve isteyenlerin iki sene içinde Türk tâbiiyyetini tercih edebilecekleri kabul olunmuştur. Ancak bu tercih haklarını kullananların, müteakip 12 ay zarfında Türkiye’ye hicreti mecburî kılınmıştır. İşte Kıbrıs Adası’nda Türkler ve Rumlar arasındaki nüfus dengesizliği, bu sebepten kaynaklanmaktadır.
Sadece bu sebepten mi? Hayır… Bir de şu var: II.Cihan Harbinde açlık ve bombardımandan kaçarak Ege sahillerimize sığınan on binlerce Rum, istekleri üzerine, bizim tarafımızdan Kıbrıs’a taşınıp yerleştirilmişlerdir.
Antakya
30 Ekim 1918 Mondros Mütârekesi’nin akdi sırasında Fransız orduları Şam dolaylarında bulunuyorlardı. İşgallerini tâ Maraş’a kadar çok sonra ilerletmişlerdir. Bu itibarla Antakya da Misak-ı Millîye dahildi. Fakat Lozan’da talep edilmedi. Maraş hadiselerinde yediği dayağın tesiri ile henüz hiç bir zafer kazanılmamışken 1921 yılında “Ankara İtilafnâmesi” ni imzalayan Fransızlar, Adana’nın Dörtyol kasabasına kadar bütün bölgeyi kendi rızalarıyla boşaltıp bize teslim etmişlerdi. Lozan’a zafer kazanmış olarak gitmiştik. Fransızlar’dan bütün Antakya’yı talep etmek zaruri idi. Lâkin Ankara İtilafnâmesi’nin çizdiği hudutlarla iktifa edilmiştir.
Burasının bilâhare kurtarılabilmeside bizimkilerin dirayetinden ziyade İngiliz ve Fransız rekabeti sebebiyle İngiliz telkin ve desteği sayesinde mümkün olmuştur ki, bunun tafsilâtı da burada mümkün değildir.
Halep
Aynı sebeplerle Halep de Misak-ı Millî’ye dahildir. Mütâreke günü ordumuz Halep’in 4O km. güneyindeki “Nibil Kasabası” nda idi. Ankara İtilafnâmesi ile hudut Halep’in 40 km kuzeyindeki Tibil’den geçirilerek, başta Halep şehri olmak üzere 80 km. derinliğindeki bir vatan parçası hudutlarımız hâricinde bırakılmıştır. Malûm olduğu üzere Müslüman alfabesiyle yazıldığında Nibil ile Tibil arasında bir nokta farkı vardır. Bir nokta fark için Güney hudutlarımız 80 km kuzeyden çizilmiş demektir. Bunun da Lozan’da düzeltilmesi gerekirdi. Zabıtlarda baştan başa Türk olan Halep için sarfedilmiş bir cümleye rastlamak mümkün değildir!
Ve Musul
Bu öyle bir arazi kaybıdır ki, üzerinde ne kadar söz söylense azdır. İngilizler Mütârekenin imzalandığını duymadıkları iddiasıyla, ileri yürüyüşe devam ederek burasını, 2 Kasım 1918′de işgal etmişlerdir. Musul’un Misak-ı Millîye dahil olduğu öylesine aşikardır ki, Türk murahhasları burası için aylarca münakaşa etmişlerdir. Fakat ne yazık ki, sonunda bir taktik hatası ile, Musul’u da bize kaybettirmişlerdir!…
Lozan’da Musul, umûmî sulhun kaderinden tefrik olunarak, Türkiye ile İngiltere arasında 9 aylık bir müddet zarfında ikili bir sûrette görüşülüp, halledileceği esası kabul edilmiştir. Bilâhare 1926 yılında İstanbul Kasımpaşa’da “Haliç Konferansı” adı ile toplanan konferanstan da bir netice alınamayınca bu yüzden mesele Cemiyet-i Akvam’a gitmiştir. Buradan da aleyhimize karar çıkmak ihtimali belirince, Ankara’da 14 Haziran 1926 tarihinde gece yarısı bir anlaşma imza edilerek, Musul ingiliz mandası Irak’a bırakılmıştır. Karamela şekeri nevinden, 25 sene müddetle petrol gelirlerinden Türkiye’ye yüzde 10 verilmesi esası kabul edilmiş ve bu da alınamamıştır.
Halbuki Lord Gürzon ‘un hatırâtına nazaran, İngilizler, Musul’u bize vermemekte direnirlerse ve bundan dolayı sulh gerçekleşmezse, petrol yüzünden sulhe yanaşmadıkları yolunda itham olunacakları endişesiyle Musul vilâyetini toprak olarak bize bırakmak, ama petroller üzerinde mümkün olanı sağlamak kararındaymışlar. Lâkin, Türk murahhaslarının meseleye bakışlarındaki zafiyeti gören Lord Gürzon, kendi Hükûmetinin bu sûretle vâki kararını bir tarafa bırakarak, dayatmış ve Musul’u hem arazi ve hem de petrol olarak İngiliz Kraliyeti’ne kazandırmıştır.
Musul’un kurtarılması için bilâhare de fırsatlar zuhur etmiş ve bunlar günümüze kadar devam etmiştir. Musul, bugün üzerinde 2,5 milyon (sağa sola kaçırılanlarla beş milyon) Türk’ün yaşadığı bir esir vatan parçasıdır. Buradaki halk, Kürdüyle Türküyle Dünya’nın en mustarip insanlarıdır. Türkiye’nin geleceği bakımından en ciddi bir tehlikeyi teşkil eden“Kürtçülük hareketi” gibi, gitgide ahlâk ve mâneviyatı kemiren maddî sefâlete karşı da, kurtuluş çaremiz Musul’dur, onun kurtarılmasıdır. Bunun için henüz bütün fırsatlar elden kaçmış değildir. “Körfez krizi” kapanmamış bir yara gibidir! Umarız ki, bütün siyasîler ve eli kalem tutan herkes, Musul’un ehemmiyetini kavrar da bu mağdur vatan parçasının kurtarılması için gönül ve amel seferberliği eder.
LOZAN’DA MANEVİ KAYIPLAR
En Büyüğü Hilâfet
Hilâfet 3 Mart 1924 tarihinde Ankara’da ilgâ edildi. Fakat şu neticenin husûlü için yapılmış olan pazarlıklar yürütülmüş olan gizli çalışmaların çok girift bir tafsilâtı vardır ki; bu yazının nacmine sığdırılamaz. Ancak bu istikametteki en ehemmiyetli adımın Lozan’da atılmış olduğunu söylemek, yanlış olamaz. Lozan müzâkereleri başladığı sırada, M. Kemal Paşa halife olmak istiyor ve Meclis’te Saltanat’ın ilgâsı müzâkerelerinden başlamak üzere, Hilafeti göklere çıkaran konuşmalar yapıyordu.
Hatta İzmir İktisat Kongresi ‘ni açmaya giderken yol boyu yaptığı konuşmalar ve bu arada Balıkesir Zağnos Paşa Câmii’ndeki hutbesi herkesçe bilinmektedir. Diğer taraftan İsmet Paşa da Lozan’da her vesîle ile aynı istikamette beyanatlar veriyordu. Bunun üzerine şüphelenen ve yeni Türk idaresinden eski vaadleri istikametinde hareket etmeyerek, Hilafeti yıkmayacağı düşüncesine kapılan Gürzon bir deneme yaptı. Fahreddin Paşa’nın emniyet mülahazası ile Medine’den getirttiği “Mukaddes Emânetler”in geriye iâdesinin lüzumundan bahseden bir konuşma yaptı. İnönü’nün buna cevabı çok sert oldu. Bu cevap M. Kemal Paşa’nın Hilafeti yıkmayacağı ve halife olmak isteyeceği yolundaki kanaatleri takviye edince, Lord Gürzon, İsmet Paşa’nın müşâviri Hayim Naum Efendi’yi çağırdı ve onun vasıtasıyla Hilafet yıkılmadıkça, sulh olmayacağını bildirdi. İsmet Paşa buna re’sen karar veremezdi. Bu sebeple Hahambaşı Hayim Naum Efendi İzmir’e geldi ve durumu M. Kemal Paşa’ya anlattı. Bunun üzerine İzmir’e gelinceye kadar yollarda her vesile ile Hilafeti methetmiş olan M.Kemal Paşa İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında bu plağı tersine çevirerek, Hilafet ve halifelere veryansın etti. Bununla da kalmayarak daha tek başına verdiği bir kararla, henüz sulh olmadan, ordunun bir kısmını terhis etti. O sırada Lozan Konferansı kesintiye uğramış, murahhaslar Türkiye’ye dönmüşlerdi. Ankara’ya gitmekte olan İsmet Paşa’nın treni Eskişehir’de bekletildi. M. Kemal kendisine mülâki olunca, hareket edildi. Ondan da mütebaki tafsilât alınınca, Hilafetin ipini çekmek kararı verildi. Bunun safha safha gerçekleşme şekli de mevzuumuz hâricidir.
Patrikhâne
Patrikhâne ve yerli Rumlar’ın, huzur ve sükun içinde ya şadıkları vatanımıza, hıyânetlerinin tarihi çok eskidir. Ancak, I.Cihan Harbi ve Türk-Yunan Harbi esnasında bu hıyânetler akla durgunluk verecek bir şekle varmıştı. Din adamlarına ve dinî müesseselere tanınan masuniyeti sûistimal ederek, papazlar birer tedhiş militanı ve kiliseler silâh deposu hâline getirilmişti. Mütârekede daha Müttefiklerin İstanbul’un işgali gerçekleşmeden, Patrikhâne’nin kapısına çift kartallı Bizans bayrağı çekilmiş ve güya Ayasofya’ya asılmak için çanlar bile hazır edilmişti. Türk düşmanlığı kazanının kaynatıldığı, bir fitne yuvası hâline gelen Patrikhâne’nin Lozan’da alınacak bir kararla, Türkiye hâricine çıkarılması hususunda, TBMM’den sokaktaki adama kadar tam bir ittifak mevcuttu. Murahhaslar da önce bu istikamette beyanda bulunmuş fakat daha sonra hem İnönü ve hem de Dr. Rıza Nur bu talepten vazgeçerek Patrikhâne’yi ibka etmişlerdir.İnönü , Patrikhâne’yi Lord Gürzon ‘a bir doğum günü hediyesi olarak bağışlayıp hediye ederken, Dr. Rıza Nur da Lord Gürzon ‘un muavini Nikolson ile yaptığı bu husustaki pazarlığı, say falar dolusu ve safiyâne bir sûrette anlatmaktadır. Lozan Muâhedenâmesi’ne bir madde olarak girmeyip, zâbitlarda kalmış olan bu husustaki münakaşalar, havanda su dövmekten ileri git memiş ve bizi yine de zuhur edecek bir fırsatta arkadan hançerlemeye amâde bulunan bu uğursuz müessese, bütün teşkilat ve husûsiyetleriyle muhafaza edilmiştir.
Türkiye’de yaşayan gayr-i müslim ekalliyetler, Müslümanlar’a nazaran imtiyazlı bir zümredirler. O gün Türkiye’de İslâm Hukuku’ndan yapılmış olan Mecelle mer’idi. Bunu kendi din ve örflerine aykırı bulan Müttefikler, Hristiyan ekalliyetler için ayrı bir kanun yapılması mecburiyetini öne sürmüş ve bu husus Lozan Muâhedenâmesi’nin 35. maddesinden itibaren “Ekalliyetlerin Himâyesi” başlıklı bölümde serâhaten ifadesini bulmuştur. Aramızda yaşayan bir avuç Hristiyana, onların dinlerine aykırı olan İslâm Hukuku’nu tatbik etmeyerek ayrı bir kanun yapmayı insan hakları cümlesinden sayıp bunu muâhede metnine dere eden Yeni Türkiye idarecileri, acaba 1926′da bayrağı Haç olan İsviçre’nin medenî kanununu resmen kabul ile, Müslümanlar’a cebren tatbik ederken, bu insan haklarına saygı lüzumunu nasıl olup da unutmuşlardı? Yoksa insan hakları sırf Hristiyanlar için mi mevzubahistir? Türkiye gerçekleri muvâcehesinde hâlâ böyle söylemek de kabildir. Hristiyanlar, Lozan Muâhedenâmesi’ne göre pazar günü (o zaman resmî tâtil cuma günü idi) bir resmî muâmeleyi ifa etmemekten, çağrıldıkları mahkemelere gitmemekten veya bir resmî tebligatı kabul etmemekten dolayı muâheze olunamazlar ve hiçbir haklan zâyi olmaz!.. Yine Lozan Muâhedenâmesi’ne göre Hristiyan ekalliyetler Türk mahkemeleri huzurunda Türkçe konuşmaya mecbur değillerdir üstelik. Hükûmet onlar için, tercüman bulundurmak zorundadır. Kırk yıldan fazla Türkiye’de yaşamış olan PatrikAtenagoras , Yassı Ada Muhakemeleri’inde şahitlik ederken bu sebeple Rumca konuşmuştur.
Türk Hükûmeti, Lozan Muâhenâmesi’yle gayr-i müslim azınlıklara tanınmış olan hakları, değiştirecek veya onlara üstünlük ifade edecek kanun çıkartamaz.
Yüzellilikler Meselesi
Harp esnasında bizi arkadan hançerlemiş olan gayr-i müslim ekalliyetlerin sulhtan sonra cezalandırılmasından korkan Müttefikler, Türk murahhaslarını bir umûmî af protokolü imzalamaya icbar edince, bizimkiler bnuna yanaşmadılar. Uzun münâkaşalar sonunda anlaşıldı ki; bizimkilerin afvetmek istemedikleri ihânet etmiş olan gayr-i müslimler değil, yeni Türkiye idarecilerinin şahsî muârızlarıdır. Fakat kimler afvedilmeyecekti? Hangi suçları işleyenler? Lozan’daki murahhasların bunu bilmesine imkân yoktu. Dünyanın her yerinde aftan istisnalar, suç nevi tasrih olunarak yapılır, bizimkiler buna yanaşmak istemiyorlardı. Böylece muğlak bir muhteva içinde münâkaşa edilirken, bizimkilerin tahminen yüzyüzelli kişi kadar olabilecek şahsî muârızlarını gayr-i hukuki bir sûrette istisna etmek istedikleri anlaşılınca ve bu hususta hazır bir liste de olmayınca, Lozan’ın eklerinden biri olan af protokolüne bundan yüzelli kişinin istisna edildiğine dair bir hüküm ilâve edildi.
Türkiye’ye dönüp geldikten sonra, yazboz tahtası gibi birinin ilâvesi diğerinin kayırıp listeden çıkartması gibi yazıp bozmalarla yüzelli kişilik bir liste vücuda getirilmiş ve bunlar aftan istisna edilmiştir. “Yüzellilikler” denilen ve çoğu vefatlarına kadar vatancüda kalan bu insanların Şeyhülislam’dan köylü Mehmed Ağa’ya kadar aralarında kimler yoktur? Çoğu bir içtihat farkına, rekabet hissi ve intikam duygusuna kurban gitmiş olan şu insanlarla ilgili hakikat, yeni Türkiye’nin hukukî ayıplarından biridir.
Adlî Murâkabe
Türkiye, Hristiyan Batı Dünyası’na güven vermek için Avrupa hukukçu larından teşekkül eden bir grup insanı Türkiye’ye dâvet edip onlara resmen ve dolgun ücretlerle Türk adliyesini murakabe ettirmeyi kabul etmiştir ki, bu da haysiyet kinci bir hadise olarak Lozan’ın mânevî kayıplarından birini teşkil eder.
Buraya kadar yazdıklarımızın hulasası şudur ve aksine zorlamalara rağmen, istikbalin tarihçisinin Lozan hakkında vereceği hüküm de bundan ibaret olacaktır:
” Lozan muazzam imparatorluk mirasının han-ı yağması (yağma sofrası) dır. Türk’ün şahsında İslâm’dan intikam alınarak bütün bir İslâm Dünyası’nın başsız bırakılmasıdır! Lozan’ın getirdiği; Adalarla Yunan stratejik çemberine alınmış, iktisadî kaynaklardan mahrum bırakılmış, her türlü ünvan ve sıfatı yolunmuş, gayr-i tabii hudutların çizdiği küçük bir Türkiye’dir. ”
Yeniden büyük devlet olma imkân ve ümitleri istikametinde yürürken, Lozan’ı değiştirmedikçe “Büyük Türkiye” nin şafağı sökmeyecektir!…
Kadir Mısıroğlu – Tafsilatıyla öğrenmek için; Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi?!, cild: 2ve 3
.
K.Karabekir Anlatıyor Kızıl Pençe Kitabının Özeti;
Her şeyi ben yaptım” iddiası Kazım Karabekir anlatıyor;
Genç nesillere tarihi, tek bir kişinin kahramanlığı üzerine kurarak anlatamazsınız. Bu, o kanlı mücadelede canını siper etmiş olan komutanlara, hele de Mehmetçiğe hakarettir. Onların hakkını nasıl yersiniz?”
Kazım Karabekir’in Türk Tarih Kurumu yetkililerine çıkışması – 1942
“İstiklal Savaşı’nı zaferle bitirdikten ve bağımsızlığımızı Lozan barışıyla tamamladıktan sonra milletin fakirlik ve cahillikten kurtulması için özgür bir hava içerisinde, bilimsel esaslara dayanılarak bir programın hazırlanmasını teklif etmiştim. Ancak teklifim kale alınmadı. Birtakım kişisel düşünceler ve yeni türedilerin ikiyüzlülükleri arasında boğuldu gitti. Böylece İstiklal Savaşı’nın ilk temelini atan arkadaşlarla birlikte muhalefete geçme kararını vermeye mecbur kaldık.
Bu esnada İstiklal Savaşı’nın esaslarını yayınlama ve hiç değilse münasip bir fırsatta Meclis kürsüsünden özetleyerek gerçeği milletin gözü önüne koyma fikrimi yakın arkadaşlarım doğru bulmadı. Gösterdikleri sebep şuydu: Gazi’nin kendi samimi çevresini kaybetmesinin bir etkeni de “Her şeyi ben yaptım” iddiasıdır. Şimdi aynı duruma siz düşeceksiniz.
Şunu da söylemeliyim ki bu hususta bana engel olanların başında partimizin liderlerinden Rauf (Orbay) Bey gelir.
“Nasıl olsa gerçek meydana çıkar, milletin size büyük teveccühünün bir sebebi de büyük tevazunuzdur. Gazi, Nutuk’unda her şeyi şahsına mal ederek kendisini düşürmüştür. Şimdi siz “Hayır, esası ben kurdum ve milli akımı ben yoluma koydum” iddiasına kalkışırsanız aynı kapıya çıkarsınız” dediler.
Oysa okullarda “Tarih” diye, İstiklal Savaşı yalan yanlış okunduğu gibi, aynı şeyler konferanslar, makaleler ve eserlerde bol bol yazılıyordu.”
Herşeyi ben yaptım ve ben yapacağım !
Büyük Zaferin 2.yıldönümü gelmişti.30 Ağustos günü Dumlupınar’a gittim.M.Kemal Paşa’nın da geldiğini öğrendim.Vagonunu ararken,yaveri Salih Bozok penceresinden seslenip çağırdı.Vagona çıktım,Saygıyla Gazi’nin bulunudğu salona girdim.O da ne?Ömrümde kokusunu bir türlü nefret etmeden duyamadığım rakı kokusu burnumu ve dimağımı tiksindirdi.
Gazi beni görünce ayağa kalktı ve ”Paşam,hoşgeldiniz!” diyerek iltifat etti.Elimi sıktı ve Salih Bey’e dönerek,”Karabekir rakı sevmez.Ona bie şişe bira getirin!” emrini verdi.
Öğleden sonra 2′de Dumlupınar’da dikilecek anıtın temel atma töreni yapıldı.Nutuklar söylendi.Hepsi Gazi’nin yüzüne karşı riyakarlıkla dolutdu.Hele öğretmenler ve avukatlar adına söylenenler kendilerine hiç yaışmıyordu.
Nutuk sırası Fevzi Paşa’ya gelmişti.Hazırladığı kağıttan okuduğu nutkunda İstiklal Savaşı İnönü’den başlamış ve Dumlupınar zaferiyle sona ermiş.Doğu cephesinden veya başka milli cephelerden tek kelime ile olsun bahsetme yok.Sonuçta onun konuşması da Gazi’ye övgülerle bitti.Yanlzı Üniversite Rektörü İsmail Hakı Baltacıoğlu Bey,bütün milletin gayret ve fedakarlıklarından bahsetti.İsim zikretmeden bütün orduya ve özellikle İstiklal Savaşı’nı sevk ve idare eden komutanlara teşekkürlerini sundu.
Bu arada birşey dikkatimi çekti.İsmail Hakkı Bey’in gerçeklere uygun sözleri,Gazi’nin hiç hoşuna gitmemişti.Bunu yüz ifadesinden anladım.Nitekim tahminim doğru çıktı ve kısa bir süre sonra bu gerçeğe gönül vermiş adam,görevinden azledildi! Buna mukabil Fevzi Paşa’nın İstiklal Savaşı’nı güdük olarak yanlız Batı cephesine yığması pek hoşuna gitmiş olcak ki sonraları uzun yıllar bu esas,bazı dalkavuk edebiyatçı ve tarihçilerimizin kalemlerine dolandı durdu.
Son konuşmayı Gazi yaptı ve bütün bu övgüleri hak ettiğini anlatır tarzda nutuk söyledi.O konuşurken birkaç uçak,alçak uçuş yaparak üzerimizden geçiyordu.Sonra da askeri geçit yapıldı.Burada Gazi,yeni Bakanlar Kurulu’yla daha özel ve samimi bir havada görüştüğü halde,komutanlara karşı resmi ve soğuk durdu.Bu,çeşitli yerlerden toplanmış bulunan heyetlere karşı,nutukların belirttiği bir çarpık görüşe değer verdirmek için olsa gerekti.
”Herşeyi ben yaptım ve ben yapacağım.İstiklal Savaşı’nda yaptıklarını şimdi yapacaklarımın garantisidir.Şimdi etrafıma toplananlarla aynı değerde işler yapabilirim”gibi bir zihniyetin somutlaştırılmış hazin bir tablosoydu karşımızdaki!
Tören bittikten sonra veda etmek için vagonuna gittiğim Gazi,söz arasında şöyle dedi;
”Millet nasıl isterse öyle olur!”
Akşam trenimiz İzmir’e hareket etti.Gazi,diğer komutanlarla Afyonkarahisar’a giderken,onlara eynen şöyle demiş;”Bütün dayanağım sizlersiniz.Herşeyi size dayanarak yaptım ve yapacağım”
Tek Adam Efsanesi Doğuyor
Ülkede artık bütün işler M.Kemal’in ismi etrafında dönemeye başlamıştı.Bu durum basından Meclis’e kadar uzanmış bulunuyordu.nitekim 21 Ağustos 1923 günü Lozan Barış Antlaşması müzakere edilirken Meclis’te Dışişleri Komisyonu Başkanı Yusuf Kemal Tengirşek Bey şunları söyledi;”M.Kemal bu senin eserindir ki bu eser Türk’ün özgürlük ve bağımsızlığıdır”
Oturumdan sonra Yusuf Kemal Bey’e koridorda rast geldim ”Paşa sizi de tebrik ederim”dedi,”Bu eserde en büyük hisse sizindir”Ben de kendisine şu cevabı verdim:”Millet kürsüsünden en küçük bir hisse vermeniz bundan daha değerli olurdu”
İki gün sonraydı.O gün konuşma yapma sırası İsmet Paşa’daydı.Meclls Bahçesi’nde kendisine raslayınca Yusuf Kemal Bey’in Meclis’teki sözleriyle bana özel olarak söylediklerini hatırlatarak kendisinin de herşeyi Gazi’ye bahşetmesi durumunda tarihe karşı haksızlık edilceği gibi,gelecek için de Gazi’ye istediğini yapabilcek bir kudret vermiş olcağını,bunun önüne hiçbirimizin geçemeyeceğini anlattım.”Bugün herşeyi ben yaptım” diyebilen bir adamın,bundan sonra da ”Herşeyi ben yapacağım” diye ortaya çıkararak ne denli tehlikeli maceralara atılabileceğine tekrar Enver Paşa’yı örnek gösterek İsmet Paşa’nın dikkatini çektim.
İsmet Paşa benim yüzüme karşı ”Merak etme,bu önemli noktayı unutmam” dese de,Meclis’teki sözleri aynen şöyle oldu;
”…Bu kadar ağır sorumlulukları almak için ve bunların içinde en büyük zorluk karşısında dahi hedefe karşı yürümek için malik olduğum kuvvet kaynağı,özellikle BMM Başkanı M.Kemal Paşa’dır(…) Bu sağlam görüşü gerek savaş hayatında,gerekse barış hayatında bize gösteren M.Kemal olmuştur.Aldığım görevlerde başarıya ulaşmada gerek savaşta,gerekse barışta başlıca etken olarak M.Kemal Paşa’yı milletin karşısında ifade ediyorum”
M.Kemal kendisine yönelik takdir yarışlarını büyük bir zevkle dinledikten sonra milli ve askeri işlerimizin temelini kuranları,canla başla çalışanları kısacık olsun Meclis kürsüsünden millete ve tarihe emanet etmeye artık gerek görmedi.Bundan da en çok kim yararlandı?Tabii ki etrafına topladığı değersiz kimseler…M.Kemal’den başka ortada kimse bırakılmadı.O,kurtardı ve o kurtaracak teranesi,,hazıra konmak isteyen dalkavukların dillerine destan oldu.
Artık her akşam onun yüze karşı methiye düzme yarışı aldı yürüdü.Gazi bütün bu yeni çevreyi,İkinci Meclis’inde kazanmıştı.Benim de içinde bulunduğum bu Meclis’in çehresi pek garipti:Sarıklı sarıksız muhafazakarlar,ilericiler,
Meclis genel görüntüsü itibarıyla M.Kemal’in emrine ram olmuştu.O sağa da,sola da gitse hep beraber ona ayak uyduracaklardı.Dışarıda kendi emekleriyle hayatlarını fakirce kazanabilen bu zümre,pek az istinasyla şimdi devlet hazinesinden zenginleşiyor ve ihsanlara da gark oluyor, aristokrat bir tabaka halini alıyordu.Bunlar da mensuplarını memnuniyetlere kayırarak veya kazandırarak etraflarında tabakalar teşkil ediyordu.
İşte Cumhuriyet hükümeti,Türk milletine feyzini bu suretle dağıtıyordu !
Çelik levhalar,trenlerle demir fabrikalarına götürülen maden cürufunu nasıl mıknatıslıyor,bir vinçle,vakunlarla kendisine çekip yapıştırıyorsa,M.Kemal’de bütün İstiklal Savaşı’nın banisi sıfatını takınınca benzer bir kudretin sahibi olmuştu.Onun kendisine çekmediği,yanlız belirli ağır parçalardı.
İstiklal Savaşımızın bu bilinçsiz ve yapay sonuçlarından üzgün olanlar,vatanseverler vardı fakat çok azınlıkta kalmışlardı.
Kazım Karabekir ve Hilafet;
17 Mart Bursa’dan trenle 2 saatte Mudanya’ya buradan da vapurla İstanbul’a geldim.19 Mart ise Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’yı Kadıköy’deki evinde ziyaret ettim.3 saat kadar görüştük.
Kendilerine Sivas Kongresi’nden komutanlar toplantısı sırasında Sivas’a geldikleri zamanki sözlerini hatırlattım.Şimdiyse M.Kemal’i çok yanlış yollara sevk ettiklerini pek acı bir dille söyledim.Misal ol arak da 16 Aralık’ta İstanbul’dan Ankara’ya giderken,4.Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’ya verilen emri gösterdim.
Bana aşağıdaki cevabı verdi;
Bakanlar Kurulu bana sordu:”İstanbul’da bir olay çıkarsa ne yapabiliriz?Ben de cevap olarak dedim ki:”Çorlu,Bursa ve İzmit’teki tümenleri birleştirerek hareket ettiririz”Yazılı olarak ben birşey yazmış değilim.
Bende şöyle dedim;
”’Emrimdeki 4.Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’ya verilen emrin sizin imzanızı taşıdığını zannediyorum.Bu defa bizi İzmir’e Savaş Oyunu diye topladınız.Oysa orada güya Hailafetin kaldırılmasına ordu karar vermiş gibi bir izlenim uyandırıldı.Bana ve diğer bazı arkadaşlarımıza bu hususta tek bir kelime söylenmediği halde,astlarımızda dahil bir kısım komutanlara pekala bilgi verimliştir.Rast geldiğim milletvekilleri,komutanlar
Fevzi Paşa;
”Mustafa Kemal,Hilafetin kaldırılması hakkındaki fikrini bana da İzimir’de söyledi.Ben sizin de haberiniz var biliyordum”dedi.
Bu cevap üzerine bazı şeyleri açıkça ifade etmek ihtiyacını duydum.Şöyle konuştum;
Aslarıma emir veriliyor,önemli işler görüşülüyor da bana haber verilmiyor! Tabii bu işleri yapanlar,kendilerine sebep soranlara karşı bir şeyler söylecektir.İşte bu sözler çok haksızdır ve elbette sokak propogandası haline dökülcektir.İşin vahim tarafı,arzu ettiğimizz hükümranlık tamamen kurulmuş ve İstiklal Savaşı’nın en fedakar unsurlarının ezilmesinde ve birtakım dalkuvukların milletinin başına bela olmasında,sizin de yardımınız esirgenmemektedir.”
Bahsi askeri konular getirip devam ettim;
”Askeri işlerden bile bizi tamamen uzaklaştırıyorsunuz!Hani ya,4 Haziran 1923 tarihli Askeri Şura Kanunu?Hani ya,5 Haziran 1923 tarihli Genel Müfettişlik Kanunu?Hani ya,1 Ağustos 1923 tarihli ‘Orduda İlim ve İrfan Komisyonu’ taslağının dilekleri? Bütün bunların yerine 3Mart 1924 raihli Genelkurmay Kanunu’nun 9.maddesi,bütün orduyu Gazi’nin emrine sizin aracılığızla vermiş bulunuyor.
Bu şekilde ordu,keyfi yönetimin mükemmel bir aleti olacaktır.Nitekim tecellisi de görülmektedir.
Kaynak: (Kazım karabekir anlatıyor) Kızıl Pençe
Kazım Karabekir Atatürk Eleştirisi;
Birgün minberlere kadar çıkıp Hilafet makamının kutsallığından ve Halifenin gerekli olduğundan bahset,herkes boyun eğip dinlesin.Ertesü gün de ani bir karar ver,”Hilafet kaldırılmıştır,Halife sınırdışı edilecektir”de,yine herkez boyun eğsin,dinlesin!
Aynı şekilde birgün İslam Dinini ve Kuran-ı Kerim’i göklere çıkar,ertesi gün de onları kaldırmaya kalk!
Bütün dünyaya ve tarihe,hele hele kendi halkımıza karşı çok çirkin ve çok saygısızca yapılan bu hareketlerin bizim gibi Ordu Müfettişliği ve aynı zamanda milletvekili olanlara bile haber verilmemesi,bu makamları da hiçe saycak kadar artan küçümseme tavrının korkunç bir görünüşüydü.Saygıyı,samimiyeti kaldırıyor,dalkavukluğu,hafiyeliği genişletiyordu.
Hanedanın birdenbire sınır dışı edilmesinin yanında,onun tasarrufunda bulunan tarihi ve değerli birçok eşyanın yok pahasına toptan Yahudilerin eline geçmesi,herkesin haklı olarak umutsuzluk ve tasasını artırıyordu.
Kendilerine Sivas Kongresi’nden komutanlar toplantısı sırasında Sivas’a geldikleri zamanki sözlerini hatırlattım.
17 Mart Bursa’dan trenle 2 saatte Mudanya’ya buradan da vapurla İstanbul’a geldim.19 Mart ise Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’yı Kadıköy’deki evinde ziyaret ettim.3 saat kadar görüştük.
Kendilerine Sivas Kongresi’nden komutanlar toplantısı sırasında Sivas’a geldikleri zamanki sözlerini hatırlattım.Şimdiyse M.Kemal’i çok yanlış yollara sevk ettiklerini pek acı bir dille söyledim.Misal ol arak da 16 Aralık’ta İstanbul’dan Ankara’ya giderken,4.Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’ya verilen emri gösterdim.
Bana aşağıdaki cevabı verdi;
Bakanlar Kurulu bana sordu:”İstanbul’da bir olay çıkarsa ne yapabiliriz?Ben de cevap olarak dedim ki:”Çorlu,Bursa ve İzmit’teki tümenleri birleştirerek hareket ettiririz”Yazılı olarak ben birşey yazmış değilim.
Bende şöyle dedim;
”’Emrimdeki 4.Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’ya verilen emrin sizin imzanızı taşıdığını zannediyorum.Bu defa bizi İzmir’e Savaş Oyunu diye topladınız.Oysa orada güya Hailafetin kaldırılmasına ordu karar vermiş gibi bir izlenim uyandırıldı.Bana ve diğer bazı arkadaşlarımıza bu hususta tek bir kelime söylenmediği halde,astlarımızda dahil bir kısım komutanlara pekala bilgi verimliştir.Rast geldiğim milletvekilleri,komutanların İzmir’de siyaset oyunu yaptıklarından ve Büyük Millet Meclisi’ne karşı tahakkum eder bir tutum aldıklarından şikayet ettiler.Ordu komutanlarının arasına ikilik sokulmuştur.Aleyhimizde ne yazık ki en yüksek makamlardan ”padişahçı”,”hilafetçi” diye dedikodular çıkarılıyor.”’
Fevzi Paşa;
”Mustafa Kemal,Hilafetin kaldırılması hakkındaki fikrini bana da İzimir’de söyledi.Ben sizin de haberiniz var biliyordum”dedi.
Bu cevap üzerine bazı şeyleri açıkça ifade etmek ihtiyacını duydum.Şöyle konuştum;
Aslarıma emir veriliyor,önemli işler görüşülüyor da bana haber verilmiyor! Tabii bu işleri yapanlar,kendilerine sebep soranlara karşı bir şeyler söylecektir.İşte bu sözler çok haksızdır ve elbette sokak propogandası haline dökülcektir.İşin vahim tarafı,arzu ettiğimizz hükümranlık tamamen kurulmuş ve İstiklal Savaşı’nın en fedakar unsurlarının ezilmesinde ve birtakım dalkuvukların milletinin başına bela olmasında,sizin de yardımınız esirgenmemektedir.”
Bahsi askeri konular getirip devam ettim;
”Askeri işlerden bile bizi tamamen uzaklaştırıyorsunuz!Hani ya,4 Haziran 1923 tarihli Askeri Şura Kanunu?Hani ya,5 Haziran 1923 tarihli Genel Müfettişlik Kanunu?Hani ya,1 Ağustos 1923 tarihli ‘Orduda İlim ve İrfan Komisyonu’ taslağının dilekleri? Bütün bunların yerine 3Mart 1924 raihli Genelkurmay Kanunu’nun 9.maddesi,bütün orduyu Gazi’nin emrine sizin aracılığızla vermiş bulunuyor.
Bu şekilde ordu,keyfi yönetimin mükemmel bir aleti olacaktır.Nitekim tecellisi de görülmektedir.
Kaynak: (Kazım karabekir anlatıyor) Kızıl Pençe
Kızıl Pençe Örgütü ve Mustafa Kemal
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk derin devleti Kızıl Pençe miydi? Bu örgüt Mustafa Kemal’e mi bağlıydı? Yeni cumhuriyet Lozan’dan sonra mı İslam’dan uzaklaştı? Bu soruların yanıtları tarihçi Mustafa Armağan tarafından derlenen ve milli mücadelenin kahramanlarından Kazım Karabekir Paşa’nın hatıratlarından oluşan Kızıl Pençe adlı kitapta yer alıyor.
2012 yılı milli mücadelenin kahramanlarından Kazım Karabekir’in 130’uncu doğum, 64’üncü ölüm yıldönümü. Gerek Birinci Dünya Savaşı gerekse Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan başarılarda büyük pay sahibi olan Karabekir, kalemini elinden hiç düşürmemiş de bir şahsiyet. O yıllarda yaşadığı her şeyi kaleme almış, yazdıkları yakılmış, takip altında sıkıntılı bir hayat geçirmiş. Hayata veda ettiğinde TBMM Başkanı olan Karabekir’in işte bu hatıratlarını derleyen tarihçi Mustafa Armağan, İstiklal Savaşı’nın yenilgisiz komutanının kendisini nasıl idam sehpasında bulduğundan, Atatürk ile yaşadığı fikir ayrılıklarına her şeyi Kızıl Pençe adlı kitapta topladı. Kitap, 1922-1933 yılları arasındaki yaşananlara ışık tutuyor, bir komutanın gözünden cumhuriyetin ilk yıllarında perde arkasında yaşananları anlatıyor. Karabekir’in dağınık olarak beş ayrı yerde yayınlanmış hatıralarını toplayıp bu kitapta bir araya getiren Armağan “Tarihzade Kazım Karabekir’i kendi yazdıklarından yola çıkarak yeniden seslendirmeyi denedim” diyor.
1923 şartlarında Türkiye’de kime sorsanız ‘Mustafa Kemal’den sonra kim gelir?’ diye, size Kazım Karabekir’in ismini verecekti. Bu denli büyük şöhret sahibiydi. İki numaraydı. Ancak diyordu ki ‘Bağımsızlığımızı kazandık, şimdi millet özgürlüğünü, hürriyetini istiyor.’ Bu nedenle İstiklal Mahkemeleri’nin kurulmasına şiddetle karşı çıkıyor, Hilafetin kaldırılmasının Türkiye’de tek odaklı bir devlet yapılanmasını getireceğini, bunun da özgürlüklerin alanını daraltacağını söylüyor. ‘Tek adam’ efsanesinin diriltilmesine karşı çıkıyor. Mustafa Kemal’e değil, Tek Adamlığa karşı biri. ‘Ne yazık ki millete bağımsızlığını kazandırdık ama özgürlüğünü iade edemedik. Bu noktada yenildik’ diyor. Bu mücadele için başına geçtiği Terakkiperver Parti de kapatılınca soluğu İstiklal Mahkemesi’nde alması hazindir. İdamla yargılanır üstelik. Beraat eder ama susturulur, siyasetten uzaklaştırılır. O da kılıcının elinden alınmasına karşılık kalemine sarılır ve yazar. Evi basılıp yazdıklarına el konulur ama yine yazar ve yazdıklarıyla bir dönemin farklı bir resmini bize intikal ettirir.
İslam’dan Uzaklaşma Lozan’dan Geldi
Kitapta İslam’dan uzaklaşma fikrinin Lozan’dan geldiği yönündeki iddiası çok tartışılacak. Karabekir, kamuoyuna yayılan İslamiyet’e yönelik bu kesin değimle ilgili fikirlerin Lozan’dan geldiği eleştirilerinin muhataplarından biri olan İsmet Paşa ile görüştüğünü, Paşa’nın fikrini kendisine dolaylı yoldan söylemeyi tercih ettiğini anlatıyor: “Macarlar ve Bulgarlar bizimle aynı safta itilaf devletlerine karşı savaştıkları ve aynı şekilde yenildikleri halde bağımsızlıklarına dokunulmamıştı. Bunun sebebi de doğrudan doğruya Hıristiyan olmalarıydı. Biz kendi kuvvetimizle kurtulup bağımsızlığımızı kazansak bile Müslüman kaldıkça sömürgeci devletlerin ve bu arada İngilizlerin daima aleyhimize olacaklarını, bağımsızlığımızın tehlike altında olacağını anlattı. Böylece bu değişimin ilhamının Lozan’dan ve itilaf devletlerinden geldiği açıklık kazanmış oluyordu. Ali Fethi, Tevfik Rüştü, Mahmut Esat beylerle Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan’ın ikinci döneminden itibaren başlayan İslam aleyhtarı söylemlerinin gerçek adresini tespit etmiş oluyordum.”
Bu İddia Çok Tartışılacak
Kitapta Kazım Karabekir Paşa Mustafa Kemal’in halifeliği almak istediği iddiasında bulunuyor: Mustafa Kemal Paşa, saltanatı kaldıran 1 Kasım 1922 tarihinde verdiği nutku gözden geçiriyordu. O gün Meclis kürsüsünden hilafet ve İslamiyet hakkında bir nutuk vermişti. Halife seçimini ayrıntılarıyla, hilafetin Müslümanlar açısından taşıdığı önemi uzun uzadıya anlattı. İslamiyet’in kuruluşunda güç ve kudretin oynadığı olumlu rolün üzerinde durdu. Zekatın öneminden bahsetti. Sonra hilafetin TBMM sayesinde ayakta durduğunu ve duracağını ifade etti. Tarihten verdiği örneklerle hilafetin güçsüz ve becereksiz sultanlar yerine Türkiye Devleti’ne dayanmasının önemini vurgulayan Mustafa Kemal Paşa, halifesiyle birlikte Türkiye halkının her gün daha güçlü, mutlu ve müreffeh olacağını, insanlığını ve benliğini anlayacağını, kişilerin ihaneti tehlikesine düşmeyeceğini, diğer taraftan da hilafet makamının bütün İslam dünyasının ruh, vicdan ve bağlanma noktası, Müslümanların kalplerinin ferahlama sebebi olabilecek bir izzet ve yüceliğinin tecellisi olacağını söylediğinde Meclis’ten ‘İnşallah’ sesleri yükseliyordu. 23 Ocak günü Bursa’da yaptığı konuşmada ise ‘Hilafet yalnız Türkiye halkına değil bütün İslam dünyasına aittir’ dedi ve bu makam hakkında karar vermenin Türk milletinin yetkisi dışında olduğunun altını çizdi.
Kızıl Pençe Gazi’ye Bağlı Bir Örgüt mü?
Karabekir Paşa Kızıl Pençe’nin bazı operasyonlar için kullanılan gizli bir örgüt olduğunu iddia ediyor. Tehditle, baskıyla, gerekirse Recep Zühtü gibi adam vurarak, matbaa basıp kitap yakarak ve suikastler düzenleyerek yeni rejimi bütün muhalif unsurlardan temizlemeyi hedefleyen bir örgüt bu. Mesela İstiklal Mahkemesi üyelerinden Kılıç Ali’nin bu örgütün önemli bir noktasında olduğunu söylüyor. Recep Zühtü Soyak (1893-1966) attığını gözünden vuran keskin bir silahşordü. Atatürk’ün, sekiz-on kişiden oluşan bir yakın çevresinden biridir. 10 Şubat 1935 tarihinde nikahsız yaşadığı Medeniye isimli kadını vurmuştur. Kadın, iki gün sonra hayatını kaybetmiştir. Bu olayın üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden, 1935 seçimleri sonucu V. Dönem Meclisi’ne Zonguldak’tan milletvekili seçilmiştir. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın verdiği “cinnet halinde metresini vurduğuna dair” rapor Adli Tıpça incelenip kabul edilince Mahkeme, beraatine karar vermiştir.
Fakat bu örgüte Başbakan İsmet Paşa’nın bile söz geçiremediğini, hatta ondan habersiz işlediğini de iddia ediyor. Karabekir, kendisine yönelik suikast girişimi ve Kızıl Pençe’den şöyle bahsediyor: “8 Ağustos günü öğleden sonra şu mektubu aldım; ‘Size bir suikast düzenleme girişimi içindeler.’ İsmet Paşa 12 Ağustos 1933 tarihli mektubunda müsterih olmamı istiyordu. Ne yazık ki gizli Kızıl Pençe’den haberi yok. Zavallı İsmet İstanbul Valisi (Muhittin Üstündağ) ve Emniyet Müdürü (Fehmi Vural), gizli Kızıl Pençe teşkilatının emrindeydiler” diyor. İma ettiği, bu örgütün Gazi’ye bağlı olduğu. Bu doğru mudur? Bilemem. Ama araştırılmalı. Kaynak: (Kazım karabekir anlatıyor) Kızıl Pençe
.
Gayri Resmi Yakın Tarih,Kitabının Özeti.
Kemalist Eğitim Sistemi;
“Kemalizm bu ülkede öyle bir eğitim sistemi kurmuş ki, siz ne kadar eğitimli olursanız o kadar Kemalist ve dar kafalı olursunuz. Kemalist eğitim sistemi bize ‘M. Kemal’in yaptığı herşey doğrudur, bunlara karşı çıkan vatan hainidir, Türkiye’de yanlış giden birşey varsa bu onun yolundan sapıldığı içindir.’ anlayışını öğretmeye çalışmıştır. Meselâ Kürt sorununun dış mihraklar tarafından kışkırtıldığı için ortaya çıktığı öğretisi vardır. Oysa bu sorun M. Kemal Kürtleri zorla Türkleştirmek istediği için vardır” Mustafa Akyol
Türkiye’nin şimdi Kemalizm-sonrası bir devirde olduğunu, Kemalizm’in artık egemen ideoloji olmadığını, diğer birçok ideolojiyle yarışır durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Atatürk’ün Kemâlizm denilen ideolojik mirası çöküyor. Atatürk’ü, bu ülkenin en büyük kazancı olarak görenlerin şok, öfke ve çaresizlik içinde olmaları şaşılacak bir şey değil. Türkiye’de kitapçılarda, Kemalistlerin en fazla satılan kitaplarında göreceksiniz; çoğunlukla İslamcılar, Kürtler ve liberaller için dedikleri, “iç düşmanlar” tarafından cumhuriyetin nasıl yıkıldığını anlattıklarını.
Benim düşüncemi sorarsanız; Kemalizm-sonrası Türkiye’nin, Kemalist olandan daha özgür, demokratik ve zengin bir ülke olacağı. Fakat; politik düzenin bazı bağnaz tutumlarının devam ettiğini görüyorum dolayısıyla özgürlük çabalarının devamı gerekli.
Kemalizmin akıl yürütme kuralları;
“Atatürkçü düşünce sistemi” de denen bu enteresan zihniyeti yıllardır “incelemeye değer bir olgu” olarak görürüm. Söz konusu düşünce sisteminin aslında “dört altın kural” ile özetlenebileceğini fark ettim.
Dört altın kural “Kemalizm’in akıl yürütme kuralları” dediğim bu dörtlü, sırasıyla şöyle:Birinci Kural: Türkiye’de iyi olan her ne varsa, Atatürk sayesinde vardır.İkinci Kural: Türkiye’de kötü olan her ne varsa, Atatürk’e rağmen vardır. (Yani ya “Atatürk düşmanları”nın marifetidir, ya da o Ulu Önder’i yeterince anlayamamış olmamızın neticesidir.) Üçüncü Kural: Eğer Atatürk döneminde kötü bir şeyler olduysa, ki bu çok düşük bir olasılıktır, bunlar da Atatürk’ün haberi olmadan gerçekleşmiştir.Dördüncü Kural: İlk üç kuraldan herhangi birini ihlal eden herkes haindir.Bu düşünce sistemindeki püf nokta ise şudur: Akıl, sadece bu “akıl yürütme kuralları”nın sınırları içinde kullanılabilir. Haddini aşması ve bizzat bu altın kuralların kendisini sorgulamasına izin verilemez. Bu yüzden de, Kemalizmin kendisi, “akılcılık” filan değil, düpedüz “dogmacılık”tır.
Vatandaşların zorla asimile edilmek istenmesini ele alalım Resmi kurumlar “Güneş Dil Teorisi” gibi zırvalar uydurdu, safsatalar düzdü.
Oysa, Edmund Burke veya Friedrich Hayek gibi düşünürlerin işaret ettiği gibi, masa başında yeni bir dünya kurmaya karar veren hayalperestlerin toplumun gelenek ve değerleriyle dengelenmesi, aslında iyidir. Eğer bu olmazsa, o zaman “akıl ve bilim”e dayandığını iddia eden uçuk bir kadro, toplumu felaketlere sürükleyebilir. Komünist rejimlerde olduğu gibi.
Mustafa Akyol, Gayri Resmi Yakın Tarih, Mart-2011, s.19-21.
Kürtler ise, daha da belirgin bir sadakatle önce Osmanlı İmparatorluğu’nu ardından da Milli Mücadele’yi desteklemişler ve Müslümanlık bağının getirdiği “kardeşlik”ten asla taviz vermemişlerdir. Ankara’nın kendisi bundan taviz verene kadar…”
Mustafa akyol – Gayri Resmi Yakın Tarih, Mart 2011, Sayfa: 107
,Türkiye’de “çağdaşlaşma devrimleri” denen otoriter uygulamaların çoğunun, aslında evrensel anlamıyla laikliğe aykırı olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin, 1924 yılındaki ünlü “tekke, türbe ve zaviyelerin kapatılması” kararı, laikliğe aykırıdır. Medreselerin kapatılması, tarikatların yasaklanması, yahut Arapça ezanın engellenmesi de yine din özgürlüğünü ve dolayısıyla laikliği çiğneyen uygulamalardır.
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz” şeklindeki o meşhur söz de laikliğe fena halde aykırıdır. Laik bir ülkede isteyen şeyh olur, isteyen de mürid. Bunları engellemeye kalkmak, laik devletin haddine değildir.
Mustafa Akyol, Gayri Resmi Yakın Tarih, I.Baskı, s: 131-133
Atatürk Nasıl Dogma Oldu?
“Ne kadar tuhaf, değil mi” “türbeleri kapatan Atatürk’ün mezarının bir türbeye dönüşmesi?”
MUSTAFA AKYOL, Gayri Resmi Yakın Tarih, s:33-35 (Mart 2011)
Biz Türkler “milli eğitimimiz” boyunca “Şeyh Said’i İngilizlerin kışkırttığı”nı okur dururuz. Bu, bize yine devlet tarafından belletilen “iç düşmanları kullanan dış mihraklar” ezberinin “kurucu efsane”sidir. Gelgelelim, bu efsanenin pek bir temeli yoktur. Çünkü gerçekte Şeyh Said’in İngilizler adına hareket ettiğini, onlardan aktif destek aldığını gösteren hiç bir delil yoktur elde. Dr. Yaşar Kalafat’ın isyan hakkındaki kitabında belirttiği gibi “bu konuda çeşitli iddialar ortaya atılmışsa da İngiltere’nin isyandaki yeri hakkında belgelere dayalı kesin bilgiler ortaya konulamamaktadır.” (Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, s. 179)
Aslında isyanın kaynağı “dış”ta değil “iç”tedir. En büyük sebep de, Ankara’nın Kurtuluş Savaşı’ndaki “Müslüman kardeşliği” temasını bırakarak birden bire laikçi ve ırkçı kesilmesidir. Kırılma noktası, Şeyh Said isyanından on ay önce Ankara’da alınan iki karardır: Medreselerin yasaklanması ve Hilafetin kaldırılması.
Ve olay, “iç düşmanları kullanan dış mihraklar” meselesi değil, “Jakobence politikalarla kendini halkını küstüren Ankara” meselesiydi.
İyi de, ülkelerin ille de “devrim”lere ihtiyaç duyduğunu nereden biliyoruz ki?
Daha doğrusu, bu “devrimci felsefeyi” niçin kabul etmek zorundayız ki?
Tarihsel olarak bu farklı türdeki “devrim”ler bazen içiçe geçer. Mesela İran’da Şah’ın devrilmesi meşruydu, fakat sonra İslamcı kanat demokratik değil otoriter rejimi kurdu. Jakobenler Fransız Devrimi’nde aynı şeyi yapmaya çalıştılar, bunun için de korkunç bir “terör” uyguladılar.
Bizde de Mustafa Kemal Paşa, kurtuluş savaş sonrasında “devrim” yapmaya karar vermiş, siyasi rakiplerini tasviye etmiş ve sonradan “Kemalizm” olarak anılacak bir ideolojiyi topluma dayatmaya girişmiştir. Ve bu, çok yanlış bir iş olmuştur. Açtığı yaraları hala saramadık.
“Peki bu iş nasıl olabilirdi” diyenlere, Amerika’nın kuruluşunu örnek vereyim. Derdim “Amerikancılık” değil, ama örnek iyi. Onlar da bizim gibi İngiltere’ye karşı Kurtuluş Savaşı verdiler. Mustafa Kemal Paşa’nın ordaki muadili General George Washington’dı. Ama savaş bitince adam “Tek Parti rejimi” kurmadı. En “dinci” olanları dahil, hiç bir fikri yasaklamadı. “Sınırlı devlet, özgür toplum” ilkesine göre bir demokrasi kurdular. Geldikleri nokta ortada.
Bizim geldiğimiz nokta da ortada: Darbeler, andıçlar, işkenceler, askeri harekatlar, psikolojik harpler ve ağladıkça ağlayan analar…Mustafa akyol – Gayri Resmi Yakın Tarih
Asya Yüzyılı’nda Amerika ve Avrupa;
Batılı Düşünce Merkezlerinde giderek daha fazla tartışılıyor. Dünyanın en etkili uluslararası politika dergisi sayılabilecek olan Foreign Affairs, Mayıs/Haziran 2008 sayısında Singapurlu akademisyen Kishore Mahbubani’nin “The Case Against the West: America and Europe in the Asian Century” (Batı Karşısındaki Argüman: Asya Yüzyılı’nda Amerika ve Avrupa) başlıklı çarpıcı bir makalesini yayınladı. Batının dünyayı anlamak ve yönlendirmekte giderek daha fazla zorlandığını ve “güven erozyonu”na uğradığını anlatan Mahbubani, bu durumun, ekonomik yönden zaten yükselişte olan Uzak Asya için siyasal bir kulvar açtığını anlatıyordu. “Asya yüzyılı” gibi iddialı bir vizyon sunan böyle bir makalenin Foregin Affairs gibi bir Amerikan dergisinde yayınlanması, kayda değer bir durum.
Aynı konuyu ele alan bir diğer önemli isim, Newsweek dergisinin dünyaca ünlü yorumcusu Fareed Zakaria. Hint kökenli bir Amerikalı olan Zakaria’nın yeni yayınlanan kitabının ismi oldukça çarpıcı: “The Post-American World”, yani “Amerika-Sonrası Dünya.” ABD’nin dünyadaki ağırlığının süreceğini, ama “ötekiler”in de giderek yükseleceğini ve önemli rakipler haline geleceğini anlatan yazar, Amerikalıları bu rekabet karşısında yeni çözümler geliştirmeye davet ediyor.
Peki bütün bunlar Türkiye için ne anlama geliyor?
“Avrupa Birliği yerine Rusya ve Çin’e yaklaşalım” diyenler haklı mı çıkıyor?
Hayır. Bizdeki “Rusya ve Çin” meraklılarının asıl derdi, kalplerindeki “kapalı rejim” sevdası. Oysa Uzak Asya’daki yükselişin sırrı, tam da böylesi kapalı rejimlerden uzaklaşarak kapitalizme ve serbest piyasaya geçişte yatıyor. Zaten mevzubahis olan Rusya değil, Hindistan ve Çin. Bunlardan birincisi gayet iyi çalışan bir demokrasi. Ikincisi ise Mao’nun kanlı dikta rejiminden çıkabildiği için ilerlemeye başlamış, ekonomide başlattığı açıklığı bir süre sonra mutlaka siyasette de kabul etmek zorunda kalacak bir rejim.
Buradaki kritik bir gerçek de şu: Bu ülkeler “modernleşiyor,” ama illa “Batılılaşmıyor”lar. Bizdeki gibi kılık-kıyafet veya alfabe devrimi yapmak yerine, kendi geleneksel kültürlerini koruyor, ama onu bugüne taşıyorlar. Hindistan’a bakın mesela. Batının bir kopyası olmak yerine, kendi “Bollywood”unu yapıyor, geleneksel müziğinden küresel “hit”ler çıkarıyor. Çünkü önemli olan Batının şekilsel bir “kopyası” haline gelmek değil, Batının “oyununu öğrenmek.”
Merak ediyorum; acaba bundan yüzyıl sonra dünyanın en büyük gücü Uzak Asya olursa, bizim CHP’lilerin “çağdaşlaşma vizyonu” ne olur? “Asrî milletler”e benzemek için Çin alfabesine geçmemiz, kimono giymemiz veya Hint müziği dinlememiz gerektiğini mi savunurlar?
80 yıldır hiç değişmediklerine göre, bir yüz yıl daha “aynı kafa”yla gitmeleri hiç sürpriz olmaz.
Mustafa akyol – Gayri Resmi Yakın Tarih
Sözkonusu “Türkler İslam’dan once çok medeniydi” argümanına “masal” demek bile belki hafif kaçıyor; doğrudan “uydurma” demek daha isabetli olabilir. Çünkü, apaçık tarihsel bir gerçektir ki, Türklerin İslam öncesinde kayda değer bir medeniyeti yoktur. İslam öncesi dönemde bir “Türk sanatı”, “Türk mimarisi”, “Türk bilimi”nden söz edilemez. Orhun Anıtları haricinde, kayda değer bir “Türk ebediyatı” da yoktur. Olamaz da zaten. Çünkü İslam öncesi Türkler göçebe bir kavimdir ve göçebelerin “medeni” (yani şehirli) bir kültürü olmaz. Türklerin medenileşmesi, büyük ölçüde Arap-İslam medeniyetinin sayesinde olmuştur. Liselerde okuduğumuz “Kitabu Dîvânü Lûgati’t-Türk”ün yazarı Kaşgarlı Mahmud, düşünür ve bilim adamı İbn-i Sina gibi önemli Türk alimler, hep İslam sonrası döneme aittir ve Arap-İslam etkisiyle yetişmiştir. İslam öncesi dönemde dünyanın bilimine, kültürüne, sanatına katkıda bulunmuş tek bir ünlü Türk yoktur. Bu da hiç şaşırtıcı değildir; Türkler’in İslam’la tanıştığı 8, 9 ve 10. yüzyıllarda zaten dünyadaki yükselen medeniyet İslam’dı. Avrupalılar “karanlık” içinde iken, İslam medeniyeti bilim, felsefe, tıp, sanat, mimari, şehir düzenlemesi gibi alanlarda göz kamaştırıcı başarılar elde etmişti. Tarihçi (hem de Siyonist tarihçi) Martin Kramer’in ifadesiyle “eğer 1000’li yıllarda Nobel ödülleri dağıtılıyor olsaydı, neredeyse tümünü Müslümanlar alırdı.” Avrupa’da bilim ve felsefeyle uğraşmak için önce Arapça öğrenmek gerekiyordu.
Türkler, işte bu yüksek İslam medeniyeti ile tanışıp onunla aydınladıkları için ilerlediler. Daha sonra da Selçuklu ve özellikle de Osmanlı tecrübesiyle Araplar’ı geride bıraktılar. Bugün Türkiye Arap ülkelerinin tümünden daha gelişmiş durumda. Ama bu, “İslam’a rağmen” değil, büyük ölçüde “İslam sayesinde” varılmış bir nokta. Eğer İslam’la tanışmasalar, Türkler bugün büyük olasılıkla Moğollar’dan pek farklı olmayacaklardı. Moğollar’ın bugün ne durumda olduğunu görmek isteyenler, dünyanın en geri ülkelerinden biri olan Moğolistan’a gidip biraz fikir alabilirler. “Türk’ün unutulmuş medeni vasfı” işte ordadır. İyi ki de unutulmuştur…Mustafa akyol – Gayri Resmi Yakın Tarih
.