|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
[PDF]
www.belgeler.com....kopyalanmıyor tıklayınız
dinimizveislam.blogspot.com/2009/07/gayb-kim-bilir.htm
|
Gaybı kim bilir?
|
Sual: Gayb nedir? Gaybı kimler bilebilir?
CEVAP
Gayb, duygu organları ile veya hesap ile, tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir. Gaybı ancak Allah bilir. O, Âlim-ül-gayb [gaybı bilen]dir(Haşr 22) ve Allâmül-guyûb [gaybları en iyi bilen]dir. (Sebe 48)
Bu konudaki birkaç âyet meali şöyledir:
(Allah’ın, gaybları en iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?)[Tevbe 78]
(De ki: Gaybı bilmek Allah’a mahsustur.) [Yunus 20]
(Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.) [Hud 123, Nahl 77]
(De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.)[Neml 65, Hücurat 18]
Gaybı Peygamberler de bilmez. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ben gaybı da bilmem.) [Enam 50, Hud 31]
(Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır.) [Enam 59]
(De ki: Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim.) [Araf 188]
Gaybı cinler de bilmez. Bir âyet meali:
(Cinler gaybı bilselerdi, zelil edici azap içinde kalmazlardı.) [Sebe 14]
Falanca hoca, filanca falcı gaybı biliyor demek küfür olur. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Falcının, büyücünün veya başka birinin gaybdan verdiği haberlere inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberani]
Allahü teâlâ dilerse, Peygamberlerine bazı gayblarını bildirir. Bu konudaki iki âyet meali şöyledir:
(Allah size gaybı bildirmez; fakat dilediği Peygamberine gaybı bildirir.) [Al-i imran 179]
(Allah gayba kimseyi muttali kılmaz; ancak dilediği Peygamber müstesna. Çünkü her Peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar.) [Cin 26, 27]
Hazret-i Musa, ledün ilmine sahip, yani Allah’ın kendisine gaybları bildirdiği bir zata, (Rabbimizin sana öğrettiği doğruyu bulmama yardım edecek hayra götürecek bir ilmi bana da öğretmen için, sana tâbi olmak istiyorum) dediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. (Kehf 66)
Gaybları bilen, ledünni ilme sahip olan bu zatın Hazret-i Hızır olduğu bildirilmiştir. Resulullah efendimize ise, birçok gayblar bildirilmişti. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Saflarınızı tamamlayın. Çünkü sizi elbette arkamdan da görüyorum.) [Müslim]
(Rükû ve secdeleri düzgün yapın, Allah’a yemin ederim ki, sizin rüku ve secde yaptığınızı arkamdan görüyorum.) [Buhari, Müslim]
Gözde görmeyi yaratan Allahü teâlâ, diğer uzuvlarda da görmeyi yaratmaya kadirdir. Resulullahın bu mucizesini inkâr eden, Allah’ın kudretini inkâr etmiş olur. Resulullahın gündüz aydınlıkta nasıl görürse, gece karanlıkta da aynen gördüğü Buhari’deki hadis-i şerifte bildirilmiştir.
Evet, Allah’tan başka gaybı kimse bilemez. Bilir demek küfürdür. Bir gün Resulullah efendimizin devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, (Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor) dediler. Münafıkların bu sözü Resulullah efendimize ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. Tarif edilen yere gidip deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular.(Mevahib-i ledünniyye)
Ancak, Allahü teâlâ bildirirse Resulü de, evliyası da bilebilir. Bunun delillerini yukarıda genişçe bildirdik. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kalbleriniz temiz olsa idi, siz de benim duyduklarımı duyardınız.) [İ. Ahmed, Taberani] (Bu hadis-i şerifteki gibi kalbi temiz olan Hazret-i Ömer, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, komutanı Sariye’ye, “Dağa yanaş” demiştir. (Ş. Nübüvve)
Yine bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı gaybları haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır.) [Buhari, Müslim]
Hazret-i Ömer’inki gibi başka evliyadan da birçok keramet görülmüştür. Kur’an-ı kerim bunu bildirmektedir. (Neml 38-40, Meryem 24, Al-i imran 37, Kehf 17,18)
Netice: Allahü teâlâ dilediğine gaybı bildirir ve o da gaybdan haber verir. (Avarif-ül-mearif)
Beş gaybın mahiyeti
Sual: (Lokman suresinin 34. âyetinin klasik tefsirinde, bu âyette beş gaybın bildirildiği söyleniyorsa da bu doğru değildir, çünkü günümüzde yağmurun ne zaman yağacağı ve rahimdeki çocuğun cinsiyeti önceden biliniyor) deniyor. Klasik tefsirler yanlış mı?
CEVAP
Klasik tefsir denilerek, müfessirlere dil uzatılması kıyamet alametidir. Resulullah efendimizin (Âhir zamanda sonra gelenler [türediler],önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır) hadis-i şerifindeki mucizesi meydana çıkıyor. Eski âlimleri suçlamak moda hâline gelmiştir. Bu da o hezeyanlardan biridir. O âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. [Nereye, ne zaman ve ne miktarda] yağmur yağdıracağını ve rahimlerde olanı da O bilir. Hiç kimse, yarın [hayır ve şerden] ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.) [Lokman 34]
Cebrail aleyhisselam, kıyametin ne zaman kopacağını sorunca, Resulullah efendimiz, (Bu hususta, sorulan, sorandan daha bilgili değildir. Bunlar Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği beş husustur. Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Yağmuru o indirir, rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilemez) buyurunca Cebrail aleyhisselam (Doğru söyledin) diye cevap verdi. (Ebu Davud - Kurtubi)
Mensur, rüyada ölüm meleğini görüp, ne kadar yaşayacağını sorar. O da, beş parmağını gösterir. Tabircilerden kimi beş yıl, kimi beş ay, kimi beş gün yaşayacaksın derler. İmam-ı a’zam hazretleri, (Ölüm meleği,“Ben bunu bilmem. Bu, Lokman suresindeki bilinmeyen beş gaybdan biridir” demek istemiştir) buyurur. (Medarik tefsiri)
Gayb nedir? Gaybın mahiyeti bilinirse, bu mesele gayet kolay anlaşılır. His organlarıyla, teknik bilgiyle, yani tecrübe ve hesapla anlaşılamayan şeylere gayb denir. Mesela Cennetin, Cehennemin ve meleklerin varlığı böyledir. Bir çocuğun büyüyünce, iyi mi, kötü mü, âlim mi, zalim mi olacağı gibi şeyler akılla, teknikle bilinemez. Bugün ultrasonla veya başka yolla çocuğun cinsiyetinin tespiti gayb değildir. Bilinen bir şeyin gösterilmesidir. (Ana rahmindekini ancak Allah bilir) ifadesi, sadece cinsiyetle ilgili değil, (Çocuğun sağ salim doğup doğmayacağını, said mi şaki mi, yani Cennetlik mi Cehennemlik mi olacağını, ne işler yapacağı, nerede yaşayıp nerede öleceği gibi hususları ancak Allah bilir) demektir.
Çocuğun uzuvlarının bir cihazla görülmesi, gayb değildir. Yahut anne karnı ameliyatla açılıp bakıldığında, çocuk erkek mi, dişi mi diye görünce gayb bilinmiş olmaz. Karnını yarmayıp da, bir cihazla veya ultrasonla bilinirse, bu da gaybı bilmek olmaz. Aletlerle yağmurun gelişini görüp, yarın yağmur yağacak diye tahminde bulunmak da gaybı bilmek değildir. Eve doğru gelen adamı pencereden görüp (Biri geliyor) demek, gaybı bilmek olmaz. Yağmur bulutlarının geldiğini görmek de bunun gibidir. Görmeden bilmek, gaybı bilmek olur. Bir duvarın arkasındaki şeyler, bize göre gaybsa de, bir aletle görebiliyorsak gayb olmaktan çıkar.
Hazret-i Ömer’in İran’daki ordusunun kumandanına, Medine’den seslenmesi ve sesini ona duyurması keramettir. Bugün Medine’den İran’la telefon veya başka cihazla konuşulması keramet değildir. Şimdi biri çıkıp da, ben de Medine’den konuşuyorum, benimki keramet olmadığına göre, Hazret-i Ömer’inki de keramet değildi diyemez.
Anne karnındaki çocuğun cinsiyetini bilme imkânı yoksa o gayb demektir. Yağmurun ne zaman yağacağı bir aletle bilinmediği zaman, o da gaybdır. Bunlar gayb değil diyerek hadis-i şerife ve tefsirdeki bilgilere klasik yorum diye saldırmak çok çirkindir.
Kalblerden geçenleri bilmek
Sual: Kalblerden geçeni ancak Allah bilir diye bir âyet var mı?
CEVAP
Evet, birçok âyet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(İnsanı ben yarattım ve nefsinin kendisine fısıldadığını [ne düşündüğünü] bilirim ve ben ona şah damarından daha yakınım.)[Kaf 16]
(Allah onların kalblerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.) [Neml 74]
(Elbette Allah kalblerin içindekini hakkıyla bilir.) [Al-i İmran 119]
(Allahü teâlâ, kalblerinizde ne varsa hepsini bilir.) [Al-i İmran 154]
(Onlar, ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Hâlbuki Allah, onların kalblerinde gizlediklerini elbette bilir.) [Al-i İmran 167]
(Onların kalblerinde olanı Allah bilir.) [Nisa 63]
(Allah kalblerde olanı bilir.) [Enfal 43, Zümer 7, Tegabün 4]
(Allah kalblerde olanı bilendir.) [Hud 5]
(Sözlerinizi gizleseniz de, açığa vursanız da birdir; O, kalblerde olanı bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13, 14]
Kalblerden geçeni yalnız Allahü teâlâ bilir. Bir de Onun bildirdiği enbiya ve evliya, Onun bildirdiği kadar bilir.
Gaybı bilmek
Sual: (Maide suresinin 117. âyetinde Hazret-i İsa’nın yaşarken gaybı bildiği, öldükten sonra bilmediği açıklanıyor. O halde ölmüş olan peygamberler de, evliya da gaybı bilemez; çünkü onlar ölüdür, işitmezler. Bunun için, şefaat ya Resulallah demek şirktir) diyen sapıklar var. Diriye işittiren Allah, ölüye işittiremez mi? Benim anladığıma göre, (Ölü peygamber işitmez) demekle, burada sorgulanan peygamber değil, Allahü teâlâdır. Ruh ölmediğine ve işiten ruh olduğuna göre, kâfir olsun, Müslüman olsun, her ruha Allahü teâlâ işittirmiyor mu?
CEVAP
Bildirilen âyet-i kerimenin meali şöyledir:
(Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, beni ve annemi Allah’tan başka iki ilah edinin mi dedin?” diye sorduğu zaman, “Hâşâ, hak olmayan sözü söylemenin bana yaraşmayacağını elbette Sen bilirsin. Sen, benim içimde olanı da bilirsin. Ben Senin zatında olanı bilmem. Ancak sen Allâm-ül guyubsun [gaybları en iyi bilensin]. Ben onlara sadece, bana emrettiğin gibi, “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” diye söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlara şahittim. Beni aralarından aldıktan sonra, onları Sen gözlüyordun. Sen her şeye şahitsin.)[Maide 116, 117]
Bu âyet-i kerimeden, İsa aleyhisselamın, onların yanındayken gaybı bildiği, onların arasından ayrılınca bilmediği manasını çıkarmak yanlış olur. Hazret-i İsa, ölmeden göğe yükseltildiği halde, sualde, (Onun öldükten sonraki durumu bilmediği) söyleniyor. Hâlbuki âyet-i kerimede, öldüğün zaman denmiyor, aralarından beni aldığın zaman buyuruluyor. Ayrıca, (Hazret-i İsa, aralarındayken onları o gözetliyordu, o ayrılınca artık Allah gözetledi) anlamı da çıkmaz.
Evliya da, Enbiya da, yaşarken gaybı bilmedikleri gibi ölünce de bilmezler. Bundan Allahü teâlânın diledikleri müstesnadır. Yani Allahü teâlânın, yaşarken de, vefat ettikten sonra da, kendilerine gaybı bildirdikleri, bunun dışındadır.
Bıçağa kesme, ateşe yakma özelliğini veren Allahü teâlâdır. Belli bir zaman için, bu özelliği kaldırabilir. Nitekim İsmail aleyhisselamı bıçak kesmemiştir. Babası İbrahim aleyhisselamı Nemrud’un ateşi yakmamıştır. Bu Allahü teâlâ için zor şey değildir. Ölü kimselerin işitmeleri ve iş yapmaları da, aynıdır. Bunlara itiraz etmek, Allahü teâlânın sonsuz kudretine itiraz olur.
(Ölü işitmez) demeleri de çok yanlıştır; çünkü ruh ölmez. İşiten ruhtur. Sadece Enbiyanın, Evliyanın ruhları değil, kâfirlerin ruhları da işitir.
Ölülerin işittiklerine dair çok hadis-i şerif vardır. Birkaçı şöyledir:
(Eğer kabre konan kişi mümin ise, kabri genişletilir. Kıyamette insanlar diriltilinceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kabre konan kişi kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bütün canlılar işitir. Kabri öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.)[Buhari, Müslim]
(Kabir azabı vardır.) [Buhari] (Azap diriye yapılır.)
(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari] (Diri olan işitir.)
Demek ki, can çıkmakla insan ölmüyor, ruhu bedenden ayrılıyor. Beden çürüse de, ruh işitiyor iş yapıyor. Hazret-i Hızır’ın ruhunun iş yapması, yardıma koşması da böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Uhud’da şehid olan kardeşlerinizin ruhları, yeşil kuşlarla Cennete gitmiştir. Onlar Cennetin ırmaklarından su içer, meyvelerinden yiyip Arş’ın gölgesinde asılı altın kandillerle giderler, istirahat ederler. Yiyeceklerin, içeceklerin lezzetini ve orada yaşanan hayatın güzelliklerini tattıkları zaman, “Allahü teâlânın bizlere neler verdiğini kardeşlerimiz bilselerdi de, cihaddan çekinmeselerdi” dediler. Allahü teâlâ da, ben onlara, sizin durumunuzu bildiririm buyurdu.) [Müslim, Tirmizi, İbni Mace]
İşte o âyet-i kerimenin meali:
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar Rableri indinde diridir ve Allah’ın bol nimetinden sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayanlara [henüz şehid olmamışlara, şehidlikte] korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.) [Al-i İmran 169]
İlk âyette, (Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, onlar diridir) diye ikaz ediliyor. İkinci âyette, bunların yiyip içtikleri de bildiriliyor. Yani hem ölmedikleri, hem de yiyip içtikleri bildiriliyor. (Ölü işitmez, iş yapmaz) diyenler, bu âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere karşı gelmiş oluyorlar.
Peygamberler ve Evliya zatlar, şehidlerden elbette üstündür. Şehidler ölmeyince, yiyip içince Resullulah’ın ve Evliyanın ölmeyip yiyip içtikleri ve tasarrufta bulunmaları nasıl inkâr edilir ki?
Gaybı bilenler
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kalbleriniz temiz olsaydı, siz de benim duyduklarımı duyardınız.) [İ. Ahmed, Taberani]
Bu hadis-i şerifteki gibi, kalbi temiz olan Hazret-i Ömer, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, komutanı Sariye’ye, (Dağa yanaş) demiştir.(Şevahid-ün Nübüvve)
Yine bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Geçmiş ümmetler içinde, olay meydana gelmeden önce bazı gaybları haber veren keramet ehli zatlar vardı. Ümmetimden de Ömer, onlardandır.) [Buhari, Müslim]
Hazret-i Ömer’inki gibi, başka Evliyadan da birçok keramet görülmüştür. Kur’an-ı kerim bunu bildirmektedir. (Neml 38-40,Meryem 24, Al-i İmran 37, Kehf 17,18)
Netice: Ölü olsun, diri olsun, Allahü teâlâ dilediğine gaybı bildirir; o da gaybdan haber verir. (Avarif-ül-mearif)
Münafıkların bilinmesi
Sual: Ebu Hüreyre, (Resulullah, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi gerekenleri size bildirdik. Gerekmeyenleri, bildirmedik) diyor. Bu, Peygamberimizin her gaybı bildiğini göstermez mi? Kıyamette Resulullah'a, Eshab-ı kiram arasına karışan münafıklar için söylenecek olan (Senden sonra onların neler yaptıklarını biliyor musun?) sözü, buna aykırı değil mi?
CEVAP
Hayır, aykırı değildir. Bütün peygamberler, gaybların tamamını değil, ancak kendilerine bildirilenleri bilir. İkinci sözün açıklaması şöyledir:
Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, münafıkların kimler olduğunu biliyordu, bunları tek tek Hazret-i Huzeyfe’ye bildirip, (Allahü teâlâ beni, onların cenaze namazını kılmaktan men etti) buyurdu. Hazret-i Huzeyfe’den başka kimse onları bilmiyordu.
Resulullah'ın vefatından sonra, Hazret-i Ömer, cenaze olduğu vakit, Hazret-i Huzeyfe’ye bakardı. O cenaze namazını kılarsa kılar, kılmazsa, o da kılmazdı. Âhirette de, o kimselerin münafık olduklarını elbette biliyordu. Onları orada rezil etmek için Allahü teâlâ öyle buyuracaktır. Nitekim bir insanın ne günah, ne sevab işlediği, kiramen kâtipleri denen meleklerce kayda alındığı hâlde, âhirette günah işleyen organlar da konuşacak, şahitler çoğalacaktır. Hiç kimse yaptıklarını inkâr edemeyecektir.
|
Gayba iman esastır
|
Sual: Tam İlmihal’in iman bahsinde, Seyyid Abdülhakim efendi imanı şöyle tarif ediyor:
“Server-i âlem olan Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur. Resulü tasdik etmiş olmaz veya Resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz; çünkü iman parçalanamaz. Akıl, Resulullahın bildirdiklerini uygun bulursa, bu aklın kâmil, selîm olduğu anlaşılır.”
Bu tarif, aklı dışlamıyor mu?
CEVAP
Asla dışlamıyor. Bu tarif selim olan akla değil, sakim olan akla zıt olabilir. Sakim olan aklın anlamaması da önemsizdir.
Yine diyor ki: Bu tarif, Kur'anı anlamaya mani olmak için konulmuş bir engeldir.
CEVAP
Tam aksine, dini aklına uydurmaya çalışanlara engel olur. Din akla uydurulursa insan sayısı kadar din ortaya çıkar. Âlimlerin aklı dinde ölçü değilse, sizin aklınız nasıl dinde ölçü oluyor? Bu tarifi yapan İslam âlimidir. Allahü teâlâ, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruyor.
Yine diyor ki: Dogmaları, yani âyetleri akıl süzgecinden geçirmeden inanmak gerçek iman olmaz.
CEVAP
Dogma tabirini daha çok ateistler kullanır. (Siz Kur’an ne diyorsa hemen incelemeden inanıyorsunuz) diyorlar. Sizin onlardan ne farkınız kaldı? Biri bize (Bu âyettir) dese, sadece biz onun âyet olup olmadığını araştırırız. O âyet ise, aklımıza zıt gelse de, hemen tasdik ederiz.
Yine diyor ki: Görmeden, akıl süzgecinden geçirmeden inanmak olacak şey değildir.
CEVAP
Siz Cenneti, Cehennemi gördünüz mü? Görmeden nasıl inanıyorsunuz?
Yine diyor ki: Bekara suresinin 3. âyetinde Onlar gaybı tasdik ederler, deniyor. Görmeden inanın denmiyor ki.
CEVAP
Anlaşılan siz, gaybın ne olduğunu bilmiyorsunuz. Gayb, duygu organları [görmek, işitmek, dokunmak, koklamak, tatmak] ile veya hesap ve tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Akıl ve vehim Allah’a yaklaşamaz. Hiç bir şeye benzemeyen ve akılla anlaşılamayan yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur; çünkü görerek, düşünerek anlamaya kalkışmak, iman olmaz. Kendi yaptığına inanmak olur ki bu da iman değildir. (2/9)
Yine diyor ki: İman, gördükten sonra tasdiktir.
CEVAP
Bu, İslamiyet’e inanmıyorum demenin başka şeklidir. İmanın altı esasından hangisini gördünüz? İman, görmeden tasdiktir. Cebimden elma çıkarsam, sonra bu elmadır desem, bunu görenin tasdiki inanmak olmaz, gördüğünü söylemek olur. İman gayba olur. Cebimde altın var desem, siz bana güvenerek evet var diye tasdik ederseniz bu inanmak olur, ama altını gördükten sonra bu altın demek iman değil, gördüğünü söylemek olur. Bu farkı iyi anlamalıdır.
Yine diyor ki: Allah’ın gayb ile ilgili her şeyini akıl süzgecinden geçirmeden inanmak iman olmaz.
CEVAP
Akıl ile Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu, nasıl konuştuğunu nasıl yarattığını, Cennetteki meyvelerin tadını bilebilir miyiz? Melekleri akıl ile tarif edebilir miyiz? Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu tarif etmeniz mümkün mü? Elleri, gözleri, bir mekânı var mı, ne ile işitiyor, nasıl ezeli ve ebedi olur? Bu terazi bu sıkleti çekmez denmiştir. Yani akıl ile bunları anlamak imkânsızdır.
Sual: Akla ve araştırmaya çok önem veren genç bir arkadaş, (Şu neden farz, şu neden günah? Bunların hikmetini, sebebini bilmeden kabul etmem. Ben görmediğim Allah’a, koca karı gibi inanmam) diyor. Dinimiz görmeden iman etmeyi bildirmiyor mu?
CEVAP
Bu genç gibi söylemek çok tehlikelidir. İlahi emrin hikmeti anlaşılmasa da Allah’ın emri olduğu için, hiç tereddütsüz kabul etmek şarttır. İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan Hüccet-ül-İslam unvanına sahipimam-ı Gazali hazretlerinin İhya’da ve imam-ı Süyuti hazretlerininCami-us-sagîr’de bildirdiği hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Ahir zamanda değişik inançlar çıkınca, koca karılar gibi inanın.)[Deylemi]
Bu hadis-i şerif kocakarı gibi bâtıl şeylere körü körüne inan demek değildir. Allah ve resulünün bildirdiklerine aklın almasa da, ispat edemesen de, inanın demektir. Cennet, Cehennem, Sırat köprüsü ve ahiret hayatı akıl ile mantık ile ispat edilemez. Mutezile aklı almadığı için sırat köprüsünü, miracı ve benzeri olayları inkâr etmiştir. Şimdi bir çok Müslüman inanamayıp mürted olurken, müşrikler, bu bir çılgınlık derken, Hazret-i Ebu Bekir, O söylediyse doğrudur diyerek imanın zirvesine çıkmıştır.
Görmeden, aklını kullanmadan, bir anda Miraca gidip geldiğine inanarak Resulullahı tasdik etmesi imanını yükseltmiştir. Güneşten daha parlak olan imanından dolayı Peygamber efendimiz, (Ebu Bekrin imanı, bütün insanların imanları toplamı ile tartılsa, Ebu Bekrin imanı daha ağır gelir) buyurmuştur.
Lüzumlu fıkıh bilgilerini öğrenmek farz-ı ayn iken, bu farzı terk edip, (İmanı araştırıyorum) diyerek ağaçların, çiçeklerin, insan ve hayvanların anatomisini incelemekle devamlı meşgul olmak caiz değildir. İman esasları tahkik edilmez, yani araştırılmaz. Peygamber efendimiz, gayba imanı emretmiştir. İspat ile delil ile iman olmaz. İman, görmeden inanmaktır. Kur’an-ı kerimde, salihler övülürken, (O müttekîler ki, gayba inanırlar) buyuruluyor. (Bekara 3)
Demek ki gayba inanmak, müttekilerin vasfıdır. Resulullah ne bildirmişse doğrudur diyerek inananlar kurtulmuştur. İman, araştırarak, akıl yürüterek elde edilen bir şey değildir. İslam âlimleri imanı şöyle tarif etmişlerdir:
İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanmaz. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani]
Selim akıl çok kıymetlidir. Hadis-i şerifte, (Akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayıran bir nurdur) buyuruluyor. Allahü teâlâ, insana, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Mahluklara ait bilgilerde ölçü olur. Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar mahlûklara ait bilgilerde isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. İnsan, bir yol gösterici olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği doğru yolu bulamadı. Tarih incelendiğinde, kendi başlarına giden insanların yanlış yollara saptıkları görülür. O halde Resulullaha inanmak şarttır.
Sual: (Görmediğim şeye iman etmeyi aklım almıyor, dindeki şeylerden ruhum sıkılıyor) diyen arkadaşıma ne cevap vereyim?
CEVAP
Almayan aklını ve sıkılan ruhunu göstermesini isteyin, bakalım gösterebilecek mi?
Sual: Ben görmediğim Allah’a inanmam demek uygun mu?
CEVAP
Hayır değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bildiğimiz, hatırımıza, hayalimize gelen, duygu organlarımıza etki eden her şey mahlûktur. Bizim, Allahü teâlâ bir şeye benzemez dememiz, benzetmek olur. Bizim anladığımız büyüklük, küçüklüktür. İbrahim aleyhisselam, kâfirlere, (Niçin kendi yaptığınız putlara tapıyorsunuz? Sizleri de, yaptığınız işleri de Allahü teâlâ yarattı!)dedi. İster elimizle yapmış olalım, ister aklımız ve hayalimizle meydana getirelim, bunların hepsi, Allahü teâlânın mahlûkudur. O, bildiğimiz, düşünerek bulduğumuz şeylerin hiçbirine benzemez ve nasıl olduğu anlaşılamaz. Akıl ve hayal Ona yaklaşamaz. Böyle hiçbir şeye benzemeyen ve akıl ile anlaşılamayan yüce yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur. Çünkü, görerek, düşünerek anlamaya kalkışarak inanmak, Ona inanmak olmaz. Kendi yaptığımız şeye iman etmek olur. Bu da, Onun mahlûkudur. Bunu, Ona ortak yapmış, Ondan başkasına iman etmiş oluruz. (2/9)
Sual: Evliya zatlardan bazıları, (Biz Cenneti, Cehennemi görsek, imanımızda bir artma, bir değişiklik olmaz) demişler. Bu nasıl olur? İnsanın bir şeyi bilmesine ilmel yakîn, gözle görmesine de aynel yakîn deniyor. Gözle görmek, ilimle bilmekten çok daha üstün değil midir? Atalarımız, (Gözüm sana mı inanayım, yoksa sözüm sana mı inanayım?) diye boşuna mı söylediler? Bu zatların böyle söylemesinin hikmeti ne olabilir?
CEVAP
Elbette göz, bilmeye göre daha sağlam delildir. Ama bu bizim gibi insanlar içindir. Hakiki imana kavuşmuş evliya zatların ilimleri farklıdır. Hazret-i Ebu Bekr’in (O söylediyse doğrudur) demesi bunun bariz örneğidir. Göz yanılabilir ama bu ilim sahiplerinin imanları öyle sağlamdır ki, hiçbir şey onu değiştiremez. Göz ile görenin imanı bu kadar sağlam olamaz. İman etmede göz ölçü değildir. Sadece göz ölçü olsaydı, Resulullah efendimizi gören herkesin iman etmesi gerekirdi. (Ebu talibin yetimi) diye bakanlar kâfirlikte kaldı, (Allah Resulü) diye bakanlar hidayete erdi. Baştaki göz yanılabilir, kalbdeki göz yanılmaz. Müslümanların görmeleri, anlamaları kalb gözü ile olur. Göz bakınca, kalb inanınca görür. Müslümanın kalbi inanmıştır, Allahü teâlânın ihsanlarına kavuşmuştur. Derecesine göre neler görür neler, dünya ahiret fark etmez.
Görerek iman
Sual: Eğitimci bir arkadaş, (Görerek inanmak, iman olmaz) dedi. Bir öğrenci de, (Mucize ve keramet görerek iman eden kimse, görerek iman etmiş olmuyor mu? Mesela Peygamber efendimizin mucizelerini veya Abdülkadir Geylani hazretlerinin menkıbesindeki papazın Cenneti ve Cehennemi görüp inanması görerek iman değil mi?) dedi. Hangisinin sözü doğrudur?
CEVAP
Eğitimci arkadaşın söylediği doğrudur. Görerek inanmak iman değildir. Gördüğünü tasdik etmek olur. Bekara suresinin başında, salihler övülürken, (Onlar gayba inanırlar) buyuruluyor. Gayba inanmak esastır. Bir insanı Cennete, Cehenneme götürseler, o da gördüğü için inansa, iman etmiş olmaz. Gördüğünü söylemek olur. Onu herkes yapar. Marifet, görmeden iman etmektir. Şeytan da, Cenneti gördü ve Cennetin olduğunu söylemesi, iman sahibi olduğunu göstermez.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, inanıp tasdik etmektir. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, Resulü tasdik etmiş olmaz. Yahut Resulle aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanamaz. (S. Ebediyye)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Akıl, kuruntu, hayâl Allah’a yaklaşamaz. Hiçbir şeye benzemeyen ve akılla anlaşılamayan yaratıcıya, gayb yoluyla inanmaktan başka çare yoktur, çünkü görerek, düşünerek anlamaya kalkışmak, iman olmaz. Kendi yaptığına inanmak olur ki, bu da iman değildir. (2/9)
Bir kimse, gayba inandıktan sonra, Cenneti, Cehennemi ve melekleri görse, imanı daha çok kuvvetlenmiş olur. Mucize ve kerametler de, imanın kuvvetlenmesine sebep olur. Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiram, Resulullah'ı, vahyi ve mucizeleri gördükleri, melekle birlikte bulundukları için onların imanları görerek inanmak oldu. Bu üstünlükler, diğer bütün üstünlüklerin temelidir. Eshab-ı kiramdan başkası bu üstünlüklere kavuşamadı. (1/120)
Mucizeye de inanmayan çok kimse oldu. Peygamber efendimizin bin kadar mucizesi görüldüğü hâlde, sihir diyerek inanmayanlar çıktı. Bu bin mucizeden biri ve devamlı bir mucize olan Kur'anı kerime de inanmayanlar çıktı. Musa aleyhisselamın asasının büyük bir yılan olması, denizde yürümesi gibi mucizelerine Firavun ve adamları inanmadı. İsa aleyhisselamın körlerin gözünü açmak, ölüleri diriltmek gibi mucizelerine çok kimse inanmadı.
Kerametlere de inanmayan çok kimse oldu. Kerameti görmek görerek iman değildir. Abdülkadir Geylani hazretlerinin kolunun içinde Cennetin ve Cehennemin görülmesi iman etmeyi gerektirmez. Sihir derler, büyü derler, inanmayan çıkar. Kimi hiçbir şey görmeden inanır, kimi de görünce imanı daha kuvvetlenir. Mucize ve keramet iman etmeyi kolaylaştırır, ama (Kesin olarak iman etmeyi gerektirir) denmez.
|
(Allah gaybı bilmez) diyorlar
|
Sual: Bid’at ehlinin bir kısmı, kerameti inkâr ediyorlardı, bir kısmı da mucizeleri inkâr edip, (Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez) diyorlardı. Bazıları, daha da ileri giderek, (Allah da gaybı bilmez) demeye başladı. Sanki Kur’ana inanıyorlarmış gibi, (Âl-i İmran 140, Tevbe 16 âyetleri delilimizdir. Allah da ileride olacak şeyleri, gaybı bilmez)diyorlar. Allah'ın gaybı bildiğine dair açık âyetler yok mudur?
CEVAP
Elbette vardır, hem de çoktur. Ancak önce ateistlerin benzer düşüncelerini bildirelim. (Allah, insanların Cennete veya Cehenneme gideceğini bilmiyor ki, dünyada onları imtihan etme gereği duymaktadır. Bilseydi elbette imtihana gerek kalmazdı) diyorlar. Ateistler, bunu Allah'a inandıkları için değil, belki cevap veremezler diye, Müslümanları zor durumda bırakmak için soruyorlar. Önce ateistlere, sonra reformistlere cevap verelim:
Allahü teâlâ, imtihan etmeden de kullarının ne yapacağını, hangi günahları işleyeceğini elbette bilir. İmtihanı kendisi için yapmıyor, insanlar için yapıyor. Mesela Allahü teâlâ, ateiste, (Ben biliyorum ki, sen zaten inanmayacaktın, onun için seni Cehenneme attım) deseydi, ateist, (Suçum yokken, imtihan edilmeden, beni cezalandırmak adaletsizliktir. Beni dünyaya gönderin, iyi ameller işleyeceğim)demez miydi? Ateistin ve diğer kâfirlerin böyle diyememeleri için, onlar dünyaya getirilmiş, onlara akıl verilmiş, iyi ve kötü yol gösterilmiştir. Böylece itiraz edecekleri bir mazeret bırakılmamış oluyor.
Peki gayb nedir? Bunu da bildirelim: Kaybolmuş, saklanmış veya yeri bilinmeyen varlıkları, binlerce yıl önce nelerin olduğu, binlerce yıl sonra nelerin olacağı [mesela Kıyametin ne zaman kopacağı] gibi hususlardan duygu organlarıyla, hesapla, kitapla, tecrübeyle veya herhangi bir alet vasıtasıyla anlaşılmayan şeylere gayb denir. İşte bu gaybı ancak Allah bilir. Kur'an-ı kerimde, Allahü teâlâ için (Âlim-ül-gayb) ve (Allâmül-guyûb) ifadeleri geçer. Birincisi (Gaybı bilen), ikincisi de (Gaybları en iyi bilen) demektir. Hâşâ gaybı bilmeyen nasıl ilah olur?
Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(De ki: Gaybı bilmek Allah’a mahsustur.) [Yunus 20]
(Allah’ın, gaybları en iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?)[Tevbe 78]
(Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.) [Hud 123, Nahl 77]
(De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.)[Neml 65, Hucurat 18]
(Gaybın anahtarları, Allah'ın katındadır. Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek tane, yaş ve kuru her şey Allah'ın ilmindedir.) [Enam 59]
(Allah size gaybı bildirmez, fakat dilediği resulüne bildirir.) [Âl-i İmran 179]
(Allah gayba kimseyi muttali kılmaz, ancak dilediği resul müstesnadır.) [Cin 26, 27]
(Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir.) [Lokman 34]
Gaybın en önemlilerinden biri de kalblerden geçen düşünceleri bilmektir. Allahü teâlânın kalblerden geçenleri bildiğine dair birçok âyet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(İnsanı ben yarattım ve nefsinin kendisine fısıldadığını [ne düşündüğünü] bilirim. Ben ona şah damarından daha yakınım.)[Kaf 16]
(Allah onların kalblerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.) [Neml 74]
(Elbette Allah kalblerin içindekini hakkıyla bilir.) [Âl-i İmran 119]
(Allahü teâlâ, kalblerinizde ne varsa hepsini bilir.) [Âl-i İmran 154]
(Onlar, ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Hâlbuki Allah, onların kalblerinde gizlediklerini elbette bilir.) [Âl-i İmran 167]
(Onların kalblerinde olanı Allah bilir.) [Nisa 63]
(Allah kalblerde olanı bilir.) [Enfal 43, Zümer 7, Tegabün 4]
(Allah kalblerde olanı bilendir.) [Hud 5]
(Gizli veya açık konuşsanız da fark etmez; O, kalblerde olanı bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13, 14] (Bu âyetin tefsirinde bildirildiğine göre, müşrikler birbirine, “Aman yavaş konuşun, Muhammed'in tanrısı işitmesin” derlerdi. Çünkü Allahü teâlâ vahiyle onların bütün sırlarını, gizli konuşmalarını Resulullah'a bildirirdi, bu sırları meydana çıkınca, “Yavaş konuşalım” derlerdi. (Celaleyn, Medarik)
Demek ki mezhepsizler, bu kadar âyet-i kerimeyi inkâr edecek hâle gelmişlerdir. Kur’ana inanmadıkları hâlde, sanki inanıyormuş görünen reformistlerin bildirdikleri âyet-i kerimelerin mealleri şöyledir:
(Eğer siz [Uhud'da] bir yara almışsanız, [size düşman olan] o topluluk da [Bedir'de] benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürürüz [mağlubiyeti de, galibiyeti de biz veririz.] Allah, zulmedenleri sevmez.) [Âl-i İmran 140]
(Allah'ın, içinizden [ihlasla] cihad edenleri ve Allah'tan, Resulünden, müminlerden başka kimseye sığınmayan ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları ortaya çıkarmadan, sizi kendi hâlinize bırakacağını mı [Allah'ın bunları bilmediğini mi]sanıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.) [Tevbe 16]
Reformistlerin görüşleri, ateistlerin, (Tanrı her şeyi biliyorsa bizi niye imtihan ediyor? Demek ki her şeyi bilmiyor) demelerine benziyor. Yukarıda açıkladığımız gibi, Allahü teâlâ, imtihan etmeden de kullarının ne yapacağını, hangi günahları işleyeceğini elbette bilir. İmtihanı kendisi için yapmıyor, insanın ne yaptığını bizzat kendisinin görmesi için yapıyor. Melekler, yapılan işleri, tâbiri caizse videoya alıyorlar, böylece şahitler çoğalıyor. Yaptıklarını inkâr edecek durum kalmıyor. Mezhepsizlerin bildirdiği Âl-i İmran sûresinin 140. âyet-i kerimesinde de, gerçek müminlerin bizzat kendilerince ve diğer insanlarca da bilinmesi için, Allahü teâlâ savaşı bazen kazandırıyor, bazen kaybettiriyor.
Tevbe sûresinin 16. âyet-i kerimesinde, savaşa katılıp Allah için cihat edenlerle etmeyenlerin bizzat kendilerince ve diğer insanlarca da bilinmesi için savaşı emrediyor. Sonunda da, (Allah yaptıklarınızdan haberdardır) buyuruyor. Yani Allah sizin hâlinizi biliyor. Bu hâlinizi kendinizin ve diğer insanların da bilmesi için savaşa gitmenizi emrediyor. Mezhepsizlerin, hâşâ Allah bu durumları bilmediği için, bu durumları öğrenmek maksadıyla savaşı emrettiğini söylemeleri ne kadar çirkindir.
Gaybı, Allahü teâlâ peygamberlerden istediklerine bildirdiği gibi, evliya zatlardan da istediklerine bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı gaybları haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır.) [Buharî, Müslim]
Hazret-i Ömer’inki gibi başka evliya zatlardan da birçok keramet görülmüştür. Kur’an-ı kerim bunu bildirmektedir. (Neml 38-40,Meryem 24, Âl-i İmran 37, Kehf 17,18)
Resulullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem” gaybdan haber verdiği birçok mucizeyi inkâr küfür olduğu gibi, âyet-i kerimelerle sabit olan evliya zatların kerametlerini de inkâr küfür olur. Hâşâ Allah için gaybı bilmez demek ise katmerli küfür olur.
|
Resulullah gelecekten haber verdi
|
Sual: Bazıları mucizeye, keramete inanmıyorlar. Resulullah da gaybı bilemez diyorlar. Bu hususta âyet ve hadis yok mu da böyle diyorlar?
CEVAP
Allahü teâlâ bildirirse, Resulullah da gaybı, gelecekte olan şeyleri bilir.
Peygamber efendimizin bildirilen gaybları bildiğini bildiren üç âyet meali de şöyledir:
(Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği resul müstesna,[Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27] (Beydavi tefsiri)
(Allah, müminleri bulunduğu şu durumda bırakmaz, temizi pisten ayırır. Allah size gaybı da bildirmez. Ama Allah Resullerden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah’a ve resullerine inanın, eğer iman eder, müttaki olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.) [Al-i İmran 179]
(O, gaybın bilgilerini [vahiy ile bildirilen gizli şeyleri sizden]esirgemez.) [Tekvir 24]
Resulullah efendimizin mucize olarak gelecekten haber verdiği (Bir zaman gelecek) diye başlayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
(Bir zaman gelecek, insanlar, yalnız parayı düşünüp, helal haram düşünmeyecekler.) [Buhari]
(Rüşvet, hediye adı altında verilecek, gözdağı için suçsuz kişiler öldürülecek.) [İ. Gazali]
(Âmirler, imamlar, namazı öldürecek, vaktinden sonraya bırakacaklar.) [Müslim]
(Peygamberim diyen yalancılar çıkacak, benden sonra peygamber gelmeyecek.) [Mişkat] (Peygamberim diyen birçok yalancı çıkmıştır.)
(Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalışan kimseler çıkacak.)[Deylemi]
(Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey yok diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
(Kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanları kötülemek için delil olarak kullanacaklar.) [İbni Ömer] (Vehhabiler, müşrikler hakkında inen âyetleri Müslümanlar için, rafiziler de münafıklar hakkında inen âyetleri Eshab-ı kiram için delil gösterdiler. Resulullahın mucizesi meydana çıktı.]
(Sünnet, bid’at gibi çirkin, bid’at da sünnet gibi rağbet görecek. Sünnete uyan garip olacak, yalnız kalacak. Bid’ate uyan, çok yardımcı bulacaktır.) [Şir’a]
(Kur’an, dünyalık için okunacaktır.) [Ebu Davud]
(Camilerde binden fazla kişi namaz kılacak, içlerinde bir mümin bulunmayacak.) [Deylemi]
(Âlimler fitne unsuru olacak, camiler ve hâfızlar çoğalacak, ama hakiki âlim hiç bulunmayacak.) [Ebu Nuaym]
(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak.) [Asakir]
(Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.)[Taberani]
(Din âlimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışacak.) [Buhari]
(Din adamları, halkın istediği yönde fetva verecek, helale haram, harama helal diyecekler, dini ticarete, menfaate alet edecekler.)[Deylemi]
(Hacca, hükümdarlar [devlet başkanları] gezi için, zenginler ticaret, fakirler dilenmek, din görevlileri de gösteriş için gidecekler.) [Hatib]
(Kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilecek, altını gümüşü [parası pulu] olmayan rahat edemeyecek.) [Taberani]
(İnsanın bütün kaygısı midesi olacak, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olacak.) [Sülemi]
(Her asır, öncekinden daha kötü olacak, böylece Kıyamete kadar hep bozulacak.) [Hadika]
(İstanbul fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel emir, askerleri ne güzel askerdir.) [Hakim, İ. Ahmed, İ. Süyuti]
(Ey dağ, sallanma, üstünde bir peygamber, bir sıddık, iki de şehid var.) [Buhari] (Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’ın şehid olacağını haber verdi.)
(Ya Osman halife olacaksın, hilafet gömleğini çıkarmak isteyecekler, sakın çıkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanımda iftar edeceksin.) [Hâkim] (Aynen vaki olmuştur.)
(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]
(Anarşi ve ölüm çoğalacak.) [İbni Mace]
Kıyametin kopması ile ilgili hadis-i şerifler:
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmayacak.) [Hatib]
(Lutilik mubah sayılmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]
(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmayacak.)[Buhari]
(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmayacak.)[Deylemi]
(Kötüler dünyaya hâkim olmadıkça kıyamet kopmayacak.)[Tirmizi]
(Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmayacak.)[Müslim]
(Allah’a inanan Müslüman kaldığı müddetçe kıyamet kopmayacak.) [Müslim]
Yukarıda bildirilen küçük alametlerin çoğu çıktı. Henüz çıkmamış olan küçük alametlerden bazıları şunlardır:
(Kişi yol kenarında kadınla beraber olacak.) [Hâkim]
(Konuşan hayvanlar olacak.) [Tirmizi]
(Kıyamet alametidir ki, erkek evde yokken kadının yaptıklarını ayakkabısı haber verecektir.) [İ. Ahmed]
Kıyametin büyük alametleri de şunlardır:
(Mehdi gelecek.) [Ebu Nuaym]
(Deccal gelecek.) [İ.E. Şeybe]
(İsa gökten inecek, duman çıkacak, Kâbe yıkılacak.) [Buhari]
(Dabbet-ül-arz çıkacak) [Tirmizi]
(Yecüc ve Mecüc çıkacak.) [İbni Cerir]
(Ateş çıkacak, güneş batıdan doğacak.) [Müslim]
Güneşin batıdan doğmasını, bâtıniler, batılıların Müslüman olması diye tevil etmişlerse de, bu tevilleri bâtıldır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanlar onu görür ve hepsi de iman ederler. Fakat bu imanları fayda vermez.) [Buhari]
Peygamber gaybı bilir mi?
Sual: Misyonerlere aldanan bir genç diyor ki: Hazret-i Muhammed gaybı bilmezdi. Şu âyetler onun gaybı bilmediğini gösteriyor:
“De ki, ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımda demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyedilene uyarım.” (Enam 50)
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları Ondan başkası bilmez.” (Enam 59)
“De ki: gaybı ancak Allah bilir.” (Yunus 20)
“De ki, göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.” (Neml 65)
“Allah gaybı kimseye bildirmez.” (Cin 26)
Bu âyetler açıkça gösteriyor ki, peygamberin gelecek hakkında söyledikleri şeyler yanlıştır, gelecekten haber veren hadislerin hepsi uydurmadır, gerçekle asla ilgisi yoktur.
CEVAP
Misyonerler, 19 cular, vehhabiler, Hansçılar, hep aynı şeyi söylerler. Cin suresindeki 26. âyeti yazıp 27. âyeti gizlerler. Âyetin tamamı şöyledir:
(Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği Resul müstesna.[Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her Peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27] (Beydavi)
Peygamber efendimizin bildirilen gaybları bildiğini bildiren iki âyet meali de şöyledir:
(Allah, müminleri bulunduğu şu durumda bırakmaz, temizi pisten ayırır. Allah size gaybı da bildirmez. Ama Allah Resullerden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah’a ve resullerine inanın, eğer iman eder, müttaki olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.) [Al-i İmran 179]
(O, gaybın bilgilerini [vahiy ile bildirilen gizli şeyleri sizden]esirgemez.) [Tekvir 24]
Resulullah efendimizin gaybdan verdiği haberler çoktur. Bunlardan bir kısmını yukarıda bildirdik.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
Resulullah, mucize olarak kıyamet alametlerini, mesela Hazret-i İsa’nın, Hazret-i Mehdi’nin, Deccal’in geleceklerini ve hadis-i şerifleri inkâr edecek sapıkların da çıkacağını bildirmiştir. İki hadis-i şerif meali:
(Bir zaman gelecek, beni yalanlayanlar çıkacaktır. “Hadisi bırak, Kur'ana bak” diyeceklerdir.) [Ebu Ya’la]
(Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey yok diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
|
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
ALLAH’IN GAYBI BİLDİĞİNİ İNKÂR EDENLERE, KUR’ANÎ DELİLLERLE REDDİYE!
Not: Bir saat sonra kendisinin ne yapacağını ya da kiminle evleneceğini Allah’ın bilemeyeceğini söyleyen mealcilere ve Kur’an’ın Arapça metni üzerinden ‘Kur’ancılık’ yapan modern zâhiriciliğe, Kur’an-ı Kerim’den cevaptır...
Geçmişte, şimdi ve gelecekte her şeyden haberdar olan, ilminde, kudretinde, hikmetinde hiçbir noksanlık bulunmayan, ilmin kaynağı olan, gizli ve açık her şeyi bilen, kullarından asla gâfil olmayan, el-Alîm, es-Semi’, el-Basîr, el-Latîf, el-Habîr, er-Rakîb, el-Azîz, el-Kadîr, el-Muktedir, Allâmu’l Ğuyûb isimlerinin sahibi olan, noksanlıklardan münezzeh ve ekmel sıfatlarla muttasıf olan Yüceler Yücesi Allah Sübhânehu ve Teâlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlar olsun.
Allah’ın bütün gaybları ve gizlilikleri bildiğini iki başlık altında açıklayacağız. Birinci bölümde, konumuza bir sûre ile cevap vereceğiz, ikinci bölümde ise, Kur’an’dan Ayetlerle cevap vereceğiz.
Söze, Rabbimizin Ayeti ile başlayalım: "De ki: 'Göğüslerinizin içinde olanı gizlesiniz de, açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanı da, yerde olanı da O bilir. Allah her şeye kâdirdir.' "
Başka bir Ayette ise: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar ne vakit diriltileceklerini de bilmezler” buyurmaktadır.Bu konuda, bir çırpıda sayılamayacak kadar Ayetler bulunmaktadır. Bütün bu Ayetlerin varlığına rağmen, “Allah gaybı bilmez” diyenlere, bu Ayetleri tekrar sıralayacak değiliz. Biz, o kimselere farklı bir cevap vermek istiyoruz.
Bu meselenin hakikat yönünü Ayetlerin ispat ettiğini tekrar hatırlatmakla beraber, onlara, Allah’ın gaybı bildiğini Leheb Sûresi ile ispat etmek istiyoruz.
Allah, Ebû Leheb’in âkıbetinden haber veriyor…
Rabbimiz, Mekke döneminde Kureyş'in diğer kabilelerinin, Hz. Muhammed'e ve onun kabilesi olan Haşimoğullarına karşı boykot ilan edip, onları muhasara ettikleri bir dönemde Leheb Sûresini indirmiştir. Bu dönemde Peygamberimizin amcası Ebû Leheb, Mekke törelerine aykırı davranarak yeğeninin yanında yer almadı. Mekke'deki diğer müşrik kabileler ile birlik olup öz yeğenine, sırf dininden dolayı düşman kesildi. Haşimoğullarından olup da, Peygamberimizin yanında olmayan tek kişi o idi. Bu sûre, Mekke'nin hemen başında nazil olmuş olsaydı, insanlığa ahlâkî erdemleri ve faziletleri öğretmekle görevli olan bir Peygamberin, kendi amcası aleyhindeki sözleri ayıp karşılanabilirdi.
İbn-i Abbâs radıyallâhu anh şöyle demiştir:“‘Yakın akrabalarını (ve onlardan ihlâsa erdirilen cemaatini) uyar’ Ayeti inince, Rasûlullahaleyhisselâm Safa tepesine çıkıp yükseldi ve: ‘Yâ sabâhâh! (Ey Kureyş, buraya geliniz! Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz!)’ diye seslendi. Kureyş: ‘Bu kimdir?’ dediler, hemen Peygamberin yanına toplandılar. Peygamber onlara: ‘Ne dersiniz? Ben size, şu dağın arkasından bir takım atlar çıkacak, diye haber versem, sizler beni doğrular mısınız?’ buyurdu. Onlar: ‘Biz sende bir yalan tecrübe etmedik’ dediler. Peygamber: ‘Öyleyse ben sizi şiddetli bir azabın önünde bir korkutucu, bir uyarıcıyım’ buyurdu.
Ebû Leheb: تَبًّا لَكَ مَا جَمَعْتَنَا إلاَّ لِهَذاَ؟ ‘Yazık sana! Bizi buraya bunun için mi topladın!’ dedi, sonra kalktı. Bunun üzerine, ‘Tebbet yedâ Ebî Lehebin ve tebbe ve kad tebbe’ sûresi indi. El-A’meş, o gün bu Ayeti bu şekilde okumuştur.”
Henüz genel davetin yeni başladığı günlerde bu sûre gelseydi, davet ederken, akrabalarını kınayan bir Peygamber yadırganabilirdi. Allah'ın her işi hikmetli olduğu için, bu sûreyi, Ebû Leheb'in, yeğenine karşı eziyetlerinde aşırı gittiği bir dönemde indirmiştir. Hem de Ebû Leheb'in suçuna uygun bir cezaya dikkat çekerek… Rasûsullah'a “Tebben leke” (kahrolası, yazık sana, yuh sana!) diyen Ebû Leheb'e, Allah gönderdiği bir sûre ile “Tebbet yedâ Ebî Lehebin ve tebbe” yani “Ebû Leheb’in iki eli kurusun; (zaten) kurudu da” diye karşılık vermiştir. O dönemde herkes, Ebû Leheb'in kendi yeğenine yaptığı eziyet ve zulümleri görmekteydi. Hatta yadırgamaktaydı. Zira o günün geleneklerine göre, bir kabileden bir kişiye karşı bir saldırı olursa, kabiledeki herkes aralarındaki fikir ayrılıklarını bir kenara bırakıp, o kişinin yanında olurlar, onunla birlikte hareket ederlerdi. Ama Ebû Leheb böyle yapmadı ve buna ilaveten onun geçeceği yollara gece karanlığında fark edemeyeceği dikenler döktü, tuzaklar kurdu. Eline geçen her fırsatta Hz. Muhammedaleyhisselâm'a olan düşmanlığını gösterdi. Bütün bunlardan sonra Allah, Kur'anında Mekke müşriklerinden sadece onun adını anarak, onun âkıbetinden haber verdi. Hem de o, henüz hayatta iken... “Tebbet” kelimesinin anlamı; “ölsün, helâk olsun” demektir. Bu kelime bir lanetleme değil, Ebû Leheb'in âkıbetinden, o henüz hayatta iken haber vermektir. Daha Ebû Leheb hayatta olduğu halde geçmiş zaman fiili kullanılmıştır; çünkü vuku bulması kesin olan hâdiseler, geçmiş zaman kipiyle vuku bulmuş gibi anlatılır. Anlamı; Ebû Leheb ölecek ve helâk olacak demektir. Yani Ebû Leheb şirk üzere ölecektir. Rabbimiz, bu şekilde gaybdan haber vermektedir. Bu sûrenin nüzulünden yaklaşık 8 sene sonra Ebû Leheb küfür üzere ölmüştür ve Allah'ın önceden haber verdiği gaybî hâdise gerçekleşmiştir. İnsanların âkıbetlerini Allah'tan başka kimse bilemez. Önceden şirk içinde oldukları halde sonradan iman eden Ebu Süfyan, Ebû Cehil'in oğlu İkrime, Velid b. Muğîre'nin oğlu Halid b. Velid gibi sahabeler de vardır. Fakat Allah, Ebû Leheb'in bu ve benzeri kimseler gibi sonradan iman etmeyeceğini çok iyi bildiği için, onun âkıbetini önceden haber vermeyi irâde buyurmuştur. Farz-ı muhal, Ebû Leheb hakkında Peygamberimizin –vahiy istikâmetinde- bildirdiği bu gaybî haber gerçekleşmeseydi yani Ebû Leheb sonradan iman etseydi; bu durum, müşrikler açısından ciddi bir propaganda malzemesi olurdu. Tabi ki haber verdikleri hususlarda Allah'ı yalancı çıkarmaktan Allah'a sığınırız! Zaten böylesi bir durumun olması imkânsızdır. Allah'ın va'd ettiği hiçbir hâdisenin aksi olmadığı içindir ki, aklından zoru olmadıkça hiçbir müşrik ve kâfir, o konularda Allah'ı yalanlayamamıştır. Rabbimiz, bunun örneklerini Mekke müşrikleri döneminde defalarca somut olarak onlara göstermiştir. Kur'an Ayetleri çağlar üstü bir mucizedir. Görmek isteyenler, O'nun Ayetleri karşısında teslim olmaktan başka bir çare bulamazlar. Ama görmek istemeyenin de kalp gözleri ve basiretleri bağlanır ve hidâyetten nasipsiz kalırlar. Onlara bütün Ayetleri de gösterseniz onlar, aldırış etmeden çeker giderler.
Bu konuyu neden anlattık?
Günümüzde, Allah'ın, gaybı bilemeyeceğini söyleyerek, O'na iftira eden kimseler bulunmaktadır. Onlar şöyle diyorlar: "Allah bizi imtihan etmek için dünyaya gönderdi. Dünyada nasıl amel işleyeceğimizi bilemez. Bilseydi, neden imtihan edecekti? Demek ki Allah, bir saat sonra ya da yarın ne yapacağımızı bilmiyor. Biz, iyilik veya kötülük yaptığımız zaman, O bilmektedir ve kaydetmektedir. Ayrıca buna ilaveten kiminle evleneceğimizi de bilemez..."
Bu yargılara varırken, Kur'an'a mealci ve zâhirici yaklaşıp bazı Ayetlerin murâdı tahrif edilmektedir. Bu Ayetler, erbâbının malumudur... Biz, meselenin özüne temas ediyoruz ve teferruatları açmıyoruz... Az önceki mezkur sözler küfürdür! Bunlar, kader konusunu yorumlarken Allah'a iftira etmektir. Kulun cüz-î irâdesinin önemine işaret ederken, işi çığırından çıkarıp, Allah'ın “el-Alîm” ve “el-Habîr” sıfatlarını inkâr etmektir! Aslında bu küfür, başka küfürlerle de ilintilidir. Bunlardan en önemlisi de, Allah'ın gaybı bildiği gerçeğini inkârdır. “Lâ Ya'lemu'l ğaybe illâ’llah” Yani gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Bu, İslâm’ın temel ilkelerinden birisidir. Bu konuda pek çok Ayetler vardır. Bu Ayetlere rağmen, bir kimse kalkıp da, nasıl “Allah, benim kiminle evleneceğimi bilemez” diyebilir? Allah, Kur’an’ında gaybı ancak kendisinin bildiğini haber vermiyor mu? Peygamberlerine bildirmedikçe, Peygamberlerin dahi gaybı bilme sıfatlarının olmadığını bildirmiyor mu? Bütün bu gerçeklere rağmen, Allah’ı gaybdan habersiz olmakla itham etmek büyük küfür değil midir?
Rabbimiz, Tebbet Sûresini indirdiğinde hayatta olan Ebu Leheb’in küfür üzere öleceğini önceden haber vermedi mi? Bu sûre geldiğinde henüz hayatta olan bu adam, 7-8 sene sonra, aynen Rabbimizin haber verdiği gibi helâk olarak ölmedi mi? Hani Allah, kullarının neler yapacaklarını ve nasıl öleceklerini bilmezdi!
Allah, Ebû Leheb’in küfür üzere öleceğini söylediği gibi, ölümünün de ibretlik bir helâk olacağını haber vermiştir. Bu ikisi aynen gerçekleşmedi mi? Yoksa bazıları, Ebû Leheb’in yatağında sessiz sedasız uykuya dalarak mı öldüğünü sanmaktadırlar?
Allah, Ebû Leheb’e bulaşıcı bir hastalık verdi ve öldüğünde kendi yakınları bile, kendilerine hastalık bulaşmasından korkarak, ondan üç gün boyunca uzak durdular. Cesedi çürüyerek kokmaya yüz tuttuğu bir zamanda, oğulları ücret karşılığında babalarını defnettirmişlerdir. Başka bir rivâyete göre ise, oğulları, birilerine bir hendek kazdırıp, babalarının cesedini sopayla içine itmişler ve üstünü kapatmışlardır. Bu, hem dünyada hem de ahirette helâk olmak değil de nedir? Bu, Allah'ın önceden bildiği ve bildirdiği gayba dair bir haber değil midir?
Allah, Ebû Leheb'in kâfir olarak öleceğini biliyor da, -hâşâ- bazı müşriklerin yarın ne yapacaklarını bilmiyor mu?
Bu sûre, bizlere bir hikaye olarak mı gönderildi; yoksa, Allah’ın insanların âkıbetlerinden haberdar olduğunun açık bir ispatı mıdır?
Rabbimiz, müşrikler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Onlar, Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar. Muhakkak Allah güçlüdür, Azîz'dir (hükmüne kimse karşı koyamaz).”
“Her şeyin egemenlik ve tasarrufu elinde bulunan (Allah)ın şânı ne yücedir! O münezzehtir. Yalnız O'na döndürüleceksiniz.”
“Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın Rabbi (o müşriklerin) niteleyegeldiklerinden münezzehtir (yücedir).”
Kur’an’da Rabbimiz, gaybı ve her şeyi bildiğini, gaybı dilediği peygamberlerine bildirdiğini , evreni yaratmadan önce bile ileride gerçekleşecek olan her şeyden haberdar olduğunu ve olacak her şeyi bir kitap’ta yazdığını , insanların kalplerinden geçenleri bildiğini , kâinatta bir yaprağın dahi kendi bilgisinin dışında düşmediğini , kulun gerek irâdî fiillerine taalluk eden durumlar olsun, gerekse insanın irâdesi ve bilgisi dışında gerçekleşen hâdiseler olsun, bütün her şeyi zaman ve mekana bağlı olmaksızın eksiksiz olarak bildiğini haber vermektedir. Zamansallık ve mekansallık Allah için muhaldir. Yani Allah, zaman ve mekana bağlı da değildir, muhtaç da değildir. Rabbimiz, evrenin ve insanların yaratılmasından önce, zaman ve mekan kavramını yaratmadığı dönemde de ilim sahibi idi ve O’nun ilminde asla bir noksanlık yoktu; olamaz da… Kullarının irâdî fiillerine bağlı olan amellerinden habersiz olduğunu, kul amel etmeden, onun imtihan alanındaki geleceğini Allah’ın bilmediğini iddia etmek; Allah’ın ilim sıfatına noksanlık izâfe etmek ve dolayısıyla da, O’nun ilim sıfatını inkâr etmek demektir. Allah, zâtı ve sıfatları ile ezelîdir. Allah’ın, kullarını yaratıp imtihan etmeden, onların imtihanları esnasında neler yapacaklarını bilmediğini, ancak imtihan ederek, onların neler yaptıklarını öğrendiğini söylemek; Allah’ın sıfatlarının ezelî olmadığını söylemek anlamına gelir! Rabbimizin, kullarına verdiği cüz-î irâdeyi, onların zaman ve mekana bağlı olarak işledikleri iyi veya kötü amelleri esnasında öğrendiğini söylemek; Allah’ı zaman ve mekandan münezzeh görmemek, yaratılmışlar için geçerli olan zaman ve mekanla mahdûd olduğunu iddia etmek demektir. Bu da, Allah’ı mahlûkâta benzetmektir ki, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O her şeyi işitendir, görendir” Ayetindeki manayı inkâr etmek demektir! Diğer bir ifadeyle, Allah’ın, bizzat kendisinin insana bahşettiği irâdeyi, kullarının nasıl kullanacağı konusunda bilgisiz olduğunu söyleyecek kadar büyük bir çıkmaza ve çelişkiye düşmek demektir!
Kullarının irâdelerine bağlı fiillerini Allah’ın bilemeyeceğini söyleyenler, Kur’anda geçen bazı Ayetlerin zâhirlerine dayanarak zâhiricilik yapmaktadırlar. O Ayetlerde şu ifadeler geçmektedir: وَلَمَّا يَعْلَمِ اللهُ (…Allah bilmeden…) ,حَتَّى نَعْلَمَ (…Biz, bilinceye kadar…) , لِنَعْلَمَ (…Bilelim diye/bilmemiz için…) , وَلِيَعْلَمَ اللهُ(Allah’ın bilmesi için) …
Bu kelimelerin geçtiği, birkaç Ayet hatırlatalım:
“Yoksa siz, Allah içinizden cihâd edenlerle sabredenleri bilmeden (belli etmeden), cennete girivereceğinizi mi sandınız?” , “Andolsun ki, Biz içinizden mücâhidleri ve sabredenleri bilinceye (ortaya çıkarıncaya) ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar imtihan edeceğiz.” , “Eğer (Uhud’da) size bir yara dokunduysa, o topluluğa da (Bedir’de) öylece bir yara dokunmuştur. O günleri; Biz insanlar arasında döndürür dururuz. Tâ ki Allah, mü’minleri bilsin (ayırt etsin). Aranızdan şâhidler edinsin. Allah, zâlimleri sevmez.”
Bu ifadelere zâhirî olarak ilk anlamlarına göre mana vermek, Kur’an’a parçacı ve usulsüz bir yaklaşımdır. Allah, pek çok Ayette bizlere, bizim anlayışımıza uygun kelimelerle hitâp etmiştir. O Ayetlerin zâhirlerine bakarak, Allah’ın da bizim gibi olduğu söylenemez. Ayetlerdeki kelimeler, her zaman ilk anlamları ile kullanılmazlar. Kur’anda yan anlamlar, mecâz, kinâye, teşbih ve temsiller bulunmaktadır. Kur’an’ın garîb, mübhem, muğlak vb. kelimelerinin anlamlarını bilmeden, müteşâbihlerini muhkemlere ircâ etmeden doğru anlaşılması mümkün olmaz. Ayetleri doğru anlamak için, bir Ayetin, Kur’an’daki konu bütünlüğünü ve Ayetlerin siyâk ve sibâk dediğimiz bağlam bütünlüğünü dikkate almamız gerekir. Hepsinden önemlisi, Ayetleri Rasûlullah’ın Hadislerine ve Selef alimlerinin açıklamalarına göre anlamalıyız. Selef’in dediklerine aykırı bir takım görüşler uydurmamalıyız! Allah, Kur’anda pek çok Ayetinde ilminin her şeyi kuşattığını, her şeyi bildiğini ve evreni yaratmadan önce de, yarattıktan sonra da hiçbir şeyden habersiz olmadığını, mahlûkâtı yaratmadan önce ileride olacak her şeyi yazıp takdir ettiğini söylerken; bahsi geçen Ayetlere, Allah’ın, yarattığı kullarının aklından geçenler ve hâlihazırdaki yaptıkları hâriç olmak üzere, gabya ait fiillerinden habersiz olduğu şeklinde anlam vermek, Kur’an’ın açık buyruklarına rağmen, Ayetleri tahrif etmek değil midir? Bu iddianın, Kur’an ile çelişmesi bir yana, akıl taşıyan bir insandan bu sözler sâdır olabilir mi!
Şu noktayı da hatırlatmak yerinde olacaktır. Kur’an ve Hadislerde ahiretten kesitler sunulmaktadır; cennet ve cehennemden gaybî sahneler anlatılmaktadır. Allah, bu dünyada imtihan olan kullarının bir saat sonra ya da yarın ne yapacaklarını, sonunda nasıl öleceklerini bilmiyorsa; cennetliklerle ve cehennemlikle ilgili, tahminî ya da hayali haberler mi vermektedir! Hadislerde geçen, Peygamberimiz döneminde henüz hayattaki kişilerin âkıbetleri ile ilgili haberleri, ahir zaman toplumunun özellikleri ve ahir zamanda gelecek insanların sıfatlarıyla ilgili haberleri, kıyametin kopmasından sonra gerçekleşecek, cennet ve cehennemle son bulacak çok sayıdaki olaylar hakkında vârid olan haberleri nereye koyacağız? Bunları nasıl görmemezlikten geleceğiz? Bir insan, Kur’an ve Sünneti bir kenara atmadıkça, gerçeklere karşı kör olamaz!
“Muhakkak size Rabbinizden basiretler (açık belgeler) gelmiştir. Artık kim görürse kendi lehine, kimde (hakkı) görmezse kendi aleyhinedir. Ben üzerinizde bir gözetleyici değilim.”
Allah’ı, bilgisilik, habersizlik, gaflet ve gaybı bilmemek gibi noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Kur’an, insanların gelecekleriyle alâkalı her şeylerini Allah’ın mutlak anlamda bildiğine dair çok sayıda deliller sunmaktadır.
Rabbimiz kendisini bize nasıl tanıttıysa, O’na, o şekilde, şânına yakışır biçimde iman ettik. Biz yalnız O’na dayandık, güvendik, teslim olduk. O, Sübhân’dır ve müşriklerin nitelemelerinden münezzehtir ve çok yücedir…
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 67 ziyaretçi (75 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|