|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
SİNSİ DÜŞMAN: ŞİBLİ NUMANÎ Tasavvuf düşmanlarının tamamı İbni Teymiyyeci, mezhebsizler ve Felsefeciler İmâm-ı Gazâlî hazretlerine düşmandırlar. Elimize «İSLÂM'IN FİKİR KILICI GAZALİ» isimli tercüme bir kitap geçti. Bu kitapta İmâm-ı Gazâlî anormal şekilde övülüyor. 250 sayfalık bu kitabın çeşitli yerlerine sinsice serpiştirilmiş tenkid ve iftiralara rastladık. Ehl-i sünnet âlimlerine alenen veya sinsice saldıran nasipsizlerin hezeyanlarını yadırgamadık. Ama böyle bir kitabın, Ehl-i sünnet olarak tanıdığımız bir kitabevi tarafından tercüme ettirilişine hayret ettik. Kitabın mütercimi Yusuf Karaca, yazdığı önsözde kitap hakkında şöyle diyor: «Böyle bir eserin Şiblî gibi hayretengiz bir âlim tarafından yazılması ve İmâm Muhammed Hâmid Gazâlî gibi fikir kâinatında kanatlı kuş gibi uçan, madde ve mânâ sırlarına âşinâ olma derecesine ulaştırılmış bu sebeple de Hüccetül İslâm ünvanı verilmiş dâhiyi anlatması esere çok büyük bir değer kazandırmış ve tercümesi güç yapılabilir bir ağırlık vermiştir.» Müellif Şiblî Numanî ise önsözünde bu kitabı yazarken Prof. S. Munk isimli bir kâfirin yazdığı «İslâm ve Yahudi Felsefesi Arasındaki Bağ» isimli kitaptan faydalandığını, yer yer ona atıflarda bulunduğunu intâk-ı Hak kabilinden açıklamaktadır. Bir kâfirin İmâm-ı Gazâlî hakkında söylediği sözler nasıl senet olabilir de yer yer atıflarda bulunabiliyor? En fecisi de bu vaziyet bilindiği halde böyle bir kitap Türkçeye nasıl tercüme ediliyor? Hayret etmemek imkânsız değil mi? Sinsi düşman Şiblî, İmâm-ı Gazâli'yi överek işe başlıyor. Önce hocası İmâm el Haremeynin Imâm-ı Gazâlî için «ÇAĞLAYAN IRMAK» dediğini kaydettikten sonra şöyle ilâve ediyor: «Ama daha sonra Gazâli'nin yüceldiği mertebeye İmâm el Haremeyn'in kendisi bile ulaşamamıştır.» (S. 15) -Övmeye devam ediyor: «İslâm dünyasında onun seviyesinde bir ilim adamı yoktu.» (S. 16) S. 20'de ise şöyle diyor: «Her ilmî ve fikrî çatışmada İmâm Gazâlî üstün geldi.» İmâm-ı Gazâli'nin daha genç sayılan bir yaşta vefât edişi için naklettiği ifade dehşet vericidir: «Fakat ölüm acele etti.» Ölüm hâdisesi Azrail aleyhisselâm vasıtası ile olur. O da Allahü teâlâ'nın emri ile canları alır. Bu acele etme sözü, akılsızlara ait çok abes ve çirkin bir ifadedir. Cenâb-ı Hakk'ın takdiri için erken veya geç gibi ifadeler kullanmak, ancak İmâm-ı Gazâlî düşmanlarına uygun bir ifadedir. Şiblî, İmâm-ı Gazâli'nin dîne olan bağlılığını şöyle ifade etmektedir: «Gazâlî hazretleri, her geçen gün dinî hakikatlerin sarsılıp gittiğini, felsefe ve akılcılığın karşısında dinî âkidelerin ifadesiz kaldığını görünce uzlet ve inziva çemberinden çıkmaya karar verdi.» (S. 31) Uzleti çember olarak tarif etmesi bir tarafa dinî âkidelerin ifadesizliğinden bahsetmesi affedilmez bir suçtur. Din, felsefe ve diğer bütün bâtıl sistemlerin karşısında ifadesiz kalmaz. Eğer dinî anlayıp anlatacak kimse kalmamışsa, kabahat dinde değildir. İmâm-ı Gazâlî, hâşâ dinden üstün mü de dinî âkideler ifadesiz kalınca ortaya çıkıyor? Edepsizliğin böylesi hiç görülmüş müdür? Şiblî musibeti, İmâm-ı Gazâli'yi hâşâ imâm-ı A'zam'ın düşmanı gibi göstererek şöyle diyor: «Gazâlî, gençliğinin ilk sıralarında fıkh usulü hakkında yazdığı Menhûl isimli kitabının bir yerinde İmâm-ı A'zam hazretlerine ÇOK ŞİDDETLİ bir hücumda bulunmuş, onun sânına yakışmayan SON DERECE AĞIR sözler kullanmıştı. Gazâlî hazretlerinin düşmanları için bu iyi bir fırsattı.» (S. 32) Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemenin, onlara hücum etmenin küfür olduğu âkaid kitaplarında yazılıdır. S. 33'deki dipnotun devamında ise şöyle yazıyor: «İmâm-ı A'zam hakkındaki uygun olmayan sözler, asla onun Tasavvuf ve Dünya ile ilgisini kestiği devresinin olamaz. Çünkü o bu çeşit yazılar yazmaktan kat'i olarak tövbe etmişti. MÜKATEBAT'da şunu da yazmaktadır ki, Gazâlî hazretleri, İmâm-ı A'zam hakkında BEN ASLA UYGUNSUZ SÖZ SÖYLEMEDİM diye red ettiğini yazmıştır. Böyle olunca da İmâm-ı A'zam hakkındaki o satırlar ya başkalarının ilavesidir, yahutta Gazâli'nin gençlik devresinin eseridir.» (S. 34) Sayfa 36'da ise İmâm-ı Gazâli'nin su sözünü naklediyor : «Benim İmâm-ı A'zam'ı kötülediğîm görüşü meşhur edilmiştir. Tamamen yanlıştır. İmâm-ı A'zam hakkındaki kanaatimi İhya-el-Ulûm adlı kitabımda yazdım. Ben önü fıkıh ilmînde zamanın en mümtaz şahsiyeti olarak kabul ediyorum.» İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı A'zam hakkında «BİRŞEY SÖYLEMEDİM» diyor. Sözü senet olduğu için yani Hüccetülislâm olduğu için ona «Yalan söylüyorsun» diyemeyiz. Şu halde bu İmâm-ı Gazâlî'ye iftiradır. Fakat Şiblî ne diyor? «Bu satırlar ya başkalarının ilavesidir, yahutta Gazâlî'nin gençlik devresinin eseridir.» Yani Şiblî demek istiyor ki, «Gazâlî bunu gençlik yıllarında yazdı, şimdi inkâr ediyor, yalan söylüyor.» Öyle ya, İmâm-ı Gazâlî ben böyle bir şey yazmadım, söylemedim derken, sen onu gençlik yıllarında yazdın demek ne demektir? Yalan söylüyorsun demek değil mi? Şiblî, Bağdat Halifesi M. Billâh'ın bir sözünü naklediyor, ifade şöyledir: «Zamanın seçkini, İslâm'ın senedi, dinîn süsü, yüce zad, Ebû Muhammed Gazâlî'den başkası bu işi idare edemez. Çünkü o dünyanın en değerlisi, insanlığın örneği, devrin paha biçilmez cevheridir.» (S. 39) Şiblî'ye sormak gerekir: Ne biçim cevher ki, hâşâ gençlik devrinde yazdığını inkâr ediyor? Vefâtı hakkındaki bir hâdiseyi de şöyle naklediyor: «Gazâlî sabah vakti uykudan uyanıp yatağından kalktı. Abdest alıp namazını kıldı. Sonra kefen istedi ve gözlerine sürerek şöyle dedi: (EFENDİMİN EMRİ BAŞIM GÖZÜM ÜSTÜNE) dedi ve ayaklarını uzattı, baktılar ki nefes bitmiş.» (S. 40) Fakat Şiblî gibilerine göre hâşâ «Ölüm acele etti.» Şiblî, İmâm-ı Gazâli'nin kitapları için şöyle diyor: «Yazdığı her eser, konusunda emsalsizdir. Söyleyen ne kadar doğru söylemiş: BU SAADET BU YÜCELİK, BİLEK KUVVETİ (maddî kuvvet) İLE ELDE EDİLMİŞ DEĞİLDİR.» Şiblî İHYA için şöyle diyor: «Muhaddis Zeynüddin Irakî'nin ifadesine göre, GAZÂLİ'NİN İHYA-EL ULÛM'U İSLÂM'IN EN ÜSTÜN ESERLERİNDENDİR.» (S. 51) 61. sayfada ise şöyle diyor: «Bütün İslâm âlimleri, bu eseri ilâhi ilhamlarla yazılmış bir kitap olarak kabul etmişlerdir.» (S. 61) Ş. 62'de ise şöyle diyor Mösyö Şiblî: «İhya-el-Ulûm'da herkesle ilgili bir özellik vardır: Okuyanın kalbinde tarifi zor bir tesir meydana gelir. Her konu kalbde neşter gibi yer eder, her mesele sihir gibi iz bırakır, her kelimesinde inşanı vecd hali kaplar, bunun en büyük sebebi, Gazâlî hazretleri bu kitabı yazdığı zaman İlâhi tesirlerin neş'esi ile sarhoş olduğu bir sırada yazmasındandır.» (S. 62) Sinsi düşman Şiblî, İslâm filozofları tabirini kullanmaktan çekinmediği kitabında İHYA'nın Ahlâk Felsefesi diye bir bölüm ayırmış iftiralarını kusuyor ve şöyle diyor: «Gazâlî ahlâk felsefesinin başlangıç kaidelerini tamamen Yunan filozoflarından almıştır.» '(S. 77) İmâm-ı Gazâli'nin prensibi bellidir: Bir fikrî nerden almışsa ismiyle birlikte zikreder. Şiblî'nin iftirası «Kur'ân'daki hukuk, Roma Hukukundan alınmadır.» diyenlerin iftirasına benzemektedir. Sonra İmâm-ı Gazâli'nin ahlâk felsefesi diye bir şeyi yoktu. O, dinîmizin emrettiği ahlâkı anlatmıştı. Anlattıkları kendi içtihatları idi. İmâm-ı Gazâlî, ahlâkı dörde ayırmış. Şiblî üçe ayırmış. İlim, öfke, şehvet diyor. İmâm-ı Gazâlî de buna ilâveten bir de adalet var diyor. Şiblî ise dipnotta «Bizce bu doğru değildir.» (S. 79) diyor. Sanki ahlâklı insan adaletli olmaz gibi bir tutum içinde Mösyö Şiblî, İmâm-ı Gazâli'nin yanlışını bulmuş gibi bir tavır takınmış. Bu kadar övgülerden sonra yavaş yavaş tenkide geçiyor, İmâm-ı Gazâlî böyle demişse de meselenin doğrusu şudur gibi ifadelerle sinsice tenkidini yapıyor. İmâm-ı Gazâli'nin pek çok muhalifi olduğunu bahsediyor. Muhaliflerin arasında İbni Teymiyye ve İbni Kayyim gibi mezhepsizleri de sayıyor. Sonra da bu âlimleri ilim ve irfanda üstün diye tavsif ediyor. Mezhepsizleri böyle övmekle kimliğini meydana çıkarıyor Şiblî. (S. 240) Şöyle tuhaf bir cümle sarfediyor : «Gazâli'nin ortaya attığı pekçok meseleler, İbni Sina'nın görüş ve düşüncelerine dayanır.» (S. 247) İlim ehli bilir ki, İmâm-ı Gazâlî İbni Sina'yı küfürle suçlamıştır. Şiblî, çok yüksek seviyeli dediği birisinden İmâm-ı Gazâlî hakkında, şöyle bir nakil yapıyor : «Hemen hemen din dairesinden çıkmaya başlamıştı. İhya-el Ulûm'u yazdı, ama tasavvufta tam bir bilgi ve mahareti olmadığı için ağzı üstüne kapaklanıp düştü. Ve bütün kitaba uydurma hadîsleri doldurdu.» (S. 248) Sonunda hain Şiblî, zehirini şöyle kusuyor : «Nihâyet şunu da itiraf etmek gerekir ki, Gazâli'nin bazı eserlerinin, bazı sözleri tenkid edilmeye müsaittir, Meselâ İhya-el Ulûm'da hadîsleri naklederken fazlaca tedbirsizlik yapılmış olup yüzlerce, BİNLERCE zayıf ve uydurma hadîsler nakletmiştir ki hadîs kitaplarının hiçbir yerinde bunların izine rastlanamaz. Hattâ hadîslerden ibaret değil, eski din büyükleri hakkında yazdığı olayların çoğu hakiki olmaktan uzak ve akıldan ıraktır. Avam denilen halk tabakasından başka hiçbir kimse bunlara inanamaz.» (S. 249-250) Şiblî, diğer bütün mezhepsizler gibi iftira ve isnatlarına şöyle bir kılıf geçiriyor: «Her ne olursa olsun Gazâlî hazretleri İmâm idi, Peygamber değildi. Peygamberden başka kimse ismet mertebesini elde edemez.» (S. 250) Bütün mezhepsizler aynı taktiği kullanırlar. Ehl-i sünnet âlimlerini önce göklere çıkarırlar, sonra yerin dibine indirirler, arkasından da «Peygamber değil ya elbette tenkid edilir» derler. Bre mezhepsizler, bizler hangi ehl-i sünnet âlimine Peygamber dedik ki? Hiç bir delil göstermeden İhya'da binlerce mevzu hadîs olduğunu utanmadan söyleyebiliyorsunuz. Değil bin tane, bir tanesinin mevzu olduğunu acaba gösterebilir misiniz? Mezhepsize göre mevzu olabilir. Zaten mezhepsize göre mezhepler de mevzudur, bid'attır, hurafedir, parçalanmadır. Mezhepsizlerin ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına hücum etmelerini yadırgamıyoruz. Ancak buna âlet olan müslümanlara hayret ediyoruz. Üçyüzbin hadîs-i şerîf’i ravileri ile birlikte bilen ve Hüccetül İslâm unvanını alan İmâm-ı Gazâlî gibi bir ehl-i sünnet büyüğünün kitabında mevzu hadîs olduğunu söylemek ehl-i insafın işi değildir. Evet İmâm-ı Gazâlî Peygamber değildi, hata etmesi caizdir. Ancak caiz demek hata etti demek değildir. Peygamberlerin bile yanılmaları caizdir. Caiz kelimesinin arkasına sığınıp önüne gelene çamur atmak mezhepsizlere has bir taktiktir. Allahü teâlâ ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatan mezhepsizlerin şerrinden bizleri muhafaza buyursun. Amin..
Kur’an varken Mezheplerde Neymiş Diyenler …19
KasYazar: admin Kategori: Abdulaziz Bayındır, Hayrettin Karaman, Mezhepsizler, Mustafa İslamoğlu
Youtube daki bir videosunda Mezhep imamları çoğu yerde Hata etmiştir mezhep gereksizdir gibi laf eden ismi cismi Malum şahıs başka bir videoda da mezhep imamlarının fetvalarını ictihadlarını yüzü kızarmadan anlatabiliyor. Bu gibilerin laf ebelikleri kurnazlıkları bitmez. Eğer Ayetten bir mana çıkaramadıysa hadislere bakmak yerine selef Alimlerin kitaplarına bakmak yerine kendi gibi Bid’at ehli gecmişleri ve görüşleri 200 seneye dayanmayan tam Ehli Sünnet dışı kiap sahibi kişilerin görüşlerine bakıyorlar. Eğer mana çıkarabilirlerse Hadislere dahi gerek duymayıp mezhep imamların çıkardığı hükümleride hiçe sayıyorlar.
Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymak, mezhep imamlarımızın bildirdiklerine uymak, başkalarının sözünü Allah’ın sözüne tercih etmek olmaz. Bu mezhepsizlerin kullandığı, alçakça demagojik bir taktiktir. Kendisi, Kur’an mealinden bir şey okuyor, bir şey anlıyor, bunun adı Kur’an oluyor, ama Peygamber efendimizin veya mezhep imamlarımızın Kur’an-ı kerimden anladığı hâşâ Kur’an’dan farklı oluyor. Bu nasıl sapıklık, akıl alacak gibi değil.
(Niye Allah kelamına değil de, başka kaynaklara bakıyorsunuz?) diyorlar. Bu dinin sahibi, peygamberi, Allahü teâlânın habibi Resulullah efendimizin veya Onun vârisleri olan mezhep imamlarımızın anladıkları Kur’an’dan ayrı bir şey oluyor da, bizim Kur’an’dan anlayacağımız nasıl din oluyor? Bizim anladığımız senet oluyor, Resulullah’ın ve onun vârisleri olan âlimlerin anladıkları nasıl sapıklık oluyor?
Din nakle dayanır, kendi anladıklarımız dinde senet olmaz. Kendi anladıklarımıza, (Kur’an böyledir) denmez. Denirse insan sayısı kadar farklı görüş meydana çıkar. Ortada din diye bir şey kalmaz. Allah Teala bizlere acıdıki bu gibilerden dini getirmedi… Yoksa DİN NAMINA BİRŞEY KALMAZDI !!!
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: Abdulaziz Bayındır, mustafa islamoğluComments (1)
Bu Hükümet’ de Bunu yaparsa ne diyelim…18
KasYazar: admin Kategori: Genel
Bu Hükümet Bunu yaparsa ne diyelim… Gavur yapsa adamın zoruna gitmez…şayet yaparlarsa..
Zorunlu eğitim ve bulûğa eren kızlar …
Biliyorsunuz, “zorunlu eğitim”in “kesintisiz olarak sekiz yıl”a çıkarılması uygulaması “28 Şubat süreci”nin bir ürünü idi. O süreci çok iyi takip etmiş biri olarak, bugün gelinen noktada nasıl da pek çok şeyi unuttuğumuzu görmenin üzüntüsünü yaşıyorum.
Eski Akit’in okuyucuları hatırlar, olayın unutulmaması amacıyla tarihe bir not düşmek maksadıyla hazırladığım “Kesintisiz Cinayeti” adlı kitap, gazete tarafından promosyon olarak dağıtılmıştı. Bu kitabı neden hazırladığımı anlattığım önsözde yer alan gerekçelerden bir cümleyi hatırlatmak istiyorum:
“Bir gün, bugün yaşananlar anlatıldığında, aydınlık ufuklara sahip nesillerin, masal sanmaması için, bir ispat belgesi olması için hazırladım.”
İşte böyle demiştim. Amacımız neydi? “Yaşanan süreci unutmamak”, o süreçte yanan yüreklerin ızdırabını gelecek kuşaklara aktarmak ve sürecin getirdikleri devam ettiği müddetçe, getirilen o “şeyler”i asla “içselleştirmemek”le “özgürlük” alanını geri kazanmaya katkıda bulunmak…
Ancak bugün gelinen noktadan baktığımızda, sanki “28 Şubat süreci” diye bir “zulüm mekanizması” hiç yaşanmamış gibi bir benimsemişlik, ya da umursamazlık görüyoruz. Yine bu kapsamda, zorunlu eğitimin sekiz yıl kesintisiz olarak uygulanmasına karşı da herhangi bir yeni düzenlemeye gitme çabasını görmüyoruz. Hatta öyle ki, Hükümet kanadından zaman zaman zorunlu eğitimin oniki yıla çıkarılacağına dair açıklamalar basında yer alıyor.
Gelinen noktada ise bambaşka bir “sorun”la karşılaşıyoruz. İşin “özgürlük” ya da “eğitim” ve benzeri boyutlarını bir kenara bırakalım. Sırf bu sorun bile Hükümetin omzunda, acilen çözülmesi gereken büyük bir yük olarak durmaktadır. Ne yapılacaksa yapılmalı, bu sorun bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır.
Şimdi bir babanın feryadını dinleyelim. Diyor ki o baba:
“- Benim kızım bülûğ çağına erdi. Ama daha hâlâ zorunlu eğitimi bitmiş değil. Bülûğa erdiği andan itibaren de İslam’ın ‘tesettür’ emrine muhatap. Ama başörtüsüyle ilköğretime devam etmesi yasal olarak imkânsız. Şimdi ben ne yapacağım? Kızımın, başını açarak okuluna devam etmesini istesem, onu ateşe atmış olacağım; ki o zaman ‘ailenizi ateşten koruyun’ ayet-i kerimesinin gereğini terk etmiş, tesettürü emreden ayetlerin hükmüne muhalefet etmiş oluruz. Okuldan alsam, bu sefer yasalar yakama yapışır; hatta Anayasaya geçtiğimiz referandumda eklenen ‘çocukların istismar edilmemesi’ maddesi gereği devlet çocuğumu benden alarak zorla başını açtırır ve okutur. Nitekim bir Hükümet yetkilisi (Zafer Üskül), Urfa’da yaşanan bir tesettür vakası vesilesiyle bunu açıkça ifade etmişti. Bana bir çare lütfen!”
DETAYLAR >>>
Bu Yazıyı PAylaş ...
Comments (0)
“Bunlardan Saldırdıkları Camiler ve Namusları için intikam alsınlar ” (Türkçe altyazı)16
KasYazar: admin Kategori: Caferiler, Husiler, Nusayri Rejimi, Nusayriler, Şia (Şii Mezhebi), Şii Hizbullah, Şii Oluşumlar, Şii-Husi Hareketi
Bu genç kardeşimiz malesef kısa süre sonra Şehid olmuştur..
Türkiyede’ki Caferiler Sözde Ehli beytciyim diyen Hainler Defaatle sitelerinde ve konferanslarındaESED rejimini hala desteklemekteler.. Biz biliyoruz ve yakından şahidiz ki Suriye’de onlarca Genç kızların tecavüze uğradıklarını bilmekte camilerin ise harap edildiklerini gördükçe sevinmekteler. Ama Allah Teala Zalimlere uzak olmadığı gibi yardımıda uzak değil çok yakındır. Tarihlerinde 1 kafir milletle bile savaşı olmayan bu Ümmetin Yahudileri olan Şii Grupları Rasulullah Efendimiz Haber vermiştir. Cehennem köpeklerini olduklarını 1400 sene evvelden bildirmiş Akibette muttakilerin olacağını Allahımız (celle Celaluhu) söz vermiştir. Ümmetin tüm işleride Olan bitenlerede Efendimiz (s.a.v) şahiddir.
” YA RASULALLAH, ÜMMETİN DARDA, SAHABİLERİNİ CANI GİBİ SEVEN ÜMMETİN Sırf isimleri Ömer, Osman, Ebubekir, Aişe Diye ŞEHİD OLMAKTA … YETİŞ YA MUHAMMED YETİŞ YA RASULALLAH …
Peygamber ve onunla beraber müminler: “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır (2, 124)
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: +18, Katlim görüntüleri, Şia ve yavuz sultan selim, Şii Savaşları, Şiiler kimdlerdir, syhiaComments (0)
+18: Esed ‘in Şii Askerlerinden Sünni Müslümanlara İşkence…16
KasYazar: admin Kategori: Nusayri Rejimi, Şia (Şii Mezhebi)
Şii Suriye askerleri, polisleri ve Baas cıların işkenceleri bunlar insanın kanını donduran Görüntüler ama bizlerin sadece seyretmekle yetindiği görüntüler bunlar …..
Ölünceye kadar işkence edilen ve dişleri sökülen bir Humuslu (+18)
VİDEOLAR DEVAMINDA …
DETAYLAR >>>
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: şialar, şii katliamlarıComments (0)
Şii Husi Hareketinden Yani Hamde : Bağımsız Bölge16
KasYazar: admin Kategori: Husiler, Şii-Husi Hareketi
El Reşid Araştırmalar Merkezi’nin haberine göre Yemen’in kuzeybatısındaki Hucce eyaletinde Husi hareketinin geniş çaplı hareketliliklerde bulunduğu bildirildi. Es Siyase gazetesine dayandırılan haberde yüzlerce Husi teröristin bölgedeki birçok köy ve kasabayı kontrolü altına geçirdiği, ülkedeki halk devrimini fırsat bilerek bağımsız bir bölge oluşturmak için çalışmalarını yoğunlaştırdığı kaydedildi.
Buna göre Kehlan eş Şeref müdürlüğüne (vilayet) başta olmak üzere birçok bölgeye bağlı 13 köyden müteşekkil bölge kontrol altına alındı. Husi liderinin yardımcısı Yusuf el Medani’nin 400 kişilik bir grupla Mestebe bölgesine gittiği, 150 kişilik bir diğer grubun Sa’da’ya gittiği nakledildi. Ellerinde uçaksavar, ağır, orta ve hafif ölçekli silahların bulunduğu grup Kehlan eş Şeref bölgesindeki Beni Ceb aşireti ile çatışmaya girdiği, neticede altı kişinin şehit edildiği haberine yer verildi. Husi teröristlerin şehit ettiği altı kişinin Yemen’deki İhvanul Müslimin (Müslüman Kardeşler) teşkilatının siyasi kanadı olan el Islah Partisi mensubu oldukları kaydedildi.
Husilerin Sa’da eyaletine yakın Hucce eyaletini kontrol etmeleri stratejik önem taşıyor; zira burası da tıpkı Sa’da gibi Suudi Arabistan’a yakın sınır bölgesi.
DETAYLAR >>>
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: husiler, Husiler kimlerdir, Şii husiComments (0)
Esed, 100 Milyon $ Karşılığı GOLAN TEPELERİ’ni İsrail’e Sattı16
KasYazar: admin Kategori: Nusayri Rejimi, Nusayriler
Mısır’ın öldürülen eski devlet başkanı Enver Sedat’ın yakın arkadaşı olan Dr. Mahmut Cami’nnin yazdığı “Bildiğim Sedat” adlı kitabında Hafız el Esed ile ilgili şok bilgilere yer verdi. Kitapta Hafız Esed’in 1967 savaşında 100 milyon Amerikan doları karşılığında Golan Tepelerini İsrail’e sattığı ileri sürülüyor. Bir dönemin en önemli ismi olan Sedat’ın söylediklerini Lübnan eski Cumhurbaşkanı Cemayel de doğruluyor.
Mısır’daki ilk Danışma Konseyi’nin üyesi olan Dr. Cami’nin kaleme aldığı “Bildiğim Sedat” adlı kitabında mezkur anlaşmadaki parayı Rıfat el Esed ile kardeşi Hafız Esed’in aldığı ve bir İsviçre bankasında çek olarak muhafaza edildiğini söyledi. Kitapta şunlar yazılıyor:
“Bir gün sabah Sedat beni yanına aldı özel olarak ve yanımızda hiçbir koruma olmaksızın (Suriye’nin bir parçası olan) Golan Tepelerine gittim. Allah’a yemin ederim ki kendisi elini omzuma koydu ve birlikte Golan Tepelerine karşı duruyorduk. Şunları söyledi: Bak Mahmut. Burası Golan. İsrail bile olsa herhangi bir güç burayı kolaylıkla ele geçirebilir mi? ” Cevaben Sedat’a bunun imkansız olduğunu söyledim. O da bana dedi ki: Sana çok tehlikeli ve gizli bir şey söyleyeceğim.Golan Tepeleri İsrail tarafından 100 milyon dolar karşılığı satın alındı. Hem Hafız Esed hem de Rıfat Esed tarafından alınan bu para bir İsviçre Bankasındaki hesaplarına yatırıldı.”
O zaman bunun bedeli Suriye Savunma Bakanı olan Hafız Esed’in 1967 Haziran savaşında Golan Tepelerinde bulunan güçlerini hemen çekmesiydi. Esed bu anlaşma gereği tek bir kurşun bile atılmaksızın güçlerini çekti ve Golan Tepelerini İsrail’e teslim etti.
“Bu olaya ve yaşananlara dair tanıklık yapabilirim. 1999 yılına kadar bana verilen bu sırra sadık kaldım. Ta ki “Bildiğim Sedat” adlı kitabımda üstü kapalı bir şekilde işaret edinceye kadar. Burada da tüm detaylara yer vermedim. 2006 yılında el Mihvar adlı televizyon kanalına konuk olarak katıldım. Burada dürüst bir şekilde olaya dair bildiğim her şeyi anlattım. Öyle ki (sunucu) Mutaz bile duyduklarından şok oldu.” diye yazdı Dr. Cami.
DETAYLAR >>>
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: Bşar esad, esed kimdir, Golan Tepeleri, İsrail haberleri, Suriye haberleri, Yahudi haberComments (0)
Suriye’de Protestocular’ın Esad’ın Şii Askerleri tarafından gözaltına alınması ve Toplu İnfaz edilişi.!!!15
KasYazar: admin Kategori: Nusayri Rejimi, Şia (Şii Mezhebi)
Bu video Özellikle Türkiye’den Suriyeye BEŞAR ESAD’a Tam destek veren CAFERi ve Şİİ Gruplara Kapak Olsun … Buralarda Sözde Kardeşiz Havası estiren Manada İçten içe Tam Bir sünni Müslüman düşmanı olan bu kitleler BU katillere verdikleri destekden ötürü hangi suratla kardeşiz diyebilecekler !!! Bizim Kardeşlerimiz Ancak Müslümanım dedikten sonra Rasulullah’ın (Aleyhisselatu Vesselam) Sahabesine dil uzatmayan Ehli Beyte İftira atmayan onlar adına Söz uydurmayan tertemiz inananlardır .. !!!
Demekle yetinmeyelim Türkiyedeki CAferilerin Baş Sitesinden işte ESAD şakşakçılığı …
http://www.zeynebiye.com/77717_Utanmaz-Kraldan-Demokrasi-Dersi!.html
http://www.zeynebiye.com/77713_Kuklalara-Tepkiler-Suruyor.html
http://www.zeynebiye.com/77720_Suriye-ye-Terorist-Gonderiyorlar.html
HAydar Baş ve Avanesindendende TÜRKİYEYE ÇİRKİNLİK İSNADI …
Türkiye’den Suriye’ye çirkin nota …
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: Caferi mezhebiComments (0)
Eski dostlar, eski mücahidler neredesiniz?15
KasYazar: admin Kategori: Genel
1952′de on iki yıl aralıksız okuduğum Galatasaray mektebinden (ilk, orta, lise) mezun oldum. Üniversite tahsilimi Ankara Siyasal Bilgiler (eski Mekteb-i Mülkiye’de) yaptım.
Orta okulda iken Hakk’a Doğru, Büyük Doğu, Sebilürreşad dergilerini okumaya başladım.
Daha sonra İslam’ın Nuru, Hür Adam ve öteki İslamî gazete ve dergiler.
Türkiye’deki İslamî hareketin 60 yıldan beri takipçisiyim ve içindeyim.
Müslümanlara yapılan baskı ve zulümleri gördüm.
Bizzat bendeniz mahkemelerde süründüm, hapis yattım, altı seneye yakın yurt dışında gurbet ve sürgün hayatı yaşadım.
İki haftalık, bir günlük gazete çıkarttım, bir başka günlük gazeteyi de devr aldım.
1960′dan önce Ankara’da aylık İSLAM dergisini on kadar ağabeyimle birlikte tesis edip on küsur sayısını çıkarttım.
Çok üstadlar, büyükler, mücahidler tanıdım.
Üstad Bediüzzaman hazretleri.
Üstad Necip Fazıl.
Üstad Ord. Prof. Ali Fuad Başgil.
Üstad Eşref Edib.
Nurettin Topçu… Cevat Rıfat Atilhan… Sinan Omur…
Hayli icazetli ulema ve fukaha gördüm.
Ömer Nasuhi Bilmen.
DETAYLAR >>>
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: mehmet şevket eygiComments (0)
Hakkı Devrim’in yakın çevresi Hrıstiyan ve Sabetayist halkadan oluşuyor…15
KasYazar: admin Kategori: Felsefeciler ..., Ve Diğerleri ..., Yahudiler
TV8′de Okan Bayülgen’in programında Peygamberimizi “Kabile şefi”, Kur’an’ı “Muhammed’in sözleri” şeklinde tanımlamasıyla büyük tepki toplayan yazar Hakkı Devrim’le ilgili yeni iddialar gündeme geldi.
Her ne kadar Hakkı Devrim’i tanıyan bazı çevreler, Devrim’in sözlerini yaşlılıktan kaynaklanan ‘mantık tutulması’ olarak yorumlasa da gerçek pek de öyle gözükmüyor gibi..
Doğan Grubu Yazarı Hakkı Devrim, aile yapısıyla dikkat çekiyor. Doğan Grubu’nun kuruluşundan bu yana en etkili isimleri arasında yer alan Hakkı Devrim’in eşi Gülseren Devrim’in annesi Ayşe Kadriye Cankat’ın Hıristiyan olduğu öğrenildi.
Cankat ailesi Sabetayist kökenli ailelerden biri olarak biliniyor.
Hakkı Devrim’in oğlu Kerim Serdar Devrim’in de Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar İstanbul Vadisi üyesi olduğu öğrenildi. Kerim Serdar Devrim’in eşi de Brigitte Devrim adlı bir Fransız.
HÜRRİYET’TE ÇALIŞIYOR
Edinilen bilgilere göre Kerim Serdar Devrim, İstanbul Özel Saint Benoit Fransız Lisesi mezunu ve Hürriyet Gazetesi’nde editör olarak görev yapıyor. Hakkı Devrim’in diğer oğlu Selim Can Devrim’in de FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi mezunu olduğu öğrenildi. Bu okul Sabetayist Karakaşların okulu olarak biliniyor. Selim Can Devrim Bilgi Üniversitesi mezunu.
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: Hakkı Devrim HayatıComments (0)
CHP – MHP ve BDP ‘nin Sultan Abdulmecit Han Düşmanlığı15
KasYazar: admin Kategori: PKK Terör Örgütü, Solcu Zihniyet
TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nın, Osmanlı Padişahı I. Abdülmecid’in ölümünün 150. yıl dönümü nedeniyle Dolmabahçe Sarayı’nda Ahmet Özhan Konseri ve üç gün sürecek bir anma etkinliği düzenlemesine muhalefetten tepki yağdı.
CHP, AKŞAM’ın gündeme getirdiği konuyu bugün Meclis Genel Kurulu’na taşıyacağını açıkladı. 17 Kasım Perşembe günü başlayacak anma etkinliği üç gün sürecek. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, töreni ‘Padişahlık özentisinin son gösterisi’ olarak niteledi. MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, ‘Geçmiş şahsiyetlerimizi anmak gerekli. Ama Meclis Başkanı bu konuda niye inisiyatif aldı bilemiyorum’ derken, BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, ‘Eski padişahlara da, yeni padi şahlara da karşıyız’ dedi. İşte siyasi parti temsilcilerinin konuya ilişkin tepkileri:
ATA’YA FOTOKOPİLİ DAVET
CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce: 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü’nün davetini beyaz fotokopi kağıdına basan Meclis Başkanı, Padişah Abdülmecid’i anma töreni için en pahalı kağıttan, tuğralı, işlemeli bir davetiye hazırlamış. Bu padişahlık özentisinin son gösterisidir. Her iki davetiyeyi de, bugün Meclis kürsüsünden göstereceğim. Cumhuriyet Bayramı törenlerini kutlamayan, Atatürk’ü Anma Günü’nün davetini fotokopi kağıdına basan Meclis Başkanı’nın davetinde ne işim var.
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural: Meclis Başkanı neden böyle bir işe giriyor, bilemiyorum. Geçmiş şahsiyetlerimizi anmak, bir tarih bilinci oluşturmak konusunda MHP olarak her zaman, bunun gerekli olduğunu düşünüyoruz. Ama Meclis Başkanı’nın bu konuda inisiyatif üstlenmesinin nedenini bilemiyorum.
BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü: Meclis Başkanlığı’nın Dolmabahçe Sarayı’nda düzenleyeceği törene niye katılmayacağız. Çünkü biz eski padişahlara da yeni padişahlara da karşıyız.
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: 1.Abdulmeccid, Abdulmecid han, bdp partisi, cChp, mhp,Osmanlı PadişahlarıComments (0)
Haydar Baş Gerçekleri … (Caka sattığı Ödülleri !!!.)14
KasYazar: admin Kategori: Prof. Haydar Baş
Haydar Baş’ın sahte ödüller ile caka satmasını izlediniz. Haydar baş’ın Batı dünyasından aldığını iddia ettiği ödüllerin tamamı para verilerek alınan sahte ödüllerdir.. iŞTE ISPATLARI
http://milliekonomi.blogspot.com/p/oduller.html
http://haydar-bas.com/?page_id=2
Söz konusu “ödüllerin” hiçbiri ödül değildir. Bunlar “Kim Kimdir?” kitaplarında adı yayınlanma hakkından ibarettir. Uluslararası Biyografi Merkezi ve Amerikan Biyografi Enstitüsü birbirleriyle irtibatlı ve aynı mantıkla çalışan iki kurumdur. Bunlar her yıl onlarca cilt kitap basarak burada biyografik bilgiler yayınlarlar. Burada bilgisi olan kişilerde oldukça yüksek ücret ödeyerek bu kitapları satın alırlar. Bu kitapları sadece bazı kütüphaneler ve adları burada geçen kişiler satın aldıklarından, maksimum insan hakkında bilgi girilmeye çalışılır. Bu bilgiler de bizzat şahısların kendileri veya sevenleri tarafından sağlanır. Özetle Haydar Başa verilmiş herhangi bir ödül yoktur. Bunlar “Kim Kimdir ?” de yer alma hakkıdır. Parası olan herkes, uydurma faaliyetlerle bu kitaba girebilir.
Ödül aldığı kurumlardan birisi “American Biographical Institute”dür. Bu Şirketin wikipedia’daki ifade şu şekildedir.
http://en.wikipedia.org/wiki/American_Biographical_Institute
İngilizceniz varsa bu sayfaları mutlaka okuyunuz.
The American Biographical Institute (ABI) is a paid-inclusion biographical reference directory publisher based in the United States”
Yani paralı katılım (paid-inclusion) ile biyografi kitapları basan bir basım şirketi. Yani parayı bastır yılın adamı olarak ödül al yada parayı bas mükemmel şahsiyet ödülü al. Parayı bastır “Dünya Barışına, İnsan Haklarına ve Ekonomiye katkılarından ötürü verilen Saygın Liderlik Ödülü” al. Kürsüye çıkıp böğürmek dışında dünya barışına ne gibi katkısı olmuştur haydar efendinin.
Ödül alınan diğer bir kurum Uluslararası Biyografi Merkezi (International Biographical Centre)
DETAYLAR >>>
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: Haydar baş gerçekleri, PROF haydar baş kimdirComments (0)
Abdulaziz Bayındır Nuzul-u İsa Meselesini Bakın Nasıl Çarpıtıyor -314
KasYazar: admin Kategori: Abdulaziz Bayındır
Abdülaziz Bayındır nüzul-i İsa (a.s) meselesi üzerinde dururken önce 11/Hûd suresinin başında yer alan ayetlere dayanarak şu tarz bir kurgu yapıyor: Eğer bir Kur’an ayetinde birden fazla anlama gelen bir kelime yer almışsa, hangi anlamın kastedildiği, mutlaka bir başka ayette açıklanmıştır.
3/Âl-i İmrân suresinin 55. ayetinde geçen “teveffî”nin ya “ölüm” veya “uyku” anlamında olabileceğini, hangi anlamın kastedildiğininse 11/Hûd suresinin başındaki ayete göre yine Kur’an’da belirtilmiş olması gerektiğini söyleyen Bayındır, sözü 5/el-Mâide, 117. ayetine getiriyor ve bir kısmını bir önceki yazıda aktardığım çıkarsamaya gidiyor.
Bu “kurgu” birçok bakımdan problemli.
1. Bayındır 11/Hûd suresinin ilk ayetinde geçen “uhkimet” ve “fussılet” kelimelerinin anlamlarını daraltıcı bir yoruma tabi tutarak, adeta kısırlaştırarak indî kurgusuna uygun hale getiriyor. Yer darlığı sebebiyle bu kelimelerin hangi anlamlara gelebileceği konusuna burada giremiyorum. Tefsirlerden bakılarak tahkik edilebilir.
2. Kur’an’da geçen müşterek kelimelerin geçtikleri yerlerde anlamlarından hangisinin kastedildiğinin münhasıran Kur’an’da aranması gerektiği şeklindeki bu kurgunun hiçbir ilmî değeri ve tutarlılığı yoktur. Ben burada Abdülaziz Bayındır’ın işlediği cürmü işleyip kendisini, Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat ve ittibaı emreden, O’nun emrine muhalefet etmekten sakındıran, ihtilaflı işlerde O’nun hakemliğine başvurup verdiği hükme tam anlamıyla teslim olmadıkça iman iddiasının geçersiz olduğunu ilan eden… ayetleri gizlemek[1] suretiyle Allah’ın ve lanet edicilerin lanetine uğramakla itham etmeyeceğim. Ama bu tutumunun kendisine “acemi hırsız” mahcubiyeti yaşatmaktan öte bir neticesi olmayacağını söylemeliyim.
Abdülaziz Bayındır’ın bu “kurgu”su, küçük bir denemeyle gayri ciddiliği ortaya çıkarılabilecek kadar nahif ve sanaldır: Mesela Bayındır bize boşanmış kadınların bekleyeceği iddetin süresi bağlamında 2/el-Bakara suresinin 228. ayetinde geçen “kurû’” kelimesinin yahut 80/Abese, 31. ayetinde geçen “ebben” kelimesinin ya da 108/el-Kevser suresinde geçen “kevser” kelimesinin hangi anlamlarda olduğunu (örnekler çoğaltılabilir) sadece Kur’an’a dayanarak söyleyebilecek midir?
3. Bu kurgu, Abdülaziz Bayındır’da somut örneğini gördüğümüz üzere insanları kendi heva ve heveslerini Kur’an’a söyletme noktasına kadar götürebilecek kadar tehlikelidir.
DETAYLAR >>>
Bu Yazıyı PAylaş ...
Etiket: İsa a.s inecekmi, İsa Aleyhisselam
|
Bugün 464 ziyaretçi (608 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|