.
MARİFETNAME AYDINLIĞINDA GECELER
Selman Rüstemoğlu
Kur'ân'ın nüzûle başlamasından çok geçmeden; önce bütün ümmete, daha sonra ise sadece Efendimiz (sav)'e teheccüd farz kılındı. Ama, ümmet için sonradan, zayıf oldukları için müekked sünnet olarak bırakıldı.
Teheccüd namazına uykuyu bölerek kalkılır. Gecenin kıymetini bilmeyenlerin uykuda olduğu o anlarda yepyeni dünyalar kurulur. Dünya baştan başa pırıl pırıl temizlenir. Zira, Rahman'ın nüzûl edeceği sarayın gündüzün kir ve pasını sinesinde barındırdığını düşünmek mümkün değildir. Pak kılma ameliyesini manevi olarak düşünebildiğimiz gibi, maddî olarak da düşünmemize engel bir husus yoktur. Böyle düşünülmezse, pak olmayan birçok insanın bulunduğu dünyamızın bu uzun süre zarfında pırıl pırıl kalmasını nasıl düşünebiliriz. Kudsi Hadis'te, Rahman'ın her gece -keyfiyeti bizce meçhul- dünyamız semasını şereflendirip, tevbe ve istiğfar edenlerin dualarını kabul edileceği, rızık isteyenlere verileceği ferman edilmektedir.
Yazıda, İsmail Hakkı Hazretlerinin Gece Namazı ile ilgili yazdığı şiirin tahlili yer almaktadır.
Marifetname, Hasankale'li İbrahim Hakkı Hazretleri'nin meşhur eseridir. Eser ansiklopedi tarzında yazılmış olup devrinin bütün ilimlerini; aritmetikle başlayıp, matematiğin diğer konularından astronomi, iklim bilimleri, anotomi ve fizyolojiye kadar inceden inceye araştırarak işleyen ve XVIII. asırda müslümanların ilim seviyelerini gösteren kaynak kitap niteliğindedir. İslâm aliminin, kâinatı kâinat hisabına değil Yaratıcı'yı tanıma ve kelamından ne murad ettiğini anlama maksadıyla incelediğini ve incelemesi gerektiğini, Marifetname'yi okuyarak anlayabiliriz. Hz. Hakkı adeta "kalbin ziyası ulûm-u diniyedir, aklın nuru fünûn-u medeniyedir ikisi birleşirse hakikat ortaya çıkar" gerçeğinin isbatını yapmaktadır. Eserin bir kısmı gecelere ve değerlendirilmesine ayrılmıştır. Kitabın tamamında olduğu gibi burada da sık sık nazma başvurulmuş ve anlatıma büyük bir zenginlik kazandırılmıştır. Bu bölümdeki nazımlar, Hazret'in himmetine sığınılarak ve Mevlamızın inayeti umularak izah edilmeye çalışıldı.
Gece karanlık zülüfleriyle ortalığı kaplamaya başlayınca, herkesin uykuda olduğu bir sırada kalkıp seccadeye koşup iki damla gözyaşı bırakmak... Seccadenin kendisi ile geceler boyu hemdem olunduğuna şahit olması... Kimseciklerin okşamadığı zamanlarda seccadenin insanın alnından öpmesi... Herşeyin ölü gibi göründüğü, ölüme yakın olduğu bir sırada geceyi hayatlandırmak... Şimdi geceleri İbrahim Hakkı (ks) hazretlerinden dinleyelim:
Ey dide nedir uyku gel uyan gecelerde,
Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde.
Gece gökyüzünü temâşâ edebilmek çok önemlidir. "İmanın kuvveti ile tefekkür ufkunun genişliği doğru orantılıdır" diyebiliriz. İnsanda bir anahtar olarak bulunan benlik duygusu bir kısım karşılaştırmalar yaparak yaratıcısını bulmak ve tanımak için kullanılmaya yarayacaksa işte bu tefekkür ufkunun genişliği ile çok ilgilidir. Sabah-akşam küçücük odalara sıkıştırılmış olarak yaşayan ve görebildiği en uzak mesafe olarak balkon altlarını bulabilen insan, kendini bulunduğu mekan, sahip olduğu veya olmadığı, sözünü geçirip geçiremediği eşya ile karşılaştırınca güçlü olduğunu zanneder. Diğer taraftan dünyayı ve içindekileri tozu ve toprağıyla, ışığı ve karanlığıyla geride bırakıp, her akşam bir başka şehrayin düzenlenen gök yüzüne, sonu bilinmeyen uçsuz bucaksız gökyüzüne bakıp küçüklüğünü anlayabilir.
Şehitlerin efendisinin -Efendimiz olsun- arslan avcısı Hamza olmaktan Allah'ın arslanı Hamza olmaya yükseldiği sıradaki şu itirafı ne kadar manidardır; "Çölde geceler boyu dolaşırken, Ya Rasûlallah Allah'ın dört duvar arasına sığmayacağını anlamıştım. "Ve bedevinin Aleme üstad olmasını sağlayan muhteşem mantık; "Bir yerdeki ayak izi oradan birinin geçtiğini gösterir, yıldızları ve sistemleriyle şu muhteşem kâinat da bir terbiyeciyi ve düzen koyucuyu göstermez mi?"
Rabbimiz Ra'd Suresi, onaltıncı âyette bakınız ne buyuruyor. "De ki: Göklerin ve yerin rabbi kimdir, de ki; Allah'tır. O'ndan başkalarını, kendi kendilerine ne bir faydası, ne bir zararı dokunabilir bir takım yaratıcılar mı tutuyorsunuz de. Ve yine de ki: Hiç körle gören bir olur mu, yahut karanlıklar ile nûr? Yoksa Allah'a O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma kendilerine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. O birdir herşeye galib ve hâkimdir." Yine Marifetname'ye dönüyoruz.
Bak hey'eti âlemde bu hikmetleri seyret,
Bul sani'ini ol O'na hayran gecelerde.
Sanatkârı bulmada ve O'na hayran olmada İbrahim (as) ne güzel örnektir. Göklere bakar bir yıldız görür, ama birazdan batacaktır, o yıldız gibi batan şeylerin sevilmeyeceğini anlatacaktır bize İbrahim Efendimiz (as). Hikmetlerin seyrine devam edecek yeni doğan ayı görecektir ve o da batacaktır sonra; batan şeyler de sevilir mi imiş? Sonra güneş en büyük olarak yerini alacak, sonra o da batacaktır. Sonra da ayı, yıldızı, güneşi ile, milyonlarca yıldız ve sistemleri ile göğü tesbih taneleri gibi çeviren yüce Yaratıcı, Tek Sanatkâr bulunacak ve belki de O'na şöyle seslenilecek-tir: "Ey beni uçsuz bucaksız büyük kâinat içinde nokta kadar küçük yaratıp sonra da akıl vererek varlığını anlamak ve kavramak konusunda kabiliyetli yapan yüce sanatkâr" ya da O'nu tanıdığı ölçüde "Ve beni kelamına muhatap kabûl eden Allah'ım" diyecek O'na ibadet etmenin yollarını arayacaktır. Batılı Hristiyan astronom Jean'a veya birbaşka hıristiyan Pascal'a İbrahim? demek doğru olur mu? Çünkü onlar da Muhteşem Sanatkârı tefekküri olarak buluyor; biri büyülenmiş gibi yağmur altında şemsiyesini açmayı unutarak; yağmura eşlik eden gözyaşlarıyla kendinden geçiyor, diğeri de Sanatkâr'ı tanıma yolunda bir ışık bulma ümidiyla kiliseye kapanıyordu. Çünkü gecelerde. Haz-reti Hakkı'ının deyişiyle;
Çü mahitab-ı şeb eyler şarab-ı aşk tahur,
Pilalesin leb-i hur eyle ba'de nisfülleyli.
Ve
Uyuma şeb nazar eyle cihana ey Hakkı,
Cemal-i aşk-ı zuhur eyle ba'de nisfülleyli.
Yani; gece yarısından sonra, pırıl pırıl pırıldayan ay ter temiz aşk şarabı sunar o şarabı Cennet hurisinin dudağı olan kadehinle iç, o şarap sarhoş etmez uyandırıverir insanı da ondan bir yudum alan cihana nazar eylerse aşkın apaçık güzelliğini seyredebilir.
Ezher bin Muğis (ks) anlatıyor; "Bir gece rüyamda dünya kadınlarına benzemeyecek güzellikte bir kadın gördüm. Ona kim olduğunu sordum, Cennet hurilerinden biriyim diye cevap verdi. Benimle evlenir misin diye sorunca beni efendimden iste ve mihrimi hazırla diye cevap verdi. Mihrin nedir dediğimde de çokca gece ibadetidir dedi..."
Dinlemeyi bilene bakınız yıldızlar neler anlatıyor;
Birer bürhan-ı nur-efşanız vucub-u Sania, hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.
Bir Cemil-i Zülcelal'in dest-i hikmetiyle takılmış binler güzel meyveleriz biz.
Böyle yüzbin dil ile, yüzbin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana,
Kör olası dinsiz gözü görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz.
Esere dönelim;
Çün gündüz olursun nice ağyar ile gafil,
Koy gafleti dildardan utan gecelerde.
Hazreti Hakkı izah ediyor;
Gündüz olur kesb ve gece aşk-ı yar,
Aşık eder her gece zikri Hûda.
Gündüzüm gaflettesin bizden dahi şeb habta,
Ya ne vakt eylersin ey aşık bize tatlı niyaz.
Sen bize öyle feramuz eyledin güyaki sen,
Bir dahi raci değilsin aslına gel etme naz.
Nim-i şeb kalk ağla derdinle teveccüh kıl bana,
Ta seni celb edeyim gütah ola rah-ı diraz.
Nevm gaflettir ahi-i mevt olma hayy ol aşkla,
Gece Hakkı habı az et habı az let habı az.
Yani; gündüz kazanç gece sevgiliyle birlikte olmak zamanıdır, aşık her gece Hûda'sını zikreder. Nasıl zikretmesin ki onu yarattı, canlı olarak yarattı, insan olarak yarattı, müslümanlar arasında yarattı, hidayet etti. Rabiatül Adviye (ks) gibi hava kararıp her sevgili sevgilisinin yanına vardığında, sevgililer sevgilisinin kapısının tokmağına dokunma lazım değil midir aşık olana Peygamber aşığı Fuzûli ne güzel konuşturur Mecnûn'u;
Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni,
Ya Rab bela-yı aşkdan etme cüda beni.
Aşığın endişesi ne güzel ifade edilir sahabe efendilerimizin ağzında; "Uzun zaman oldu Rabbim bir musibete düçar olmadım, acaba unutuldum mu? gerçi Sen unutmazsın, kul Senin yanındaki yerini gönlünü de Sana ayırdığı yer ile anlamalı, demek gaflete düştüm." Ve ömründe bir kere güldüğü-o da oğlunun vefatı üzerine-bilinen bir başka aşığın "Demek bizim gibilerle de alış veriş yaparmışsın" deyişi izah ediyor herhalde şu aşk işini.
Bir başka aşık ise "Reh-i sevdaya girdik bize ar namus lazım değildir" diyerek aşkı bir başka boyutta tarif ediyor.
Ve; gündüzler boyu gaflette, geceler boyu da uykuda olan ve aşıklık iddia edenin niyazı ne vakit olacaktır. Sevgilim dediğini o kadar ihmal ediyorsun ki bir daha onu görmeyecek gibisin-ne mümkün!-Gece yarısı kalkıp iştiyakla bana yönelmelisin ki seni yanıma alayım, dağ taş dümdüz yol olsun senin için. Uyku gaflettir, uyuyan ölümle kardeştir, sen öyle olma, aşkla hayat bul, gece az uyu, az uyu, ey Hakkı.
Gafletle uyumak ne reva abd-i hakire,
Şefkatle nide eyleye Rahman gecelerde.
Hak nida eyler ki "hel min sailîn" her nim-i şeb,
Kim ne isterse ol berhüdar olur vakt-i seher,
Aşık olmak erkişinin işidir doğru, ama abd-i hakir her kişi değil midir? Abd-i hakir; iki yıla kadar yürümeyi öğrenen, derdini anlatmayı ancak beş-altı yaşında beceren, kendi ihtiyaçlarını görebilecek hale gelmek için yirmi yıl bekleyen insan, bir mikroba karşı yenik düşen insan abd-i hakir değil midir?
Rivayet edilir ki Allah (cc)'ın sevgili kullarından biri kendi kendine "Acaba Allah (cc)'ın sinekleri yaratmasının hikmeti ne ola ki, işe yaramaz şeyler" diye düşünmüş. Tam o sırada bir sinek dile gelmiş ve "Rabbimin şu koca kafalı insanları yaratmasının hikmeti nedir acaba, onların isyan için kullandıkları kafalarından sinek yaratsaydı tesbih eden binlerce kul olurduk" demiş.
Sinek nazarında bile abd-i hakir.
Rahman; mü'min kâfir herkesi koruyan, yaşatan ve rızıklandıran Rab; yok mu isteyen diye seslenir gece yarısında ve her seher vakti, ah o seher vakti, o seher vakti, kim ne isterse ona verilir seher vaktinde.
Mevlana, kul olmanın aslında bir zevk işi olduğunu, Mesnevisinde şöyle anlatıyor;
Men bendeşudem, bende şudem, bendeşudem,
Men bende beşer ufkende şudem,
Her bende ki azad şeved şad şeved,
Men şadezanem ki türabende-şudem.
Yani; kul oldum, kul oldum, kul oldum, ne mutlu bana ki kul oldum, hayret herkes azad edilince mes'ud oluyor, bense izinin tozuna yüz sürebildiğim için mes'udum.
Cümle geceyi uyuma Kayyumu seversen,
Ta hayy olasın Hayy ile ey can gecelerde.
Ayet-el Kürsî "Allah; O yegane
Hakk mabuddur ki, hakikatte O'ndan başka ma'bud yoktur. (Ezeli, ebedi hayat ile) diridir, (Zatiyle ve kemaliyle) kâimdir. O'nu ne gaflet basar ne uyku, göklerde ne var yerde ne varsa hepsi onun..." diye başlıyor. Uyku ve uyuklama kendisinde bulunmayan, olarak kendini tanıtıyor Rabbimiz. Uyku ve uyuklama olmaması Ma'budun hususiyetidir anlamına gelse de, rızayı kazanmak da aşk iddiasındaki için sevgiliye benzemekle olmaz mı? Feridüddin Attar, Mantıkü’t Tayr isimli eserinde Hüdhüd'ün ağzından sevgilisi suya düşen aşığın, kendini suya attığı, bunu yapış sebebi sorulunca, aşığa sevgilinin yanında olmak düşer dediğini anlatıyor.
Marifetnamede, Zebur'da şöyle bir âyet olduğu yazılmış; "Ey kulum! Beni gece karanlığında kendine senden daha yakın bulursun, ara ki bulasın." Ve bir hadiste Habibullah (SAV) buyuruyor; "Cenâb-ı Hakk gece yarısı geçtikten sonra semaya tecelli eder ve yok mu isteyen, vereyim, yalvaran yok mu, kabûl edeyim, af dileyen yok mu, affedeyim. "Kula yakışan nedir artık?
Dane-i can cism ile çün gahtır
Cism uyursa danesi bigah olur.
Yani, can tohumu vücut ile vardır, vücut toprağına atılmış tohum gibidir can tohumu, uykuya dalınca insan gidecek yer bulamaz ortada kalakalır. Bigah oluşun süresi uzadıkça, can tohumunda yerini bulamamış tohum gibi çürümeye başlar.
Bilal-i Habeşi (ra)'nin sabah ezanı için mescide giderken yüksek sesle okuduğu rivayet edilen sözler var. Efendimiz (sav) sahurla ilgili bir hadiste "siz Bilal'in ezanıyla imsak etmeyin çünkü o biraz erken okur" dediğine göre Hz. Bilal bunları oldukça erken bir vakitte söylüyordu demektir. Şöyle;
Uyanın, uyanın ey uyuyanlar,
Sabahın ilk ışıkları karanlık ordularını perişen etti,
Ey uyuyan, uyan uykudan, gecen hezimete koşuyor.
Ve ey uykusunda boğulan, uyuyorsun, O Rabbin uyumuyor.
Sahur vaktinde uyuyanların geceleri hezimete koşuyor öyle mi? Sahur gecenin son üçte birindedir ve o saat'te uyuyanın uykusu hezimete koşmaktadır Hz. Bilal'e göre. Uykusunda boğulmayan ise Hayy ile hayattar olma yoluna girmiş elemektir. Böylece dane-i can gah olacak yerini bulmuş olur.
Aşıklar uyumaz gece, hem sen uyuma ki,
Gönlün gözüne görüne canan gecelerde.
Aşığa göre gecenin bir haritası vardır. Mevsim mevsimdir gece. Ve geceden en uzun süren mevsim bahar mevsimidir. Yazla başlar gece, kamer-i takvimde günler güneşin batışıyla başlar ve işte yatsı vaktine kadar yaz mevsimi sürer, sonra sonbahar, sonra kışta herkesin ve her-şeyin dinlenmeye başlaması gibi aşık da gecenin kışında dinlenmeye çekilir. Fakat kısa sürer "Kış, gecenin üçte biri veya ikisi geçince uyanır ve bahar mevsimine girer. Aşık gönül gözüne görünecek cananı aramaya başlayacaktır. Efendimiz (sav) buyuruyor "Şeytan, uykuya dalanın boynuna üç düğüm atar, gece kalkıp, dişlerini misvaklayıp, abdest alıp, tefekkür âyetlerini okuyandan o düğümler çözülür ve mü'min dinç olarak sabaha erer."
Hz, Hakkı söylüyor:
Ref'eder dildar-ı vechinden nikabın vakt-i subh,
Onu seyreyler o kim hüşyar olur vakt-i seher.
Yani, sevgili sabah vakti yüzünün örtüsünü kaldırır, aşık onu apaçık seyredebilir, ta ki seher vaktinde uyanık olsun. Cahit Zarifoğlu, Serçe-kuş isimli kitabında güzelliği bilenlerin onu görmek için nasıl davrandıklarını şöyle anlatıyor: "Güzelliği görmek için ona biraz yaklaşıyorlar. Güneşin doğmasına henüz bir saat kadar var. Uyanıyorlar ve bununla birlikte, karanlığa rağmen, görüyorlar ki; gök açılıyor ve oradan Allah'ın yolladıkları bölük bölük yeryüzüne iniyor. Bunu görebilmek için, kimbilir kaç yıl onların uykularının üzerine güneş doğmadı.
Güzellik uykuyu bırakıp bakınca görülebilir. Aksi halde baş tarafı dinlenmemiş bir masal gibi güzelliği anlamak da zor. Güneş doğduktan sonra gözlerini açanlar için geçen her dakika güzelliği anlamak için kaybedilmiş olacak."
Sonrada;
Lezzet-i güftar-ı canan canda kalmıştır henüz,
Allah Allah o ne şirin leb ne şeker güftar idi.
Tefekkür âyetleriyle sevgili ile sohbete dalan aşık şöyle diyecektir; Sevgilinin sözlerinin lezzetini hâlâ ruhumda hissediyorum, Allah Allah, ne lezzet, ne zevk, ne tatlı söz, ne şirin sohbetti o. Ve ertesi gece, ertesi gece, ertesi gece... Ta uyanıncaya kadar. "İnsanlar uykudadır, berzah sabahında uyanacaklar."
"O sağ elindeki de ne ey Musa? O dedi: O benim asamdır. Üzerine dayanırım, davarlarıma yaprak çırparım. Onda benim diğer şahsi ihtiyaçlarımı karşılayacak hususlar da vardır..." Şu mükalemede, soruya verilecek yeterli cevap "O benim asamdır." iken uzun uzun izahatın sebebi herhalde sevgiliyle konuşmanın tadını tadmış olmak olmalı.
Dil beyt-i Hüdâ'dır, onu pak eyle sıvadan,
Kasrına nüzul eyler Sultan gecelerde.
Dil, kalb demektir. Eskiler kalbin tarifine başlarken, onun çam kozalağına benzeyen bir et parçası olan vücud uzvu olmadığını söyleyerek başlarlarmış. Belki de herşeyin maddî kalıplar ile ölçüleceği bir devrin gelişine hazırlanıyorlardı. İslâm ıstılahında maddî vücudla beraber bir de manevî vücud tabiri vardır ki onun tahrik yeri de maddî vücuddaki kalbe bedel bir merkezdir ve ona dil denilir. Sevgiler ise dilde olur.
Hüdâ, doğruyu gösteren, doğruya giden yollan açan demektir. O Allah'tır. Müslüman günde kırk defa O'na yönelir. Hidayet vermekle kendilerine nimet vermiş olduklarının yolunu göstermesi için yalvarışa geçer. En az kırk kere.
Beyt, ev demektir. Ka'be Bey-tullah'tır. Bir kudsi hadisten yola çıkılarak dilimize aktarılan bir hakikat var ayrıca; "Sığmam dedi Hakk arz u semaya, kenzen bilindi dil madeninden" yani "mü'min kulumun kalbinde bir hazine olarak bilinirim" dedi, Rabbimiz. Şah damarından daha yakın oluş sırrı...
Siva, başkası demektir. Evde ev sahibinden başkası olabilir mi? İnsana emanet verilen beyte insan beyt sahibinden izinsiz başkasını sokabilir mi?...
İbrahim Ethem'in (ks) bir oğlu vardı. Damda devesini arayan kişi O'na saraylardan sonra herşeyiyle beraber oğlunu da terkedip gitmişti. Fakat çok severdi. Unutamamıştı. Bir hacc sırasında uzaktan uzağa bir delikanlı gördü. Birdenbire kanı kaynamıştı. Bir fırsatını bulunca sordu delikanlıya kimin nesi olduğunu. Delikanlı eski hükümdarın oğlu olduğunu söyledi, babası birgün anlaşılmaz şekilde sarayı terkedip gitmişti. Oğlum dedi boynuna sarıldı yılların hasretiyle, mümkün olsa göğsünü açıp içine koyacak gibi sıkıyordu. Bir ses mi duydu, yoksa uyandı mı? "Bir kalbe iki sevgi sığmaz ey İbrahim" denmişti. O anda yöneldi Rabbine ve "Al sana ortak olan sevgiyi" dedi. Daha sözünü bitirmemişti ki oğlu yığılıverdi ayaklarının dibine. Sivadan pak etmek beyt-i Hüdâ'yı...
İnsanlar uykuyu severler, ihtiyaç olanın katlarınca uyurlar bazen ve kalblerinde ona bile bir yer ayırırlar. Uykunun vakti ise gecedir. Uyku sırasında temizlenmiş kalb diğerlerinden de temizlenme yoluna girmiştir ve böylece Sultan için kasrı hazırlanmıştır. Hazret-i Hakkı'nın deyişiyle;
Hezar kere dedim ey Hakkı Hakk'a gel geceler,
Yok olduğun bilesin ta O var için uyuma.
Yani ey Hakkı, sen ey nefsim ve Hakk'a gelmek zamanıdır, küçücüklüğünü bir de uyku ile arttırma, lütfuyla varlığa erdiğin var için hazırlan, çünkü mahiyetine dercettiği beytine tenezzülen ziyarete geldiği vakittir geceler. Şiirimize dönelim;
Az ye, az uyu hayrete var fani ol onda,
Bul can-ı beka ol O'na mihman gecelerde.
Ve
0l ki ekl ü şürb olur şuğli gece gündüz neman,
Uyku lazımdır ona bimar olur vakt-i seher.
İnsanların en çok sevdiği şeylerden birisi de yemektir. Fakat "İnsanlar midelerinden daha zararlı birşey de doldurmamışlardır." Müslümanlar arasında uzun yıllar bulunmuş bir hekim hasta azlığının sebebini araştırınca "acıkmadan yememek ve doymadan yemeyi bırakmak" sünnetinin hastalıklara meydan vermediğini keşfetmiş. İbn-i Sina'ya göre tıp da budur zaten.
Şeytana Rabbimiz sordu; sen kimsin, Ben kimim? O; Sen Sensin ben de benim diye cevablandırdı. Her türlü azaba katlandı gene de cevabını değiştirmeye yanaşmadı. Ne zaman aç kaldı, o zaman şöyle dedi; Sen Rabbi Rahimsin ve ben de senin aciz kulunum. Yusuf Aleyhisselam'ın deyişiyle madem nefis emmaredir yani kötü şeyleri emreder, onu terbiyenin metodu da herhalde şeytanı yola getiren metoddur.
Üç şey kalbi karartır; çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak. Az yemek az uyumaya, az uyumak az konuşmaya sebep olur. Az yemekten maksat hayvanı arzuların kaynağı olan nefsi zayıflatıp şehveti tutsak etmektir. Zaten açlıkla nefsini zayıflatanın gönlü ve ruhu güç kazanır. Çok yemekte ilkin onları kazanmak, sonra yenilebilir duruma getirmek, sonra pişirmek ve hazmetmek, sonra onları boşaltmak, sonra vücudu onlardan meydana gelecek hastalıklardan korumak gibi hem vücudu hem zihni meşgul edecek külfetler vardır. İnsanın huylan ile yediği şeyler doğrudan ilgilidir. İnsanın yediği şeylerle uykuda geçirdiği süre de doğrudan ilgilidir. Fakat az yemek az uyumak demektir denilebilir. Sermayesi seher vakti olan insan ise uyuyarak onu da kaybederse elinde ne kalır? Hastalık.
Böylece can-ı beka bulmanın yoluna girilmiş olur. Can-ı beka bulmak nasıl olur, onu da bulmuş birinden dinleyelim. Geceler boyu bir çınar ağacının başında havanın zerrelerini rezonansa getiren Seyda'dan: "Fâniyim fâni olanı istemem, âcizim âciz olanı istemem, isterim fakat bir yâr-ı bâki isterim, zerreyim fakat bir şems-i sermed isterim, hiç ender hiçim fakat bu mevcudatı umûmen isterim."
Allah için ol halka mukârin gece gündüz,
Ey Hakkı nihan aşk oduna yan gecelerde.
Daha ne diyelim?...
.
İbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri
|
1. Bölüm
Kur'an âyetleri ve Peygamber hadislerinin bildirdiği şekilde itimat ve itikat olunacak dinî hususlara ve kesinlikle ihtiyaç ola İslâm bilginlerinin görüşlerine göre; Arş'ın yaratılışının tertibini, Kürs'ü, Cennetleri, gökleri, yerleri, denizleri, ışıkları, kıyamet alâmetlerini, kıyametin hal ve durumlarını, cihanın harap oluşunu ve yokoluşunu, Rahman'a kavuşma âleminin (Ahiretin) ebediliğini dört Bölüm
le tafsil eder.
|
2. Bölüm
Cennetlerin isimlerini, vasıflarını ve sayılarını onlarda olan nehirleri, ağaçları, binalarının çeşitlerini, nimetlerini, hurilerini ve gılmanlarını dört madde ile açıklar.
|
3. Bölüm
Cennet altında olan perde melekleri, denizleri, hazineleri, yedi göğü ve her gökte olan melekleri, güneş, ay ve yıldızların hareketlerini, kâinatın durumu ve atmosferi dört madde ile açıklar.
|
4. Bölüm
Yedi denizin, sekiz kaf dağının, yedi yerin ve her tabakanın sakinlerini, cehennemi ve şedi tabakasını ve her bir tabakasında bulunanların, kıyamet şartlarının ve kıyamet hallerinin, âlemin yokoluşunun ve mahşerin durumlarının yaratılış keyfiyetini; beş madde ile beyan eder.
|
5. Bölüm
Yüzeyleriyle kâinatın aynası olan âlemlerin, yaratılış tertibini; cihanın arazlarının ve cevherlerinin mahiyet ve keyfiyetini; özlerin ve eşyanın şekil ve durumlarını; esaslar ve cisimler âleminin görüntü ve hikmetini; canlıların, bileşiklerin ve unsurların bozuşum ve oluşumunu, hakimane üç babla belirtir ve beyan eder.
|
6. Bölüm
Feleklerin, nefslerin ve akılların ortaya çıkmasındaki tertibi; tabiatların mertebelerini; özlerin değişimini; ateş, hava, su ve toprağın dönüşümlerinin delillerini; maden, bitki, hayvan ve insanın doğuşunu ve bunların arasında aracı olanı; ruhların geldikleri ve gittikleri yeri; bedenlerin devranının keyfiyetini dört madde ile hakîmâne beyan eder.
|
7. Bölüm
Maddede ve zihinde hasıl olan eşyanın sayılarını beyan eden matematiğin, çok önemli ve çok lüzumlu olan kaidelerini, on kolay yöntem üzere, on madde ile açıklar.
|
8. Bölüm
Cisimlerin miktarlarını, boyutlarını beyan eden geometrinin, astronomi için önemli ve lüzumlu olan şekillerini kolay bir yöntem üzere dört madde ile beyan eder.
|
9. Bölüm
Alemin şeklinin yuvarlak olduğunun isbatını; yıldızların ve feleklerin durumlarının keyfiyetini, hakîmâne on Bölüm
le tafsil eder.
|
10. Bölüm
Burçlar sahibi göğü; burçların şekillerini ve isimlerini; burçların katlarını ve sabit yıldızları; ayın menzillerini; gök cisimlerinin uzaklıklarını dört madde ile bildirir.
|
11. Bölüm
Yedinci göğün yapısını ve onda olan zühal (satürn) feleğini altı madde ile bildirir.
|
12. Bölüm
Altıncı göğün yapısını ve orada hâkim olan müşteri (Jüpiter) yıldızının vasıflarını beş madde ile beyan eder.
|
13. Bölüm
Beşinci göğün yapısını ve burada hâkim ola merih yıldızının vasıflarını beş madde ile açıklar.
|
14. Bölüm
Dördüncü göğün yapısını ve burada sultan olan güneşin, hükümlerini ve durumlarını dört madde ile açıklar.
|
15. Bölüm
Üçüncü göğün yapısı ve burada hükmeden zühre yıldızının (venüs) durumlarını beş madde ile açıklar.
|
16. Bölüm
İkinci göğün yapısını ve burada hâkim olan utarit yıldızının durumlarını beş madde ile bildirir.
|
17. Bölüm
Dünya göğünün yapısını ve orada hâkim olan ayın durum ve vasıflarını; aya mütaallik olan eşyayı altı madde ile açıklar.
|
18. Bölüm
Ayın, Allah'ın kudretiyle, tesirlerini ve burçlar itibariyle hallerini, yedi gezegenin tesirli saatlerini, feleklerin sayılarını, seslerini ve nağmelerini, merkezlerini hareketleriyle dairelerin meydana gelişlerini, esiri cisimlerin tesirlerinin başlangıçlarını beş madde ile açıklar.
|
19. Bölüm
Ateş unsurunun mahiyetini, tavır ve durumlarının keyfiyetini dört madde ile açıklar.
|
20. Bölüm
Hava unsurunun mahiyetini, keyfiyet ve durumlarını, üç tabakasından üst, orta ve birinci tabakalarda oluşan kainat boşluğunu (atmosfer) dört madde ile açıklar.
|
21. Bölüm
Hava küresinin alt tabakasını, tabiat ve vasıflarını, hareket ve isimlerini ve sair durumlarını sekiz madde ile açıklar.
|
22. Bölüm
Hava küresinin alt tabakasında meydana gelen diğer atmosferik olayları, yani samanyolu, hâle, sis, kırağı jaleyi; sabahı, şafağı, gölgeyi, gece ve gündüz saatlerini; ayları ve yılları ve zamanları beş madde ile açıklar.
|
23. Bölüm
Su unsurunun mahiyetini, keyfiyet ve durumlarını, farklılık ve vasıflarını, isimlerini; denizken buhar, bulut, kar, yağmur, kaynak ve nehir ve yine buhar olmasını; değişik hareketlerle hareket bulmasını; denizlerle karaların yer değiştirmesini; denizlerde ve karalarda bulunanların sudan faydalanmasını, suda hayvanların vücuda gelmesini; su tabakasının kalınlığı sayılan denizlerin derinliklerininölçülmesini, denizle gemilerin yürümesini ve gemilerle halkın her tarafa varıp, murat almasını; yeni dünya (Amerika) bulunup, yer ve deniz devr olunup, batıya giden gemilerin doğu semtine gelmesini yedi madde ile açıklar.
|
24. Bölüm
Toprak unsurunun mahiyetini, keyfiyet ve durumlarını, sükûn ve kararını, parçalarını korumasını, vâdi ve dağlarını; yerkürenin iki tabakaya bölünmesini ve yeni dünyanı ortaya çıkmasıyle çizilişini; kaynakların fışkırmasını ve yerin sarsılmasını dört madde ile hâkimâne açıklar.
|
25. Bölüm
Yerkürenin üzerinde belirlenen ve varsayılan kutup dairelerini ve kutupları, yeryüzünün beş kısma bölünmesini gerektirir sebepleri, dörtte bir meskun kısmın yedi iklime bölündüğü ve yedi iklimin sınırlarını, her iklimde nice memleketler, dağlar, nehirler ve ne şekil insanların ve hayvanların bulunduğunu, yedi iklimin ötesinin durumlarının doksanıncı enleme dek keşfedildiğini ve incelendiğini, yedi iklimin her birinde en uzun günü bulmayı ve en uzun günden şehirlerin semtlerinin çıkarıldığını, beldelerin mizaçlarının ve sâkinlerinin farklı bulunduğunu altı madde ile hakîmâne açıklar.
|
26. Bölüm
Boylam ve enlem daireleri ile yerkürenin satranç ve evleri misali bölünmesini; enlem ve boylamın tayini ile yeryüzünde bulunan beldelerin ve yerlerin yerlerinin ve yönlerinin birbirlerine uzaklık ve yakınlık bakımından nispetlerini; hint dairesiyle zeval çizgisi, itidal çizgisi ve kıble tesbitini; âlemin kutbu tarafında bulunan kutup yıldızının yüksekliği ve alçaklığıyle meridyen derecelerinin mesafe ve miktarını ve bunların bilinmesiyle yerkürenin çapının çevresini ve yüzölçümünü bulmayıp kara ve denizi, ölçü ve seyirle çeşitli noktalarının mesafelerini; dörtte bir oturulan yerin burçlar üçgeniyle yedi gezegene mensup olan belde ve yönlerini; zamanın oniki hayvan üzerinde deveranından yeryüzünde olan tesirleri altı madde ile hakîmâne açıklar ve ortaya koyar.
|
27. Bölüm
Yeni astronominin şöhret bulduğunu, kaidelerinin kolay ve muhtasar olduğunu; yerin dönüşüle hareket kıldığını ve yerin ekseninin, âlemin eksenine paralel ve kutbuna karşı olduğunu; yeni astronomların bunu ispat ettiğini; gezegenlerin bu astronomiye nispetle duyduğunu, geri döndügünü ve düz gittiğini; bu yeni astronomiye itirazlar olup, hepsine cevap verildiğini; feleklerin tabiatlarinde astronomların ihtilaf kıldığını dokuz madde ile açıklar.
|
28. Bölüm
Bileşiklerin oluşum keyfiyetini, yani tam bileşik cisimler olan üç bileşiği (mevalid-i selâse) ki maden, bitki ve hayvandır. Hepsini yedi madde ile açıklar.
|
29. Bölüm
Bedenlerin aynası olan anatomi ilmi; cisim ve canın hürriyetini, hayvanî ve bitkisel ve üçleri, bedene ilişkin olan insanî ruhu ve geçici olan ruhun bazı durumlarını beş bahisle hakîmâne açıklar.
|
30. Bölüm
Bedenlerin bileşiminin keyfiyetini, uzuvların tabiatlarının mahiyetini, insan hayatının mizaçlarını, dört rüknün karışım ve bileşiminin, karışımların sebeblerini, durumlarını ve faydalarını ve onlardan oluşanı dört madde ile uzun uzun açıklar.
|
31. Bölüm
Azanın fayda, mahiyet ve keyfiyetlerini, isim ve kuvvetlerini, doğuş ve özelliklerini dört madde ile ayrıntılı olarak açıklar.
|
32. Bölüm
Muhafazası lazım olan cânın bileşik uzuvlarının mahiyet, yer ve menfaatlerini; insan bedeninin sıhhatinin esaslarını; bazı münferit gıda ve ilaçların tabiat ve hükümlerini; bazı yiyecek ve meyvelerin fayda ve faziletlerini; insan vücudunu ısıtan ve güzelleştiren bazı elbisenin şekil ve renklerini onbir madde ile bildirir.
|
33. Bölüm
Omurga kemikleri, boyun kemikleri, kaburgalar, eğe kemikleri ve köprücük kemiklerinin bileşim keyfiyetini beş madde ile açıklar.
|
34. Bölüm
İki el ve iki ayak kemiklerinin bileşik keyfiyetini, isim ve özelliklerini yedi madde ile açıklar.
|
35. Bölüm
Uzuvların hareketleri keyfiyetini, adalelerin mahiyetini, cüzlerini, metanet ve özelliklerini üç Bölüm
de ayrıntılı olarak bildirir.
|
36. Bölüm
Göğüs, omuz, el ve parmak adalelerinin keyfiyet ve hareketlerini altı madde ile açıklar.
|
37. Bölüm
Karın ve bel adalelerini, tenasül uzuvlarının, ayak ve ayak parmaklarının adaleleri keyfiyetini; bunların hareketlerini ve faydalarını yedi madde ile açıklar.
|
38. Bölüm
Sinirlerin, atar ve toplar damarların keyfiyetini; bedenlerin kuvvetlerini, kıyafetle insanların ahlâk ve tavırlarının bilinmesini; uzuvların şekil farklılığı haseiyle olan insanî vasıflar; uzuvların çekme ve seyrilmesine bağlı olan durumları beş Bölüm
ile hakimâne tafsil eder.
|
39. Bölüm
Atar damarların bittiği yerleri ve faydalarını ayrıntılı olarak beş madde ile açıklar.
|
40. Bölüm
Sakın damarların bitiş yerlerini ve faydalarını altı madde ile ayrıntılı olarak açıklar.
|
41. Bölüm
İnsan bedeninde bulunan cinsleri ve kuvvet çeşitlerini, uzuvlarının içlerinin başlangıcını ve hayat verici dört nefsi, his ve kuvvet gibi hizmetçileri olan eşyayı altı madde ile açıklar.
|
42. Bölüm
Beden uzuvlarındaki şekillerin hikmetini, kıyafetlerin farklılığı hasebiyle muhtelif olan canın vasıflarını, insan uzuvlarının seğrimesinin bükümlerini sekiz madde ile hakîmâne açıklar.
|
43. Bölüm
İnsanı âleme tatbik, enfüsü âfaka tevfik edip; cihanın mânâ ve cüzlerinin benzerlerini bu insan vücudunda bulup, bedeninde olan aza e kuvvetlerin bütün eşyaya tek tek vücuh il benzerliğini; bedenin sıhhatinin korunma ve devamlılığını; tabii ölümle ruhun bedenden ayrılmasını dört Bölüm
ile ayrıntılı olarak anlatır
|
|