|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
İntihar etmek, adam öldürmekten daha büyük günahtır. * Size dininizi imanınızı öğreten, ehli sünnet itikadı üzere yetiştiren ana-babanızın rızasını duasını ...
www.dinimizislam.com/detay.a
|
İntihar etmek
|
Sual: Düşmanın işkence ve tecavüzüne maruz kalacağını bilenin kendini ve yakınlarını öldürmesi veya acı duymamak için uyku hapı ile intihar etmesi günah mı?
CEVAP
Hastalık ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek caiz değildir. Fakat dindeki fitneler sebebiyle ölüm istenebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iyi ise, yaşadıkça iyiliği artar. Kötü ise, hatalarından dönüp doğru yola gelebilir.) [Buhari]
(Sıkıntılardan dolayı ölümü istemeyin! Dayanamayan, "Ya Rabbi, hakkımda yaşamak hayırlı ise, yaşamayı, ölmek hayırlı ise, ölümü nasip et!" desin!) [Buhari]
Düşmanın her türlü işkence ve tecavüzüne maruz kalacağını bilen kimsenin kendini ve yakınlarını öldürmesi caiz değildir. Zorla tecavüze uğrayan günah işlemiş de olmaz. Ayrıca düşman elinde ölen şehit olur. Şehit olan kimse, ölüm acısını duymaz.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Şehit, ölüm acısı duymaz, kabirde üzülmez, kıyametin dehşeti, hesap, mizan, sırat onu rahatsız etmez, doğruca Cennete gider.)[Beyheki]
Genel olarak imansız veya imanı zayıf olan intihar eder. Müslüman, intiharı düşünmez. Çünkü intihar, bir çare, bir kurtuluş değil, aksine tarifi imkansız azaplara kendini atmak demektir.
Ölüm acısı çok şiddetlidir
İntihar etmek, küfre yakın çok büyük günah olduğu için, ölürken dayanılmaz acılara maruz kalınır. Ölüm acısı, sanıldığı gibi bir an değildir. İntihar edince ahirette de daha büyük acılara girilir. Ahiret sıkıntıları dünya sıkıntıları gibi değildir. Çok ağırdır. Dünya sıkıntılarına dayanamayıp intihar eden, ölüm acısına ve ahiret sıkıntılarına nasıl dayanır? İntihar eden, dirilene kadar intihar acısını duyar. Kendini öldürmek, başkasını öldürmekten daha büyük günahtır.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Kendinizi öldürmeyiniz!) [Nisa 29]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Bir şeyle canına kıyana, Cehennemde onunla azap edilir.)[Buhari]
(İple boğazını sıkarak intihar eden, boğazı sıkılarak azap görür. Herhangi bir bıçakla intihar eden, Cehennemde bıçaklanarak azap görür.) [Buhari]
Bir kâfir, uyku hapı içerek veya narkozla her tarafı uyuşturulduktan sonra da ölse, çok şiddetli olan ölüm acısını duyar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölüm meleğini görmek, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir.)[Ebu Nuaym]
(Ölüm acısı çok şiddetli ise de, ölümden sonraki acılara göre çok hafiftir.) [İ.Ahmed]
Dirilene kadar ölüm acısı duyulur. (İ.Evzai)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Ölmek felaket değil, öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek, tedbirini almamak felakettir.)
Narkozlu hasta, ameliyat acısını duymadığı gibi, salih mümin de kurşun yağmuruna tutulsa, vücudu dilim dilim dilinse ölüm acısını duymaz. Hazret-i Yusuf’un güzelliği karşısında kendinden geçen kadınlar, ellerini kestikleri halde farkına varamadılar. Ölüm meleğinin güzel suretini gören mümine Allahü teâlâ acı duyurmaz. İntihar etmek çok büyük günah ise de, intihar eden kâfir olmadığı için cenaze namazı kılınır.
Bizde, Tanzimat’tan sonra tek tük intihar olayları görülmeye başladı. Müslümanların çok olması intiharın yaygınlaşmasını önlemiştir. İntihar kelimesi, Tanzimat’tan önce yazılan lügatlarda bile yoktu. Dinsizliğin ve inanç zayıflığının intihar üzerindeki etkisi büyüktür. Avrupa’da, hayat standardı yüksek olan yerlerde, intihar oranı daha yüksektir. Bu oran, kuzeye gidildikçe artıyor. Avrupa’daki intihar oranı Türkiye’dekinden 15-20 kat daha fazladır. Mesela Fransa’da 100 bin kişiden 44’ü intihar etmektedir. İntiharda Türkiye en alt sıralardadır.
Eskiden İstanbul’da yıllarca kalmış olan araştırmacı Fransız Dr. A. Bayer diyor ki:
(Batı ülkelerinde insanların yalnız kalması, hayattan nefret etmeye, hatta intihara yol açmaktadır. Halbuki Müslüman Türkler arasında hiçbir zaman bu hâle tesadüf edilmez; medeni sayılan milletlerde çok sık görülen intiharı onlar bilmez. Müslümanlar, Allah’ın kendilerine bahşettiği varlığa tecavüzün, Allah’a karşı gelmek olduğuna inandıkları için, intiharı düşünmezler. Bunun için, intihar eden hiçbir İslam âlimi yoktur.)
Maalesef şimdiki bazı gençler, Avrupa'nın her türlü kötülüğüne özeniyorlar. İntihar etmek de bunlardan biridir.
Sual: İntihar eden veya öldürülen kimse, eceli ile ölmez mi?
CEVAP
Muteber kitaplarda diyor ki:
Öldürülen kimse de, eceliyle ölür, ömrü ortadan kesilmiş olmaz. Ecel birdir. (Akâid-i Nesefi s.3, Cevheret-üt-tevhid 89. beyt, Avn-ül-mürid c.2 s.982, Bed-ul-emâli 62. beyt, Merah-ul-meâli s.209,Hediyyet-ül-mehdiyyin s.5, Nűr-ul-islâm s.246, Fıkhi ekber şerhi334, Hadika c.1 s.265, Teftâzâni-Şerh-il-akâid s.211, Ithaf-ul-mürids.213, Tenvir-ul-kulűb s.61, Berika s.233, Nuhbet-ül-leâli s.36, Hak dini Kur’ân dili c.2 s.1195)
Sual: (İntihar etmek benim kaderimde, alınyazımda var ise, günahı bana ait olmaz) demek doğru mu?
CEVAP
Bu çok yanlıştır. Ezeldeki takdir, yani alınyazısı, bir emir değil, bir ilimdir. Kader, yani alınyazısı, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, insanların ve diğer yaratıkların yapacağı işleri bilmesi demektir. Kur'an-ı kerimde,(Allah her şeyi en iyi bilir) buyuruluyor. Allahü teâlâ da, ezeli ilmi ile, kulların kendi istekleri ile, günah veya sevap işleyeceğini, ne kadar yaşayacağını ve intihar edip etmeyeceğini bilir. Onun bu bilmesi, kulların yaptıkları işlere zorla bir müdahale değildir. Bu bakımdan günah işleyen de, intihar eden de, kendi isteği ile bunları yapmıştır.
Günah işleyen kâfir olmaz
Sual: Mehdi olduğunu söyleyen biri, «İntihar etmek küfürdür. Nisa suresinin 29. âyetinde yazıyor. Kâfir olduğu için cenaze namazı da kılınmaz» diyor. İntihar eden dini inkâr etmiyor ki, niye küfür olsun? Sadece haram işliyor. Amel imandan parça değil ki. Bu mutezile itikadı değil mi?
CEVAP
Evet, Mutezile inancı böyledir. Bu bâtıl inanç, sinsice Müslümanlar arasında yayılmaya çalışılmaktadır. Amel imandan parça değildir. Yani günah işleyen kâfir olmaz. Günah işleyen kâfir olsaydı, yeryüzünde müslüman kalmazdı. İntihar edene kâfir denmez. Din kitapları diyor ki:
Şuuru yerinde iken intihar etmek, başkasını öldürmekten daha büyük günahtır. (Berika)
İntihar eden kâfir olmadığı için cenaze namazı kılınır. (Dürer ve Gurer)
Şimdi bildirilen âyete bakalım:
(Ey iman edenler, aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret hâli müstesna, mallarınızı, bâtıl [haksız ve haram] yolla yemeyin ve nefslerinizi öldürmeyin. Elbette Allah size merhamet eder. Düşmanlıkla, zulüm ve tecavüz ile bu yasakları işleyeni ateşe koyarız; bu ise Allah’a çok kolaydır.) [Nisa 29-30]
Burada faiz, kumar gibi bâtıl yollarla kazanç sağlayanların da Cehenneme atılacağı bildiriliyor. Haram yoldan para kazanmak küfür değil haramdır. Haram işleyenler elbette cezalandırılır.
(Nefslerinizi öldürmeyin) âyeti için, tefsirlerde, (Birbirinizin canına kıymayın) demek olduğu bildiriliyor. Başkasının canına kıymak da haramdır, küfür değildir. Sadece, müslümanı, müslüman olduğu için öldürmek küfürdür. Bu ise farklı şeydir. Müslümanı, müslüman olduğu için öldürmek ise İslam’a düşmanlık olduğundan dolayı küfürdür.
İntihara tevbe
Sual: Bir Müslüman intihar etmek için çok hap veya zehir içse, sonra pişman olup tevbe etse, az sonra ölse, intihar günahı affolur mu?
CEVAP
Evet, affolur. İntihar etmek, başkalarını öldürmekten daha büyük günahtır. Kabirde Cehennem azabı çeker. Hemen ölmeyip tevbe ederse, bütün günahları affolur. Kabir azabı da çekmez. (İslam Ahlakı)
Yeis halindeki tevbenin kabulü hususunda ihtilaf edilmiş ise de, muhtar kavle göre Müslümanın tevbe etmesi sahih olur, fakat, kâfirin imana gelmesi sahih olmaz. (Dürr-ül muhtar)
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.) [Bekara 37]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ölmeden az bir süre önce, tevbe edenin tevbesi kabul olur.) [İ. Ahmed]
İntihar, onursuz bir davranıştır
Sual: Bazı ülkelerde, işinde başarılı olmayanlar, yolsuzluğa karıştığı anlaşılan bakanlar, yöneticiler intihar ediyorlar. Bunun için de, intihar için onurlu davranış diyorlar. Bu doğru mudur?
CEVAP
Kesinlikle doğru değildir. Batının ilim ve teknikteki yenilikleri alınacağı yerde, her türlü ahlaksızlıkları taklit ediliyor. İntihar etmek de bunlardan biridir.
İmanı olan, intiharı düşünmez. İntihar bir kurtuluş değil, sonsuz acı azapların başlangıcıdır. İntihar etmek, başkasını öldürmekten daha büyük günahtır!
Ötanazi
Sual: Ötenazi caiz midir?
CEVAP
Fransızcası euthanasie’dir. Ötenazi değil, doğrusu ötanazidir. Kelime olarak ölme hakkı demektir. Tedavisi mümkün olmadığı söylenen hastalıklarda, ilaç verip uyutarak veya başka şekilde, insanı veya hayvanı öldürmek demektir. Batılılar buna, acı çektirmeden öldürme diyorlar. Ölüm acısının dehşetini bilmedikleri için böyle yanlışlıklar yapıyorlar. Ölüm acısı, dünya acılarının hepsinden daha acıdır. Bir kâfir, uyku hapı içerek veya narkozla her tarafı uyuşturulduktan sonra da ölse, çok şiddetli olan ölüm acısını duyar. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Allahü teâlâya yemin ederim ki, ölüm meleğini görmek, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir.) [Ebu Nuaym]
Ölüm acısından bir damla, dağ üzerine konsa, dağ tamamen erirdi.Şerh-i Hutab’da da böyle bildiriliyor. (Şir’a şerhi)
Avrupalılar, acı çekmeyeceğini zannederek, hayvanların başına tokmak vurup bayıltarak öldürüyorlarmış. Bu iş, hayvanlara eziyettir, haramdır. Hâlbuki boğazından Besmeleyle kesilince, hayvanlar acı duymaz. Şehitler ve mümin olanlar da, ölüm acısını duymazlar. Acıyı duyurmayan Allah’tır. Dinin emrine uygun kesilen hayvan acı duymaz.
Peygamber efendimiz, (Abdestli olarak ölen, ölüm acısı çekmez, çünkü abdest, imanlı olmanın alametidir) buyuruyor. Salih mümin, kurşun yağmuruna tutulsa, bu acıyı duymaz. Bir hadis-i şerifte, (Şehit, ölürken acı duymaz) buyuruluyor. (Beyheki)
Yusuf aleyhisselamın güzelliği karşısında, kadınlar ellerini kestikleri hâlde, bunun acısını duymadıkları gibi, mümin de, ölürken rahmet meleklerini ve Cennetteki makamını görüp, kalbi oradaki nimetlerle meşgulken ölüm acısını duymaz. (Şir’a şerhi)
Acı ve sıkıntı sebebiyle ölümü istemek caiz değildir. Bir hadis-i şerif meali:
(Sıkıntılardan dolayı ölümü istemeyin! Dayanamayan, “Ya Rabbi, hakkımda yaşamak hayırlı ise, yaşamayı, ölmek hayırlı ise, ölümü nasip et!” desin!) [Buhari]
Ötanazi, hastanın kendi rızasıyla olursa intihar olur. İntihar ise, büyük günahtır. İntihar bir kurtuluş değil, acı azaplara kendini atmaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir şeyle canına kıyana, Cehennemde onunla azap edilir.)[Buhari]
Kur’an-ı kerimde de mealen, (Kendinizi öldürmeyiniz!) buyuruldu.(Nisa 29)
Hastanın rızasıyla değil de, yakınlarının izniyle veya doktorun takdiriyle, acı çekmesin diye hasta öldürülürse, bu da cinayet olur. Cinayet de, yani insan öldürmek de, intihar gibi büyük günahtır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah’a şirk koşmak, ana babaya asi olmak, adam öldürmek ve yalan yere yemin etmek büyük günahtır.) [Buhari]
(Doğuda bir adam öldürülür de, batıda olan buna razı olursa, onu öldürme günahına ortak olur.) [İ. Gazali]
İki âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Âdem peygamberin oğlu Kabil, kardeşi Habil’e “Seni öldüreceğim" dediği zaman, Habil, “Sen beni öldürmek için elini uzatsan da, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam, ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” dedi.) [Maide 27, 28]
(Geçim endişesiyle, çocuklarınızı öldürmeniz, çok büyük günahtır.) [İsra 31]
Bu vesikalardan anlaşıldığına göre, ötanazi, intihar veya cinayettir, İslâmiyet'e aykırıdır. Hayvanları, tokmakla veya şokla bayıltarak öldürmek de hayvanlara eziyettir. İslâmiyet'in emrine uyan, dünyada da, âhirette de rahat eder.
İlaç kullanmayıp ölmek
Sual: Bir sohbette, (İlaç almayıp ölenin cenaze namazı kılınmadığı gibi, 90 kilometre hızla gidilmesi gereken bir yolda 100 kilometre hızla gidip kaza yapanın da, cenaze namazı kılınmaz. Çünkü ikisi de intihar etmiş olur) dendi. İntihar etse bile, cenaze namazı kılınmaz mı?
CEVAP
Sohbetteki söz yanlıştır. Her doktor ve herkes bilir ki, her ilacın tesiri kesin değildir. İlaç kullanmamak günah değildir. Bu konuda kitaplarda deniyor ki:
İlaç kullanmayıp ölen, günaha girmez. Çünkü ilacın faydası kesin değildir. (Redd-ül-muhtar)
İlaçların tesiri kesin olanlar da vardır. Bunun için tesiri kesin olan ilaçları kullanmak farzdır.
Yemeyip, içmeyip, açlıktan, susuzluktan ölen, günaha girer. Hâlbuki ilaç almayıp ölen, günaha girmez, fakat faydası kesin olan ilaçları kullanmak farzdır. (S. Ebediyye)
Etkisi kesin olan sebeplere yapışmayıp zarar görmek günah olur.(Hadika)
Etkisi kesin olan ilaçları almayıp günahkâr olarak ölenin, hattâ intihar edenin cenaze namazı kılınır.
İntihar edenin, yani kendini öldürenin cenaze namazı dört mezhepte de kılınır. (Mizan-ı kübra)
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müslüman her ölünün cenaze namazını, intihar etmiş olsa da kılınız!) [Deylemi]
Yüz kilometre hızla giderken, kaza yapıp da ölürse şehit olur.
Dine aykırı konuşmalar yapılan böyle sohbetlerden uzak durmalıdır.
.
|
İntihar eden de eceliyle ölür
|
Sual: Ecel değişebilir mi?
CEVAP
Şeyh-ül-İslam Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor ki:
Rad suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki âyette, levh-i mahfuz bildirilmektedir. Ümm-ül kitab, ezeli olan kelam-ı İlahinin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın, iyi işler yapıp, son nefeste iman ile gider. Bir başkası kötü amel işler, imansız gider. Bunun için, Resulullah efendimiz her zaman, (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duasını okurdu. Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir)buyurulmuştur. Yani, Celal ve Cemal sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir. Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, saidolarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.
Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca, yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. [Taberani]
Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan oka, şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte,(Kaza-i muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hakim]
Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)’yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez.
Ecel-i kazaya bir misal verelim:
Bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmış iken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olan da, akrabasını terk ettiği için, ömrü 3 güne iner.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani]
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikayette bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip (Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; fakat ölmedi) dedi.
Davud aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail aleyhisselam, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu) dedi. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab)
Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te'vil)
Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki değişiklikler, ona uygun olur.
Hazret-i Ömer yaralanınca, Ka'bül-ahbar, “Ömer daha yaşamak isteseydi, dua ederdi. Çünkü onun duası elbette kabul olur” buyurdu. İşitenler şaşırıp, “(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin” denilince, buyurdu ki: “Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan önce, sadaka ile, dua ile, iyi amel ile, ömür uzar. Fatır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor.”) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bütün hayvanların ecelleri, tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince, Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder.) [Beyheki]
(Her şeyin belli bir eceli vardır.) [Buhari]
Emali'deki, (Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan kesilmiş değildir) ifadesini Ahmed Asım efendi şöyle açıklamaktadır:
(Öldürülen kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Herkesin eceli bir tanedir.)
Öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür; fakat bunu öldüren de, cezasını görür. İntihar eden de eceli geldiği için ölür. Herkes, eceli gelince ölür. Araf suresi 34. âyetinde mealen, (Ecelleri gelince, onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Kişi, nerede ölür, tevbe ile mi ve tevbesiz mi, hangi hastalıktan, iman ile mi, imansız mı gider, hepsi levh-i mahfuza yazılmıştır. (Miftah-ül-cenne)
Eceli gelen ölür
Sual: Bir kimse, başka birini öldürdüğünde, öldürmeseydi o hâlâ hayatta olurdu veya başka bir sebeple ölürdü diye düşünmek doğru olur mu?
CEVAP
İkisi de yanlıştır. Katilin, kendi arzusuyla, o kimseyi, ne maksatla ve nasıl öldüreceğini Allahü teâlâ ezeli ilmi ile bildiği için, kaderini o şekilde yaratmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. Bir de, Allah öyle yazdığı için öldürdü demek de yanlış olur. Allahü teâlâ, bildiği için, olacak şeyi kaderine yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile bilmesidir. Zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor.
Kaderi değiştirmek
Sual: (Trafik kazasında ölmek, intihar etmek veya makineye bağlı hastanın hortumunu çekmek, nefesler sayılı olduğu için, kaderi değiştirmek olur. İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) deniyor. İnsan, kaderini değiştirebilir mi?
CEVAP
İntihar etmek ve hastanın hortumunu çekmek caiz değilse de, kaderi değiştirmekle alakası yoktur. Kader, insanların nasıl yaşayıp nasıl öleceğini, Cennete veya Cehenneme gideceğini, Allahü teâlânın bilmesi demektir. Demek ki kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Kaza ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Muteber din kitaplarındaki bilgiler şöyledir:
Eceli gelmeden kimse ölmez. Her türlü ölüm, eceli gelerek, kaderiyle ölmektir. Yani intihar eden veya öldürülenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır.
İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, (İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir) demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbette bilir. (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruyor. Allah’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah'ın takdir ettiği ecel [ölüm] gelince artık o ertelenmez.) [Nuh 4]
(Ölümü, Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.)[Enam 2]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
Demek ki, (İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) demek yanlış olur.
İlaç kullanmak ve ecel
Sual: İlaç almak, dua okumak, ameliyat olmak ölüme mani olur mu? İnsanın ömrünün uzamasına sebep olur mu?
CEVAP
İlaç almak, âyet-i kerime ve dua okumak, üflemek ve yanında taşımak, insanın ömrünü uzatmaz, ölüme mani olmaz. Eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sıhhatli, rahat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer gibi ameliyatlar, aşılar, serumlar, ölüme mani olmaz. Ömrü olanlara faydalı olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyat esnasında öldüklerini bilmeyen yoktur.
Ecel ve rızık
Sual: Rızık ve ecel değişir mi? Mesela define bulan kimsenin rızkı artmış mı olur? İntihar eden veya vurularak öldürülen, eceliyle ölmemiş mi olur?
CEVAP
Hayır, ecel de, rızık da değişmez. Bunlar ezelde takdir edilmiştir, yani herkesin rızkını ve ecelini Allahü teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Define bulacaksa, ezelde, define bulacak, zengin olacak diye takdir edilmiştir. Takdir edilenden fazla veya eksik olmaz. Ecel de öyledir. İntihar edecekse veya trafik kazasında ölecekse, yine öyle takdir edilmiştir. Takdirin dışına çıkılamaz. Ecelsiz ölüm olmaz. (Eceliyle öldü) veya (Eceliyle ölmedi) gibi sözler çok yanlıştır. Nasıl ölürse ölsün, herkes mutlaka eceliyle ölür. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]
Rızık da, aynen ecel gibidir. Hiç kimse, takdir edilen rızkını tüketmedikçe ölmez. Eceli takdir eden gibi, rızkı da gönderen Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]
(Nice canlı, rızkını kendisi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]
Fakir define bulsa, zengin iflas etse, takdir edilen rızkı yine değişmez.
|
|
|
İntihar kurtuluş değildir!
Son seneler gazetelerde intihar haberinin olmadığı gün yok. Hatta her gün birden fazla intihar haberi çıkmaya başladı. Bununla da kalmadı toplu aile intiharları başladı. Geçenlerde gazetemizde toplu aile intiharı haberi vardı. Son yıllara kadar toplum olarak genelde biz bunlardan uzaktık. Batı ile irtibatımız arttıkça intihar olayları da artmakta.
Zamanımız reklam, propaganda devri. Her gün TV’ler, gazeteler, iflas etti, intihar etti. Sınıfta kaldı, intihar etti, babasından dayak yedi intihar etti. Kocasıyla kavga etti, intihar etti... haberleri ile dolu. Bunu her gün okuyan, seyreden kimselerin zihnine de ister istemez, “Demek ki, böyle bir şey başa geldiğinde intihar edilerek kurtulacak” intibaı yerleşiyor. Kimse intihar ederken ve ettikten sonra “ne olacak” diye üzerinde durmuyor. Sanki güllük gülistanlık bir hayat onları bekliyor zannediliyor.
Eskiden memleketimizde, intihar nedir, bilinmezdi. İnsanın başına ne kadar kötü haller gelirse gelsin, kimse intihar etmeyi düşünmezdi. Bu, yabancılar tarafından da ifade edilen bir gerçektir.
İstanbul’da yıllarca kalmış olan araştırmacı Fransız Dr. A. Bayer diyor ki:
“Batı ülkelerinde insanların yalnız kalması, hayattan nefret etmeye, hatta intihara yol açmaktadır. Halbuki Müslüman Türkler arasında hiçbir zaman bu hâle tesadüf edilmez; medenî sayılan milletlerde çok sık görülen intiharı onlar bilmez. Müslümanlar, Allahın kendilerine bahşettiği varlığa tecavüzün, Allah’a karşı gelmek olduğuna inandıkları için, intiharı düşünmezler. Bunun için, intihar eden hiçbir İslâm büyüğü yoktur.”
Dinden uzaklaşıp, maneviyatın yerini maddiyat almaya devam ettiği müddetçe, diğer kötülükler gibi intihar oranları da artacaktır. Çünkü, bütün iyiliklerin kaynağı dindir. İlâhi dinler olmasaydı, memleketlerin imarı, insanların rahatı, yani medeniyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı. Bugün bile, Allahü teâlâyı inkâr eden, İslâmiyeti beğenmeyen, cahilliğin verdiği cesaret ve taşkınlıkla övünen toplumların kanunlarında bile, Allahü teâlânın emirlerinden çoğunun yer almış olduğu göze çarpıyor.
İntiharların birinci sebebi huzursuzluktur. Bir toplumun, maneviyatsız olarak, huzura kavuşması da mümkün değildir. Bugün Batı’nın refah seviyesi çok yüksektir. İnsanların her türlü ihtiyaçları karşılanmaktadır. En iyi evlerde oturmakta, en iyi şekilde gıdasını almakta, maddî yönden hiçbir sıkıntı çekmemektedirler.
Fakat buna rağmen, istatistikler incelendiğinde, intihar olaylarının en fazla olduğu yerlerin, bu refah seviyesi yüksek olan ülkeler olduğu açıkça görülmektedir. Afrika’da, açlıktan bir deri bir kemik kalmış Müslümanlar, barınacak bir barakası bile olmayan, sokakta yatıp kalkan bu insanlarda ise, intihar olayları yok denecek kadar azdır.
İnsan sadece maddeden ibaret değildir. İnsana huzuru ve saadeti verebilmek için maddiyatı ve maneviyatı paralel götürmek lazımdır. Burada denge bozulursa, sıkıntı başlar. Zaten bütün sıkıntıların kaynağı, bu dengeyi sağlayamamaktadır.
Allahü teâlâ, insanların saadetlerine sebep olan işleri emretti. Emrettiği şeylerin hepsi, insanın faydasınadır. Felâketlerine sebep olanları da yasak etti. Dinli olsun, dinsiz olsun, bir kimse bilerek veya bilmeyerek, bu emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Faydalı ilacı kullanan herkesin dertten kurtulması gibidir.
Rahat ve huzuru, dinin dışında arayanın hâli, susuzluğunu deniz suyu ile gidermeye çalışanın hâline benzer. Deniz suyu içtikçe, susuzluğu artar. Susuzluğu arttıkça, yeniden su içer. Bu durum, o kimsenin çatlaması ile son bulur.
İntiharın dinimizdeki yeri
İnsanlar için bazı haklar vardır ki, onlar tabii ve fıtridirler. Her insan doğarken bunlarla beraber doğar. Allah teâlâ, bunları her insana eşit surette vermiştir. Yaşama hakkı ve hürriyet de işte bu haklardandır. Bir insan için tabii olan bu haklara, ne başkasının, ne de bizzat kendisinin tecavüz etme hakkı yoktur.
Bunun için dinimizde başka birinin hayatına tecavüz etmek, canına kasdetmek büyük günahtır. Çünkü katil bu hareket ile hem başkasının tabii bir hakkına tecavüz etmiş, hem de kendi hürriyetini yok etmiş olur.
Başkasının hayatına tecavüz nasıl haram ise, doğrudan doğruya kendi hayatına kasdetmek de öylece haramdır. Bunun için sebebi ne olursa olsun, intihar haramdır. Dinen ve ahlâken kötü bir harekettir. İntihar eden bir adamın “can benim değil mi, bana kim karışabilir?” demeğe hakkı yoktur.
O hayatı ondan geri almak, ancak o hayatı ona bağışlayanın hakkıdır. İntihar eden bir adam, ahlâk kanunlarına isyan etmiş, ahlâkı inkâr etmiştir. Çünkü biz yalnız kendimiz için değil, bulunduğumuz toplum için de yaşarız. Cemiyete faydalı olmak sosyal bir borçtur. Halbuki intihar eden bir adam, cemiyetteki vazifesinden kaçıyor demektir.
İnsanın bu dünyadaki vazifesi kendisini yükseltmek ve daha yüksek bir hayata hazırlanmak, çoluğuna, çocuğuna, içinde yaşadığı cemiyete karşı sorumlu olduğu vazifeleri yapmak ve bu uğurda yerine göre dayanılması güç sıkıntılara katlanmaktır. Halbuki intihar eden bir adam bütün bu vazifelerini bırakıp kaçmıştır. Kendisine aid olmayan bir hakka tecavüz etmiştir.
Bunun içindir ki, intihar etmek, ahlâk kanunlarına karşı gelmektir. Herhangi bir sebeble kendini öldürmeğe kalkmak, hükmü kadere itaat etmemekten ve Allaha itimatsızlıktan ileri gelir. Bu ise en büyük günahtır.
Kendini öldürmeğe kimin ne hakkı var? Ona hayatı kim verdi? Hayatını kendi mi kazandı? Sana hayatı kim verdi ise, onu vakti gelince yine o alacak, hak onundur. Kendisini öldüren bir adam Allahın işine karışıyor, onun verdiğini beğenmiyor demektir.
Peygamber efendimiz herhangi bir sebeple kendisini öldürenlerin cehennemlik olduğunu haber veriyor. Hayata hürmet hepimiz için en kutsî bir vazifedir.
Dinimize göre, her ne şartta olursa olsun düşmanın her türlü işkencesine ve tecavüzüne bile maruz kalınsa, kendini ve yakınlarını öldürmesi caiz değildir.
Dinin emirlerinden uzaklaştıkça, bütün insanların, geçimsizlik, sefalet, işkence, sıkıntı ile kıvrandıkları görülmektedir. Fen aletleri, teknoloji, akıllara hayret verecek şekilde ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, insanlıktaki sıkıntının azalmadığı, hatta arttığı göze çarpmaktadır.
İstisnalar hariç, genel olarak imansız veya imanı zayıf olan intihar eder. Müslüman, intiharı düşünmez. Çünkü intihar, bir çare, bir kurtuluş değil, aksine tarifi imkânsız azaplara kendini atmak demektir. İntihar etmek, küfre yakın çok büyük günah olduğu için, ölürken dayanılmaz acılara maruz kalınır.
Ölüm acısı, sanıldığı gibi bir an değildir. İntihar edince, ahirette de daha büyük acılara girilir. Ahiret sıkıntıları dünya sıkıntıları gibi değildir. Çok ağırdır. Dünya sıkıntılarına dayanamayıp intihar eden, ölüm acısına ve ahiret sıkıntılarına nasıl dayanır?
İntihar eden, dirilene kadar intihar acısını duyar. Adam öldürmek büyük günahtır. Kendini öldürmek ise, daha büyük günahtır. Kur’an-ı kerimde “Kendinizi öldürmeyin!” (Nisa 29) buyuruldu. Hadis-i şeriflerde de intihar şiddetle yasaklanmaktadır. Bütün bunları bilen aklı başında bir Müslüman bırakın intihar etmeyi, böyle bir düşünceyi aklına bile getiremez!.
İntiharın panzehiri dindir
Geçen hafta, Çukurova Üniversitesi tarafından yapılan ve gençlerimizin ruh halini yansıtan bir araştırma neticesi yayınlandı gazetelerde. Herkesin bu araştırmayı tekrar tekrar okuyup ben ne yapabilirim diye kafa yorması gereken önemli bir araştırma bu. Çünkü, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerle ilgiliydi. Güvenilir gençliği olmayan bir milletin geleceği de olmaz.
Şimdi gelelim yapılan araştırmaya: Üniversitenin liseliler arasında yapılan araştırma sonuçlarına göre, yaş ortalaması 16.5 olan öğrencilerin yüzde 55.5’i mutsuz ve umutsuz. Geleceğe kaygılı ve karamsar bakıyorlar. Bu öğrencilerin yüzde 22.4’ü intihar etmeyi düşünüyor, yüzde 14.1’i ise nasıl intihar edebileceği hakkında plan yapıyor. Öğrencilerin yüzde 6,2’si de intihar girişiminde bulunmuş.
Kızların, erkeklere oranla daha mutsuz ve karamsar olduğunun anlaşıldığı araştırmada, ayrıca yaş yükseldikçe mutsuzluk hissetme sıklığının da arttığı tespit edilmiş. İntihar düşüncesi, planı ve girişim sıklığı yine kızlarda daha yüksek oranda.
Peki, ruhi bunalımda olan sadece gençlik kesimi mi? Hayır, yediden yetmişe huzursuz, mutsuz bir toplum haline geldik. Zengini de fakiri de; genci de yaşlısı da korku ve endişe içinde. Hiçbir toplum kendiliğinden, tesadüfen bu hale düşmez. Türk milletinin toparlanıp bölgede önemli güç sahibi olmasından korkan dış mihrakların seneler öncesinden hazırladıkları planların neticesinde bu hale geldik biz.
Ruhi çöküntüyü sadece ekonomik sıkıntıya bağlamak yanlış olur. Ekonomik sıkıntıya ilk defa düşmüyoruz. Bundan çok daha ağır sıkıntılar geçirdik. Fakat hiçbir dönemde böyle bir çöküntü yaşamamıştık.
Bu çöküntünün esas sebebi ailenin çökertilmiş olmasıdır. Asırlardır Türk toplumunun temel taşı hep aile olmuş. Ailenin sağlamlığı ile toplumumuz her sıkıntıda ayakta kalabilmiş. Aile bireyleri arasındaki bağ kopartılınca toplumumuzda sarsıntı başladı.
Aileden karşılıklı sevgi saygı görmeyen, her akşam anne babasının, kadın erkek eşitliği propagandaları sebebi ile senin dediğin olacak benim dediğim olacak kavgalarını seyreden, geçmişten gelen milli, manevi bağlar kendisine ulaştırılmayan genç nasıl huzurlu olsun? Ruh dengesini nasıl korusun?
Eskiden aileler eşsiz bir eğitim yeriydi. Çocuk, dedesinden, babaannesinden işittiği kıssalarla, masallarla büyürdü. Masallarda, kıssalarda; kötü insan eninde sonunda cezasını görür; iyi insan da mutlaka mükafatını alırdı. Sabreden derviş bir gün mutlaka muradına ererdi.
Bugün bunların yerini televizyon aldı. Televizyonlar sabrı, tahammülü değil, sabırsızlığı isyanı aşılıyor. Zor durumda kalındığında, nasıl intihar edileceğini gösteriyor. İntihar çare olarak sunuluyor. Eskiden yetişkin insanlar bile intihar nedir bilmezken, bugün onbeş yaşındaki çocuklar arasında bile revaç bulması, toplumumuzun ne hale geldiğinin önemli bir göstergesidir.
Her gün çeşitli kıssalarla, hikayelerle, masallarla insan olsun hayvan olsun can yakmanın, cana kıymanın, hele hele kendi canına kıymanın ne kadar büyük günah olduğunu dinleyen, bunun şuuru ile yetişen çocuğun intiharı düşünmesi, hatırına getirmesi mümkün mü? İntiharın tek panzehiri dindir, Allah korkusudur. Cenab-ı Hakkın “Kendinizi öldürmeyin!” (Nisa 29) emrini bilen, böyle bir şey yaptığında, ahiretteki durumunu haber veren “Bir şeyle canına kıyana, cehennemde onunla azap edilir.” “İple boğazını sıkarak intihar eden, boğazı sıkılarak azap görür. Herhangi bir bıçakla intihar eden, cehennemde bıçaklanarak azap görür” hadis-i şerifini idrak eden kimse intiharı hiç aklandan geçirebilir mi?
Huzur “orta yol”da
Dünkü yazımda, gençlerimizin çoğunun ruh dengesinin bozulmasının, intiharların, intihar teşebbüslerinin arkasındaki esas sebep aile demiştik; aile çökertildiği için topluma huzur verme görevini yapamaz durumda olduğunu bildirmiştik.
Çünkü aile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur. Bunun için bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış güçler, ilk tahribatlarına aileden başlarlar.
Aile, toplumun temel taşıdır. Aile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve terbiye gördüğü topluluktur. Bu, topluluk aile fertlerinin olgunlaştığı, bir hayat okuludur. Aile içerisinde her fert birbirinin bilgi ve tecrübesinden faydalanır. Bu faydalanma bir ömür boyu devam eder. Aile, bugün hayat okulu olma özelliğini kaybetmiştir. Evlerin otelden farkı kalmamıştır.
Halbuki, toplumun temeli aile, ailenin temeli ise sadakat, iffet, hayâ, karşılıklı sevgi ve anlayış gibi manevi değerlerdir. Ailenin zayıfladığı, zedelendiği, vazifelerini yapamadığı zamanlarda gayri meşru serbest münasebetler artmakta, beden ve ruh sağlığı bozuk nesiller toplumu işgal etmektedir. Nesiller, nerede ne zaman infilak edeceği belli olmayan birer serseri mayına dönüşürler.
Benliğinden, milli ve ahlaki faziletlerinden, örf ve ananelerinden uzaklaşarak, ruhsuz, köksüz ve inançsız yetişen nesiller, aşağılık kompleksi içinde sapık fikir ve yabancı ideolojilerin esiri olmaya mahkumdurlar. İntiharların, şeytana tapmaların sebebi budur.
Türk milletinin tarihi boyunca her sahada kazandığı zafer ve başarılarda, Türk ailesinin çok büyük payı vardır. Bunun için Türk aile yapısı, her türlü kötülük ve tuzaklardan korunmalı, milli ve manevi yapısı kuvvetlendirilerek sağlıklı bir şekilde devamı sağlanmalıdır.
Gençlerimizi bu hale sokan sebeplerden biri de manevi eğitim eksikliğidir. Eskiden bu eğitime aileden başlanıyor, daha sonra cemiyet tarafından tamamlanıyordu. Gençlerimiz şimdi bu ikisinden de mahrumdurlar. Hatta az da olsa gençlerin ailelerinden aldıkları manevi değerler sokakta, çevrede kısa zamanda yok edilmektedir.
Eğitim, yani insanları bazı şeylere alıştırmak, onları kontrol altında tutmak ancak Allah korkusu ile sağlanabilir. Allah korkusu içine işlemiş bir kimse, O’nun bildirdiği kuralların dışına çıkamaz. İnsanları zapturapt altına almada en sağlam yol budur.
Asırlardır, ecdadımız toplumdaki birlik ve beraberliği, huzuru bu yolla sağaldı. Bu yolda boşluk olmaz. Çünkü, Allah korkusu olmayan bir kimse, insanların olmadığı bir zamanda, kanundan kaçabilir. Ama Allahın her an kendisini gördüğünü, yaptığı her hareketin hesabını vereceğini bilen kimse kaçamak yapamaz. Biz şimdi, eskiden olduğu gibi manevi ağırlıklı eğitim veremediğimiz gibi Batı tarzı eğitim de veremedik, “iki cami arasında kalmış beynamaz” gibi olduk.
Hal böyle olunca da, onbeş yirmi yaşındaki gençlerde 70’li yaşların yorgunluğu ve bezginliği görülmektedir. Gençlerin, manevi desteğe, yakın ilgiye ihtiyaçları var. Aileler bu konuda ya çok katı davranıyorlar ya da hiç ilgilenmiyorlar. Ortasını bulan çok az. Katı olanlar hâlâ kendi zamanlarında kaldıkları için her şeyi yasaklamakla bir çare bulabileceklerini zannediyorlar. Maddi durumu iyi olanlar, gençlere manevi destek verecekleri yerde sınırsız maddi destek veriyorlar. Biz yapamadık bari onlar her istediklerini yapsınlar düşüncesiyle yangına körük ile giderek yeni huzursuzluklara davetiye çıkartıyorlar. Halbuki, yüce kitabımız Kur’ân-ı kerimde, “İnsan, ihtiyaçsız olunca, elbette azar!” (Alak/6-7) buyurulmaktadır. Hadis-i şerifte de, “İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.” buyuruldu.
Sıkıntılardan, bunalımlardan kurtulmanın yolu, “orta yol”dan geçer. Bu da madde ve mananın her ikisinin de ihmal edilmediği “denge” yoludur. Dinimizin emrettiği yol da budur zaten.
İntihar acısına dayanılmaz |
|
Düşmanın işkence ve tecavüzüne maruz kalacağını bilenin, kendini ve yakınlarını öldürmesi veya acı duymamak için uyku hapı ile intihar etmesi caiz olmaz. Hastalık ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek caiz değildir. Fakat dindeki fitneler sebebiyle ölüm istenebilir. Hadis-i şerifte, (Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iyi ise, yaşadıkça iyiliği artar. Kötü ise, doğru yola gelebilir.) buyuruldu. Düşmanın her türlü işkence ve tecavüzüne maruz kalacağını bilen kimsenin, kendini ve yakınlarını öldürmesi caiz değildir. Zorla tecavüze uğrayan günah işlemiş de olmaz. Ayrıca düşman elinde ölen şehit olur. Şehit olan kimse, ölüm acısını duymaz. Hadis-i şerifte, (Şehit, ölüm acısı duymaz) buyuruldu. İstisnalar hariç, genel olarak imansız veya imanı zayıf olan intihar eder. Müslüman, intiharı düşünmez. Çünkü intihar, bir çare, bir kurtuluş değil, aksine tarifi imkansız azaplara kendini atmak demektir. İntihar etmek, küfre yakın çok büyük günah olduğu için, ölürken dayanılmaz acılara maruz kalınır. Ölüm acısı, sanıldığı gibi bir an değildir. İntihar edince, ahirette de daha büyük acılara girilir. Ahiret sıkıntıları dünya sıkıntıları gibi değildir. Çok ağırdır. Dünya sıkıntılarına dayanamayıp intihar eden, ölüm acısına ve ahiret sıkıntılarına nasıl dayanır? İntihar eden, dirilene kadar intihar acısını duyar. Adam öldürmek büyük günahtır. Kendini öldürmek ise, daha büyük günahtır. Kur’an-ı kerimde, (Kendinizi öldürmeyin!) buyuruldu. Hadis-i şeriflte de, (Bir şeyle canına kıyana, cehennemde onunla azap edilir. İple boğazını sıkarak intihar eden, boğazı sıkılarak azap görür. Herhangi bir bıçakla intihar eden, cehennemde bıçaklanarak azap görür.) buyuruldu.
Bazı kimseler, (İntihar etmek benim kaderimde, alınyazımda var ise, günahı bana ait olmaz) diyor. Bu çok yanlıştır. Ezeldeki takdîr, yani alınyazısı, bir emir değil, bir ilimdir. Kader, yani alınyazısı, Allahü teâlânın ezelî ilmi ile, insanların ve diğer yaratıkların yapacağı işleri bilmesi demektir. Kur’an-ı kerimde, (Allah her şeyi en iyi bilir.) buyuruluyor. Allahü teâlâ da, ezelî ilmi ile, kulların kendi istekleri ile, günah veya sevap işliyeceğini, ne kadar yaşıyacağını ve intihar edip etmiyeceğini bilir. Onun bu bilmesi, kulların yaptıkları işlere zorla bir müdahale değildir. Bu bakımdan günah işliyen de, intihar eden de, kendi isteği ile bunları yapmıştır. Bir kâfir, uyku hapı içerek veya narkozla her tarafı uyuşturulduktan sonra da ölse, çok şiddetli olan ölüm acısını duyar. Hadis-i şerifte, (Ölüm meleğini görmek, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir) buyuruldu. Narkozlu hasta, ameliyat acısını duymadığı gibi, salih mümin de kurşun yağmuruna tutulsa, vücudu dilim dilim dilinse, ölüm acısını duymaz. Hz. Yusuf’un güzelliği karşısında kendinden geçen kadınlar, ellerini kestikleri hâlde farkına varamadılar. Ölüm meleğinin güzel suretini gören müslümana Allahü teâlâ acı duyurmaz.
İntihar etmek çok büyük günahtır. Fakat intihar eden kâfir olmadığı için cenaze namazı kılınır. Hadis-i şerifte, (İntihar etmiş olsa da, tevhid ehli [müslüman olan] her ölünün cenaze namazını kılınız!) buyuruldu. İntihar edenin cenaze namazı, Hanefî ve Şafiîye göre kılınır, Malikî ve Hanbelîye göre kılınmaz. Dinsizliğin ve inanç zayıflığının intihar üzerindeki etkisi büyüktür. Avrupa’da, hayat standardı yüksek olan yerlerde, intihar oranı daha yüksektir. Bu oran, kuzeye gidildikçe artıyor. Avrupa’daki intihar oranı Türkiye’dekinden 15-20 kat daha fazladır. Mesela Fransa’da 100 bin kişiden 44’ü intihar etmektedir. İntiharda Türkiye en alt sıralardadır. Eskiden İstanbul’da yıllarca kalmış olan araştırmacı Fransız Dr. A. Bayer diyor ki: (Batı ülkelerinde insanların yalnız kalması, hayattan nefret etmeye, hatta intihara yol açmaktadır. Hâlbuki müslüman Türkler arasında hiçbir zaman bu hâle tesadüf edilmez; medenî sayılan milletlerde çok sık görülen intiharı onlar bilmez. Müslümanlar, Allah’ın kendilerine bahşettiği varlığa tecavüzün, Allah’a karşı gelmek olduğuna inandıkları için, intiharı düşünmezler. Bunun için, intihar eden hiçbir İslâm âlimi yoktur.) Maalesef şimdiki bazı gençler, Avrupa’nın her türlü kötülüğüne özeniyorlar. İntihar etmek de bunlardan birisidir.
Sual: Bir Müslüman Boğaz Köprüsünden intihar etmek için kendini denize atarken pişman olup gerçekten tövbe etse, intihar günahından kurtulmuş olur mu? Yahut zehir veya zehirli hap içse, sonra pişman olsa, ama hemen ölse, intihar günahından kurtulmuş olur mu?
CEVAP: Şuuru yerinde iken intihar etmek başkasını öldürmekten daha büyük günahtır. (Berika)
Yeis halindeki tövbenin kabulü hususunda ihtilaf edilmiş ise de, muhtar kavle göre Müslümanın tövbe etmesi sahih olur, fakat, kâfirin imana gelmesi sahih olmaz. (Dürr-ül muhtar)
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.) [Bekara 37]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ölmeden az bir süre önce, tövbe edenin tövbesi kabul olur.) [İ. Ahmed]
|
İntihar etmek! |
|
Sual: Birileri çıkıp, “İntihar etmek küfürdür. Nisa suresinin 29. âyetinde yazıyor. Kâfir olduğu için cenaze namazı da kılınmaz” diyor. İntihar eden dini inkâr etmiyor ki, niye küfür olsun? Sadece haram işliyor. Amel imandan parça değil ki. Bu mutezile itikadı değil mi?
CEVAP
Evet, Mutezile inancı böyledir. Bu bâtıl inanç, sinsice Müslümanlar arasında yayılmaya çalışılmaktadır. Amel imandan parça değildir. İntihar edene kâfir denmez. Din kitapları diyor ki:
Şuuru yerinde iken intihar etmek, başkasını öldürmekten daha büyük günahtır. (Berika)
İntihar eden kâfir olmadığı için cenaze namazı kılınır. (Dürer ve Gurer)
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İntihar etmiş olsa da, her Müslüman ölünün cenaze namazını kıl!)[Deylemi]
Şimdi bildirilen âyete bakalım:
(Ey iman edenler, aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret hâli müstesna, mallarınızı, bâtıl [haksız ve haram] yolla yemeyin ve nefislerinizi öldürmeyin. Elbette Allah size merhamet eder. Düşmanlıkla, zulüm ve tecavüz ile bu yasakları işleyeni ateşe koyarız; bu ise Allah’a çok kolaydır.)[Nisa 29-30]
Burada faiz, kumar gibi bâtıl yollarla kazanç sağlayanların da Cehenneme atılacağı bildiriliyor. Haram yoldan para kazanmak küfür değil haramdır. Haram işleyenler elbette cezalandırılır.
(Nefislerinizi öldürmeyin) âyeti için, tefsirlerde, (Birbirinizin canına kıymayın) demek olduğu bildiriliyor. Başkasının canına kıymak da haramdır, küfür değildir. Sadece, Müslümanı, Müslüman olduğu için öldürmek küfürdür. Bu ise farklı şeydir. Müslümanı, Müslüman olduğu için öldürmek ise İslam’a düşmanlık olduğundan dolayı küfürdür.
Misvak ve abdest
Sual: Abdest alırken, misvak kullanılmasa, sadece dişler, diş fırçası ile fırçalansa, sünnet yerine gelmiş olur mu? Bir de namaz takke ile kılınsa sünnet yerine gelmiş olur mu?
CEVAP: Fırça, misvak yerine, takke de, sarık yerine geçmez. Ancak dişleri fırça ile temizlemekle sünnet yerine gelmiş olur. Çünkü, dişleri, bir şey ile ovmakla, temizlemekle sünnet yerine gelmiş olur. Parmaklarla da temizlense sünnet ifa edilmiş olur. Fırça ile veya parmakla değil de, misvak ile temizlenirse müstehab sevabı da alınmış olur. Müstehabı küçümsememelidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Müstehab, Allahü teâlânın sevdiği şeydir. Eğer bütün dünyayı Allahü teâlânın sevdiği bir şey için verseler, hiçbir şey vermiş olmazlar. (Berekat)
Takke ile namaz kılınca sünnet yerine gelmiş ve mekruh da işlenmemiş olur.
Sarık sarmak zevaid sünnettir. Yani kılık kıyafetle ilgili bir sünnettir. Arapların kâfirleri de sarıkla gezerlerdi. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Sarık Arapların tacıdır.)[Beyheki]
Resulullah efendimiz de giydiği için bize zevaid sünnet olmuştur. Namazda giyilmesi ise müstehabdır.
|
|
|
İntihar etmek |
|
Sual: Düşmanın işkence ve tecavüzüne maruz kalacağını bilenin kendini ve yakınlarını öldürmesi veya acı duymamak için uyku hapı ile intihar etmesi günah mıdır?
CEVAP: Hastalık ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek caiz değildir. Fakat dindeki fitneler sebebiyle ölüm istenebilir. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iyi ise, yaşadıkça iyiliği artar. Kötü ise, hatalarından dönüp doğru yola gelebilir.) [Buhari]
(Sıkıntılardan dolayı ölümü istemeyin! Dayanamayan, “Ya Rabbi, hakkımda yaşamak hayırlı ise, yaşamayı, ölmek hayırlı ise, ölümü nasip et!” desin!) [Buhari]
Düşmanın her türlü işkence ve tecavüzüne maruz kalacağını bilen kimsenin kendini ve yakınlarını öldürmesi caiz değildir. Zorla tecavüze uğrayan günah işlemiş de olmaz. Ayrıca düşman elinde ölen şehid olur. Şehid olan kimse, ölüm acısını duymaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Şehid, ölüm acısı duymaz, kabirde üzülmez, kıyametin dehşeti, hesap, mizan, sırat onu rahatsız etmez, doğruca Cennete gider.) [Beyheki]
Genel olarak imansız veya imanı zayıf olan intihar eder. Müslüman, intiharı düşünmez. Çünkü intihar, bir çare, bir kurtuluş değil, aksine tarifi imkânsız azaplara kendini atmak demektir.
İntihar etmek, küfre yakın çok büyük günah olduğu için, ölürken dayanılmaz acılara maruz kalınır.
Ölüm acısı, sanıldığı gibi bir an değildir. İntihar edince ahirette de daha büyük acılara girilir. Ahiret sıkıntıları dünya sıkıntıları gibi değildir. Çok ağırdır. Dünya sıkıntılarına dayanamayıp intihar eden, ölüm acısına ve ahiret sıkıntılarına nasıl dayanır? İntihar eden, dirilene kadar intihar acısını duyar. Kendini öldürmek, başkasını öldürmekten daha büyük günahtır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir şeyle canına kıyana, Cehennemde onunla azap edilir.) [Buhari]
(İple boğazını sıkarak intihar eden, boğazı sıkılarak azap görür. Herhangi bir bıçakla intihar eden, Cehennemde bıçaklanarak azap görür.) [Buhari]
Ölüm acısı...
Bir kâfir, uyku hapı içerek veya narkozla her tarafı uyuşturulduktan sonra da ölse, çok şiddetli olan ölüm acısını duyar. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ölüm meleğini görmek, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir.) [Ebu Nuaym]
(Ölüm acısı çok şiddetli ise de, ölümden sonraki acılara göre çok hafiftir.) [İ.Ahmed]
Dirilene kadar ölüm acısı duyulur. (İ.Evzai)
Maalesef şimdiki bazı gençler, Avrupa’nın her türlü kötülüğüne özeniyorlar. İntihar etmek de bunlardan birisidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Ölmek felaket değil, öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek, tedbirini almamak felakettir.)
Narkozlu hasta, ameliyat acısını duymadığı gibi, salih mümin de kurşun yağmuruna tutulsa, vücudu dilim dilim dilinse ölüm acısını duymaz. Hz.Yusuf’un güzelliği karşısında kendinden geçen kadınlar, ellerini kestikleri halde farkına varamadılar. Ölüm meleğinin güzel suretini gören mümine Allahü teâlâ acı duyurmaz.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
www.resulullah.org/genclik-ve-intihar
İntihar etmek, maksadımızla da uyuşmaz. Diyelim ki, çok sevdiğimiz birisini istedik, ancak bir türlü yuva kuram
.
Aslında "gençlik" ve "intihar" birbirisiyle hiç ilgisi olmaması gereken, taban tabana zıt olan, bir arada anılamayacak kadar ters kelimelerdir.
Çünkü, gençlik hayattır, enerjidir, mutluluktur, başarıdır.
İntihar ise tam aksine, ölümdür, bitiştir, yenilgidir.
Bunun için ikisi bir arada olmaması gerekir.
Ama ne yazık ki, yaşadığımız gerçekler böyle değildir.
En çok intihar edenler gençlerdir.
Duygusal olan gençler, karşılaştıkları büyük bir problemde intiharı düşünebilmektedirler.
Gençlerimizi intihara götüren sebepler çok çeşitlidir.
Kimisi, sınıfını geçemediğinden veya üniversite imtihanını kazanamadığından intiharı seçmektedir.
Kimisi, babasından, annesinden duyduğu ağır bir söz, yediği bir tokat yüzünden hayatına son vermektedir.
Kimisi de, sevdiği birisi kendisini reddettiği veya çevresindeki büyükler evlenmelerini engellediği için intihar etmektedir.
Dinimiz ise, intiharı kesinlikle yasaklamaktadır.
Çünkü, Allah'ın verdiği canı sadece Allah alır.
Biz, bize âit değiliz.
Biz Allah'ın mülküyüz.
Nasıl olur da, Allah yasakladığı halde Onun mülküne tecâvüz edebiliriz?
Nasıl olur da, binbir esmâ-i İlâhiyenin tecellisine mazhar olan vücûdumuzu yok edebiliriz?
İntihar, büyük günahtır. Hiçbir şekilde câiz değildir.
Aslında bir gencin intihar etmeyi gururuna yedirememesi gerekir.
Çünkü, gençlik güç ve kuvvetin, mücâdele ve azmin zirvede olduğu bir dönemdir.
İntihar ise, mücâdeleden kaçmak, yenilgiyi baştan kabul etmek, savaşmayıp pes etmek, hemen teslim bayrağını çekmektir.
Şerefli, gururlu, haysiyetli bir genç, sebebi ne olursa olsun, nasıl olur da pes eder, hemen teslim bayrağını çeker?
Başımıza gelen musibet ne kadar ağır, karşılaştığımız problem ne kadar çözümsüz, çektiğimiz çile ne kadar dayanılmaz olursa olsun, sabretmeliyiz.
Çünkü sabırla birlikte mücâdeleyi sürdüren zafere ulaşır. Çünkü, Allah sabredenlerle beraberdir ve sabredenleri sever.
İntihar etmek, maksadımızla da uyuşmaz. Diyelim ki, çok sevdiğimiz birisini istedik, ancak bir türlü yuva kuramadık. İntihar etmek, geri dönüşü olmayan bir bitiştir. İntihar edince istediğimize kavuşacak mıyız? Hayır! Aksine birkaç yıl sonra bizi reddeden insanlar râzı olsalar bile, iş işten geçmiş olacaktır. Fakat sabırla, duâ ile Allah'ın yasaklarından kaçarak, ihlâs ve iyi niyetle maksadımıza ulaşmaya çalışırsak, Allah muvaffak eder.
Etmese bile, hiçbir şey dünyanın sonu değildir. Belki öylesi çok daha hayırlıdır.
Bizim dünyadaki maksatlarımız o kadar çoktur ki, her kavuşamadığımız maksat için canımıza kıymaya kalksak, bin can lâzımdır.
Bunun için çare değildir intihar.
Hayat, insanın maksatlarına ulaşmak için lâzım olan en mühim, en kıymetli ve en birinci sermayedir.
Onu hemen yok ederek ucuza satmak, akıl mantık işi değildir.
Uğrunda cana kıyılacak bir kimse vardır. O da bize bu canı veren Rabbimizdir.
Bazı gençlerimiz, intihar ederek, kendisine düşmanlık eden veya isteklerini yerine getirmeyen insanlardan intikam almak istiyor. "Siz benim dediğimi yapmadınız. Ben de intihar ediyorum. Sonsuza kadar
vicdan azabıyla kavrulun" diye düşünüyorlar.
Maalesef, bazı düşmanlarımız bizim intiharımızdan hiç ibret almayabilir. O zaman ucuza gitmiş olmuyor muyuz?
Veya isteğimizi yerine getirmeyenler çok üzülsün, saçını başını yolsun diyelim.
İyi mi?
Annemizin, babamızın vicdan azabı çekmesi bizi nasıl memnun edebilir? Hele bir de canımıza kıymakla üzdüğümüz hiç suçu olmayan dostlarımız var. Onları ağlatmaya hakkımız var mı?
Diyelim ki, intiharla çevremize iyi bir ders verdik. Bizim gibi bir gencin isteğini yerine getirmemekle ne büyük hatâ ettiklerini anladılar.
Fakat bu çok pahalı bir ders değil mi? Bizim en değerli varlığımız yok olduktan sonra onların ders alması çok mu önemli?
Bunlardan daha mühimi, sadece dünya hayatımız değil, âhiretimiz de mahvoluyor, intihar etmekle büyük bir günah işlemiş oluyoruz. Bu hiç göze alınır mı?
Sonsuz bir hayatı, bir hiç uğruna yıkmak babayiğitliğe sığar mı?
Îman ve İslâma gönül vermiş bir gence yakışır mı?
Hepsinden önemlisi, intihar etmek, Allah'ın rızâsına aykırıdır. Kâinatı bizim emrimize veren bir Zâta karşı gelmek, âdetâ "Senin bana verdiğin canı da, kâinatı da istemiyorum. Çünkü Sen bana şu bir tek istediğimi vermedin" demek îmanla, iz'anla, akılla, mantıkla bağdaşır mı?
Üstelik intihar, tövbe imkânı olmayan bir günahtır. Çünkü, intihar eden öldüğü için yaptığı günahtan tövbe etme imkânı da yoktur.
İntihara niyet edip de başarılı olamayan ve intihardan vazgeçen insanlar bize ibret olmalıdır. Çünkü onlar, "İyi ki başarılı olamadık. Ölüm çok zor. Yaşamak her şeye rağmen çok güzel" demektedirler. O halde pişman olacağımız bir şeyden şiddetle kaçınmamız, adını bile anmamamız, aklımızdan bile geçirmememiz gerekir.
Diyeceksiniz ki, "Biz zaten mü'miniz. İntihar etmemiz mümkün değil."
Elbette mü'min bir genç, intiharı düşünmez bile.
Ama insanlık hâli. İmtihan dünyasındayız. Duygularımız var. Bunun için intihara karşı uyanık olmamız gerekir.
Bir gün çok idealist, îmanlı ve namazını kılan bir gencin, bir kız yüzünden intiharı bile düşündüğünü öğrenince titredim, beynimden vurulmuşa döndüm, şaşırdım. İnsanın ne kadar zayıf damarları olduğunu anladım. Bunun için çok dikkatli olmak zorundayız. Gaflette olduğumuz bir anda nefis ve şeytan öyle bir gol atıyor ki, her şey mahvolabiliyor.
Tüm bu bildiklerimize rağmen problemlerimiz çok büyük, sıkıntılarımız çekilmez bir hâl aldıysa ve bu yüzden intiharı düşünüyorsak, hemen harekete geçmeyelim.
Biraz duralım. Çok sevdiğimiz, saygı duyduğumuz bir yakınımıza, anne, baba, amca, dede gibi bir büyüğümüze veya bir ağabeyimize durumu açalım. Onunla dertleşelim. Belki bir çözüm önerisi vardır, belki bizim hiç aklımıza gelmeyen bir çıkış yolu düşünecektir. Tecrübesinden istifâde edelim.
Unutmayın!
Problemin içindeki şahıs sağlıklı düşünemez. Çözüm bulmakta zorlanır. Dışarıdaki birisi daha gerçekçi olur, daha sâlim bir kafayla düşünür.
Belki, "Nasıl olur da bir büyüğümüze derdimizi açarız, intiharı düşünüyoruz deriz, utanırız" diyeceksiniz.
Niçin utanacağız ki?
Madem ki büyüğümüz, elbette bizimle ilgilenmek zorundadır. Hiç sıkılmayın.
Hem intihar edip sonsuz azaplara giriftar olmak mı iyi, birazcık utanıp sıkılmak mı iyi?
Diyelim ki kendimiz bu konuda çok sağlamız. Ama çevremizdeki arkadaşlarımızın zaman zaman intihardan söz ettiğini duyuyoruz.
Hemen yardımına koşalım. Birisinin bir derdi varsa hemen paylaşalım. Teselli verelim. Sadece lâfla değil, fiilen de yardımcı olmaya çalışalım.
İntiharın yol olmadığını anlatalım. Bir büyüğümüzle tanıştıralım veya bir psikiyatriste götürelim.
Bir can kurtarmak büyük sevaptır.
Ve hiç aklımızdan çıkarmayalım:
Hayatta yaşamaya değer çok şey var ve ancak yaşarsak emellerimize kavuşabiliriz.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 63 ziyaretçi (149 klik) kişi burdaydı!
.
|
|
|
|
|
Bugün 582 ziyaretçi (791 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
.