|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Nov 11, 2011 - Fahreddin Paşa'nın savunduğu Medine dışındaki hemen hemen bütün .... 1926 yılında Anadolu'ya dönen Fahredd
.Unutulmayanlar;Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa ve Medine Müdafaası
Genel durum; Osmanlı-Hicaz
Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı yenilen taraf olarak imzalayınca, ordu birlikleri Anadolu’ya nakledilmeye başlanmıştır. Bunun bir istisnası, Medine Seferi Kuvvetleri’dir. Medine Seferi Kuvvetleri, verilen emirlere rağmen teslim olmayı reddetmiştir. Bu sebeple de ateşkesin tarafları panik içine düşmüştür. Medine’yi kuşatan Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah son derece tedirgin olmuş; diğer taraftan teslim olmak lazım geldiğine inanan bir kısım subay ve asker de bir an önce evlerine dönmek istemişlerdir. Ne var ki Hicaz Seferi Kuvvetler Kumandanı, ‘Çöl Kaplanı' lakaplı Fahreddin Paşa teslim olmamakta, “Peygamberin kutsal mevkiini İngilizlere ve yâranlarının himayesine terk etmem!” diye diretmektedir.
Osmanlı Ordusu’nun I. Cihan Harbi’nde, Çanakkale ve Kut’ul-Amere zaferlerinden sonra üçüncü önemli direniş destanı, Medine Müdafaası’dır. Kendisine “Sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdıran komutan” denilen Fahreddin Paşa ise bu destanın en büyük kahramanıdır. Mekke ve Medine yani Müslümanların kutsal toprakları, 1517’de Yavuz Sultan Selim Han tarafından Osmanlı idaresine geçmişti. Yavuz Sultan Selim Han kendisini Hicaz’ın ‘hâkim’i değil ‘hadim’i, yani hizmetkârı olarak nitelendiriyordu. Osmanlı’nın bölgedeki varlığı işte bu şuur ile tam 400 yıl sürdü. Hac ibadetinin güvenliği için İslam âleminin bu manevi başkentinin titizlikle korunması ve düzeninin sağlanmasına, özel bir önem veriliyordu.
İngilizlerin Şerif Hüseyin’i ayartmaları,
24 Mayıs 1916’da İngilizlerden maddi ve manevi müthiş bir destek alan Şerif Hüseyin ayaklandı. İsyana bölgedeki büyük aşiretler destek vermedikleri gibi; Arap Dünyası, Hindistan Müslümanları ve Kuzey Afrika’da önde gelen İslam âlimleri ve liderleri, Şerif Hüseyin’i ihanetle suçladılar. Arap İmparatorluğu vaatleriyle ayaklanan Şerif Hüseyin’in savaş boyunca vereceği tahribat ise küçümsenecek gibi değildi. Irak, Sina ve Yemen cephesinde, düşman kuvvetlerine karşı başarılı bir savunma savaşı veren Türk Ordusu, beklenmedik bu düşmana karşı hazırlıksız yakalanmıştı.
1916 yılı başlarında Sina Cephesi’nde Kanal Harekâtı ve Irak’ta İngiliz işgali sürerken isyancılar Medine’ye saldırdı. İsyancılar, İngilizlerden sağladığı altın, silah, yiyecek ve askeri birlikler sayesinde 9 Haziran’da genel saldırıya geçerek; 16 Haziran’da Cidde’ye, 7 Temmuz’da Mekke’ye ve 22 Eylül’de de Taif’e girdiler.
Fahreddin Paşa’nın savunduğu Medine dışındaki hemen hemen bütün merkezler asilerin eline geçmişti. Medine kuşatma altındaydı. 17 Temmuz 1916’da ordu kumandanlığına tayin edilen Fahreddin Paşa komutasındaki Hicaz Seferi Kuvvetleri, Medine kuşatmasını püskürttü. İngilizlerin büyük ümit bağladığı isyancı kuvvetler sayıca üstünlüklerine rağmen bozguna uğradı. Fahreddin Paşa fiilen katıldığı savunmanın ardından Medine’yi kontrol altına aldı.
Çöl Kaplanı Ömer Fahreddin Paşa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkânlarla Medine’yi 2 yıl 7 ay müdafaa etti.
Âsilere tokat gibi cevap
Fahreddin Paşa, Şerif Hüseyin’in isyan gerekçesi olarak ittihatçı hükümetini suçlamasını ve Osmanlı’yı İngilizlerin yanında olmak varken karşı safta savaşa sokmasını eleştiren beyannamesine bir cevap yayınladı. Şerif Hüseyin’in şahsında tüm işbirlikçilere ibret olan beyannamede şöyle deniliyordu:
“Tarihi ve milli düşmanlarımız ve bunların işbirlikçileriyle hayat ve memat meselesine atıldığımız bir zamanda, İslam’ın güçlerini bölerek Müslümanlar arasında kan dökülmesine sebep olan asilerin bize hâlâ Müslümanlıktan ve İslam birliğinden söz etmesi hayret vericidir. İslam âleminin mevcudiyeti ve bekası için cihad ilanına mecbur kalmış olan devletimiz yanında; Cezayir, Fas, Trablusgarp, İran, Hindistan ve Rusya Müslümanlarının can verdiği şu tarihi günlerde, İslam’ın beşiği olan kutsal toprakları, Hazreti Peygamberin mukaddes kabrini İngilizlere çiğneten, altın ve paraya ibadet eden bu hainlerden her şey umulur.…”
Paşa’nın Medine aşkı;
Osmanlı’nın, Filistin ve Hicaz’ı aynı anda savunacak gücü kalmayınca; Kudüs’ü kurtarmak için Medine’deki kuvvetlerin Filistin’e kaydırılmasına karar verildi. Medine’nin boşaltılması haberini alan Fahreddin Paşa, Cemal Paşa’ya şu telgrafı çekecekti: “Bu mukaddes şehri, Hazreti Peygamber’in Ravza-i Mutahhara’sını son dakikaya kadar muhafazayla, ecdadımızın Medine’ye, anavatanın kıblegâhına yerleştirmiş oldukları bayrağımızın bana kaldırtılmamasını kemali hürmetle istirham ederim.”
Fahreddin Paşa, hiç değilse Medine’nin savunması için kendisine bir alay askerin bağışlanmasını isteyecek; askeri strateji gereği Medine’nin boşaltılması kararını onaylayan Enver Paşa ise Fahreddin Paşa’nın çığlığına kayıtsız kalamayacaktı. Medine boşaltılmayacak ve sonuna kadar da savunulacaktı!
Kutsal Emanetlerin İstanbul yolculuğu
Osmanlı Hükümetinin Hicaz’ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahreddin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine’de Hazreti Peygamberin (s.a.s.) kabrinde bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul’a nakledilmesini teklif etti. Çünkü Medine’nin İstanbul’la irtibatını sağlayan demiryolu kısmen yağmacıların eline geçmiş, ulaşımın zorlaşması ve Anadolu’yla irtibatın kesilmesi söz konusu olmaya başlamıştı. Teklifi hükümet tarafından kabul edilen Fahreddin Paşa, bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettiği 30 parçadan oluşan mukaddes emaneti, 2000 askerin koruması altında İstanbul’a gönderdi. (Bunlar, Topkapı Sarayı’nda Mukaddes Emanetler Bölümü’ndedir.)
Fahrettin Paşa elinde kalan az sayıda kuvvetle hem bu çöl yolunu hem de Medine’yi müdafaaya devam etti. Fakat Hicaz Demiryolu’nun Medine’ye yakın olan Tebük–Medain arasındaki istasyonun düşman eline geçmesinden sonra Medine Kalesi isyancılar tarafından kuşatıldı. Hiçbir yerden yardım alamaz durumda olan halk ve asker, açlık ve hastalık çekmeye başladı. Hurmadan başka yiyebilecek hiçbir şey kalmamıştı. Medine açlıkla boğuşurken birden bire gökyüzünden çekirge yağmaya başladı. Herkes elde kalan bir avuç tahılın, hurma ağaçlarının mahvolacağını düşünerek çekirgelere korkuyla bakıyor; “Eyvah Medine şimdi bitti!” diye ah çekiyordu.
Fahreddin Paşa ise Afrika’nın Sina’yı geçerek Medine’ye musallat olan çekirgelerini nimet olarak değerlendirmişti. Ona göre bu bir afet değil, göklerden gelen bir ikramdı. Paşa, okuduğu eski kitaplar arasında, Hz. Peygamber döneminde de Hicaz’da böyle bir çekirge istilasının olduğunu ve Peygamberin çekirge ile ilgili bir takım hadislerinin bulunduğunu hatırladı. Bu hadisleri arayıp bulan Fahreddin Paşa, buradan hareketle çekirge yemenin sünnet olduğuna hükmederek bunu askerlerine aktardı. Çekirge kurusunu çerez gibi yerken, çekirge unundan ekmek yapıp günlerce bu şekilde beslendiler.
...ve Mondros imzalandı
Medine’de bunlar yaşanırken diğer tarafta Şam işgal edilmişti. Osmanlı İmparatorluğu Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve bütün Arabistan’ı fiilen kaybetmişti. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Antlaşması aynı gün Sadrazam Ahmet İzzet Paşa imzalı acele bir telgrafla Osmanlı ordularına şöyle duyuruldu: “Dört seneden ziyade din ve namus uğrunda akıllara sığmayacak fedakârlıklar gösterildikten sonra içinde bulunduğumuz devletler birliğinin mağlubiyet ve büyük güçsüzlüğe uğraması Osmanlı Devletimizi, İtilaf Devletleriyle antlaşma yapmaya zorladı…”
Antlaşmanın bir maddesinde Hicaz ve Yemen’de bulunan Osmanlı kıtaları ve garnizonlarının en yakın İtilaf Devletleri kumandanına teslimi şartı bulunmaktaydı. Mütareke haberi değişik kanallardan Medine’ye yayıldığında, Fahreddin Paşa askerlerini ve Medine’nin ileri gelenlerini Harem-i Şerif’te topladı. Mescid-i Nebevi’de toplanan herkes nefeslerini tutmuş halde Paşa’nın minbere çıkışını izliyordu. Fahreddin Paşa, Ravza-i Mutahhara’nın tam karşısındaki minberden Peygamberimizin “Ey Nas!” hitabıyla söze başladı:
“Ey Nas! Malumunuz olsun ki bu kahraman askerim, bütün İslam’ın manevi desteğiyle hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına, son neferine kadar muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna askerce, Müslümanca karar vermiştir. Bu asker Medine’nin enkazı altında ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateş içinde kırmızı bir kefende görülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minarelerinden ve yeşil kubbesinden al bayrak alınamayacaktır.
Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım! Allah’ın huzurunda huşu ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberimizin karşısında hep beraber diyelim ki;
Ya Rasûlullah, biz seni bırakmayız!”
Teslim olmayan Kumandan
Fahreddin Paşa Anadolu’da bulunan 20 bin İngiliz esiri çoktan beri İngiltere’ye iade edildiği halde, İngilizlerin bizim Mısır’daki esir kardeşlerimizi; hatta kadın, çocuk ve ihtiyar acizleri bırakmamış ve üstelik diğerlerini de esir almak istemesinden dolayı İngilizlere güvenmiyordu. Bu nedenle Ahmed İzzet Paşa’dan gelen emre net bir cevap vermedi. Aynı emir bu sefer Harbiye Nazırı Cevat Paşa imzasıyla 30 Kasım 1918’de yine İngilizler tarafından kendisine ulaştırıldı. Silah arkadaşlarına bu emri okudu ve şöyle dedi: “Hükümet, Medine’nin anahtarlarını bir İngiliz yüzbaşısına teslim et diyor. Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hükümetin emri yetmez, mutlaka hilafet ve padişahın bir iradesi olmalıdır.”
Fahreddin Paşa gökyüzünü bir alev gibi kaplayan güneş altında, bir damla su için çatlak dudaklarıyla matara ağızlarına yapışan, Mehmetçikle birlikte bir destan yazıyor; Medine’den Milli Mücadeleye de taşınacak olan bir meşale yakıyordu. Paşa, teslim olmuyordu!
Artık geri dönmeleri için İstanbul’dan da emirler değil birbiri ardına ricalar ve ricacılar geliyordu. Fahreddin Paşa, 5 Ocak 1919’da en yakın arkadaşı Albay Ali Necip’le hayatının en zor kararını verecekti. Arkadaşı, Fahreddin Paşa’ya sonuna kadar bağlı kalacaklarını ama Osmanlı’nın menfaatleri gereği artık teslim olmaktan başka çare kalmadığını, antlaşma maddeleri bütünüyle tatbik edilmezse İtilaf Ordusu’nun İstanbul’dan çıkmayacağını söyledi. Paşa, arkadaşını sessizce dinlemiş ve Osmanlı’ya zarar verme ihtimalinden korkmuştu. Çaresiz teslim olacaktı.
Osmanlı Devleti’nin silah bıraktığı Mondros Antlaşması’ndan sonra, 70 gün Medine’nin savunmasını terk etmeyen Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa, 7 Ocak 1919’da “Seni nasıl bırakırım ben ya Rasûlallah…” yakarışlarıyla Ravza-i Mutaharra’nın başında bekliyordu. Peygamber’le son kez vedalaşmaya giden Paşa, “Ben burada mücavir olarak kalacağım, Peygamber’in şefaatine sığınıyorum!” diyordu. Tam teslim şartları konuşulacakken Fahreddin Paşa’nın bu hareketi, yeni bir siyasi kriz doğuracaktı. Eşyaları arabaya yüklenmiş olan Paşa’nın eşyaları indiriliyor, bir doktor çağrılıp Paşa’nın hasta olduğu İngilizlere söyleniyordu.
Sevgiliden koparılış;
Fahreddin Paşa’nın ziyaretine gelen silah arkadaşları, birbirlerine bakıp bir hamlede Paşa’nın etrafını sımsıkı sardı. Zira İngilizlerin, Paşa’nın teslim olması yönünde artık çok büyük bir baskısı vardı. Gözyaşları içinde Paşa’ya sarılan arkadaşları, kendisini hep birden kucaklayarak teslim aldılar. Ancak Fahreddin Paşa, kılıcını düşmana teslim etmiyor, Hazreti Peygamber’in mescidine emanet olarak bırakıyordu.
Medine’den sürgünlere...
İngilizler tarafından önce Mısır’da daha sonra da Malta’da tutuklu bulunan Çöl Aslanı Fahreddin Paşa, 1921 yılında serbest bırakılınca soluğu doğruca Sakarya’da alır. TBMM İslam ülkelerinden kurtuluş mücadelesine yardım gelmesini sağlaması için, kendisinin Afganistan’da görev almasını teklif eder. Böylece Çöl Aslanı Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk büyükelçisi olarak Kabil’de görev yapmaya başlar. Camilerde konuşmalar yaparak Afgan halkından büyük miktarlarda yardım toplar.
1926 yılında Anadolu’ya dönen Fahreddin Paşa, Türkkan soyadını almış; 1936’da tümgeneral rütbesiyle emekli olmuş; 1948’in Kasım ayında İstanbul’da vefat etmiş, Rumelihisarı Kabristanı’na defnedilmiştir.
Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa’nın şahsında tüm şehit ve gazilerimize Allah’tan rahmet dilerken Medine Müdafaası’nda Paşa’nın komutası altında savaşan Üsteğmen İdris Sabih Bey’in şiiriyle, ecdadımızı bir kez daha unutmayalım.
Dünya ve Ahiret Efendimizsin
Bir ulu’l-emr idin emrine girdik
Ezelden beyatli hakanımızsın
Az idik sayende murada erdik
Dünya ve ahiret sultanımızsın
Unuttuk İlhanı kara oğuzu
İşledik seni göz bebeğimize
Bağışla ey şefi kusurumuzu
Bin küsür senelik emeğimize
Suçumuz çoksa da sun‘umuz yoktur
Şımardık müjde-i sahabetinle
Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur
Doyarız bir lokma şefaatinle
Nedense kimseler dinlemez eyvah
O kadar saf olan dileğimizi
Bir ümmi isen de ya Rasûlullah
Ancak sen okursun yüreğimizi
Ne kanlar akıttık hep senin için
O ulu kitab’ın hakkıçün aziz
Gücümüz erişsin ve erişmesin
Uğrunda her zaman dövüşeceğiz
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz
Can verir canânı veremez türkler
Ebedi hadimü’l-Harameyniniz
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler
Kaynaklar:
Feridun Kandemir, Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası, Yağmur Yay., 1971;
Naci Kaşif Kıcıman, Medine Müdafaası, Sebil Yay., 1994.
Murat Çulcu, Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası, Kastaş yay. 2007
İsmail Bilgin Medine Müdafaası Çöl Kap
http://www.enfal.de/fahredin.htm
emrini dinlenmiyor, 'ben Efendimiz (sav)'in merkad-i mübareklerini teslim edemem' diyor, bütün telkinleri geri ceviriyordu.
Her ne kadar Ingilizler, Medine-i Münevvere'ye dorudan girememis ve askerini sokamamislar ise de, meshur casuslari 'Lawrens' vasitasiyla satin aldiklari bazi kabile seyhleri ve o zamanki Mekke Serifi vasitasi ile Medine'yi tazyik ettiriyorlardi. Neticede Mescid-i Nebeviyi, Merkad-i Mübareki ve o mukaddes beldeleri aylar süren, ac ve susuzluga ragmen devam eden müdafaa neticesinde teslim etmek mecburiyeti hasil oldu. Oradaki rnukaddes emanetlerden, 80 sandik kadarini zabitlar tutarak, lstanbul'a gönderdi. Gerci bazi sandiklar o zamanin Sam valisi tarafindan acilmis ise de emanetlerin bir kismi Istanbul'a gelmistir.
1919'dan sonra ülkesine dönen Fahreddin Pasa 1948'de vefat etmistir.
Peygamber ve Medine asigi bu kahraman pasamiza Allah'dan Rahmet diliyoruz.
(Müftüoglu, Yalan Söyleyen Tarih Utansin)
Zaman gazetesi takvimi, 22.11.97
Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa Ve Unutulmaz Medine Müdaafası / Tarihçi Mahmut Şener
Fahrettin Paşa Kimdir?
Medine müdafaası sırasında karşı karşıya geldiği İngiliz ajanı Lawrence tarafından “Çöl Kaplanı” olarak tanımlanan Fahrettin Paşa’ya, İngiliz yarbayı Bassett “Kaburgalarına kadar tam bir askerdir.” diyor. Bizim kanaatimizce de vatanperver, dürüst, cesur ve yüreği Peygamber sevgisiyle dolu bir Osmanlı Paşası’dır. Bu sevgisini Medine’de kaldığı sürece Hz. Peygamber’in kabrini sık sık ziyaret ederek gösteren Paşa, adeta bir türbedar gibi çalışmıştır. O, tevazu sahibi bir komutandır. Nitekim isyancılara karşı düzenlenen askeri bir harekât esnasında, güçlükle yürüyen çelimsiz bir askeri görünce devesinden inmiş “Kardeşlerim! Sıkıntıda da bollukta da her şeyi paylaşacağız.” diyerek o askeri kendi devesine bindirmek suretiyle yolculuğa yaya olarak devam etmiştir. Medine’de isyanların arttığı bir dönemde Cemal Paşa’nın “İstersen tecrübeli alman pilotlardan gönderelim.” teklifini geri çevirmiş; bir İslam beldesi olan Medine’yi savunurken yalnızca Müslüman askerlerle bu işi yapmak istediğini söyleyerek bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur. Medine’de kaldığı sürece şehri savunmanın dışında imar faaliyetleriyle de uğraşan Paşa, Hz. Peygamber’in kabrine giden yolları genişletmiş, Osmanlı askerlerinin defnedildiği Medine’deki Cennetü’l Baki mezarlığını düzenlemiştir. O’nun bu yaklaşımı, kutsal toprakları sahiplendiğinin en açık göstergesidir…
Günümüzde pek çoğumuzun hatırlamadığı bu unutulmaz Paşa’nın asıl adı Ömer Fahrettin Türkkan’dır. 4 Şubat 1868’de Tuna Nehri kenarındaki küçük bir kasaba olan Rusçuk’ta doğmuştur. Babası Nizam-ı Cedid Topçubaşısı Ömer Ağa’dır. Annesi Mohaç kahramanı Akıncı Beyi Bali Bey’in soyundan gelen Fatma Adile Hanım’dır. Henüz on yaşındayken yaşadığı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi), Ömer Fahrettin’de asker olma isteği uyandırmıştı. Zira bu savaşta binlerce Müslüman hayatını kaybetmiş binlercesi de göçe zorlanmıştır.
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nin Balkanları İslamlaştırma ideali doğrultusunda 14. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleştirilen Türkler, 19. yüzyıldan itibaren bölgenin kaybedilmesi üzerine “tersine göç” ile karşı karşıya kalmışlardı. Sahip olunan pek çok kıymetin terki anlamına gelen bu hüzünlü vedayı yaşayanlardan biri de Ömer Fahrettin olmuştur. Osmanlı-Rus Harbi sonrasında ailesiyle İstanbul’a gelen Ömer Fahrettin, Harp Okulu’nu ve Harp Akademisi’ni başarıyla bitirdikten sonra 1891’de kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı ordusuna katıldı. 1908’e kadar merkezi Erzincan’da bulunan 4. Kolordu’da görev yaptı. Meşrutiyet’in ilanından sonra Yarbaylığa terfi edip İstanbul Selimiye 1. Nizamiye Tümeni Kurmay Başkanı olarak atandı. Balkan Savaşları’ndaki başarılı hizmetlerinin ardından I. Dünya Savaşı’nda 4. Ordu Komutanlığına bağlı 12. Kolordu Komutanlığı’na atandı. Bu vazifede iken Musul ve havalisinde başarılı hizmetler yürüttü. 1915’te 4. Kolordu Komutanlığı Vekilliğine tayin edilen Fahrettin Paşa bölgedeki Ermeni isyanları ile uğraştı. 23 Mayıs 1916’da Medine’ye gönderildi. Medine’yi ele geçirmek isteyen İngilizlere karşı tüm imkânsızlıklara rağmen bu kutsal beldeyi 2 yıl 7 ay savundu. Bu sırada şehrin yağmalanması ihtimaline karşı 100 parçaya yakın kutsal emaneti İstanbul’a naklederek, belki de Kutsal Emanetleri British Museum’da sergilenmekten kurtardı ve İslam Tarihi Kültürüne önemli bir katkıda bulundu. Uzun süre Medine’yi teslim etmeyen Fahrettin Paşa, devlet merkeziyle bağlantının kopması, erzak ve ilaç sıkıntısının had safhaya ulaşması üzerine 7 Ocak 1919’da Medine’yi teslim etmek zorunda kaldı.
Bu beklenmedik durum karşısında önce İngiliz kontrolündeki Mısır’a götürülen Fahrettin Paşa daha sonra savaş esiri olarak Malta’ya sevk edildi. Buradaki esaret hayatından 30 Nisan 1921’de kurtularak Milli Mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya gelen Paşa, Kabil Büyükelçiliği’ne atandı. Afganistan ve havalisinden Milli Mücadele için toplanan yardımların Ankara’ya gönderilmesinde önemli payı olmuştur. 1926’da İstanbul’a dönüp sonra çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 5 Şubat 1936’da Tümgeneral rütbesiyle TSK’dan emekliye ayrıldı. 22 Kasım 1948’de bir Ankara seyahati sırasında Eskişehir yakınlarında kalp krizi geçirerek vefat eden Fahrettin Paşa İstanbul’da toprağa verildi. Rumelihisarı kabristanında medfundur.
FAHRETTİN PAŞA’NIN UNUTULMAZ MEDİNE MÜDAFAASI
Medine savunması, askeriyle tek vücut olmuş bir Osmanlı paşasının vatan ve Peygamber sevgisinin yansımasıdır. Medine Muhafızı Fahrettin Paşa, Medine’de bulunduğu sırada resmi yazışmalarda askerleri için “Mehmetçik” tabirini kullanmakta ve onları Peygamber’in askerleri olarak nitelendirmektedir. İngiliz oyunlarıyla, bedevilerin isyanlarıyla, açlıkla, susuzlukla, 50 dereceyi aşan kavurucu sıcakla, başta İspanyol Nezlesi ve askerin dişlerini ve çenesini düşüren İskorpit olmak üzere türlü hastalıklarla ve ağır çöl koşullarıyla canla başla mücadele ederek Medine-i Münevvere’yi, Hz. Peygamber’in kabrini son ana kadar savunan, teslim çağrılarını geri çeviren Fahrettin Paşa’nın bu dik duruşunu ancak ve ancak Peygamber sevgisiyle izah edebiliriz. Zira Fahrettin Paşa Medine’yi “bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği” diye tanımlamak suretiyle bu kutsal şehre özel bir önem vermektedir.
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti, Fransız İhtilali’nin bir sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçilik isyanları ve emperyalist devletlerin kışkırtmaları neticesinde 19. yüzyılda büyük toprak kayıplarına uğramıştı. 20. yüzyıl başlarında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali ile Kuzey Afrika’daki Osmanlı varlığı son bulmuştu. Ardından gelen Balkan Savaşları Osmanlı Devleti’nin Batı Trakya topraklarını kaybetmesine neden olduğu gibi fırsattan istifade eden Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etmişti. Netice itibariyle I. Dünya Savaşı başlarında Osmanlı Devleti, yüzyıllardır adalet ve hoşgörü ile hâkim olduğu Balkanlardaki ve Afrika’daki topraklarını yitirmişti. Arap memleketlerinde de durum hiç iç açıcı değildi. Zira İngiltere bölgedeki petrol kaynaklarını kullanabilmek için gözünü Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarına çevirmiş, bunun için de her türlü oyuna başvurmaktaydı.
Birinci Dünya Savaşı işte böyle bir ortamda başlamıştı. Bu arada İngiliz ajanı olan Lawrence de bölgede bulunuyor ve “Osmanlı, Müslüman olmayan Almanya ile ittifak yapıyor, yakında Almanlar Mekke ve Medine’ye de girecektir.” diyerek Arapları Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırtıyordu. Bu karışık ortamda Peygamber Efendimiz’in kabrinin bulunduğu Medine’yi savunmak üzere Fahrettin Paşa 23 Mayıs 1916’da Medine’ye görevlendirildi.
CAN VERİR, CANAN’I (SAV) VEREMEZ TÜRKLER
İşte tarihe altın harflerle kazınan, Türk milletinin Hz. Muhammed’e (sav) bağlılığını ortaya koyan, “Can Verir, Cananı (sav) veremez Türkler” diye adına şiirler yazılan, başından sonuna bir destan olan “MEDİNE MÜDAFAASI” böylece başlıyordu. Fahrettin Paşa ve askerlerinin yazdığı bu destan Temmuz 1916’dan Ocak 1919’a kadar sürecek, Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana bırakmamak için isyancılara karşı mücadele edilecektir. İsyancıların baskınları, pusuları, Hicaz Demiryolu’nun bombalanması gibi pek çok olayın yaşandığı bu mücadele esnasında en temel sorun açlık ve susuzluk olmuştur. Lawrence ve adamları tarafından su kaynaklarının zehirlendiği bir ortamda Medine’ye gelen tren seferlerindeki aksamalar hem askeri hem de halkı yiyecek sıkıntısı ile karşı karşıya getirmiş, halkın önemli bir kısmı şehri terk etmek zorunda kalmıştır. Medine’deki direnişi kırmak isteyen İngilizlerin I. Dünya Savaşı sonlarında Hicaz Demiryollarını bombalaması üzerine Medine’nin dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmiş ve sıkıntılar daha da artmıştı. Buna rağmen Hz. Peygamber’in kabrini düşmana bırakmamakta kararlı olan Osmanlı askeri un stokları azalınca hurma çorbası içmiş, hurma çekirdeklerini öğüterek elde ettikleri undan ekmek üreterek yemişlerdi…
MEHMETÇİKLERİN KUMANYASI KAVURMA NİYETİNE ÇEKİRGE
Büyük komutan Fahrettin Paşa, bir taraftan Medine’nin geleceğini düşünürken diğer taraftan gıda sıkıntısına karşı çözüm yolları arıyordu… Hicaz Demiryolu’nun Medine’ye yakın istasyonlarının düşman eline geçmesi nedeniyle şehre erzak girişinin kesilmesi ve isyancıların Medine Kalesi’ni muhasara etmesi üzerine direnişin en zor günleri başlamıştı. Medine açlıkla boğuşurken çok ilginç bir olay yaşanır. Şehir çekirgeler tarafından istila edilmiştir. Herkes durumu endişe ile karşılarken Fahrettin Paşa, askerlerini toplayarak; Peygamber Efendimiz döneminde de Hicaz’da çekirge istilasının yaşandığını ve sahabenin çekirge yediğini söyleyerek durumu bir fırsata dönüştürmek istemiştir. Askerlerine, Hz. Peygamber’in “İki ölünün ve iki kanlının yenmesi bize helal oldu.” şeklindeki hadisini hatırlatan; “iki ölü balık ve çekirge, iki kanlı dalak ve karaciğerdir.” diyen Fahrettin Paşa, çekirge yemenin sünnet olduğunun altını çizerek askerlerini buna alıştırmak için şu bildiriyi yayınlamıştı: “Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Uçar, yeşilliklerle beslenir, temiz ve taze olan yiyecekleri yer… Hicaz, Yemen, Asir Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çevikliklerini çekirgelere borçludurlar… Hekimlerimiz de çekirgenin şifa verici ve besleyici olduğundan bahsediyorlar…” diyerek Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana teslim etmemek için yaşadıkları bu sıkıntı karşısında Allah’ın kendilerine bir lütufta bulunduğunu ifade etmiştir. Fahrettin Paşa’nın bu açıklamalarıyla askerimiz kavurma niyetine çekirge yemiş, çekirge unundan ekmek yapmış, çekirge kurusunu da çerez gibi yiyerek bir süre bu şekilde beslenmiştir.
“SON ERE, SON MERMİYE VE DE SON DAMLA KANA DEK…” MÜCADELE
Yüzyıllardır İslam’ın bayraktarlığını yapan, İslam düşmanlarına karşı canını ortaya koyan bir milletin evladı olan Fahrettin Paşa, yaşanan tüm bu sıkıntılara rağmen askerleriyle birlikte Hz. Peygamber’in kabrinin önünden ayrılmıyor; kendisinin deyimiyle “son ere, son mermiye ve de son damla kana dek…” mücadeleye devam edileceğini adeta haykırıyordu.
Bu sıkıntılı günlerde ortaya konulan direniş, Fahrettin Paşa’nın subaylarından İdris Bey tarafından şöyle dile getiriliyordu:
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir, Canan’ı (s.a.v.) veremez Türkler.
Ebedi hâdimu’l haremeyniniz,
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler.
Peygamber Efendimiz’e bağlılığın bir göstergesi olan bu şiir İdris Bey tarafından yazılmış olmakla beraber Medine’yi savunan Müslüman Türk askerinin ruhundan fışkırıyordu. İdris Bey askerimizdeki Peygamber sevgisini ortaya koymuştu bu dizelerinde…
BÜTÜN İSLAM’IN SIRTINI DAYADIĞI YER, MANEVİ GÜCÜNÜN DESTEĞİ: MEDİNE-İ MÜNEVVERE
Fahrettin Paşa ve askerleri böyle bir ruh hali içerisinde iken Osmanlı Devleti İtilaf devletleriyle 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamış ve I. Dünya Savaşı’nda yenilgiyi kabul etmişti. Bu antlaşma uyarınca Fahrettin Paşa’nın en yakın İtilaf Kuvvetleri komutanlarından birine teslim olarak Medine’den çekilmesi gerekiyordu. Ancak Paşa, teslim teklifleri karşısında Mehmetçiğin Medine’yi savunmakta kararlı olduğunu bir Cuma günü Harem-i Şerif’in minberinden şu sözlerle bir kez daha ortaya koymuştu: “… Ey Nas! Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, Hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişengine, son damla kanına ve son nefesine dek muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir. Şefaatçiniz O’nun Resulü Peygamber Efendimiz’dir…”
FAHRETTİN PAŞA “TESLİM OL” EMRİNİ DİNLEMİYOR!
Fahrettin Paşa, Hükümet’in ve Harbiye Nezareti’nin “direnişe son verme ve teslim olma” yönündeki emirlerini dinlemiyor, bu konuda üstün bir kararlılık örneği sergiliyordu: “Hükümet, Medine’nin anahtarlarını bir İngiliz yüzbaşısına teslim et, diyor. Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hükümetin emri yetmez, mutlaka Hilafet ve Padişahın bir iradesi olmalıdır.” diyerek direnişe devam ediyordu.
Bu arada başta İngilizler olmak üzere İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Antlaşması’nı bahane ederek Osmanlı topraklarını işgal etmişlerdi. İstanbul da İngiliz işgali altına girmişti. Zor durumda kalan Osmanlı Padişahı, İngiliz baskısıyla, Medine’nin Osmanlı askeri tarafından boşaltılmasını öngören bir irade yayınlayarak Fahrettin Paşa’ya göndermiştir. Ancak Medine’yi bırakmamakta kararlı olan Paşa, “Halife/Padişahın baskı altında kaldığı için böyle bir irade yayınladığını söyleyerek” bu emri de yerine getirmemiştir.
MEDİNE’Yİ GÖNÜLSÜZ TESLİM
Gelinen noktada mesele içinden çıkılamaz bir hal almıştı. Zira Medine’nin Osmanlı Devleti ile kara ve demiryolu ulaşımı kesilmiş, askerin cephanesi ve erzağı tükenmişti. Bununla beraber Osmanlı toprakları da İtilaf Devletleri’nce işgal edilmişti. Bu nazik durum karşısında Fahrettin Paşa’ya, “Eğer Medine boşaltılmazsa İstanbul’un da İtilaf Devletleri tarafından işgal edileceği” söylenerek Paşa güçlükle ikna edilmiş, Medine’nin teslimini öngören antlaşma gönülsüzce imza edilmişti. Yani devletin elde kalan menfaatleri göz önünde bulundurularak Medine’deki direnişe son verilmişti. Ancak Fahrettin Paşa’nın Medine’den ayrılış sahnesi de üzerinde durulması gereken bir konudur: İslam toplumu için son derece büyük bir öneme haiz olan Medine’yi İngilizlere bırakmamak için her türlü sıkıntıya katlanan, hastalıktan pek çok askerini kaybeden Fahrettin Paşa, gözyaşları içinde son kez Peygamberimiz’in kabrini ziyaret ederek dua etmiştir. Kılıcını İngilizlere teslim etmeyip Peygamber Efendimiz’in kabrinin başına bırakmış ve oradan ayrılmamıştır. Bayrağımı burçlardan indirtmem, Efendimiz’i bırakmam, diye haykıran ve İngilizlere teslim olmayan Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa, sonunda, kendi subaylarının ani bir baskınıyla Hz. Peygamber’in kabrinden cebren çıkarılabilmiştir.
Başta, kutsal toprakları sonuna kadar savunan Fahrettin Paşa olmak üzere asırlarca Din-i İslam’ın bayraktarlığını yapan tüm ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz. Onlar Çanakkale ve Kut’ül Ammare’den sonra unutulmaz bir destan daha yazmışlar, son kalenin nasıl savunulacağını göstermişlerdir Medine’de… Mekânları cennet olsun…
Gençliğimizin ve gelecek nesillerimizin Fahrettin Paşa ve diğer kahramanlarımızı daha yakından tanıması ve onlara layık bir hayat yaşaması temennisiyle…
.
http://www.bizimelbistangazetesi.com/yazar.asp?yaziID=12418
.
MEDİNE KAHRAMANI FAHRETTİN PAŞA’NIN ÖYKÜSÜ
Tarih, başka başka insanlara ve zamanlara
rastlayan olayların tekrarından başka bir şey değildir.
Öyle bir aynadır ki yalnız dışımızı değil, içimizide gösterir.
Son dönem askeri tarihimizin en büyük kahramanlarından olan Fahreddin Paşa, Hazreti Muhammed’in kabrinin bulunduğu Medine’yi İstanbul’dan gelen bütün emirlere rağmen isyancılara vermeyi reddetmiş “Ben bu bayrağı indirmem, indirecek bir başkasını bulun “ demiş ve her türlü yiyeceğinin bitmesine üzerine de tarihlere geçen meşhur “Çekirge Talimatnamesi” yayınlamıştı. Bu zor şartlar altında Hz. Peygamberin mezarını 2,5 yıl boyunca çekirge yiyerek Bedevi isyancılara ve İngilizlere karşı müdafaa etmiştir.
Büyük mücadele örneği sergileyen bu müstesna kumandanın öyküsünü anlatmadan önce kısaca hayat hikâyesine bakalım.
Asıl adı Ömer olan Fahreddin paşa, 1868’de Ruscuk’ta doğdu. Babası Tuna Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürü Mehmed Nahid Efendi, annesi Bali oğullarından Fatma Adile Hanım’dı. Soyadı kanunundan sonra “Türkkan” soyadını alan Fahreddin Paşa, babasının yanında görevli olan Fransız mühendislerinden Fransızca ve matematik dersi aldı.
“93 harbi”olarak bilinen 1876’daki Osmanlı – Rus Savaş’ından sonra ailesi ile birlikte İstanbul’a gelen Paşa, 1888’de Harb Okulu’nu, 1891’de “Erkân-ı Harbiye’yi “ yani Harb Akademisi’ni bitirip kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. Balkan Savaşı’nda vazife yaptığı Çatalca savunmasında ki başarısıyla Edirne’nin Bulgarlardan geri alınmasında önemli rol oynadı. Birinci Dünya savaşı’na girildiği zaman albay rütbesiyle dördüncü ordu’nun 12. Kolordu kumandanı olarak Musul’da vazife yapan Fahreddin paşa, 1914’te tuğgeneralliğe terfi etti. Dördüncü Ordu komutanlığı vekilliğine getirilen Paşa, Urfa, Zeytun, Haçin ve Musadağı Ermeni isyanlarını bastırmakla görevlendirildi.
Hicaz bilgesinde isyan eden Şerif Hüseyin’le mücadele etmek için 1916’da Medine’ye gönderilen Fahreddin Paşa, 1919’a kadar emrindeki birliklerle Medine’yi kahramanca müdafaa etti. Daha sonra teslim etmek zorunda kalan Paşa, 27 Ocak1919 ‘da savaş esiri olarak Mısır’a götürüldü ve 5 Ağustos’da Malta’ya sürüldü. Malta’nın Fort Salvatore kışlasında 2 yıl 33 gün tutuklu kaldı. Bu süre zarfında İngilizce öğrendi ve İngilizlerin zorlamasına rağmen sırtındaki üniformayı çıkarmadı “Ben bu elbiseyi Harbiye’den mezun olduğumdan beri çıkarmadım” diyerek sürgün boyunca üniformalı bulundu.
Sürgün sırasında İstanbul’da vazife yapan ve savaş suçlularını yargılamak için işgalci kuvvetlerin kurdurduğu Nemrud Mustafa Divân-ı Harbi diye isimlendirilen mahkeme tarafından ölüme mahkum edildi.
Ankara hükümetinin çabaları ile 8 Nisan 1921’de Malta’dan kurtulan Fahreddin Paşa, Berlin karşılaştığı Enver Paşa’nın daveti üzerine Moskova’ya gitti ve İslâm İhtilâl Cemiyetleri İttihadı Kongresi’ne katıldı. Daha sonra Batum üzerinden gelip Sarp sınır kapsından Anadolu’ya girdi. 2 Ağustos 1921’de Kazım Karabekir Paşa, tarafından merasimle karşılanan Fahreddin Paşa, 24 Eylül 1921’de Ankara’ya geldi. 9 Kasım 1921’de Afganistan elçiliğine tayin edildi ve Türk – Afgan dostluğunu geliştirdi. 12 Mayıs 1926’da Türkiye’ye dönen Paşa, 31 Aralık 1929’da memuriyet hayatına başladı. Önce Askeri Yargıtay Divanı Üyeliğine, ardından Askeri Yargıtay Divanı İkinci Başkanlığına tayin edildi. 5 Şubat 1936’da Tümgenerallikten emekli oldu.
Fahrettin Paşa, sonraki yıllarda “Türkkan” soyadını alıyor. Hakkında yazılmış birçok kitap var. Atatürk, Fahrettin Paşa, için “Daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımızdır” der. Tarihe “Çöl Kaplanı, Medine Kahramanı “ olarak bilinen Fahrettin Paşa’ya düşmanları bile saygı göstermiştir.
22 Kasım 1948’de trenle Ankara’ya giderken Eskişehir yakınlarında kalp krizinden vefat etti. Vasiyeti üzeri Rumelihisarı’ndaki Aşiyan Mezarlığında toprağa verildi.
Bu açılamalardan sonra tekrar konumuza dönelim; Türk askeri, Birinci Dünya Savaş’ında Galiçya cephesinden, Mısır’a ve Filistin’e, yani kanal cephesine Erzurum – Kars cephesinden Çanakkale ve Irak cephesine kadar İmparatorluğun her tarafında silah, teçhizat eksikliğine rağmen kahramanca çarpışıyordu. Birinci Dünya Savaş’ının bu hareketli günlerinde, Osmanlının yedi düvelle boğuştuğu sırada İngilizler, Arapları çil çil altınlarla satın almış ve İngilizlerle işbirliği yapan Araplar, Mekke Şerifi Hüseyin’in komutasında Türk ordusunu Mehmetçiği, dindaşlarını arkadan kalleşçe vurmaya başladılar. İstanbul’a Mekke Şerifi Hüseyin’in isyan ettiği haberi ulaştı. İsyan haberi üzerine Dördüncü Ordu kumandanı Cemal Paşa, 28 Mayıs 1916’da Fahreddin Paşa’yı Medine’ye gönderdi.
Fahreddin paşa, Medine’ye ulaştıktan sonra Şerif Hüseyin ve dört oğlu, 3 Haziran 1916’da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip edip isyanı başlattılar. 5 ve 6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldıran Şerif Hüseyin’in güçlerini Fahreddin Paşa, geri püskürttü. Asilerin başlangıçta sayları 50 bin kişiydi, bütün Hicaz bölgesindeki Türk askerinin sayısı ise 15 bin civarındaydı. Biriali ve Birimâşi mevkilerindeki asileri yenilgiye uğratan Fahreddin Paşa, yeni birlikleri takviye edilmiş Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanlığı’na tayin edildi.
Medine’de bulunduğu sürece adaletten ayrılmayan ve yerli halkı küstürmemeye çalışan Fahreddin Paşa, özel bir komite kurmuştu. Komitenin müsaadesi olmadan herhangi bina askeri maksatla yıkılmıyor veya istimlâk edilmiyordu. Binanın kıymeti takdir edilip mülk sahibine temyiz için sekiz gün süre veriliyordu. Binanın bedelleri Şerriye Mahkemesi ve Şehir Binalar Komisyon’undan alınıyordu. Göçmenlerin evleri kilitli tutuluyor ve eşyalarına zarar verilmiyordu. Ayrıca halktan ciddi bir vergi alınmıyordu. Fahreddin Paşa, tarım alanlarına ve Medine Hurmalıkları’na hiç zarar verdirtmedi. El – Ayun ve El – Avali bölgelerinde ki tarlalara ve hurmalıklara büyük itina gösterdi, ayrıca 6 ton buğday ektirdi. Kısacası yöre halkı ile bütünleşmesini bildi.
Mekke valisi Galip Paşa’nın beceriksizliği yüzünden büyüyen isyan neticesinde asiler, 16 Haziran 1916’da Cidde’ye,7 Temmuz‘da Mekke’ye,22 Eylül’de Tâif’e girdiler. Fahreddin Paşa’nın savunduğu Medine dışındaki bütün şehirler isyancıların eline geçmişti. Mısır – Filistin cephesinde ki Kanal harekâtı devam ediyor, bu sebeple Hicaz bölgesinde ki isyan için yeni askeri birlikler gönderilemiyordu. Medine ve çevresinde 100 km’lik bir emniyet şeridi oluşturan Fahreddin Paşa, son derece kısıtlı imkanlarla 2 yıl 7 ay boyunca İngilizler ve onların yerli işbirlikçileri olan çöl bedevilerine karşı Medine’yi savunmaya devam etti.
Medine’yi Suriye’ye bağlıyan demiryolu hattı, İngiliz casusu Lawrence’in para karşılığı kandırdığı bedeviler tarafından devamlı tahrip ediliyor, Medine’ye askeri mühimmat ve erzakın ulaşması engelleniyordu. Fahreddin Paşa, ilk iş olarak Medine’de bulunan Hazreti Peygamber’in mukaddes emanetlerini 2000 askerlik bir koruma ile İstanbul’a gönderdi
İsyancılar kısa zamanda Medine’yi kuşatma altına aldılar. İstanbul hükümeti kuşatma başlamadan Fahreddin Paşa’ya şehri tek etme emri gönderdi. Bu emre karşı Paşa, “ben Türk bayrağını indiremem, eğer indirilecekse buraya başka kumandan gönderiniz “dedi. Paşa, “İngilizlere ve Araplara teslim olmaktansa şehri ve kendimi feda ederim.” Diyerek kuşatmaya can başla karşı koydular. Bu arada devamlı “Ravza –i Mutahhara’ya, yani Peygamberimizin mezarına giden Fahreddin Paşa, mezara seslenerek şöyle diyordu” Ya Resulü, senin için savaşanlarla sana karşı çıkanları gör, Allah’ın yardımını bize ulaştır” diye yakarıyordu.
Etrafı çevrili şehre hiçbir yerden yardım gelmiyordu. Hastalık, açlık ve susuzluk hat sahaya ulaşmıştı. İlaç yok sıtma, dizanteri, humma, verem salgındı. Fahreddin Paşa bunlarla mücadele ederken Osmanlı yenilmiş, Filistin düşmüştü, Osmanlı ordusu kuzeye çekilmeye devam ediyordu.Bu arada mağlubiyeti kabul eden ve düşmanları ile Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu son yıllarını yaşıyordu. Mütareke şartlarına göre Medine şehri Şerif Hüseyin’e teslim edilmesi gerekmekteydi. Fahreddin Paşa, bu emirleri dinlemedi İstanbul hükümetine cevap bile vermedi.
Ağır şartlara rağmen askerin morali yüksek tutuluyor, savaş bütün şiddeti ile devam ediyordu. Açlık ve sıcak orduyu zorda bırakıyordu. Güneş çarpmasından asker kayıbı olurken, açlık sorununu çözmek içinde tarihe geçen “çekirge talimatnamesi”7 Haziran 1918’de yayınladın. Çekirgenin yenmesi ile ilgili tıbbi tavsiyeler içeren şu tebliği yayınlandı:
“Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var ? yalnız tüyü yok. O da serçe gibi kanatlı ve uçuyor. Bitkilerle besleniyor, temiz ve taze şeyler yiyor. Hem de tiryaki ve keyif sahibi, tütün ve limondan zevk alıyor. Ayrıca Hicaz, Asir, Yemen ve Afrika bedevilerinin başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlıklarını ve zindeliklerini yedikleri çekirgeye borçludurlar. Çekirgeyi develerde büyük zevkle yiyorlar. Dizlerinin bağı çözülenlere,basurlulara ve romatizmalılara şifadır. Doktorlara da incelettiğini söyleyen Fahreddin Paşa, çekirgelerin nimetlerini öve öve bitiremiyordu.
Bir taraftan İngilizler, diğer taraftan Şerif Hüseyin’in kuvvetleri, Medine’nin bir an önce teslim olması için her şey yaptılarsa da Fahreddin paşa, askerlerinin çoğunun hasta olmasına rağmen,cephane,yiyecek, ilaç ve giyecek stoklarının tükenmesine rağmen direnmeyi sürdürüyordu. İngilizlerin “Türk Kaplanı “ diye adlandırdıkları Fahreddin paşa, askerlerinin direnme gücü tamamen bitince teslim olmak zorunda kaldı. Teslim şartları gereğiHicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanı Fahreddin Paşa, 24 saat zarfında Haşimi kuvvetleri karargâhının özel misafiri olacaktı. Durumu kabullenemeyen Fahreddin Paşa, “Ravza-i Mutahhara” yakınındaki bir medreseye gitti ve burada daha önce hazırlattığı yatağına girip bir yere gitmeyeceğini söyledi. Fakat kendisi ile görüşmeye gelen kumandan vekili Necip Bey ve diğerleri tarafından 10 Ocak 1919’da Haşimi karargâhında hazırlanan çadıra götürüldü. Şerif Abdullah’ın birlikleri, Mondros Mütarekesi’nden ancak 72 gün sonra Medine’yi teslim aldılar.
Medine’ye giren Arap kuvvetleri çok kanlı yağma yaptılar. Bu yağma 12 gün sürdü. Beş bin ev talan edildi. Bu yağmalar Deraa, Şam ve Halepşehirlerinde de vuku buldu. Bu durum şunu göstermiştir ki, Arap medeniyeti, Türk medeniyetine kıyasla saati geri çekmekten başka bir şey değildir. Tüm yabancı tarih yazarları da bu görüşü ısrarla savunmuşlardır.
Fahrettin Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği hazinenin listesi
Medine’nin elden çıkacağını gören Paşa, Peygamberimizin bu kentteki mezarına Osmanlı padişahları tarafından gönderilen hediyeleri, başka bir deyişle o muhteşem hazineyi, 1918 yılında bir muhafız kıtası eşliğinde ve mühürlü sandıklarla İstanbul’a gönderip ülkemize kazandırıyor.
Allah rahmet eylesin, ne iyi yapıyor. Aksi takdirde bu değerli eşyalar, şimdi hırsız Suudilerin elinde olacaktı.
Şimdi size Fahrettin Paşa tarafından İstanbul’a gönderilen ve günümüzde bir bölümü Topkapı Sarayı Müzesi’nde teşhir edilen o hazinenin tam listesini sunuyorum:
- Hazreti Osman’ın ceylan derisine el yazmalı Kuran’ı.
- 5 adet eski el yazması Kuran ve 4 adet Kuran cüzleri.
- Değerli taşlarla bezenmiş, altın kaplamalı 5 adet Kuran kabı.
- Hilye-i Şerif (Peygamberimizin yazı ile yapılmış portresi). Gümüş çerçeveli, yeşil kadife üzerine pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı, gümüşten güneş resimli…
- Bir adet som altın üzerine pırlanta ile Kelime-i Şehadet yazılı levha.
- Pırlantalı, incili, mercanlı 7 adet tespih.
- Gümüş işlemeli 2 adet rahle.
- Sultan Abdülaziz’in pırlantalı ve altın işlemeli tuğrası.
- 4 adet sancak başı ve 3 adet değerli kılıç.
- Kevkeb-i Dürri adlı 4 parça büyük elmas.
Altın üzerine oturtulmuş, çevresi elmas ve yakutlarla bezenmiş.
- 14 adet pırlanta ve zümrütlerle bezenmiş altın askı.
- Pırlanta, inci, yakut ve zümrütlerle bezenmiş 11 adet altın kandil askısı.
- Değerli taşlarla bezenmiş 1 adet altın kandil.
-1 adet altın kahve askısı.
- Değerli taşlarla bezenmiş 7 adet altın şamdan. İkisi 1.55 metreboyunda ve 50 kilo ağırlığında. Her birinin üzerinde 2.680 pırlanta var.
- 1 adet altın makas.
- Değerli taşlarla bezenmiş 8 adet altın gülabdan (gülsuyu kabı) ve 12 adet altın buhurdan (tütsülük).
- Pırlanta, zümrüt, yakut ve incilerle bezenmiş 2 adet çelenk, 10 adet yıldız çiçek, bir yaprak. Hepsi altın.
- 1 adet pırlanta yüzük.- Altın ve gümüş zincirler, altın mücevher kutuları ve çekmeceleri.
- 84 karat inci taneleri, 15 parça zümrüt, 27 parça yakut. 53 parça pırlanta ve elmas.
- Ayrıca 3 kilo 985 gram altın.
- 908 kilo gümüş.
- 49 parça şal ve sırma işlemeli perde.
-Medine’de Sultan Mahmut Kütüphanesi ve diğerlerindeki değerli eserler.
Sonuç
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk askeri İngilizlerle işbirliği yapan Araplar tarafından arkadan vurulmuştur. O savaşta Arap ihaneti, unutulacak şey değildir.
Ortadoğu’nun dört bir yanında Filistin, Hicaz, Irak, Suriyecephelerinde aynı ihanet olmuştur. İngilizlerle savaşan on binlerce Türk askeri, Osmanlıya ihanet etmiş Araplar tarafından öldürülüp cesetleri bile soyulmuş, belki altın yutmuşlardır diye cesetlerin mideleri bile bıçakla kesilmiştir.
Bu acı fakat şerefli savunmanın aziz şehit ve gazilerinin ruhlarını bir Fatiha ile hoş etmek, halen sağ bulunanları ise sağlık ve selamet dilekleriyle anmak, din ve vatan borcundur.
Faydalanılan Kaynaklar
Türk Tarih Dergisi Ekibi
(Prof. Dr. İlber Ortaylı,Prof. Dr. Vahdettin Ergin,
Tarihçi M. Birol Ülker, Tarihçi Murat Bardakçı)
Aug 19, 2006 - Fahrettin Paşa sonraki yıllarda "Türkkan" soyadını aldı. ... Birinin yazarı Paşa'nın personel subayı Naci Kaşif Kıcıman, öteki ise Medin
SEVGİLİ okuyucularım, bugün size geçmişten bir olayı yıllar sonra ikinci kez anlatacağım. Yıl 1918. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmek üzereyiz.
Suriye, Irak, Filistin, Arabistan cephelerindeki ordularımız, İngilizler karşısında çökmek üzere. İngilizler, Arapları çil çil altınlarla satın almış. Araplar, Türk ordusunu, dindaşlarını arkadan ve kalleşçe vuruyor.
30 Ekim 1918. Bu cephelerde on binlerce şehit veren Osmanlı yenilmiş, Mondros Antlaşması’yla teslim olmuş.
Peygamberimizin Ravza-i Mutahhara adıyla bilinen mezarı, kutsal Medine kentinde. Komutanlığını Fahrettin Paşa’nın yaptığı Medine garnizonu, aylardan beri Arap ve İngilizler tarafından korkunç bir kuşatma altında. Açlık, susuzluk, silahsızlık, her şey felaket. Çaresiz kalan Fahrettin Paşa ordusuna emir yayınlıyor: "Evlatlarım, çekirgeleri tavada pişirip yiyin. Ben yiyorum, çok güzel oluyor."
Fahrettin Paşa, Arap ihanetini ve olacakları önceden görüyor, Medine’nin elden çıkacağını anlıyor. Peygamberimizin mezarına Osmanlı tarafından armağan edilen bütün değerli eşyaları (hazineyi) son trenlerden birine bir muhafız kıtası eşliğinde yükleyipİstanbul’a gönderiyor. İşte bazıları:
Hazreti Osman’ın ceylan derisine el yazmalı Kuran’ı, pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı levhalar, pırlantalı, incili ve amberli tespihler, Kevkebi Dürri adlı 4 parça büyük elmas, her biri 50 kiloluk altın şamdanlar ve daha niceleri.
Medine, demiryolunun son durağı. Demiryolu, cephelerdeki ordumuzun tek can damarı. Araplar bu hatta sürekli sabotaj düzenleyip asker, yiyecek içecek, cephane sevkini engelliyor. İngiliz altınları doğrusu çok işe yarıyor!
***
Mondros imzalanıyor, devlet teslim oluyor. Fakat o ne? Fahrettin Paşa Medine’de teslim olmayı reddediyor. Aylar boyu Arap-İngiliz kuşatmasına direniyor.
Haçlı-Müslüman işbirliği, Türk ordusuna karşı sürüp gidiyor.
İstanbul hükümeti, Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) Haydar Molla’yı Medine’ye İngiliz zırhlısıyla gönderip, direnen Fahrettin Paşa’dan teslim olmasını istiyor. Paşa yine reddediyor. Verdiği yanıt hep aynı: "Ben Peygamberimizin mezarını bunlara bırakmam. Al bayrak burada dalgalanacak."
Dünya askerlik tarihinde böyle bir olay yaşanmadı. Devlet teslim olmuş, Fahrettin Paşa 3 ay daha Medine’de direniyor. İngilizler ve işbirlikçi Araplar, Medine’yi bir türlü ele geçiremiyor.
Ocak 1919. Sonunda olan oluyor. Bir sabah erken saatlerde Paşa, Peygamberimizin mezarında namaz kılarken, teslimden başka çıkar yol kalmadığını savunan bazı subaylar onun üzerine atılıp yaka paça yakalıyor.
Fahrettin Paşa, tabancasıyla kılıcını Peygamberimizin mezarına bırakıyor ve kuşatmacılara esir düşüyor.
Paşa bir süre Mısır’daki esir kamplarında kaldı. Sonra bütün yurtseverler gibi, İngilizler tarafından Malta Adası’na sürüldü. Esirliği boyunca çizmelerini ve üniformasını bir gün olsun üzerinden çıkarmadı.
2.5 yıl sonra serbest kalınca 1921 yılında İtalya-Almanya-Rusya-Batum-Kars yoluyla yurda girip vatan toprağını öptü ve Kazım Karabekir Paşa ordusuyla Batı cephesine gidip İstiklal Harbi’ne katıldı.
Ankara’da Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Paşa için "daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımızdır" dedi.
Çöl kaplanı ve Medine kahramanı olarak bilinen, düşmanlarının bile hayranlıkla söz ettiği Fahrettin Paşa, 1922 yılında Mustafa Kemal Paşa tarafından Afganistan’a, Kábil Büyükelçisi olarak atandı. Afganistan o yıllarda da bizim için çok önemli. Yeni rejimi tanıyan birkaç ülkeden biriydi.
Fahrettin Paşa sonraki yıllarda "Türkkan" soyadını aldı. Hakkında yazılmış iki nefis kitap var. İkisinin de adı "Medine Müdafaası".Birinin yazarı Paşa’nın personel subayı Naci Kaşif Kıcıman, öteki ise Medine’de Kızılay görevlisi Feridun Kandemir. Her ikisi de Medine’de Paşa ile birlikte görev yapmışlar.
Aradan yıllar geçiyor, Kandemir bir gün Fahrettin Paşa’ya İstanbul’da sokakta rastlıyor ve kendisinden, anılarını yazmasını istiyor. Yanıtını kitaptan aynen aktarıyorum: "Evladım, herkes vatana karşı borçlu olduğu vazifeyi yapar ve orada iş biter."
Fahrettin Türkkan, 1948 yılında vefat etti. Ebedi uykusunu İstanbul’da, Rumelihisarı Mezarlığı’nda uyuyor.
Fahrettin Paşa olayı, dünyada eşi olmayan bir ibret belgesidir. İngilizlerle para uğruna işbirliği yapan dindaşımız Arapların ihanetine uğrayan, devlet teslim olduğu halde Peygamberimizin mezarını onlara kaptırmamak için kelle koltukta, aç susuz direnen gerçek bir Müslüman’ın öyküsüdür.
Ben bu kahramanlara büyük saygı duyuyorum. Bugün onlar sayesinde özgürüz. Allah hepsine rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar. Gerçek dindar, gerçek Müslüman, işte onlardı. Onlar aynı zamanda yurtseverdi. Bir Fahrettin Paşa ve benzerlerine bakın, bir deMüslümanlık tüccarlığı yapan din bezirgánı sahtekárlara!
Acaba gerçek Müslüman hangileri?
.---------------------------------------------------XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
http://www.biyografya.com/biyografi/3445
.
gönderen Başkomutan » Pzt Ara 06, 2010 17:13
Fahreddin Paşa'nın Medine Müdafaası
Birinci Dünya Savaşı`nda Türklerin Çanakkale de gösterdikleri kahramanlık destanının bir benzeri de Hicaz da kutsal toprakların müdafaasında yaşanmıştır.
Mondros Mütarekesi (1918) ile Osmanlı İmparatorluğu nu parçalayan güçlerin ve yandaşlarının karşısında Fahreddin (Türkkan) Paşa ve kumandasındaki kahraman Türk Askeri, mütareke şartlarını ve Osmanlı Sarayı nın emirlerini hiçe sayarak bu toprakları hiçbir karşılık beklemeden dinlerine ve peygamberlerine olan engin sevgi ve saygı ile savunmuşlardır.
Türk Askeri nin bu büyük zaferi, kumandanından erine kadar vatan ve Allah yolunda; Onun yüce peygamberini ve mukaddes topraklarını savunmadaki kahramanlıklarının destanını bu eserde bir roman heyecanı ile okuyacaksınız.
Atatürk'ün ifadeleriyle adını altın harflerle tarihe yazdıran büyük kumandan Fahreddin Paşa'nın hatıraları, oğulları Selim ve Orhan Paşa ların bu esere katkıları, Sadrazam Talat Paşa ya yazılan mektupların ve Osmanlı İmparatorluk sarayı ile İngiliz ve Fransız kumandalıklarının tarihi belge niteliğindeki yazıları ilk defa bu kitapta açıklanmaktadır.
Feridun Kandemir
Yağmur Yayınları
kitapyurdu.com
Çöl Kaplanı…Fahreddin Türkkan Paşa
Birinci Dünya Savaşı sona ermişti…
Bu savaş esnasında Hicaz Cephesinde bulunan ve Medine Müdafaasını çıplak gözlerle seyreden Feridun Kandemir, Babıâli’de bir gazete idaresinde tüm gördüklerini duayenlerden Süleyman Nazif ve Yahya Kemal’e anlatıyordu…
Loş odanın içinde kesif bir duygu seli yaşanıyordu…
Feridun Kandemir, şanlı müdafaaya dair hangi anı hatırlasa sesi titriyor, ruhunda volkanlar oluyordu. Anlatılanlar karşısında Yahya Kemal’in dudakları büzüşmeye, gözleri nemlenmeye başlamıştı, Bu sıcağı sıcağına bir anlatıştı, okuyan, öğrenen değil bizzat yaşayan anlatıyordu. Anlatılanlar karşısında gözlerini pür dikkat açıp, sessizce oturan Süleyman Nazif ise bir süre dinledikten sonra bir ok gibi yerinden fırlayarak haykırmıştı;
“…Çoçuk! Çocuk!
Neler söylüyorsun Sen!
Bunlar burada bize mi anlatılır?
Hemen bir meydana koş! Bunları İstanbul’a bütün bir millete anlat!’”
Feridun Kandemir, söyleneni belki yapmamış bir meydana koşup olanları haykırarak tüm İstanbul’a anlatmamıştı ama Peygamberimizin Gölgesinde ki Son Türkler eserini yazarak tüm yaşananların bütün bir millet tarafından öğrenilmesini sağlamıştı…
Bu eseri okuyanlar ve Feridun Kandemir’i dinleyenler gördüler ki Türkler, Birinci Dünya Savaşında sadece Kuttul Amare ve Çanakkale de değil Peygamberin (s.a.v)dizinin dibinde Medine de bir destan yazmışlardı…
Bu destanı askerleri ile birlikte çölün değişken zeminine kaybolmayacak şekilde işleyen kişi ise efsane istihbaratçı (siz kestane de diyebilirsiniz)Lawrence’ın Çöl Kaplanı lakabını taktığı Fahrettin Paşa’dan başkası değildi…
Evet…
Fahrettin Paşa…
Ölümünün 62.yılını yaşadığımız şu sıralarda hiç kimse tarafından hatırlanmayan “unutulmaz” Paşa…
Şimdi bir tutam vefa kuşanıp, tarihe doğru kanatlanıyoruz…
Bir iman abidesi olan Fahrettin Paşa ve Peygamberin (s.a.v.) dizinin dibinde İngilizler ile işbirlikçilerine karşı müthiş bir destan yazan, tunç yürekli Türklerin dizinin dibine doğru yol alıyoruz…
MOHAÇ KAHRAMANI AKINCI BALİ BEY’İN TORUNU
Osmanlı Devletinin son ordu komutanlarından biri olan Fahrettin Paşa tarihte Medine Müdafii olarak tanınır. Gerçek ismi Ömer Fahrettin Türkkan’dır…
Nizam-ı Cedid Topçubaşısı Ömer Ağa’nın oğlu Tuna Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürü Mehmet Nahit Bey ile Mohaç kahramanı akıncı beyi Bali Bey’in soyundan gelen Fatma Adile Hanım’ın,tek çocuğu olarak 4 Şubat 1868 de Tuna Nehri kenarında kurulu küçük bir kasaba olan Rusçuk’ta doğmuştu…
1877-78 Tarihi Balkan Türkleri için çok şey ifade ediyordu…
Türk- Rus Harbi kısa süre de Rumeli Bozgununa dönüşmüştü. Kan kokusu ve top sesleri içinde ferc ferc Anayurda akan kafilelerden birinde daha 10 yaşına yeni giren Ömer Fahrettin de bulunmaktaydı. Asker olma istediği, milletinin en zor anlarını gördüğü bu dönemlerde depreşmişti.
Kısa süre de tüm engelleri aşmış takvim yaprakları 1888 yılını gösterdiğinde göç yolunun tüm acılarını çeken küçük muhacir Ömer Fahrettin, Harbiye Mektebini sınıfının birincisi olarak bitiren genç bir süvari teğmeni olmuştu.
O artık sürekli öğrenme hevesinde olan acar bir delikanlıydı…
Yabancı dil eğitiminin ısrarla üzerinde durmuş,İstanbul Posta ve Telgraf Müdürlüğüne atanan babasının yanında çalışan Fransız mühendislerden Fransızca dersleri almıştı.. Fotoğrafçılığa merak salarak daha 17 yaşında tüm İstanbul’u kare kare objektiflere işlemişti. Bu merakını daha da ilerletmek için İstiklal da ki (Pera) Febüs Fotoğrafhanesi’nin sahibi Bogos Tarkulyan’dan özel dersler bile almuıştı.
1891 yılında ise pekiyi derece ile Erkan-ı Harbiye mektebini bitirerek tüm dikkatleri üzerine çekmişti.
Merkezi Erzincan’da bulunan 4.Orduya verilir ve meşrutiyetin ilanına kadar kesintisiz şekilde 17 sene burada görev yapmıştı. Bu arada Yarbaylığa yükselip 1908 Aralık ayına doğru İstanbul’a gelmişti..Yeni görevi;İstanbul da ki Selimiye 1.Nizamiye Tümeni Kurmay Başkanlığıdır.1912 yılında Balkan Savaşlarının ikinci kısmına katılmak için Gelibolu da ki 31.Tümen Komutanlığına getirilmişti.22 Temmuz 1913 günü 31.Tümenle Enver Paşa’nın öncülüğünde Edirne’ye giren ilk askeri birlik O’nun kumandasında idi.
1914 de Dünya Savaşı patlak verdiğinde Miralay Fahrettin Bey, Musul da 12.Kolordu Kumandanı iken aldığı bir emir doğrultusunda kolordusunu Musul’dan Halep’e getirmişti.
1914 yılının Kasım ayında Miriliva yani General olmuştu. Bu terfi sonrasında burada bulunan 4.Ordu Kumandanlığını Vekilliğine tayin edilmişti…
“ AYRILIKÇI ARAP TERÖRÜNÜN TEK SORUMLUSU SİYASİ İKTİDARDIR”
Rus, İngiliz ve Fransız istihbarat örgütlerinin cirit attığı bir alana dönen bölgede yaşayan bir kısım Ermeni ve Arap topluluklar ardı ardına isyan hareketlerine kalkışmıştı. Hicaz’dan gelen haberler ise hiç iç açıcı değildi. Medine Muhafızı Basri Paşa tüm Osmanlı yetkililerini uyararak Şerif Hüseyin’in açıktan bir ayaklanmaya hazırlandığını bildiriyordu. Fahrettin Paşa 31 Mayıs 1916 da Medine’ye vardığında Basri Paşa’nın yaptığı tüm uyarılarda haklı olduğunu üzülerek gördü. Aradan tam olarak bir hafta bile geçmemişti ki 5 Haziran 1916 da Şerif Hüseyin isyan etmişti. O dönem Teşkilat-ı Mahsusa’nın başında bulunan Kuşçubaşı Eşref Bey sonra ki yılarda bu isyanın tüm sorumluluğunu İttihat ve Terakki liderleri ile Cemal Paşa’ya yüklemişti;
“…Teşkilat-ı Mahsusa için Suriye de ki Arap ajitasyonu ve Hicaz İsyanına yol açan hadiseler bilinmeyen şeyler değildi. İsyandan 1,5 sene evvel, Hüseyin’in ilk bulduğu fırsatta bize karşı isyan edeceğini tahmin etmiştik. Ve bu doğrultu da ki raporlarımızı Enver Paşa, Cemal Paşa ve hatta 4.Ordu Müftüsü Esat Şukayr ile İttihat ve Terakki Genel Merkezine göndermiştik. Ancak siyasetçiler kolay olanı seçti ve insicamlı tek bir program kabul edilmedi. Evvela, Araplar, İmparatorluğun imtiyazlı bir sınıfı gibi muamele gördü. Araplar adeta muhtar bir ünite idiler. Durum öyle bir hal aldı ki Araplara bizim hürriyetimizi tehlikeye sokacak kadar fazla hürriyet vaat ettiler. Sonrasında durumun farkına varınca da gereksiz ve aşırı bir istimdat programı uygulandı…”
Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğulları olan Ali ve Faysal’ın kontrolünde ki ayrılıkçı teröristler Medine de bulunan Osmanlı karakollarına saldırmaya başlamıştı ki Fahrettin Paşa Medine de idareye el koyarak 17 Temmuz 1916 da Hicaz Kuvve-i Seferiyesi olmuştu…
YEŞİL RAVZA ÖNÜNDE TUNÇ YÜREKLİ TÜRKLER
Çarpışmalar ve pusular birbirini izliyordu...
Bir yanda İngilizlerin desteğini alan ayrılıkçı Şerif Hüseyin taraftarları, diğer yanda ise Peygamber Beldesini İngiliz çizmesine çiğnetmeyiz diyen tunç yürekli Türkler...
Ayrılıkçıların belli bir sayı üstünlüğü ile yaptıkları birçok saldırı bizzat askerinin başında bulunup tüfek çatıp, kılıç sallayan Fahrettin Paşa sayesinde püskürtülmüştü. Asiler aldıkları zincirleme yenilgiler sonrasında psikolojik olarak çökmüşlerdi. Buda, daha fazla İngiliz parası ve altını demekti…
Çöl şartları zordu…
Sıcak, susuzluk, iaşe ve yemek problemi, askeri mühimmat sıkıntısı birde ihanetin nereden geleceğinin bilinmemesi korkusu Peygamber beldesini koruyan Türklerin en mühim sıkıntıları idi. Ama asla yılgınlık göstermiyorlardı. Öyle ki Temmuz 1916’dan Ocak 1919’a kadar 2 Sene 7 ay boyunca Türk savunması devam etmişti. Osmanlı’nın savaştan yenik ayrılıp, antlaşma masasına oturması bile burada ki direnişi çözememişti.
Fahrettin Paşa ve tarihte ilk defa ordu yazışmalarına resmi olarak sokarak “ Mehmetçiklerim” dediği mübarek ve cesur askerleri teslim tekliflerine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Bir teslim teklifi karşısında Fahrettin Paşa aynen şöyle kükremişti;
“… Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim, Müslümanlığın göz bebeği olan Medine’yi son fişek, son damla kan ve son nefesine kadar savunmaya kararlıdır. Buna askerce bir lisanla ant içmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı içinde ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil kubbesi altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe Medine Kalesi’nin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden Türk bayrağı indirilemeyecektir…”
Ancak askeri strateji açısından Osmanlı, Ortadoğu da zor anlar yaşıyordu. Filistin ve Hicaz’ı aynı anda savunmak mümkün olmayınca en azından Kudüs’ü kurtarmak için Medine’de ki kuvvetlerin Filistin’e kaydırılmasına karar verilmişti. Medine’nin boşaltılacağı yönünde haber alan Fahrettin Paşa, Cemal Paşa’ya çok manalı bir telgraf geçmişti;
“… Bu mukaddes şehri, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Ravza-ı Mutahhara’sını son ana kadar muhafazayla, ecdadımızın Medine’ye anavatanın kıblegahına yerleştirmiş oldukları bayrağımızın bana kandırtılmamasını kemal-i hürmetle istirham ederim…”
SON DÖNEM OSMANLISI’NIN EN MÜHİM KÜLTÜR OPERASYONU
Cemal Paşa’ya yapılan bu siteme Ordu’nun başında bulunan Enver Paşa kayıtsız kalmamıştı. Hicaz bölgesi kısmen boşaltılacaktı ama Medine de direniş devam edecekti. Boşaltmaya bir fırsat olarak değerlendiren Fahrettin Paşa resmi yazışmalar nihayetinde tüm sorumluluğu kendi üzerine alarak kültür tarihimizin en mühim operasyonlarından birini gerçekleştirmiş, isyan sırasında yağmalanma tehlikeleri göz önüne alınarak Medine de bulunan maddi ve manevi değeri çok yüksek 97 parça eser özel bir koruma timi ile 27 Mayıs 1917 de İstanbul’a ulaştırılmıştı…
Unutmamamız gerekir ki bugün kutsal beldelerde Hadimü’l Haremeyn’lik yapmış bir medeniyetin çocukları olarak, Topkapı Sarayı- Kutsal Emanetler Bölümünde Emanat-ı Mübareke ve Hazine-i Nebeviye’yi önemli kısımları büyük bir huşu ve ihlâs içinde gezebiliyorsak bunun yegâne başarısı Fahrettin Paşa’ya aittir…
ÇEKİRGE YİYEN MEHMETÇİKLER
Fahrettin Paşa elinde kalan az sayıda kuvvetle Medine’yi müdafaaya günlerce devam etmişti. Fakat Hicaz Demiryolu’nun Medine’ye yakın olan Tebük–Medain arasındaki istasyonun düşman eline geçmesinden sonra Medine Kalesi isyancılar tarafından ayrıca muhasara edilmişti.Hiçbir yerden yardım alamaz durumda olan Fahrettin Paşa ve askerleri direnişin en zor günlerinin yaşamaya başlamıştı…
Hicazda sıcaklık odada 38 dışarı da ise 50 dereceyi buluyordu…
Arazi genellikle susuzdu. Dağlar sarp coğrafya ise çetrefilli idi. Sıra ile su içen Mehmetçikler adeta mataranın ağzına yapışıyorlardı. Giyecek ise gerçekten sorun olmaya başlamıştı. Hemen-hemen tüm kilerlerde hurmadan başka yiyebilecek hiçbir şey kalmamıştı. Medine de Mehmetçikler açlıkla boğuşurken ilginç bir biçimde gökyüzünden çekirge yağmaya başlamıştı…
Herkes elde kalan bir avuç tahılın, hurma ağaçlarının mahvolacağını düşünerek çekirge yağmuruna korku ve endişe ile bakıyor; “Medine asıl şimdi bitti!” diye ah çekiyordu…
Fahrettin Paşa ise Afrika’nın Sina’yı geçerek Medine’ye musallat olan çekirgelerini nimet olarak değerlendirmişti. Ona göre bu bir afet değil, göklerden gelen ilahi bir ikramdı…
Paşa, okuduğu eski kitaplar arasında, Hz. Peygamber döneminde de Hicaz’da böyle bir çekirge istilasının olduğunu ve Peygamberin çekirge ile ilgili bir takım hadislerinin bulunduğunu hatırladı. Bu hadisleri arayıp bulan Fahrettin Paşa, buradan hareketle çekirge yemenin sünnet olduğuna hükmederek bunu askerlerine aktarmış ayrıca Çekirgenin yenebileceğine dair müthiş bir yazı kaleme almıştı;
“…Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Sadece tüyü yok. O da çekirge gibi ama kanatlı uçuyor işte. Bitkilerle besleniyor. Serçe kadar asabi ve yediği şeylere dikkat ediyor. Temiz ve taze olan yiyecekleri yiyor. Hem de tiryaki ve keyif sahibi bir canlı, tütünden ve limondan çok hoşlanıyor…
“… Hicaz, Asir, Yemen ve Afrika urbanının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler salâbet ve zindeliklerini, çevikliklerini çekirgelere medyundurlar. Çekirgeleri deve ve hecinler büyük bir zevk ile yiyorlar. Kınığ’da da deve ve hecinler kâmilen çekirge ile beslenirler…”
Bu şahane yazı sonrasında Mehmetçikler çekirge kurusunu çerez gibi yerken çekirge unundan ekmek yapıp, günlerce bu şekilde beslenmişlerdi…
Çöl sıcak, arazi çetin, düşman kalabalık,ve şartlar zordu ama Mehmetçiklerin Peygamber beldesini İngilizlere bırakmak gibi bir niyetleri yoktu.Fahrettin Paşa bir defasında askerleri ile dertleşirken tüm Türk birliğinin Halit-i ruhiyesini yansıtan şu sözlerle askerlerini motive ediyordu;
“…Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım!
Allah’ın huzurunda huşu ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberimizin (s.a.v) karşısında hep beraber diyelim ki; Ya Resülullah, biz seni bırakmayız!”
CAN VERİR CANAN’I (s.a.v.) VEREMEZ TÜRKLER!
Ne Başkentten gelen baskılar nede düşmanın yaptığı baskınlar Ravza önünde Peygamber Beldesini bekleyen bu Türk birliğinin ruh birliğini bozamıyordu…
1000 senedir İslam’ın kılıçlığını yapan ırkın, tunç yürekli, çelik bilekli yiğitleri âdete Peygamberin kabrinin önüne çivilenmişlerdi. Her birinin muradı şehit olmak ve Ravzasının önünde nöbet bekledikleri Peygamber’e (s.a.v) kavuşmaktı…
Bu sıkıntılı günlerin birinde abdestlenerek Peygamber kabrini ziyarete gelen Fahrettin Paşa’nın Oğuz soylu yiğitlerinden Üsteğmen İdris Bey, tarihin kalbine bir mızrak gibi saplanan ‘’Türk’’ü derinden yaralayan ihanet karşısında ki dileklerini Peygamber makamında hıçkırıklar içinde şu şiirle dile getirmişti;
“Unuttuk İlhan'ı, Kara Oğuz'u,
İşledik seni göz bebeğimize.
Bağışla ey şefî kusurumuzu,
Bin küsur senelik emeğimize.
Nedense kimseler dinlemez eyvah!
O kadar saf olan dileğimizi.
Bir ümmî isen de Ya Resûlullah,
Ancak sen okursun yüreğimizi.
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir, Canan’ı(s.a.v.)veremez Türkler.
Ebedi hadim'ul haremeyniniz,
Ölsek de Ravza’nı ruhumuz bekler.”
Bu yüksek ruh hali tüm Türk birliğini kaplamıştı, bu yüzden Fahrettin Paşa, Ahmed İzzet Paşa’dan gelen teslim olun emrine cevap bile vermemişti. Aynı emir bu sefer Harbiye Nazırı Cevat Paşa imzasıyla 30 Kasım 1918’de yine İngilizler tarafından kendisine ulaştırılmıştı. Silah arkadaşlarına bu emri okuyan Paşa şöyle diyordu;
“Hükümet, Medine’nin anahtarlarını bir İngiliz yüzbaşısına teslim et diyor. Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hükümetin emri yetmez, mutlaka hilafet ve padişahın bir iradesi olmalıdır.”
Ancak İngiliz işgali altında ki İstanbul’dan bir iradenin gelmesi de gecikmeyecekti. Saygın din âlimlerinden biri olarak kabul gören Haydar Molla elinde bir irade ile Paşa’nın karşısına dikilerek Halife-Padişahında isteklerinin teslim olunması yönünde olduğunu bildiriyordu. Ancak Fahrettin Paşa bir İslam Halifesinin ancak baskı ve şiddet altında böyle bir irade yayınlayacağını söyleyerek Molla’yı payitahta eli boş göndermişti.
Fahrettin isimli dizginsiz aslanın emirle yola geleceği(!) yoktu…
Bu seferde bir ricacılar taifesi Fahrettin Paşa’yı Osmanlı’nın yüksek(!)menfaatleri konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Bu konuda kimseyi dinlemeyen Fahrettin Paşa’nın fikirlerini değiştirip teslim olmaya ikna eden kişi en yakın arkadaşı olan Albay Ali Necip Bey’di…
Ali Necip Bey’e göre; Asker, Paşa’sına ve davasına sonuna kadar bağlı idi ama Osmanlı’nın menfaatleri gereği artık teslim olmaktan başka çare yoktu…
En kötüsü de eğer antlaşma maddeleri bütünüyle tatbik edilmezse İtilaf Devletleri Ordusu İstanbul’dan çıkmayacaktı…
VEDA ZAMANI
Fahrettin Paşa kararını vermiş, teslim olma konusunda uzun uğraşlar sonunda ancak Osmanlı ve tüm Müslümanların yüksek menfaatleri öne sürülerek ikna edilebilmişti…
Şimdi uğruna onca zorluğun katlanıldığı Hz. Peygamber (s.a.v.) ile veda zamanı idi…
Bu kutlu beldenin anahtarını İngilizler ve işbirlikçilerine vermeme konusunda elinden geleni yapan Paşa, mahcup ve üzgün bir şekilde Ravza-i Mutahhara’nın başına gelmişti. Dile kolay yüzlerce gün olmuştu. Gitmek Paşa’ya her olasılıkta ar geliyordu nemli gözlerle ‘’ben burada Peygamberime(s.a.v.)komşu olarak kalacağım’’demişti. Kılıcını ise İngilizlere değil gerçek sahibine bırakmıştı; Hz.Peygamber’in (s.a.v.)kabrinin başına…
Tam teslim şartları konuşulacakken Fahrettin Paşa’nın ayrılmak istemeyişi, yeni bir siyasi kriz doğuracaktı. Eşyaları arabaya yüklenmiş olan Paşa’nın eşyaları indiriliyor, bir doktor çağrılıp Paşa’nın hasta olduğu İngilizlere söyleniyordu. Bu arada Fahrettin Paşa’nın ziyaretine gelen silah arkadaşları, birbirlerine bakıp bir hamlede Paşa’nın etrafını sımsıkı sarmışlardı. Zira İngilizlerin, Paşa’nın teslim edilmesi yönünde artık çok büyük bir baskıları vardı. Gözyaşları içinde Paşa’ya sarılan arkadaşları, kendisini hep birden kucaklayarak teslim almışlardı, vermeye niyetleri yoktu ama nafile…
7 Ocak 1919 günü Yenbü İskelesinde bir İngiliz gemisiyle Mısır’a götürülmüştü.6 Ay Kahire de kaldıktan sonra ise savaş suçlusu olarak Malta’ya sürülmüştü…
Bu sırada İstanbul da ki Nemrut(Kürt) Mustafa Paşa Divan-ı Harbi tarafından ölüme mahkûm edilmişti.30 Nisan 1921 de Malta da Fort Salvotore kışlasında ki tutukluluğu sona eren ilk kafile ile İtalya’nın Torino limanına bırakılmıştı. Sarp sınır kapısından girişinde Milli Mücadelenin mühim isimlerinden Kazım Karabekir Paşa tarafından karşılanmıştı…
Milli Mücadele aşamasında ki o günlerde Fahrettin Paşa’nın boş durmaya dinlenmeye hiç niyeti yoktu.27 Ekim 1921 de T.B.M.M. tarafından Kabil sefirliğine tayin edilmişti. Afganistan ve çevresinden Ankara’ya akan yardımların büyük kısmı O’nun girişimleri sonucunda elde edilmişti…
1926 da İstanbul’a döndüğünde ise tekrar devlet memurluğuna dönerek, Askeri Yargıtay Divanı üyeliği ve hatta başkanlığı yapmıştı.5 Şubat 1936 da emekli olan Fahrettin Paşa 80 yaşında iken, bir Ankara seyahati esnasında Eskişehir yakınlarında kalp krizi geçirerek vefat etmişti…
Bir döneme damgasını vuran Peygamber(s.a.v) beldesinin yiğit müdafii Fahrettin Paşa vasiyeti gereği bundan tam 62 yıl önce Aşiyan kabristanına defnedilmişti…
O’nun adı Fahrettin Paşa idi…
CNN spikerlerinin şişirmesi ile değil, bizzat en zor anlarını yaşattığı Lawrence’ın ifadesi ile namını almıştı…
Fahrettin Paşa…
Nam-ı diğer; Çöl Kaplanı…
Toprağı bol, makamı cennet olsun…
OZAN ARİF BODUR
06 Aralık 2010
.
|
Bugün 714 ziyaretçi (978 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|