|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Şartlarına uygun yapılan tevbe
T evbe ve istiğfâr kalb ile, dil ile ve günâh işleyen azâ ile birlikte olmalıdır. Kalb pişmân olmalı; dil, duâ etmeli, yalvarmalı; azâ/organlar da günâhtan çekilmelidir.
Büyük İslâm âlimlerinden İmâm-ı Gazâlî, "İhyâu Ulûmi'd-Dîn" isimli kıymetli kitâbını farsça olarak özetlediği "Kimyâ-i Seâdet" isimli eserinde buyuruyor ki:
"Şartlarına uygun yapılan tevbe, muhakkak kabûl olur. Tevbenin kabûl edileceğinde şübhe etmemelidir. Tevbenin şartlarına uygun olup olmamasında şübhe etmelidir."
Tevbe ve istiğfâr kalb ile, dil ile ve günâh işleyen azâ ile birlikte olmalıdır. Kalb pişmân olmalı; dil, duâ etmeli, yalvarmalı; azâ/organlar da günâhtan çekilmelidir.
[Birçok âyet-i kerîmede "Beni çok zikr ediniz" ve "Nasr/İzâ câe" sûresinde "O'na istiğfâr et. O muhakkak tevbeleri kabûl edicidir. (Cenâb-ı Hak, duâlarınızı kabûl ederim, günâhlarınızı afv ederim)" buyuruyor. Görülüyor ki, Allahü teâlâ, çok istiğfâr edilmesini emrediyor.
Bunun için, Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretleri, "Mektûbât-ı Ma'sûmiyye"sinde [II. cild, 80. Mektûb] "Bu emre uyarak, her namâzdan sonra yetmiş kerre istiğfâr ediyorum. Yani, "Estağfirullah" diyorum. Siz de bunu çok okuyunuz. Her birini söylerken manâsını "Beni afv et Allahım" şeklinde düşünmelidir. Okuyanı ve yanındakileri, dertlerden, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtarır" buyurdu.] [Rıyâdu'n-nâsıhîn II. kısım, II. bâb, 1. Fasıl]
"Allahü teâlâ, tevbe edilmeyen herhangi bir günâhtan intikâm alabilir. Çünkü, Allahü teâlânın gadabı, günâhlar içinde saklıdır. Allahü teâlâ pek kuvvetli, herkese gâlib ve intikâm alıcıdır. Yüz bin sene ibâdet eden makbûl bir kulunu, bir günâhtan dolayı, sonsuz olarak reddedebilir ve hiçbir şeyden çekinmez!..
Mûsâ (aleyhisselâm) zamânında, Bel'am bin Bâûrâ, 'İsm-i a'zam'ı biliyordu. Her duâsı kabûl olurdu. İlmi ve ibâdeti, o derecede idi ki, sözlerini yazıp istifâde etmek için, ikibin kişi hokka ve kalem ile yanında bulunurdu. Bu Bel'am, Allahü teâlânın bir harâmına, az bir meylettiği için, îmânsız gitti. 'Onun gibiler köpek gibidir' diye dillerde kaldı.
Kârûn, Mûsâ aleyhisselâmın akrabâsından idi. Mûsâ (aleyhisselâm) buna hayır duâ edip kimyâ ilmini öğretti, o kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazînelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Birkaç kuruş zekât vermediği için, bütün malı ile birlikte, yer altına sokuldu.
Allahü teâlâ, nice kimselerden, bir günâh sebebi ile, böyle intikâm almıştır. O hâlde, her mü'minin günâh işlemekten çok korkması lâzımdır. Ufak bir günâh işleyince tevbe, istiğfâr etmesi, yalvarması lâzımdır." [Kimyâ-i Seâdet]
14.02.2015
.
Tevbe etmenin önemi
|
Sual: İnsanlık hâli bir günah işleyince ne yapmak gerekir?
CEVAP
Günah işleyince, hemen [kalb ile] tevbe ve [dil ile] istigfar etmelidir! Kalbe gelen her sıkıntı ve karartı; tevbe, istigfar ve pişmanlık ile ve Allahü teâlâya sığınarak kolayca giderilebilir. Fakat, bu alçak dünya için gelen karartı, leke, kalbi büsbütün karartır. Bunu temizlemek çok güç olur. (Dünyaya düşkün olmak, günahların başıdır) hadis-i şerifi bunu göstermektedir. (Beyheki)
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Hazret-i Ali buyuruyor ki: Ebu Bekr “radıyallahü anh” doğru sözlüdür. Ondan işittim ki, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Günah işleyen biri, pişman olur, abdest alıp namaz kılar ve günahı için istigfar ederse, Allahü teâlâ, o günahı elbette affeder. Çünkü Allahü teâlâ, Nisa sûresi yüz onuncu âyetinde, “Biri günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, Allahü teâlâya istigfar ederse, Allahü teâlâyı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur” buyurmaktadır)dedi. (2/66)
M.Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Dertlerin, belaların gitmesi için, istigfar okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Beyheki'nin bildirdiği hadis-i şerifte, (İstigfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu. (c.2, m.80)
İstigfar, insanı her murada, afiyete kavuşturur. Şifa için; tevbe etmeli, istigfarı çok okumalı. Bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, istigfar okuyanların imdadına yetişir. (Hud 52, Fevâid-i Osmaniyye)
İstigfar, günahın affını istemek, Estagfirullah demektir. Estagfirullah, günahlarımı affet Allah’ım, demektir. İstigfar etmek, günahların affına sebep olan iyilikleri yapmaktır. Mesela Kur'an-ı kerim okumak, sadaka vermek ve diğer hayır hasenatta bulunmaktır. Tevbe, haram işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Tevbe, günahtan sonra o günahı bir daha yapmamaktır.) [İ. Ahmed]
(Sükutu tefekkür, bakışı ibret olup çok istigfar eden kurtuldu.)[Deylemi]
(Rızka kavuşan çok hamd etsin! Rızkı azalan istigfar etsin!)[Hatib]
(Günahınız çok olup göklere ulaşsa, tevbe edince, Allahü teâlâ tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]
(Günah kalbde bir iz bırakır, tevbe ve istigfar edilince, o leke kaybolur, kalb cilalanır.) [Tirmizi]
Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek de büyük günahtır. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek lazımdır.
Hazret-i Huzeyfe, çoluk çocuğunu geçindirmekte çok sıkıntı çekiyordu. Hâlini arz edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Ey Huzeyfe, neden istigfar etmiyorsun? Ben günde yüz defa istigfar ederim.) [Nesai]
Hasan-ı Basri hazretlerine biri kıtlıktan şikayet etti. Başka biri fakirlikten, diğer biri de çocuğunun olmadığından şikayette bulundu. Hepsine de istigfar etmesini tavsiye etti. Daha başka insanlar da çeşitli konularda sual ettiler. Onlara da istigfar etmelerini tavsiye etti. Sebebini sorduklarında, Nuh suresi 10,11 ve 12. âyet-i kerimelerini okudu. Nasr suresinde Allahü teâlânın tevbeleri kabul edeceği bildirilmektedir. Şartlarına uygun yapılan tevbeyi muhakkak kabul eder.
Sıkıntıdan kurtulmak için
Belalardan, sıkıntılardan kurtulmak için, istigfar okumak çok faydalıdır. Her zaman yüz defa (Estağfirullâhel'azim ellezi lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) demeli ve manasını düşünerek söylemelidir!
Manası, (Kendisinden başka ilah bulunmayan hay, kayyum ve azim olan Allah’a istigfar eder ve günahlarıma pişman olup Ona sığınırım) demektir.
[Azim, zatı ve sıfatları kemalde, yani büyüklükte benzeri olmayan demektir.
Hay, ezeli ve ebedi bir hayatla diri olan,
Kayyum, zatı ile kâim olan, yarattığı her şeyi varlıkta durduran demektir.]
Yukarıda bildirilen istigfarı ikindi namazından, tesbihlerden ve duadan sonra yüz defa okumalıdır! Ehl-i sünnet itikadında olmak, kul haklarını ve kazaya kalan farzlarını ödemek ve haramlardan vazgeçmek şartı ile Cuma günü sabah namazından önce, yukarıdaki istigfarı okuyanın bütün günahları affolur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette, amel defterinde çok istigfar bulunanlara, müjdeler olsun!) [Beyheki]
(İstigfara devam eden, her türlü sıkıntı ve üzüntüden uzaklaşır, geçim darlığından kurtulur, ferahlığa çıkar, ummadığı yerden rızka kavuşur.) [Nesai]
(Derdiniz, günahlardır, devası da istigfardır.) [Hakim]
(Kalblerin cilası istigfardır.) [Beyheki]
Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(İstigfar edeni affederim. Kendisini affetmeye kadir olduğumu bilenin günahlarını affederim.) [Tirmizi]
Sual: Bazen kadınlarla toplanıyoruz. Çeşitli dedikodular ediliyor, en azından boş şeyler konuşuluyor. Bu günahlardan kurtulmak için bir dua var mıdır?
CEVAP
Yapılan günahlar için tevbe-istigfar etmek gerekir. Hak sahipleri ile de helalleşmek gerekir. Ayrıca Allahü teâlâyı anmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir yerde toplanıp lüzumsuz şeyler konuşanlar, kalkarken,"Sübhanekallahümme ve bihamdike eşhedü en la ilahe illa ente estağfiruke ve etubü ileyke" okurlarsa, orada işledikleri günahlar affolur.) [Tirmizi]
İyi amelin önemi
Sual: Büyük günah işleyen kimse, tevbeden başka ne yapması gerekir?
CEVAP
İyi amel işlemesi gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Biz iyi amellerde bulunanların mükafatlarını elbette zayi etmeyiz.) [Kehf 30]
(Allah ihsan edenleri sever.) [Al-i İmran 134]
(Asra yemin olsun ki, insanlar ziyandadır; ancak iman edip salih amel işleyenler müstesnadır.) [Asr 1-3]
Görüldüğü gibi imanlı olmak şartı ile iyi amelin önemi çok büyüktür. Günah işleyen kimse tevbe etmeli, iyi amellerde bulunmalıdır! Bilhassa yakın ana-babaya ve yakın akrabaya iyilik etmenin sevabı daha büyüktür. Bir kimse sual etti:
- Ya Resulallah, büyük bir günah işledim. Tevbem kabul olur mu, ne yapmam gerekir?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Annen var mı?
- Hayır yok.
- Teyzen var mı?
- Evet var.
- Öyle ise ona iyilik et! (Tirmizi)
Hep istigfar etmeli
Sual: Tevbe edilip bir daha işlenmeyen bir günah için, hatırlayınca yine tevbe etmek gerekir mi?
CEVAP
Evet, her hatırlayışta tevbe istigfar etmeli ki pişman olduğumuz belli olmalıdır.
İşlerin dağınık olması
Sual: İşlerimizin dağınık olması, çeşitli düşüncelere yol açıyor, sıkıntı veriyor, ibadetlerimizi etkiliyor. Ne yapmalıdır?
CEVAP
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Günlük işlerin bozuk ve dağınık olması, kalbin de dağılmasına yol açar. Kalbe gelen üzüntü ve kuruntuyu gidermek için tevbe ve istigfar okumalıdır! (2/32)
Demek ki, imkân nispetinde dünya işlerini düzeltmek, dağınıklıktan kurtulmak ve bu gafletten dolayı istigfara devam etmek gerekiyor. İstigfar, birçok derdin devasıdır.
.
Tevbe edilen günah affedilir
|
Sual: Tevbe edince çok büyük de olsa günahımız affolur mu? Tekrar günah işleme ihtimalinden dolayı, tevbe etmemek daha iyi olmaz mı?
CEVAP
Tevbe edenin günahları affolur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Tevbe eden, günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]
Tekrar günah işlerim korkusu ile tevbeden vazgeçmemelidir! Günahkâr bir kul, tevbe edince, Cenab-ı Hak, hem o kulunun günahlarını affeder, hem de kulu tevbe ettiği için sevinir. İki hadis-i şerif meali:
(Çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevinmesinden çok, Allahü teâlâ, kulunun tevbe etmesine sevinir.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, tevbe edenin tevbesinden dolayı, susamış kimsenin, suya kavuşmasından, çocuğu olmayanın çocuk sahibi olmasından ve bir şey kaybedenin o yitiğini bulmasından daha çok sevinir. Her kim içten ve bir daha günaha dönmemek üzere Allah’a tevbe ederse, Allah da onun günahlarını yazan iki meleğe, kendi organlarına ve günah işlediği yere, bütün bunlara günahlarını unutturur.) [Ebu-l-Abbas] (Allahü teâlâ, herkese unutturunca günah işlediğine şahit kalmaz.)
Ne büyük lütuf ve ihsan. Biz günahımıza pişman olunca, Cenab-ı Hak seviniyor. Bir âyet meali de şöyledir:
(Ey müminler, Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.) [Nur 31]
Sual: Günahım çok, ne yapsam Allah beni affetmez demek doğru mudur?
CEVAP
Çok yanlıştır. Çünkü Cenab-ı Hak, tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tevbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de Allah’a şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe etse Allahü teâlâ affeder.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah’ın rahmetinden ümit kestirip [dinden] nefret ettirenlere Allah lanet etsin! Kolaylaştırın, güçleştirmeyin!) [Nesai]
(Allah’ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin!) [Taberani]
(İnsanlara Rablerinden bahsederken, korku ve sıkıntı veren şeylerden söz etmeyin!) [Beyheki]
(Hak teâlâ buyurdu ki, kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim.) [Tirmizi]
(İhlasla "La ilahe illallah" diyen Cennete girer.) [Beyheki]
(Bir kimse, yakînen Allah’ın Rab, benim de Peygamber olduğuma inansa, Cehennem ona haram olur.) [Hakim]
(Allahü teâlâ, günahını affından büyük görene şiddetli gazap eder.) [Deylemi]
(Kâfir, Allahü teâlânın rahmetinin çokluğunu bilse, Cennetten ümit kesmezdi.) [Müslim]
(İyilik ve ibadet edene büyük ecir verileceğini müjdeleyin, nefret ettirmeyin!) [Şir’a]
(Ömründe bir defa Allah’ı anan veya Ondan korkan Cehennemden çıkar.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ buyurdu ki, "Ey kulum, af dilediğin müddetçe, günahlarının çokluğuna bakmadan affederim. Günahların bulutlara kadar yükselse de yine affederim. Yer dolusu günahla gelsen, yer dolusu mağfiretle karşılarım. Yeter ki iman ile gel!")[Tirmizi]
Allahü teâlâ, Davud aleyhisselama vahyetti ki:
- Ya Davud beni sev, beni seveni sev! Beni de kullarıma sevdir!
- Ya Rabbi bunu nasıl yapayım?
- Nimet ve ihsanlarımı onlara hatırlat, onlar benden ancak iyilik beklesinler.
Allahü teâlâya hüsn-i zan
Müslüman ömrünün sonlarına doğru, öleceği zaman Allahü teâlâya daha çok hüsn-i zan etmelidir! Yani (Ben her ne kadar günahkâr isem de, Allahü teâlâ beni affeder) diye ümit etmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölürken mutlaka Allahü teâlâya hüsn-i zan etmelisiniz.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, "Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl zannederse öyle bulur" buyurdu.) [İbni Hibban] (Yani "Allah, beni affeder" diye ümit ediyorsa onu affeder. Allah’tan ümidini keserek, "Ben mutlaka Cehennemliğim" diyorsa Cehenneme gider.)
Ölüm döşeğindeki biri, Peygamber efendimize (Cehenneme gitmekten korkuyorum; fakat Allah’ın rahmetinden de ümidimi kesmiyorum) dedi. Resul-i ekrem, (Müminin kalbinde korku ile ümit varsa, Allahü teâlâ da ona umduğunu verir, korktuğundan da emin eder)buyurdu. (Tirmizi)
Günahlar örtülecek
Sual: Tevbe edilen günahların affedildiğini kitaplardan okuyoruz. Âhirette bu günahlar, bizim yüzümüze vurulacak mıdır?
CEVAP
Hayır, asla vurulmayacak, hattâ öyle bir günah işlediğimiz bile unutturulacaktır. Günahımız hatırlatılınca rezil oluruz. Allahü teâlâ affettiği kulunu rezil etmez. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, tevbe edenin günahlarını, yazıcı meleklerine unutturduğu gibi, kulun kendi organlarına ve dünyada bunu bilenlere de, unutturur. O kimse, Allahü teâlâya kavuşunca, artık günahı sebebiyle aleyhine şahitlik edecek kimse kalmaz.)[İ.Asakir]
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Allah, o müminlerin geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtüp bağışlayacak ve yaptıkları amellerin en güzelleriyle mükâfatlar ihsan edecektir.) [Zümer 35]
Bu ne büyük nimettir! Hem günahlar örtülüp gösterilmeyecek, hem de en güzel mükâfatlar verilecektir. O hâlde tevbe edip, tevbesinde sadık olan kullardan olmaya çalışmalıyız.
Affedilmeyen günah mı?
Sual: Bir arkadaş, içki, kumar, faiz, zina ve livata gibi hemen her büyük günahı işlemiş. Tevbe edip, bunların hepsini bırakmış ama, Allah beni kesinlikle affetmez diyor. Allah hangi günahları affetmez?
CEVAP
Allahü teâlâ, tevbe edilen her günahı affeder. Affetmediği tek günah yoktur. Müşrikleri, kâfirleri bile tevbe edince affediyor. İki hadis-i şerif şu mealdedir:
(Hak teâlâ buyurdu ki: Ey Âdemoğlu, dua edip, benden af dilersen, günahların ne kadar çok, ne kadar büyük olursa olsun, hiç birine bakmadan seni affederim. Göklere ulaşacak kadar günah işlesen; ama rahmetimden ümidini kesmeyip, benden mağfiret dilersen, seni affederim.) [Tirmizi]
(Tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(De ki, ey çok günah işlemekle haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, [iman ehlinin] bütün günahlarını hiç şüphesiz affeder. Elbette O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) [Zümer 53]
Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifler gösteriyor ki tevbe edince her günah affolur.
Sual: Tam İlmihal’de, (Tevbenin kabul olması için, namaz borcu ve kul hakkı olmamak lazımdır. Bir namaz borcu olan, bunu kaza etmedikçe, tevbesi kabul olmaz) deniyor. Mesela içkiye tevbe eden kimse, namaz borcu veya kul hakkını ödemedikçe, tevbesi kabul olmaz mı?
CEVAP
Tevbesi kabul olmaz demek, mesela namaz borcu olan bir kimse, (Yâ Rabbi, kılmadığım namazlar için tevbe ettim, bunları affet) derse, kaza etmedikçe affedilmez, yani bu tevbesi kabul olmaz. Bunun gibi, üzerinde kul hakkı olan bir kimse, (Yâ Rabbi, kul haklarımı affet)derse, hak sahiplerinin hakkını ödemedikçe, helalleşmedikçe, yine kul hakları affedilmez, yani bu tevbesi kabul olmaz. Bir kimse içki içse, kumar oynasa ve yalnız içkiye tevbe etse, içki içme günahı affolur, kumarı bırakmadığı için kumar günahı affolmaz. Kumarı da bırakırsa ikisi de affolur. Günahlar birbirine bağlı değildir. Hangisine tevbe edilirse o affedilir.
Sualdeki affedilmez ifadesi, (Hiç affa uğramaz, doğruca cehenneme gider) demek de değildir. Ahirette de, helalleşme olacaktır. Hak sahibi, ahirette hakkını helal ederse, mesele kalmaz. Helal etmezse, hakkı kadar sevablar alınıp, hak sahibine verilir. Böylece, kul borcu olanın, sevabları azalmış olur. Sevabları yoksa, hak sahibinin günahlarını, yüklenmek zorunda kalır. Namaz borcu olan da, affa veya şefaate kavuşarak cennete gider. Affa veya şefaate kavuşmazsa, kabirde, mahşerde çektiği sıkıntılar günahlarına kefaret olur.
Günahların birine tevbe etmek
Sual: Bütün günahlarına değil de, bunlardan birine, mesela kumar oynamaya tevbe edilse, diğer günahlar geciktirilse, tevbe edilen günah affedilir mi?
CEVAP
Günahlar birbirine bağlı değildir. Elbette tevbe edilen ve bir daha yapılmayan günah affolur. Bu, kumar olur, içki olur fark etmez; fakat diğer günahların tevbesini geciktirmek doğru değildir.
Tevbe ederken, şu üç şartı gözetmeli:
1- İşlediği günaha pişman olup üzülmeli,
2- Günahtan hemen vazgeçmeli,
3- Bir daha yapmamaya karar vermeli.
Bu üç şartı yapmadan, yalnız dille tevbe etmek, yalancılık olur. Günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek, bu günahı işlemekten daha büyük günahtır. Bu günah, her gün bir misli artar. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek gerekir. (Berika)
Tevbe günahları affettirir
Sual: (“Estagfirullah, ellezî lâ ilâhe illâ hü, el hayyel kayyume ve etübü ileyh” diyen savaştan kaçmış olsa da, bütün günahları affolur) mealindeki hadis-i şerife göre, bunu söyleyen bid’at ehli veya kâfirin günahları da affolur mu? Namaz, oruç gibi Hak borçları ve hırsızlık, gasp gibi kul borçları da affolur mu?
CEVAP
Şartsız bildirilen bütün hadis-i şeriflerin, meşhur şartları vardır. İlk şart Ehl-i sünnet itikadında Müslüman olmaktır. Müslüman olmayan ve bid’at ehli olan, hangi istigfarı okursa okusun günahları affolmaz.
Ehl-i sünnet itikadındaki bir Müslüman tevbe edince, kul ve Hak borçları hariç diğer günahları affolur. Kul borçları için, ödemek veya helalleşmek lazımdır. Hak borçları için de bunları kaza etmek lazımdır. Mesela, (Kılmadığım namazlarıma, tutmadığım oruçlarıma, vermediğim zekâtlara tevbe ettim) demekle o ibadetler yapılmış olmaz. Namazları kaza etmek, oruçları tutmak ve zekâtları vermek şarttır.
Tevbesiz ölmek
Sual: Bir mümin, işlediği günahlara tevbe etmeden ölse, şefaate de kavuşamasa, mutlaka Cehenneme mi gider?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadında olmak önemlidir. Ehl-i sünnet olup sevabları günahlarından azsa ve şefaate de uğramamışsa, böyle bir kimsenin tevbe etmediği günahlarını Allahü teâlâ affedebilir. O kimse, Cehenneme uğramadan doğru Cennete gider. (Birgivî vasiyetnamesi)
Puta tapsan da gel!
Sual: Hazret-i Mevlana, ne kadar liberal ve hümanist bir zatmış ki, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik veya Mecusi de olsan, puta tapsan da gel!) diyor. Niye diğer İslâm âlimleri bu kadar liberal ve hümanist değildir?
CEVAP
Bu sözün liberal veya hümanist olmakla ilgisi yok. Bir insan çok büyük günah işler, affolmaktan ümidini kesebilir. Bir dinsiz, (Cennet ve Cehennem varsa ben yandım) diyebilir. Bâtıl din sahibi, (Benim dinim bâtılsa cehennemliğim) diye korkabilir. Hazret-i Mevlana bunlara,(Korkma, ne olursan ol gel!) diyor. Bu, (Gel de öyle kal) demek değildir. (Müslüman değilsen Müslüman ol, günahkârsan tevbe et, önceki hâlinden dolayı ümitsiz olma! Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha yapılmayan her günahı affeder) demektir. Her İslam âlimi böyle diyor. Bunun aksini söyleyen, (Gel de olduğun gibi kal!) diyen hiçbir âlim yoktur.
Tevbe bin kere bozulsa da af vardır
Sual: Peygamberlik iddiasında bulunan biri, Nisa sûresinin (İman edip sonra küfre girenleri, sonra yine iman edip tekrar küfre girenleri, sonra da kâfirliklerini arttıranları, Allah ne bağışlar, ne de onları doğru yola iletir) mealindeki 137. âyetini, (Üç kere tevbesini bozan, tekrar tevbe etse de kabul olmaz. O, ebedî kâfirdir) diye tefsir etmiş. Hâlbuki Hazret-i Mevlana (Tevbeni bin kere bozsan da gel) diyor. Peygamberim diyen bu adamın söylediği yanlış değil mi?
CEVAP
Peygamberim diyen kimsenin nesi düzgün olur ki? Elbette söylediği yanlıştır. Resulullah efendimiz, öyle tefsir etmediği gibi, hiçbir İslam âlimi de, bu âyet-i kerimeye öyle mânâ vermemiştir. Kur’an-ı kerime yanlış mânâ vermek Müslümanı küfre sokar. Mektubat-ı Rabbânî’deki hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemî)
Bildirilen âyet-i kerimede, (Kâfir olduktan sonra tevbe edenler affedilmez) denmiyor, (Kâfirliklerini arttıranlar, küfürde ısrar edenler affedilmez) deniyor. Bir kimse, kaç kere küfre girerse girsin, sonunda tevbe ederse Müslüman olur. Yani bin kere tevbesini bozsa da, sonunda tevbe etmişse, son durumu geçerli olur. Hüküm, neticeye göre verilir. Büyük müfessirlerden İmam-ı Kurtubî hazretleri de buyurdu ki:
Bu âyet-i kerimeye göre, Musa aleyhisselama iman ettikten sonra, Üzeyir aleyhisselamı inkâr edip kâfir olanları, sonra Üzeyir aleyhisselama iman ettikten sonra İsa aleyhisselamı inkâr edip kâfir olanları, sonra da Muhammed aleyhisselamı inkâr ederek küfürlerini artırmış olanları Allah mağfiret etmez. (Sonra da küfürlerini artırmış olanlar) sözünün anlamı, (Küfür üzere ısrar edenler) demektir.(Kurtubî Tefsiri)
Bir kimseye (Üç hakkın vardı, artık tevben kabul olmaz) demek, tevbe kapısını kapatmak ve Allah'ın rahmetinden ümit kestirmek olur. Allahü teâlâ, böyle kimselere lânet etmektedir. Bir hadis-i şerif:
(Allah’ın rahmetinden ümit kestirenlere Allah lânet etsin!) [Nesâî]
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Ey günahta haddi aşanlar, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Zira Allah, bütün günahları affeder. O, gafururrahimdir, affı, merhameti çoktur.) [Zümer 53]
Yine bir hadis-i şerif:
(Hak teâlâ buyurdu ki: “Kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse, onu affederim.”) [Tirmizî]
Allahü teâlâ, kâfirlikten tevbe edenleri değil, küfründe ısrar edenleri affetmiyor. En azılı kâfir bile tevbe edince tevbesini kabul ediyor. Önüne gelen Kur’an-ı kerime yalan yanlış mânâ veriyor. Bir de, (Ben Kur’an’dan söylüyorum, delilim âyettir) diyor. Kendi anladığını din zannedip, nakle itibar etmeyenlerin dine verdikleri zarar büyük olur.
Resulullah'a dil uzatmak
Sual: S. Ebediyye’de Peygamber efendimize dil uzatanın tevbesinin kabul olmadığı yazılıdır. Hangi mezhepte tevbesi kabul olmuyor?
CEVAP
Sadece Hanbelî’de tevbesi kabul olmuyor. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Hanbelî âlimlerine göre, Peygamber efendimize dil uzatanın tevbesi kabul edilmez. İmam-ı a'zam ile İmam-ı Şâfiî’ye göre tevbe ederse tevbesi kabul edilir. (Redd-ül-muhtar)
(Mir’at-i Kâinat) kitabında diyor ki: Resulullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem” zevceleri ve kızları “radıyallahü teâlâ anhünne” dünyadaki kadınların hepsinden üstündür. Zevcelerini kötüleyen için, Abdullah ibni Abbas hazretleri, (Tevbesi kabul olmaz) buyurdu. Âişe vâlidemize “radıyallahü anha” sövmek, Kur’an-ı kerimi inkâr etmek olacağı için küfür olduğunda sözbirliği vardır. (Eshab-ı Kiram kitabı)
Bazı âlimler diyor ki: (Tevbesi kabul olmaz) demek, (Müslüman olması kabul edilmez) demek değildir. (Tevbe etse de dünyadaki cezadan kurtulamaz) demektir. Zina eden tevbe etse de, sonra zinası meydana çıkarsa, yine dinen cezalandırılır. İçki içene, hırsızlık edene de dünyadaki cezaları verilir. Peygamber efendimize dil uzatan da tevbe etse de, Hanbelî mezhebinde dünyada cezalandırılır.
.
Tevbe istigfar nasıl yapılır
|
Sual: Tevbe-istigfar nedir, nasıl yapılır?
CEVAP
İstigfar etmek, estagfirullah demektir. Tevbe, haram işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tevbe, günahtan sonra o günahı bir daha yapmamaktır.)[İ.Ahmed]
Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek de büyük günahtır. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a tevbe edin!) [Nur 31]
(Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever.) [Bekara 222]
(Allah’a tevbe-i nasuh yapınız!) [Tahrim 8]
Nasuh kelimesine 23 mana verilmiştir. Bunlardan en meşhuru günahlara pişman olup, istigfar etmek ve bir daha işlememeye karar vermektir. Nasuh tevbesinin ne olduğunu soran zata Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Tevbe-i nasuh, günahkârın işlediği günahtan pişman olması, Allah’tan mağfiret dilemesi, bir daha böyle bir günah işlememesi demektir.) [Beyheki]
İstigfarın fazileti çok fazladır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İstigfar okuyunuz! İmdadınıza yetişirim.) [Hud 52]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, günah işleyip pişman olanı, istigfar etmeden önce affeder.) [Taberani]
(Küçük günahlarda ısrar edilirse küçük kalmaz. Büyük günahlara istigfar edilirse büyük kalmaz.) [Deylemi]
(İstigfar eden, günde 70 defa aynı günahı işlese ısrar etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Günde 70 defa istigfar edenin, 700 günahı affolur.) [Beyheki]
(İstigfara devam edeni, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Ummadığı yerden rızıklandırır.) [Nesai]
(Bir mümin günah işleyince, melek üç saat bekler, eğer o kimse istigfar ederse, o günahı yazmaz.) [Hakim]
(Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, pişman olunca, Allahü teâlâ, tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]
(Günahlar kalbi paslandırır, karartır. Kalblerin cilası ise istigfardır.) [Beyheki]
(Derdinizi ve devasını bildireyim. Derdiniz, günahlar, devası da istigfardır.) [Hakim]
(Bir günahkâr, istigfar eder, sonra bu günahı tekrar yapar, sonra istigfar eder. Üçüncüde yine yapar, yine tevbe ve istigfar ederse, dördüncü defa yapınca, büyük günah yazılır.) [Deylemi]
(Günaha devam edip, dili ile istigfar eden, Rabbi ile alay etmiş sayılır.) [Beyheki]
(Herkes günah işler. Fakat günahkârların en iyisi tevbe edendir.)[Hakim]
(Günahına pişman olup abdest alıp, namaz kılanı ve günahı için istigfar edeni, Allahü teâlâ affeder.) [Nesai]
(Kıyamette, amel defterinde çok istigfar bulunana müjdeler olsun!) [Beyheki]
Peygamber efendimiz, (“Estagfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüverrahmanürrahim el-hayy-ül-kayyumüllezi la-yemutü ve etubü ileyh Rabbigfir li” istigfarını 25 defa okuyanın, odasında, ailesinde, evinde ve şehrinde kaza, bela olmaz) buyurdu. Bunu ayrıca her sabah ve akşam da üç kere okumalıdır. [Günde 25 kere okunmalı, ayrıca sabah ve akşam üçer kere okunmalı] Âlimlerin çoğu, talebelerine ve evlatlarına bunu okumalarını tavsiye etmişler, çok faydasını görmüşlerdir. Bu nimetlere kavuşabilmek için Ehl-i sünnet itikadında olmak ve dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek şarttır. İtikadı bozuk olanın, bid'at ehlinin okuması fayda vermez.(Mearicülhidaye)
Ehl-i sünnet itikadında olmak, kul haklarını ve kazaya kalan farzlarını ödemek ve haramlardan vazgeçmek şartı ile Cuma günü sabah namazından önce, aşağıdaki duayı okuyanın bütün günahlarının affedileceği hadis-i şerifle bildirildi. Dua şudur:
(Estagfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh.) [Ramuz]
Günaha pişmanlık
Tevbe istigfardan önce yapılmalıdır! Tevbe çirkin şeyi bırakıp güzel olana dönmek demektir. İstigfar, günahın çirkinliğini görüp, ondan yüz çevirdikten sonra, mağfiret talep etmektir. Hadis-i şerifte (Pişmanlık tevbedir) buyuruldu. (Hakim)
Yapılan günahları her hatırlayışta istigfar etmelidir! Günahları hatırladıkça istigfara devam edilirse, geçmiş günahlar affolur.
Tevbe edebilmek, Hak teâlânın büyük nimetlerinden biridir. Günah işleme korkusu ile tevbeyi asla geciktirmemelidir! Çünkü, hadis-i şerifte (Sonra yaparım diyenler helak oldu) buyuruldu. Yani tevbeyi ve diğer iyi işleri geciktirenler, bu günün işini yarına bırakanlar, aldandı, ziyan etti. (İ.Gazali)
Günah, kulun yanında küçük ve kıymetsiz görününce, Allahü teâlâ katında büyük olur. Kul küçük günahı büyük görünce, o günah Allahü teâlânın katında küçülür. Mümin, iman ve marifetiyle küçük günahları da büyük görür. Her günah işleyişte kalbi sızlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin, günahını dağ gibi görüp, üstüne düşeceğinden korkar. Münafık ise, burnunun üzerine konan ve hemen uçacak sinek gibi görür.) [Buhari]
Günah işlediğini bilmek
Şu halde, günah işlediğini bilmek büyük nimettir. O kişinin mümin olduğunu gösterir. Allahü teâlânın hakkı olan günahları için tevbe etmeli, pişmanlık ve üzüntü duymalı, günahı terk etmeli, kefaret olması için çok sevap işlemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Günah işlediğin zaman, karşılığında onu mahvedecek sevap işle!) [İ.Gazali]
Kul hakkının kefareti için, hak sahiplerine iyilik ve dua etmelidir! Hak sahibi ölmüş ise, o kimseyi rahmetle anmalı, çoluk çocuğuna ve vârislerine ihsanda bulunmalıdır! Günahları için istigfara devam etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, istigfara devam edeni, her sıkıntıdan kurtarır, her darlıkta bir genişlik verir ve ummadığı yerden rızıklandırır.)[Nesai]
Bir kimse günah işleyince, Allahü teâlânın bu günahı işlerken gördüğünü bilse, Allahü teâlâ, kulunun kendisini hatırlaması sebebiyle günahını affeder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İşlediği günahı, Allahü teâlânın bildiğine inanan, günahına tevbe etmese bile, Allahü teâlâ onu affeder.) [Taberani]
İşlediği günahı, Allahü teâlânın bildiğine inanan kimse, Allah’a inanıyor demektir. Allahü teâlâya inanan kimse de günah işleyince, günahını Allahü teâlâ gördüğü için utanır ve ister istemez pişmanlık duyar. Pişmanlık ise tevbedir. Tevbe eden kimseyi de Allahü teâlâ affeder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ya Rabbi, iyilik edince müjdelenen, kötülük edince istigfar edenlerden eyle.) [Buhari]
(Yatağa girince, 3 defa "Estagfirullahelazim ellezi la ilahe illa huv el-hayyel- kayyume ve etubü ileyh" diyenin günahları, deniz köpükleri kadar çok olsa da, affolur.) [Tirmizi]
("Rabbim, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Kötü işlerde bulundum. Senden başka günahımı affedecek yoktur. Beni affet!" diyenin karıncalar sayısınca günahı olsa, Allahü teâlâ affeder.)[Beyheki]
(Ey kullarım, koruduklarım hariç, hepiniz günahkârsınız, benden mağfiret dileyeni bağışlarım. Mağfiret etmeye kadir olduğuma inananı affederim.) [Tirmizi]
(Günahtan korunmayanı Allahü teâlâ da [dünya ve ahirette felaketlerden] korumaz.) [İ.Huzeyme]
(Müminler için, her gün 25 defa, istigfar okuyanın kalbinden kin, hile ve haset çıkar. İsmi evliyalar arasına yazılır. Ona bütün müslümanlar sayısınca, sevap verilir. Kıyamette bütün müminler, "Ya Rabbi, bu kulun bizim için istigfar okudu. Sen de onu affet!" derler.)
Müminler için istigfar:
(Allahümmağfir-li velivalideyye veli üstaziyye velil-müminine vel-müminat, vel-müslimine vel-müslimat, el-ahya-i minhüm vel-emvat, birahmetike ya erhamerrahimin.) [Miftah-ün-necat]
Günah işlemeye devam eden kimse unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki :
(Günah işleyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.) [İ.Gazali]
Günahların hepsi Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların [nâfile] ibadetleri toplamından daha iyidir)buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır.(Rıyad-un-nasıhin)
Günahı küçük görmek
Günahların bazısı, bazısına göre küçük görünse de, Allahü teâlânın emirlerini yapmamak olduğu için hepsi de büyüktür. Çünkü Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde gizlidir. Hadis-i şerifte, (Küçük günaha devam edilirse, büyük olur) buyuruldu. Küçük görülen günah büyür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günahların küçük görüneninden sakının! Bunlar toplanınca sahibini helak eder. Bu şuna benzer ki, bir kavim bir vadiye iner, çerçöp, odun ne bulurlarsa toplayıp getirirler. Böylece koca bir yığın olur. Bunu yakıp ateşinde ekmeklerini pişirirler. İşte küçük görünen günahlardan hesaba çekilen de helak olur.) [Taberani]
(Hep günah işleyenin kalbi mühürlenir, artık sevap işleyemez olur.) [Bezzar]
(Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalb, kapkara olur.) [Harâiti]
Biri, 2-3 defa (Vay günahlarım) deyince, Resulullah efendimiz,(Allahümme mağfiretüke evseu min zünubi ve rahmetüke erca indi min ameli diye dua et) buyurup, o kişiye üç defa tekrarlattıktan sonra (Allah seni affetti) buyurdu. (Hakim)
Yukarıdaki duanın tercümesi şöyle:
(Allah’ım, benim günahlarıma göre senin rahmetin çok fazladır. Ben amelime güvenmiyor, senin rahmetini ümit ediyorum.)
Günahlarına tevbe eden, pişman olan kimsenin kul borçları, namaz, oruç gibi kazaları hariç, günahları affolur. Borçlarını ödemeli veya helalleşmelidir! Kazalarını da bir an önce bitirmelidir!
Hazret-i Bera’ya "Kendinizi elinizle, tehlikeye atmayın" âyeti düşmanla karşılaşıp şehit düşene kadar savaşan kimse hakkında mıdır?" diye sorulunca; Hazret-i Bera, (Hayır! Bir günah işleyip sonra da Allah onu bağışlamaz diyen hakkındadır) dedi. (Hakim)
Hasan-ı Basri hazretlerine biri kıtlıktan şikayet etti. Başka biri fakirlikten, diğer biri de çocuğunun olmadığından şikayette bulundu. Hepsine de istigfar etmesini tavsiye etti. Daha başka insanlar da çeşitli konularda sual ettiler. Onlara da istigfar etmelerini tavsiye etti. Sebebini sorduklarında, Nuh suresi 10,11 ve 12. âyet-i kerimesini okudu.
Eshab-ı kiramdan bir zat, çocuğu olmayan birine istigfara devam etmesini söyledi. O kimse günde yedi yüz defa istigfar ederdi. Nihayet bu şahsın on çocuğu oldu.
Bütün günahları affolur
Sual: Hadis-i şeriflerde, bazı duaları okuyanın ve bazı ibadetleri yapanın bütün günahlarının affedileceği bildirilmiş. Bunlara büyük günahlar da, dahil midir?
CEVAP
Genelde, bütün günahlardan kasıt, küçük günahlardır. Büyük günahların affedilmesi için ayrıca tevbe etmek, kul hakkı varsa, hak sahipleri ile helalleşmek gerekir. Namaz, oruç gibi, farz ibadetler terk edilmiş ise, hem tevbe istigfar etmek, hem de, bunları kaza etmek gerekir.
Kadir gecesini ihya edenin, Ramazan orucunu tutanın, haccı kabul olanın, günahları affedilirse de, namaz, oruç ve kul borçları ödenmiş olmaz. Bunları kaza ederek, borçtan kurtulması gerekir.
Günahı hatırlayınca
Sual: Büyük bir günah işledik. Sonra tevbe ettik. O günahı hatırlayınca, yine istiğfâr gerekir mi?
CEVAP
Her hatırlayışta istigfar gerekir.
Tevbe için namaz
Sual: Tevbe etmek için illa 2 rekat namaz kılıp mı tevbe etmeliyiz?
CEVAP
Namaz kılma mecburiyeti yoktur. Namaz kılıp dua ederek Allahü teâlâya sığınmak iyi olur. Pişman olmak tevbedir.
Açıkça işlenen günah
Sual: Açıkça işlenen günahın tevbesi de açıkça yapılmazsa, bu tevbe sahih olmaz mı?
CEVAP
Sahih olur. Tevbenin sahih olması için, açıkça yapılma şartı yoktur, fakat açıkça yapılmazsa o günahı işlediğini bilenler, o kimseye, günaha devam ediyor diye suizan edebilir. Bunun için, açıkça işlenen günahın tevbesini de, mümkünse açıkça yapmalı, günahımızı bilenlere, artık o günahı bıraktığımızı duyurmalıyız. Duyurulmasa da, tevbe yine sahih olur.
Tevbesini duyurmak
Sual: Açıktan işlenen günahın tevbesini mutlaka açıktan yapmak gerekir mi? (Ben şu günahı işliyordum, tevbe ettim) denirse, duymayanlara da duyurmuş olmaz mıyız?
CEVAP
Açık yapıldı diye, her günahın tevbesini açıktan yaparak, günahını başkalarına da duyurmak doğru olmaz. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Günah işleyen, günahını kimseye söylemesin, onu örtsün ve tevbe etsin!) [Beyheki]
(“Gece şu günahları işledim” diye söylemek, günahı açıkça işlemekten sıkılmamak demektir. Rabbi gece suçunu örtmüşken, sabah Allah’ın kapattığı bu örtüyü kaldırmamalıdır.) [Buhari]
Tevbeyi açıktan yapmak gerekir demek, o günahı işlerken görenlere ve o günahı işlediğini bilenlere tevbeyi duyurmak demektir, yoksa bilmeyenlere de duyurmak demek değildir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Gizli işlediğin günaha gizli, açık işlediğin günaha açık tevbe et!)[Taberani]
İstigfar etmek
Sual: (Ölmüşleriniz için istigfar edin) deniyor. Ölü için nasıl istigfar edilir? İstigfar etmekle istigfar okumak ayrı mıdır?
CEVAP
Evet, ayrıdır. İstigfar okumak, Estagfirullah demek veya istigfar duasını okumaktır. İstigfar etmek ise, hayır hasenat yaparak, günahların affına sebep olmak demektir. Sevabı ölüler için, kurban kesmek, Kur’an okumak, cami ve çeşme gibi hayır hasenat yapmak, istigfar etmek olur.
Bir kişi, (Ya Resulallah, ölmüş olan ana babamın günahlarının affı için ne yapmam gerekir) dedi. Peygamber efendimiz, (Onlar için dua et, Kuran-ı kerim oku ve istigfar et!) buyurdu. (Ey Oğul İlmihali)
İstigfar etmek, her çeşit hayır hasenat yapmak demektir.
Tevbenin duyurulması
Sual: Bir hoca, (Açık işlenen günahların tevbesinin de açık yapılması şarttır. Açık yapılmazsa, tevbe edilmiş olmaz. Tevbe eden bir zındığın, din aleyhine yazdığı kitapların yanlış olduğunu duyurması şarttır, duyurmadan ölürse, kâfir olarak ölür) dedi. Tevbe eden niye kâfir olarak ölüyor?
CEVAP
Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur. Doğrudan Cennete gider. Ama tevbesini duyurmadığı için, biz onu yine zındık olarak bilip, (Zındık öldü, Cehenneme gitti) dersek sorumlu olmayız. Aksine salih bir Müslüman, dinden çıkıp kâfir olarak ölse, bunun dinden çıktığı ve kâfir olarak öldüğü bilinmediği için, bu kişi için (Cennete gitti) dersek sorumlu olmayız. Çünkü dinimiz zahire göre hüküm verir, kalblerini bilemeyiz. Her fırsatta Müslümanlığın aleyhine konuşanlar, İslamiyet’e düşmanlığı ile ün kazananlar, ölünce, (Belki tevbe etmiştir, tevbesini gizlemiştir) diyerek onları rahmetle anmak caiz olmaz. Aksine, İslâmiyet'e büyük hizmetleri olan kimse, belki kâfir olarak ölmüştür diye, onu kötülemek de caiz olmaz.
Açıktan işlenen günahın tevbesini mutlaka açıktan yapmak, (Ben şu günahı işliyordum, tevbe ettim) demek gerekir diyenler de oluyor. Açık yapılsa da, her günahın tevbesini açıktan yaparak, günahını başkalarına da duyurmanın günah olduğu hadis-i şerifle de bildiriliyor. Sadece, günah işlediğimizi bilenlere, bizi hâlâ o günahı işliyor sanmamaları için, tevbe ettiğimizi duyurmamız iyi olur.
Mâ kerihallah
Sual: Bir arkadaş, (Estagfirullah min külli mâ kerihallah)istigfarındaki kerihallah ifadesi için doğrusu kerimallah olacak diyor. Doğrusu nedir?
CEVAP
Onun söylediği yanlıştır. Kerihallah tek başına kullanılmıyor. Bu istigfarın mânası şöyledir:
(Ya Rabbi, beğenmediğin, razı olmadığın, kerih olan şeylerden birini yaptıysam, beni affet! Yapmadıklarımı da yapmaktan koru!)
Ma kerihallah = Allah'ın kerih gördüğü beğenmediği şeyler demektir. Kerim demek çok yanlıştır. O zaman mâna şöyle olur:
(Ya Rabbi, beğendiğin, razı olduğun, şerefli, kerim şeylerden birini yaptıysam, beni affet! Yapmadığım şerefli işlerden beni koru!)
Görüldüğü gibi mâna çok değişiyor, çok tuhaf oluyor. Kesin bilmediği şey hakkında hüküm vermek yanlış olur. Dinî konularda dikkatli olmaya çalışmalıdır.
Tevbesini duyurmak
Sual: (Gizli işlediğin günaha gizli, açık işlediğin günaha açık tevbe et) hadisine uyarak açıktan işlenen günahın tevbesi açıktan yapılırsa, günahımızı duymayanlara da duyurmuş olmaz mıyız?
CEVAP
Evet, herkese duyurulması uygun olmaz. Günahı başkalarına duyurmak günahtır. İki hadis-i şerif:
(Günahı işleyen, günahını kimseye söylemesin, onu örtsün ve tevbe etsin!) [Beyheki]
(“Gece şu günahları işledim” diye söylemek, günahı açıkça işlemekten sıkılmamak demektir. Rabbi gece suçunu örtmüşken, sabah Allah’ın kapattığı bu örtüyü kaldırmamalıdır.) [Buhârî]
(Tevbeyi açıktan yap) demek, (O günahı işlediğini bilenlerin, görenlerin, sana suizan etmemeleri için, tevbeni sadece onlara duyur!) demektir, yoksa (Bilmeyenlere de duyur) demek değildir. Aslında günahını bilenler uzaktaysa veya bildirmenin faydası yoksa, onlara da duyurmak gerekmez.
Tevbeyi başkalarına duyurmak
Sual: Geçen gün bir vaiz, (Açıktan işlenen bir günahın tevbesi açıktan yapılmazsa, o tevbenin faydası olmaz. Mesela, kurban kesen Müslümanları teröristlerle bir tutan kadın, bu günahına gizli tevbe etse de faydasızdır. Gizli işlenen günahın tevbesi de açıktan yapılmaz) dedi. Açıktan işlenen günahın tevbesi gizli yapılırsa, sahih olmaz mı? Bir kimse de gizli işlediği günahına alenen tevbe etse niye sahih olmuyor?
CEVAP
Elbette sahih olur. (Gizli işlediğin günaha gizli, açık işlediğin günaha açık tevbe et!) ifadesi hadis-i şeriftir. Bu hadis-i şerif, gizli işlenen günahın tevbesi gizli olmazsa sahih olmayacağını göstermiyor. (Gizli işlediğiniz günahları kimseye duyurmayın) demektir. Günahı duyurmak da ayrıca günahtır.
Açıktan işlenen günahın tevbesini gizli yaparsak, hiç kimse, bizim o günaha tevbe ettiğimizi bilmez. Bizi hep o günahı işliyor zanneder. Müslümanları bu zandan kurtarmak için, işlediğimiz o günahı bilenlerin yanında tevbe ettiğimizi onlara bildirmek gerekir. Yoksa tevbe edip, kimseye duyurmasak da, tevbemiz sahih olur.
Kâfir olarak bilinen biri, Müslüman olsa, Müslümanlığını hiç duyurmasa, insanlar onun Müslüman olduğunu bilmez. Cenaze namazını kılmaz, Müslüman mezarlığına koymaz. Müslüman olduğunu duyurması, Müslümanların kendisine Müslüman muamelesi yapması içindir. Yoksa tevbesinin, imanının makbul olması için değildir.
.
Pişmanlığın fazileti
|
Sual: Büyük bir günah işleyenin, artık Allah beni affetmez diye düşünmesi doğru mu?
CEVAP
Çok yanlıştır. İnsan ne kadar büyük günah işlerse işlesin, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemelidir. Bir günah işleyince, hemen tevbe etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Eskiden bir kimse 99 adam öldürür, sonra pişman olur. Bir rahibe gidip sorar:
- Benim tevbem kabul olur mu?
Rahip der ki:
- Hayır tevben kabul olmaz.
Adam bunu da öldürür. Sonra büyük bir âlimi bulur. Ona da durumu anlatıp sorar:
- Tevbem kabul edilir mi?
Âlim der ki:
Elbette her günahın tevbesi vardır. Ancak ülkene gitme, orada kötü insanlar var. Bunu, iyi insanların bulunduğu başka bir yere gönderir. Adam giderken yolda ölür. Azap melekleri ile rahmet melekleri gelir. Ölüyü almak isterler. Başka bir meleği hakem tayin ederler. Bu melek de o kimsenin, çıkış yeri ile gideceği köy arasını ölçer. İyi insanların bulunduğu yere bir karış yakın olduğu için ölüyü rahmet meleklerine verir. Allahü teâlâ, iyi insanların bulunduğu köyü yakınlaştırdığından melekler orayı daha yakın bulurlar. Böylece ölü mağfiret olur.) [Buhari]
Samimi pişmanlık
Sual: İşlediğim günaha çok pişman oldum. Ne tavsiye edersiniz, intihar mı edeyim?
CEVAP
İnsan, ne kadar büyük günah işlerse işlesin, pişman olur ve bir daha aynı günahı işlemezse, günahı affolur. İşlediği günahları kimseye söylemezse, ahirette o günahlar açıklanmaz. Hiç kimseye bir şey söylemeden, "Günahlarıma tevbe ettim. Bir daha işlememeye karar verdim. Ya Rabbi, günahlarımı affet" demek kâfidir. Namazınızı hiçbir zaman aksatmayınız!
Cenab-ı Hak, tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tevbe ederse, mümin olur, bütün yaptıkları affolur. Bir mümin de, her büyük günahtan daha büyük günah olan Allah’a şirk koşarak kâfir olsa, sonra pişman olup tevbe etse Allahü teâlâ yine affeder. İşte iki âyet-i kerime meali:
(Kim, kötülük eder, nefsine zulümde bulunur da, sonra mağfiret dilerse, Allah’ı çok affedici, çok merhametli bulur.) [Nisa 110]
(Ey müminler, Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.) [Tahrim 8]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Günahına tevbe eden, günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]
(Hak teâlâ buyurdu ki, kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim.) [Tirmizi]
Artık bu kadar müjdeden sonra hemen, ellerinizi açıp dua edin, günahlarımızı, sadece pişman olmakla affettiği için Allahü teâlâya şükredin!
İntihar, bir kurtuluş, bir çare değil, aksine tarifi imkansız büyük azaba kendini atmak demektir. Ahiret sıkıntıları, dünya sıkıntıları ile mukayese bile kabul etmez. Ahiret sıkıntısı çok ağırdır. Dünya sıkıntılarına katlanamayan ahiretinkine nasıl katlanabilir?
Dinimizde bir kimseyi öldürmek büyük günahtır. Kendini öldürmek ise başkasını öldürmekten daha büyük günahtır. (Hindiyye)
Günahkârın tevbesi
Sual: Birçok çeşitli günahlar işleyen biri, tevbe edip dua etse, günahları affolur mu?
CEVAP
Evet, affolur. Tevbe eden, bir daha günah işlemezse, artık o hiç günah işlememiş gibi olur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, “Kulum, elini kaldırıp dua ederse, ben onun elini boş çevirmekten haya ederim” buyurdu. Melekler, “Ya Rabbi, dua eden kimse, layık biri değilse, yine mi elini boş çevirmezsin” dediler. Allahü teâlâ, “Ben mağfiret ehliyim. Siz şahit olun ki onu da affederim” buyurur.) [Hâkim]
(Kul tevbe edince Allah onun günâhlarını muhafaza meleklerine unutturduğu gibi, onun uzuvlarına ve bilen kim varsa hepsine unutturur. Allah’a mülâki olduğunda [hesap günü], günahı sebebiyle aleyhine şahitlik yapacak kimse kalmaz.) [İbni Asakir]
.
Allah tevbe edeni sever
|
Sual: Çok günah işleyen biri, Allah’ın sevgili kulu olabilir mi?
CEVAP
Elbette olur. Tevbe edenin günahları affolur. Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever. Hadis-i şerifte, (Tevbe eden Allah’ın habibidir)buyuruldu. (İ.Ebiddünya) [Habib, sevgili demektir.]
Tevbe edip bir daha günah işlemeyen, Allahü teâlânın sevdiği kul olur.
Kur'an-ı kerimde de mealen, (Allah, tevbe edenleri sever)buyuruluyor. (Bekara 222)
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Bir kimse, istirahat için ıssız bir çölde uyur. Uyanınca yiyip içeceği bulunan bineğinin, yanından kaybolduğunu görür. Her tarafta arar bulamaz. Yorgunluk içinde eski uyuduğu yere gelir,"Bu ıssız çölde aç susuz kalacağım için ölmem mümkündür" diyerek ümitsizlik içinde uyuyakalır. Uyandığı zaman devesini ve yiyip içeceğini yanı başında görünce çok sevinir. İşte Allahü teâlâ da bu kulun sevinmesinden çok, tevbe edene sevinir.) [Müslim]
[Yani Allahü teâlâ, yiyip içeceği ile devesini kaybedip, ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalan ve ümidini kestikten sonra yiyip içeceği ile birlikte devesini bulan kimsenin sevincinden çok, kulun, kendisine yönelip, tevbe etmesine sevinir.]
Sual: Pişman olup tevbe edilen her günah affolur mu?
CEVAP
Allahü teâlâ, tevbe edilen her günahı affeder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, işlediği günaha tevbe edince, Allahü teâlâ meleklerine buyurur ki: "Şu kimseye bakın, günah işledi, günahın cezasını veren ve affeden bir Rabbi olduğunu hatırlayıp tevbe etti. Şahit olun ki onu affettim.") [Buhari]
Bedevinin biri Peygamber efendimize sual etti:
- Ya Resulallah! Kıyamette insanların hesabını kim görecektir?
- Allahü teâlâ görecektir.
- Bizzat kendisi mi?
- Evet.
Bedevi memnuniyet içinde güldü. Peygamber efendimiz sordu:
- Niçin gülüyorsun?
- Kerem sahibi gücü yettiği vakit affeder, hesap gördüğü vakit de müsamaha eder.
- Doğru söyledin. Allah’tan daha keremli kimse olamaz. O her keremliden daha keremlidir.
Peygamber efendimiz, oradakilere, (Bedevi fakih oldu) buyurduktan sonra şöyle devam etti:
- Bir kimse, Allahü teâlânın şeref verdiği Kâbe’yi yıkıp yaksa, Allah’ın dostlarından birine hakaret etmek kadar büyük günah işlemiş olmaz.
- Ya Resulallah, Allah’ın dostları kimlerdir?
- Müminlerin hepsi Allah’ın dostlarıdır. Kur'an-ı kerimde şu âyeti duymadın mı? (Allah müminlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan nura çıkarır.) [Bekara 257]
Hadis-i şeriflerde de, (Mümin Kâbe’den üstündür) ve (Kalb kırmak, Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha kötüdür) buyuruldu. Görüldüğü gibi iman nimeti çok büyük bir nimettir.
Mümin ölürken, yani Cenneti, Cehennemi ve ahiret hallerini gördüğü vakit bile tevbe etse, bütün günahları affolur. Fakat imansızın tevbesi kabul olmaz.
Sual: Bir kişi, en büyük günahları işlese, sonra tevbe edip Hak yola dönse, Allah bunun tevbesini kabul eder mi? Şirkin tevbesi olmaz mı?
CEVAP
Bir kimse, en büyük günahları işlese, hatta Allah’ı inkâr etse, şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe ederse, Allahü teâlâ onun bütün günahlarını affeder. Cenab-ı Hakkın rahmeti bu kadar boldur. Kur'an-ı kerimde, (Şirki affetmem) buyurması, (Şirk üzere imansız ölenleri affetmem) demektir. Yoksa ölmeden önce yaptığı şirklere tevbe edenin tevbesini kabul eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, tevbe edince, Allahü teâlâ tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]
Bu hadis-i şerif kul hakkı bulunmayan günahlar içindir. Eğer işlenen günahlarda kul hakkı da varsa, sahibi ile helalleşmek gerekir. Borcu varsa, borçlarını ödemelidir. Kul borçlarını ödeyip onlarla helalleşen, diğer günahlarına da tevbe edip bir daha işlemeyen kimse, hiç günah işlememiş gibi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tevbe eden, günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]
Sual: Şirk ne demektir?
CEVAP
Şirk, Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik, denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, çok defa, bunların en büyüğü söylenir. Bunun için, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bulunan şirk, her nevi küfür demektir. Mesela Nisa suresinin 48 ve 116. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ, kendisine şirk koşanları [yani müşrikleri, kâfirleri] affetmez ve şirkten [yani her çeşit küfürden]başka olan günahları affeder) buyuruluyor.
Şu halde her çeşit günahın en kötüsü küfürdür. Küfür ise kâfirlik demektir.
|
.
Tevbe-i yeis [Son nefeste tevbe]
|
Sual: Yeis halinde iken tevbenin kabul olması ne demektir? Ölümüne birkaç saniye kaldığını düşünen bir Müslüman, mesela bir madenci, (Artık içki içmeyeceğim, hırsızlık etmeyeceğim, yalan söylemeyeceğim) gibi bütün günahlarına tevbe etse, bu ümitsiz hâlde yapılan tevbe sahih olur mu?
CEVAP
Evet, tevbesi geçerli olur. Bu, Allahü teâlânın Müslümanlara bir ihsanıdır. Yeis, kelime olarak ümitsizlik demektir. Tevbe-i yeis, ölüm alameti başlayıp, hayattan ümit kesilince, yapılan tevbe demektir. Din kitaplarındaki bu konudaki bilgiler şöyledir:
Kadıhan Fetava’sında buyuruluyor ki: Yeis hâlinde, yani yaşamaktan ümit kesildiği [âhiret hâlleri görülmeye başladığı] an yapılan tevbe makbul, ama iman makbul değildir. Yani fâsık tevbe ederse tevbesi kabul olur, ama kâfir iman etse imanı kabul olmaz. Şûra suresinin,(Kullarının tevbesini kabul eden Odur) mealindeki 25. âyetine göre, fâsıkın tevbesi makbuldür. (Dürer Gurer)
İmam-ı Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: Son nefese kadar tevbeler kabul edilir. (1/16)
Son nefeste iman etmek kabul olmazsa da, Müslümanın günahlarına tevbe etmesi kabul olur. (Hülâsat-ül-kelâm)
Ölüm alameti başlayıp hayattan ümit kesilince tevbe kabul olursa da, kâfirin iman etmesi kabul olmaz. (S. Ebediyye)
Can boğaza gelince, âhiret hâlleri gösterilir. O zaman her kâfir iman etmek ister, ama kabul edilmez. Çünkü gayba iman etmek, yani görmeden inanmak gerekir. (Namaz Kitabı)
Hastanın ruhu gargaraya gelince, yani âhiretteki yerini görmeye başlayınca, iman etmesi fayda vermez. (Kıyamet ve Âhiret)
Bazı âlimler de, Nisa sûresinin, ([Ömrü] Kötülüklerle geçip de öleceği vakit, “Ben şimdi tevbe ettim” diyenlerle, kâfir olarak ölenlerin tevbeleri makbul değildir) mealindeki 18. âyet-i kerimeye göre, iman gibi tevbenin de kabul edilmeyeceğini bildirmişlerdir. Eş’ariler, (Allah bir kulun tevbesini gargara haline gelmedikçe kabul eder) hadis-i şerifini esas alıp, gargara halinde tevbenin de, imanın da makbul olmadığını bildirmişlerdir. Onlara göre bu hadis-i şerif, mümin ve kâfirin tevbeleri için geçerlidir. Tevbede ihtilaf olmuşsa da, yeis hâlindeki iman sözbirliğiyle makbul değildir. Kâfir o zamana kadar Allahü teâlâyı tanımamaktadır. Hayattan umudunu kesip hakkı ve hakikati görünce o anda iman etmektedir. O durumda yapılan iman, makbul ve muteber değildir. Fâsık, Allahü teâlâyı tanımaktadır. Müslümandır, mümindir. İmanı mevcuttur ve bâkîdir. Bâkî olan bir şey, yeni baştan yapılandan kolaydır. (Redd-ül muhtar)
Bunun için, Firavun’un son nefesteki imanı muteber değildir. Bir âyet-i kerime meali:
(Firavun boğulacağı an, “İsrailoğullarının inandığından başka ilah olmadığına inandım, artık ben de Müslüman oldum” dedi. Ona, “Şimdi mi inandın, daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin” dendi.)[Yunus 90, 91]
Bir terzi, büyüklerden birine sordu:
- Ölüm yaklaşınca tevbenin kabul edileceğini bildiren hadis-i şerifin açıklaması nasıldır?
- Evet tevbe kabul edilir; ama senin mesleğin nedir?
- Terziyim, elbise dikerim.
- Terzilikte en kolay iş nedir?
- Kumaşı makasla kesmektir.
- Kaç yıldır terzisin?
- Otuz yıldır.
- Canın gargaraya gelince kumaş kesebilir misin?
- Hayır kesemem.
- Otuz yıl kolaylıkla yaptığın işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi, can gargarada iken nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! O zaman yapman çok güç olur. Şimdi tevbe edersen, o zaman da tevbe etmek nasip olur.
Terzi tevbe edip, salihlerden oldu. (R.Nasıhin)
Sual: Tevbe kapısı ne zamana kadar açıktır?
CEVAP
Güneş batıdan doğmadan önce iman etmek şarttır. Kıyametin büyük alametlerinden biri de, güneş batıdan doğacaktır. Bunu gören bütün insanlar, iman edecekler. Fakat bu imanları kabul olmayacaktır. Çünkü artık tevbe kapısı kapanmış olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Tevbe kapısı açıktır. Güneş garbdan doğuncaya kadar kapanmaz.) [Taberani]
Bugünkü insanlar için ise, tevbe kapısı her zaman açıktır. Son nefese kadar tevbeler kabul edilir. Can boğaza gelmeden iman etmek şarttır. Ölürken, ahiret hallerini gördükten sonra kâfirin imanı muteber olmaz. Fakat o anda da, Müslümanın günahlardan tevbesi kabul olur.
Sual: Öleceğini anlayan hasta, (Bütün günahlarıma tevbe ettim)dese, tevbesi kabul olur mu?
CEVAP
Ölüm alametleri başladığı, hayattan ümit kesildiği zaman bile, Müslümanın tevbesi kabul olur; fakat kâfirin imana gelmesi kabul olmaz.
Sual: Ölmek üzereyken, (Cennet, Cehennem yok) gibi, küfre sebep olan bir şey söyleyen kimse, kâfir olarak mı ölmüş olur?
CEVAP
Ölüm halindeyken, küfre sebep olan şey söyleyen Müslüman, mümin kabul edilir; çünkü o anda aklı başında değildir. Müslümana hüsnü zan edilip, ölüm sarhoşluğuyla söylediği kabul edilir.
.
Fâsık ve günah
|
Sual: Meal okuyorum, ancak kafayı üşütmek üzereyim. Fâsık, kâfir demek midir?
CEVAP
Fâsık, kâfir demek değildir. Okuduğunuz Kur'an tercümeleri ile dini doğru öğrenmeniz mümkün olmaz. Birçok kelime, her ilimde, ayrı manada kullanılır. Mesela, zalim kelimesi tefsir ilminde, kâfir demektir. Fıkıh ilminde, başkasının hakkına saldıran kimseye denir. O halde, bir ilme ait bir kitabı okuyup anlayabilmek için, önce kelimelerin bu ilimdeki özel manalarını bilmek gerekir. İşte, birkaç sene Arabi öğrenenlerin ve eline bir cep lügati alıp da, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri tercümeye kalkışan türedilerin, para kazanmak için yaptıkları tercüme ve tefsirler, bozuk ve zararlı olmaktadır. Mealden tefsirden din öğrenilmez.
Tevbe edip bir daha günah işlemeyen hemen fâsıklıktan kurtulur. Cenab-ı Hak, tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tevbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de her çeşit günahı işlese, hatta Allah’a şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe etse, Allahü teâlâ yine affeder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(De ki, ey çok günah işlemekle haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, [iman ehlinin] bütün günahlarını hiç şüphesiz affeder. Elbette O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) [Zümer 53]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Tevbe eden, günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]
(Allah’ın Rab, benim de Peygamber olduğuma yakînen inanana, Cehennem haram olur.) [Hakim]
(Hak teâlâ, "Günahını affımdan büyük görene şiddetli gazap ederim"buyurdu.) [Deylemi]
(Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyen fâsık, Allah’ın rahmetinden ümit kesen abidden, rahmete daha yakındır.) [Hakim]
(Mümin, Allah’ın azabını bilseydi, Cenneti ümit etmezdi. Kâfir de Allah’ın rahmetini bilseydi, Cennetten ümidini kesmezdi.) [Müslim]
[Allah’ın rahmeti bu kadar bol iken Onun rahmetinden hiç ümit kesilir mi?]
(Allahü teâlâ, hiç kimsenin hatırına gelmeyen bir mağfiretle, günahkâr müslümanları affeder.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki, "Ey kulum, af dilersen, günahlarının çokluğuna bakmadan affederim. Günahların bulutlara kadar yükselse de affederim. Yer dolusu günahla gelsen, yer dolusu mağfiretle karşılarım. Yeter ki iman ile gel!") [Tirmizi]
.
Bir damlacık gözyaşı
|
Sual: Ağlayıp gözyaşı dökmenin Allah korkusu ile bir ilgisi var mıdır?
CEVAP
Her ağlamanın Allah korkusu ile ilgisi yoktur. Rol icabı da olsa ağlayıp gözyaşı dökenler çoktur. Ancak, Allah korkusu ile ağlamanın fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah’ı anarken, Allah korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azap olmaz.) [Hakim]
(Allah korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır.) [Nesai]
(Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada Allah korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamayacaktır.)[İsfehani]
(Allah korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teâlâ ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur.) [İbni Mace]
(Allah için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan Allah korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir.) [Beyheki]
(Vücudu Allah korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya buyurdu ki: "Benden korkup ağlayarak yapılan ibadet, diğer ibadetlerden üstündür.") [Taberani]
(Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: "Dünyada benden korkarak ağlayanı, Cennette ebedi güldürürüm.") [Beyheki]
(Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, Allah korkusundan ağlayan da ateşe girmez.) [Tirmizi]
(Allahü teâlânın, himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken Allah’ı anıp gözünden yaş akan kimsedir.) [Buhari]
(Allah korkusu ile gözden akan bir damla göz yaşından veya Allah yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli, Allah indinde bir damla yoktur.) [Tirmizi]
(Ağlayın, ağlayamazsanız, kendinizi zorlayın, hüzünlenin! Kıyametteki azabın dehşetini bilseniz, ayakta duramayacak hâle gelinceye kadar namaz kılar, sesiniz kısılıncaya kadar ağlarsınız.)[Buhari]
(Her mümin dağlar kadar günah ile mescidimizde bulunsa, ağlayan şu kişinin hürmetine oradakilerin hepsinin günahları affolur. Çünkü melekler "Ey Rabbimiz, ağlayanları, ağlamayanlara şefaatçi kıl!" derler.) [Beyheki]
İbni Ömer hazretleri buyurdu ki:
(Allah korkusu ile bir damla gözyaşı akıtmak, binlerce altın sadaka vermekten daha kıymetlidir.) [İhya]
.
İbadetlerimizi kusurlu bilmeli
|
Sual: Namaz kıldıktan sonra da istigfar ediyoruz. Her iyilik ve ibadetten sonra da niçin suç işlemiş gibi korkup istigfar ediyoruz?
CEVAP
İnsan bütün taatlarını, ibadetlerini kusurlu bilmeli, hakkıyla yapamadığını düşünmelidir! Ebu Muhammed bin Menazil hazretleri buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, Al-i İmran suresinin 17. âyetinde, sabredenleri, sadıkları, namaz kılanları, zekat verenleri ve seher vakitlerinde istigfar edenleri meth buyurdu. Hepsinden sonra, istigfar edenleri bildirmesi, insanın her ibadetini kusurlu görüp, daima istigfar etmesi içindir.)
Cafer bin Sinan hazretleri de buyurdu ki:
"İbadet yapanların kendilerini beğenmeleri, fâsıkların günahlarından daha kötü ve daha zararlıdır."
Bir iyilik ve ibadet edince de dört yerde korkmak gerekir:
Birinci korku, insan bir iyilik işleyince veya bir ibadet edince, o iyilik ve ibadetin kabul edilip edilmediğinden endişe edip korkmalıdır! Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ ancak müttekilerin [takva ehlinin] amelini kabul eder.)[Maide 27]
İkincisi, riyadır. İhlassız amellerin kıymeti yoktur. İyiliği sırf Allah rızası için mi yaptım, yoksa başka bir menfaat düşündüm mü diye korkmak gerekir. Ancak ihlasla yapılan ibadetin kabul edileceği yine Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Beyyine 5)
Üçüncüsü, yapılan iyilikleri, ibadetleri zarara uğratmadan yerine teslim edebilme korkusudur.
Kötülükler, günahlar, iyiliğe zarar verir. Şu halde, iyiliği, ibadeti zarara uğratmadan yerine götürmeye çalışmalıdır! Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Bir iyilik getirene on katı verilir.) [Enam 160]
Dördüncüsü, yapılan iyilikle rezil olma korkusudur. Başkalarınca iyilik sanılan şeyler, belki de art niyetle yapılmış birer kötülük olabilir. Yapılan iyiliklerin, zararlardan korunarak başarıya ulaşıp ulaşmayacağından da korkmalıdır! Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Başarmam ancak Allah’ın yardımı iledir.) [Hud 88]
Allah’ın yardımına kavuşmak için de, Onun emirlerine uyup, yasak ettiklerinden kaçmak gerekir.
Kötülük veya herhangi bir günah işledikten sonra pişman olmak ve iyilik ve ibadet etmeye devam etmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir günah işleyince hemen arkasından bir iyilik yap, bir sevap işle ki onu mahvetsin!) [Beyheki]
(Nerede, ne halde bulunursan bulun, Allah’tan kork ve kötülüğün akabinde bir iyilik yap ki onu yok etsin!) [Tirmizi]
Âyet-i kerimede de mealen buyuruluyor ki:
(Elbette hasenat, seyyiatı yok eder.) [Hud 114]
[Hasenat, her çeşit iyilik, seyyiat, her çeşit kötülük]
İnsan bütün taatlarını, ibadetlerini kusurlu bilmeli, hakkıyla yapamadığını düşünmelidir! Çünkü, (Allahü teâlâ, Âl-i İmran suresinin 17.âyetinde, sabredenleri, sadıkları, namaz kılanları, zekat verenleri ve seher vakitlerinde istigfar edenleri meth buyurdu. Hepsinden sonra, istigfar edenleri bildirmesi, insanın her ibadetini kusurlu görüp, daima istigfar etmesi içindir. İbadet yapanların kendilerini beğenmeleri, fâsıkların günahlarından daha kötü ve daha zararlıdır) buyurulmaktadır. (M.Masumiyye)
.
Sitemsiz affediş
|
Sual: Bütün günahlarıma tevbe ettim. Ancak onlar hatırıma geldikçe utanıyorum. Ahirette de o tevbe ettiğim günahlardan sıkıntı çeker miyim?
CEVAP
Bir insan, günahlarına tevbe edince, Allahü teâlâ onu affeder. Artık o kimse, hiç günah işlememiş gibi olur. Eski günahlarından dolayı da ona sitem edilmez. Hicr suresinin (Onlara güzel muamelede bulun)mealindeki 85. âyet-i kerimesini Cebrail aleyhisselam, (Sana kötülük edeni affettiğin zaman, artık ona sitem etme!) diye açıklamıştır. Allahü teâlâ, (Affettiğimi itab etmem. Bu benim keremime yakışmaz) buyurdu. (İ.Gazali)
[İtab, darılmak, azarlamak, sitem etmek demektir.]
.
Yetmiş istigfar
|
Sual: Yetmiş istigfar hemen namazın sonunda mı okunur? Fazileti nedir?
CEVAP
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her namazdan sonra yetmiş istigfar okuyanın, işlediği günahlar affolur ve Cennetteki köşklerini görmeden dünyadan gitmez.)[Deylemi]
[Yani ölürken Cennetteki köşklerini görür.]
(Her namazdan sonra, üç kere, "Estagfirullah elazim ellezi la ilahe illa huv el hayyel-kayyume ve etubü ileyh" okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]
Muhammed Masum hazretleri, bu üç istigfarın, namaz sonunda Allahümme entesselam... dan sonra, kalan 67 istigfarı da sadece Estagfirullah diyerek duadan sonra okuduğunu bildiriyor. (c.2, m.80)
|
.
Tevbem kabul oldu mu?
|
Sual: Tevbenin kabul edildiği bilinebilir mi?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Tevbenin kabul edildiğine dair alametler vardır. Böyle bir kimse,
1- Tevbe ettiği günahlara meyletmez.
2- Her yerde, her zaman Allahü teâlânın kendisini gördüğünü bilip günah işlemekten utanır.
3- Fâsıklardan kaçar, salihlerle beraber olur.
4- Dünya malına tamah etmez. Ahiret için çalıştığını az görür.
5- Farz amelleri aksatmaz.
6- İşlediği günahları hatırladıkça üzülür ve istigfar eder. Bütün azalarını günah işlemekten muhafaza etmeye çalışır.
Böyle bir kimsenin tevbesi kabul edilmiş demektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Elbette, Allahü teâlâ, tevbe edenleri de, temizlenenleri de sever.)[Bekara 222]
.
Tevbeyi geciktirmek
|
Sual: Bir günah işliyoruz, yine işleriz diye tevbe etmiyoruz. Tevbeyi geciktirmenin mahzuru var mıdır? Tevbe ettim demek yeterli midir?
CEVAP
Her günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi bir saat geciktirince, günah iki kat olur.
Tevbe ettim demek, tevbe olmaz. Çünkü, tevbenin sahih olması için üç şart lazımdır:
1- Hemen günahı bırakmalıdır.
2- Günah işlediğine, Allahü teâlâdan korktuğu için, utanmak ve pişman olmak lazımdır.
3- Bu günahı bir daha hiç yapmamayı gönülden söz vermektir. Allahü teâlâ şartlarına uygun olan tevbeyi kabul edeceğine söz vermiştir.
Günaha tevbe etmeli
Sual: Günaha tevbe etmemek veya tevbeyi geciktirmek de günah mıdır?
CEVAP
Elbette günahtır. Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
İşlenen günaha tevbe etmemek, o günahı işlemekten daha kötüdür.(2/110)
Her günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi bir saat kadar geciktirince, günah iki kat olur. (Hak Sözün Vesikaları)
Tevbeyi geciktirmek
Sual: (Tevbeyi bir saat geciktirince günahı iki kat olur) dendiği gibi, (Günah işleyince melekler üç saat yazmaz, tevbe edilmezse, o zaman yazılır) da deniyor. Buradaki incelik nedir?
CEVAP
Bir saat gecikince günahı artıyor; ama üç saat içinde tevbe ederse, hiç günah yazılmıyor. Üç saat içinde tevbe edilmezse, günahı katlanmış olur, o katlanmış haliyle günah yazılır demektir.
.
Tevbede samimiyet
|
Sual: Tevbe ettiği günahı tekrar işleyip, sonra tekrar tevbe eden, uygunsuz iş mi yapmış olur?
CEVAP
Tevbe ettiği hâlde, günaha devam edip, (Şimdi bu günahı işleyeyim de, nasıl olsa, tevbe edince, affedilir) denirse, uygunsuz iş yapılmış olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Günaha devam edip, diliyle istigfar eden, Rabbiyle alay etmiş sayılır.) [Beyheki]
Bir kimse, samimiyetle, bir daha yapmamak üzere tevbe ettikten sonra, nefsine uyarak, tekrar o günahı işlese, sonra yine pişman olup, tevbe etse, Allahü teâlâ günahını affeder. Bu şekilde tevbesini bin kere bozsa da, yine tevbe etmelidir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bir kimse, günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, Allahü teâlâya istigfar ederse, Allahü teâlâyı çok merhametli, af ve mağfiret edici bulur.) [Nisa 110]
Tevbeden sonra, tekrar tekrar günah işleyenin, tekrar tekrar tevbe etmesi sahih olur. (Berika)
Tevbe ettim demekle tevbe olmaz, çünkü tevbenin sahih olması için üç şart lazımdır:
1- Günahı hemen bırakmalı.
2- Günah işlediğine, Allahü teâlâdan korktuğu için, utanmalı ve pişman olmalı.
3- Bu günahı, bir daha hiç yapmamaya gönülden söz vermeli.
Allahü teâlâ, şartlarına uygun olan tevbeyi kabul edeceğine söz verdi. Tevbe edenleri sever, affeder. Sonra, o günahı tekrar yaparsa, tevbesi bozulmaz. İkinci bir tevbe, gerekir. Tevbe ettiği bir günahı hatırlayınca, günahı işlediğine sevinirse, tekrar tevbe etmeli. Günahı tekrar işlersem tevbem bozulur diye tevbe etmemek, cahilliktir, şeytanın aldatmasıdır. Her günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi kasten geciktirince, günahı iki kat olur. (Hak Sözün Vesikaları)
Sual: İslam Ahlakı kitabında, (Günahın dünyadaki zararını düşünüp, günahtan vazgeçmek tevbe olmaz) diyor. Öyleyse zinanın mala olan zararını düşünerek, ondan vazgeçmek, tevbe olmamış mı oluyor?
CEVAP
O ifade, günah işlemeye devam eden kimse içindir. Dünyadaki zarardan, hep mala zarar düşünmemeli. Mesela kimse görmediği zaman hırsızlık yapıyor, insanlar varken yahut biri görür diye yapmazsa, hırsızlığa tevbe etmiş sayılmaz demektir. Yakalanırsa hapse düşebilir, dünyasına zararı olur. Zina da öyledir. Hep zina ediyordur. Fakat duyulma ihtimaline karşı zina yapmazsa, zinaya tevbe etmemiş demektir. Duyulursa adı kötüye çıkar. Bu da dünyasına zarar verir.
Günaha devam eden
Sual: Bir kimse, hep aynı günahı işlemeye devam edip, ardından tevbe etse, sonra yine aynı günahı işlemeye devam etse, tevbesi makbul müdür?
CEVAP
Günahı bırakmadıkça, tevbesi makbul olmaz. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Günahı bırakmadan istigfar eden, Rabbi ile alay ediyor demektir.) [İ. Asakir]
(Günahına tevbe eden, sonra bu günahı tekrar yapan, sonra yine istigfar eden; üçüncüye yine yapar ve yine tevbe ederse, dördüncü olarak yapınca, büyük günah yazılır.) [M. Rabbani 2/66] (Ama tevbesini bin kere bozsa, yine samimi olarak tevbe ederse tevbesi sahih olur.)
Bir genç, tevbe edip, yine de günahlara devam ediyormuş. Başına bazı belalar da gelince, bir âlime gidip, (Ben tevbe ettiğim hâlde Allah yine bana bela gönderiyor, bu nasıl oluyor?) demiş. Âlim de, (Tevbe etmek, bir daha o günahı yapmamak demektir. Günahtan el çekmeden tevbe etmek, Rabbiyle alay etmek olur. Makbul tevbe, o günahın bir daha gündeme gelmemesidir) demiş.
Tevbeden sonra, günaha dalma!
Utan Allah’ı alaya alma!
|
.
Bütün günahları affolur
|
Sual: Bazı hadis-i şeriflerde, şunu yapanın bütün günahları affolur deniyor. Bunlara büyük günahlar da dâhil midir? Mesela kumar, içki, faiz, zina, katillik, gasp, namaz kılmamak, oruç tutmamak gibi büyük günahlar da dâhil midir?
CEVAP
Fıkıh bilgisi, hadis-i şeriflerden öğrenilmez. Hadis-i şeriflerin açıklaması, nakli esas alan ilmihal kitaplarından öğrenilir. Mesela hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Abdest alanın bütün günahları affolur.) [Müslim]
(Her gün üç kere, Âdem aleyhisselama salevat getirenin yani “Salevatüllahi alâ Âdeme” diyenin bütün günahları affolur.)[Deylemi]
(Hacca giderken veya gelirken ölenin, bütün günahları affolur.)[İsfehani]
(Her namazdan sonra 3 kere, “Estagfirullahel azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh” okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]
(Cuma günü sabah namazından önce, “Estagfirullahel azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh” okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]
(Her namazdan sonra 33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahü ekber sonra, “Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerike leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir”diyenin deniz köpüğü kadar günahı olsa da affedilir.) [Müslim]
(İşrak vakti iki rekât namaz kılanın, bütün günahları affolur.) [İ. Ahmed]
(İki Müslüman, selamlaşıp müsafeha eder [tokalaşır] ve bir de bana salevat-ı şerife okursa, anadan yeni doğmuş gibi bütün günahları temizlenir.) [R. Nasıhin]
Bu hadis-i şerifler, şartsız söylendiği için, bazı şartları var demektir. Bütün günahların affolması için bazı şartlar vardır:
1- İtikadın doğru olması şarttır. Ehl-i sünnet itikadında olmayanın, bid’at ehli olanın hiçbir ibadeti kabul olmaz.
2- Farzları yapıp haramlardan kaçmak şarttır. Mesela namaz kılmayan veya zina eden kimse, bin Müslümanla tokalaşsa da günahları affolmaz.
3- Günahlara tevbe etmek ve kul haklarını ödemek de şarttır.
4- O işleri ibadet olarak yapmaya, niyet etmek de şarttır.
5- Bir de bütün günahlar denince, büyük günahlar anlaşılmaz; genelde küçük günahlar anlaşılır. Yani yukarıda bildirilenler küçük günahlardır. Buna rağmen, hiç yapamıyorsak, yapabildiğimiz kadarını da elden kaçırmamalı. Ayrıca, tevbe edince, büyük günahlar da affolur.
.
Şifa için istigfar okumak
|
Sual: Şifa için istigfar duası okunursa, mânâsını düşünmek gerekiyor mu?
CEVAP
Muhammed Mâsum hazretleri buyuruyor ki:
İstigfar okurken mânâsını da düşünmeli. Okuyanı ve yanındakileri, dertlerden, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtarır. Çok kimse okudu, faydası hep görüldü. (S. Ebediyye)
Şifa için, istigfar duası okumak, ölümden başka bütün dertlere, hastalıklara karşı faydalıdır. Ölüm hastasının ağrılarını, sancılarını yok eder, rahat ölmesini sağlar. (İslam Ahlakı)
İstigfar edileceği zaman, yüz defa (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) okumalı ve yüz kere de, (Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilahe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh) demeli ve mânâsını düşünerek söylemeli. Birincisinin mânâsı şöyledir:
(Razı olmadığın şeylerden, yaptıklarımı affet ve onları yapmaktan da beni koru!)
İkincisinin mânâsı da şöyledir:
(Kendisinden başka ilah bulunmayan hay, kayyum ve azîm olan Allah’a istigfar eder ve günahlarıma pişman olup O’na sığınırım.) [Azîm, zatı ve sıfatları kemalde; Hay, ezelî ve ebedî bir hayatla diri olan; Kayyum, zatıyla kaim olan, yarattığı her şeyi varlıkta durduran demektir.]
Hastaya şifa için, yetmiş istigfar okumalı, tamam olunca, başına üfürmeli ve kısa bir dua etmeli. Duaların ve istigfarın kabul olması için, namazları kılmalı, haramlardan sakınmalı ve abdestli okumalıdır. İstigfarı ve duaları abdestli okumak müstehabdır. (S. Ebediyye)
|
. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
www.yeniumit.com.tr/konular/detay/islamda-tevbe--1
Aynı fiil "alâ" harfi cerri ile, Allah'ın günahkâr kullarının tevbesini kabul etmesi .....Araştırmamızın iler
.
İslâm'da Tevbe- 1
Nihat Dalgın
A- TEVBENİN TANIMI, GEREKLİLİĞİ VE UNSURLARI
A- TEVBENİN TANIMI
1. Dilde Tevbe:
Tevbe, Arapça bir kelime olup, tâbe-yetûbû maddesinden mastardır. Allah'a dönüş ve yöneliş anlamına gelmektedir. Bu kelime daha çok, masiyetten Allah'a dönme anlamıyla meşhur olmuştur.1 Tâbe fiili, günahından Allah'a dönen kul hakkında "Ha" harfi cerri ile kullanılmaktadır. Aynı fiil "alâ" harfi cerri ile, Allah'ın günahkâr kullarının tevbesini kabul etmesi anlamına gelmektedir.2
Tevbe eden kul tâib adını alırken, Allah hakkında kullarının tevbesini fazl-ı keremi ile kabul eden anlamında bir vasıf olarak, tevvâb sıfatı kullanılmaktadır.3
2. Terim Olarak Tevbe:
İslâm âlimleri, tevbenin tanımını çok değişik şekillerde yapmışlardır. Özellikle mutasavvıflar, bulundukları makamlara göre tevbeyi tanımladıklarından, çok farklı tevbe tarifi ortaya çıkmıştır. Biz burada, birkaç tevbe tanımı vermekle yetinmek istiyoruz.
Tevbe; geçmiş hataların verdiği iç sancısıdır.4
Tevbe; kötü huyları iyi huylara değiştirmektir.3
Tevbe; Allah'a muhalefetten dönmek, kişinin zimmetinde oluşmuş, başkalarının haklarından edaya güç yetirdiğini sahiplerine ödemektir.6
Tevbe; günahı çirkinliği için terketmek, yapılan fiile pişman olmak, onu tekrarlamamaya azmetmek ve mağdura hakkını vermektir.7
Tevbe; Allah'ın gerekli kıldığı fiillere sarılmak ve kerih gördüklerinden kaçınmaktır.8
Tevbe; mü'min varlığın inhilâl ve çözülmesinden sonra, Yaratıcı'nın huzurunda, yeniden bir inşa ve bina olunmadır. Günahtan sonra, Allah ile yeniden uzlaşma da diyebileceğimiz bu hareket, bir tazeleniş, bir filizleniştir.9
Tevbeyi, daha şümullü bir tarifle şöyle tanımlayabiliriz: Tevbe; yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati, Allah yönünden, affedip bağışlamak, kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah'a dönmek, yani O'nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak suretiyle, Allah'a sığınarak, O'ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O'na yalvarmak demektir.10
B. TEVBENİN GEREKLİLİĞİ VE KABULÜ
1. Tevbenin Her Fert İçin Gerekli Olduğu:
İnsan, beşer fıtratında yaratılmıştır. Günah işlemek, belki de insanı meleklerden ayıran bir özelliktir. İnsan, günahtan tamamen uzak kalamayacağına göre, tevbeden de uzak duramayacaktır.
Hiç günah işlememek, insanlar için bir fazilet değildir. Asıl fazilet, kişinin yaptığı günahtan pişmanlık duyarak tevbe edebilmesidir. Nitekim Hadîste; "Bütün ademoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlısı ise tevbe edenlerdir"11 buyurulmuştur.
İslâm fıtrat dinidir. Günah ve sevap işleme özelliğinde yaratılan insanın, günah işleyeceği kabul edilmiş ve bundan kurtulma ve etkisini azaltma yollarına dikkat çekilmiştir. İnsan fıtratını en güzel şekilde belirten bir hadîste; "Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyen, peşinden tevbe eden kullar yaratırdı"12 buyurulmuştur.
Tevbe, her fert için, vakit geçirmeden, yapılması gereken bir farzdır.13 İslâm âlimleri, tevbenin herkes için farz olduğunda icma etmişlerdir.14
Yüce Allah; "Ey iman edenler, toptan Allah'a tevbe ediniz ki, kurtulasınız" (24,Nur:31); "Gerçek bir tevbe ile Allah'a dönün "(66,Tahrim:8) buyurmuştur.
Hz. Peygamber de; "Ey insanlar, Allah'a tevbe ediniz"15 şeklinde ümmetini tevbeye çağırmış ve kendisi de, bu hususta ümmetine örnek olmuştur.
Resulullah (sas) her gün 7016 veya 10017 defa Allah'a tevbe-i istiğfar ettiğini belirtmiştir. Bu ifadeler, Hz. Peygamberin bile, tevbeden müstağnî kalmadığını ve ümmetine tevbe dersi verdiğini göstermektedir. Zira o masum da olsa, Kendisinin de ifade ettiği gibi,18 kalbe gelen bir kısım şeylerden müstağni kalamamakta ve onlar için tevbe etmiş bulunmaktadır.19
İnsan büyük günahlardan uzaklaşsa, küçüklerinden kaçamamış olabilir. Onlardan kaçınsa, kalbi ile bazı günahlar işlenebilir. Onlardan da kaçınsa, günah işleme düşüncesi veya gaflet bir an kendisini meşgul edebilir.20 Hulâsa insan, günahtan tamamen soyutlanamayacağı21 için, tevbeye de ihtiyacı bitmeyecektir.
Nitekim Gazzâlî (0.505/ 1111), tevbenin gerekliliği hakkında Hz. Âdem'i örnek vererek şöyle istidlalde bulunmaktadır: "İnsanoğlunun babası bile tevbeden müstağni kalamamıştır. Babanın yaratılışına uymayan ve babanın güç yetiremeyeceği şeye, çocukları hiç güç yetiremez."22
Tevbenin gerekliliğine bir başka aklî delil de, kalbin heva ve masiyetlerle paslanması görüşüne dayanmaktadır. Kalp aynasını bu paslardan korumak için herkese tevbe gereklidir.23 "Tevbe etmemek, Rabbi, O'nun hukukunu ve nefsin kusurunu bilmemekten kaynaklanır. Bu sebepler, en büyük zâlim (haksız), Rabbına tevbe etmeyen kuldur."24
2. Tevbenin Kabûlü:
Bütün insanların günah işleyebileceğini, ancak faziletin ve hayrın tevbede olduğunu25 biliyoruz. Yüce Allah, kendisini kullarına tanıtırken, tevbeleri kabul edici özelliğini şöyle belirtmiştir: "O kulların tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir"(42,Şûrâ:25); "..günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden.. Allah'tandır.." (40,Mümin:3).
Diğer taraftan Allah, tüm kullarının kurtuluşları için tevbe etmeleri şartını koşarak; "Ey mü'minler, hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz" (24,Nur:31; 66,Tahrim:8) buyurmuştur.
Ayrıca Yüce Allah'ın tevbe edenleri methetmesi(9,Tevbe:112) ve tevbe kapısını çalan kullarını sevdiğini ifade etmesi (2,Bakara:222) tevbelerin kabul edileceğinin birer delilidir.
Allah biz kullarını, cehennem azabından önce, tevbelerimizle, günahlarımızın kirlerinden temizlemek istemektedir. İnsanlar yaptıkları tevbelerle hem günahlarından temizlenmiş olacaklar, hem de Allah'ın sevgisini kazanacaklardır.25
Hz. Peygamber, kullarının tevbesi karşısında Allah'ın ne kadar sevineceğini şöyle bir örnekle anlatmaktadır: "Allah'ın kulunun tevbesine sevinmesi şuna benzer: Bir insan azığını, su tulumunu bir deveye yüklemiş, sonra yolculuğa çıkmıştır. Nihayet çorak bir yere vardığında, uykusu gelmiş, inerek bir ağaç altında istirahat etmiştir. Kalktığında, devesinin kaybolduğunu görmüş ve değişik tepelere koşarak onu aradığı hâlde bulamamış ve yorgun bir vaziyette, altında dinlendiği ağacın gölgesi altına gelip, devesinden ümit kestiği hâlde, yanı üzerine yatmıştır. Böyle ümitsiz hâlde iken, birdenbire devesinin yanında durduğunu görüp de yularından yapışıp, son derece sevinmesinden dolayı şaşırarak; 'Ey Allah, sen benim kulumsun, ben senin Rabbinim' dediği andaki sevincinden daha fazladır."
Bir diğer hadîste de; "Allah gündüz günah işleyenin tevbe etmesi için geceleyin, gece günah işleyenin tevbesi için gündüzleri elini açar (tevbesini bekler). Tâ ki güneş batıdan doğuncaya kadar Allah'ın bu hareketi devam eder."28 buyurulmaktadır.
Şartlarında eşiklik olmadan yapılmış ve ancak kabul edilmemiş bir tevbenin gösterilmesi herhalde mümkün değildir.
Maalesef, konuyu iyice araştırmamış birçok din görevlisinin, bazı gün ve gecelerde, Allah adına tasarrufa yeltenerek, bir kısım günahkâr Müslümanları tevbe kapısından kovduklarına şahit olmaktayız. Halbuki, hiçbir günahkâra tevbe kapısı kapatılmamıştır.
Ehl-i Sünnet29 ve İmamiyye'ye30 göre; Allah kullarının tevbesini kabul edeceğini vâdetmişse de, tevbeleri kabul etmek mecburiyetinde değildir. Mu'tezile ise, tevbeleri kabul etmenin, Allah hakkında vacip olduğu görüşündedir.31
Gazzâlî,32 sahih tevbenin kabul edileceğinde şüphe edilmemesini belirtmektedir. O, tevbenin kabul edilmesini, tevbenin zorunlu bir sonucu olarak görmesiyle, sanki, Mu'tezile'nin görüşüne yaklaşmaktadır. Ona göre, kirli elbisesini sabunla yıkayan kişinin, elbisesi temizlendiği ve bunda şahsın kuşkusu kalmadığı gibi, tevbe ile de ferdin günah kirleri kuşkusuz gitmiş olmaktadır.
C. TEVBENİN UNSURLARI
Bu kısımda, tevbede birer öğe olmaları bakımından, tevbe eden; kendisinden tevbe edilen, günah ve tevbe olgusu ele alınacaktır.
1. Tevbe Edenle İlgili Unsurlar:
Tevbe eden insanın, günah öncesi, günah sonrası gibi önce iki hâlini ele almak uygun olacaktır.
a. Günah Öncesinde Durumu:
Daha önce belirtildiği gibi tevbe, tekrar yapmamak şeklinde, kesin bir karar vererek günahlardan dönmektir. Genelde tevbe öncesinde bir günah mevcuttur.
Günahkâr kullarını tevbeye çağıran Yüce Allah, herkesin tevbesini kabul edecek midir? Mesela, yalnız, bilmeyerek, sehven günah işleyenlerin tevbesi mi kabul edilecektir? Yoksa, yaptığı şeyin günah olduğunu bilerek kasdî olarak zevk duyarak günah işleyenlerin tevbeleri de kabul edilecek midir? Yani, insanın günah öncesinde, o şeyin günah olduğunu bilip bilmemesinin, günah işlemesinde kastı olup olmamasının, tevbenin kabul edilmesinde bir etkisi var mıdır?
Bu problemi çözmede, bir âyet ve onun yorumu bize ışık tutacaktır. Yüce Allah buyuruyor ki; "Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de, sonra yakın bir zamanda tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbesini kabul eder." (4,Nisa:17). Âyette günah öncesi ile ilgili olarak "bicehaletin: cehâletle kötülük işleyenler" lafzı kullanılmıştır. Burada, cehalet kavramından neyin anlaşıldığı, yukarıdaki sorulara cevap teşkil edecektir.
Âyetteki cehalet kavramı hakkında; Allah'a isyan eden her âsî;33 günah işleyen, fânî lezzeti bakiye tercih eden kişi;34 cahillerin yaptığı gibi amel ortaya koyan fert35 şeklinde görüşler mevcuttur. Bursevî (ö. 1137/1725) cehalet ifadesinin; gaflet, cehalet göstermek ve olayın nereye götüreceğini düşünmemek anlamına geldiğini belirtmektedir.36 Alûsî (ö. 1270/1854) ise; bu kelimeyi, isyanda nefisleri tehlikeye atmak şeklinde anlamıştır.37 Bir başka görüşe göre; âyetteki cehalet kasıt anlamındadır.38
Şâtıbî (ö. 790/1388), âyette zikredilen cehaleti "bilgisizlik sebebiyle işlenilen günah" şeklinde anlayan görüşü tercih etmektir.39
Ancak, âyetteki cehalete bilgisizlik mânâsı vermek uygun değildir. Zira, bilmeden yapılan bir işten sahibi özürlüdür, tevbeye muhtaç değildir. Buradaki cehalete bilgisizlik değil de; cehalet göstermek, ne olacağını, nereye götüreceğini düşünmemek anlamının verilmesi uygun olacaktır.
Bazı Araplar buradaki cehaleti, azabın künhünü bilmekten cahil anlamında kullanmışlar ve günahı işleyen kişi, âlimin bilmesi gibi, günahtan oluşacak azabı takdir edemedi demişlerdir.
Bu görüş de makul değildir. Zira durum böyle olsaydı, işin iç yüzünü çok iyi bilen âlimlerin tevbesinin kabul edilmemesi gerekirdi ki, böyle bir şey doğru değildir. Yani tevbe kapısı herkes için, her zaman açıktır.40
"Cehalet" kavramı İle ilgili, tüm bu görüşlerden sonra, âyete tekrar bakıldığında denilebilir ki; Allah bilerek, bilmeyerek, gafletle veya kasdî olarak günah işleyen günahkârın tevbesini kabul edecektir.
b. Günah Sonrasındaki Durumu:
Günah işlemiş insan, zehirlenmiş fert gibidir. Bir an önce bu günahından kurtulmak isteyecektir.
Günahın akabinde, hemen tevbe edilmesi, herkes için farzdır.41 Tevbeyi geciktirmeden dolayı, insan ayrıca tevbe etmelidir.42
Zaten Müslüman, işlediği kötülük karşısında huzursuzluk duyacak, rahatsız olacak ve bir an önce tevbeye koşacaktır. Nitekim hadîste, günah sonrasındaki huzursuzluğun iman belirtisi olduğu anlatılmıştır: "Kişi kötülük yapar da, bu ona rahatsızlık verirse işte o mü'mindir."43 Bir diğer hadîste; "Mü'min günahlarını, sanki dibinde oturup da üzerine düşeceğini sandığı bir dağ gibi görür."44 buyrulmuştur.
Günah sonrasında insanları birkaç grup olarak ele almak istiyoruz.
aa. Günahlardan Bazılarına Devam Ettiği Hâlde, Diğerlerinden Tevbe Edenler:
İslâm bilginleri, bir kısım günahlara devam edildiği hâlde, bazılarından yapılacak tevbenin sahih olup olmadığı konusunu tartışmışlardır. Şimdi konu hakkındaki üç görüşü görelim:
1) Mu'tezilenin45 kabul ettiği görüşe göre tevbe, parçalanma kabul etmemektedir. Tevbe, muhalefetten itaata dönüştür.
Allah'ın bazı emirlerine riayet etmeyen kişiye itaatkâr denmez. Tüm günahlardan uzaklaşmayan kişi, muhalefetten dönmüş olamaz. Dolayısıyla bazı günahlara devam eden ferdin, diğerlerine tevbesi sahih değildir. Zira kötü olması açısından günahlar arasında fark yoktur.
2) Ehl-i Sünnete göre; insan, bir kısım günahlara devam ederken, diğer bazılarına tevbe edebilir. Bu şekilde yapılacak tevbenin sahih olduğunda icmâ mevcuttur.46
Bu görüşe göre, tevbe tecezzi (parçalanma) kabul etmektedir. Tevbenin keyfiyetinde derecelenme olduğu gibi, kemmiyetinde de vardır. İbadetlerden bazılarını terkedip, bazılarını yapan insanın, yaptıklarının karşılığını göreceği gibi, tevbe ettiği günahlarından dolayı tevbesi de sahih olacaktır.
3) İbnu'l-Kayyımi'l-Cevziyye (751/1350) ise, günahları aynı ve ayrı grup şeklinde sınıflamıştır.47 O, aynı grup içindeki günahların bazısına devam ederken, diğerlerinden yapılacak tevbenin sahih olamayacağını savunmaktadır. Örnek olarak, fazlalık faizine devam ederken, gecikme faizinden tevbe etmek; viskiye devam ederken, diğer içki türlerinden tevbe etmek sahih olmayacaktır.
Birbirine bağlı olmayan, ayrı grup günahların bir kısmına devam ederken, diğerlerinden yapılacak tevbe sahihtir. Örneğin; içkiye devam ederken, zina, kumar, faiz gibi günahlardan tevbe etmek sahihtir.
Bu üçüncü görüş, üzerinde icma bulunan İkinci görüşün açıklaması mahiyetindedir. Mutezile'nin görüşünün aksine, bu iki görüşün, beşer tabiatını gözardı etmemesi sebebiyle, tercihe şayan olduğu söylenebilir.
bb. Âciz İnsanların Tevbesi:
Tevbe kapısına gelip gelemeyeceği tartışılan insanlardan biri de âcizdir. Burada âcizden maksat; işlediği bir suça ceza olarak, kendisine had uygulanmış ve bu sebeple bazı uzuvları kesilmiş veya yaşı ilerlediğinden dolayı, istese de kötülük edemez olmuş şahıstır. Bu insanın, geçmişte işlediği günahlarından dolayı yapacağı tevbesinin, sahih olup olmadığı tartışılmış ve eski görüş48 ortaya çıkmıştır:
1) Âcizin tevbesi sahih değildir. Bu görüşün delilleri şöyledir:
I. Tevbe ancak, bir işi yapıp yapmamaya imkânı olan fertten kabul edilir. Bu imkâna sahip olmayan şahsın tevbesi sahih değildir. Yani, mümkün olan şeyden tevbe kabul, muhal olan şeyden ise kabul değildir, âciz bir insanın günah işlemesi muhal hale gelmiştir ve tevbesi makbul değildir.
II. Tevbe, nefsin davetçilerine muhalefet etmek, Allah'ın davetçisine icabet etmektir. Kör bir şahsın nefsi için bir davet yoktur. Bu nefsin, günah olan fiili yapmayı veya terketmeyi tercih etme gibi bir seçeneği yoktur. Bu insan, günahı kendisinde mevcut olan bir arızadan dolayı, mecburi olarak terketmektedir.
III. Son nefeste tevbe edenin tevbesinin kabul edilmeyişi,49 âcizin tevbesinin kabul edilmeyeceğine delildir. Çünkü günahkârın son nefesteki tevbesi zaruretten olup, kendi ihtiyarı ile değildir. Âciz olan insan da, zaruretten dolayı tevbe etmektedir ki, tevbesi makbul değildir.
2) Âcizin tevbesi sahihtir, sahih olarak kabul edilen bu görüşün50 delilleri ise şunlardır:
I. Tevbenin temel unsuru pişmanlıktır. Günahkâr pişmanlık uyup, nefsini kınadığında, tevbe gerçekleşmiş olmaktadır, âciz bir insan da, günahlarından pişmanlık duymuş, ağlama, sızlanma ve gözyaşı ile bunu teyid etmiştir. Acizlik sebebiyle kötülüğün işlenemeyişi, yapılan tevbeye zarar vermemektedir.
II. İslâm'da niyetin önemi büyüktür. Kişi, niyeti sayesinde, iyilik yapanlarla birlikte olabilecektir. Günah işlemekten âciz olan insan da, günahtan kaçınma, uzaklaşma ve bir daha yapmama niyeti sebebi ile, günahı kendi ihtiyarı ile terkeden kişiler arasında sayılacaktır.
III. Allah'ın azabının tahakkuk edeceği günah, bazen yapılmasına azmedilen kötülükten, bazen de o kötülüğün yapılmasından kaynaklanmaktadır. Kötülük yapmaktan âciz olan şahıs, ne kötülüğe azmetmekte ne de onu yapmaktadır. Öyle ise niçin azap olunsun?
IV. Son nefeste yapılıp da kabul görmeyen tevbe ile, günah işlemekten âciz olan kişinin tevbesi farklıdır. Çünkü tevbe, insanın sorumluluğunun devam ettiği bir ortamda yapılmalıdır. Son nefeste insandan mükellefiyet kalkmaktadır. İnsanın âciz olması hâlinde ise, sorumluluğu devam etmektedir. Zira bu şahıs, emirleri yapmak, yasaklardan kaçınmakla yükümlüdür.
Bu tartışmadan sonra denebilir ki; âciz olan şahıs, önceki günahını tekrar işlemeyi tasavvur etmiyor, tekrar yapamadığına üzülmüyor, aksine pişmanlık ve üzüntü ile günahlarına ağlıyorsa, tevbesi sahihtir.
cc. Tevbe Öncesinde İç Huzursuzluğu ve Pişmanlık:
İnsan vicdanında, işlenen günahın bir kötülük olduğu ve kul ile Allah arasında bağlantıyı zedelediğine karar verildiğinde, bir huzursuzluk51 ve pişmanlık başlayacaktır.
Günah işleyen kul, tevbe kapısına, günahlarını itiraf ederek, bu günahların verdiği huzursuzluk ve pişmanlıkla silkinmiş, uyanık bir kalp ve gönülle gelecektir.52 Sözü edilen huzursuzluk, şahsı tevbe etmeye iten bir etkendir.
Pişmanlık, tevbenin ilk şartıdır.53 Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz, önemine binaen, "tevbe pişmanlıktır" buyurmuştur.54 Bu hadîste, pişmanlığın tevbedeki yerine dikkat çekilmiştir. Ancak, tevbenin yalnız pişmanlıktan ibaret olduğu, bir diğer ifadeyle, her pişmanlık duyanın tevbe etmiş olacağı söylenmemiştir.55 Bu hadîse dayanarak, pişmanlık olmadan tevbe yapılamayacağı söylenebilir.
Pişmanlık, tevbenin ön belirtisi ve hazırlayıcısıdır. Pişmanlık, sükûnetle bitecek tevbe sürecini başlatacaktır. Bazense aksi olup, pişmanlığın etkisi, bir titreyiş ve ürpertiden öteye geçmeyecektir. Yani, bir prensip gibi, pişmanlığın sonunda daima tevbe meydana gelmez. Pişmanlık duygusu, iç çatışmanın tabiî bir devamıdır. Ama bir sükûnet durumu değildir. Tevbe ise, derûnî çatışmanın bir uzantısı olmayıp, bir uyumdur, bir ahenktir.56
dd. Tevbe Öncesinde Kesin Karar:
Tevbe, günaha dönmeme azmini ve kesin kararını gerektiren bir pişmanlıktır. Yâni, geçmişteki günahlarından pişmanlık duyan şahsın, tevbe etmiş olması için, o günahı tekrar işlememeye kesin karar vermiş olması gerekmektedir.57
Belli gün ve gecelerde yapılan pişmanlık gösterileri ve gözyaşları ile geçmişteki günahlarını temizlemeye çalışarak, bir sonraki mübarek günde de, bundan sonra işlenecek günahlara tevbe etmeyi düşünerek mâsiyete devam etmek doğru değildir. Pişmanlığı geçmişe şâmil kılıp, gelecekle ilgili olarak, günaha dönmemeye kesin kararın bulunmadığı pişmanlık, tevbe olarak gerçeklik kazanamayacaktır.58
Pişmanlık ve tevbe edilen günaha dönmeme kararı, birer kalp işi olduğundan, bunları gerçek anlamıyla yalnız Allah bilecektir. Dolayısıyla, kimin gerçek mânâda tevbe etmiş olacağı insanlar tarafından bilinemeyecektir.59
Araştırmamızın ileriki kısımlarında, tevbe sonrasında şahsın durumu ele alınırken, ferdin verdiği sözde (kesin karar) durup durmamasının tevbesine etkisi görülecektir. Ancak burada, şuna dikkat çekmek isteriz:
Tevbenin sıhhat bulması için, şahsın tevbe ettiği günaha tekrar dönmeyeceğine dair Allah'a söz vermesi gerekmektedir.60 Gazzalî, bu durumu şöyle örneklendirmektedir; "Bu söz veriş, hasta bir insanın kendisine zarar verdiğini bildiği için, bazı meyveleri, iyileşinceye kadar yememeye azmedip, söz vermesi gibidir. Bu azim (karar), o an için kuvvetlidir. Belki ileride kişi, heveslenerek kararını bozabilir. Ancak, tevbe ettiği anda, günahından uzaklaşıp, tekrar yapmamaya karar vermedikçe, kişi tevbe etmiş sayılmaz."61
c. Tevbe Ettiği Esnadaki Durumu:
Daha önce belirtildiği gibi tevbe; yalnız bir kalp işi, bir ürperti, irkilme ve gözyaşı dökme şeklinde, soyut bir pişmanlık değildir. Yâni tevbe, bir takım iç duygulardan ibaret değildir. Aksine tevbe, derûnî duygular üzerine bir takım eylemlerin bina edildiği bir süreçtir. Örneğin, tevbe eden, Allah'ın yasak kıldığı günahı terk etmeli,62 imkân ölçüsünde emirlerini yerine getirmelidir.63 Tevbe ettiği günaha devam etmemelidir.64 Günahlarına tevbe ettiği hâlde, onları işlemeye devam eden fert, kendisi ile tezata düşmüş demektir. Böyle bir tavır, pişmanlık olgusu ve ferdin günahı tekrar işlemeyeceğine dair sözü ile bağdaşmayacaktır. Halbuki şahsın, tevbe ettiği günahları hemen terk etmesi, pişmanlığın ve aynı günahı tekrar işlememedeki kararlılığının bir belirtisi olacaktır.
Tevbe edilen günah, bir insanın hakkını yeme şeklinde ise, hemen hak sahibi bulunup, hakkı geri verilerek, helallik alınmalıdır.65
Tevbe, suçlu insanı harekete geçirmeli, Allah ile veya insanlarla arasında mevcut olan engelleri kaldırmaya, hoşnutsuzlukları gidermeye sevk etmelidir. Tevbe öncesi ile, tevbe edilen günler arasında, şahısta bir değişikliğin gözlenmesi tabiîdir. Zira tevbe eden fert, içinde bulunduğu an, tevbe ettiği kötülüklerden uzaklaşmak, kaçırdığı farzları eda ediyor olmak şeklinde müsbet tavır ve hareketler sergileyecektir. Tevbe eden şahısta bu tür olumlu hareketler görülmüyorsa, tevbenin sıhhat şartlarından yoksun66 olduğuna hükmedilir.
d. Tevbeden Sonraki Durumu:
Burada, tevbe eden şahsın hâlini düzeltmesi ve tevbe ettiği günaha tekrar dönmesinin tevbenin şartından olup olmadığı tartışılacaktır.
aa. Tevbekârın Durumunu Düzeltmesinin Tevbesine Etkisi:
Tevbe eden şahıs, tevbeden sonra hâlini düzeltmeli, yaptığı kötülükler yerine iyilikler koymaya çalışmalıdır. Nitekim tevbe ile ilgili âyetlerde bu duruma dikkat çekilmiştir.67 Ancak tevbe sonrasında kişinin durumunu düzeltmesinin, tevbenin sıhhat şartlarından olup olmadığı tartışılmıştır. Tartışmaları üç maddede özetleyebiliriz:
1) Tevbenin bölünme kabul edeceği görüşünde bulunan ehl-i sünnet âlimlerine göre, tevbe sonrasında şahsın durumunu düzeltmesi (ıslâh-ı hâl), tevbenin şartlarından değildir. Ancak fert, tevbe ettiği günahı tekrar işlememeye çalışmalıdır.
2) Tevbenin bölünme kabul etmeyeceğini benimseyen Mu'tezile'nin görüşüne göre, bazı günahları işlemeye devam edenin, diğer günahları adına yapacağı tevbe sahih değildir. Yani onlara göre, şahsın tevbe sonrasında durumunu düzeltmesi, tüm günahlardan uzaklaşması (ıslâh-ı hâl), tevbenin sıhhatinin şartındandır.63
3) Kâsımî (ö. 1332/1914) de tefsirinde;69 "Kim tevbe edip, iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner"(25,Furkan:71) âyetini delil getirerek, sözlü ve fiili olarak salih amel işlemenin, tevbenin sıhhati ve kabulü için şart olduğunu belirtmektedir.
bb. Tevbe Edilen Günaha Tekrar Dönmenin Tevbeye Etkisi:
Yukarıda belirtildiği gibi, tevbenin şartlarından birisi, hakkında tevbe edilen günahı tekrar işlememeye kesin karar vermektir.70 Tevbe edilen günaha hiç dönmemenin, tevbenin bir şartı olup olmadığı ise tartışılmıştır.
İslâm âlimlerinden bazıları, tevbe edilen günaha tekrar dönülmemesini tevbenin şartı kabul etmişlerdir. Bu görüşe göre, insan tevbe ettiği günahını tekrar işlerse, önceki tevbesi batıl olmaktadır.71
Âlimlerin birçoğuna göre, kendisinden tevbe edilen günahın tekrar edilmemesi, tevbenin şartı değildir. Ancak, aynı günahı işlememe kararı tevbenin şartlarındandır.72 Eğer şahıs, tevbe ettiği günaha dönmemeye azmetmiş fakat aynı günahı tekrar işlemişse, sanki o günahı ilk defa yapmış gibidir ve önceki tevbesi batıl olmaz." İnsanın tevbesinde sebat göstermesi, tevbenin sıhhati ile değil, kemâli ve faydası ile ilgilidir.7"
Bu görüşe delil olarak şunlar söylenmiştir: Tevbe etmek bir iyiliktir, günaha dönmek ise günah (seyyie)'tır. Küfür dışında, kötülük iyiliği yok edemeyeceği gibi,75 günaha dönüş de tevbe iyiliğini iptal edemeyecektir.
Ehl-i Sünnet âlimleri, bir şahısta, Allah'ın sevdiği ve kızdığı özelliklerin birlikte bulunabileceğini kabul etmişlerdir. Nitekim âyette; "..onlar o gün, imandan çok kafirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı..." (3,Âl-u İmrân:167) denmiştir. Bir diğer âyette; "Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler."(12,Yusuf:106) buyrulmuştur.75 Görüldüğü gibi, Allah onları şirkleri ile birlikte, mü'min olarak nitelendirmiştir.77
Gazzâlî78 insanları, tevbelerine sebat gösterme açısından üçe ayırarak, durumlarını şu şekilde açıklamıştır:
I. Tevbesinden sonra istikamet üzere bulunup, sözünde sebat gösterenler. Bu tür insanlar, gerçek anlamda tevbe (nasuh tevbesi) yapmış olandır. Bu tevbe, Allah tarafından kabul edilecek, ayrıca dünya ahkâmı açısından, birtakım had veya tazir cezalarının düşmesinde etkili olabilecektir.
II. Temel vazifeleri yerine getirmekte ve büyük günahları terk etmekte sebat göstermekle birlikte, kayıtsız olarak, bir kısım tesirler altında bazı kusurlar (günahlar) yapanlar: Bunlar her defasında işledikleri hatalardan dolayı kendilerini kınamakta ve bir daha bu gibi tehlikelere düşmemeye azmetmektedirler. Bu da üstün mertebedir. İnsan bu hâlde de tevbesini bozmuş sayılmaz. Bu şekilde tevbelerinde sebat göstermeyenlerin yukarıda sayılan şartlar çerçevesinde, yine tevbe etmeleri gerekmektedir.
III. Tevbelerinde bir müddet sebat gösterdikten sonra, şehvetlerinin artması sebebiyle, bazı günahlara geri dönenler ve bunun yanında, birtakım günahları da terk ederek, ibadetlerine devam edenler: Bunların günah işlemeleri, şehvetlerine hâkim olmamaları sebebiyledir. Halbuki diğer taraftan yaptıklarına pişman olup, keşke elime bu imkân geçmeseydi derler. İbadete devam etmeleri ve isyanı kötü görmeleri bakımından, bunların affı umulursa da, gerçek anlamda tevbeyi geciktirmeleri nedeniyle gelecekleri korkulu olur.
Buraya kadar, tevbe sürecinde önemli yeri bulunan ve tevbenin üç boyutundan biri olan, tevbe eden insanla ilgili hususlar incelendi. Şimdi ise, kendisinden tevbe edilen günahla alâkalı hususlar ele alınacaktır.
2. TEVBE EDİLEN GÜNAHLA İLGİLİ UNSURLAR
Günahın çeşidi ile orantılı olarak, tevbenin de sıhhat şartları farklılık arz etmektedir. Bu sebeple, burada kısaca günahı ve çeşitlerini tanıttıktan sonra, bu günahlardan tevbenin nasıl olacağına geçmek faydalı olacaktır.
a. Günahın Tanımı:
Eski Ahid'de günah, Allah ile olan ittifakın parçalanıp bozulması olarak tanımlanmaktadır: "Sizinle Allah'ınız arasına fesatlarınız ayrılık koydu ve suçlarınız O'nun yüzünü gizledi ve sizi işitmiyor."79
Hz. Peygamber Efendimiz de günahı; "İçini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir."80 diye tanıtmıştır. İslâm bilginleri bu "rahatsızlığı", içteki istikrarsızlık, tereddüt ve göğsün inşirah bulamayışı, serinleyemeyişi, kalbte bir tereddüt hâlinin ortaya çıkması, bu iş günah mı korkusunun hasıl olması diye açıklamışlardır.81
İslâm düşünürlerinden Şah Veliyyullah (ö. 1176/1762) günahı şöyle tarif etmektedir: "Günah, insanın şeytana uyarak yaptığı ve arzusunda fâni olduğu, dünyada ve âhirette cezasını çektiği, bütün mükemmellikleri fesada uğratan, Allah'a boyun eğmeye (inkıyad) muhalif olan ve Allah ile kul arasındaki engel perdesini kuvvetlendiren her fiildir."82
Günah; "Beşerin beşerî arzusunun ilâhî arzuya katlanmasını, O'na uymasını reddediştir." şeklinde de tarif edilmiştir.83
(Devam Edecek)
DİPNOTLAR
1. Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sıhah fi'l-Luga ve'l-Ulûm, Beyrut 1974, I, 146, I, 46; İbn Manzur, Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanü'l-Arab, Beyrut 1990, I, 233; Firûzâbâdî, Muhammed b. Yakup, El-Kamusu’l-Muhit, Beyrut 1991, I, 166; Zebîdî, Muhammed Murtaza el-Huseynî, tahk. Abduh’l-âlim et-Tahavi, Tâcu’l-arûs min cevahiri’l-kamus, Beyrut 1984, II, 77; Sadi Ebu Ceyb, el-Kâmusu’l-Fıkhî Lugaten ve Istılahen, Dımeşk 1988 s. 49, 50.
2. aynı yerler.
3. Bkz. Bakara 2/37, 54, 128; Tevbe 9/104, 118; Nûr 24/10; Hucurat 49/12.
4. Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed, İhyâu Ulûmiddin, tere. Ahmet Serdaroğlu, İstanbul 1974, IV, 10; Muhammed Allan es-Sıddîkî, De-lilu'l-Falihtn li Turuki Riyazu's-salihin, Kahire 1987, 1,78.
5. Gazzâlî, ihya, IV, 10.
6. Muhyiddin İbn Arabî, el-Futûhâtü'l-Mekkiyye, tahk. Osman Yahya, Kahire 1988, XIII, 298.
7. İbn Hacer el-Askalanî, Şihabüddin Ahmet b. Ali, Fethu'l-Bari bi Şerhi'i Buharı, Kahire, 1987, XI, 106.
8. İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, Medaricü's-Salikin, Kahire ts.1:331.
9. Sadık Kılıç, Kur'ân'da Günah Kavramı, Konya 1984,5.368.
10. Kılıç, a.g.e., s. 376.
11. İbn Mace, Zühd 30.
12. Müslim, Tevbe 9, 10, 11.
13. İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, X, 309.
14. Gazzâlî, İhya, IV, 20; Şevkânî, Muhammed b. Ali, Fethu'l-Kadir, Kahire 1994, I, 1654; Sıddikî, Delilü'l-Fâlihîn, I, 78; Bursevî. Ruhu'l-Beyân, III, 517.
15. Buhari, Deavât 3; Müslim, Zİkr 42.
16. Buhari, Deavât 3; İbn Mâce, Edeb 57.
17. Müslim, Zikr 42.
18. Müslim, Zikr 41.
19. Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, İstanbul 1983, XI, 35.
20. İbn Hacer, Fethu'l-bârî, XI, 104, 105.
21. Gazzâlî, İhya, IV, 21.
22. Gazzâlî, İhya, IV, 20.
23. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 131
24. Ateş, İslâm Tasavvufu, s. 158.
25. İbn Mâce, Zühd 30; Ahmet b. Hanbel, III, 198.
26. Allah'ın tevbeleri kabul edeceği ile ilgili hadîsler için bkz. Buhari, Şehâdât 15; Meğâzi 34; Müslim, Zikr 43; Zekat 116; Tevbe 56; Ebu Davud, Eşribe 5; Nesâî, Sârik 1; İbn Mâce, ikâme 78.
27. Buhari, Deavât 4; Müslim, Tevbe 3; Tirmizî, Kıyame 49; İbn Mâce, Zühd 3.
28. Müslim, Tevbe 31.
29. Kurtubî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmet, el Cami li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1959, V. 90; Aliyyu'l-kârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, terc: Yunus Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 408.
30. Tabersî, Ebu Ali el-Fadl b. Hasan, Mecmeu'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'ân, Beyrut ts.. I, 197.
31. Zemahşeri, Cârullah Muhammed b. Ömer, el Keşşaf an hakâik't-tenzil, Beyrut ts. 1,412.
32. Gazzâlî, İhya, IV. 26.
33. Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Câmiu'l-beyân an te'vili âyî'l-Kur'ân, Beyrut 1988, 300; Kurtubi, el-Câmi, V, 92.
34 Kurtubi, el-Câmi, V, 92.
35 Zemahşeri, Keşşaf, I, 512.
36 Bursevî, Ruhu'l-beyan, IV, 178.
37 Alûsi, Ebu'l-Fadl Şihabübdin Mahmud, Ruhu'l-Meânî fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-Kur'ân’il-Azim ves seb’il-mesani, Beyrut ts., IV, 238
38. Maverdi, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib, en-Nüket ve'l-Uyûn, Beyrut 1992, 1, 464.
39 Şâtıbî, Ebû İshak, el-Muvafakât, IV, 205
40 Taberi, Câmiu'l-Beyan, IV, 300.
41 Maverdi, en-Nüket, I, 464; Kurtubi, el-Cami, V, 92.
42 İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-Fetâvâ, X, 308.
43 Ahmed b. Hanbel, IV, 12.
44 Buhari, Deavât 4; Tirmizî, Kıyame 49.
45 Kurtubi, el-Câmi, V, 90; ibn Teymiyye, X, 320; A. Fethi el-Behnesi, ei-Mevsûâtu'l-cinâiyye fi'l-fıkhı-islâmî, Beyrut 1991, I, 398.
46 Kurtubi, el-Câmi, V, 90; İbn Teymiyye, Mecmuu fetava, X 320; İbnü'l-Kayyım, Medâriku's-Sâlikin, I, 298; Aliyyu'l-kârî, Şerhu'l Fıkhı'l-Ekber, s. 409.
47 İbn'l-Kayyım, Medâricü's-Sâlikin, I, 298-300.
48 Bkz. İbn'l-Kayyım, Medâricü's-Sâlikîn, I, 308-312; Aliyyü'l-Kârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s. 421.
49 Bkz. Nisa 4/18.
50 İbnu'l-Kayyım, Medâric, I, 311; Aliyyü'l-Kârî, s. 421.
51 Bu huzursuzluğun imanın bir alameti olduğu hakkındaki hadîs için bkz. Buhari, Deavât 4; Tirmizî, Kıyame 49; Ahmed b. Hanbel, IV, 12.
52 Gazzâlî, İhya, IV. 9.
53 Kurtubi, el-Câmi, V, 91; es-Sıddîkî, Delilu'l-Fâlihin, I, 79.
54 İbn Mâce, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, I, 376, 423.
55 İbn Hacer, Fethu'l-bâri, X!, 107.
56 Kılıç, Kur'ân'da Günah Kavramı, s. 370.
57 Kurtubi, el-Câmi, V. 91.
58 Sıddîkî, Delîlu'l-fâlihin, I, 79.
59 Ebu Zehra,el-Cerîme ve'l-Ukûbe fi'l-Fıkhı'l-İslâmî, Kahire ts., s. 223.
60 İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, XI, 106; Alûsî, Ruhu'l-meânî, IV, 240.
61 Gazzâlî, İhya, IV. 71.
62 Kurtubi, el-Câmi, V, 91.
63 Kâsımî, Muhammed Cemaleddin, Mehâsinü't-te'vil, tahk. M. Fuad Abdulbâki, Kahire ts., XII, 4597.
64 İbnü'l-Kayyım, Medâric, I, 301; Sıddîkî, Delilü'l-fâlihin, I, 78.
65 İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, XI, 106.
66 Sıddîkî, a.g.e., I, 78.
67 Bkz. 5,Mâide:39; 6,En'am:54; 20, Tâ-hâ:22, 25,Furkan:70.
68 Kurtubi, el Cami, V, 90; Behnesi, el-Mevsûü, I, 398.
69 Kâsımî, Mehâsinü't-Te'vil, XII, 4597.
70 Bkz. Bu yazı, Tevbe Öncesinde Kesin Karar.
71 Ebu Zehra, el-Ukûbe, s. 223.
72 Alûsî, Ruhu'l-Meânî, IV, 240.
73 İbn Teymiyye, Mecmuu, XI,700; İbnu'l-Kayyım, Medâricü's-sâlikîn, i, 301; Alûsî, Rûhu'l-Meâni, XXVIII, 159.
74 İbnu'l-Kayyım, Medâricü's-sâlikîn, I, 306.
75 Aliyyu'l-Kâri, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s. 412.
76 İbnu'l-Kayyım, Medâricü's-sâlikîn, I, 306.
77 İbnu'l-Kayyım, Medâricü’s-sâlikin, I, 207.
78 Gazzâlî, İhya, IV. 81, 82.
79 Tevrat, İşaya 59/2.
80 Müslim, Birr 15; Tirmizî, Zühd 52.
81 İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Ankara, VI, 346, 347.
82 Dihlevi, Şah Veliyyullah b. Abdurrahim, Huccetullahi'l-Bâliğa, 1992, I, 174.
83. Kılıç, Kur'ân'da Günah Kavramı, s. 27. Değişik günah tarifleri için bkz. Aynı eser s 27, 28.
.
İslâm'da Tevbe -2
Nihat Dalgın
b. Günah Çeşitleri:
Günah, günahın kendisine göre; büyük ve küçük şeklinde; günahın kendisine karşı işlenene göre, Allah hakkı, kul hakkı kısımlarına ayrılmaktadır.
aa. Büyük Günahlar:
Hangi tür günahın büyük günah kapsamına girdiğinde, herkesin ittifak ettiği bir ölçü mevcut değildir.
İbn Abbas'ın (ö. 68/687) büyük günah tarifinde üç görüşü vardır: a. Allah'ın yasak ettiği şey büyük günahtır. b. Allah'a isyan demek olan şey büyük günahtır. c. Allah'ın, hakkında azapla, lanetle veya gazapla hükmünü bildirdiği her fiil büyük günahtır.84 İbn Mesud (0. 32/652)'dan gelen bir rivayete göre; büyük günahlar, Allah Teala'nın Nisa Suresi 4/1-31. ayetleri arasında yasakladığı günahlardır.85 Bir görüşe göre de, işleyenin tevbe etmeden bağışlanmayacağı günah86 büyük günahtır.
İbn Salah (ö. 643/i245)'dan ise, büyük günahlar hakkında şöyle bir değerlendirme nakledilmektedir:87 "Kendisine büyük günah ismi tatbik edilebilecek kadar büyük olan her günah, büyük günah (kebire)'tır." Ona göre büyük günahın bazı belirtileri şunlardır:
a. Kendisine bir cezanın terettüp etmesi.
b. Kur'an veya Sünnette azap veya ateşle tehdidin varlığı.
c. Günahı işleyenin fasık olarak isimlendirilmesi.
d. O günahı işleyenin lanetlenmesi.
Akidetü't-Tahaviyye şarihi Ebu'l-İzz, "büyüklüğü hakkında nassın sabit olduğu her günah büyük günahtır" ölçüsünü tercih eder ve tercih sebeplerini zikreder.88
İbn Teymiyye (ö. 728/1327) büyük günahlarla ilgili şöyle bir ölçü koymaktadır: "Haklarında dünya veya ahiretle ilgili bir had, özel bir vaid, yahut cennete yaklaşmama ikazı bulunan her günah büyük günahlardandır."89 Dihlevi (ö. 1176/1762), hakkında ahirette azabın varlığı, salih kulluğu bozmayı ve fıtrata aykırı olmayı, büyük günahın özellikleri olarak belirtmektedir.90
Vahıdi'ye (0. 468/1075) göre, insanların bilebileceği şekilde büyük günahlar için bir ölçü mevcut değildir. Eğer böyle olsaydı, bu türün dışında kalan küçük günahları mubah görürlerdi. Halbuki Allah, kulların günahların tümünden kaçınmaları için, büyük günahları net bir şekilde saymayarak gizlemiştir. Nitekim namazlar arasında orta namazı ve geceler içinde Kadir Gecesini gizlemesinde de böyle bir hikmet mevcuttur.91
Büyük günahların sayısı hakkında da mevcut, sabit bir liste bulunmamaktadır. Büyük günahların sayısı ile ilgili, 7, 9, 17, 70 olduğu şeklinde görüşler mevcuttur.92
bb. Küçük Günahlar:
Kur'an'da "lemem"(53,Necm:32) ve "seyyie"(4,Nisa:3i) kelimeleriyle ifade edilen küçük günah93 şöyle tarif edilmektedir: Büyük günahların alanı dışında kalan, yani; hakkında bir ceza (had) bulunmayan veya lanet, gazap ve cehennem ateşi ile de tehdit edilmeyen günahtır.94
Şah Veliyyullah (ö. 1176/1762) küçük günahları; büyük günahlara götüren veya bir yönden büyük günahı gerektiren, bir yönden de gerektirmeyen günahlar şeklinde tanımlamaktadır.95
Küçük günahlar belli bir sayı ile sınırlandırılmamıştır. Ancak çeşitli nedenlerle küçük günahlar büyük günaha dönüşebilmektedir. Nitekim üzerinde ısrar edilen bir günahın küçük olarak kalmayacağı söylenmiştir.96 Bir defasında Resulullah (s.a.s); "Ey Aişe! Göze önemsiz gibi görünen günahlardan sakın! Çünkü bunlar için, Allah tarafından görevlendirilmiş bir görevli vardır."97 buyurarak, küçük günahlara dikkat çekmiştir. Bu hadis Ahmed b. Hanbel (ö. 24i/855)'in Müsned'inde şu ziyade ile mevcuttur: "...Çünkü küçük günahlar bir araya gelince, insanı helak eder. Tıpkı çöl bir arazide bulunup da, yanına kavmin işçileri gelen şu adamın hali gibi; O adam ve diğerleri, odun taşıyıp, üst üste yığarlar ve bir yığın meydana getirirler. Sonra odun yığınını ateşe verirler ve (küçük olan, ama bir araya gelince kocaman bir yığın olan bu çalı-çırpının ateşiyle) o çölde bulunan bütün canlıları yok ederler." 98
Küçük günahları önemsememek, bunlarda ısrar etmek insanda, büyüklerini yapmaya iten psikolojik ve ruhi bir değişiklik oluşturur. Bu etkisi de gözardı edilmeyerek, günahın küçüklüğüne değil, kendisine karşı gelinen Allah'ın azamet ve büyüklüğüne bakarak, tüm günahlardan kaçınılması gerekmektedir.
Gazzali'ye göre;99 kalbi karartma hususunda, devamlı olarak yapılan küçük günahlar, bir defa işlenen büyük günahtan daha etkilidir. Ayrıca, ani olarak işlenen ve kendisine devam edilmeyen büyük günahın affı, devamlı olarak işlenen küçük günahlardan daha da çok ümit edilmektedir.
cc. Allah ve Kul Hakkı ile İlgili Günahlar:
İnsanların fiillerinden ortaya çıkan maslahat, ya umumi ya da hususidir. Eğer bu fiillerden maksat, umumi olarak cemiyetin menfaati ise, fiil Yüce Allah'ın hakkı, hususi ise kulun hakkıdır. Bazen de, fiilde Allah'ın hakkıyla kul hakkı bir arada bulunup, ya Allah hakkı ya da kul hakkı daha fazla olabilmektedir.100
Bu tür hakları çiğnemek, ihlal etmek, Allah'a veya bir kula karşı işlenmiş günahı oluşturacaktır. Günahın kime karşı işlenmiş olduğu, onlardan kurtulmak için tevbe yapılırken önem arz etmektedir.
c. Günahın Tevbe ile Silinmesi
aa. Allah Hakkı İle ilgili Günahlardan Tevbe:
Allah hakkı ile ilgili günahlardan tevbe etmek isteyen kimse, yaptığı günaha pişman olmalı, içinde bulunduğu an aynı günahı yapmamalıdır. Şahıs bir emri yerine getirememesinden dolayı tevbe ediyorsa, artık, o emri yerine getirmelidir. Örneğin, fert kılmadığı namazlardan tevbe ediyorsa, namazlarını kılmaya başlamalıdır.
Kaçınması gereken yasakları işlediğinden dolayı tevbe eden kişi, artık onları bırakmış olmalıdır. Buna da içki ve kumar örneğini verebiliriz.
Tevbe eden şahsın, yerine getirmediği emirlerin kazası mümkünse -namaz, oruç, zekat, gibi- onları kaza etmeye çalışmalıdır.101 Yani kul, genel anlamda, tevbe öncesinde mevcut olan ilahi emirlere muhalefetten uzaklaşıp Allah'a dönmelidir. Daha önce yapılan kötülükler yerine, iyiliklere ağırlık vermelidir.
Bu tür günahlardan tevbe edecek şahsın, o günahlarını ifşa etmesi gerekmemektedir. Aksine bu günahları işleyenlerin102 ve görenlerin103 onları insanlardan gizlemesi daha uygundur. Nitekim Hz. Peygamber; "Çirkin bir iş işleyen, Allah'ın örttüğü gibi örtsün"104 buyurmuştur. Hadisin şerhinde, burada Allah hakkı ile ilgili olan günahın kastedildiği belirtilmiştir.105 Başka bir hadiste de kardeşinin (Allah hakkı ile ilgili) günahını örtenin, Allah da kıyamet günü, günahlarını örteceği müjdesi verilmektedir.106
bb. Kul Hakları İle ilgili Günahlardan Tevbe:
Daha önce belirtildiği gibi, insanın kul haklarından birini ihlal etmesi, kul hakkı ile ilgili bir günahtır. Bu tür günahlardan nasıl tevbe edilmesi gerektiğine geçmeden, bir hususu burada hatırlatmanın uygun olacağını düşünmekteyiz.
Bir Müslümanın, kardeşlerinin tüm haklarına saygı göstermesi gerektiği ve bunları ihlal etmesinin haram olduğu gibi, bir başka din mensubunun haklarına da saygılı olması gerekmektedir.107 Zira Müslüman, zımmilerin108 haklarından dolayı ahirette azap görecektir.109
1) Mal ile İlgili Haklar:
Kul haklarından tevbenin ilk şartı, hakkı gasbedilen şahsın hakkını iade etmektir.110 Kul hakları mal nevinden ise, aşağıdaki ihtimallerle karşılaşılabilecektir.
i. Gasbedilen mal, elde mevcut ve sahibi de biliniyorsa geri verilmelidir111 Burada suçu gizleyerek tevbe etmeye çalışmak doğru değildir.
ii. Çalınan mal, hırsızın elinde mevcut, ancak sahibi bilinmiyorsa, bu mal tasadduk edilerek zimmetten çıkarılır.112
iii. Bir şahısta önceki yıllara ait kul hakları var ve sahipleri de belli değilse, gasbedilen mallar kadar tasadduk eder, hayır-hasenat yapar.
iv. Malında ne kadar haram mal bulunduğunu bilmeyen şahıs, zannı galibine göre, bir miktar ayırır ve onu önceki kul haklarını elinden çıkarma niyeti ile dağıtır.113
v. Suçlunun yediği bir mal, misli değil de; kıymeti belirlenebilen cinstense ve şahsın imkanı da varsa, o kıymeti sahibine vermelidir.114 Buna gücü yetmiyorsa, imkan bulduğunda vermeye niyet etmelidir. İmkân nisbetinde, malı sahibine ulaştırmaya çalışıp da bunu başaramayanı Allah'ın affetmesi umulur.115
2) Bedenle İlgili Haklar:
i. Eğer suç, bir insanı kasten veya hataen öldürme şeklinde ise, bu tür günahtan kurtulmak için, cinayeti işleyen, kendisini maktulün (öldürülenin) yakınlarına teslim etmelidir.116
Ancak, kendisini maktulün vereselerine teslim etmeden tevbe eden, Allah'ın hakkından tevbe etmiş olup, kısası talep hakkı olanlardan hakkı saklaması dolayısıyla günahkârdır. İşte bu hak sebebiyle kendini teslim etmeli, böylece117 kısas olayında birleşen iki hak için de tevbe etmiş olmalıdır. Öldürülenin vereseleri, kasden cinayet işleyenin kısasını ister veya kan tazminatı alarak helallaşırlar ya da bir karşılık istemeden affederler.118
Hataen adam öldüren de, suçunu itiraf ederek, kan parası (diyet) vermek için, kendisini öldürülenin yakınlarına teslim etmelidir.119
ii. Kasten veya hataen öldürülen insanın yakını yoksa cinayeti işleyen suçlu pişman olmalı, tekrar işlememeye kesin karar vermelidir. Yani, Allah hakkını ilgilendiren günahtan nasıl tevbe edilmesi lazımsa, o şekilde tevbe etmesi gerekmektedir.
Buraya kadar zikredilen kul haklarını gizlemek doğru değildir. Hakkı gasbedilen şahıstan helallik alınmadan, bu tür günahlardan tevbe edilmiş olunmayacaktır. Bu tür günahlardan kurtulmak için mazlumun kapısını çalmadan, suçlunun kendi başına duyacağı pişmanlık ve dökeceği gözyaşları, tevbesi için yeterli görülmeyecektir.
3) Namus ve Şeref İle İlgili Haklar:
Tevbe edilmek istenen hak, insanın namusu ve şahsiyeti ile ilgili olduğunda; yapılması gerekenler hakkında âlimlerimiz farklı görüşler belirtmişlerdir. Örneğin, bir insanın gıybeti edilmiş, zina iftirasında bulunulmuş, toplum içinde küçük düşürülmüş, mahkemede kişi aleyhine yalan şahitlikte bulunulmuş vb. günahlardan nasıl tevbe yapılacaktır?
Bu tür suçları işleyen insan tevbe ederken, günahını hak sahibine söylemeli midir? Yoksa hak sahiplerine durumu bildirmeden, Allah'tan af dilemesi yeterli midir? İşin bir diğer boyutu da, hak sahipleri durumdan haberdar edilecekse, yapılanlar genel olarak mı, özel olarak mı söylenmelidir? Şimdi bunları görelim:
i. Ahmet b. Hanbel'den120 zina iftirası (kazf) suçundan tevbe edecek olanın, suçunu kendisine iftira edilene duyurmasının gerekli olup olmadığı hakkında iki rivayet mevcuttur. Gıybet, alay, şahsa küfretmek gibi insan şahsiyetini ilgilendiren günahlardan tevbe, kaziften yapılacak tevbe ile ilgili hükme kıyaslanmıştır.
ii. Diğer üç mezhep imamı ve Taberi (ö. 310/922)121 bu tür günahları hak sahiplerine bildirmenin ve helallik almanın şart olduğunu söylemişlerdir. Delilleri ise şöyledir:
iii. Bunlar birer kul hakkıdır ve ancak sahiplerinden helallik almakla onlardan kurtulunur.
iv. Meçhul bir haktan beraet sahih değildir. Sahibi, hakkını miktarını bilmelidir. Belki affedecek, belki de onu çok gördüğünden affetmeyecektir.
v. Hadiste; "Kimde, başkasının malı ve namusu ile ilgili bir hakkı varsa, kıyamet gelmeden önce ondan helallik alsın."122 buyurulmaktadır. Bu da hakkın sahibinden helallik alınmasının gerekli olduğuna delildir.
Gazzali'de bu görüşü benimsemekte ve bu tür hakkı ihlal edilen şahıs ölmüş ise, sevabı onun olmak üzere, hayır-hasenat yapılmasını tevsiye etmektedir.123
vi. Namus ve şeref ile ilgili suçları hak sahibine bildirmek gerekmez. Bunlardan tevbe etmek için Allah'a dönerek, pişmanlık duymak yeterli olacaktır. Bundan sonraki günlerde ise, insan, namus ve şerefi ile ilgili kötü sözler söylediği şahıs hakkında, güzel şeyler söylemeli, onun iffetli, namuslu birisi olduğunu anlatmalıdır.
Bu görüş İbn Teymiyye'nin de tercih ettiği bir görüştür.124
Ebu'l-Leys Semerkandi ve Alusi (0.1270/1854...)'ye göre; namus ve şeref ile ilgili haklar, hakları ihlal edilen insanın kulağına gitmişse, kendisine müracaat edilip, itiraf edilerek helallik alınmalıdır. Değilse, şahsa duyurmadan, Allah'a arz edilen pişmanlıkla tevbe edilebilecektir.125
Son görüş sahipleri, namus ve şeref ile ilgili hakların, mal ve bedenle ilgili haklardan ayırımını şöyle açıklamışlardır:
Mal nevinden bir hakkı yenen şahsa hakkı geri dönünce, ondan faydalanacağı için sevinecektir. Bu sebeple bu hakları gizlemek caiz değildir. Ancak gıybet, zina iftirası, alay gibi haklar ise böyle değildir. Yani insana, gıybetinin edildiği, namusu ve şerefi hakkında söz söylendiği itiraf edilecek olsa, bu ona fayda değil, zarar verecektir. Belki kızgınlığı artacak ve taşkınlık edecek, bir suç işleyebilecektir.
Sonuç olarak denebilir ki; beden ve mal ile ilgili hakların aksine, şahsiyet ile ilgili haklar (sözler), eğer mağdurun kulağına gitmemişse, tıpkı Allah hakkı olan bir günahta olduğu gibi tevbe yapılabilecektir. Bu tür sözler, mağdurun kulağına gitmiş ise, o zaman şahsa müracaat edilerek, helallik alınması görüşünü tercih etmekteyiz. Zira diğer hallerde bu tür günahları ifşa ederek helallik dilemek, belki de, yeni ve daha büyük günahların işlenmesine sebep olabilecektir. Daha büyük günahın işlenmemesi için, tevbede böyle bir yolun tutulması daha makul görülmektedir.
3. TEVBE İLE İLGİLİ UNSURLAR:
Bu kısımda, tevbe eden insanla, tevbe edilen günah arasında bir bağ kurma fonksiyonu gören tevbe olayı ele alınarak, sıhhat şartları, tevbede ifade, zaman ve mekân unsurlarının rolü görülecektir.
a. Şartlarını Camii Tevbe (Nasuh Tevbesi):
Buraya kadar tevbenin birer öğesi olmaları nedeniyle, fert ve günah unsurları görülmüştü. Şimdi bu bilgiler ışığında, nasuh tevbesi diye meşhur olan tevbenin özelliği ve şartları ele alınacaktır.
aa. Tanımı: "Nasuh" nesaha maddesinden ismi fail olup, fesad, noksanlık, hile ve tüm şaibelerden uzak anlamına gelmektedir.126
Nasuh tevbesi; her türlü şaibelerden uzak bir şekilde, şartlarına titizlik gösterilerek günahtan pişman olmak ve tekrar aynı günahı işlememektir. 127
Hz. Peygamber nasuh tevbesini; "Kulun işlediği günahtan pişmanlık duyması, Allah'a tam rücu edip, sütün memeye dönmediği gibi, kişinin tekrar günaha dönmemesidir."128 şeklinde tanımlamıştır.
Hasan Basri (ö. 110/728); "Kişinin günahlara pişman olması, ona dönmemeye azmetmesidir" derken, Said b. el-Müseyyeb (ö. 93/711) nasuh tevbesini; "Kendisi ile nefsinize nasihat etmenizdir."129 diyerek, bu tevbeyi tevbesi için bir nasihatçı olarak değerlendirmiştir.
Gazzali, nasuh tevbesini tanımlarken şunlara yer vermiştir: "Nasuh tevbesi yapanlar, tevbe edip ölünceye kadar tevbesinde duranlardır. Bunlar geçmişteki eksiklerini tamamlar ve bir daha günaha dönmeyi hatırdan bile geçirmezler, zelle ve sürçmeler müstesna. İşte tevbede istikamet budur. Günahlarını sevaplarla değiştirip hayırlarda müsabaka edenler bu tür tevbe sahipleridir".130
bb. Şartları: Hz. Ali gerçek tevbe (nasuh tevbesi) için şunları öngörmüştür:
1) Geçmişte işlenilen günahlardan pişmanlık duymak.
2) Yerine getirilmeyen farzları kaza etmek.
3) Başkalarını ilgilendiren hakları iade etmek.
4) Nefsin günah içinde geliştirilip büyütüldüğü gibi, tevbe sonrasında da nefsi ibadette fırınlamak.
5) Günah işlerken nefse isyanın lezzeti tattırıldığı gibi, tevbe sonrasında nefse taatın çilesini tattırmak.
6) Günah sezonundaki her gülmeye karşılık, (tevbe sezonunda) ağlamak.131
İbnu'l-Kayyım (Ö. 751/1350) nasuh tevbesinin şartları olarak şunları sıralamaktadır:132
1) Ferd, işlediği hiçbir günah dışarıda kalmamak şartıyla, umumi bir tevbe etmelidir.
2) Tüm azm ve doğrulukla kaplanmış olan bu tevbede tereddüt olmamalıdır. İnsan bütün irade ve kararlılığı ile tevbenin gereklerini yapmaya çalışmalıdır.
3) Tevbe, şahsın ihlâs ve samimiyetini zedeleyen bütün şaibe ve illetlerden korunmuş olmalıdır. Tevbe eden fert, malını, makamını korumak için değil, Allah korkusu ve O'nun rızası için tevbe etmelidir.
Konuyu bitirirken, "Nasuh tevbesi" diye bilinen gerçek tevbede bulunması gereken şartları şöylece bir arada görmek mümkündür:
1) Tevbe edecek şahıs, yaptığı günaha pişman olmalıdır.133
2) Günah sonrasında iç huzursuzluğu duyarak, günahına hemen tevbe etmelidir.134
3) Tevbe ettiği günahı tekrar işlememeye kesin karar vermiş olmalıdır.135
4) Tevbe edeceği günah, Allah hakkı ile ilgili olup kazası mümkünse kaza etmelidir.136
5) Günah bir kulun hakkı ile ilgili ise, haklar sahiplerine iade edilmeli ve helallik alınmalıdır.137
İşte bu şekilde şahıs, günahlarından utanarak Rabbinden bağışlanmasını ister ve bu şartlarını yerine getirirse, Allah böyle tevbe edenin tevbesini kabul ederek bağışlayacak ve ona azap vermekten hayâ edecektir.138
Sonuç olarak denebilir ki; nasuh tevbesi, belli bir şahsa ve zamana has, diğerlerinden farklı, tılsımlı bir tevbe değildir. Aksine, tevbe için gerekli şartları içinde bulunduran,139 farklı bir dua ve ifade gerektirmeyen gerçek bir tevbedir.
b. Tevbede İfade Unsuru:
Tevbede ifade unsurunu görmeden önce, tevbe ile özdeş bir terim haline gelen, "Tevbe-i istiğfar" terimi hakkında bilgi vermek her halde faydalı olacaktır.
aa. Tevbe-i İstiğfar:
İstiğfar: "Bağışlanma isteği" anlamına gelmekte140 olup, geçmiş günahlarla ilgilidir141 ve dil ile yapılmalıdır.142
Tevbe ise, önceki kısımlarda görüldüğü gibi; dönüş, günahları terk ederek Allah'ın affına yöneliş anlamına gelmekte ve genellikle bir kalp işi olarak görülmektedir.143
Mutlak olarak tevbe ve istiğfar kelimelerinin her biri diğerini kapsadığından, birbirleri yerine kullanılabilmektedir.144 Ancak günahlardan uzaklaşılmadan, bağışlanma dileğinde bulunulması, istiğfar olarak nitelendirilirse de, tevbe değildir.145
Bu iki kavram birleştirildiğinde (tevbe-i istiğfar), istiğfar; geçen günahların şerrinden korunma talebini ifade etmektedir. Günahkârın hiç usanmadan bağışlanma isteğinde ısrarlı olması teşvik edilmektedir.146
Tevbe ise; gelecekle ilgili olup, tevbe edilen günaha tekrar düşülmemesini istemek ve onlardan korunabilmek için Allah'a sığınmaktır.147 Burada iki günah vardır. Birincisi geçmiş bir günah, ondan istiğfar ile bağışlanmak istenmektedir. Bir diğer günah, vukuundan korkulan günahtır. Tevbe, işte bunu işlememeye azmetmektir.
Allah'a dönme; geçmiştekilerden muaheze etmemesi ve istikbalde, nefsinin şerrinden ve amellerinin kötülüklerinden koruması için Allah'a dönüş148 şeklinde iki yönü içermektedir. İstiğfarda kötülüklerden ayrılık, tevbede ise, Hakk'a dönüş vardır. Nitekim Yüce Allah "Önce Rabbinize istiğfar edin sonra da O'na tevbe edin"(n, Hud:3) buyurmuştur.
bb. Tevbenin Sözle yapılması: Buraya kadar, tevbe iie ilgili olarak anlatılanlardan da görüldüğü gibi, tevbenin sözlü olarak ifade edilmesi, tevbenin şartlarından değilse de, çoğu defa fert bağışlanma talebini dili ile yapmaktadır.
Bazen, yalnız suçun cezası olarak ortaya konan müeyyideyi yerine getirme tevbe olarak görülür. Örneğin kişinin bir mü'mini yanlışlıkla öldürmesi halinde, yükümlü olacağı cezalar anlatıldıktan sonra, bunları bulamayanın, tevbe etmiş olmak için iki ay peşi peşine oruç tutması emredilmektedir (4, Nisa:92). Benzeri keffaretlerin de birer tevbe yerine geçtiği olduğu kabul edilir.149
Birçok peygamberin Yüce Allah'a günahlarını dilleri ile arz ederek bağışlanma isteklerini görmekteyiz. Örneğin; Hz. Âdem ve Havva, "Ey Rabbimiz biz kendimize zulmettik, eğer sen bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz. "(7, Araf: 23) demişlerdir.
Yunus (a.s), "Senden başka ilah yoktur, Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, ben kendime zulmettim," şeklinde Allah'a niyazda bulunmuştur. Hz. Musa da; "Rabbim doğrusu kendime zulmettim, beni bağışla..."(27, Kasas: 16) diye bağışlanma talebinde bulunmuştur.
Dil ile yapılan bağışlanma talebine kalbin mutlaka iştirak etmesi gerekmektedir. Kalbin iştirak etmediği hiçbir istiğfar duası, sözlerinin özgün, içerikli ve üslubunun güçlü olmasına bakılmaksızın, Allah nezdinde bir kıymet görmeyecektir.
Bir hadiste, "Günahlarda ısrar etmekte olduğu halde (dili ile) estağfirullah diyen, sanki Allah ile alay eden gibidir."150 buyurulmuştur.
İbn Teymiyye, günahta ısrarın tevbe ile tezat teşkil ettiğini belirterek, günahta ısrar edenin bağışlanma talebine "istiğfar" dense de, tevbe denemeyeceği görüşündedir.151
Yalnız dil ile yapılan tevbe, Allah'ın kabul etmeyeceğini belirttiği tevbeler kapsamında olup, münafığın tevbesi diye nitelendirilmektedir.152 Mescidde hızlı hızlı Allah'a tevbe ve istiğfarda bulunan bir bedeviyi gören Hz. Ali ona, dilin istiğfarda hızlı olması, -dil ucuyla istiğfar- yalancıların tevbesidir, demiştir. 153
Günahlara ısrarı bırakmadan dil ile bağışlanma isteği beyhude bir harekettir ve faydası olmayacaktır.154 Bu gibi tevbe-i istiğfar yapanların tevbelerini kastederek Rabiatü'l-Adeviyye; "bizim tevbelerimiz yeni birçok tevbelere muhtaçtır" demiştir.155
Nitekim dualarda olsun,156 tevbe-i istiğfarda olsun, ifadeler değil, onlardaki samimiyet önemlidir. İçinde samimiyet bulunmayan söylemlerin, duaların, istiğfar ifadelerinin Allah nezdinde hiçbir kıymeti yoktur.
Birtakım ibadetlerde,157 toplu halde bulunma şartı aranırken, tevbede böyle bir şart yoktur. Hz. Peygamber, peygamberliği boyunca, özellikle namaz ibadetini cemaat halinde kılmaya titizlik göstermiş ve genelde, kendisi cemaata imamlık yapmıştır. Ancak toplu halde ümmetine tevbe verdirdiğine, bazı gün veya gecelerde, koro halinde cemaata tevbe ettirdiğine rastlamadık ve böyle bir rivayet bilmiyoruz.
Kanaatimizce, Resulullah bunu tasvip etmiyor ve hoş karşılamıyordu. Zira görevi de değildi. Ancak böyle bir istek üzerine, istek sahibine, yapması gereken şeyi söylüyor, görevinde sınırı aşmıyordu.
Hz. Peygamber'in, ümmeti ile Allah arasına girmeyi hoş karşılamadığını, kaynakların naklettiği şu olayda görmek mümkündür "Günün birinde, güzelliğine dayanamadığı bir kadını öpen sahabi pişman olur ve koşarak Hz. Peygambere gelir. Bir suç işlediğini belirterek, kendisine had uygulamasını ister. Hz. Peygamber o taraflı olmaz. Sahabenin birkaç defa ısrarlı talebi karşısında, ne had uygulamış, ne de otur tevbe vereyim demiştir. Ancak o şahsa, '(git) namazını kıl'" demiş ve "'iyilikler kötülükleri giderir.' ayetini okumuştur."158 Bir diğer rivayette, Resulullah o şahsa; "Bizimle kıldığın namaz ona kefarettir." demiştir.159
Görüldüğü gibi, günah ve hatalar yalnız Allah'a arzedilecek ve başka hiç kimse itirafa ortak olmayacaktır. Hıristiyanlık başta olmak üzere, bazı dinlerdekinin aksine, İslam bu konuda kul ile Allah arasına hiçbir vasıta koymamıştır. Bu temel prensip, insan psikolojisi açısından da oldukça önemlidir.160
Günah çeşitleri ve onlardan kurtulma yollarının halka anlatılması yerine günümüzde, tevbe-i istiğfar lafızları ile ilgilenilmekte, özün bırakılmış olup, kabukla meşgul olunduğu görülmektedir.
Arapça kelime ve ifadelerle tevbe-i istiğfar yapmanın faziletine dair hiçbir bilgiye rastlamadık. Tevbede aslolan, pişmanlık duyup, bir daha aynı hatayı yapmamaya dair söz vermek ve hak sahiplerine haklarını vermektir. İşin özü böyle olunca, tevbenin, herhangi bir dilin kelimeleri ile yapılmasının ayrıcalığı olmayacaktır. Tevbenin dilden öte bir kalb hareketi olması, tevbe ile ilgili olarak meşhur olmuş çeşitli duaların hiçbir kıymet ifade etmeyeceğinin delilidir. Her millet kendi dili ile her şahıs kendi bilgi ve kültürü ile yaptığı günahına tevbe edebilecektir. Allah, kuluna en yakın (50, Kaf;16; 56, Vakıa:85) olan ve kulunun kalbinden geçenleri dahi bilendir (2, Bakara:77; 33, Ahzab:54).
c. Tevbede Zaman Unsuru:
Günahlar Allah'a giden yolda birer engeldir. Günahkâr, zehirlenmiş bir insan gibidir. Zehirlenen kişi için, vakit geçirmek ne derece tehlikeli ise, günah işleyenin de tevbede gecikmesi o derece risklidir.
Daha önce belirtildiği gibi, günah işleyen şahıs, imanının bir belirtisi olarak rahatsızlık duyacak ve hemen ondan kurtulmanın yollarını arayacaktır. Günahın akabinde hemen tevbe etmenin farz olduğu hususunda icma mevcuttur. Ayrıca tevbeyi geciktirenler bu sebeple günah kazanmaktadırlar.161
Biz burada konu ile ilgili ayet ve hadisler ışığında, tevbe için ilk ve son şeklinde bir zaman çizmeye çalışacağız.
Kur'an'da kabul edilen tevbe açıklanırken: "Cehaletle günah işleyip sonra yakın zamanda "karib" tevbe edenlerin tevbesini Allah kabul eder."(4, Nisa;i7) buyurulmaktadır.
Ayette geçen ve "yakın" diye tercüme ettiğimiz "karib" lafzına birçok değişik anlam verilmiştir:
İbn Abbas bu kelimeyi; "Ölümden ve hastalıktan önce sağlık ve sıhhat içinde" diye anlamıştır.162
Dahhak (ö. 105/723); ölüm meleğinin belirmesinden önce 163 şeklinde; İkrime (ö. 105/723); ölümden önce diye anlamış ve dünya hayatının hepsinin yakın "karib" anlamı içine girdiğini belirtmiştir.164
Herevi (Ö. 250/864) "karib" lafzını, günaha ısrar etmeksizin en yakın zamanda tevbe etmek biçiminde anlamıştır.165
Fahreddin er-Razi (ö. 606/1209) ise, "karib" lafzını; çok geçmeden manasında anlamış, ölüm öncesine kadar tevbeyi geciktirenin günahta ısrar edenlerden olacağını ve bu tür tevbenin kabul edilmeyen tevbe grubuna gireceğini belirtmiştir.166
Gazzali'ye göre; kişi günah olduğunu anladığı an, derhal nedamet duymalı ve onun tesirini iyi amel ile silmelidir. Aksi halde, kötülükler kalbi istila eder ve bir daha izalesi mümkün olmaz.167
Nitekim hadiste; "Mü'min günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke olur. Tevbe eder, günahı terk eder ve istiğfar ederse, bu siyahlıktan kurtulur, günah artarsa siyahlık da artar..."168 buyurulmaktadır.
Tevbe için geçerli olan zamanın son sınırı hakkında şu hadis bize bir fikir vermektedir: "Allah, kulunun tevbesini, can boğaza gelmedikçe kabul eder."169 Ölüm kesinleşip, can boğaza geldiğinde ise, tevbe kabul edilmeyecektir.170
Son nefeste tevbenin kabul edilmeyişinin sebepleri şunlardır: İnsan o andan ümitsizlik halindedir. Halbuki tevbe, kişinin yaşamdan ümidini kesmediği bir ortamda olmalıdır.
Son nefeste fertlerden teklif kalkar. O anda yapılan işleri için iyi veya kötü denmez. Halbuki tevbe dünya işlerindendir ve teklif kalkmadan yerine getirilmelidir. Ahirette herkes pişman olacaktır, ancak bu halleri tevbe olarak nitelendirilmeyecektir.171 Zira pişmanlık duydukları an, teklifin olmadığı andır. Son nefestekilerin hali de öyledir.172
Nitekim Kur'an'da, son nefeste tevbe edenin durumu anlatılırken "tevbe ettim dedi"(4, Nisa,17) şeklinde ifade edilmiş ve kabul edilmeyeceği belirtilmiştir. Yani onun tevbesinden, "tevbe etti" şeklinde dahi bahsedilmeyerek, bu andaki dönüşün tevbe olmadığı vurgulanmıştır.173
Diğer taraftan, son nefese kadar kötülüklerine pişmanlık duymadığı halde, son nefes heyecanı ile tevbe etmek isteyen ile tevbe etmeksizin ölen kâfirler birbirine benzetilerek, son nefeste tevbenin kabul edilip edilmeyeceği hususundaki şüpheler tamamen izale edilmiştir. Yani, son nefeste yapılan tevbe kabul edilmediği gibi, o bir yok hükmündedir ve sonuç olarak hiçbir şey ifade etmemektedir.174
Ömrü boyunca hiç tevbe etmeyenle, ölümü anında tevbe eden, sonuç itibarıyla aynı görülmektedir.175
Bu rivayetlerden sonra, tevbe ile ilgili şöyle bir zaman dilimi çizebiliriz: Tevbe için zaman; günahın peşinden başlamakta, ileriki günlerde herhangi bir vakte bağlı kalmadan devam etmekte ve ölüm alametleri belirince son bulmaktadır. Yani, tevbenin son sınırı olarak; yaşama ümidinin bitmesi, ölüm alametlerinin belirmesi ve şahsın son anlarını yaşamasıdır, denebilir.
d. Tevbede Mekan Unsuru:
Tevbe ile ilgili tanım, şart ve özelliklerden, tevbe için bir mekanın şart olmadığı anlaşılmaktadır.
Namaz, hac gibi bazı ibadetlerin, belli mekânlarda yapılması, faziletli veya gerekli olduğu176 halde, tevbe için böyle bir mekân şartı yoktur. Zira tevbe, çok yönlü bir eylem olduğu için, yalnız, bir mekânda başlayıp sona eremeyecektir.
Bu sebeple, tevbe edebilmek için, şahsın camide bulunması, tekke veya zaviyede olması şeklinde bir şart yoktur. Ayrıca tevbe edebilmek için, Allah sevgililerinin evine gitmek, onların dizinin dibine oturmak mecburiyeti de yoktur. Diğer taraftan; cemaat halinde, bir araya toplanarak, koro halinde tevbe etmek de şart değildir.
Günah işlemiş insan, tevbesini her mekânda gerçekleştirebilecektir. Şahıs için, günahlarını göz önüne getirdiği, onların çirkinliklerinden kurtulmaya karar verdiği her yer tevbe mekânıdır. Yani, işçi işinin başında, çiftçi tarlasında, evde kalanlar evlerinde, bu kararı verebilir ve tevbe sürecini başlatabilir.
Nitekim Yunus (a.s) balığın karnında veya denizin karanlıklarında177 günahını itiraf ederek Allah'tan af dilemiştir.178
Tekrar ifade edelim ki, tevbe süreci, günahlardan kurtulmaya kalbin kesin olarak karar vermesiyle başlamaktadır. Bu kararın verilebildiği her yerde tevbe sahihtir. Tevbeyi bir mekâna hasretmek, tevbe için kutsal bir mekân şartını ileri sürmek, tevbe olayını bilmemek ve konu ile ilgili İslam'ın esprisini yakalayamamak demektir.
Sonuç:
Tevbe; geçmişle, gelecekle ve yaşanılan anla irtibatlı, üç boyutlu, birtakım hakların sahiplerine iade edilmesini gerektiren bir pişmanlık eylemidir.
Günahkâr insanın, dünyada temizlenme yollarından birisi tevbedir. Her insanın tevbeye ihtiyacı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Tevbe, günahın hemen peşinden olabileceği gibi, ölüm döşeğine düşüp, ölüm emarelerinin belirmesi öncesine kadar devam eden bir zaman içinde de yapılabilecektir. İnsanın eceli belli olmadığı için, bir an önce tevbe etmelidir.
Tevbe etmek için, insanın bir aracıya ihtiyacı olmadığı gibi, belirli zaman ve mekânda tevbe eylemini gerçekleştirmek gibi, bir zorunluluğu da yoktur.
Gerçek tevbe için; kişi geçmişe pişmanlık duymalı, gelecekte aynı hatayı işlememe kararı ile birlikte, yaşadığı ortamda günahı terk etmelidir. Kul haklarının, sahiplerine iade edilmesi tevbenin en önemli rüknüdür.
Yapılan tevbeler sonucu, günahlardan temizlenip temizlenilmediği kuşkusu yersiz olup, Allah her türlü günah işleyeni temizlemek için tevbe kapısını açık bulundurmaktadır. İnsanların dikkatli olması gereken husus; tevbenin sahih olarak ortaya konulup konulmadığıdır.
DİPNOTLAR
K.T.Ü. İlahiyat Mes. Y.O. Md. /Trabzon
84. Şevkani, Fethu'l-Kadir, 1, 458.
85.Razi, Mefatih,ll,426.
86.a.g.e.,VI,105
87.Kılıç, Kur'an'da Günah Kavramı, (İbn Salah.Fetava, s.8'den naklen), s.322.
88.Ebu'l-lzz, Şerhu'l-Tahaviyye, s.526.
89.İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava,XI,658.
90.Dihlevi, Huccetullahi'l-Baliğa, 11,231.
91.Razi, Mefatih,ll,427; Alusi, Ruhu'l-Maani,V,17.
92.Ebu'l-Izz, a.g.e., s.525; Daha geniş bilgi için bkz.,Razi, Mefatih, 11,425-29.
93.Kurtubi, el-Cami',XVII,106 vd., Razi,a.g.e., VI,105; Şevkani, Fethu'l-Kadir,V,113.
94.Ebu'l-Izz, a,g,e.,s.525; İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava, XI,650.
95.Dihlevi, Huccetullahi'l-Baliğa, 11,231.
96.Gazzali, İhya, IV,32. 137.
97.İbn Mace, Zühd, 29.
98.Ahmed b. Hanbel, l,402;V,331; Vl.70,151.
99.Gazzali, İhya, IV, 59. 139.
100.Şatıbi, el-Muvafakat, III, 230 vd.; Abdulkerim Zeydan, el-Veciz fi usuli'l-fıkh, Daru'r-ravza ts., s. 62-66.
101.İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106; Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s. 415.
102.Bkz. Buhari, Edep 60; Müslim, Zühd 52; Tevbe 42.
103.Bkz. Buhari, Mezalim 3; Müslim, Birr 58,72; Tirmizi, Hudud 3.
104.Buhari, Edep 60.
105.Sadıki, Delilü'l-falihin, II, 17.
1O6.Buhari, Mezalim 3; Müslim, Birr 58, 72.
107.Geniş bilgi için bkz. İbnu'l-Kayyım,Ahkamu ehli'z-zimme. I, 34.
108.Zımmi; İslam ülkesinde Müslümanların himayesini kabul eden ve onların bu korumasına karşılık cizye verme taahhüdünde bulunan gayr-i müslüm azınlıklar.
109.Aliyyu'l-Kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber. s.415.
110.Gazzali, İhya, IV, 68; Aliyyu'l-kari, Şer-hu'l- Fıkhı'l-Ekber, s. 415.
111.Serahsi, el-Mebsut, IX, 176; Kasani, Bedayi', VIII, 96; Alusi, Ruhu'l-meani, VII,96.
112.Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s.415.
113.Gazzali, İhya, IV. 68, 69; Şevkani, Neylü'l-evtar, VII, 68.
114.Muhyiddin İbn Arabi, Futuhat, XIII, 298.
115.İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106.
116.İbn Abidin, Haşiye, III, 140.
117.Alüsi, "Ruhu'l-meani, XXVIII, 159.
118.Kasani, Bedayi, VII, 241.
119.Kasani, Bedayi, VII, 256.
120.İbnu'l-Kayyım, Medaricüs-Salikin, I, 316.
121.Taberi, Camiu'l-beyan, XVIII, 80; İbnu'l-Arabi, Ahkamu'l-Kur'an, III, 1336; Kurtubi, el-Cami, XII, 177.
122.Buhari, Mezalim 10.
123.Gazzali, İhya, IV, 69.
124.İbnu'l-kayyım, Medaricü's-salikin, I, 319.
125.Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s.417; Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 159.
126.İbn Manzur, Lisanü'l-Arap, II, 617; Zebidi, Tacu'l-arus, VII, 175.
127.İbn Manzur, Lisanu'l-Arap, II, 617; İbnu'l-Kayyım, Medaricu's-Salikin, I, 356.
128.Ahmed b. Hanbel, I, 446.
129.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 356.
130.Gazzali, İhya, IV, 78.
131.Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 160
132.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 336, 337.
133.Muhyiddin ibn Arabi, Futuhat, XIII, 277, Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 157.
134.Kurtubi, el-Cami, V, 91; Kasımi, Tefsir, XII, 4597.
135.Gazzali, İhya, IV, 71; İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106; Alusi, Ruhu'l-meani, XXVI-II, 157.
136.İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106.
137.Muhyiddin İbn Arabi, Futuhat, XIII, 298; Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-fıkhı'l-kber, s. 415.
138.Muhyiddin İbn Arabi, Futuhat, XIII, 273.
139.Kurtubi, el-Cami, V, 91.
140.İbn Manzur, Lisanü'l-Arap, V, 26; Alüsi, Ruhu'l-meani, VI, 207.
141.İbn Kesir, Tefsiru'l-Kurani'l-Azim, II, 435.
142.Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf.s. 170.
143.Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf.s. 170.
144.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 333; Alusi, Ruhu'l-meani, XI, 207.
145.İbn Teymiyye, Mecmuu fetava, X, 319.
146.Ebu Davud, Vitr 26; Tirmizi, Deavat 106.
147.Alusi, Ruhu'l-meani, XI, 207.
148.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 333.
149.Şevkani, Fethu'l-kadir, 1745.
150.Beyhaki, Şuabu'l-İman; V, 436.
151.İbn Teymiyye, Mecmuu fetava, X, 319.
152.Suyuti, Abdurrahman Celaleddin, ed-Dürru'l-Mensur fi Tefsiru'l-me'sur, Beyrut, 1414 h.ll, 458.
153.Razi, Mefatihu'l-ğayb, V, 536; Alusi, Ruhu'l-meani, XXV, 36.
154.Gazzali, İhya, IV, 86.
155.Gazzali, ihya, IV, 86.
156.Bkz. Acluni, Keşfu'l-hafa, I, no, 756.
157.Bkz. Buhari, Ezan 9, 32; Müslim, Salat 129 Nesai, Mevakit 22.
158.Müslim, Tevbe 42.
159.Müslim, Tevbe 44.
160.Raşit Küçük, Sevgi Medeniyeti, İstanbul 1992; 130.
161.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 297, 298.
162.Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 159.
163.Alusi, Ruhu'l-meani, IV, 239.
164. Maverdi, Tevsir, I, 464.
165.Kurtubi, el-Cami, V, 93.
166.Razi, Mefatihü'l-ğayb, II, 338.
167.Gazzali, İhya, IV, II, 13.
168.İbn Mace, Zühd 29.
169.Tirmizi, Deavat 100; İbn Mace, Zühd 30.
170.Mübarekfuri, Tuhfetu'l-ahvezi, IX, 521.
171.Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 158.
172.Taberi, Camiu'l-beyan, 303; Kurtubi, el-Cami, V, 93; Taberi, Mecmeu'l-beyan, II, 52.
173.Ebu's-Suud, İrşadu akli's-selim, II, 157; Alusi, Ruhu'l-meani, IV, 270.
174.Suyuti, ed-Durru'l-Mensur, II, 458.
175.Maverdi, Tefsir, I, 456.
176.Bkz.Buhari, Cuma 37; Müslim, Cuma 13,14; Tirmizi, Cenaiz 72.
177.Taberi, Camiu'l-beyan, XVII, 80.
178.Bkz.Enbiya 21/87.
.
www.osmannuritopbas.com/tevbe-ve-gozyasi.html
Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasib olmayabilir… Sen hiç: «
.
2001 – Aralik, Sayı: 190, Sayfa: 028
Bir terzi, sâlihlerden bir zâta;
“-Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘in: «Allâh Teâlâ, günahkâr kulunun tevbesini, canı boğazına gelmeden kabûl eder.» hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz? diye suâl etti.
O zât da sordu:
“-Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?”
“-Terziyim elbise dikerim.”
“-Terzilikte en kolay şey nedir?”
“-Makası tutup kumaşı kesmektir.”
“-Kaç seneden beri bu işi yaparsın?
“-Otuz seneden beri.”
“-Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?”
“-Hayır, kesemem.”
“-Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasib olmayabilir… Sen hiç: «Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!» hadîsini duymadın mı?”
Bunun üzerine terzi ihlâsla tevbeye sarıldı ve o da sâlihlerden oldu.
Bu kıssada görüldüğü gibi kulların önünde binbir türlü dünyâ ve nefsâniyet çukurları vardır ki, bunların en tehlikelisi de samîmî tevbeyi devamlı sonraya bırakmaktır. Oysa tevbeye sarılmak, bütün bir ömrümüzün can simididir. Nitekim Rasûlullâh -sallallâhü aleyhi ve sellem- ashâb-ı kirâma «en büyük derdin günâh derdi, ilâcının da gece karanlığında istiğfâr» olduğunu beyân buyurmuştur.
Çünkü Allâh’a yöneliş ve kalbin ulvî bir seviye kazanmasında mühim bir yeri olan istiğfâr, mânevî kirlerden temizlenmenin de yegâne vâsıtasıdır. Makbûl bir tevbe, kul ile Rab arasındaki engelleri ve perdeleri kaldırır ki, amel-i sâlihler için bu hâl son derece mühimdir. Zîrâ hedefe varmaya mânî olan hususları ortadan kaldırmak ve böylece gönlü asıl gâyeye müsâid hâle getirmek gerekir. Bundan dolayıdır ki rûhî tekâmül için bütün tasavvuf yollarında seherlerdeki evrâda istiğfâr ile başlanır.
İlk tevbe, ilk peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-‘la başlamıştır. O, tevbesinde:
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlaka ziyân edenlerden oluruz.” (el-A’raf, 23) diye niyazda bulunmuştur. Bu duâ, kendilerinden sonra kıyâmete kadar gelecek evlâdlarına bir istiğfâr nümûnesidir.
Ehlullâh hazerâtı tevbeyi üçe ayırır:
1- Avâmın tevbesi: Bunlar günahlarından tevbe ederler.
2- Havâs, yâni seçkin kulların tevbesi: Bunlar gâfil bulunmaktan tevbe ederler.
3- Hâssu’l-hâs, yâni en seçkin has kulların tevbesi: Bunlar da Allâh’a daha yakınlık peydâ edebilmek için tevbe ederler.
Ancak her amel-i sâlihde olduğu gibi tevbede de samîmiyet ve ihlâs şartı vardır. Öyle ki, birçok ehlullâh ettikleri tevbelere dahî tevbekâr olmuşlardır. Yâni tevbeye muhtaç tevbelerden Allâh’a sığınmak ve âyette buyurulan “tevbeten nasûhâ” sırrına nâil olmak zarûreti vardır. Çünkü nefs ve şeytan, gönlü çelmeye yol bulamayınca sûret-i haktan görünürler de bu defa güzellikleri ve iyilikleri telkin eden birer üstad kesilirler. Böylece kulu tuzağa düşürerek tevbeleri yele verirler. Oysa durmadan tevbeden dönmek, âhıret seâdetini karartacak bir âfettir. Allâh Teâlâ buyurur:
“Tevbe ederseniz, Rabbinizin sizi esirgeyeceğini umabilirsiniz; eğer tekrar fesâda düşerseniz, o da sizi cezalandırmaya döner.” (el-İsrâ,
Çünkü durmadan tevbesini bozan kimse, artık şeytanın maskarası olmuş demektir. Artık o, ne zaman tevbe etse şeytanın ve şeytanlaşmış gâfillerin bir defa: “Yazıklar olsun, tüh sana!” demesiyle derhal tevbesini yine bozar. Onun için âyet-i kerîmede:
“Ey îmân edenler! Tam bir sıdk ve ihlâs ile tevbe ederek Allâh’a dönün.” (et-Tahrîm, buyurulmuştur.
Bu gerçeğe işaretle şair tevbeye yönelen gönülleri şöyle îkâz eder:
Birkaç kelime ile dil ederken istiğfâr,
Gönül gâfilse, nefis binbir dehlize dalar!..
(Rahmetî)
Tevbe mevzuunda şu husus da câlib-i dikkattir:
Camiu’s-Sagîr adlı hadîs kitabında; insanların amellerini yazan meleklerden günahları kaydeden meleğin, günah işlendikten altı saat sonra yazdığı, bu mühlet içinde belki tevbe eder diye beklediği belirtilmektedir. Bu sebeple: «Tevbemde duramıyorum, yine günah işliyorum; bu yüzden tevbe etmeyeyim!» dememeli, daima istiğfarda bulunmalıdır. Zîrâ Allâh lutfeder de bir daha tevbe bozulmaz. Ancak bilmelidir ki tevbe, bir afv dileme olduğundan samîmî pişmanlığın gerçekleşmesi ve afvı istenen günâhın bir daha yapılmaması husûsundaki kat’î azmi îcâb ettirir. Bunun için Cenâb-ı Hak şöyle îkâz buyurur:
“Sakın şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokmân, 33)
Zaten:
“Tevbe nedâmetten ibârettir.” hadîs-i şerîfi de, tekrar günaha düşürmeyecek bir tevbeye işaret etmektedir.
Aynı zamanda bu hadîs-i şerîf, tevbenin pişmanlıkla başlaması zarûretini beyân eder. Bu da günah kirlerinin samîmî göz yaşlarıyla temizlenmesi demektir.
Rivâyet olunur ki:
Tevbe ve pişmanlık içindeki bir günahkâra, yakaza hâlinde iken günahlarının listesi verilmiş: “Oku bunu!” denmişti. Bu hâl karşısında mücrim o kadar ağladı ki, gözyaşlarından listedeki günahları göremez oldu. Nihâyet bu samîmî gözyaşları, o günahların tamamını yıkadı, temizledi. Böylece o mücrim afvoldu.
Bu itibarla bâzen bir günah, afvı için bin gözyaşı ister; bâzen de bir damla yaş bin günâhı temizler.
Çünkü gözyaşı, ilâhî muhabbet bağına girenler için tevbe pınarıdır. Günahları yıkar, temizler. Rabbe karşı bir şükrandır. Gözyaşı, Cenâb-ı Hakk’ın ümid dergâhıdır. Bütün ümidlerin kesildiği bir anda bu dergâhın eşiğinde ağlayabilenler gerçek bahtiyarlardır.
Samîmî gözyaşları ile âlemi seyredenler için o yaş damlalarının her biri bağrında binbir okyanus sergileyen aynalar gibidir ki, her zerrede ilâhî esrar âşikâr ve ayândır. Nice okunamayan hikmet sayfaları onunla okunur. Zîrâ gözyaşı, kelimelerin taşıyamayacağı mânâları yüklenen ve ifade edebilen bir ilâhî lisandır ki, kul onunla, kendisinin bile hayâl edemeyeceği şeyleri Rabbinden istemiş olur… Onun için sevdâlar gözyaşı pınarının başında tesellî bulur. Garipler onun kıyısında dinlenir.
Allâh için gözlerden dökülen bir damlanın değerini şu kıssa ne güzel ifâde eder:
Cüneyd-i Bağdadî -kuddise sirruh-, birgün yolda giderken gökten meleklerin indiğini ve yerden bir şeyler kapıştıklarını gördü. Onlardan birine:
“-Kapıştığınız şey nedir?” diye sordu.
Melek cevap verdi:
“-Bir Allâh dostu buradan geçerken iştiyakla bir «âh!..» çekti ve gözünden bir kaç damla yaş döküldü. Bu vesîle ile Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretine nâil olalım diye o damlaları kapışıyoruz.”
Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Allâh nazarında şu iki damladan daha sevimli bir damla yoktur. Bunlardan biri gecenin karanlığında sırf Allâh aşkı ve Allâh korkusu için dökülen gözyaşı damlasıdır. Diğeri de Allâh yolunda mücâdelede dökülen kan damlasıdır.”
Günâhkârın tevbe ve gözyaşlarıyla nasıl temizlendiğine misâl olarak Hazret-i Mevlânâ, kirlenip de sonra buharlaşan ve yeryüzüne tekrar berrak bir rahmet hâlinde dönen sulardan bahisle buyurur:
“Arılığı ve duruluğu kalmayınca, yâni çamurlanıp bulanınca, su da bizim gibi yeryüzünde kirlendiği için huzursuz olur, şaşırıp kalır…”
“İçten içe feryâda ve Hakk’a yalvarmaya başlar. Bu feryadlar ve yalvarışlar üzerine Cenâb-ı Hakk onu buharlaştırıp göklere alır. Orada çeşit çeşit yollara sürerek tertemiz eyler. Sonra da bazen yağmur, bazen kar, bazen de dolu halinde yeryüzüne yağdırır. Nihâyet kıyısı olmayan engin bir denize ulaştırır.”
Hiç şüphesiz bu semboller, Cenâb-ı Hakk’ın kurtuluşa erdirmek istediği günahkar kullarına karşı gösterdiği merhameti ve sevgiyi ifade etmektedir. Nitekim günah kiriyle kalbi çamurlanmış kimselerde tevbe suyu ile pişmanlık güneşi bir araya gelirse, Cenâb-ı Hak o gönülleri göklere alır. Tozdan, topraktan ve bütün nefsânî kirlerden temizler. Tekrar varlıkların en şereflisi olarak, yâni bir rahmet hâlinde yeryüzüne ihsân eder. Bu hâlin en geniş mânâda tecellîsi de namazlarda gerçekleşir ki, bu bakımdan dosdoğru kılınabilen namazlar için «mü’minin mîrâcıdır» buyurulmuştur.
Ancak insanoğlu bu gerçeği çoğu zaman anlamayıp dünyâya dalarak ağlamak yerine kahkahaya boğulduğundan Cenâb-ı Hak:
“Gülüyorsunuz… Ağlamıyorsunuz… Habersiz oyalanmaktasınız…” (en-Necm, 60-61) buyurmuş ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘e fermân eylemiştir:
“Yaptıklarının cezası olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar!..” (et-Tevbe, 82)
Yâni Allâh Teâlâ, kulundan tevbe ve gözyaşı ile günahlarını temizlemesini istiyor. Bu meyânda Hazret-i Mevlânâ gözyaşının ehemmiyetini şöyle anlatır:
“Mum, ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hâl alır. Ağaç dalı da, ağlayan bulutun bereketi ve güneşin harâretiyle yeşerir, tazelenir. Yâni bir meyvenin yetişmesi için harâret ve su gerekir.”
“Tıpkı bunlar gibi, tevbelerin kabulü için de bulut ve şimşek, yani gözyaşı ve gönül yanışı ister.”
“Şayet gönül şimşeği çakmaz da göz bulutu yağmur yağdırmazsa, nefsin öfke ateşi ve günah alevleri nasıl söner? Vuslatın feyzi, yani ilahî tecellî nûrunun parlaklığı gönülde nasıl belirir? Mânâ menbaları nasıl coşup akar? Yağmurlar yağmasa gül bahçesi, yeşilliğe nasıl sır söyleyecek? Menekşe yaseminle nasıl ahidleşecek?”
“Tabiatı bırak da hıçkıra hıçkıra ağlasın. Bu topraklar, sudan ayrılınca çoraklaşır. Irmaklardan, derelerden ayrı kalan, uzak düşen sular da sararır, kokar, bulanır, kapkara olur.”
“Cennet gibi yemyeşil olan bağlar, bahçeler sulardan ayrı düşünce, sararır, solar, yaprakları kurur, dökülür, bir hastalık yurdu olur. (İnsan da böyledir…)”
Bu hâlden korunmak içindir ki, Şuayb -aleyhisselâm-‘ın gözleri ağlamaktan âmâ olmuştur. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“Bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız, yemek içmek içinize sinmezdi…” (Camiu’s-Sagîr, c. II s. 10) buyurmuştur.
Zîrâ, ancak gönlündeki cürümden oluşan bir yarayı ömür boyu gözyaşları ile yıkayıp temizleyen gönül erleri, afvın cennetine girebilen âşık gönüllerden olabilirler. Onun için başta Peygamberler olmak üzere bütün velîler, sâlihler ve sâdıklar; darlıkta ve bollukta, kederde ve ferahta dâimâ Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmişler, yanış ve yakarış hâlinde bulunmuşlardır. Çünkü Peygamberlerde bile irade dışı gerçekleşen bir hatâ olarak ifade edilen “zelle”lerin bulunması sebebiyle tevbe ve istiğfârdan müstağnî kalabilecek hiçbir kul tasavvur olunamaz. Tevbe ve istiğfâr, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir nedâmet, pişmanlık ve sığınma olması sebebiyle, Allâh’a yaklaşmanın en müessir vâsıtasıdır.
Diğer taraftan Cenâb-ı Hakk’ın kullarına verdiği ızdırap ve çileler ile kullarından istediği tevbe ve gözyaşları hep bir ebediyyet alış-verişidir. Hem öyle kârlı bir alış-veriş ki, bunu farkedenler hiçbir musîbetten şikâyet hâlinde olmayıp sonsuz bir kazanç elde ederler. Bunlardan biri olarak Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
“Hak Teâlâ, bu dünyâda senden birkaç damla gözyaşı alır, ama karşılığında sana nice cennet kevserleri bağışlar. O, senden sevdalarla, ızdıraplarla dolu olan ahları, feryatları alır; her ah’a, her feryada karşılık yüzlerce manevî yüksek mevkîler, erişilmez makamlar verir.”
Fakat bilmelidir ki, her ağlayış bir değildir. Onlar arasında çok fark vardır. Nitekim soğuk, yapmacık, yalan olan nice iniltiler vardır ki, gafletten ve bir aldatmacadan ibarettir. Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- buyurur:
“Ağlamak on kısımdır. Bunlardan dokuzu riyâdır. Ancak bir tanesi Allâh içindir. İşte bu Allâh için ağlamak, senede bir defâcık bile olsa kulun cehennemden kurtulmasına inşâallâh vesîle olur.”
Rivâyete nazaran kocasıyla kavga eden bir kadın ağlayarak Kadı Şüreyh’e mürâcaat etmişti. Bu esnâda orada bulunan Şa’bî ona dedi ki:
“-Yâ Ümeyye! Bu kadının mazlûm olduğunu zannediyorum. Görmüyor musun ki nasıl ağlıyor!”
Bunun üzerine Kadı Şüreyh dedi ki:
“-Ey Şa’bî, Yûsuf’un kardeşleri de zâlim oldukları hâlde ağlayarak babalarının yanına gelmişlerdi. Bu ağlamalara bakarak hüküm vermek doğru olmaz!”
Böylesi gözyaşları elbette ki merduttur. Diğer bir menfur ağlayış da, miskinlik ve zillet ifade eden ağlayışlardır. Bunlar alnı terlemeyip hüsranlık çeken kimselerin boş ve nâfile gözyaşlarıdır ki, böyleleri hakkında merhum Âkif şu îkâzda bulunur:
Bırakın matemi, yahu! Bırakın feryadı;
Ağlamak fâide verseydi, babam kalkardı!
Göz yaşından ne çıkarmış? Niye ter dökmediniz?!.
Bizim bahsettiğimiz murâd-ı ilâhî olan ağlayış ise, hâlimizi dost-düşman karşısında aşağılatacak bir gözyaşı değil, göklere yükseltecek, gönle mîrâcı yaşatacak bir ağlayıştır. Nasıl ki engin deryâlar nice çer-çöpü üzerinde taşıyor ve onları diplere batmaktan koruyorsa, bizim gözyaşlarımız da bizleri batmaktan koruyup başında taşıyacak ve menzil-i maksûda erdirecek sular kabîlinden olmalıdır ki, bunlar gözden ziyade gönülden akan ve halka değil Hakk’a arzedilen damlalardan ibarettir.
Ağlamak hususunda diğer mühim bir mes’ele de bu ağlayışın bir şikâyet ağlayışı olmamasıdır. Çünkü şikayette râzı olmama hâli vardır ki, aslâ makbul değildir. Zîrâ şikâyetler, insanı isyâna kadar götürür ve elindeki bütün sermayesini yok eder. Bu ise Hakk’ın gazabını celbeder. Bizim kasdettiğimiz ağlayış ise, gazabı celb etmek değil, dostu memnun edebilme endişesi ve günah kirlerinden arınabilme vesîlesidir.
Hâsılı ölüm geldiğinde bütün uyuyanlar uyanır, yâni gözlerini açıp hakîkati görürler. Ancak o son nefeste hakîkati görmenin artık hiçbir faydası olmaz; tıpkı Firavun’a olmadığı gibi… Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
“Akıllı kişiler önceden ağlarlar; bilgisizler ise işin sonunda başlarına vururlar, hayıflanırlar. Sen işin başlangıcında sonunu gör de, kıyâmet gününde pişman olma!”
“Bu hususta şu kuşun hâli sana ibret olsun ki, o, avcının tuzağındaki buğdayları görünce kendinden geçmiş, aklını kullanamaz hale gelmişti. Böylece irâdesiz bir şekilde buğdayları yedi, fakat, tuzağa düştü kaldı. Bu defa başını dertten kurtarmak için ne kadar Yasin okudu, ne kadar En’am okudu. Ama ne fayda!.. Bela gelip çattıktan sonra, ağlamak, feryad, etmek, sızlanmak ne işe yarar. Bu ah ve feryad, tuzağa düşmeden önce gerekirdi…”
Nitekim Lût kavminin, ilâhî intikâmı celbeden azgınlıkları sebebiyle helâk edileceklerini duyduğunda İbrâhîm -aleyhisselâm-, onların ne derecede bir isyân içinde olduklarını tam bilmediğinden kendilerine merhametle duâ etmek isteyince melekler:
“-Artık duâ vakti geçti!..” demişlerdir.
Cenâb-ı Hakk’ın murâdı üzere ölümün bizlere nerede, ne zaman ve nasıl geleceği belli değildir. Onun için gönüllerin “Ölmeden evvel ölünüz!” sırrıyla yoğrulması ve her an Rabbine kavuşmaya hazır bulunması zarûrîdir. Aksi hâlde son nefes: “Eyvah nereye böyle!” feryatlarıyla dolu bir hüsrân demi olur… Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: «İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir!..» denir.” (Kâf, 19)
Dolayısıyla kulların en mühim mes’elesi, tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalbdir. Buraya kadar anlattığımız tevbe ve gözyaşı bu hâle nâiliyyetin sadece kapısı mesabesindedir. Bu kapıdan içeri girdikten sonra yapılması gereken bütün amel-i sâlihleri ihyâ da elbette zarûrîdir. Farz, vacib ve sünnetleri âdâbı üzere edâdan sonra bilhassa kul hakkı, anne-baba hakkı, Allâh için infâk, bütün mahlûkata merhamet, şefkat ve afv ile yaklaşabilme gibi güzelliklere sahip olunmalıdır. Meselâ bu güzelliklerden afvedebilme meziyetine kavuşabilenler, ilâhî afva daha çok lâyık olurlar. Zîrâ “Acıyın bize!” feryadlarına gönül vermeyen muhabbet ve merhamet mahrumları, hayatın şaşkın ve hazin yolcuları olurlar.
Onun içindir ki gönüller, tevbe ve gözyaşı iklîminde bütün davranış güzelliklerini elde ederek Rabbe yönelmelidir. Bu yöneliş de hiç şüphesiz ömrün her anını içine alır. Bununla birlikte bazı müstesnâ zamanlar kullar için apayrı bir kazanç mevsimidir. Tıpkı bahar mevsiminin diğerleri arasındaki değer ve güzelliği gibi kullara bahşedilen öyle mânevî baharlar vardır ki, bunların en değerlisi, içinde bin aydan daha kıymetli bir geceyi, yâni Kur’ân’ın Levh-i Mahfûz’dan dünyâ semâsına indirilerek cihânı ve insanları nûra gark ettiği Kadir Gecesi’ni de bulunduran Ramazan-ı Şerîf ayıdır. İdrâk ettiğimiz bu mübârek ve müstesnâ ay, gece gibi kararan gönülleri nûruyla aydınlatan bir bedr-i münîrdir. Göklerden yere mi’râc için açılan bir penceredir. Bu bakımdan gönlü uyanık mü’minlere gereken, bütün ömürlerini böyle müstesnâ bir iklîmden alacağı feyiz ve bereketlerle, yâni Ramazan-ı Şerîf hassasiyetiyle geçirmesidir. Zîrâ böyle bir yaşayışla müzeyyen sâlih gönüllere kıyâmet, bir nedamet günü değil âdeta bir bayram sabahı olur.
Rabbimiz cümlemize böyle bir bayram sabahı nasîb eylesin! Aşk, vecd ve samîmî gözyaşlarıyla ilâhî rahmet ve mağfiretine nâil buyursun!
Âmîn!..
www.ilimrehberi.net › Dini İlimler › İnanç
Tövbe nedir Tövbe; kişinin işlediği bir günah veya hatadan pişmanlık duyarak bir daha yapmamaya azmet
.
TÖVBE NEDİR?
TÖVBENİN ANLAMI NEDİR, KUR'ANDA TÖVBE KONUSU, GERÇEK TÖVBE NASILDIR?
Tövbe nedir
Tövbe; kişinin işlediği bir günah veya hatadan pişmanlık duyarak bir daha yapmamaya azmetmesi ve karar vermesidir. Dini anlamı olarak ise; Allah ve Resulünün yapılmasını yasakladığı dince hoş karşılanmayan, uygun görülmeyen iş ve davranışlarda bulunan kişilerin aynı hatayı ve günahı bir daha yapmamaya kendi iradesiyle karar vermesi ve yaptığı hatalardan dolayı Allah’tan bağışlanmayı istemesidir.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Günahı terketmek tövbe etmekten daha kolaydır."
Ancak insan günaha bulaşırsa Allah'ın rahmetinden ümit kesmemelidir. Zira Allah'a doğru seyr ve sülûk etme ve nefsi ıslah etmenin yolu hiç bir zaman kapalı olmaz. Aksine, Allahu Teâlâ günahkârlar için tövbe ve dönüş yolunu açmış ve onlardan; kendisine dönmelerini ve tövbe suyuyla nefislerini, günahların pislik ve kirlerinden yıkamalarını istemiştir.
Kur’an, tövbe kavramını, “günahlardan kurtuluşu sağlayan gerçek bir tövbe, günah işlediğine üzülüp pişman olmak, günahtan hemen vazgeçmek ve bir daha yapmamaya karar vermek” olarak açıklamaktadır. Tövbe kavramında kişi ile yaratıcı ilişkisi söz konusudur. Bir tarafta günah işleyen bir birey, diğer tarafta ise bağışlayıcı olan Allah. Kur’an’da samimi, içten bir şekilde, bir daha yapmamak üzere yapılan tövbeyi Allah kabul edeceğini belirtmektedir: “Kim haksız davranışlarından sonra tövbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. ” (Maide suresi 39. ayet.)
Yine başka bir ayette: "Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz, rahmeti kendi üzerine yazdı (farz kıldı)ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse kuşku yok ki, bağışlayandır, esirgeyendir." Enam / 54.
Tövbe sayesinde mümin, ümitsizlikten, yersiz endişelerden kurtulup, hayatına yeni bir sayfa açma imkânına kavuşmuş olur. Birey, gönlünü Allah’a açarak, manevi yönden rahatlar. Allah’ın kendisini affedeceğine inanan kişi, başka insanların da hata¬larını affetmek gerektiğini fark eder. Böylece, insanlar arasındaki kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma gibi özelliklerin ortaya çıkmasına ve güçlenmesine katkı sağlar.
Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere (nefislerine uyarak) ölçüyü taşıran kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir."Zumer / 53.
Günah işleyenlerin, günahlarından kusurlarından kurtulmak için çaba göstermesi gerekir. Bunun da başlangıcı pişman olup şirk ve küfür derecesindeki büyük günahlardan imana dönmek, diğer büyük günahlardan ise tövbe-istiğfar edip yeniden günah işlememektir. Yüce Allah, şöyle buyurur: "Ufak tefek kusurları dışında günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden sakınanlara, Rabb’inin affı şüphesiz boldur.” (Necm suresi, 32. ayet.);
Takva sahiplerinin bir özelliği de, Allah’ı hatırlayıp günahlarından bağışlanma dilemek ve günahta ısrar etmemektir: “Rabb’inizin bağışına, genişliği gökler ile yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar (müttakîler, takva sahipleri) için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerdir. Allah, iyi davrananları sever.
Yine onlar, çirkin (günah) bir iş yaptıkları, yahut kendilerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile işlediklerinde (günahta) ısrar etmeyenlerdir.”
(Âl-i İmran suresi, 133-135. ayetler.)
.
www.ismailaga.com.tr/tovbe-nedir-nasil-olmalidir.html
Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünde
.
Bismillahirrahmanirrahim
Tövbe, rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk\’a yönelmek demektir.
İslâm\’da tövbe; birisi Allah, diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah\’a dönmek, yani O\’nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak suretiyle Allah\’a sığınarak O\’ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O\’na yalvarmak demektir.
Meselâ, bir kabahat, söz gelişi içki içmeyi sırf bedenine yapmış olduğu bir zarardan dolayı veya malına yahut da şerefine zararı dokunduğu için terk etmekte olduğu gibi, Allah rızası ve Allah korkusu düşünülmeyecek olursa, bu gerçek mânâda tövbe sayılmaz. Çünkü tövbe, yaptığı işin günah olduğunu, kusur veya kabahat olduğunu, suç işlediğini kabul etmekle başlar. İşte bu anlamda tövbe, bir ibadet olarak da sadece yüce Rabb\’imize tahsis edilmelidir.
Tövbe, günahla kirlenen ruhumuzu yıkamanın ve yeniden dirilişin ifadesidir, tövbe ruhu arındırmanın en güzel yollarından biridir.
Yapılacak tövbe samimi, gerçek olmalı, bir daha o günaha dönülmemelidir. Tövbe, dil işi değil; kalp işidir. Tövbe, vücudun bütün azalarının Cenab-ı Hakk’ın emrine dönmesi demektir. Sözü papağan da söyler, amma idrak etmeden söyler. Nitekim:
Eylesen tûtîyi ta’limi eder kelimât
Sözü insan olur amma, özü insan olmaz!
denilmiştir. Tûti, papağan demektir. Papağana konuşmayı öğretsen, sözü insan gibi olur, amma özü insan olmaz, kuştur yine. Papağandır, tabiatı neyse odur. Hâl değişmeli ki, tövbe makbul olsun. Kul hakkı varsa, mutlaka helâlleşmek gerekir. ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile1 ALLAH\’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve O’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde ALLAH sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından amellerinin nurları aydınlatıp gider de: Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin, derler.”2
Her mümin “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH\’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok merhamet edicidir.”3 müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, günah ve kusurlarından dolayı tevbe etmeli, ibadet ve dua ile Rabbine yakınlaşmalı, ümütlerini canlandırmalı, yeni bir ümit ve kararlılıkla geleceğe bakmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.
Bu âyet-i kerimede ALLAH\’ın rahmet ve muhabbetinin sonsuzluğu ifade edilmektedir. O\’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır, her insan bu ilâhî rahmetten istifade edebilir. Ancak şu hususa dikkat etmek gerekir ki “ALLAH\’ın rahmetinden ümit kesmeyin” demek, günah işlemeye devam edin, demek değildir. Bundan maksat, en günahkâr insanların bile tevbelerinin kabul edileceğini bildirmek, dolayısıyla bir an evvel kötülükten vazgeçip ALLAH’a dönmelerini teşvik etmektir. Çünkü tevbe kapısı daima açık. ALLAH Teâlâ Hazretleri kulun tevbe etmesini sever. Günahını itiraf etmesini sever. O’nun için tevbe kapısı açık. Tevbe ederse kurtulur kısacası.
Tevbe, sadece belli günahları işleyenlerin başvuracağı bir af kapısı değil, herkesin yapması gereken bir ibadettir. Çünkü tevbe, ruhumuzu arındırmanın en güzel yollarından biri ve yeniden dirilişin bir vasıtasıdır. Kur’an-ı Kerim, ameli ne olursa olsun istisna koymaksızın herkesi tevbeye davet etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“…. Ey mü’minler! Hep birden, bütün günahlarınızdan ALLAH’a tevbe ediniz ki, felaha, kurtuluşa eresiniz.”4
Ruhi olgunluğun doruğuna yükselmiş peygamberlerle beşer arasında bu bakımdan fark yoktur. Egar el-Müzenî (R.A.)den rivayete göre Sevgili Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Ben günde 100 kez tevbe-istiğfar ederim”5
buyururken bu gerçeğe işaret etmektedir.
dipnot
(1) Samimi bir “tevbe” diye tercüme edilen “tevbe-i nasûh” için birçok yorum yapılmıştır. Bunların ortak noktası şudur: “Nasûh”, nush kökündendir. Buna göre “tevbe-i nasûh”; tevbe edenin kendi nefsine nasihat dinletebilmesi, günahlarına son derece üzülmesi ve artık onlara dönmemeye karar vermesi demektir.
(2) Tahrim Sûresi:8
(3) Zümer Sûresi:53
(4) Nûr Sûresi:31
(5) Müslim, Zikr:41
Selam Ve Dua ile
.XXXXXXXXXXXX
TÖVBE-SÜNNETULLAH
TEVBE İLE İLGİLİ MESELELER
SAMİMİ BE GERÇEK TEVBE NEDİR VE NASILDIR
|
İbn Abbas (r.a):Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün (Tahrim'8) ayetini şöyle yorumlamıştır:
Samimi Tövbe;
-
Kalp ile pişmanlık duymak,dil ile istiğfar etmek,bedeni o günahtan alıkoymak,bir daha günaha dönmemeye kesin karar vermektir.
Resulüllah (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmaktadır:Diliyle istiğfar edip de günahı işlemeye devam eden kimse,Rabbi ile alay ediyor gibidir.
Rabiatül-Adeviyye'nin şöyle dediği anlatılır:Bizim tövbe ve istiğfarımız da birçok tövbe ve istiğfarı gerektirir.Çünkü bir kimse diliyle Allah'ın kendisini bağışlamasını dilediği halde günaha tekrar dönme niyetinde olursa bu tövbe sayılmaz.Zira bu yalancıların tövbesidir.
Gerçek Tövbe ;
-
Kişinin diliyle istiğfar edip,kalbiyle de bir daha kesinlikle o günaha dönmemeye karar vermesidir.Böyle yapan kimse büyük günah işlemiş olsa bile,Allah onu bağışlar.Çünkü Allah kullarına karşı çok merhametlidir.
Şöyle bir hikaye anlatılır;
İsrailoğulları döneminde bir abid vardı ve bu abid zamanın kralına çok övülmüştü.Bunun üzerine kral bunu çağırmış ve kendisine sohbet arkadaşı olmasını istemişti.Bu şekilde abidi kendine bağlamak istiyordu.Kralın bu teklifine karşılık abid şu cevabı verdi:
- *Ey kral! Güzel söylersin ama bir gün evine girdiğinde beni cariyelerinden biriyle oynaşırken bulsan ne yaparsın ?
*Bu sözlere öfkelenen kral şöyle dedi:
-
*Fasık seni! Benim hakkımda böyle düşünmeye nasıl olur da cesaret edersin?
*Abid şöyle cevap verdi:
-
*Benim öyle büyük bir Rabbim var ki,günde yüz kere günah işlediğimi görse bile;ne bana kızıyor,ne kapısından kovuyor,ne de rızkımdan beni mahrum bırakıyor.Nasıl olurda böyle birinin kapısından ayrılıp da daha kendisine karşı bir suç işlememişken bana öfkelenen birinin kapısında kul olurum. Hal böyleyken ona karşı suç işlersem ya halim nice olur diyerek kralın yanından çıkıp gitti.
Fakif diyor ki;
Günah iki türlüdür;
-
Allah ile kul arasındaki günah
-
*Kullarının birbirine karşı işlediği günahlar (suçlar)
.
TEVBE İLE İLGİLİ MESELELER
TEVBE EDENİN TEVBESİNİN KABUL OLDUĞU VE DİĞER MESELELER
|
Tabiinden birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
-
Günah işleyen bir kimse,tevbe etmesi haliden cennete girecektir.
İşte o zaman şeytan der ki;
-
Keşke bu günahı işlemesine sebep olmasaydım
Ebu Bekir el-Vasıti'nin şöyle dediği anlatılır;
Her konuda ölçülü davranmak güzeldir ama üç hususta acele etmek gerekir;
-
Vakti geldiğinde namazları kılmakta
-
Ölüyü defnetmekte
-
Günahlardan tevbe etme hususunda
Hikmet ehlinden bir zat şöyle diyor;
Bir Kimsenin Tevbesinin Kabül Olduğu Şu Dört Şeyle Bilinir;
-
Dilini boş sözlerden,gıybet ve yalandan koruması ile
-
Kalbinde hiç kimseye kin ve düşmanlık beslememesiyle
-
Kötülerle arkadaşlığı terk etmesiyle
-
Ölüme daimi hazırlıklı olması,geçmişte işlediği günahlardan pişmanlık duyup tevbe etmesi ve Rabbine ibadet için gayretli olmasıyla
Hikmet ehlinden birine sordular;
*Tövbe edenin tövbesinin kabül olduğunu gösteren bir işaret varmıdır ?
-
Cevaben dedi ki;
*Evet ! Tövbenin kabül olduğunu gösteren dört şey vardır.Bunlar
-
Kötü arkadaşlardan uzaklaşmak
-
Günahların her türlüsünü terk edip,ibadetlere yönelmek
-
Kalbinden dünya sevgisini tamamen atıp,ahiretin hüznünü sürekli kalbinde taşımak
-
Allah bütün insanların rızkını kendi üstlendiği için,rızık endişesini kalbinden çıkarıp,Allah'ın emirlerini yerine getirmeye çalışmak
Bu alametleri kendisinde bulunduran kişi,Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdendir;
'Şunu iyi bilin ki,Allah tövbe edenleri de sever,temizlenenleri de sever (Bakara'222)'
Bu özelliklere sahip olan birine karşı insanların şu dört şeyi yapmaları gerekir;
- Onu sevmeleri.Çünkü Allah o kimseyi sevmektedir.
-
Allah'ın onu tövbe üzerinde daim kılması için dua etmeleri
-
Geçmişte işlediği günahlar sebebiyle onu kınamamaları
-
Onunla oturup konuşmaları ve dini meseleleri tartışmaları.Aynı zamanda ona yardımcı olmaları
Bu kişiye Allah (c.c) dört türlü ikramda bulunur;
-
Allah onun günahlarını siler.Hiç günah işlememiş gibi olur
-
Allah onu sevdiği kullarının arasına katar
-
Şeytanın ona musallat olmasına izin vermez,onu şeytandan korur.
-
Ölüm anında onu korkudan emin kılar.Nitekim Allah (c.c) şöyle buyuruyor;
'Şüphesiz,Rabbimiz Allah'tır deyip,sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara;Korkmayın,üzülmeyin,size vadolunan cennetle sevinin derler (Fussilet'30)'
TEVBE İLE İLGİLİ MESELELER
NASUH TÖVBENİN ŞARTLARI NELERDİR ?
|
Tevbe-i Nasuh'un Dört Şartı Vardır;
1-)Günah yapmayı terk etmektir.Bu terk etmek,kalbinde kararlaştırmak ve bir daha o günaha dönmemeye ihlaslı bir şekilde azmetmektir.Eğer günahı terk eder fakat kalbinde o günaha dönme niyeti olursa,yahut bunu kasdetmez de fakat o günaha dönüp dönmeyeceğine tereddüt ederse,o kimse günahtan uzaklaşmış,fakat tevbe etmemiştir.
2-)Önceden geömiş böyle bir günahı sadır olmamış ise,tevbe etmeksizin bu günahtan kaçınmış olur.Sen görmez misin ki 'Peygamberimiz küfürden ittika ederdi' sözü doğru olmakla beraber 'O küfürden tövbe etti' söz doğru olmaz.Çünkü ondan (Peygamberimiz'den) hiçbir şekilde küfür sadır olmamıştır.'Hz Ömer İbn Hattab (r.a) küfürden tevbe ederdi' sözü ise doğrudur.Çünkü (İslamdan önce) Hz Ömer'den küfür sadır olmuştur
3-)Şahsın önce yapmış olduğu,fakat isteğiyle o günahın benzerini -şekil yönünden değil,derece yönünden- terk etmesidir.
Görmez misin ki,yaşlı ve ihtiyar birisi önceden zina yapmış ve yol kesmiş ve bundan da tevbe etmeyi istiyorsa,onun için kat'i olarak tevbe etme imkanı vardır.Zira henüz ondan tevbe kapısı kapanmamıştır.Fakat bu yaşlının isteğiyle zina ve yol kesiciliği fiilinden tevbesi ise mümkün değildir.Çünkü o ihtiyar artık bu haliyle bu fiilleri yapmaya muktedir olamaz.O halde isteğiyle bunları terk etmeye muktedir olmaz.
İhtiyar şahsın bunları isteğiyle terk ettiği ve bir daha yapmayacağı şeklinde vasfedilmesi doğru değildir.İhtiyar bunları yapmadan aciz ve kudretsizdir.Ancak ihtiyarın zina ve yol kesiciliğine benzeyen fiilleri (derece yönünden yalan,iftira,gıybet ve koğuculuk gibi şeyleri) yapmaya iktidarı vardır.Çünkü bunların hepsi isyandır.
Ancak fer'i günahların hepsi aynı seviyededir.Bunlar derece bakımından bid'atten aşağı,bid'at ise küfürden daha aşağı bir seviyededir.Bunun için onun zina ve yol kesicilikten ve bizzat yapmaktan aciz olduğu diğer geçmiş günahlardan tevbe etmesi sahih olur.
4-)Kulun,günahı isteği ile terk etmesi,Allah Teala'ya ta'zim,sadece gazab ve azabının eleminden sakınmak için olur.Yoksa dünyaya rağbetten,halktan korkmaktan,iyi isimle anılmaktan,rütbeden, nefsindeki za'fiyetten,fakirlik ve diğer şeylerden dolayı değildir.
İşte bunlar tevbenin şart ve rükünlerindendir.Bunları tahsil edip tamamladığın zaman o tevben hakiki ve sadık tevbedir
.
TEVBENİN MUADDİMESİ VE PİŞMANLIK TEVBE SAYILIR MI ?
|
Tevbenin Mukaddimesi Üçtür;
Birincisi=Günahın gayet çirkin olduğunu hatırlamaktır
İkincisi=Allah Teala'nın,takat getiremeyeceğin derecede şiddetli azab ve gazabını hatırlamaktır
Üçüncüsü=(Allah'ın şiddetli azabına karşı) zayıf ve kuvvetsiz olduğunu hatırlamaktır.Güneşin hararetine,polisin vurmasına ve karıncanın ısırmasına tahammül edemeyen kimse,cehennemin hararetine,zebanilerin demir kamçılarla vurmasına -gazabından Allah'a sığınırız- cehennemde ateşten halk edilen katır gibi akreplerin ve deve boynu gibi yılanların sokmasına nasıl tahammül edebilir?
Şu zikreilenlere devam eder ve (tekrar tekrar) gece gündüz ona müraat edersen,bunlar (üç hatırlatma) seni günahlarından tevbe-i nasuh ile tevbe etmeye götürür.Allah fazlıyla muvaffak edicidir..
PİŞMANLIK TEVBE SAYILIR MI ?
Eğer 'Peygamberimiz (s.a.v):Pişmanlık tevbedir dememiş midir? Sizin zikrettiğiniz şartları ve çetinleştirdiğiniz şeyleri halbuki o zikretmemiştir denilirse,cevaben şöyle denilir;
*Pişmanlık kulun kudretinde değildir.Görmez misin ki,pişmanlık bazı emirlerinden dolayı kulun kalbine girer.Halbuki kul kalbine bu pişmanlığı sokmak istemez.Fakat tevbe kulun kudretindedir ve onunla da emredilmiştir.
Sonra biz biliyoruz ki,kul günahları işlemekle halk arasındaki rütbesinin yahut (Allah yolunda) infak etmekle malının gideceğinden korkarak pişman olursa,şüphesiz bu pişmanlık tevbe değildir.Sen biliyorsun ki,zikredilen hadisde öyle bir mana vardır ki,onun zahirinden bu manayı anlayamazsın
Hadisdeki pişmanlığın manası,Allah'ın tazimden ve azabından korkmadan dolayıdır.İşte bu,insanı tevbe-i nasuha götürür.Bu durum ise tevbe edenlerin sıfatı ve hallerindendir.
Günahkar kul,tevbenin başlangıcındaki üş şartı hatırlayıp pişman olursa,bu pişmanlık isteği ile günahları terk etmeye götürür.Gelecekte de kalbinde pişmanlığı baki kalır.Bu pişmanlık kulu tazarru'ya sevk eder.Bu pişmanlık tevbenin sebeplerinden ve tevbe edenin sıfatlarından olunca,Hz Peygamber (s.a.v) bunu tevbe olarak isimlendirdi.Sen bunu iyice anla;inşallah muvaffak olursun.
Eğer sen 'İnsan için küçük veya büyük günaha kat'i olarak düşmemeye sabretmek nasıl mümkün olur?Mahlükatın en şereflileri oldukları halde peygamberlerin bile bu dereceye nail olup olmadıkları hakkında alimler ihtilaf etmişlerdir dersen;
Bil ki bu husus mümkündür,sonra kolaydır.Allah dilediğine merhamet eder.
Ayrıca günaha dönmemeyi kast etmek de tevbenin şartlarındandır.Eğer o günaha,hata ile ve unutarak düşerse Allah'ın fazlıyla bu affedilir.Allah'ın muvaffak ettiği kimse için bu durum kolaydır
Eğer sen 'Beni tevbeden men eden şey,tevbemde sabit olamayacağınmı ve tekrar o günahı işleyeceğimi bilmemdir.O zaman bunun faydası yoktur dersen....;
Bil ki bu,şeytanın hilelerindendir.Tevbe ettikten sonra o günaha dönmeden evvel ölmeyeceğini nereden biliyorsun ?
Günaha dönme korkusuna gelince..Senin için azim ve sadakat lazımdır.Allah Teala da onu fazlıyla tamamlar.Eğer bu maksadı tamamlarsa fazlındandır.Eğer tamamlamazsa,geçmiş günahların hepsi mağfiret edilir.Bunlardan temizlenir ve halas olursun.Şu anda (tevbeden sonra) yaptığın günahlardan başka üzerinde bir şey kalmaz.Bu da büyük kazanç ve büyük faydadır.Günaha tekrar dönme korkusu seni tevbeden menetmesin.Sen tevbede iki güzel şeyin arasındasın.Allah tevfik ve hidayet sahibidir.Bunlar ne büyük sözlerdir.
Tazarru=Kendini küçülterek yalvarıp yakarma
Muvaffak=Başarmış,becermiş,hedefine ulaşmış
TÖVBE NEDEN GEREKLİDİR VE NEDEN DOLAYI TEVBE ETMELİYİM
|
Ey ibadeti isteyen kimse! -Allah seni muvaffak etsin- iki sebepten dolayı tevbe etmen lazımdır;
Birincisi=İbadet işlemeye muvaffak olman içindir.Çünkü günahın kötülüğü hayır işlemeye mani olmakla rüsvalığı meydana getirir.Günah bağları Allah (c.c)'a ibadet ve kulluk yolunda yürümeden kulu men'eder.Çübkü günahların ağırlığı hayrata koşmaya ve ibadetten zevk almayı men'der.
Günahları işlemeye devam etmek,kalpleri karartır.Böylece sen kalpleri katı ve kararmış olarak bulunursun ki,artık o kalplerde ihlas,safiyet,lezzt ve halavet göremezsin
Eğer Allah merhamet etmezse (bu günahlar) işleyen kimseyi küfür ve sapıklığa götürür.
Acaba kötülük ve kalbi katılıkta olan bir kimse nasıl ibadete muvaffak olur? Günahta ısrar edip kötülüğe devame den nasıl hizmete davet edilir.Pislik ve necasetlerle pislenmiş birisi nasıl münacaata yaklaşabilir.
Doğru söyleyen ve vahiy ile de doğruluğu tasdik edilmiş olan Resulüllah'dan (s.a.v) gelen bir haberde şöyle buyurulmuştur;'Kul yalan söylediği zaman yalanla beraber ağzından çıkan kokudan dolayı (yanında bulunan) iki melek (Kiramen Katibin) ondan uzaklaşır.
Bu lisan Allah'ı zikretmeye nasıl uygun olur? Gerçekten,günahta ısrar eden kimse ibadete muvaffak olamaz.Azaları bile Allah Teala'ya ibadete koşmaz.Şayet ibadet yaparsa -güçlükle yaptığından- ondan halvet ve sofilik yoktur.Bunların hepsi günahın kötülüğünden ve tevbeyi terk etmeden doalyıdır
Şu sözü söyleyen ne kadar doğru söylemiştir:Eğer geceleri ibadet edip gündüzleri oruç tutamıyorsan,bil ki sen bağlısın.Seni hataların bağlamıştır.Bunlar ne büyük sözlerdir.
İkincisi=İbadetin kabul olması için tevbe lazıdmır.Çünkü borç sahibi hediyeyi kabul etmez.İşte bu(nun lüzumu) günahlardan tevbe etmek ve hasımları razı etmek farzdır ve lazımdır.(Yapmayı) kasdettiğin diğer ibadetlerin hepsi nafieldir.Üzerinde ödemediğin nakdi borcun olduğu halde bağışın nasıl kabul edilir? Mahzurlu ve haram işlere devam ettiği halde,onun için helal ve mubah olan şeyleri nasıl terke dersin? Ve nasıl ondan (borç sahibinden) kurtulabilirsin? -Allah'a sığınırız- O sana kızdığı halde sen onu çağırıp ve medh ediyorsun.İşte şu durum Allah tEala'ya günah işleme de devam edenlerin acı halidir.
.
TEVBE AKABESİNİN ZORLUĞU VE KALB KARARMASININ ALAMETLERİ
|
Sonra,şüphesiz bu akabenin çetin,işinin mühim ve tehlikesinin çok büyük olduğunu bil.İlmiyle amel edip ilminde sabit olan üstadımız Ebu İshak el- İsferani'den bize şöyle dediği ulaşmıştır;
*Otuz sene Allah'a tevbe ettim.Ta ki beni tevbe-i nasuh ile rızıklandırsın.Sonra kendi kendime taaccüb ettim ve 'Sübhanallak,(bu benim) ihtiyacım' dedim.(İsteğimi yerine getirmesi için) otuz sene Allah'a dua ettim;fakat şu ana kadar isteğim yerine getirilmedi.
Rüyamda gördüm ki,güya birisi bana şöyle dedi;
*Bundan (isteğinin yerine getirilmemesinden) taaccüb mü ediyorsun? Allah'tan neyi istediğini biliyor musun?
Allah Teala senden kendisini sevmeni istiyor.Allah'ın (c.c) şu sözünü işitmedin mi?
Allah hem çok tevbe edenleri sever,hem çok temizlenenleris ever (Bakara'222)
Bu (muhabbet) kolay bir istek midir? Şu imamlara ve onların,kalplerindeki ıslah etmede ve ahiretleri için yaptıkları hazırlıklarındaki ihtimam ve devama bak! Tevbenin te'hirinden korkulan zarar,günahın evvelinin kalbi karartması,sonunun da -Allah'a sığınırız- çirkin ve azgınlık olmasıdır.İblis'in ve Bel'am bin Maura'nun durumlarının unutma.Çünkü bunların durumlarının başlangıcı günah,sonu küfürdür.Ebedi helak olanlarla beraber onlar helak oldular
Uyanık bulunman ve çalışman lazım -Allah merhamet etsin! İhtimal ki günahta ısrar eden amarlarını kalbinden çıkarasın ve boynunu bu günahlardan halas edesin-Kalb kararmasının günahlardan gelmediğine emin olma.halini düşün.Salih kullardan bazısı şöyle demiştir:Kalb kararması günahlardandır.
KALB KARARMASININ ALAMETLERİ
Kalb kararmasının alameti,günah işlemede bir korku,itaat için kıymet,vaaz için te'sir,günahlardan hiçbir şeyi hakir görmemendir.
Tevbe ettiğini zannedersin! Halbu ki günahta da ısrar ediyorsun! Kehmes bin Hasan'dan bize şöyle dediği ulaşmıştır;
'Bir günah işledim ki,kırk seneden beri ona ağlıyorum'
Ona 'Ey Eba Abdillah,o (günah) nedir? denilince;Allah için beni bir dostum ziyaret etti.Ben ona balık aldım ve onu yedi.Sonra komşuun duvarından bir parça çamur aldım,onunla (dostum) elini yıkadı dedi.
(Şu kıssasyı) gönlüne nakşet ve nefsini hesaba çek.Tevbeye koş ona çalış.Çünkü ecel gizlidir,dünya aldatıcıdır.Nefisle şeytan iki düşmandır
Allah Teala'ya kalb ve lisanla tazarru ve niyazda bulun ve babamız Adem'i (a.s) Allah'ın bizzat yaratıp ona ruhundan nefhettiğini ve onu meleklerin omzunda cennetine koyduğunu hatırla ki,o (Hz Adem) ancak bir tek günah işlemişti.Bu günahla ineceği yere indi.
Hatta rivayet edilir ki;Allah Teala ona:Ya Adem,ben sana nasıl bir komşuydum dedi.
Adem (a.s):Ne güzel komşu,yarabbi dedi
Allah:Ey Adem,çık benim civarımdan.Keramet tacını da çıkar başından.Zira bana isyan eden benimle komşu olamaz buyurdu.
Rivayet edilir ki;Günahına iki yüz sene ağladı da Allah tevbesini kabul etti ve bir tek günahını affetti.
İşte nebisi ve safisi ile bir tek günahtan hali böyle olursa,ya sayılmayacak kadar günahları olanların hali nasıl olur?
Şu durum tevbe edenin zahiri ve batıni yalvarışıdır.Ya yoldan çıkmış olanın hali nasıldır?
Tevbe eden kimse nefsinden korkuyor.Tevbe etmeyenin halini nasıl görürsün? diyen şair ne güzel demiştir.
Eğer tevbe eder,sonra tevbeni bozarak ikinci kez günaha dönersen,çabukça yine tevbeye dön ve nefsine 'Umulur ki bu sefer şu günaha tekrar dönmeden evvel ölürüm' de.Yine üçüncü ve dördüncü kez olan da böyledir.
Nitekim günah işlemeyi ve tekrar ona dönmeyi san'at haline getirdiğin gibi,tevbeyi ve tevbeye dönmeyi de san'at haline getir.Günah işleme de acizlik göstermediğin gibi,tevbe etmede de acizlik gösterme.
Ümitsizliğe düşme.Bu sebepten dolayı (tevbeni bozduğun için) şeytan seni tevbeden alıkoymasın. Çünkü tevbe hayra delalettir. Peygamberim'in şu sözünü işitmedin mi?
Sizin hayırlınız,günahı çok olduğu halde çok tevbe edeninizdir.(Yani,günaha çok müptela olmuş ve o günahından pişmanlık duyarak çok tevbe edip Allah'a dönen kimse,demektir)
Allah Teala'nın şu sözünü de hatırla;
Kim bir kötülük yapar,yahut nesine zulmeder de sonra Allah'dan mağfiret isterse,o Allah'ı çok bağışlayıcı ,çok esirgeyici bulur (Nisa'110)
GÜNAHLARIN KISIMLARI NELERDİR VE GÜNAHLAR KAÇ KISIMDIR
|
Bil ki günahlar umumiyetle üç kısımdır;
Birincisi=Namaz,oruç,zekat,keffaret vs gibi üzerinde olan Allah'ın farzlarını terk etmektir.İmkanın olduğu kadar bunları kaza etmen lazımdır
İkincisi=İçki içmek,çalgı aletleri çalmak,faiz yemek vs gibi seninle Allah Teala arasında olan günahlardır.Bundan pişman olur ve ebediyen bu gibi günahlara dönmemeyi kalbine yerleştirirsin.
Üçüncüsü=Seninle kullar arasında olan günahtır.İşte en müşkil ve en çetini de budur.
Bunun bir kaç kısmı vardır.Malda,nefisde,ırzda,zarar ve ziyan vermesi haram olan şeylerde ve din hakkında olur.
Malda yaptığın günahda,imkanın olduğu nisbette onu sahibine vermen üzerine lazımdır.Eğer yokluktan veya fakirlikten bunu yapmaya muktedir olamazsan,ondan helallik al.Adamın yokluğundan veya ölümünden dolayı bunu da yapaamzsan,onun (hak sahibi) için sadaka verme imkanın varsa onu yap.Eğer bunu da yapmaya imkanın yoksa çokça iyilik yap.Gizli ve aşikarede Allah'a niyazda bulun ki,üzerinde hakkı olan kimseyi kıyamet günü senden razı etsin.
Nefisde (öldürme ve iftira gibi) ilgili günaha gelince; (Bizatihi) veya varislerinden kısasa (veya hadde) imkan vermeli ki,senden kısas yapılsın,yahut af edilsin.Eğer bundan aciz olursan,Allah Teala'ya dön ve ahirette onu senden razı etmesi için niyazda bulun.
Irz hakkında günah ise,eğer onu gıybet etmişsen,yahut ona bühtan etmiş ya da sövmüşsen,sana lazım olan şey,bvbu günahlara hedef olan kimsenin huzurunda (bunları itiraf ederek) nefsini yalanlaman ve ondan helallik almandır.Şayet bu hareketinle buğzu ziyadeleştirip fitneyi uyandıracağından ve bunu yenileyeceğinden korkmazsan.Eğer bundan korkarsan yine (yapacağın iş),Allah'a dönüp o şahsı senden razı etmesini dilemen ve yaptığı günah mukabilinde o şahsa çok hayır vermesini istemendir.(Eğer böyle yapmazsan) onun için istiğfar dilemelisin.
Hürmetle ilgili günahlara gelince;Birisinin ailesi,çocuğu vs. gibileri hakkında işlenilen bu günah için helallik alman ve onu aşikareye vurmak doğru değildir.Çünkü bunu yapmak fitne ve düşmanlığı doğurur.Ancak bundan dolayı Allah'a (o kulu kendisinden razı etmesi için) niyazda bulunmalı ve işlediği günah karşılığında onun için çok hayır yapmalıdır.Eğer fitnenin uyanmasından emin olursa -ki bu da nadirdir- ondan (hak sahibinden) helallik alırsın.
Küfür,bid'at,yahut sapıklık gibi din hakkında işlenen günahlar ise en çetin işlerdendir.Eğer imkanın varsa bu günahları işlediğin kimsenin huzurunda kendni yalanlaman ve ondan helallik alman lazımdır. Eğer bunu yapmazsan çok ciddi bir pişmanlık içerisinde Allah Teala'ya niyazda bulun ki, onu (hak sahibini) senden razı etsin.
Velhasıl,üzerinde hakkı olan muhasımlarını razı edecek imkanın varsa bunu yaparsın,yoksa;Allah Teala'ya yalvarış,niyaz ve sadaka ile rücu eder,onu senden razı etmesini dilersin.Kıyamet günü bu razı etme işi Allah'ın dilemesindedir.Ümid,büyük fazileti ve umumi insanıyla ondandır.O,kulun kalbindeki sadakati bildi mi,kendi lütfu ve fazlıyla düşmanlarını razı eder.Burada hüküm yoktur.
Bil ki (kulun haklarını eda etmede) doğru ve isabetli olan budur.Sen vasfettiğimiz şeylerle amel edip,gelecekte bu günahların mislini tercih etmeden kalbini temizledin mi,günahların hepsinden çıkmış olursun.Kalbini bunlardan temizleyip (ibadetlerden) fevt ettiğin şeyleri kaza etmeyip üzerinde hakkı olan muhasımalrını razı etmedi isen,kul haklarını ödemen lazımdır.Diğerleri ise (Allah'ın izniyle) mağfiret edilmiştir.
Şu bahsi anlatmak uzuncadır.Bu muhtasar risalede buna imkan yoktur.Önce İhyau Ulumi'd-Din'in 'Kitabü'd-Tevbe,ikinci olarak Kitabü'l-Kurbeti İlallah,üçüncü olarak da Kitabü'l-;Ğayeti'l-Gusva bahislerine bak.Orada zikrettiğimiz şeyler,mutlaka lazım olan esaslardır.Tevfik Allah'tandır
.
İNSANLARA İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜKTEN NEHYETMEK
|
"Yemin ederim zamana.İnsanlar hüsranda.Ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, Bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler (1)"."O halde öğütün fayda vereceği ümidiyle sen nasihat et! Allah'a saygı duyacak olan, nasihatı düşünüp ders alır.Ama pek bedbaht olan ise ondan kaçınır (2)"."Bununla beraber yine de hatırlatıp öğüt ver! Zira gerçeği hatırlatıp nasihatta bulunma, inananlara ve inanacaklara fayda verir (3)".Ey uyudukları halde uyuduklarının farkında olmayın uyanıklar:"Allah tarafından gelecek ve geri çevrilmesi mümkün olmayacak olan gün gelmeden önce Rabbinizin çağrısını kabul edip O'na dönün. Yoksa o gün ne sığınacak bir delik bulabilirsiniz, ne de yaptıklarınızı inkâra bir çare! (4)".
"Kendilerine verilen öğütleri ve uyarıları kulak ardı edip onları bir tarafa bırakınca, içlerinden kötülükleri önlemeye çalışanları kurtarıp o zalimleri fâsıklıkları yüzünden şiddetli bir azaba uğrattık. Şöyle ki: Onlar serkeşlik edip yasakları çiğnemekte ısrar edince onlara: "Hor ve hakir maymunlar haline gelin!" diye emrettik(5)"
İyiliği emredip kötülükten nehyetme görevini ifa etmezseniz eğer;bunun yanında kötülüğü işleyenin yanında kötülüğü kötülük olarak bildiği halde bu kötülüğe ses çıkarmayanlarda kötülerle beraber helak olur.İşte bu beyanda;
"Ömer b. Abdülaziz diyor ki;
Allah (c.c) bazılarının işlediği günahlar sebebiyle bütün insanları cezalandırmaz,fakat günahlar açıkça işlenir de diğer insanlar buna engel olmazlarsa bütün hepsi cezalandırılmayı hak eder.
Allah (c.c) Yuşa b. Nun'a (a.s) şunu vahyetti;
Senin kavminin hayırlılarından kırk bin,şerlilerinden de altmış bin kişiyi helak edeceğim
Yuşa (a.s) dedi ki: Ya Rabbi! Şerlileri helak etmeni anladık ta hayırlıları helak etmenin sebebi nedir?
Allah (c.c) şöyle buyurdu:Çünkü onlar benim kızdığım kimselere kızmıyorlar;onlarla birlikte yiyip içmekte bir sakınca görmüyorlardı (6)"
Nitekim bu beyanda "Resulüllah (a.s.v) buyuruyor ki;Canımı elinde tutan Allah'a and olsun ki,siz ya kesin olarak iyiliği emreder ve kötülükten men edersiniz,günah işleyenlerin elini günahtan çektirirsiniz ve onları ısrarla Hakk'a davet edersiniz yahut Allah (c.c) kalplerinizi birbirine benzetir veya onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder (7)" ve bir başka rivayet de ise "Canımı elinde tutan Allah'a and olsun ki ya iyiliği emreder ve kötülükten nehyedersin ya da yakın zamanda Allah (c.c) size katından bir ceza gönderir de O'na (c.c) dua ettiğiniz halde kabul olunmaz (8)"
Hani siz diyecek olursanız eğer ki;ben söylesem de yapacak söylemesem de yapacak yine bildiğini okuyacak yada diyeceksiniz ki her koyun kendi bacağından asılır.İşte bunların hiçbiri geçerli bir mazeret değildir.Nitekim bu beyanda yüce Allah buyuruyor ki:"Hani onlardan bir cemaat: "Allah'ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?" demişti. O salih kişiler de: "Rabbinize mazeret arzedebilmek için! Bir de ne bilirsiniz, olur ki Allah'a karşı gelmekten nihayet sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz" diye cevap verdiler (9)" ve sen "Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme (10)"
Nitekim bu beyanda Resulüllah (s.a.v):Sizden kim bir münker (şeriata muhalif bir şey) görürse onu eliyle değiştirsin.Ona gücü yetmezse diliyle değiştirsin.Ona da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin.Bu ise imanın en zayıf halidir buyurmaktadır.
Yine Resulüllah (s.a.v) kötülüğü gördüğü halde bu kötülüğe engel olmayanlara istinaden 'Bir millet günahlar işler de onlar arasında daha güçlü ve kuvvetli birileri olduğu halde onları değiştirmezlerse,Allah (c.c) mutlaka hepsini kuşatacak azap gönderir' buyurmaktadır.
Ancak kötülüğe engel olamayacağını bildiğin ve bir etkisinin olmayacağını anladığın ve bunun yanı sıra birde hayati tehlike gibi bir durum söz konusu ise bu durumda Resulüllah (s.a.v) diyor ki:'Değiştirmeye gücünün yetmeyeceği kötü bir şey görürseniz,Allah (c.c) onu değiştirinceye kadar sabırlı olun'.
Yine aynı şekilde bu konuda İbnü'l-Cevzi diyor ki:"Kabul emaresi görmediğin kişiye nasihat eyleme ki sana düşman olmasın (11)"
"İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak işini kötülükten arınmış kimseler yapar diyecek olursak,o zaman emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münker işi zora sokulur.İyiliği emretmek,kötülüğü önlemek işi söner,yapan kimse kalmaz.Çünkü insan gizli ve açık günahtan geri kalmaz (12)".Nitekim bu konuda İbn Kesir'in dediği gibi:Zira kişinin bilmediği şeyde susması vacip olduğu gibi,bildiği şeyde konuşması da vaciptir.
Ancak bu görevi yaparken insanları elinden tutup çekmek yerine,ayağından tutup sürükleyecek olursan bu fayda yerine zarar verecektir. Dostluk yerine düşmanlık,iyilik yerine kötülük yapmış olacaksın.
Bu beyanda da Ebu Derda (r.a) diyor ki:Bir kimse kardeşine açıktan öğüdü verirse onu küçük düşürmüş ve ayıplamış olur.Kim de gizli öğüt verirse onu ağırlamış olur.
Bu beyanda "Resulüllah (s.a.v):Hata gizli olunca sadece sahibine zarar verir.Açıktan işlenir ve düzeltilmezse herkese zarar verir.Bu hatayı gören insanların düzeltmemeleri,reddetmemeleri ve susmaları sebebiyle herkese zararı olur.Susup uymadıkları zaman emir,vebal herkese şamil olur.O kişiyi yaptığı hatadan nasihat edip vazgeçirmedikleri sürece iyiler de kötüler de onun yaptığına ortak olur (13)"
Resulüllah (s.a.v):Siz iyilik yapmazsanız bile insanlara iyiliği emrediniz, kendiniz vazgeçmeseniz bile insanları kötülükten vazgeçirmeye çalışınız.İşte bu noktada Hz ali (r.a) buyuruyor ki:İlim iki çeşittir etkileyen ve duyulan.Etkileyen olmazsa duyulanın yararı olmaz
"(Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu. İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır (14)"
O zaman "Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önleyen bir topluluk bulunsun. İşte selâmet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır (15)"
.
TEVBE İLE İLGİLİ MESELELER
ALLAH'IN RAHMETİNDEN ÜMİDİNİZİ KESMEYİN
|
Ey aziz ve değerli mü'min kardeşlerim;Yüce Allah Kitabı Kur'an-ı Kerim'de mealen :"Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah'ındır. O, dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur) (1)".Ancak bir başka ayet-i celilede ise:"O halde sizi dünya aldatmasın ve çok hilekâr şeytan da sizi Allah ile aldatmasın, Allah'ın affına güvendirmesin! (2)".O zaman siz size bildirildiği üzere "Allah tarafından gelecek ve geri çevrilmesi mümkün olmayacak olan gün gelmeden önce Rabbinizin çağrısını kabul edip O'na dönün. Yoksa o gün ne sığınacak bir delik bulabilirsiniz, ne de yaptıklarınızı inkâra bir çare! (3)" buyurmaktadır.
İbn Kesir bu ayet-i celilenin tefsirini yaparken şu şekilde bir izahta bulunmaktadır:"Allah'ın azabı 'onlara anısın gelecek ve farkında bile olmayacaklar (Şuara'202).Hemen ardından 'Acaba bize mühlet verilir mi derler (Şuara'203)'.Azabı görecekleri vakit kendi kanaatlerine göre Allah'a itaat olan amellerde bulunmak üzere kendilerine azıcık bir mühlet verilmesini temenni edeceklerdir.Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:'Sen insanları kendilerine o azabın geleceği gün ile korkut.(O gün) zalimler şöyle diyecekler: Rabbimiz bizi yakın bir süreye kadar geciktir de senin çağrını kabul edelim,peygamberlere uyalım.Halbuki daha önce siz kendiniz için hiçbir zeval yoktur diye yemin etmemiş miydiniz? (İbrahim'44)'. Çünkü her zalim, günahkar ve kafir cezasını göreceği vakit ileri derecede pişman olacaktır.İşte Kelimullah Musa (a.s)'ın: 'Rabbimiz,gerçekten sen Firavun'a ve ileri gelenlerine dünya hayatında bir ziynet ve mallar verdin.Rabbimiz senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz mallarını yok et,kalplerini mühürle.Çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe iman etmeyeceklerdir.Buyurdu ki:İkinizin duası da kabul olundu (Yunus'88-89)' sözleri ile Firavun'a beddua edince yaptığı bu beddua Firavun'da etkisini gösterdi ve o can yakıcı azabı görünceye kadar da iman etmedi.'Nihayet boğulacağı anda şöyle dedi:İsrailoğullarının iman ettikleri ilahtan başka bir ilah olmadığına inandım.Bende Müslümanlardanım.Şimdi mi ? Halbu ki sen bundan önce isyan etmiş ve fesatçılardan olmuştun (Yunus'90-91)'.Yine yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:'Onlar bizim azabımızı gördüklerinde:Bir olarak Allah'a inandık,ona eş tutmakta olduğumuz şeyleri de inkar ettik dediler ama bizim azabımızı gördüklerinde imanları onlara fayda vermedi (Mü'min'84-85)' (4)"
İnsansın,şaşarsın,beşersin,hataya gaflete düşersin,günah işlersin ve her ne kadar işlememen gerekse de;asıl olan işlediğin günahta ısrarcı olmaman ve diretmemendir.Nitekim mealen yüce Allah "O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah'ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler. Zaten günahları Allah'tan başka kim affeder ki? Bir de onlar, bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler (5)" şeklinde buyurmakta ve konuya da net bir şekilde açıklık getirmektedir.
O zaman ey günahlara bezenmiş,günah defteri günahlarla dolmuş,yaratılış gayesini unutmuş,hayatı sadece yemeden,içmeden, yatmadan,kalkmadan ibaret sanmış olup da geçmişini gaflet içerisinde geçirdikten sonra pişman olup da bir çıkar yol arayanlar "Ey iman edenler! Samimî ve kesin bir dönüşle Allah'a tövbe ediniz! Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nûru, önlerinden ve sağ taraflarından sür'atle ilerler. Şöyle derler onlar: "Ey Kerim Rabbimiz! Nûrumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin! (6)" ve sizin gibi sizin için dua eden "Arşı taşıyan, bir de onun çevresinde bulunan melekler devamlı olarak Rab'lerini zikir ve O'na hamd ederler. O'na gerçekten inanır ve müminler için şöylece af dileyip dua ederler: "Ey Ulu Rabbimiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır! O halde tövbe edenleri ve Senin yoluna tâbi olanları, affet ve onları cehennem azabından koru! (7)" şeklinde dua etmekte ve affolunmanız için istiğfarda ve yalvarışta bulunmaktadırlar.
"Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de, sonra tövbe etmeyenler var ya (8)","Size azap farkına varmadığınız yerden ansızın gelip çatmadan önce, Rabbiniz tarafından size gönderilen hükümlerin en güzeline tâbi olun (9)" ve "Rabbinize dönün ve O'na teslim olun, O'na itaat edin. Yoksa yardım göremezsiniz (10)".
Yoksa "Ne zaman ki can boğaza gelir, işte o zaman can çekişenin yanındakiler,Bunu iyileştiren, kurtaran yok mu?" der (11)" ama ne fayda artık;gözdeki pere kalkmış,hakikatleri ve melekleri görmüş,bununla beraber kendisi içinde artık tövbe kapısı kapanmıştır.
Nitekim İslam alimlerinden Ebu talib el-Mekki bu konuda hakkında da şöyle buyurmaktadır:"Tevbe kapısı, güneşin batışından doğuşuna kadar herkes için açıktır.Can çıkmadıkça ve ölüm meleği ile karşılaşmadıkça her kulun tövbesi kabul edilebilir.Can çıkma noktasına gelip,melekler göründüğünde artık tövbe kapısı kapatılır ve kul olduğu hal üzere ölür (12)"
ve
"Ölümün gelişi,ölüm meleğinin görünmesiyle kesinleşir.ruh,bedenden tamamen çıktığında,kalp ile gözler arasındaki an kalır ki,bu an hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur:'Melekleri gördükleri gün,işte o gün suçlulara müjde yoktur (13)'.Allah Teala,şu buyruğu ile kullarını o gün hakkında korkutmuştur:'Meleklerin kendilerine gelmelerinden başka bir şey mi bekliyorlar (14)' (15)"
O zaman siz can boğaza dayanmadan önce "Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır) (16)"
.
TEVBE İLE İLGİLİ MESELELER
ALLAH'IN RAHMETİNDEN MAĞFİRETİNDEN ÜMİT KESMEYİN
|
Her ne kadar olmaması gerekse de önceki bölümde belirtildiği üzere beşeriyetin icabı günaha ve nefsin arzu ve isteklerini gerçekleştirmeye meyillisin.Kaldı ki bu yaban atı misaline benzer.Kimisi o atı terbiye edip öyle kullanmaya başlar ki bu sefer bunun faydasını görür ve ondan lehine olmak sureti ile faydalanır;kimis ide vardır ki at attır deyip eğitmeden,alıştırmadan,terbiye etmeden ona binmeye onu kullanmaya çalışır ki bu seferde bu kişinin yaptığı şeyde aleyhine olacaktır ve o at muhtemelen o kişiyi ya öldürecektir yada komaya sokup hastanelik edecektir.Gerçi bu misal dünyalıktır ve her ne sonuç olursa olsun ölümle sona erecektir. Ama nefis öyle bir şeydir ki eğitmezsen ,terbiye etmezsen eğer bu seni ebedi bir cezaya ,elem verici bir azaba yani cehenneme sürükleyecektir.Ancak nefsini terbiye edersen eğer ki terbiye ettiğin kadar edebildiğin kadar da olsa;belki hataya düşeceksindir ama düştüğün hatanın farkına varıp hemen kendini toparlayacak ve sırat-i müstakim'e yani doğru yola yöneleceksin ve nefsini terbiye edersen eğer Allah'ın izni ile bu cihad seni cennete ulaştıracaktır.Ama dediklerimiz nerde yapılanlar yada yaptıklarımız nerde;
Ne bekliyoruz işlemiş olduğumuz günahlardan tevbe etmek,Allah'a yönelmek,Allah'a kul köle olmak için.Yoksa "Onlar imana gelmek için ne bekliyorlar? Meleklerin inmesini mi? Rabbinin imha eden azabının veya Rabbinin kıyamet alâmetlerinden birinin gelmesini mi? Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günkü imanı asla fayda vermez. De ki: "Bekleyin, biz de beklemekteyiz (1)"
Evet birçok konuda kimimizin az kimimizin çok günahı vardır.Kadını erkeği bu konuda fark etmez. Yüce Allah kadınlar için:"Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve günahtan korumalarını söyle! Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler. Zinet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçileri veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları dışında kimseye göstermesinler. Saklı zinetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz toptan Allah'a tövbe ediniz ki felaha eresiniz! (2)" şeklinde erkeklere istinaden ise "Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle! Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır (3)" şeklinde buyurmaktadır.Bu sadece iki misaldir.Allah ve Resulünün emrettiği ve nehyettiği bütün emirler için geçerlidir
Evet artık olan olmuş,biten bitmiştir ve işlemiş olduğunuz günahların telafisi sadece ve sadece Allah'a tevbe etmek,Allah'a sığınmak ve O'ndan rahmet ve mağfiret dilemektir.Nitekim bu beyanda Yüce Allah "Kim kötülük eder veya günah işleyerek nefsine zulmeder de sonra Allah'tan af dilerse, Allah'ı gafur ve rahim (affı ve merhameti bol) bulur (4)" şeklinde buyurmakta ve kendi rahmetinden ve mağfiretinden ümit kesilmemesini bildirmekte ve o günah işleyeni işlemeyeni herkesi kendine çağırmaktadır.
Evet insanlar bir çok konuda tevbe edecem ama yapamamaktan;tekrar aynı günaha dönmekten ve işlemekten,kapandıktan sonra tekrar açılmaktan ve kapanırsam da sürdürememekten,namaza başlayacam ama bırakmaktan korkuyorum vs vs bunları çoğaltabiliyorsunuz. Bunların hepsi ama hepsi geleceğe dair bilinmeyen mevzulardır.Evet sen samimi bir niyet ile tevbe ettiysen eğer gelecek ne getirir,ne götürür,ne gösterir onu bilemezsin.Sana düşen şuan ki durum neyse bulunduğun durum için samimi bir şekilde tevbe etmendir.
Ki neden böyle düşünüyorsun diye soracak olursan eğer;
Evet belki tevbe etmiş olduğu günaha sonradan istemeden de olsa isteyerek de olsa yönelme ve girme ihtimalin vardır.Çünkü şeytan seni hiçbir zaman rahat bırakmaz ve "....nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevkeder (5)" ama nefisten ve nefsini dürtükleyecek ortama girmeden önce eğer ölüm gelirse eğer bu sefer Allah'ın huzuruna tevbe etmiş bir kul olarak çıkacaksın ancak daha sonra tekrar bu günaha girecem diyerekten tevbe etmeden ölecek olursan bu seferde Allah'ın huzuruna günah defteri kabarık bir şekilde ve tevbe etmemiş bir şekilde duracaksın ki bundan da Allah cümlemizi muhafaza eylesin.Sana düşen bulunduğun anı değerlendirip ona göre hareket etmek ve bir an önce Allah'a tevbe etmektir.Çünkü yüce Allah "Günahları işledikten sonra, arkasından tövbe edip iman edenler için ise Rabbin elbette gafur ve rahîmdir (affı ve merhameti boldur) (6)" buyurmaktadır
.
TÖVBE İLE İLGİLİ MESELELER
ALLAH'A TÖVBE EDİN AMA TÖVBE EDERİM DİYEREKTEN GÜNAHA DA GİRMEYİN
|
"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'ın hakkıdır (1)"."Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de, sonra tövbe etmeyenler var ya, İşte onlara cehennem azabı var, yangın azabı var! (2)"."Ancak şu var ki dönüş yapıp iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur) (3)"
Tevbe etmeyi gururlarına yediremeyip,yaptıklarından ve işlediği günahlardan dolayı pişmanlık duymayıp da sadece şuan yaşadığımız an vardır ve öldükten sonra bir hayat yoktur,ölümle her şey bitiyor diyenlere yüce Allah yine en güzel cevabı Kur'an-ı Kerim'de şu şekil de vermiştir:"De ki: "Dünyayı gezin dolaşın, sonra da peygamberlere "yalancı" diyenlerin âkıbetlerinin nice olduğunu bir düşünü (4)". "Ancak tövbe eden, iman edip makbul ve güzel işler yapanlar cennete girecekler ve asla haksızlığa uğramayacaklardır (5)" ve yine aynı şekilde "..inkârdan dönüş yapıp iman eden, güzel ve makbul işler yapan kimseler felah bulanlardan olmayı umabilirler (6)"
Her beşer gibi sende hata yapabilirsin ve yapmışsındır da,günaha girebilirsin girmişsindir de.Hiçbir beşer dört dörtlük değil.Önemli olan hatayı başka bir hatayla telafi etmek değil,hata sonucu oluşan günahın affı için Allah yalvarmak,dua ve niyazda bulunmak.Şunu unutma ki:"Rabbin, cahillik sebebiyle fenalık yapan, peşinden tövbe edip halini ve işini düzeltenleri bağışlar. Rabbin, onların bu hallerinden sonra elbette gafur ve rahîm olduğunu gösterir (7)"
Elbette günah işlemek nefse tatlı ve cazip gelir.İnsan kendini nefsine kaptırdın mı Allah korusun o gaflet uykusundan uyanamadın mı yada birisi uyandırmadı mı;yüzme bilmeyen birisinin sandalla denize açılarak denizin ortasında yüzmek için denize atlamasına benzer.Bu kişinin sonu nasıl olursa, kendini nefsine kaptıran kişinin sonu da aynı olur.Günah işlemek peşindir ve günah işlerken işlediğin günah kadar amel defterine o günah yazılır ama Allah Teala her ne kadar kulunun tevbe etmesini istese de ettiğin tevbede ne kadar samimisin ne kadar ihlas dolusun orası meçhul olduğu için tevbenin kabul olup olmadığını bilmiyorsun.O zaman sana düşen en güzeli o günaha hiç girmemek,yönelmemek.En azından bunun için nefsinle cihat edip savaşmalısın.
Nitekim Hz Ali (r.a) bu konuda şöyle buyurmaktadır:Günahı terk etmek,tövbeyi istemekten daha kolaydır
Yine aynı şekilde Hz Ali (r.a) bağışlanmanın altı şartı olduğunu söylemiş ve şu şekilde belirtmiştir;
-
Geçen için pişmanlık,
-
Ona ebediyen dönmeyi terk etmek üzere azim
-
Allah'la pürüzsüz,üzerinde sorumluluk olmadan karşılaşıncaya kadar yaratılmışlarla haklarını vermen
-
Kaybettiğin üzerindeki her farzın hakkını ödemeyi amaçlaman.
-
Haramla elde edilmiş mal üzerine yeşeren eti,deriyi kemiğe yapıştırıncaya ve kemikle deri arasında yeni et ortaya çıkıncaya kadar hüzünlerle eritmeyi amaçlaman
-
Vucüda masiyetin tatlılığını tattırdığın gibi itaatin acısını tattırman.O zaman Allah'tan bağışlanma dilersin
Nitekim Abdülkadir Geylani Hz tevbe hakkında da şöyle buyurmaktadır:Vazgeç bu yalancı davadan. Bu iş yalan,dolanla,yapmacık davranışlarla,münafıklıkla ve kuru kuruya istemekle olmaz.Tevbe et ve tevbende sebat kıl.Önemli olan tevbe etmek değil,tevbede sebatlı olmaktır.Önemli olan fidan ekmek değil,o fidanın kök salması,dallanıp, budaklanması,meyve vermesidir
.
TEVBE İLE İLGİLİ MESELELER
NEDEN VE NASIL TEVBE ETMELİYİM
|
İlim adamları nasuh tövbeyi şu şekilde tanımlamaktadırlar:"Kişinin hali hazırda günahtan vazgeçmesi, geçmişte yaptıklarına pişman olması,gelecekte de onu yapmamayı kararlaştırmasıdır. Eğer bu günahında bir insanın hakkı söz konusu ise,ona da uygun bir şekilde hak sahibine vermesi ile olur (1)"
Yüce Allah mealen şöyle buyurmaktadır:"Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim (2)".Şüphesiz ki Allah'ın affı sonsuzdur ve "De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz (3)" şeklinde buyurmaktadır ve başka bir ayet-i celile de ise yüce Allah "Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman onlara: "Selam sizlere!" de! Rabbiniz merhameti kendi Zatına temel ilke edinmiştir. Sizden kim bilmeyerek bir günah işler de sonra ardından tövbe eder ve halini düzeltirse Onun da gafur ve rahîm (çok affedici ve merhametli) olduğunu bilmelidir (4)" buyurarak kullarını kendi rahmetinden ve mağfiretinden ümit kesmemelerini ve tevbe etmeyerek gafil davranmamaları konusunda kullarını ihtar etmektedir.Ancak yüce Allah'ın rahmetini sınırlamak asla söz konusu değildir ancak bu ayet-i celile de bilmeyerek günah işler de ardından tevbe ederse buyruğu;bile bile günah işleyip de sonrasında tevbe ederim diyerekten gafil davranmak çok yanlıştır.Dediğimiz gibi Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez ancak bile bile günah işleyip de günah işledikten sonra tevbe ederimde Allah beni affeder diyerek vur patlasın çal oynasın yaşamakta yanlış bir harekettir.Nitekim yüce Allah bir ayet-i celile de "O halde sizi dünya aldatmasın ve çok hilekâr şeytan da sizi Allah ile aldatmasın, Allah'ın affına güvendirmesin! (5)" buyurmaktadır.
Evet Allah'ın rahmeti,affı ve mağfireti sonsuz olduğu gibi Rahmeti azabını geçmiştir.Ancak bunun yanı sıra affı ve rahmetinin yanı sıra bir o kadar da elem verici bir azabı vardır.Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah'a ait olup, Allah'ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi! (6)".O zaman "Ey iman edenler! Allah'ın azabına mâruz kalmaktan korunun. Herkes yarın âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin. Allah'ın azabına dûçar olmaktan korunun. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır (7)"
Nitekim yüce "Rabbiniz ruhlarınızdaki duyguları pek iyi bilir. Eğer siz iyi kimseler iseniz şunu bilin ki Allah kötülüklerden (özellikle anne ve babasına yaptığı kötü muamelelerden), tövbe edenlere karşı, günahları çok affedicidir (8)" buyurmaktadır.
İslam büyüklerinden Fudayl diyor ki:Günahları terk etmeden tövbe etmek,yalancıların tövbesidir ve yine aynı şekilde zatın birisi:"Yaptığı günahtan pişmanlık duymadan istiğfar edenler,bilmeden Allah ile alay edenler gibidir" demektedir.
O günah işleyenler,amel defteri günahlarla dolanlar ve işlediği günahlardan ve suçlardan dolayı Allah Teala'dan tövbe etmeye utananlar ,işlediği günahlarının ve suçlarının bağışlanmayacağını zannedenler ve yine aynı şekilde bu işlediği günahlar ve suçlar yüzünden vicdanen rahatsız hissedenler "Bilmediler mi ki: ancak Allah, kullarının tövbelerini kabul eder, zekât ve bağışlarını alır. Tevvab ve rahîm (tövbeleri kabul buyuran ve pek merhametli) olan da ancak Allah'tır (9)" ve yine "Ancak onlardan tövbe edip hallerini düzelten ve gerçekleri açıklayanlara gelince: Ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira tövbeleri kabul eden, çok merhametli olan Ben'im (10)" şeklinde buyurmaktadır.
Evet tövbe etmelisin,buna mecbursun.Eğer Allah'a itaat etmek istiyorsan ,Allah'a sadık bir kul olup O'nun rızasını gözeterek emrettiklerini yerine getirip yasaklarından uzak durmak istiyorsan ve bunu yaparken de bir ferahlık ve rahatlık hissetmek istiyorsan eğer tevbe etmelisin.Çünkü tevbe etmediğin zaman ne olur biliyor musun;Bunun ceza ve günah boyutunun yanı sıra üstte saydığımız hasletleri yerine getirmen çok zor olacaktır.Çünkü tevbe etmeden ve tevbeye yönelmeden Allah'a yönelmeye kalkışacak olursan eğer;o işlemiş olduğun günahların ağırlığı ve vebali seni inadetten, ibadete yönelmekten,hayırdan hayra yönelmekten alıkoyacaktır yada çok zorlayacaktır.İşte hem dünyan için hem ahiretin için,hem dünyevi hem uhrevi huzurun için tevbe etmelisin.
Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde : Kim istiğfara devam ederse Allah (c.c) onun her sıkıntısına ferahlık,her darlığına genişlik verir ve onu ummadığı yerden rızıklandırır ve bir başka hadis-i şeriflerinde ise "Şüphesiz yüce Allah gündüzün günah işleyen kimse tevbe etsin diye geceleyin elini uzatır.Geceleyin günah işleyen kimse de tevbe etsin diye gündüzün elini uzatır buyurmaktadır.
Unutmayın ki;"Muhakkak ki ben tevbe eden,iman eden ve salih amel işleyip,hidayete üzere olana da çok çok mağfiret ediciyim (Ta'ha'82)'.Yani bana tevbe eden herkesin -günahı ne olursa olsun- tevbesini kabul ederim.Öyle ki,yüce Allah İsrailoğulları arasında buzağıya tapanların tevbesini dahil kabul etmiştir (12)"
Sizin tevbe etmeniz sonucunda ettiğiniz tevbe karşılığı Allah Teala'nın ne bir faydası olur ne bir zararı olur.Ne gücünde,ne kuvvetinde ne kudretinde bir artma ne de tüm bunlara bir eksilme olur.-Sübhanallah- Allah Teala tüm bu eksikliklerden münezzehtir.Ancak Allah Teala kulunun kendisine yönelmesinden sevinir ve bundan memnuniyet duyar.Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Allah Resulü (s.a.v):"Andolsun ki Allah'ın kendisine tövbe nasip ettiği zaman kulunun tövbesi sebebiyle sevinmesi;geniş,düz bir arazide sizden herhangi birinize ait ve üzerinde yiyeceği ve içeceği bulunan bineğinin elinden kurtulması veya kaybolması,sonra da ondan ,onu bulmadan ümidini kesmesi sebebiyle bir ağaca varıp gölgesinde bineğini bulmaktan ümidini kesmiş halde uyuması,o bu halde iken devesinin yanıbaşında ayakta durduğunu görüp,derhal onu yularından yakaladıktan sonra aşırı bir sevinçle:Allah'ım,sen benim kulumsun,ben senin Rabbinim -aşırı sevincinden şaşırdığı için- diyen bir adamın sevincinden daha fazladır (13)" şeklinde buyurmaktadır.
Son söz olarak diyeceğimiz şudur ki;
Seleften bir zat:Allah'a karşı gelen cahildir demiş ve 'Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince,şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra,Rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir (14)' ayetini okumuştur.
.
TEVBE İLE İLGİLİ MESELELER
İSTİĞFARIN ÜSTÜNLÜĞÜ
|
Yüce Allah buyuruyor ki;
Onlar günah işledikleri veya kendilerine zulmettikleri zaman Allah'ı anarak günahlarının bağışlanmasını dilerler (Al'i İmran süresi'135)
Yüce Allah buyuruyor ki;
Kim kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse,Allah'ın mağfiret ve merhamet sahibi olduğunu görür.(Nisa'110)
Yüce Allah buyuruyor ki;
Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan bağışlanma dile.Şüphesiz ki , O tevbeleri kabul edendir (Nasr Süresi'3)
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;
Tevbe ve istiğfara devam eden kimseye Yüce Allah her sıkıntıdan kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir,ummadığı yerden kendisini rızıklandırır.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;
Yatağına girerken üç kere ; "Estağfirullahel azimel la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh" diyen kimsenin günahları deniz köpükleri veya Temim bölgesinin kumları yahut ağaç yapraklarının sayısı ya da dünyanın günleri kadar çok olsa da yine Yüce Allah onun günahlarını bağışlar.
Sevgili Peygamberimiz şöyle istiğfar ederdi;
Allah'ım ufak tefek kusurlarımı,cahilce hareketlerimi,yersiz harcamalarımı ve Sence malum , bence meçhul kalan nice bilmeyerek işlemiş olduğum kötülükleri bağışla.Bilerek veya bilmeyerek ciddi veya şaka yollu işlediğim günahları affet.Allah'ım gerek eskiden işlemiş olduğum,gerek ileride işleyeceğim gizli-açık tüm kusurlarımı bağışla.Benden rahmetini esirgeme.Çünkü Sen işlenmiş ve işlenecek bütün kötülükleri tüm incelikleriyle bilensin.Üstelik sınırsız gücünle her şeye kadirsin.
Sevgili Peygamberimiz ,Hz Aişe'ye şöyle buyurdu;
Eğer bir günaha yaklaştınsa (bir günah işledinse),Allah'a tevbe et ve bağışlanma dile.Günahtan tevbe etmek,pişmanlık duymak ve bağışlanma dilemektir.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;
Kim olursa olsun bir günah işlediği zaman güzelce temizlenip abdest alır,iki rekat namaz kılar ve tevbe ederse;Yüce Allah onu bağışlar
Sonra şu ayeti sözüne delil getirdi:Onlar kötü bir şey yaptıkların da veya nefislerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar. (A'li İmran süresi'135)
Büyüklerden biri diyor ki;
Kul nimet ile günah arasında bulunmaktadır.Bir taraftan kendisine bol nimetler verilirken,öte yandan Allah'ın emirlerine uymaz,Kula yakışan nimet için hamd,günah için de tevbe etmektir.
Fudayl diyor ki;
Günahları terk etmeden tevbe etmek,yalancıların tevbesidir.
Büyüklerden biri diyor ki;
Yaptığı günahtan pişmanlık duymadan istiğfar edenler,bilmeden Allah ile alay edenler gibidir.
.
Evet "Şu kesindir ki Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez. Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile olsa, onu kat kat artırır ve ayrıca Kendi tarafından büyük bir mükâfat verir (1)".Ancak şurası da bir gerçektir ki "...insanlar kendi kendilerine zulmederler (2)".
Ve şunu unutmayın ki "Kim makbul ve güzel işler yaparsa kendi lehine, kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir (3)" ve Rabbin başka bir ayet-i celile de şöyle buyuruyor:"Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız (4)"
Evet Allah Teala belirtildiği üzere kulun sakınacağı ve uzak duracağı büyük günahlardan dolayı Allah Teala kulunun küçük günahlarını affetmektedir.Ancak Allah affedecek yada affetmiştir diyerekten bir günahı ısrarla işlemeye devam etmek büyük günahlardan sayılacağı belirtilmiş ve yine bir başka hadis-i şeriflerinde ise Peygamberimiz (s.a.v):kılınan namaz küçük günahlara kefarettir buyurmaktadır. Gerçi Allah Teala küçüğünü de büyüğünü de affeder,O'nu O'ndan başkası bilemez ancak bunun içinde samimi ve ihlas içinde bir tövbe gereklidir ki geçmiş bölümlerde bu konu üzerinde durmuştuk.
Peki madem Allah Teala büyük günahlardan sakınırsanız eğer küçük günahlarınızı affederim diyor nedir bu büyük günahlar;
-
Allah'a şirk koşmak
-
Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmemek
-
Allah'ın haram saydığını haram,helal saydığını helal kabul etmemek
-
Anne-babaya asi ve isyankar olmak
-
Sihir -büyü- yapmak-yaptırmak ve bu iş için aracı olmak
-
Adam öldürmek
-
Yetim malı yemek
-
Yetim malı yemek
-
Zina yapmak
-
İnsanların arasına fitne-fesat sokarak koğuculuk yapmak,laf taşımak
-
Belki de kafirlerden bile kötü bir suç olan münafıklık vasfına sahip olmak.Dini konularda kafirin içi de-dışıda aynıdır-.Ancak münafığın dışı başka içi başkadır.Yani hadis-i şerifte de belirtildiği üzere:Koyun postuna bürünmüş kurt misali
-
Ona gidip başka,sana gelip başka demek suretiyle iki kişiyi birbirine geçmek sureti ile;ancak görünüşte dostmuş gibi görünen iki yüzlülük yapmak.
-
Savaşta ordudan kaçmak
-
Mü'min ve iffetli bir kadına zina isnadında bulunup iftira atmak
-
İnsanların dedikodularını yapmak yani gıybet
-
Yalancı şahitlikte bulunmak
-
İslam dini ile müşerref olmuşken bilerek ve isteyerek,herhangi bir zorlama olmaksızın dininden dönmek
-
Faiz Yemek
-
Dünyanın şatafatlı süsüne aldanıp;faniyi bakiden yan;dünyayı ahiretten üstün tutmak
-
Vakit namazını geçirecek kadar cünüp gezmek
-
Hadis-i şerifte belirtildiği üzere erkeklerin ipek elbise giymesi haramdır.İpek elbise giymek
-
Bayanlarında Allah'ın emretmiş olduğu şekilde örtünmeyip,mahremi olan kişilerden başkasına haram olan yerlerini göstermek ve bunları gösterecek kıyafetler giymek.
-
Zaruri sebepler hariç domuz eti yemek
-
Şifa vardır savsatasıyla kendini avutup içki içmek,alkol kullanmak.Kaldı ki şu son dönemlerde bira böbrek taşını düşürüyormuş gibisinden bir saçmalık dolaşıyor.Oysa bir hadis-i şeriflerde Allah Resulü (s.a.v):Allah Teala haram kıldığı şeye şifa koymamıştır buyruğu yerine;yani Peygamberin sözünü değil doktorun sözünü dinliyorlar.Doktoru -haşa- peygamberden üstün tutuyorlar.
-
Peygamberimize ve diğer peygamberlere,ehl-i beytine,ashabına,sahabeye dil uzatıp iftira atmak,kötü konuşmak,küfür etmek
-
Dini mukaddeslere küfür,hakaret ve çirkin şekilde konuşmak,ithamda bulunmak
-
Ölmüş hayvan eti yemek
-
İnsanları aldatmak,kandırmak,zafiyetlerinden nemalanmak,lehine faydalanmaya çalışmak
-
Başkasının ırzına,canına,malına saldırıda bulunup zarar vermek
-
Kendisine ait olmayan bir şeye el uzatmak .Yani hırsızlık yapmak
-
Yalan söylemek;
-
Emanete riayet etmemek
-
Verdiği sözde durmamak.Nitekim bu 31-32-33 maddeler ile ilgili peygamberimiz (s.a.v) Münafığın alameti üçtür demiş ve bunları saymıştır.
-
İki kız kardeşi aynı anda nikah altında bulundurmakNitekim Allah Teala bunu yasaklamıştır.
-
Eşlerin birbirini ya da bir tarafın gizli dost tutmak sureti ile aldatması
-
Allah'ın rahmetinden ümit kesmek ki Allah Teala:Allah'ın rahmetinden ancak kafirler ümit keser buyurmuştur.
-
Eşi başta olmak üzere;eşinin ve diğerlerinin anasına bacısına vb küfür etmek.Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v): Öyle bir zaman gelecek ki kişi kendi anasına babasına sövecektir deyince yanındakiler:Kişi kendi annesine söver mi deyince Rahmet Peygamberi:O başkalarının anasına söver,başkaları da onun anasına söver buyurmuştur.
-
Eşcinsel ilişkiye girmek yani erkek-erkeğe ilişkiye girmek
-
Eşi -karısı- helal olsa da eşiyle anal ilişkiye girmek haramdır,günahtır ve yasaklanmıştır.
-
Eşi adetli,lohusa veya kendisiyle ilişkiye girmesine dinen ve fiziken bir engel olduğu halde ilişkiye girmek yada bunun için eşini zorlamak
-
Canlı bir varlığı ateşe atmak veya ateşle cezalandırmak ki ateşle cezalandırmak ancak Allah'a mahsustur
-
Rüşvet almak,rüşvet vermek ve bu ikisi arasında aracı olmak
-
Allah'ın emaneten verdiği cana kastedip intihar etmek veya zarar vermek
-
Peygamberlerden birisini kabul edip birisini reddetmek.Kaldı ki misalen 10 tane peygambere inanıp da bir tanesine inanmayacak olsan küfre düşersin,dinden uzaklaşırsın.
-
Allah'ın azabından emin olmak
-
Kürtaj yaptırmak
-
Erkeğin evinin ihtiyaçlarını karşılamaması ve geçimini temin etmemesi
Bunlar daha pek çoktur.Ancak şunu düşünmek lazım;
İşlediğin günahın yada kusurun büyüklüğüne yada küçüklüğüne değil kime karşı işlediğine bakarsan eğer o günahın büyüğünden de küçüğünden de elinden geldiği kadar sakınırsın,sakınmaya uğraşırsın
Her ne kadar yukarıda sayılan ve daha sayamadığımız diğer günahlara düşülmüş ve işlenmiş olsa da Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez buyruğuna istinaden;
Hatayı hatayla telafi etmek daha büyük bir hata doğuracağı içindir ki;Bir an önce samimi bir şekilde tövbe edip Allah'a yönelmek,salih ameller işleyip Allah'a karşı kulluk bilinci ve şuuru içinde olmak ve bu kaide ile hareket etmek
Nitekim yüce Allah buyuruyor ki;
"O iyiler, ufak kusur ve günahlardan olmasa da, büyük günahlardan, aşikâr hayasızlıklardan kaçınırlar. Senin Rabbinin mağfireti boldur. O sizi topraktan yaratırken ve siz annelerinizin karınlarında döl halinde iken mayanızın ne olduğunu gayet iyi bilir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın, övünüp durmayın. Çünkü kimin Allah'ı daha çok sayıp O'na karşı gelmekten sakındığını O pek iyi bilmektedir (5)"
ve bir başka ayet-i celile de;
"De ki: "Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır) (6)"
.
ALLAH'IN AFFI VE MAĞFİRETİ SONSUZDUR,
O ZAMAN ONUN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEYİN
|
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:Allah'ın yüz rahmeti vardır.Bunlardan bir tek rahmetini cinler, insanlar ve hayvanlar arasında taksim etti.İşte o bir tek rahmet sebebiyle (bütün mahlüklar) birbirlerine şefkat ederler.Yine onunla birbirlerine merhamet ederler.Ondan doksan dokuz rahmeti de geri bırakmıştır.Kıyamet gününde onunla da kullarına merhamet edecektir.
Resulüllah (s.a.v):Esir alınmış kadınlardan birisinin küçük bir çocuğunu alıp göğsüne yapıştırıp,ona süt verdiğini görünce şöyle buyurdu:Sizce bu kadın çocuğunu -bu işe gücü yettiği halde- ateşe atar mı? buyurdu.Yanında bulunanlar hayır deyince Allah Resulü:Allah'a yemin ederim ki Allah bu annenin çocuğuna olandan daha çok kullarına merhametlidir.
"Bildirildiğine göre çok sıcak bir yaz günü,küçük bir çocuk çarşıdaki dükkanlardan birinin önüne çıkmış,avazı çıktığı kadar bağırarak müşteri çağırıyor,mal satmaya çalışıyordu.Kalabalık arasından çıkan bir kadın çocuğu görerek ona doğru koştu,göğsünü çocuğa yapıştırdığı gibi kendisini yere attı,böylece yavruyu yakıcı güneş sıcağından korumak gayesi ile vücudu ile üzerine gölge yapmaya çalışıyordu.Bu arada bir yandan da 'yavrucuğum,yavurucuğum' diyerek onu okşuyordu.Herkes işini gücünü bırakmış onları seyrediyor ve bir yandan da ağlıyordu.Bu sırada Peygamberimiz çıkageldi, kalabalığın yanında durdu,olup bitenler kendisine anlatılınca halkta beliren acıma duygusu hoşuna gitti.Onları müjdelemek üzere kendilerine bu kadının oğluna karşı duyduğu merhamet sizi şaşırttı mı? diye sordu.Herkes evet ya Resulüllah diye cevap verince Peygamberimiz şöyle buyurdu:Ulu Allah size karşı bu ananın oğluna karşı olduğundan daha merhametlidir.Bu cevabı duyan müslümanlar eşsiz bir sevinç ve tarifsiz bir neşe içinde oradan ayrıldılar (1)"
"Kim herhangi bir günahtan tevbe ederse,onu defalarca yapmış olsa dahi Allah tevbesini kabul buyurur.O yüzden Yüce Allah 'De ki Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar buyurmuştur. Yani,Allah onları kendisine tevbe etmeleri şartıyla bağışlar.Böyle olmasaydı şirk de bu günahlar kapsamına girerdi. Bu ise mümkün değildir.Çünkü Allah (c.c) burdaki şirki bağışlamayacağına,onun dışındaki her şeyi ise dilediği kimse için bağışlayacağına hükmetmiştir.Yani,Allah dilediği kimseyi de tevbe etmese bile bağışlar (2)"
"Yer kendine ait bir sarsıntı ile sarsıldığında (Zilzal'1) ayeti nazil olunca Ebu Bekir es-Sıddık (r.a) turuyordu.Ayet nazil olunca Ebu Bekir de ağladı.Resulüllah (s.a.v) ona:Neden ağlıyorsun ey Ebu Bekir deyince,bu süreden dolayı ağlıyorum dedi.Resulüllah (s.a.v) ona şöyle dedi:Eğer siz küçük günahlar işleyip,Allah'da günahlarınızı bağışlıyor olmasaydı,şüphesiz Allah küçük büyük günah işleyip,kendilerine günahlarını bağışlayacağı başka bir ümmet yaratırdı (3)"
"Resulüllah (s.a.v):Allah (c.c) şöyle buyurur:Ey ademoğlu! Sen benden istedikçe ve bana ümit besledikçe,işlediklerine (kusur ve günahlarına) aldırış etmeksizin ve onlara rağmen seni bağışlarım.Bana hiç bir şeyi ortak koşmadıkça,bana dünya dolusu hatayla gelsen bende sana dünya dolusu mağfiretle gelirim.Günahlar işlesen ve onlar göğün dört bir tarafını kaplasa,sonra da benden bağışlanma dilesen,yine de seni bağışlarım (4)"
"Resulüllah (s.a.v)Nefsim elinde olana yemin ederim ki günahlarınız gökle yer arasını dolduracak kadar günah işleseniz sonra da yüce Allah'tan mağfiret dilerseniz şüphesiz günahlarınızı bağışlar. Muhammed 'in nefsi elinde olana yemin ederim ki eğer günah işlemeyecek olursanız,aziz ve celil olan Allah günah işleyen sonra Allah'tan mağfiret dileyen bir kavim getirecektir.Allah da onların günahlarını bağışlayacaktır (5)"
"Resulüllah (s.a.v):Allah (c.c) Ey Kulum! bana kulluk etmemişken bir de benden ümitlendin.Ben kusurlarına rağmen seni bağışlıyorum.Ey kulum! Sen benim huzuruma yer dolusu günahla ve bana hiçbir şeyi ortak koşmadan karşılaşırsan,ben de seni yer dolusu bağışlamayla karşılarım (6)"
"Resulüllah (s.a.v):Amel defterleri (yani onlarda yazılı günahlar) Allah katında üç çeşittir.Biri Allah'ın önemsemeyeceği defter.Diğeri Allah'ın hepsinin hesabını göreceği defter,diğeri de Allah'ın sahibini bağışlamayacağı deftedir.Allah'ın bağışlamayacağı defter Allah'a ortak koşmaktır.Yüce Allah 'Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz (Nisa^48)' buyurmuştur..Yine 'Her kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah cenneti ona haram kılar (Maide'72)' buyurmuştur.Allah'ın hiç önemsemeyeceği defter kulun tutmadığı bir oruç veya terk ettiği bir namaz gibi kendisi ile Rabbi arasında olan günahların bulunduğu defterdir.Allah (c.c) dilerse bunları bağışlar ve affeder.Allah'ın hiçbirinibırakmaksızın hepsinin hesabını göreceği divan ise kulların birbirlerine zulmetmeleridir..Bunlarda kaçınılmaz olarak kısas vardır (7)"
"Şunu bilin ki muhakkak Allah,ölümünden sonra yeri diriltir,akıl edersiniz diye ayetleri size açıkladık (Hadid'17).Bu buyrukta şanı yüce olan Allah'ın katılaşmalarından sonra kalpleri yumuşatacağına, şaşkınlığından sonra şaşkınları hidayete ileteceğine,darlık ve sıkıntıdan sonra ızdırapları açıp gidereceğine bir işaret vardır.Nitekim o hareketsiz,kurumuş,ölü torağı,hayat verici yağmurla canlandırır.Aynı şekilde katı kalpleri de Kur'an'ın delil ve belgeleri ile hidayete iletir,önceleri hiçbir şeyin ulaşmadığı kilitli kutuları andıran o kalplere nuru ulaştırır.Dalaletten sonra dilediği kimseleri hidayete ileten,kemale erdikten sonra ise yine dilediğini saptıran,dilediğini yapan,bütün yaptıklarını adaletle hükmedip yapan,Latif,Habir,Kebir ve Müteal olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim (8)"
"Resulüllah (s.a.v)'in şöyle anlattığı rivayet olunmuştur:İsrailoğullarından iki adam vardı.Bunlardan biri çok ibadet eden bir abid,diğeri de nefsine zulmeden bir asiydi.Bunlar aralarında kardeşlik bağı kurmuşlardı.Çok ibadete den kişi arkadaşını günahkar biri olarak görür ve 'Ey adam,günah işlemeyi bırak' der,o da 'Beni Rabbimle baş başa bırak.Sen bana bekçi olarak mı gönderildin?' derdi.Nihayet bir gün onu çok büyük olduğuna inandığı bir günahı işlerken görünce 'Yazıklar olsun sana.Bırak şu günahları' dedi.O da yine 'Beni Rabbimle baş başa bırak.Sen bana bekçi mi gönderildin?' dedi.Abid, 'Allah'a yemin olsun ki,Allahs eni bağışlamayacak veya seni ebediyyen cennete koymayacak' dedi.Nihayet Allah (c.c) huzurunda toplandılar.Allah (c.c) günahkara:Git ve rahmetimle cennete gir dedi.Diğerine ise 'Sen beni biliyor muydun? Kendim yetkili olduğum şeylerde senin hiçbir şey yapma gücün var mıydı? Bunu alıp cehenneme götürün' dedi. Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki:Ebu Kasım'ın (benim) canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki,adamın dünya ve ahiretini mahveden şey söylediği tek bir sözdü (9)"
"Resulüllah (s.a.v):Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz.İnsanlar onu gördüklerinde yeryüzündekiler iman ederler.'O gün önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz (En'am'158)' ayetinin tahakkuk edeceği gündür (10)"
"Resulüllah (s.a.v):Cehennem ehli -aralarında kıble ehlinden Allah'ın dilediği kimseler de bulunduğu halde toplanacakları vakit kafirler Müslümanlara:Siz Müslüman değilmiydiniz diyecekler.Onlar;evet öyleydik diyecekler.Kafirler:O halde İslam'ın size faydası olmamış,siz de bizimle birlikte ateştesiniz diyecekler.Müslümanlar:Bizim birtakım günahlarımız vardı,o günahlarımız sebebiyle burada tutulduk diyecekler.Yüce Allah onların konuşmalarını bildiği halde;kıble ehlinden cehennem ateşinde bulunanlar hakkında emir verecek ve onlar da hemen çıkartılacaklardır.Cehennemde geri kalan kafirler ise:Keşke bizde müslüman olsaymışız,onların çıkarıldıkları gibi biz de çıkartılmış olacaktık diyeceklerdir (11)"
.
TÖVBE İLE İLGİLİ BAZI MESELELER 1.KISIM
|
"Allah'ım...!!! Habibinin havuzundan içmeyi bize de nasip et ve bizleri onun topluluğunda haşret. Dünya fitnelerinden beni koruyarak Senin sevdiğin ve hoşnut olduğun şeyleri yapmaya muvaffak et.Halimi düzelt. Tevhid kelimesi üzerine dünya ve ahirette beni sabit kıl.Kusurlu da olsam beni saptırma.Her türlü noksan sıfatlardan Seni tenzih ederim. (İbrahim b.Edhem'in duası).
Yüce Allah buyuruyor ki;
"De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (1)".
Allah'ın rahmetinden ve mağfiretinden hiçbir suretle ümidimizi kesemeyiz. Nitekim O'nun rahmeti ve mağfiretinin ne başlangıcı vardır nede bir sonu vardır.Ne kadar günahkar olursan ol,ne kadar hata işlemiş olsan da,bir çirkef bataklığında boğuluyor olsan da Allah'ın rahmetinden ümidini kesemezsin Nitekim Allah-u Teala:"Ancak zalimler ve kafirler Allah'tan ümidini keserler" buyurmaktadır
Hak Teala diyor ki;
Kulum,benden ümidini kesme,benim affımdan benim mağfiretimden yoksun kalma.Ne kadar bana isyan derecesine varacak işler yapmış olsan da yüzünü bana dön.Şüphesiz ki "Allah gafurdur, rahimdir. (günahları çok affeder, merhamet ve ihsanı boldur) (2)". Nitekim şeytan der ki bu kadar günahla Allah seni bağışlamaz,seni affetmez,sen cehenneme gideceksin gibi vesveselerle seni ümitsizliğe düşürür.Ancak bu ümitsizliğe düşürücü vesveseleri sana sunarken sen bunları sorgusuz sualsiz yiyecek olursan eğer doğrudur sonun elem verici bir azaptır. Ancak Hak Teala kullarına diyor ki; "Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.(3)".Böyle bir vesvese ve kışkırtma karşısında şeytana verilecek cevap,pisliği pislikle temizleyemezsin .Pisliği temizlemek için su kullanmalısın.Mü'minin suyu da tövbedir.
Burada tövbenin geçerli kılınacağı hususu ise "durumunu düzeltenler" kaydına bağlamıştır.Yoksa bazı kimselerin yaptığı gibi dilinden Müslüman olup da,içinden ve icraatleriyle Müslümanlıkla alakası olmayanlar değil.Durumunu düzeltenler derken acaba kastedilen şey nedir diye soracak olursanız: Namazdır,oruçtur,zekattır, sadakadır, hacdır ,güzel ahlaktır, anaya-babaya şeriata aykırı olmadığı sürece itaat etmektir, çoluk,çocuğuna eşine güzel muamele, geçimleri için mücadele gösterme ve çabalama,helal olana yönelip haramdan sakınma,emr-i maruıf-nehy-i münker vs vs.
Dildeki söz kalbe tesir etmiyorsa ve bu tesir de kalbin askerlerine yani el,ayak,göz,dil vs diğer uzuvlara yansımıyorsa bu tövbenin bir geçerliliği söz konusu değildir.Tabi ki en doğrusunu ancak Allah bilir.
Yüce Allah buyuruyor ki;
"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca Ben şimdi tevbe ettim diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır (4)" ayetiyle acaba anlatılmak istenen mana nedir diye bir soru ile karşılık verecek olursanız,buna cevaben diyebiliriz ki;
"Hayattan ümit kesildiği ve ölümle karşı karşıya gelindiği an,yapılan tövbe ve iman ettim sözü de geçerli değildir. Sözgelimi,hayatı boyunca Allah'a yönelip işlediği günahlardan dolayı tövbe etmemiş;ancak hayattan ümidini tamamen kestiği ve ölümle pençeleştiği bir anda,tövbe etmiş bir kimsenin tövbesi artık makbul değildir.Mesela Firavun denizde boğulurken:"Ben,İsrailoğullarının iman ettiğinden başka ilah olmadığına iman ettim,ben de Müslümanlardanım (Yunus Süresi'90)".Firavun'un bu yalvarışına Allah-u Teala'nın cevabı:"Şimdi mi? Halbu ki sen bundan önce bozgunculardan idin...(Yunus Süresi'91)".Hayatı boyunca inkar üzere yaşayıp iman etmeğe yanaşmayan bir inkarcının veya ilim ve imandan sonra inkar edip kafir olarak ölmüş bir kimsenin hesap gününde iman ettiğini söylemesi de bir anlam ifade etmeyecektir (5)"
Bu kadar günaha rağmen,hataya rağmen,ama bilerek ama bilmeyerek Allah'a isyana karşı bu vurdumduymazlığımız, bu umursamazlığımız nedir ? Hiç oturup da günahların için düşündün mü? Günahların için bir hesap yaptın mı? Günahlarına karşılık, günahlarının kefaretini ne şekilde ödeyeceğini hiç düşündün mü?Yoksa sana namaz kılmak,oruç tutmak ve diğer ibadetleri yapmak zor geliyor da,cehennem ateşine sabretmek kolay mı geliyor? Bir parmağını feda etmekten korkanken bütün bedenini ateşe atmak seni korkutmuyor mu?Bu kadar mı acizsin, bu kadar mı kolay bu imtihan ve kendini bu kadar sorumsuzluğuna rağmen başıboş mu sanıyorsun?.Yoksa bu karakterde ki kişiler için "Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler? (6)" ki bu kadar rahatça hareket ediyorlar da ölümü, sonrasını hesabı,cenneti cehennemi düşünmüyorlar.
.
TÖVBE İLE İLGİLİ BAZI MESELELER 2.KISIM
CEHENNEMDE YANAR YANAR ÇIKARIM DİYENLERDEN MİSİN?
|
"Ey yüce ve ulu Allah'ım...!!!Ya Bari,ya Rahim,ya Aziz,ya Cebbar.Ey her tarafı ile göklerin kendisini tesbih ettiği Allah'ım.Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.Ey bütün dalgaları ile denizlerin kendisini tesbih ettiği Allah'ım.Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.Ey kendi dilleri ile balıkların kendisini tesbih ettikleri Allah'ım.Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.Ey köküyle,gövdesiyle dalları ve meyveleriyle ağaçların kendisini tesbih ettiği Allah'ım. Seni noksanlıklardan tenzih ederim....(İbrahim b.Edhem'in duası)."
Bazı şahsiyetlerin,görüşü kıt ve dar olan kişilerin,basiret gözü kapandığı için kafadaki gözüyle de gerçekleri göremeyen,görecek olsa bile sadece dünyevi şahsi çıkarları olan hususiyetlere meyleden kişilerin dedikleri gibi günah işleyip işleyip de sonradan tövbe ederim demeleri,daha önümde seneler var deyip de meşru olmayan-gayri meşru ilişkilerin ve işlerin arkasında koşturan kişilerin,nefsine yenik düştüğü için ve nefsini terbiye ve tezkiye yoluna gitmediği için arkasından sürüklendiği şehevi arzularının ve diğer söylediği abuık subuk sözlerin hiçbir geçerliliği olmadığı gibi hepsi şeytanın ekmeğine bal kaymak sürmekten başka bir şey değildir.Sonra tevbe ederim derler ancak bilmiyorlar mı ki yarın yaparım dedikleri şey aslında mazeretlerin arkasına gizlenmekten başka bir şey değildir.Çünkü her bugün dünün yarınıydı... Ne değiştirebildik veya neyi değiştirebildiniz .Gençliğinin tadını çıkar yaşa yaşa ihtiyarladığın zaman ibadetini yaparsın tövbeni yaparsın sözü ise bir nevi -haşa- Allah'a karşı muhalefet etmektir isyan etmektir,Resulüne karşı muhalefet etmektir. Nitekim Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (s.a.v) gençliğinde yapılan ibadetin,gençliğinde yapılan ameldir,ilimdir,güzel ahlaktır vs diğer güzel fiillerin,ihtiyarlığa oranla daha fazla olacağı hadislerde mevcuttur.Bir hadis-i şerirlerinde ise kişi gençliğini nerede yıprattığının hesabını vermeden Allah'ın huzurundan ayrılamaz hadis-i mevcuttur.Çünkü ihtiyarladığın zaman birçok şeyden sen istesen de istemesen de hepsinden teker teker el çekiyorsun güç yetiremez duruma geliyorsun.Gerçi nice ihtiyarlar görüyoruz ki hayvanların bile yapmadığını yapıyorlar ya neyse.Nasıl olsa onlarda elden ayaktan düşecekler düşmeseler de ölecekler ve Allah'a hesap verecekler herkesin vereceği gibi.
Bu yarın yaparım,yarın kılarım,yarın giderim,yarın ederim vs vs diyenlere Allah Teala şöyle soruyor "Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?(1)".Nice yarın namaz kılarım diyenler olmuştur ki yarın cenaze namazı kılınmıştır.Onlar gibi olmak sizi (bizi) korkutmuyor mu?
Nitekim Hak Teala buyuruyor ki;"Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tâbi olun. (2)".Aksine tabi olduğun konu indirilen en yüce kitap Kur'an-ı Kerim değil de kendi nefsi arzuların olacak olursa o zaman "Ve her kim kötülük ile gelirse artık onların yüzleri ateşe sürtülür (3)" ve bunun sebebi de "Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır (4)"
Yukarıda belirtildiği üzere yarın yaparım yarın yaparım diyenlerin bir dayanağı da herkesin günahını çektikten sonra cehennemden çıkıp cennete gireceğine dair var olan hadis-i şeriflerdir.Zahiri olarak böyle görebilirsiniz ancak batini saklı yönden düşünecek olursanız eğer bu biraz sıkıntılı.Çünkü herkesin cehenneme gireceğine dair bir haber var ama herkesin oradan çıkacağına dair kesin bir delil bulunmaktadır. İslam alimleri ve İslam büyükleri bile cehenneme düşüp de orda ebedi kalmaktan korkuyorsa eğer,birilerinin yanar yanar çıkarım demesi -haşa- Allah'ın işine karışmak mahiyetinde bir hareket tezahür edecektir.Zaten boylu boyunca cehennemi göze almak başlı başına bir isyan...
"Abdülvahid b.Zeyd şöyle derdi:Cehenneme girmeyeceğini zanneden hiç bir korku sahibinin korkusu sıhhatli değildir Aynı şekilde cehenneme gireceğini ama ondan çıkacağını zanneden kimsenin korkusu da samimi değildir.Buna göre korkunun aslı: cehenneme girmeyi ve orada ebedi kalmayı düşünmek olmalıdır.Benzer bir söz Hasan el-Basri'den (r.a) nakledilmiştir: Bir defasında Hasan'a cehennem de bin yıl kaldıktan sonra çıkacak adamın durumu zikredilmişti.Bunun üzerine ağladı ve şöyle dedi:Keşke ben de onun gibi olabilsem (5)"
Hasan el-Basri gibi bir Allah dostu eğer cehennemden çıkamama korkusuyla endişesiyle ağlıyorsa ve bin sene kaldıktan sonra o çıkan kişinin kendisi olmasını arzuluyorsa eğer,birilerinin yanar yanar çıkarım cümlesini kullanırken attığı kahkahaları yapmak yerine oturup da halimize ağlamak lazım. Yok bu dünyada düşünmezsen eğer,orda düşünmeye vaktin olmayacak çünkü orda pişmanlıklar içinde boğulacaksın.
Diğer bir mevzu da bazı şahsiyetlerin Allah'ın verdiği nimetleri,uzuvları vs diğer organları meşru değil de gayri meşru yollarda kullanmaları.Allah bu nimeti bana verdiyse kullanırım-haşa (sübhanallah).Nedir bu patavatsızlık,boş boğazlık umursamazlık.Nerden alıyorsunuz bu uçuk kaçık ,saçma sapan bilgileri.Durun söyleyelim en basitinden:
1-)İnsanları eğlendirmek için kullananlar
2-)Nefsine ağır gelen bir husustan dolayı gerçekleri göz ardı edenler
Bu tip insanların dayandıkları husus ise Allah-u Tealanın "Dünyadan nasibini unutma (6)" ayeti.Ancak İmam Gazali bu ayeti tefsir ederken dünyada ahiretin için ayrılan payını unutma şeklindedir özetle. Daha detaylı bir şekilde ise:
"Bu ayetin manası,dünyadaki günlerinin amellerle geçirerek ahirette seni bekleyen nasibi bu dünyada kazanmayı ihmal etme şeklindedir. Çünkü ahiret nasibinin kazanılma yeri dünyadır.Allah Teala bunun hemen arkasından "Allah'în sana ihsan da bulunduğu gibi sen de ihsan da bulun (Kasas Süresi'77)" buyurarak üstteki hükmünü teyid etmiştir.İhsanda bulunmak,kulun kendi nefsine ve fakir kardeşlerine iyilikte bulunması manasındadır.Çünkü Allah Teala servet ve zenginlik vererek dünyadaki nasibini kazanma imkanını ona ihsan etmiştir.(7)
"Allah Teala,bundan sonra bütün insanlığa haber vererek onları uyarmış ve şöyle buyurmuştur: "Nihayet kendilerine kıyamet ansızın geliverince "Eyvah,orada kaybettiklerimize" derler -En!am Süresi'31)".Yani dünyada kaybettiklerimiz ve bu yüzden ahirette kaçırdıklarımız için öyle pişmanız ki derler. Bu babda rivayet edilen bir hadis-i şerif de şöyle denilmektedir: "Kötülük yapan kimse,neden iyilikte bulunmadığını düşünerek pişmanlık ve hasretle ölür.İyilik yapan kimse de niçin daha fazla iyilikte bulunmadığını düşünerek pişmanlık duyar".Çünkü Allah Teala selamet ve necat ehlini biri diğerinin üstünde olan iki tabakaya taksim etmiştir. Helak ehli ise,tek bir tabakada kılınmıştır.Bu tabakada yer alan kötülük sahipleri birbirlerinin daha altında olarak sıralanırlar.Amel defteri soldan verilen kimseler,Allah Teala'nın "Her nefis kazandığına karşı rehindir (Müddessir Süresi'38)" buyruğu gereği defterleri sağdan verilenlerden olamadıkları için pişmanlığa boğulurlar (8)"
.
Bugün 1 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı! |
|
|
HAZNEVİNET
Tevbe nin vücûbu, ayet ve hadîslerle apaçık ortadadır. Basiret gözü açılan, Allah tarafından iman nuruyla göğsü şerhedilen, her adımda kendisini hakikate doğru çeken bir öndere ihtiyacı olmadığı halde cehaletin karanlıklarında önündeki nuruyla, yürüme gücüne sahip olan bir kimsenin nezdinde de bu hüküm açıktır. Bu bakımdan sâlik (ahiret yolunun yolcusu) ya kördür, her adımında kendisini hakka doğru çeken bir rehbere muhtaçtır veya basiret sahibidir; yolun başına hidayet olunur, sonra kendi kendine o hidayet yolunda devam eder. Din yolunda insanlar da böyle kısımlara ayrılırlar. Nice insanlar vardır ki başkasını taklid etmekten kurtulamazlar. Bu bakımdan her adımda bir ayet veya bir hadîs dinlemeye mecbur olur. Bazen de bu durum onu sıkıştırır ve dolayısıyla hayretler içerisinde kalır. Böyle bir kimsenin seyr ü sülûkü ömrü ne kadar uzun olursa olsun, çalışması ne kadar çok olursa olsun eksiktir, adımları yetersizdir.
Nice said vardır ki Allah onun göğsünü İslâm için açmıştır ve o rabbinden gelen bir nur üzerindedir. Az bir işaretle en dolambaçlı yolda yürümeyi, en zor engelleri aşmayı becerir. Onun kalbine Kur’ân ve iman nuru doğar. O, içindeki nurun çokluğundan ötürü az bir beyan ile idare eder. Sanki o, yağma ateş dokunmasa bile parlayacaktır. Hele ateş dokunursa o vakit nur üzerine nur olur. Allah Teâlâ dilediğini nuruna hidayet eder.
Böyle bir kimse her hâdisede nakledilen bir nassa muhtaç olmaz. Bu bakımdan durumu böyle olan bir kimse, tevbe’nin farziyetini bilmek istediği zaman, önce basiret nuruyla tevbe’nin ne olduğunu tedkik eder. Sonra farziyet ile tevbe’nin mânâsını bir araya getirir. Bu mânânın tevbe için sabit olduğunda şüphesi kalmaz. Vâcib, ebedî saadete varmakta ve ebedî helakten kurtulmakta vâcib olan şey demektir; zira eğer saadet ve şekavet, birşeyin yapılmasına veya terkedilmesine bağlı değilse, o vakit o şeyi vâcib olmakla hiçbir mânâsı kalmaz.
Kişinin ‘(Ünsiyet!) icabla vâcib oldu’ demesi, sadece laftır ve faydadan uzak bir konuşmadır; zira bizim için ne hâl-i hazırda ne de gelecekte, yapılmasında veya terkedilmesinde bir fayda olmayan şey ile ister başkası onu bize vâcib kılsın, ister kılmasın meşgul olmamızın hiçbir mânâsı yoktur. Bu bakımdan kişi, vücubun (farziyetin) mânâsını bildiği ve bunun ebedî saadetin vesilesi olduğunu anladığı ve beka evinde saadetin ancak Allah ile mülâki olmakta olduğunu, Allah’a karşı mahcup olan herkesin elbette şakî olacağını, onunla tevbe arasına perdeler gerileceğim, ayrılık ve cehennem ateşiyle yanacağını, Allah ile mülâki olmaktan ancak şehvetlere tâbi olmanın uzaklaştırıcı olduğunu, bu fânî âleme gönül bağlamanın ve kesinlikle ayrılacağı şeylerin sevgisine bağlanmanın uzaklaştırıcı olduğunu, bunun yanında Allah ile mülâki olmaya yaklaştıracak şeyin ancak kalbi dünyanın sahte süslerinden kesip tamamen Allah’ın zikriyle, onun celâl ve cemâlinin marifetini gücü nisbetinde bilmekle, ona muhabbet göstermekle yakınlık sağlamanın ancak Allah’a yönelmekle olduğunu ve Allah’tan yüz çevirmek, Allah’ın huzurundan uzaklaştırılmış düşmanları olan şeytanlara tabi olmaktan ibaret olan günahların mahcubiyetine ve Allah’tan uzaklaşmasına sebep olduğunu bildiği zaman, yakınlığa varmak için uzaklaştıran yollardan dönüş yapmanın farz olduğundan şüphe etmez. Bu dönüş ancak ilim, pişmanlık ve azimle tamam olur. Çünkü kişi, günahların Allah’tan uzaklaştıran sebepler olduğunu bilmedikçe, pişman olmaz. Uzaklaştıran yollara devam ettiğinden ötürü elem duymaz. Elem duymadıkça dönüş yapmaz. Dönüş yapmanın mânâsı, elem verici hareketi terketmek ve azimli olmaktır. Bu bakımdan kişi, bu üç mânânın amaca ulaşmak için zarurî olduğundan şüphe etmez.
İşte basîret nuruyla hâsıl olan iman böyle olur. Fakat halkın çoğunun takatinin dışında olan şeylerde başkasına tâbi olması için geniş bir imkân vardır. O ancak taklidî imanla felâketten kurtuluşa varır. Bu bakımdan bu hususta Allah’ın, Hz. Peygamber’in ve selef-i sâlihinin sözlerini düşünmelidir!
Ey mü’minler! Hepiniz birden Allah’a tevbe edin ki felaha eresiniz.
(Nûr/31) Buradaki emir umumî bir emirdir.
Ey iman edenler! Allah’a yürekten tevbe edin! (Tahrîm/8)
Ayette bahsi geçen ‘Nasûh tevbesi’ hâlisen Allah için, şaibelerden temiz olarak yapılan tevbe demektir. Nasûh, nasihat kökünden türemedir. Tevbe’nin faziletine Allah Teâlâ’nın şu ayet-i celîlesi de delâlet eder:
Elbette Allah çokça tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.
(Bakara/222)
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Tevbe eden bir kimse, Allah’ın dostudur ve günahtan halis tevbe eden bir kimse, günahı olmayan bir kimse gibidir.4
Muhakkak Allah Teâlâ’nın mü’min bir kulunun tevbesiyle sevinci, bir adamın tehlikeli, ıssız bir çölde bineği, yiyeceği ve içeceği olduğu halde biraz uyuduktan sonra uyandığında azığının ve bineğinin kaybolduğunu görüp, onu her tarafta aradıktan sonra ‘Konak yerine gideyim, orada ölüm uykusuna yatayım’ diyerek başını kolunun üzerine koyarak uykuya yatıp, bir müddet sonra uyandığında, azığı ile devesini yanında gördüğü zamanki sevincinden daha fazladır.5
Hadîsin bazı versiyonlarında geçtiği üzere deve sahibi, sevincinin şiddetinden ötürü Allah’a şükretmek için ‘Sen benim rabbimsin, ben de senin kulunum’ diyeceği yerde ‘Ben senin rabbinim, sen de benim kulumsun’ demiştir.
Hasan Basrî’den şöyle rivayet ediliyor: ‘Adem (a.s) tevbe ettiği zaman melekler onu, tevbesinin kabulünden ötürü tebrik ettiler. Cebrâil ve Mikâil onun yanma inip şöyle dediler: ‘Ey Adem! Allah’ın senin tevbeni kabul etmesinden ötürü gözün aydın olsun!’ Hz. Adem (a.s) Cebrail’e ‘Eğer bu tevbemden sonra yine sorgu sual var ise, benim makamım neresi olur?’ dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ vahiy göndererek şöyle buyurdu: ‘Ey Adem! Sen zürriyetine yorgunluk ve çok çalışmayı miras olarak bıraktın. Ben de onlara tevbe kapısını açtım. Bu bakımdan onlardan kim beni çağırırsa, sana cevap verdiğim gibi, ona da cevap vereceğim. Benden kim mağfiret isterse, ona mağfiret edeceğim. Çünkü ben yakınım. Çağırana cevap veririm. Ey Adem! Tevbe edenleri kabirlerinden, sevinçli bir durumda hasrederim. Onların duaları kabul edilmiştir’.
Bu hususta vârid olan rivayetler sayılmayacak kadar çoktur. Tevbe’niıı vâcib oluşunda ümmetin ittifakı vardır; zira tevbe’nin mânâsı, günahların helâk edici ve Allah’tan uzaklaştırıcı olduğunu bilmektir. Bu, imanın vücubuna dahildir. Fakat bazen gaflet insanı bundan habersiz bırakır. İşte ilmin mânâsı, bu gafleti ortadan kaldırmaktır. Bu bakımdan tevbe’nin farz olduğunda ihtilâf yoktur.
Tevbe nin bir mânâsı da günahları derhal terketmek, gelecekte de yapmamaya azimli olmak ve daha önce geçen kusurları telâfi etmeye çalışmaktır. Böyle yapmanın farz olduğunda şüphe yoktur. Geçmişe dair nedamet getirmek ve üzülmek farzdır. Bu ise tevbe’nin ruhunu teşkil eder. Günahların telâfisi bununla tamamlanır. Öyle ise tevbe nasıl farz olmasın? Tevbe bir tür elemdir ki Allah’ın öfkesini gerektiren ve zayi olan hayatın hakikatini bilmenin akabinde meydana çıkar.
Soru: Kalbin elem duyması, insanoğlunun elinde olmayan zarurî bir şeydir. Bu bakımdan böyle kendiliğinden olan bir şeyi Vacibdir’ diye vasıflandırmak nasıl olur?
Cevap: Bunun sebebi, kesinlikle sevdiği şeyin elden çıktığını bilmesidir. Bunun sebebini tahsil etmeye bir yol vardır. İşte bu mânânın benzeriyle ilim, vâcib olur. Yoksa ilim ‘kul tarafından yaratılır ve nefsinde meydana gelir’ mânâsına gelmez. Çünkü böyle yapması muhaldir. İlim, pişmanlık, fiil, irade, kudret ve kudretin sahibi olan insan bunların hepsi Allah’ın mahlûku ve fiilidir.
Oysa sizi de, yaptığınızı da Allah yaratmıştır. (Sâffât/96)
İşte basiret sahiplerinin nezdinde hak budur. Bunun ötesi dalâlettir.
Soru: Acaba kulun fiili yapmakta veya terketmekte herhangi bir ihtiyarı yok mudur?
Cevap: Evet vardır! Fakat onun varlığı bizim ‘hepsi Allah’ın mahlûkudur’ dememize ters düşmez. Kulun ihtiyar etmesi de Allah’ın mahlûkudur. Kul, kendi ihtiyarında mecburdur. Çünkü Allah Teâlâ sağlam eli, lezzetli yemeği, midede yemeğe karşı olan şehveti, kalpte ‘şu yemek şehveti teskin eder’ ilmini, ‘şu yemek, şehveti teskin etmesine rağmen, onda zararlı bir madde var mıdır, yok mudur? Onu aldatmaktan zorlaştırıcı bir mâni bulunur mu bulunmaz mı?’ diye çarpışan fikirleri, sonra ‘hiçbir mâni yoktur’ ilmini yarattıktan sonra bu sebepler bir araya geldiğinde yemeği yemeye insanı zorlayan irade kesinleşir.
Bu bakımdan çarpışan düşüncelerin gelip geçmesinden ve yemeğe olan şehvetin meydana gelmesinden sonra iradenin kesinliğine ‘ihtiyar’ (veya cüz-i ihtiyar) ismi verilir. Oysa sebeplerin tamamlanması, anında var olması lâzımdır. Bu bakımdan iradenin kesinliği Allah tarafından yaratıldığında, sıhhatli el şüphesiz lezzetli yemek cihetine meyleder; zira irade ve kudretin tamam olmasından sonra, fiilin meydana gelmesi zarurî olur. Bu bakımdan kudret ve kesin iradenin meydana gelmesinden sonra, Allah’ın yaratmasıyla hareket hâsıl olur. Oysa kudret ile iradenin ikisi de Allah’ın mahlûkudur. İradenin kesinliği, şehvetten ve mânilerin bulunmadığını bilmekten sonra hâsıl olur. Oysa onların ikisi de Allah’ın mahlûkudurlar. Fakat bu mahlûkların bir kısmı diğerinin üzerine terettüp etmektedir. Öyle bir tertip ki mahlûkların yaratılışında Allah Teâlâ1 nın âdet-i ilâhîsi o tertip üzere cereyan etmiştir.
Allah’ın fıtrî kanunu asla değişmez. Bu bakımdan Allah Teâlâ, elde kudret denilen bir sıfatı, hayatı ve kesin olan iradeyi yaratmadıkça, doğru bir yazıyı yazmak için elin hareketini yaratmaz. Kesin iradeyi de şehveti ve nefiste olan meyli yaratmadıkça yaratmaz. Nefisteki bu meyil, Allah Teâlâ ‘Bu meyil hâl-i hazırda ve gelecekte nefse uygundur’ ilmini yaratmadıkça tam manâsıyla harekete geçemez. İlmi de ancak hareket, irade ve ilme dönüşen birtakım başka sebeplerden sonra yaratır. Öyleyse ilim ve tabiî meyl daima kesin irade ve kudreti arkalarına takarlar. İrade de daima hareketi getirir.
İşte her fiilde bu tertip vardır. Hepsi Allah’ın yoktan var etmiş olduğu mahlûkudur. Fakat var edilenlerin bazısı diğeri için şarttır. Bunun için bazılarının öne alınması bazılarının da tehir edilmesi farz olur. Nitekim iradenin ancak ilimden sonra, ilimin ancak hayattan sonra, hayatın da ancak cisimden sonra yaratıldığı gibi… Bu bakımdan cismin yaratılışı hayatın var olması için şarttır. Ancak bu, hayatın cisimden doğduğu anlamına gelmez.
Hayatın yaratılması ilmin yaratılması için şarttır. Bu, ilim hayattan doğar anlamına gelmez. Fakat böyle olmakla beraber, cisimde hayat olduğu zaman ilmi kabul etmeye müsait olur. İlmin yaratılışı iradenin kesinliği için şarttır. Bu, ilmin iradeyi doğurduğu anlamına gelmez. Fakat buna rağmen iradeyi ancak diri ve ilim sahibi olan bir cisim kabul eder. Varlık âlemine ancak mümkün olan birşey girer. İmkânın bozulmayı kabul etmeyen bir tertibi vardır. Çünkü bozulması muhaldir. Bu bakımdan ne zaman vasfın şartı mevcut olursa, o şarttan ötürü o merkez, vasfı kabul etmeye müsait olur. Öyleyse o vasıf, istidadın huşûlu anında ilâhî cömertlik ve ezelî kudretten hâsıl olur. Şartlar sebebiyle istidadın bir tertibi vardır. Kul, bu tertipli hadiselerin cereyan merkezidir. O, bir oları Allah’ın hükmünde göz açıp kapatmak gibi bozulmaz bir küllî tertip ile tertiplenmiştir. Onun ayrıntılı olarak ortaya çıkması, bir ölçüye göredir ki o ölçüyü aşamaz.
Allah Teâlâ’nm şu ayet-i celîlesi bunu ortaya koymaktadır:
Gerçekten biz herşeyi (hikmetimiz icabı) bir kadere (ölçüye) göre yarattık.
(Kamer/49)
Şu ayet de küllî ve ezelî kazaya işaret etmektedir:
Bizim buyruğumuz yalnız bir tektir, göz açıp kapama gibidir.
(Kamer/50)
Kullara gelince, onlar kaza ve kaderin cereyanları altında musahhardır. Kâtibin elinde, kudret ve irade diye adlandırılan ve nefiste bulunan kesin ve kuvvetli bir meylin yaratılışından sonraki hareketi yaratmak kaderin cümlesindendir. Meylinin nereye olduğunu bildikten sonra bu kasda idrâk ve mârifet adı verilir.
Bu dört durum, ne zaman melekûtun iç âleminden, takdirin kahrı altında bulunan bir kulun cismi üzerinde belirirse, gayb ve melekût âleminden habersiz oları, sadece şehâdet ve mülk âlemini gören insanlar acele ederek derler ki: ‘Ey kişi! Sen hareket ettin. Sen attın. Sen yazdın’. (Fakat) gayb perdeleri ve melekûtun arkasından şöyle denilir:
(O gün) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü, attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı. (Enfâl/17)
Bu durum karşısında sadece şehadet âleminden haberdar olanların akılları hayrete kapılır. (Cebriler gibi) kimi ‘Bu halis bir cebr’dir’ der, kimi (Kaderîler gibi) ‘Bu sırf (kulun) bir icadıdır der.
Cebr ile kader arasında hareket eden bir çokları da fiillerin kulun kesbi olduğuna meyletmiştir.6
Eğer onlara gök kapıları açılmış olsaydı, onlar gayb ve melekût âlemine baksaydılar, her birinin bir yönden doğru olduğunu görürlerdi.
Fakat bunların hepsi de kusurludur. Hiçbiri bu işin hakikatini idrâk edememiş, onu ilminin kapsamına alamamıştır. Bunun hakikatine ancak gayb âlemine açılan pencereden doğan bir nur ile ulaşılabilir.
Gayb ve şehâdefin âlimi Allah Teâlâ’dır. Gaybma hiç kimseyi muttali kılmaz. Arıcak razı olduğu peygamberlerini muttali kılar. (Nitekim Kur’ân böyle haber vermektedir). Şehâdet âlemine ise, Allah’ın razı olmadığı kimseler de muttali olurlar.
Kim sebeplerle müsebbeblerin zincirini harekete geçirip bu zincirlemenin keyfiyetini bilir, o zincirlerin sebeplerinin müsebbiblerine nasıl bağlandığını anlar ve ona kaderin sırrı keşfolunursa, o yakînî bir ilimle bilmiş olur ki Allah’tan başka yaratan ve Allah’tan başka mûcid yoktur.
Soru: Sen, cebri savunan grubun, fiili tpıamen kula ait kabul eden ve kesbe meyleden sınıfların hepsinin bir yönden doğru olduğuna ve yine de kusurlu bulunduğuna hükmettin. Bu ise tenakuzdur. Bunun anlaşılması nasıl mümkün olur? Bunu bir misal ile zihinlere yaklaştırmak mümkün müdür?
Cevap: Körlerden bir cemaat memlekete fil getirildiğini duymuşlar, ona dokunup incelemek için filin yanına gelmişler. Körlerden biri filin bacağına, biri dişine, biri de kulağına dokunup yoklamış ve bunun üzerine “Biz fili anladık’ demişler. Filin yanından gittikleri zaman, diğer körler filin nasıl olduğunu onlara sormuşlar. Fili değişik değişik tarif etmişler. Filin bacağına dokunan demiş ki: ‘Fil, bir direk gibidir. Fakat direkten biraz yumuşaktır!’ Filin dişine dokunan kişi demiş ki: ‘Onun dediği gibi değildir. Aksine fil serttir. Onda yumuşaklık yoktur ve kaygandır. O direk gibi kalırı değildir. İnce bir sopa gibidir’. Filin kulağını elleyen demiş ki: ‘Hayatımla yemin ederim. Fil yumuşaktır. Onda sertlik yoktur. Benden önce konuşanlardan biri doğru söyledi’ dedikten sonra şöyle devam etmiş Takat fil ne sopa gibi, ne de direk gibidir. O kaim ve enli bir deri gibidir’. Körlerden her biri, bir yönden doğru söyledi; zira herbiri filin dokunduğu kısmından haber vermiştir. Hiçbiri filin vasfı hakkındaki tecrübesinden dışarı çıkmamıştır. Fakat üçü de filin suretinin hakikatini ihata etmekte kusur etmişlerdir.
Bu bakımdan bu misal ile gözünü aç ve ibret al! Zira bu misal, insanların hakkında ihtilâf ettikleri pekçok fikirlerin misalidir. Her ne kadar bu kelâm, mükâşefe ilminin denizine dalan, onun dalgalarını harekete geçiren bir konuşma ise de… Fakat bu bizim konumuz değildir. Şimdi biz tevbeye dönelim. Bahsini yaptığımız tevbe’nin üç parçası olan ilim, pişmanlık ve günahı terketmekle beraber vâcib olmasının beyanı ile pişmanlığın vücûb hükmüne dahil olduğunun beyanıdır. Çünkü pişmanlık, Allah Teâlâ’nm kulun ilmi ile iradesi arasında mahsur kalan fiillerine dahildir. Bunların arasına giren kudretinin cümlesindendir. Vasfı bu olan bir şeyi, vücûh ismi kapsar.
4) ibn Mâce
5) Müslim, Buhârî, (İbn Mes’ud’dan)
6) Fiili Allah’a isnâd ederek, kul için fiilde kesbi isbat edenler Eş’arîlerdir.
Günah ve Tevbe
Nihat Yatkın
Günah, muvazenesizce bir çukura yuvarlanıp gitmekse; tevbe, usulüne göre bir hamlede hoplayıp oradan dışarıya çıkmaktır. Diğer bir ifade ile günah; vicdanın muvakkat bir murakabesizliğinden, ruhun aldığı yara ise; tevbe, kalbin, sürekli bir ızdıraba düşmesi ve çok ciddî olarak kendi kendini kontrole koyulması; böylece insanî duyguların yeniden fer ve kuvvet kazanmasıdır.
Sahabe-i Kiram, Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda bulunurken kalben daha huzurlu ve uhrevî âleme daha meyilli bir ruh iklimine bürünürlerdi. Huzurdan ayrılıp; eşlerinin ve çocuklarının yanına döndüklerinde huzurdaki atmosferi kaybetmenin hüznünden ve dünyaya meyletmelerinden şikâyet eder, rahatsızlık duyar hatta helâk olacakları korkusuna kapılırlardı. Yine bir gün böyle bir hâl zuhur etmiş ve durumlarını Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) arz etmişlerdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onları dinledikten sonra, yaşadıkları bu hâlin gayet tabiî olduğunu; şayet, kendi huzurundaki halet-i ruhiyelerini devam ettirmiş olsalardı, meleklerin kendilerini evlerinde ziyaret edip musafaha edeceklerini beyan ederek, şöyle buyurmuştur: "Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah, sizi götürür ve yerinize, günah işleyecek bir kavim yaratırdı, onlar (günah işlemelerini müteakip) Allah'tan bağışlanma talep ederlerdi, Allah da onları affederdi." (bkz. Müslim, Tevbe, 9; Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/415; Beyhaki, Şuabu'l-imân, V/409).
Günaha Rağmen Yeşeren Ümitler
Ashaptan Hz. Ebû Hureyre vasıtasıyla değişik tariklerle bize kadar ulaştırılan bu hadîs-i şerîf, büyük yıkımlara hattâ küfre kadar sürükleyen ümitsizlik ve suçluluk duygusuna kapılan insanın, âdeta okyanusun ortasında sulara gark olmak üzereyken ona uzanan güçlü bir el gibi imdadına yetişmiştir. Hadîsin sebeb-i vürûduna bakıldığında, sahâbenin dünyaya meyletmeleri ve yeni nâzil olan inzâr âyetlerini işittiklerinde endişelenip ümitsizliğe düşmeleri üzerine, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) mezkûr hadîsi irad ederek onları rahatlatmış ve inzâr ve tebşir dengesiyle hareket etmiştir. Bunun üzerine sahâbe de, elde etmeyi umdukları Cennet nimetlerini arzulayarak ümitsizlik ve endişelerinden sıyrılmaya çalışmışlardır.
Sahabî Hz. Hanzale el-Üseydî yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Bir gün Ebû Bekir'le karşılaşmıştım; ‘Nasılsın yâ Hanzale!' dedi. Ben de: ‘Hanzale münafık oldu!' dedim. Bunun üzerine Ebu Bekir: Sübhanallah! Sen ne söylüyorsun? dedi. (Hanzale); ‘Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında bulunduğumuzda bize Cennet'i, Cehennem'i öyle anlatıyor ki onları müşahede etmiş gibi oluyoruz. Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanından ayrıldıktan sonra ise çoluk çocuğumuzla, maişet dertleriyle meşgul olmaya başlıyoruz. Bu sebeple çok şey unuttuk', dedim. Ebû Bekir: ‘Vallahi biz de aynı şeyleri yaşıyoruz', dedi. Ebû Bekir'le birlikte yürüdük ve Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına geldik. Ben hemen: ‘Hanzale münafık oldu yâ Rasûlallah!' dedim. Rasûlullah: ‘O ne demek öyle?' diye sordu. ‘Yâ Rasûlallah! Sen'in yanında bulunuyorken bize Cennet'i ve Cehennem'i anlatıyor, hatırlatıyorsun. O derecede ki, gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımız vakit eşlerimiz, çoluk-çocuğumuzla ve geçim derdiyle meşgul oluyoruz ve çok şeyi unutuyoruz', dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz benim yanımda bulunduğunuz hâli muhafaza edip zikirle meşguliyete devam edecek olsanız, melekler sizinle yattığınız döşeklerinizde ve yürüdüğünüz yollarınızda musafahaya dururlar. Lâkin yâ Hanzale' bazen öyle, bazen böyle' buyurdu. Ve bunu üç defa tekrarladı." (Müslim, Tevbe, 12, 13; Tirmizî, Kıyâme, 59) İbn Ebî Müleyke "Ben kendisinin münafık olduğundan ürperen otuz sahabeyi idrak ettim" der.1 Onların korktukları husus itikadî nifak yani gerçekte kâfir olup küfrünü gizleyen münafıklık değil, Allah'ın emirlerini anladıktan sonra gerçekten kendisinden beklenen kulluğu yerine getirememekten kaynaklanan amelî nifaktır. Bu tabiî ki yüksek bir haslettir.
Birçok hadîste, Yüce Allah'ın, kulun günahlarını, dağlar kadar, hattâ gökleri dolduracak kadar da olsa, tevbe etmesi hâlinde affedeceği (Müslim, Tevbe, 51), inanarak ve ecrini Allah'tan umarak ramazan orucunu tutması şartıyla geçmiş günahlarını bağışlayacağı (Nesâî, Sıyâm, 40; Tahrim, 1; Ebû Dâvûd, Fiten, 6), keza günde yüz kere ‘sübhanellah vebihamdih' demesiyle, denizin köpüğü kadar da olsa hatalarını sileceği, aynı şekilde bazı ibadetleri yapması durumunda günahlarını bağışlayacağı belirtilmektedir (Buhârî, Daavât, 65; Müslim, Zikir, 28; Tevbe, 31).
Bu tür hadîsler insanları ibadete teşvik etmenin yanında günahların affedileceği mânâsını da ihtiva etmektedir. "Eğer yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örtüp affederiz ve sizi değerli bir mevkie yerleştiririz." (Nisâ, 4/31) âyetinde büyük günahlardan uzak durulduğunda küçük günahların affedileceğine işaret edildiği gibi değişik hadîslerde de beş vakit namaz, iki Cuma, iki Ramazan -büyük günahlardan sakınıldığı takdirde- aralarında işlenen günahlara kefaret olacağı ifade edilmektedir. Yeter ki kul, defalarca da olsa, günah işledikten sonra, içtenlikle günahlarını bağışlayacak bir Rabbi olduğuna inansın ve ona yönelmiş olsun… (Müslim, Tevbe, 29, 30)
Vakıada bunun böyle olduğuna, yani günahların tevbe ile affedilebileceğine bir delil olmak üzere, Tebük Gazvesi'nden, gerçek mazeretleri olmadığı hâlde geri kalan Ka‘b b. Mâlik ve arkadaşlarının tevbelerinin kabul edildiğini örnek gösterebiliriz (Tevbe, 9/102, 117-118; Müslim, Tevbe, 53). Ayrıca günah işleyip de tevbe edenlerin günahsız gibi olacağı hususu da bir hadîs-i şerîfte ifadesini bulmuştur (Heysemî, Mecma‘u'z-Zevâid, X/200). Bunun yanında bir taraftan, hadîslerde Yüce Allah'ın affı sevdiği (Buhârî, İman, 40), tevbeleri çokça kabul ettiği (Tevvâb olduğu) belirtilirken (Buhârî, Rikâk, 10), diğer taraftan da her bir âdemoğlunun çokça hata işleyebileceği, hata işleyenlerin de en hayırlılarının çokça tevbe edenler olduğu beyan edilmiştir (İbn Mâce, Zühd, 30).
Kur'ân Perspektifinden Günah
Kur'ân-ı Kerîm de, küçüğünden büyüğüne, gizlisinden açığına kadar bütün günahlardan şiddetle sakındırmış ve işleyenlere de ağır cezaların verileceğini beyan buyurmuştur (Bakara, 2/276; Mâide, 5/2, 62, 63; Nûr, 24/11; Hâkka, 69/36-37).
Önce şuna işaret etmek gerekir ki, Kur'ân'da günah ve kötülük kavramları mutlak olup, hem inananlara hem de inkârcılara nispet edilmektedir. Yani, günah veya kötülük kavramlarının muhtevasında, Yüce Allah'ın yasakladığı yalan, iftira, her tür kötülük, zina, adam öldürme vb. söz ve fiiller olduğu gibi, Allah'ı inkâr, şirk koşma, peygamberlere karşı gelme ve onları kabul etmeme gibi, inancın temellerini dinamitleyen davranışlar da yer almaktadır. Bir yerde iftira etme büyük günah sayılırken (Bakara, 2/81; Mâide, 5/29), bir başka yerde şirk koşma da büyük günah sayılmıştır (Nisâ, 4/48; En‘âm, 6/151). Her türlü günahın akıbetinden sakındırılmış; failleri ya dünyada felâketlere uğratılmış yahut, sürekli Cehennem'de kalmakla tehdit edilmişlerdir (İsrâ, 17/39; Nûr, 24/11).
Diğer taraftan Kur'ân'da, bir yerde mutlak olarak Yüce Allah'ın bütün günahları affedeceği (Zümer, 39/53), başka bir yerde kendisine ortak koşma müstesna diğer bütün günahları bağışlayacağı (Nisâ, 4/48) beyan edilmiş, büyük günahlardan sakınanların ufak tefek kusurlarının affedilerek Cennet'le mükâfatlandırılacakları belirtilmiştir (Nisâ, 4/31; Necm, 53/32).
Dolayısıyla, günahtan sakındırma ve günahkârların cezalandırılmasının zikredildiği yerde aftan ve tevbeden bahsedilmiş olması son derece dikkat çekicidir. Şayet Yüce Allah, kulunun asla günaha düşmesine müsaade etmeseydi, ne tevbeden, ne Tevvâb sıfatından ve ne de Gafûr, Rahîm, Afüv gibi sıfatlarından söz ederdi. Tevbeden ve afvtan söz edilen yerde günah var olacak demektir.
Kibirden Kaynaklanan Günahın Fecaati
Başta zikrettiğimiz hadîsin zâhirinden ilk bakışta, sanki günaha dalan gafilleri teselli etmek gibi bir mânâ çıkıyor gibi görünmektedir. Hâlbuki peygamberler, ancak insanların günaha düşmelerine engel olmak için gönderilmişlerdir. Dolayısıyla hadîs de, günahkârları tevbeye teşvik etmek için, Allah'ın affedici olduğunu ve günahkârlardan vazgeçeceğini beyan etmektedir. Bu böyledir, çünkü Yüce Allah, iyilere vermeyi sevdiği gibi, günahkârları bağışlamayı da sever. Buna Allah'ın, Gaffâr, Halîm, Tevvâb ve Afüv gibi birçok sıfatları işaret etmektedir. Yoksa kulları, melekler gibi günah işlemeye müsait olmayan yapıda bırakmak için değildir. Bilakis kulları içinde, tabiî olarak heva ve hevesine meyleden; tabiatının gereğine tutunanları da yaratır, sonra da onları günahtan korunma ile mükellef tutar ve günahla yargılamaktan sakındırır. Bu kulları bazen günah işlemekle ibtilâ/imtihan eder, sonra da tevbeyi öğretir. Şayet kul, Allah'ın emirlerini tastamam yerine getirirse ecri Allah'a aittir; yok eğer yoldan saparsa, tevbe onu beklemektedir.
Hadîste kastedilen bir mana da şu olmalıdır; şayet siz, melekler gibi yaratılmış olsaydınız, elbette Allah Teâlâ bir topluluk getirirdi ki onlardan günah işleyenler de olurdu, böylece hikmet gereği, mezkûr sıfatlarla onlara tecelli ederdi. Çünkü Gaffâr, mağfûru gerektirir. Nitekim Râzık da merzûku gerektirir…2
Diğer taraftan hadîs daha çok, günah işlemeyen ve kendisini ibadete adamış olanların kibir ve gurura kapılabilecekleri noktasından ele alınarak anlaşılmaya çalışılmıştır. Nitekim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir seferinde; "Şayet siz günah işlemeseydiniz, bundan daha büyüğü/tehlikelisi olan kibre düşmenizden korkardım kibre!" (Deylemî, Firdevsü'l-ahbâr, III/417) buyurmak suretiyle bu hususun önemine dikkatleri çekmiştir.
Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî (v. 862/1457), zahidleri uyarma maksadıyla diyor ki; "Bazı insanlar âbidlerin giysileriyle süslenir, tâat ve ameline düşkünlük gösterirler. Ancak maksatları Hakk değil halktır. Amellerini kibirden,‘ucbdan (gururdan), gıybetten ve nemîmeden (koğuculuk) arındırmazlar. Hâlbuki her kim amelini bunlardan arındırırsa, onun Allah Teâlâ Sübhânehu ve Teâlâ'nın ahlâkı ile ahlâklandığına inanılır. Çirkin amellerden sakınırsa onun hâiflerden (dertlilerden) olduğu anlaşılır ki, o eminlerden sayılır ve ona güvenilir."3
Kibrin en tehlikelisi, en yıkıcısı da, ibadet etmiş olmaktan doğan kibirdir, denilmiştir. Cübeyr b. Nüfeyr (v. 80/699)'e, "Hangi kibir daha kötüdür?" diye sorulunca, "ibadet kibridir" cevabını vermiştir.4 Bu kanaat bütün İslâm büyüklerince paylaşılmıştır. İnsan mânevî mertebesi ne olursa olsun kendisini başkalarından üstün, herkesi batmış, kendisini kurtulmuş görmemelidir. Avn b. Abdillah der ki: "Kendini başkalarından az da olsa üstün görmen, sana kibir olarak yeter."5 Bir başka İslâm büyüğü de bu gerçeğe şöyle temas ediyor: "İbadete güvenmek, sülûk erbabının başlangıçta karşılaştıkları en büyük tehlikedir. Bu güven, kuruntunun insana galip gelmesi ve hayalin akıl aynasını paslatması yüzündendir. Sâlikin bu vehim ve hayalden kurtulmasıı ileri derecede iç aydınlığı sayesinde mümkün olur. Demek oluyor ki ibadetten doğan kibir sonsuzluk yolunda bir geriliği belgeliyor."6
Kibir-günah mukayesesi yapılırken, insanı Allah'a tevbeye, tazarru ve niyaza götüren günahın, kibre sevkeden ibadetlerden daha üstün olduğu bile dile getirilmiştir (Beyhakî, Şuabü'l-İmân, V/453). Özellikle tasavvuf ehli, kişiliğin yıkımına yol açan, gem vurulmamış kibre karşı dikkatli olmuş, bu korku yüzünden kendilerini –iman hâriç– hayvanlardan ve kâfirlerden bile üstün görmemeye özen göstermişlerdir. Çünkü hayvanlar Hakk'ın huzurunda hesaba çekilmeyecek, kâfir için yaşadığı müddetçe tevbe ve af edilme kapısı açıktır. O halde bir yönüyle mü'minin işi onlardan daha zordur. O hâlde korkulması gereken, günahlar değil; kibirdir, günahtan tevbe etmemektir, günahı hafife almaktır. Bir hadîs-i şerîfte şöyle denilmiştir: "Şu üç şeyden beri olarak ruhu cesedinden ayrılan kimse cennete girecektir: Bunlar kibir, kin ve borçtur." (Tirmizî, Siyer, 21; Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/276, 277, 282) bu tür hadîsler tergib eksenlidir.
Başta zikrettiğimiz hadîs-i şerîfte dikkatlerden kaçmaması gereken bir husus daha var ki, o da, günah işleyenin, günahını müteakip Allah'tan bağışlanma talep etmesidir ki günahı, gurura götüren ibadetten üstün kılan da bu yönüdür. Yoksa boyun büktürmeyen, sığındırmadan azade günahın ne kıymeti olabilir; günaha, bir anlamda önem kazandıran da budur, denilebilir.
Ağlamasına sebep olan günahlara sahip olmayı, gurur getiren ibadetlere sahip olmaya tercih edenlerden biri olan Yahya b. Muâz'ın (v. 258/871) şu beyanı da oldukça mânidardır: "Rabbim! Günahlarım eşliğinde sana sığınmayı, ibadetlerime güvenerek sana yönelmeye tercih ediyorum."7
Bu ifadelerden, ibadetin bir kıymetinin olmadığı neticesi çıkarılmamalıdır. Ancak her şeyde olduğu gibi ibadette de ihlâslı olmak ve ibadetin tek başına kulu kurtaramayacağını dikkatten uzak tutmamak gerekir. Zîrâ ibadetler Allah'ın lütuflarına bir şükran ifadesidir. Hiç kimse yaptığı amellerle Cennet'i kazanamaz. Cennet lütf-u İlâhîdir. İbadete ihtiyacı olan Allah değil biziz. Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde bu hususu şöyle ifade eder: "Ashâbım! Sizden hiçbirinizin ibadeti asla sahibini kurtaramaz." Ashâb-ı kiram: ‘Ya Resûlüllah! Seni de mi ibadetin kurtaramaz?' diye sormuşlardı da Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Evet, beni de. Meğerki Allah beni rahmeti ve fazlı ile korumuş olsun. Ashâbım! Doğruluğa sarılınız, ibadetlerinizde dengeyi elden bırakmayınız. Gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyünüz (ibadet ediniz). Gecenin bir saatinden de istifade ediniz. (Her hâl ve hareketinizde) itidale yapışınız, itidalli olunuz ki, muradınıza eresiniz." buyurmuşlardır. (Buhârî, Rikâk, 18; Müslim, Münafıkîn, 71-73)
Günah-Tevbe ve Af Münasebeti
Günah kavramı, ulûhiyet düşüncesi ve inancıyla beraber mütalâa edildiğinde, genel bir vasıf olarak menfî yönlü bir kavramdır. Kur'ân-ı Kerîm'de ve Sünnet-i Seniyye'de, günahtan kaçınma hususunda şiddetli bir ikaz vardır. Zîrâ "Her günah içinden küfre giden bir yol vardır." Başta zikrettiğimiz hadîsi istisna tutacak olursak, günahın müsbet yönünden bahseden herhangi bir âyet ve hadîs bulmak imkânsızdır. Dolayısıyla mezkûr hadîs, âdeta tek başına bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır ki, o da neticesi itibarıyla insanı Allah'a ulaştırması, insana kendi acziyetini hatırlatması itibarıyladır.
Biz kullar, Yüce Allah'ı ancak Kur'ân ve Sünnet'te bildirilen sıfatlarıyla tanıyoruz. Bu tanıma ise O'nun sıfatlarının tecellisi sayesinde olmaktadır. Bu itibarla sanki Allah'ın sıfatlarının tezahürünün iktizası ve O'nu hakkıyla tanımamız adına günah yaratılmasına müsaade edilmiştir denebilir. Sem‘anî'nin de ifade ettiği üzere, Hz. Âdem Cennet'teyken, Allah'ın kendisine öğrettiği bütün isimlerin anlamlarını henüz tam olarak kavramış değildi. Sadece güzellik ve rahmet vasıflı isimlerini biliyordu; ama celâl ve gazap ağırlıklı isimlerini bilmiyordu. Bu hususiyeti kazanmak için yeryüzüne, Allah'ın kahır evine inmesi gerekiyordu.8
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de, insanı, hem üstün yönleriyle hem de bütün zaaflarıyla tanıtmış; bir taraftan onu en güzel surette yarattığını, diğer taraftan da aşağıların aşağısına sukut etme potansiyeline sahip olduğunu beyan etmiştir (Tîn, 95/4-5). Dolayısıyla Yüce Yaratan, insanı terakki ve tedenni zembereğini kendi eline vererek günahı ve sevabı tercih edebilecek hüviyette yaratmıştır. Nasıl ki, Allah'ın temel sıfatı olan Rablığın tezahür etmesi için zulüm ve belâ zarurîdir ve ahlâkîdir, aynı şekilde Rahmân, Rahîm, Gafûr, Afüv ve Vedûd gibi sıfatlarının tezahürü de günahların varlığını iktiza etmektedir. Başka bir ifadeyle, afüv ve gufrân sıfatlarının eseri ancak günahkârlar üzerinde tecelli edecektir. O hâlde günahkârların bulunması kaçınılmaz olacak; onlar Allah'a sığınacaklar ve Allah da onları affedecektir.9 Ancak Allah küfre razı olmadığından kullarının günahlarından, şerlerinden, zulümlerinden hoşnut değildir, imtihan sırrından ve kulun iradesine saygısından onları yaratmaktadır. Allah'ın tevvâb sıfatının tecellisi için günahkâr bir kul ve bu kulun tevbe etmesi gerekmektedir. Ardından da tevbenin kabulü ile Allah'ın afuv sıfatı tecelli edecektir. Bu itibarla günah merkezde olmak üzere tevbe ve af üçgeni, insanoğlunun sürekli muhatap olduğu; beşer olma vasfının nirengi noktalarını belirlemektedir.
İmam Kuşeyrî, bu hususta iltibasa açık bir beyanla diyor ki; ‘Allah kendisine Afüvv ve Gafûr (af ve mağfiret edici) ismini verince, kullarını günaha düşürmüş oldu.'10 Yani Allah'ın affedici olması için kulun günah işlemesi icap eder; kul da işlediği günahın akabinde Allah'ın affına güvenir. İbrahim b. Edhem Hazretleri'nin şöyle dediği nakledilir: "Bir hac esnasında ortalık tenhalaşsın da tavaf yapayım, diye bir müddet bekledim. Gece karanlığı bastı, şiddetli yağmur yağıyordu. O sırada ortalık tenhalaşmıştı. Hemen tavafa başladım. Tavaf esnasında Allah'ım, beni masum kıl; Rabb'im, beni günahtan koru diye niyazda bulunuyordum. Hâtiften (gaib) bir ses bana dedi ki: Ey İbrahim, seni masum kılmamı istiyorsun, herkes benden ismeti (günahsız olmayı) istemektedir. Fakat siz günahsız olunca ben kime rahmet ve mağfiret edeceğim?"11
Şu da bir hakikattir ki, Kur'ân'ı-Kerîm'in beyanına göre Cenâb-ı Hak en çok Rahmân sıfatıyla tecelli etmek ister (bkz.A‘râf, 7/156; Mü'min, 40/7). Zîrâ o tecelli, O'nun ulûhiyyetine en fazla yakışan ve kulluk için en çok zaruret duyulan tecellidir. Rubûbiyyet (ilâhlık) merhamet, şefkat, bağışlamak, ubûdiyyet (kulluk) acınmak, bağışlanmak ister. Aynı zamanda, tabir caizse Yaratıcı, Rahmân sıfatının tecellisini istememizden memnuniyet duyar, razı olur (Bkz., A'raf, 7/156).
Netice
Günah-tevbe-af kavramlarının birbiri ile olan münasebeti o derece güçlüdür ki, bunların her biri tek başına ele alındığında anlam sahalarının daraldığı ve anlaşılmalarının zorlaştığı görülür. Günah tevbeyi gerektirir, başka bir deyişle tevbe ancak günah ile mana kazanır. Tevbenin ardından da af gelir ki, af olmadığında tevbenin de bir anlamı kalmaz. Bu itibarla Kur'ân, günahtan bahsettiği ölçüde tevbeden de bahseder ve Allah'ın bağışlayıcı, affedici olduğuna sık sık vurgu yapar.
İnsan, her ne kadar fıtraten bir olan Allah'a inanma eğiliminde olsa da, maddesiyle bir avuç çamura bakan, mânâsıyla İlâhî nefhadan beslenen ikili bir yapıya sahiptir. Maddî yönünü etkileyen bir yığın olumsuzluklar karşısında, mânâsını güçlendirecek ve nihai zaferi elde etmesini sağlayacak eşsiz güzellikler ve fırsatlara da maliktir. Bir taraftan özünde taşıdığı, ikili yapısının menfi cephesi, diğer taraftan irsiyet yoluyla kendisine intikal eden menfilikler ve bunlara ilâveten çevrenin tesiriyle günaha-kötülüğe sürüklenen insan, Yaratan'ına yöneldiği sürece yine de değerinden bir şey kaybetmiyor. Zîrâ günah işleyip de samimi bir tevbe ile Yüce Yaratan'ına yönelen ve günahları karşısında gözyaşı dökenler, Hakk katında hiç günah işlemediğini düşünerek tevbe etmeyenler hele hele ibadetlerine güvenip de kibre-gurura kapılanlardan daha üstün bir konuma sahiptir. En büyük günah insanın kendisini günahsız kabul etmesidir. "Zîrâ bazen insan kendini günahsız sanmakla gurura düşüp aldanabilir. Bu da insanın farkına varamayacağı ledünnî bir hastalıktır. Bu ledünnî hastalık daha tehlikeli olduğundan insan, kendi nefsini levmedeceği, kınayacağı, beğenmeyeceği yola kendisini sevk edecek bir kısım vesileler bulması lâzımdır. O da, küçük bir iki zelleyle insanın bilerek veya bilmeyerek sürçmüş veya düşmüş olması gibi şeyler olabilir. Bu durumda insan, kendini beğenme hastalığına da düşmemiş olur."12
İnsanda var olan eksiklik, insanî mahiyetin bir parçasıdır ve Allah bu durumu çok iyi bilmektedir, dolayısıyla Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) mezkûr hadîsine göre, hiç kimsenin Allah'ın rahmetinden ümidini kesmesine gerek yoktur. Bununla birlikte insanın, meleklerden de ders alması ve yaptığı iyi işlerden dolayı asla gururlanmaması gerekmektedir; çünkü kendini iyi olarak görme ve nefsini temize çıkarma hatalı bir bakış açısıdır; zîrâ bütün iyiliklerin kaynağı Allah Teâlâ'dır.
* Atatürk Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi
nihat.yatkın@yeniumit.com.tr
Dipnotlar
1. Buhârî, cenâiz 34.
2. Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, V/193.
3. Kazvînî, Müfîdü'l-Ulûm ve Mübîdü'l-Hümûm, s. 281.
4. Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, III/180.
5. Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, IV, 247.
6. Muhammed b. Abdillah Hâni, el-Behcetü's-Seniyye, s.23.
7. Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s.272.
8. W. Chittick, Tasavvuf-Kısa Bir Giriş, s. 242.
9. Mansûr Alî Nâsıf, et-Tâcü'l-Câmi‘,V/148; bkz., Mübârekfûrî, Tuhfetu'l-ahvezî, V/193.
10. Kuşeyrî, Risâle, s.274.
11. Kuşeyrî, Risâle, ay.
12. M. Fethullah Gülen, Çizgimizi Bulma Yolunda, 245.
Manevî Kirlerden Arınma Yolu: Tövbe
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı
Sözlükte “Allah’a dönüş ve yöneliş” anlamına gelen tövbe, dini terim olarak “günahtan Allah’a dönme” anlamıyla meşhur olmuştur.1
İmam Gazalî, İbn Arabi, İbn Hacer gibi İslâm âlimleri tövbeyi farklı şekillerde tarif etmişlerdir.2
Biz burada tövbeyi açık ve anlaşılır bir tarzda tarif edecek olursak şöyle diyebiliriz: Tövbe; yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah’a dönmek, O’ndan affetmesini, bağış lamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız Allah’a yal varmak demektir.
1. Tövbenin Önemi:
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde: “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd, 30) buyurmaktadır. Başka bir hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz: “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9, 10, 11) buyurmuştur.
Bu zikrettiğimiz hadislerden de anlaşıldığı üzere, insan, günah ve sevap işleme özelliğinde yaratılmış bir varlıktır. Günah işlemek, insanı meleklerden ayıran bir özelliktir. Bilindiği gibi melekler nurdan yaratılmış olup, asla Allah’a karşı gelmeyen, günah işle me yen varlıklardır.
İslâm fıtrat dinidir. İslâm’da insanın günah işleyebileceği kabul edilmiş ve bundan korunma ve kurtulma yolları insana öğretilmiştir. İşte yapılan kötülükten, işlenen günah ve kabahatten kurtulup manevi kirlerden temizlenme yolu tövbedir. Tövbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlar dan kurtulup o günah ve hataları hiç yapmamış gibi tertemiz olur. Nitekim bu hususta Peygamber Efendimiz, “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gi bidir.” (İbn Mace, Zühd 30) buyurur.
Yüce Allah kullarını tövbeye çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki, felaha edesiniz.” (Nur, 24/31) Başka bir ayette ise Yüce Al lah, Peygamberine şöyle buyurur: “De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Al lah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.” (Zümer, 39/53)
Bu ayette Yüce Allah, Peygamberine, günahkâr kullara, Allah’ın rah metinden umut kesmemelerini söylemesini emrediyor. Çünkü çok bağışlayan, çok acıyan Allah, dilerse bütün günahları bağışlar. Bundan dolayı kullar, Allah’ın azabı gelmezden önce Allah’a yönelmeli, O’na teslim olmalı, şirki ve bütün günahları bırakmalıdırlar.
Bir rivayete göre, çok günah işlemiş olan bazı müşrikler, Müslüman oldukları takdirde günahlarının affedilip edilmeyeceğini Hz. Peygambere sormuşlar ve bunun üzerine bu ayet inmiştir.3 Bu ayet, bütün insanları tövbeye ve İslâm’a yöneltmekte, Müslüman oldukları takdirde Allah’ın, onların bütün günahlarını affedeceğini bildirmekte, günahkârlara umut kapılarını ardına kadar açmaktadır.
Kullar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar, umutsuzluğa kapılmadan Allah’a yönelip tövbe ederlerse Allah onları affeder. Bu ayetler yanında kulları umutsuzluktan kurtarıp tövbeye yönelten çok hadis vardır. (Bkz: Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47)
Günah ruhun kiri, tövbe ise cilasıdır. Günahta ısrar, kulun ruhunu iyice bozar. Onun için Mevlânâ Celâleddin Rûmî de her insanı, her ne durumda olursa olsun mutlaka günah bataklığından tövbenin aydın düzlüğüne şöyle çağırmaktadır:
Gel, gel, ne olursan ol, yine gel! Kâfir, Mecusî, putperest de olsan gel! Bizim bu dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir. Yüz bin kere tövbeyi bozmuş olsan da yine gel!
Yüce Allah, Tahrim suresi 8. ayette: “Ey inananlar, tövbe- i nasûh ile Allah’a tövbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz, kötülüklerinizi örtüp temizler ve sizi içinden ırmaklar akan Cennetlere yerleştirir...” buyurmaktadır. Bu ayette kastedilen nasûh tövbesi nedir?
Nasûh Tövbesi Nedir?
Nasûh, nush kökünden mübalağa kipidir. Çok öğüt veren demektir. Tövbe, çok öğüt verici olarak nitelendirilmiştir. Yani sahibine, günahı bırakmasını öğütle yen, onu günahtan kurtaran sadık bir tövbe ile tövbe ediniz, Allah’a dönünüz demektir. O halde nasûh tövbesi; hemen günahı terk etmek, geçmişte olanlara pişman olmak, gele cekte günah işlememeye karar vermek ve üzerinde bulunan her hakkı sahibine ödemek demektir.4
Efendimiz (s.a.s.), nasûh tövbesini; “Kulun işlediği günahtan pişmanlık duyması, Allah’a tam rucu’ edip, tıpkı sütün memeye dönmediği gibi, kişinin tekrar günaha dön memesidir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/446) şeklinde tanımlamıştır.
Gazalî, nasûh tövbesini tanımlarken şunlara yer vermiştir: “Nasûh tövbesi yapan lar, tövbe edip ölünceye kadar tövbesinde duranlardır. Bunlar geçmişteki eksiklerini tamamlar ve bir daha günaha dönmeyi hatırdan bile geçirmezler, zelle ve sürçmeler müs tesna. İşte tövbede istikamet budur. Günahların sevaplarla değiştirilip hayırlarda müsabaka edenler bu tür tövbe sahipleridir.”5
2. Tövbenin Kabulünün Şartları:
Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah’ın tövbe edenleri methetmesi (Tevbe, 9/112) ve tövbe kapısını çalan kullarını sevdiğini ifade etmesi (Bakara, 2/222), tövbelerin kabul edileceğinin birer delilidir.
Allah Resulü (s.a.s.), kullarının tövbesi karşısında Allah’ ın ne kadar hoşnut olacağını şöyle bir örnekle anlatmaktadır: “Allah’ın kulunun tövbesine sevinmesi şuna benzer: Bir insan azığını, su tulumunu bir deveye yüklemiş, sonra yolculuğa çıkmıştır. Nihayet çorak bir yere vardığında uykusu gelmiş, devesinden inerek bir ağacın altında istirahata çekil miştir. Kalktığında devesinin kaybolduğunu görmüş ve değişik tepelere koşarak onu ara dığı halde bulamamış ve yorgun bir vaziyette, ağacın altına yatmıştır. Tekrar uyandığında devesini yanı başında durduğunu görüp de yularından yapışıp, son derece sevinerek, yanışlıkla; “Ey Allah! Sen benim kulumsun, ben senin Rabbinim.” (Buhârî, Deavât 4; Müslim, Tevbe 3) demiştir. İşte Yüce Allah, kendisine tövbe eden kuluna, devesini kaybettikten sonra bulan adamdan daha fazla sevinir.
Tövbenin Allah katında makbul olması için bazı şartlar vardır. Yalnız bu şartlar işlenen günahın çeşidine göre farklılık arz etmektedir. Günahın kime karşı işlenmiş ol duğu, onlardan kurtulmak için tövbe yapılırken önem arz etmektedir. Bu bakımdan gü nahı ikiye ayırabiliriz:
a- Allah Hakkı ile İlgili Günahlar: Allah hakkı ile ilgili günahlardan tövbe etme nin üç şartı vardır:
1) O günahı işlediğine pişmanlık duymak: İnsan vicdanında, işlenen günahın bir kötülük olduğu ve kul ile Allah arasında bağlantıyı zedelediğine karar verildiğinde, bir huzursuzluk6 ve pişmanlık başlayacaktır.
Günah işleyen kul, tövbe kapısına; günahlarını itiraf ederek, bu günahların verdiği huzursuzluk ve pişmanlıkla silkinmiş, uyanık bir kalp ve gönülle gelecektir.7 Sözü edilen huzursuzluk, şahsı tövbe etmeye iten bir etkendir.
Pişmanlık tövbenin ilk şartıdır. Nitekim Allah Resulü, önemine binaen, “tövbe pişmanlıktır” (İbn Mâce, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/376, 423) buyurmuştur. Pişmanlık tövbenin kendisidir. Pişmanlık olmadan tövbe yapılamaz.
2) Tövbe edilen günahı kesinlikle terk etmek: Tövbe; yalnız bir kalp işi, bir ürperti, irkilme ve gözyaşı dökme şeklinde, soyut bir pişmanlık değildir. Yani tövbe, birtakım iç duygulardan ibaret değildir. Aksine tövbe, derunî duygular üzerine birtakım eylemlerin bina edildiği bir süreçtir. Örneğin, tövbe eden, Allah’ın yasakladığı günahı terk etmeli8, imkân ölçüsünde emirlerini yerine getirmelidir.9 Tövbe ettiği günaha devam etme meli dir.10 Günahlarına tövbe ettiği halde, onları işlemeye devam eden fert, kendisi ile tezada düşmüş demektir. Böyle bir tavır, pişmanlık olgusu ve günahı tekrar işleme yeceğine dair sözü ile bağdaşmayacaktır. Hâlbuki şahsın, tövbe ettiği günahları hemen terk etmesi,piş manlığının ve aynı günahı tekrar işlememedeki kararlılığının bir belirtisi ola caktır.
3) Tövbe edilen günaha kesinlikle dönmeme kararı: Geçmişteki günahlarından pişmanlık duyan şahsın, tövbe etmiş olması için, o günahı tekrar işlememeye kesin karar vermiş olması gerekmektedir.11 Pişmanlık ve tövbe edilen günaha dönmeme kararı, birer kalp işi olduğundan, bunları gerçek anlamıyla yalnız Allah bilebilecektir. Dolayısıyla, ki min gerçek manada tövbe etmiş olacağı insanlar tarafından bilinemeyecektir.12Tövbenin sıhhat bulması için, şahsın tövbe ettiği günaha tekrar dönmeyeceğine dair Allah’a söz vermesi gerekmektedir.13
b- Kul Hakkı ile İlgili Günahlar: Kul hakkı ile ilgili günahlardan tövbe etmenin ise dört şartı vardır. Bu şartlar; yukarıda zikrettiğimiz üç şartla birlikte dördüncü şart ise; hakkı yenilen kulun hakkını sahibine iade etmek ve ondan helallik almaktır. Kul hakları, mal nevinden ise, aşağıdaki ihtimallerle karşılaşılabilecektir.
1. Gasbedilen mal, elde mevcut ve sahibi de biliniyorsa geri verilmelidir.14 Burada suçu gizleyerek tövbe etmeye çalışmak yetmez.
2. Çalınan mal, hırsızın elinde mevcut, ancak sahibi bilinmiyorsa, bu mal tasadduk edilerek zimmetten çıkarılır. 15
3. Bir şahısta önceki yıllara ait kul hakları var ve sahipleri de belli değilse, gasbe dilen mallar kadar tasadduk eder, hayır-hasenat yapar.
4. Suçlunun yediği bir mal, mislî değil de; kıymeti belirlenebilen cinstense ve şah sın imkânı da varsa, o kıymeti sahibine vermelidir.16 Buna gücü yetmiyorsa, imkân bul duğunda vermeye niyet etmelidir. İmkân nispetinde, malı sahibine ulaştırmaya çalışıp da bunu başaramayanı Allah’ın affetmesi umulur.17
5. Malında ne kadar haram bulunduğunu bilmeyen şahıs, zann-ı galibine göre, bir miktar ayırır ve onu önceki kul haklarını elinden çıkarma niyeti ile dağıtır.18
Tövbe edilmek istenen günah, insanın namusu ve şahsiyeti ile ilgili olduğunda; söylenen söz, eğer mağdurun kulağına gitmemişse, tıpkı Allah hakkı ile ilgili günahtan tövbe edildiği gibi tövbe yapılabilir. Bu tür söylenen sözler, mağdurun kulağına gitmiş ise, o zaman şahsa müracaat edilerek, helallik alınması gerekir.
İşte bu şekilde, günahkâr şahıs, utanarak Rabbinden bağışlanmasını ister ve zik rettiğimiz bu şartları yerine getirirse, Allah böyle tövbe eden kulunun tövbesini kabul ederek bağışlayacak ve ona azap etmekten hayâ edecektir.
3. Tövbede Zaman Unsuru:
Günahlar, Allah’a giden yolda birer engeldir. Günahkâr, zehirlenmiş bir insan gi bidir. Zehirlenen kişi için, vakit geçirmek ne derece tehlikeli ise, günah işleyenin de tövbede gecikmesi o derece risklidir.
Günah işleyen mü’min, imanının bir belirtisi olarak rahatsızlık duyacak ve hemen ondan kurtulmanın yollarını arayacaktır. Günahın hemen ardından tövbe etmenin farz ol duğu hususunda icma mevcuttur. Ayrıca tövbeyi geciktirenler bu sebeple günah kazan maktadırlar.19
Gazâlî’ye göre; kişi yaptığının günah olduğunu anladığı an, derhal pişmanlık duy malı ve onun tesirini iyi amel ile silmelidir. Aksi halde, kötülükler kalbi istila eder ve bir daha izalesi mümkün olmaz.20
Nitekim hadiste: “Mü’min günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke olur. Tövbe eder, günahı terk eder ve istiğfar ederse, bu siyahlıktan kurtulur, günah artarsa siyahlık da artar...” (İbn Mâce, Zühd 29) buyurulmaktadır.
Tövbe için geçerli olan zamanın son sınırı hakkında şu hadis bize bir fikir vermektedir: “Allah kulunun tövbesini, can boğaza gelmedikçe kabul eder.” (Tirmizî, Deavât 100; İbn Mâce, Zühd 30) Ölüm kesinleşip, can boğaza geldiğinde ise, tövbe kabul edilmeyecektir.
Son nefeste tövbenin kabul edilmeyişinin sebepleri şunlardır: İnsan o anda ümit sizlik halindedir. Hâlbuki tövbe, kişinin hayattan ümidini kesmediği bir ortamda olmalıdır. Son nefeste fertlerden teklif kalkar. O anda yapılan işler için iyi veya kötü denmez. Hâlbuki tövbe dünya işlerindendir ve teklif kalkmadan yerine getirilmelidir. Ahirette herkes pişman olacaktır, ancak o halleri tövbe olarak nitelendirilmeyecektir. 21 Zira son nefeste günahkârların pişmanlık duydukları an, teklifin olmadığı andır.22 Son nefeste yapılan tövbe kabul edilmediği gibi, o bir yok hükmündedir ve sonuç olarak hiç bir şey ifade et memektedir.23 Ömrü boyunca hiç tövbe etmeyenle, ölümü anında tövbe eden, sonuç itibarıyla aynı görülmektedir.24
Sonuç olarak, tövbe ile ilgili şöyle bir zaman dilimi çizebiliriz: Tövbe için zaman; günahın peşinden başlamakta, ileriki günlerde herhangi bir vakte bağlı kalmadan devam etmekte ve ölüm alametleri belirince son bulmaktadır. Yani, tövbenin son sınırı olarak; yaşama ümidinin bitmesi, ölüm alametlerinin belirmesi ve şahsın son anlarını yaşamasıdır.
4. Tövbede Mekân Unsuru:
Namaz, hac gibi bazı ibadetlerin, belli mekânlarda yapılması, faziletli veya gerekli olduğu halde, tövbe için böyle bir 13 mekân şartı yoktur. Zira tövbe, çok yönlü bir pişmanlık olduğu için, yalnız bir mekânda başlayıp sona ermeyecektir.
Bu sebeple, tövbe edebilmek için, şahsın camide bulunması, tekke veya zaviyede olması şeklinde bir şart yoktur. Diğer taraftan; cemaat ha linde, bir araya toplanarak, koro halinde tövbe etmek de şart değildir.
Günah işlemiş insan, tövbesini her mekânda gerçekleştirebilir. Şahıs için, günah larını göz önüne getirdiği, onların çirkinliklerinden kurtulmaya karar verdiği her yer tövbe mekânıdır. Yani işçi işinin başında, çiftçi tarlasında, evde kalanlar evlerinde, bu kararı ve rebilir ve tövbe sürecini başlatabilir.
Nitekim Yunus (a.s) balığın karnında ve denizin karanlıklarında; “Ya Rabbi Sensin ilah, Senden başka ilah yoktur, Sübhansın, bütün noksanlıklardan münezzehsin, Yücesin. Doğrusu ben kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!” (Enbiyâ, 21/87) deyip, en faziletliyi yapabilecek iken faziletli olanı yaptığından ötürü Allah’tan af dilemiş tir.25 Allah da onu affetmiştir.
Yine bilindiği gibi Hz. Âdem ve Hz. Havva, cennette yasak meyveden yiyerek, Al lah’ın emrine karşı gelmişlerdi. Cennetten çıkarılıp, dünyada epey müddet dolaştıktan sonra Arafat meydanında “Rahmet Dağı” denen bir dağın başında yaptıkları hatadan do layı Allah’a tövbe etmişler; “Rabbimiz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ki zi yana uğrayanlardan oluruz” (A’raf, 7/23) diyerek Yüce Allah’a yalvarmışlar ve af dilemişler, Cenab-ı Hak da onları affetmiştir.
Tövbe süreci, günahlardan kurtulmaya kalbin kesin olarak karar vermesiyle başlamaktadır. Bu kararın verilebildiği her yerde tövbe sahihtir. Tövbeyi bir mekâna hasretmek, tövbe için kutsal bir yer şartını ileri sürmek, tövbe olayını bilmemek ve konu ile ilgili İslâm’ın esprisini yakalayamamak demektir.
Sonuç:
Yüce Allah, insanı sevap ve günah işleyebilecek bir özellikte yaratmıştır. Yapılan kötülüklerden, işlenen günah ve kabahatten kurtulma, manevî kirlerden arınma yolu tövbedir. Tövbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulur ve o günahı hiç işlememiş gibi tertemiz olur. Her insanın tövbeye ihtiyacı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Tövbe, günahın hemen peşinden olabileceği gibi, ölüm döşeğine düşüp, ölüm emarelerinin belirmesi öncesine kadar devam eden bir zaman içinde yapılabilir. İnsanın eceli belli olmadığı için, bir an önce tövbe etmelidir.
Tövbe etmek için, insanın bir aracıya ihtiyacı olmadığı gibi, belirli zaman ve mekânda tövbe eylemini gerçekleştirmek gibi, bir zorunluluk da yoktur.
Gerçek tövbe için; kişi geçmişe pişmanlık duymalı, gelecekte aynı hatayı işlememe kararı ile birlikte, yaşadığı ortamda günahı terk etmelidir. Kul haklarının sahibine iade edilmesi tövbenin en önemli rüknüdür.
Yapılan tövbe sonucu, günahlardan temizlenip temizlenilmediği kuşkusu yersiz olup, Allah her türlü günah işleyeni temizlemek için tövbe kapısını açık bulundurmaktadır. İnsanların dikkatli olması gereken husus; tövbenin sahih olarak ortaya konulup konulmadığıdır.
* Fırat Üniv. İlahiyat Fak. Ögrt. Üyesi msoysaldi@yeniumit.com.tr
___________
DİPNOTLAR
1. Fîruzabâdî, Muhammed b.Ya’kub, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut 1991, I, 166; Cevherî, İsmail b.Hammad, es-Sıhah fi’l-Lüga ve’l-Ulûm, Beyrut 1974, I, 146; İbn Manzur, Ce ma leddin Muhammed b.Mükerrem, Lisanu’l-Arab, Beyrut 1990, I, 233.
2. Bu tarifler için bkz., Gazâlî, Ebu Hamid Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Din, (trc. Ahmed Serdaroğlu), İstanbul 1974, IV, 10; Muhyiddin İbn Arabî, el-Futuhâtü’l-Mekkiyye, (thk. Osman Yahya), Kahire 1988, XIII, 298; İbn Hacer, el-Askalânî, Şihabuddin Ahmed b.Ali, Fethu’l-Bârî bi Şerhi’l-Buhârî, Kahire 1987, XI, 106.
3. Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed b.Ahmed, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’an, Kahire 1959, XV, 268; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, IV, 59.
4. İbn Manzur, age, II, 617; İbnü’l-Kayyım, Medâricü’s-Sâlikîn, Kahire trs, I, 356.
5. Gazalî, İhyâ, IV, 78.
6. Bu huzursuzluğun imanın bir alameti olduğu hadiste şöyle belirtilmiştir: “Kişi kötülük yapar da, bu ona rahatsızlık verirse işte o mü’mindir.” Bkz., Buharî, Deavât, 4; Tirmizî, Kıyamet, 49; Ahmed b.Hanbel, age., IV, 12.
7. Gazalî, İhyâ, IV, 9.
8. Kurtubî, age, V, 91.
9. Kâsımî, Muhammed Cemaleddin, Mehâsinü’t-Te’vil, (thk. M.Fuad Abdulbâkî), Kahire trs, XII, 4597.
10. İbnü’l-Kayyım, el-Cevziyye, Muhammed b.Ebubekir, Medâricü’s-Sâlikîn, Kahire trs, I, 301.
11. Kurtubî, age, V, 91.
12. M.Ebu Zehra, el-Cerime ve’l-Ukûbe fi’l-Fıkhı’l-İslâmî, Kahire trs, s.223.
13. İbn Hacer, age, XI, 106; Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, IV, 240.
14. Serahsî, el-Mebsut, IX, 176; Kâsânî, Bedâyi, VIII, 96; Âlûsî, age, VII, 96.
15. Aliyyü’l-Kârî, Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber, (trc. Yunus Vehbi Yavuz), İstanbul 1979, s.415.
16. Muhyiddin İbn Arabî, Futuhât, XIII, 298.
17. İbn Hacer, age, XI, 106.
18. Gazalî, İhyâ, IV, 68, 69.
19. İbn Kayyım, age, I, 297, 298.
20. Gazalî, İhyâ, IV, 13.
21. Âlûsî, age, XXVIII, 158.
22. Kurtubî, age, V, 93.
23. Suyûtî, Abdurrahman Celalüddin, ed-Dürrü’l-Mensur fi Tefsiri’l-Me’sur, Beyrut 1414h, II, 458.
24. Maverdî, Tefsir, I, 456.
25. Taberî, Ebu Cafer Muhammed b.Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’an, Beyrut 1988, XVII, 80.
.
Harama Nazar
Prof Dr. Mesut Erdal
Gözün bir harama kaysa, bu günahın üzerinden bir dakika bile geçmeden, o günahtan sıyrılmak için hemen huzura koşmalı, Allah'ın huzurunda af fermanı arayacağın bir seccade bulmalı, başını yere koymalı ve tevbe etmelisin. Günahın canlı kalmasına meydan vermemelisin.Nazar kelimesi, Arapçada, düşünmek ve tefekkür etmek anlamının yanı sıra, "bir şeyi göz ile tekrar tekrar incelemek" mânâsına da gelmektedir.1 Haram ise Yüce Rabb'imizin yasakladığı şeydir. Harama nazardan maksat da, Şâri' Teâlâ'nın, bakmamızı/incelememizi yasak kıldığı insana veya onun mahremiyet alanına giren şeylere bakmaktır. Dolayısıyla Cenâb-ı Allah'ın bakmamızı yasak ettiği şeylere bakmak bir mânâda göz nimetini O'nun rızasına aykırı yolda kullanmak demektir. Ama O'nun izni dairesinde harcanırsa, mesela göz nimeti, şu büyük kâinat kitabının bir mütalâacısı ve şu âlemdeki Rabbanî sanat mucizelerinin bir seyircisi ve yeryüzü bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.2Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye harama nazar konusuna usûl-i fıkıh tabiriyle fenalıklara ve günahlara götüren yolları tıkamak mânâsına gelen "sedd-i zerâi" prensibi açısından da vurguda bulunmakta ve farklı hâdiseler münasebetiyle bu hususa dikkatimizi çekmektedir. Yani, harama nazarda günaha götüren bir sebep olduğu için o da günahtır ve yasaklanmıştır. Bunun için, Kur'ân-ı Kerîm, zinayı yasaklarken, "Zinaya yaklaşmayın."3 şeklinde seslenmekte ve netice itibariyle günaha götürebilecek ortam ve vesilelerden de uzak durmayı emretmektedir.Harama nazar mevzuunda Kur'ân ne buyuruyor? Nur Sûresi'nin 30. âyetinde, "Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle. Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır." buyurulur. Âyette "kısmak" mânâsına gelen "ğadd" kelimesinin "min" edatıyla kullanılması kısmîlik ifade eder. Yani "bakışlarınızın bazılarını kısın" demek olur ki, bu da müminin gözünü haramlara karşı kapaması, mubah kılınan şeylerle yetinmesidir.4 Aynı emir, hemen sonraki âyet-i kerîmede kadınlar hakkında da gelmiştir: "Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle." Bu âyette ise kadınlara bakışlarının bazısını kısmaları emredilmiştir. Âyette bakışların kısılması edep yerlerinin korunmasının önüne geçirilmiştir. Bunun sebebi bakışın zinanın postacısı ve hayâsızlığa götürücü olmasından ileri gelir.5Tasavvuf büyüklerinden Şiblî'ye (kuddise sirruhu) "bakışlarını kıssınlar" cümlesinin anlamını sorduklarında demiş ki: Baş gözlerini muharremattan (bakılması haram olanlardan), kalb gözlerini de mâsivâullahtan (Allah'ın hâricindeki sevgililerden) çeksinler."6 Bediüzzaman ise "... madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma."7 demek suretiyle, konuya, hem fenalıkların önünü kapatma (sedd-i zerâi') hem de "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır."8 esprisiyle yaklaşmış olmaktadır.Harama nazarın kalbî hayat açısından unutkanlık hastalığını ve hafıza derbederliğini artırması da söz konusudur. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri "âhir zamanda Kur'ân, hafızların göğsünden nez'edilecek"9 mealindeki hadisi çağımızdaki harama nazar hastalığının yaygınlaşmasıyla irtibatlandırmıştır: "Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memâlik-i hârrede o su-i nazardan su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'î, küllî o şekvâdadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: ‘Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur'ân nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.' Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ân'a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek; o hadisin tevilini gösterecek."10Harama nazar hadîslerde nasıl ele alınıyor? 1. Abdullah ibn Abbas'tan (radıyallâhu anh) naklediliyor: "Allah Resulü Kurban bayramında Fadl ibn Abbas'ı bineğinin terkisine almıştı. Fadl parlak bir gençti. Nebiler Nebisi bir ara insanların sordukları fetvalara cevap vermek üzere durdu. Has'am kabilesinden melâhat-i vechiye sahibi bir kadın Allah Resulü'nden fetva talebinde bulunurken Fadl'ın bakışları o kadına takılmış ve gözü hüsnüne kapılmıştı. Efendimiz, Fadl'a döndüğünde onun kadına baktığını fark etti. Hemen elini arkaya götürdü, çenesinden tuttu, kadına dönük yüzünü karşı istikamete çevirdi. Kadın Allah Resulü'ne şu soruyu sordu: Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın kullarına farz kıldığı hac farizası babama çok yaşlandığı demlerde nasip oldu. Öyle ki bineğinin üzerinde dik durmaya bile takat getiremiyor. Onun yerine ben hac etsem geçerli olur mu? Allah Resulü "evet" cevabını verdi."11Hadiste adı geçen sahabi Fadl'ın o sırada delikanlılık çağında biri olduğu, kaynaklardan anlaşılmaktadır.12 Fadl ibn Abbas'ın Amvas'taki veba salgınında yirmi bir yaşında vefat ettiği13 kabul edilirse yukarıdaki hâdiseyi takriben on yaşlarında idrak ettiği ortaya çıkar. Ayrıca Arap yarımadasında ergenlik çağının erkek çocuklarda on yaşından itibaren başladığını dikkate aldığımızda Allah Resulü'nün onu kadına bakmaktan engellemesinin illetini de açıkça görürüz. Kaç yaşında olursa olsun Fadl'ın mezkûr hanıma bakmasının Allah Resulü tarafından engellenmiş olması bizim için önemli olan noktadır. Bir başka husus da şudur: Allah Resulü'nün bineğinin terkisinde oturan Fadl'ı harama nazardan sakındırması çocuk terbiyesi açısından da dikkate şayandır. Henüz büluğa yeni ermiş ve ermek üzere olan bir delikanlının veya erkek çocuğun karşı cinse bakma konusunda bir nevi irade eğitimine tâbi tutulması pedagojik açıdan dikkat çekici bir durumdur.2. İmam Buhari'nin Sahih'inde Ebu Hüreyre'den nakledilen şu rivayette de nazar ile ilgili farklı bir bakış açısı ve Nebevî uyarı görüyoruz:"(...) Gözün zinası (harama) bakmaktır. Dilin zinası (haram olanı) konuşmaktır. Nefis temenni eder, iştahla arzular; apış arası da bu istekleri ya doğrular veyahut yalanlar."14Tâvus'un İbn Abbas'tan duyduğu hâlde Ebu Hüreyre'ye isnad ederek naklettiği bu "mevkuf" hadîste konuşma ve bakmaya, zinaya götürücü olma potansiyeli sebebiyle zina adı verilmiştir.153. İmam Müslim'in Sahih'inde zikri geçen şu hadîs de müminlerin birbirlerine bakma konusundaki sınırlarını beyan etmektedir:"Ebû Said el-Hudrî Allah Resulü'nün şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Erkek erkeğin avret yerlerine bakamaz. Kadın da kadının avret mahalline bakamaz. Erkek ile erkek aynı örtü içinde yalnız kalamazlar. Kadın da kadınla aynı örtü içinde yalnız kalamazlar."164. Taberâni'nin Mu'cemu'l-Kebir'inde şu hadisi görmekteyiz: "Allah Resulü şöyle buyurdular: Harama bakmak İblis'in oklarından zehirli bir oktur. Her kim harama bakmayı Allah korkusundan dolayı terk ederse Allah ona öyle bir iman lütfeder ki, onun tadını vicdanında hisseder."17 Bu hadîsin farklı bir tariki de şöyledir: "Harama bakmak İblis'in oklarından zehirli bir oktur. Her kim harama bakmayı Benden korktuğundan dolayı terk ederse, ona öyle bir iman lütfederim ki onun tadını vicdanında duyar."185. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde geçen hadîs de üst üste bakma ile alâkalıdır. Hazreti Ali der ki: "Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: Art arda bakma. Birinci bakış senin lehine, ikincisi ise aleyhinedir."19 Bu hadîste Efendimiz bir kere bakmanın günah değil ikinci bakışın günah olacağını beyan buyurmuşlardır. Allah Resulü, kasıtlı olmadığı için ilk bakışın mesuliyet getirmeyeceğini, ama ikinci defa dönüp bakmak iradî olduğundan, onun günah hanesine yazılacağını vurgulamış; harama götüren yolu tâ baştan keserek günahlara geçit vermemek gerektiğine dikkat çekmiştirGöze ilişen çirkin bir manzaradan sıyrılma, iradenin belini bükebilecek kadar büyük bir yük değildir; bir nazar oku gelip çarpacağı ilk anda gözü kapamaya irade gücü yeter. Hele insan harama her göz kapamanın kendisine bir vacip işlemiş gibi sevap kazandıracağını düşünürse, o ilk anda günahtan sıyrılabilir. Fakat nazarını hemen haramdan çevirmez, kendisini o işe salar ve bir daha, bir daha bakacak olursa, artık geriye dönme ihtimali azalır. Bir de gözünden zihnine akan manzaraları tasavvurla, taakkulle besler ve büyütürse sahilden tamamen ayrılmış sayılır. Ondan sonra geriye dönmek çok daha büyük cehd ü gayret ister.20Harama nazarın fıkhî yönü Hanbelî mezhebine göre eğer kadın, erkeğin kız kardeşi ve teyzesi gibi mahrem (nikâhlanması haram olan) biriyse genellikle açık olan boyun, el ve ayaklarına bakması caiz olup; ama çoğunlukla kapalı olan sırt ve gerdanlık kısmına bakması ise caiz değildir.Hanefi mezhebi ise Hanbeli mezhebine yakın olmakla birlikte şöyledir: Kişinin mahrem olan yakınının yüzüne, başına, gerdanlığına, diz kapağına kadar ayaklarına ve omzuna kadar kollarına bakabilir. Sırt ve karın bölgesine bakamaz.Maliki mezhebi âlimleri mahrem-nâmahrem ayırt etmeksizin kadının elleri ve yüzü dışındaki uzuvlarına bakmanın caiz olmadığını belirtmişlerdir.Şafii mezhebine göre de akıl-bâliğ bir erkeğin mahremi olan kadının göbekle diz kapağı arasındaki kısımlarına bakamaz. Şehvet nazarıyla olmaksızın göbeğiyle diz kapağı arası dışındaki yerlerine bakabilir.Şayet kadın nâmahrem yani yabancı biriyse Hanefi mezhebine göre el ve yüzünün dışındaki azalarına bakmak haramdır. El ve yüzüne bakmak da şehvetten emin olmak şartıyla caizdir.21 Şafii ve Hanbelî uleması ise yabancı kadınlara bakmayı mutlak anlamda haram kabul etmişlerdir. Zîrâ onlara göre kadının bütün bedeni avrettir, yani örtülü olmak durumundadır. Hanefilere göre ise kadının elleri ve yüzü avret değildir, yani kapalı olması zorunlu değildir.22Buraya şu mülâhazamızı da eklemekte fayda vardır: Şiir ve edebiyatta en çok kadınların yüzünden, kaşından, kirpiğinden dem vurulduğu dikkate alınırsa, duruma göre, Şafii ve Hanbelî ulemasının nokta-i nazarı, yani kadının bütün bedeninin avret olduğu görüşüne göre amel edilmelidir. Hulâsa Hanbelî ve Şafii mezhebi takva, diğer iki mezhep, yani Hanefi ve Maliki ise fetva ile ameli işaret etmektedir.Zaruretten dolayı bakmalar ise şehvetle bakmamak kaydı ile caiz görülmüştür. Göze ansızın ilişen haram manzara olursa gözü hemen başka tarafa çevirmemiz gerektiği de ifade edilmiştir.23Kadının erkeğe bakması ise fıkıh mezheplerine göre şöyledir: Hanefilere göre eğer kadın erkeğin mahremi değilse, yani yabancı ise, diz kapağı-göbek arası hâriç diğer yerlerine şehvetten emin olması şartıyla bakabilir. Hanbelî ve Malikî mezhebinde ise iki görüş vardır. Birincisi Hanefilerin görüşünün aynısıdır. İkincisi ise –ki Şafii mezhebinde de en doğru sayılan görüştür- erkeğin mahremi olmayan bir kadına bakmasında ölçü ne ise kadının da nâmahrem bir erkeğe bakışı aynı hükme tâbidir. Zira âyette erkeklerin bakışlarını kısmaları emredildiği gibi, kadınların da bakışlarını kısmaları emredilmiştir. Ayrıca Ebu Davud'daki hadîs rivayetinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ümmü Seleme ve Hafsa (radıyallâhu anhümâ) validelerimize, görme özürlü olan Ümmü Mektum huzur-u nebevîdeyken, "Siz ikiniz de mi görme engellisiniz, onu görmüyor musunuz?" diyerek perde arkasında geçmelerini söylemiştir.24Haram bir bakış: Tecessüs Tecessüs, insanların mahrem ve gizli hallerini gizlice ve iradî olarak gözetlemektir. Bu menfi tutum ve davranıştan, müminler, Hucurât Sûresi'nin 12. âyetinde "tecessüste bulunmayın" buyrularak menedilmişlerdir. Bu konuyla ilgili olarak hadîs kitaplarında pek çok hâdise anlatılır. İşte bunlardan bir misâl:"Adamın biri, Allah Resulü'nün, kapısında bulunan bir delikten, onun bir tarakla saçlarını taradığını gördü. Efendimiz o adamı gördüğünde: "Eğer ben senin beni gözetlediğini bilseydim elimdeki tarağı gözüne sokardım." dedi ve ekledi: "İzin istemenin sebebi göze bir şey ilişmemesi içindir."25Burada konuyla ilgili istidrâdî bir hususu da belirtmeden geçemeyeceğiz: Aslında dinimiz, tecessüsün önünü çocuklar henüz ergenlik çağına gelmeden almayı hedeflemiştir. Nitekim Nûr Sûresi'nin 58. ve 59. âyetlerinde şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle ve hizmetçileriniz ile içinizden henüz bülûğa ermemiş çocuklarınız, odanıza girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti istirahat için elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve bir de yatsı namazından sonra. İşte bu üç vakit, mahremiyet vakitlerinizdir. Ama bunların dışında izinsiz girmelerinde ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur. Çünkü sizin birbirinizin yanına girip çıkmanız kaçınılmazdır. İşte Allah size âyetlerini böylece açıklar. Gerçekten Allah, alîm ve hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). Çocuklarınız büluğa erdiklerinde ise, kendilerinden büyük olanları nasıl izin istiyorlardı ise, odanıza girmek için her vakitte izin istesinler! İşte Allah size âyetlerini böylece açıklar. Çünkü Allah her şeyi bilir, her hükmü yerinde açıklar."Buna göre çocuklar ailede iken mahremiyet eğitimi alırlarsa, başkalarına karşı daha evleviyetle dikkatli ve duyarlı olacak, başkalarını tecessüs etme gibi olumsuz fiillere girişmeyeceklerdir. Yani aile yuvasında çocuklar istizâna (izin istemeye) alıştırıldıkları zaman izinsiz olarak hiç kimsenin mahremine bakma gibi yanlış davranışlara da girmeyeceklerdir. Dolayısıyla İslâm tecessüsü henüz aile yuvasında çözümleme yoluna gitmiştir, meseleyi temelden halletmiştir. Bazen de istemeden ve irademiz dışında bir mümin kardeşimizi haram işlerken görebiliriz. Bu durumda mümin olarak, iyice tecessüs etmeden, tam teşhis peşine düşmeden, sırtını dönüp "Yüce Rabbim, günahkâr kullarını hidayete erdir, beni de affet." demeli, oradan uzaklaşmalı ve gördüğümüzü de unutmalıyız. Ancak kamunun hukukunu ilgilendiren meseleleri, en yetkili mercie usulünce iletmekte yarar vardır. Bu da bir anlamda müminlerin bir vazifesi olan nehy-i ani'l-münker yani insanları fenalıklardan sakındırma görevidir.İstisnâi veya haram olmayan bakışlar Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir erkeğin bir nâmahreme evlenmek niyet ve kasdıyla bakmasının caiz olduğunu ifade buyurmuşlardır ki, Ebû Hüreyre'den (radıyallâhu anh) gelen hadîs şu mealdedir: "Allah Resulü'nün yanındayken bir adam geldi ve Ensar'dan bir kadınla evlenmek istediğini ona haber verdi. Efendimiz o zâta şöyle dedi: O kadına baktın mı? Sahabi: Hayır, bakmadım dedi. Bunun üzerine Resulü Ekrem Efendimiz: Hemen git ve ona bak. Zîrâ Ensar kadınlarının gözlerinde bir şey (küçüklük)26 olabilmektedir" buyurdu.27Tirmizi'nin Sünen'inde geçen ve Muğîre b. Şu'be rivayetiyle gelen hadis ise aynı meseleyi farklı şekilde bize sunmaktadır: Muğîre b. Şu'be bir bayanla evlenmek istediğinde Allah Resulü ona dedi ki: "Ona bak. Zîrâ ona bakmış olman aranızdaki sevgi ve muhabbetin devamlılığı adına çok önemlidir."28 Buradaki bakmaktan maksat, kadının dinen bakılması caiz olan yerlerine bakılmasıdır. Yoksa bakılması haram olan uzuvlarına bakmak değildir.Zaruret hâllerinde bakmalar da istisna tutulmuştur. Doktorun, yanında eşi veya bir mahremi olmak kaydıyla bakması, alışveriş esnasında satıcının parayı alırken veya malı verirken bakması, kadına onun lehinde veya aleyhindeki bir şahitlik çerçevesinde bakılması, mahkemede hâkimin kadınla ilgili bir hüküm verirken bakması, kadınlar için zaruri olan bilgi ve becerilerin öğretim ve eğitiminde kadının yanında mahreminin bulunmaması ve perde arkasından öğretme imkânı olmaması hallerinde bakılması da bu çerçevede zikredilebilir.29 Ancak bu gibi bakmalarda da ihtiyaç sınırını aşmamaya dikkat edilmeli, maksat olan zaruret ölçüsü dışına taşıp da muhatapları rahatsız etmemeye özen gösterilmelidir.Netice Bize kendi ruhundan üflediğini beyan eden Rabb'imizin emirlerine ve yasaklarına karşı duyarlı olmak kulluk bilinci taşıyan her mümin için bir vecibedir. Bu cümleden olarak, ruhumuzun dünyaya açılan penceresi hükmünde olan gözlerimizi muharremattan korumak ve ruhlarımıza günah is ve paslarını akıtmasına meydan vermemek gerektir. Hele çağımızda her türlü teknik ve teknolojinin mebzul miktarda olduğunu düşünürsek, yalnız kaldığımız veya darda kalıp yalnızlık hissine kapıldığımız anlarda "Ey Hayy ve Kayyûm Allah'ım! Senin rahmetini diliyor ve dileniyorum. Bütün işlerimi sâlih eyle. Beni bir ân-ı seyyâle veya göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre dahi nefsimle baş başa bırakma."30 duasıyla yakarışa geçmeliyiz.Herhangi bir iş veya iman hizmetine müteallik bir vazife söz konusu olmadığı sürece günahların kol gezdiği çarşı-pazarlardan uzak kalmak lâzımdır. İllâ dışarı çıkmak gerekiyorsa, çok dikkatli yol almak ve şeytanın oklarına karşı uyanık bulunmak gerekir. Bunu başarabilmek için iki şart vardır; birincisi, çarşı-pazara çıkmadan önce, mânevî bağışıklık sistemimizi güçlendirici bazı şeyler okumak veya dinlemek; ikincisi de, bir yere giderken elden geldiğince yalnız olmamaya çalışmak ve gönül insanı bir-iki arkadaşla beraber bulunmaktır. Bütün çabalara rağmen yine de irademiz haricinde kalb ve ruhumuzu kirleten is-pas olabilir. Bu türlü durumlarda ise, ilk fırsatta namaz, sadaka, oruç ve dua gibi ibadetlerle gayr-i iradî gelip ruhumuza bulaşan günahlara keffâret aramak gerekir.31*Gaziantep Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi. merdal@yeniumit.com.trDipnotlar 1 İbn Manzur, Lisanu'l-arab, N-Z-R mad.; Er-Râzî, Muhtâru's-sıhâh, N-Z-R mad. 2 Bediüzzaman, Sözler, Şahdamar yay., s.49. 3 İsra, 32 4 Nesefî, Medârik, 2/ 411. 5 Nesefî, 2/ 411. 6 Elmalı'lı, 5/ 3502 7 Bediüzzaman, Lemalar, s. 169-170. 8 Bediüzzaman, Lem'alar, Şahdamar yay.,2..Lem'a, s. 9. 9 Abdurrezzak, el-Musannef, III/362. 10 Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, Şahdamar yay., s.105. 11 Buhari, Sahîh, 19/ 238. 12 Abdürrezzak, el-Musannef, 5/ 80. 13 İbn Ebî Âsım, el-Âhâd ve'l- mes'anî, 1/ 378. 14 Buhari, Sahih, 19/ 262. 15 İbn Hacer, Fethul'-bâri, 17/ 469. 16 Müslim, Sahîh, 2/ 237. 17 Hâkim, el-Müstedrek, I-IV, Beyrut, 1990, IV/349. 18 İbn Kesîr, Tefsir, I-VIII, Kahraman neşr., İstanbul, 1992, VI/45. 19 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/304. 20 Gülen, M.Fethullah, Ölümsüzlük İksiri, İstanbul, 2009, s.103-104. 21 Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l- İslâmi ve Edilletüh, Dımaşk, 1989, III/560 vd. 22 Zuhaylî, III/562. 23 Zuhayli, III/561. 24 Zuhaylî, III/564. 25 Müslim, Sahih, XI/111. 26 Tahavi, Şerhu Meâni'l- Âsâr, I-IV, Beyrut, 1399, III/14. 27 Müslim, Sahîh, VII/ 250. 28 Tirmizî, Sünen, IV/264. 29 Zuhaylî, III/564. 30 Bezzâr, Müsned, II/282. 31 Gülen, Ölümsüzlük İksiri, s.128.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 817 ziyaretçi (1102 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|