|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
TAM İLMİHAL SAYFA 70
35 — ÜÇÜNCÜ CİLD, 22. ci MEKTÛB
Bu mektûb, molla Maksûd Alî Tebrîzîye yazılmış olup, müşriklerin pis olması, rûhlarının, i’tikâdlarının pis olmasıdır. Bedenlerinin, a’zâlarının pis olmayabileceğini bildirmekdedir:
Her hamd, Allahü teâlânın hakkıdır. Onun seçdiği temiz insanlara selâm ederim. Şefkatli efendim! Hüseyn Vâ’ızî tefsîrini niçin gönderdiğinizi anlıyamadık. Bu tefsîrde, Tevbe sûresi, yirmidokuzuncu âyetini tefsîr ederken (Müşriklerin içleri, inanışları pis olduğu için, onlar elbette pisdir) buyurmakdadır. Hanefî mezhebi âlimleri de, böyle tefsîr etmişdir. Ya’nî, Allahü teâlânın (Müşrikler pisdir) buyurması, kalblerinin, i’tikâdlarının pis olduğu içindir demişlerdir. (Hüseyn tefsîri)nde de yazılı olduğu gibi, ba’zı âlimler, (Müşrikler, necâsetden sakınmadıkları için pisdir) demiş ise de, böyle tefsîr etmek uygun değildir. Çünki, bugün müslimânların çoğu da necâsetden sakınmıyor. Müslimânların câhilleri de, kâfirler gibi temizliğe ehemmiyyet vermiyor. Necâsetden sakınmamak, insanın pis olmasına sebeb olsaydı, müslimânların işi güç olurdu. Hâlbuki, (Müslimânlıkda güçlük yokdur) buyuruldu.Hüseyn tefsîri)nde (Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu ki, müşriklerin bedenleri, köpekler gibi pisdir) diye de yazıyorsa da, din büyüklerinden böyle umûma uymayan, herkesin söylediğine benzemiyen haberler çok gelmişdir. Böyle haberleri evirip çevirip, ana haberlere uydurmak lâzımdır. Kâfirlerin dışları, bedenleri nasıl pis olur ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir yehûdî evinde yemek yidi. Bir müşrikin kabı ile tahâretlendi. Ömer “radıyallahü anh” da, hıristiyan kadınının kabından tahâretlendi. Bunlar, âyet-i kerîme gelmeden önce yapılmış olabilir denirse, zan etmekle cevâb verilmiş olmaz. Âyet-i kerîmenin sonra geldiğini isbât etmek lâzımdır. Eğer isbât edilebilirse, onların necs, pis olduğunu, dokundukları şeyleri pis ve harâm yapacağını göstermez. Nihâyet, i’tikâdlarının pis olduğunu gösterir. Çünki, hiçbir Peygamber kendi dîninde veyâ başka dinlerde harâm olmuş veyâ olacak birşeyi hiç yapmaz. Ya’nî sonradan harâm olacak şeyi, önceden, halâl iken yine kullanmaz. Meselâ, şerâb içmek önce halâl idi. Sonra harâm oldu. Hiçbir Peygamber hiçbir zemânda şerâb içmedi. Eğer kâfirlerin bedenlerinin, köpekler gibi pis olduğu, sonradan bildirilecek olsaydı, Allahü teâlânın sevgilisi olan Muhammed “aleyhisselâm”, onların kablarına hiçbir zemân dokunmaz idi. Nerde kaldı ki, sularını içmiş ve yemeklerini yimiş olsun! Sonra, birşeyin kendisi pis olunca, her zemân pisdir. Bir vakt pis olması, başka vakt temiz olması düşünülemez. Müşriklerin bedenleri pis olsaydı, her zemân pis olurdu ve Muhammed “aleyhisselâm” hiçbir vakt dokunmazdı. Nerede kaldı ki, onlardan su içsin ve yemek yisin. Bir de aynî necs olan her zemân necsdir. Önce ve sonra mubâh olamaz. Müşrikler aynî necs olsalardı, evvelden beri böyle olmaları gerekirdi ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” önceden de buna uygun olarak onlara muâmele ederdi. O olmayınca, bu nasıl olsun. Bundan başka, bunların bedenini pis bilmek, müslimânları, çok sıkıntıya sokar. Hanefî mezhebi âlimlerine Allahü teâlâ sonsuz iyilik versin ki, müslimânların işini kolaylaşdırdı. Onları harâm işlemekden kurtardılar. Bu büyük âlimlere teşekkür edilecek yerde, dil uzatmak, yapdıkları isâbetli tefsîri ayblamak nasıl doğru olabilir? Müctehidlere karşı birşey söylenebilir mi? Çünki onların yanlış buluşlarına da, bir sevâb verilmekdedir. Onların yanlış bulduklarını yapan müslimânlar, azâbdan kurtulacakdır. Kâfirler pis olunca, onların dokunduğu, yapdığı şeyler de pis ve harâm olur. Kâfirlere pis diyenler, onların yapdıkları yemek ve şerbetlere harâm demiş olur ki, böyle söyliyenler, kendilerini bu harâmdan koruyamaz. Hele Hindistândaki müslimânların korunmaları imkânsız gibidir. Müslimânlar, her yerde, kâfirlerle temâs hâlinde olduğundan, en kolay olan fetvâyı vermek dahâ iyidir. Hattâ, kendi mezhebine uygun olmasa da, başka mezhebdeki kolay fetvâ söylenmelidir. Bekara sûresi, yüzseksenbeşinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, size kolay olan şeyleri yapdırmak istiyor, güç olanı istemiyor) ve Nisâ sûresi, yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, ibâdetlerinizin hafîf, kolay olmasını istiyor. İnsan za’îf, dayanıksız yaratıldı) buyuruldu. Müslimânları sıkışdırmak, onları incitmek harâmdır ve Allahü teâlânın beğenmediği şeydir. Şâfi’î âlimleri, kendi mezheblerinde yapılması güçleşen şeylerin hanefî mezhebine göre yapılmasına fetvâ vermiş, müslimânların işini kolaylaşdırmışlardır. Meselâ, şâfi’î mezhebine göre, zekât vermek için, zekâtın, Tevbe sûresi, altmışıncı âyetinde bildirilen sekiz sınıf insanın her sınıfına verilmesi lâzımdır. Bunlardan, gönlünü alması lâzım gelen kâfir sınıfı [ve zekât toplıyan me’mûr sınıfı ve kölelikden kurtarılacak borclu sınıfı] bugün yokdur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olmuşdur. Bunun için, şâfi’î âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, hanefî mezhebine göre zekât verilmesine fetvâ verdi. Çünki, hanefî mezhebinde, bu sınıflardan herhangi birine vermek yetişir.
[Bunun gibi, gusl abdesti alırken, hanefî mezhebinde ağzın içini, dişlerin arasını ve diş çukurunu yıkamak farzdır. Kaplama ve dolguların içine su girmediği için, bunların gusl abdestleri sahîh olmaz, pis kalırlar. Şâfi’î ve mâlikî mezhebinde ise, ağız içini yıkamak farz değildir.
|
630 Âyet-i kerîme, bu üçünü harâm etmekdedir) diyor. Hâlbuki, habîs olan herşey harâmdır. Her harâm habîsdir. Meselâ şirk, zulm, fâiz ve rüşvet habîsdir. İnsanın iğrendiği, pis dediği herşey habîsdir denildi. Buna göre tütün de habîs ve harâm olur.
Yüzotuzüçüncü sahîfede diyor ki: İbâdet için, sevâb kazanmak için olmıyan bid’atlere, (Âdetde bid’at) denir. Un eleği, kaşık kullanmak gibi. Âdetde bid’at olan şeyleri yapmak, dalâlet, yoldan sapmak değildir. Vera’, takvâ sâhibleri de bunları zarûret olunca kullanır. Kullanması günâh değil ise de, kullanmamak iyi olur. Ba’zıları, (Tütün ve kahve kullanmak da, âdetde bid’atdir. İkisi de harâm değildir ve mekrûh da değildir. Doğrusu da budur. Bunlara harâm diyen, bid’at-i âdiyyeyi harâm etmiş olur. Sultânın yasak etmesine gelince, islâmiyyete uygun olan emrleri dinlenir. Tabî’atine ve nefsine uyarak verilen emrleri değil) dedi. Bize göre, kahve belki böyledir. Fekat, bunu da, kullanmamak dahâ iyidir. Çünki, hakkında sözbirliği yokdur. Tütüne gelince, harâm olmadığı doğru ise de, mekrûh olduğunda şübhe yokdur. Çünki, halâl olmasında sözbirliği yokdur. Sultân, umûmun fâidesi için, bir mubâh şeyi yasak edince, dinlemek vâcib olur. Sözbirliği olmıyan şeyi yasak edince, elbette vâcib olur. (Telvîh) kitâbında diyor ki, (Şübhe edilen şeyler harâm olur).
Bid’at nedir, ne değildir
|
Sual: Bid’at nedir?
CEVAP
Bid'at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibadette olur.
Âdette bid'at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid'at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid'at, ceket, pardesü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydiği hadis-i şerifle bildirildi. (Tirmizi)
Fen ve fen bilgileri dinde bid'at değildir. Fenni buluşlara sahip çıkmak, dinimizin emridir. (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emrediyor.(Mevduat-ül-ulum)
İbadette bid'at, Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid'at karıştırmak büyük günahtır. Bid’ati sünnet diye işlemek haramdır. Bunların hepsini din diye, ibadet diye uydurmak veya dinin önem verdiği şeyleri dinden ayrıdır, din buna karışmaz demek bid'attir. Bid'atlerin bazıları küfür, bazıları büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Her bid'at sapıklıktır)buyuruldu. (Müslim)
Bid’at çıkaran, dinde noksanlık görüp bazı hükümleri değiştirmeye, yeni hükümler koymaya çalışır. Sahih hadisleri uydurma zanneder, İslam âlimlerini beğenmez. Bid’at ehli kibirlidir.
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Kibrin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur: Büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak, onun tahtına oturup emirler vermek arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.
Bid’atin de hırsızlık, katillik, fahişelik, içki içmek gibi haramlardan daha büyük olmasının sebebi budur. Günah işleyen kimse, Allah’ın emrine isyan etmiş olur, büyük günah işler. Fakat bid’at çıkaran kimse, Allah’ın, Resulünün ve Resulullahın vârisleri olan âlimlerin bildirdiği hükümleri beğenmeyip yeni hükümler koymaya, bizzat dinin sahibi olmaya çalışıyor. Yani Allah adına, Resulü adına hareket ediyor, hatta onları beğenmeyip kendi görüşünü din gibi ortaya koymaya çalışıyor. Bu bakımdan bid’at ehli, hırsızdan, eşkıyadan, katilden daha büyük günah işliyor. İşte bunun gibi sebeplerden dolayı Peygamber efendimiz, (Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad, kâfirlerle cihad gibi önemlidir) buyuruyor. (Deylemi)
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid'at çıkarıyor, bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m.260)
Her bid’at sapıklıktır
Sual: Niye faydalı olan bid’atlere itiraz edilir ki?
CEVAP
Faydalı bid’at olmaz. Hâşâ o zaman Allahü teâlâ dini eksik göndermiş olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Okul, kitap gibi dinin izin verdiği faydalı şeylere bid'at dememeli, Sünnet-i hasene, yani iyi iş demeli. Bid'atler, faydalı görünseler de, hepsinden kaçınmak gerekir. Hiçbir bid'atte fayda yoktur. Bugün kalbler karardığından, bazı bid'atler güzel görünse de, kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır.
Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehenneme götürür.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai]
Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram ve şimdiye kadar gelen İslam âlimleri, namazı nasıl kılmışlar, ibadetleri nasıl yapmışlarsa, aynen öyle yapmak gerekir. Eklemek ve çıkarmak, dini değiştirmek olur. İbadetlere bid'at sokmakla daha güzel ibadet edilmiş olmaz.(İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir) hadis-i şerifini düşünerek, ibadetlere ilave ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır!
Bid’at insan elinin değmesidir
Sual: Bid’at, ilahi hükümler topluluğu olan dinimize insan elinin değmesi diye tarif ediliyor. Peygamberimiz de insan, müctehidler de insandır. Peygamberimiz, farklı hükümler bildirmiştir. Müctehidlerin de, birbirinden farklı hükümleri vardır. Biri bir husus için farz derken, öteki sünnet diyebiliyor. O zaman bu insan eli değmesini nasıl açıklayabiliriz?
CEVAP
Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın kulu, elçisi, halifesi ve vekilidir. Vekil, kendisine verilen yetki bakımından asıl gibidir. Yani aslın verdiği konularda yetki sahibidir. Mesela, canları Allahü teâlâ alır. Bunu vekili vasıtasıyla yapar. Bir ayet-i kerime meali:
(Sizin canınızı almaya vekil kılınan ölüm meleği, canınızı alacak; sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz.) [Secde 11]
Halife ve vekil, yaklaşık aynı anlamdadır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Sünnetimi ihya edip yayan halifemdir.) [İ.Asakir]
(Sultan, yeryüzünde zıllullahtır.) [Taberani]
Zıllullah, Allahın gölgesi demek değildir, Allahü teâlânın emirlerini tatbik etme yetkisine sahip halife, vekil demektir.
Allahü teâlâ, hüküm koyması için Resulüne yetki vermiştir. Artık Resulünün koyduğu hükümler, beşeri kanunlar değil, ilahi hükümler olur. Müctehid âlimler de, Resulullahın vekilleridir. Onlara ictihad etme yetkisi verilmiştir. Bu farklı ictihadların rahmeti ilahi olduğu da açıklanmıştır. Bu bakımdan, Resulullahın hükümleri gibi, müctehidlerin her biri rahmet olan farklı ictihadları, ilahi hükümlere zıt kabul edilmez; çünkü ahirette Allahü teâlâ, insanları onların bildirdiği hükümlerle hesaba çekecektir. Şafii mezhebindekine, (Deniz haşaratını niye yedin), Hanefi mezhebindekine de, (Karşı cinse dokunduğun halde niye abdest almadın) diye sormayacaktır. Böyle olunca, onların koyduğu hükümler beşeri olmaktan çıkmakta, Allahü teâlânın emrine uygun gelmektedir.
Güzel bid’at olmaz
Sual: Bu millet niye çeşitli sapık gruplara bölünmüştür?
CEVAP
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
Demek ki, asr-ı saadetten uzaklaştıkça ilim azalacak, cehalet çoğalacaktır. Cahillik çoğalınca da, sapıklar türeyecek, halkı sapıtmaya çalışacaklardır. Sünneti bid’at gibi gösterecekler, bid’atleri de sünnetmiş gibi cilalayıp halka sunacaklardır. Yani hakkı bâtıl olarak gösterecekler, bâtılları hak olarak sunacaklardır. Böyle yapılınca da, o milletin sapıtması kaçınılmaz olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hidayete kavuşan hiçbir topluluk, hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermeye çalışmadıkça, dalâlete düşmez, yani sapıtmaz.)[Tirmizi]
Onun için sünneti ve bid’ati iyi bilmeli. Yaptıkları sapıklıklara, kılıf bulmak için, (Güzel bid’at) diyenlere karşı uyanık olmalı. İbadetlerde değişiklik olmaz, ibadeti daha güzel hâle getiremeyiz. Bu şu demektir: (Allah bu ibadeti eksik emretmiş, doğrusu böyle olur) anlamına gelir. İbadette güzel bid’at olmaz. İmam-ı Rabbani hazretleri bunuMektubat'ında güzel açıklıyor. Allah ve Resulü iyi bilememiş de, biz mi daha iyisini bileceğiz? Değişiklik yapmaya ne hakkımız vardır? Âdetlerde güzel bid’at olur, bunun mahzuru olmaz. İbadette güzel bid’at olmaz. Teknolojideki yenilikler âdetler içindir, teknolojinin ilerlemesiyle ibadetlerde değişiklik olmaz. Mesela namaz kılıp bunu videoya alıp, namaz vakti gelince bunu seyretmekle namaz kılınmış olmaz. Kasete alınan Yasin-i şerifi kabre götürüp çalmakla, ölüye Yasin okunmuş olmaz. İbadete sokulan bütün aletler bid’attır. Peygamber efendimiz,(Her bid’at sapıklıktır) buyuruyor. (Müslim)
Daha iyi olur sanmamalı, her çeşit değişiklikten çok sakınmalı.
Ahlakta bid’at
Sual: Kitaplarda ahlakta bid’at diye bir şey geçiyor. Ahlakta bid’at nasıl olur, bir örnek verilebilir mi?
CEVAP
Bid’at, dinde olmayan bir şeyi ibadet olarak yapmak demektir. Mesela selam verirken, Selamün aleyküm demeyip elini başına vurmak, selamı alanın da aynı şekilde veya başka şekilde işaret yapması; yahut fakire kibirlenmek, sünnet diye ona eteğini öptürmek gibi şeyler, ibadet maksadıyla yapılınca bid’at olur.
|
Bid’at ve bid’at ehli olanlar
|
Sual: Bid’at kaç türlüdür?
CEVAP
Resulullah efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde olmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü ortaya çıkarmak ve böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek yasak edilen bid'at olur. Bid'at üç türlüdür:
1- İslamiyet’in küfür alameti dediği şeyleri zaruret olmadan kullanmak, en kötü bid'attir.
2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da kötü bid'attir.
3- İbadet olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde bid'at olup büyük günahtır. (c.2, m.19)
İbadetlerde böyle değişiklik yapanlara da bid'at ehli denir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Her bid'at sapıklıktır.) [Müslim]
(Bir bid'at çıkaranın namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan[yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
(Allahü teâlâ, bid'at ehlinin ne duasını ne zekatını ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder, yağdan kıl çıkar gibi dinden çıkar.) [Deylemi]
(Bid'at ehli, bid'atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [Deylemi, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım]
(Bid'at ehlinin tevbesi, bid'ati bırakana kadar kabul olmaz.)[Taberani] (Tevbesi kabul olmaz demek, bid'at ehli, bid'atinden sevap beklediği, iyi bir iş yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid'atten vazgeçmediği için de ibadeti kabul olmaz.)
(Bid'at ehlinin hiç biri Sırattan geçemez, Cehenneme düşer.)[İbni Asakir]
(Bid’at çıkarıp, onunla amel edenlere lanet olsun.) [Dare Kutni]
(Bid’at çıkarana da, onu himaye edene de lanet olsun.) [Buhari]
(Bid'at ehlini beğenmeyenin kalbi, iman ile dolar.) [Gunye]
(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atlere uyan ise, kendilerine çok yardımcı bulur.) [Şir’a]
(Amellerin en hayırlısı farzlar, en kötüsü de bid'atlerdir.)[Beyheki]
(Bid’at ehli, yaratıkların en kötüsüdür.) [Ebu Nuaym]
(Bid'at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Ümmetim gruplaşacak, bid'atlere bulaşacak, tıpkı kuduzun ısırıp da, kuduranda hiçbir yer kalmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid'at de onların her hallerine bulaşacaktır.) [Ebu Davud]
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, [bid’at ehli olan] 72’si Cehenneme gider. Yalnız bir fırka kurtulur. Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.) [Tirmizi] (Bu fırkanın ise, Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğu icma ile bildirildi.) [Mekt. Rabbani, Hadika]
Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at ehlidir. (Tahtavi)
(Bid'atler yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
(Bid'atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lanet olsun!) [Deylemi]
İmam-ı Malik hazretleri, (Bid'at ehlinin şahitliği kabul olmaz) buyurdu. O halde bid’atlerden çok sakınmalıdır.
Bidat ehli cennete girecek mi?
Sual: Bidat ehli Müslüman, doğrudan cennete giremez mi?
CEVAP
Bidat ehli, imanındaki bozukluk sebebiyle mutlaka Cehenneme girecektir. Affedilmeleri mümkün değildir, yani affedilmeyecekleri bildirilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi]
Bid’at ehli, iman ile ölürse sonunda elbette cennete gider; fakat bu zamanda, Ehl-i sünnet itikadında olmayanın küfre düşmemesi, imanla ölmesi imkânsız denecek kadar zordur. Çeşitli haramları işlemekten çekinmeyen Ehl-i sünnet itikadındaki kimsenin de bid’at ehli gibi küfre düşmesi çok kolay olur. Namaz kılmayan, içki içen bir kimsenin, küfre düşmesi an meselesidir; çünkü onda dini kaygı kalmamıştır. Rahatça küfre düşürücü söz ve harekette bulunabilir. Namaz kılmadığı, içki içtiği için değil, bu günahları hafife aldığı ve bu da onu küfre düşürebileceği için, Cehennemlik olabilir.
Bir kimse, icma ile ve zaruri olarak bildirilmemiş olan inanılacak şeylerde, manası açıkça anlaşılamayan nasslara [âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere] yanlış mana verirse buna bid’at ehli denir; fakat dinde inanması zaruri lazım olan şeylere inanmayan, yani her Müslümanın işittiği, bildiği şeyleri, tevilini bilmeden reddeden küfre girer.
Bid’at ehli ile dostluk kurmak
|
Sual: Bid’at ehliyle dostluk kurmakta mahzur var mı?
CEVAP
Bid’at ehliye arkadaşlık yapmak caiz değildir. İmam-ı Rabbanihazretleri buyuruyor ki:
İyi biliniz ki, bid’at ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Bid’at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir. (1/260)
Bid’at ehlinden başka herkese, dosta ve düşmana, Müslümana ve kâfire, daima güler yüz, tatlı dil göstermelidir. Bid’at ehline ve münafıklara ve açıkça günah işleyenlere tatlı dil ve güler yüz caiz olmadığı için, zaruret olmadıkça, bunlarla karşılaşmamaya, görüşmemeye çalışmalı, görüşülürse, zaruret miktarını aşmamalıdır. (Nikaye)
Bid’at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
(Bid’at sahibine hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur.) [Taberani]
(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim]
(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Davud]
(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!) [İbni Mace]
(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]
(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!)[İbni Hibban]
(Onlar benden, ben de onlardan değilim. Onlarla cihad, kâfirlerle cihad gibidir.) [Deylemi]
(Bir bid’at ehli öldüğünde İslam’da bir fetih vuku bulmuş gibi olur.) [Hatib]
(Bir bid’at çıkaran, ölmeden önce mutlaka onun kötülüğüne maruz kalır.) [Taberani]
(Bid’at ehlinden ilim öğrenmeye çalışmak, kıyamet alametlerindendir.) [Taberani]
(Bid’at ehline şeytan çok ibadet yaptırır, onu çok ağlatır.)[Mektubat-ı Masumiyye]
(Bid’at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Kim bid’at ehlinden buğz ederek yüz çevirirse, Allahü teâlâ onun kalbini korkulardan emin kılar ve imanla doldurur. Bid’at ehline sert muamele edeni de, en büyük korku gününde emin kılar. Bid’at ehlini hakir ve zelil göreni de, Cennette yüz derece yükseltir. Bid’at ehline selam veren veya onu sevindirici şeyle karşılayan, Kur’an-ı kerimi küçümsemiş olur.) [Hatib]
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte (Bid’at ehline, Allah için sert bakanın kalbini, Allahü teâlâ imanla doldurur ve korkulardan emin kılar) buyurdu. Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin Iyad, (Bid’at söyleyenleri ve yapanları sevenlerin ibadetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez ve kalblerinden imanlarını çıkarır. Bid’at ehlini sevmeyenin ibadeti az olsa da, Allahü teâlânın bunu affetmesi umulur. Yolda bid’at sahibine karşı gelirsen, yolunu değiştir) buyurdu. Süfyan bin Uyeyne de, (Bid’at ehlinin cenazesinde bulunana cenazeden ayrılıncaya kadar, Allah gazap eder) buyurdu. (Gunye)
Bid’at ehlinden böyle uzak durmanın sebebi bid’atin çok kötü bir iş olduğu içindir; çünkü bid’at çıkaran dine ilave yapıyor, Allah adına, Resulü adına hükümler koymuş oluyor. Allah’ın ve Resulünün koyduğu hükümleri beğenmemiş oluyor. Kendi bozuk yolunu yaymaya çalışıyor. Her günahtan daha büyüğünü işlemiş oluyor.
Bid’at fırkalarını sevmek
Sual: Resulullah, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, 72’si [bid’at fırkaları] Cehenneme gidecek yalnız bir fırka kurtulacak, o da benim ve Eshabımın yolunda giden fırkadır) buyururken, Ehl-i sünnet âlimleri de, kurtuluş fırkasının, Ehl-i sünnet olduğunu açıklarken, bir mezhepsiz, (Bu ümmet, bid’at fırkalarıyla, her çeşit mezheple bir bütündür, hepsini severim, hiç birini tenkit etmem)diyor. Cehennemlik olan bid’at ehlini sevmek, Allah ve Resulüne karşı gelmek değil midir?
CEVAP
Bid’atin ve bid’at sahiplerinin zararlarını ve onlardan uzaklaşmak gerektiğini, dinimiz açıkça bildirmiştir.
Bid’at ehlini sevmemek ve zararlarını da duyurmak lazımdır. (Kimya-yı Saadet)
İmam-ı Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Her müminin Ehl-i sünnet itikadına yapışması, bozuk imandan kaçınması lazımdır. Bid’at sahipleriyle münakaşa etmemeli, onlardan uzaklaşmalı. Bayramlarda, sevinçli zamanlarda ziyaretlerine gitmemeli, cenazelerine namaz kılmamalı. İtikadları bozuk olduğu için, onları sevmemeyi ibadet bilmeli. Bid’at sahiplerini sevenlerin ibadetleri kabul olmaz. Bid’at sahiplerini sevmeyenleri, Allahü teala affeder. Muhabbetin alameti, sevilenin dostlarını sevmek, düşmanlarını sevmemektir. (1/29)
Yine Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Bid’at sahibinin meclisinde bulunma! Sözlerini işitme! Hatta onların bulunduğu şehirden uzak ol ki, zamanla kalbin onlara kaymasın! Onlara uymamalı. Onlar din adamı değil, din hırsızlarıdır. Şeytanın tuzaklarıdır. Onların yaldızlı, acıklı sözlerine aldanmamalı, aslandan kaçar gibi, bunların yanından kaçmalıdır. (2/110)
Mazher-i Can-ı Canan hazretleri buyuruyor ki:
Kâfirleri, bid’at sahiplerini ve açıkça günah işlemeye devam eden fâsıkları sevmemek emrolundu. Bunlarla konuşmamalı, evlerine, toplantılarına gitmemeli, selam vermemeli, arkadaşlık yapmamalıdır.
Bid’at ehli demek, bid’atini yaymak için yani Müslümanların imanlarını, ibadetlerini bozmak için uğraşan kimse demektir. Dinimiz bid’at sahiplerini sevmemeyi, onları aşağılamayı emretmektedir. Onlara saygı göstermek haramdır. Bid’at yayıldığı ve zararının çoğaldığı zaman, bunu reddetmek, bunun kötülüğünü Müslümanlara duyurmak farzdır. Hatta farzların önemlilerinden olduğunda, icma-i ümmet vardır. Selef-i salihin ve bunların halefleri, hep böyle yaptılar. Bu farzı terk eden, icmadan ayrılmış olur. (S. Ebediyye)
Bir hadis-i şerif meali: (Bid’atler yayılıp, sonra gelenler öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese söylesin! Eğer söylemeyip gizlerse, Allahü teâlânın indirdiği Kur’an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
Görüldüğü gibi dinimiz, bid’at sahiplerini sevmeyi değil, bilakis sevmemeyi, onlarla mücadele etmeyi, hem onlara, hem de onlara aldanmamaları için bütün Müslümanlara, emr-i maruf yapmayı emrediyor. (Ben bir mezhebi taklit etmem, tahkik edip anladığıma uyarım) diyen mezhepsiz, dinimizin emrine aykırı olarak, (Ümmetin bütün fırkalarını severim, hiçbirinin tırnağının satılmasına razı olmam)diyor. Mezhepsizin bid’at ehlini sevmesi yadırganmaz. Âhirette herkes, sevdikleriyle beraber olacaktır.
Kâfir ve bid’at sahibi
Sual: Mektubat-ı Rabbani’de, (Bid’at sahibiyle arkadaşlık etmek, kâfirle arkadaşlık etmekten, daha fenadır) deniyor. Yani bid’at sahibi olmak, kâfir olmaktan daha mı kötüdür?
CEVAP
Kâfir olmaktan daha kötü denmiyor. Kâfirlerle arkadaşlık etmekten daha kötü deniyor; çünkü Müslüman, genelde kâfirin kötü olduğunu bilir, ona inanmaz; fakat bid’at ehlinin namaz kıldığını, dine uygun yaşamaya çalıştığını görünce, ister istemez, kalbi ona meyledebilir. Bozuk sözlerinin, bozuk itikadının tesiri altında kalabilir. Buysa, onu felakete götürür; çünkü bid’at ehlinin namazı, orucu ve diğer ibadetleri kabul olmaz. Bid’at ehlinden, yılandan, aslandan kaçar gibi kaçmalı. Bir hadis-i şerif meali:
(Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir, kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin!) [Hâkim]
Bid’at ehlinin ibadeti
|
Sual: Bid’at ehlinin amelinin kabul olmayacağına dair hadis var mıdır? Bunun uydurma olmadığını nasıl bileceğiz?
CEVAP
İctihad ictihadla nakzedilmediği gibi, bir âlim başka bir âlimin kitabındaki hadise uydurma demekle o hadis öteki âlime göre de uydurma olmaz. Ayrıca birçok din adamı da sahih olmakla, kabul olmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Aşağıdaki yazılardan bir kısmı bu konu ile ilgilidir. Bid’at ehlinin amelinin kabul olmayacağına dair birçok hadis-i şerif vardır. Bir tanesi şöyledir:
(Bir bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
Hadika ve Berika’da (Bid'at ehlinin hiçbir ibadeti kabul olmaz)hadis-i şerifi açıklanırken, (İbadetleri sahih olur, fakat sevap verilmez) deniyor. Bid’at ehlinin ibadetleri sahih olsa da kabul olmaz. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Sahih olur, fakat sevabı olmaz demektir. (Redd-ül Muhtar)
Bir hadisin uydurma olup olmadığını imam-ı Buhari, imam-ı Müslim, imam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi İslam âlimleri bilemiyorsa, biz nasıl bileceğiz? Resulullahın vârisleri olan bu âlimler, sahih ile uydurma hadisi ayıramayacak kadar, cahil mi? Yahut kasten uydurma hadis alacak kadar din düşmanı mı? Dini yeniden mi açıklayacağız? Mezhep imamlarımızı, hadis imamlarımızı, hâşâ biz mi sorguya çekeceğiz? Onlar dinimizi eksik olarak mı tanıttılar? (Kasten bana izafe ederek yalan söyleyen, hadis uyduran, Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifini bilmiyorlar mı veya biliyorlar da önemsemediklerinden dolayı mı uydurma hadisi kitaplarına alıyorlar? Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var demek, Resulullahın vârislerine çirkin bir saldırıdır.
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyurdu ki:
Tek kurtuluş fırkası olan Ehl-i sünnet vel-cemaate tâbi olun. Allahü teâlânın yardımı ve koruması ve tevfîkı bu fırkada olanlaradır, gazabı ve azabı da bu fırkadan ayrılanlaradır. Bu fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda, bu dört mezhepten birine uymayan, bid'at ehlidir ve Cehenneme gidecektir. (Dürr-ül-muhtar haşiyesi Zebayıh kısmı)
Şafii’de imam arkasında Fatiha okumak farz, Hanefi’de tahrimen mekruhtur. Farklı ictihad rahmet olduğu için ikisi de sevap alır. Sonra, ictihad ictihadla nakzedilemez. İmam-ı Şafii farz dedi diye Hanefiler Fatiha okuyamaz. Hanefiler de haram dedi diye Şafiiler bu ictihaddan vazgeçemez. Çünkü müctehid hata ederse bir, isabet ederse iki sevap kazanır. Bir müctehid, başka bir müctehidin ictihadını nakzedemez. Hadis konusunda da böyledir. İmam-ı Şafii, bu hadis mevdudur dese, Hanefilerce de bu hadis mevdu olamaz.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “Bu hadisi, Resulullah söylememiştir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre yani sahih olması için aradığım lüzumlu şartları taşımadığından hadis değil, uydurmadır; fakat başka müctehide göre hadis sahih olabilir demektir. Farklı ictihadlar da aynen böyledir. Bana göre yani elimdeki mevcut delillere göre doğrusu bu der; fakat farklı ictihadda bulunan müctehide söz söylemez. Birinin uydurma demeye yetkisi varsa, ötekinin de sahih demeye yetkisi vardır. Bunun için hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz.
Salih amelin kıymeti
Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri, (Bid’at ehlinin yaptığı ibadetler, çöpçülerin işlerine benzer. Çöpçüler herkesten daha çok çalışır, çok yorulur, ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet'e doğru uyanlar ise, mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi, İslamiyet'e uygun amel ettikleri içindir. Hak teâlâ bunu çok beğenir) diyor. Burada çöpçülere hakaret edilmiyor mu? Çalışmadan çok para kazanmak insanları tembelliğe sürüklemez mi? Yanlış değil mi bu ifadeler?
CEVAP
Verilen bu örneğin çöpçüyü kötülemek ile sarrafı övmek ile alakası yoktur. İmanı ve ameli düzgün olanların çok sevap alacağı, düzgün olmayanların ise, ellerine çok az şey geçeceği bildiriliyor. Kolay anlaşılması için böyle bir örnek gösteriliyor. Kuyumcu az çalışır, çok kazanır, çöpçü çok çalışır az kazanır deniyor. O halde yapılan iş doğru olmalı deniyor. Çalışırken yorulma denmiyor ki. Anlatılmak istenen şu hadis-i şerifte çok güzel anlatılıyor:
(Yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç kadar arpa sadakasının sevabına kavuşamaz.) [Buhari]
Burada Eshab-ı kiram övülürken diğer insanlar kötülenmiş olmuyor. Eshab-ı kiramın kıymetinin büyüklüğü bildiriliyor. Biri yorulmadan az miktar bir avuç arpa sadaka ediyor, ötekiler dağ kadar altın veriyor ama sevap olarak az alıyor. Sebebi şunlardır:
1- İtikatlarının düzgün olması, bid’at karışmaması,
2- Amellerinin düzgün olması, bid’at karışmaması.
Eshabı kiramın ayrıca sohbette bulunma şerefi var. Bu şeref, onları çok yükseklere çıkarıyor, hepsinin cennetlik olmasına sebep oluyor.
Netice: İslamiyet’e uygun yapılan ibadete, zikre, hayır hasenata nefs, şeytan karışamaz, yani bunları bozamaz, istediklerini elde edemezler. İslamiyet’e uygun yapılmayan her şeye ise şeytan da karışır nefs de karışır. Ona gece gündüz ibadet ettirirler, zikir çektirirler, ağlatırlar sızlatırlar, hatta hapislere attırırlar, hatta canını dahi verdirirler, o hep bunları makbul diye yapar, sonunda eline bir şey geçmediği gibi, vay ben ne yapmışım diye kahrolur.
Bid’at ehlinin ameli
Sual: Bir kimse Ehl-i sünnet değildir, ancak küfre düşürücü bid’ati de yoktur. Böyle bir bid’at ehlinin yaptığı ibadetler sahih midir?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadında olmayana bid’at ehli denir. Bid’at ehlinin yaptığı ibadetler, sahih olduğu takdirde, borçtan ve azaptan kurtulursa da, vaat edilen sevablarına kavuşamaz. Ahirette, dünyada yapmış olduğu iyiliklerinin, hayrat ve hasenatının karşılığına kavuşamaz. Bunlara kavuşmak için, tevbe ederek imanını düzeltmesi gerekir. Ehl-i sünnet olmayanın imanı düzgün olmaz. İmanı bozuk olan kimse, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşamaz. Onun rahmetinden, yardımından mahrum kalır. Rahatı, huzuru bulamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Bir bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
Hadika ve Berika’da (Bid'at ehlinin hiçbir ibadeti kabul olmaz)hadis-i şerifi açıklanırken, (İbadetleri sahih olur, fakat sevab verilmez) deniyor. Tevbesi kabul olmaz demek, amelini makbul bilip tevbe etmeyeceği içindir.
Fâsıkların ve bid’at ehlinin ibadetleri sahih olsa da kabul olmaz. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Sahih olur, fakat sevabı olmaz demektir. (Redd-ül-muhtar)
Sahih olmakla kabul olmak nedir
|
Sual: Sahih olmakla kabul olmak aynı mıdır?
CEVAP
Sahih olan bir ibadet, kabul olmayabilir. Mesela çaldığı ceket ile namaz kılan kimsenin namazı sahihtir, namaz borcundan kurtulur. Fakat sevabı noksan olur. Diğer bütün günahlar da böyledir. Mesela, oruç tutan kimse akşam orucunu içki ile açsa, orucu yine sahihtir, ama oruçtan hasıl olan büyük sevapların hepsine kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram elbise giyinenin ibadetleri kabul olmaz.) [Bezzar]
(On dirhemlik elbisenin bir dirhemi haramsa, onunla kılınan namaz kabul olmaz.) [İ.Ahmed]
(Haram cilbab [gömlek] ile kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar]
(Bir lokma haram yiyenin kırk günlük güzel ameli kabul olmaz.)[Taberani, Deylemi]
(Şarap içenin kırk gün namazı kabul olmaz.) [Hakim, İ.Neccar]
(Zekat vermeyenin namazı kabul olmaz.) [Taberani]
(Hakkı kabul etmemekte direnenin farzı da, nafilesi de kabul olmaz.) [Hakim]
(Kendisini istemeyen cemaate imam olanın namazı kabul olmaz.) [Beyheki]
(Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadının namazı kabul olmaz.)[Taberani]
(Kaçan kölenin, efendisine dönünceye kadar namazı kabul olmaz.) [Müslim]
(Farz namaz borcu olanın, nafile namazı kabul olmaz.) [Dürret-ül fahire, Fütuh-ul-gayb]
(Çoluk çocuğunun haklarını ifa etmeyenin namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]
(Kızını fâsıkla evlendirenin farzı da, nafilesi de kabul olmaz.)[Şir’a]
Buradaki kabul olmaz ifadeleri, ehli sünnet itikadındaki müslüman için geçerli olup, sahih olmaz, boşa gider anlamında değildir. Sahih ve ihlaslı olan her ibadetin sevabı olur. Ama günahlar bu sevapları azaltır, günahın çokluğuna göre hepsini de yok edebilir.
Bid'at ehlinin ibadetleri de sahih olursa da kabul olmaz. Yani niye namaz kılmadın niye oruç tutmadın demezler. Ancak ibadetlerine ve hayır hasenatlarına sevab alamazlar. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, bid'at ehlinin ne duasını ne zekatını ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder, yağdan kıl çıkar gibi dinden çıkar.) [Deylemi]
(Bid'at ehli, bid'atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [İbni Neccar]
(Eshabımın birine kötü söz söylenin farzı da, nafilesi de kabul olmaz.) [Taberani]
(Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin, gücü yettiği halde doğruyu bildirmeyen âlimin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Ebu Nuaym]
Sahih ve kabul olmak
Sual: (Abdestsiz namaz sahih olmaz, ama kabul olur) deniyor. Abdestsiz namaz nasıl kabul oluyor?
CEVAP
Abdestsiz namaz kılınmaz. Kasten kılmak namazla alay olur. Unutarak kılanın durumu farklıdır. Eğer unutarak kılıp da, sonra abdestsiz kıldığını hatırlamazsa, unutmak özür olduğu için o namaz kabul olur. Hatırlarsa sahih olmaz, abdest alıp yeniden kılması gerekir.
Sahih olmak ve kabul olmak nedir, önce bunları açıklayalım:
Bir ibadetin sahih olması demek, o ibadetin geçerli hâle gelmesi için istenen şartların yerine getirilmesi demektir. Mesela namaz ibadetinin sahih olması için, guslün ve abdestin de sahih olması lazım. Ayrıca namazın farzlarına, vaciblerine ve müfsitlerine riayet etmek de gerekir. Bir ibadetin bütün şartları yerine gelse, yine de kabul olmayabilir. Ama bir ibadetin kabul olması için, o ibadet için gerekli bütün şartlara uymak da icap eder.
Bir kimse, abdestsiz namaz kılsa, sonra abdestsiz olduğunu anlarsa, o namazı iade etmesi farzdır. Namazı sahih ve kabul olmasa da, abdestsiz kıldığı namazı Allah rızası için kıldığından dolayı niyetinin sevabına kavuşur. Peygamber efendimiz, (Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır) buyuruyor. (Taberani)
Bir mümin halis niyet ederek, (Şu dağ altın olsa da, muhtaçlara dağıtsam) diye düşünse, bu halis niyetinden dolayı sanki dağıtmış gibi sevaba kavuşacağı din kitaplarında yazılıdır. Abdestsiz namaz kılan kimse de, abdestinin olmadığını bilmediği için yaptığı halis niyete karşı çok sevab alır. Eşbah’ta deniyor ki:
Bir ibadette sevab hâsıl olması için, halis niyet edilmesi de şarttır. Halis niyet ederek yapılan bir ibadet, bilmeyerek bozulmuşsa, sahih olmaz, ama niyet edildiği için, çok sevab hâsıl olur. Mesela, bir kimsenin abdestli olduğunu sanarak, abdestsiz kıldığı namaz, [daha sonra abdestsiz olduğu meydana çıkmışsa] sahih olmaz, ama niyetine karşılık çok sevab verilir. Şartlarına uygun olarak kılınan her namaz sahihtir, ancak riya ile, gösteriş için kılınan namazlara sevab verilmez.
Şartlarına uygun olan ve farzları yapılan her ibadet muhakkak sahih olur. Sahih olan ibadetin kabul olup olmayacağı bilinemez. Mesela bid’at ehlinin ibadetleri sahih olsa da kabul olmaz. Kabul olmaz demek, sahih olsa da, sevabı olmaz, yani o ibadete sevab verilmez demektir.(Redd-ül-muhtar)
Demek ki, abdestsiz namaz sahih olmadığı gibi, kabul da olmuyor, ama abdestsiz olduğunu bilmediğinden halis niyet edildiği için niyetinin sevabına kavuşuluyor.
Bid’at, sünnet ve farklı ictihad
|
Sual: İmam-ı Rabbani, namaza dururken niyeti dil ile söylemek bid'at der. Bid’ati hasene’yi kabul etmez. Şimdi, dil ile niyet eden bid’at mi işlemiş oluyor? Bid’ati hasene diyen âlimler yanlış yolda mıdır?
CEVAP
Farklı ictihad rahmettir. Âlimin biri bir meseleye bid’at öteki caiz, hatta sünnet diyebilir. Fıkıhta böyle sayısız mesele vardır. Yani müctehidlerin farklı ictihadları çoktur. İmameyne göre sünnet, imam-ı a’zama göre vacip olanlar var. Mesela bugünkü ikindi namazının başlama vakti imameyne göre bildirilmiştir. İmam-ı a’zama göre o vakitte ikindi kılınsa, vakti girmediği için sahih olmaz. Bu mezhep içinde olduğu gibi mezhepler arasında da böyledir. Mesela kurban kesmek, Hanefi’de vacip, diğer üç mezhepte sünnettir. Bayram namazı kılmak da öyledir. Deniz haşaratı yediği için Şafiileri kötülemek caiz olur mu? Şafii’de sünnet olan şey, Hanefi’de bid’attir. Mesela her farzdan sonra âyet-el kürsi okumak Şafii’de sünnet, Hanefi’de bid’attir. [Hanefi’de farzdan sonra değil, namaz bittikten sonra okumak sünnettir.] Farklı ictihadlardan dolayı âlimler suçlanmaz.
Namazda niyetin kalb ile yapılması dört mezhepte de farzdır. Sadece dil ile yapılması hiçbir mezhepte caiz değildir, kalbin de hazır olması lazımdır. Kalb ile beraber dil ile söylemeye izin verilmiş, hatta müstehab olduğunu bildiren âlimler de olmuştur. Namazda parmak kaldırmak da böyledir. Bid’at ve sünnet diyen âlimler vardır. Bu durumda bizim gibi avam ne yapacaktır? Dinde eksik bir şey bırakılmamıştır, bu da bildirilmiştir. Tercih erbabı âlimlerin, müftâbih kavil olarak bildirdiklerine, yani onların seçtiği söze uyarız, mesele kalmaz. Sünnet veya bid'at denilen bir şeyi yapmamak gerektiği,Berika, Hadika ve İbni Abidin’de bildirilmektedir. Dinimizde çözülmemiş hiçbir mesele yoktur.
İslam âlimleri, bid'ati, Bid'at-i hasene ve Bid'at-i seyyie diye ikiye ayırmışlar, mektep, kitap gibi sonradan çıkanlara Bid'at-i hasene demişlerdir. Hadika’da (Böyle bir bid'at, bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz izin verir) buyuruldu. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere, bid'at kelimesini bulaştırmamak ve bunlara Sünnet-i hasene [iyi iş] demek gerektiğini bildirir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Hadis-i şerifte, Sünnet-i hasene [iyi çığır] açanlar övülüyor, Sünnet-i seyyie [kötü çığır] açanlar kötüleniyor. (Müslim)
İmam-ı Rabbani hazretlerini, bid’at-i hasene’yi kabul etmiyor gibi göstermek yanlıştır. O sadece verilen ismi uygun bulmuyor. Mesela bid’at için pislik dense, iyi pislik, kötü pislik diye ayırmamalı diyor, madem yapılan iyi bir şey ise ona sünnet-i hasene = iyi iş demeli, bid’at kelimesini güzel işlere bulaştırmamalı buyuruyor.
|
Bid’atler mayın gibidir
|
Sual: Dinin bir emrini hiç yapmamaktansa, azını yapmanın bir zararı olur mu? Birkaç örnek vereyim:
1- Namaz rekatları çoktur. Her vakitte iki veya bir rekat kılsak, hiç kılmamaktan daha iyi değil mi?
2- Sünnet üzere sakal bırakmayıp yalnız çenede bırakmak, hiç bırakmamaktan iyi değil mi?
3- Kurban bayramında koç kesemedim, bir tavuk kestim, hiç kesmemekten iyi değil mi?
4- Üç arkadaş da, güçleri yetmediği için ortak bir koç kesmişler. Hiç kesmemekten iyi değil midir?
5- Tesbihleri 33 defa değil de 3 er defa çeksek, hiç tesbih çekmemekten iyi değil mi?
CEVAP
Bunlar ibadettir. İbadetleri değiştirmek, hiç yapmamaktan daha büyük günahtır. Çünkü hiç yapmamak belki tembellikten ileri gelebilir. Fakat ibadeti değiştirmek, kendi aklını beğenip Allah’ın emrini beğenmemekten ileri gelir. İbadet, Allah’ın gönderdiği Kitaba ve Peygambere uymak demektir. Bir insan, bir işi, Allah’ın emri olduğu için değil, kendi aklına uygun geldiği için yaparsa, Ona kulluk yapmamış, dinin emrini yerine getirmemiş olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Her bid'at sapıklıktır.) [Müslim]
(Bir bid'at çıkaranın namazı, orucu, haccı, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir ibadeti kabul olmaz, yağdan kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace, Deylemi]
(Dinde olmayan bir şey meydana çıkarılırsa, o şey merduddur.)[Buhari]
Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, dinde olmayan bir şeyi ortaya çıkarılır ve bunun ibadet olduğuna inanılırsa, yahut dinin bildirdiğinden bir fazlalık veya noksanlık yapılıp bunu yapmakta sevap beklenirse, bu değişiklikler, bid'at olur. İslamiyet’e uyulmamış, ona iman edilmemiş olur. Şimdi sorularınıza maddelerine göre cevap verelim:
1- Namazları bildirilen rekattan az veya çok kılan, hiç kılmamış olur, hatta emri değiştirdiği için bid'at işlemiş, büyük günaha girmiş olur.
2- Sakal, sarık gibi sünnet-i zevâiddir. Sünnet diye yalnız çenede sakal bırakmak sünneti değiştirmek olur, bid’at ve haram olur. Halbuki herhangi bir mazeretle sakal bırakmamak günah olmaz. Fakat sünnet diye, sünneti değiştirmek günah olur. Bir kimse, namaz böyle kılınır diyerek çeşitli jimnastik hareketleri yapsa, namaz kılmamaktan daha büyük günah işlemiş olur.
3- Dinimiz, tavuktan kurban olmaz diyor. Kurban olur demek Allah’ı yalanlamak olur. Dinimiz, Müslüman kadın gayrimüslim erkekle evlenemez diyor. Evlenir diyen Allah’ı yalanladığı için kâfir olur.
4- Dinimiz, bir koçu ancak bir kişi kesebilir diyor. Üç kişi de kesebilir demek dinin emrini yalanlamak olur.
5- Bir ağacın tam 33 metre uzağında hazine gömülü olsa, diğer yerlere mayın döşense, biz de, 33. metre olan yeri değil de, mesela 13 veya 43. metre uzaklıktaki yeri kazarsak mayına çarparız, üstelik, hazineye de kavuşamayız. Çünkü hazine 33. metrede gömülüdür. Dinin bütün emirleri böyledir. Bid'atler, haramlar mayın gibidir. Farzlar, sünnetler hazine gibidir.
Sual: Bir ibadeti eksik veya fazla yapmak bid'at deniyor. Eksiğin zararı olur ama fazlanın ne zararı olur? Fazla mal göz mü çıkarır?
CEVAP
Emre uyulmamış olur. Yani dinin emri yapılmamış olur. Bildirilen ibadetleri aynen yapmak dinin emridir, eksik fazla yapmayı istemek kendi isteğidir. Bu farkı iyi anlamalı.
Günümüzde işlenen bid’atler
|
Sual: Günümüzde işlenen bid’atler nelerdir?
CEVAP
İbadetlere bir şey ilave etmek bid'attir, büyük günahtır. Dinimiz noksan değildir. Hâşâ Allahü teâlâ veya Peygamber efendimiz dinde bir şeyi eksik bırakmış da, daha iyisini biz mi yapacağız? İbadete bid'at karıştırmak, Allahü teâlânın dininde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur.
Mesela akşam namazının farzını 3 rekat yerine, daha fazla ibadet etmek için, 4 rekat kılmak bid'attir. 3 yerine de geçmez, namaz hiç kabul olmaz. Tesbihleri 33 yerine, çok sevap olsun diye 40 defa veya daha fazla çekmek bid'at olur. Halbuki hiç tesbih çekilmeden gidilse günah olmaz.
Namazlardan sonra âyet-el-kürsi okunur, tesbihler çekilir ve dua edilir. Dua ederken salâten tüncina okunur. Âyet-el kürsinin okunduğu yerde salâten tüncinayı okumak sünneti değiştirmek olur, yani bid'attir. Peygamber efendimiz nasıl ibadet etmişse, mezhebimiz bunu nasıl bildirmişse, o şekilde ibadet edilir. “Şunu da yapalım, ötekini de ilave edelim” demek, dinde değişiklik olur. Hadis-i şerifte,(İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruluyor. Hoparlörle ezan okumak iyi ise, Allahü teâlâ, Peygamberine ibadetin iyisini niye bildirmedi? Allah hoparlörü yaratmaktan âciz mi idi? Binlerce mucizesi görülen Sevgili Peygamberimiz bunu yapamaz mıydı? Yapmadığına göre, hoparlörü ibadete sokmak bid’at olur.
Diğer bid’atlerden bazıları şunlardır:
İnce çoraba veya çıplak ayağa mesh etmek. (Dürer)
Kur'an-ı kerimi teganni ile okumak. (Bezzâziyye)
Namazı hoparlör ile kıldırmak. (Mezahibi erbea, Elmalılı tefsiri)
Sünnet ile farz namaz arasında dua etmek, tesbih çekmek, üç İhlas okumak. (İbni Âbidin)
Müezzinin tesbihlere komuta etmesi. Hutbeyi Türkçe olarak okumak.(El edille)
Namaz kılıp, duadan sonra şükür secdesi yapmak. (Dürr-ül Muhtar)
Namazlardan sonra imam ile, eli göğse koyarak selamlaşmak. (S. Ebediyye)
Camide her namazdan sonra müsafeha etmek. [Tokalaşmak] (Redd-ül Muhtar)
Estağfirullahel'azim ellezi... diye başlayan istiğfarı müezzinin yüksek sesle okuması. (El İbda)
Vaazdan sonra, cenazede yüksek sesle dua etmek. (Mekâtib-i şerife)
Mezar taşı üzerine âyet-i kerime, şiir, methiye v.s. yazmak. (S. Ebediyye)
Aşure günü aşure pişirmeyi ibadet sanmak. (S.Ebediyye)
Bir kabirden başka bir yere nakledilirken tekrar cenaze namazı kılmak.(Hindiyye)
Eshab-ı kiramdan herhangi birini kötülemek. (Şerh-i Akâid)
Kadını bir defada üç talakla boşamak. (Mecmua-i Zühdiyye)
Cenazede yüksek sesle tekbir getirmek, ilâhi okumak. (Halebi)
Cenaze namazından sonra konuşma yapmak. (Zübdet-ül-makamât)
Ölü evinden helva vs. dağıtmak. Ölünün 3, 7, 40, 52 veya 53 üncü günlerini yapmak. (Tahtavi)
Kabir azabına inanmamak. (Akâid-i Şeybâniyye)
Yatırlara mum yakmak. Mezhepsiz olmak. (Tahtavi)
Zekeriya sofrası diye adak yapmak. (S.Ebediyye)
Bir kişinin bildirdiği hadislere inanmamak. (Tâtârhâniyye)
Mirac mucizesinin Kudüs’ten sonrasına inanmamak. (Bahr)
Kısa sakala sünnet demek. (Hadika)
Mübarek gecelerde, minareler arasına mahya asmak. (Mirat-ül-haremeyn)
Hazret-i Mehdi geldiği zaman, (Bir zaman gelir ki, Sünnet, bid'at gibi çirkin görülür, bid'at ise sünnet gibi rağbet görür) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, bid'at işlemeye alışmış olan Medine’deki âlim, bid'ati güzel sanıp ibadet olarak yaptığı için Hazret-i Mehdi’nin bid’at aleyhindeki sözlerine şaşıp "Bu adam bizim dinimizi yok ediyor" diyecektir. Hazret-i Mehdi, bu mezhepsizi öldürecektir. (Mek. Rabbani)
Bazı bid’atler:
Cennette, Allahü teâlânın görüleceğine inanmamak,
Gökte Allah var demek,
Allah dede demek,
Hazret-i Ali’yi diğer üç halifeden üstün sanmak,
Eshab-ı kirama veya fâsık Müslümanlara bile lanet etmek bid’attir.
Namaza başlarken yalnız dil ile niyet etmek bid'attir. Kalb ile niyet şarttır.
Kur'anı, zikirleri, tekbirleri müzikle veya ney çalarak okumak bid’attir, tasavvuf müziği de bid’attir.
Ücretle Kur’an okumak bid'attir.
Hutbenin ikinci kısmında, aşağı basamağa inmek, sonra tekrar yukarı basamağa çıkmak,
Mest üzerine mesh etmemek ve çıplak ayağa mesh etmek bid'attir.
Vaazdan sonra toplanarak yüksek sesle dua yapmak,
Mübarek gecelerde, camilerde fazla ışık yakmak bid'attir.
Kısa sakal ile sünneti yerine getirdiğine inanmak,
Büyük zatların ölüm yıldönümlerinde matem tutmak bid'attir.
Cenaze olduğunu bildirmek için, minarelerde salât okumak,
Ölünün 40. ve 52. gecesini yapmak,
Mezar taşlarına resim koymak, Fatiha ve methiye yazmak bid’attir.
Türbe veya camilerde tavaf eder gibi dönmek bid’attir.
Sual: (Namazlardan sonra, hemen âyet-el-kürsi okumak lazım iken, önce Salâten Tüncinâ’yı ve başka duaları okumak bid’attir. Bunları, tesbihlerden sonra okumalıdır) diyorsunuz.
Sünnet ile farz arasında zikir çekmek, dua etmek niçin bid’at olsun? Salâten Tüncinâ’yı önce oku, sonra oku ne fark eder? Hem hocamız her zaman böyle okur. O bilmiyor da sen mi biliyorsun?
CEVAP
Biz, muteber eserlerden alarak yazıyoruz. Kendi görüşümüzü din gibi ortaya sürmekten Allah saklasın. Kimin hocası olursa olsun, muteber eserlere aykırı ise, itibar edilmez.
Merakıl-felah’ın Tahtavi haşiyesinin tercümesi olan Nimet-i İslam’da,(Farz ile sünnet ve sünnet ile farz arasında konuşmak, sünneti iskat [iptal] etmez. Fakat sünnetin sevabını azaltır. Bir kavle göre de, sünnet sakıt [iptal] olmakla namaz iade olunur) deniyor.
Aynı ifade Dürr-ül Muhtar’da da vardır: (Sünnet ile farz arasında konuşmak, sünneti iskat etmez ise de, sevabını azaltır. Bir şey okumak da konuşmak gibidir. Bazı âlimler, “Sünnet kabul olmaz. Önceki sünneti tekrar kılmak gerekir” buyurmaktadır.)
Bu ifade, Dürr-ül Muhtar’ın Arabi aslının 457, bazı baskılarında 711. sayfasındadır. Türkçe tercümesinde de c.3, s. 40-41’dedir. İbni Âbidin hazretleri, bu ifadeyi açıklarken, (Her türlü okumalar da bu hükme girer) buyurmaktadır.
Şu halde, sünnet ile farz arasında konuşmamalı, dua, sure veya üç İhlâs okumamalıdır. Hele bu okumaları âdet hâline getirmek bid’attir. İbadetlere ilave yapmak, dini değiştirmek olur. Hadis-i şerifte,(İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruluyor.(Mizan-ül kübra)
Peygamber efendimiz nasıl ibadet etmişse, mezhebimiz bunu nasıl bildirmişse, o şekilde ibadet edilir. (Şunu yapalım, ötekini ilâve edelim) veya, (Hocamız böyle yapıyordu. Biz de öyle yapalım) demek, dinde reform olur. Asla caiz olmaz.
Sünnet ile farz arasında bir şey okumanın sünneti iskat [iptal] edeceğiBahr-ür-raık’ta da yazılıdır.
Tefekkür eder
Sabahın sünnetini evinde kılıp, camiye gelen kimse, konuşmaz, sesli olarak bir şey okumaz. Dudağını kıpırdatmadan kalbinden kelime-i tevhid okuyabilir veya tefekkür eder. Eğer kazaya kalmış namazı varsa, kaza kılar. Kur’an-ı kerim okunuyorsa dinler.
Sabah namazının farzı ile sünneti arasında okunması bildirilen dualar vardır. Bu duaları sabah namazının sünnetinden önce veya farzdan sonra okumalıdır.
Çünkü, İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Sünnetten sonra yalnız, (Allahümme entesselam...... ikram) denir. Fazla bir şey okunursa, sünnet namazı, sünnet olan yerinde kılınmamış olur. Bazı âlimler, “Sünnet sakıt olur, tekrar kılınması lazım olur” buyurdu. Farzdan sonra olan sünneti (Allahümme entesselam....) dedikten sonra, daha fazla geciktirmek mekruh olur. Resulullah efendimiz, farzdan sonra, (Allahümme entesselam...)diyecek kadar oturup, hemen son sünnete başlardı. Hadis-i şeriflerde, namazlardan sonra okunmaları bildirilen “Evrâd” son sünnetlerden sonra okunur. Çünkü sünnet namazlar, farzların devamıdır. Son sünnetlerden sonra okumaya, farzdan sonra okumak denilir. (Resulullah farz namazdan sonra Tesbih, Tahmid, Tekbir ve Tehlil okurdu) demek, (Son sünnetlerden sonra okurdu) demektir. (Redd-ül Muhtar)
Bunlar, Hanefi mezhebine göredir. Şafii mezhebinde durum farklıdır. Herkes kendi mezhebine göre amel etmelidir. Mesela bir Hanefi, “Şafiiler imam arkasında Fatiha okuyor” diye Fatiha okursa, tahrimen mekruh işlemiş olur. Namazı iade etmesi vacip olur.
|
Bid’at olmayanlar
|
Sual: Bid’at ehli, aşağıda yazdığım şeylere hurafe diyorlar. Doğru mu?
CEVAP
Yanlış söyledikleri çeşitli kitaplarda yazılıdır:
Kur'an ve hadiste olmayıp da, icma veya kıyası fukaha ile meydana gelen hükümler bid’at değildir.
İki bayram arasında nikah yapmak caizdir. Peygamber efendimiz, Cuma gününe rastlayan bir bayram günü, namazdan sonra, nikah yapması istenince, (İki bayram arası nikah olmaz) buyurdu. Yani vakit dar, bayramlaştıktan sonra tekrar cuma namazı için mescide geleceğiz demek istemiştir.
Nazar için kurşun dökmek, nazar boncuğu takmak, tarlaya at kafası takmak bid’at değildir. Bunlara bakılınca, gözlerdeki şua ilk defa oraya gider ve nazar önlenir. (Hindiye)
Ölü işittiği için, ölüye telkin vermek sünnettir. Devir ve iskat bid’at değildir. Definden sonra, mezarlıkta, cenaze sahiplerine taziyede bulunmak bid'at değildir.
Peygamber efendimizin âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak [mesela entari giymemek] yahut da yapmadığı şeyleri yapmak, [mesela çatal kaşık kullanmak] bid'at değildir.
Ölmüş evliyaya adak yapmak, yani mübarek bir zatı vesile edip, Allahü teâlâya yalvarmak caizdir. Mesela (Hastam iyi olursa, sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine olmak üzere, Allah için, adak olarak bir koyun keseceğim) demek. Burada, Allahü teâlâ için kesilen adağın sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine bağışlanıyor, onun şefaati ile, Allahü teâlâ, hastaya şifa veriyor kazayı, belayı gideriyor. Koyunu mezar başında kesmek haramdır. Puta tapanların, put yanında kesmelerine benzememeli. Türbenin avlusu genişse, bir kenarda kesilebilir.
İşleri, Allahü teâlânın yaptığına inanarak, türbelerdeki evliyadan yardım istemek, onların hürmetine dua etmek de bid’at değildir. Hazret-i Mevlana, (Ben ölünce, beni düşünün, imdadınıza yetişirim) buyurdu. Deylemi’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifi de, Allahü teâlânın izni ile, ölülerin dirilere yardım ettiğini göstermektedir.
Değişiklik yok etmek demektir
|
Sual: Bid’at sahiplerini sevmemek hatta buğdi fillah etmemiz lazım ama iç içeyiz ne yapmamız lazım?
CEVAP
Sevmemek başka iyi geçinmek başka. Herkes ile iyi geçinmek gerekir. Bid’at ehli, küfre düşmemişse müslümandır. Din kitaplarımızda, kâfirlerin bile kendilerinin değil, itikadlarının pis, kötü, yanlış olduğu bildirilmektedir. Bid’at ehlinin hâli de buna benzer.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid'at çıkarıyor, bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m.260)
(Her bid’at sünneti ortadan kaldırır. Bid’atler, reformlar, herhangi bir bakımdan olsa bile, sünnetten fazla oluyorlar. Bu fazlalık, sünneti değiştirmek demektir. Değişiklik ise, yok etmek demektir.) (m.186)
Konunun herkes tarafından anlaşılması için basit bir örnek verelim:
Mesela bir I harfi yazalım. I nın üstüne yatay olarak çok kısa bir çizgi daha çizersek T olur. Peki I harfi ne oldu? Çok küçük bir çizgi yüzünden kayboldu gitti, T oldu. Bu nedir diye sorulduğunda T denir. Halbuki az önce I idi.
Peki T harfinin üzerindeki bu çok küçük yatay çizgiyi biraz aşağıya koyarsak ne olur? T kaybolup gider, yerine haç işareti gelir. Yani bambaşka şey oldu. Üstelik kâfirlerin saygı duyduğu, taptığı bir işaret oldu. Bu nedir diye sorulduğunda haç işareti denir.
Bu çok küçük yatay çizgiyi tam ortaya koyarsak ne olur? T kaybolup gider, yerine + işareti gelir. Bu nedir diye sorulduğunda + işareti denir. Halbuki daha önce I idi.
Bid’atler de buna benziyor. İmam-ı Rabbani hazretlerinin buyurduğu gibi (değişiklik yok etmek demektir.) Bu yok etmek, mekruh olabilir, haram olabilir veya küfür olabilir. Bu yazılar iyi anlaşılırsa, bid’atin zararı, bid’at ehlinin hem dine, hem kendine hem de başkalarına zararı daha iyi anlaşılmış olur. Bu yüzden, bid’at ehliyle olsun, kâfirlerle olsun dostluk kurmanın, onların itikadlarını sevmenin zararına uğramamak için uzak durmak, görüşmemek lazımdır. Bu, kavga döğüş etmek, münakaşa etmek demek değildir. Onların itikadlarını sevmemek demektir. Bu yüzden herkes ile iyi geçinmelidir. Münakaşa etmemeli, kaba davranmamalıdır. Bir kâfir bile kelime-i şehadet getirip müslüman olursa, tertemiz insan olur, din kardeşimiz olur.
Sual: Namazlarda rekat sayılarını çoğaltmak, yani daha çok namaz kılmak, tesbihleri daha çok çekmek, yani daha çok zikretmek daha iyi değil midir? Namazda okunan sure ve duaları daha farklı ve daha çok okusak, otururken okunanları ayakta okusak, ayakta okunanları otururken okusak bir sakıncası olur mu?
CEVAP
İbadet, dinin emrettiğini, bildirdiği şekilde yapmak demektir. Bahsettiğiniz şekilde yapmak bid’at olur, caiz olmaz. Birkaç örnek verelim:
Sabah namazının farzı iki rekattır. Kasten üç rekat kılarsak bid'at olur ve hiç kabul olmaz. Çünkü Peygamber efendimiz iki kılın buyurmuş ve iki kılmıştır.
Öğle namazının farzı dört rekattır. Kasten beş rekat kılarsak bid'at olur ve hiç kabul olmaz. Çünkü Peygamberimiz dört kılın buyurmuş ve dört kılmıştır.
İkindi namazının farzı da dört rekattır. Kasten beş rekat kılarsak bid'at olur ve hiç kabul olmaz. Çünkü Peygamberimiz dört kılın buyurmuş ve dört kılmıştır.
Akşam namazının farzı üç rekattır. Kasten dört rekat kılarsak bid'at olur ve hiç kabul olmaz. Çünkü Peygamberimiz üç kılın buyurmuş ve üç kılmıştır.
Yatsı namazının farzı dört rekattır. Kasten beş rekat kılarsak bid'at olur ve hiç kabul olmaz. Çünkü Peygamberimiz dört kılın buyurmuş ve dört kılmıştır. Onun bildirdiğini değiştirmek dini bozmak olur. Ama başka vakit, mesela akşamdan sabaha kadar nafile namaz kılabiliriz. Kazamız varsa kaza kılabiliriz. (Peygamberimizin emrine uymak şarttır) demek fazla ibadet etmeyin demek değildir.
Namazda Fatiha okunacak yerde kasten Ettehıyyatü okumak, Ettehıyyatü okunacak yerde Fatiha okumak dini değiştirmek olur. Yine Peygamber efendimiz, namazlardan sonra 33 kere Sübhanallah, 33 kere Elhamdülillah , 33 kere de Allahü ekber dememizi emretmiştir. Bunu az veya çok yaparsak sünneti değiştirmiş oluruz. Ama başka zaman, sabahtan akşama kadar, akşamdan sabaha kadar istediğimiz kadar tesbih çekebiliriz. Bin kere, milyon kere çekebiliriz. Bunu da Peygamber efendimiz emretmiştir. Bunların sakıncası olmaz, aksine çok iyi olur. Bildirilen yerlerde değişiklik yapılmaz. Herkes kafasına göre dini değiştirirse ortada din kalmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Her bid'at sapıklıktır, her sapıklığın sonu da Cehennemdir.) [İ. Asakir]
Dinde reform ne demek
|
Sual: "Avrupa dinde reform yaparak ilerledi. Bizim de aynı şeyi yapmamız gerekir" deniyor. Dinde reform ne demektir?
CEVAP
Reform, ıslah etmek, bozulmuş bir şeyi düzelterek, eski doğru haline getirmek demektir. Hıristiyanlık bozulduğu için reform yapıldı. Müslümanlık bozulmadığı için böyle bir hareket bozmak olur. Bunun için reform yapmak isteyenlerin, dinimizi içten yıkmak istedikleri anlaşılmaktadır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid'at çıkarıyor, bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m.260)
Bugünkü anlayışa göre dinde reform üçe ayrılır:
Ehl-i sünnet âlimleri, cahiller ve din düşmanları tarafından dine sokulmak istenen hurafeleri düzelttiler. Çeşitli kıymetli kitaplar hazırladılar. Kendilerinden bir şey ilave etmediler. Eshab-ı kiramın bildirdiklerini naklettiler. Daha sonra gelen âlimler de bunların kitaplarından naklederek kitap yazdılar. Bunlara reformcu değil,Müceddid denir. Nitekim hadis-i şerifte (Benden sonra, her yüz senede bir âlim çıkar, dinimi kuvvetlendirir) buyuruldu. İmam-ı a'zam, imam-ı Şafii, imam-ı Gazali, imam-ı Rabbani ve ahir zamanda gelecek Hazret-i Mehdi bu müceddidlerdendir. (Rahmetullahi aleyhim)
Dinde reformun ikinci kısmı, İslam âlimlerinin bildirdiklerine inanmayıp, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere, kendi anlayışlarına göre mana veren sapıkların tuttuğu yoldur. Bunların İslam âlimlerinin bildirdiklerinden ayrı söyledikleri şeylere bid'at ve kendilerine de bid'at ehli veya mezhepsiz denir. Peygamber efendimiz (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak. Bunlardan 72si Cehenneme gidecek, biri inanışı sebebiyle Cehenneme girmeyecek) buyurdu. Cehenneme girmeyen fırkanın ise (Ehl-i sünnet vel-cemaat) olduğu icma ile bildirilmiştir.
İbadette bid'at, Peygamber efendimizin ve dört halifesinin zamanlarından bulunmayıp, onlardan sonra dinde meydana çıkarılan, ibadet olarak yapılmaya çalışılan şeylerdir. İbadetlerde ilave ve çıkarma olmaz. Mesela TVdeki imama uyup namaz kılmak bid'attir.
Dinde değil, âdetlerde değişiklik ise bid'at ve günah değildir. Mesela çatal kaşıkla yemek yemek, kahve, çay içmek gibi şeyler âdet olduğu için bid'at değildir.
Dinde reformun üçüncü kısmı, dini ıslah ediyoruz, düzeltiyoruz diyerek İslamiyet’i içten yıkmaya çalışma hareketidir. Yakın tarihimizde camilere müzik aleti sokma ve sıra koyma gibi gayretleri olmuştur. Aynı sinsi gaye devam etmektedir. Dikkatli olmak gerekir.
|
Klasik ve modern kaynaklar
|
Güncel dini meseleler istişare toplantısı sonuç bildirgesi yayınlandı. Malum basının; tesettür kalkıyor, ezan Türkçe okunacak gibi çıkardığı yaygaraların yalan olduğu meydana çıktı.
Alınan kararlara bakalım:
4. maddenin c bendinde, (İslamın temel kaynağının sadece Kur’an olduğu, Sünnet’in kaynak değeri taşımadığı izlenimine yol açacak üsluptan kaçınılması) tavsiye ediliyor. Her ne kadar dinimizdeki dört delilden bahsedilmemişse de, yine de ılımlı sayılır.
5. maddede, (Klasik dini kaynakların günümüz dini problemlerinin çözümünde tek belirleyici kaynak olarak görülmesinin yetersiz olabileceği gibi, bunlar göz ardı edilerek doğrudan Kur’andan ve hadislerden çözüm üretilmesi de bazı olumsuzluklar taşıyacaktır) deniyor. Klasik kaynak dedikleri, Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas’tır. Burada Kur’an ve Sünnet göz ardı edilmiyor ki. Dört delil klasik olunca, ilk ikisi nasıl modern oluyor?
12. maddede, (Dine göre kadın erkek eşittir) deniyor. Kadın ile erkek iki ayrı cinstir. Vasıfları eşit olmayan iki şey arasında mukayese yapılması ilmi değildir. Mesela vapur, uçak ve otobüs gibi araçların, birinin diğerine üstünlüğü söylenemez. Uçak, denizde yüzemediği için vapurdan aşağı sayılmaz. Vapur, karada gitmediği için bisikletten aşağıdır denmez. Vapur başka bir vapurla, uçak başka bir uçakla mukayese edilebilir. İkisi de kara vasıtası olduğu halde, bir tankla bir taksi mukayese edilemez. Her birinin vazifesi ayrıdır. Araç olarak eşittir ama yaptıkları görev bakımından farklıdır. Tank için hızlı gidememek, taksi için de, ezip geçememek bir kusur değildir. Onun için kadın erkek eşittir sözü dini değil, politik olup, her alanda kadını sömürmek isteyen yabancıların tuzağıdır.
20. maddede, (Kadın özel halinde, Kur’an okuyabilir, mescide girebilir ve bazı bilginlerce de tavaf da yapabilir) deniyor. Klasik kaynağın dördü de buna yanlış diyor. Tirmizi’deki hadis-i şerifte, (Hayzlı ve cünüp, Kur’an okuyamaz) buyuruldu. Peygamberimiz, (Kur’ana temiz olanlardan başkası dokunamaz) âyetini (Kur’ana ancak temiz olan dokunabilir) diye açıklamıştır. (Nesai)
İbni Mace’deki hadis-i şerifte, (Hayzlıya mescide girmek helal olmaz) ve Tirmizi’deki hadis-i şerifte, (Beytullahı tavaf etmek, namaz kılmak gibidir, temiz ve abdestli olmak lazımdır)buyuruldu.
21. maddede, (Cuma ve bayram namazlarının kadın için özendirilmesi gerekir) deniyor. Kadın, kılmaya mecbur olmadığı Cuma ve bayram namazına gelmese kime ne zararı olur ki?
35. maddede, (Unutulmamalı ki, hiçbir tercüme, aslının yerini tutamaz, çevirisine Kur’an denilemez ve o çeviri Kur’an hükmünde olamaz) ve 38. maddede, (Kurban kesmek yerine bedelinin tasadduk, bu ibadetin yerine geçmez) deniyor. Bunlar, klasik kaynaklara da uygundur.
37. maddede, namazların beş vakit olduğu ancak, alışkanlık haline getirmemek kaydıyla iki namaz cem edilebilir deniyor. Halbuki hangi mezhep, hangi şartlarda ceme ruhsat veriyorsa, ihtiyaç halinde, telfîk yapmamak şartı ile o mezhep taklit edilerek cem yapılabilir. Klasik kaynaklara göre, hiçbir mezhebe uymadan cem yapılamaz.
|
Âdetler dinde delil olur mu?
|
Sual: (Ahkam zaman ile değişir) kaidesine göre âdetler dinde delil olur mu?
CEVAP
Âdetler, Delil-i şer’i olamaz. Din, âdetlere tâbi olamaz. Âdetlerin, modaların İslamiyet’e uygun olması gerekir. Bir işin İslamiyet’e uygun olmasını sağlamak için, bu iş ile ilgili çeşitli kaviller varsa, bunlardan zamana ve şahsa uygun, elverişli olan kavle uygun olması sağlanır. (Ahkam zaman ile değişir) de bu demektir. (Berika)
Sual: Âdetle ilgili sünnetler nelerdir? Âdetle ilgili sünnetleri yapmak müstehap dediniz. Sol eli kullanmak yani müstehabın terki mekruh değil mi?
CEVAP
Mekruh değildir. Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Bunlara zevaid sünnetler denir. Ayakkabı, gömlek giyerken, saç tararken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide girerken, tuvaletten çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı çıkarırken, taharetlenirken, sümkürürken soldan başlamak müstehaptır. Özürsüz, kasten bunların tersini yapmak tenzihi mekruhtur. Tenzihi mekruh, mekruh demek değildir.
Sual: Zevaid sünnet diyerek şeytan gibi sol el ile yiyip içmeye bile mekruh değil dediniz. Sadece tenzihi mekruh olur dediniz. Sağdan başlamak önemli sünnet değil midir?
CEVAP
Peygamber efendimizin ibadet ve âdet olarak yaptıklarının hükmü farklıdır. Âdetle ilgili sünnetler müstehaptır.
Sağın önemi elbette büyüktür. Sağın, sola göre üstünlüğü vardır. Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlanır. Peygamber efendimiz, elindeki suyu, sağında bulunan bir köylüye uzatır. Köylü, (Ya Resulallah, solunuzdaki Ebu Bekir’e niçin vermiyorsunuz? O benden daha faziletli) der. Resulullah, (Suyu sağdan dağıtın!)buyurur. Yine, (Sağ elle yiyip için, sağ elle alıp verin; çünkü şeytan, sol eliyle yiyip içer, sol eliyle alıp verir) buyurmuştur. Bir yere giderken, yol ikiye ayrılır, soracak kimse de bulunmazsa,(Karşınıza iki yol çıkarsa, sağdan yürüyün!) hadis-i şerifine uymalıdır.
Sağın şerefi, Kur’an-ı kerimde de bildirilir. (Vakıa) suresinde (Eshab-ül-meymene = Sağcı) ve (Eshab-ül-meş’eme = Solcu) ifadeleri geçer ve sağcıların [dine uyanların] Cennet ehli, solcuların [dine uymayanların] Cehennem ehli olduğu bildirilir. Meymene; sağ, sağ kol, sağ taraf gibi anlamlara gelir. Eshab-ı meymene, sağcı demektir. Cennete gidecek mutlu kişilere denir. Meş’eme; sol, sol kol, sol taraf, uğursuzluk gibi anlamlara gelir. Eshab-ı meş’eme, solcu demektir. Cehenneme gidecek bedbahtlara denir.
Sual: Tek’e riayet etmenin, bir şeye sağdan başlamanın hükmü nedir?
CEVAP
Teke riayet etmek, yani bir şey yaparken 1, 3, 5, 7 gibi tek sayıda yapmak sünnettir. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ tektir, teke riayet edeni sever) buyuruldu.
İmam-ı Rabbani hazretleri, Mevlana Salih’e bahçeden birkaç karanfil getirmesini emretti. Onun, altı tane karanfil getirdiğini görünce buyurdu ki:
(Bizim en aşağı talebemiz, en azından (Allahü teâlâ tektir, teke riayet edeni sever) hadis-i şerifini bilir. Teke riayet müstehaptır. İnsanlar müstehabı ne zannediyorlar? Müstehap, Allahü teâlânın sevdiği şeydir. Eğer dünya ve ahireti Allahü teâlânın sevdiği bir şey için verseler, hiçbir şey vermemiş olurlar.)
Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Bunlara Sünnet-i zevaid denir. Ayakkabı, gömlek giyerken, saç tararken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı çıkarırken, taharetlenirken, sümkürürken soldan başlamak müstehaptır. Özürsüz, kasten bunların tersini yapmak tenzihi mekruhtur. Bir hadis-i şerifte de, (Allah sağdan başlamayı sever) buyuruluyor.
Sağ el ne demek?
Sual: Buhari’deki bir hadiste, (Namaz hakkında Allah’tan korkun! Sağ elinizin malik olduğu şeyler [köleler] hakkında Allah’tan korkun! Kimsesiz, fakir, dul kadın ve yetimler hakkında Allah’tan korkun!) buyuruluyor. Hadiste niye sağ el deniyor?
CEVAP
Bunlar deyimdir. Türkçede de böyle deyimler vardır. (Elimin altında şu kadar mal var) veya (Elimin altında yüzlerce insan var) yahut (Bahsettiğiniz işi yapmak elimde değil) gibi ifadelerde geçen elkelimesinin hiçbirinin bildiğimiz el ile alakası yoktur. Buradaki el, güç, kuvvet, malik olmak anlamındadır. Arapçada da, sağ el tâbiri kullanılıyor. Kur’an-ı kerimde de, birçok yerde Allah’ın eli tâbiri geçer. Hiçbirinin hakiki el ile alakası yoktur. Hepsi deyimdir. Mânâları farklıdır.
Yukarıda bildirdiğiniz hadis-i şerifte, önce namaza önem verilmesi, hizmetçilere iyi muamele edilmesi, fakir dul ve yetimlerin hakkının gözetilmesinin önemi bildiriliyor.
Sual: Peygamberimizin saçlarını uzattığı söyleniyor. Erkeklerin de saçlarını uzatmaları veya kazımaları sünnet olur mu?
CEVAP
İslam âlimleri, Peygamber efendimizin yaptığı şeyleri üçe ayırmışlardır:
1- Müslümanların da yapması lazım olan şeylerdir. Bunlara, sünnetdenir.
2- Âdete bağlı şeylerdir. Bunları her Müslüman, bulunduğu yerin âdetine uyarak yapar.
3- Resulullaha mahsus olan, özel şeylerdir. Bunları başkalarının yapması caiz değildir. Bunlara, hasais denir.
Bunun için, Peygamberimizin her yaptığına değil, kitaplarda İslam âlimlerinin bildirdiği hususlara uymak gerekir. Kendi aklımıza, kendi anladığımıza göre hareket etmemiz uygun olmaz.
Kılık kıyafet, saç sakal gibi şeylere sünnet-i zevaid, yani âdete bağlı sünnet denir. Bunlar gibi âdete bağlı işlerde, herkes yaşadığı yerdeki âdetlere uymalı. Âdete uymamak uygun olmaz, fitneye sebep olursa haram olur. Budist papazlarına benzemek niyetiyle başı dazlak yapmak ve kadınlar gibi saçlarını uzatmak caiz olmaz. Bir ihtiyaçtan dolayı olursa mahzuru olmaz.
Âdetle ilgili sünnetler
Sual: Peygamber efendimizin her yaptığı sünnet deniyor. Mesela yatmak, yiyip içmek, yürümek gibi şeyler, sünnet midir, mubah mıdır?
CEVAP
Mubahtır, sünnet değildir. Sünnet iki türlüdür:
Sünnet-i hüdâ, ezan ve ikamet okumak gibi, İslâm dininin şiârıdır.
Sünnet-i zâide, Resulullah efendimizin kılık kıyafeti, elbise giymek, yatmak, yiyip içmek ve yürümek gibi işlerdeki âdetleridir. (Hadika)
Elbise giymek, yatmak ve yürümek ve benzerleri mubahtır. Bunların yapılış şekli sünnettir.
Yatmak sünnet değil ama sağ yanına yatmak sünnettir. Resulullah efendimiz, mübarek avucunun içini sağ yanağının altına koyup, sağ yanı üstüne yatardı. Yüzükoyun yatmak mekruhtur.
Yemek mubahtır. Üç parmakla yemek, sağ el ile yemek sünnettir. Su içmek mubahtır. Oturarak içmek sünnettir.
Elbise giymek mubahtır. Resulullah gibi giyinmek sünnettir. Resulullah efendimiz, siyah, beyaz ve yeşil giyinirlerdi.
Başı kapatmak mubahtır. Sarık giymek, sarığın ucunu sarkıtmak sünnettir.
Yürümek mubahtır. Önüne bakarak, süratle yürümek sünnettir.
Herkesin saçı, bıyığı olur. Ama Resulullah efendimizinki gibi şekil vermek sünnet olur. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli, mübarek kaşları kadar idi. Sakalı bir tutam idi. Bu ölçülere uymayan sakal ve bıyık bid’at olur.
Bid’at ehli ile niçin birleşilmiyor
|
Sual: Peygamber efendimiz, (Allah’ın kulları, kardeş olun) buyurduğuna göre, birbirlerinin hatalarını görmeyip Ehl-i sünnet ile bid’at ehli niçin birleşmiyor?
CEVAP
Bu hadis-i şerifin manası, (Kardeş olmanızı sağlayacak şeyleri yapın) demektir. Buna göre, bid’at sahiplerinin, hak yolda bulunan müslümanlarla kardeş olabilmeleri için, bid’ati terk etmeleri ve sünneti kabul etmeleri gerekir. Bid’ate devam edip de, Ehl-i sünnet olanları kendileri ile kardeş olmaya çağırmaları, açık sapıklık ve çirkin bir hiledir. (Umdet-ül-kari)
Bid’at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden birkaçı:
(Bid’at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim]
(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Davud]
(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!) [İbni Mace]
(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]
(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!)[İbni Hibban]
(Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad etmek, kâfirlerle cihad etmek gibidir.) [Deylemi]
(Bid’at ehli, bid’atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [İ.Neccar]
Yani itikadda veya amelde veya sözde yahut ahlakta bid’at olan bir şeyi yapmaya devam edenin bu cinslerden ibadetleri sahih olsa da, hiçbiri kabul olmaz. İbadetlerinin kabul olması için, bu bid’ati terk etmesi gerekir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün kalbler kararmış olduğundan, bazı bid’atler güzel görünse de, hepsinden kaçınmak gerekir. Kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu. [Kur’an-ı kerimde ise, (Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216] buyuruldu.
Bid’atin zararı büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bid’at işleyenin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Deylemi]
(Allah bid’at ehlinin amelini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.) (İbni Mace]
(Allah, bid’at ehlinin tevbesini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.) [Taberani]
(Bir bid’at çıkarınca, bir sünnet kaldırılmış, eksiltilmiş olur.)[İ.Ahmed]
(Bid’atten sakının; her bid’at dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İbni Asakir]
(Bid’atler yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, Allah’ın, Muhammed aleyhisselama indirdiğini gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
(Bid’atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lanet olsun!) [Deylemi]
Bid’at ehlini hoş görme
Sual: Bir yazar, (Mezhepsiz yazarların kitaplarında, yanlışlık ve bid'at de olsa, hoş görmek, yumuşak davranmak ve bir kardeş olarak onları sevmek gerekir! Efgani ve Kardavi gibi mezhepsiz âlimlerin, kitaplarından uygun olanı alırız, yanlış olanı atarız) diyor. Bu caiz midir?
CEVAP
Yazar, (Bid’at ehline sevgi ile bakmalı, kardeş olmalıyız) diyor. Peygamber efendimiz de, (Bid’at ehline, selam vermeyin, sert davranın! Allah, onlara düşmandır. Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler! Onlarla birlikte bulunmayın, onlarla namaz kılmayın, birlikte yiyip içmeyin, cenazelerine gitmeyin, kız alıp vermeyin! Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir) buyuruyor. Resul-i ekrem efendimiz, (sert davranın)buyururken, yazarın yumuşak davranması caiz olur mu? Allah saklasın, Resulullah efendimizin sözünü bırakıp da yazarın tavsiyesine uyarsak halimiz ne olur?
(Kitaptaki faydalı yeri alır, zararlısını atarım) demek çok yanlıştır. Bir kitapta, itikadı zedeleyen, insanı küfre düşürücü bir ifade bulunursa, elbette o kitap çok zararlıdır. Kitap bilgi öğrenmek için okunur. Bilmediği bir şey onu küfre düşürebilir, ebedi felaketine sebep olabilir. Bir şeyin hak veya bâtıl, faydalı veya zararlı, iyi veya kötü olduğunu bilen, o konudaki kitabı niçin okusun? Bilmiyorsa, bâtılı hak, kötüyü iyi, zararlıyı faydalı zannedebilir. Pisliğin içinde faydalı şey ararken, üstüne necaset bulaşmasa bile, en azından kokusundan zarar görür. Bunun için mezhepsizlerin kitaplarını okumak çok zararlıdır. Dinimiz noksan değil ki, bir mezhepsizin kitabına ihtiyaç duyulsun. İslam âlimleri her meseleyi halletmiştir. Yenilik, reform âdetlerde olur, ibadetlerde yenilik olmaz.
Kötü âlim, mezhepsiz âlim olur. Fakat mezhepsizliği över gibi, (Mezhepsiz âlimlerin iyi yönlerini almalıyız) demek hoş değildir.
Sivri akıllının biri, şeytanı görmek istermiş. Bir evliyaya yalvarmış. Evliya da, (Şeytandan insana fayda gelmez) demişse de, adam çok yalvarmış. Nihayet duası kabul olup şeytanı görmüş. Şeytan, bunu görünce, (Seni bir vuruşta öldürürdüm. Ancak ömrüne daha kırk yıl var) demiş. Adam ise, (Yirmi yıl günah işlerim. Sonra tevbe eder, kalan yirmi yılı da ibadetle geçiririm) demiş. Fakat, yirmi yıl yaşamadan günahlar içinde ölmüş. Efgani gibi, şeytanın yoldaşlarının kitaplarını okuyan, oradaki zehirlerden etkilenmemesi mümkün değildir. Zehirle şaka olmaz. Azıcık zehirden ne zarar gelir denmez. Yahut elimi bir defa yılanın veya aslanın ağzına koysam, acaba bir zararı olur mu demek ahmaklık olur. Aslan, insanın canını alır. Şeytan ve yoldaşları ise, insanın sonsuz felaketine sebep olurlar.
Sual: Kâfir veya sapıkların ibadeti bir işe yarar mı? (Kendileri sapık ama namazları çok güzeldir) veya (Doğru Mutezili olmak, sapık Sünni olmaktan iyi) demek caiz midir?
CEVAP
Hayırlı işlerden cenab-ı Hakkın, en çok beğendiği cami yapmaktır. Cami yapmak, çok sevaptır. Hadis-i şerifte, (Allah rızası için bir mescid yapana, Allahü teâlâ Cennette bir köşk ihsan eder)buyuruluyor. (Taberani)
Gerek kitapsız kâfirlerin, gerekse kitaplı kâfir denilen Hıristiyan ve Yahudilerin yaptığı iyilikler ahirette bir işe yaramaz. Kâfir, iman etmediği için, bütün dünyaya büyük hizmetleri dokunsa, Allah katında zerre kadar kıymeti yoktur.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfirlerin cami yapmaları caiz değildir. Yerinde ve yarar bir iş değildir. Onların cami yapmaları ve diğer bütün beğendikleri işleri, kıyamette boşa gidecek ve Cehennemde, sonsuz olarak cezalandırılacaktır.) [Tevbe 17]
(İşte ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da bâtıldır.) [Hud 16]
Bu konudaki iki hadis-i şerif meali de şöyle:
(Mümin olmayan Cennete giremez.) [Müslim]
(Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hakim]
Kâfirlerin ibadetlerinin, yaptığı iyiliklerin boşa gittiğini bildirdikten sonra, şimdi de bid'at ehlinin, dalalet fırkalarının ibadetlerine gelelim:
İyi işlere, ibadetlere sevap verilebilmesi için düzgün iman sahibi, yani Ehl-i sünnet olmak gerekir. (Kitab-üt-tevhid)
A.Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın ümmeti 73 fırkaya ayrıldı. Bunlardan 72 fırkası, doğru yoldan ayrılmış, bid'at ehli olmuştur. Bunlar sapık inançlarının cezası olarak Cehenneme girecektir. Fakat, müslüman oldukları için, Cehennemde sonsuz kalmayacak, azap gördükten sonra, çıkarılacaktır. Bunlardan (fırka-i naciyye) denilen kurtuluş fırkasına da (Ehl-i sünnet) denir. (Hadika)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
[Tirmizi’deki] hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72si dalalete düşer ve Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet) denir. [c.2, m.67]
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Bugün için dört mezhepten birinde bulunmayan, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Ehl-i sünnet olmayan da sapık veya kâfir olur.) [Dürr-ül-muhtar haşiyesi Zebayıh kısmı]
Ehl-i sünnet olmayanın, sapık veya kâfir olduğu, Bahr, Hindiyye veEl-Besairde yazılıdır.
Şüpheli delilleri yanlış tevil ederek, Ehl-i sünnet itikadından ayrılanlara, fıkıh âlimleri kâfir demediler, bagi, asi, bid'at ehli yani sapık dediler. Kesin [açık olarak] anlaşılan tek bir manası olan delillere inanmayan ise kâfir olur. Mesela, (Ali ilahtır, Cebrail vahiy getirirken yanıldı) diyen kâfir olur. Çünkü bu sözler, şüpheli delilleri yanlış tevil ederek, ictihad ile anlaşılan manalar değildir. Hazret-i Âişe’ye zaniye diye iftira eden ve babasının sahabi olduğuna inanmayan da kâfir olur. Çünkü ikisi de, Kur'an-ı kerimde açık olarak bildirilen delili inkârdır. (İbni Abidin)
Nisa suresinin, (Doğru yol gösterildikten sonra, Resule uymayan[iman ve amelde] müminlerden ayrılanı, o yolda [küfür ve irtidadda]bırakır ve Cehenneme atarız) mealindeki 115. âyet-i kerimesi, Ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılmış olanların halini göstermektedir.)
Şu halde, (doğru Mutezili olmak, sapık Sünni olmaktan iyi) demek cahillik alametidir. Mutezili veya diğer bid'at fırkaları dalalet ehlidir, yani sapıktır. Peki, sapık bir fırka, sapık Sünniden iyi olur mu? İkisi de sapıktır. İslam âlimleri, (şu kâfir, öteki kâfirden iyi) demeyi küfür olarak bildirmişlerdir. Herhangi bir dalalet fırkasına iyi demek tehlikelidir. Sapık fırkaların hepsi bid'at ehlidir, hiç birinin ibadeti kabul olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bid'at ehlinin namazı, orucu, sadakası, haccı, umresi, cihadı, farzı, nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıkması gibi İslamiyet’ten çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
Sapığın namazı kabul olmadığına göre, kabul olmayan bir ibadete, (Kendileri sapık ama namazları çok güzeldir) demek çok yanlıştır, cahilce bir sözdür.
Hak üzere olan bir taife bulunur
|
Sual: Bid'at ehlinin yazdığı bozuk kitaplar gittikçe çoğalıyor. Dinimizi bozmaları mümkün müdür?
CEVAP
Bir toplum ne kadar bozulursa bozulsun, içinde hak üzere olan bir taife bulunur. Nitekim hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetimden bir taife, mansur ve muzaffer olmakta kıyamete kadar devam eder. Onları yardımsız bırakanların kendilerine bir zararı olmaz.) [Tirmizi]
(Ümmetimden hak üzere bir taife, kıyamete kadar galip olarak cihad eder.) [İbni Asakir]
(Ümmetimden bir taifeye Hakkın yardımı kıyamete kadar devam eder. Bunları bırakıp ayrılanların bu taifeye bir zararı olmaz.) [İbni Mace]
(Ümmetimden hak üzere bir taife, düşmanlara galip olarak cihad ederler. Sonuncu taife, Deccal ile savaşır.) [Ebu Davud]
(Ümmetimden bir taife, Hakkın yardımı ile cihada devam eder.)[Buhari]
Mişkat-ül-mesabihdeki, (Bir zaman gelir, ümmetimin bir kısmı müşrik olur, puta tapar, peygamberim diyen çıkar. Ben son Peygamberim. Benden sonra peygamber gelmez. Ümmetim arasında, doğru yolda olanlar, her zaman bulunur. Onlara karşı çıkanlar, Allahü teâlânın emri gelene kadar, doğru yolda olan bu kimselere zarar yapamaz) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, bid'at ehli, dinimizi, Kıyamete kadar asla bozamaz. Kütüphane ve kitapçılarda bulunan İslam kitapları arasında bozuk olanları pek çok ise de, doğru olanları da vardır. Bu doğru kitaplar hiçbir zaman yok olmaz ve hiçbir kimse yok edemez. Bunların koruyucusu Allahü teâlâdır. Bu kitapları arayıp, bulup, okuyup saadete kavuşanlara müjdeler olsun!(F.Bilgiler)
Sual: Bir cemaatin kıyamete kadar hak üzere cihad edeceği bildiriliyor. Bu hangi cemaattir?
CEVAP
Hiç şüphe yok ki, bunlar, fırka-i naciye denilen Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Şimdi çok kimse kendilerinin bu fırkadan olduğunu söylese de, önemli değildir. Bu fırkanın Türkiye’de olması da şart değil, dünyanın herhangi bir ülkesinde olabilir. Önemli olan Ehl-i sünnet vel cemaat itikadına sahip olmaktır.
Çeşitli sual ve cevaplar
|
Sual: Biz Şafiiler;
1- Vacib olmayıp sünnet olduğu için kurban kesmiyoruz.
2- Kazamız olduğu için sünnet ve hatta kaza namazı kılmıyoruz.
3-Takke sarığın yerini tutmadığı için başı açık namaz kılıyoruz.
Bu yaptıklarımız doğru mudur?
CEVAP
Biz Şafiiler demekle, herkesi suçlamak yanlış olur. Bazı Şafiiler demeli idi. Çünkü biz hep görüyoruz ki, Şafiilerden kurban kesen, kaza namazı kılan ve takke kullanan çoktur.
1- Kurban, Hanefi hariç diğer üç mezhepte sünnettir. Ama sünnet de olsa durumu iyi olan Şafiilerin kurban kesmesi gerekir. Resulullahı seven sünnetine de uymaya çalışmalıdır.
2- Bazı Şafiiler gerçekten bilmiyor, kazası olanın sünnet kılması haram diyerek, sadece farzı kılıyor. Kazası olan Şafiilerin, sünnet kılması haram olunca, boş oturması elbette haram olur. Bir an önce kazalarını kılıp bitirmelidirler.
3- Takke elbette sarığın yerini tutmaz. Sarık takkeye tercih edilir. Ancak Peygamber efendimiz, takke ile gezmiş, takke ile namaz kılmıştır. Yani takke giymek sünnete aykırı değil, sünnettir. Şafii ve Hanefi arasında fark yoktur. Sarık sarma imkanı olmayanın takke ile namaz kılması bid’at gibi görülmemelidir.
Sual: İhtiyaç halinde sol el ile iş yapmakta mahzur var mıdır?
CEVAP
Sağ ve sol eli de, faydalanmamız için yaratan Allahü teâlâdır. Peygamber efendimizin iyi işlere sağdan başlaması, giyim-kuşam, yiyip-içmek gibi âdetlerine Sünnet-i zevaid denir. Bunları unutarak veya bir özürle terk etmekte hiç mahzur yoktur. Özürsüz yapmak da mekruh olmaz, ancak sünnete uyulmamış olur. Zevaid sünnetlere de uymak büyük nimettir.
Sual: Kimya-i saadet kitabından naklen Tam İlmihal’de, (Parmağında altın yüzük takılı kimsenin bulunduğu sofraya oturmamalı ve camideki safta, böyle biri yanında namaz kılmayıp, ikinci safa kaçmalı, başka haramları kullananlardan da böyle uzaklaşmalıdır) deniyor. İtikadı bozuk, bid’at ehli olanlardan da uzak durmak gerekir mi?
CEVAP
İtikadı bozuk olmak veya bid’at sahibi olmak büyük günahtır.
İmam-ı Rabbani hazretleri (İyi biliniz ki, bid'at ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Bid'at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir) buyurdu. Çünkü hadis-i şeriflerde, (Bid'at ehlinden kaçın, onlara selam vermeyin, onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin, cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın) buyuruluyor.
Fitne çıkarmak haramdır. Fitne çıkacaksa onlara selam verilir, ihtiyaç kadar yanlarında oturulur, beraber namaz kılınır.
Sual: Bid’at hakkında Resulullah, (Bid’at ehli benden değildir. Onlarla cihad kâfirlerle cihad gibidir. Bid’at ehli Cehennemin köpekleridir) buyuruyor. Kibir için de, (Zerre kadar kibri olan Cennete girmez) buyuruyor. Cenab-ı Hak da, (Kibirlenene, hiç acımam, çok acı azap ederim) buyuruyor. Bu ikisi diğer günahlardan niye daha büyüktür?
CEVAP
Kibrin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur:
Büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak, onun tahtına oturup emirler vermek arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.
Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi sıfatlarından kullarına az da olsa ihsan etmiştir. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bunlar,Kibriya, gani, yaratmak. Bu üç sıfatı hiç kimseye vermemiştir.Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın hakkına tecavüz etmek olur. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şey Ona muhtaç olmak demektir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Kul bu üç sıfata sahip olmaya kalkarsa en büyük günahı işlemiş olur.
Bid’atin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur:
Günah işleyen kimse, Allah’ın emrine karşı gelmiş olur. Fakat bid’at çıkaran kimse, niyeti ne kadar iyi olursa olsun, Allah’ın bildirdiği hükümleri beğenmeyip yeni hükümler koymaya, bizzat dinin sahibi olmaya çalışıyor. Yani Allah adına hareket ediyor, hatta Allah’ın koyduğu hükümleri beğenmeyip kendi görüşünü din olarak bildiriyor. Yani kendisini hüküm koyucu ilah olarak görüyor. Bu bakımdan diğer bütün günahlardan daha büyük günah işlemiş oluyor.
Sual: Bir yere girerken sağ ayakla mı, sol ayakla mı gireceğimizi tam bilemiyoruz. Mesela asansöre binerken, inerken hangi ayakla girip çıkmalıyız? Alışveriş mağazalarına girip çıkarken, otobüslere, trenlere, vapurlara binip inerken, iş yerimize girip çıkarken, evin içinde odalara girip çıkarken. Hutbede minbere çıkıp inerken. Bir ölçü verseniz mesele kalmaz.
CEVAP
Ölçüsü şu: Girilecek yer şu üç şeyden başka türlü olamaz:
1- Girilen yer, [Cami, Müslümanın evi gibi] daha kıymetli olur. Kıymetli yerlere girerken, sağ ayakla girilir, sol ayakla çıkılır.
2- Girilen yer [Hela, kumarhane gibi] daha kıymetsiz olur. Kıymetsiz yerlere girerken, sol ayakla girilir, sağ ayakla çıkılır.
3- Girilen yer [Bir odadan ötekine girmek, taksiye binmek, dükkanlara girmek gibi] mubahtır. Mubah olan yerlere sağ ayakla girilir, sağ ayakla çıkılır.
Sual: Bazılarının sünnet diye işlediği işlere, diğerleri bid’at diyor. Kiminin bid’at diyerek sakındığı şeylere bazıları da sünnet diyor. Bid’at nedir?
CEVAP
Bid’at konusu, Müslümanlığı yaşayanları yakından ilgilendiren bir konudur. Dediğiniz gibi bir kısım müslümanların sünnet diye işlediği işlere, bazı müslümanlar bid’at diyor. Kiminin bid’at diyerek sakındığı şeylere bazıları da sünnet diyor. Adam sünnet diye iki karış sakalını uzatıyor. Kimi de sünnet diye yüzünde yarım parmak kadar kıl bırakıyor. Bunların hangisi sünnet veya bid’at?
Bid’ati sünnet diye işlemek haramdır. Müezzinin farza başlarken okuduğu üç ihlas sünnet mi bid’at mi? Müezzinin tesbihlere komut etmesi nedir? Namazlardan sonra Âyet-el kürsi yerine salâten tüncina okumak bid'at midir? TVdeki imama uyup namaz kılmak, teybe ezan okuyup bunu her vakitte ezan olarak dinlemek ve ilahileri, mevlidleri herhangi bir çalgı aleti ile çalmak bid'at midir? Anneler babalar günü tertip etmek yaş günü tertip etmek bid’at midir? Evliya kabirlerine gidip onlardan yardım istemek bid’at midir? Ölünün yedinci, kırkıncı, elliikinci gecelerini yapmak bid’at midir? Ağaçlara bez bağlamak, nazar boncuğu takmak bid’at midir?
Sünnet olduğu halde bid’at olarak bilinen veya bid’at olduğu halde sünnet gibi işlenen çok şeyler vardır. Hepsini saymaya lüzum yoktur. Genel kaide bilinirse, hepsinin cevabını kendimiz verebiliriz.
Bid'at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibadette olur.
Âdette bid'at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid'at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid'at, ceket, pardesü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimiz, papaz ayakkabısı ve kolları dar Rum cübbesi de giymiştir. Fen bilgileri ve fen aletleri, fen işleri dinde bid'at değildir. Bunları faydalı yerlerde kullanmak günah değildir. Fenni buluşlara sahip çıkmak, dinimizin emridir. Çünkü (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emretmektedir.
İbadette bid'at, Peygamber efendimizin ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid'at karıştırmak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Her bid'at sapıklıktır ve sapıklık yapan da Cehennemdedir) buyuruldu. İbadete bid'at karıştırmak, Allahü teâlânın bildirdiği dinde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur. Kâfirlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz. Mesela papazlar, ibadet için zünnar kuşanır, haç takar. Müslümanların, böyle yapması küfür olur.
Bizden olmayanlar
Peygamber efendimizin, (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir) sözünü düşünerek, ibadetlere ilave ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır! Dini kuran biz değiliz ki, değiştirme yetkisi bizde olsun! İtikad ve ameldeki bid’atten de çok sakınmalı. Hayhuy edenleri veya (Kur’anla amel etmiyorsunuz, ben de bu Kur’anı yere atıyorum) diyerek Mushaf-ı şerifi halkın üzerine atan, sonra para toplamak için ağlayan kimseleri görüp de, bu bid’at sahiplerini iyi müslüman sanmamalıdır. Çünkü Peygamber efendimiz,(Bid’at işleyene şeytan çok ibadet yaptırır. Onu çok ağlatır)buyurmaktadır.
Şimdi bir şeyin bid’at olup olmadığını bilmek için genel bir kaide verelim:
Sünnet olmayan bir şeyi sünnet diye işlemek bid’attir. Mesela aşure günü sünnet sanarak aşure pişirmek bid’attir. Sünnet olmadığını bilerek, o gün bir tatlı yapmak niyetiyle aşure pişirmek bid’at olmaz, sevap olur. Sakalın sünnet ölçüsü dudaktan itibaren bir tutamdır. Sünnet diye bunu kısa yapmak bid’at olur. Çünkü sünneti değiştirmek haramdır. Bu kaide öğrenilince, öteki bid’atleri de bilmek çok kolay olur. Mesela ezanın hoparlörle okunmasının sünnet olmadığını bilmeyen yoktur.
Sual: Bir yazar "Türkçe hutbe okumak bid'attir. Ancak güzel, edebi bir Türkçe ile okunursa bid'at-ı hasene olur. Böyle bir hutbeyi Çince bile olsa dinlerim" diyor. Bir başka yazar da, "Cırtlak sesli müezzinlerin vakitli vakitsiz hoparlör ile ezan okumaları bid'attir. Güzel okuyan, bir müezzinin sesi, kasete alınır, bu kaset bütün camilere bağlanırsa, bid'at-ı hasene olur" diyor. Bid'at-ı hasene nedir?
CEVAP
Resulullah ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde olmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü ortaya çıkarmak ve böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek yasak edilen bid'at olur.
Yiyip içmek, giyinmek gibi zamanla değişen âdetler, bir ibadeti bozmadıkça veya dinin yasak ettiği bir şeyi işletmedikçe yasak edilen bid'at olmaz. Mesela kaşık çatal kullanmak günah değildir.
İbadetlere bid'at karıştırmak büyük günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, cihadı, farz ve nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
İslam âlimleri, bid'ati, (Bid'at-ı hasene ve bid'at-i seyyie diye ikiye ayırmışlar, mektep, kitap gibi sonradan yapılan şeylere (bid'at-ı hasene) demişlerdir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Mekteb, kitap gibi dinin izin verdiği faydalı şeylere bid'at dememeli, Sünnet-i hasene, yani iyi iş demelidir. Bid'atler, nurlu, parlak, faydalı görünseler de, hepsinden kaçınmak gerekir. Hiçbir bid'atte fayda yoktur. Bugün kalbler karardığından, bazı bid'atler güzel görünse de, Kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. (Her bid'at sapıklıktır) hadis-i şeriftir. [Kur'an-ı kerimde, (Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216] buyuruldu.
İbni Abidin hazretleri, (Hutbeyi, arabiden başka dil ile okumak, başka dil ile iftitah tekbiri almak gibi tahrimen mekruhtur) buyurdu. Hindistan âlimlerinden Muhammed Viltori hazretleri de (Hutbelerin bir kısmını bile arabiden başka dil ile okumak bid'attir) buyurdu. [El-edille]
Eshab-ı kiram ve Tabiin-i izam, bid'at işlememek için, Asya ve Afrika’da, hutbeleri hep arabi okudu. Halbuki, dinleyenler arabi bilmiyordu. Bunun için, Osmanlı âlimleri, 600 yıldır, hutbelerin, kabul olmayacağını bildikleri için, Türkçe okunmasına izin vermediler. Cuma vaazları koydular. Bu vaazlar, namazdan önce veya sonra, hutbenin manasını anlatırdı. Hutbe böylece öğrenilirdi.
Namaz kılan imamın filmi çekilse, imam yerine bu görüntüye uyulsa, caiz olmaz. Bunun gibi, ezan okuyan müezzinin filmini videoya alıp, videodan ezan okutturmak da caiz olmaz. Çünkü TV ekranındaki resim, müezzinin kendisi değil, görüntüsüdür. TVdeki ses de, müezzinin bizzat kendi sesi değil, benzeridir. İki ayrı şey, birbirine çok benzese de, aynı değildir. Mesela Ali ile ikiz kardeşi Veli, birbirine çok benzese de, ayrıdır. Bir insanın resmi, kendisinin tam benzeridir, aynısı değildir. Resmin gözü yırtılsa, sahibinin gözüne zarar gelmez. Bir kişi aynaya baksa, aynadaki görüntü, bakan kişinin resmidir. Bu resim bakanın kendisi değil, benzeridir. Ayna kırılsa, bakana bir şey olmaz.
Sual: Bid’atlerin hepsi haram mıdır?
CEVAP
Mekruh olanı var ve küfür olanı da vardır.
Sual: Kur'an okumasını bilmiyorum. Bir hocaya Yasin okutup teybe aldım. Bu teybi babamın kabrine götürüp açıyorum. Teypten okunan Yasini babama dinletmekle, kendim okumam arasında fark var mı?
CEVAP
Çok fark vardır. Teypten okunan Kur'an-ı kerimin, Yasin-i şerifin ölüye faydası olmaz. (M. Erbea)
Sual: Ölüm haberini duyurmak için, camilerde sela vermek bid’at mi?
CEVAP
Evet, bid'attir.
Sual: Yasin okunup düğümlense, kırk olunca kabre konsa, caiz mi?
CEVAP
Bid’attir.
Sual: Yağmur duasında okunan 70 bin taşı gömmek bid'at mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Salevat-ı şerife getirirken, eli göğse koymak bid'at mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Herhangi bir yılı (Hazret-i Muhammed yılı) kabul etmek bid’at olur mu?
CEVAP
Evet.
Sual: Allahü teâlâya, Onun istediği gibi ibadet edilen yere Allahın evi denir, deniyor. Bir camiye bid’at işleyenler de geliyor, orası yine Allah’ın evi olur mu?
CEVAP
Evet.
Kaynak yazılışı
Sual: Diğer kitap yazanların aksine, niye kaynakları dipnota değil de, hemen yazıdan sonra koyuyorsunuz?
CEVAP
Genelde İslam âlimleri hep öyle yazdıkları için onlara uygun yazıyoruz. Dipnotta kaynakları 1, 2, 3 gibi sıralamak, Avrupalıların usulüdür. İhtiyaç olunca âdette onlara uymanın mahzuru olmaz, ama kendi büyüklerimiz varken ne diye Avrupalıları taklit edelim?
Kardeşim demek
Sual: Peygamber efendimiz, (Kardeşim Ömer, bana da dua et!)buyurduğuna göre, Müslümana kardeşim demek sünnet oluyor. Kardeş yerine abi demek bu sünnete aykırı değil midir?
CEVAP
Arapçada ve birçok dilde abi kelimesi yok. Abi yerine büyük kardeş diyorlar. Abi demek, kardeş demekten daha efdaldir. Abi demekte karşısındakini büyük bilmek, ona saygı duymak vardır. Peygamber efendimiz, (Büyük kardeş, baba makamındadır) buyuruyor. Yaşça kendimizden küçük de olsa, abi demek daha iyidir.
Bid’at işlemek
Sual: Tesbihlere komuta etmenin bid’at olduğu kitaplarda yazılıdır. Ancak bazıları bu komut işini sünnet gibi biliyor. Komuta etmeyince tepkiye, fitneye sebep oluyor. Böyle yerlerde tesbihlere komuta etmek caiz olur mu?
CEVAP
Evet caiz, hattâ lazım olur.
Bid’atin zararı
Sual: Bir bid’at küfre yol açmasa da, yine bid’at ehli, Cehenneme gider mi?
CEVAP
Hadika ve Berika’da, İbni Mace’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Bir bid’at küfre yol açmasa bile, bunu ortaya çıkaranın hiçbir ibadeti ve hiçbir iyiliği kabul olmaz. Bunun, yağdan kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur) buyuruldu. Bid’at sahibi, bid’atini ibadet sanıp, sevab beklediği için dinden kolay çıkar. Şartlarına uygun olarak yaptığı ibadetleri sahih olur, borçtan kurtulursa da, kabul olmaz, yani sevab verilmez. Bid’ati küfre düşürürse, imanı gider ve ibadetleri sahih de olmaz.
Bid’at üç türlüdür:
1- İslamiyet’in küfür alâmeti olarak bildirdiği şeyleri zaruretsiz kullanmak, en kötü bid’attir.
2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da kötü bid’attir.
3- İbadet olarak yapılan yenilikler, amelde bid’at olup büyük günahtır.
Ehl-i sünnete aykırı olan her inanış itikatta bid’attir. İtikatta bid’at sahipleri Cehenneme gidecektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri hariç, hepsi Cehenneme gidecektir. Kurtulan fırka, benim ve Eshabımın yolu üzerine olanlardır.) [Tirmizi, Darimi] (Kurtulan fırka, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Sünnet, Resulullah'ın sünneti, Cemaat ise Eshab-ı kiram demektir. Sünnete ve Eshab-ı kirama uyanlara Ehl-i sünnet vel cemaat denir.)
Evden çıkarken
Sual: Ateist biri, (Müslümanlığın ilkelerini biz de biliriz. Ben evimden sağ ayakla çıkarım) diyor. Evden sağ ayakla çıkmak yanlış değil mi?
CEVAP
Ateist, bu konuda bilmeden doğru söylüyor. Ateistin evinde, ibadet edilmeyip günah işlendiği için, sağ ayakla çıkılır. Meyhaneden, kiliseden, tuvaletten sağ ayakla çıkılır. Müslümanın evinden, camiden çıkarken sol ayakla çıkılır.
Tesbihi asmak
Sual: (Camilerde veya evlerde tesbihi asmak bid’attir) diyorlar. Tesbihin asma şekli, ibadet olmadığına göre bid’at denir mi?
CEVAP
Bid’at, ibadette değişiklik yapmaktır. Tesbihi asmak, tesbihle veya başka aletle sayı saymak ibadet değil, âdettir.
Deveye binmek zevaid sünnettir. Otomobile, uçağa binmek âdettir, sünnete aykırı değildir. Bunun gibi, gerek numaratör olsun, gerek tesbih olsun mekanik veya elektronik aletlerle tesbih çekmek bid’at değildir. İbadet işlememize sebep olan tesbihi, ortalarda dolaşmasın diye bir yere asmakta, yukarı koymakta mahzur yoktur. Namaz kıldığımız seccadeyi de katlayıp bir yere kaldırmak iyi olur.
Sol eli kullanmak
Sual: Bilgisayarda sağ elimizle fare denilen mouse’u tutarken sol elimizle tesbih çekebilir miyiz? Yani sağ elimiz meşgulken sol elimizi kullanmanın mahzuru var mıdır? Sağ elimiz meşgul olmasa da, kasıtsız sol eli kullanmanın mahzuru olur mu?
CEVAP
Kasıtsız sol eli kullanmanın mahzuru olmaz. Çünkü sağdan başlamak sünnet-i zevaiddir, yani âdete ait sünnettir. Bir özürle sağ elin terk edilmesinde mahzur olmaz.
Resulullah'ın tasdiki
Sual: Eshab-ı kiram düşmanı biri, (Ben namazda “Rabbenâ lekel hamd” demiyorum. Çünkü bu, sevmediğim birinin namazda söylemesiyle kabul edilmiştir) dedi. Kabul eden, sünnet olarak koyan Peygamber efendimiz değil mi?
CEVAP
Elbette Peygamber efendimizdir. (Rabbenâ lekel hamd) sözünü ilk defa söyleyen Eshab-ı kiramdan ve Resulullah efendimizin kayınbiraderi olan büyük bir zattır. Herhangi bir Müslüman bile teklif etse, Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” tasdik etmişse, artık o sünnet olur. Resulullah'ın kabul ettiğini kabul etmemek, hâşâ Resulullah'a hakaret olur, onu beğenmemek olur. Bu ise küfürdür.
|
Dinde kolaylık var ne demek
|
Sual: Dinde zorluk yoktur ne demektir? İbadetler zor gelirse yapmamalı demek midir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, dinde size hiçbir zorluk yüklemedi.) [Hac 78]
Bu, size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları istediğiniz gibi değiştirin demek değildir. Zamana, yere ve şahısların durumuna göre bazı ruhsatlar tanınmıştır. İçkinin sarhoş etmese de damlası haramdır, kolaylaştırmakla veya zorlaştırmakla bir alakası yoktur. Tesettür farzdır, kolaylaştırmakla veya zorlaştırmakla bir alakası yoktur. Fakir doyurmakla namaz kılınmış sayılmaz. Öyle olsaydı, dinin sahibi, namaz kılamayan fakir doyursun derdi. Ayakta namaz kılamayan, oturarak kılsın, oturarak kılamayan yatarak kılsın buyuruyor. Kilisedekiler gibi, sandalyeye veya koltuğa otur demiyor.
Dinimiz, nerelerde nasıl kolaylık olduğunu göstermiştir. Kendi aklımıza göre yaparsak dine uymamış oluruz. Birkaç misal:
1- Su yoksa veya su varken kullanılması zararlı ise teyemmüm eder.
2- Hasta ve aciz olan, namazı ayakta kılamazsa oturarak, oturamazsa, yatarak ima ile kılar.
3- Ramazan ayında, müslümanlara oruç tutmak farzdır. Fakat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükten daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden muvakkaten kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
4- Seferi uzaklıktaki yolculuklarda 4 rekat farzları iki rekat olarak kılarlar. Seferde oruç tutmak güç gelirse tutmayıp mukim olunca kaza ederler.
5- Dinde zorluk yoktur demenin başka bir manası da, her gün oruç tutmak, gece uyumayıp sabaha kadar ibadet etmek, evlenmemek diye bir şey yoktur.
Allahü teâlânın kullarına olan ihsanları ve teklifleri herkese eşit değildir. Mesela, bazı müminlere zenginlik verir, ona hac yapmasını emreder. Bazılarına da fakirlik verip, ona hac yapmasını emretmez. Kimine güç, kuvvet ve sıhhat verip, oruç tutmasını emreder. Sağlığı müsait olmayanların da sonra tutmalarına izin verir. Kimine nisap miktarı mal ihsan edip, zekat vermelerini ve fakir olan akrabalarının nafakalarına yardım etmelerini emreder. Kimine de fakirlik verip, zekat almaya müstahak kılar. Kimine çok ihsan eder. Onlar da nimete şükredip, şükredenler derecesine kavuşurlar. Kimine de, az ihsan eder. Onlar da sabrederler, sabredenler derecesine ulaşırlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, hiç kimseye gücünden fazlasını emretmez.) [Nesai]
İnsan, gücü nispetinde ibadet etmeli, ruhsatlardan da yeri gelince istifade etmeli, zorluk çıkarmamalı, hiç kimseyi dinden soğutmamalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, sevdirin, nefret ettirmeyin! Birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin!) [Buhari]
Dinimizde ifrat ve tefritin yani aşırılığın yeri yoktur. Dinimiz orta yolda olmayı emreder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.) [Beyheki] [Vasat, ifrat ve tefritten uzak orta yol demektir. İfrat, normalden fazla, tefrit, normalden az demektir. Mesela çok uyumak ifrat, çok az uyumak tefrittir. Çok yiyip içmek ifrat, çok az yemek ise tefrittir.]
İfrata kaçarak gücünün yetmediği şekilde ibadet etmeye çalışmak, mesela geceleri hiç uyumadan namaz kılmak, gündüzleri hep oruç tutmak, hanımından uzak kalmak, et, süt, tatlı gibi şeyleri, hiç yememek, iyi müslüman olmak demek değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kolay bir din ile gönderildim. Dinimizde ruhbanlık yoktur. Et yiyin, hanımlarınızla mübaşeret edin! [Nafile] oruç da tutun! Tutmadığınız günler de olsun! [Nafile] namaz da kılın! Uyuyun da! Ben bunlarla emrolundum.) [Taberani]
Yiyip içmeden, uyumadan ibadet etmek zordur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Din kolaylıktır. Dinde aşırı gideni, din mağlup eder.) [Nesai]
Günümüzde tefrite gidip, (Dinde kolaylık var) diyerek dini bozanlar çoktur. Reformcuların kitapları böyle yanlışlıklarla doludur. Şimdi birkaç misal verelim.
Ayaklardaki mestin üstüne mesh edilir diye tırnaklara oje sürüp üstüne mesh caiz olmaz. Yahut naylon çoraplara mesh kolaylık ise de, dinin emri değişmiş olur, ibadet sahih olmaz.
Su bulunmazsa teyemmüm edilir. Fakat reformcuların dediği gibi sular kesilince hemen teyemmüm edin demek, dinde kolaylık değil, dini değiştirmektir.
Ramazan yaza gelince tutmayıp, kışa tehir etmek veya namazları vaktinde kılmayıp, hepsini gece yatarken kılmak da dini değiştirmek olur.
Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farz ise de, diğer iki mezhepte farz değil diye ağzın içini yıkamamak mezhepsizlik olur.
Dinde zorluk yok, kolaylık var demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın, ibadetleri keyfine göre değiştirsin) demek değildir. Dinde ufak bir değişiklik yapmak dinsizlik olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dinimizde olmayan bir şey çıkarılırsa, o şey, merduddur.)[Buhari]
Âyet-i kerimede de mealen, (Dinlerini oyuncak ve eğlence edinenleri bırak!) buyuruldu. (Enam 70)
Her ihtiyaç zaruret değildir.
Mecelle’de diyor ki:
Zaruretler, memnu olanı mubah kılar. Yani yasak olan şeylerin, zaruret devam ettiği müddetçe yasaklığı kalkar. (Madde 21)
Bazı kimseler, Mecelle’nin bu maddesini gerekçe gösterip, (Her ihtiyaç zarurettir. Zaruret karşısında da haramlar mubah olur) diyerek haramları mubah gibi işliyorlar. Zaruret nedir, ne değildir?
Zaruret: Kendinin veya nafakasını vermesi gerekenlerin, aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olması demektir. (Eşbah)
Zaruret, zor ile, başka şey yapmaya imkan olmadığı hallerde olur.(Kamus tercümesi)
Görüldüğü gibi, insanı bir şey yapmaya zorlayan, insanın elinde olmayan semavi sebebe zaruret denir. Kısacası, dinimizin emrettiği veya yasakladığı bir işte, başka bir şey yapamama mecburiyeti zarurettir.
Zarureti birkaç misal ile açıklayalım:
Bir günlük yiyeceği olanın dilenmesi haramdır. Çalışmaktan aciz olup açlıktan ölecek kimse, ödünç arar. Ödünç veren olmazsa dilenir. Dilendiği halde, kimse bir şey vermezse, leş yiyebilir.
24 saat yemek yemeyen kimse açtır. Bu açlığı ihtiyaçtır. Çünkü ölecek bir durum yoktur. Böyle bir kimsenin leş yemesi haram olur. Burada görüldüğü gibi, zaruret, bütün kapıların kapanması halinde yapılacak son çaredir.
Kullanılmadığı zaman helake sebep olan yasak şeyi kullanmak zaruret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebep olursa, ihtiyaç denir. Mesela günlerce aç kalıp yiyecek bir şey bulamayanın ölmeyecek kadar leş yemesi zarurettir. (Uyun-ül-Besair s.119)
Ölmeyecek kadar yemek zaruret; fakat doyuncaya kadar yemek zaruret değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(İhtiyaç başka, zaruret başkadır. Zaruret halinde caiz olan şey, ihtiyaç olunca caiz olmaz. (İhtiyacı olana faiz haram olmaz) demek, Kur'an-ı kerimin emrini değiştirmek olur. Maide suresinin 3. âyet-i kerimesinde(femenidturra fi mahmasatin) buyuruluyor. [Mahmasa, açlıktan ölme halidir. Muztar, sıkışık, zaruret halinde olan çaresizliktir.]
Âyet-i kerimenin meali, (ölüme sebep olan sıkışık hâle düşen)demek olur.
Bu âyet-i kerime, zaruret halinde haramdan affolunacak özrü beyan buyurmaktadır. Faiz ile ödünç almak için her ihtiyaç özür olsaydı, faizin haram edilmesinin sebebi kalmazdı. Çünkü faiz ödemeyi ancak ihtiyacı olan kabul eder. İhtiyacı olmayan, açıktan para vermek istemez. Allahü teâlânın bu yasak emri, yersiz lüzumsuz olurdu. Allahü teâlânın kitabına böyle iftira edilemez. Helale haram, harama helal diyen kâfir olur. Her ihtiyaç zaruret sayılırsa, faizin haram olacağı yer kalmaz. Faizin haram edilmesi, abes, lüzumsuz bir emir olur. Hatta oruç kefaretini, yemin kefaretini ödemek niyetiyle, fakirleri doyurmak için faiz almak da caiz değildir.) [Müjdeci Mektublar 202]
Öldürmek için silah çekene karşı kendini korumak, meşru müdafaa olur. (Mecelle şerhi)
Saldırıya uğrayanın, kendisini korumak için, meşru savunmaya geçip, saldırganı zararsız hâle getirmesi caizdir. Ancak bir kimse, sırf korkutmak için (seni öldürürüm) derse, hemen onu öldürmeye kalkması caiz olmaz.
İhtiyatı elden bırakmamalı
|
Sual: (Diş dolgusu gusle manidir) diyenler olduğu gibi mani değil diyenler de var. (Zekat, kağıt para ile verilmez) diyenler olduğu gibi verilir diyenler de var. (Müzik dinlemek haram) diyenler olduğu gibi caiz diyenler de var. (Hoparlöre uyarak veya TV’deki imama uyarak namaz kılmak caiz değil) diyenler olduğu gibi caiz diyenler de var. İhtiyata riayet etmek için ne yapmak gerekir?
CEVAP
(Öldükten sonra dirilmek var) diyenler olduğu gibi, dirilmek yok diyenler de var. Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste, “Biz inanıyoruz. Diyelim ki senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Ya bizim inancımız doğru ise, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın” diyor. Ateist ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, kâfir Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Halbuki, ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. O halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması gerekir. İnanmamak, ahmaklık, cahillik olur. İbadetlerde de ihtiyata riayet etmemek ahmaklık olur.
Birkaç örnek verelim:
1- Biz, sahih delillerle diyoruz ki, Hanefi mezhebinde ağzın içini gusülde yıkamak farzdır. İğne ucu kadar kuru yer kalsa gusül sahih olmaz. Bunun için, diş dolgusu olanların, gusülde ağzın içini yıkamak farz değil diyen Maliki veya Şafii mezhebine uymaları gerekir. Bizim naklettiğimiz yanlış bile olsa, bunun hiçbir zararı olmaz, üstelik, hak olan başka bir mezhebin şartlarına da uyduğumuz için sevap kazanırız. Zaten her Müslüman, kendi mezhebinin şartlarına uyar, diğer mezhebin şartlarını da gözetmeye çalışırsa, müstehap olur. Eğer Hanefi mezhebinden naklettiğimiz husus doğru ise, inanmayanlar bir ömür boyu cünüp gezer, namazı da sahih olmaz.
2- Biz, fıkıh kitaplarından nakil yaparak diyoruz ki: Zekat, ya ticareti yapılan maldan veya değeri altın olarak verilir. Başka mal veya kağıt para verilmez. Nakledilen bu hüküm, kesinlikle doğrudur. Böyle bir hüküm olmasa bile, zekatı bizim bildirdiğimiz gibi vermekte hiç mahzur yoktur. Doğru ise, zekatını başka mal veya kağıt para olarak verenlerin zekatları sahih olmaz.
3- Biz ilmî [bilimsel] olarak diyoruz ki, Türkiye Takvimi’nin esas aldığı,150 yıldan beri ecdat tarafından uygulanan namaz vakitleri doğrudur, 1983’den beri uygulanan vakitler temkinsizdir. Bizim hesabımız, yanlış olsa bile, namazı vakti girdikten 5-10 dakika sonra kılmakta ve oruçta da imsak vaktinden 10-20 dakika önceden yiyip içmeyi kesmekte mahzur yoktur. Ecdadın hesabı doğru ise, namazı vakti girmeden kılanlarınki sahih olmaz.
4- İlahileri müzik eşliğinde söylemek caiz değildir diyoruz. Caiz olsa bile, ilahileri müziksiz dinlemenin bir zararı olmaz. Ya müzikle ilahi okumak caiz değilse, küfre girmek gibi büyük tehlike nasıl göze alınır ki? Bunun gibi, İslam düşüncesi, İslam felsefesi demek küfürdür. Caiz olsa da, kullanmamanın mahzuru olmaz.
5- Bilimsel olarak diyoruz ki, hoparlörle namaz kılmak sahih olmaz. Sahih olsa bile, hoparlörsüz namaz kılmakta mahzur yoktur. Ya gerçekten sahih değilse, kılınan namazlar boşa gider.
Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki:
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Rabbimiz sözünden dönmez. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış yoldadır. Bunun için (Ya Rabbi hangi grup doğru yolda ise, senin rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle!) diye dua etmelidir. Eğer grubu doğru ise, duanın bir zararı olmaz. Grubu yanlış ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur.
Çok önemli tembih
Erkek olsun, kadın olsun, her Müslümanın, her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine, yani farzlara ve yasak ettiklerine yani haramlara riayet etmesi lazımdır. Bir farzın yapılmasına, bir haramdan sakınmaya önem vermeyenin imanı gider. İmansız kimse, kabirde azap çeker. Ahirette Cehenneme gider. Cehennemde sonsuz yanar. Af edilmesine, Cehennemden çıkmasına imkan ve ihtimal yoktur. Küfre düşmek çok kolaydır. Her sözde, her işte küfre düşülebilir. Küfürden kurtulmak da çok kolaydır. Küfrün sebebi bilinmese dahi, her gün bir kere, (Ya Rabbi, bilerek veya bilmeyerek küfre sebep olan bir söz söyledim veya bir iş yaptım ise, pişman oldum. Beni affet)diyerek tevbe etse, Allahü teâlâya yalvarsa, muhakkak affolur. Cehenneme gitmekten kurtulur. Cehennemde sonsuz yanmamak için, her gün muhakkak tevbe etmelidir. Bu tevbeden daha önemli bir vazife yoktur. Kul hakkı bulunan günahlara tevbe ederken, bu hakları ödemek ve terk edilmiş namazlar için tevbe ederken, bunları kaza etmek lazımdır. (S. Ebediyye)
Öncelikli olan işler
|
Sual: Dinin emirlerini yapmak mı, yoksa dinin yasakladıklarından kaçmak mı önce gelir?
CEVAP
Dinimizde zararı yok etmek, fayda sağlamaktan önce gelir. Yanlış yapmamak, iyi yapmaktan önce gelir. Genelde birçok iyi işimiz unutulur, fakat bir kötü işimiz hiç unutulmaz, daima karşımıza çıkarılır. Ne kadar iyi iş yaparsak yapalım, bunlar görülmez, ama bir hata yaparsak, bu asla unutulmaz. Onun için, yanlış sözden, yanlış bakıştan, yanlış işten çok sakınmalıdır.
İslam hukukunu bildiren Mecelle’de, (Def-i mefâsid, celb-i menafiden evladır) deniyor. (Zararı yok etmek, fayda sağlamaktan önce gelir) anlamındadır. Birkaç örnek verelim:
Günahtan sakınmak, sevab kazanmaktan önce gelir. Yasaklardan, zararlardan kaçmak, iyi, faydalı şeyleri yapmaktan daha önce gelir. Mekruhtan sakınmak, sünnet işlemekten daha önce gelir. Haramdan sakınmak, farzı yapmaktan önce gelir.
Emir ile yasak bir araya gelince, yasaktan kaçmak önce gelir. Bir emri yapmak, bir haramı işlemeye sebep olursa, haram işlememek için, o emir terk edilir, yapılmaz. Mesela namaz kılarken necaseti temizlemek emirdir, başkalarının yanında avret yerini açmak ise yasaktır. Avret yerini açmadan temizleme imkanı yoksa, yasaktan kaçılır, yani avret yeri açılmaz. Emre uymak ise, sünnete, müstehaba, edebe uymaktan önce gelir. (El emrü fevkal edeb) buyurulmuştur. (Emre uymak, edebi gözetmekten önce gelir) demektir. Mesela, bir yere büyüklerden önce girmek edebe aykırıdır. Ama o büyük gir demişse hemen girilir. (Estağfirullah, önce siz buyurun) diyerek ona emir vermek çok yanlıştır.
Dünya sevgisini kalbden çıkarmadan Allah sevgisini koymak mümkün olmaz. Kalbine Allah sevgisini koymak isteyenin, haramlardan kaçarak dünya sevgisini kalbinden çıkarması gerekir. Kalbden dünya sevgisi çıkınca, Allah sevgisi kendiliğinden girer.
Bir de dinimizde, (Ehemmi mühimme tercih) prensibi vardır. Bu, daha önemli olanı, önemli olana tercihtir. Elzem yani daha çok lüzumlu olanı, lazım olana tercihtir. Mesela sünnet işlemek nafileye tercih edilir. Hazret-i Ömer, sabah namazını kıldırınca, cemaat arasında bir genci göremeyip sebebini sorunca, (O her gece nafile ibadet yapıyor. Belki sabahı kılınca uyumuştur) dediler. (Bütün gece uyusaydı da, sabah namazını cemaat ile kılsaydı, daha iyi olurdu) buyurdu. Görülüyor ki bir farzı yaparken, edeplerinden bir edebi yapmak ve bir mekruhundan sakınmak, zikir, fikir ve murakabeden kat kat daha kıymetlidir. Bunlar, o edebleri yapmakla ve mekruhlardan sakınmakla beraber yapılırsa, elbette çok faydalı olurlar. Fakat onlar olmadan, bir şeye yaramaz. Bunun gibi, bir lira zekât vermek, binlerce lira nafile sadaka vermekten daha iyidir. O bir lirayı verirken bir edebini gözetmek, mesela, yakın akrabaya vermek de, o nafile sadakadan kat kat daha iyidir.
Bunun için, önce Ehl-i sünnete uygun iman etmek, sonra haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekruhlardan sakınmak, sonra müekked sünnetleri, daha sonra da müstehabları yapmak lazımdır. Bu sırada, önce olanı yapmayanın, sonra olanı yapmasının hiç faydası olmaz ve önce olanı yapabilmek için, sonra olanı terk etmesi caiz, hatta vacib olur.
Evliya olmak için de, bunları yapmak lazımdır. Sırayla, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, sonra haramlardan sakınmak, farz olan ibadetleri yapmak ve salih olan müminleri sevmek lazımdır. İhlâsla yapılmayan ibadetin faydası olmaz, sevabı olmaz. İhlâs, her şeyi yalnız Allah rızası için yapmaktır. Mesela Tam İlmihal’de bildirilen, kendine farz olan ilimleri öğrenmek farz-ı ayndır. Bir müddet böyle farz-ı ayn ilim öğrenmek, bin sene nafile ibadetten üstündür. Çünkü nafile, denizin yanında damla bile değildir.
Farz-ı ayn ilimden bir şey öğrensen eğer,
Dünyanın hazinesi etmez bu kadar değer.
|
İki gün eşit olmamalı
|
Sual: Dinimizde iki günü eşit olan zararda olduğuna göre, her gün aynı ibadetleri yapan zararda olmuyor mu? Her gün bir öncekinden daha fazla ibadet mi yapmak lazımdır?
CEVAP
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(İki günü aynı olan, [her gün ilerlemeyen, yeni bir şey öğrenmeyen]ziyan etti.) [Beyheki]
(İki günü eşit olan aldanmış; bugünü dününden kötü olan ise lanetlenmiştir.) [Beyheki]
Dünya işlerinde olduğu gibi, din işlerinde de ilerlemek gerekir. Her gün aynı ibadetleri yapan, mesela her gün beş vakit namaz kılan zararda değildir.
İbadetlerin kıymeti, niyete, ihlâsa ve imanın kuvvetine, parlaklığına göredir. Yani imanı parlak, niyeti düzgün ve ihlâsı çok olanın ibadeti daha kıymetlidir. İhlâsla ibadetlere devam edilince, her gün iman daha kuvvetlenir, daha parlar ve böylece ibadetlerin kıymeti de artar. İbadetlerin değeri de, miktarıyla değil, keyfiyetiyle ölçülür. Her gün aynı iş yapılsa da kıymetleri değişik olur. Mesela Hazret-i Ebu Bekr’in iki rekât namazı, bütün Müslümanların namazları toplamından daha faziletlidir. Eshab-ı kiramın tamamının imanları çok kuvvetli, daha parlak olduğu ve ihlâsları da fazla olduğu için, onların iki rekât namazının sevabı bizim ömür boyu kıldığımız namazların sevabından daha fazladır.
Şu hâlde, zarar etmemek, her gün ilerlemek için imanı parlatmak, kuvvetlendirmek gerekir. İhlâsla ibadet ettikçe, imanın parlaklığı artar. Bu bakımdan bugün kılınan iki rekât namaz, dün kılınan iki rekât namazdan daha faziletli olur. Günah işlemeyen ve ibadetini aksatmayan kimse, her gün kârdadır. Eğer ihlâsı noksansa, imanını parlatamamışsa veya çeşitli günahlar işleyerek imanının parlaklığını azaltmışsa, ibadetlerinin fazileti azalır, hep zararda olur.
Gittikçe imanı kuvvetlenecek yerde zayıflayanlar ziyandadır. Gıybet, yalan gibi bir günah işleyenin de sevapları azalacağından yine ziyanda olur.
Bu misallerden anlaşıldığına göre, bugün yirmi rekât namaz kılanın aldanmaması için, ertesi gün yirmi rekâttan fazla namaz kılması gerekmez. Zarar etmemesi için günah işlememesi, ihlâsla ibadet ederek imanının parlaklığını kaybetmemesi gerekir.
İki günü eşit olmak
Sual: (İki günü eşit olan aldanmış, bugünü dününden kötü olan ise lanetlenmiştir) hadisine göre, her gün aynı ibadetleri yapan zararda olmuyor mu? Her gün bir öncekinden daha fazla ibadet mi yapmak lazımdır? Diyelim bir cami yaptırdık, ertesi gün iki cami mi yaptırmak lazımdır?
CEVAP
İki günü eşit olmamak, zarara girmemek demektir; bugün dünkünden daha çok ibadet yapmak değildir. Herkesin belli bir sevabı vardır. Bugün çok az bir sevab da işlense, düne göre sevabımız artıyor demektir. Mesela dün 500 birim sevabımız varsa, bugün bir tek sevab işlersek 501 birim olur. Dünküne göre durumumuz iyi olmuş demektir. Çok az da olsa, her gün sevabımızın artması lazım. Bugün çok sevab işlediğimiz hâlde, çok da günah işlersek, diyelim 50 birim sevab işledik, 60 birim de günah işlemişsek, 10 birim zarardayız demektir. Toplam sevabımız olan 500 birimden bu 10 birim günahımız çıkınca 490 birim sevabımız kalıyor. İşte bu durumda, bugün zarar ettiğimiz için aldanmış oluyoruz. Demek ki, sadece çok sevab işlemek yetmiyor, sevabları götürecek günahlardan da sakınmak gerekiyor.
Birinin kalbini kırarak veya birini gıybet ederek onun günahlarını alınca çok zarara uğramış oluruz. Günah işlemekten çekinilmezse, Allah saklasın, zamanla ibadetler sıfırlanabilir, hattâ günahları hafif görmeye başlayınca küfre girilebilir.
Her gün aynı ibadetleri yapan, mesela her gün beş vakit namaz kılan, günahlardan da sakınıyorsa zararda değil, üstelik çok kâra geçmiş olur. Namaz kılmayan kimse, her gün zararını çoğaltmaktadır. Namaz kılmamak haram olduğu için, her gün dağlar gibi günaha girmektedir. Diyelim onun sevabları varsa, bu günahlar, o sevabları da alıp götürür. Namaz kılmayanın başka iyiliklerine zaten sevab verilmez, yani, namaz kılmama günahı o sevabları alıp götürür.
Niyetin önemi ve ilimsiz iyi niyetin zararı
|
Sual: Niyet ne demektir?
CEVAP
Niyet, emre itaat ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek demektir. Niyet, ibadet yapmayı kalbe getirmek, hatırlamak değildir. Allahü teâlâ için yapmayı irade etmek, istemek demektir.
Niyet, ibadete başlarken yapılır. Daha önce, mesela bir gün önce yapılırsa, niyet olmaz. Buna emel, arzu, vaat denir. Mesela, Hanefi’de oruca niyet etmek zamanı, bir gün önce, güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün, öğleye bir saat kalıncaya kadardır. Daha önce veya daha sonra yapılırsa caiz olmaz.
Namaza başlarken, iftitah tekbiri söylenirken niyet edilir. Daha önce de, mesela, cemaat ile namaz kılmak için evinden çıkan kimse, niyet etmeden imama uysa, caiz olur. Şafii’de niyet, iftitah tekbiri alınırken yapılır, daha önce olmaz.
Namaza niyet etmek demek, o namazın ismini, vaktini, kıbleyi, imama uymayı irade etmek, kalbinden geçirip, kılmayı tercih etmek demektir. Yalnız ilim, yani ne yapacağını bilmek niyet olmaz. Niyet ederken, hangi farz ve hangi vacip olduğunu bilmek lazımdır. Mesela (Bugünkü öğleyi kılmaya) diye, farzın ismini bilmek veya vaktin farzı demek lazımdır.
İbadetlerin sahih olması için, Allahü teâlânın rızası için yapmaya niyet etmek lazımdır. Niyet, kalb ile olur. Yalnız söylemek ile niyet edilmiş olmaz. Kalb ile birlikte olmak şartı ile dil ile söyleyerek niyet etmek caiz olur. Kalb ile niyet, söz ile niyete benzemezse, kalbdeki niyet esastır. Mesela bir kimse, öğle vakti, öğle namazına niyet ederken, dili ile niyet ettim, bugünkü ikindi namazına dese, kalbi ile de öğle olduğunu bilse, öğleyi kılmaya niyet etse, öğle için niyet etmiş sayılır, dil ile söylediğinin önemi yoktur. Yalnız yemin etmek böyle değildir. Yemin etmekte, söz esastır.
Adakta da söze bakılır. Adak yaparken, kastetmese de, söz arasında dilinden çıkmış ise de, yapması vacip olur. Çünkü, adakta niyetsiz, düşünmeden söylemek, ciddi, isteyerek söylemek gibidir. Hatta, (Allah için, bir gün oruç tutmak üzerime borç olsun) diyeceği yerde, (Bir ay oruç tutmak) diye ağzından çıksa, bir ay tutması gerekir. Burada kalbin önemi yoktur.
Peygamber efendimizin, (Ciddisi de, şakası da ciddidir) buyurduğu hususlar vardır. Mesela, bir kimse, şakadan veya rol gereği, iki şahit yanında evlense, gerçekten evlenmiş olur. Yine bir kimse, şaka ile, alay olsun diye veya hanımını korkutmak niyetiyle (Seni boşadım) dese, hanımı gerçekten boş olur. Bir kimse, kölesine (Seni azat ettim) dese, kölesi azat edilmiş olur. Sözünden vazgeçemez. Bir kimse, bir gün oruç adamak isteyip de yanlışlıkla bir ay dese, bir ay oruç tutması gerekir. Dinimizin emri budur.
Resulullah efendimizin ibadet olarak değil de, âdet olarak, elbise giymesi, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması gibi devamlı yaptığı şeylere zevaid sünnet denir. Bunları yapanlara da sevap verilir. Bunlara sevap verilmesi için, niyet etmek lazım değildir. Niyet edilirse, sevapları çoğalır.
Bid'at, dinden olmayan, ibadet olmayan, âdet olan bir şey ise, dinimiz bunu red etmez. Yiyip içmekte, elbisede, nakil vasıtalarında, bina, ev işlerinde, ibadet yapmak, yani Allahü teâlâya yaklaşmak niyet etmeyip, yalnız dünya işi düşünülürse, bunlar bir ibadeti yapmaya mani olmadıkça veya bir haramı işlemeye sebep olmadıkça, bid'at olmaz.(Hadika)
Ticaret yapmak ve hac etmek için giden kimsenin, niyetine bakılır. Hac niyeti fazla ise sevap alır. Ticaret niyeti çok ise veya iki niyet eşit ise, hac sevabı kazanamaz. Fakat, şartlarını yerine getirdi ise, yalnız farzı yapmış olur. Farzı yapmamak azabından kurtulur. Hiç hac niyeti yoksa maksadı ticaret veya başka şey ise hiç sevap kazanamaz. Demek ki, hacılarla birlikte hacca gitmek için bilet alıp yola çıkmak, hac için niyet edilmiş olmuyor. Ama niyet etmiyorum dese de seferilik için niyet etmiş olur.
İlimsiz iyi niyetin zararı
Sual: Kötü iş işlemesek, fakat niyetimiz işlemek olsa, sırf bu niyetimizden dolayı günah işlemiş olur muyuz? Yahut bir iyilik yapmadık ama, niyetimiz o iyiliği yapmaktır. Bu niyetle sevap alabilir miyiz?
CEVAP
Dinimizde niyetin önemi büyüktür. Kötü niyet için günah, iyi niyet için sevap vardır. İyi bir iş yapmaya niyet edip, fakat onu yapamasa, yine sevap alır. Hadis-i şerifte (Müminin niyeti işinden hayırlıdır)buyuruluyor. Mubah iyi niyetle yapılırsa taat olur; sevap verilir. Kötü niyetle yapılırsa günah olur. Üç örnek:
1- Yiyip içmek mubahtır. Yiyip içerken, Allahü teâlânın emirlerini yapıp yasak ettiklerinden kaçmak için kuvvet kazanmaya niyet edilirse; taat olur, sevap olur. Günah işlemeye kuvvet kazanmak için yenirse, günah olur.
2- Uyumak mubahtır. İbadetleri rahat yapmak niyetiyle uyumak sevap olur. Bir haramı işlemek niyeti ile yatan, günah işlemiş olur. Hiçbir şey düşünmeden gafletle yatan, sevap kazanamaz.
3- İyi ve temiz giyinmek, koku sürünmek mubahtır. Sünnete uymak, İslam’ın vakarını korumak niyetiyle yapılırsa sevap, gösteriş veya öğünmek için yapılırsa günah olur. Çünkü Allahü teâlâ, bir kimsenin yeni, temiz elbisesine bakarak sevap vermez. Bunları ne niyetle yaptığına bakarak sevap veya günah yazar.
Taat kötü niyetle yapılırsa, günah olur. Üç örnek:
a- Camiye gitmek, orada oturmak taattir. Caminin; Allahü teâlânın sevdiği yer olduğunu düşünerek ziyaret etmek daha çok sevap olur. Namaz kılmayı beklemek için, ahireti düşünmek için, vaaz dinlemek için de niyet edilirse her niyet için ayrı sevaba kavuşulur. Kötü niyetle, mesela ayakkabı çalmak için veya namaz kılanları tespit edip zalimlere bildirmek için camiye gitmek günah olur.
b- Fen bilgilerini [fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi bilgileri] öğrenmek taattir. Allahü teâlâyı tanımak ve insanlığa hizmet etmek, yurdu düşmanlardan savunmak niyetiyle bu ilimleri öğrenmek çok sevaptır. Bu bilgileri kötüye kullanmak niyetiyle, mesela topluma zarar vermek için bomba yapmayı öğrenmek günahtır.
c- Topluma karışmak onların hukukuna riayet için olursa taattir. Fakire, sadaka vermek sevaptır, ancak kumar oynayan ve bir günlük yiyeceği olan fakire sadaka vermek günah olur. (Ameller niyete göredir) hadis-i şerifi, taat ve mubahlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir.
Günahlar, iyi niyetle de işlense, günah olmaktan çıkmaz. Üç örnek:
1- Bir kadın, farz olan haccını eda niyeti ile mahremsiz hacca gitse haram işlemiş olur. Bir kız, Amerika’ya İslamiyet’e hizmet için mahremsiz gitse günah olur. İyi niyet haramları helal hâle getirmez.
2- Bir Hıristiyan kızı, bir Müslüman erkeğe, (Benimle dans edersen müslüman olurum) dese, Müslümanın, iyi niyetle onunla dans etmesi veya başka günah işlemesi caiz olmaz. Bir kâfiri Müslüman yapmak için onunla içki içmek yahut başka günah işlemek caiz olmaz.
3- Birinin gönlünü almak için, (Mümini sevindireni Allahü teâlâ sevindirir) hadis-i şerifine uyabilmek için, içki içenlerin masasına oturmak sevap olmaz, günah olur. Haram para ile cami yaptırmak da caiz değildir. Haramdan iyi niyet ile [Allah’tan korkarak] vazgeçen sevap kazanır. Başka bir sebep ile vazgeçen sevap kazanmaz. Yalnız, günahından kurtulur.
Farz için de üç örnek verelim:
1- Hacca gitmek farzdır. Ancak hacıların paralarını çalmak ve kendisine hacı dedirtip itimat kazandırmak için hacca giden, hac borcunu ödemiş ve farzı yapmamak cezasından kurtulmuş olur ise de, sevap kazanamaz ve günaha da girer.
2- Oruç tutmak farzdır. Sırf sağlığa faydası var diye oruç tutmak sahih olmaz. Sağlığa da faydası olur niyetiyle oruç tutarsa, sağlık niyeti çoksa sevap kazanamaz. Fakat oruç borcundan kurtulmuş olur.
3- Namaz kılmak farzdır. Namaz kılan, kulluk vazifesini yapmayı niyet etmeyip, namazın bir jimnastik, olduğunu düşünerek kılarsa, namazı sahih olmaz, spor yapmış olur. İslamiyet’in emrettiği bir şey, dünya menfaati için yapılınca makbul olmaz. Dünya işi de, ahiret menfaati için yapılınca, ibadet hâlini alır.
Bir iyi niyet hikayesi şöyledir:
Ormanda bir ayının ayağı, kütük arasına sıkışır, kurtaramaz. Adamın biri bunu görüp, ayının ayağını kütüğün arasından çıkarır. Ayı da bu adama, bir iyilik düşünür. Ormandaki arıların yaptığı petekleri alıp getirir. Adam balı yiyince orada uyumaya başlar. Fakat tatlının kokusunu alan sinekler, adamın yüzüne konarak rahatsız eder. Ayı ise, kendisine iyilik eden adam rahat uyusun diye sinekleri kovar. Bakar ki kovmakla gitmiyor, sinekleri öldüreyim bari diye, kocaman bir taş alıp, adamın yüzüne konan sineklere vurur. Netice malum… Ayının ilmi olmadığı için, iyi niyeti fayda yerine zarar vermiştir.
Söz mü, iş mi, niyet mi?
Sual: Dinimizde niyet mi, söz mü geçerlidir?
CEVAP
Dinimizde bazen söze, bazen niyete veya işe itibar edilir. Birkaç örnek verelim:
Niyetin geçersiz, sözün geçerli olduğu yerlerden bazıları:
Nikahta:
Bir kimse, şakadan veya rol icabı, iki şahit yanında evlense, gerçekten evlenmiş olur.
Boşamakta:
Bir kimse, şaka ile, alay olsun diye veya hanımını korkutmak niyetiyle “seni boşadım” dese, hanımı boş olur. Hadis-i şerifte, (Bir kadınla nikahlanan veya hanımını boşayan kimse, “ben şakadan yaptım” dese, nikahı da boşaması da geçerli olur) buyuruldu. (Taberani)
Kalbden boşamak geçerli olmaz. Dille söylemek veya yazıyla yahut başka vasıtayla bildirmek şarttır. Mesela, mektupla, telefonla, kasetle, mail ile bildirilirse geçerli olur.
Vazgeçmekte:
Bir kimse, hanımına “seni boşadım” dese, sonra, şakadan boşamaktan vazgeçtiğini bildirse, boşamaktan vazgeçmiş olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi sahihtir. Nikah, boşamak, boşamaktan vazgeçmek.) [Tirmizi]
Köle azadında:
Şakadan, kölesine “seni azat ettim diyenin, kölesi azat edilmiş olur.
Adakta:
Adak yaparken hiç niyet etmese de, söz arasında dilinden çıksa da, adağını yapması vacip olur. Çünkü, adakta niyetsiz, düşünmeden söylemek, ciddi, isteyerek söylemek gibidir. Hatta, “Allah için, bir gün oruç tutmak üzerime borç olsun diyeceği yerde, “bir ay oruç tutmak” diye ağzından çıksa, bir ay oruç tutması gerekir. Söz geçerli, niyet geçersizdir. (Dürer)
Bunun gibi, adarken ağzından adak yerine kurban kelimesi çıksa, mesela adak için bir hayvan keseceğim diyeceği yerde, kurban keseceğim dese, burada da, söz geçerlidir. Kurban bayramında kesmesi gerekir.
Alışverişte:
Alışveriş yapıldıktan sonra, alıcı veya satıcıdan biri, ben şaka yapmıştım, bu alışverişten vazgeçtim dese de itibar edilmez. Alışverişte de söze bakılır, niyete bakılmaz.
Veresiye pahalı satmak dinimizde caizdir. Peşin 20 bin lira olan arabaya birkaç taksitle 30 bin lira istese caiz olur. Alıcı razı olursa kırk bin liraya da satabilir. Ancak bu vade farkıdır, faizdir denirse caiz olmaz. Bu fark muamele masrafıdır denirse caiz olur. Yani söze itibar ediliyor.
Hediyede:
Alacağı olduğu bir parayı borçlusuna veya başkasına hediye eden, şakadan söylemiştim dese de, hediyesinden vazgeçemez. Niyet geçersiz, söz geçerlidir.
Yeminde:
Kalbden yemin geçerli olmaz, söz geçerlidir.
Küfürde:
Bir kimse şakadan ben Hıristiyan’ım dese veya günah işleyene helal olsun dese kâfir olur.
Niyet geçerli, söz geçersizdir:
Bir kimse, öğle vakti, öğle namazına niyet ederken, dili ile, bugünkü ikindi namazına diye niyet etse, kalbi ile de öğle olduğunu bilse, öğleyi kılmaya niyet etse öğle için niyet etmiş sayılır, dil ile söylediğine itibar edilmez. Tersine, öğleyi kılarken, ikindi sanarak, ikindiye niyet etse; fakat dili ile de öğleye niyet etse, namazı sahih olmaz.
Dil sürçmesi:
Sen benim Rabbimsin diyeceği yerde, şaşırıp sen benim kulumsun diyen günaha girmez.
Niyet geçersiz, iş geçerlidir:
Günah olan işler böyledir. Mesela dinlenmek niyetiyle müzik dinlemek de günahtır. Kâfir kız, “Benimle dans edersen Müslüman olurum” dese, müslümanın, iyi niyetle onunla dans etmesi veya başka günah işlemesi caiz olmaz. İyi niyeti geçersiz, günahı geçerlidir. (Ameller niyete göredir) hadis-i şerifi, taat ve mubahlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir. Günahlar, iyi niyetle de işlense, günah olmaktan çıkmaz.
İş geçersiz, niyet geçerlidir:
Su içerken içki içiyormuş gibi bardakları tokuşturmak bile günahtır. Çünkü fâsıklara benzemek olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Suyu alkollü içki içenler gibi içmek haramdır.) [Redd-ül Muhtar]
Elin evinden, yanlışlıkla kendi malını çalan da günaha girer. Çünkü niyeti onun hırsızlıktı. Ama komşunun malını alacağı yerde, bilmeden kendi malını çalmıştır.
Niyet de iş de geçerlidir:
Kur’an okuyan sevap kazanır. Allah rızası için sevap için okumaya niyet ederse, okuduğu Kur’an ibadet olur ve daha çok sevap kazanır. Abdest de böyledir. Abdestsiz kimse denize girip çıksa, yahut denizin kenarında iken denize düşse çıkınca, o abdest ile namaz kılabilir. Eğer abdeste veya gusle de niyet etmişse, ibadet sevabı alır ve yine bu abdestle namaz kılabilir.
(İş) başka, (İbadet) başka
Sual: İbadetleri dünyevi faydası olduğu için yapmak, mesela vücudun sıhhati için oruç tutmak caiz mi?
CEVAP
İslamiyet’in emirlerinde ve yasaklarında, kulların dünyaları ve ahiretleri için nice faydalar bulunmakla beraber, ibadet ederken, Allahü teâlânın emri ve kulluk vazifesi olduğunu niyet etmek, düşünmek gerekir. Böyle düşünmeden yapılan iş, ibadet olmaz. Din ile ilişiği olmayan bayağı bir iş olur. Mesela, namaz kılan adam, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi ve kulluk vazifesini yapmayı niyet etmeyip, namazın bir jimnastik, beden terbiyesi olduğunu düşünerek kılarsa, namazı sahih olmaz. İbadet etmiş olmaz, spor yapmış olur.
Niyet o kadar mühimdir ki, dinimizin emrettiği bir şey, dünya menfaati için yapılınca sahih ve makbul olmuyor. Dünya işi sayılıyor. Herhangi bir dünya işi de, ahiret menfaati için yapılınca, ibadet halini alıyor. Mümin, hanımına verdiği bir lokmayla bile sevap kazanıyor. Bu durumu göz önüne alarak, düşüncesini temizleyen ve niyetini düzelten bir kimse, yiyip içmekte ve her türlü dünya işlerinde, ahiret faydasını gözeterek, sevap kazanmak fırsatını elden kaçırmaz. İnsanlar bütün işlerinde, hatta ibadetlerinde, dünya menfaati, maddi kazanç aramaya alıştırılırsa, menfaatperestlik, egoistlik hasıl olur. Halbuki İslamiyet, nefslerin böyle kötü isteklerini yatıştırmayı, menfaatlerimizden fedakârlık etmeyi, ahlakın ve ruhun temizlenmesini, yükselmesini istemektedir.
İslamiyet’e uymanın, ibadet etmenin, dünya menfaatleri üzerine kurulmayacağı, akıl sahipleri için pek meydanda olan bir gerçektir. Böyle olduğunu şu âyet-i kerime mealleri de göstermektedir:
(Ahireti kazanmak için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat, ahirette bunların eline bir şey geçmeyecektir.) [Şura 20]
(Menfaatleri ve lezzetleri çabuk geçen, tükenen dünyayı isteyenlerden, dilediğimize, istediğimize veririz. Ahiret menfaatleri için çalışan müminlerin mükafatları boldur.) [İsra 18,19]
(Dünyada yaşamayı ve eğlenmeyi isteyenlerin çalışmalarının karşılığını bol bol veririz. Bunlara ahirette yalnız Cehennem ateşi verilecektir. Emekleri ahirette boşa gider. Yalnızca dünya için yaptıkları işlerine, ahirette bir karşılık hasıl olmaz.) [Hud 15,16]
Sevap kazanmak için niyetin halis olması gerekir. Amel mümkün olmasa da halis niyet, yalnız başına hayırdır. Hatta bir hadis-i şerifte de (Müminin niyeti amelinden hayırlıdır) buyuruluyor. (Taberani, Hatib-i Bağdadi, Ziya el-Makdisi)
İstediğimizi yapınca sevap kazanır mıyız?
Sual: Ameller niyete göre iyi veya kötü olur diye, iyi niyetle istediğimizi yapınca sevap kazanır mıyız?
CEVAP
Mubahlar iyi niyet ile, güzel düşünce ile yapılınca, sevap kazanılır. Kötü niyetlerle yapılırsa veya bunları yapmak, bir farzı vaktinde edaya mani olursa, günah olur. Farzlar yapılırken, kötü niyetler karışırsa, borç ödenmiş, cezadan kurtulmuş olunur ise de, sevap kazanılmaz, hatta günah olur. Haram işleyenin ibadetleri sahih olur. Yani borçları ödenmiş olursa da, sevap kazanmaz. Haramdan iyi niyet ile [Allah’tan korkarak] vazgeçen sevap kazanır. Başka bir sebep ile haram işlemezse, sevap kazanmaz. Yalnız, günahından kurtulur. (Hadika)
Haramların iyi niyet ile yapılması, bunları haramlıktan çıkarmaz.(Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur) hadis-i şerifi, taatlere ve mubahlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir.
Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse, yahut haram para ile cami yaptırsa, bunlara sevap verilmez. (Şir’a)
Taat, kötü niyet ile yapılırsa, günah olur. Güzel niyetlerle taatin sevabı çoğalır. Mesela, camide oturmak, taattir. Mescidin, Allahü teâlânın evi olduğunu düşünerek, Allahü teâlânın evini ziyareti de niyet ederse, sevabı daha çok olur. Namaz kılmayı beklemek için de niyet ederse ve dışarıda gözü, kulağı günah işlemesin diye de ve mescitte itikâf ederek ahireti düşünmeyi de, mescitte, Allahü teâlânın adını anmayı da, orada emr-i maruf ve nehy-i münker etmeyi, yani vaaz etmeyi de, vaaz dinlemeyi de, yahut Allahü teâlâdan haya ederek edepli olmayı da niyet ederse, her niyeti için ayrı sevaplara kavuşur. (Redd-ül Muhtar)
Birkaç niyet
Koku sürünen, iyi giyinen; dünya lezzeti için veya gösteriş yapmak, öğünmek için yahut yabancı kadın ve kızlara şık görünmek için güzel giyinirse, günah işlemiş olur. Bu kimse, sünnet olduğu için koku sürünür, şık giyinirse, camiye saygı için, camide yanına oturan müslümanları incitmemek için, temiz olmak için, sıhhatli olmak için, İslam’ın vakarını, şerefini korumak için niyet edince, her niyeti için ayrı sevaplar kazanır. Her mubah işte, hatta yiyip-içmede, uyumada ve helaya girmekte bile iyi niyet etmelidir. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, sizin görünüşünüze, malınıza [rütbenize, iyi işlerinize] bakmaz; bunları ne niyetle yaptığınıza bakar) buyuruldu. (Müslim)
Yani, Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, hayrat ve hasenatına, malına, rütbesine bakarak sevap vermez. Bunları ne düşünce ile, ne niyet ile yaptığına bakarak, sevap veya azap verir. Bir işe başlayan kimsenin niyeti, Allah için olmazsa, o işi yapmamalıdır.
Bir kimse, iyi bir amel işlemeye niyet etse, fakat onu işlemek nasip olmasa, ona niyetinin sevabı yazılır. Niyete de sevap varmış diyerek, yapmak istemediği halde niyet eden, sevap alamaz.
İslamiyet’in emrettiği bir şey, dünya menfaati için yapılınca sahih ve makbul olmuyor. Dünya işi sayılıyor. Herhangi bir dünya işi de, ahiret menfaati için yapılınca, ibadet halini alıyor.
Düşüncesini temizleyen ve niyetini düzelten bir kimse, yiyip-içmekte ve her türlü dünya işlerinde ahiret faydasını gözeterek, sevap kazanmak fırsatını elden kaçırmaz.
Kimin niyeti tam olursa
Sual: Allah’ın beğendiği bir işi, iyi niyetle yapınca daha çok sevap olur mu?
CEVAP
Evet, Allah’ın beğendiği işlere taat denir. Taat, kötü niyetle yapılınca günah olur. Güzel niyetlerle taatin sevabı artar. Camide oturmak bir taattir. Camiye kötü niyetle giren, mesela ayakkabı çalmak için camiye giren kimse, günah işlemiş olur.
Caminin Allahü teâlânın evi olduğunu düşünerek giren kimse, Allahü teâlânın evini ziyarete de niyet ederse sevabı daha çok olur. Namaz kılmayı beklemek için, camide itikâf edip ahireti düşünmek için, vaaz dinlemek için de niyet ederse, her niyeti için ayrı sevaplara kavuşur.
Mubahlar iyi niyetle yapılırsa taat olur. Niyetsiz yapılırsa sevap da olmaz, günah da olmaz. Mesela yemek yemek ve su içmek mubahtır. Yiyip içerken, Allahü teâlânın emirlerini yapıp yasak ettiklerinden kaçmak için kuvvet kazanmaya niyet edilirse, taat olur, sevap kazanılır.
Mubah olsun, taat olsun her işi iyi niyetlerle yapmaya çalışmak gerekir. İşlerimizi âdet olarak, şuursuz olarak yapmaktan kaçınmak gerekir. İşe gidip gelmek mubah iken, iyi niyetle yapılırsa sevap olur. Yemekleri, keyf için, lezzet için değil, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeye kuvvet bulmak için yemelidir.
Yeni ve temiz elbise giyinmeli, giyinirken ibadet için, namaz için süslenmeye niyet etmelidir. Elbiseyi herkese gösteriş için giymek günahtır. İbadetleri kuvvetli ve sağlam yapmak niyetiyle uyunursa, uyku ibadet olur. (Mektubat-ı Rabbani)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece ibadet etmek niyetiyle yatan, fakat uyku galebe çalıp sabaha kadar uyanamayan, niyeti sebebiyle gece ibadet etmiş gibi sevaba kavuşur. Uykusu da kendisine Allahü teâlânın ihsan ettiği bir sadaka olur.) [İbni Mace]
(Ameller niyetlere göredir.) [Buhari]
(Bir kimse beni ziyaret etmek için gelse ve başka bir şey için niyeti olmasa, kıyamet günü ona şefaat etmemi hak etmiş olur.)[Müslim]
(İnsanlar dört gruptur: Birincisinin ilmi ve malı vardır. Helalinden kazanır, meşru yerlere harcar. Başka biri de, "Benim de malım ve ilmim olsaydı, bunun gibi yapardım" der. Bunların ikisi mükafatta beraberdir. Diğer bir kimsenin de ilmi yok, fakat malı çok. Cahilliği sebebiyle malını harcarken harama, helale aldırış etmez. Başka biri de, "Benim de malım olsaydı, bunun gibi yapardım" der. Bunların ikisi de günahta beraberdir.) [İ. Gazali]
Her türlü kötü niyetten kaçmak gerekir. Peygamber efendimiz, (İki müslüman birbirine kılıç çeker, biri diğerini öldürürse, ikisi de Cehennemdedir) buyurunca, (Ölenin suçu ne?) diye sordular. Buyurdu ki: (O da, öldürmek istemişti.) [Buhari]
Mümin hep iyi işler yapmak ister. İmkanı olmadığı için düşündüğü iyi işlerin hepsini yapamaz. Münafık da, hep kötü işler yapmak ister. İmkanı olmadığı için düşündüğü kötü işlerin hepsini yapamaz. Bunun için Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Müminin niyeti amelinden iyidir. Münafığın niyeti amelinden kötüdür. Herkes niyetine göre amel etmek ister.) [Taberani]
İslam âlimleri de niyet için buyuruyorlar ki:
(Nice küçük ameller vardır ki, niyetler onları büyütür, nice büyük ameller vardır ki, niyetleri onları küçültür.)
(Amelden önce, amel için niyeti öğren! Hayır niyet ettiğin müddetçe hayır üzeresin.)
(Kimin niyeti tam olursa, Allahü teâlânın ona yardımı da tam olur.)
(Niyet hayır, akıbet hayır.)
Zemzem ve niyet
Sual: Zemzem, içildiği niyete göre faydalı olur mu?
CEVAP
Evet. Zemzemi içmeyi bir nimet ve ganimet bilmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Zemzem, doyurucu ve hastaya şifa vericidir.) [Bezzar]
(Zemzemi, belalardan korunmak niyeti ile içeni Allah muhafaza eder.) [Hakim]
Abdullah ibni Mübarek hazretleri, (Resulullah, "Zemzem, içildiği niyete göre faydalı olur" buyurduğu için ben de kıyamet günü susuzluktan kurtulmak için zemzem içiyorum) derdi. (İbni Mace)
Abdullah ibni Abbas hazretleri de, zemzem içerken, (Ya Rabbi, senden faydalı ilim, bol rızık ve her türlü hastalıktan şifa istiyorum) diye dua ederdi.
Kurban ve niyet
Sual: Bir hayır kurumu, "Kurumumuzun bankadaki hesabına şu kadar para yatırana kurban kesilir" diyor. Kurumun bankadaki hesabına bir kurban parası yatırmakla, dinimize uygun şekilde kurban kesilmiş olur mu?
CEVAP
Bankaya para yatıran şahıs sayısı kadar kurbanı kesip, (Her kurban birine olur) demek ve kesilen hayvanların her biri, para yatıranlardan birinin olsun demek çok yanlıştır. Çünkü kurbanda niyet önemlidir. Ya kurbanı satın alırken veya kesecek olana vekalet verirken niyet şarttır. Niyetsiz kesilen hayvanlar, kurban değil, et olur. (Redd-ül Muhtar)
Bugünkü oruç veya namaz
Sual: Bir arkadaş dedi ki: “Gün, imsak vaktinden sonra başlar. Onun için imsak vaktinden önce oruca niyet ederken, yarınki oruca diye niyet edilir. İmsak vakti çıkınca niyet ederken bugünkü oruca diye niyet edilir. Bu bakımdan bir kimse imsak vaktinden önce, önümüzdeki günü kastederek bugünkü oruca diye niyet etse, niyeti sahih olmaz. Hatta imsak vaktinden sonra oruca diye niyet etse hangi günü kast ettiğini bildirmediği için orucu yine sahih olmaz. Bunun gibi, bir kimse öğle namazını kılarken, bugünkü öğle demezse, sadece öğle namazına diye niyet etse hangi günkü öğleyi kıldığını bildirmediği için namazı sahih olmaz.”
Bu arkadaşın dedikleri doğru mu? Bir kimse, imsak vaktinden önce veya sonra oruca diye niyet etse bugünkü veya yarınki demese orucu sahih olmaz mı? Öğleyi veya başka vakti kılarken bugünkü diye belirtmezse niyeti sahih olmaz mı?
CEVAP
Günün tarifi doğru, diğerleri hep yanlıştır. Fıkıh kitaplarında açıklanıyor. Oruca demekle, niyet sahih olmuş olur. Çünkü o orucun ramazan orucu olduğunu biliyor, hangi gün tutacağını da biliyor. Onun için, yanlışlıkla bugün diyeceğine yarın dese veya gece niyet ederken, yarın demesi gerekirken bugün dese yine orucu sahih olur.
Hiçbir namazda, bugünkü demeye gerek yoktur. Çünkü bugünkü namazı kıldığını bilmektedir. Bugünkü demese de niyeti sahihtir.
Bir kimse, öğle vakti, öğle namazına niyet ederken, dili ile, bugünkü ikindi namazına diye niyet etse, kalbi ile de öğle olduğunu bilse, öğleyi kılmaya niyet etse, öğle için niyet etmiş sayılır, dil ile söylediğine itibar edilmez. Tersine, öğleyi kılmaya başlarken, ikindi zannetse, fakat dili ile de bugünkü öğleye diye niyet etse, namazı sahih olmaz. Kalben yaptığı geçerlidir.
Bunun gibi namaz kılarken kıbleye dönmek, kıblenin Kâbe olduğunu bilmek şarttır. Ancak namaza niyet ederken bunları söylemek şart değildir. Yani döndüm kıbleye, kıblem Kâbe demek şart değildir. Çünkü Müslüman kıblesinin Kâbe olduğunu bilir. Seccadesi Kıbleye doğru değilse düzeltir. Hiç araştırmadan durursa Kıbleye isabet etse bile namazı sahih olmaz. Kıbleye döndüğünü söylemesi gerekmez. Demek ki bugünkü oruca, bugünkü öğleyi kılmaya, döndüm kıbleye demek şart değildir. (Redd-ül muhtar, Dürer ve gurer)
Birkaç niyetin önemi
Sual: Bir arkadaş, camide öğlenin son sünnetini kılarken, tehıyyet-ül-mescide, tehıyyet-ül-menzile ve sübha namazına da niyet edilebilir dedi. Doğru mu?
CEVAP
Birkaç niyetin caiz olduğu yerler vardır ama burası değildir. Vaktin sünnetini kılarken vaktin farzına da niyet edilmez. Sübha namazı abdest aldıktan sonra kılınır, ilk sünneti kılarken niyet edilebilir. Son sünnete kadar beklenmez. Tehıyyet-ül-mescid camiye girince kılınır. Son sünnete kadar beklenilmez. Yolculuğa çıkılmayacaksa tehıyyet-ül-menzil de kılınmaz.
Camiye girince, öğlenin son sünneti değil, ilk sünneti kılınırken, ikindinin ve yatsının ilk sünneti kılınırken, tehıyyet-ül-mescide de niyet edilebilir, çünkü mescide saygı namazıdır. Eğer yenice abdest alıp girmişse, sübha namazına [abdest için şükür namazına] da niyet edebilir. Eğer bir yolculuğa da çıkacaksa, tehıyyet-ül-menzile de niyet edebilir. İlk kazaya kalmış dört rekatlık bir farza da niyet edebilir. Böylece bir namaz için beş niyet edilmesi caizdir. Niyet edilmese de sübha, tehıyyet-ül-mescid, vaktin sünnetinin sevabı alınır, ancak niyetin sevabı noksan olur.
Camiye girip sünnet veya farz kılan, Tehıyyet-ül-mescid namazı da kılmış olur. Fakat, Tehıyyet sevabına da kavuşabilmek için, buna da ayrıca niyet etmek gerekir. Çünkü, hadis-i şerifte, (İbadetler, niyetlerine göredir) buyuruldu. Amelin sevabına kavuşmak için, niyet edilmesi şarttır.
Bir ibadetin yapılması ile, başka bir ibadetin de yapılmış olacağı bildirilmiş olan yerlerde, ikinci ibadetin sahih olması için, bunun için de ayrıca niyet etmek gerekmez ise de, ikinci için de niyet edilmedikçe, bunun sevabı hasıl olmaz. (Redd-ül Muhtar)
Kaza namazına niyet ederken, sünnet namazlar için vaat edilmiş olan sevaplara kavuşmak için, vaktin sünneti için de niyet etmelidir. Böyle iki niyet, imam-ı a'zama, imam-ı Ebu Yusuf’a ve imam-ı Muhammed’e göre de sahih olup, sünnet sevabı da hasıl olur. (Nevadir-i fıkhiyye)
Niyetin çok olması sevabın çok olmasına sebep olur. Camiye giren kimse, ne kadar çok niyet ederse, o kadar çok sevap alır. Mesela:
1- Caminin Allahü teâlânın evi olduğunu düşünürse,
2- Allahü teâlânın evini ziyarete de niyet ederse,
3- Namaz kılmayı beklemek için niyet ederse,
4- İtikâf edip ahireti düşünmek için niyet ederse,
5- Vaaz dinlemek için de niyet ederse,
6- Okunacak Kur’an-ı kerimi dinlemek için niyet ederse,
7- Dışarıda harama bakmaktan kurtulduğunu düşünürse,
8- Düzgün namaz kılanları görüp namazını onlar gibi düzgün kılmaya da niyet ederse,
9- Salihlerin yüzüne bakmanın ibadet olduğunu düşünerek onlara bakmayı düşünürse,
10- Salih kimselerle arkadaş olmayı, onlarla dini sohbet etmeyi düşünürse.
Bunun gibi her niyeti için ayrı sevaplara kavuşur.
Denize bakmak ibadettir. Ancak trene bakar gibi bakmak değil, sünnet olduğunu düşünerek bakmak sevaptır. Denize yüzmeye giden de, denize bakmanın, yüzmenin, gusletmenin sevap olduğunu düşünürse her niyeti için sevaba kavuşur. Her işte niyetin önemi büyüktür.
Mubahlar niyete bağlıdır
Sual: Helal ve mubah olan şeyleri yemek sevaptır, denir mi? Mesela elma ve simit yemek sevaptır, denir mi?
CEVAP
Mubahlar niyete bağlıdır. Dine hizmet etmek, ibadetlerini kolay yapabilmek niyetiyle yenirse sevap olur. Günah işlemeye güç kazanmak için yenirse günah olur.
Her çeşit aşırılık zararlıdır
|
[İfrat ve Tefrit]
Sual: Orta yolda olmak ne demektir?
CEVAP
İfrat ve tefritin ikisi de kötüdür. Hak, ortadadır. İfrat ve tefriti anlatan Türkçe bir kelime yok. Tarifle anlaşılır. Aşırılık denebilir. Tefrit de ifratın zıddıdır. İfrat normalden fazla, tefrit de normalden az demektir.
Her işte ifrat ve tefritten yani aşırılıklardan uzak olmak ve vasat yani orta yolu tutmak gerekir. Dinimiz, aşırılıklardan uzak, orta yolda olmayı emretmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İfrat ve tefritten uzak durun.) [Buhari]
(Aşırı giden helak olur.) [Müslim]
(İşlerin en iyisi vasat olanıdır.) [Deylemi, Beyheki]
(Din kolaylıktır. Vasattan ayrılıp aşırı gideni din mağlup eder.)[Nesai]
(İfrat ve tefritten uzak dur, vasatı tercih et; çünkü işlerin en hayırlısı orta olanıdır.) [Beyheki]
(Zenginlikte, fakirlikte orta yolu güzel tutmayan, kullukta da orta yolu güzel tutamaz.) [Bezzar]
(Doğru yolda olun, orta yolu tutun!) [Buharî]
(Her hususta orta yolu tutmak, peygamberliğin yirmi beşte bir parçasıdır.) [Tirmizi]
(Orta yolu tutun, istikametten ayrılmayın!) [Müslim]
(İlim amelden efdaldir. Amelin efdali de, orta yolda olmaktır. Allahü teâlânın dini ifrat ve tefrit arasındadır. İkisinin ortası sıratı müstakim, yani doğru yoldur.) [Beyhekî]
Demek ki vasat, ifrat ve tefritten yani aşırılıklardan uzak olmak demektir. İslamiyet vasat bir dindir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143]
İyilik, tam orta yol demektir. Vasattan ileri veya az olmak veya ortanın sağında, solunda olmak, iyilikten ayrılmak olur. Ortadan uzaklığı kadar, iyiliği azalır. Hak yol birdir. Sapık, bozuk yollar ise, çoktur. Orta yol deyince, iki şey anlaşılır: Bir şeyin tam ortasıdır. İkincisi, izafi, takdiri orta olmaktır. Yani belli bir şeyin ortasıdır. O şeyin ortası olduğu için, her şeyin ortası olmak lazım gelmez. Ahlak bilgisinde kullanılan, bu ikinci ortadır. Bunun için, iyi huy, herkese göre farklı olur. Hatta, zamana ve yere göre de değişir. Birinde güzel olan bir huy, başkasında iyi olmayabilir. Bir zamanda iyi denilen bir huy, başka zamanda iyi olmayabilir. O halde iyi huy, tam ortada olmak değil, ortalamada olmaktır. Kötü huy da, bu ortalamanın iki tarafına ayrılmaktır. İyi huyların hepsi vasati [ortalama] miktarlardır. Her birinin ifrat ve tefriti birer kötü huy olur. (Ahlak-ı alai)
Hak olan, doğru olan, ikisinin ortasıdır. Bunun tam karşılığı olan Türkçe bir kelime yok. Orta kelimesi tam karşılamıyor. Arapça vasat deniyor, itidal deniyor. Fransızca normal deniyor. İfrat ve tefritin de, karşılığı olan Türkçe bir kelime yok. İkisine de, aşırılık denebilir. İfrat normalden fazla, tefrit de normalden az demektir. Biri, diğerinin zıttıdır. Mesela, çok uyumak ifrat, çok az uyumak tefrittir. Her işin uygun olanı, aşırılıklardan uzak, vasat [orta] olanıdır. İfrat işi yapana müfrit denir. İleri giden, haddini aşan demektir.
Dünya ile ahiretini birlikte yürütebilen kişi, orta yolda gidenlerdendir. Dünya işlerinde de, orta yol üzere bulunmak, kişinin izzet ve şerefini arttırır.
İfrat, tefrit ve vasata birkaç örnek verelim:
1- Cimrilik tefrit, israf ise ifrattır. Cömertlik ise vasattır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Harcarken, ne israf, ne de cimrilik ederler; ikisi arasında bir yol tutarlar.) [Furkan 67]
2- Tembellik tefrittir, acele ise ifrattır. Tembellik, şimdi yapılması gereken bir işi geciktirmek, daha sonraya bırakmak demektir. Hadis-i şerifte, (Tesvif eden [hayırlı iş yapmayı sonraya bırakan] helak olur)buyuruldu. Acele edip düşünmeden o işi yapmak ise ifrattır. Acele edende gevşeklik ve bezginlik hasıl olur. Hayırlı bir işin olması için acele eden, gecikince, bezginliğe, ümitsizliğe düşer. Dua eder, hemen duasının kabul olmasını ister. Duası gecikince duayı bırakır, maksudundan mahrum kalır. Acele edenin ihlası, takvası bozulabilir. Şüpheli şeylere, hatta haramlara dalabilir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Acele şeytandandır.) [Tirmizi]
(Acele eden hata eder.) [Beyheki]
Bazı şeylerin istisnası olduğu gibi, acele etmenin de istisnası vardır. Bazı yerlerde acele etmek sünnettir.
3- İnsan bir şeye kızabilir. Bunun da ifratı ve tefriti vardır. Öfkenin aşırı olmasına saldırganlık denir. Saldırgan kimse, hiddetli olur, kendine ve başkasına zarar verir, bu hâl, küfre götürebilir. Hadis-i şerifte,(Öfkenin ifratı imanı bozar) buyuruldu. (Beyheki) Öfkenin lüzumlu olanına şecaat [kahramanlık, yiğitlik], lüzumundan az olmasına da korkaklık denir. Şecaat orta yoldur. Şecaat halindeki öfke iyidir. İmam-ı Şafii, (Şecaat gereken yerde, korkan kimse, eşeğe benzer) buyurdu. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Ey Nebi, kâfirlerle [silahla] ve münafıklarla [öğütle, delille, belgeyle] cihad et, [öğüt de kâr etmezse] onlara sert davran! Onların gidecekleri Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tevbe 73, Tahrim 9]
([Eshab-ı kiram] kâfirlere karşı çetindir.) [Fetih 29]
Düşmanlara karşı korkaklık caiz değildir. Korkarak kaçmak, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Korkak kimse, karısına, kızına karşı gayretsizlik ve hamiyetsizlik gösterir, onları koruyamaz. Zillete ve zulme boyun eğer, hainlik yapanı görünce susar.
İslamiyet orta yoldur
İslamiyet her işte orta yolu tutmaktır. Birkaç örnek verelim:
1- Çok yemek ifrattır, gerekenden az yemek tefrittir. İhtiyaç kadar yemek vasattır. Hadis-i şerifte, (Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır) buyuruldu. [Dâre Kutni] Dayanamayan kimsenin açlık çekmesi de caiz değildir. Açlık çekmenin tahrimen mekruh olması, buna dayanamayanlar, bedenine ve aklına zarar verecek olanlar içindir. Çünkü, kendini tehlikeye düşürmek haramdır. Açlığın da tokluğun da zararı bulunduğu için, yiyip içmekte, aşırılıktan kaçmak, orta yolu tutmak gerekir.
2- Havf, Allah’tan korkmak, reca da Allah’ın rahmetini ümit etmek demektir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ifrattır. Allah’ın rahmetinden ancak sapıklar, kâfirler ümit keser. (Hicr 56)
Allah’tan korkmayıp rahmetini garanti bilmek de tefrittir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her istediğini yapıp, rahmete kavuşacağını ümit eden ahmaktır.) [Tirmizi]
Vasat yol ise ikisi arasında olmaktır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.) [Tirmizi]
3- Çok uyumak ifrattır, gerekenden az uyumak tefrittir. İhtiyaç kadar uyumak vasattır.
4- İbadet yapmakta da ifrat tefrit olur. Az ibadet etmek tefrittir. Gece gündüz hep ibadet etmek de ifrattır. Gücünün yetmediği şekilde ibadet etmeye çalışmak, mesela geceleri hiç uyumadan namaz kılmak, gündüzleri hep oruç tutmak, hanımından uzak kalmak, et, süt, tatlı gibi şeyleri hiç yememek, ifrattır, aşırı gitmektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Din kolaylıktır. Vasattan ayrılıp aşırı gideni din mağlup eder.)[Nesai]
(Din kolaylıktır. Bir kimse, onu ince eleyip sık dokursa, din ona mutlaka gâlip gelir. Öyle ise, ifrat ve tefritten sakının, orta yolu tutun.) [Buhari]
(Dinimizde ruhbanlık yoktur. Et yiyin, hanımlarınızla mübaşeret edin! [Nafile] oruç da tutun! Tutmadığınız günler de olsun! [Nafile]namaz da kılın! Uyuyun da. Ben bunlarla emrolundum.)[Taberani]
Her işin bir azimet [güç] tarafı ve Ruhsat, [kolay] tarafı vardır. Azimetleri yapamayanın, ruhsatla, kolay olan, izin verilen işi yapması, azimeti yapmak gibi sevap olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın size verdiği kolaylık ve ruhsatlardan istifade edin!) [Buhari]
(Allahü teâlâ, emrettiği şeyler gibi, ruhsat, izin verdiği şeyleri yapmanızı da sever.) [Beyheki]
(Ruhsatlardan istifade etmeyen, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani]
Bu hadis-i şeriflere bakarak, mutlaka ruhsatla amel etmek lazım geldiği anlaşılmamalıdır. Çünkü (Vera üzere olan, insanların en abidi olur)hadis-i şerifi gösteriyor ki, orta yol diye her zaman yalnız ruhsatlarla amel edilmez. Yapabilenin azimetle de hareket etmesi gerekir.
Peygamber efendimiz, mübarek ayakları şişinceye kadar geceleri çok namaz kılmıştır. Fakat, ümmetine çok merhamet ettiği için, onların böyle sıkıntı çekmelerini istemezdi. Ümmetine ruhsat ile de emrederdi. Kendisi azimet ile ibadet yapardı. (Allah’ın helal ettiklerini kendinize haram etmeyiniz) âyeti, (Ruhsat, izin verilen, günah olmayan şeyleri haram saymadan, terk eder, çekinirseniz iyi olur) demektir. (Sünnetime uymayan benden değildir) hadis-i şerifi, ruhsat, izin verdiğim şeyleri yapmayan, kendine sıkıntı vermiş, sünnetime uymamış olur demektir. Günah olmayan, caiz olan işleri yapmaya, ruhsatla hareket etmek denir. İhtiyaç olmadıkça, ruhsatla amel etmemelidir.
İfrat ve tefrite örnekler
İfrat ve tefrite örnek vermeye devam ediyoruz.
1- Kibirlenmek ifrat, aşırı tevazu [temelluk] da tefrittir. Tevazu ise vasattır. Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun ifrata kaçmaması, yani aşırı olmaması gerekir. Aşırı olan tevazua temelluk denir. Temelluk, ancak üstada ve âlime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Temelluk, Müslüman ahlakından değildir) buyuruldu. [İ. Maverdi]
2- Hazret-i İsa’yı aşırı sevmek ifrat, sevmemek tefrittir. Hazret-i İsa’ya Allah ve Allah’ın oğlu diyen Hıristiyanlar ifrattadır, onu sevmeyen, anasına iftira eden Yahudiler ise tefrittedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin]sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.)[Tevbe 30]
(Yahudiler, hahamlarını; Hıristiyanlar da rahiplerini ve İsa’yı rab edindiler. Halbuki ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu.)[Tevbe 31]
(Meryem’e büyük iftira edip Allah’ın elçisi İsa’yı öldürdük dedikleri için, [Yahudileri] lanetledik.) [Nisa 156]
Müslümanlar ise Hazret-i İsa’yı Allah’ın kulu ve peygamberi bilir, bu ise vasat yolda olmaktır.
3- Hazret-i Ali’ye de aynı aşırılığı gösterenler vardır. Hazret-i Ali’yi sevmeyen hariciler [Yezidiler] tefrit ehlidir. Hazret-i Ali’ye peygamber veya ilah diyen ibni Sebeciler ifrat ehlidir. Ehl-i sünnet ise, Hazret-i Ali’yi kendi bildirdiği gibi, Resulullah efendimizin bildirdiği gibi sever, bu ise vasat yoldur. Hazret-i Ali anlatır: Resulullah bana buyurdu ki:
(Ya Ali, Sen İsa gibisin! Yahudiler, ona düşman oldular. Mübarek annesi Meryem’e iftira ettiler. Hıristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar.) [İ. Ahmed]
Hazret-i Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki aşırı grup insan helak olur. Biri, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu hadis-i şerifte, hariciler, Yahudilere; İbni Sebeciler de, Hıristiyanlara benzetilmiştir.
4- İdarecinin elemanlarına sert davranması ifrattır, hiç ilgilenmemesi de tefrittir. Maiyete ne sert, ne de yumuşak davranmalı, orta yolu takip etmelidir! Maiyete karşı fazla yumuşak davranılırsa, laubali olurlar. İşler ciddiyetle yapılmaz. Sert davranılırsa, âmirden nefret ederler.
5- Bir kimseyi aşırı sevip bütün sırlarını ona vermek ifrattır. Arkadaşına sevgisini belirtmemek, her şeyini ondan gizlemek de tefrittir. Düşmanlıkta da aşırı gitmek ifrattır. Dostlukta da ve düşmanlıkta da aşırı gitmemelidir. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir kimseyi günün birinde, aranızın açılabileceğini hesaba katarak sev. Buğzettiğine de günün birinde dost olabileceğini düşünerek buğzet.) [Tirmizi]
6- Kaderi inkâr etmek tefrit, suçu kadere yüklemek de ifrattır. Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer) diyerek, Allah’ın takdirini inkâr eder. Cebriye de, (İnsan kaderine mahkumdur. Allah her işi zorla yaptırır) diyerek suçu kadere yükler. Vasat olanı ise Ehl-i sünnetin itikadıdır.
İmam-ı a’zam, hocası imam-ı Cafer-i Sadık’a, (Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini, onların arzularına bırakmış mı) diye sordu. O da, (Allahü teâlâ, yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü kullara bırakmaktan münezzehtir. Ancak cebir de yoktur. Yaratmayı kullara bırakmak da yoktur. İkisi arası olagelmektedir) buyurdu.
Yani, hayır şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap ve günah işlemek, kulların ameline, yani insanın irade-i cüziyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb yani bir şeyi yapmayı istemek kuldan, yaratmak Allah’tandır. Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmediği gibi, bunu tamamen onların arzusuna da bırakmaz. Bu işler ikisi arası olagelir.
İşin esası dinin emrine uymaktır
|
Sual: İbadetler eksik veya yanlış olsa, Allahü teâlâ onu tam olarak kabul eder mi?
CEVAP
Bir ibadet eksik veya yanlış yapılsa, Allahü teâlânın bir zararı, bir kaybı olmaz, aksine tam doğru yapılsa bir kârı olmaz. Bunun için Allah’ın emrine uyularak yapılan bir ibadet, eksik veya yanlış olsa da, Allahü teâlâ onu tam olarak kabul eder. Emre uyulmadan eksiksiz yapılsa da o ibadet kabul olmaz.
Birkaç örnek verelim:
1- Kıbleyi bilmeyen kimse, araştırır, zannına göre karar verdiği yöne doğru kılar. Sonradan yanlış olduğunu anlasa bile namazını iade etmez. Kıbleyi bilmeyen kimse, bilene sormadan veya araştırmadan kıble yönüne doğru namaz kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile namazı kabul olmaz. Demek ki, işin esası, dinin emrine uymaktır.
2- Sabahın iki rekat farzını kılarken (İki mi, bir mi kıldım) diye şüphe eden, bir rekat daha kılsa ve kıldığı üç rekat olsa, namazı sahih olur. Fakat kasten üç rekat kılsa namazı sahih olmaz. Bir kimse de iki kıldım zannıyla bir rekat kılsa, kıldığı namaz sahih olur. Cenab-ı Hak, "Niçin yanlış sandın" demez.
3- Şaban ayının 29 çektiği hesap ile kesin olarak bilinse, gerçekten de 29 olarak çekse, Ramazanın girişini tespit için hilal gözetlense, hilal doğduğu hâlde, hava bulutlu olduğu için görülemese, Şaban 30 gün olarak kabul edilir. Yine bunun gibi, Ramazan ayının 29 çektiği hesap ile kesin olarak bilinse, gerçekte de 29 çekse, hava bulutlu olduğu için Ramazanın 29’unda hilal görülmese, Ramazanı 30’a tamamlamak dinimizin emridir. Hadis-i şerifte, (Hilâli görünce, oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın) buyuruldu.
4- Zekat verilebileceğini soruşturup anlayarak, zekatını verdikten sonra, bunun zengin olduğu anlaşılsa, zararı olmaz. Yani kabul olur. Zekat verilecek olan kimse, fakirler gibi ise yahut fakir olduğunu söyleyip, zekat istemiş ise, bu kimsenin zekat almaya hakkı olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Buna zekat verince, araştırarak vermiş sayılır.
5- Dinimiz, “helal olduğu kesin bilinenleri yiyin” demiyor, “Haram olduğu bilinmeyenleri yiyin” der. Bilmediğimiz için yediğimiz haram olsa da günah olmaz. Zehir yemek haram olduğu halde, Resulullah efendimiz, bilmediği için Yahudinin zehirli yemeğini yedi, başka bir Yahudinin tereyağlı yemeğini araştırmadan yedi. Bu yağ domuz yağı mı, koyun yağı mı, ekmeğin hamuru şarap ile mi yoğruldu diye sormadı. Temiz mi diye sormadan müşrik kadının su kabından abdest aldı. Eshab-ı kiram da, gayrı müslimlerin verdiği suyu içerdi. Halbuki pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Kâfirler ise ekseriya pis olur. Elleri, kapları şaraplı olur. Hayvanı Besmelesiz keserler. Eshab-ı kiram, bunlara rağmen, necis olduğunu kesin bilmedikleri için, vesvese etmez, et, peynir gibi gıdaları alıp yerlerdi.
6- Yaş ayakla necis yerde yürünse, yer kuru ise ayaklar necis olmaz. Elbisenin bir yerine necaset bulaşsa, burayı bulamayıp, zannettiği yeri yıkayan, necaseti temizlemiş kabul edilir. Hatta namazdan sonra necasetli yer meydana çıksa, bir kavle göre kıldığı namazı iade etmesi gerekmez.
Abdest aldıktan sonra, iç çamaşırında yaşlık görüp, idrar mı, su mu diye şüphe eden, abdestten önce çamaşırına su serpmeli, sonra orada bir yaşlık gördüğü zaman "Bu benim serptiğim su" demelidir. Hatta o yaşlık idrar bile olsa, idrar olduğu kesin olarak bilinmediği için yıkamak gerekmez.
7- Cünübün yıkanması farz iken, su yoksa veya su varken kullanılması zararlı ise teyemmüm edilir.
|
Haramla farz çakışırsa
|
Sual: Dul bir kadının mahremleri yoksa hacca mahremsiz gidebilir deniyor. Bir de hacda tavaf ederken kalabalıktan sıkışma oluyor, kadın erkek birbirine dokunsa da, zaruret olduğu için haram olmaz deniyor. Ayrıca hacda kadın yabancı erkeklerin yanında kollarını açarak abdest alabilir, necaset varsa temizleyebilir, hacda günah olmaz diyorlar. Bunlar doğru mudur?
CEVAP
Hiç biri doğru değildir. Çünkü haramdan kaçmak, farzı yapmaktan önce gelir. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların [nâfile] ibadetleri toplamından daha iyidir)buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır.(Rıyad-un-nasıhin) Haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Haram işleyerek farz yapılmaz. Farz ile haram bir araya gelince, yani farzı işlerken haram işlemek mecburiyeti olunca, haram işlememek için farz tehir edilir. Üstünde çok necaset bulunan kimse, avret yerini açmadan veya başka bir sebeple temizlemesi mümkün değilse, başka elbisesi de yoksa, o haliyle kılar, çıplak kılmaz. Hatta temizleme imkanı olsa; ama yanında yabancılar varsa, temizlemeden namazını kılar. Çünkü başkalarının yanında avret yerini açmak yasak, necaseti temizlemek ise emirdir. Emir ile yasak bir araya gelince, yasağa uyulur. Yani avret yeri açılmaz. Bir emri yapmak, bir haramı işlemeye sebep olursa, haram işlememek için, o emir terk edilir, yapılmaz. Haramdan kaçmak, farzı yapmaktan önce geldiği gibi, mekruhtan kaçmak, sünneti yapmaktan önce gelir. Mekruh işleyerek sünnet yapılmaz. Birkaç örnek verelim:
1- Cemaatle namaz kılınırken, sünnete başlamak mekruhtur. Sabah sünnetini kılmamış olan, sünneti kılarsa, cemaate yetişemeyeceğini anlarsa, sünneti kılmaz, hemen imama uyar. Cemaate son oturuşta olsun yetişeceğini anlarsa, sünneti caminin dışında, sofada [holde] çabuk kılar. Hol yoksa, içerde direk arkasında kılar. Böyle yer yoksa sünneti kılmaz. Çünkü, cemaat ile kılınırken, nafile kılmak mekruhtur. Mekruh işlememek için sünnet terk edilir.
2- Cemaatle namaz kılmak sünnettir. Takkesiz namaz kılmak mekruhtur. Takkesi olmayan cemaate uymaz, takkeyi bulup yalnız kılması, takkesiz cemaatle kılmasından evladır.
3- Aşure günü oruç tutmak sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aşure günü oruç tutanın, bir yıllık günahları affolur.) [Taberani]
Ancak Yahudilere benzememek için, yalnız aşure günü oruç tutmak mekruh olur. 9. ile 10. veya 10. ile 11 günü tutulursa mekruh olmaz.
4- Nevruz günü ve cumartesi günü tek gün oruç tutmak mekruhtur.Savm-ı Davud orucu tutan, yani bir gün yiyip bir gün tutan kimse, orucu Nevruza ve cumartesiye de gelse o gün oruç tutması mekruh olmaz. Arefe günü oruç tutmak müstehaptır. O gün Nevruza veya cumartesiye isabet etse de, bugün Arefe diye oruç tutan kimse, mekruh işlemiş olmaz. Nevruz diye ve cumartesi diye tutarsa mekruh olur; Arefe diye tutarsa mekruh olmaz. Demek ki burada niyet önemlidir. Bunun gibi kadına benzemek için saç uzatmak, Budist’e benzemek için saç kazıtmak, Kastro’ya benzemek için sakal bırakmak da mekruh olur.
5- Bir işe sünnet ve mekruh denmişse, o işi yapmamak gerekir. Mesela teşehhüdde parmak kaldırmak sünnet, mekruh, hatta haram bile denmiştir. O halde, teşehhüdde parmak kaldırılmamalı.
Farzı geciktirmek
Sual: (İkindi namazını mazeretsiz akşama 5-10 dakika kalana kadar geciktirmek haramdır, ama bir dakika kalsa bile, hemen kılınması farzdır) deniyor. Haramla farz çakışınca, haramdan kaçmak, yani namazı tehir edip akşamdan sonra kılmak gerekmiyor mu?
CEVAP
Burada haramla farz çakışmıyor. İkindiyi o vakte kadar geciktirmek haramdır. O vakte kadar kılınmamış olan ikindinin farzını kılmak farzdır, kılmamak haramdır.
Yılbaşı kutlamak ve Noel
|
Sual: Yılbaşı ile Noel hakkında bilgi verir misiniz? Yılbaşı kutlanır mı?
CEVAP
Yılbaşı ile Noel birbirinden farklıdır; fakat Noel kutlamalarının devamı sayılabileceğinden yılbaşı gecesi onlar gibi eğlenmek, çam kesip evi çamla süslemek caiz olmaz. Çünkü bayramlarında onlar gibi eğlenmek, onlara benzemek olur.
Din kitaplarında buyuruluyor ki:
Noel günü ve gecesinde, kâfirlerin paskalya ve yortularında, onlar gibi bayram yapan küfre girer.
Yılbaşı münasebetiyle Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinde milyonlarca çam fidanı Noel hurafesi uğruna kesilip yok edilmektedir. Hıristiyan ülkelerde olduğu gibi, Müslüman ülkelerde de bu cinayetler işlenmemeli. Hıristiyanlara benzememek için yılbaşı gecesi hindi yememeli! Yenirse mekruh olur. Birkaç gün sonra yenebilir. Kumar oynamak, tombala çekmek gibi oyunlar ise zaten her zaman caiz değildir. Bu gece, gayrı müslimlere benzemek gayesiyle çeşitli yiyecek, içecek almak da caiz olmaz.
Her zaman ne alınıyorsa onları almakta mahzur yoktur. Bu geceye ayrı bir önem vermemelidir.
Yalnız Hıristiyanların değil, Yahudilerin ve bütün bâtıl dinlerin ibadetlerini yapmak, onlara benzemek olur. Mesela 21 Martı Nevruz Bayramı diyerek kutlamak da böyledir. Kâfirlerin ibadetleri ve çirkin işleri hariç, mubah olan âdetlerini yapmakta mahzur yoktur. Yani onlara benzemiş olunmaz.
Noeli kutlamak asla caiz değildir. Bir zaruret olursa, caiz olur. Mesela devletlerarası protokolde zaruret olduğu için kutlamak caiz olur. Fakat, Noel ile ilgisi olmayan yılbaşında bir Müslümana tebrik kartı yazıp, yeni bir yılın insanlık için, Müslümanlar için hayırlı olmasını dilemek günah değildir. Yahut, (yeni yılın kutlu olsun) diyene, (seninki de kutlu olsun) demek günah olmaz. Bu inceliği anlamalıdır!
Müslüman her gece neleri yapıyorsa, bu gece de onları yapmalıdır! Sanki mübarek geceymiş gibi mevlid okutmak, sohbetler düzenlemek uygun değildir. Bu gecenin diğer gecelerden farkı yoktur. Bu geceye değer veriyormuş gibi hareket etmek doğru değildir. Müslüman her gece neleri yapıyorsa, bu gece de onları yapmalıdır!
Noel’i kutlamak
Sual: Bir yazar, (Hıristiyanların kendi bayramlarını kutlamaları haklarıdır. Müslümanlar da, karşılıklı hürmet çerçevesinde barış içinde yaşadıkları Ehl-i kitabın sevincine katılır, onların bayramlarını kutlar. Bunda herhangi bir sakınca görmem) diyor. Bu küfür olmaz mı? Dinimizde, gayrimüslimlerin bayramlarını kutlamak caiz midir?
CEVAP
Kesinlikle caiz değildir. Bu hususta din kitaplarında deniyor ki:
Mecusilerin bayramları olan Nevruz ve Mihrican günü şerefine bir şey vermek caiz değildir. Bu günlerin isimlerini söyleyerek veya niyet ederek bir şey hediye etmek haramdır. Eğer bu günlere kıymet vererek yaparsa kâfir olur, çünkü bu günlere müşrikler kıymet vermektedir. Ebül Hafs-ı Kebir diyor ki: Bir kimse Allahü teâlâya elli yıl ibadet etse, sonra bir müşrike, Nevruz günü şerefine yumurta hediye etse kâfir olur. Eğer bir Müslümana hediye eder ve bu güne değer vermezse, âdete uyarak verirse kâfir olmaz. Başka bir gün almadığı bir şeyi, o gün satın alırsa, o güne değer vermişse kâfir olur. Değer vermeyip, yalnız yiyip içmek için almışsa kâfir olmaz. (Dürr-ül-muhtar 5 /481)
Bezzaziyye’de, (Nevruz günü, Mecusilerin bayramıdır. O gün, Mecusilerin yanına gidip, onların yaptıklarını yapmak küfürdür) diyor. Noel’de ve kâfirlerin paskalya ve yortularında, onlar gibi bayram yapan da kâfir olur. (S. Ebediyye)
Zünnar denilen papaz kuşağını bağlamak ve putlara, heykellere, mesela haç denilen, İsa aleyhisselamın asılmış hali dedikleri, birbirine dik kesişen iki çubuğa tapınmak, boynuna asarak tazim etmek, tazim etmemiz emrolunan bir şeyi tahkir ve tahkir etmemiz emrolunan bir şeyi tazim etmek küfürdür. Bunları yapanın imanı gider, kâfir olur. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi s.115, 202)
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Hinduların bayram günlerine [ateşe tapınanların Nevruz günlerine ve Hristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına] hürmet etmek ve o zamanlarda, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak şirk olur. Küfre sebep olur. Kâfirlerin bayramlarında, Müslümanların cahilleri, kâfirlerin yaptıklarını yapıyorlar ve bu günleri, Müslüman bayramı zannediyorlar. Kâfirler gibi, birbirlerine hediye gönderiyorlar. Eşyalarını, sofralarını kâfirlerin yaptığı gibi süslüyorlar. O geceleri, başka gecelerden ayırt ediyorlar. Bunlar hep şirktir, kâfirliktir. (Mektubat 3/41, S. Ebediyye)
İbni Âbidin hazretleri, 5. cildde, istibra babında, (İhtiyaç olunca zimmîye selam vermek ve müsafeha etmek caiz olur. Hürmet için ise, caiz olmaz. Kâfire hürmet küfürdür) buyuruyor. (S. Ebediyye)
Kâfire hürmet etmek, saygıyla selam vermek, (üstadım) demek küfür olur. (Berika, İ. Ahlakı)
Yazar, Müslümanların gayrimüslimlere hürmet etmesini bildiriyor. Yukarıdaki yazılardan böyle hürmetin de küfür olduğu anlaşılmaktadır. Hristiyanları memnun etmek için küfre girmek akıl kârı değildir.
Noel gecesinin zamanı
Sual: Hıristiyanların dini bayramı olan Noel gecesi ne zamandır?
CEVAP
İsa aleyhisselam, dünyada az kalıp göğe çıkarıldığından, kendisini de ancak 12 havari bilip, İseviler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından, Noel gecesi doğru anlaşılamamıştır. 25 Aralık, 6 Ocak veya başka bir gündür. Kesin değildir. (Takvim-i Ebüzziya)
Miladi yıl, en az 300 yıl noksandır; çünkü İsa aleyhisselam ile Muhammed aleyhisselam arasındaki zaman, bin yıldan az değildir.(Burhan-ı kat’i)
İsa aleyhisselamla Muhammed aleyhisselam arasında, 963 yıl vardır.(Mevahib-i ledünniyye)
Hicri yıl kesindir. Miladi yıl, doğru ve kesin değildir. Günü de, yılı da yanlıştır. (S. Ebediyye)
Sual: Hıristiyanlar, Hazret-i İsa’nın yılbaşında geleceğine inandıkları için mi yılbaşını kutluyorlar?
CEVAP
Hıristiyanların, Hazret-i İsa’nın yılbaşında geleceğine dair bir inanışları yoktur. Onlar Hazret-i İsa’nın çarmıhtan öldüğüne inanırlar. (İnsanları günahtan kurtarmak için Tanrı, oğlu İsa’yı öldürdü) derler. Bazen İsa aleyhisselam için (Oğul Tanrı) bazen de (Tanrı üçtür. Üç tanrı birdir) derler. Bu saçmalıklar da İncillerde yapılan tahrifattan ileri gelmektedir. Hıristiyanların eğlenceleri, Noel Baba dedikleri hayali varlık içindir.
Kur'an-ı kerimde, Nisa suresinin 157 ve 158. âyet-i kerimelerinde, İsa aleyhisselamın öldürülmediği, öldürülen [Çarmıha gerilen] kimsenin başka biri olduğu, İsa aleyhisselamın göğe kaldırıldığı bildirilmektedir.Al-i İmran suresinin 54. ve 55. âyetleriyle, başka surelerde de bu hususta bilgi vardır. İsa aleyhisselam, Hazret-i Mehdi [ve Deccal] zamanında gökten inecektir. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m.67)
Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ruhum yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, adil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslam’dan başka şeyi kabul etmeyecektir.) [Buhari]
(Vallahi Meryem’in oğlu adil bir hakem olarak inecek, haçı parçalayacak, domuzu öldürecek, kin, nefret ve haset ortadan kalkacaktır.) [Müslim]
(İsa inecek, İslamiyet yolunda savaşacaktır. Onun zamanında Allahü teâlâ, müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Deccal da helak olacaktır. İsa, kırk yıl yeryüzünde yaşayacak, sonra ölecektir. Cenazesini müslümanlar kaldıracaktır.) [Ebu Davud]
(İsa benim yanıma gömülecektir.) [Tirmizi]
[AÇIKLAMA: Hadis-i şeriflerde geçen, Domuzu öldürecek demek, domuz avına çıkacak demek değildir. "Domuz eti yemeyi yasaklayacak" demektir. Haçı kıracak, yani Hıristiyanlığı kaldıracaktır. Başka bir hadis-i şerifte (Mizmarları kıracak)buyurulmuştur. Yani her çeşit çalgıyı yasak edecektir.]
Sual: Yılbaşında hıristiyanlara tebrik kartı yazmak caiz mi?
CEVAP
Yılbaşı için caiz, Noel için caiz değildir.
Sual: Bir hıristiyan Noel gününde, öncesinde veya sonrasında Noel maksadı ile bir müslümana (arkadaşına veya akrabasına) hediye verse, bu müslümanın bu hediyeyi alması ve kullanması caiz olur mu?
CEVAP
Noel maksadı ile verilmez yılbaşı maksadı ile verilmiştir. Noele saygı gösteren kâfir olur.
Verilen hediyenin mahzuru olmaz. Yiyecek ise yılbaşından iki üç gün sonra yenebilir.
Sual: Yılbaşında bazı aileler evlerinde TV izleyip, aile efradlarıyla oturup vakit geçiriyorlar, yiyip içiyorlar. Bunlardan haram işleyenlerin (mesela içki içen oynayıp zıplayan, piyango çeken, tombala oynayan falan) kâfir olma tehlikesi var mıdır? Bunları yapmadan normal aile görüşmelerini bu güne denk getirmenin bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Kâfir olmak, niyete bağlıdır. Kâfirlerin Noelini kutlamak niyetiyle ise küfür olur. Yılbaşı eğlencesi şeklinde olursa küfür olmaz. Elbette içki, kumar ise zaten haramdır.
Sual: Yılbaşını yeni yıl geldi diye kutlayan, hediyeleşen, sevinen Müslüman kâfir olur mu?
CEVAP
Niyetleri önemli, yeni bir yıl geldi diye sevinip hediyeleşirlerse küfür olmaz.
Sual: Bir başkasının bu geceye özel olarak pişirdiği mubah yemekleri (hindi gibi) yemek uygun mu?
CEVAP
Özel yiyecekleri o gece yemek mekruh olur. Birkaç gün sonra yemekte mahzur olmaz.
Hicri şemsi ve hicri kameri takvim
Sual: Hicri şemsi ile hicri kameri takvim ne demektir? Bunlar ne zaman başladı?
CEVAP
Hicret esnasında, Medine şehrinin Kuba köyüne gelindiği 20 Eylül 622 günü, (Hicri şemsi) tarih başlangıcı oldu. (Hicri kameri) tarih de, o senenin Muharrem ayından başlar, yani hicri kameri yılbaşı 1 Muharrem’dir. Hicri kameri yılın başlangıcı da, 16 Temmuz 622 tarihindeydi.
Sual: Kâfirleri taklit etmek nasıl olur?
CEVAP
Kâfirlere ibadette benzemek haram veya küfürdür. Ama âdetlerde benzemek caizdir. Uçağa, trene, arabaya binmek, pantolon giymek caizdir. Peygamber efendimiz papaz ayakkabısı, Rum cübbesi giymiştir. Kâfirin dinine benzemek caiz olmaz, haç takmak, zünnar takmak gibi. Noeli kutlamak caiz değildir. Ama yılbaşı farklıdır. Noeli kutlayan kâfir olur. Yılbaşında birine yeni yılın kutlu olsun, yeni yılın müslümanlara hayır ve bereket getirsin demek caizdir. Herkes için yeni bir yıldır. Noel ise hem herkes için değil, hem de Hıristiyanların bayram günüdür.
Yılbaşı ve Noel
Sual: Yılbaşı ve Noel’i kutlamak, miladi yeni yıl için tebrik kartı satmak, yeni yıl için tebrik kartı göndermek caiz midir?
CEVAP
Yılbaşıyla Noel farklıdır. Noel, Hristiyanların dini bayramıdır. Noel’i kutlamak kesinlikle caiz olmaz. Bir zaruret olursa, mesela, devletlerarası protokolde zaruret olduğu için, kutlamak caiz olur. Bir ihtiyaç olunca, yeni yılın insanlık için, Müslümanlar için hayırlı olmasını dilemek veya (Yeni yılın kutlu olsun) diyene (Seninki de kutlu olsun) demek caizdir, fakat bu geceye farklı muamele etmemeli, her gece ne yapılıyorsa onları yapmalı. Mesela bu gece, evi çamla süslememeli, hindi kesip yememeli. Tebrik kartı da, yeni yıl için caiz, Noel için ise zaruretsiz caiz değildir.
Miladi yılbaşında ibadet
Sual: (Miladi yılbaşı gecesi İsa aleyhisselamın doğduğu gece ise, bu geceyi Kur’an okuyarak, namaz kılarak, mevlid okuyarak, ilahi söyleyerek geçirmeli) deniyor. Bu gece, dinimizde, mübarek bir gece olarak bildirilmediğine göre, mübarek gece muamelesi yapmak, mevlid okumak yanlış olmaz mı?
CEVAP
Elbette, yanlış olur. Her gece Kur’an-ı kerim okuyan bu gece de okuyabilir, ama bu geceye ayrı muamele etmemeli, her gece ne yapıyorsak, bu gece de onu yapmalı. İsa aleyhisselamın o gecede doğduğu da zaten belli değildir.
Kesin olsa bile, dinimizin mübarek olarak bildirmediği bir güne özel muamele etmek, mevlid okutmak uygun olmaz.
|
Özel günleri kutlamak
|
Anneler - Babalar günü
Sual: Anneler babalar gününün dinimizde yeri var mıdır? Bugün hediye verilir mi?
CEVAP
Avrupa’dan gelen “Anneler - Babalar günü” âdettir. Yani, âdette bid’attir. Âdette bid’at olduğu ve zararlı olmadığı, çirkin ve dine aykırı yönü bulunmadığı için, anneler babalar günü tertip etmekte ve hediye vermekte mahzur yoktur.
Anneleri babaları senede bir gün yerine her gün hatırlamak, onlara hizmet etmek, ölmüşlerse, dua etmek, hayır hasenatta bulunmak gerekir.
Sual: Anneler günü münasebetiyle, (Cennet annelerin ayakları altında) hadis-i şerifi söylendi. Bir de buna benzer (Din kılıçların altında) hadis-i şerifi vardır. Bunların açıklaması nasıldır?
CEVAP
(Cennet, anaların ayakları altında) demek (Cennete girmek için ana-babanın rızasını almak gerekir) demektir. (Din, kılıçların altında)hadis-i şerifinin açıklaması da şöyle:
Kılıç, cihad etmeyi, harp tekniğini gösterir. İslamiyet’i yaymak, Cennete girmek için kâfirlerdeki silahların hepsini yapmak ve bunları iyi kullanmak gerekir. Düşmana karşı en yeni silahları hazırlayanlar ve onlarla dinin emrine uygun şekilde savaşanlar Cenneti kazanırlar. Cihad şekilleri devirlere göre değişir. Soğuk harp denilen savaş şekli veya kalemle cihad, bazen silahla cihaddan daha önemli olabilir.
Dünya ve öküzün boynuzu
Peygamber efendimiz, (Rabbim, benim rızkımı kılıcımın ucunda yarattı) buyurdu. Yani (Düşmanlarla cihad eder, alınan ganimet malından payıma düşenle geçinirim) buyurdu. Orada bulunan bir köylü, (Benim dünyalığım nerededir?) dediğinde, (Dünya, öküzün boynuzu üzerindedir) buyurdu. Yani (Öküzünle tarlanı sürer, rızkını kazanırsın) buyurdu. O zaman, sapanın ipini, öküzün boynuzlarına bağlarlar idi. Boynuz bu işe de yaradığı için böyle buyurdu. Köylünün çalışıp tarlasını sürmesini işaret eyledi. Bazı kimseler bunu bilmediği için (Dünya öküzün boynuzunun üzerindeymiş) diyerek din kitapları ile alay ediyorlar.
Sevr, öküz demektir. Gökte öküz şeklinde dizilmiş yıldız kümeleri vardır. Bu hadis-i şerif söylendiği zaman, o burcun, güneşten, yerküresine uzatıldığı düşünülen bir doğrunun uzantısı üzerinde bulunuyordu. Dünya öküz burcundaydı. Boğa burcu da diyorlar. Âlimler, bu hadis-i şerifi başka türlü de açıklıyorlar. Böyle hadis-i şerifler çoktur. Bu bakımdan Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerif tercümelerini okumak, yanlış hüküm çıkarılacağı için çok zararlı olur. Dinini öğrenmek isteyen, doğru yazılmış ilmihal kitaplarını okumalıdır!
Doğum günü, Evlilik yıldönümü
Sual: Doğum günü tertip etmekte, evlilik yıldönümü kutlayıp hediye vermekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Doğum gününe önem vermeyi Hıristiyanlar, Müslümanlardan öğrenip, almışlardır. Yaş günü kutlamak ibadet değil âdettir. Bu âdet Hıristiyanlardan gelmiş olsa bile, ibadet olmadığı için Müslümanların, doğum günü, evlilik yıldönümü gibi günler tertip etmesinde mahzur yoktur. Fakat gayrı müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri, mesela bayramlarını kutlamak caiz olmaz.
Evlilik yıldönümü gibi günah olmayan âdetleri taklit etmek caiz olur. Ancak faydası olmayan âdetleri almak, Batıyı körü körüne taklit etmek, onlara özenmek uygun sayılmaz.
Fenni buluşları gayrı müslimlerden almak ise, dinimizin emridir. Çünkü(İlim Çin’de de olsa alın), (Hikmet, fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, gayrı müslimlere uymayı değil, ilmi, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı ve onlardan üstün olmaya çalışmayı bildirmektedir.
Sual: Bir kimsenin, her hangi bir mahluk değil de, insan olarak doğduğu için, şükretmesi ve doğum gününü kutlaması caiz midir?
CEVAP
İslamiyet’te doğum gününü kutlamak vardır, Allahü teâlâya şükretmek olur. Mevlid kandili, Peygamber efendimizin doğum günüdür. Peygamber efendimiz, Pazartesi günü oruç tutardı. Sebebini sorduklarında, (Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyurdu. (Müslim, Ebu Davud, İ. Ahmed, H. S. Vesikaları)
Sual: (Yaş günü, anneler, babalar günü Batıdan gelen sapıklıktır) diyorlar. Batıdan gelen her şeye günah denir mi?
CEVAP
Dinimiz sadece kâfirlerin ibadet ve haram olan âdetlerini yapmayı yasaklar. Mubah olan âdetlere izin verir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydiği muteber eserlerde bildirilmektedir. Doğum gününe önem vermeyi Hıristiyanlar, Müslümanlardan öğrenip, almışlardır.
Mevlid, doğum zamanı demektir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır. Mevlid gecesinde, Peygamber efendimiz doğduğu için sevinenlerin günahları affedilir.
Bu gece, Peygamber efendimiz aleyhisselamın doğum zamanlarında görülen halleri, mucizeleri okumak, dinlemek çok sevaptır. Kendisi de anlatırdı. Eshab-ı kiram da bir yere toplanıp, okurlar ve birbirlerine anlatırlardı.
Yaş günü kutlamak ibadet değil âdettir. Bu âdet Hıristiyanlardan gelmiş olsa bile, ibadet olmadığı için bir Müslümanın, doğum günü, evlilik yıldönümü, anneler babalar günü gibi günler tertip etmesinde, yılbaşlarında tebrik kartı yazmasında mahzur yoktur. Günah olmayan böyle âdetleri taklit etmek caiz olur. Ancak yaş gününde mum dikmek gibi faydası olmayan âdetleri yapmak uygun olmaz.
Peygamber efendimiz, uzun entari giymiş, şalvar ve pantolon giymemiştir. Şalvar giymek âdette bid’attir. Âdette bid’at olan şeyi yapmak günah değildir. Uçağa binmek de âdette bid’attir, günah değildir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin pantolon giymeleri günah olmaz. Peygamber efendimiz, bazen Rum, bazen Arap elbisesi giyerdi.Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, kolları dar, Rum cübbesi giyerdi.(Mevâhib-i ledünniyye)
Hakim’in rivayet ettiği (Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, ibadetlerde benzemektir. Kılık kıyafetle ilgili şeyler âdettir. Çirkin olmayan âdetlerde kâfirlere benzemek günah olmaz. İbadette kâfirlere benzemek bazı yerlerde mekruh, bazı yerlerde haram, bazı yerlerde küfür olur. Mesela haç takan kâfir olur. Fakat kâfir gömleği giymek, saç uzatmak günah olmaz. Çünkü bunlar âdettir.
Sual: Doğum gününde, evlilik yıldönümünde pasta yapmak, mum dikmek de caiz mi?
CEVAP
Pasta yapılır, meşrubat, çay içilir, yemek yenebilir. Mum dikmek uygun değildir, yapmamak lazımdır.
Sual: Yaş günü, evlilik yıl dönümü tebrik etmek ve hediyeleşmek caiz mi?
CEVAP
Bunlar âdettir. Zararlı şey değildir. Muhabbeti artırır. Bunlar yapılırken günah işlenmemelidir.
Sual: Bazen çocuklara doğum günü için hediye falan alıyorlar. Böyle kutlamalarda hicri seneye göre hareket etmek daha uygun değil mi?
CEVAP
Bu âdettir, miladiye göre de olur. Peygamber efendimizin doğumu hicriye göre yapılıyor. Hicriye göre yapılması da iyidir. Yani ikisi de olur. Ama hicriye göre yapmak daha iyi olur.
[İslamiyet’te, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübarek gün yoktur. Doğum günü ve mübarek geceler, hicri yıl ile kutlanır. Bütün ibadetlerde ve dini faaliyetlerde kameri aylar esas alınır. Hac, oruç, kurban ve bayram günleri kameri aylara göre tespit edilir. Haccı Allahü teâlânın bildirdiği Zilhicce ayında yapmayıp da, miladi bir ayda, mesela Ocakta yapmak, orucu, Ramazanda değil de, Şubatta tutmak, dini kökten değiştirmek olur.
Kadir gecesi, Arefe gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı geceleri, Berat gecesi, Mevlid gecesi, Mirac gecesi, Regaib gecesi, Muharrem gecesi, Aşure gecesi de kameri aylara göre tespit edilir. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, bu gecelere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, dua ve tevbeleri kabul edeceğini bildirmiştir. Bu geceleri de başka günlere almak dini değiştirmek olur. Allahü teâlâ, (Bu gecelerde yapılan dua ve tevbeleri kabul ederim) buyuruyor. Şimdi biri çıkıp, (Ya Rabbi, sen Mevlid gecesini Rebiulevvel ayının onikinci gecesi yapmış idin, biz onu Nisan ayına aldık. Biz sana uymuyoruz, sen bize uy) dese, ne kadar çirkin olur.]
Valentine’s day (Sevgililer günü)
Sual: Valentine’s Day denilen sevgililer gününü kutlamakta ve hediyeleşmekte sakınca var mıdır?
CEVAP
Anneler, babalar günü gibi bir âdettir. Ancak günümüzde, sevgili denince gayrimeşru olan sevgi kastediliyor. Bu ise asla caiz olmaz, haram olan şey kutlanmaz. Âdette olan şey caizdir, ama o âdet dine aykırı ise kutlanmaz. Yani dinimizde nikâhsız sevgili olmaz. Aşağıdaki Hıristiyan hikâyesi doğruysa, sevgililer gününü kutlamak, bir papazın gençleri buluşturmasını kutlamak ve bir papazın ölümünü anmak gibi bir şey oluyor. Hatta bayram ilan edildiğine göre, onların bayramlarını kutlamak daha tehlikelidir. Ayrıca, bu âdeti Türkler bile çıkarsa, gayrimeşru sevgiyi meşru gibi gösterme gayreti tasvip edilemez.
Saint Valentine (Sevgililer) gününün tarihçesi: Zulmüyle ünlü Roma İmparatoru Claudius II, büyük bir ordu kurmak ister. (M.S. 200) İmparator, erkeklerin orduya katıldıkları zaman, ailelerini ve sevgililerini düşünmekten savaşamayacaklarına inanır. Bu sebeple de gençlerin evlenmesine izin vermez. Aynı dönemlerde İmparator Claudius’a karşı çıkan ve gençleri birbirleriyle buluşturan rahip Valentine, genç âşıkların en yakın dostu olur. Bunu öğrenen İmparator, Valentine’i hapse attırır. Gardiyanın kör kızının iyileşmesine yardımcı olan papaz Valentine’in bu davranışı, İmparator Claudius’un kulağına gider. 14 Şubat günü saint yani papaz öldürülür. (M.S. 270)
Öldüğü gün, Saint Valentine’in iyileşmesine yardımcı olduğuna dair, gardiyanın kızına yazdığı bir not bulunur. Notta Valentine, sevgililer arasındaki sevgiden, tutkudan söz etmiştir. Bundan böyle her 14 Şubat günü, Saint Valentine’i anmak için gayrimeşru sevgililer tarafından kutlanır.
Hıristiyan Saint Valentine, gençlerin yanı sıra, çocuklar tarafından da çok sevilir. Bir bahaneyle mahkûm edilir. Mahkûmiyeti süresince, çocuklar çiçek demetleriyle beraber yazdıkları notları her gün cezaevi demirlerine asarlar. 14 Şubat’ta Valentine, ölüme mahkûm edilir. Ölümünden sonra her yıl 14 Şubat’ta insanlar sevgililerine çiçek ve çikolata ile sevgi mesajları iletirler.
Çeşitli ülkelerdeki tarihçiler ise, 14 Şubat’ın sadece sevgililere mal edilmesine karşıdır. 5. asırda yaşamış bir rahip olan Saint Valentine’in bu günü bir bayram günü ilan ettiğini açıklarlar.
“Valentine, Hristiyanlığa göre bir Roma azizidir. M.S. 269 yıllarında öldürüldüğü sanılmaktadır. Aşıkların Azizi olarak da bilinir. Valentine, her yıl 14 Şubat günü anılır, zamanla bu gün sevgililer gününe dönüşmüştür.” (Oxford Dictionary of English)
Bid’at, âdette bid’at ne demek?
Sual: Bid’at, âdette bid’at diyorsunuz, bunlar ne demek?
CEVAP
Bid’at, sonradan çıkarılan şey demektir. Sonradan çıkan şeyler ya âdette veya ibadette olur. Âdette bid’at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid’at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz.
Âdette olan bid’at, uçağa binmek, ceket giymek, çay ve kahve içmek, analar babalar günü tertip etmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. İbni Âbidin hazretleri, (Yemek, içmek ve giyinmek gibi âdetlerde, değişik şekillerden çirkin, zararlı olanlarını kâfirlere benzemek niyetiyle yapmak tahrimen mekruhtur. Zararlı olmayanları, onlara benzemeye özenmeden yapmak, kullanmak mekruh olmaz. Resulullah efendimiz papaz ayakkabısı giymiştir) buyurdu. (Redd-ül Muhtar)
Peygamber efendimiz kolları dar Rum cübbesi de giymiştir. (Tirmizi, Mevahib)
Resulullah efendimizin ibadet olarak yaptığı, ezan okumak, cemaatle namaz kılmak gibi dinimizin şiârı olan sünnetlere Sünnet-i hüda denir. İbadet olarak değil, âdet olarak yaptığı şeylere ise, Sünnet-i zâide denir. Bina yapmakta, yiyip içmekte, elbisede, yaptığı ve kullandığı şeyler böyledir. Bunları yapmamak ve âdette bid’at olan, yani sonradan ortaya çıkan yenilikleri yapmak günah olmaz. (Hadika)
İbadette bid’at, Peygamber efendimiz ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her bid’at sapıklıktır ve her sapık da Cehennemdedir.) [İbni Asakir]
İbadete bid’at karıştırmak, Allahü teâlânın bildirdiği dinde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur. İslam âlimleri, bid’ati, Bid’at-i hasene ve Bid’at-i seyyie diye ikiye ayırmışlar, mektep, kitap gibi sonradan yapılan şeylere Bid’at-i hasene demişlerdir. Hadika’da, (Böyle bir bid’at, bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz izin verir) buyuruldu. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere, bid’at kelimesini bulaştırmamak ve bunlara Sünnet-i hasene [iyi iş] demek gerektiğini bildirir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Hadis-i şerifte, Sünnet-i hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte, Sünnet-i seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir. (Müslim)
Kâfirlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri Müslümanların yapması caiz olmaz. Mesela papazlar, ibadet için zünnar kuşanır, haç takar. Müslümanların, böyle yapması küfür olur.
Bid’at ehlini kötülemek gıybet olmaz
|
Sual: Bid'at ehli bazı kimselerin sapıklıklarını söyleyince, "Ölülerin kötü tarafı söylenmez. Ayrıca gıybet de olur" deniyor. Fakat bu bid'at ehli şahıslar, başta Hazret-i Osman olmak üzere Eshab-ı kiramın çoğunu kötülüyorlar. Eshab, bizim ölülerimiz değil mi, onları kötülemek gıybet değil mi?
CEVAP
Bid'at ehlini kötülemek gıybet olmaz. Gıybet, bir kimsenin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Harbilerin ve bid'at sahiplerinin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını ve zulmedenlerin ve alışverişte hile yapanların bu fenalıklarını müslümanlara duyurarak, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek gerekir, gıybet olmaz (Redd-ül-muhtar c.5, s.263)
Eshab-ı kirama dil uzatanlar, ölü olsun, diri olsun, bunları açıklamak, gıybet olmaz, aksine dinin emrine uymak olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bid'atler çıkıp, Eshabıma kötü söz söylendiği zaman, doğruyu bilen, herkese söylesin! Allahü teâlâ, bildiği [ve gücü yettiği]halde doğruyu söylemeyen böyle âlime lanet eder.) [Deylemi]
Eshab-ı kiramın hepsi Müslümandır. Bizim ölülerimizdir. Hiç kimsenin onları tenkit etmesi caiz olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın.) [Tirmizi]
(Ölülerinize sövmeyin, onlar amelleriyle başbaşa kalmıştır.)[Buhari]
(Hazret-i Âişe, "Lanetlik İbni Kays ne yapıyor?" diye sorar. Oradakiler "Öldü", derler. Hazret-i Aişe hemen, estağfirullah der. "Neden önce lanetledin, sonra istiğfar ettin?" diyene, "Resulullah(Ölülerinizi kötülemeyin) buyurduğu için" diye cevap verir.) [İbni Hibban]
Eshaba dil uzatmak
Eshab-ı kiramın kusuru olsa da, bizim ölülerimiz olduğu için ve Allahü teâlâ onların kusurunu affettiği için bunları söylemek caiz olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Eshabımın ismini işitince, susun, şanlarına yakışmayan söz söylemeyin!) [Taberani]
(Eshabımın kusurları, yanlış hareketleri olacaktır. Allahü teâlâ, onları bana bağışlayacak, kusurlarını affedecektir.) [İbni Asakir]
(Eshabımın kusurlarından bahsetmeyin, onlardan soğuyabilirsiniz. Eshabımın iyiliklerinden bahsedin ki, kalbleriniz onlara ısınsın!) [Deylemi]
(Eshabım arasında fitne çıkacaktır. Allahü teâlâ benimle olan sohbetlerinin hürmetine o fitnelere karışanları, af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) [Müslim]
(Allah’tan korkun, Eshabıma dil uzatmayın! Onları seven, beni sevdiği için sever. Onları sevmeyen, beni sevmediği için sevmez. Onlara el ile, dil ile eziyet eden, Allah’a eziyet etmiş olur.) [Buhari]
(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar]
Kim oldukları ve neye hizmet ettikleri malum olmayan bazı mezhepsizlerin dil uzattığı Hazret-i Osman, Allah resulünün damadı olduğu gibi, Cennetle müjdelenmiş on kişiden biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Osman bendendir, ben de Osman’danım.) [Taberani]
(Yüz kızım olsa, hepsini de Osman’a verirdim.) [İbni Asakir]
(Meleklerin haya ettiği zattan [Osman’dan] ben haya etmez miyim?) [Beyheki]
(Osman’ın şefaati ile Cehennemlik 70 bin kişi, hesap görmeden Cennete girer.) [İ. Asakir]
Tebük gazvesinde Hazret-i Osman, kendi ticaret malından üç bin deve, yetmiş at, on bin altın getirdi. Resulullah efendimiz, bunları askere dağıttıktan sonra, (Bugünden sonra Osman’a günah yazılmaz) [Bundan sonra Allah Osman’ı günah işlemekten korur] buyurdu. (Tirmizi) Ve şöyle dua etti:
(Ya Rabbi, Osman’ın geçmiş, gelecek, gizli-açık, Kıyamete kadar bütün günahlarını affet!) [Ebu Nuaym]
Bir gün Hazret-i Fatıma, Hazret-i Ali’nin bir hareketine incinmişti. Hazret-i Ebu Bekr ile Hazret-i Ömer Peygamber efendimize ricada bulundularsa da, Resulullah efendimiz sükut etti. Hazret-i Osman rica edince damadı Hazret-i Ali’yi affetti. İki kayınpederinin ricasını kabul etmeyip de, damadı Hazret-i Osman’ın ricasını niçin kabul ettiği sual edilince, (Öyle birinin şefaatini [ricasını, af talebini] kabul ettim ki, yer ile göğün yerini değiştir diye, dua etse, Allahü teâlâ değiştirir) buyurdu. (Mesabih)
Bid’at ehlini gıybet
Sual: Bazı sapık kimseler, eski âlimleri tenkit edip, dine yeni şeyler sokuyor. Böyle bid’at işleyenlerin arkalarından konuşmak gıybet olur mu?
CEVAP
Gıybet olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Açıkça günah işleyen fâsık kimseyi, zalim idareciyi ve bid’at ehlini gıybet etmek günah değildir.) [İbni Ebi-d-Dünya]
Bid’at ehlinin zararları anlatılarak, Müslümanları bu felaketten korumaya çalışmak, dine hizmet olur.
.
46 — (Bid’at) ne demekdir? İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkînin (Mektûbât) kitâbının birinci cildinin ellidördüncü ve yüzaltmışbeşinci ve yüzseksenaltıncı ve ikiyüzellibeşinci ve ikiyüzaltmışıncı ve üçyüzonüçüncü mektûblarında bid’atin ne olduğu ve bid’at işlemenin zararları çok iyi anlatılmakdadır. Birinci cildde bulunan üçyüzonüç mektûbun hepsi fârisîden türkçeye terceme edilmişdir. 1387 [m. 1968] senesinde (Müjdeci Mektûblar) ismi verilerek İstanbulda basdırılmışdır. Abdülganî Nablüsînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Hadîkat-ün-nediyye) kitâbının birinci kısmının baş tarafında da, bid’at hakkında geniş bilgi vardır. Bu birinci kısm da, 1399 [m. 1979] senesinde İstanbulda ofset yolu ile basdırılmışdır. Bid’at hakkındaki yazılarının bir kısmını arabîden terceme ederek aşağıda takdîm ediyoruz. [434.cü sahîfeye bakınız!]
(Bid’at), sünnete [ya’nî, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği din bilgilerine] muhâlif olan, ters düşen, din câhillerinin, boş kafalarından çıkan i’tikâd ve amel ve sözler demekdir. Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibâdet etmek için yaratdı. İbâdet, züll ve zillet demekdir. Ya’nî, insanın Rabbine, ma’bûdüne, hakîr olduğunu, âciz, muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın, nefsin ve âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Rabbin güzel ve çirkin dediklerine teslîm olmak ve Rabbin gönderdiği Kitâba ve Peygamberlere inanmak ve bunlara tâbi’ olmak demekdir. Bir insan, bir işi, Rabbinin izn verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Rabbine kulluk yapmamış, müslimânlığın îcâbını yerine getirmemiş olur. Bu iş, i’tikâdda, inanmakda ise ve inanılması lâzım olduğu sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı (Küfre sebeb olan Bid’at) olur. Bu iş, i’tikâdda olmayıp da, yalnız dinden olan sözde ve işde kalırsa, fısk, büyük günâh olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir kimse, dinde birşey meydâna çıkarırsa, bu şey red olunur.) Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, dinden olmıyan bir i’tikâd, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibâdet olduğuna inanılırsa, yâhud islâmiyyetin bildirmiş olduklarında bir ziyâdelik veyâ noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakda sevâb beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, (Bid’at) olur. İslâmiyyete uyulmamış, ona îmân edilmemiş olur. Dinde, ibâdetde olmayıp, âdetde olan yenilikler, ya’nî yapılırken sevâb beklenilmiyen değişiklikler bid’at olmaz. Meselâ, yimekde, içmekde, binme ve taşıma vâsıtalarında, binâlarda yapılan yenilikleri, değişiklikleri dînimiz red etmez. [Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yimek, otomobile, tayyâreye binmek, her çeşid binâ, ev ve mutfak eşyâsı kullanmak ve bütün fen bilgileri ve fen âletleri, fen işleri dinde bid’at değildir. Bunları yapmak ve fâideli yerlerde kullanmak câizdir. Hattâ, farz-ı kifâyedir. Meselâ radyo, ho-parlör, elektronik makinalar yapmak ve bunları ibâdetlerin dışında kullanmak câizdir. Ho-parlörü dünyâ işlerinde kullanmak câizdir. Fekat, ho-parlör ile ezân, Kur’ân-ı kerîm, mevlid okumak, ibâdeti değişdirmek olur, bid’at olur. Ezânın uzaklardan işitilmesi için ho-parlör kullanmamalı, her mahalleye câmi’ler yapmalı, her mahalle câmi’indeki müezzin efendiler ayrı ayrı ezân okumalıdır.]
Enes bin Mâlik “radıyallahü anh”, birgün ağlıyordu. Sebebi soruldukda, (Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” öğrendiğim ibâdetlerden, değişdirilmemiş bir nemâz kalmışdı. Şimdi, bunun da elden gitdiğini görüyor, bunun için ağlıyorum) dedi. Ya’nî, şimdiki insanların çoğu, nemâzın şartlarını, vâciblerini, sünnetlerini, müstehablarını yerine getirmiyor, mekrûhlarından, müfsidlerinden, bid’atlerinden sakınmıyorlar. Onun için ağlıyorum dedi. Bunlar, Peygamberlerin, Evliyânın, sâlih, sâdık mü’minlerin büyüklüklerini anlıyamayanlardır. Onların yollarını bırakıp, kendi kısa görüşlerine, nefslerine, beğendiklerine göre ibâdetleri değişdiriyorlar. Se’âdet yolunu bırakıp, şakâvete, felâkete atılıyorlar. Enes bin Mâlikin “radıyallahü anh” ağlamasının sebebi, nemâza ilâveler yaparak ve ba’zı yerlerini azaltarak değişdirenleri görmesidir. Böylece, sünneti [ya’nî islâmiyyeti] değişdiriyorlar. Sünneti değişdirmek, bid’atdir.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir ümmet, Peygamberi öldükden sonra, dinde bid’at yaparsa, buna benzer bir sünneti gayb eder). Ya’nî, küfre sebeb olmıyan bir bid’at yapılırsa, bunun cinsinden bir sünneti terk ederler.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bid’at sâhibi, bid’atini terk etmedikce, tevbe etmesini, Allahü teâlâ nasîb etmez). Ya’nî, bir kimse, bir bid’at ortaya çıkarırsa veyâ başkasının çıkarmış olduğu bir bid’ati yaparsa, bu bid’ati iyi bildiği ve karşılığında sevâb beklediği için, bundan tevbe edemez. Bu bid’atin kötülüğünden veyâ küfre sebeb olmasından dolayı hiçbir günâhına da tevbe etmesi nasîb olmaz. Müslimân, günâhdan kurtulmak için, tevbe eder. Hıristiyanlar günâhdan kurtulmak için, kiliseye gidip papaza (Vaftiz) yapdırıyorlar. (Vaftiz), bir kimsenin hıristiyan olması için veyâ bir hıristiyanın doğuşda getirdiği veyâ sonradan hâsıl olan günâhından kurtulması için yapılır. (Vaftiz) yapılacak kimseye, papaz tenhâ bir yerde İncîl okuyup üfler ve düâ eder. Erkeklere ve yaşlı kadınlara ömründe bir kerre vaftiz yapmıyorlar. Genç, güzel kızlar, sokaklarda erkeklere görünmek günâhına girdikleri için, her ay kiliseye gidip, vaftiz yapdırıyorlar ve [İşâi Rabbânî] dedikleri, şerâba batırılmış ekmekden yiyorlar.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Allahü teâlâ, dinde bid’at olan birşeyi yapan, bu bid’ati Allah rızâsı için terk etmedikçe, onun hiçbir amelini kabûl etmez). Ya’nî, i’tikâdda veyâ amelde veyâ sözde yâhud ahlâkda bid’at olan birşeyi yapmağa devâm edenin bu cinslerden ibâdetleri sahîh olsa da, hiçbirini kabûl etmez. İbâdetlerinin kabûl olması için, bu bid’ati, Allahü teâlâdan korkarak, ondan sevâb bekliyerek yâhud rızâsına kavuşması için terk etmesi lâzımdır.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Allahü teâlâ, bid’at sâhibinin nemâzını, orucunu, haccını, ömresini, cihâdını, günâhdan vazgeçmesini, adâletini kabûl etmez. Hamurdan kılın çıkması gibi, islâmdan çıkar). Ya’nî, ibâdeti sahîh olsa da, kabûl olunmaz. Sevâb verilmez. Çünki, küfre sebeb olmıyan bid’at işlemeğe devâm etmekdedir. Küfre sebeb olan bid’at sâhibinin ibâdeti zâten sahîh olmaz. Farz, nâfile ibâdetlerinin hiçbiri kabûl olmaz. Bid’at, nefse, şeytâna uyarak yapıldığı için, sâhibi islâmdan, Allahü teâlânın emrlerine teslîm olmakdan çıkar. Îmân kalb ile olur. İslâm kalb ve lisân ile birlikde olur. Îmân kalbe mahsûsdur. İslâm ise, kalbin, lisânın ve bedenin umûmuna şâmildir. Kalbdeki îmân ile kalbdeki islâm birbirlerinin aynıdır. Bid’at sâhibinden ayrılan, lisândaki ve uzvlardaki islâmdır. Bid’at işlemeğe devâm eden kimse, nefse ve şeytâna itâ’at eden kimse olmuşdur. Günâh işliyen kimse, âsî, fâsık olur. Buna bid’at sâhibi denmez. Fekat, bid’at sâhibi, âsî ve fâsıkdır. Bid’at sâhibi, bu bid’atini ibâdet sanmakda, buna karşılık sevâb beklemekdedir. İbâdet hâricinde işlenen günâh, ibâdetlerin kabûl olmasına mâni’olmaz.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Benden sonra, ümmetim arasında ayrılıklar olacakdır. O zemânda olanlar, benim sünnetime ve Hulefâ-i râşidînin sünnetine yapışsın! Dinde meydâna çıkan şeylerden uzaklaşsın! Dinde yapılan her yenilik bid’atdir. Bid’atlerin hepsi dalâletdir. Dalâlet sâhiblerinin gidecekleri yer, Cehennem ateşidir). Bu hadîs-i şerîf, bu ümmetde çeşidli ayrılıklar olacağını haber veriyor. Bunlar arasında, Resûlullahın ve Onun dört halîfesinin yolunda olana sarılınız diyor. Sünnet, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, sözleri, bütün ibâdetleri, işleri, i’tikâdları, ahlâkı ve birşey yapılırken görünce, mâni olmayıp susması demekdir.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Ümmetim arasına fesâd yayıldığı zemân, sünnetime yapışan için yüz şehîd sevâbı vardır!) Ya’nî nefse ve bid’atlere ve kendi aklına uyarak islâmiyyetin hududu dışına çıkıldığı zemân, benim sünnetime uyana, kıyâmet günü yüz şehîd sevâbı verilecekdir. Çünki, fitne fesâd zemânında islâmiyyete uymak, kâfirlerle harb etmek gibi güç olacakdır.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (İslâm dîni garîb olarak başladı. Son zemânlarda da garîb olacakdır. Bu garîb insanlara müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltirler). Ya’nî, islâmiyyetin başlangıcında, insanların çoğu, müslimânlığı bilmedikleri, onu yadırgadıkları gibi, âhır zemânda da, dîni bilenler azalır. Bunlar, benden sonra bozulmuş olan sünnetimi islâh ederler. Bunun için, emr-i ma’rûf ve nehyi anilmünker yaparlar. Sünnete, ya’nî islâmiyyete uymakda başkalarına örnek olurlar. İslâm bilgilerini doğru olarak yazıp, kitâblarını yaymağa çalışırlar. Bunları dinliyenler az, karşı gelenler çok olur. O zemânda, sevenleri çok olan din adamı, doğru arasına iğrileri, hoşa giden sözleri karışdıran kimsedir. Çünki, yalnız doğruyu söyliyenin düşmanları çok olur.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Benî İsrâil yetmişiki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç millete ayrılacakdır. Bunlardan yetmişikisi ateşde yanacak, yalnız biri kurtulacakdır. Bunlar, benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır). Ya’nî, İsrâil oğulları, dinde yetmişiki fırkaya ayrıldı. Müslimânlar da, dinde yetmişüç fırkaya ayrılacakdır. Ya’nî, çok fırkalara ayrılacakdır. Bunların hiçbiri kâfir değil ise de, Cehennemde uzun zemân yanacaklardır. Yalnız benim ve Eshâbımın i’tikâdında olan ve bizim gibi ibâdet eden fırkası Cehenneme girmiyecekdir. İ’tikâd bilgilerinde ictihâd ederken, Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın i’tikâdlarından ayrılan din âlimleri, dinde zarûrî ve sözbirliği ile bilinen i’tikâddan ayrılırlarsa, kâfir olurlar. Bunlara (Mülhid) denir. [Bunların müşrik oldukları, (Bahr)de ve (Hindiyye)de yazılıdır.] Zarûrî ve sözbirliği ile bildirilmemiş olan i’tikâddan ayrılırlarsa, kâfir olmazlar, i’tikâdda bid’at sâhibi olurlar. Bunlara (Ehl-i kıble) de denir. Amel ve ibâdet bilgilerinde ictihâd ederken de, zarûrî ve sözbirliği ile bilinen ibâdetlere inanmıyan kâfir olur. Mülhid olur. Fekat, zarûrî ve sözbirliği ile bildirilmemiş olan ibâdetlerden ayrılan âlimler, eğer müctehid iseler, sevâb kazanırlar. Müctehid değilseler, amelde bid’at sâhibi, (Mezhebsiz) olurlar. Çünki müctehid olmıyanın ictihâd etmesi câiz değildir. Bunun, bir müctehidin mezhebini taklîd etmesi lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günâh işlediği için kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. İ’tikâdı bozuk olmadığı için, Cehenneme girmiyecek olan kimse, yapdığı günâhlar sebebi ile Cehenneme girebilir. Eğer sâlih ise, ya’nî günâhına tevbe etmiş ise yâhud afva veyâ şefâ’ate kavuşursa, Cehenneme hiç girmez. Zarûrî olarak ya’nî câhillerin de bildiği ve sözbirliği ile bildirilmiş olan bir inanışı veyâ bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, lâ-ilâhe illallah dese ve her ibâdeti yapsa ve her günâhdan da sakınsa bile, buna lâ-ilâhe-illallah ehli ve ehl-i kıble denmez.
Süâl — Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bid’atlerin hepsi dalâletdir) buyurdu. Fıkh âlimleri ise, bid’atlerin bir kısmına dalâlet, ya’nî günâh, bir kısmına mubah, bir kısmına müstehab, bir kısmına da vâcib dediler. Bu iki sözü birleşdirmek nasıl olur?
Cevâb — Bid’at sözünün iki ma’nâsı vardır. Birincisi, lugat ma’nâsı olup umûmîdir. Lugat ma’nâsı ile, âdetde olsun, ibâdetde olsun, her zemân yapılan, her dürlü yeniliğe bid’at denir. Âdet, karşılığında sevâb beklenilmiyen işler demekdir. Bunlar dünyâ menfe’ati için yapılır. İbâdet ise âhıretde sevâb kazanmak için yapılır. Sadr-ül-evvel (Selef-i sâlihîn)in, ya’nî Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve Tâbi’în ve Tebe’i tâbi’în zemânlarıdır. Bunların zemânında veyâ sonra âdet olarak veyâ ibâdet olarak ortaya çıkan şeyler bid’atdir. 436. cı sahîfeye bakınız!
Bid’at kelimesinin ikinci ma’nâsı, Sadr-ul-evvelden, ya’nî Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin ve Tebe’i tâbi’înin zemânlarından sonra dinde meydâna çıkan yeniliklerdir. Bu değişdirmeler i’tikâdda veyâ ibâdetde olur. Yeni bir ibâdet meydâna çıkarmak veyâ mevcûd bir ibâdetde ziyâdelik veyâ noksanlık yapmak (İbâdetde bid’at) olur. Bunlardan dînin sâhibinin, ya’nî Muhammed aleyhisselâmın, sözle veyâ iş ile, sarîh veyâ işâret ederek, izni olmadan ortaya çıkarılanlara (Bid’at-i seyyie) denir. Âdetde bid’atlerin hiçbirine bid’at-i seyyie denilmez. Çünki bunlar ibâdet için değil, dünyâ menfe’ati için yapılırlar. Yimekde, içmekde, giyinmekde, binâlarda yapılan yenilikler âdetde bid’atdir. İ’tikâdda olan bid’atlerin hepsi (Bid’at-i seyyie)dir. Yetmişiki dalâlet fırkasının i’tikâdları, bid’at-i seyyiedir. Dört mezhebin ibâdetlerde olan yenilikleri bid’at değildir. Çünki bunlar, kendi aklları ile çıkarılmış olmayıp, (Edille-i şer’ıyye)den çıkarılmışlardır. Bunlar Nasslarda ziyâdelik olmayıp, Nassların açıklamalarıdır. Nemâza dururken iftitâh tekbîrini birkaç def’a söylemek, sevâbı çok olmak için ise, bid’at olur. Vesvese ile, istemiyerek söylerse, günâh olur. İbâdetde olan bid’atde, dînin sâhibinin, sarîh veyâ işâret ile, izni varsa, bunlara (Bid’at-i hasene) denir. Bid’at-i haseneler, müstehab veyâ vâcib olur. Câmi’lere minâre yapmak, müstehabdır. Bunları yapmak sevâb olup, terk etmesi günâh olmaz. Minâreye (Me’zene) de denir. Zeyd bin Sâbitin annesi diyor ki, (Medînede, Mescid-i Nebînin etrâfındaki evlerin en yükseği benim evim idi. Bilâl-i Habeşî “radıyallahü teâlâ anh”, önceleri, evimin damına çıkıp ezân okurdu. Resûlullahın mescidi yapılınca, mescid üzerinde müezzin için yapılan yüksek yere çıkarak okudu). Müezzinlerin minâreye çıkıp ezân okumalarının sünnet olduğu buradan anlaşılmakdadır. [Ho-parlörle ezân okumak bid’atinin bu sünneti yok etdiğini acı acı görmekdeyiz.] Din mektebleri yapmak, din kitâbları yazmak vâcib olan bid’atlerdendir. Bunları yapmak sevâb, terk etmek günâhdır. Bid’at ehlinin ve mülhidlerin, ya’nî i’tikâdları küfre sebeb olan bid’at sâhiblerinin şübhelerine karşı uyarıcı delîller ortaya koymak da böyledir.
Yukarıda yazılı hadîs-i şerîflerde bildirilen bid’atler, hep dinde olan bid’at-i seyyielerdir. Bunlar, ibâdetlere yardımcı değildirler. İbâdetlere yardımcı olan ve dînin sâhibinin izni ile yapılan bid’at-i haseneler, dalâlet değildirler. (Benim sünnetime ve Hulefâ-i râşidînin sünnetlerine yapışınız!). Ya’nî akllarınıza, nefslerinize uyarak dinde yapdığınız değişiklikleri bırakarak, benim yoluma sarılınız, hadîs-i şerîfi, âdetde bid’atlerin dalâlet olmadıklarını göstermekdedir. Çünki Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yolu, din bilgileridir. Âdetleri gösteren birşey bildirmemişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, insanlara, dinlerini bildirmek için gelmişdir. Dünyâlarını bildirmek için gönderilmemişdir. Çünki insanlar, dünyâ işlerini iyi bilirler. Fekat, Allahü teâlânın irâdesinin, emrlerinin ne olacağını bilmezler.
Şimdi bid’at denince, i’tikâdda olan bid’atler anlaşılmakdadır. Bu sapık i’tikâd sâhiblerine (Mübtedi’) ve (Ehl-i hevâ) denilmekdedir. Çünki bunlar, islâmiyyete değil, nefslerine uymakdadırlar. Yetmişiki sapık fırka böyledir. Bunlardan ba’zısının i’tikâdı küfre sebeb olmakdadır. Öldükden sonra tekrâr dirilmeğe ve Allahü teâlânın sıfatlarına inanmıyanları ve âleme kadîm diyenleri böyledir. Böyle küfre sebeb olan inanışa (İlhâd) denir. Böyle inananlara (Mülhid) denir. Açık olarak bildirilmiş olmayıp, şübheli olduğu için, te’vîli lâzım gelen, ya’nî çeşidli ma’nâlar arasından, uygun olan ma’nâsını arayıp bulmak lâzım olan âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden yanlış ma’nâ çıkaranların bu yanlış i’tikâdı küfre sebeb olmaz. Kabr azâbına ve mi’râca inanmıyanları böyledir. Fekat, küfre sebeb olmıyan böyle i’tikâddaki bid’atler, en büyük günâhlardan, meselâ mü’mini haksız yere öldürmekden ve zinâdan dahâ büyük günâhdırlar. Bu bozuk i’tikâdlarını, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden zan ile çıkardıkları için, kâfir olmıyorlar. Şimdi çok kimse, bunlara yanlış te’vîl etmek sebebi ile değil de akla, fenne uymuyor diyerek inanmıyor. İ’tikâdlarına, îmânlarına, islâmiyyeti değil de, aklı, fenni esâs tutan böyle inanmıyanlar kâfir olur, mürted olur. İ’tikâdı küfre sebeb olan mülhidler kendilerini müslimân sanmakda, ibâdetleri yapmakda ve günâhlardan sakınmakda iseler de, bunların hiçbiri sahîh olmaz.
İbâdetde bid’atin seyyie olanları, i’tikâdda bid’at kadar kötü değil ise de, bunlar da, münker ve dalâletdir. Bütün günâhlardan sakınmakdan dahâ çok, bunlardan sakınılması lâzımdır. Hele ibâdetde bid’at yapmak, bir müekked sünneti terk etmeğe sebeb oluyorsa, bu bid’atin günâhı dahâ büyük olur.
İ’tikâdda bid’atin zıddı, aksi olan doğru i’tikâda (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) i’tikâdı denir. İbâdetde bid’atin zıddına, aksine (Sünnet-ül-hüdâ) denir. Birincisi, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” i’tikâdı, ikincisi, devâm üzere yapdığı ve ba’zan terk etdiği ve terk edenlere mâni’ olmadığı ibâdetlerdir. Terk edilmesine mâni’olduklarına (Vâcib) denir. (Sünnet-i hüdâ)yı özrsüz terk etmek günâh olmaz. Devâmlı terk eden kıyâmet günü azarlanır. Ezân, ikâmet ve cemâ’at ile nemâz kılmak ve beş vakt nemâzın sünnetleri böyledir. Fekat, bir mahallenin hepsi devâmlı terk ederse, bunlarla harb edilir.
Âdetde bid’at işlemek, dalâlet değildir. Yapmamak vera’ ve evlâ olur. İhtiyâcdan fazla yüksek binâ yapmak, doyuncaya kadar yimek, kahve, çay, sigara içmek âdetde bid’atdir. Bunlara harâm veyâ mekrûh diyemeyiz. Sultânın, Allahü teâlânın emr ve yasaklarına uygun olan emrleri ve yasakları mu’teber olur. Nefsine ve aklına uyarak verdikleri emrlere, itâ’at etmek vâcib olmaz. Fekat isyân etmek de câiz değildir. Hattâ, zâlim olan sultânın cevrinden, eziyyetinden kurtulmak için itâ’at etmek câiz olur. Çünki, insanın kendini tehlükeye atması câiz değildir. 379. cu sahîfeye bakınız! Âyet-i kerîmede itâ’at edilmesi emr olunan (Ülül-emr), müslimân olan sultân, âmir, hâkim demekdir. Bunların hak ve adl olan emrlerine itâ’at etmek vâcibdir. Âdetde bid’atin zıddı (Sünnet-üz-zâide)dir. Ya’nî, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” devâm üzere olan âdetleridir. Elbisesinin şeklleri ve giyinirken, süslenirken sağdan başlamak, sağ el ile yimek içmek, birşey alıp vermek ve sol el ile tahâretlenmek, sol ayakla halâya girmek böyle olup müstehabdırlar. [Görülüyor ki, erkeklerin ve kadınların elbiselerinin, zemânla değişmesi, fâsıkların elbiselerine benzemesi; âdetde bid’atdir. Kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka yerlerini tam örten geniş örtüler dinde bid’at olmaz. Günâh olmaz. Böyle örtüleri kullanırken, o memleketin âdetine uymalıdır. Âdet olmıyan örtüyü, elbiseyi kullanmak, şöhrete ve fitneye sebeb olur. Bu ikisi de harâmdır.]
Buraya kadar bildirilenlerden anlaşılıyor ki, lugat ma’nâsındaki umûmî bid’at, âdetde ve dinde bid’at olmak üzere ikiye ayrılır. Bid’at deyince, dinde bid’at anlaşılır. Dinde bid’at de, i’tikâdda veyâ ibâdetde olur. İ’tikâddaki bid’atlerin hepsi seyyiedir. İbâdetde bid’at ise, Seyyie ve Hasene olarak ikiye ayrılır. Bid’at-i seyyie, i’tikâdda olan fekat küfre sebeb olmıyan ve ibâdetde olup islâmiyyete yardımcı olmıyan bid’atlerdir. İ’tikâdda bid’at, küfre sebeb olursa, ilhâd olur. Bid’at-i hasene, islâmiyyete yardımcı olan yeniliklerdir. Bid’at-i hasene de, müstehab veyâ vâcib kısmlarına ayrılır. Minâre, müstehab olan bid’at-i hasenedir. Çünki, müezzinin, ezânı, yükseğe çıkıp okuması sünnetdir. Minâre, bu sünnete yardım etmekdedir. [Ezânı, insanın tabî’î sesinin üstünde fazla sesle okumak sünnet değildir. Mekrûhdur. Bunun için ezânı ho-parlör denilen elektrik âleti ile okumak, sünnete değil, mekrûha yardımcı olmakdadır. Bunun için, ho-parlör kullanmak, bid’at-i seyyie olmakda ve minâreye çıkıp okumak sünnetine mâni’ olmakdadır. Ezân sesinin her tarafa ulaşdırılması emr olunmadı. Yalnız kendi mahallesine duyuracak kadar bağırması emr olundu. Müslimânların her mahallede mescid yapması, her mescidde müezzinlerin yüksek yere çıkarak ayrı ayrı ezân okumaları emr olundu. Bir yerde okunan ezânın her mahalleden işitilmesi için, müezzinlerin ho-parlörle okumaları veyâ bir yerde okunan ezânın her mesciddeki ho-parlörlerle her mahallede işitilmesi, bid’at-i seyyie olur. Çirkin bid’at olur. Allahü teâlâ, (Din kemâle geldi. İbâdetlerin nasıl yapılacağı bildirildi. Noksan birşey bırakılmadı) buyurdu. Selef-i sâlihîn de, bin seneden beri, emr olunduğu gibi ezân okudular ve nemâz kıldılar. Bunların yapdıklarını beğenmeyip veyâ noksan, kifâyetsiz görüp, ho-parlörle ezân okumağa ve ho-parlörle nemâz kılmağa kalkışmak çirkin bid’at olur. Yukarıdaki hadîs-i şerîfler, çirkin bid’at işliyenlerin hiçbir ibâdetlerinin kabûl olmıyacağını, bunların Cehenneme gideceklerini bildirmekdedir. İslâmiyyetin emrini dinlemeyip, her mahallede mescid yapılmadığı için, her yerden ezân sesi işitilmiyor diyerek, ezânı hoparlörle okumak bid’atini savunmağa kalkışmak, katı necâseti bevl ile yıkayıp temizlemeğe kalkışmak gibidir. Evet, bevl ile yıkayınca, katı necâset görünmez olup câhillerin hoşuna gider. Hâlbuki, necâset her yere yayılmış, bevlin değdiği her yer necs olmuşdur.] Bid’at-i hasene olan yeniliklere Şâri’ tarafından izn verilmiş, hattâ emr olunmuşdur.
Süâl — Eshâb-ı kirâm, Tâbi’în ve Tebe’i tâbi’în, müstehab ve vâcib olan bid’at-i haseneleri niçin yapmadılar?
Cevâb — Bunların bir kısmına onların ihtiyâcları yokdu. Meselâ, mekteb yapmadılar, kitâb yazmağa ihtiyâcları yokdu. Çünki, âlimler, müctehidler çokdu. Herkes sorup, kolayca öğrenirdi. Paraları, malları da, büyük binâlar, minâreler yapacak kadar çok değildi. En mühim sebeb de, onlar dahâ mühim işleri yapdılar. Bunları yapmağa vaktleri olmadı. Gece gündüz kâfirlerle, islâm dîninin yayılmasına mâni’ olan devletlerle, diktatörlerle harb etdiler. Paralarının, mallarının hepsini bu cihâdlara sarf etdiler. Memleketler, şehrler feth ederek, milyonlarca insanı zâlim devletlerin pençesinden kurtarıp, müslimân yapmakla dünyâ ve âhiret se’âdetine kavuşdurdular. İslâm nizâmını, islâm ahlâkını, Allahın kullarına ulaşdırdılar. Başka şeyler yapmağa vaktleri olmadı.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bir kimse, islâmda sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevâbına ve bunu yapanların sevâblarına kavuşur. Bir kimse islâmda bir bid’at-i seyyie çığrı açarsa, bunun günâhı ve bunu yapanların günâhları kendisine verilir) buyurdu. Bid’at-i hasenelerin hepsi, bu hadîs-i şerîfdeki bid’at-i haseneye dâhildirler. Bir sünnet yapana, ya’nî bir çığır açana, bunu kıyâmete kadar yapanların sevâblarının verilmesi, bunu başkalarının da yapmaları için niyyet etmesine bağlıdır. Bunun gibi, imâm başkalarına imâm olmağa niyyet etmezse, yalnız kılmanın [veyâ bunun yirmiyedi katının] sevâbına kavuşur. Cemâ’atin sevâbları toplamına da kavuşması için, imâm olmağa niyyet etmesi lâzımdır.
Bid’at-i seyyie işlemenin zararı, sünneti, hattâ vâcibi terk etmenin zararından dahâ çokdur. Ya’nî birşeyi yapmak sünnet mi, bid’at mi şübheli olsa, bu şeyi yapmamak lâzımdır.
Süâl — Din, Kitâb ile, sünnet ile kemâle gelmişdir. Bu ikisinin izn vermediği ibâdetler bid’atdir. Buna göre (Edille-i şer’iyye) dörtdür demek doğru olur mu?
Cevâb — Ehl-i sünnet âlimleri, Edille-i şer’iyyenin dört olduğunu bildirdiler: Kitâb, Sünnet, İcmâ’ı ümmet ve Kıyâs-ı fükahâ. Fekat, bunların son ikisi, ilk ikisinden çıkmakdadır. Bunun için Edille, hakîkatda, Kitâb ve sünnet olmak üzere ikidir. İcmâ’ ya’nî sözbirliği olan bir hükmün Kitâbdan veyâ sünnetden bir delîle, bir senede oturtulması lâzımdır. Kıyâs da, icmâ’ için sened olabilir. Ebû Bekr-i Sıddîkin halîfe seçilmesindeki icmâ’ böyle olmuşdur. Bir kişinin haber verdiği hadîs de, icmâ’ için sened olur. Çünki, icmâ’ın huccet olması, delîlinin kat’i olmasına bağlı değildir. İcmâ’ olduğu için huccetdir. Delîlinin kat’î olması şart olursa, icmâ’a lüzûm kalmaz. Bu delîl huccet olur. Kıyâs için de, Kitâbdan veyâ sünnetden bir asl, esâs lâzımdır. Çünki, kıyâs, Kitâbda ve sünnetde mevcûd bulunan kapalı, gizli hükmü izhâr eder. Bunlara bir hükm ilâve etmez. Ya’nî, ahkâmı izhâr eder, isbât [îcâd] etmez. Kıyâs, umûmî olan bir hükmü, fürû’ için beyân eder. İcmâ’da, kıyâs için asl ve kaynak olur. Sünnet, Kitâbın şerh ve beyânıdır. Şu hâlde, islâmiyyetin aslı, yalnız Allahü teâlânın kitâbıdır.
Zemânımızdaki ba’zı câhil tekke şeyhleri, yalancı, sahte tesavvufcular, islâmiyyete uymıyan hareketlerinden dolayı, kendilerine i’tirâz edilince, (Bunlar, ilm-i zâhirde harâmdır. Biz, ilm-i bâtın sâhibleriyiz. Bizim için halâldırlar) diyor. Böyle söylemek küfrdür. Böyle söyliyen ve işitip kabûl eden kâfir olur. Te’vîl etmesi veyâ bilmeden söylemesi özr olmaz. İnce şeyleri bilmemek ancak özr olur. Bu zındıklar, (Siz ilmi kitâblardan öğreniyorsunuz. Biz ise, sâhibinden, ya’nî doğruca Muhammed aleyhisselâmdan alıyoruz. Buna kanâ’at etmez, râzı olmaz isek, Allahdan sorup öğreniyoruz. Kitâb okumağa, üstâddan öğrenmeğe ihtiyâcımız yok. Allaha kavuşmak için, ilm-i zâhiri terk etmek ve islâmiyyeti öğrenmemek lâzımdır. Bizim yolumuz bâtıl olsaydı, böyle yüksek hâllere, kerâmetlere kavuşabilir mi idik? Nûrları ve Peygamberlerin rûhlarını görebilir mi idik? Bir günâh yaparsak, rü’yâda bize bildiriliyor. Ahkâm-ı islâmiyyenin harâm dediği şeyi yapmamız için Allah bize rü’yâda izn veriyor. Bunun bize halâl olduğunu anlıyoruz) diyorlar. İslâmiyyeti yıkıcı, yok edici böyle sözler ilhâddır. Ya’nî, Kitâbın ve sünnetin açık ma’nâlarını değişdirmekdir. Dalâletdir. Ya’nî, mü’minlerin yolundan ayrılmakdır. İslâmiyyet ile alay etmekdir. Böyle bozuk sözlere inanmamalıdır. Bunların bozukluğunda şübhe etmek bile küfr olur. Bunları söyliyene ve inanana (Zındık) denir. Birinin böyle söylediğini başkasından haber alınca o söyliyene hemen zındık dememelidir. Böyle söylediği iki âdil şâhidin haber vermesi ile şer’an anlaşılmadıkça, hükm verilmez. Zındık, maddeye, tabî’ate tapınan Dehrî demekdir. Allaha ve âhıret gününe inanmıyan sahte müslimân demekdir.
İslâmiyyetin ahkâmı ilhâm ile anlaşılmaz. Evliyânın ilhâmı başkalarına huccet, sened olamaz. (İlhâm), Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen bilgi demekdir. Evet, Ehlullahın “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” ilhâmları doğru olur. Bunların doğruluğu, islâmiyyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Fekat, Ehlullah, ya’nî Velî olmak için, islâmiyyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uymak şartdır. (Takvâ sâhiblerine Allahü teâlâ ilm ihsân eder) meâlindeki âyet-i kerîme bunu isbât etmekdedir. Sünnete, ya’nî islâmiyyete sarılmıyan, bid’atden sakınmıyan kimsenin kalbine ilhâm gelmez. Bunun söyledikleri, nefsden ve şeytândan gelen bozuk şeylerdir. Mûsâ aleyhisselâm ile Hızırın konuşmaları, bu bildirdiklerimize uymuyor denilemez. Çünki Hızır aleyhisselâm, ba’zı âlimlere göre, Mûsâ aleyhisselâmın ümmeti değildi. Ona uyması emr olunmamışdı. Muhammed aleyhisselâm ise, dünyânın her yerinde kıyâmete kadar gelecek olan bütün insanların ve cinnin Peygamberidir. (İlm-i ledünnî) ve (İlhâm), Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olanlara ihsân olunur. Bu ihsâna kavuşanlar, Kitâbı ve Sünneti ya’nî hadîs-i şerîfleri iyi anlar. İslâmiyyet bilgileri, rü’yâ ile de anlaşılamaz. İslâmiyyete uymıyan rü’yânın şeytânî olduğu anlaşılır.
Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî “rahmetullahi teâlâ aleyh” 298 [m. 910] de Bağdâdda vefât etdi. (İnsanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşduran tek yol, Muhammed aleyhisselâma uymakdır) dedi. Bir kerre de (Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uymıyan kimse, mürşid olamaz) buyurdu. [Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri müctehid olmıyanlar anlıyamaz. Yetmişiki sapık fırkanın kurucusu olan âlimler, müctehid olmadıkları için, yanlış anladılar. Milyonlarca müslimânın sapıtmalarına sebeb oldular. Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uyabilmek için, dört mezhebden birine uymak lâzımdır.] Evet, ümmî olan, ya’nî okumamış, öğrenmemiş bir kimse, ârif olabilir. Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını anlıyabilir. Fekat, başkalarına rehber olamaz. Rehber olmak için, Kitâbın ve sünnetin ahkâmını [dört mezhebden birinin fıkh kitâblarından] üstâddan öğrenmek lâzımdır. Çünki, Selef-i sâlihînin ve Halef-i müttekînin yolu, Kitâb ve sünnetin yoludur.
Evliyânın büyüklerinden olan Sırrî Sekatî, Ma’rûf-i Kerhînin talebesinden idi. 251 [m. 865] de Bağdâdda vefât etdi. Cüneyd-i Bağdâdînin dayısı ve rehberi idi. (Tesavvuf, üç şey demekdir: Vera’ sâhibi olmak ve Kitâba ve Sünnete uymıyan birşey söylememek ve kerâmet olarak harâm işlememekdir) dedi. Harâm işlemeğe sebeb olan kerâmete (Mekr) ve (İstidrac) denir. (Vera’), şübheli olanlardan da sakınmak demekdir. İmâm-ı Gazâlî, 505 [m. 1111] de Îranda Tûs, ya’nî Meşhedde vefât etdi. (Mişkât-ül-envâr) kitâbında diyor ki, (Kalb meleklere mahsûs bir evdir. Gadab, şehvet, hased, kibr gibi kötü sıfatlar, uluyan köpek gibidirler. Köpeklerin bulunduğu yere melekler girmez. Hadîs-i şerîfde, (Köpek ve resm bulunan eve melekler girmez) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfdeki evin kalb olduğunu ve köpeğin de, kötü huylar demek olduğunu söylemiyorum. Açık ma’nâlarına inanmakla berâber, yukarıdaki ma’nâları da ilâve ediyorum. Bu sözüm, Ehl-i sünnet vel-cemâ’ati, Bâtınî denilen bid’at fırkasından ayırmakdadır. Bâtınîler açık ma’nâları terk edip, sapık ma’nâlar uydurmakdadırlar. Bir âyetin açık ma’nâsı, başka âyetlerin açık ma’nâlarına uymazsa, o zemân bu açık ma’nâsı bırakılıp te’vîl edilmesi, ya’nî çeşidli ma’nâlarından uygun olanın verilmesi lâzım olur. Böyle zarûret olduğu zemân, açık ma’nâ vermekde isrâr edenlere (Hışvî) denir. Bunun için, Kur’ânın zâhir ve bâtın ma’nâları vardır denilmişdir. Hep zâhir ma’nâsını veren Hışvî olur. Hep bâtın ma’nâsını veren (Bâtınî) olur. Yerine göre, ikisini cem’ eden, kâmil müslimân olur). Tesavvuf adamının sözünün ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmadığını ancak zâhir ve bâtın ilmlerinde mütehassıs olan anlar. Tesavvuf âlimlerinin kullandıkları kelimelerin ma’nâlarını bilmiyen anlıyamaz. Böyle zül-cenâhayn olmıyan [İbni Teymiyye ve Abdülvehhâb oğlu gibi] kimseler, Bâyezîd-i Bistâmînin (Sübhânî mâ a’zama şânî) sözünü islâmiyyete uymuyor sanır. Muhyiddîn-i Arabî, bu sözün ma’nâsının kemâl-i tenzîh olduğunu uzun anlatmakdadır. İslâmiyyete uymıyan kimse, hârik-ul-âde şeyler yapabilir. Bunlara kerâmet denmez. (İstidrâc) denir. Evliyâ olarak bilinen birisini görmek için, Bâyezîd-i Bistâmî giderken, onun karşıdan geldiğini ve Kıbleye karşı tükürdüğünü gördü. Geriye dönüp, bu adam, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” edeblerinden birine uymadı. Velî olamaz dedi.
Bâyezîd-i Bistâmî buyuruyor ki, (Kerâmetler gösteren biri, meselâ su üstünde yürüse, bir anda uzaklara gitse, havâda uçsa, islâmiyyete uymadıkca, bunu Velî sanmayınız!). İslâmiyyete uymak için, dört mezhebden birini taklîd etmek lâzımdır. Müctehid olmıyanların, Eshâb-ı kirâmı taklîd etmelerinin câiz olmadığı sözbirliği ile bildirildi. [Çünki, Eshâb-ı kirâmın mezhebleri bilinmiyor.] İctihâd kıyâmete kadar bâkîdir. [Fekat, ictihâd edebilmek şartlarını hâiz olan âlim azdır. Bunların yeni ictihâdlar yapmalarına da lüzûm yokdur. Kıyâmete kadar, hâsıl olacak herşeyin hükmü dört mezhebden birinde mevcûddur.] Allahü teâlânın ençok sevdiği ibâdet, farzları yapmakdır. Nâfile ibâdetlerin kıymetlisi, farzlarla birlikde yapılıp, farzların içinde bulunan ve onları temâmlıyan nâfilelerdir.
Muhammed bin Fadl Belhî, 319 [m. 931] senesinde vefât etdi. Buyuruyor ki, (İslâmiyyet nûrlarının kalblerden ayrılıp, kalblerin kararmasına dört şey sebeb oldu. Bildikleri ile amel etmemek. Bilmiyerek yapmak. Bilmediklerini öğrenmemek. Başkalarının öğrenmelerine mâni’ olmak). İlm adamı tanınmak için ve mâla, makama kavuşmak için öğreniyorlar. [Din adamı olmağı, geçime ve siyâsete vâsıta yapıyorlar.] Amel etmek için öğrenmiyorlar. İsmleri din adamıdır. Gitdikleri yol, câhillerin yoludur. Allah rahîmdir, afvı sever diyerek, büyük günâh işliyorlar. Akllarına, keyflerine göre hareket ediyorlar. Başkalarının da böyle yapmalarını istiyorlar. Kendilerine uymıyan hakîkî müslimânları kötülüyorlar. Kendilerinin, doğru yolda olduklarını, huzûra kavuşacaklarını zan ediyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından derlenmiş olan doğru kitâbları okumuyorlar, çocuklarına da okutmuyorlar. İçleri kötü, sözleri yaldızlı ve yalandır. Her gün başka şekle girerler. İnsanların yüzlerine gülerler. Arkalarından kötülerler. Bid’at karışmamış olan doğru kitâbların okunmasına mâni’ olurlar. [Bu kitâbları okumayın! Bozukdur derler.] Bunları neşr edenleri ve okuyanları tehdîd ederler. Mezhebsizlerin zararlı kitâblarını, yaldızlı reklâmlarla överler. İslâmiyyet bilgilerine hakâret ederler. Kısa aklları ile yazdıkları şeyleri ilm ve fen diyerek gençlerin önüne sürerler. Buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki, islâm âlimleri ve tesavvuf büyükleri hep islâmiyyete yapışmışlardır. Bunun netîcesi olarak, yüksek derecelere kavuşmuşlardır. Bunlara dil uzatanların din câhili oldukları anlaşılır. Bu câhillerin yaldızlı sözlerine aldanmamalıdır. Bunlar, din hırsızlarıdır. Se’âdet yolunu kesici zındıklar veyâ mezhebsizlerdir.
Kabr azâbına inanmıyorum diyen kâfir olur. Çünki, bu sözde islâmiyyetden haber vermek, te’vîl etmek değil, islâmiyyete ehemmiyyet vermemek vardır.
Kaderiyye ya’nî Mu’tezile fırkasından olanlar, (Allah şerleri, günâhları yaratmaz. İnsan, kendi işini yaratır) dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Bâtınî fırkasında olanlar rûhların tenâsuhuna inanıp, insan öldükden sonra, tekrâr dünyâya gelir dedikleri için ve Allahın rûhu oniki imâma hulûl etmişdir dedikleri için ve onikinci imâm gelinceye kadar, islâmiyyete uymak lâzım değildir dedikleri için ve Cebrâîl vahyi Alîye getirmek için emr olunmuşdu. Yanılarak Muhammed aleyhisselâma getirdi dedikleri için, kâfir oluyorlar. Böyle söylemiyenleri kâfir olmaz.
Hâricîlerden, bütün müslimânlara te’vîlsiz olarak kâfir diyenler ve Alîyi, Osmânı, Talhayı, Zübeyri ve Âişeyi “radıyallahü anhüm” tekfîr edenler, kâfir oluyorlar. Şimdi bunlara yezîdi denilmekdedir.
Yezîdiyye fırkasından olanlar, acemden bir Peygamber gelecek, Muhammed aleyhisselâmın dînini yok edecek dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Neccâriyye ve Mu’tezile fırkasından olanlar, Allahü teâlânın sıfatlarına inanmadıkları için, kâfir oluyorlar.
Cebriyye fırkası, insan hiçbirşey yapamaz. İnsan istese de, istemese de herşeyi Allah yaratır. Günâh işleyenler ve kâfirler ma’zûrdurlar dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Mu’tezilenin bir kısmı, Allah hiçbirşeyi görmez. Allah Cennetde görülmiyecekdir dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Kaderiyye fırkası, ilm sıfatını red ederek, Allah hiç birşeyi bilmez dedikleri için, kâfir oluyorlar.
Mürcieden, Allah dilediği kâfirleri afv edecekdir ve dilediği mü’minlere ebedî azâb yapacakdır diyenler ve ibâdetlerimiz elbet kabûl olacak, günâhlarımız da, elbet afv olacak diyenler ve bütün farzlar nâfile ibâdetdir, bunları yapmamak günâh olmaz diyenler kâfir oluyorlar.
Hâricîler, ameller, ibâdetler îmânın parçalarıdır. Herhangi bir farzı yapmıyan kâfir olur dedikleri ve büyük günâh işlerken insanın îmânı gider, günâh bitince tekrâr gelir dedikleri için, bid’at fırkalarından olurlar.
Mest üzerine mesh etmemek, çıplak ayağa mesh etmek küfr değildir, bid’atdir. Çıplak ayağına mesh etmiş olan imâmın arkasında kılınan nemâz sahîh olmaz. Bid’at sâhibleri ile arkadaşlık etmek câiz değildir. Hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibinden sakınan kimsenin kalbini, Allahü teâlâ emân ve îmân ile doldurur. Bid’at sâhibine ihânet edeni, kıymetsiz tutanı, Allahü teâlâ kıyâmet gününün korkusundan korur) buyuruldu.
Her müslimânın Ehl-i sünnet i’tikâdını iyi öğrenmesi ve çoluk çocuğunun ve bütün sevdiklerinin öğrenmeleri için çalışması birinci vazîfesidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yolunda yaşamaları için, Allahü teâlâya düâ etmelidir. İnsan ve cin şeytânlarına ve kötü arkadaşlara ve bozuk yazılara aldanmamak için uyanık olmalıdır.
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (İnsanların en iyileri, benim asrımda yaşıyan müslimânlardır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. Bunlardan sonra iyileri, ondan sonra gelenlerdir. Dahâ sonra, yalanlar yayılır). Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, üçüncü asr sonlarında, sözlerde, hâllerde ve amellerde yalan başladı. Bunlara güvenilmez oldu. Çünki, aralarında bid’atler çoğaldı. İ’tikâdda ve amelde Selef-i sâlihînin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yolundan ayrıldılar. Müslimânların sözbirliği ile şehâdet etdikleri tesavvuf büyükleri ve fıkh imâmları, Selef-i sâlihînin yolunu yaydılar.
(Tâtârhâniyye) fetvâ kitâbında diyor ki, (Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü anhüm” Eshâbdan değildirler diyen bid’at ehli olur. Bir kişinin bildirdiği haberlere inanmıyan kâfir olmaz. Bid’at sâhibi olur. Ebû Bekr-i Sıddîk Eshâbdan değildir diyen kâfir olur. Âyet-i kerîmeye inanmamış olur). (Zahîriyye) fetvâ kitâbında diyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddîkın ve Ömer Fârûkun halîfe olduklarına inanmıyana kâfir diyenlerin sözü doğrudur. Çünki, halîfe seçildikleri, icmâ’ ile bildirilmişdir.) [Ehl-i sünnete göre, icmâ’ delîldir. Bu delîle inanmıyan kâfir olur. Hâricîlere, şî’îlere ve vehhâbîlere göre, icmâ’ delîl olmadığı için, icmâ’ ile bildirilmiş olana inanmıyan kâfir olmaz dediler.]
İbni Âbidîn, üçüncü cüzde, mürtedleri anlatırken buyuruyor ki: Dâr-ül-islâmda yaşıyan gayr-i müslim vatandaşlara (Zimmî) denir. Bu zimmîlerin ve ticâret için veyâ turist olarak gelen kâfirlerin malına, cânına ve ırzlarına dokunmak câiz değildir. Müslimânlara tanınan hürriyyetlere bunlar da sâhibdirler. Mülhidler böyle değildir. Mülhidlerden müslimânları aldatanlara tevbe etmeleri teklîf edilir. Kabûl etmezlerse, hükûmet reîsinin emri ile hepsi öldürülür. Tevbe ederlerse, tevbeleri kabûl olur. İ’tikâdları küfre sebeb olmıyan bid’at sâhiblerine nasîhat olunur. Kabûl etmez, tevbe etmezlerse, hükûmet tarafından ta’zîr cezâları verilir. Lüzûm görülürse, habs ve darb edilerek tevbe etdirilir. Müslimânları aldatmak için çalışan reîsleri, habs ve dayak ile tevbe etmezse, hükûmet tarafından öldürülmesi câiz olur. Müslimânları Ehl-i sünnet mezhebinden ayırmağa, mezhebsiz, sapık yapmağa sebeb olan, böylece bid’atin yayılmasına çalışan kâfir olmaz ise de, milletin huzûrunun, berâberliğinin bozulmasına, bölücülüğe mâni’ olmak için, sultânın bunları öldürmesi câiz olur.
Kâfirin topu çok, hîlesi çok, azâbı çokdur.
Mü’minin ilmi çok, hayâsı çok, râhatı çokdur.
SON SÖZ
Kitâbın başından buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki, dinde reformcu, sâbit bir görüşe ve ilmî bir kanâ’ate sâhib değildir. Ehl-i sünneti lekelemek için çeşidli behâneler aramakda, binbir dereden su getirmekdedir. Mason olan hocasının kurnaz siyâsetini kullanarak ve ana dili olan arabî kitâblardan gelişigüzel misâller toplıyarak ve uzun tercemeler yaparak, kendisini din âlimi olarak tanıtmakdadır. Genç din adamlarımızın ve sâf, temiz müslimânların bu kurnaz, Ehl-i sünnet düşmanının yalan ve iftirâlarına aldanmamaları için bu nâçiz reddiyemizi yazdık. (Din adamı bölücü olmaz) adını verdiğimiz bu kitâbın hulâsası ve gâyesi, Ehl-i sünnetin dört mezhebinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden çıkarılmış olduğunu bildirmekdir.
Şimdi elde bulunan fıkh kitâblarında, hadîs-i şerîflere muhâlif hiçbir bilgi yokdur. Birbirlerine muhâlif görünen ictihâdlarından yalnız birisi doğru ise de, yanlış olanlarını taklîd edenlere de sevâb verileceği hadîs-i şerîfde bildirilmişdir. Bunun için, dört mezhebin ittifâk ile bildirdikleri yapılınca, sahîh ve makbûl olacağı gibi, ihtilâflı yerleri yapılınca da, sahîh ve makbûl olacakdır. O hâlde, müctehid olmıyan her müslimânın, her işinde dört mezhebden birini seçip taklîd etmesi ve mezheb imâmının delîlini aramaması lâzımdır. Çünki, Tâbi’înden yeni îmâna gelenler, Eshâb-ı kirâmı taklîd ederler, delîllerini hiç sormazlardı. Her müslimân, beğendiği, seçdiği mezhebin her mes’elesini yaparken, Kur’ân-ı kerîme veyâ hadîs-i şerîfe uymakda olduğuna inanmalıdır. Bugün müctehide de lüzûm kalmamışdır. Çünki, din bilgilerinde, açıklanmamış birşey kalmamışdır. Kemâle gelmiş olan bu dîne ilâve edilecek birşey de yokdur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kıyâmete kadar olacak herşeyin hükmünü bildirmişdir. Mezheb imâmları da bunları açıklamışdır. Bunların günlük olaylara tatbîklerini, müctehid olmıyan âlimler yapar. Her asrda gelecek olan müceddidler, bu işi yapacaklardır. Fekat, ictihâd ile yeni hükmler çıkarmıyacaklardır. Çünki, buna lüzûm kalmamışdır. Halâl ve harâm ve her delîl açıklanmışdır.
Şimdi, se’âdet-i ebediyyeye kavuşmak istiyenin, (Ehl-i sünnet) i’tikâdını kısaca öğrenip, bunlara îmân etmesi, sonra dört mezhebden öğrenmesi mümkin ve kolay olan birini seçip, günlük işlerini ve ibâdetlerini, sırası geldikçe, o mezhebin kitâbından öğrenerek yapması lâzımdır. Her memleketde, bir mezhebin bilgilerini bildiren doğru ilmihâl kitâbları vardır. Ele geçirilmeleri kolaydır. Bu kolaylık, Allahü teâlânın, bu ümmet-i Muhammede olan büyük ihsânıdır. Sapıkların, mezhebsizlerin, dinde reformcuların ve para kazanmak için konuşan ve yazan câhillerin ve ingiliz kâfirlerine aldanmış olan câhillerin yaldızlı sözlerine ve yazılarına aldanmamak için, çok uyanık olmalıyız! Esselâmü alâ men ittebe’al-hüdâ.
****
14 Temmuz 2000 Cuma
|
|
Alkışlarla uğurlamak!
Geçen hafta toprağa verdiğimiz, Kemal Sunal’ın cenazesi mezara konurken, yaptığı uyarı için Mezarlıklar Müdürlüğü din görevlisi, sayın Mahmud Duman’a teşekkür ederek başlamak istiyorum bugünkü yazıma. Cenaze camiye getirilirken yapılan alkışlama yanlışlığına burada mani oldu. “Dinimizde alkışlama yoktur. Eğer mevtaya iyilik yapmak istiyorsanız, lütfen alkışlamayın, Fatiha okuyun!” diyerek çok önemli dini bir vecibeyi yerine getirdi.
Bilerek bilmeyerek biri bir yanlışlık yapıyor, bu yanlışlık ikaz edilmediği, doğrusu bildirilmediği için bir müddet sonra o sanki dinin bir kuralıymış gibi kalıyor. Sonra da bunu kaldırmak mümkün olmuyor. Bunun için din görevlilerinin çekinmeden yapılması gereken ikazları yapması şarttır.
Eğer cenaze merasimi dini inançtan dolayı yapılıyorsa -ki bunda kimsenin şüphesi yok- dinin bildirdiği şekilde yapılması kadar tabii ne olabilir? Şunun bunun yapması ile yapılan dini vazife olmaz. Yapanın düşüncesi olur. Her yapılan kabul görür, mani olunmazsa bir müddet sonra, ortada din diye bir şey kalmaz. İnsanların din adı altında uydurdukları, safsata yığını haline gelir.
Dinimiz her hususta olduğu gibi, cenazeye yapılacak dini vecibeleri bildirmiş. 1400 yıldan beri bunlar hiç değiştirilmeden tatbik edilmiş. Bu sadece İslamiyette değil, bütün dinlerde aynıdır. Binlerce yıldır, Yahudilerin yaptıkları dini merasim bellidir, değişmemiştir. Hakeza Hıristiyanlıkta ve diğer inançlarda da bu böyledir.
Yapılan bir işin dinî olabilmesi için, kaynağının dinî olması lazımdır. Dinimizin esas kaynağı Kur’an-ı kerimdir, Peygamber efendimizin sünnetidir, bunun açıklaması olan müctehid âlimlerin fıkıh kitaplarında bildirdikleri fetvalarıdır. Dolayısıyla işin dinî olabilmesi için mutlaka bu kaynaklara dayandırılması gerekir.
Bugün maalesef bunlar bir kenara atılmış her önüne gelen kendi aklına göre bir şey yapmaya kalkışıyor. Bu kaynaklara baktığımz zaman cenaze merasiminde; tekbir getirmenin, slogan atmanın, alkış tutmanın, çiçek atmanın, çelenk göndermenin, mezar taşına resim koymanın, yakaya resim takmanın, siyah elbise giymenin, saygı duruşunda bulunmanın, bağırıp çağırmanın, ağıt yakmanın olmadığını görüyoruz.
Dinî kaynaklarda olmayan şeyi yapmanın birçok zararı vardır. Başta, dinde olmayan bir şey yapıldığı için, insan günaha girer. İkincisi, yapılan bu işin ölüye faydası olmadığı gibi tam aksine zararı olur; bunlardan üzüntü duyar, sıkıntı çeker. Üçüncüsü de hiçbir faydası olmayan bir iş yapıldığı için yapılanlar israf olur. İsraf da haramdır. Kısacası, bu yapılanlar ile kişi, hem dine, hem dünyasına, hem ölüye zarar vermiş olur. Yapanlar genelde bilmedikleri için, cahilliğinden dolayı yapmaktadırlar.
Yapılan hataları gören herkes bu tür yanlışlıklara karşı çıkıyor; çıkmalıdır da. Cenk Bey de bu alkışlama konusunu köşesinde şöyle işliyordu: “Cenaze namazı kılınıyor. Tabut alınıyor omuzlar üzerine. O anda bir alkıştır kopuyor. Neden alkışlıyoruz acaba? Oh, öldün, ne iyi ettin, mutlu olduk şak şak şak mı?
Yahu ölü rolünü müthiş oynadı, haydi arkadaşlar hep birlikte şak şak şak mı? Ne bekliyoruz alkış sonrası acaba? Rahmetlinin tabutun kapağını açıp, dört bir yana selam vermesini mi? Cenazelerde alkış her şeye aykırı. Dinimize aykırı, örfe ve adete aykırı. Cenaze törenleri ağırbaşlılık ister. Ebedi istirahatgahına uğurlanan kişiye saygı gösterilmesini gerektirir. Bu saygı da alkışla olmaz. Susarak, eğer biliyorsanız içinizden bir fatiha okuyarak, o ölen kişinin yeni yolunun aydınlık olmasını dileyerek saygı gösterebilirsiniz.Tuttuğunuz o alkışların, ölene hiçbir faydası yoktur. Ama okuyacağınız bir dua, ola ki Yüce Yaradan tarafından kabul edilebilir ve böylece rahmete kavuşana bir faydanız olabilir.”
15 Temmuz 2000 Cumartesi
|
|
‘Alkış cahiliye âdetidir’
Bugün de Elazığ Müftüsü Sayın Doçent Doktor Fikret Karaman’a teşekkürle başlıyorum. Cenazeyi alkışlamakla ilgili gönderme lutfunda bulunduğu yazısından dolayı. Din adamlarının yanlışları dile getirmesi, dini konularda halkımızı uyarması gerçekten takdire şayandır. Herkes herşeyi bilemez. Neyin dinde yeri vardır, neyin yok; bu ancak ikazlarla mümkündür. Şimdi sizi sayın Karaman’ın günümüzde cenaze merasiminde yapılan bazı yanlışları dile getiren yazısı ile başbaşa bırakıyorum:
“İnsanın dünya üzerindeki fiziki varlığı sürekli olmayıp diğer canlılar gibi hayat ile ölüm çizgisi arasında sınırlıdır. Bu husus Kur’an-ı kerimde şöyle açıklanmıştır: “Sizi bir çamurdan yaratan sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel vardır...” (6/2)
İnsana duyulan saygı, ölümü ile sona ermez. Tam tersine vefatından sonra da artarak devam etmektedir. Bu aşırı istek ve arzu, çoğu zaman, bazı yanlışlıkların ve aşırılıkların içine sürüklemiştir.
İslamiyet nerden gelirse gelsin ve hangi maksatla olursa olsun batıl inanç, bid’at, örf ve adetleri yasaklamıştır. Ancak cenaze ile ilgili yapılması gereken işlemlerin arasına çoğu zaman bilgisizlik, menfaat temini, bazen de eski din ve kültürlerin etkisinde kalınarak bid’at ve hurafelerin karıştığı görülmektedir. İşte cenazeye çelenk gönderilmesi cenazenin katafalka konularak uzun süre bekletilmesi, saygı duruşunda bulunulması, görev yaptığı yer veya yerlere götürülerek başında nutuk çekilmesi, bando ve marşların eşliğinde teşyi edilmesi, cenazenin bekletildiği yerlerde veya kabrin başında mum yakılması gibi davranışlar, bid’atlerin en çok dikkat çekenleri arasındadır.
Gerçekten acı, üzüntü, gözyaşı, ıstırap ve ayrılık ateşinin tutuştuğu bir törende aykırı davranışta bulunmak o andaki teslimiyet, vecd ve samimiyetle uyumlu düşmemektedir. İşte uygun olmayan bu davranışlardan biri de cenaze nakil ve defni esnasında ona saygı adına tutulan alkışlardır.
Tarih ve kültürümüzde cenaze ile alkışın birleştiği bir döneme rastlanmamaktadır. Alkış daha çok hayatta olanlarla bağlılığını ispatlamak için el çırpmak maksadıyla takdir hislerini dile getirmektir. Nitekim Osmanlı döneminde de yapılan birçok protokol hizmetlerinde alkışın bu amaçla icra edildiği görülmektedir.
Ancak Kuran-ı kerim’de dua, Kabe’yi tavaf ve namaz kılmak gibi hallerde ıslık ve alkışın bir işaret olarak Cahiliye dönemi Arapları tarafından kullanıldığı bildirilmektedir. Fakat onların bu eylemi ise Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti ile kınanmıştır: ‘Onların Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.’ (8/35)
Müşriklerin bazı erkek ve kadınları Beytullah’ı çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Tavaf esnasında parmaklarını birbirine kenetleyip ağızlarına götürerek ıslık çalıyorlar, bir taraftan da ellerini çırparak alkış tutuyorlardı. Bu da iddialarına göre onların duası idi. Islık ve el çırpma olayı dua, ibadet ve hatıra adına yapılmış olsa bile tasvip görmemiştir. Bu nedenle son yıllarda bazı cenaze törenlerinde toplanan kalabalıklar da el çırpmayı bir adet hatta cenazeye karşı tabii bir görev ve anlayış haline getirmişlerdir.
Oysa ki hangi amaçla olursa olsun bu eylem doğru değildir. Cenazeye olan saygı ve üzüntümüzün bir işareti olmaktan da uzaktır. Tersine ağıt yakmak, yüksek sesle ağlayarak feryat etmek onu nasıl rahatsız ediyorsa, alkış ve ıslık gibi hiçbir ilmi mesnedi olmayan hareketler de onun ruhunun incinmesine sebep olur. Temennimiz bu davranış ve uygulamanın daha fazla yaygınlaşıp tabii bir teamül haline gelmeden önlenmesidir. Bu nedenle hem cenaze sahibi hem de cenaze törenlerine katılanlar yeterince aydınlatılmalıdır.”
21 Şubat 2004 Cumartesi
|
|
Alkış cahiliye devri âdetidir Bugün Batı’da hemen hemen her kesimde bizde ise maneviyattan uzak veya maneviyatı zayıf sosyete kesimde çok kimsenin her gün danıştığı bir falcısı, medyumu bulunmaktadır. Bunlara, “Şöyle bir iş kurmak istiyorum başarılı olabilecek miyim, işlerim iyi gitmiyor ne yapayım, kızım evde kaldı nasıl evlendirebilirim?!.” gibi sorulara muhatap oluyorlar.
Verdikleri cevaplar da hep gelecekten haber vermekle ilgili. Halbuki dinimizde, gelecekten haber vermek, buna inanmak insanın dinden çıkmasına sebeptir. Dolayısıyla dinini bilen bir kimsenin yapacağı işler değil bunlar. Günümüzün yerli yabancı ilim adamları da böyle şeylerin hurafe olduğunu söylemekteler. Bu tür işlerle uğraşan kimselere ilim adamlarının verdiği ilmi cevaplara yer vermek istiyorum:
Amerika’da “The Humanist” dergisi geçtiğimiz yıllarda astrolojiye karşı önemli bir bildiri yayınlamıştı. Bu, 18’i Nobel Ödülü almış 186 bilim adamı tarafından imzalanan bir çağrıdır. Bir emekli astronomi profesörü (B.J. Bok), bir bilimsel makale yazarı (L.E. Jerome) ve bir felsefe profesörü (P. Kurtz) tarafından kaleme alınan bildirinin metni özetle şöyledir:
“Birçok bilim adamı astrolojinin dünyanın büyük bir kısmında giderek yaygınlaşmasından, kabul görmesinden ciddi endişe duymaktadır. Aşağıda imzası bulunan bizler astrologların özel ya da genel olarak yaptıkları kehanetlerin ve verdikleri öğütlerin kabul görmesi tehlikesine karşı toplumu uyarmak istiyoruz. Astrolojiye inanmak isteyenler, ilkelerinin hiçbir bilimsel temele dayanmadığını bilmelidirler.”
Astrolojiyle ilgili pek çok araştırma hep aynı sonuca varmaktadır: Astrolojinin öne sürdüğü tezlerin hiçbirinde ilmi gerçeklik payı yoktur. İddiaların tamamı bir safsatanın ürünüdür.
Astrologların evrenin gerçek fiziksel yapısıyla ilgili ya hiç bilgisi yoktur ya da çok sınırlı ve yanlış bilgiye sahiptirler. Astroloji, altı ay güneş ve gezegenlerin hiç görülmediği kutup bölgelerinde doğan kişilerin burçları konusunda hiçbir açıklama getirememiştir. Benzer olarak doğum, uzayda veya başka bir gezegende olsaydı falı ne olurdu?!.
Tıp bilimi, bebek anne karnındayken bile çevreden, dış uyarılardan etkilendiğini ispatlamıştır. Oysa astroloji için sadece ve sadece doğum anı çok önemli olup, doğum öncesi etkiler hiç dikkate alınmamaktadır.
5000 yıldır insanlığın gündeminde olan astroloji, bu yönde insanlığa hiçbir yarar sağlamamıştır; bilimsel düşünceye göre bundan sonra da sağlaması beklenmemektedir. Bu gerçeğin de halka gösterilebilmesi için biz astronomlara bazı görevler düşmektedir. Bunun için yapılabilecek bazı faaliyetler şunlar olabilir:
1- Basın yayın organlarını kullanarak toplumun aydınlatılmaya çalışılması. Ancak bu konuda kullanılabilecek bu türden yayın kaynakları sadece bilimsel yayın organları olmalıdır. Çünkü, zaten medyanın hemen hemen tamamı astrolojiyi kendi çıkarları uğruna kullanmaktadır.
2 - Astronomi bölümlerince periyodik olarak “astronomi günleri” düzenlenerek belli kesimleri eğitmek suretiyle, astrolojinin ne tür bir aldatmaca olduğunun gözler önüne serilmesi.
3 - Astrolojinin anlamsızlığını ve gereksizliğini gözler önüne seren ilmi bir bildiri yayınlaması. Çünkü, bilim adamlarına göre hiç bir gerçeklik payı olmayan astrolojiden çıkar sağlamak, aldatmadan, hatta dolandırıcılıktan başka bir şey değildir.
4 - Kendilerine ve çevrelerine karşı güvenlerini yitiren, sosyal bunalımlara düşen insanların, bu zararlı inançla kendilerini avutup zaman geçirmelerine mani olunmalı, kendilerine astrolog diyen umut tacirlerine alet olmaktan kurtarılmalı.
20 Şubat 2004 Cuma
|
|
Cem Karaca’nın ardından
Geçen hafta Cem Karaca dualarla toprağa verildi. Cem Karaca’nın ölümü, vasiyeti, cenaze merasimi günlerce basınımızın önemli konuları arasında yer aldı. Bu ölüm olayında benim şahsen takdir ettiğim, cesurca bulduğum, yaptığı vasiyettir. “Hiçbir tören istemiyorum, sadece dini tören istiyorum, beni dualarla gömün, alkış istemiyorum” demesi, diyebilmesi bence önemli bir olaydır. Çok faydalı bir çığır açmaktır.
Bu konuyu biraz sonra açmak istiyorum. Fakat bundan önce şunu ifade edeyim. Tabii ki bu takdirim, Cem Karaca’yı olduğu gibi takdir ettiğim, bütün düşüncelerini, inancını aynen kabul ettiğim manasında algılanmamalıdır. Toplum olarak abartmayı çok seven bir milletiz. Bunun için de çok duygusalız. Gazetelerdeki haberlere bakıyorum, herkes kendi kafasına göre abartılmış birşeyler yazıyor.
İnancımıza göre insanın hali son nefeste belli olur. Onu da biz bilemeyiz. Allah bilir. Gönül ister ki, herkes imanla gitsin, Cennette yerini alsın. Tabii ki bunun da şartları vardır. Peygamber efendimiz bununla ilgili buyuruyor ki: “İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle haşrolunur!” Bu hassas konuyu daha fazla uzatmadan Necip Fazıl’ın bir sözü ile noktalayalım: “İmanlı ölen herkese Allah rahmet eylesin!”
Şimdi gelelim alkış istememesi ve dualarla gömülmesi arzusuna. Bu vasiyet gerçekten takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Çünkü, bilerek bilmeyerek biri bir yanlışlık yapıyor, bu yanlışlık ikaz edilmediği, doğrusu bildirilmediği için bir müddet sonra o sanki dinin bir kuralıymış gibi kalıyor. Sonra da bunu kaldırmak mümkün olmuyor. Bunun için din görevlilerinin çekinmeden yapılması gereken ikazları yapması şarttır.
Eğer cenaze merasimi dini inançtan dolayı yapılıyorsa -ki bunda kimsenin şüphesi yok- dinin bildirdiği şekilde yapılması kadar tabii ne olabilir? Şunun bunun yapması ile yapılan dini vazife olmaz. Yapanın düşüncesi olur.
Dinimiz her hususta olduğu gibi, cenazeye yapılacak dini vecibeleri de bildirmiş. 1400 yıldan beri bunlar hiç değiştirilmeden tatbik edilmiş. Yapılan bir işin dinî olabilmesi için, kaynağının dinî olması lazımdır. Dinimizin esas kaynağı Kur’an-ı kerimdir, Peygamber efendimizin sünnetidir, bunun açıklaması olan müctehid alimlerin fıkıh kitaplarında bildirdikleri fetvalarıdır. Dolayısıyla işin dinî olabilmesi için mutlaka bu kaynaklara dayandırılması gerekir.
Bugün maalesef bunlar bir kenara atılmış her önüne gelen kendi aklına göre bir şey yapmaya kalkışıyor. Bu kaynaklara baktığımz zaman cenaze merasiminde; slogan atmanın, alkış tutmanın, çiçek atmanın, çelenk göndermenin, mezar taşına resim koymanın, yakaya resim takmanın, siyah elbise giymenin, saygı duruşunda bulunmanın, bağırıp çağırmanın, ağıt yakmanın olmadığını görüyoruz.
Dinî kaynaklarda olmayan şeyi yapmanın birçok zararı vardır. Başta, dinde olmayan bir şey yapıldığı için, insan günaha girer. İkincisi, yapılan bu işin ölüye faydası olmadığı gibi tam aksine zararı olur; bunlardan üzüntü duyar, sıkıntı çeker. Üçüncüsü de hiçbir faydası olmayan bir iş yapıldığı için yapılanlar israf olur. İsraf da haramdır. Kısacası, bu yapılanlar ile kişi, hem dine, hem dünyasına, hem ölüye zarar vermiş olur. Yapanlar genelde bilmedikleri için, cahilliğinden dolayı yapmaktadırlar. Bunların iyi niyetle yapılması da mazeret olmaz. Dinî dayanağı olmayan iyi niyetler, insanı Cehenneme götürür Çünkü, Cehennemin. yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.
02 Nisan 2004 Cuma
|
|
Cenaze merasimleri de değişti!
Birçok şey gibi cenaze merasimleri de değişti günümüzde. Eskiden cenaze merasimlerinde bir ağırlık ciddiyet vardı. Cenaze sahipleri gözyaşlarını daha çok içlerine dökerlerdi. Allaha tam bir tevekkül vardı, “Allah verdi Allah aldı, veren de O, alan da o” diyerek sabır gösterilirdi. Şimdi ise bağırmalar çağırmalar, kendini yerlere atmalar, “bizleri bırakıp nereye gidiyorsun” türü serzenişler... Sanki kendisi bırakıp gidiyor! Bunlar hep Allaha isyandır!
Her meselede olduğu gibi, bu ölüm acısında da nasıl davranmamız gerektiğini Resûlullah efendimiz bildirdi. Buyurdu ki; “Bir kimseye bir musîbet yetiştiğinde, eğer ağlayıp yakasını yırtsa, o kimsenin dîni parça parça olur. Eğer yüzünü yırtsa, Allah da, ona kendi cemâlini görmeyi harâm eder. Eğer vaveylâ koparıp figân eylerse, Allah onun duâsını kabûl etmez. Eğer ölü üzerine ağlayıcı getirse; Allah üzerine, o kişiyi, o ölüyü ve ağlayıcıyı bir araya toplayıp hepsini Cehenneme atmak vacip olur.”
Dâvüd aleyhisselâm eshâbı arasında otururken biraz uyuklayıp gözünü açtı ve güldü. Dediler ki: “Ey Allahın resûlü, ne sebepten güldün?” Dâvüd aleyhisselâm, onlara cevap olarak dedi ki: “Cennette çocukların birbirine elma atarak eğlenip oynadıklarını gördüm. Yalnız bunlardan birisi vardı ki, bir kenarda üzgün üzgün duruyor, onların oyununa katılmıyordu. Ben onlara: “Bu çocuk niçin sizinle oynamıyor, böyle yaslı yaslı oturuyor? Hâlbuki Cennet sevinç ve saâdet evidir, gam ve gussa yeri değidir, dedim.” Bunun üzerine bana şöyle cevap verdiler: “Bunun arkasından dökülen gözyaşı vardır. Bağırıp çağırma vardır. Onun için bu âlemde gülmez.”
Ölünün arkasından sabırsızlık ederek bağıra çağıra ağlayan bir kimse üç türlü kötülüğe sebep olur: 1- Sabır sevâbından mahrûm kalır. 2- Günâha girmiş olur. 3- Ölüsünü sıkıntıya sokmuş olur.
Ancak bağırıp çağırmadan sessizce ağlamak bir zarar vermez. Çünkü bu şekilde ağlamak, kişinin ihtiyarında olmayan ve yemek, uyumak gibi insanın tabiatından gelen bir şeydir. Bunun için böyle ağlamak günâh değildir. Hattâ Resûl aleyhisselâm, oğlu hazret-i İbrâhim dünyadan göçtüğü zaman elinde olmadan sessizce ağladı. Bunun üzerine; “Siz de mi ağlıyorsunuz, yâ Resûlallah? Hâlbuki sen bizi, ağlamaktan nehyederdin” diye suâl edenlere “Bilmez misiniz ki, Allah, gözüyaşlı ve gönlü üzüntülü hiç kimseye azâb etmez. Ancak şu sebeple azâb eder” diyerek mübârek dillerini işâret ettiler. Ya’nî azâba müstehak olmak, diliyle “Ah, vah” gibi nidâlar çıkararak ve yüksek sesle bağıra çağıra söylenerek ağlamaktır. Aynı zamanda ölünün arkasından meziyetlerini sayıp dökmek, şiir okur gibi ağlamaktır. Ağıt yakmaktır.
Fatıma binti Ahmed, şöyle anlatır: “Onbeş yaşında yiğit oğlum öldüğü zaman sabredemedim, yüksek sesle çok ağladım. Her zaman böyle bir genç öldüğünde kendimi tutamaz, ağlardım. Bir sene sonra rüyâmda, daha önce ölmüş olan oğlumu gördüm. Yüzünde türlü türlü kabarcıklar hâlinde çıbanlar vardı. Ona dedim ki: “Ey canım oğlum, bu yüzündeki çirkin hastalık nedir?” Oğlum cevap olarak dedi ki: “Ey anacığım, işte senin gözünün yaşı beni böyle eyledi.” Uyandığım zaman hemen tövbe ettim... Ondan sonra her zaman umardım ki, oğlumu bir daha görüp de hâlini sorayım. Nihâyet bir gece yine rü’yâmda gördüm. Evvelki hâli tamamen gitmişti. Sevine sevine bana duâlar etti ve dedi ki: “Ey ana! Allah seni kabir azâbından halâs etsin ki, ağlamayı terk etmek suretiyle beni kabir azâbından kurtarmış oldun. Ey ana! Benim için duâ et ve sadaka ver. Çünkü biz kabir ehli, sizin duânıza muhtâcız...”
03 Nisan 2004 Cumartesi
|
|
Gördüğümüzden ibret almıyoruz!
Geçenlerde bir cenazeye gitmiştim. Mezarlıkta cenaze mezara konurken, biraz ileride, iki kişinin hararetli bir şekilde iş görüşmesi yaptıklarına, alacak verecek meselesi üzerinde konuştuklarına şahit oldum. Hemen onun arkasındaki kişiler de neşeli bir şekilde biribirleriyle şakalaşıyorlardı. Demek ki ölüm hadisesi bile kalbleri yumuşatmamış, dünyaya bağlılığı sarsmamış. Daha bir gün önce beraber yiyip içtiği kimsenin mezara konulması bunları hiç mi hiç etkilememiş! Bu ve bunun gibi olaylar kalblerimizin ne kadar katılaştığını, taşlaştığını gösteren ibretli olaylardır. Peki bu çok zararlı “kalb hastalığı”ndan nasıl kurtulacağız?
Bir gün, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Ebüdderdâ hazretlerine bir kimse gelerek dedi ki:
“Yâ Ebüdderdâ! Benim büyük bir hastalığım var. Bunun tedâvisinde bana yardımcı ol! Bu hastalıktan kurtulmam için hangi ilâçları kullanayım?” Ebüdderdâ sordu: “Hastalığın nedir? “ “Hastalığım şu: Benim kalbimde dünyaya karşı aşırı sevgi var. Dünya, âdetâ kalbimi işgâl etmiş. Kıldığım namazlardan haz duyamıyorum. İbâdetlerimden bir tat, lezzet alamıyorum. Yâ Ebüdderdâ, ne olur beni bu hastalıktan kurtar!”
Ebüdderdâ hazretleri bu kimseye şu nasîhati yaptı: “Sık sık hasta ziyâretlerine git! Cenâze namazlarında bulun! Kabirleri ziyâret et! Bu üç şeyi muntazam yaparsan bu hastalıktan kurtulursun! Sendeki dünya sevgisi yok olur. Kalbin nûrlanır, kalb gözün açılır. Kalbin yufkalaşır!”
Bu kişi bildirilen üç şeye bir müddet devam etti; fakat kendi hâlinde herhangi bir değişiklik hissetmedi. Üzüntülü bir şekilde tekrar Ebüdderdâ hazretlerine gidip dedi ki: “Yâ Ebüdderdâ! Tavsiyelerini aynen yerine getirdim. Fakat kendimde hiçbir değişiklik görmüyorum. Ne olur beni bu hastalıktan kurtar! “ “Ey kişi, bildirdiğim gibi, hastaları yokladın mı, cenâzelerde bulundun mu, kabir ziyâretleri yaptın mı?” “ “Evet, devamlı bu üç şeyle meşgûl oldum.”
Bunun üzerine, Ebüdderdâ hazretleri şöyle buyurdu: “Öyle ise sen, cenâzeye bir hayvan ölüsüne gider gibi gitmişsin! Şimdi söyliyeceklerimi iyi dinle: Hasta ziyâretlerine gittiğin vakit, bir gün senin de onun gibi zayıf, hâlsiz, yatağa uzanmış olacağını düşün! Bir yudum suyu bile eline alıp içemiyecek, başkalarının yardımı ile içebileceksin! Bütün bu gerçeklere rağmen hâlâ dünyaya bağlanmaktaki maksadın ne? Görüyorsun ki, dünya zenginliği, insanın bu hâle gelmesine mâni olamamaktadır. Bunları, hastanın yanında düşün ve nefsine şöyle de: Şunun hâline bak, ibret al! Senin de sonun budur, o hâlde dünya muhabbetinden elini çek!
Cenâze namazına gittiğin zaman düşün ki, bu kimseyi, bütün dünya nimetlerinden ayırmışlar. Tabutun içine koyup musalla taşının üzerine bırakmışlar. Yakınları, çok sevdiği ve bütün ömrünü onlar için harcadığı çocukları onu geriden seyrediyorlar.
Mezarlığa vardığında, kabirde yatanların hâlini düşün! Bir gün sen de onlar gibi olacaksın! Nâzik bedenin çürüyüp böceklere yem olacaktır.”
Ebüdderdâ hazretleri sözünü şöyle tamamladı:
- Ey kişi, işte üç şeyi yaparken bunları düşünüp, kendini bunların yerine koyarsan, kısa zamanda bu tehlikeli hastalıktan kurtulursun!
O kişi, bu nasîhatlere aynen uydu. Kısa zamanda bu hastalıktan kurtuldu. Dünyadan tiksinmeye başladı. Kalbi nûrlandı. Kalb gözleri açıldı. Hakkı bâtıldan ayırdı. Bundan sonra bütün ömrünü, âhireti düşünerek, ona hazırlanmakla geçirdi.
Ebüdderdâ hazretlerini gördüğünde:
- Allah senden râzı olsun! Kalb gözümün açılmasına, gerçekleri görmeme vesîle oldun, dedi.
Demek ki, hastalığı bilmek kafi değil. Hastalıktan kurtulmak için lüzumlu ilacı kullanmak da gerekiyor! İşte o zaman gördüklerimizden ibret alabiliriz!
27 Ağustos 2005 Cumartesi “Biz bid’at nedir bilmeyiz!
.
” Dün, yıl dönümü münasebetiyle Malazgirt Savaşı’ndan bahsetmiştim. Bugün de bu savaşın kahraman komutanı, Sultan Alparslan’dan bahsetmek istiyorum... Sultan Alparslan Türk milletinin en büyük kahramanlarındandır. İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü vezir tayin etti. Başına buyruk beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi. Alparslan, dinine bağlı ihlaslı bir Müslümandı. 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Kahramanlığı ve yiğitliği yanında çok da merhametliydi. Adaletten ayrılmazdı. Malazgirt meydanındaki mücâdeleden yenik çıkan İmparator, Sultan’ın huzuruna getirildiğinde, utancından başını kaldıramıyordu. Sultan Alparslan, onu nezâketle kabul edip oturttu, gönlünü aldı. Diojen, muhârebe öncesi muazzam ordusunun Türkleri muhakkak yeneceğine inandığını îtirâf etti. Sultan Alparslan; “Eğer zafer sizin olsaydı, bana ne yapardın?” diye sordu. Diojen öldürteceğini söyledi. Alparslan; “Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Ya öldürtürsünüz, yâhut İslâm memleketlerinde bir esir gibi dolaştırır, süründürürsünüz. Belki de... Fakat onu düşünmek bile istemiyorum; mümkün görmüyorum, ama... Belki de, affedersiniz. Çünkü sen Müslümansın!” dedi. Alparslan yenilgiye uğramış bir insanı daha da küçük düşürmek istemedi. Hiç ümid etmediği şekilde onu affetti. Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya Nehri üzerinde bulunan Hana Kalesini muhasara etti. Kale komutanı, Batıni fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hain Yusuf, Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultan’a hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusuf’u derhal öldürdüler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!...” diyerek şehid oldu. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Sultan Alparslan saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyeti içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve Batıni hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir defasında; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı” demişti.
Belli başlı bazı bid’atler |
|
Dün, ABD’de bir Türk camisinde imam yerine, “TV ekranı” konulması bid’atinden bahsetmiştim. Bugün de bid’at nedir, belli başlı bid’atler hangileridir, bunun üzerinde durmak istiyorum...
Dinde yapılan her değişiklik ve reform bid’attir. Bid’at, sonradan ortaya çıkarılan şey demektir. Peygamber efendimizin ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan, ibâdet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. Meselâ müezzinin sadece kâmet getirmesi gerekirken bunun dışında üç ihlâs okuması bid’attir. Bid’atlerden bazıları şunlardır:
1.Dinin küfür alâmeti dediği şeyleri zarûret olmadan kullanmak, en kötü bid’attır. Îmânın gitmesine sebep olur.
2. Eshâb-ı kirâmı kötüleyen, bid’at sâhibi olur. Ebû Bekir ile Ömer’in hilâfete hakları yok idi demek küfürdür. Mezhepsizlik, mezheblere inanmamak, dört mezhebden birinde olmamak bid’attir. Bu, aynı zamanda Ehl-i sünnet itikatında olmanın şartıdır.
3.Cenâze olduğunu bildirmek için, minârelerde salât okunması bid’attir
4.Namazlardan sonra hemen âyet-el-kürsî okumak lâzım iken, önce Salâten tüncînâyı ve başka duâ okumak bid’attir. Namazdan sonra secde edip de kalkmak bid’attir.
5.Namazda selâmdan sonra, üç kerre söylenen (Estagfirullah)ı müezzinin yüksek sesle söylemesi bid’at olur.
6.Eli göğse koyarak, selâmlaşmak bid’attir.
7.İbâdetleri, hoparlörle yapmak (Ezan okumak, namaz kıldırmak, imam yerine TV ekranı koymak...) bid’attir. Televizyondaki, radyodaki imâma uymak câiz olmadığı gibi, bu seslerle ibâdet yapmak da sahîh olmaz. Bid’at ve büyük günâh olur.
8.Sakalın sünnete uygun yanî, çenedeki ile birlikte bir tutam uzunlukta olmaması, kısa olması bid’attir.
9. (Zekeriyyâ sofrası) denilen adak bid’attir. Yahûdî âdetidir.
10.Câmide her namazdan sonra birbiri ile müsâfeha etmek bid’attir. (Bayram günleri, câmilerde müsâfeha ederek bayramlaşmak ve namazlardan sonra, âdet etmeden, ara sıra müsâfeha etmek câizdir.)
11.Kur’ân-ı kerîmi şarkı söyler gibi okumak bid’attir. Elhân ile, ya’nî mûsikîye uyarak tecvîdi bozmak bid’at ve dinlemesi de büyük günâhtır. Kur’ân-ı kerîmi, tekbîrleri ve ilâhîleri çalgı ile, ney çalarak okumak, bunun için tehlikeli bid’attir. Kur’ân-ı kerîmi güzel ses ile, tecvîd ile okumalıdır. Tegannî ile, kelimeleri değiştirip nağmeye uydurarak okumak harâmdır. (Itrî efendi, İslâm tekbîrini, segâh makâmında bestelemekle, İslâmiyete bir hizmet yapmamış, dîne bir bid’at karıştırmıştır.)
12.Kur’ân-ı kerîmi ücret ile okumak, bâtıl ve bid’attir.
13.Dîni Türk mûsikîsi, tasavvuf müziği diye bid’atler uyduruldu. Bunların bid’at olduğu, Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde uzun yazılıdır.
14.Cenâzede alkış tutmak, yüksek sesle tekbîr, tehlîl, ilâhîler okumak, kabre çiçek bırakmak, siyah giyinmek, yakaya resim takmak bid’attır.
15. Mezâr taşı üzerine âyet-i kerîme, mübârek isimler, şiir, Fâtiha kelimesini yazmak, câiz değildir. Asırlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bid’attir.
16.Ölü evinden yemek, helva dağıtılması bid’attir. Birinci, üçüncü, yedinci, kırkıncı, elliikinci ve elliüçüncü gibi günlerde helva, çörek gibi şeyler yapmak ve kabir başında yemek dağıtmak ve hâfızları, hocaları, mevlidhanları toplayıp, okutup yemek vermek mekrûhtur.
17.Evliyânın kabirlerinde kandil, mum yakmak, çaput, bez bağlamak bid’attir.
“Bid’at uyuz hastalığı gibi bulaşıcıdır” |
|
Ülkemizde, yediden yetmişe herkesin fütursuzca müdahale edebildiği, ilave ve çıkarma yapmada kendini yetkili gördüğü tek şey; dindir, dinin emir ve yasaklarıdır. Gerekçe de hazır: İslamiyet akıl, mantık dinidir; böyle olması benim mantığıma daha uygun geliyor!
Düşünemiyor ki, herkesin aklı, mantığı anlayışı farklı olduğuna göre, herkes kendi anlayışı ile hareket ederse, ortada din diye bir şey kalır mı? Herkes aklı ile doğruyu bulabilecek olsaydı, Cenab-ı Hakkın Kitap, Peygamber göndermesi -haşa- lüzümsuz olmaz mıydı?
Peki, bu kadar veballi, mesuliyetli bir konuda insanların rahat tavrının sebebi nedir? Yıllarca, dinin, dinin emir ve yasaklarının, din adamlarının, din kitaplarının aşağılanması, her fırsatta alaya alınması, herkesin bu konuda fikir yürütme hakkının olduğu düşüncesinin yayılması, özellikle de devamlı, İslamiyetin “akıl ve mantık dini” olduğu vurgusunun yapılmasıdır... Tabii ki din akla mantığa uygun, ancak kimin aklına, mantığına: Peygamberlerin ve aklıselim denilen, yanılmayan akıl sahiplerinin aklına mantığına!
BAZI BİD’ATLER
Dinimizde, dine yapılan ilave ve çıkarmalara bid’at, denilmektedir. Bid’at sahibi olmak çok tehlikelidir; tevbesi yoktur, çünkü yaptığını iyi bildiği, sevap beklediği için tevbe aklına gelmez! Sahibinin, tereyağından kıl çeker gibi imanını çeker alır, onun haberi bile olmaz.
Bid’at sahibinde ben yaptım oldu, mantığı vardır. Kendine göre iyi gördüğü her şeyi yapar: Müzik aletleri ile söylenen ilahileri dinleyerek nefsini tatmin eder, bundan da sevap umar, zengin olduğu halde kurban kesmeyip fakirlere para verir, çevresindeki fakirlere bakmadan onuncu haccını, on beşinci umresini ifa eder, aklına eser cenazede tekbir getirir, hoca dışarısı kalabalık diye cenazeyi camiye mihraba getirtir, Mekke, Medine’deki imamın arkasında namaz kılmak arzular, önüne radyoyu koyar veya televizyonu açar namazını kılar, sesi daha gür çıksın diye, üç saf insana namaz kıldırırken yaka mikrofonu kullanır; yine çok sevap alırım düşüncesiyle hoparlörü; çocukları beşikten, hastaları yataktan fırlatacak şiddette açar, mezhep imamlarını, fıkıh kitaplarını küçük görüp doğrudan ayetten hadisten hüküm çıkarmaya kalkar, kitaplarda sakalın bir tutam olması sünnet denildiği halde, hiç bırakmamaktan iyidir diyerek, yarım santim sakal bırakır, bazıları da ne kadar uzatırsa o kadar sevap olacak düşüncesiyle, göbeğine kadar uzatır. Dinin hubb-i fillah emrini hiçe sayarak gayri müslimleri kardeş bilir... Daha neler neler, akla hayale gelmeyecek ne bida’tler!
Halbuki, dinde boşluk yoktur, neyin nasıl olacağını İslam âlimleri gece gündüz çalışıp fıkıh, ilmihal kitaplarında bildirmişlerdir. Bid’atlerden, rastgele davranışlardan kaçılmasını istemişlerdir.
İMAN NURUNU ÇIKARIR!..
Bid’atler bulaşıcı hastalıktan daha hızlı yayıldığından, daha tehlikeli olacağından, Müslümanların bid’at sahipleri ile görüşmeleri, onlara, hürmet göstermeleri, konuşmaları yasaklanmıştır. Hadis-i şeriflerde, “Bid’at sahipleri ile birlikte bulunmayınız! Onların kötülükleri, uyuz hastalığı gibi bulaşıcıdır”, “Bid’at sahibine hürmet etmek için yürüyen kimse, İslâmı yıkmaya yardım etmiştir” buyuruldu.
Peygamberimiz, bid’atin zararını, tehlikesini şöyle bildirmiştir: “Bid’at sahibine düşman gözü ile bakan kimsenin kalbini Allahü teâlâ emân ve îman ile doldurur. Bid’at sahibini kötü bileni Allahü teâlâ, kıyâmet gününün korkularından korur. Bid’at sahibine hakâret edene, Allahü teâlâ, Cennette yüz derece ihsân eder. Bid’at sahibini güler yüzle karşılayan veya ona iyilik eden, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâma göndermiş olduğu İslâmiyeti beğenmemiş olur.”
Fudayl bin İyâd hazretleri buyurdu ki: “Bid’at sahibini seven kimsenin ibâdetlerini Allahü teâlâ yok eder ve kalbinden îman nûrunu çıkarır.”
Bid’at sahibini sevmeyenin ibâdetleri az olsa bile günahlarının affolunması umulur. İslam büyükleri, yolda, bir bid’at sahibi ile karşılaşmamak için yollarını değiştirirlerdi!
|
|
Dinde her yenilik, her reform bid’attir |
|
Bid’at, Arabça bir kelimedir. Önceden olmayıp sonradan ortaya çıkarılan her şey demektir. Peygamberimizin ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan, ibâdet olarak yapılmaya başlanan şeylerdir. Bid’at; imanda, itikatta ve amelde olur. Birincisi küfür, ikinci, dalalet, sapıklık, üçüncüsü haramdır.
Büyük âlim İmam-ı Muhammed Birgivî‘nin “Tarîkat-i Muhammediyye” kitabından ve bunun şerhi olan “Hadîka” kitabında beş hadis-i şerif esas alınarak bid’at konusu şöyle anlatılmaktadır:
1- Buhârî ve Müslim’in bildirdikleri hadis-i şerifte, “Bildirdiğim bu dinde bulunmayan bir şey, sevap umarak meydana çıkarılırsa, bu şey reddolunur“ buyuruldu.
2- Taberânî’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Müslümanlar, Peygamberlerinden sonra, Onun bildirdiği dinde bir bid’at, herhangi bir yenilik yaparsa, bunun benzeri olan bir sünnet, aralarından kalkar” buyuruldu.
TEVBELERİ KABUL OLMAZ!..
Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, dinden ve ibâdetten olmayan bir şeyin meydana çıkarılması bid’at olmaz. Yemekte, içmekte, giyinmekte, ev yapmakta ve bineklerde olan yenilikler, değişiklikler, ibâdet olan, yâni Allahü teâlânın rızasını kazanmak için yapılan şeyler değildir. Böyle şeylerin yapılması, bir ibâdeti bozmadığı veya dînin yasak ettiği bir şeyin yapılmasına sebep olmadığı zaman, bid’at olmaz. Yalnız dünyalık faydası olan veya dünyanın zararından koruyan, yâhut zarar ve faydası düşünülmeyen inanış, söz, iş ve ahlâktan İslâmiyetin yasak etmediği bir değişiklik, yenilik yapmak bid’at olmaz.
3- Taberânî’deki bir hadis-i şerifte, “Bid’at sahibi, bid’atinden vazgeçinceye kadar, Allahü teâlâ, tevbesini kabûl etmez” buyuruldu.
Her günahtan sonra (tevbe etmek) lâzımdır. Tevbenin doğru olması için, üç şart vardır: Günaha son vermek, yaptığına pişman olmak ve bir daha hiç yapmamaya azmetmek, karar vermek. Eğer kul hakkı da varsa, hakkını ödeyip, helâlleşmek de lâzımdır. Bid’at sahibi, bu bid’atinden sevap beklemekte, iyi bir iş yaptığını sanmaktadır. Bunun için, tevbe etmeyi düşünmez.
4- İbni Mâce’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Bid’at sahibi, bid’atinden vazgeçmedikçe, Allahü teâlâ onun hiçbir ibâdetini kabûl etmez” buyuruldu. Dinden olan bir inanışı, ibâdeti, sözü veya bir huyu değiştiren bir kimsenin, dinde reformcunun, doğru olan ibâdetleri dahi kabûl olmaz. Yâni ibâdetin faydalarından mahrum kalır. Bu bid’atten vazgeçmesi lâzımdır.
5- İbni Mâce’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Bir bid’at küfre yol açmasa bile bunu ortaya çıkaranın orucu, haccı, umresi, cihâdı, tevbesi ve hiçbir iyiliği kabûl olmaz. Bu kimsenin; yağdan kıl çıkar gibi, Müslümanlıktan çıkması kolay olur” buyuruldu.
İşlediği bid’at küfre yol açmadıysa, şartlarına uygun olan farzları ve nâfileleri sahih olur, borçtan kurtulur ise de, kabûl olmaz yâni sevap verilmez. Bid’ati küfrüne yol açarsa, yâni küfre sebep olan bir söz söyler, bir şey kullanır, bir iş yaparsa, îmanı giderek, ibâdetleri sahih de olmaz. Bid’at sahibi, bid’atini iyi ve sevap bilir. Bunun için dinden kolay çıkar. Bid’at işleyen, bunu ibâdet sanmakta, sevap beklemektedir. Günah işleyen ise, günahını suç bilmekte, Rabbinden utanmakta, azâbından korkmaktadır. Bid’atler, büyük günahtır.
BİD’ATLERLE MÜCADELE FARZDIR
Hangi ad altında yapılırsa yapılsın; dinde yenilik, güncelleştirme, çağa uydurma gibi dinde yapılan her reform, bid’attir. Her bid’at de dinde yıkım demektir. Bunun için bid’at yayıldığı zaman, bunu reddetmek ve zararlarını, kötülüğünü yaymaya çalışmak, farzdır. Bunun farz olduğunu İslâm âlimleri söz birliği ile bildirmişlerdir. Selef-i sâlihîn ve bugüne kadar gelen âlimler, hep böyle yaptılar. Bid’at sahiplerini reddetmeyen, onları kendi hâline bırakan kimse, Müslümanların söz birliğinden ayrılmış olur. İslâm cemaatinden uzaklaşmış olur. Bid’atleri ve bid’at işleyenleri sevmiş olur. Böyle kimsenin de hadis-i şerifte bildirildiği gibi yağdan kıl çıkar gibi, Müslümanlıktan çıkması kolay olur.
Minareye karşı çıkmak bahane! |
|
Hıristiyan Batı âlemi, Müslümanlar Avrupa’da, belli bir sayıya, belli bir güce ulaşınca tedirgin olmaya, gelecekten endişe duymaya başladı. İbadet yeri olan ayrıca Müslümanların bir araya gelip kaynaştığı camilerin yapımında sınırlama, mimarisine müdahale ve geçen hafta da minarenin yasaklanması ile ilgili İsviçre’de yapılan referandum bu korkunun tezahürüdür. Ayrıca, Hıristiyanlıktan başka dine, İslamiyete tahammüllerinin olmadığının önemli bir işaretidir.
Minareye karşı çıkmak işin bahanesi; maksat camiye, İslama karşı çıkmaktır; çünkü minare caminin bir parçasıdır. Nasıl ki, çansız, çan kulesiz bir kilise düşünülemezse, minaresiz bir cami de düşünülemez. Bu vesile ile, minarenin dinimizdeki yeri ve önemi ile ilgili bilgi sunmak istiyorum...
Minare, namaz vaktinin geldiğini bildirmek için, câmilerde, müezzinin ezan okuduğu şerefeli yüksek ve ince yapıdır. Lügatte, “nur saçan yer, ezan yeri, çerağ” mânâlarına gelir. Minâre, Arapça olan “menâra” kelimesinin değişikliğe uğramış hâlidir.
İLK MİNARE...
İlk minâre, Peygamber Efendimizin, ezanın yüksekte okunması emri esas alınarak, hicri 58 senesinde Hazret-i Muâviye’nin emriyle, Mısır Vâlisi Mesleme bin Mahled tarafından yapılmıştır. Minâreden ilk ezanı, Mesleme’nin kardeşi müezzin Serahbil bin Âmire okumuştur.
Ezan okumak, Hicretin birinci senesinde Medîne’de başladı. Medîne’de ilk ezan okuyan Hazret-i Bilâl-i Habeşî, Mekke’de ise, Labbib bin Abdurrahman’dır. Minâre yapılmadan önce, ezan mescitlerin dışında yüksek bir yerde, dam, duvar üzerinde okunurdu. Hicrî 58 senesinden sonra yapılan câmilerde birer minâre yapılması dînî bir vecibe hâlini aldı. Mısır, Suriye, Irak, İran, Hindistan, İspanya ve Anadolu’da yapılan câmilerin yanına birer minâre inşâ edilmiştir.
Minâre, en ahenkli ve en güzel şekline, Osmanlı devrinde, mîmârî sanatının zirveye ulaştığı on altıncı asırda Mîmar Sinan zamânında ulaşmıştır. Eseri olan Edirne Selimiye Câmii minâreleri 70.89 m yüksekliğinde olup, 3.80 m kalınlığındadır. Üç şerefesine ayrı merdivenlerle çıkılmaktadır. Süleymaniye minâresi 63.80 m. Şehzadebaşı 41.54 metredir.
Minârelerin en süslü bölümü şerefe kısmıdır. Şerefe çıkıntısının altı tuğla bindirmeli veya taş istalaktit ve püsküllerle bezeli olduğu gibi, etrafı da ekseriya ajur nefis mermer korkuluklarla çevrilidir. İlk minârelerde bir tane olan şerefe sayısı bâzı minârelerde üçe kadar varmıştır. Şerefeden sonra başlayan, ekseriya gövdeye nazaran kalem ucu gibi incelen petek kısmı da minârenin boyuna uygun bir nisbette ahşap ve üzeri kurşunla örtülmüştür. Daha sonraları külahlar taştan yapılmıştır. Çok minâre şekilleri vardır ki, hepsi de ayrı birer inceleme konusu olmuştur.
Minârelerin inşâsı mîmârîde ayrı bir ihtisas şûbesi teşkil eder. Eskiden mahâret ve bilgi sâhibi minâre ustaları vardı. Her taşın kendi yerine göre tıraş edilmesi ve minârenin içinde merdiven basamaklarının ortasına gelen bir mihver etrafında taşların birbirine uyması ve kenetlenmesi mühim bir inşâ meselesidir. Burmaların bâzan 40 m kadar yükseklikte olması dolayısıyla rüzgârla sallanması düşünülecek olursa işin güçlüğü anlaşılır. Minârelerin içinde ekseriyetle tek bir merdiven olup buradan şerefeye çıkılır.
HOPARLÖR DİREĞİ OLMAMALI
Minârenin en yüksek yeri alemdir. Alem, “bayrak” demektir. Minâre alemleri, İslâm âleminin dînî sembolü olan “hilâl“ şeklindedir. Ülkemizdeki bâzı alemlerin kıskaçları arasında yıldız da bulunur. Alemler, mâdenî veya taştan olabilir. Ancak binâya nisbetle büyük ölçüde olanlar, genelde bakırdan ve altın yaldızlıdırlar. Alem; kâide, küp, armut, bilezik ve tepelikten mürekkeptir. Ancak son yıllarda şerefelere monte edilen hoparlörler, bu zarif sanat eserlerinin görünümünü, estetiğini önemli derecede bozmuştur. Bu eşsiz sanat eserlerini hoparlör direkleri haline getirmiştir. Minarelerimizin yapılış maksadına uygun hale getirilmesinde zaruret vardır...
|
Minare, ezân ve kâmet |
|
Dün, Batı’nın minare karşıtlığından bahsetmiştik. Minarelerden bahsedilir de, bunların yapılış sebebi olan ezandan hiç bahsedilmez mi? Bugün de kısaca bundan bahsedeceğiz.
Hicretin birinci senesinde (M.623) Peygamber efendimiz, Müslümanları namaza davet için ne yapayım, diye Eshab-ı kiramla istişare etti. O güne kadar, “Essalatü Cami’a” denilmek suretiyle mü’minler namaza davet edilirdi.
Eshab-ı kiramdan bazıları; “Namaz vakti gelince bir alem yani bayrak dikilsin, onu görenler birbirine haber verirler.” dediler. Peygamber efendimiz bu fikri beğenmedi. Bazıları; “Yahudiler gibi boru çalınsın.” dediler. Peygamberimiz bu fikri de beğenmedi. “Bu, Yahudilerin işidir.” buyurdu. “Nakus yani çan çalınsın.” diyenler oldu. Peygamber efendimiz; “Bu, Hıristiyanların işidir.” buyurarak kabul etmedi. Yüksek bir yere ateş yakılıp, namaz vaktinin haber verilmesini teklif edenler oldu. Sevgili Peygamberimiz bunun da “mecusilere ait” olduğunu bildirdiler.
RÜ’YADA GÖSTERİLDİ
Bu sırada Hz. Abdullah bin Zeyd Peygamber efendimize gelerek; “Ya Resulallah! Bu gece rüyamda, üzerinde iki parçadan yeşil elbise bulunan ve elinde bir çan taşıyan kimse yanıma gelip beni dolaştırdı. Ona; Ey Allah’ın kulu! Bu çanı satar mısın? deyince; Ne yapacaksın? dedi. Onunla namaza davet edeceğiz, dedim. Bu sözüm üzerine; Ben sana ondan daha hayırlı olanı tarif edeyim mi? dedi. Kıbleye karşı durdu ve yüksek sesle ezanın mübarek kelimelerini okudu. Biraz durduktan sonra aynı kelimeleri tekrar ederek, sonuna doğru, “Kad kâmet-is-salâtü” cümlesini ilave etti” dedi.
Bunun üzerine Resulullah efendimiz; “İnşaallah bu rüya haktır! Bilal ile birlikte kalk da, gördüğünü ona öğret. Ezanı okusun. Çünkü, onun sesi seninkinden daha yüksek ve daha gürdür.” buyurdu. Hazret-i Bilal kalktı. Mescid-i şerifin yakınında bulunan yüksek bir dama çıkarak, ilk ezanı, öğretilen kelimelerle okudu.
Hazret-i Ömer, Hz. Bilal-i Habeşi’nin okuduğu ezan sesini işitince, koşarak Resulullah efendimizin huzuruna geldi. Hazret-i Bilal’in söylediği kelimeleri, aynen rüyasında gördüğünü arz etti. O gece, Eshab-ı kiramdan bazıları da aynı rüyayı görmüşlerdi. Böylece beş vakit namazda bu ezan okunur oldu.
Bir de, farz namaza başlamadan önce okunması sünnet olan, ikâmet (kâmet) vardır. Bunda, ezândan farkı fazla olarak “Hayye alelfelâh”tan sonra “Kadkâmet-is salâtü” (Namaz başladı) cümlesi vardır. Kadınların, ezân ve ikâmet okuması caiz değildir.
Ezân, Müslüman ve akıllı biri tarafından okunur. Deli, fâsık, çocuk, Müslüman olmayan, cünüb olan, sarhoş ezân okuyamaz. Hoparlör ile de okunamaz, bid’attir. Ezân, bildirilen kelimelerle ayakta okunur. Tercümeleri hangi lisanda olursa olsun okunmaz. Okunduğu zaman ibâdet değiştirilmiş olur. Ezân, farz namazların vaktinde kılınması sırasında okunur. Ezân ve ikâmet kıbleye karşı okunur. Okunurken konuşulmaz ve selâma cevap verilmez. Konuşulursa her ikisi tekrar okunur.
Ezândan sonra salât ve selâm okumak ilk olarak, hicrî 781 (M.1351) senesinde Sultan Nâsır Selâhaddîn’in emriyle Mısır’da başladı. Cenâze olduğunu bildirmek için minârelerde salât okunması mûteber (kıymetli) kitaplarda yazılı değildir. Çirkin bir bid’attır. Dinde sonradan ortaya çıkarılan bir iştir.
EZANA HÜRMET ŞART
Sünnete uygun olarak okunan ezan ile alay eden, beğenmiyen, söz ile, hareket ile, hakâret eden kâfir olur. Sünnete uygun olarak okunan ezanı duyan kimse, cünüb olsa da, câmi hâricinde Kur’an-ı kerim okuyor ise de, işittiğini yavaşça söylemesi sünnettir. Ezandan sonra, salevât getirilir. Sonra ezan duâsı okunur. (Dua: Allahümme rabbe hâ zihid-dâvetit-tâmmeti ves-salâtil-kâimeti âti Muhammedenil-vesîlete vel fadîlete ved-dereceter-refîate veb’ashü mekâmen mahmûdenil-lezî ve’adtehü inneke lâ tuhlifül-mîâd).İkinci, “Eşhedü enne Muhammeden resûlullah” söyleyince, iki baş parmağın tırnaklarını öptükten sonra, iki göz üzerine sürmek müstehabdır.
|
Maksatları dinde kargaşa çıkarmak!.. |
|
Dinde yenilik, dinin çağa uydurulması, güncelleştirilmesi adı altında dinde sinsice reform yapmak isteyenler, buna gerekçe olarak, “Dinde bulunmayan birçok şeyler, hurâfeler, sonradan İslâmiyete karışmıştır. Bunun için İslam âlemi geriledi. Bu gerilemenin sebebi, çağlar öncesi yazılmış fıkıh kitaplarıdır. Bunlar saf dışı edilmedikçe, bunlardan kurtulmadıkça ilerlememiz, çağdaşlaşmamız mümkün değildir” diyorlar.
Evet, Müslümanlarda, birkaç yüz seneden beri bir duraklama, hattâ gerileme olduğu meydandadır. Bu gerilemeyi görerek, İslâmiyetin bozulduğunu söylemek, hele bunu fıkıh kitaplarına, mezheplere yüklemek çok haksız ve pek yanlıştır.
Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dine sarılmamaları, dînin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır. İslâm dînine, başka dinlerde olduğu gibi, hurâfeler karışmamıştır. Câhillerin yanlış inanışları ve konuşmaları olabilir. Fakat bunlar, İslâmın temel kitaplarında bildirilenleri değiştirmez. Bu kitaplar, Resûlullahın sözlerini ve Eshâb-ı kirâmdan gelen haberleri bildirmektedirler.
DİN, ASRA GÖRE DEĞİŞMEZ!
Bu temel fıkıh kitaplarını, her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zaman için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur’ân-ı kerime ve hadis-i şeriflere dayanarak, bunlara uydurarak yapmaya kalkışmak, Kur’ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bilmemenin, İslâmiyeti anlamamanın bir alâmetidir.
İslâmın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslâm dîninin hakîkatine inanmamak olur. İslâmiyet âdetlere, modaya yer verseydi, daha kuruluşunda câhil Arabların kötü âdetlerini yasak etmez, o zamanın en kıymetli âdeti olan ve Kâbe’nin içine kadar girmiş bulunan putperestliği hoş görürdü.
İslâm dîni ilim üzerine kurulmuştur. Her bakımdan, selîm olan akıllara uygundur. Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmemiş olan şeylerde, akla ve ilme uygun yeni emirler çıkarmak, yâni kıyâs ve ictihâd yapmak İslâmiyetin ana kaynaklarından biri olur ise de, bunu yapabilmek için, her şeyden önce Müslüman olmak ve lüzûmlu bilgilere mâlik olmak lâzımdır.
Dinde reform isteyenler, temel fıkıh kitaplarına dokunmayıp, yalnız câhil halk arasına yerleşmiş olan hurâfeleri yok etmeyi düşünüyorlarsa, buna bir şey denemez. İslâmiyete hizmet etmiş olurlar. Fakat, böyle iyi düşündüklerine inanabilmemiz için, önce hakîkî ve samîmî Müslüman olduklarını ispat etmeleri gerekir. İslâmın ana bilgilerini, temel fıkıh kitaplarını değiştirmeye, zamana uydurmaya kalkışmak, İslâmiyeti değiştirmek, bozmak olur. Müslüman demek, bu ana bilgilere inanan, saygı gösteren, bunları bozmaya kalkışmamaya söz veren kimse demektir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin temel kitaplarında hiçbir hurâfe yoktur. Din câhilleri arasında hurâfeler bulunur. Bunları temizlemek için de, (Ehl-i sünnet) kitaplarını yaymak, gençlere bunları öğretmek lâzımdır. Din yobazları, büyük İslâm âlimlerini lekeleyerek, kendilerini onların yerine geçirmek istiyorlar. İslâmiyetin temel bilgilerini toplamış, dünyaya yaymış olan İslâm âlimlerini ve topladıkları İslâm ilimlerini, kitaplarını ayaklar altına alıyorlar.
DİNİ TARTIŞILIR HALE GETİRMEK
Büyük âlim İmam-ı Şarani (Mîzân-ül-kübrâ) kitabında diyor ki: “Sünnet, yâni hadis-i şerifler, Kur’ân-ı kerimi açıklamaktadır. Mezhep imamları, sünneti açıklamışlardır. Din âlimleri de, mezhep imamlarının sözlerini açıkladılar. Kıyâmete kadar da böyle olacaktır.”
14 asırdır, dini anlamada, öğrenmede usul, yol budur. Bunun dışına çıkmak dini tartışılır hale getirir. Eğer mezhepler, fıkıh âlimleri olmasaydı, dinde pek çok husus kapalı kalırdı. Bu kapalı hususları herkes kendine göre açmaya çalışır, dinde anarşi, karışıklık olurdu. Bugüne kadar, dinde karışıklığın olmaması, asırlardır her Müslümanın aynı itikatta olması, aynı ibadeti yapması İslâm âlimlerinin gayretleri, fıkıh kitapları sayesinde olmuştur. Âlimleri, fıkıh kitaplarını devre dışı bırakmak, yok farz etmek dinde karışıklık, anarşi çıkarmakla eş değerdedir.
|
Bid’ati iyi bilmeli! |
|
Bid’at konusu, müslümanlığı yaşayanları yakından ilgilendiren bir kelimedir. Bir kısım müslümanların sünnet diye işlediği işlere, bazı müslümanlar bid’at diyor. Kiminin bid’at diyerek sakındığı şeylere bazıları da sünnet diyor. Adam sünnet diye iki karış sakal uzatıyor. Kimi de sünnet diye yüzünde yarım parmak kadar kıl bırakıyor. Bunların hangisi sünnet veya bid’at? Bid’ati sünnet diye işlemek haramdır. Müezzinin farza başlarken okuduğu üç ihlas sünnet mi bid’at mi? Müezzinin tesbihlere komut etmesi nedir? Namazlardan sonra Ayet-el kürsi yerine selaten tüncina okumak bid’at midir? TVdeki imama uyup namaz kılmak, teybe ezan okuyup bunu her vakitte ezan olarak dinlemek ve ilahileri, mevlidleri herhangi bir çalgı aleti ile çalmak bid’at midir? Anneler babalar günü tertip etmek yaş günü tertip etmek bid’at midir? Evliya kabirlerine gidip onlardan yardım istemek bid’at midir? Ölünün yedinci, kırkıncı, elliikinci gecelerini yapmak bid’at midir? Ağaçlara bez bağlamak, nazar boncuğu takmak bid’at midir?..
Sünnet olduğu halde bid’at olarak bilinen veya bid’at olduğu halde sünnet gibi işlenen çok şeyler vardır. Hepsini saymaya lüzum yoktur. Genel kaide bilinirse, hepsinin cevabını kendimiz verebiliriz.
Bid’at nedir?
Bid’at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibâdette olur.
Âdette bid’at, sevab beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid’at, bir ibâdeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği birşey değilse günah olmaz. Âdette olan bid’at, ceket, pardösü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimiz, papaz ayakkabısı ve kolları dar Rum cübbesi de giymiştir. Fen bilgileri ve fen aletleri, fen işleri dinde bid’at değildir. Bunları faydalı yerlerde kullanmak günah değildir. Fenni buluşlara sahip çıkmak, dinimizin emridir. Çünkü (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emretmektedir.
İbadette Bid’at, Peygamber efendimizin ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve adetlere denir. İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır ve sapıklık yapan da Cehennemdedir.) buyuruldu. İbadete bid’at karıştırmak, Allahü teâlânın bildirdiği dinde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur. Kâfirlerin ibâdet olarak yaptıkları şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz. Mesela papazlar, ibâdet için zünnar kuşanır, haç takar. Müslümanların, böyle yapması küfür olur.
Bizden olmayanlar
Peygamber efendimizin, (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir.) sözünü düşünerek, ibadetlere ilâve ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır! Dini kuran biz değiliz ki, değiştirme yetkisi bizde olsun! İtikad ve ameldeki bid’atten de çok sakınmalı. Hayhuy edenleri veya (Kur’anla amel etmiyorsunuz, ben de bu Kur’anı yere atıyorum) diyerek Mushafı şerifi halkın üzerine atan, sonra para toplamak için ağlayan kimseleri görüp de, bu bid’at sahiplerini iyi müslüman sanmamalıdır. Çünkü Peygamber efendimiz, (Bid’at işleyene şeytan çok ibâdet yaptırır. Onu çok ağlatır.) buyurmaktadır.
Şimdi bir şeyin bid’at olup olmadığını bilmek için genel bir kaide verelim: Sünnet olmayan bir şeyi sünnet diye işlemek bid’attır. Mesela Aşure günü sünnet sanarak aşure pişinmek bid’attır. Sünnet olmadığını bilerek, o gün bir tatlı yapmak niyetiyle aşure pişirmek bid’at olmaz, sevap olur. Sakalın sünnet ölçüsü dudaktan itibaren bir tutamdır. Sünnet diye bunu kısa yapmak bid’at olur. Çünkü sünneti değiştirmek haramdır. Bu kaide öğrenilince, öteki bid’atleri de bilmek çok kolay olur.
Bid’at ve bid’atin zararları |
|
Her müslümanın, çok önemli bir konu olan bid’atin ne olduğunu, zararlarını ve günümüzde işlenen bid’atleri bilmesi gerekir. Çünkü bid’at, günahların en büyüğüdür. Katillikten, eroin içmekten, hırsızlıktan daha büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Bid’atler yayılınca, ilmi olan bunu herkese bildirsin, bildirmezse, Kur’an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) ve (Bir sünneti ihya etmek veya bir bid’ati kaldırmak için bir hadis nakledenin yeri cennettir.) buyuruluyor. (İ. Asakir, Ebu Nuaym)
Bid’atin tarifi: Bid’at, âdet veya ibâdette sonradan ortaya çıkarılan her şeye denir.
Âdette bid’at: Sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan işler, mesela uçağa binmek, şalvar giymek, çay, kahve, kola içmek gibi şeylerdir. Bunun gibi şeyler, bir ibâdeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Peygamber efendimiz, mübarek ayaklarına kadar uzun gömlek, yani entari giyer, şalvar giymezdi. Mübarek hanımları da entari giyer, çarşaf giymezdi. Şalvar ve çarşaf âdette bid’attir. Pardesü ve manto da, çarşaf gibi âdette bid’attir, günah değildir. Çünkü Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydiği hadis-i şerifle bildirildi. (Tirmizi)
İbâdette bid’at: Peygamber efendimizin ve dört halife zamanında bulunmayıp da, sonradan ibâdet olarak meydana çıkarılan inanışlar, huylar, sözler, işler, şekiller, âdetlerdir. İbâdet olarak ortaya çıkan böyle bir bozukluğu sevap bekleyerek yaymak yasak edilen bid’attir. Bu bid’at üçe ayrılır:
1- Küfür alameti kullanmak [mesela haç takmak] en kötü bid’attir. Bu bid’ati işleyen kâfir olur.
2- Ehl-i sünnete aykırı inanışlar da kötü bid’attir. Böyle inanana, 72 sapık fırkaya bid’at ehli denir.
3- İbâdet olarak yapılan yenilikler, reformlar büyük günahtır. İbâdetlerde böyle değişiklik yapanlara da bid’at ehli denir. Bunlar hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Her bid’at sapıklıktır, her sapık da ateştedir.) [İ. Asakir]
(Bid’at ehlinin duası, namazı, orucu, haccı, cihadı, farz ve nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın çıktığı gibi dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
(Bir bid’at çıkarılınca, bir sünnet kalkmış olur.) [İ. Ahmed]
(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid’atler meydana çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid’atlere uyan ise, kendilerine çok yardımcı bulur.) [Şira]
(Bir zaman gelir ki, Sünnet, bid’at gibi çirkin görülür, bid’at ise sünnet gibi rağbet görür. Kötüler halka musallat olur. İyiler duâ eder, ama duâları kabul olmaz.) [Hatîb]
(Bid’at ehli olanlar, yaratıkların en kötüleridir.) [Ebu Nuaym]
(Allahın, meleklerin ve bütün insanların laneti, ümmetime hıyanet eden, yani bid’at çıkarıp, onunla amel edenlerin üzerine olsun.) [Dare Kutnî]
(Bid’at çıkarana da, onu himaye edene de lânet olsun.) [Buhari]
(Bid’at ehli Sırat’tan geçemeyecek, cehenneme düşecektir.) [İbni Asakir]
(Bid’at ehlini beğenmeyenin kalbi, îman ile dolar.) [Gunye]
(Bid’at ehli, cehennem ehlinin köpekleri olacaktır.) [Buhari] (Yani cehenneme köpek şeklinde atılacaktır.) [Yarın günümüzdeki bid’atler]
|
Günümüzde işlenen bid’atler |
|
Dün açıkladığımız gibi, ibâdetlere bir şey ilave etmek bid’attir, büyük günahtır. Dinimiz noksan değildir. Hâşâ Allahü teâlâ veya peygamberimiz dinde bir şeyi eksik bırakmış da, daha iyisini biz mi yapacağız? İbâdete bid’at karıştırmak, Allahü teâlânın dininde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur.
Mesela akşam namazının farzını 3 rekat yerine, daha fazla ibâdet etmek için, 4 rekat kılmak bid’attir. 3 yerine de geçmez, namaz hiç kabul olmaz. Tesbihleri 33 yerine, çok sevap olsun diye 40 defa veya daha fazla çekmek bid’at olur. Halbuki hiç tesbih çekilmeden gidilse günah olmaz.
Namazlardan sonra âyet-el-kürsi okunur, tesbihler çekilir ve duâ edilir. Duâ ederken salâten tüncina okunur. Ayet-el kürsinin okunduğu yerde salâten tüncinayı okumak sünneti değiştirmek olur, yani bid’attir. Peygamber efendimiz nasıl ibâdet etmişse, mezhebimiz bunu nasıl bildirmişse, o şekilde ibâdet edilir. “Şunu da yapalım, ötekini de ilave edelim” demek, dinde değişiklik olur. Hadis-i şerifte, (İbâdetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruluyor.
Bid’atlerden bazıları şunlardır:
İnce çoraba veya çıplak ayağa mesh etmek. (Dürer), Kur’an-ı kerimi tegannî ile okumak. (Bezzâziyye), Namazı hoparlör ile kıldırmak. (Mezahibi erbea, Elmalılı tefsiri), Sünnet ile farz namaz arasında duâ etmek, tesbih çekmek, üç İhlas okumak. (İbni Abidin), Müezzinin tesbihlere komuta etmesi. Hutbeyi Türkçe olarak okumak. (El edille), Namaz kılıp, duâdan sonra şükür secdesi yapmak. (Dürr-ül-muhtâr), Namazlardan sonra imam ile, eli göğse koyarak selâmlaşmak. (S. Ebediyye), Camide her namazdan sonra müsafeha etmek [Tokalaşmak] (Reddül muhtar), Estağfirullahel’azîm ellezi... diye başlayan istiğfarı müezzinin yüksek sesle okuması. (El İbda), Vaazdan sonra, cenazede yüksek sesle duâ etmek. (Mekâtîb-i şerife), Mezar taşı üzerine âyet-i kerime, şiir, methiye vs. yazmak. (S. Ebediyye), Aşure günü aşure pişirmeyi ibâdet sanmak. (S. Ebediyye), Bir kabirden başka bir yere nakledilirken tekrar cenaze namazı kılmak. (Hindiyye), Eshab-ı kiramdan herhangi birini kötülemek. (Şerh-i Akâid), Kadını bir defada üç talakla boşamak. (Mecmua-i Zühdiyye), Cenazede yüksek sesle tekbîr getirmek, ilâhi okumak. (Halebî), Cenaze namazından sonra konuşma yapmak. (Zübdet-ül-makamât), Ölü evinden helva vs. dağıtmak. Ölünün 3, 7, 40, 52 veya 53’üncü günlerini yapmak. (Tahtavi), Kabir azabına inanmamak. (Akâid-i Şeybâniyye), Yatırlara mum yakmak. Mezhepsiz olmak. (Tahtavi), Zekeriya sofrası diye adak yapmak. (S. Ebediyye), Bir kişinin bildirdiği hadislere inanmamak. (Tâtârhâniyye), Mi’rac mucizesinin Kudüs’ten sonrasına inanmamak. (Bahr), Kısa sakala sünnet demek. (Hadika)
Hz. Mehdi geldiği zaman, (Bir zaman gelir ki, sünnet, bid’at gibi çirkin görülür, bid’at ise sünnet gibi rağbet görür.) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, bid’at işlemeye alışmış olan Medine’deki âlim, bid’ati güzel sanıp ibâdet olarak yaptığı için Hz. Mehdi’nin bid’at aleyhindeki sözlerine şaşıp “Bu adam bizim dinimizi yok ediyor” diyecektir. Hz. Mehdi, bu mezhepsizi öldürecektir. (Mek. Rabbani) [Yarın Bid’at ehli ile konuşmak]
|
Bid’at ehli ile konuşmak |
|
Bid’at ehli ile arkadaşlık yapmak, oturup onunla sohbet etmek caiz değildir.
İmam-ı Rabbanî hazretleri (İyi biliniz ki, bid’at ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Bid’at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir.) buyurdu. Muhammed Masum hazretleri de buyuruyor ki:
(Bid’at ehlinden başka herkese, dosta ve düşmana, Müslümana ve kâfire, daima güler yüz, tatlı dil göstermelidir. Bid’at ehline ve münâfıklara ve açıkça günah işleyenlere tatlı dil ve güler yüz câiz olmadığı için, zaruret olmadıkça, bunlarla karşılaşmamaya, görüşmemeye çalışmalı, görüşülürse, zaruret miktârını aşmamalıdır.)
Bid’at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
(Bid’at ehline sert davran! Allah, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim]
(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Dâvud]
(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!) [İbni Mace]
(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]
(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!) [İbni Hibban]
(Ben onlardan değilim. Onlara karşı cihad, kâfirlerle cihad gibidir.) [Deylemî]
(Bid’at işleyene büyük diyen, Müslümanlığı yıkmaya yardım etmiş olur.) [Mekt. Rabbani]
Bid’at ehlinden böyle uzak durmanın sebebi bid’atin çok kötü bir iş olduğu içindir. Çünkü bid’at çıkaran dine ilave yapıyor, Allahü teâlâ adına, peygamber adına hükümler koymuş oluyor. Allahın ve Resulünün koyduğu hükümleri beğenmemiş oluyor. Bütün günahlardan daha büyük günah işlemiş oluyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bid’at çıkaran ve bunu yapana şeytan çok ibâdet yaptırır, onu çok ağlatır.) [F.Bilgiler]
(Kim bid’at ehlinden buğz ederek yüz çevirirse, Allah onun kalbini korkudan emin kılar ve imanla doldurur. Kim bid’at ehline sert muamele ederse, Allahü teâlâ onu en büyük korku gününde emin kılar. Kim bid’at ehlini hakir ve zelil görürse, Allahü teâlâ onu cennette yüz derece yükseltir. Kim de bid’at ehline selam verir veya onu müjdeyle, sevindirici şeyle karşılaşırsa, Muhammed aleyhisselama indirilen Kur’an-ı kerimi küçümsemiş olur.) [Hatîb]
(Bir bid’at ehli öldüğünde İslâmda bir fetih vuku bulmuş gibi olur.) [Hatîb]
(Bir bid’at çıkaran, ölmeden önce mutlaka onun kötülüğüne maruz kalır.) [Taberânî]
(Bid’at ehlinden ilim öğrenmeye çalışmak, kıyâmet alâmetlerindendir.) [Taberânî]
(Bid’atlerin yayılışı, taşınamayan yüktür, bitmez, tükenmez kötülüktür.) [Taberânî]
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si [bid’at ehli olanlar] cehenneme gider.) [Tirmizî]
(Ümmetim gruplara bölünecek, bu grupları bid’atler kaplayacak, tıpkı kuduz ısırıp da, kuduran kimsede hiçbir damar bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’at de onların her hallerine sirayet edecektir.) [Ebu Davud]
O halde bid’atlerden çok sakınmalıdır.
Bid’at neden günahtır? |
|
Bid’at çıkaran, sahih hadisleri uydurma zanneder, İslâm âlimlerini beğenmez, dinde noksanlık görür. Dinde noksanlık sandığı hükümleri değiştirmeye, yeni hükümler koymaya çalışır. Bid’at ehli kibirlidir. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Kibrin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur: Büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak, onun tahtına oturup emirler vermek arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allahın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.
Bid’atin de hırsızlık, katillik gibi suçlardan daha büyük olmasının sebebi budur. Günah işleyen, katillik yapan kimse, Allahın emrine isyan etmiş olur, büyük günah işler. Fakat bid’at çıkaran kimse, Allahın, Resulünün ve Resulullahın varisleri olan âlimlerin bildirdiği hükümleri beğenmeyip yeni hükümler koymaya, bizzat dinin sahibi olmaya çalışıyor. Yani Allah adına, Resulü adına hareket ediyor, hatta onları beğenmeyip kendi görüşünü din gibi ortaya koymaya çalışıyor. Bu bakımdan bid’at ehli, hırsızdan, eşkıyadan daha büyük günah işliyor. İşte bunun gibi sebeplerden dolayı Peygamber efendimiz, (Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad, kâfirlerle cihad gibi önemlidir.) buyuruyor. (Deylemî)
İmam-ı Rabbanî hazretleri de buyuruyor ki: (Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid’at çıkarıyor, bid’atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Kur’an-ı kerimde Maide suresinin 3. âyet-i kerimesinde, mealen, (Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti vermekle razı oldum.) buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [asra göre, çağdaş tefsir yazmaya ve çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak bu âyet-i kerimeye inanmamak olur. Bu bakımdan bid’at ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlıktan daha kötüdür. Bid’at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir.)
14 asırdan beri, İslam âlimleri, bid’at ve hurafe karışmamış olan dinimizin bayrağını birbirine teslim ede ede, emin ellerle günümüze kadar getirmişlerdir. Böyle bir dini beğenmeyen ve Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kimse elbette en büyük günahı işliyor.
Sahih hadis-i şerifleri, muhkem âyetleri yersiz tevil ederek açık gezmenin caiz olduğunu söylemek, eşkıyalık gibi veya çıplak gezmek gibi, büyük günahlardan biri değildir. Bunlardan da tehlikelidir, yani küfürdür. Çünkü hadis-i şerifte, (Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruluyor. Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimi nasıl tefsir etmişse, Eshâb-ı kiram bize nasıl bildirmişse, öyle anlamak gerekir. Herkesin anlayışına göre din olsa idi, insan sayısı kadar din olurdu. [Bid’atler toplu olarak yarınki yazıda bildirilmektedir.]
|
Yanlış inanç ve hurafeler |
|
Yıldız falı, kahve falı, el falı gibi her çeşit fal hurafedir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Falcının, büyücünün söylediklerine inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberânî]
(Fal baktıran, falcıya inanmasa bile, kırk gün namazı kabul olmaz.) [Müslim]
Cincilerin cinden kurtardığına inanarak, onlara ücret vermek caiz değildir. Çalınanları, kaybolanları bilirim diyen ve buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum” diyen de kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ, bir de onun vahy ve ilham ettikleri bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, “Bana cin haber verdi” demek caizdir. Cinden arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmek caiz değildir. Cincilerin ve büyücülerin söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allahtan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır. Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek, büyü çözmek için büyü yapmak da caiz değildir. Büyü yaparken, küfre sebep olan bir şey yapmak küfürdür. Böyle olmazsa, büyük günahtır. Hadis-i şerifte (Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir.) buyuruldu (Bezzar)
Bir şeyin, bir günün veya bir yerin uğursuz sanılması, Yahudilikte vardır. Hıristiyanlıkta da, 13 rakamının uğursuzluk getirdiğine inanılır. Dinimizde uğursuzluk yoktur. Fakat, (Şu iş veya şu ev bana uğursuz geldi) demek caizdir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Uğuru ve uğursuzluğu en çok olan uzuv dildir, kötü huy uğursuzluk getirir.) [Taberânî]
Eskiden yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı. Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp, yola devam ederler, kuş sola uçarsa, uğursuz sayıp geri dönerlerdi. İslamiyet bunu yasaklamıştır.
Burçlara göre fal açmak da hurafedir. Her burçta doğan aynı karaktere sahip olsa, bütün dünyadaki insanlar burç sayısı kadar yani 12 karakterli olurlar. Aynı burçta doğan iki kişiden biri âlim, diğeri zâlim, biri sert, öteki yumuşak olabilir. İnsanların karakterlerini burçlar tayin etmez.
Siftah olarak alınan parayı çeneye sürmek, güvercine kâğıt çektirmek, misafir giden evi 3 gün süpürmemek, salı günü yola çıkmamak, sabunu elden ele vermemek, kötü bir şey söylendiği vakit eliyle bir yere tıklayarak “şeytan kulağına kurşun” demek, cenazede küreği birinin eline vermeyip yere atmak. Lohusa kadının kırkı çıkıncaya kadar, dışarı çıkmaması, yanında birisinin bulunması, hatta yanına bir süpürge olsun koymalı demek, kırkı çıkmamış iki çocuğu birbirinin yanına getirmemek batıl inançtır.
Nevruzu, Noeli kutlamak, dert ve dilek için yatırlarda bulunan ağaçlara çaput bağlamak, türbelere mum dikmek, cenazeyi yüksek sesle tekbirle veya marşla götürmek, matem işaretleri taşımak, çelenk götürmek caiz değildir.
|
Bazı bid’atler |
|
Dün, bid’atin büyük günahlardan olduğunu bildirmiştik. Bugün de bazı bid’atleri bildiriyoruz: Cennette, Allahü teâlânın görüleceğine inanmamak, Gökte Allah var demek, Allah dede demek, Hz. Ali’yi diğer üç halifeden üstün sanmak, Eshabı kirama veya fasık Müslümanlara bile lanet etmek bid’attir. Namaza başlarken yalnız dil ile niyet etmek bid’attir. Kalb ile niyet şarttır. Kur’anı, zikirleri, tekbirleri müzikle veya ney çalarak okumak bid’attir, tasavvuf müziği de bid’attir. Ücretle Kur’an okumak bid’attir. Hutbenin ikinci kısmında, aşağı basamağa inmek, sonra tekrar yukarı basamağa çıkmak, mest üzerine mesh etmemek ve çıplak ayağa mesh etmek bid’attir. Vaazdan sonra toplanarak yüksek sesle duâ yapmak, mübarek gecelerde, câmilerde fazla ışık yakmak bid’attir. Kısa sakal ile sünneti yerine getirdiğine inanmak.
Büyük zatların ölüm yıldönümlerinde matem tutmak bid’attir. Cenaze olduğunu bildirmek için, minarelerde salâ okumak, ölünün 40. ve 52. gecesini yapmak, mezar taşlarına resim koymak, Fatiha ve methiye yazmak bid’attir. Türbe veya camilerde tavaf eder gibi dönmek bid’attir.
Bid’at olmayanlar
Bid’at ehli, aşağıdakileri de hurafe saymışsa da yanlış söyledikleri çeşitli kitaplarda yazılıdır:
Kur’an ve hadiste olmayıp da, icma veya kıyası fukaha ile meydana gelen hükümler bid’at değildir. İki bayram arasında nikah yapmak caizdir. Peygamber efendimiz, Cuma gününe rastlayan bir bayram günü, namazdan sonra, nikah yapması istenince, (İki bayram arası nikah olmaz) buyurdu. Yani vakit dar, bayramlaştıktan sonra tekrar cuma namazı için mescide geleceğiz demek istemiştir.
Nazar için kurşun dökmek, nazar boncuğu takmak, tarlaya at kafası takmak bid’at değildir. Bunlara bakılınca, gözlerdeki şua ilk defa oraya gider ve nazar önlenir. (Hindiyye)
Ölü işittiği için, ölüye telkin vermek sünnettir. Devir ve iskat bid’at değildir. Definden sonra, mezarlıkta, cenaze sahiplerine taziyede bulunmak bid’at değildir.
Peygamber efendimizin âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak [mesela entari giymemek] yahut da yapmadığı şeyleri yapmak, [mesela çatal kaşık kullanmak] bid’at değildir.
Ölmüş evliyaya adak yapmak, yani mübarek bir zatı vesile edip, Allahü teâlâya yalvarmak caizdir. Mesela (Hastam iyi olursa, sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine olmak üzere, Allah için, adak olarak bir koyun keseceğim.) demek. Burada, Allahü teâlâ için kesilen adağın sevabı Seyyidet Nefise hazretlerine bağışlanıyor, onun şefaati ile, Allahü teâlâ, hastaya şifa veriyor kazayı, belâyı gideriyor. Koyunu mezar başında kesmek haramdır. Puta tapanların, put yanında kesmelerine benzememeli. Türbenin avlusu genişse, bir kenarda kesilebilir.
İşleri, Allahü teâlânın yaptığına inanarak, türbelerdeki evliyadan yardım istemek, onların hürmetine dua etmek de bid’at değildir. Hz. Mevlana, (Ben ölünce, beni düşünün, imdadınıza yetişirim) buyurdu. Deylemî’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı.) hadis-i şerifi de, Allahü teâlânın izni ile, ölülerin dirilere yardım ettiğini göstermektedir.
İbadete bid’at karıştırmak |
|
Dinimizde yankı sesi ile ibadet edilmez. R. Muhtar’da, (Dağa çarpıp yankı ile gelen ses, hakiki ses hükmünde olmadığı için, secde-i tilavet yapılmaz) buyuruldu. Gramofonda [ve teypte] okunan secde ayetini işiten, tilavet secdesi yapmaz. (M.Erbea)
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, Araf suresinin 204. ayetinin tefsirinde diyor ki: Kıraet (okumak), akıllı ve konuşan bir insanın ağzından çıkanı anlamaya ve anlatmaya yönelik sesli okumaktır. Cansızlardan çıkan sese ve yankılanmadan meydana gelen sese de kıraet denilemez. Fakihler “Bir kıraetin yankılanmasından hasıl olan sese, kıraet ve tilavet hükmü uygulanmaz” demişlerdir. Çınlayan, yankı yapan bir sesi dinlemek kıraet değildir, bir çınlama’dır. Kur’an okuyanın sesini aksettiren gramofon veya radyodan gelen sese de kıraet denilemez. Bu sesler bir kıraetin yansımasıdır, bunlara dinleme emrinin hükmü uygulanmaz. (s. 2361)
TV, video ve CD, iyi bir eğitim, öğretim vasıtasıdır. Mesela bunlarla Kur’an-ı kerim öğrenmek ve öğretmek, namazın nasıl kılınacağını tatbiki olarak göstermek çok iyi olur. Fakat namaz kılan imamın filmini alıp, imam yerine ekrandaki bu görüntüye uymak caiz olmaz. Okunan Kur’an’ı kasete alıp, mezara gidince, teybi açarak kaseti dinlemekle bizzat Kur’an okunmuş olmaz. Bunun gibi, bir kimse, namaz kılarken kendi filmini çekse, sonra her namaz vakti gelince, video ile bu filmi seyretse, namaz kılmış olmaz. Namaz kılmak, ezan okumak vakitli ibâdetlerdir. Bunları teyple yapmak, bid’attir. Hadis-i şerifte de, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu.
Dinde imamın görüntüsü değil, bizzat kendisinin olması gerekir. Ezan okuyan da bizzat müezzinin olması gerekir, teybe alınmış ses, ekrandaki imamın görüntüsü gibi gerçek değil, benzeridir. Benzer sesle ibadet olmaz. TV ekranındaki resim, imamın veya müezzinin kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, müezzinin bizzat kendi sesi değil, sesin benzeridir. İki ayrı şey, birbirine çok benzese de, aynı değildir. Mesela Ali ile ikiz kardeşi Veli, birbirine çok benzese de, ayrıdır. Biri Ali, öteki Veli’dir.
Bir insanın resmi, kendisinin tam benzeridir, aynısı değildir. Resmi yırtılsa, sahibine zarar gelmez. Bir kimse aynaya baksa, aynadaki görüntü, bakan kimsenin resmidir. Bu resim sahibinin bizzat kendisi değil, görüntüsüdür. Aynayı kırsak, görüntü kaybolursa da sahibine bir şey olmaz.
TV, teyp, CD ve radyodaki sesler de, sahibinin benzer sesidir, aynısı değildir. İmamın sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği bir ses haline dönüşüyor. Duyulan ses, imamın sesi değil, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hasıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titreyerek demir levhanın husule getirdiği sestir. Bu ses, imamın sesine, çok benzese de, benzeridir, aynısı değildir. TV’deki görüntüye imam diye uymakla, hoparlörden çıkan sese imamın sesi diye uymak aynıdır. Görüntü bizzat imam olmadığı gibi, ses de bizzat imamın sesi değildir. Onun için görüntüye ve cihazdan çıkan sese uymakla imama uyulmuş olmaz. (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değil) hadis-i şerifine uymalı, ibâdetleri değiştirmemeli. İmamın sesinden başka bir sese âmin denirse namaz bozulur. (Dürr-ül-muhtâr) [Hoparlörden çıkan sesin, imamın sesi değil benzer ses olduğu yukarıda açıklandı.]
Bid’at ehlinin ibadeti |
|
Yazarın birisi, (Evet Hamidullah bid’at ehlidir, ama hizmeti çoktur) dedi. Ben de, bid’at ehlinin ameline sevap verilmez dedim. O da, bid’at ile ilgili hadislerin, kiminin zayıf, kiminin ise uydurma olduğunu söyledi. Kaynaklar verdi. Diğerleri gibi bu yazarın da bilmediği husus, ictihad ictihadla nakzedilmediği gibi, bir âlim başka bir âlimin kitabındaki hadise uydurma demekle o hadis öteki âlime göre de uydurma olmaz. Ayrıca birçok din adamı da sahih olmakla, kabul olmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Önümüzdeki haftada yazılarım bu konu ile ilgilidir. Bid’at ehlinin amelinin kabul olmayacağına dair birçok hadis-i şerif vardır. Bir tanesi şöyledir: (Bir bid’at ehlinin namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tövbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
Hadika ve Berika’da (Bid’at ehlinin hiçbir ibadeti kabul olmaz) hadis-i şerifi açıklanırken, (ibadetleri sahih olur, fakat sevap verilmez) deniyor. Fasıkların ve bid’at ehlinin ibadetleri sahih olsa da kabul olmaz. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Sahih olur, fakat sevabı olmaz demektir. (Redd-ül Muhtar)
Bir hadisin uydurma olup olmadığını İmam-ı Buhari, İmam-ı Müslim, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi islam âlimleri bilemiyorsa, biz nasıl bileceğiz? Resulullahın varisleri olan bu âlimler, sahih ile uydurma hadisi ayıramayacak kadar, cahil mi? Yahut kasten uydurma hadis alacak kadar din düşmanı mı? Dini yeniden mi açıklayacağız? Mezhep imamlarımızı, hadis imamlarımızı, haşa biz mi sorguya çekeceğiz? Onlar dinimizi eksik olarak mı tanıttılar? (Kasten bana izafe ederek yalan söyleyen, hadis uyduran, cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifini bilmiyorlar mı veya biliyorlar da ihmalkârlıklarından mı uydurma hadisi kitaplarına alıyorlar? Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var demek, Resulullahın varislerine çirkin bir saldırıdır. Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyurdu ki: Tek kurtuluş fırkası olan Ehl-i sünnet vel-cemaat’e tabi olun. Allahın yardımı ve koruması ve tevfikı bu fırkada olanlaradır, gazabı ve azabı da bu fırkadan ayrılanlaradır. Bu fırka-i naciyye, bugün dört mezhebde toplanmıştır. Bu zamanda, bu dört mezhebden birine umayan, bid’at ehlidir ve Cehenneme gidecektir. (Dürr-ül-muhtar haşiyesi Zebayıh kısmı) [Yazar Hamidullahın bid’at ehli olduğunu söylediğine göre, cehenneme gideceğini bildirmiş oluyor.]
Şafii’de imam arkasında Fatiha okumak farz, Hanefi’de tahrimen mekruhtur. Farklı ictihad rahmet olduğu için ikisi de sevap alır. Sonra, ictihad ictihadla nakzedilemez. İmam-ı Şafii farz dedi diye Hanefiler Fatiha okuyamaz. Hanefiler de haram dedi diye Şafiiler bu ictihaddan vazgeçemez. Çünkü müctehid hata ederse bir, isabet ederse iki sevab kazanır. Bir müctehid, başka bir müctehidin ictihadını nakzedemez. Hadis konusunda da böyledir. İmam-ı Şafii, bu hadis mevdudur dese, Hanefilerce de bu hadis mevdu olamaz. Seyyid Abdülhakim efendi buyurdu ki: Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “Bu hadisi, Resulullah söylememiştir” anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre hadis değil, uydurmadır; fakat başka müctehide göre hadis sahih olabilir demektir. Farklı ictihadlar da aynen böyledir. Bana göre doğrusu bu der; fakat farklı ictihadda bulunan müctehide söz söylemez. Birinin uydurma demeye yetkisi varsa, ötekinin de sahih demeye yetkisi vardır. Bunun için hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz.
|
Bid’at nedir, ne değildir? |
|
Bid’at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibâdette olur.
Âdette bid’at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid’at, bir ibâdeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid’at, ceket, pardösü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydiği hadis-i şerifle bildirildi. (Tirmizi)
Fen ve fen bilgileri dinde bid’at değildir. Fenni buluşlara sahip çıkmak, dinimizin emridir. (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emrediyor. (Mevduat-ül-ulum)
İbâdette bid’at, Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbâdetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Bid’ati sünnet diye işlemek haramdır. Bunların hepsini din diye, ibâdet diye uydurmak veya dinin önem verdiği şeyleri dinden ayrıdır, din buna karışmaz demek bid’attir. Bid’atlerin bazıları küfür, bazıları büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu. (Müslim)
Bid’at çıkaran, dinde noksanlık görüp bazı hükümleri değiştirmeye, yeni hükümler koymaya çalışır. Sahih hadisleri uydurma zanneder, İslâm âlimlerini beğenmez. Bid’at ehli kibirlidir. İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki: Kibrin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur: Büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak, onun tahtına oturup emirler vermek arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allahın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.
Bid’atin de hırsızlık, katillik, fahişelik, içki içmek gibi haramlardan daha büyük olmasının sebebi budur. Günah işleyen kimse, Allahın emrine isyan etmiş olur, büyük günah işler. Fakat bid’at çıkaran kimse, Allahın, Resulünün ve Resulullahın varisleri olan âlimlerin bildirdiği hükümleri beğenmeyip yeni hükümler koymaya, bizzat dinin sahibi olmaya çalışıyor. Yani Allah adına, Resulü adına hareket ediyor, hatta onları beğenmeyip kendi görüşünü din gibi ortaya koymaya çalışıyor. Bu bakımdan bid’at ehli, hırsızdan, eşkıyadan, katilden daha büyük günah işliyor. İşte bunun gibi sebeplerden dolayı Peygamber efendimiz, (Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad, kâfirlerle cihad gibi önemlidir) buyuruyor. (Deylemi)
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: (Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid’at çıkarıyor, bid’atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m. 260)
|
Bid’at ve bid’at ehli olanlar |
|
Resulullah efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde olmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü ortaya çıkarmak ve böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek yasak edilen bid’at olur. Bid’at üç türlüdür:
1- İslamiyetin küfür alameti dediği şeyleri zaruret olmadan kullanmak, en kötü bid’attir.
2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da kötü bid’attir.
3- İbâdet olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde bid’at olup büyük günahtır. (c. 2, m. 19)
İbâdetlerde böyle değişiklik yapanlara da bid’at ehli denir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Her bid’at sapıklıktır.) [Müslim]
(Bir bid’at çıkaranın namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tövbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
(Allahü teâlâ, bid’at ehlinin ne duâsını ne zekâtını ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder, yağdan kıl çıkar gibi dinden çıkar.) [Deylemî]
(Bid’at ehli, bid’atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [Deylemi, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım]
(Bid’at ehlinin tövbesi, bid’ati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberâni] (Tövbesi kabul olmaz demek, bid’at ehli, bid’atinden sevap beklediği, iyi bir iş yaptığını sandığı için tövbe etmeyi düşünmez. Bu bid’atten vazgeçmediği için de ibâdeti kabul olmaz.)
(Bid’at ehlinin hiç birisi Sırattan geçemez, cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Bid’at çıkarıp, onunla amel edenlere lanet olsun.) [Dare Kutnî]
(Bid’at çıkarana da, onu himaye edene de lânet olsun.) [Buhari]
(Bid’at ehlini beğenmeyenin kalbi, îman ile dolar.) [Gunye]
(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid’atler çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid’atlere uyan ise, kendilerine çok yardımcı bulur.) [Şir’a]
(Amellerin en hayırlısı farzlar, en kötüsü de bid’atlerdir.) [Beyheki],
(Bid’at ehli, yaratıkların en kötüsüdür.) [Ebu Nuaym]
(Bid’at ehline sert davran! Allah, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Ümmetim gruplaşacak, bid’atlere bulaşacak, tıpkı kuduzun ısırıp da, kuduranda hiçbir yer kalmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’at de onların her hallerine bulaşacaktır.) [Ebu Davud]
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, [bid’at ehli olan] 72’si cehenneme gider. Yalnız bir fırka kurtulur. Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.) [Tirmizi] (Bu fırkanın ise, Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğu icma ile bildirildi.) [Mekt. Rabbani, Hadika]
Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at ehlidir. (Tahtavi)
(Bid’atler yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, Allahın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
(Bid’atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lânet olsun!) [Deylemi]
İmam-ı Malik hazretleri, (Bid’at ehlinin şahitliği kabul olmaz) buyurdu. O halde bid’atlerden çok sakınmalıdır.
|
Bid’at ehli ile dostluk kurmak |
|
Bid’at ehli ile arkadaşlık yapmak, oturup onunla sohbet etmek caiz değildir. İmam-ı Rabbanî hazretleri (İyi biliniz ki, bid’at ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Bid’at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir) buyurdu. (m. 260)
Bid’at ehlinden başka herkese, dosta ve düşmana, Müslümana ve kâfire, daima güler yüz, tatlı dil göstermelidir. Bid’at ehline ve münâfıklara ve açıkça günah işleyenlere tatlı dil ve güler yüz câiz olmadığı için, zaruret olmadıkça, bunlarla karşılaşmamaya, görüşmemeye çalışmalı, görüşülürse, zaruret miktârını aşmamalıdır. (Nikaye)
Bid’at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
(Bid’at sahibine hürmet eden, İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur) [Taberani]
(Bid’at ehline sert davran! Allah, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim]
(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Dâvud]
(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!) [İbni Mace]
(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]
(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!) [İbni Hibban]
(Onlar benden değil, ben de onlardan değilim. Onlarla cihad, kâfirlerle cihad gibidir.) [Deylemi]
(Kim bid’at ehlinden buğz ederek yüz çevirirse, Allahü teâlâ onun kalbini korkulardan emin kılar ve imanla doldurur. Bid’at ehline sert muamele edeni de, en büyük korku gününde emin kılar. Bid’at ehlini hakir ve zelil göreni de, cennette yüz derece yükseltir. Bid’at ehline selam veren veya onu sevindirici şeyle karşılayan, Kur’an-ı kerimi küçümsemiş olur.) [Hatîb]
(Bir bid’at ehli öldüğünde İslâmda bir fetih vuku bulmuş gibi olur.) [Hatîb]
(Bir bid’at çıkaran, ölmeden önce mutlaka onun kötülüğüne maruz kalır.) [Taberânî]
(Bid’at ehlinden ilim öğrenmeye çalışmak, kıyâmet alâmetlerindendir.) [Taberânî]
(Bid’at çıkarana, bunu yapana şeytan çok ibâdet yaptırır, onu çok ağlatır.) [Mekt. Masumiyye c. 2, m. 110]
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri Gunye’de buyuruyor ki: Hadis-i şerifte (Bid’at ehline, Allah için sert bakanın kalbini, Allahü teâlâ imanla doldurur ve korkulardan emin kılar) buyurdu. Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin Iyad, “Bid’at söyleyenleri ve yapanları sevenlerin ibâdetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez ve kalplerinden imanlarını çıkarır. Bid’at ehlini sevmeyenin ibâdeti az olsa da, Allahü teâlânın bunu affetmesi umulur. Yolda bid’at sahibine karşı gelirsen, yolunu değiştir” buyurdu. Süfyan bin Uyeyne de, “Bid’at ehlinin cenazesinde bulunana cenazeden ayrılıncaya kadar, Allah gadab eder” buyurdu. (Mektubatı Masumiyye c. 4, m. 29)
Bid’at ehlinden böyle uzak durmanın sebebi bid’atin çok kötü bir iş olduğu içindir. Çünkü bid’at çıkaran dine ilave yapıyor, Allah adına, Resulü adına hükümler koymuş oluyor. Allahın ve Resulünün koyduğu hükümleri beğenmemiş oluyor. Her günahtan daha büyüğünü işlemiş oluyor.
|
|
Bid’atler mayın gibidir |
|
Dinin bir emrini hiç yapmamaktansa, azını yapmanın bir zararı olur mu? Birkaç örnek vereyim:
1- Namaz rekatları çoktur. Her vakitte iki veya bir rekat kılsak, hiç kılmamaktan daha iyi değil mi?
2- Sünnet üzere sakal bırakmayıp yalnız çenede bırakmak, hiç bırakmamaktan iyi değil mi?
3- Kurban bayramında koç kesemedim, bir tavuk kestim, hiç kesmemekten iyi değil mi?
4- Üç arkadaş da, güçleri yetmediği için ortak bir koç kesmişler. Hiç kesmemekten iyi değil midir?
5- Tesbihleri 33 defa değil de 3 er defa çeksek, hiç tesbih çekmemekten iyi değil mi?
CEVAP: Bunlar ibadettir. İbadetleri değiştirmek, hiç yapmamaktan daha büyük günahtır. Çünkü hiç yapmamak belki tembellikten ileri gelebilir. Fakat ibadeti değiştirmek, kendi aklını beğenip Allah’ın emrini beğenmemekten ileri gelir. İbadet, Allah’ın gönderdiği Kitaba ve Peygambere uymak demektir. Bir insan, bir işi, Allah’ın emri olduğu için değil, kendi aklına uygun geldiği için yaparsa, Ona kulluk yapmamış, dinin emrini yerine getirmemiş olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Her bid’at sapıklıktır.) [Müslim]
(Bir bid’at çıkaranın namazı, orucu, haccı, cihadı, tövbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir ibadeti kabul olmaz, yağdan kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace, Deylemi]
(Dinde olmayan bir şey meydana çıkarılırsa, o şey merduddur.) [Buhari]
Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, dinde olmayan bir şeyi ortaya çıkarılır ve bunun ibadet olduğuna inanılırsa, yahut dinin bildirdiğinden bir fazlalık veya noksanlık yapılıp bunu yapmakta sevap beklenirse, bu değişiklikler, bid’at olur. İslamiyet’e uyulmamış, ona iman edilmemiş olur. Şimdi sorularınıza maddelerine göre cevap verelim:
1- Namazları bildirilen rekattan az veya çok kılan, hiç kılmamış olur, hatta emri değiştirdiği için bid’at işlemiş, büyük günaha girmiş olur.
2- Sakal, sarık gibi sünnet-i zevâiddir. Sünnet diye yalnız çenede sakal bırakmak sünneti değiştirmek olur, bid’at ve haram olur. Halbuki herhangi bir mazeretle sakal bırakmamak günah olmaz. Fakat sünnet diye, sünneti değiştirmek günah olur. Bir kimse, namaz böyle kılınır diyerek çeşitli jimnastik hareketleri yapsa, namaz kılmamaktan daha büyük günah işlemiş olur.
3- Dinimiz, tavuktan kurban olmaz diyor. Kurban olur demek Allah’ı yalanlamak olur. Dinimiz, Müslüman kadın gayri Müslim erkekle evlenemez diyor. Evlenir diyen Allah’ı yalanladığı için kâfir olur.
4- Dinimiz, bir koçu ancak bir kişi kesebilir diyor. Üç kişi de kesebilir demek dinin emrini yalanlamak olur.
5- Bir ağacın tam 33 metre uzağında hazine gömülü olsa, diğer yerlere mayın döşense, biz de, 33. metre olan yeri değil de, mesela 13 veya 43. metre uzaklıktaki yeri kazarsak mayına çarparız, üstelik, hazineye de kavuşamayız. Çünkü hazine 33. metrede gömülüdür. Dinin bütün emirleri böyledir. Bid’atler, haramlar mayın gibidir. Farzlar, sünnetler hazine gibidir.
|
|
|
En büyük günah nedir? |
|
Bid’at hakkında Resulullah, (Bid’at ehli benden değildir. Onlarla cihad kâfirlerle cihad gibidir. Bid’at ehli cehennemin köpekleridir) buyuruyor. Kibir için de, (Zerre kadar kibri olan cennete girmez) buyuruyor. Cenab-ı Hak da, (Kibirlenene, hiç acımam, çok acı azap ederim) buyuruyor. Bu ikisi diğer günahlardan niye daha büyüktür?
CEVAP: Kibrin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur:
Büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak, onun tahtına oturup emirler vermek arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.
Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi sıfatlarından kullarına az da olsa ihsan etmiştir. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bunlar, Kibriya, gani, yaratmak. Bu üç sıfatı hiç kimseye vermemiştir. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın hakkına tecavüz etmek olur. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şey Ona muhtaç olmak demektir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Kul bu üç sıfata sahip olmaya kalkarsa en büyük günahı işlemiş olur.
Bid’atin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur:
Günah işleyen kimse, Allah’ın emrine karşı gelmiş olur. Fakat bid’at çıkaran kimse, niyeti ne kadar iyi olursa olsun, Allahın bildirdiği hükümleri beğenmeyip yeni hükümler koymaya, bizzat dinin sahibi olmaya çalışıyor. Yani Allah adına hareket ediyor, hatta Allah’ın koyduğu hükümleri beğenmeyip kendi görüşünü din olarak bildiriyor. Yani kendisini hüküm koyucu ilah olarak görüyor. Bu bakımdan diğer bütün günahlardan daha büyük günah işlemiş oluyor.
Hoparlörden çıkan ses
Hoparlörden çıkan ses, imamın sesi olmadığı için okunan ezana saygı duymak günah mıdır?
CEVAP: Okunanın ezan olmaması ayrı, okunan şeye saygı ayrıdır. Orada Allah deniyor, Allah ismine saygı duymak gerekir. Birisi hep Kelime-i şehadet okusa okuduğu şeye saygı duymak gerekir.
Allah ismi ister teypten çıksın, isterse başka yerden gelsin, Allah ismine saygı duymak günah olur mu hiç. Günah olan, ezan olmayan şeye ezan demektir.
Sünnete uymak
Sünnetleri kılarken kaza namazına da niyet ediyoruz. Ancak bir arkadaş, (Yatsının son sünneti iki rekat, akşamın sünneti iki rekat iken bunu üç olarak kılmak sünneti değiştirmek olur, bid’at olur) dedi. Üç kılmak sünnete aykırı mıdır?
CEVAP: Sünnet olan farzın yanında bir namaz kılmaktır, rekat sayısı değildir. Peygamber efendimizin akşam namazından sonra altı rekat namaz kıldığı da olmuştur. Öğlenin son sünnetini dört rekat olarak da kılmıştır. Yatsının farzından sonra çok namaz kıldığı da olmuştur. Tekrar ediyoruz: Farzlardan önce veya sonra bir namaz kılmak sünnettir, rekat sayısı değil. Bu bakımdan kaza namazı kılmakla vaktin sünnetini de kılmış oluyoruz. Sünnet de terk edilmiş olmuyor.
|
|
|
|
Resulullahı övmek bid’at olmaz |
|
Sual: Mevlid okumaya bazıları bid’at diyor doğru mu? CEVAP: Vehhabiler, mezhepsizler, Resulullahı öven ve ondan şefaat isteyen Müslümanlara müşrik, yani puta tapan kâfir damgasını basıyorlar. Ülkemizde bunu açıkça söyleyemedikleri için, mevlide bid’at diyorlar.
Resulullahı övmek bid’at olmaz. Bu övgüden ancak Allah’ı sevmeyen rahatsız olur. Çünkü Allahü teâlâ Onu övmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.)[Sebe, 28]
(Senin için bitmeyen, sonsuz mükafat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin) [Kalem 3-4]
(Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın!)[Duha 5]
(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin.) [Ahzab 56]
Mevlidi, erkek kadın karışık olmadan, çalgı ve başka haram karıştırmadan, Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehabdır. (Ni’met-ül kübrâ, Hadika, M.Nasihat)
Doğum gününe önem vermeyi Hıristiyanlar, Müslümanlardan öğrenip almışlardır.
Mevlid okumanın kıymetli bir ibadet olduğunu bildirmek için İslam âlimleri çeşitli dillerde kitaplar yazmışlardır. Bunlardan on tanesi, Keşf-üz-zünun’da bildirilmektedir.
İbni Hacer-i Hiytemi hazretlerinin En-Nimet-ül-kübraisimli mevlid kitabı ile İmam-ı Süyuti hazretlerinin Erreddü ala men enkere kıraetel mevlid-in-Nebi kitabı meşhurdur.
Resulullahı çok övmek, mahlukların en üstünde olduğunu söylemek, Allahü teâlânın, sevgili Peygamberine verdiği üstünlükleri saymak ve Ondan şefaat istemek, büyük ibadettir. Buna karşı koymak, koyu bir cahillik, pek çirkin bir inattır. Resulullahı övmek, anmak lazım geldiğine delil olarak, Ahzab suresinin (Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor, iman edenler, siz de salevat getirin) mealindeki 56. âyet-i kerimesi yetmez mi?
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Mevlid gecelerinde toplanarak, mevlid kasidesi okumak, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehaptır. Salihlere elbise ve benzeri hediye vermek, bu geceye hürmet etmek olur. Bunları Allah rızası için yapmak çok sevap olur. (İbni Battal maliki)
Haram karıştırmadan...
Mevlid cemiyetinde, salihleri toplayıp, salevat okumak, fakirleri doyurmak, her zaman sevaptır. Fakat, bunlara çalgı gibi haram karıştırmak büyük günah olur. (Allame Zahirüddin bin Cafer)
Mevlid cemiyetinde, sadaka, hediye vermek, neşe ve sevinç göstermek, haram karıştırmadan mevlid kasidesi okutmak çok sevap olur. (Allame Nasirüddin)
Haram şeyler karıştırmadan mevlid cemiyeti yapmak müstehaptır. (S.ibni Mace şerhi)
Pazarlık etmeden, sırf Allah rızası için hatim veya mevlid okuyan hafızın, okutanın verdiği hediyeyi alması caiz olur. Kur’an okuyup hediye almayı meslek haline getirmemelidir! Zira âdet haline gelen hediye, şart edilen ücret gibidir. (Dürr-ül muhtar)
Ücretle okunan Kur’andan ölüye sevap hasıl olmaz. (Hidaye)
|
Mevlid Müslümanların bayramıdır |
|
Sual: Mevlid ne demektir? CEVAP: Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid Gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır.
Resulullah dünyaya gelince, amcası Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe, (Kardeşin Abdullah’ın oğlu oldu) diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişti. (Ona süt vermek şartı ile, seni azat ettim) demişti. Bunun için, Ebu Leheb’in, her mevlid gecesinde, azabı biraz hafiflemektedir. Mevlid Gecesi sevinen, o geceye kıymet veren müminlerin pek çok sevap kazanacağı buradan da anlaşılmaktadır. Hafız Muhammed ibni Cezeri Şafii diyor ki: (Ebu Leheb rüyada görülüp, ne halde olduğu sorulduğunda, çok azap çekiyorum. Ancak, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabım hafifliyor. Resulullah dünyaya gelince, müjde veren cariyemi sevincimden azat etmiştim. Bunun için, bu gecelerde azabım hafifliyor) dedi. Ebu Leheb gibi azgın bir kâfirin azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir mümin, Onun doğduğu gece sevinir, malını uygun yerlere dağıtır, ziyafet verir, böylece, Peygamberine olan sevgisini gösterirse, Allahü teâlâ onu Cennetine sokar.) [M. Nasihat]
Resulullah efendimiz, mevlid gecelerinde eshab-ı kirama ziyafet verir, dünyayı teşrifindeki ve çocukluk zamanındaki şeyleri anlatırdı. Hz. Ebu Bekir de, halife iken, eshab-ı kiramı toplar, Resulullah efendimizin dünyayı teşrifindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı. Bu gece, Resulullahın doğum zamanında görülen hâlleri, mucizeleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok sevaptır. Bugün veya ertesi gün oruç tutmakta mahzur yoktur. Tutulması iyi olur, sevap olur.
İslam âlimleri Mevlid Gecesine çok önem vermişlerdir. Hz. Mevlana, (Mevlid okunan yerden belalar gider) buyurmuştur.
Mevlid Gecesi, Kadir Gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta, Mevlid Gecesinin Kadir Gecesinden de kıymetli olduğunu bildiren âlimler de vardır. El-mukni, el-miyar ve Tenvir-ül-kulub kitaplarında Mevlid Gecesinin Kadir Gecesinden kıymetli olduğu bildiriliyor. (Ed-dürer-ül-mesun)
(Allah, bir kimseye söz ve yazı sanatı ihsan ederse, Resulullahı övsün, düşmanlarını kötülesin) hadis-i şerifine uyularak, asırlardır mevlid kitapları yazılmış ve okunmuştur. Resulullahı öven çeşitli mevlid kasideleri vardır. Meşhur olan ve Türkiye’de her zaman okunan mevlid kasidesini Süleyman Çelebi, 15. asırda yazmıştır. Bu kasidenin asr-ı saadetten sonra yazılması, bid’at olmasını gerektirmez. Çünkü Resulullahı övmek ibadettir. Her zaman Onu övücü kasideler, yazılar yazılabilir. Onları da okumak bid’at değil, sevap olur. Mevlid-i şerif okumak, Resulullahın dünyaya gelişini, Miracını ve hayatını anlatmak, Onu hatırlamak, Onu övmek demektir. Her müminin Resulullahı çok sevmesi gerekir. Bu da zaten imanın gereğidir. Çok sevmek kâmil mümin olmanın da alametidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Beni ana-baba, evlat ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz.) [Buhari]
(Bir şeyi çok seven, elbette onu çok anar.) [Deylemi] (Resulullahı seven de onu çok anar.)
(Peygamberleri anmak, hatırlamak ibadettir.)[Deylemi]
Bu ibadeti, şiir olarak söylemek daha tesirli olur. Resulullah efendimizin şairleri, camide, Resulullahı öven ve kâfirleri kahreden şiirler okurlardı. Peygamber efendimiz, bunlardan Hassan bin Sabit hazretlerinin şiirlerini çok beğenirdi. Buyurdu ki: (Hassan’ın sözleri, düşmanlara ok yarasından daha tesirlidir.)[M. Nasihat], (Allahü teâlâ, Resulünü övmek ve müdafaa etmek hususunda Hassan’ı, Ruh-ül-kuds [Cebrail aleyhisselam] ile takviye etmektedir.) [Buhari]
|
|
|
Her bid’at dalalettir! |
|
Sual: Hoparlörden çıkan sese âmin diyenin namazı bozulur deniyor. Halbuki ben ilmihallere baktım, namazı bozanlar arasında hoparlör yazmıyor. Hoparlörden çıkan sese âmin demek niye namazı bozuyor ki? Hoparlörle sesin yükseltilmesinin ne mahzuru olur ki?
CEVAP: Her ilimde olduğu gibi, fen ilminde de, o işin uzmanı söz sahibidir. Dinimiz de buna kıymet verir. Çünkü fen ilimleri, İslami ilimlerin bir koludur. Dinî bilgilerde ise edille-i şeriyye esastır. Fen bilgileri bunlara göre açıklanır.
Müslüman ve uzman bir doktor, bu hasta guslederse ölür diyorsa, teyemmüm gerekir diyorsa, o doktora inanılması gerektiğini, diğer fen işlerinde de durumun böyle olduğunu dinimiz bildiriyor. Hoparlörden çıkan ses, nakli seda mı, aksi seda mı, yoksa başka bir ses mi, bunu ancak uzmanı bildirir. Bütün uzman mühendisler bildiriyor ki:
(Hoparlörden çıkan ses, nakli seda değildir. Hoparlör, sesi yükseltici bir alet değildir. Yankı da değildir. İmamın sesi, hoparlöre verilince, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği bir ses haline dönüşüyor. Duyulan ses, imamın sesi değil, elektrik ve mıknatısın hasıl ettiği sestir. Yani hoparlörden çıkan ses, elektrik tesiriyle hasıl olan mıknatıs kuvvetlerinin titreyerek demir levhanın husule getirdiği sestir. TV ekranındaki resim, imamın bizzat kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, imamın bizzat kendi sesi değil, sesin benzeridir.)
Bütün uzmanlar böyle söyleyince, dinin emri gereği onlara inanmak gerekir. Helal olan üzüm şırası, alkol haline, şarap haline dönüşünce, o sıvı haram oluyor. Yok bu üzüm şırası diye inat etmek cahillikten başka şey değildir. Şarap da sirkeleşince helal oluyor. Şarap nasıl helal olur demek de cahilliktir. Yine uzman kimyager, (Necis yağ, mesela domuz yağı sabun haline dönüşse temiz olur) diyor. Evet bütün uzmanlar ne diyor? (TV’deki konuşan kimsenin resmi bizzat kendisi olmadığı gibi, sesi de bizzat kendi sesi değil, benzeridir) diyorlar. Şimdi gelelim dini hükmüne.
İbni Abidin’de diyor ki: “Başkasının sesine âmin diyenin namazı bozulur.”
Hoparlörden çıkan ses de, başka bir ses olduğuna göre, ona âmin diyenin namazı bozulur. Demek ki, namazı bozanların arasında başka bir sese âmin demek de var imiş. İnsan bunu bilmeyince, (Hoparlör sesi yükseltiyor ne büyük nimet. Herkes biliyor, siz bilmiyorsunuz) diyerek cahilliğini gösterir. (Herkes öyle diyo) demekle, çoğunluk dinde ölçü olmaz. Şaraptan yapılan sirkeye herkes haram dese de sirke helaldir. Dinde çoğunluğa uymak değil, hakka, doğruya uymak gerektiği bildiriliyor. Bir âyet meali şöyledir:
(İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.) [Enam 116]
Allah diyen kalmasa da...
Herkes dinsizleşse, Allah diyen kalmasa da tek başına Allah demeli. Herkes ibadetlerde hoparlör sünnet dese de, sünnet olmadığını, bid’at olduğunu bilmeli. Dünyanın çoğunluğu, zina suç değildir dese de, haram olduğunu bilmeli.
Hoparlör bid’atine güzel demek ne kadar çirkindir. İbadetlere bid’at sokmakla daha güzel ibadet edilmiş olmaz. (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir) hadis-i şerifini düşünerek, ibadetlere bid’at karıştırmaktan çok sakınmalıdır! Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bid’atten sakının; çünkü her bid’at dalalettir.) [İbni Asakir]
|
|
Bid’at, insan elinin değmesidir |
|
Sual: Bir yerde okudum. Bid’at, ilahi hükümler topluluğu olan dinimize insan elinin değmesi diye tarif edilmiş. Peygamberimiz de insan, müctehidler de insandır. Peygamberimiz, farklı hükümler bildirmiştir. Müctehidlerin de, birbirinden farklı hükümleri vardır. Biri bir husus için farz derken, öteki sünnet diyebiliyor. O zaman, bu insan eli değmesini nasıl açıklayabiliriz?
CEVAP: Resulullah, Allahü teâlânın elçisi ve vekilidir. Vekil, asıl gibidir. Allahü teâlâ, hüküm koyması için Resulüne yetki vermiştir. Artık, Resulünün koyduğu hükümler, beşerî değil, ilahî hükümler olur. Müctehid âlimler de, Resulullahın vekilleridir. Onlara, ictihad etme yetkisi verilmiştir. Bu farklı ictihadların, rahmet-i ilahi olduğu da açıklanmıştır. Bu bakımdan, Resulullahın hükümleri gibi, müctehidlerin, her biri rahmet olan farklı ictihadları, ilahi hükümlere zıt kabul edilmez. Çünkü ahirette Allahü teâlâ insanları, onların bildirdiği hükümlerle hesaba çekecektir. Şafii mezhebindekine, (Deniz haşeratını niye yedin), Hanefi mezhebindekine de, (Karşı cinse dokunduğun halde niye abdest almadın) diye sormayacaktır. Böyle olunca, onların koyduğu hükümler beşerî olmaktan çıkmakta, Allahü teâlânın emrine uygun gelmektedir.
Rahmet melekleri
Sual: Rahmet melekleri nerelere girmez?
CEVAP: Şu yerlere rahmet melekleri girmez: 1- İçinde canlı resmi veya heykeli bulunan odaya, 2- Alkollü içki bulunan yere, 3- Kumar oynanan veya kumar aleti olan yere, 4- Günah işlenen yere, 5- Köpek olan yere, 6- Cünüp bulunan odaya, 7- Çalgı aletleri bulunan odaya, 8- Misafir gelmeyen eve, 9- Avret yeri açık olan kimselerin olduğu yere, 10- Ana-babaya asi olunan eve. (Nisabül-ahbâr)
Pijama ile namaz
Sual: Nimet-i İslam kitabında, pijama ve gecelikle namaz kılmak mekruh deniyormuş. Doğru mu?
CEVAP: Pijama ile kılmak, mekruh değildir. Fakat yağlı, kirli iş elbisesi ile, büyüklerin yanına çıkamayacak kıyafet ile, pis kokulu elbise ve çorap ile namaz kılmak, mekruhtur. Başka elbisesi yoksa, mekruh olmaz. Nimet-i İslam kitabında, mekruhların 56.’sında, (Kirli iş elbisesi ile kılmak...) dendikten sonra, dipnotunda, (Gecelikler, mutat elbise olmakla, o kılıkta namaz kılmakta kerahet yoktur) denilmektedir. Görüldü gibi, Nimet-i İslam kitabına iftira edilmektedir.
Tehditle talak
Sual: Hanımına zulmeden, döven, dine uymasını yasaklayan, kocalık vazifesini yapmayan, eve barka girmeyip, nafakasını bile vermeyen, buna rağmen onu boşamayan sadist bir erkeğe, kadının yakınları, (Karını boşa yoksa seni öldürürüz) diye tehdit etseler, o da korkup hanımını boşasa, bu boşama dinen sahih olur mu?
CEVAP: Evet, sahih olur. O kadın iddet bittikten sonra başkası ile evlenebilir. Evlendikten sonra da, artık o kadını geri alamaz. Din kitaplarındaki ifade şöyledir: Tehdit edilen kimsenin sözü, mektubu, telefonu, mesajı ile talak, yani boşama Hanefi mezhebinde sahih olur. Diğer üç mezhepte sahih olmaz. Tehdit bittikten sonra, tehdit edilerek karısını boşayan kimsenin, kadın başkası ile evlenmemişse ve eski kocası ile de evlenmek istiyorsa, boşadığı kadını tekrar alması sahih olur.
|
|
Her bid’at sapıklıktır |
|
Sual: Niye faydalı olan bid’atlere itiraz edilir ki? CEVAP: Faydalı bid’at olmaz. Hâşâ o zaman, Allahü teâlâ dini eksik göndermiş olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Okul, kitap gibi dinin izin verdiği faydalı şeylere bid’at dememeli, Sünnet-i hasene, yani iyi iş demeli. Bid’atler, faydalı görünseler de, hepsinden kaçınmak gerekir. Hiçbir bid’atte fayda yoktur. Bugün kalbler karardığından, bazı bid’atler güzel görünse de, kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehenneme götürür.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai]
Kur’an-ı kerimde mealen, (Bazı şeyleri faydalı sanıp seversiniz, hâlbuki o şeyler sizin için zararlıdır) buyuruldu. (Bekara 216) Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram ve şimdiye kadar gelen İslam âlimleri, namazı nasıl kılmışlar, ibadetleri nasıl yapmışlarsa, aynen öyle yapmak gerekir. Eklemek ve çıkarmak, dini değiştirmek olur. İbadetlere bid’at sokmakla daha güzel ibadet edilmiş olmaz. (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir) hadis-i şerifini düşünerek, ibadetlere ilave ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır!
Öğleyle ikindiyi cem etmek
Sual: Bazen zaruret olunca öğleyi kılamıyorum, ikindi vakti girince ikindiyle birleştiriyorum. İkindiyle birleştirebilmek için nasıl niyet etmem gerekiyor?
CEVAP: İkindiyle öğleyi birleştirebilmek için önce, öğleyi vaktinde kılamazsam, asrı evvelde kılarım, asrı evvelde de kılamazsam, asrı sanide ikindiyle cem ederim diye düşünmek gerekir. Sonra da öğleyi meşru bir sebeple öğle vaktinde kılamayınca, İmam-ı a’zam hazretlerinin kavline uyarak asrı evvelde kılmaya çalışmalı, asrı evvelde de kılma imkânı yoksa, o zaman asrı sanide, Hanbeli mezhebi taklit edilerek ikindiyle cem ederek kılınır. Bugünkü öğle namazını cem ederek ikindi namazıyla kılıyorum diye niyet edilir.
Akşamı vaktinde kılamayan da, yatsıyla cem edebilmesi için böyle niyet eder. İkindide olduğu gibi yatsıda da iki vakit vardır. Buna İşa-i evvel ve İşa-i sani denir. [İşa, yatsı demektir.] İşa-i sani, işa-i evvelden, Eylülden Mart ayına kadar 10-12 dakika sonradır. Nisanda 12-14, Mayısta 14-18, Haziranda 18-19, Temmuzda 15-19, Ağustosta ise 12-15 dakika sonradır. Hem İmam-ı a’zam hazretlerinin, hem de İmameyn’in kavline uyabilmek için ikindiyi asr-ı sanide, yatsıyı da işa-i sani’de kılmak iyi olur.
“Kirli sakal” bırakmak |
|
Sual: Bildiğiniz gibi, Ahmet Mekki efendi hazretlerinin sakalı sünnete uygunken, sakalıyla alay edenler olduğu için sakalını kısaltmıştı. Benim de sünnete uygun sakalım vardı. Benim sakalımla da alay edenler oldu. Temelli kessem sakalını kazıttı diye söyleyenler çıkacağı için, mecburen kısalttım. Bu sefer de, (Böyle sakal bid’attir, haram işliyorsun) diyorlar. Acaba kısa sakalı sünnet niyetiyle değil de, bir özürden dolayı bıraktığım için, bid’at işlemekten kurtuluyor muyum?
CEVAP: Evet, sünnet niyetiyle bırakılmazsa bid’at olmaz. Ahmet Mekki Efendi hazretleri, tanınmış müftü idi. Sakalını kesmesi elbette uygun görülmezdi. Alay edilmemesi için de, kısaltmak zorunda kalmıştı. Bunu sünnet diye bırakmıyordu. Siz de sünnet diye bırakmazsanız bid’at ve haram olmaz. Seadet-i Ebediyye‘de, (Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veya tamamen kazımak haramdır. Benzemek niyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekruh olur) deniyor. Demek ki, sünnet denmezse haram olmuyor, mekruh oluyor. Bid’at sakal için, sünneti ifa ediyorum denmezse, haram olmadığı açıkça bildiriliyor.
İslam Ahlâkı kitabında da, (Dar-ül-harbde bulunan veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak yahut emr-i maruf yapabilmek, Müslümanlara ve İslamiyet’e hizmet edebilmek, dinini, namusunu koruyabilmek için sakalını kazımak caiz hatta lazım olur. Özürsüz olarak kısaltmak ve kazımak mekruh olur) deniyor. Buradan da bir özürle kısaltmanın veya kazımanın caiz olduğu anlaşılıyor.
Sünnet olmayan bir şeyi sünnet diye işlemek bid’attir. Mesela Aşure günü, sünnet sanarak aşure pişirmek bid’attir. Sünnet olmadığını bilerek, o gün bir tatlı yapmak niyetiyle aşure pişirmek bid’at olmaz. Bu inceliği iyi anlamak lazımdır.
ÜÇ HARFLİLERİ ÇAĞIRMAK!
Sual: Cin yerine “üç harfli” diyorlar. Cin denirse, onlar çağırılmış mı oluyor? Böyle bir şey var mı?
CEVAP: Böyle bir şey yok. Cine, cin demenin hiç mahzuru yoktur. Cin çağırılınca gelmez. Çağırılmasa da musallat olabilir. İmam-ı Rabbani hazretleri, cinden korunmak için, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm) okunmasını bildirirdi.
ÇENE ALTINI KAPATMAK
Sual: Kadınlar, namaz kılarken çene altlarını da, kapatmaları gerekir mi?
CEVAP: Evet, gerekir.
Cami, kilise ve reform |
|
Sual: Sandalyede namaza cevaz vermek, dinde reform değil midir? CEVAP: 20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesinde, şu haber çıkmıştı:
(Dinimizde yeni hayata, ilerlemeye uygun olarak yapılacak yenilikleri, İstanbul ilahiyat fakültesi profesörleri rapor halinde hazırlamışlardır.)
İttihatçılardan Köprülü Fuat, İzmirli İsmail Hakkı, Şerafettin Yaltkaya, Mehmet Ali Ayni gibi dinde reformcuların imzalarını taşıyan bu rapor şöyleydi:
(Din de, diğer sosyal teşekküller gibi hayatın akışına uymalı. Din, eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de muhtaç olduğu inkişafı göstermeli. Camilerimiz kullanılır hale getirilmeli, sıralar, [koltuklar, sandalyeler] konmalı, içeriye ayakkabıyla girilmeli. İbadet dili Türkçe olmalı, hutbeler Türkçe okunmalı. Camilere müzik aletleri konmalıdır.)
Bu rapor zamanla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Hastaların, namazlarını nasıl kılacakları, din kitaplarımızda açıkça bildirilmiştir:
Ayakta duramayan hasta, farzları da, secde ettiği yerde oturarak kılar. Rükû için eğilir. Secde için, başını yere koyar. Duvara, direğe, insana dayanarak, biraz ayakta durabilenin, ayakta tekbir alması ve o kadar da olsa, ayakta okuması farzdır. Hiç secde edemeyen kimse, ayakta durabilse bile, yere oturarak imayla kılar. Yere oturamayan, koltuğa, sandalyeye, çekyata oturursa, ayaklarını sallamaz. Ayaklarını büküp oturamazsa, ayaklarını sehpa veya benzeri bir şeye koyarak imayla kılar. (Feth-ul-kadir, Merak-ıl-felah, Halebi, Mecma-ul-enhür)
Yazar M. Emin Parlaktürk de, 17 Kasım 2009 tarihli yazısında, orta yaşlı olup da hasta olmadığı halde, camilerde sandalye üstünde namaz kılanları gördüğünü söyledikten sonra diyor ki:
(...Camilerde sandalye, tabure, koltuk ve benzeri oturakların hiç mevcut olmadığı zamanları da düşünerek, bugünleri görünce yarınlardan endişe edip, “Acaba, camilerimiz giderek kiliseye mi dönüşüyor?!” diyor, korku ve endişe arası bir düşünceye kapılıyorum!
Bu düşünceler beni Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ateşli tartışmalara götürüyor. Camileri modernleştirme adına mecliste yapılan konuşmalarda bazı mebusların, “Camilere kiliselerdeki gibi masa sandalye koyalım, Müslümanlar ibadetlerini oturarak yapsınlar” şeklinde teklifler sundukları dönem aklımıza geliyor. O dönemde şiddetle reddedilen bu teklifi, acaba biz cami cemaati olarak kendi ellerimizle hayata geçirmenin adımlarını mı atıyoruz?
Camilerde sandalye sayısı o kadar çok arttı ki, korkum bu gidişle cemaat safları sandalyelerle dolacak! Sahipleri de belli olduğu için yerinden kaldırılmayacak olan o sandalyeler, camilerin sedirleri gibi oturma mekânları haline gelecek!)
|
Yanlış inanç ve hurafeler |
|
Yıldız falı, kahve falı, el falı gibi her çeşit fal hurafedir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Falcının, büyücünün söylediklerine inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberânî]
(Fal baktıran, falcıya inanmasa bile, kırk gün namazı kabul olmaz.) [Müslim]
Cincilerin cinden kurtardığına inanarak, onlara ücret vermek caiz değildir. Çalınanları, kaybolanları bilirim diyen ve buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum” diyen de kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ, bir de onun vahy ve ilham ettikleri bilir. Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, “Bana cin haber verdi” demek caizdir. Cinden arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmek caiz değildir. Cincilerin ve büyücülerin söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allahtan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır. Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek, büyü çözmek için büyü yapmak da caiz değildir. Büyü yaparken, küfre sebep olan bir şey yapmak küfürdür. Böyle olmazsa, büyük günahtır. Hadis-i şerifte (Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir.) buyuruldu (Bezzar)
Bir şeyin, bir günün veya bir yerin uğursuz sanılması, Yahudilikte vardır. Hıristiyanlıkta da, 13 rakamının uğursuzluk getirdiğine inanılır. Dinimizde uğursuzluk yoktur. Fakat, (Şu iş veya şu ev bana uğursuz geldi) demek caizdir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Uğuru ve uğursuzluğu en çok olan uzuv dildir, kötü huy uğursuzluk getirir.) [Taberânî]
Eskiden yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı. Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp, yola devam ederler, kuş sola uçarsa, uğursuz sayıp geri dönerlerdi. İslamiyet bunu yasaklamıştır.
Burçlara göre fal açmak da hurafedir. Her burçta doğan aynı karaktere sahip olsa, bütün dünyadaki insanlar burç sayısı kadar yani 12 karakterli olurlar. Aynı burçta doğan iki kişiden biri âlim, diğeri zâlim, biri sert, öteki yumuşak olabilir. İnsanların karakterlerini burçlar tayin etmez.
Siftah olarak alınan parayı çeneye sürmek, güvercine kâğıt çektirmek, misafir giden evi 3 gün süpürmemek, salı günü yola çıkmamak, sabunu elden ele vermemek, kötü bir şey söylendiği vakit eliyle bir yere tıklayarak “şeytan kulağına kurşun” demek, cenazede küreği birinin eline vermeyip yere atmak. Lohusa kadının kırkı çıkıncaya kadar, dışarı çıkmaması, yanında birisinin bulunması, hatta yanına bir süpürge olsun koymalı demek, kırkı çıkmamış iki çocuğu birbirinin yanına getirmemek batıl inançtır.
Nevruzu, Noeli kutlamak, dert ve dilek için yatırlarda bulunan ağaçlara çaput bağlamak, türbelere mum dikmek, cenazeyi yüksek sesle tekbirle veya marşla götürmek, matem işaretleri taşımak, çelenk götürmek caiz değildir.
|
Bid’at ve fitneden sakınmak |
|
İtikadı bozuk, bid’at ehli olanlara karşı nasıl davranılmalı? CEVAP: İtikadı bozuk olmak veya bid’at sahibi olmak büyük günahtır.
İmam-ı Rabbani hazretleri (İyi biliniz ki, bid’at ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Bid’at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir) buyurdu. Çünkü hadis-i şeriflerde, (Bid’at ehlinden kaçın, onlara selam vermeyin, onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin, cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın) buyuruluyor.
Fitne çıkarmak haramdır. Fitne çıkacaksa onlara selam verilir, ihtiyaç kadar yanlarında oturulur, beraber namaz kılınır.
|
Bid’at, insan elinin değmesidir |
|
Sual: Bir yerde okudum. Bid’at, ilahi hükümler topluluğu olan dinimize insan elinin değmesi diye tarif edilmiş. Peygamberimiz de insan, müctehidler de insandır. Peygamberimiz, farklı hükümler bildirmiştir. Müctehidlerin de, birbirinden farklı hükümleri vardır. Biri bir husus için farz derken, öteki sünnet diyebiliyor. O zaman, bu insan eli değmesini nasıl açıklayabiliriz?
CEVAP: Resulullah, Allahü teâlânın elçisi ve vekilidir. Vekil, asıl gibidir. Allahü teâlâ, hüküm koyması için Resulüne yetki vermiştir. Artık, Resulünün koyduğu hükümler, beşerî değil, ilahî hükümler olur. Müctehid âlimler de, Resulullahın vekilleridir. Onlara, ictihad etme yetkisi verilmiştir. Bu farklı ictihadların, rahmet-i ilahi olduğu da açıklanmıştır. Bu bakımdan, Resulullahın hükümleri gibi, müctehidlerin, her biri rahmet olan farklı ictihadları, ilahi hükümlere zıt kabul edilmez. Çünkü ahirette Allahü teâlâ insanları, onların bildirdiği hükümlerle hesaba çekecektir. Şafii mezhebindekine, (Deniz haşeratını niye yedin), Hanefi mezhebindekine de, (Karşı cinse dokunduğun halde niye abdest almadın) diye sormayacaktır. Böyle olunca, onların koyduğu hükümler beşerî olmaktan çıkmakta, Allahü teâlânın emrine uygun gelmektedir
“Bid’at sünneti yok eder” |
|
Bedir Savaşından sonra, Kâb bin Eşref adında Yahudi bir şair, Bedir’de ölen Mekkeli müşrikler için bir şiir söylemişti. Çevrede tesir uyandıran bu şiire karşı, Peygamberimiz, Hassan bin Sabit’e bir şiir yazmasını emretmişti. Hassan bin Sabit de, o Yahudi şaire karşı bir şiir yazdı. Bu şiiri o derece tesirli oldu ki, Mekkeli müşriklerden hiçbiri, o Yahudi şairi evinde misafir etmeye cesaret gösteremedi. Resulullahı, Eshab-ı kiramı ve İslâmiyeti anlatması, kâfirleri ve kâfirliği ve bunların yüz karalarını dile getirmesi çok tesirli idi.
Hassan bin Sabit hazretleri, Resulullah efendimizin ayrıca akrabası da oldu. Mariye hazretlerinin kız kardeşi Sirin ile evlendi. Hassan bin Sabit hazretleri, Peygamber efendimizin vefatında çok üzülüp, bu üzüntülerini bildiren uzun mersiyeler yazmıştır. Hz. Ömer’in halifeliği sırasında gözleri görmez oldu.
Peygamberimiz, “Muhakkak ki, Allahü teâlâ Resulünü övmek ve müdafaa etmek hususunda, Hassan’ı, Cebrail aleyhisselam ile takviye etmektedir” buyurmuştur.
Hassan bin Sabit, Peygamber efendimizden bizzat işiterek hadis-i şerif rivayet etmiştir. Bunlardan birinde buyuruldu ki:
“Bir millet, dinlerinde bir bid’at yaparsa, Allahü teâlâ, buna benzeyen bir sünneti yok eder. Kıyamete kadar bir daha geri getirmez.”
Hassan bin Sabit buyurdu ki:
“Kötü bir söz işittiğin zaman göz yum, af ile karşıla, onu dinlememiş gibi ol.”
“Kalblerinde buğz ve husumet taşıyan insanların içi, altında ateş yanarak kaynayan tencereler gibi devamlı kaynar. Buğz ve düşmanlık sebebiyle içlerinden ateş saçılır.”
“Zenginlik bana hayâyı unutturmaz. Dünyanın musibetleri huzurumu bozmaz. İnsanın namusu ve şerefi hiçbir leke ve yaraya tahammül edemez. Nasıl bir şişe kırıldıktan sonra tamir olmaz ise, insanın namus ve şerefi de öyledir.”
Hassan bin Sabit’in künyesi, Ebu Velid’dir. Ebu Abdurrahman ve Ebu Hüsam da denilmiştir. Annesi Füriate binti Halid de Hazrec kabilesindendir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Kendisinden nakledildiğine göre, Peygamberimizden 8 sene önce doğmuştur. 682 senesinde 120 yaşında Medine-i Münevvere’de vefat etti.
| | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |