|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
XXXXXXX
Televizyonu dönüştürmek ve dil kurmak
21.07.2008
Yusuf Kaplan
Geçen hafta, Ülke-TV'deki Meksika Sınırı programından yola çıkarak, Türkiye'de televizyonun nasıl dönüştürülebileceğinin ve nasıl yeni ve bize özgü bir televizyon dili kurulabileceğinin ipuçlarını göstereceğimi söylemiştim.
O yazıyı Cuma günü yazacağım diye söz vermeme rağmen yazamadım. Ülkenin yeterince bunaltan ve ülkeyi kuraklaştıran sıcak gündemlerinden kaçınmak biraz sorumsuzca bir davranış olur, düşüncesiyle Cuma günü o yazıyı yazamadığım için özür dilerim.
Önce şu: Türkiye'de televizyonlar var; ama bunlar ne kadar Türk televizyonu? Eğer komşularımızda da izlenen pespaye Türk televizyonlarının vulger ve ilkel yayınları dolayısıyla, komşularımızda, insanlar ?ananı Türk televizyonunda gördüm? diye bir küfür icat etmişlerse, Türkiye'deki televizyonun ne kadar Türk televizyonu olduğu sorusunu haklı olarak sorabiliriz.
Televizyon, tıpkı roman gibi, müzik gibi, sinema gibi bir form'dur. Ve bu form, geliştirildiği veya kullanıldığı ülkenin kültürel, sosyal, entelektüel normlarının hem vasatını, hem de vasıtasını oluşturur. Her medeniyet, kendi formlarını üretir. Ama bu formları, hem kendi normları doğrultusunda üretir, hem de kendi normları doğrultusunda kullanır ve geliştirir.
Formlar, bir kültürün, toplumun veya medeniyetin iskeletini, normlar ise ruhunu oluşturur. O yüzden, başka kültürlerin veya medeniyetlerin formları, yerli kültürün veya medeniyetin normları tarafından re-forme edilebilirse fonksiyonel olarak kullanılabilir ve dönüştürülebilir ancak. Eğer bir ülkede kültürel formlar, dolayısıyla medeniyet dinamikleri yok edilmişse, o ülkede dışarıdan alınan formlar re-forme edilemez; aksine hem o ülkenin yok edilen veya yok edilmeye çalışılan normları, hem de dışarıdan alınan yabancı formlar ve normlar de-forme edilir.
Türkiye'de esaslı bir medeniyet buhranı yaşadığımız için, hem normlarımız yok olmaya yüztutmuştur; hem de yeni formlar icat edebilecek, her alanda yeni diller, ifade biçimleri geliştirebilmemiz handiyse hayal hâline gelmiştir. Çünkü norm, vasata tekabül eder; form ise hem bu vasatı ifade eder, hem de bu vasatı yenileyerek yeniden inşa eder.
Bizim normlarımızı da, formlarımızı da yok olmanın eşiğine getiren Türkiye'deki sekülerleşme projesi, eğer böyle giderse, bu toplumun normlarının birincil kaynağını oluşturan İslâm'ın izlerini hayatımızdan kazıyacak bir terminatöre dönüşecek. Sadece terminatöre dönüşse, yine iyi; aslında tam bir Frankenstein'a evrilecek ve sahibini de yok edecek.
Batı'da televizyonlar, özelde ait oldukları ülkenin, genelde ise uygarlığın normlarını yeniden üretirler. Meselâ bir İngiliz televizyonundan, bir Fransız televizyonundan, bir İspanyol televizyonundan ve bütün bu farklı ülkelerin televizyonlarının aynı ortak medeniyet normlarını farklı şekillerde yeniden üreten formlarından sözedebiliyoruz. Meselâ İngiliz televizyonu, stylish / stilize bir dil kurmuştur. Fransız televizyonu ise, factual / somut gerçeklere dayanan bir dil geliştirmiştir.
Öte yandan, Amerikan sinemasının kaynağı Aristo'cu dram geleneğidir. Amerikalılar, 2400 yıl öncesine giderek klasik bir film dili kurmayı başarırlarken, biz, İslâm medeniyetinin dinamiklerinden, İbn Sina gibi, İbn Arabî gibi, Mevlânâ gibi, Büyük Sinan gibi, Itrî gibi, Yunus gibi kurucu figürlerin ortaya koydukları ve bütün insanlığın en fazla ihtiyaç hissettiği muazzam ve muhteşem birikimden yola çıkarak sinemada da, müzikte de, edebiyatta da, hülâsâ televizyonda da muazzam bir dil kurmayı neden başaramayalım ki?
Ama ne yazık ki, bizim medeniyet dinamiklerimizle ilişkimiz, epistemolojik ve ontolojik olarak sakatlanmış, kopmuştur.
Bugün yaşadığımız ve bizi perişan eden bütün büyük sorunlarımızın çözüm yolları, üstelik de bütün insanlığın hayrına olacak şekilde yalnızca bizim bütün dinlere, kültürlere, medeniyetlere ötekileştirmeden yaklaşabilen muazzam medeniyet tecrübemizde gizlidir: İnsanlığa yeniden barış, huzur, estetik, ahlâk ve adalet ilkeleri çerçevesinde bir esaslı silkiniş, bir diriliş imkânı sunacak muhkem ve muhteşem bir kaynağın üzerinde oturuyoruz ama bu ulu çınarın kökünü kazımaya ve derûnî pınarın kaynağını kurutmaya da en fazla biz çaba gösteriyoruz. Olacak iş değil!
Tarihin tanık olduğu en büyük traji-komik cinayet bu olsa gerek. Çünkü dünya, bizim yitirdiğimiz ve hatta elimizin tersiyle itme aymazlığı gösterdiğimiz şeyi, insanlığa adaleti, hakkaniyeti, kardeşliği ve estetiği armağan edecek şeyi arıyor; bizse, hayırsız ve hayasız mirasyedi evlât numaralarından medet ummaya çalışıyoruz. Ne kadar traji-komik bir şey bu böyle!
Cuma günkü yazıda artık Meksika Sınırı programı özelinden ve üzerinden giderek bizim televizyonda nasıl esaslı bir dil kurabileceğimizi göstermeye çalışacağım.
YENİ ŞAFAK
.
Televizyon felsefesi: Meksika Sınırı
25.07.2008
Yusuf Kaplan
Ülke TV'de yayınlanan, İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf'un birlikte 'ürettikleri' Meksika Sınırı programı, bu ülkede televizyon üzerinde nasıl düşünebileceğimize, televizyonun hâkim kodlarını kırarak televizyonu nasıl dönüştürebileceğimize ve bu ülkenin çocukları olarak nasıl özgün bir televizyon dili icat edebileceğimize dair bize çok şey vadeden bir program.
İnsanlık tarihinde hayatın ve hayat üstüne düşünülerek geliştirilen düşüncenin üretildiği ontolojik mekân, bütün ön-kadîm medeniyetlerde 'polis'ti; yani 'şehir devleti'ydi.
Geç-kadîm medeniyetlerde 'şehir-devleti' / 'polis', yerini şehir merkezli 'metropolitan' hayata terk etti. İslâm medeniyeti de, 'metropolitan' bir medeniyetti; ortaçağ ve modern Batı uygarlığı da; Çin, Hint, eski Amerika medeniyetleri de. İslâm medeniyetinde şehir'in / 'medîne'nin diğer medeniyetlerdeki 'kent'le sadece biçimsel ya da yapısal bir benzerliği vardı; ama medîne'nin kent'ten ayrılan bir de ruh boyutu, yani 'din' ile epistemolojik, ontolojik ve fenomenolojik, dolayısıyla etimolojik, semantik ve tarihî bakımdan kopmaz ilişkileri vardı. Medine, din'in hem vasatı, hem de vasıtasıydı.
Postmodern süreçte ise, motropolis'in yerini NETropolis aldı: Artık kent öldü, yaşasın 'sanal âlem' (mi?) diyeceğiz!
Bütün bunların Meksika Sınırı'yla ilişkisi ne? Şu: 'Polis' sürecinde alfabe keşfedilmişti ama hâlâ sözlü kültürün algılama ve zihin kalıpları hâkimdi. Metropolis sürecinde, yazılı kültüre geçiş yapılmıştı ve özellikle de modern Batı uygarlığı tecrübesinde yazılı kültür ile sözlü kültür birbirinden kesinkes ayrılmış, matbaanın icadıyla birlikte, rasyonalitenin, lineer tarih algısının, insanın görünüşte özneleşmesinin, ama gerçekte nesneleşmesinin yaşandığı modern / seküler yazılı kültür kesinkes hâkim olmuştu.
İşte 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren gerçekleşen elektronik devrim, ya da ikinci sanayi devrimi, yazılı kültürün insanı nasıl nesneleştirdiğini ve araçsal akıl üreterek araçları kontrol etmenin, dolayısıyla (bilim, teknoloji, arzular, bilinçaltı vesaire) 'araç'lar üzerinden gücü ve güç üreten enstrümanları putlaştırmanın sözkonusu olduğu yeniden-sözlü kültüre geçiş gerçekleşti ve sinema, özellikle de televizyon ve internetle birlikte NETropolis / sanal-kent, hayatın omurgası hâline geldi.
Kısaca söylemek gerekirse, sözlü kültür, diyalojiktir; yazılı kültür, monolojiktir; sözlü kültürde insanın muhayyilesi sınır tanımaz; yazılı kültür insanın muhayyilesini sınırlar ve sonra da insanı sadece kendi muhayyilesine hapseder, yalnızlaştırır, tanrılaştırır.
Televizyon, yeniden sözlü kültüre geçişin habercisi olan bir 'mecra'dır. Ancak burada sözlü kültüre geçiş, reel düzlemde gerçekleşmez, sanal düzlemde gerçekleşir. Çünkü televizyonla izleyici arasındaki ilişki, özne-nesne ilişkisidir hâlâ: Televizyon 'mecra'sı, aygıtı özneleştirir; camın araya girmesi, izleyiciyi nesneleştirir.
İşte Meksika Sınırı programında yapılan şey, televizyonun izleyiciyi nesneleştiren, aygıtı özneleştiren şiddet üreten bu ontolojik mekânının kırılmasıdır: Meksika Sınırı'nda özellikle İsmail Kılıçarslan'ın camı kıracak, perdeyi yıkacak ve izleyiciyi metne / doğrudan mü/dâhil edecek bir ruh üretmesi, televizyona üçüncü ve dördüncü boyutları da katan yeni bir dil üretilmesine imkân tanıyor.
Bunu Bosna'dan yapılan özel yayında İsmail Kılıçarslan'ın, ekranda gözükmeyen ama orada mevcut olan Yusuf Armağan'ı metne / programa dâhil etmesi ve Yusuf Armağan üzerinden izleyicinin de, sunucuların da özneleştiği, diyalojik iletişimin tesis edilmesi örneğinde gördük: Kılıçarslan'ın tabiîliğinde; oradan Yusuf Armağan'a ve dolayısıyla izleyiciye ses'lenmesi, ses vermesi ve 'ses ver' demesinde; varoluşu görüntü/yl/e donduran ve hapseden sinemanın ontolojik zaafının televizyonla nasıl aşılabileceğini, televizyonla üretilen Netropolitan hayatın, izleyicinin muhayyilesini hayata ve harekete geçirmesini nasıl mümkün kılabileceğini gösteren, televizyonun hâkim kodlarını kıran ve izleyiciyi görüntü hapishanesinden özgürleştirerek, izleyiciye, 'ses ver ey izleyici, sen de mü/dâhil ol bu eyleme' 'çağrı'sında yani.
Meksika Sınırı programı, televizyonu dönüştürme işlemini, 'sunucu'larının, çağ körleşmesi yaşamamalarından ve şu ya da bu ölçekte de olsa bütün çağları özneleştirebilecek geniş sahanlıklardan dünyaya bakabiliyor olmalarından ötürü başarabiliyor. İşte burada Meksika Sınırı, aslında bize hem bir televizyon felsefesi söylemi sunuyor, hem de televizyon felsefesi geliştirmemize imkân tanıyor.
Kılıçarslan, Yusuf ve Tufan'ı bu kült metni ürettikleri için kutluyorum ve burada televizyon felsefesine kısa bir giriş yaptığımızı, sonraki yazılarda bu konuyu çiçeklendireceğimizi ve yemişlendireceğimizi hatırlatarak, 'yazının son sınırı'na geldiğimizi görüyorum: 'Meksika Sınırı', sadece bir kalkış noktası değil, aynı zamanda bir varış noktasıdır çünkü?
YENİ ŞAFAK
.
Ergenekon'la ?dolmuşa bindirilmediğimizden? emin miyiz?
28.07.2008
Yusuf Kaplan
'Laikçi şebeke'nin Türkiye'nin başına nasıl belâ olduğunu, önünü nasıl tıkadığını, tarihî yürüyüşünü nasıl engellediğini en ağır dille yazan yazarlardan biriyim. Ama bir insan olarak, bir müslüman olarak, ABD'lilerin güdümündeki Soros tarafından finanse edilen fesat yuvası Cumhuriyetçiler Entitüsü'yle -son derece şikâyetçi olmama rağmen- bu ülkenin ilkel laiklik anlayışını ve uygulamalarını aslâ tartışmaya kalkışmayacak kadar kişilikli, onurlu ve asil bir Türkiye çocuğu olarak, Ergenekon davası konusunda ciddî soru işaretlerim ve şimdiye kadar geliştirilen kutuplaştırıcı, Türkiye'yi tam ortadan ikiye bölücü Ergenekon söylemlerine ve operasyonların yürütülüş ve özellikle de medyada yansıtılış biçimlerine ciddî itirazlarım var. Aptal yerine konulduğumuz ve fenâ hâlde ?dolmuşa bindirildiğimiz? hissi var içimde.
Ergenekon davası, neyin ve kimin davası? Türkiye'nin hakîkaten düzlüğe çıkmasını sağlayacak ülkemizin önünü tıkayan urların, virüslerin gerçekten temizlenmesi hikâyesi mi bu; yoksa ABD'nin yaklaşık 50 yıldır kullandığı, ABD'nin çıkarlarını korumak için çalışan ama artık işi bittiğine karar verilen, adına ulusalcı denmesine rağmen bu milletin temel değerleriyle, tarih yapmamızı mümkün kılan İslâmî ruhuyla kavgalı laikçi şebekenin tasfiye edilerek ABD için küresel ölçekte daha kullanışlı başka bir ?şebeke?nin ikamesi ?operasyon?u mu? İslâm'ın ehlileştirilmesi, sekülerleştirilmesi, bizzat kalenin içerden ve derinlemesine ama çaktırmadan teslim alınarak Türkiye'nin ruhunun, bu kez bu ruhu temsil ettiği düşünülen aktörlere ?elma şekerleri verilerek? yok edilmesi çabası mı bütün olup bitenler?
Ergenekon ?davası?, bütünüyle Türkiye'nin içindeki bir iradenin, fâili meçhul cinayetler, sosyal kutuplaşmalar, hatta türlü iç savaş senaryolarıyla Türkiye'yi yönetilemez hâle getiren, yapay sorunlarla boğuşturan, ?laikçilik? yaparak Türkiye'nin tarihte tatil yapan bir ülke konumundan yeniden tarihin yapılmasında kilit rol oynayabilecek bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını akla hayale bile gelmeyecek yöntemlerle önleyen yarım asırlık bir şer şebekesini tasfiye ederek, barış içinde, sağcısı-solcusu, laik olanı ve İslâmî duyarlıkları güçlü olanı ile Türkiye'nin bütün kesimlerini kucaklayabilecek yeni bir Türkiye'nin tesis edilmesi çabasının yollarını açma girişimi mi?
Yoksa, önceden ABD'ye çalışan, milletin burnundan getiren, başbakanlarını astırtan, ev ya da hücre hapislerinde çürüten, başbakanlarını öldürmeye kasteden ucu içerde kökü kesinkes dışarıda iğrenç bir ?laikçi şebeke?nin oynadığı rolün, Soğuk Savaş şartlarının nihâyet Türkiye'de bitirilmesine karar veren dünya sisteminin lordu ABD tarafından dünya sisteminin çıkarlarını daha iyi koruyup kollayacak, üstelik de İslâmî kaygıları önceleyen başka bir ?ekip?e havale edilmesi operasyonu mu? Eğer böyleyse, yazıklar olsun!
Ayrıca henüz suçları mahkemece kesin olarak ispatlanmayan insanların, istersek hiç sevmeyelim, handiyse bütün televizyonlarda milletin önünde tam anlamıyla şeytanlaştırılması, beni her hâl ve şartta adaletten ve hakkaniyetten yana olan bir Müslüman olarak yeteri kadar tedirgin ediyor.
Benim gerçekten önemsediğim Mümtaz'er Türköne'ye bile ?ürpertici? satırlar yazdırtan bir operasyon ve atmosfer, açıkçası beni Ergenekon-sonrası süreç için ürkütüyor: Türköne, Ergenekon iddianamesini okurken, gözünde canlanan manzarayı şöyle tasvir etmiş: ?Koskoca bir kaya yerinden oynuyor. Kayanın altını mesken tutmuş haşeratın panik içinde kaçmaya başladığını görüyorsunuz. / Yılanlar, çıyanlar, akrepler, solucanlar panik içinde sağa sola koşuyorlar. Onları koruyan koca kaya kütlesi kalkınca, artık her birini teker teker ayağınızla ezebilirsiniz.? (!) Pes doğrusu!
Bu dil, benim Türköne'den hiçbir zaman beklemeyeceğim kadar ürkütücü ve ürpertici bir dil.
Tekrar ediyorum: Türkiye'nin başına belâ olan, Türkiye'yi fenâ hâlde karıştıran bir fitne ve fesat şebekesinin çökertilmesi, elbette ki, takdirle karşılanacak bir cesaret örneğidir.
Ancak her şeye rağmen eğer yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye'ye de orada yeni bir Truva atı rolü biçiliyorsa, fena hâlde dolmuşa bindirildiğimizi ve ayartıcı bir şekilde dolduruşa getirildiğimizi nasıl olur da göremeyiz, göremiyoruz, anlayamıyorum doğrusu.
Eğer bu ?hareket?, ?Soğuk Savaş artıkları?nın tasfiyesi hareketiyse, bunun anlamı açıkça şudur: Birileri Türkiye'yi, sahibi aynı olan bir dolmuştan indirip başka bir dolmuşa bindiriyor, demektir bu.
Eğer durum gerçekten buysa, Türkiye'de içeri tıkılanlar, gerçek azmettiriciler değil; yalnızca taşeron. Asıl azmettiricinin yakasına esaslı bir şekilde yapışıp ondan hesap soramadığımız sürece, bu operasyonun, ?laikçi şebeke?nin, ?Uğur Mumcu'yu, Üçok'u, Kışlalı'yı dinciler öldürdü; Danıştay cinayetini, Cumhuriyet gazetesinin bombalanma hâdisesini dinciler yaptı? diyerek, sözümona ?dinci? taşeronu suçlamak ve taşeronu bulduktan sonra da ?suçluyu bulduk!? diye nârâ atmaktan ne farkı kalıyor ki?
Asıl azmettiricinin yakasına yapışamadığımız sürece, Türkiye, kolay kolay düzlüğe çıkamayacak, gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşamayacak ve yeniden asil bir tarihî yürüyüşe soyunamayacaktır vesselâm.
Yeni Şafak
.
Asıl iş şimdi başlıyor
01.08.2008
Yusuf Kaplan
Anayasa Mahkemesi'nin bir oyla da olsa iktidar partisinin kapatılmaması yönünde bir karar olması, Türkiye'yi çok büyük bir felâketin eşiğinden döndürmüştür.
Her şeyden önce şu tespiti yapalım: Türkiye, tek parti iktidarları döneminde rahat nefes alabiliyor. Çünkü tek parti iktidarları, hem istikrarın sağlanabildiği, büyük icraatların yapılabildiği, uzun soluklu projelerin geliştirilebildiği, hem de lüzumsuz ve yapay tartışmaların engellenebildiği geniş zaman aralıklardır: 10 yıllık bir tek parti iktidarı, Türkiye'ye en az 30 yıl, 50 yıl kazandırıyor.
Bunun tersi de doğru: Birkaç ay veya birkaç yıl süren yönetimler, koalisyonlar, Türkiye'ye büyük zaman ve enerji kaybettiriyor; ülkeyi yapay tartışmaların, gerilimlerin ve tuhaf kavgaların eşiğine getirip bırakıyor.
Türkiye'nin kendine özgü çok özel şartları da var: Bu ülkenin sahibi yok; o yüzden, sahip çıkanı ve sözümona 'kurtarıcısı' çok.
Her şeyden önce, Türkiye, büyük bir medeniyet kurucusu olma özelliğini yitirmiştir: Modern tarihte, medeniyet iddialarını terk eden tek ülke Türkiye'dir. Emperyalist Batılılara karşı ölüm-kalım savaşı veren ve sonra da kendisini yok etmeye çalışan emperyalist Batılı ülkelerin kültürel, siyasî ve entelektüel iddialarını topyekûn benimsemeye kalkışan tek ülke Türkiye'dir.
Oysa biz, dünyaya adalet, ahlâk ve estetik ilkeleri çerçevesinde büyük bir medeniyet armağan eden ve dünya tarihinin yapılmasında bin küsur yıl büyük bir rol oynayan seçkin ve asil toplumun çocuklarıyız. Buna rağmen, insanlığın şu ân ihtiyacını en fazla ve en âcil hissettiği, başka kültürlere, dinlere, medeniyetlere onları ötekileştirmeden varolma ve hayat hakkı tanıyabilen yaratıcı ve kucaklayıcı bir medeniyet iddiasını terk ederek, sekülerleşme projesine soyunarak yenildiği uygarlığın değerlerini benimseyen, din katına yükselten ve sonuçta sömürgeleştirilemediği hâlde kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığı yaşayan başka bir ülke yok modern dünya tarihinde.
Türkiye, tarih kurucu medeniyet iddialarını terk ettiği ve bu yüzden ülkenin yönü, kimliği konusunda büyük bir boşluk, büyük bir belirsizlik olduğu için, Türkiye'nin 'kurtarıcı'ları da, ' karıştırıcıları' da kaçınılmaz olarak çok oluyor. İşte böyle bir ortamda, yeniden tarih yapmasını mümkün kılabilecek medeniyet iddialarına daha içtenlikle, daha özgüvenle sarılması için Türkiye'nin, istikrarın, kardeşlik ortamının tesis edilmesine, yapay ve zoraki olarak icat edilen nefret ve düşmanlık tohumlarının topyekûn yok edilmesine şiddetle ihtiyacı var.
Tam yüzyıllık bir çaba sonrasında Türkiye yönünü ve iddialarını yitirmiş ve ülke içinde fitne fesat tohumları ekilmiştir. Bu toplumu birleştirebilecek, birbirine kenetleyebilecek, toplumdaki ırk, ideoloji, getto ayırımlarını yok edebilecek ve bu toplumu dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynama hedefini gerçekleştirme çabalarına kilitleyerek yeniden ayağa kaldırabilecek yegâne kaynak -dün olduğu gibi- bugün ve yarın da İslâm'dır: Ama İslâm, bu ülkede Batı'da bile yapılamayacak kadar şeytanlaştırılmış, itilip kakılmış, örselenmiş ve ülkede inanılmayacak ölçüde İslâm'dan nefret eden ezberci, beyinleri yıkanmış, şabloncu, laftan anlamaz, pagan, bencil bir kuşak zuhur etmiştir.
Türkiye'nin toparlanabilmesi ve yeniden tarihî bir yürüyüşe soyunabilmesi için, köklü, esaslı, her türlü engele karşı dayanıklı ve korunaklı, bir eline güneşi, bir eline ay'ı da verseler iddialarından vazgeçemeyecek, komplekssiz, özgüven sahibi ve bütün dünyalara açılabilen yeni bir kuşağın yetiştirilmesi, bunun için fikirde, sanatta, kültürde sarsılmaz ve savrulmaz köklü bir sosyal huruç hareketinin temellerinin atılması gerekiyor. Yoksa Müslüman olduğu söylenen bir ülkede bile kendi çocuklarımızı gözümüzün önünde kaybediyoruz. Burası neresi arkadaş? Sömürgecilerin hâkim olduğu bir ülke mi? Çocuklarımızı kaybettiğimiz bir ortam, Türkiye'nin de kaybedilebileceği bir geleceğin habercisidir.
O yüzden, eğitimde, kültürde, düşüncede, sanatta ses getirecek ve kök salacak uzun soluklu, uzun vadeli bir sivil ve sosyal huruç hareketini başlatmaktan başka seçeneğimiz yok. Yani asıl iş şimdi başlıyor?
Not: Ömer Lütfi Mete Ağabey, şu ân yoğun bakımda. Gönül eri ağabeyime Yüce Allah'tan âcil şifalar diliyorum.
***
BSF İLE İLGİLİ AÇIKLAMA
BSF ile ilişkim bitmiştir. BSF'de mevcut eğitim sistemine alternatif olabilecek, öncü bir kuşak yetiştirmek için yola çıkmıştık. BSF'nin patronajı değişti; BSF'ye öncelikli olarak ticarî açıdan bakıyor. Ben, ticarî yaklaşımı önceleyen bir kurumda bir saniyemi bile veremem. Bu, kendimi ve söylediklerimi inkâr etmek olur/du. O yüzden BSF'den ayrıldığımı kamuoyuna duyurmak isterim. Yeni patronaja ticarî hayatlarında başarılar dilerim.
Yeni Şafak
.
Aydınlık'ın Yönetmeni: 'Ergenekon, Hayırlı Olacak'
04.08.2008
Yusuf Kaplan
Ergenokon operasyonu, kısa vadede, çok önemli sonuçlara yol açacak: Darbe girişimlerinin, bazı fâili meçhul cinayetlerin, Türkiye'yi karıştıran ve aslında dışarıya çalışan bazı şer odaklarının ve taşeronların aydınlanması mümkün olacak.
Ancak Ergenekon operasyonunu destekleyen yorumcuların çoğu, bu operasyonun, 'Türkiye'deki Soğuk Savaş artıklarını temizlemek isteyen ABD'nin Türkiye'yi küresel sisteme entegre etmeyi amaçladığını' söylüyorlar.
Peki, ne demek bu? Türkiye'nin ABD'nin yörüngesine kesinkes oturtulması demek değil mi? 'Ne var bunda yani?' diyebilir miyiz?
Dünya, felsefî bir kriz yaşıyor: Batı uygarlığının dünyaya adalete, hakka, hukuka, barışa dayalı bir düzen armağan edemediği; aksine istediği yeri işgal eden, yakıp yıkan, gezegenimizi ve tabiatı yok olmanın eşiğine sürükleyen, insanın ve hayatın anlamını hiçleştiren vahşî bir düzen armağan ettiği artık anlaşılmıştır.
Bu vahşî kapitalist-seküler düzenin tek 'alternatifi', sadece Türkiye'nin başlatabileceği İslâm'a dayalı esaslı bir medeniyet sıçramasıdır.
İşte Ergenekon operasyonu, uzun vadede, Türkiye'yi bu medeniyet sıçramasını hayata geçirmek için hazırlık yapmak yerine, bu medeniyet sıçramasını aslâ gerçekleştiremeyeceği bir cenderenin içine hapsetmekle ve Türkiye'ye bir kez daha Truva atı rolü vererek, vartayı atlatıp vaziyeti idare etmeye sürüklemekle sonuçlanacak bir operasyondur.
* * *
Aydınlık Dergisi Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk'tan bir mektup geldi. Bolluk, aksini iddia etse de, ben Aydınlıkçıların ABD tarafından kullanıldığını düşünüyorum. Bunun en tipik örneği, ABD'nin İslâm'a karşı 'terör numarasıyla' açtığı küresel savaşı, Aydınlıkçıların ve bilumum diğer ulusalcı-laikçilerin 'irticayla mücadele' sloganıyla aynen benimsemiş olmalarıdır. ABD'nin küresel stratejisini aynen benimsemek, sonuçta, ABD'ye hizmet etmek değil midir?
Bolluk, mektubunda, Ergenekon'un -tersinden- Türkiye'nin hayrına sonuçlar doğuracağını söylüyor. Türkiye'nin İslâmî kimliğini ve birikimini kültürel ve sosyolojik bir gerçek olarak bile kabul etmeye yanaşmamalarından ötürü, Aydınlıkçılardan hiç hazzetmedim. Ama Bolluk'un gönderdiği mektubu -bazı önemsiz yerlerini atlayarak- nezaketen yayımlıyorum. İşte Bolluk'un mektubu:
* * *
Sayın Yusuf Kaplan
28 Temmuz tarihli yazınızı okudum. Saptamalarınızın büyük bölümüne katılıyorum. Özellikle: ' ABD için küresel ölçekte daha kullanışlı başka bir şebekenin ikamesi? İslam'ın ehlileştirilmesi? Kalenin içerden ve derinlemesine ama çaktırmadan teslim alınarak?' bölümü. Daha önce de Ergenekon operasyonunun arkasında ABD'nin olduğunu yazmıştınız.
Yazınızdaki büyük yanlış ise 'içeri tıkılanların, soğuk savaş artıkları, taşeron' oldukları.
Sayın Kaplan,
Kontrgerilla'yı sizlere biz öğrettik. İşçi Partisi ülkemizin başındaki bu en büyük belaya karşı, 40 yıl önce 12 Mart işkencehanelerinde mücadele etmeye başladı. 1978'de çıkan Aydınlık gazetesinin bu ülkeye büyük hizmeti 'Kontrgerilla' yayınlarıdır. Aydınlık o ahtapotun kollarını nerede gördüyse ortaya çıkarmıştır. İster 'sol'un ister 'sağ'ın içinde.
Susurluk, Çiller Özel Örgütü'nü biz açığa çıkardık. Eşref Bitlis'in uçağının 'buzlanmayla' değil sabotaj sonucu düştüğünü bizden öğrendiniz. Turgut Özal'ın özelleştirdiği Gladyo'nun 'MİT Raporu'nu kamuoyuna duyurma cesaretini gösteren yayın organını, 2000'e Doğru'yu biz çıkartıyorduk.
İşçi Partisi'nin çıkardığı yayın organlarının temel işlevi Gladyo'ya, Kontrgerilla'ya karşı mücadeledir.
Genel Başkanımız ve lider kadromuz 12 Mart'ta da 12 Eylül'de de darbecilerin ilk içeri attığı insanlardır. Doğu Perinçek yürüttüğü mücadele nedeniyle 5 kuşakla hapis yattı. 12 Mart, 12 Eylül, 1990, 1998 ve son olarak bugün beşinci keredir hapiste.
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleriyle ilgili yayınlarımıza açıp bakınız. [?] Bütün o suikastların çıkardığımız dergi ve gazetelerde nasıl CIA-Kontrgerilla işi olduğunu teşhir ettiğimizi göreceksiniz.
[?] Bize karşı yürütülen yalan kampanyasının boyutları, bu operasyonda tutuklanan diğer insanların durumu hakkında da fikir veriyor. Türkiye psikolojik savaşın böylesini görmedi. 12 Mart'ta, 12 Eylül'de sistemin yine de bir namusu vardı.
Ergenekon, dört dörtlük bir Gladyo operasyonudur. Biz bu olayı Türkiye için büyük bir fırsat olarak görüyoruz. Bu tertibi yürütenlere karşı bu mahkemede yürüteceğimiz mücadele çok aydınlatıcı olacak. [?] Bizler buradan bakınca, ülkemizin çok hayırlı bir döneme girdiğini görüyoruz. Elbette kayıplar olacak, acılar çekilecek. Ama sonu iyi ve güzel olacak.
[?] 'Medeniyet dediğin, tek dişi kalmış canavar' büyük insanlığa karşı son hamlesini yapıyor. Haçlı seferlerinin sonuncusudur bu. Sonrası ise büyük bir mutluluk ve huzur çağıdır.
Atlantikçilerin dönemi bitiyor. Türkiye'nin tam göbeğinde olduğu Asya çağı geliyor.
Duruşmaları iyi izleyiniz Sayın Kaplan. Asıl azmettiricinin yakasına nasıl yapıştığımızı göreceksiniz. [?] Saygılar sunarım.
Dr. Serhan Bolluk
Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevi B-54
Yeni Şafak
.
Edebiyat öldü; hayatınız var mı?
08.08.2008
Yusuf Kaplan
?Şezlongunuza düşer ölüm,? demişti büyük şair. Şezlongunuza düşerken ölüm, ne yer, ne gök dinler sizi! Ne balkon, ne salkım ağacı! Salkım saçak dökülürsünüz! İnim inim inler her yer; hem gök, hem yer; hem bakır, hem de demir!
Hayatın tadı var mı? Bir tadı yok hayatımızın; adı yok çünkü? Hareketli, dinamik ve heyecanlı bir hayat bizimkisi, öyle mi? İyi de, ne rengi var, ne kokusu? Ne dokusu var, ne de ruhu?
Böylesi bir hayat, hareketli olsa kaç yazar, dinamik olsa neye yarar, heyecanlı olsa ne katar hayatımıza ki? Her tür dolmuşa binmeye ve bindirilmeye hazır, her tür dolduruşa gelmeye ve getirilmeye teşne, oraya buraya savrulan, sürüklenen bir ?tekne?, kimin hayatıdır sahi? Böyle bir hayatın var mıdır sahiden bir sahibi, bir öznesi?
Evet, bizimkisi de hayat mı? Yoksa sahilde tatile kaçarak yaşadığımız, o kavurucu ve savurucu ?hava?da göbeğimizi kaşıya kaşıya, gerine gerine yere serapa uzanıp yan gelip yattığımız, yanımızdan yöremizden gelip geçene, bize yan yan, güpegündüz düpedüz, dimdik ve dümdüz bakıp gidene kem gözle baktığımız bir sığınak, bir kaçamak, bir tutamak mı, hayat?
Hayatınızın tadını kaçırmak için yazıyor değilim bunları. İyi de, hayatınızın tadı mı kalmış sanki? Peki, ne renk bir tad hayatınızın tadı? Ne renk bir hayat giyiniyorsunuz meselâ? Hangi marka? Kaç paralık yani? Yeterince tadı kaçmadı mı hayatımızın; bunca, hayata ve insana inat hayata ve insana dayatılan bayatlıklardan, bayağılıklardan?
Hayatımız, öylesine sığ, âfâkî ve düzmece ki; öylesine bayatlaştırıldı ve banalleştirildi ki, hayatın tadını kaybettik. Tadını kaybettik; çünkü adını kaybetmiştik evvel emirde. Herkese hayat veren, hayata hayat ve hayatiyet kazandıran? Adını. Rengini. Kokusunu. Dokusunu. Rengârenk, renkâhenk ruhunu. Herkesin hayat bulduğu, herkesin hayatı olduğu eşsiz, benzersiz, asil bir hayatın. Medeniyetimizin hayat bahşettiği, hayata hayat katan, mânâ katan, ruh katan lezîz bir hayatın. Lezîz ve nefis. Nezih ve nârin. Delişmen ve devingenken bile sâkin ve kendinden emin: Herkesin iskân edebildiği, mesken tutabilmek için birbiriyle yarışa girdiği ve nihâyet sükûn bulduğu sade mi sade, derûnî mi derûnî bir hayatın.
Bu ülkede, her şeyden evvel, evellalah hayata kastedildi. Hayatımız, medeniyetimizin hayatı bitirildi. Hayatımızın tadı yitirildi. Hayat, yazın Bodrumvârî bedroom'ların yapışık, yılışık, salaş, cıvık cıvık ter kokan, dekandans danslarıyla dekadansla dans'a indirgendi. Kışınsa, Layla'lar, mayla'ların izbe, kuytu, karanlık dehlizlerine? Ruh gibi hareket eden, ruhsuz, türlü tuhaf insan bedenlerine, iskeletlerine? Köpük köpük sarhoş akan, sarhoş kokan, sarhoş bakan ölüm dansı vaziyetlerine?
?Hayatın tadı?: Köpük köpük içmek, tüketmek ve çiftleşmekten ibaret?
Edebiyat olmadan, insan varolabilir mi, hayat varolabilir mi? Dahası, insan ne kadar insan olabilir, edebiyat olmadan? Hayat ne kadar bayatlaşmaktan kurtulabilir, edebiyatı varolmadan? Edebiyatsız bir toplumun kaderi, edepsizliğe mahkûm olma kederidir oysa.
Edebiyat öldü; haberiniz var mı? Evet, beyler ve bayanlar, ?merdiven?den kayanlar, merdivenden kaymayı bir marifet sayanlar; haberiniz var mı, öldü edebiyat!
İkinci Yeni, son ölümcül darbeyi vurdu edebiyata! Kanatlandıran bir ruh üzre varolabilen, bir ruhla varolabilen, bir ruh varedebildiği ölçüde varolabilen ve varedebilen bir edebiyatı öldürdü. İkinci Yeni, iyi şiirdi, güzel şiirdi belki; ama çağları delip gelen, zamanları ve mekânları aşıp arş-ı âlâ'lara yükselebilen şiirimizi matlaştırdı, çoraklaştırdı, çölleştirdi, ruhsuzlaştırdı ve öldürdü.
Edebiyat öldü; çünkü önce hayat öldü, öldürüldü; bir çorak ülkeye dönüştürüldü.
Oysa en kadîm, en şaşmaz hayat kuralını bile yoksaydık edebiyatın: Edebiyat, hayat varsa vardır! Hayat bitmişse, bitirilmişse bir yerde, orada edebiyata yer yoktur zaten her şeyden önce!
Ama hayata hayatiyet kazandıran da edebiyattır, sanattır. Hayat bahşedebilecek, hayatımızda güller, çiçekler açtıracak, yemişler yetiştirecek, hayatımıza ruh üfleyecek, ruh iklimi ekebilecek ve ruh estirecek bir edebiyatsa bu edebiyat, hayat vardır bu edebiyatta ve bu edebiyat hayat verir hayata. O zaman haydin edebiyata ve hayata!
Bütün bunları, ?mahşer?in üç atlısı, âlim, ârif ve hakîm ile ?mahşer?in üç kapısı ilim, irfan ve hikmet'e girizgâh yapmak, kapı aralamak için yazdım. Kapı'yı sonraki yazıda açalım artık?
Yeni Şafak
.
Sekülerleşme, milliyetçilik virüsü ve 'geliyorum' diyen tehlike
11.08.2008
Yusuf Kaplan
Kafkaslar, birdenbire patladı. Patlamaya hazır bir bomba gibiydi zaten Kafkaslar; yalnızca birinin bombanın pimini çekmesi gerekiyordu.
Kafkaslardaki patlama, Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Türkiye'nin -büyük ölçüde- kendi iradesinin dışında altına imza attığı ve ilk bakışta makul ve cazipmiş gibi gözüken ticarî ve doğal gaz anlaşmalarının, ne kadar akıl-dışı, ısmarlama ve diken üstünde projeler olduğunu bir ânda gün ışığına çıkarmaya yetti Kafkaslardaki patlama.
Kafkaslardaki patlamanın ve kargaşanın bizi ilgilendiren ve görünen 'basit' yüzü bu. Bir de meselenin asıl görünmeyen yüzü var: Mikro-milliyetçilikler şekline bürünen milliyetçilik virüsü veya belâsı. Kafkaslardaki ateş çemberinin tam ortasında olan Gürcüler, Abhazlar, Osetler ya da diğer etnik unsurların Türkiye'de de azımsanmayacak miktarda 'akrabaları' olduğundan ve bunun Türkiye'de de bir takım iç çalkantılara yol açabileceği tehlikesinden veya Türkiye'nin bu nedenle taraflar arasında iki arada bir derede kalmışlık hâlinden sözetmiyorum.
Her şeyden önce, şimdilik, Kafkaslarda birbiriyle çatışan veya çatıştırılan etnik unsurların uzantılarının Türkiye'de de çatışma ihtimali çok zayıftır. Ama şimdilik.
Fakat benim asıl dikkat çekmek istediğim tehlikeli nokta, Türkiye'de etnik milliyetçiliğin, tarihimizde hiç olmadığı kadar tırmanma eğilimi gösterdiği, tehlikeli boyutlar kazandığı gerçeğidir. İster Türk, ister Kürt, ister Çerkes milliyetçiliği, isterse Balkan milliyetçilikleri formunda olsun, Türkiye'de etnik milliyetçilik, önceden bir Müslüman toplumda aslâ tanık olunmadığı kadar tehlikeli bir noktaya tırmanmıştır ve ülke içindeki türlü ayrılıkların, husûmetlerin yegâne kaynağı hâline gelmek üzeredir.
Önce şu tespiti yapalım: Orta ve uzun vadede Türkiye'yi bekleyen en büyük tehlike, etnik milliyetçilik tehlikesidir. Eğer Türkiye'de etnik milliyetçilikler, siyasî boyutlar kazanacak olursa, Türkiye, bu belâyla başa çıkmakta çok zorlanır. Üstelik de herkesten daha çok zorlanır. Çünkü bu ülke imparatorluk bakiyesi bir ülkedir: Osmanlı'nın çökmesiyle birlikte Balkanlarda, Ortadoğu'da ve Kafkaslardaki Müslüman unsurlar, mecbûren Türkiye'ye hicret etmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla dünyada etnik unsurun çeşitlilik bakımından en fazla olduğu ülkelerin başında geliyor Türkiye.
Türkiye'de uygulanan azman ve ilkel laikçilik politikaları, bir yandan, toplumun % 98'inin ortak paydasını oluşturan İslâmî duyarlıkları ve âidiyet biçimlerini zayıflatmakta, hatta yok etmekte; öte yandan da, -İslâm'ın yerine- etnik duyarlıkları, âidiyet biçimlerini ortak kimlik, ortak payda katına yükseltmektedir. 'İrtica tehlikesi', 'laiklik elden gidiyor' diye diye, hem bu toplumun ortak paydasını, ruhunu, harcını oluşturan İslâm'ın, ortak payda ve âdiyet biçimi olma özelliğini yok ediyoruz; hem de bunun kaçınılmaz sonucu olarak etnik kimliklerin ve âdiyet biçimlerinin yegâne ortak payda olarak algılanmasına zemin hazırlıyoruz. Bu kadar ahmak ve aptal bir 'ülke' var mı şu dünyada?
Oysa İslâm, Müslüman olsun olmasın, bu toplumu ayakta tutacak, birbirine kenetleyecek tek ortak payda, tek güvenlikli alan, tek korunaklı imkândır. Üstelik bu, en mükemmel şekilde ispatlanmıştır Osmanlı medeniyet tecrübesiyle.
Şunu unutmayalım: İslâm'ın dışındaki hiçbir din, kültür ve medeniyet, başka dinlere, kültürlere, etnisitelere mensup toplumlara ötekileştirmeden, şeytanlaştırmadan hayat ve varoluş hakkı tanıyamamıştır. İslâm, İslâm medeniyetini ve coğrafyasını, geliştirdiği dışlayıcı değil kucaklayıcı, nesneleştirici değil herkesi özneleştirici o muazzam 'dârü'l-İslâm', dolayısıyla dine dayalı 'millet sistemi' idrakiyle, hem Müslümanlar, hem Müslüman olmayan bütün unsurlar için barış yurdu hâline getirmeyi, Medine toplumunda da, Endülüs'te de, Osmanlı medeniyeti örneğinde de başarabilmiş tek dindir.
Kafkaslardaki etnik çatışma, İslâm'ın bütünleştirici ama farklılıklara hayat hakkı tanıyan mükemmel medeniyet iddiası ve ruhu yok edilmeye çalışıldığı ve bölücü, ırkçı laikçilik politikaları şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden devam ettirildiği sürece Türkiye'nin gelecekte yaşaması muhtemel tehlikenin habercisidir. Benden hatırlatması?
Yeni Şafak
.
Kim korkmaz bu dinden?
15.08.2008
Yusuf Kaplan
Külliyat Yayınları'ndan yayıma hazırladığımız, Gustave Le Bon'un İslâm Medeniyeti başlıklı kitabından, bugün İslâm'ın neden tehdit olarak konumlandırıldığını anlamamızı kolaylaştırabilecek bir alıntı yapacağım. Le Bon, İslâm'ın girdiği her yere hızla ve sarıp sarmalayıcı bir ruhla nasıl nüfûz ettiğini çok iyi resmediyor. Dünyanın köklü bir felsefî kriz ve zihnî daralma yaşadığı bir zaman diliminde İslâm'ın ilim, irfan ve hikmeti aynı anda harekete geçiren dinamizminin küresel güçlerin İslâm'dan ürkmelerini sağlayabilecek bir sıçramaya her zaman kaynaklık edebileceğini anlayabilmek açısından bu alıntı bir hali zihin açıcı olabilir.
Sizi Le Bon'un kitabının ?Müslümanların Avrupa Üzerindeki Medenîleştirici Etkileri? başlıklı son bölümünden bir pasajla baş başa bırakıyorum:
?Ortadoğu, çeşitli halklar tarafından zaptedilmiştir: Persler, Grekler, Romalılar vs. Ancak bu halkların büyük siyasî etkileri ne kadar şâyân-ı dikkat olursa olsun, Müslümanların medenîleştirici etkileriyle mukayese edilince hiçbir zaman önemli olmamıştır. Bu güçler, doğrudan işgal ettikleri şehirlerin dışında, kendi dinlerini, dillerini ve sanatlarını, işgal ettikleri halklara kabul ettirmeyi hiçbir zaman başaramamışlardı. Ptolemy hanedanları döneminde de, Romalılar döneminde de Mısır, hiç değişmeden, kendi geçmişine bağlı kalmayı sürdürmüştü: Aslında işgalciler, işgal ettikleri ülkenin dinini, dilini ve mimarisini benimsemişlerdi.?
?Greklerin, Perslerin ve Romalıların başaramadıkları şeyi, Ortadoğu'da Müslümanlar, üstelik de mükemmel ve barışçıl bir şekilde başarmışlardı. Yabancı etkilere en az açık olan ve güçlü bir şekilde direnen tek ülke olmasına rağmen, Mısır, altı ya da yedi bin yıllık medeniyet birikimini unutmuş ve yeni bir dine, yeni bir dile ve yeni bir sanata sahip olmuştu; ve bu yeni din, yeni dil ve yeni sanat bugüne kadar kalıcı ve köksalıcı olabilmişti.?
?Mısırlıların, İslâm dinini, Müslümanlar tarafından zor kullanılarak kabul etmeye zorlandıkları için benimsedikleri söylenemez: Bütün içtenlikleriyle, yürekten inanarak benimsemişlerdi İslâmiyet'i Mısırlılar. Dahası, Mısırlıların Hıristiyanlığı terk ederek İslâmiyet'i süratle benimseme biçimleri, İslâmiyet'in onlar üzerindeki etkisinin hiçbir zaman gelişigüzel ve geçici bir etki olmadığını gösterir.?
?Müslüman Arapların yönetimi altına giren bütün ülkeler, Arapların Mısır üzerinde sahip oldukları aynı sarıp sarmalayıcı, kucaklayıcı ve derin etkiyi tecrübe etmişlerdi.
Müslüman Arapların diğer halklar, diğer toplumlar üzerinde bıraktıkları kalıcı, nüfûz edici etkilerin tarihte eşi benzeri yoktur. Müslümanlarla temasa geçen her millet, kısa bir süreliğine bile olsa, Müslümanların medeniyetlerini benimseyiveriyordu: Meselâ Türkler, Moğollar bunun en çarpıcı iki örneğini oluşturur. Türkler de, İslâm dünyasını önce işgal edip sonra da İslâmiyet'i benimseyen Moğollar da, Müslüman Araplardan devraldıkları geleneği, yolu aynen takip etmişler ve özellikle de Türkler, İslâmiyet'in etkisinin bütün bilinen dünyada hissedilmesini sağlayabilecek çapta medenîleştirici bir performans ortaya koymuşlardı.?
?15. yüzyıla kadar, Avrupa'da, eseri Müslüman Arapları kopyelemekten başka bir şeyden ibaret olmayan herhangi bir yazara rastlayabilmek gerçekten zordur. Roger Bacon, Pisalı Leonard, Arnaud de Villeneuve, Raymond Lulle, Aziz Thomas, Büyük Albert, Kastilya Kralı ve astronomi âlimi X. Alfonso vesaire gibi bütün Avrupalı yazarlar, ya Müslüman Arapların müridiydiler; ya da taklitçileri.?
?Avrupa üniversitelerindeki eğitimin temelini hiç istisnasız en az beş veya altı yüzyıl boyunca oluşturan yegâne olgu, Arapça kitapların, her şeyden önce bilim konusundaki Arapça metinlerin Latinceye ve kısmen de diğer bazı Avrupa dillerine çevrilmesi oluşturmuştu.?
Yeni Şafak
.
Siyaset, fikri/yatı teslim alınca?
18.08.2008
Yusuf Kaplan
Siyasetin her şey katına yükseltildiği bir yerde, siyaset de biter, siyaset yapmanın imkânları ve enstrümanları da. Her şeyin siyasetten ibaret olduğu bir yerde, her kavram, her sembol taşıdığı ya da sahip olduğu anlamdan çok daha fazla anlam yüklemesine maruz kalır: İşte o zaman, siyaset, şiddet üreten bir mekanizmaya dönüşür ve her şey kısa devre yapmaya başlar: Siyaset, karşılığı olmayan ya da aşırı-karşılıklar veya anlamlar yüklenen bir kör-dövüşüne dönüşür. Böylelikle, siyasetin hem şiddetin diline evrilmesi, hem de şiddet üreten bir dile dönüşmesi önlenemez.
Çağımız, siyasetin her yere ve her şeye nüfûz ettiği, çeki düzen verdiği bir çıkar çatışmaları çağıdır; siyasetin putlaştırıldığı bir çağ?
İçinde yaşadığımız küreselleşme sürecinde sanki siyasetin değil de, ekonominin çağımıza çeki düzen verdiği söylenebilir. Ama bu bir yanılsamadan ibaret: Ekonomi, ekonomi-politik olmadan ne varolabilir, ne de varlık gösterebilir. Ekonomi, bir sonuçtur; bu sonucu doğuran şey, siyasî akıl'dır. Kaldı ki, her şeyin iç içe geçtiği bir çağda, ekonominin siyasetten ayrıldığı yeri belirleyebilmek de pek kolay değildir.
Modernlikle birlikte başlayan seküler-kapitalist süreç, siyasetin belirlediği, siyasetin vesayetinin her alanda hükümran ve hükümfermâ olduğu bir süreçtir.
Modernlik, insanı özgürleştirme vaadiyle ortaya çıktı; ama nevzuhûr bir durum demek olduğu ve dolayısıyla güçlü dayanakları olmadığı için, modernliğin kendi dinamiklerini dinamitleyecek bir dayanıksızlıkla malul olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz: İnsanı özgürleştirme vaadiyle zuhûr eden modernlik, zamanla Weber'in veya Foucault'nun değişik zamanlarda dikkat çektikleri gibi, özgürlük fikrini simüle ederek yok etti; özgürlük fikrinin yerine -çok geçmeden- kontrol ve kolonizasyon fikrini ikame etti.
Sonuçta modernlik, insanı, Tanrı'yı, tabiatı, diğer insanları, toplumları, medeniyetleri kontrol ve kolonize etme fikrine dönüşmekle kalmadı; aynı zamanda, modernliğin ürettiği bilim, teknoloji, kültür ve medya endüstrisi gibi bütün araçlar da, kontrol ve kolonize edici aparatlara dönüştü.
Ekonominin bu kadar güçlenmesinin ve neredeyse küresel siyasetlerin de dinamosunu oluşturacak bir konuma gelmesinin nedeni, modernliğin her şeyi siyasete tahvil etmesi, siyasetin de her şeyi sivil alanla sınırlayıp, sekülerleştiren ve Kilise'yi, Kilise'nin temsil ettiği Tanrı İradesi'ni hayattan uzaklaştırmasıydı.
Bu süreç, elbette ki, kaçınılmazdı; çünkü Kilise, Tanrı'nın iradesini değil, kilisenin anlaşılamaz ve tartışılamaz absürd iradesini temsil ediyordu: Hâl böyle olunca da, Kilise iradesi, insanın iradesini teslim almıştı.
İnsanın iradesini özgürlüğüne kavuşturmasının tek yolu, Kilise iradesinin tasallutundan kurtarmaktan geçiyordu: İnsanın varoluş alanı, Kilise'den özgürleştirildi; ama bu kez ifrattan tefrite geçildi: Din, hayattan uzaklaştırıldı, hayatın bir bölmesine kapatıldı. Hayatın bütün alanları sivilleştirildi; yani sekülerleştirildi. Tanrı da, tabiat da, bu sivil / seküler alana kapatıldı ve siyaset, ekonomi, kültür, bilim, teknoloji gibi seküler kiliseler icat edildi.
Hayatın bütün alanlarının sekülerleştirilmesi, insanı ve hayatı ruhsuzlaştırdı, azmanlaştırdı ve vicdansızlaştırdı. Ruhun olmadığı, vicdanın sırra kadem bastığı bir yerde insanın mevcudiyetinden de, adaletin ve hakikatin vücut bulabileceğinden de sözedebilmek elbette abesle iştigal etmek olurdu.
O yüzden, ortaya çıkan sonuç, sadece abes, yani absürd, yani insanın da, tabiatın da tahribi, Tanrı'nınsa hayatımızdan uzaklaştırılması oldu.
Bu süreç, kaçınılmazdı: Çünkü antik Yunan uygarlığı teorik düşünceye yani salt felsefeye dayanıyordu. Modern uygarlık ise, pratik düşünceye, yani salt bilim'e, dolayısıyla araçlara dayanıyor. Modern uygarlık, tabiat aracını kontrol ve kolonize ederek bilim ve teknoloji araçlarını, dolayısıyla ekonomik enstrümanları güç devşirmek için putlaştırmaya kadar vardırdı işi.
Siyaset, sadece bir şeydir; her şey değildir. Hayat da sadece sivil alandan ibaret değildir; sivil / seküler, dolayısıyla görünür alanın dışında görünmeyen alanlar da vardır ve hatta hayatımızı anlamlı kılan alanlar, esas itibariyle bizim kıldığımız, kendimizi varkıldığımız, 'yığın'dan ayrılarak kendi'miz olduğumuz, kendi'mizi ve hakîkati bulduğumuz görünmeyen, mahrem, bize özgü alanlardır.
Özetle ilim, irfan ve hikmet'ten oluşan bütünü yitirdiğimiz için, hayatı siyasete, pratik akla, dolayısıyla çıkara kilitledik; sonuçta, siyaset, fikri/yatı teslim aldı. Siyasetin fikri/yatı teslim almasının Türkiye'deki sonuçlarını sonraki yazılarda tartışalım.
Yeni Şafak
.
Sorun, kültürsüzlük değil, Kültür'ün kendisi
22.08.2008
Yusuf Kaplan
Siyaset üzerine düşünmeye ara veriyoruz. Siyaset tartışmasının bir anlam ifade edebilmesi için, önce, kültür meselesini tartışmak gerekiyor.
İnsanlık tarihi boyunca, insanlığın ilk kez kozmos, yani düzen, uyum ve bütünlük fikrini yitirdiği ve kaos yani düzensizlik, uyumsuzluk ve parça fikrine alıştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Nasıl ki, katışıksız bir kozmos fikri, gerçekleşemeyecek bir fikirse; aynı şekilde, salt kaosun hâkim olduğu yer de yaşanamayacak bir hayat-dünya demektir.
Ancak -tıpkı Tanrı ile şeytan gibi- kozmos'la kaos da aynı varoluş ve hakîkat düzlemine ait değildir. Çünkü kozmos, aslî'dir; kaos arızî.
Çağımızda kozmos yok olmuş, kaos hâkim olmuştur: Çağımız, kaos çağıdır.
Kozmos'un yitirilmesi, kaosun hâkim olması, hem medeniyet fikrinin yitirilmesiyle ilgili, hem de medeniyet fikrini yok eden bir şeydir. Oysa kozmos fikrinin yitirildiği bir yerde, sadece insanın değil, bütün varlıkların varlığı ve geleceği de tehlikeye girer.
Batı uygarlığı, kaos uygarlığıdır. Batı uygarlığı, bir medeniyet değil, kültür'dür. Medeniyetin kurucu ilkesi kozmos'tur: Kozmos, insanın insanlaşma ve kendini aşma sürecidir; kaos, dolayısıyla kültür'se insanın kozmos'tan ayrılma, tabiattan uzaklaşma, tabiata hâkim olma, dolayısıyla azmanlaşma ve insanlığından uzaklaşma süreci. Kozmos ilkesi, kaos fikrini ve gerçeğini yoksaymaz; kaos gerçeğini tanır ve kaos'u da ihata eder. Kozmos ilkesi'nin hâkim olduğu bir hayat-dünya tasavvuru, kaosu büsbütün ortadan kaldırmaz; kaosun hâkim olma imkânlarını ortadan kaldırır.
Oysa kültür'ün kurucu ilkesi kaostur. Kaosun hâkim olduğu bir hayat-dünya tasavvuru kozmos'u da yok eder. Kozmos aslî, kaos ise arızî bir fenomen olduğu için, kaosun hâkim olduğu yerde, her tür arızanın üretilmesi, insan da dâhil bütün varlıkların her şeyi tarumar edici taarruzlara maruz kalması kaçınılmazdır.
Kadîm medeniyetlerdeki kozmos ve kaos gerilimi, antik Yunan uygarlığıyla birlikte tabiat ve kültür gerilimine dönüşmüştür. Antik Yunan uygarlığı, kozmos'u dolayısıyla medeniyet'i yok eden, kaosu, dolayısıyla kültür'ü / insan'ı hâkim kılan sürecin temellerini atmıştır. Burada Socrates-sonrası süreci kastediyoruz. Socrates-öncesi süreçte, bir medeniyet idea'sı, bir kozmos idraki hâlâ mevcuttu. Ama Socrates'ten sonraki süreçte, kozmos idraki ve fikri, yerini insanın tanrılaştırıldığı bir kaos, bir kültür sürecine terk etmiştir. Heidegger'in, düşünce'nin Socrates'le birlikte bittiğini söylerken dikkat çektiği şey işte bu yakıcı gerçekti.
Medeniyet ve dolayısıyla kozmos fikrinin yitirildiği ve hatta yok edildiği; kültür ve dolayısıyla kaos sürecinin hayatımıza hâkim olmaya başladığı dönüm noktası, modernliktir. Modernler, varlığı ve hakîkati, tabiat ve kültür gerilimine indirgeyerek anlamaya çalışmışlar ve sonunda kültür, tabiata da, hayata da hükümran olmuş, Kültür'ün zaferi, Tabiat'ın ve İnsan'ın yenilgisiyle sonuçlanmıştır.
Kültür, yapaydır. Tabiat, hakîkîdir. Kültürün aslî bir dayanağı yoktur; o yüzden dayanıksızdır. Kültür, üretilen bir şeydir; oysa Tabiat, üretir. Kültür de üretir ama ürettiklerini Tabiat üzerinden üretir: Tabiat olmasa kültür de olmaz: Kültür, varlığını Tabiata borçludur. Tabiat, bir âyettir, işarettir; Kültür, bu âyetin, işâretin şifrelerinin çözülerek yok edilmesi sürecidir. Tabiat, 'tanrısal'dır; Kültür, tanrısallığın karikatürize edilmesi, maskaralaştırılmasıdır.
Tabiat ile Kültür arasındaki savaşı, görünüşte, Kültür kazanmıştır. Ama bu, insanın kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Bu zafer, Descartes'ın 'tabiatın efendileri olacağız' sözünde de ifade edildiği gibi, insanın, tabiat'ı teslim almasına ve kültürü, dolayısıyla kaosu hayatımıza hâkim kılmasına yol açmıştır: Tabiat 'yaratır'; Kültür, yıkar çünkü. Kültür, aslî bir kurucu ilke'ye dayanmadığı, yapay ve arızî olduğu için sürekli olarak insanı her tür saldırıya açık hâle getirir ve tüketir her şeyi.
Yazıyı, sarsıcı bir aforizmayla noktalayalım: Kültür'ü sözlüklerimizden de, hayatımızdan da at/a/madığımız sürece insanlık, insanlık yüzü göremeyecek. Ve Kültür, hayatımızda merkezî yerini korumaya devam ettiği sürece, insanlık, merkezî sorunlarının neler olduğunu bile anlamakta zorlanacak; dolayısıyla sulh ve sükûna, hak ve hakîkate, hukuk ve adalete dayalı bir medeniyet kurmayı başaramayacak; kaoslar, katastroflar ve türbülanslarla yaşamaya alıştırılacağız. İyi de, nereye kadar?
Yeni Şafak
.
Siyasetin hükümranlığı ve insanın saldırganlaşması
29.08.2008
Yusuf Kaplan
Modernlikle birlikte hayatın her alanının, siyasete indirgenmesinin hayatı sadece seküler alana hapsettiğini, dolayısıyla siyasetin kısa devre yapmasına yol açtığını söylemiştim.
Siyasetten hayatımızın her alanını düzenlemesini beklemek, siyaseti gereğinden fazla abartmak, fetişleştirmek ve siyasete aslâ taşıyamayacağı bir yük yüklemek demektir. Sözgelişi, kültür siyasetinden, ekonomi siyasetinden veya aile politikalarından, sağlık politikalarından sözederiz. Bunun tersi de doğru: Örneğin sadece kültür siyasetinden değil, siyaset kültüründen de, aile kültüründen de, sağlık kültüründen de, ekonomi kültüründen de sözederiz.
Tek örnek üzerinden gidecek olursak, kültür siyasetinden ya da siyaset kültüründen sözederken kültürü de, siyaseti de aynı düzleme indirgemiş oluruz. Ama bunun pek fazla farkında olmayız aslında. Aynı düzlem derken kastettiğim fenomen, monolojik, tek boyut'tur; salt fizik dünya'dır; seküler algılama biçimleri ve zihin kalıplarıdır.
Sonuçta hayatın antroposantrik, yani insanı tanrılaştıran, her şeyin merkezine yerleştiren bir konuma yükseltmemizi sağlayan siyaset de, kültür de, ekonomi de, sekülerleştirilmiş olur. Böylelikle Tanrı, Kâinât ve İnsan'dan oluşan büyük varlık zinciri'nin hiyerarşik yapısı alt üst edildiği için, hayata kozmosun (düzen, uyum ve bütünlük fikri'nin) hâkim olma imkânları iptal edilmiş, bunun yerine kaosun (düzensizlik, uyumsuzluk ve parçalılık fikri'nin) hâkim olması ve kozmos fikrini de ortadan kaldırması kaçınılmazlaşmış olur.
İnsanın hayatın merkezine yerleştirilmesinin, her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına getirilmesinin, insanın bencilleşmesinin, diğer varlıkları, Tanrı'yı, kâinâtı, tabiatı kendi kıt ve sığ aklıyla önce belli alanlara hapsetmesinin, sonra da kontrol ve kolonize etme saldırganlığına soyunmasının önü alınamamış olur.
İşte bu durumda, hayata sadece çıkarın, gücün, güçlü olanın hâkim olduğu ve haklı olarak kabul edildiği kaotik bir düzensizliğin çeki düzen vermesi önlenemez. Yeni düşünür tipinin en üretken ve vaatkâr temsilcilerinden Tahsin Görgün kardeşimin deyişiyle, o zaman hayata ve dünyaya barışı hâkim kılabilirsiniz ama sulhü ve sükûnu hâkim kılamayabilirsiniz. Meselâ Pax-Romana veya Pax-Americana / Roma-Barışı veya Amerikan-Barışı denen olgu böyle bir olgudur. Her iki durumda da barış, zor kullanılarak kısmen tesis edilmiştir; ama sulh, sükûn, emniyet, adalet ve hakkaniyet düzeneği kurulamamıştır.
Oysa Pax-Ottomana / Osmanlı-Barışı dediğimiz süreç, hâkim olduğu büyük küresel coğrafya üzerinde sadece barışın tesisine değil, aynı zamanda, sulhün, sükûnun, adaletin, hakkın, hukukun ve hakkaniyetin tesis edilmesine de imkân tanımış bir düzen ve düzenek üretmiştir.
Roma-Amerika düzen/ek/leriyle, Osmanlı düzen/eğ/i arasındaki bu niteliksel ve hayatî farklılık, Osmanlı'nın ürettiği medeniyet fikriyatının ve tatbikatının kozmos anlayışına dayanıyor olmasından; Roma-Amerika düzeneklerinin ise insanı tanrısal konuma yerleştiren, hayatı çatışma ve çıkar arenasına dönüştüren kaos / kültür anlayışına dayanıyor olmasından kaynaklanan bir farklılıktır.
Bugün dünyanın şiddetle ihtiyaç hissettiği şey, kozmos anlayışına dayalı bir dünya-hayat tasavvurunun yeniden hayata geçirilmesini ve böylesi bir medeniyet fikriyatının ve tatbikatının hayatiyet kazanmasını, çok boyutlu ve insan-Tanrı-kâinât arasındaki ilişkilerin yeniden tesis edildiği diyalojik bir düzeneğin inşa edilmesini sağlayacak yepyeni bir medeniyet yolculuğuna çıkılmasıdır.
Bunun yolu da, seküler-kapitalist, dolayısıyla çıkarperest, hedonist, bencil, çatışmacı, güçlü olanın haklı olarak kabul edildiği; her şeyi siyasete, tek bir düzeleme, tek bir boyuta indirgeyen; kaostan, katastroftan ve haksızlıklardan başka bir şey üretmeyen Batılı paradigmaların dışında yeni, kuşatıcı, kucaklayıcı, hiç kimseyi ötekileştirmeyen, herkesi özneleştiren yeni bir medeniyet paradigmasının geliştirilmesinden geçiyor.
Böyle bir paradigmanın yakın dünya tarihindeki en mükemmel örneğini bizim geliştirdiğimizi, bundan sonraki süreçte de sadece bizim geliştirebileceğimizi de insanlık tarihine bir bütün olarak baktığımız zaman görebilmemiz hiç de zor değil.
Ama buradaki yakıcı sorun, bizim böylesine zorlu ve uzun soluklu bir yolculuğa soyunmaya hazır ve hazırlıklı olup olmadığımız sorunudur. Her şeyi siyasete indirgememizin bizim gözümüzü, gönlümüzü, vicdanımızı, zihnimizi ve ruhumuzu nasıl körleştirdiğini, kötürümleştirdiğini kavramadan ve bu açmazı nasıl aşabileceğimiz konusunda kafa patlatmadan, bırakınız dünyaya bir şeyler sunabilmeyi, kendi ayaklarımız üzerinde durabilmemizin bile imkânsız olduğunu göremiyoruz bile. Bu konuya devam edeceğiz?
Yeni Şafak
.
Ramazan medeniyeti: Vücut, vicdan ve vecd şuuru ve şiiri (1)
01.09.2008
Yusuf Kaplan
Ramazan geldi, hoş geldi: Bize taptaze bir ruh; sarsılmaz bir iman; koordinatları bütün varlıklar âlemine açılan benzersiz bir kardeşlik; nefis ve leziz bir bütünleşme, birleşme iklimi; derûnî bir kulluk, varlık ve hakîkat şuuru ve şiiri getirdi yine.
Ramazan, vücud'un yani varlığın varkılındığı, vicdan'ın tesis edildiği ve vecd hâli'nin bütün varlıklar düzleminde, görünür-görünmez, zâhir-bâtın bütün dalga boylarında yaşandığı eşsiz bir varoluş ve varediş; engin bir hatırlayış ve hatırlatış; sarsıcı, sarıp sarmalayıcı, kuşatıp kucaklayıcı bir şuur ve şiir mevsimidir.
Şuur, söz'ün özü; şiirse, öz'ün sözü'dür çünkü.
İşte Ramazan, İslâm medeniyetinin, aynı ânda hem özünü ve şuurunu, hem de söz'ünü ve şiirini sunar bize: İslâm medeniyeti, tek şuur ve şiir medeniyetidir: Çünkü İslâm, İlâhî Söz'e ve Şuur'a dayanan tek dindir: İlâhî Söz'le ve Şuur'la insanı ve bütün mevcûdâtı buluşturan, İlâhî Söz'ün ve Şuur'un bütün koordinatlarını insanın önüne ve şuuruna açan tek diyalojik medeniyettir.
Aslında İslâm, tek medeniyettir: Diğer uygarlık veya sivilizasyon tecrübeleri, insanı, ya sadece kendi içine kapadıkları, ya da sadece kendi dışına hâkim olmaya kışkırttıkları için, medeniyet olma özelliklerine sahip değildir.
Medeniyet, ancak bütün varlıklara açılabilen, bütün varlıkları ihata edebilen, bütün varlıklar arasında dinamik bir iletişim sistemi, kanalları, koridorları inşa edebilen kozmolojik bir şuur hâli'dir. Eğer bir insanlık tecrübesi, aynı ânda hem Yaratıcı'yı, hem Kâinât'ı, hem de İnsan'ı hayatının çekim alanına alabiliyorsa, medeniyet olabilir ancak. Adına sivilizasyon tecrübeleri dediğimiz pagan tecrübeler insanı, varlığı ve hakîkati sadece fizik dünyaya kapattıkları için, Tanrı, Kâinât ve İnsan'dan oluşan büyük varlık zincirini hem yok saydıkları, hem de parçaladıkları için sadece kaos ve katastrof üretmişlerdir. Antik Yunan'dan Roma'ya, Avrupa'dan Amerika tecrübesine kadar yaşanan pagan uygarlık tecrübelerinin ürettikleri kaotik tarih, bunun apaşikâr bir göstergesidir.
Kadîm medeniyetler ise, Konfüçyan, Taocu, Budist, Hindu ve Şinto örneklerinde gözlendiği gibi, insanı sadece kendi iç dünyasına kapatarak kozmos'u bulmaya yönelttikleri ve dış dünyayı ihmal ettikleri için, donmaktan, antropolojik, ölü kültürlere dönüşmekten, dolayısıyla paganların saldırılarına teslim olmaktan kurtulamamışlardır.
İslâm, bir yandan büyük varlık zincirini eksene aldığı, öte yandan da, büyük varlık zincirini oluşturan ?aktör?ler arasındaki iletişimi, irtibatı ve ilişkiyi her zaman muhkem bir şekilde tesis eden bir varlık ve hakîkat tasavvuru sunduğu için, kaosun hayatı, bütün varlıkları ve bütün inanç ve düşünce sistemlerini önce kontrol altına almasını, sonra da yok etmesini önleyecek muazzam bir kozmolojik şuur icat etmeyi başarmıştır.
Medeniyet, büyük varlık zincirinin hem korunduğu, hem de hiyerarşik yapısının hayata ve bütün varlıklara hakkıyla çeki düzen verdiği kozmolojik bir şuurun ve tasavvurun adıdır. İşte bu kozmolojik tasavvura sadece İslâm sahiptir.
Kozmolojik şuura ve tasavvura dayalı bir medeniyet idrakinin merkezinde Yaratıcı vardır: Kâinât ve İnsan, hem Yaratıcı'nın eseridir; hem de Kâinât da, İnsan da, kendi eserlerini her dâim bu kozmolojik şuuru ve tasavvuru harekete ve hayata geçirecek şekilde üretebilme kabiliyetine sahiptirler. İnsan, Yaratıcı'yı tanıdığı ölçüde insanlığa ve bütün varlıklara hayat hakkı tanıyabilecek bir varoluş ve varetme çabası üretir; Yaratıcı'yı tanımayan insan, her şeyi yıkar, yok eder.
Yaratıcı, Kâinât ve İnsan arasında kozmolojik şuur ve tasavvur ekseninde kurulan bu yaratıcı ilişki, İlâhî Söz'ü ve Şuuru her dâim iliklerine kadar hisseder. İşte şiir, bundan sonra devreye girer: İlâhî Söz, hayatta ve insanda İlâhî Şuur'un tesisine imkân tanır. İnsan'ın İlâhî Şuur'u beşerî şuur katına yükseltebilmesi, Peygamberî Şuur vasıtasıyla mümkün olabilir.
İşte şiir, tıpkı Yunus şiiri gibi, tıpkı Fuzûlî şiiri gibi, tıpkı Hâfız şiiri gibi, tıpkı Mevlânâ şiiri gibi, tıpkı İkbal şiiri gibi, tıpkı Sezai Karakoç şiiri gibi, has şiir, hakîkî şiir, çağları bir şimşek gibi delip geçen şiir, gönüllerde taht kuran şiir, ancak İlâhî Şuur'la irtibata geçip de İlâhî Şuur ekseninde bir beşerî şuur inşa edildiği zaman vücut bulur.
Şiirin sadece bir sanat biçimi olarak değil, aynı zamanda, bir varoluş ve hayat idraki olarak varolduğu mevsim, Ramazan medeniyeti mevsimidir ancak. Ramazan medeniyeti, vicdanın ve vecdin en yüksek düzlemlerde tezahür ve tecellî ettiği, öz'ün söz'e, söz'ün öz'e, kısacası şuurun şiire dönüştüğü asil ve esaslı bir şiir mevsimidir.
Yeni Şafak
.
Ramazan medeniyeti: Vücud, vicdan ve vecd şuuru ve şiiri (2)
11.09.2009
Yusuf Kaplan
Ramazan, İslâm'ın özü ve özeti bir mevsim. Ramazan'da İslâm'ın Müslümanlardan talep ettiği bütün ilkeler hayat buluyor. Dolayısıyla Ramazan'da İslâm'ın özetlenmesi, olağan bir iş'le, olağanüstü bir işleme dönüşüyor.
Bu, özetlerken özü özümsemenin kazandırdığı bir özellik. Fenomenolojinin izah edebileceği olağanüstü bir durum: Yaşanan tecrübeyi olağanüstü kılan fenomen, doğrundan oruç üzerinde yoğunlaşılıyor olmasıdır: Bir ibadet üzerinden İslâm'ın insandan talep ettiği bütün emirler, ilkeler, tasavvurlar, tahayyüller eş zamanlı olarak harekete ve hayata geçiriliyor.
Yani biz, oruç tutmakla sadece oruç tutmuş olmuyoruz; orucun bizi tutmasına, tutup kaldırmasına, başka bir düzleme taşımasına da tanıklık etmiş oluyoruz: Böylelikle varlığa, topluma, tabiata ve hakikate dâir bütün bir anlam haritasını ve anlamlandırma pratiklerini de aynı ânda hayata ve hareke geçirmiş oluyoruz.
Ramazan'ın en önemli özelliği insanı bütün tabiatlarla ve bütün hakikatlerle buluşturuyor olmasıdır. Yine fenomenolojinin izah edebileceği bir harikulâdelik de burada gizli. İnsan, Ramazan'da oruç tutarken hem bizzat tabiatı tecrübe ederek keşfediyor; hava'nın, su'yun, gece'nin gündüzün rengini, kokusunu, dokusunu bilfiil soluyor. Ramazan orucu, bir ay boyunca tabiatla kurduğumuz ilişkiyi altüst ediyor ve tabiatla doğrudan, yaşayarak, organik bir ilişki kurmamıza imkân tanıyor.
Böylelikle hem tabiatın keşfedilmemiş kıtalarını, bizzat hava'yı, eşyayı bambaşka bir hâlet-i ruhiye ile soluyarak keşfedebilme imkânına kavuşuyoruz; hem de bir yandan eşyanın hakîkatini, öte yandan da insanın kendi hakîkatini -zaaflarını ve erdemlerini- keşfetmesi sürecini bilfiil yaşıyoruz.
Özetle aç kalmak gibi olağan, sıradan, alelade bir iş'le; tabiatla, kâinât'la, Yaratıcı ile, diğer varlıklarla ve bizzat eşyanın kendisiyle topyekûn olağanüstü, fevkalade bir ilişki kuruyoruz. Ramazanda insan, insan olarak kendisini keşfediyor, dolayısıyla kâinât'la, Yaratıcı'yla, diğer varlıklarla, tabiatla bütünleşerek kendisini aşabilmenin yollarını da fethediyor bizzat. Fethin, bir açılma eylemi, kapıların, gönüllerin ve zihinlerin açılması fiili olduğunu düşünecek olursak, insan, Ramazan'da her şeyden önce bizzat kendisini tecrübe ediyor, varoluşunu yaşıyor adım adım, an be ân, aç durarak pür dikkat tabiatın sesine kulak kesilerek: Tabiatı dinliyor, havasını suyunu, rengini, kokusunu, dokusunu başka türlü soluyarak, yaşayarak, tecrübe ederek bütün yönleriyle tabiatı.
Sonuç itibariyle, ramazan bir varoluş mevsimidir; insanın varlığın, hakîkatin, tabiatın ve Tanrı'nın varlığını bizzat tecrübe ederek hissettiği bir varoluş mevsimi. Varoluş, dinin insanla birlikte varolması sürecidir: Bu, mekke sürecine denk gelir: Bütün varlıkların ve hakîkatin şuuruna erme sürecine gir/diril/en insan tipi inşa edilir bu süreçte. Bu süreçte, insana müdahâle eden ve insanın özümsediği şuur, İlâhî Şuur'dur.
Ramazan aynı zamanda bir varediş mevsimidir. Varediş mevsimi, medîne sürecine denk gelir: Medine sürecini hayata geçiren şuur, Peygamberî Şuur'dur. Peygamberî Şuur'la, önceden kendilerine her türlü işkence ve hakareti reva gören müşrik, Yahudi ve Hıristiyan topluluklarla her şeye silbaştan başlanıldığını haber veren bir Sözleşme yapılır: Mekke süreci nasıl varlığı harekete geçirmişse, Medîne süreci de vicdan'ı harekete geçirir.
Ve nihâyet Ramazan, bir varkılış mevsimidir. Varkılış mevsimi, Medeniyet Sürecine denk gelir: Medeniyet sürecini hayata geçiren şuur, İlâhî Şuur'la Donanmış, Peygamberî Şuur'la yoğrulmuş Beşerî Şuur'dur. İnsan, Hayat ve Tabiat işte bundan sonra vecd'e gelir, coşar, taşar ve kendini aşar.
İşte şiir budur; ilâhî olan'a kadar açılabilme imkânı sunan şuurun kazandırdığı bir fevkalade söz. Özün sözü'nün, söz'ün özünü özümsediği bir üst-şuur hâli.
Yazının devamı için tıklayın
.
Oruç insanı tutar
04.09.2009
Yusuf Kaplan
....Ve özgürleştirir insanı.
İşte önümde sigara...
Ve bir şey yapamıyorum. Bir tane bile yakamıyorum. Oruç, tutuyor beni.
Orucun ilk günü üstelik de... Öyle kolay değildir orucun ilk günleri sigara mahkûmları için.
Ama sigara içemediğim için bir sıkıntı, bir problem yaşamıyorum. Tuttuğum için tutuyor beni oruç...
***
Bir ibadet, yani varoluş şartı olarak oruç, mümin'in Rabbine yönelmesidir. Her ibadet gibi Rabbiyle ontolojik bir temasa geçmesidir. Ne büyük bir asalet, ne büyük bir imtiyaz bu böyle!
Her ibadet gibi oruç da bir kulluktur (ubûdiyet'tir); insanın kul olduğunu hatırlamasıdır.
Kulluk, özgürleşmektir. Kul olmayan, kulluğunun şuurunda olmayan insanlar, özgürlüklerini yitirirler; kâh kula kul olurlar, kâh kulun yapıp ettiklerine, kâh dünyaya, dünyadaki her şeye, kâh nefislerine, nefislerinin arızî arzularına ve arızalarına...
Ama Hakka kul olmayan insan, hakîkati göremez; en zayıf şeylere de, en güçlü şeylere de kul-köle olur da farkedemez bile bunu.
İşte oruç, insana her şeyden önce kulluğunu hatırlatır. Hakka kul olmadığı takdirde kolaylıkla her şeyin kulu olacağını; tıpkı Kitabımız gibi, tıpkı tarihin büyük peygamberleri, bilge kişileri, çağımızın düşünürleri, sanatçıları gibi; örneğin romanın zirve'si Dostoyevski veya psikanalizin zirvelerinde gezinen Lacan gibi...
Seküler hayat, insanı özgürleştirmek adına her şeyin kulu kılar: Hızların, hazların ve arzuların kulu-kölesi. Oysa hızların, hazların ve arzuların peşinden koşmak özgürleşmek değildir; hızların, hazların ve arzuların peşinden koşmaktır sadece. Aslında bütün bunlar birer kaçıştır; insanın iradesinin boşalması ve özgürlükten kaçış biçimleri... İnsanın kendisinden kaçması… sorumluluklarından kaçması… kulluğundan kaçması… Sonuçta, Rabbine kul olacağına, Rabbinin kullarının kullarına kul olması…
Seküler / Batılı hayat, ruhu yok eder; ruhun yerine şeytanı ikame eder; iyi'yle kötü'yü, şeytan'la Tanrı'yı eşitler. Hâl böyle olunca, böyle bir ortamda ruh, sırra kadem basar. Ruhu yok olan insan, her şeyin kulu-kölesi olmaktan kendini kurtaramaz.
Bütün diğer ibadet biçimleri gibi oruç da, insanın ruhunu özgürleştirir. İnsanın ruhu özgürleşince nefsi de özgürleşir; ruh özgürlüğüne kavuşunca, nefsi kurucu bir iradeyle donatır ve hem bir “şems” (güneş) olacak, hem de Şems'ini bulacak, güneşten istifade edebilecek bir aziz varlığa dönüştürür insanı.
İnsan vareden bir varlık değil, Vareden tarafından varedilen bir varlıktır. İnsandaki varedenlik husûsiyeti, varedilen'den varedebilen olmasında gizlidir.
İnsan, yaratan değil yaratılandır. Rabb değil, kuldur. Kul, âbid demektir. Abideleri kuran odur: Önce ruh âbidesini, içinin, iç dünyasının sarayını kurabilmelidir insan.
Rabbine kulluğunu yitiren, kul olmayan insan, her şeyin kulu-kölesi olur. Bu kaçınılmazdır. İnsan ya kul olur; ya da köle. Kul olmak da, köle olmak da insanın elindedir.
İradesi insana, insanın eline verilmiştir. Bununla, kendisine teklif edilen emanet mükellefiyetiyle donatılmıştır insan. Emanet mükellefiyetinin şuurunda olan insan, ubudiyet şuurunu en iyi şekilde idrak edebilecek düzeye çıkar: Ve Allah'ın halîfesi olur yeryüzünde.
İnsan, Mekke sürecinde emanet şuuruyla İlâhî Şuuru hâkim kılar hayatında; Medine sürecinde ubudiyet şuuruyla Peygamberî Şuuru hayat hâline dönüştürür, hayatın kendisi katına yükseltir; Medeniyet sürecinde ise İlâhî Şuur'la Hayat Bulan, Peygamberî Şuurla Hayat Olan ilâhî kelâm'ı, hilâfet şuuruyla bütün insanlığa takdim eder.
Ancak insan, kulluğunu / ruhunu yitirdiği zaman iradesini de, kendisine yüklenen emaneti de, hilâfet mükellefiyetini de yitirir.
İşte oruç, insanın iradesini hatırlatır insana: İradesiyle, hayat buldurduğu emanet yükümlülüğünü; hayat oldurduğu ubudiyet mükellefiyetini ve başkalarına hayat sunduğu, hayat bahşettiği hilâfet vazifesini hatırlatır ona: İnsanı aç tutarak, susuz tutarak, her türlü şerden, kötülükten uzak tutarak hatırlatır bütün bu varoluş şartlarını: Olağanüstü şeylerden uzak tutarak değil, en olağan, en alelade ile yapar bunu.
Yazının devamı için tıklayın
.
Medeniyetler ve ne, nasıl, ve niçin soruları
12.09.2008
Yusuf Kaplan
İnsanın varlığını anlamlı kılabileceği, varlığına anlam katabileceği üç temel soru vardır: Ne, nasıl ve niçin soruları.
Ne sorusu vücuda, mevcuda ve mevcûdiyete, yani varlığa, varlığın kaynağı olan hakîkate, hakîkatin kaynağı olan ?asıl?a, aslî dinamiklere, Frenkçesiyle norm'a ilişkin bir sorudur. Ne sorusu, varlığın ve hakîkatin mâhiyetiyle, hayatıyla, hayat bulmasıyla irtibatlıdır.
Nasıl sorusu, varlığın / vücûdun varoluşuyla, varlığa gelişiyle, mevcut oluşuyla, mevcûdiyet kazanışıyla ve mevcûdiyetini sürdürüşüyle, irtibatlı bir sorudur. Nasıl sorusu, usûl'le, form'la ilgilidir, varlığın ve hakîkatin hayatiyet kazanmasının, hayat olmasının yollarını gösterir bize.
Ne sorusu, nitelikle; nasıl sorusu nicelikle ilgilidir: Ne sorusu, dil'le, etika'yla ilgilenir; nasıl sorusu ise, üst-dille, estetikayla.
Ne sorusu bize vasatı resmetmekte; nasıl sorusu ise vasıtayı keşfetmekte kılavuzluk eder. Aslolan mâhiyet'tir; ama mâhiyetin ne olduğunun, nasıl oluştuğunun, dolayısıyla hangi şartlar altında varolabildiğinin ya da yok olduğunun anlaşılabilmesi sürecinde, bir usûl sorusu olduğu için, nasıl sorusu ve usûl meselesi, asıl'ın asliyetinin ve husûsiyetlerinin vuzûha kavuşturulabilmesi çabasında asıl'ın kendisinden daha önemlidir.
Bu iki soru kipinin varlıklarını anlamlı kılan üçüncü aslî bir soru kipi daha var: Niçin sorusu. Niçin sorusu olmadan ve sorulmadan, ne ve nasıl soruları bir anlam ifade etmez ve işlevsizleşir. Ne sorusunun dil'le, nasıl sorusunun üstdil'le ilgili olduğunu söylemiştik. Niçin sorusu ise, hâl'le ilgilidir. Ne sorusu, vücûdu mevcût kılar; nasıl sorusu vicdanı tesis eder; niçin sorusu ise, vecd hâlini inşa eder. Ne sorusu, hiyerarşik açından en temel ve en esaslı sorudur.
Nasıl sorusu, temel'in temellerinin gün ışığına çıkarılması açısından ne sorusundan daha önemlidir. Nasıl sorusu olmadan ve sorulmadan, ne sorusuyla üretilen cevapların bir anlam ifade edebilmesi ve hayatiyet kazanabilmesi imkânsızdır. Niçin sorusu, ne ve nasıl sorularını aynı anda ihata ve ilzam eder. Ne sorusu, esas itibariyle bütün'le; nasıl sorusu sadece parça'yla; niçin sorusu ise hem bütün'le, hem de parça'yla ilgilidir.
Ne sorusu ontolojik olan'a ve alan'a, nasıl sorusu epistemolojik olan'a ve alan'a, niçin sorusu da fenomenolojik olan'a ve alan'a ilişkin sorulardır ve bu alanlara dâir sorular sorarlar. Özetle, ne sorusu ?din?le; nasıl sorusu ?medine?yle; niçin sorusu da ?medeniyet?le ilgili eksen sorulardır.
Ne sorusu, kadîm medeniyet geleneklerinin (günümüzde olan Konfüçyan, Hindu, Tao, Şinto, Budist hikmet biçimlerinin) sordukları sorudur. Nasıl sorusu, pagan uygarlıkların (günümüzde neo-paganizm biçimleri kazanan seküler Batı uygarlığının) sorduğu tek esaslı sorudur. Niçin sorusu ise, vahiy medeniyetlerinin (günümüzde İslâm'ın) temel sorusudur.
Niçin ve nasıl sorularını sormayan, sadece ne sorusunu eksene alan bir medeniyet tecrübesi, statikleşmekten ve opaque'leşmekten, taşralı olmaya ve içine kapanarak yok olmaya mahkûm, sınırlı? bir ?medeniyet? tecrübesi olmaktan kurtulamaz. Örneğin, kadîm medeniyet geleneklerinin, antropolojik kültürlere dönüşmesinin nedenleri burada gizlidir.
Sadece nasıl sorusuyla yetinmeye çalışan tecrübeler ise azmanlaşmaktan ve saldırganlaşmaktan başka bir şey üretemezler. Pagan uygarlık tecrübelerinin, sadece gücü, güç üreten araçları fetişleştirerek ?araçsal akıl?a dayalı, azmanlaşmış bir insan tipi ve kaotik bir dünya resmi sunmasının nedenleri burada gizlidir.
Niçin sorusunu eksene alan medeniyetler ise, ne sorusunu dinamize ederler, salt nicelik sorusu olan nasıl sorusuna nitelik kazandırarak ne ve nasıl sorusunun insan, kâinât ve Tanrı açısından taşıdığı anlamları ifşa etme imkânları sunarlar. Gerçek anlamda bütün varlığı, hakîkati, Tanrı'yı, Kâinât'ı ihata edebilecek evrensel, dinamik ve hem içe, hem dışa dönük hakîkî ve tahkîkî medeniyet tecrübesini, niçin sorusunu eksene alan -vahye dayalı bir- medeniyet fikri ve tecrübesi üretebilir ancak.
Not: Bu yazı, bu ayki Kuşluk Vakti dergisinde yayımlanan ?Medeniyet, Şiir ve Modern 'Türk' Şiiri? başlıklı yazımın giriş bölümüdür.
Yeni Şafak
.
Sadece iç dinamikler mi?
15.09.2008
Yusuf Kaplan
Türkiye'nin yaklaşık 200 yıldan bu yana sürüklendiği ve sürgit içinden çıkılmaz hâle geldiği gözlenen kaotik, belirsiz ve anormal siyasî, ekonomik ve kültürel ortam, Türkiye'de yaşanan olayları, sorunları, salt iç dinamiklerle anlamayı, anlamlandırabilmeyi ve açıklayabilmeyi zorlaştırıyor. 'İç dinamikler'in oluşmasında, hem bizim yakın dönemde yaşadığımız değişim tecrübesinin nev-i şahsına münhasır özellikler taşımasının, hem de dünyada ve bölgemizde yaşanan olayların ve gelişmelerin oldukça belirleyici olduğunu ve bu gerçeğin aslâ gözardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Sözgelişi, bizim yaşadığımız modernleşme deneyimi, anlam haritalarımızı, medeniyet iddialarımızı olumsuzlayan, bu nedenle de Türkiye'de elitlerle toplumun kimliğinin, duyarlıklarının ve önceliklerinin farklılaşmasına, hatta yer yer elitlerle toplum arasında adı tam olarak konulmamış 'anlamsız, yapay ve tehlikeli bir kavga'nın zuhur etmesine neden olan, anti-modern ve anti-demokratik pratikler ve kurumlardan oluşan tuhaf bir 'modernleşme' deneyimi.
Türkiye'nin elbette ki Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren yenileşmesi gerekiyordu. Ama yüzyılların birikimi, deneyimi ve mücadelesiyle oluşan anlam haritalarımızı ve medeniyet dinamiklerimizi eksene alan bir yenileşme süreci olmalıydı bu.
Türk modernleşmesi konusunda çalışan sosyal bilimcilerin de hemfikir oldukları gibi, dünyada, özellikle de Batı toplumlarında yaşanan modernleşme tecrübeleri, bu toplumların kendi anlam haritalarını, kültürel dinamiklerini olumsuzlamaksızın, yoksaymaksızın geliştirilen modernleşme tecrübeleridir. Oysa Türkiye'de tam tersi ve son derece anormal, bütün sorunlarımızı anormalleştiren bir deneyim yaşanmıştır ve halen de bu anormal, irrasyonel tutum zorla sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Türkiye, Çin, İran ve Afganistan'la birlikte sömürgeleştirilemeyen birkaç ülkeden biridir. Türkiye'nin sömürgeleştirilememesine rağmen, sömürgeci Batı ülkelerinin sömürgeleştirdikleri ülkelerde yaptıkları şeylerin Türkiye'de bizzat bizim elitlerimiz tarafından hem de daha şiddetli, radikal şekillerde yapılagelmiş olması da bizim karşı karşıya kaldığımız sorunların karmaşıklaşmasına, anormalleşmesine ve içinden çıkılmaz hâle gelmesine yol açan bir başka önemli faktördür. Türkiye'de elitlerin topluma, toplumun da elitlere karşı türlü takiyye biçimleri geliştirmekten kaçınmamasının nedenleri burada aranmalıdır.
Tanzimat döneminde yenilgi psikolojisi üzerine bina edilen savunmacı ve eklektik bir modernleşme projesi geliştirilmesi, Cumhuriyet döneminde ise bunun kültür ve medeniyet değiştirme projesine dönüştürülmesi, Türkiye'nin sorunlarını azmanlaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır.
Bizim, insanın aynı anda hem iç, hem de dış dünyasını 'tanzim' eden anlam haritalarımızın reddedilmesi, ama monteleme yöntemiyle zoraki olarak topluma dayatılan projelerin, zuhur eden boşluğu dolduramaması, toplumumuzun yeniden kültürümüzün ürünü olan anlam haritalarına sarılmaya başlamasına yol açmakta, bu da elitleri panik havasına sürüklemekte, sistemin yaşadığı meşruiyet, hegemonya ve özgüven krizini artırmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan manzara şu: Topluma duyulan güvensizlik, iç dinamiklarin bastırılması ve ardından zuhur eden veya ettirilen yapay sorunlar, kavgalar ve anormal, hissi davranış biçimleri: Tam bir akıl tutulması yani.
Böylesi bir ortamda, Türkiye, hem dünyada yaşanan gelişmelere kulak tıkayan, hem de iç dinamikleri ıskalayan 'hastalıklı bir organizma' görüntüsü veriyor.
Bu yüzden, Türkiye'de yaşanan sorunlara ilişkin olarak salt 'iç dinamikler'den yola çıkılarak yapılan yorumlar, analizler ve saptamalar kaçınılmaz olarak hem eksik kalıyor; hem de bizi yer yer yanlış ve yanıltıcı sonuçlara, çözüm önerilerine götürebiliyor.
Bir yandan dünyanın sürgit küreselleştiği, küçüldüğü, zaman-mekan kavramlarının eski anlamlarını ve işlevlerini yitirmeye yüztuttuğu; öte yandansa Türkiye'de vuku bulan olayların önemli bir bölüğünün dış dinamiklerin ürünü olduğu gözönünde bulundurulunca, Türkiye'de yaşanan olayları, gelişmeleri, dışarıda yaşanan gelişmeleri gözardı ederek anlamlandırabilmek son derece zordur. [Bunun son örneği, Almanya'daki Deniz Feneri Derneği davasının Türkiye'yi bir haftadır meşgul ediyor olmasıdır.]
Not: Bu yazı, 10 yıl önce bu sütunda yayımlanmıştı?
Yeni Şafak
.
Toplum varoldukça, insan varolamayacak
26.09.2008
Yusuf Kaplan
Yazının sonunda kuracağım kurucu ve putkırıcı cümleyi yazının başında kurayım isterseniz: Toplum varoldukça, insan varolamayacak. İnsanı varkılabilmek için, önce 'toplum'u, toplum fikrini yok edebilmeliyiz.
Daha önceki bir kaç yazıda, kültürün kaos ürettiğini, kozmos fikrini yok ettiğini tartışmıştım. Ve sonra da kültür sözcüğünü lügatçemizden ve hayatımızdan çekip atamadığımız sürece kültürün hâkimiyetinin ürünü olana kaos ve katastroflar düzeneğinin cenderesinden ve cehenneminden kurtulamayacağımızı söylemiştim. Bu ve sonraki birkaç yazıda ise, toplum fikrini ve sözcüğünü dağarcığımızdan, lügatçelerimizden, sözlüklerimizden ve hayatımızdan çekip çıkaramadığımız, kaldırıp atamadığımız sürece, insanın insanca varolma şartlarını tesis ve temin edemeyeceğimizi söylüyorum.
Burada, bir tür putkırıcılık, kodkırıcılık ve mitkırıcılık işine soyunduğumu söylememe gerek yok: O yüzden, Toplum meselesini tartışmaya, ters bir köşeden, tanrıtanımazlık meselesinden başlamak istiyorum.
Tanrıtanımaz, gerçekten tanrıtanımaz biri midir; yoksa gerçek Tanrı'yı tanımaz biri mi? Tanrıtanımazın tanımadığı Tanrı, İlâhî Tanrı'dır: İnsanın dışında, insanüstü, tabiatüstü, zamanlar ve mekânlarüstü hakîkî, gerçek Tanrı'yı tanımaz tanrıtanımaz.
Ne yaman çelişki bu: Dikkat edin, tanrıtanımaz, Hakîkî Tanrı'yı tanımaz yalnızca; ama sahte tanrıları tanrı olarak tanımaktan, zamanla sahte tanrıları gerçek tanrı sanmaktan ve sonuçta da sahte tanrıların kulu ve kölesi olmaktan kurtulamaz. Hakîkî Tanrı'nın, yani İnâyet, Kudret ve Lütuf Sahibi tek Tanrı'nın, insanı vareden ve varlığından haberdâr eden Yüce Rabb'in dışındaki bütün tanrılar, yani bütün sahte tanrılar, tanrıtanımazın ya potansiyel ya da fiîlî tanrılarıdır.
Gerçekte tanrıtanımaz, sahtenin peşindedir. Sahte'yi hakîkat zanneder tanrıtanımaz. Hakîkat bir kez yok sayılınca, sahte, hakîkatin yerini alacaktır. Bütün sahteler, 'hakikat benim, hakikat benim' yarışına girişecek, bundan kaçınamayacaktır.
Yani tanrıtanımaz, aslında hem sahte bir tanrıtanır'dır; hem de bir sahte-tanrı tanırdır. Tanrıtanımazlık, sahte'nin, hakîkî olan'ı altetmesidir ve onun kendisini hakîkî diye sahnelemesidir. Böylelikle tanrıtanımaz, dünyayı bir puthâneye dönüştürür.
O yüzden, bir şeyi yok etmek mi istiyorsunuz: Putlaştırın onu hemen. Çok geçmeden putlaştırdığınız şeyin her yerde hâzır ve nâzır olarak göründüğünü göreceksiniz; ama gördüğünüz şeyin sadece bir görüntüden ve kuruntudan ibaret olduğunu idrak etmekte biraz geç kalacaksınız tabiatıyla.
Çünkü gözünüz körleşmiş, zihniniz çalınmış, ruhunuz yok edilmiştir ikonlar tarafından: Zira ikon, önce insanın gözünü kör eder; sonra zihnini çalar; sonra da kaçınılmaz olarak ruhunu yok eder. 'Tanrı'nın olmadığı bir yer'e ikonlar dolar, kolgezer orada: Sahte ikonlar; yapmacık tanrılar; yani türlü tuhaf tanrı karikatürleri. Artık herkes tanrılık taslamaya, ele geçirilen türlü tasmaları insanların boynuna takmaya başlar.
İkonlaştırma, bir tanrılaştırma, bir ilahlaştırma sürecidir. Sekülerleşme, ikonlaştırma çabalarının dölyatağıdır.
Toplum, sekülerliğin çocuğudur, icadıdır. Sosyoloji, sekülerliğin öncü keşif kolu ve meşrûlaştırım aracı olagelmiş ama sonunda postmodern sosyal teori'yle birlikte duvara toslamış ve ortada sosyoloji filan kalmamıştır.
İkonların, türlü tuhaf putların hayatımızın her alanında kolgezdiği bir dünyada yaşıyoruz. O yüzden her şeyi kolaylıkla ikonlaştırıyor ve putlaştırıyoruz. Ama bir şeyi ikonlaştırdıkça, tıpkı tanrıtanımaz gibi, o sahte'yi gerçekmiş gibi algılamaya ve bu sahte şeye hakîkat diye inanmaya başlıyoruz.
İşte toplum fikri, bu sahte-gerçeklerden biridir. Önceden, modernlikten yani sekülerlik çağından önce toplum diye bir şey yoktu. Toplum, nevzuhûr bir şeydir: Nevzuhûr olduğu için de huzur veren değil, huzur-bozan bir düzeneğe dönüşmekten kurtulamamıştır.
Bugün geldiğimiz noktada 'toplum', insanı da, şehri de yutan; harabeleri, mezarları andıran ölü, ruhsuz, putperest kentler üreten patolojik bir fenomene, hatta insanî, tabiî, hakîkî ve yüce olan ne varsa hepsini önce unutan, unutturan, sonra da tastamam yutan bir 'canavar'a dönüşmüştür. Bayram günü devam ediyoruz bu tartışmaya?
Yeni Şafak
.
Toplum'un yokediciliği, kardeşliğin varediciliği
29.09.2008
Yusuf Kaplan
Önceki yazımda, 'bir şeyi yok etmek istiyorsanız, putlaştırın onu yeter', demiştim. Toplum kavramı, modernlikle birlikte icat edilmiş yapay ve mekanik bir fenomendir. Sadece icat edilmekle kalınmamış, aynı zamanda putlaştırılmıştır toplum.
Toplum, olsa olsa bir sonuç olabilir ancak. Eğer sonuç değil de, her şeyin başı ve başlangıcı olarak kurgulanırsa, orada ve ortada toplum diye bir şey varolamaz.
Toplumun bir mekanizma olarak tasarlanıp sonra da icat edilmesi toplumun daha baştan varolamayacağının en temel, en önemli göstergesidir.
Toplum fikri, insan kardeşliği fikrine dayanmaz. Aksine ırk ve toprak kardeşliği ya da özdeşliği fikrine dayanır. Irk ve toprak kardeşliği fikri, daha baştan kendisiyle çelişen ve imkânsız bir fikirdir. Burada bir kardeşlikten olmasa bile bir birlikteliğinden sözedilebilir. Ancak ırk ve toprak birlikteliğiyle bir ülkede kalıcı, herkese, bütün farklılıklara ruh üfleyici müşterek bir ruh üretilebilir mi?
Üretilemez çünkü ruh, nitelik ifade eden bir 'şey'dir; oysa ırk bir nitelik ifade etmez, nicelik ifade eder yalnızca.
Ama bir ırk kutsandığı ya da putlaştırıldığı zaman bir tür bir 'ırk kardeşliği' icat edilebilir: Ancak ırk kardeşliği denen ve icat olunan, kurmaca ve sahte 'kardeşlik türü'nün bir ruhu olmadığı için, ırk da, ırk bütünlüğü de, ırk bütünlüğü üzerinden üretilen ve icat edilen toplum da kutsanır ve putlaştırılır. Ve putlaştırıldığı andan itibaren varolma, kök salabilme, hayat sunabilme, insanca yaşanabilecek müşterek bir ruh varedebilme imkânlarını yitirir.
Toplum, ulus, ırk, vatandaşlık, toprak üzerine inşa edilen birliktelikler hakîkî, kanatlandırıcı, herkesi kardeş kılcı bir ruhtan yoksun oldukları için, en zor zamanlarda un ufak olmaktan, darmadağın olmaktan kurtulamazlar. Aslolan ırk, ulus, toplum gibi mekanik, dolayısıyla arızî birliktelikler kurmak değildir. Aslolan, kardeşlik ruhu müştereği ve müşterekliği gibi organik, dolayısıyla bütün farklı azalara da kucak açabilen, aslî bir yekvücutluk vücut buldurabilmektir.
İşte modernler bu yakıcı gerçeğin farkına vardıkları için, modernlik projesinin temelleriyle temelden çelişen bir işe soyunma iki yüzlülüğünden medet ummaktan başka bir şey yapamadılar: Modernler, bir yandan ruhu hayattan kovdular; ama öte yandan da bir ırk ruhu, bir toplum ruhu, bir ulus ruhu icat etmeye çalıştılar. Ve işe tersinden başladılar. O yüzden ırk ruhu, ulus ruhu, toplum ruhu diyerek icat ettikleri varlıklar en zor zamanlarda canavarlaşmaktan, canavara dönüşmekten kurtulamazlar: İşte bu nedenledir ki, bir nasyonal sosyalizm biçimi olan Nazizm, nasyonu çekilmiş bir sosyalizm biçimi olan komünizm tecrübeleri ve nasyonu simülatif olarak icat edilen Amerikan liberalizm biçimleri hep cennet vaat etmelerine rağmen, insanlığa cehennem armağan etmişlerdir.
İşte Ramazan ve Bayram, ırk fikrini de, ulus fikrini de, toplum fikrini de yıkan ve kardeşlik ruhu fikrini vareden hakîkî varoluş, varediş ve varkılış vasatları ve vasıtalarıdır.
Ruh, en zor zamanlarda gücünü ve kudretini gösterir. Oysa ırk, ulus, toplum en zor zamanlarda en zayıf yanlarını hemencecik dışa vururlar. Ve yapay bir güç ve kudret devşirebilmek için son kertede ruha başvurmaktan başka çıkar yol bulamazlar: Irk ruhu, ulus ruhu, toplum ruhu gibi kendilerine ait olmayan, kendilerinde varolmayan aslî bir fenomeni yedeklerine alarak bir ruh üretmeye çalışırlar; ama bu ruh sahte, yapay, icat edilmiş, kurmaca ve monteleme, yani dolaylı ve dolayımlanarak icat edilen bir ruh olduğu için kalıcı ve köksalıcı olamaz hiçbir zaman. Bu tür sahte ruhların en güçlü olduğu zamanlar, aynı zamanda en fazla canavarlaştıkları, canavarlaşma özellikleri gösterdikleri zamanlardır.
Ramazan ve Bayram, toplum, ulus ve ırk birlikteliklerinin ne kadar mekanik, zoraki ve yapay olduğunu, benzersiz bir kardeşlik ruhu, dayanışma ruhu, paylaşma ruhu üreterek gözler önüne serer.
Not: Bütün okuyucularımın ruh ve kardeşlik üreten Ramazan Bayramı'nı bütün kalbi duygularımla tebrik ediyorum.
Yeni Şafak
.
Aklı duyguların peşine takmadan?
06.10.2008
Yusuf Kaplan
Dün PKK'nın Aktütün karakoluna düzenlediği saldırıda şehit düşen askerler için düzenlenen törenler çok anlamlı bir görüntü ortaya koydu. Türkiye'nin hemen her yerine adeta düşünülerek dengeli bir biçimde dağıtılmış alev toplarını andırıyordu görüntüler.
Siirt'ten İstanbul, Eskişehir, Erzurum, İzmir, Kırıkkale, Osmaniye, Mersin, Artvin, Antalya, Ordu, Diyarbakır, Adana, Kastamonu ve Denizli'ye kadar Türkiye'nin her yanında aynı anda aynı duygular ve aynı tepkiler ortaya konuldu. Her şeyden önce bu saldırının bu görüntüyü oluşturmayı hedefleyerek yapılmış olduğunu varsayabiliriz. Bu saldırının daha öncekilere benzeyen bir yanı da buydu. Üstelik yine geçen yıl da yine bir bayram gününde düzenlenen ve benzer bir etki yapmış olan bir saldırının yıldönümüne, yine bir bayram tatiline denk getirildi bu saldırı.
Halkın bayramlarına kast etmek, Türkiye'nin her yanına aynı anda veya düzenli aralıklarla acı ve nefret tohumları ekmek, miting ortamları eşliğinde trajik ?şehit cenazesi? görüntülerine yol açmak, örgüt tarafından bir tarz olarak benimsenmiş görünüyor.
Önceki saldırılara ?milletçe bir refleks göstermeye? davet edilen halk bayraklarını alıp miting alanına gider gibi cenazelere koşmuş, ?şehitler ölmez, vatan bölünmez? sloganlarıyla beklenen refleksi göstermişti. Ancak ortada tuhaf bir durum vardı. Halkın sergilemesi istenilen bu refleksin terör örgütünü hiç de caydırmadığı, hiç de rahatsız etmediği hatta tam da onun gökte ararken yerde bulduğu bir refleks gibi çalıştığı bir türlü anlaşılamadı. Nedense karakollara saldıran örgütün hedefi sadece orada TSK'ya zayiat vererek gücünü ispatlamaktan ibaret olmadığı anlaşılamıyor. Örgütün TSK ile veya Türk devleti ile boy ölçüşmek için bu eylemleri yaptığı veya bu eylemlerle tek derdinin basitçe askerleri öldürmek olduğu düşünülüyor. O yüzden PKK'nın toprağa düşürdüğü her cenazeye koşarken ?Şehitler ölmez, vatan bölünmez? sloganları eşliğinde gösterilen ?refleks? ile örgüte hak ettiği cevabın verilmiş olduğu zannediliyor.
Oysa hâlâ anlamıyoruz. Bu tarz eylemlerin vatanı bölme davası güden bir örgütün stratejisiyle hiç alakası yok. Buna rağmen bu eylemlerin sonucunda Türk halkının ve siyasetinin ?vatan bölünmez? sloganının içine hapsolması bu örgütün veya onu yönlendirenlerin daha gerçek, daha ?öngörülebilir? bir hedefi olabilir.
Hele toprağa bir asker cesedini daha düşürmenin tek başına bir anlamı olmamalı PKK için. Tam aksine yaratılan sonuca bakılarak bu vatan üzerinde nefret ve karışıklık ortamının hüküm ferma olmasını hedeflemiş oldukları daha kolay tahmin edilebilir.
Nefret ve karışıklık ortamı, yani terör ortamı olsun ki, sorunların üstesinden gelmek için kimsenin aklına sloganlardan başka, intikamdan başka bir yol gelmesin. Sadece silahlar konuşsun, kimsenin kimseyi dinlemek için bir yüzü kalmamış olsun, söz bitmiş olsun. Sözün sonunun ilan edildiği yerde kime ne rol düşeceği bellidir aslında.
Bu tür eylemlerin ardından, acıların gırtlaklarda boğumlar oluşturduğu bir ortamda, akılcı tedbirler üzerinde düşünmek, olayı bütün boyutlarıyla irdelemek, gerekirse en sağduyulu çözümleri akla getirmek bile o taptaze acılara bir ihanet gibi oracıkta mahkûm ve infaz edilebilir. Yıllardır bu hep böyle oldu.
Otuz yıldır tekrarlaya tekrarlaya gına getiren bu eylemlerin yarattığı ortamlarda intikamcı söylemlerden, milli kan davası söylemlerinden başka bir refleks biçimine yer bırakılmadı. Her şehit cenazesinin ardından halk aynı sloganlarla sokağa döküldü. Halkın bu refleksi ise yetkililerin ?mücadelemiz aynı kararlılıkla devam edecektir? demesini kolaylaştırdı, böylece sorunun beslenmesini bir otomatiğe bağladı.
Bu arada vatan, toprak bazında tabii ki bölünmedi, ama insan unsurları her geçen gün biraz daha birbirlerine uzaklaşmaya başladı.
Şehitlere gelince, her biri düştüğü yeri yakıyor. Dürüst olalım, ardından slogan atanların çoğunun kalbinde etkisi iki günden fazla süren bir acıya bile yol açmıyor. Herkesin içini gerçekten acıtsaydı, hele yetkililerin içini yeterince acıtsaydı, bu savaşın durması için çoktan etkili bir yola girilmiş olurdu.
Terörün amacı aklın ve siyasetin duyguların peşine takılıp devre dışı bırakılması olduğuna göre, ona karşı yapılacak en etkili mücadele yine aklın ve siyasetin çizgisinde kalmakta ısrar etmek olmalı.
Bu olaylar başladı başlayalı Silahlı Kuvvetler mücadeleyi bütün siyasetçileri devre-dışı bırakarak kendi yöntemleriyle sürdürmekte ısrar etti. Oysa bu mücadele zeminine zamanla tamamen intikamcı, hesaplaşmacı duygusallıklar yön vermeye başladı. Öyle ki, bu duygusallıklar bu esnada gelişen, sonuçta bunu da besleyen gizli-kapaklı işleyen bir savaş makinesini ve ekonomisini hem çalıştırmaya hem de gizlemeye yaradı.
Düzenli aralıklarla üretilen şehit cenazeleri tam da bu savaşın ne kadarının bu ekonominin gereklerinden kaynaklandığını bile sordurmayacak bir ortamı beslemeye yarıyor.
Savaşı bitirmenin yolu, terörle mücadelenin bütün aşamalarını halkın denetimine açarak şeffaflaştırmaktan, yani (si)yasallaştırmaktan geçiyor.
Bu savaşın muhtemel nedenleri arasında adı geçen Ergenekon sanıklarına alenen sahip çıkılarak terörle mücadele yürütülemeyeceği açıktır.
YENİ ŞAFAK
.
Tek seçenek: Kardeşlik
10.10.2008
Yusuf Kaplan
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli dönemeçlerinden birine girmek üzere: Bizim bin küsur yıllık Anadolu coğrafyası tarihimizde, yaşamadığımız bir sorunu ilk kez şimdi yaşamaya başladığımız gözleniyor: Müslüman bir halk, tarihinde ilk kez, etnik kimlik üzerinden sonu siyasî ve coğrafî kopuşun eşiğine varma tehlikesi barındıran bir krizle karşı karşıya.
Büyük bir imtihan bu. Bölünmenin, ayrışmanın, kopmanın ayak seslerini duyar gibiyim ben şahsen. Bin küsur yıl bu topraklarda birlikte yaşamış, birlikte üzülmüş, birlikte sevinmiş iki halk kesimi, etnik kimlik gibi son derece ilkel bir kimlik algısı üzerinden kardeş kavgasının eşiğine sürüklenmek üzere. Önce Kocaeli ve Bandırma'da yaşanan etnik sosyal itiş-kakış, dışlayıcılık, gerilim; sonra da ülkenin savunmasında görev yapan gencecik insanların sınır boylarında terör örgütünün saldırılarına kurban gitmeleri, çok ürpertici gelişmelerdir.
Medyanın bu olayları aktarış biçimi, bilerek veya bilmeyerek iki toplum kesimi arasındaki gerginliği tırmandıracak bir görünüm arzediyor. Bence bu konuda âcil önlemler alınmalıdır. Elbette ki, haber alma, haber verme yükümlülüğü engellenemez; ama ülkenin birliği, dirliği, bütünlüğü; sosyal barış ve kardeşlik ortamının bozulmasına yol açacak medya yayınlarına aslâ izin verilemez.
ABD tarafından kesinlikle desteklenen, AB tarafından verilen psikolojik, siyasî ve kurumsal desteğin apaşikâr olduğu bir psikolojik, askerî ve küresel ortamda tecrübesiz askerlerimizin yıllanmış, kaşarlanmış, canavarlaşmış, PKK teröristlerinin kucağına itilmeleri askerî açıdan büyük bir hatadır. Onyıllardır savaşan teröristlerle ancak özel eğitilmiş, profesyonel bir askerî sistem mücadele edebilir.
Medyada ve askerî düzenekte alınacak önlemlerle terörü yok etmek, etkisiz hâle getirmek imkânsızdır. Bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel bakımlardan gelişmesine, kalkınmasına dönük önlemler de aynı şekilde arızîdir; uzun vadede kalıcı çözümler üretemez.
Türkiye'de önüne gelen bölgeye yapılan yatırımların yetersiz olduğundan sözediyor. Bu doğru ve gerekli; ama aslâ yeterli değildir.
Bölgenin kalkınması, bölgenin daha fazla sekülerleşmesi ve dolayısıyla bölge halkının etnik kimliğinin daha fazla bilinçlenmesine ve kemikleşmesine yol açacaktır. Modernleşme ve kalkınma çabaları, bireysel, sosyal ve siyasî çıkar bilincinin gelişmesine yol açar. Bölgede kuru bir kalkınma projesinin kesinlikle geri tepeceğini şu âna kadar yaşadıklarımız çok açık ve net bir şekilde göstermeye yetiyor: Bölge halkının İslâmî duyarlıklarının aşındırılması; İslâm'ın irtica ile özdeşleştirilerek şeytanlaştırılması; bölgedeki insanlarımızın kardeşlik duygularının azalmasına ve etnik kimlik, ayrışma fikrilerinin ete kemiğe bürünmesine yol açıyor. Terörün tırmanmasının en temel nedeni, ancak İslâm'ın verebileceği, etnik kimlikleri ikinci plana iten kardeşlik duygusunun yok edilmiş olmasıdır.
İslâmî kimliği ve duyarlıkları bastırarak, bölge halkını daha fazla sekülerleştirmeye çalışarak büyük bir hata yapıyoruz; hatta büyük bir cinayet işliyoruz. Hiç düşünmüyoruz ki, bölge halkının İslâmî duyarlıkları aşındığı ölçüde etnik duyarlıkları kaçınılmaz olarak artıyor. Etnik duyarlığın ve kimliğin İslâmî kimliği bastırdığı bir yerde, hiçbir siyasî, kültürel, ekonomik çözüm önerisi bir işe yaramaz. Üstelik beklenenin tam tersi bir şekilde sonuç verir.
Çünkü İslâm kardeşliği fikrinin, İslâmî duyarlıkların aşındırılması ve böylelikle bölge halkının DTP gibi, PKK gibi laik, bölücü aktörlerin kucağına kolaylıkla itilmesine yol açıyor.
Oysa gerçek İslâm kardeşliği fikri; hem bölgede yaşanan siyasî, kültürel, sosyal adaletsizliklerin, haksızlıkların önüne geçecek, bu sorunları halledebilecek bir vicdan üretir; hem de bölge halkının ABD, AB gibi dış aktörlerin de, PKK gibi Marksist-Leninist örgütlerin de bölgeye ve ülkeye felâket getirmekten, Türkiye'yi kardeş kavgasının ve bölünmenin eğişine sürüklemekten başka bir şey öneremeyeceği konusunda yüksek ve asil bir şuur kazandırır. Ama biz toplumu birbirine bin küsur yıldır kenetleyen bu kardeşlik fikrinin kendi ellerimizle yok ettiğimizin farkında bile değiliz. Allah akıl fikir versin.
BAŞSAĞLIĞI:
İnsan Yayınları ve Külliyat Yayınları'nın sahibi, Türkiye'de nitelikli ve bizim medeniyet dinamiklerimize duyarlı yayıncılığın öncülerinden İlhan Akıncı Ağabey'in annesinin vefat ettiği haberini aldım. İlhan Ağabey'e başsağlığı ve sabır, merhumeye ise Allah'tan sabır diliyorum.....
.
Kardeşlikten başka seçenek yok
13.10.2008
Yusuf Kaplan
Önceki yazıda, Kürt meselesinin, ancak İslâm'ın verdiği kardeşlik ruhunu ve şuurunu özümseyebildiğimiz zaman çözümlenebileceğini vurgulamış ve seküler siyasî, ekonomik, sosyal ve askerî projelerin hiç birinin kalıcı olamayacağına, aksine sekülerliğin artmasının, İslâmî duyarlıkların bastırılmasına, bunun da, etnik duyarlıkların azmanlaşmasına, ayrılıkçılık, bölücülük gibi fikirlerin tabiî hâle gelmesine yol açtığına dikkat çekmiştim.
Yazıya gelen tepkiler, tespitlerimi doğruluyor. İki zıt tutumu yansıtan iki mesajı buraya alıyorum. Önce İslâmî duyarlıkların aşındırılmasının ne denli tehlikeli sonuçlar doğuracağını gösteren ve laikçiliği din gibi algılayan, hak, hukuk, adalet ilkelerinden yoksun, basiretsiz elitlerimize ibret olacak ürperticilikte bir mesaj yayınlıyorum. Bu mesaj, Londra'dan Rodin Amedi adlı Kürt kökenli birinden geliyor. Kısa ama gerçekten ürpertici bir mesaj bu:
'Sayin yusuf kaplan iblis,
Irkçı terorist devletin 85 yıldır Kürt'leri Türkleştirirken İslamlık
dindarlık ve sahteci kardeşliklere niye karşı cıkmadınız sayın
bay iblis? / Kürtler sizin şeytani niyetlerinizi çok iyi biliyor ve ona göre de
iğrenç politika ve katliamcılığınıza karşı haklı ve meşru bir savunma içinde bulunmaktadır... Fethullah şeytanı bile artik Kurdleri kandıramaz?'
İkinci mesaj ise, İslâmî duyarlıklar pekiştiği zaman etnik duyarlıkların nasıl kolaylıkla ikinci plana itilebildiğini gösteren gerçekten örnek bir müslüman tavrını yansıtıyor. 'Kaygusuz' rumuzuyla yazan bu okuyucumun mesajı da şöyle:
'Öncelikle sizi kardeşliğimizin en öncelikli göstergelerinden biri olan Rabbimizin selamı ile selamlıyorum.
10 Ekim tarihli 'Tek seçenek: Kardeşlik' başlıklı yazınızdaki çarpıcı tespitlerinizden 'Doğu Kökenli (!)' ama müslüman bir kardeşiniz olarak etkilendiğimi ifade etmek isterim.
Ailemden aldığım 'ancak ve ancak Müminler kardeştir,' felsefesiyle yaşayan bir genç olarak; son dönemde iyice tırmandırılmaya çalışılan 'etnik ayrımcılık' oyununu ibretle izliyorum.
Bu noktada bahse konu yazınızı okuyunca kendi kendime şunu sormadan edemedim: Ben inançsız birisi olsaydım, bu durumda nasıl davranırdım ve hangi yöne meylederdim
Cevabım da şu şekilde oldu: Tabii ki inadına bu ırkçılık damarını depreştirmeye çalışanların oyununa gelir ve 'Kürtçülük- Türkçülük...vs' basitliğine düşer ve kürtçülere meylederdim. Bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel bakımlardan gelişmesine, kalkınmasına dönük önlemlerin hiç birisi ben ve benim gibi düşünenleri durduramaz ve tatmin edemezdi.
Rabbime şükürler olsun ki Müslümanım ve yazınızda ifade ettiğiniz üzere bu oyunu bozacak olan yegane çarenin de 'İslam kardeşliği' olduğunun bilincindeyim.
'Bölge halkının İslâmî duyarlıkları aşındığı ölçüde etnik duyarlıkları kaçınılmaz olarak artıyor. Etnik duyarlığın ve kimliğin İslâmî kimliği bastırdığı bir yerde, hiçbir siyasî, kültürel, ekonomik çözüm önerisi bir işe yaramaz, 'şeklindeki düşüncenizi ruhumun derinliklerinde yaşayan birisi olarak bu düşüncemi sizinle paylaşmak istedim.
Tatminkar olan sadece ve sadece iman etmiş olmamız ve tüm inananları kardeş olarak görmemizdir. Mü'min olan bir Türk benim kardeşim iken, fasık olan bir Kürt asla ve asla benim kardeşim olamaz. Velev ki akrabam olsa dahi....'
Türkiye, bir imparatorluk bakiyesi bir ülke. O yüzden dünyanın pek az ülkesinde rastlanabilecek ölçüde fazla sayıda etnik kimlik var. Bu kadar etnik kimliğe rağmen bu toplumun kahir ekseriyeti müslümandır ve en büyük ortak paydası İslâm'dır.
Bu kadar etnik kimliğin olduğu bir toplumda toplumun en büyük ortak paydasını pekiştirmek yerine, bu ortak paydayı, din hâline getirdiğimiz laikçilik basiretsizliğiyle aşındırmaya devam ettiğimiz sürece, bu toplum, önümüzdeki süreçte tam bir balkanlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan çok zor kurtulur.
İslâm, küresel sistem tarafından şeytanlaştırılıyor diye biz de İslâm'ı şeytanlaştırmaya, hayatımızdan uzaklaştırmaya devam edecek olursak, bu toplumun omurgası tuzla buz olur ve küresel güçlerin küresel hâkimiyetlerinin merkez üssü olan bir coğrafyada bulunduğumuz için, Türkiye kuşa kurda yem olmaktan kurtulamaz.
O yüzden Batılıların renginden, dilinden, dininden ötürü tarih boyunca milyonlarca insanı katlettikleri, yerlerinden ettikleri bir zaman diliminde, İslâm'ın bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyan, ötekileştirmeyen medeniyet tecrübesinin yeniden icat edilmesine dünyanın en fazla ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde, artık daha fazla vakit geçirmeden hiç olmazsa önce ülkemizde kardeşliği tesis etmek için kolları sıvamalıyız. Başka seçeneğimiz yok çünkü.
YENİ ŞAFAK
.
Frankfurt Nasihatnâmesi: İddianız yoksa, yoksunuz (1)
24.10.2008
Yusuf Kaplan
Avrupa modernliğinin kurucu ülkeleri İngiltere, Fransa ve Almanya'da 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren fuarcılık bir gelenek hâline gelmiş ve bu ülkeler arasındaki ekonomik, siyasî ve kültürel rekabetin küre ölçeğindeki başlıca motorlarından biri olarak köksalmıştır.
İşte Frankfurt Kitap Fuarı, Avrupa'nın kurucu aktörleri arasındaki bu rekabetin bir sonucu olarak doğmuştur ve dünyanın en büyük yayıncılık fuarıdır.
Frankfurt Kitap Fuarı, öncelikli olarak ticarî, dolayısıyla yazarlardan çok yayıncılarla ilgili bir etkinlik. Küre ölçekli devâsâ bir ticarî etkinliğin Almanya'nın Frankfurt kentinde gerçekleştirilmesi elbette ki oldukça anlamlıdır: Çünkü Frankfurt, sadece Almanya'nın değil, aynı zamanda Avrupa kapitalinin (sermayesinin) de kapitalidir (başkentidir).
Belki burada Londra'nın ?City?sini (finans merkezini) dışarıda tutmak gerekebilir. Avrupa demek, Almanya demek olsa da, Londra'nın ?City?si, cüssesi ve etki-gücü bakımından hâlâ Avrupa kapitalizminin ?kapital?i ve İngilizlerin, yegâne sermayesidir.
Burada Alman modernliği ile İngiliz modernliği arasındaki farkı görebilmek de mümkün: Londra'nın ?City?si, adı üstünde Londra'nın içindedir ama başlıbaşına bir adadır. City'de sadece kapitalin tapınakları vardır. Kültür de, kültürel kurumlar da yoktur. Çünkü İngilizler, sanayi devriminin öncüleridir.
New York'un Wall Street'i Londra'nın City'si örnek alınarak kurulmuştur ama Londra'da City'nin yanısıra bir de West End olarak adlandırılan bir kültür bölgesi vardır. New York'un Wall Street'i kapitalizmin merkezidir ve New York'un her şeyine damgasını vurmuş, rengini vermiştir.
Almanlar, çeşitli kentlerde büyük sanayi fuarları düzenlerler. Frankfurt, yayıncılık fuarına tahsis edilmiştir. Hem dünyanın en büyük kitap yayıncılığı fuarının, hem de Avrupa kapitalinin aynı kentte olması, bize Alman modernleşmesi ve Alman düşünce geleneği hakkında çok şey söyler: Amerikalılar, neo-kapitalizmin bayraktarlığını, İngilizler sanayi devriminin öncülüğünü yaparken, Almanlar, Avrupa'nın düşünce devriminin öncüsüdür. Unutmayalım ki, Almanların en büyük sanatçı, bilge ve düşünürlerinden Goethe, Frankfurtludur. Yine hem en güçlü kapitalizm eleştirisinin, hem de sosyalizmi çağdaşlaştırma çabalarının 20. yüzyıldaki en büyük girişimlerinden biri olan Adorno, Horkheimer ve Benjamin'in kurdukları Frankfurt Okulu da Frankfurt'un çocuğudur.
Almanlar, dünyanın en büyük kitap yayıncılığı fuarını Frankfurt'ta düzenlemekle, hem Avrupa kapitalizminin ve siyasetinin, hem de Avrupa düşüncesinin motoru olduklarını söylemiş oluyorlar.
Geçtiğimiz hafta, Frankfurt Kitap Fuarı'nın 60.sı gerçekleştirildi. Türkiye, fuarın onur konuğuydu. Bu, çok önemli bir hâdisedir. Bu başarının altında imzası olanları kutlamak gerekir.
Almanlar, dünyanın en büyük kültürel etkinliklerinden biri olan kitap yayıncılığı fuarını düzenlemekle Avrupa'nın ve dolayısıyla dünyanın entelektüel hayatının öncüsü olduklarını söylerlerken, biz böylesine önemli bir kültürel etkinliğin onur konuğu olarak dünyaya esaslı bir şey söyleyebildik mi acaba?
Ne yazık ki, hayır. Fuar, Türkiye açısından tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Gerek Türkiye adına fuarda yapılan konuşmalar, gerekse gerçekleştirilen etkinlikler seküler Türkiye'nin dünyaya söyleyebileceği hiçbir esaslı şey olmadığını gözler önüne serdi.
Orhan Pamuk, adeta bunu ispatlarcasına ilkel bir konuşma yaptı ve bir kabîle mantığıyla hareket ederek şikâyet etti durdu. Orhan Pamuk'un konuşmasını dinleyen Avrupalılar, içten içe gülmüşlerdir herhalde.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Orhan Pamuk'un konuşması dolayısıyla savunmacı bir konuşma yapması ve dişe dokunur hiçbir şey söylememesi tam bir hayal kırıklığı yarattı. Oysa Abdullah Gül, ?büyük doğu?nun çocuğuydu ve orada bilgece bir konuşma yaparak Türkiye'nin zengin medeniyet tecrübesi ve birikimi ile dünyaya esaslı şeyler verebileceğini söyleyebilirdi.
Frankfurt Kitap Fuarı, medeniyet iddiasını yitirmiş ve Avrupa'nın seküler kültürünün gönüllü misyonerliğini yapan bir Türkiye'nin dünyaya sunabileceği hiçbir şey olmadığını göstermiştir.
Fuar ve Almanya gözlemlerimi yazmaya devam edeceğim. Pazartesi günü Dinle Neyden filmine ?gideceğiz?. Fuarda Dinle Neyden filmini izlettim ve Alman izleyicilerin bir kısmı filmi üç kez izledi. Demek ki, iddianız olduğu zaman, insanları koltuklarına kilitleyebiliyorsunuz.
SİNEMA-TV OKULU MÜJDESİ!
Birkaç hafta içinde, dünyanın önde gelen yönetmen ve akademisyenlerinin de ders verecekleri yeni bir Sinema-TV Okulu açıyoruz. Üstelik bu okul, bedava denecek kadar cüz'î bir ücret alacak öğrencilerinden. Bekleyin, yeniden-geliyoruz!
.
Frankfurt Nasihatnâmesi-2: Ne söylüyoruz dünyaya?
03.11.2008
Yusuf Kaplan
Tarihi, dalga-kırıcı ve dalga-kurucu öncü kuşaklar yapar: Tanzimat'tan bu yana bu tür kuşaklar çıkaramadık? Bizi sürgit tehlikeli sularda yüzdüren, gürültüyle patırtıyla işi kotaracağını sanan; ama geldiğimiz noktada, bizi, gemiyi tam bir dipsiz kuyunun önüne getirip bırakan, pergelini ve yönünü şaşırmış, iddialarını ve ruhunu haraç-mezat satmış, anafora yakalanmış bir dizi savrulmuşlar kuşağının peşine takılmış, tekinsiz, fırtınalı sularda oraya buraya sürüklenip duruyoruz?
Tam bir yok oluş mevsimi bizim yaşadığımız: Gemi batmak üzere? Ama biz, 'bu hâl neyin nesi ve bu gemi nereye sürükleniyor böyle serseri mayın gibi?' diye soracağımıza, gemiyi sâhil-i selâmete çıkarmak için çaba göstereceğimize, gemiyi sâhil-i selâmete çıkaracak yegâne ruhu yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz! Ortalık toz duman. Zihnimiz allak bullak. Hâl böyleyken ve gemi, bir meçhule doğru yol alırken, birileri, sürekli olarak geminin rotasını değiştirmekle; birileri de, geminin altını oymakla meşgul hâlâ?
Attila İlhan, bu yaşadıklarımızı tam bir 'curcuna' olarak tarif ederek, Tanzimat'tan bu yana ortaya çıkan kuşakların, dalga-kırıcı ve dalga-kurucu öncü kuşaklar olamadığını şöyle tasvir etmişti: 'Önüne gelenin rastgele meydana çıkıp pala salladığı böyle bir curcuna, bir anlamsızlıklar sirki olmaktan öteye gidemez, bizi de hiçbir yere götüremez.'
Tanpınar'sa, yaşadıklarımızı, 'kendini inkâr' olarak tarif etmiş ve Tanzimat-sonrası süreçte Türk aydınlarının yaşadıkları savrulmadan nasibini alan ama Fransa'da, bir Fransız'dan, hocası Sorel'in anlattıklarından hayatının dersini alarak silkinip kendine gelen Yahya Kemal'in yeni Türk edebiyatının kurulmasında neden kilit rol oynamaya başladığını şöyle açıklamıştı: '[Yahya Kemal'in] dışarı [Batı] ile olan münasebeti, Servet-i Fünuncularda olduğu gibi, kendimizi inkâr[a dayanmıyordu]. [Şiirde yeniliği],? dâima kendi mahrekinde bir değişme [olarak görüyordu].' (Yahya Kemal, Dergâh, 1982: 49-50).
Tanpınar, Tanzimat-sonrası süreçte hızla yaygınlık kazanan 'kendini inkâr' çabalarının aksine, Yahya Kemâl'in, edebiyatımızın, sanatımızın, medeniyetimizin kurucu dinamiğinin İslâm olduğunu düşündüğünü şu tespitleriyle resmeder: Yahya Kemal'in, din'i, bir yandan, 'cemiyetimizin en tabiî fonksiyonunda büyük ve tarihî yapıcı realitelerinden biri', öte yandan da, 'şiirin büyük kaynaklarından biri' olarak gördüğünü (s. 50) tespit ettikten sonra, noktayı şöyle koymuştu: 'Yahya Kemal, Müslümanlığı, halkımızın saf ruhunun hem yapıcısı, hem de en sahih aynası addediyordu.' (s. 53).
Bütün bunların Frankfurt Kitap Fuarı'yla alakasına gelince? Bu fuar, Türkiye'nin dünyaya söyleyebileceklerini sunabilmesi için yakaladığımız ilk büyük fırsattı.
Peki, Türkiye, ne söyledi fuarda dünyaya? Türkiye'nin dünyaya söyleyeceği, sunacağı hiçbir esaslı şeyin olmadığını, ruhunu da, ruhunun aynasını da yitirdiğini söyledi. Türkiye'nin söylediği şeyin, Batılıların söylediklerini papağan gibi Türkiye'de bir kez daha tekrarlamaktan başka bir şey olmadığını ispatladı!
Abartıyor muyum? Elbette ki, hayır. Düşünsenize: Batı uygarlığının büyük bir felsefî kriz ve tıkanma yaşadığı, gezegenimizi yaşanılamaz bir kaoslar ve belirsizlikler arenasına dönüştürdüğü bir zaman diliminde, tam da dünyaya, hakkaniyetin, adaletin, başka kültürlere, dinlere ve medeniyetlere saygının en yüksek, en asil ve hâlâ aşılamamış örneklerini sunan bir medeniyetin çocukları olarak en esaslı şeyleri bizim söylememiz gerekirken, biz, 'hayır, biz iddialarını çoktan yitirmiş, sadece size, Batılılara özenmeye çalışan bir hiçiz' demenin bir marifet olduğunu sanıyoruz.
Orhan Pamuk, yeteri kadar putlaştırdığımız Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Elif Şafak ve diğer bilumum üçüncü sınıf Batı özentili yazar çizer takımıyla biz dünyaya, 'Ey dünyalılar, şiir böyle yazılır, roman böyle yazılır, sanat böyle yapılır', diyebileceğimiz özgün bir dil ve 'dünyayı, içine yuvarlandığı çıkmazdan çıkaracak medeniyet fikri budur', diyebileceğimiz, bütün Batılıları heyecanlandıran ve onlara, 'durun bir dakika, bu Türklerin söylediği çok esaslı bir şey var!' dedirten, bütün insanlığı kuşatıcı, kucaklayıcı, sarıp sarmalayıcı, kanatlandırıcı, yepyeni ufuklara, yolculuklara çıkarıcı bir medeniyet fikri ve fikriyatı sunduk, diyebilir miyiz? Neden diyemeyiz, daha da önemlisi, nasıl diyebiliriz, bir düşünün lütfen!
TÜYAP'TA NIETZSCHE VE '68?
TÜYAP Kitap Fuarı'nda, Salı günü, saat 16.00-17.00 arasında Heybeliada Salonu'nda bütün ve gerçek yönleriyle Nietzsche'yi ve '68 hareketinin neden bu kadar abartıldığını konuşacağız. Neden duyurmadın, demeyin?
Ney'le sinemaya üflenen ruh
27.10.2008
Yusuf Kaplan
Türkiye, medeniyet iddialarını yitirdiği zamandan bu yana, hayallerin bir türlü gerçeğe dönüştürülemediği, gerçeklerinse hayaletlere dönüşüverdiği sürgit metamorfozlar yaşayan bir garip ülke. Tarih şuuru yok olan bir yetimler, kimsesizler ve sahipsizler yurdu.
Ben-şuurunu yitirmiş, arabeskle eurobesk arasında salınan, savrulan, o yüzden de, esaslı bir şey yitirdiğini ispatlarcasına yitirdiği şeyle yüzleşme cesareti gösteremediği için olmadık numaralar çeviren, kendisini sahteliklere, sahte gerçekliklere harala gürele adayan bir arafta kalmışlar fotoğrafyası?
O yüzden, en fazla Türkiye'de anlaşılması, ayakta alkışlanması gereken Dinle Neyden filmi, en az Türkiye'de anlaşılabilen en muhteşem Türk filmi olarak tarihe geçecek!
Dünyada sinemayı, bir sanat türü ve formu olarak öldüren; vulger, ayartıcı, sabun köpüğünü andıran Amerikan kültürünün propaganda makinasına dönüştüren Amerika'da Mevlânâ, son 6-7 yıldır, en çok okunan şair olabiliyor. Ama 'Mevlânâ'nın çocukları'nın yaşadığı bu ülke, radikal ve sarsak sekülerleşme projesi nedeniyle kendimizi bile tanıyamaz hâle gelecek kadar ürpertici, her şeyi hallaç pamuğu gibi savurucu ve ruhumuzu yok edici bir metamorfoz tecrübesi yaşadığı/mız için, Mevlânâ'nın felsefesi üzerine kurulan bir filmi, en az izleyen ve en az anlayabilen tuhaf bir 'yer' olarak tarihe geçiyor! Ne yakıcı çelişki bu böyle!
Oysa karşımızda Türk sinemasını dönüştürebilecek ve Türkiye'de dünya sinemasına nasıl muazzam bir film dili armağan edilebileceğinin ipuçlarını veren bir film var! Ama Dinle Neyden'de entrika yok diye, aksiyon yok diye, izleyiciyi koltuklarına gömen hız ve kolaylıkla ayartan haz yok diye, 'Mevlânâ'nın çocukları', neyin felsefesinin yani insanın varoluş hikâyesinin, hakikatin hakikatinin anlatıldığı bir filme -çok özür dileyerek söylemek zorundayım- ya 'öküzün trene baktıkları gibi bakıyorlar'; ya da 'bu ne yahu; ne biçim film bu?!' diyerek sinema salonlarını terk ediyorlar! Çok yazık!
Dinle Neyden filmini Frankfurt Kitap Fuarı'nda Alman izleyicilerin ısrarlı talepleri üzerine üç kez gösterdim! Yabancılar, Dinle Neyden'i üç kez art arda izlediler! Ama Türk izleyicisi bir kez bile izlemeye tahammül edemedi! Metamorfoz böyle bir şey olsa gerek!
Oysa Dinle Neyden filmi, geliştirdiği film dilinin niteliği, hatta 'yüceliği' açısından Türk sinemasını dönüştürmeye aday, Türk sinemasında gerçekten kilometre taşı bir filmdir. Bunda, Ayşe Şasa'nın ve Özkul Eren'in incelikli, kılı kırk yaran senaryo çalışmalarının payı çok büyük. Biz sekülerleşen, sekülerleştikçe vulgerleşen ve ucuzlaşan Türklerin hayallerinin hayaletlere dönüşmesine inat, Ayşe Şasa ile Özkul Eren'in yıllardır hayalini gördükleri bir rüyanın gerçeğe dönüşmesinin resmidir bu film.
Filmde bize Hollywoodvârî bir entrika anlatılmaz. Filmde anlatılan minik hikâyeler (Fransız-Osmanlı Savaşı; Dede Efendi'nin arabulucuk rolü; saray tabibi ile Gülnihal Kalfa'nın nezih ve nefis aşk hikâyesi vesaire) aslında asıl gerçek hikâyenin, asıl büyük hikâyenin, varlığın ve hakikatin hikâyesinin ney üzerinden anlatılması, neyle ve neyin temsil ettiği derûnî tasavvufî ve ilâhî hakîkatle insana ve hayata ruh üflenmesidir.
Film üzerine yazılan yazılarda filmde tasavvufun olmadığı söylendi. Ne büyük gaflet! Filmin 'bedeni', bütünüyle tasavvufun hakîkat kavrayışı ile tebeddün ediyor oysa: Bir görünen gerçek / zâhir var; bir de görünmeyen hakîkî gerçek / bâtın. Ama Hakîkî gerçeği her göz göremez elbette.
Ayrıca filmin dili, tam bir mesnevî dili: Bir anlatıcı, naif bir anlatıcı, bize aslında iç içe geçmiş bir hikâyeler zinciri takdim eder: Ve bu hikâyeler üzerinden bizi görünmeyen hakîkate vâsıl olmaya, bunun için derûnî bir yolculuğa çıkmak için filme, filmin dünyasına dâhil olmaya çağırır: Mesnevî geleneğinde olduğu gibi, anlatıcı; hayata, dünyaya ve hâdiselere ayna tutar filmde. Ve böylelikle sanatla hayat arasında bir köprü kurar film.
Tasavvufta hakîkatin yalnızca zaman üzerinden, aşkın bir zaman idrakiyle sunulduğunu biliriz biz. Film, burada ezberimizi bozar ve mekân üzerinden, kameranın ontolojisi ile muazzam bir metafizik epistemoloji ve fenomenoloji sunar bize: Çünkü mekân, kevn'in yani oluşun ve hakîkate erişin imkânlarının serapa önümüze açıldığı çok katmanlı bir fetih ve varoluş düzlemidir. İşte bu mekân üzerinden üretilen tarihî mekân, siyasî mekân, kültürel mekân, zihnî mekân, rûhî mekân, şiirsel mekân; bize filmde asalet, sükûnet, dinginlik, ilişkilerde nefâset, nezâhet, nezâket, letâfet, derûnî özgüven, sabır, şuur ve hayatı şiir gibi yaşayan insanlar aracılığıyla yansıtılır.
'Kamerayı mistik bir ilhamla dönüştürme' hayalleriyle yatıp kalkan ve nihayet hayallerine bu filmle ulaştığını sevinerek gördüğüm başta Ayşe Şasa olmak üzere, Özkul Eren, Yücel Çakmaklı, filmin (kült filmlerinin) yönetmeni Jacques Deschamps, gerçekten harikulâde oyun çıkaran Lale Mansur, Ahu Türkpençe ve diğer oyuncularını, o derûnî, asîl ve asûde dekor ve kostümün mimarlarını yürekten kutluyorum.
.
Türkiye'nin Saadet'i: Kurtulmuş ve Medeniyet iddiası
31.10.2008
Yusuf Kaplan
Bir yandan sömürgecilere karşı bağımsızlık savaşı veren ama öte yandan da sömürgecilerden daha acımasız, daha radikal bir sekülerleşme projesi başlatarak medeniyet iddialarını yitiren Türkiye, hem sürgit aynı sorunlarla boğuşmaktan, hem de bu sorunların kangrene dönüşmesini önlemekten kurtulamıyor bir tülü.
Medeniyet çapındaki iddialarını terkederek Batılıların gönüllü laiklik misyonerliğini üstlenmekle, Türkiye, Batılıların dünya üzerindeki hegemonyalarını pekiştirme girişimlerine taşeronluk yapan bir ülkeye dönüşmüş, böylelikle tarihte tatile çıkmış ve beklenmedik, hesapta kitapta olmayan büyük sorunlara gebe hâle gelmiştir.
Batılılar, modernlikle birlikte muazzam bir meydan okuma geliştirdiler. Ama bu meydan okuma bir medeniyet meydan okuması olmadı. Modernlik, sanıldığı gibi, bir medeniyet projesi değildi. Aksine medeniyet fikrini yok eden bir projeydi. Çünkü medeniyet fikri, kozmos fikrine, yani bütünlük, düzen ve uyum ilkelerine dayanır. Modernlik, kozmos fikrini yok etmiş; dolayısıyla bütünlük değil, parçalılık; düzen değil, kaos veya düzensizlik; uyum değil, çatışma üretmiştir.
O yüzden, modern / seküler ve kapitalist meydan okuma, hayatımızı daha anlamlı kılan, daha âdil, daha barışçıl, daha kapsamlı, kuşatıcı ve derinlikli bir medeniyet sıçraması sunmadı bize.
Aksine, hem iç, hem de dış düzlemde gerçekleşen çift yönlü bir saldırı üretti: İç düzlemdeki saldırı, felsefî ya da zihnî düzlemde gerçekleşti ve Tanrı'ya, Tabiat'a ve paradoksal olarak insana saldırı şeklinde tezahür etti.
Dış düzlemdeki saldırı ise, diğer kültürlere, medeniyetlere, dinlere ve toplumlara karşı sömürgecilik ve emperyalizm biçimlerini alan bir saldırı şeklinde gerçekleşti: İnsanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir saldırı biçimiydi bu: Mevcut bütün medeniyetleri 3 asır içinde ya yok etmiş; ya da fosilleştirmişti. Ayrıca Avrupa'daki büyük aktörlerin birbirlerini mahvetmeleriyle sonuçlanan tarihin iki büyük dünya savaşının altına imza atmıştı.
Burada, Batı tecrübesine karşı körükörüne bir önyargı ve düşmanlık geliştirmediğimi, medeniyetler üzerinde kafa yoran birinin başka medeniyet veya insanlık tecrübelerine önyargıyla ve düşmanca yaklaşmasının saçma bir şey olacağını söylemem bile gerekmiyor.
Buradan gelmek istediğim nokta şu: Seküler-kapitalist Batı meydan okuması, medeniyet sıçraması ve atılımı değildi/r. Buna rağmen, modern Batı'da düşünce, sanat ve bilim alanında ortaya konan birikimden yararlanmaktan hiçbir zaman kaçınamayız.
Ancak Türkiye, Batı ile kurduğu ilişkiyi Batı uygarlığından yararlanma ilkesi üzerine değil, hâkim güce teslim olma anlayışı üzerine kurdu. Tam bir yenilgi psikolojisiyle hareket ederek, hem kendi medeniyet iddialarını yok etti; hem de böyle yapmakla, Batı saldırısının önündeki en büyük engel olarak tarihten çekilmiş ve Batılıların dünya üzerindeki haksız hegemonyalarının önünü sonuna kadar açmış oldu.
Oysa medeniyet kurmuş hiç bir toplum, aslâ yenilgi psikolojisiyle hareket ederek ve hâkim uygarlık tecrübesinin gönüllü acentalığını veya köleliğini üstlenerek hem tarihte varlık gösteremez; hem de varlığını bile sürdüremez kolay kolay.
Şu ân geldiğimiz noktada, Türkiye, medeniyet iddialarını yitirmekle; yönünü yitirmiş, omurgası çökmüş, ufku daralmış, zihni körleşmiş, yapay kamplaşmalarla ve krizlerle vaziyeti idare etmeye çalışan ve bütün bunların kaçınılmaz sonucu olarak da karşı karşıya kaldığı sorunların sürgit kangrene dönüştüğü traji-komik bir duruma düşmüştür. Bin küsur yıldır yaşamadığımız etnik kimlik sorununun Türkiye'yi tam ortasından ikiye bölecek, sosyal düşmanlıklar üretecek ve siyasî kopuşlar doğuracak kadar tehlikeli bir boyut kazanması, buraya kadar yaptığım analizleri doğruluyor.
Bütün bunları, Numan Kurtulmuş'un Saadet Partisi'nin (SP) başına geçişini anlamlandırmak için yazdım: Millî Görüş hareketini gerçek anlamda bir medeniyet projesine dönüştürecek bir aktör, şu ân SP'nin Genel Başkanı olmuş durumda. Kurtulmuş, Türkiye'deki siyasetçilerde görülmeyen bir entelektüel derinliğe, özgüvene, ufka, samimiyete, dürüstlüğe, asalete ve tevazuya sahip bir siyasetçidir. Teşkilata ve finans kaynaklarına vaziyet edebildiği ve güçlü bir ekiple çalışabildiği ölçüde, Numan Kurtulmuş, Türkiye'nin gelecek on yılına damgasını vuracak ve medeniyet iddialarına sahip çıkarak Türkiye'ye çağ atlatabilecek uzun soluklu bir yürüyüşe öncülük edebilir. Kendisine ve ekibine başarılar diliyorum.
Yeni Şafak
.
Amerikan 'derin devlet'inin zaferi
07.11.2008
Yusuf Kaplan
The Guardian gazetesinden Jonathan Steele, 'Şimdi Obama, terörle savaşı sona erdirdiğini ilan etmelidir' başlığını attığı ve Obama'nın ABD Başkanı seçilişini değerlendirdiği dünkü yazısında, 'bugün, bir yandan sevinç günü; ama öte yandan da kâbus günü' diyor. The Guardian yazarının kâbus'tan kastettiği şey, Obama'nın başkan seçildiği gün, ABD'nin Afganistan'da sivillere düzenlediği bir hava saldırısında, 23 çocuğu ve 10 kadını katletmesi!
ABD'de bir 'zenci'nin Başkanlık'a kadar gelmesi, dünya tarihi açısından değil, Amerikan tarihi ve Batı uygarlığı tarihi açısından tarihî bir hâdisedir. Bir 'zenci'nin ABD'nin başkanlığına seçilmesinin, sadece ABD'de değil, bütün dünyada sevinçle karşılanmasının nedeni, dünyaya, tastamam orman kanunu'nun hâkim olduğu ilkel ve barbar bir zihniyetle çeki düzen veren Yahudilerin güdümündeki ve kontrolündeki neo-con'cu Bush çılgınlar taifesinin büyük bir hezimete uğramasıdır. Obama'nın başkan seçilmesi, daha 30-40 yıl öncesine kadar, zencilere handiyse 'köpek' muamelesi yapan Amerika'nın, ırk-ilişkilerinde bir hayli mesafe katettiği anlamına gelebilir.
Ama Obama, ABD'de, zenci olduğu için başkan seçilmedi. Kaldı ki, babası zenci, annesi beyaz Amerikalı biri olan Obama'nın 'zenciliği' de tartışılır. Kaldı ki, asıl mesele, deri meselesi değildir. Asıl mesele, zihniyet meselesidir: Obama, zihniyeti açısından devşirilmiş biridir: Tam bir beyaz Amerikalıdır.
Amerikalılar, Obama'yı bence üç temel nedenle başkan seçtiler: Birincisi, ülkeyi ekonomik olarak batıran, ABD'nin imajını bütün dünyada yerle bir eden, neo-con'cu çılgınların iktidarına son verecekti Amerikan halkı zaten.
İkinci neden, siyasî ve sosyolojikti: Amerika, bir ülke olarak siyasî ve sosyolojik olarak 'dağılma'nın eşiğine gelmişti. Ciddî ciddî Amerika'dan kopmak için çalışan Hispanik'ler, uzunca bir süredir, oy kullanmıyorlardı; ama bu kez, oy kullandılar. Ekonomik krizin sosyal ve siyasî yansımaları, farklı etnik kesimler arasındaki ilişkileri bozmakla kalmamış, aynı zamanda, Amerikan halkını fena hâlde yoksullaştırmıştı: Bu da ABD'yi sosyal patlamalara gebe bir ülke hâline getirmişti.
Üçüncüsü de, yine ekonomik ve siyasî nedenlerle yakından ilintili bir başka sorun yaşanmaya başlamıştı ABD'de: 11 Eylül saldırılarından sonraki süreçte, ABD, ilk kez, birliğe ve bütünlüğe şiddetle ihtiyaç hisseden bir ülke hâline gelmişti.
İşte ABD'nin sözünü ettiğim üç temel alandaki sorunlarını bir şekilde hal yoluna koyabilmek için, siyahî bir babanın ve beyaz bir annenin melez çocuğu olan Obama gibi bir figürden daha iyi bir figür bulunamazdı. O yüzden melez Obama, hem ABD'yi yeniden birleştirebilecek; hem gittikçe yoksullaşan Amerikan halkının ekonomik sorunlarını bir şekilde halledebilecek, hem de iç ve dış politikada ABD'yi yıpratan içerdeki güçleri tasfiye edebilecek 'bulunmaz hint kumaşı' gibi biriydi ABD için.
Sonuçta, ABD'de kazanan, zenciler veya Obama filan değil, Amerikan 'derin devlet'idir. Unutmayalım: ABD'de iki güç sürekli çatışma hâlindedir: Yahudilerin kontrolünde ve güdümündeki neo-con'cu çılgınlarla; başkalarının değil, yalnızca ABD'nin çıkarlarını düşünen, çoklukla WASP'tan (Beyaz, Anglo-Sakson ve Protestanlardan) oluşan 'yerli aktörler'. Elbette ki, neo-con'cular arasında da hatırı sayılır miktarda WASP var; ama bu 'kişi' ve 'güç'ler, Amerika'nın çıkarlarının büyük ölçüde Amerikan siyasetine, ekonomisine, medyasına ve akademyasına hâkim olan Yahudi'lerle işbirliği yapılmasıyla garanti altına alınacağını düşünüyorlar/dı.
Gelinen noktada, Yahudilerin güdümündeki neo-concu'ların çökertilmesinde, Amerikan derin devletinin yoğun çabalarının rol oynadığını düşünüyorum. Her taşın altında bir Yahudi parmağı aramaya kalkışacak kadar sığ biri değilim; sadece gözlerimizin önünde yaşanan somut bir gerçeğe dikkat çekiyorum: Neo-con'cuların başını çeken Dick Cheney'in Yahudi olduğunu, Bush döneminde Yahudilerin inanılmaz boyutlarda güçlendiklerini, Cheney ve şebekesinin Bush'u tam bir kukla gibi parmağında oynattığını nasıl olur da unutabiliriz ki?
Özetle, ABD derin devleti, ABD'yi felâketin eşiğine sürükleyen neo-concuları dize getirmeyi ve bunu da Obama gibi, birleştirici, toparlayıcı 'melez' bir figür üzerinden gerçekleştirmeyi başarmıştır. Sonuç itibariyle, Obama, dünya üzerindeki ABD'nin haksız hâkimiyetini meşrûlaştırmaya yarayacak bir hayli kullanışlı ve gözboyayıcı bir 'aparat'tan başka bir şey olmayacaktır.
.
Hangi/si Atatürk? (1)
10.11.2008
Yusuf Kaplan
Tabular, bu tabuları koyanların kendilerine güvenmediklerini gösterir. Tabular, korkular ve düşman icatlarıyla ayakta tutulabilir ancak; ve orada sapla saman birbirine karışır, insanların zihinleri allak bullak olur, yalan-dolan hükümfermâ olur, gerçekler hasıraltı edilir.
Tabular, sadece canlı cenazeler üretir; insanları tabutlaştırır ve ruhsuzlaştırır: Gözünü kör eder, zihnini tarumâr eder, vicdanını yok eder insanların. O yüzden tabular, (Sovyet tecrübesinde gördüğümüz gibi) bir gün yıkılmaya; korku ve düşman icatlarıyla çarpıtılan gerçekler, er ya da geç, gün ışığına çıkmaya mahkûmdur. Çünkü tabularla, yalanlar ve çarpıtmalarla yaşanamaz.
Şu ân Batı uygarlığı, kendi dışındaki bütün medeniyetleri ya yok ettiği; ya da fosilleştirerek etkisiz hâle getirdiği için, korkularla ve hayalî düşman icatlarıyla ayakta durabiliyor. Batı uygarlığının omurgasını oluşturan sekülerlik, en büyük tabu katına yükseltilmiştir. Seküler olmayan dünya tasavvurları, metafizik hakîkatler, ya seküler algılama biçimlerine göre tarif ediliyor ve böylelikle tanınamaz hâle getirilerek tahrif ve tahrip ediliyor; ya da yok sayılıyor.
Bu söylediklerime şöyle bir itiraz yöneltilebilir: Batı'da her şey eleştirilebiliyor; bu anlamda, Batı'da tabu diye bir şeyden sözetmek ne kadar mantıklı?
Evet Batı'da her şey eleştirilebiliyor ama hangi açıdan? İkincisi de, Batı'da tabu diye bir şey yok mu gerçekten?
Batı'da her şeyi eleştirebilirsiniz; ama tek bir açıdan eleştirebilirsiniz: Sadece hâkim yani seküler paradigmanın içinden. Hâkim paradigmanın dışına çıktığınız zaman, bırakınız eleştirebilmeyi, sizin varolabilmeniz, kendiniz olarak, nasıl inanıyorsanız öylece yaşayabilmeniz imkânsızlaşır: Çünkü hâkim paradigmanın dışına çıktığınız ândan itibaren marjinalleştirilirsiniz; gettolara mahkûm edilirsiniz; ötekileştirilir ve böylelikle etkisiz hâle getirilirsiniz; yani fosilleştirilirsiniz.
Türkiye'de, hâkim paradigmanın içinden de olsa eleştiremezsiniz; tabulara dokunamazsınız: Tabulara dokunduğunuz ân, 'yanarsınız'.
Peki, tabuların bu kadar sert şekiller alması, ancak 'polisiye yöntemler'le koruma altına alınması, neyin göstergesidir? Elbette ki, Türkiye'deki tabuların zorla, tepeden dayatıldığının ve bu tabuları 'polisiye yöntemler'le dayatanların kendilerine güvenlerinin olmadığının bir göstergesidir.
Yeri gelmişken söylemekte yarar var: İslâm'da tabu yoktur: Her şey tartışılabilir ve eleştirilebilir'dir. İslâm'da emirler ve yasaklar vardır; bunlara uyup uymamak kişinin özgür iradesine ve vicdanına bırakılmıştır. Yasaklar, insan hayatının, inancın, aklın, 'mal'ın ve neslin tehlikeye girdiği durumlarda işletilir.
Bugün Atatürk'ün ölümünün üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen, üretilen zoraki tabular nedeniyle kafamızdaki Atatürk portresi çok karışık. Solcuların, milliyetçilerin, Atatürkçülerin ve İslâmcıların Atatürk'ü, neredeyse taban tabana zıt! Ama solcuların da, milliyetçilerin de, Atatürkçülerin de, İslâmcıların da zihin kalıpları aynı! Buyurun buradan yakın!
Bugün size, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri başlıklı kitaptan (c. II, s. 140-141) bir hayli düşündürücü, belki de 'ezber bozucu' bir alıntı yapacağım. Mustafa Kemal 'Konya Gençleriyle Konuşma' başlığıyla aktarılan konuşmasında şunları söylemiş:
'?Bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyet-i azîme [büyük çoğunluk, yani halk] başka hedefe, münevver denen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu iki sınıf arasında zıddıyet-i tâmme, muhalefet-i tâmme vardır. Münevveran, kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister; kitle-i halk ve avam ise bu sınıf-ı münevvere tâbi olmak istemez. O da başka bir istikamet tayinine çalışır. Sınıf-ı münevver, telkinle, irşadla kitle-i ekseriyeti kendi maksadına göre iknaa muvaffak olamayınca başka vasıtalara tevessül eder. Halka tahakküm ve tecebbüre [zor kullanmaya] başlar; halka istibdatta bulunmaya kalkar. Artık burada asıl tahlîlî noktaya geldik: Halkı, ne birinci usul ile, ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeğe muvaffak olamadığımızı görüyoruz. Neden?'
Atatürk, sorduğu soruya kendisi cevap veriyor: Aydınlarla / elitlerle halk arasında bir uçurum olduğunu; elitlerin / aydınların fikirlerinin, 'milletimizin ideal ve ruhuyla ilgisinin olmadığını'; bu dünyada esaslı şeyler yapabilmek için 'asıl temeli kendi içimizden çıkarmak', 'milletimizin tarihini, ruhunu, geleneğini sahih, salim ve dürüst bir nazarla görmek zorunda olduğumuzu' söylüyor.
Atatürk'ün söyledikleriyle bugün geldiğimiz nokta, taban tabana zıt bir görünüm arzediyor. Bu yaman çelişkiyi, Attila İlhan, 'İnönü diktası'nın ve kapıkulu gibi çalışan yetersiz, yeteneksiz entelijansiyasının 'cinayet'leriyle açıklamamız gerektiğini söylüyor.
Cuma günkü yazıda, bu önemli tartışmayı sürdüreceğiz?
.
Hangisi Atatürk? (2)
14.11.2008
Yusuf Kaplan
Okuyuculardan gelen yoğun talep üzerine, önceki yazıda, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri başlıklı kitaptan yaptığım kısa alıntının tamamını buraya alıyorum. 20 Mart 1923 tarihinde gerçekleşen ve 'Konya Gençleriyle Konuşma' başlığıyla yayımlanan konuşmasında Mustafa Kemal şunları söylemiş:
'?Bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyet-i azîme [büyük çoğunluk, yani halk] başka hedefe, münevver denen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu iki sınıf arasında zıddıyet-i tâmme, muhalefet-i tâmme vardır. Münevveran, kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister; kitle-i halk ve avam ise bu sınıf-ı münevvere tâbi olmak istemez. O da başka bir istikamet tayinine çalışır. Sınıf-ı münevver, telkinle, irşadla kitle-i ekseriyeti kendi maksadına göre iknaa muvaffak olamayınca başka vasıtalara tevessül eder. Halka tahakküm ve tecebbüre [zor kullanmaya] başlar; halka istibdatta bulunmaya kalkar. Artık burada asıl tahlîlî noktaya geldik: Halkı, ne birinci usul ile, ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeğe muvaffak olamadığımızı görüyoruz. Neden?'
'Arkadaşlar, bunda muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyeti ve hedefi arasında tabiî bir intibak olmak lâzımdır. Yanı, sınıf-ı münevverin halka telkin edeceği mefkûreler [fikir ve hedefler] halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinleri milletimizin ideal ve ruhundan alınmış mefkûreler midir?'
'Şüphesiz, hayır! Münevverlerimiz içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat, umumiyet itibariyle şu hatamız vardır ki, tetkikat ve tetebbuatımıza zemin olarak alelekser [çoğunlukla] kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi [geleneklerimizi], kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz.'
Münevverlerimiz, milletimi en mesut millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşlar, onu da aynen öyle yapalım der. Lâkin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şerait birini mesut ettiği halde, diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından [ilerlemesinden] istifade edelim; lâkin unutmayalım ki, asıl temeli, kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.'
'Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ münevveranımızın gençleri arasında halk ve avama tetabuk muhakkak değildir [aydınlarla halk arasında uyum, kesinlikle sağlanabilmiş değildir]. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel, bu iki zihniyet arasındaki tetabuku tevlit etmek [uyumu sağlamak] lazımdır. Bunun için de biraz avam kitlesinin yürümesini tacil etmesi [hızlandırması], biraz da münevverlerin çok hızlı gitmesi lazımdır. Lâkin halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak, daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden [düşen] bir vazifedir.' (s. 140-141).
Gördüğünüz gibi, Atatürk'ün söyledikleriyle bugün geldiğimiz nokta arasında hiçbir ilişki yok; aksine büyük bir çelişki var.
Burada Mustafa Kemal neredeyse tam bir 'İslâmcı' gibi konuşuyor. Ayrıca Konyalı gençlerle yaptığı konuşmada söyledikleri, sadece o zamana ve bir defaya mahsus şeyler değil. Mustafa Kemal'in buna benzer çok sayıda beyanatı, konuşması var: Meselâ Atatürk, Sivas Kongresi sırasında bizzat kendisinin yayımladığı ve her sayısında bir yazısının yer aldığı İrade-i Milliyye gazetesinde, Anadolu'ya geçmesinin temel nedeninin 'İstanbul'u (yani Osmanlı'yı) ve hilâfeti kurtarmak' olduğunu açık açık ve defalarca yazıyor.
Meclis açılırken Kur'ân hatimlerinin yanısıra Buhari-i Şerifler okunuyor! İşin şaka kaldırır yanı yok yani. Dahası Atatürk, hem Sahih-i Buhari'nin 12 ciltlik tercümesini, hem de İslâm dünyasının hâlâ aşılamaz düzeydeki 9 ciltlik tefsirini, Hak Dini ve Kur'ân Dili'ni yazdırıyor Elmalılı'ya. Hatta 1939 yılında, Atatürk'ün ölümünden bir yıl sonra, Harp Okulu'nu birincilikle bitiren öğrenciye Hak Dini ve Kur'ân Dili hediye olarak veriliyor!
Ama öte yandan da, Türkiye, Atatürk'ün söyledikleriyle (devrimler ve sonraki süreçte) taban taban zıt bir yol takip ediyor: Türkiye, medeniyet değiştiriyor, medeniyet iddialarını terk ediyor; Anadolu yarımadasına hapsoluyor ve medeniyet ufkunu, 'emperyal vizyon'unu yok ediyor; böylelikle büyük bir ufuk daralması yaşıyor.
Atatürk'ün buraya alıntıladığım sözleri ile bugün geldiğimiz nokta arasındaki yaman çelişkiyi neyle ve nasıl açıklamak gerekiyor acaba?
Çağ körleşmesi, Diriliş ufku ve varoluş yolculuğu (1)
17.11.2008
Yusuf Kaplan
ABD'de patlak veren, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin'e de derinlemesine yayılan ekonomik kriz, seküler-kapitalist Batı uygarlığının 150 yıldır yaşadığı felsefî krizin zorunlu bir sonucu.
Kapitalist ekonomik sistem, seküler dünya tasavvurunun ürünüdür. Avrupa'da Kilise Hıristiyanlığı'nın Protestanlaşması, beraberinde ?Protestan ahlâkı?yla birlikte, hem hayatın, hem de Hıristiyanlığın sekülerleşmesini de getirmiş ve sekülerleşen Protestan ahlâkı, kaçınılmaz olarak kapitalizmin neşvünemâ bulmasına zemin hazırlamıştır.
Şöyle söyleyelim: Pratik ahlâkın öncelenmesi (yani fizik gerçekliğin, yani bu dünyanın, yani araçların, yani bilim ve teknolojinin mutlaklaştırılması), kaçınılmaz olarak pratik ahlâkın pragmatik ahlâka dönüşmesine; bu da, çıkar'ın mutlaklaştırılmasına ve hayatın çatışma kavramı etrafında kurulmasına ve dönmesine yol açmıştır: Pratik ahlâkın pragma'ya yol vermesi ise kaçınılmaz olarak pragmanın pranga'ya dönüşmesiyle sonuçlanmıştır: Foucault'nun üretilen dünyayı ?modernliğin hapishanesi? olarak tanımlaması; Weber'in, modernliği, ?demir kafes? olarak tanımlaması ve anlam krizi ile özgürlük kaybı gibi iki esaslı soruna neden olduğundan sözetmesi, modernliğin omurgasını, ruhunu oluşturan seküler dünya tasavvurunun yaşadığı felsefî krizin telâffuzundan başka bir şey değildi/r.
Nitekim, ikinci sanayi devriminin yavaş yavaş palazlanmasıyla birlikte, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı uygarlığı yaşadığı felsefî krizi iliklerine kadar hissetmeye başlamıştır: Batı uygarlık tarihçilerinin Batı uygarlığının bu son dönemini veya evresini ?bunalımlar çağı? olarak tarif etmeleri, o yüzden, boşuna değildir. 19. yüzyılın ikinci yarısı, aydınlanma çağı'nın, dolayısıyla modernliğin vaatlerini gerçekleştirememesi üzerine karşı-aydınlanma ya da romantik çağ olarak adlandırılan bir çağdır: Felsefede, sanatta ve sosyal hayatta gözlenen yeni arayışlar, Batı uygarlığının felsefî, sanatsal, sosyal ve siyasî olarak büyük bir krizin eşiğine sürüklendiğini haber veren ve modernliğin çöküşünü ilan eden arayışlardır.
Ne var ki, bu arayışlar, modernliğin sonunu ilan etmekten başka esaslı bir çıkış yolu öneremediler: Sonuçta, ulus-devlet çöktü; Avrupa, iki büyük savaş yaşadı ve tarumar oldu; Avrupa'nın yerine, kısmen ulus-devlet ötesi bir örgütlenmeyi başaran, pragma'yı her şeyin başı ve kalkış noktası hâline getiren ABD yerleşti; Tanrı, hayattan kovuldu; kâinât tahrip edildi; gezegenimiz büyük saldırılara ve yıkımlara maruz bırakıldı; akıl, hapishaneye kapatıldı, din-dışı kutsallıklarda inanılmaz bir patlama yaşandı ve her alanda neo-paganizm biçimleri pıtrak gibi bitmeye başladı; toplum çözüldü, atomize oldu ve birey, fetişlerine ve dizginleyemediği ayartıcı arzularına ve hazlarına hızla kaçıverdi; sonuçta izafîleşme, tek esaslı felsefî söylem katına yükseldi.
İşte bütün bunlar, modernlik meydan okuması'yla birlikte, adına ayartıcı bir şekilde dünyayı ?medenîleştirme süreci? denilerek dünyanın bütün mevcut medeniyetlerini ya yok eden ya da fosilleştiren, Heidegger'in deyişiyle varoluşa varoluşsal bir saldırı gerçekleştiren seküler-kapitalist tecrübenin aslında bütünlüğü esas alan medeniyet fikrini yok etmesinin kaçınılmaz sonuçlarıydı ve modern seküler Batı tecrübesinin, dünya üzerinde büyük bir hegemonya kurmasına rağmen, insanlığı, büyük bir varoluş, hakîkat, değerler ve bilgi bunalımının eşiğine sürüklemekten; dolayısıyla kültürel, siyasî ve ekonomik olarak tam bir tıkanmanın ve kaosun eşiğine getirmekten başka bir şey öneremediğinin yakıcı göstergeleridir.
Oysa izafîleşmenin felsefî temeli hâline geldiği bir ?uygarlık?, hem kendisini, hem de dünyayı büyük bir bunalımın, kaosun ve çatışmanın eşiğine sürüklemekten başka bir şey yapamaz/dı. Bu bunalımdan çıkışın tek yolu var: İnsanlığa yeniden hakîkati, adaleti, hakkaniyeti, kardeşliği hatırlatacak, bütünlük fikri'ne dayanan yeni bir medeniyet atılımı gerçekleştirmek. İşte bu atılımı gerçekleştirecek fikir, Bediüzzaman ve Sezai Karakoç tarafından Türkiye'de geliştirilmiştir.
Cumartesi günü Fatih Belediyesi, bir Sezai Karakoç sempozyumu düzenledi. Bu sempozyumda Sezai Karakoç'un medeniyet fikri/yatı, çeşitli yönleriyle tartışıldı.
Cuma günkü yazıda sempozyum dolayımında insanlığın nasıl zihinlerimizi ve vicdanlarımızı körleştirici bir çağ körleşmesi sorunu yaşadığını, bu çağ körleşmesinin, Bediüzzaman'la birlikte farkına varabilen ve nasıl aşılabileceğini gösteren iki önemli düşünürden biri olan üstad Sezai Karakoç'un medeniyet fikriyatının önümüze nasıl yepyeni bir ufuk ve koridor açtığını; bu diriliş ufkunun ve koridorunun nasıl esaslı bir varoluş yolculuğuna dönüştürülebileceğini göstermeye çalışacağım.
.
Çağ körleşmesi, Diriliş ufku ve varoluş yolculuğu (2)
21.11.2008
Yusuf Kaplan
İnsanlık tarihinde, daha önceki dönemlerde yaşanmayan; dünyada olup bitenleri de, kendi yaşadıklarımızı da anlamamızı zorlaştıran; algılama, görme ve bakış açılarımızı sakatlayan nevzuhûr bir durumla karşı karşıyayız: Tarihte ilk kez tek bir ?uygarlık?ın, tek bir algılayış, duyuş ve yaşayış biçiminin, açık ve örtük kontrol ve kolonizasyon biçimleriyle bütün küre ölçeğinde hâkim kılındığı bir zaman diliminde oraya buraya sürükleniyoruz.
Yalnızca Batılıların zeitgeist'larının (zamanın ruhu'nun), seküler algılama, görme, bakış açısı ve yaşama biçimlerinin yaygınlaştırıldığı, başka zeitgeist'lara, medeniyetlere varolma ve hayat hakkı tanınmadığı dondurucu bir kış mevsimi bu. İşte bu durum, zamanı durmuştur; çünkü Batılıların ürettiği seküler algılama ve yaşama biçimleri, bütün dünyaya hâkim kılınmıştır. Artık farklı medeniyetler ve toplumlar, kendi zamanlarını yaşa/ya/mıyorlar; Batılıların ürettiği seküler zamanın, seküler algılama, duyuş ve yaşama biçimlerinin içine fırlatılmış gibiler sadece.
Bu durum, tarihi de donmuştur: Tarihi yalnızca Batılılar yapıyor. Batılıların dışındakiler, tarihi yapamadıkları, tarihte tatile çıktıkları, Batılıların yaptıkları seküler tarihin içinde kayboldukları, eritildikleri için oraya buraya sürüklenmekten başka bir şey yapamıyorlar.
Sonuçta, bütün dünyada tek bir zeitgeist'ın hâkim kılınması, zamanın durması, tarihin donması; Batı dışındaki medeniyetlerin ve toplumların, bu çağa, seküler algılama ve yaşama biçimlerine hapsolmalarına, dolayısıyla baştan çıkarıcı bir çağ körleşmesi sorunu yaşamalarına yol açıyor.
Sonuç, Batı dışındaki toplumların kendi tarihlerine, kendi sorunlarına bakarken bile yalnızca seküler / Batılı bakış açılarıyla bakıyor olmaları gibi bir ?cinayet?in zuhur etmesidir. Bu, bir kendi-kendine intihar biçimidir: Çünkü siz kendi'niz değilseniz, sizin kendi dili'niz, kendi bakış açılarınız yoksa, yok olmuşsa, o zaman, siz de yoksunuz, yok olmuşsunuz, demektir: Sizin konuştuğunuz bir dil'iniz, baktığınız bir göz'ünüz, bakış açı'nız yoktur, yok olmuş, demektir.
Bu durumda, sizin varolduğunuzdan, tarihi sizin (de) yaptığınızdan, dünyaya sizin dil'inizle, sizin göz'ünüz ve bakış açınızla ürettiğiniz esaslı fikirler, sanat eserleri, hayat biçimleri, duyuş ve davranış modelleri sunabildiğinizden elbette ki, sözedilemez. Bu, sizin varolamadığınız; aksine yok olduğunuz, üstelik de bizzat kendi ellerinizle kendinizi yok etmek gibi bir garabeti ve cinayeti işlediğiniz anlamına gelir. Yaptığınız tek şey, Batılıların seküler zamanının içinde yaşadığınız için, Batılıların seküler algılama, varolma, duyma ve yaşama biçimlerini yeniden-üretmeniz ve meşrûlaştırmanızdan, dolayısıyla ?körleşme?niz ve ?köleleşmeniz?den ibarettir.
İşte üstad Sezai Karakoç, tam da bu çağ körleşmesine ve ?köleleşme?sine karşı esaslı bir diriliş hamlesi başlatmıştır. Bizi metamorfoza uğratan, Batılıların gönüllü zihnî kölesi kılan bütün Batılı / seküler algılama biçimlerini yıkan, Cumhuriyet tarihimizin ilk düşünürüdür: Batılılaşmanın, sekülerleşmenin medeniyet iddialarımızı ve ruhumuzu yok ettiğini, bizi intiharın eşiğine sürüklediğini görmüş; bütün zamanları kucaklayabilen, bütün zamanları seferber edebilen, bütün zamanların çocuğu olabilen ve bütün zamanları kendi çocuğu kılabilen bir medeniyet ufku ve yolculuğu armağan etmiştir bize Sezai Karakoç.
Sezai Karakoç, Bediüzzaman ve Necip Fazıl'la birlikte, yaşadığımız Batılılaşma / sekülerleşme biçimlerine esaslı bir ?semantik müdahale?de bulunmuş; bizi körleştiren ve ?köleleştiren? seküler algı kapılarını kırarak, ilhamını Kur'ân'dan, Hz. Peygamber'den, İslâm düşünce ve sanat geleneğinden alan esaslı bir medeniyet yürüyüşü ve yolculuğu başlatmıştır.
Sezai Karakoç, kendi entelektüel tarihimizi yeniden başlatan, tarihi ve zamanı zihnî düzlemde yeniden harekete geçiren, dalga-kırıcı ve dalga-kurucu bir çığır açmıştır. O yüzden, Sezai Karakoç, entelektüel tarihimizde, bize kendi zamanımızı yaşatan, kendi dilimizi kurdurtan, kendi bakış açılarımızı armağan eden, kendi medeniyet yolculuğumuzu yeniden hatırlatan ve başlatan bir milattır. Hatırlatmakta yarar var: Elbette ki, Bediüzzaman ve Necip Fazıl olmasaydı, Sezai Karakoç olmazdı.
Bize düşen şey, Sezai Karakoç'un ektiği diriliş tohumlarını, ilimde, düşüncede, sanatta ve hayatımızın bütün alanlarında derinlemesine ekerek ete kemiğe büründürecek esaslı, sarsılmaz ve savrulmaz bir varoluş yolculuğuna soyunmak, bunun için de, önce hakîkat medeniyetinin fikrî yemişlerini yeşertecek, sonra da bunu hayata geçirme ?savaş?ı verecek öncü bir varoluş kuşağı yetiştirmektir.
.
Çarşafın 'rozetlediği' zihniyet
24.11.2008
Yusuf Kaplan
Çarşafla onyıllardır mücadele eden, çarşafa ve çarşafın simgelediği her şeye inanılmaz bir lanet edebiyatı geliştiren bir zihniyetin ve bu zihniyetin temsilcilerinin çarşafa rozet takma girişimini nasıl okumak gerekiyor acaba?
CHP lideri Deniz Baykal'ın çarşafa rozet takması, Türkiye'de bugüne kadar özenle perdelenen bu zihniyeti bütün çıplaklığıyla açık ediyor, deyim yerindeyse, çarşaf çarşaf orta yere seriyor.
Baykal'ın çarşafa rozet takması, bazı kimseler ve kesimler tarafından bir 'ikiyüzlülük' örneği olarak nitelendirildi. Baykal'ın çarşafa rozet takmasını, çarşafla ve çarşafın bir şekilde temsil ettiği İslâmî değerlerle akıl almaz şekillerde mücadele eden bir partinin 'ikiyüzlü' kişiliğini ele verdiğini söylemek elbette yanlış değil. Ama eksik. Eksik; çünkü bu davranış, sadece bir sonuç. Salt sonuçlara bakarak bir şeyi, bir davranışı, bir tutumu değerlendirmek son derece zor ve yanlıştır.
Önemli olan, bu 'ikiyüzlülük' sonucunu doğuran asıl nedeni görmektir. 'İkiyüzlülüğü' doğuran asıl nedeni görebilmenin en iyi ve kışkırtıcı yollarından biri, çarşafla onyıllardır kavgalı olan bir partinin Genel Başkan'ının bu davranışını, tam tersi bir şekilde, 'iktidara gelebilmek için olumlu ve zorunlu bir adım', hatta 'atılım' olarak yorumlayan kişilerin bu tavırlarına biraz yakından bakmak olabilir mesela...
İşte o zaman, burada şaşırtıcı ve yakıcı bir gerçekle karşılaşacağımızı göreceğiz. O şaşırtıcı ve yakıcı gerçek şu: Baykal'ın çarşafa rozet takmasını 'ikiyüzlülük' olarak nitelendirip 'olumsuz' bir şekilde okuyanlarla; 'CHP'nin iktidara gelmesi için zorunlu bir adım, bir atılım' olarak nitelendirip 'olumlu' bir davranış olarak okuyanların zihniyetleri görünüşte farklı da olsa, zihin kalıpları aynı.
Bu görünüşte iki zıt zihniyetin ortak zihin kalıbının şifresini şöyle deşifre edebiliriz: Bu ortak zihin kalıbının en temel özelliği, vaziyeti kurtarmak, vartayı atlatmak'tır. Yani oportünizm'dir.
CHP, çarşaf üzerinden iktidara yürümek istiyor. CHP'nin çarşafa CHP rozeti takmasını 'ikiyüzlülük' olarak nitelendirenler, 'eğer CHP gerçekten samimi ise, samimi olduğunu göstermeli ve başörtüsü yasağına karşı olduğunu, hatta başörtüsü yasağını kaldırmaktan yana olduğunu açıkça beyan ve ilan etmeli' filan diyorlar. Yani CHP'yi 'ikiyüzlülük'le suçlayanlar, CHP'nin başörtüsü yasağına karşı çıkmakla, hatta eğer iktidara gelirse, başörtüsü yasağını kaldırmakla ancak bu ikiyüzlülük suçlamasından kurtulabileceğini; hatta 'CHP, başörtüsü yasağını kaldırsın da ne yaparsa yapsın' diyenler de, sadece vaziyeti kurtarmak, vartayı atlatmak, olarak nitelediğim oportünizm'in pençesinde kıvrandıklarının ne kadar farkındalar acaba? Bunun, çarşafı iktidar fırsatı olarak görenlerin oportünizm'lerinden ne farkı var?
CHP'yi 'samimi olmaya davet' edenlere sormak gerekiyor: Mesele, başörtüsü yasağının kaldırılması mıdır? Başörtüsü yasağı kaldırıldığında 'her şey bitecek' mi?
Benzer bir soruyu, çarşafı şimdiye kadar lanetleyen ama 'bu işin sonunda CHP iktidara gelecekse, bu bir atılımdır' diyenlere de sormak gerekiyor: CHP, iktidara gelince 'her şey bitecek' mi?
Bu iki zıt zihniyet mensuplarına sorduğumuz aynı soruya verilen cevabın aynı olacağından kuşku duyanınız var mı acaba? Bir taraf için, yasak kalktığında her şey bitecek; diğer taraf içinse CHP iktidar olduğunda her şey bitecek. Verilecek cevap, aynı cevap olacak.
Oysa, çarşafa takılan rozet, sivil ve sivil olmayan bürokrasi üzerinden Türkiye'ye haksız ve hukuksuz yollarla çeki düzen veren; kapalı, baskıcı, totaliter rejimlerin antikası, alâmet-i fârikası, kalıntısı, enkazı bir ideolojinin ve bu ideolojinin Baasçı elitokrasisinin ne kadar tabansız, dayanaksız, dayanıksız olduğunu; o yüzden de ne kadar acımasızlaşabileceğini, vicdansızlaşabileceğini, fırsatperestleşebileceğini, çıkarperestleşebileceğini gösteren ürpertici ama çok güçlü bir simgedir.
Bu simgenin işaretlediği, işaret ettiği zihniyet, Türkiye'yi de satabilecek bir zihniyettir. Bu zihniyet, bu toplumun yegâne ruhu, yegâne iddiası, yegâne hayat, tarih, dinamizm ve gelecek kaynağı olan İslâm'ı şeytanlaştırıp, kurutup, kötürümleştirip, hayatımızdan uzaklaştırıp haraç mezat satmadı mı, kaldırıp atmadı mı? Böylesine çarpık, sarsak, savruk ve 'korkak' bir zihniyetin satmayacağı bir şey elbette ki yok. İşte bu ürkütücü bir şey. Çarşafın rozetlediği, belirginleştirdiği, açık ettiği şey, işte bu ürpertici zihniyettir.
.
Kurban: Varoluşun derûnî mânâsına yak/ın/laşmak
08.12.2008
Yusuf Kaplan
Allah, Yaratan'dır; bütün varlıklarsa yaratılan. Allah, bâkî'dir; bütün varlıklarsa fânî.
İnsan, Allah'ın kendi ruhundan üflediği bir varlıktır. Allah, insanı, Hakîkat'i yeryüzünde tahakkuk ettirme emânet ve ?hilâfet?yle mükellef kılmıştır. Bu mükellefiyet ve teklife mukabil olarak, Allah, bütün varlıklar arasında yalnızca insana, Akıl, İrade ve Kelâm nimetlerini bahşetmiştir.
Ancak insan, bu husûsî kabiliyet ve melekeleriyle, melekût âlemine yükselecek bir eşref-i mahlûkât (yaratılmışların en şereflisi) olduğunu da gösterebilecek; mülk âleminin melîk'i (kralı, sahibi) zannıyla, kendisini tanrılaştırmaya kalkışıp kendisine yüklenen emânet ve hilâfete isyan ederek, hayatı hem kendisi için, hem de diğer varlıklar için yaşanılamaz hâle, cehenneme dönüştürebilecek ?esfel-i sâfilîn? (aşağıların en aşağısı) bir varlık olduğunu da ortaya koyabilecek bir mahiyette, hüviyette ve hürriyette yaratılmıştır.
Başka bir ifadeyle: İnsan, Yaratıcı ve bütün yaratılmışlarla üns'iyet kesbedebilecek yüce bir varlık olma imkânlarına da sahiptir; bu üns'iyeti yitirebilecek bir nisyan (unutma ve isyan) derekesine düşebilecek zaaflara da.
İnsan, akıl, irade ve kelâm nimetleriyle teçhiz edildiği için, bu iki yöne temayül etme konusunda hürdür. Eğer insan, ubudiyetini (kulluk mükellefiyetlerini) hatırlayarak Yaratıcı ve bütün yaratıklarla ünsiyet kesbedebilecek bir yolu tercih ederse, Allah'tan başka hiçbir şeyi Rabb (Tanrı) edinmeyerek, hem kendisinin, hem de bütün varlıkların ne için yaratılmışlarsa onun için ve o mükellefiyetlerini yerine getirecekleri şekilde hür olarak varolmalarını sağlayabilir. Yok eğer insan, ubûdiyetini unuturak, Rubûbiyet (tanrılaşma) iddiasına soyunmaya, dünyaya ve hayata Tanrı'yı hiçe sayarak çeki düzen vermeye kalkışırsa, hem kendi hürriyetini kaybeder; fânî kendi nefsine / egosuna, fânî dünyanın ve nefsinin arzularına teslim olmaktan, onları fetişleştirerek, yücelterek, onlardan başka hiçbir şeye önem vermeyerek onların kulu ve kölesi olmaktan, dolayısıyla vicdansızlaşmaktan; Rabbine, kendisine ve dünyaya, diğer varlıklara yabancılaşmaktan, duyarsızlaşmaktan; hem de böylelikle başka varlıkların hürriyetlerine ve hüviyetlerine (kimliklerine / varlıklarına) kast etmekten kendisini kurtaramaz.
İşte Kurban ve bayramı, Rubûbiyet iddiasına soyunmak yerine, ubûdiyetlerini hakkıyla yerine getirmelerine imkân sağlayarak, insana ve diğer varlıklara gerçek hürriyetlerini bahşeden, dünyevî ve uhrevî hayatta eşsiz nimetler (kevserler) lutfeden çok katmanlı, derûnî bir vasat ve vasıtadır.
Kurban, kısaca, yakınlaşmak demektir. Kurban kesme işlemi, insanı aynı ânda, üç şeye yakınlaştırır: Ölüme, hayata ve Rabb'ine.
Kurban'ı, ?hayvan katliamı? olarak görenler, insanların, tabiatın ve Tanrı'nın yok edilmesinin nasıl önlenebileceği konusunda hiçbir esaslı fikirleri, önerileri, çözümleri hatta (en azından bazılarının) bu konularda samimiyetleri olmadığına fiilen tanık olduğumuz kişilerdir.
Kurban vecîbesinden bahsedilen Kevser sûresinden önceki Mâ'ûn sûresinde dini, dinin hayat bahşedici hakîkatlerini inkâr edenlerin, vicdanlarını yitirdiklerine dikkat çekilerek, namazı kılıp da zekâtı ve her türlü hayrı / iyiliği, yardımlaşmayı ihmal ve terk eden Müslümanlara lanet edilir. Çünkü namaz, insanı -bütün kötülüklerden uzaklaştırarak- varkılar, insanı insan kılar. Namazın insanı kötülüklerden uzaklaştırmadığı insanların, tıpkı kâfirler gibi, vicdanları yok olabilir; onların kıldığı namaz, namaz olma özelliklerini yitirir.
İşte Kevser sûresinde, Allah bize, namaz kılmamızı ve ardından da en değerli şeylerimizi kurban etmemizi emreder. Ancak namaz kılıp da en değerli şeylerimizi Allah rızası için feda ve kurban ettiğimiz zaman, hakkıyla kul olacağımızı (özgürleşebileceğimizi ve başka varlıkların varolma hak ve özgürlüklerine sahip çıkabileceğimizi) ve en değerli şeylerimizin kıymetini bilebileceğimizi hatırlatır bize.
Sonuçta kurban, en değerli şeylerimizden vazgeçebildiğimiz ettiğimiz zaman, ölümün hakîkatine vakıf olabileceğimizi, vicdan sahibi bir varlığa dönüşebileceğimizi, böylelikle hayatta bütün varlıklara daha şefkatle, merhametle yaklaşabileceğimizi gösterir ve öğretir: Ancak en değerli şeylerimizden vazgeçebilirsek, Allah bize bütün dünyevî ve uhrevî nimetlerin, hakîkatlerin ve iyiliklerin kapısını açar; işte o zaman, hayat-memât boyutlarında seyreden varoluşun derûnî mânâsını kavrayabilir ve bize yüklenen emâneti bihakkın yerine getirerek daha âdil, daha kardeşçe, daha huzûr ve sükûn içinde yaşayarak bayrama dönüştürebiliriz hayatı. Ne mutlu bu türden kişilere, diyerek, bayramınızı bütün kalbî duygularımla tebrik ediyorum.
..
.
İki kişilikli ve ehliyetli aday
15.12.2008
Yusuf Kaplan
Türkiye'nin 'yönetilemez' bir ülke hâline getirilmesine yol açan sorunlarından biri, 'yerel yönetimler' sorunudur. Türkiye'de gerçek anlamda 'yerinden yönetim' anlayışına dayanan bir yerel yönetim anlayışı maalesef yoktur ve bu konuda Ömer Dinçer'in hazırladığı yerel yönetimler reformu taslağı, bu taslağa en fazla sahip çıkması gereken sol-sosyal demokrat-laik çevrelerin gürültü-patırtıları sonrasında rafa kaldırılmıştır. Sadece bu fenomen bile, Türkiye'de solun özgürlükçü, halktan ve haklardan yana değil, gerçekte nasıl faşizan, baskıcı, jakoben genlere ve özelliklere sahip olduğunu göstermeye yeter, sanırım.
Türkiye'de yerel yönetimlerin başının belediye başkanları değil de, valiler olması, Türkiye'deki sistemin baskıcı, tepeden-inmeci yapısının bir başka göstergesidir. Valilik sistemi, Baasçı, komünist sistemlere özgü bir uygulama olarak çoktan tarihin çöp sepetini boyladı; ama Türkiye, bu kadar ilkel bir sistemi tartışmaya bile cesaret edemiyor. Neden acaba?
Bütün bunlar, Türkiye'de esaslı bir temsiliyet ve meşrûiyet krizi olduğunun göstergeleridir. Türkiye, öznesi halk olmayan bir sistemle yönetilmeye çalışılıyor hâlâ. O yüzden halka hep kuşkuyla bakılıyor; halkın talepleri oligarşik mekanizmalar tarafından kolaylıkla devre dışı bırakılabiliyor.
Rotasını ve iddialarını yitirmiş bir ülkede, hiç olmazsa yerel yönetimlerde artık halkın özne olabileceği bir düzenek kurulmalıdır. Yerel yönetimlerin yolsuzluklarla birlikte anılır hâle gelmesi, yerel yönetimlerde yapılabilecek esaslı işleri ihmal etmemizi gerektirmez, gerektirmemeli.
Geçtiğimiz haftalarda sevgili dostum Mehmet Tokkan'ın daveti üzerine Sakarya İlim ve Hikmet Vakfı'nda nezih bir dostlar grubuna gece geç saatlere kadar süren bir konferans verdim. Konferanstan sonra Sakarya Belediye başkan adaylarından Esat Pınarbaşı ve birkaç arkadaşla birlikte neredeyse sabaha kadar süren bir toplantı yaptık.
Esat Bey, Sakarya için düşündüğü projelerini anlattı. Sakarya'nın -orijinal fikri Sokollu'ya ait olan- Hamburg gibi bir liman şehrine dönüştürülmesinden dünya şehirleriyle ortaklaşa büyük projelere girişilmesi amacıyla geliştirdiği 'Küresel Yatırım Koordinasyon Merkezi' projesine, FÜTZ ve PEST adıyla adlandırdığı ulusal ve uluslararası sermayeyi Sakarya'ya çekecek ekonomik, teknolojik ve kültürel projelere, şehrin İstanbul'un yükünü hafifletecek gelişmiş ama kimlikli büyük bir cazibe merkezi hâline getirilmesine kadar bir yığın projesini anlattı bize.
Esat Pınarbaşı, hem dürüst, kişilikli, güven veren, işinin ehli biri; hem de uluslararası önemli kişi ve kuruluşlarla büyük çalışmalara imza atmış bir kişi. Esat Bey'in hem kişiliği, hem de projeleriyle beni etkilediğini itiraf etmeliyim.
Geçtiğimiz hafta, Üsküdar'da AKP Üsküdar ilçe başkanı öncü eğitimci Zekeriya Erdim'in ve sevgili düşünür-yazar ağabeyim Mehmet Ali Bulut'un çabalarıyla Üsküdar belediye başkanı adaylarından Çağrı marketlerinin sahibi Mustafa Kara'nın projelerini ve hedeflerini anlattığı, Türkiye'nin çeşitli sorunlarını enine boyuna tartıştığımız nezih bir toplantıya katıldım.
Mustafa Kara da, Esat Pınarbaşı gibi güven veren, idealist, iddialı ve halkla iç içe biri. Üzerinde yoğunlaştığı mesele, gerçek anlamda yerinden yönetim meselesi: 'Halk, kendi şehrini yönetebilmeli', diyor Mustafa Bey. Bunun için geniş kapsamlı bir halkla ilişkiler merkezi kurmayı tasarlıyor. Mustafa Kara, bir belediye başkanının hedeflerinin kısa, orta ve uzun vadeli olması, hedeflerini çok net ve kalıcı projelere yönelerek belirlemesi gerektiğini 'hedefsiz yelkenliye, hiçbir rüzgâr yardım edemez' sözüyle özetliyor. Üsküdar'ın tarihî ve kültürel misyonuna uygun büyük kültürel projelere imza atacağını söylüyor. Üsküdar'ın kültür ve ticaret şehri yapılması, şehrin kimliğinin korunması, sağlıklı yapılaşma gibi temel konularda önemli projeleri olduğunu anlıyorum yaptığımız toplantıdan.
Burada bizzat görüştüğüm ve fikirlerini, projelerini önemsediğim iki değerli başkan adayından sözettim. Şimdiye kadar ilk defa böyle bir şey yapıyorum. Eğer bu adaylar, başkan seçildiklerinde iş tutuş tarzlarında ve vaatlerini yerine getirmekte bir problem görürsem, onların yakasına yapışacağımı kendilerine ilettim.
Son olarak, yerinden yönetime, bunun için de kişilikli, güvenilir ve ehliyetli yöneticilere ekmek kadar, su kadar ihtiyaç hissettiğimizi söylemek bile gerekmiyor.
Not: Bugün, Tepebaşı'ndaki Marmara-Pera Otel'de Amerikalıların düzenlediği, Medya'da İslâm'ın sunuluş biçimlerinin tartışılacağı 'Faith in Media' başlıklı bir sempozyum var. Ben de, saat 14.30-15.30 arasında bir tebliğ sunacağım. İlgilenen okuyuculara hatırlatmış olayım-YK.
Yeni Şafak
.
Suriye gezisi-1: Medeniyet ufku ve turist bakışı
22.12.2008
Yusuf Kaplan
Geçtiğimiz hafta Türkiyeli bir grup yazar, sanatçı ve gazeteciyle birlikte Suriye'nin özel Mas Şirketler Grubu'nun daveti üzerine Suriye'deydik. Davetin sahibi, fiilen Mas Şirketler Grubu'ydu; ama bu girişimin arkasında son iki yıldan bu yana yoğunlaşan Türkiye-Suriye ilişkilerini daha da derinleştirmeyi amaçlayan Suriye yönetiminin olduğu çok aşikâr/dı.
Türkiye-Suriye ilişkileri, yakın tarihte tanık olmadığımız kadar derinlikli boyutlar kazandı. Şu ân Türkiye'nin en yakın ilişki içine girdiği ülke Suriye. İki kardeş ülke arasındaki ilişkilerin bu kadar samîmî, sıcak ve derinlikli boyutlar kazanmasında özellikle bir ismin çok özel bir yeri var: Ahmet Davutoğlu.
Ahmet Davutoğlu, düşünür kişiliğiyle Türkiye'nin, gücüne güç katacak, bizzat kendi ifadesiyle 'çarpan etkisi' yapacak bir sıçrama gerçekleştirmesine imkân tanıyan bir ufuk genişlemesi kazandırdı ülkemize. Başlangıçta Davutoğlu'nun tezlerini ve fikirlerini gülümseyerek geçiştiren çevrelerin bugün geldiğimiz noktada ne kadar yanlış bir yerde durdukları, Türkiye'nin ve dünyanın meselelerine derinlikli bir geçmiş ve gelecek tasavvurundan yoksun, dar, temelsiz ve hep başkalarının geliştirdiği perspektiflerle baktıkları bugün çok daha iyi görülebiliyor.
Mevcut seküler-kapitalist sistem, büyük ölçekli bir kriz yaşadığı için, önümüzdeki 25 ilâ 50 yıl içinde dünya haritası, dünyadaki güçler dengesi yeniden şekillendirilecek. Böyle bir zaman diliminde Türkiye'nin yeni bir dünyanın kurulmasında oynayabileceği rolü gözardı edemeyiz.
Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana önce Avrupalılar, son bir yüzyıl boyunca da Amerikalılar, dünya tarihini yapan aktörler oldukları için, Batı uygarlığının yaşadığı ve öncelikli olarak Batılı düşünürlerin, tarih felsefecilerinin yaklaşık bir buçuk asırdan bu yana dikkat çektikleri felsefî krizin yeni bir medeniyet sıçramasına yol açacak kadar esaslı bir kriz olduğunu, bu krizin ekonomik, siyasî, kültürel bütün küre ölçekli sonuçlarının önce iki dünya savaşıyla, ardından Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonra kurulan 'yeni dünya düzeni'nin yeni bir dünya düzensizliğine yol açmasıyla birlikte alındığını Batılılar çok iyi biliyorlar. 'Biliyorlar' ne kelime; fiilen yaşıyorlar.
Karşımızda küresel ölçekte tezahürlerini gördüğümüz ama bizzat küreselleştiği için Batı uygarlığının yaşadığı ve bütün dünyaya yaşattığı esaslı bir medeniyet krizi var. Bu krizin ancak seküler-kapitalist paradigmanın dışındaki bir medeniyet sıçramasıyla aşılabileceğini Batılılar çok iyi biliyorlar; o yüzden bu küre ölçekli krizi sürekli olarak geçici yollarla, girişimlerle önlemeye, ya da Baudrillard'ın deyişiyle ertelemeye veya örtbas etmeye çalışıyorlar.
Batılılar, modernlikle birlikte son dört asırdır dünya tarihini bizzat kendileri yapıyorlar; o yüzden, tarihin nasıl yapıldığını, modernliğin ulus-devlet, milliyetçilik, bireycilik, akılcılık gibi temel paradigmalarının artık işleyemez hâle geldiğini, postmodernliğin ise esas itibariyle yeni bir şey söyleyemediğini herkesten çok daha iyi farkettikleri için, yaşadıkları tecrübenin nasıl köklü bir medeniyet krizi olduğunun bilincindeler. İşte bu nedenle, seküler-kapitalist sisteme alternatif olabilecek Çin, Hint ve Rus havzalarından gelebilecek paradigma dışı medeniyet sıçramalarını, Çin, Hindistan ve Rusya'yı seküler-kapitalist sisteme entegre ederek etkisiz hâle getirdiler.
Batılılar, seküler-kapitalist Batı uygarlığının yaşadığı ve bütün dünyaya yaşattığı krizin ancak İslâm dünyasından gelebilecek paradigma dışı bir medeniyet sıçramasıyla aşılabileceğini, bunu da Türkiye'nin başını çektiği bir 'omurga'nın gerçekleştirebileceğini ve böyle bir şeyin Batı hegemonyasının sonunun başlangıcını olacağını bizim seküler entelijansiyamızdan daha iyi biliyorlar.
Türkiye-Suriye ilişkilerine bu tür derinlikli bir tarih ve medeniyet perspektifinden bakarak Türkiye'nin ufkunu genişleten atılımın mimarı Ahmet Davutoğlu'nun girişimlerinin asıl meyvesini bundan sonraki süreçte verebileceğini bizim entelijansiyamızın hâlâ göremediğini Suriye gezimiz sırasında bilfiil müşahade ettim.
Türkiye'nin, yeni bir dünyanın kurulmasında ne tür bir rol oynayabileceğini kavrayabilecek entelektüel ufuktan, tarih felsefesi birikiminden ve perspektifinden Türkiye'nin seküler entelijansiyası henüz çok uzak. Bu nedenle Türkiye'nin Batılılaşmasının, kendi-kendini sömürgeleştirme çabası olduğunu göremiyor; o yüzden her şeye tastamam bir 'turist bakışı' ile, yani başkalarının gözlükleriyle bakmaktan kurtaramıyor kendisini. Oysa 'turist bakışı' tam bir entelektüel körleşme, epistemolojik bir kendi-kendini sömürgeleştirme biçimidir.
Cuma günkü yazıda, bu turist bakışı'nın hem bizim entelijansiyamızın, hem de bizi davet eden 'kliğin' bakışlarını nasıl körleştirdiğini ve iki ülke arasındaki ilişkilere nasıl zarar verebileceğini bizzat Suriye gezimiz dolayımında göstereceğim.
YENİ ŞAFAK
.xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Yusuf Kaplan, Yeni Şafak'a yıllardır sık sık katkıda bulunuyor ve günlük çeşitli konularda köşe yazıları kaleme alıyor.
600 yazı listeleniyor
Çorum kampımız da rüya gibi geçti “beşinci mevsim” gibi… (2)
Eyl 01 2024, Pazar
MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu), ülkemizde sadece eğitimin nasıl bizim medeniyet dinamiklerimizden beslenerek birinci sınıf, kabına sığmaz, yeni ve parlak nesiller yetiştirilebileceğini gösterme çabası değil, aynı zamanda ve esas itibariyle Türkiye’de omurga bir gençlik, fikir, kültür ve sanat hareketi olabilecek kapsamlı ve uzun soluklu bir hakikat medeniyeti inşa etme yolculuğu, kaygısı, mücadelesi ve mücahedesidir. Bu nedenle, önce esaslı, üzerinde 40 senedir kafa patlattığım, benden önce de
Çorum kampımız da rüya gibi geçti “beşinci mevsim” gibi… (1)
Ağu 25 2024, Pazar
MTO, seyir hâlinde… Ama hiçbir şeyi seyretmemek, sessiz kalmamak için hareket hâlinde… Medeniyetimizin yeniden ihyası, inşası ve insanlığa yitirdiği yitik cennete ulaştıracak hakikat ışığını yeniden ulaştırma kaygısı, çabası ve derdi ile kamplarda… MTO Akademik Yaz Kamplarımız için şehir şehir, köy köy, belde belde, bölge bölge yol alıyor bütün MTO kamplarına katılacak, makale sunacak talebelerimiz…. Memleketin damarlarında MTO kanı dolaşıyor, taze kan aşılamak, ruh aşısı yapmak, sahipsiz ülkemizi,
Kültürel inkâr’dan kültürel intihar’a…
Haz 24 2024, Pazartesi
Çok tehlikeli bir süreçten geçiyoruz… Ülkenin çocukları İslâm’ı terkediyor hızla. Dünyanın çocukları, Gazze’deki destansı direnişten ötürü İslâm’a hayran kalarak İslâm’a yönelirken, Harvard’ın, Chicago’nun, Colombia Üniversitesi’nin çocukları İslâm’a yönelirken, bin yıl İslâm’ın bayraktarlığını yapan, dünyaya adaletin, merhametin ve bir arada yaşamanın ne demek olduğunu öğreten aziz bir medeniyetin çocukları, bu toprakların çocukları İslâm’ı terk ediyor hızla ürpertici bir şekilde… ÇAĞI DA, KENDİSİNİ
Korku ile umut arasında direniş ve dirilişe öncülük etmek…
Haz 17 2024, Pazartesi
Bugün bayram. Kurban bayramı. Ama biz Müslümanlar için bayramın kurban olduğu, bayramımızın kurban edildiği hüzünlü, çok buruk yaşadığımız bir bayram bu bayram. Hayatımız boyunca yaşadığımız en buruk, en hüzünlü bayram. Yaşadığımız dediğime bakmayın, bayramı yaşayacak hâlimiz de, mecâlimiz de yok aslında. Tarihin en büyük, benzeri yaşanmamış bir vahşeti yaşanıyor Gazze’de. Benzeri görülmemiş bir katliam, bir soykırım: Masum, savunmasız bir halk dünyanın gözü önünde hunharca katlediliyor; çocuklar,
Millet, anayasasını yapamadığı sürece millet olamaz!
Haz 10 2024, Pazartesi
Türkiye’de devletin anayasası var ama milletin anayasası yok. Anayasa, devleti koruyor, milleti değil! Totaliter rejimlerde olur böyle şeyler! Devlet bir anayasa yapmış ama millete sormak şöyle dursun, millete tepeden bakmış, “uyacaksın buna!” diyerek! Tepeden, monteleme yöntemiyle dayatmış bu anayasayı. Üstelik bu anayasa, Ceza Yasası faşist İtalya’dan, Medenî Yasası İsviçre’den, Fransa’dan olduğu gibi alınıp bu topluma Jakoben yollarla yukarıdan monte edilmiş bir anayasa. “Yapıştırma bıyık” gibi
Batı hukuku, Yahudiliğin rolü ve İslâm’ın farkı
Haz 09 2024, Pazar
Avrupa siyasetinin temeli, Roma hukukudur. Roma hukuku, pagan Roma şeriatı’dır. Avrupa hukuku, pagan Roma “şeriat”ına dayandığı için, Hıristiyanlık Avrupa’yı şekillendirmekten ziyade, üç pagan gelenek Hıristiyanlığı, dolayısıyla Avrupa’yı şekillendirmiştir: Zihnen Yunan paganizmi, hukuken Roma paganizmi, dinen de pagan’laştırılmış Yahudilik. Modern Avrupa’yı kuran bu üç kurucu kaynak, Batı uygarlığının geçmişten geleceğe yürüyüşünde, oluşum sürecinde süreklilik arzeden üç vazgeçilmez, tartışılmaz
Türkiye’deki vesayet rejiminin kaynağı: Hukuk darbesi
Haz 07 2024, Cuma
Toplumları ayakta tutan, yaşayan ve yaşatan yegâne kaynak, toplumların şeriatlarıdır. Bu şeriatlar din kökenli de olabilir, seküler, dindışı kökenli de. Hukuk sistemi, toplumların şeriatının ete kemiğe büründürülmüş ince elenerek sık dokunarak geliştirilmiş, tarihî tecrübeyle adım adım inşa edilmiş işleyiş mekanizmasıdır. Hukuk, toplumun ruhunu, değerlerini ve geçmişten geleceğe çileyle biriktirdiği, hem karakterini hem de kaderini şekillendiren varolma iradesini eksene alarak varolur ve anlam kazanır.
Kapitalizm, akıl üzerinden kurulur ama algılar üzerinde’n var olur
May 10 2024, Cuma
Kazana kazana kaybediyoruz, demiştim. Maddî olarak kazanıyoruz; yetmiyor; sonra da maddî kazancı kutsuyoruz.Aslında maddî olarak kazanmak ve bunu kutsamak, manevî olarak kaybedişimizin tohumlarını ekmek, dinamitlerini döşemek demek. Her zaman söylediğim gibi: Dünyayı dâr / yurt edinenler, dünyayı dar ederler insanlığa. Ne demişti İbn Haldun: “Bir toplumu açlık değil, tokluk öldürür.” Siyaset, günü kurtarmakla ilgilidir. Hakikat, geleceği kurmakla. Siyaset ân’la ilgilidir. Hakikat, Zaman’la. Zaman’ın
Kendini bil, Rabbini bil, haddini bil. Ya da: Kültürel olarak “iktidar” değilseniz, siyasî olarak iktidar olamazsınız!
Nis 22 2024, Pazartesi
Müslümanlar için iktidar olmak, iktidar kurmak hedef olamaz hiçbir zaman. Müslüman sadece Allah’ın rızasını kazanmak için nefes alıp verir. Allah’ın rızasını kazanmayı ihmal edenler, dünyayı da, hayatı da imha edecek, cehenneme dönüştürecek, orman kanunlarının hâkim olduğu bir arenaya çevirecek tohumları ekerler. ARAÇLARIN HÜKÜMRANLIĞI: İNSANIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YİTİRMESİ Dünkü yazıda da dikkat çekmiştim: Kültür / medya çağında yaşıyoruz ama kültür çağında en büyük sorun, kültürün buharlaşması; medya
Fiîlî işgal dönemi bitti, zihnî işgal çağındayız!
Nis 21 2024, Pazar
Müslümanlar için iktidar olmak, iktidar kurmak hedef olamaz hiçbir zaman. Müslüman sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yaşar. O yüzden sadece Allah’ın rızasını kazanmayı talep eder bütün yapıp ettiklerinde, her adımda, her işinde. Dünyamızı zehir eden şey, hayatın merkezine dünyayı, dolayısıyla kendimizi koymaktır. Hayatın merkezine dünyayı, dolayısıyla kendimizi koymakla, Allah’ın rızasını talep etmeyi iptal etmiş oluruz. Allah’ın rızasını kazanma talebi, kişinin putları görmesini ve yenmesini
Ramazan Medeniyeti-7: Oruç insanı tutar ve putları kırar
Mar 24 2024, Pazar
İbadet, kişinin varlık sebebi ve varoluş şartıdır. Çünkü kişi ancak ibadetiyle yani Rabbine kul olmasıyla, kula ve paraya pula kul olmaktan kurtulur, özgürleşir ve kendine gelir. Ubûdiyetin / kulluğun harekete geçmesidir ibadet: Dikey eksen ve yatay eksen. Mekke süreci ve Medine süreci. Enfüs ve âfak’ta aynı ânda yolculuk... Bütün ibadetler, bu iki ekseni harekete geçirerek kişiyi kirlerden arındırır, temizler, kendine getirir: Namaz insanı, Hacc hayatı, Zekât maddeyi, Oruç ruhu kirlerden arındırır,
Gazze soykırımı ve üç çıbanbaşı: Büyük İsrail, İran yayılmacılığı, Kürt devleti
Şub 12 2024, Pazartesi
Bizim toplumumuzda Şiî düşmanlığı yoktur. Aliosman gibi isimler yaygındır. Ehl-i Beyt sevgisi’nin Şiilerden geri kalan yanı yoktur bizde. Ama İran’da ve Şia’nın hâkim olduğu yerlerde Ehl-i Sünnet düşmanlığı diz boyudur. İran’da dolaşırken, üzerinde “Lanet olsun Ömer’e!” yazan çoraplar giyen insanları gördüm. İranlılar, her yerde “Vahdet, vahdet” diye laflar ederler ama hiçbir yerde bunu gerçekleştirmezler! Vahdet, vahdet diye diye büyük Sünnî vahşetleri işlerler! Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da, Yemen’de
İran’ın saldırıları çok tehlikeli: Küresel sistem, Türkiye’yi vurmayı hedefliyor, İran’ın önünü açıyor!
Oca 19 2024, Cuma
İran serseri mayın gibi! Bir taraftan Irak’a ve Suriye’ye vuruyor. Öte taraftan Pakistan’a! İran’ın hangi gerekçeyle olursa olsun Pakistan’ı bombalaması çok tehlikelidir. İran’ın Pakistan’ın Belucistan bölgesini bombalaması Hindistan’ı sevindirdi. Hindistan, Pakistan’ın ezelî düşmanı çünkü. Pakistan, ertesi gün İran’a cevap verdi. Gazze’de başlayan çatışmanın Lübnan’a, Suriye’ye, Irak’a, oradan Yemen’e, Kızıldeniz’e, şimdi de Pakistan’a ve İran’a kadar sıçraması, Gazze’deki savaşın çok tehlikeli
Türkiye’de İslâm’a yapılan iğrenç saldırılara devlet sessiz kalamaz!
Oca 05 2024, Cuma
Türkiye, herhangi bir İslâm ülkesi değil. Medeniyet-kurucu, (medeniyetin istikametini, yönünü, yörüngesini ve ruhunu yitirmemesini sağlaması anlamında) medeniyeti-konumlandırıcı ve her tür saldırıya karşı medeniyeti-koruyucu roller üstlenmiş tarih yapıcı bir ülke, böyle bir tarihin mirasçısı. Bin yıl İslâm’ın bayraktarlığını yapmış, hilâfeti devraldıktan sonra Müslümanların hâmisi, korucuyu-kollayıcısı olmuş bir umut. Adı, İslâm’la özdeşleşmiş, kaderi İslâm’la belirlenmiş, geleceği İslâm’a endekslenmiş
Dünya bize gebe, biz hakikate: Filistin ölmeyecek, aslan düştüğü yerden kalkacak…
Eki 16 2023, Pazartesi
Gazze, İsrail terör devletinin ablukası altında… Neredeyse bir haftadır… İsrail, Yahudilerin kendilerine yaptığı zulmün kat be kat fazlasını Batılılara değil Müslümanlara / Filistinlilere yapıyor! Dünyanın en yoğun nüfuslu, en kıstırılmış, en kuşatılmış, her bakımdan en prangalı şehrini, elektriğini, suyunu, gıda akışını keserek ölüme mahkûm ediyor! İnsanları, yerleşim yerlerini kitlesel katliama tabi tutuyor! İnsanlık suçu işliyor! İsrail işlediği katliamın bedelini ödeyecek er ya da geç! Biraz
Dünyanın kurtulması, Afrika’nın kurtulmasına bağlı… Afrika’nın kurtulması bize…
Eyl 08 2023, Cuma
Afrika diye bir kıta var. Bazı arkeologlara ve tarihçilere göre, dünyanın en eski kıtası, canlı türlerinin yaşaması için gerekli olan pek çok şeyin kaynağı Afrika. Bazı biliminsanlarına göre, insanlığın yayıldığı coğrafya. BARBAR AVRUPA-LILAR, ZENGİNLİKLERİNİ AFRİKA’YA BORÇLULAR! Bütün bunların hiçbir anlamı, değeri, kıymeti yok şu çivisi çıkmış dünyamızda. Koskoca kıta, tecavüze uğradı, tarihi yok edildi, kültürü tarumar edildi, yer altındaki ve yer üstündeki maden yatakları, altın yatakları, tabiî
MTO Akademik Yaz Kampları entelektüel ve akademik hayatımıza, kalite, çap ve ruh katıyor..
Ağu 25 2023, Cuma
Enerji ve kan kaybediyoruz… Gelecek kuşakları emin bir geleceğe taşımak, bunun için de hakikate dayalı, hakikatin yansıması adalet, hakkaniyet ve hak-hukuk üzerinde’n yükselecek muhkem bir gelecek tasavvuru, bir medeniyet tasavvuru inşa etmek zorundayız. Dünya inşa etmeden önce, o dünyayı inşa edecek bir insan ve dünya tasavvuru, dolayısıyla köklü bir medeniyet tasavvuru geliştirmek zorundayız. MTO NEDİR, NE DEĞİLDİR? MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) bu amaçla kuruldu dört yıl önce, Sabahattin Zaim
15 Temmuz direnişi, iki asırlık kuşatmayı yaran bir milattır…
Tem 16 2023, Pazar
Bu ülke dışarıdan işgal edilmedi, içeriden ele geçirildi. Batılılar tarafından fiilen sömürgeleştirilmedi, Batıcılar tarafından zihnen sömürgeleştirildi. Bunun için de içeriden, içeridekilerden, “içimizdeki irlandalılar”dan darbe üstüne darbe yedi. Devşirmeler önce devleti devşirdiler, sonra da milleti. Türkiye’nin yakın tarihi, modernleşme tarihi, ihanetler tarihidir. Bu çok net! Paralel darbeler tarihi… Bu yazıda, önce devletin, sonra da milletin nasıl sömürgeleştirildiğinin trajik ve zaman zaman
Batı uygarlığının barbarlığa dönüşmesi… (1)
Tem 07 2023, Cuma
Tabiî kaynakları bakımından dünyanın en zengin kıtası, Afrika! Ama açlıkla pençeleşen dünyanın en yoksul kıtası da Afrika! Afrika, kıtlıkla, iç-savaşlarla, katliamlarla hadım edildi, talihi kara kara kıtanın insanlarının hayatları karartıldı, dünyaları cehenneme çevrildi! Bütün bunları yapanlar, Fransız, İngiliz, Hollandalı, Portekiz, Belçikalı haydutlar değilmiş gibi, hâlâ Batı uygarlığının dünyaya özgürlük, barış ve refah getirdiğinden söz edilebiliyor! Fransa’da, yaşanan ürpertici hâdiseler,
Türk sinemasının bir kendi imgesi, kendine dair bir resmi var mı?
Haz 18 2023, Pazar
Var elbette. Var ve çok berbat bir imge veya resim bu! Türk sineması adına sinemanın içinden zuhûr eden akımlar, Türkiye’nin kültür ve medeniyet birikiminden de, insanından da bırakınız beslenmeyi düşünebilmeyi, aksine, nefret eden, şeytanlaştıran, aşağılayan “kara sinema” hatta korku filmi resmi sunan akımlar! Sözgelişi, “ imam ” tiplemesini son derece aşağılayıcı ve aşağılık bir şekilde yapan sadece “ Vurun Kahpeye ” filmleri (ve tabiî romanı) bu ürpertici kendi resmi'nin, toplum, kültür ve medeniyet
Ya olacağız; ya olacağız! Başka seçenek yok!
Haz 05 2023, Pazartesi
Yeni kabine açıklandı. Hayırlı olsun öncelikle. Günü kurtaracak değil geleceği kuracak uzun soluklu adımlar atılmasına vesile olsun. Türkiye Yüzyılı’nın inşasında medeniyet yürüyüşümüzde kilometre taşlarımızı döşer bu kabine inşallah, diye temenni ediyoruz… Hem icracı hem de geleceğimizi inşacı yerinde, dinamik, umut vadeden bir kabine. LİYAKAT, EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE AİLE Cevdet Yılmaz , güzel insandır, işinin ehlidir, liyakatin öne çıkarılmasına katkı sağlayacaktır. Cevdet Bey hem mütevazı
Türkiye, yeniden “süpergüç” olabilecek mi?
May 01 2023, Pazartesi
Süpergücü kutsuyor değilim. Benim derdim, güç sahibi olmak değil, olamaz. Benim derdim dünyaya yeniden adaleti, hukuku, sulhü ve kardeşliği hâkim kılacak güce sahip olmak olabilir. Bu anlamda bir süpergüç hayalim olmalı benim. Bir kez daha. Bu ülkenin çocukları öylesine aşağılık kompleksinin eşiğine sürüklendiler, öylesine celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüştürüldüler ki, Türkiye’nin süpergüç olmasından sözeden birine, saralı muamelesi yapılıyor, sarkastik bir şekilde tepki veriliyor hemen!
Deprem, bilim kilisesi ve seküler papazları
Mar 20 2023, Pazartesi
Türkiye’nin önündeki en büyüktakoz, aydınıdır.Sığlık, en temel karakteri bu ülkenin entelijansiyasının! Ne kendini tanır, ne de dünyayı. Ama burnundan kıl aldırmaz! Bilimden, felsefeden, dinden zırnık kadar anlamadığı hâlde iri iri cümleler kurmaktan, kestirip atmaktan hicap duymaz! Zavallı, acıklı, acınası,cellâdına âşık bir figürandır o.Oysa entelijansiyası derinlikli olacak bir ülkenin: Dünyayı da, ülkesini de iyi tanıyacak. Ülkesinin de dünyanın da hem imkânlarını hem de zaaflarını iyi bilecek.Dünyaya
Anadolu ruhu: İnsanlığın yurdu, umudu ve ufku (1)
Şub 19 2023, Pazar
Kahramanmaraş Pazarcık depremi, şu yeryüzü coğrafyasında sadece bu toprakların çocuklarında varolano ayrıksı, sıradışı gizil gücü gün ışığına çıkardı: Anadolu ruhu’nu.Anadolu, bir coğrafya parçası değildir yalnızca. Anadolu,üstad Necip Fazıl’ındeyişiyle, bir kıtadır. Anadolu, bir iddiadır, bir davadır. İnsanlığın son adasıdır Anadolu. Nuh’un gemisidir…Bu topraklardan yığınla kültür, medeniyet gelip geçmiş olabilir ama hiçbiri bu topraklara bizim kardığımız mayayı karamamış, bizim üflediğimiz ruhu
Depremden ders çıkarmak: Her imtihanın bir imkân olduğu bilincini yeşertmek…
Şub 12 2023, Pazar
Çok büyük bir âfet, çok ağır bir imtihan yaşıyoruz toplum olarak!Her imtihan bir imkândır; her imkân da bir imtihan.Bu jeolojik deprem’in manevî depremleri tedavî edici veya iyileştirici bir yanı olduğu konusunu bu imkân-imtihan diyalektiği üzerinden felsefî olarak ele almak istiyorum bu yazımda.BÜYÜK YOLCULUKLAR, İNSANIN İÇ DÜNYASINDA BAŞLAR ÖNCELİKLE…Tarih felsefesinin diliylekonuşayım: Tarih, tarihteki büyük oluşumlar, tarihî yeni başlangıçlar, büyük yıkımların, yok oluşların, ekonomik, siyasî,
Avrupa’nın korkusu boşuna değil: Avrupa, İslâm’a gebe…
Oca 30 2023, Pazartesi
Kitap yakma geleneği, Avrupalıların tarihlerinde karanlık bir perdedir. Kitap yakarak, hakikati perdeleyemezsiniz, yok edemezsiniz ki! Kitap yakmakla, sadece ne kadarbön ve berbat hakikat düşmanları zavallılarolduğunuzu ispat etmiş olursunuz!İsveç, Hollanda ve Danimarka›da Kur’ân’ı yakan kişi, meczup olabilir amaTevrat’ın yakılmasına izin vermeyen İsveç’in Kur’ân’ın yakılmasına neden izin verdiği sorusu, Kur’ân yakma eyleminin kişisel bir eylem olmadığını gösterir,Avrupa’nın derin İslâm düşmanlığını
Üç Aylar iklimi: Direniş, diriliş ve “varoluş” mevsimi
Oca 23 2023, Pazartesi
Türkiye, seçimlere giderken, yoğun siyasî gündem, toplumun maneviyatını zedeliyor ziyadesiyle. Ama Allah’tan toplumda manevî bir arınma yaşanmasını sağlayacak çok güzel bir mevsim başlıyor…Rahmet, mağfiret ve bereket mevsimi üç aylara girdik Allah’a (cc) hamd olsun.Bahar mevsimine denk gelmese de, üç aylar, aslında manevî bir bahar mevsimidir her zaman: Bizi dünyanın kirlerinden arındıran, adım adım Rahmet-i Rahmân’a yaklaştıran, mâsivâ’yı aşarak mâverâ’nın diriltici, saflaştırıcı, safları sıkı
Umut ışığı ve kıvılcımı
Oca 20 2023, Cuma
Çocuklarımızı korumak zorlaştı. Kendi ülkemizde, çocuklarımızı kaybetme korkusu yaşıyoruz.Her yerden kötülük akıyor…Batı kültürü, kötülük tohumları ekiyor her yere…Girdiği her yeri; değdiği, dokunduğu her toprağı kirletiyor, kötülük çilekleri ekiyor…Dünyaya kapaklanan ama insanı ıskalayan bir uygarlık, insana ne verebilir ki, insanlığın önünü nasıl açabilir ki?Düşünce tarihçisiPeter Watkins, “uzaylara ulaştık ama insana ulaşamadık”diye özetlemişti bu çürümeyi, dekadansı, dekadansla dansı.TERSİNDEN
Bu yazı bir çığlıktır: Çocuklarımızı öldürüyorlar bayım, uyuma!
Oca 13 2023, Cuma
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Bu yazı bir çığlıktır: Çocuklarımızı öldürüyorlar bayım, uyuma!Bu yazı bir çığlıktır!Ruhumuzu, geleceğimizi, hayallerimizi, rüyalarımızı yok ediyorlar: Kendi çocuklarımız, elimizden kayıp gidiyor… Çocuklarımızı bizden koparıyorlar…Çocuklarımıza hiçbir heyecan, coşku ve ufuk sunamayan, sömürgeci,ruhsuz eğitim sistemi; hiçbir gelecek vadetmeyen kör ve kötürüm, yoz ve yozlaştırıcıkültürhayatı; hayal göremeyen, rüyaları olmayan, bütün sermayesini daha çok “köşe döndürecek”
Dünya, İslâm’a gebe ama Müslümanlar nerede? (1)
Ara 25 2022, Pazar
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Dünya, İslâm’a gebe ama Müslümanlar nerede?Tarih, tarih olmak üzere…Tanrı fikrinin yok edildiği, hakikat fikrinin buharlaştığı, insanın ruhsuzlaşarak robotlaştığı, tabiatın delik deşik edildiği bir zaman diliminde tarihin yapıldığından, tarihin sürdüğünden sözedilebilir mi?İlâhî soluğun çekildiği, insanın nefesinin kesildiği, tabiatın tabiatının yok edildiği bir yerde tarih nasıl nefes alabilsin ki?ÇİFTE KISKAÇ: “YOK-VARLIK”Bildiğimiz dünyanın sonunu yaşıyoruz. Yeni bir
Büyük soruları soramayınca, insan, büyük yok oluşa sürüklendi…
Ara 23 2022, Cuma
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Büyük soruları soramayınca, insan, büyük yok oluşa sürüklendi…Çilekeş, büyük düşünürNietzsche, büyük soruların sorulamamasından muzdaripti.Batı uygarlığı varlıkla, hayatla ve hakikatle ilgili yakıcı, büyük soruları sor/a/mamıştı.Soramazdı.Sorunları büyüktü. Hem de başa çıkamayacakları, anlayamayacakları kadar büyük!Büyük ontolojik sorularla uğraşmak yerine daha gelip-geçici ve çoklukla da parça’lar üzerinde odaklanan epistemolojik sorulara yoğunlaştıSocrates-sonrası Batı
Seçime gidiyoruz, savaşa değil!
Ara 11 2022, Pazar
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Seçime gidiyoruz, savaşa değil!Türkiye’de ne zaman seçim sürecine girilse, taşlar yerinden oynuyor, kılıçlar çekiliyor, eski defterler çıkarılıyor, eski yaralar kaşınıyor,sinir uçları patlatılıyor ve ülke akıl tutulmasının eşiğine yuvarlanıyor…Seçim süreci çok sancılı geçiyor Türkiye’de. Bunun yabana atılamayacak köklü nedenleri var elbette.En temel nedeni şu: Bu ülkeye tepeden, jakoben yöntemlerle icat edilmiş, sahte bir kimlik, ithal bir kültür ve ithal bir hayat tarzı
Dün, modern tarihe İslâm yön verdi, postmodern tarihe de İslâm yön verebilir…
Kas 13 2022, Pazar
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Dün, modern tarihe İslâm yön verdi, postmodern tarihe de İslâm yön verebilir...Modern tarih, İslâm’la başlar: En yeni olan o çünkü. Tarihe müdahale eden, tarihin akışını şekillendirin en yeni, en dinamik, en yenileyici, silkeleyip kendine getirici ve diriltici güç, İslâm.Modernlik de, İslâm’ın işte bu yenileyici ve diriltici gücünün kışkırtmasıyla ortaya çıktı.Avrupa’yı tarihe İslâm kışkırttı. İslâm olmasaydı, Avrupa bin yıllık kış uykusundan uyanamazdı.İSLÂM’IN DİRİLTİCİ
Dünya neden ve nasıl cehenneme dönüştü?
Kas 06 2022, Pazar
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Dünya neden ve nasıl cehenneme dönüştü?Bilimci, kuru bilgi verir sadece: Olan’ı açıklar, açıklamaya çalışır: Olan’a bakar sadece, kabuğa.Oysaâlim, kuru bilgi veren kişi değildir. Olan’ı açıklamakla yetinmez, olan’ın anlamını açıklar,anlamlandırır, yorumlar. Kabuk’la, dış yüzeyle, görünen’le ilgilenmez; aksine öz’le, iç yüzey’le, görünmeyenle ilgilenir.Bir hâdisenin anlamını çözmek için köklerine kadar gider, bütün açılardan inceler.Bilimci, hayatın işleyişini aktarır bize.
Türkiye Yüzyılı: Tarih bitmedi, yeni başlıyor…
Eki 30 2022, Pazar
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Türkiye Yüzyılı: Tarih bitmedi, yeni başlıyor...Şöyle demiştiBergson: “Her düşünce, temiz bir heyecana dayanan zihnî faaliyetten doğar.”Bergson, sadece güzel sözler söylemiyordu, söylediklerini yaşıyordu da. Öyle ki, New York’a konferansa gittiğinde, New York trafiğinin durma noktasına geldiği söylenir. Düşünceleri, taze fikirlerin, yemiş veren filizlerin kaynağıydı: Heyecan, coşku, sezginin sınır tanımaz derinliği, fikirlerine gösterilen ilgiyle de örtüşüyordu.Her düşünüre
Peygamberler tarihi bilinmeden insanın, tabiatın ve varlığın tarihi yazılamaz
Eki 16 2022, Pazar
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Peygamberler tarihi bilinmeden insanın, tabiatın ve varlığın tarihi yazılamazHer şeyi peygamberler öğretti bize. Ama biz peygamberleri de, Peygamberlerin bize öğrettiklerini de unuttuk!Kendimizi unuttuk çünkü! Ne olduğumuzu! Nereden gelip, nereye doğru yol aldığımızı bilmiyoruz. İnsan, kendini unutan, kendini unuttuğu için Tanrı’yı da unutan, unuttuğunu da unutan insan neyi hatırlayabilir ki, neyi bilebilir ki hakkıyla?İNSAN, NEYİ YİTİRDİĞİNİ UNUTTUTarih, insandan ibaret
Dünya bize gebe, biz hakikate...
Eyl 19 2022, Pazartesi
Yeni Şafak·YUSUF KAPLAN - Dünya bize gebe, biz hakikate...Marshall Hodgson,16. yüzyılda, uzaydan dünyaya gelen bir uzaylının, dünyanın Pasifik’ten Atlantik’e kadar Müslümanların yaşadığı bir yer olduğu kanaatine varacağını söyler.18. yüzyıla kadar,İslâm'ın dünya üzerindeki topraklarının Hıristiyanlığın üç katıolduğuna dikkat çeker.Bugün bu tablo tam tersine dönmüştür.İyi de, neden?Bu soru, üzerinde ayrıca kafa patlatılmayı hak eden hayatî bir soru.Bu yazıda,İslâm medeniyetinin biricikliğimeselesinin
İslâm düşüncesi, düşünce’yi ve insanın özgürlüğünü kurtarabilir mi?
Ağu 26 2022, Cuma
Kültür, en büyük “küfür”dür, demiştim.Hayatı ve hakikati öldürdüğü için ölüm hikâyesidir kültür’ün hikâyesi.İki anlamda en büyük “küfür”dür kültür.KÜLTÜR, NEDEN EN BÜYÜK “KÜFÜR”DÜR?Birincisi, hakikatin ve hayatın kültüre, kültürel olan’a indirgenmesi, hakikatin hayata değemeyecek derekeye düşürülmesi, hayatın hakikatle, hakikatin tabiatında varolan ruhla irtibatını koparması, insanın hem hakikatle hem de hayatla ilişkisini sakatladığı hatta belli bir noktadan sonra için imkânsızlaştırdığı için kültür
MTO yaz kampları, entelektüel hayatımızda çığır açacak ve akademiye ruh katacak…
Ağu 22 2022, Pazartesi
Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - MTO yaz kampları, entelektüel hayatımızda çığır açacak ve akademiye ruh katacak...Şöyle bir okul düşünün: Tarih felsefesinden bilim felsefesine, İslâm düşüncesinden müzik felsefesine, mimarlıktan film estetiğine, başka bir söyleyişle, İbn Haldun’dan Gazâli’ye, Yunus’tan Sinan’a, Itrî’den metaverse’e kadaraynı anda yedi değişik konuda Türkiye’nin dört bir köşesinde yedi değişik akademik kamp düzenliyorolsun. Toplamdabinlerce talebe sayısız makale yazıyor,yüzlerce talebe
Tarih bitmedi, yeni başlıyor…
Ağu 08 2022, Pazartesi
Şöyle demiştiBergson:“Her düşünce, temiz bir heyecana dayanan zihnî faaliyetten doğar.”Bergson, sadece güzel sözler söylemiyordu, söylediklerini yaşıyordu da. Öyle ki, New York’a konferansa gittiğinde, New York trafiğinin durma noktasına geldiği söylenir. Düşünceleri, taze fikirlerin, yemiş veren filizlerin kaynağıydı: Heyecan, coşku, sezginin sınır tanımaz derinliği, fikirlerine gösterilen ilgiyle de örtüşüyordu.Her düşünüre nasip olmayacak bir ilgi odağı olmuştuBergsonyaşarken.Tarih, ruh atılımlarının
Kapitalizmi devre dışı bırakacak, insanlığı diriltip kendine getirecek bir ruh var edilemeyecek mi?
Ağu 05 2022, Cuma
Dünya, yeni bir dünya savaşının eşiğine doğru sürükleniyor adım adım… Yeni dünya savaşı demek, yeni cehennem demek aslında. Eğer bir dünya savaşı patlak verecek olursa, bu savaşa karışmayan ülke kalmaz.ABD İLE İNGİLTERE ATEŞLE DANS EDİYOR, ATEŞ ÜZERİNDE VALS YAPIYOR…Dünya senkronize oldu, ekonomiler, ülkelerin ekonomik kodları birbirine sımsıkı bağımlı hâle getirildi:The Economistdergisi, pandemi sürecindeki bir kapağında bu durumu ürpertici bir şekilde resmetmişti:Bir el, bir “gizli el” (ya da
Albaraka Yayınları’nın, düşünce ve kültür hayatımıza yaptığı öncü katkı…
Tem 31 2022, Pazar
Kitapsız bir dünya kurulamaz. Bir dünya kurulacaksa bu -mesela- Silicon Vadisi’nden değil yine Harvard’dan, Şikago’dan, Princeton’dan, UCLA’den (University of California, Los Angeles) kurulacak.Oxbridge’ten (Oxford + Cambridge), Sorbonne’dan, Bologna’dan filan kurulacak, oradan Silicon Vadileri vesaire doğacak… Üniversiteden kurulacak teknolojik dünyalar da.KİTAPSIZ DÜNYA KURULAMAZ: BİR DÜNYA KURULACAKSA, ÜNİVERSİTE’DEN KURULACAK!Dikkat ettiyseniz, İslâm dünyasından hiçbir üniversiteden sözetmedim.
Bir ibadet felsefesi: Diriliş ve özgürleşme yolculuğu…
Tem 11 2022, Pazartesi
Bütün ibadetler, insanı insanın özüne ve özgürlüğüne götüren çok katmanlı ve çok anlamlı biliş, buluş ve oluş yolculuklarıdır...İbadet, kişinin nefsinden uzaklaşıp Rabbine yönelmesi ve kendine gelmesidir.İbadet, kulluktur. Kulluk, en yüce makamdır: Hz. Peygamber (sav), önce kul, sonra elçi’dir.Kulluk, kölelik değildir, köleliğe isyandır,Allah’ın dışındaki bütün varlıkların, arzuların, nesnelerin kulu kölesi olmaya başkaldırıştır.Ubûdiyet, kişinin, ibadet ederek özüne ve özgürlüğüne kavuşma bilincine
Biz NATO’ya yok olmamak için girdik, yok olmamak için çıkacağız yeri ve zamanı geldiğinde…
Tem 04 2022, Pazartesi
Dostlukları da, düşmanlıkları da belirleyen olgu, aidiyet biçimleri.Etnik ve kültürel kimlik veya medeniyet kimliği üzerinden inşa edilen aidiyet biçimleri. Ya da hâlâcoğrafya kaderdir; -Lyotard “coğrafyanın sonu”ndan sözetse de, sınırların ortadan kalktığı gözle görülür bir hâl alsa da, bu böyle.Coğrafyanın yüklediği yük, bazen bir medeniyet yükümlülüğüne dönüşür. Elbette ki, medeniyet bilinci, coğrafyayla sınırlı değildir. Ya da şöyle söyleyeyim: Medeniyet bilinci ve aidiyeti, fizikî coğrafyayı
Çağımızın dehası Fuat Sezgin Hoca’yı unutmadık, unutmayacağız…
Tem 01 2022, Cuma
Dünyanın tanıdığı, takdir ettiği ama bizim hiç tanımadığımız, sürgün ettiğimiz Fuat Sezgin Hocamızın dün 4. vefat yıldönümüydü.Çok büyük bir âlimdi; emsalsiz ilim aşkı, yorulmak bilmez çalışkanlığı ve yazdığı eşsiz eserleri, onu, dünya çapında saygı duyulan bir ilim adamı yapmıştı.HAYATI, YÜZYILLIK TRAVMATİKTARİHİMİZLE ÖZDEŞTİ...Nev-i şahsına münhasır bir insandan, bir topluma, Allah’ın bir kaç yüzyılda bir lûtfettiği bir dehadan sözediyoruz.Hayatı, Türkiye’nin yüzyıllık travmatik tarihinin özeti
En evrensel cümlemiz, akîde cümlemiz bizim
Haz 03 2022, Cuma
İslâm’ın nasıl bir nimet olduğunun farkında bile değiliz.Bu toplumun tek sığınağı, tek tutanağı, tek umut ışığı İslâm’dır.İslâm’ı yitirirsek hiçbir şey kazanamayız.İslâm’ın en evrensel cümlesi, akîde cümlesidir.İslâm’ın dışındaki bütün dinlerin en evrensel cümleleri, akîdeleri ile ilgisi olmayan alanlara ait cümlelerdir. Felsefeyle, sanatla ilgili cümlelerdir. O yüzden İslâm medeniyetinin dışındaki dinlerde ve medeniyetlerde felsefe de, sanat da, iktisat da, bilim de kolaylıkla kutsanır, din katına
Fetih ruhu ve rüyası
May 30 2022, Pazartesi
Mîlâdî takvime göre, İstanbul’un fethinin 569. yıldönümünü idrak ediyoruz. Fethin ruhunu gerçekten idrak edebilmiş durumda mıyız, merak ediyorum doğrusu.Fetih ruhu’nun bu ülkede bir karşılığı var mı, insanları kanatlandırmaya yarar mı, bilmiyorum.Ama Türkiye’nin özellikle seküler aydınlarının fetihle işgali karıştırdıklarını biliyorum.Fetihle işgali karıştıran müslüman bir toplumun aydınının zihni işgal altındadır,iğdiş edilmiştir, diyorum.Bilim, düşünce, sanat, siyaset ve ahlâkta büyük açılımlar,
MTO iftarları ve yazın gelen diriltici bahar havası
May 27 2022, Cuma
Bir insanın ekmeğini yediği, suyunu içtiği, havasını ve ruhunu soluduğu ülkesini karış karış dolaşması, insanlarını, iklimini, hayatı tanıması, hem ülkesini ve insanlarını daha fazla sevmesine hem de geleceğe daha umutla bakmasına yol açıyor…Tanıdıkça seviyor ülkesini de, insanlarını da.Tanıdıkça yaşıyor ülkesini de, insanlarını da.ÇİLESİZ HAKİKAT YEŞERMEZHalk, bilgeliğin adıdır. Şehit kanlarıyla sulanan bir ülkenin halkı, bilgeliği her mevsim yaşar iliklerine kadar.Orada her hazan mevsimi, diriliş
Öncü kuşaklar, Müslümanca düşünüş ve yaşayışın yol haritası olarak fıkıh
May 22 2022, Pazar
Öncü kuşakları olmayan toplumlar geleceğe emin adımlarla yürüyemezler. Güçlü, donanımlı, özgüveni yüksek ama tevazu sahibi öncü kuşakları, entelijansiyası olmayan siyasî hareketlerin gelecekleri yoktur.Tarih öncü kuşakların kanatlarında yükselir. Bizim öncü kuşaklarımızın öncüsü, bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, çağrısı çağını kuracak, önümüzü açacak “şafak yağmurları” olarak adlandırdığımız sahabe neslidir.Bizim öncü kuşaklarımız, aklı harekete geçirerek ilim yolculuğu yapacak âlimler,
Öncü kuşaklar ve geleceği kuracak tarih bilinci olmadan aslâ
May 16 2022, Pazartesi
Türkiye’nin önündeki en büyük takoz, en büyük engel, hatta en büyük tehdit, entelektüel cehâlet, epistemik körleşmedir!Entelektüel cehâletlehem kendini, kendi dünyasını hem de çağı, çağa hâkim olan çağrıyı ve dünyasını tanıyamama hâl-i pürmelâlini kastediyorum, özlü bir şekilde tarif edecek olursak…TARİH BİLİNCİ, GELECEĞİN SİGORTASIDIRBir ülke düşünün… Ülkenin önünü açması gereken aydınları, entelijansiyası, ülkenin başına ne geldiğinden zırnık kadar haberi olmasın! Bu yetmiyormuş gibi, bir de kendisini
Modern tarih, Avrupalılarla değil İslâm’la başlar…
May 13 2022, Cuma
Zihnimize ezberler hükmediyor: Zihnimiz prangalı, tam anlamıyor çağdaş hurafeler çöplüğü.Bu yazıda hurafelerden birini deşifre edip yıkacağım.Haçlılarla karşılaşmamızdaki psişe’yle, hâlet-i ruhiye’yle modern dönemde Batılılarla karşılaşmamızdaki hâlet-i ruhiye, psişe, asimetrik, yani taban tabana zıt.Birincisinde, Müslümanlar, İslâm, tarih sahnesine çıkıyor; tarihi,sadece İslâm tarihini değil, dünya tarihini İslâm yapıyor, yönlendiriyor.İkincisinde, son üç asırdaki modern meydan okuma sürecinde,
Ramazan, MTO iftarlarıyla ruh üfledi ülkemize…
May 08 2022, Pazar
Ramazan boyunca, her gün bir başka şehrimizde iftar yaptık.MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) iftarları ses getirdi, takdir topladı, çokça konuşuldu her yerde.Bir okul, iftarları nasıl bayram gelmeden bayramlara dönüştürebilir, kardeşlik bağlarını muhkem bir şekilde pekiştirebilir, dalga dalga ruh yeşertebilir, kardeşlik ruhu ve tohumu edebilir, bu Ramazan’da bütün Türkiye bunu nezih ve sade MTO iftarlarıyla gördü, hamdolsun.Her gün, her iftar bir başka güzeldi. Her gün, her iftar taze bir bahar muştusu
Ramazan, ümmîleşme seyrüseferi; bayram, ümmetleşme zaferi!
May 02 2022, Pazartesi
Ramazan, arınma ve toparlanma iklimi, yenilenerek doğrulma ve yeniden doğma mevsimi…Diriltici bir ümmîleşme seyrüseferi:Zihni, kirlerden temizleme; insanı, özüne döndürme, kendine getirme; özetle, taze bir ruhla donanma seferi...Bayramsa, toparlayıcı, kenetleyici ve yekvücut kılıcıümmetleşme zaferi: Taze bir heyecanla ve kanatlandırıcı bir neşeyle seküler / bölmeli zamanı durdurma, bütün ayrıcalıkları ortadan kaldırarak bütünleşme, hâlleşme, helâlleşme, rahmetleşme, kardeş olma ve coşma zemini…Bugün
Ramazan Medeniyeti-7: Oruç insanı tutar ve putları kırar
Nis 22 2022, Cuma
İbadet, kişinin varlık sebebi ve varoluş şartıdır. Çünkü kişi ancak ibadetiyle yani Rabbine kul olmasıyla, kula ve paraya pula kul olmaktan kurtulur, özgürleşir ve kendine gelir.Ubûdiyetin / kulluğun harekete geçmesidir ibadet:Dikey eksen ve yatay eksen. Mekke süreci ve Medine süreci. Enfüs ve âfak›ta aynı ânda yolculuk...Bütün ibadetler, bu iki ekseni harekete geçirerek kişiyi kirlerden arındırır, temizler, kendine getirir:Namaz insanı, Hacc hayatı, Zekât maddeyi, Oruç ruhu kirlerden arındırır,
Ramazan Medeniyeti-6: Bütünleştirici hakikat şuuru ve şiiri
Nis 15 2022, Cuma
Ramazan Medeniyeti yazılarına bugün de devam ediyoruz…Ramazan, İslâm medeniyetinin, aynı ânda hem özünü ve şuurunu, hem de söz’ünü ve şiirini sunar bize, demiştim.İslâm medeniyeti, tek şuur ve şiir medeniyetidir: Çünkü İslâm, İlâhî Söz’e ve Nebevî Şuur›a dayanan tek dindir: İlâhî Söz’le ve Nebevî Şuur›la insanı ve bütün mevcûdâtı buluşturan, İlâhî Söz’ün ve Nebevî Şuur›un bütün koordinatlarını insanın önüne ve şuuruna açan çok katmanlı, herkese açık ve herkese kucak açan medeniyettir.Aslında İslâm,
Ramazan Medeniyeti-4: Hüznün diriltici sesleri ve renkleri
Nis 08 2022, Cuma
Ramazan mevsimi aslında leziz bir hüzün iklimi. İnsana aslında insanı arındıran, kanatlandıran bir kalp, bir ruh hediye eden bir iklim.Yazıya, şöyle girmeye çalışayım:Hüznünü yitirme, kalbin kararır.Kararan kalp, hayatını da karartır.Hüzün, bitmemiş bir şarkıdır; tamamlanmamış bir hikâye...Bitmemişlik, tamamlanmamışlık hâlidir hüzün.Hüzün, umutların bittiği anlamına gelmez. Aksine hüzün varsa, umut da vardır.Hüzün, kişinin acziyetini kabul etmesiyle ortaya çıkar. Ama insan, ancak acziyetini farkettiği
Üçüncü Dünya Savaşı, Soğuk Savaş bitirildikten sonra İslâm’a karşı başlatıldı… Bu savaşın tam ortasındayız! (1)
Mar 04 2022, Cuma
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali öncesinde ve sırasında konuşulan en önemli konu, bu savaş, Amerika’yı ve Çin’i de içine alarak dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine sürükler mi, sorusu etrafında çokça tartışılan sorundu.Üçüncü Dünya Savaşı patlak verebilir mi, sorusu yanlış soru.Yanlış; çünkü dünya,Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşıyor,özelikle de İslâm dünyası, Soğuk Savaş’ın sona erdirilmesinden bu yana.ÖNCE TARİHİN SONU, YANİ LİBERALİZM’İNZAFERİ İLAN EDİLDİ!Japon kökenli deri değiştirmiş Amerikalı stratejisyenFrancis
Üç Aylar iklimi: Direniş, diriliş ve “varoluş” mevsimi
Şub 04 2022, Cuma
Rahmet, mağfiret ve bereket mevsimi üç aylara girdik Allah’a (cc) hamd olsun.Bahar mevsimine denk gelmese de, üç aylar, aslında manevî bir bahar mevsimidir her zaman: Bizi dünyanın kirlerinden arındıran, adım adım Rahmet-i Rahmân’a yaklaştıran, mâsivâ’yı aşarak mâverâ’nın diriltici, saflaştırıcı, safları sıkı tutmamızı sağlayıcı, kalbimizi yumuşatıcı, yüreğimizi bütün varlıklara açıcı ulvî iklimine ulaştıran bir biliş, oluş ve varoluş mevsimi...O yüzden kadrini, kıymetini iyi bilmeli, bize bu tür
Kaç kuşak, İstanbul rüyası görmeden “ölüyor”, kaç kuşak!
Oca 30 2022, Pazar
İnsan, âlemin ruhudur. Şehirse, büyük âlem’le küçük âlem’in -yani insan’ın- buluşma ufku; ötelere, ötelerin ötesine ulaşma umudu...O yüzden şehir, insanın aynasıdır; insan şehir’de, şehir de insan’da yansır: Birbirinden ilham alır ve umut devşirir ikisi de: Medeniyetin ufuk haritalarını her dâim yenilerler böylelikle -birbirlerine bakarak ve birbirlerine akarak...İnsan şehirle konuşabildiği zaman, şehir şehrâyin yerine döner. Bir mevlevî gibi ellerini göğe yükselterek semâ eder, döner de döner ve
İstanbul’un umudu ve kâbusu
Oca 28 2022, Cuma
İstanbul, çok değil, bir asır öncesine kadar, dünyanın çekim merkeziydi, umuduydu: İnsanları çekiyordu dünyanın dört bir tarafından…Fikirleri çekiyordu…İnsanların kalbi İstanbul için atıyordu, İstanbul›da atıyordu.İNSANLARIN, FİKİRLERİN VE KALPLERİN PAYİTAHTIİstanbul, payitaht’tı: Sadece Osmanlı’nın payitahtı değildi: İnsanların, fikirlerin, kalplerin payitahtıydı.Dünyada eşi benzeri olmayan bir şehirdi İstanbul.Geçen yüzyılda Paris de insanları, fikirleri cezbediyordu. Londra da. New York da.Işıltılı
Adsızlar ülkesi ya da Beyaz Türkler ve Soyadı Kanunu, Türkiye’yi nasıl kimliksizleştirdi?
Ara 27 2021, Pazartesi
Her şey 21 Haziran 1934 yılında çıkarılan 2525 sayılı Soyadı Kanunu ile başladı, bir anlamda.Nasıl sinsice tezgâhlanmış bir kanundur o öyle!Her şeyi gizleyerek bitiren; bize, içinden çıkılması zor, netameli bir sorun bırakan, bu Soyadı Kanunu işte!SOYADI KANUNU VE ADSIZLAR ÜLKESİSoyadı Kanunu, insanların gerçek kimliklerini, kök-kimliklerini gizleyerek ülkeyi kimliksizleştirdi. Kimin nereden geldiği bilinemedi, bilinemez hâle getirildi. Memleketin kimliği belirsizleştirildi, adsızlaştırıldı ve yok
Ayartıcı barbarlık çağı Metaverse’ün dünyasına hoşgeldiniz!
Ara 17 2021, Cuma
Hayatın tadı kaçtı.Hayat anlamsızlaştı, ruhunu yitirdi.Evet hayatın bir ruhu vardı, değeri vardı, anlamı vardı.Bütün savaşlara, cinayetlere, kaoslara, krizlere rağmen hayat ruhu olduğu için, bir anlam, bir değer taşıdığı için, belki değerin değeri bilindiği, anlamın anlamı hissedildiği için hayat yaşamaya değerdi, anlamlıydı.İNSAN ANLAMSIZLIK ÇUKURUNA SÜRÜKLENDİ: NİHİLİZMİN ZAFERİ!Bir sonrası hissedilebiliyordu hayatın, bir sonraki safhası.Gelecek yok olmamıştı. Tünelin ucu az biraz da olsa görülebiliyordu.Gelecek
Güce sahip olmak, insanı özgürleştirdi mi, gücün kölesi hâline mi getirdi?
Ara 06 2021, Pazartesi
“Tarihi güçlüler yazar, güçlüler yapar” fikri yaygın bir fikir. “Güçlü olmazsanız, yok olursunuz” fikri de hemen ardından gelen bir başka ayartıcı yaklaşım biçimi.Gücü kutsayan, insanı gücün, güçlü’nün kölesi olarak gören insan adına, tabiattaki bütün canlılar adına ürpertici yaklaşım biçimi bu.Gücü kutsamak, hele de maddî gücü putlaştırmak, insanı da, hakikati de bütün canlı hayatını da yoksaymak, Darwinyen orman kanunlarıyla dünyaya hükmetmenin, gücün önünde boyun eğmenin ve eğdirmenin normal
Camiler Protestanize edilemeyecek!
Kas 05 2021, Cuma
MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) kurulalı iki yıl oldu henüz! Ama zehir gibi yetişiyor talebelerimiz, özellikle de liseliler! Türkiye’nin en parlak liselileri ve en üretken üniversitelileri MTO’da çok şükür ve MTO’dan yetişecek.Türkiye’nin önünü açacak bir öncü kuşak, sinemada, müzikte, sanatın, edebiyatın bütün türlerinde, akademinin bütün alanlarında en parlak, en üretken, en idealist ve ruh dolu kuşakları MTO’dan yetişecek inşallah. 10 yılda, yüzyılın, ikiyüzyılın tohumlarını ekeceğiz Allah’ın
İşte bir maarif inkılabı taslağı..
Eki 24 2021, Pazar
Önce zihin açıcı iki aforizma:Birinci aforizma: Okumak’tan maksat, bilmek değil, olmak’tır. Bilmek, İlim yolculuğunun, olmak’sa Hikmet yolculuğunun meyvesidir.İkinci aforizma: Kuru bilgi, zihni dondurur, kalbi durdurur, ruhu soldurur...Bize zihni açacak ilim, kalbi arındıracak irfan, ruhu kanatlandıracak hikmet pınarları gerek...MTO’yu (Medeniyet Tasavvuru Okulu’nu) kurmadan 5-6 ay önce burada yayımladığım bu yazıda, bir hadis-i şerif üzerinden nasıl bir “maarif” sistemi inşa edebileceğimizin özlü
İHL’ler bu ülkeye 100 sene daha kazandırabilecek mi?
Eki 18 2021, Pazartesi
Eğri oturup doğru konuşalım: İHL’ler, bu ülkede “din adamı” yetiştirmek için açılmamıştır. Vatandaş, bu ülkenin doktorlarının, mühendislerinin, valilerinin, kısacası yönetici elitlerinin dininden, kültüründen, tarihinden, ahlâkî değerlerinden habersiz olmasını istemediği, bundan endişe ettiği için İHL’leri kendi imkânlarıyla ve gayretleriyle açmıştır.Şimdi burada “İHL’lerin dışındaki liseler “dinsiz” insanlar mı yetiştiriyor?” gibi abuk sabuk sorular sormanın âlemi yok.Soru şu burada: Düz liseler,
Medyanın üç şiddeti ve hayata ayartıcı orman kanunlarının hükmetmesi
Eki 10 2021, Pazar
Çağımız, medya çağı: Yani araçların hükümranlığı, insanlığı ağlarına alması, ağlarında ayartarak boğması. İnsanın hakikate yabancılaşması, kendinden uzaklaşması, başkasını unutması, başkasını kendini tanıyacak, kendini tanımasına imkan sunacak kendine ve hayata ayna tutacak bir özne olma imkanlarını kaybetmesi.Medyanın hükümran olduğu yerde hakikate yer yoktur, hakikatin yeri yoktur; medyanın hükümran olduğu yerde hakikat palyaçoların esiri olur. Medya, hakikatin düşmanıdır çünkü. Varlığını hakikati
Tarım ve gıda, bir millî güvenlik meselesidir artık!
Eki 08 2021, Cuma
Modernite, insanı tanrılaştırdı, Descartes’ın “buyruğu”na uyarak “tabiatın efendileri ve sahipleri” olma azmanlığı sergiledi ve tabiatı delik deşik etti.Modernite, insanın tanrılaşmasının adıdır; postmodernite ise ruhsuzlaşmasının ve yok olmasının.Batı uygarlığı, modernite ile girdiği yolculukta, postmodernite ile geldiği noktada insanın önce Tanrı’yla ilişkisini, sonra tabiatla ilişkisini ve son olarak da hakikatle ilişkisini bozdu.Batılılar her şeye hâkim oldular ama kendilerine, kendi hırslarına,
Öncü kuşak, medeniyet tasavvuru ve kardeşlik seferberliğinin yeşerttiği umut
Eki 04 2021, Pazartesi
Öncü kuşak ve medeniyet tasavvuru yolculuğumuzun I. Anadolu Seferi'ni Selçuklu medeniyetimizin kurucu şehirlerinden Sivas'tan başlatmış, oradan Elazığ ve Malatya’ya uzanmıştık.ANADOLU RUHU VE NECİP FAZIL’IN PALTOSUAnadolu ruhu, bir kıtanın, gönül coğrafyasının adıdır. Bu ruh, iki asırdır can çekişiyor, toparlanıp kendine gelmeyi bekliyor. Anadolu ruhunu, Anadolu kıtası olarak adlandırıp hayata döndüren, şahlandıran ilk kişi, ilk öncü Necip Fazıl Kısakürek üstadımız olmuştu.Onun yaktığı Büyük Doğu
Gıda savaşlarını kaybeden bir toplum, canlı cenazeye döner!
Ağu 22 2021, Pazar
Gıda politikası stratejisi, bir ülkenin insanını koruyabilmesi için savunma sanayii kadar hatta belki de ondan da hayatî bir meseledir.Gıda terörü, dünyanın karşı karşıya kaldığı en sinsi ve en yok edici terör biçimi. Bir toplumun genleriyle mi oynamak istiyorsunuz, gıda terörü uygulayın kâfî.Bir ülkenin güvenliği, savunma sanayiinden geçer, geleceği de “midesinden”, diyorum o yüzden.Bir toplumun midesini kontrol eden, o toplumu kontrol eder.Sadece zihnin sömürgeleştirilmesi değil, midenin sömürgeleştirilmesi,
Yedinci zaman
Ağu 15 2021, Pazar
Tarihi, yenenler yapmaz, sanıldığı gibi. Onlar yıkar sadece.Tarihi, yenme, yenilme ilkelliği olarak görenler tarihi yapamazlar hiçbir zaman. Sadece yıkarlar, yıkım üstüne yıkımın eşiğine fırlatırlar insanlığı.Yenilenler de yapmaz tarihi, elbette ki.TARİH, YENİLGİ PSİKOLOJİSİNİ KALDIRMAZYenilgi psikolojisiyle hareket edenlerse, zaten sürüngenlerdir: Tarihi yapanların ya da yıkanların önünde sürüklenenler; hatta sürünenler... tarihten sürülenler... tarihten sürgün edilenler...Tarih, yenilgi psikolojisini
Vahyî din, özgürlüğün kaynağıdır; beşerî dinler / ideolojiler, köleleşmenin…
Tem 11 2021, Pazar
Seküler ideolojiler, dini kendilerine benzetirler ve dünyevî bir kategoriye indirgerler. Din ayrı, kültür, sanat, siyaset, düşünce ayrıdır sekülerleşmiş beşerî dinlerde.Oysa İslâm, bir din olarak bütün kategorilerin üstündedir: Hem düşüncenin, hem sanatın hem mimarinin hem de ahlâkın ve siyasetin kaynağı.O yüzdendir ki bütün sekülerleşmiş dinler, seküler ideolojilere boyun eğer.Oysa İslâm hiçbir seküler ideolojiye boyun eğmez; hem direniş, hem diriliş hem de varoluş kaynağıdır.DİN, HAYAT VE HAKİKATDin,
Nebevî soluğun tarihi: Peygamberlerin rahmet şafağı
Tem 09 2021, Cuma
Şöyle gireyim yazıya: Hıristiyanlık, tahrif edildiği için kültür dini’dir. İslâm, vahiy dini olduğu için asliyetini muhafaza ediyor, varlığını sürdürüyor….O yüzden Hıristiyanlığı tarih yaptı, İslâm tarihi yaptı.O yüzden Hıristiyanlık tarihten çekildi, kilise diye bir heyûla var geride sadece. Ama İslâm, direniş, diriliş ve varoluş biçimleri geliştirerek varlığını ve iddiasını devam ettiriyor...İSLÂM, DİRİLİĞİNİ VE CİHANŞÜMÛLLÜĞÜNÜ KUR’ÂN’DAKİ KISSALARA BORÇLUPeki, İslâm bunu neye borçlu?Kıssalarda
İnsan özgürlüğünü yitirdi; hız, haz ve araçların kölesi şimdi!
Haz 13 2021, Pazar
Özgür bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilir miyiz?Görünüşe bakılırsa özgürlüklerin tavan yaptığı bir çağda yaşıyoruz; peki, gerçekte de öyle mi?Özgürlük kavramı kadar iğdiş edilen, çarpıtılan, “sömürülen” başka bir kavram olmasa gerek şu çivisi çıkmış, feleğini şaşırmış dünyada.Çağımızda hem köleleşmenin, hem de her türlü köleleştirme biçiminin adı oldu “özgürlük”.İnsanlık, özgürlük kavramının tutsağı.İnsanın, kendi beninin, bedeninin, bencilliğinin, fetişlerinin köleleştirici, ayartıcı, çarpık
Sahabe ruhlu “şafak yağmurları” öncü kuşaklar olmadan aslâ!
Haz 07 2021, Pazartesi
Şu an Batı uygarlığının dışında yaşayan başka bir medeniyet yok. Neden yok? Diğer medeniyetler, Batı uygarlığından daha düşük, daha sığ, daha kötü, daha kabiliyetsiz oldukları için mi?Hayır!Aksine, Batı uygarlığı hem felsefî olarak hem de ahlâkî olarak İslâm medeniyetinden de, Çin medeniyetinden de, Hint medeniyetinden de daha üstün, faziletli ve değerli değil kesinlikle.Sadece daha saldırgan, daha yıkıcı, daha barbar!Bu o kadar âşikâr olmasına rağmen gören gözler kör edildiği için gören, görebilen
Hakikati ıskalayan insan, uzaylara ulaşabilir ama insana aslâ!
Haz 06 2021, Pazar
Nedir ki, insan dediğin?İnsan,“insan nedir?”sorusunu sormadı, soramadı henüz.Şaşırtıcı ama gerçek bu.“İnsan nedir?”sorusunun cevabı yok, yani. Daha açık bir ifadeyle, çağımıza hâkim olan, hükmeden, her bakımdan yön veren Batı uygarlığı,“insan nedir?”sorusunu sormadı.DERDİ HÜKMETMEK OLAN, HAKİKATİ NE BİLSİN!Yanlış duymadınız ya da yanlış okumadınız: Çağımıza, dünyamıza hâkim olan, her şeyimize hükmeden, çeki düzen veren,uzaylara, gezegenlere ulaşan Batılı insan, Batı felsefesi, “insan nedir?” sorusunu
Taksim Camii, bağımsızlığımızın sembolüdür!
May 31 2021, Pazartesi
Cami deyip geçmeyeceksiniz...Cami, seküler bir mekân değildir. Ama kilise, seküler bir mekândır:Sadece dinsel âyin yapılır kilisede. Bir şeyin dünyadan ve hayattan koparılması, dinsel alana hapsedilmesi de seküler bir eylemdir.CAMİ, İSLÂM’IN RUHUNU VE UFKUNU TEMSİL EDER...Cami, dünyevî ve uhrevî olanın birleştiği,tevhid’in her düzlemde gerçekleştiğiçok katmanlı ve çok anlamlı birzihin, zemin ve zaman dünyasının hayat bulduğu, hayat olduğu ve hayat sunduğu hakikat yurdu ve ufkudur.Evet, cami,âyinyapılan
Önümüzü açacak Öncü Kuşak: Sıradışı ama sınırdışı değil!
Nis 09 2021, Cuma
Dünya ölçeğinde bir yok oluş süreci yaşanıyor: İnsanlık komada, her bakımdan yoğun bakımda.SINIRLAR KALKTI AMA UFUK DARALDI!Bütün dünyada sınırlar ortadan kalktı ama insanın dünyası, ufku daraldı!Sınırların ekonomik olarak, kültürel olarak, entelektüel olarak ortadan kalkması, insanın ufkunu genişletmedi, daralttı.Şaşırtıcı değil mi, bu?İlk bakışta, “evet”; ama birazcık yakından, daha derinden bakınca, “hayır”!Sınırların ortadan kalkması, niteliksel olarak değil niceliksel olarak gerçekleştiği için,
Düşmanlarımız nerede, biz orada! Böyle bir ülke görülmedi dünyada!
Nis 02 2021, Cuma
Önce bütün bildiklerimizi unutturacak, ezberlerimizi bozacak, hepimizi ters köşe yapacak bir aforizmayla giriş yapayım yazıya.GAYRIMÜSLİMLERİN SÜRÜLMESİ BİZE YÜZ YIL KAYBETTİRDİ!Şu: Türkiye’den gayrimüslimlerin sürülmesi, bizim en az yüzyılımıza mal oldu, bize en az yüz yıl kaybettirdi.Şöyle açıklamaya çalışayım...Biz, farklı dinlerle, kültürlerle birlikte yaşama ama farklılıklarımızı koruyarak var olma tecrübesi üretemeyen bir toplum değiliz ki!Dünya tarihinin en sofistike insan, toplum, adalet,
İnsanı ontolojik olarak aşağılayan bir Sözleşme’yi dayatmak veya hukuk emperyalizmi!
Mar 22 2021, Pazartesi
“Sözleşmeden çıkmak, insan haklarından vazgeçiyorum, demek,” diyor Rıza Türmen, AİHM eski yargıcı! İnanılır gibi değil!Bu zât-ı muhterem, gerçekten Türkiye’yi mi temsil etti AİHM’de?!SÖZLEŞME ÜZERİNDEN DEĞERLER ÇATIŞMASI YAŞANIYOR!Sözleşmeyi savunan çevreler, sözleşmeye abartılı bir anlam yüklememek gerekir diyorlar ama Sözleşme’yi ölesiye savunuyorlar!Müthiş bir algı operasyonu yapıyorlar, milleti aldatıyorlar!İstanbul Sözleşmesi’nin amacı, iddia edildiği gibi, kadına şiddeti, cinayeti önlemek
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni çöpe gönderdi, nihayet!
Mar 21 2021, Pazar
Cumhurbaşkanımız Erdoğan,İstanbul Sözleşmesi’ninfeshedildiğini açıkladı.Böylelikle Türkiye, kadın cinayetleri maskesi altında eşcinsel, sapkın evlilikleri yasayla dayatan ve ailenin temeline dinamit koyan lanet olası Sözleşme’dençıkmış oldu,çok şükür.Bu sözleşmenin kadın cinayetlerini korumakla bir alakasının olmadığını, aileyi çökertmeyi amaçladığını anlattık durduk yıllarca Ankara’da, hükümette, ülkenin her yerinde ve platformunda... Sonunda Cumhurbaşkanımız, kadın cinayetlerini azaltmak şöyle
Üç Aylar’ın ulvî bestesi: Arındırıcı mânâ iklimi, diriltici bahar mevsimi...
Şub 14 2021, Pazar
Rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi üç aylara girdik Allah’a (cc) hamd olsun.Kışı yaşayamadık bu yıl! Önümüzde bahar var ve manevî bahar mevsimimiz üç aylar: Çiçeklerin açtığı, yüzlerin güldüğü,Rahmân’ın merhamet kanatlarını yeryüzüne bütün cömertliğiyle gerdiği bir toparlanış ve diriliş mevsimi bu.Üç aylar, aslında manevî bir bahar mevsimi bizim içinher zaman: Bizi dünyanın kirlerinden arındıran, adım adım Rabbimizin rahmetine, lütfuna yaklaştıran,mâsivâ’yı aşarakmâverâ’nın diriltici, saflaştırıcı,
Eğitime neşter vuramaz ve zihnî işgali püskürtemezsek, iki kuşak içinde yok oluruz...
Şub 01 2021, Pazartesi
Eğitim, sadece okullardan ibaret değil. İnsanın karakteri, dünyası ve zevkleri sadece eğitimin eseri değil artık: Medya ve kültür dünyası da eğitim kadar, bazen eğitimden daha fazla rol oynuyor insanın karakterinin, dünyasının ve zevklerinin inşası sürecinde.ÖNCÜ KUŞAK VE ÇIKMAZ SOKAKEğitimden maksat, bilmek değil, olmak’tır.Olmak yani yol gösterici bir dünya görüşüne, kanatlandırıcı bir ruha, insanlığa ve varlığa kol kanat gerici bir kalbe, vicdana, yüreğe sahip olmak.Aklı, kalbi ve ruhu aynı anda
Köklü medeniyet tasavvuru ve yabancılaşmış üniversite tasallutu
Oca 10 2021, Pazar
Konuşlandığınız yer, konuşmanızın içeriğini belirler: Konuşlandığınız yer, konuşmanızın dilini, yerini ve yönünü tayin eder. Bu tek cümle, bir medeniyet yolculuğunun yol haritasını ve medeniyet felsefesinin kışkırtıcı sütunlarını sunar bize.MEDENİYET FİKRİ: DİL, YER VE YÖN VEYA 3Z FORMÜLÜDil, aklın ve kalbin aynasıdır, demişti Doktor Râzî. (El-luğa mir’âtü’l-akli ve’l-kalbi).Dil, zihninizin, kalbinizin ve ruhunuzun anlam gramerini verir. Ve medeniyetlerin mekke sürecine tekabül eder.Yer, medeniyetlerin
Trump’çı darbe mi, Trump’a darbe mi?
Oca 08 2021, Cuma
Kasım ayında yapılan seçimler, ABD’yi belirsiz bir sürece sürükledi. Trump, oyların çalındığını, seçimleri kendisinin kazandığını söyleyip duruyor o gün bugündür.Görev teslimine iki hafta kala, Trump, taraftarlarını “Beyaz Saray’da toplanmaya” çağırdı.Olaylar kontrolden çıktı.Trump taraftarları Kongre’yi bastı, başkent fenâ hâlde karıştı. Polis, başkentte 12 saat sokağa çıkma yasağı ilan etti.AMERİKA, YAHUDİ GÜCÜ İÇİN KOBAY SADECE!Yahudilerin kontrolündeki medya örgütleri ve güçlü Yahudi lobilerinin
İnsanın kıyameti, kıyametin hikmeti
Oca 04 2021, Pazartesi
2020 yılında, dünya, adetâ bir “kıyamet provası” yaşadı.Tarihte nadiren yaşanan salgınlardan birine yakalandı. Hayat durdu. Normal ilişki ve iletişim biçimleri son buldu. İnsan, insandan kaçarak, hayattan kaçarak, evine kapanarak hayatını sürdürdü.Hayattan kaçarak, hayatı sürdürmek!İnsandan kaçarak, insan kalabilmek!Ne büyük çelişki, değil mi!SALGIN MI, SALDIRI MI?İnsana dokunmayarak, hayata değmeyerek insan kalabilmek ve insanca bir hayat kurabilmek mümkün mü?Elbette ki, hayır.Geçici bir küresel
Yılbaşı çılgınlığı: Paganizmin zaferi ve ruhunun çalındığını haykırmak!
Oca 01 2021, Cuma
Ürpertici bir yılbaşı çılgınlığı yaşanıyor her yerde...Buyılbaşı çılgınlığı,aslında insanı insanaltı ruhsuz, mekanik bir varlığa dönüştüren,kitleleri kapitalist tüketim biçimlerinin köleleri hâline getiren,dil’i, konuşma’yı, anlam’ı bitiren hız, haz ve ayartıyı kutsayan,din-dışı kutsallıklar icat eden paganizmin zaferi!Hem sefih kapitalist tüketim biçimleri hem de pagan hız, haz ve ayartı biçimleri,Hıristiyanlık’la ilgisi olmayan, Hıristiyanlığı da paganlaştıran yılbaşı çılgınlığının kitlelerin
Zihniyet devrimi: Zihin, Zemin ve Zaman inşası yolculuğu (2)
Ara 14 2020, Pazartesi
Batı uygarlığının modernlikle birlikte geliştirdiği saldırı, sadece toprak işgaliyle, bütün kotaların işgaliyle sınırlı kalmadı.Aynı zamanda, işgal edilen toplumların kültürleri de tarumâr edildi; aydınları, akademisyenleri, elitleri, düşünen ve yöneten insanları aşağılık kompleksine sürüklendi: Sömürgeci eğitim sistemleri inşa edildi işgal edilen bütün ülkelere, topraklara, coğrafyalara.İKİ TÜR SÖMÜRGECİLİK BİÇİMİ: FİÎLÎ VE ZİHNÎ İŞGALBu yetmedi; fiîlî sömürülerinin hem ekonomik açıdan hem de psikolojik
Değişkenlerin sâbite katına yükseltilmesi: Epistemik kölelik ve Tarihselcilik sefâleti (2)
Ara 07 2020, Pazartesi
Tarihselcilik, Almanya’nın darmadağınık olduğu bir zaman diliminde bir Alman ruhu icat ederek Almanya’yı toparlamak aracıyla doğdu, esas itibariyle.Farklı kültürlere, dillere kapı aralayan bir arayış olarak.Zamanla, izafîleştirici, her şeyi kayıtlı zamana ve mekâna kilitleyici, dolayısıyla insanı tanrılaştırıcı, tarihi kutsayıcı özellikleri nedeniyle kıyasıya eleştirildi; sonunda, Karl Popper tarafından hurdaya çıkarıldı.Tarihselciliğin, tarihi mutlaklaştırarak hakikati izafîleştirici özelliğinin,
Amerika’nın kaderi ve dünyanın geleceği
Ara 04 2020, Cuma
Çağ, Batı demek, Batı uygarlığı demek. Avrupa, kurucusu; Amerika ise koruyucusu.Çağ üzerinde düşünmek, Batı üzerinde, Batı hegemonyasının tezahürleri ve dünyanın geleceği üzerinde düşünmek demek.Dünya tarihini Batılılar yapıyor iki asırdır. Tarihin yapılmasında Batı uygarlığının dışında hiçbir medeniyetin belirleyici rolü yok: İki asırdır sadece Batılar “üretiyor”, bütün dünya da “tüketiyor”.Düşünceyi, hayatı, kültürü, sanatı, siyaseti, kısacası hayatın sürmesini sağlayan teorik ve pratik her şeyi,
Koronavirüs darbesi: Medyatik gladyatörler ve küresel soykırım!
Kas 30 2020, Pazartesi
Büyük bir virüs salgını var ve herkes, bütün dünya, dünyanın bütün belli başlı güçleri, güç odakları, sadece paçalarını kurtarmaya bakıyor!Resmin sadece küçük bir bölümü, görünen yüzü, bu.Resmin görünmeyen yüzü ise, korkunç!Herkes birbirinin altını oymakla meşgul!Böylesine büyük bir küresel felâkete karşı ortak mücadele ruhu geliştiremedi insanlık. Bu durum, dünyaya çeki düzen veren bütün Batılı küresel kurumların da, bizzat küresel sistemin de insanlık adına iflasının bir göstergesidir!Ama parsayı
Ekonomik darbe, sosyal kaos ve jeostratejik tuzaklara dikkat!
Kas 29 2020, Pazar
Ülkemizde de, dünyada da kış mevsimi yaklaştıkça, havalar soğudukça, koronavirüs vakaları da, ölüm vakaları da hızla artmaya başladı...SALGINLA ORTAK MÜCADELE RUHU ŞART!Çok dikkatli olmak gerekiyor. Hükümetiyle muhalefetiyle, devletiyle milletiyle toplumun kenetlenmesi, bu felâketle müştereken mücadele etmesi gerekiyor.Tıpkı bir deprem âfetinde olduğu gibi herkesin omuz omuza vermesi, bütünleşmesi şart.Bunu yazıyorum yazmasına da, koronavirüs konusunda toplumda ortak bir mücadele ve dayanışma ruhu
Eşyanın tasallutundan kurtulmak ve eşyaya tasarrufta bulunmak...
Kas 22 2020, Pazar
Bu toplum, ekmek için yaşamadı Müslüman olduğumuz zamandan bu yana. Bu toplum hakikat için yaşadı, Hakk’ın hakikati için.ÇAĞDAŞ İNSAN VE EŞYANIN TASALLUTUHakk’ın hakikati ne, peki?Halkın sulh ü salah’ı, adl ü felâh’ı ve inşirahını temin eden mânâ haritası.Bu mânâ haritası, halkın sulh ü salah’ının da, adl ü felahının ve inşirahının da yegâne kaynağı. İnsanlığın susuzluğunu gideren ilâhî bir pınar. Kana kana içilen, kutlu, lezzetli, aşı yapan ezelî ve ebedî bir kaynak.Bu kaynak kuruduğu zaman, insan
Ahmet Kekeç, kekeme yaşadı, kekelemeden konuştu ve “erkenden” Rabbine kavuştu
Kas 15 2020, Pazar
Ahmet Kekeç, vefat etti.Dayanamadı gitti bu dünyanın kirine ve pasına, zulmüne ve çirkefine...Çok üzüldüm. İyileşir, döner diye bekledim, dualar ettim.Ne yapalım, takdir böyleymiş. Boynumuz kıldan ince takdîr-i ilâhî önünde.Allah (cc) rahmet eylesin. Mekânını cennet eylesin.Ailesinin, oğlu sevgili Hakan kardeşimin ve hepimizin başı sağ olsun.BEĞENİSİ YÜKSEK BİR EDEBİYATÇIÜç Ahmet Kekeç vardı: Edebiyatçı, köşe yazarı ve yılmaz dava adamı Ahmet Kekeç.Ahmet Kekeç’in diğer vasıflarını da belirleyen
Amerika, nedir, ne değildir? Amerika, gerçek değildir, meselâ! Simülasyondur!
Kas 08 2020, Pazar
Amerika’da seçimler yapıldı ama doğru sonuçları alınamadı henüz; muhtemelen de hiç alınamayacak!Amerika’nın kendine özgü yapısı böyle gerektirdiği, daha doğrusu Kant’çı anlamda Amerika’nın dokusu bunu “emrettiği” için seçimlerin doğru sonuçları değil seçimlerin istenen sonuçları alınacak, istenildiği gibi de sunulacak! Şaka değil, gerçek bu!Amerika, gerçek değil çünkü!Şakadır Amerika, büyük bir şaka!Daha doğrusu, Amerika’da gerçek, şakadır; şaka, gerçek!Şaka üstüne şaka yaşanacak, şakalar kâbusa
Siyasal’ın iktidar olduğu yerde, fikir iktidar olamaz!
Eki 26 2020, Pazartesi
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği, çıkardığı Dil ve Edebiyat, Dil ve Edebiyat Araştırmaları, Olağan Şiir dergilerinden sonra Olağan Hikâye dergisiyle dergicilik hayatını zenginleştirdi.Cuma günü, derneğin merkezi Eyüp’te Olağan Hikâye dergisinin tanıtım toplantısı vardı. Derneğin kurucusu Ekrem Erdem Bey’in daveti üzerine bu toplantıya gittik Mehmet Akif Soysal kardeşimle.Dergilerin yöneticileri Ahmet Koçak, Üzeyir İlbak, Zafer Acar, Aykut Nasip Kelebek, Yunus Emre Özsaray ile yazarlarının katıldığı
Eğitim ve kültür meselesi, millî güvenlik meselesine dönüştü!
Eki 23 2020, Cuma
Cumhurbaşkanı Erdoğan, eğitimde istenilen başarılı adımların atılamadığımı, Ak Parti’nin fikrî bakımdan iktidar olamadığını söyledi.Tayyip Bey’in bu açıklaması da, yanlışı itiraf etmesi ve eğitimde millî bir atılım gerçekleştirileceğine dikkat çekmesi de önemli.Geç kalındı ama bundan sonra köklü, kucaklayıcı adımlar atılırsa, geleceğimizi kurtaracak ve kuracak bir yola girmiş oluruz. “Dindar nesil” yerine “medeniyet rüyası olan nesiller” söylemi, yeniden Gazâlî’ler, Yunus’lar, Sinan’lar, Itrî’ler
Hepimizin öğretmeni, sosyal medya: Öğretmenini göster bana, kim olduğunu da, başına ne gelebileceğini de söyleyeyim sana!
Eki 19 2020, Pazartesi
İnsanı şizofren hatta paranoyak yapan bir hayat bizimkisi, bütün dünyalılar olarak yaşadığımızı sandığımız “şey”.“ÇUKUR” DÜNYA, “ÇAMUR” SOSYAL MEDYA!Bir ayağımız çukurda, bir ayağımızsa çamurda bu “şeyleşen”, bizi de kendine benzeterek şeyleştiren, çölleştiren hayatta: “Çukur” dünya, “çamur” sosyal medya!Hayatımız simülatifleşti; simülatif (yani “sığ, sahte ve yüzeysel”), insanı ve dünyayı, esir aldı, kölesi yaptı ve ruhsuzluğa mahkûm etti!Baudrillard’ın -“mış gibi”leri bizi, hepimizi, nasıl da
Türkiye’nin Kıbrıs kumarı: Kıbrıs’ın celladına âşık edilmesi ve intihara sürüklenmesi!
Eki 18 2020, Pazar
Türkiye, Kıbrıs’ı kumarhaneye çevirdi: Off-shore bankacılığın, kumarhanelerin cirit attığı bir Las Vegas yaptı Akdeniz’de. Türkiye bu konuda tek başına hareket etmedi elbette. Rumlar da, Türkler de bu konuda ortaklaşa hareket ettiler. Kumar, sınırları ortadan kaldıran tek “ayartıcı canavar”dı Kıbrıs’ın bütününde!RUMLAR KÜLTÜRLERİNE SAHİP ÇIKARKEN, TÜRKLER KÜLTÜREL İNTİHARA SÜRÜKLENDİ...Bir farkla: Rumlar, kültürlerine, dinlerine sahip çıkıyorlar, çocuklarını Ortodoks terbiyesine, geleneklerine ve
Dünyaya film dili armağan edecek bir sinemamız olacak mı? (2)
Eyl 06 2020, Pazar
Dünkü yazımda sinema’nın ne olduğuna bakmıştım; bugünkü yazımda, sinemanın nasıl yapıldığı sorununu tartışacağım.SİNEMA, BİR MEDENİYET MESELESİDİRMedeniyet meselesi olan her şey, norm-form, asıl-usûl, amaç-araç, hakikat-sûret, vasat-vasıta sorunları üzerinden işler ve anlam kazanır.Medeniyet, norm’ların form’lar, asıl’ların usûll’er tarafından sürgit yeniden üretilmesi meselesidir.Bir medeniyetin normlarını / “amaçlarını” koruyabilmesi, hem sürgit formlarını / “araçlarını” yaşatabiliyor hem de yeni
Dünyaya film dili armağan edecek bir sinemamız olacak mı? (1)
Eyl 04 2020, Cuma
Bütün çağrılar, çağlarını kurmak için vardır. Çağını kuramayan bir çağrının varlığından da, yaşadığından da başka kültürleri, dünyaları yaşattığından da sözedilemez.ÇAĞRI VE ÇAĞ, NORM VE FORMÇağrının çağını kurabilmesi için, aslî dinamiklerinin (normlarının, hakikat ilkelerinin), hayata anlam katacak, yeni durumlarda çağrının çağa her dem taze bir ruh üflemesini sağlayacak usûl’lere, yani yeni söyleme biçimlerine (form’lara) ihtiyacı vardır.Medeniyet, formları yaşıyorsa medeniyetin çağrısı çağını
Mahşer’in üç atlısı: Kurucu Melikşah, uygulayıcı Nizamülmülk, temelleri-koyucu Gazâlî
Ağu 31 2020, Pazartesi
İki asırdır yaşadığımız ikinci büyük medeniyet buhranının, Moğol ve Haçlı saldırılarıyla zirve noktasına ulaşan birinci büyük medeniyet buhranıyla çarpıcı benzerlikleri var. O zaman da dışardan bir saldırı vardı, Moğol ve Haçlı saldırıları İslâm dünyasını hallaç pamuğu gibi savurmuştu.O zaman da rafızîlik, bâtınîlik, hâricîlik, haşhaşilik gibi yıkıcı akımlar, içerden İslâm toplumlarının akidesini, sosyo-kültürel ve ekonomi-politik yapılarını yerle bir ediyordu.BİRİNCİ BÜYÜK MEDENİYET KRİZİ: MAHŞER
Malazgirt ruhu: Selçuklu’nun insanlık ufku
Ağu 30 2020, Pazar
Malazgirt Zaferi, bir ruhun adıdır; direniş ve diriliş ruhunun.Mekke’den süt emen, Medine’den beslenen, Kudüs’te meyve veren hakikat medeniyetinin insanlık çapında bir yürüyüşe soyunmasının başlangıç noktası.Malazgirt, sadece Türklerin tarihinde dönüm noktası değildir; hem İslâm tarihinde hem de insanlık tarihinde tarihin akışının, yönünün, yörüngesinin belirlendiği bir büyük dönüşümün miladıdır.O yüzden Malazgirt ruhu, Selçuklu’nun ufku, insanlığın umududur.ALP ARSLAN: SAMİMÎ BİR MÜSLÜMAN, ASALET
Türkiye, yeniden nasıl eksen olabilir?
Ağu 24 2020, Pazartesi
Türkiye, yaklaşık bin yıl dünyanın etrafında döndüğü eksendi. Bin yıl! Selçuklu, Eyyûbî ve Osmanlı tecrübeleri, Asya, Afrika ve Avrupa’nın entelektüel, siyasî ve kültürel tarihinin şekillenmesinde bin yıl İslâm medeniyetinin dünyanın ekseni olarak tarihi yapmasını, tarihin önünde sürüklenmek yerine tarihi önüne katarak sürüklemesini sağlayan, Braudel’in ifadesiyle, “dünya-tarihsel” bir atılım gerçekleştirmesini mümkün kıldı.Karahanlılar, Safevîler, Timûrîler, Babürîler gibi atılımlar, Selçuklu,
Hicret ruhu: Direniş, Diriliş ve Yenileniş yolculuğu
Ağu 21 2020, Cuma
Hicret, sadece İslâm takviminin başlangıcı değildir. Hicret, esas itibariyle, Müslümanca duruş, bakış, duyuş, düşünüş ve yaşayış yolculuğudur. Direnişin, dirilişin ve yenilenişin hem miladı hem de adıdır.Milat, başlangıç demek; doğum demek...Hicret, Müslüman zamanının başlangıcıdır ama Müslüman zaman idrakinin çağları aşan, Müslümanı her dem diri tutan, yenileyen hayat ve ruh ikliminin şifrelerini sunan bir yol haritasıdır.O yüzden, doğum, bir yerde, insanı hakikatle buluşturan bir kıvılcım çakmıyorsa,
İnsan türünü yok olmaktan, kadını aşağılanmaktan “Müslüman aile” kurtarabilir ancak (1)
Ağu 16 2020, Pazar
Benim kadın düşmanı olduğum iftirasını yayıyorlar, iyi mi!Ne zavallı insanlar var yahu! Talebelerinin (öğrenci değil talebe) yüzde 70’inden fazlası, kız kardeşlerimizden oluşan bir adam, nasıl kadın düşmanı olabilir ki!Bu meseleye yarınki yazımda gireceğim. Ama önce asıl meseleye, “kadın sorunu”nun köklerine, felsefî temellerine bakmamız gerekiyor. Yoksa bir arpa boyu yol alamayacağız.ŞİDDETİN FELSEFÎ KAYNAĞI: MODERNİTENietzsche, büyük adamdı. “Modernler, nedenlerle sonuçları birbirine karıştırıyor,
Medeniyetin sütunları: Celâl, Cemâl ve Kemâl yolculukları
Ağu 14 2020, Cuma
İstanbul durdu, tarih durdu; ruh çekildi dünyadan; zulüm, sömürü, yıkım tarih yapmanın, hegemonya kurmanın kuralı oldu...İstanbul’un tarihten çekilişi, sadece Müslümanlara değil, insanlığa pahalıya maloldu.TEVHİD’İ TERENNÜM EDER İSTANBUL...İstanbul, Mekke ile Medine’den süt emmişti.Mekke ve Medine, dünya gözüyle gördüğümüz ve yaşadığımız şehirler değildir sadece. Mekke ve Medine, peygamberî nefesle hakikatin sesi, soluğu oldu; dünyaya adaletin, hakkaniyetin, merhametin ilkelerini ve en güzel örneklerini
İnsan araçları kullanacağına, araçlar insanı kullandığı için dünya cehenneme döndü!
Ağu 07 2020, Cuma
Dünyanın çivisi çıktı.Cehenneme çevrildi dünya.Araçları amaçların önüne geçirdiği, güç üreten araçların, gücün kulu-kölesi olduğu için insan olma özelliklerini yitiriyor, barbarlaşıyor ve dünyayı yaşanamaz bir cehenneme çeviriyor ağ’daş insan.İnsan araçları kullanacağına, araçlar insanı kullanıyor.İnsanlığın başına gelebilecek en büyük ontolojik felâket bu: İnsanın amaçlarını yitirmesi, araçları amaçlarının önüne geçirmesi ve bunu da ilerleme, gelişme olarak görebilecek kadar körleşmesi, çölleşmesi,
Hilâfet mi, süpergüç mü?
Ağu 02 2020, Pazar
Hilâfet, İslâmî bir kurum. Müslümanların birliğini teminat altına alan; bölgesel ve küresel meselelerini hâl yoluna koyması beklenen; Müslümanların hür iradelerinin eseri ulus-üstü bir şemsiye oluşum.Sadece siyasî değil, idarî, iktisadî, kültürel, entelektüel, zaman zaman akîdevî boyutlar kazanan çok yönlü, çok katmanlı, çok fonksiyonlu bir kurum hilâfet.Malın, aklın, dinin, neslin, canın maksimum ölçekte emniyet altına alınabildiği, korunabildiği darülislamın (islamyurdu’nun) hâkim olduğu bir yerde
Üç Asım Gültekin: Dilci, dergici, “dava delisi”
Tem 24 2020, Cuma
Asım Gültekin vefat etti, ânîden... Bütün ölümler ânî midir?Elbette ki. Bütün ölümler, ânî’dir, bir an’dadır. Asım’ın vefatı, an’dan da önce geldi gibi bize!Şüphesiz ki, ölüm, Allah’ın emri. Emr-i Hakk vâkî olmuşsa, teslim olunur ona.Asım’ın ânî vefatını duyunca, sarsıldım. Gerçek olduğuna inanamadım!Asım, ömrünün baharında terk-i diyâr eyledi. Bir rahatsızlığı yoktu, bildiğim kadarıyla. 45 yaşında, en verimli çağında dâr-ı bekâya göçtü. Allah rahmet eylesin.“DAVA DELİSİ” DERTLİ BİR ADAM!Üç Asım
Türkiye’nin istiklal ve istikbal mücadelesi tehlikede!
Tem 20 2020, Pazartesi
Türkiye, çok yönlü, kapsamlı ve zorlu bir istiklal ve istikbal mücadelesi veriyor...Bu mücadelenin ne olduğunun tam olarak anlaşıldığını da, tam olarak anlatıldığını da sanmıyorum toplumda.İstiklal ve istikbal mücadelesi, Türkiye’nin yönünü ve yörüngesini bulma, yeniden tarihin akışını değiştirecek uzun soluklu bir medeniyet yürüyüşüne soyunma mücadelesidir.BİR TOPLUM VARLIK SEBEBİNİ YİTİRİRSE...Bu iş, hamasetle, sloganla filan olacak bir iş değildir.Bu iş, öncelikli olarak, Türkiye’nin başına ne
Ayasofya’nın açılması, Türkiye’nin önünü açacak...
Tem 13 2020, Pazartesi
Cumhuriyet, Tanzimat’la başlayan Türk modernleşmesinin uzantısıdır: Bu iki yüzyıllık süreç, fetret dönemidir; çağ dışına düşüşümüzün resmi.Çağı üretenler, kavramlarını ve kurumlarını geliştirenler yalnızca Batılılar; biz değiliz. Türk modernleşmesi, yeni bir başlangıç değil, Batı’ya eklemlenmedir: Tarihi Batılıların yapmaları, bizimse Batı’ya bakmamız, akmamız, kendimize olan güveni yitirip kendimizden kaçmamızdır.ZİHNİMİZE VURULAN PRANGALAR!Türk modernleşmesi, özellikle de Cumhuriyet döneminde
Rüya gibi bir başlangıçtı, tarihin aktığını hissettim önümüzde/n...
Haz 29 2020, Pazartesi
Tarihin yapıldığı anlar vardır.Kimler yapar tarihi? Kimler kaçırır?RÜYA GİBİ BİR GÜNDÜ!Adım adım, sayha sayha tarihin önünüzde canlı bir varlık gibi aktığını hissettiniz mi hiç?Ben hissettim... Hem de bir kaç defa...Ama bu kadarını, bu denli arı-duru akıp gidenini, müştereken gerçekleştirdiğimiz bir yürüyüşün tadını, lezzetini, geleceği getiren kokusunu, rayihasını hücrelerime kadar bu kadar ilk defa hissettim Cumartesi günü.Cumartesi günü,Cuma günkü yazımda, küçük bir kıvılcım olarak nitelediğim
Eksiliyor insan... Uyan ey gözlerim, gafletten uyan!
Haz 28 2020, Pazar
Çekiliyor hayattan... Ve ölüyor hızla...Çoktan öldü insan aslında!Öldüğünü bilmiyor ama! Hâlâ konuşuyor, koşuyor, savaşıyor...NEREDESİN EY İNSAN?Ama konuşan o değil; gölgesi, maskesi, kölesi olduğu tutkuları, baştan çıkaran ayartıları, kutsadığı saplantıları onun.İnsan konuşmuyor; konuşturuluyor...Kendi adına değil, sesi olduğu sahibi adına, gönüllü acentesi olduğu başkası adına, kölesi olduğu tutkuları adına konuşuyor...İnsanın bir adı yok; bir kendi yok çünkü: Kendi olmadığı için uğruna mücadele
Türkiye, dış politikadaki atağı, jeo-kültürel derinliğini harekete geçirebilmesine borçlu
Haz 22 2020, Pazartesi
Tarihi yapan, kaba güç değildir; kültürdür, güçlü fikirdir. Kaba güçle tarih yapanlar, kaba güçler tarafından yıkılırlar, tarihin çöp sepetini boylarlar.Güçlü fikirle tarih yapanlar, tarihi yapamayacak kadar önleri kesilmiş olsa da, fikir canlıysa, yeri ve zamanı gelince, o fikir yerinde duramaz, fışkırır yerinden ve tarihe yön verir yeniden.TÜRKİYE’NİN PARADOKSU VE GİZİL GÜCÜTürkiye, büyük bir paradoksla karşı karşıya: “İnsan-inşası” sürecinde büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor; ama “dünya-inşası”
Üç Libya: Totaliter, kaotik ve istikrarlı
Haz 21 2020, Pazar
Libya’ya iki kez gittim.Birincisi Arap Baharı’ndan önce, ikincisi de hemen sonra.İlk gidişim, yaklaşık 25 kişilik bir ekiple Kaddafi’nin daveti üzerineydi. Kaddafi, her yıl, İslâm dünyasının ilim, fikir adamlarını, önemli cemaatlerin temsilcilerini Libya’ya davet ediyor, bir tür “İslâm kongresi” gibi bir toplantı düzenliyordu. Yıllarca sürdürdü Kaddafi bu toplantıları...KADDAFİ MASKESİ, KADDAFİ’NİN MASKELERİYeşil Kitap’ı vardı; kendi kitabı yani! Bütün Afrika’yı harekete geçiren önemli bir liderdi
Korona sonrası süreç, ütopyaları veya bilim-kurgu romanlarını aratmayabilir!
Haz 07 2020, Pazar
Politik ütopyalar da, bilim-kurgu romanları da, hayal gücüne dayanır, diye düşünürüz. Ama öyle mi gerçekten?Pek öyle sayılmaz, aslına bakarsanız: Hayalin gücünden çok, gücün hayaline dayanır, insana ettiklerine ve hayal ettirdiklerine.KORONA, TABİÎ BİR ÂFET Mİ, MEKANİK BİR İCAT MI?Korona, tabiî bir âfetse, yaşattıkları da ders alınması gereken birer felâket. Korona, tabiî bir âfet değil de, mekanik bir icatsa, yaşattıkları daha fazla ders alınması gereken, Tanrı’yı kıyamete zorlayacak bir başka
Korona ve kaos, provokasyonlar ve ayaklanmalar...
Haz 05 2020, Cuma
Korona, tabiî bir âfetse, yaşattıkları da ders alınması gereken birer felâket. Korona, tabiî bir âfet değil de, mekanik bir icatsa, yaşattıkları daha fazla ders alınması gereken, Tanrı’yı kıyamete zorlayacak bir başka felâket, elbette!Koronanın ne olduğu muamma hâlâ. Komplocu açıklamalara itibar etmemek gerek. Ama eğer korona tabiî bir âfet değil de gerçekten mekanik bir icat’sa, o zaman, birilerinin insanlıkla nasıl olup da bu kadar kolayca oynayabildiği, alay edebildiği, dünyayı aptal yerine koyabildiği
Türkiye’de darbeler milleti durdurmak, ruhunu yok etmek için yapılır...
May 31 2020, Pazar
Önce şu: Türkiye’de siviller olmasa, askerler darbe yapamaz. Başka bir ifadeyle, darbeyi askerler yapar ama siviller yaptırır.İkincisi ve daha da önemlisi, darbeye destek veren siviller, bu milletin has çocukları değildir; bu ülkeyi emperyalistlere dekor yapan, zihnen ve ruhen bu milletle bağları olmayan, dışarıya bağlı, bağımlı tiplerdir.LAİKLİK ADINA DARBE YAPMAK NE DEMEK?Söylemek bile gereksiz: Darbeler, yargısız infazlardır!Menderes, yargısız infaz edildi! Düzmece yargı, tiyatro oyunu oynadı:
Sezai Karakoç Türkiye’dir!
May 15 2020, Cuma
Sevgili Celal Fedai, “medeniyetimizin iki büyük şairi, Sezai Karakoç’la İsmet Özel, Türkiye’de yaşıyor, farkında mısınız?” diye sormuştu geçtiğimiz günlerde.Farkında değilmişiz, demek ki, bu ülkenin sözümona entelektüel solcu-Kemalist gazeteleri, “Sezai Karakoç’tan skandal” gibi başlıklar atabildiler.Sonra gelsin, sosyal medyadaki pespayelikler, iğrenç hakaretler, saldırılar!Bunlar yetmezmiş gibi, CHP, Meclis’e, bu pespaye haberlere, sosyal medyadaki iğrenç saldırılara dayanarak soruşturma önergesi
Her Hira bir inkılaptır; her ev bir Hira!
Nis 13 2020, Pazartesi
Evini Hira’n yapabiliyor musun? Hira’n yani mağaran: arındığın, dirildiğin, kendine geldiğin yurdun, umudu bulduğun ufkun?Mağara’na yani inzivaya kapanarak kendini, hakikati keşfe çıkabiliyor musun?Ümmîleşebiliyor musun; kalbine yani evine yani kendine dönebiliyor musun?JOHN BERGER’IN EVLERİ, GÖZLERİ VE KALBİJohn Berger’i bilir misiniz?Görme biçimlerimizi silbaştan değiştiren, ayarlayan, kuran, yeniden oluşturan adam.Yakınlarda öldü. O öldü, dünya körleşti; görme melekelerini çoktan yitirdiği için!Gören
Evine/ kalbine dönmeden, dünyaya çeki düzen veremezsin!
Nis 12 2020, Pazar
Bütün insanlık yalana teslim. Bütün insanlık bir virüsün kölesi.Koronavirüs’ün belirtileri de ilginç: Özellikle yüksek ateş, perişan eden başağrısı ve solunum yetmezliği, nefesin tıkanması, insanın nefessiz kalması.NEFESSİZ, EV’SİZ, KALPSİZ İNSAN...Nefessizdi insanlık zaten: Ev’sizdi. Nefesi kesilmişti: Kalbini yitirmiş, gürültüye, görüntüye teslim olmuştu. Kaosun ortasında esen fırtınada oraya buraya savruluyor, dalgalı sularda sürükleniyordu sadece. Ama haz alıyordu insan bu hızdan, bu sürüklenmeden,
Bizdeki İslâm düşmanlığı Batı’dakine rahmet okutur!
Nis 10 2020, Cuma
Görünen köy kılavuz istemez: Koronavirüs, her şeyi allak bullak edecek! Genelde, küresel sistem, Batı uygarlığı, bütün kurum ve kurallarıyla silbaştan tartışmaya açılacak. Özelde ise Avrupa'nın, Amerika'nın bir düğmeye basarak bütün insanlığı yok edecek biyolojik silahları geliştiren zorba, emperyalist bilim, teknoloji ve hegemonya anlayışı sorgulanacak, kaçınılmaz olarak.Bu sorgulamalar, sadece felsefî veya teorik olarak değil, pratik olarak da yapılacak...Batı'da bu tür sorgulamalar çoktan başladı.
Yeni bir dünya kurulacak, burada İslâm kilit rol oynayacak...
Nis 05 2020, Pazar
Tarihte görülen ender genel salgınlardan birini yaşıyor insanlık.Virüs salgınından çok, korkusu korkutuyor insanlığı.Büyük salgınlara, savaşlara, âfetlere en dirençli insan tipi Müslüman insan tipidir.Müslüman, havf ve reca, umutla korku arasında yaşayan kişidir.O yüzden Müslüman insan tipi, her şerde hayır, her hayırda şer olabileceği psikolojisiyle yaşar. Bu da onu diri, canlı ve dirençli kılar.İnancınız ne kadar güçlü olursa, direnciniz, zorlukları aşma gücünüz de o kadar güçlü olur.AYARTICI
Bilim-perestlik yapmak değil, dünyayı cehenneme çeviren Batı uygarlığını sorgulamak gerekiyor!
Nis 03 2020, Cuma
“İnsanlığı bilim kurtaracak! Bu virüs, bunu öğretti bize” diyor!Kim diyor?Bir uluslararası ilişkiler profesörü!BİLİM-PERESTLİK, DÜNYAYI CEHENNEME ÇEVİRDİ!Nedir bu?Düpedüz bilim-perestliktir bu!Ne kadar sığ, ürpertici, metamorfoz yemiş bir kafa bu!Böyle bir cümleyi sıradan vatandaş kursa, anlamıyor, normal, der geçeriz. Ama bir profesör hem de bir uluslararası ilişkiler profesörü, insanlığı bilim kurtaracak diyorsa, üstelik de yaşadığımız felâketin birinci derecede sorumlusunun, Heidegger’in deyişiyle
Yaşadığımız felaketin adını koyuyorum: İnsan fıtratını yitirdi, fütursuzlaştı, dünyayı cehenneme çevirdi!
Mar 30 2020, Pazartesi
Malum, korona günlerindeyiz: Ölüm olmasa da, virüs kol geziyor sokaklarda; virüsle gelen ölüm korkusu...İNSANLIĞIN DAHA KOLAY GÜDÜLECEĞİ TANRI’SIZ, RUHSUZ, İNSANSIZ BİR DÜNYA İNŞASIYaşadığımız şey, doğal bir âfet değil, biyolojik bir saldırı!Yapay, laboratuvarda üretilen biyolojik bir silahın insanlığı korkuya sürükleyerek, insanlığın daha rahat güdülebileceği bir dünya inşası.26 Mart tarihli The Economist dergisinin kapağında resmedildiği gibi: Gizli bir el, bütün insanlığı bir ipte oynatırcasına
Virüsün kaynağı asıl virüs: İnsanı azmanlaştıran, Tanrı’sız, ruhsuz pagan uygarlık!
Mar 29 2020, Pazar
Bir güç, şeytânî bir güç, hesap mı görüyor, küresel sistemde bir hesaplaşma mı yaşanıyor, bilmiyoruz. Muhtemelen.Hangi aktör, ne yapmak istiyor ya da hangi süper güç ne tür bir hesap peşinde koşturuyor, gibi komplovârî soruların izini sürmek yerine; dünyanın nereden gelip nereye gittiği, neler yaşandığı, daha açıkçası, dünyanın neden ve nasıl cehenneme çevrildiği gibi soruların, yani aktörlerden ziyade faktörlerin izini sürersek, başımıza ne geldiğini, neden ve nereden geldiğini daha iyi anlayabiliriz.Yeni
Türkiye’nin varlığı bile emperyalistlerin korkulu rüyası!
Mar 01 2020, Pazar
Bu yazıya önceki yazımdaki şu alıntıyı yaparak giriş yapmak istiyorum:Osmanlı’nın durdurulması, tarihin akışını değiştirdi. Osmanlı durdurulduktan ya da tarihten çekildikten sonradır ki, Batılı emperyalistler, özellikle de İngilizlerle Fransızlar, Osmanlı coğrafyasını parçaladılar; haritaları yeniden çizdiler; yapay, sahte devletçikler, şeyhlikler, emirlikler, sözün özü, maşa adamlar ve uydu ülkeler icat ettiler.Her yeri patlamaya hazır bomba hâline getirdiler.Bütün bunlar, ülkemizde de, bölgemizde
Darbe deşifre edildi, direnç noktalarımızı tahkim etmeye bakalım...
Şub 21 2020, Cuma
Rand Corporation’ın 270 küsûr sayfalık Türkiye Raporu, geçiştirilecek cinsten değil! Elbette, bu rapora bakıp kara kara düşünmek gibi bir absürtlüğe sürüklenmeyeceğiz. Elbette, gece gündüz darbeyle yatıp darbeyle kalkacak değiliz.Elbette, milleti darbe korkusuna garketmeyeceğiz.Ama bu raporu didik didik edeceğiz,raporda söylenen her şeyi ciddiyetle irdeleyeceğiz devlet olarak,devletin ilgili kurumları olarak.Raporun ülkemizi karıştırmak, ülkemizdeki bazı dengeleri sarsmak, özellikle de Türk siyasetini
Dünya barışı Kudüs’e bağlı...
Şub 03 2020, Pazartesi
İsrail Başbakanı Netanyahu ile ABD Başkanı Trump, dünyayı geri dönüşü zor bir cehenneme çevirecek, Kudüs’ü yok edecek anlaşmaya Yüzyılın Antlaşması diyerek bütün insanlığı aşağılıyorlar!KUDÜS: UMUT,UFUK VE YURTKudüs nedir, ne değildir; dünden bugüne ve yarına ne’yi temsil eder, bugün neden acı çeker?Kudüs hem umut hem ufuk hem de yurt demektir: Mekke’nin umudu, Medine’nin ufku, Kudüs’te medeniyetin yurdu oldu.Kudüs’ü Kudüs yapan, peygamberleridir…Kudüs, hakikatin hayat olduğu, hayat bulduğu, hayat
Birey ve ferd: Kişi ve şahsiyet
Oca 24 2020, Cuma
Ferd ile birey aynı anlama gelen, aynı dünyalara işaret eden kavramlar mıdır?Elbette ki, hayır.FARK’IN FARKIİnançlara, felsefelere, kültürlere ve bunların dayandığı değerlere saldırılmaz. İnsan olmanın, farklı inançlarla, felsefelerle, kültürlerle ve değerlerle birlikte yaşayabilmenin olmazsa olmaz, asgarî şartıdır bu.Başkasına saldırmadığı, başkasının inancını yoksaymadığı, kendi inancını başkasına dayatmaya kalkışmadığı sürece farklı inançlar, felsefeler, kültürler, sözün özü değerler, duyarlıklar,
Kemalizm’le yüzleşmeden ve hesaplaşmadan yol alamayız! Ama şimdi değil!
Oca 20 2020, Pazartesi
Tam bir akıl tutulması yaşanıyor: “Hayatta en hakîkî mürşit ilimdir, fendir” demişti Mustafa Kemal. Ama Kemalistler, akılla, bilimle, fenle mi bakıyorlar dünyaya yoksa Kemalizm’i kutsayarak, mitleştirerek, dinselleştirerek mi?KEMALİZM, TARTIŞILABİLİR Mİ?Kemalizm, tartışılabilir mi?Türkiye’de Kemalizm’i entelektüel düzlemde tartışmak mümkün mü?Ne yazık ki, hayır!Kemalizm, bir din katına yükseltildiği için Kemalizm’i, entelektüel düzlemde, seviyeli bir dille tartışmak hiç de kolay değil.Atatürk bir
Mahşerin beş atlısı: Eğitim, gençlik, kültür, medya ve şehircilik
Oca 19 2020, Pazar
Geleceğimizi belirleyecek mahşerin beş atlısı olarak adlandırdığım beş alan var. Bu beş alanın buluştuğu ortak ama hayatî bir nokta şu: Hepsinin öznesi de insan. Hepsi de, bir toplumun ruh mâcerasını yaşadığı, yaşattığı imkânlar, alanlar, dünyalar...EĞİTİM, ÖNCÜ KUŞAKLARYETİŞTİREMEZSE,TOPLUMUN MEZARINI KAZMAKTAN BAŞKA BİR İŞE YARAMAZ!Eğitim, bir toplumun insan yeşerten bahçesidir.Bir toplumun insan tipini, anlam haritalarını, ruh köklerini genç kuşaklara aktarır eğitim. Bir ülkenin umudunun ve ufkunun
Bekleyen Türkiye’den Beklenen Türkiye’ye...
Oca 17 2020, Cuma
Türkiye, coğrafî haritaları çizen değil, gönül haritalarını belirleyen bir ülkedir. Dün böyleydi, yarın da böyle olmak zorunda. Birakıncı. Biralperen. İnsanları, zamanları aşan, yürek ülkesine çağıran biryürek ülkesi...Beklenen Türkiye bu!Beklenen bu.Gelecek olan bu.Gelecek bu.ÇAĞRILAN, PRANGALARI KIRACAK, ÇAĞRISINI YAPACAK...Libya’daki millî mutabakat hükümeti’nin resmen Türkiye’yi davet etmesi, son derece manidardır.Türkiye’nin “çağrılan” olması çok anlamlıdır.Emperyalist ülkelerden birinin, ne
Şiî teo-politiği, Sünnî jeo-politiğini kuşatırken...
Oca 13 2020, Pazartesi
Tarih felsefecisiArnold Toynbee,Türkiye’de hilâfetin kaldırılmasından üç yıl sonra yazdığı “1920’lerde Türkiye: Hilâfetin İlgası” (Yöneliş Yayınları, 2000) başlıklı kitabında, hilâfetin kaldırılmasının iki önemli sonucu olduğuna dikkat çeker:Birincisi, “Ehl-i Sünnet’in paramparça olması”; ikincisi de, başta Türkiye olmak üzere, yeni icat edilen ama Batılı emperyalistlerin güdümündeki ya da kontrolündeki sözümonaMüslüman ülkelerde, hızla “laikleştirme politikaları”nın uygulanması.Toynbee, bu iki
Türkiye’nin İran’la imtihanı
Oca 12 2020, Pazar
Stratejik haritalarını koruyamayan bir ülkenin güvenliği tehlikede demektir.Stratejik haritaları olmayan bir ülkenin güvenliği de yoktur, tehlikede demektir.Stratejik haritalarını, kendisi belirlemeyen, başkalarının belirlediği bir ülkenin sadece güvenliği değil, istiklali de, istikbali de başkalarının insafına terkedilmiş demektir.TÜRKİYE, MEDENİYET KOORDİNATLARIYLA HAREKET EDERSE...Türkiye, stratejik haritalarını kendisi belirleyemeyen bir ülkedir. NATO’nun, her şeyini belirlediği, kontrol ettiği,
Çağrı’sı Çağ’ını kuracak bir gençlik manifestosu
Ara 29 2019, Pazar
Çağrı’sı çağ’ını kuramayan bir çağrı’nın da, o çağrı’nın bağlı’larının da varlığından ve yaşadığından sözedilemez.Çağrı, çağ’ını kurmak, insanlığa hakikat çağlayan’ının leziz suyundan kana kana içirmek için vardır.Ey Genç!Mekke’de Müslüman zihni, idraki, şahsiyeti ve dili inşa edildi. Medine’de bu Müslüman zihni, idraki, şahsiyeti ve dili, Yer’ini, zeminini buldu, dünyasını kurdu.Mekke’de Çağrı “kuruldu”, Medine’de bu İlâhî Çağrı, Nebevî Çağ’ı kurdu. İkisinin hâsılasından, Hakikat Medeniyeti Çağlayanı
Ruhunu yitirdiğini bildin mi?
Ara 22 2019, Pazar
İslâm medeniyeti, politika üzerine inşa edilmedi; hayat üzerine inşa edildi; hakikatin yoğurduğu, mayasını kardığı ruh üflediği hayat üzerine.Bu gerçeği gören, hatta iliklerine kadar hisseden ender düşünürlerden biri Nietzsche’ydi. Hıristiyanlığın da, modernitenin de hayatı inkâr ettiğini düşünüyor, “İslâm, hayat’a evet diyor” diyordu özenle.Hayat’ın inşası, idamesi ve nefes üflemesi, hakikat’le irtibatının kopmamasına, aksine, muhkem bir şekilde tesis edilmesine bağlı.Hakikatin olmadığı yerde,
Sistemi dönüştürmek için yola çıkıp sistem tarafından dönüştürülmek!
Ara 15 2019, Pazar
Felâket tellallığı yapmıyorum. Yanlışlıklarımızı, büyük hatalarımızı görüp önlem alamazsak, yok oluruz ve bununvebalini ödeyemez, bize umut bağlayan mazlumlara da hesabını veremeyiz.O yüzden içerden, güçlü, köklü,uzun soluklu, zihin, ufuk ve ön açıcı eleştiriler yapmak zorundayız.5 MİLLÎ GÖRÜŞ PARTİSİ, AZ OLMADI MI?Sarkastik, rahatsız edici bir ara soru bu ama gerçek bu; acı gerçek!Bir hareketten beş partinin çıkması neye işaret eder?Elbette ki,çarpıklığa,bir şeylerin yanlış gittiğine...Bu beş parti,
Aile, son kale; ailenin kalesi Türkiye
Ara 08 2019, Pazar
Aileyi savunuyorum.Ailenin olmadığı, yok olduğu bir dünyanın varolamayacağını, yok olacağını, yok olmaya mahkûm olacağını görüyorum.Ailenin insanın insanlığının, insan kalmasının yegâne kökü, temeli, son kalesi olduğunu düşünüyorum.Daha önce yayımlanan bu yazımı gözden geçirerek bazı değişiklerle yeniden yayımlıyorum.AİLE, HER ŞEYİN TEMELİAile ne, peki?Aile, kök demekbenim için.Her şeyin kökü olarak görüyorum aileyi.Her şeyin temeli.İnsanın insanı ve hayatı tanımasının, zaaflarını öğrenmesinin ve
Dilsiz’in dili: Ruhun sesi
Ara 06 2019, Cuma
Yazının başlığı, filmin ikinci yarısında geldi -filmi, yönetmeniMurat Paykardeşimle Üsküdar Emaar’da izlerken...Öncelikle, sosyal medyadan yaptığım çağrıya karşılık vererek sinema salonunu dolduran Kadıköy İHL’nin Türk dili, edebiyatı öğretmen ve öğrencilerine, yanı sıra diğer izleyicilere baştan teşekkür etmek isterim.HÂL ESTETİĞİ: RUHUNHİKÂYESİAyrıksı bir film,Dilsiz. Adı üstünde, dilsiz! Ama konuşma nedir,hakikat film diliyle nasıl dile gelir,dillendirilir, cümle âleme “öğreten” ender filmlerinden
İnsanlığı bitiriyorlar ama bizi bitiremeyecekler!
Kas 08 2019, Cuma
Müslümanlar, tarihlerinde ilk defa birfetret dönemiyaşıyorlar: Fetret dönemi,Müslüman zihnin, zaman ve mekân tasavvurunun kriz yaşaması,gök kubbenin çökmesi, demektir.Tarihte yaşadığımız ikinci medeniyet krizi bu:Hem İslâm’la hem İslâm’ın dışındaki dünyalarla ilişkimizin kopması.BİZİM BİR DÜNYAMIZ YOK ARTIK!Müslümanlar, tarihten çekildiler. Tarihi, Müslümanlar yapmıyor artık. Müslümanlar, yoklar aslında; sadece başkalarının yaptığı tarihte sürükleniyorlar... O yüzden çağın dışındalar.İnsan tasavvurumuz,
Bir asırlık “maskeli balo”dan, Cumhuriyet’i “sopa” olarak kullanma sapmasına...
Kas 03 2019, Pazar
Şerif Mardin, neredeyse yarım asır önce, “iki Türkiye”den sözetmişti. Birinci Türkiye, belli başlı kentlerde, Ankara, İzmir gibi “Cumhuriyet kentleri”nde yaşayan “kentli / laik Türkiye. İkinci Türkiye, kırda yaşayan “dindar / muhafazakâr / köylü Türkiye”.Şerif Mardin, bir sosyal teorisyen olarak, bu iki Türkiye’nin zihin kodlarını, anlam haritalarını ayrıntılı olarak deşifre etmiş ve iki Türkiye’nin toplumun sinir uçlarını temsil ettiğini söylemişti.İCAT EDİLMİŞ BİR MÜHENDİSLİK PROJESİ: LAİKLİK
Sanal gerçek, gerçek gerçekten daha gerçek: Postmodernizmin çölüne hoş geldiniz!
Eki 07 2019, Pazartesi
Bir şey oluyor, bir çağ değişimi bu:Modernliğin yerini, Tanrı fikrini, hakikati, doğayı yok sayan, dahası açıkça veya örtük şekillerde yok edenpostmodernliğin anlamsız, ışıltılı, içi boş, ruhsuz dünyası aldı. Gösteri, imaj ve algı imparatorluğu.Zaman fikrini yok eden, geçmiş zaman ve gelecek zaman duygusunu iptal ederek, zamanı buraya ve şimdiye kilitleyen, tek bir zamana genişletilmiş bir zamana hapseden postmodern durum, bütün dünyada ilk kez eş zamanlı olarak kök salmaya başladı.FİZİK-UZAY’DA
İslâm’sız İslâm: Çağdaş hurafeler çöplüğü
Eki 06 2019, Pazar
Bir insanı ayakta tutan şeyomurgasıdır, omurgalı olması.Bir toplumu ayakta tutan şeyse,sâbiteleridir,sâbitelerinin yerinde durması.Bir dinin, düşünce sisteminin ya da medeniyetin ayakta durmasını, insanların önünü açmasını sağlayan şeyse,hakikatleridir,hakikat fikrinin köksalması.Hakikat fikrinin tartışıldığı bir yerde toplum sâbitelerini, insan da omurgasını yitirir. Hakikatlerini yitiren bir medeniyeti de, sâbitelerini yitiren bir toplumu da, omurgasını yitiren bir insanı da bekleyen tehlike,
Husûmetler değil Uhuvvetler yeşertildiği zaman...
Eyl 23 2019, Pazartesi
Çağımız husûmetlere borçlu varlığını ve ömrünü uzatabiliyor olmasını...Husûmetlere yani düşmanlık tohumları ekmeye, kötücülleşmeye, kötülükten nemalanmaya...Hep ötekiler, canavarlar, kötüler icat ederek kendini aklayan bir karanlık çağ bizimkisi...Kötücüllük, ruhuna, karakterine işlemiş...Kötü üzerinden, kötüler icat ederek, en masum insanları kötü diye lanse ederek kendini temize çıkarmak, kendini aklamak, kötücüllüğün gideceği kaçınılmaz çıkmaz sokak...Oysa biz yaşanabilir bir dünyayı husûmetler,
Ağu 30 2019, Cuma
Türkiye, köklü, kapsamlı ve çok yönlü bir savrulma, bir çözülme, bir çürüme yaşıyor... Toplumun bütün kesimlerinde gözlenen tedirgin edici, hatta ürpertici bir durum, bir felâket bu.Bir toplumun adım adım yokoluşunun haberini veriyor sanki yaşadığımız bu vahim durum!Yaşanan sorunu, İslâm’a, topluma ve bu ülkeye aidiyet biçimlerinin
.
İnsan’ın acı’sız ölümü: Estetize yok-oluşlar çağında “ölü-sevici”lere dönüşmesi...
Ağu 26 2019, Pazartesi
Bazen yaşananları, hele de bütün değerlerin çözüldüğü, anlam haritalarının yırtıldığı katastrofik zaman dilimlerinde ne tür felâketlerle karşı karşıya olduğumuzu bize filozoflar değil, bilge insanlar, büyük sanatçılar daha iyi resmederler.Aldous Huxleybu tür bilge insanlardan biridir.Cesur Yeni Dünyabaşlıklı romanıyla, gelecekte olabilecekleri filozoflardan daha iyi, daha sarsıcısı bir dille tarif etmişti.“İnsanlara öyle zulmedilecek ki”, demişti Huxley, “insanlar, kendilerine yapılan bu zulümden
Hayat boşluktan nefret eder! Eğer öncü bir kuşak yetiştiremezsek “boşluk” mezarımıza döner!
Ağu 23 2019, Cuma
Değerleri, o değerleri yaşatan “kültür”leri sağlam olan toplumlar kolay kolay yıkılmaz.Tersi de doğru: Değerleri, o değerleri vareden kültürleri çürüyen, çözülen toplumlar da kolay kolay ayakta duramaz: Esen sert rüzgârların önünde sürüklenir durur ve toz olur...NORMAL DEĞİL!Dışarıdan gelen herhangi bir marjinal akım, burada anında kitleselleşebiliyor. Müzikte de böyle bu, felsefede veya sanatta da.Sanatı, felsefeyi, müziği filan geçtim,hayatın her alanındakien “fringe”, en “kopuk”, en “kaçık” akımlar,
Sen, Sen olamazsın, kendine sahip olmadıkça...
Ağu 18 2019, Pazar
İnsan kendinde olduğu zaman insan olur: İnsanın kendinde olması, kendi olmasıyla gerçekleşir. Kendi olmak en zor iştir, en zorlu iş.İnsanın kendi olması, kendini bilmesiyle, kendine gelmesiyle ve kendinden geçmesiyle kâimdir: Kendini bildikçe, kendine gelir; kendine geldikçe, kendinden geçer insan.Kendinden geçmedikçe kendine gelemez insan...SAHİP OLMA’YI BIRAK,OLMA’YA BAK...İnsanın kendini bilmesi, kendi olması ve kendinden geçmesi, kendini “sahip” olarak görmesiyle değil, kendi Sahibini görebilmesiyle
Liberalizm, parayla konuşturur, libidoyla susturur!
Tem 07 2019, Pazar
Televizyonlarda, şurda, burda, falan niçin kaybetti, filan parti nasıl kazandı, diye saçmalamaya devam ediyorlar -hâlâ!Bu ülkede tam bir entelektüel felçleşme yaşanıyor!Başına ne geldiğini bilmeyen sığ bir entelijansiyası olan tek ülke Türkiye!Konuşmamız gereken, siyaseten neyi, nasıl kaybettiğimiz değil, her şeyi siyasete kilitlemenin, sahiciliğimizi, dolayısıyla, İslâmî duyarlıklarımızı nasıl ürpertici şekillerde buharlaştırdığı yakıcı meselesidir.Bu toplumu sekülerizmin kölesi hâline getiren,
Taban’sız, kök’süz bir yolculuk, yıkım’la sonuçlanır...
Tem 01 2019, Pazartesi
Taban’dan,en temel’den, kök’ten başlamayan bir yolculuk köksalmaz, meyve vermez.Taban’dan başlamayan,kök’ten fışkırmayan bir yolculuk, uzun sürmez.Taban’dan başlamayan,esinini ve besini gök’ten almayan, yer’de köksalamayan, dolayısıyla sahiciliği yakalayamayan bir yolculuk talan’la, tahribat’la ve yıkım’la sonuçlanır.Burada“taban” sözcüğünü hem felsefî hem de sosyolojikanlamda kullanıyorum.Bu yazıda, yalnızca “taban”ın felsefî anlamının anlamına dâir kısa ama zihin açıcı bir yolculuğa çıkarmak niyetindeyim
Manevî (entelektüel, kültürel, ahlâkî) temellerden yoksun maddî atılımlar hüsranla sonuçlanır!
Haz 28 2019, Cuma
1999 Marmara Depremi, ülkemizin yaşadığı en büyük, en yıkıcı depremlerden biriydi.Batı medyası da yoğun ilgi göstermişti depreme. Fakat verdiğimiz kayba değil, gösterdiğimiz, Batı toplumlarında olmayan ruha dikkat çekmişti daha çok.MeselaThe New York Timesmanşete taşıdığı haberinde,“Bu nasıl bir şey ki, devletin bile ulaşamadığı deprem bölgesine, ülkenin en doğusundaki insanlar hızır gibi ulaşabiliyor ve depremin yaralarını hep birlikte sarabiliyor Türk toplumu”diyordu!Yabancı bir gazete,yaşadığımız
Ölen Mursi değil, aşağılık Batı ve kukla rejimleri!
Haz 21 2019, Cuma
Mısır’ın ilk seçilmiş devlet başkanınıiğrenç bir şekilde katlettiler: Mahkemede ölümünü seyrettiler!İnanılır gibi değil gerçekten!Şu kesin: Zehirlediler, mahkemede adım adım ölmesini beklediler!Aşağılık bunlar!İnsan olamazlar!Ölen, Mursi değil!Mursi şehid oldu,şehid edildi hunharca, barbarca!Ölen, Batı’dır!Ölen, Mısır’ın ilk seçilmiş devlet başkanına darbe yapılmasına sessiz kalan, hatta sessiz kalmak ne kelime, diktatör Sisi’nin kukla rejimi çökmesin diye destek veren, bedavadan, bol keseden para
Babürşah’ın gözüyle medeniyet-kurucu şehirlerimizden büyüleyici Semerkand tablosu-1
Haz 17 2019, Pazartesi
Bugün ve Cuma günü, Hint-Türk İmparatorluğu olarak bilinen Babürlüler Devleti’nin kurucusu, öncü devlet adamı ve Türk dilinin kurucuları arasında yer alan usta yazar Babürşah’ın 1494-1525 yılları arasında kaleme aldığı Babürnamesi’nde Semerkand ile ilgili tasvirlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.Semerkand, dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Babürşah da öyle giriş yapıyor Semerkand tasvirine. Buhara, Taşkent, Herat, Hive, Nişabûr, Merv, Tûs gibi İslâm medeniyetine taze soluk getiren, diriltici,
Kıbrıs’ta kültürel savaşı kaybettik! Önlem alınmazsa Kıbrıs’ı da kaybedebiliriz!
Haz 10 2019, Pazartesi
Başlangıçta, savaşları, meydanlarda da, masada da kazanıyorduk.Sonra, meydanlarda kazandığımız savaşları masada kaybetmeye başladık.SİLAHLI SAVAŞLARDAN KÜLTÜR SAVAŞLARINA...Şimdi savaşlar, meydanlarda yapılmıyor; medyalarda yapılıyor.Emperyalistler, medyalarla kitlelerin zihinlerini teslim alıyorlar, meydanlara inmeye gerek kalmıyor çoğu zaman.Meydanlara inilecekse, kendileri inmiyor ayrıca da;kuklalarını, uzaktan kumanda ettikleri terör örgütlerini devreye girdiriyorlar.Meydanlarda yapılan silahlı
Türkiye’nin bir numaralı güvenlik meselesi, artık Kıbrıs’tır!
Haz 09 2019, Pazar
Türkiye’nin bağımsızlığı Kıbrıs’tan geçer!Elinize bir harita alın,Atina’dan İskenderun’a kadar dikkatle bakın. Kıbrıs’ın dışındaki bütün irili ufaklı adaların tamamının Yunanistan’a ait olduğunu göreceksiniz ve eğer gözleriniz “ne bu yahu!” diyerek faltaşı gibi açılmıyorsa, aksine, “ne var bunda?” filan demeye kalkışıyorsanız, bilin ki, “zihnî felç geçiriyorsunuz, köleleştirilmişsiniz” demektir.BİZ İSTİKLAL SAVAŞI’NI YUNANLARLA DEĞİL İNGİLİZLERLE YAPTIK!Kıbrıs Adası, burnumuzun dibi! Yunanlar, burnumuzun
İki tablo: İnsanların tatile kaçışı ve arefe’nin tatlı telâşı
Haz 03 2019, Pazartesi
Bayram, tatile döndü; hayatımızdaki anlamı, yeri, değeri kayboldu, öldü!Ramazan Bayramı, birlik demek, neşe demek, sevgi, kardeşlik, hatırlama, dayanışma, paylaşma demek... Aynı noktada buluşmak, aynı ufka yolculuk yapmak, aynı yola baş koymak, aynı kardeşlik, birlik, bütünleşme şarkısını bestelemek, büyütmek demek...Ne büyük nimet, değil mi?Ama böylesine muazzez bir nimetin kadrini yeterince bildiğimizi kim söyleyebilir ki!Daha önce yayımlanan bir yazımı, gözden geçirerek, yenileyerek, yeni bölümler
Ed-din ve din: Ya da vahyî din, neden beşerî; “beşerî din”, neden beşerüstü görünür?
May 24 2019, Cuma
Din, hayattır. Dinin hayatı ise, hakikat. Hayat, hakikatle kâim ve dâimdir. Hakikat yoksa, buharlaşmışsa, din de, hayat da yok olmaya mahkûm, demektir.DİN, HAYAT VE HAKİKATDin, hayat ve hakikat ilişkisini en iyi kavrayan düşünürlerin başındaNietzschegelir. O yüzden Nietzsche, Batı’da ve başka medeniyet coğrafyalarında din ve hayat ilişkisinin kazısını yapmış,yalnızca İslâm’ın hayatı öldürmediğine, diri tuttuğuna dikkat çekmiştir.Hayat, hakikatin şifrelendiği yerdir. Hayatı şifreleyen kaynak da,
Oruç, niçin benzersiz’dir?
May 20 2019, Pazartesi
Bütün ibadetlerin her birinin kendine özgü özellikleri, güzellikleri vardır. Namaz, kişinin içini onararak dış dünyasını inşa eder. Zekât, kişinin dışını, çevresini onararak iç dünyasını inşa eder.Orucu anlatmak sanıldığından da zordur.Oruç, bütün ibadetlerin özü ve özeti gibidir;dahası, bütün ibadetlerin özellikleri ramazan ayı boyunca oruçta özetlenir.ALLAH’IN BENZERSİZLİĞİ İLE ORUCUN BENZERSİZLİĞİNeresinden bakarsanız bakın,oruç,diğer ibadetlerden pek çok bakımdan ayrılanbenzersizbir ibadettir.
Artık hâriçten gazel okumayan bir Türk hâriciyesi’ne doğru...
May 12 2019, Pazar
Hâriciyemiz bir âlem, yaklaşık iki asırdır...“İşgal edilmiş, kurtarılmış alan” gibi sözümona Türk hâriciyesi. Hep belli aileler, çocukları, torunları cirit atıyor. Ya da belli bir zihniyet, Batı’ya göbekten bağımlı,Batıperest bir “şebeke” hâkim hâlâ Türk hâriciyesine!HÂRİÇTEN GAZEL OKUYAN HÂRİCİYEOLUR MU?Hâriciye, bir ülkenin dışa açılan kapısıdır, bağımsızlığının anahtarıdır.Ama bizim hâriciyemiz, hâriçten gazel okuma yapısıdır,Türkiye’nin gerçek anlamda bağımsız ol-a-madığının ispatıdır.Oysa gerçekte
Ortak medeniyet fikri ve Türk dünyası medya rejimi
May 06 2019, Pazartesi
Türk devletleri ama Türkçe konuşmuyorlar! Şaka gibi ama gerçek!Türk devletleri ama müşterek bir dile, müşterek büyük rüyalara, iddialara, medeniyet fikrine sahip değiller.Oysa hepsi de müşterek dilin, müşterek büyük rüyaların, iddiaların, medeniyet fikrinin çocuğu; hepsi de aynı medeniyetin havasını soludu; aynı medeniyetin ilimde, irfanda, hikmette çığır açıcı, bin yılımızı kurucu eserleri bu topraklarda Horasan ve Türkistan havzasında ortaya kondu; bu eserleri, klasiklerimizi, kurucu kaynaklarımızı
Bin yılı inşa eden Turkuaz Ruhu, önümüzdeki bin yılı da inşa edecek yegâne ruh!
May 03 2019, Cuma
Modern tarih, Avrupalıların Müslümanları Endülüs’ten sürmeleri, İslâm’ın kökünü kazımalarıya başladı.İber Yarımadası’nda Müslüman Arapların yaşadıkları “endülüs” (tarihten sürülme ve yok edilme) felâketi, Avrupalıların kendilerini toparlamalarını, tarihe girmelerini sağlayan atılımlarını, entelektüel, bilimsel, siyasî ve iktisadî devrimlerini borçlu oldukları, tarihten silme saldırganlığı gösterdikleri inanılmaz bir barbarlık örneğidir.Düşünsenize... Her şeyinizi borçlu olduğunuz bir medeniyeti
Kalbini yitirmişsen, gözüm var deme, boşuna! Göremezsin!
Nis 22 2019, Pazartesi
Göz, “emperyalist”tir: Tahakküm kurar.Kalp, gözün tahakküm kurma oyununu bozar.GÖZ SINIRLAR, KALP SINIRLARI YIKAR...Göz, göstererek anlamı sınırlar; kalp gizleyerek anlamı açar, ışık saçar...Göz görmez, gösterir. Radar gibidir gözün görmesi, radarın görmesi gibi: Radar, tarar ve arar; göz de tarar ve arar.Radarın görmesi, aradığını bulmasıyla sınırlıdır.Gözün görmeside buna benzer’dir; ama bunun aşılması gerektiğinin farkındadır göz.O yüzdengözün görmesi’nin ötesine taşan bir idrak, bir anlama kaygısı,
Akıl Çağı’nın bitişi, Algı Çağı’nın gelişi: Mutlak Sahte’nin zaferi
Nis 21 2019, Pazar
Türkiye’de yaşanan tedirgin edici bir durum var: Değerlerin aşınması, anlamın anlamsızlaşması, konformizmin yaygınlaşması, sefih sekülerleşme biçimlerinin bütün duyarlıkları, özellikle de bu toplumun ruhunu, ruh köklerini oluşturan İslâmî değerleri, hassasiyetleri, anlam haritalarını ve anlamlandırma pratiklerini buharlaştırması, herkesi tedirgin ediyor.Bu da, kaçınılmaz olarak, belirsizliğin, güvensizliğin, menfaatperestliğin, “gücü gücü yetene” ilkesizliğinin, sosyal darwinizmin, orman kanunlarının
Dikkat! Türkiye, Suriye’den sonra Doğu Akdeniz’de karadan ve denizden kuşatılıyor!
Nis 14 2019, Pazar
Nisan ayı...Tepe tepe Ermeni istismarının yapıldığı ve Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı bizim için gergin geçen bir zaman dilimi.Her Nisan ayı geldiğinde, bu yıl, hangi ülke, Ermeni tasarısını kınayacak acaba, diye beklemeye başlıyoruz...“ERMENİ İSTİSMARI” MEVSİMİ...Ermeniler,Batılıların, kendi günahlarını örtmek için Ermenileri kullanıyor olmalarındanrahatsız oluyorlar mı, pek emin değilim bundan.Ama emin olduğum iki şey var: Batılı emperyalist ülkelerin yöneticileri, içerde yaşadıkları
Türkiye’nin iki beka sorunu
Mar 08 2019, Cuma
Türkiye’nin beka sorunu yok diyen kişi, baştan, zokayı yutmuş, iki asırdır Türkiye’nin başına ne geldiğini bilmiyor demektir.Şunu bilelim:Türkiye, Tanzimat’la birlikte yönünü, Cumhuriyet’le birlikte yörüngesini yitirdi.Tarihi yapan, tarihi sürükleyen bir aktörden, Batılıların yaptığı tarihin önünde sürüklenen bir figürana dönüştü.Yönünü ve yörüngesini yitiren bir toplumun, “özgür” olduğunu, kendi kaderini kendisinin belirlediğini söylemek absürd bir şeydir.TÜRKİYE’Yİ İNGİLTERE VE ALMANYA İLE KARŞILAŞTIRIRSAK...İki
28 Şubat’ın iki büyük ihaneti!
Mar 01 2019, Cuma
Türkiye, iki asırdır çok büyük travmalar yaşıyor...İki asırdır, bu ülkede “ipler”, bu ülkenin has çocuklarının elinde değil –hâlâ!Türkiye, Fırat Kalkanı’yla birlikte bağımsızlığına kavuşma yolunda ilk tarihî adımı attı. Ama yolun başındayız henüz...Tanzimat’tan 28 Şubat’a kadar bu toplum, dışardan dayatılan, içerde celladına âşık elitler tarafından uygulanan travmatik ameliyatlarla hizaya getirilmeye, “adam edilmeye”, ehlileştirilmeye, mankurtlaştırılmaya çalışılıyor...200 yıllık adına modernleşme
Ölümü unutan insan, kendini bile hatırlayamaz
Şub 25 2019, Pazartesi
Hayatımızı ölüme borçluyuz. Ölüm olmasaydı hem hayat olmazdı hem de hayatın bir anlamı olmazdı; dolayısıyla, hayatın anlamını idrak edebilmek imkânsızlaşırdı.Ölüm, hayattan da gerçektir, bu anlamda: Hayatı vareden, görünür kılan, anlaşılır hâle getiren, değerini idrak etmemizi sağlayan muazzez bir gerçek.ÖLÜM ANAHTARI’YLA AÇILIR HAYATIN KAPISI...Ölüm, yok oluş değil; yeniden doğuştur bizim inancımızda. Yenilenerek doğuştur -yeni, taze bir hayata.Burada münhasıran haşir hakikatinden söz ediyorum
Makina, insanı ve dünyayı yok olmanın eşiğine sürüklerken...
Şub 01 2019, Cuma
Hümanizm, insanın tanrılaştırılması sürecinin adıdır.Heidegger, modernliğin felsefî temellerini atan bu süreci, “insanın her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltilmesi” olarak tarif eder.Hümanizm’le başlayan, insanı tanrılaştıran bu yolculuk, sonuçta, post-hümanizm’e (insan-sonrası’na) doğru yol alıyor hızla...Gelinen nokta, transhümanizm (insan-ötesi) olarak adlandırılıyor.Mikrobiyoloji, yapay zekâ, genetik mühendisliği gibi alanlarda yapılan çalışmalar, makinanın insanın önüne geçmesiyle, insanı
Önümüzü açacak öncü kuşak için 100 Kitaplık Okuma Listesi-4. Aşama
Oca 28 2019, Pazartesi
Türkiye’nin en hayâtî sorunu, eğitim sorunu.Çok üniversite açarak yani yatay eğitimle bir yere gidemeyiz.Aslolan dikey eğitim üzerinde kafa patlatmak, yani kaliteli, nitelikli, çaplı insanlar yetiştirecek, dünya çapında eğitim kurumları inşa edebilmektir.Bu tür eğitim kurumlarında tohumlarını ekeceğimiz, ilim / bilme, irfan / bulma ve hikmet / olma yolculuğuna çıkacak, bu dünyada yaşayacak ama bu dünyayı yaşamayacak, insanlığın yükünü omuzlarında taşıma bilinciyle nefes alıp verecek, pergelin sabit
Bugün Venezuela, yarın Türkiye!
Oca 27 2019, Pazar
Batı’da geliştirilen demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler ve insan hakları gibi söylemler, öncelikli olarak Batı toplumları için geliştirilmiş söylemlerdir.Şurası kesin: Dünyanın hiç bir yerine, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları götürmedi Batılılar. Bunun bir örneği bile yok!Aksine, demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler ve insan hakları söylemlerini, sadece sömürülerini örtbas etmek ve hegemonyalarını pekiştirmek için kullanıyor Batılılar!Batılılar, dün, her yeri işgal ettiler, insanlığın
İnsanlığı yok edecek nihilizm felâketi ve Türkiye’nin tarihî yükümlülükleri
Oca 21 2019, Pazartesi
Batılılar, modernlikle birlikte büyük devrimler yaptılar: Düşünce devrimleri, bilimsel devrimler, iktisadî devrimler...Bu devrimler, başlangıçta, büyük umutlar doğurdu: Batılı insan, artık her şeye hâkimdi, her şeye çeki düzen verebiliyordu; öyle ki, bütün hastalıkları yenebiliyor, acıyı yok edebiliyordu...Bütün bunlar 18. yüzyılda -Kant’tan esinle söylemek gerekirse- insanın, elbette ki, Avrupa insanının epistemolojik iyimserlik katsayısını artırmaya yetmişti.Ama 19. yüzyılla, özellikle de 20.
Türkiye’nin önündeki takoz: FETÖ zihniyeti!
Oca 20 2019, Pazar
Bazı Makyavelist çıkarperest tiplerle, devlet içinde yuvalanmaya çalışan yıkıcı kliklere mensup bazı tipler, önlerine çıkan herkese, her oluşuma buldozer gibi saldırıyorlar ve samimi, dürüst, ilkeli, ehliyet, liyakat ve asalet sahibi kişilerin hayatlarını iftiralarla, yalanlarla söndürmekten çekinmiyorlar!Burada çok tehlikeli bir gelişmeye dikkat çekiyorum; burada yazdıklarımı, devletin bütün yüksek bürokratlarının, özellikle de Adalet Bakanı’mız Abdülhamit Gül Bey’in dikkatle okumasını istirham
Necip Fazıl’a ve Nuri Pakdil’e saldırmanın dayanılmaz hafifliği!
Oca 18 2019, Cuma
İsmi lazım değil, bir CHP genel başkan yardımcısı, son zamanlarda önüne gelene saldırıp duruyor...CHP’de müstakbel başkanlık yarışına hazırlanıyor, muhtemelen.Genel başkanlık yarışı yapabilir bir başkan yardımcısı, elbette ki.Ama çiğlikle, sığlıkla, önüne gelene saldırarak yapılan bir başkanlık yarışı, gider duvara toslar. Biri hatırlatmalı bunu bu kişiye.Siyasetin de bir asaleti olmalı, siyasetçinin yaptığı bir eleştirinin de bir anlamı, bir değeri olmalı, değil mi?Neredeyse her çıkışı çiğlik ve
Türkiye’nin ve Müslümanların “Araplar”la imtihanı
Oca 14 2019, Pazartesi
İslâm’ın gelişi, insanlık tarihinde bir milattır: İslâm, ilk yarım asrında, Doğu’da Çin’e, Pasifik’e; Batı’da İber Yarımadası’na, Atlantik’e kadar yayıldı: Tarihte benzeri görülmemiş bir hâdisedir bu. Tarih felsefecileri, İslâm’ın “yıldırım hızı”yla yayılmasını açıklamakta zorlanırlar.İSLÂM GÜNEŞİDüşünsenize... İslâm, doğuşu itibariyle, üç bin yıllık muazzam Çin medeniyetini de, iki bin yıllık Hint medeniyetini de, can çekişen Roma uygarlığını da, Kilise ekümenini de izafileştirmiş, tarihin gerisine
Aslında, ne oldu?
Oca 04 2019, Cuma
Önce ezber bozacak bir cümle kurayım -izninizle: Biz, yenilmedik; biz, “yenildik” dediğimiz zaman, yenildik.Yani?Yanisi şu: Biz, zihnimizi kaybettik; zeminimizi yitirdik; zaman bizim eserimiz değil, biz zamanın esiriyiz.Ama farkında bile değiliz bunun. İliklerimize kadar yaşadığımız, zihnimizi körleştiren, kendimize de, dünyaya da şaşı bakmamıza neden olan epistemik kölelikten ötürü.Bu haftaki yazılarımda, biraz derin nefes alarak, bir tarih felsefesi yapmak ve dünyada aslında ne olduğunu, bize
Değişkenlerin sâbite katına yükseltilmesi: Epistemik kölelik ve Tarihselcilik sefâleti (2)
Ara 31 2018, Pazartesi
Tarihselcilik, Almanya’nın darmadağınık olduğu bir zaman diliminde bir Alman ruhu icat ederek Almanya’yı toparlamak amacıyla doğdu, esas itibariyle.Farklı kültürlere, dillere kapı aralayan bir arayış olarak.Zamanla, izafîleştirici, her şeyi kayıtlı zamana ve mekâna kilitleyici, dolayısıyla insanı tanrılaştırıcı, tarihi kutsayıcı özellikleri nedeniyle kıyasıya eleştirildi; sonunda, Karl Popper tarafından hurdaya çıkarıldı.Tarihselciliğin, tarihi mutlaklaştırarak hakikati izafîleştirici özelliğinin,
Nizamülmülk bin yaşında...
Ara 24 2018, Pazartesi
İslâm medeniyetinin ilk büyük kriz zamanları... Hem yıkılış hem de yeniden kuruluş sancıları...Bir yanda, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayan, İslâm dünyasını harabeye çeviren Moğol saldırıları...Öte yanda, Haçlıların, girdikleri her yeri yağmaladıkları, İslâm dünyasını kana boyadıkları, sadece Müslümanları değil Yahudileri ve lokal dinlerin, kültürlerin müntesiplerini de kitleler hâlinde kılıçtan geçirdikleri, katliam üstüne katliam yaptıkları, hiç bitmeyen, hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken,
İki çapraz İran stratejisi
Ara 23 2018, Pazar
İki İran stratejisi var: Birincisi, küresel sistemin İran stratejisi.İkincisi, Türkiye’nin İran stratejisi.Sistem, uzun vadede, en az 50 yıllık süreçte, mağdur duruma düşürerek İran’ın önünü açıyor...Amaç, bin yıl önceki oyunu sahnelemek: Sahte bir mezhep çatışması icat ederek, İslâm dünyasınının omurgasını oluşturan Ehl-i Sünnet şemsiyeyi parçalamak. Bu süreçte İran’ı kullanmak.Türkiye’nin İran stratejisi, bu tezgâhı gören, derinlikli bir strateji.Oyuna gelmemek, oyunu görmek ve oyunu püskürtmek.Bu
Aile çöküyor, toplum çatırdıyor... Nizamülmülk’ün “gece orduları” gerek bize...
Ara 17 2018, Pazartesi
Hayat, sâbiteler ve değişkenler arasındaki diyalektiğin, etkileşimin sonucunda yeşerir.Dahası, hayatı varkılan, insanı yaşatan “kültür” de, sanat da, fikir de, siyaset de sâbitelerle değişkenler arasındaki diyalektik ilişki üzerinden işler.SÂBİTELER, DEĞİŞKENLERE RUH ÜFLEYECEK KADAR GÜÇLÜ DEĞİLSE, TOPLUM ÇÖKER...Sâbitelerini yitiren toplumlar, kaçınılmaz olarak, değişkenleri, sâbite katına yükseltirler.Bizde, bizim medeniyetimizde hayatımıza yön veren dinamikler, değişkenler üzerinden şekillenen
Medeniyetsiz edebiyat, edebiyatsız medeniyet olmaz, yaşayamaz!
Ara 16 2018, Pazar
Kışkırtıcı ve de tedirgin edici bir cümleyle giriş yapayım yazıya: Bu toplumun edebiyatı yok. Yok; çünkü toplum yok. Ruhu olan; sözü olan; dünyaya, insanlığa ruh üfleyebilecek kalibrede bir toplum yok bu ülkede.Toplum, “ceset” olarak var; ama ruhu yok. Yok; çünkü bir medeniyeti yok.Medeniyet, bir toplumun gökkubbesidir; ruhunun da, sözünün de, insanlığa sunabileceği çağ’ın da, çağrı’sının da toplumun derinlerinde köksaldığı, yeşerdiği, göklere açılabilmesini sağlayabilecek gürül gürül akan, hakikate
İbrahim Emiroğlu Hoca’ya sahip çıkılmalı, itibarı iade edilmeli!
Ara 14 2018, Cuma
Yüreği ülkesi için, mazlum Müslüman coğrafya için, insanlığın geleceği için atan bir ilim ve fikir adamı.Yüzlerce konferans vermiş, gençlerin elinden tutmuş, çoluğunu çocuğunu ihmal etme pahasına yürek ülkesinin çocuklarını, öncü kuşaklarını yetiştirmek için gecesini gündüz yapmış bir dava adamı.Lekesiz bir insan.Güzel bir insan.İlminin hakkını veren, zekâtını vermek için her tür zorluğa göğüs geren, fikir çilesi çeken, mantık bilimini Mevlânâ üzerinden tasavvufu okuyarak yeniden inşa eden, mantığı
Üç tavır: Göre, Karşı, Rağmen
Ara 09 2018, Pazar
Türkiye’de bazı İslâmî çevreler, İslâm’ı modern veya postmodern söylemler ve kavramlar üzerinden yani Batı’ya Göre tanımlama ve yorumlama çabası sergiliyorlar.Bazı çevrelerse, İslâmî değerleri, ilkeleri, kaynakları korumak adına reaksiyoner tavırlar geliştiriyorlar, böylelikle İslâmî değerleri, ilkeleri, kaynakları savunduklarını zannediyorlar.İki tavır da çıkmaz sokaktır.Yaklaşık iki asır önce başlayan medeniyet krizinin bizi sürüklediği çarpık yolculuğun getirdiği iki zihnî savrulmadır.İki asır
Ölüm gerçeği, gerçeğin ölümü ve gerçekliklerin tutsaklaştırıcı dünyası
Ara 02 2018, Pazar
Tarih, gerçekleri katleden gelip-geçici gerçeklikler mezarlığıdır; o yüzden ölüdür, diriltilmelidir.Çağımızın tanrısı, gerçekleri gölgeleyen ayartıcı gerçekliklerdir.Ölüm, değişmez gerçektir; dünya, gelip geçici gerçeklik.GERÇEK BİRİCİKTİR, GERÇEKLİK BİRİKİNTİÇağımızda gerçek değil, gerçeklik kral; sahicilik değil, sahte kural.Gerçek gizlidir; gizlenir; o yüzden gizemlidir.Gerçek köklüdür, derinlerde kök salar; o yüzden asildir, insanı asalet sahibi kılar.Gerçeklik sahtedir, geçicidir; sahte ve
Özgürlük tutsaklığı, kulluğun öz-ü-gürleştirici gücü
Kas 26 2018, Pazartesi
Özgür bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilir miyiz?Görünüşe bakılırsa özgürlüklerin tavan yaptığı bir çağda yaşıyoruz; peki, gerçekte de öyle mi?Özgürlük kavramı kadar iğdiş edilen, çarpıtılan, “sömürülen” başka bir kavram olmasa gerek şu çivisi çıkmış, feleğini şaşırmış dünyada.Çağımızda hem köleleşmenin, hem de her türlü köleleştirme biçiminin adı oldu “özgürlük”.İnsanlık, özgürlük kavramının tutsağı, her şeyden önce.İnsanın, kendi beninin, bedeninin, bencilliğinin, fetişlerinin köleleştirici,
Tehlike büyük: Peygambersiz, âmentüsüz bir İslâm icat etmek istiyorlar!
Kas 19 2018, Pazartesi
Adım adım “geliyorum!” diyen bir felâket var: Peygambersiz, mezhepsiz ve âmentüsüz bir İslâm icat etmek istiyorlar!Burada söyleyeceklerim hayâtî: Özelde Müslümanların, genelde insanlığın geleceğiyle ilgili.Daha önce burada yayımlanan bir yazımı gözden geçirerek bir kez daha paylaşmak istiyorum.İSLÂM’DAN SÖZETMEK,GELECEK’TEN SÖZETMEKTİRİslâm’dan, İslâm medeniyetinden, İslâm tarihinden sözetmek, gelecekten sözetmektir.İnsanlığın susuzluğunu giderecek ruh aşısı yapmak, yaralanan insanı, tarûmâr edilen
Türkiye’nin Kemalizm’le imtihanı
Kas 18 2018, Pazar
Önceki yazımda, İslâmî kesimlerin provokasyonlar konusunda dikkatli ve duyarlı olmaları gerektiğini vurgulayarak basiretli olunması çağrısı yapmıştım.Bu yazıda ise, bu kez, Kemalist / laik kesimlere, akl-ı selim, basiret, sağduyu çağrısı yapacağım.Kemalizm eleştirilerimi, hakaret etmeden, açıkça, dürüstçe yazacağım; umarım, Kemalist kesimler (örneğin Odatv’nin, her Kemalizm yazımdan sonra yaptığı gibi!) “vurun abalıya!” ilkelliğiyle değil, hoşlarına gitmeyen teorik gözlemlerimi benimsemeseler de
Dikkat! Türkiye’nin sosyolojisi metamorfoz geçiriyor!
Kas 12 2018, Pazartesi
Türkiye Gençlik STK’ları Platformu, gençlerdeki köklü kimlik değişimini ortaya koyan bir kamuoyu araştırması yaptı.Elde edilen sonuçlar, gelecek adına düşündürücü hatta ürpertici!Araştırmaya göre, gençlerin % 31’i kendini milliyetçi, % 29’u Atatürkçü, % 16’sı muhafazakâr, % 12’si dindar, % 11’i ise demokrat olarak tanımlıyor.Bu sonuçları nasıl okumalıyız, peki?TOPLUM,METAMORFOZ GEÇİRİYOR!Önce hayatî bir noktanın altını çizmek gerekiyor: Gerçeklerle yüzleşmekten kaçanlar, gerçeklerin zamanla yol
Kültüre ve gençliğe sahip çıkamazsak, yok oluruz!
Kas 11 2018, Pazar
“Kültür”, bir toplumun ruhunun, ruh köklerinin kaynağıdır; gençlikse, bu ruhun yaşamasını ve yaşatılmasını sağlayan umudun pınarı.“Kaynak” kurursa, “pınar” akmaz, zamana direnen asırlık “çınarlar” yıkılır...“Kültür”ün çözülmeye, gençliğin çürümeye, “çınarların” yıkılmaya ramak kaldığı zorlu günlerden geçiyoruz...“Kültür”leri çözülen toplumların kurucu “kaynakları” kurumaya, gençliği yok olmaya, “çınarları” tarih olmaya mahkûmdur.KÜLTÜR POLİTİKASI OLMADAN ASLÂ!Türkiye’nin güçlü ve köklü bir kültür
Çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşen bir zihinle İslâm’ı tarumar ederiz sadece!
Eki 14 2018, Pazar
Son zamanlarda, Batı’da bile çoktan terkedilen akılcılık projesini İslâm dünyasına “satmaya” çalışan tipler türedi.Bunlar akılcılığı felsefî olarak tartışabilecek çapta kişiler olmaktan uzaklar.“Dini hurafelerden temizleyeceğiz” diyerek, sığ bir akılcılık, kör bir bilimcilik gibi çağdaş hurafeler üretiyorlar!Kur’ân’ı, akılcılıkla, bilimcilikle yorumlamaya çalışıyorlar! Dini, ruhsuzlaştırıyorlar!Din, aklı da, bilimi de aşan bir anlam ve ruh dünyasına sahiptir.Aklı, bilimi, çağı, eksene alarak Kur’ân’ı
Din’e uyacağız, din’i kendimize uydurmayacağız...
Eki 12 2018, Cuma
Din, Allah’tan (cc) gelmiştir; o yüzden bütün tanımların ve sınırların ötesine uzanır ve hayatımıza hem mânâ hem de ruh katar.Akıl, bilim, çağ sınırlıdır. O yüzden zamanla ve mekânla kayıtlıdır; o yüzden aklın nefesi sınırlı, bilimin ve çağı ufku değişkendir, gelip geçicidir.O yüzden, Din’in akla indirgenmesi, bilime ve çağa göre yorumlanmaya çalışılması, dini ruhsuzlaştırır, tanınamaz hâle getirir ve hayattan uzaklaştırır sonunda.Batı’da Protestanlıkla / Modernlikle birlikte yaşanan felâket budur
Dünya da, Müslümanlar da İslâm’ın evrensel kozmopolis’ine gebe..
Eki 01 2018, Pazartesi
Peter Watson, 16. yüzyılda, dünyaya uzaydan gelen bir yaratığın, dünyanın Pasifik’ten Atlaktik’e kadar İslâm’ın yayıldığı bir yer olduğu kanaatine varacağını söyler.18. yüzyıla gelindiğinde, İslâm’ın dünya üzerindeki topraklarının Hıristiyanlığın üç katı olduğuna dikkat çeker.Bügün bu tablo tam tersine dönmüştür.İyi de, neden?Bu soru, üzerinde ayrıca kafa patlatılmayı hak eden hayatî bir soru.Bu yazıda, İslâm medeniyetinin biricikliği meselesinin ve dünyanın da, İslâm dünyasının da İslâm’ın evrensel
Yayıncılık can çekişiyor; âcil önlem alınmalı!
Eyl 21 2018, Cuma
Kitap biterse, söz de biter. Söz biterse, hayat anlamını yitirir, toplum çöker.Hayatın bir anlamı var. Hayatın anlamını, insan, evvelemirde, kitaplarla kavrar.Kitapsız bir dünya, ruhsuzlaşır; her tür barbarlık biçiminin istilâsına uğrar...KİTAP ÖLÜRSE, HAYAT RUHSUZ BİR ÇÖLE DÖNER...Bu keskin cümleleri, dövizdeki dalgalanmanın kitap dünyasını, yayıncılık hayatını fenâ hâlde vurması nedeniyle kurdum.Bir yandan görsel kültürün her yeri istilâ etmesi, zihin setlerimizi, duyarlıklarımızı, hayatı yaşayış
Macron’un “laiklik uyarısı” ne demek oluyor şimdi?
Ağu 31 2018, Cuma
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “ortada fol yok, yumurta yokken”, pattadanak, “Türkiye laiklikten İslâmî bir yöne doğru kayıyor. Bundan endişe duyuyoruz” dedi.Küresel kaos AB ülkelerini de vururken, Trump, Fransa ve Almanya gibi önde gelen AB ülkelerine de ekonomik tehditler savururken, Macron, niçin böyle bir açıklama yaptı şimdi?Kim adına, ne adına, niçin konuşuyor Macron?İyi de, Macron, kim?AB’nin patronu Almanya mı konuşturuyor Macron’u; yoksa küresel sistemin patronu, Macron’un destekçisi ABD’deki
Şizofreni’nin resmi: Bayram telâşı ve tatil kaçışı
Ağu 20 2018, Pazartesi
Bir yanda, bayram arefesinin tatlı telâşı, bayram günlerinin heyecanlı hazırlıkları...Öte yanda, insanın şehirden, insanlardan, bayramdan tatile kaçışı, dekadansla dans’ı: İşte bizim yaşadığımız şizofrenin hikâyesi, resmi, en iyi göstergesi.İstanbul boşaldı... Kimse kalmadı...Kimileri sıla-i rahim için memleketlerine gitti; kimileri de şehri terketti, plajlara akın etti.Ege ve Akdeniz sahillerindeki otellerin günler öncesinden dolduğunu söylüyor televizyonlar...Bayrama da, dinlenmeye de ihtiyacımız
Türkiye’yi bize vermek istemiyorlar! Alabilecek miyiz, peki?
Ağu 19 2018, Pazar
Dünyanın hâl-i pür melâlini şöyle özetleyebiliriz:Batılılar, miyop.Müslümanlar, hipermetrop.Asyalılar, astigmat.“Latin Amerika” mı? Adı bile yok!BÜTÜN DÜNYA BATI’NIN ESERİ BÜTÜN DÜNYA BATI’NIN ESİRİ!Batılıları “miyop” olarak nitelendirmem, şaşırtıcı gelebilir: Öyle ya, bilim, düşünce, sanat, Batılıların eseri değil mi?Doğru: Bugün bütün dünyanın kullandığı temel kavramlar ve kurumlar Batılıların eseri: Yaklaşık üç asırdır, yalnızca Batılılar üretiyor, bütün dünya da tüketiyor...Buradan çıkarılabilecek
Akılla bilirsin, kalple bulursun, ruhla olursun
Ağu 10 2018, Cuma
Aslolan bilmek değil, olmak’tır.Aydınlanma aklı ve düşüncesi üzerine kurulan üniversite için, mesele bilmektir. Aydınlanma’nın tohumlarını eken bilimsel devrimin kurucu babalarından Francis Bacon’ın ünlü “bilgi güçtür” aforizması, modernlerin, bilme çabasını, gücü ele geçirme kaygısına dönüştürmelerine yol açtı.AYDINLANMA’NIN KARARTMA’YA DÖNÜŞMESİ...Çağdaş / modern üniversite, işte bu temel üzerine bina edildi. Buna da hurafelerden kurtulma, aydınlanma çabası, denildi. Oysa yapılan şey, çağdaş /
Emperyalist her yerde: İstikametin üzerinde titre! (1)
Ağu 05 2018, Pazar
Emperyalist her yerde: Dünyada, coğrafyamızda, ülkemizde, eğitim sistemimizde hatta evimizde ve cebimizde...Adeta bir şeytan gibi içimizde ve dışımızda kol geziyor, bizi perişan ediyor, dahası günümüzde ayartıcı nitelikler kazandığı için, zihinlerimizi işgal edecek biçimler alarak bizi kendisine âşık ve esir ediyor!O yüzden, İstikametin üzerinde titre, diyorum.Ve ekliyorum: İstikametini kaybedersen, hiç bir yere ulaşamazsın çıkmaz sokaklardan başka!Burada, dünyayı daha iyi, daha derinlemesine tanımamıza
Eğitimde devrim yapabilirsek tarihi biz yapmaya başlayabiliriz yeniden...
Tem 30 2018, Pazartesi
Medeniyetlerin beşiği Asya, çekirdeği de bizim ve hinterlandımızın bulunduğu Doğu Akdeniz’le Hint Okyanusu arasındaki Maveraünnehir havzasıdır.Bütün medeniyetlerin kaynağını oluşturan dinler, dinlerin yeşerttiği ve medeniyetlere dönüştürdüğü düşünce, bilim, sanat, siyaset ve ahlâk gelenekleri bu havzada neşvünemâ bulmuş, buradan dünyaya yayılmıştır.MEDENİYETLERİN DE KÖKENİNDEDİN VARDIRÇin, Hint, Sümer ve Mısır medeniyetlerinden “Amerika” kıtalarındaki Maya, İnka, Aztek medeniyetlerine, onlardan
Cemaatler, Ehl-i Sünnet omurga ve geleceğimiz
Tem 23 2018, Pazartesi
Dünya küreselleşti. Küreselleşme süreci 1970’lerde ABD’de, 1980’lerde Avrupa’da, 2000’li yıllarda da bütün dünyada hissedilmeye, yaşanmaya başlandı.Küreselleşme, sınırları ortadan kaldırdı; bu doğru. Ama öte yandan da ekonomik, kültürel ve entelektüel sınırların ortadan kalkması, beklenebileceği gibi, insanın, insanlığın ufkunu genişletmedi.Aksine, berbat bir ufuk daralmasına yol açtı.Özellikle ABD’de üretilen tek tip bir kültüre mahkûm ve mahpus etti bütün insanlığı.Dünyayı tektipleştirdi, bütün
15 Temmuz direnişi, diriliş ruhuna dönüştürülmeli
Tem 15 2018, Pazar
15 Temmuz, NATO’nun FETÖ eliyle gerçekleştirdiği bir darbe ve işgal girişimiydi.Bin yıl adalet, hakkaniyet ve kardeşliğin yeryüzünde hâkim olması için mücahede eden, mücadele veren bu toprakların çilekeş insanlarının nihâî olarak tarihe gömülme saldırısıydı.Ama bu toplum, bu saldırıyı, destansı bir direnişle püskürttü ve tarih yazdı.Bize düşen, 15 Temmuz gecesi tankların önünde dimdik durarak yazdığımız destansı tarihi, ortaya koyduğumuz tarihî direnişi, bir diriliş ruhuna dönüştürerek tarih yapmaktır.15
Topçu’nun düşüncesi: İrade metafiziği ve postmodern krizi öngörmesi
Tem 09 2018, Pazartesi
10 Temmuz, Cumhuriyet döneminin en parlak düşünürlerinden Nurettin Topçu’nun vefat yıldönümü.Cumhuriyet döneminde, eşiğine sürüklendiğimiz ontolojik yok oluş sürecinde, ülkeye, ülkenin çölleşen düşünce, kültür, sanat hayatına metamorfoz yemiş, celladına âşık garpzede tasmalı çekirgelerin bir heyulâ gibi “çöreklendiği”, ruh köklerimizin kurumaya ramak kaldığı o ürpertici kış mevsiminde bu toplum, önümüzü açacak, semamızı aydınlatan yıldızlarını çıkarmayı başardı.Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a, Nurettin
Ruh dolu bir eğitimin üç kaynağı: Aile, şehir ve idealist eğitimciler
Tem 08 2018, Pazar
Eğitim meselesi, bu toplumun en temel varoluş meselesidir.Günübirlik, gelip-geçici çözümler, eğitimi iyice içinden çıkılmaz hale getirir, kangrene çevirir.O yüzden kalıcı, köklü ama somut çözümler üzerinde kafa yorabilirsek, eğitim meselesinde bir mesafe katedebiliriz.Bu yazıda, orta ve uzun vadede (10-25 yıl gibi bir süreyi eksene alarak) eğitimde atılması gereken köklü, kalıcı ve somut adımlara ilişkin bazı önerilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.BİR TOPLUMUN ALTINI OYMAK MI İSTİYORSUNUZ: EĞİTİMİNİ
Eğitim, kültür ve medyada büyük atılımın beş şartı
Tem 06 2018, Cuma
Eğitim, bu ülkenin en temel, en âciliyet kesbeden sorunudur; varoluş sorunumuzdur.Terörden daha önemli, daha hayatî bir sorundur.Eğitimde, medeniyet dinamiklerimiz ekseninde devrim yapar ve büyük bir atılıma imza atarsak, kimse durduramaz bizi.Eğer eğitimi ihmal edersek, yanlış işler yaparsak, yok olmaktan kurtulamayız -Allah muhafaza.EĞİTİM MESELESİ, BİR MEDENİYET MESELESİDİREğitim meselesi, bir medeniyet meselesidir. Güçlü bir medeniyet tasavvuruna sahip olmayı gerektirir.Medeniyet tasavvuru,
Önümüzü açacak öncü kuşak için 100 Kitaplık Okuma Listesi- 3. Aşama
Tem 02 2018, Pazartesi
Eğitim sistemimiz, bir medeniyet perspektifi, bir aidiyet bilinci kazandıramıyor genç kuşaklarımıza, ne yazık ki.Eğitim sistemimize damgasını vuran pozitivist, seküler ve ezberci mekanizma (sadece yetenek öğüten ruhsuz makina), çocuklarımızı zihnen sömürgeleştiriyor, bizim medeniyet dinamiklerimize, birikimimize, ideallerimize yabancılaştırıyor yalnızca.Bu durum, böyle gitmez.Dünyada hiç bir ülke, kendi çocuklarını, kendi medeniyet ideallerini, ruhköklerini, değerlerini, anlam haritalarını yoksayarak,
Fuat Sezgin Hoca, pergeli medeniyetimize sâbitledi, gitti...
Tem 01 2018, Pazar
Dünyanın tanıdığı, takdir ettiği ama bizim hiç tanımadığımız, sürgün ettiğimiz Fuat Sezgin Hoca, vefat etti.Çok büyük bir âlimdi; emsalsiz ilim aşkı, yorulmak bilmez çalışkanlığı ve yazdığı eşsiz eserleri, onu, dünya çapında saygı duyulan bir ilim adamı yapmıştı.HAYATI, YÜZYILLIK TRAVMATİK TARİHİMİZLE ÖZDEŞTİ...Nev-i şahsına münhasır bir insandan, bir topluma, Allah’ın bir kaç yüzyılda bir lûtfettiği bir dehadan sözediyoruz.Hayatı, Türkiye’nin yüzyıllık travmatik tarihinin özeti gibiydi.Yok oluşun
Erdoğan’a 20 öneri
Haz 29 2018, Cuma
1-İslâmî duyarlıkları güçlü, dünyayı iyi tanıyan, vizyonu geniş, dertli, çaplı öncü bir kadro kurulmalı; kifâyetsiz, muhteris, kendi çıkarlarını düşünen ruhsuz tipler temizlenmeli.İlke şu: Yol, sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle yürünür...2-Değerlerimizi çözen, İslâm’la ilişkisini sıfırlayan ‘’salaş’’ bir kuşak yetiştiren, gençlerimizi sığ, ruhsuz Batı kültürünün kölesi haline getirerek mankurtlaştıran eğitim, kültür ve medyada devrim yapılmalı.Eğer bu üç alanda devrim yapılmazsa, 20
Besmele, hamdele ve salvele’yle çıkacaksın yola...
Haz 25 2018, Pazartesi
Büyük düşünür Heidegger, “tefekkür etmek, teşekkür etmektir” (“Denken ist danken”) demişti.Bizim irfânî geleceğimizin tam ortasından konuşuyor gibidir Heidegger burada.En önemli esin ve besin kaynaklarından birinin Sühreverdî olduğunu bizzat kendisi itiraf ettiğine göre, bunda şaşılacak bir şey olmasa gerek.İNSAN, “BAĞIMLI” VE “BORÇLU” BİR VARLIKTIR...Teşekkür etmek, şükretmek demek.Hayatın, sadece kişinin kendisinden ibaret olmadığını, hayatta başkalarının, başka insanların, başka varlıkların da
Tarihin nasıl yapılacağına karar vereceğiz...
Haz 24 2018, Pazar
Bugünkü seçimde, tarihe karar vereceğiz: Sadece ülkemizin değil, yakın gelecekte bölgemizin ve dünyanın alacağı şeklin ne olacağına...Bu kadar önemli olacak seçimimiz.TÜRKİYE, VESAYET REJİMİYLE DURDURULDU!Türkiye, iki asır önce rotasını, bir asır önce de yörüngesini kaybetti.Türkiye’nin bu iki asırlık travmatik serüvenini, önce sürükleniş, sonra yok oluş, son olarak da toparlanış serüveni olarak tarif etmiştim.Türkiye, diğer ülkeler gibi, dışardan fiilen sömürgeleştirilemedi ama içerden Batıcı elitler
Üç Ayşe Şasa: Sanatçı, düşünür, bilge
Haz 22 2018, Cuma
Bu dünyadan bir Ayşe Şasa geçti...4 yıl önce, bize, bu ülkenin “sahipsiz” çocuklarına, üzerinde umarsızca “debelendiğimiz” yitik hazinenin, diriltici fikir, sanat ve hayat hazinesinin kodlarını bitimsiz bir aşkla ve yılmaz bir çileyle şifreledi gitti...Bize düşen, onun şifrelediği hazinenin kodlarını deşifre etmek, fikir, sanat ve hayat dünyamıza yenileyerek takdim etmek...AYŞE ŞASA’NIN HİKÂYESİ VE TÜRKİYE’NİN TRAVMATİK HİKÂYESİ...Ayşe Şaşa’nın hayat hikâyesi, Türkiye’nin fırtınalı, dalgalı ve çalkantılı
Çağ körleşmesi ve ruh üşümesi: Sûr’a üfleme vakti şimdi... (2)
Haz 18 2018, Pazartesi
Doğu da yok, Batı da aslında.Batı bir inşa; Doğu’ysa bir kurgu, bir Batı kurmacasıyalnızca.BATI, HAKİKAT’İ YİTİRDİ; DOĞU,DERİN BİR UYKUYA GÖMÜLDÜ...Batı, hakikati yitirdi; yetmedi, insanın hakikat arayışını da bitirdi: İnsanı çöle mahkûm etti; ayartıcı / pornografik ve saptırıcı / pagan bir açmazın, film, müzik ve spor endüstrisinin neo-pagan âyinlerinde kaybolan baştan çıkarıcı bir çıkmaz sokağın eşiğine sürüklüyor insanlığı...Doğu’ysa, hakikatin üzerinde derin bir uykuya gömüldü: Batı’nın ayartıcı
Çağ körleşmesi ve ruh üşümesi: Sûr'a üfleme vakti şimdi...
Haz 17 2018, Pazar
Çağdaş insan’dan sözedip duruyoruz da; yok öyle biri!Çağ da yok; insan da artık.Çağ, bir ağ!Devâsâ bir ağ hem de!Çağdaş insan’sa, ağdaş sadece!Kendi’nin, kendi hakikatinin, kendini hakikate irtibatlayan ulvî bağ’ın önünde bir takoz, ayartıcı ve saptırıcı bir ağ’a dönüşen çağ da; sürgit ayartılan ve hakikatten kaçan ağdaş insan da.ONTOLOJİK VOYERİZMİN ZAFERİ:İNSANIN ONTOLOJİK FELÂKETİ!İşte çağdaş insan, kendini hakikate rapteden, bütün âlemleri temâşâ ettiren, gezdiren, yaşatan ulvî bağ’ı yitirdiğinden
Ramazan, ümmîleşme seyrüseferi; bayram, ümmetleşme zaferi
Haz 15 2018, Cuma
Ramazan, arınma ve toparlanma iklimi, yenilenerek doğrulma ve yeniden doğma mevsimi…Diriltici bir ümmîleşme seyrüseferi: Zihni, kirlerden temizleme; insanı, özüne döndürme, kendine getirme; özetle, taze bir ruhla donanma seferi...Bayramsa, toparlayıcı, kenetleyici ve yekvücut kılıcı ümmetleşme zaferi: Taze bir heyecanla ve kanatlandırıcı bir neşeyle seküler / bölmeli zamanı durdurma, bütün ayrıcalıkları ortadan kaldırarak bütünleşme, hâlleşme ve helâlleşme, kardeş olma ve coşma zemini…Bu sütunda
Hakikat neresi, siyaset nereye düşer?
Haz 11 2018, Pazartesi
Bendeniz, az da olsa, yazdığım siyasî yazılarda bile, hâdiselere siyaset açısından değil, hakikat açısından baktım hep.Çünkü siyaset kurucu bir kaynak değil, koruyucu bir barınak olabilir, yol açabilir sadece... Hakikatin yani kurucu kaynağın ışığında, elbette.O yüzden ülkemizde, medeniyet coğrafyamızda ve dünyada yaşanan sorunlara, Müslümanca idrak ve düşünme melekelerini harekete geçiren, bütünlüklü, kuşatıcı medeniyet perspektifiyle yaklaşıyorum her zaman.VAROLUŞSAL SORUNLARA MEDENİYET ÖLÇEĞİNDE
Süleymaniye, Sinan’ın ibadeti; senin ibadetin ne, peki?
Haz 04 2018, Pazartesi
Piyer Loti Tepesi, İstanbul’un temâşâ edileceği en iyi yerdir. Tarihî Yarımada’dan Üsküdar’a, Haliç’in sırtlarından Kağıthane’ye ve Sütlüce’ye kadar İstanbul avucunuzun içindedir adeta Piyer Loti Tepesi’nde.SÜLEYMANİYE BİR RUHTUR, SÜKÛT SÛRETİNDEKONUŞUR...Süleymaniye bize ne söyler, bilen var mı; İstanbul’un sesini, seslenişini, serzenişini, ne dediğini duyan?Oysa Süleymaniye bir ruhtur: Çileyle ve cehdle, aşkla ve şevkle silbaştan adım adım inşa edilen; umutla dikilen her bir ağaçla, ufuk çizgisinin
İngilizlerle Yahudileri çözmeden bir mesafe katedemeyiz!
May 21 2018, Pazartesi
2500 yıllık Batı uygarlığı, özlü bir şekilde özetlemek gerekirse, Atina’da kuruldu, İskenderiye’de dağıldı, Roma’da toparlandı ve iki asır önce, sanayi devrimleriyle birlikte Londra’da yeniden kuruldu.İNSANIN EKONOMİYE İNDİRGENMESİ: CEHENNEMDE BİR MEVSİM’İN HABERCİSİKapitalizm, Batı uygarlığının son evresi.İngilizler, ekonomi-politik bir devrim gerçekleştirdiler: İnsanı, ekonomiye indirgediler; homo-economicus (ekonomik-insan) denen, insanın aşağılanmasından başka bir anlam ifade etmeyen maddeyi
Genç kuşak, yoz popüler kültürün pençesinde kıvranırken...
May 13 2018, Pazar
Bütün dünya bir anda Los Angeles’tan dalga dalga yayılan film, müzik ve dijital kültürün istilası altında.Bütün dünya, ilk kez gerçek anlamda Amerikanlaştı, çöle mahkûm oldu ve ruhsuzlaştı.Oysa Amerikan kültürü, hem pagan hem de pornografik bir kültür: Hem sahte, din-dışı kutsallar üretiyor hem de ayartarak genç kuşakların düşünme melekelerini yok ediyor...Postmodern popüler ve vulger Amerikan kültürünün dünyaya sunduğu insan tipi, hız, haz ve ayartı peşinde koşturan, hayattan kaçarak hayata tutunan,
Anadolu’da fırtınaya direnen ve yeşeren tohumlar...
May 06 2018, Pazar
Türkiye, en büyük tarihî dönüşümlerinden birini yaşıyor: Bir yandan ürpertici sefih bir sekülerleşme / dünyevîleşme süreci bütün kesimlere hızla sirayet ediyor... İslâmî duyarlıklarımızı aşındırıyor, aidiyet biçimlerimizi, değerlerimizi, anlam haritalarımızı buharlaştırıyor...Özal’la birlikte başlayan ve sürgit tırmanan neo-liberalizm süreci, toplumun altını oyuyor...Bu sefih sekülerleşme, dünyevîleşme sürecini ise, özellikle Amerika’da üretilen pespaye, ruhsuz, pagan popüler kültür ile hakikat
Hakikat şarkısı bitmesin diye uykuyu kendilerine haram edenler var olduğu sürece...
Nis 29 2018, Pazar
Sancısız “doğum” olmaz. Bütün “büyük doğumlar” sancılıdır.Büyük çileler üzerine bina edilmeyen “doğumlar”, “erken doğumlarla”, felâketle sonuçlanır...Aşkla benimsenen.. çileyle büyütülen.. şevkle, zevkle, özene bezene hayata geçirilen iddialar, rüyalar ve hayaller leziz meyveler verebilir ancak.HAKİKAT AŞISI...Aşk, bir çile işidir.Çile, kalbe değer; gider kalbe yerleşir; kalbe hayat verir, harekete geçirir kalbi...Aşkla çıkılan, çileyle kalbin ritimleri gibi kişiyi adım adım olgunlaştıran yolculuklar,
Bizi samimiyet kurtarabilir ancak!
Nis 22 2018, Pazar
Samimiyetimizi yitirdik biz.Ayartıcı araçlara -güce, paraya, makama mevkiye- ve bütün değerlerimizi çözücü, her şeyi çürütücü, ruhumuzu çölleştirici -üstelik de geçici!- “dünya”ya yenildik o yüzden.İnansın ya da inanmasın, insanı insan yapan, insanca bir hayat sürdürmesini mümkün kılan itici güç, samimiyettir oysa.SAMİMİYET: HAYATA RUH VEREN BÜYÜK CİHADSamimiyet nedir peki?Samimiyet, hayatın ruhudur.Büyük cihaddır samimiyet: Kişinin dünyaya çeki düzen vermeden önce kendine bakması, kendine çeki
Asıl hedef Türkiye!
Nis 16 2018, Pazartesi
ABD, İngiltere ve Fransa üçlüsünün Suriye saldırısı, hedef saptırtan birsaldırı.Saldırının kısa, orta ve uzun vadeli üç hedefi var.Kısa vadede, Astana süreci, dolayısıyla Türkiye, Rusya ve İran ittifakı vurulmak isteniyor. Bu gerçeği, ABD’li yetkililer açık açık dillendirdiler bile: “Astana süreci bitecek, Cenevre süreci işletilecek” dedi Amerikan dışişleri.Orta vadede, Suriye üzerinden asırlık hayalini gerçekleştirerek sıcak denizlere, Akdeniz’e açılan Rusya’yı cezalandırıyorlar.TÜRKİYE, ABD’Yİ
İsrâ ve Mirac: “Lâ”dan “illâ”ya... İki “gece yolculuğu”…
Nis 13 2018, Cuma
Suriye’de Doğu Guta’ya atılan kimyasal bombalardan sonra Doğu Akdeniz’de sular ısınmaya başladı...İngiliz hükümeti, Cuma akşamı, deyim yerindeyse, “savaş kabinesi”ni topladı, savaş filosunu Doğu Akdeniz’e gönderme kararı aldı.Fransızlar da deniz filolarını Doğu Akdeniz’e yönlendirdi.Ruslar ve Amerikalılar zaten oradalar...Fransızlar, kimyasal bombaların kim tarafından yapıldığını araştırdıklarını açıklarken, bazı tarafsız gözlemciler, Trump’ın, kötüleşen durumunu düzeltmek için fırsat kolladığını,
İki büyük tehlike: Deizm ve ateizm dalgası
Nis 08 2018, Pazar
Türkiye’de genelde İslâmî kesimlerde, üstelik de bütün kuşaklarda, ama özellikle genç kuşakta bir deizm dalgası yayılıyor hızla.Seküler kesimlerin çocuklarının arasındaysa, ateizm yayılıyor dalga dalga...Her şeyi sınırlı akılla, geçici, görece bilimle açıklayabileceğini düşünen sığ, felçleşmiş bir kafa, fenâ hâlde revaçta.Burada gençleri suçlamanın anlamı yok: Suçlu bizleriz; sorumluluklarını hakkıyla yerine getiremeyen biz yetişkinler -toplum, cemaatler, aileler ve devlet elbette.İSLÂMÎ KESİMLERDE
Maddî bakımdan büyürken, İslâmî bakımdan kan kaybetmemizin önüne nasıl geçebiliriz?
Nis 02 2018, Pazartesi
Türkiye, herhangi bir ülke değil.Bunu, en az Batılıların bildiği kadar biz de bilemezsek, önümüzü göremez, geleceğe emin adımlarla yürüyemeyiz.Son iki yüzyıl hâriç, bin yıldır, dünya tarihini, bu toprakların çilekeş çocukları olarak biz yapıyoruz.Batılı emperyalistler, bizi devre-dışı bırakmak için en az üç asır üzerimize üzerimize geldiler...Sonunda Osmanlı’yı durdurarak amaçlarına ulaştılar.TARİH, BURADA VE BURADA/N YAPILIYOR...Batılıların, özellikle de kapitalist sistemi -Yahudilerle birlikte-
Yürüdüğün yol kadar değil, aldığın mesafe kadarsın...
Nis 01 2018, Pazar
Evet, yürüdüğün yol kadar değil, aldığın mesafe kadarsın...Yazının başlığına taşıdığım bu cümle, sadece insantekinin bu dünyadaki yolculuğu için değil, toplumların ve insanlığın yolculuğu için de aynen geçerlidir.Ama yürümeden mesafe alınmaz.Yola çıkmadan, yol da alınmaz, yol da olunmaz tabiî ki.Nihâî hedef, yol olabilmektir, elbette ki; insanteki olarak ve toplum olarak bizim, insanlık olarak da hepimizin önünü açacak emin bir güzegâh oluşturabilmek ve “yol feneri” olabilmek...ÖNCE YOL HARİTASI...Burada
Gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler!
Mar 26 2018, Pazartesi
Gençliği kaybediyoruz, farkında mısınız?Genç kuşak, gözümüzün içine baka baka yok oluyor, intihar ediyor...Bu ülkenin genç kuşaklarının zihnen, ruhen, bedenen ve kültürel olarak karşı karşıya kaldığı tehlikeler, terör tehlikesinden de büyük ve ürpertici!Bu yakıcı gerçeği görebiliyor muyuz acaba?Toplum olarak da devlet olarak da geleceğimizi tehdit eden tehlikenin boyutlarının farkında değiliz hâlâ!Gençliğin zihnini, inanç dünyasını, ruhunu, değerlerini yerle bir eden saldırılar, bu ülkenin birinci
İşte bir maarif inkılabı taslağı...
Mar 25 2018, Pazar
Önce zihin açıcı iki aforizma:Birinci aforizma: Okumak’tan maksat, bilmek değil, olmak’tır. Bilmek, İlim yolculuğunun, olmak’sa Hikmet yolculuğunun meyvesidir.İkinci aforizma: Kuru bilgi, zihni dondurur, kalbi durdurur, ruhu soldurur...Bize zihni açacak ilim, kalbi arındıracak irfan, ruhu kanatlandıracak hikmet pınarları gerek...Bu yazıda, bir hadis-i şerif üzerinden nasıl bir “maarif” sistemi inşa edebileceğimizin özlü bir şekilde yol haritasını vereceğim, sütunlarını dikmeye çalışacağım...Burada
Hem çağ’ı tanıma! Hem de tefessüh etmiş bir çağa göre Kur’ân’ı yorumla! Felâket, bu!
Mar 16 2018, Cuma
Yazının sonunda kuracağım cümleyi, yazının başında kurayım: Kur’ân, çağa göre yorumlanamaz! Çağ, Kur’ân’a göre yorumlanır.Çağ, geçicidir... Kur’ân, çağlar üstüdür çünkü.KÜRESEL ONTOLOJİK VE SİYASÎ FELÂKETİ GÖRELİM ÖNCE...Daha da vahimi, biraz da bilimsel keşiflerin tavan yapmasından ötürü kitlelerin zihninde oluşturulan imajın aksine, içinde yaşadığımız çağ, hem büyük bir felsefî / ontolojik felâketle karşı karşıya hem de bunun kaçınılmaz sonucu olarak tam anlamıyla cehenneme dönüştürüldü: Batılılar,
Müslümanların direniş, diriliş ve varoluş yolculuğu...
Mar 12 2018, Pazartesi
Müslümanlar, modernlikle yüzleşmeden ve hesaplaşmadan, postmodernliğe yakalandılar, demiştim.Sadece Müslümanlar değil, Batı dışındaki bütün dünya için de geçerli bu yakıcı sorun.Arada bir fark var: Batı dışındaki dünyanın çocukları, -Çin, Hint, Japon, Latin Amerika-, Batı uygarlığının fiilî ve zihnî saldırısına teslim oldular.Ama Müslümanlar teslim olmadılar.Olmadılar; çünkü “her imtihan bir imkândır” demiştim.O yüzden Müslümanlar, iki asır boyunca ortaya koydukları direnişle, Batı uygarlığının
Direniş ve diriliş ruhuyla donanmadan aslâ!
Şub 19 2018, Pazartesi
Yaşadığımız büyük paradoks şu: İslâm, küresel sistem tarafından dönüştürülemedi; ama Müslümanlar, küreselleşen izâfîleştirici, ayartıcı seküler postmodern kültür tarafından dönüştürülüyor hızla...Müslümanlar, sekülerleşerek, konformistleşerek İslâmî duyarlıklarını yitirdikçe ve dönüştükçe, İslâm’ın protestanlaştırılması, sahte, paralel dinlerin icat edilmesi, meşrulaştırılması gibi tehlikeli bir süreç var önümüzde.MÜSLÜMAN, BULUNDUĞU YERİN ŞEKLİNİ ALAN DEĞİL, BULUNDUĞU YERE ŞEKLİNİ VEREN KİŞİDİRMüslüman,
İslâm’la postmodern savaş süreci, muhasebe ve yarma harekâtı...
Şub 18 2018, Pazar
Küresel sistem, adına “terörizmle savaş” dediği stratejiyle, kendi icadı terör örgütlerini tepe tepe kullanarak çeyrek asırdır İslâm’la savaşıyor, postmodern, sinsi, iki yüzlü yöntemlerle...Müslümanların, tarihlerinde karşı karşıya kaldıkları en sinsi, en tehlikeli, en yıkıcı saldırı bu.Bu saldırıyı püskürtmenin yolu, dikey ve yatay muhasebe ve yarma harekâtı gerçekleştirmekten geçiyor...TERÖRLE SAVAŞMIYORLAR, İSLÂM’LA SAVAŞIYORLAR POSTMODERN / SİNSİ YÖNTEMLERLE...Doğrudan bir savaşla değil dolaylı
Afrin Harekâtı: Türkiye’nin kendini bulma ve tarih yapma yolculuğu...
Şub 16 2018, Cuma
Afrin Harekâtı, göremediğimiz çok hayatî bir gerçeği gösteriyor bize: Türkiye’nin dostunu-düşmanını ve ne olduğunu, kim olduğunu... nereden gelip, nereye doğru yol aldığını...Türkiye’nin başına iki asırdır nasıl bir felâket geldiğini, bu felâketin bizi biz’den nasıl ettiğini, nasıl uzaklaştırdığını, bizi, sonu nereye varacağı belli olmayan bir çıkmaz sokağın eşiğine nasıl fırlattığını göremiyoruz hâlâ!Türkiye’nin trajedisi, bu!Ama öyle anlaşılıyor ki, Afrin Harekâtı, iki asırdır yaşadığımız ontolojik
Bu ülkeyi herkes için güven adası yapmak zorundayız...
Şub 04 2018, Pazar
Türkiye’nin sorunusiyasî durumalışmeselesi değil;varoluşsal konumlanışmeselesidir.Mesele,siyasî değil, ontolojik.Türkiye, yüzyıldır, yapılan siyasî yanlışlıklardan ötürü, kangrene dönüşen sorunlarla boğuşmuyor.Varlık nedenini, varoluşsal zeminini yitirmesindenötürü sürgit içinden çıkılması zorlaşan köklü sorunlarla boğuşuyor.SİYASET, KURUCU BİR KAYNAK DEĞİL KORUYUCUBİR BARINAKTIRTürkiye’dekibütün farklı kesimler, -buna bütün İslâmî kesimler de dâhil-Türkiye’nin sorununu, siyasal’a, siyasî konum’a,
Çanlar, Amerika için çalıyor...
Şub 02 2018, Cuma
Türkiye, Yahudi gücü’nün kolonisi olan Amerika’yla savaşıyor aslında. Uzun vadede asıl hedefi Türkiye’yi parçalamak, mazlumların umudunu söndürmek olan, zorbalığın ve haydutluğun sembolü bir güçle!Türkiye, psiko-kültürel ve psiko-tarihsel dinamiklerini ilk defa aktive etti, hayata ve harekete geçirmeye başladıve şu hâliyle bile, en zor şartlarda, hâlâ adaleti, hakkaniyeti elden bırakmıyor: Afrin Afrinlilerindir başlıklı bildiriler dağıtıyor Suriye’de!Batılıları korkutan şey bu işte: Ruhun dirilişidir
Oyunları boza boza, yörüngemizi bulacağız ve oyun kurmaya başlayacağız...
Oca 26 2018, Cuma
Yaşadıklarımız, Türkiye’nin önce rotasını, sonra da yönünü ve yörüngesini bulma serüveni...Türkiye,iki asır öncebüyük sarsıntı geçirdi,rotasını kaybetti; fırtınalı denizde, oraya buraya sürüklendi vesonunda “gemi” karaya oturdu.Yüzyıl önce,fırtınalı denizin ortasında bir “tahta parçası”na tutundu, karaya çıktı:Hayatını kurtardı ama dünyasını ve yörüngesini kaybetti; bedenini kurtardı ama ruhunu yitirdi.Özetle: İki asır önce rotamızı, bir asır önce de yörüngemizi yitirdik ve tarihten çekildik.ZİHNÎSÖMÜRGELEŞME,FELÇLEŞME
Afrin operasyonu: Dönüm noktası...
Oca 22 2018, Pazartesi
Afrin operasyonubaşlar başlamaz Batı dünyası, özellikle de ABD,büyük bir şaşkınlıkyaşadı.Batılılar, ABD’nin YPG’yle düzenli ordu kuracağını açıklaması üzerine, Türkiye “vururuz” derken, Türkiye’nin blöf yaptığını, büyük bir askerî operasyona cesaret edemeyeceğini filan düşünüyorlardı.Washington’dan, Brüksel’den, Telaviv’den emir alan bir Türkiye’nin tarih olduğuna bir türlü inanmak istemiyorlardı.Türkiye, gözünü kırpmadankapsamlı ve kararlı bir operasyongerçekleştirerek bir kez daha Batılı başkentleri
Türkiye’nin gelişi: Afrin ve ötesi...
Oca 21 2018, Pazar
Savaş istenmez, elbette ki. Amaemperyalistler, etrafınızı kuşatmış, varlığınıza kasteder hâle gelmişlerse, sınır güvenliğiniz, dolayısıylabağımsızlığınız tehlikededemektir.İşte tam bu noktada, “bismillah” der,şer güçlerin oyunlarını başlarına yıkacakbir hazırlığa girersiniz...İLK DEFA HEM SAHADA HEM MASADAYIZ...Suriye krizinde,kritik eşiğe gelindi:Afrin operasyonu, dengeleri değiştirecek, tünelin ucunu görmemizi kolaylaştıracak, Türkiye’ye nefes aldıracak, önümüzü açacak, ötesine açılmamıza imkân
Dünyanın, “Batı sapma’sı ve saldırısı” sorunu var!
Oca 19 2018, Cuma
Amerika’nın Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Afrika’nın içlerinde, Latin Amerika’dane işi var, arkadaş!Amerikalılar, bütün gittikleri dünya coğrafyasına, dillerine pelesenk ettikleri, bütün dünyaya da ezberlettikleri,sözümona “evrensel Batılı değerleri”, sözgelişi, hukukun üstünlüğü, demokrasi, özgürlük filan mı götürüyorlar?Dünyaya adalet, barış, hak, hukuk ve kardeşlik mi armağan ediyorlar?Yoksa dünyayı sömürgeleştirerek, dünyanın en zengin medeniyetlerinin köklerini kazıyarak, hiç birine hayat
Sorun üreten değil sorun çözen âdil bir hukuk sistemi şart!
Oca 15 2018, Pazartesi
Hukuk sistemi, birtoplumun değerleri, anlam haritaları ve yaşanan sosyal gerçekliklerüzerine inşa edilir.Hukuk sistemi, bir toplumun dünya görüşünün, medeniyet birikiminin yansımasıdır.Türkiye’de Batı’dan ithal edilen bir hukuk sistemi hükümfermâdır.Mevcut ithal, seküler hukuk sistemi, milletin adamlarını asmaktan, toplumun önünü tıkamaktan, ülkenin yürüyüşünün önünde takoz gibi durmaktan başka bir işe yaramıyor...Ülkenin önünü açacak,Osmanlı gibi, adaletin kaynağı olacakgüçlü, bizim ruhköklerimizden,
Medeniyet perspektifi, medya dili ve TRT-Avaz Çalıştayı (2)
Oca 14 2018, Pazar
Medya, bir medeniyet meselesidir.Medeniyetler, kendileriniformlarıvasıtasıyla yenilerler ve yeniden-üretirler.Medeniyetler arasındaki ilişkiler, normlar üzerinden değil, daha ziyade formlar üzerinden gerçekleşir.Medya, bir formdur. Herformgibi medya da, medeniyetin temellerini oluşturannormların hem vasatı hem de vasıtasıdır. Ve yineher form gibi, normunu dayatır.MEDYA ÇAĞINDA, İLETİŞİM,EN BÜYÜK SORUN!Mevcut medyalar sözkosunu olduğunda, medya form’unun normunu şiddetli bir şekilde dayatma (çatışmacı,
Medeniyet perspektifi, medya dili ve TRT-Avaz Çalıştayı (1)
Oca 12 2018, Cuma
Üç asırdırdünya tarihini Batılılar yapıyor; bütün insanlığın kullandığıkavramları ve kurumları yalnızca Batılılar üretiyor...Batılıların dışındaki toplumlarsa, bu kavramları ve kurumları (Afrikalılar, Latin Amerikalılar ve kısmen Asyalılar gibi)ya tüketmekle; ya da(Çin, Hindistan, Japonya gibi)Batılı kodlar ekseninde yeniden üretmekle yetiniyor...Bugün kullandığımız bilim, düşünce, sanat, siyaset, ahlâk, estetik ve medyaya ilişkin kavramlar da, kurumlar da Batılıların geliştirdiği kavramlar ve kurumlar.
Durduğunuz yer, bakışınızı da, akışınızı da belirler...
Oca 08 2018, Pazartesi
Kitabımız, elbette ki, Müslümanların kitabı. AmaKitabın hitabı, yalnızca Müslümanlara değil, bütün insanlığa ve varlığadır.O yüzden bu hakikati her dâim gözönünde bulundurarak,bütün zamanlara ve mekânlara, bütün çağrılara ve çağlara ulaşmamızı sağlayacako muazzamyer’imizi iyi belirlemeli,belirginleştirmeli ve dünyaya bir şey söyleyeceksek,yerel değil küresel ölçekte konuşabilmeli, bütün insanlığı ilgilendiren evrensel cümleler kurabilmeliyiz.HAYATA AKTARILAMAYAN FİKİR, FELÂKET GETİRİRSöyleyeceklerimiz,
Küresel zorbalığın, hukuk kılıfına bürün/dürül/mesi...
Oca 07 2018, Pazar
Amerika’da düzmece bir davayla, özelde,Erdoğan devre-dışı bırakılmaya, genelde ise,Türkiye yargılanmaya, hizaya getirilmeye çalışılıyor.HalkbankveHakan Atillaüzerinden aslında Türkiye siyaseten yargılanıyor, mahkûm edilmeye çalışılıyor!Herkes de çok iyi biliyor ki,bu dava, hukukî bir dava değil, siyasî bir dava.Hukuk, işin kılıfı,yalnızca.Gerçekte yargılanan Türkiye:17-25 Aralık’ın, destansı bir şekilde halkın tankların önüne yatmasıyla püskürtülen15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin intikamı alınmaya,Türkiye’ye
Yılbaşı çılgınlığı: Paganizmin zaferi ve ruhunun çalındığını haykırmak!
Oca 01 2018, Pazartesi
Ürpertici bir yılbaşı çılgınlığı yaşandı bu yıl da her yerde bütün ülke genelinde...Buyılbaşı çılgınlığı, aslında insanı insanaltı ruhsuz, mekanik bir varlığa dönüştüren,kitlelerin kapitalist tüketim biçimlerinin kölelerine dönüşmesine yol açan, dil’i, konuşma’yı, anlam’ı bitiren hız, haz ve ayartıyı kutsayan,din-dışı kutsallıklar icat eden paganizmin zaferi!Hem sefih kapitalist tüketim biçimleri hem de pagan hız, haz biçimleri, Hıristiyanlıkla ilgisi olmayan,Hıristiyanlığı da paganlaştıran yılbaşı
Darbeciler de darbecilere arka çıkanlar da tarihin çöp sepetini boylayacak...
Ara 31 2017, Pazar
2018 zorlu geçecek...Türkiye, herşeye rağmen, büyüyeyecek, hedeflerini büyütecek ve adım adım gerçekleştirmek için yoluna duraksamadan devam edecek...Türkiye’nin büyümesi, dün olduğu gibi yarın daemperyalistleri tedirgin edecek...AmaTürkiye, yolundan şaşmayacak, çıktığı yolculuğu aksatmadan,engelleri teker teker aşarak, oyunları birer birer bozarak, geleceğe yürüyecek...TÜRKİYE’NİN GELİŞİ, MAZLUMLAR İÇİN UMUT IŞIĞI, ZORBALAR İÇİN KÂBUS...Şunu görelim artık: Türkiye’nin önündeiki seçenekvar:Türkiye,
Osmanlı ruhu ve misyonunun dirilişi...
Ara 29 2017, Cuma
Erdoğan’ın Afrika turunda, özellikle de Sudan’da coşkuyla karşılanması, bu ülkede dikkatlerden kaçtı, nedense...Bu coşkulu karşılama, bu ülkede pek konuşulmadı ama şundan kesinkes eminim:Erdoğan’a gösterilen sevgiseli, Batılıları, özellikle de Sudan’ın kendilerindensorulduğunu düşünen İngilizleri çıldırtmış olmalı!Niçin?Dünyada pek az lidere gösterilen bu sevgi seli,Osmanlı’ya duyulan özlemi, dolayısıyla adalet, hakkaniyet ve selâmet ilkeleri üzerine kurulan,Medine’den süt emen Osmanlı ruhunu ve
Tarih fânîdir, hafıza bâkî...
Ara 25 2017, Pazartesi
Hafıza nedir?Geçmiş, şimdi ve gelecek zaman spektrumunda nefes alıp verebiliyor olmasıdır insanın.Hafıza hem zamanda oluşur hem de zamanı oluşturur.Hafıza yoksa, zaman da yoktur; insan da “canlı cenaze”ye dönüşür, “yok olur” zamanla.Hafızanın varlığı nedeniyledir ki, insan, zamanın, dolayısıyla mekânın ve kendi’nin farkına varır.Yine hafıza’nın varlığı nedeniyledir ki, insan, şimdiki, buradakizamanı aşabilir, “oradaki” yani hem geçmişteki hem de gelecekteki muhtemel zamana ulaşabilir...TARİH YAŞANIR,
Dünyanın, “Tanrı’yı kıyamete zorlayan” bir 'Yahudi sorunu' var
Ara 24 2017, Pazar
Birleşmiş Milletler’in (BM) yapısı, küresel sistemin, dolayısıyla Batı uygarlığının hegemonyasının iddia edildiği gibihak, hukuk, adaletya daFransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleriüzerinden işlemediğini gösterir.Ama bütün Batılılar ve cellâdına aşık tasmalı çekirgeler’den ibaret bütün Batıcılar, bize ve bütün dünyaya tersini söylerler; insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler gibi “değerlerin” “evrensel değerler” olduğunu bıkmadan usanmadan beynimize zerkederler...Nedir
Buruk Beyrut izlenimleri...
Ara 17 2017, Pazar
Doktor arkadaşlar, “kafana bir şey takmayacaksın” demişlerdi hastanedeyken... Ben de onlara, “dünya, büyük bir ontolojik felâketin eşliğinden geçerken, İslâm dünyası, tarihinin en ağır sorunlarıyla canhıraş boğuşurken bana, ‘kafana bir şey takmayacaksın’ demeniz, 'ölmemi istemeniz' demektir" diye karşılık vermiştim.Hastalığım düzelmeye başlayınca yollara düştük yine mecburen. BuradaMedipol Hastaneleri'nin Yönetim Kurulu Başkanı Fahrettin Hoca’ya, özenli tedavi gayretleri içindoktor arkadaşlara,
Celâl, Cemâl ve Kemâl yolculukları açısından Kudüs’ü anlamak-1
Ara 10 2017, Pazar
Kudüs, tam da işgal edilişinin 100. yılında, işgal edildiği günde, İsrail’in başkenti olarak kabul edildi ABD yönetimi tarafından!Amerika, şeytanlıkta bir numara!Siyonistlerse, ABD’yi parmağında oynatmakta!Kudüs, Müslüman hâkimiyeti dönemlerinde Kudüs oldu; adıyla müsemmâ birselâm ve hakkaniyet, sulh, selâmet ve emniyet yurdunu Kudüs’te yalnızca müslümanlar kurdu.Müslümanlar, Mekke’de yola çıkarlar, Medine’de yolda olurlar, Kudüs’te de Yol olurlar ve böylelikle bütün insanlık için insanca, hakça
İstanbul, ruhuna kavuşacak mı yeniden?
Ara 04 2017, Pazartesi
Şunu iyi bilelim, derim; İstanbul’u kurtarabilirsek, Türkiye kurtulur ve yeniden kurulur.İstanbul’u kurtaramazsak, Türkiye yok olur...Bir rüya ve bir kâbus senaryosu var karşımızda.Cins adamİtalo Calvino, “Şehirler, rüyaların ve / veya kabusların mekânıdır”der.İstanbul’’u “özne”si yapan bir yazıya, bu denli silkeleyici ve sarsıcı bir alıntıyla başlayınca insanın kafasında, “Acaba İstanbul ne? Nasıl bir şehir? Rüyaların mı, yoksa kabusların mı mekanı? Hayallerin kaynağı mı, yoksa hayaletlerin cirit
Türkiye’ye diz çöktürmek için “engizisyon mahkemesi” kurdular!
Ara 03 2017, Pazar
Üzerimize gelen küresel saldırının ne kadar farkındayız, bilmiyorum.Türkiye’ye karşıküresel bir saldırıvar.Bu meseleye, partiler açısından,partilerin çıkarları açısından bakamayız.Türkiye’ye küresel bir saldırının olduğu bir zaman diliminde, parti çıkarlarını öne çıkarmak, daha da kötüsü, bu meseleyi,Türkiye’yi vurmaya dönük çıkarperest, fırsatperest iğrenç bir siyasete dönüştürmek, buradan siyasî rant devşirmek bu ülkeye ihanettir.MESELE, RÜŞVET MESELESİ DEĞİL! BASÎRET LÜTFEN!Bu ülkedeki herkes
Kaçırılmayacak, zihin açıcı kitaplar...
Kas 06 2017, Pazartesi
Bir insanın dünyası, okuduklarının çapı kadardır.Bir ülkenin dünyası ise, külliyatının çapı kadar. Külliyat, fikriyatla, çığır açan kitaplarla, çaplı düşünürlerle, sanatçılarla ve bilge kişilerle inşa edilir.Külliyat inşa edilmeden medeniyet inşa edilemez.Bugün size zihnimizi, ufkumuzu açacak, bize çap kazandıracak kitaplardan sözedeceğim.Türkiye’nin en parlak yayınevlerinden biri Metis Yayınları. Fransa’da Gallimard hem Fransız düşüncesinin hem de çağdaş düşüncenin kalesidir.Türkiye’nin Gallimard’ı
Kaçırılmayacak, ufuk ve zihin açıcı kitaplar...
Kas 05 2017, Pazar
Türkiye’nin en temel sorunu sığlıktır, çapsızlıktır. Bütün kesimlerin özellikle de entelektüel çevrelerinde gözlenen ürpertici bir sorun bu.Bir ülkenin entelektüelleri sıklıkla, çapsızlıkla malulse, o ülkenin geleceği karanlıktır. Bu, bu kadar açıktır.Sığlık ve çapsızlıkla malul kişiler, ezberlerle ve saplantılarla nefes alıp verirler, en çok hakikatten korkarlar. Çünkü hakikat ortaya çıkınca, kurulan sahte düzenler, sahte kültürel ve entelektüel iktidarlar çatırdar ve zamanla tarihin çöp sepetini
Diyanet büyük düşünmeli, kendisini yıpratmamalı ve yıpratılmamalı
Eki 30 2017, Pazartesi
Diyanet, bütün diğer devlet kurumları gibilaik bir kurum. Bunu hatırlatmaya bile gerek yok.Fakat bu ülkede, bütün kurumlar içinde, yakından incelendiğinde, kurulduğu zamandan bu yana,ötekileştirilen, itilen-kakılan, yıpratılmaya çalışılan Diyanetbirinci sırada yer alır sanıyorum.Ama şu kesin: Yer yer hükümetler tarafından yönlendirilmeye çalışılsa da,laik devletin baskısını üzerinde en çok hisseden kurumlar arasında da birinci sıradayer alır Diyanet.Diyanet’in kuruluş gerekçesi ve nedeni, aslında
Medine’den Medeniyet’e, İstiklâl’den İstikbal’e...
Eki 27 2017, Cuma
Sahici bir medeniyet fikri, muhkem bir medeniyet tasavvuru geliştiremediğimiz sürece, istiklâlimize kavuşamaz, istikbale doğru emin adımlarla yol alamayız...Bizde köklü, güçlü ve sahici bir medeniyet fikri yok; o yüzden hakikatin hayat bulacağı, hayat olacağı ve herkese hayat sunacağı bir Medine/şehir fikrimiz de yok.İşte bu nedenle,dünyanın en güzel şehirleri, şiir şehirlerimizi katlediyoruz...Oysa Medine fikri olmadan medeniyet mefkûresi geliştirilemez.Medine fikri olmadan,Medine kurulmadan medeniyet
İlerleme putu ve zihnî felçleşme
Eki 23 2017, Pazartesi
İlerleme putunuyıkamadıkşu ülkede.Yıkamazdık; çünkü burası,ezberlerin hükümfermâ olduğu, zihnin felçleştiği çorak bir ülke.En büyük ezber şu: “Batılılar, bilim ve teknolojide ilerlediler, dünyaya hâkim oldular. Müslümanlar, Batı’yı takip edemediler, bilim ve teknolojide geri kaldılar, yok oldular.”Bu cümle, son iki yüzyıldır, özellikle de son bir asırdır tek âmentümüz!Üstelik de sadece seküler, Batıcı kesimlerin değil bütün İslâmî kesimlerin aynen paylaştıkları, inandıkları yegâne âmentü!İnanılır
Kervan’ın yolu niçin kesildi?
Eki 16 2017, Pazartesi
Ülkemizin çilekeş, yetenekli yönetmenlerindenİsmail Güneş’in, Ermeni tehcirini çektiği filmi Kervan 1915, göz göre göre sansürlendi, sinema salonlarından kovuldu!3 yılda binbir zorlukla çekilen,Türkiye’nin tezlerini, ustalıklı, olabildiği ölçüde önyargısız bir dille dillendiren birfilminkendi ülkesinde-tam bir Alicengiz oyunuyla-salonlardan kovulması, tek kelimeyle,skandaldır!Şundan hiç kuşku duymuyorum:Eğer bu film, Ermeni tezlerini destekleyen bir film olmuş olsaydı, aylarca kapalı gişe oynardı,
İslâm, nasıl yeniden geleceğimiz olabilir?
Eki 09 2017, Pazartesi
Batılılar, Türkiye’nin etrafını cehenneme çevirdiler...Hedef,Türkiye’nin toparlanıp taze bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını önlemek, hatta imkânsızlaştırmak.Öte yandanTürkiye hızla sekülerleşiyor...Özellikleİslâm’la ilişkisi sıfırlanan, aidiyet bilincini kaybeden bir genç kuşak geliyor...Böyle giderse, geleceği kaybederiz...İzini sürmemiz gereken soru,Türkiye’nin, daha fazla vakit kaybetmeden, hızla yeniden İslâmî bir dünyaya ve hayata kavuşmasını nasıl sağlayabiliriz, yakıcı sorusudur.BATILILARIN
21. yüzyıl, başlamadı; 21. yüzyılı İslâm başlatacak...
Eki 08 2017, Pazar
Toplum olarak, geleceğimizden, hatta yarınımızdan bile emin değiliz.Kaygılıyız. Geleceğe, biraz kuşku, biraz da korkuyla karışık bir öz/güvensizlikle bakıyoruz. Günü kurtarmakla meşgulüz. Art arda yaşadığımız “doğal” ve siyasi-kültürel şoklar, depremler, anormallikler, kendimize olan güvenimizi, geleceğe güvenle bakabilme melekelerimizi ve enstrümanlarımızı her geçen gün daha bir yok ediyor gibi.Her ne suretle olursa olsun,her “kriz durumu”, beraberinde “yeni arayışlar”ı da getirir. Yaşanan krizlerin
Eğitim, kültür ve medyada devrim yapmadan aslâ!
Eki 02 2017, Pazartesi
Dünyada ruh, yalnızca Türkiye’de var.Bunun, bizi gelecek adına ümitvâr kılan en önemli göstergesi şu:İnsanlığın sorunlarıyla hemdert, hemdost ve hemhâl olan insanlar yalnızca bu ülkenin çocuklarışu çivisi çıkmış dünyada!Bunu görüyor bütün dünya da!O yüzden üzerimize üzerimize geliyorlar, o yüzden içerden ve dışardan çepeçevre kuşatıyorlar ya!Eğer biz, üzerimizdeki yükün,insanlığın yükünü taşıma yükünün yükümlülüklerinihakkıyla yerine getirebilirsek, kim ne tür plan, tezgâh, tuzak kurarsa kursun,kim
Dârü’l-İslâm kurulmadan Dârü’s-Selâm kurulamaz…
Eyl 25 2017, Pazartesi
Önce şu temel gerçeği zihnimize iyi kazımamız gerekiyor, diye düşünüyorum: Ülkemizde de, bölgemizde de boğuştuğumuz,bizi per-perişan eden bütün sorunlar, iki asırdır yaşadığımız medeniyet krizinin yol açtığı sorunlar.Medeniyet krizi, özlü bir tarifle,Müslüman zihni’nin ve Müslümanca yaşama Zemini’nin çökmesi, yerle bir olmasıdır.MEDENİYET KRİZİNİ ANLAMADAN HİÇBİR ŞEYİ ANLAYAMAZ, HİÇBİR YEREVARAMAYIZ…Müslümanca duyma, düşünme biçimlerinden yoksun olduğumuz, yaniMüslüman zihni’ni yitirdiğimiz için,
Balkanlar bize bakıyor, Yetimkale sizi bekliyor…
Ağu 27 2017, Pazar
YETİMKALE / PRİZRENBalkanlar bize bakıyor…Balkanlar’a barışı, kardeşliği, hak, hukuk, hakkaniyet ve adaleti “biz” hâkim kılabiliriz yeniden.“Biz” yani derdi yalnızca hakikat olan, hakikat bayrağının dört bir kıtada dalgalanması için bin yıl mücadele ve mücahede edenyeniden İslâm’ın sancaktarı olacak bir Türkiye.O yüzdenBalkanlar bize bakıyor, bizi bekliyor…Kosovalı bir film yönetmeni, “Balkanlar’da biz iki şey için dua ederiz: Birincisi, Allah rızası için. İkincisi de, Türkiye için” diyor.O yüzdeniyi
Dikkat! ABD, Türkiye’nin altını oyuyor adım adım…
Ağu 14 2017, Pazartesi
Osmanlı durduruldu; Batılıların önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.Yeni kurulan Türkiye’nin eli kolu bağlandı: Yeni Türkiye, bir iddiası olmadığını, Batılı yörüngeye girdiğini, medeniyet iddialarını terkettiğini (Türkiye’yi tepeden laikleşme sürecine girdirerek) ilan etti.Türkiye, dışardan fiilen işgal edilmedi, edilemedi ama Kale içerden ele geçirildi.Önce şunu bileceksiniz: Bir ülke, medeniyet değiştirerek toparlanamaz; hele detepeden jakoben, monteleme yöntemlerle, mühendislik projeleriyle
Tem 15 2017, Cumartesi
Türkiye, herhangi bir ülke değil. Küresel sistemin, dolayısıyla Batı uygarlığının “demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlükler” gibi ayartıcı sloganlarla dünya üzerinde kurduğu haksız, hukuksuz hegemonyanın geleceği, Türkiye’ye,
.
Beşinci Cumhuriyet’e doğru…
Tem 10 2017, Pazartesi
Karlofça ve Pasarofça anlaşmalarıyla birlikte, Osmanlı,ilk kez toprak kaybetti. Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı gibi reformlarlaeksenini yitirmeye başladı.Cumhuriyet’e gelince, eksenini kaybetti, yörüngesini yitirdi: Medeniyet değiştirme sürecine girdi…Tarih yapan, tarihi sürükleyen bir aktörden, tarihte tatil yapan, Batılıların yaptıkları tarihin önünde sürüklenen bir figürana dönüştü…Bugüne kadar dört cumhuriyet tecrübesi yaşadık. Şimdi Beşinci Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık ediyoruz…15 Temmuzsaldırısı,
Türkiye, dünyanın ruhu, mazlumların umudu, zorbaların kâbusu
Tem 09 2017, Pazar
Şunu iyi bilelim:Türkiye, her an, her tür darbeye ya da saldırıya maruz kalabilecek bir ülkedir.Felâket tellallığı yapmıyorum burada. Sorumluluğunu müdrik bir yazar olarak felâket tellallığı yapamam.15 Temmuz’dan 6 ay önce, “darbe geliyor” dedim amafelâket tellallığıyapmakla itham edildim o zaman da.Başımızı kuma gömemeyiz.Yakıcı gerçekleri önceden görmek ve ona göre kalıcı önlemler almak zorundayız.TÜRKİYE, HER ÂN, HER TÜR DARBEYE VEYA SALDIRIYA AÇIK BİR ÜLKEDİRNeden her an, her tür darbeye veya
Yol, sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle yürünür…
Tem 02 2017, Pazar
Türkiye, zorlu bir süreçten geçiyor...İki asırdır yaşadığımız, bizi perişan eden, fırtınalı denizde esen rüzgârların önünde oraya buraya sürükleyenyorucu ama bir o kadar da öğretici bir süreç bu.O yüzdendostunu da, düşmanını da, dost-görünümlü post peşinde koşturan “insan müsveddeleri”ni de iyi bilmek zorundadır önden giden, önalan, önaçan öncü insanlar...“METAL YORGUNLUĞU VE NÖBETDEĞİŞİMİ…”Cumhurbaşkanı Erdoğan, beklenen değişim ve yenilenme sinyalini verdi. Ak Parti’nin “metal yorgunluğu yaşadığını,
İnsanlığın dekadansla ölüm dansı, çıkış yolu ve Türkiye’nin rolü
Haz 30 2017, Cuma
Katliamlar, savaşlar, işgaller durdurak bilmiyor dünyanın her yerinde, özellikle de bizim medeniyet coğrafyamızda…İnsanlık, biruçuruma doğrusürükleniyor…Sıkı durun şimdi: İnsanlığı uçuruma sürükleyen şey, katliamlar, savaşlar, işgaller mi? Hayır!Bunlar sonuç sadece.İnsanlığı ontolojik felakete,dekadansla ölüm dansı intiharına sürükleyen üç şey: Hız, Haz ve Ayartı!Toplu olarak intihar ediyor insanlık: Güle oynaya hem de.ÇIKIŞ YOLU: HAYATA EVETDİYEBİLMEK, ÖZ’E DÖNMEK…Birçıkış yoluyok mu, peki?Var,
Bayramın tatile dönüşmesi: İnsanın ve hayatın çölleşmesi…
Haz 26 2017, Pazartesi
Bir yanda, bayram coşkusu, sevinci,bayram günlerinin heyecanı ve neşesi...Öte yanda, insanın şehirden, insanlardantatile kaçışı, dekadansla dans’ı…İşte bizim yaşadığımızşizofreninin, yörüngesini yitirmenin, esen rüzgârların önünde sürüklenmenin,çürümenin, çölleşmenin hikâyesi, ürpertici göstergesi!ÖLÜMÜHATIRLADIKÇA YAŞARİNSANBütün bilgeler, hayatın ölüm’le, ölüm fikrinin şuuruna ermekle kâim ve dâim, anlamlı ve yaşanabilir olduğunu söylerler bize..Doğu’nunKonfüçyüs, Taogibi kadîm bilgelerinden Batı’nınEflatun,
Ramazan, ümmîleşme seyrüseferi; bayram, ümmetleşme zaferi
Haz 25 2017, Pazar
Ramazan, arınma ve toparlanma iklimi, yenilenerek doğrulma ve yeniden doğma mevsimi…Diriltici bir ümmîleşme seyrüseferi: Zihni, kirlerden temizleme; insanı, özüne döndürme, kendine getirme; özetle,taze bir ruhla donanma seferi...Bayramsa, toparlayıcı, kenetleyici ve yekvücut kılıcıümmetleşme zaferi: Taze bir heyecanla ve kanatlandırıcı bir neşeyleseküler / bölmeli zamanı durdurma, bütünayrıcalıkları ortadan kaldırarak bütünleşme, hâlleşme, helâlleşme, rahmetleşme, kardeş olma ve coşma zemini…ZAFERE
Hüznün gönül coğrafyası: Ramazan’ın diriltici sesleri ve renkleri
Haz 05 2017, Pazartesi
Hüznünü yitirme, kalbin kararır.Kararan kalp, hayatını da karartır.Hüzün, bitmemiş bir şarkıdır; tamamlanmamış bir hikâye...Bitmemişlik, tamamlanmamışlık hâlidir hüzün.Hüzün, umutların bittiği anlamına gelmez. Aksinehüzün varsa, umut da vardır.Hüzün, kişinin acziyetini kabul etmesiyle ortaya çıkar. Amainsan, ancak acziyetini farkettiği an, azmanlaşmaktan kurtulur, insanlaşmaya -başkalarının acısını duymaya- başlar...RAMAZAN’IN SIRRI...Ramazan’ın sırrı nedir?Özlenen bir ay olmasıdır. Her dem özlenilecek
May 29 2017, Pazartesi
Vesselam.
.
Üç Cemil Meriç: Tecessüs, hakikat ve fikir adamı
Ara 23 2016, Cuma
Sekülerleşen, sekülerleştikçe kendi kuyusunu kazan Türkiye'nin düşünce dünyasına, zihnine, zihin yapısına şuur katan; Türkçe'yi şiirin, şiir dilinin kanatlarında yeni ufuklara taşıyan Türk entelijansiyasının âhir zaman şövalyesidir Cemil Meriç. Fikir, sanat ve kültür hayatımızı donduran ve boğan asırlık kaskatı tabuları yıkan, bu ülke'nin entelektüel hayatını çarmıha geren zihnî prangaları kıran, yel değirmenlerine karşı savaşan yalnız ama yılmaz bir savaşçı. Mahşerin dört nala koşan, yalnız ve
|
Bugün 537 ziyaretçi (722 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|