|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
.
CEVAP Kibirden olan işlere birkaç örnek verelim: 1- Sual soramamak kibirden kaynaklanır.Kibirli, sual sormayı, bilmemenin alameti kabul eder. Sual sorarsam ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4672
|
Kibir sahibine karşı tevazu eden kimse, kendisine zulmetmiş olur. Bid'at sahiplerine ve zenginlere karşı da kibirli görünmek caizdir. Bu kibir, kendini yüksek ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1893.
|
Aklımdan oldum, Sararıp soldum, Saçımı yoldum, Kibir yüzünden. Yıllarca yandım, Ele dayandım, Pek geç uyandım, Kibir yüzünden. Çatılır kaşım, Eğilir başım, ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4637
|
Ekmeği ısırdım ama yutmadım. Herkes ekmeği yediğimi sandı. Kalbime kibir yerleşerek Allahü teâlânın gazabına sebep olsaydım, hâlim ne olurdu) dedi.
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2276
|
Hızır aleyhisselam buyurur ki: "Sende kibir var. Yazdığın yazıların altına (Şeyh Zekeriya Ensari) diye yazıyorsun. Şeyhlik kim sen kimsin" der. Bunun üzerine ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2310.
|
Kibir şirke götürdüğü için de, (Kibirleneni acımadan ateşe atarım!) buyuruyor. Mümin, boynu bükük insandır. İbadet de etse, günah da işlese, müminin şiarı, ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14731
|
... yüzüme bile bakmadın; şimdi ise dışarıya kadar uğurluyorsun. Sebebi ne ki? - Gelirkenkibirle içeri girdin, giderken tevazu ile gidiyorsun, şimdi güzelleştin.
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3114
|
Merhum hocamız, (Kibir, maddî mânevî her iyiliğe engeldir) buyururdu. Su hayattır. Harun Reşid, Şiblî hazretlerinden nasihat ister. O da, (Diyelim ki çöldesin .
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14629
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Merhum hocamız, (Kibir her iyiliğe engeldir) buyururdu. Bir kimsede kibir olup olmadığı, istişare edip etmemesiyle, müşkülünü ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14406
|
Kibir kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz. Ben kibirli değilim ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=5292
|
Sual: Kibir ve inadın imansız gitmeye sebep olduğu bildiriliyor. Bunlar günah değil mi? Niye küfre, kâfirliğe sebep oluyor? CEVAP İmansız gitme tehlikesi olan iki ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=7216
|
Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Kibirli, kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder. Burada başkasını düşünmez. Kendini ve ibadetlerini ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1868
|
Kibrin dindeki yeri
|
Sual: Kibrin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kibir, hakka, razı olmamak ve insanları küçük görmektir.)[Müslim]
Fudayl bin Iyad hazretleri, (Tevazu, ister cahilden, ister çocuktan duyulsa da hakkı tereddütsüz kabul etmektir) buyuruyor. Kabul edemeyen kibirlidir. Kibirli, kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder. Burada başkasını düşünmez. Kendini ve ibadetlerini beğenir.
Kibir, kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Kibirli olan, salih insan olamaz. Kibirli değilim diyen, kibirlidir. Kibir her iyiliğe engeldir, her kötülüğün anahtarıdır.
İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Cehennem, kibirliler için ne çirkin ve ne kötü bir yerdir.) [Nahl 29]
(Allah, kibredenleri sevmez.) [Nahl 23]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(En şerliniz, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed]
(Kibirli, ahirette Allahü teâlâyı gazaplı bulur.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, kibirliyi alçaltır, tevazu sahibini yükseltir.) [Taberani]
(Kibirli, Cehennemin en derin ve azabı en şiddetli olan Bolis çukuruna atılır.) [İ. Ahlakı]
(Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez.) [Müslim]
(Yiyin, için, giyinin ve sadaka verin, fakat israftan ve kibirden sakının.) [İbni Mace]
(Hazret-i Nuh, ölürken çocuklarına, “Şirk ile kibirden çok sakının” buyurdu.) [Hakim]
(Kibir, İblisi Hazret-i Âdem’e doğru secde ettirmemiştir.) [İ. Asakir]
(Kibirliler kıyamette zerre gibi ayak altında kalır. Herkes onları çiğner.) [Tirmizi]
(Allahü teâlânın buğzettiği üç kimse: Zâni ihtiyar, kibirli fakir ve zalim lider.) [Tirmizi, Nesai]
(Kibir, her güzelliğin, [her iyiliğin, her nimetin] âfetidir.) [Deylemi]
(Kibirli fakire şiddetli azap vardır.) [Müslim]
(Cehennem, kibirsiz olan müslümana haram olur.) [Beyheki]
(Kendisine el pençe divan durulmasını isteyen Cehenneme hazırlansın!) [İ. Ahmed]
(Kibir, hıyanet ve borçtan temiz olarak ölenin gideceği yer Cennettir.) [Nesai]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kibriya ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.)[Müslim]
Kibir, diğer günahlardan niçin daha büyüktür? Çünkü kibir, yani büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.
Bu suçun biraz daha aşağısı ilahlığa ortak olmaktır. Hükümdarın maiyetine hakaret eden, onlara üstünlük taslayan ve onları kendi idaresine almak isteyen kimse, bir noktada hükümdara ortak olmuş sayılır. Her ne kadar bunun tahtına oturmak gibi değilse de ona yakındır. Bütün yaratıklar, Allahü teâlânın kullarıdır. Bunlar üzerinde büyüklük, hakimiyet, yalnız Ona mahsustur. İnsanlara bu şekilde kibirlenen, Allahü teâlâya ortak olmuş sayılır.
Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Büyüklenerek ben demek feyz ve bereketi keser.
Hazret-i Ebu Bekir buyuruyor ki:
Kibirden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi, bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsızdır.
Kibirli hakkı kabul etmez
Asıl düşman içerdedir, bu da nefsimizdir. En büyük düşman, insanın nefsidir. Nefsinin arzularına tâbi olanın, Allahü teâlâya kul olması zordur. Nefs daima kötü şeyleri ister. Haram işlemek nefse esir olmayı gösterir. Nefs, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece bütün kötülüklerin bulunduğu en ahmak yaratıktır. Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi zanneder, halbuki süper cahildir. Her istediği aleyhinedir. Gıdası haramlardır. Asıl arzusu ilah olmaktır.
Tatmin olmaz kötülük yaptırmakla,
Rahat bulur kendine taptırmakla.
Büyük küçük herkeste nefs vardır. Hiç kimse emir almak istemez. Küçük diye, çocuk diye geçmemeli, onun gururu ile oynamamalı. Ankara’ya yeğenimi ziyarete gitmiştim. Yeğenimin 2-3 yaşlarındaki kızının ayakları çıplaktı. Bir ayağı betonda bir ayağı halının üzerindeydi. Ona, betona basma, öteki ayağını da halının üstüne koy dedim. Sen bana ne karışıyorsun, ben kârımı zararımı bilmez miyim der gibi, bana ters ters baktı. Sonra hışımla, inatla halıdaki ayağını kaldırıp betondaki öteki ayağının yanına sertçe koydu. Çocuk olduğu için tepkisini gizleyemedi. Büyükler de aynen o tepkiyi gösteriyorlar, fakat ayıplanacağız diye tepkilerini belli etmemeye çalışıyorlar. Bir arkadaş anlattı: Kime sabah namazına gel dediysem herkes bir mazeret buldu, inşallah geliriz diyen kimse çıkmadı. Kimisi, (Sen yatsıya gelmiyorsun biz de sabaha, sen önce kendine bak. Hem biz evde çoluk çocukla cemaat yapıyoruz) dedi.
Halbuki haklı bile olsalar, geçerli bir mazeretleri bulunsa bile, tepki göstermemeleri gerekirdi. Doğru söz kimden gelirse gelsin inat etmeden kabul etmek gerekirdi. Mazeretinden dolayı gelemiyorsa, (İnşallah) da denemez miydi? Nefs, kibir hepimizde mevcuttur. Bunu azaltmaya çalışmamız lazımdır. Dinin her emrine uymakta ve yasak ettiği her şeyden kaçmakta mutlaka nefsi kırma payı vardır. Buna riyazet ve mücahede denir. Riyazet, nefsin arzularını [haram ve mekruhları] yapmamaktır. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri [ibadetleri] yapmak demektir.
Kibir, şirkin kardeşidir. Kibir taşıyan kafada, akıl bulunmaz. Nefsi aradan çekmeli, kendimizi beğenmemeliyiz, kendimizden iğrenmeliyiz, kendinden tiksinmeyen kurtulamaz.
Bir kimseye emri maruf yapınca, Allah’tan kork şunu yap, şunu yapma denince, eğer kabul etmezse o kişi nefsine mağlup olmuş demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni Allahü teâlâ sevmez.) [Beyheki]
Hakkı, doğruyu kim söylerse söylesin kabul etmek gerekir. Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden ileri gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Küçük, büyük, iyi kötü veya hoşlanmadığın biri, hakkı söylerse, kabul et.) [Deylemi]
(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gazap eder.) [İ.Ebiddünya]
(Kibirli, hakkı küçük görür, inkâr eder, insanlara hakaret gözü ile bakar.) [İ.Gazali]
(Müslümanı hakir görmek, kişiye kötülük olarak yeter.) [Müslim]
(Kendini beğenen helak olur.) [Buhari]
Abdülkadir Geylani hazretleri de, (Kardeşinin yaptığı öğüdü kabul et. Ona itiraz etme) buyurdu.
Kendini Cennetlik, günahkârı Cehennemlik bilmemeli
Sual: Bir Müslümanın, kendini Cennetlik gibi, günahkârları da Cehennemlik gibi görmesi doğru mudur?
CEVAP
Günahkârları beğenmemelidir, fakat kendini günahkârlardan üstün de görmemelidir. Kendini Cennetlik, günahkârı Cehennemlik bilmemelidir. Hatta kâfir için bile böyle düşünmemelidir. Kâfir, bir Kelime-i şehadet getirerek Cennetlik, kendisi bir söz söyliyerek Cehennemlik olabilir.
İsrailoğullarından bir eşkıya, kırk yıl günah işler. Bir gün Hazret-i İsa’yı havarilerden biri ile giderken görür. Yaptığı eşkıyalığa pişman olur. "Ben bunlara katılayım" diyerek peşlerine takılır. Havarinin yanına yaklaşır, "Benim gibi bir eşkıyanın böyle bir zatın yanında gitmesi uygun olur mu?" diye düşünür. Havari de, "Bu yol kesici nereden çıktı? Benimle nasıl gelir?" diyerek ondan uzaklaşıp İsa aleyhisselama yaklaşır. Allahü teâlâ Hazret-i İsa'ya vahyeder ki:
(İkisine de söyle! İkisinin de geçmişlerini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için havarinin ibadetini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için de eşkıyanın günahlarını affettim.)
Hazret-i İsa, durumu her ikisine de bildirir ve eşkıyayı havarileri arasına alır. (İ. Gazali)
Amr bin Şeybe hazretleri anlatır:
“Mekke’de Safa ile Merve arasında bulunuyorduk. Bir adamın katır üzerinde geldiğini, etrafındaki hizmetçilerin herkese karşı sert davrandıklarını, adamın heybet ve ihtişam içinde olduğunu gördük. Aradan yıllar geçti, deve üzerinde Bağdat’a girdim. Orada başı açık, yalınayak, uzun saçlı pejmürde bir adam gördüm. Tanıyacak gibi oldum. Adam, kendine dikkatle bakışımın sebebini sordu. (Seni birine benzetiyorum) dedim ve kime benzettiğimi anlattım. Adam da, (İşte o gördüğün benim. Tevazu gösterilmesi gereken yerde kibirlendim. Şimdi ise bu hâle düştüm) dedi.”
Bir kimse, biraz bilgiliyse, ibadet de yapıyorsa, kibirden zor kurtulur. Bilgisiz insanı, hayvan gibi görür. Kendisi için sevdiğini başkası için sevemez. Hak ve hakikati başkalarından duysa kabul etmek istemez. Onların nasihatine, tavsiyesine uymayı nefsine yediremez.
Kendini üstün görmek
Sual: Mektubat’ta, kendisini Frenk kâfirinden aşağı görmek diye bir ifade var. Kendini Frenk kâfirinden aşağı görmek ne demek? Bir de orada İmam-ı Rabbani hazretleri, (Sol tarafımdaki melek durmadan günahlarımı yazıyor; ama sağ tarafımdaki melek yirmi yıldır hiçbir şey yazmıyor) buyuruyor. Bu ne demektir?
CEVAP
O büyüklerde ruh ve nefs birbirinden o kadar ayrılmışlardır ki, onlar nefsi kendileri olarak görürler. Nefiste hiçbir iyilik yoktur; çünkü nefsin nihai hedefi günah işlete işlete insanı kâfir yapmaktır. Nefis, adeta kötülüklerin posasıdır. Sanki bademyağı ile posası gibidir. Hâlbuki kâfirlerde ruh ölüdür; ama dürüstlük, cömertlik gibi iyi vasıflar vardır. O büyükler bundan dolayı kendi nefslerini o Frenk kâfirinden üstün görmezler. Bundan dolayı da, sağ tarafındaki meleğin hiç yazmadığını; sol tarafındaki meleğin ise devamlı yazdığını görürler.
Bütün Müslümanlara dua etmeli
Sual: Bende bir huy oluştu; karşımdaki kişinin fâsık, mezhepsiz, bid’at ehli vs. olup olmadığına çok dikkat ediyorum. Öyle olunca da kendimi korumak için araya mesafe koyuyorum. Bazen kibirlenirim diye de korkuyorum. Kibirlenmemek için ne düşünmek lazım?
CEVAP
O İyi huy. Kibirlenmemek elde değil yani bundan kurtulmak çok zor. İnsanların hâli ortada. Bakıyorsunuz adam fâsık, yahut mezhepsiz bid’at ehli. Fâsık, mezhepsiz bid’at ehli olmadığımız için ister istemez elhamdülillah ben değilim diyorsunuz.
Kibirlenmemek için, o bir gün tevbe eder kurtulur da, Allah saklasın ben sapıtabilirim diyerek kendimizi ondan üstün bilmemeliyiz. Bütün müslümanların ehl-i sünnet itikadına kavuşmaları, dünya ve ahiret saadetine nail olmaları için dua etmeliyiz.
Büyükleri kalkarak karşılamalı
Sual: Hadis-i şerifte, bir kimse gelince, ayağa kalkmanın yasak olduğu bildiriliyormuş. Şimdi biri gelince ayağa kalkınca günah mı işliyoruz?
CEVAP
Hadis-i şerifleri herkes anlayamaz. Hadis-i şerifleri âlimlerin açıklaması ile okumalıdır! Evet hadis-i şeriflerde (Haşimoğulları hariç birbirinize ayağa kalkmayın!) ve (Hasan ve Hüseyin ve onların sülalesi [Şerifler ve Seyyidler] hariç, Kureyşe ayağa kalkmayın!)buyuruldu. Bu hadis-i şeriflerin açıklamasında, İslam âlimleri, (Büyükler gelince kalkarak karşılamak müstehaptır. Kendi gelince, kalkılmasını sevmek mekruhtur) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)
Havalı meslekler
Sual: Tanıdığım çok doktor var. Hemen hepsi kendini tanıtırken ben doktor falanca diyor. Çok yakından tanıdığım doktor arkadaşım bana bile, ben doktor falanca diyor. Bana mesaj ve mail yazarken de, yine altına Dr. falanca yazıyor. Avukat, mühendis, öğretmen niye unvanını böyle kullanmıyor da, bu doktorlar kullanıyor? Acaba kibirden mi ileri geliyor?
CEVAP
Alışkanlıktan olabilir. Doktorluğundan bahsetmeyenler de vardır. Hepsi için genel bir hükme varmak yanlış olur. Emekli subaylardan da veya başka meslek sahiplerinden de unvanını kullanan çok oluyor. Hepsi için kibirli demek doğru olmaz.
Pire için yorgan yakmak
Sual: Öfkelenen bir arkadaş, (Benim kim olduğumu biliyor musun? Ben, falanca şehirli, filancayım, kancayı takarım, pire için yorgan yakarım) dedi. Bu, kibir alameti değil midir?
CEVAP
Evet, soyu ile, ırkı ile, memleketi ile, öfkesiyle övünmek doğru değildir. Peygamber efendimiz, soyu ile övünene buyurdu ki:
(İki kişi, Musa aleyhisselamın yanında atalarıyla övünerek tartıştılar. Biri, “Bana filan oğlu falan derler” diyerek, dokuz atasını saydı. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama vahiy gönderip, “O övünenin dokuz ceddi Cehennemdedir, o da onuncusudur” buyurdu.) [İhya]
İki hadis-i şerif de şöyledir:
(Dedelerinizle gururlanmayın! Dedeleriyle övünmeyi terk etmeyen, Allah nezdinde, pislik böceklerinden daha değersiz olur.) [Tirmizî]
(İzzet ve şeref kazanmak için, dokuz dedesini sayan, Cehennemde onların onuncusu olur.) [İ. Ahmed]
(Pire için yorgan yakarım) demek de çok yanlıştır. Müslüman, ceza verecekse bire bir verir. Bire iki veya daha çok ceza verirse zulüm olur. Zulümle ve yanlışla övünmek Müslümana yakışmaz. Pire yüzünden, suçsuz yorganı yakmak akıllının işi değildir. Öfkesini yenemeyen, kibirli kişinin işidir.
.
Kibirlenmek üç çeşittir
|
Sual: Kibir kaç çeşittir?
CEVAP
Kibir, kendini başkasından üstün görmektir. Yapıldığı yerlere göre üçe ayrılır:
1- Allahü teâlâya karşı kibirdir:
Kibrin en kötüsü budur. Nemrud, Firavun böyle idi. İlahlık iddiasında bulundular. Bazı dinsizler de imanı, ibadeti, namaz kılmayı aşağılık, gericilik sanarak kibirlenirler. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Büyüklenerek bana ibadet etmeyenler alçalmış olarak Cehenneme girecektir.) [Mümin 60]
2- Peygamberlere karşı kibirdir:
Bazıları, Peygamberleri kendileri gibi bir insan gördükleri için, kibirlenerek onlara uymayı kabul etmediler. Mesela Peygamber efendimiz için dediler ki:
(Bu da sizin gibi bir insan. Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, hüsrana uğrarsınız.) [Müminun 33, 34]
3- İnsanlara karşı kibirdir:
Herhangi bir hususta kendini başkasından üstün gören kibirlidir.
Şam Ordusu kumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri büyük bir kalabalıkla Hazret-i Ömer’i karşıladı. Hazret-i Ömer kölesi ile nöbetleşe deveye bindiğinden, Halife devesinden indi. Yerine kölesi bindi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp deredeki sudan geçti. Bunu gören kumandan dedi ki:
— Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl izah edebiliriz?
Hazret-i Ömer buyurdu ki:
— Ya Eba Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelil eder, her şeyden aşağı eder.
Kibir ve tevazu
Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allah rızası için tevazu edeni, [kendini, Müslümanlardan üstün görmeyeni] Allahü teâlâ yükseltir.) [Bezzar]
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki:
Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsan buyurmuştur. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bu üç sıfattan hiçbir mahlukuna vermemiştir. Bu üç sıfatı, kibriya, gani olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şey Ona muhtaç olmak demektir. İnsan ise ihtiyaç sahibidir. Allah yaratıcıdır, insan ise yaratıktır, fanidir.
Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecavüz etmek olur. Kula kibirlenmek yakışmaz. En büyük günahtır. Hadis-i kudside buyuruldu ki:
(Azamet ve kibriya bana mahsustur. Bu iki sıfatta, bana ortak olmak isteyenlere, çok acı azap ederim.) [Müslim]
Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?
Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah için affedenin şerefi artar, tevazu eden de yücelir.) [Müslim]
(Kişi kibirlenince, iki melek, "Ya Rabbi bunu alçalt!" derler. Tevazu ederse, "Ya Rabbi bunu yükselt!" derler.) [Beyheki]
.
Kibre sebep olanlar
|
Sual: Neler kibre sebep olur ve kibirlide hangi kötü huylar bulunur?
CEVAP
Bu vasıfların biri veya birkaçına sahip olan kimse kibirlenebilir:
İlim: Genelde az çok ilmi olanlar, diğer insanları, hayvan gibi, ot gibi görür. Kendini de, kuru fasulye gibi nimetten sayarak kibirlenir. İki hadis-i şerif meali:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
(Toplantılarda ilimle üstünlük taslayanın gideceği yer, Cehennemdir.) [İbni Mace]
İbadet: Genelde ibadet edenler, yaptıkları ibadetlerin noksanlıklarına, kabul olup olmadığına bakmadan, ibadet ettiği için büyüklenir.
Soy: Bize falancalar derler diyerek soyuyla övünür. Bir kimse imansızsa, babası peygamber olsa da, ona faydası olmaz. Nuh aleyhisselamın oğlu Kenan, Âdem aleyhisselamın oğlu Kabil, babaları peygamberken, cehennemlik oldu. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kişi, kötüyse, soyunun üstünlüğü, ahirette ona fayda vermez.) [Taberani]
(Soyuyla övünen, rahmet-i ilahiden uzaktır, Cehennem odunudur.) [Tirmizi]
Soyuyla üstünlük taslayan biri, “Ben falancanın oğlu filanım. Ya sen kimsin?” dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki
(Hazret-i Musa’nın yanında iki kişi, soylarıyla övünmeye başladı. Biri ecdadını 9 göbek geriye doğru saydı. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya, “Ona söyle, iftihar ettiği 9 kişi Cehennemdedir. Kendi de onuncusudur” diye vahyetmiştir.) [İ. Ahmed]
Güzellik: Genelde kadınlar, güzellikleriyle övünürler. Erkeklerden yakışıklıyım diye gururlananlar olur. (O güzelliği ben, kendime kendim vermedim) diyerek kibirden sakınmalıdır.
Kuvvet: Kimi güçlü kuvvetlidir, pehlivandır, sıktığı taşın suyunu çıkarır. Sanki bu kuvveti, Allahü teâlâ değil de, kendisi kendine vermiş gibi, kuvvetiyle büyüklük taslar.
Servet: Malının çokluğuyla övünenler de olur. Karun gibi nice zenginler, mallarıyla birlikte helak olmuş, Cehenneme gitmiştir. Malla övünmek de, cahilliktir.
Mevki: Kimi müdürdür, reistir, kraldır, makamıyla övünür. Firavun, Nemrut gibi nice krallar, kibirleri yüzünden Cehenneme gittiler.
Yakınların çokluğu: Kimi de, yakınlarının, akrabalarının çokluğuyla övünür, onlara güvenir. Benim arkam var der. Allahü teâlâyı bırakıp da, kendi gibi acizlerle övünüp, onlara güvenenin hâli kötüdür.
Kibirlideki kötü huylardan bazıları:
Hıkd: Başkalarına karşı kin ve düşmanlık besler, onlardan nefret eder.
Gazap: Olaylara tez sinirlenir, öfkesini yenemez, kalb kırar.
Haset: Sevmediği kimsede bulunan nimetleri kıskanır.
Riya: İbadetini göstererek sevgi toplamaya çalışır.
Hicr: Beğenmediği kimselere dargın durur, küser.
Şematet: Başkasına gelen belaya sevinir.
Gadr: Verdiği sözde durmaz.
Ucub: Yaptığı ibadetleri beğenir. İmam-ı Gazali hazretleri, Necm suresinin, (Nefsinizi tezkiye etmeyin) meâlindeki 32. âyet-i kerimesinin tefsirinde, (Bir iyilik yapınca, bunu ben yaptım deme, onu iyilik sanma! Onu iyilik sanmak, kendini beğenmektir)buyurdu.
Hıyanet: Kendini emin, güvenilir tanıttıktan sonra, o emniyeti bozucu iş yapar.
Suizan: Mümin kardeşinin kusurlarını araştırır, onun günah işlediğini zanneder. Kendi ayıplarını görmeyip başkalarının kusurlarıyla meşgul olur.
|
Kibir alametleri
|
Sual: Hangi vasıflara sahip olan kibirlidir?
CEVAP
Kibirden olan işlere birkaç örnek verelim:
1- Sual soramamak kibirden kaynaklanır. Kibirli, sual sormayı, bilmemenin alameti kabul eder. Sual sorarsam, bilmediğim meydana çıkar der.
2- Hep kendisine sual sorulmasını, başkasına sorulmamasını istemek, bildiği bilmediği her suale cevap vermeye kalkmak, bilmiyorum diyememek.
3- Yol sormaktan çekinmek. Yol ve sual soramamak, ayıplanma, kınanma korkusundan ileri gelir.
4- Âmirinden izin istemeye çekinmek.
5- Misafir olduğu evde, imamlığa layık birçok kimse varken, ev sahibi izin vermeden imamlığa geçmek, herkesten çok kendini imamlığa layık görmek.
6- Bir toplantıda, hep kendi konuşmayı istemek, başkalarının söze katılmasından rahatsız olmak, onların kuzu gibi dinlemelerini istemek.
7- Arkadaşlarına, bir şeyler bildiğini göstermek için, onlara her fırsatta bir şeyler anlatmaya çalışmak, yanlış sandığı şeyleri hemen düzeltmeye, ikaza kalkışmak.
8- Camide, boşluğu doldur diye, ona buna emir vermek ve emir verilenin de, bundan alınması.
9- Yaşına bakılmadan, herkesin birbirine abi denmesi âdet olan yerlerde abi diyememek, sadece ismiyle veya “Ali bey, Veli bey” diye hitap etmek.
10- Övülmekten hoşlanmak, tenkide dayanamamak. Hatasını söyleyene teşekkür edememek.
11- Hakkı kabul etmemek. Bir şey şöyledir denilince tevil etmeye çalışmak, elli dereden su getirip kabul etmeye yanaşmamak. Hâlbuki hakkı söyleyen çocuk da, cahil de olsa, severek kabul etmeli.
12- Vesvese etmek de kibirden olabilir. Kendini ihtiyatlı zanneder, herkesin yanlış yaptığını düşünür. Nasihat kabul etmez, vesvesesine devam eder.
13- Baş olmayı istemek, emir vermekten hoşlanmak. Bazı yönlerini üstün görmek.
14- İnsanlar yanına gitmekten veya bir şey sormaktan çekiniyorlarsa, bu da kibir alametidir.
15- Tevazu gösterisinde bulunmak. “Buyursunlar efendim” diyerek aşırı tevazu göstermek. Bendeniz diye konuşmak. Bazı yazarlarbendeniz diyerek insanlara yol gösteriyor, nasihat ediyor. Bende, köle demektir. Köle nasıl nasihat eder ki, nasıl yol gösterir ki? Ona, şunu şöyle yap dense, kabul etmez. Hani bende yani köle idi? Köle hiç itiraz eder mi? Bu, kibrini örtmeye çalışmaktan başka şey değildir.
16- Kendisi, tevazu olsun diye, bu fakir, bu âciz, bu günahkâr dediği halde, azıcık tenkit edilince, âcizliği, fakirliği kalmayıp öfkelenmek.
17- Herkese sıkıntı vermek, üzmek. Birini diğerine şikâyet etmek. Başkalarının kusurlarını söyleyerek, kendisinin böyle olmadığını bildirmek.
18- Tevbeyi geciktirmek, namaz kılmamak, Allahü teâlâya karşı kibirli olmaktır.
19- Tartışma sonunda, hakkını helal et dense, helal etmemek; bu, hâlâ haklı olduğunu savunmak olur.
20- Bir toplumda, hep kendi konuşup başkalarının konuşmamasını istemek.
Netice: Haddini bilmek tevazu, haddini bilmemek kibir alametidir.
Kibirli miyim?
Sual: Bir insan kendinin kibirli olup olmadığını nasıl anlar? Kibir, büyük günahların en büyüklerinden olduğuna göre, kibirli kimse salih olabilir mi?
CEVAP
Eğer kibirli olduğu açıkça biliniyorsa salih olamaz. Kibrini başkaları da anlıyorsa fâsıktır. Tevazu sahibi densin diye, kibrini, (bu âciz), (bu zavallı), (bu günahkâr), (bendeniz) diyerek gizlemeye çalışıyorsa, başkası anlayamıyorsa fâsık denmez.
Kibir, Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Kibir her iyiliğe engeldir, her kötülüğün anahtarıdır. Kibir şeytanın sıfatı ve kovulma sebebidir. Güçlü insan mütevazı, âciz insan kibirli olur. Kibirle küfür arasında çok ince bir zar vardır. Kibrin bir adım ötesi küfürdür. Âciz insan, noksanlığını tamamlamak için kibirli olur. Faziletli kimsenin kibirlenmeye ihtiyacı yoktur. Bütün kötülüklerin başı kibirdir. Kibirli olan çok ahmak ve akılsız olur. Kârını, zararını düşünemez. Kibir, şirkin kardeşidir. Kibir taşıyan kafada, akıl bulunmaz. Nefsi aradan çekmeli, kendimizden iğrenmeliyiz. Kendinden tiksinmeyen kurtulamaz.
Herkes kendinin kibirli olup olmadığını anlayabilir. Mesela şunlar varsa kibirlidir:
1- İstişare etmiyorsa, danışmıyorsa, soramıyorsa, peki diyemiyorsa, hatasını kabul edemiyorsa, özür dileyemiyorsa, kimseden dua isteyemiyorsa, vara yoğa öfkeleniyorsa, başkalarını beğenmiyorsa, birine yol sorarken bile çekiniyorsa,
2- Üzerinde hakkı bulunanları, fakirleri, garipleri ziyaret etmiyorsa,
3- Hep kendini haklı kabul ediyorsa, kendi görüşünün doğru olduğunu anlatmaya çalışıyorsa, haklı olduğunu ispat için deliller buluyorsa, (Şu kitaplarda şöyle diyor, falanca büyük zat böyle buyurdu) diyerek kendisinin haklı olduğunda ısrar ediyorsa,
4- (Benim dediğim doğru) veya (Benim dediğim olacak) diyerek tartışmaya giriyorsa,
5- Kibrini örtmek için mütevazı ve edepli gözükmeye çalışıyorsa, (bendeniz), (bu günahkâr), (Biz bu işlerden anlamayız) gibi şeyler söylüyorsa,
6- Emr-i maruf yapılınca, kabul etmeyen, (Allah’tan kork şunu yap, şunu yapma!) denince, eğer kabul etmezse, o kişi nefsine mağlup olmuş, kibre düşmüş demektir.
7- Herkese sıkıntı veriyor, herkesi şikâyet ediyorsa, [Mütevazı olan ne şikâyet eder, ne şikâyet edilir. Mütevazı ölü demektir. Ölü, kimseyi şikâyet etmez; ölüyü de şikâyet eden olmaz.]
8- Herkeste kusur, kabahat arıyorsa, onları bilgisiz, cahil, kendini onlardan üstün görüyorsa,
9- Fırsat buldukça rütbesinden, faziletinden bahsediyorsa. [Mesela, (Ben yüzbaşı iken erlerin namaz kılmasına izin verirdim), (Kaymakamken fakirlere yardım ederdim), (Doktorluğumda, çok garibana ücretsiz baktım, ilaçlarını verdim) diye övünüyorsa vaziyeti iyi değildir.]
10- Bir kimse, biraz bilgiliyse, ibadet de yapıyorsa, böyle olmayan insanı, adam yerine koymaz, helâk olmuş zavallı biri gibi görür. Kendisi için sevdiğini başkası için sevemez. Hakkı ve hakikati başkalarından duysa kabul etmez. Onların nasihatine, tavsiyesine uymayı nefsine yediremez.
Bir menkıbe:
Yeni gelmiş bir talebe, bir gün dergâha girmek isterken, dergâhın köpeği hırlayarak girmesine engel olur. Ne yapsa fayda yok. Köpek, hiç kimseyi içeri sokmaz. Müridin hocası durumu gizlice takip eder. Mürid, köpeğe yaklaşıp, (Sen de, ben de bu kapının birer köpeğiyiz. Çekil de içeriye gireyim) deyince, köpek, kuyruğunu sallayıp çekilir ve mürid de içeri girer. Hocası buna hemen icazet verir. Yıllarca dergâhta hizmet eden talebeler duruma taaccüp edince, hocaları der ki:
(O, kibretmedi, kendisini köpekten üstün görmedi. Burada bulunuş maksadını anladı ve maksadına kavuştu.)
Kibir alameti
Sual: S. Ebediyye’de (Erkeklerin, pantolonu, ayaklarını örtecek kadar uzatması mekruhtur) deniyor. Uzun veya kısa olması niye mekruh oluyor?
CEVAP
Eskiden etekleri yere sürümek kibir alametiydi. Pantolonun paçalarının yere sürülmesine günümüzde paspallık dense bile, kibirlilere de benzediği için mekruh oluyor. Bir hadis-i şerifte, (Önceki ümmetlerden kibirli biri, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. Allah'ın gayretine dokunarak, yer bunu yuttu) buyuruldu. (İslam Ahlakı)
Bunun gibi bir erkek, kadınlara benzemek niyeti olmasa da, küpe, kolye takıyorsa, kadınlara benzemiş olur, caiz olmaz.
Kadınların da eteklerinin yere sürülmesi caiz değildir. Erkeklere benzemek niyeti olmasa da, kadınların pantolon giymesi de caiz olmaz.
Eteklerin yere sürünmesi
Sual: Kadınların etekleri veya pardösüleri uzun olup yerlere sürünmesi, erkeklerin de pantolonlarının yere kadar uzun olması uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir. Kibir alameti olduğu için, erkekler de kadınlar da, o kadar fazla uzun giymemeli. En fazla ayak üstüne kadar uzun olmalı, hattâ biraz daha kısa olmalı.
.
Kibirliye kibirli görünmek
|
Sual: Kimlere karşı kibirli görünmek gerekir?
CEVAP
Kibirlenmekle, kibirli görünmek farklıdır. Kibirliye karşı, kibirli görünmek sadaka vermek gibi sevaptır. Hadis-i şerifte, (Kibirliye kibirli görün ki, onu hakir ve küçük düşürmüş olursun) buyuruldu. (İ. Gazali)
Kibir sahibine karşı tevazu eden kimse, kendisine zulmetmiş olur. Bid'at sahiplerine ve zenginlere karşı da kibirli görünmek caizdir. Bu kibir, kendini yüksek göstermek için değildir. Onlara ders vermek, gafletten uyandırmak içindir. Savaşta, bid’at ehli ile münazara ederken onlara karşı kibirli görünmek de sevaptır. Sadaka verirken de neşe ile karışık kibirli görünmek, malı parayı çöpe atar gibi vermek gerekir. Sadaka verenin kibirli görünmesi, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçültmek, mala kıymet vermediğini gösterir. Gösteriş yapan riyakârlara karşı da kibirli görünmek caizdir.
Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun aşırı olmaması gerekir. Aşırı olan tevazua yaltaklanmak [tezellül] denir ki bu ancak üstada ve âlime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Yaltaklanmak, Müslüman ahlakından değildir.) [Berika]
(Hak için zillete girmek, kibirlenmeye göre izzete daha yakındır.)[Deylemi]
(Fakir ile oturmak, merkebe binmek, davarını sığırını sağmak kibirden uzaklaştırır.) [Beyheki]
(Fakirlikten dolayı eski elbise giyende de kibir olur.) [İ. Ahmed]
(İnsanlar çok bozuldu diyerek kendini onlardan üstün gören helak olmuştur.) [Müslim]
(Selamı önce vermek kibirden uzaklaştırır.) [Beyheki]
(Sadaka vermek kibri de giderir.) [Taberani]
(Sökük yerini diken, ayakkabısını tamir eden, hizmetçisi ile yemek yiyen ve çarşıdan yükünü kendi taşıyan kibirden uzaktır.)[Ebu Nuaym]
Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek ve eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir. Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bilsin ki bu da kibirdendir.
Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete sevk eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır.
.
Tenkit etme hastalığı
|
Sual: Ufak olaylardan çok etkileniyorum. Tez kızıyor, ana-babamı ve başka büyüklerimi üzüyorum. Yanlışlarına tahammül edemiyor, hemen eleştiriyorum. Sonra da, pişman oluyorum. Bu kötü huyumu frenleyebilmek için, ne yapmam gerekir?
CEVAP
İslam âlimleri, öfkenin, sinirlenmenin, kibirden, kendini beğenmekten ileri geldiğini bildiriyor.
Tenkit etmek [eleştirmek], genelde, (Ben bunu biliyorum, sen bilmiyorsun, seni uyarıyorum, bu yanlış yoldan dön) demektir. Bu, hiç kimseye söylenmez, hele ana-baba gibi büyüklere asla söylenmez. Bilgi, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. Bilgisi ile kibirlenmek, büyük felakettir. Hadis-i şerifte , (İlim sahibinin felaketi, kendini büyük görmesidir) buyuruldu. O halde, aklı olan kimse, ben daha iyi biliyorum diyerek kendisini felakete atmaz.
Kibir, kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz. Kibir, her iyiliğe engeldir. Kibirli değilim diyen, kibirlidir.
Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek ve eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir. Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bunun da kibirden olduğunu anlamalıdır.
Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete sevk eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa, hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır.
Kötülükler, her zaman öfkeden doğar. Bir insanda kibir varsa, bunun alameti öfkesidir. Kibirden, öfke doğar. Bir kimse, asık suratlı ve öfkeliyse, iyiye alamet değildir. Öfke insanın aklını örter. O zaman şeytanın avucuna düşer. Şeytan da onu istediği yere sürükler. Öfkelenmek insanın dinini imanını götürebilir, bundan çok korkmalı.
Tenkit hastalığı
Sual: Bir arkadaş, gerek dünyevi işlerde, gerekse dini işlerde herkesi tenkit ediyor, arkadaşların kalblerini kırıyor, öyle değil şöyledir diyor. Böyle bilgiçlik taslayarak tenkit etme hastalığı neden ileri gelir?
CEVAP
Genelde tenkit hastalığı kendini beğenmekten yani kibirden ileri gelir. Başkalarının yanlışlarını araştırmak günahtır. Emr-i maruf yapmak ayrıdır. Onu yumuşaklıkla, kimseyi üzmeden, genel olarak yapılmalıdır. Mesela küpe takan bir genç görünce, (Bayanlara benzemişsin) demek yerine, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzemesinin uygun olmadığı genel bir sohbette anlatılır. Mesela, kadınlar erkekler gibi saç tıraşı olamaz, pantolon giyemez denir. Sonra erkekler de kadınlara benzememelidir. Mesela kadınlar gibi saçlarını uzatmamalı, kadınlar gibi kolye takmamalı denir. O buradan, küpe takmanın da kadınlara benzemek olduğunu anlar.
.
Tevazu sahibi olmak
|
Sual: Tevazu sahibi olmak için ne yapmalı?
CEVAP
Allahü teâlâ, bütün kitaplarda, kibri kötülemiş ve yasak etmiştir. Kur'an-ı kerimde de, (Allah, kibirli olanları elbette sevmez!)buyurmuştur. (Nahl 23)
Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allah rızası için tevazu edeni, [kendini, Müslümanlardan üstün görmeyeni] Allahü teâlâ yükseltir.) [Bezzar]
Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?
Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah için affedenin şerefi artar, tevazu eden de yücelir.) [Müslim]
(Kişi kibirlenince, iki melek, "Ya Rabbi bunu alçalt!" derler. Tevazu ederse, "Ya Rabbi bunu yükselt!" derler.) [Beyheki]
(Zillete düşmeyecek şekilde tevazu gösterene müjdeler olsun!)[Taberani]
(Allahü teâlâ, tevazu edeni yüceltir.) [Bezzar]
(Şeref tevazudadır.) [İ. Ebiddünya]
(Kişi tevazu edince, Allahü teâlâ, onu yedi kat göklere kadar yükseltir.) [Beyheki]
(Tevazu edin ki, Allahü teâlâ size rahmet etsin!) [İsfehani]
(Mütevazı olana tevazu göster, kibirliye de kibirli görün.) [İ. Gazali]
(Allahü teâlâ, tevazu üzere olmamı emretti. Hiç kimse büyüklenmesin!) [Ebu Davud]
(Tevazu eden, helal kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak olan ve kimseye kötülük etmeyen, insanların iyisidir.)[Berika]
(İmanın kemalini isteyen, tevazu göstersin.) [Berika]
Bir menkıbe: Âbid’in biri, ibadet etmek üzere dağa çıkar. Bir gece rüyasında "Falan ayakkabıcıya git! Senin için dua etsin" denir. Âbid dağdan iner, adamı bulur, ne iş yaptığını sorar. Adam, gündüzleri oruç tutup, ayakkabı işlerinde çalıştığını, kazandığı para ile ailesini geçindirdikten sonra fazlasını sadaka verdiğini söyler. Âbid, adamın güzel bir iş yaptığını anlar, fakat kendisinin dağda sırf ibadetle meşgul olmasını daha iyi bulur ve tekrar ibadetine döner. Yine gece rüyasında, (Ayakkabıcıya git ve ona, "Bu yüzündeki sararmanın sebebi ne?" diye sor) denir. Âbid, gidip sorar. Ayakkabıcı, "Kimi görürsem, bu kurtulacak da, ben helak olacağım der ve kendimden korkarım. Yüzümün sararması bundandır" der. İşte o zaman âbid, ayakkabıcının bu korku ve tevazu ile üstünlük kazandığını anlar.
Tevazu hakkında büyüklerin sözleri
Tevazu, cahilden veya çocuktan da olsa, hakkı işitince boyun büküp hemen kabul etmektir.
Tevazu, karşılaştığı her Müslümanı kendinden aşağı bilmemektir.
Her nimet sahibi haset edilir. Haset edilmeyen tek nimet, tevazudur.
Ehl-i sünnet olan şerefli insan, ibadet edip yükseldikçe tevazu gösterir. Bid’at ehli olan âdi kimse ise, ibadet ettikçe büyüklenir, herkese tepeden bakar.
Tevazu göstermek de kibirdendir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Halbuki mütevazı kimse, kendinde bir varlık görmez ki tevazu göstersin.
Alçak gönüllü olan kurtulur, kibirli olan yanar.
Tanıdık salih kimseleri ziyaret etmemek kibir, fakirleri ziyaret, tevazu alametidir.
Hastalarla birlikte oturmamak, doğru sözü kabul etmeyip, münakaşa etmek, kusurunu bildirenlere teşekkür etmemek, fakirin davetine gitmemek kibir alametidir. Kibirli olan, salih insan olamaz.
Kibir her iyiliğe engeldir, tevazu, her iyiliğin anahtarıdır. Kibirli değilim diyen, kibirlidir.
Tevazu güzeldir, zenginde tevazu daha güzeldir. Kibir çirkindir, fakirde kibir daha çirkindir.
Mahsul, ovadaki sulu ve yumuşak toprakta yetişir, dağda, sert toprakta yetişmez. Hikmet de, mütevazı olanın kalbinde gelişir, kibirlinin gönlünde gelişmez. Bir kimse, başını yükseğe kaldırırsa, tavana değer ve yaralanır, eğerse tavan ona gölgelik eder ve kendini korur. En büyüğünüz, en küçüktür. En küçüğünüz de, en büyüktür. [Yani, kendini büyük gören küçüktür. Kendini küçük gören büyüktür.]
Tevazu örneği
Sual: S. Ebediyye’de, Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin bir mektubunun sonunda, (Merkez-i dâire-i iflâs ve bî nevâî, Ser şâr-ı sahbây-ı hodgâmî ve nâ âşinâî. Es-Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)deniyor. Bu ne demektir?
CEVAP
(İflas dairesinin merkezi ve bir şeyi olmayan, egoistlikle dopdolu ve bir şey bilmeyen) demektir. Büyük zatlar, kendilerinde hiçbir varlık görmedikleri, bütün iyilikleri, nimetleri Allahü teâlâdan bildikleri için böyle söylüyorlar.
.
Toprak gibi olmak
|
Sual: Toprak gibi olmalı deniyor. Toprağın özelliği ne ki?
CEVAP
Toprak tevazu sembolüdür. Dağ gibi başını dik tutmaz. Herkes üstüne basar geçer. Kimseye bir şey demez. Tahammülde de toprak gibi olmalı, insanların sıkıntılarına katlanmalı demişlerdir. Toprak gibi olmak iyidir. Toprak bir seviyedir. Ne çukur olmalı, ne de tümsek. Toprak gibi mütevazı olan, her nimete kavuşur, bir parça yükselen toprakta su durmaz. Susuz da hayat olmaz.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bu dünya ahiretin tarlasıdır. Burada tohum ekmeyip, yaratılışta bulunan, toprak gibi yetiştirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faydalanmayanlara ve amel, ibadet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun! Toprak gibi yetiştirici kuvveti işletmemek, oraya bir şey ekmemekle veya zararlı, zehirli tohum ekmekle olur. Bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çoktur. Zehirli bozuk tohum ekmek, dini, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının eserlerinden [zararlı medyadan öğrenmek] okumaktır. Çünkü, din cahilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. Dini, işine geldiği gibi söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Dini eser verirken, İslamiyet'e uygun olmayanı uygun olandan ayıramaz. Gençlere neleri ve nasıl anlatmak lazım geldiğini bilemez. Kendi gibi, talebesini de cahil yetiştirir. Birçok şeyler okuyup ezberlemekle, [başka ilim kollarında söz sahibi olmakla, fen ve sanat şubelerinde ihtisas kazanmakla] insan din adamı olamaz ve din bilgisi veremez. (1/23)
Kendini üstün görmek
Sual: Mektubat-ı Rabbani’de, (Kendini Frenk kâfirlerinden daha üstün bilen bir kimse, Allahü teâlâyı tanıyamaz. Hatta uyuz köpekten üstün bilen, büyük zatların feyizlerinden mahrum kalır)deniyor. Müslüman, kâfir olan birinden, insan da köpekten üstün değil mi?
CEVAP
Tevazu, kendini başkalarından daha üstün görmemektir. Başkaları ile bir görmenin mahzuru olmaz. Çünkü onun da imanlı veya imansız olma ihtimali vardır. İnsanın işi, neticesi ile ölçülür. İmansız ölen kimsenin, hayatı imanla geçse de ne kıymeti olur ki? Tersi de böyledir. Yani imansız yaşar, sonunda imana kavuşarak ölür. Artık o, imanlıdır. İmanlı olan kimse de, imansız ölen herkesten üstündür.
Nice sarhoşlar vardır ki, yaptığından pişmanlık duyar tövbe eder, imanla gider. Nice dervişler, vardır ki, kibirlidir, günahları için tövbe etmez, imansız giderler. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, kibirli kimseyi alçaltır, tevazu sahibini yükseltir.)[Taberani]
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine bir papaz gelip, ben mi üstünüm, sen mi üstünsün, diye sorar. O da, bir hafta sonra gel, der. Bir hafta sonra geldiğinde vefat ettiğini görür. Bugün bana cevap verecekti, diye söylenince, tabutu göstererek, işte orada, git sor, o boşuna konuşmaz, derler. Tabutunun başına gidip aynı soruyu sorar. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri Allahü teâlânın izniyle başını kaldırıp, şöyle cevap verir: (Geçen hafta sonumun ne olacağını bilmediğim için sana cevap veremedim. Ben imanla gidip kendimi kurtardım, senden üstünüm. Sen kendine bak.) Papaz, ağlamaya başlar, Kelime-i şehadet getirir Müslüman olur.
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, netice belli olmadan, ben Müslümanım, sen de kâfirsin, ben senden üstünüm dememiştir. Üstünlük sona bağlıdır.
Peki kendini köpekten üstün görmemek ne demek? Nefsimiz kâfirdir, köpekten aşağıdır, çünkü köpek Cehenneme girmeyecek. Hatta Kıtmir isimli köpek Cennete girecektir. Kâfir olarak ölen bir kimse, elbette köpekten daha aşağıdır. Bir âyet-i kerimede (O kâfirler, hayvandan da aşağıdır) buyuruluyor. Bir kâfir, günahsız köpekten nasıl üstün olabilir ki? İmanla öleceğimiz kesin olmadığı için, kendimizi köpekten de, kâfirden de üstün göremeyiz.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Şaşılacak şeydir ki, büyük zatlara gelen feyzler, nimetler, bu kusurları görmeye yardım ediyorlar. Ayıpları görmek kuvvetini artırıyorlar. Ucb [kendini beğenmek] yerine, aşağılık gösteriyorlar. Yüksek yerde olana, tevazu yolunu açıyorlar. Hem evliyalığın en yüksek derecesini ihsan ediyorlar, hem de, kendini kusurlu görmeyi sağlıyorlar. Ne kadar çok yükselirse, kendini o kadar çok aşağı görüyor. Çok yükselmek, kendini çok aşağı görmeye sebep oluyor. Yabancılar, buna ister inansın, ister inanmasın, önemi yoktur. (1/222)
[Bid’at ehli, aynı zamanda, tasavvufa yabancı insan demektir. Hatta evliya olmayan kimse, evliyalığa yabancı durumdadır. Herkes, bilmediği şeyin yabancısıdır.]
Netice: Tasavvufta salik, kendisinin yaratılmış, aciz bir kul olduğunu, kendisinde bulunan bütün nimetleri Rabbinin yani Allahü teâlânın ihsan ettiğini bilir. Bunları hak sahibine yani Allahü teâlâya teslim eder. Geriye kendisinde kötülükten, kusurdan, günahtan başka şey kalmadığını görür. Bunlar ise övünülecek değil, utanılacak, aşağılanacak şeylerdir.
.
Tevazu göstermeye çalışmak
|
Sual: Tevazu sahibi olmakla tevazu göstermek aynı mıdır?
CEVAP
Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak çok farklıdır. Tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir. Cüneyd-i Bağdadihazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir) buyuruyor. Bazısı da, (Bu günahkâr, bu fakir) diyerek kendinin tevazu ehli olduğunu göstermeye çalışır. Bir günahını söyleyince hemen kızar. O zaman sözünde yapmacık olduğu anlaşılır. Din büyükleri de "bu fakir" diye kullanırlar. Fakat bunlar böyle sözlerinde samimidir.
Bu fakir ne demek?
Sual: Konuşurken, (Bu fakir, bu âciz, bendeniz) gibi ifadeler kullanmak tevazu sahibi olmaktan mı ileri gelir?
CEVAP
Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak farklıdır. Tevazu sahibi olmak iyidir, tevazu göstermeye çalışmaksa kötüdür.
Fakir, muhtaç demektir. Peygamber efendimizin Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. Abdullah Dehlevi hazretleri, (Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir) buyuruyor. (Dürr-ül-mearif)
Tasavvufta fakir, nafakası olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü teâlânın fiilinden ve iradesinden razı olur. Dinimiz emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslamiyet’e uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve âhiret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az diye itiraz eder. Zengin olursa doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve âhirette felaketine sebep olur. (İslam Ahlakı)
(Bu fakir) diyebilmek için, yüksek dereceye kavuşmak gerekir. Yoksa yapmacık olur, sırıtır, işin ehli bize güler. Tevazu göstereceğiz derken kibirli olduğumuz meydana çıkar.
(Bu günahkâr, bu âciz, bu fakir, bendeniz) gibi ifadelerle tevazu gösteren, samimi söylüyorsa çok iyidir, fakat bunlar günümüzde genel olarak tevazu göstermek için yapmacık olarak söyleniyor. Bende, köle demektir. Köle, emredilen işleri hiç yüksünmeden yapar. Böyle tevazu sahibi olan kimsenin, bendeniz [köleniz] demesi çok güzel olur. Eğer emredilen işi yapması zor geliyorsa, bunu laf olsun diye söylediği, yapmacık, hattâ kibir alameti olduğu anlaşılır, çünkü Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir, çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onda tevazu tabiîdir, yapmacık değildir) buyuruyor.
Kibirdendir çok tevazu göstermek,
Bu günahkâr diye kendini yermek!
Ben veya biz demek
Sual: Ben diye konuşmak uygun mudur?
CEVAP
Genel olarak, ben demek kibirden kaynaklanır. Mesela şu işi ben yaptım, bunu ancak ben yaparım gibi. Kendinde bir varlık hissederek, ben anlamında biz demek daha kötüdür. Mesela, biz adamın ciğerini sökeriz demek gibi. Şu halde ben ve biz kelimelerini, hiç kullanmamak değil, yerli yerinde kullanmak önemlidir.
.
Kibir ve ucub
|
Sual: Kibirle ucub birbirine çok benziyor. Birinin diğerinden farkı nedir?
CEVAP
Kibir, kendini başkasından üstün göstermek, ucub ise, kusurlarını görmeyip, ibadet ettiği için kendini ve ibadetlerini beğenmek, başkasından kendini üstün bilmektir. Buna egoizm de denir. Hiç kimsenin bulunmadığı yerde insan ucba kapılabilir, fakat kibirli olamaz. Çünkü insan, kimse olmasa da kendini ve işini beğenebilir, fakat kimse olmadığı için, kendini büyük gösteremez, kibirlenemez. Ucub, yaptığı iyi işler sebebiyle kendini beğenmektir. Kendini beğenen, başkalarından üstün görebilir. Bu üstün görme işi de, kibirdir. Yani ucubdan kibir doğar.
Bir örnek: Bir kadın, evinde güzel bir dantel işlese, bir marangoz güzel bir masa yapsa, bir ressam güzel bir tablo çizse, bunlardan birinin, eserine bakıp beğenmesi, ne maharetliyim, benim gibi kaç kişi çıkar diye düşünmesi ucub olur. Eğer yanında başkaları da varsa, bakın bendeniz (!) veya üstadınız neler yapabiliyor diye büyüklenerek onlara sanatını göstermesi kibir olur. Ucbu onu kibre sürüklemiş olur.
Kibirden kurtulmak için, tevazu sahibi olmaya, ucubdan kurtulmak için de minnet ehli olmaya çalışmalı! Diyelim ki bir kimsenin hitabeti güzeldir. Bundan dolayı kendini beğenir yani ucbeder. Minnet, nimete kendi eliyle değil, Allahü teâlânın lütfuyla kavuştuğunu düşünmektir. Hitabet güzelliğinin, Cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu düşünen, kendini beğenemez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç şey felakete götürür: Hasislik, nefse uymak, ucublu olmak.)[Beyheki]
Bir kişinin ucublu olup olmadığı şu alametlerden belli olur. Ucublunun vasıfları:
1- Kibirlidir, 2- Günahlarını ve Allahü teâlânın azabını unutur, 3-Büyüklerden faydalanamaz, âlimlerin sohbetinden mahrum kalır, 4-İstişare etmez, danışmaz.
İnsanı kibre düşüren ucubdur. Ucub ise, ilim, ibâdet, yakınlarının çokluğu gibi sebeplerle kendini beğenmektir. Bunların Allahü teâlânın lütfu olduğunu bilen, ucba düşmez, dolayısıyla kibirlenmez. İslam âlimleri buyuruyor ki:
En kötünüz mescidden çıksın denilse, benden önce kapıya çıkan olmaz. Ancak daha hızlı koşan olursa onu bilmem. (Malik bin Dinar)
Başkanlığı, emir vermeyi seven, iflah olmaz. (Fudayl bin İyad)
Kendinden daha kötünün bulunduğunu zanneden kibirlidir. (Bayezid-i Bistami)
Bir menkıbe: Benî İsrail'den bir fâsığın kötülüğünü duymayan kalmamıştı. Soylu bir âbid de ibâdetiyle şöhret bulmuştu. Kötü kimse, bu âbidin yanından geçerken, (Gideyim, şu âbidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder) diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için, üstünlüğüyle böbürlenip, (Bu fâsık, benimle niye oturuyor?) diyerek, oradan kalktı. Fâsık da çekip gitti; fakat âbidin üzerindeki bulut, fâsıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine, (Allah insanların niyetlerine göre muamele eder. Fâsığın yaptıklarını iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin yaptıklarını da kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti. Âbidin, imanlı fâsığı hakir, yani aşağı görmesi felaketine sebep oldu.
Kendisi ile iftihar etmek
Sual: Dünya ve ahiret işlerini düzgün yapan, kaliteli şiir yazan, namazı çok düzgün kılan çok kabiliyetli bir insanın yaptığı iyi işlerden dolayı kendi kendine iftihar etmesi günah mıdır?
CEVAP
Yaptığı ibadetleri, iyilikleri beğenerek, bunlarla övünmeye ucub denir. Ucub, kötü işlerdendir. Hazret-i Âişe validemize, (İnsan ne zaman kötü amel işler?) diye sual edildi. Buyurdu ki: (İyi amel işlediğini sandığı zaman.)
İbni Mesud hazretleri de, (İnsanın helakı, ucub ve ümitsizliktendir) buyurdu.
Ucbeden, yani kendini beğenen, kendini ihtiyaçsız hissedip, ümitsiz olanlar gibi isteğinde gevşek olur. Bir abid vardı. Namazını düzgün kılar, bütün ibadetlerin bütün edeplerini gözetmeye çalışırdı. Gencin biri, bu abide hayran hayran bakınca abid dedi ki:
(Şeytan da uzun yıllar ibadet etti. Fakat sonunu biliyorsun. Mühim olan sondur. İbadetlerimin kabul olup olmadığını bilmiyorum. Hepsi kabul olsa, bir gözümün şükrü değildir.)
Ucbeden, kendini herkesten üstün bilir, günahlarını hatırlamaz. İbadetine şükretmez. Şükre ihtiyaç olmadığını zanneder. Allahü teâlânın kendine ihsan ettiği ibadet etme nimetini kendinden bilir, kabiliyeti ile övünür. İlmi ile ucbeder, yani ilmini beğenir, kimseye bir şey sormaz, nasihat dinlemez.
Ucbun zıddına Minnet denir. Minnet, nimete kendi eliyle, kendi çalışmasıyla kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı olduğunu düşünmektir. Böyle düşünmek ucub tehlikesi olduğu zaman farz olur. Allahü teâlâ, kime ilim, ibadetlerde kolaylık ve başka nimetler verdiyse, bunların elden gitmesinden korkmalıdır.
İnsanı ucba sürükleyen sebeplerin başında cehalet ve gaflet gelir. Böyle ucubtan kurtulmak için her şeyin Allahü teâlânın dilemesi ve yaratması ile meydana geldiğini, akıl, ilim, ibadet, mal, mevki, güzel yazmak, güzel konuşmak, kaliteli iş yapmak gibi nimetlerin Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı olduklarını düşünmek gerekir. Bize faydalı ve tatlı gelen bütün nimetleri gönderen Allahü teâlâdır. Ondan başka yaratıcı, gönderici yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günah işlemeseydiniz, bundan daha zararlı olan ucubtan korkardım.) [Harâiti]
(Eğer mümin ameli sebebiyle ucba düşmeseydi, günahlardan korunurdu ve hatta aklından bile geçirmezdi. Lakin günah onun için ucubtan hayırlıdır.) [Deylemi]
Günah işleyenin boynu bükük olur. Tevbe edebilir. Ucub sahibi ilmi ile, ameli ile mağrur olur. Egoist olur. Tevbe etmesi güç olur. Günah işleyenlerin iniltileri, Allahü teâlâya, tesbih çekenlerin övünmesinden iyi gelir. Ucbun en kötüsü, hatalarını, nefsinin hevasını beğenmektir. Hep nefsine uyar, nasihat kabul etmez. Başkalarını cahil zanneder. Halbuki kendisi çok cahildir. Bilmediğini bir bilene sormaz. Ucbun sebebi cahillik hastalığı olduğuna göre, ilacı da ilim ve marifettir. İlim, ibadet, takva gibi salih amellerin Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsanı olduğunu bilip şükreden kimse, ucubtan kurtulur. Bir kimsenin ucub sahibi olup olmadığı, şu alametlerden belli olur: Ucublu kimse, kibirli olur. Günahlarını ve Allahü teâlânın azabını unutur. Büyüklerden istifade edemez, âlimlerin sohbetinden mahrum kalır. Kimseyle meşveret etmez, danışmaz.
Kibirden kurtulmak için tevazu sahibi olmaya, ucubtan kurtulmak için de minnet ehli olmaya çalışmalıdır! Diyelim ki bir kimsenin hitabeti güzeldir. Bundan dolayı kendini beğenir, yani ucbeder. Minnet, nimete kendi eliyle değil, Allahü teâlânın lütfu ile kavuştuğunu düşünmektir. Hitabet güzelliğinin cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu düşünen, kendini beğenemez.
Cennetlik veya Cehennemlik bilmek
Sual: Bir Müslümanın, kendini Cennetlik gibi, günahkârları da Cehennemlik gibi görmesi doğru mudur?
CEVAP
Günahkârları beğenmemeli, fakat kendini günahkârlardan üstün de görmemelidir. Kendini Cennetlik, günahkârı Cehennemlik bilmemelidir. Hatta kâfir için bile böyle düşünmemelidir. Kâfir, bir Kelime-i şehadet getirerek Cennetlik, kendisi bir söz söyleyerek Cehennemlik olabilir.
İsrailoğullarından bir eşkıya, kırk yıl günah işler. Bir gün Hazret-i İsa’yı havarilerden biri ile giderken görür. Yaptığı eşkıyalığa pişman olur. "Ben bunlara katılayım" diyerek peşlerine takılır. Havarinin yanına yaklaşır, "Benim gibi bir eşkıyanın böyle bir zatın yanında gitmesi uygun olur mu?" diye düşünür. Havari de, "Bu yol kesici nereden çıktı? Benimle nasıl gelir?" diyerek ondan uzaklaşıp İsa aleyhisselama yaklaşır. Allahü teâlâ Hazret-i İsa'ya vahyeder ki:
(İkisine de söyle! İkisinin de geçmişlerini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için havarinin ibadetini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için de eşkıyanın günahlarını affettim.)
Hazret-i İsa, durumu her ikisine de bildirir ve eşkıyayı havarileri arasına alır. (İ. Gazali)
İbadetleri beğenmek
Sual: Yaptığımız ibadetleri beğenmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Bütün taatlarını, ibadetlerini kusurlu bilmeli, hakkıyla yapamadığını düşünmelidir! Ebu Muhammed bin Menazil hazretleri buyurdu ki:
Allahü teâlâ, Âl-i İmran suresinin 17. âyetinde, sabredenleri, sadıkları, namaz kılanları, zekât verenleri ve seher vakitlerinde istigfar edenleri meth buyurdu. Hepsinden sonra, istigfar edenleri bildirmesi, insanın her ibadetini kusurlu görüp, daima istigfar etmesi içindir.
Cafer bin Sinan hazretleri de buyurdu ki:
İbadet yapanların kendilerini beğenmeleri, fâsıkların günahlarından daha kötü ve daha zararlıdır.
Kibir ve ucub
Sual: Yaptığım işleri beğeniyor, (Başkası böyle güzel yapamaz) diyorum. Başkalarını kendime güldürmemek için işimi düzgün yapmaya çalışıyorum. Bunlar kibir midir, ucub mudur?
CEVAP
Başkalarını değil, Allah'ın bize ne diyeceğini düşünmeliyiz. Hangi iş olursa olsun, (Allahü teâlâ, bu iş için bize ne der?) diye düşünerek yapmalıdır. Allah bizden razı ise, bütün dünya bize gülse ne çıkar? Tersine, Allah razı değilse, dünya bizi el üstünde tutsa neye yarar?
Kibir, kendini başkasından üstün göstermek; ucub ise, kusurlarını görmeyip, ibadet ettiği için kendini ve ibadetlerini beğenmek, başkasından kendini üstün bilmektir. Buna egoizm de denir. İki hadis-i şerif:
(Ucub felakete götürür.) [Beyhekî]
(Ucub sahibi, dilsiz ve sağır olarak; kibirli ise, katrandan elbise giyerek haşrolur.) [Tibyan]
Hiç kimsenin bulunmadığı yerde insan ucba kapılabilir, fakat kibirli olamaz. Çünkü insan, kimse olmasa da kendini ve işini beğenebilir, fakat kimse olmadığı için, kendini büyük gösteremez, kibirlenemez. Ucub, yaptığı iyi işler sebebiyle kendini beğenmektir. Kendini beğenen, başkalarından üstün görebilir. Bu da kibirdir. Yani ucubdan kibir doğar. Hadis-i şerifte, (Zerre kadar kibir sahibi, Cennete giremez) buyuruluyor. (Taberanî)
O hâlde, insanların ne diyeceğine değil, Allah'ın ne diyeceğine önem vermeli, kibirden ve ucubdan çok sakınmalıdır.
.
İki kötü huy
|
Sual: Kibir ve inadın imansız gitmeye sebep olduğu bildiriliyor. Bunlar günah değil mi? Niye küfre, kâfirliğe sebep oluyor?
CEVAP
İmansız gitme tehlikesi olan iki kötü huydan birincisi kibir, ikincisi inattır. İnat, benim dediğim doğru, ben haklıyım demektir. Kibirlenen veya inat eden kâfir olmaz, ama bu iki kötü huy insanı küfre sürükler. İçki, zina, açık gezmek gibi günahlara da zamanla alışılıp normal hâle gelirse, hiç önem vermeden işlenirse, bunlar da küfre sokar.
Kibir ve inat daha çok tehlikelidir. İkisi de kendini beğenmekten ileri gelir. (Küfürden sonra en büyük günah kibirdir. Küfre en yakın olan günahtır) buyurulmuştur. Âciz insanın büyüklenmesi çok tuhaftır. Büyük olan yalnız Allahü teâlâdır. Cenab-ı Hak, (Büyüklük benim sıfatımdır, kim sıfatıma ortak olmaya çalışıp büyüklenirse, acımadan Cehenneme atarım) buyuruyor. Rabbimiz, günahlar için böyle buyurmuyor. Günahlar ne kadar çok olursa olsun, affedebileceğini bildiriyor. Peygamber efendimiz de, (Zerre kadar kibir sahibi, Cennete giremez) buyuruyor. Kibrin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur:
Büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsusken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak, onun tahtına oturup emirler vermek arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmaya çalışmak gibi büyük suç oluyor. Bunun için de küfre en yakın günah denmiştir.
Kibirli kimsenin burnunun kırılması için, ona kibirli görünmek ise çok sevabdır. Kibirliye tevazu göstermek çok çirkindir. Peygamber efendimiz ise, (Kibirliye kibirli görün ki, onu hakir ve küçük düşürmüş olasın) buyuruyor.
İnat, gösterişe düşkünlükten, hasetten, kin beslemekten yahut tamahtan hâsıl olur. Dünya lezzetlerini haram yollardan aramaya tamah denir. Demek ki bu kötü huylar, insanı inada sürüklüyor, doğruyu, hakkı kabul ettirmiyor. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir) buyuruldu. Hakkı, doğruyu, bir çocuk da, çok yaşlı bir köylü de söylese, hemen kabul etmelidir.
.
Kibir ve büyüklenmek
|
Sual: Kitaplarda, (Allah kibriya sahibi) deniyor. Kibriya ise büyüklük yani kibir demekmiş. Allah kibri yasaklarken, kendisi niye kibir sahibidir?
CEVAP
Bu, çok tuhaf bir sorudur. İnsanlar tenkit edilebilir, ama Allah da tenkit edilir mi hiç?
Bir okuyucu da Peygamber efendimizin, (Ben peygamberlerin efendisiyim ve şefaat edicilerin ilkiyim) sözü için, (Peygamberimiz niye kendini övüp kibirleniyor?) diye sormuştu.
Allah ve Resulü hakkında sual sorarken çok dikkatli olmalı. Mesela, (Acaba burada ne denmek isteniyor) gibi edebe uygun sormalı. Allah'ı ve Peygamberimizi tenkit eden kâfir olur.
Başbakanın, cumhurbaşkanının, (Bizim görevimiz şu) demeleri kibir olmaz. Böyle demek, övünmek değil, gerçeği bildirmektir. Bir peygamberin de, (Ben peygamberim) demesi övünmek değil, vazifesini bildirmek olur.
Bazı kelimeler birkaç anlamda kullanılabiliyor. Bazıları da yanlış olarak kullanılıyor. Mesela kaptan, gemi sürücüsü iken, şimdi şoförlere de kaptan deniyor. Hâfız, hadis âlimi demektir. Bugün Kur'an-ı kerimi ezbere okuyana hafız deniyor. Hattâ Kur'an-ı kerimi ezberlemeye giden çocuğa bile hâfız deniyor. Bu yanlış kullanımlardan dolayı bazı ifadeler doğru anlaşılamıyor.
Kibir, büyük ve büyüklük demekse de, Türkçede daha çok, kendisini büyük gösterme, kendisini, başkalarından üstün görme hastalığı olarak kullanılıyor. Kibir, insanlar için büyük hastalıktır. Bu mânada hâşâ Allah için kullanılmaz.
Kebir de büyük demektir. Ekber en büyük demektir. Büyüklük yalnız Allah'a mahsustur. Hiç kimse, Onun gibi büyük olamaz. Birine peygamber demek yanlış olduğu gibi, peygambere de Allah demek yanlıştır, ama Allah’a Allah demek, (Allah en büyüktür) demek yanlış olmaz. Bir kimsenin (Ben yaratıcıyım, ben en büyüğüm) demesi, kibirdir, yalandır, ama Allahü teâlânın (Ben yaratıcıyım) demesi gerçeği söylemektir.
|
.
Kibir alametleri
|
Sual: Hangi vasıflara sahip olan kibirlidir?
CEVAP
Kibirden olan işlere birkaç örnek verelim:
1- Sual soramamak kibirden kaynaklanır. Kibirli, sual sormayı, bilmemenin alameti kabul eder. Sual sorarsam, bilmediğim meydana çıkar der.
2- Hep kendisine sual sorulmasını, başkasına sorulmamasını istemek, bildiği bilmediği her suale cevap vermeye kalkmak, bilmiyorum diyememek.
3- Yol sormaktan çekinmek. Yol ve sual soramamak, ayıplanma, kınanma korkusundan ileri gelir.
4- Âmirinden izin istemeye çekinmek.
5- Misafir olduğu evde, imamlığa layık birçok kimse varken, ev sahibi izin vermeden imamlığa geçmek, herkesten çok kendini imamlığa layık görmek.
6- Bir toplantıda, hep kendi konuşmayı istemek, başkalarının söze katılmasından rahatsız olmak, onların kuzu gibi dinlemelerini istemek.
7- Arkadaşlarına, bir şeyler bildiğini göstermek için, onlara her fırsatta bir şeyler anlatmaya çalışmak, yanlış sandığı şeyleri hemen düzeltmeye, ikaza kalkışmak.
8- Camide, boşluğu doldur diye, ona buna emir vermek ve emir verilenin de, bundan alınması.
9- Yaşına bakılmadan, herkesin birbirine abi denmesi âdet olan yerlerde abi diyememek, sadece ismiyle veya “Ali bey, Veli bey” diye hitap etmek.
10- Övülmekten hoşlanmak, tenkide dayanamamak. Hatasını söyleyene teşekkür edememek.
11- Hakkı kabul etmemek. Bir şey şöyledir denilince tevil etmeye çalışmak, elli dereden su getirip kabul etmeye yanaşmamak. Hâlbuki hakkı söyleyen çocuk da, cahil de olsa, severek kabul etmeli.
12- Vesvese etmek de kibirden olabilir. Kendini ihtiyatlı zanneder, herkesin yanlış yaptığını düşünür. Nasihat kabul etmez, vesvesesine devam eder.
13- Baş olmayı istemek, emir vermekten hoşlanmak. Bazı yönlerini üstün görmek.
14- İnsanlar yanına gitmekten veya bir şey sormaktan çekiniyorlarsa, bu da kibir alametidir.
15- Tevazu gösterisinde bulunmak. “Buyursunlar efendim” diyerek aşırı tevazu göstermek. Bendeniz diye konuşmak. Bazı yazarlarbendeniz diyerek insanlara yol gösteriyor, nasihat ediyor. Bende, köle demektir. Köle nasıl nasihat eder ki, nasıl yol gösterir ki? Ona, şunu şöyle yap dense, kabul etmez. Hani bende yani köle idi? Köle hiç itiraz eder mi? Bu, kibrini örtmeye çalışmaktan başka şey değildir.
16- Kendisi, tevazu olsun diye, bu fakir, bu âciz, bu günahkâr dediği halde, azıcık tenkit edilince, âcizliği, fakirliği kalmayıp öfkelenmek.
17- Herkese sıkıntı vermek, üzmek. Birini diğerine şikâyet etmek. Başkalarının kusurlarını söyleyerek, kendisinin böyle olmadığını bildirmek.
18- Tevbeyi geciktirmek, namaz kılmamak, Allahü teâlâya karşı kibirli olmaktır.
19- Tartışma sonunda, hakkını helal et dense, helal etmemek; bu, hâlâ haklı olduğunu savunmak olur.
20- Bir toplumda, hep kendi konuşup başkalarının konuşmamasını istemek.
Netice: Haddini bilmek tevazu, haddini bilmemek kibir alametidir.
Kibirli miyim?
Sual: Bir insan kendinin kibirli olup olmadığını nasıl anlar? Kibir, büyük günahların en büyüklerinden olduğuna göre, kibirli kimse salih olabilir mi?
CEVAP
Eğer kibirli olduğu açıkça biliniyorsa salih olamaz. Kibrini başkaları da anlıyorsa fâsıktır. Tevazu sahibi densin diye, kibrini, (bu âciz), (bu zavallı), (bu günahkâr), (bendeniz) diyerek gizlemeye çalışıyorsa, başkası anlayamıyorsa fâsık denmez.
Kibir, Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Kibir her iyiliğe engeldir, her kötülüğün anahtarıdır. Kibir şeytanın sıfatı ve kovulma sebebidir. Güçlü insan mütevazı, âciz insan kibirli olur. Kibirle küfür arasında çok ince bir zar vardır. Kibrin bir adım ötesi küfürdür. Âciz insan, noksanlığını tamamlamak için kibirli olur. Faziletli kimsenin kibirlenmeye ihtiyacı yoktur. Bütün kötülüklerin başı kibirdir. Kibirli olan çok ahmak ve akılsız olur. Kârını, zararını düşünemez. Kibir, şirkin kardeşidir. Kibir taşıyan kafada, akıl bulunmaz. Nefsi aradan çekmeli, kendimizden iğrenmeliyiz. Kendinden tiksinmeyen kurtulamaz.
Herkes kendinin kibirli olup olmadığını anlayabilir. Mesela şunlar varsa kibirlidir:
1- İstişare etmiyorsa, danışmıyorsa, soramıyorsa, peki diyemiyorsa, hatasını kabul edemiyorsa, özür dileyemiyorsa, kimseden dua isteyemiyorsa, vara yoğa öfkeleniyorsa, başkalarını beğenmiyorsa, birine yol sorarken bile çekiniyorsa,
2- Üzerinde hakkı bulunanları, fakirleri, garipleri ziyaret etmiyorsa,
3- Hep kendini haklı kabul ediyorsa, kendi görüşünün doğru olduğunu anlatmaya çalışıyorsa, haklı olduğunu ispat için deliller buluyorsa, (Şu kitaplarda şöyle diyor, falanca büyük zat böyle buyurdu) diyerek kendisinin haklı olduğunda ısrar ediyorsa,
4- (Benim dediğim doğru) veya (Benim dediğim olacak) diyerek tartışmaya giriyorsa,
5- Kibrini örtmek için mütevazı ve edepli gözükmeye çalışıyorsa, (bendeniz), (bu günahkâr), (Biz bu işlerden anlamayız) gibi şeyler söylüyorsa,
6- Emr-i maruf yapılınca, kabul etmeyen, (Allah’tan kork şunu yap, şunu yapma!) denince, eğer kabul etmezse, o kişi nefsine mağlup olmuş, kibre düşmüş demektir.
7- Herkese sıkıntı veriyor, herkesi şikâyet ediyorsa, [Mütevazı olan ne şikâyet eder, ne şikâyet edilir. Mütevazı ölü demektir. Ölü, kimseyi şikâyet etmez; ölüyü de şikâyet eden olmaz.]
8- Herkeste kusur, kabahat arıyorsa, onları bilgisiz, cahil, kendini onlardan üstün görüyorsa,
9- Fırsat buldukça rütbesinden, faziletinden bahsediyorsa. [Mesela, (Ben yüzbaşı iken erlerin namaz kılmasına izin verirdim), (Kaymakamken fakirlere yardım ederdim), (Doktorluğumda, çok garibana ücretsiz baktım, ilaçlarını verdim) diye övünüyorsa vaziyeti iyi değildir.]
10- Bir kimse, biraz bilgiliyse, ibadet de yapıyorsa, böyle olmayan insanı, adam yerine koymaz, helâk olmuş zavallı biri gibi görür. Kendisi için sevdiğini başkası için sevemez. Hakkı ve hakikati başkalarından duysa kabul etmez. Onların nasihatine, tavsiyesine uymayı nefsine yediremez.
Bir menkıbe:
Yeni gelmiş bir talebe, bir gün dergâha girmek isterken, dergâhın köpeği hırlayarak girmesine engel olur. Ne yapsa fayda yok. Köpek, hiç kimseyi içeri sokmaz. Müridin hocası durumu gizlice takip eder. Mürid, köpeğe yaklaşıp, (Sen de, ben de bu kapının birer köpeğiyiz. Çekil de içeriye gireyim) deyince, köpek, kuyruğunu sallayıp çekilir ve mürid de içeri girer. Hocası buna hemen icazet verir. Yıllarca dergâhta hizmet eden talebeler duruma taaccüp edince, hocaları der ki:
(O, kibretmedi, kendisini köpekten üstün görmedi. Burada bulunuş maksadını anladı ve maksadına kavuştu.)
Kibir alameti
Sual: S. Ebediyye’de (Erkeklerin, pantolonu, ayaklarını örtecek kadar uzatması mekruhtur) deniyor. Uzun veya kısa olması niye mekruh oluyor?
CEVAP
Eskiden etekleri yere sürümek kibir alametiydi. Pantolonun paçalarının yere sürülmesine günümüzde paspallık dense bile, kibirlilere de benzediği için mekruh oluyor. Bir hadis-i şerifte, (Önceki ümmetlerden kibirli biri, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. Allah'ın gayretine dokunarak, yer bunu yuttu) buyuruldu. (İslam Ahlakı)
Bunun gibi bir erkek, kadınlara benzemek niyeti olmasa da, küpe, kolye takıyorsa, kadınlara benzemiş olur, caiz olmaz.
Kadınların da eteklerinin yere sürülmesi caiz değildir. Erkeklere benzemek niyeti olmasa da, kadınların pantolon giymesi de caiz olmaz.
Eteklerin yere sürünmesi
Sual: Kadınların etekleri veya pardösüleri uzun olup yerlere sürünmesi, erkeklerin de pantolonlarının yere kadar uzun olması uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir. Kibir alameti olduğu için, erkekler de kadınlar da, o kadar fazla uzun giymemeli. En fazla ayak üstüne kadar uzun olmalı, hattâ biraz daha kısa olmalı.
.
Kibir her iyiliğe engeldir
|
* Kibirden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi, bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsızdır.
* Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak çok farklıdır. Tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir) buyuruyor. Bazısı da, (Bu günahkâr, bu fakir) diyerek kendinin tevazu ehli olduğunu göstermeye çalışır. Bir günahını söyleyince hemen kızar. O zaman sözünde yapmacık olduğu anlaşılır. Din büyükleri de “bu fakir” diye kullanırlar. Fakat bunlar böyle sözlerinde samimidir. Kibirlenmek, kibirli görünmek, tevazu farklıdır. Kibirliye karşı, kibirli görünmek sadaka vermek gibi sevaptır.
* Kibir sahibine karşı tevazu eden kimse, kendisine zulmetmiş olur. Bid’at sahiplerine ve zenginlere karşı da kibirli görünmek caizdir. Bu kibir, kendini yüksek göstermek için değildir. Onlara ders vermek, gafletten uyandırmak içindir. Savaşta, bid’at ehli ile münazara ederken onlara karşı kibirli görünmek de sevaptır. Sadaka verirken de neşe ile karışık kibirli görünmek, malı parayı çöpe atar gibi vermek gerekir. Sadaka verenin kibirli görünmesi, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçültmek, mala kıymet vermediğini gösterir. Gösteriş yapan riyakârlara karşı da kibirli görünmek caizdir.
Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun aşırı olmaması gerekir. Aşırı olan tevazua yaltaklanmak denir ki bu ancak üstada ve âlime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir.
* Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek ve eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir. Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bilsin ki bu da kibirdendir.
* Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete sevk eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır.
* Kibrin en kötüsü Allahü teâlâya karşı kibirdir. Nemrud, Firavun böyle idi. İlahlık iddiasında bulundular. Bazı dinsizler de imanı, ibadeti, namaz kılmayı aşağılık, gericilik sanarak kibirlenirler. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Büyüklenerek bana ibadet etmeyenler alçalmış olarak Cehenneme girecektir.) [Mümin 60]
Bundan sonra kibrin kötüsü, Peygamberlere karşı kibirdir. Bazıları, Peygamberleri kendileri gibi bir insan gördükleri için, kibirlenerek onlara uymayı kabul etmediler. Mesela Peygamber efendimiz için dediler ki:
(Bu da sizin gibi bir insan. Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, hüsrana uğrarsınız.) [Müminun 33, 34]
Bundan sonra da İnsanlara karşı kibir gelir. Herhangi bir hususta kendini başkasından üstün gören kibirlidir. Kibrin sebepleri şunlardır: İlim, ibadet, soy, güzellik, kuvvet, servet, mevki, yakınların çokluğu.
* İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur. Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlmi ile kibirlenmek, büyük felakettir. İbadeti sebebiyle kibirlenmek de büyük felakettir. Bunun için “Çok ibadet edenin, kibirden kurtulması zor olur” buyurulmuştur. Soyu ile övünmek ahmaklıktır. Kabil, Hazret-i Âdem’in oğlu idi. Babasının Peygamber olması, bunu küfürden kurtaramadı. Güzellik yüzünden kibre düşmek daha çok kadınlarda görülür. Başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete vesile olur. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, er-geç gider. Geçici olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Kibredenin güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir.
Gücü, kuvveti ile kibretmek de, cahilliktir. Çünkü hayvanların kuvvetleri, insanlardan çok fazladır. Mesela bir insan fil kadar kuvvetli olamaz. Kaplan gibi koşamaz. Kuş gibi uçamaz. Hayvanlar, bir bakımdan insandan üstündür. Hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek elbette uygun olmaz. Çok zengin olmak da üstün olmayı gerektirmez. Karun’un çok malı vardı. Malı ile beraber kahrolup gitti.
Geçici olarak sahip olunan servet ile, mal ile kibirlenmek, çok çirkindir. Gelip geçici olan makam, mevki de üstünlük sebebi değildir. Birçok krallar, derebeyiler, Firavunlar mevki sahibiydi. Hepsi gitti. Ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü söylenmektedir. Kötü birinin mevkii, makamı ile övünmesi neye yarar? Akraba ve tanıdıklarının çokluğu ile üstünlük taslamak da yanlıştır. Bir kimsenin kendisi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar?
|
.
Kibir yüzünden
|
Kırdım, kırıldım,
Kibir yüzünden.
Boşa yoruldum,
Kibir yüzünden.
Hayale daldım,
Çaresiz kaldım,
Gayet bunaldım,
Kibir yüzünden.
Nasıl edeyim?
Neler ödeyim?
Nere gideyim?
Kibir yüzünden.
Aklımdan oldum,
Sararıp soldum,
Saçımı yoldum,
Kibir yüzünden.
Yıllarca yandım,
Ele dayandım,
Pek geç uyandım,
Kibir yüzünden.
Çatılır kaşım,
Eğilir başım,
Akar gözyaşım,
Kibir yüzünden.
Zarar önlemem,
Dertle inlemem,
Öğüt dinlemem,
Kibir yüzünden.
Hâlim isyankâr,
Dendi günahkâr,
Oldum riyakâr
Kibir yüzünden.
Sohbetten kaçtım,
Nimeti saçtım,
Ele el açtım,
Kibir yüzünden.
Kendimi yaktım,
Çok gönül yıktım,
Benlikten bıktım,
Kibir yüzünden.
Çare ararım,
Olmaz kararım,
Bitmez zararım,
Kibir yüzünden.
Nefsime kandım,
Bir şeref sandım,
Ateşsiz yandım,
Kibir yüzünden.
Yol tuttum ayrı,
Bıraktım hayrı,
Delirdim gayrı,
Kibir yüzünden.
Kin nefret içtim,
Kendimden geçtim,
Zorluğu seçtim,
Kibir yüzünden.
Saplanan oktur,
Sıkıntım çoktur,
Çaresi yoktur,
Kibir yüzünden.
Düşmanla gezdim,
Dostları üzdüm,
Nefsimden bezdim,
Kibir yüzünden.
Gün geçti azdım,
Kuyumu kazdım,
İşimi bozdum,
Kibir yüzünden.
Yola taş koydum,
Kötü söz duydum,
Şeytana uydum,
Kibir yüzünden.
Kırattan indim,
Eşeğe bindim,
Düşman edindim,
Kibir yüzünden.
Gafletle yattım,
Karada battım,
Çok acı tattım,
Kibir yüzünden.
Yurt oldu dağlar,
Gözyaşım çağlar,
Sebepsiz ağlar,
Kibir yüzünden.
Titriyor elim,
Büküldü belim,
Tutuldu dilim,
Kibir yüzünden.
Yoktur yararım,
Yanlış kararım,
Çare ararım,
Kibir yüzünden.
Varımı verdim,
Her şeyi serdim,
Artıyor derdim,
Kibir yüzünden.
Görürken Allah,
İşledim günah,
Hoca der eyvah,
Kibir yüzünden.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kalbime kibir gelmesinden korktum
|
Evliyaullahtan bir zat, Ramazan günü talebeleriyle birlikte bir şehre gitmek için yola çıktılar. Şehre yaklaştıklarında akın akın insanların kendilerini karşılamak üzere yollara döküldüklerini gördüler. Mübarek zat, hemen çıkınından kuru ekmeğini çıkararak ağzına attı. Bunu gören ahali, (Biz de bu zatı, âlim bir veli bilirdik, Ramazan günü oruç tutmuyor, üstelik açıktan oruç yiyor. Böyle biri ile konuşulur mu hiç?) diyerek dağıldılar.
Talebeleri yaptığı hareketin sebebi hikmetini sorduklarında, (O kadar insanın bizim için yollara döküldüğünü gördüğümde kalbime kibir ve büyüklenme gelmesinden korktum, onların gözünden düşüp nefsimi aşağılatmak için bunu yaptım. Ekmeği ısırdım ama yutmadım. Herkes ekmeği yediğimi sandı. Kalbime kibir yerleşerek Allahü teâlânın gazabına sebep olsaydım, hâlim ne olurdu) dedi.
.
Sende kibir var
|
Abdulvahhab-ı Şarani hazretlerinin hocası Şeyh Zekeriya Ensari hazretleridir. Bu zatın da çok büyük bir hocası vardı. Bir gün hocası ile beraber otururken Hızır aleyhisselam gelmiş. Sohbetin sonunda Hızır aleyhisselam bu zatın hocasına, (Senin bu talebenin çok büyük bir suçu var. Bunun, bundan daha fazla ilerlemesi mümkün değil. Bundan tevbe etmedikçe kurtulamaz) der ve kaybolur. Şeyh Zekeriya Ensari hazretleri (Aman efendim ne olur Hızır aleyhisselamı çağırsanız da bu suçun ne olduğunu öğreneyim) diye yalvarır. Fakat hocası (Hızır aleyhisselam çağırmakla gelmez. Kendisi ne zaman isterse o zaman gelir) buyurur. Bu zat günlerce tevbe eder nerede kusuru olduğunu düşünür ama bulamaz. Bir gün yine hocası ile beraberken Hızır aleyhisselam gelir. Hemen tabii ki bu mevzuyu sorarlar. Hızır aleyhisselam buyurur ki:
"Sende kibir var. Yazdığın yazıların altına (Şeyh Zekeriya Ensari) diye yazıyorsun. Şeyhlik kim sen kimsin" der. Bunun üzerine hemen tevbe edip, bundan sonra yazılarının altına (İnsanların en aşağısı Zekeriya) vb tarzında sıfatlarla beraber ismini yazmaya başlar. Ki kendisi gerçekten Şeyh idi.
Şeyh Zekeriya Ensari zamanında, yaşadığı yerin Sultanı bir karar alır fakat bu kararın dine aykırı yerleri ve halka zarar veren yanları da vardır. Bunu duyunca hemen atına biner ve doğru sultanın olduğu kaleye hareket eder. Sultanın adamları bunu duyunca sultana "Efendim Şeyh hazretleri geliyor" derler. Sultan, "Eyvah kaleyi kapatın kapıları zincirleyin" der. Kapıları kapatıp zincirleri takarlar. Mübarek kapıya gelince elindeki not defterini zincirlere tutar. Zincirler kırılır kapılar açılır ve doğru sultanın yanına gider. Sultan, "Efendim ne kusur işledik? Suçumuz nedir?" diye sorar. Sultana, yaz, “Filan emrim yanlıştır doğrusu budur" der ve gerekeni yazdırır sonra çıkar gider ve giderken de "Hadi kapat kapılarını artık" der.
.
Kibir neden büyük günahtır?
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, saf ve ihlâslı insanları affediyor, ama şeytan gibi kibirli olanları affetmiyor. Kibir, şirke giden yolun başlangıcıdır. Allahü teâlâ, (Her günahı affederim, şirki affetmem!) buyuruyor. Kibir şirke götürdüğü için de, (Kibirleneni acımadan ateşe atarım!) buyuruyor.
Mümin, boynu bükük insandır. İbadet de etse, günah da işlese, müminin şiarı, boynunu bükmesidir. Hattâ Cafer bin Sinan hazretleri, (Günah işleyenlerin, boynunu bükmesi, ibadet edenlerin göğsünü kabartmasından daha iyidir) buyuruyor. Biz ancak, boğulmak üzere olan bir insan gibi yalvarıp yakaracağız ki, bize himmet eli uzatılsın. Yoksa, (Ben rahatım, bana bir şey lazım değil) diyene niye yardım edilsin?
Allahü teâlânın kudreti varken, başka birinin kudretine güvenmek, Onun yaratması varken, başkasından medet ummak kulluğa yakışmaz.
Bir günaha müptela olan Müslüman, günahkâr olsa da, suçunu kabul eder. Tevbe etmemişse, affa ve şefaate de kavuşmamışsa, bu günahı yüzünden Cehenneme gitse dahi, orada sonsuz kalmaz. Fakat kâfirlerin ibadet olarak yaptıklarını beğenip, bunları din kabul eden bir kişi, Allahü teâlânın emrini beğenmediği, inkâr ettiği için, Cehennemde sonsuz kalır.
Mesela şeytan, yani İblis, secde emrine uymayarak suç işledi. Ama asıl ebedî ateşte yanacak olması, Allahü teâlânın bu emrini beğenmemesi yüzündendir. (Yâ Rabbî, o çamurdan, ben ateşten. Ben daha kıymetliyim) dedi. Kendisi meleklere hocalık yapmış, çok ibadet etmişti. Bundan ve ateşten yaratılmış olmasından dolayı kibirlenerek, Allah’ın emrini beğenmedi. Bugün secde etmeyen Müslümanlar çoktur, ama yine imanları vardır, kâfir değildir. Çünkü yaptıklarının yanlış olduğunu bilirler. Ama İblis, secde etmediği için değil, secde emrini beğenmediği için mürted oldu. Aynı şekilde namazı vazife tanımayan da, böyle kâfir olur.
Dolayısıyla, Cenab-ı Hakk’ın emrettiği bir şeyi yapmamak ve yasak ettiği bir şeyi yapmak, günahtır, affedilebilir. Ama emirleri ve yasakları beğenmemek küfürdür. O hâliyle ölürse, affedilme ihtimali yoktur.
Günümüzde bunları anlatan da, pek kalmadı. Din adına bile, çiçekten, böcekten bahsediliyor. Müslümanların çoğu, imanın esaslarını, doğru itikad bilgilerini, farzları, haramları, namazın önemini bilmiyor. Asıl bunların üzerinde durmalı, bu bilgileri doğru anlatan kitapların ve yayınların yayılmasına çalışmalıdır.
.
Kibir ile geldin tevazu ile gidiyorsun
|
Hindistan Sultanı Mahmut Gaznevi, Delhi de, orduları ile giderken, bacası tüten bir kulübe görür, içeriye girer, bakar ki Ebul Hasen Harkani hazretleri, kitapları ve talebeleri ile ilgilenir, Sultana ilgi göstermez. Sultan ise, bu duruma çok öfkelenir; fakat belli etmeden der ki:
- Hoca
- Ne var?
- Hocan Bayezid-i Bistami nasıl biri idi?
Ebul Hasen Harkani hazretleri, hocasının adını duyunca der ki:
- Hocam öyle bir zat idi ki, müslüman olmayan bir kimse yüzüne baksa, iman ile şereflenirdi.
- Bu ne biçim söz? Peygamber efendimizi Ebu Cehil ve diğer müşrikler gördü, imana gelmedi, senin hocan Peygamberimizden daha mı büyük ki yüzüne bakan imana geliyor?
Ebul Hasen Harkani hazretleri şu cevabı verir:
- Ebu Cehil ve diğer müşrikler, Peygamberimizi Ebu Talibin yetimi olarak gördüler, Peygamber olarak göremediler. Hocam Bayezid-i Bistami hazretlerinin yüzüne, bir ateist veya Yahudi bu Bayezid-i Bistami hazretleridir diye baksa iman ile şereflenir.
Sultanın hoşuna gider ve memnun olarak ayrılır. Ebul Hasen Harkani hazretleri Sultanı dışarıya kadar uğurlar. Sultan şaşırıp der ki:
- Seni anlayamadım, geldiğimde yüzüme bile bakmadın; şimdi ise dışarıya kadar uğurluyorsun. Sebebi ne ki?
- Gelirken kibirle içeri girdin, giderken tevazu ile gidiyorsun, şimdi güzelleştin.
.
Kibir, maddî mânevî her iyiliğe engeldir
|
Rahmetli Enver Ağabey anlatıyor:
Hayat su gibi akıyor. Ne mutlu bize ki, Allahü teâlâ bizleri hayırlı işlerde istihdam ediyor. Böyle bir nimet çok az kimseye nasib oluyor. Nasıl ki beş gram altın için beş ton toprak eleniyor, Allahü teâlâ da, o kadar kulları içinden seçip, bize o kadar nimet veriyor. Biz bunlara karşılık ne veriyoruz? Bunun şükrü için ne yapıyoruz? Âhirette bunların hesabı sorulacaktır.
İkinci olarak, Allahü teâlâ bizleri sağlıklı olarak yarattığı için ne kadar şükretsek azdır.
Ağlamayanda pek hayır olmaz. Hep gülmek iyi değil. Yarına çıkacağımız belli değil. Gün, tevbe ve istigfar zamanıdır. Müminin kıymetini bilmeyen, Allahü teâlânın kıymetini bilmez.
Malımızla, mevkiimizle veya kabiliyetimizle övünerek kibirlenmeyelim. Merhum hocamız, (Kibir, maddî mânevî her iyiliğe engeldir) buyururdu.
Su hayattır. Harun Reşid, Şiblî hazretlerinden nasihat ister. O da, (Diyelim ki çöldesin. Susuzluktan öleceksin. Servetinin yarısını bir bardak su için verir misin?) diye sorar. Harun Reşid, (Evet, veririm) der. Şiblî hazretleri, (Peki, suyu içtin fakat çıkaramasan, “Servetinin kalanını verirsen seni kurtarırız” diye bir şart ileri sürseler. Kalan servetini verir misin?) diye tekrar sorar. O da, (Evet, mecburen veririm) der. Şiblî hazretleri, (Öyle ise, bir bardak su bile etmeyen servetinle gururlanıp, kibirlenme!) buyurur. Allahü teâlâ kibirliyi affetmiyor. Kibirli olmak sanki Rabbimize ortak koşmak gibi oluyor.
Her devrin bir savaş şekli olur. Ok, yay, kılıç, soğuk savaş, atom bombası gibi. Zamanımızın savaş şekli de ekonomik savaş, para savaşı... Zengin olan, parası olan, arabasını dağdan aşırıyor, savaşı kazanıyor. Ayakta kalıyor.
Peygamber efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, (El-fakru li-eshabî seâdetün vel-gınâu fî-âhirizzemân seâdetün) yani (Eshabım için fakirlik saadettir, âhir zamanda ise ümmetim için zenginlik saadet olacaktır) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte de, (Âhir zamanda iki sarısı olmayan, kullanılmış, horlanmış mendil gibi atılacaktır)buyuruldu. İki sarı, altınla gümüştür. Yine bir hadis-i şerifte, (Şerefinizi mallarınızla, paranızla koruyun!) buyuruluyor. Demek ki, dinimizi, malımızı, namusumuzu, şerefimizi korumak için zengin olmak zorundayız.
|
|
|
|
.
Kibirli olmanın alameti nedir?
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Merhum hocamız, (Kibir her iyiliğe engeldir) buyururdu. Bir kimsede kibir olup olmadığı, istişare edip etmemesiyle, müşkülünü sorup sormamasıyla da anlaşılır. Soran, tevazu ehlidir, sormayanda ise kibir vardır.
Allahü teâlâ, şeytanı, az ibadet ettiği için değil, kibrinden ötürü kovdu. Şeytanın ilmi çoktu, meleklerin hocasıydı. İbadeti de çoktu. Gökyüzünde namaz kılmadığı, ibadet etmediği bir karış yer yoktu. İlmi ve ibadeti çok olduğu hâlde, kibri yüzünden Cehennemlik oldu. Bu bakımdan, bir kimsenin çok ibadet yapmasına, çok takva ehli gibi görünmesine aldanmamalı. Zira Peygamber efendimiz; (Allahü teâlâ insanların, şekline ve ameline bakmaz, kalbine ve niyetine bakar)buyuruyor.
Biri, mübarek bir zata bağlanır. O zatın dergâhına gidip gelmeye başlar. Fakat yine dergâha gittiği bir gün, dergâhtaki büyük bir köpek, önüne çıkar, havlamaya başlar ve onu içeri bırakmaz. Mübarek zat da, merakla pencereden bakar. Köpek içeri almayınca, talebe köpeğe bağırır, (Ey köpek, yeter yahu! Sen de bu dergâhın köpeğisin, ben de… Köpeğin köpeğe bunu yapması reva mı!) der. Köpek kuyruğunu indirip gider. Talebe içeri girince hocası, onu ve diğer bütün eski talebelerini çağırır. (Bana kâğıt kalem getirin) der. İcazetini yazıp, o talebenin eline verir, (Evladım, senin işin tamam. Benim vekilimsin. Artık benim sana verecek bir şeyim kalmadı) buyurur. Herkes şaşırır, çünkü dergâha intisap edeli henüz çok az bir zaman olmuştur. O talebe, bunun üzerine, (Efendim, ben bir şey bilmiyorum. Bu icazeti neye istinaden verdiniz?) diye sorar. Hocası buyurur ki:
(Evladım, bu dergâhın vazifesi, insanlara tevazuyu öğretmek, onları kibirden kurtarmaktır. Sen ki, bu tekkenin köpeği ile kendini bir tuttun, artık sana verilecek bir şey kalmadı. Sen nereye gitsen, Allahü teâlânın feyzinden istifade edersin. İlim sana verilir, sen her şeyi öğrenirsin, her şeyi yaparsın. Sen artık hem kendini, hem de sana mensup olanları kurtarırsın. Artık benden bir şey almana gerek yok, çünkü zaten hepsi kitaplarda var. Bizim burada maksadımız insanları, evliya yapmak, âlim yapmak değil, o kapıyı açmaktır. Artık kapın açıldı, yolun açık olsun!)
|
.
Kibrin zararı
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ ilim, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına çok az da olsa ihsan buyurmuştur; fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bu üç sıfattan hiçbir mahlûkuna vermemiştir. Bu üç sıfatı, kibriya, ganiolmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir.Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şeyin Ona muhtaç olması demektir. Allah yaratıcıdır, insansa ihtiyaç sahibidir, yaratıktır, fânidir. Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına saldırmak olur. Kula, kibirlenmek yakışmaz.
Kibir kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz. Ben kibirli değilim diyen, kibirlidir.
Nice sarhoşlar vardır ki, yaptığından pişmanlık duyar tevbe eder, imanla gider. Nice dervişler, müritler vardır ki, kibirlidir, günahları için tevbe etmez, imansız giderler.
Kendini beğenmekten sakınmalı. Kibir kalbin afetidir. Kişinin kalbinde ne kadar kibir varsa, aklında o kadar noksanlık vardır. Kibir insanı küfre kadar sürükleyebilir, her iyiliğe engeldir.
Kâfirlerin iman etmemesinin iki sebebi vardır, kibir ve inat.
Onları yalnızca ben bilirim
Her geceyi Kadir, herkesi Hızır bilmeli, kimin ne olduğu belli olmaz.
Bir gün Hızır aleyhisselâm, (Biraz vaaz dinleyeyim) diye bir camiye gider. Bir yaşlının yanına oturur. Bakar ki yaşlı uyuyor, dürter onu, (Amca, abdestin bozulabilir, uyuma!) der. Yaşlı zat gözlerini açar, (Sana ne!) deyip tekrar uyumaya başlar. Birkaç dakika sonra Hızır aleyhisselam yine dürter, (Amca abdestin bozulacak, az sonra namaz kılınacak) der. Yaşlı zat gözlerini açıp, (Beni niye rahatsız ediyorsun öyle? Kalkıp millete derim ki, bu Hızır aleyhisselamdır. Saçından birer kıl koparın, cennete gidin derim, saçın sakalın kalmaz, benimle uğraşma) der.
Bunun üzerine, (Sen nerden biliyorsun benim Hızır olduğumu?) diye sorunca, yaşlı zât (Sen kendi işine bak) der. Bu defa Hızır aleyhisselam hemen cebinde bulunan defteri çıkartır bakar, evliya zatlar listesinde bu zâtın ismini göremez. Ellerini açar ve Allahü teâlâya, (Yâ Rabbi, bunun evliya listesinde ismi yok; ama beni tanıyor, biliyor. Bu kulun kim, bunu ben bilmiyorum?) der. Allahü teâlâ bunun üzerine Hızır aleyhisselama, (Sen bana âşık olanları bilirsin. Bir de benim âşık olduklarım var. Onları yalnızca ben bilirim. Sen benim âşık olduklarımı nerden bileceksin? Onlar gizlidir. O da bunlardan bir tanesidir) buyurur.
|
.
İki kötü huy
|
Sual: Kibir ve inadın imansız gitmeye sebep olduğu bildiriliyor. Bunlar günah değil mi? Niye küfre, kâfirliğe sebep oluyor?
CEVAP
İmansız gitme tehlikesi olan iki kötü huydan birincisi kibir, ikincisi inattır. İnat, benim dediğim doğru, ben haklıyım demektir. Kibirlenen veya inat eden kâfir olmaz, ama bu iki kötü huy insanı küfre sürükler. İçki, zina, açık gezmek gibi günahlara da zamanla alışılıp normal hâle gelirse, hiç önem vermeden işlenirse, bunlar da küfre sokar.
Kibir ve inat daha çok tehlikelidir. İkisi de kendini beğenmekten ileri gelir. (Küfürden sonra en büyük günah kibirdir. Küfre en yakın olan günahtır) buyurulmuştur. Âciz insanın büyüklenmesi çok tuhaftır. Büyük olan yalnız Allahü teâlâdır. Cenab-ı Hak, (Büyüklük benim sıfatımdır, kim sıfatıma ortak olmaya çalışıp büyüklenirse, acımadan Cehenneme atarım) buyuruyor. Rabbimiz, günahlar için böyle buyurmuyor. Günahlar ne kadar çok olursa olsun, affedebileceğini bildiriyor. Peygamber efendimiz de, (Zerre kadar kibir sahibi, Cennete giremez) buyuruyor. Kibrin diğer günahlardan daha büyük olmasının sebebi şudur:
Büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsusken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak, onun tahtına oturup emirler vermek arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmaya çalışmak gibi büyük suç oluyor. Bunun için de küfre en yakın günah denmiştir.
Kibirli kimsenin burnunun kırılması için, ona kibirli görünmek ise çok sevabdır. Kibirliye tevazu göstermek çok çirkindir. Peygamber efendimiz ise, (Kibirliye kibirli görün ki, onu hakir ve küçük düşürmüş olasın) buyuruyor.
İnat, gösterişe düşkünlükten, hasetten, kin beslemekten yahut tamahtan hâsıl olur. Dünya lezzetlerini haram yollardan aramaya tamah denir. Demek ki bu kötü huylar, insanı inada sürüklüyor, doğruyu, hakkı kabul ettirmiyor. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir) buyuruldu. Hakkı, doğruyu, bir çocuk da, çok yaşlı bir köylü de söylese, hemen kabul etmelidir.
|
.
Haset edilmeyen tek nimet
|
* Cehennemlik görmek isteyen, kendi oturduğu halde, başkasını ayakta tutan kimseye baksın!
* Ardından insanların gelmesinden hoşlanan, Allah’tan uzaklaşır.
* Her nimet sahibi haset edilir. Haset edilmeyen tek nimet, tevazudur.
* Şu üç şey kibirdendir: Sual sormamak [danışmamak], hatasını söyleyene teşekkür etmemek ve insanlardan dua istememek.
* Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsan buyurmuştur. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bu üç sıfattan hiçbir mahlukuna vermemiştir. Bu üç sıfatı, kibriya, gani olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şey Ona muhtaç olmak demektir. İnsan ise ihtiyaç sahibidir. Allah yaratıcıdır, insan ise yaratıktır, fânidir. Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecavüz etmek olur. Kula kibirlenmek yakışmaz. En büyük günahtır.
* Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?
* Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Kibirli, kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder. Burada başkasını düşünmez. Kendini ve ibadetlerini beğenir. Kibir; kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz.
* Kibir, diğer günahlardan niçin daha büyüktür? Çünkü kibir, yani büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor. Bu suçun biraz daha aşağısı ilahlığa ortak olmaktır. Hükümdarın maiyetine hakaret eden, onlara üstünlük taslayan ve onları kendi idaresine almak isteyen kimse, bir noktada hükümdara ortak olmuş sayılır. Her ne kadar bunun tahtına oturmak gibi değilse de ona yakındır. Bütün yaratıklar, Allahü teâlânın kullarıdır. Bunlar üzerinde büyüklük, hakimiyet, yalnız Ona mahsustur. İnsanlara bu şekilde kibirlenen, Allahü teâlâya ortak olmuş sayılır. Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, âcizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde âczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir.
* Bir menkıbe:
Âbidin biri, ibadet etmek üzere dağa çıkar. Bir gece rüyasında "Falan ayakkabıcıya git! Senin için dua etsin" denir. Âbid dağdan iner, adamı bulur, ne iş yaptığını sorar. Adam, gündüzleri oruç tutup, ayakkabı işlerinde çalıştığını, kazandığı para ile ailesini geçindirdikten sonra fazlasını sadaka verdiğini söyler. Âbid, adamın güzel bir iş yaptığını anlar, fakat kendisinin dağda sırf ibadetle meşgul olmasını daha iyi bulur ve tekrar ibadetine döner. Yine gece rüyasında, (Ayakkabıcıya git ve ona, "Bu yüzündeki sararmanın sebebi ne?" diye sor) denir. Âbid, gidip sorar. Ayakkabıcı, "Kimi görürsem, bu kurtulacak da, ben helak olacağım der ve kendimden korkarım. Yüzümün sararması bundandır" der. İşte o zaman âbid, ayakkabıcının bu korku ve tevazu ile üstünlük kazandığını anlar.
.Kibir Nedir ? 27 NİSAN 1994.M.ORUÇ
.En kısa şekliyle kibir, insanın kendisini başkasından üstün görmesi demektir. Bu üstünlük çeşitli konularda olabilir. İbâdette olur, meslekte olur, değişik şeylerde olabilir. Dinimize göre, bu kötü bir huydur, harâmdır. Kibirle ilgili hadîs-i şerîflerde de Resûlullah efendimiz şöyle buyurmuştur: (Allahü teâlâ buyuruyor ki, kibriyâ, üstünlük ve azâmet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı, hiç acımadan Cehenneme atarım.) (Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremeyecektir.) Ölmeden tevbe ederse veya günâhı kadar Cehennemde yandıktan sonra Cennete girecektir. (Kibri ve hıyâneti ve kul borcu olmayan mü'min, hesapsız Cennete girecektir.) (Kendini beğenip, elbisesi içinde sallanarak yürüyeni Allahü teâlâ yerin dibine batırır.) Kibrin aksine tevâzu denir. Siz sormadan önce size bunun da tarifini yapayım. Tevâzu, kendini hiç kimseden üstün görmemektir. Tevâzu edene hadîs-i şerîflerde büyük mükâfatlar bildirilmiştir. Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur. (Tevâzu edene müjdeler olsun.) (Tevâzu eden, helâl kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak olan ve kimseye kötülük etmiyen, insanların iyisidir.) (Allah için tevâzu edeni, Allahü teâlâ yükseltir.) (Îmânın kemâlini istiyen, tevâzu göstersin ve fakîr iken de sadaka versin! Bu iki huy, îmânı kâmil derecesine yükseltir.) Âbidin biri yâni çok ibâdet eden biri ibâdet etmek üzere, insanlardan, dünyalık meşgalelerden uzak bir şekilde ibâdet etmek niyetiyle dağa çıkar. Bir gece rü'yâsında, - Şehirdeki falan ayakkabıcıya git! Senin için duâ etsin, denir. Âbid dağdan şehire iner, adamı bulur, ne iş yaptığını sorar. Adam gündüzleri oruç tutup, ayakkabı işlerinde çalıştığını, kazandığı para ile ailesini geçindirdikten sonra fazlasını tasadduk ettiğini, sadaka verdiğini söyler. Âbid, adamın güzel bir iş yaptığını, fakat kendisinin dağda sırf ibâdetle meşgûl olmasını daha iyi bulur ve tekrar ibâdetine döner. Kendisi devamlı ibâdetle meşgul olduğu için, ayakkabıcıdan kendini üstün görür. Yine gece rü'yâsında bu defa, - Ayakkabıcıya git ve ona, "Bu yüzündeki sararma nedendir?" diye sor, denir. Âbid gider ayakkabıcıya bunu sorar. Ayakkabıcı, - Kimi görürsem, bu kurtulacak da, ben helâk olacağım der ve kendimden korkarım. Yüzümün sararması bundandır, der. İşte o zaman âbid, ayakkabıcının bu korku ile üstünlük kazandığını anlar. Ayakkabıcının bu hâli tevâzu sahibi olduğu gösteriyordu. Devamlı ibâdet yapmasa da, âbid yaptığı ibâdetle kendisini üstün gördüğünden, kibirlendi, ayakkabıcıdan aşağı hale geldi. Kibir, yapıldığı yerlere göre üçe ayrılır: 1- Allahü teâlâya karşı yapılan kibirdir. Kibrin en kötüsü budur. Nemrud, Firavun böyle idi. İlâhlık iddiasında bulundular. Bugünkü Allaha inanmıyan, ateistler de bunlar gibidir. 2- Peygamberlere karşı kibirdir. Ba'zıları, Peygamberleri kendilerinden üstün görmedikleri için, onlara uymayı kabûl etmeyip kibirlendiler. Peygamber efendimizin birçok mu'cizesini görüp de O'nun peygamberliğine inanmıyanlar böyledir. Bunlar kendilerinden birinin, kendileri gibi bir insanın peygamber olmasına kibirleri yüzünden razı olamadılar. Kabûl edemediler. 3- Diğer insanlara karşı kibirdir. En çok görülen kibir budur. Her insanın yaradılışta, kendisini üstün görme, başkalarına başkan olma, onlara hükmetme huyu vardır. Dinimiz bu huyu kontrol altına almayı, onu baskı altında tutmayı emretmektedir. Kibirlenmek Niçin Günâh? 28 NİSAN 1994 Büyüklük, izzet, azâmet ve üstünlük ancak Allahü teâlâya mahsustur. Hiçbir şeye gücü yetmiyen, zayıf bir kula kibirlenmek hiç yakışır mı? Bu, tıpkı bir hizmetçinin hükümdarın tâcını başına geçirerek, onun kürsüsünde oturup hükmetmesine benzer. Bir hizmetçi için bundan büyük cür'et düşünülebilir mi? Böyle bir hareket elbette cezâyı gerektirir. Hükümdarın maiyetine hakaret eden, onlara üstünlük taslayan ve onları kendi idaresine almak isteyen kimse, bir noktada hükümdara ortak olmuş sayılır. Her ne kadar bu hükümdarın tahtına oturmak gibi değilse de ona yakındır. Bütün yaratıklar, Allahü teâlânın kullarıdır. Bunlar üzerinde azâmet yalnız O'na mahsustur. İnsanlara kibirlenmeye kalkışan, Allahü teâlâya ortak olmuş sayılır. Allahü teâlâ kibirli kimseleri sevmez, eninde sonunda onların cezâsını verir. Bununla ilgili Amr bin Şeybe hazretleri şöyle bir hâdise anlatır: "Mekke'de bulunuyorduk. Bir adamın katır üzerinde geldiğini, kibrinden gururundan kimsenin yanına yaklaşamadığını gördük. Kâ'benin yanından geçiyordu. Etrafındaki hizmetçilerin bile herkese karşı sert davrandıklarını, adamın heybet ve ihtişam içinde olduğunu gördük. Aradan yıllar geçti, deve üzerinde Bağdat'a girdim. Orada başı açık, yalın ayak, uzun saçlı, pejmürde bir adam gördüm. Tanıyacak gibi oldum. Kendisine dikkatle bakıyordum. Adam, bakışımın sebebini sordu. Ben de kendisine, - Seni birisine benzetiyorum, dedim ve kime benzettiğimi anlattım. Adam da, - İşte o gördüğün benim. Tevâzû gösterilmesi gereken yerde kibirlendim. Şimdi ise bu hâle düştüm, dedi. Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete da'vet eder. Zira kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabûl etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Bunun için, dînî konularda münazara edenler, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır. İblise, Âdem aleyhisselâma karşı secde etmesi emredildiğinde, "Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu da topraktan yarattın." diyerek secde etmedi. Bu, başlangıçta ^Adem aleyhisselâma karşı kibir iken, neticede Allahü teâlânın emrine karşı gelmekle, ebedî olarak la'netlendi. Birçok şey kibre sebep olursa da kibrin başlıca yedi sebebi vardır. Bunlar: 1- İlim, 2- İbâdet, 3- Nesep, soy 4- Güzellik, 5- Kuvvet, 6- Servet, 7- Mevki, makam. İlmi ile kibirlenmek, âfetlerin en büyüğüdür. Hastalıkların en ağırı ve tedâviyi en zor kabûl edenidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Âlimlerin âfeti, kendilerini büyük görmeleridir.) Kâ'bül Ahbâr hazretleri, "Mal, azdırabildiği gibi ilim de azdırabilir." buyurmuştur. İlim sahibi, ekseriya câhile baktığı zaman, kendini ondan üstün görmekten alıkoyamaz. Hadîs-i şerîfte, (Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.) buyuruldu. İlim sahibi kibirden, Allahü teâlâ katında âlimin mesûliyetinin daha fazla olduğunu bilmesi ile korunabilir. Zira, günâh olduğunu bilerek isyân eden ile, bilmiyerek o günâhı işliyenin cezâsı elbette bir değildir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Kıyâmet günü bir din âlimi getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları ona, "Sen dünyada Allahın emirlerini bildirirdin. Niçin bu azâba düştün?" derler. O da, "Evet, günâhtır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezâsını çekiyorum." der.) (Cehennemde azâb çekenlerden ba'zıları, kötü kokular yayar. Bu koku diğerlerine ateşten daha fazla azâb verir. "Sen ne günâh işledin ki, böyle pis koku çıkarıyorsun?" diye sorulunca, "Ben din adamı idim. Bildiklerimi yapmazdım." der.) Sadece ilim ile kurtulmanın mümkün olmadığını bilmesi kâfidir. Meselâ, İblis, âlim idi. Fakat ilmi ile amel etmedi. Dağda kalan kimsenin yanında çeşitli silâhlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesur olsa, kendisine hücum eden arslana karşı kullanmadıkça, bu silâhların faydası olur mu? Elbette olmaz. Bunun gibi, din bilgilerinden yüzbin mes'ele öğrense, bunları kullanmadıkça, faydalarını görmez. Bir hasta, derdine en faydalı ilâcı bulsa, kullanmadıkça, faydasını görmez. Bildiği İle Amel Etmiyenin Hâli 29 NİSAN 1994 Allahü teâlâ, bilip de amel etmiyenleri, Cum'a sûresi beşinci âyetinde merkebe, A'râf sûresi yüzyetmişbeş ve yüzyetmişaltıncı âyetinde ise köpeğe benzetmektedir. Ne zaman ki, bir âlim, câhile nisbetle kendisini üstün görmeye başlarsa, içinde bulunduğu bu büyük tehlikeyi düşünmelidir. Bunu düşününce, câhile göre mevkii üstün olduğu gibi, tehlikesinin de o nisbette büyük olduğunu anlar. Bu âlim, hayatı tehlikede olan bir hükümdar gibidir. Hükümdarı yakalayıp öldürecekleri zaman, "Keşke bir hizmetçi olsaydım da bu tehlike ile karşılaşmasaydım." der. Nice âlimler var ki, Kıyâmet günü, ilmi ile kibirlenmenin cezâsını gördüğü zaman, "Keşke câhil olsaydım." diyecektir. Kibrin büyük günâh olduğunu, insanın, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymetinin o kadar yükseleceğini, kendine kıymet verenin, Allah katında kıymetinin olmayacağını hakiki âlim bilir. Zaten, ilmi olduğu halde, kibrin zararını bilmiyene âlim demek yalan olur. İnsanın ilmi arttıkça, Allahtan korkması da artar. Günâh işlemeye cesaret edemez. Kendisinden her bakımdan aşağı olanlara, fâsıklara ve fâcirlere karşı da kibirli olmamalıdır. Kişi şöyle düşünmeli, kendi kendine şöyle söylemelidir: Bir âlim, câhili görünce, (Bu, bilmediği için günâh işliyor. Ben ise bilerek günâh işliyorum.) demelidir. Bir âlimi görünce, (Bu benden daha çok biliyor ve ilminin hakkını veriyor. İhlâs ile amel ediyor. Ben böyle değilim.) demelidir. Kendinden daha yaşlı bir kimseyi görünce, (Bu benden daha çok ibâdet etmiştir.) demelidir. Gençleri görünce, (Bunların günâhı az, benim günâhlarım çok.) demelidir. Kendi yaşındakileri görünce, (Ben kendi günâhlarımı biliyorum, onun ne yaptığını bilmiyorum.) demelidir. Bir bid'at sahibini veya gayrı müslimi görünce, (İnsanın hâli son nefeste belli olur. Acaba benim hâlim ne olacak?) demeli, bunlara karşı da kibretmemelidir. Fakat bunların hâllerini tasvip etmemelidir. İnsanın kendi günâhlarını unutmaması ve son nefesinin nasıl olacağını düşünmesi lâzımdır. Âhırette kimin kimden üstün olacağı, dünyada kesin olarak bilinemez. Nice din adamı, kâfir olarak can vermiştir. Nice kâfirlere de îmân ile can vermek nasip olmuştur. O halde, hiç kimseye Cehennemlik, kendisine de Cennetlik dememelidir. Fâsık ve bid'at sahiplerine buğzederken, kızarken de kibirden sakınmalıdır. Bu da kızmayı kendisi için değil, bunu emreden Allahü teâlâ için yapmakla ve kızarken kendisini selâmette, karşısındakini helâkda görmemekle olur. Meselâ; bir kimse, çocuğunu, hizmetçisi ile bir yere gönderirken, çocuk kabahat işlerse, darılmasını hattâ dövmesini emreder. Bu da, çocuk kabahat yapınca, onu döver. Fakat döverken, babasının yanında kendisinin çocuktan daha kıymetli olmadığını da bilmektedir. Ona kibredemez. Mü'minin kâfiri sevmemesi, buna benzemektedir. Allahü teâlâ mü'minlerin kendilerinin değil, îmânlarının üstün olduğunu bildirdi. Îmân kimde bulunursa, o üstün olur. Asıl üstünlük ise, son nefeste belli olur. Birgün Cüneyd-i Bağdadî hazretlerine bir papaz gelerek sordu: - Yâ Cüneyd sen mi üstünsün ben mi? - Bu suâlinin cevabını ancak yarın verebilirim! Ertesi gün papaz geldiğinde Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin vefât etmiş olduğunu görünce, tabutunun yanına vararak, - Yâ Cüneyd, bana bugün gelmemi söylemiştin, dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, tabuttan başını kaldırıp, - Bir kimsenin üstünlüğü son nefeste belli olur. Ölmeden önce, son nefeste îmânla gidip gitmiyeceğimi bilmediğim için dünkü suâlinin cevabı bugüne kaldı. Elhamdülillah îmânla öldüm. Senden üstün olduğumu söyleyebilirim, dedi. "Kibri Sebebiyle Yok Ettim" 30 NİSAN 1994 Benî İsrâil'den birisi kötülüğüyle, meşhur olmuştu. Soylu bir âbid de ibâdetiyle şöhret bulmuştu. Kötü kimse, birgün bu âbidin yanından geçerken, yaptığı bütün kötülüklerden pişman olmuş halde, "Gideyim, şu âbidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder." diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği, kıymetli bir kimse olduğu için, kerâmetiyle, iyiliği ile böbürlenerek, "Bu fâsık, benimle niye oturuyor?" diyerek oradan kalktı. Kötü kimse de kabûl edilmediğinin üzüntüsü ile geri dönüp gitti. Fakat âbidin üzerindeki bulut, kötü kimse ile beraber gitti. Zamanın peygamberine Allahü teâlâdan vahiy geldi: "Fâsığın, kötü kimsenin yaptıklarını pişmanlığı hürmetine affettim. Kerâmeti görülen âbidin yaptıklarını da kibri sebebiyle yok ettim." Ba'zıları da asîl bir aileye mensup olan, kendisi gibi soylu olmayanı hakir görür. Soyu ile kibirlenir. Birgün iki kişi Peygamber efendimizin huzurunda birbirine üstünlük taslıyarak biri, "Ben falancanın oğlu falanım. Sen kimsin?" dedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki: (Mûsâ aleyhisselâmın yanında iki adam böyle birbirine karşı övünmeye kalkıştı. Hattâ biri dokuz batın geriye doğru saydı. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma vahyetti: "Ona söyle, iftihar ettiği dokuz kişi Cehennemdedir. Kendisi de onuncusudur.") Babaları ile, dedeleri ile övünmek ve tekebbür etmek, câhillik ve ahmaklıktır. Kabil, ^Adem aleyhisselâmın oğlu idi. Ken'an, yâni Yâm da, Nûh aleyhisselâmın oğlu idi. Babalarının peygamber olması, bunları küfrden kurtarmadı. İnsanın övündüğü dedeleri, bir avuç toprak oldu. Toprak ile övünmek akla uygun olur mu? Onların sâlih olmaları ile övünmemeli. Onlar gibi sâlih olmağa, onların yolunda bulunmağa çalışmalıdır. Bir de daha çok kadınlarda görülen, kibirlenme çeşidi var. Bu da kişinin güzelliğidir. Bu başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete vesîle olur. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, çabuk gider. İnsana mülk olmaz. Geçici olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Onun güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir. Kadınların çoğu, güzellikleri ile tekebbür eder. Hâlbuki güzelliğin geçici olduğunu kendileri de çok iyi bilmektedirler. Âriyet, emânet olan şeyle tekebbür etmek, ahmaklıktır. Zâhirin güzelliği, kalbin güzelliği ile, yâni iyi huyla birlikte olunca kıymetlidir. Kalbin temizliği de, Resûlullahın sünnetine uymakla belli olur. İnsanın kalbine, rûhuna, ahlâkına kıymet verilmezse, insanın hayvandan farkı olmaz. Hattâ hayvanlardan aşağı olur. İnsan vücudu her zaman beslenmesi, temizlenmesi, ta'mîr edilmesi lâzım gelen harap bir makinaya benzer. Böyle bir bedene sahip kimseye tekebbür etmek, büyüklenmek yakışır mı? Genç ve kuvvetli olmakla tekebbür etmek de, câhilliktir. Hayvanların mekanik ve his organlarındaki kuvvetleri, insanlardan kat kat fazladır. Hayvanların insanlara tekebbür etmesi lâzım olur. Hep kuvvetli kalacağını, hastalığa, tehlikeye, kazaya yakalanmıyacağını kim iddiâ edebilir? Gençliğinden, gücünden, kuvvetinden, hattâ hareketinden, solumasından ayrılmayan kimse görülmüş müdür? Böyle geçici olan, devâmı çok kısa olan ve hayvanlarla ortaklaşa bulunan şeylerle tekebbür etmek, kibirlenmek akla uygun olur mu? Îsâ aleyhisselâm buyurdu ki: "Mahsul, ovadaki sulu ve yumuşak toprakta yetişir, dağlarda, sert topraklarda yetişmez. Bunun gibi, hikmet de, mütevâzı olanların kalblerinde gelişir, kibirlilerin gönüllerinde gelişmez. Bir kimse, başını yükseğe kaldırırsa, tavana değer ve yaralanır, eğerse, tavan ona gölgelik eder ve kendini korur." Fudayl bin İyâd hazretleri tevâzuyu şöyle tarif etmiştir. "Tevâzu, ister câhilden, ister çocuktan duyulsa da hakkı tereddütsüz kabûl etmektir
.İnsanın Şerefi Ne İle Olur ? 1 MAYIS 1994 Birçok kimse şerefi; mal, mülk sahibi olmakla, mevki, makama kavuşmakla olacağını sanmaktadır. Halbuki mal sahibi olmak, çok zengin olmak da üstün, şerefli olmayı, gerektirmez. Kârûn'un çok malı vardı. Malı ile beraber kahrolup gitti. Geçici olarak sahip olunan servet ile, mal ile kibirlenmek çok çirkindir. Zira varlığı ile kibrettiği malı telef olur, evi yıkılır da kendisi açıkta kalır. Mal ile, evlâd ile, mevki ile ve rütbe ile tekebbür etmek, insana hiç yakışmaz. Çünkü bunlar, kendinde bulunan üstünlükler değildir. Gelip geçen, kendinde kalmıyan, insandan çabuk ayrılan şeylerdir. Bunlar ahlâksızlarda, kötü kimselerde de bulunur. Hem de onlarda daha çoktur. Bunlar üstünlük olsalardı, bunlara kavuşmayanların ve kavuşup da ayrılanların, çok aşağı kimseler olmaları lâzım gelirdi. Mal ve mevki, makam hırsı kalb hastalıklarının, yâni kötü huyların da üçüncüsüdür. Şu hadîs-i şerîfler (Hubbürriyâset) yâni başkanlık, müdürlük sevgisi denilen bu hastalığın zararlarını açık bir şekilde bildirmektedir: (İki aç kurt, bir koyun sürüsüne girdiği zaman, yaptıkları zarardan, mal ve şöhret hırsının yapacağı zarar daha çoktur.) (İnsana zarar olarak, din ve dünya işlerinden parmakla gösterilmesi yetişir.) Yâni, insanın din veya dünya işlerinde şöhret sâhibi olması, dînine de, dünyasına da çok zarar verir. (Medholunmayı sevmek, insanı kör eder ve sağır eder. Kabâhatlerini, kusûrlarını görmez olur. Doğru sözleri, kendisine yapılan nasîhatleri işitmez olur.) Mal, makam şeref vesîlesi olsaydı, hırsızların, az zamanda bile olsa, şerefli kimseler olmaları lâzım gelirdi. Mal, mülk, makam gelip geçici şeyler olduğu için üstünlük sebebi değildir. Birçok krallar, derebeyler, fir'avnlar mevki sahibiydi. Hepsi yok oldu. Hatırlarda kalan sadece onların yaptığı zulümlerdir. Gerçek ma'nâda şerefin ne olduğunu hazret-i Ömer'in şu menkıbesi çok güzel anlatmaktadır: Hazret-i Ömer Şam'ı ziyaret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı. Hazret-i Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince Halîfe devesinden indi. Yerine kölesi bindi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp deredeki sudan geçti. Uzaktan bakan, deveye binmiş köleyi halife, devenin yularını yedekleyen hazret-i Ömer'i köle zannediyordu. Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki: - Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl izâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler. Hazret-i Ömer buyurdu ki: - Yâ Ebû Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder. Bu şekilde şehre girdiler. Gerçekten bu hareketi onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü. Biz bile 1400 sene sonra burada örnek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı o zaman orada unutulup gidecekti. Nefsini Ayaklar Altına Aldı 2 MAYIS 1994 Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan insan, aşağılığını, âcizliğini, Rabbine karşı her an izhâr etmek mecburiyetindedir. Bunun için, her an, her yerde aczini göstermesi, tevâzu üzere bulunması lâzımdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, tevâzu üzere olmayı bana emreyledi. Hiçbir kimse diğerine karşı büyüklenmesin!) Bütün Allah dostu kimseler, kibirden çok korkmuşlardır. Nefislerini ayaklar altına almışlardır. Eskiden Bağdat'ta Allah dostu evliya bir zat vardı. Herkes kendisini sever, duâsını almak için gayret ederdi. Her haliyle örnek bir zat idi. Bir Ramazan günü, bir talebesi bu zatı kendi memleketine iftara davet etti. Bu zat da talebesini kırmayıp, bir merkep üzerinde o şehre gitmek üzere yola çıktı. O şehre yaklaştığında bütün şehir halkının yollara döküldüğünü, dört gözle kendisini beklediklerini gördü. Bu hali görünce, hemen heybesindeki ekmeği çıkardı. Açıktan hayvanın üzerinde yiyerek halkın arasına girdi. Allah dostu zatın bu halini gören halk, neye uğradıklarını anlayamadılar. Aralarında homurdanmalar başladı. - Âlim dediğiniz, evliyâ dediğiniz zat bu mu? - İstemiyoruz böyle kimseyi şehrimize. Defolsun, gitsin! - Ramazan gününde herkesin gözü önünde yemeğe utanmıyor mu? - Allahtan korkmuyorsa, kuldan bari utansın, gibi sesler yükselmeye başladı. Birçok hakaretten sonra şehre de sokmadılar. O zat geri dönüp gitti. Talebesi şaşkına dönmüştü. Olanlara bir mânâ veremiyordu. Az zaman sonra, kendine geldi. Kendi kendine," Bu işin işinde mutlaka bir iş var. Gidip bu işin hikmetini öğreneyim." dedi. Hocasının bulunduğu şehre gelip, huzura çıktı. - Efendim, bu işinizin mutlaka bir sebebi, hikmeti olmalı fakat, ben anlayamadım. Bu hikmeti bize lütfeder misiniz? Hocası talebesine buyurdu ki: - Evladım, şehrin girişinde o kalabalığı görünce bir an için gururlandım, kalbime kibir geldi. Kibir çok büyük günâhtır. Kalbe yerleştiğinde tedavisi çok zor. Bunun tedavisi mümkün değil. Fakat, Ramazanda oruç yenildiğinde bunun telafisi mümkün. Ramazandan sonra keffaret orucunu tutarak, telafi edilebilir. Bunun için, nefsimi ayaklar altına almak, kalbimdeki kibri yerleşmeden hemen çıkartmak için, büyük bir hakarete maruz kalmam lâzımdı. Bunun için, bu yolu tercih ettim. Yâni çok zarardan kurtulmuk için az zararı tercih ettim. Böylece kalbimi kibir pisliğinden temizlemiş oldum. Her müslümanın mutlaka kibirden kaçınması, tevâzu sahibi olması şarttır. Peki tevâzu sahibi nasıl olunacak, bunun bir yolu kolaylığı yok mu? Bunun tek yolu tevâzu sahibi olmaktır. Tevâzu sâhibi olabilmek için, insanın, kendini şöyle bir hesaba çekmesi, nefsiyle konuşması lâzım. Dünyaya nerden geldiğini, nereye gideceğini bilmek lâzımdır. Şöyle düşünmeli : Hiç yok idi. Önce birşey yapamıyan, hareket edemiyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihâyet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Hayvanlara, böceklere gıdâ olacaktır. İdâm odasına sokulmuş olup, idâm olunacağı zamanı bekleyen kimsenin, ölüm odasında çektiği sıkıntılar gibi dünya zindanında, her an ne zaman azâba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azâbı çekecek, sonra diriltilip kıyâmet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşıyan kimseye tekebbür mü yakışır, tevâzu mu? Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan kimse, hiç tekebbür edebilir mi? İnsan, aşağılığını, âcizliğini, Rabbine karşı her an izhâr etmek mecbûriyetindedir. Bunun için, her an, her yerde aczini göstermesi, tevâzu üzere bulunması lâzımdır
..
.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kibir nedir?
Sözlüklerde, 1-"Kibir", 2-"Tekebbür", 3-"Mükâbere", 4-"Kibriyâ", 5-"Azamet", 6-"Huyelâ" gibi mânâ itibâriyle birbirlerine yakın bazı ta'bîr[ıstılâh, terim]ler görürüz. Bu terimlerin her birinin ayrı ayrı mânâsı olup kullanılış yerleri de farklıdır. Meselâ 3. maddedeki "Mükâbere": "Hakkı, doğruyu işitince, kabûl etmemek, inâd etmek, kendini büyük görmek" demektir. 6. maddedeki "Huyelâ": "Harpte düşmâna karşı tekebbür etmek (büyüklenmek, üstün görünmek), kibirlenmek" mânâsındadır. 4. maddedeki "Kibriyâ"ya gelince: "Allahü teâlâya mahsûs azamet, büyüklük, üstünlük, yücelik" demektir. Nitekim Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde meâlen buyuruyor ki: "Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsûstur. Bu ikisinde bana ortak olanı, Cehennem'e atarım, hiç acımam." (Berîka) Büyük âlim Muhammed Hâdimî de (rahimehüllah): "Kibriyâ sıfatı Allahü teâlâya mahsûstur. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlânın yanında kıymeti o kadar yükselir. Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz" demiştir. İBLÎS SECDE ETMEDİ!.. Bunları bir mukaddime olarak belirttikten sonra, şimdi birazcık 1. maddedeki "KİBİR"in mânâsı üzerinde duralım: "Kibir" hakkında, sözlüklerde "Kendisini başkasından üstün görme" tarîfi mevcûttur. Evliyânın önde gelenlerinden Ali Havvâs (kuddise sirruh) hazretleri bu konuda ne güzel buyurmuştur: "Kibir, gurur ve övünme gibi duygular, insanın içine çuvaldız gibi saplıdırlar. İnsanın kibirlenmesi, kendinde gördüğü fazîletlerden ileri gelir. Ancak, insan evliyâdan bir mübârek zâtı tanıdığı zaman, bütün bu fazîletlerin, kesinlikle ve gerçek olarak Allahü teâlâda bulunduğunu anlar. Kendisinde bulunan her şeyin, Allah tarafından emânet olarak verildiğini görür." Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Hâtırla ki, meleklere; 'Âdem'e [hürmet olarak] secde edin' demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak İblîs secde etmekten yüz çevirip kibirlendi ve kâfirlerden oldu." (Bakara sûresi, 34) Bu konuda, meşhûr velîlerden, fıkıh, tefsîr, hadîs, kırâat, lügat ve nahiv âlimi Takıyyüddîn Sübkî (rahimehüllah) buyurmuştur ki: "Tefekkür ettim, düşündüm; gördüm ki, bütün fesâdın başı kibirdir. Kibir, şeytanın büyüklenip kendini beğenmesi ile işlenen ilk günâh oldu. Kalpte kibir, büyüklenme hâsıl olduğu zaman, kendisini büyük görüp, başkalarını aşağı görür. Kibir, kalbi nasîhat kabûl etmekten ve emre itâat etmekten alıkoyar. Kalpte kendini hor ve hakîr görme hâsıl olunca, İslâm âlimlerine itâat eder ve sözlerini dinler. İslâm âlimlerinin söz ve nasîhatleri ona tesîr eder. Bu vesîle ile Hakk'ı tanır. Nihâyet her hayır ve iyiliğe kavuşur." Yine büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rifâî (rahmetullahi aleyh), talebeleri ile sohbet ederken, insanların kendini beğenmesi ile ilgili bir soru sorulduğunda buyurdular ki: "İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurûra kapılan kimse, ma'rifet sâhibi değildir. Çünkü şeytân da pek fazla bilgiye sâhipti. Mantık yürütmek sûretiyle, âteşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddiâ etti. Hâlbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece, Allahü teâlânın gadabına uğradı ve la'nete müstehak oldu; ebedî olarak rahmet dergâhından kovuldu. Ey oğlum! Sakın! Çok sakın! İyi ibâdetlerine, yüksek ilmine aldanma. Çünkü Bel'âm-ı Bâûrâ ve Bersisa, en çok ibâdet edenlerden idiler. Fakat sonunda, nefs ve şeytâna uyarak dünyâya bağlandılar. Âhiretlerini ziyân ettiler. Rezîl-rüsvâ oldular." TEKEBBÜR EDENLER... 2. maddedeki "TEKEBBÜR"e gelince: "Kibir sâhibi olma, büyüklenme, kibirlenme, kendini büyük görme ve gösterme" demektir. Sevgili Peygamberimiz, bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: "Allahü teâlâ, tevâdu' üzere olmayı bana emreyledi. Hiçbiriniz, hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz." (Berîka) Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de şöyle buyurmuştur: "Tevâdu' (alçak gönüllülük) gösteren azîz olur, yükselir. Tekebbür eden ise zelîl olur." İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî Serhendî: "Tekebbür edene tekebbür sadakadır" buyurmuştur. [Bu söz, hadîs-i şerîf olarak da rivâyet edilmektedir.] İnşâallah yarın da bu mühim konuya devâm edelim.
01.02.2013
Kibir hakkında -2-
Kibir [Büyüklenme, böbürlenme, gurûrlanma] sıfatının çok kötü bir sıfat olduğu âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve İslâm âlimlerinin kıymetli sözleriyle sâbittir. Bir âyet-i kerîmede Yüce Rabbimiz meâlen: "Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, âyetlerimi anlamaktan [Kur'ân-ı kerîmi kabûlden] çevireceğim. Onlar, her mûcizeyi görseler de, onu kendilerine yol edinemezler. Fakat sapıklık yolunu görürlerse, onu yol edinirler... İşte böyle hareket etmeleri, âyetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gâfil bulunmalarından dolayıdır" (A'râf sûresi, 146) buyurmaktadır. Tâbiînin meşhûrlarından ve hâdîs âlimlerinden Alkame bin Kays'ın (rahmetullahi aleyh), Abdullah İbn-i Mes'ûd (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah Efendimiz buyuruyorlar ki: "Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir; Hakk'ı inkâr ve insanları tahkîr etmektir." Bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmaktadır: "Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennet'e girmeyecektir." (Müslim) EN BÜYÜK CÂHİL!.. Seyyid Ahmed Rifâî (kuddise sirruh) hazretleri buyurmuştur ki: "Kendisinden daha fazla ilmi olan bir kimseyi görüp de ondan, kibir ve gurûrundan dolayı istifâdeye çalışmayan kimse, en büyük câhildir." Evliyânın büyüklerinden İbrâhim el-Metbûlî (rahimehullah) buyurdu ki: "Tekebbür etme, tevâzu sâhibi ol. Böylece yüksek mertebelere kavuşursun." Medîne-i münevverede yaşayan âlim ve velîlerden, Ehl-i Sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Mâlikî mezhebinin İmâmı Mâlik bin Enes (rahmetullahi teâlâ aleyh) kibirli ve kendini beğenen kimselerden hoşlanmazdı. "Bir kimse kendini övmeye başlarsa, değeri düşer" buyururdu. Evliyânın meşhûrlarından ve Tâbiînin büyüklerinden Ebû Müslim Havlânî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Alçak ve düşük kimseler kibirlenir. Böyle kimseler övünür. Hatâ ve haksızlıkta ısrâr edenler de bunlardır." Yine Ehl-i Sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Gurûrlanıp böbürlenmek, âdî ve bayağı kimselerin vasfıdır." Kezâ Ehl-i Sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin İmâmı ve velîlerin büyüklerinden Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh), talebesine sık sık buyururdu ki: "Kibir taşıyan kafada, akıla rastlayamazsınız." Büyük velîlerden Sehl bin Abdillah Tüsterî (rahmetullahi aleyh) de buyurdu ki: "Kibir bulunan kalbte, havf (korku) ve recâ (ümit) bulunmaz." Tâbiînin büyüklerinden, Oniki İmâm'ın dördüncüsü ve Hazret-i Hüseyin'in oğlu olan İmâm Zeynelâbidîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kibir sahipleri benim çok garîbime gidiyor. Kendilerinin bir damladan meydana geldiklerini, sonra da çürümüş, kokmuş leş olacaklarını bildikleri hâlde yine de kibirleniyorlar; bunlar neyine güveniyorlar!" AZAMET VE KİBRİYÂ... Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâullah İskenderî (kuddise sirruh) buyurdu ki: "Büyüklük (Azamet ve Kibriyâ), Allahü teâlâya mahsûstur. İnsan, benliğini, küçüklük ve aşağılık toprağına gömmelidir. Çünkü gömülmeden bitenin, doğması ve büyümesi düşünülemez." Büyük velîlerden Ebû Câfer bin Sinan (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâat eden kimsenin, bu itâati sebebiyle âsî, günahkâr olanlara karşı tekebbür etmesi, âsîlerin isyânından daha kötü, onun bu hâli, âsîlerin hâlinden daha zararlıdır." Şam'da yetişen büyük velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Bir kimse, bir mümini gözünde küçültür, kendini ondan daha kıymetli zannederse, hangi ibâdeti yaparsa yapsın, tad ve zevkine varamaz." Tâbiînin büyüklerinden, hadîs âlimi Cübeyr bin Nüfeyr (rahmetullahi aleyh) hazretlerine sordular: "Kibirler içerisinde en kötüsü hangisidir?" Cevaben buyurdu ki: "İbâdet edenlerin kibridir." Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdillah-ı Turuğbâdî (rahmetullahi aleyh) tevâzu sâhibi olup, kibirlenenleri sevmezdi. Bu hususta buyurdu ki: "Kibir, yâni büyüklenmek, çok defâ zenginlerde bulunur. Tevâzu yâni alçak gönüllülük ise, fakirlerin ahlâkındandır."
02.02.2013
İŞÇİ-İŞVEREN MÜNASEBETLERİ
Sadık Maraşlı
1. GİRİŞ
İslâm'a göre Allah adıyla yapılan üretime yönelik her gayret ve çalışma ibadet olarak değerlendirilir. Fert fert herkes kendi geçimini sağlamak için çalışmak ve başkalarına muhtaç olmamakla yükümlüdür. Peygamber Efendimiz (sav), bazı sahâbelerden başkalarından hiçbir şey istememek üzerine biat almış, bu sahâbeler de biatlarına, "kendileri at üzerinde iken düşürdükleri kamçılarını bile başkalarından istememek" derecesinde ittiba etmişlerdir. Peygamber Efendimiz (sav) insanları çalışmaya ve helalinden kazanmaya her vesile ile teşvik etmiştir. Bir hadîs-i şeriflerinde: "Kişi kendi elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir" demektedir. Benzer şekilde işçi ve işverenler de diğer vatandaşlar gibi toplum içinde yaşamak ve maişetlerini temin etmek için üzerlerine düşeni yapmakla mükelleftirler.
Günümüzde toplum hayatı, âdetâ çeşitli grupların kendi haklarını ve menfaatlerini elde etmek için kıyasıya mücadele ettiği, güçlünün hakkını elde ettiği ve bu arada başkalarının haklarından bir kısmını da ele geçirdiği bir hal almıştır. İslâm, muhalif güçler çıkarıp bunların mücadele esaslarını belirlemek yerine, tarafları anlaştırıp menfaatlerini telif etme tarafını tutar. İşsizliğe mani olmak ve üretimin devamını sağlamak hedeftir. Görünen odur ki, İslâm hukuku ve ekonomisi asırlardır, hatta batılı hukuk sistemlerinden daha önce bu konuyu ele alıp adaletli bir şekilde tanzim etmiş olmasına rağmen, pek çoğu itibariyle bu kimseler İslâm'ın kendi konumlarındaki düzenlemelerini, hak ve vazifelerini bilmemektedirler. Bu durumda İslâm'ın işçi ile işverenlerin münasebetlerini düzenleyen esaslarının ve bu esasların hatırlanmasında hem gayr-ı İslâmî sisteme alternatif oluşun vurgulanması hem de yaşamak isteyenlerin derli toplu görmesi açısından faydalar vardır.
İnsan fıtratı, dinin kuvve olarak ele aldığı bir kısım unsurlar içermektedir. Şehvet, gadap, hırs, cesaret, korku vs. Din bir yönüyle bunların sırat-ı müstakim üzere yönlendirilmesi, ferdin ve toplumun dünya ve ahiret hayatları için faydalı hale getirilmesi için Allah tarafından konulmuş kurallar bütünü olarak ele alınabilir. İslâm dünya ile ahireti, madde ile manayı birlikte kucaklayan bir dindir. Bu yönüyle, İslâm, İslâmî kurum ve kuralların işletilmesi suretiyle dengeli bir toplum yapısının teşekkülünü hedefler. Burada, bu kurumlardan üçü olan uhuvvet, adalet ve ihsan kavramları ile işçi ve işveren arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceği konusu üzerinde durulacaktır. İslâm öncelikle ferdî yükümlülüklerin yerine getirilmesi üzerinde durur. Çünkü her vazife karşılığında bir hak vardır. Böylece, fertlerin vazifelerini yerine getirmek konusunda gösterdikleri gayretler, toplumun her kesiminin haklarını elde etmesini netice verir. Fakat bir grubun haklarını elde etmeye çalışmaları, bir başka grubun çıkarlarını ilgilendiriyorsa sonuçta sosyal sürtüşmeler ve karışıklık ortaya çıkar. Adalet müessesesi bu düzensizlik ve sürtüşmeleri ortadan kaldıracaktır. Bundan sonra ihsan müessesesi devreye girerek meseleyi bir adım daha ileriye götürür. Buna göre fertler kendi haklarından başkalarının hesabına vazgeçeceklerdir ki bu en önemli sevap kaynaklarından biridir.
2. UHUVVET
İslâm her ferdi evrensel bir kardeşlik içinde, sanki herkes tek bir ailenin ferdi imiş gibi birleştirir. Bu kardeşlik içinde tek tek ve hep beraber bütün üyeler eşit sosyal statüye sahiptir. Hadîste; "bütün insanlık Allah'ın ev halkı" olarak tarif edilmiş ve Allah'a en yakın olanın ailesine en iyi davranan olduğu ifade edilmiştir. Kardeşliğin en önemli gereği yardımlaşma ve ortak çalışmadır.. İnsanlık bir gemi içinde bulunan fertler olarak ele alınacak olursa, gemi içindeki her fert geminin hedefe varması için ortak hareket etmek ve kendi başlarına gemi üzerinde tasarrufta bulunmamak zorunda olmaları gibi, insanlık da yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmak zorundadırlar. Bu mecburi birlikteliğe ilaveten, Halik, Malik, Razık birliği, ülke ve dünya birliği, aynı havayı soluma, aynı ortak çevreye sahip olma gibi özellikler de İslâmî bir şuur içinde insanlığı kardeş olmaya zorlamaktadır. Bediüzzaman'ın ifadeleri içinde bir mü'min nazarında din ve vatan düşmanlarının kötülükleri -tecavüz olmamak şartıyla-adaveti celbetmemelidir. Çünkü "cehennem ve azab-ı ilâhî kafidir onlara..."
Kur'ân: "İyilik ve takva üzere yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın" (Mâide, 5/2); ayrıca "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin koruyucusudurlar, iyiliği emreder kötülükten sakındırırlar" (Tevbe, 9/71) demektedir. Bazı hadisler de ortak çalışmayı ve yardımlaşmayı daha geniş bir şekilde izah eder. "Mü'min mü'minin kardeşidir. Öyleyse kimse kardeşinin hatasını araştırmasın, yardımsız bırakmasın ve utandırmasın." Diğer bir hadiste de: "Mü'minler birbirine yardım edip destekleyen bir binanın tuğlaları gibi birbirlerinin yardımcısıdırlar" denmektedir.
Bazı pratik misaller üzerinde kardeşliğin etkisi görülebilir. Mesela bir kişi veya firma kendi kârı için başka kişilerin ve firmaların zarar etmelerini gözardı edebilir. Toplumun haklarını başkalarının ellerinden zor kullanımı ve mücadele ile almaları esasına dayalı ve güçlü olanın haklı sayıldığı gayr-ı İslâmî bir sistemde bu çok da garip bir durum değildir. Böyle bir sistemde büyük balık küçük balığı yutacaktır. Bunun sonucunda toplumun bütün kesimleri sürekli rekabet içerisinde, sürekli başkalarına karşı teyakkuz halinde olacak ve kimse rahat ve huzur yüzü görmeyecektir. Böyle bir sistemin biraz ilerisi anarşi toplumudur.
Durum ferdî plânda da hemen hemen aynıdır. İmana ait bilgilerden sonra en mühim amâl-i salihadır. Salih amel ise maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, Hukukullahı da bihakkın ifa etmekten ibarettir. Şuurundan mahrum insanlar arasında kardeşliğin de geçerli olacağı söylenemez. Mesela aynı işi ortaklaşa yapmaları gereken kimselerden bazılarının daha az gayret göstermesi diğerlerinin daha fazla ezilmelerini netice verecektir. İşçi çalışma zamanını kısaltmak için ağır çalışacak, ya da zaman çalacaktır.. benzeri misaller çoğaltılabilir. Sonuç olarak uhuvvet hem kişiler arası ilişkilerin düzenlenmesinde hem de toplum barışının sağlanmasında en önemli kurumlardan biridir.
3. ADALET
Adalet, sosyal hayatın dengesini sağlamada anahtar konumundadır. Adalet mekanizması sistemin işleyişini sağlamak amacıyla mukavele ve bunlarla ilgili düzenlemeleri gündeme getiriyor. Ayet-i kerimede "muhakkak Allah adaleti, ihsanı, yakınlarına vermeyi, ve her türlü kötülükten uzak durmayı emrediyor" (Nahl, 16/90) denmektedir. Görüldüğü gibi adalet ihsandan önce gelmiştir.
Adaletin toplumda ne şekilde tatbik edileceği de Kur'ân'da belirtilmiştir. Kur'ân'ın en uzun ayeti olmakla meşhur Müdayene ayeti de adaletin en önemli icra vasıtası olan mukavele konusunda mü'minlere yükümlülükler getirmektedir. Adı geçen âyette, borç alış-verişinde şahitler tutulması, hatta noterlik kurumunun yazması, şahitlik için çağrılanların bundan kaçınmaması... emredilir (Bakara, 2/282).
Adalet mekanizmasının en başta gelen vazifesi, toplumda her türlü adaletsizliğin ve taşkınlığın kökünü kazımaktır. İslâm, toplumdaki, zayıf kimselerin haklarını korur. Herkes fıtratının bir gereği olarak kendi haklarını ve ellerinden gelirse başkalarının paylarından bir kısmını da almaya çalışır. Eğer herhangi bir şekilde başarılı olursa gruplar arasında anlaşmazlık ve çekişme kaçınılmaz olacaktır. Çünkü zarar gören taraf mücadele etmeye çalışacaktır. Bu şartlar altında İslâm her ferdin haklarını elde etmesini ve hiç kimsenin kendi tabii haklarını elde etmede başkalarıyla mücadele etmek zorunda kalmamasını sağlayacak bir adalet mekanizmasını işletmektedir. İslâm'a göre her vazifeye karşılık bir hak söz konusudur. Bunun tersi de geçerlidir. Dolayısı ile vazifelerini yerine getiren fertler, bu yolda gösterdikleri gayretlerle haklarına da ulaşmış olacaklardır.
Müslümanlar başkalarının haklarına hürmet etmekle emrolunmuşlardır. Hürmet edilecek haklar arkadaşlık, komşuluk, akrabalık, çocuk ve ana baba hakları, işçi ve işveren hakları... vs. şeklinde sıralanmaktadır. Her grubun birbiri üzerindeki hakları görmezden gelmesi kesinlikle yasaklanmış ye zulüm olarak tanımlanmıştır. Böyle durumlarda devlet zarar gören tarafın haklarını temin veya tazmin etmekle yükümlüdür.
Adaletin sağlanmasındaki en önemli vasıta mukavelelerin kudsiyetidir. İslâm hukukunda mukaveleler mevzuunda detaylı bir sistematik vardır. Burada bunlardan bazıları verilecektir. Mukavele ile bağlanmış yükümlülükler alanında İslâm her iki tarafın durumları belli bir forma sahip iki tarafın rollerinin şekil ve sınırlarını belirler; herhangi bir sapma mahkemeler tarafından düzeltilir. Burada mukaveleler de yazılmaktadır. İslâm hukuku her mukavelenin kendi özellikleri ile alâkalı olarak bir kısım şartları yerine getirmesini gerektirir. Mukavelelerin bağlayıcı özelliği Kur'ân tarafından da vurgulanmıştır. Ayette "bir de sözü yerine getirin, çünkü verilen sözden dolayı şüphesiz ki bir sorumluluk doğmaktadır" (İsrâ, 17/34) denmektedir.
Müdayene ayetinde ifade edildiği üzere İslâm hukuku mukavelelerin detaylarının yazılmasını ve bir tarafsız grup tarafından da şahitlik yapılmasını gerektirmektedir. Din tarafından özel olarak yasaklanmamışsa bütün mukaveleler taraflar için zorlayıcıdır ve mahkemeler tarafından bu durum takip edilir. Bütün mukaveleler belli şartları sağlamak zorundadırlar. Aksi halde mahkemece iptal edilirler. Peygamber Efendimiz (sav): "Ben kıyamette üç kişinin hasmıyım. Söz verip sonra sözünden dönen kimse, hür bir şahsı satıp parasını yiyen ve işçiyle anlaşıp, onu çalıştırıp istifade eden ve fakat sonra ücretini ödemeyen kimse" diyerek mevzuun ehemmiyetini dile getirmektedir.
En önemli şartlar şunlardır:
1. Mukavelenin yapılışında her iki tarafın gönüllü olması ve herhangi bir zorlamanın söz konusu olmaması gerekmektedir. Her iki taraf da içerik üzerinde anlaşmalıdırlar. Bir taraf mukavelenin kendine zorla kabul ettirildiğini söylerse mahkeme bunu iptal eder.
2. Mukavele ile ortaya haklar ve yükümlülükler bütün taraflara açıkça izah edilmelidir. Bir taraf mukavele hakkında yeterli bilgiye sahip değilse ve bu nedenle bir zarara uğrarsa mukavele yürürlükten kaldırılır.
3. Mukavelede herhangi bir eksik tanımlama olmamalıdır. Mesela işçi yapacağı işi, işin süresini, karşılığında ne alacağını, işveren de işçinin kendisine yapacağı işin miktar ve kalitesini bilmelidir.
4. Zarar vermemek esas olmalı. Hadiste "ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız" denmektedir. Mukavele meseleyi her yönüyle ortaya koymalı, bunun dışında taraflardan birine gelebilecek herhangi bir muhtemel zarar bulunmamalıdır.
Burada sayılan genel şartlara ilaveten işe alınmada yapılması gereken özel bir mukavele de vardır. Bunlar da genel olarak, işin mahiyeti, süresi ve karşılığı olan ücreti belirleyen mukavelelerdir.
İslâm, işin tabiatına ve süresine bağlı olarak, işverenin fazla işle işçiyi zorlamasına müsaade etmez. Eğer iş, işçinin kapasitesinin üzerinde ise işveren işçiye yardım etmek zorundadır. Bu konuda Kur'ân ve hadisin emirleri gayet açıktır. Şuayb (as) (işveren), Musa (as)'ya (işçi) "Haberin olsun ki ben şu iki kızımdan birisini, bana sekiz sene ücretle çalışmak şartıyla sana nikah etmek istiyorum. İstersen on seneyi tamamlarsın. Bununla ben seni zorlamak istemem. İnşallah beni dürüst kimselerden bulursun" (Kasas, 28/27) diyor. Bu ayete göre eğer işveren işçisini korumuyorsa dürüst değildir anlamı çıkmaktadır. Burada rahatsızlık işçiyi aşırı yoracak ağırlıkta iş vermek şeklinde anlaşılabileceği gibi başta üzerinde anlaşmaya varılmamış olan herhangi bir şeyin istenmesi olarak da anlaşılabilir. Hadiste "Onlar sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah Teala Hazretleri onları ellerinizin altına emaneten koymuştur. Kimin kardeşi eli altında ise, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı işi buyurmasın. Eğer buyurursanız onlara yardım edin" (Buharî, Itk, 15; Müslim, Zühd, 74) denmektedir.
Bu hadis açıkça ortaya koymaktadır ki bir işveren işçisine aşırı miktarda veya işçinin normal çalışmasıyla çok uzun sürecek ve onu rahatsız edecek iş veremez. Bunlara ilaveten, işveren işyerinden ve işin tabiatından kaynaklanabilecek tehlikelere karşı bir kısım koruyucu önlemleri almak, temiz ve sağlıklı bir çalışma ortamı sağlamak ve çalışma yerinde çeşitli sosyal imkânları hazırlamakla da yükümlüdür. Kısaca işveren, iş süresince emri altında çalışanlara işin kolay ve rahat bir şekilde yapmalarını sağlayacak tedbirleri almak zorundadır. Bütün bunlardan sonra, işe alınmada yapılacak mukavelenin içermesi gereken şeyler şöyle sıralanabilir:
1. İş, işçinin gücünün üstünde olmamalıdır. Bu mukavelede işçinin kapasite ve yeteneğinin işçi tarafından tanımlanması ile sağlanabilir.
2. Yapılacak işin bütün detayları ile tanımlanmış olması gerekir.
3. Maksimum iş süresinin baştan belirlenmesi gereklidir.
4. İşyerlerinden kaynaklanabilecek tehlikelere karşı yeterli tedbirlerin alınmış olması gerekir.
5. Sıhhi çalışma şartları ve sosyal imkânların belirlenmesi gerekir.
Belirlenmesi gereken en önemli hususlardan birisi de işçiye ödenebilecek ücretin ve diğer ödemelerin miktarıdır. Kur'ân ve hadis bu konuda da bazı tavsiyeler yapmaktadır. Mesela teklif edilen asgari ücret işçinin ve ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir. Kur'an'da boşanmış kadına bebeğin beslenmesi süresince yapılacak ödemeyi anlatan âyet bu konuya da ışık tutuyor. "Çocuğun babasına da, annelerinin maruf vechile yiyeceği ve giyeceği borç olur.. bir de çocuğunuza süt ana tutup emzirtmek isterseniz, vermek istediğiniz ücreti meşru şekilde ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur."(Bakara. /233)
Bu ayete göre miktar yiyecek ve giyecek olmaktadır. Bu ayet ne kadar genelleştirilebilir sorusu akla gelebilir. Hadiste: "Emriniz altında çalışanlar sizin kardeşlerinizdir... Emri altında bir kardeşini çalıştıran ona kendi yediğinden yedirsin ve kendi giydiğinden giydirsin... Temel ihtiyaçlarında onları tatmin etsin" buyruluyor. Bunlara ilaveten, hadiste geldiği üzere, işveren onlara kendi emekleri neticesinde kazanılmış olan mahsulden vermeye teşvik edilmiştir.
Her iki taraf da söz konusu şartlarda anlaştıktan sonra mukavele kanunî hale gelmiş olur. Bundan sonra kişilerle veya işle ilgili bir sebep olmaksızın herhangi bir taraf mukaveleyi feshedemez. Taraflardan birinin ağır hastalığı, ölümü veya bir afetle işin bozulması ile mukavele geçerliliğini yitirecektir. Benzer şekilde çalışma yeri yangın, sel veya deprem gibi bir afetle tahrip olduğunda işveren mukaveleyi feshedebilir. Başka nedenlerle mukavele feshedilemez.
4. İHSAN
İhsan kavramının düzenlemesine göre bir kişinin ekonomik davranışı İslâm'ın ahlâk kurallarına göre düzenlenmektedir. İslâm güzel ahlâk üzerinde ısrarla durur. Güzel ahlâk, yapılması veya yapılmaması konusunda bir kısım müeyyideler bulunmayan meselelerde bile dinin tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmek olarak ele alınabilir. Mevzumuzla alâkalı olarak mesela, mukavelenin yaptırıcılığı vardır. Fakat mukavelede bulunmasa bile her iki tarafın güzel ahlâk ve ihsan şuuruyla yapması gereken davranışlar da vardır.
İhsan kişinin motivasyonunu kuvvetlendirerek kendi başına bir davranış geliştirmesini sağlar. Başkalarının hesabına kendi haklarından bazılarından vazgeçme anlamına gelmekte olup bir yükseklik nişanesi sayılmaktadır. İslâmî incelikte ihsanı hayatına tatbik etmeye çalışan bir fert rasyonelliğin İslâm'daki anlamıyla tam uyum içindedir. İhsanı davranış haline getiren kişi anlar ki Allah bu davranışının karşılığını ahirette kat kat fazlasıyla verecektir. İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir? (Rahman, 55/60) İhsanın hayata tatbikinde işçi ve işveren birbirine nazik ve duyarlı olmak zorundadır. Bu diğer taraftan sosyal dayanışmayı da kuvvetlendirir.
İhsanın uygulamaya konması ferdin takvasıyla ilgilidir. İslâm tâbilerinin yüksek ahlâkî olgunluğa sahip olmalarını teşvik etmektedir. Bunlar arasında dürüstlük, doğruluk, sorumluluk duygusu... sayılabilir. İhsanın uygulama örnekleri Kur'ân ve hadîste mevcuttur.
* İşçi iyi çalışmak ve kendini ve ailesini geçindirecek yeterli miktarda kazanmak için teşvik edilmiştir. Bu yönde gösterilen gayretler ibadet olarak değerlendirilmektedir. Kendisi ve ailesinin geçimi için elinden gelenin en iyisini yapmak emredilmektedir. Bu mevzuda gösterilen gayretlerin Allah nazarında cihadla eşit sevab kazandıracağı şeklinde teşvikler vardır.
* İşçi İslâm'ın iyi işçi tanımlamasına kendini dahil etmeye çalışmalı, güvenilir ve verimli olmalıdır. "O hanımlardan biri "Babacığım onu ücretle yanına al çünkü o tuttuğun ücretlilerin en hayırlısıdır. Kuvvetli, emin bir kimsedir" dedi." (Kasas, 28/26) ve hadîste "en iyi kazanç, çalışkan bir işçinin dürüstçe kazandığı kazançtır" denmektedir.
* İşçi sorumluluklarının bilincinde ve işini nasıl yapacağının şuurunda olmalı, işini mükemmel yapmaya gayret etmelidir. İş sırasında eline verilmiş işverene ait eşyayı korumalıdır.
Bahsi geçen durumlar işçiyi yükümlülükleri konusunda uyarır. Bir işi kabul ettikten sonra, işçiler işe kendi işleri nazarıyla bakarlar, yani işe tüm dikkatlerini, ciddiyetlerini ve düşkünlüklerini verirler. Diğer tabirle işçiler mukavelede yazılı olanın üzerinde kendini işe vererek onu muhafazaya çalışır. İşe ve işverene sadakatleri adaletin gerektirdiğinden daha fazla işe sarılmalarını netice verir.
İslâm işverenler için yüksek ahlâkî standartlar koymaktadır. Belli başlı olarak işverenler:
* Dürüst olmalı, işçiyle ilgili her konuda İslâm’ın standartlarını gözetmelidir. Hadîste "Dürüst tüccar, peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle haşrolacaktır" denmektedir.
* Maişetini helalden kazanmalı. Zekat ve sadakasını vermeli.
* "En iyiniz emri altındakilere en iyi davrananınızdır" emri doğrultusunda davranmalıdır.
Kısaca işverenleri nazik, dürüst, müsamahakar, yardımsever olmaya davet eden pek çok hadîs ve âyet vardır. Bunlar ahiret hesabına zorlayıcı emirler içermektedir. Ferdin öbür alemdeki başarısı veya başarısızlığı dünyada ahlâkî emirlere uyup uymaması ile sıkı irtibatlıdır.
5. SONUÇ
İslâmiyet bütün rükünleriyle toplumu bir huzur toplumu haline getirmek, hem dünyası hem de ahireti mamur topluluklar teşekkül ettirmek gayesine matuf olarak, insanlarda bulunan kuvveleri sırat-ı müstakime yöneltmek istemektedir. Özetle böyle bir toplulukta vatandaş devleti ve devlet adamlarını sırtında taşır çünkü devlet ve devlet adamları da vatandaşın fahrî hizmetçileri olmuşlardır. Patron işçinin yanındadır. Yemesinde, giymesinde ve meşru isteklerinde... Bir aile ferdi gibi yediğinden yedirir, giydiğinden giydirir, yapamayacağı işi ondan beklemez. İşçi de işin yanında, işverenin yanındadır. Çünkü bilir ki; Allah hakkından sonra en önemli şey kul hakkıdır ve farz ibadetlerinden sonraki çalışması ibadet hükmündedir.
NOTLAR
1. Bu makalenin hazırlanmasında, M. Ramazan AKHTAR'ın AJISS. Vol, 9. 2'de yayınlanan An Islamic Framework for Employer Employee Relaitonships başlıklı makalesinden geniş ölçüde yararlanılmıştır.
2. Ayrıca. Prof. Dr. Servet ARMAĞAN'ın Ana Hatlarıyla İslâm Ekonomisi kitabının ilgili kısmından ve Risale-i Nur Külliyatının muhtelif kitaplarından da yararlanılmıştır.
3. Hadis mealleri genelde Prof. Dr. İbrahim CANAN’IN Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi kitabından, âyet meâlleri de Hak Dini Kur'ân Dili mealinden alınmıştır.
|
Bugün 516 ziyaretçi (689 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|