Selçuklu Devri Muhaddisleri
Prof. Dr. Osman Güner
Türklerin İslâm'la müşerref olmaları ve Müslümanlarla ilk temasları, Hz. Ömer dönemine rastlar. Daha önce birbirlerini tanıyan bu milletler, Farslara karşı yapılan Nihavend Savaşı'yla birlikte daha yakın bir münasebet imkânına kavuşurlar (21/642). İlerleyen dönemlerde İslâm dünyasında iktidarın el değiştirip Abbasilere geçmesiyle yeni bir dönem başlar (132/750) ve bu yeni idare, Arap olmayan halklarla (mevaliyle) iyi münasebetler kurmaya itina gösterir. Bu yakınlaşma, h.131/m.751 yılında vuku bulan Talas Savaşı'nda Çinlilere karşı Türklerle Müslüman Arapların aynı saflarda yer almasıyla daha ileri bir seviyeye taşınır. M.751 tarihinden sonra Müslüman Araplarla Türkler arasındaki münasebetler, sürekli olumlu bir seyir takip eder ve neticede Türkler, bu dönemde İslâmiyet'i ve Müslümanları daha yakından tanıma fırsatı bulurlar. Daha da önemlisi, Abbasiler döneminde Türklerin hızlı bir şekilde İslâm'ı kabul ettikleri görülür ve Abbasi Devleti'nin çeşitli makamlarında ve bilhassa orduda önemli görevler üstlenirler.
Sahabe asrından h.5. asra kadar bütün İslâmî ilimlerde olduğu gibi, hadîs ilminde de fevkalade önemli gelişmeler olmuş, h. 2. ve 3. asırlarda hadîsin her alanında büyük hadîs âlimleri yetişmiş, birbirinden muhteşem eserler telif etmişlerdir. İslâm'ın Arap Yarımadası'nın dışındaki farklı coğrafyalarda yayılmasıyla birlikte bu âlimler kervanına Müslüman Türklerin hâkimiyet kurduğu bölgelerdeki ulema da katılmıştır. H.431/m.1040 yılında Selçuklu Türklerinin kurmuş oldukları büyük cihan devleti sınırları içerisinde kalan bölgelerde de yaklaşık üç asır boyunca (431-718/1040-1318) hadîs ilmine hizmet etmiş pek çok muhaddis yetişmiş ve birbirinden kıymetli eserler telif etmişlerdir. Bu zaman zarfında Selçukluların hâkimiyet ve himayesi altında kalmış bulunan Maveraünnehir, Horasan, Hemedan, Sicistan, İran, Irak, Hicaz, Musul, Şam ve Anadolu topraklarındaki muhaddislerin ortaya koydukları ilmî çalışmalar, eğitim öğretim faaliyetleri, hadîs alanında geliştirdikleri metotlar ve tesis ettikleri müesseseler, onların da seleflerinin izinden gittiklerini ve bu alanda önemli katkılar sağladığını göstermektedir. Muhaddis âlimlerin bu faaliyetlerine geçmeden önce Selçukluların ilim ve ma'rifete yaptıkları müstesna hizmetlerine temas etmek isteriz.
Selçuklularda Medreseler ve İlmî Hayat
Abbâsîler döneminde İslâm medeniyetiyle kaynaşan Türkler, Selçuklu Devleti'nin himayesinde İslâm ilim ve kültür hayatına büyük bir canlılık kazandırmışlardır. Selçuklu sultanı Tuğrul Bey'in (455/1063) teşvikiyle İslâm dünyasının her tarafını câmi, medrese, kütüphane, hastane, imarethane, zâviye ve kervansaraylarla donatmışlardır. Nitekim medreseler, bir ilim yuvası olarak bu dönemde devlet eliyle teşkilâtlanmış, vakıfların desteğiyle eğitim-öğretim meccanen sürdürülmüş ve bu müesseseler sultanların ve vezirlerin hususi himayesine mazhar olmuştur. Hususiyle Selçuklu Sultanı Alparslan'ın (465/1072) veziri Nizâmülmük'ün (485/1092) marifetiyle önce Bağdat'ta, daha sonra da belli başlı ilim merkezlerinde kurulan Nizâmiye Medreseleri, İslâm mimarisine önemli yenilikler getirmesi, ilmin gelişmesi ve âlimlerin yetişmesine büyük katkılar sağlaması, medrese sisteminin yaygınlaşması ve daha teşkilâtlı bir hâle getirilmesi, idarenin ihtiyaç duyduğu devlet adamlarının yetiştirilmesi ve İslâm kültür mirasının korunması gibi önemli görevler üstlenmiştir.2
Selçukluların kurduğu bu medreseler, İslâm dünyasında ciddi bir tehlike hâline gelmiş bulunan Şii-İsmailî fikirlerin zararlı tesirlerine karşı Ehl-i Sünnet inancının korunması ve yayılmasını sağlamak, İslâm dünyasındaki fikrî kargaşa ve çatışmayı asgari düzeye indirmek gibi önemli bir fonksiyon da üstlenmiştir. Esasen Selçukluların tarih sahnesine çıktıkları 11. yüzyılın ilk çeyreğinde İslâm dünyası, Şiî yayılmacılığın baskısı altında kaldığı kritik bir dönemden geçiyordu. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey 1055 senesinde Halife Kaim Biemrillah'ın daveti üzerine Bağdat'a girerek Şiî Büveyhilerin Irak'taki hâkimiyetine son vermiştir. Selçuklular, Fatımilerle ve diğer Batınî gruplarla bir taraftan askerî alandaki mücadeleyi sürdürürken, diğer taraftan da Nizâmiye Medreselerini yaygınlaştırmak suretiyle ilmî ve kültürel sahadaki hâkimiyeti tesis etmenin mücadelesini vermişlerdir. Nizamiye Medreseleri, toplumu ifsat eden, yıkıcı Şiî akımlara karşı Sünnî akideyi tahkim etmek ve dolayısıyla bâtıl mezheplerle mücadele edecek ilim adamları yetiştirmek gibi çok önemli bir vazifeyi ifa etmiştir.3
Selçuklu sultanları, beyleri ve hatunları, âlimlere, din adamlarına, şairlere ve sanatkârlara büyük saygı göstermişlerdir. Onlar için kurdukları müesseseler, takdim ettikleri ihsanlar ve yardımlar, ilme ve kültüre karşı ne derece düşkün olduklarını, âlime ne ölçüde hürmet ettiklerini açıkça göstermektedir. Tuğrul Bey ve Sultan Alparslan'ın âlimler ve din adamları karşısındaki mütevazı ve saygılı tavırları, onları fazlasıyla cesaretlendirmiştir. Nitekim Tuğrul Bey'in, "Kendime bir köşk yapıp da yanında bir cami inşa etmezsem, Allah'tan utanırım." demesi, bu saygının dayandığı imanı gösteren bir ifadedir. O fethettiği şehirlere giderken, ilk iş olarak âlimleri ve din adamlarını ziyaret eder, onlara hürmet gösterirdi. Bu hususta Sultan Melikşah (485/1092) ile büyük kelam âlimi İmamu'l-Haremeyn el-Cüveynî (478/1085) arasında geçen bir hâdise, devletin ve sultanın âlimlere ne derece yüksek bir mevki tayin ettiklerine güzel bir örnektir. Tarihî kayıtlarda geçtiğine göre, sultan bir Ramazan ayında hilâlin görülmesi üzerine bayram ilân eder. Fakat İmam Cüveynî, aksine ertesi gün Ramazan'ın devam ettiğine ve oruç tutulması gerektiğine dâir fetva verir. Sultan bu nazik durum karşısında İmamu'l-Haremeyn'i nezaketle saraya davet eder. Görüşme sırasında Cüveynî: "Sultana ait işlerde fermana itaat vazifemizdir; lâkin fetvaya taalluk eden meselelerde de Sultan'ın bize sorması lazımdır." der. Bunu haklı bulan sultan, onun isteğine uyar ve kararını tashih eder.4
Selçuklular ilme bu saygılı tavırlarıyla, ilim ve kültür hayatının gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır. O devirde yetişen âlim, filozof, astronom, tabip, sanatkâr, edip ve şairler, Selçuklu sultanlarından himaye görmüşler ve onların vakfettikleri müesseselerde yetişme imkânı bulmuşlardır. Nitekim Sultan Alparslan kendisine tahsis edilen iradın bir kısmını fakirlere dağıtırken, onda birini de ilim adamlarına sarf etmiştir. Sultan Melikşah da, kurduğu medreseler ve diğer müesseselerin dışında, âlimlere sarf edilmek üzere yılda 300 bin dinar (altın) ödenek ayırmıştır. Sarayı ve etrafı âlim, tabip, şair ve filozoflarla çevrili Sultan Sencer de bir defasında beş gün içerisinde âlimler için 700 bin dinar (altın), 1000 elbise, pek çok at ve benzer eşya dağıtmıştır. Sultanlar, mezhep ve meşrep ayrımı yapmamış, hususen toplumu ifsat eden Bâtınîler ve müfrit Şiîler müstesna, âlimlere ve seyyitlere hep ihsanda bulunmuşlardır. Farklı din ve mezhep mensuplarına daima hoşgörü ve müsamaha ile yaklaşmışlardır.5 Selçuklu döneminde sergilenen bu anlayış, hem müspet ilimlerin hem de manevî ilimlerin revaç bulmasına ve bu sahalarda pek çok ilim adamının yetişmesine zemin hazırlamıştır.
Selçuklu Devri Muhaddisleri
Büyük Selçukluların kuruluşundan en son Anadolu Selçuklularının hâkimiyetini yitirdikleri h. 8. (m.14.) asrın başlarına kadar geçen süre içerisinde, çok sayıda hadîs ravisi ve ulemanın yetiştiğini görmekteyiz. Selçuklu muhaddisleri hakkında yapılan bir ilmî araştırmanın neticesine bakıldığında, bu alanda eser yazmış 130 müellif hadîs âlimi ve ayrıca 234 hadîs ravisinin isimlerinin kaynaklarımızda kaydedildiği görülmektedir.6Selçuklular döneminde hadîsle alakalı çalışmalar hakkında genel bir kanaat oluşturması açısından eserleri günümüze kadar intikal etmiş bazı meşhur hadîs âlimlerini ve eserlerini hatırlatmak istiyoruz:
1) Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b.Hüseyn el-Hüsrevcirdî (458/1066): Nîsâbur'da doğdu, Beyhak'ta yetişti ve ilk tahsilini burada yaptı. Muhtelif hocalardan faydalanmak maksadıyla İsferâyin, Tûs, Hemedan, İsfahan, Rey, Nîsâbur, Bağdat, Kûfe ve Mekke gibi yerlere ilmî seyahatler (rihleler) yaptı. Hadîse karşı duyduğu iştiyak dolayısıyla, sadece onunla meşgul olmaya başladı. Hadîs ilminin en önemli meselelerini el-Hâkim en-Nîsâbûrî'den öğrendi ve hocaları içinde en çok ondan faydalandı.7 Beyhakî 406 (1015-16) yılından itibaren eserlerini telif etmeye başladı. Hadîs ilmindeki sağlam bilgisi ve güçlü hafızasıyla temayüz etti. Hadîslerde mevcut gizli kusurların tespiti ile birbirine zıtmış gibi görünen rivayetlerin uzlaştırmasında ve hadîslerin fıkhını kavramada devrinin otoritesi oldu. Hadîste olduğu gibi fıkıhta da bir mezhep imamı olabilecek yetkinlikte bir şahsiyetti. Mensubu bulunduğu Şafiî fıkhını kendi devrinde daha müdellel hâle getirdi ve bu alanda değerli eserler telif etti. Bu sebepledir ki İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî, her Şafiî fakihinin İmam Şafiî'ye minnet borcu olduğunu, ancak mezhebini ve görüşlerini müdafaa etmek için Beyhakî'nin kaleme aldığı eserler sebebiyle İmam Şafiî'nin ona minnettar olması gerektiğini ifade etti. Keza İmam Zehebî de, "Beyhakî isteseydi, derin ilmî birikimi sayesinde müstakil bir mezhep kurabilirdi" demiştir.8
Beyhakî, tedristen ziyade tasnifle meşgul olmuş, hadîs ve fıkha dair emsalsiz eserler telif etmiştir. Hadîs alanında telif ettiği eserler arasında şunlar yer almaktadır:
a) es-Sünenü'l-kübrâ: Bu eser, diğer hadîs kitaplarında bulunmayan pek çok hadîsi, sahabe ve tabiîn kavlini, muhtelif rivayetleriyle birlikte ihtiva etmekte olup, fıkhın bablarına göre yapılan tertibinde Şafiî fıkhı ön plânda tutulmuştur.
b) Delâilü'n-nübüvve: Eser, sahih rivayetlere dayanarak Hz.Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer insanlardan farklı hususiyetlerini, peygamberliğini beyan eden özelliklerini ve mu'cizelerini ihtiva etmektedir.
c) Diğer eserleri arasında, Ma'rifetü's-sünen ve'l-âsâr, el-Medhal ile's-süneni'l-kübrâ, el-Câmiu'l-musannef fî şuabi'l-îmân, es-Sünenü's-suğrâ, Tahrîcu ahâdîsi'l-Ümm, Meâlimü's-sünen, el-Musannef fî fedâilü's-sahâbe ve et-Tergîb ve't-terhîb' gibi eserlerini sıralamak mümkündür.9
2) Hatîb Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Alî (463/1071): Bağdat yakınlarındaki bir kasabada dünyaya gelmiş, tanınmış hadîs hafızı ve tarihçidir. Küçük yaşlardan itibaren hadîs başta olmak üzere diğer İslâmî ilimlere ve tarih alanına, dil ve edebiyata ilgi duymuş, tanınmış şahsiyetlerin rivayet ettiği dinî ve edebî kitapların rivayet hakkını elde etmeye muvaffak olmuştur. el-Câmiu'l-Mansûrî'de hadîs okutmayı çok arzu eden el-Hatîb el-Bağdâdî, Halife Kâim-Biemrillâh'tan aldığı izinle talebelerine burada hadîs okutmuş, Nizamiye Medresesi yakınındaki evinde Târîhu Bağdâd'ını rivayet etmiş, ayrıca yazmayı düşündüğü kitaplarını da burada yazmaya başlamıştır. Eserlerinin birçoğunu da bu dönemde telif etmiştir. Vezir İbnü'l-Müslime'nin talebi ve halifenin de rızasıyla Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey hilâfet merkezine gelmiş ve halifeye destek olmuştur. Ancak Tuğrul Bey'in Bağdat'tan ayrılması üzerine Fatımîler şehri ele geçirip halifeyi de makamından indirmişlerdi (450/1059). Mezhebî taassupla Hatîb'e kin duyan Fâtımîler onu rahatsız etmeye başlamışlar, bunun üzerine o da, Dımeşk'e gitmek zorunda kalmıştı. O, burada da Şiî Fâtımîlerin ölüm tehditlerine maruz kalmıştır. Hatîb 462'de (1070) tekrar Bağdat'a dönmüş ve ölünceye kadar da el-Câmiu'l-Mansûrî'de ders okutmaya devam etmiştir.10
Sem'ânî, İbn Asâkir, İbn Hallikân, Zehebî ve Tâceddin es-Sübkî gibi birçok tabakat âlimi, Hatîb'in, yaşadığı devrin en büyük hadîs otoritesi olduğunu belirtmişlerdir. El-Hatîb el-Bağdâdî, usûl-i hadîsin ilk müelliflerinden sayılan Râmhürmüzî ile Hâkim en-Nîsâbûrî'den sonra el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye'si ile bu alanın en muhtevalı eserini kaleme almıştır.11 Ricâlü'l-hadîs alanında da 7831 biyografiden oluşan Târîhu Bağdâd'ını yazarak önemli bir eseri daha hadîs sahasına kazandırmıştır.
Kaynaklarda el-Hatîb el-Bağdâdî'ye nisbet edilen eserlerin sayısı 80-100 arasında değişmektedir. Hadîsle alâkalı olanlar arasında şunları sayabiliriz:
a) el-Câmi' li ahlâki'r-râvî ve âdâbi's-sâmî: Müellifin bu eseri, hadîs öğrenim ve öğretimiyle ilgili 237 meseleye dâir 1924 rivayeti, senetleriyle birlikte ihtiva etmektedir.
b) Şerefu ashâbi'l-hadîs: Bu eser, Sünnet'i delil olarak kullanmayıp her şeyi akılla çözmek isteyen ve bundan dolayı muhaddislere saldırıp onlarla alay eden ehli hadîs muhaliflerine karşı yazılmıştır. (nşr. M.S. Hatiboğlu, Ankara 1971)
c) Nasîhatü ehli'l-hadîs: Eser, genç yaşta ilim tahsil etmeye, hadîs talebelerini sadece rivayetle kalmayıp hadîsin fıkhını da öğrenmeye, hadîsler üzerinde düşünmeye ve ilmi yazılı kaynaklardan değil bizzat hocadan okumaya teşvik etmektedir.
d) el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye: Usûl-ü hadîsin ilk ve en önemli kaynaklarından biridir. Eser hadîs ilimlerini, hadîs ıstılahlarını ve usul meselelerini bilmeden hadîs rivayetine kalkışan kimseler için kaleme alınmış, daha önceki usul kitaplarında temas edilmeyen pek çok hadîs meselesi, Sünnet'in dindeki yeri, nasların tearuz ve tercihi gibi konular senetli rivayetler şeklinde kaydedilmiştir.
e) Takyîdü'l-ilm: On bâbtan meydana gelen eserde önce hadîslerin yazılmaması gerektiğine, ardından hadîslerin yazılmasında bir sakınca bulunmadığına dair rivayetler sıralanmış, Kur'ân ile hadîslerin birbirine karışması endişesinin ortadan kalkmasından sonra hadîsleri yazıyla tespit etmenin bir mahzuru bulunmadığı belirtilmiştir.
f) er-Rihle fî talebi'l-hadîs (Senetleriyle birlikte kaydedilen 81 rivayetin beş bölüm hâlinde incelendiği eserde hadîs tahsili için yapılan seyahatin önemi gibi hususlar ele alınmaktadır.12
3) Beğâvî, Ebû Muhammed Hüseyn b.Mesud (516/1122): Horasan'nın Bağsûr (Bağ) kasabasına nisbetle Beğâvî denmiştir. İbnu'l-Ferrâ diye meşhurdur. Horasan illerini dolaşıp devrin önemli hocalarından dersler almıştır. Begavî, hem şahsî hayatında hem de ilmî anlayışında selefin yolunu takip etmiştir. Şafiî mezhebine bağlı bir çevrede yetiştiği ve hattâ Şafiî fıkhına dair et-Tehzîb adlı önemli bir eser yazdığı hâlde mezhep taassubuna düşmemiştir. Kur'ân ve Sünnet kültürünün yaygınlaşmasına gayret ederek Müslümanları bu iki kaynağa sarılmaya çağırmıştır. Bu sebeple de kendisine 'Muhyissünne' ve 'Rüknüddin' lâkapları verilmiştir. Bütün çalışmalarını Sünnet üzerinde yoğunlaştırdığını belirten Begavî, hadîs metinleri üzerinde daha fazla durulmasını sağlamak için senedsiz hadîs nakli geleneğini başlatan ilk kişidir. Nitekim kendisinden sonra bilhassa halk için tertip ve tasnif edilen hadîs kitaplarında hadîs senedleri alınmamış, sahabeden olan râvi zikredilmekle yetinilmiştir.
Beğavî, gösterişten uzak, basit ve sade bir hayat yaşamıştı. Dünya malına tamah etmeyen, üstün ahlaki meziyetlere sahip, şahsiyetli ve karakterli bir kişiliğe sahipti. Hanımı vefat ettiğinde gözü tok olduğu için mirasından hiçbir şey almaya tenezzül etmemiştir. Var olanla yetinir, az şeye kanaat ederdi. Bir zamanlar yalnız kuru ekmek yediği için, halk tarafından kınanınca, zeytinyağını ekmeğine katık yapıp yemeye başlamıştır. İhlâs ve takvası eserlerine de yansımış ve samimiyeti sebebiyle eserleri hüsnü kabul görmüş, âlimler bu eserlere sahip olmak için adeta birbirleriyle yarışmışlardır.13
Hadîs, tefsir ve fıkha dair eserler telif etmiştir. Hadîse dair eserleri arasında şunları saymak mümkündür:
a) 'Mesâbîhu's-sünne: Müellif bu eserde, güvenilir hadîs kaynaklarından senetsiz olarak naklettiği hadîsleri önce konularına göre sıralamış, sonra da her babı kendi arasında sahih ve hasen hadîsler olmak üzere ikiye ayırmıştır. 4719 hadîsi ihtiva eden eser İslâm âleminde büyük bir itibar kazanmış ve üzerinde otuzdan fazla âlim tarafından şerh ve ta'lik yazılmıştır.
b) Şerhu's-sünne: Bu eserde, meşhur muhaddislerin eserlerinden seçilen hadîsler konularına göre tertip edildikten sonra az kullanılan kelimeler açıklanmış ve âlimlerin ihtilâf ettiği fıkhî problemler, hadîsten elde edilen hükümlerle şerhedilmiştir.
c) el-Cem' beyne's-sahîhayn: Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim'deki hadîsler senetsiz olarak bir araya getirilmiştir.14
4) İbn Asâkir, Ebü'l-Kâsım Alî b.Hasen ed-Dımaşkî (571/1176): Dımaşk'ta doğmuştur. İbn Asâkir ilk bilgilerini ailesinden almıştır. Devrin önemli ilim merkezlerinden Horasan, İsfahan, Merv, Nîsâbur ve Herat gibi şehirlere ilmî seyahatler (rihleler) yapmıştır. Bu sırada Kitâbü'l-Ensâb müellifi Abdülkerîm es-Sem'ânî ile tanışmıştır. Horasan seyahatini tamamlayan İbn Asâkir Bağdat'ta iki yıl daha kaldıktan sonra Dımaşk'a dönmüş ve ömrünün geri kalan kısmını burada eserlerini yazıp öğrencilerini yetiştirmekle geçirmiştir. Tahsil ve ilmî seyahatlerinden da anlaşılacağı üzere İbn Asakir, farklı ilim dallarıyla da ilgilenmiş olmakla birlikte, hadîs ilmine verdiği değeri şu mısralarla açıkça ifade etmiştir:
"Dikkat ediniz! Hadîs ilmin en yücesidir ve en şereflisidir.
Bana göre en faydalı gün, hadîsle meşgul olduğum gündür.
Arkadaş! Sen ilmin hakikatine dâir bir şey görmek istersen,
Hadîse karşı istekli ol ve onu bıkmadan insanlardan almaya bak!"15
Birçok defa kendisine yol arkadaşlığı yapmış olan Sem'anî, İbn Asakir'i, "Ebu'l-Kasım, hafız, sika, güvenilir, dindar, hayır ve hasenat sahibi birisidir. Ehlince maruf olan metin ve senetleri toplamış, ilim ve fazilet sahibi, çok okumuş ve ilim uğrunda çok seyahat etmiş, hadîsleri toplamaya muvaffak olmuş, ilimle iştigal eden yaşıtlarına nispetle çok üstün bir âlimdir." diye tanımlamaktadır.16 İbn Asâkir, hadîsleri anlama, ezberleme, rivayetlerdeki gizli kusurları (ilel) tanıma, sahih, garîb, ferd ve münker rivayetleri bilme konusunda dönemin önde gelen hadîs hafızlarından birisidir. Onun en önemli özelliği, faydalandığı eserleri birbirleriyle karşılaştırması ve lafızlarını tashih etmesidir.
İbn Asâkir İslâm dünyasında tasnif ve telifinin çokluğu ile tanınmış bir şahsiyettir. Oğlu Kasım babasının altmış adet kitap yazdığını kaydetmektedir. Bunlar arasında hadîsle alâkalı olanlar şunlardır:
a) 'Târîhu medîneti Dımaşk: Müellifin en hacimli eseridir. El-Hatîb el-Bağdâdî'nin Târîhu Bağdâd'ı örnek alınarak yazılan kitap Dımaşk'a dâir en geniş kaynaktır; ayrıca Halep, Ba'lebek, Sayda gibi Suriye şehirlerinde yaşamış bazı önemli şahsiyetler hakkında da malumat ihtiva eder.
b) el-Erbaûn fi'1-hassi ile'l-cihâd: Müslümanları Haçlılara karşı savaşa teşvik gayesiyle derlenmiş cihadın faziletiyle ilgili kırk hadîsi ihtiva eder.
c) Diğerleri ise Kitâbü'l-Erba'îne'l-büldâniyye ve el-Erba'ûne'l-ebdâl gibi eserlerdir.17
5) Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzî, Cemâlüddîn Abdurrahmân b.Alî el-Bağdâdî (597/1201): Bağdat'ta doğdu. Soyu Hz. Ebû Bekir'e dayanmaktadır. Küçük yaştan itibaren amcasının himayesinde tarih, hadîs ve ahlâk ilimlerini okumuştur. Hocası İbnü'z-Zâgûnî'nin vefatından sonra onun yerine geçerek Mansûr Camii'nde vaaz etmeye ve daha sonra halife ile vezirlerin yanı sıra fakihlerin de katıldığı meclislerde ilmî sohbetler yapmaya başlamıştır. Hac yolculuğunun dışında Bağdat'tan ayrılmamıştır. İbnü'l-Cevzî tarih, biyografi, hadîs, tefsir ve akaid alanlarında eser telif etmiş, aynı zamanda çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Fıkıhta Ahmed b. Hanbel'in mezhebini benimsemekle birlikte ona aynen uymak yerine, fıkhî hükümlerin delillerini araştırıp ona göre hareket etmeyi uygun görmüştür.
'Hâfızü'l-Irâk ve nâsırü's-sünne' lâkaplarıyla anılan İbnü'l-Cevzî, Selefî muhaddislerin uygulamalarını devam ettiren hocalarının yolundan gitmiş, hadîste ve vaazda devrinin imamı kabul edilerek, özellikle hadîs metinleriyle alâkalı bilgisi takdir edilmiş; ancak sahih hadîsleri belirlemede genellikle aşırılığa kaçtığı ileri sürülmüştür. Mevzû hadîsleri tespit etmek üzere telif ettiği el-Mevzûât adlı eserinde Sahîh-i Müslim'den de bir hadîse yer vermesi onun tenkit edilmesine sebep olmuştur. İbnü's-Salâh gibi muhaddisler İbnü'l-Cevzî'nin zayıf, hasen hattâ sahih hadîslere bile fazla araştırmadan 'mevzu' damgası vurduğunu, onun bu iş için gerekli temyiz ve tenkit kabiliyetine sahip olmadığını ileri sürmüştür.18
İbnu'l-Cevzî'nin, hadîsleri 'mevzu' olarak nitelendirmede yeterince tahkik etmeden aceleci bir tavır sergilediği hâlde vaaz ve irşada dâir eserlerinde aynı hassasiyeti göstermemiş olması ve sadece Bağdatlı hocalarla yetinerek hadîs tahsili için seyahate çıkmaması tenkide medar olan bir başka husustur. İbnu'l-Cevzî'nin hadîs sahasında telif ettikleri arasında, 'e1-Mevdûât (Eser, 1850 civarında haberi ihtiva etmiş ve fıkıh bablarına göre tenzim edilmiştir), Câmi'u'l-mesânîd ve'l-elkâb, et-Tahkik fî ehâdîsi't-Ta'lîk, Garîbü'l-hadîs, el-Müselselât' ve 'Manzume fi'1-hadîs' gibi eserler yer almaktadır.19
Netice
Selçuklu medeniyetinde, Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah gibi ferasetli ve basiretli devlet adamları ve Nizamülmük gibi ilim âşığı vezirler sayesinde ilmin yayılmasını gerçekleştirmek ve Sünnî İslâm anlayışını tahkim etmek maksadıyla plânlı ve programlı müesseseler ve hususen hadîs ilmine tahsis edilmiş hadîs medreseleri (daru'l-hadîsler) inşa edilmiştir. Selçuklular devrinde kurulan bu medreseler sayesinde genelde müspet ve mânevî ilimler, özelde ise hadîs ilmi intişar etmiş ve hadîs sahasında mümtaz hadîs âlimleri yetişmiştir. Bu dönemin âlimleri arasında eserleri günümüze kadar ulaşmış olan muhaddislerin telif ettikleri o muhteşem eserler, bu medeniyetin ne kadar büyük olduğunu ve ilme-âlime ne ölçüde ehemmiyet verip baş tacı ettiğini gösteren önemli işaret taşlarıdır. Bu gün kendi kronik problemleriyle uğraşan günümüz İslâm dünyasının, Selçuklu medeniyetinin ortaya koyduğu bu ilmî ve kültürel tecrübeden ne denli istifade etmesi gerektiği ise izahtan varestedir.
*Ondokuz Mayıs Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi
oguner@yeniumit.com.tr
DİPNOTLAR
1. Bu makale, Çankırı'da yapılan Anadolu'da Hadîs Geleneği ve Dârü'l-Hadîsler Sempozyumu'nda (30 Nisan-01 Mayıs 2011) sunulan tebliğden faydalanılarak hazırlanmıştır.
2. Abdurrahman Acar, "Selçuklu Medreseleri ve İslâm Kültür ve Medeniyetine Kazandırdıkları", Uluslararası Türk Dünyasının İslâmiyete Katkıları Sempozyumu, Isparta 2007, s.355-362.
3. M. Asad Talas, Nizamiye Medresesi, (Çev. Sadık Cihan), Samsun, 2000, s.29, 63-64
4. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul, 1980, s.327-8.
5. Turan, a.e., s.329-30.
6. Nuri Topaloğlu, Selçuklu Devri Muhaddisleri, Ankara, 1988, 47-156.
7. Topaloğlu, "Beyhâkî Hayatı, Eserleri ve Şahsiyeti", DEÜİF Dergisi, İzmir, 1983, s.335.
8. Şemsüddin ez-Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, Beyrut, 1984, VXIII/168-169.
9. M.Yaşar Kandemir, "Beyhakî, Ahmed b.Hüseyn", TDV İslâm Ansiklopedisi 1992, s.59-60.
10. İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, Beyrut, 1992, XVI, 130.
11. Hüseyin Kahraman, "el-Hatîb el-Bağdâdî ve el-Kifâye'si", UÜİF Dergisi, Bursa, 1998,VII/479 vd.
12. Kandemir, "Hatîb el-Bağdâdî", TDV İslâm Ansiklopedisi, s.456-459.
13. Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, VIX/441.
14. Saffet Sancaklı, "Begavî ve Hadîs Sahasındaki Çalışmaları, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 1998, XXXIV/87 vd.; Mevlüt Güngör, "Beğâvî, Ferrâ", TDV İslâm Ansiklopedisi, s.340.
15. İbn Hallikan, Vefayâtü'l-A'yân, Kahire, 1948, II/ 472.
16. Zehebî, Tezkiratü'l-huffâz, Beyrut, 1955-58, IV/1330.
17. Eyüp Baş, "İbn Asâkir ve Târihu Dımeşk'i Üzerine", AÜİF Dergisi, Ankara, XXXIX/694.
18. İbn Salah, Ulûmu'l-hadîs, (nşr. Nureddin Itr), Dımeşk, 1986, s.99.
19. İbrahim Hatiboğlu, "İbnü'l-cevzî, Ebu'l-Ferec (Hadîs İlmindeki Yeri)", TDV İslâm Ansiklopedisi, s.550
İmam-ı İbni Mace
|
Hadis âlimlerinin büyüklerinden olup, Kütüb-i Sitte denilen altı sahih hadis-i şerif kitabından Sünen-i İbni Mâce adlı eserin müellifidir. İsmi Muhammed bin Yezid olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. 824 (H.209) te Kazvin’de doğduğu için Kazvini adıyla bilinir. İbni Mace diye meşhur oldu. 886 (H. 273) da vefat etti.
Basra, Bağdat, Kûfe, Mekke-i mükerreme, Şam, Mısır, Horasan ve Rey gibi zamanının ilim merkezlerine giderek, hadis-i şerif ve onunla alakalı ilimleri tahsil etti. Gittiği bu merkezlerde büyük hadis âlimleriyle karşılaşarak, onlardan istifade etti. Leys, İbrâhim bin el-Münzir, Muhammed bin Abdullah bin Numeyr ve daha başka âlimlerden hadis-i şerif öğrendi. Hadis ilminde yüksek dereceye ulaştı. Ebü’l-Hasan el-Kattân, Ahmed bin Ravh el-Bağdâdi, Muhammed bin İsâ el-Ebheri gibi âlimler ondan hadis-i şerif rivayet ettiler.
Zamanındaki ve daha sonraki asırlarda yetişen hadis âlimlerince sika (güvenilir) olduğu bildirilen İbni Mace, Sünen-i İbni Mace’yi telif etti. Bu kıymetli eser, hadis-i şerif fihristlerinde ve mu’cemlerde, (MC) harfleriyle gösterilmektedir.
Tefsir ilminde de derin âlim idi. Tefsir-i Kur’an adlı eseri de çok kıymetlidir.
|
İBN-İ MÂCE (Radıyallahü Anh)
Hadîs âlim ve hâfızlarının büyüklerinden. Meşhûr altı hadîs kitabı (Kütüb-i sitte)nin müelliflerinden birisidir. İsmi, Muhammed bin Yezîd el-Kazvînî, künyesi, Ebû Abdullah'dır. 209 (m. 824) târihinde Kazvin'de doğup, 273 (m. 886) senesinde vefât etmiştir. Özellikle hadîs-i şerîf ve onun ile alâkalı ilimleri elde etmek için, Basra, Bağdâd, Kûfe, Mekke-i mükerreme, Şam, Mısır, Horasan ve Rey gibi, zamanın tanınmış ilim merkezlerine gitmiştir. İbn-i Mâce hazretleri, gitmiş olduğu bu yerlerde, büyük hadîs âlimleriyle karşılaşmış, onlardan çok istifâde etmiştir. Leys, İbrâhîm bin el-Münzir, Muhammed bin Abdullah bin Numeyr ve daha başka âlimlerden hadîs-i şerîf öğrenmiştir. Kendisinden de Ebü'l-Hasen el-Kattan, Ahmed bin Ravh el-Bağdâdî, Muhammed bin Îsâ el-Ebheri gibi âlimler rivâyette bulunmuşlardır, İbn-i Mâce'nin büyük bir hadîs âlimi olduğu hususunda ittifak vardır.
Meşhûr hadîs âlimi Ebû Ya'lâ el-Halîl der ki: "İbn-i Mâce sika (güvenilir), ilmi âlimlerin ittifak ettiği, delîl ve sened kabul edilen, büyük bir âlimdir."
İbn-i Mâce'nin (r.aleyh) Sünen-i İbn-i Mâce ismiyle meşhûr pek kıymetli bir hadîs kitabı vardır. İçerisinde dörtbin hadîs-i şerîf bulunmakta, Kütüb-i sitte'nin altıncısı sayılmaktadır. Bu altı kıymetli kitaba Sıhâh-ı sitte de denir. Bu altı kitapta, Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim'e Sahîhan denir. Kalan dört tanesine Sünen-i erbaa denir. Hadîs âlimleri, bir hadîs-i şerîf için, bunu cemâat rivâyet etmiştir dedikleri zaman, Kütüb-i sitte sahibi âlimlerin bu hâdis-i şerîfi, altı hadîs kitabında rivâyet ettikleri anlaşılır.
İbn-i Mâce (r.aleyh) tefsîr ilminde de derin âlim idi. (Tefsîr-i Kur'ân) isimli eseri ile, doğduğu ve büyüdüğü yer olan Kazvin'in târihi ile ilgili kitapları pek kıymetlidir.
İbn-i Mâce'nin (r.aleyh) bildirdiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları:
"Allahü teâlâ, annelerinize iyilik etmenizi emrediyor. Sonra annelerinize iyilik etmenizi emrediyor. Sonra annelerinize iyilik etmenizi emrediyor. Sonra babalarınıza iyilik etmenizi emrediyor. Sonra en yakın akrabaya, ondan sonra en yakınlık derecesine göre iyilik etmeyi size emrediyor."
"Allahü teâlâ, merhameti yüz parça etti. Doksandokuzunu kendi katında alıkoydu. Yeryüzüne bir tek parça indirdi. Bu bir parça yüzünden mahlûkât (yaratıklar) birbirine merhamet ederler. Hattâ at, isabet etmesi korkusundan, ayağını yavrusundan kaldırır, onu muhafaza eder."
Resûlullah (s.a.v.) Sürâka İbni Cu'şûm'e şöyle buyurdu: "Sana sadakaların en büyüğünü göstereyim mi?" "Sürâka: Evet Yâ Resûlallah, dedi. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz: "Sana dönmüş olan, senden başka da kendisine bakacak kimsesi olmayan, kızındır."
"Müslümanlar hakkında en hayırlı ev, içinde yetime ihsan olunan evdir. Müslümanlar hakkında en kötü ev, yetime kötülük yapılan evdir. Ben ve yetimin bakıcısı, Cennette şu iki gibiyiz." Resûlullah (s.a.v.) iki parmağını gösteriyordu.
"Kimin, henüz bulûğa ermemiş üç çocuğu vefât ederse, Allahü teâlâ onu ve çocuklarını rahmeti ve ihsanı ile Cennete koyar."
Hz. Ali (r.a.) rivâyet etti: Resûlullahın (s.a.v.) son sözü şu oldu: "Namaza iyi yapışın, namaza iyi yapışın. Sahip olduğunuz kölelerin hakları hususunda Allahü teâlâdan korkun." (Onlara ii muamelede bulunun.)
Ebû Berze el-Eslemî (r.a.) şöyle bildirmiştir: "Ey Allahın Resûlü! Cennete koyacak bir ameli bana gösterir misiniz?" dedim. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz "İnsanların yolundan, zarar veren şeyleri gider" buyurdu.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Gülmeyi azalt, çünkü çok gülmek kalbi öldürür." "Söylemediğim sözü bana isnâd edip, uyduran, Cehennemdeki yerine hazırlansın."
"Bir kimseye müslüman kardeşi danışır da, bu danışılan, danışan kardeşine doğru olmayanı gösterirse, kardeşine hainlik etmiş olur."
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Allahın kulları! Allahü teâlâ güçlüğü kaldırdı. Ancak, bir insana gıybet etmek sureti ile tecâvüz eden kimse müstesnadır. (Böyle bir kimse günahkâr olur.) işte bu kimse mahrum olup, helâk olandır."
Resûlullaha (s.a.v.) "Ey Allah'ın Resûlü tedavi olalım mı?" diye sordular. Peygamber efendimiz: "Evet, ey Allahın kulları! Tedavi olun. Çünkü Allahü teâlâ her hastalık için bir ilaç yaratmıştır. Ancak bir hastalık müstesnadır. Onun ilâcı yoktur" buyurdular. "Nedir o, ey Allahın Resûlü?" diye sorduklarında, Resûlullah (s.a.v.) "İhtiyarlıktır" buyurdular. Yine, "Ey Allahın Resûlü! İnsana ihsan edilen şeylerin en hayırlısı hangisidir?" diye sordular. Peygamber efendimiz "Güzel ahlâktır" cevâbını verdiler.
Resûlullaha (s.a.v.), "İnsanı en çok Cennete hangi şey koyar?" diye soruldu. Resûlullah e-fendimiz "Takva (Allah korkusu) ve güzel ahlâk" buyurdu.
"İnsan hasta kardeşini ziyârete gittiği zaman, yahut sıhhati yerinde olan kardeşini ziyâret ettiği zaman, Allahü teâlâ şöyle buyurur: Yaşayışında iyi ve hoş Olasın. Âhıret yolculuğundaki yürüyüşün de hoş olsun. Cennette bir konak sahibi olasın."
"İnsanlar arasına karışıp, onların eziyet ve sıkıntılarına sabreden mü'min, insanlara karışmıyan, onların eziyet ve sıkıntılarına sabır ve tahammül göstermiyen kimseden daha hayırlıdır."
"Üç kimsenin duâsı kabul olur. Mazlumun duâsı, misafirin (yolcunun) duâsı, babasının çocuğa duâsı."
"Allâhım! Bana her hayırlı işte yardım et. Aleyhime olan şeylerden beni koru. Bana yardım ihsan eyle. Üzerime kimseyi musallat etme. Hidâyete, doğru yola uymayı bana kolaylaştırıp, hayır sebeblerini bana hazırla."
"Müslümanın, müslüman üzerinde dört hakkı vardır: Hastalandığı zaman onu ziyâret e-der. Öldüğü zaman cenâzesinde bulunur. Kendisini da'vet ettiği zaman, da'vetini kabul edip gider. Aksırdığı zaman, ona Yerhamükellâh der."
"Kim, elinde et ve yemekten kalma yağ bulunduğu halde, onu yıkamadan uyur ve ona bir zarar dokunursa, kendisinden başkasını kınamasın,"
"Beş şey sünnetdir: 1. Bıyığı kısaltmak, 2. Tırnakları kesmek, 3. Kasıkları tıraş etmek, 4. Koltuk altlarını yolmak, tıraş etmek, 5. Misvak kullanmak."
"Haya (utanma hissi) îmândandır, îmân ise sahibini Cennete götürür. Kötü söz cefâdandır (kötülüktendir). Cefâ ise sahibini Cehenneme götürür."
"Sizin hayırlılarınız, Kur'ân-ı kerîmi öğrenen ve öğreten kimselerdir."
"Sizin hayırlılarınız, kadınları için hayırlı olanlarınızdır."
"Allahü teâlâ, her kime hayır dilerse, onu dinde fakîh, ilim ve irfan sahibi kılar."
"Şüphesiz, Allahü teâlâ, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ancak, kalblerinize ve amellerinize bakar."
1) Mu'cem-ül-müellifîn cild-12, sh-115
2) Vefeyât-ill-a'yân cild-4, sh-279
3) Tehzîb-üt-tehzîb cild-9, sh-530
4) Tezkiret-ül-huffâz cild-2, sh-236
5) Şezerât-üz-zeheb cîld-2, sh-164
6) Miftâh-üs-se'âde cild-2, sh-129, 139, 290, 294, 296, 300
7) El-A'lâm cild-7, sh-144
8) Kâmûs-ül-a'lâm cild-1, sh-663
9) Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-1018
Bir Kütüb-i Sitte İmamı İbn Mâce
Prof. Dr. Osman Güner
Babasına nispetle İbn Mace diye bilinen büyük muhaddis Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid er-Rebe'î, Hicrî 209 (M.824) yılında, günümüzde Basra Körfezi'nin kuzeyinde yer alan Kazvin şehrinde dünyaya gelmiştir. Kazvin şehrinin tartışmasız en büyük muhaddisi olan İbn Mace'nin hadîs çalışmalarına hangi tarihte başladığı bilinmemekle birlikte, Ali b. Muhammed et-Tenâfusî (v.233) hocalarının ilki olması dolayısıyla, onun hadîs çalışmalarına, H.233 yılından önce yani devrin geleneğine uygun olarak, yaklaşık 15 yaşlarında başladığı anlaşılmaktadır.İlmî gelişimini tamamlamak ve özellikle hadîs ilmiyle meşguliyetini sürdürmek üzere, devrin önemli ilim merkezlerinden başta Kazvin olmak üzere, Bağdat, Şam, Rey, Basra, Kûfe, Mekke, Medine, Mısır ve Vâsıt gibi İslam beldelerine ilmî seyahatler yapmıştır. Muhtemelen bu seyahatlere hicrî 230'lu yıllarda başlamış olmalıdır. İbn Mâce, yaptığı bu seyahatleri sırasında birçok muhaddisten ilim tahsil etmiş, hadîs dinlemiştir.Siyasî ve Kültürel Ortamİmam İbn Mâce, Abbasîler döneminin çalkantılı siyasî, içtimaî ve kültürel ortamında yetişmiş ve dönemin şartlarına her yönüyle şahit olmuş bir âlimdir. Gençlik döneminde, Halife Me'mun'la (v.218) başlayıp Halife Mütevekkil (v.247) dönemine kadar devam eden 'mihne' olaylarının yaşandığı ve Ahmed b.Hanbel ve Nuaym b.Hammad gibi tanınmış birçok muhaddisin işkenceye maruz kaldığı zorlu ve çileli hâdiseleri bizzat yaşamıştır. Bu dönem, Halife Mütevekkil'in, Mutezile imamlarının kışkırtmalarıyla patlak veren ve zamanla fitneye dönüşen 'Kur'ân'ın mahlukiyeti' münakaşalarını yasaklamasıyla nihayet bulmuştur.İmam İbn Mâce'nin yetiştiği Kazvin şehri, Hz. Ömer'in hilafeti döneminde başlayıp, Hz. Osman devrine kadar devam eden fetihler sonrasında İslâm topraklarına katılmıştır. Kazvin şehri, İbn Mace'nin yaşadığı H. 3. asırda İsfahan ve Rey'le birlikte bölgenin önemli ilim merkezlerinden biri hâline gelmiştir. Burada yetişen ve hadîs ilmine dair eserleri bulunan Ali b.Saîd el-Askerî (v.300), Muhammed b.Saîd el-Kazvinî (v.316) ve Amr b.Râfi' el-Becelî (v.237) gibi âlimler, devrin kültürel hayatını şekillendiren önemli şahsiyetlerdir.Hocaları ve Talebeleriİbn Mâce'nin hocaları arasında şu şahısların adları zikredilmektedir: Ali b. Muhammed et-Tenâfusî (ki bu zât onun ilk hocasıdır), Cübâre b. Mugallis, Mus'ab b. Abdullah ez-Zübeyrî, Süveyd b. Saîd, Ebû Ca'fer Abdullah b. Musa el-Cumahî, Muhammed b. Rumh el-Mısrî, İbrahim b. el-Münzir el-Hizâmî, Muhammed b. Abdullah el-Hemedânî, Ebû Bekr b.Ebî Şeybe (Sünen'ini telif ederken en fazla faydalandığı hocalarındandır), Hişam b. Ammar es-Sülemî, Yezid b. Abdullah b. Meymûn el-Yemâmî ve Ebû Mus'ab ez-Zührî. İmam İbn Mâce'nin, Sünen'de adı geçen daha birçok hocası vardır.1 İbn Mâce, gerek kendi memleketi Kazvin'de, gerekse ilim tahsili için gittiği diğer beldelerde pek çok talebe yetiştirmiştir. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralamak mümkündür: Muhammed b. İsâ es-Saffâr el-Ebherî, Ahmed b. Rûh el-Bağdâdî eş-Şa'rânî, Ahmed b. Muhammed el-Medînî, Ali b. İbrahim b. Bahr el-Kattân, Süleyman b. Yezîd el-Kazvînî, Ali b. Saîd b. Abdullah el-Guddânî, İbrahim b. Dinar el-Hemedânî, Ahmed b. İbrahim el-Kazvînî, Ca'fer b. İdris, Hüseyn b. Ali b. Buranyâd… İsimlerini sayamayacağımız daha birçokları İbn Mâce'nin ilim halkasında yetişmişlerdir.VefatıMakdisî, İbn Mâce'nin vefatından şöyle bahseder: "Kazvin'de onun, Sahabe devrinden başlayıp kendi zamanına gelinceye kadar gelip geçen şahıslar ve şehirler hakkında yazdığı Târîh' ini gördüm. Eserin sonunda, talebesi Ca'fer b. İdrîs şunları kaydetmişti: 'Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd İbn Mâce, 22 Ramazan 273 pazartesi günü vefat etti, salı günü defnedildi. '209 yılında doğmuşum.' diyordu. O hâlde öldüğünde 64 yaşında idi. Cenaze namazını kardeşi Ebû Bekir kıldırdı, defin işlerini de kardeşleri Ebû Bekr ve Ebû Abdullah ile oğlu Abdullah üstlenmişti."2İlmî EhliyetiHadîs ilminin en tanınmış şahsiyetlerinden biri olan İbn Mâce, yazdığı eserleri itibariyle müfessir ve tarihçi olarak da tanınmaktadır. O ayrıca, hadîs ilminin bütün konularına vâkıf biri olarak da zikredilmektedir. Tanınmış muhaddislerden Ebû Ya'lâ el-Halîlî onun hakkında, "(İbn Mâce) hadîste güvenilir, büyük bir âlim, hüccetliği ittifakla kabul edilmiş, ma'rifet ehlinden hâfız bir şahsiyettir..." der.3 İmam Zehebî de, İbn Mâce'nin hâfız, münekkit, sözüne sâdık, derin bir hadîs birikimine sahip biri olduğunu söyler.4 İbn Kesir ise onun hakkındaki kanaatini, "ortaya koyduğu Sünen adlı eseri onun ameline, ilminin derinliğine, vukufiyetine işaret ettiği gibi, usûl ve furûda da Sünnet'e ne kadar bağlı olduğunu gösterir."5 şeklinde ifade eder. İbn Mâce hadîste benimsemiş olduğu şartlar gereği, bazı hususlarda tenkide maruz kalmış olsa da, sahanın otorite âlimlerince takdirle yâd edilmiş bir muhaddistir.Eserleriİmam İbn Mâce, muhaddis oluşunun yanında tarih ve tefsir ilimlerine dâir de eser telif etmiş çok yönlü bir âlimdir. Onun telif ettiği ve kendisiyle özdeşleşen eseri 'es-Sünen'dir. Bununla birlikte 'Tefsîru'l-Kur'ân' ve 'Târîhu Kazvîn' adlı eserleri de kayda değer eserler arasındadır.İbn Mâce'nin Tefsiru'l-Kur'ân adlı eseri, günümüze kadar ulaşmış değildir. Ancak Tehzîbü'l-Kemâl adlı eserin müellifi el-Mizzî, hacimli bir çalışma olduğu kaydedilen bu eserden alınma iki cüzlük bir bölümü gördüğünü ifade etmektedir. İbn Mâce'nin bu eseri, her ne kadar adından bahsedilmekte ise de günümüze intikal etmediği için en az bilgi sahibi olunan eseridir.Târîhu Kazvîn adlı eserinin 'Târihu'l-Hulefâ (Rivâyetü Ebî Bekr es-Sedûsî)' adlı bölümü günümüze ulaştığı için sadece bu kısmı hakkında bilgi sahibi olabilmekteyiz. İslâm tarihi alanında yapılan ilk çalışmalardan biri olma özelliğine sahip eserin bu bölümünde, Râşit Halife Hz. Ebû Bekir'den Abbâsî halifesi Müstekfî Billah'a kadar geçen halifelerin biyografileri ele alınmıştır. Onun bu eseri matbudur.İmam İbn Mâce'nin günümüze kadar ulaşmış bulunan 'es-Sünen' adlı eserini daha teferruatlı, temel hususiyetleri itibariyle tanıtmak istiyoruz.Sünen'in HususiyetleriHadîs edebiyatı tarihinde, toplumun fıkhî ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla telif edilen 'sünen' tarzındaki eserler, bu sahanın en zengin türünü teşkil eder. Sünenler, fıkhın bâblarına göre tasnif edilmiş ahkâm hadîslerini ihtiva eden ve tamamı, Resûlüllah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) söz, fiil ve takrirlerinden ibaret olan merfû' hadîslerin oluşturduğu eserlerdir. Muhaddisler, en erken devirlerden itibaren, ahkâm ve itikada dair konuları ihtiva eden hadîslere diğerlerinden daha fazla ehemmiyet vermişler, dolayısıyla Hicrî üçüncü asrın ikinci yarısından itibaren hadîsçilerin birçoğu, sünen türü eserler te'lif etmişlerdir. Bunlar, Ebû Davud (v.275), Tirmizî (v.279), Nesâî (v.303) ve İbn Mâce'nin sünenleri başta olmak üzere hadîs edebiyatının en önemli eserleri arasında yerini almıştır.Genel olarak ahkâm hadîslerini ihtiva eden sünenler gibi, İbn Mâce'nin Sünen'i de fıkhî bâblara göre tasnif edilmiş bir eserdir. Hadîsçiler tarafından, tekrarlarının azlığı ve fıkhın bâblarına göre tertip edilmiş olması itibariyle en sistemli eserlerden biri olarak kabul edilmiştir. Esasen eser, âlimlerin dikkatini çekmesi yönünden pek fazla şanslı da sayılmaz. Zîrâ hakkında çok az açıklama yapılmıştır. Eser hakkında yapılan çalışmalardan en güzeli, Muğlatâî'nin (v.762) 'el-İ'lâm bi Sünenihî Aleyhi's-Selâm' adlı eseridir ve henüz neşredilmemiştir.6İbn Mâce, hadîsleri seçmede esas aldığı kriteri açıklamamış, ayrıca eserini derlemedeki maksadını da belirtmemiştir. Kütüb-i Sitte'ye dâhil edilmiş olan bu eser, M. Fuad Abdulbâkî tarafından Mısır'da 1952-53'te yapılan iki ciltlik baskısına göre, Mukaddime'nin dışında 37 Kitab (Bölüm), 1513 bâb ve toplam 4341 hadîsten oluşmaktadır. Abdulbâkî eserin önsözünde, hadîslere baştan itibaren sırayı gözeterek tek tek rakamlar verdiğini, zevâid türünden her hadîse, sonunda işaret ettiğini ve ayrıca hadîslerin sahîh, zayıf, hasen ya da münker olup olmadıklarına göre kritik yaptığını belirtmektedir.Bu değerlendirmeye göre, Sünen'deki 4341 hadîsten, 3002 hadîs, Kütüb-i Sitte müelliflerinin tamamı ya da bir kısmı tarafından eserlerine alınmıştır. İbn Mâce bu hadîslerin her birini, onların naklettiği isnatlarla değil de, kendisine ait farklı senetlerle rivayet etmiş, dolayısıyla hadîsleri daha güçlü bir hâle getirmiştir. Bunların dışında kalan 1339 hadîs ise, yalnızca İbn Mâce'nin rivayet ettiği hadîslerdir ki, M. F. Abdulbâkî'nin değerlendirmesine göre, bunlardan, 428'i ricâli sika olan sahîh hadîsler, 199'u hasen isnadlı hadîsler, 613'ü zayıf isnadlı hadîsler ve 99'u da ya çok zayıf/vâhî, ya münker ya da mevzû isnadlı hadîslerdir.7Sünen'in Kütüb-i Sitte'deki YeriHadîs tarihinde altın çağ olarak kabul edilen H. 3. asırda tasnif edilmiş Altı Sahih Hadîs Kitabı, meşhur ifadesiyle Kütüb-i Sitte, hadîs literatürünün en önemli eserleridir. Ancak Kütüb-i Sitte tabirinin ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Hattâ Kütüb-i Sitte' yi oluşturan kitaplar içerisinde bilhassa sünenlerin ne zaman girdiği ve temel kaynak olarak kabul edildiği tam olarak tespit edilebilmiş değildir. Ancak bilinen bir husus vardır ki, H. 3. ve 4. yüzyıllarda çok sayıda kitap derlenmiş, bunlardan bir kısmı diğerlerine göre daha meşhur olmuş ve bunun üzerine bazı âlimler, her hadîsin değeri konusunda kolayca hüküm verebilmek maksadıyla, hadîsleri belli kitaplarda kaydedilmiş olan râvilerin biyoğrafilerine dair eserler yazmışlardır. İşte bu gibi çalışmalar, bazı eserlerin muhaddisler nezdinde revac bulmasına sebep olmuştur. Kütüb-i Sitte kavramının, bu çalışmalarla birlikte yani yaklaşık H. 6. asrın sonlarında kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır.Âlimlerden bazıları, İbn Mâce'nin Sünen'ini fıkhî yönden çok faydalı buldukları ve İmam Mâlik'in Muvatta'ına nispetle usûlü hamsede (beş temel eser) bulunmayan birçok hadîs yer aldığı için onu da katarak, bu eserleri Altı Kitab'a (Kütüb-i Sitte) tamamlamışlardır.8 İbn Mâce'nin Sünen'ini bu Beş Kitab'a katarak onları altı/Kütüb-i Sitte'ye çıkaranların ilki Etrâfu Kütübi's-Sitte ve Şurûtu'l-Eimmeti's-Sitte adlı eserleriyle tanınan Ebu'l-Fadl Muhammed b. Tâhir el-Makdisî'dir (v.507). Daha sonra da bunları Etrâf ve Ricâl türü eserlerin yazarları takip etmiştir. İbn Hacer'in de ifade ettiği üzere, İbn Tâhir el-Makdisî ve ona tâbi olanların, Muvatta'ın yerine İbn Mâce'nin Sünen'ini Kütüb-i Sitte'ye katmalarının gerekçesi, Sünen'deki merfû' hadîslerin, Muvatta'a nispetle daha fazla olmasıdır.9Sünen'deki Hadîslerin Sıhhat Durumuİbn Mâce'nin Sünen'indeki hadîsleri temelde iki grupta mütalâa etmek mümkündür. M. Fuad Abdulbâkî'nin beyanına göre, eserde yer alan 3002 hadîs, Kütüb-i Sitte'de yer alan diğer müelliflerce de rivayet edilmiş hadîslerdir. İkinci grupta yer alan hadîsler ise, yalnızca İbn Mâce'nin rivayet ettiği, Kütüb-i Sitte'de yer almayan, 'zevâid' (زَوَائِدُ) diye de isimlendirilen hadîslerdir. Hadîs âlimleri bu grupta yer alan bazı hadîsleri çeşitli yönlerden tenkide tabi tutmuşlardır. Özellikle İbn Hacer'in şu açıklamaları dikkat çekicidir: "İbn Mâce'nin, sahîh olduğu hâlde tek başına rivayet ettiği hadîslerin sayısı da az değildir. Doğrusu zayıf olan hadîslerin de (metnine göre değil de) ricaline göre zayıf olduğunu söylemek, daha isabetli olacaktır."10 Bu sözü şöyle anlamak mümkündür: Hadîsin senedinin veya râvilerinin zayıf olması, gerçekte hadîsin zayıf olmasını gerektirmez. Şu var ki, hadîsin başka bir kanaldan sahîh bir isnatla rivayet edilmesi de mümkündür. Bu sebeple, muhaddislerin çoğu kez kullandıkları ifade, "Bu hadîs, bu isnatla zayıftır." şeklinde olmuştur.11 İbn Mâce'nin bu tür hadîsleri üzerine yaptığı çalışma ile tanınan Ahmed b. Ebî Bekr el-Bûsirî (v.840), 'Misbâhu'z-Zücâce fî Zevâidi'bni Mâce' adlı eserinde, bu zevâid türünden olan her hadîs ve râvi hakkında, onların sahîh, hasen veya zayıf olup olmadıklarına dair değerlendirmeler yapmıştır. Bûsirî'nin yaptığı bu çalışma, İbn Hacer'in söz konusu görüşlerini destekler mahiyettedir.Rivayete göre, İbn Mâce eseri tamamladıktan sonra tenkit için devrin en büyük hadîs münekkidi Ebû Zur'a er-Râzî'ye (v.264) takdim etmiş; o da, gerek eserin tertibini, gerekse genel olarak plânını beğenmiş ve halkın istifadesine sunulan hadîs eserleri arasında yerini alabileceğini belirtmiştir. O ayrıca, eserdeki zayıf hadîslerin sayısının çok fazla olmadığını, bir rivayete göre, otuzu geçmeyeceğini, bir başka rivayete göre ise, on civarında olduğunu ifade etmiştir.12 Ancak aralarında İbn Ruşeyd (v.721), Zehebî (v.748) ve Suyûtî'nin olduğu (v.911) bazı muhaddisler, eserde yer alan kimi hadîslerin ravileri itibariyle tenkidi gerektirdiği kanaatindedirler.13Sünen'in Rivayetiİbn Mâce'nin Sünen'i, muttasıl âlî bir isnadla bize kadar ulaşmıştır. Eseri, İbn Mâce'nin kardeşi Ebû Muhammed el-Hasen b. Yezid b. Mâce el-Kazvînî, 280'li yıllarda, İsmail b. Tevbe el-Kazvînî'nin meclisinden ayrıldıktan sonra rivayet etmiştir. İmam Zehebî bu hususta şöyle der: "Ben, İbn Mâce'nin Sünen'ini Ba'lbek'te kaldığım sırada Taceddin Abdulhâlık b. Abdusselam'dan dinledim. Eserin yaklaşık üçte birlik bölümünü bizzat kendi kıraatimle kaydettim. Bu zât, eserin tamamını Şeyhulimam Müreffekuddin Abdullah b. Kudâme'den 611 yılında semâ yoluyla rivâyet etmişti. Ben, eserin tamamını, Halep'te Ebû Saîd Sungur ez-Zeynî, Şeyh Muvaffakuddin Abdullatif b. Yusuf, Ebû Zur'a el-Makdisî, Muhammed b. el-Huseyn el-Mukavvimî, el-Kâsım b. Ebi'l-Münzir el-Hatîb, Ebu'l-Hasen el-Kattan ve nihayet İbn Mâce kanalıyla dinledim."14Sünen'in rivayetiyle meşhur şahıslar şunlardır: Ebu'l-Hasen el-Kattân, Süleyman b. Yezîd, Ebû Ca'fer Muhammed b. İsâ, Ebû Bekr Hâmid el-Ebherî.İbn Mâce'nin Sünen'i özellikle Kazvin, Taberistan, Kûhistan, Cebel ve Rey gibi şehirlerde yaşayan Müslümanlar arasında daha çok kabul görmüştür.15 Sünen Üzerinde Yapılan ÇalışmalarEser ilk kez H. 1233 yılında, daha sonra H.1273, M.1889 ve 1905 yıllarında Delhi'de, H.1311'de Lahor'da, H.1313'de Mısır'da ve son olarak Muhammed Fuad Abdulbâkî'nin tahkik ve ta'likiyle 1952-53 yıllarında yine Mısır'da basılmıştır. Özellikle 1952–53 yıllarında yapılan baskı, çeşitli yönleriyle dikkate değer bir çalışmadır. M. Fuad Abdulbâkî, bu baskıda izledikleri metodu şöyle ifade eder: "Sünen'in matbû iki nüshasının dışında, diğerlerine fazla iltifat etmedim. Bu iki nüshadan biri, Matbaa-i İlmiyye tarafından H.1313'te Mısır'da basılmıştır ki, bu nüshada es-Sindî diye bilinen Ebu'l-Hasen Muhammed b. Abdulhâdî el-Hanefî'nin (v.1138/1725) haşiyesi de mevcuttur. Ayrıca bu nüshada es-Sindî, Ahmed b. Ebî Bekr el-Bûsırî'nin 'Zevâidu'bni Mâce' adlı eserinden gerekli kısımları kaydetmiştir. Ancak bu baskıda, hadîslere gösterilmesi gereken titizlik ve dikkat gözetilmediği gibi, ne metnin sahîh olup olmadığını araştırmada, ne de seneddeki ricâlin isimlerini tespit konusunda yeterince titizlik gösterilmiştir. Bu sebeple ondan ancak, Sindî'nin hâşiyesinde geçtiği ve bazı garîbu'l-hadîs yazarlarının açıklamaları nispetinde faydalandım. Kitap ve bâbların numaralandırılmasının dışında, güvenebileceğim hiçbir özelliği yoktur.İkinci matbû' nüsha ise, 1848 yılında basılmıştır. Bu nüshanın yarısı, M. Mevlevî Muhammed Tâhir'in tashihi ile Delhi'de Fârukî matbaasında, diğer yarısı da Muhammed Abdulahad'ın tashihi ile yine Delhi'de Mustabâî matbaasında neşredilmiştir. Bu nüshada iki hâşiye vardır. Bunlardan biri Celaleddin es-Suyûtî'nin Misbâbu'z-Zücâce'si, diğeri de M. Abdulganî ed-Dehlevî'nin İnhâcu'l-Hâce'sidir…Seneddeki ricâlin isimlerinin tespiti konusunda ise, ricâl kitaplarından yararlandım."16Eser üzerinde yapılmış diğer çalışmaları da şöyle sıralayabiliriz:1- el-İ'lâm bi Sünenihî Aleyhisselâm: Alaaddin Moğoltay b. Kılıç (v.762). Basılmamış eksik bir nüsha ve çeşitli el yazmaları mevcuttur.2- Misbâhu'z-Zücâce ale's-Sünen'ibni Mâce: Celaleddin es-Suyûtî. İlk kez H.1282'de Delhi'de basılmıştır. Eser, ed-Dimnâtî (v.1306/1889) tarafından Nûru'l-Misbâh adıyla ihtisar edilmiş H.1299'da Kahire'de basılmıştır.3- Kifâyetü'l-Hâce fî Şerhi İbni Mâce: Ebu'l-Hasen b. Abdulhâdî es-Sindî. 'Hâşiyetü's-Sindî' diye bilinen eser, H.1313'te Kahire'de basılmıştır.4- Misbâhu'z-Zücâce fî Zevâid'ibni Mâce: Ahmed b. Ebî Bekr b. İsmail el-Kinânî el-Bûsırî. Eserin çeşitli kütüphanelerde el yazmaları mevcuttur.5- Zevâidu'bni Mâce ale'l-Kütübi'l-Hamse: Nureddin İbn Hacer el-Heysemî (v.807).Eserin yazma nüshaları vardır.6- ed-Dîbâce: K. Muhammed b. Mûsa ed-Dımyerî (v.808/1406), eser 5 cilt kadardır.17SonuçHadîs ilminin altın çağı olarak nitelendirilen Hicrî 3. asır, pek çok âlimin yetişmesine ve birbirinden güzide eserlerin telif edilmesine beşiklik etmiştir. İmam Buharî ve Müslim başta olmak üzere, İmam İbn Mâce gibi otorite şahsiyetler, hadîs ilminin gelişmesi ve bu sahada âbidevî eserlerin teşekkül etmesine vesile olmuşlardır. İmam İbn Mâce de hadîs, tefsir ve tarih alanlarında eserler telif etmiş; ancak hadîs ilmine dair yazdığı Sünen adlı eseri Kütübü Sitte (Altı Sahîh Hadîs Kitabı) arasına girecek kadar itimada şayan olmuştur. Sünen tarzında telif edilen en belli başlı eserlerden biri olma özelliği taşıyan bu eser, tertibindeki hoşluk ve güzelliği, tekrarların olmayışı ve kısalığı gibi özellikleriyle bu sahanın âlimleri tarafından takdir edilmiştir. İbn Mâce'nin bu eseri üzerinde tedkik ve tenkitleri bulunan bazı âlimler, ancak sahasının uzmanlarınca değerlendirilebilecek bazı eleştiri noktalarının bulunduğunu da ifade etmişlerdir. Hadîs usulü kaidelerine göre yapılan bu değerlendirmeler göstermektedir ki, bu gibi eserlerden istifade ederken eserin hususiyetlerinin bilinmesi, bu eserleri açıklayıcı mahiyette yazılan kaynaklardan azami ölçüde faydalanılması ve buna göre değerlendirme yapılması bir zarurettir. Bu sebeple, İmam İbn Mâce'nin bu kıymetli eseri de, eser üzerinde çalışmaları bulunan İmam Bûsirî'nin kanaatleri de dikkate alınarak alana vâkıf, liyakatli kimselerce okunup değerlendirilmesi ilmîliğin bir gereğidir.*Ondokuz Mayıs Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi o.guner@yeniumit.com.trDipnotlar1. Zehebî, Tezkiratü'l-huffâz., II/636. 2. Makdisî, Şurûtu'l-Eimmeti's-Sitte, s.24-5. 3. Zehebî, Siyerü a'lâmi'n-nübelâ, XIII/279. 4. Zehebî, Siyer, XIII,278. 5. İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-nihâye, XI/52. 6. Mustafa el-A'zamî, Studies In Hadith, s.107. 7. İbn Mâce, Sünen, I/7-8 (M.F.Abdulbâkî'nin önsözünden). 8. Kettânî, er-Risâletü'l-Mustatrafe, s.12. 9. İbn Hacer, en-Nüket ala'bni Salâh, s.280. 10. İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, IX/532. 11. M.Ebû Şehbe, A'lâmu'l-Muhaddisîn, s.281. 12. Zehebî, Tezkiratü'l-huffâz, II/636. 13. Zehebî, Siyer, XIII/278-9; Leknevî, el-Ecvibetü'l-fâdıla, s.70. 14. Zehebî, Siyer, XIII/280. 15. Muhammed b.Ali ed-Davudî, Tabakâtu'l-Müfessirîn, II/273. 16. İbn Mâce, Sünen, I/15 (M.F.Abdulbâkî'nin önsözünden). 17. Bkz. Sezgin, GAS., I/148; Hacı Halife, Keşfu'z-Zunûn, II/1004.
.
|
|