.
Sual: Tadil-i erkan nedir? Tadil-i erkana uyulmazsa ne olur? CEVAP Tadil-i erkan , namazda beş yerde yani rüku, iki secde, kavme ve celsede, her uzvun ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2816
|
Hanefi âlimlerinin çoğuna göre, tadil-i erkan vacip, imam-ı Ebu Yusuf ve diğer üç mezhebe göre farzdır. Hanefi'de seferde iken namazları cem etmek caiz ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2831
|
14 Mar 2014 ... Rükûda ve iki secdede tadil-i erkân, yani Sübhânallah diyecek kadar durmak vacib, daha çok durmak sünnettir. Tadil-i erkâna riayet etmek için ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=14074
|
Tadil-i erkâna riayet
|
14.03.2014
Sual: Namazda tadil-i erkâna uymak için, (Rabbenâ lekel hamd)dedikten sonra, (Sübhânallah) diyecek kadar durmak şart mıdır?
CEVAP
Hayır, şart değildir. Rükûda ve iki secdede tadil-i erkân, yani Sübhânallah diyecek kadar durmak vacib, daha çok durmak sünnettir.
Tadil-i erkâna riayet etmek için celsede yani iki secde arasında ve kavmede yani rükûdan kalktıktan sonra (Sübhânallah) diyecek kadar durmak gerekir. (Rabbenâ lekel hamd) denince (Sübhânallah) diyecek kadar durulmuş oluyor. Ayrıca durmak gerekmez. Tadil-i erkâna riayet unutulursa, secde-i sehv gerekir.
|
.
Tadil-i erkana riayet etmek
|
Sual: Tadil-i erkan nedir? Tadil-i erkana uyulmazsa ne olur?
CEVAP
Tadil-i erkan, namazda beş yerde yani rüku, iki secde, kavme ve celsede, her uzvun hareketsiz ve sakin olup, bir miktar durmak demektir. Tadil-i erkan kasten terk edilirse, imam-ı Ebu Yusuf’a göre namaz bozulmuş olur. Tarafeyne yani imam-ı a’zam ile imam-ı Muhammede göre, bozulmuş olmaz ise de, vacibin kasten terki dolayısıyla, namazın iadesi vacibdir. Unutarak terk edilince de secde-i sehv gerekir.
İslam Ahlakı kitabında, tadil-i erkana uymamanın bazı zararları şöyle sıralanıyor:
1- Fakirliğe sebep olur.
2- Adaletten düşer, şahitliği dinen kabul olmaz.
3- Namaz kıldığı yer, kıyamette aleyhine şahitlik eder.
4- İmansız ölmeye sebep olur.
5- Namazın hırsızı olur.
6- Kıldığı namazı, eski bez gibi ahirette yüzüne vurulur.
7- Allahü teâlânın merhametinden mahrum olur.
8- Diğer ibadetlerin sevabının yok olmasına sebep olur.
9- Cahillerin tadil-i erkanı terk etmelerine sebep olur. Bu bakımdan, din adamının günah işlemesi daha çok azap çekmeye sebep olur. [Mesela din adamı takkesiz namaz kılsa, cahillere örnek olacağı için diğer insanlardan daha çok kerih iş işlemiş olur.]
10- Allahü azım-üş-şanın gazabına düçar olur.
11- Şeytanı sevindirmiş olur.
12- Cennetten uzak, Cehenneme yakın olur.
13- Kendine zulmetmiş olur.
14- Sağ ve solundaki meleklere eziyet etmiş olur.
15- Resulullah efendimizi üzmüş olur.
16- Bütün mahlukata zararı dokunur. Çünkü o kimsenin günahı sebebiyle, yağmurlar yağmayabilir veya vakitsiz olarak yağmur yağar da, yarar yerine zarar vermiş olur.
Kavme: rüküdan kalkıp dikilmek
Celse: iki secde arasında oturmak
Sual: Namazda tadil-i erkana riayet nasıl olur?
CEVAP
Rüku, secde, kavme ve celsede, her uzvun hareketsiz ve sakin olup, bir miktar durmaya tadil-i erkan denir. Mesela rükuya eğilir eğilmez durmadan kalkılmaz. Kavme de öyle, yani rükudan kalkınca biraz beklemek belini dik tutmak gerekir. Secdeden kalkınca da öyle. Bunlara tadil-i erkan denir. Okumalar hareketsiz olmaya mani değildir. Üç kere tesbih söyleyince otomatikman beklemiş oluyoruz, ayrıca beklenmez. Kavmede de Rabbena lekel hamd demekle beklemiş oluyoruz.
Sual: Çok hızlı namaz kılanlar oluyor. Böyle çok hızlı kılınan namaz sahih midir?
CEVAP
Namazı hızlı kılan kimse, eğer kıraati düzgün ise ve tadil-i erkana da riayet edebiliyorsa, namazları sahih olur. Fakat genel olarak hızlı kılan kimse, tadil-i erkana riayet etmez. Kavme ve celsede belini tam doğrultmaz. Tadil-i erkana riayet etmek vaciptir. Namazın vaciplerinden biri bilerek terk edilirse, o namazı tekrar kılmak vacip olur.
Bu bakımdan namazı acele etmeden, farzına, vacibine, sünnet ve edeplerine riayet ederek kılmalıdır. Vesilet-ün-necat'taki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Hırsızların en büyüğü, namazından çalandır. Yani namazın erkanına riayet etmez, rüku ve secdelerini hakkıyla yerine getirmez.)
(Altmış sene, namaz kılıp da namazı kabul olmayan şu kimsedir ki, rüku ve secdeleri tamamiyle yerine getirmez.)
(Namaz kılan çok kimse vardır ki, namazlarından onda birden fazla yazılmaz. Herkesin namazında, kalbin hazır olduğu kısımlar yazılır.)
(Kalbin hazır olmadığı namaza, Allahü teâlâ nazar etmez.)
(Namaz, imanın başı, dinin direği, müminin miracı, göğün nuru ve Cehennemden kurtarıcıdır.)
Şu halde dinimizin direği olan namazı kılarken acele etmemeli, gafletten uzak olarak kılmaya çalışmalıdır. (Saadet Yolu)
Sual: Tumaninetin ölçüsü Hanefi, Maliki ve Şafii’de nedir?
CEVAP
Üç mezhepte de aynıdır.
Tadil-i erkân
Sual: Namazda tadil-i erkân dört yerde mi, beş yerde midir? Kıyamda da, hareketsiz ve sakin durmak tadil-i erkândan değil midir?
CEVAP
Tadil-i erkân, rükû, iki secde, kavme ve celsede, her uzuv hareketsiz ve sakin olup, bir miktar durmak demektir. İki secde bir kabul edilince dört yerde denir, ayrı kabul edilirse beş yerde denir. Sayısından çok, nerelerde hareketsiz durulacağını bilmek önemlidir.
Kıyamda da hareketsiz durmak, sağa sola sallanmamak gerekir. Bu herkesçe yapıldığı için kıyam, tadil-i erkân arasında bildirilmemiştir. Son teşehhütte oturmak da farzdır. Ama herkes hareketsiz oturduğu için, tadil-i erkân arasında bildirilmemiştir.
Tâdil-i erkâna riayet etmeli
Sual: Namazda tadil-i erkâna uymak için, (Rabbenâ lekel hamd)dedikten sonra, (Sübhânallah) diyecek kadar durmak şart mıdır?
CEVAP
Hayır, şart değildir. Rükûda ve iki secdede tadil-i erkân, yani Sübhânallah diyecek kadar durmak vacib, daha çok durmak sünnettir.
Tadil-i erkâna riayet etmek için celsede yani iki secde arasında ve kavmede yani rükûdan kalktıktan sonra (Sübhânallah) diyecek kadar durmak vacibdir. Rükûdan kalkarken (Semiallahü limen hamideh)söyleyip, kavmede de, (Rabbenâ lekel hamd) denince, vacib de, sünnet de yerine geliyor. Yani o kadar durulmuş oluyor.
Tadil-i erkâna riayet unutulursa, yani (Sübhânallah) diyecek kadar durulmazsa, secde-i sehv gerekir.
.
Dört hak mezhepte namazın hükümleri
|
Sual: Hanefi mezhebi ile diğer hak mezheplerdeki namazın hükümleri hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Namaza başlarken ağız ile, dil ile niyet etmek, Hanefi’de bid’at, Şafiive Hanbeli’de sünnet, Maliki’de caizdir. Hanefi’de kalbi tatmin olmayanın dil ile de niyet etmesi caizdir.
Kıyamda iken, Şafii’de ayaklar bir karış kadar açılır. Diğer üç mezhepte dört parmak kadar açılır.
Namazda intikal tekbirleri Hanbeli’de vacip, diğer üç mezheptesünnettir.
Namazda Fatiha okumak, Hanefi’de vacip, diğer üç mezheptefarzdır.
İmamın arkasında Fatiha okumak, Hanefi’de tahrimen mekruh,Şafii’de farzdır. Maliki ve Hanbeli’de, imam yüksek sesle okurken, tahrimen mekruh, sessiz okurken müstehaptır.
Son teşehhüdde salevat okumak Şafii’de farz, diğer üç mezheptesünnettir.
Vitir namazı İmam-ı a'zama göre vacip, imameyne ve diğer üç mezhebe göre sünnettir.
Beş vakit namazın farzlarını cemaat ile kılmak, Hanefi, Şafii veMaliki’de sünnet, Hanbeli’de vaciptir.
Cuma namazına imamdan başka, Hanefi’de 3, Şafii ve Hanbeli’de 40, Maliki’de 12 erkek yetişir.
Hanefi âlimlerinin çoğuna göre, tadil-i erkan vacip, imam-ı Ebu Yusufve diğer üç mezhebe göre farzdır.
Hanefi’de seferde iken namazları cem etmek caiz değildir. Maliki’de seferde, hastalıkta, karanlıkla beraber yağmur ve çamur olunca, öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kılmak caizdir. Şafii’de seferde, bu namazları, birleştirip, takdim veya tehir ederek kılmak caizdir. Yağmur yağarken de sadece takdim ederek birleştirmek caizdir. Hanbeli’de ise, seferde, hastalıkta, kadının müstehaza [özürlü] olmasında, idrar ve yel kaçırmak gibi abdesti bozan özürlerde, canından, malından ve namusundan korkanın, maişetine zarar gelecek olanın iki namazı cem edip kılmaları caizdir.
Şafii ve Hanbeli’de kadının kadına imam olması caiz, Hanefi’de mekruh, Maliki'de sahih değildir.
Teravihi on rekatta bir selam vererek kılmak üç mezhepte mekruh,Şafii'de sahih değildir.
Bayram namazı, Hanbeli’de farz-ı kifaye, Hanefi 'de vacip, Şafii veMaliki'de sünnettir.
Bir namazı özürsüz terk eden Hanbeli, Şafii ve Maliki’de öldürülür.Hanbeli’de kâfir olduğu için, diğer ikisinde büyük günah işlediği için öldürülür. Hanefi’de namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır. Özürle bir veya birkaç namazı kılamayanın durumu ise şöyledir: Şafii,Hanbeli ve Maliki’de, kazası olanın, sünnet kılması haramdır.Hanbeli ve Maliki’de, sabahın sünneti, vitir ve bayram namazı bundan müstesnadır. Hanefi’de ise, sünnetleri ve kuşluk, evvabin, tesbih, tehıyyet-ül-mescid gibi nafile namazları kılmak, kaza kılmaktan evladır. Çünkü bu kazalar bir özürle kılınamamıştır, böyle kazaya kalmak günah olmadığı için, sünnetleri ve nafileleri kılacak kadar ertelemek de Hanefi’de günah değildir. Ama namazları kasten, özürsüz terk eden, sünnet veya nafile kılamaz.
Gaibin, yani uzak ülkede ölenin ardından burada cenaze namazı Şafiive Hanbeli’de kılınabilir, Hanefi ve Maliki’de kılınmaz. Şehidin cenaze namazı Hanefi’de kılınır, diğer üç mezhepte kılınmaz. İntihar edenin cenaze namazı dört mezhepte de kılınır. Maliki’de veHanbeli’de ise, devlet başkanı intihar edenin cenaze namazını kılmaz.(Mizan-ı kübra)
Seferi olmak için Hanefi’de 104 km, diğer üç mezhepte 80 km uzağa gitmek gerekir. Giderken yolda da seferi olunur. Üç mezhepte, giriş ve çıkış günleri hariç, 4 günden, Hanefi’de ise 15 günden az kalmaya niyet eden seferi olur. Hanefi’de seferde 4 rekatlık farzları, iki rekat kılmak vacip, Maliki’de, meşru yani günah olmayan seferde 2 kılmak sünnet, Şafii ve Hanbeli’de, 2 veya 4 kılmak da caizdir.
Şafii veya Maliki olan veya taklit eden, mukim iken, hacda seferi olan Hanefi imama uyarak dört rekat farzları iki rekat olarak kılar ise, bu namazları sahih olmadığı için kaza etmesi gerekir.
|
. |
|
|
XXXXXXXXXX
Namazda Tadîl-i Erkân
Doç. Dr. Kadir Paksoy
Ebû Hureyre (r.a.) Asr-ı Saadette cereyan eden bir hadiseyi şöyle anlatır: Resûlullah (s.a.s.) mescide girmişti. Derken taşradan bir şahıs geldi ve namaz kıldı. Sonra gelip Resûlullah (s.a.s.) ile selamlaştı. Resûlullah (s.a.s.) ona, “Dön ve yeniden namaz kıl; çünkü sen namaz kılmış olmadın!” dedi. O da dönüp evvelce kıldığı gibi namaz kıldı. Resûlullah (s.a.s.) yine ona dedi ki: “Dön ve yeni baştan kıl; çünkü sen namaz kılmış olmadın!” Allah Resûlü (s.a.s.) üçüncüsünde de namazı tekrar kılmasını emredince o şahıs: “Seni hak üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, bu kıldığımdan başka daha iyi nasıl kılacağımı bilmiyorum. Bana doğrusunu öğretir misin ya Resûlallah?” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Namaza durduğun vakit başlangıç tekbirini al. Kur’ân’dan iyi bildiğin (sûre ya da ayetleri) oku. Rükûa varınca beden azaların yerleşinceye kadar bekle. Rükûdan başını kaldırınca bedenin tamamen doğruluncaya kadar ayakta dur. Sonra secdeye kapan ve azaların yerleşinceye kadar orada kal. Secdeden başını kaldırınca azaların yerleşinceye kadar otur. Ardından tekrar secde yap ve azaların yerleşinceye kadar orada kal. Sonrasında ayağa kalk ve dimdik dur. Namazın bütün rekâtlarında aynen böyle yapmaya devam et!” (Buharî, Ezan 95; Müslim, Salât 45)
Bu rivayette görüldüğü üzere, Resûlullah (s.a.s.) alelacele namaz kılan şahsı uyarmış ve ona namazı itina ile yeniden kılmasını emretmiştir. Gerekli itinayı göstermeyince de ona itidal ile nasıl kılınacağını öğretmiştir. Zira namazın makbul olması için gerekli şartlardan birisi de “tadîl-i erkân”dır. Bu makalede “tadîl-i erkân”ın anlamı, hükmü ve hususiyetleri beyan edilecektir.
Tadîl-i Erkân Nedir?
“Tadîl” doğrultma, düzenleme, düzgün hale getirme demektir. “Erkân” da “rükn”ün çoğulu olup kıyam, rükû ve secde gibi namazın esaslarını ifade eder. “Tadîl-i erkân” ise namazın içinde yer alan kıyam, rükû, secde gibi rükünleri yerli yerinde, hakkını vererek düzgün ve sükûnet içinde yapmaktır. Diğer bir ifadeyle ta’dîl-i erkân, namazdaki rükünlerin sükûnetle yerine getirilmesi ve uzuvlarda itminan hâsıl olacağı âna kadar devam edilmesidir. Tadîl-i erkân hakkında itidal, itminan ve tuma’nine gibi kavramlar da kullanılmaktadır.
Tadîl-i erkânın yerine gelmesi için kıyam, rükû, secde ve oturuş gibi pozisyonlarda bir müddet hareketsiz durmak şarttır. Kıyamdan rükûa gidildiğinde bir müddet hareketsiz beklemek gerekir. Rükûdan kalkınca tam doğrulmuş vaziyette yine bir müddet durulmalıdır. Secdede ve iki secde arası oturuşta sükûnet içinde bir müddet hareketsiz kalınmalıdır.
Tadîl-i Erkân’ın Hükmü
Kur’ân-ı Kerim’de elliden fazla ayette namaz (salât), “ikâme” fiilinin muhtelif kipleriyle birlikte zikredilmiştir. Ayrıca birçok ayette “Namazı ikâme edin!” buyrulmaktadır. “İkâme etmek” ise namazı dosdoğru kılmak, itina ile kâmilen eda etmek demektir.
Namazı ikâme etme hususundaki Kur’ânî emir ve tahşîdatın yanı sıra yukarıda geçen hadis-i şerif gibi daha pek çok rivayetten hüküm çıkaran âlimler, tadîl-i erkânın vâcip ya da farz olduğu görüşüne varmışlardır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) namazı usûl ve âdâbına göre kılmayan mezkûr şahsa tekrar kılmasını emretmiştir.
Hanefi mezhebine göre tadîl-i erkân vaciptir. Nitekim İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed, vâcip olduğuna hükmetmişlerdir. İmam Ebû Yûsuf ise tadîl-i erkânın vâcipten de öte, farz olduğu görüşündedir.
Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhebine göre tadîl-i erkân farzdır. Onlar, tadîl-i erkânı namazın bir rüknü ya da rüknün şartı saymışlardır.
Hanefîlere göre tadîl-i erkân sehven (unutarak ya da hataen) terk edilirse namazın sonunda sehiv secdesi gerekir. Eğer sehiv secdesi yapılmamışsa o namazın tekrar kılınması gerekir. Şayet tadîl-i erkân kasten terk edilirse namazın yeniden kılınması icap eder.
Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhebine göre tadîl-i erkânın terkiyle namaz bâtıl olur ve tadîl-i erkâna riayet edilerek yeniden kılınması gerekir.
Tadîl-i Erkânın Ölçüsü
Namazın rükünlerinde ve rükünler arasında en az bir tesbih miktarı, yani sübhânallah diyecek kadar durmak vaciptir. Bu itibarla tadîl-i erkânın asgari ölçüsü, sübhânallah diyecek kadar sükûnet içinde uzuvların hareketsiz kalmasıdır. Bu miktar, zaman bakımından birkaç saniye demektir.
Namazda özellikle rükûdan doğrulunca ve iki secde arasında bir müddet hareketsiz durmaya itina gösterilmelidir. Bunun süresi, en azından bir defa sübhanallah diyecek kadar olmalıdır. Çünkü bu iki rükün çok defa aceleye getirilmekte ve tadîle riayet edilmeden hızlıca geçiştirilmektedir. Dolayısıyla namaz noksan ya da kusurlu eda edilmektedir.
Özellikle günümüzde tadîl-i erkânda ihmal söz konusu olduğundan çok dikkat etmek gerekmektedir. Zira kimilerinin namaza durmasıyla birlikte hemen rükûa varması, daha tam doğrulmadan secdeye kapanması, iki secde arası oturmayı tam yapmadan secdeye gitmesi bir olmaktadır. Oysa kıyam, kıraat, rükû, secde, oturuş ve bunların arasındaki rükünlerde tadîl-i erkâna riayet etmek şarttır. Aksi takdirde usul ve adabına uygun namaz kılınmış olmaz. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.), horozun yemi hızlı hızlı gagalaması gibi namaz kılmaktan men etmiştir. (Müsned, 2/265) Ayrıca O (s.a.s.) şu uyarılarda bulunmuştur: “Rükû ve secdeleri tamamlayın!” (Buharî, Eymân 3) “Rükû ve secdelerinizi güzel yapın!” (Müsned, 2/234) “Sizden biriniz rükû ve secdelerden kalkarken belini tam olarak doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz.” (Ebû Dâvud, Salât 143) Bu itibarla kılınan namazların boşa gitmemesi için rükünlerin tadîl (itidal) ve sükûnet üzere yapılması icap eder.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, vaaz ve sohbetlerinde sözü sık sık namaza getirerek usûl ve erkânına uygun ikâme edilmesi üzerinde hassasiyetle durur. Bir sohbetinde; dört rekâtlık namazın en azından 4 dakikada kılınması gerektiğini, zira daha hızlı kılındığı takdirde tadîl-i erkânın ihlal edilmesi endişesi bulunduğunu belirtir. Öte yandan acele ile kılınan namazla bir yere varılamayacağını, “huşû ve hudû”un ise “namazın iç tadîl-i erkânından olduğunu” kaydeder ve şunları söyler: “İnsanın, Rabbiyle münasebetinde asıl olan mânâdır, özdür, ruhtur. Fakat onları taşıyan da lâfızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı mutlaka o lâfızlara ve kalıplara dikkat edilmelidir… Biz bir insanın sadece namazına bakarak onun namazda huşû arayan biri olup olmadığını belirleyemeyiz. Bu, insanın vicdanı ile Allah arasındadır. Dolayısıyla biz kendimizi hüsnüzan etmeye zorlarız. Ama bazı kimseler namazlarında, oruçlarında öyle dikkatsizdirler ve iffetleri mevzuunda çarşıda pazarda öyle sulu hareket ederler ki; insan ne kadar hüsnüzan ederse etsin, şahit olduğu hareket hakkında olumlu düşünceyi İslâmî çerçevede bir yere koyamaz. Mesela, birisi hemen tekbir alır ve sen daha Fâtiha’nın yarısına gelmeden rükûa varır. Burada kendini ne kadar zorlarsan zorla ona namaz kıldı diyemezsin. Mesela, rükûda hakkını vere vere, kelimeleri güzelce telaffuz ederek -bazı fukahaya göre- bir kere “Sübhâne rabbiye’l-azîm” demek şarttır. Çok hızlı söyleniyorsa mânâsı yoktur onun. Bazı fukahaya göre ise, onu en az üç defa söylemek gerekir. Onun için, rükûda ve secdede en az üç defa, yavaş yavaş, kelimeleri tam telaffuz ederek bu tesbihi söylemeliyiz. Daha az söylüyorsak, başkalarını hakkımızda müspet düşünme hususunda zorlamış oluruz. Böylece bazı kalıplar, bizim onunla edâ etmeye çalıştığımız mânâ, muhteva ve mazmunu taşıyıcı olmaz. Dolayısıyla, hakkımızda hüsnüzan edenler, vehme ve kuruntuya hüsnüzan etmiş olur. Çok kimselerin hızlı hızlı okuduğu Fâtiha, Kur’ân değildir. Çünkü, Kur’ân öyle inmemiştir. Böyle alelacele okunan Fâtiha ile kılınan namaz, namaz değildir. Bir nefeste, o nefes bitmeden sûreyi sona erdirme telaşıyla, soluğun tıkandığı yerde hızlıca ve can havliyle alınan ara nefeslerle okunan Kur’ân’la kıraat farzı yerine gelmiş olmaz. Lâfızlar mânâların kalıbıdır; ama kalıbın mânâya uygun olması lâzımdır.” (Fethullah Gülen, Kırık Testi, s. 57–58)
Namazda Ciddiyet ve Peygamber Efendimiz’in Namazı
Namaz vakitlerinin gözetilmesi, huşû içinde, kâmil mânâda ikâme edilmesi hususunda birçok ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerde gerek Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.), gerek diğer peygamberlere, gerekse mü’minlere hitaben namazların hakkıyla ikâme edilmesi, huşû içinde kılınması emredilmektedir.
Bu husustaki birkaç ayet-i kerime şöyledir:
“Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın vakitlerinde namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz güzel işler (hasenât), kötülükleri (günahları) silip giderir.” (Hûd sûresi, 114) “Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin. Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz mutlaka onun mükâfatını ahirette Allah katında bulursunuz. Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.” (Bakara sûresi, 110) “Muhakkak ki mü’minler felaha erdiler; onlar namazlarında huşû (tam bir saygı ve tevazu) içindedirler.” (Mu’minûn sûresi, 1–2). “Allah’ın kitabını okuyup ona uyanlar, namazı hakkıyla ifa edenler ve kendilerine nasip ettiğimiz imkânlardan gizli ve aşikâr olarak hayır yolunda harcayanlar, ziyan ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.” (Fâtır sûresi, 29)
Allah’ın bütün emir ve yasaklarına karşı fevkalade hassasiyet gösteren Peygamber Efendimiz (s.a.s.) namazı dosdoğru kılma hususunda da fevkalade temkinli idi. Kıyamından kıraatine, rükûundan secdesine, iki secde arası oturuşundan teşehhüdüne kadar bütün rükünlerde namazı itidal ve sükûnetle ikâme ederdi. Bunun yanı sıra Efendimiz (s.a.s.), “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, siz de namazı öylece kılın!” (Buharî, Ezan 18) buyurmak suretiyle ashabına -dolayısıyla ümmetine- namazı nasıl eda etmeleri gerektiğini bizzat öğreten rehberdi.
Ashab-ı Kiram’ın dilinden Peygamber Efendimiz’in namazı şöyle anlatılmaktadır:
“Resûlullah (s.a.s.) kıyamda ağırlığını iki ayağının üzerine verip dimdik dururdu. Rükûda başını ne yukarıya diker ne de aşağıya büker, ikisi arasında tutardı. Rükûdan kalktığı vakit iyice doğrulmadan secdeye gitmezdi. Başını secdeden kaldırdığı zaman iyice doğrulup oturmadıkça ikinci secdeyi yapmazdı.” (Buharî, Ezan 122) “Resûlullah (s.a.s.) namaz kılarken rükû ve secdelerinde üçer kere “sübhânallâhi ve bi-hamdihi” diyecek kadar dururdu.” (Ebû Dâvud, Salât 154). “Resûlullah (s.a.s.) namazda “semiallahu li-men hamideh” deyip başını rükûdan kaldırınca sanki secde etmeyi unuttu diyeceğimiz kadar ayakta uzun süre beklerdi. Sonra secdeye giderdi. Başını secdeden kaldırınca ikinci secdeyi unuttu diyeceğimiz kadar iki secde arasındaki oturuşu uzun yapardı.” (Buharî, Ezan 127; Müslim, Salât 196) “Resûlullah (s.a.s.)’ın kıyamı, rükûu, rükûdan sonraki ayakta bekleyişi, secdesi, iki secde arasındaki oturuşu ve teşehhüddeki oturuşu neredeyse birbirine denk uzunlukta idi.” (Müslim, Salât 193) “Resûlullah (s.a.s.) sabah namazında altmıştan yüz ayete kadar okurdu.” (Müslim, Salât 172) “Resûlullah (s.a.s.) öğle namazının ilk rekâtında otuz ayet, ikinci rekâtında onbeş ayet miktarında kıraatte bulunurdu. İkindi namazının ilk rekâtında onbeş ayet, ikinci rekâtında ise bunun yarısı kadar kıraat okurdu.” (Müslim, Salât 157) “Öğle namazı başladığı sırada bizden bir kimse Bakî’ mevkiine giderdi (ki burası halen mescidin yakınında kabristan olarak mevcuttur) ve orada abdestini tazeleyip mescide dönerdi de namazdaki ilk rekâtın uzunluğu sebebiyle Resûlullah (s.a.s.)’ın birinci rekâtına yetişirdi.” (Müslim, Salât 161)
Tadîl-i Erkânı İhlal Ederek Acele Namaz
Kılmanın Mahzurları
Namazın acele kılınması, kıyam, kıraat, rükû, kavme, secde ve celse gibi rükünlerin noksan yapılmasına, diğer bir ifadeyle tadîl-i erkânın ihlâl edilmesine sebep olmaktadır. Böyle bir namaz, usûlüne uygun kılınmadığı için tadîl-i erkân üzere tekrar ikame edilmesi icap eder.
Allah’ın emrini yerine getirme ve O’nun hoşnutluğunu kazanma gayesiyle kılınan namaz, usûl ve erkânına riayet edilmediği takdirde neticesiz ve boş bir fiile dönüşür. Üstelik sahibinin üzerinde borç olarak kalır. Nitekim bir hadis-i şerifte bu hususa şöyle işaret edilmektedir: “Huşû içinde kılınmayan, rükû ve secdeleri tam olarak yerine getirilmeyen namaz (ahirette) simsiyah zifiri bir karanlık halinde ortaya çıkacak ve sahibine ‘Senin beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!’ diyecektir. Allah'ın dilediği zaman gelince böyle kılınan namazlar, eskimiş elbise (paçavra) gibi dürülüp sahibinin suratına çarpılacaktır.” (Taberanî, el-Mu’cemu’l-evsat, VII, 183). Acele ve hızlı bir şekilde kılınan namaz, ancak Şeytanı sevindirir. “Teennî (temkin ve sükûnetle hareket etmek) Rahman’dan; acele ise Şeytandandır.” (Tirmizî, Birr 66) hadisi, bu gerçeği ifade eder. Zira Şeytan, secde etmekten imtina ettiği gibi, insanların da secdeden ve namazdan uzak kalmalarını ister. Hatta bütün gücüyle namazlı-niyazlı insanlarla uğraşarak ibadetten alıkoymaya çalışır. Şayet buna gücü yetmezse bu defa namazdaki huşû, huzur, usûl ve erkânı ihlal etmeye çalışır. Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde bu hususu şöyle haber verir: “Şeytan, ezan ve kamet okunurken bunları duymayacağı uzak yere doğru yellenerek kaçar. Sonra geri döner ve namaz kılan kişi ile kalbi arasına girer. Ona ‘Şunu hatırla, bunu düşün’ diye aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki buna kapılan kişi, kaç rekât kıldığını (ve ne okuduğunu) bilemeyecek hale gelir.” (Buharî, Sehv 6; Müslim, Salât 19) Alelacele kılınan namazda rükünler noksan olmaktadır. Hatta bundan daha vahimi, namazdan çalma, yani namaz hırsızlığı vuku bulmaktadır. Zira Resûlullah (s.a.s.) “Hırsızlığın en kötüsü, namazını çalmaktır.” buyurmuş; sahabiler “Ey Allah’ın Resulü, kişi namazını nasıl çalar?” diye sorduklarında ise “Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz.” cevabını vermiştir (Muvatta’, Kasru’s-salât 72). Bir başka hadislerinde şöyle buyurur: “Kişi vardır, namazını kılar bitirir de kendisine namazın sevabının ancak onda biri yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri yahut yarısı yazılır.” (Ebû Dâvud, Salât 124) Esasen tadîl-i erkâna riayet edilerek kılınan namaz ile riayet edilmeden kılınan namaz arasında -çok fazla değil- sadece birkaç dakikalık zaman farkı vardır. O halde yapılan ibadetin makbul olması için her bir namaza birkaç dakika daha fazla zaman ayrılmalıdır. Rükünlerin hakkı verilerek itidâl ve sükûnet üzere ifa edilmelidir.
Namazı İtina ile Kılmak
Namazdaki kıyam ve kıraat mümkün mertebe daha uzun olmalıdır. Vakit ve imkân varsa kıraati uzatarak daha fazla Kur’ân ayetleri okunmalıdır. Uzun sûreleri bilmediği için kıyamı ve kıraati kısa tutmak zorunda kaldığından yakınan kimseler, her bir rekâtta bildiği kısa sûrelerden birkaçını birden okuyabilirler. Zira namazda ne kadar çok Kur’ân okunursa sevabı ve fazileti o nisbette çok olur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e ‘Hangi namaz daha faziletlidir?’ diye sorulduğunda “Kıyamı uzun olan namazdır.” buyurmuştur (Müsned, III/312).
Kıraat, acele edilmeden sükûnet içinde tilavet edilmelidir. Harfleri ve kelimeleri birbirine karıştırmadan sanki bir başkasına arz ediyor gibi tane tane okunmalıdır. Ayetleri okurken icmali tefekkür etmek, namazdaki huşûyu artırır. Kişi, namazında sadece önüne, secde mahalline bakmalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.), namazda sağa sola göz gezdirmeyi Şeytanın o kimsenin namazından bir şeyler kapıp kaçırması olarak nitelendirmiştir. (Buharî, Ezân 93) Öte yandan cemaate namaz kıldıran kimselerin de tadîl-i erkâna daha fazla ihtimam göstermeleri gerekmektedir. Zira imam, hem kendi namazından hem de cemaatin namazından sorumludur. Sorumluluk bilinciyle imamlık vazifesi hakkıyla eda edilmelidir.
Hâsılı; namaz, insanın en ciddi işi ve meşguliyeti olmalıdır. Dünyevi işlerin çokluğundan veya hizmet için koşuşturmanın yoğunluğundan dolayı namazı aceleyle kılıp geçiştirmek kesinlikle doğru değildir. Bilakis bütün dünyevi ve uhrevi işler namaza göre ayarlanmalıdır. Zira “Namaz dinin direğidir.” (Tirmizî, İman ; “İslam’ın beş şartından biridir.” (Buharî, İman 1); “Günün belirli vakitlerinde mü’minlere farz kılınmıştır.” (Nisâ sûresi, 103). Kıyamet günü kulun sorguya çekileceği ilk ameli namazdır. Nitekim hadis-i şerifte bu husus şöyle ifade edilir: “Kıyamet gününde insanların ilk sorguya çekilecekleri amelleri namazdır. Allah (c.c.) kulun namazlarını tam mı yoksa noksan mı kıldığına bakılmasını emreder. Eğer namazları tam ise sevabı tam olarak yazılır. Eğer (farz) namazlarında eksiklik varsa nafile olarak kıldığı namazlarına bakılmasını emreder. Şayet nafile namazları varsa, bunlarla farz namazların tamamlanmasını emreder. Sonra kul diğer amellerinden hesaba çekilir. (Tirmizî, Salât 306).
O halde insan, bütün benliğini namaza vermelidir. Dinin direği, ibadetlerin pîri olan namazı bütün rükünlerine itina göstererek ciddiyet, samimiyet ve itidal üzere vaktinde eda etmelidir.
* Harran Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi
kpaksoy@yeniumit.com.tr
Duhâ (Kuşluk) Namazı
Doç. Dr. Kadir Paksoy
"Duhâ" ve "evvâbîn" namazları gibi diğer nafile namazlar farz namazlardan kalan eksik ve gediklerimize sargı vazifesi görecek, onları tamamlayacaktır.Allah (celle celâluhû) farzlardaki boşluklarımızı nafilelerle dolduracaktır.
|
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), beş vakit namazdaki sünnetlerin yanı sıra günün ve gecenin belli vakitlerinde nafile namaz kılarak ibadet hayatını süslemiştir. O, Allah’a kulluğu en güzel şekilde temsil etmiştir. O’nun kıldığı nafile namazlardan birisi de duhâ (kuşluk) namazıdır.
Arapçada güneşin yeryüzünü aydınlatması veya gün aydınlığı mânâlarına gelen “ضحى” (duhâ), “kuşluk vakti” demektir. Kurban edilecek hayvanlara da genellikle kuşluk vaktinde kesildikleri için “udhiye” yahut “edhâ” denilmiştir. “Yevmu’l-edhâ” ise, kurban bayramının birinci günü mânâsına gelir. Bayram namazı da kuşluk vaktinde eda edilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in 93. sûresi “Duhâ Sûresi”dir. Bu sûre, “Duhâ (Kuşluk) vaktine andolsun ...” mealindeki âyetle başlar. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’de zaman, mekân ve nimetlere yemin etmiştir. Kuşluk vakti de yemin edilen şeyler arasındadır. Yeminle zikredilen bu hususların dikkat ve ihtimamla karşılanması gerekir.
Duhâ Namazının Fazileti
Sabah ile öğle vakti arasında günün geniş bir kısmını içine alan kuşluk vakti, ömür sermayesinin önemli bir kısmını teşkil eder. Bu vakit, insanların günlük işlere daldıkları ve yoğun mesailere koyuldukları zaman diliminde yer alır. Hususiyle fertlerin dünyevîleştiği, yoğun işlere ve meşgalelere yöneldikleri esnada, Yüce Yaratıcı’yı (celle celâlühü) hatırlayarak kuşluk namazı kılmak, gündüzü nafile ibadetle ihyâ yönünden büyük bir kazançtır.
Farz ya da vacip ibadetler, kulların zorunlu olarak yapmaları gereken amellerdir. Farzların dışında bir de insanların iradesine bırakılan nafile ibadetler vardır ki, bunları edâ etmek, büyük hayırlara vesile olur. Bu nafile ibadetler, Allah’a karşı şükür ve hamd vazifesini yerine getirmek, O’nun rızasını kazanmak ve O’na yakın bir kul olmak için önem arz eder. Bir kudsî hadîste Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: “Kulum nafilelerle bana yaklaşır. Sonunda Ben onu severim ve onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Kulum benden bir şey dileyecek olursa, mutlaka onu veririm. Bana sığınacak olursa, şüphesiz onu himayeme alırım. (Buharî, Rikâk 38)
Nafile ibadetlerden olan kuşluk namazının Allah’ın rızasını ve kurbiyetini kazanmada, kalb, vicdan ve ruhu mânen takviye etmede önemi büyüktür. Ebû Zerr (ra) ve Ebudderdâ (ra), Peygamber Efendimiz’den (sallallahü aleyhi ve sellem) rivayet ettikleri bir hadîs-i kudsîde bu hususu şöyle haber verirler: “Yüce Allah buyurdu ki: ‘Ey Âdemoğlu! Günün evvelinde Benim (rızam) için dört rekât namaz kıl, Ben de günün sonuna kadar seni gözeteyim.’” (Tirmizî, Salât 346; Sahîhu İbn Hibban, XI, 36).
Kuşluk vaktinde kılınan nafile namazın bir hususiyeti de bazı günahların affına vesile olmasıdır. Bu konuda Ebû Hureyre ve Ebû Zer Hazretlerinden nakledilen rivayette Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Her kim iki rekât duhâ namazı kılmaya devam ederse, Allah o kimsenin günahlarını denizin köpükleri kadar çok da olsa affeder.” (Tirmizî, Salât 346).
Kuşluk namazını edâ edenler için bir başka müjdeyi Ebû Hureyre (ra), Efendimiz’den (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle rivayet eder: “Cennette bir kapı vardır ki ona duhâ kapısı denir. Kıyamet günü bir münâdi şöyle nida eder: Duhâ namazına devam eden kimseler nerede? İşte bu sizin kapınızdır, haydi Allah’ın rahmetiyle bu kapıdan içeriye girin.” (Taberanî, el-Mu’cemu’l-kebîr, XX, 30).
Ebudderda (r.a.), bu husustaki bir başka fazileti şöyle nakleder: Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kim kuşluk namazını iki rekât kılarsa, o kimse gafillerden olmaz (yazılmaz). Kim dört rekât kılarsa, âbidlerden (ibadet edenlerden) yazılır. Kim altı rekât kılarsa o gün ona yeter. Kim sekiz rekât kılarsa, Allah onu çok kunut eden (kânitîn) kimselerden yazar. Kim on iki rekât kılarsa, Allah ona Cennet’te bir köşk bina eder.” (Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat, I,182)
Kaydedilen bir başka rivayette de duhâ namazının ayrı bir faziletine dikkat çekilmektedir: Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mevkiye askerî birlik göndermiş, onlar da umulandan çok daha önce ganimetlerle dönmüşlerdi. Gazilerin kısa sürede böylesine bol ganimetle dönmelerini gıptayla karşılayanlar olmuştu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları teselli etmek için şöyle buyurdu: “Size bunlardan daha yakınınızda olan, ganimet bakımından daha çok ve daha tez eve döndüren bir amelden haber vereyim mi? Sabahleyin duhâ namazını kılmak üzere namazgâha yönelen kimse, hem daha yakın bir gazvede bulunmuş, hem daha çok ganimet almış, hem de daha tez evine dönmüş olur.” (Müsned, II, 175; Sahîhu İbn Hibban, VI, 276)
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), insan bedeninde üç yüz altmış eklemin bulunduğunu ve bunlar için günlük sadaka terettüp ettiğini beyan buyurmaktadır. Allah’a hamd ve senâyı çokça yapmayı, başkalarına yardım ve iyilikleri çoğaltmayı; bunları yapamıyorsa hiç olmazsa iki rekât duhâ namazı kılmak suretiyle şükrünü eda etmeyi tavsiye buyurmaktadır (Müslim, Zekât, 54; Ebu Dâvud, Edeb 172; Müsned, 459) Bu hususu destekleyen bir hadîs-i şerîf ise şöyledir: “Her gün sizin her ekleminiz için bir sadaka gerekir. Binaenaleyh her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır, her tekbir sadakadır, iyiliği emretmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Bütün bunlara kişinin kuşluk vakti kılacağı iki rekât duhâ namazı kâfi gelir.” (Buharî, Sulh 11; Müslim, Salâtu’l-musafirîn, 84)
Duhâ Namazının Vakti
Kuşluk vakti geniştir. Doğan güneşin bir miktar yükselmesinden -yani kerahet vaktinin çıkmasından- itibaren başlar, öğle vaktine yaklaşıldığında -yani kerahet vaktinin girmesiyle- sona erer. Bu zaman aralığında duhâ namazı kılınabilir. Ancak efdal olanı; güneş ışıklarının kuvvetli düşmesiyle ortalığın ısındığı vakitten itibaren kılınanıdır. Buna güneşin doğuşundan iki saat sonrası da diyebiliriz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîflerinde efdal olan vakti şöyle bildirmiştir: “Duhâ namazı, deve yavrusunun ayaklarının ısınan zeminden yanmaya başladığı zaman kılınmalıdır.” (Müslim, Salâtu’l-musâfirîn, 143.)
Bir beldede güneşin doğuşundan 45–50 dakika kadar sonra, kerahet vakti çıkar, kuşluk vakti girer. Esasen güneşin doğu cihetinden doğup yükselmesi ve ortalığı iyice aydınlatması anlamına gelen “işrâk vakti”, aynı zamanda kuşluk vaktinin de başlangıcı olmaktadır. Hadîslerde İşrâk vaktine mahsus tavsiye edilen nafile namaz yoktur. Bu vakitte kılınan namaz da duhâ (kuşluk) namazı hükmündedir.
Duhâ Namazı Kaç Rekât Kılınabilir?
Nafile ibadetlerde belli bir rekât sınırlaması yoktur. Aynı şekilde duhâ namazı için de herhangi bir tahdit konulmamıştır. Diğer nafile namazlar gibi en az iki rekât olmak kaydıyla dört, altı, sekiz ve daha ziyade kılınabilir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kimi zaman iki, kimi zaman dört, kimi zaman da sekiz rekât kılmıştır. Duhâ namazının ilk müdavimleri olan sahabîlerin iki ya da dört rekât kıldıklarına dâir nakiller mevcuttur.
Hz. Aişe (r.anhâ) bir rivayette şöyle demektedir: “Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazını ikişer ikişer olmak üzere toplam dört rekât kılardı. Bazen bunu dilediği kadar artırırdı.” (Müslim, Salatu’l-musafirîn 78). Yine Aişe Validemiz bir başka rivayette şöyle demektedir: “Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim hanemde dört rekât kuşluk namazı kıldı.” (Müsned, VI, 74). Bu rivayetleri delil olarak kaydeden kimi âlimler, duhâ namazının dört rekât kılınmasını tavsiye etmektedirler (Hâşiyetu’t-Tahtavî, s. 321).
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatının son dönemlerinde kuşluk vaktinde bazen sekiz rekât nafile namaz kılmıştır. Ancak Hz. Aişe (r.anhâ), Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalık ya da rahatsızlık gibi sebeplerden ötürü geceleyin kılmaya güç yetiremediği teheccüd namazını, gün içinde kuşluk vaktinde uzun uzadıya sekiz rekât kıldığını nakletmiştir. Zîrâ Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), teheccüd namazını her gece edâ etmeye itina gösterirdi. Ancak yolculuk yahut rahatsızlık gibi sebepler dolayısıyla geceleyin kılamadığı teheccüd namazına bedel kuşluk vaktinde namaz kılardı. Hz. Aişe’nin yanı sıra Hz. Hafsa Validemiz de Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve selem) vefatına yakın dönemde, rahatsız olduğu gecenin gündüzünde teheccüd namazını hanımlarının hânesinde kuşluk vaktinde sekiz rekât kıldığını nakletmiştir. Bazen bu namazları on iki rekât kıldığı da olmuştur (Buhârî, Teheccüd, 31). Hattâ namazın kıyam ve kıraatini, gece namazındaki gibi uzun yapar; ayakta durmaya takat getiremeyince oturarak eda ederdi (Sahîhu İbn Hibban, XI, 38; XI, 36).
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke’yi fethettiği gün amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî’nin evine misafir olmuştu. Orada kuşluk vaktinde uzun uzadıya sekiz rekât namaz kılmıştı. Her ne kadar Ümmü Hânî’den nakledilen rivayetlerde bunun kuşluk namazı olduğu ifade edilmekte ise de, Peygamber hanımlarının bildirdiği rivayetlerden de anlaşıldığı üzere, sekiz rekâtlık bu namaz, Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) gece eda edemediği teheccüd namazıdır. Binaenaleyh, teheccüd namazını âdet haline getirenler, vaktinde kılmaya muktedir olamadıkları zaman bu ibadeti kuşluk vaktinde telâfi edebilirler.
Bu konuyla ilgili bir başka rivayeti Ka’b b. Mâlik (r.a.) şöyle nakleder: “Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yolculuktan döndüğünde Medine’ye genellikle kuşluk vakti girerdi. Şehre girince ilk önce mescide uğrar, iki rekât duhâ namazı kılardı. Sonra da mescitte bir müddet oturur ve ashabıyla sohbet ederdi.” (Ebû Davud, Cihad, 161) Bazı âlimler bunu seferden yahut gazveden dönüşte kılınan şükür namazı olarak da nitelendirmişlerdir.
Kuşluk Namazının Bir Adı da Evvâbîn Namazıdır
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), kuşluk namazını, “Allah’a yönelen ve O’na tövbe eden kimselerin namazı” anlamına gelen “Salâtu’l-Evvâbîn” olarak vasıflandırmıştır.
Günah işlediği zaman hemen Allah’a yönelen, günahlarından pişmanlık duyarak tövbe ve istiğfar eden, hayırlı işlerle hayatını süsleyen kimse “evvâb”dır. Evvâb ve evvâbîn kelimeleri, Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberlerin ve müminlerin vasıfları arasında zikredilmektedir. (Bkz. İsrâ Sûresi, 25; Sâd Sûresi 17, 19, 30, 44; Kâf Sûresi, 32).
Ebu Hureyre (ra) bu hususta Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: “Duhâ namazını kılmaya ancak evvâblar (Allah’a yönelen, çokça tevbe eden kimseler) devam ederler. Zîrâ kuşluk namazı, evvâbîn namazıdır.” (Müstedrek, I, 314; Sahîhu İbn Huzeyme, I, 133)
Bu hususta sahabeden Zeyd b. Erkam’ın (ra) kuşluk namazını erken kılan bazı kimseleri gördüğü ve şöyle dediği rivayet edilmektedir: Şüphesiz bunlar da bilirler ki, kuşluk namazını sonraki bir saatte kılmak daha sevaptır. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Evvâb kimselerin namazı, deve yavrularının ayağının sıcak kumdan yanmaya başladığı zaman eda edilir.” (Müslim, Salâtu’l-musâfirîn, 143)
Halk arasında bilindiği şekliyle evvâbîn namazı, akşam namazından sonra kılınan nafile namazın bir adıdır. Bu hususa işaret eden bazı rivayetler mevcuttur. Diğer bir kısım rivayetlerde ise, kuşluk vakti kılınan namaza da evvâbîn namazı denilmektedir. İster günün başında, isterse gecenin başında kılınan her iki nafile ibadet için “Allah’a yönelen kimselerin namazı” anlamında evvâbîn namazı denilmesinde mahzur yoktur. Kimi âlimler, duhâ namazına evvâbîn namazı demeyi tercih ederken kimisi de hem kuşluk için hem de akşam namazından sonra kılınan nafile namaz için “evvâbîn” ifadesini kullanmaktadır.
Kuşluk Namazının Müdavimleri
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazını kılmaya devam etmiş, fazileti hususunda ashabını da bilgilendirerek bu nafile ibadetin günlük hayatta yerleşmesi için teşvikte bulunmuştur.
Kuşluk namazının müdavimleri arasında Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) başta hanımları ve hâne halkı olmak üzere yakınındakiler, ilim ve faziletle meşgul olan Ashab-ı Suffe ve diğer sahabiler gelmektedir. Onlar, Efendiler Efendisi’nden gördükleri üzere kuşluk namazını kılmaya itina göstermişlerdir (Müsned, VI, 105).
Suffe Ashabı’nın önde gelenlerinden ve kuşluk namazının müdavimlerinden Ebû Hureyre (ra) şöyle demiştir: “Halilim Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şu üç şeyi tavsiye buyurmuştur ki, bu tavsiyelerini hayatım boyunca asla terk etmem. Bunlar; her ayda üç gün oruç tutmak, günde iki rekât duhâ namazı kılmak, gece yatmadan önce vitir namazını edâ etmektir.” (Buharî, Teheccüd 3; Müslim, Salâtu’l-musafirîn, 85)
Hz. Aişe (r.anhâ) bu ibadeti eda etme hususunda şöyle demektedir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her ne zaman duhâ namazı kılarsa, mutlaka ben de beraberinde kılmaktaydım.” (Buharî, Teheccüd 32; Müslim, Salâtu’l-musafirîn, 75)
Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra Hz. Aişe’ye bir şeyler sormak üzere hanesine gelenler, çok defa onu duhâ namazı kılarken görmüşlerdir. Ona bu namazın mahiyetini sorduklarında, Efendimiz’in kıldığı gibi duhâ namazı kılmakta olduğunu söylemiştir. (Müsned, VI, 106, 125).
Bir defasında Hz. Aişe (r.anha) huzuruna gelen insanlara şu tavsiyede bulunmuştur: “Şayet benim önüme ebeveynim diriltilip getirilseler bile, bu duhâ namazını asla terk etmem.” (Muvatta’, Salâtu’d-duhâ 325)
Ashab-ı Suffe’den Ebû Ümame (ra) şu hatırayı nakleder: Bir defasında Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sabahleyin mescitte oturuyordu. Derken Suffe ehlinden Ebû Zerr (ra) içeri girdi. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bu sabah nafile namaz kılıp kılmadığını sordu. Ebû Zerr (ra) henüz kılmadığını ifade edince ona namaz kılmasını emretti. Ebû Zerr de dört rekât duha namazı kıldı. (Müsned, V, 265)
Konuyla ilgili rivayetlerde, Ashab-ı Kirâm’dan Seleme b. Ekva’, Ebu’d-Derdâ, Enes b. Mâlik ve daha birçok sahabenin duhâ namazının müdavimlerinden olduğu kaydedilmektedir. (Buharî, Tevhid 36; Müsned, VI, 445; Sahîhu İbn Hibban, VIII, 20)
Medine’de ikamet eden Sahabe-i Kirâm’ın yanı sıra Kubâ halkı da Peygamber Efendimiz’den (sallallahü aleyhi ve sellem) gördükleri üzere duhâ namazını kılmaya özen göstermişlerdir. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) genellikle perşembe günleri kuşluk vakti Kubâ Mescidi’ne gider, halkla görüşme yapardı. Onlar da kendilerini mescitte karşılarlardı (Müsned, IV, 366). Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bulunan Zeyd b. Erkam (ra), Resûlullah’ın kuşluk vakti Kubâ Mescidi’ni teşrif edince orada duhâ namazı kılan kimseleri gördüğünü ve şöyle buyurduğunu nakleder: “Evvâbîn namazı, deve yavrusunun ayağının yanmaya başladığı vakittedir.” (Sahîhu İbn Huzeyme, IV, 461)
İbn Abbas (r.a.), Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ben iki rekât duhâ namazı ve vitir namazı kılmakla emrolundum. Ancak bu namazlar sizin üzerinize farz değildir.” (Müsned, I, 232).
Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) duhâ namazının farz derecesinde zorunlu bir ibadet olmadığını bildirmek üzere bazen bu nafile ibadeti terk ettiği de olmuştur. Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî (ra) şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çoğu gün duhâ namazı kılmaya devam ederdi ki, biz galiba onu hiçbir gün terk etmeyecek derdik. Bazı günler de kılmadığı olurdu ki, biz galiba onu bir daha kılmayacak derdik.” (Müsned, III, 36)
Esasen Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazını bazen terk etmesinin bir hikmeti, insanların onu farz ya da vacip zannetmemeleri içindir. Nitekim Hz. Aişe şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazını her defasında kılmamış, bazen terk etmiştir. Zîrâ O, çok sevdiği ve devamlı yapmayı arzu ettiği bir kısım amellerin insanlar tarafından sürekli yapılması neticesinde onlara farz kılınacağı endişesiyle onları kimi zaman terk ederdi.” (Muvatta’, Salâtu’d-duhâ, 324)
Gündüzün ilk saatleri, rızık arama, geçim telâşı için koşuşturma, eğitim, öğretim ve günlük işleri takip etmek üzere dünyevî işlere koyulma zamanıdır. Kuşluk vakti gibi tam meşguliyetin yoğun olduğu bir zaman diliminde, duhâ namazı kılmanın teşvik edilmesi, dünya işlerine dalıp gitmenin bir ölçüde önüne geçilmesi ve dünya tutkusuna karşı bir tür panzehir olması içindir. Bir nebze de olsa duhâ namazıyla ukbâyı hatırlamak, halk içinde Hak’la beraber olmak mümkündür.
* Harran Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi
kpaksoy@yeniumit.com.tr
|