| . 
 
 
 
 
 .
 
 .CENNET
   Cennet Kelimesi;Anlam ve Mâhiyeti
 
 Ağaçlı bahçe; yeşillikleri bol
 bostan; sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren hurmalık ve bağlık.
 Peygamberlerin davetine uyarak
 iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar
 güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve
 saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır. Çoğulu Cinân ve
 Cennât'tır.[1]
 ‘Cennet', örtmek, gizlemek
 anlamına gelen ‘cenn' kökünden türemiş bir isimdir. Sözlük
 anlamı, bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe veya bostan demektir.
 Aynı kökten
 gelen diğer kelimelerde de bir çeşit ‘örtme, gizlilik' anlamları vardır. Örneğin,
 aynı kökten gelen ‘cinn', herkese görünmeyen bir başka yaratık, ‘cinnet', aklın
 kaybolması, gizlenmesi, ‘mecnun' aklı gitmiş demektir.
 Kavram olarak ‘Cennet',
 dünya gözüyle görülmeyen, Ahiretteki ‘sevap yurdu'nun özel adıdır.
 İnsanların
 işledikleri güzel amellerin sevabının, yani karşılığının verileceği bu yere
 ‘Cennet' denmesinin sebebi; görünüş yönünden dünyadaki bahçelere benzemesi,
 içerisinde bulunan eşi ve benzeri olmayan nimetlerin insan anlayışına gizli
 olması, insanların onu dünyada iken görmemeleridir.
 Kur'an, bu
 kelimeyi ‘cennetün', ya da ‘el-Cennetü' şeklinde kullanmaktadır ki, bazen
 dünyadaki bahçeler, bazen de Ahiret yurdundaki ‘cennet' kasdedilir.
 Şu âyette
 ‘cennet' dünyadaki bahçe, bostan anlamındadır:
 "Yalnızca
 Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için
 mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağanak yağmur
 altında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin (cennetin) örneğine benzer ki ona
 sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yapmakta
 olduklarınızı görendir." (Bakara: 2/265)
 ‘Cennet' kelimesinin çoğulu ‘cinan' veya ‘cennât' olarak gelir. Kur'an, ‘cennât'kelimesini sık sık kullanmaktadır.
 [2]   [1]Durak Pusmaz, Şamil İslam
 Ansiklopedisi: 1/300.
 [2]Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 105-106.
 
 
 .
 
 .Cennette
 Yalnızca Kuran'da Bildirilen Şeyler mi Var?
 Kur'an'da
 cennet tasvir edilirken, yaşadığımız dünyadan örnekler ve benzetmeler
 verilmiştir. Çünkü insan bilmediği birşeyi ancak bildiği şeylerden yola çıkarak
 zihninde canlandırabilir. Bu ise, her ne kadar aslı gibi olmasa da insana bir
 ölçüde fikir verir. Cennet nimetleri hakkında Kur'an'da yapılan ince ve detaylı
 tarifler, oradaki nimet ve güzelliklerin, dünyadakilerin en iyi, en güzel ve en
 üstün olanlarından çok daha üstün olacağını bize göstermektedir.
 Kur'an'da
 cennet tarif edilirken, Allah'ın dünyada yaratmış olduğu en makbul, en kaliteli,
 en çok rağbet edilen, en nadir rastlanan şeylerden örnekler verir. Örneğin iri
 ve siyah göz nadir rastlanan ve özellikle kadınlara, son derece estetik ve
 çarpıcı bir görünüm veren bir göz şeklidir. İşte bu özellik nedeniyle cennette
 bulunan iri ceylan gözlü, siyah gözlü kadınlardan bahsedilir. Bu demek değildir
 ki yeşil, mavi ya da çekik gözlü kadınlar bulunmasın... Allah yalnızca cennetin
 üstünlüğünü ve kalitesini vurgulamak maksadıyla, dünya ölçülerinde en makbul
 olan şeylerin cennette çok daha üstünleriyle bulunduğunu bildirmektedir. Başka
 bir örnek verirsek, cennette her türlü meyveden bulunduğu Kur'an'da haber
 verilir. Fakat örnek olarak, muz veya incir gibi genelde daha fazla tercih
 edilen meyveler verilir. Bu orada diğerlerinin yokluğu anlamına gelmez.
 Sonsuz ve
 sınırsız olan cennet nimetlerini Kur'an'da tek tek sayılmasının Kuran'ın
 hikmetiyle bağdaşmayacağı açıktır. Herkesin, zevkine göre, "nefsinin arzu ettiği",
 "istek duyduğu herşeyin" cennette var olduğunun haber verilmesi, cennet
 nimetlerinin sınırsız ve insanın hayalgücünün çok daha üstünde olduğunu ifade
 etmek için yeterlidir. Herkes Kuran'ı kendi imanı, aklı, samimiyeti derecesinde
 anlar. Kur'an ayetlerini art niyetle okuyan bir inkarcı da, cennet ayetlerini
 kendi kısır düşünceleri doğrultusunda anlayacaktır. Akılsız bir kişinin yapacağı
 yorumlarının Kur'an'da yapılan cennet tariflerinden çok uzak olacağı açıktır.
 Oysa, bir mümin ayetlerde kastedilen köşklerin, konakların, dünyanın en nadide,
 en kıymetli bölgelerinden birindeki, yemyeşil ağaçların arasında, dünya
 şartlarında olabilecek en kusursuz manzaraya hakim ve olabilecek en üstün
 teknolojiye sahip bir malikaneye benzeyen, ancak bunun çok daha ötesi bir
 güzellikteki ve çarpıcılıktaki meskenler olduğunu kavrar.[1]
 
   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları
 
 
 .
 
 .Nimet ve
 Sefahat:
 Kitabın
 ilerleyen bölümlerinde Kuran'da tarif edilen cenneti inceleyecek, ayetlerde
 yapılan tasvirlerden yola çıkarak, bu muhteşem mekanı kavrayabildiğimiz
 kadarıyla gözümüzde canlandırmaya çalışacağız. Ancak bundan önce değinilmesi
 gereken bazı önemli noktalar var. Çünkü içinde yaşadığımız toplumdaki bazı
 yanlış inanışlar ve izlenimler pek çok insanın aklında ya da bilinçaltında bu
 konuya doğru bakmalarını önleyen engeller oluşturmuş durumda. Bu engeller
 nedeniyle, asıl anlamlarından saptırılmış bazı temel İslami kavramları Kur'an'a
 göre yeniden tarif etmek gerekiyor.
 Burada bu
 amaçla yapılması gereken ilk iş, nimet ve sefahat kavramlarını birbirinden ayırt
 etmektir.
 İlerleyen
 sayfalarda, Kur'an'da tarif edilen cennetin son derece "lüks" ve ihtişamlı bir
 mekan olduğunu göreceğiz. İçinde yaşanan hayatın, olabilecek en konforlu, en göz
 alıcı, en müreffeh hayat olduğuna şahit olacağız.
 Oysa bugün pek
 çok insanın gözünde, bu tür bir hayat pek de "İslami" bir hayat değildir. Aksine,
 bu tür bir yaşam tarzının, Allah'tan ve dinden uzaklaşmanın doğal bir sonucu
 olduğunu düşünürler. En açık ifadeyle, bu hayat "sosyetik" bir hayattır. Bu
 nedenle de lüks içinde yaşayan toplum kesimine "sosyete" adı verilir. Bu "sosyete"nin,
 toplumun dine en uzak kesimlerinden biri olduğu ise açıktır.
 İşte toplumda
 hakim olan bu yanlış anlayış nedeniyle, pek çok kişi, konforlu, lüks, gösterişli
 bir yaşamı ve bu yaşamın unsurlarını "gayr-ı İslami" bulur. Bu unsurlar, örneğin;
 kaliteli giyecekler, zengin ve gösterişli sofralar, eğlenceler, şölenler,
 ihtişamlı ve süslü evler, dekoratif mekanlar, değerli sanat eserleri vs., dinden
 kopmuş gafil insanlara ait şeyler olarak görülür. Bunlarla dolu bir hayat da,
 genellikle "sefahat" olarak tanımlanır ve bu sosyete ismi verilen kişiler
 yerilirken "sefahat içinde azgınca yaşayanlar"dan söz edilir. Sefahat, Arapça'da
 "sefih" kelimesinden türemiştir ve bu kelime, bir tercümeye göre, "servet ve
 refah içinde sorumsuzca yaşamaktan dolayı azma, şımarma, aklın zaafa uğraması"
 anlamına gelir.
 İşte aşılması
 gereken bir yanlış anlama, bu noktada ortaya çıkmaktadır. Halk arasında, hatalı
 olarak, "sefih" kavramıyla bir tutulan bazı şeyler, örneğin lüks ve gösterişli
 evler, kıyafetler, sofralar, eğlenceler, şölenler cennetin temel özellikleri
 arasındadır. Oysa Allah'ın kulları için seçip beğendiği cennet hayatı her türlü
 lüksü, konforu, gösterişi içinde barındırmakla birlikte, olabilecek en güzel, en
 asil, dine en uygun olan hayat tarzıdır.
 Yanlış anlamaya
 yol açan şey, sefahatin tanımının yanlış yapılmasıdır. Sefahat, yani Allah'a
 isyan ederek azıp şımarmak, insanın zihninde gerçekleşen bir şeydir. Kelimenin
 çağrıştırdığı maddi ortamla ise doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bir başka deyişle,
 birtakım insanları "sefih" kılan özellik, içinde yaşadıkları zengin ve
 gösterişli mekanlar değildir. Sorun, giysilerde, gösterişli evlerde, estetik
 mekanlarda, kısacası maddi zenginlikte değil, insanların zihnindedir.
 Bu durumundoğal sonucu ise şudur: Bir insan, eğer Kuran ahlakına ve güçlü bir imana
 sahipse, son derece büyük bir zenginlik ve ihtişam içinde bulunabilir, ama bu
 asla onu "sefih" kılmaz. Aksine, karşılaştığı herşeyi Kuran ahlakıyla ve Kuran
 kıstasları doğrultusunda değerlendirdiği için etrafındaki güzellikleri birer "nimet"
 olarak görecektir. Bir şeyin nimet olarak görülmesi demek, onun Allah tarafından
 verildiğinin farkında olunması demektir. Dolayısıyla bir Müslüman çevresindeki
 zenginliklerin, güzelliklerin, gösterişin ve ihtişamın Allah tarafından
 verildiğini bilrse, doğal olarak bunun karşılığında Rabbine şükredecektir. Tüm
 nimetlerin yaratılış amacı da zaten budur.
 Bu genel
 mantığı içinde yaşadığımız topluma uyarlarsak şunu söylememiz gerekir: Bugün
 Allah'ın hükümlerine yüz çevirerek sefih bir hayat sürenler, ellerinde
 bulundurdukları imkanları birer nimet olarak görmedikleri için sapmış
 durumdadırlar. Eğer onları bir nimet olarak görselerdi, bu onların Allah'a
 şükretmelerini sağlardı. Ve o zaman bu nimetlerin kullanımında da Allah'ın
 gösterdiği yolu izlerler, yani israftan kaçınır ve Allah'ın rızasına uygun
 biçimde harcama yaparlardı.
 Dolayısıyla,
 karşımıza iki ayrı zenginlik tanımı çıkmaktadır. Bir kısım zenginler müminlerdir
 ki, ellerindeki imkanları birer "nimet" olarak görürler. Bir kısım zenginler de
 fasıklardır ki, ellerindeki imkanları sahiplenir, Allah'ı unutur ve sefahate
 dalarlar. Allah'ın tüm mümin kulları için öngördüğü model ise, birincisindeki
 zenginliktir. Ancak zenginlik de fakirlik de müminler için dünya hayatında bir
 denemedir. Müminler bir imtihan vesilesi olarak dünyada fakirlik de
 çekebilirler. Ama "Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak,
 onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz" (Kasas: 28/5)
 ayetinde bildirildiği gibi, Allah yarattığı tüm nimetleri iman eden kullarına
 vermeyi dilemektedir. Bu,  belki dünyada, ancak kesin olarak ahirette
 gerçekleşecektir.
 İşte tüm
 bunlardan ötürü, Müslümanların ihtişamlı, lüks ve gösterişli bir yaşamı
 suçlayarak, ondan çekinerek, hatta buğz ile bakmaları son derece yanlış olur.
 Çünkü söz konusu yaşamın tüm maddesel içeriği —güzel kıyafetler, lezzetli
 yiyecekler, ihtişamlı evler, sanat eserleri vs.— zaten Müslümanlar için
 yaratılmıştır. Allah Araf: 7/32. ayetinde bu gerçeği iman edenlere
 bildirmektedir:
 "De ki:
 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram
 kılmıştır?' De ki: 'Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü
 ise yalnızca onlarındır'..."
 Nitekim
 Kur'an'da iman edenlere örnek olarak Hz. Süleyman'ın zenginliği verilmektedir.
 Hz. Süleyman'a Allah tarafından çok büyük bir mülk verilmiştir. Kuran'da, Hz.
 Süleyman'ın sarayındaki ihtişam ve sanat eserleri çok ayrıntılı olarak tarif
 edilmektedir.[1]
 Ancak önemliolan, Hz. Süleyman'ın tüm bu mülk ve ihtişam içinde Allah'a şükretmesi ve tüm
 bunların Rabbinden gelen bir lütuf olduğunu bilmesidir. Kuran'da, Hz.
 Süleyman'ın "Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih
 ettim..." (Sad: 38/32) şeklinde sözü aktarılırken, bu derin kavrayışa dikkat
 çekilmektedir.
 Hz. Süleyman'ın
 hayatının anlatıldığı kıssalar bize göstermektedir ki, "mal sevgisi" kavramı,
 yani zenginliğe ve zenginliğin her türlü çeşidine karşı istek duymak, Allah'ı
 zikretmeye vesile olduğu sürece, meşrudur. Kuşkusuz bu tür bir "mal sevgisi"ne
 sahip olan mümin, o malı Allah'ın gösterdiği yolda kullanmaktan ve harcamaktan
 da çekinmeyecektir. Çünkü mal bir nimettir ve sahibi de Allah'tır; dolayısıyla
 Allah Kur'an'da nasıl emretmişse, sahip olunan tüm mal ve zenginlikler de o
 şekilde kullanılacaktır.
 Ancak eğer mal,
 bir nimet olarak görülmez ise, o zaman sefahat başlar. Kur'an'da, fasıklara ait
 olan bu zenginlik anlayışına pek çok ayette örnek verir. En belirginlerinden
 biri, "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir..." (Kasas:
 28/78) diyen ve "Şımararak sevince kapılan..." (Kasas: 28/76) dönemin
 zenginlerinden Karun'dur. Karun'daki gibi bir mal sevgisi değil insanı Allah'a
 yaklaştırmaz, aksine O'nun yolundan saptırır. Kur'an'da, insanı Allah'a imandan
 ve elçilerin bildirdiği gerçeklerden uzaklaştıran mal sevgisinden  şu şekilde
 bahsedilmektedir:
 "Gerçekten
 insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. Muhakkak o,
 mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır."
 (Adiyat: 100/6-8)
 İşte bu nedenle
 de Müslümanların zenginliğe bakışları, Kur'an'da bildirilen bu ölçülere göre
 olmalıdır. Müslüman Allah rızası için ve Allah'ın dinine hizmet için zenginliği
 talep etmeli, Allah'ın var ettiği tüm nimetlere karşı istekli davranmalıdır.
 Çünkü dünya hayatındaki tüm nimetler Allah'ın rızası için çaba sarf eden, samimi
 ve ihlas sahibi kulları için yaratılmıştır. Yapması gereken şey, tüm bu
 nimetlere karşı sürekli şükür halinde olmak, Kuran'da "... O, ne güzel kuldu,
 çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi" (Sad: 38/30) ifadesiyle
 tarif edilen Hz. Süleyman'ı kendisine örnek almaktır.
 Bir insan Kuran
 ahlakını gerçek manasıyla yaşayıp, yukarıda tarif edilen bakış açısını elde
 ederse, cennete girmeye de "layık ve ehil" olmuş olur. Çünkü cennetin en önemli
 özelliklerinden biri, sonsuz bir ihtişama, göz kamaştırıcı bir zenginlik ve
 estetiğe sahip olmasıdır. Mümin, bu güzelliklerin içinde "... gerçekten ben,
 mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad: 38/32)
 diyen Hz. Süleyman gibi düşünecek ve hissedecek olan insandır.
 Mümin, asıl
 yaşamı olan cennette bu tür bir bakış açısı içinde olacağına göre, ahirete bir
 hazırlıktan başka bir şey olmayan dünyada da bu bakış açısını kavramaya
 çalışmakla yükümlüdür. Zenginliği, estetiği, ihtişamı, bir "sefahat" olarak
 görenlerin aksine, her bir nimetin Rabbinden gelen bir lütuf olduğunu bilmeli,
 değerini bilmeli, bunlardan zevk alıp şükretmeyi öğrenmelidir.
 İlerleyen
 sayfalarda inceleyeceğimiz cennet nimetleri, işte bu bakış açısı korunarak
 yorumlanmalıdır.
 [2]
   [1]Sebe: 34/12-13. Neml: 27/44.
 [2] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennet
 İnancı:  â€˜Cennet'
 kavramı, bol ağaçlı, yeşili çok, güzel binaları olan, insanı hayran bırakan,
 bakıldığı zaman huzur veren manzaralara sahip bahçeleri çağrıştırmakla birlikte,
 en güzel hayatın yaşanacağı, güzellikler ve huzurun, her türlü iyi halin
 görüleceği mutluluk ülkesini akla getirir.
 Bu anlamda
 cennet inancı bütün dinlerde vardır. İster hakk olsun, ister batıl olsun bütün
 inanç sistemleri bağlılarına böyle bir cenneti sunarlar. Bu bir anlamda iyi
 davranışların karşılığının verileceği inancı ve yeryüzünde bir türlü ele
 geçmeyen ideal hayatı arama gayretidir.
 Şüphesiz ki
 dünyada hiç kimse veya hiç bir kurum insanın yaptığı iyiliklere veya ibadet
 maksadıyla yaptığı hareketlere tam bir karşılık veremez. Bir dine inanan
 kimseler ibadetleri ya da iyilikleri, günün birinde karşılığını almak ümidiyle,
 en güzel mükâfat olan ‘cennet' arzusuyla yaparlar. İnandığı ve önünde ibadet
 ettiği ilâhının, ya da ilâhların bunu kendisine vereceğine inanır.
 Kimi insanlar
 da bu ‘cennet'in kendilerine dünya hayatında verileceğini düşünerek, onu henüz
 hayatta iken aramaya, ya da kurmaya çalışırlar.
 Bütün dinlerde
 ‘cennet' ümidi inancının olması, ‘cennet' olayının ilâhí kaynaklı olduğunu
 gösterir. İnanmak, ibadet etmek, bir ilâhın önünde boyun eğmek insanın
 fıtratında (yaratılışında) olan bir ihtiyaçtır. Bu özellik tıpkı diğer insaní
 fonksiyonlar gibi bir özellik arzeder. İnsan, her şart ve durumda bir şeye
 inanır, inandığı şeyleri hayat olarak yaşamaya çalışır.
 ‘Cennet' arzusu
 da böyle bir fıtrí özelliktir. İnsan, arzu ettiği halde elde edemediği en mutlu
 hayatı bir cennette yaşayacağını ümit eder. O hayatı elde etmek için çaba harcar.
 Bu cennet
 ideaalinin hayali bir şey olduğunu söylemiyorum. Öyle ya bir takım kimseler, ya
 şartlar uygun olmadığı için, ya baskı ve zulüm altında oldukları için, ya da
 güçleri yetmediği için dünya cennetini bulamazlar, bu yüzden de hayali bir
 cenneti özlerler. Bir ütopya halinde günün birinde böyle bir hayata
 kavuşacaklarını beklerler, diye düşünülebilir.
 Cennet inancı
 böyle bir inanç değildir. Yani bir hayal ya da ütopya denilemez. Bütün dinlerde
 de bu inancın ve beklentinin olması, ilk insandan beri gelen hakk dinlerin ve
 yüce elçilerin insanlara bu gerçeği haber vermeleridir. Bütün nebiler insanlara
 Allah'ın güzel kulları için hazırladığı mükâfat yurdu Cennet'i müjdelemişlerdir.
 Tarihí akış içerisinde hakk dinlerin bir çok inanç ve ibadet esasları bozulsa
 bile, bazı inançlar gibi cennet inancı da bütün dinlerde varlığını sürdürmüştür.
 İşte bu inanç
 ve kanaat ‘cennet' olgusunun insan hakkında yaratılıştan kaynaklandığını
 gösterir.[1]
   [1]Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 106-107.
 
 
 .
 .Gerçek
 Yaşam Bu Dünyadaki Değildir:
 Pek çok insan,
 dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel bir yaşamın kurulabileceğini sanır. Gerekli
 maddi imkanlar elde edildiğinde, bu dünyadaki yaşamın insanı tam olarak tatmin
 edebileceğini ve mutlu kılabileceğini düşünür. En yaygın kanaate göre insan,
 maddi bir zenginlik, bu düşünce doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir evlilik,
 diğer insanlar gözünde saygınlık ve toplum içinde güçlü bir kariyer elde
 ettiğinde, kusursuz bir hayat kurmuş olur.
 Oysa Kur'an'da
 bu tür bir bakış açısı şiddetle yerilmektedir. Aksine, Kur'an'da, dünya üzerinde
 sürdürdüğümüz yaşamın, asla eksiksiz, mükemmel ve sorunsuz olamayacağı
 bildirilmektedir. Çünkü, özellikle böyle tasarlanmıştır.
 "Dünya"
 kelimesinin kökeni bu konuda çok önemli bir anlam içerir. Kelime, Arapça'daki "deniy"
 sıfatından türemiştir. "Deniy" ise, alçak, düşük, basit, değersiz gibi anlamlara
 gelmektedir. Bu durumda "dünya" kelimesi de, bu sıfatlara haiz bir mekan
 anlamını taşır.
 Nitekim
 Kur'an'da, dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği sık sık vurgulanır. Dünya
 hayatını güzel kıldığı düşünülen zenginlik, aile, statü, başarı gibi faktörler,
 Kur'an'a göre geçici ve aldatıcı birer metadan başka bir şey değildirler. Allah
 bazı ayetlerde dünya hayatı hakkında şunları bildirmektedir:
 "Bilin ki,
 dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs,
 kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur.
 Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna
 gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
 çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve
 bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir
 şey değildir." (Hadid: 57/20)
 Bir başka
 ayette ise insanın dünya hayatı dolayısıyla nasıl bir aldanışa kapıldığı şöyle
 açıklanır:
 "Hayır siz,
 dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha
 süreklidir." (A'la: 87/16-17)
 Sorun üstteki
 ayette de bildirilldiği gibi, dünya hayatının ahirete üstün tutulmasıyla başlar.
 Çünkü bu kişiler, dünya hayatını ahirete üstün tutmakla, Allah'a iman etmeye ve
 Kuran ayetlerine yüz çevirmiş olmaktadırlar. Kuran'da bu gibi kişiler "Bizimle
 karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin bulanlar
 ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar" (Yunus: 10/7) şeklinde
 tanımlanmakta ve hepsinin sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacakları
 bildirilmektedir. Elbette, dünya hayatının eksikliği, bu dünyada güzel şeylerin
 var olmadığı anlamına gelmez. Aksine, Allah dünyayı cenneti hatırlatacak pek çok
 güzel nimetle doldurmuştur. Fakat bu güzelliklerin yanına cehenneme ait olan
 eksiklik, çirkinlik ve kusurlar da katılmıştır. Dünyada, imtihan ortamının
 hikmeti gereği cennet ve cehenneme ait özellikler karışık ve birarada bulunurlar.
 Bu şekilde müminler hem cennet hem de cehennem hakkında fikir edinir, hem de
 kendilerini dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine, gerçek, kusursuz,
 eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete yönelirler. Allah'ın kulları için seçip
 beğendiği yaşam da işte bu ahiret hayatıdır. Ahiret, Kuran'da insanların gerçek
 ve ebedi yurdu olarak tarif edilir.
 Ancak başta da
 belirttiğimiz gibi pek çok insan dünyada mükemmel bir hayat kurulabileceğini
 sanır. Dünya hayatına özgü büyük kusur ve eksiklikleri ise, son derece doğal
 özellikler olarak görür. Örneğin hasta olmak çoğu insana çok doğal gelir. Aynı
 şekilde yorgunluk, acı, sıkıntı gibi kavramlar da son derece olağan şeyler
 olarak karşılanır. Oysa dünya hayatına ait tüm eksiklikler Allah tarafından çok
 büyük hikmetlerle yaratılmıştır. İnsana düşen bu hikmetler üzerinde derin derin
 düşünmek ve bunlardan kendine öğütler çıkarmaktır. İnsan hiçbir zaman hasta
 olmayabilir, hiçbir zaman yorulmaz, uyumak, dinlenmek zorunda kalmayabilirdi.
 Hiçbir şekilde yorgunluk duymayacak bir güç ve enerjiye sahip olabilirdi. Allah
 dileseydi insanı tüm bu eksikliklerden ve kusurlardan arındırarak yaratabilirdi.
 Ancak Allah insanı bu şekilde yaratmakla, ona kendi acizliğini ve zayıflığını
 göstermektedir.
 İnsan acizliği
 ve zaafiyetiyle, dünya hayatının her anında defalarca yüzleşmek zorunda kalır.
 Öncelikle çok değer verdiği bedeni ona bu durumu sürekli olarak hatırlatır. Her
 sabah uyandığında şişmiş ve şekli bozulmuş bir yüzle güne başlar. Ağzında hoş
 olmayan bir tat ve koku, cildinde, saçlarında ve bedeninde rahatsızlık verecek
 bir kirlilik vardır. Eğer ayrıntılı bir temizlik yapmazsa, insan içine
 çıkamayacak durumdadır. Üstelik bu temizliği gün içinde sık sık tekrarlaması
 gerekmektedir. Çünkü üzerinden birkaç saat geçmesi sabah yapılan temizliği yok
 etmiştir. Birkaç gün ayrıntılı temizlik yapmaması ise insanı çok aciz ve
 çevresindekileri dahi rahatsız edecek bir duruma sokmaktadır.
 İnsan bedeni,
 taş ya da metal gibi sağlam ve dayanıklı bir maddeden değil, son derece çürük
 bir malzeme olan etten yapılmıştır. Bu etten oluşan beden, incecik bir deri ile
 kaplıdır; her an en ufak bir kazada bu deri yırtılabilir. Et de yapısı gereği
 son derece dayanıksızdır; basit darbelerden etkilenir, bunlar yüzünden şekli
 bozulur, morarır ve yaralanır. Ve yaşlılıkla birlikte de eski canlılığını
 yitirmeye, buruşmaya ve pürüzsüz halini kaybetmeye parçalar. Ölümle birlikte ise
 çürümeye başlar. Toprağa konduktan bir kaç hafta sonra, parçalanır, kurtlanır,
 bakteriler tarafından yenir ve yok olup toprağa karışır.
 Başta
 belirttiğimiz gibi, tüm bunlar insana aczini göstermek ve dünyanın eksikliğini
 hatırlatmak için özel olarak yaratılmış kusurlardır. Oysa insan et yerine çok
 daha sağlam ve temiz bir malzemeden yaratılmış olabilirdi. Acıdan, hastalıktan
 ve pislikten tamamen uzak olabilirdi. Tüm bunlar aslında, insanın Allah'a karşı
 ne kadar muhtaç olduğunu ve acizliğini hissettirmek ve dünyanın ne denli "eksik
 ve kusurlu" bir yer olduğunu göstermek için var edilen, birer yaratılış
 mucizesidir.
 Kişi bu
 eksikliklere bakarak, hem kendi acizliğini hem de diğer insanların dünya
 hayatındaki güç ve değerlerinin ne kadar geçici olduğunu anlayabilir. Gözünde
 büyüttüğü, ilgisini çekmeye, takdirini toplamaya çalıştığı insanlar da kendisi
 kadar aciz, eksik ve kusurları olan, bakıma muhtaç insanlardır.
 Ancak çoğu
 insan bunları kavrayamaz, var olan büyük eksiklik ve kusurları göremez. İşte bu
 nedenle de dünya hayatı ile tatmin bulur. Aslında bu son derece büyük bir
 akılsızlık ve cehaletin sonucudur. Nitekim Kur'an'da bu insanların ahlakı "Şu
 halde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını
 istemeyenden yüz çevir. İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır)
 budur..." (Necm: 53/29-30) şekilde ifade edilmektedir. Ahiretten yana gaflet
 içinde olup, dünya hayatına tutkuyla bağlanmak ayette de bildirildiği gibi
 "ilim" sahibi olmamanın bir sonucudur.
 Peki o halde bu
 konuda sahip olmamız gereken "ilim" nedir? "Dünya hayatıyla tatmin olmamak" için
 üzerine özellikle eğilmemiz gereken ilim, Allah'ın bizlere vaat ettiği cennetin
 bilgisidir. İnsanın cennetin tarifinin yapıldığı Kuran ayetleri hakkında
 ayrıntılı bilgi sahibi olması, bu ayetler üzerinde derin derin düşünmesi bu
 konuda atılacak en önemli adımdır. Allah Kuran'da İman edenlere "gerçek yurdu"
 şu şekilde tarif etmektedir:
 "Bu dünya
 hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır.
 Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur, bir bilselerdi."
 (Ankebut: 29/64)
 İşte
 bu nedenle, ahiret yurdunu, yani cenneti bilmek için ciddi bir çaba
 gerekmektedir.
 [1]
   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Umursamazlık:
  Bir kısım
 insanlarda cennet hakkında, "olsa da olur olmasa da olur" şeklinde bir
 umursamazlık, bir ilgisizlik mevcuttur. Oysa ahirette insan için iki ihtimal
 vardır, cennet ya da cehennem. İkisinin arası bir yere gitme gibi bir seçenek
 yoktur. Cenneti gereği gibi takdir edemeyen, onun özlemini çekmeyen, ona
 kavuşmak istemeyen bir kişinin oraya layık olmadığı ortadadır. Cennete layık
 olmayan bir kişininde elbette oraya sokulması söz konusu değildir. Ve cennete
 kabul edilmeyen bir kişinin gideceği tek bir yer vardır: Cehennem. Bu yüzden,
 Allah'ın müminlere çok büyük bir lütuf ve armağanı olan cenneti umursamamak,
 küçümsemek, ona girmeyi arzulamamak, ona girmek için çaba göstermemek, bu
 tutumundan vazgeçmediği sürece kişinin ateş halkından olduğunun en açık
 alametidir. Çok zayıf bir imana sahip olan bir kişi dahi, sonsuz cehennem azabı
 hakkında fikir sahibidir ve ondan korunmak için varını yoğunu ortaya koymaktan
 çekinmez. Bunu yapmayanın ise imanından söz edilemez.[1]
   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 .Cennet
 Ehlinin Dünyadaki Durumları:
 Müminlerin Dünyadaki Güzel Yaşamları:
 Mümin Kur'an'da
 sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak
 çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde,
 sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken ona erişmeye
 başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da
 Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir. Kur'an'da, salih amellerde
 bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:
 "Erkek olsun,
 kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz
 onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en
 güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl: 16/97)
 Ayetin bumüjdesinin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde
 gerçekleştiğini pek çok Kur'an ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Kur'an'da
 cennetin en yüksek dereceleri, en üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimizin
 dünya hayatında Allah tarafından zengin kılındığı, "bir yoksul iken seni
 bulup zengin etmedi mi?" (Duha: 93/8) ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz.
 Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada
 büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de birçok ayette bahsedilir.
 Hem bir mükafat
 ve şevk kaynağı, hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak
 salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir
 kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden
 olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatacak, onların
 cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin benzerlerini bu
 dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu
 dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de
 kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.
 Bir mümin, onu
 Yaratan yüce varlığın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına
 uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından ve en önemlisi
 ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü,
 dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır.
 Herşeyden önce Rabbinin yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah "...
 elçisi ile müminlerin üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe: 9/26)
 indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için
 yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları
 amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını
 bilmelerinden doğan bir huzurdur. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla
 ve meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri" olduğunu
 ve bunların kendilerini "... Allah'ın emriyle gözetip-korumakta..." (Rad:
 13/11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların,
 cennetle müjdelenmiş olanların hep kendileri olduklarını bilmelerinden
 kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere,
 "... iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal: 8/12) vahyi doğrultusunda,
 asla korkuya ve heyecana kapılmazlar.
 Müminler,
 "...bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan..."
 (Fussilet: 41/30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın
 ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin'." (Fussilet: 41/30)
 derler. Müminler Allah'ın "... kimseye güç yetireceğinden fazlasını
 yüklemeyeceğini" (Araf: 7/42) bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin
 Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere
 "... Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet
 etmez..." (Tevbe: 9/51) ayetince tevekkül ederler. Allah rızasına
 uyduklarından, "... Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." (Al-i
 İmran: 3/173-174) dediklerinden dolayı da onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır.
 Ancak dünya birdeneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir.
 Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli
 sıkıntılarla karşılaşabilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği şekilde
 fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir. Ayette bu imtihan şöyle
 bildirilmiştir:
 "Yoksa
 sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
 sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
 öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın
 yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.
 " (Bakara: 2/214)
 Kuşkusuz ki bu
 zor durum, peygamberin ve yanındaki müminlerin Rablerine olan güçlü imanlarını,
 Kur'an ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Zaten
 Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta,
 "Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere
 ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne
 kapılmayacaklardır" (Zümer: 39/61)
 Mümin
 zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır
 ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı,
 olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar
 karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbirşey kaybetmez. Bu
 sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz
 yönde etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını Allah katında
 alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı daha da artar.
 Bu durum inkar
 edenler için tam tersi yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, dünya
 hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku,
 üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların
 cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar.
 Allah, saptırdığı bu insanların "... göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi
 dar ve sıkıntılı" kılar ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik çökertir..."
 (En'am: 6/125)
 Allah,
 Kendisi'nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı
 bağışlanma dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatlarında da en
 güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir.
 Hud: 11/3. ayetinde şu şekilde bildirilir:
 "Ve
 Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş
 bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine
 kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir
 günün azabından korkarım." (Hud: 11/3)
 Burada
 bildirildiği gibi, Allah'tan bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih müminlerin
 vasıflarındandır. Bu davranışlar müminin Rabbi karşısında ne kadar aciz ve zayıf
 olduğunun farkında olduğunun da bir ifadesidir. Hataları ve eksiklikleri
 olduğunu ve dünya hayatı boyunca da sürekli hata yapabileceğini bilmekte, bundan
 dolayı Allah'ın rahmetini dilemektedir. Rableri de ayette bildirildiği gibi
 onların bu güzel ahlakının karşılığını dünya hayatında vermekte, bu kişileri
 ölümlerine kadar güzel bir hayatla yaşatmaktadır. Bir başka ayette de müminlerin
 dünya hayatı şöyle tarif edilir:
 "Allah'tan
 sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel
 davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır.
 Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir." (Nahl: 16/30)
 Dünya hayatının
 tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen
 yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun sadece sonsuz ahiret
 hayatı olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya
 hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.
 Müminler
 dualarında, ahiretle birlikte dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de
 Rablerinden isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi'nde şu şekilde
 bildirilir:
 "(Hacc)
 ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız
 gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi
 vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.
 Onlardan
 öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik
 (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık
 nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir."
 (Bakara: 2/200-202)
 Kur'an'da
 Allah'a gönülden iman eden, ihlas sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kıldığı
 bildirilmektedir. Aynı vaadin kıyamete kadar gelecek ve Rabbine hiçbir şeyi
 ortak koşmayan ihlaslı müminler için de geçerli olduğu, Nur: 24/55. ayetinden
 anlamaktayız. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır ve gerçekleşecektir:
 "Allah,
 içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç
 şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da
 yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği
 dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
 sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir
 şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır."
 (Nur: 24/55)
 [1]     [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennet
 Ehlinin Dünyadaki Durumları:
 Müminlerin Dünyadaki Güzel Yaşamları:
 Mümin Kur'an'da
 sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak
 çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde,
 sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken ona erişmeye
 başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da
 Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir. Kur'an'da, salih amellerde
 bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:
 "Erkek olsun,
 kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz
 onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en
 güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl: 16/97)
 Ayetin bumüjdesinin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde
 gerçekleştiğini pek çok Kur'an ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Kur'an'da
 cennetin en yüksek dereceleri, en üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimizin
 dünya hayatında Allah tarafından zengin kılındığı, "bir yoksul iken seni
 bulup zengin etmedi mi?" (Duha: 93/8) ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz.
 Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada
 büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de birçok ayette bahsedilir.
 Hem bir mükafat
 ve şevk kaynağı, hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak
 salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir
 kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden
 olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatacak, onların
 cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin benzerlerini bu
 dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu
 dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de
 kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.
 Bir mümin, onu
 Yaratan yüce varlığın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına
 uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından ve en önemlisi
 ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü,
 dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır.
 Herşeyden önce Rabbinin yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah "...
 elçisi ile müminlerin üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe: 9/26)
 indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için
 yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları
 amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını
 bilmelerinden doğan bir huzurdur. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla
 ve meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri" olduğunu
 ve bunların kendilerini "... Allah'ın emriyle gözetip-korumakta..." (Rad:
 13/11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların,
 cennetle müjdelenmiş olanların hep kendileri olduklarını bilmelerinden
 kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere,
 "... iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal: 8/12) vahyi doğrultusunda,
 asla korkuya ve heyecana kapılmazlar.
 Müminler,
 "...bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan..."
 (Fussilet: 41/30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın
 ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin'." (Fussilet: 41/30)
 derler. Müminler Allah'ın "... kimseye güç yetireceğinden fazlasını
 yüklemeyeceğini" (Araf: 7/42) bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin
 Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere
 "... Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet
 etmez..." (Tevbe: 9/51) ayetince tevekkül ederler. Allah rızasına
 uyduklarından, "... Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." (Al-i
 İmran: 3/173-174) dediklerinden dolayı da onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır.
 Ancak dünya birdeneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir.
 Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli
 sıkıntılarla karşılaşabilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği şekilde
 fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir. Ayette bu imtihan şöyle
 bildirilmiştir:
 "Yoksa
 sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
 sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
 öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın
 yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.
 " (Bakara: 2/214)
 Kuşkusuz ki bu
 zor durum, peygamberin ve yanındaki müminlerin Rablerine olan güçlü imanlarını,
 Kur'an ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Zaten
 Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta,
 "Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere
 ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne
 kapılmayacaklardır" (Zümer: 39/61)
 Mümin
 zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır
 ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı,
 olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar
 karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbirşey kaybetmez. Bu
 sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz
 yönde etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını Allah katında
 alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı daha da artar.
 Bu durum inkar
 edenler için tam tersi yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, dünya
 hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku,
 üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların
 cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar.
 Allah, saptırdığı bu insanların "... göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi
 dar ve sıkıntılı" kılar ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik çökertir..."
 (En'am: 6/125)
 Allah,
 Kendisi'nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı
 bağışlanma dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatlarında da en
 güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir.
 Hud: 11/3. ayetinde şu şekilde bildirilir:
 "Ve
 Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş
 bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine
 kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir
 günün azabından korkarım." (Hud: 11/3)
 Burada
 bildirildiği gibi, Allah'tan bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih müminlerin
 vasıflarındandır. Bu davranışlar müminin Rabbi karşısında ne kadar aciz ve zayıf
 olduğunun farkında olduğunun da bir ifadesidir. Hataları ve eksiklikleri
 olduğunu ve dünya hayatı boyunca da sürekli hata yapabileceğini bilmekte, bundan
 dolayı Allah'ın rahmetini dilemektedir. Rableri de ayette bildirildiği gibi
 onların bu güzel ahlakının karşılığını dünya hayatında vermekte, bu kişileri
 ölümlerine kadar güzel bir hayatla yaşatmaktadır. Bir başka ayette de müminlerin
 dünya hayatı şöyle tarif edilir:
 "Allah'tan
 sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel
 davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır.
 Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir." (Nahl: 16/30)
 Dünya hayatının
 tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen
 yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun sadece sonsuz ahiret
 hayatı olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya
 hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.
 Müminler
 dualarında, ahiretle birlikte dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de
 Rablerinden isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi'nde şu şekilde
 bildirilir:
 "(Hacc)
 ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız
 gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi
 vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.
 Onlardan
 öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik
 (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık
 nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir."
 (Bakara: 2/200-202)
 Kur'an'da
 Allah'a gönülden iman eden, ihlas sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kıldığı
 bildirilmektedir. Aynı vaadin kıyamete kadar gelecek ve Rabbine hiçbir şeyi
 ortak koşmayan ihlaslı müminler için de geçerli olduğu, Nur: 24/55. ayetinden
 anlamaktayız. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır ve gerçekleşecektir:
 "Allah,
 içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç
 şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da
 yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği
 dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
 sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir
 şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır."
 (Nur: 24/55)
 [1]   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .
 İslâmda Cennet İnancı İslâmdaCennet İnancı:
 
 İslâm'a göre ‘cennet',
 peygamberlerin davetine uyarak Allah'tan gelen hak dine inanan, salih amel
 işleyen, Allah'tan hakkıyla korkup sakınan kullar için hazırlanmış olan mutluluk
 ve mükafat yurdunun adıdır.
 Kıyamet'ten
 sonra Mahşer günü Hesap ve Mizan gerçekleşecektir. Dünyada iken iman edip,
 Allah'ın koyduğu ilkelere uygun yaşayanlar, Allah'a hakkıyla şükredenler ve her
 konuda O'na itaat edenler, bu yaptıklarının karşılığını görmek üzere Cennet'e
 gideceklerdir.
 Allah (cc)
 Kur'an-ı Kerim'de sık sık bu Cennet'in mü'minler için hazırlandığını ve orayı
 hak edenlerin orada sonsuza kadar (ebediyyen) kalacaklarını hatırlatıyor.[1]
 Kur'an-ı Kerimve hadis-i şerifler Cennet'i çeşitli özellikleriyle insanlara tanıtıyorlar.
 Cennet hakkında verilen bilgiler, insanların dünyada tanıdıkları eşyalara
 benzemektedir. Çünkü onların tanıdığı nesneler dünyada gözlerinin önünde,
 bildikleri ya da taddıkları şeylerdir. Hoşlarına giden ve güzel gördükleri bu
 gibi nesnelere ve nimetlere kavuşmak isterler. Ağızlara tad veren lezzetleri,
 insana huzur ve saadet veren güzellikleri elde etmeyi arzularlar.
 Kur'an ve
 hadisler Cennet'i insanların tanıdığı özelliklerle veya bildikleri kelimelerle
 tanıtıyorlar ama Cennet'in hiç bir şeyi tıpkı dünyadakiler gibi değildir.
 Kur'an şöylediyor:
 "Artık hiç
 bir nefis, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, kendileri için gözler
 aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez."
 (Secde: 32/17)
 Bir kutsí
 hadis'te şöyle buyuruluyor:
 Ebu Hureyre
 (ra) anlattı:
 Peygamberimiz (sav)
 buyurdu ki; "Allah (cc) şöyle dedi: ‘Ben, salih kullarım için Cennet'te hiç
 bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın hatırına
 gelmeyen nimetler hazırladım.' Sonra da Secde: 32/17. ayeti  hatırlattı."[2]
 Cennet, dünyadaiken İslâma iman edip, salih amel işleyenler için hazırlanmış bir ni'met
 yurdudur. İnsan, Allah'a ibadet etmek için yaratılmıştır. Onun dünyaya geliş
 amacı budur. Yaratılışın yasası bunu gerektirir. Yaratılış amacı bu olduğu gibi,
 insanın yaşaması için verilen her şey onun şükretmesini gerektirir. Yeryüzündeki
 her şey Allah'a aittir ve O'nun tarafından bir çoğu insanın hizmetine
 verilmiştir. İnsan bu bakımdan, kendine bunca nimetleri veren Rabbine şükür
 borcu içerisindedir.
 İnsan, Rabbine
 teslim olur, O'nun emirlerine itaat eder, O'nun yasaklarına uyar, ibadeti
 yalnızca O'na yaparsa hem kulluğunun gereğini yapar, hem de şükür borcunu yerine
 getirir. İnsan zaten bunu yapmak zorundadır.
 Cennet ise,
 bütün bu kulluk görevlerini yapan müttaki (Allah'tan hakkıyla korkup çekinen)
 kimselere Allah'ın bir ödülüdür, yaptıklarının karşılığıdır.
 İnsan öncelikli
 olarak yaratılış gereği olarak Rabbine itaat emeli ve O'nun rızasını kazanmaya
 çalışmalı, verilen ni'metlere şükretmeye gayret göstermeli. Bütün bunları
 yaparken de hedefi bu ‘mükafat yurdunu ve oradaki nimetleri' kazanmak olmalıdır.
 Öyleyse bir
 müslümanın ‘Cennet'i kazanmak için gayret göstermesi, bu amaçla ibadet yapması,
 bu sonuca kavuşmak için Allah'a itaat etmesi yanlış bir şey değildir. Çünkü
 Allah (cc) itaat eden kullarına Cennet gibi bir mükâfatı söz veriyor.
 [3]   [1] Nisa:4/124; Hûd: 11/23; Ğafir: 40/40; Tevbe: 9/72; İbrahim: 14/23. vd.
 [2]Müslim, Cennet: 2, Hadis
 no: 2824, 1/4/2174;  Buharí, Bed'ü'l Halk: 8, 4/143, Tefsir: 32, 6/145;
 Tirmizí, Tefsir: 33, Hadis no: 3197. 5/346.
   [3]Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 107-108
 
 
 .
 
 .Cennetin
 İsimleri ve Tabakaları
 İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette,
 Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i,
 Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu
 tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında
 girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır.[1]
 İslâmliteratüründe cenneti ifade etmek üzere kullanılan isimleri ve cennet
 tabakalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
 1- Cennet:
 Ebedî saadet yurdunu ifade etmek üzere Kur'an'da, çeşitli hadislerde ve diğer
 İslamî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân
 ve imkânları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. Kur'an'da 147
 yerde geçmektedir. İslam literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, özendirici
 anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Diğer
 isimler tekil olarak kullanıldığı halde, cennetin çok sayıdaki ayette çoğul
 şekliyle de (cennât) yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil;
 tamamının adı olduğunu gösterir.
 2-
 Cennetü'n-Naîm: 13 ayette geçmektedir. Arapça'da "refah,
 huzur, mutlu hayat" anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir
 muhtevaya sahip olan naîm, insana mutluluk veren maddî ve manevî bütün
 güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre cennâtü'n-naîm; mutluluklarla dolu
 cennetler manasına gelir.
 "Beni
 cennetü'n-naîmin vârislerinden kıl" (Şuarâ: 26/85)
 [2]3- Adn
 cenneti: En belirgin anlamı ile ikamet etme, ikamet
 edilen yer demek olan adn, 11 ayette kullanılmıştır. Adn'in, cennetin belli bir
 bölümünün adı olduğu  veya çoğul şeklinde kullanılışına bakarak onun tamamını
 ifade eden bir isim olduğu anlaşılır.
 "Şüphesiz ki,
 iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlukatın en
 hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı, zemininden ırmaklar akan,
 içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş,
 onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan O'na saygı gösterenler
 içindir." (Beyyine: 98/7-8)
 [3]4- Firdevs:
 Özellikle, içinde üzüm bulunan bağ bahçe anlamına gelir. İki ayette geçer.
 Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir isim olabileceği gibi, onun ortası, en
 yüksek ve en değerli bölgesinin özel adı da olabilir. "Şüphesiz, iman edip
 güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs cennetleri vardır." (Kehf :
 18/107)
 [4]5-
 Hüsnâ: İyilik yapanlara Allah tarafından daha büyük
 bir iyilikle karşılık verileceğini, ayrıca buna bir de ilave (ziyade)
 yapılacağını ifade eden Yunus 26. ayetindeki hüsnâ (daha güzel, daha iyi, en
 güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin büyük çoğunluğu
 tarafından kabul edilmiştir. Ayetteki "ziyade"den maksat da, cennette Allah'ı
 görme şerefine nail olmaktır.
 "Güzel
 davrananlara hüsnâ (daha güzel karşılık), bir de ziyade/fazlası vardır. Onların
 yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar
 cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır."
 (Yûnus: 10/26)
 6-
 Dârüs's-Selâm: Maddî ve manevî âfetlerden, hoşa
 gitmeyen şeylerden korunmuş olma manasındaki selâm ile dâr/yurt kelimesinden
 oluşan bu terkip, iki ayette cennetin adı veya tabakası olarak zikredilmiştir.
 Cennetin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir. Gerçek esenliğin ancak cennette
 bulunabileceği, sonsuz hayatın, ihtiyaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer
 vermeyen şeref ve üstünlüğün, eksiksiz bir sıhhatin sadece orada mevcut olduğu
 anlaşılır.
 "Halbuki
 Allah, Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola
 hidayet buyurur." (Yûnus: 10/25)
 [5]7-
 Dârü'l-Mukame:  Asıl durulacak yer, ebedî ikamet
 edilecek yurt manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah'a hamd ve şükür
 sırasında bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir olmalıdır.
 "O (Rab) kilütfuyla bizi Dârü'l-Mukameye / asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi.
 Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç
 gelecektir." (Fâtır: 35/35)
 8-
 Cennetü'l-Me'vâ:
 "İman edip
 güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ cennetleri vardır."
 (Secde: 32/19)
 [6]Bu isimlerin
 dışında, "ev, konak, şehir, ülke" anlamlarına gelen "dâr" kelimesi, Kur'an'da
 dâru'l-huld[7]
 (ebediyet / sonsuzluk yurdu), dâru'l-âhire[8]
 (âhiret yurdu), âkıbetü'd-dâr, ukbe'd-dâr (dünya yurdunun sonu) terkipleriyle
 cennet anlamında kullanılmıştır.[9]
 Her ne kadar İbn AbbâsCennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına
 göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve
 ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır.
 Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim
 Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna
 delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade
 olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber'den
 bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek,
 çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir.[10]
 Nitekim Müslim'in Ebû Sâidel-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları
 sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer
 ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber
 verilmektedir.[11]
 Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu
 dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin,
 zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar)
 olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin
 çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden
 dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir.
 Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri
 birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet
 (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki
 mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad[12]
 birinci görüşü tercih etmiştir.[13]
 Yine Buhârî'nin bir rivayetindeHz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece
 (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu
 haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i
 isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...).
 Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar." buyurmaktadır.[14]
 Aynî, "Firdevs, Cennetinortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali)
 olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık."
 (el-Bakara: 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir.[15]
 Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer
 taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin
 çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde
 değiştiğine işaret edelim.[16]
 Bütün bu ayet, hadis veâlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu
 tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal
 olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en
 yüksek olan Cennet tabakasıdır.[17]
 Şüphesiz ki Kur'an'ın anlattığıCennet yalnızca İslâma iman edip onu hayatlarına hakim kılanlar için
 hazırlanmıştır. Küfre düşenler ile İslâm'dan başka din seçenler
 bu mükâfatı hak edemezler. Cennet, bir ütopya ve benzeri bir şey değil, Allah'ın
 salih kulları için hazırladığı bir mutluluk yurdudur. Ölümden sonra böyle bir
 yere ve böyle bir hayata kavuşmak isteyen, gereğini yapar, Allah'ın istediği
 gibi yaşar. Allah (cc) müşriklere Cennet'i haram kıldığını söylüyor.[18]
 İnkârcılar da asla oraya giremezler.[19]
 Allah (cc)bütün insanları ‘selâm' yurdu olan Cennet'e çağırıyor.[20]
 Bu çağrıyakulak verenler, dünya hayatını güzel bir şekilde yaşarlar, her türlü kötülük ve
 isyandan uzak dururlar, Allah'ı razı etmeye çalışırlar. Böylece hem yaşadıkları
 dünyayı cennet gibi yaparlar, hem de ebedí mükâfat yurdu Cennet'i kazanırlar.
 [21]          [1]el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl, Beyrut (t.y.), 1/119. Durak Pusmaz, Şamil İslam
 Ansiklopedisi: 1/302.
 [2]Ayrıca bk. el-Mâide: 5/65; et-Tevbe: 9/21; Yunus: 10/9.
 İnfitar: 82/13; Mutafiffín: 83/22.
 [3]Ayrıca bk. et-Tevbe: 9/72; er-Ra'd: 13/23; en-Nahl: 16/31.
 [4]Ayrıca bk.
 Mü'minûn: 23/11.
 [5]Ayrıca bk. En'am: 6/127.
 [6]Ayrıca bk. Necm: 53/15.
 [7]Fussilet: 41/28. Fatır: 35/35
 [8]Bakara: 2/94; En'am: 6/32; Yusuf: 12/109. vd.
 [9] AhmetKalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 [10]Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul
 (t.y.), 5/4033.
 [11]Müslim, İmâre: 116.
 [12]544/1149.
 [13]en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), 13/28.
 [14]Buhârî, Cihad: 4.
 [15]el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, 6/539.
 [16]el-Aynî, aynı yer.
 [17]Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, 16/37-8; Durak Pusmaz, Şamil
 İslam Ansiklopedisi: 1/302.
 [18]Maide: 5/72.
 [19]A'raf: 7/40.
 [20]Yunus: 10/25.
 [21]Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 109-110.
 
 
 .
 Müjde Müjde:
 Bir önceki
 bölümde, Allah'a gönülden teslim olmuş ihlaslı müminlerin daha cennete girmeden
 önce, bu dünyada Allah'ın nimetlerine ve güzelliklerine kavuştuklarından
 bahsetmiştik. Bu güzelliklerin en önemlilerinden birisi müminlerin "müjdelenmeleridir".
 Kuran'ın birçok ayetinde Allah'ın cenneti vaat etmesinden ve müminleri bununla
 müjdelemesinden bahsedilmektedir. Bu müjdeleme bir ayette şöyle ifade edilmiştir:
 "Rableri
 onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli
 bir nimet bulunan cennetleri müjdeler." (Tevbe: 9/21)
 Bir başka
 ayette ise müminler için şöyle denmektedir:
 "Müjde dünya
 hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte
 büyük kurtuluş ve mutluluk budur." (Yunus: 10/64)
 Allah'ın
 kendilerini çeşitli vesilelerle cennetle müjdelediğini, yapmakta oldukları salih
 amellerin Allah katında geçerli olduğunu, bekledikleri güzelliğin ise pek yakın
 olduğunu gören müminlerin kalplerini büyük bir ferahlık kaplar.
 Kur'an'da
 müminlerin melekler vasıtasıyla da müjdelenecekleri bildirilmektedir. Allah'a
 samimi bir kalple iman edip, O'na hiçbirşeyi şirk koşmayan, Allah'ın Kur'an'da
 bildirdiği emir ve tavsiyelerine titizlikle uyan ve Kur'an ahlakını yaşamak için
 gayret eden salih kullar böyle bir müjdeyi umut edebilirler. Şüphesiz ki bu
 müjde, cenneti şiddetle arzulayan bir mümin için tarifsiz bir sevinçtir. Bu
 durum Kur'an'da şöyle anlatılır:
 "Şüphesiz "Bizim
 Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu);
 onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size
 vaadolunan cennetle sevinin."
 Biz, dünya
 hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı
 herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir." "Çok bağışlayan, çok
 esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak." (Fussilet:
 41/30-32)
 Allah resullere
 de müminleri müjdeleme görevi vermiştir. Allah Ahzap: 33/47. ayetinde elçisine
 müminlere Allah'tan büyük bir fazl olduğunu müjdelemesini, Yasin: 36/11. ayette
 de Kuran'a uyan ve gayb ile Rahman'a karşı içi titreyerek korkan kimseleri bir
 bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdelemesini  emretmektedir. Zümer: 39/17.
 ayette ise tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler için bir
 müjde olduğu duyurulmaktadır. Allah Yunus: 10/2. ayetinde ise elçisine "…İman
 edenlere Rableri katında gerçek bir makam olduğunu müjde ver" diye
 vahyettiğinden bahsedilmektedir. Cennetle müjdelenen müminlerin ayetlerde
 belirtilen ortak özelliklerine baktığımızda, bunların Allah'a karşı son derece
 samimi, acizliklerinin bilincinde, Kur'an'a ve elçiye itaat eden, Allah'tan
 korkan ihlaslı kimseler olduklarını görmekteyiz. Allah'ın rahmet ederek
 cennetine sokacağı ve oraya yakışacak kimselerin de zaten bu özelliklere sahip
 olmaları gayet doğaldır.
 [1]
   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .Allah'ın
 Vaadi:
 Allah, huzuruna
 mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat
 etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en
 kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden
 asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde
 günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini bilirler. Bir ayette
 şöyle geçer:
 "Adn
 cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan
 vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir."
 (Meryem: 19/61)
 Allah'ın
 kendilerine cenneti vaat etmiş olması, müminleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya
 sürükler. Onlar, Allah'tan daha çok sözüne sadık kimse olmadığını, O'nun salih
 kulları için cenneti istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını
 bilmektedirler. Allah'ın cenneti vaat etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir:
 "Şimdi
 kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya
 hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için)
 hazır bulundurulan kişi gibi midir?" (Kasas: 28/61)
 Bu ayetten de
 açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak için
 kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti vaat etmişse, bunlar Allah'ın
 izniyle sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Müminler de cennete girdiklerinde bu
 durumu ikrar edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:
 "Dediler ki:
 Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun
 ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların
 ecri ne güzeldir." (Zümer: 39/74)
 Dünya hayatında
 çeşitli kereler müjdelenmiş ve Allah tarafından cennet vaat edilmiş müminler,
 yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır. En sonunda o beklenen an
 gelir. Bir müminin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği
 ve layık olabilmek için vargücüyle çalıştığı yer, "kalınacak yerlerin en
 hayırlısı" ve "Allah katındaki asıl varılacak güzel yer"dir cennet. Müminler
 için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin
 cennete girişleriyle ilgili bir ayet bu eşsiz manzarayı şöyle tarif eder:
 "Onlar Adn
 cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih
 davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir
 kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya)
 Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad: 13/23-24)
 Onlar cennette
 "esenlik dileği ve selamla" (Furkan: 25/75) karşılanacak ve "Oraya
 esenlikle ve güvenlikle" (Hicr: 15/46) gireceklerdir. Yapılacak tek şey
 kalmıştır: Sadece müminler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış bu
 sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek.
 [1]
   [1]Harun Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu
 Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .Cennetin
 Tasviri
 Dinler tarihine
 dair araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde ölüm sonrası hesaplaşmanın,
 ceza veya mükâfatın varlığının kabul edildiğini göstermiştir. Genel olarak İslâm
 âlimlerinin cennet tasviri hakkında benimsedikleri görüş, onun mahiyetinin
 bilinemeyeceği şeklindedir. Çünkü mü'min kullar için ahiret hayatında
 hazırlanmış mutluluk vesilelerinin hiç kimse tarafından tahayyül edilemeyeceğini
 ifade eden ayetten[1]
 başka, kudsi hadis olarak rivayet edilen meşhur metin de bu hususu açıkça
 belirtmektedir:
 "Ben, sâlih
 kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer
 zihninin tasavvur edemeyeceği mutluluklar hazırladım."[2]
 Dünya hayatındabeş duyu ve akıl alanlarındaki idrakler, tabiat şartlarıyla kayıtlı olduğuna
 göre naslarda geçen tasvirleri aynı şartlar çerçevesinde veya hayal gücüyle değiştirerek
 algılamak gerekir. Nitekim bazı ayetlerde, cennet ve nimetleriyle ilgili dünya
 ve ahiret idrakleri arasında benzerliklerin bulunduğu ifade edilmiştir.[3]
 İbn Abbas'tan yaygın olarak rivayet edilen "Cennette isimlerden başka dünyayı
 andıran hiçbir şey yoktur."[4]
 ifadesi, ikisi arasındaki mahiyet farklılığını belirten bir söz olsa gerektir.
 
 Cennetin sekiz
 kapısının olduğu ilk dönemlerden beri kabul edilegelmiştir. Ancak, cehenneme ait
 yedi kapının  mevcudiyeti Kur'an-ı Kerim'de açıkça zikredildiği halde[5]
 cennetin sadece kapılarının (ebvâb) bulunduğu ifade edilmiş ve sayıları hakkında
 herhangi bir işarette bulunulmamıştır. Ancak, bazı hadis-i şeriflerde cennetin
 sekiz kapısı olduğu belirtilmektedir. Bu hadis rivayetlerinin kapıların genişliği
 için verdikleri çok uzun mesafelere bakılırsa, cennet kapıları, aynı zamanda
 onun bölümlerini de ifade etmiş olmalıdır. Nitekim bazı eserler, sekiz cennet
 kapısının adlarını kaydederken bazı küçük farklarla cennetin isimlerini
 zikretmişlerdir. Sahih hadislerin belirttiğine göre, bu mekânlara belli amel
 sahipleri girebilecektir. Mesela, namazlarını dosdoğru kılanlar namaz
 kapısından, cihada katılanlar cihad kapısından, Allah yolunda infak yapanlar
 sadaka kapısından, oruç tutanlar da "reyyân" (suya kandıran) kapısından
 gireceklerdir. Cennet kapılarının cehenneminkinden daha fazla ve cennetin
 tasavvur edilemeyecek kadar geniş olması, cennet ehlinin cehennemliklerden çok
 olacağını gösterir. Nitekim bir hadiste, cennete gireceklerin yerlerini aldıktan
 sonra orada yine boş yer kalacağı, bunun için Cenab-ı Hakk'ın yeniden bazı
 nesiller yaratıp cenneti dolduracağı ifade edilmiştir.[6]
 Cennet, sadecebağ ve bahçelerden ibaret olmayıp bunların yanında kendilerine has maddelerden
 oluşan nesneleri ve tesisleri de mevcuttur. İman ve salih amel sahibi kimselerin
 ebediyet âleminde ravzâtü'l-cennâtta (cennetlerin has bahçelerinde)
 yaşayacaklarını ifade eden ayette[7]
 yer alan ve sözlük anlamları bakımından her ikisi de bahçe anlamına gelen
 ravzât ile cennât kelimelerinden ikincisine "tesis" manasını vermek
 gerekir. Birçok ayette sâlih mü'minlere vaad edilen cennetin çoğul şekliyle
 kullanıldığına bakılırsa, birden fazla tesisin bulunduğu ve her mü'mine bir
 mesken hazırlandığı anlaşılır. Cennetin, göklerin ve yerin "arz"ı/genişliği
 kadar olduğunu ifade eden ayetlerin[8]
 tefsiri için şu farklı görüşler ileri sürülmüştür:
 1-
 Cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olduğunu ifade  eden  bir
 benzetmedir.  Buna  göre  arz;  en,  yani  genişlik  demektir.  Bir  alanın  dar
 cephesini genellikle onun genişliği oluşturduğuna göre cennetin uzunluğu bu
 teşbih çerçevesinde çok daha fazla olacaktır.
 2-
 Cennet, dünya hayatında insanoğlu tarafından kavranabilen kâinat kadar değerlidir.
 3-Madde âleminin insan idrakine sunuluşu gibi cennet de onun bilgi ve idrakine
 sunulmuştur. Bu yorumlar içinde en çok tercih edilen, birinci görüştür.
 Kur'an-ı
 Kerim'de cennet için "güzel meskenler"[9],
 "üst üste kurulmuş konaklar"[10]
 ve "ev"[11]
 kavramları kullanılmak suretiyle onun maddî manada eleman ve tesislerden oluştuğu
 belirtilmiştir. Cennet hayatıyla ilgili bazı tasvirler de bu gerçeği
 vurgulamaktadır. Naslardan anlaşıldığına göre cennet ehli için çadırlar da
 kurulacaktır.[12]
 Onlar, Cuma günleri güzel kokular saçan rüzgârların estiği bir çarşıyı
 dolaşacaklar, bu şekilde zarafetlerine zarafet katacaklardır.[13]
 Rahmansuresinde, "Rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkmaktan korkan kimseler için iki
 cennet (cennetân) vardır." (Rahman: 55/46) denildikten sonra, bu cennetlerin
 imkânlarından bahsedilmekte, ardından, o iki cennetten başka (veya onların
 altında) iki cennet daha bulunduğu[14]
 belirtilerek bunların da benzer imkânları tasvir edilmektedir. Müfessirler, bu
 iki (veya dört) cennet hakkında cin ve insan türlerine verilecek cennetler,
 iyiliklerin yapılması ve kötülüklerin terkedilmesine karşılık verilecek iki
 cennet, iman ve salih amel için verilecek cennet ile lutf-ı ilahi olarak
 fazladan ikram edilecek cennet gibi bazı yorumlar yapmışlardır. Hz.
 Peygamberimiz bir hadisinde, ahiretteki iki cennetten birinin kapkacak ve madenî
 eşyasının altından; diğerinin de gümüşten olacağını ifade etmiştir.[15]
 Sonuç olarak bir mü'mine birden fazla cennetin veriliş hikmeti tam açık bir
 şekilde anlaşılmadığı gibi, bunların kaç tane olacağı da bilinmemektedir.
 Dünya hayatındamü'minlerin Allah'a itaat ve bağlılıklarının aynı derecede olmadığı
 bilinmektedir; bunun  sonucu  olarak  ceza  ve  mükâfat  derecelerinin de aynı
 olmayacağı haber verilmektedir.[16]
 Bununla ilgili bir hadiste, Allah yolunda cihad edenlere hazırlanan cennetin
 "yüz derece" olduğu ve her derecenin gökle yer arasındaki mesafe kadar
 birbirinden uzak bulunduğu haber verilmiştir.[17]
 Sahip oldukları nimetler açısından farklı mekânlar olduğu anlaşılan bu
 derecelerin imanın hasletleri (şubeleri) kadar yetmiş küsür olacağı, bu
 hasletleri kendisinde toplayanların bütün dereceleri elde edeceği de
 söylenmiştir.
 Cennet
 tasviriyle ilgili hadislerin içinde Firdevs ile Adn'in özel durumları olduğu
 görülür. Rahman suresinde ayrı ayrı tasvir edilen iki çift cennete bir açıdan
 açıklık getiren bir hadise göre Firdevs cennetleri dört âdet olup, ikisinin
 bütün süsleri ve eşyaları altından, ikisinin de gümüştendir; mü'minlerin cemâl-i
 ilâhi'yi müşahede edecekleri yer ise Adn'dir. Cennetteki dört nehrin fışkıracağı
 yerin Firdevs olduğu zikredilir.[18]
 Kur'an-ıKerim'de yer alan cennet tasvirleri içinde, kelimenin çoğul olarak kullanıldığı
 ayetlerin ekserisinde altlarından nehirlerin aktığı ifade edilmiştir. İbn
 Kayyim'in de belirttiği gibi bu ayetlerde geçen "taht" (alt) zarfı,
 cennet toprağının görünmeyen alt tabakası demek olmayıp ağaçların, binaların ve
 benzeri tesislerin zemini ve eteği anlamına gelir. Hadis olarak da nakledilen
 bazı rivayetlerden faydalanan âlimler, cennetteki nehirlerin nehir yataklarında
 değil; yüzeyde aktıkları kanaatine varmışlardır. Cennet nehirlerinin
 mevcudiyetini belirten ayetler, onların mahiyetleri hakkında bilgi vermezken,
 Muhammed suresi, 15. ayeti farklı bir tasvir yapar. Buna göre cennette içimi
 bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları ve süzülmüş baldan
 ırmaklar vardır. Buhari ile Tirmizi'nin birbirini tamamlar mahiyette
 naklettikleri bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberimiz,  Firdevs'in  cennetin
 ortasını ve üst kısmını teşkil ettiğini, dört nehrin de oradan çıktığını haber
 vermektedir.[19]
 Burada sözü edilen dört nehir, Muhammed suresinde anlatılan nehirler olmalıdır.
 Öyle anlaşılıyor ki, bu özel nehirler diğer birçok ayette tekrarlanan genel
 nehirlerden ayrıdır. Kur'an-ı Kerim'in 108. suresine adını veren ve "çok şey"
 anlamına gelen Kevser'den ne kastedildiği müfessirler arasında tartışmalı
 olmakla birlikte, Kevser'in cennetteki bir nehrin adı olduğu öne çıkar. Muhtelif
 rivayetlerle nakledilen hadislerde Hz. Peygamber, cennette Kevser isminde bir
 nehrin kendisine verileceğini, bu nehrin iki kenarında inciden yapılmış
 kubbelerin bulunacağını, akan suyunun da halis misk gibi koku salacağını beyan
 etmiştir.[20]
 Cenneti tasvir eden bazı ayetler, orada su pınarlarının da bulunduğunu haber
 verir:
 "Kötülüklerden korunanlar bahçelerde, gölgelerde ve pınarların başındabulunacaklardır." (Hıcr: 15/45; Mürselât: 77/41).
 Rahman veĞâşiye surelerinde, akan pınarlardan söz edilmekte, diğer bazı ayetlerde de
 cennet ehlinin bu pınarlardan su içeceği haber verilmektedir.[21]
 Sözlük anlamı"bağ, bahçe" olan cennette ağaçların bulunması doğaldır. Çeşitli ayetlerde
 gölgelerden, dallardan, sarmaş dolaş olmuş koyu yeşilliklerden, meyveleri
 kolayca toplanabilen ağaçlardan bahsedildiği gibi, özel olarak hurma, nar,
 reyhan, kiraz, muz gibi ağaç ve bitkilerden de söz edilir.[22]
 Buhâri ile Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber cennette, idmanlı
 ve hızlı bir binicisinin, gölgesinde yüz yıl koştuğu halde sonuna ulaşamayacağı
 kadar büyük bir ağacın bulunduğunu ifade etmiştir.[23]
 Hadisin çeşitli rivayetlerini nakleden ibn Kesir'in Ahmed b. Hanbel'den
 aktardığı bir rivayette söz konusu ağaç, şeceretü'l-huld olarak
 adlandırılmıştır. Hadiste zikredilen ağacı, bir ağaç türü olarak anlamak,
 "yüzyıl"ı da çokluktan kinaye saymak mümkündür. Daha çok halka hitap eden dinî
 edebî eserlerde söz konusu edilen "tûbâ ağacı"nın mevcudiyeti ise kesin
 değildir. İman ve güzel amel sahipleri için iyi bir ebediyet hayatının
 hazırlandığını ifade eden ayet-i kerimedeki "tûbâ" kelimesi[24]
 sözlükte "iyilik ve güzellik, iyi ve güzel karşılanan her şey" anlamına gelir.
 Müfessirlerin bu kelimeye verdikleri yedi sekiz kadar manadan biri de tûbâ
 ağacıdır.  Fahreddin  Razi'nin  de  belirttiği  gibi  kelimeyi sözlük anlamından
 çıkarıp dar bir alana tahsis etmek doğru değildir. Bunun yerine "ebedî saadete
 vesile olan her güzel şey" manası verildiği takdirde bağ, bahçe ve ağaçlar da
 dahil olmak üzere her imkân  kelimenin kapsamına alınmış olur.[25]
 Cennetteki
 nimetler ve güzellikler sayılamayacak ve insan aklının kavrayamayacağı kadar
 çoktur. Kur'an-ı Kerim bazı âyetlerde Cennet'in güzelliklerini ve orada
 insanlara sunulacak şeylerin bir kısmını bizlere anlatıyor.
 "İman edip
 salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedí kalacakları
 cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları
 çok sıcak ve çok soğuk olmayan uygun bir gölgelikte barındıracağız."
 (Nisa: 4/57)
 "Allah,
 mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedí kalmak üzere, altlarından
 ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler söz vermiştir.
 Allah'tan olan hoşnutluk ise daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk
 budur." (Tevbe: 9/72)
 "Adn
 cennetleri onlarındır; oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle
 süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipektir. Derler ki: ‘Bizden hüznü
 gideren Rabbimize hamdolsun: şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü
 kabul edendir." (Fatır: 35/33-34)
 Kur'an
 Cennet'in bazı özelliklerini şu şekilde anlatıyor:
 Cennet yalnızca
 bağ, bahçe, ırmak gibi şeyler değil, her türlü ni'metin, güzelliğin, huzurun,
 köşklerin, meskenlerin, hizmetçilerin bulunduğu bir yerdir. Genişliği gökler ve
 yerler kadardır.[26]
 Cennetteçeşitli ağaçlar, hoş kokulu ve lezzetli, koparılması kolay meyveler vardır.[27]
 Gönlünhoşlanacağı her türlü yiyecekler, hoş kokulu ve lezzetli içecekler, bal ve süt
 ırmakları vardır.[28]
 Dünya hayatındainsanların ibadet ve itaatları aynı derecede olmadığı gibi, Cennet'te de
 makamları aynı olmayacak. Orada farklı makamlar ve dereceler vardır.[29]
 Cennet hayatıebedidir, sonsuz ve bitimsizdir.[30]
 Cennet'tekimükâfatları saymak, nasıl olduklarını tam olarak anlamak, güzelliklerini ve
 muhteşem oluşlarını tahmin etmek mümkün değildir.
 [31] Kur'an-ı Kerîm ve hadis-işeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur'an-ı
 Kerîm'de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
 "Cennet takva sahiplerine,
 uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir
 ki, O, Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok
 esirgeyici Allah'a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına
 yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir." (Kâf: 50/31-33)
 "Tövbe edenler, iyi amel ve
 harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa
 uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd
 buyurduğu Adn Cennet'lerine gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır.
 Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları
 da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten
 müttakî olanları vâris kılacağız." (Meryem: 18/60-63)
 Cennet, bu dünyada yapılan
 iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. Kur'an'da Cenâb-ı
 Allah şöyle buyurmaktadır:
 "Adn Cennetleri vardır ki
 altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan
 temizlenenlerin mükâfatı." (Tâhâ: 20/76)
 Kur'an'da Cennet'in
 niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
 1- Altlarından ırmaklar
 akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler[32],
 güzel meskenler.[33]
 2- Türlü ağaç vemeyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar
 sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip.[34]
 3- Gönlün çekeceği hertürlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit
 tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
 "Onlara Cennet'te bir meyve,
 içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21)
 "Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa,
 hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin
 çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir. Sizin için orada
 çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (ez-Zuhruf: 43/71-73)
 "Cennet şarabından (dünya
 Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur." (Saffât: 37/47)
 4- Cennet'te hayat
 sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmez.
 "Biz o Cennetliklerin
 kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde
 karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar
 oradan çıkarılacak da değillerdir." (el-Hicr: 15/47-48).
 "Onlar
 Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler:
 Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)."
 (el-Vâkıa: 56/25-26)
 5-
 Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet'i aslında
 dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet'teki eşsiz
 nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir
 etmiştir:
 "İşte bu
 yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık,
 (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki
 ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak
 görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar;
 kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar
 ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır
 ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki
 insanların iştahları) ölçüsünde tayin ve takdir ederler. Onlara orada bir
 kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir
 pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç
 nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış
 inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat
 görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş
 bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara:
 "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer"
 denir." (el-İnsan: 76/11-22)
 Cennet'in
 tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadisin ifade ettiği durumdur: Hz.
 Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih
 kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği
 ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım."[35]
 Başka birhadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten
 yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin
 bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını,
 ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını
 ifade eder.[36]
 
   [1] Secde:32/17.
 [2]Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 2-5.
 [3]Bakara: 2/25; Muhammed: 47/6.
 [4]Makdisi 1/194.
 [5] Hıcr:15/44.
 [6]Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 34.
 [7] Şûrâ:42/22.
 [8]Âl-i İmran: 3/133; Hadid:
 57/21.
 [9] Tevbe:9/72; Saff: 61/12.
 [10]Zümer: 39/20.
 [11]Tahrim: 66/11.
 [12]Rahman: 55/72; Müslim, Cennet, 23-25.
 [13]Müslim, Cennet 13.
 [14]Rahman: 55/62.
 [15]Buhâri, Tevhid 34, Tefsir 1-2; Müslim, İman 296.
 [16] Nisâ:4/96; Enfâl: 8/4.
 [17]Buhâri, Cihad 4; Müslim, İmâre 116.
 [18]Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü'l-Cennet 4.
 [19]Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü'l-Cennet 4.
 [20] İbnKesir II/400-407.
 [21] Bkz.Rahman: 55/50, 66; Ğaşiye: 88/12; İnsan: 76/6, 18; Mutaffifin: 83/28.
 [22]Rahman: 55/12, 68; Vâkıa: 56/28-29.
 [23]Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 6-8.
 [24] Ra'd:13/29,
 [25]Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 [26]Ali İmran: 3/133; Zümer: 39/20; Tevbe: 9/72.
 [27]Rahman: 55/54.
 [28]Tûr: 52/21; Saffat: 37/47.
 [29]Nisa: 4/96; Enfal: 8/4.
 [30]Hicr: 15/47-48. vd.
 [31]Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 108-109.
 [32]ez-Zümer: 39/20.
 [33]et-Tevbe: 9/72.
 [34]er-Rahmân: 55/58-54.
 [35]et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül,
 fî ahâdisi'r-Rasul, 5/402.
 [36]et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül, fî ahâdisi'r-Rasul, 5/402. Durak Pusmaz, Şamil
 İslam Ansiklopedisi: 1/300.
 
 
 .
 
 .Cenneti
 Şiddetle Umanlar: Allah'ın Fırkası:
 "Onlar, öyle
 kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile
 desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda
 süresiz olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı
 olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın
 fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta
 kendileridir." (Mücadele: 58/22)
 Allah'ın
 cennetini vaat ettiği ve müjdelediği müminlerin belli başlı vasıfları ayetlerde
 şöyle belirtilmiştir:
 İman edip,
 salih amellerde bulunurlar.[1]
 Allah'tan korkup sakınırlar.[2]
 Bollukta da darlıkta da infak ederler.[3]
 Öfkelerini yenerler.[4]
 İnsanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçerler.[5]
 Çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı
 hatırlayıp, hemen günahlarından dolayı bağışlanma isterler.[6]
 Yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmezler.[7]
 Allah'a ve elçisine itaat ederler.[8]
 Namazı kılarlar, zekatı verirler, elçilere inanır, onları savunup desteklerler.[9]
 Doğru sözlüdürler.[10]
 Hicret ederler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ederler.[11]
 Güzel davranışlarda bulunurlar.[12]
 Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanırlar.[13]
 Tevbe ederler.[14]
 Emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.[15]
 Namazlarını (titizlikle) korurlar.[16]
 Hayırlarda yarışırlar.[17]
 Muhlistirler.[18]
 Allah'ın ayetlerine iman ederler.[19]
 Bizim Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tuttururlar.[20]
 Takva sahipleridir.[21]
 Gönülden Allah'a yönelip, dönerler.[22]
 Görmedikleri halde Rahman'a karşı içleri titreyerek korku duyarlar ve içten
 Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelirler.[23]
 İhsanda bulunurlar.[24]
 Seher vakitlerinde istiğfar ederler.[25]
 Yarışıp öne geçerler.[26]
 Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden
 korkarlar.[27]
 Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.[28]
 Elçiye gereken saygıyı gösterirler.[29]
   [1]Bakara: 2/25.
 [2] Al-iİmran: 3/15.
 [3] Al-iİmran: 3/134.
 [4] Al-iİmran: 3/134.
 [5] Al-iİmran: 3/134.
 [6] Al-iİmran: 3/135.
 [7] Al-iİmran: 3/135.
 [8] Nisa:4/13.
 [9] Maide:5/12.
 [10]Maide: 5/119.
 [11]Tevbe: 9/20.
 [12]Yunus: 10/26.
 [13] Hud:11/23.
 [14]Meryem: 19/60.
 [15]Müminun: 23/8.
 [16]Müminun: 23/9.
 [17]Fatır: 35/32.
 [18]Saffat: 37/40.
 [19]Zuhruf: 43/69.
 [20]Ahkaf: 46/13.
 [21]Muhammed: 47/15.
 [22] Kaf:50/32.
 [23] Kaf:50/33.
 [24]Zariyat: 51/16.
 [25]Zariyat: 51/18.
 [26]Vakıa: 56/10.
 [27]İnsan: 76/7.
 [28]İnsan: 76/8.
 [29]Hucurat: 49/3. Harun Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .En Büyük Zevk
 En BüyükZevk: Cennette Allah'ın Görülmesi
 
 Mü'minler,
 cennette Allah'ı göreceklerdir; bu, onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna "rü'yetullah"
 denir. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur:
 "O gün
 Rablerine bakan ışık saçan yüzler vardır." (Kıyâme:
 75/22-23)
 Rasülullah da
 bir hadislerinde şöyle buyurur:
 "Siz
 gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz.
 O'nu görmekte haksızlığa uğramayacak, izdihama düşmeyeceksiniz."[1]
 
 Süheyb  (r.a.)'in
 rivayetine göre peygamberimiz (s.a.s.):
 "İyi iş ve
 güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyade (Allah'ı görmek)
 vardır." (Yûnus: 10/26) ayetini okuduktan sonra şöyle
 buyurdu:
 "Cennetlikler
 cennete girdiği zaman Allah şöyle buyuracak: 'Size daha da vermemi istediğiniz
 bir şey var mı?' Cennetlikler de şöyle derler: 'Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı,
 bizi cennete koymadın mı, bizi cehennemden kurtarmadın mı? (Bunlar yeter)'
 Rasulullah sözlerine devam ederek: 'Cenab-ı Hak
 perdeyi kaldırır, cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek
 hiçbir şey verilmiş olmaz."[2]
 Mü'minlerinAllah Teala'yı cennette görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak
 vuku bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur'an ve
 sünnette bildirildiği için rüyetullah'a inanırız.[3]
 
   [1]Buhâri, Mevâkıt 16, 26.
 [2]Müslim'in rivayeti, et-Tâc, c. 5, s. 423.
 [3]Durak Pusmaz, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/300-301
 
 
 .
 .Ahirete Güzel
 Geçiş:
 Güzel Ölüm:
 "Ki melekler, güzellikle
 canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak
 üzere cennete girin." (Nahl: 16/32)
 Buraya kadar, salih müminlerin
 dünyada güzel bir hayatla yaşatıldıklarını, korkuya ve hüzne kapılmadıklarını,
 sağlıklı ve huzurlu bir ruh haline sahip olduklarını gördük. Bu insanların
 Allah'ın rızasına uymalarından ötürü Allah'ın özel yardım, destek ve korumasını
 kazandıklarını, kötülüklerinin örtüleceğini, yaptıklarının en güzeliyle karşılık
 göreceklerini ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklarını da Kuran ayetlerinden
 öğrenmiş bulunmaktayız. Dünya hayatına karşılık ahireti "satın alarak",
 Kur'an'da geçen ifadeyle "güzel bir alışveriş" yapmışlar ve Allah onlardan,
 onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır.
 Peki bu kişiler ömürlerinin
 sonuna ulaştıklarında ne olacaktır? Allah'ın takdir ettiği ölüm anı onlarla
 nasıl ve nerede buluşacaktır? İster iman eden bir kişi olsun, isterse Allah'ın
 ayetlerini inkar eden bir kişi, hiç kimse nerede ve ne zaman öleceğini
 kesinlikle bilemez. Bu gerçek Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
 "Kıyamet saatinin bilgisi,
 şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç
 kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez.
 Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır." (Lokman: 31/34)
 Bununla birlikte, ölümün
 müminleri nasıl karşılayacağını, canlarının nasıl alınacağını, ölümleri anında
 neler olacağını Kur'an'dan öğrenme imkanımız vardır. Kur'an'da bize bildirildiği
 kadarıyla, müminin ölümü çok yumuşak bir geçiş, anlık bir boyut değiştirme
 şeklinde olacaktır. Aynen uyku sırasında Allah'ın "bir tür ölüme sokmuş olduğu
 kişinin" (Zümer: 39/42) ertesi sabah uyanarak yeni bir güne başlaması gibi,
 mümin de ölümünde, bir anda "dünya" boyutundan sıyrılacak ve "ahiret" boyutuna
 geçecektir. Allah bu sıkıntısız ve rahat geçişi, Naziat: 79/2. ayetinde  görevli
 meleklere işaret ederek, "yumuşacık çekip alanlara" şeklinde haber vermektedir.
 Melekler, müminlerin canlarınıalmaya geldiklerinde aralarında geçen bir konuşma Nahl: 16/32. ayetinde ise şu
 şekilde anlatılır:
 "Ki melekler, güzellikle
 canlarını aldıklarında: 'Selam size' derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere
 cennete girin." (Nahl: 16/32)
 Başka bir ayette de müminlerin
 ölüm anı şöyle tasvir edilir:
 "Onları, o en büyük korku
 hüzne kaptırmaz ve: 'İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti' diye melekler
 onları karşılayacaklardır." (Enbiya: 21/103)
 Görüldüğü gibi, dünyada güzel
 bir hayat yaşatılan müminin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı
 meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. O andan itibaren dünyayla tüm
 ilişkileri kesilmiş ve kişi, Allah'ın huzuruna çıkmak üzere tesbit edilmiş bir
 yere yollanmıştır. Bunun devamında da mümini, en başından beri olduğu gibi
 rahatlık ve kolaylık beklemektedir.
 [1]
   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennet
 Şu An Mevcuttur:
 Ehl-i Sünnet
 inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu
 ayet bunu açıkça ifade eder:
 "Rabbinizin
 mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva
 sâhipleri için hazırlanmıştır." (Âli İmrân: 3/133)
 Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivayet olunan
 bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
 "Demincek Cennet ile
 Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."[1]
 Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar:"Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer
 cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim."[2]
 Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmışolup hâlen mevcuttur.[3]
   [1]Tecrid-i Sarih Terceme ve
 Şerhi, 2/483.
 [2]Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, 2/713.
 [3]Durak Pusmaz, Şamil İslam Akidesi:
 1/301.
 
 
 .Cennet
 Hayatı
 İnsanın Allah'a
 imana sarılıp O'na bağlanmasında, en büyük kaygı ve korkusu olan yok olmaktan
 kurtulma ve Allah'ın kendisine tükenmeyecek bir hayat bahşetmesi ümidinin büyük
 etkisi vardır. Nitekim insanların kendi kendilerine yetmediklerini ve Allah'a
 muhtaç olduklarını, Allah'ın dilerse onları yok edip yerlerine başka varlıklar
 yaratabileceğini ifade eden ayetlerde[1]
 bu hususa da işaret vardır. Ebedî mutluluğun simgesi olan cennete kavuşma ümidi,
 bütün müslümanlar için hayatın birçok güçlüklerine göğüs germeyi, fedakârlık
 göstermeyi göze aldıran bir faktör olmuştur. İlk İslam şehidleri Sümeyye - Yâsir
 ailesinin bu uğurda çektikleri çilelerden günümüz İslam dünyasındaki
 mücadelelere kadar müslümanların davranışlarında cennet idealinin en önemli
 etken olduğu şüphesizdir.
 İslam dini
 Allah'ın seçkin kullarına nasıl bir cennet hayatı vaad etmektedir? Bu hayatın
 konu ile ilgili nasların birleştiği ve önemle vurguladığı iki özelliği vardır:
 Arzulanan her şey ve ebediyet. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:
 "Gönüllerinözleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey orada vardır. Ve siz orada ebediyen
 kalacaksınız." (Zuhruf: 43/71)
 Dünya hayatında
 duyu organlarıyla algılanamayan meleklerin insanlara hizmet ettiği, onları
 koruduğu, Allah yolunda yürüyenler için esenlik dilediği Kur'an'ın çeşitli
 beyanlarından anlaşılmaktadır. Ahiret âleminde melekler inançlı ve dürüst
 insanlara görünmeye başlayacaklar ve yeni hayata intibakları sırasında korku ve
 üzüntüye düşmemelerini telkin ederek onlara şöyle diyeceklerdir:
 "Biz dünya
 hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Canlarınız
 ne isterse, gönlünüz ne dilerse burada sizin için hazırdır. Bütün bunlar,
 merhamet eden ve bağışlayan Allah'ın bir ikramıdır."
 (Fussılet: 41/30-32).
 Hz. Peygamber,
 çeşitli münasebetlerle cennetteki sınırsız imkân ve mutluluklardan söz ettiğinde
 yanında bulunanlar zaman zaman cennette at, deve vb. şeylerin de bulunup
 bulunmadığını sormuşlar, o da, "Allah sizi cennete koyarsa orada canınızın
 arzuladığı ve gözünüzün hoşlandığı her şeyi bulursunuz." şeklinde cevap
 vermiştir.[2]
 Hz. Peygamber, cennet hayatının imkân ve nimetlerinin genel anlamda fevkalâde
 olduğunu belirtmekle birlikte ayrıntılı tasvirlere girmemiştir. Cennet halkının
 arzu ettiği her şeyin gerçekleşeceği ilkesine karşı, "başkalarına zarar verici,
 erdemsiz, çelişkili oluşu sebebiyle imkânsız şeyler talep edilirse durum ne
 olacak?" şeklinde teorik olarak bir itiraz ileri sürülebilirse de, cennete
 girecek insanlar fizyolojik ve psikolojik kusurlardan arınmış olacaklarından
 pratikte böyle bir talebin vuku bulmayacağı açıktır.[3]
   [1]Fâtır: 35/15-16.
 [2]Tirmizî, Sıfatü'l-cennet 11.
 [3]Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 
 
 .
 .Kolay Hesap:
  Bir önceki bölümde iman
 edenlerin canlarının melekler tarafından güzellikle alınacaklarından bahsettik.
 İşte bundan sonra hesap anı, yani insanların tüm yapıp ettikleriyle Rablerinin
 huzuruna çıkacakları an gelmektedir.
 Kıyametin kopmasıyla birlikte
 başlayan tüm gelişmeler, dünya tarihi boyunca yaratılmış bütün insanların yeni
 bir bedenle diriltilmeleri ve cehennem ateşinin çevresinde biraraya
 toplanmalarıyla devam edecektir. Daha sonra tüm şahitler getirilecek, her bir
 kişinin amel defteri açılacak ve herkes dünya hayatında  yaptıklarından hesaba
 çekilecektir. Bunların sonunda Allah müminleri rahmetiyle cehennem ateşinden
 kurtararak, cennetine sokacaktır. Şimdi bu muhteşem gösteriyi ayrıntılarıyla
 inceleyelim ve müminlerin kıyamet günündeki durumlarını ayetler doğrultusunda
 görelim.
 Sur'a ilk üfürülüş ile Kıyamet
 başlamıştır. Dünya ve tüm evren, geriye dönüşü olmayan bir yokoluşa sahne
 olmaktadır: Dağlar parçalanır, denizler kaynatılır, gökler yok edilir...
 Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle
 birlikte insanlar diriltilir ve hesaba çekilmek üzere biraraya toplatılır.
 İnkarcılar dirilmiş olmanın şaşkınlığını üstlerinden atamadan, verecekleri
 hesabı düşünerek korku ve sıkıntı içine düşerler. En ufak bir ayrıntı dahi
 atlanmadan, hayatı boyunca yapmış olduğu herşey kişinin ve şahitlerin gözleri
 önüne serilecektir. Kafirleri öldürücü bir utanca sürükleyen bu anda müminler,
 sevinçli ve coşkuludurlar. Çünkü "...O gün Allah, peygamberi ve onunla
 birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir..." (Tahrim: 66/8) Allah
 "Elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik
 için) duracakları gün yardım edeceğini" vaat etmiştir. (Mü'min: 40/51)
 Bu ihtişamlı "sahnede" salih
 müminler, tüm hayatları boyunca yapıp-ettiklerinin yazılmış olduğu hesap
 defterlerini "sağ yanlarından" alacaklardır. Bu tanım, Kuran'da "kolay" hesaba
 çekilecek ve cennete sokulacak insanlar için kullanılmıştır:
 Artık kitabı sağ eline verilen
 kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma
 kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek
 bir cennette." (Hakka: 69/19-22)
 Rablerinin kendilerine vaat
 ettiğine kavuşmak üzere olan müminler, o "ebedilik gününde" (Kaf: 50/34)
 heyecanlı ve mutludurlar, bu durumları bir başka ayette şöyle tasvir edilmiştir:
 "Artık kimin kitabı sağ
 yanından verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi
 yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır." (İnşikak: 84/7-9)
 Hesaba çekilmeleri bittiğinde
 artık müminler, kurtulmuş olmanın sevinci içinde Rablerinin söyleyeceği tek bir
 söze bakmaktadırlar:
 "Oraya esenlikle ve
 güvenlikle girin." (Hicr: 15/46)
 Bu durum başka bir ayette de
 şöyle anlatılır:
 "Ey
 mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak
 dön. Artık kullarımın arasına gir. cennetime gir."
 (Fecr: 89/27-30)
 Artık Allah, rahmet etmiş
 olduğu kullarının günahlarını da bağışlamış, kötülüklerini iyiliğe çevirmiş ve
 cennete girmelerine izin vermiştir. Kendisine "cennete gir"
 denilen mümin bir kişi ise, şöyle söyler:
 "... Keşke
 kavmim de bir bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını."
 (Yasin: 36/26-27)
 Bir başka
 ayette Allah, cennet ehlini şöyle müjdelemektedir:
 "... Bu,
 doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi
 kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır..."
 (Maide: 5/119)
 "Ey kullarım,
 bugün sizin için korku yoktur ve siz mahsun olmayacaksınız."
 (Zuhruf: 43/68)
 Ortam da
 gittikçe güzelleşmektedir,
 "Cennette,
 muttakiler için, uzak değildir, yakınlaştırılmıştır."
 (Kaf: 50/31)
 Kuran'da
 bildirildiği üzere müminler için çok heyecanlı bir bekleyişten başka bir şey söz
 konusu olmayacaktır: Cennete sevk edilişleriyle ona girmeleri arasında geçecek
 kısa bir bekleyiş...
 [1]     [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .Cennet
 Nimetleri
 Kur'an-ı Kerim
 ve sahih hadislerde mevcut beyanlara dayanarak cennet nimetlerinin ana
 özelliklerini şu şekilde tespit etmek mümkündür:
 1-
 Sonsuz lüks ve konfor.
 2-
 Sürekli barış ve huzur.
 3-
 Cennet ehlinin hem bedenî, hem ruhî bakımdan son derece güçlü ve yetenekli
 olmaları.
 4-
 Manevî tatmin (rızâ).
 5-
 Allah'ı görmek, O'nunla konuşmak.
 6-
 Bütün bunları saran bir ebediyet.
 İnsanın irade
 ve tercihini kullanarak tekâmülünü sürdürebileceği yer dünya hayatıdır ve
 buradaki manevî tekâmül, iman ve salih amel ölçüsüne bağlanmıştır. Bir bekleyiş
 merhalesi olan Berzah döneminden sonra başlayacak ahiret hayatında, dünya
 tekâmüllerini sekteye uğratmayanlar, öyle anlaşılıyor ki, fizyolojik ve
 psikolojik yönlerden son bir operasyon ve arındırmaya tâbi tutulduktan sonra
 cennete alınacaklardır. Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamberimiz,
 kıyamet günü cennet kapısını ilkin kendisinin çalacağını ve ondan önce bu
 kapının kimseye açılmayacağını söylemiştir.[1]
 Cennete giriş sırasında bütün mü'minler görevli melekler tarafından karşılanacak
 ve melekler: "Selam olsun sizlere! Saadetler içinde olun, bir daha çıkmamak
 üzere cennete buyurun!" (Zümer: 39/73) diyeceklerdir.
 Buhâri, Müslim
 ve Tirmizî'nin çeşitli rivayet kanallarından aktardıkları hadislere göre[2]
 mü'minler dolunay veya parlak yıldızlar gibi ışıklar saçarak cennete girecekler,
 orada diledikleri gibi yiyip içtikleri halde abdest bozma ihtiyacı
 hissetmeyecekler, sümkürüp tükürmeyeceklerdir. Aldıkları gıdaların sindirimi hoş
 kokulu geğirti ve terden başka bir külfet getirmeyecektir. Cennet halkına
 yorgunluk ve  usanç  gelmeyeceği  için  (35/Fâtır, 35)  uykuya  da  ihtiyaç
 duymayacaklardır.  Cennet   ehlinin imkânlarını dile getiren bir hadiste onlara
 şöyle nida edileceği kaydedilir:
 "Daima
 sağlıklı olacak, asla hastalanmayacaksınız; sonsuza kadar yaşayacak, hiç
 ölmeyeceksiniz; her an gençliğinizi koruyacak ve hiçbir zaman
 ihtiyarlamayacaksınız; sürekli nimetler içinde olacak ve asla güçlükle
 karşılaşmayacaksınız."[3]
 Konu ile ilgilihadislerin bazı rivayetlerinde cennete girecek erkeklerin ataları Adem'inki gibi
 bir bünyeye sahip olacakları, hatta 60 arşın boyunda bulunacakları anlatılır.
 Ayrıca bu erkeklerin daima 33 yaşında olmakla birlikte bıyıkları yeni terlemiş
 sakalsız gençler görünümü arzedeceklerinden de söz edilir. Kadınların ise çok
 güzel tenli ve çok değerli  elbiselere bürünmüş halde bulunacakları ifade edilir.
 Cennet ehlinin
 ruhî portreleri konusunda en çok vurgulanan özellik, onların gönüllerinde kin ve
 nefretin bulunmayacağı hususudur. "Gönüllerindeki kini söküp atacağız"
 (A'râf: 7/43) şeklindeki ifadeler, cennete gireceklerin manevî bir arındırma
 operasyonuna tâbi tutulacağının delilidir. Yine ilgili ayet ve hadislerin
 beyanına göre cennette kusursuz bir ahlakî hayat yaşanacak, cennetlikler
 arasında anlamsız ve gereksiz konuşmalar, suçlamalar olmayacak, tam bir dostluk
 ve kardeşlik hayatı hüküm sürecektir.[4]
 Kötülüklerden korunmayı başaranlar meleklerden gelen iltifatlarla cennete
 girecekleri sırada şöyle diyeceklerdir:
 "Bize karşı
 vaadini gerçekleştirip dilediğimiz yerinde yerleşebileceğimiz cennete bizleri
 vâris kılan Allah'a hamdolsun!" (Zümer: 39/74).
 Ayetin ifadetarzından, mü'minlerin yerleşim açısından serbestlik içinde olacakları
 anlaşılmaktadır. Rahman suresinde sözü edilen iki veya dört cennetin bir anlamı
 da bu olmalıdır.
 Cennet
 meskenlerindeki yaygı, sergi vb. ev eşyasının son derece lüks olması yanında
 yiyecek ve içeceklerin, ayrıca giysilerin de olağanüstü zevk verici özelliklere,
 temizlik ve zarafete sahip olacağı muhtelif ayetlerde yer yer ayrıntılı olarak
 tasvir edilir. Hadislerde belirtildiğine göre cennet ehline ilk verilecek yemek,
 havyar  ziyafetidir.[5]
 Cennette ekmek, et, meyve, tatlı, ayrıca su, süt ve şarap gibi yiyecek ve
 içecekler mevcut olmakla birlikte, bunların dünyadaki benzerleriyle isimden
 başka bir münasebetinin bulunmayacağı âlimlerce belirtilir. Nitekim fevkalâde
 zevk veren cennet şarabı kadehler dolusu içileceği halde sarhoşluk ve
 rahatsızlık vermeyecektir.[6]
 Cennet halkının beslenme rejiminde meyvelerin önemli bir yer tuttuğu çeşitli
 ayetlerin beyanlarından anlaşılmaktadır.
 Cennet
 hayatının nimetlerini dile getiren nasların ayrıntılı anlatımları ve bunların
 hayal ettirdiği cismanî zevkler, bazı yabancı araştırmacıların eleştirilerine
 konu olmuştur. Halbuki cennet hayatının nimetleri bu cismanî zevklerden ibaret
 değildir. Cennet halkı, asıl mutluluğu manevî tatminde bulacak, onlar nefes alıp
 vermek kadar tabii bir şekilde Allah ile irtibat kuracak, cemalini müşahede
 ederek O'nunla konuşacaklardır. Aradaki derin mahiyet farkına rağmen uhrevî
 hayat, dünya hayatına benzer şekilde devam edeceğine göre oradaki konfor da
 buradaki konforla bir bakıma bağlantılı olacaktır. Deney dünyasından aldığı
 izlenimler sayesinde idrak gücüne sahip olan insana bu idrakin sınırlarını aşan
 kavramlarla herhangi bir konuda fikir vermek mümkün değildir. Dünya hayatındaki
 cismanî zevklerin ruhun yücelişine engel teşkil ettiği genellikle kabul
 ediliyorsa da bunun uhrevî hayatta da aynı mahiyette olacağı söylenemez. Çok değişik
 zamanlardaki çok değişik kitlelere hitap eden dinin bu dünya ile paralellik
 arzeden bu üslubun özendirici ve etkileyici özellikler taşıdığı da bilinen bir
 gerçektir.
 [7]      
 
   [1]Müslim, İman 333.
 [2]Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 14-22; Tirmizî, Sıfatü'l-cennet 7.
 [3]Müslim, Cennet 22.
 [4]Hıcr: 15/47; Vâkıa: 56/25; Müslim, Cennet, 16-17.
 [5]Buhâari, Enbiyâ 1; Müslim, Münafikıyn 30.
 [6]Saffat: 37/45-47; Muhammed: 47/15.
 [7]Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 
 
 .Cennetteki Doğal Güzellikler:
  Takva
 sahiplerine vaat edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve
 gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin
 sonu ise ateştir.[1]
 Konuyabaşlamadan önce hemen belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. İnsanlar
 arasında yaygın bir batıl inanış olan, "Cennetin sadece doğal güzelliklerden,
 yeşilliklerden ve akarsulardan ibaret olduğu" fikri, Kurani değildir. Elbette ki
 doğal güzellikler ve yeşillikler cennetin mükemmel atmosferini tamamlayan, çok
 güzel ve estetik bir fon teşkil eder. Köşklerin ve gölgeliklerin bahçelerin
 içinde, pınarların yanıbaşında kurulmuş olmasının hikmeti de budur. Ancak,
 yalnız başına "yeşillik" cennetin tamamını tarif etmek için yeterli olamaz.
 Cennet, "...ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk..." (İnsan: 76/13)
 şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime
 sahiptir. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar
 orada yoktur. Allah müminleri cennette "... ne sıcak-ne soğuk, tam kararında
 bir gölgeliğe..." (Nisa: 4/57) sokacaktır. "Tam kararında" ifadesi, bu
 ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle
 beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek
 anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret
 etmektedir. Cennetteki herşey ve her durum müminin "tam istediği" gibi
 olacaktır. Zaten başka türlü olması, bir kusur, eksiklik ve mahrumiyet anlamına
 gelir ki, cennette bu tür kavramlara yer yoktur.
 Allah'ın cennet
 ayetlerinde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de, "Durmaksızın akan
 su(lar)" (Vakıa : 56/31) dır. Dünya hayatından da gözlemlediğimiz gibi insan
 ruhu sudan, özellikle de akan sulardan büyük zevk alır. Bir göl, bir akarsu veya
 bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak insanın ruhuna hitap etmektedir.
 Sarayların, konakların, malikanelerin ya da villaların bahçelerine yapılan
 göletler, havuzlar ve fıskiyelerin, yapay veya doğal akarsuların amacı hep
 ruhtaki bu estetik özlemin tatminidir.
 Bu estetik
 görüntülerin hoşa gitmesinin başlıca sebebi insan ruhunun cennete göre
 yaratılmış olmasıdır. Bir diğer ayette de bu güzellik şöyle ifade edilmiştir:
 "İçlerindedurmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır." (Rahman:
 55/66)
 Akan suyun
 görüntüsü, çıkardığı ses insanın kalbine huzur ve ferahlık verir. Yükseklerden
 dökülen suların görüntüsü, ve gür sesi ruhtaki heybet ve ihtişam hislerini
 canlandırır. İnsanın Rabbine şükretmesine ve O'nun adını yüceltmesine vesile
 olur. Özellikle tepelerden, ağaçların ve yeşilliklerin arasından akıyorsa, ya da
 kayaların üzerinden süzülüyorsa oldukça etkileyici bir görünüm ortaya çıkar. Ya
 döküldüğü yerde birikir ya da kat kat havuzlar oluşturarak birinden diğerine
 akıp gider. Sürekli akan bir su, sonsuzluk ve tükenmeyen bir bolluk
 göstergesidir.
 "Gerçekten
 takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır"
 (Hicr: 15/45) ayetinden de anladığımız gibi, müminler cennette bu tür yerlerde
 yaşarlar ve bundan zevk alırlar. Benzer başka bir ayette de "Şüphesiz muttaki
 olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır" (Mürselat: 77/41) şeklinde
 bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve
 güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekandır. Cennet
 köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden
 bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş
 sahasında bulunur. Gölgelikler, özel olarak müminlere zevk alacakları bir ortam
 hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has
 içkilerin içileceği, müminlerin biraraya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte
 eğlenecekleri mekanlardır. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok
 hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraların çekiciliğini artırmaktadır. Bu
 pınarlardan tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırır.
 Cennete has bir
 başka doğal güzellik ise ayette sözü geçen bahçelerdir. Şura: 42/22. ayetinde
 bahsedilen "cennet bahçeleri" sadece müminler için hazırlanmıştır. Bahçelerin
 özelliği, birçok doğal güzelliği uyum içinde barındırıyor olmasıdır. Bu
 bahçelerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yetişen en narin ve en güzel kokulu
 bitkilerin benzerleri ve bunlar gibi sonsuz çeşidi yetişmekte, insanın bildiği
 ve de bilmediği birçok hayvan bir arada yaşamaktadır.
 Bahçeler, değişik
 boylarda ağaçlar, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman: 55/64) alanlar,
 bitkiler ve çiçekler, bazı yerlerde havuzlar ve fıskıyelerle süslenmiştir.
 Civarda görülen ağaçların bir kısmı da meyve ağaçlarıdır ve cennetin bolluğunu
 simgelercesine "yüklü dalları bükülmüştür" (Vakıa: 56/28), "üst üste
 dizilmiş meyveleri sarkmıştır". (Vakıa: 56/29) Yeşillikler, deniz ya da göl
 kıyısına kadar kesintisiz devam eder. Bazı ağaçlar suların ulaştığı yerlerden
 bile çıkabilir.
 Tüm bu
 saydıklarımız, cennete has özelliklerin ayetler ışığında tefekkür edebildiğimiz
 en genel bölümüdür. Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce
 hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip"
 (Rahman: 55/48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade
 sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde
 ve Allah'ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette
 müminleri beklemektedir. Özellikle "... Rableri katında her diledikleri
 onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur..." (Şura: 42/22)
 ayetinin bildirdiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil cennetteki herşey
 müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. Yani Kur'an'da
 bildirilmiş güzelliklerin ötesinde, kişinin hayalgücü, Allah'ın izni ve lütfu
 sayesinde ortam şekillendirilecektir.
 [2]
   [1]Rad: 13/35.
 [2] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennette
 Cinsî Zevkler  "Gerçekten
 cennetlik olanlar, o gün eğlenceyle meşguldürler." (Yasin:
 36/55)
 "O
 cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, bu
 kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin."
 (Rahman: 55/56)
 "Onlar yakut
 ve mercan gibidirler." (Rahman: 55/58)
 "Doğrusu
 Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, göğüsleri
 tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu kadehler vardır. Orada boş ve yalan söz
 işitmezler. Bunlar Rabbinin katından hesapları karşılığı verilenlerdir."
 (Nebe': 78/31-36)
 "Cennette
 onlar için işlediklerine karşılık olarak sedefteki inciler gibi hûriler / ceylan
 gözlüler vardır." (Vâkıa: 56/22-23)
 "Biz
 hûrileri / ceylan gözlüleri (cennetlikler için) yeniden yaratmışızdır. Onları,
 bâkire, şuh, eşlerine düşkün ve yaşıtları kılmışızdır."
 (Vâkıa: 56/35-37)
 "Ebedî
 gençliğe erdirilmiş genç hizmetçiler, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz
 bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve kadehlerle (cennetliklerin)
 etrafında dolaşırlar." (Vâkıa: 56/17-19)
 Cinsiyetin
 insan hayatında önemli bir yer tuttuğu şüphesizdir. Kur'an'da vurgulandığı üzere[1]
 karşı cinsler hayatlarını birleştirmekle bedenî ve ruhî tatmin bulmaktadırlar.
 Aynı tatminin uhrevî hayatta da devam etmesi tabiidir. Cennet tasviriyle ilgili
 çeşitli ayet ve hadislere göre cennette hem dünya kadınları hem hûriler
 bulunacaktır. Ayetlerde geçen "tertemiz zevceler" ifadesi[2]
 hûrilerle birlikte dünya kadınlarını da kapsamına almaktadır. Cennete giriş
 öncesinde mü'minlere uygulanacak bedenî ve ruhî arındırma operasyonu sonunda,
 kadınların cinsî hayatlarına olumsuz etki yapan, mutluluklarını bölen fizyolojik
 ârızaların ve ruhî depresyonların tamamen giderileceği anlaşılmaktadır. Çeşitli
 ayet ve hadislerde cennet kadınlarının güzelliği, zarafeti ve çekiciliği
 konusunda canlı tasvirler mevcuttur. Bir rivayette huriler, kendi
 ayrıcalıklarından söz edecekleri bir sırada cennetteki dünya kadınları, dünya
 hayatında işledikleri güzel ameller sebebiyle onlardan üstün olduklarını ifade
 edecekler ve onları susturacaklardır.
 Bir erkeğin kaç
 eşe, özellikle kaç dünya kadınına sahip olacağı hususunda farklı görüşler ileri
 sürülmesine rağmen, bu konuda sahih rivayet Buhâri ile Müslim'de yer alan
 hadistir. Buna göre cennetteki her erkeğe "zarif ve şeffaf tenli" iki kadın
 verilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır.[3]
 Kadınların ikisi de hûri veya dünya kadını olabileceği gibi birinin hûri,
 birinin de dünyalı olması muhtemeldir.
 "İri gözlerinin
 beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar" anlamına gelen
 hûrilerin cennet erkekleri için farklı bir yapıya sahip kılınarak yaratıldığı ve
 "erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan,
 inci tenli, yakut yanaklı, yaştaş genç kızlar"  gibi özelliklerle
 vasıflandırıldıkları çeşitli ayetlerde görülür. Hûrilerin sayısı hakkında değişik
 ve doğrulukları sabit olmayan rivayetler mevcuttur. Genel eğilim, her erkeğe
 dünya hanımlarından iki, hûrilerden ise birkaç tane verileceği yolundadır.
 Cennetteki
 cinsî hayatla ilgili tasvirlerde güzellik, çekicilik vb. faktörler kadınlara
 nisbet edildiği halde bu tür tasvirlerin sağladığı özendirici sonuç ve
 avantajların genellikle erkekler için söz konusu edildiği ve kadının âdeta erkeğin
 zevklerini tatmin eden bir vasıta olarak gösterildiği şeklinde bir itirazın
 ileri sürülmesi mümkündür. Arap dilinde kadınlı erkekli bir topluluğa hitap
 edilirken veya onlara yönelik açıklamalar yapılırken müzekker/eril sigaların
 kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca hemen bütün toplumların sanat ve
 edebiyatlarında kadın zarafet ve câzibenin odak noktası olarak kabul edilmiş,
 aşk şiirleri ve diğer sanat alanlarının ana teması kadın olmuş, büyük bir çoğunlukla
 kadın talep eden değil;  talep edilen konumunda bulunmuştur.
 Aynı üslup ve
 yaklaşımın cennetteki cinsî hayatın tasvirinde de hâkim olduğu anlaşılmaktadır.
 Kimsenin bekâr kalmayacağı cennet hayatında erkeğe -biri dünya kadını, biri de
 hûri olmak üzere- en az iki eş verileceği halde kadının birden fazla kocaya
 sahip bulunmaması da aynı temaya bağlı olmalıdır. Gerçekten dünya hayatında
 kadın psikolojisi üzerinde sürdürülen çalışmalar, yapılan anket ve
 araştırmalardan onun monogam olduğu, gönül ve hayal âleminde sadece bir erkeğe
 yer verdiği anlaşılmıştır. Bu aynı zamanda insan türünün devamını sağlayan ana
 rahminin korunması, dolayısıyla nesebin tayini ve neslin bekası için de
 gereklidir.
 İslamiyet'te
 dini kabullenme ve ilahî buyrukları yerine getirme hususundaki sorumluluk ferdî/kişiseldir,
 kimse diğerinin dinî yükümlülüğünü taşımadığı gibi bunun olumlu veya olumsuz
 sonuçlarına da muhatap olmaz.[4]
 Ancak iman ve ameliyle cennete girmeye hak kazanmış aile fertleri arasında Allah
 katında değeri en üstün olanın diğerlerini yanına alabileceği kabul edilmektedir.
 Dünyada birden fazla erkekle evlenmiş kadının cennette bunlardan hangisinin eşi
 olacağı meselesi ashabtan itibaren düşünülmüştür. Bâkire olarak ilk evlendiği
 erkekle veya son kocasıyla bulunacağı şeklinde iki ayrı kanaat yanında, hadis
 olduğu ileri sürülen iki farklı rivayete dayanılarak huyu daha güzel olanla veya
 tercih edeceği bir kocasıyla beraber bulunacağı söylenmiştir.[5]
 Dünya hayatındameşru evlenmelerle kurulan ailelerin cennette aynen devam etmesi nazarî/teorik
 olarak mümkün görülmekle birlikte cennete girmeye hak kazanamayanların, birden
 fazla evliliklerin durumu farklılıklar meydana getirecektir. Bu bakımdan
 cennetteki aile hayatını dünyadakinin devamı gibi telakki etmek isabetli
 görünmemektedir. Cennette bulunacak dünyalı kadın ve erkek kesimi arasında
 evlenme açısından kendiliğinden bir denkliğin oluşması muhtemeldir. Bir hadiste
 belirtildiğine göre Allah cennet için yeniden bazı nesiller (kadın ve erkekler)
 yaratacaktır. Kadınlı erkekli eşlerin sayısını tamamlamak ve dengeyi sağlamak
 için bu yeni nesillerden faydalanılması mümkündür.
 [6]
   [1]Rûm: 30/21.
 [2]Bakara: 2/25; Âl-i İmran: 3/15.
 [3]Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 14.
 [4]Fâtır: 35/18.
 [5]İbn Kesir, c. 2, s. 548.
 [6]Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram
 Tefsiri.
 
 
 .
 .Sonsuz
 Lezzet:
 "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için."(Mürselat: 77/43)
 Ayetlerde
 cennet ehlinin en güzel yemeklerle ve çeşitli içeceklerle nimetlendirildikleri
 bildirilmektedir. Burada beslenme gibi bir ihtiyaç olmayacağına göre, bu ayetler
 bize yemenin-içmenin ancak zevk almak için yaratıldığını göstermektedir.
 Dünyada iman
 edip salih amellerde bulunan ve çaba harcamaları Allah tarafından şükre değer
 bulunan müminler için cennette hazırlanan yiyecekler, dünyadakilere çok
 benzemektedir. Cennet ehli bu benzerliği şu şekilde ifade eder:
 "(Ey
 Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için
 altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu
 ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu,
 onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz
 eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır." (Bakara:
 2/25)
 Gerçekten de
 dünyada insanın nefsinin çektiği, hem görüntü hem de tat olarak zevk veren
 yüzlerce çeşit yemek vardır. Bu yemeklerin benzerlerinin cennette de müminlere
 hoşnutluk vermek üzere var edilmeleri şüphesiz Allah için çok kolaydır. Ancak
 bunlar dünyadaki gibi insanda fiziksel sıkıntılar (şişmanlık, kolesterol, aşırı
 doyma hissi, vs.) yaratmazlar. Allah cennet ehline "yaptıklarınıza karşılık
 olmak üzere afiyetle yiyin ve için" (Mürselat: 77/43) şeklinde
 seslenmektedir. Bu, Allah tarafından bir ödüllendirmedir. Allah yemek yemeyi,
 içmeyi cennet ehline hesapsız bir rızık olarak çok zevk alınan, haz duyulan bir
 ödül haline getirmiştir.
 Cennete
 kavuşabilmek için oldukça zorlu bir imtihan dünyasını geçmek gerekmektedir. İman
 edenler de dünyadaki hayatları boyunca Rablerinin rızasını kazanmak için ciddi
 bir çaba ve üstün bir gayret göstermiş, gönülden O'na yönelip, sürekli şükredip,
 dua ve tevbe etmişlerdir. Rableri de bu çabalarına karşılık olarak onlara cennet
 nimetlerini "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere" (Mürselat: 77/43)
 diyerek sunmaktadır.
 Kur'an'ın
 bizlere bildirdiği cennet rızıklarının başında etler gelir. Allah cennetteki
 müminlere "... istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol" (Tur:
 52/22) verdiğini, "canlarının çektiği kuş eti"nden (Vakıa: 56/21) de
 orada onlara sunulacağını bildirmektedir. Üstelik orada, müminlerin rızıklarının
 "... bitip tükenmesi de yok" (Sad: 38/54) tur. Çünkü müminler, "...
 içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler." (Mümin:
 40/40) İstenilen yemek, istenildiği kadar yenebilir, bu yemek ne tükenir, ne de
 insan doyarak ya da rahatsız olarak durmak zorunda kalır.
 Cennette
 varolan rızıklardan, Kur'an'da belki de en çok söz edileni, meyvelerdir. İstek
 duyulup arzulanan her türden meyve, orada müminlere ikram edilmektedir. Üstelik
 bu meyvelerin "gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri
 kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmıştır." (İnsan: 76/14) Ayetten anlaşıldığı
 kadarıyla, cennet meyveleri doğal ortamlarında, ağaçlarda bulunuyor ve müminler
 de bunları oradan kolayca alarak, yiyebiliyorlar. Nitekim Vakıa: 56/28. ve 29.
 ayetlerinde "yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri
 sarkmış muz ağaçları" ifadeleri kullanılarak, meyvelerin ulaşılmasının
 kolaylığı, cennetin bereketine ve bolluğuna bağlanmıştır. Meyveler öylesine bol
 ve bereketlidirler ki, ağaçların dalları onları taşıyamamaktadır. Bükülmüş ve
 aşağı sarkmış bu dallardan da o meyvelere ulaşmak çok kolaydır.
 Cennette
 meyveler gümüş ya da altın tepsilerde, şık ve estetik kaplarda müminlere tahtlar
 üzerinde sohbet ederlerken ikram ediliyor olabilir. Şüphesiz bunların dünyada
 insana rahatsızlık veren çekirdek, çürük, eziklik gibi kusurları da cennete
 layık bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Hepsi kusursuz ve göz alıcı bir
 güzelliğe sahip olarak müminlere ikram edilmektedir.
 Meyveler bir
 yandan da cennetin güzelliğine ayrı bir renk ve estetik katarlar. Her cinsten
 meyveyle yüklü ağaçların rengarenk görüntüsü cennetin muhteşem manzarasını daha
 da güzelleştirir. Hakim renk yeşildir. Yeşilin içinde sarılar, turuncular,
 kırmızılar olması insan gözüne hitap eden çok estetik bir görüntüdür. Bu görüntü
 Allah'ın sanat ve kudretinin de bir göstergesi olarak ayrı bir şükür vesilesidir.
 Yaratılan bunca güzel yemek ve meyve yanında, elbette içeceklerin olması daarzulanabilir.
 Ayetlerde bu
 içeceklerden de bahsedilmektedir. Örneğin bir ayette "kaynaktan (doldurulmuş)
 kadehlerle çevrelerinde dolaşılır" (Saffat: 37/45) şeklinde geçmektedir.
 Müminler için cennette "sonu misk olan, karışımı tesnimden, mühürlü, katıksız
 bir şarap" (Mutaffifin: 83/25-27) hazırlanmıştır. Ayetlerde de belirtildiği
 gibi bu içecekler aynı zamanda güzel kokular da içermektedir. Ayrıca şüphesiz bu
 şarap, dünyadakilere benzememektedir. Cennet ehlini sarhoş etmeyecek, içenlerin
 şuurunu bulandırmayacaktır. Allah cennette içkilerin kadehlerle sunulduğunu, ve
 bu içkilerden başların ağrımayacağını, müminlerin kendilerinden geçip
 akıllarının çelinmeyeceğini söyler.  Bu ikramı yapanlar ise, Allah'ın özel
 olarak görevlendirdiği civanlardır.
 [1]   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 .
 
 .Amaç,
 Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil;Allah'ın Rızasıdır
 
 Bedenî
 ihtiyaçları gideren ve cismanî zevkler sağlayan cennet nimetleri aslında cennet
 sakinleri için amaç değildir. Ulaşılmak istenen asıl hedef Allah rızasıdır.
 İnsan için bu rızaya nail olmak, Allah'ın kendi katından bedene bahşettiği ruhu[1]
 yine O'na yöneltmek, O'nu müşahede etmek, O'nunla konuşmaktır. Müslümanlar
 arasında minnet ve şükran duygularını dile getirmeye vesile olan en samimi ve en
 yaygın dua ifadesi, "Allah râzı olsun!" cümlesidir. Allah'ın dostları O'na en
 yakın olan, O'nun rıza ve muhabbetini kazanan, O'nu gönülden sevip rıza ve
 teslimiyetle en büyük mutluluğa erenlerdir. Cennet ve Allah rızası münasebetini
 dile getiren bir ayette, "Allah mü'min erkeklerle mü'min kadınlara içlerinde
 ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler, Adn bahçelerinde güzel
 meskenler vaad etti. Allah'ın rızası ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük
 saadet budur." (Tevbe: 9/72) denilerek uhrevî saadetin bu manevî unsurunun,
 maddî içerikli kavramlarla anlatılan diğer bütün nimetlerden daha değerli olduğu
 açıkça ifade edilmiştir.
 "Ey huzura
 kavuşmuş insan! Sen O'ndan râzı/hoşnut, O da senden râzı/hoşnut olarak Rabbine
 dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!"
 (Fecr: 89/27-30)
 Sahih
 hadislerde belirtildiği gibi bütün mü'minler cennetteki yerlerini aldıktan sonra
 Cenab-ı Hak kendilerine hitap ederek hallerinden memnun olup olmadıklarını
 soracak, onlar da son derece memnun olduklarını ifade edeceklerdir. Bunun
 üzerine Allah, "Size bundan daha değerli bir şey veriyorum: Size rızamı
 saçıyorum, artık size gazabım bir daha dokunmayacak" diyecektir.[2]
 Cennet,(dolayısıyla cehennem ve ahiret hayatı) sadece ruhlar âleminde değil; ruh ve
 bedenden oluşan, ayrıca bağı bahçesi, nehri, yapısı vb. bulunan bir maddeler ve
 realiteler dünyasında başlayıp devam edecektir. Sadece Kur'an ayetleri
 çerçevesinde bile mevcut nasların içerdiği maddî unsurları, manevî ve ruhî
 anlatımlar veya sembollerle te'vil etmek mümkün değildir. İmam Gazzali, cennet
 zevklerinin hissî, hayalî ve aklî olmak üzere üçe ayrıldığını ve herkesin kendi
 kabiliyetine göre bunların tamamından veya bir kısmından faydalanacağını kabul
 etmiştir. Dünya hayatında özellikle hayalî ve aklî zevklerin kusuru olan
 kesintiler ahirette bertaraf edilip bu zevkler süreklilik kazandığında son
 derece câzip olurlar.[3]
   [1]Hıcr: 15/29.
 [2]Müslim, Cennet 9.
 
 [3] İslamAnsiklopedisi,  T.D.V. Y. c. 7, s. 374 vd.
 Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 
 .
 
 .Cennette
 Müminlerin Yaşadıkları Yerler:
 Allah, mümin erkeklere ve mümin
 kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn
 cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en
 büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.[1]
 Müminlerin dünya hayatlarınıgeçirdikleri evler, daha önce de belirttiğimiz gibi "içinde Allah'ın adının
 anılmasına izin verdiği" (Nur: 24/36) mekanlardır ve yine Allah'ın emri
 doğrultusunda tertemiz tutulan, özen gösterilen yerlerdir. Cennet evleri de
 bunun benzeri olarak yine, müminlerin Allah'ı andıkları ve O'na şükrettikleri
 tertemiz mekanlardır.
 Müminlerin yaşadıkları güzel
 meskenler, evler, köşkler bir önceki bölümde tasvir edilen doğal güzelliklerin
 içinde kurulmuş olabileceği gibi, bunların son derece modern, üstün bir
 teknolojiye ve estetik mimariye sahip şehirlerde inşa edilmiş olması da
 mümkündür.
 Kuran'da sözü geçen evler,
 genellikle doğal güzelliklerin içine inşa edilmiştir. Bunu bildiren bir ayet
 şöyledir:
 "Ancak Rablerinden
 korkup-sakınanlar ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek
 köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın
 va'didir. Allah va'dinden dönmez." (Zümer: 39/20)
 Köşklerin yükseklerde olması
 karşılarındaki ve aşağılarındaki manzara seyredilirken, görüntüye çok sayıda
 detay girmesini sağlar. Böylece birçok güzelliği aynı anda algılama imkanı
 doğar. Yükseklik değiştikçe görüntünün güzelliği de değişir. Her metre farkta
 görünen güzelliklerin boyutu bir öncekiyle aynı olmayacaktır. Cennette bazı
 köşkler daha yüksekte, bazıları daha alçakta olabilir, böylece her birinin
 manzarasının ve dolayısıyla buralardan alınacak zevklerin farklı olması mümkün
 olacaktır.
 Ayette bahsedilen, yüksek
 yerlerde kurulmuş köşklerin altlarından sular akar, bu manzarayı seyretmek için
 geniş pencereli ya da dört bir tarafı camlardan inşa edilmiş salonlar olabilir.
 Böylece insan ruhunun en çok zevk alacağı şekilde döşenmiş evlerde, tahtlar
 üzerinde yaslanırken, ve en güzel meyvalar ve içeceklerle rızıklandırılırken
 müminler, yükseklerden bakarak birbirinden muhteşem manzaraları da seyretme
 zevkini tadarlar.
 Köşklerin tasarımı ve döşenmesi
 en kaliteli malzemeyle, en uyumlu renklerle yapılmıştır. Rahat koltukları,
 karşılıklı oturulan tahtları vardır. "Özenle işlenmiş mücevher tahtlar
 üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır." (Vakıa: 56/15-16) ve "özenle
 dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır..." (Tur: 52/20) şeklindeki
 ayetlerden de anlaşılacağı gibi tahtlar zenginlik, ihtişam ve kudret sembolüdür.
 Allah sonsuz cennet nimetlerini nasip ettiği müminlere böylesini layık
 görmüştür. Onlar cennetteki tahtlar üzerinde kurulup yaslanırlar. Bu ortamda
 müminler sürekli Allah'ı anarlar.
 "Adn cennetleri
 (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle
 süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. Derler ki: "Bizden hüznü
 giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır,
 şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir
 yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir
 bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/33-35)
 İhtişamlı tahtlar üzerinde
 oturan müminler çevrelerini "bakıp-seyretmektedirler". (Mutaffifin:
 83/23) Dünyada gördüğü güzel bir manzaranın, güzel bir görüntünün karşısından
 ayrılmak istemeyen insan için cennetteki muhteşem manzaraların ve güzelliklerin
 yalnızca seyredilmesi bile görsel bir ziyafet, büyük bir nimettir. Müminlerin
 bakıp seyrettikleri bir eğlence, bir şölen de olabilir. Dünyanın yaratılışından
 yokoluşuna kadar yaşamış ya da yaşayacak müminlerle bu zevkleri ve güzellikleri
 paylaşmak sadece cennete has bir nimettir. Örneğin Hz. Musa ile, Hz. İsa ile ya
 da salih müminler ve sahabelerle karşılıklı tahtlarda oturup sohbet etmek,
 birlikte Allah'ı anmak dünyada nasip olabilecek bir zevk değildir, bu zevk ancak
 cennete mahsustur.
 Cennette müminlerin her
 diledikleri şey yaratılacaktır. Allah dileklerinin kendilerine ulaştırılması
 için özel hizmetkarlar görevlendirmiştir. Ayette şöyle geçer:
 "Kendileri için (hizmet
 eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) sedefte saklı inci
 gibi tertemiz, pırıl pırıl." (Tur: 52/24)
 Bir başka ayette de bu durum
 şöyle ifade edilir:
 "Çevrelerinde (gençlikleri
 ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır durur, sen onları gördüğün zaman
 saçılmış birer inci sanırsın." (İnsan: 76/19)
 Allah'ın cennetine layık
 kıldığı müminler son derece değerli ve seçkin insanlardır. Müminlerin hizmet
 edilen, "ikram görenler" (Saffat: 37/42) konumunda olmaları da Allah'ın
 onlara verdiği değeri gösterir. Müminlere hizmet etmeleri için yaratılan
 hizmetkarlar müminlerin arasında dönüp dolaşırlar, müminlerin bir dediği iki
 edilmez. Sürekli, kesintisiz bir hizmet ve ikram yapılır. Kur'an'da
 cennettekilere hizmet için yaratılmış civanlardan şöyle bahsedilir:
 "Kendileri için (hizmet
 eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) 'sedefte saklı inci
 gibi tertemiz, pırılpırıl.'" (Tur: 52/24)
 "Çevrelerinde (gençlikleri
 ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman
 saçılmış birer inci sanırsın." (İnsan: 76/19)
 Cennette müminlerin
 dilediklerinin anında sebepsiz yaratılmasının yanısıra, nimetlerin böyle
 kusursuz bir hizmet ve ikram içinde sunulmaları da görkemli bir güzellik
 oluşturur. Hizmette kullanılan eşyalar da çok değerli, kaliteli ve
 gösterişlidir. Ayetlerde  altın ve gümüş kullanıldığı anlatılır:
 "Çevrelerinde
 gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları
 belli bir ölçüyle tesbit etmişlerdir." (İnsan:
 76/15-16).
 "Onların
 etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği
 ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız."
 (Zuhruf: 43/71)
 Müminlerin
 dünyadaki çabalarından biri de dünya hayatındayken Kur'an'da tarif edilen cennet
 nimetlerine, cennet hayatına yakınlaşmaktır. Cennetteki kıyafetlerin,
 elbiselerin ve kumaşların mükemmelliğini ayetlerden öğrenmekteyiz. Dünyada Allah
 giyinmeyi insanlara öğreterek onların bu sayede hem örtünmelerini hem de şık ve
 estetik olmalarını sağlamıştır. Bu durumu açıklayan bir ayet şöyledir:
 "Ey
 Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs
 kazandıracak bir giyim' indirdik (varettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu
 daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler."
 (Araf: 7/26)
 Allah "Ey
 Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf
 etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (Araf: 7/31) ayetiyle iman
 edenlere şık ve temiz kıyafetler giymelerini tavsiye etmiştir. İşte cennette
 müminlere giydirilecek kıyafetler de, dünyadakilerden kat kat ihtişamlı ve
 gösterişli olacaktır.Kur'an'da özellikle cennette bulunan iki kumaşa dikkat
 çekilmiştir: İpek ve atlas. Bir ayette cennettekiler için "hafif ipekten ve
 ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler" (Duhan: 44/53) denmiştir. Bu
 iki kumaş da dünya standartlarında az bulunan, pahalı ve çok kaliteli
 kumaşlardır. Bunlardan yapılan elbiseler de giyen kişiye estetik bir zevk
 vereceği gibi seyreden kişiye de çok büyük bir zevk verecektir. Bu elbiselerin
 güzelliği ve ihtişamı, onları taşıyanların güzelliği ve kusursuzluğu ile
 bütünleşir ve ortaya muhteşem bir manzara çıkar.
 Elbette ki,
 cennetteki kumaşların ve kıyafetlerin hepsi bu ikisiyle kısıtlı değildir, Allah
 bu büyük mükafatı nasip ettiği müminlere daha nice güzel kumaşlardan nice güzel
 elbiseler giydirecektir. Öyle ki, bizim henüz bilmediğimiz kumaş cinslerinden,
 henüz bilmediğimiz modellerde elbiseler de orada var edilebilir.
 Kur'an bize, bu
 güzel elbiselerin bazı takılarla süslendiğini ve gösterişlerinin artırıldığını
 haber verir. Bu takılardan özellikle dikkat çekilenler altından ve gümüşten
 bilezikler ve incilerdir. Örneğin, Hac: 22/23. ayette
 "... orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler, oradaki
 elbiseleri ipek(ten)dir" şeklinde bildirilmektedir. Bir başka ayette ise
 "Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır.
 Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir..." (İnsan: 76/21) şeklinde bildirilir.
 Böylece güzel kıyafetler güzel takılarla tamamlanmış ve müminlerin zevkine
 sunulmuştur.
 Cennetteki
 malzemenin temeli "çeşit çeşit incelik" ve "çarpıcı güzellikler"dir. Bunlar
 Allah'ın sonsuz ilminin ve sanatının birer yansımasıdır. Örneğin tahtlar
 mücevherli, yükseklere kurulmuş ve özenle dizilmiştir. Kıyafetler ipekten ve
 atlastandır. Altın ve gümüş takılar bu kıyafetleri süslemektedir. Allah çok
 detay vermiş, ancak hayalgücünü açık bırakan ifadeler de kullanmıştır. Cennette
 (Allah en iyisini bilir) her müminin kendi zevkine göre özel olarak ayarlanmış
 türlü nimetler, görüntüler ve çeşit çeşit ortamlar olacaktır. Kuşkusuz Allah,
 cennete layık ve ehil kıldığı değerli müminlere, Kuran'da belirttiği nimetlerin
 dışında daha nice sürprizler hazırlamıştır.[2]
     [1] Tevbe:9/72.
 [2] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennetlikler:
  Kur'an ve Sünnet'te ifade
 buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih
 işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen
 Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken
 manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve
 kardeşlik Cennet'te gerçekleşir:
 "Takva sahipleri, elbette
 Cennet'lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin
 olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi
 kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç
 bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller."
 (el-Hicr: 15/45-48)
 Kur'an-ı
 Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların,
 ceza-hüküm gününe inananların, Allah'ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip
 olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların
 Cennete gireceklerini bildirmektedir.[1]
 Ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın rızasını dileyerek sabredenlere[2];
 şükredenlere[3]
 yürekten tövbe edenlere[4];
 Allah yolunda canını feda eden şehitler[5]
 ve Allah'a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah'ın ölçüsünde
 Allah'a yönelenlere"[6]
 içinde ebedî kalınacak Cennet'e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından
 müjdelenmiştir.
 Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur'an ayetlerinden bazılarında şöylebuyrulur:
 "İman
 edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları
 altından ırmaklar akan, nimeti bol Cennetler'e hidâyet buyurur. Bunların,
 Cennet'te duâları: Allah'ım, seni tesbih ve tenzih ederiz. sözüdür ve
 aralarındaki dilekleri de hep selâmdır. Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler,
 âlemlerin Rabbine mahsustur." gerçeğidir." (Yunus:
 10/9-10)
 "Kim de
 O'na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en
 yüksek dereceler var. Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler
 akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle Cennetler' de ebedî kalış, küfür ve
 isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır." (Tâhâ:
 20/75-76)
 "İmran b.
 Husayn (r.a.)'dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun
 fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır.[7]
 Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir.
 Çoğu insan mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu
 oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
 Cennet'e ilk
 giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan
 sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in
 ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi hesap ve ikap görmeksizin ilk
 olarak Cennet'e girecektir.[8]
 Hadislerdenöğrendiğimize göre[9]
 Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar
 Cennet verilecektir. Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd
 olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir.[10]
 Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır,
 ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve
 ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına
 hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de
 eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab
 eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı
 kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir. Nitekim Muaz b.
 Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi
 açıklığa kavuşturur:
 "Hiç bir
 kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve
 Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah
 ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)."[11]
 Ehl-i Sünnetve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve
 bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka
 Cennet'e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs.
 hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.[12]
 Modern hayatın içinde bunalmış,
 özlediği hayatı sadece düşünüp, hayallerinde yaşayabilen bir insanlık var.
 Modern hayat huzur ve mutluluk vadetmişti. Ama vermediği gibi
 huzursuzluğu arttırdı. Bugün insanlık acılar içinde kıvranmaktadır. Beton
 binalar arasında sıkışmış, gürültülü şehir yaşamının ve hayatın yoğunluğunun
 ortaya çıkardığı stresin, kirli havayı teneffüs etmenin getirdiği birtakım
 biyolojik rahatsızlıklar, Allah  korkusundan uzak yaşayan insanların
 sahtekârlıkları, çevirdikleri entrikalar ve işledikleri zulümler hayatı
 cehenneme çevirdi. Tabiattan ve tabiatından bu kadar uzaklaşan insan sanal/yapay
 şeylerle kendisini avutuyor. Evindeki akvaryumuyla, birkaç saksısıyla, kafesteki
 kuşuyla ve vazolara koyduğu birkaç plastik veya gerçek çiçekleriyle kendine
 yapay bir tabiat oluşturmaya çalışıyor. Sinema ve film dünyası yeterli gelmedi;
 bilgisayar oyunları ve stimülasyonlarla her şey sanallaştı, oyunlaştı. Fakat
 bütün bunlar, insanın streslerini atmaya, huzurlu olmasına yetmiyor. Artık hafta
 sonları bir su başında, birkaç ağacın dibinde geçirilen piknik saatleri de
 tatmin etmemeye başladı. Tabii ardından geriye özlem, yani nostaljik duygular
 kendini gösterip insanı avutma ve oyalama görevini üstlendi.
 Günümüz insanı,
 bilim-teknoloji derken, bunları putlaştırdı. Ancak Allah'ın huzurunda elde
 edilebilen "huzur"u teknolojinin sağlayacağı ümidiyle yıllarca koştu. Yolun
 sonlarına doğru gelmesine rağmen baktı ki ortalarda cennet olmadığı gibi yaşam
 eskisinden de kötü oldu. İşte bu insanlardan bazıları "acaba cennet geçtiğimiz
 yollarda idi de biz mi göremedik? Dönüp bir daha bakalım!" dediler. Kısacası
 nostalji; cenneti dünyada aramanın şaşkınlığıdır. Fakat insanlar kusura
 bakmasınlar, cenneti dünyada asla bulamayacaklar. Çünkü dünyada cennet yok;
 Cennet, ölüm ötesi dünyaya ait bir yerdir.
 Cennetle ilgili
 birçok ayetlerde "altından ırmaklar akan cennetler"  ifadeleri geçer.
 Bugün özellikle zengin insanların yaptırdıkları veya satın aldıkları villaların
 denize nâzır olanlarının ne kadar pahalı ve değerli olduğunu biliyoruz. Niye
 değerli? Çünkü balkonuna çıkıp oturduğunuz zaman karşınız deniz. Bakanlara
 serinlik ve ferahlık veriyor.
 "Defterleri
 sağdan verilenler,  ne  mutlu  o  sağ  ehline!  Yüklü  dalları   bükülmüş
 kiraz  (ağaçları),  üstüste  dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, yayılıp
 uzanmış gölgeler, çağlayarak akan su kenarlarında, bitip tükenmeyen ve yasak da
 edilmeyen bol meyveler arasındadırlar."
 (Vâkıa: 56/27-33)
 Ne kadar güzel
 bir tatil yeri! Tatil yapanların oradan hiç ayrılmak istemeyecekleri bir yer.
 Dünyadaki hemen tüm tatil köyleri ve dinlenme kampları genellikle bir su
 kenarında ve yeşil bir ortamda tesis edilmişlerdir. Allah da buralara uygun
 ifadelerle cenneti tasvir etmiş. Fakat oradaki tatil yerleri hem ebedî, hem
 hakiki, hem de insanların akıllarına bile getiremedikleri nimetlerle dolu.[13]
     [1]el-Meâric: 70/23-33.
 [2]er-Ra'd: 13/20-23.
 [3]el-Ahkâf: 35/15-16.
 [4]et-Tahrim, 66/8.
 [5]el-Bakara: 2/154.
 [6]Kaf: 50/31-34.
 [7]Tecrid-i Sarih Tercemesi:
 9/40.
 [8]Tecrid-i Sarih Tercemesi: 4/41-43.
 [9]Tecrid-i Sarih Tercemesi: 2/845.
 [10]Tecrid-i Sarih Tercemesi: 4/264-275.
 [11]Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 4/271.
 [12]Durak Pusmaz, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/301.
 [13]Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 
 
 .
 
 .Cennettekilerin Eşleri:
  "İman edip
 salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları
 cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır..."
 (Nisa: 4/57)
 Cennet sonsuz
 bir hayatın sürüleceği, Allah'ın iman etmiş salih kullarına mükafat olarak
 hazırlamış olduğu muhteşem bir mekandır. Kur'an cenneti tasvir ederken, önceki
 sayfalarda değindiğimiz gibi içinde yaşanılacak evlerden, yenilecek yemeklerden,
 içkilerden, cennet ehlinin giyimlerinden ve cennete  has doğal güzelliklerden
 bilgiler verir. Aynı dünya hayatında olduğu gibi cennette de devam eden, "yaşanılan"
 bir hayat vardır. Elbette ki bu hayat dünya ile kıyas yapılamayacak kadar
 mükemmeldir, ancak genel anlamda birbirine benzerlik göstermektedir. Bu nedenle
 de iman edenler dünya hayatından ahiret hayatına geçtiklerinde, herhangi bir
 şaşırma, yadırgama, bir uyum zorluğu ile karşılaşmayacaklardır.
 Bu sonsuz hayat
 içinde elbette ki müminler, dünya hayatlarında yaşadıklarına benzer bir yaşantı
 süreceklerdir. Yani yiyecekler, içecekler, giyecekler, evlerde kalacaklar ve
 elbetteki eşleri olacaktır. Allah'ın onlara sunmuş olduğu bir nimet olarak güzel
 eşlerle birlikte cennete girecek ve sevinç içinde ağırlanacaklardır.[1]
 Kur'an'da tarifedilen cennet kadınlarının önemli bir özelliği "tertemiz" olmalarıdır. Kuran'da
 bu, "... onda, onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır..." (Nisa: 4/57)
 ifadesiyle bildirilmektedir. Cennet kadınlarının dünyada olduğu gibi sürekli
 temizlenmelerine, bakım yapmalarına gerek olmayacaktır. Çünkü cennette pislik ve
 kirlenme gibi kavramlar yoktur, buna meydan veren sebepler de ortadan
 kaldırılmıştır. Dünyaya ait tüm eksiklikler, sıkıntılar ve ihtiyaçlar cennet
 hayatında tamamen  ortadan kaldırılmıştır. Bu duruma işaret eden bir başka ayet
 de "Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık."
 (Vakıa: 56/35) ayetidir. Bu yeni yaratılış, cennete has üstün ve mükemmel
 özelliklere uygun bir yaratılış olacaktır.
 Cennetin
 mükemmelliğine uygun bir yaratılışı tefekkür ettiğimizde cennetteki kadınlar
 hakkında şu genel özellikler akla gelir: Saçları her zaman pırıl pırıl ve
 tertemizdir, ciltleri de tertemiz ve pürüzsüzdür, vücutlarından enfes kokular
 yayılır. Bir hadiste bu kadınlardan şöyle bahsedilmektedir:
 "Eğer cennet
 kadınlarından bir tanesi dünyaya gelseydi, dünyanın her tarafını (güneş gibi)
 aydınlatır ve dünyayı güzel koku ile doldururdu."[2]
 Cennettemüminlerin evlendirildiği kadınların diğer bir özelliği, sadece kendi eşleri
 için yaratılmış "yaşıt kadınlar" (Sad: 38/52) olmalarıdır. Kur'an'da
 onların bu özellikleri "ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş
 iri gözlü kadınlar vardır." (Saffat: 37/48) ayeti ile duyurmuştur. Bir başka
 ayette de bu durum şöyle ifade edilir:
 "Orada
 bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bunlardan önce
 kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur."
 (Rahman: 55/56)
 Bazı ayetlerde
 söylendiği şekilde "saklı bir yumurta gibi" (Saffat: 37/49) ya da
 "saklı inciler gibi" (Vakıa: 56/23) olmaları da, bu kadınların sadece eşleri
 için yaratılmış ve korunmuş olduklarını kanıtlar niteliktedir. "Saklı" ifadesi,
 erişilmelerinin zor, sahip olunmalarının da aynı oranda kıymetli olduğunun
 göstergesidir. Yumurta ve inci benzetmeleri ise ciltlerinin parlak ve pürüzsüz
 olmasına işaret etmektedir. (Allah en iyisini bilir.)
 Sadece
 kendisine ait olan, yanlızca kendisine ilgi ve sevgi gösteren kadına duyulan
 istek, insanın ruhuna çok zevk veren bir duygudur. Şüphesiz ki bu güçlü duygunun
 kaynağı mümin ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. İnsan ruhu güzel
 konuşmaktan, iltifat etmekten ve iltifat görmekten çok fazla zevk alır. İşte
 "bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş" cennet  kadınları ile bu istek
 fazlasıyla yerine getirilebilir. Allah Rahman: 55/70. ayetinde cennet
 kadınlarını "huyları güzel" (Rahman: 55/70) şeklinde tarif etmiştir.
 Müminlerin
 kadınlarının sadece eşleri için varolduğunun bir başka göstergesi ise,
 "otağlar içinde korunmuş huri kadınlar" (Rahman: 55/72) ayetinden
 anlaşıldığı üzere, bu kadınların özel bir ihtimam gösterilerek saklandığıdır.
 Nitekim bir başka ayette de "Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir
 cin dokunmuştur" (Rahman: 55/74) şeklinde, birlikte olacakları varlığın
 eşleri olacağına işaret edilmiştir. Vakıa: 56/36. ayette ise "onları hep
 bakireler olarak kıldık" denerek bu ifade pekiştirilmiştir. Allah,
 cennetteki müminleri ve eşlerini, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmış
 olarak, 'sevinç ve mutluluk dolu bir meşguliyet' içinde (Yasin: 36/55-56)
 tasvir etmektedir.
 Cennette tüm
 müminlerin kendi eşleri vardır, hepsi de kişinin arzuladığı özelliklere sahip
 olarak mükemmel bir biçimde yaratılmışlardır. "Eşlerine sevgiyle tutkun"
 (Vakıa: 56/37) olmaları, kadınların dünyadaki cahiliye kıstaslarını anımsatır
 şekilde "çıkar elde etme ve geleceğini güvene alma" gibi dürtülerle değil,
 sadece Allah rızasını temel alan bir sevgi ve tutkuyla bağlı olduklarına işaret
 etmektedir.
 Cennete has bir
 özellik olarak Allah, kadınların yüz güzelliğine "orada huyları güzel,
 yüzleri güzel kadınlar vardır" (Rahman: 55/70) diyerek dikkat çekmiştir.
 Demek ki yüz güzelliği mümini çok etkileyen bir vasıftır. Kadınların yüzlerinde
 ruh temizliklerini yansıtan bir içsel güzelliğin parıltısı vardır. Bu ifadeyle,
 görünüş olarak da son derece simetrik, orijinal, kusursuz ve pürüzsüz bir yüze
 sahip olduklarına  işaret ediliyor olabilir. Bu orijinallik göz renginde, burun
 yapısında, kaşlarda, çenede, elmacık kemiklerinde, kısacası yüzün her
 ayrıntısında gizli olabilir. Nitekim ayetteki, "... ve biz onları iri-ceylan
 gözlü hurilerle evlendirmişiz" (Tur: 52/20) şeklindeki anlatımlarla yüz
 güzelliğine ait bir ayrıntıya, gözlere dikkat çekilmiştir.
 Gerçekten de,
 tahtlar üzerinde ya da gölgeliklerde karşılıklı oturulup muhabbet edilirken
 bakışların odaklandığı merkez kişinin yüzü olacaktır. Karşımızdakiyle konuşurken
 onun yüzüne bakarız. Allah'ın anıldığı güzel bir ortamda  hoş sohbetler içinde
 olan, ilgi çekici şeyler anlatan çok güzel yüzlü bir huriyi dinlemek, onunla
 sohbet etmek insana tarif edilmez zevkler verecektir. Allah bu ilişki sırasında
 müminlerin, her yönden en yüksek tatmine ulaşmasını istemektedir.
 Cennet
 kadınlarının kusursuzluğu elbette ki yüzleriyle kısıtlı değildir. Onlar baştan
 aşağı muhteşem ve "değişik" bir inşa ile yaratılmışlardır. Nebe: 78/33'te vücut
 güzelliklerine de atıfta bulunularak "göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt
 kızlar" denmektedir. Yaşıt olduklarına dikkat çeken bir diğer ayette de
 "… Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır"
 (Sad: 38/52) ifadesi geçer. Sonsuz yaşamda yaş söz konusu olmayacağına göre, bu
 ifade cennetteki kadınların ve erkeklerin birbirlerine çok uygun yaratıldığını
 göstermektedir.
 Kur'an'da
 cennet kadınları için kullanılan benzetmelerden biri de, "yakut ve mercan"
 (Rahman: 55/58)dır. Göze son derece hoş gelen bu zarif ve değerli taşlar cennet
 kadınlarının gözalıcı güzelliklerini vurgulamak maksadıyla kullanılmıştır. Yakut
 ve mercan benzetmelerin, hurilerin ciltlerinin ve tenlerinin pembemsi, beyazla
 karışık kırmızı rengini tarif için kullanıldığı da düşünülebilir.
 Kur'an'daki bu
 tür veciz benzetmeler ve özlü tasvirler sayesinde müminler, Allah'ın kendileri
 için ne muhteşem bir karşılık hazırladığını anlayabilmekte, Allah'ın rızası,
 rahmeti ve cennetine kavuşabilmek için daha çok dua etmekte ve bunları
 kazanabilmek için daha yoğun bir çaba göstermektedirler.
 Unutulmamalıdır
 ki nimetlerle donatılmış olan cennet, Allah'ın Kur'an'da müminlere bildirdiğinin
 de ötesinde, tahayyül dahi edilemeyecek, insanın düşünce sınırlarının çok
 üzerinde özelliklere sahiptir. Cennette daha önce hiçbir gözün görmediği, hiçbir
 kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbinin hatırına getirmediği sayısız
 nimetler Allah'tan bir karşılık olmak üzere müminlere sunulacaktır...
 [3]     [1]Zuhruf: 43/70.
 [2]Resul-i Ekrem SAV, 72.
 [3] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınlar
 
 
 .
 .Cehennem
 Korkusu - Cennet Ümidi (Allah ile İlişkilerimizde Denge)
 Kur'an
 insanlara öğüt verirken onların duygularını dengede tutmaya çalışır. O
 mü'minlerle kâfirleri, cennetle cehennemi, iyi davranışlarla kötü davranışları,
 amel defterlerini/karnelerini sağdan alanlarla soldan alanları peşpeşe anlatır.
 Ne aşırı şekilde tek taraflı ümitlenmek, ne de tek taraflı korkmak, ikisi de hoş
 olmayan sonuçlara götürür. İnsan, aşırı şekilde sadece ümitlenirse laubali,
 şımarık olur. Ve bu hal Allah'la ilişkilerinde de görülür. Kulluğu hafife alır,
 ciddiyetini kaybeder. Bu durum şeytanın insanı Allah ile aldatmasına yol açar.
 Kur'an'da şeytanın insanı Allah ile aldatmasına dair birçok ayet vardır.
 Bunlardan biri şudur:
 "Allah'ın
 affına güvendirerek şeytan sizi aldatmasın." (Fâtır:
 35/5)
 İnsan bazen
 günah dolu bir hayat içerisinde yaşarken biri kendisini Allah'tan korkmaya davet
 edip günahlardan alıkoymaya çalıştığında, hemen Allah'ın çok merhametli ve
 affedici olduğunu söyleyerek o günahı işlemeye devam eder. Bu, Allah'ı yanlış
 tanımadır.
 Şüphesiz
 Allah'ın affedici ve çok merhametli olması, hiçbir zaman insanın O'na isyan
 etmesini, günah işlemesini gerektirmez. İnsanın aşırı şekilde, tek taraflı
 korkuya kapılması, bu defa insanı ümitsizliğe sevkeder. Ümitsiz   yaşamak
 insanda karamsarlık ve hayata  karşı duyarsızlık oluşturur.[1]
 "OnlarRablerine, azabından korkarak ve rahmetinden ümitvar olarak dua ederler."
 (Secde: 32/16)
 "Gerçekten
 onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin
 saygı gösterirlerdi." (Enbiyâ: 21/90)
 "O'na
 korkarak ve umarak dua ediniz." (A'râf: 7/56)
 
 Yalnız dünya
 için çalışanlar, çalıştıklarının karşılığını bu dünyada alırlar. Ahiret yurduna
 hazırlık yapanlar ise hem bu dünyada hem de ahirette karşılığını en güzel şekilde
 alırlar. Kâfire ahirette yakıtı insan ve taş olan cehennem gösterilirken,
 mü'mine ise köşklerin, suların, çiçeklerin en güzel ve tertemiz eşlerin olduğu
 cennet vaad ediliyor.
 Bu dünyada
 insanlardan bir kısmı bir villaya, arabaya ve güzel bir kadına sahip olmak için
 kendilerini her türlü tehlikenin içine atabiliyor. Halbuki bu dünyanın çiçekleri
 soluyor, sevgililer önce soluyor, sonra ölüyor. Tüm doğanlar ölüyor, yapılanlar
 yıkılıyor. Gençliğini harcayarak birçok şeye sahip oluyor; tam yaşayacağım dediği
 anda doktoru ona tuzu-yağı-tatlıyı yasaklıyor ve eşine karşı da iktidarsızlık
 dönemi başlıyor. Mü'minler kendilerini ahirete göre ayarlarlar. Allah, onlara bu
 dünyayı da verir. Ama geçici olan bu dünya nimetleri cennette solmadan devam
 eder.
 Geldiğimiz yere
 dönüyoruz. Yemyeşil bir ülkeden geldik. Yeşillikler üzerindeki fıskiyelerin
 etrafında yeşil yastıklar, nefis işlemeli döşekler üzerine yaslanmış,
 sevgililerinden başkasına bakmayan, kendilerine insan ve cin eli değmeyen
 sevgililerin bulunduğu ülkeden geldik. Bir tanesinin kokusu yeryüzünü dolduracak,
 parlaklığı güneş ve ayın ışığını solduracak derecede güzel, yakut ve mercan gibi,
 her an bekâreti yeniden verilen, altın  bilezik, yeşil ipekli elbise ve
 incilerle süslenmiş tomurcuk memeli sevgililerle bezenmiş bir ülkeden geldik.
 Altından sular akan kat kat köşkler, binası altın ve gümüşten, harcı miskten
 meydana gelen güzel meskenler, gümüş kaplar, billur kupalar, altın tepsiler ve
 kadehlerde canların çektiği gözlerin hoşlandığı herşeyin bulunduğu, istenilen et
 ve meyvelerin bol olduğu, ölümün uğramadığı, gençlik ve güzelliğin solmadığı,
 sonu misk kokan, mühürlü halis şarabın içildiği, yandıran güneş, donduran soğuğun
 bilinmediği bir ülkeden indik.
 Kin ve yalanın
 bilinmediği, hiç bir günahın işlenmediği, cinsî iktidarsızlığın ve yorulmanın
 olmadığı, yenen ve içilenlerin ter halinde çıktığı ve güzel kokular saçtığı bir
 ülkeden Hz. Adem'le - Hz. Havva validemizle bu imtihan dünyasına indik, eski ve
 ebedî yurdumuza, ana vatanımıza, baba ocağımıza tekrar dönmek üzere. Cenneti
 yaratan ve bizi sınav için bu dünyaya indiren Rabbimiz
 "Rabbinizden
 olan rahmet ve cennete doğru koşunuz." (Al-i İmran:
 3/133)
 "İyi şeyler
 için yarışanlar bunun için yarışsınlar." (Mutaffifin:
 83/26) emriyle kıyamete kadar gelecek insanları uzun bir yarışa başlattı ki,
 varış noktası dünyada devlet, ahirette cennet. Ödül ise
 cennet nimetleri ve cemalullah.
 Dışını halk,
 içini Hak için süsleyen muttaki insanlara hazırlanan bu güzellikler yurduna
 ancak temiz insanlar layık olduğundan bu dünyadan kalbimizi ve kalıbımızı
 kirlendirmemeye, kirlenen yerlerimizi de temizlemeye çalışmak bizim görevlerimiz
 arasındadır. Bu dış ve iç temizlik, bazen göz yaşı, bazen alın teri, bazen
 mürekkep, bazen kanla yapılır. Cennete doğru koşan, bu dünyada terleyecek,
 tökezleyip günah bataklığına düşerse tekrar kalkıp koşacak, kirlerini göz
 yaşıyla yıkayıp pişmanlık ateşiyle yakacak. Dünyada pişmanlık ve tevbe ateşiyle
 günahlarından temizlenmeyen mü'minleri Allah lutfedip affetmezse cehennem
 ateşiyle temizleyecektir. "Gelin bugün yanalım, yarın yanmamak için!"[2]
 İbn Ömer (r.a.)anlatıyor: Allah'ın Rasülü (s.a.s.) ile beraberdim. Ensar'dan bir sahabi geldi
 ve Rasulullah'a  selâm  verdi.  Sonra  da  sordu:
 "Ya
 Rasulallah!  Mü'minlerin  en  üstünü hangisidir?"
 "Onların
 ahlâkı en güzel olanıdır."
 "Ya
 Rasulallah! Mü'minlerin en zekisi hangisidir?"
 "Onların
 ölümü en çok hatırlayanı, ölümden sonrası için en güzel bir şekilde ahiret
 hazırlığı yapanıdır. İşte onlar, en zeki mü'minlerdir."[3]
     [1]Hasan Eker, Ahiret Bilinci,  s. 92
 [2] MahmutToptaş, Şifa Tefsiri, c. 1, s. 109-111
 [3] İbnMâce Hadis no: 4259. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 
 
 .
 
 .Hayal Gücü
 Sınırlarının Ötesinde Bir Cennet:
 "... Orada
 nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada
 süresiz kalacaksınız." (Zuhruf: 43/71)
 Kuran'daki
 tarif, tasvir ve benzetmelerden, ayrıca geçmiş sayfalarda açıkladığımız, Bakara:
 2/25. ayette belirtildiği üzere, 'Cennet nimetlerinin dünyadakilere benziyor
 olmasından yola çıkarak, cennetin nasıl bir yer olacağını ana hatlarıyla tahmin
 edebilmekteyiz. Biliyoruz ki Allah müminleri "Kendilerine tarif edip
 tanıttığı cennete sokacaktır". (Muhammed: 47/6) Böylece dünya hayatında da,
 Allah'ın izniyle cennete dair bilgiler edinmemiz mümkün olmaktadır. Ancak
 edinilen bu bilgi, sadece Allah'ın bize öğrettiği ve cenneti tefekkür etmemize
 vesile olan bilgidir. Bu bilgi cennetin tamamını tarif ediyor diyemeyiz.
 Özellikle, bazı ayetlerde dikkat çekilen çok önemli bir ayrıntı vardır, bu da
 cennetin "hayalgücünü harekete geçiren" tasviridir. Şimdi, bu ayetlere bir göz
 atmadan önce hatırlatılması gereken bir noktaya değinelim. Kuran'da bahsi geçen
 "bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için
 lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar" (Muhammed: 47/15)
 örneği bizlere, cennetin, insanların hayallerindeki biçiminden de öte bir yer
 olduğunu hissettirir. Bu ayet insan ruhunda, cennetin bir 'sürprizler mekanı'
 olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
 Allah cennetten
 "bir şölen" olarak bahseder:
 "Ama
 Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için  Allah katında -bir şölen olarak-
 altından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik
 yapanlar için, Allah katında olanlar daha hayırlıdır."
 (Al-i İmran: 3/198)
 Allah bu
 ayetinde cenneti bir kutlama ve bir eğlence yeri olarak tanıtmıştır. Dünyanın
 "bitişi", imtihanın kazanılması ve Kur'an'daki tarifiyle asıl yurda, yani
 kalınacak yerin güzel olanına ulaşılması, şüphesiz ki kutlanmaya değer bir
 sonuçtur. Bu kutlama, süresi, boyutları ve içeriği dünyadakilerin hiçbiriyle
 kıyaslanamayacak kadar görkemli bir kutlama olacaktır. Böyle bir şölenin,
 dünyada geçmişten günümüze dek, tüm kavimlerin, tüm ülkelerin adet ve
 geleneklerinde yer alan kutlama, gösteri, ve eğlencelerin ötesinde olacağı
 muhakkaktır.
 Ebedi hayatta
 bu tür şölenlerle ve buna benzer, bitmek tükenmek bilmeyen envai çeşit
 nimetlerle sürekli meşgul olmak, yalnızca cennete özgü bir vasfı da beraberinde
 getirecektir: Yorulmamak... Kur'an'da bu mükemmellik cennetteki müminlerin
 ağzından şöyle duyurulur: "... Burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
 bize bir bıkkınlık da dokunmaz". (Fatır: 35/35) Elbette bu yorgunluğa
 zihinsel yorgunluk da dahildir.
 Dünyevi
 şartlarda insan, bedenen zayıf yaratıldığından kolay yorulur. Yorulduğunda ise
 zihni bulanmaya başlar, konsantrasyonu dağılır, sağlıklı düşünebilmesi zorlaşır,
 algılaması da zayıflar. Oysa bu durum cennette söz konusu olmayacaktır. Müminin
 Allah'ın nimetlerini eksiksiz algılayabilmesi ve bunlardan zevk alabilmesi için
 zihni her zaman açık, şuuru keskin olacaktır. Dünyanın eksikliklerinden birisi
 olan yorgunluk hissi ortadan kaldırılacağı için, müminlerin sonsuz nimetlerden
 aralıksız istifade edebilmeleri mümkün olacaktır. Ayetlerde de bildirildiği gibi
 zevk almaktan bıkkınlık duyulmayacak, cennet nimetlerinden eksiksiz bir haz
 alınacak ve bir nimetten diğerine geçilecektir. Yorgunluğun ve bıkkınlığın
 dokunmadığı bir ortamda Allah, müminlerin "her dilediklerini" (Şura:
 42/22; Furkan: 25/16; Zümer: 39/34) yaratarak onları ödüllendirmektedir.
 Olmasını arzuladıkları akla gelebilecek herşey orada müminlerindir. Allah
 "Orada diledikleri herşey onlarındır, katımızda daha fazlası da var" (Kaf:
 50/35) ayetiyle insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden de fazlasını
 vereceğini, sınırlı isteklerimizin, cennette kat kat artırılacağını
 belirtmektedir.
 İnsanı yaratmış
 olan Allah, onun nefsinin isteyebileceğini ondan daha iyi bilmektedir ve bunları
 bir mükafat olarak müminler için cennette yaratacaktır. Kur'an'da bu nimetlerin
 bir kısmı insanlara bildirilmiş, kalanları ise herkesin zevkine, arzularına ve
 hayalgücüne bırakılmıştır. Aslında genel hatlarıyla tüm müminler benzer
 şeylerden hoşlanırlar, farklılaşma ince detaylardadır. İnsanın dünya şartlarında
 imkansız gibi gözüken pekçok nimeti, ya da hakkında ilim sahibi olmadığı
 nimetleri Rabbinden isteyebilir. Ayrıca müminlere cennette öğretilecek olan
 nimetler de müminler tarafından istenilebilir. Bunu ise sadece Allah
 bilmektedir.
 Cennetin bu
 eşsiz güzelliklerini tasvir eden bir başka ayet ise şöyledir:
 "Onların
 etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği
 ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız."
 (Zuhruf: 43/71)
 Bu ayetten
 anlaşılan, mümini orada sürprizlerin beklediğidir. Gördüğü şeylere sevinecek,
 bunlardan zevk alacaktır. Diğer müminlerin zevk aldıklarını, gördüklerinden ve
 yaşadıklarından hoşlandıklarını görmek de mümin için ayrı bir mutluluk
 vesilesidir.
 Unutulmaması
 gerekir ki, 'doğruluk makamı' olan cennetin en büyük nimetlerinden biri de
 cehennem azabından korunmuş olmaktır.[1]
 Uğultusunu bile duymadıkları[2]
 cehennemi dilediklerinde görebilen, cehennem halkı ile konuşabilen müminler için
 tüm bunlar, büyük şükür vesilesi olmaktadır:
 "Dediler ki:
 "Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe
 edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen
 kavurucu azaptan korudu. Şüphesiz biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik.
 Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."
 (Tur: 52/26-28)
 Kur'an'da
 cennetin çeşitli dereceleri, ya da farklı bölümleri olduğu bildirilmektedir. Bu
 dereceler Adn, Me'va, Firdevs ya da Naim cennetleri olarak nitelendirilmiştir.
 Bu isimler, içlerinde değişik zevklerin alınacağı, cennetin birbirinden farklı
 yerlerini tasvir ediyor olabilir –en doğrusunu Allah bilir. Taha: 20/75. ayette
 de denildiği gibi, "Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na
 gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır".
 Cennet öyle bir
 mekandır ki, Kur'an'daki tarifiyle "her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir
 mülk görürsün". (İnsan: 76/20) Burada her bir ayrıntıda çok büyük
 güzellikler, nimetler vardır. Her yer ve her köşe, ya da 'görüntünün her karesi'
 Allah'ın eşsiz ilmi sayesinde sayısız nimetlerle donatılmıştır. Sadece ve sadece
 Allah'ın rahmet edip bağışladığı ve cennetine soktuğu müminlere has kılınmış
 olarak... Rableri "onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü)
 sıyırıp-çekmiştir, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar."
 (Hicr: 15/47) Onlar, "onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak
 istemezler" (Kehf: 18/108)
 [3]   [1]Duhan: 44/56.
 [2]Enbiya: 21/102.
 [3] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennet
 Ucuz Değil!
 Cennet insanın
 hayallerine dahi sığmayacak güzellikte yaratılmış. Fakat nefse ağır gelen,
 nefsini terbiye edememiş, ona esir olmuş insanlara çok zor gelen işlerle
 kuşatılmıştır. Her nimetin bir külfeti vardır. Külfet nimetin önemine göre değişir.
 Cennetin etrafını kuşatmış bu zor ve sıkıntılı engelleri aşmak için her şeyden
 önce kuvvetli bir iman ve bununla birlikte ileri derecede bir sabır gücü olması
 lâzım.
 Cehennemse
 nefse hoş gelen, insanı cezbeden işlerle kuşatılmıştır. Bütün bu işlere bir ömür
 boyu direnmek, karşı koymak da çok güçlü bir maneviyatı gerekli kılıyor. Öyle ya
 insanlar haram-helal, iyi-kötü demeden her türlü lezzeti yaşamaya koyulacaklar,
 siz de bunları göreceksiniz ve yapmayacaksınız! "Ben sabredersem Rabbim bana
 cennette daha güzellerini, hem de ebedî olarak verecek" diyeceksiniz. Bu,
 cennete ne kadar iman ettiğine ve dünya hayatına ne kadar değer verdiğine bağlı
 bir şey. Hayata damgasını vurmuş büyük insanlara bakın. Hiç birisinin dünyaya
 gerektiğinden fazla değer verdiklerini göremeyeceksiniz.
 Ama bunun
 yanında bir de hayatı son derece maddîleşmiş, ölmeyecekmiş gibi yaşayan, eğlenmek,
 yemek, içmek, giyinmekten başka bir derdi olmayan, ne dünün eyvahını, ne de
 yarının kaygısını çekmeyen insanlara bakalım; insana ait tüm yüce değerlerden
 yoksun iki ayaklı hayvanlar gibi (hatta daha da aşağı) bir vaziyette ömür
 tüketiyorlar. Bunlar zevkleri için yaşamaya çalışıyorlar. Basit, geçici, bir
 müddet sonra insana bıkkınlık veren zevkleri, ahiret zevklerine değişiyorlar.
 Tabii bunlara ahiretten söylenecek şey şu olabilir:
 "İnkâr
 edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara: 'Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel
 olan her şeyi (bütün zevklerinizi) harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama
 bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın
 karşılığında alçaltıcı bir azab göreceksiniz' denir."
 (Ahkaf: 46/20)
 Dünya hayatında
 basit bir eve talip oluyorsunuz. Birkaç yıl  "taksitlerini ödeyeceğim"  diye boğazınıza
 kadar her şeyinizden kısıyorsunuz. Yine aynı şekilde evlenmek için bir kıza
 talip olduğunuzda bir sürü masraf ve sıkıntıya giriyorsunuz. Dünyada bir eve ve
 bir kıza talip olmak bir sürü maddî ve manevî sıkıntılara girmeyi gerektiriyor
 da bir cennet köşkü ile hurilere talip olmak niye bazı sıkıntılara girmeyi
 gerektirmesin? Üniversite mezunu nice insanın branşlarıyla ilgili bir meslek
 bulamadıkları ve pek de işe yaramayan fakülte diploması için bunca zahmet boşuna
 imiş dedikleri bir ortamda, yine de bir yüksek okula girebilmek için her yıl
 milyonu geçen sayıda insanın nasıl sınavlara hazırlandığını biliyoruz. En
 azından bu kadar olsun çalışmaların, dökülen terlerin ve çekilen sıkıntıların
 cennet için de olması gerekmez mi?
 "Yoksa siz,
 sizden öncekilerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
 zannettiniz? Onlara öyle darlık, zorluk, sıkıntı geldi ve sarsıntıya uğradılar
 ki  Peygamber ve onunla beraber mü'minler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu.
 Gözünüzü açın! Allah'ın yardımı şüphesiz pek yakındır."
 (Bakara: 2/214)
 Rivayete göre
 bu ayet, Uhud veya Hendek savaşı esnasında nazil olmuştu. Mü'minler öyle
 daralmışlardı  ki,  âdeta  ölüp  ölüp  diriliyorlardı.
 Sahabelerden
 bazıları oldukça tedirgin, "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demeye
 başlamışlardı. İşte Cenab-ı Hak yukarıdaki ayeti vahyederek adeta "siz yoksa
 cenneti ucuz mu zannetmiştiniz?" buyuruyor. Allah'ın en salih kulları en çok
 musibetlere uğratılanlar olduğuna göre, bize ne oluyor da cenneti ucuza
 kapatmaya çalışıyoruz?[1]
 Yukarıdaki
 ayetin takdiri şudur: "Ey mü'minler, sizler Allah'ın sizi kullukla mükellef
 tuttuğu her şey ile ibadet etmediğiniz, sizi imtihan ettiği şeylere sabretmediğiniz,
 kâfirlerin eziyetine, fakirlik ve yoksulluğa, geçim sıkıntısı ve darlıklarına
 katlanmadığınız, düşmanla savaşın dehşet ve korkunç hallerine göğüs germediğiniz
 müddetçe, sırf bana iman edip, peygamberimi tasdik etmek suretiyle cennete
 gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Bütün bunlar, sizden önceki mü'minlerin başına
 gelmiştir."[2]
 Ayet, cennete
 girmeye hazırlanmak için, ezelden beri gelen Allah'ın kanununa yöneltiyor.
 Cennet ehli olmak için inanç sahiplerinin, inançlarını müdafa etmeleri; o yolda
 zorluğa, eziyete, şiddete ve ıstıraba katlanmaları; zafer ve mağlubiyet arasında
 gidip gelerek itikadları üzerine sabit kalmaları; hiçbir şiddetin onları
 dağıtmaması; hiçbir kuvvetin onları korkutmaması; mihnet ve fitne balyozları
 altında gevşememeleri ve zafere hak kazanmaları için Allah onlara yön veriyor.
 Zira o günde, Allah'ın dininin muhafızı onlardır. Kendilerine emanet edilen
 şeyleri beklemektedirler. O, emaneti korumaya ve müdafaya hazırdırlar. Bu yüzden
 de emanete müstahak olmuşlardır. Çünkü, onların ruhları korkudan kurtulmuştur.
 Dünya hayatının hırsından, yükünden, boşluğundan kurtulmuştur... O anda ruhları,
 olduğu âlemden cennete daha yakındır... Çamurlar âleminden çok yücelerdedirler...
 İşte mü'minler,
 cihad ve imtihandan, sabır ve sebattan, sadece Allah'a sığınıp O'nu düşündükten,
 Allah'tan başka her şeyi ve herkesi ikinci plana attıktan sonra cenneti hak
 ederler. Yol budur: İman ve cihad; mihnet ve bela; sabır ve sebat; sadece
 Allah'a yöneliş... Yardım bundan sonra geliyor. Cennet nimetleri de bundan sonra
 geliyor...[3]
 "Sizdenönceki ümmetler, çeşitli belalarla azab olunmuşlardı. Ama bu, onları dinlerinden
 çevirmemişti. Öyle ki adamın başının ortasından testereyle kesilir, böylece iki
 parçaya ayrılır; yine adamın etleri ve sinirleri demir taraklarla kemiklerinden
 ayrılır, ama bu onu dininden çeviremezdi. Allah'a yemin ederim ki, bu iş,
 mutlaka kemale erecektir. Öyle ki, kervancı Sana ile Hadramut arasında seyahat
 ederken ancak Allah'tan ve koyunlarına karşı kurttan korkacaktır; başka hiç
 kimseden korkmayacaktır. Ne var ki sizler, acele ediyorsunuz."[4]
 Ebu Hureyre(r.a.) rivayet ediyor. Rasülüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
 "İmtinâ edip
 kaçınanlar hariç, bütün ümmetim cennete girecektir."
 'Kim cennetegirmekten kaçınıp ayak diretir?' Dediler.
 "Kim bana
 itaat ederse cennete girer, kim âsi olup itaat etmezse o kaçınmış olur demektir!"
 buyurdular.[5]
 "Rabbinizinbağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar
 olan cennete koşun (onun için yarışın!)" (Âl-i İmran:
 3/133)
 "Yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcınimetler saklandığını hiç kimse bilemez." (Secde:
 32/17)
 "Ey mutmain
 ruh! Rabbını razı etmiş ve razı edilmiş / hoşnut olmuş olarak Rabbine dön.
 Seçkin kullarım arasına kavuş ve gir cennetime!" (Beled:
 90/27-30)[6]
 
   [1] HasanEker, Ahiret Bilinci,  s. 90
 [2]Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, c. 5, s. 72
 [3] SeyyidKutub, Fi Zılali'l-Kur'an, c. 1, s. 452
 [4] Buhâri,İkrah 1.
 [5] Buhâri,İ'tisam 2.
 [6] AhmetKalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
 
 
 .
 
 .Tüm
 Nimetlerin En Üstünü:Allah'ın Rızası
 
 "Allah,
 mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar
 akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan
 hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur."
 (Tevbe: 9/72)
 Önceki
 sayfalarda cennette var olan nimetlerin göz kamaştırıcılığını birlikte inceledik.
 Ortaya çıkan tablo, cennetin, insanın beş duyusuna olabilecek en büyük zevk ve
 lezzetleri tattırdığını göstermektedir.
 Ancak cennetin
 tüm bunlardan çok daha üstün olan en büyük nimeti, Allah'ın rızasıdır. Müminin
 Allah'ın rızasını kazanabilmiş olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur.
 Dahası, Allah'ın verdiği herşey için O'ndan razı olmanın, O'na daimi bir şükür
 içinde bulunmanın verdiği asil mutluluktur. Kur'an'da, cennet ehlinin bu vasfına
 şu şekilde dikkat çekilir:
 "... Allah
 onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve
 mutluluk' budur." (Maide: 5/119)
 Müminlerin
 Allah'ın rızasını kazandıklarını hissetmelerinin en çarpıcı ifadesi ise,
 Allah'ın onlara görünecek şekilde tecelli etmesidir. Dünyada bu durum
 olanaksızdır, çünkü "gözler O'nu idrak edemez..." (Enam: 6/103) Ancak
 Kur'an'da bildirildiğine göre, Allah, ahirette mümin kullarına belirli bir
 şekilde tecelli ederek gözükecektir. Bunun nasıl olacağı ise Allah katındadır.
 Ancak ayetlerde geçen ifadelere göre, mahşer günü, Allah sekiz meleğin taşıdığı
 arşında müminlerin karşısına gelecektir.[1]
 O an müminlerin "yüzleri ışıl ışıl parlar, Rablerine bakıp-durur". (Kıyamet:
 75/22-23) Dahası "çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü 'Selam' (vardır)".
 (Yasin: 36/58) İçinde bulundukları doğruluk makamı, Allah'ın onurlu-üstün
 makamıdır ve müminler burada "çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın
 yanında, doğruluk makamındadırlar". (Kamer: 54/55)
 Tüm bunlar,
 müminlerin Allah'ın rahmetini ve rızasını üzerlerinde en yoğun biçimde
 hissetmeleri anlamına gelir ki, olabilecek en büyük nimet budur. Allah'ın
 rızasını kazanmış olmak, hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar
 büyük bir sevinç ve mutluluk verir insana.
 Aslında
 cennetin diğer nimetlerini değerli kılan şey de, yine Allah'ın rızasıdır. Çünkü
 aynı nimetler dünyada da kısmen var olabilirler, ama Allah'ın rızası dahilinde
 olmadıktan sonra mümin için bir anlam taşımazlar.
 Bu nokta son
 derece önemlidir ve iman edenlerin bunun üzerinde dikkatle düşünmeleri
 gerekmektedir. Çünkü nimeti asıl değerli kılan şey, onun kendi içinde taşıdığı
 lezzet ve zevkin çok daha ötesinde bir şeydir. Asıl değer, o nimetin Allah
 tarafından "ikram" edilmiş olmasıdır. O nimeti kullanan ve şükreden mümin,
 Allah'ın ikramıyla muhatap olduğunu, Allah'ın kendisini sevdiğini,
 koruyup-gözettiğini ve kendisine rahmetinden tattırdığını hisseder ki, asıl
 hazzı bundan alır. Nimet, bir amaç değil, araçtır. İnsanın Allah'a daha çok
 şükretmesini sağlamak için vardır. Dolayısıyla cennetin tüm nimetleri de yine
 birer araçtır; içindeki müminler ebediyen Allah'a şükretsinler diye
 yaratılmışlardır. Onları değerli kılan en önemli şey de budur. Kısacası,
 cennetteki nimetler, insanın Allah'a yakınlaşması, O'nun ebedi dostluğunu, sevgi
 ve hoşnutluğunu kazanmanın tarifsiz zevkine ulaşması için bir vesiledir. İşte bu
 nedenle, Allah'ın rızası cennetin en büyük nimetidir. Ve diğer maddi zevklerin
 hepsinin çok ötesindedir.
 Cennetteki en
 çarpıcı nimetlerden biri olan ve Kur'an'ın da sık sık vurguladığı güzel
 kadınları (hurileri) ele alalım. Bu kadınlar, estetik kavramının doruğunu temsil
 ederler ve son derece çekicidirler. Bunlarla birlikte olmak başlı başına büyük
 bir nimettir. Nitekim Kur'an'da bu teşvik edilir, onların yüzlerinin,
 ciltlerinin ve hatta göğüslerinin güzelliğine dikkat çekilir. Allah'ın yarattığı
 en büyük maddi nimetlerden biri olan cinsellik, bu muhteşem kadınlarla sonsuza
 dek en mükemmel biçimde yaşanır.
 Ancak bu
 kadınları bu denli değerli kılan şey, kendi güzelliklerinin ötesinde, onların
 Allah'tan gelen birer "ikram" olduğunun bilinmesidir. Sonuçta varılan en büyük
 zevk, ikram edenin sevgi, yakınlık, lütuf ve iltifatına kavuşmanın verdiği
 zevktir. Yapılan ikram, verilen hediye ne kadar değerli olursa olsun, bunlardan
 daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah'ın ikramına layık görülmenin,
 Allah'tan hediye almanın verdiği zevktir.
 Nitekim eğer,
 "Allah'ın ikramı" olmasa, bir mümin için tüm nimetler anlamlarını yitirirler. En
 güzel kadın dahi, mümine eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde —yani helal
 dairesinin dışında— yaklaşırsa, anlamını yitirir. Böyle bir yaklaşım, Allah'ın
 rızasına muhalif bir ruhu barındırdığı için, müminin kalbini asla cezbedemez.
 Hz. Yusuf'ungösterdiği büyük asalet, mümin ahlakının bu yönünü en güzel şekilde ortaya
 koyar. Kur'an'da Mısır vezirinin karısının Hz. Yusuf'tan murad almak istediği,
 hatta bunun için Hz. Yusuf'u zorladığı bildirilmektedir. Ayetlerde, Hz. Yusuf'un
 da söz konusu kadını çekici bulduğu bildirilmektedir. Ancak Hz. Yusuf, Allah'ın
 haram kıldığı bu ilişkiden Allah'ın işaretiyle sakınmıştır. Kadın onu tekrar
 zorladığında ise, zina etmektense, hapse girmeyi yeğleyerek şöyle demiştir:
 "Rabbim,zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir..."
 (Yusuf: 12/33)
 Hz. Yusuf'un
 son derece kötü şartlardaki bir hapishaneyi vezirin karısının kendisini
 çağırdığı fiilden daha "sevimli" bulması, Allah'ın rızasının mümin için olan
 önemini gösterir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmek, O'nun hoşnutluğunu
 kazandığını bilmek, müminin kalbi için herşeyden daha önemlidir. Maddi nimetler,
 eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde müminin önüne gelirse, nimet olmaktan
 çıkarlar ve değerlerini yitirirler.
 Cennette ise,
 tüm maddi nimetler Allah'ın rızasına uygun bir biçimde vardırlar. Hurileri Allah
 özel olarak yaratmış ve kullarına ikram etmiştir. Evler, yiyecekler, tabiat
 güzellikleri ve diğer herşey, Allah tarafından sunulmaktadır. Onları değerli
 kılan şey de budur.
 İşte bu
 nedenle, insanın kalbi ancak cennetle tatmin olur. Allah'a kulluk etmek için
 yaratılmıştır ve bu yüzden ancak O'nun ikramından zevk alır. Dünyada ise,
 cenneti andıran ortamlarda, yani nimetlerin O'nun rızasına uygun ve O'na
 şükredilerek kullanıldığı ortamlarda huzur bulur. İnkarcıların eskiden beridir
 hayalini kurdukları "yeryüzünde cennet" ideali, işte bu nedenle mümkün değildir.
 Cennette var olan maddi güzelliklerin dünyadaki benzerlerini alıp bir yere
 toplasanız bile, Allah'ın rızası olmadıktan sonra, hiçbir anlam ifade etmezler.
 Hem Allah, o maddi güzelliklerden alınan zevki de hemen yok eder.
 Kısacası,
 cennet Allah'ın bir ikramıdır ve bu nedenle değerlidir. Cennet ehli, "ikrama
 layık görülmüş kullar"dan (Enbiya: 21/26) oldukları için ebedi mutluluk ve
 sevince kavuşurlar. Orada söylenecek en hikmetli söz ise, "Celal ve ikram
 sahibi olan" Allah'ın adını övüp yüceltmektir. (Rahman: 55/78)
 [2]   [1]Hakka: 69/17.
 [2] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınlar
 
 
 .
 
 .Cennet-Cehennem Karşılıştırması:
  Cennet:
 Allah'ın iman edenleri ve imanlarının gereklerini yerine getirenleri
 mükafatlandıracağı yerdir. Cehennem is Allah'a isyan edenlerin cezalarını
 görecekleri yerdir.
 Cennet ve
 cehennem ebedi (sonsuz) dir. Cennetin nimetleri ve cehennemin azabı hiç sona
 ermeyecektir. Kafirler cehennemde ebedi olarak kalacaklar, günahkar müslümanlar
 ise günahları kadar cehennemde kaldıktan sonra cennete gireceklerdir.
 "Küfre
 sapanlar grup grup cehenneme sürülmüştür. Nihayet oraya gelince kapıları
 açılmıştır. Onun (cehennemin) bekçileri onlara: İçinizden Rabbinizin ayetlerini
 size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınız hakkında sizi uyaran peygamberler
 gelmedi mi? derler." (Zümer,  71)
 Cehennem
 ateşten ve azaptan bir dünyadır. Orada her insan azap yönüyle eşit değildir.
 Mü'min ile kafir, kafir ile münafık aynı yerde ve aynı azapta olmayacaktır.
 Yerleri ve dereceleri farklı farklı olacaktır.
 Cennette ise
 mutluluğun her türlüsü vardır. Orada sıcak ve soğuk yoktur, ebedi yeşilliklerle
 devamlı ilkbahar mevsimi hüküm sürer. Evler, köşkler, saraylar ve meyvelerin her
 türlüsü vardır. Orada korku, üzüntü ve keder yoktur.
 "Rablerinin
 azabından sakınanlar da  grup grup cennete sevkolunmuşlardır. Nihayet oraya
 geldiklerinde ve kapıları açıldığında cennetin bekçileri onlara: Selam size!
 Tertemiz geldiniz. Artık sonsuz kalmak üzere oraya girin derler."
 (Zümer, 73)[1]
   [1]Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 144-45.
 
 .
 
 .Cennettekilerin Aralarında Geçen Bazı Konuşmalar:
  "Derler ki:
 "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten
 bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak)
 kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
 bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/34-35)
 Allah'ın
 cennetine, onurlu üstün bir makama yöneltip-iletmiş olduğu müminlerin buradaki
 konuşmaları Kur'an'da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bu konuşmalar, dünya
 hayatında müminlere güzel örnek teşkil etmesi açısından önemlidir. Özellikle
 "Orada 'ne saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma. Yalnızca bir söz (işitirler):
 "selam, selam" (Vakıa: 56/25-26) ayeti dünya hayatındayken de boş sözden
 kaçınmanın önemini gösterir. Başka bir ayette de bu durum şöyle ifade edilir:
 "İçinde ne 'boşve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan. Rabbinden bir karşılık olmak üzere
 yeterli bir bağış(tır bu)" (Nebe: 78/35-36)
 Şimdi herkelimesi hikmetli olan bu konuşmaları en başından itibaren görelim...
 Hesaba
 çekilmelerinin ardından müminler, bölük bölük cennete sevkedilmişlerdir. Oraya
 vardıklarında onları ilk karşılayanlar cennetin bekçileri olmuştur. Cennetin
 kapıları müminler için açılır ve bekçiler onları selamlarlar:
 "... Selam
 üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin."
 (Zümer: 39/73)
 Bir başka
 ayette ise bu karşılama şöyle anlatılır:
 "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel."(Rad: 13/24)
 Müminlerin
 onlara cevabı ise çeşitli ayetlerde şöyle bildirilir:
 "Bize olan
 va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki,
 cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. Salih amellerde bulunanların ecri
 ne güzeldir." (Zümer: 39/74)
 "... Biz
 doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık.
 Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaptan
 korudu. Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O,
 iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."
 (Tur: 52/26-28)
 "... Bizi
 buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz
 doğruya ermeyecektik. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile geldiler..."
 (Araf: 7/43)
 Bunun üzerine,
 aynı ayetin devamında, onlara seslenilir:
 "İşte bu,
 yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir."
 Bir ayette,
 müminlerin cennetteki şükürleri şu şekilde tasvir edilir:
 "Oradaki
 duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri:
 "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan
 Allah'ındır." (Yunus: 10/10)
 Başka bir
 ayette de şöyle geçer:
 "... Bizden
 hüznü giderip yokeden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten
 bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak)
 kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
 bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/34-35)
 Cennete girmiş
 salih müminlerin aralarında geçen konuşmalar ise şöyledir:
 "Böyleyken,
 kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar:
 Bir sözcü
 der ki: "Benim bir yakınım vardı."
 "Derdi ki:
 Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?"
 "Bizler
 öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden
 diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?"
 (Konuşan
 yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor
 musunuz?"
 Derken,
 bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü.
 Dedi ki:
 "Andolsun Allah'a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin."
 "Eğer
 Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır
 bulundurulanlardan olacaktım.
 "Nasıl, biz
 ölecek olanlar değil miymişiz?"
 "Yalnızca
 birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil
 miymişiz?"
 Şüphesiz,
 bu, asıl büyük 'kurtuluş ve mutluluğun' ta kendisidir."
 (Saffat: 37/50-60)
 Bu ayetlerden
 de gördüğümüz gibi, müminler, sonunda ulaştıkları bu mutlu sonun ancak ve ancak
 Allah'ın dilemesiyle ve Rahmetiyle olduğunun bilincindedirler. Şuurları son
 derece açıktır ve geçmişi hatırlamaktadırlar. Belki de tüm hayatları onlara
 detaylı olarak gösterilmektedir. Bu sahnede, kendilerini dünya hayatında
 saptırmaya çalışan yakın çevrelerini görmüşlerdir. Ve anlamışlardır ki, eğer
 Allah'ın üzerlerindeki sonsuz lütfu ve koruması olmasaydı, kendileri de
 kolaylıkla yoldan sapabilirlerdi. İşte bunların bilincine varan müminler, aynen
 dünyada olduğu gibi cennette de Allah'a sürekli şükrederler.
 Cennet ehlinin
 cehennemdekilerle aralarında geçen ve cehennem halkının pişmanlıklarını ifade
 eden sözler ise aşağıdaki ayetlerde haber verilir:
 "Onlar
 cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
 Suçlu-günahkarları;"Sizi şu
 cehenneme sürükleyip-iten nedir?"
 Onlar: "Biz
 namaz kılanlardan değildik" dediler.
 "Yoksula
 yedirmezdik."
 "(Batıla ve
 tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."
 "Din (hesap
 ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."
 "Sonunda
 yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."
 Artık,
 şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz."
 (Müddessir: 74/40-48)
 İşte böylece
 cehennem ehli, dünya hayatlarında yapıp ettikleri kötülükleri ikrar ederler ve
 artık cehennemden bir çıkış imkanı olmadığı da anlarlar. Bu konuşmalar ise
 cennetteki müminlerin şükürlerini ve mutluluklarını daha da arttırır. Cennet
 ehli ile cehennem ehli arasında geçen bir başka konuşma da şöyle anlatılır:
 "Cennet
 halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vaadettiğini gerçek
 buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri
 (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun."
 "Ki onlarAllah'ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti
 tanımayanlardır." (Araf: 7/44-45)
 "Ateşin
 halkı Cennet halkına seslenir: Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği
 rızıktan aktarın. Derler ki: Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram (yasak)
 kılmıştır."  (Araf: 7/50)
 Böylece
 cehennem ehlinin ızdırabı kat kat artmaktadır. Çektikleri onca acının yanında,
 cennet nimetlerini de görebilmekte ve cennet ehli ile de konuşabilmektedirler.
 Ancak onların sahip olduğu nimetlere erişebilmeleri mümkün değildir. Artık
 pişman olmak için çok geçtir. Bu manevi ızdırap bir başka ayette de şöyle
 anlatılmıştır:
 "İnkar
 edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda
 bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
 sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta
 bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız."
 (Ahkaf: 46/20)
 Böylece kafir
 olanlar dünya hayatlarında işlediklerinin feci karşılığını çekmek üzere, sonsuza
 dek cehenneme hapsedilirler. Müminler ise, asıl büyük kurtuluş ve mutluluğun ta
 kendisini bulmuşlardır...
 [1]   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennettekilerin Aralarında Geçen Bazı Konuşmalar:
  "Derler ki:
 "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten
 bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak)
 kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
 bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/34-35)
 Allah'ın
 cennetine, onurlu üstün bir makama yöneltip-iletmiş olduğu müminlerin buradaki
 konuşmaları Kur'an'da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bu konuşmalar, dünya
 hayatında müminlere güzel örnek teşkil etmesi açısından önemlidir. Özellikle
 "Orada 'ne saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma. Yalnızca bir söz (işitirler):
 "selam, selam" (Vakıa: 56/25-26) ayeti dünya hayatındayken de boş sözden
 kaçınmanın önemini gösterir. Başka bir ayette de bu durum şöyle ifade edilir:
 "İçinde ne 'boşve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan. Rabbinden bir karşılık olmak üzere
 yeterli bir bağış(tır bu)" (Nebe: 78/35-36)
 Şimdi herkelimesi hikmetli olan bu konuşmaları en başından itibaren görelim...
 Hesaba
 çekilmelerinin ardından müminler, bölük bölük cennete sevkedilmişlerdir. Oraya
 vardıklarında onları ilk karşılayanlar cennetin bekçileri olmuştur. Cennetin
 kapıları müminler için açılır ve bekçiler onları selamlarlar:
 "... Selam
 üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin."
 (Zümer: 39/73)
 Bir başka
 ayette ise bu karşılama şöyle anlatılır:
 "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel."(Rad: 13/24)
 Müminlerin
 onlara cevabı ise çeşitli ayetlerde şöyle bildirilir:
 "Bize olan
 va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki,
 cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. Salih amellerde bulunanların ecri
 ne güzeldir." (Zümer: 39/74)
 "... Biz
 doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık.
 Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaptan
 korudu. Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O,
 iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."
 (Tur: 52/26-28)
 "... Bizi
 buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz
 doğruya ermeyecektik. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile geldiler..."
 (Araf: 7/43)
 Bunun üzerine,
 aynı ayetin devamında, onlara seslenilir:
 "İşte bu,
 yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir."
 Bir ayette,
 müminlerin cennetteki şükürleri şu şekilde tasvir edilir:
 "Oradaki
 duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri:
 "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan
 Allah'ındır." (Yunus: 10/10)
 Başka bir
 ayette de şöyle geçer:
 "... Bizden
 hüznü giderip yokeden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten
 bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak)
 kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
 bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/34-35)
 Cennete girmiş
 salih müminlerin aralarında geçen konuşmalar ise şöyledir:
 "Böyleyken,
 kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar:
 Bir sözcü
 der ki: "Benim bir yakınım vardı."
 "Derdi ki:
 Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?"
 "Bizler
 öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden
 diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?"
 (Konuşan
 yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor
 musunuz?"
 Derken,
 bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü.
 Dedi ki:
 "Andolsun Allah'a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin."
 "Eğer
 Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır
 bulundurulanlardan olacaktım.
 "Nasıl, biz
 ölecek olanlar değil miymişiz?"
 "Yalnızca
 birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil
 miymişiz?"
 Şüphesiz,
 bu, asıl büyük 'kurtuluş ve mutluluğun' ta kendisidir."
 (Saffat: 37/50-60)
 Bu ayetlerden
 de gördüğümüz gibi, müminler, sonunda ulaştıkları bu mutlu sonun ancak ve ancak
 Allah'ın dilemesiyle ve Rahmetiyle olduğunun bilincindedirler. Şuurları son
 derece açıktır ve geçmişi hatırlamaktadırlar. Belki de tüm hayatları onlara
 detaylı olarak gösterilmektedir. Bu sahnede, kendilerini dünya hayatında
 saptırmaya çalışan yakın çevrelerini görmüşlerdir. Ve anlamışlardır ki, eğer
 Allah'ın üzerlerindeki sonsuz lütfu ve koruması olmasaydı, kendileri de
 kolaylıkla yoldan sapabilirlerdi. İşte bunların bilincine varan müminler, aynen
 dünyada olduğu gibi cennette de Allah'a sürekli şükrederler.
 Cennet ehlinin
 cehennemdekilerle aralarında geçen ve cehennem halkının pişmanlıklarını ifade
 eden sözler ise aşağıdaki ayetlerde haber verilir:
 "Onlar
 cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
 Suçlu-günahkarları;"Sizi şu
 cehenneme sürükleyip-iten nedir?"
 Onlar: "Biz
 namaz kılanlardan değildik" dediler.
 "Yoksula
 yedirmezdik."
 "(Batıla ve
 tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."
 "Din (hesap
 ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."
 "Sonunda
 yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."
 Artık,
 şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz."
 (Müddessir: 74/40-48)
 İşte böylece
 cehennem ehli, dünya hayatlarında yapıp ettikleri kötülükleri ikrar ederler ve
 artık cehennemden bir çıkış imkanı olmadığı da anlarlar. Bu konuşmalar ise
 cennetteki müminlerin şükürlerini ve mutluluklarını daha da arttırır. Cennet
 ehli ile cehennem ehli arasında geçen bir başka konuşma da şöyle anlatılır:
 "Cennet
 halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vaadettiğini gerçek
 buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri
 (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun."
 "Ki onlarAllah'ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti
 tanımayanlardır." (Araf: 7/44-45)
 "Ateşin
 halkı Cennet halkına seslenir: Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği
 rızıktan aktarın. Derler ki: Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram (yasak)
 kılmıştır."  (Araf: 7/50)
 Böylece
 cehennem ehlinin ızdırabı kat kat artmaktadır. Çektikleri onca acının yanında,
 cennet nimetlerini de görebilmekte ve cennet ehli ile de konuşabilmektedirler.
 Ancak onların sahip olduğu nimetlere erişebilmeleri mümkün değildir. Artık
 pişman olmak için çok geçtir. Bu manevi ızdırap bir başka ayette de şöyle
 anlatılmıştır:
 "İnkar
 edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda
 bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
 sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta
 bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız."
 (Ahkaf: 46/20)
 Böylece kafir
 olanlar dünya hayatlarında işlediklerinin feci karşılığını çekmek üzere, sonsuza
 dek cehenneme hapsedilirler. Müminler ise, asıl büyük kurtuluş ve mutluluğun ta
 kendisini bulmuşlardır...
 [1]   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .Cennet
 Hakkındaki Bazı Batıl Düşünceler:
 Ayetlerdeki
 cennet tasvirleri yalnızca Kur'an'ın indirildiği dönemin değer unsurlarını mı
 taşıyor?
 Kuran'da
 cenneti tarif ve tasvir eden ayetlerin tümü 14 yüzyıl önce olduğu gibi bugün de,
 okuyan kişide aynı ihtişam, kalite, güzellik, zenginlik, bolluk, huzur ve refah
 duygularını uyandırır. Cennet hakkında bahsedilen değerlerin tümü her dönemde
 her sınıftan insan tarafından makbul görülen ve elde edilmek istenen değerlerdir.
 Örneğin, Kur'an'da cennette olduğu bildirilen altın, gümüş ve diğer çeşitli
 mücevherler yalnızca Kur'an indirildiği dönemde değil, bugün de aynı derecede,
 hatta daha fazla revaçta olan maddelerdir.
 Kur'an'da bahsi
 geçen bir diğer cennet eşyası da "ipek"tir. Bugün gerek giyimde gerekse diğer
 dekoratif kullanım alanlarında "ipek"ten daha kaliteli ve değerli bir kumaş
 cinsi akla gelmez. İpek aynı zamanda bir zenginlik ve ihtişam sembolüdür.
 Kur'an'daki cennet tasvirlerinde bahsi geçen bu tür kıymetli eşyaların tümü
 günümüzde, belki de 1400 sene öncesine göre çok daha değerli ve paha biçilmez
 bir konuma gelmişlerdir.
 Yine Kur'an'da
 bahsedilen cennetteki güzel meskenler, güzel konaklar, saraylar ve köşkler her
 devirde sahip olmak, içinde yaşamak arzu edilen, lüks ve gösterişli mekanlardır.
 Günümüzdeki villalar, malikaneler hep bu kategoriye girerler ve bir seçkinlik,
 servet ve kalite göstergesidirler.
 Benzer şekilde
 cennet eşyası olduğu bildirilen, tahtlar, sedirler, döşekler de en rahat ve en
 gösterişli iç dekorasyon eşyalarıdır. Bu tür mobilyalar günümüzde en gösterişli
 mekanların baş köşesinde bir estetik ve ihtişam unsuru olarak yeralırlar.
 Bütün mülkün
 sahibi olan Allah'ın sevdiği kullarına hem dünyada hem de ahirette bu tür
 güzellikleri layık görmesi ve bağışlaması da O'nun şanındandır.
 [1]   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 .MÜ'MİNLERİN ASIL YURDU CENNET
  Birçok kimsenin
 hayalinde cennet, bulutların içinde, bir sis perdesinin ardında, beyaz rengin
 hakim olduğu, aydınlık, fakat puslu bir rüyalar alemidir. Cennete girmeye hak
 kazanan insanlar ise yüzlerinde saf bir tebessüm ve uykulu gözlerle bulutların
 üstünde uçuşan ve bununla mutlu olan insanlardır. Bazı kişilere göre ise
 yalnızca yeşilliğin, kırların ve çayırların bulunduğu, kuzuların otladığı,
 insanların ağaçların altında oturup önlerinden akan dereleri seyrettikleri
 yeşilliklerdir. Bu cahilce anlayışa göre cennet, her ne kadar huzurlu, sakin,
 güvenli de olsa, sonsuz bir hayat düşünüldüğünde monoton ve sıkıcı bir yer
 olarak düşünülmektedir.
 Bu kavrayış
 yetersizliğinin en önemli sebebi, kişinin Kur'an'da anlatılan gerçeklerden ve
 Kur'an'ın müminlere kazandırdığı akıl ve ferasetten yoksun olmasıdır. Hem
 bilmeyen hem de akledemeyen bir insan ise, kuşkusuz konuları derinliğine
 düşünemez, birtakım incelikleri kavrayamaz, gerekli bağlantıları zihninde
 kuramaz. Sonuçta da sağlıklı ve gerçekçi değerlendirmeler yapamaz. Dolayısıyla
 dünyevi konularda olduğu gibi, ahiretle ilgili konularda da, Kur'an ayetlerini
 bilmeyen ve müminlere has akletme kabiliyetine sahip olmayan gaflet ehlinin
 zihnindeki cennet anlayışı yukarıda verdiğimiz örneklerin ötesine geçemez.
 Elbette böyle puslu ve Kur'an'da bildirilen gerçeklerden uzak bir ahiret
 anlayışı, Kur'an'da kastedilen "ahirete iman"a benzememektedir.
 Dikkat edilirse
 bu çarpık inanca sahip olanları inkarcı değil, "gaflet ehli" olarak tanımladık.
 Çünkü inkarcının zaten, çarpık veya normal herhangi bir ahiret inancı yoktur.
 Gafletteki insan ise kendini Müslüman olarak görebilir. Ahiretin, cennetin,
 cehennemin varlığını da hiç düşünmeden, çevresinden duyduğu şekliyle kabul
 edebilir. Fakat böyle bir iman, Kur'ani bir bilinç, sağlam bir tefekkür ve
 manevi bir derinliğe dayanmadığı için ufak bir farklı düşünce, fitne, vesvese ya
 da şüphede sarsılıp, kolaylıkla yıkılabilir. Müslümanlığı bir namus meselesi
 veya bir ulus ya da aile geleneği şeklinde algılayan ve kendilerini inançlı bir
 insan olarak gören pek çok kimsenin durumu da bundan farklı değildir. Ayetlerde
 bu sapkın anlayışa sahip insanlar hakkında pek çok örnekler verilmiştir. Bu tür
 kimseler, Kur'an'da "kesin bilgiyle inanmayanlar", "Allah'a bir ucundan kulluk
 edenler" ve "kalplerinde hastalık olanlar" şeklinde tanımlanırlar.
 İnkarın
 insanlar arasında yaygınlaşmasını ve Kur'an'da anlatılan gerçeklerden
 uzaklaşmalarını arzu eden bir kısım inkarcılar da, toplumda yaygın olan bu tür
 çarpık ahiret anlayışlarını, özellikle de cennet hakkındaki ilkel bakış
 açılarını derleyip, din ve Müslümanlar aleyhinde kullanırlar. Bu kişiler kıyamet,
 cennet, cehennem gibi konuları, toplum içinde yaygın olan kanaatler
 doğrultusunda, ilkel ve batıl kalıplara sokarak bir alay ve eğlence konusu
 haline getirirler. İnsanları Kur'an ahlakından
 uzaklaştırmak için Müslümanları, sonsuz hayatları için yukarıda tarif ettiğimiz
 şekilde bir cennet beklentisiyle mutlu olan küçük ve basit zevklere sahip,
 estetik, sanat, zenginlik, ihtişam, teknoloji, konfor, refah, lüks gibi
 kavramlardan habersiz, yeme, içme, cinsellik, giyinme, eğlenme gibi konulardaki
 zevkleri belli sınırlarda olan dar kalıpları aşamayan, geri kalmış kimseler
 olarak lanse ederler. Bu suretle insanları İslam'dan ve Müslümanlardan mümkün
 olduğunca soğutmaya çalışırlar.
 Halbuki bu
 düşünceler, toplum içinde hakim olan yanlış anlayışlara, geleneklerden gelen
 çarpık düşünceleri yansıtmaktadır. Çünkü Allah'ın Kur'an'da inanan kullarına
 vaat ettiği cennet, insan aklının kavramakta zorlanacağı bir güzelliğe sahiptir.
 Kitabın ilerleyen bölümlerinde de Kur'an ayetleri doğrultusunda inceleyeceğimiz
 gibi, cennet inkarcıların bu yakıştırmalarından çok uzaktır. Ahiret de, inkar
 edenlerin zihinlerinde canlandırdıkları ve kendi akılsızlıklıklarının ürünü olan
 ilkel düşüncelerinin çok ötesindedir.
 Ancak asıl
 önemli olan Allah'ın varlığına ve ahiret gününe iman ettiklerini söyleyip, inkar
 edenlerinkine benzer cennet, cehennem ve ahiret anlayışlarına sahip insanların
 varlığıdır. Şu iyice bilinmelidir ki, Kur'an'dan habersiz, kulaktan dolma, "atalarından
 gördüğü" bir dine uyan kimsenin dini ne kadar bu gerçeği kendine kondurmak
 istemese de gerçek İslam dini değildir. İnsanların ürettikleri, yıllardan beri
 süregelen çarpık düşüncelerin şekillendirdiği farklı bir dindir ve bu din de
 İslam aleyhinde propaganda yürüten inkarcılar tarafından Müslümanların aleyhinde
 kullanılmaktadır. Bu dini gerçek İslam gibi göstererek, İslam'a yönelik asılsız
 iddialarda ve saldırılarda bulunmaktadırlar.
 Cennet dünyaya
 çeşitli yönlerden benzemekle birlikte dünyanın kat kat daha üstün, kusursuz ve
 eksiksiz olanıdır. Üstelik ölümden sonra insanı bekleyen iki sonuçtan biridir ve
 hiç şüphesiz bunun elde edilmesi için büyük bir uğraş gerekmektedir. O halde
 kişinin yapması gereken, samimi bir kalple Rabbine teslim olması, sahip olduğu
 tüm batıl inançları terk edip Kuran ayetlerini eksiksizce yaşaması ve tüm
 hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirmeye çalışmasıdır. Aynı zamanda
 cennetin varlığı ile ilgili düşüncelerini de iyice netleştirmeli ve Kur'an
 ayetlerinde cennet hakkında bildirilen doğru bilgileri bir an önce öğrenmelidir.[1]
 
   [1] HarunYahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
 
 
 .
 
 |