|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Silsile-i Aliyye"den Muhammed Ma'sûm Fârûkî
Büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî, insanları Hakk'a davet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi dördüncüsüdür.
Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğlu, evliyânın meşhûrlarından, büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî, insanları Hakk'a davet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi dördüncüsüdür.
Lakabı "Mecdüddîn" olup "el-Urvetü'l-vüskâ" sıfatıyla meşhûrdur. "El-Urvetü'l-vüskâ"; "sağlam ip, kendisine uyulan büyük âlim" demektir.
1599 (H.1007) senesinde Hindistân'ın Serhend şehrine iki mil uzakta bulunan "Mülk-i Haydar" mevkıinde doğdu. 1668 (H.1079) senesinde Serhend'de vefât etti.
Muhammed Ma'sûm hazretleri, bu ümmette gelmiş-geçmiş olan en yüksek evliyâdandır. O doğduğu zaman babası; "Muhammed Ma'sûm'un dünyâya gelişi, bizim için çok bereketli ve pek mübârek oldu. Onun doğmasından birkaç ay sonra yüksek hocamın (Muhammed Bâkî-billah'ın) huzûruna kavuştum. Ona talebe oldum. Gördüklerimi orada gördüm" buyurmuştur.
Muhammed Ma'sûm Fârûkî (kuddise sirruh) küçük yaşta ilim tahsiline başladı. On bir yaşında iken; zikir ve murâkabe yolunu babasından aldı.
Tasavvufta yetişmesi ve makâmları aşması pek süratli oldu. Hâllere, yüksek makâmlara, eşsiz vâridâta ve kemâllere kavuşunca, mübârek babası kendisine mutlak icâzet verdi. Babasını, zâhir ve bâtın ilimlerinde adım adım tâkip etti...
Babası İmâm-ı Rabbânî hazretleri onun için: "Bu oğlum, sâbıkûndandır (bu ümmetin önde gelenlerinden, büyüklerindendir)" buyurdu. Daha küçük iken, babası kendisinde tâm bir olgunluk ve irşâd eserleri gördü. İsti'dâdının yüksekliğini anlayınca, teveccüh ve nazarı ile ona yönelip isti'dâdı altındaki gizli kemâlâtın açığa çıkmasını bekledi.
İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Hâl, ilimden sonra olduğundan, ilim okumaktan başka çâre yoktur." Bu sebeple oğluna aklî ve naklî ilimleri okutmaya başladı. En zor ve en derin kitapları satır satır okumasını emretti. Böylece Muhammed Ma'sûm hazretleri, ilim tahsîlinde bulundu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ona; "Tahsîlini çabuk bitir ki, seninle büyük işlerimiz vardır" buyurdu.
Daha on dört yaşında iken babasına; "Ben, kendimde bütün âlemi güneş gibi aydınlatan bir nûr görüyorum. Eğer o sönerse, dünyâ karanlık ve zulmetli olur" diye arz edince, babası; "Sen zamânının kutbu olursun" buyurarak müjde vermiştir. Nitekim daha sonra bunu kendisi; "Allahü teâlâya hamd ü senâlar olsun. Vadedilen ele geçti. Babamın müjdelediklerine kavuştum" diye haber vermiştir. [İnşâallah yarın konumuza devâm edelim.]
30.01.2015
Dokuz yüz bin talebesi olan zat
İslâm târihinde rüşd ve hidâyeti Muhammed Ma'sûm hazretlerininki kadar yaygın bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona talebe olmuştur...
Dünkü makâlemizde kendisinden bir nebze bahsettiğimiz Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahimehullah), ilminin çoğunu babasının huzûrunda öğrendi. Hadîs ilminde babasından icâzet (diploma) aldı... On altı yaşında, bütün ilimlerin tahsîlini bitirdi. Sonra tamâmen tasavvufa yönelip, babasının feyzlerine, üstün makâmlara, büyük derecelere ve yüksek kemâlâta kavuştu.
Bu tahsîli sırasında İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir mektûbunda şunları yazmıştır: "Bu günlerde oğlum Muhammed Ma'sûm, 'Şerh-i Mevâkıf'ı bitirdi. Bu arada Yunan felsefecilerinin kusûr ve hatâlarını iyi anladı. Faydası ve kârı çok oldu. Allahü teâlâya bu ihsânından dolayı hamd ve senâlar olsun."
Muhammed Ma'sûm (kuddise sirruh), babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından sonra, vaaz ve irşâd makâmına geçip talebe yetiştirmeye başladı.
İslâm târihinde rüşd ve hidâyeti onunki kadar yaygın bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona talebe olup huzûrunda tövbe etmiş, talebelerinden yüz kırk bini velîlik mertebelerine kavuşmuş, yedi bini de mürşid-i kâmil (tâm ve olgun bir âlim) olarak yetişip irşâd ile emrolunmuştur.
Başta kendi altı oğlu, yetiştirdiği büyük âlim ve velîlerdendir. Altı oğlu, kemâl mertebelerinin en yüksek derecelerine çıkmışlar ve yüksek babalarına mahsûs nisbetten pay almışlardır. Altısı da kutb-i zaman olmuşlardır.
En önde gelen talebelerinden biri de, torunu Şeyh Ebü'l-Kâsım'dır. Kardeşi Muhammed Saîd'in oğlu "Hazret-i Vahdet" ismiyle bilinen Abdülehad da, meşhûr talebelerinden olup çok sırlara ve yüksek derecelere mazhar olmuştur.
Hâce Muhammed Hanîf Kâbilî de (rahmetullahi aleyh), Muhammed Ma'sûm hazretlerinin oğullarından sonra gelen en meşhûr talebelerinden olup icâzet verilen halîfelerindendir. Bundan sonra, Hâce Muhammed Sıddîk Peşâverî (rahmetullahi aleyh) seçilmiş talebelerindendir. Bu on halîfesi, talebelerinin en seçkinleridir.
Bunlarla berâber yedi bin halîfesi vardı. Halîfelerinden Ahmed-i Yekdest (rahmetullahi aleyh), Hicâz'a gönderilmiş ve orada İstanbul'un Eshâb-ı kirâmdan sonra üç büyük evliyâsından biri olan Muhammed Emîn Tokâdî'yi (rahmetullahi aleyh) irşâd etmiştir.
Diğer bir halîfesi Murâd-ı Münzavî (rahmetullahi aleyh) de, İstanbul'da yıllarca feyz saçmış, sohbetleriyle İstanbul halkını aydınlatmıştır. Eyüp Nişancası'nda medfûndur.
Hindistan'daki Bâbürlü Devletine elli sene hükümdârlık yapmış olan Âlemgîr Şâh da, Muhammed Ma'sûm hazretlerinin halîfelerinden idi.
31.01.2015
Şarkın üç parlak yıldızı
Bugün, Elazığ'da yetişmiş ve bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu aydınlatmış olan büyüklerimizden üçü hakkında, denizden damla misâli birkaç kelime yazmak istiyoruz...
Güzel ülkemizin Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde, çok büyük âlimler ve velîler gelip geçmiştir. Biz bugün sâdece Elazığ[Harput)'da yetişmiş ve bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu aydınlatmış olan büyüklerimizden üçü hakkında, denizden damla misâli birkaç kelime yazmak istiyoruz...
SEYYİD ALÎ SEPTÎ [rahmetullahi teâlâ aleyh]
Birinci olarak zikredeceğimiz zât, Anadolu evliyâsından, hanımı ve çocuklarıyla birlikte Elazığ'ın Palu ilçesinde "Murat Suyu" kenarında bir tepe üzerindeki mescidinin yanında feyizli türbesinde medfûn bulunan Alî Septî hazretleridir. Aslen Diyârbakırlı ve seyyid olan Alî Septî, 1287 [m. 1870]'de Palu'da vefât etmiştir.
Alî Septî hazretleri, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin kardeşi Muhammed Sâhib'in sohbetlerinde kemâle gelmiş/yetişmiştir. Muhammed Sâhib'in hâzırladığı icâzetnâmesini, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri tasdîk etmiştir.
SEYYİD MAHMÛD-I SÂMİNÎ [rahmetullahi teâlâ aleyh]
İkinci olarak zikredeceğimiz zât, Seyyid Alî Septî hazretlerinin sohbetinde kemâle gelen Mahmûd-ı Sâminî hazretleri olup o da seyyiddir. Elazığ'ın Palu kazâsının Hun köyünde tevellüd ve 1313 [m. 1895] senesinde yine Palu'da vefât eden Seyyid Mahmûd-ı Sâminî Efendinin kabr-i şerîfi Murâd Suyu kenârındadır. Şâfiî mezhebinde ve tasavvufta mütehassıs idi; ârif-i billâh bir zât idi.
Seyyid Mahmûd-ı Sâminî hazretleri, büyük âlim ve velî seyyid Alî Septî'ye onüç sene hizmetle şereflenmiştir. Yirmiye yakın ârif yetiştirmiştir. Bunlardan Harputlu Seyyid Osmân Bedreddîn [İmâm Efendi] ve o zaman Erzurum'un kazası olan Kiğı'da Hâcı Yûsuf Efendi ile oğlu Muhammed Efendi ve Kiğı Müftîsi Muhammed Nûreddîn Efendi meşhûrdurlar.
SEYYİD OSMÂN BEDREDDÎN-İ ERZURÛMÎ [İMÂM EFENDİ] [rahmetullahi teâlâ aleyh]
Erzurum'da doğan ve Seyyid Selmân Sükûtî Efendi'nin oğlu olan Seyyid Osmân Bedreddîn Efendi [1274-1340 (m. 1857-1922)] Harput'ta vefât etmiştir. 1293 [m. 1875]'de Kars'ta 3. Tabur İmâmı olmuştur. O yıllarda, seyyid Tâhâ-yı Hakkârî'nin oğlu ve halîfesi olan seyyid Ubeydullah ile, [Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin halîfelerinden] Küfrevî şeyh Muhammed Efendi ile, [Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn'in ve Erzincânlı Terzi Baba denmekle meşhûr Vehbî Hayyât'ın talebelerinden] Hâcı Fehmî Efendiyle sohbet eylemiştir.
1297 [m. 1879]'de Palu kazâsında 28. Alayın 3. Taburunda imâm iken Seyyid Mahmûd-ı Sâminî hazretleriyle mülâkî olmuştur. Kendisinden, onsekiz günde icâzet almıştır.
1325 [m. 1906]'de emekli olunca, Harput'ta birçok zevâtı sülûk ile, bir kısmını da yalnız sohbet ile cehâletten kurtarmıştır.
09.11.2015
Harput'un üç büyük evliyâsı
İmâm Efendi, "Doksanüç Harbi" diye bilinen Osmânlı-Rûs Harbinde, Erzurum halkını Ayaz Paşa Câmii minâresinden, sabâh namazında okuduğu ezânla harbe dâvet etmiştir.
Pazartesi günkü makâlemizde, Harput(Elazığ)'da yetişmiş üç büyük zâtın kısa kısa isimlerini zikretmiştik. Bugün birer nebze daha, o büyük âlim ve velîlerden bahsetmek istiyoruz.
Seyyid Ali Septî hazretleri, dâimâ insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını hâtırlatır, Ehl-i Sünnet vel-cemâat itikâdının üstünlüğünü ve buna bağlı olmanın ehemmiyetini anlatırdı. Namaz üzerinde âdetâ titrer, fırsat buldukça kazâ namazı kılmayı tavsiye eder; "Namazlarınızı terk etmeyiniz, aksi hâlde iyiliği terk edersiniz" buyururdu.
Bu büyüklerin birçok kerâmetleri görülmüştür. Makâlemizin hacmi müsâid olmadığından burada onları zikredemiyeceğiz.
SEYYİD OSMÂN BEDREDDÎN-İ ERZURUMÎ
1858(H. 1274)'de Erzurum'da doğup 1922(H. 1340)'de Harput'ta vefât eden "İmâm Efendi" [Seyyid Osmân Bedreddîn], Evliyânın meşhûrlarındandır. Küçüklüğünde, babası Seyyid Selmân Sükûtî'nin eğitimi ve terbiyesi altında kıymetli bir cevher ve edep timsâli olarak yetişmiştir. Sonra Erzurum medreselerinde; sarf, nahiv dersleri alarak Arabî öğrenmeye başlamış, kısa zamanda akrânı arasında seçkin ve sevilen bir talebe olmuştur. Mehmed Tâhir Efendiden sonra, Buhârâ'dan Erzurum'un Hasankale ilçesine bağlı Bevalkâsım köyüne gelen Seyyid Ahmed Merâmî'nin ders ve sohbetlerinde bulunmuş, Tasavvuf yolunda ilerlemiştir.
1877 senesinde meydana gelen ve "Doksanüç Harbi" diye bilinen Osmânlı-Rûs Harbinde, Erzurum halkını Ayaz Paşa Câmii minâresinden, sabâh namazında okuduğu ezânla harbe dâvet etmiştir. Azîziye Tabyalarını işgâl etmiş olan Rusların üzerine, şehâdete koşarcasına hücûm eden Erzurum halkı, bir çırpıda Azîziye Tabyalarını Ruslardan temizlemiştir. İmâm Efendi, bu harpte büyük kahramânlıklar ve kerâmetler göstermiştir. Onun kahramânlıklarını ve üstünlüklerini işiten Dördüncü Ordu Kumandânı Gâzî Ahmed Muhtâr Pâşâ, onu Yirmisekizinci Alayın Üçüncü Taburu İmâmlığına tâyin etmiştir. Bundan sonra Osmân Bedreddîn Efendi, "İmâm Efendi" diye tanınmıştır.
1882 senesinde vazîfeli olduğu tabur, Palu'ya taşınınca, oraya gitmiş ve büyük velî Seyyid Mahmûd-ı Sâminî hazretlerinin sohbetlerine kavuşmuştur. Kısa zamanda tasavvufta yetişip kemâle ermiştir. Vazîfesi sebebiyle üç-dört sene Palu'da kalmış, daha sonra, Dersim ve Çemişgezek'te, senelerce hizmet etmiş, 1909 senesinde emekliye ayrılıp Harput'a yerleşmiştir. Bundan sonra tamâmen ilimle meşgûl olmuş; derslerinde ve sohbetlerinde bulunan pekçok zâtı tasavvufta yetiştirmiştir.
Vefâtından birkaç gün evvel vasiyetini yazmıştır. Vefât ettiğinde, halk arasında çok sevildiğinden, cenâzesinde büyük bir kalabalık toplanmıştır. Harput'ta Meteris Kabristanına defnedilmiş, bilâhare kabri üzerine türbe yapılmıştır, şimdi kabr-i şerîfi ziyâret edilmektedir.
10.11.2015
Şarktan doğan üç büyük güneş...
Sizlere; Hakkârî ve Vân ulemâsından Seyyid Tâhâ-i Hakkârî (Seyyid-i Büzürg), Seyyid Fehîm-i Arvâsî (Hazret-i Şeyh) ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinden bahsetmek istiyoruz...
Hâtırlayacağınız üzere daha önceki makalelerimizde denizden damla misâli, Seyyid Ali Septî, Seyyid Mahmûd-i Sâminî, Seyyid Osmân Bedreddin-i Erzurumî (kaddesallahü esrârehümü’l-aliyye) hazerâtından bahsetmiştik.
Bugünden itibaren yazacağımız dört makâlemizde ise, yine bahr-i ummândan bir katre misâli, birer nebze, “Şarktan doğan üç büyük güneş” başlığı altında, Hakkârî ve Vân ulemâsından Seyyid Tâhâ-i Hakkârî (Seyyid-i Büzürg), Seyyid Fehîm-i Arvâsî (Hazret-i Şeyh) ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinden bahsetmek istiyoruz.
Ama önce bir mukaddime olmak üzere şunu ifâde edelim ki, mâzilerini, büyüklerini tanıyamayan çocuklar, gençler ve yaşları ilerlemiş insanlar, büyüklüklere tâlip olamazlar. Sâdece ülkemizdeki değil, dünyadaki bütün insanların çeşitli buhrânlara, bunalımlara, rûhî sıkıntılara maruz kaldıkları asrımızda, büyük insanların yaşayış tarzları ile hâl ve hareketlerinin öğrenilmesi, tavsiye ve nasîhatlerine uyulması, hem zevk ve ibret almaya, hem de intibâha/uyanmaya sebep olacaktır.
Asr-ı Saâdetten günümüze kadar, İslâm coğrafyasının her tarafında, Fâs'tan Hindistân'a; Balkanlar'dan Orta Asya ve Çin'e; Kırım ve Kazân'dan Afrika'ya ve Yemen'e kadar “Ulemâ ve Evliyâ” grubuna giren pek çok İslâm büyüğü gelip geçmiştir...
Bir kısım şehirler vardır ki onlar anıldıkları zaman, hemen oralarda yaşayan bazı büyük âlim ve velîler hâtıra gelir... Misâl olmak üzere zikredecek olursak, Konya denilince, hemen Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, hocaları Şems-i Tebrîzî ve Sadreddîn-i Konevî; Kastamonu denilince Şeyh Şa’bân-ı Velî hâtırlanmaktadır. Ankara anıldığı zaman Hâcı Bayrâm-ı Velî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, Nevşehir anıldığı zaman Hünkâr Hâcı Bektâş-ı Velî, Kırşehir anıldığında Ahî Evrân, Kayseri zikredildiğinde Seyyid Burhâneddîn Tirmizî hâtırlandığı gibi. Yine Bursa’yı zikrettiğimizde, hemen hâtıra Molla Fenârî, İsmâîl Hakkı Bursevî, Emîr Sultân ve Muhammed Üftâde hazretleri gelir (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn).
Buhârâ-Özbekistân denilince İmâm Buhârî ve Şâh-ı Nakşibend; Bağdâd-Irâk denilince İmâm-ı A’zam ve Abdülkâdir-i Geylânî; Serhend-Hindistân denilince de İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî Serhendî, oğlu Muhammed Ma’sûm Fârûkî ve torunu Seyfeddîn-i Fârûkî hâtırlanmaktadır (kaddesallahü teâlâ esrârehümü’l-aliyye)...
Elazığ zikredildiğinde, Seyyid Ali Septî, Seyyid Mahmûd-i Sâminî, Seyyid Osmân Bedreddin-i Erzurumî hazretleri ve Erzincân denilince de, hemen hâtıra Terzi Baba Hazretleri gelmektedir. Siirt’ten bahsedilince ise, İsmâîl Fakîrullah, İbrahîm Hakkî Erzurumî, Şeyh Memdûh gibi kıymetli zevât hâtırlanmaktadır...
07.12.2015
Doğuyu aydınlatan büyükler...
Seyyid Tâhâ hazretleri, İslâmın güzel ahlâkını yaşamış ve yaymış, Müslümânları hükûmete hizmet, kânunlara itâat etmeye ve herkese iyilik yapmaya teşvîk etmiştir.
Doğu Anadolu’da “Seyyid-i büzürg=Büyük Seyyid” diye anılan, Evliyâ-i kirâmın büyüklerinden olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî, “Gavs-ı A’zam” Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin evlâdındandır, onbirinci torunudur. Peygamberimizin soyundan olup, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin (kuddise sirruh) talebelerinin büyüklerinden, hattâ ekmel/en kâmil talebesi, Rabbânî ilimlerin hazînesi, rûh bilgilerinin mütehassısıdır. Onüçüncü asrın kutbu olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin (kuddise sirruh) halîfesidir.
Seyyid Tâhâ (rahimehüllah), 1229’da Bağdâd’a gelerek, tasavvufta kemâle erdi ve Nehri kasabasında ders vermeye memur edildi. 1269 [m. 1853] senesinde orada vefât etti.
İlim öğrenmekte iken ders arkadaşı olan Seyyid Abdullah (rahmetullahi aleyh), 1229’da Süleymâniye’ye Mevlânâ Hâlid’i (kuddise sirruh) ziyârete gitti ve sohbetinde kemâle gelip halîfe-i ekmeli/en kâmil halîfesi oldu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ye, birâderinin oğlu (yeğeni) seyyid Tâhâ’nın hârikulâde ve yüksek istidâdını anlattı. Mevlânâ Hâlid (kuddise sirruh), ikinci defa gelirken, berâberinde onu da getirmesini emir buyurdu. İkinci defa ziyâretlerinde, seyyid Tâhâ’yı da yanında götürdü.
Mevlânâ Hâlid (kuddise sirruh), Bağdâd’da, seyyid Tâhâ’yı görür görmez, hemen Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabr-i şerîfine gidip, istihâre etmesini emreyledi. Abdülkâdir-i Geylânî (kuddise sirruh), kendi yolu büyük ise de, şimdi ehli bulunmadığını, Mevlânâ Hâlid’in ise, zamânının en kâmil insanı olduğunu bildirdi ve hemen ona gitmesini emir buyurdu. Bu manevî emir ve izin üzerine, seyyid Tâhâ (kuddise sirruh), Mevlânâ Hâlid’in (kuddise sirruh) yanında iki sülûk, yani seksen gün çalışarak mübârek kalbinden fışkıran, feyizlere, marifetlere kavuşup, kemâle geldikten sonra “Berdesur” kasabasına geldi.
Seyyid Abdullah (kuddise sirruh) vefât edince, Seyyid Tâhâ (kuddise sirruh), (Nehrî) kasabasına gelip kırk sene talebe yetiştirdi... Nehrî’deki babadan kalma küçük evinde ibâdetlerini yapar, diğer zamanlarında, mescidde aklî ve naklî ilmleri öğretmeye ve İslâmın güzel ahlâkını yaymaya çalışırdı.
Bütün hocaları gibi, o da, İslâmın güzel ahlâkını yaşamış ve yaymış, siyâsete karışmamış, Müslümânları hükûmete hizmet, kânunlara itâat etmeye ve herkese iyilik yapmaya teşvîk etmiştir. Oğlu Seyyid Ubeydullah, Mekke-i mükerreme’de vefât etmiştir. Bunun dört oğlundan seyyid Abdülkâdir Efendi İstanbul'da a’yân meclisi [Senato] başkanı idi. 1344 [m. 1926]’de Diyâr-ı Bekir’de oğlu Seyyid Muhammed ile birlikte şehîd edilmiştir (rahmetullahi aleyhimâ).
Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’nin babası Seyyid Ahmed ve dedesi Seyyid Sâlih ve onun da babası Seyyid İbrâhîm (hepsi) Nehri’dedirler (rahmetullahi aleyhim ecmaîn).
08.12.2015
Kanunî'nin Şeyhülislamı: Ahmed İbn-i Kemâl Paşa
Osmanlı Devleti, o devirde dünyanın yarısına hükmeden muazzam bir devlet idi. Devletin bu hâle gelmesinde, İbn-i Kemâl Paşa'nın da büyük emekleri geçmiştir...
Bugün ve yarın inşâallah, Kanunî devrinin büyük âlimlerinden "Ahmed İbn-i Kemâl Paşa"dan bahsetmek istiyoruz... Esâs konumuza geçmeden evvel, şunları da ifâde delim:
Müfti-yüs-sekaleyn Ebüssuûd Efendi, başta muhteşem bir hükümdâr olan Kanunî Sultân Süleymân Hân, ilimde Zenbilli Alî Efendi ve Ahmed İbn-i Kemâl Paşa, İmâm-ı Birgivî gibi âlimlerin, edebiyâtta Fuzûlî ve Bâkî gibi şâirlerin, mi'mârîde Mi'mâr Sinân, târihte Selânikli Mustafâ ve Alî, Nişâncı Mehmed, coğrafyada Pîrî Reîs, denizcilikte Barbaros Reîs ve Turgut Reîs gibi meşhûr kimselerin bulunduğu bir devirde bulunmuş ve o da ilimdeki yüksek derecesi ve mahâretiyle, müderris, müftî ve kazasker olarak, en son olarak da şeyhülislâmlık makâmında [30 senesi şeyhulislâmlık olmak üzere toplam 58 sene] dîne, millete, memlekete ve devlete hizmet etmiştir.
Osmanlı Devleti, o devirde dünyanın yarısına hükmeden muazzam bir devlet idi. Devletin bu hâle gelmesinde, diğer Osmânlı âlimleri gibi, Ebüssuûd Efendi'nin ve İbn-i Kemâl Paşa'nın da büyük emekleri geçmiştir. Hattâ bu ikisi, en çok emeği ve hizmeti geçen âlimlerdendir... Tefsîr ilminde büyük bir âlim olduğu için, Ebüssuûd Efendi'ye "Müfessirlerin hatîbi" unvanı verilmiştir. Yine fıkıh ilmindeki yüksek derecesinden dolayı, âlimler arasında "en-Nu'mânü's-sânî (İkinci İmâm Ebû Hanîfe)" lakabıyla ve "Müfti-yüs-sekaleyn (cinnîlerin ve insanların müftîsi)" ve Ahmed İbn-i Kemâl Paşa'dan sonra "Muallim-i sânî" lakabıyle tanınmıştır.
Ebüssuûd Efendi, bütün ilimlerde mâhir olup bilhassa tefsîr, fıkıh ve Arabî ilimlerde mütehassıs idi. Asrında İslâm âleminde onun derecesinde bir âlim yetişmemiştir. Zamanında Hânefî mezhebinin reîsliği onda idi. İslâm hukûkunda, usûl ve furû' mes'elelerinde tâm bir salâhiyete sâhib idi. Dört mezhebin fıkıh bilgilerine vâkıf idi.
Şimdi gelelim bugün kendisinden bahsedeceğimiz zâta:
[Önce şunu ifâde edelim ki, İstanbul'da doğup 1808-1886 (H. 1223-1304) târihleri arasında yaşayan, Sultân Kethüdâlarından Seyyid İbrahim Ağa'nın oğlu olan, Süleymâniye Câmii bahçesinde medfûn, Osmânlı devlet adamlarından Ahmed İbn-i Kemâl Paşa, başka bir zâttır. Onun da devlet kademelerinde birçok görevi olmuştur; bazı eserler de yazmıştır.]
[Esâs mevzûumuz olan Müfti-yüs-sekaleyn Ahmed İbn-i Kemâl Paşa'dan inşâallah yarın bir nebze bahsetmeye çalışalım.]
23.01.2015
Askeriyeden ilmiye sınıfına uzanan yol...
Ahmed İbn-i Kemâl Paşa, Sultân İkinci Bâyezîd Hânın seferlerine sipâhî olarak katıldı. Sonra, 33 yaşında askeriyeden [Binbaşı iken] ilmiye sınıfına geçti...
On beşinci ve on altıncı asırlarda yetişmiş Osmânlı âlimlerinin en meşhûrlarından olan, dedesi "Kemâl Paşa"ya nisbetle "İbn-i Kemâl" veya "Kemâl Paşa-zâde" diye meşhûr, lakabı "Şemseddîn" olan "Ahmed bin Süleymân bin Kemâl Paşa", 1468 (H. 873) senesinde Edirne'de doğdu. Dedesi ve babası Süleymân Çelebi'nin ümerâ sınıfından olmaları sebebiyle, o da, zamânın geleneği îcâbı, önce askerî sınıfa girdi. Sultân İkinci Bâyezîd Hânın seferlerine sipâhî olarak katıldı. Sonra, Filibe Medresesi müderrisi, Edirne'de Dârül-hadîs müderrisliği de yapan, âlim Molla Lütfi Efendi'nin, devlet ricâli nezdinde gördüğü ta'zîm ve hürmeti müşâhede edince, 33 yaşında askeriyeden [Binbaşı iken] ilmiye sınıfına geçti...
İbn-i Kemâl Paşa, zamanın tanınmış âlimlerinden ilim okuyup icâzet (diploma) aldı. Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerinde derin âlim olarak yetişti.
Edirne'de "Taşlık Medresesi" adıyla bilinen "Ali Bey Medresesi"ne müderris tâyin edildi. Burada müderrisken, pâdişâhın emriyle "Tevârîh-i Âl-i Osmân" adlı eserini yazdı.
Daha sonra Üsküp'te İshâk Paşa, Edirne'de Halebiye ve Üç Şerefeli, İstanbul'da Sahn-ı Semân (Fâtih) ve Sultân Bâyezîd Medreselerinde müderrislik yaptı. Çok âlim yetiştirdi... Bu vazîfelerinden sonra Rumeli, peşinden de Anadolu kazaskeri oldu.
Mısır seferinde, Anadolu kazaskeri sıfatıyla Yavuz Sultân Selîm Hân'ın yanında bulunan İbn-i Kemâl Paşa, Pâdişâh'tan büyük bir i'tibâr gördü. Bu sefer dönüşünde İbn-i Kemâl Paşanın atının ayağından sıçrayan çamurların Pâdişâh'ın kaftanını kirletmesi üzerine, Yavuz Sultân Selîm Hân: "Ulemânın atının ayağından sıçrayan çamur, benim için ziynet ve iftihâr vesîlesidir. Bu kaftanım, vefâtımdan sonra sandûkamın üzerine örtülsün" diye vasiyet etti. Bu vasiyeti yerine getirilmiştir.
1527 senesinde Şeyhülislâmlığa tâyin edilen İbn-i Kemâl Paşa, sekiz yıl bu görevde kaldıktan sonra, 1534 (H. 940) yılında İstanbul'da vefât etti.
İbn-i Kemâl Paşa bütün vaktini ilme veren âlimlerdendir. O, on altıncı asrın ilk yarısında Osmânlı kültürünün en büyük mümessili olarak görülmektedir... Tasavvufta da, ileri derece sâhibi olup büyük velîlerin teveccühünü kazanmıştır.
İbn-i Kemâl Paşa'nın ekserisi risâleler olmak üzere üç yüz civârında eseri vardır. Bu eserlerin çoğu yazma olup, otuz altı tânesi Ahmed Cevdet Paşa tarafından yayınlanmıştır.
24.01.2015
Ebüssuûd Efendi'yi doğru olarak tanımak lazım
Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi, Kanunî Sultân Süleymân Hân'ın sevip değer verdiği, pek kıymetli bir âlimdi. Kanunî, onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu.
1490 (H. 896) senesinde İskilip'te doğan [kendi vakfiyesinde İskilip'te doğduğu yazılıdır], 25 Ağustos 1574 (H. 982) yılında İstanbul'da vefât eden ve "Hoca Çelebî" adıyla da tanınan Ahmed bin Muhammed [Ahmed bin Mustafâ], "Ebü's-sü'ûd el-'İmâdî [Ebüssuûd Efendi]" ismiyle meşhûr olmuştur. [Bağdâdlı İsmâîl Paşa, Ebussuûd Efendi'nin isminin Mehmed değil Ahmed olduğunu tesbit etmiştir.]
Âlimler yetiştiren bir âileye mensuptur. Dedesi, Ali Kuşçu'nun kardeşi Mustafâ İmâdî olup Semerkand'dan Anadolu'ya gelip yerleşmiştir. Babası âlim ve kâmil bir zât olup "Hünkâr şeyhi" olarak bilinirdi.
Ebüssuûd Efendi, önce babasından ilim öğrendi. Gençlik çağında da babasının derslerine devam ile icâzet (diploma) aldı. Babasından sonra, Müeyyed-zâde Abdurrahmân Efendi, Mevlânâ Seyyid-i Karamânî ve İbn-i Kemâl Paşa'dan ilim öğrendi.
Tahsîlini tamâmladıktan sonra, yirmi altı yaşında müderris oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. 1532'de önce "Bursa Kâdılığı"na, bir sene sonra da "İstanbul Kâdılığı"na tayin edildi. Üç sene "İstanbul Kâdılığı" yaptı. 1537'de "Rumeli Kazaskerliği"ne tayin edildi. Sekiz sene de bu vazîfede bulundu.
On altıncı asrın meşhûr Osmanlı âlimlerinden olup on üçüncü Osmanlı Şeyhülislâmıdır. Tefsîr, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük âlimdi. Ebüssuûd Efendi, Kanunî Sultân Süleymân Hân'ın sevip değer verdiği, pek kıymetli bir âlimdi. Kanunî, onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu. 1541'de Pâdişâh'ın emri üzerine, Budin'in ve Orta Macaristân'ın tapu ve tahrîr işlerini yaptı.
1545 senesinde elli beş yaşındayken, Fenârî-zâde Muhyiddîn Efendi'den sonra Şeyhülislâm oldu. Kanunî Sultân Süleymân ile İkinci Sultân Selîm Hân'ın saltanatları zamanında, 30 sene Şeyhülislâmlık yaparak, dîn ve devlete üstün hizmetlerde bulundu. [Toplam hizmeti 46 sene.]
Osmânlı Sultânlarından İkinci Selîm, Üçüncü Murâd ve Üçüncü Mehmed'in zamanlarında yetişen ilim adamlarının çoğunun hocasıdır. Bunlardan bazıları şu zâtlardır: Ma'lûl-zâde Seyyid Mehmed, Abdülkâdir Şeyhî, Hoca Sa'deddîn, Bostân-zâde Mehmed Sun'ullah Efendi, Bostân-zâde Mustafâ, meşhûr şâir Bâkî Efendi, Hâce-i Sultânî Atâullah Efendi, Kınalı-zâde Hasan ve Alî Cemâlî Efendi'nin oğlu Fudayl Efendi...
Ebüssuûd Efendi dînî hükümleri çok iyi bilen, sağlam karakterli, kimseye haksızlık etmeyen, hâtır için aslâ söz söylemeyen, gâyet tedbîrli bir âlimdi. Devrin durumunu, şartlarını, halkın örf ve âdetlerini dikkate alır, işlerinde dînin emirlerinden aslâ dışarı çıkmazdı.
16.01.2015
Bursa Kadılığından Şeyhülislâmlık makamına
Ebüssuûd Efendi; önce Bursa Kâdılığına, sonra İstanbul Kâdılığına, daha sonra da Anadolu Kâdıaskerliğine tayin edildi. Bundan sonra da Şeyhülislâmlık makâmına getirildi.
Ebüssuûd Efendi'nin dedesinin babası Mehmed Kuşçu, Timur Hân'ın torunu olan Uluğ Bey'in yakını ve Doğancıbaşısı idi. Senelerce Uluğ Bey'in hizmetinde bulunup sevgisini kazanmıştı. Mehmed Kuşcu'nun oğulları Ali Kuşçu ve Ebüssuûd Efendi'nin dedesi olan Mustafâ İmâdî, Uluğ Bey'in elinde yetişip ilim öğrenmişlerdir. Mustafa İmâdî, bilhâssa tasavvufta yetişip ilerlemiştir.
Ebüssuûd Efendi, 939 (m. 1532) senesinde Bursa Kâdılığına tayin edildi. Bu vazîfede başarılı olan İstanbul Kâdılığına, İstanbul Kâdılığında muvaffak olan da Anadolu Kâdıasker[kazasker]liğine tayin edilirdi. Bundan sonra da Şeyhülislâmlık makâmına getirilirdi.
Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi, tefsîr, fıkıh ilimlerinde ve diğer ilimlerde büyük âlim idi. Kanunî Sultân Süleymân Hân, devrinde âlimler arasında bir mes'ele hakkında farklı bir hüküm ortaya çıksa, Ebüssuûd Efendinin tarafını tercîh ederdi...
Ebüssuûd Efendi, o devirde, devlet kânûnlarını dînin hükümlerine uygun şekilde te'lîf etmiştir. "Tımâr" ve "zeâmet"lere dâir mevzûlarda verilen karârlar, genellikle Ebüssuûd Efendi'nin fetvâlarına dayanmıştır. "Mülâzemet usûlü" de onun zamânında tesîs edilmişti. Kanunî, "Arâzî Kânunnâmesi"ni de Ebüssuûd Efendi'ye hâzırlatmıştır.
Kanunî Sultân Süleymân Hân'ın cenâze namazını Ebüssuûd Efendi kıldırdı. Pâdişâh'ın vefâtı üzerine bir mersiye yazdı. Bu mersiyesi, edebiyâttaki yüksek derecesini de göstermiştir. Ebüssuûd Efendi, sekiz sene de İkinci Selîm Hân zamânında Şeyhülislâmlık yaptı.
İstanbul ve İskilip'te hayrât yaptırdı. İskilip'te, babası Muhyiddîn Mehmed İskilibî'nin ve annesinin medfûn bulunduğu türbenin yanında bir câmi ve bir medrese, o civarda bir de köprü yaptırmıştır. İstanbul'da, Eyyûb'de bir medrese yaptırdı. Kabri, bu medresenin yanındadır [Eyyûb Sultân Câmii karşısındadır].
Yine İstanbul'da Şehremini ve Mâcuncu semtlerinde birer çeşme ve hamâm yaptırmıştır. Mâcuncu'da bir konağı ve Sütlüce'de bahçeli bir yalısı vardı. Meşhûr Tefsîri "İrşâdü'l-Akli's-selîm ilâ Mezâye'l-Kur'âni'l-Kerîm"i bu yalıda yazmıştır.
Ebüssuûd Efendi, 25 Ağustos 1574 târihinde 84 yaşında vefât etti. İslâm âleminde çok tanınmış olduğundan, vefâtı büyük bir üzüntüyle karşılandı. Cenâze namazını Kazasker Muhşî Sinân Efendi, Fâtih Câmiinde kıldırdı. Cenâze namazı için o devrin âlimleri, vezîrler, dîvân erkânı ve halk, büyük bir kalabalık hâlinde toplandı. İkinci Selîm Hân, Ebüssuûd Efendi'nin vefâtından dolayı pek ziyâde üzülmüştür.
17.01.2015
ISLAM_BUYUKLERI_TABLOLER
|
|
İSLAM FIKHI
|
|
İSLAM KÜLTÜRÜ
TASAVVUF BÜYÜKLERİ |
|
|
|
|
|
|
Hilkatte ve fıtratta en güzel, ahlakta en mükemmel, varlığın sebebi, alemlerin rahmet peygamberi, insanlığın yegane önderi, vahyin mihveri, Kur'an tebliğcisi, ahiret müjdecisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a), bütün silsilelerin çıkış noktası, en büyük ve ilk halkası. Bu yüzden tefsirin de, hadisin de, fıkhın da, ilm-i kelamın da, tasavvufun da başı O.
|
|
|
|
|
"Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır."
|
|
|
|
|
Selman uzunca boylu, buğday tenli, gökçek yüzlü ve sık sakallıydı.
|
|
|
|
|
Selman Farisi'den sonra, "altın silsile" tabiîn nesline geçiyor.
|
|
|
|
|
Ebu Abdullah lakabı ile anılan Ca'fer, Sâdık lakabının sahibidir.
|
|
|
|
|
Bayezîd-i Bistamî, sûreti itibarıyla Hz. Ebû Bekir (r.a)'a benzerdi.
|
|
|
|
|
Altın silsilenin yedinci halkası yine İran'dan; Bistam'a bağlı Harakan'dan.
|
|
|
|
|
Altın silsilenin sekizinci halkasını oluşturan Ebû Ali Farmedi, tasavvuf tarihimizin yıldız şahsiyetlerinden Ebû'l-Kasım Kuşeyri'nin talebesi, İmam Gazzali'nin şeyhi ve üstadı.
|
|
|
|
|
Uzuna yakın orta boylu, zayıfça bedenli, çiçek bozuğu kumral saçlı ve buğday benizliydi.
|
|
|
|
|
Boyu uzun, başı büyükçe, teni beyaz, yüzü güzel, kaşları gür ve çatıktı. Göğsü enli, omuzları genişti. İri vücudlu ve mehabetliydi.
|
|
|
|
|
Orta boylu, ayyüzlü, iri gözlü idi.
|
|
|
|
|
Fağnevî orta boylu, güleç ve güler yüzlü, çekme burunlu, genişçe ağızlıydı.
|
|
|
|
|
Boyu mevzun, yüzü güzeldi.
|
|
|
|
|
Simasî; ortaboylu, gökçek yüzlü ve esmer tenliydi.
|
|
|
|
|
Boyu uzun, kolları geniş ve uzunca idi. Kaşları çatık, gözleri keskindi.
|
|
|
|
|
Uzunca boylu, buğday tenli, gökçek yüzlüydü.
|
|
|
|
|
Alâeddin Attâr, orta boylu, gökçek yüzlü, esmer tenliydi.
|
|
|
|
|
Altın Silsile'nin Alâeddin Attâr'dan sonraki halkası Yakub Çerhî.
|
|
|
|
|
Uzunca boylu, esmer tenli, gökçek yüzlüydü.
|
|
|
|
|
Nakşbendiyye'nin Ubeydullah Ahrar'dan İmam-ı Rabbani'ye kadar olan dönemdeki adı"Ahrariyye."
|
|
|
|
|
Orta boylu, güzel yüzlü, buğday tenli, aksakallıydı.
|
|
|
|
|
Esmer tenli, yuvarlak, aydınlık yüzlü, seyrek sakallıydı.
|
|
|
|
|
Ortaboylu, kırmızı tenli, seyrek sakallıydı.
|
|
|
|
|
Uzun boylu buğday benizli, gökçek yüzlüydü.
|
|
|
|
|
Uzun boylu, buğday benizli, gökçek yüzlüydü.
|
|
|
|
|
Uzunca boylu, esmer tenli, güzel yüzlüydü
|
|
|
|
|
Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallıydı.
|
|
|
|
|
Uzunca boylu, gökçek yüzlü buğday benizli, siyah sakallı, mehabet ve cemal sahibiydi.
|
|
|
|
|
Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallı ve gökçek yüzlü idi.
|
|
|
|
|
Uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yanaklıydı.
|
|
|
|
|
Orta boylu, yuvarlak yüzlü ve top sakallıydı.
|
|
|
|
|
Altın silsilenin 32. halkası Irak'ın Musul vilayetine bağlı Erbil'in Harir nahiyesinden Şeyhi Taha'l-Hakkarî ile aynı adı taşıyor.
|
|
|
|
|
Es'ad Efendi uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, süzme gözlü, esmer tenli, şişmana yakın cüsseli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zat idi.
|
|
|
|
|
Ramazanoğulları’ndan Müctebâ beyin evinin kapısını biri çalar.
|
|
|
|
|
Orta boylu, buğday benizli, kaşları hilal gibi, alınları pırıl pırıl, latif bir simaya sahip idi.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 40 ziyaretçi (43 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|