|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Fen derslerini kim kaldırdı?
Medreselerde okutulmakta olan fen, hesap, hendese, astronomi dersleri Sadrazam Reşit Paşa zamanında kaldırıldı!..
İslam dininde ilim -5-
1262’de [m. 1846] Sadrazam olan mason Reşit Paşa, iş başına gelir gelmez, 1253’te, hariciye nâzırı iken, Lord Redcliffe ile el ele verip hazırlamış olduğu ve 1255’te ilan ettiği (Tanzimat) kanununa istinad ederek, dayanarak, büyük vilâyetlerde casusluk ve hıyanet locaları açtı. Bunlar çalışmaya başladı. Gençler, din cahili olarak yetiştirildi. Londra’dan alınan plânlarla, bir yandan idari, zirai, askerî değişiklikler yaptılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, İslâm ahlâkını, ecdat sevgisini, millî birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. Bu senelerde Avrupa’da, fizik, kimya üzerinde dev adımlar atılıyor, yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor, büyük fabrikalar, teknik üniversiteler, modern harp vâsıtaları kuruluyordu. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı.
Hattâ, Fâtih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, hesap, hendese, astronomi derslerini büsbütün kaldırdılar. ‘Din adamlarına fen bilgisi lâzım değildir’ diyerek, bilgili âlimlerin yetişmelerine mâni oldular. Sonradan gelen İslâm düşmanları da, din adamları fen bilmez, din adamları cahildir, gericidir diyerek Müslüman yavrularını İslamiyet’ten uzaklaştırmaya çalıştılar. İslamiyet’e ve Müslümanlara zararlı olan, İslamiyet’in öğrenilmesine mâni olan şeylere asrîlik, ilericilik dediler. Çıkardıkları her kanun Müslümanların ve devletin aleyhine idi. Vatanın asıl sâhibi olan Müslüman Türkler, ikinci sınıf vatandaş hâline getirildi...
Bu vatanın evlatları, İngilizlerin tezgâhladıkları harplerde şehit olurken, Reşit Paşa'nın ve yetiştirdiği masonların oyunları neticesinde, memleketin sanayi ve ticareti, gayrimüslimlerin ve masonların eline geçti...
İngilizler, Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa İmparatoru 3. Bonapart’ı da, Türk-Rus Kırım Harbine sürüklediler. Kendi çıkarları için yaptıkları bu iş birliği, Türk milletine, mason Reşit Paşa'nın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı. Düşmanların bu yaldızlı reklâmlar ve sahte dostluklarla örtmeye çalıştıkları imha hareketlerini, herkesten önce anlayan Sultan, çok zaman sarayında hüngür hüngür ağlardı. Memleketi, milleti kemiren düşmanlara karşı koymak için tedbirler arar ve Allahü teâlâya yalvarırdı. Bu sebeple, mason Reşit Paşa'yı, birkaç kere Sadrazamlıktan uzaklaştırdı ise de, kendisine (Koca), (Büyük) gibi unvanlar takan bu kurnaz adam, rakiplerini devirip, tekrar işbaşına gelmesini becerdi. Ne yazık ki, Sultan keder ve üzüntüsünden tüberküloza yakalanıp genç yaşında vefat etti. Sonraki senelerde, devlet koltuklarını kapışanlar ve üniversite hocalıklarına, mahkeme başkanlıklarına getirilenler, hep mason Reşit Paşanın yetiştirmeleridir. Böylece (Kaht-ı ricâl) devri açılmasına ve Osmanlılara (Hasta adam) denilmesine sebep oldu.
Medreselerde verilen din ve fen bilgileri...
İslâm düşmanları bilhassa İngilizler, her türlü vâsıtaları kullanarak Müslümanları ilimde ve fende geri bıraktılar.
İslam dininde ilim -4-
Fatih Sultan Mehmed Hân zamanında medreselerde okutulan din ve fen bilgileri pek yüksek idi. Tanzimat’tan sonra ve hele İttihatçılar zamanında çok aşağı oldu. İslâm düşmanları, pek sinsi, ikiyüzlü davranarak başarı sağladılar. Hele Mithat Paşa, kıyasıya saldırmaya, çok acı plânları ile İslam’ı ve Kur’ân’ı yok etmeye hazırlanmıştı. Sultan İkinci Abdülhamid Hân'ın kuvvetli imanı ve keskin zekâsı, Müslümanlara ve İslamiyet’e saplanmak istenen bu zehirli hançere karşı çelik bir kalkan gibi dikilmeseydi, düşmanların imha plânları, Müslümanları ezecekti.
İslâm düşmanları bilhassa İngilizler, her türlü vâsıtaları kullanarak Müslümanları ilimde ve fende geri bıraktılar. Müslümanların ticaret ve sanatlarına mâni olundu. İslâm ülkelerindeki güzel ahlâkı yıkmak, İslâm medeniyetini ortadan kaldırmak, gençlerin İslam ilimlerini öğrenmelerine mâni olmak için içki, fuhuş, eğlence, kumar gibi illetler yaygınlaştırıldı. Ahlâkı bozmak için, gayrimüslim kadınlar birer ajan gibi çalıştırıldı. Bir debdebe içerisinde, moda evi, dans kursu, manken ve artist yetiştirmek gibi hilelerle, gençleri tuzağa düşürerek, kötü yollara sürüklediler. Bu hususta Müslüman anne ve babalara çok büyük vazifeler düşmektedir. Yavrularını, böyle kimselerin ellerine düşürmemek için çok uyanık olmalıdırlar.
Osmanlı Devleti, son zamanlarda, Avrupa’ya tahsil için talebeler ve devlet adamları gönderdi. Bu talebeler ve devlet adamlarından bazıları aldatıldı. Fen ve teknik öğrenecek olanlara, İslamiyet’i ve Osmanlı imparatorluğunu yıkma teknikleri öğretildi. Bunlardan imparatorluğa ve Müslümanlara en büyük zararı dokunan kimse, Mustafa Reşit Paşa oldu. Londra’da bulunduğu zaman azılı ve sinsi bir İslâm düşmanı olarak yetiştirildi. İskoç masonları ile el ele verdi. Sultan Mahmud Hân, mason Reşit Paşa'nın ihanetlerini görerek idamını emretti ise de, ömrü vefa etmedi. Sultanın vefatından sonra, İstanbul’a dönen Reşit Paşa ve arkadaşları, İslamiyet’e ve Müslümanlara en büyük zararı yaptılar.
1839’da padişah olan Abdülmecid Hân, henüz on sekiz yaşındaydı. Genç ve tecrübesizdi. Etrafındaki kimselerden kendisini ikaz eden de olmadı. Bu hâl, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası olmuş, koca İslâm devletinde (Yok olma devri) başlamıştır. Temiz kalpli padişah, İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak, Avrupa’da İslam düşmanlarının yetiştirdikleri cahilleri işbaşına getirdi. Bunların devleti ve İslamiyet’i içeriden yıkmak siyasetlerini hemen anlayamadı. Bir anlatan da olmadı. İslamiyet’i yıkmak için İngiltere’de kurulmuş olan (İskoç mason teşkilâtı)nın kurnaz üyesi Lord Redcliffe İstanbul’a, İngiliz sefiri olarak gönderildi. Mustafa Reşit Paşa'nın sadrazam yapılması için, Lord Redcliffe Sultana çok dil döktü ve bunu başardı!..
.29/05/2022
Osmanlı'ya kurulan ilim ve fen tuzakları!
“Osmanlı akınlarını durdurmak için, Enderûn mekteplerini ve medreseleri yıkmak, Müslümanları ilimde, fende geri bırakmak lazımdır.”
İslam dininde ilim -3-
Sene, 1959... Yer, Erzincan. Erkek lisesinde bir konferans verilir. Dinleyici öğretmenler birkaç yüz kişi idi. Önce, Erzincan Maarif Müdürü, sonra, konferans sahibinin asistanı konuştu. Üçüncü olarak konferans sahibi olan, Sağlık Bakanlığı Sosyal Hizmetler Akademisi öğretmenlerinden psikoloji doktoru sayın Mithat Enç konuştu. Uzun boylu, gür sesli idi. Çok tesirli konuşuyordu. Zekâ üzerinde birkaç gün konuştu. Son günü, zekâ ölçüsünü, test usûlünü anlattı. Avrupalı, Amerikalı psikologların kitaplarından yeni bilgiler verdi.
Zekâ ölçmenin tarihçesini söylerken, özet olarak dedi ki: "Zekâ ölçmek, test usûlünü kullanmak, ilk olarak Osmanlılarda başladı. Amerikan literatürlerinde okuduğuma göre, Osmanlı orduları Viyana’ya kadar gelince, Avrupa devletleri çok korktu. İslamiyet Avrupa’ya yayılıyor, Hristiyanlık yok oluyor diye şaşkına döndüler. Osmanlı akınlarını durdurmak için çare aradılar. Çok uğraştılar. Bir gece yarısı, İstanbul’daki İngiliz sefiri şifre yolladı. Avrupa’ya müjde vermek için sabahı bekleyemedi: 'Buldum, buldum, Osmanlıların zaferden zafere ulaşmalarının sebebini ve bunları durdurma çaresini buldum' diyor ve şöyle anlatıyordu: Osmanlılar, aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyor, kardeş gibi davranıyorlar. Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, küçük çocukların zekâlarını ölçüyorlar. Keskin zekâlı çocuklar seçilerek, saraydaki (Enderûn) denilen mekteplerde, değerli öğretmenler tarafından okutuluyor. İslâm bilgileri, İslâm ahlâkı, fen, kültür dersleri verilerek, kuvvetli, başarılı Müslüman olarak yetiştiriliyorlar. Osmanlı ordularını zaferden zafere ulaştıran değerli kumandanlar ve Sokullular, Köprülüler gibi seçkin siyaset ve idare adamları, hep böyle yetiştirilen keskin zekâlı çocuklardı. Osmanlı akınlarını durdurmak için, bu Enderûn mekteplerini ve bunların kolları olan medreseleri yıkmak, Müslümanları ilimde, fende geri bırakmak lâzımdır!.."
Mithat Bey’in bu sözleri ve Osmanlı tarihindeki acı ve yürek yakıcı olaylar gösteriyor ki, İngiliz sefirinin bu teklifi çok doğru görülerek, Avrupa’da İslam düşmanı localar harıl harıl çalışmaya başladılar. Müslümanları aldatmak, medreselerden, mekteplerden ilimli, fenli din adamları ve idareciler yetiştirilmesini önlemek için plânlar hazırlandı. Cahil bırakılan gençler, Avrupa’da İslamiyetten uzaklaştırıldı. Zevk ve sefahate alıştırıldı. Yalancı etiketler, diplomalar verilerek ana vatana gönderilen fen adamı şeklindeki sinsi düşmanlara, "Fen yobazı" denir. Böyle diplomalı yobazlar, İslam düşmanlarının çok kurnaz ve milyonlar harcayarak çevirdikleri dolapları ile, Osmanlı devletinde işbaşlarına getirildi. Netice malum...
.22/05/2022
Naklî ve aklî ilimler...
Müslümanların öğrenmesi lazım olan ilimlere ulum-i İslamiyye yani İslam bilgileri denir. İki kısma ayrılır: Din bilgileri ve fen bilgileri...
İslam dininde ilim -2-
Müslümanların öğrenmesi lazım olan ilimlere ulum-i İslamiyye yani İslam bilgileri denir. İslam bilgileri iki kısma ayrılır:
Birinci kısım, din bilgileridir. Bunlara naklî ilimler denir. Bunlar yüksek din bilgileri olup, 8 büyük kısma ayrılır: Tefsir ilmi, Usûl-i hadîs ilmi, Hadîs ilmi, Usûl-i kelâm ilmi, Kelâm ilmi, Usûl-i fıkıh ilmi, Fıkıh ilmi, Tasavvuf (Ahlâk) ilmidir. Erkek ve kadın her Müslümanın bu sekiz bilgiden kelâm [akaid], fıkıh ve tasavvuf bilgilerinden lüzumu kadarını öğrenmesi farz-ı ayndır. Yani bu bilgileri, herkesin bizzat kendisi öğrenmesi gerekir. İslam âlimleri, bu bilgileri herkesin kolayca anlayabilmeleri için ilmihal kitapları yazmışlardır. Her Müslüman, ilmihal bilgilerini öğrenmelidir. Bu bilgiler zamanla değişmez. Aklın, insan dimağı gücünün dışında ve üstündedir. Bir insan kendi görüşü ile bu bilgilerde değişiklik yapamaz. Yaparsa dinde reform yapmış olur. Dinde reform asla yapılamaz.
İslam bilgilerinin ikincisi, aklî ilimler yani fen bilgileridir. Bunlar, Din bilgilerinin daha iyi anlaşılmasına ve onların tatbik edilmesine yardımcıdırlar. Bunlar matematik, mantık, fizik, kimya gibi his organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe ve hesap edilerek elde edilir. Bunları Müslümanların öğrenmeleri farz-ı kifâyedir. Yani Müslümanlardan birinin veya birkaçının öğrenmesi ile diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farz bilgilerdir. Bunlar zamanla değişebilir. Çeşitleri çoğalıp sayıları da artabilir. Bunlar, akıl yoluyla elde edilen bilgilerdir. Aklî ilimlerle ilgili en mükemmel çalışmaları da yine Müslümanlar yapmıştır.
Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her Müslümana lazımdır. Yani (Farz-ı ayn)dır. Fen bilgilerinden lâzım olanları yalnız bu işle meşgul olanların öğrenmeleri ve yapmaları lâzımdır. Yani (Farz-ı kifâye)dirler. Bu iki farzı yerine getiren milletler muhakkak ilerler ve medenî olurlar.
Dinimiz, din bilgileri ile fen bilgilerinin durumlarını birbirinden farklı tutmuştur. Din bilgilerinde, İslâm ahlâkında ve ibadetlerde en ufak bir değişiklik yapmayı şiddet ile menetmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir.
Orta Çağ'daki Müslümanlar, ilimde ve fende çok çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardı. Ancak Abbasîlerin ve Osmanlıların son zamanlarında, iç ve dış düşmanların, yani din düşmanlarının tesirleri ile, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten, fen ve sanat üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler.
Osmanlılar zamanında hükûmet idaresini ele geçiren cahil ittihatçıların bu gerilemeye tesiri çok oldu. Osmanlı devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin hem din bilgilerini hem de fen bilgilerini öğrenme emrinin tam tersini yaptılar. Din düşmanlarına aldanarak, din bilgilerini değiştirmeye çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Bu sebeple bu muazzam Osmanlı devleti çöktü.
.15/05/2022
"Bilenler elbette kıymetlidir!”
Resulullahın Efendimizin, ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri, o kadar çok ve meşhurdur ki, başka dinde olanlar da bunları biliyor...
İslam dininde ilim -1-
İslâmiyet, ilmin tâ kendisidir. Kur’ân-ı kerîm’in birçok yerinde, ilim emredilmekte, ilim adamları övülmektedir. Mesela Zümer suresi dokuzuncu ayetinde mealen; “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu? Bilenler elbette kıymetlidir!” buyruldu.
Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem), ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri, o kadar çok ve meşhurdur ki, başka dinde olanlar da bunları biliyor. Hadis-i şerifte “İlmi, Çin’de de olsa, alınız!” buyuruldu. Yani dünyanın en uzak yerinde ve kâfirlerde de olsa, gidip ilim öğreniniz!
Başka bir hadis-i şerifte Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem (Hikmet [yani fen ve sanat], müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyurdu. Müslüman, başka milletlerin fende, tecrübede, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmeye, yapmaya, bunlardan istifadeye çalışır ki, bunu İslamiyet de, zaten emretmektedir. Fen bilgilerini öğrenmek farz-ı kifâyedir. Başka milletlerin ilmini ve fennini almak, yabancılara uymak değil, ilmi ve fenni onlarda bile arayıp bulmak, almak ve onların üstünde olmaya çalışmaktır. Yanlış olan, kendi millî ve manevi değerlerimizi bırakıp, yabancıların ilmini ve fennini almak yerine, onların örf ve âdetlerini, moda şekline sokulmuş, ilericilik süsü verilmiş ahlaksızlıklarını, bozuk yaşayışlarını almaktır.
Bir hadis-i şerifte de; “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz, çalışınız” buyuruldu. Yani bir ayağı mezarda olan seksenlik ihtiyarın da çalışması lazımdır. Öğrenmesi ibadettir.
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Yarın ölecekmiş gibi ahirete ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerine çalışınız” ve “Nerede ilim varsa orada Müslümanlık vardır” ve (Bütün Müslüman erkeklerine ve bütün Müslüman kadınlarına, ilmi aramak, öğrenmek farzdır!) buyurmaktadır. İslamiyet’te ilim, ibadet ile, âlimin mürekkebi, şehitlerin kanı ile müsavi, eşit tutulmuştur...
Yine Sevgili Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurdu: (İki günü aynı hâlde bulunan, [yani her gün ilerlemeyen, yeni bir şey öğrenmeyen], aldandı, ziyan etti.) Görülüyor ki, İslâm dini, gerilemeyi değil, duraklamayı bile reddediyor. Daima ilerlemeyi ve yükselmeyi emrediyor.
Büyük İslam âlimi ve evliyanın büyüklerinden İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden birisi şöyle anlatır:
"İmâm-ı Rabbânî hazretleri gençleri ilim öğrenmeye teşvik ederdi. Önce ilim, sonra tasavvuf buyururdu. Benim, ilimden kaçındığımı, tasavvuftan zevk aldığımı görünce, hâlime merhamet ederek: 'Kitap oku! İlim öğren! Cahil sofu, şeytanın maskarası olur, [Rütbet-ül ilmi a’ler rüteb] yani, rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir buyururdu."
İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır,
Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır.
.xxxxxxxxxx
xxxxxxxxx
26/02/2023
Ömrü uzun, ameli güzel olmak büyük saadettir
Dünya hayatı rüya gibidir. Ölüm uyandırıp rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. [Sefer-i Ahiret]
Ölmeden önce uyanmak gerekir. Peygamber efendimiz, (Şu kişiye şaşılır ki, o dünyanın peşinde, ölüm de onun peşindedir) buyurdu. [Ebû Nuaym]
O hâlde, (Nasihat olarak ölüm yeter) [Beyheki] hadis-i şerifini düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır. Tûl-i emel yani uzun emel sahibi olanlar ölümü hatırlamazlar.
Tûl-i emel, zevk ve sefa sürmek için çok yaşamayı istemektir. İbadet yapmak için, çok yaşamayı istemek, tûl-i emel olmaz. Tûl-i emel sahipleri, ibadetleri vaktinde yapmazlar. Tövbe etmeyi terk ederler. Kalpleri katı olur. Ölümü hatırlamazlar. Vaaz ve nasihatten ibret almazlar.
Tûl-i emel sahibi, hep dünya malına ve mevkiine kavuşmak için ömrünü harcar. Ahireti unutur. Yalnız zevk ve sefasını düşünür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi, ömrü uzun ve ameli güzel olan kimsedir. İnsanların en kötüsü, ömrü uzun, ameli kötü olandır.) [Tirmizi]
(Ömrü uzun olup İslamiyet’e uymak, büyük saadettir.) [Beyheki]
Tûl-i emelin sebepleri, dünya zevklerine düşkün olmak, ölümü unutmak, sıhhatine ve gençliğine aldanmaktır. Tûl-i emel hastalığından kurtulmak için, bu sebepleri yok etmek lâzımdır. Ölümün her an geleceğini düşünmelidir. Hadis-i şerifte, (Lezzetlere son veren şeyi [ölümü] çok hatırlayınız) buyuruldu. [Sefer-i ahiret]
Sıhhatin, gençliğin, ölüme mâni olmadıklarını unutmamalıdır. Çocuklardaki ve gençlerdeki ölüm sayısının, yaşlılardaki ölüm sayısından çok olduğunu istatistikler göstermektedir. Çok hastaların iyi olup yaşadıkları, çok sağlam kişilerin çabuk öldükleri her zaman görülmektedir. Hadis-i şerifte, (Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak, insanı günah işlemekten korur ve ahirete zararlı olan şeylerden sakınmaya sebep olur) buyuruldu. [Berika]
Eshâb-ı kirâmdan Bera bin Âzib “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki:
Bir cenazeyi götürdük. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kabir başına oturdu. Ağlamaya başladı. Mübarek gözyaşları toprağa damladı. Sonra, (Ey kardeşlerim! Hepiniz buna hazırlanınız) buyurdu. [Berika]
Ömer bin Abdülazîz “rahime-hullahü teâlâ”, bir âlimi görünce, nasihat istedi. O da, "Şimdi halifesin, istediğin gibi emredersin. Yarın öleceksin" dedi. "Biraz daha söyle" deyince, "Âdem aleyhisselâma kadar, bütün dedelerin ölümü tattı. Şimdi sıra sana geldi" dedi. Halife, uzun zaman ağladı...
Hülasa, zevk ve sefa sürmek için çok yaşamayı değil, ibadet yapmak için sıhhat ve afiyetle çok yaşamayı istemelidi
.19/02/2023
Sadaka kazaları ve belaları defeder...
Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, "sadaka" denir. Kendisine ve bakması vacip olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır, sevaptır. Sıkıntısı olan çok sadaka vermelidir.
Gerek zekât, fıtra, adak ve akika, gerekse sadaka şeklinde yapılan yardımlar, insanı kazalardan, belalardan korur. Dünyada, sıhhat ve afiyet içinde bir ömür sürmeye sebep olur. Sadakanın faydaları hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sadaka yetmiş çeşit belayı önler. [Hatib]
(Vallahi, sadaka vermekle mal eksilmez. O hâlde sadaka verin!) [İ. Ahmed]
(Sıkıntılarınızı sadakayla önleyin.) [Deylemi]
(Güne başlarken sadaka vermek, felaketleri önler.) [Deylemi]
(Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın.) [Beyheki]
(Sevabı Müslüman ana babasına niyet edilerek verilen sadakanın sevabı, onlara da gider, kendi sevabından da bir şey eksilmez.) [Taberani]
(Kendine ve çoluk çocuğuna harcadıkların birer sadakadır.) [Beyheki]
(Güzel söz, sadakadır.) [İ. Ahmed]
(Selam vermek sadakadır.) [Buhari]
(Birine iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek, sorana yol göstermek, sokaktaki zararlı şeyleri temizlemek, birer sadakadır.) [Tirmizi]
(Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek, birer sadakadır.) [Müslim]
(Borçlu fakire, ödemesi için mühlet verenin, her günü, bir sadaka olur.) [Taberani]
(Sadaka olarak verilen bir parça ekmek, Allah katında Uhud dağı kadar büyür.) [Taberani]
Sadaka vermek ve 70 kere (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) demek, sıkıntıları giderir. Bu istigfarın anlamı, “Ya Rabbi, razı olmadığın şeylerden ne yapmışsam hepsini affet, yapmadıklarımı da yapmaktan koru” demektir. [Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye]
İslam âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden bir zat şöyle anlatır: "Sadaka var ya sadaka? Sadaka belayı önler. Bir gün mübarek bir zat torunu ile gezmeye giderler. Bir müddet gittikten sonra bir duvarın dibine otururlar. Evden aldıkları yiyecekleri yemek için yere bir yaygı sererler. Orta yere yiyecekleri koyarlar. Tam yemeye başlayacakları sırada, biraz ileride bir ihtiyarı görürler. O mübarek zat hemen bir tabağa yiyeceklerden koyup, torununa 'Evladım! Bu tabağı şu ihtiyara götür gel' der. Torun kalkar, tabağı alır, oradan ayrılıp giderken, o duvarın üstünden koca bir taş, torunun biraz önce oturduğu yere, tam da torunun başına gelecek şekilde düşer. Yani maazallah, eğer torun o ihtiyara yiyecekleri götürmek için gönderilmeseydi, o taş, torunun başına düşecekti!.."
.12/02/2023
Allah'ın kullarına iyilik etmenin fazileti...
Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri: "Allahü teâlânın rızasına giden bütün yolları inceledim, en kestirme yolun, insanları sevindirmek olduğunu gördüm."
Allahü tealanın kullarına iyilik yapmak, sıkıntılarını gidermek, onlara yardımcı olmak suretiyle sevindirmek çok sevaptır. İnsan bir iyilik yaptığı zaman Allahü teâlâya şükretmeli. Çünkü merhamet ettiği, sevdiği kullarına, iyilik yapmayı nasip eder. İyilik edebilmek de bir nasip meselesidir.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde mealen şöyle buyurmaktadır:
(İyilik etmek ve Allah’ın yasak ettiklerinden sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın!) [Maide 2]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Darda kalana kolaylık gösterene, Allahü teâlâ da dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Kul, kardeşine yardım ettiği müddetçe, Allahü teâlâ da kendisine yardım eder.) [Müslim]
(Din kardeşinin bir işini yapmak için gidenin, her adımında 70 günahı affedilir ve 70 sevap verilir. O iş bitene kadar, böyle devam eder. İşi yapılınca, bütün günahları affedilir. O işi yaparken ölürse, sorgusuz sualsiz Cennete gider.) [İbni Ebiddünya]
(Ömründe hiç hayır yapmayan bir Müslümanın, [başka Müslümanlara zarar vermesin diye] bir dikeni yoldan kaldırması, Allah indinde makbul görülerek Cennet’e gitmesine sebep oldu.) [Ebu Davud]
(Bir kimse, mümin kardeşini sevindirince, bir melek, bu kimseye hep dua eder. Ölüp kabre konunca, yanına gelip, “Beni tanıyor musun?” der. Ölü, “Hayır” deyince, “Ben, bir Müslümana verdiğin sevincim. Bugün seni sevindirmek için geldim. Kabirde yanındayım, kıyamette de, sana şefaat edip Cennetteki makamını göstereceğim” der.) [İ. Ebiddünya]
(Mümin, [Allah rızası için] yaptığı her işten sevap alır. Yoldaki bir şeyi kaldırsa, birine yol tarif etse, sözünü anlatamayana yardım etse, birine keçisini sağarak yardım etse, sevap alır.) [Ebu Ya’la]
Hele görmeyenlere [âmâlara] yardım etmek elbet daha sevaptır. Hadis-i şerifte, (Âmâyı kırk adım götüren Cenneti hak eder) buyuruldu. (Beyheki)
Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri buyuruyor ki:
"Allahü teâlânın rızasına giden bütün yolları inceledim, en kestirme yolun, insanları sevindirmek olduğunu gördüm."
İslam âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: "Ömür kısadır. Sonsuz olan ahiret hayatında, insanın karşılaşacağı şeyler, dünyada yaşadığı hâle bağlıdır. Akıllı olan, ileriyi görebilen bir kimse, kısa olan dünyada, hep, ahirette iyi ve rahat yaşamaya sebep olan şeyleri yapar. İnsanlara hizmet etmek için çalışır. İnsanlara iyilik etmek, ahirette azaptan kurtulmaya ve Cennet nimetlerinin artmasına sebep olur..."
Depremde hayatını kaybedenlere Allahü teâlâdan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Hepimize geçmiş olsun. Rabbim hepimizi muhafaza etsin.
.05/02/2023
"Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil!.."
"İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin ve ölümden önce hayatın kıymetini bil!.."
İnsan, dünyaya oyun ve eğlence için gelmemiştir. Dünya, iş ve kazanç yeridir. Peygamber efendimiz, (Dünya ahiretin tarlasıdır) [Deylemi] buyurmaktadır.
Burada ne ekilirse, ahirette o biçilecektir. Boş vakit, fırsat ve ganimettir. Faydalı iş yapmadan vakit geçirmek, vakti öldürmek olur. Dünyada yapılan her işin, her nefesin hesabı kıyamette muhakkak sorulacaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette, herkes ömrünü ve gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve ilmi ile amel edip etmediğinden sorguya çekilecektir.) [Tirmizi]
Ömür, ilim, mal ve beden, Allahü teâlânın kullarına verdiği bir sermayedir. Bu sermayeyi Allahü teâlânın bildirdiği yerlerde harcamalıdır. Vakit geçtikten sonra pişmanlığın faydası olmaz. Onun için gençliğin, malın, sağlığın kıymetini bilmeli, dünyada, ahireti kazanacak işler yapmalıdır.
İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Yavrum! Dünyada kalmak zamanı pek azdır. Bu kısa zamanın çoğu da boş yere geçmiş bulunuyor. Pek azı kalmıştır. Ahiret zamanı ise sonsuzdur. Orada başa gelecek şeyler, bu birkaç günlük işlere bağlıdır. Bundan sonra, ya sonsuz nimetler, zevkler veya bitmez tükenmez azaplar, acılar vardır.
Yavrum! Ömrün en kıymetli zamanları, boş yere geçti. Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin isteklerini yapmakla tükendi. Şimdi, ömrün en kıymetsiz, başarısız [yaşlılık] zamanı kaldı. Artık, bununla da, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaz, kuvvetli zamanda [gençlik zamanında] elden kaçırılanı, kuvvetsiz, kıymetsiz zamanda yakalayamaz isek ve az bir emekle ve kısa bir sıkıntı ile sonsuz rahat ve nimetlere kavuşmaz isek ve sayısız çirkin işlerimizi, az bir iyi işle örtmez isek, yarın kıyamet gününde, Allahü teâlânın huzuruna ne yüzle çıkabiliriz? Oraya ne özür ve bahane götürebiliriz?
Bu gaflet uykusu ne vakte kadar sürecek. Gaflet pamuğu kulaklarda ne kadar kalacak? Bir gün, gözlerden perdeyi kaldıracaklar. Kulaklardan gaflet pamuğunu çıkaracaklar. Fakat, faydası olmayacak. O zaman pişmanlıktan, utanmaktan başka yapılacak şey olmayacak. Ölüm gelmeden önce, yapacak işi bilmeli. Yüzü ak olarak, Allahü teâlâyı özleyerek can vermelidir.
Önce, itikadı düzeltmek lâzımdır. Dinden olduğu tevâtür yolu ile, yani çok kimselerin söylemesi ile zaruri olarak bilinen şeylere inanmak elbette lâzımdır. Bundan sonra, fıkıh [ve ilmihal] kitaplarında yazılı olan şeyleri öğrenmek ve yapmak zaruridir. İmanı, itikadı düzelttikten ve İslamiyet’e uygun ibadetleri yaptıktan sonra, vakitleri, kalbi temizlemek ile mamur etmek lâzımdır. Allahü teâlâyı hatırlamadan, bir an geçirmemelidir...
.29/01/2023
Resûlullah Efendimize uymak nasıl olur?..
Nasihatlerin başı şudur ki, İslamiyet’in sahibine yani Peygamber Efendimize “aleyhissalâtü vesselâmü vettehıyye” uymak lazımdır.
Cenâb-ı Hak, hepimizi, dünya ve ahiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan, Muhammed Mustafa’ya “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi olmak saadetiyle şereflendirsin! Çünkü Cenâb-ı Hak, (Peygamber Efendimize tâbi olmamızı, Ona uymamızı sever.) Kur'an-ı kerimde mealen, (Allahü teâlâyı seviyorsanız, bana tâbi olunuz! Allah, bana uyanları sever.) [Al-i İmran 31] buyuruldu. Ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahiret nimetlerinden daha üstündür.
Hakiki üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır ve insanlık şerefi ve meziyeti, Onun İslamiyet’ine uymaktır. [(Sünnet) kelimesi, üç ayrı mânâya gelir. Burada, İslamiyet demektir.]
Ona tâbi olmak, yani Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Bu yola (Dîn-i islâm) denir. Ona uymak için, önce iman etmek, sonra Müslümanlığı iyice ögrenmek, sonra farzları yapıp haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lazımdır. Bunlardan sonra, mübahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.
Mesela, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, ona uymaksızın, birçok geceleri ibadetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü (Kaylûle etmek) yani öğleden önce biraz yatmak, Peygamber Efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” âdet-i şerîfesi idi.
Yine Onun dininin emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun yolunda bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. İslamiyet’in emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekât denir, kendi arzusu ile dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.
Emîr-ül mü’minin Ömer “radıyallahü anh”, bir sabah namazını cemaat ile kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshâbı dediler ki, (Geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır). Emîr-ül mü’minin buyurdu ki: (Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaat ile kılsaydı, daha iyi olurdu.) [Bu fazilet, Ehl-i sünnet itikadında olan imamın cemaati içindir.]
İslamiyet’ten sapmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücâhede edip, nefislerini ve kötü arzularını körletiyor ise de, bunu İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir.
İslamiyet’e tâbi olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz binlerle senenin kazancını hâsıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, beğendiğidir.
Hülasa, Peygamber Efendimize “sallallahu aleyhi ve sellem” uymak, Onun bildirdiği gibi inanmak yani Ehl-i sünnet itikadında olmak, ayrıca amelde ve ibadetlerde, Ona, nasıl uyulacağını bildiren Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birine tabi olmak demektir.
.22/01/2023
Ehl-i sünnet itikadının önemi hakkında...
İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Rabbani hazretleri “rahmetullahi teala aleyh” buyuruyor ki:
Âkıl ve bâlig olan erkeğin ve kadının birinci vazifesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid, iman bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Allahü teâlâ, o büyük âlimlerin çalışmalarına bol bol sevap versin! Âmîn.
Kıyamette Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. Cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâbının “rıdvânullahi aleyhim ecmaîn” yolunda gidenler, yalnız bunlardır.
Kitaptan, yani Kur’ân-ı kerîmden ve Sünnetten, yani hadis-i şeriflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan yalnız bu büyük âlimlerin, “Kitaptan ve Sünnetten” anlayıp bildirdikleri bilgilerdir.
“Kitaptan ve Sünnet”ten bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymak lâzımdır. Bizim anladıklarımız, Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymuyor ise, hiç kıymeti olmaz. Çünkü her bid’at sâhibi, [itikadı bozuk kimse, reformcular] ve doğru yoldan kayarak dalâlete düşenler, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini, Kur’ân-ı kerîmden ve hadis-i şeriflerden anladıklarını ve bu iki kaynaktan çıkardıklarını söylemektedirler. Bu sözleri çok yanlış ve haksızdır.
Demek ki, “Kitaptan ve Sünnetten” çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı; itikadı bozuk kimselerin, reformcuların yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır.
Allah korusun, itikat edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette, Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikat doğru olup da, işlerde gevşeklik olursa, tövbe ile ve belki tövbesiz de af olunabilir. Eğer af olunmazsa, Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur.
Görülüyor ki, işin aslı, temeli, itikadı düzeltmektir.
Dünya ve ahiret saadetlerine kavuşmak için, dünya ve ahiretin efendisine “sallallahü aleyhi ve sellem” uymak lâzımdır. Ona uymak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak, önce itikadı düzeltmek lâzımdır.
Bundan sonra, o büyüklerin Kur’ân-ı kerîmden ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri helal, haram, farz, vacip, sünnet, mendûb, mübah ve müştebeh [şübheli] bilgilerini öğrenmek ve bütün işlerini bunlara uygun olarak yapmak lâzımdır.
.15/01/2023
Ehl-i sünnet itikadına olmanın alametleri
Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet itikadına uygun iman eden Müslümanlardan razıdır. Böyle inanmış olmanın birçok şartları vardır. Ehl-i sünnet âlimleri, bunları söyle açıklamışlardır. Bazıları şunlardır:
İmanın altı şartına, yani Allahü teâlânın varlığına ve birliğine, eşi ve benzeri olmadığına, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret hayatına, hayır ve şerrin, iyilik ve kötülüğün Allahü teâlâ tarafından yaratıldığına inanmalıdır. (Bunlar (Âmentü)de bildirilmiştir.)
Allahü teâlânın son kitabı olan Kur’ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğuna inanmalıdır.
Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” iman edip, hayatta iken Onu görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmın hepsini çok sevmelidir. Dört halifesine, yakın akrabaları olan ehl-i beytine ve muhterem hanımlarından hiçbirine dil uzatmamalıdır.
Ehl-i kıble olduklarını söyleyen, Allahü teâlâya ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâma inandım dediği hâlde, yanlış itikatta olanları tekfir etmemeli, kâfir olduklarını söylememelidir.
Müslümanlar, başındaki âmirlerine, idarecilerine isyan etmemelidir. Hurûc, yani isyan etmek, fitne çıkarmak olur ve çeşitli felâketlere yol açar. Onların hayırlı iş yapmalarına dua etmeli ve fısk, günah işlerinden vazgeçmeleri için tatlı dil ile nasihat etmelidir.
Mest üzerine mesh edilmesi, erkek için de, kadın için de câizdir. Çıplak ayak ve çorap üzerine mesh edilmez.
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Miracının, hem ruh ve hem de beden ile olduğuna inanmalıdır. (Miraç, bir hâldir, yani rüyada olmuştur) diyenler, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur.
Cennette müminler Allahü teâlâyı göreceklerdir.
Kıyamet gününde, Peygamberler ve salih, iyi zatlar şefaat edeceklerdir.
Kabir suali vardır. Kabirde azap, rûh ve bedene olacaktır.
Evliyanın kerameti haktır.
Kur’ân-ı kerîm okumak, sadaka vermek ve hattâ bütün ibadetlerimizin sevaplarını, ölenlerin ruhlarına göndermek, onlara fâide vermekte, azaplarının hafifletilmesine veya kaldırılmasına sebep olmaktadır.
Bunların hepsine inanmak, Ehl-i Sünnet itikadında olmanın alâmetlerindendir.
İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden Hâce Ubeydullah-i Ahrâr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyurdu ki; "Bütün iyi hâlleri ve buluşları bize verseler, fakat Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını kalbimize yerleştirmeseler, hâlimi harap, istikbâlimi karanlık bilirim. Eğer bütün haraplıkları, çirkinlikleri verseler ve kalbimizi Ehl-i sünnet itikadı ile süsleseler, hiç üzülmem." Allahü teâlâ, bizi ve sizi, Ehl-i sünnet itikadından ayırmasın! Âmîn!
.08/01/2023
Her Müslüman, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmelidir...
Müslüman olmanın ilk şartı, iman etmektir. Doğru iman ise, Ehl-i sünnet itikadına uygun olarak inanmaya bağlıdır. Akıllı olan ve büluğ çağına giren erkeğin ve kadının birinci vazifesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazdıkları iman bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır.
Bu imanın esaslarını ve nasıl itikat edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz bildirmiştir. İslamiyet’te iman, itikat dendiğinde, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı kastedilir.
Eshab-ı kiram, Ehl-i sünnet itikadını Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemden öğrendiler. Tâbiin-i izam da bu bilgileri, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Eshab-ı kiram ve Tâbiin’e 'Selef-i salihin' denir. Daha sonra gelenler, bu bilgileri bu büyüklerden öğrendiler ve kitaplara yazdılar. Böylece, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı bizlere kadar nakil ve tevatür yoluyla geldi.
Ehl-i sünnet vel-cemaat ifadesinin açıklaması şöyledir: Sünnet, Resulullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem" bildirdiği yoldur. Cemaat da Eshab-ı kiramdır "radıyallahü anhüm”. Yani Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın ve Eshab-ı kiramın yolunda bulunanlar, demektir.
Yeryüzünde bulunan bütün Müslümanlara doğru yolu gösteren ve Muhammed aleyhisselâmın yolunu değişmeden, bozulmadan öğrenmemize sebep olan dört büyük zâttır. Bunlardan, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfi’î, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel’dir “rahmetullahi aleyhim ecmaîn”.
Bugün, bu dört imamdan birine uymayan bir kimse, doğru yoldan sapmıştır. Bu dört imamın talebesinden ikisi, iman bilgilerinde çok yükseldi. Böylece itikatta mezhep iki oldu. Kur’ân-ı kerîme ve hadis-i şeriflere uygun iman, bu ikisinin bildirdiği imandır. Birisi, Ebû Mensur-i Mâtürîdî, ikincisi, Ebûl Hasen Alî Eş’arî’dir. Bu iki imam, aynı imanı bildirmişlerdir.
Büyük âlim Zebidi "rahmetullahi aleyh" de şöyle demiştir:
"Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir."
Bazı kimseler Ehl-i sünneti, Matüridiye, Eşariye ve Selefiye diye üç kısma ayırmıştır. Hâlbuki Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, "Selefiye" denilen bir isim, "Selefiye mezhebi" diye bir yazı yoktur.
Müftiyüssekaleyn Ahmed ibni Kemal Paşa “rahmetullahi teala aleyh” buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın, Eshabının, Tâbiînin, yani selef-i salihinin yoludur. İmam-ı a’zam ve diğerleri de bu yolda idiler.
Bugün için dört hak mezhebin dışında, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadında olan yoktur. (Tahtavi, Hadika)
Demek ki bir kimsenin Ehl-i sünnetim diyebilmesi için dört hak mezhepten birinde olması lazımdır.
.1/01/2023
Çocuklarınıza iyi bir isim, Müslüman ismi verin...
Bir İslam âliminin nasihati -2-
Müminin kalbini kırmak çok büyük haramdır. Bir mümin, bir müminin kalbini kırsa 70 defa Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günaha girer. Bunları okumak, öğrenmek lazım.
Çocuk, Allahü teâlânın emanetidir, İslam terbiyesi verin, dinimizi öğretin. Siz onlardan mesulsünüz. Çocuklarınızı iyi ahlaklı, dini bütün kimselerle evlendirin. Güzelliğine değil, malına mülküne değil, itikadına, ibadetine, ahlakına ve edebine bakın.
Çocuklarınıza iyi bir isim, Müslüman ismi verin. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Onun için güzel isimler alınız.” [Ebu Davud]
Çocuklarınıza dinimizi, dosdoğru öğretin. İslamiyet, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. Ehl-i sünnet âlimlerinin söylediklerini beğenmeyen, itikadı bozuk, dinde kendi aklına göre konuşan kimselerden ve bunların kitaplarından din öğrenilmez.
Evladına Allah’ı öğretmeyen, evladına Peygamberi öğretmeyen, evladına Cennet’i Cehennem’i öğretmeyen, namazı öğretmeyen, Kur'ân-ı kerimi öğretmeyen baba, evladının hem dünyasını, hem de ahiretini tehlikeye atmış olur.
Anne ve baba ne kadar merhametli ise, evladına o kadar İslamiyet’i öğreticidir. Ahireti hatırlatıcıdır. Evlat her ibadet yapışta, anasına da sevap yazılır, babasına da...
Kalbin rızkı, din ilmidir. İnsan okumaz, din ilmi öğrenmezse kalbi rızıksız, gıdasız kalır. Günah işlemeye başlar. Hem dünyası hem ahireti zarar görür.
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları ilaç gibidir. İlacı kullanmayan, şifa bulamaz. Ehli sünnet âlimlerinin kitaplarını hem okumalı hem de okunmasına vesile olmalı.
Çok istiğfar edin. Allahü teâlâ, istiğfar ederseniz imdadınıza yetişirim, buyuruyor. İstiğfar, Estağfirullah [Beni affet Allah’ım] demektir. İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden Muhammed Ma'sûm hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Belalardan, sıkıntılardan kurtulmak için, istiğfar okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Ölümden başka her dertten kurtarır. Eceli gelenin de, ağrısız, sıkıntısız ölmesine yardım eder. Her sıkıntıdan kurtaracağı ve rızkı artıracağı, hadis-i şerifte bildirildi. Hadis-i şerifte; (İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu.
Lâ havleyi çok okuyunuz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.) [Hakim]
.25/12/2022
Evlatlarınıza İslamiyeti ve İslam âlimlerini sevdirin...
Evladınıza namazın önemini anlatın ve namaza teşvik edin. Onun istikbalini garantiye almak, iyi bir Müslüman olması ile mümkündür.
Bir İslam âliminin nasihati-1
İslam âlimlerinin nasihatleri, tavsiyeleri ilaç gibidir. Hem gönüle hem de bedene şifadır. İnsan bu nasihatleri okuyarak ya bilmediği bir şeyi öğrenir yahut gafletten uyanmasına vesile olur. Kısaca hem kendisi hem çoluk çocuğu hem de Allahü tealanın kullarının dünya ve ahiret saadetine vesile olacak bilgileri öğrenir. Bu bilgileri öğrenerek kendisine ve başkalarına da faydalı olur.
Bir İslam âliminin nasihati şöyledir:
Dünyada saadet, ahirette Cennet, iki şeyle çok kolay olur: Biri, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, onların kitaplarını okumak, ilmihal bilgilerini öğrenmek ve onlarla amel etmek. İkincisi, bilhassa vaktinde ve doğru kılınan namaz.
Ehl-i sünnet itikadında olan, haramlardan sakınan ve namazlarını kılan bir kimse, Allahü tealanın sevdiği bir kuldur.
Evladınıza namazın önemini anlatın ve namaza teşvik edin. Onun istikbalini garantiye almak, iyi bir Müslüman olması ile mümkündür. İyi bir Müslüman olduktan sonra diploma [makam, mevki, kariyer] işe yarar. O zaman hem kendisine hem insanlara daha çok faydalı olur.
Namazsız ahiret olmaz. Namazsız Allah'a kavuşulmaz, namazsız hayat olmaz, namaz her şeyin başıdır. Namazları geciktirmeden kılın. Severek kılın. Şartlarına uygun kılın, güzel numune, örnek olun.
Çocuklarınıza yemek yiyip içmekten önce, namazlarını vaktinde kılmalarını öğretin, emredin.
Anne ve baba, evlatlarına, İslamiyet’in sevgisini, İslam büyüklerinin, Ehli sünnet âlimlerinin sevgisini vermelidir.
Çoluk çocuğumuza merhamet edelim, onları ateşten koruyalım. Onların hem abisi hem babası olun. İyi yerlere, iyi kimselerin yanına götürün. İyi kimselerle görüştürün. Kötü arkadaşlardan koruyun. Bütün kötülüklerin, bozuklukların başı kötü arkadaştır. İyi kimse, itikadı doğru, ibadetlerine, harama helale dikkat eden, ahlakı edebi güzel olan kimsedir...
Çocuklarımıza Kur’ân-ı kerimi öğretelim mutlaka. Kur’ân-ı kerim okusunlar. Çocuğuna Kur’ân-ı kerim okutan ana babaya da çok sevap yazılıyor.
Mutlaka çocuklarınıza büyüklerin yani Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından bir şeyler okuyun, onların kalpleri şimdi tertemiz. Bu ruha, bu sineye, bu gönüle şimdi ne konulsa o kalıcıdır. Onlarla beraber kitap okumadan yatmayın. Mutlaka bir şey okuyun.
Dinimiz haramdan sakınmaya çok önem veriyor. Bunları öğrenmek, sakınmak lazım. Çocuklarımıza da öğretelim. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: “Bir kimse, bütün Peygamberlerin ibadetlerini yapsa, üzerinde başkasının bir kuruş kul hakkı varsa, bunu ödemeden veya hak sahibiyle helalleşmeden, Cennet’e giremez.”
.18/12/2022
Ailede görgü kuralları
Görgü kuralları, gerek ailenin ve gerekse toplumun seviyeli, huzurlu ve düzenli bir hayat yaşamasını sağlar.
Görgü kuralları; toplumların inanç, eğitim, ekonomik güç, örf ve âdetlerine göre farklılıklar gösterir. Görgü kuralları; bir toplumdaki insanların, birbiriyle münasebetlerinde olgun, medeni davranışlar içinde bulunmalarını sağlar. Ayrıca bunlar, günlük işlerde nizam ve intizamın hâkim olmasını vesile olur. Böylece toplum hayatında huzur ve rahatlık meydana gelir.
Bu kurallar, toplumumuzda yazılı olmayan birer kanun hüviyetini taşır. Ecdadımızın yüzyıllar boyunca çocuklarına büyük bir dikkatle öğrettiği görgü kuralları kısaca şöyledir:
Ailede evin reisi babadır. Anne, ailenin en saygıya layık varlığıdır. Evin iç düzeni ondan sorulur. Çocuklara, her zaman şefkat ile bakılır, iyi yetişmeleri için ihtimam, özen gösterilir. Dede ve ninelerin de beraber olduğu ailelerde, onların söz hakkı ve kararları daha önce gelir.
Görgünün esasını “büyüklere saygı ve itaat, küçüklere şefkat ve merhamet” teşkil eder. Bu bakımdan bizim toplumumuzda her görgü kuralı bu temele göre şekillenmiştir.
Evde küçükler, büyüklerin yanında daima edepli bulunur. Kendilerine söyleneni dikkatle dinlerler. Büyüklerin sözüne izin almadan karışmazlar ve sözü lüzumsuz yere uzatmazlar.
Kendilerine bir şey söylendiğinde, “Buyurun efendim” diye karşılık verirler.
Kardeşler, birbirine bağlı ve saygılıdır. Abi, abla küçük kardeşlerine şefkatle davranırlar. Onların iyi yetişmelerine yardımcı olurlar. Küçükler de büyük kardeşlerine hürmet gösterir, onların isteklerini yerine getirirler, onların sözlerini dikkatle dinleyip peki efendim, baş üstüne diyerek cevap verirler. Birbirinin eşya ve oyuncaklarını izinsiz kullanmazlar. Kendilerinde olanlardan birbirine ikram ederler. Kimseyi rahatsız etmez, gürültü çıkarmazlar. Birbirleri ile güzel geçinirler. Uyum içinde olurlar.
Ana baba, çocuklarının, çocuklar, ana babanın odasına gireceği zaman izin isterler. İçeri girmeye rızası olduğu bilinen kimsenin yanına izin almadan girilebilir.
Misafirliğe gitmeden önce ev sahibine haber verilir. Kararlaştırılan gün ve saatte gidilir. Evine girerken, kapıya vurarak, kapının zilini çalarak veya seslenerek, mesela selam vererek izin istenir! İzin üç defa olur. İlkinde ses verilmezse, bir dakika kadar sonra, ikinci defa da ses çıkmazsa, üçüncü defa zile basmalı. Kapı aralanırsa, aradığını sormadan önce, kendini tanıtmalıdır. [Telefon edince de, önce kendini tanıtmalıdır.]
Evde ev sahibinin gösterdiği yere oturulur. Eşyalar, tablolar, kütüphanedeki kitaplar izinsiz kullanılmaz. Ne ikram ederse, severek kabul edilir. Ev sahibinin o günkü hâline göre, üzüntü veya sevincine ortak olunur. Onun hoşlandığı konulardan konuşulur. Bazı özel durumlar hariç, çok fazla oturulmaz. Evin içinin döşenişi, eşyaların yeri ve durumu tenkit edilmez. Giderken izin istenir, teşekkür edilir, dua etmesi istenir ve bize de buyurun denilir.
Eşler birbirine nasıl davranmalı?
Eşler her zaman birbirinin gönlünü almalı. Birbirinin hakkını gözetmede Allahü teâlânın [veya dinimizin] emrine uymalı.
Ailede huzur ve mutluluk olması için -3-
8-Eşler her zaman birbirinin gönlünü almalı. Birbirinin hakkını gözetmede Allahü teâlânın emrine uymalı. Birbirine karşı güveni sarsacak durumlardan sakınmalı. Birbirlerinin dert ortağı olmalı.
9-Eşler, çocukları terbiyede, birbirine yardımcı olmalı. Bilhassa bebek, gece gündüz ağlayıp, anasına hiç rahat vermez. Onun için erkek, bu hususta hanımına yardımcı olmalı. Böyle, hanımına imdat edene, Allahü teâlâ yardım eder.
10-Erkek, ailesine, çoluk çocuğuna imkânı nispetinde yiyecek, giyecek ve diğer ihtiyaçları hususunda memlekette âdet olanların en kıymetlisini, en iyisini almalıdır. Kadın da kanaatkâr olmalı, eşinden gücünün yetmediği şeyleri istememeli. Hoşuna giden her gördüğünü almak, bir eşyayı birkaç kere kullanıp, onu bırakıp yenisini almak gibi alışkanlıklardan sakınmalı. Kadın, kocasının malını muhafaza etmeli. İsraf edip aileyi borcun içine düşürmemeli. Ayağını yorganına göre uzatmalı.
İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” Kimyâ-i se’âdet'te diyor ki:
Zevcenin nafakasını sıkmamalı, israf da etmemelidir. Ailenin nafakasına verilen paranın sevabı, sadaka sevabından daha çoktur.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Gazâ için sarf edilen, köle âzâd etmek için, fakire sadaka vermek için ve evindekilerin nafakası için sarf edilen altınların [paranın] en üstünü ve sevabı çok olanı, evin nafakasına verilen altının sevabıdır.)
11-Eşler, evde çoluk çocukla birlikte yemek yemeli. Yalnız yememeli. Çoluk çocukla yemek sevaptır. Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh) “Bir evin bütün aile efradı toplu olarak yemek yediklerinde, Allahü teâlâ onlara rahmet eder ve melekler istiğfar ederler” demiştir. Hazreti Ali (radıyallahü anh) “Sofradaki kalabalık kimseler, ellerini tabağa uzattıklarında, Allahü teâlâ o yemeğe bereket verir” demiştir. [Mürşid-i Müteehhilin]
12- En mühim şey, nafakayı helâlden kazanıp, helâlden yedirmektir. Eshâb-ı kiramın “aleyhimürridvan” aileleri “Bize helâl lokma getirin (haram lokma getirmeyin. Çünkü biz), açlığa tahammül ederiz, fakat Cehennem ateşine dayanamayız” derlerdi. [Mürşid-i Müteehhilin]
Evlenecek kimsenin ailesini geçindirebilecek durumda olması lazımdır.
13-Eşler birbirlerine karşı sabırlı olmalı, acele ve öfke ile hareket etmemeli. Hazreti Âişe “Yâ Resûlallah! Bana vasiyet eyle!” deyince, Resûl-i ekrem buyurdu ki: “Yâ Âişe! Ben sana vasiyet ederim, sen de ümmetimin hâtunlarına vasiyet eyle! Yarın kıyamet gününde: Önce imandan; ikincisi abdestten ve namazdan; üçüncüsü, kocası hakkında sual olunur. Hangi erkek ki, hanımının kötü huyuna sabreylese, Hak teâlâ, ona Eyyûb Peygamber sevabını vere. Bir kadın dahi erkeğinin kötü huyuna sabreylese, Âişe-i Sıddîka mertebesini bula.” [Miftah-ul cennet]
Akıllı eşler birbirlerini hiç üzmezler...
İnsan, hayat arkadaşına yapacağı huysuzlukların, vereceği sıkıntıların ve zararların kendine de olacağını düşünmelidir...
Ailede huzur ve mutluluk olması için -2-
5-Eşler birbirlerine kızmamalı. Birbirinin kızacağı sözlerden ve davranışlardan sakınmalı, kızdıklarında ise öfkelerine hâkim olmalıdırlar.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
Bir kimse Resûlullahtan nasihat istediğinde, (Kızma, sinirlenme!) buyurdu. Birkaç kere sorduğunda, hepsinde de (Kızma, sinirlenme!) buyurdu.
(Kızdığı zaman, öfkesini yenerek yumuşak davranan kimseyi Allahü teâlâ sever.) [İsfehânî]
(Kuvvetli olmak, başkasını yenmek demek değildir. Kuvvetli olmak, kahraman olmak, kendi öfkesini yenmek demektir.) [Buhârî ve Müslim]
Bir anne, evlenen kızına şöyle nasihat etmişti:
-Ey kızım! Sen, artık evinden çıktın. Ülfet etmediğin, alışmadığın, huyunu bilmediğin kimseye gittin. Bundan böyle, sen ona toprak ol ki, o sana gök olsun. Sen ona çadır ol ki, o da sana direk olsun. Ondan uzak durma ki, sana yakın olsun. O sana kızıp öfkelenirse, sen dilini ve kulağını muhafaza et. Senden daima iyi söz işitsin. [Mürşid-i müteehhilin]
6-Eşler birbiri ile münakaşa etmemelidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Münakaşa etmeyen ve kimseyi incitmeyen Müslüman, Cennet’e girer.) [Tirmizi]
(Münakaşa dostun dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır) sözü meşhurdur.
Tartışmanın galibi de, mağlubu da zarardadır. Galip gelen de, kendini üstün görmeye başlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, kibirleneni alçaltır, tevazu edeni yükseltir.) [Taberani]
7-Eşler birbirlerini üzmemeli. Akıllı olan erkek ve hanımı, birbirlerini üzmezler. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alâmetidir. Zalim, huysuz kimsenin hayat arkadaşı devamlı üzülerek asabı, sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hâsıl olur.
Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuştur. Saadeti, mutluluğu sona ermiştir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felâketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövmekte ise de, ne yazık ki, bu pişmanlığının faydası yoktur.
O hâlde, insan, hayat arkadaşına yapacağı huysuzlukların, vereceği sıkıntıların ve zararların kendine de olacağını düşünmeli. Ona karşı hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı. Bunu yapabilirse, rahat ve huzur içinde yaşar, Rabbinin rızasını da kazanır.
.25/09/2022
Allahü teâlâ huysuz kimseleri sevmez!..
Evde huzur, ailede mutluluk olması, eşlerin birbirlerine karşı vazife ve sorumluluklarını bilip bunlara riayet etmelerine, birbiriyle iyi geçinmelerine bağlıdır.
Ailede huzur ve mutluluk olması için -1-
Evde huzur, ailede mutluluk olması, ailenin temel taşları, ailenin direkleri mesabesinde olan eşlerin birbirlerine karşı vazife ve sorumluluklarını bilip bunlara riayet etmelerine bağlıdır. Eşlerin dikkat edeceği hususlardan bazıları şunlardır:
1-Eşler birbirine karşı her zaman güzel huylu olmalıdır. Allahü teâlâ iyi huylu olanları sever. Huysuzları sevmez. Bir insanı incitmek haramdır. İşkence yapanın evlenmesi haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İçinizde en sevdiğim kimse, huyu en güzel olanınızdır) [Buhârî]
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebû Hüreyre’ye (İyi huylu ol!) buyurdu. “İyi huy nedir” deyince, (Senden uzaklaşana yaklaşıp nasihat et ve sana zulmedeni affet ve malını, ilmini, yardımını senden esirgeyene bunları bol bol ver!) buyurdu. [Eşi’at-ül-lemeât]
(Allahü teâlâ indinde en iyiniz, zevcesine, hanımına karşı en iyi olanınızdır. Zevcesine karşı en iyi olanınız, benim.) [Eşi’at-ül-lemeât]
(İmanı üstün olanınız, huyu daha güzel ve hanımına daha yumuşak olanınızdır.) [Eşi’at-ül-lemeât]
(Kocanın hanımı üzerindeki hakkı, benim sizin üzerinizdeki hakkım gibidir.) [Şir’at-ül- İslam]
(Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir.) [Taberani]
2-Eşler birbirlerine karşı yumuşak davranmalıdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmüzi]
3-Eşler birbiriyle iyi geçinmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müslümanların en iyisi, en fâidelisi, zevcesine karşı iyi ve fâideli olandır.) [Marifetname]
(Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir.) [Taberani]
(Müslüman bir kadın, beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, kocasına itaat edip namusunu muhafaza ederse, Cennet’e istediği kapıdan girer.) [İbni Hibban]
4-Erkek eve gelince hanımına güler yüzle, tebessümle selâm vermeli [yani selamün aleyküm demeli] ve nasılsın? diye hatırını sormalıdır. Üzüntülü görünce, hâlini sormalı, teselli eden, ferahlık veren güzel şeyler söylemelidir.
Hanım da eşinin selamını almalı yani “ve aleyküm selam” demeli, onu, tatlı dil ve güler yüzle karşılamalı.
Resûlullah (aleyhisselam) zamanında bir kadın vardı. Kocasına itaat eder, eve gelince onu güzel karşılar, paltosunu alır, üzüntülü görürse ona dua eder, onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışırdı. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kadının kocasına: “Hanımına benden selam söyle. Kendisine, yarı şehit sevabına kavuştuğunu haber ver” buyurdu. [Şir’at-ül-İslam]
.18/09/2022
Güçlü, sağlam ve mutlu aile...
Huzurlu bir aile ortamı, çocuğa evi özletir. Çocuğun, neşe ve sevinç içinde koşarak eve gelmesini sağlar.
İnsanlar, cemiyet, topluluk hâlinde yaşamak mecburiyetindedirler. Cemiyetin en küçük birimi ailedir. Bu bakımdan aile, toplumun temel taşıdır. Aile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve terbiye gördüğü topluluktur. Bu topluluk, küçük-büyük fertlerinin olgunlaştığı bir hayat okuludur.
Aile içinde kadın ve erkeğin birbirlerine anlayışlı davranmaları, müsamahalı olmaları, karşılıklı sevgi ve saygıya önem vermeleri, birbirlerinin sınırlarına dikkat etmeleri, birbirlerine değer vermeleri, kalp kıracak söz ve davranışlardan sakınmaları, aile saadeti için şarttır.
Evde huzur, ailede mutluluk olması, ailenin temel taşları, ailenin direkleri mesabesinde olan eşlerin, birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını bilip bunlara riayet etmelerine bağlıdır.
Bunlara dikkat eden aile, güçlü ve sağlam olur. Aile hayatı ne kadar güçlü ise, toplum hayatı da o kadar güçlü ve sağlam olur. Aile hayatının huzurlu ve düzenli olması, istikbalimiz olan çocuklarımızın şahsiyetli, güzel karakterli, ruh ve beden sağlıkları yerinde kimseler olarak yetişmelerini sağlar.
Huzurlu bir aile ortamı, çocuğa evi özletir. Çocuğun, neşe ve sevinç içinde koşarak eve gelmesini sağlar. Evde huzur yoksa, kavga ve münakaşa varsa, çocuk eve gelmek istemez. Aileden alması gereken manevi değerleri alamaz. Neticede, dışarıda kötü arkadaşların eline düşer. Dünyası da ahireti de zarar görür.
Onun için ana baba, birbirleri ile iyi geçinmeli, evin, sevgi, saygı ve huzurlu bir ortam olması için gayret göstermeli. Eşler, sen-ben kavgasına girmekten, ben haklıyım-sen haksızsın tartışmasından, hep eksik kusur aramaktan, birbirini aşağılayıcı ve tenkit etme tavırlarından, suçlayarak konuşmaktan sakınmalıdır.
Büyük âlim ve veli Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri şöyle buyurur: “Beşeriyet, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz. Hakkı tanımadıkça, Hakkı sevmedikçe, Hak teâlâyı hâkim bilip, Ona kulluk etmedikçe, insanlar, birbirini sevemez. Haktan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perîşanlık yoludur.”
Milletimizin tarih boyunca kazandığı zaferler ve başarılarda, aile yapımızın güçlü ve sağlam oluşunun, millî ve manevi değerlerimize bağlılığımızın payı büyüktür.
Amerikalı bir sosyolog şöyle der: “Türklerin tarihini tetkik ettim. Dikkatimi bir şey çekti. Türkler kısa zamanda devletler kurup uzun saltanatlar sürmüşler. Sebebini araştırdım, şu kanaate vardım: Türklerde çok kuvvetli bir aile yapısı var. Kadınla erkeği birbirine bağlayan, kanundan ziyade, din, namus, iffet ve söze sadakat ve güvendir.”
Biz ailemize, çoluk çocuğumuza sahip çıkarsak, millî ve manevi değerlerimize bağlı kalırsak, inşallah hiçbir şer kuvvet, aile yapımızı bozamayacaktır!..
Ana babaya hizmetin önemi...
Ana babaya, kayınvalide ve kayınpedere hürmet ve hizmet etmeyi mühim bir vazife saymalı. Büyüklerin duasını almaya çalışmalıdır...
Ana baba hakkı -2-
Birisi Peygamber aleyhisselâma dedi ki:
Yâ Resûlallah, yanımda yaşlı anam vardır. Elimle yedirip içiriyorum. Abdestini aldırıyorum. Sırtımda gezdiriyorum. Hakkını ödemiş olur muyum?
Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:
“Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. Ancak iyilik ediyorsun. Allahü teâlâ bu az iyiliğine karşılık çok sevap ihsan eder.” [Miftah-ül cennet]
Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Ana babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana babasına karşı gelip, onlara âsi olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur.) [Miftah-ül cennet]
Hasen-i Basrî “rahime-hullahü teâlâ” Kâbe’yi ziyaret ve tavâf ederken bir zât gördü ki, arkasında bir zembil ile tavâf eder. O zâta dönüp dedi ki:
-Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen daha iyi olmaz mı? O zât cevaben dedi ki:
-Bu arkamdaki yük değil babamdır. Bunu Şam’dan yedi kere buraya getirip tavâf eyledim. Çünkü bana dinimi, imanımı bu öğretti. Beni İslam ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi ki:
-Kıyamet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kere kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defa gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur. [Miftah-ül cennet]
Biri, Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ki:
-Anam babam çok şefkatsizdirler, onlara nasıl itaat eyleyeyim?
Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdare ve maişetini, geçimini temin eyledi. Sana dinini, imanını öğrettiler. Seni İslâm terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?” [Miftah-ül cennet]
Peygamberimize “aleyhisselâm” bir kişi geldi ve dedi ki:
-Yâ Resûlallah! Benim anam-babam ölmüştür. Onlar için ne yapmam lazımdır?
Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Onlara daima dua eyle! Onlar için Kur’ân-ı kerîm oku ve istiğfar et!” [Miftah-ül cennet]
Evlat, zevcesi ve çocukları ana babaya saygı göstermelidir. Ana babaya, kayınvalide ve kayınpedere hürmet ve hizmet etmeyi mühim bir vazife saymalı. Büyüklerin rızasını, duasını almaya çalışmalı, hayır dualarını büyük kazanç bilmelidir. Evlat, hanımının söylediklerine uyarak anasını incitmemeli. Anasına eziyet olunmasına hiçbir surette göz yummamalıdır. Yine yakınlarının sözlerine uyarak hanımını incitmekten de çok sakınmalı, bu hususlarda çok uyanık olmalı. Her iki tarafın gönüllerini hoş tutmalı, hatta bunda muvaffak olması için dua etmelidir. Kalp kırılan, gönül incitilen yerde hayır ve bereket olmaz.
.04/09/2022
Ana babaya sakın 'öf' bile deme!..
Resulullah efendimiz buyurdu ki: “Allah’ın rızası, anne babanın rızasında, Allah’ın gazabı da anne babanın gazabındadır.”
Ana baba hakkı -1-
Dinimizde ana baba hakkı çok mühimdir. Ana babanın haklarını gözetmeli, onlara itaat etmeli, iyilik ve ihsanda bulunmalıdır.
Allahü teala Kur’ân-ı kerimde şöyle buyuruyor: “Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibâdet edin, ana babaya güzellikle muâmele edin, eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık hâline ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme ve onları azarlama. İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle.” [İsra, 23]
Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Allah’ın rızası, anne babanın rızasında, Allah’ın gazabı da anne babanın gazabındadır.” [Tirmizî]
Osmanlı âlimlerinden Muhammed bin Kutbuddin İznikî rahmetullahi teala aleyh, ecdadımızın baş ucu kitabı olan “Mızraklı İlmihal”de, ana-baba hakkı konusunda şöyle buyuruyor:
Allahü teâlânın rızası, dinine bağlı olan ana-babanın rızasında, Allahü teâlânın gazabı, dinine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriyâ “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadis-i şeriflerinde buyurdu ki: (Cennet anaların ayağı altındadır.) Yani, sana dinini, imanını öğreten ananın-babanın rızasındadır.
Ana baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış!
Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını, öfkelerini teskin eyle, onları sakinleştir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, beddualarını alırsan, dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geriye gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!
Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızasını almaya çalış, yalvar ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlat üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu daima göz önünde tutarak, ona göre hareket eyle!”
Ananın, babanın, kocanın, hiç kimsenin, İslamiyet’e uymayan emri dinlenilmez, yapılmaz. Fakat, anaya, babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek lâzımdır.
Anaya babaya, evlat, zevcesi ve çocukları, saygı göstermelidir. Ananın babanın, büyüklerin rızasını, duasını almaya çalışmalı, hayır dualarını, büyük kazanç bilmelidir...
Ana babayı ziyaret etmemek büyük günahtır. Uzakta iseler, hiç olmazsa, selam göndererek, telefon ederek gönüllerini almalı ve bu günahtan kurtulmalıdır
.28/08/2022
Kalp kırmaktan sakınınız!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Bir Müslümanın kalbini kırmak, haksız olarak incitmek, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.”
Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâma karşı: (Müflis kime denir, biliyor musunuz?) buyurunca: "Parası ve malı kalmayan kimseye diyoruz" dediler. Buyurdu ki: (Ümmetim arasında müflis şu kimsedir ki, kıyamet günü, defterinde çok namaz, oruç ve zekât sevabı bulunur. Fakat, bir kimseye sövmüş, iftira etmiş, malını almış, kanını dökmüş, döğmüş. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilir. Sonra Cehenneme atılır) buyurdu. [Mektûbât-ı Rabbânî, C.1/76 ]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Bir Müslümanın kalbini kırmak, haksız olarak incitmek, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.” [Rıyad-un-nasihin]
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki:
"Kalp, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mümin olsun, âsî olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Sakınınız, sakınınız, kalp kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalp kırmak gibi büyük günah yoktur. Çünkü, Allahü teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalptir. İnsanların hepsi, Allahü teâlânın köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi dövülür, incitilirse, onun efendisi elbette gücenir. Her şeyin biricik mâliki, sahibi olan Efendinin şanını, büyüklüğünü düşünmelidir."
Şeyh Abdullah Bayal “kuddise sirruh” buyurdu ki:
"Tasavvuf; namaz, oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu yapan maksada kavuşur."
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin vasiyetnamesinin son satırı şöyledir: “Hiç kimsenin kalbini incitmeyin.”
Onun için kalp kırmaktan çok sakınmalı. Herkes her fırsatta, herkesle helalleşmeli ve birbirinin duasını almalı. Kimin, hangi müminin duasıyla kurtulacağı belli olmaz. Bilhassa evlat, ana-babanın, karı-koca da birbirinin duasını almalı. Birbirinin haklarını gözetmeli. Birbirine saygılı olmalı. Birbirini üzmemeli. Birbirini incitecek söz ve davranışlardan sakınmalı. Tatlı dilli güler yüzlü olmalı. Asık çehreli olmamalı. Öfkeli ve sert bakmamalı. Kızarak, aşağılayarak, suçlayarak konuşmamalı. Mutlaka her şeyde bir hata bulma, tenkit etme, suçlama, azarlama, kızma hâli üzere olmamalı. Münakaşadan sakınmalı. Bunlar, çok kalp kırılmasına sebep olmaktadır. Kimsenin hata ve kusurunu başkalarının yanında söylememeli. Yalnız iken, yumuşak, sakin ve uygun bir şekilde söylemeli. Evlilikte, iş yerinde, komşuluk münasebetlerinde, bulunduğumuz her yerde bunlara çok dikkat etmeli. Kalp, çok ince camdan yapılmış bir kâse gibidir. Kırılırsa bir daha yapılması çok zordur. En çok ve en kolay işlenen günah da kalp kırmaktır. Kalp kırmak, çok günah olduğu gibi, o kalbi yapmak yani gönül almak da büyük sevaptır.
.21/08/2022
Bir Batılının İslamiyet hakkındaki sözleri...
“İlim davasına, Müslümanlar kadar bağlı bir millet gelmemiştir. Bugünkü medeniyetin kurucuları, Emevîler, Abbâsîler, Gazneliler ve Osmanlılar olmuştur.”
Bütün dinleri iyi incelemiş olan, İngiliz ilim adamlarından Lord Davenport, yirminci asır başlarında Londra’da bastırdığı, "Hazret-i Muhammed ve Kur’ân-ı kerîm" adındaki İngilizce kitabında diyor ki:
Ahlâk üzerinde son derece titizliğidir ki, Müslümanlığın, az zamanda, süratle yayılmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, muharebede, kılınca boyun eğmiş olan başka din adamlarını, daima af ile karşılamışlardır.
Juryo diyor ki; Müslümanların Hıristiyanlara karşı davranışı ile, papalığın ve kralların Hristiyanlara revâ gördüğü muamele, aslâ kıyas edilemez. Meselâ, [1572] miladi yılı Ağustos’un yirmi
dördüncü günü, yani Sent Bartelemi yortu günü, dokuzuncu Şarl ve Kraliçe Katerina’nın emri ile Paris ve civarında altmış bin Protestan öldürüldü. Böyle nice işkencelerde dökülen Hristiyan kanları, Müslümanların harp meydanlarında döktükleri Hristiyan kanlarından kat kat fazladır. Bunun içindir ki, birçok aldanmış insanı, İslamiyet’in zalim bir din olduğu zannından kurtarmak lâzımdır. Böyle yanlış sözlerin hiçbir vesikası yoktur. Papalığın, vahşet ve yamyamlık derecesine varan işkenceleri yanında, Müslümanların, gayrimüslimlere karşı davranışları, ağzı süt kokan bir sabininki [çocuğunki] kadar yumuşak olmuştur.
İslamiyet, başka dinlerin hurafeler ve şüpheler bataklığı ortasında, çiçek temizliği ile yükselmiş bir aklî ve fikrî asaletin sembolü olmuştur. İslamiyet, ilâhlara insan kanı dökmek facia ve felâketinden
beşeriyeti, insanlığı kurtardı. Bunun yerine, ibadeti ve sadakayı getirmekle, insanlara iyilik aşıladı. Sosyal adâletin temelini kurdu. Böylece, kanlı silâhlara hacet bırakmadan, dünyaya kolayca yayıldı.
İlim davasına Müslümanlar kadar bağlı ve saygılı hiçbir millet gelmemiştir, denilebilir. Hazret-i Peygamberin “aleyhissalâtü vesselâm” pek çok hadisleri, samimi bir ilim teşvikçisidir ve ilme saygı
İle doludur. İslamiyet, ilme maldan daha çok kıymet vermiştir. Hazret-i Muhammed, bu tutumu olanca gücü ile desteklemiş, Eshâbı da, bu yolda var kuvvetleri ile çalışmışlardır.
Bugünkü fennin ve medeniyetin kurucuları, eski ve yeni eserlerin ve edebiyatın koruyucuları, Emevîler, Abbâsîler, Gaznevîler ve Osmanlılar zamanındaki Müslümanlar “rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecmaîn” olmuştur.
Buraya kadar bazı parçalarını yazdığımız İngilizce kitap, misyonerler ve Yahudiler tarafından piyasadan alınarak, yok edilmek istenmiştir. Fakat bütün gayretlerine rağmen muvaffak olamamışlardır.
.14/08/2022
Teknolojide üstün olmazsak!..
İlimde, fende, teknolojide üstünlük Müslümanlarda olduğunda, beşeriyet, insanlık, rahat ve huzur içinde yaşamıştır...
Müslüman âlimlerin hizmetleri -5-
İlim, fen ve teknoloji, imanlı, Allah korkusu olan insanların yani Müslümanların elinde olursa insanlığa huzur ve mutluluk getirir. Başkalarının elinde olursa felakete, kan ve gözyaşına sebep olur. Geçmişte ve günümüzde olduğu gibi…
İlimde, fende, teknolojide üstünlük Müslümanlarda olduğunda, beşeriyet, insanlık, rahat ve huzur içinde yaşamış; fakat bu üstünlük, dinsiz, imansız, sadece kendi zevklerini ve rahatlarını düşünen, kendilerinden başkalarına hayat hakkı tanımayan kimselerin elinde olduğu zaman, insanlık, ızdıraptan ve felaketten kurtulamamıştır.
Eski Romalılarda, Yunanlılarda, Avrupa’daki, Asya’daki devletlerde, fen bilgisi vardı. Fakat Müslüman olmadıkları için Allah korkusu, şefkat ve merhamet yoktu.
Onun için bunlar, fen ve teknikte kavuştukları nimetleri kötü yerlerde kullandılar. Bir kısmı, sanat eserlerini zevklerde ve fuhuşlarda kullandılar. Bir kısmı da, teknik vasıtaları, insanlara zulüm ve işkence yapmakta kullandılar. Medenî olmaları şöyle dursun, parçalandılar, yıkıldılar, yok oldular. Şimdi de Müslüman olmayan bazı memleketlerde, fen bilgileri ileri, teknik başarıları, ağır sanayileri göz kamaştıracak derecede ise de, din bilgilerinden, imandan ve Allah korkusundan mahrumdurlar. Medenilerin değil, vahşîlerin bile yapamayacakları kötülükleri yapıyorlar.
Onun için Müslümanlar ilimde, fende, teknolojide hep önde ve ilerde olmalıdır. Buna mecburdurlar ve mahkûmdurlar. Böyle bir üstünlük, düşmana korku vermekte, Müslümanlara saldırma cesaretlerini kırmakta, bir ültimatom düşmanı durdurmaya, harbin sebep olacağı felaketlere mâni olmaya yetmektedir.
Kur’ân-ı kerîmde, Şûrâ suresinin yirminci ayetinde, Allahü teâlâ mealen, (Bir kimse, dünya nimetlerine kavuşmak isterse, ona istediğini veririm. Ahiret nimetlerini isteyene de, istediğini veririm) buyurmuştur. İstemek, lâf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak lâzımdır. Allahü teâlâ, dünya nimetlerine ve ahiret nimetlerine kavuşmak için, çalışanlara, dilediklerini vereceğini vadediyor. Müslüman olsun, olmasın, dünya nimetlerini, beğendiğim gibi çalışan herkese veririm buyuruyor. Avrupalılar, Amerikalılar böyle çalıştıkları için, dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Orta Çağ'da Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardı. Bugün de her zamankinden daha çok çalışmak zorundayız.
İslamiyet, bütün fen kollarında, ilim ve ahlâk üzerinde, her çeşit çalışmayı ehemmiyetle emretmektedir. Bunlara çalışmanın, farz-ı kifâye olduğu, kitaplarda yazılıdır. Hattâ, bir İslam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir âlet, bir vâsıta yapılmayıp, bu yüzden bir Müslüman zarar görürse, o şehrin idarecilerini, âmirlerini, İslamiyet mesul tutmaktadır.
.07/08/2022
Şeyhülislâm'ın matbaa fetvası
“Faydalı kitapların ucuz elde edilmelerine ve her yere yayılmalarına sebep olacağı için, matbaa yapılması câiz ve güzel görülmüştür.”
Müslüman âlimlerin hizmetleri -4-
Fen, (mahlûkları, hâdiseleri görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak) demektir ki, bu üçünü de, Kur’ân-ı kerîm emretmektedir. Fen bilgilerine, sanata ve en modern harp silâhlarını yapmaya uğraşmak, farz-ı kifâyedir. Düşmanlardan daha çok çalışmamızı dinimiz emretmektedir. İslamiyet, fenni, tecrübeyi, müspet çalışmayı emreden dinamik bir dindir. Avrupalılar, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslâm kitaplarından aldılar...
İslam medreselerinde fen dersleri vardı. Endülüs medreseleri bu hususta bütün dünyaya rehber olmuştu. Bugün, aklı başında olan herkes, maddî ilim ile fennin evvelâ Müslümanlar tarafından kurulduğunu kabul etmektedir. Batılı ilim adamları da, bunu tasdik etmektedirler.
İslâm ülkelerine sızarak ve Müslüman görünerek, sözlerini dinletmek imkânını bulan bazı İslâm düşmanları, fennin yeni buluş ve imkânlarını, yaptıkları yeni silâhları anlatıp (Bunlar gâvur icadıdır) diyerek, cahilleri aldattılar...
Yine bu İslam düşmanları, gençleri İslamdan ve İslam âlimlerinden soğutmak için (Avrupa'da matbaa yapılırken, kitaplar basılırken bizdeki gericiler, matbaa gavur icadıdır, diyerek yaptırmadılar. Yıllarca geri kalmamıza sebep oldular) dediler...
Matbaacılığın Osmanlı idaresi altında bulunan İslâm memleketlerine Avrupa’dan ancak 200 sene sonra gelmesini, (İslâm dini matbaa ile kitap basmayı meneder) tarzında izah etmeye kalkanlar tamamıyla yanılmaktadırlar. Matbaacılığın Türkiye’ye gelmesinin gecikmesine, kitaplar basılırsa işsiz kalacaklarından korkan kitap müstensihleri, yani para karşılığında kitap yazanlar sebep olmuştur. Bunlar, matbaanın Türkiye’ye gelmemesi için türlü propagandalar yapmışlar, divitlerini bir tabuta koyarak, Bâb-ı âliye kadar yürümüşlerdir. Hattâ bunlar bazı kimselerin (Matbaacılık İslamiyet’e aykırıdır) tarzında konuşmalarını sağlamışlardır. Bu kimselerin İslamiyet’i şahsî menfaatlerine âlet etmek istediklerini gören Osmanlı Padişahı, Sultan Üçüncü Ahmed Hân, sadrazamı Damat İbrahim Paşa’nın da yardımı ile bu işi kökünden halletmek için, İslam dininin en büyük reisi olan Şeyhülislâmdan matbaacılık hakkında bir fetva talep etmiştir.
O zamanki Şeyhülislâm Abdullah Efendi tarafından verilen fetva, (Behcet-ül-fetâvâ'da) fetva kitabının 262. sayfasında şöyle yazılıdır: (İlim, fen ve ahlâk kitaplarını, matbaada kalıba alarak, az zamanda ve kolaylıkla çok kitap basmak, faydalı kitapların ucuz elde edilmelerine ve her yere yayılmalarına sebep olacağı için, matbaa yapılmasının câiz ve güzel olduğunu bildirir fetva verildi.)
Bu fetva, matbaacılık hakkında çıkarılan (İslamiyet’e aykırıdır) iddiasının ne kadar yanlış olduğunu göstermeye yeter.
.31/07/2022
Müslüman âlimlerin tıp alanındaki çalışmaları...
Birkaç asır evveline kadar garplılar hastalıklara karşı çaresizdi ve ancak sonradan Müslümanlardan öğrenerek bugünkü tıp ilmini öğrendiler.
Müslüman âlimlerin hizmetleri -3-
Hıristiyanlığın en revaçta olduğu Orta Çağda, büyük tıp âlimleri, yalnız Müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs’e tıp tahsil etmeye gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıya bulanlar, Müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız olarak (Çiçek aşısını bulan kimse) unvanını aldı. Hâlbuki, tam bir zulmet diyarı olan o zamanki Avrupa’da insanlar, hastalıktan kırılıyordu. Fransa kralı 15. Louis 1774’te çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman vebâ ve kolera salgınlarına uğradı. Birinci Napolyon 1798’de Akkâ Kalesini muhasara ettiği zaman, ordusunda vebâ zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, düşmanı olan Müslüman Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştı...
Büyük İslam hekimlerinden Ebûbekr Râzî “rahimehullahü teâlâ” (854-952), ilk defa olarak o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu bulmuştur. Bu İslam hekimlerinin eserleri Orta Çağ'da ders kitabı olarak bütün dünya üniversitelerinde okutulmakta idi.
Batıda akıl hastaları (şeytan tarafından tutulmuş kimseler) olarak canlı canlı yakılırken, doğuda Müslüman memleketlerinde bunların tedavisi için özel hastaneler kurulmuştu.
Türkistanlı Ali bin Ebil-hazm İbn-i Nefîs doktor olup, tıp ilmindeki buluşlarını bildiren kitapları, tıp ilminin kaynaklarından olmuştur. Akciğerlerdeki kan deveranının şemasını ilk olarak bu doktor çizmiş, böbrek ve mesane taşlarının alâmetlerini ve nasıl tedavi edileceğini anlatmıştır. İslâm cerrahlarından meşhur operatör Amr bin Abdürrahmân Kirmânî, Endülüs hastahanelerinde ameliyat yapmıştır.
Ebû Bekr Muhammed bin Zekeriyyâ Râzî [v. 923] büyük bir İslâm tabibiydi. Göz ameliyatlarını ilk defa fennî usullerle yaptı. Avrupa’da Râzes ismi ile meşhurdur. İlâçlar ve kimya üzerine de kıymetli kitaplar yazmıştır.
Osmanlı âlimlerinden Fâtih Sultan Mehmet Han’ın hocası Akşemseddin hazretleri de, Maddet-ül-Hayât kitabında; “Hastalıklar insandan insana canlı varlıklar (mikroplar) vasıtasıyla geçmektedir” diye yazmıştır. Kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu bulmuştur... Osmanlı Türkleri inekte çiçek aşısı üretmişlerdir.
Demek oluyor ki, birkaç asır evveline kadar garplılar hastalıklara karşı tamamen çaresizdi ve ancak sonradan Müslümanlardan öğrenerek ve tecrübeler yaparak [Kur’ân-ı kerîmde emrolunduğu gibi gayret ederek] bugünkü tıp ilmini öğrendiler.
.24/07/2022
İlim ve teknik, faydalı olduğunda değerlidir!
İlim ve teknik, insanların hizmetinde faydalı olduğu müddetçe değerlidir. Bu yüzden İslâm âlimleri ellerinden geleni yapmışlardır...
Müslüman âlimlerin hizmetleri -2-
Endülüs İslâm üniversitesinde astronomi profesörü olan Nûreddîn Batrûcî, "El-Hayât" adlı kitabında bugünkü astronomiyi yazmaktadır. Aynalarda ışıkların kırılması kânunlarını ilk defa İbn-i Heysem bulmuştur. Avrupa’da Alhazem adıyla tanınan bu Müslüman âlim, 10. asırda yaşamış, matematik, fizik ve tıp ilimlerinde yüze yakın kitap yazmıştır.
Yıldızların hareketlerini inceleyen “zîc ilmi” de Müslümanlar tarafından bulunmuştur. İslâm âlimlerinin bulduğu zîcler yıllar boyunca astronomi ilmine rehber olmuş, Batılı astronomlar önce bu zîcleri araştırmış, sonra çalışmalarına başlamışlardır. Meşhur Müslüman âlim Câbir’in Endülüs’te (İspanya’da) Sevilla (İşbiliyye) şehrinde kurduğu rasathaneye, burayı işgal ettikleri zaman rastlayan Hıristiyanlar, bu rasathanenin ne işe yaradığını anlayamayıp çan kulesi yapmışlardır...
Hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan, Müslümanlardır... Büyük İslam hekimlerinden Ebûbekr Râzî “rahimehullahü teâlâ” (854-952), ilk defa olarak o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu bulmuştur. Bu İslâm hekimlerinin eserleri Orta Çağ'da ders kitabı olarak bütün dünya üniversitelerinde okutulmakta idi.
Coğrafya ilminde de Müslümanlar başı çekmişlerdir... Ünlü coğrafya âlimi İdrisî’nin "Nüzhet-ül-Müştâk fî İbtirâk-il-Âfâk" isimli meşhur eserinde 72 adet harita vardır. Evliyâ Çelebi, İbn-i Battûta ve Yâkub Hamevî’nin seyahatleri ve eserleriyle coğrafya ilmine yaptıkları hizmetler, her türlü takdirin üstündedir.
Kâtip Çelebi ise coğrafya ilminde en büyük eser olarak 'Cihânnümâ’yı yazarak bu ilim dalında yeni bir devir açmıştır.
Bugün bütün dünyanın kullandığı rakamları, sıfır dâhil, Müslüman âlimler bulmuşlardır... Sıfırı Muhammed bin Ahmed bulmuş, cebir ilmini Harezmî kurmuştur. Bu ilmin adı, Harezmî’nin "Hisâb-ül-Cebr vel-Mukâbele" kitabından gelmektedir. Ayrıca logaritma, onar onar sayıp yazmak, her dokuzdan sonra rakamın sağına sıfır koyarak diğer bir onlar hanesi vücuda getirmek yine Harezmî’nin buluşlarındandır...
Sosyoloji ilmini ilk kuran İbn-i Haldun’dur... "Mukaddime" isimli ansiklopedik eserinde ilimlerin her dalından bahseder ve yeni bir ilim olarak kurduğu sosyolojiyi, esaslarıyla beraber anlatır.
İlim ve teknik, insanların hizmetinde faydalı olduğu müddetçe değerlidir. Bu yüzden İslâm âlimleri insanlara faydalı olabilmek için ellerinden geleni yapmışlar, İslâm âlimlerinin ilme ve insanlığa yaptıkları hizmetlerin hepsini saymak, ancak her ilme ait kitap külliyatlarını ortaya koymakla mümkündür.
.17/07/2022
Karanlık dünyayı aydınlatanlar...
İslam âlimleri, yaptıkları çalışmalarla, dünyayı her bakımdan aydınlatmış, yeni yeni ilmî keşifler ve teknik buluşlar insanlığa hediye edilmiştir.
Müslüman âlimlerin hizmetleri -1-
İnsanlığın bugün sahip olduğu ilim ve teknik seviyedeki en büyük pay, Müslüman âlimlerine aittir. Yirminci yüzyılda, artık baş döndürücü bir sürate ulaşan fen bilgilerin ve teknik harikaların temel bilgilerinin hemen hepsi Müslüman âlimlerin kitaplarına dayanmakta ve esaslar oradan alınmaktadır. Tıp, matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji gibi pek çok ana ilim dallarında, İslâm dünyasında yüzyıllar boyunca yazılmış ve hepsi çok kıymetli bilgilerle dolu kitaplar, dünyanın meşhur kütüphanelerinin en kıymetli eserleri olarak muhafaza edilmektedir. İslamiyet’in doğuşundan itibaren 18. yüzyıla gelinceye kadar çeşitli İslâm memleketlerinde yetişen âlimlerin, bir ibadet vecdi, coşku ve heyecanı içinde geceli gündüzlü yaptıkları çalışmalar, dünyayı her bakımdan aydınlatmış, yeni yeni ilmî keşifler ve teknik buluşlar insanlığa hediye edilmiştir.
İslâm dünyasında büyük âlimler yetişmiştir. Yalnız fen bilgilerinde mütehassıs olanlara fen âlimi denir. Hem din bilgilerinde hem de fen bilgilerinde mütehassıs olan âlimlere İslam âlimi denir.
Vaktiyle böyle çok İslam âlimi vardı. Bunlardan en meşhur olanlarından biri İmâm-ı Gazâlî’dir “rahmetullahi aleyh”. İmâm-ı Gazâlî, din bilgilerindeki derinliği, içtihattaki derecesinin yüksekliğinin yanısıra zamanının bütün fen bilgilerinde de mütehassıs idi. Bağdat Üniversitesinin rektörü idi. O zamanın ikinci dili olan Rumcayı iki senede öğrendi. Eski Yunan ve Roma felsefesini, fennini incelemiş, yanlışlarını ve bozuk taraflarını kitaplarında bildirmiştir. Ayrıca kitaplarında dünyanın döndüğünü, maddenin yapısını, ay ve güneş tutulmasının hesaplarını ve daha birçok teknik ve sosyal bilgileri yazmıştır. Eserleri asırlar boyunca hem İslâm dünyasında hem de Avrupa’da kaynak eser olarak okutulmuştur. Bugün de Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde bazı eserleri ders kitabı olarak okutulmakta, Unesco tarafından neşredilerek bütün dünyaya dağıtılmaktadır.
İslâm âlimlerinin en büyüklerinden biri de İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî’dir. “rahmetullahi aleyh”. Bunun din bilgilerindeki derinliğini; hele tasavvuftaki yüksekliğini, dinde söz sahibi olanlar söylediği gibi, Amerika’da yeni çıkan kitaplar da bu ilim ve irfan güneşinin ışıklarıyla aydınlanmaya başlamıştır. İmâm-ı Rabbânî (1563-1624) zamanının fen bilgilerinde de mütehassıs idi. Elektronların aralarının boş olduğunu, hızla döndükleri için dolu göründüklerini ilk defa o açıklamış, bu bilgi Avrupalılar tarafından ancak son yıllarda anlaşılmıştır. İmâm-ı Rabbânî’nin talebelerine okuttuğu Şerh-i Mevâkıf kitabı Arapça büyük bir eser olup, içinde; o zamanın bütün fen bilgileri anlatılmakta, yerküresinin yuvarlak olduğu, batıdan doğuya doğru döndüğü ispat edilmekte, atom üzerinde, maddenin çeşitli hâlleri, kuvvetler ve psikolojik olaylar üzerinde kıymetli bilgiler verilmektedir. Kâdı Adûd’un 14. asırda yazdığı ve Seyyid Şerîf Cürcânî’nin şerh ettiği bu kitapta ayrıca Yunan felsefecilerinin hataları ve yanlışları ispat edilmiştir...
.10/07/2022
"Buna ancak İslam dini cevap verir!"
“Bu muazzam kudreti, atomu, küçücük yere kim ve nasıl koydu? Buna ancak İslâm dini cevap vermektedir.”
İslamiyet, ilmi ve fenni emretmektedir. Fen "mahlûkları, hâdiseleri görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak) demektir ki, bu üçünü de, Kur’ân-ı kerîm emretmektedir.
Fen bilgilerine, sanata, en modern harp silahlarını yapmaya uğraşmak, farz-ı kifâyedir. Dinimiz, bizim, vatanımıza ve milletimize zarar vermek isteyen düşmanlarımızdan daha çok çalışmamızı emretmektedir. İşte İslamiyet, fenni, tecrübeyi, müspet çalışmayı emreden dinamik bir dindir.
Avrupalılar, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam kitaplarından aldılar. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili zannederken, Müslümanlar dünyanın yuvarlak olup, kendi etrafında döndüğünü biliyorlardı...
***
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem"
(İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi) buyurdular. Yani ilimler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sıhhat bilgisidir diyerek, her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lazım geldiğini emir buyurdu. Bu hadis-i şerif, Hindistan âlimlerinden Muhammed Rebhâmî’nin “rahmetullahi aleyh” 1432’de yazdığı, dörtyüzkırkdört kitaptan derlediği (Riyâd-un nâsıhîn) kitabında yazılıdır...
Bugün, bütün üniversitelerde okutuluyor ki, doktorluk iki kısımdır:
Biri hijyen, yani sıhhati korumak. İkincisi, terapötik, yani hastaları, iyi etmektir... Bunlardan birincisi başta gelmektedir. İnsanları hastalıktan korumak, sağlam kalmayı sağlamak, tıbbın birinci vazifesidir. Hasta insan, iyi edilse de, çok kere, arızalı, çürük kalır. İşte İslamiyet, tababetin birinci vazifesini, hijyeni garanti etmiş, teminat altına almıştır...
***
İki yabancı fen adamının aşağıdaki sözleri, onların İslamiyet’in yüksekliğine, üstünlüğüne hayranlıklarını gösteren canlı bir misaldir.
1956’da memleketimize gelip, atomda saklı muazzam kudret, güç hakkında müteaddit konferanslar veren atom âlimi (W.Heisenberg), sözlerini şöyle bitirmişti: "Bütün nutuklarımda, [konuşmalarımda ve konferanslarımda] atomdaki enerjiden nasıl istifade edilebileceğini anlattım. Şimdi aklımıza, haklı olarak, şu sual gelmektedir: Bu muazzam kudreti, küçücük yere kim ve nasıl koydu? Buna ancak metafizik, yani ilm-i kelâm [ilahiyat, din] cevap verecektir."
Adada kendisini gezdiren bir profesörümüz, bu suale hangi dinin cevap vereceğini sorduğu zaman;
"Buna ancak İSLAM DİNİ cevap vermektedir. Ben ve arkadaşım atom âlimi Hahn bu fikirdeyiz" demiştir.
.02/07/2022
Fen, aklî ilimler de İslamî ilimlerdendir
Aklî ilimler, matematik, mantık, fizik, kimya gibi his organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe ve hesap edilerek elde edilen bilgilerdir.
Fen ilimleri yani aklî ilimler, İslamî ilimlerdendir. Bunlar matematik, mantık ve fizik, kimya gibi his organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe ve hesap edilerek elde edilir. Bu bilgiler, din bilgilerinin anlaşılmasına ve onların tatbik edilmesine yardımcıdırlar. Bu bakımdan lüzumludurlar. Bunlar, zamanla artar, değişir, ilerler. Bunun içindir ki, (Tekmil-i sınaat, telâhuk-ı efkâr iledir) buyurulmuştur. Bunun mânâsı (Sanatın, fennin, tekniğin ilerlemesi, fikirlerin, deneylerin birbirlerine eklenmesi ile olur) demektir.
Akıl ile elde edilen bilgileri, İslamiyet yasaklamamış, sınırlamamış, ancak, bunların nakil bilgileri ile birlikte öğrenilmesini ve sonuçlarının İslamiyet’e uygun, insanlara faydalı olarak kullanılmasını, zulüm, işkence, felaket vâsıtası yapılmamasını emretmiştir.
İslamiyet, faydalı olan her ilmi, her fenni ve her tecrübeyi emreden bir dindir. Müslümanlar, fenni sever, fen adamının tecrübelerine inanır. Fakat, fen adamıyım diyen fen taklitçilerinin, İslamiyet’in emir ve yasakları, ahiret, cennet, cehennem, melek hakkındaki iftiralarına, yalanlarına aldanmaz.
İslam’a karşı olanların, İslamiyet’ten ayrı ve uzak gördükleri ilimler, fenler, vesikalar, senetler, hep İslam dininin birer şubesi, dallarıdır. Mesela liselerde okunan bütün fen bilgileri, kimya, biyoloji kitaplarında, (Dersimizin esası, müşahede [gözetleme], tetkik [inceleme] ve tecrübedir) diyor...
Eshâb-ı kirâm, bir gün Peygamberimiz efendimize şöyle sordu: (Yemen’e gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine’deki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa, Yemen’de gördüğümüz gibi aşılayıp da, daha iyi ve daha bol mu elde edelim?) Resûlullah efendimiz bunlara şöyle diyebilirdi: Biraz bekleyin! Cebrail “aleyhisselâm” gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm veya biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de size söylerim, demedi ve (Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!) buyurdu. Yani tecrübeyi, fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi melekten anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu.
Hurma ağaçlarını aşılama kıssası, İmam-ı Gazali hazretlerinin (Kimyâ-i se’âdet) ve Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin (Ma’rifet-nâme) kitaplarında yazılıdır.
.26/06/2022
"Size bir karış yer vermem!"
Abdülhamid Hân: “Ecdadımın kanlarıyla alınan ve bugüne kadar muhafaza edilen bu vatan, para ile satılmaz!..”
Yahudiler, İngilizlerin himâyesi ve teşviki ile Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmak istiyorlardı. Bu tehlikeyi ve Siyonistlerin faaliyetlerini va arzularını da çok iyi bilen ll. Abdülhamid Hân, Filistin toprağından Yahudilere satılmamasını emretti. Dünya Siyonizm Teşkilâtının Reisi Theodor Herzl ve Haham Moşe Levi, Sultan Abdülhamid’i ziyaret ederek, Yahudiler için toprak satmasını istediler. Sultanın cevabı "Dünyanın bütün devletleri ayağıma gelseler ve bütün hazinelerini dökseler, size bir karış yer vermem. Ecdadımın kanlarıyla alınan ve bugüne kadar muhafaza edilen bu vatan, para ile satılmaz" olmuştur.
Yahudiler, İttihat ve Terakki fırkası ile iş birliği yaptılar. Bütün şer güçler, Sultan'a karşı birleştiler. 1327’de [m. 1909] tahttan indirerek, bütün Müslümanları öksüz bıraktılar. İttihat ve Terakki’nin başında bulunanlar, din düşmanlarını ve masonları devletin en yüksek mevkilerine getirdiler. Hattâ, Şeyhülislâm yaptıkları Hayrullah ve Mûsâ Kâzım bile mason idi!.. Memleketi kana buladılar. Bu İngiliz uşaklarının sebep oldukları, Balkan, Çanakkale, Rus ve Filistin cephelerinde, haince, alçakça hazırlanmış İngiliz plânları ile, Abdülhamid Hân'ın yetiştirmiş olduğu, dünyanın birinci kara ordusu yok edildi. Yüz binlerce vatan evlâdı şehit edildi. İngilizlerin hileleri ile, devletin başına geçen masonlar, vatanın en çok birliğe ve müdafaaya muhtaç olduğu bir zamanda, milleti sahipsiz bırakıp kaçtılar. Hain olduklarını böylece de ispat ettiler...
Osmanlı imparatorluğunda açılan misyoner mekteplerinde ve kiliselerde aldatılan gayrimüslim vatandaşlar, Osmanlıya karşı ayaklandırıldı. Mekteplere muallim ve kiliselere papaz ismi ile Avrupa’dan gelen siyah cübbeli casuslar, gazeteciler, her geldikleri yere para, silâh ve fitne getirdiler. Büyük isyanlar oldu. Tarihin sayfalarında, insanlık lekesi, vahşeti olarak duran, Ermeni, Bulgar ve Yunan mezâlimi yapıldı. Yunanlıları İzmir’e taşıyanlar da İngilizlerdi. Allahü teâlâ, Türk milletine merhamet buyurarak, büyük bir istiklâl mücadelesi sonunda, bugünkü güzel vatanımız kurtarılabildi...
Osmanlı Devleti parçalanınca, dünya birbirine girdi. Osmanlı imparatorluğu tampon gibi bir devletti. Müslümanlar için bir hâmi ve kâfirlerin birbirlerine girmemesi için de bir mâni idi. Sultan Abdülhamid Hân'dan sonra, hiçbir memlekette rahat ve huzur kalmadı. Avrupa devletlerinde, 1. Cihan Harbinde, sonra 2. Cihan Harbinde, daha sonra da komünizm istilası ve zulmü altında, kan ve katliam hiç bitmedi.
İngilizlerle birleşip Osmanlıları arkadan vuranlar, hiç rahat yüzü görmediler. Sonra yaptıklarına pişman oldular. Hattâ, hutbeleri tekrar Osmanlı Halifesi adına okutmaya başladılar. İngilizler tarafından Filistin’e İsrail Devleti kurulunca, Osmanlıların kıymeti anlaşıldı. Filistinlilerin İsrail zulmü altında hangi vahşetlere uğradıklarını gazeteler yazıyor, dünya televizyonları gösteriyor...
1990 senesinde, Mısır Hariciye Nâzırı İsmet Abdülmecid şöyle demiştir: "Mısır en rahat ve huzurlu günlerini, Osmanlılar zamanında yaşadı..."
.19/06/2022
Teknoloji herkesten alınır fakat kültür millî olmalı!
“Biz Batı'dan almamız gereken şeyin teknoloji olduğunu; kültürün ise millî olması gerektiğini görememişiz.”
İslam dininde ilim -6-
İktisat profesörlerinden Ömer Aksu, 22 Ocak 1989’da Türkiye gazetesinde neşredilen beyanatında, "Bizde Batılılaşma hareketinin başlangıcı olarak 1839 Tanzimat Fermanı gösterilir. Biz batıdan almamız gereken şeyin teknoloji olduğunu; kültürün ise millî olması gerektiğini görememişiz. Batılılaşma hareketine, Hristiyanlığı benimseme olarak bakmışız. Mustafa Reşit Paşa'nın İngilizlerle yaptığı ticaret anlaşması, sanayileşmemize en büyük darbeyi vurmuştur" demektedir.
Osmanlı İmparatorluğunda, İskoç masonlarının hâkimiyeti devam etti. Padişahlar şehit edildi. Vatanın ve milletin hayrına olan her işe karşı çıkıldı. İsyanlar, ihtilâller birbirini takip etti. Bu vatan hainleri ile en büyük mücadeleyi yapan Cennetmekân Sultan Abdülhamid Hân-ı sânî oldu. Bunun için, masonlar tarafından (Kızıl Sultan) ilan edildi. Sultan Abdülhamid, imparatorluğu iktisaden yükseltiyor, pek çok mektepler ve üniversiteler açıyor, memleketi imar ediyordu. Viyana’dan başka bir eşi Avrupa’da bulunmayan modern tıp fakültesi yaptırdı. 1293’de [m. 1876] Siyasal Bilgiler fakültesi yapıldı. 1297’de Hukuk fakültesi ve Sayıştay’ı kurdu. 1301’de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi kurdu. Avrupa’ya tahsil için giden talebelerin masonlar tarafından aldatılmalarına mâni olmak için, Avrupalı profesörler ve fen adamlarını, çok yüksek maaş vererek İstanbul’a getirtti. Bu üniversitelerde ders verdirdi. Vatanına, milletine, dinine bağlı ilim ve fen adamları yetiştirdi. Terkos Gölü'nün suyunu İstanbul’a getirtti. Bursa’da ipekçilik mektebini, İstanbul’da Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebini açtırdı. Hamidiye Kâğıt Fabrikası, Kadıköy Havagazı Fabrikası ve Beyrut Limanı rıhtımını yaptırdı.
Osmanlı Sigorta Şirketini kurdurdu. Ereğli, Zonguldak kömür ocaklarını tesis etti. Akıl hastanesi ve Şişli’de Hamidiye Etfâl Hastanesi ve Darülaceze’yi yaptırdı. Orduyu yeniden kuvvetlendirdi. Zamanında dünyanın en büyük kara ordusunu tesis etti. Eski gemileri Haliç’e çekip, Avrupa’da yeni yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdat) ve (Adana-Şam-Medine) demir yollarını tesis etti. Osmanlı devletinde, dünyanın en büyük ve en uzun demir yolu şebekesi kuruldu...
Cennetmekânın bu eserleri bugün bile ayaktadır. Bugün tren ile seyahat edenler, bir baştan bir başa memleketteki bütün tren istasyonlarının Abdülhamid Hân'ın yaptırdığı istasyonlar olduğunu iftihar ile görür.
.08/05/2022
Din ve dünyâ saadeti için...
Çocuklara îmân, Kur’ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünyâ saadetine ererler...
Evlât, ana baba elinde bir emânettir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur. Çocuklara îmân, Kur’ân ve Allahü teâlânın emrleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünyâ saadetine ererler. Bu saadette anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar, zarara uğrarlar. Yapacakları her fenâlığın günâhı, ana, baba ve hocalarına da verilir. Tahrîm sûresinde altıncı âyet-i kerîmesinde meâlen (Kendinizi ve evlerinizde ve emrlerinizde olanları ateşten koruyunuz!) buyrulmaktadır.
Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından daha önemlidir. Cehennem ateşinden korumak da, îmânı ve farzları, Allahü tealanın emirlerini ve harâmları, Allahü talanın yasak ettiği şeyleri öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlâksız, kötü arkadaşlardan korumakla olur. Bütün fenâlıkların başı, kötü arkadaştır... Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Bütün çocuklar Müslimânlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları Hıristiyan, Yahûdî ve dinsiz yapar) sözü ile Müslümânlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin, gençlikte olduğunu bildiriyor.
Yine Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki: (Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümânlığı öğretmelisiniz! Öğretmez iseniz mesül olacaksınız.) Bir kerre de buyurdu ki: (Çocuklarına Kur’ân-ı kerîm öğretenlere veyâ Kur’ân-ı kerîm hocasına gönderenlere, öğretilen Kur’ânın her harfi için, on kerre Kâbe-i muazzama ziyâreti sevâbı verilir ve kıyâmet günü, başına devlet tâcı konur. Bütün insanlar görüp imrenir.) Yine buyurdu ki: (Bir Müslümânın evlâdı ibâdet edince, kazandığı sevâb kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, günâh öğretirse, bu çocuk ne kadar günâh işlerse, babasına da o kadar günâh yazılır.)
O hâlde, her Müslümânın birinci vazîfesi, evlâdına İslâmiyeti ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmektir. Evlâd, büyük nimetdir. Nimetin kıymeti bilinmezse, elden gider.
Bunun için (Pedagogie), yani çocuk terbiyesi, İslâm dîninde çok kıymetli bir ilimdir. İslâm dînine karşı olanlar da, bu mühim noktayı anladıkları içindir ki, "Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetişdirmeliyiz" diyorlar. Allahü teâlânın emirlerinin öğretilmesini ve yaptırılmasını engellemek için "Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler" diyorlar.
O hâlde, Müslümâlar İslam düşmanlarının hîlelerine, yalanlarına aldanmamalı, onların okşayıcı, aldatıcı, yardımsever sözlerine inanmamalıdır.
.01/05/2022
Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz...
“Bu dünyada Rabbimizi sık sık analım ki, ölürken de anmamız kolay olsun. Yaşarken hatırlanmazsa ölürken hatırlamak zor olur.”
Evliya zatlardan birisi bir gün, sevdiklerine buyuruyor ki: "Ey insanlar, nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Bu dünyada Rabbimizi sık sık analım ki, ölürken de anmamız kolay olsun. Yaşarken hatırlanmazsa ölürken hatırlamak zor olur. Onun için şimdiden Allah demeye dilimizi alıştıralım ki son nefeste Allah dememiz zor olmasın."
Bir büyük zat öyle buyurur: "Her günü son gün, her namazı son namaz, her nefesi son nefes imiş gibi yaşa."
Hayatın süratli akışı, yoğun meşguliyet, insana ahireti hatta dünyada, dünyada yaşadığını unutturuyor. Seneler, aylar, günler ve saatler su gibi akıp geçiyor da insan farkına varamıyor. Şu iş bitsin, bu iş bitsin derken, bir de bakıyorsunuz, ömür geçmiş. Yaş ilerlemiş...
Dünya hayatı rüya gibidir. Ölünce rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Ölmeden önce uyanmak gerekir. Peygamber efendimiz, (Şu kişiye şaşılır ki, o dünyanın peşinde, ölüm de onun peşindedir) buyurdu. O hâlde, (Nasihat olarak ölüm yeter) hadis-i şerifini düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır.
Dünyaya her gelen, dünyaya devamlı kalmak için değil, bir müddet kalıp, gitmek için geliyor. Yolcunun yol güzergâhlarında biraz kalıp gitmesi gibi. Vakti saati gelen gidecektir. Yüz sene evvel hiçbirimiz yoktu, yüz sene sonra belki hiçbirimiz olmayacağız.
Dünya, ahiretin kazanıldığı yerdir. Rüya gibi olan bu hayatı, dikkatli ve uyanık geçirirsek sonsuz ahiret hayatını kazanmak nasip olur.
Dünyada her yaptığımızın hesabını vereceğiz. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Kıyamet günü herkes, dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamayacaktır: Ömrünü nasıl geçirdi. İlmi ile nasıl amel etti. Malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcadı. Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı.) [Tirmizi]
Bütün bunları düşünen, bunların farkında olarak yaşayan bir kimse, dünya hayatını çok iyi değerlendirir. Sorumluluk duygusuyla yaşar. Allahü teâlâya ve kullarına karşı vazifelerini yerine getirir. İtikadını Ehl-i sünnet itikadına göre düzeltir. İlmihal bilgilerini öğrenir ve bu bilgilere göre yaşar. Çoluk çocuğuna da öğretir. Bir kimseye Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı bir kitabı vermeyi kendisi için ahiret sermayesi sayar. Beş vakit namazını vaktinde kılar. Zekâtını verir. Herkese güzel davranır. Çoluğuna çocuğuna, eşine dostuna, şefkatle ve merhametle muamele eder. Karıncayı bile incitmez. Ahirette pişman olacağı şeyleri yapmaz. İnsanların duasını almaya çalışır. Düşmüşün elinden tutar. Yük olan değil yük çeken bir insan olur. Böyle kimseden Allahü teâlâ da kulları da razı olur.
.24/04/2022
Bu ayda Kur’ân-ı kerim okumanın fazileti...
"Evlerinizde Kur’ân okumayı artırın! Kur'ân okunmayan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir."
Kur’ân-ı kerim Ramazan-ı şerif ayında indi. Ramazan ayında Kur’ân-ı kerim okumak çok kıymetlidir. Her gün az da olsa okumaya çalışmalı. Kur’ân-ı kerimi öğrenmek, öğretmek ve okumak çok sevaptır. Evlerimizi Kur’ân-ı kerim okumanın bereketinden, bilhassa Ramazan-ı şerif ayında mahrum etmemeli.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Evlerinizde Kur’ân okumayı artırın! Kur'ân okunmayan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir.) [Darekutni]
Kur’ân-ı kerim okumasını bilmiyorsak öğrenmeli. Kur’ân-ı kerimi öğrenmek çok kolaydır. Çoluk çocuğumuza da öğretmeli.
Evlat, ana baba elinde bir emanettir. Çocuklara iman, Kur’ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine ererler. Bu saadete anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenalığın günahı, analarına ve babalarına da verilir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.) [Tirmizi]
(Ümmetimin yaptığı ibadetlerin en kıymetlisi, Kur'ân-ı kerimi, Mushaf’a bakarak okumaktır.) (Şir’a)
(Çok Müslüman evladı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir. Çünkü, bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyif sürmek hırsına düşüp ve yalnız dünya işleri arkasında koşup, evlatlarına Müslümanlığı ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da benden uzaktır. Çocuklarına dinlerini öğretmeyenler, Cehenneme gideceklerdir.) [S. Ebediyye]
(Beş vakit namazdan sonra yapılan dua gibi, hatimden sonra yapılan dua da kabul olur.) [Taberani
İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”, “Mektûbât”ın birinci cilt, 4. ve 45. mektuplarında buyuruyor ki:
"Kur’ân-ı kerîm bu ayda inmeye başladı. Ramazan-ı şerif ayının Kur’ân-ı kerîm ile bağlılığı olduğu için, bu ay bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır. Bütün bir yıl içinde herhangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayırlar ve bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir. Ramazân-ı şerifte Kur’ân-ı kerîmi hatmeden kimsenin, bu ayın bereketlerine kavuşması, hayırlarından pay alması umulur. Bu ayın günlerinin bereketi başka, gecelerinin hayırları başkadır. Ramazan-ı şerifte hatim okumak mühim sünnettir."
Kur’ân-ı kerimin hatmedildiği yere rahmet yağar. Hatim bitince, ikincisine başlamak müstehaptır ve yeniden hatme başlamak niyetiyle Fatiha süresini okumalıdır.
.17/04/2022
Bu ayda iki kıymetli vakit...
Sahur vakti, seher vaktidir. Aynı zamanda teheccüd zamanıdır. Dua ve tövbelerin kabul olduğu kıymetli bir zamandır.
Ramazan-ı şerif ayında iftar ve sahur (seher) vakitleri, kıymetli iki vakittir. Bu iki vakti iyi değerlendirmelidir. Akşam vaktinin girdiğini kesin olarak anladıktan sonra, önce orucu açıp sonra akşam namazı kılınır. Ancak iftar sofrasında çeşitli yemekler olduğu için, akşam namazı gecikebilir. Namaz mekruh vakte kalabilir. Akşam namazını, mekruh vakte kadar geciktirmemek için önce namazı kılmak ve sonra yemeği yavaş ve rahat yemek daha uygun olur. Böyle yapınca yine iftarda acele edilmiş olur...
Oruçlunun özellikle iftara yakın zamanda yapılan duası makbuldür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Oruçlunun duası reddedilmez.) [Tirmizî]
(Oruçlun iftar vakti yaptığı duayı Allahü teâlâ geri çevirmez.) [Beyhekî]
İftardan önce, Euzü ve Besmele çekilip, (Allahümme yâ vâsi'al-mağfireh iğfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Manası şöyledir: (Ey mağfireti çok geniş olan Allah'ım! Kıyamet günü hesaba çekilirken, beni, ana babamı, hocalarımı, erkek ve kadın bütün müminleri affet!)
Hurma veya su, zeytin yahut tuz ile iftar etmeli. Yani orucu açmalı. Bir iki lokma yiyip içtikten sonra, (Zehebezzama' vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşaallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır. Manası kısaca şöyle: (Açlık, susuzluk bitti. İnşaallah sevabına kavuştuk.) [İbni Mace]
Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, şöyle de dua ederdi:
(Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü, fe tekabbel minnâ. İnneke entes-semiül âlim.) [Manası: “Yâ Rabbî, rızan için oruç tuttum. Sana iman ettim, sana güvenip dayandım. Rızkınla iftar ettim, ibadetimi kabul et! Elbette sen, her şeyi işiten ve bilensin.”] (Ebu Davud)
Ramazan’da, şöyle de dua edilir: "Ya Rabbi, Ramazan-ı şerifin şefaatine nail eyle! Ramazan-ı şerifte af ve mağfiret eylediğin ve Cehennemden azat eylediğin kulların arasına bizleri de dâhil eyle!"
Vakit girince yatsı namazını ve teravihi geciktirmeden, üzerimize ağırlık çökmeden bir an evvel kılmaya çalışmalı.
Sahur vakti, seher vaktidir. Aynı zamanda teheccüd zamanıdır. Dua ve tövbelerin kabul olduğu kıymetli bir zamandır. Bereketli bir vakittir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Sahura kalkın, sahurda bereket vardır.” [Buhari]
Sahurda, yemeği yedikten sonra veya önce hiç olmazsa iki rekât kaza namazı kılmalı. Böylece teheccüd namazı sevabına da kavuşulur. Söyleyebildiğimiz kadar istiğfar okumalı. En kısa şekli 'Estağfirullah’tır. Manası, “Allah’ım günahlarımı affeyle” demektir.
Bu vakitte bir miktar Kur’ân-ı kerim okumayı ve ilmihal bilgileri öğrenmeyi kazanç bilmeli, kendimize, çoluk çocuğumuza, akrabamıza, komşularımıza ve bütün müminlere dua etmeli. Ölmüşlerimizi de unutmamalı. Onlara da dua etmeli...
.27/03/2022
Tasavvuf, insanları incitmemektir!
Aileye ve çocuklarına karşı tatlı dilli ve güler yüzlü olmalı. Onların haklarını yerine getirecek kadar aralarında bulunmalıdır. spot
Nasihatler -3-
İyi, kötü, herkese, güler yüz göstermeli. [Fitne çıkarmamalı. Düşman kazanmamalı. Af dileyenleri affetmeli. Herkese karşı iyi huylu olmalı. Münakaşa etmemeli. Herkese yumuşak söylemeli, sert söylememeli.
Şeyh Abdullah Bayal “kuddise sirruh” buyurdu ki:
(Tasavvuf, namaz, oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu yapan maksada kavuşur.)
Evliyanın, başka insanlardan nasıl ayırt edilebileceğini, Muhammed bin Salim “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmain” hazretlerinden sordular. (Sözlerinin yumuşak olması, huylarının güzel olması, yüzünün güler olması, ihsanının bol olması, konuşurken itiraz etmemesi, özür dileyenleri affetmesi ve herkese merhametli olmasıyla anlaşılır.) buyurdu.
Ebu Abdullah Ahmed Makkarî buyurdu ki:
(Fütüvvet [Mertlik] demek, gücendiğin kimseye iyilik etmek, sevmediğine ihsanda bulunmak ve sıkıldığın kimseye güler yüzlü olmaktır.)
Çalışmalı, fakat karşılığını Allahü teâlâdan beklemeli. Onun emirlerini yapmaktan zevk duymalı. Yalnız Ona güvenince, O, her dileği ihsan eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ yalnız Ona güvenenin her dilediğini verir ve bütün insanları buna yardımcı yapar.)
Yahya bin Mu’âz-ı Râzî buyurdu ki: (Allahü teâlâyı sevdiğin kadar, herkes seni sever. Allahü teâlâdan korktuğun kadar herkes senden korkar. Allahü teâlâya kulluk ettiğin miktarda, herkes sana yardımcı olur.)
Aileye ve çocuklarına karşı tatlı dilli ve güler yüzlü olmalı. Onların haklarını yerine getirecek kadar aralarında bulunmalıdır. Onlara bağlanmak, Allahü teâlâdan yüz çevirecek kadar olmamalı.
Din işlerinde, cahil ve fâsık olan kimselere, mezhepsizlere danışmamalı. Her işte, sünnete uymalı, bidatten sakınmalı. Neşeli zamanlarda, İslamiyet’in dışına taşmamalı. Sıkıntılı anlarda, Allahü teâlâdan ümit kesmemeli. Her güçlük yanında kolaylık bulunduğunu unutmamalı. Neşede ve sıkıntıda hâli değişmemeli, varlıkta ve yoklukta aynı hâlde olmalı. Olayların değişmesi, insanda değişiklik yapmamalıdır.
Kimsenin ayıbına bakmamalı, kendi ayıplarını görmeli. Kendini hiçbir Müslümandan üstün bilmemeli... Her Müslümanı görünce, kendi saadetinin, onun duasını almakta olabileceğine inanmalı. Kendinde hakkı bulunanların kölesi gibi olmalı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç şeyi yapan Müslümanın imanı kâmildir: Ailesine hizmet etmek, fakirler arasında oturmak [dilenciler arasında değil!] ve hizmetçisi ile birlikte yemek.)
Selef-i sâlihînin hâllerini öğrenmeli, onlar gibi olmaya çalışmalı. Kimseyi gıybet etmemeli. Gıybet yapana mâni olmalı. [İşitince incineceği şeyi, arkasından söylediği zaman, sözü doğru ise, gıybet olur. Yalan ise iftira olur. Her ikisi de büyük günahtır.]
Emri maruf ve nehyi münker yapmalı. [Bunun için ilmihal kitabı vermek çok kıymetlidir. Mesela Hakikat Kitabevi yayınlarından Namaz Kitabı ile İslam Ahlakı kitabını vermek çok kıymetlidir.]
.20/03/2022
Resulullaha uymak nasıl olur?
Günah işleyince, hemen tövbe etmelidir. İnsanları incitmemelidir. Lüzumsuz, faydasız sözlerle, zamanları zayi etmemelidir...
Nasihatler -2-
Resulullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize uymak nasıl olur? Bazıları şöyledir:
Günah işleyince, hemen tövbe etmelidir. Gizli işlenen günahın tövbesi gizli olur. Açık işlenmiş günahın tövbesi açık olur. Tövbeyi geciktirmemeli. (Kirâmen kâtibîn) melekleri, günahı hemen yazmaz. Tövbe edilirse, hiç yazılmaz. Tövbe edilmezse yazılır.
Cafer bin Sinan “kuddise sirruh” buyurdu ki:
"Günaha tövbe etmemek, bu günahı yapmaktan daha fenadır." Hemen tövbe etmeyen de ölmeden önce tövbe etmeli. Vera ve takvayı elden bırakmamalı. (Takva), açıkça yasak edilmiş olan şeyleri, (Vera), şüpheli şeyleri yapmamaktır. Yasak edilenlerden sakınmak, emir olunanları yapmaktan daha faydalıdır. Büyüklerimiz buyurdu ki:
"İyiler de kötüler de, iyilik yapar. Fakat yalnız sıddıklar, iyiler, günahtan sakınır."
Evliyanın büyüklerinden Marufi Kerhi hazretleri "Harama bakmaktan çok sakınınız" buyururdu.
Kalbin ürperdiği işi yapmamalı. Nefse uymamalı. Şüphe edilen işte kalbe danışmalı. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır.)
(Elini göğsüne koy! Helâl şeyde kalp sakin olur. Haram şeyde çarpıntı olur. Şüpheye düşersen yapma!)
Bütün ibadetlerini, iyiliklerini kusurlu bilmeli. Allahü teâlânın emirlerini tam yapamadığını düşünmeli.
Cafer bin Sinan “kuddise sirruh” yine buyurdu ki: "İbadet ve iyilik yapanların, kendilerini, günah işleyenlerden üstün görmeleri, onların günahlarından daha fenadır."
Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını helâlden kazanmak için çalışmalı. Yiyip içmekte orta hâlde olmayı gözetmeli. Gevşeklik verecek kadar çok yememeli. İbadet yapamayacak kadar da perhiz etmemeli. Evliyanın büyüklerinden Şâh-ı Nakşibend “kuddise sirruh” hazretleri buyurdu ki: "İyi ye, iyi çalış!"
Sözün kısası, ibadet ve iyilik yapmaya yardımcı olan her şey, iyi ve mübarektir. Bunları azaltanlar da yasaktır. Her iyi işte, niyete dikkat etmeli. İyi niyet olmadıkça, o işi yapmamalı.
Muhammed bin Alyân hazretlerine "Allahü teâlânın razı olduğu nasıl anlaşılır?" dediklerinde, "Taatin, yani Allahü tealanın beğendiği şeylerin tatlı ve günah işlemenin de acı gelmesinden anlaşılır" buyurdu.
Vakitleri, çalışmakla, zikir, fikir [Allahü teâlâyı anmakla, tefekkürle] ve ibadetle geçirmeli. Eğlenecek zaman, öldükten sonradır! [Doğru yolda olmak Ehli sünnet olmaktır] Ehl-i sünnet olmak, dört mezhepten birinde olmak demektir. Lüzumsuz, faydasız sözlerle, zamanları zayi etmemeli.
[Zararlı kitapları, gazeteleri, internet sitelerini okumamalı, böyle radyoları, televizyonları dinlememeli, seyretmemeli. İslâm düşmanlarının kitapları, gazeteleri, radyoları, televizyonları, dinimizi, İslamiyet’i yok etmek için sinsice çalışıyor. Gençleri, dinsiz, ahlâksız yapmak için, plânlar kuruyorlar. Bunların tuzaklarına düşmemeli.]
.13/03/2022
Bütün saadetlerin başı...
Muhammed aleyhisselâma uymak; dört mezhebin fıkıh, akaid ve İslam ahlakı kitaplarında yazdıkları bilgilere uymak demektir.
Nasihatler -1-
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu Muhammed Masum hazretlerinin Mektûbat kitabının ikinci cilt 110. mektubunda, sevdiklerinden birine, aslında hepimize yaptığı çok kıymetli nasihatleri vardır. Ehl-i sünnet yolunda olmanın esaslarını anlatmaktadır.
Özetle şöyledir:
İslâm âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki:
(Bütün saadetlerin başı İslamiyet’e uymaktır. İnsanı kurtuluşa, yani ebedî saadete kavuşturacak tek bir yol vardır. O da, Resulullah’ın izinde bulunmaktır. Hak ile bâtılı ayıran alâmet, Resulullah’a “sallallahü aleyhi ve sellem” uymaktır. Selef-i sâlihîn, Resulullah'a “sallallahü aleyhi ve sellem” vâris olmakla şereflenmişlerdi. Sözlerinde, işlerinde ve ahlâklarında, İslamiyet’ten kıl kadar ayrılmamışlardı.)
[Selef-i sâlihîn, ilk iki asrın Müslümanlarıdır. Yani, selef-i sâlihîn deyince, Eshâb-ı kirâmın hepsi ile Tâbiî’nin ve Tebe-i tâbiînin büyükleri anlaşılır. Dört mezheb (Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli) imâmları, bu büyüklerdendir. O hâlde, Resûlullah’ın yolu, dört mezhebin fıkıh, akâid ve tasavvuf kitaplarında bildirilmiş olan İslam bilgileridir, kısaca ilmihal bilgileridir. Bu yola (Ehl-i Sünnet Yolu) denir. Dört mezhebin kitaplarından ayrılan kimse, bu doğru yoldan ayrılmış olur. Hakikat Kitabevi yayınlarından Namaz Kitabı ve İslam Ahlakı kitabı çok kıymetli ilmihal kitaplarıdır. Her Müslüman, ilmihal kitaplarında bildirilen farzlara, vaciplere, sünnetlere, müstehaplara uymalı, haramlardan ve mekruhlardan sakınmalıdır.]
Abdullah ibni Mübarek “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki:
(Müstehapları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. [Müstehap; yapılması sevap olan, yapılmaması günah olmayan şeylerdir. Sünnetleri yapmakta gevşeklik de farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da mârifete, Allahü teâlânın rızasına kavuşamaz.)
Evliyanın büyüklerinden Ebû Sa’îd Ebülhayr’a, "Filanca kimse su üstünde yürüyor, ne dersiniz?" dediler. "Bunun kıymeti yoktur. Ördek ve kurbağa da suda yüzer" dedi. "Filan adam havada uçuyor" dediler. "Sinek ve çaylak da uçuyor. Sinek kadar kıymeti var" dedi. "Filan kimse, bir anda bir şehirden başka şehre gidiyor" dediler. "Şeytan da bir solukta doğudan batıya gidiyor. Böyle şeylerin dinimizde kıymeti yoktur. Mert olan, herkesin arasında bulunur. Alışveriş yapar, evlenir. Fakat bir an Rabbini unutmaz" buyurdu.
Şeyh ibni Ebî Bekr Muhammed bin Muhammed Endülüsî, (Me’âric-ül-hidâye) kitabında diyor ki:
"Kâmil insanın her işi, düşünceleri, sözleri, ahlâkı, Resulullah’a (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) tam uygun olur. Çünkü bütün saadetlere, Ona uymakla kavuşulur. Ona uymak, İslamiyet’e yapışmak demektir
.6/03/2022
Sırat köprüsünde yedi sual...
Sırat köprüsünde her Müslümana; imandan, namazdan, oruçtan, hacdan, zekâttan, gusülden ve kul hakkından sorulacaktır.
Sırat köprüsü, Allahü teâlânın emriyle, Cehennemin üstünde kurulacaktır. Cennetlik olanlar, köprüden kolayca geçerek, Cennete gideceklerdir. Cehennemlik olanlar, Sırattan geçemeyip, Cehenneme düşeceklerdir.
Ahirette, sırat köprüsünde her Müslümana, imandan, namazdan, oruçtan, hacdan, zekâttan, gusülden ve kul hakkından olmak üzere yedi sual sorulacağı bildirilmiştir.
1- İman: İman, Amentü’de bildirilen altı hususa inanmaktır. İmanı olmayanlar Cehenneme girip sonsuz kalacaktır. Onun için imanı gideren hususları iyice öğrenmeliyiz. Mesela İslamiyet’in herhangi bir hükmünü hafif görenin veya (Bu zamanda böyle olmaz) diyenin imanı gider. Ümmet-i Muhammed’den olup, itikadı bozuk olanlar Cehennem’e girerlerse de zerre kadar imanları olduğu için, orada sonsuz kalmazlar. İman, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olmalıdır. Dört mezhep [Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli] âlimlerine, Ehl-i sünnet âlimi denir.
2- Namaz: Şartlarına uygun şekilde kılınmalı ve hiçbir kaza namazı borcu olmamalı. Dinimizde imandan sonra en kıymetli ibadet namazdır. Namaz dinin direğidir. Namazını devamlı ve doğru olarak kılan, dinini ayakta durdurmuş olur. Namazı kılmayan dinini yıkmış olur. Kıyamette imandan sonra ilk soru namazdan olacaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Namaz, Allahü teâlânın hoşnut olduğu bütün amellerin en üstünüdür. Kabirde ışık, Sırat köprüsünü yıldırım gibi geçiricidir.) [M.Cenne]
3- Oruç: Orucu severek tutmalı. Çok faziletlidir. Allahü teâlâ, hadis-i kudside, (Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir, fakat oruç bana mahsustur, onun mükafatını ben veririm) buyurdu. (Buhârî) İmsak ve iftar vakitleri için temkin müddetini dikkate alan doğru takvimlere uymalıdır.
4- Hac: Haccın şartlarını iyice öğrenip yerine getirmeli. Mesela Arefe günü Arafat’ta vakfeye durmayanın haccı sahih olmaz. Onun için Zilhicce ayının hilâlini gözetlemek ve Arefe gününü doğru şekilde tespit etmek gerekir.
5- Zekât: Zekâtı verilmeyen mal, para, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahibinin alnına, böğrüne, sırtına mühür gibi basılacaktır. Zekât, şartlarına uygun şekilde verilmelidir.
6- Gusül: Guslün şartlarına dikkat etmeli, gusül ilmihal kitaplarına uygun olmalı. Çoluk çocuğa da büluğ çağına gelmeden gusül abdestini öğretmelidir.
7- Kul hakkı: Üzerinde kul hakkı olanın sevabı alınıp hak sahibine verilecek, sevabı yoksa onun [hak sahibinin] günahı buna yüklenecektir. Hırsızlık ve gasp, kul hakkı olduğu gibi, kalp kırmak, iftira ve gıybet etmek, bir kimseye sert konuşmak, sert bakmak dahi, hep kul hakkıdır. Kul hakkının önemini bilip bundan sakınan bir Müslüman, kesinlikle münakaşa etmez, kavga edemez, kalp kıramaz, çünkü kul hakkından korkar. Hele kalp kırarak kul hakkına girmek, çok büyük günahtır. Dinimizde bir müminin kalbini kırmak, 70 defa Kâbe'yi yıkmaktan büyük günahtır.
.20/02/2022
Edep ve saygının olduğu yerde mutluluk vardır...
“İslamiyet’e uyun, kızmayın, kalp kırmayın, dua alın, edepli olun, sevin, sevdirin, sevindirin, cömert olun, niyetinizi düzeltin.”
Bir İslam âliminin nasihati:
MÜTEVAZI OLUN... Tevazu, yüksekliğin şaşmaz alametidir. Kibir de aşağılığın işaretidir. Kibirli olan ben biliyorum der, sormaz, tenkit eder, istişare etmez, dua istemez, inat eder ve kendini hep haklı görür. Muvaffak olmak için mütevazı olun. Aciz insan kibirli olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Allah için aşağı gönüllü olanı Allahü teala yükseltir. Bu kendini küçük görür. Fakat insanların gözünde büyüktür.” [Beyheki]
GÜLER YÜZLÜ VE TATLI DİLLİ OLUN... Müslüman tatlı dilli, güler yüzlü ve mütebessim olur. Asık suratlı, çatık kaşlı olmaz.
KIZMAYIN... Bütün kitaplarda yazılı olan hadis-i şerifte bir kimse Resulullahtan nasihat istediğinde, “Kızma, sinirlenme” buyurdu. Birkaç kere sorduğunda hepsinde de “Kızma, sinirlenme” buyurdu.
KALP KIRMAYIN... Kalp kıran kaybeder, kalp yapan kazanır.
İSLAMİYET’E UYUN... İslamiyet’e uyanın dünyası da ahireti de güzel olur. Nerede bir ihtilaf, sıkıntı varsa, İslamiyet’e uymamaktandır.
NİYETİNİZİ DÜZELTİN... Niyet, Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmalı. Niyet hayır akıbet hayır. Niyet doğru olmazsa, güzel bildiğimiz her şey dünyayı mamur etse de ahirete zarar verir. Yaptığınız bir işten dolayı gönlünüz rahat değilse, o iş birilerine sıkıntı verir.
DUA ALIN... İyilik eden de kendine eder, kötülük eden de. Hep iyilik edin ve dua alın. Çünkü asıl gaye, Allah’ın rızasını kazanmak ve insanların duasını almaktır. Özellikle de anne baba duası almaya bakın. Maddi manevi çok ihsanlara kavuşmaya sebep, anne baba duasıdır.
EDEPLİ OLUN... Edep ve saygının olduğu yerde mutluluk vardır. Bunların olmadığı yerde sıkıntı vardır. Büyüklerimiz “Yolumuzun başı edep, ortası edep, sonu edeptir” buyurmuşlardır. Edepten, saygıdan mahrum bırakılan bir kimse, bütün hayırlardan mahrum bırakılmış demektir.
CÖMERT OLUN... Hizmet, vermekle olur, almakla değil. Karşılık beklemeden, Allah için verenler hep kazanmıştır.
SEVİN, SEVDİRİN, SEVİNDİRİN... Zaman, kızmak değil acımak zamanıdır. Sevin, sevdirin, sevindirin. Sevmeyen sevilmez. Böyle yaparsanız sizi de severler, sevdirirler, sevindirirler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Allahü tealanın farzlardan sonra en razı olduğu amel, bir mümini sevindirmektir.” [Taberani]
GÖNÜLLERE DOKUNUN... Eğitim, gönüllere dokunmaktır. İnsanlar öğrenmeyi sever, fakat öğretilmeyi sevmezler. Bir insana bir şey öğretmek istiyorsanız, ona Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını verin. Çünkü o büyüklerin sözleri kalplere tesir eder...
.13/02/2022
Namaz, ruhlara lezzet verir...
Her Müslüman, Allahü teâlânın emirlerini yapmaya, O’nun beğendiği gibi yaşamaya çalışmalıdır...
İslam âlimlerinin büyüklerinden İmam-ı Rabbani hazretleri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, sevdiklerinden birisine, aslında hepimize yazdığı (Mektûbat) kitabının 1. cilt, 266. mektubunda özetle buyuruyor ki:
"İmanı, itikadı [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak] düzelttikten sonra, fıkıh ahkâmını [ilmihal bilgilerini], [yani dinimizin emrettiği ve yasak ettiği işleri] öğrenmek, elbette lazımdır. Farzları, vacipleri, helal ve haramları, sünnet ve mekruhları ve şüphelileri lüzumu kadar öğrenmeli ve bu bilgi ile hareket etmelidir. Fıkıh kitaplarını öğrenmek, her Müslümana lazımdır. Allahü teâlânın emirlerini yapmaya, O’nun beğendiği gibi yaşamaya çalışmalıdır. Onun en çok beğendiği ve emrettiği şey, her gün beş vakit namaz kılmaktır. Namaz, dinin direğidir. Namazın öneminden ve nasıl kılınacağından birkaç şey bildireceğim. Can kulağı ile dinleyiniz! Önce, sünnete [yani fıkıh kitaplarında yazılana] tam uygun olarak, abdest almalıdır. Namaz, müminlerin miracıdır. Farz namazları, cemaat ile, Ehl-i sünnet itikadında olan imam ile birlikte kılmaya dikkat etmeli, hatta birinci tekbiri imam ile beraber almayı kaçırmamalıdır.
Namazları vaktinde kılmak [ve vaktinde kıldığını bilmek] şarttır. Rükûda ve secdelerde hareketsiz durmak lazımdır. Rükûdan kalkınca, öyle dik durmalıdır ki, kemikler yerlerine yerleşsin. Bundan sonra, bir miktar, bu şekilde durmak farzdır veya vacip demişlerdir. İki secde arasında oturmak da böyledir. Bunlara çok dikkat etmelidir. Secdeye yatarken, önce dizler, sonra eller, daha sonra burun, en sonra da alın konur. Dizlerden ve ellerden, evvela sağlar yere konur. Secdeden kalkarken, evvela alın kaldırılmalıdır. Ayakta iken, secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede burun ucuna ve otururken iki ele veya kucağına bakılır. El parmaklarını rükuda açmak ve secdede birbirlerine yapıştırmak sünnettir. Parmakları açık yahut bitişik bulundurmak sebepsiz, boş şeyler değildir..."
Yine İmam-ı Rabbani hazretleri (Mektûbat) kitabının 1. cilt, 261. mektubunda buyuruyor ki:
Sevgili kardeşim! Bilmelisin ki, namaz, İslam’ın beş şartından, dinin beş esasından ikincisidir. Bütün ibadetleri kendisinde toplamıştır. İslam’ın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, Müslümanlık demek olmuştur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namazdadır) buyrulmuştur. Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların rahat vericisidir. Ruhun gıdası namazdır. Kalbin şifası namazdır. (Ey Bilâl, beni ferahlandır!) [diye ezan okumasını emir buyuran] hadis-i şerif, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadis-i şerifi, bu arzuya işaret etmektedir.
.06/02/2022
Sonunu düşünerek yaşamak...
Her Müslümanın ölümü çok hatırlaması sünnettir. Ölümü çok hatırlamak, emirlere sarılmaya ve haramlardan sakınmaya sebep olur.
Büyük âlim Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Sefer-i âhiret) risalesinde şöyle buyurmaktadır:
"İmanı olan ve aklı olan ve bâliğ olan erkek ve kadınlara, (Mükellef) denir. Mükellef, Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mesuldür. Mükellef olanların, ölümü çok hatırlaması sünnettir. Çünkü, ölümü çok hatırlamak, emirlere sarılmaya ve günahlardan sakınmaya sebep olur. Haram işlemeye cesareti azaltır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü çok hatırlayınız!) [Ölümü hatırlamak, en büyük nasihattır]
Ölmek, yok olmak değildir. Bir evden, bir eve göç etmektir. Ömer bin Abdülaziz “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki: (Sizler, ancak ebediyet, sonsuzluk için yaratıldınız! Lâkin bir evden, bir eve göç edersiniz!)
Çabuk tükenen şeyin peşinde koşuyorsunuz. Sonsuz kalacak şeye bakmıyor, ondan kaçıyorsunuz! Bu geçici varlık, bir görünüştür. Gölge gibi, yavaş yavaş çekilmekte, geçip gitmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.)
Dünya hayatı, rüya gibidir. Ölüm uyandırıp, rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Mümin, ruhunu teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini, Cennet hûrilerini görüp, onların zevki ile, can verme acısını duymaz. Ruhu, tereyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar. Nimetlere kavuşur.
Her Müslümanın, ölüme hazırlanması lazımdır. Bunun için de, tövbe etmelidir. Kul hakkı altında kalmamaya dikkat etmelidir. Yani, hakları sahiplerine verip helalleşmelidir. Allahü teâlânın haklarını da ödemek lazımdır. Bu hakların en mühimi, İslam’ın beş şartını yerine getirmektir. Her Müslümanın ölüm hastalığında, borçları ödeyerek, emanetleri sahiplerine vererek, ölüme hazırlanması ve vasiyet yazması vaciptir. Sıhhatli iken vasiyetini yazıp yanında taşıması müstehaptır. Burada evladına, ahbabına son nasihatini yapmalıdır."
Büyük âlim Yusuf Nebhani “rahmetullahi teâlâ aleyh” Hülasat-ül- kelam kitabında şöyle buyuruyor:
"Dünya hayatı çok kısadır. Her günü geçip hayâl olmaktadır. Her insanın sonu ölümdür. Bundan sonrası da, ya daimî azap veya ebedî nimetlerdir. Bunların vakitleri, herkese sürat ile yaklaşmaktadır.
Ey insan! Kendine merhamet et! Aklından gaflet perdesini kaldır! Öldüğün vakti düşün! Başına geleceklere hazırlan! Hakka tâbi olmadıkça, ebedî azaptan kurtulamazsın! Son pişmanlık fayda vermez. Ey insan! Başına gelecekleri düşün! Ömrün tükenmeden, aklını başına topla! Etrafında gördüğün, konuştuğun, sevdiğin, korktuğun kimselerin hepsi, birer birer öldüler. Birer hayâl gibi, gelip gittiler. İyi düşün! Ebedî ateşte yanmak, ne büyük azaptır! Sonsuz nimetler içinde yaşamak ise, ne büyük nimettir. Bunlardan birini seçmek, şimdi senin elindedir. Herkesin sonu, bu ikisinden biri olacaktır. Bundan kurtulmak imkânsızdır. Bunu düşünmemek ve tedbir almamak, büyük cinnettir."
Allahü teâlâ, hepimize iman selameti versin. Hayırlı ömürler ve hayırlı son nasip eylesin. Âmin...
.30/01/2022
Uyku adabı...
Müminin her hareketi şuurlu olmalıdır. Gafletle yatıp gafletle kalkmamalıdır! Rastgele yatağa girip uyumamalıdır...
Günümüzün ortalama üçte biri uyku ile geçmektedir. Gafletle geçmemesi için uykuyu da değerlendirmek gerekir. Müminin her hareketi şuurlu olmalıdır. Gafletle yatıp gafletle kalkmamalıdır! Rastgele yatağa girip uyumamalıdır.
Yatarken dikkat edeceğimiz bazı hususlar:
1- Yatağa abdestli girmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Abdestli yatan, gece ibadet eden ve gündüz oruç tutan kimse gibi sevap kazanır.) [Hakim]
2- Misvakla dişleri temizleyip, sağ yanı üzere kıbleye karşı yatmak sünnettir. Misvak bulunmazsa fırça da kullanılabilir. Uyku, ibadetleri kuvvetle ve sağlam yapmak niyetiyle olursa ibadet olur.
3- Borçları ve önemli işleri olan kimse, vasiyetini yazmadan yatmamalıdır! Çünkü sabaha çıkacağını kimse bilemez. Vasiyet olarak, varsa kul borçlarını, namaz ve oruç kazaları gibi Hak borçlarını yazmalı, ölümünden sonra ne yapılmasını istiyorsa bildirmelidir!
4- Günahlarına tövbe edip uyumalıdır! Kimseye zulüm ve kin hissi duymadan yatmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hiç kimseye zulüm ve kin hissi duymadan yatanın günahları affolur.) [İ. Ebiddünya]
5- Yatarken, gece ibadete kalkmaya niyet etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gece ibadet etmek niyetiyle yatan, fakat uyku galebe çalıp sabaha kadar uyanamayan, niyeti sebebiyle gece ibadet etmiş gibi sevaba kavuşur. Uykusu da kendisine Allahü teâlânın ihsan ettiği bir sadaka olur.) [İbni Mace]
6- Yatarken Âyet-el-kürsi, üç İhlas ve bir Fatiha, iki Kul-Eûzüyü okumalıdır! Salevat-ı şerife getirmelidir! "Amenerresûlü”yü yatsıdan sonra okumayı âdet edinmelidir!
Çok kıymetli bir fıkıh kitabı olan İbni Abidin’de şöyle yazmaktadır: Her gece Yâsîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, gıda maddeleri getirip ucuza satanlar, her sabah veya akşam devamlı olarak üç kere (E’ûzü billâhissemî’il’alîmi mineş-şeytânirracîm) ile (Haşr) suresinin sonunu [Hüvallahüllezî...]yi okuyanlar (Ahiret şehidi) olurlar.
7- Uykunun bir nevi ölüm, uyanmanın da dirilmek olduğunu düşünmelidir! Hazret-i Lokman, oğluna (Oğlum, ölümden şüphen varsa, uyuma! Uyumak mecburiyetinde kaldığın gibi, ölmeye de mahkûmsun. Eğer dirilmekten şüphe ediyorsan, uykudan uyanma! Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin) buyurmuştur.
8- Yatarken yarınki hayırlı işleri yapabilmek için istirahat etmeye, sabah namazına kalkmaya ve ertesi gün hayırlı işler yapmaya niyet etmeli! Böyle niyet edenin uykusu ibadet olur. Gece uyanınca dua etmeyi âdet hâline getirmeli!
9- Henüz sabah namazının vakti girmeden, yani seherde kalkmaya çalışmalıdır. Seher vakti kalkmak berekettir. Hele sabah namazının vakti girdikten sonra, güneş doğana kadar uyumak rızık yönünden de zararlıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sabah uykusu, rızka mânidir.) [Beyheki]
.23/01/2022
Erken yatıp erken kalkmak...
Gece lüzumsuz uyanık kalan, ertesi gününü zayi etmiş olur. Gününü zayi eden ömrünü zayi eder. Ömrünü zayi eden ahirette pişman olur.
Önemli bir iş yoksa erken yatıp erken kalkmalı. Geceyi faydasız ve boş şeylerle zayi etmemeli. Boş işlerle uğraşmanın sonu gelmez. Ömür biter boş işler bitmez. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
(Musibetlerin en büyüğü, vaktini faydasız şeylerle geçirmektir.)
Allahü teâlânın, bir kulu sevmemesi, onun faydasız şeylerle uğraşmasından anlaşılır.) Onun için gece boş yere uykusuz kalmamalı.
Gece uykusuz kalmak, sabah namazını kaçırmaya ve yirmi dört saatin en verimli zamanı olan sabah vakitlerini uyuyarak geçirmeye sebep olur. Hatta uykuyu alamayanlar öğleye yakına kadar bile uyuyabiliyor. Sabah işe gidenler ise ya işe geç kalmakta yahut iş yerinde uyuklamaktadır. Gece boş yere geçen her dakika, her saat, ertesi günden harcamaktır. Dolayısıyla gece lüzumsuz uyanık kalan, ertesi gününü zayi etmiş olur. Gününü zayi eden ömrünü zayi eder. Ömrünü zayi eden ahirette pişman olur.
Vakti girince yatsı namazını kılmalı. Geciktirmemeli. Yatsı namazını kılmadan yatmamalı. Zaruri bir iş yokken sonra kılarım demek, nefsin ve şeytanın bir tuzağıdır. Namaz kılmayı geciktirdikçe ağırlık çöker. Yatsıyı kılmak zorlaşır. Hatta namazı kaçırma tehlikesi olur. Farz namazı özrü olmadan, vakti geçtikten sonra kılmak büyük günahtır.
Onun için zamanında yatmalı. Uykusuz kalmamalı. Sabah namazına kalkmak için de gerekli tedbirleri almalı, öyle yatmalı. Sabah namazını kaçırmamalı. Bir kimse sabah namazını kaçırmama azmiyle yatarsa Allahü tealanın izniyle sabah namazına kalkmak nasip olur.
Ecdadımızın el kitabı olan “Mızraklı İlmihal”de şöyle denilmektedir: "Bir kimse yatacağı vakit 'İnna a’tayna' suresini okursa ve sonra (Ya Rabbi! Sabah namazına vaktiyle uyanmamı nasip eyle) derse, biiznillahi teala o kimse sabah namazına vaktiyle uyanır."
Ecdadımız henüz sabah namazının vakti girmeden, yani seherde kalkmaya çalışırlardı. Seher vakti kalkmak berekettir. Her gece sabaha karşı, (Dua eden, isteyen yok mu? Vereyim. Tövbe eden yok mu? Affedeyim) buyurulur. Seher vakitleri istiğfar edenler zikir sevabına da kavuşur.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki: (Üç sesi Allahü teâlâ sever: Hürmet ile, tecvid ile Kur’ân-ı kerîm okuyanların sesini, seher vakitleri istiğfar edenlerin sesini ve Allahü teâlâyı zikredenlerin sesini.)
Osmanlı coğrafyasında yol güzergâhlarındaki han sahipleri, handa kalanları sabah ezanı okunur okunmaz, namaza kaldırırlardı. Bu vakitte uyumak, hana ve hanın sakinlerine fakirlik ve bedbahtlık getirir derlerdi. Ninelerimiz sabah erkenden kalkar, abdestini alır, sabah namazını kılar Kur’ân-ı kerim okur, çorbayı pişirir, sonra evin önünü sular, süpürür, çer çöp varsa atar, tertemiz yaparlardı. Temizliğin verdiği huzuru ve rahatlığı, yoldan geçenler hissederdi...
İnsanlarla iyi geçinmek...
Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "İslamiyet; Allahü teâlânın emirlerine kıymet vermek, hürmet etmek, O’nun yarattığı kullarına şefkat etmek, demektir."
Allahü tealanın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmak lazım olduğu gibi insanların hakların gözetmek, onlarla iyi geçinmek de lazımdır... Akıllı kimse, insanlarla iyi geçinir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki]
İyi geçinmek yani geçim ehli olmak için bazı hususlara dikkat etmek lazım. İnsanlara karşı tatlı dilli ve güler yüzlü olmalı. Fakat, kötülere ve itikadı bozuk olanlara müdahene etmemeli, onun bozuk yolundan razı olduğunu zannettirmemelidir. [Müdara, İslamiyet'in dışına çıkmadan, gönül almaktır. Müdahene, birinin gönlünü alırken, İslamiyet'in dışına çıkmak, günaha girmektir.]
İnsanlara sıkıntı vermemeli, onlardan gelen sıkıntılara da katlanmalı. Her zaman kendini haklı görmemeli. Ben haklıyım demek geçimsizliğe yol açar. İnsanlar arasında söz taşımamalı. Onlara iyilik etmeli. Hep kendini düşünmemelidir. İnsan beraber olduğu kimselerin rahatsız olduğu şeylerden sakınırsa, aralarında sıkıntı olmaz.
Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellen” Ebû Hüreyre'ye "radıyallahü anh" (İyi huylu ol!) buyurdu. İyi huy nedir deyince;
(Senden uzaklaşana yaklaşıp nasîhat et ve sana zulmedeni affet ve malını, ilmini, yardımını senden esirgeyene bunlar bol bol ver!) buyurdu. [Eşi’at-ül- lemeât]
İslam âlimlerinden Yusuf bin Esbat "rahmetullahi aleyh" şöyle buyurdu: "Din kardeşine güler yüzlü, tatlı sözlü, eli açık (cömert), sabırlı ve kibirsiz davranmalıdır. Her özrünü kabul etmelidir."
Evliyanın büyüklerinden Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
"Rastladığın kimse yaşça senden büyükse de ki: Bu zat benden büyük olduğu için, dine daha çok hizmet etmiştir... Yaşça senden küçüğe rastlarsan, bu daha küçük. Benim günahım bunun günahlarından çok... Akranına rastlarsan, ben kendi kabahatimi biliyorum. Bununkini bilmiyorum. O hâlde bu benden iyidir, şeklinde düşünmelidir."
Dosta, düşmana, iyi, kötü, herkese iyi davranmalı, fitne çıkarmamalı, düşman kazanmamalıdır. İnsanlara yapılacak en faydalı iyilik, en kıymetli hediye, tatlı dil ve güler yüzdür. İneğe tapanları görünce, ineğin ağzına ot vererek, düşmanlıklarına mâni olmalıdır! Hâfız-ı Şirazi'nin, "Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüz ve tatlı dil ile idare etmelidir" sözüne uymalı, af dileyenleri affetmelidir! Herkese karşı iyi huylu olmalı, yumuşak söylemeli, kızarak, suçlayarak, azarlayarak sert söylememelidir! Kimseyi başkalarının yanında mahcup duruma düşürmemelidir. Kimse ile münakaşa etmemelidir! Münakaşa, dostluğu azaltır, düşmanlığı artırır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Haklı iken de, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]
.09/01/2022
Dinimizde niyetin önemi...
Yerken, içerken, uyurken, işimize giderken ve iş yaparken niyetimizi düzeltmeyi unutmamalıdır.
Niyet, yaptığı işi, emre itaat ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek demektir. Allahü teâlâ için yapmayı irade etmek, istemek demektir.
Dinimizde niyetin önemi büyüktür. Mübah işler iyi niyetle yapılırsa taat olur; sevab verilir. İyi bir iş yapmaya niyet edip, fakat onu yapamasa bile, yine sevap alır. Kötü niyetle yapılırsa günah olur.
Yapılması emrolunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mübah denir. Her mübah işte, iyi niyet etmeyi unutmamalıdır. Bunlar, İslamiyet'e uymak, emirlere sarılmak niyetiyle yapılırsa sevap olurlar. Hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâ, sizin sûretlerinize, mallarınıza, bakmaz. Kalplerinize ve amellerinize bakar) [Müslim, İ. Mace] buyuruldu. Yani, Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, hayrât ve hasenâtına, malına, rütbesine bakarak sevap vermez. Bunları ne düşünce ile, ne niyet ile yaptığına bakarak, sevap veya azap verir. Onun için her işte niyeti düzeltmeye çalışmalı.
Yiyip içmek mübahtır.Yiyip içerken, sıhhatli olup ibadet yapmaya, Allahü teâlânın emirlerini yapmak, yasak ettiklerinden sakınmak için kuvvet kazanmaya niyet edilirse; taat olur, sevap olur. Günah işlemeye kuvvet kazanmak için yenirse, günah olur.
Uyumak mübahtır. İbadetlerini rahat yapabilmek niyetiyle uyumak sevap olur. Bir haramı işlemek niyeti ile yatan, günah işlemiş olur. Hiçbir şey düşünmeden gafletle yatan, sevap kazanamaz. Akşam yatarken (Yâ Rabbî, sabah namazına kalkmak niyetiyle yatıyorum) diyenin, sabaha kadar alıp verdiği her nefes, Cenâb-ı Hakkı zikir olur.
İyi ve temiz giyinmek mübahtır. Sünnete uymak, İslam’ın vakarını korumak niyetiyle yapılırsa sevap, gösteriş veya övünmek için yapılırsa günah olur.
Bir öğrenci okula giderken "Ya Rabbi, tahsilimi yapayım, mesleğimi kazanayım, başkasına muhtaç olmayayım. Sana kulluğumu daha iyi yapabileyim. Senin kullarına faydalı olayım" diye niyet ederek giderse sevap kazanır.
Bir hanımefendi, kahvaltı hazırlarken veya yemek yaparken, çaydanlığa suyu, tencereye yiyecekleri koyarken besmele söyler ve "Ya Rabbi bu kahvaltıyı, bu yemeği aile fertlerimizle gıdamızı almak ve sana kulluğumuzu daha iyi yapabilmek niyetiyle yapıyorum" diye niyet ederek yaparsa kahvaltıyı ve yemeği hazırlamaya başlayıp bitirinceye kadar sevap kazanır.
Yemek yerken, yemeği, ibadete kuvvet kazanmak niyetiyle yiyen, yemeğe başlayıp bitirinceye kadar sevap kazanır...
Namaz öyle bir ibadettir ki, beş vakit namazını kılan, 24 saat Allahü teâlâyı zikretmiş sayılır. Çünkü her iki namazın arasında, diğer namazı düşündüğü için, hep zikir kabul edilir.
Dünyanın en bahtiyar insanı Allahü teâlâyı çok zikredendir. İnsanda gaflet hâli çok olduğu için, hiç olmazsa her mübah işte niyetini düzgün yapmalı. Bu niyet var olduğu müddetçe, Allahü tealayı zikir sevabı kazanılır.
.02/01/2022
Her mümine önce lazım olan şey...
Ecdadımız her zaman toplanıp, ilmihal kitaplarını okur, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak böyle Müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar.
İslâmiyet, ilme çok önem vermektedir. İlmin ta kendisidir. Kur’ân-ı kerîm’in birçok yerinde, ilim emredilmekte, ilim adamları övülmektedir. Meselâ Zümer suresi dokuzuncu ayetinde mealen; “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu? Bilenler elbette kıymetlidir!” buyuruldu.
Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem), ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri çoktur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
"İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz."
“Şeytanın bir âlimden korkması, cahil olan bin âbidden korkmasından daha çoktur.”
"Ey Ali! Ya âlim ol, ya ilim talebesi ol, yâhut da dinleyici ol. Dördüncü olma, helâk olursun!"
Büyük İslam âlimi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebesi Bedreddin Serhendî rahmetullahi aleyhima şöyle anlatır:
"Hocam İmâm-ı Rabbânî’den (Buhârî), (Mişkât), (Hidâye), (Şerh-i Mevâkıf) kitaplarını okudum. Gençleri ilim öğrenmeye teşvik ederdi. Önce ilim buyururdu. Bir defasında kitap oku! İlim öğren! Cahil kimse, şeytanın maskarası olur, 'Rütbet-ül ilmi a’ler rüteb' yani, rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir buyurdu.
Her mümine önce lâzım, birinci farz olan şey, imanı, farzları, haramları öğrenmektir. Bunlar öğrenilmedikçe, iman elde tutulamaz. Hak borçları ve kul borçları ödenilemez. Niyet, ahlâk düzeltilemez ve temizlenemez. Düzgün niyet edilmedikçe, hiçbir farz kabul olmaz. Dinimizi imanımızı muhafaza edebilmek, itikadı bozuk kimselere aldanmamak için bu bilgileri öğrenmek lazımdır.
Ecdadımız her zaman toplanıp, ilmihal kitaplarını okur, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak böyle Müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler... Bizim de Müslüman kalmamız, yavrularımızı muhafaza edebilmemiz, onların da bozuk ve kötü kimselere aldanmamaları için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve öğretmektir. Çocuğunun Müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur'ân-ı kerimi ve lazım olan din bilgilerini öğretmelidir. Fırsat elde iken bu bilgileri okumalı, öğrenmeli ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretmeli, bu bilgileri anlatan bir kitap vermeliyiz. Bir hadis-i şerifte, (Çocuklarına Kur’ân-ı kerim öğretenlere veya Kur’ân-ı kerim hocasına gönderenlere, öğretilen Kur’ân kerimin her harfi için, on kere Kâbe-i muazzamayı ziyaret sevabı verilir ve Kıyamette başına devlet tâcı konur. Bütün insanlar görüp imrenir) buyuruldu.”
[Hakikat Kitabevi yayınlarından olan Namaz Kitabı, İslam Ahlakı ve Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabı, dinimizi doğru olarak öğrenebileceğimiz çok kıymetli ilmihâl kitaplarıdır.]
.26/12/2021
"Az kârı reddetmeyiniz, çok kârdan mahrum kalırsınız!"
Müşteri, razı olsa bile, çok kâr istememelidir. Büyüklerimiz az kârla, çok iş yapar, bunu daha bereketli bulurlardı.
Büyük İslam âlimi İmam-ı Gazali (rahmetullahi teâlâ aleyh) Kimyâ-i se’âdet kitabında, buyuruyor ki:
A’râf sûresi, 56. âyetinde meâlen, (İhsân edenlere, elbette rahmetim çok yakındır) buyuruldu. İhsân, emredilmeyen iyiliği yapmaktır. Ticarette ihsan, birkaç şekilde olur:
Müşteri, fazla ihtiyacı olduğu için, çok para vermeye razı olsa bile, çok kâr istememelidir. Büyüklerimiz az kârla, çok iş yapar, bunu daha bereketli bulurlardı. Halife Ali “radıyallahü anh”, Kûfe şehri çarşısında dolaşarak, (Az kârı reddetmeyiniz! Çok kârdan mahrum kalırsınız!) buyururdu.
Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” büyüklerinden Abdürrahmân bin Avf’a “radıyallahü anh”, “O büyük serveti nasıl kazandın?” dediklerinde cevaben buyurdu ki: “Çok az kâra da razı oldum. Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim.”
Muhammed bin Münkedir, din büyüklerindendi. Mağazası vardı. Çeşitli kumaş satıyordu. Kimisinin zrâ’ı [bir zrâ’ 0,48 metredir] beş altın, kimisinin, on altın idi. Bir gün, kendisi yok iken, çırağı, bir köylüye, beş altınlık kumaşı, on altına sattı. Kendi gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü arattı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş altından ziyade etmez dedi. Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince, ben kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Ya satıştan vazgeç, beş altını geri al, yahut da gel, on altınlık kumaştan vereyim buyurdu. Köylü beş altını geri aldı. Sonra, birisine, bu mert kimdir diye sordu. Muhammed bin Münkedir dediler. Bu ismi duyunca "Sübhânallah! Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca yağmur duasına çıkıp, onun adını söylediğimiz zaman rahmet yağıyor" dedi.
Fakirlerin malını fazla para ile almalı, onları sevindirmelidir. Meselâ, dul kadınların eğirdiği ipliğine, çocukların sattığı meyvelere çok para vermelidir. Bu sûretle çalışanlara yardım etmek, sadaka vermekten daha sevaptır. Böyle yapanlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” duasına kavuşur. Çünkü (Alışverişte kolaylık gösterenlere, Allahü teâlâ merhamet eylesin!) diye dua buyurmuştur. Fakat, zenginden mal alırken pazarlık edip, ucuz almalıdır.
Hazret-i Hasan ve Hüseyin “radıyallahü teâlâ anhümâ”, her aldıklarında pazarlık eder, ucuz almaya uğraşırlardı. Kendilerine "Bir günde binlerle dirhem sadaka veriyorsunuz da, bir şey satın alırken niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz?" dediklerinde, (Verdiklerimizi Allah rızâsı için veriyoruz. Ne kadar çok versek yine azdır. Fakat, alışverişte aldanmak, aklın ve malın noksan olmasıdır) buyururlardı.
.19/12/2021
Ahiret için iyi hazırlanmalı...
Dünyada fırsat varken ahirete iyi hazırlanmalı. İnsan kaçırdığı bir ânı, bütün dünyayı verse, bir daha ele geçiremez.
Büyük İslam âlimi İmam-ı Gazali “rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i se’âdet) kitabında buyuruyor ki:
Bir kimsenin dünya ticareti, ahiret ticaretine mâni olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır. Dünya ticaretinin ahirete yaraması için ve Cehenneme sürüklememesi için, çok uğraşmak lazımdır. İnsanın sermayesi, dini ve ahiretidir. Bu sermayeyi kaptırmamak için, çok uyanık olmak lazımdır. Dinini kayırmak isteyenler yedi şeye dikkat etmelidir:
1- Her sabah şöyle niyet etmelidir ki, kendisinin ve evlat ve ailesinin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtaç bırakmamak, Allahü teâlâya rahat ve temiz ibadet edebilmek, ahiret yolunda yürüyebilmek için, vazifeme gidiyorum demelidir. O gün Müslümanlara iyilik, yardım ve nasihat etmeyi kalbinden geçirmelidir. Böyle niyet eden bir kimsenin her işi, ibadet olur. Dünyada kazandığı şeyler de caba (kârı) olur.
2- Bu dünyada herkes yolcudur. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lâzımdır. Vazifesine, işine başlarken, Müslüman kardeşlerime yardım etmek, onları rahat ettirmek için çalışacağım, diye düşünmelidir. Her Müslüman iyi bilsin ki, bütün sanatlar, farz-ı kifâyedir. Bunu düşünerek, bir sanata yapışmak, ibadet etmek olur. Bu sanatları yapabilmek için, gerekli ilimleri, dersleri mekteplerde, bu niyet ile okutmak ve okumak hep ibadet olur. Namaz kılan insanın bu niyet ile, her işi ibadet olur.
3- Dünya işleri, ahiret için çalışmaya mâni olmamalıdır. Kur’ân-ı kerîmde meâlen, (Mallarınız ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hatırlamanıza mâni olmasın!) [Münâfıkûn sûresi, 9] buyuruldu. Demirciler vardı. Demir döverken, ezan okununca, çekici kaldırmış iken, demire vurmaz, bırakıp namaza koşarlardı. Ve terziler vardı. İğneyi kumaşa batırınca ezan okunsaydı, o hâlde bırakıp, namaza koşarlardı.
4- Çarşıda, işte, Allahü teâlâyı hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o ânda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha ele geçiremez. Gâfiller arasında Allahü teâlayı hatırlamanın sevabı çok olur.
Hülâsa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalır.
5- Haramlardan ve haram şüphesi olan şeylerden sakınmalıdır.
6- Alışveriş yaptığı kimse ile olan sözlerini, hareketlerini, aldığını, verdiğini iyi ve doğru hesap etmelidir. Kıyamette, bunların hepsinden hesap vereceğini bilmelidir. Büyüklerden biri, bir bakkalı rüyada görüp, “Allahü teâlâ sana ne yaptı” dedi. “Önüme elli bin sayfa koydular. Bu sayfalar kimlerindir dedim. ‘Elli bin kişi ile alışveriş yapmışsın. Her sayfa, bunların birisi ile olan muameleni göstermektedir’ dediler.”
Bir kuruş hile yapan, bir kuruş hak yiyen, cezasını çekecektir ve hiçbir şeyin yardımı olmayacaktır...
.12/12/2021
Salihler hayır dua eder fasıklar dedikodu yapar
-Müslüman, tatlı dilli, güler yüzlüdür, münakaşa etmez, kalp kırmaz, sabırlıdır, merhametlidir, şefkatlidir ve affedicidir...
Bir İslâm âliminin nasihati...
Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Sayısız nimetleri içindeyiz. Allahü teâlâ, ihsan ettiği nimeti izhar etmemizi [göstermemizi, belli etmemizi] sever. Peki bunu nasıl göstereceğiz. Emirlerine uyup yasak ettiklerinden sakınmakla, güler yüzümüzle, tatlı dilimizle göstereceğiz. Sabrımızla, şefkatimizle, merhametimizle göstereceğiz.
Müslüman mutludur, neşelidir. Güler yüzlüdür. Güler yüzlü olmak müminin alametidir... Birbirimizi seveceğiz. Birbirimizin kalbini kırmaktan titreyeceğiz. Zaten müminin kalbini kırmak, incitmek haramdır. Bir müminin kalbini incitmek, Beytullah’ı, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha büyük günahtır.
Birbirimizin kusurlarını affedeceğiz, sabredeceğiz. Sabredenin gideceği yer Cennet’tir. Birbirimizi incitsek dahi karşıdakinin sabretmesi lazım. Dua etmesi lazım. Müslümanlık budur, kardeşlik budur... Birbirimize gıyaben dua edeceğiz. Salihler dua ederler. Fasıklar, kötü kimseler dedikodu yapar. Biz dedikodu yapmayız, tenezzül etmeyiz, harama yanaşmayız. Biz Müslümanlara hayır dua ederiz...
Evinizde olduğu gibi dışarıda da kimseyle münakaşa etmeyin. Münakaşa zarardır. Dostun dostluğunu giderir, düşmanın düşmanlığını artırır. Sabreden kazanır.
Kusursuz insan olmaz. Birbirimizin kusurlarını görmeyeceğiz. İyiliklerini göreceğiz.
Ana babanın da kıymetini bileceğiz, gönüllerini alacağız, dualarını alacağız, rızalarını alacağız. Hadis-i şerifte “Cennet anaların ayakları altındadır” buyuruldu.
Yine dinimiz, zevcelerinizin, hanımlarınızın kıymetini biliniz diyor. Onlar bize Allahü teâlânın emanetidir. Biz neşeli isek onlar da neşeli, biz üzüntülü isek onlar da üzüntülüdür. Böyle bir Müslümanın kalbi hiç kırılır mı, kalbi incitilir mi. Çok büyük günah. Onun, Allahü teâlâdan sonra bir tane ümidi kocasıdır. Onlara sert söylememeli, kusurlarını affetmeli, onlara ve çocuklarımıza şefkatli, merhametli ve yumuşak davranmalı.
Kadın da kocasına böyle davranmalı. Birkaç günlük dünya hayatı için karı koca birbirini incitmemeli, üzmemeli, birbirlerine sert söylememeli, birbirinin hak ve hukukuna riayet etmeli. Her iki taraf da haddini ve sınırını bilmeli. Karı koca birbirini üzerse sinirleri bozulur. Bütün hastalıklar hep sinirden geliyor. Siniri bozulan karı koca hasta olur. Hasta olunca ağızlarının tadı kalmaz. Onun için karı koca birbirlerine güzel davranmalı. Böyle olursa evde huzur ve rahat olur. Bundan, çocuklar çok mutlu, memnun ve neşeli olurlar. Çocukları en mutlu eden manzara anne ve babanın birbirine karşı ülfet, muhabbet ve anlayış üzere olmalarıdır...
.26/09/2021
Toplumda görgü kuralları...
Konuşanın sözünü kesmek nezaketsizliktir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:" Arkadaşı konuşurken susmak mürüvvettendir."
Günlük hayatımızda dikkat edeceğimiz bazı görgü kuralları vardır. Bunlara hem kendimiz dikkat etmeliyiz hem de çocuklarımıza öğretmeliyiz. Bu kurallardan bazıları şunlardır:
Sokakta: Sokağa tükürmemeli, çöp atmamalı, tiksindirici çirkin şeyleri gelişigüzel atmamalı, çöp kutularına atmalı. İhtiyarlara, hastalara her zaman öncelik vermeli, ihtiyaçları varsa yardımcı olmalıdır.
Taşıma araçlarında: İnip binerken kimseyi rahatsız etmemeli, gençler; yaşlılara ve hastalara yer vermeli. Peygamber efendimiz, (Büyüklerini saymayan bizden değildir) buyurmuştur. (Tirmizi)
Alışverişte: Malın görünüşünü, kalitesini bozacak şekilde dokunmamalı. Fiyat konusunda fazla ısrar etmemeli. Alınsa da alınmasa da teşekkür etmeli. Satıcı müşterisinin memnun olacağı hâl ve harekette bulunmalı.
Toplu yerlerde: Düğün, cenaze ve bayramda daha hassas, nazik olmalı. Yere ve zamana göre uygun tavır takınmalı. Cenazede, cenaze sahiplerinin üzüntüsünü paylaşmalı, maddi ve manevi, üzerine düşen yardımı yapmalı, teselli edici söz ve davranışlarda bulunmalı.
Komşulukta: Komşularla iyi geçinmeli, karşılıklı yardımlaşmalı, dert ve sevinçlerine iştirak etmeli, her karşılaştıklarında selamlaşma, hâl hatır sormalı, birbirinden isteklerini imkân ölçüsünde temin etmeli, gürültü, çöp, rahatsız edici kokulu ve benzeri şeylerle komşuları rahatsız etmemeli.
Misafirlikte: Misafire ikram etmelidir! Peygamber efendimiz, (Allah’a ve kıyamete inanan, misafirine ikram etsin) buyurdu. (Buhari)
Misafire ikram, ona karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır. Yemek için külfete girmemeli, hazırda ne varsa, onu ikram etmeli.
Hasta ziyaretinde: Ziyarete yeni elbise ile değil, her gün giydiği elbise ile gitmelidir! Giderken meyve veya çiçek gibi bir hediye götürmek iyi olur... Hastanın yanında asık suratlı durmamalı, güzel şeylerden bahsetmeli, iyileşmesi için dua etmelidir!
Telefonda: Telefon eden, karşı taraf ahizeyi kaldırınca, önce kendini tanıtmalıdır. Bunun için, telefon eden, önce kendini tanıtmalı, kısa ve öz konuşmalı, dakikalarca sohbet etmemeli ve “efendimsiz” konuşmamalıdır! Her yerde, her zaman, hep nazik ve kibar olmalıdır. Argo ve nahoş konuşmamalıdır.
Konuşurken: Konuşanın sözünü kesmek nezaketsizliktir. Hadis-i şerifte, (Arkadaşı konuşurken susmak mürüvvettendir) buyuruldu. Mürüvvet; insanlık, yiğitlik, iyilik, cömertlik, faydalı olmak gibi manalara gelir ki, hâllerin en güzeline riayet etmek demektir.
Eve girerken: Evimize Besmele ile ve İhlas suresini okuyarak girmeliyiz! Sağ ayakla içeriye girip, selam vermeliyiz! Her işe Besmele ile başlamaya alışmalıdır!
Birinin evine girerken, izin istemek gerekir. Kapının zilini çalarak veya seslenerek, izin istemelidir! İzin üç defa olur. Üçüncü defa da ses yoksa, dört rekât namaz kılacak kadar bekledikten sonra gitmelidir! Kapı aralanırsa, aradığını sormadan önce, kendini tanıtmalıdır!
.19/09/2021
İki şeyi unut, iki şeyi unutma!
Hazreti Lokman: "Ey oğul! Yaptığın iyiliği unut, sana yapılan kötülüğü unut... Allahü teâlâyı ve ölümü hiç unutma!.."
Hazreti Lokman Hakîm, oğluna şöyle nasihat etti: “İki şeyi unut: Yaptığın iyiliği unut, sana yapılan kötülüğü unut. İki şeyi unutma: Allahü teâlâyı unutma, ölümü unutma.”
Yaptığın iyiliği unut: İyiliği Allah için yapmalı.Yaptıktan sonra unutmalı, bir daha bahsetmemeli! Çünkü her anlatışta, sevabı azalır. (Sana yapılan iyilikleri taşa, sana yapılan kötülükleri kuma yaz!) demişlerdir. İyiliği, başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için yapmamalı.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (İbadetlere riya karıştırmayın ki amelleriniz boşa gitmesin.) [Deylemi]
Seyyid Emir Gilal hazretleri buyurdu ki: "İhlassız amel, geçmez para gibidir."
Sana yapılan kötülüğü unut: Ona sabretmen sebebiyle sevap kazandın. Onu gündeme getirme. Her bahsettiğinde kaybediyorsun. Hesaplaşmaya çalışma. Kazandığın sevabı zâyi etme.
Erkek olsun, kadın olsun, dünya işleri için, mümin mümine darılmamalı, onu terk edip uzaklaşmamalı, aradaki bağı, ilgiyi kesmemelidir. Allahü teâlâyı ve Peygamber efendimizi seven kimse, insanların kusurlarına bakmaz, affedici olur.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize arka çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Bir Müslümanın diğer kardeşine darılarak 3 günden çok uzaklaşması helal değildir.) [Buhari]
Büyük İslam alimi Mevlâna Hâlid-i Bağdâdi hazretleri, buyuruyor ki: Dört şey insanın kalbini karartır: Kibirli olmak, münakaşa etmek, kızmak ve kin tutmak.
Allahü teâlâyı unutma: Allahü teâlâyı unutmaya gaflet denir. Allahü teâlâyı anmak, hatırlamak kendini gafletten kurtarmak demektir. Müslüman, itikadını Ehl-i sünnet itikadına göre düzelttikten sonra kul ve Hak borçlarını ödemeye gayret etmeli, fırsat buldukça Allahü teâlâyı hatırlamaya çalışmalıdır! Bildiği dua ve tesbihleri okumalıdır! Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez... Allahü teâlâyı hatırlayanın kalbi huzurlu olur. Ömrü bereketli olur. Unutanın kalbi dar ve sıkıntılı olur. Ömründe, işlerinde bereket olmaz.
Ölümü unutma: Ölümü hatırlamak, en büyük nasihattir. Her iman sahibi kimsenin, ölümü çok hatırlaması sünnettir. Ölümü çok hatırlamak, emirlere sarılmaya ve günahlardan sakınmaya sebep olur. Haram işlemeye cesareti azaltır. Sevgili Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü, çok hatırlayınız!)
Ölümü unutanlar, ibadetleri vaktinde yapamazlar. Tövbe etmeyi terk ederler. Kalpleri katı olur. Vaaz ve nasihatlerden ibret almazlar. Hep dünya malına ve mevkiine kavuşmak için ömürlerini harcar. Yalnız zevk ve sefalarını düşünürler.
İslam âlimleri buyuruyor ki: Hayat hayaldir. Ölüm haktır. “Bir şey, mutlaka olacaksa, onu olmuş bilin...” Neden? Çünkü olacak. Onun için en mutlu, en huzurlu, en mesut insan, ölümü hatırlayandır.
.12/09/2021
Ömrü boş, faydasız şeylerle geçirmemeli!
Fırsat ganimettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef etmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere harcamalı!
Din büyüklerimiz buyuruyorlar ki: "Gafletten kurtulmak için, gafletten kurtulanlarla beraber olmalıdır."
İmam-ı Rabbani hazretleri de bu hususta buyuruyor ki:
“Bu zamanınız fırsattır. Fırsat da büyük nimettir. Sıhhat ile ve üzüntüsüz geçen vakitler, bulunmaz ganimettir. Her saati Allahü teâlâyı zikretmek ile geçirmelidir. Resulullahın bildirdiğine uygun olan her iş, hatta alışveriş bile zikir olur. O hâlde, her hareketin, her duruşun, Resulullahın bildirdiğine uygun olması gerekir. Böylece, hepsi zikir olur. Zikir demek, gafletten uzaklaşmak, yani, Allahü teâlâyı hatırlamaktır. İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlânın emrini ve yasağını gözetince, emir ve yasakların sahibini unutmaktan kurtulur ve daima zikretmiş olur.
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Yemeği Allah’ın zikri ile [İbadet ederek ve Allah yolunda çalışarak] eritin. Yer yemez yatmayın; kalbiniz katılaşır.) [Ebu Nuaym]”
Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Fırsat ganimettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef etmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere harcamalı! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile kılmalı, teheccüd namazını elden kaçırmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü düşünmeli, ahiret hâllerini gözetmeli.”
Ölmek felaket değil, öldükten sonra başa gelecekleri düşünmemek felakettir.
İnsan gaflet hâlinden kurtulmak için, Allahü tealayı, ölümü unutmamalı, Allahü tealanın emirlerine ve yasaklarına uyma gayreti içerisinde olmalı.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
İnsanlar, İslamiyet’e yani Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymadıkları için ve İslâm dininin gösterdiği rahat ve huzur yolundan ayrıldıkları için, dünyada bereket kalmadı. Rızıklar azaldı. Tâhâ sûresinde yüzyirmidördüncü âyet-i kerimesinde meâlen (Beni unutursanız rızklarınızı kısarım) buyuruldu. Bunun için, iman rızkı, sıhhat rızkı, gıda rızkı, insanlık ve merhamet rızkı ve daha nice rızıklar azaldı. (Hâşâ, zulmetmez kuluna hüdası, herkesin çektiği kendi cezası) sözü Nahl sûresinin otuzüçüncü âyetinden alınmıştır...
Bugünkü küfür karanlıkları, Allahü tealayı, Peygamberi "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem", İslamiyet’i unutmanın bereketsizlikleri ve sıkıntıları içinde, insan, gece gündüz, kadınlı erkekli çalışıp, bir ailenin nafakasını, rahat yaşamasını temin edemez hâle gelmiştir. Allahü teâlâya inanmadıkça, Onun bildirdiği İslam dinine uymadıkca, Onun Peygamberinin güzel ahlakı ile bezenmedikçe, beş vakit namazı vaktinde kılmadıkça, dalalet, felaket akıntısını durdurmak imkânsızdır. [İslam Ahlakı Kitabı.119]
.05/09/2021
Gafletinden habersiz olan kimseye şaşılır!..
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Gafiller arasında Allahü teâlâyı anan, kuru çalılar arasındaki yeşil ağaç gibidir."
Gaflet, Allahü teâlâyı unutmak demektir. Her ne şekilde olursa olsun, Allahü teâlâyı hatırlamak ise gafletten kurtulmak olur. Dinin emirlerini gözeterek yapılan bütün işler, alışverişler, yiyip içmeler, gafletten kurtulmak ve Allahü teâlâyı hatırlamak demektir. Müslümanın işi, mesleği, ticareti, onu, Allahü tealayı anmaktan, hatırlamaktan alıkoymaz. Her işinde Allahü teâlânın rızasını gözetir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gafiller arasında Allahü teâlâyı anan, kuru çalılar arasındaki yeşil ağaç gibidir.) [Ebu Nuaym]
(Gaflet üzere uyuyan, Kıyamette öyle dirilir. O hâlde kendinizi Allahü teâlâyı anarak uyumaya alıştırın!) [Deylemi]
(Gafil olduğu hâlde, gafletinden habersiz kimseye şaşılır. Şu kişiye de şaşılır ki ölüm onun peşinde iken, o dünyanın peşinde koşar. Rabbi kendinden hoşnut olup olmadığını bilmeden kahkaha ile gülene de şaşılır.) [Ebu Nuaym]
Hâce Behâeddîn Muhammed Buhârî “kuddise sirruh” hacda iken, Kâbe'yi tavaf sırasında, bir ihtiyarın, Kâbe'nin örtüsüne sarılarak ağladığını, gözyaşları ile orayı ıslattığını gördü. İmrenilecek hâlde olan ihtiyarın, bir de kalbine teveccüh etti. Manevi keşfiyle gördü ki, ihtiyarın kalbi tamamen dünyalık şeylerle meşgul...
Mekke-i mükerremede Mina pazarında ise genç bir tüccar gördü. Aşağı yukarı, ellibin altın değerinde alış veriş yapıyordu. Görünüşte tamamen dünyaya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde, kalbini hep Allahü tealayı zikretmekle, anmakla meşgul bir halde gördü. Kalbi, Allahü teâlâyı bir an unutmuyordu. Birinin kalbi Allahü tealayı anmakta, diğerininki gaflette idi.
Gaflet, nimetin gitmesine sebep olur. Gaflet uykusunun sonu, sonsuz pişmanlık olabilir. Salihlerden biri, hocasını rüyada görüp sual eder:
-Kıyamette en büyük pişmanlık nedir?
Hocası buyurur ki:
- Gafletin neticesi olan pişmanlık...
Dünya hayatı rüya gibidir. Ölünce rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Ölmeden önce uyanmak gerekir. O hâlde, (Nasihat olarak ölüm yeter) hadis-i şerifini düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır.
Dünya zevklerine düşkün olmak, ölümü unutmak, sıhhat ve gençliğe aldanmaktan ileri gelir. Böyle kimsenin kalbi katı olur, ibadetleri vaktinde yapmaz, tövbeyi geciktirir, nasihat tesir etmez, ölümü unutur, hatırına bile gelmez. Hep dünya malına ve makamına kavuşmak için ömrünü harcar. Ahireti unutur, dünyanın faydasız zevk ve sefasını düşünür. Bunlardan kurtulmak için ölümün her an gelebileceğini düşünmeli, sıhhatin, gençliğin ölüme mâni olmadığını unutmamalı.
.29/08/2021
Müslüman hasreti çekilen insandır
"Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!"
İyi Müslüman, Ehli sünnet itikadı üzeredir. İbadetlerini dört mezhepten birine tabi olarak yapar. Namazlarına dikkat eder. Günahlardan sakınır. Her işinde Allahü teâlânın rızasını düşünür. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için gayret gösterir. Onun kullarına şefkat ve merhametle davranır. Sabreder, affeder. Her sıkıntıda, hemen karşısındakini suçlamak yerine, onu dinleyerek, anlayarak problemi çözmeye çalışır. Karşısındakinin gönlünü alır. Başkasının kusuru ile değil, kendi kusurları ile meşgul olur. Gaflet ile yaşamaz. “Allahım! Hayırlı bir ömür ver, sonumuzu hayır eyle. Son nefeste iman selameti nasip eyle” diye dua eder.
Kalp kırmaktan, gönül incitmekten çok sakınır. Kalpleri nazargâh-ı ilahi bilir. Hiç kimseye sert bakmaz, sert davranmaz. Fitne çıkarmaz. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dillidir. Münakaşa etmez. Çünkü münakaşa, dostun dostluğunu giderir. Düşmanların çoğalmasına sebep olur. Herkes ile iyi geçinir. “Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir” sözüne uyar.
Öfkesine hâkim olur. Yumuşak söyler, sert konuşmaz. Her günü son gün, her nefesi son nefes imiş gibi yaşar. Allahü teâlânın bir kulunu sevindirmeyi kâr bilir. İnsanların cehennem ateşinden kurtulmalarına vesile olabilmenin gayreti içindedir. Bunun için birisine Ehli sünnet âlimlerinin yazdığı bir din kitabını vermeyi kâr sayar. Sözleriyle, davranışları ile insanlara ferahlık verir. Kibirli değildir. Kendisini başkasından üstün görmez. Kendisi için istediğini din kardeşi için de ister.
Büyüklerine saygılı, küçüklerine şefkatlidir. Kimseyi incitmez. Kimsenin malına, canına, namusuna zarar vermez. Kimseyi kıskanmaz. İnsanlar yanına kolay yaklaşır. Yanına gitmekten çekinmezler. Karamsar değildir. Hadiselere olumlu yaklaşır. Her şeyin Allahü teâlânın takdiri ile olduğuna inanır. Olumsuz durumlarda bile moralini bozmaz. O durumun olumlu hâle dönmesi için hem sebeplerine yapışır, hem de Allahü tealaya yalvarır.
Yolda bir taş, diken ve çivi görse geçenlere zarar vermesin diye onları alır bir kenara kor. Karıncayı bile incitmez. İnsan, hayvan, kurtlar, kuşlar, yardıma muhtaç herkesin yardımına koşar. Böyle bir kimseyi hem Allahü teâlâ sever hem kulları. Böyle bir kimse, hem kendi huzurludur hem etrafına huzur verir. İşte Müslüman, bütün bu özellikleri ile hasreti çekilen bir insandır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]
.22/08/2021
İyi bir Müslüman kalb kırmaz...
Hadis-i şerifte buyruldu ki: "Bir Müslümanın kalbini kırmak, haksız olarak incitmek, Kâbe’yi 70 kere yıkmaktan daha günahtır."
İslam âlimleri buyuruyorlar ki:
“Bütün mahlûklar içinde Allahü teâlâya en yakın olan, insanın kalbidir. Onun için insanların kalbini kırmaktan, çok sakınmak lazımdır. İster salih insan olsun ister günahkâr olsun, hattâ kâfir olsun, kalbini kırmaktan sakınmak lazımdır. Allahü teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. İnsanların hepsi Allah’ın kuludur. Herhangi bir insanın emrindeki hizmetçisini incitmek, onun efendisini üzdüğü gibi, insanları incitmek, kalplerini kırmak da insanların sahibi olan Allahü teâlâyı incitir.
Hadis-i şerifte buyruldu ki; (Bir Müslümanın kalbini kırmak, haksız olarak incitmek, Kâbe’yi 70 kere yıkmaktan daha günahtır.) [Rıyad-un-nasihin]
Bir müminin kalbi incindiği zaman, kırıldığı zaman, Arş titrer. Müminin kalbi öyle kıymetli.
Katiyen emirli hâlde konuşmayın, katiyen münakaşa etmeyin. Münakaşa dostla dostluğu giderir, düşmanla düşmanlığı artırır. Kalb kırmak, ekseri bu münakaşalardan sonra olur.
İyi bir Müslüman olmak, yalnız namaz, oruç ve geceleri ibadet yapmak değildir. Bunlar, herkesin yapacağı kulluk vazifeleridir. İyi bir Müslüman kalb kırmaz.
Dost düşman herkesi güler yüz ve tatlı dil ile karşılamalı. Asık çehreli olmamalı, gülümsemeli.
Muhammed Sâlim hazretlerine, "Bir kimsenin Allahü teâlânın sevgisine kavuşmuş salih bir kimse olduğu nasıl anlaşılır?" dediklerinde, "Tatlı dili, güzel ahlâkı, güler yüzü ve cömertliği ve münakaşa etmemesi ve özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır" buyurdu.
Abdülhakîm Efendi hazretlerine sormuşlar. “Bu zamanda Allahü teâlânın sevgisine kavuşmuş salih bir kimse var mı?" diye. Buyurmuş ki: “Bu zamanda namazını kılan, İslamiyet’e uyan, tatlı dilli, güler yüzlü olan kimse böyle salih bir kimsedir.”
Emr-i maruf yaparken, dinimizin bir emrini anlatırken de güzellikle yapmalı, kızarak, kalp kırarak yapmamalı, burası mühim. Dinimizin bir emrini anlatırken, o konuyu çok iyi bilmek gerekir. Yanlış anlatmanın mesuliyeti ve vebali vardır. Onun için en güzeli, bir kimseye doğru, güvenilir bir kitabı verip, onu kitapla baş başa bırakmaktır.
Kalb kırmak çok günah olduğu gibi, o kalbi yapmak yani gönül almak da büyük sevaptır.
Kızdığı zaman, gücü, kuvveti olduğu hâlde, hiç kötülük yapmamak, intikam almamak çok kıymetlidir. Kızdığı zaman kötülük yapmamak çok zor, kolay değil tabi.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
"Kızdığı zaman, öfkesini yenerek yumuşak davranan kimseyi Allahü teala sever.) [İsfehani]
.15/08/2021
Başkalarının malına, canına zarar vermek!
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onun yardımına koşar. Onun kanına, malına, namusuna zarar vermesi haramdır.”
Bir gün, Resulullah “sallallahu aleyhi ve sellem” Eshab-ı kirama karşı (Müflis kime denir, biliyor musunuz?) buyurunca: (Parası ve malı kalmayan kimseye diyoruz) dediler. Buyurdu ki: (Ümmetim arasında müflis şu kimsedir ki, kıyamet günü, defterinde çok namaz, oruç ve zekât sevabı bulunur. Fakat bir kimseye sövmüş, iftira etmiş, malını almış, kanını dökmüş, dövmüş. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce, sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilir. Sonra Cehenneme atılır.)
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Üzerinde kul hakkı olan, mahlûkların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce helalleşsin, ödesin! Zira o gün altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınacak, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları, buna yüklenecektir.)
Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onun yardımına koşar. Onu küçük ve kendinden aşağı görmez. Onun kanına, malına, ırzına, namusuna zarar vermesi haramdır.)
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri, Mektubat kitabının 73. mektubunda buyuruyor ki:
“Kul hakkına dokunmamaya, hakkı olanları ödemeye, titizlikle çalışmalıdır. Üzerimizde kimsenin hakkı kalmamasına çok dikkat etmeliyiz! Hakkı dünyada ödemek kolaydır. Nezâket ile, yumuşaklıkla haktan kurtulmak mümkün olur. Fakat ahirette, iş böyle değildir. Orada, hak altından kurtulmak çok güçtür, çaresi bulunmaz.”
Büyük âlim İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” buyuruyor k: "Kıyamet günü, hak sâhibi, hakkını affetmezse, bir dank hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yedi yüz namazı alınıp, hak sâhibine verilecektir." (Bir dank, yaklaşık olarak, yarım gram gümüştür.)
Sırat köprüsü üzerinde, yedi şeyden sual olunur. Evvelki, imandan. İkinci, namazdan. Üçüncü, oruçtan. Dördüncü, hacdan. Beşinci, zekâttan. Altıncı, kul hakkından. Yedinci, gusülden ve istincâdan ve abdestten.
Kâfirin kalbini kırmak, Müslümanın kalbini kırmaktan daha büyük günahtır. Hayvan hakkı, insan hakkından, kâfirin hakkı da hayvan hakkından daha önemlidir. Ahirette kâfirin ve hayvanın hakkından kurtulmak çok daha zordur. Onun için, kul ve hayvan hakkından çok korkmalıdır.
Hak sahibi ile helalleşmeli ve gönülleri alınmalı. Yoksa ahirette affolunmak, çok güç olur. Hayvanı haksız olarak öldürmek, dövmek, yüzüne vurmak, gücünden fazla ağır yük yüklemek, otunu, suyunu zamanında vermemek, günahtır. Bu günaha hem tövbe etmek hem de istiğfar ederek yalvarmak lazımdır..
.08/08/2021
Merhametli olmayan merhamet görmez!..
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Merhamet etmeyene Allahü teâlâ merhamet etmez, acımayana acımaz."
Merhamet etmek; acımak, şefkat göstermek demektir. Allahü teâlânın esma-i hüsnasındaki Rahman, Rahim, Rauf gibi isimlerinin anlamı, merhamet eden, acıyan, şefkat gösteren demektir. Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” şefkati, acıması çoktu. Tasavvufun pek çok tarifinden birisi de herkese acımaktır. Şefkatli kimse, başkalarına dert, felaket gelmesinden üzülür, herkesin sıkıntıdan kurtulmasına çalışır. Allahü teâlâ eshab-ı kiramı “aleyhimürrıdvan” (Birbirine merhametli, şefkatli) [Fetih: 29] diye övüyor. İslam âlimleri, Allahü teâlânın sevdiği kullarının alametlerini sayarken, “Onlar Allahü teâlânın emirlerine riayet ederler, tatlı dilli, güler yüzlüdürler, mahluklara şefkatli ve merhametlidirler” buyurmaktadırlar. Allahü teâlânın bize nasıl muamele etmesini istersek Onun kullarına öyle muamele etmeliyiz... Eğer biz Allahü tealanın kullarını kırmazsak, incitmezsek, onlara yumuşak ve gönüllerini hoş ederek davranırsak Onun rızasına kavuşuruz. Onun için herkese, bilhassa çoluğumuza çocuğumuza ve beraber olduğumuz kimselere şefkat ve merhametle muamele etmeliyiz. Onların dualarını almalıyız.
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Merhamet etmeyene Allahü teâlâ merhamet etmez, acımayana acımaz.) [Buhari]
(Ana babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı verilir.) [İ. Rafii]
(Güçsüzlere, hastalara, yaşlılara ve küçüklere merhamet edin, acıyın.) [Şir’a]
(Büyüğünü saymayan, küçüğüne acımayan bizden değildir.) [Tirmizi]
Bir kimse, Peygamber efendimizin, torunları Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin’i öptüğünü görünce (Benim on tane çocuğum var. Hiçbirini öpmedim) der. Peygamber efendimiz, (Merhametli olmayan merhamet görmez) buyurur. (Buhari)
Birisi, (Ya Resulallah, siz çocukları sevip öpüyorsunuz. Biz hiç öpmeyiz) dediği zaman, ona, (Şefkat, acıma duygusu olmayana ne diyeyim?) buyurdu. (Buhari)
Bir zat görev emrini almak üzere Hazret-i Ömer’in huzuruna gelir. Hazret-i Ömer’in çocuğunu öptüğünü görünce, (Ben çocuklarımı öpmem) der. Hazret-i Ömer, (Senin küçüklere şefkatin yok, millete nasıl acırsın?) buyurarak görev emrini imzalamaz. Emri altında olanlara acımayan, Allahü teâlânın merhametinden uzak kalır.
Kâfir, mümin herkese, hatta bütün hayvanlara merhamet etmek gerekir! Peygamber efendimiz, (Sadece insanlara değil, bütün mahlukata merhametli olmak gerekir) buyurdu. (Taberani)
Büyük İslam âlimi Hüseyin Hilmi Işık (rahmetullahi teâlâ aleyh) "Bu devirde insanların hâllerine bakıp yaptıkları işlerden dolayı kızmak değil, acımak lazımdır" buyururlardı...
.01/08/2021
Yiğit, öfkesini yenendir...
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Kim Allah rızası için öfkesini yenerse, Allahü teâlâ da ondan azabını defeder."
Öfkelenmeyen, sinirlenmeyen insan olmaz. Kiminde az, kiminde çok olur. Öfkelenen kimse öfkesini yenmeye, kendisine hâkim olmaya çalışmalı. Böylece hem kendisi hem de beraber olduğu kimseler rahat eder. Maddi ve manevi zararlardan korunur. Kalp kırılmaz. Allahü teâlâ razı olur. Herkes huzurlu olur. Kimsenin sinirleri bozulmaz. Akıllı kimse öfkeli ve kavgalı ortamı kavgasız ve neşeli hâle çevirir. Akıllı olmayan kimse, öfkesine ve nefsine göre hareket eder. Herkesin zarar görmesine sebep olur. Bir anlık öfke, bazen günler, aylar, hatta ömür boyu süren pişmanlıklara ve üzüntülere sebep olabilir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanlar çeşitli mizaçtadır. Kimi geç kızar, öfkesi tez geçer. Kimi çabuk kızar, çabuk yatışır, bu ise kendisini telafi eder. Kimi de tez kızar geç yatışır. En iyisi, geç kızıp öfkesi çabuk geçendir. En kötüsü de, çabuk kızıp geç yatışandır.) [Tirmizi]
(Yiğit kimse, başkasını yenen değil, öfkesini yenendir.) [Buhari]
Peygamber efendimiz, taş kaldırıp kuvvet denemesi yapanlara sordu:
-Bu taşı kaldırmaktan daha zoru nedir?
-Bildir ya Resulallah, dediler.
-Öfkeli iken, öfkesini yener, sonra sabır yolunu tutarsa, sizin en ağır taş kaldıranınızdan daha kuvvetlidir. [T. Gafilin]
(Kim Allah rızası için öfkesini yenerse, Allahü teâlâ da ondan azabını defeder.) [Taberani]
Öfkeye hâkim olmak ve onun zararlı neticelerinden korunmak ve öfkeli ortamı yumuşatmak için şu hususları yerine getirmek faydalıdır:
1- Böyle bir zamanda Cenab-ı Hakkın isimlerini zikretmek. Allahü teâlâyı anmakla, hiddetin ateşi sakinleşip söner. Öfkelenince, (Allahümmagfir li-zenbî ve ezhib gayza kalbî ve ecirnî mineşşeytân) okumak, hadis-i şerifte emrolundu. Manası, (Yâ Rabbî! Günahımı af eyle. Beni, kalbimdeki öfkeden ve şeytanın vesvesesinden kurtar) demektir. Yine öfkelenince, “Allahümme inni eûzübike min hemezatişşeyatîn” (Manası: Allah’ım! Şeytanın vesveselerinden sana sığınırım) duasını, Eûzü Besmele ve Felak ve Nas surelerini okumalıdır.
2- Suçluyu affetmenin ve bağışlamanın sevap olduğunu hatırlamalıdır. Bu, kızgınlığı giderir; insanı yumuşaklığa sevk eder.
3- Kızgınlık zamanındaki hâlden başka bir hâle geçmek. Mesela otururken kalkıp gitmek gibi.
4- Kızgınlığın kolaylıkla giderilemeyecek acı sonuçlar doğurabileceğini düşünmek. Elinden bir kaza çıkabilir, yuvasını dağıtabilir veya büyük maddi zararlara uğrayabilir. O sırada sabretmemekle dünyasını da, ahiretini de mahvedebilir. İşte öfkesine hâkim olmakla bu zararların önüne geçebileceğini düşünmelidir. Bir anlık öfkesine hâkim olamayıp suç işleyen ve bu yüzden hapishaneye düşen pek çok insan var...
Bütün bunları düşünerek sabretmeye çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hak teâlâ, kendini sabretmeye zorlayanı sabretmeye muvaffak kılar.) [Buhari]
.25/07/2021
Beş yerde acele etmelidir...
Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Ancak...
İnsanın fıtratında, tabiatında acelecilik vardır. Fakat hiçbir işte acele etmemelidir. Teenni ile hareket etmelidir. Teenni, acele etmemektir. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Teenni ile ve temkinli hareket etmek Allahü teâlâdandır. Acele şeytandandır. Acele işe şeytan karışır. Şeytanın karıştığı işte hayır olmaz. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Bilhassa sabredilecek zamanlarda acele etmemeli. Eğer acele edip, sabretmezsek, sıkıntılar artar. (Sabreden zafere ulaşır) hadis-i şerifi, sabrın sonunun selamet olduğunu bildirmektedir. Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Acele şeytandan, teenni Rahman’dandır) [Tirmizi]
Osmanlı âlimlerinden Süleyman bin Ceza hazretlerinin, İslam âlimlerinin kitaplarından, en çok İmam-ı Gazali hazretlerinin kitaplarından toplayarak hazırladığı “Ey Oğul İlmihali”nde şöyle denilmektedir:
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Nefsin istediği bir şey hatırına gelince, şeytan, ‘fırsatı kaçırma, hemen yap’ der. O da, yapar. Kalbe gelen şeyi yapmaktan Allahü teâlâ razı olur mu düşünmeli, sevap mı, günah mı olacağını anlamalı. Günah değil ise, yapmalıdır. Böylece, teenni etmiş, yani acele etmemiş olur... Yalnız beş yerde acele etmek lazımdır:
1- Misafir gelince, hemen yemek vermeli. 2- İnsanlık hâli, bir günah işleyince, hemen tövbe, istiğfar etmeli. 3- Beş vakit namazı, vakti girince hemen kılmalı. 4- Kız veya oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğretmeli. Evlenme vakti gelip dengi ve uygun biri çıkınca da geciktirmeden evlendirmeli. 5- Ölen şahsın defnedilmesinde acele etmeli. Fakat bunun için, beş vakit namazın sonundaki Âyet-el kürsî ve tesbihleri terk etmemeli!” [“Ey Oğul İlmihali” Hakikat Kitabevi yayınlarından “İslam Ahlakı”nın içinde mevcuttur]
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
(Ya Ali, üç şeyi geciktirme! Namazı vakti girince hemen kıl, cenaze namazını hemen kıl! Dul veya kızı, küfvü (dengi) isteyince, hemen evlendir!) (Tirmizi)
İbadetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmeli. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Tesvif eden helak olur.) [Berika] (Tesvif; hayırlı iş yapmayı sonraya bırakmaktır.)
(Ölmeden önce tövbe edin! Hayırlı işleri yapmaya mâni çıkmadan önce acele edin! Allahü teâlâyı çok hatırlayın! Zekât ve sadaka vermekte acele edin! Böylece Rabbinizin rızıklarına ve yardımına kavuşun!) [İbni Mace]
(Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz: Ölmeden önce hayatın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyada ahireti kazanmanın kıymetini, ihtiyarlamadan gençliğin kıymetini, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini.) [Hakim]
Hülasa, hayırlı işlerde ve ibadetleri yapmakta acele etmelidir. Belki bu hayırlı işleri yapma fırsatı bir daha ele geçmeyebilir...
.18/07/2021
Nefsi ve kalbi temizlemek için...
"Nefsi temizlemek için çok kelime-i tevhid, kalbi temizlemek için çok istiğfar okumalıdır."
İslam âlimleri buyuruyor ki: Her mümin, nefsini temizlemek için, yani nefsin yaratılışında mevcut olan kötülükleri temizlemek için, her zaman çok (Lâ ilâhe illallah) ve kalbini tasfiye için, yani nefsin ve şeytanın ve kötü arkadaşların ve zararlı, bozuk yayınların sebep olduğu kötülüklerden ve günahlardan temizlemek için de (Estagfirullah) okumalıdır. Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Mübarek Lâ ilâhe illallah sözü, nefsi temizlemekte en faydalı, en tesirli ilaçtır. Tasavvuf büyükleri, nefsi temizlemek için, bunu söylemeyi seçmişlerdir. Nefis, yoldan çıkıp, inada başlarsa, bu kelimeyi söyleyerek imanı tazelemelidir. Peygamberimiz (aleyhissalâtü vesselâm) (Lâ ilâhe illallah diyerek imanınızı yenileyiniz!) buyurdu. Bu güzel tevhid kelimesinin faziletlerini, şu hadis-i şerif bildiriyor: (Yerleri ve gökleri, terazinin bir kefesine, bu kelime-i tevhidi, ikinci kefesine koysalar, bu kelimenin bulunduğu kefe, elbette ağır gelir)”
Müslüman kelime-i tevhidi her fırsatta söylemelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Zikrin [Allah’ı anmanın] en faziletlisi 'La ilahe illallah' demektir.) [Nesai]
(La ilahe illallah demek 99 belayı önler. Bunun en aşağısı sıkıntıdır.) [Deylemi]
(Ölüm hâlindekilere 'La ilahe illallah' söylemesini telkin edin, onları Cennetle de müjdeleyin. Şeytanın insana en yakın olduğu an bu vakittir.) [Ebu Nuaym]
(Günde yüz defa 'La ilahe illallah' diyenin yüzü kıyamette dolunay gibi parlar.) [Taberani] [Yüzüncüyü söylerken "Muhammedün resulullah" ilave etmek iyi olur.]
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: “Bu mukaddes (Lâ ilâhe illallah) kelimesinin bereketlerini, faydalarını, bütün mahlûklara, kıyamete kadar bölseler, hepsini doyuracağını görüyorum. Hele, bu mukaddes, güzel kelimeye (Muhammedün Resûlullah) kelimesi de eklenerek, tebliğ ve tevhid, inci gibi, yan yana dizilirse evliyalığın ve peygamberliğin bütün üstünlükleri ve yükseklikleri, bir araya toplanmış olur. Bu ikisi, insanı saadet ve selamete kavuşturur.”
(Estagfirullah) okumak, istiğfar etmektir. İstiğfar etmek, günahın affını istemek, "günahlarımı affet Allah’ım" demektir.
Günah işleyince, hemen kalb ile tövbe ve dil ile istiğfar etmelidir! Kalbe gelen her sıkıntı ve karartı; tövbe, istiğfar ve pişmanlık ile ve Allahü teâlâya sığınarak kolayca giderilebilir.
İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu büyük âlim ve veli Muhammad Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki: "Dertlerin, belaların gitmesi için, istiğfar okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir... Sıkıntılardan kurtulmak için hem sebeplere yapışmalı hem de istiğfar etmelidir. İstiğfar, insanı her murada, afiyete kavuşturur. Şifa için; sebeplere yapışmalı, tövbe etmeli, istiğfarı çok okumalı. Bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, istiğfar okuyanların imdadına yetişir."
.11/07/2021
Sahip olduğumuz nimetlere şükür...
"Verdiğim nimetlere şükrederseniz onları arttırırım. Şükretmezseniz elinizden alır, şiddetli azap ederim." [İbrahim: 7]
Şükür, bütün nimetleri İslamiyet’e uygun kullanmak demektir. Yani Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, Ona itaat edip gizlide-açıkta günahlardan kaçınmaktır. Kişi, Rabbinin verdiği nimetleri günaha vasıta yaparsa şükretmiş olmaz, nankörlük etmiş olur. Nimetlerin elden çıkmaması ve artması için şükretmek lazımdır. Allahü teâlâ mealen (Verdiğim nimetlere şükrederseniz onları arttırırım. Şükretmezseniz elinizden alır, şiddetli azap ederim) [İbrahim: 7] buyuruyor. Nimetin kıymetini bilmeyip günah işlemek, eldeki nimetin gitmesine sebep olur. Onun için sahip olduğumuz nimetlerin kıymetini bilip şükrünü yapmalıyız... Her uzvun, organın şükrü vardır:
Kalbin şükrü: Kibir, ucub, suizan, öfke, riya, kin, haset, övünmek gibi şeylerden kaçmak; ilim, tefekkür, rıza, hayâ, tevazu, merhamet, mürüvvet, hüsn-i zan etmek gibi güzel vasıflara sahip olmaktır.
Bedenin şükrü: Oruç tutmak, namaz kılmak ve bedenle yapılan ibadetleri yapmaktır.
Allahü teâlâyı tanımanın şükrü: Onun bildirdiği emir ve yasaklara riayet edip hubb-i fillah ve buğd-ı fillah üzere olmak yani, Onun sevdiklerini sevip, sevmediklerini sevmemek ve ayrıca çok elhamdülillah demektir.
Peygamber Efendimizi tanımanın şükrü: Ehl-i sünnet itikadı üzere olup sevdiklerini ve onu sevenleri sevmek, sevmediklerini ve onu sevmeyenleri sevmemek, sünnetiyle amel etmektir.
Ehl-i sünnet âlimlerini tanımanın şükrü: Eserlerini okumak, okutmak ve yaymaktır.
Aklın şükrü: Aklı, dinin emrettiği şekilde kullanmaktır.
İlmin şükrü: Bildiğiyle amel etmek ve emr-i maruf yapmaktır.
Malın şükrü: Zekât, sadaka vermek, hayır hasenat yapmaktır.
Evin şükrü: Evde günah olan işler yapmamak ve misafir ağırlamaktır.
Arabanın şükrü: Faydalı hizmetlerde kullanmaktır.
Mesleğin şükrü: Mesleğini dine ve dünyaya uygun şekilde kullanmaktır.
Eşin şükrü: Haklarına riayet etmek ve onu üzmemeye çalışmaktır.
Evladın şükrü: Güzel bir isim koymak, çocuk nimetine şükür için olan akikasını kesmek ve İslam terbiyesi üzere yetiştirmektir.
Günün şükrü: Allahü teâlânın emirlerine uyarak ve günah işlemeyerek geçirmek. (Allahümme mâ esbaha bî min ni’metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeş-şükr) diyen, gündüzün şükrünü yerine getirir. Akşam (Mâ esbaha) yerine (Mâ emsâ) diyerek okuyan da gecenin şükrünü yerine getirmiş olur. Manası: "Ya Rabbi, bana ve diğer yarattıklarına verdiğin maddi ve manevi nimetlerin sabaha [akşama] kadar bizim yanımızda kalması, yalnız Sendendir. Senin ortağın yoktur. Sana hamd ve şükrediyoruz."
Bütün nimetlerin şükrü: Bütün nimetlerin, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı olduğunu düşünerek İslam’ın beş şartını kusursuz yerine getirmek ve günahlardan sakınmaktır.
.4/07/2021
Allahü teâlâya şükür, İslamiyete uymakla olur
Dine uymak, insanlık icabıdır ve aklın istediği ve beğendiği bir şeydir. Allahü teâlâya, İslamiyetin dışında şükredilemez.
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani rahmetullahi aleyh hazretleri (Mektubat) ismindeki kitabının üçüncü cilt on yedinci mektubunda özetle şöyle buyurmaktadır:
Görünen, görünmeyen, bilinen, bilinmeyen bütün nimetleri gönderen, bizlere kurtuluş yolunu gösteren ve çok sevdiği Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yapmakla şereflendiren Allahü teâlâya hamd ü senâlar olsun!
Bütün mahlûklara her nimeti, iyilikleri veren yalnız Allahü teâlâdır. Her şeyi var eden, var olmak nimetini veren O’dur. Her ân, varlıkta durduran da O’dur. Kâmil, iyi sıfatlar, insanlara, O’nun rahmeti ile, acıması ile verildi... Sayılamayan nimetleri hep O vermektedir. İnsanları sıkıntıdan kurtaran O’dur. Duaları kabul eden, belâlardan kurtaran hep O’dur. Öyle bir Rezzak’tır ki, kullarının rızıklarını, günahlarından dolayı kesmiyor. Affı ve merhameti o kadar boldur ki, günah işleyenlerin yüz karalarını meydana çıkarmıyor. Hilmi o kadar çoktur ki, kullarının cezalarını vermekte acele etmiyor. Öyle bir ihsan sahibidir ki, kerem ve ihsanlarını dost ve düşman, herkese saçıyor...
Başkalarından gelen nimetleri de gönderen O’dur. Başkalarının ihsan etmesi, bir emanetçinin, birisine emanet vermesi gibidir...
İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık icabıdır. İyilik edenlere hürmet edilir. Nimet sahipleri, büyük bilinir.
O hâlde, her nimetin hakiki sahibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık icabıdır. Aklın lüzum gösterdiği bir vazife, bir borçtur. Fakat, Allahü teâlâ, her ayıp ve kusurdan uzak, insanlar ise, ayıp kirlerine ve noksanlık lekelerine bulaşmış olduğundan, Onu nasıl büyük bileceklerini, Ona nasıl şükredeceklerini anlayamazlar. Ona karşı söylenmesini güzel sandıkları şeyler, Ona çirkin gelebilir. Onu büyültmek, hürmet etmek sandıkları, hakaret ve küçültmek olabilir. Ona hürmet ve şükür şekilleri, yine O’ndan bildirilmedikçe, Ona lâyık olacağına güvenilemez ve Onun kabul edeceği bir ibadet olamaz. Çünkü, insanların hamd etmeleri, Ona belki hakaret olur.
İşte, Onun tarafından bildirilen, tazîm, hürmet ve şükür şekli, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bildirdikleri dinlerdir. Ona kalb ile yapılacak hürmetler, dinde bildirilmiş, dil ile yapılacak şükürler, orada gösterilmiştir. Her uzvun yapacağı işleri, açık ve geniş olarak, beyan buyurmuşlardır.
O hâlde, Allahü teâlâya inanmak ile ve kalbin ve bedenin yapması ile şükretmek, ancak dine [İslamiyete] uymakla olur... Bu söylenilenlerden anlaşılıyor ki, dine uymak, insanlık icabıdır ve aklın istediği ve beğendiği bir şeydir. Allahü teâlâya, İslamiyetin dışında şükredilemez.
.27/06/2021
Cuma günü müminlere hayır ve bereket vardır
"Günlerin en kıymetlisi cumadır. Cuma günü, bayram günlerinden daha kıymetlidir. Cuma, dünyada ve cennette müminlerin bayramıdır."
Cuma günü, dinimizde kıymetli ve faziletli olduğu bildirilen mübarek bir gündür. Müminlerin bayramıdır. Cuma günü yapılan ibadetlere en az iki kat sevap verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır. Bilhassa cuma gününü, günahlardan kaçarak ibadetle geçirmeye gayret etmelidir! Cuma gecesi de kıymetlidir. Fakat günü daha kıymetlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Günlerin en kıymetlisi cumadır. Cuma günü, bayram günlerinden daha kıymetlidir. Cuma, dünyada ve cennette müminlerin bayramıdır.) [Riyad-un-nasıhin]
Cuma gününü, sünnetlerini ve âdâbını gözeterek geçirmeye çalışmalıdır. İslam âlimleri bunları eserlerinde geniş olarak bildirmişlerdir. Bunlar hülasa olarak şöyledir:
Cumayı perşembeden karşılamalı. Yeni ve temiz elbiselerini hazırlamalı. Tevbe ve istiğfar etmeli. [İman ve nikâh tazeleme dualarını okumalı. Hiç olmazsa ölmüşlerimizin ruhlarına bir Fatiha ve üç İhlas-ı şerif okuyup hediye etmeli ve onları sevindirmeli]
Her cuma günü yıkanmak, koltuk ve kasık kıllarını tıraş ederek temizlemek müstehabdır. On beş günde bir tıraş etmek de câizdir. Kırk günden fazla tıraş etmemek tahrimen mekruhtur.
Ebû Alî Dekkak ölürken üç şey nasihat eyledi: (Cuma günü gusül abdesti alınız! Her akşam abdestli olarak yatınız! Her hâlinizde, Allahü teâlâyı hatırlayınız!)
Bir hadis-i şerifte, (Cuma günlerinde bir ân vardır ki, müminin o anda ettiği dua reddolmaz.) (Riyadun-nasıhin) buyuruldu.
Bu an, hutbe okunurken diyenler çoktur. Hutbe dinlerken, dua kalpten olur. Ses çıkarmak câiz değildir. Bazı âlimler, bu an, ikindi ile akşam ezanları arasındadır, dedi.
(Cuma günü günah işlemeden geçerse, diğer günler de selametle geçer.) [İ.Gazali]
Cuma gecesinde veya gündüzünde Kehf suresi okumak çok sevaptır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma günü sabah namazından önce, üç kere “Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyh” okuyanın, kendinin ve anasının ve babasının bütün günahları af olur). (Tergîb-üs-salât) [Kul haklarını ve kazâya kalan farzları ödemek ve haramlardan vazgeçmek şarttır.]
Cuma günü çok salevat-ı şerife getirmelidir. Salevat-ı şerife getirmek için, “Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed” demek kâfidir.
Az veya çok sadaka vermelidir... Ehil ve evladın yemeklerini bol ve tatlı yapmalıdır... Ana babayı veya bunların ve salih Müslümanların ve evliyanın kabirlerini ziyaret etmelidir...
.
.20/06/2021
Beş şeyi yapmayan, beş şeyden mahrum kalır!..
"Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez. Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz."
Büyük âlim Muhammed Rebhami “rahmetullahi aleyh” (Riyad-ün nasıhin) ismindeki ilmihal kitabında diyor ki:
“Önceki âlimler yazmış ki, beş şeyi yapmayan, beş şeyden mahrum olur:
1- Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez.
2- Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz.
Toprak mahsullerinin zekâtına uşur denir. Mahsulün onda biri uşur olarak verilir. Fakir veya borçlu olanın da uşur vermesi gerekir. Fakat altın, gümüş eşya, ticaret malı ve hayvan zekâtı böyle değildir. Borçlar düşüldükten sonra kalanı, nisap miktarını, zenginlik ölçüsünü buluyorsa zekât verilir.
Zekât vermek, Kur’ân-ı kerîmin otuz iki yerinde, namazla birlikte emredilmektedir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: (Hastayı sadakayla, malı zekâtla koruyun!) [Deylemi]
Büyük İslam âlimi İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” mahşer gününü anlatırken buyuruyor ki:
“İnsanlardan her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. Deve zekâtını vermeyenlerin, boynuna deve yüklenir. Öyle ağırlaşır ki, büyük dağlar gibi olur. Sığır, koyun zekâtı vermeyenler de böyle olur... Ekin zekâtını, yani uşrunu vermeyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir ki, ağırlığından, altında feryat ederler. Altın, gümüş ve kâğıt para ve sair ticaret malı zekâtından vermeyenler de dehşetli bir yılanı yüklenirler. Boynu ile halkalanmış, boynu üzerine yüklenmiş. Değirmen taşını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. Bu hâlde iken feryat ederler ve; 'Bu nedir?' derler. Melekler onlara; 'Bunlar, dünyada zekâtını vermediğiniz mallarınızdır' derler...”
Bunun için zengin olan her Müslümanın, elindeki malının zekâtını seve seve ve İslâmiyetin emrettiği kimselere vermesi lazımdır.
3- Sadaka vermeyenin, vücudunda sıhhat kalmaz... Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin.) [Beyheki]
4- Dua etmeyen, arzusuna kavuşamaz... Dua, Allah’a yalvararak muradını istemektir. Allahü teâlâ, dua edeni sever, dua etmeyene gazap eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Rabbiniz, elbette hayâ ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp bir şey istedikleri zaman, onların ellerini boş çevirmekten hayâ eder.) [Ebu Davud]
5- Namaz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste kelime-i şehâdet getiremez... Kur’ân-ı kerimde yüzden fazla âyet-i kerimede (Namaz kılınız!) buyurulmaktadır. Namaz, dinin direğidir. Namazını devamlı, doğru ve tam olarak kılan kimse, İslâm binasını ayakta durdurmuş olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.) [Ebu Davud]
Çocuklarımıza ve torunlarımıza yadigâr kalacak şiirler...
Bazı şiirler vardır, ilim ve hikmet doludur. Onları çocuklarımıza ve torunlarımıza ezberletmeli ve karşılığında mükafatlandırmalıyız.
İslam âlimleri din bilgilerini ve nasihatlerini nesirle anlattıkları gibi şiir ile de anlatmışlardır. Okuyanların hem bilgisini artıran hem de gönüllerine hitap eden böyle şiirler, üzerlerinden asırlar geçse de tazeliklerini muhafaza etmektedir. Bu şiirler, ciltlerle kitabın hülasası, özün özü durumundadır. Bu şiirleri zaman zaman okumak, insanın gafletten uyanmasına vesile olur.
Ayrıca bu şiirleri çocuklarımıza ve torunlarımıza öğretmeli hatta ezberletmeliyiz. Karşılığında mükafatlandırmalıyız. İnsanın çocukluk dönemlerinde ezberlediği, öğrendiği, bilgi, hikmet ve mana dolu şiirler, onların gönüllerine yerleşir, maneviyatını kuvvetlendirir. Bu şiirlerin tesiri, onların davranışında, yaşayışında ve ahlakında ömür boyu devam eder. Çocuklarımız ve torunlarımız bu şiirleri okudukça, bunları öğreten anne ve babalarını hatırlar, rahmetle anar ve ruhlarına Fatiha okurlar inşallah... İşte böyle kıymetli şiirlerden bazıları:
Mümin iyi huyludur, herkes ondan memnundur.
Kimseye zulüm eylemez, kendi de huzurludur.
Ya Rab! Af eyle beni. Ve anamı babamı.
Kâfirlerin şerrinden koru Müslümanları.
***
Gelin namaz kılalım, kalpten pası silelim,
Allah’a yaklaşılmaz, namazın kılmadıkça!
Nerde namaz kılınır, günahlar hep dökülür,
İnsan, kâmil olamaz, namazın kılmadıkça!
Namaz kalbi temizler, kötülükten men eder,
Münevver olamazsın, namazın kılmadıkça!
***
Ehl-i sünnet itikadı, sana önce lazım olan,
Yetmişüç fırka var amma cehennemlik geri kalan,
Müslümanlar, hep sünnîdir; cümlenin reisi Numan.
Cennet ile müjdelendi; imanda bunlara uyan.
İtikadı sağlam edip; sonra İslamiyet’e bağlan!
İslam’ın beş şartını yap; haramlardan sakın heman!
Bir günahı işler isen, tövbe et, kaçırma zaman!
Kim ki uymaz İslamiyet’e, bir gün olur, elbet pişman.
Eshâba çirkin söyleme, hepsinin kadrini bil,
Birbirini severlerdi, buna şahittir Kur’ân!
En üstün Ebu Bekir’dir, Ömer, Osman, Ali hem,
Muaviye’yi de çok sev, Odur Kur’an’ı yazan!
Önce ilmihali öğren, çocuğuna da öğret,
İlmihali öğrenmeyen, kendini koruyamaz,
Din bilgisi öğrenmezsen, sonra olursun pişman!
İslamiyet’e uyan kimse, her dem olur şaduman
Zekâ çok şey bulursa da, gaflet gitmez insanlardan
Maddede yükselmiş amma haberi yok insanlıktan!
Aman ya Rabbi el aman, ne müşkülmüş ahir zaman
Din bilgisi unutuldu; pek azaldı namaz kılan,
Saadete kavuşamaz İslâmlık’tan uzaklaşan!
.6/06/2021
Ana baba duası almak...
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Ana babanın evladına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir, reddolmaz.”
Dünyaya gelmemize sebep olan ve bize dinimizi imanımızı öğreten, ana babamızdır. Dünyasının ve ahiretinin güzel olmasını isteyen, ana babası hayatta ise onları memnun etmeli, gönüllerini ve dualarını almaya çalışmalıdır. Onlardan dua almanın yolu, emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalışmaktır. Darılıp kırılmalarından çok korkmalı. Onlara 'öf' bile dememeli. Eğer bir işimizi beğenmeyip darılırlarsa onlara sert söylememeli, ellerini öpüp öfkelerini gidermeye çalışmalı.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Ana babasına veya ikisinden birine yetişip de Cennete girmeyenin burnu sürtülsün!”
“Allah'ın rızası, ana babanın rızasında, gazabı da, ana babanın gazabındadır.”
“Ana babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana babasına karşı gelip onlara asi olanların ömrü bereketsiz ve kısa olur.”
“Ana babanın evladına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir, reddolmaz.” Bedduası da öyledir.
İnsan, saadetini onlardan alacağı hayır duada bilmeli. Eğer onları incitip beddualarını alırsa, dünya ve ahireti harap olur.
Mübarek bir zat şöyle anlatır:
"Ana baba duasının bereketiyle, çok şeylere kavuştum, olmayacak şeyler oldu. Kavuştuğum bütün nimetlere onların duası bereketiyle kavuştum.
Babamın vefatına belki 2-3 saat kala onun duasını almak nasip oldu, bana dua etti, ondan sonra da vefat etti. O zaman 13-14 yaşımdaydım. Babam ağır hastaydı, ama şuuru yerindeydi. Evde yatıyordu. Canı portakal istedi. Hemen gidip, bir portakal bulup getirdim. Acele soyup, birkaç dilim verdim. Ağzına aldı, iki üç defa biraz suyunu emdi, tamam dedi, alın bunları diye ağzından çıkardı. Ben de, oğlum benden iğrendi demesin diye, ağzından çıkanı aldım ağzıma attım. Sen ne yapıyorsun der gibi, yüzüme baktı. Gözleri dolmuştu, bana baktı, baktı, 'Allah senden razı olsun' dedi. Ondan sonra konuşmadı, sonra da vefat etti...
Annemin de çok duasını aldım. Annem benden o kadar razıydı ki, 'Oğlum, sana gündüz ettiğim dua beni tatmin etmiyor, sırf sana dua etmek için geceleri de kalkıyorum. Ya Rabbi, ben bu oğlumdan razıyım, sen de ondan razı ol! Onun tuttuğu taşı altın yap' diye dua etti.
Hayatımda hiçbir gün; 1- Evden abdestsiz çıkmadım. 2- Annemin elini öpmeden sokağa çıkmadım.
(Cennet annelerin ayakları altındadır) hadis-i şerifine uyarak, bir gün annemin ayaklarının altını öptüm. 'İnşallah senin de çocuğun, ayaklarının altını öper' dedi. Ben bir gün kanepenin üzerine uzanıyordum. Bizim çocuk dört beş yaşında, daha yeni yürüyordu. Geldi ayaklarımın altını öptü, dedim ne yapıyorsun? 'İçimden geldi' dedi. 'Doğru, yapman lâzım. Çünkü ben de annemin ayaklarını öptüm' dedim...
İnsan ne ekerse, onu biçer. Allah'a şükür ben de oğlumdan şimdiye kadar hiçbir itiraz görmedim. Bana karşı , 'Efendimsiz' konuştuğunu bilmiyorum...
.30/05/2021
Örnek bir hayat...
Hüseyin Hilmi Işık "kuddîse sirrûh" buyurdu ki: “Müslüman dine uyar, günah işlemez; kanunlara uyar, suç işlemez!..”
Bugün de, geçen hafta bahsettiğimiz büyük İslam âlimi Hüseyin Hilmı Işık "kuddîse sirrûh" hazretlerinin hayatından örnekler vermeye devam edeceğiz...
Sabır ve tahammülleri çok idi. İnsanlardan, bir eziyet, sıkıntı gelse katlanır, mukabele etmezdi. Yerine göre pamuktan yumuşak, ama küfre, bid'atlere ve günaha karşı da çelik gibi sert idi. Dinimizin öngördüğü derecede cesur idi. Doğruyu yazmaktan ve söylemekten kaçınmaz, "Korkulacak yalnız Allahü teâlâdır" der ama fitne çıkmamasına da çok dikkat ederdi. Devletin kanunlarına uymada çok titiz davranırdı. “Müslüman dine uyar, günah işlemez; kanunlara uyar, suç işlemez” derdi. Sık sık "Vatan sevgisi imandandır" hadis-i şerifini okurdu.
Kendisinden büyüklerin yanında konuşmaz, kimse ile münakaşa etmez, edebi gözetir, ekseriya iki dizi üzerine oturur, bağdaş kurmayı bile edep dışı görürdü.
Çok nazik ve kibardı. Daima “Efendim” diyerek konuşurdu...
Vazife yaptığı yerde bir genç çalışıyordu. Onu çok severdi. O gencin babası önemli bir mevkide bulunuyordu. Genç, evde de ‘efendim’li konuşmaya ve ibadetlerini yapmaya başlayınca babası bu değişikliğin sebebini sordu. Çalıştığım yerde çok kıymetli bir zat var. Çok kibar birisidir. ‘Efendimsiz’ konuşmaya alışırım da onun yanında da öyle konuşurum diye korkuyorum dedi. Babası şaşırdı. Oğlu ile, kendisini ziyaret edip teşekkür etmek üzere haber gönderdi. O zat "Babanız yaşlıdır. Biz ona gidelim" dedi ve o gencin babasını ziyaret etti...
Sıhhati muhafazaya son derecede itina gösterir, mevsime göre giyinirdi. "Elektrik cereyanı öldürür, hava cereyanı süründürür"; "Yaşlıların üşütmekten ve düşmekten çok sakınması gerekir"; "Sıhhati korumak Müslümanların üzerine vecibedir, ibadetleri yapmak ancak bununla mümkün olur" derdi. "Sıhhat için paraya acınmaz" buyururdu.
Zamanı yerli yerinde ve en iyi şekilde kullanırdı. Her işini muayyen bir zamanda yapardı. Vakit hususunda verilen sözlere de riayet eder, başkalarının da hassasiyet göstermesini isterdi... Bir yere gidip gelirken, kahvede oturan adamları görünce teessüfle, "eğer parayla zaman satın almak mümkün olsaydı şu adamların zamanlarını alır, çalışırdım" buyururdu. Okumaktan, yazmaktan ve çalışmaktan uzak durmak, ona göre, insanın yaratılış sırrına ters düşerdi.
Nasıl muvaffak oldunuz diye soranlara “Helekel müsevvifun” yani "Sonra yaparım diyenler helak oldu", hadis-i şerifine uyarak bugünün işini yarına bırakmadım ve kendi işimi kendim gördüm, yapamadığım işi bir başkasına havale ettiğim zaman neticesini takip ettim" cevabını verirdi.
"Bu zamanda İslamiyet'e hizmeti muvaffakiyetle yapabilmek için muhatabın anlayacağı gibi konuşmalı ve herkese tatlı dilli güler yüzlü olmalıdır" buyururdu.
Hayatından bazı örnekler verdiğimiz merhum Hüseyin Hilmi Işık Efendinin nakil esasına gõre yazdığı ve dikkatle, insafla okuyanların iyi ki böyle bir kitabı okudum diyeceği bir şaheser olan "Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye" kitabını ve diğer kitaplarını herkese önemle tavsiye ederiz. Bu kitaplar İstanbul’da "Hakikat Kitabevi"nden istenebilir.
.23/05/2021
Dünya ve ahiret saadeti için...
İslam âlimlerini ve evliya zatları seven ve onların yaşayışlarını örnek alan kimsenin dünyası da ahireti de güzel olur...
Başta Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) olmak üzere Eshab-ı kiram Efendilerimizin aleyhimürrıdvan, İslam âlimlerinin ve evliya zatların hayatını ve sözlerini okumak, öğrenmek son derece faydalıdır. Onların hayatını öğrenen, onları daha çok sevmeye başlar ve sever. Onların hayatını kendine örnek alır. Onların hayatını örnek alanın dünyası da ahireti de güzel olur. Onların hayatlarını öğrenmek, imanı kuvvetlendirir ve ihlası artırır. İslamiyet’e uyma ve günahlardan sakınma azim ve gayretini çoğaltır. İbadetleri yapmaktaki gevşekliği giderir. Çünkü kalplere, gönüllere tesir eder. O büyüklerin hayatını okuyan kişi, İyi bir Müslümanın, iyi bir insan nasıl olunacağını, dünyada ve ahirette mutlu olmak için nasıl yaşamak gerektiğini gayet açık bir şekilde öğrenir. Bugün inşallah son devrin büyük din, fen ve tasavvuf âlimi merhum Hüseyin Hilmi Işık Efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” örnek ahlakından ve çok kıymetli nasihatleriden bahsedeceğiz:
"İslâmiyet, her safhası ile, ahlâkı ile, itikadı ile, ameli ile yaşanan bir dindir. Hepsi bulunursa, tam olur. Yoksa kişinin dini eksik olur" derdi.
“En büyük keramet, istikamet, yani Allahü teâlânın beğendiği doğru yol üzere olmaktır" buyururdu. Namazı ve diğer ibadetleri birinci vazife olarak görür, altını çize çize "Namaza mâni olan işte hayır yoktur" derdi.
Dine zararı olmayan şeylere üzülmezdi. Çocukların yaramazlıklarını tabii görürdü. Ama onlara dinlerini öğretmekte gevşek davranılmasını hoş görmezdi.
Hanefî, Mâlikî, Şâfi'î ve Hanbelî mezheplerinden birinde bulunmanın, Ehl-i sünnetin alâmeti olduğunu, herkesin kendi mezhebine göre amel etmesinin şart olduğunu, zaruret ve ihtiyaç hâlinde, hak olan dört mezhepten birinin taklit edilebileceğini anlatırdı.
Ailesinden Osmanlı terbiyesi, zahir ve batın ilimlerinde mütahassıs, dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir olan Seyyid Abdülhakim Arvasi’den (rahmetullahi aleyh) tasavvuf edebi almış idi. Hayatı boyunca insanlarla iyi geçinmeyi, güzel ahlâk sahibi olmayı tavsiye etti. Güler yüzlü olmayı, güzel ve temiz giyinmeyi tavsiye etti. Bu zamanda İslamiyet’e hizmetin bu şekilde yapılacağını söylerdi. "Ehl-i Sünnet o kimsedir ki, bir yerde bir saat kalsa, orada hayırlı bir iz bırakır" derdi. Fitne çıkarmaktan her zaman çok sakındı ve sevenlerine de bu hususta hep ikazda bulundu.
Son derece vefakâr idi. Ecdadımıza büyük hürmeti vardı. İslam âlimleri ve Osmanlılara vefa borcu olduğuna inanır ve onları büyük bir muhabbetle severdi. "Osmanlılar olmasaydı, biz şimdi Müslüman ve Ehli sünnet olamazdık" derdi. Ehl-i Beyt’e, Seyyidlere büyük hürmeti vardı. Ömrü boyunca, onlara hizmet etmeyi, onların sıkıntılarını gidermeyi maddî ve manevî destek vermeyi kendine önemli bir vazife bildi.
.16/05/2021
"İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır..."
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.)
İnsanın ömrü çok kısadır. Sonsuz olan ahiret hayatında insanın karşılaşacağı şeyler, dünyada yaşadığı hâle bağlıdır. Aklı başında olan, ileriyi görebilen bir kimse, kısa olan dünya hayatında, hep, ahirette iyi ve rahat yaşamaya sebep olan şeyleri yapar. Ahiret yolcusuna lazım olan şeyleri hazırlar. Allahü teâlânın kullarına hizmet etmek, faydalı olmak için çalışır! Rabbimizin kullarına hizmet etmekle dünyada ve ahirette nimetlere kavuşacağını düşünür! İnsanlara karşı yumuşak olur, onlara iyilik eder, onların işlerini güler yüzle ve tatlı dille ve kolaylıkla yapar. Bu sûretle Allahü teâlânın rızasını kazanmaya çalışır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bazı kullarına dünyâda çok nimet vermiştir. Bunları, kullarına faydalı olmak için yaratmıştır. Bu nimetleri Allahü teâlânın kullarına dağıtırlarsa, nimetleri azalmaz. Bu nimetleri Allahın kullarına ulaştırmazlarsa, Allah nimetlerini bunlardan alır. Başkalarına verir.) [Taberânî ]
(Allahü teâlânın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberânî.]
(Din kardeşinin bir işini yapana, melekler dua eder. O işi yapmaya giderken, her adımı için bir günahı af olur ve kıyamette çeşitli nimetlere kavuşur.) [İbni Mace)
(Saygısızlık edene yumuşak davranan, zulmedeni affeden, vermeyene veren, kendisini arayıp sormayan ahbabını, akrabasını gözeten, Cennette yüksek derecelere kavuşur.) [Taberani]
(Din kardeşine yardım edenin yardımcısı, Allahü teâlâdır.) [Müslim]
(İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır.) [Kudai]
(Müminler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut huzursuz olur. Oranın tedavisi ile meşgul olurlar. Müslümanlar da böyle birbirine yardıma koşar.) [Buhari]
İslam âlimleri buyuruyor ki: "Bir Müslümana elbise almak, ayakkabı vermek de yine iyiliktir. Fakat iyiliğin azı var, çoğu var. En faydalı iyilik, birinin Cehennemden kurtulmasına vesile olmaktır. Biri ateşte yanacaksa, ona apartman, elbise verilse ne faydası olur? Bütün bu iyilikler, Allahü teâlânın kullarını ateşte yanmaktan kurtarmak için atılan adım yanında, deryada bir damla değildir. Nitekim İmam-ı Rabbânî hazretleri, 'Bu zamanda yapılacak en kârlı, en faydalı iş, insanları, sonsuz felaketten kurtarmak için çalışmaktır' buyuruyor. Onun için bir kimseye yapılacak en büyük iyilik, ona doğru imanı, farzı, vacibi öğretmek veya öğretilmesine sebep olmaktır. Mesela Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından bir kitap vermektir."
.02/05/2021
Salih bir Müslüman olmak...
“İyi anladım ve inandım ki, dünyada rahata ve ahirette sonsuz iyiliklere kavuşmak için, 'Salih Müslüman' olmak lazımdır.”
Büyük bir İslam âliminin nasihati özetle şöyledir:
-Aklı olan herkes, dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak, ahirette de azaptan kurtulup, sonsuz nimetlere kavuşmak ister. Senelerce, yüzlerle kitap okudum. Tarihi, tasavvufu çok inceledim. Fen bilgileri üzerinde çok düşündüm. İyi anladım ve inandım ki, dünyada rahata ve ahirette sonsuz iyiliklere kavuşmak için, “Salih Müslüman” olmak lazımdır... Salih olan mümin, Ehl-i sünnet itikadındadır. Ehl-i sünnet itikadında olana Sünnî denir. Ehl-i sünnetin dört mezhebinden (Hanefî, Mâlikî, Şâfi’î, Hanbelî’den) birine uyar. Böylece, her hareketinde İslamiyet’e tâbi olur. İbadetlerini kendi mezhebine göre yapar. Haramlardan sakınır. Bunlarda bir kusuru olursa, şartlarına uygun tövbe eder. Salih Müslüman olmak için, din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmek lazımdır. Salih Müslüman olmak için:
1-Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi inanmalıdır. 2-Dört mezhepten birinin fıkıh kitabını okuyarak, din bilgilerini doğru öğrenip, buna uygun ibadet yapmalı ve haramlardan sakınmalıdır. Dört mezhepten birinde olmayan veya dört mezhebin kolay yerlerini ayırıp bir araya toplayan, yani mezhepleri birbirine karıştıran kimseye mezhepsiz denir. Mezhepsiz olanın itikadı bozuk olur. 3- Çalışıp para kazanmalıdır. Dine uygun yolla kazanmalıdır. Fakir kimse, bu zamanda, dinini, namusunu, hakkını bile koruyamaz. Bunları korumak ve İslamiyet’e hizmet edebilmek için, fennin bulduğu yeniliklerden, kolaylıklardan faydalanmak da lazımdır. Helal kazanmak büyük ibadettir. Namaza mâni olmayan ve haram işlemeye sebep olmayan her kazanç yolu, hayırlıdır, mübarektir. İbadetlerin ve dünya işlerinin faydalı, mübarek olması, yalnız Allah için yapmakla, yalnız Allah için kazanmakla ve yalnız Allah için vermekle, kısacası, ihlâs sahibi olmakla olur. İhlâs, her işini yalnız Allahü teâlânın rızası için yapmaktır.
Ehl-i sünnet itikadında olmayan, mesela Eshâb-ı kiramdan (radıyallahü teâlâ anhüm) herhangi birine dil uzatan ve dört mezhepten birine uymayan, haramdan sakınmayan, çocuklarının İslâm bilgisi, Kur’ân-ı kerîm öğrenmeleri için çalışmayan bir kimse salih bir Müslüman olamaz.
Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olduğu gibi iman etmek ve bütün sözleri, işleri, onların bildirdiklerine uygun olmak gerekiyor. Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak isteyenin, böyle iman etmesi ve böyle yaşaması lazım olduğu anlaşılıyor. Bir insanda bu ikisi olmazsa, o, salih Müslüman olamaz. Dünyada ve ahirette rahata ve huzura kavuşamaz. Bu ikisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından okuyarak öğrenilir. Kalp temiz olunca, imanın, ibadetlerin tadı duyulur. Haramlar, acı, çirkin ve iğrenç görünürler.
İmanı ve diğer din bilgilerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmeli, mezhepsizlerin, itikadı bozuk kimselerin yazdıkları din kitaplarının yaldızlı, heyecanlı kelimelerine aldanmamalıdır
.25/04/2021
Kur’ân-ı kerim ve ramazan ayı...
Ramazan-ı şerif ayının Kur’ân-ı kerîm ile bağlılığı olduğu için, bu ay bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır.
Kur’ân-ı kerim Ramazan-ı şerif ayında indi. Ramazan ayında Kur'ân-ı kerim okumak çok kıymetlidir. Her gün az da olsa, okumaya çalışmalı. Kur’ân-ı kerimi öğrenmek, öğretmek ve okumak çok sevaptır. Kur’ân-ı kerim okumasını bilmiyorsak öğrenmeli. Kur’ân-ı kerimi öğrenmek çok kolaydır. Çoluk çocuğumuza da öğretmeli. Evlâd, ana baba elinde bir emânettir. Çocuklara îmân, Kur’ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünyâ saadetine ererler. Bu saadette anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenâlığın günâhı, analarına ve babalarına da verilir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.) [Tirmizi]
(Kur’ân okuyan kimse, bunamaz.) [Tirmizî]
(Çocuklarına Kur’ân-ı kerîm öğretenlere veya Kur’ân-ı kerîm hocasına gönderenlere, öğretilen Kur’ânın her harfi için, on kerre Kâbe-i muazzamayı ziyaret sevabı verilir. Ve Kıyamet günü başına devlet tacı konur. Bütün insanlar görüp imrenir.) [S. Ebediyye]
(Çok Müslümân evlâdı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir. Çünkü, bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyif sürmek hırsına düşüp ve yalnız dünyâ işleri arkasında koşup, evlâdlarına Müslümânlığı ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da, benden uzaktır. Çocuklarına dinlerini öğretmeyenler, Cehenneme gideceklerdir.) [S. Ebediyye]
(Beş vakit namazdan sonra yapılan dua gibi, hatimden sonra yapılan dua da kabul olur.) [Taberani
İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”, “Mektûbât”ın birinci cilt, 4. ve 45. mektuplarında buyuruyor ki:
"Kur’ân-ı kerîm bu ayda inmeye başladı. Ramazan-ı şerif ayının Kur’ân-ı kerîm ile bağlılığı olduğu için, bu ay bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır. Bütün bir yıl içinde herhangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayırlar ve bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir. Ramazân-ı şerifte Kur’ân-ı kerîmi hatmeden kimsenin, bu ayın bereketlerine kavuşması, hayırlarından pay alması umulur. Bu ayın günlerinin bereketi başka, gecelerinin hayırları başkadır. Ramazan-ı şerifte hatim okumak mühim sünnettir."
Kur’ân-ı kerimin hatmedildiği yere rahmet yağar. Hatim bitince, ikincisine başlamak müstehaptır ve yeniden hatme başlamak niyetiyle Fatiha okumalıdır.
.18/04/2021
Ramazan ayı ve oruç ile ilgili bazı önemli bilgiler
"Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmaktır."
Her Müslümanın, ramazan ayının ve orucun fazileti ve kıymeti ile ilgili hem kendisinin bilmesi gereken hem de çoluk çocuğuna, eşine dostuna ve yakınlarına, onların da kendilerinden sonrakilere nakledebileceği hiç olmazsa bazı cümlelerin hafızasında bulunması çok önemlidir. Böyle cümlelerden bazıları:
İslamın beş şartından dördüncüsü, mübarek ramazan ayında her gün oruç tutmaktır.
Ramazan yanmak demektir. Bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmaktır.)
(Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.) [Deylemi]
(Farz namaz, sonraki namaza kadar; cuma, sonraki cumaya kadar; ramazan ayı, sonraki ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]
(Bu aydaki bir gece [Kadir gecesi] bin aydan daha faydalıdır.
(Bu ay, sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer Cennet’tir.)
(Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda müminlerin rızkı artar.)
(Bu ayda, emri altında olanların [işçinin, memurun, askerin ve talebenin] vazifesini hafifletenleri [patronları, âmirleri, kumandanları ve müdürleri], Allahü teâlâ affedip, Cehennem ateşinden kurtarır.)
(Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, Kelime-i şehâdet söylemek ve istiğfar etmektir. İkisini de, zaten her zaman yapmanız lazımdır. Bunlar da Allahü teâlâdan Cenneti istemek ve Cehennem ateşinden Ona sığınmaktır.)
(Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyamet günü susuz kalmayacaktır). [Et-tergîb vet-terhîb]
(İftar zamanında, oruçlunun ağız kokusu, Allahu tealaya, her kokudan daha güzel gelir.) [Beyhekî]
İmâm-ı Rabbanî Müceddid-i elf-i sani Şeyh Ahmed-i Farukî Serhendî “kuddise sirruh”, (Mektûbât)ın birinci cilt, 45. mektubunda buyuruyor ki:
"Ramazan-ı şerif ayında yapılan nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Kur’ân-ı kerîm Ramazan’da indi. Ramazan-ı şerifte, hurma ile iftar etmek sünnettir. Teravih kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir."
Bütün okuyucularımıza hayırlı ramazanlar diliyorum...
.11/04/2021
İftar ve sahur vaktinin önemi hakkında...
"Allahü teâlâ buyurur ki: İstiğfar eden yok mu, onu mağfiret edeyim. İsteyen yok mu, istediğini vereyim, duasını kabul edeyim."
Yarın akşam inşallah ilk teravihi kılıp, ilk sahura kalkacağız. Salı günü de oruçlu olacağız... Ramazan-ı şerif ayında iftar ve sahur (seher) vakitleri, kıymetli iki vakittir. Bu iki vakti iyi değerlendirmelidir... Akşam vaktinin girdiğini kesin olarak anladıktan sonra, önce orucu açıp sonra akşam namazı kılınır. Ancak iftar sofrasında çeşitli yemekler olduğu için, akşam namazı gecikebilir. Namaz mekruh vakte kalabilir. Akşam namazını, mekruh vakte kadar geciktirmemek için önce namazı kılmak ve sonra yemeği yavaş ve rahat yemek daha uygun olur. Böyle yapınca yine iftarda acele edilmiş olur...
İftardan önce, Euzü ve Besmele çekilip, (Allahümme yâ vâsi'al-mağfireh iğfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Mânâsı şöyledir: (Ey mağfireti çok geniş olan Allah'ım! Kıyamet günü hesaba çekilirken, beni, ana babamı, hocamı, erkek ve kadın bütün müminleri affet!)
Ramazanda, şöyle de dua edilir: "Ya Rabbi, Ramazan-ı şerifin şefaatine nail eyle! Ramazan-ı şerifte af ve mağfiret eylediğin ve Cehennemden azat eylediğin kulların arasına bizleri de dâhil eyle!"
Hurma veya su, zeytin yahut tuz ile iftar etmeli. Yani orucu açmalı. Birkaç lokma yiyip içtikten sonra, (Zehebezzama' vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır. Mânâsı şöyle: (Açlık bitti. Damarlarımızın suya kavuşma vakti geldi. İnşallah sevab hâsıl oldu) [İbni Mace]
Peygamber efendimiz, şöyle de dua ederdi:
(Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü, fe tekabbel minnâ. İnneke entes-semiül âlim.) [Mânâsı: “Yâ Rabbî, rızan için oruç tuttum. Sana iman ettim, sana güvenip dayandım. Rızkınla iftar ettim, ibadetimi kabul et! Elbette sen, her şeyi işiten ve bilensin.”] (Ebu Davud)
Yemekten sonra yemek duası yapmalı veya en azından “Elhamdülillah” demelidir.
Mübarek ramazan ayında teravihi de ihmal etmemeli. Vakit girince yatsı ve teravihi bir an evvel kılmaya çalışmalı.
Sahur vakti, seher vaktidir. Aynı zamanda teheccüd zamanıdır. Dua, tövbe ve istiğfarların kabul olduğu kıymetli bir zamandır. Bereketli bir vakittir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Sahura kalkın, sahurda bereket vardır.” [Buhari]
Sahurda, yemeği yedikten sonra veya önce hiç olmazsa iki rekât kaza namazı kılmalı. Böylece teheccüd namazı sevabına da kavuşulur. Söyleyebildiğimiz kadar istiğfar okumalı. En kısa şekli 'Estağfirullah’dır. Manası, “Allah’ım günahlarımı af eyle” demektir.
Bu vakitte bir miktar Kur’ân-ı kerim okumayı ve ilmihal bilgileri öğrenmeyi kazanç bilmeli, hayatta olanlara, kendimize, çoluk çocuğumuza ve bütün müminlere dua etmeli.
.04/04/2021
Dünyada ve ahirette mutlu olmak için...
Dünyada mutlu olmak, rahat yaşamak demektir. Ahirette mutlu olmak, Cennete gitmek demektir...
İnsan için üç türlü hayat vardır. Bunlar; dünya, kabir ve ahiret hayatıdır. Dünyada, beden ruh ile birliktedir. Ruh bedenden ayrılınca, insan ölür. Beden mezarda çürüyüp, toprak olunca ruh yok olmaz, kabir hayatı başlar. Kıyamette yeni bir beden yaratılıp, ruh ile bu beden birlikte Cennette veya Cehennemde sonsuz yaşarlar...
İnsanın dünyada ve ahirette mesut olması için, Müslüman olması lazımdır. Dünyada mesut olmak, rahat yaşamak demektir. Ahirette mesut olmak, Cennete gitmek demektir. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, mesut olmanın yolunu, Peygamberleri vasıtası ile kullarına bildirmiştir. Çünkü insanlar bu saadet, mutluluk yolunu, kendi akılları ile bulamazlar. Hiçbir Peygamber kendi aklından bir şey söylememiş, hepsi, Allahü teâlânın bildirdiği şeyleri söylemişlerdir. Peygamberlerin söyledikleri saadet yoluna din denir. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği dine İslâmiyet denir. Âdem aleyhisselamdan beri binlerle Peygamber gelmiştir. Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. Diğer Peygamberlerin bildirdikleri dinler, zamanla bozulmuştur. Şimdi saadete kavuşmak için İslamiyet’i öğrenmekten başka çare yoktur. İslâmiyet, kalp ile inanılacak olan iman bilgileri ve bedenle yapılacak ahkâm-ı islamiyye bilgileridir. Yani emirler ve yasaklardır...
Aklı olan bir kimse, Allahü teâlânın emirlerine uyar, yasak ettiklerinden sakınır. Zevklerini Allahü teâlânın gösterdiği yoldan temin eder. İslam’ın güzel ahlakı ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder, yapıcı olur. Böylece, hem dünyada rahata, huzura kavuşur. Hem de ahiretin sonsuz azaplarından kurtulur, Cennet nimetlerine kavuşur. İslamiyet’e inanan ve uyan, Allahü teâlânın ihsanına kavuşur, mesut olur. İnanmayan, bu saadetten mahrum kalır...
Görülüyor ki, bütün rahatlıkların, saadetlerin başı, iman etmekte, Müslüman olmaktadır. İslamiyet’e uyanı Allahü teâlâ sever. Duaları kabul olur. Allahü teâlânın ihsanına kavuşur. Müslüman olmayan, inanmayan, bu saadetten mahrum kalır.
Dine uymak için, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur'ân-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri (Akaid)e uygun iman etmek, sonra haram, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak, daha sonra, yapması emrolunan farzları öğrenip yapmak gerekir. Bunları yapmaya (İbadet) etmek denir. Haramlardan sakınmaya (Takva) denir.
.28/03/2021
İnsanlarla iyi geçinmek için...
Akıllı insan, herkesle iyi geçinen, dostluk kurabilen kimsedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “İyi geçinmek aklın başıdır.”
İnsanlarla iyi geçinmek güzel huylardandır. İyi bir Müslümanın özelliklerindendir. Herkesle iyi geçinmeli. Akıllı insan, herkesle iyi geçinen, dostluk kurabilen kimsedir. Hadis-i şerifte (İyi geçinmek aklın başıdır) buyurulmaktadır.
İnsanlarla iyi geçinebilmenin iki şartı vardır: 1- İyi bir insan olmak. 2- İnsanları iyi tanımak... Bu iki şarta sahip olan, herkesle iyi geçinir. İyi insan olmak için, dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek lazımdır. İnsanları tanımak için de şunları bilmek gerekir:
İnsanlar üç kısımdır: Birinci kısımdakiler, gıda gibidir, her zaman lazımdır. İkinci kısımdakiler, ilaç gibidir, bazen gerekir. Üçüncü gruptakiler hastalık gibidir, istenmez, fakat musallat olur. Bunlara müdara etmeli. Müdahene etmemeli. Onların bozuk hallerinden razı olduğumuzu zannettirmemelidir.
Müdara, İslamiyet’in dışına çıkmadan, gönül almaktır. Müdahene, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir.
Müdara ederken de tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. İyi ve kötü, herkes ile karşılaşınca, böyle olmalıdır.
İlim ve hikmet ehli buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, hadis-i kudsîde, insanlarla iyi geçinmemizi emrederek şöyle buyuruyor: (Kötülük edene iyilik eden, gelmeyene giden, uzak durana yaklaşan, yemek vermeyene yemek veren, en üstün olandır. Affedin, ayıp örtün, merhamet edin ki merhamete kavuşun! İnsanlara karşı iyi huylu olanı severim ve insanlara onu sevdiririm.) [Marifetname]
Kendine söylenince razı olmayacağın sözü başkalarına söyleme! Başkalarının seninle nasıl konuşmasını istiyorsan, sen de onlarla öyle konuş! Özür dileyenin özrünü kabul et! Seni üzeni affet, ona iyi davran! Verdiğin sözü tut, ettiğin iyiliği gizle, başa kakıcı olma! Başkası için kuyu kazan kendi düşer. Halka ihsan eden, Hak’tan ihsan görür. Sana söz getiren, senden de söz götürür...
İyi, kötü, herkese, tatlı dil ve güler yüz göstermeli, düşman kazanmamalıdır. İnsanlara yapılacak en faydalı ihsan, en kıymetli hediye, tatlı dil ve güler yüzdür. İneğe tapanları görünce, ineğin ağzına ot vererek, düşmanlıklarına mâni olmalıdır! Yumuşak söylemeli, sert söylememelidir! Kimse ile münakaşa etmemelidir! Münakaşa, dostluğu azaltır, düşmanlığı artırır...
Sevimli yani güler yüzlü, tatlı dilli olmalı. Güler yüz ve tatlı dil, başarının anahtarıdır. Herkes öncelikle sevdiğini dinler. Sevmediğini dinlemez. Sevimsiz kimse inci mercan dağıtsa insanlar ondan kaçarlar. Allahü teâlâ, Resulüne mealen [Ey Resulüm] etrafındakilere yumuşak davranman, Allahü teâlânın sana bir kerem ve rahmetidir. Sen sertlik gösterseydin, yanında kimse kalmazdı. Herkes dağılırdı) [Âl-i imran159] buyuruyor.
İnsan, huysuzluğu yüzünden yalnız kalmaya mahkûmdur. Onu gören, (Şu kenarda durayım da, aman beni görmesin) derse, o huysuz kişi için ne kadar kötü bir durumdur bu! Hâlbuki Müslüman, zararından korunmak için kendisinden kaçınılan kişi olmamalı, aksine hava gibi, su gibi daima aranan insan olmalıdır.
.21/03/2021
Kişi, sevdiği ile beraberdir...
Âlim ve evliyayı seven, onlarla beraber olur. Onlarla beraber olan, şakî olmaktan, küfürden ve günah işlemekten korunur...
Büyük âlim ve evliya İmam-ı Rabbani "rahmetullahi teâlâ aleyh" hazretleri, sevdiklerinden birine, aslında hepimize yazdığı, birinci cilt 203. mektubunda şöyle buyurmaktadır:
Hadis-i şerifte, (El-mer’ü me’a men ehabbe) buyuruldu ki, (Kişi, sevdiği ile beraberdir) demektir. Bu Ehl-i sünnet büyüklerini seven, onlarla beraber olur. Onlarla beraber olan, şakî olmaktan, küfürden ve günah işlemekten korunmuş olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların yaptıklarını yazan meleklerden başka melekler de vardır. Yollarda, sokak başlarında dolaşırlar. Allahü teâlâyı zikredenleri ararlar. Zikredenleri bulunca, birbirlerine seslenirler. Buraya geliniz, buraya geliniz derler. Kanadları ile, onları sararlar. O kadar çokturlar ki, göğe varırlar. Kullarının her işini bilici olan Allahü teâlâ, meleklere sorarak: Kullarımı nasıl buldunuz, buyurur? Yâ Rabbî! Sana hamd ve senâ ediyorlar ve senin büyüklüğünü söylüyorlar ve senin ayıplardan ve kusurlardan temiz olduğunu söylüyorlar, derler. Onlar, beni gördüler mi, buyurur? Hayır görmediler, derler. Görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? Daha çok hamd ederlerdi ve daha çok tesbih ederlerdi ve daha çok tekbir söylerlerdi, derler. Onlar, benden ne istiyorlar, buyurur? Yâ Rabbî! Cennetini istiyorlar, derler. Onlar, Cenneti gördüler mi, buyurur? Görmediler, derler. Görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? Daha çok yalvarırlardı, daha çok isterlerdi. Yâ Rabbî! Bu kulların Cehennemden korkuyorlar. Sana sığınıyorlar, derler. Onlar Cehennemi gördüler mi, buyurur? Hayır görmediler, derler. Görselerdi, nasıl olurlardı, buyurur? Görselerdi, daha çok yalvarırlardı ve ondan kurtulmak yoluna daha çok sarılırlardı, derler. Allahü teâlâ, meleklere, şahit olunuz ki, onların hepsini affeyledim, buyurur. Yâ Rabbî! O zikredenlerin yanında, filan kimse zikretmek için gelmemişti. Dünya çıkarı için gelmişti, derler. Onlar benim misafirlerimdir. Beni zikredenlerle beraberim. Onların yanında bulunanlar da zarar etmezler, buyurur.)
Bu hadis-i şerif ve yukarıda bildirdiğimiz (Kişi, sevdiği ile beraberdir) hadis-i şerifleri gösteriyor ki, bu büyükleri sevenler ve kitaplarını okuyup nasihatlerine uyanlar, onlarla beraberdirler. Onlarla beraber olanlar, dünyada ve ahirette saadete kavuşurlar.
İlim ve hikmet sahibi bir zat şöyle buyurmuştur:
"Kalbe Ehl-i sünnet büyüklerinin muhabbetini koymanın en büyük faydası, ölürken olur. Çünkü ölürken, muhabbet ettiğin mübarek zatların ruhları Allahü teâlânın izni ile gelir, sana himmet ederler, dua ederler, imanla gitmene vesile olurlar."
.14/03/2021
Münakaşa olan yerde huzur ve başarı olmaz
İyi bir Müslüman, münakaşa etmez. Herkesle iyi geçinir. Sabreder, affeder. Bir kalbi incitmekten çok korkar...
Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Münakaşa, karşıdaki insana sen bilmezsin, ben bilirim demektir. Bu ise kendisini karşısındakinden üstün görmektir ve kibirdir. Cahillikle suçlanan herkes az veya çok kızar. Onun için münakaşa dostlar arasındaki sevgiyi giderir. Onun yerini öfke ve kin alır. Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Öfkenin, münakaşanın ve inadın hâlledeceği hiçbir şey yoktur. Her şeye itiraz eden ve münakaşayı huy edinen kimsenin kendisi de çevresi de huzursuz olur. Sert ve kavgacı olmak, münakaşayı huy edinmek, mürüvvete uygun değildir.
İyi bir Müslüman, münakaşa etmez. Herkesle iyi geçinir, Allah’tan korkar. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, her sıkıntıda, hep kendini haklı bulmak yerine, gerçekten hatalı ise hatasını kabul eder ve özür diler. Bir kalbi incitmekten korkar.
Malik bin Enes hazretleri, "Tartışmak kalpleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur" buyurdu. İmam-ı Gazali hazretleri, "Ancak şöhret için uğraşan, tartışmayı sever. Şöhret ise afettir) buyurdu.
Evliyadan bir zat, "Bir kimsenin Allahü teâlânın sevdiği bir kulu olduğu; tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır" buyurmuştur.
Münakaşa, dostun dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır. "Kötü ile münakaşa etme, seni üzer./Halim ile münakaşa etme, sana küser" demişlerdir...
Haklı olduğu hâlde tartışmayı terk etmek, haksız olduğu hâlde, tartışmayı terk etmekten daha zordur. Bu bakımdan haklı olduğu hâlde münakaşayı terk etmek daha çok sevaptır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Münakaşa etmeyen, kimseyi incitmeyen kimse Cennete girer.) [Tirmizi]
(Haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennetin ortasında bir köşk verilir.) [Taberani]
Âlim ve evliya bir zatın nasihati şöyledir:
"Allahü teâlâyı unutma. Yumuşak, saygılı ve edepli ol. Münakaşa etme. Dostla da düşmanla da iyi geçin. Mütevazı ol. Sevilen insan ol. Kimseyi kendine düşman yapma. Kimsenin kalbini kırma. Emr-i ma’rûf yaparken dahi incitme. Büyüklerimiz hiç kimsenin yüzüne karşı hatâsını söylememişler. Karşıdaki kırılmasın diye ortaya söylemişler, misallerle anlatmışlar. Sıkıntılı neticeler meydana gelmesin diye her şeyi birdenbire doğrultmaya, düzeltmeye kalkmamışlar. Sabır ile hareket etmişler... Kimsenin canını yakma. Kızarak, suçlayarak, hakaret ederek, kibirli ve kendini beğenerek konuşma. Dua al, beddua alma. Gönül yap, gönül yıkma. Üçbeş günlük ömrünü böyle geçir..."
.07/03/2021
Dünyada hepimiz misafiriz...
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunların kıymetini bilmeyerek aldanmaktadır. Biri sıhhat, diğeri boş vakittir.”
Osmanlı âlimlerinden Birgivî “rahmetullahi aleyh”, “Vasiyetname” adında çok kıymetli bir kitap yazmıştır. Müslümanlara önemli nasihatler yapmaktadır. Bu kitabı, Kadızâde Ahmed Efendi şerh etmiş, açıklamıştır. Bu şerhinde, Müslümanlara şöyle nasihat etmektedir:
Şüphesiz hepimiz bu dünyada misafiriz. Herkes bilir ki, yolcunun azığa ihtiyacı herkesten daha fazladır. Ahirete ait azık, insan için en önemli maksattır. Kardeşlerime ve evladıma, sevdiklerime ve bütün Müslümanlara vasiyetim ve nasihatim şudur:
Allahü teâlânın emrettiği şeyleri yapsınlar. Üzerlerine farz veya vacip olanları, uğraşıp yerine getirsinler. Kazâya kalmış namazlarını kılsınlar. İlmihâlini öğrenmek herkese farz-ı ayndır. Çalışıp bunları öğrenmelidir. Öğrendikleri ile amel etmelidir. İtikâd, iman bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde öğrenmelidir. Cahil kalmamalıdır. Çünkü dinin emirlerine uymayan itikâdın zararı büyüktür. Özellikle zamanımızda bidatler, bozuk inanışlar yayıldı. Ehl-i sünnet itikâdını bilenler azaldı. Cahillik bütün dünyayı kapladı.
Ehl-i sünnete uygun itikâd ettikten sonra, helal, haram, farz, vacip, sünnet, mendup, mübah olan şeyleri de öğrenmek, kötü huylardan sakınacak, güzel ahlak ile ahlaklanacak kadar bilgi sahibi olmak, erkek olsun kadın olsun bütün Müslümanların vazifesidir. İlmi ile amel eden âlimlerin meclisinde bulunsunlar. Böyle meclislerden ilim öğrenip cahil kalmamalıdır. Nefse ve şeytana uymamalıdır. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Bir saat ilim meclisinde bulunup, dinde lazım olanları öğrenmek, bana, Kadir gecesini ihya etmekten daha sevgilidir.”
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir kimseye nasihat edip buyurdu ki: “Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil. İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin kıymetini bil.” Zira ilim ve amel gibi her kemâl gençlikte elde edilir. İhtiyarlık zamanında ibadet için kudretin olmaz, pişmanlıktan başka elinden bir şey gelmez. “Hastalıktan önce sıhhatinin kıymetini bil.” Sıhhat ve afiyet zamanında ilmi ve ameli çok yap. Çünkü hastalık bunlara mâni olur. “Fakirlikten önce zenginliğin kıymetini bil.” Malın ile iyilik edip, mal ile ibadet eyle. Böylece ahirette çok sevap ve ecir bulursun. “Meşguliyetten önce, boş vaktinin kıymetini bil.” Boş vakitlerinde din ilimlerini öğrenmeye ve salih ameller etmeye uğraş. Çoluk-çocuk ve diğer işler seni meşgul etmeden önce, marifet ve kemâl elde etmeye çalış, salih amelleri işlemeye gayret et...
“Ölümden önce hayatının kıymetini bil.” Hayatında, hiç fırsat kaçırmadan din ilimlerini öğrenmeye ve salih amel yapmaya çok gayret et. Müminin her bir nefesi öyle kıymetli bir cevherdir ki, onun ile Cennet derecelerine kavuşulur. Ahiretini düşünen bir kimse, ahirette yüksek mertebelere sahip olmaya çalışır.
.28/02/2021
Müslümanın birinci vazifesi
Müslüman, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi inanır ve fıkıh [ve ilmihal] kitaplarına göre yaşar.
Büyük âlim ve evliya İmam-ı Rabbânî rahmetullahi teala aleyh hazretleri, sevdiklerinden birine, aslında hepimize yazdığı, birinci cilt 193. mektubunda şöyle buyurmaktadır:
Âkıl ve bâliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazifesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid, iman bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Allahü teâlâ, o büyük âlimlerin çalışmalarına bol bol sevap versin! Âmîn.
Kıyamette Cehennem azabından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. Cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir. [Onların yolunda gidenlere (Sünnî) denir.] Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâbının “rıdvânullahi aleyhim ecmaîn” yolunda gidenler, yalnız bunlardır. Kitaptan, yani Kur’ân-ı kerîmden ve Sünnet’ten, yani hadîs-i şerîflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan, yalnız bu büyük âlimlerin, Kitaptan ve Sünnet’ten anlayıp bildirdikleri bilgilerdir. Çünkü her bidat sâhibi, yani her reformcu ve her itikadı bozuk kimse, bozuk düşüncelerini, kısa aklı ile, Kitaptan ve Sünnet’ten çıkardığını söylüyor. Ehl-i sünnet âlimlerini “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn” gölgelemeye, küçültmeye kalkışıyor.
Demek ki, Kitaptan ve Sünnet’ten çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır. Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin bildirdiği doğru itikâdı açıklamak için, büyük âlim Tür Püştî “rahmetullahi aleyh” hazretleri (El-Mu’temed) adında bir kitap yazmıştır, çok kıymetlidir. [(Se’âdet-i Ebediyye) ve (Herkese Lâzım Olan Îmân) adındaki kitaplarda, Ehl-i sünnet itikâdı açık olarak bildirilmiştir. İstanbul’daki Hakîkat Kitabevi’nden alınarak okunmasını ve herkesin okumasına önayak olunmasını tavsiye ederiz.]
İtikâdı düzelttikten sonra helal, haram, farz, vacip, sünnet, mendub, mekruh olan şeyleri de fıkıh [ve ilmihal] kitaplarından öğrenmek ve her işi bunlara göre yapmak da lazımdır. Talebeden birkaçına emir buyurunuz da, fıkıh kitaplarından birisini, toplandığınız zaman okusunlar.
Allah korusun, itikâd edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette, Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikâd, iman doğru olup da, işlerde gevşeklik olursa, tövbe ile ve belki tövbesiz de af olunabilir. Eğer af olunmazsa, Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. Görülüyor ki, işin aslı, temeli, itikâdı düzeltmektir. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyurdu ki: (Bütün iyi hâlleri ve buluşları bize verseler, fakat Ehl-i sünnet vel cemaat itikâdını kalbimize yerleştirmeseler, hâlimi harap, istikbâlimi karanlık bilirim. Eğer bütün haraplıkları verseler fakat kalbimizi Ehl-i sünnet itikâdı ile süsleseler hiç üzülmem.)
.21/02/2021
Yumuşaklık insanı süsler...
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Kendisine yumuşaklık verilen Müslüman kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.”
Allahü teâlâ, Peygamberimize “aleyhissalâtü vesselâm” meâlen buyuruyor ki: “Ey Habîbim! Allah’ın rahmetiyle onlara yumuşak davrandın; sen şayet katı kalpli ve merhametsiz olsaydın, elbette etrafından dağılırlardı.” [Âl-i İmrân, 159] Yani Allahü teala, eğer sen etrafına sertlik yapsaydın, yumuşaklık ile muamele etmeseydin, yanında kimse kalmazdı, buyuruyor. Onun için İnsanlara yumuşak davranmalıdır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ yumuşak huylu olanları sever ve onlara yardımcı olur. Sert, öfkeli olanlara yardım etmez.) [Taberânî]
(Dikkat ediniz. Size haber veriyorum! Cennetin yüksek derecelerine kavuşmak isteyen, saygısızlık yapana yumuşak davransın! Zulmedeni affetsin! Malını esirgeyene ihsanda bulunsun! Kendisini aramayan, sormayan ahbabını, akrabasını gözetsin!) [Taberânî]
“Din edeptir. Din yumuşak olmaktır. Her türlü kötülük, sertlikten kaynaklanır. Bağırıp çağırmamalı. Bir kimse Resûlullahtan nasihat istediğinde, (Kızma, sinirlenme!) buyurdu. Birkaç kere sorduğunda, hepsinde de (Kızma, sinirlenme!) buyurdu.”
İsa aleyhisselam, kendisine inanmayanların yanından geçerken, kendisine çok kötü şeyler söylediler. Onlara iyi ve tatlı cevaplar verdi. Onlar, sana kötülük yapıyor, sen onlara iyi söylüyorsun dediklerinde, (herkes, başkasına, yanında bulunandan verir) buyurdu. Halîm, selîm kimse, daima neşeli ve rahat olur. Onu herkes sever.
Abdullah ibni Abbas’a “radıyallahü teâlâ anhümâ” bir kimse kötü sözler söyledi. Buna karşılık olarak, bir ihtiyacın varsa, sana yardım edeyim, buyurdu. Adamcağız başını önüne eğerek ve utanarak özür diledi.
Başkasının hatasını düzeltirken de yumuşak ve tatlı söylemelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, “Emr-i marufu [iyiliği emretmeyi] yumuşak yapmalıdır” buyuruyor,
Hazret-i Hasan ve Hüseyin “radıyallahü teâlâ anhümâ” çölde gidiyorlardı. Bir ihtiyarın abdest aldığını gördüler. Abdesti doğru almıyor, şartlarına uymuyordu. Yaşlı olduğu için, böyle abdest sahih olmaz demeye sıkıldılar. Yanına giderek, “Mübarek efendim! Birbirimizden daha iyi abdest aldığımızı söylüyoruz. Bir abdest alalım. Hangimizin haklı olduğunu bize bildir” dediler. Önce Hasan, sonra Hüseyin güzel bir abdest aldılar. İhtiyar, dikkatle baktı. "Evlatlarım! Abdest almasını şimdi sizden öğrendim" dedi.
İbrahim aleyhisselam, ikiyüz Mecusi’ye ziyafet verdi. "Bize ne emredersen yapalım" dediler. "Sizden bir dileğim var" buyurdu. "O nedir?" dediklerinde, "Benim Rabbime bir kere secde etmenizi istiyorum" dedi... Aralarında konuştular. "Bu ihtiyarın ihsanları, iyilikleri, ziyafetleri meşhurdur. Bunu kırmayıp, bir secde eder, sonra gidip yine tanrılarımıza tapınırız. Bir zararı olmaz" dediler. Bunlar secdede iken, İbrahim aleyhisselam, (Yâ Rabbi! Gücümün yettiği bu kadar! Daha fazlasını yaptırmak elimden gelmiyor. Bunları hidayete, saadete kavuşturmak, ancak senin kudretindedir. Bunlara Müslümanlığı nasip eyle!) dedi. Duası kabul olup, hepsi iman etti
.14/02/2021
Öfke hep sıkıntıya sebep olur!..
Bir evde kızan, öfkelenen kimse yok ise, orada huzur vardır. Kızan kimse varsa, orada, rahat, huzur ve neşe bulunmaz...
Bir kimse, Resûlullaha (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) "İşlerin en iyisi hangisidir" dedi. (Güzel huylu olmaktır) buyurdu. Kalkıp, biraz sonra, sağ tarafına gelip, yine sordu. Yine, (İyi huylu olmaktır) buyurdu. Gidip, sonra sol tarafına gelip, "Allah’ın en sevdiği iş nedir?" dedi. Yine, (İyi huylu olmaktır) buyurdu. Sonra, arkadan gelip, "En iyi, en kıymetli iş nedir?" dedi. Hazret-i Peygamber, ona karşı dönüp, (İyi huylu olmak ne demektir anlayamadın mı? Elinden geldiği kadar kimseye kızmamaya çalış!) buyurdu.
(Kızdığı zaman, öfkesini yenerek yumuşak davranan kimseyi Allahü teâlâ sever.) [İsfehânî]
(Kuvvetli olmak, başkasını yenmek demek değildir. Kuvvetli olmak, kahraman olmak, kendi öfkesini yenmek demektir.) [Buhârî ve Müslim]
Bir kimse Resûlullahtan nasihat istediğinde, (Kızma, sinirlenme!) buyurdu. Birkaç kere sorduğunda, hepsinde de (Kızma, sinirlenme!) buyurdu.
Öfkelenince bazen öyle tehlikeli sözler söylenir ki, din de gider, iman da gider, nikâh da gider. Bu hâlde de şeytan insanı hamur gibi istediği şekle sokar. Kâtil yapar, maktul yapar, her şeyi yapar...
Öfke hep sıkıntıya sebep olur. Bir insanda kibir varsa, bunun alameti öfkesidir. Kibirden, öfke doğar. Kibirli olan, çabuk öfkelenir. Öfkeli olan da kalp kırar. Bir kimse, asık suratlı ve öfkeliyse, iyiye alamet değildir. İnsan öfkelenince şeytanın avucuna düşer. Şeytan da onu istediği yere sürükler. Hiçbir öfkeden sonra hayır gelmemiştir! Öfkesine hâkim olan pek çok zarardan korunur...
İnsan öfkelenince, akIı örtülür. İslamiyet’in dışına çıkar. Bir kimse kızarsa, bütün sinirleri bozulur. Bazı uzuvları hasta olur. Doktorlar buna ilaç bulamazlar. Bunun yegâne ilacı, (Lâ tagdab=Kızma) hadis-i şerifidir. Kızan kimse, sözleri ile, hareketleri ile, yanındakileri incitir. Onlar da sinir hastalığına yakalanır. Evde, rahat, huzur kalmaz. Yuvanın dağılmasına, cana kıyılmasına bile sebep olur. Bir evde kızan, öfkelenen kimse yok ise, orada saadet, rahat ve huzur, neşe vardır. Kızan kimse varsa, orada, rahat, huzur ve neşe bulunmaz...
Hadis-i şeriflerde, öfkelenen kimsenin abdest alması, ayakta ise oturması ve öfkesi devam ederse yan yatması bildirilmiştir. Öfkelenince, (Allahümmagfir li-zenbî ve ezhib gayza kalbî ve ecirnî mineşşeytân) okumak, hadis-i şerifte emrolundu. Manası, (Yâ Rabbî! Günahımı af eyle. Beni, kalbimdeki öfkeden ve şeytanın vesvesesinden kurtar) demektir. Yine öfkelenince, “Allahümme inni eûzübike min hemezatişşeyatîn” okumalı. Manası, (Allah’ım! Şeytanın vesveselerinden sana sığınırım) duasını, Eûzü Besmele ve Felak ve Nas surelerini okumalıdır...
.07/02/2021
Kalp kırmaktan pek sakınınız!
Kalp kırmak gibi büyük günah yoktur... Dünyadan ahirete gidecek insanların en kârlısı, üzerinde kul hakkı olmayanlardır.
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Sakınınız, sakınınız, kalp kırmaktan pek sakınınız! Kalp kırmak gibi büyük günah yoktur.”
İslam âlimlerinin büyüklerinden Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin vasiyetnamesinin son satırı şöyledir: “Hiç kimsenin kalbini incitmeyin.”
Yine İslam âlimleri, kalp kırmanın zararlarını kitaplarında ve sohbetlerinde çok güzel açıklamışlardır:
“Kalp, sırça saraya benzer. Yani, çok ince camdan yapılmış bir kâse gibidir. Kırılırsa bir daha yapılması çok zordur.”
"En kıymetli iki şey vardır. Ondan daha kıymetlisi yoktur. Bunlardan birincisi Allahü teâlâya iman, diğeri de Onun kullarına faydalı olmaktır, insanları sevindirmektir. En kötü, ondan daha aşağısı olmayan iki şey vardır: Birincisi, Allahü teâlâya şirk yani ortak koşmak, diğeri de Onun kullarının kalbini kırmaktır.”
“Zerre kadar kalp kırmanın felâketine inanan bir insan, nasıl ağzını açar konuşur? Nasıl oturur rahat eder, ayağını uzatır uyur? Kalp kırmanın felâket bir şey olduğuna, Kâbe’yi yıkmaktan yetmiş kere daha büyük günah olduğuna, kul hakkı geçtiğine inanan bir kimse, karşıdaki Müslüman üzülür endişesiyle ağzını açabilir mi? Kul hakkı yalnız para değil ki. Mesela sert bakış, yan bakış, sert konuşmak, kalp kırmak, hakaret ederek konuşmak,üzmek, aklına ne gelirse… Allahü tealanın emirlerini yerine getirmemek, işlenen günahlar ve inançsızların zulmeti insanlara öyle tesir etmektedir ki, onların üzerinde ağır manevi bir baskı meydana getirmektedir. Bundan dolayı insanlar, basit ve önemsiz şeylerden dolayı birbirlerinin kalbini kolayca kırabilmektedirler...”
“Bir müminin kalbi incindiği zaman, kırıldığı zaman, Arş titrer. Müminin kalbi öyle kıymetli.”
“Kâfirin kalbini kırmak, Müslümanın kalbini kırmaktan daha büyük günahtır. Hayvan hakkı, insan hakkından, kâfirin hakkı da hayvan hakkından daha önemlidir. Ahirette kâfirin ve hayvanın hakkından kurtulmak çok daha zordur. Onun için, kul ve hayvan hakkından çok korkmalıdır.”
Büyük İslam âlimi İbni Âbidîn "rahmetullahi aleyh" buyuruyor ki: “Kıyamet günü, hak sahibi, hakkını affetmezse, bir dank [yani çok az] hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yedi yüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir.”
“Dünyadan ahirete gidecek insanların en kârlısı, üzerinde kul hakkı olmayanlardır. Ahirette iflas etmiş duruma düşmemek için, günahlardan, özellikle kalp kırmaktan çok sakınmalıdır. Herkes her fırsatta, herkesle helalleşmeli ve dualarını almalı. Kimin, hangi müminin duasıyla kurtulacağı belli olmaz. Bilhassa evlat ana-babanın, karı-koca da birbirinin duasını almalı. Evlilikte de kul hakkından çok korkmalı.”
Yunus Emre hazretleri de bir şiirinde “Bir gönül yapmak, yüz Kâbe’yi yapmaktan iyidir. Kalp kırmak ise, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür” der.
Ali Semerkandî hazretleri de şöyle buyurur: "Ne kimse senden incinsin,/Ne sen kimseden incin."
.31/01/2021
İmanı, farzları, haramları öğrenmek ve öğretmek...
Çocuklara iman, Kur’ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine, mutluluğuna ererler.
İslâm dininin temeli; imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet zarar görür. Allahü teâlâ, Müslümanlara (Emr-i ma’rûf) yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi bildiriniz, öğretiniz diyor ve (Nehy-i anilmünker) yapmayı emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına razı olmayınız, diyor. Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazâya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın sevabı da, emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.)
İslam âlimlerinin büyüklerinden İbni Âbidîn (rahmetullahi aleyh) "Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihat sevabından çoktur" diyor.
Bilhassa çocuklara iman, Kur’ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilmeli ve yapmaya alıştırılmalıdır.
Çocuklara iman, Kur’ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine, mutluluğuna ererler. Bu saadette anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar, dünyada ve ahirette hâlleri fena olur. Yapacakları her fenalığın günahı, ana, baba ve hocalarına da verilir. Tahrîm sûresinde altıncı âyet-i kerimede mealen (Kendinizi ve evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz!) buyuruldu.
Bir babanın, evladını Cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, imanı, farzları ve haramları öğretmekle ve ibadete alıştırmakla ve kötü, ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün fenalıkların başı, fena arkadaştır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Bütün çocuklar Müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyaya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları Hristiyan, Yahudi ve dinsiz yapar) sözü ile Müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin, gençlikte olduğunu bildiriyor.
O hâlde, her Müslümanın birinci vazifesi, evladına İslamiyet’i ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmektir. İslamiyet, gençlerin fena iş yapmalarını, yanlış yollara sapmalarını önler. Onları, vatanına, milletine bağlar. Memleketine içten ve dıştan zarar vermek istiyenlere aldanmaktan korur. İslamiyeti Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından doğru olarak öğrenen kimse günah da işlemez suç da işlemez. Evlatlarımız büyük nimettir. Nimetin kıymeti bilinmezse, elden gider.
.24/01/2021
Her Müslümana önce lazım olan bilgiler...
Her mümin önce imanı, farzları, haramları öğrenmelidir. Bunun için de fıkıh yani ilmihal bilgilerini iyi bilmek gerekir.
Her Müslümana önce lazım olan, birinci farz olan şey, imanı, farzları, haramları öğrenmektir. Bunlar öğrenilmedikçe, Müslümanlık olamaz, iman elde tutulamaz. Hak borçları ve kul borçları ödenemez. Niyet, ahlak düzeltilemez ve temizlenemez. Bunun için herkesin, ilmihal bilgilerini öğrenmesi lazımdır. Hadîs-i şerifte; (Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadet etmekten daha sevaptır) buyuruldu.
Müslümanların bilmesi, öğrenmesi lazım olan bilgilere Ulûm-i islâmiyye, Müslümanlık bilgileri denir. Bu bilgilerin kimisini öğrenmek farz, kimisini öğrenmek vacip, bir kısmını öğrenmek sünnet, bir kısmını öğrenmek de mubahtır.
İmanı, farzları ve haramları öğrenmek, bilmek farzdır. Otuzüç farz meşhurdur. Bunlardan dördü esas olup, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hac etmektir. İman ile beraber bu dört farz, İslam’ın şartıdır. İman edip de ibadet edene, yani bu dört farzı yapana Müslüman denir. Dördünü birden yapıp da haramlardan kaçınan, tam Müslümandır. Her Müslüman farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya mecburdur. Bunlardan biri bozuk olur veya hiç olmazsa, Müslümanlığı tam olmaz. Dördünü de yapmayan, mümin olsa da Müslümanlığı tam değildir. Böyle iman, insanı yalnız dünyada korursa da ahirete imanla gitmek güç olur. İmanı muhafaza edebilmek için iki şey lazımdır:
1- Doğru imana yani Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak. 2- Salih amellere sarılmak.
İman, muma benzer; Ahkâm-ı islâmiyye, yani İslam’ın emir ve yasakları, ibadetler de mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de İslamiyet’tir. Fener olmazsa, mum çabuk söner. Çok kuvvetli esen fırtınada, nasıl ki bu mum, sönmemesi için cam bir fanusa konulursa, iman nuru da namaz kılmak, oruç tutmak, diğer ibadetleri yapmak ve günahlardan sakınmakla, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumakla muhafaza edilir. Cennete girmeye sebep olan şey, imandır. İbadetler, ameller imanı korumak içindir. Nasıl ki, en kıymetli pırlanta, birkaç anahtarla açılan, iç içe geçmiş gizli dolapların arkasındaki gizli bir çekmecede saklanırsa, bu kıymetli iman da ibadetlerle ve amellerle muhafaza edilir. İbadetsiz olmaz.
O hâlde, her mümine önce lazım, birinci farz olan şey, imanı, farzları, haramları öğrenmek ve yapmaktır. İmanı muhafaza edebilmek için, İslamiyet’in emirlerini yapmak ve yasak ettiklerinden sakınmak, ibadetlere sarılmak şarttır. Bunun için de fıkıh yani ilmihal bilgilerini iyi bilmek gerekir. Bilmeden yapılan ibadet hem doğru olmaz hem de iman muhafaza edilemez...
.17/01/2021
Sadaka, hastalıkları ve belaları defeder...
Gerek zekât, fıtra, adak ve akika, gerekse sadaka şeklinde yapılan yardımlar, insanı kazalardan, belalardan korur.
Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. Kendisine ve bakması vacip olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır, sevaptır. Sadaka verirken, kendi ailesinden sonra salih olan fakir akrabalara öncelik vermelidir.
Gerek zekât, fıtra, adak ve akika, gerekse sadaka şeklinde yapılan yardımlar, insanı kazalardan, belalardan korur. Dünyada, sıhhat ve afiyet içinde bir ömür sürmeye sebep olur. Sadakanın faydaları hakkında, hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sadaka yetmiş çeşit belayı önler. [Hatib]
(Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın.) [Beyheki]
(Sevabı Müslüman ana babasına niyet edilerek verilen sadakanın sevabı, onlara da gider, kendi sevabından da bir şey eksilmez.) [Taberani]
(Kendine ve çoluk çocuğuna harcadıkların birer sadakadır.) [Beyheki]
(Güzel söz, sadakadır.) [İ. Ahmed]
(Selam vermek sadakadır.) [Buhari]
(Birine iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek, sorana yol göstermek, sokaktaki zararlı şeyleri temizlemek, birer sadakadır.) [Tirmizi]
(Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek, birer sadakadır.) [Müslim]
(Borçlu fakire, ödemesi için mühlet verenin, her günü, bir sadaka olur.) [Taberani]
İslam âlimlerinden bir zat şöyle buyurdu: “Kardeşim, bu dünyada en kıymetli olan, Allahü teâlânın en hoşuna gidecek olan sadaka, bir Müslümana bir Ehl-i sünnet kitabı vermektir. Çünkü verilen maddî imkânlar üç-beş gün rahat ettirebilir. Doğru. Ama bir kitap verdiğiniz zaman o kişi okuyacak, dinini imanını öğrenecek, ahirette yanmaktan kurtulacak. Bundan daha büyük iyilik olur mu?”
Yine İslam âlimlerinden bir zat anlatır: "Sadaka var ya sadaka? Sadaka belayı önler. Bir gün mübarek bir zat torunu ile gezmeye giderler. Bir müddet gittikten sonra bir duvarın dibine otururlar. Evden aldıkları yiyecekleri yemek için yere bir yaygı sererler. Orta yere yiyecekleri koyarlar. Tam yemeye başlayacakları sırada, biraz ileride bir ihtiyarı görürler. O mübarek zat hemen bir tabağa yiyeceklerden koyup, torununa 'Evladım! Bu tabağı şu ihtiyara götür gel' der. Torun kalkar, tabağı alır, oradan ayrılıp giderken, o duvarın üstünden koca bir taş, torunun biraz önce oturduğu yere, tam da torunun başına gelecek şekilde düşer. Yani maazallah, eğer torun o ihtiyara yiyecekleri götürmek için gönderilmeseydi, o taş, torunun başına düşecekti!..
.10/01/2021
Ehl-i sünnet itikadı
Zebidi "rahmetullahi aleyh" buyurdu ki: "Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir."
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri şöyle buyuruyor:
"Her Müslüman, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmeli, imanını buna göre düzeltmelidir. Hak teâlâdan, yalvararak, bu itikat üzere daim olmayı istemelidir.”
Yine İslam âlimlerinin büyüklerinden Ubeydullah-i Ahrar hazretleri buyuruyor ki:
“Bütün kerametler, harikalar bize verilse, fakat kalbimiz Ehl-i sünnet itikadıyla süslenmese, kendimizi mahvolmuş ve hâlimizi harap biliriz. Bütün haraplıklar üzerimize yağsa, ama kalbimiz Ehl-i sünnet itikadıyla şereflenmişse, hiç üzülmeyiz.”
İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu imanın esaslarını ve nasıl itikat edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz bildirmiştir. Bu itikat, Peygamber Efendimizin bildirdiği Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadıdır. İslamiyet’te iman, itikat dendiğinde, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı kastedilir.
Eshab-ı kiram, Ehl-i sünnet itikadını Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemden öğrendiler. Tabiin-i izam da bu bilgileri, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Eshab-ı kiram ve Tâbiin’e 'Selef-i salihin' denir. Daha sonra gelenler, bu bilgileri bu büyüklerden öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet itikadı bizlere kadar nakil ve tevatür yoluyla geldi.
Dört mezhep imamından, İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiği itikad, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilm-i kelam, yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan İmam-ı a’zamın talebesi olan İmam-ı Muhammed Şeybani'nin yetiştirdiklerinden, Ebu Bekr-i Cürcani dünyaca meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebu Nasır-ı Iyad, kelam ilminde, Ebu Mensur-i Matüridi'yi yetiştirdi. Ebu Mensur, İmam-ı a’zamdan gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Doğru yoldan sapmış olanlarla mücadele ederek, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi ve her tarafa yaydı.
İmam-ı Eşari de, imam-ı Şafii'nin talebesi zincirinde bulunmaktadır. Bu iki büyük imam, Eshab-ı kiram, Tabiin ve Tebe-i tabiinin bildirdiği itikad ve iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır.
Bazı kitaplarda, "Eşariyye mezhebi, Matüridiyye mezhebi" diye yazılı ise de, bu, onların kendi çalışmalarına, farklı üslup ve metotlarına verilen isimdir, yoksa ayrı mezhep değildirler. Her ikisi de Ehl-i sünnet itikadını anlatmıştır.
Zebidi rahmetullahi aleyh de şöyle demiştir:
"Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir."
Bazı kimseler Ehl-i sünneti Matüridiye, Eşariye ve Selefiye diye üç kısma ayırmıştır. Hâlbuki Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, "Selefiye" denilen bir isim, "Selefiye mezhebi" denilen bir yazı yoktur.
.03/01/2021
Sevgili peygamberimize karşı vazifelerimiz...
Muhammed aleyhisselama uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahiret nimetlerinden daha üstündür.
Her Müslümanın, Sevgili peygamberimize karşı pek çok vazifesi vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Ona “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi olmak... Cenâb-ı Hak, Ona tâbi olmayı, Ona uymayı çok sever. Ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahiret nimetlerinden daha üstündür. Ona tâbi olmak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu, Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği yoldur. Bu yola, İslam dini denir. Ona uymak için, önce iman etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lâzımdır. Bunlardan sonra, mübahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.
Yalnız, Resulullah sallallahü aleyhi ve selleme, doğru olarak tâbi olmak için bu bilgileri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmelidir. (Dört mezhep âlimlerine Ehl-i sünnet âlimi denir...)
2- Eshab-ı kiramın “aleyhimürridvan” hepsini sevmek... Peygamber Efendimizin mübarek yüzünü görmekle şereflenen Müslümanlara, “Eshab-ı kiram” denir. Eshab-ı kiramın hepsinin isimlerini saygı ve sevgi ile söylemeliyiz...
3- Sevgili Peygamberimizin Ehl-i beytini sevmek... Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın Mübarek hanımları, kızı Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Ali ve bunların evlatları olan Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, onların çocukları ve kıyamete kadar gelecek torunlarının hepsine de Ehl-i beyt denir
Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri, "Ehl-i beytin, kusurları, hataları olsa da bunları sevmek lazımdır. Bunları sevmek, kalp ile, beden ile ve mal ile yardım yapmakla olup, bunlara riayet ve hürmet etmek, iman ile ölmeye sebep olur" buyurdu.
4- Her mümin Sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamı, kendi canından çok sevmeli, Onun dinine yardım etmeli, Onun mübarek ismini söylediğinde, işittiğinde, saygı ile, sevgi ile salât-ü selam getirmeli. Yani “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed” veya “sallallahu aleyhi ve sellem” demelidir. Osmanlılar zamanında Edirne kadısı olan Nişancızade (Mir’ât-i kâinât) kitabında diyor ki:
"Bazı kimseler (sallallahü aleyhi ve sellem) yerine (s.a.v.) yazıyor. Bu doğru değildir."
Hanefi mezhebinde çok kıymetli fıkıh kitabı olan İbni Âbidîn’de diyor ki:
"Ömründe bir kere salevat getirmek farzdır. Her söyleyince, işitince, okuyunca, yazınca, bir kere getirmek vacip, tekrar edildiklerinde müstehabdır."
Her Müslüman, Resulullahın sallallahü aleyhi ve sellem mübarek hayatını ve güzel ahlakını tekrar tekrar okumalı ve öğrenmelidir.
.27/12/2020
Yabancıların Müslüman olma sebepleri...
İslam dini, bir milletin, bir ırkın değil, bütün insanlığındır. İslam’da ırk, renk ve dil ayrımı yoktur; Müslümanlar kardeştir.
Birçok diplomat, devlet, ilim ve fen, hatta din adamlarının Müslüman oluşları, İslamiyet’in büyüklüğüne hayran kaldıklarındandır. Misyonerler, milyarlar harcayarak Hristiyanlık propagandası yapıyorlar. Hâlbuki propagandasız, birçok yabancı, İslam’ı seçmiştir...
İslamiyet ilim dinidir. Dinlerini değiştirip Müslüman olan insanların çoğu, ilim adamı ve araştırmacıdır. İslam’ı inceledikten sonra Müslüman olmuşlardır. Bunlar, niçin Müslüman olduklarına dair hususları açık ve samimi bir şekilde açıklamışlardır.
Bu hususlardan bazıları şöyledir:
İslam dini tek yaratıcı, tek mabud tanır. Bu mabudun ismi, Allahü teâlâdır. Hristiyanlıktaki "üç tanrı" inancı vardır. Akıl ve ilim sahipleri bunu kabul edemez.
İslam, sadece ahiret saadetini değil, dünyada da mutlu yaşamanın yollarını bildirmiştir.
İslam’da, (Dinde zorlama yoktur) düsturu vardır. Hiç kimse dine girmeye zorlanmaz. Hristiyanların dine sokmak için yaptıkları işkenceler meşhurdur.
İslam, sömürüyü reddeder. İslam hariç, hiçbir dinin ekonomi sistemi yoktur. Bugün Hristiyan ülkelerde sömürü hâkimdir.
İslam’da, alkol, uyuşturucu ve kumar haramdır. Zinanın cezası ise, ağır olduğu için, fuhuş yaygınlaşamaz. Hristiyan Batı, fuhuş bataklığı içindedir.
İslam, son dindir. Kur'ân-ı kerim, günümüze kadar hiç bozulmadan, bir kelimesi bile değişmeden gelmiştir. Hâlbuki İncillerin değiştirildiğini, birbirini tutmadığını herkes bilir.
İslam, kadınlara çok kıymet vermiş, onlara en büyük hakları tanımış, (Cennet anaların ayağı altındadır) buyurmuştur. Diğer dinlerde böyle bir şey yoktur.
İslam dini, bir milletin, bir ırkın değil, bütün insanlığındır. Allahü teâlâ, Rabbülâlemin’dir, yani bütün âlemlerin Rabbidir. İslam’da ise ırk, renk ve dil ayrımı yoktur; bütün Müslümanlar kardeştir. Allah huzurunda herkes eşittir. Namaz kılarken; zengin ile fakir, beyaz ile zenci Müslüman yan yana durup birlikte secde ederler.
İslam’daki ibadet saatleri muayyen olduğundan, Müslümanların hayatları düzenli ve intizamlıdır.
İslamiyet, temizliğe çok önem verir. İbadete başlamadan önce, vücut temizliğini emreden yegâne din, İslamiyet’tir. İslamiyet’te, ibadetler kısa olduğu için, bunlar günlük işlerin yapılmasına mâni olmaz.
İslamiyet, fakirlere, kimsesizlere, misafirlere ve hangi dinden olursa olsun, yabancılara yardım etmeyi hatta hayvanlara iyilik etmeyi emreden tek dindir.
İslamiyet, insanları, kendi gayretleri ile iş yapmaya başladıktan sonra, Allahü teâlâdan yardım istemeye davet eder.
.20/12/2020
İslâmiyette en kıymetli şey haramlardan kaçınmaktır!
“Günah işleyenlerin, boynunu bükmesi bana, ibadet edenlerin göğsünü kabartmasından daha iyi geliyor...”
Büyük âlim ve veli İmamı Rabbani hazretleri Mektubat kitabının birinci cild 76. mektubunda şöyle buyuruyor:
Sûre-i Haşrin yedinci ayetinde mealen;
(Resulümün getirdiği emirleri alınız, itaat ediniz! Nehiy, yasak etdiği şeylerden sakınınız!) buyuruldu. Görülüyor ki, dünyâda felaketlerden, ahirette azaptan kurtulmak için, iki şey lazımdır: Emirlere sarılmak, yasaklardan sakınmak! Yasaklardan yani haramlardan sakınmaya (Vera) ve (Takva) denir. Haramlardan kaçınmak, İslâmiyyette en kıymetli şeydir. Dinin temelidir.
Haramlardan tamamen kaçınabilmek için, mubahların fazlasından kaçınmalıdır. Mubahları, lazım olduğu kadar, kullanmalıdır. Bir insan, mubah, yani İslâmiyetin izin verdiği şeylerden, her istediğini yapar, taşkınca mubah işlerse, şübheli şeyleri yapmaya başlar. Şübheliler ise, haram olanlara yakındır. İnsanın nefsi, hayvan gibi, kendine düşkündür. Uçurum yanında dolaşan, bir gün uçuruma düşebilir.
Vera ve takvayı tam yapabilmek için, mubahları lazım olduğu kadar kullanmalı. Bu kadarını kullanırken de, kulluk vazifelerini yapabilmek için kullanmaya niyet etmelidir.
Mubahların fazlasından tamamen kaçınabilmek, her vakit ve hele bu zamanda, hemen hemen mümkün değildir. Hiç olmazsa, haramlardan kaçınmalı, mubahların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmaya çalışmalıdır. Bu işleri, haram işlemeye başlangıç bilmelidir. Allahü tealaya sığınmalı ve yalvarmalıdır. Bu pişmanlık, tevbe ve yalvarmak, belki mubahların fazlasından büsbütün sakınmak yerine geçerek, böyle işlerin afetinden, zararından korur. Büyüklerden biri buyuruyor ki:
“Günah işleyenlerin, boynunu bükmesi, bana, ibadet edenlerin göğsünü kabartmasından daha iyi geliyor.”
Haramlardan kaçınmak da, iki türlüdür: Birinci kısmı, yalnız Allahü tealanın haklarına dokunan günahlardan kaçınmaktır. İkinci kısmı, insanların, mahlukların hakları da bulunan günahlardan kaçınmaktır. İkinci kısmı, daha mühimdir.
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Üzerinde kul hakkı olan, mahlukların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce halalleşsin, ödesin! Zira o gün altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınacak, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları, buna yüklenecektir).
[İbni Abidin “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, (Kıyamet günü, hak sahibi, hakkını affetmezse, bir dank hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz nemazı alınıp, hak sahibine verilecektir.) [Bir dank, yaklaşık olarak, yarım gram gümüştür.]
.13/12/2020
Muhammed aleyhisselama tabi olmak saadeti...
Saadet-i ebediyeyi, ebedî mutluluğu ele geçirten sermaye, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” dînine yapışmaktır.
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbat kitabında, sevdiklerinden birine yazdığı 114. mektubunda şöyle buyuruyor:
Cenâb-ı Hakk, hepimizi, dünya ve ahiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan, Muhammed Mustafa’ya “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi olmak saadetiyle şereflendirsin! Çünkü cenâb-ı Hakk, Ona tâbi olmayı, Ona uymayı çok sever. Ona uymanın ufak bir zerresi, bütün dünya lezzetlerinden ve bütün ahiret nimetlerinden daha üstündür.
Hakiki üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır ve insanlık şerefi ve meziyeti, Onun İslamiyet’ine uymaktır. [(Sünnet) kelimesi, üç ayrı manaya gelir. Burada, İslamiyet demektir.] Meselâ, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, ona uymaksızın, birçok geceleri ibadetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü (Kaylûle etmek) yani öğleden önce biraz yatmak, âdet-i şerîfesi idi. Meselâ, Onun dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun yolunda bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. İslamiyet’in emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekât denir, kendi arzusu ile dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir, daha kıymetlidir.
Emir-ül-müminin Ömer “radıyallahü anh”, bir sabah namazını cemaat ile kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshâbı dediler ki, “Geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır.” Emir-ül-müminin buyurdu ki: “Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaat ile kılsaydı, daha iyi olurdu.”
İslamiyet’ten sapmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefislerini ve kötü arzularını körletiyor ise de, bu dine uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hâsıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret kalır.
Hâlbuki dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının itibarı olsun. İslamiyet’e tâbi olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz binlerce senenin kazancını hâsıl eder.
Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, çok beğenir. İslamiyet’e uymayan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Hatta cezaya sebep olur. Bu incelik, dünya işlerinde de vardır. Biraz düşünülürse anlaşılır.
O hâlde, saadet-i ebediyeyi ele geçirten sermaye, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” dînine yapışmaktır. Bütün zarar ve fesatların başı, İslamiyet’ten ayrılmaktır.
.06/12/2020
İslam dini, dünya ve âhiret saadetine kavuşturur...
İslamiyet’in içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyet, herkesle iyi geçinmeyi, vatanını, bayrağını sevmeyi emretmektedir.
İslam âlimlerinin büyüklerinden Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, İslamiyet’i şöyle anlatmaktadır:
İslâm dini, Allahü teâlânın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların, dünyada ve âhirette rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usûl ve kaidelerdir. Bütün üstünlükler, iyilikler, faydalı şeyler, İslamiyet’in içindedir. Bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir.
Yaratılışında kusursuz olanlar, onu reddetmez ve nefret etmez. İslamiyet’in içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyet, herkesle iyi geçinmeyi, kardeşçe yaşamalarını, Allahü teâlânın emirlerine saygı göstermeyi, yarattıklarına merhameti, vatanını, bayrağını sevmeyi emretmektedir.
İslamiyet, nefsin temizlenmesini temin eder. İyi huylu olmayı emredip, kötü huyları şiddet ile yasak eder. İffeti ve hayâyı, tam sıhhatli olmayı emreder. Tembelliği, boş vakit geçirmeyi ret ve meneder. Ziraatı, ticareti ve sanatı, kati olarak emreder. İlme, fenne, tekniğe, endüstriye, lâyık olduğu üzere ehemmiyet verir. İnsanların birbirleri ile yardımlaşmasını, birbirlerine hizmet etmesini ehemmiyet ile istemektedir. Dini, vatanı, mezhebi ve inanışı başka olanların, canlarını, mallarını ve namuslarını korumaya emreder, bunlara saldırmayı, kesinlikle meneder. Herkesin hakkına riayet etmeyi emreder. İslamiyet, "Saadet-i dâreyn"e, yani dünya ve ahiret saadetine kavuşturur.
Başka dinler, böyle değildir. Başka dinlerin hepsi bozulmuş, ilâhî hükümler yerine, insan kafasından çıkan fikirler, düşünceler yer almıştır. Bunun için, aslını muhafaza edememiş, ilerleyen, değişen hayat karşısında, şekiller ve ölü kelimeler hâlinde kalmışlardır. Allahü teâlâ, İslam dînini, hayatın yürümesini, ihtiyaçların değişmesini karşılayacak, terakkileri [gelişmeleri, ilerlemeleri] sağlayacak esaslar üzerine kurmuştur. İslamiyet’e, Orta Çağ'ın ihtiyaçları üzerine kurulmuş, değişmez hükümlerdir demek, İslam dînine iftira etmektir.
[Dünyada ve ahirette rahat ve huzurlu olmak isteyen, İslamiyet’e uymalıdır. İslâm dini, ırk, milliyet, lisan ve tahsil seviyesi ayırt etmeksizin, her insanın şeref ve itibarına hürmet ettiği için, büyük başarı sağlamaktadır. Bugün İslama ve Allahü tealanın kullarına hizmet edebilmenin; Müslüman olmayanların; Müslüman olmasına, Müslümanların da dinlerini doğru olarak öğrenmelerine vesile olabilmenin en kolay yolu, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı bir din kitabını hediye etmektir.]
.29/11/2020
Hastalıklardan, afetlerden ve musibetlerden korunmak için
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: "Kalbinizde üzüntü ve kuruntu olunca, gidermek için tövbe ve istigfâr okuyunuz!"
Hastalıklardan, bela ve musibetlerden, afetlerden korunmak için, ilmin, fennin ve tıbbın bildirdiği tedbirlere uymalı. Hasta olmamaya dikkat etmeli, hasta olan ilaç almalı, tehlikeli ve zarar verecek şeylerden uzak durmaya çalışmalı. Böyle maddi sebeplere yapışmakla birlikte, manevi sebeplere de yapışmalı, sadaka vermeli, dua etmeli, Allahü teâlâya yalvarmalı, hata ve kusurlarımızdan dolayı tövbe ve istiğfar etmeli. Duaların, tövbe ve istiğfarın kabul olması için, Allahü teâlânın emirlerini yapmalı, yasaklarından sakınmalıdır.
Hûd suresinin 52. âyetinde mealen; (İstiğfar okuyunuz! İmdadınıza yetişirim) buyuruldu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İstiğfara devam edeni Allahü teâlâ dertlerden kurtarır)
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri şöyle buyuruyor: (Kalbinizde üzüntü ve kuruntu olunca, gidermek için tövbe ve istigfâr okuyunuz! Korkulu zamânlarda, (Kelime-i temcîd), yanî (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil’aliyyil’azîm) okuyunuz! (Muâvvizeteyn) yani iki (Kul-e’üzüyü) çok okumak ta faydalıdır.)
(Belâlardan, sıkıntılardan kurtulmak için, istiğfar okumak çok faydalıdır ve tecrübe edilmiştir. Ölümden başka, her dertten kurtarır. Eceli gelenin de, ağrısız, sıkıntısız ölümüne yardım eder. Her sıkıntıdan kurtaracağı ve rızkı arttıracağı, hadis-i şerifte bildirildi.) [Mektubat-ı Ma’sumiyye]
“Şifa için, tövbe ediniz ve istiğfar duasını çok okuyunuz. Yani, “Estagfirullâhel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh” deyiniz! [Fevâid-i Osmâniyye] 'Estağfirullah'ın manası, (Beni af et Allahım) demektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlânın bir nimet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen, Lâ havle velâ kuvvete illa billah çok okusun!)
(Bu, Cennet hazinelerinden bir hazinedir!)
(Lâ havle velâ kuvvete okumak, doksan dokuz derde devadır. Bunların en hafifi, gam, hüzün, sıkıntıdır.)
(Birinize dert ve belâ gelince, Yunus Peygamberin duasını okusun! Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. [Dua şudur: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn) [Tefsîr-i Mazherî]
İslam âlimleri buyuruyor ki: (Âyet-el kürsî okuyan, hıfz-ı ilâhîde olur, Allahü teâlâ onu korur. Dertlerden, belalardan, hastalıklardan korunmak için, sabah ve akşam “Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemî’ul’alîm” duasını üç kere okumalıdır.) İmam-ı Rabbanî hazretleri “rahmetullahi aleyh” de bu duayı talebelerine tavsiye etmiştir.
.22/11/2020
Kıymetli ömrü, faydasız şeylere harcamamalı...
"Yazıklar olsun, ömür geçti. Bir hayırlı iş yapmadım. Dünyanın vefasız, yalancı olduğu, şimdi anlaşıldı..."
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri, sevdiklerinden birisine, aslında hepimize yazdığı Mektûbat kitabının 2. cild 31. mektubunda şöyle buyurmaktadır:
"Sevgili oğlum! Fırsat ganimettir. Yani, zaman çok kıymetlidir. Bu kıymetli zamanları faydasız şeylere harcamamalıdır. Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği şeyleri yapmakla geçirmelidir. Beş vakit namazı, dünya işlerini düşünmeyerek ve cemaat ile kılmalıdır. Ta’dîl-i erkân ile kılmaya dikkat etmelidir. Teheccüd namazını kaçırmamalıdır. [Teheccüd, gece nafile namaz kılmak demektir. Farz namaz borcu olanlar, geceleri de, kaza namazlarını kılmalıdır.] Seher vakitleri istiğfar etmelidir. Gafletten, nefse uymaktan lezzet almamalıdır. Dünyanın geçici lezzetlerine aldanmamalıdır. Ölümü hatırlamalı, ahiretin dehşet ve şiddetini göz önüne getirmelidir. Bedeni ve âzâları da, ahkâm-ı islâmiyyeye [İslamiyet’in emirlerine ve yasaklarına] uymakla süslemelidir."
İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu Muhammed Masum Faruki hazretleri de, sevdiklerinden birisine yazdığı Mektûbat kitabının 3. cilt, 156. mektubunda şöyle buyurmaktadır:
"Yazıklar olsun, ömür geçti. Bir hayırlı iş yapmadım. Dünyanın vefasız, yalancı olduğu, şimdi anlaşıldı. Hayatı, hayal oldu. Fitneleri, dertleri bitmedi. Ahbap, arkadaşlar, öldüler, gittiler. Bu hâlleri görüp de, gafletten uyanmıyor, ibret almıyoruz. Pişman olmuyoruz. Tevbe etmiyoruz. Gaflet devam ediyor, günahlarımız artıyor... Allahü teâlâ, Tevbe sûresinin 126. âyetinde meâlen, (Görmüyorlar mı ki, her sene, bir iki kere, dertlere, belâlara yakalanıyorlar. Yine tevbe etmiyor, pişman olmuyorlar) buyurdu. Bu nasıl imandır? Nasıl Müslümanlıktır? Ne kitaptan, ne sünnetten nasihat alınıyor. Ne de, başa gelen dertlerden, hâdiselerden ibret alınıyor!
Uzun seneler, beraber yaşadıkları, birlikte gezip dolaştıkları, yiyip içtikleri, yatıp kalktıkları ahbaplarını, arkadaşlarını düşünsünler. Sevdiklerinin, birlikte eğlendiklerinin, yardımcılarının ne olduklarını görmüyorlar mı? Hiçbirinden bir şey kaldı mı? Onlardan haber verenler var mı? Ömürlerinin harmanını rüzgâr götürdü.
Yâ Rabbî! Bizi fitnelere düşürme! Biz garipler, birkaç günlük ömrümüzü gaflet ile geçirmemeye gayret edelim. Tavşan uykusu ile yaşamayalım! Kalplerimizi geçici, yaldızlı, sahte lezzetlere kaptırmayalım! Allahü teâlânın emrettiği ibadetleri, razı olduğu iyi işleri yapalım! Nefis ve şeytanın ve kötü kimselerin yalanlarına, fitnelerine inanmayalım! Kabir ve kıyamet azaplarını düşünerek, kendimizi şimdiden koruyalım! Aslımızın hiç olduğunu düşünelim! Önü ve sonu yokluk olanın kemâli, kendi yokluğunu anlamasıdır... Kişi noksanını bilmek gibi, irfân olmaz!”
.15/11/2020
Ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız?
Nefsi ve şeytanı sevindirmeye ve Allahü teâlânın rızasından mahrum kalmaya daha ne kadar devam edeceğiz?..
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretleri sevdiklerinden birisine, aslında hepimize yazdığı Mektubat kitabının ikinci cilt seksen dokuzuncu mektubunda şöyle buyuruyor:
Kıymetli ve merhametli efendim! Kazanç zamanı geçip gidiyor. Her geçen an, ömrümüzü azaltmakta, ecel zamanını yaklaştırmaktadır. Bugün aklımızı başımıza toplamazsak, yarın âh etmekten ve pişmanlıktan başka elimize bir şey geçmez. Bu birkaç günlük sağlık zamanında, parlak dîne uygun yaşamaya çalışmalıyız! Ancak böylece kurtulmamız umulur. Dünya hayatı, iş yapacak zamandır. Keyif yapacak, eğlenecek zaman ileride[ahirette] gelmektedir. Orada, dünyada yapılan işlerin karşılığı ele geçecektir. İş zamanını eğlence ile geçirmek, çiftçinin tohum ekmemesi ve mahsul almaması gibidir. Daha uzatarak başınızı ağrıtmaktan çekiniyorum.
İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu Muhammed Masum Faruki hazretleri de, sevdiklerinden birisine yazdığı Mektubat’ kitabının birinci cilt altmış beşinci mektubunda şöyle buyuruyor:
Yavrum! Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor. Erzel-i ömür [başkalarına muhtaç olunan sıkıntılı dönem] olan ihtiyarlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan, ma’rifetullahı kazanmayı, hayâl olan erzel-i ömre bırakıyorsun. En şerefli olan zamanlarını, en zararlı, en kötü şey olan, nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyorsun. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yarına yaparım, yarına yaparım diyenler, aldandı) buyurdu.
Allahü teâlâ, insanları ve cinleri (ma’rifetullah)a ve Allahü teâlâyı tanımak ve Onun rızasına, sevgisine kavuşmak için yarattı. Nefislerimizin arzuları peşinde koşan biz ahmaklar, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız? Ne zamana kadar, bu nimetten mahrum kalacağız? Nefsi ve şeytanı sevindirmeye ve Allahü teâlânın rızasından mahrum kalmaya ne kadar devam edeceğiz? Dünya lezzetleri nefsin arzularıdır. İnsanın, Allahü teâlânın marifetine kavuşmasına mâni olan en kuvvetli düşman da, nefsin arzularıdır. Bu arzular bitmez ve tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır. (Maksudun, mabudundur) sözü meşhurdur. (Nefislerinin arzularını ilah edinenleri görmedin mi?) ayet-i kerimesi, bu sözümüzün vesikasıdır. [Allahü teâlâ, dünya lezzetlerini yasak etmedi. Bunların, azgınca, taşkınca, zararlı olarak kullanılmasını yasak etti.]
.8/11/2020
Evinde huzur istiyorsan işte sana reçete!..
Evin içi kadına, dışı erkeğe aittir... Herkes birbirinin hukukuna riayet ederse o evde sıkıntı olmaz, huzur olur...
Dünyaya milyarlarca insan gelmiş. Bir müddet yaşamışlar. Sonra, ölüp gitmişler. Bunların bazıları zengin imiş, bazıları fakir. Kimi güzel imiş, kimi çirkin. Kimi zalim imiş, kimi mazlum. O hâllerinin de hepsi geçti, unutuldu. Ey insan! İyi düşün! Birkaç sene sonra, sen de, bunlardan biri olacaksın. Şimdi, geçmiş senelerin nasıl bir hayâl oldu ise, o zaman, bütün ömrün, bütün hayatın, çalışmaların, didinmelerin hep hayâl, bir rüya gibi olacak...
Rüya gibi olan bu dünya hayatını iyi değerlendirirsek hem dünyamız hem de ahiretimiz mamur olur. Allahü teâlâya karşı kulluk vazifelerimizi yaptığımız gibi kul haklarına da çok dikkat etmeliyiz. Bilhassa aile içerisinde eşler birbirinin hukukuna çok dikkat etmeli. Birbirini üzecek söz ve davranışlardan, birbirlerini suçlayarak, azarlayarak ve aşağılayarak konuşmaktan ve birbirinin kalbini kırmaktan son derece sakınmalılar.
İslam âlimlerinden büyük bir zat şöyle buyurur:
Aklı olan zevc ve zevce, birbirlerini üzmezler. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alâmetidir. Zalim, huysuz kimsenin hayat arkadaşı devamlı üzülerek asabı bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hâsıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuştur. Saadeti sona ermiştir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felâketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini döğmekte ise de, ne yazık ki, bu pişmanlığının faydası yoktur.
Hikmet ehli bir zat, evdeki huzurun, karı koca arasındaki mutluluğun sırlarını şöyle özetler:
*Eşlerinize bolca iltifat edin. Her işine teşekkür edin. Hiç tenkit yok. Hiç kızmak yok.
*Asla tartışma. Bir problem hâlinde sen haklısın de. Özür dile. Beklenti yok. Yapılan hizmete razı ol. Neşeli ve saygılı ol. Çok şaka ve incitici sözden kaçın.
*Darılmak, küsmek yok. Eşinin sırdaşı ve dert ortağı ol.
*Eşini, çok sevdiğin hocanın evladı kabul et. Öyle davran. İnsan hiç çok sevdiği birinin evladını üzer mi?
*Dışarıdaki insanları üzmemek için dikkat ediliyor. Evde daha çok dikkat et.
*Üç günlük dünyada işler onun dediği gibi olsa ne olur!..
*Beklenti olmaz, teşekkür bol olursa, hizmet kat kat artar.
*Ölümü unutmayın. Ölümü unutmayan güzel huylu olur, kendi hâliyle uğraşır, başkalarını görmez. Bu da iyi geçinmenin ilacıdır.
*Evin içi kadına, dışı erkeğe aittir. Bir erkek evde ne kadar evin işine karışırsa, o kadar sıkıntı çeker. Herkes birbirinin hukukuna riayet ederse evde sıkıntı olmaz, huzur olur.
.01/11/2020
İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir...
Roger Garaudy: "İslâm, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlarüstü bir olaydır."
8 Nisan 1983 tarihinde Libya’da Bingazi’nin Karyünes Üniversitesinin konferans salonunda meşhur bir ilim adamı, meşhur bir yazar Roger Garaudy “Evet, bugün ben Müslümanım. Niçin İslam’ı seçtiniz, diyorsunuz. İslam’ı seçmekle çağı seçtim” diyordu...
70 yaşındaki Roger Garaudy ki, yıllarca Fransa’da komünist sistemin ateşli savunucusu olmuştu. Üniversiteden siyaset kürsülerine kadar Fransızlara ve Batı dünyasına hep Marksizm’i anlatmış, insanların kurtuluşunu yalnız bu sistemde bulmuştu. Çağımızda Fransız komünistlerinin en büyük “Ruh mimarı” durumunda idi. Hıristiyanlığa karşı, düşüncesiyle, kalemiyle, hitabetiyle büyük bir mücadele veriyordu...
Bir gün, Batı'nın sanat, edebiyat ve siyaset çevrelerinde bir bomba patladı: “Roger Garaudy İslam’ı seçti!..” Haber ajanslarının telekslerinde dünyaya ulaşan bu haberle, o zamanki Kremlin müthiş sarsıldı. Çünkü Kremlin, Fransa’daki komünistlerin en büyük akıl hocasını kaybetmişti!..
Roger Garaudy, bütün dünyaya şunları söyledi:
“İslâm, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslâm dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur’ân-ı kerîm ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlarüstü bir olaydır. Bugüne kadar, bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyasi ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslâm, materyalizme de, pozitivistlerin görüşüne de, egzistansiyalistlere de hâkimdir. Fakat, hiçbir şey İslam’a hâkim değildir. O büyük Peygamber [Muhammed aleyhisselam], (Yarın ölecekmiş gibi âhirete, hiç ölmeyecekmiş gibi, dünyaya çalışın!) derken, her şeyi anlatmıştır...
İslâm hem maddeye, hem de manaya hükmetmiştir. Öyle ise, bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılabilir ki, İslâm, (İlim Çin’de de olsa gidip bulunuz. İlim ve fen müminin kaybolmuş malıdır, ara ve bul) diyor. İlmin ve çalışmanın burada sınırı yoktur. İslâm, dünyayı sarsan bu iki olaya sınır koymadığına göre, dünyayı sarsmıştır. İnsanı, mahlûkların en şereflisi olarak bildirirken, onun sömürülemeyeceğini anlatmıştır.
İsrafı, gösterişi ve lüksü yasaklayan, kazancı alın terindeki damlacıklarda arayan, biriken sermayeyi fakire ölçülü ve ahlâk hükümleri içinde aktaran, fâizi, tembelliğe sebep olduğu için yasaklayan ve gayrimeşru serveti böylece imha eden bir sistemler manzumesidir. İslâm, halife ile kölenin aynı hakka sahip olmasını mecbur kılmıştır...”
.25/10/2020
Allahü teâlâ, insanları başıboş bırakmamıştır
Dünyada rahat yaşamak, saadete kavuşmak isteyen, İslamiyet’e uymaya mecburdur. İslamiyet’e uyan kula, Allahu teâla yardım eder.
Büyük âlim ve veli İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu Muhammed Masum Faruki hazretleri, sevdiklerinden birisine, -aslında hepimize- yazdığı Mektubat’ının ikinci cilt onbirinci mektubunda şöyle buyuruyor:
Allahü teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Her istediklerini yapmaya izin vermedi. Nefislerinin arzularına ve tabii, hayvânî zevklerine, taşkın ve şaşkın olarak tâbi olmalarını, böylece felaketlere sürüklenmelerini dilemedi. Rahat ve huzur içinde yaşamaları ve sonsuz saadete kavuşmaları için arzularını ve zevklerini kullanma yollarını gösterdi ve dünya ve ahiret saadetine sebep olan faydalı şeyleri yapmalarını emretti. Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etti. Bu emirlere ve yasaklara (Ahkâm-ı İslamiyye) denildi.
Dünyada rahat yaşamak, saadete kavuşmak isteyen, İslamiyet’e uymaya mecburdur. Nefsinin ve tabiatının, İslamiyet’e uymayan arzularını terk etmesi lâzımdır. İslamiyet’e uymazsa, sahibinin, yaratanının gadabına, azâbına düçar olur. İslamiyet’e uyan kul, Müslüman olsa da, kâfir olsa da, dünyada mesut, rahat olur. Sahibi ona yardım eder. Dünya hayatını, geçici zevkleri, nefsin arzularını taşkın ve şaşkın olarak yapmakla geçiren, ebedî nimetlerden, sonsuz zevklerden mahrum olur.
[Allahü teâlâ, dünya zevklerinden, geçici lezzetlerinden, nefse tatlı gelen şeylerden hiçbirini, menetmedi, yasak etmedi. Bunları, İslamiyet’e uygun, zararsız olarak kullanmaya izin verdi.]
İslamiyet’e tam uymak için, evvela (Ehl-i sünnet) âlimlerinin bildirdiklerine uygun iman etmek, sonra haram, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak ve yapması emr olunan farzları öğrenip yapmak lazımdır. Bunları yapmaya (İbadet) etmek denir. Haramlardan sakınmaya (Takva) denir. Emredilenlere (Farz), yasak edilenlere (Haram) denir.
İbadetlerin en kıymetlisi, her gün beş vakit (Namaz) kılmaktır. Dünya işlerini düşünmeden ve cemaat ile ve tadil-i erkân ile ve abdesti dikkatli alarak ve müstehab olan vakitlerinde kılmalıdır. Beş vakit namaz kılan, her gün beş kere yıkanıp temizlenen kimse gibi günahlardan temizlenir. Her gün beş vakit namazı doğru olarak kılana yüz şehid sevabı verilir. Ticaret eşyasının ve kırda otlayan hayvanların [ve tarladan, ağaçlardan elde edilen mahsulün ve kâğıt liraların ve alacakların] zekâtlarını emrolunan yerlere seve seve vermelidir. Zekâtı verilen mâl azalmaz. Zekâtı verilmeyen mâl, Cehennemde ateş olur. Ramazan-ı şerif ayında oruç tutmalıdır. Bu açlığı ve susuzluğu saadet bilmelidir...
.18/10/2020
Ecdadımızın baş ucu kitabı: Mızraklı İlmihal
Sultan II. Abdülhamid Han Mızraklı İlmihâl'i, hemen her yere göndermiş ve halkın, İslamiyet’i doğru öğrenmesini temin etmiştir.
Mızraklı İlmihâl, Osmanlı toplumunda en çok okunan ve ezberlenen Hanefi ilmihâl kitaplarından birisidir. Sıbyan [ilköğretim] mekteplerinde din bilgisine başlangıç kitabı olarak, ayrıca camilerde, köy odalarında ve evlerde yaygın biçimde okunmasının, halkımızın itikadının doğru ve sağlam kalmasında önemli payı vardır. Günümüzde dahi, Anadolu’da birçok evde bu kitabın, Osmanlı Türkçesiyle yazılmış nüshaları mevcuttur.
Sultan II. Abdülhamid Han da Osmanlı Türkçesiyle yazılmış olan Mızraklı İlmihâl'i, ahalisinin ekseriyeti Türk olan hemen her yere göndermiş ve halkın, İslamiyet’i doğru bir şekilde öğrenmesini temin etmiştir. Günümüzde arabanın bile zor ulaştığı birçok köye, bu kitap o günlerde katır sırtlarında ulaştırılmıştır.
İslam dinini doğru öğrenmek isteyenlerin, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı, nakle dayanan, güvenilir ilmihâl kitaplarını okumaları lazımdır. Kur’ân-ı kerîme ve sünnete uymak, Kur’ân-ı kerim meallerini ve hadisi şerif tercümelerini okuyup kendi anladığına uymak değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur’ân-ı kerîm ve hadis-i şeriflerin açıklamaları olan ilmihâl kitaplarına uymak demektir. Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek, ibadetleri şartlarına uygun ve doğru yapabilmek için, ilmihâl kitaplarını okuyup öğrenmek gerekir...
Mızraklı İlmihal, böyle kıymetli ilmihal kitaplarından birisidir. Kitabın asıl adı, "Miftâh-ül-Cennet"tir. Yazarı, Muhammed bin Kutbüddin İznikî hazretleridir. 1480’de Edirne’de vefat etmiştir. Edirne için manevi bir hazinedir. Kabrinin ortaya çıkmasında emeği geçenlerden Allahü teâlâ razı olsun. Böyle kıymetli zatların kabirleri ve ziyaret edilmeleri, bulundukları beldelerin manevi hayatına çok faydalı olmaktadır. Kabrinin yapılıp ziyarete açılması Müslümanları sevindirecektir.
Büyük İslâm âlimi, Seyyid Abdülhakîm Arvasi hazretleri, Mızraklı İlmihal ve yazarı için, "Miftâh-ül-Cennet ilmihâlinin yazarı sâlih bir zât imiş. Okuyanlara faydalı olur" buyurmuştur.
Osmanlı insanının, özellikle Anadolu insanımızın manevi yapısının ve mayasının sağlamlığında, asil milletimizin Ehl-i sünnet itikadı üzere devamında ve dört hak mezhepten biri olan Hanefi mezhebine bağlı kalmasında, İslamiyet’e sıkı bir şekilde sarılmalarında, bozuk itikatlı kimselerden, bozuk akımlardan korunmalarında, Mızraklı İlmihâl'in tesiri çok büyüktür. Bu kitap, Anadolu’da bozuk akımlara, ideolojilere karşı âdeta bir set çekmiştir. Bugün dimdik ayakta isek, dinimizi Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde doğru olarak anlatan Mızraklı İlmihal ve benzeri kıymetli kitaplardan aldığımız maneviyat ile ayaktayız. [Mızraklı İlmihâl, Hakikat Kitabevi tarafından, İslam Ahlakı kitabının içinde neşredilmiştir.]
.11/10/2020
Dinimizi doğru olarak nereden öğreniriz?
Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şeriflerin hakiki manalarını öğrenmek isteyen bir kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumalıdır.
İslamiyet, mealden, Kur’ân-ı kerim ve hadis-i şerif tercümelerinden öğrenilmez. Kur’ân-ı kerimin manası mealden ve tercümelerinden anlaşılmaz. Bir âyetin manasını anlamak demek, murad-ı ilahiyi yani Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre yaptığı meali, manayı öğrenir.
Dinî ilimlere vâkıf olmadan, ana ilimleri okumadan, ehliyeti olmadan, Ehl-i sünnet âlimlerinin bu konuda verdiği ölçüleri bilmeden, doğrudan meal okumak, tefsir okumak, Kur’ânı kerim ve hadis tercümelerini okumak, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere kendi anladığına göre mana vermeye, manalarını yanlış anlamaya ve dinî yönden tehlikeli durumlara düşmeye sebep olur.
Şahsi görüşe göre tefsir yapmanın büyük zararını iyi bilen Hazret-i Ebu Bekir “radıyallahü teâlâ anh” (Kur’ân-ı kerimi kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler!) buyurmuştur. (Şir’at-ül İslam)
Nasıl ki Türkçe bilen herkes, tıp, hukuk, fen bilgisi kitaplarını anlayamayıp, ayrıca bu sahalarda ihtisas yapması gerekirse, Kur’ân-ı kerimin mealini okuyan, Arapça bile bilse tam anlayamaz. Dil bilmek ayrı, ilim, ihtisas ve liyakat ayrıdır.
72 dalalet fırkası, Kur’ân-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Üstelik bu fırkaların başındakiler ilim sahibi insanlardı. Âlimler sapıtınca, ilmi olmayan kimselerin Kur’ân-ı kerime kendi anladıklarına göre mana vererek ne hâle düşeceklerini buradan anlamalıdır.
Kur’ân-ı kerîmin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen bir kimse, Ehli- sünnet âlimlerinin kelâm, fıkıh, ahlâk kitaplarını okumalıdır. Bu kitapların hepsi, Kur’ân-ı kerîmden ve hadis-i şeriflerden alınmış ve yazılmıştır.
Bunların hepsi Kur’an-ı kerimin tefsiri ve hadis-i şeriflerin açıklamalarıdır. Fakat bu Kelâm [akâid], fıkıh ve ahlaka dair yazılmış kitapları da anlamak için, senelerce dinî ilimleri tahsil etmiş olmak gerekir. Onun için İslam âlimleri, bu kitaplardaki iman, ibadet ve ahlak bilgilerini, halkın seviyesine uygun, herkesin kolayca anlayabileceği şekilde ilmihal kitaplarına yazmışlar.
O hâlde her Müslüman, dinini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanan ve nakle dayanan ilmihal kitaplarından öğrenmelidir. Kur’ân-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin manalarından mesul olduğumuz bilgiler, ilmihal bilgileridir. Osmanlılar zamanında halkın eline meal ve tefsir değil, ilmihal kitabı verilmiştir. Meal okumak, buna teşvik etmek ve meal dağıtma işi, Osmanlıdan sonra olmuştur. [Hakikat Kitabevi yayınlarından İslam Ahlakı ve Namaz Kitabı çok kıymetli ilmihal kitaplarıdır.]
.04/10/2020
İlmihâl bilgilerini öğrenmenin ve öğretmenin önemi...
Ecdadımız, her zaman toplanıp, ilmihâl kitaplarını okurlar, lazım olan iman, ibadet ve ahlak bilgilerini öğrenirlerdi.
Herkesin bilmesi ve yapması gereken iman, ibadet ve ahlak ile ilgili bilgilere ilmihâl bilgileri denir. Bu bilgileri anlatan kitaplara ilmihâl kitapları denir. İslam dinini doğru öğrenmek isteyenlerin, ilmihâl kitaplarını okumaları lazımdır. Kur’âna ve sünnete uymak, ilmihâl kitaplarına uymak demektir. Bu kitaplardaki bilgiler, Kur’ân-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin açıklamalarıdır.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “İlim öğrenmek her Müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır” buyurmuştur. Burada öğrenilmesi istenilen bilgiler, ilmihâl bilgileridir. İlmihâl kitapları, bu bilgileri herkesin kolayca anlayacağı şekilde anlatmaktadır
Büyük İslam âlimi İbni Âbidin “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki: “Her Müslüman erkek ve kadının, ilmihâl bilgilerini öğrenmesinin farz olduğunu, âlimler söz birliği ile bildirdi. Her Müslüman kadının, hayız ve nifas bilgilerini öğrenmesi farzdır. Erkeğin de evleneceği zaman, hayız ve nifas bilgilerini öğrenmeleri lazımdır.” (Menhel-ül Vâridîn)
Dört hak mezhep olan Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi âlimlerine Ehl-i sünnet âlimleri denir. Ehl-i sünnet âlimleri, böyle ilmihal kitapları yazmışlar. Dört hak mezhebin her birine ait ilmihâl kitabı vardır.
Dinini seven ve kayıran insanların, ilmihâl bilgilerini, imanı yani Ehl-i sünnet itikadını, farzları, haramları, abdest, namaz ve gusül bilgilerini öğrenmesi ve çoluk çocuğuna öğretmesi birinci vazifesidir. Çocuklarına ilmihal bilgilerini öğretmeyen, onlara karşı dinî ve insanî vazifesini yapmamış olur. Bunlar öğrenilmedikçe, Müslümanlık olamaz, iman elde tutulamaz. Resûlullah efendimiz, (İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz) buyurdu.
İlmihal bilgilerini öğrenen, dinde ölçü sahibi olur. Doğruyu yanlışı birbirinden ayırır. Dînî konularda konuşanların doğru mu yanlış mı konuştuğunu bilir. İlmihâlini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, iman ve ibadet konusunda hata etmek ve yanlış yollara sapmak tehlikesindedirler.
Ecdadımız, her zaman toplanıp, ilmihâl kitaplarını okurlar, lazım olan iman, ibadet ve ahlak bilgilerini öğrenirlerdi. Çocuklarına Kur’ân-ı kerim okumasını öğretirlerdi. Ancak, böyle Müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını, bizlere doğru olarak ulaştırabildiler. Bizim de Müslüman kalmamız, yavrularımızı, içimizdeki ve dışımızdaki itikadı bozuk kimselere kaptırmamamız için, ilk ve en lüzumlu çare, her şeyden önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihâl kitaplarını okumak, okutmak, öğrenmek ve öğretmektir. [Hakikat Kitabevi’nin yayınladığı Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye ve İslâm Ahlâkı, çok kıymetli ilmihâl kitaplarıdır.]
.27/09/2020
Ehl-i Beyti sevmek...
“Oğlum, evlad-ı Resûl’e muhabbet etmek, onları sevmek, son nefeste imanla gitmeye sebep olur. Bunu şimdi daha iyi anladım.”
Ehl-i beyt, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın bütün aile fertlerine denir. Mübarek hanımları, kızı Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Ali ve bunların evlatları olan Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, onların çocukları ve kıyamete kadar gelecek torunlarının hepsine de Ehl-i beyt denir. Hatta Peygamberimizin mübarek soyuna bağlı olduğu Haşimoğullarına da Ehl-i beyt denir. Eshab-ı kiramdan Selmân-ı Fârisî de Ehl-i beytten sayıldı. Fakat özellikle Ehl-i beyt denilince, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma ve mübarek iki oğlu Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin anlaşılır (radıyallahü teâlâ anhüm).
Resûlullah Efendimizin soyu, Hazret-i Fâtıma’dan devam etti. Hazret-i Hasan’ın çocuklarına ve torunlarına Şerîf, Hazret-i Hüseyin’in nesline de Seyyid denir. Sevgili Peygamberimizin “sallallahu aleyhi ve sellem” temiz ve mübarek kanını taşıyan Seyyidler ve Şerifler, çeşitli ülkelerde yaşamaktadır. Her biri güzel ahlak numunesi olup, yurdumuzda da sayıları pek çoktur. Onlarda, Resûlullah Efendimizin (aleyhisselam) zerreleri vardır. Onları sevmek, kıymet vermek, saygı göstermek, hizmet etmek her Müslümanın vazifesidir ve çok kıymetlidir.
Âlimlerin önderi, tasavvuf bilgilerinin mütehassısı İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh), buyurdu ki: “Babam zâhir ve bâtın ilimlerinde yani kalp ilimlerinde çok âlim idi. Her zaman Ehl-i beyti sevmeyi tavsiye ve teşvik buyururdu. Bu sevgi, insanın son nefeste imanla gitmesine çok yardım eder, derdi.”
Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri, (Ehl-i beytin, kusurları, hataları olsa da, bunları sevmek lazımdır. Bunları sevmek, kalp ile, beden ile ve mal ile yardım yapmakla olup, bunlara riayet ve hürmet etmek, iman ile ölmeye sebep olur) buyurdu.
İslam âlimlerinden bir zat vaaz veriyormuş. Vaaz verirken, arada bir ayağa kalkıyor, sonra yine oturuyormuş. Sormuşlar, “Efendim, arada bir niçin böyle oturup kalkıyorsunuz” diye. Buyurmuş ki: “Tâ uzakta seyyid çocuklar oyun oynuyorlar. Bazen bizim önümüzden geçiyorlar, önümüzden geçerken onlara hürmeten ayağa kalkıyorum.”
Osmanlılar, Sevgili Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mübarek soyundan gelenlere son derece hürmet ve muhabbet göstermiş; rahat ve huzur içinde yaşamaları için lâzım gelen her hizmeti yapmışlar, bunun için görevliler tayin etmişlerdi. Bu görevlilere Nakîbü’l-eşrâf denirdi. Nakîbül-eşrâflar, evlad-ı resûl denilen bu kıymetli insanlar arasından seçilirdi.
Sultan II. Abdülhamid, nakibü’l-eşrâflara Yıldız Sarayı civarında bir konak tahsis etmişti.
Osmanlılar zamanında Suriye’nin Humus şehrinde Seyyidlerin mahkemesi vardı. Seyyid olmayanların seyyidlik iddiasında bulunmalarını engellemek ve gerçek seyyidleri tesbit için, bir seyyidin çocuğu dünyaya gelince, hemen iki şahitle götürüp o mahkemeye kaydettirirlerdi. Mustafa Reşit Paşa sadrazam olunca, o mahkemeyi kaldırdı.
.20/09/2020
"Akıllı oğlum! Haramların yaldızına sakın aldanma!"
Her şeyden önce, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin bildirdiği itikadı öğrenmek ve imanını buna göre düzeltmek lâzımdır...
İslâm âlimlerinin göz bebeği, velilerin baş tâcı İmam-ı Rabbani Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretleri, sevdiklerinden birisine; aslında hepimize yazdığı bir mektubunda buyuruyor ki:
Yâ Rabbî, dünyayı gözümüzde küçült ve ahiretin büyüklüğünü, ehemmiyetini kalplerimize yerleştir! Ey akıllı oğlum! Haramların süsüne, yaldızına sakın aldanma ve çabuk geçen, tükenen lezzetlerine kapılma! Bütün hareketlerinin, duruşlarının, gidişlerinin, İslamiyet’e uygun olmasına çok dikkat et! Onun ışıkları altında yaşamaya çalış!
Her şeyden önce, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin “Allahü teâlâ onların durmadan çalışmalarına, çok mükâfat versin” bildirdiği, kitaplarında yazdığı itikadı öğrenmek ve imanını buna göre düzeltmek lâzımdır. Ondan sonra, fıkıh ahkâmını, ilmihal bilgilerini öğrenmeli, farzları yapmaya sarılmalı, helale, harama dikkat etmelidir.
Farzların yanında, nafile ibadetlerin, hiç kıymeti yoktur. Zamanımızın Müslümanları, farzları bırakıp, nafile ibadetlere sarılıyor, nafile ibadetleri yapmaya [mesela, sadaka ve hayrat yapmaya] ehemmiyet verip, farzları [mesela beş vakit namaz kılmayı, ramazan-ı şerif ayında oruç tutmayı, zekât vermeyi, uşur (toprak mahsullerinin zekâtını) vermeyi, borç ödemeyi, helali, haramları öğrenmeyi ve tesettürü, radyo ve televizyonda, imanı ve ahlâkı bozan, uygun olmayan programları, sözlerini dinlemelerini] hafif ve ehemmiyetsiz görüyorlar.
Olur olmaz yerlere birçok para sarf ediyorlar da, bir kuruş zekâtı bir Müslümana vermeyi benimsemiyorlar. Hâlbuki bilmiyorlar ki, bir kuruş zekâtı yerine vermek, binlerle lira sadaka vermekten, kat kat daha sevaptır. Zekât vermek, Allahü teâlânın emrini yapmaktır. Sadaka ve hayratın çoğu ise, şöhret, hürmet ve nefsin şehvetlerini, arzularını kazanmak için olur.
Farzlar yapılırken araya riya, gösteriş karışmaz. Nafile ibadetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun içindir ki, zekâtı, aşikâre vermek lâzımdır. Bu suretle insan iftiradan[ zekâtını vermedi denilmekten] kurtulur. Nafile sadakayı, gizli vermelidir ki, kabul ihtimali fazla olur.
Sözün özü şudur ki, dünyanın zararından kurtulabilmek için, ahkâm-ı İslamiyye’ye yapışmaktan [İslamiyet’in emir ve yasaklarına uymaktan] başka çare yoktur.
Dünya zevklerini, arzularını büsbütün bırakamayanlar, hiç olmazsa, her sözü ve her işi İslamiyet’e uygun yapmalıdır.
[Müslüman olmayanların bazı emellerine kavuşmak için, İslamiyet’e uygun işler yapmaları, dünyada faydalı olur, rahat, mesut yaşamalarına sebep olur ise de, kıyamet gününde fayda vermez. Çünkü onlar, imanla şereflenmemiştir. İbadetlerin kabul olması için, iyiliklere sevap kazanabilmek için, iman sahibi olmak lazımdır..]
.13/09/2020
Din Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir!..
Kur’ân-ı kerîmden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan ilimler içinde kıymetli ve doğru olan, yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri din bilgileridir.
Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymak, İslamiyet’i öğrenmek; meal, tefsir ve hadis-i şerif tercümelerini okumakla değil, dört hak mezhepten birine uymakla olur. Bir kimse, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden, kendi anladığına uyarsa, İslamiyet’e uymuş olmaz.
Kur’an-ı kerimdeki bilgileri doğru olarak Resûlullah efendimiz “sallallahu aleyhi ve sellem” açıklamıştır. İmam-ı Şârânî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki:
"Sünnet, yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı, zekât nisâbı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri gibi birçok mesele bilinemezdi." (Mizan-ül kübra)
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, bu açıklamaları Eshâbına (radıyallahü teâlâ aleyhim) bildirdi. Onlar da talebeleri olan tâbiine bildirdi. Tâbiîn ve tebe-i tabiîn âlimleri de bunları kitaplarına yazdı. Bu kitapları yazan âlimlere Ehl-i sünnet âlimi denir. Bu âlimler, din bilgilerini Peygamber Efendimizden nasıl gelmiş ise aynen naklettiler ve zamanlarındaki Müslümanların anlayacakları şekilde açıkladılar.
Allahü teâlâ, âlimlere uymayı emrediyor, mealen (Bilmiyorsanız, âlimlere sorun!) (Nahl, 43) Onun için âlimlere uymamız gerekir. Âlimlere uymak, dört mezhepten birine uymak ve o mezhebe ait güvenilir bir ilmihal kitabına göre hareket etmek demektir. Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve Müslümanların da uymaları gerektiğini bildirmişlerdir.
O hâlde, Kur’ân-ı kerim meallerinden, hadis-i şerif tercümelerinden din öğrenilmez. Kur’ân-ı kerim meallerinden ve hadis-i şerif tercümelerinden kendi anladığına göre konuşan kimselerden de din öğrenilmez. Her Müslüman, dinini, Ehl-i sünnet âlimlerinden yahut onların hazırladığı ilmihal kitaplarından öğrenmelidir.
Bir kimse, âlim olduğunu söyleyen birisine gelerek, dinî bir sual sorar. Fetvayı verecek olan şahıs;
“Senin fetvanı [sualinin cevabını] Kur’ân ve sünnete göre mi vereyim yoksa Hanefi mezhebine göre mi vereyim?” der. Soran kişi de;
“Hanefi mezhebine göre ver” der. Bu defa hoca;
“Hayret! İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin fetvasını, Kur’ân ve sünnetten üstün mü tutuyorsun!” diye çıkışır. Soran kişi ise şu muhteşem cevabı verir:
“Hayır, üstün tutmuyorum! Lakin Kur’ân ve sünneti, İmam-ı a’zam’ın (rahmetullahi aleyh) senden çok daha iyi ve doğru anladığını biliyor ve inanıyorum. Onun için İmamı a’zam’a göre cevap ver, diyorum!
.6/09/2020
Kur’âna ve sünnete uymak ne demek?
Güvenilir bir ilmihal kitabını okuyup öğrenmeli, ibadetlerini ona uygun yapmalıdır. Kur’ân’a ve sünnete uymak da zaten bu demektir...
Allahü teâlâ, Cebrail ismindeki melek vasıtasıyla Kur’ân-ı kerimi Muhammed aleyhisselama göndermiştir. Muhammed aleyhisselam Kur’ân-ı kerimi tefsir etmiştir yani açıklamıştır. Bu açıklamalara hadis-i şerif denir. Muhammed aleyhisselam, Allahü teâlânın bildirdiklerini Eshâbına bildirdi. Onlar da talebeleri olan tâbiine bildirdi. Tâbiîn ve tebe-i tâbiîn âlimleri de de bunları kitaplara yazdı. Bu âlimler, din bilgilerini Peygamber Efendimizden nasıl gelmiş ise aynen naklettiler…
Zaman geçtikçe kalpler karardı, hele yeni Müslüman olanlar Kur’ân-ı kerimden kendi akılları ve görüşleri ile mana çıkarmaya çalıştılar. Peygamber Efendimizin bildirdiklerine uymayan manalar çıkardılar. Böylece yetmiş iki bozuk ve sapık inanış meydana geldi. Böyle sapık inanışı olanlara bidat ehli veya dalâlet ehli denir. Aslında yetmiş iki fırkanın ileri gelenleri, âlim idiler. Buna rağmen kendi akıllarına göre Kur’ân-ı kerime yanlış mana verdikleri için doğru yoldan ayrıldılar. İlim sahibi olanların hâli böyle olunca, ilim sahibi olmayanların Kur’ân-ı kerime kendi kafalarına göre mana verdiklerinde ne hâllere düşeceklerini buradan anlamak lazım. Onun için Kur’ân-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan her mana, makbul ve muteber değildir. Kur’ân-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan ilimler içinde, kıymetli ve doğru olan, yalnız (Ehl-i sünnet) âlimlerinin anladıkları ve bildirdikleridir.
İslamiyet, yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. O da Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadıdır. Dünyada ve ahirette felaketten kurtulmak, rahat ve mesut yaşamak için, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun iman etmek yani bu bilgileri öğrenmek ve hepsine inanmak şarttır.
İmânı, itikâdı düzeltdikten sonra, fıkıh ahkamını, yani dînimizin emrettiği ve yasak ettiği şeyleri, farzları, vâcibleri, helâl ve harâmları, sünnet ve mekrûhları ve şüphelileri lüzûmu kadar öğrenmeli ve bu bilgi göre hareket etmelidir. Bunları bilmeden Müslümânlık olmaz. Bu bilgileri dört hak mezhepten birine tabi olarak öğrenmeli ve ibadetlerini bu bilgilere göre yapmalı. Dört mezhep âlimlerine Ehl-i sünnet âlimi denir.
Ehl-i sünnet âlimleri, iman, ibadet ve ahlak bilgilerini herkesin kolayca anlayabilecekleri kitaplar yazmışlar. Bu kitaplara ilmihal kitabı denir. Ecdadımız halkın eline Kur’ân-ı kerim meali ve tefsir kitapları değil ilmihal kitapları vermişlerdir. Camilerde, tefsir kitaplarından halkın seviyesine uygun bir şekilde yalnız âlim zatlar anlatmıştır.
[Hakikat Kitabevi'nin yayınlarından Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye ve İslam Ahlakı ve Namaz Kitabı çok kıymetlidir.]
.30/08/2020
Ömrü uzun, ibadetleri çok olanlara müjde!..
"Dünya kazançlarının, Allahü teâlânın yanında az bir kıymeti olsaydı, düşmanı olan kâfirlere ondan kıl ucu kadar vermezdi."
İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Rabbani hazretleri, çok kıymetli olan Mektubat kitabında, sevdiklerinden birine taziye için yazdığı 89. mektubunda buyuruyor ki:
Hak teâlâ, hepimizi İslamiyet’in doğru caddesinde bulundursun “alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye”! Enbiyâ sûresi otuz beşinci ve Ankebût sûresi elli yedinci âyetlerinde meâlen, “Her canlı, ölümün tadını tadacaktır!” buyuruldu. Bunun için, her insan ölecektir. Ölümden kurtuluş yoktur. Hadis-i şerifte, “Ömrü uzun, ibadetleri de çok olana müjdeler olsun!” buyuruldu.
Ankebût sûresinin beşinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâya kavuşmak isteyenler! Biliniz ki, Allahü teâlâya kavuşmak zamanı herhalde[muhakkak] gelecektir) buyuruldu. Evet, biz geride kalanlar ve nefse esir olanlar ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmuş olanların ve dünyaya düşkün olmaktan kurtulanların sohbetlerinden mahrum kalanlar, zararda ve başı yerdeyiz. Nimetlerini size saçan merhume valideniz, günümüzün en kıymetli varlığı idi. Onun size olan ihsanlarına karşı, şimdi sizin de ona ihsan etmeniz lazımdır. Dua ederek ve sadaka vererek her an yardımına koşunuz!
Bundan başka, onların ölümünü görerek, kendi ölümünü de düşünmeli. Bütün varlığı ile, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmaya sarılmalıdır. Dünya hayatının insanı aldatmaktan başka bir şey olmadığını düşünmelidir. Dünya kazançlarının, Allahü teâlânın yanında az bir kıymeti olsaydı, düşmanı olan kâfirlere ondan kıl ucu kadar vermezdi.)
İmam-ı Rabbani hazretleri, yine sevdiklerinden birine yazdığı, baş sağlığı dilediği 1.cild 104. mektubunda da şöyle buyurmaktadır:
(Merhum hazretin ölümünün acısı, her ne kadar pek şiddetli ve çok çetin ise de, kul için, sahibinin işinden razı olmaktan başka çare yoktur. İnsan, bu dünyada kalmak için yaratılmadı. Dünyada iş yapmak, çalışmak için yaratıldık. Çalışmalıyız! Çalışıp da, kazanıp da ölen bir kimse için korkacak bir şey yoktur. Ölmek, felaket değildir. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek felakettir. Ölülere, dua ile, istiğfar etmekle, onun için sadaka vermekle yardım etmek, imdatlarına yetişmek lazımdır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Ölünün mezardaki hâli, imdat diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir dua gelince, dünyanın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allahü teâlâ, yaşayanların duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.”)
.23/08/2020
Namazlarımızı şartlarına uygun kılmalıyız...
"Rükûda ve secdelerde (sübhanallah diyecek kadar) hareketsiz durmak lazımdır. İki secde arasında oturmak da böyledir."
İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Rabbani hazretleri 1. cild 266. mektubunda buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmaya, Onun beğendiği gibi yaşamaya çalışmalıdır. Onun en çok beğendiği ve emrettiği şey, her gün beş vakit namaz kılmaktır.
Önce, sünnete [yani fıkıh, ilmihal kitaplarında yazılana] tam uygun olarak, abdest almalıdır. Abdest alırken yıkanması lazım olan yerleri üç defa ve her defasında, her taraflarını tam yıkamaya çok dikkat etmelidir. Başa mesh ederken, başın her tarafını kaplayarak sığamalıdır. Kulakları ve enseyi iyi mesh etmelidir. Ayak parmaklarını hilâllerken, [parmak aralarını yıkarken] sol elin küçük parmağının, ayak parmaklarının alt tarafından, aralarına sokulması bildirilmiştir...
Erkekler, farz namazları cemaat ile kılmaya çok dikkat etmeli, hatta birinci tekbiri imam ile beraber almayı kaçırmamalıdır. Namaz ne kadar geç kılınırsa sevabı o kadar azalır. Namazı kılmadan vakti çıkarsa, adam öldürmüş gibi büyük günah olur. Kazâ etmekle, bu günah af olmaz. Yalnız borç ödenir. Bu günahı affettirmek için, tevbe-i nasûh yapmak [günahlara pişman olup, dili ile istigfar etmek ve bir daha işlememeye karar vermek] veya hacc-i mebrûr [şartlarına uygun olarak ihlas ile hac] yapmak lazımdır...
Rükûda ve secdelerde [bir sübhanallah diyecek kadar] hareketsiz durmak lazımdır. İki secde arasında oturmak da böyledir. Bunlara çok dikkat etmelidir. Rükûda ve secdelerde tesbih en az üç keredir. Çoğu yedi veya on birdir. İmâm için ise, cemaatin hâline göredir. Kuvvetli bir insan, sıkıntısı olmadığı zamanlarda, yalnız kılarken hiç olmazsa, beş kere söylemelidir. Secdeye yatarken, önce dizler, sonra eller, daha sonra burun, en sonra da alın konur. Dizlerden ve ellerden, evvela sağlar yere konur. [Secdeye giderken pantolon paçalarını yukarı çekmek mekruhtur. (Halebi)]
Secdeden ayağa kalkarken, evvela alın [sonra burun, sonra sol el ve sağ el, sonra sağ diz ve sol diz yerden] kaldırılmalıdır. [Secdeden ayağa kalkarken sol topuk, sağ topuktan dört parmak açılır. Özürsüz bir şeye dayanıp kalkmak mekruhtur.] Ayakta iken, secde yerine; rükûda iken ayaklara; secdede iken burun ucuna; otururken de iki ellere veya kendi kucağına bakılır...
El parmaklarını rükûda açmak ve secdede birbirlerine yapıştırmak sünnettir. Parmakları açık yahut bitişik bulundurmak sebepsiz, boş şeyler değildir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” faydalarını düşünerek böyle yapmıştır... Allahü teâlâ, bize ve size, İslâmiyet’in gösterdiği salih işleri yapmak nasip etsin! Âmîn... [Hakikat Kitabevi'nin yayınlarından Namaz Kitabı namaz İbadetini çok iyi anlatmaktadır.]
.16/08/2020
"Mayan fıkıh olsun!”
“Ey oğul! Her hâlinde ilim, edep ve takva üzere ol! İslâm âlimlerinin kitaplarını oku! Herkese, şefkat ve merhamet et!.."
Bir Müslüman önce itikadını yani imanını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak düzeltmeli. Sonra fıkıh bilgilerini öğrenmeli ve bu bilgilere göre yaşamalıdır. İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerinden İmam-ı Rabbânî hazretleri Mektûbat kitabında 266. mektubunda buyuruyor ki:
İmanı, itikadı Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak düzelttikten sonra, fıkıh ahkâmını, [dinimizin emrettiği ve yasak ettiği işleri] öğrenmek, elbette lazımdır. Yani, farzları, vacipleri, helal ve haramları, sünnet ve mekruhları ve şüphelileri lüzumu kadar öğrenmeli ve bu bilgi ile hareket etmelidir. Fıkıh kitaplarını öğrenmek, her Müslümana lazımdır. [Bunları bilmeden Müslümanlık olmaz.] Allahü teâlânın emirlerini yapmaya, Onun beğendiği gibi yaşamaya çalışmalıdır. Onun en çok beğendiği ve emrettiği şey, her gün beş vakit namaz kılmaktır.”
Bir Müslümanın öğrenmesi zaruri, lazım olan bilgiler, iman ve amel bilgileridir, Yani, bir Müslümanın her şeyden önce, inanılacak bilgileri ve yapılacak vazifeleri öğrenmesi lazımdır. Böylece, farzları, vacipleri, hatta sünnetleri ve müstehapları yapması ve helali ve haramı gözetmesi ve İslamiyet’in hududunun, sınırlarının dışına taşmaması lazımdır. Ancak, böylece ahiret azaplarından kurtulmak düşünülür.
Âkıl ve baliğ olan Müslüman evladının, evvela (Kelime-i şehadet) söylemesi ve bunun manasını öğrenip, inanması lazımdır. Sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikat, yani iman edilmesi lazım olan bilgileri öğrenip, bunlara inanması lazımdır. Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslam’ın beş şartını ve helal, haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve uygun yaşaması lazımdır.
Böyle zaruri, lazım olan şeyleri bırakıp fuzuli, faydasız işlerle uğraşmak, kıymetli ömrü zâyi etmek olur. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın, bir kulunu sevmemesinin alâmeti, onun malayani [kişinin dinine ve dünyasına yaramayan faydasız, boş işler] ile vakit geçirmesidir) buyuruldu. Dinde öğrenilmesi mutlaka lazım olan bilgiler o kadar çoktur ki, insan fuzuli, faydasız işlerle ile uğraşmaya vakit bulamaz.
Her Müslümanın öğrenmesi lazım olan bu bilgiler, Ehl-i sünnetin âlimlerinin yazdıkları kitaplardan öğrenilir. İman, amel ve ahlak bilgilerini, halkın seviyesine göre kısa ve açıkça anlatan kitaplara ilmihal kitapları denir. Dînini bilen, seven ve kayıran, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı ilmihal kitaplarını alıp öğrenmek ve çoluğuna çocuğuna öğretmek, her Müslümanın birinci vazifesidir. [Hakikat Kitabevi yayınlarından İslâm Ahlâkı Kitabı çok kıymetli bir ilmihal kitabıdır.]
Abdülhâlık Goncdüvânî, İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Hızır aleyhisselamdan ders almıştır. (Vasiyyetnâme) kitabında diyor ki: ”Ey oğul! Her hâlinde ilim, edep ve takva üzere ol! İslâm âlimlerinin kitaplarını oku! Helalden ye! Herkese, şefkat ve merhamet et! Kimseyi hakir görme! Kimse ile münakaşa etme! Mayan fıkıh ve evin mescid olsun!” | | | | |