|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Osmanlı'da enteresan bir topluluk; dönmeler-avdetiler-sabetayistler
|
Osmanlı'da enteresan bir topluluk; dönmeler-avdetiler-sabetayistler |
OSMANLI CEMİYETİNDE ENTERESAN BİR TOPLULUK:
SABETAYCILIK VE DÖNMELER
Sabetayizm (Yahudi Dönmeliği) Nedir?
Osmanlılar Müslüman olan herkese muhtedi (hidayete eren) dediği halde, bir gruptan bu isim esirgenmiş; bunlar avdetî (dönme) diye anılmıştır. Dönmeler, sayıca az olmakla beraber, pozisyonları itibariyle Osmanlı sosyal ve politik hayatında çok mühim bir yer işgal etmiş; uzun yıllar iktidarı ellerinde tutmaya muvaffak olmuştur.
Öteden beri Osmanlı ülkesinde hatırı sayılır bir Yahudi cemaati yaşamaktaydı. Osmanlı hükûmeti bunları bir millet olarak tanırdı. Haylisi 1492’de İspanyol zulmünden kaçan Yahudilerdi. Ladino denilen İbranice-İspanyolca karışımı bir lisan konuşurdu. Selânik, İzmir ve İstanbul bunların en çok yaşadıkları şehirler idi.
İSLAMİYET GÖRÜNEŞE İTİBAR EDER
1648 senesinde İzmir’de yaşayan Sabetay Sevi adında bir haham, mesihliğini iddia etti. Gerçi Yahudiler, kıyamete yakın insanlığı kurtarmak; zamanın hükümdarını tahttan indirip Yahudileri Kudüs’e toplayarak “Tanrı’nın Krallığı”nı kurmak üzere bir mesih beklerdi. Ancak Sabetay Sevi’ye inanan az oldu. Sevi çeşitli şehirlerde gezdi. Nihayet kıyametin başlangıcı saydığı 1666 yılında mesihliğini herkese ilan etti. Yahudi dualarında değişiklikler yaptı. İbadetlerde padişahın ismini kaldırıp kendi ismini koydu.
Bazıları onu Yahudilerin beklenen kurtarıcı kralı olduğuna inanmaya başladı. Dünyayı 38 krallığa ayırıp her birine sadık adamlarını tayin etti. Bunun üzerine İstanbul’daki hahambaşı kendisini hükümete şikayet etti. Sevi, Çanakkale’ye sürgün olundu. Faaliyetlerine devam edince Edirne’de padişah Sultan IV. Mehmed‘in huzuruna çıkarıldı. Öldürüleceğinden korkarak Müslüman olmuş göründü ve Mehmed ismini aldı.
Orada bulunan şeyhülislâm Vânî Mehmed Efendi “Adım gibi eminim ki bu adam Müslüman olmadı. Ama ne çare dinimiz görünüşe itibar eder” demekten kendisini alamadı. Müritleri de topluca Müslüman olduklarını ifşâ ettiler. İslâm dini, görünüşe itibar eder. Hazret-i Peygamber de münafık olduğunu bildiği kimselere bile bu sebeple ilişmemiştir. Kaldı ki içlerinden samimî Müslümanlar da olabilir.
Ancak Sevi, faaliyetten geri durmadı. Sabetayistlik denilen tarikatin 18 prensibini neşretti: “Allah birdir. Sabetay Sevi mesihtir. Yalan yere yemin edilmeyecektir. Allah’ın ve mesihin adı anıldığında hürmet edilecektir. Mesih’in sırrını anlamak için toplantılar yapılacak. Adam öldürülmeyecek. Zina edilmeyecek. Yahudi takviminin 9. ayı Kislev’in 16. günü bayram yapılacak. Yalan şâhidlik edilmeyecek. Birbirlerine mürüvvet ve merhametli davranılacak. Her gün gizlice mezamir okunacak. Müslümanların âdetlerine ve zahiren ibâdetlerine uyulacak. Oruç tutulacak. Kurban kesilecek. Müslümanlarla evlenilmeyecek. Müslüman bayramlarına hürmet gösterilecektir...” Taraftarlarıyla gizlice âyin yaparken yakalanan Sevi, Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa tarafından sorgulanıp adamlarıyla beraber Arnavutluk’a sürüldü. 1675’te burada öldü. Mesele sürgünle çözüldüğü için hükûmet öldürme yoluna gitmemiştir. Çünkü Osmanlılar, düzeni tehdit etmedikçe kimsenin inancına karışmazdı.
KİLİT NOKTALAR...
Sabetayistler, kendilerine ma’amînim (mü’minler), haberim (ortaklar), ba’ale milhamah (mücâhidler) gibi isimler verir. Tevrat’ın bâtınî tefsirini yapıp, Yahudilikteki birçok emir ve yasağı farklı yorumlayarak, İslâm dünyasındaki Bâtınîlere benzer bir yol tutmuşlardır. Sevi’nin Zohar (Işık) adlı Tevrat yorumunu okurlar. Sevi’nin ölümünden yüz sene sonra üç gruba ayrıldı. Yakub Qerido’yu sonraki mesih sayan Yakubîler, Osman Baruhya Ruso’nun, Sabetay Sevi’nin ruhunu taşıdığına inanan Karakaşlar; Sevi geleneğini sürdüren Kapanîler. Bunlar mesafeli yaşar. Birbirlerinden ve yabancılardan kız almaz. Mezarlıkları bile ayrıdır. Üsküdar Bülbülderesi ve Karacaahmed (8. ada) Karakaş ve Kapancıların; Feriköy ise Yakubîlerindir. İttihatçıların maliye nazırı(bakanı) olup cumhuriyet devrinde asılan meşhur Cavid Bey Karakaşların reisi idi.
Yahudi cemaatinin de sapkın kabul edip dışladığı Sabetayistler, uzun yıllar Müslüman görünüp; evlerinde kendi inanç ve ibadetlerini yaşadılar. İçlerinden Bektaşî, Mevlevî, Melâmî şeyhleri, hatta şeyhülislâm (Hayatîzâde Emin Efendi-1748) çıktı. Selanik’in ekseriyeti Yahudi, bunların bir kısmı da Sabetayist idi. İzmir ve İstanbul’da da sayıları çoktu. Arnavutluk’a gidenler, zamanla Selânik’e yerleşti. Avrupa ile teması olan, birkaç ecnebi lisan bilen, entelektüel bir cemaat idi. Bu sıfatları ile Osmanlının modernleşmesinde mühim rol oynayıp kilit noktalara geldiler. Başka kilit noktalara da ister istemez bizzat tanıdıkları kendilerinden kimseleri getirdiler. Böylece 20. asır başlarında Osmanlı ülkesinde fiilî Sabetayist iktidarı kurulmuş oldu. Sultan Hamid‘i tahttan indirenlerin çoğu bu gruptandı. Gazeteciler, filmciler, edebiyatçılar, politikacılar arasında çok Sabetayist vardı. Hüseyin Cahit Yalçın, Hasan Tahsin, Halide Edip Adıvar, Ahmed Emin Yalman, Namık Zeki Aral (Rahşan Ecevit’in babası), Halil Lütfi, Ahmed Salih Korur, Sıddık Sami Onar, Emre Gönensay, Abdi İpekçi, İsmail Cem, Dinç Bilgin, Halil Bezmen, Sabiha Sertel gibi. Sabetayist çocuklarının hem entelelektüel yetişmesi, hem de benliklerini unutmaması için Feyziyye Mektepleri, Şişli Terakki Lisesi gibi müesseseler kurdular. Burada çok sayıda Sabetayist genç yanında bazı Müslüman çocukları da tahsil gördü. Selanik Feyzi Sibyan mektebi müdürü ve din dersi muallimi Şemsi Efendi (Simon Sevi-Atatürk'ün hocasıdır ve Sabetaycı Hahamıdır), muvaffak bir maarifçi idi. İzmir eski belediye başkanı Osman Kibar, “Dönme misiniz?” diye soranlara, “Evet, ama ben 360 derece döndüm” derdi.
STATÜKO VE DÖNMELER
Sabetayistler giderek aralarındaki katı ayrılıkları kaldırdılar. İçlerinden samimî Müslüman olanlar yanında, ateistliğe kayanlar da oldu; klasik Sabetayist geleneğini sürdürenler de.. 1924 mübadelesi ile Yunanistan’dan Türkiye’ye göçüp yeni devirde de mühim bir mevki elde ettiler. Mebus, bakan, vali, müsteşar, profesörler çıktı. Yaşantıları laiklik anlayışına örnek teşkil etti. Sinema ve matbuat dünyasına hâkim oldular. Türkiye’nin ilk sinema şirketlerinden İpek Film, İpekçi ailesine aitti. Yahudilerle devamlı bir çekişme içinde yaşadılar. 1920’li yıllarda Karakaş Rüştü adında birinin cemaat hakkındaki ifşaatı hükümetçe men edildi. 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, D Grubu denilen Sabetayistlerden Müslümanların iki misli olarak tahsil edildi.
Zamanla statükoya sıkıca sarılıp, liberal ve demokrat hareketlere tavır alanların çoğunun Sabetayistlerden çıkması bazılarını şaşırttı. Sabetayistlerin, Türkiye’deki iktidarlarından, liberalizm, demokrasi ve insan hakları pahasına da olsa vazgeçmeyecekleri düşüncesine itti. Son zamanlarda Sabetayistler hakkında gayri ciddî bir neşriyat vardır. Türkiye’deki sayısının birkaç bin olduğu zannedilen Sabetayistlerin, azınlık psikolojisi altında bir nevi gizli faaliyet yürüttüğü doğru olsa bile, artık çoğunun bu işlerle alâkası kalmamıştır.
DÜNDEN BUGÜNE
Prof. Dr. Ekrem Buğra EKİNCİ
ekrem.ekinci@tg.com.tr
www.turkiyegazetesi.com.tr/haberdetay.aspx?haberid=423635&detail=1&winmode=pop
Sabetaycılık yada Sabetayistlik Nedir?
|
Sabetaycılık yada Sabetayistlik Nedir?
|
OSMANLI CEMİYETİNDE ENTERESAN BİR TOPLULUK:
SABETAYCILIK VE DÖNMELER
Osmanlılar Müslüman olan herkese muhtedi (hidayete eren) dediği halde, bir gruptan bu isim esirgenmiş; bunlar avdetî (dönme) diye anılmıştır. Dönmeler, sayıca az olmakla beraber, pozisyonları itibariyle Osmanlı sosyal ve politik hayatında çok mühim bir yer işgal etmiş; uzun yıllar iktidarı ellerinde tutmaya muvaffak olmuştur.
Öteden beri Osmanlı ülkesinde hatırı sayılır bir Yahudi cemaati yaşamaktaydı. Osmanlı hükûmeti bunları bir millet olarak tanırdı. Haylisi 1492’de İspanyol zulmünden kaçan Yahudilerdi. Ladino denilen İbranice-İspanyolca karışımı bir lisan konuşurdu. Selânik, İzmir ve İstanbul bunların en çok yaşadıkları şehirler idi.
İSLAMİYET GÖRÜNEŞE İTİBAR EDER
1648 senesinde İzmir’de yaşayan Sabetay Sevi adında bir haham, mesihliğini iddia etti. Gerçi Yahudiler, kıyamete yakın insanlığı kurtarmak; zamanın hükümdarını tahttan indirip Yahudileri Kudüs’e toplayarak “Tanrı’nın Krallığı”nı kurmak üzere bir mesih beklerdi. Ancak Sabetay Sevi’ye inanan az oldu. Sevi çeşitli şehirlerde gezdi. Nihayet kıyametin başlangıcı saydığı 1666 yılında mesihliğini herkese ilan etti. Yahudi dualarında değişiklikler yaptı. İbadetlerde padişahın ismini kaldırıp kendi ismini koydu.
Bazıları onu Yahudilerin beklenen kurtarıcı kralı olduğuna inanmaya başladı. Dünyayı 38 krallığa ayırıp her birine sadık adamlarını tayin etti. Bunun üzerine İstanbul’daki hahambaşı kendisini hükümete şikayet etti. Sevi, Çanakkale’ye sürgün olundu. Faaliyetlerine devam edince Edirne’de padişah Sultan IV. Mehmed‘in huzuruna çıkarıldı. Öldürüleceğinden korkarak Müslüman olmuş göründü ve Mehmed ismini aldı.
Orada bulunan şeyhülislâm Vânî Mehmed Efendi “Adım gibi eminim ki bu adam Müslüman olmadı. Ama ne çare dinimiz görünüşe itibar eder” demekten kendisini alamadı. Müritleri de topluca Müslüman olduklarını ifşâ ettiler. İslâm dini, görünüşe itibar eder. Hazret-i Peygamber de münafık olduğunu bildiği kimselere bile bu sebeple ilişmemiştir. Kaldı ki içlerinden samimî Müslümanlar da olabilir.
Ancak Sevi, faaliyetten geri durmadı. Sabetayistlik denilen tarikatin 18 prensibini neşretti: “Allah birdir. Sabetay Sevi mesihtir. Yalan yere yemin edilmeyecektir. Allah’ın ve mesihin adı anıldığında hürmet edilecektir. Mesih’in sırrını anlamak için toplantılar yapılacak. Adam öldürülmeyecek. Zina edilmeyecek. Yahudi takviminin 9. ayı Kislev’in 16. günü bayram yapılacak. Yalan şâhidlik edilmeyecek. Birbirlerine mürüvvet ve merhametli davranılacak. Her gün gizlice mezamir okunacak. Müslümanların âdetlerine ve zahiren ibâdetlerine uyulacak. Oruç tutulacak. Kurban kesilecek. Müslümanlarla evlenilmeyecek. Müslüman bayramlarına hürmet gösterilecektir...” Taraftarlarıyla gizlice âyin yaparken yakalanan Sevi, Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa tarafından sorgulanıp adamlarıyla beraber Arnavutluk’a sürüldü. 1675’te burada öldü. Mesele sürgünle çözüldüğü için hükûmet öldürme yoluna gitmemiştir. Çünkü Osmanlılar, düzeni tehdit etmedikçe kimsenin inancına karışmazdı.
KİLİT NOKTALAR...
Sabetayistler, kendilerine ma’amînim (mü’minler), haberim (ortaklar), ba’ale milhamah (mücâhidler) gibi isimler verir. Tevrat’ın bâtınî tefsirini yapıp, Yahudilikteki birçok emir ve yasağı farklı yorumlayarak, İslâm dünyasındaki Bâtınîlere benzer bir yol tutmuşlardır. Sevi’nin Zohar (Işık) adlı Tevrat yorumunu okurlar. Sevi’nin ölümünden yüz sene sonra üç gruba ayrıldı. Yakub Qerido’yu sonraki mesih sayan Yakubîler, Osman Baruhya Ruso’nun, Sabetay Sevi’nin ruhunu taşıdığına inanan Karakaşlar; Sevi geleneğini sürdüren Kapanîler. Bunlar mesafeli yaşar. Birbirlerinden ve yabancılardan kız almaz. Mezarlıkları bile ayrıdır. Üsküdar Bülbülderesi ve Karacaahmed (8. ada) Karakaş ve Kapancıların; Feriköy ise Yakubîlerindir. İttihatçıların maliye nazırı(bakanı) olup cumhuriyet devrinde asılan meşhur Cavid Bey Karakaşların reisi idi.
Yahudi cemaatinin de sapkın kabul edip dışladığı Sabetayistler, uzun yıllar Müslüman görünüp; evlerinde kendi inanç ve ibadetlerini yaşadılar. İçlerinden Bektaşî, Mevlevî, Melâmî şeyhleri, hatta şeyhülislâm (Hayatîzâde Emin Efendi-1748) çıktı. Selanik’in ekseriyeti Yahudi, bunların bir kısmı da Sabetayist idi. İzmir ve İstanbul’da da sayıları çoktu. Arnavutluk’a gidenler, zamanla Selânik’e yerleşti. Avrupa ile teması olan, birkaç ecnebi lisan bilen, entelektüel bir cemaat idi. Bu sıfatları ile Osmanlının modernleşmesinde mühim rol oynayıp kilit noktalara geldiler. Başka kilit noktalara da ister istemez bizzat tanıdıkları kendilerinden kimseleri getirdiler. Böylece 20. asır başlarında Osmanlı ülkesinde fiilî Sabetayist iktidarı kurulmuş oldu. Sultan Hamid‘i tahttan indirenlerin çoğu bu gruptandı. Gazeteciler, filmciler, edebiyatçılar, politikacılar arasında çok Sabetayist vardı. Hüseyin Cahit Yalçın, Hasan Tahsin, Halide Edip Adıvar, Ahmed Emin Yalman, Namık Zeki Aral (Rahşan Ecevit’in babası), Halil Lütfi, Ahmed Salih Korur, Sıddık Sami Onar, Emre Gönensay, Abdi İpekçi, İsmail Cem, Dinç Bilgin, Halil Bezmen, Sabiha Sertel gibi. Sabetayist çocuklarının hem entelelektüel yetişmesi, hem de benliklerini unutmaması için Feyziyye Mektepleri, Şişli Terakki Lisesi gibi müesseseler kurdular. Burada çok sayıda Sabetayist genç yanında bazı Müslüman çocukları da tahsil gördü. Selanik Feyzi Sibyan mektebi müdürü ve din dersi muallimi Şemsi Efendi (Simon Sevi-Atatürk'ün hocasıdır ve Sabetaycı Hahamıdır), muvaffak bir maarifçi idi. İzmir eski belediye başkanı Osman Kibar, “Dönme misiniz?” diye soranlara, “Evet, ama ben 360 derece döndüm” derdi.
STATÜKO VE DÖNMELER
Sabetayistler giderek aralarındaki katı ayrılıkları kaldırdılar. İçlerinden samimî Müslüman olanlar yanında, ateistliğe kayanlar da oldu; klasik Sabetayist geleneğini sürdürenler de.. 1924 mübadelesi ile Yunanistan’dan Türkiye’ye göçüp yeni devirde de mühim bir mevki elde ettiler. Mebus, bakan, vali, müsteşar, profesörler çıktı. Yaşantıları laiklik anlayışına örnek teşkil etti. Sinema ve matbuat dünyasına hâkim oldular. Türkiye’nin ilk sinema şirketlerinden İpek Film, İpekçi ailesine aitti. Yahudilerle devamlı bir çekişme içinde yaşadılar. 1920’li yıllarda Karakaş Rüştü adında birinin cemaat hakkındaki ifşaatı hükümetçe men edildi. 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, D Grubu denilen Sabetayistlerden Müslümanların iki misli olarak tahsil edildi.
Zamanla statükoya sıkıca sarılıp, liberal ve demokrat hareketlere tavır alanların çoğunun Sabetayistlerden çıkması bazılarını şaşırttı. Sabetayistlerin, Türkiye’deki iktidarlarından, liberalizm, demokrasi ve insan hakları pahasına da olsa vazgeçmeyecekleri düşüncesine itti. Son zamanlarda Sabetayistler hakkında gayri ciddî bir neşriyat vardır. Türkiye’deki sayısının birkaç bin olduğu zannedilen Sabetayistlerin, azınlık psikolojisi altında bir nevi gizli faaliyet yürüttüğü doğru olsa bile, artık çoğunun bu işlerle alâkası kalmamıştır.
DÜNDEN BUGÜNE
Prof. Dr. Ekrem Buğra EKİNCİ
ekrem.ekinci@tg.com.tr
Osmanlı'yı içinden sinsice yıkan topluluk; Sabetaycılar
|
Osmanlı'yı içinden sinsice yıkan topluluk; Sabetaycılar
|
OSMANLI CEMİYETİNDE ENTERESAN BİR TOPLULUK:
SABETAYCILIK VEYA DÖNMELER
Sabetayizm (Yahudi Dönmeliği) Nedir?
Osmanlılar Müslüman olan herkese muhtedi (hidayete eren) dediği halde, bir gruptan bu isim esirgenmiş; bunlar avdetî (dönme) diye anılmıştır. Dönmeler, sayıca az olmakla beraber, pozisyonları itibariyle Osmanlı sosyal ve politik hayatında çok mühim bir yer işgal etmiş; uzun yıllar iktidarı ellerinde tutmaya muvaffak olmuştur.
Öteden beri Osmanlı ülkesinde hatırı sayılır bir Yahudi cemaati yaşamaktaydı. Osmanlı hükûmeti bunları bir millet olarak tanırdı. Haylisi 1492’de İspanyol zulmünden kaçan Yahudilerdi. Ladino denilen İbranice-İspanyolca karışımı bir lisan konuşurdu. Selânik, İzmir ve İstanbul bunların en çok yaşadıkları şehirler idi.
İSLAMİYET GÖRÜNEŞE İTİBAR EDER
1648 senesinde İzmir’de yaşayan Sabetay Sevi adında bir haham, mesihliğini iddia etti. Gerçi Yahudiler, kıyamete yakın insanlığı kurtarmak; zamanın hükümdarını tahttan indirip Yahudileri Kudüs’e toplayarak “Tanrı’nın Krallığı”nı kurmak üzere bir mesih beklerdi. Ancak Sabetay Sevi’ye inanan az oldu. Sevi çeşitli şehirlerde gezdi. Nihayet kıyametin başlangıcı saydığı 1666 yılında mesihliğini herkese ilan etti. Yahudi dualarında değişiklikler yaptı. İbadetlerde padişahın ismini kaldırıp kendi ismini koydu.
Bazıları onu Yahudilerin beklenen kurtarıcı kralı olduğuna inanmaya başladı. Dünyayı 38 krallığa ayırıp her birine sadık adamlarını tayin etti. Bunun üzerine İstanbul’daki hahambaşı kendisini hükümete şikayet etti. Sevi, Çanakkale’ye sürgün olundu. Faaliyetlerine devam edince Edirne’de padişah Sultan IV. Mehmed‘in huzuruna çıkarıldı. Öldürüleceğinden korkarak Müslüman olmuş göründü ve Mehmed ismini aldı.
Orada bulunan şeyhülislâm Vânî Mehmed Efendi “Adım gibi eminim ki bu adam Müslüman olmadı. Ama ne çare dinimiz görünüşe itibar eder” demekten kendisini alamadı. Müritleri de topluca Müslüman olduklarını ifşâ ettiler. İslâm dini, görünüşe itibar eder. Hazret-i Peygamber de münafık olduğunu bildiği kimselere bile bu sebeple ilişmemiştir. Kaldı ki içlerinden samimî Müslümanlar da olabilir.
Ancak Sevi, faaliyetten geri durmadı. Sabetayistlik denilen tarikatin 18 prensibini neşretti: “Allah birdir. Sabetay Sevi mesihtir. Yalan yere yemin edilmeyecektir. Allah’ın ve mesihin adı anıldığında hürmet edilecektir. Mesih’in sırrını anlamak için toplantılar yapılacak. Adam öldürülmeyecek. Zina edilmeyecek. Yahudi takviminin 9. ayı Kislev’in 16. günü bayram yapılacak. Yalan şâhidlik edilmeyecek. Birbirlerine mürüvvet ve merhametli davranılacak. Her gün gizlice mezamir okunacak. Müslümanların âdetlerine ve zahiren ibâdetlerine uyulacak. Oruç tutulacak. Kurban kesilecek. Müslümanlarla evlenilmeyecek. Müslüman bayramlarına hürmet gösterilecektir...” Taraftarlarıyla gizlice âyin yaparken yakalanan Sevi, Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa tarafından sorgulanıp adamlarıyla beraber Arnavutluk’a sürüldü. 1675’te burada öldü. Mesele sürgünle çözüldüğü için hükûmet öldürme yoluna gitmemiştir. Çünkü Osmanlılar, düzeni tehdit etmedikçe kimsenin inancına karışmazdı.
KİLİT NOKTALAR...
Sabetayistler, kendilerine ma’amînim (mü’minler), haberim (ortaklar), ba’ale milhamah (mücâhidler) gibi isimler verir. Tevrat’ın bâtınî tefsirini yapıp, Yahudilikteki birçok emir ve yasağı farklı yorumlayarak, İslâm dünyasındaki Bâtınîlere benzer bir yol tutmuşlardır. Sevi’nin Zohar (Işık) adlı Tevrat yorumunu okurlar. Sevi’nin ölümünden yüz sene sonra üç gruba ayrıldı. Yakub Qerido’yu sonraki mesih sayan Yakubîler, Osman Baruhya Ruso’nun, Sabetay Sevi’nin ruhunu taşıdığına inanan Karakaşlar; Sevi geleneğini sürdüren Kapanîler. Bunlar mesafeli yaşar. Birbirlerinden ve yabancılardan kız almaz. Mezarlıkları bile ayrıdır. Üsküdar Bülbülderesi ve Karacaahmed (8. ada) Karakaş ve Kapancıların; Feriköy ise Yakubîlerindir. İttihatçıların maliye nazırı(bakanı) olup cumhuriyet devrinde asılan meşhur Cavid Bey Karakaşların reisi idi.
Yahudi cemaatinin de sapkın kabul edip dışladığı Sabetayistler, uzun yıllar Müslüman görünüp; evlerinde kendi inanç ve ibadetlerini yaşadılar. İçlerinden Bektaşî, Mevlevî, Melâmî şeyhleri, hatta şeyhülislâm (Hayatîzâde Emin Efendi-1748) çıktı. Selanik’in ekseriyeti Yahudi, bunların bir kısmı da Sabetayist idi. İzmir ve İstanbul’da da sayıları çoktu. Arnavutluk’a gidenler, zamanla Selânik’e yerleşti. Avrupa ile teması olan, birkaç ecnebi lisan bilen, entelektüel bir cemaat idi. Bu sıfatları ile Osmanlının modernleşmesinde mühim rol oynayıp kilit noktalara geldiler. Başka kilit noktalara da ister istemez bizzat tanıdıkları kendilerinden kimseleri getirdiler. Böylece 20. asır başlarında Osmanlı ülkesinde fiilî Sabetayist iktidarı kurulmuş oldu. Sultan Hamid‘i tahttan indirenlerin çoğu bu gruptandı. Gazeteciler, filmciler, edebiyatçılar, politikacılar arasında çok Sabetayist vardı. Hüseyin Cahit Yalçın, Hasan Tahsin, Halide Edip Adıvar, Ahmed Emin Yalman, Namık Zeki Aral (Rahşan Ecevit’in babası), Halil Lütfi, Ahmed Salih Korur, Sıddık Sami Onar, Emre Gönensay, Abdi İpekçi, İsmail Cem, Dinç Bilgin, Halil Bezmen, Sabiha Sertel gibi. Sabetayist çocuklarının hem entelelektüel yetişmesi, hem de benliklerini unutmaması için Feyziyye Mektepleri, Şişli Terakki Lisesi gibi müesseseler kurdular. Burada çok sayıda Sabetayist genç yanında bazı Müslüman çocukları da tahsil gördü. Selanik Feyzi Sibyan mektebi müdürü ve din dersi muallimi Şemsi Efendi (Simon Sevi-Atatürk'ün hocasıdır ve Sabetaycı Hahamıdır), muvaffak bir maarifçi idi. İzmir eski belediye başkanı Osman Kibar, “Dönme misiniz?” diye soranlara, “Evet, ama ben 360 derece döndüm” derdi.
STATÜKO VE DÖNMELER
Sabetayistler giderek aralarındaki katı ayrılıkları kaldırdılar. İçlerinden samimî Müslüman olanlar yanında, ateistliğe kayanlar da oldu; klasik Sabetayist geleneğini sürdürenler de.. 1924 mübadelesi ile Yunanistan’dan Türkiye’ye göçüp yeni devirde de mühim bir mevki elde ettiler. Mebus, bakan, vali, müsteşar, profesörler çıktı. Yaşantıları laiklik anlayışına örnek teşkil etti. Sinema ve matbuat dünyasına hâkim oldular. Türkiye’nin ilk sinema şirketlerinden İpek Film, İpekçi ailesine aitti. Yahudilerle devamlı bir çekişme içinde yaşadılar. 1920’li yıllarda Karakaş Rüştü adında birinin cemaat hakkındaki ifşaatı hükümetçe men edildi. 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, D Grubu denilen Sabetayistlerden Müslümanların iki misli olarak tahsil edildi.
Zamanla statükoya sıkıca sarılıp, liberal ve demokrat hareketlere tavır alanların çoğunun Sabetayistlerden çıkması bazılarını şaşırttı. Sabetayistlerin, Türkiye’deki iktidarlarından, liberalizm, demokrasi ve insan hakları pahasına da olsa vazgeçmeyecekleri düşüncesine itti. Son zamanlarda Sabetayistler hakkında gayri ciddî bir neşriyat vardır. Türkiye’deki sayısının birkaç bin olduğu zannedilen Sabetayistlerin, azınlık psikolojisi altında bir nevi gizli faaliyet yürüttüğü doğru olsa bile, artık çoğunun bu işlerle alâkası kalmamıştır.
DÜNDEN BUGÜNE
Prof. Dr. Ekrem Buğra EKİNCİ
ekrem.ekinci@tg.com.tr
Onlar Kimdir? Osmanlı'yı Onlar Bitirdiler, Cumhuriyeti Onlar Kurdular, Peki Kim Bunlar?
|
Onlar Kimdir? Osmanlı'yı Onlar Bitirdiler, Cumhuriyeti Onlar Kurdular, Peki Kim Bunlar?
|
Türkiye Hahambaşılığına soruldu, "onlar Musevî değildirler" cevabı alındı.
Diyanet İşleri Başkanlığına soruldu. "İslam fırkaları ve mezhepleri içinde böyle bir fırka ve mezhep yoktur" fetvası verildi.
Onlar ne doğru dürüst Yahudidir, ne de Müslümandır.
Peki inanç ve kimlik bakımından onlar nedir, ne değildir?
Onlar, Yahudilikten sapmış bir taifedir.
Onlar iki dinli, iki kimliklidir. Dıştan Müslüman görünürler, asıl kimlikleri ise Ortodoks Yahudilikten sapmış bir tarikattir.
Onlar namaz kılar mı?
Sünnî Müslümanların içine sızıp casusluk, ajanlık, provokatörlük, yönlendiricilik yapmakla vazifeli olanlar zâhiren namaz kılarlar, diğerleri kılmaz. Çok azı cumaya gider.
Öldüklerinde tabutları musalla taşına konulur ve cenaze namazları kılınır.
Onlar homojen bir cemaat midir? Değildir.Çeşitli kollara, kabilelere, ailelere, meşreblere ayrılırlar.
Aralarında birlik, ittihad, vifak yoktur.
Onların militanları, fanatikleri, aktivistleri vardır.
İslam'ı ya kökünden kaldırmak isterler. Bunu yapamazlarsa dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik yaparak İslam'ı ve Müslümanları değiştirmek isterler.
Müslümanların içine sızmışlar mıdır?
Sızmışlardır. Hem Sünnîlerin, hem de Alevîlerin.
Tarikatlara sızmışlar mıdır?.. Bazı tarikatlara sızmışlardır.
Cemaatlere sızmışlar mıdır?.. Bazı önemli ve güçlü cemaatlere sızmışlardır. Çok büyük bir cemaat içinde onlardan biri 35 yıl boyunca cemaat büyüğünün sağ kolu olarak çalışmıştır.
Yakın tarihimizde onların oynadığı rol nedir?.. Baş rollerde oynamışlardır?
Neler yapmışlardır?.. Türkiyeyi tarihî devamlılık çizgisinden çıkartmışlar, tarihî ârıza ve kaza devrini başlatmışlardır.
İslam'ı büsbütün inkâr ederler mi?.. Etmezler. Kendilerine göre sağ ayakları ile İshakîlikte, sol ayakları ile İsmailîliktedirler.
Bu inançları, bu halleri ile onlara mü'min ve müslim demek mümkün müdür? Değildir.
Onlardan İslam'a gerçekten, yürekten, ihlasla dönmüş olanlar var mıdır? Vardır ama sayıları gayet azdır.
Türkiye'deki sayıları ne kadardır? Bu rakam kesin olarak bilinmiyor ama Gizli Yahudilerin sayısının 1,5 milyon olduğunu söyleyenler var.
Onlar Cumhuriyetçi midir?.. Gerçek Cumhuriyet istemiyorlar ama kendi Cumhuriyetlerini istiyorlar.
Kendi Cumhuriyetleri nedir? Bir tür Yahudi Cumhuriyetidir.
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci - Yazar
Sabetaycıları Araştırmak SUÇ DEĞİLDİR..
|
Sabetaycıları Araştırmak SUÇ DEĞİLDİR..
|
GEÇENLERDE Sky-Türk televizyonunda Sabataycılık konusunda beyan ettiğim bazı fikir ve görüşler birtakım Sabataycıları ve Sabataycı-severleri rahatsız etmişe benziyor. Bu husustaki tenkit ve itirazlara verdiğim cevapları aşağıda okuyacaksınız:
1. Sabataycılık konusunu kurcalamaya, araştırmaya ne hakkınız var?
Cevap: Bilgi edinmek, incelemek, araştırmak, yasal sınırları aşıp taşmamak şartıyla tenkit etmek insanların ve vatandaşların temel haklarındandır. Ülkemizde Sabataycılık diye önemli bir mesele vardır. Merak ediyoruz, inceliyoruz, araştırıyoruz, tenkit edilecek tarafları varsa -kendimize göre- tenkit ediyoruz. Bunda gocunacak, tedirgin ve rahatsız olacak ne var?
2. Sabataycılar birtakım gizli sinagoglarda ibadet ediyorlarsa bundan sana ne? Adamların gizli hallerini araştırmak ahlâka ve din hürriyetine aykırı değil midir?
Cevap: İslâm, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm, Hinduizm gibi dinler hakkında araştırma yapılıyor mu? Bu konuda yüzbinlerce kitap, makale yazılmış mıdır? Sabataycılık da bir dindir, onunla ilgili araştırma yapılması, bilgi edinilmesi de çok tabiîdir. Böyle bir şeyin ahlâka aykırı hiçbir tarafı yoktur. Aksine, insanlar bilgilendirildiği için ahlâken tebrik ve takdire şayan bir çalışmadır.
3- Sabataycılarla niçin ilgileniyorsunuz?Bırakın adamlar huzur ve rahat içinde kendi dinlerine göre yaşasınlar...
Cevap: Mesele o kadar basit değildir. Çünkü onlar iki kimliklidir. Dıştan Türk ve Müslüman görünüyorlar; asıl kimlikleri ise Yahudiliktir, yani Gizli Yahudidirler. Onların bu ikili kimliği biz Müslümanları çok yakından ilgilendiriyor ve itiraf etmek gerekirse tedirgin ediyor. Hepsi için söylemiyorum ama onların bazılarının cuma günü camide namaz kıldıkları, cumartesi günü ise gizli sinagogların da Sabataycı, Yahudi âyini yaptıkları söyleniyor. Tabii ki, böyle bir durum bizi yakından ilgilendirir ve rahatsız eder. Bu gibi kimseleri tanımak isteriz. Onların gizlenmek hakları varsa, bizim de bilmek, aydınlanmak, öğrenmek hakkımız vardır. Yeter ki, insan haklarına, adalete, ahlâka aykırı bir şekilde olmasın.
4. Sabataycılar sizin camilerinize, namazlarınıza karışıyor mu?
Cevap: Öyle bir karışıyorlar ki... Ezan Türkçe okunsun, namazda Kur'ân okunmasın, Türkçe tercümesi okunsun diyenler kimlerdir? Yakın tarihimizde Müslümanların temel haklarını, din ve ibadet hürriyetini, inandığı gibi yaşamak hakkını ihlâl edenler çoğunluk itibarıyla Sabataycılar ve onların kendilerine benzetmiş olduğu "Benzetilmişler" değil midir? Büyük bir ilimizde, üzerinde ayetler, kutsal kelimeler yazılı tarihi mezar taşlarını lâğım kapağı olarak kullandırtan meşhur bir vali ve belediye reisi onlardan değil midir? Gazetelerde, televizyonlarda bu milletin din ve inanç hürriyetine saldıranlar onlar değil midir? Onlar böyle yaparken suç olmuyor da biz Müslümanlar onları tanımak, içyüzlerini ve asıl kimliklerini araştırmak istediğimiz zaman niçin suç oluyor, kabahat oluyor? Efendiler biraz mâkul olunuz!
5. Sabataycılar, 70 milyonluk halkın içinde küçük bir azınlıktır. İşi fazla büyütmüyor musunuz?
Cevap: Onların kelle sayısı önemli değildir. Önemli olan nitelik, ağırlık, tesirdir. Onlar sayıca azdırlar ama bütün köşebaşlarını, bütün subaşlarını ele geçirmişler, bütün temel müesseselerde kontrolu sağlamışlardır. Medyada, üniversitelerde; büyük iş, finans, bankacılık, iktisat faaliyetlerinde, fikir ve kültür hayatında ezici ve baskın hakimiyetleri bulunmaktadır. Her taşın altından bir Sabataycı çıkmaktadır. Burada açıkça zikr edilmesi sakıncalı olan birtakım kurumlara da sızmışlardır. Onların önemi, ağırlığı, tesiri hakkında ne söylenilse azdır. Yakın tarihimize damgalarını vurmuşlardır. Devletimize, halkımıza, ülkemize zarar veren müzmin din-devlet zıtlaşmasını ve kavgasını onlar çıkartmışlardır, onlar körüklemektedir, onlar sürdürmektedir. Dünyada hangi medenî, ileri, hukukun üstünlüğünü tanımış, temel insan haklarına bağlı ve saygılı, demokrat ülkede böyle bir kavga vardır, sürmektedir? İddia ediyorum: Sevgili Türkiyemizin çok vahim, çok zararlı, çok tahripkâr genel bir kriz içinde bulunması Sabataycıların siyasetleri ve stratejileri yüzündendir. Ciddî ve objektif araştırmalar yapıldıkça bu konu daha da açığa ve aydınlığa çıkacaktır.
6. Sabataycılar laiklik taraftarı ve âşığıdır. Sen ise laikliğe karşısın, bu yüzden o zavallılara çatıyorsun, düşmanlık ediyorsun...
Cevap: Dünyada bin türlü laiklik bulunmaktadır. Stalin, Enver Hoca, Kamboçya kasabı Pol Pot, Mao da laiklik taraftarıydı, onların da kendi laiklikleri vardı. Laiklik devletin dine, dinin devlete karışmamasıdır. Sabataycıların laikliği nasıl laikliktir? Bu hususta fazla konuşmaya lüzum yoktur, manzara ortadadır. Bu ülkede laikliği saptıran, çığırından çıkartan, uygulamada din düşmanlığı haline getirenler Sabataycılar ve onlara benzetilmiş olanlardır?
7. Sabataycıları kıskanıyorsun, onlar yüksek makamlara çıkıyor, iyi para kazanıyor, onlara haset ediyorsun...
Cevap: Evet yüksek makamlara çıkıyorlar ama nasıl çıkıyorlar? Ehliyetleri, liyakatları olduğu için mi, yoksa birbirlerini destekledikleri ve köşebaşlarına hep kendilerinden olanları getirdikleri için mi? Çok kazandıkları, bu ülkenin rant ve nimetlerinin kaymağını onların yediği de mâlumdur. Nüfusları belki yüzde birdir, belki de bu yüzde birin bile altındadır ama Türkiye'nin rantının, gelirinin yüzde altmışını onların kazandığı söylenmektedir. Ülkemiz gelir dağılımı bakımından dünyanın en adaletsiz, en dengesiz ülkelerinden biridir. Bu adaletsizlikte, dengesizlikte Sabataycıların tuzu biberi çoktur. Onlara haset etmiyorum; onları tanımak, öğrenmek, istiyorum. Ülkemin, devletimin, halkımın, haklarını korumak istiyorum. Kendi kimliğimi, millî kültür ve kişiliği, toplumdaki sosyal uzlaşmayı, millî barışı sağlamak istiyorum. Tarihî ârızaları ve kazaları gidermek, tâmir etmek istiyorum.
Netice olarak şunu beyan etmek isterim: Sabataycıları incelemek, araştırmak, onlar hakkında sağlam ve ciddî bilgiler edinmek, bu konuda istihbarat ve çalışma yapmak kanunen suç değildir, ahlâken çirkin bir şey değildir. Aksine ülkeye ve kültüre hizmettir. Biz farklılıklara, çeşitliliğe, temel insan haklarına karşı değiliz, taraftarız. Ancak her şeyin açık ve şeffaf olmasını isteriz. İki kimlikliliğe, gizli kapaklı işlere; ülke, halk ve devlet üzerinde kurulmak istenen hegemonyalara hakimiyetlere, saltanatlara karşıyız. Noktaların, (i)lerin tam üzerine konulmasını isteyenlerdeniz. Kendi halinde Sabataycılarla bir alıp vereceğimiz yoktur. Lakin militan, agresif, jakoben, fanatik ve kültürü dejenere etmeye çalışanlarla, ülkenin rantlarını adalete ve insafa aykırı olarak elde edenlerle, emanetleri ehil olanlara değil, kendilerinden olanlara verenlerle alıp vereceğimiz vardır.
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci Yazar
(07.05.2004)
Türkiye'de bir buçuk milyon kripto (gizli) Yahudi bulunuyor
|
Türkiye'de bir buçuk milyon kripto (gizli) Yahudi bulunuyor...
|
Türkiye İsrail münasebetleri konusunda tam bir kafa karışıklığı var. Bazıları one minute çıkışlarına bakarak, iki devletin ilişkilerinin kötüleştiğini sanıyor. One minute, buzdağının su üzerinde göze görünen yüzde bir kısmıdır, yüzde doksan dokuzu görünmez.
İsrail ile Türkiye arasında çok gizli tutulan anlaşmalar bulunmaktadır. Bunlar yürürlüktedir.
BOP çerçevesi içinde ABD Ortadoğu'da bir takım manevralar çevirmekte, Türkiye'yi bu konuda kullanmaktadır.
Türkiye'deki resmî Yahudi sayısı şu anda 15 bin civarındadır. Bunların yanında bir de bir buçuk milyon Kripto Yahudi bulunmaktadır.
1. Sabataycılar.
2. Alevî Bektaşi kılığına girmiş Yahudiler.
3.Müslüman görünen Kürt Yahudileri.
Kuş kadar aklı olan bir insan, bu bir buçuk milyon Yahudinin Türkiye'yi ellerinde oynatacaklarını bilir, anlar ve kavrar.
Medyada onlar, finans ve bankada onlar, iktisat ve ticarette onlar, ihracat ve ithalatta onlar, üniversitelerde onlar...
Tekelleri biraz kırıldı ama hâlâ çok güçlüdürler.
İslâmî kesime, İslâmcılık hareketine, siyasal İslâm'a, islâmî hizmet ve faaliyetlere sinsice sızmışlardır.
Onlar Osmanlı sistemini, Türkiye'nin kültürel gerçeklerini bizden iyi bilen yetenekli uzmanlara sahiptir.
İslâm'da olmayan bir şey Yahudilikte vardır, mübahtır:
Bir Yahudi, Musevilik dinini yüreğinde saklamak şartıyla dıştan Hıristiyan ülkelerinde Hıristiyan, Müslüman ülkelerinde Müslüman görünebilir, yani iki dinli olabilir.
İsrail'in Türkiye'yi kayb etmek gibi bir lüksü yoktur. Türkiye'yi kaybederlerse İsrail devleti kısa zamanda sona erer.
Şu anda islâmî kesimde on kadar çok büyük, yüz kadar büyük, binlerce orta ve küçük cemaat, hizip, fırka, grup, klik vardır. Bunların içine ajanlar, casuslar, provokatörler, yönlendiriciler sızmıştır.
Sakala, sarığa, cüppeye, şalvara önem veren tarikatin içine sakallı, sarıklı, şalvarlı casuslar sokarlar. Herifler gündüzleri sâim, geceleri kaim görünür, yapacaklarını yapar.
Vaktiyle Moiz Kohen efendi, asıl adını gizleyip, buram buram Oğuz Türkü kokan Tekin Alp adıyla Türkçülük, milliyetçilik yapmamış, "Kahr olsun şeriat!.." diye bağırmamış mıydı?
Boşuna söylememişlerdi: Yirminci asırda Yahudiler iki devlet kurdular diye...
Türkiye halkı bin bir sıkıntı çekerken tank tâmiri bahanesiyle İsrail'e milyar dolar ödemedik mi? Soruyorum: Tanklar tâmir edildi mi, bize geri verildi mi? Heyhat ki heyhat...
Türkiye sebze, bakliyat ve hububat tohumlarını İsrail'den satın alıyor.
Bugünkü düzen ve sistemde hiçbir iktidar İsrail ile yapılmış olan gizli anlaşmaları çiğneyemez.
Buzdağının su üzerinde görünen yüzde birinin sahnesinde birtakım tiyatrolar oynansa da Türk-İsrail birlikteliği devam edecektir.
Bazı çok akıllılar "Türkiye İsrail'i dize getirdi...İsrail'i rezil etti... İsrail bizden çok özür diledi... İsrail Türkiye'den tir tir titriyor..." gibi gülünç ve gerçek dışı açıklamalar yapsalar da...
Genelkurmay başkanlığımızda çok gizli bir İsrail Odası varmış. Buraya birkaç kişi girebiliyormuş...Siz bu riyavetleri duymadınız mı?
Türkiye ile İsrail arasındaki çok gizli anlaşmaların mahiyeti nedir? Bilen yok...
One minute demekle bu anlaşmalar hükümden ve yürürlükten kalkıyor mu?
ABD ve İsrail Ortadoğu'da iki büyük İslâm ülkesini savaştırmak istiyormuş.
Vaktiyle Irak ile İran'ı savaştırmamışlar mıydı?
Buzdağının, görünmeyen yüzde 99'unda neler var acaba?
Mehmet Şevket Eygi
Araştırmacı Yazar
Sabetaycı Gizli Yahudilerin Okulları ve Üniversiteleri
|
Sabetaycı Gizli Yahudilerin Okulları ve Üniversiteleri
|
Ülkemizde cemaat okulları, üniversiteleri, hayır kurumları bulunmaktadır. Meselâ:
Robert College Amerikan Evangelist misyonerlerinin okuludur.
İstanbul’daki Notre Dame de Sion Fransız Katolik okuludur.
Sabataycı cemaatin veya lobinin de okulları ve üniversiteleri vardır. Bunu inkâr etmek “Biz Atatürk okulları ve üniversiteleriyiz” demek gerçeği değiştirmez ki.
Heybeliada’daki Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nda da baş köşede Atatürk resmi vardı. Atatürk resmî var diye o okul Atatürkçü mü olur?
Atatürk resmi olmayan bir tek İmam-Hatip okulu, İlahiyat fakültesi gösterebilir misiniz?
Evet ülkemizde Sabatay (Avdetî, Selanik dönmesi) okulları vardır. Bunların pîri Selanikli Şemsi efendidir. Şemsi efendinin asıl adı Şimon Zvi’dir. Ve kendisi gizli Sabataycı hahamıdır.
Sabataycı okulları ve üniversiteleri Atatürkçülüğe hizmet perdesi altında ne yaparlar? Sabataycılığa hizmet ederler. Kendi çocuklarını “iyi” yetiştirirler, Müslüman çocuklarını da kendilerine benzetmeye çalışırlar.
Sabataycıların Sabataycılığa hizmet etmeleri normaldir. Katolik Katolikliğe, Evangelist Protestanlığa, Bahaî Bahaîliğe, Yahudi Yahudiliğe hizmet eder.
Müslümanlar İslâm’a hizmet ederler mi? Maalesef hepsi hizmet etmez. Yahudiliğe, Nasranîliğe, misyonerliğe, Sabataycılığa hizmet eden nice Müslüman biliyoruz.
Türkiye’de Sabatay cemaatinin okul ve üniversiteleri vardır. Bu gerçeği kimse inkara yeltenmesin.
İşin vahim tarafı bu değildir. İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakülteleri dahil bütün Türkiye okullarında Sabataycılığın ağır baskı ve etkileri bulunmaktadır.
Bizdeki resmî millî eğitim Sabataycılığa uygun bir eğitimdir.
Resmî ideolojide haddinden fazla Sabataycılık tuzu biberi salçası bulunmaktadır.
Sabatay Sevi, Şimon Zvi, Moiz Kohen Tekin Alp ve daha nice Sabataycı ve Yahudi, modern Türkiye’nin kurucuları heyetine dahildirler.
Bir alimler, araştırıcılar ekibi kurulsa ve bunlar sağlam bilgilerin ve belgelerin ışığında son iki yüz yıllık tarihimizin ihtilallerini, darbelerini, yeniliklerini, değişimlerini inceleseler bu dediklerim gün ışığına çıkacaktır.
Tevhid-i Tedrisat devrimi “Tevhidî Tedrisat”a karşı yapılmıştır.
Sayın Kültür Bakanımız “Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Mektebi” mutlaka açılacaktır dedi.
Peki soruyorum: İslâm medreseleri de açılacak mıdır?
Hiç sanmam. İslâm medreselerinin açılması Sabataycılığa aykırıdır.
Yazık! Şu İslâm memleketinde Sabataycılar kadar hürriyet ve haysiyetimiz yok.
Mehmet Şevket Eygi
Araştırmacı Yazar
Beş Bin Militan Sabataycı
|
Beş Bin Militan Sabataycı
|
OSMANLI İmparatorluğu'nun Adriyatik sahillerindeki küçük Ülgün şehrinde, sürgün edilmiş yalnız bir adam olarak 1676'da ölen ve bugün mezarı bile bilinmeyen İzmirli Sabatay Sevi, modern Türkiye'ye dolaylı olarak damgasını vurmuş önemli bir tarihî şahsiyettir.
Çünkü onun doktrinine bağlı olan iki kimlikli Yahudi Türkler, yahut Sabataycılar, yahut da Selânik Dönmeleri, 1908 İkinci Meşrutiyet inkılabından bu yana ülkemizde gizli, esrarlı, güçlü bir saltanat kurmuşlar ve iradelerini nice önemli kuruma hâkim kılmışlardır.
Türkiye'deki militan, fanatik, hırslı, zorlamacı, direten, dediğim dedik zihniyetli Sabataycıların sayısı kaç kişidir? Bence onlar beş bin kişi kadardır. Kelle sayısı itibarıyla az olan bu grup tahsil, kültür, nüfuz, güç, vasıf, tesir bakımından büyük bir ağırlığa sahiptir. Bunların çoğu Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil bilen, şehir kültür ve görgüsüne sahip, zeki, kurnaz, (en geniş mânâsıyla) politikacı vatandaşlardır. "Büyük satranç" oyununda onlarla başetmek kolay değildir.
Bugünkü dünyada medya birinci güç haline gelmiştir. Bizde Sabataycılar medyanın hemen hemen yarısına, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hakimdirler. Televizyondan önce de sinema ve film sektöründe tekel kurmuşlardı. Üniversitelerde, büyük hukuk kuruluşlarında, dev finans ve iktisat teşekküllerinde, topluma yön veren önemli mevkilerde, hariciyede ve daha nice önemli ve hayatî kurumlarda köşebaşlarını tutmuşlardır.
Birkaç bin Sabataycı ülkenin yağını, balını, kaymağını yemekte; çok lüks, çok rahat, çok şaşaalı bir hayat sürmektedir. Gazete ve televizyonlarında siyasî iktidarlara akıl hocalığı yapan, İslâm'la ve dindar Müslümanlarla savaşan bir Sabataycının, İngiliz bayrağı taşıyan ve milyonlarca dolar kıymete sahip bulunan lüks ve şahane bir yatı vardır. Amerika'da, Boğaziçi'nde, başka yerlerde her biri milyonlarca dolar eden villaları, kâşâneleri, mülkleri vardır.
Geçim sıkıntısı çeken, evlâtlarını okutmakta zorlanan bir tek militan Sabataycı göremezsiniz. Hepsinin tuzları kurudur.
Militan Sabataycılar bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti severler mi? Elbette kendilerine göre severler. Bir mandracının ineklerini ve mandrasını sevdiği gibi severler.
Ünlü bir Sabataycı bir bankayı ele geçirdi, onun dibini delerek bir katrilyona yakın parayı hortumladı. Türkiye'yi; bu ülkeyi, bu milleti, bu halkı gerektiği gibi ve hakkıyla sevmiş olsaydı böyle yapabilir miydi?
Militan Sabataycılar 70'li yıllarda başlayan islâmî hareketi kendileri için büyük bir tehlike olarak gördüler ve tedbirlerini aldılar. Bin türlü entrika ile İslâmcıların içine ajanlar ve casuslar sokarak, bir takım ahlâksız ve karaktersiz adamları manipüle ederek islâmî hareketi kirlettirdiler, çürüttüler; Sabataycı güce alternatif olmaktan çıkarttılar. İslâmî hareketi bitirdikten sonra şimdi Milliyetçi ve Türkçü hareketi çürütmek için sinsî planlar tatbik ediyorlar.Sabataycıların en güçlü tarafı bilinmemeleri, gizlilikleriydi. Birkaç aydan beri bu bilinmezlik, gizlilik, esrar perdesi aralanmaya başlamıştır. Bundan dolayı çok ama çok tedirgindirler. Sahte, iğreti bir Türk kimliği ile İslâm, Şeriat, dindar kesime düşmanlık yapmak oldukça kolaydır ama gerçek kimliklerinin Yahudilik olduğu anlaşılınca işleri zorlaşacak, büyük bir muhalefetle karşılaşacaklardır.Ülkemizdeki birkaç bin militan Sabataycının bu kadar güçlü olmasının ana sebeplerinden biri de, ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların kırsal kesim, gecekondu, varoş, köylü, taşra zihniyet ve kültürüne sahip olmasıdır. Sabataycıların derin devlet üzerindeki tesir ve nüfuzları ne kadardır? Bu hususta kesin bir söz söyleyecek, hüküm verecek durumda değilim.Sabataycılar ülkemizdeki statükonun devam etmesini istiyorlar mı? Bundan en ufak bir şüphe yoktur.Ülkemizde tam bir demokrasinin olmasını, hukukun üstünlüğü sisteminin uygulanmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet edilmesini samimî olarak istiyorlar mı? Onlar bunları asla istemezler.
Sabataycılar Müslümanların arasına sızmışlar, ajanlar sokmuşlar mıdır? Elbette sızmışlardır. Büyük Bektaşî dedelerinden biri Sabataycı idi. Melamilerin bozuk kolu Sabataycılar tarafından idare edilmektedir. Mevlevî tarikatına da girmişlerdir. Hakikî Mevlevileri tenzih ederim ama, şu anda rakı içen, karı ve kızlara erkeklerle birlikte sema yaptıran adamlar vardır. Militan Sabataycılar evrensel ahlâk prensiplerine uyarlar mı? Maalesef uymazlar, son banka rezaleti bu konuda ibret verici bir örnektir. Kendi içlerinde, kendi vakıf ve müesseselerinde bile büyük yolsuzluklar, hortumlamalar olmaktadır. Çoğunun dini imanı paradır.
Sabataycılık konusunu işlediğim, bu iki kimlikli cemaati açığa çıkartmak istediğim için birtakım yazarlar beni engizisyonculukla, din mahkemesi kurmakla, ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar. Bunlar boş telâşlar ve iftiralardır. Gizli olan bir cemaate ışık tutmak, iki kimlikli ve çok güçlü bir lobiden bahsetmek ne ahlâken, ne de kanunen suçtur. Onlar benim dinime, şeriatıma, mensubu bulunduğum dindar kitleye savaş açacaklar, hakaretler ve tehditler yağdıracaklar; onların yüzünden on milyonlarca Müslüman vatandaş bu memlekette korku ve güvensizlik içinde titreyecek, bir sürü baskı ve zulüm yapılacak; onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğu kırk günden fazla zindanda tutulacak ve ben bu adamları açığa çıkartmak için çalışırsam yaptığım engizisyon olacak... Yağma yok!
Sabataycılardan ne istiyoruz:
1. İki kimlikli olmaktan vazgeçmelerini istiyoruz. Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünmeleri bizim hukukumuza bir tecavüzdür. Yahudiliklerini açıkça ilan etsinler.
2. İslâm'a, Müslümanlara açmış oldukları gayr-i meşru savaşı durdurmalarını istiyoruz.
3. Türkiye'yi ülke, halk ve devlet olarak samimî bir şekilde sevmelerini ve korumalarını, yücelmesi için çalışmalarını istiyoruz.
4. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülkeyi ve delveti tekellerine almak, kendi cemaat iradelerini millî iradenin üzerinde görmek, tarihî devamlılığa ters düşen bir tarihî ârızanın sürmesi için çalışmak, millî kimliği erozyona uğratmak, ülke üzerinde gizli bir saltanat ve hükümranlık kurmak gibi emellerden vazgeçmelerini istiyoruz.
Büyük ölçüde onların hırsları yüzünden bu ülkede on milyonlarca Müslüman çoğunluk hürriyetsizlik, güvensizlik, baskı, korku, eziyet, zulüm içinde yaşıyor. Bu hal böyle devam edemez. Her kemâlin bir zevâli vardır. 1924 mübadelesine kadar ülkemizde milyonlarca Rum yaşıyordu. Yanlış ata oynadıkları için bu topraklarda varolma hakkını yitirdiler. İyonya ve Pontus Rumları Türkleri, Müslümanları, Osmanlı Devleti'ni desteklemiş olsalardı, işgalci Yunan kuvvetlerine Türklerle ve Müslümanlarla birlikte karşı çıkmış olsalardı; İzmir metropoliti Hrisostomos işgal kuvvetlerini takdis etmemiş olsaydı onlar Türkiye'de var olacaklardı.
Tarihten ibret almak gerekir.
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci - Yazar
Atatürk, Sabetaycı Bir Yahudiydi. İşte İspatı...
|
Atatürk, Sabetaycı Bir Yahudiydi. İşte İspatı... |
Yahudi Bir Yazar Açıklıyor "Atatürk'ün Gerçek Kimliği"
24 Temmuz 2007’de The New York Sun editörü Hillel Halkin, köşesine ilginç iddialar taşıdı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yüzde 47 ile kazandığı seçimlerden iki gün sonra yazdığı yazıda Halkin, bundan 13 yıl kadar önce yazdığı bir makaleyle ilgili olarak ortaya çıkan yeni kanıtları ileri sürdü. Ben-Avi adlı bir gazetecinin otobiyografisine dayandırdığı iddiasına göre Atatürk bir Yahudi Dönmesi’ydi.* “O zamanlar Türkiye’sinde ayaklanmalar başlatacağından ve laik devrimi devireceğinden endişe” ederek yayınladığı yazısına, 2007’de e-postayla gelen cevaptaki diğer kanıtları da bu yazısında paylaştı. Timeturk’ün ortaya çıkardığı bu yazının tercümesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.
Atatürk’ün Türkiye’si devrildi.
Bundan 12 ya da 13 yıl kadar önce haftalık New York gazetesi Forward için çalışırken modern laik Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk hakkında bir yazı yazdım ve biraz da endişeyle gazeteye yolladım. Yazıda, Atatürk’ün babasının Yahudi, daha da net bir ifadeyle, Dönme olma olasılığıyla ilgili kanıtlar sunmuştum. Dönmeler, 17’nci yüzyıl Mesihlik iddiasındaki Türk-Yahudi’si Sabetay Sevi’nin İslam’a dönmesinin ardından ona inanmaya devam eden takipçilerinin oluşturduğu heretik (batıl) Yahudi tarikatıdır.
Sevi’ye öykünerek Yahudi gizil hayatlarına devam eden ve dışarı karşı Müslüman görünen ayrı ve gölgeler içindeki grup varlığını 20’nci yüzyıla başarıyla taşıdı.Birçok biyografide Atatürk’ün babasıyla ilgili 3 ya da 4 farklı geçmiş verilir. Her ne kadar kimse onu Yahudi olarak tanımlamadıysa da, bunların farklılığı onun aile orijinin sakladığını düşündürmektedir. Bu kanıt, her ne kadar sınırlı da olsa, oldukça şaşırtıcıydı.
Yahudi gazeteci Itamar Ben-Avi’nin Uzun zamandır unutulmuş otobiyografisinde 1911’in geç kışında yağmurlu bir Kudüs akşamında barda tanıştığı genç bir yüzbaşıyı anlattığı bölüm bu kanıtın en güçlü yanıydı. Çok fazla araktan (arak=alkollü bir içiki) çakırkeyif olan yüzbaşı sadece tüm Dönme ve Yahudilerin bileceği ancak hiçbir Müslüman Türk’ün bilemeyeceği Shema Yisra’el ya da “Duy ey İsrail” duasının İbranice açılış sözlerini ezberden okuyarak Ben-Avi’ye Yahudi olduğu sırrını verdi.
Yazdığına göre, 10 yıl sonra, Ben-Avi, bir gazeteyi açtığında manşette Türkiye’de bir darbe olduğunu ve fotoğraftaki liderin o gece tanıştığı genç subay olduğunu gördü.O sıralar, Atatürk tarzı laikliğe İslamcı siyasi muhalefet güç kazanıyordu. Merak ediyordum, New York’ta Yahudi bir gazete modern Türkiye’nin kurucusunun yarı Yahudi olduğunu ilan etse ne olurdu?
Ayaklanmalar, Atatürk’ün heykellerinin yıkılışı, onlarla yarattığı laik devletin sallandığı gözlerimin önüne geldi. Tasalarımı kendime saklayabilirdim. Makale Forward’da yayınlandı ve herhangi bir yerden doğru dürüst bir geri dönüş olmadı ve Türkiye’de hayat eskisi gibi devam etti. Bildiğim kadarıyla yazdığımı tek bir Türk bile okumadı.
Sonrasında, birkaç ay önce, okumuş olan birinden bir e-posta aldım. Adını vermeyeceğim. Bir Avrupa ülkesinde yaşayan, iyi eğitimli, finans sektöründe çalışan ve sadık laik bir Kemalist olan bu kişi bana Forward’da makaleme rastladığını ve onunla ilgili tarihi araştırma yapmaya karar verdiğini yazdı. Atatürk’ün gerçekten de, 1911’in geç kışında Libya’da İtalyanlarla savaşan Türk kuvvetlerine katılmak için Mısır’dan Şam’a gittiğini ve rotasının Ben-Avi’nin onunla tanıştığını iddia ettiği yerden yani Kudüs’ten geçmiş olabileceğini keşfettiğini aktardı. Daha da ötesi, 1911’de Atatürk’ün gerçekten yüzbaşı olduğunu ve Ben-Avi’nin otobiyografisini yazdığında bilemeyeceği alkol düşkünlüğünün de tutarlı olduğunu belirtti. E-postanın Türk sahibinin parçaları birleştirerek ulaştığı başka bir şey de şu: Atatürk’ün doğduğu ve büyüdüğü Selanik, onun zamanında yüksek Dönme nüfusu olan büyük bir Yahudi şehriydi. Atatürk’ün gittiği ve “Şemsi Efendi” okulu da, Dönme topluğu lideri Simon Zvi tarafından yönetiliyordu. E-posta şu sözlerle noktalanıyordu: “Şimdi biliyorum, gerçekten biliyorum (ve bir parça bile şüphem yok), Atatürk’ün ailesi gerçekten Yahudi soyundan”.
Zaten benim de en ufak bir şüphem yoktu. Köşemin olası sonuçlarının azametiyle ilgili sanrılardan artık acı çekmediğimden değil, aynı zamanda Kemalist Türkiye’nin laik varlığının yıkılacağından korkmaya ihtiyaç olmadığından bu sefer daha az endişem vardı.Adalet ve Kalkınma Partisi’nin rakipleri karşısında laik Türkiye’nin, en azından Atatürk’ün öngördüğü şeklinin, tarihte kaldığını bile söylemenin mümkün olabileceği ezici bir zaferle tekrar iktidara döndüğü iki gün önceki Türk seçimlerinde resmen ve geri dönülmez şekilde yıkıldı.
Gerçekten sistematik olarak gizlemeye çalıştığı Atatürk’ün Yahudiliği, her şeyin üstünde, onun zamanında neredeyse her Türk’ün büyüdüğü din olan İslam’a karşı sert düşmanlığı ve İslamcı paydaşının sürüldüğü katı bir Türk milliyetçiliği yaratmadaki çelik iradesi gibi onun hakkında birçok şeyi açıklıyor. I. Dünya Savaşı’nda Hıristiyan Ermeni soykırımından ve 1920’lerde neredeyse tüm hıristiyan rumları sürmesinden sonra Türkiye’nin yüzde 99’unu oluşturan Müslüman çoğunluğunun dini kimliğini fena şekilde silmek isteyen bir dini azınlığın üyesinden başka kim olabilirdi? Atatürk asla Yahudi geçmişinden utanır gibi görünmedi. Sakladı çünkü saklamamak siyasi bir intihar olurdu. Onun mirası laik Türk devleti de bunu sakladı ve bununla beraber içinde niyetleri ve amaçlarının olduğu asla yayınlanmayan kişisel günlüğü de devlet sırrı olarak bunca yıl gizlendi. Artık saklamaya ihtiyaç yok. İslamcı karşıdevrim o ortaya çıkmadan bile Türkiye’de günü kazandı.
**********
Bir başka kaynak;
Mustafa Kemal’in 30 Eylül 1911'de Kudüs Kamenitz Oteli’nde yahudi Eliezer Ben Yehuda’nın oğlu Itamar Ben-Avi ile sohbeti:
Mustafa Kemal: “SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün yahudiler onun mesihliği altında birleşse..” (yani hem burda bir yahudi olduğunu hemde yahudi inancına bağlı olduğunu söylüyor..)
Yahudi Mustafa Kemal: “Evimde Venedik’te basılmış eski bir TEVRAT var. Babam onu okumam için bana Karaim Yahudisi bir muallim tutmuştu. Öğrendiğim ayetlerden bazılarını hala hatırlayabiliyorum.” dedikten sonra biraz düşünüp..
“SHEMA YISRA’EL, ADONAI ELOHENU, ADONAI EHAD!” (yani “Dinle ey İsrail, Rabbin olan Tanrı tektir”) demiştir. Bu dua yahudilerin ünlü Shema duasıdır. Kâfir yahudi Mustafa Kemal demek ki, gizliden gizliye yahudi ibadetini ediyormuş, yani dinine bağlı bir yahudi hemde..
Daha sonra yahudi Itamar Ben Avi’nin “Efendim, bu Yahudilerin en mühim duasıdır!” demesi üzerine yahudi Mustafa Kemal: “Benim de gizli duamdır bayım, benim de..” diyerek etnik kökeninin ve dininin yahudi olduğunu beyan etmiştir..
(Kaynak: Uluğ İğdemir: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, sahife 23, T.T.K. yayınları, 1980)
*************
|
when kemal ataturk recited shema yisrael / Mustafa Kemal Atatürk'ün Shema Yisrael duasını okuduğu zaman. Mustafa Kemal'in gizli dua itirafı. |
Hillel Halkin'in, Atatürk'ün Yahudi / sabetaycı oluşu ile ilgili 1994'te yazdığı makalesinin İngilizce aslı aşağıdadır;
Mustafa Kemal Atatürk'ün Gizli Duası
WHEN KEMAL ATATURK RECITED SHEMA YISRAEL
FORWARD, A Jewish Newspaper published in New York.
January 28, 1994 ( www.forward.com )
"It's My Secret Prayer, Too," He Confessed
By Hillel Halkin
ZICHRON YAAKOV - There were two questions I wanted to ask, I said over the phone to Batya Keinan, spokeswoman for Israeli president Ezer Weizman, who was about to leave the next day, Monday, Jan. 24, on the first visit ever made to Turkey by a Jewish chief of state. One was whether Mr. Weizman would be taking part in an official ceremony commemorating Kemal Ataturk.
Ms. Kenan checked the president's itinerary, according to which he and his wife would lay a wreath on Ataturk's grave the morning of their arrival, and asked what my second question was.
"Does President Weizman know that Ataturk had Jewish ancestors and was taught Hebrew prayers as a boy?"
"Of course, of course," she answered as unsurprisedly as if I had inquired whether the president was aware that Ataturk was Turkey's national hero.
Excited and Distressed
I thanked her and hung up. A few minutes later it occurred to me to call back and ask whether President Weizman intended to make any reference while in Turkey to Ataturk's Jewish antecedents. "I'm so glad you called again," said Ms. Kenan, who now sounded excited and a bit distressed. "Exactly where did you get your information from?"
Why was she asking, I countered, if the president's office had it too?
Because it did not, she confessed. She had only assumed that it must because I had sounded so matter-of-fact myself. "After you hung up," she said, "I mentioned what you told me and nobody here knows anything about it. Could you please fax us what you know?"
I faxed her a short version of it. Here is a longer one.
Stories about the Jewishness of Ataturk, whose statue stands in the main square of every town and city in Turkey, already circulated in his lifetime but were denied by him and his family and never taken seriously by biographers. Of six biographies of him that I consulted this week, none even mentions such a speculation. The only scholarly reference to it in print that I could find was in the entry on Ataturk in the Israeli Entsiklopedya ha-Ivrit, which begins:
"Mustafa Kemal Ataturk - (1881-1938), Turkish general and statesman and founder of the modern Turkish state.
"Mustafa Kemal was born to the family of a minor customs clerk in Salonika and lost his father when he was young. There is no proof of the belief, widespread among both Jews and Muslims in Turkey, that his family came from the Doenme. As a boy he rebelled against his mother's desire to give him a traditional religious education, and at the age of 12 he was sent at his demand to study in a military academy."
Secular Father
The Doenme were an underground sect of Sabbetaians, Turkish Jews who took Muslim names and outwardly behaved like Muslims but secretly believed in Sabbetai Zevi, the 17th-century false messiah, and conducted carefully guarded prayers and rituals in his name. The encyclopedia's version of Ataturk's education, however, is somewhat at variance with his own. Here is his account of it as quoted by his biographers:
"My father was a man of liberal views, rather hostile to religion, and a partisan of Western ideas. He would have preferred to see me go to a * lay school, which did not found its teaching on the Koran but on modern science.
"In this battle of consciences, my father managed to gain the victory after a small maneuver; he pretended to give in to my mother's wishes, and arranged that I should enter the [Islamic] school of Fatma Molla Kadin with the traditional ceremony. ...
"Six months later, more or less, my father quietly withdrew me from the school and took me to that of old Shemsi Effendi who directed a free preparatory school according to European methods. My mother made no objection, since her desires had been complied with and her conventions respected. It was the ceremony above all which had satisfied her."
Who was Mustafa Kemal's father, who behaved here in typical Doenme fashion, outwardly observing Muslim ceremonies while inwardly scoffing at them? Ataturk's mother Zubeyde came from the mountains west of Salonika, close to the current Albanian frontier; of the origins of his father, Ali Riza, little is known. Different writers have given them as Albanian, Anatolian and Salonikan, and Lord Kinross' compendious 1964 "Ataturk" calls Ali Riza a "shadowy personality" and adds cryptically regarding Ataturk's reluctance to disclose more about his family background: "To the child of so mixed an environment it would seldom occur, wherever his racial loyalties lay, to inquire too exactly into his personal origins beyond that of his parentage."
Learning Hebrew
Did Kinross suspect more than he was admitting? I would never have asked had I not recently come across a remarkable chapter while browsing in the out-of-print Hebrew autobiography of Itamar Ben-Avi, son of Eliezer Ben-Yehuda, the leading promoter of the revival of spoken Hebrew in late 19th-century Palestine. Ben-Avi, the first child to be raised in Hebrew since ancient times and later a Hebrew journalist and newspaper publisher, writes in this book of walking into the Kamenitz Hotel in Jerusalem one autumn night in 1911 and being asked by its proprietor:
"Do you see that Turkish officer sitting there in the corner, the one* with the bottle of arrack?"
" 'Yes.' "
" 'He's one of the most important officers in the Turkish army.' "
" 'What's his name?' "
" 'Mustafa Kemal.' "
" 'I'd like to meet him,' I said, because the minute I looked at him I was startled by his piercing green eyes."
Ben-Avi describes two meetings with Mustafa Kemal, who had not yet taken the name of Ataturk, 'Father of the Turks.' Both were conducted in French, were largely devoted to Ottoman politics, and were doused with large amounts of arrack. In the first of these, Kemal confided:
"I'm a descendant of Sabbetai Zevi - not indeed a Jew any more, but an ardent admirer of this prophet of yours. My opinion is that every Jew in this country would do well to join his camp."
During their second meeting, held 10 days later in the same hotel, Mustafa Kemal said at one point:"
'I have at home a Hebrew Bible printed in Venice. It's rather old, and I remember my father bringing me to a Karaite teacher who taught me to read it. I can still remember a few words of it, such as --' "
And Ben-Avi continues:
"He paused for a moment, his eyes searching for something in space. Then he recalled:
" 'Shema Yisra'el, Adonai Elohenu, Adonai Ehad!'
" 'That's our most important prayer, Captain.'
" 'And my secret prayer too, cher monsieur,' he replied, refilling our glasses."
Although Itamar Ben-Avi could not have known it, Ataturk no doubt meant "secret prayer" quite literally. Among the esoteric prayers of the Doenme, first made known to the scholarly world when a book of them reached the National Library in Jerusalem in 1935, is one containing the confession of faith:
"Sabbetai Zevi and none other is the true Messiah. Hear O Israel, the Lord our God, the Lord is one."
It was undoubtedly from this credo, rather than from the Bible, that Ataturk remembered the words of the Shema, which to the best of my knowledge he confessed knowing but once in his adult life: to a young Hebrew journalist whom he engaged in two tipsily animated conversations in Jerusalem nearly a decade before he took control of the Turkish army after its disastrous defeat in World War I, beat back the invading Greeks and founded a secular Turkish republic in which Islam was banished - once and for all, so he thought - to the mosques.
Ataturk would have had good reasons for concealing his Doenme origins. Not only were the Doenmes (who married only among themselves and numbered close to 15,000, largely concentrated in Salonika, on the eve of World War I) looked down on as heretics by both Muslims and Jews, they had a reputation for sexual profligacy that could hardly have been flattering to their offspring. This license, which was theologically justified by the claim that it reflected the faithful's freedom from the biblical commandments under the new dispensation of Sabbetai Zevi, is described by Ezer Weizman's predecessor, Israel's second president, Yitzchak Ben-Zvi, in his book on lost Jewish communities, "The Exiled and the Redeemed":
'Saintly Offspring'
"Once a year [during the Doenmes' annual 'Sheep holiday'] the candles are put out in the course of a dinner which is attended by orgies and the ceremony of the exchange of wives. ... The rite is practiced on the night of Sabbetai Zevi's traditional bithday. ... It is believed that children born of such unions are regarded as saintly."
Although Ben-Zvi, writing in the 1950s, thought that "There is reason to believe that this ceremony has not been entirely abandoned and continues to this day," little is known about whether any of the Doenmes' traditional practices or social structures still survive in modern Turkey. The community abandoned Salonika along with the city's other Turkish residents during the Greco-Turkish war of 1920-21, and its descendants, many of whom are said to be wealthy businessmen and merchants in Istanbul, are generally thought to have assimilated totally into Turkish life.
After sending my fax to Batya Keinan, I phoned to check that she had received it. She had indeed, she said, and would see to it that the president was given it to read on his flight to Ankara. It is doubtful, however, whether Mr. Weizman will allude to it during his visit: The Turkish government, which for years has been fending off Muslim fundamentalist assaults on its legitimacy and on the secular reforms of Ataturk, has little reason to welcome the news that the father of the 'Father of the Turks' was a crypto-Jew who passed on his anti-Muslim sentiments to his son. Mustafa Kemal's secret is no doubt one that it would prefer to
|
Atatürk Çarşaf Giyip Kaçtı mı? Sabetaycılar neden kendi kurdukları Atatürkçülüğü yıkıyorlar? |
Cumhuriyet Gazetesi Haber Müdürlüğü görevini yapan İpek Çalışlar, Latife Hanım adını verdiği bir kitap yazıyor. Kitabı okumadım, gerek de duymuyorum. Basında hakkında çıkan yazılara göre kitapta Topal Osman kendisini öldürmek üzere Çankaya’yı kuşatma altına aldığı sırada, kadın ve çocukların çıkarılmasına izin vermesi üzerine Atatürk’ün, eşi Latife Hanım’ın önerisi üzerine çarşafını giyip Köşk’ten kaçtığı yazılıyormuş.
Basında ifade edildiğine göre nihayet savcılık bir vatandaşın suç duyurusunda bulunması üzerine harekete geçip söz konusu yazar hakkında Atatürk’ü Koruma Yasası gereğince soruşturma başlatmış.
Sabetayist Cemaatin oldukça etkili olduğu kurumlardan biri de yüksek yargı kuruluşları.Eğer böyle bir kitabı dindar bir Müslüman yazar yazsaydı ülke ayağa kaldırılır, cumhuriyet, laiklik, devrimler, rejim elden gidiyor diye ne yaygaralar koparılırdı. Ama kitabın yazarı Sabetayistlerin yuvalandığı solcu Cumhuriyet Gazetesi’nin bir mensubu olunca ancak suç duyurusu üzerine kerhen bir dava açma girişiminde bulunuluyor.
Ciddi bir hukuk devletinde yasalar herkese aynı şekilde uygulanır. Mademki yürürlükte Atatürk’ü koruyan bir yasa var, kim çiğnerse yasa eksiksiz fazlasız uygulanmalıdır. Eğer böyle bir yasaya gerek yoksa yürürlükten kaldırılmalıdır. Çağdaş parlamentolar bunun için var.
Peki, bu yasaya niye gerek görülmüş? Türkiye Cumhuriyeti devleti kurucusu sıfatıyla Atatürk için bir milli kahraman imajı inşa edilmiş ve ülkenin meşruiyeti, birliği, bütünlüğü buna dayandırılmıştır. 20. Asrın başlarında oluşturulan ulusal devletler hep böyle kuruldular. Kimse kahraman Atatürk imajını zedelemesin, ülkenin temel dayanağı olarak ona izafe edilen devrimlerin yaşatılmasında sorunlar oluşturmasın diye bu yasa Demokrat Parti gibi sağcı bir iktidar tarafından çıkartıldı. Bu yasa aslında Sabetayist Cemaatin kurup yönettiği rejim için Müslümanların potansiyel tehdit ve tehlike unsuru olarak görülmesinin tipik yansımalarından biridir.
Ama şimdi durum değişti…Rejimin işleticisi konumuna, tehdit unsuru diye her sahadan dışlanıp kırsal alandan başka yaşam şansı bırakılmayan Müslüman Türkler geldi. Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu bu kez dindarlar değil laik kesimler ihlal etmeye başladı. Hem de gayet planlı, programlı, sistematik ve çok da etkili bir şekilde. Asıl ilginç olan ise yargının bu kesimlerin Atatürk’ü koruma yasasını ihlaline karşı oldukça duyarsızlığı…
Süleyman Yeşilyurt diye biri “Ata’nın hayatındaki 19 kadın” adını verdiği kitabında neler yazdı neler… Üstelik de Atatürk ve devrimlerinin bekçiliğini misyon edinmiş gazeteler sürmanşetten haberini yaptılar. Kimseden çıt çıkmadı.
Hürriyet Gazetesi Çankaya’da bir sokağa ismi verilen “Türk ırkını ıslah etmek için damızlık erkek ithal edelim” önerisi ve İngiliz ordusunu kast ederek “Balkanlar’da vahşeti durduramadık ama Çanakkale’de medeniyeti durdurduk” yakınması ile ünlü Dr. Abdullah Cevdet’i Atatürk’ün Elazığ milletvekili adayı göstermek istediğini, karşı çıkılınca vazgeçtiğini yazdı. Kimsenin gıkı çıkmadı.
Can Dündar Milliyet’teki köşesinde, Kubilay olayında oralı bile olmayan bir esrarkeş ayaktakımının işlediği cinayet yüzünden Atatürk’ün Menemen’in yakılıp yıkılmasını, haritadan silinmesini emrettiğini ve onlarca kişinin suçsuz olarak idam edildiğini yazdı. Kimsenin gıkı çıkmadı.
Sabah Gazetesi Atatürk’ün Latife Hanım ile evli iken aşk ilişkisi kurduğu Fikriye adındaki kadının Köşk’ten kovulurken iddia edildiği gibi intihar etmediğini, aksine bindiği faytonda tabanca ile vurulduğunu, ölmeyince hastaneye kaldırılıp orada ilaçla hayatına son verildiğini haber yapıp yarım sayfalık yer verdi. Kimseden bir ses çıkmadı.
Bu kez de en Atatürkçü gazete diye bilinen Cumhuriyet’in haber müdürlüğü görevini deruhte eden bir hanım yazar adeta Kahraman Atatürk imajını yerle bir etmek için Köşk’ten, hem de eşinin önerisi üzerine çarşafını giyip Topal Osman’ın kuşatmasından kaçtığını ve canını ancak böyle kurtarabildiğini yazıyor. Savcılık ancak bir vatandaşın suç duyurusu üzerine harekete geçip soruşturma başlatıyor, dava açıp açmayacağı ise henüz belli değil…
Bütün bunlar durup dururken boşuna mı tarihin karanlık dehlizlerinden gün ışığına çıkartılıp güncelleştirilerek gündem oluşturuluyor? Bunu yapanların hiçbir art niyetleri ve kötü emelleri yok mudur sanılıyor…
Bu konularla ilgili bu sütundaki bir yazımızın başlığı Atatürk’ten ne istiyorlar? İdi. Daha önce de yazdık; biz Atatürk’e yönelik yayın yoluyla yapılan bu planlı, programlı, organize, sistematik saldırılara Atatürkçülük ideolojisi adına karşı çıkıyor değiliz. Bu saldırılara vesile yapılan iddiaların aslısız olduğunu söyleyecek konumda da değiliz.
Ancak bugüne kadar en hararetli Atatürkçü diye bilinen hepsi de fanatik laik olan bu çevrelerin asıl hedefi Atatürk ve Atatürkçülük değildir. Bunların asıl hedefi doğrudan bu ülkedir, birliği ve bütünlüğüdür. Açıkçası bunu yapanlar Sabetayist çevrelerdir. Bu ülkeyi bugüne kadar Atatürkçülük adına yönetmek için kahraman Atatürk imajı inşa edenler de onladır, şimdi bu imajı yıkanlar da.
Şimdi de “Eğer bu ülkeyi biz yönetmeyeceksek yıkılsın, yok olsun” yaklaşımı içerisinde hareket ederek ülkenin birlik ve bütünlüğünün temel dayanağı olan devletin kurucu lideri Atatürk’ün topluma mal olmuş bu imajını yıkıp ortalığı karıştırmak istiyorlar.
Ne yazık ki bazı dindar çevreler de bundan kendi beklentileri adına yarar umuyorlar. Hiç şeytandan hayır umulur mu? Eğer Sabetayist unsurlar bir konuda organize ve sistematik bir çaba sarf ediyorlarsa bunun mutlaka hesabı kitabı yapılmış bir amacı vardır. Ve bu mutlaka Müslümanların aleyhinedir.
Erbakan’ın ünlü sözlerinden biri de Yahudi yanlış tuşa basmaz şeklindedir. Nasıl ki İblis şeytanlık yapmada hata yapmaz, Yahudi de fitne fesat çıkarırken asla yanlışlık yapmaz. Dolayısıyla Atatürk’ü sevmeyen birtakım dindar çevrelerin bu saldırılardan hayır ummaları tam bir gaflettir. Şeytana karşı gaflette bulunmak nasılsa Yahudi’ye karşı da gaflette bulunmak öyledir.
Ama asıl sözümüz üst düzey yargı kodamanlarına. Beyler mademki Atatürk’ü Koruma Kanunu halen yürürlüktedir, o halde uygulatın lütfen. Yürürlükteki yasalar eğer şu veya bu nedenle uygulanmazsa yargı mekanizması laçkalaşıp yalama olur ve caydırıcılığı kalmaz. Bu ise ülkede güvenlik, huzur ve düzenin korunmasında sorunlar oluşmasına yol açar.
Bu devlet, bu ülke, toplumsal güvenlik ve huzur hepimize lazımdır. En kötü düzen düzensizlikten, en kötü otorite başıbozukluktan iyidir. Siyasal rejim boşluk kaldırmaz; yenisi ikame edilmedikçe mevcuttan vazgeçmek doğru değildir. Doğrusu laiklerin Atatürk’e yönelik saldırıları dincilerin saldırılarından çok daha büyük sıkıntılar yaşatır bu ülkeye diye endişe etmekteyiz.
(Vahit Şekerci, Gündem)
14 Haziran 2008
|
Gizli Yahudi Hahamı Şemsi Efendi'nin Asıl adı Şimon Zivi idi. Atatürk'ün hocası kripto hahamdı. Tıpkı Atatürk gibi... |
Atatürk'e ilk eğitimini veren, onun zihniyetini, inanç ve aksiyon dünyasını şekillendiren kişi olan Şemsi Efendi( asıl adı Şimon Zvi yada Sevi), 17. asır içinde Yahudi kavmi arasında mesihliğini (kurtarıcı peygamberliğini) iddia eden Sabetay Sevi'nin peygamberliğine inanan, onun dinini öğreten bir gizli hahamdı...
Sabetaycılar yada sabetayistler denilen bu ekole mensup olan Şemsi Efendi, bu okulunu Selanik'ten İstanbul'a taşımış ve Fevziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları adı ile yollarına devam etmişlerdir. Şişli Terakki Mektepleri de bu hain kliğin okulları arasındadır ve en büyük tarikat okullarından biridir.
Müslümanların tarikatları, tarikat okulları, medreseleri, hatta zaruri dini eğitimleri kökten yasaklanırken bu tarikatçılar kendi okullarına zirve yaptırmışlardır.
Kendilerinden gözüktükleri Müslüman Türk milletine, gücü ellerine aldıktan sonra inanılmaz zulümler sergilemişlerdir. Devrin süper gücü İngiltere ile de sıkı bağlar kuran Sabetaycılar, ellerine aldıkları devlet kurumları ile adeta bir devlet terörü estirmişler ve tam altı yüz sene hakim olan Osmanlı kültürünü on sene gibi kısa bir sürede Türk milletinin üzerinden silip atmışlar, ilan edilmemiş sömürge bir Türkiye Cumhuriyeti kurmuşlardır.
Aşağıda okuyacağınız röportaj Murat Menteş tarafından Ilgaz Zorlu ile yapılan bir röportajdır. Ilgaz Zorlu ise Sabetaycı yapıdan gelen ama daha sonra buna itiraz edip, kabullenmeyip mahkeme kararı ile kimliğine Yahudi yazdıran bir T.C. vatandaşıdır. Şemsi Efendi (yada Şimon Zvi)'nin hala yaşayan öz torunudur. Verdiği bilgiler Sabetaycıların iç dünyalarını ve yakın tarihin esrarlarını aydınlatmak adına çok dikkatle incelenmelidir....
Atatürk'ün İlk Mektep Hocası olan Şemsi Efendi'nin yaşayan torunu Ilgaz Zorlu, çok dikkat çekici konulara temas etti.
(.......)
(Ilgaz Zorlu):
Sanıyorum bazı sıkıntılar yaşayacaksınız ama ben size durumu anlatayım. Sabetaycılık hakkında rahatça konuşulabilmeli. Bunda ciddi bir sakınca yok aslında.Türkiye’de bir resmî tarih ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin getirdiği bir seçkin bürokrat Türkler anlayışı var. Bu anlayış 1924’teki mübadelede Sabetaycıların Türkiye’ye getirilmesiyle doğdu. Sabetaycılığın devlet içindeki rolünün anlaşılabilmesi için Türkiye tarihindeki iki noktanın aydınlatılması gerekiyor.
(Murat Menteş)
Bir dakika. 1924’te gayri Müslimler dışarı gönderildi ve Müslümanlar Misak-ı Millî sınırlarına dahil edildi
(Ilgaz Zorlu):
1924 mübadelesinde Türkler ve Türkiye’de yaşayan gayri Müslimler yer değiştirdi.
(Murat Menteş):
Yani, Sabetaycılar Müslüman kabul edilerek mi Türkiye’ye getirildi?
(Ilgaz Zorlu):
Tabii. Sabetaycılar, Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kayıtlarına göre Müslümanlar. Ben, Müslüman olmadıklarını iddia ediyorum. Sabetaycılık, 17. yüzyılda ortaya çıkmış, Sabetay Sevi’nin kurduğu bir Yahudi tarikatıdır. Sabetaycılar, 17. yüzyıldan 1920’lere dek Yahudiliğe bağlı kaldılar. 1924’te Karakaş Rüştü vakası yaşandı. Karakaş Rüştü, Ankara’da Millet Meclisine başvurdu ve Sabetaycılığı resmen mahkemelere sundu. Türkiye’de Sabetaycılık diye bir şey olduğunu söyledi ve bunun araştırılmasını talep etti. Konu, o zamanın Vatan, Vakit, Son Saat gibi gazetelerinde tartışıldı. Fakat hiçbir sonuca varılamadı. Aynı tartışma 1937 yılında yeniden gündeme geldi. Ahmet Emin Yalman ve Yunus Nadi arasında bir tartışma geçti.
(Murat Menteş):
Yunus Nadi de mi Sabetayistti sizce?(Ilgaz Zorlu):
Hayır ama sanıyorum eşi Berrin Nadi Sabetaycı idi. Yakınları arasında da Sabetaycılar vardı. Bu arada bir parantez açayım: Herkes bana bütün bunları nereden bildiğimi ve nasıl bu kadar emin konuştuğumu soruyor. E, tabii ben cemaatin içinden çıkan bir adamım. İkincisi ben bir cemaat tarihçisiyim. Cemaat üyesi 420 kadar aile üzerinde çalıştım. Türkiye kayıtlarında Sabetaycılık diye bir şey yok ama bakın [kalın, İngilizce bir kitap uzatıyor bana] adamın biri Amerika’da, bin sayfa, Sabetay Sevi hakkında kitap yazmış. Bu, Yahudi dünyasında çok önemsenen bir kitap çünkü yazarı İsrail Bilimler Akademisi üyesiydi. Bazıları, Türkiye’de Sabetaycılık diye bir şey yok diyorlar ama böyle de bir kitap var ortada.
Yani, İzmir’de ortaya çıktığı halde Sabetaycılık Türkiye sınırlarını aşmış durumda öyle mi?
Yemen, Suriye, İtalya, Fransa ve daha pek çok ülkede yayıldı Sabetaycılık. Sabetay Sevi’nin ölümünden sonra merkezi Selanik’e taşınan bir Türkiye Sabetaycılığı var. Osmanlı İmparatorluğu belgelerinde avdetî [Dönen, dönme. Sabetaycılar için kullanılan bir kelime] kelimesi geçiyor. Sabetaycılar, Osmanlılar’ın hiç bilmediği bir cemaat değil fakat Osmanlı’da insanların inançları saygıyla karşılandığı için bu konu hiç kurcalanmamış. Sabetaycılığın siyasi teorisi ise, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde geliştirilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin elemanlarının çoğu Sabetaycıydı. Sabetaycılık gizli bir örgüttü; İttihat ve Terakki de o dönemde merkezî hükümete karşı bir hareketti ve saraya açıkça muhalefet etmesi mümkün değildi. Onun için, Sabetaycılar, mason locaları gibi, Osmanlı İmparatorluğu içinde faaliyet gösteren fakat başka ülkelerin koruması altında olan teşkilatlar içinde yer aldılar. Zaten ben bunları kitabımda da yazdım. Sabetaycılar üç-dört örgütte etkinlik gösterdi: Mason locaları, İttihat ve Terakki, Melami ve Bektaşi tarikatı ve ordu.
Ordu mu?
Evet.
Bugün de orduda.
Tabii. Bugün de orduda Sabetaycılar var ve Sabetaycı generaller var. Şimdi ben burada isim vermeyeceğim.
Neden?
Çünkü dava açılmasını istemiyorum. Onaltı tane hakaret davası açtılar. Çünkü Sabetaycılık bir hakaret gibi algılanıyor. Halbuki bugün bir ordu komutanı ve bir kuvvet komutanı Sabetaycı kökenlidir. Ve bundan başka pek çok Sabetaycı kökenli kurmay subay var
Siz Sabetaycıydınız ve hakkınızı arayıp Yahudi oldunuz.
Ben Sabetaycılığın Yahudilik olduğunu söylüyorum, buna dikkat edin. Sabetaycılığın, bazılarının iddia ettiği gibi, Müslümanlaşmış bir grup olmadığında ısrarlıyım.
Sabetaycıydınız ve Sabetaycılığı deşifre ediyorsunuz. Mehmet Şevket Eygi ve Abdurrahman Dilipak gibi İslamcılarla da birlikte çalışıyorsunuz. Sizin niyetiniz ne?
Niyetten kastınız?
“Ben şunu istiyorum ve o yüzden bunları söylüyorum” şeklinde bir cümle kurun.
Bakın, şunda anlaşalım. Burada bilimsel olarak incelenmesi gereken bir hadise var. Bir kişinin siyasal kararlarına etki eden birtakım özel süreçler vardır; aile ve yetişilen çevre gibi. Türkiye’deki bir grup, devlette çok etkili yerlere geliyor. Siyaset bilimiyle ilgili bir hususa dikkat çekiyorum ben. İkincisi, sosyal antropoloji olayı olarak görüyorum meseleyi. Ve bugün Türkiye’de egemen bir Sabetaycı kültürü olduğunu iddia ediyorum.
Egemen mi?
Bir komplo teorisinden söz etmiyorum. Çeşitli etnik gruplar var ve Sabetaycılar da bunlardan biri. Mehmet Şevket Eygi, Sabetaycıların siyasi rolleri hakkında yıllardan beri yazılar yazan biriydi. Abdurrahman Dilipak da Türkiye’deki tüm etnik gruplar üzerinde çalışan bir gazeteci. Dilipak ve Eygi ile bizim düşünce bakımından bir ortak noktamız yok; onlar İslamcılar. Fakat onlar da ben de Sabetaycılığın bilimsel manada araştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Konumuza dönersek, CHP, kendisini İttihat ve Terakki’nin devamı olarak görüp, devrimci bir kimlik edindiğini söylüyor. Ben de bu devrimci kimliği Sabetaycıların ortaya çıkardığını ve Türk siyasetini şekillendiren önemli bir faktör olduğunu söylüyorum. Solcular biraz kızacak ama, işin gerçeği, Türkiye’deki sol hareketi kuranlar Sabetaycılardır. Mustafa Suphi ve Şefik Hüsnü Sabetaycıdır. Yalçın Küçük’ün Tekelistan adlı kitabına da bakmanızı öneririm. O isim bilimi üzerinden açıklıyor bu hususları. Bense cemaatin içinde olduğumdan, Şefik Hüsnü’nün ailesini bulduğum için size bunları söyleyebiliyorum.
İsim bilimi biraz uyduruk mu nedir?
Hayır, asla. Yahudiler, dünyanın her yerinde isimlerini belli kurallar çerçevesinde belirlerler. Yalçın Küçük’ün kitaplarının benim kitaplarımdan daha ciddi olduğunu söyleyebilirim.
Türkiye’de solculuğun temellerini Sabetaycılar attı diyorsunuz?
Elbette. Yıldız Sertel’in Annem İçinisimli kitabında uzun uzun, Sabetaycıların Türk solunu nasıl kurdukları açıkça yazılıdır. Biliyorsunuz, Yıldız Sertel’in annesi Sabiha Sertel Sabetaycıydı, zaten kızı anılarında bunu anlatıyor. Derviş ailesinden gelen önemli insanlar var ve bunlar Yıldız Sertel’le akrabalar. Ben size şu anlattıklarımı mahkemelere delil olarak sundum, o açıdan bir problem yok. İttihat terakkinin beyin takımından iki kişi, Maliye Nazırı Cavit ve Doktor Nazım Sabetaycıydılar. Ve bunlar örgütlendiler. İttihat ve Terakki içindeki Sabetaycıların toplanması ve bunlar arasından bazı kişilerin devlet mekanizmalarına getirilmesi için çalışıldı. İttihat ve Terakki yönetimine baktığımızda Emanuel Karasu’nun, ki Yahudidir, Cavit’in ve Nazım’ın çok önemli olduğunu görüyoruz. İzmir Suikastı’nın, yanılmıyorsam 1927’deydi, iki sanığı olarak yargılanan Cavit ve Nazım asıldı. Bu adamların suikastla ilgisi olmadığına dair ciddi iddialar var. Peki o halde niye asıldılar? Hiç araştırılmamış bir konu bu. Cavit ve Nazım, aslında cumhuriyetin karakterine karşıydılar. Onlar, Cumhuriyet Türkiye’sinin ittihatçı bir karater taşımasını arzu ediyorlardı ve Atatürk iktidara geldikten sonra ittihatçıları planlı ve sistemli bir biçimde temizledi.
Bu söylediğiniz, Atatürk’ün Sabetaycı olmadığı anlamına mı geliyor
O konuya hiç girmeyeceğim çünkü bu konuda elimde kesin veriler yok, araştırıyorum. Bir ‘Atatür’ ailesi var. Bu ailenin Bülbülderesi Mezarlığı’nda Karakaş’lar bölümünde mezarları, mezar taşları var. Aileden henüz bir kişiyle konuşabildim. Dolayısıyla kesin konuşamam. Yalnız, Ahmet Emin Yalman’ın Mustafa Kemal’le 1927’de yaptığı röportajda, Yalman şunu söylüyordu “Sizin hayatınızı etkileyen iki öğretmen var. Biri benim babam, öteki de Şemsi Efendi’ydi.” Şemsi Efendi, benim büyükbabamın büyükbabasıdır. Atatürk’ün ilk öğretmeni Şemsi efendi bir hahamdır ve benim ailem de 17 kuşak boyunca bir haham ailesi olarak gelmektedir.
Bu arada, Ahmet Emin Yalman da Sabetaycıdır. Atatürk’ün Sabetaycı olup olmaması önemli değil ama şu bir gerçek ki Atatürk, Sabetaycı kültürün içinde yer almış bir insandı. Şu hususu vurgulamak istiyorum: Bir Sabetaycının dinî kimliğini devam ettirip ettirmemesi önemli değildir. Yahudilik, bir din olduğu kadar bir kültürdür. Dünyanın her yerindeki Yahudilerin belli ortak özellikleri vardır. Sabetaycılar da Yahudi kültürünün bir parçasıdırlar. Sabetaycılar son derece organizedirler çünkü Yahudilik dünyanın her yerinde organizedir. Bunun en belirgin kanıtı da İsrail’in kuruluş sürecidir.
Dilerseniz artık günümüze gelelim.
Eğer size Rahşan Ecevit’in Sabetaycı olduğunu söylememi istiyorsanız, tamam Rahşan Ecevit Sabetaycı kökenlidir; ben size bunu söyleyeyim, siz de yazın fakat.
Hayır, benim böyle bir beklentim yok.
Size biri “Sırf adamın biri bunu söyledi diye nasıl yazarsın?” diye sorabileceği için ben size 1924 mübadelesini anlatmak zorundayım. 1924 mübadelesinde Rahşan Ecevit’in ailesi ve benzeri aileler Selanik’te ve civarında bulunan mal varlıklarına karşılık İstanbul – Ankara – İzmir’de mülk alamadıklarından, Cumhuriyet devrinde bir komisyon kurulmuş [Muhtelif Mübadele İşleri Komisyonu] ve bu komisyon tarafından kendilerine Şebinkarahisar’dan toprak verilmiştir. Şimdi bu hanımefendi “Ben Şebinkarahisarlıyım” diyor. Ve kendileri gidip Şebinkarahisar’da oturmamıştır. Geçenlerde Sadık Albayrak bir yazısında soruyordu: “Şebinkarahisar’dan kaç kişi Robert Koleji’ne gidicik paraya sahipti?” Çok doğru bir soru. Şebinkarahisarlı bu aile, İzmir’deki bir aile ile topraklarını değiş tokuş etmiştir ve İzmir’de oturmuştur.
Çiller’e gelelim: Geçenlerde DYP’den beni aradılar, soruyorlar “Tansu Çiller Sabetaycı mı?” Tansu Çiller’in babası, Mustafa Necati Çiller’di galiba adı, 1924 mübadelesi sırasında ya Son Saat ya da Vaki gazetesinde muhabirdi ve Karakaş Rüştü’yü birebir izleyen biriydi. Cemaat tarafından görevlendirilmişti. Demek istediğimi, bir kişini Sabetaycı olması, ille de bir dinî inancı sürdürmesi demek değil, o kültürün içinden gelmesi demek. Mesela, bir Sabetaycı hiçbir zaman İslam’a inanamaz, bu mümkün değil.
Ciddi misiniz?
İnandığını söylüyorsa da yalan söyler. Siz bana Şeyhülislam olabilmiş ya da Nakşibendilik gibi bir tarikata girmiş bir Sabetaycı ya da İstanbul’un varoşlarında yaşayan bir Sabetaycı gösterirsiniz, ben de size “Evet, yanılmışım, bu adamanı durumu farklı” derim. Sabetaycılar, İstanbul’da bile gettolar halinde yaşıyorlar, Etiler-Teşvikiye-Maçka üçgeninde. Etraflarındaki insanlar köylüler, Anadolu’dan gelip geçim sıkıntısı çekenler değil ki. Böyle bir ekonomik seviyede olan adamın getirdiği İslam anlayışıyla, Anadolu’dan çıkmış bir adamın İslam anlayışı aynı olabilir mi?
Onların İslam anlayışı kültürel bir jestler toplamından mı oluşuyor?
Ben onların İslam’ı kabul ettiklerine inanmıyorum. Zaten geçenlerde Can Paker, Milliyet gazetesinde “İslam modernize olmak zorundadır ve bir Protestan İslam’a gitmek zorundayız” dedi. Bunu söylerken ciddiydi ve Türkiye’de işlerin bu yönde ilerleyeceğinden de kuşkunuz olmasın. Öte taraftan, Türkiye’deki laiklik uygulamalarından Yahudi cemaati de zarar gördü, sadece İslamcılar değil. 20 bin kişilik Yahudi cemaati ‘Laik konsey’ diye bir konsey kurdu ki böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde yok.
Bu durumda Kemal Derviş.
Kemal Derviş’in Sabetaycı olduğunu, şimdi size bir makale vereyim ve hemen.
Kemal Derviş, İsmail Cem, Rahşen Ecevit ve Can Paker dörtlüsü.
Can Pakerle ben akrabayım. Can Paker’in eşi olan Mihriban hanım, benim annemin teyzesinin oğlu olan Yaşar Malta’yla Yeni Tekstil diye bir şirkette ortak. Size sözünü ettiğim birçok insanla da akrabayım zaten, yani size verdiğim bilgilerin çoğu aile kaynaklarından geliyor, asparagas değil.
Sabetayist olduklarını belirttiğiniz bu dörtlü.Türkiye’de iktidara doğru geliyorlar.
Hükümetler üstü bir konumdaki Kemal Derviş.
Kemal Derviş Türkiye’ye getirildi ve yaptığı hiçbir şeyden ötürü siyasi sorumluluğu yok. Demokratik sistemde böyle bir şey olabilir mi? Bu adam bakan, siyasi sorumluluğu nasıl olmaz?
Siz bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti kanunları Sabetaycılara farklı, diğer insanlara farklı uygulanır. Bunun bir örneği, Halil Bezmen. 1994’te Amerika’ya gitti ve“Ben Yahudi’yim,Türkiye’de baskı görüyorum”dedi.Halil Bezmen mesela Kürt olsaydı,Amerika’da “Ben Kürt’üm,baskı görüyo rum” deseydi ne olurdu?Devlet Güvenlik Mahkemeleri Halil Bezmen hakkında dava açardı ve vatandaşlıktan çıkarılması için uğraşırlardı. Hiçbir DGM,Halil Bezmen’in“Ben Yahudi’yim ve baskı görüyorum”lafını bir suç kabul ederek dava açmadılar. Çünkü açamazlardı.
Neden
Çünkü, Türkiye’de uzun yıllar ceza davalarında bilirkişi olan Prof. Dr. Sahir Erman Sabetaycıydı. Size verdiğim, Şişli Terakki Lisesi’nin Vakfı’nın genel kurulunu gösteren belgeye dikkat edin. [Terakki Vakfı Genel Kurulu’nu gösteren iki sayfalık bir broşürde vesekialı fotoğrafları bulunan üyelerden söz etmeye başlıyor.] Vakfın Başkan Yardımcısı Bülent Tanla şu anda CHP’de ikinci adamdır. Yan tarafta Prof. Dr. Hasan Erman’ın fotoğrafı görülüyor; sözü geçen Sahir Erman’ın oğludur Hasan Erman ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. 1972’de İnönü’yü deviren raporu yazan Prof. Dr. Ahmet Yücekök’ü görüyoruz sayfanın altında; o da şu anda aktif olarak siyasetin içinde. Arka sayfanın başında, Kemal Derviş’in yakın dostu Asaf Savaş Akad var, Sabetaycıdır kendisi. Ah, Can Paker de bu okulda, ne tesadüf! Aşağıda, TESEV’in çok önemli bir üyesi ve Türkiye Sabetaycılarının siyasi örgütlenmesini sağlayan adamlardan biri olan Prof. Dr. İlter Turan’la karşılaşıyoruz. Bu insanların çok kısa sürede yükseleceklerini ve Türkiye’de çok önemli yerlere geleceklerini, Jarusalem Report dergisine yazdım.
Bu adamlar, Amerika’ya gidip “Biz Yahudi’yiz, bakın adamın biri yazdı, kendisi tarihçidir, doğru söylüyor, bize yardım edin” dediler ve Yahudi lobisi bunlara yardım ediyor, bu kadar basit. Söylediklerim sizi şaşırtmasın. Şimdi bu adamlara karşı Türkiye mahkemeleri bir dava yürütebilir mi?
Madem öyle, kaç Sayetayist olduğunu söyleyin.
Ben, 1924’te 25 bin Sabetaycı geldiğini biliyorum. Bugüne kadar da toplam nüfusun 100 bin civarına ulaştığını tahmin ediyorum.
1924’ten bugüne, Sabetaycılar hiç asimile olmadan bugünlere geldiler, öyle mi?
1950’lerde cemaat içinde asimilasyon evlilikler yoluyla başladı.
Günümüze dönelim
1970’lerden itibaren CHP içinde bir değişim yaşandı. İsmet İnönü’nün ekibine karşı Rahşan Ecevit bir ekip kurdu. Bu ekibin önde gelen isimleri Bülent Tanla, İlter Turan ve Ahmet Yücekök’tü. Rahşan hanım, o tarihte, pek çok Sabetaycıyı biraraya getirdi. Zaten, Robert Koleji yıllarında mesela Mehmet İsfan’la bu hanımefendi sınıf arkadaşıydı. Mehmet İsfan Sabetaycıdır ve eski İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsfan’ın akrabasıdır. Benzer şekilde Neşe Derviş Deriş ya da Nur Derviş de Kemal Derviş’in akrabası olup, Rahşan Hanım’la Robert Kolej’den bağı olan insanlardır. Kemal Derviş Türkiye’ye getirildiği zaman da belirttim, Türkiye yeni bir İttihat ve Terakki dönemi yaşıyor. Talat – Enver ve Cemal Paşşaların yerine İsmail Cem, Rahşan Ecevit ve Kemal Derviş getirilmiştir.
IMF heyetinde de Türkiye’de de Kemal Derviş’ten çok daha iyi iktisatçılar olduğu halde Kemal Derviş getirildi çünkü Rahşan hanımın istediği biriydi ve Sabetaycıydı. Rahşan Ecevit, Kemal Derviş’le beraber Türkiye’ye yeni bir model getirmek istedi. Bunu 1970’lerde denemiş fakat başaramamışlardı. Önlerindeki en büyük engel de MHP’ydi. MHP durumun farkında değildi. CHP “Biz ortanı solundayız” ifadesiyle bir sol modeli geliştirmeyi çalışıyordu. Ve bu model aslında bir Çavuşesku Romanya’sı veya Tito Yugoslavyası modeli olacaktı fakat bu engellendi, ardından da 12 Eylül ihtilali oldu. 12 Eylül’de kaç tane Sabetaycı tutuklandı bakalım. İsmail Cem o zaman aktif olarak siyasetin içindeydi, tutuklanmadı. Bülent Tanla tutuklanmadı. Haklarında dava dahi açılmadı.
Ordu bilerek mi tutuklamadı yani?
Askerlerin içinde de Sabetaycılar var. Mesela geçmişteki Genelkurmay Başkanlarından Refik Tulga Sabetaycı kökenliydi. Belki de ailesi bunu yalanlar. Burada ciddi bir problem var: Bir Sabetaycı, “Ben Sabetaycı değilim” diyebilir. Mesela, Orhan Pamuk, Aksiyon dergisinde açıklama yapıyor ve “Ben Sabetaycı değilim”diyor. Bu bey, eski İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın akrabasıdır. Yalçın Küçük’ün söyle diyor çok ilginç bir şey var. Diyor ki“Türkiye’de bir insanın bir yere gelebilmesi için Sabetaycı olması gerekiyor.” Ben de buna katılıyorum.
Orhan Pamuk’un “büyük romancı” olmasının yanında AB vb. konularda beyanatlar vermesi sizce, Sabetaycı oluşuyla mı alakalı?
Sorarım size, mesela Can Paker kimdir? Henkel adlı firmanın genel müdürüdür. İşadamı değildir, maaşlı müdürdür. Can paker aynı zamanda TESEV’in başkanıdır. Bu beyefendi her hafta NTV’ye çıkıyor, neden sizce? Çünkü NTV’nin sahibi Şahenk ailesidir. Şahenk ailesi Niğdelidir, ama Selanik göçmeni bir ailedir. Osmanlı Bankası ve Garanti Bankası da bu grubunudur ve demeç verebilecek birçok adamları olduğu halde neden Can Paker’i her hafta ağırlıyorlar?Çünkü, Can Paker geleceğin başbakanı olarak yetiştirilen bir Sabetaycıdır.
Can Paker başbakan olacak öyle mi? Bu kadar basit mi sizce?
Evet. Bakın, Türkiye bu kadar basit yönetiliyor. 200 milyar dolara yakın iç ve dış borcu olan bir ülke, eğer öksürmek için Amerika’dan izin alıyorsa ve bugün Türkiye’de yaşayanların çoğu bir şekilde kapağı Amerika’ya atıp çoluğumu çocuğumu Amerika’da okutayım diye dua ediyorsa, Türkiye’de İngilizce eğitim veren okullardan çıkan insanlar birinci sınıf, geride kalanlar ikinci sınıf vatandaş oluyorsa, siz bunu seçseniz de seçmeseniz de bu olur. Ya seçimle olur ya da 28 Şubat süreci gibi, Çevik Bir gibi Sabetaycı bir subayın yaptığı bir hareketle.
Bir saniye siz Çevik Bir’e Sabetaycı mı.
Evet, bunu kendisi açıkladı zaten. Şimdi bana öyle sorular soruyorsunuz ki şaşırıyorum.
Yalçın Küçük de Çevik Bir’in Sabetaycı olduğunu ima ediyor ama açıkça söylemiyor.
Çünkü çekiniyor. Ben bunları söylüyorum çünkü bir akademiye bağlı değilim, bir cemaat tarihçisiyim.
Söylediklerinize göre, Türkiye’de Sabetaycı bir siyasi ekip ve onların bir siyasi projesi var. Anladığım kadarıyla da Türkiye’nin ekonomik bunalımından istifade etmeye dayalı bir proje bu ve pek de hayırhah değil. Bunu mu diyorsunuz?
Sosyal bilimlerde olaylar bizi bir yere götürür. 1919’da Türkiye’de Wilson Prensipleri Cemiyeti adlı bir cemiyet kuruldu. Bu cemiyeti kuranlardan biri Ahmet Emin Yalman ki Sabetaycıdır, öteki Rasih Nuri ileri (o da sabetaycıdır], bir diğeri de Halide Edip Adıvar’dır, o da Sabetaycı kökenlidir. Bu insanlar Türkiye’de Amerikan mandası kurulması için Başkan Wilson’a rapor hazırlayıp sunmuşlardır. O tarihlerde Atatürk, Sivas Kongresi’nde mandaya karşı çıkmıştır ve Nutuk’ta da Ahmet Emin Yalman’ı mandayı desteklediği için, isim vermeden fakat çok açık bir biçimde eleştirmiştir. Şimdi seksen sene sonrasına bakıyoruz: Bugün Türk halkı arasında Amerikan mandası ister misiniz diye bir oylama yapılsa, ben sonucun isteriz şeklinde çıkacağını düşünüyorum.
Yani bu iyi bir durum mu?
Ben bir araştırmacıyım, olayları iyi ya da kötü diye değerlendirmem.
Nasıl yani? Bir ülkenin bağımsızlığından vazgeçmesi iyi bir şey olabilir mi?
Bunu o ülkede yaşayan insanlara sormak gerek.
İnsanların politik olarak ümitlerinin tükenmesi ya da tüketilmesi söz konusu demek ki?
Bu tamamen ayrı bir konu.
Ayrı değil, bütünüyle bunun içine yerleşen, içinden çıkan bir konu.
Biz Osmanlı’yı neyle suçladık? Duyun-u Umumiye idaresiyle suçladık. Bugün Türkiye’de yeni bir Duyun-i Umumiye idaresi olarak IMF heyeti var. Osmanlı’yı vatana ihanetle suçlayanlar, yarın bu yönetimi de aynı sebeple suçlayabileceklerdir.
Şimdi neden bu durum açığa vurulmuyor?
Çünkü Sabetaycı kökenli politikacılar çok büyük miktarda para dağıtıyorlar. Mesela, çok merak ediyorum TESEV adlı vakıf ABD hükümetinden ya da ABD’deki sivil toplum örgütlerinden ne kadar para alıyor ve bu paralarla kimlere iş yaptırıyor? TESEV’in destek lediği bazı gazeteciler var. Bunlardan biri kim biliyor musunuz? Can Paker’in kızkardeşi olan Canan Barlas’ın kocası Mehmet Barlas.
Mehmet Barlas şu anda Yeni Şafak’ta yazıyor ve gazete içinde muteber bir konumda. Eşi Sabetayist olduğu için Sabetayist kültürle yakından ilişkili olduğunu söylüyorsunuz yani Mehmet Barlas’ın?
Evet, bunu söylüyorum.
Mehmet Barlas’la Yeni Şafak arasındaki.
Bunu bana sormayın, Mehmet Barlas’a 10 bin dolar maaş veren Yeni Şafak’ın idarecilerine sorun.
Sizin yorumunuzu soruyorum. Yani İslamcılarla.
Bakın, Türkiye’de birinci sınıf vatandaşlar ve ikinci sınıf vatandaşlar var. Diğer ayrımlar bunun gerisindedir.
İslamcıların konumunu ve fonksiyonunu hesap dışı tutamazsınız.
Erbakan, orduyla en çok didişen kişi olduğu halde 28 Şubat kararlarının altına imza atmadı mı? Bugün en çok tartışılan meselelerden biri de bu. Ben Türkiye’de bir model olduğunu söylüyorum. Bunu kabul etmek size ağır geliyor. 1970’lerde Vietnam bu modeli kabul etmedi ve Amerika’yla savaştı. Bağımsızlığını korudu. İran ve Küba da bunu yaptı, şimdi de Kuzey Kore yapıyor. Bu ülkelerin halini görüyorsunuz. Amerikalılar, her ülkede kendilerine destek olacak adamları bulurlar, seçerler. Bu insanlarla birtakım maddi ilişkiler kurarlar, ABD’de yaşama imkanı ve benzeri avantajlar sağlarlar. Sadece Türkiye’de değil, her yerde böyledir. Türk halkı, kendisinin bağımsız olduğu gibi yanlış bir inancı taşıyor. Halbuki bağımsızlık maddiyatla olur. Ben bu duruma Türkiye’de yaşayan biri olarak üzülüyorum. Aksi takdirde bu insanları böyle açıkça deşifre etmezdim. Yine de benim size bunları anlatmamın bir anlamı yok. Çünkü yarın Mehmet Barlas çıkıp “Ben Sabetaycı değilim” diyecek. Söyledi de zaten. Benzer şekilde ben iki sene önce DSP’yi Rahşan Ecevit’in yönettiğin söylediğimde Mehmet Şevket Eygi de Abdurrahman Dilipak da buna gülüp geçerdi. Bugün Rahşan hanımın konumunu görüyorsunuz. Milletvekili olmayan, hükümet içinde hiçbir ağırlığı olmayan biri olduğu halde bugün bir partiyi fiilen yönetmektedir. Ve 30 Ağustos’a kadar Silahlı Kuvvetler’den Kıvrıkoğlu’nun gitmesi ve sonra da Rahşan Ecevit’in cumhurbaşkanı olması sağlanacaktır.
Yapmayın lütfen bu Muppet Show [Tv.’de yayınlanan bir kukla şovu] gibi bir şey.
Göreceksiniz.
Türkiye’nin ilk kadın cumhurbaşkanı, 81 yaşını aşmış Rahşan hanım mı olacak yani?
Kıvrıkoğlu gittikten sonra, orduda yükselecek Sabetaycı subaylar var. Gene 28 Şubat benzeri bir süreç yaşanacak. Libya Lideri Muammer Kaddafi “28 Şubat sürecinde Sabetaycıların parmağı var” dediğinde bu adamlar Libya’yla ilişkileri kesmeye kalktılar. Aynı askerler, Çevik Bir Amerika’da Yahudi olduğunu söylediği zaman neden bir şey yapmadılar? Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Rahşan Ecevit Türkiye’nin ilk kadın cumhurbaşkanı olacak. Ben bunları 1998’de yazdım ama Türkiye’de yazmadım çünkü bunlar beni Türk siyasi hayatı açısından değil Yahudi coğrafyası açısından ilgilendiriyor.
Yani Yahudilere durumu bildirmek için mi yazıyorsunuz?
Ben Yahudilere şunu söyledim: Türkiye, dünyada anti-semitizmin olmadığı ender ülkelerden biri. Ve Türkiye’de Yahudilerin ve Sabetaycıların hiçbir problemi yoktur.
İsmail Cem, Yunan Dışişleri Bakanıyla birlikte Cenin’deki katliam ve Ramallah’ta yaşananlardan ötürü İsrail’e gitti.
Yorgo Papandreu’nun annesi de Musevi’dir. Bir Yunan gazetesi, 1999’da, Türk-Yunan barışını Yahudiler sağlayacak şeklinde bir yazı yayınlamış.
Bahsettiğim ziyaretin Filistinliler açısından hiçbir işlevi olmadı.
Hatırlarsınız, cumhurbaşkanlığı seçimine İsmail Cem girmişti. Ben o tarihte İsmail Cem’in cumhurbaşkanı olmak istediğini yazdım, az kalsın seçiliyordu.
Fakat seçilmedi?
Meclis’teki adamlar, Türkiye’yi kendilerinin yönettiği zehabına kapıldılar ve biz bu adamı seçmiyoruz dediler. E, seçmezsen Rahşan Ecevit’i seçersin birkaç yıl sonra.
Sözünü ettiğiniz Sabetayistler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine ne diyorlar? Yoksa daha ziyade ABD ve İsrail eksenli bir dış politikayı mı benimsiyorlar?
AB’ye girilmesini istiyorlar ve zaten en çok da Sabetaycı politikacılar destekliyor burnu, çünkü AB süreci Türkiye’nin çehresini değiştirecek ve muhtemelen de Bosna-Hersek’te yaşananları yaşayacağız.
İç savaş mı çıkacak sizce
Türkiye zaten buna doğru gidiyor.
Ne kadar iç karartıcı ve sinir bozucu sözler sarfediyorsunuz.
Beni görevim sizi mutlu edecek sözler değil gerçekleri söylemek.
Peki, iç savaşın tarafları kim olacak?
Bu konu o kadar tuhaf ki, 1980 öncesinde çatışan taraflar ne oldu? Bir anda yokoldular. Türkiye’de bu tip olaylar her zaman suni olarak üretilir. Bizim insanlarımız da saf ve temiz oldukları için aldanırlar.
AB’yle bunun ne alakası var? Yani nüfusunuzun bir kısmını yokedin öyle gelin mi diyecekler?
Bilmiyorum. Bosna olayı benim çok ilgimi çekmişti. Avrupa’nın ortasında bir soykırım yapıldı. Ve buna İngilizler karşı çıktı. Teatcher, “Bu bir soykırım” dedi ama Avrupalılar hiçbir şey yapmadı. Bugün Sırbistan’ın AB’ye girmesi tartışılıyor
Türkiye’deki Sabetayistleri müthiş bir güç odağı olarak sunuyorsunuz. Bu insanların karşısında yer alan bir başka güçlü unsur yok mu?
Var, mesela Çerkezler var.
Nasıl yani?
Devlet yönetiminde görev alan Çerkez kökenli insanlar var.
İdeolojik bir ayrım yapmak gerekirse.
Sabetaycıların karşısında onlar kadar kuvvetli hiçbir kesim yok.
Abarttınız.
Abartmadım.
Tayyip Erdoğan ve çevresine ne diyeceksiniz?
Yapmayın lütfen, Tayyip Erdoğan’ı ciddiye almıyorum. Amerika’nın bize çizdiği bir rota var. Siz bu rotayı kabul etmiyorsanız, ödersiniz borçlarınızı, Türkiye’de bir idari reforma gidersiniz ve Amerikalıların etkisini azaltacak bazı işler yaparsınız. Kurallar koyarsınız, mesela, Türkiye’de memur olan kişiler Amerika’ya gitmeyecek, dersiniz. Bunu yapamadığınız ve Amerika’ya göbekten bağlı olduğunuz sürece bir şey yapamazsınız.
“Buna niyeti olan kimse yok” mu diyorsunuz?
Yok. Ben duymadım.
Çevik Bir genelkurmay başkanı olma yolundaydı. Ve siz onun bir Sayetaycı olduğunu söylüyorsunuz. Fakat onu ekarte ettiler?
Çevik Bir çok hatalar yaptı.
Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki’yi giderdiğini de siz söylediniz.
Orada Sabetaycılar önemli bir tarihî hata yaptılar. 1915 Ermeni olaylarında Nazım’ın ve Cavit’in çok ciddi rolleri vardı. Bu olayı onlar planlamıştı. Çünkü Ermeniler Yahudiler karşısındaki en büyük siyasi güçtü.
Bugün Türkiye’de 28 Şubat sürecinin zararlı olduğu ortaya çıktı çünkü 28 Şubat Ecevit’i getirdi. İsmail Cem’in cumhurbaşkanı olmasını engellediler, onu seçmediler ama işte Kemal Derviş geldi başlarına. Ayrıca, Derviş çok çelişkili demeçler verdi. Seçim olursa başımız yanar diyen adam,şimdi seçim olsun ben aktif politikaya gireceğim diyor. Size daha ne anlatayım. Yeni Şafak’ta üç kişi var, bunlara dikkat edin. Bunlardan biri Cengiz Çandar’dır, Sabetaycıdır ve bunu Şalom gazetesine verdiği beyanatta belirtmiştir. İkincisi, Mehmet Barlas. Üçüncüsü de annesi Sabetaycı kökenli olan Nazlı Ilıcak’tır. Bütün bunları anlatmanın durumu değiştirmeyeceğini de belirtmek gerek. Kimsenin umursadığı da yok zaten. Bana öyle acayip mektuplar geliyor ki. Adamın biri, Millî Eğitim Bakanlığı’nın bilmem hangi şubesinde şef, müdür yardımcısı olmak istiyor ve bana diyor ki “Ilgaz Bey, benim de Sabetaycı olduğumu yazarsanız beni müdür yardımcısı yaparlar”. Durum bu noktaya gelmiş.
Size bir çırpıda dört tane Sabetaycı dışişleri bakanı sayabilirim: Tansu Çiller, İsmail Cem, Emre Gönensay, Coşkun Kırca. Kürtler de dahil hiçbir etnik grubun dört dışişleri bakanı yok. Çünkü böyle bir organizasyon yok.
Yani Sabetaycılar diye bir grup var ve Türkiye’nin üzerine çöreklenmişler.
Çöreklenmiş demeyelim. Sabetaycılar bir menfaat grubu haline gelmiş durumdalar. Osmanlı’da Sabetaycılar hiçbir siyasi örgütlenme içinde değilken, 350 sene asimile olmadan yaşamışlardı. 1924’ten bu yana ise Sabetaycılık yüzde 70 asimile olmuştur. Üç kuşak sonra Sabetaycı diye bir şey kalmayacak.
Sizin asıl meseleniz bu mu? Yani Sabetaycılar bakan oluyorlar ve Sabetaycılık bundan zarar görüyor?
Sabetaycılar, Sabetaycılıkları sayesinde ABD lobisinden açık destek alıyorlar. Kendi menfaatleri uğruna cemaatin menfaatlerini feda ediyorlar.
İslamcı bir dostum dışişleri bakanı olsa bu beni memnun eder. Sizde durum neden tam tersi
Sabetaycı biri olan Can Paker “İslam’da reform yapılmalı” dediğinde siz buna karşı nefret duymuyor musunuz? “Kardeşim sana ne, sen ne karışıyorsun İslam’a” diyorsunuz. Bu kime zarar veriyor? Sabetaycılara. Bir adamın Sabetaycı olduğu söylendiğinde artık bu bir hakaret sayılıyor. Halbuki Sabetaycı da sizin gibi bir insan. Sizden bir farkı yok.
Yahudilik meselesine dönelim. Siz Yahudi olmayı başardınız. Diğer Sabetaycılara da öneriyor musunuz?
Kimseye bir şey söylemiyorum. Türkiye’de din değiştirebilmek için bir mahkemeden karar almak gerekiyor. Bu çok uzun bir süreçtir. Ben mahkemeye başvurduğumda Hürriyet gazetesinde haber oldu. Televizyonlara falan çıktım. Kendimi maymun gibi hissettim. Ama konuyu kamuoyuna duyurabilmek için de başka çarem yoktu. Benim özel problemimdi; yani ben homoseksüel de olabilirdim ve homoseksüelliğimi tescil ettirmeye çalışabilirdim. Yani Yahudi olduğumu onaylatabilmek için televizyona çıkmak, bir kamuoyu baskısı oluşturmak zorunda kaldım.
Son olarak Şükrü Sina Gürel.
Şükrü Sina Gürel Sabetaycıdır, istediği kadar değilim desin. Sina isminden de bu anlaşılıyor. Siz hiç Türkiye’de ben Sabetaycıyım diyen adam gördünüz mü?
Şükrü Sina Gürel DSP’nin başına mı getirilecek mi sizce?
Rahşan Ecevit’i ikna edemedikçe hiç kimse istediğini yapamaz. Can Paker’i büyük ihtimalle ANAP’a getirecekler. DSP’den İsmail Cem’i ayırıp Kemal Derviş’le birlikte CHP’ye yollayacaklar. DSP’de bir Sabetaycı olacak ama artık Sina Gürel mi olur başkası mı bilemiyorum. Fakat neticede ANAP-DYP-CHP koalisyonu, DSP muhalefeti olacak. Ve bunu da en çok İslamcılar destekleyecek Nasıl AB’ye girelim diye bu kadar destekliyonlarsa.
Saçma. İslamcılar bunu niye desteklesin ki?
Yahu, Tayyip Erdoğan Mehmet Barlas’tan destek alan bir adam. Türkiye’de iktidara gelmek isteyen bir kişinin Amerikan Musevi lobisiyle ilişki kurması zorunludur.
Saadet Partisi de sizin hesabınıza göre bu tuhaflığı destekleyecek, öyle mi?
1980’lerde yaşananlardan sonra Ecevit’lerin bir daha iktidara gelmeleri mümkün müydü? Değildi ama geldiler. N’oldu MHP’ye? 1974 senesini gazetelerini okuyun. Türkiye’de MHP bunlarla çatışıyordu. Şimdi bunlarla koalisyon kurdu. O zaman kursalardı 1980 ihtilalini yaşamazdık.
Hüsamettin Özkan’ın dışlanması, Sabetayist olmadığından mı?
Hep söylerim, Rahşan hanım, Golda Meir’e benzer. Yapısı, karakteri, fikriyatı onun aynısıdır. Golda Meir nasıl baskıcı, hiçbir şekilde demokrasi tanımayan, İsrail’in kurtuluşu için bütün Arap dünyasının yokedilmesini savunan biriyse, Rahşan hanım da aynı şeyi İslamcılar için düşünen biridir. İsrail’de de bazı kişisel konuşmalarında bunu söylemiş. 81 yaşında olduğu için de Rahşan hanımı küçümsemeyin, 70 yaşının altında olup da onun çiklet gibi çiğnediği insanlar var. 1972’de İnönü’yü devirdiği zaman söylediği meşhur bir sözü var, “Ben, Varlık Vergisi’nin intikamını aldım” dedi. Atatürk’ün yakın silah arkadaşını CHP’den atabilmiş olan bir insandan bahsediyoruz. Ayrıca daha en az 20 sene yaşayacağına da kesin gözüyle bakıyorum.
(Murat Menteş, Netpano.com, 03.2005)
Sabetaycı Yahudilerin Alevilerin içine sızması
|
Sabetaycı Yahudilerin Alevilerin içine sızması...
|
Sabetaycı Yahudiler Alevilerin içine 19.-20. yüzyıldan itibaren sızmış, Alevilerin güvenini kazanarak temel öğretilerini değiştirmiş, Alevilik tarihi kitapları yazarak Aleviliği mecraından saptırmışlardır. Alevi gençlerin pek çoğunu kültürel değerlerinden kopararak rijit, protest birer ateist haline getirmeyi başarmışlardır.
Toplumda yanlış olarak Bektaşilere mal edilen “mum söndü” olayı da aslında Sebataylara ait dini bir ritüeldir. “Dört Gönül Bayramı” veya “Mum Söndü” diye de bilinen Kuzu bayramı 22 Adar’da (Mart) yapılır. Her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır…
Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar.” (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)
Ilgaz Zorlu da “toplu seks ve mum söndü olayının Tanah’taki birtakım dualardan kaynaklandığını” vurgulamakta, (Zorlu, Evet Ben Selanikliyim, S.51), hatta; “bazı Sabataycı din adamlarının Lut örneğinden hareketle ensest ilişkiyi meşru kabul eden kararlar verdiklerini” ifede etmektedir.
(Zorlu, a.g.e.S.62)
ÜSKÜDAR'DAKİ BU MEZARLIKTA YATANLAR GİZLİ YAHUDİLERDİR! Sabetaycılardır!
|
Üsküdar Bülbülderesi Sabetaycı Mezarlığı |
Selanikliler'in önyargısız ve antisemit gerçek hikayesini öğrenmek için İslam Ansiklopedisi'nin ilgili maddesi ve İbrahim Alaeddin Gövsa'nın "Sabetaycılık" kitabının rehberliğinde sizi bir mezarlık ziyaretine davet ediyoruz. Bülbülderesi-Fevziye Hatun Cami'sinin avlusundan başlayarak ta Fıstıkağacına kadar tırmanan yokuşun sağında özel bir mezarlık bu...
Kimler yatmıyor ki burada... Azra Erhat orada, Yusuf Atılgan orada, "İzmir'de Yunana ilk kurşunu atan" Hasan Tahsin de orada... Meşrutiyette ve Cumhuriyette sanatta, sinemada, basında (Selanik-İzmir Yeni Asır-Sabah), tekstilde, tütün ticaretinde, külliyen ithalatta başı çeken ünlü aileler de orada;İpekçiler, Dilberler, Bezmenler... Mısırlı, Bilgin, Kaptana, (Katibi Umumi Mithat Şükrü) Bleda, Boran, İrişik, (Elçin-Ergin) Telci, İnsel, Ogan, Somay, Duhani, Öğütmen, Kapancı ailelerinin yedi ceddi bu mezarlıkta uyuyor.
Mezartaşlarının hemen hemen hepsi resimli. Kahverengi-beyaz sepya fotoğrafların çoğunda "Foto Osman Hasan" imzası okunuyor. 1930-1950 yılları arasında çok misafir kabul etmiş bir mezarlık bu. Şimdilerde ayda yılda bir gömüleni var.
Selanik'ten, Şam'dan, İzmir'den, Mısır'dan, gelip de orta hallileri Selamsız, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı gibi Üsküdar'ın iç semtlerini mesken tutan, zenginleri ise, Bakırköy, Nişantaşı, Teşvikiye'de takılan "Dönmeler"e ait özel bir mezarlık bu. Kitabeti de hitabeti de farklı, "fatiha" talep etmeyen, şekli şemali bir olmayan, "fotoğraflı" bu mezarlıkta halen tükenmiş bir tarikatin 300 yıllık tarihi uyuyor.
Selanik mezarlığına Şeyh Mahmud Hüdai hazretlerinin müridi, 1627 tarihli "Asadar Baba" yatırına selam verilerek giriliyor. Mezarlığın altından yukarı doğru tırmanan yokuşun adı da Selanikliler sokağı.
Mezartaşlarının çoğunda ortak şu "itiraf" var: "Sakladım, söylemedim derdimi, gizli uyuttum.. ." Ve kitabeleri genellikle "Ey zair (ziyaretçi) ben Selanikli falanca..." şeklinde başlıyor. Kimilerinde ölünün mesleğini temsil eden semboller kazınmış: Gemi çapası, berber makası, pergel, makas (Terzi Ayşe Hanım 1953)... kimilerine ise, kelebek, pancar, buhurdanlık, kırlangıç, yılan motifleri işlenmiş. Bir tanesi var ki, sigara paketi şeklinde:
Dumanla karışık nefesin / Bırakamadın sanki sevgilin / Şimdi artık yanında dostun sigara senin / Nur içinde yat sevgili Güzekin.
Bir başka mezartaşından ise, Selaniklilerin kültür düzeyini, ticari hedeflerini, aile ideallerini gösteren acıklı bir roman gizli (aynen aktarıyoruz):
"Hayatım birçok hastalıkların ıztırabına göğüs gererek mütemadi çalışmakla geçti. İngiliz, Fransız, Alman lisanlarını edebiyatına vakıf olarak öğrendim. Mancester'de büyük babamızdan tevarüs ettiğimiz ticari mevkii pek az zaman sonra kardeşim Nuri'ye terk ettim. Muvaffakiyatımın varisi hakikisi olan Nuri ailemi yükseltti. Ben 22 yaşında Selanik topraklarında gömüldüm. Şimdi kemiklerim bile kalmadı. İsmimi yad için Nuri'nin mezarına resmimi koydular. Babam kardeşlerim Hüsnü ve Nuri'nin kemiklerini benim de resmimi sinesinde taşıyor."
Mezarlıkta zifaf!
20 yaşında yaşama veda etmiş bir genç kızın (Rabia Zafer Göksu 1921-1942) hislerine yakınları (muhtemelen annesi) şöyle tercüman olmuş:
"Zafer işte budur... / Gelinlik çağıma yakışsın diye / Bu taştan çelengi ördüğüm için /Gözünüz yaşlarla beni yadedin / Zifafı burada gördüğüm için / Anneme uğrayın size okutsun / Bir kitap yazıldı öldüğüm için..."
Bugüne kadar Türk sandığımız bir kahraman(!) da meğer bir "Dönme"ymiş... Buyrun: "İzmir'de işgalci düşmana ilk kurşun atan hürriyet kahramanı mukaddes şehit gazeteci Osman Nevres (HasanTahsin Recep) 1888-1919"...
Bazı mezarlar heykel güzelliğinde, bazıları çok pahalı, mesela 12 yıl önce gömülen Osman Yümnü Mısırlı'nın (1929-1989) mezarı. "Muharrir Selanikli Tevfik" (1871-1955) bütçesine göre daha makul bir istirahatgahta.Yazgan ailesi, Atamanlar yukarılarda, asırdide sedirlerin altındalar. Karanfil ailesi, Hatice Atiye-Suzi Bleda, Jale Dilber (1913-1987) hiç yıkılmayacak zannıyla yapılmış şık mezarlarında komşuluk ediyorlar... Merdivenlerin başında "Sönmüş Manolya Saliha Nedret", Ferdi Nihat (1917-1913),Atatürler, Birenler, Ülgerler, İşmenler, İdemenler... Karadenizin derinliğinde kaybolan Millet vapuru süvarisi Besim Kaptan da (2.12.1936) orada yatıyor...
Kimdir bu Dönmeler? Ne kadar Yahudi ne kadar Müslüman bir cemaat bu? Duaları, ibadetleri, inanışları nedir? Bu sır, bu gizlik, bu esrarengiz hava niye? 17. asırdan itibaren, bilhassa İzmir ve Selanik'te yaşayan, Müslüman adı ve kıyafetiyle dolaşan "gizli Müslüman-Yahudi cemaati" üyelerine, Osmanlı Türkleri tarafından, din değiştirdiklerini başlarına kakmak için "Dönme" denmiş. Bu lafı lisanına yakıştıramayanlar ise, nezaket kasdı ile onlara "avdeti"derlermiş. Bu da 'dönme' demek...
Bir meczub: Sabetay Sevi Bu gizli mezhep, İzmir'de Türkler arasında Kara-Menteş lakabıyla anılan İspanyalı muhacir yahudi Modehay Sebi (Geyik) oğlu Sabetay Sevi (1632-1675) tarafından kuruldu. Hahamlık tahsil ederken "Zahor" yorumuyla"Kabbala" adı altında toplanan teosofik fikirlere merak sardıran bu genç Yahudi, o asırda zuhuru beklenen Mesihin kendisi olduğu iddiasıyla ortaya çıkmış ve İzmir'de 1648 senesinde mesihliğini ilan etmişse de, bu iddiasında fazla ısrar etmemiş, fakat Mısır, Kudüs ve Atina'ya bir yaptığı bir geziden sonra "1666"da (bu tarih Hıristiyanlar arasındada Mesihin zuhur tarihi diye kabul edilir) mesihliğini tekrar ilan etmişti. İzmir yahudilerinden etrafında pekçok taraftar toplanmış ve şöhreti bir taraftan ta Budin'e, diğer taraftan Lehistan, Almanya, Hollanda, İngiltere, İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştı. Hatta İran'a kadar varan bu şöhret ve nüfuz, Acem Yahudileri arasında bile bir hareket uyandırmış ve onlar: "Bizim mesihimiz geldi, artık toprak bellemeyiz" diye ayaklanmışlar.
Dönmeler kendilerine "Ma'aminim" (Müminler) ve "Haberim" (Ortaklar) veyahut "Ba'alemilhamah" (Mücahidler) isimlerini vermişlerdi. Bu cemaat mensuplarına yalnız Edirne'de "Sazannicos" (Küçük sazan balıkları) derler. Rivayete göre, bu gizli cemaat mabedinin Balık Pazarı yakınından bulunmasından veyahut cemaat mezhebinin mesihi ve başı olan Sabetay Sevi'nin bir kehanetinden kaynaklanıyordu. Kehanete göre; Yahudilerin kurutuluşu Hut (Balık) burcu altında vaki olacaktır!..
Musevi inanış ve ibadetinde farklar yapmaya kalkışan bu hahamın hareketini İstanbul Hahambaşılığı hoşgörmeyerek, kendisini aforoz etmeye ve hatta -bir rivayete göre- öldürtmeye kalkışmış ve diğer taraftanYahudilerin her günkü dualarında padişahın adı geçen fıkrayı, "Padişahlar padişahı" ve hatta "Davud'un oğlu Süleyman" şeklinde değiştirmesi Osmanlı hükümetinin de dikkatini çekmiş ve genç haham ancak bundan sonra takibe alınmıştı.
İzmir Yahudileri arasında türlü kargaşalara neden olan bu hahamı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa önce İstanbul'a getirip hapsetti. Burada da faaliyetini sürdürünce Çanakkale'ye naklettirip Kumkale'de (Abydos) kalebend etti. Ama bu defa da Kumkaleye Avrupa'nın çeşitli yerlerinden ziyaretçi akını başladı.
İkinci bir mesih olmak iddiasıyla Kumkaleye gelen ve uzun münakaşalardan sonra fikrini kabul ettiremeyen Nehemya Cohen adlı bir Lehli haham, Sabetay'ı fesatçılık töhmetiyle hükümete ihbar etti. Bunun üzerine Sabetay Edirne'ye getirilmiş ve IV. Mehmed'in "kafes arkasından" iştirak ettiği bir divanda Sadaret Kaymakamı ve Şeyhülislamı tarafından, Moşe ben Rephael Efendi'nin tercümanlığında sorgulandı.
Hakkında ileri sürülen ithamları reddetmiş ve "İslamiyeti kabul etmek veyahut idam olunmak" arasında tercih yapmak zorunda bırakılınca Müslüman olmuş ve Mehmed Efendi adını almıştı. Kendisine 150 akça "kapı ortası tekaüdü" ihsan edildiği gibi müslüman olan arkadaşına da "çavuşluk" rütbesi verilmişti.
Sorgulama sırasındaki hazır cevaplığı, dilbazlığı ve cesaretiyle padişahı bile etkilemişti. Bu yüzden olsa gerek Edirne Sarayı'na yerleştirildi. Artık Mehmet (Aziz) Efendi ismini taşıyan Sabetay; Vanizade Mehmed Efendi'den İslamı öğrenirken eski kanaatlerinden vazgeçmiş değildi. Hiçbir zaman da vazgeçmedi. Ülkenin uzak köşelerinden, Kudüs'ten, Şam'dan, Bağdat'tan gelip ona katılan Yahudiler vardı. Padişah her nedense, Sabetay'ın faaliyetini genişletmesine ve havralarda vaaz etmesine göz yumuyordu.
Ona inananlar kendisine alenen mesih gibi tapmaya cesaret edemeyerek, Müslüman kisvesine bürünmeyi uygun görüyorlardı. Esasen Sabetay'ın "18 emrinden" 16.'sında, "göz boyamak için müslüman gibi görünmek lüzumu" tavsiye edilmişti. Bir müddet sonra Hahambaşılığın da bastırmasıyla Sabetay'ın propagandadan menedilerek, İstanbul'a çağrıldığı ve Kuruçeşme'de ikamete zorlandığı biliniyor.
Buradan sonra Kağıthane'de bir yere gizlenen Sabetay, yine Yahudilerin şikayeti üzerine, Arnavutlak'ta Berat şehrine sürülmüş ve beş sene yaşadığı bu şehirde veyahut -bir rivayete göre- hava değişimi için giittiği Ülkün'de (?) 30 Eylül 1675'te öldü. Sabetay'ın bu kadar maceradan sonra iddiasından vazgeçerek Müslüman olması arkasından gidenler arasında şiddetli gazap ve hiddet uyandırmış ve ancak sınırlı sayıda müridleri asıl mesihin göğe çıkıp, Müslüman kıyafetinde dolaşan zatın onun "hayali" olduğuna inanarak, kendisine sadık kalmışlardır.
İşte bunlar Sabetay'ın vefatından sonra, yalnız "zahiri" değil aynı zamanda "batıni" olduğunu iddia eden ikinci eşi Ayşe kadın etrafında Selanik'te toplanmışlardı. Bunların aralarında Türkler ve Makedonyalılar da vardır. Bu kadın; kendi öz kardeşi Yakup'u, güya mezarından çıkan Sabetay'dan hamile kalıp, 12 yaşına erişmiş bir oğlan boyunda (Yakup) doğurmuş olduğu iddiası ile ortaya çıkmıştı...
Yakubilerin(dönmelerin bir koludur) ve Bevvab Baba'nın zuhuru Bu kadın, o devirde dünyada hüküm süren mesih özlemi sevkiyle Selanik'te oğlunun mesih şeklinde alemde yeniden zuhur ettiğine inanan ve ona Allah imiş gibi tapan birçok taraftar bulabildi. Bunlar Yakup Sevi'ye İspanyolca "Querido" (sevgili) unvanını da takmışlardı. Hepsinin bir Musevi adı bulunmakla beraber daima Müslüman adlarıyla çağrılan ve hemen hemen tamamiyle İspanya göçmeni Yahudilerden müteşekkil bulunan bu cemaat, cumartesi günleri ateş yakmamak müstesna olmak üzere, bazı Musevi ibadet ve ayinlerine sadık kalmışlarsa da asıl Yahudilerden tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kafirler) ismini vermiştir. Neşredilmiş bazı dualardan anlaşıldığına göre ibadet dilleri İbranice, Ladino ve Latinceden mürekkep bir dildedir.
1875-77 seneleri arasında bir zamanda Selanik'te bir dönmenin tamir edilmek üzere terziye bıraktığı yeleğinin cebinden çıkan bir kağıtta bulunmuş ve ilk defa oradan Selanik gazetecilerinden Saadi Levy tarafından kopya edilmiş bir vesikaya dayanır. Böyle tesadüfen ele geçen bir başka vesika da İbrahim Alaeddin Gövsa'nın Bakırköy'ünde bu cemaata ait bir kız mektebinin müdürüyken, bir kızın defteri arasında bulduğu İbranice ve İspanyolca Şabbetay Sebi'nin adı ile başlayan bir besmeledir. (Bknz. İ. A. Gövsa-"Sabatay Sevi")
Selanikte bitişik nizam ve birinden diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yaşayan bu cemaat efradının evlerinden birinde yeşil abajurlu lambaların zayıf ışığıyla aydınlatılmış gizli toplantı yerleri vardı. "Kahal" denilen bu yerlerde "Payyetan" adı verilen din uluları tarafından dualar okunur ve "Ab-bet-din" denilen reisler tarafından vaaz edilirdi.
Bu vaazlarda daima Sabetay'ın adı yüceltilirdi. Hem bu mesihin ve hem Yakup Querido'nun günün birinde ümmetlerini kurtaracakları inanışı üzerinde ısrar olunduğu gibi, genellikle iyiliğe, hayra ve fıkaraya yardıma teşvik olunurdu ki, çoğu çalışıp zaruret ve ihtiyaç derdinden kurtulmuş bir halde yaşayan cemaat efradı kendi aralarında fakirlere iş bulurlar ve çalışmayanlara ise doğrudan doğruya yardım ederek dayanışırlardı.
Kimi kaynaklar Dönmeleri üç zümre halinde inceler. Bunlardan bir görüşe göre;
1. Doğrudan doğruya Sabetay Sevi'ye iman edenler ki, bunlara "İzmirliler" (2 bin 500 kişi) denilir.
2. Yakup'un taraftarları ki, bunlara "Yakubi" (4 bin kişi) derler.
3. On sekizinci asırda ölen Osman Ağa (Bevvap Baba) müridleri ki, bunlara da "Kuniosos" (3 bin 500 kişi) ismi verilir.
Birinci zümredekiler dönmeler sakallarını, ikinciler başlarını traş ederler. Üçüncüler ise, sakallarını da saçlarını da traş etmezler.
Cemaat içi koltuk savaşları neticesinde, günün birinde Mustafa Çelebi adlı bir haham İzmirli Yakubileri böldü. Ayrılan zümre Sabetay'ın ölümünden tam 9 ay sonra Abdurrahman Efendi adında birinin sulbünden dünyaya gelen Osman isminde bir çocuğun vücudunda Sabetay'ın göründüğünü, çünkü çocuğun mesihin vefatından tam 9 ay sonra doğduğunu, halbuki Yakup'un onun vefatından çok evvel doğmuş olduğunu iddia ediyordu. İşte bu Osman adındaki çocuktur ki, sonradan Osman Ağa-Osman Baba-Osman Bevvap isimleri ile mezhebin hakim ve bir dereceye kadar hurafevi bir şahsiyeti olmuştu.
Osman Bevvab'ın adına 18. asırda kurulan zümre, ticaret yoluna girerek, dünya ile temasları arttırmış ve büyük düşünceye, gelişmeye taraftar gibi görülmüştür. Velhasıl zümreler arasında iki asır evvelinden başlayan çekişmeler, 19. asrın sonuna kadar kin ve nefret dalgası içinde cereyan etmiştir ki, birbirleri ile dostane temastan kaçınmışlar ve birbirlerini küçük görmeye ve alaya almaya kadar varmışlardı. Bu ayrı ve gayrılık birine mensub bir aşçı veya bakkaldan yiyecek alıp yemek, diğeri için haram sayılacak kadar ileri gitmişti.
Yakubilerde cemaatin esrarlı hayatı bir tarikat hayatı vaziyetini koruyordu. Gerçi çocuklar Türk ve müslüman olarak terbiye görüyordu. Ortalıkta bir ayrılık ve bir cemaat hayatı bulunduğu kendilerinden şiddetle gizleniyordu. İzahat isteyen çocuklar ve gençler kati bir inkar şeklinde karşılık görüyorlardı.Yakubilerde cemaat esrarını öğrenmek hakkı ancak evlenmek ile kazanılırdı. Halbuki Osman Baba müridleri, 13 yaşına gelen çocuklarına ibadetleri ve dini merasimleriyle inançlarını öğretirlerdi.
Son zamalara kadar bu üç zümre(Yakubi, karakaşi ve kapani olarak anılmaktalar) varlığını korumuş, ama aralarındaki ayrı ve gayrılık devam edip gitmiştir. Kendi içlerinde de "aristokrat-avam" ayrımı vardı.Cemaat dışından biri ile(mesela gerçek bir müslüman ile) evlenenler aforoz edilir, böyleleri "Kararmış" diye anılırlardı.
Bu üç zümreyi 19. asırda üç ünlü ve zengin aile temsil etti. "İzmirliler", Selanik Belediye Başkanı Hamdi Bey'in ismine, "Yakubiler" Karakaş ailesine, "Osman Babacılar" ise Kapancılar'a biat etmişti. Hepsi eğitime çok önem veriyordu. Selanik'te kurdukları (sonradan İstanbul'a naklettikleri) Fevziye, (Şişli) Terakki ve Işık adında açtıkları okullarda üst düzey eğitim veriliyordu. Meşrutiyete öncülükte, Masonik örgütlenmelerde, İttihat ve Terakki Partisi içinde de hep etkin oldular...
Balkan savaşı ve ardından gelen göç nedeniyle bu cemaat fiilen dağıldı. Toparlanma çabaları sonuçsuz kaldı.1924'te Rüştü Karakaş, Selaniklileri temsilen Büyük Millet Meclisine verdiği bir dilekçe ile "bu gizli cemaat ve mezhebin feshini Türk ve Müslüman nüfusla harman edilmesini" talep etti. Yeni nesil kendi günah ve kusuru olmadan, mazinin üstlerine bastığı bu ayrılık damgasından ve işitmeyi hiç sevmedikleri "Dönme" unvanından bir an evvel kurtulmak istiyordu.(ya da MÜbadele ile devlet zoru ile Yunanistan'dan TÜrkiye'ye zorunlu göç ettirilmelerine mani olmak isiyordu)
Not: (1) Yahudi yazarlar, Sabetay hareketini, merkezi Yahudiliğe toz kondurmadan Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir hareket gibi gösterirler. Yani "dini olmaktan ziyade padişahın otoritesine karşı siyasi bir hareket" ve bu hareket Yahudilere karşı "bugün de var olan güvensizliğin başlangıç miladı" olarak kabul edilir.
(2) 1828-29 yıllarında Bergama civarında dolaşan Mac Farlane adlı bir seyyah, "Trahalla" adında bir Dönme köyü gördüğünü yazıyor. Tip itibarıyla Sami ırkına mensup bu köylülerin buraya iş gereği İzmir'den göç ettikleri tahmini yürütüyor.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~~~~~~~~
BÜLBÜLDERESİ (YAHUDİ) KABRİSTANINDAKİ MEZAR TAŞLARINDA YERALAN SOYADLARI LİSTESİ
(NOT: (-men), (-man), (-er), (-ar), (-gen), (-gan), (-bay) ve (-el) gibi eklerin sıklıkla ve bir şifre olarak
kullanıldığına çok dikkat ediniz)
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-men) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Antmen,
Denizmen,
Dikmen,
Dikmenoğlu,
Dişmen,
Egemen,
Ekemen,
Germen,
Idemen,
Işmen,
Kermen,
Kökmen,
Öğütmen,
Özdikmen,
Özmen,
Sirmen,
Sütmen,
Topçimen,
Tüfekmen,
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-man) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Acıman
Akman
Akosman
Arman
Ataman
Cüman
Darman
Derman
Dorman
Erman
Ferman
Hekiman
Korman
Özerman
Pakman
Pakerman
Sakman
Sezerman
Silman
Sirman
Soman
Tabuman
Uçman
Uluman
Yalman
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-er) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Acuner
Akdinçer
Aker
Alever
Altıner
Atamer
Atiker
Ayfer
Ayker
Aykoler
Baler
Başaraner
Başer
Bayer
Berker
Birder
Çeçener
Çeliker
Ceylaner
Cizer
Coşkuner
Edgüer
Erpul
Er
Eralp
Eraltan
Erbelger
Erbiber
Erbütün
Erel
Erem
Erer
Eresen
Eresin
Ergay
Ergin
Ergüç
Erhat
Eriş
Erkorkut
Erkun
Erkut
Erler
Ersunay
Ertedemir
Ertek
Ertem
Ertetik
Erşahin
Erşan
Erşen
Ertürk
Gencer
Gençer
Güner
Koçer
Narter
Ölçer
Onbiner
Öder
Örer
Saker
Sarıer
Seler
Toker
Yeter
Yılmazer
Ürer
Suner
Sunter
Yönter
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-el) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Aksel
Aktel
Demirel
Denel
Cümbüşel
Elçin
Elöve
Emsel
Ezel
Göksel
Gerçel
Gürdemirel
Gürsel
Insel
Kandel
Öncel
Özbel
Sürel
Tuncel
Tünel
Türel
Ünel
Tüyel
Uğurel
Törüsel
Yonsel
Yücel
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-bay) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Akbay
Baydar
Baydın
Baykal
Baysal
Baytar
Özbaydar
Yurtbay
Ve diğerleri
Acar,Ağaoğlu,Adar,Akagün,Akal,Akaltın,Akan,Akaslan,Akbaş,Akbil,Akbörü,Akçil,Akduran,Akgün,Akkanat,
Akkum,Akoy,,Aksoy,,Aktepe,Akyol,Akyüz,Alfan,Alp,Alpaslan,Alpgünay,Alsancak,Altav,Ambarcı,Anafarta,
Arasıl,Arabacı,Arcan,Arığ,Arslan,Arısal,Atak,Atakol,Atalar,Atam,Atatür,Atay,Ateş,Atuk,Atılgan,Avcı,Ayaz,Aykan,
Aykut,Aytun,Ayzit,Babacan,Baha,Bakal,Bakar,Balcı,Balkan,Balkanlı,Baran,Barda,Barutçu,Basmacı,Başal,Başaran,
Başkurt,Başol,Bayraktar,Belgü,Beller,Bengisu,Beri,,Betil,Beykont, Biber, Bilan, Bildacı, Bilen, Biler, Bilge, Bilget, Bilgili, Bilgin, Bilgör, Bilimli, Bilkur, Billisoy, Birben, Birced, Bircet, , Biren, Birincikonuk, Birol, Bitek, Bleda, Boduroğlu, Boysan, Büke, Bumin, Bursin, Büyükdoğanay, Büyükol, Büyüktankaya, Büyüktunca, Çağdaş, Çağrıcı, Çakır, Çaldıran, Çamuran, Canal, Canıtez, Çankaya, Çankayaoğlu, Canlısoy, Çavuşoğlu, , Çelik, , Çelikkol, Çenikçi, Cercis, , Cezzar, Çiçek, Çifçioğlu, Cinoğlu, Ciyavil, Çıkrıkçı, , , Cömert, Çubukçu, , , Çınar, Dağlı, , Dayıoğlu, Değerli, Demir, Dertli, Devirdi, Dilber, Dilmaç, , Dolunay, , Dorsay, Dörtköşe, Duhani, Dündar, Eğinler, , Edis, Ediş, , Ehat, , Ekin, Ekinci, , Elibol, , Emilli, Eminoğlu, , Emsem, , Ercan, Erdal, , , Eren, Erenler, Ersin, , Ertan, Esgeç, Esim, Esin, Esrigün, Etan, Etkin, Evin, Evizi, Evren, Evrenk, , Felek, , Fişekçi, Fikriğ, Fırat, Gemici, Gen, Genç, , , Gençoğlu, Gençoğuz, Ger, , Geren, , Gevgilili, Girgin, Gökçen, Göker, , Göksu, Göksun, Gökşen, Gökşingöl, Gönç, Gonca, Gönüllü Görgül, Görk, Görüngeç, Gözen, Gül, Gülleci, Gültekin, Gün, Günay, , Güney, Günkut, Günsav, Günseli, Güratay, Gürdal, , Gürışık, Gürsan, , Güventürk, Güzekin, Harmancı, Hamarat, Hascan, , Hısım, Hoşgel, Hun, Hürol, Içözü, , Ilkin, Imili, Imre, Imren, Ince, , Ipekçi, Irışık, , Iyibilek, Kadı, Kadıoğlu, Kafadar, Kahya, Kalyoncu, , Kaner Kanul, Kapancı, Kaptana, Kaptanoğlu, Kara, Karaakın, Karaaslan, Karakaş, Karanfil, Karaokçu, Karul, Karyüz, Kasapoğlu, Kavrem, Kaya, Kayatür, Kaymak, Kaymakcı, Kaynak, Kazmirci, Kent, , Kılıç, Kılıççı, Kılıçerli, Kızıltuğca, Kibar,Kireççi, Kocaoğlu, , , Kor, Koray, , Köse, Kösem, Köseoğulları, Koyuncu, Koyuncuoğlu, Könik, Köylüoğlu, Kubilay, Kublay, Külahlı, Kunal, Kızılgül, Kuşcu, Kuşçu, Laçin, Laleli, Madra, Malta, Mayadağ, Melek, Mesci, Mescioğlu, Mesciye, Mestçi, Mete, Minisker, Moran, Mörekli, Müftüoğlu, Mutlu, Mısırlı, Mısırlıoğlu, , Nasır, Nazlı, Nevber, Nilli, Növber, Nurtopu, , Öge, Öğet, Öğüt, , Ogan, Öget, Okandan, Okay, Olcay, , Olgun, Onbaşıoğlu , , Öncü, Önder, Öndoğan, Onuk, Onur, Önür, Oray, Ortaç, Oruntak, Osmanoğlu, Oymak, Ötgünç, Özaltan, Özant, Özaral, Özatay, Özbabacan, ,Özberk, Özbilek, Özbilgin, Özbiricik, Özcengiz, Özçubukçu, Özdal, Özdemirler, Özden, , Özdiren, Özen, Özer, Özerdem, Özeren, , Özgen, Özgirgin, Özgörener, Özgül, Özkaynak, , Özmete, Özören, Öztaş, Öztürk, Özver, Pakelli, Pakin, , , Pakoy, Paksever, Paksoy, Pakyüz, Palacan, Pamuk, Payzın, Pekin, Peymançakır, Sağ, Sakarya, Sakaryalı, , , Saldak, Salma, San, Sancaktar, Sandalcı, Santur, Sargun, Sarp, Sarıdeniz, , Satkın, Saygın, Saygun, Seferoğlu, Selem, , Serpen, Serpil, Seval, Sevand, Sever, Sevinç, Seviş, Seyal, Seydi, Seynur, Sezen, , Sezgin, , , , Sirmay, Sofyalılar, Solakoğlu, Somay, Somer, , Sonal, Sonant, Soner, Soyarslan, Soydan, Soysal, Subaşı, Sunam, , Suntay, Suntekin, , , Süser, Süslü, Susmuş, Susmuşoğlu, , Şencan, Şengül, Şensoy, Şahinalp, Şamlı, Şamlıoğlu, Şefkati, Şercan, Şişli, Şuhubi, , Talu, Tamel, Tamtürk, Tan, Tanca, Tangüner, Tanır, Tanga, Tangı, Tanju, Tankaya, Tansu, Tarı, Taşbaş, Tegin, Tekant, Temel, Tendar, Tercanlı, Tezcanlı, Tolu, Tamer, Tameroğlu, Togay, Tokay, , Tokses, Tolunay, Toner, Toparlak, Topçu, , Töredi, , Tuğlan, Tuğlay, Tuğtekin, , , Tuncelli, Tuncer, Tur, Turaç, , Türedi, , Turhan, Türkölmez, Türüdü, , Tüzecan, Uçkan, , , Ulcay, Ülgen, Ülger, Ülkenli, Ulukut, Uluöz, , Ulusan, Uluskan, Ulusoy, Ulutaş, , Ünlüsoy, Uras, , Ürkün, Ürün, Usmangil, Üstüngör, Uşen, Uysal, Üzenli, Veral, Yal, Yalınçetin, , Yaltı, Yalın, Yasa, Yassıtepe, Yayalar, Yazgan, Yenen, Yeşildal, , Yuvalıoğlu, Yücesan, Zadiş, Zeybek, Zekavet, Zeren, Zorlukol, Zorluuysal
Bülbülderesi mezarlığının toplam 4 kapısı var.
Bir tanesi deniz tarafına bakıyor. Bu kapı devamlı koruma altında. Giriş çıkışlar kontrollü. Fevziye Hatun Camiinin hemen sağ tarafinda biraz içeride yer alıyor. Ana giriş burası. Girişin hemen sağında Müslüman mezarları göze çarpıyor. Ancak toprak patika yolu takip ettiginiz zaman az ileride Sabetaycı mezarları basliyor.
İkinci giriş ise, Selanikliler Sokağı'nın yokuşunda, az ileride hemen viraj baslangıcı olan yerde solda. Bu kapı ise saat 4:00 gibi kapatiliyor. (Biraz erken degilmi?) Bu giristen araba ile giris yapilabiliyor. Daha dogrusu, vasita ile girilebilecek tek giris burasi. Giriste sag ve solda Müslüman ve Sabetayci mezarlari kariolarak yer aliyor. Ama genelde Sabetayci. Buradan girisle yol saga kivriliyor ve az ileride de Sabetayci mezarlari tüm ihtisamlariyla yerlerini aliyorlar. Solda ise sinagog görevi gören o meshur derme çatma kulübe var.
Üçüncü giriş ise, küçük bir kapıdan. Burasi ne hikmetse devamlı kapalı ve kilitli. Burasi mezarligin Selanikliler Sokagina bakan yönünde degilde, diger yönde; bir baska deyişle park'in içinden ilerlediginizde önünüze cikan ilk sokaktan sağa saptığınızda göreceksiniz. (Oto tamircisinin hemen yaninda) Bu kapi, direk olarak Sabetayci mezarlara açiliyor.
Dördüncü giriş ise, biraz tepede. Buraya hem 3. kapının oradaki sokağı izleyerek; hem de diğer yönden (Selanikliler Sokağından) gelebilirsiniz. Ancak her iki ihtimalde de yokuş tırmanmanız şart. Bu kapıdan da eskiden vasıtayla giriş yapılabiliyormuş ancak şimdi kullanılmıyor ve 24 saat kapalı. Kapidan içeri baktiginizda, görüs mesafesinin iyi oldugu zamanlarda az ileride Osman Nevres'in (Hasan Tahsin) mezarini görebilirsiniz. Ancak kendisi orada degilmis. Gerçek mezari Izmirdeymis. Kapinin en önünde ise simdilik "Eralp" ailesi yatmakta. Bu kapinin girisinin sag tarafinda eskiden metruk ufak bir kulübe vardi - tuvaletten bile beter biryerdi, inek baglasaniz durmazdi. Şimdilerde ise, orayı düzenlemişler. Üstüne de bir taş yazmışlar: "Bülbülderesi Mezarligi Koruma Derneği"(!)
Sorarım sizlere - Türkiye'de hangi mezarlığın koruma dernegi vardır? Hangi mezarlıklara giriş-çıkışlar devamlı kontrol altındadır? Hangi mezarlıkların çoğu girişleri devamlı olarak koca kilitlerle kapalıdır?
Adnan Menderes Sabetaycı Yahudi Bir Aileye Mensuptu!
|
Adnan Menderes Sabetaycı Yahudi Bir Aileye Mensuptu!
|
ADNAN Menderes'in eşi Berrin hanımın, meşhur Dr. Nazım beyin yeğeni olduğunu biliyoruz.
Dr. Nazım, ünlü ve ileri gelen Sabataycılardandır, İttihadçıdır ve İzmir suikasti hadisesinde idam edilmiştir.
Bilindiği gibi Sabataycılar üç büyük kabileye ayrılır ve bunların araları hiç iyi değildir; hattâ zaman zaman aralarında dehşetli kapışmalar, hesaplaşmalar olmaktadır. İzmir suikastinde mağdur olup okka altına giren Sabataycılar, Karakaşlara mensuptur; onları ezenler de Kapancıdır. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra da böyle olmuştur.
Peki Sabataycı aşiretler niçin kendi aralarında bu kadar şiddetle çekişiyordu? Bu savaşın ardında büyük menfaatler, ikbal hırsları bulunmaktadır. İslâm tarihine bakınız, Müslümanın Müslümana yaptığını gâvur yapmamıştır. Sünnilerle Şiiler arasında asırlar süren kanlı savaşlarda nice şehirler yıkılmış, ülkeler tahrip edilmiş, kesilen kellelerden tepeler yapılmıştır.
Sabataycıların Yakubiler kolu, Kapancılara karşı Karakaşları desteklemektedir. Son birkaç yılda Türkiye Sabataycıları içinde, kapalı kapılar ardında hayli gizli ve çetin müzakereler yapıldı, üç aşiretin ileri gelenleri anlaşmaya, uzlaşmaya çalıştılar, lakin anlaşamadılar. İsmini vermek istemediğim bir Sabataycının Cumhurbaşkanı seçilmesi isteniyordu. ABD dışişleri bakanı Madamın da desteği alınmıştı. Lakin birbirine rakip ve hasım üç dönme aşiretinin kurmayları bu hususta bir türlü uzlaşamadılar. Sabataycı aday dışarıdan da baltalandı ve ülkenin başına geçme hayalleri söndü.
Gelelim Berrin hanım ile Adnan beyin durumuna. Adnan Menderes aile içi bir izdivaç yapmıştır; Evliyazadeler ailesindendir; hanımı da aynı aileye mensuptur. İzmir suikastinde asılan Maliye nazırı Cavid bey Sabataycıların en mutaassıp kolu olan Karakaşlara mensuptur. Dr. Nazım bey de Karakaşlar'dan Berrin hanım ve Adnan Bey de... Bir bomba daha: 27 Mayıs darbesinden sonra asılan dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu da... Asılanlar Karakaş, asılmalarına yol açanlar Kapancı...
Son yıllarda Kemal Derviş, İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Mehmet Ali Bayar arasındaki çekişmeleri, zıtlaşmaları, entrikaları anlamak için çok şey bilmek gerekiyor. Mason locaları içinde bütün üyeleri Sabataycı olan localar vardır.
Biz Türkiyeliler ne yakın tarihimizi, ne de bugünümüzü biliyoruz. Tarih diye bir sürü maval, masal, martaval, mitos öğretiliyor.Yakın tarihimize ait ciltlerce kitap, külliyat yayınlandı. Bunların hangisinde Dönmelerin son devirdeki ihtilal, reform, inkılap, değişim faaliyetlerindeki rolleri anlatılmaktadır? Liselerde okutulan tarih kitaplarında bir kelime ile olsun Masonların, Dönmelerin rolünden, gücünden, tesirinden bahsediliyor mu?
Biz, Masonlar denilince tek, homojen, birlik ve beraberlik içinde olan gizli bir teşkilatı düşünüyoruz. Halbuki ülkemizde dört ayrı Mason teşkilatı bulunmaktadır. Bunların biri Kainatın Yüce Mimarı dediği Allah'a inanmayanı teşkilata üye kaydetmez. İlerici Mason grubu ise ateist veya agnostiktir ve bu ikisinin arasında geçimsizlik, soğukluk, kavga, çekişme vardır.
Sabataycılar diye tutturmuş gidiyoruz. Peki Sabataycılık nedir? Bunlar kaç gruba veya aşirete ayrılmaktadır? Hangi köşebaşlarını tutmuşlardır. Türk siyasetinde, Türk iktisadiyatında, Türk üniversitelerinde, Türk medyasında rolleri, ağırlıkları nedir?.. Bu gibi soruların cevabını veren ilmî, ciddî, tutarlı yayınlara sahip miyiz?
Sabataycılık bir buzdağıdır ve biz onun su üzerindeki yüzde birini görmeye çalışıyoruz, altta kalan doksan dokuz parçası meçhulümüzdür. Bu konularda belge mi yok, bilgi mi yok, kitap ve ilmî makale mi yok, arşivlerde vesika mı yok?.. Hepsi var ama bunları bir araya getirecek, tahlil edecek, bilahare terkib yapacak, ortaya dört başı mamur araştırmalar koyacak kafa yok, kültür yok, niyet yok.
Sabataycılık gizlilik üzerine kurulu bir lobidir. Onlar iki kimliklidir, taqiyye yapmaktadır. Üzerlerine ışık tutulması, açığa çıkmaları hiç işlerine gelmez. Onların işlerine gelmez ama biz de bu konuyu öğrenmek zorundayız. Türkiye'deki bu müzmin din-siyasî sistem kavgasını kimler çıkartmıştır? Yüz milyonlarca dolarlık servetlere sahip birtakım Dönme aileleri bu efsanevî zenginlikleri nasıl kazanmışlardır? Birtakım Dönmeler niçin İslâm'a ve Müslümanlara, medenî insanlara ve vatandaşlara yakışmayan bir şekilde saldırmaktadır? Sabataycılar niçin hukuk fakültelerinin ceza hukuku kürsülerine rağbet etmektedir? Vaktiyle, TCK 163'üncü madde ile ilgili bilirkişi raporları veren Sabataycılar niçin hep Müslümanların aleyhinde görüş beyan etmiştir?
Bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır... Masonlar, Sabataycılar bilinmek istemeyebilir ama bizim de bilmeye, öğrenmeye, içyüzünü anlamaya hakkımız yok mudur?
Sabataycılar derken, birkaç aydan beri ortaya bir de Kürt Yahudileri konusu çıktı.Kendilerini Müslüman gösteren (Sünnî veya Alevî), fakat asıl kimlikleri Yahudi olan kişiler, aileler, gruplar varmış. Bunlar kimdir? Kendi hallerinde yaşayan vatandaşlar mıdır, yoksa Türkiye hakkında normal ötesi emelleri, planları mı bulunmakta? Kürt terör hareketinde bu Yahudilerin rolü, tesiri nedir? Türkiye'de şu anda 18 bin Musevî olduğu söyleniyor. Sabataycıları, Kürt Yahudilerini hesaba katarsanız bu rakam çok büyüyecektir.
Birtakım crypto-yahudiler din konusunda militanca hareket etmeseler fazla işkillenmeyeceğim. Lakin gerçekte Müslüman olmadıkları halde birtakım gizli Yahudiler niçin İslâm ve Müslümanlar konusunda militanca hareket etmektedir? Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hürriyeti evrensel bir değerdir. Peki, birtakım Dönmeler bu hakkı ve hürriyeti bize niçin tanımak istemiyor?
Vatikan'da bulunan Fransızca bir belgeye göre, Manisa ve civarında bundan iki asır kadar önce 150 bin Yahudi göç etmiş; bunlar, Müslümanlar arasında Yahudi kimliği ile yaşamakta güçlük çekecekleri, dışlanacakları için kendilerini Bektaşi olarak göstermişler... Bu iddiaları, dedikoduları hangi tarihçiler, hangi fikir adamları, hangi akademisyenlerimiz inceleyip araştıracaktır?
Dedikodu ile tarih yazılmaz ama gerçeklere şüphelerden gidilir. Ortaya bir rivayet, iddia atılınca; ilmin ışığında incelenmeli, araştırılmalıdır. Yanlışsa yanlışlığı, doğruysa doğruluğu ortaya çıksın.
Son on yıldan beri ülkemizde çok vahim, çok garip hadiseler oluyor. GAP bölgesinde seksen küsur yabancı büyük şirket faaliyette bulunuyormuş.Bunların yetmiş küsuru Yahudi-İsrail kuruluşlarıymış ve hassaten Kürt Yahudilerini çalıştırıyorlarmış. Bu iddialar doğru mudur? Elde ne gibi sağlam bilgiler, belgeler, şahitler bulunmaktadır? Bunların açıklanması, araştırılması gerekmez mi?
Türkî cumhuriyetlerden Türkmenistan'da, Müslüman Türkmen gibi görünen, asıl kimlikleri Yahudilik olan büyük, nüfuzlu, güçlü bir taife varmış... Bu konuda nerede aydınlatıcı bilgi bulabiliriz?
Velhasıl bir sürü esrarlı, acayip, garip, akıllara durgunluk verecek cinsten hadiseler, rivayetler, dedikodular, söylentiler, iddialar içinde bunalmış vaziyetteyiz. Maalesef Türk toplumu bir bilgi toplumu değildir. Halkımız, aydın zümre, gençliğimiz uzun yıllardan beri uyutulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiş, zekâ özürlü hale getirilmiş bulunuyor. Amerikalılar topraklarımıza çıktılar bile. Amerikan gemileri tanklar indirdi. Amerikalı personel için özel, USA standartlarına uygun sahra kenefleri getirildi. Uçak dolusu tabut ve ceset torbası getirildi. Biz ise hâlâ sayıklıyoruz: Meclis henüz izin vermemiştir... diye. Sabataycılar Türk toplumunda akıl bırakmadı!
Mehmet Şevket Eygi
Gazeteci-Yazar
Ah Sabri Abi! Vah Sabri Abi! Yoksa sen de mi? Ülker de Kripto Yahudilerin mi?
|
Ülker de Kripto Yahudilerin mi sabri ali murat ülker |
Ülker, Türkiye Müslümanlarının yediği en büyük gollerden biri mi?
Ülker, Sabetaycılar, Masonlar, Ermeniler ve daha kimler kimler, neler neler...
Ah Sabri Abi! Vah Sabri Abi! Yoksa sen de mi?
Ülker de Kripto Yahudilerin mi?
Noktasına ve virgülüne dokunmadan ve hiçbir yoruma tabi tutmadan, Ergün Poyraz’ın “Musa’nın Mücahidi” isimli kitabından alıntılıyoruz.
***
Ülker'den Bir İlk Daha
18.07.2006 tarihinde Ülker'in İnternet sitesinde, "Kolesterolü düşürmenin doğal yolu Benecol, 22 ülkeden sonra şimdi Türkiye'de..." başlıklı yazıyla yeni ürününü şöyle tanıtıyordu:
"Yıllardır tüketicilerin beklenti ve ihtiyaçlarını en üst düzeyde karşılama misyonu ile hareket eden Ülker, sonsuz tüketici mutluluğu hedefi ile çalışmalarına sürekli hız veriyor. Sağlıklı ve kaliteli ürünler sunmak ilkesinden asla vazgeçmeyen Ülker, bu gaye doğrultusunda önemli bir sosyal sorumluluk bilincinin oluşmasına da öncülük ediyor. Son girişimi ile fonksiyonel gıda sektörüne giren ve kolesterol düşürücü Kalbim Benecol ürün serisi ile kalbinizin en büyük dostu olmaya hazırlanan Ülker, gıda sektöründe bir atılıma daha imza atıyor.
Kalp ve damar sağlığı için çağımızın en önemli risk faktörlerinden birini oluşturan kolesterolü düşürmek ve kontrol altına almak konusunda dünyaca tanınan Benecol ismi; Ülker güvencesiyle 22 ülkeden sonra Türk tüketicisiyle buluşuyor. Yoğurt, yoğurt içeceği, süt ve margarinden oluşan ürün yelpazesiyle Ülker Kalbim Benecol'ün basın lansmanı, Ülker İstişare Konseyi Üyesi & Grup Sözcüsü Metin Yurdagül, Gıda Grubu Başkanı Mehmet Tütüncü, Raisio Life Sciences Başkanı Jukka Lavi, Türk Kalp Vakfı Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Başkanı Çetin Yıldırımakın ve Prof.Dr. Osman Müftüoğlu'nun katılımıyla 18 Temmuz 2006 tarihinde Swiss Otel'de gerçekleştirildi..."
Ülker, Raisio Life Sciences Başkanı Yahudi Jukka Lavi, Türk Kalp Vakfı Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Başkanı Mason Çetin Yıldırımakın ile elele yaptıkları toplantıda "Türk Kalp Vakfı tarafından da desteklenen Kalbim Benecol ürün serisi ile Ülker, doğal, keyifli ve kolay yoldan kolesterol kontrolüne olanak sağlayacaktır." diyordu.
Yine aynı günlerde Ülker grubunda umum müdürlük yapmış, Murat Ülker ve ailenin diğer fertleri ile ortaklık yapmış, yine Ülker ailesi ile beraber yaptıkları faaliyetler sonucunda "dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık" iddiaları içeren müfettiş raporları düzenlenen Unakıtan'ın başında bulunduğu Maliye Bakanlığı, kalp sağlığı için en hayati önem taşıyan kolesterol düşürücü ilaçların ödemelerini adeta durduruyordu. Bakanlık bunu heyet raporuna bağlamış, kolesterol ilaç alımı sonucu biraz düşünce ödemesini ve yazılmasını önlemiştir.
Tıptan ve kalp sağlığı ile en ufak bir ilgisi olan insan bilir ki bu ilaçlar ömür boyu alınmak zorundadır. İlaç alımına ara verilince kolesterol yine yükselecektir. O zaman gelsin Benecol'ler...
Ülker'in ortakları arasında Başbakan yer almış, Kola Turka şapkası giyerek pozlar vermiş, açılışlarda Kola Turka'yı elinden düşürmemiş, arabasından çocuklara Ülker mamulleri dağıtırken gazetelerde ve Tv'lerde görüntüleri yayınlanmıştı. Asıl soyadları Berksan olan Ülkerler Kırımdan göçen ve Yahudi soyundan gelen isimlerin ağırlığı olan bir şirketti. Burası da Kırım kökenli Rus Yahudilerinin adeta karargahı idi.Yani Musa'nın ticari sahada faaliyet gösteren şirketiydi. Bu gruba bağlı şirketlerden Ülker Gıda'da Bülent Arınç'ın bacanağı Süleyman Kaya, fabrika müdürü olarak çalışıyordu. Masonları Hiram Usta'nın kulları olarak niteleyen Arınç, Ülkerlerin Masonlarla ortak faaliyetleri hakkında nedense konuşmuyordu. Bunlardan biri de Ülker'in finansör olduğu Mozart Günleri idi. Bilindiği gibi Mozart, Müslümanların ve Türklerin yok edilmesini isteyen bu konuda şiirler yazan bir alçaktı.
Onun bu özelliği herkesçe bilinmesine rağmen, kanında zerre kadar Türklük, kalbinde zerre kadar Müslümanlık taşıyan bir insan Mozart'ı övebilir mi?
Türk ve İslam Düşmanı Mason Mozart ve Ülker
Hürriyet Gazetesi'nden Mason Doğan Hızlan, 2 Mart 2006 tarihli "Mozart Günleri" başlıklı yazısında; Ülker grubunun Türk ve İslam düşmanı mason Mozart'ın kutlamalarına verdiği desteği şu sözleri ile anlatıyordu:
"Ülker Müzik Günleri'nin bu yılki adı: "Mozart'la Sonsuzluğa Yolculuk" Wolfgang Amedeus Mozart'ın doğumunun 250. yılında, konserler, etkinlikler 11 ile 13 Mart 2006 arasında gerçekleştirilecek..."
Doğan Hızlan'ın yazısından açıkça görüldüğü gibi, Türk ve İslam düşmanı mason Mozart'ı kutlama günlerinin finansmanını "Ülker" firması karşılıyordu.
Aynı Ülker grubunun ilanla ve her daim desteklediği Andante Dergisi'nin Ocak-Şubat 2006 tarihli 20. sayısının 14. sayfasında "Bu Şarkıyı Hampson'dan Dinleyin" başlığı altında, Mozart'ın, zil ve davul gibi Türk enstrümanlarını da kullanarak, 'İmparator olmak istiyorum' adlı bir Alman savaş şarkısı bestelediğini, bu parçayı Osmanlı'ya savaş açmaya hazırlanan İmparator II. Jozeph'in ısmarladığını anlatıyor ve şarkının ilk dörtlüğünü şöyle veriyordu.
"İmparator olmak istiyorum
Silkelemek istiyorum Doğu'yu,
Titretmek istiyorum Müslümanları,
Konstantinopolis benim olmalı..."
Ermeni Hırant Dink'in "Türk'ten boşalacak zehirli kanın Ermeni'nin temiz kanı ile değişeceğini" söylediği, sözlerden savcılığın beraat ettirilmesini istemesinden, İstiklal Marşına karşı yaptığı saygısızca açıklamalarının ardından hiçbir tepki almamasından olacak, Ülker grubu çıtayı yükseltiyor, Mozart isimli Masonu göklere çıkaran yayın ve etkinlikleri Müslüman Türk milletinden kazandığı paralarla finanse ediyordu. Ülker'in desteklediği yayında Mozart'ın yukarıdaki şarkısının sözlerinin altında şunlar da yazılıyordu:
"Thomas Hampson, çok başarılı bulunan bu albümde Mozart'la birlikte, Haydn, Beethoven ve Schubert'in şarkılarını, Nikalaus Harnoncourt yönetimindeki Concentus Musicus Wien topluluğu eşliğinde söylüyor..."
12 Mart 2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Ülker'in "Mozart'la Sonsuzluğa Yolculuk" başlıklı reklamları yayınlanıyordu. Atatürkçü(!) Cumhuriyet Gazetesi, İslamcı-muhafazakar Ülker, İmparator olmayı; Türk illerini silkelemek, Müslümanları titretmek ve İstanbul'u Bizans yapmak için isteyen Mason Mozart...
Ne üçlü ama...
Türk ve İslam düşmanı Amadeyyus Mozart'ı, yerli(!) masonlar Mimar Sinan adlı dergilerinin 80. sayısında şöyle ululuyorlardi:
"Kâinatın ulu yaratanı, zaman zaman, dünyaya dahiler gönderir. İnsanlığı kurtarsın, Nuruziya'ya kavuştursun diye! 1756 yılının 27 Ocak günü, Salzburg'un, bugünkü adı Getreidegasse olan, dar bir sokağındaki 6 No'lu evin mütevazı bir odasına Mozart biraderi gönderdi. Bir dev doğdu o gün o evde. Gökten bir sanat nuru indi o evin üzerine. Bir tanrı mucizesi olan bu dahinin sanat ışığı dünyamızı hala aydınlatıyor..."
Ne oyun ama Müslüman Türk milletinin sırtından kazandıkları paralar ile silkelemek istiyorlar Türk illerini, titretmek hayali kuruyorlar Müslümanları... İstanbul'u işgal özlemlerini de şu alçakça sözlerle dile getiriyorlar; "Konstantinopolis benim olmalı..."
Destekledikleri ve besledikleri yayınlarda yukarıdaki gibi gerçek yüzleri fışkıranlar, saf insanlarımıza ne diyorlardı; "Önce güneş hava su sonra bol gıda gelir, akşama babacığım unutma Ülker getir"
Tabi yerseniz...
Masonların ululadıkları bir diğer Mason Abdullah Cevdet, ülkemize damızlık erkek ithal etmeyi öneriyor, Fransız Masonlarının "Kur'anı kapa, kadınları aç" tekliflerini uygulamaya koymaya çalışıyordu.
Şerefe Ülkerler Şerefe
"Önce güneş hava su sonra bol gıda gelir, akşama babacığım unutma Ülker getir." Çocukluğumuzda Televizyon reklamlarında sıkça bu sözleri dinlerdik. Herhalde bundan sonra reklamlarında "akşama babacığım Ülker yerine Efes getir" sözleri yer alacak. İnançlı saf insanlarımıza alkol satan dükkanların önünden geçmenin ne denli günah olduğu anlatıldı.
İnsanlar hasta çocuklarına bile alkol satan dükkanlardan kızamık şekeri almadı. Dükkanlar ve üretilen gıda maddeleri İslami ve İslami olmayan diye ikiye ayrıldı. Hep belli markalar camilerde belli kesimlerin imamlarınca dikte ettirildi.
Ülker grubu da İslami sermayenin başını çekiyor, ürünlerinde domuz ürünlerini kullanmadığını özellikle vurguluyordu. Alkolünse zinhar yanlarından bile geçmiyordu. Bir gün Efes Pilsen biralarının üretim ve dağıtımını yapan Anadolu Endüstri Holding'in sitesini incelerken ilgimi bir şirket çekti. Polinas isimli bu şirkette Holding hisselerinin olduğunu söylüyor ancak ortaklarını belirtmiyordu. Aynı şekilde Ülker grubu da sitelerinde Polinas adlı şirkette ortaklıkları olduğunu söylüyor, ancak onlar da ortakları hakkında bilgi vermiyorlardı.
23 Eylül 2004 tarihli Ticaret Sicili gazetesini incelerken hiç olmayacak gibi gelen bir durumla karşılaşıyor,Efes Ülker ya da Özilhan ve Ülker ortaklığına rastlıyordum. Ticaret sicil gazetesinde bu ortaklık şu şekilde yer alıyordu:
"Ticaret ünvanı: Polinas Plastik Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi... Merkezi İzmir'de 1378 Sokak No:4/l Kordon iş hanı, Alsancak, adresinde olup, ticaret sicilinin merkez- 57823 numarasına kayıtlı yukarda ünvanı yazılı Şirket'in 26.04.2004 tarihinde yapılan olağan genel kurul toplantısında, Ana sözleşmesinin 4. ve 6. maddelerinin tadil edildiği, yönetim kurulu üyeliklerine;
Sabri Ülker, Orhan Özokur, Murat Ülker, Hüseyin Avni Metinkale, Georg R Wiederkehr, Dan Zelouf, Tuncay Özilhan, Mustafa Uysal, Mahmut Mahir Kuşçulu, A. Cumhur Büyükakıncı
3 yıl için;
Denetim Kurulu Üyeliklerine;
Güneş Yıldız, Ataman Yıldız, Musa Doğan, Ahmet Bal 1 yıl için seçildikleri bildirilmiş tescil ve ilanı istenilmiş olmakla buna dair olan tutanak ve 06.07.2004 tarihli kararın sicile T.t.K.h göre 10.09.2004 tarihinde tescil edildiği ilan olunur. “
Yine aynı günkü genel Kurulda Efes-Ülker ortaklığının 1. derecede imza yetkilileri şu şekilde oluşuyordu;
Sabri Ülker Yönetim Kurulu Başkanı....
Tuncay Özilhan Yönetim Kurulu Başkan Vekili...
Orhan Özokur Yönetim Kurulu Üyesi...
Murat Ülker Yönetim Kurulu Üyesi...
Yener M. Sonuşen Müşavir...
Hüseyin Avni Metinkale Yönetim Kurulu Üyesi...
Georg R. Wıeserkehr Yönetim Kurulu Üyesi...
Dan Zelouf Yönetim Kurulu Üyesi...
Mustafa Uysal Yönetim Kurulu Üyesi...
Mustafa Kuşçulu Yönetim Kurulu Üyesi...
A. Cumhur Büyükakıncı Yönetim Kurulu Üyesi, Genel Müdür...
Sadettin Korkut Genel Müdür Yardımcısı...
Levent Sipahi Genel Müdür Yardımcısı...
Özilhan-Ülker ortaklığı tabii ki Polinas ile sınırlı değil, "Nasaş Alüminyum Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'nde Sabri Ülker ve Tuncay Özilhan ortaklığının diğer isimleri de şu şekilde yer alıyordu:
Şinasi Çelikkol
Metin Tokpınar
Nuh Kuşçulu
M. Fethi Ağalar
Kamil Yazıcı
Cevat Höbek
Yücel Sayın
Şerif Elçi
Güngör Aydınoğlu
Klaus Von Eichmann
Rene vermeire
Demir Demirgil
Cemalettin Özabacı
İrem Nuhoğlu
Bira
Tüsiad eski başkanı ve Ülkerlerin ortağı Tuncay Özilhan'ın sahibi olduğu Efes birasının reklamlarında,"Dünya karması açıklandı" başlığı altında "Biraullah" ifadesi kullanılarak, Allah'ın ismine hakaret ediliyordu.
Şeriatçı Vakit gazetesi, İBDA-C'nin yayın organı görünümündeki "Aylık" adlı dergilerde bu duruma tepki gösterilirken, Tuncay Özilhan için "Tescilli İslam Düşmanı" deniyordu. Oysa Tuncay Özilhan'ın ortakları arasında yer alan Ülkerler için her iki yayın organından da hiçbir tepki ve hatta eleştiri bile gelmiyordu.
Ülker'e Farklı Görüşten 8 Yeni Akıl Hocası
Murat Ülker, Ülker İstişare Konseyi'nin üyelerini seçti. Murat Ülker'in seçtiği isimlerden bazıları Yahudi, bazıları Mason'du. Bunlar arasında Cumhuriyet Gazetesinin Yönetim Kurulunda yer alan, Alev Coşkun da vardı. Dinci Ülker Cumhuriyet değerlerini savunduğunu iddia eden Cumhuriyet Gazetesi'ne sponsorluk yapmaya başlıyordu. Ülker Silahlı Kuvvetlerden Turhan Özer'i kadrosuna katıyordu.
Oltan Sungurlu, A. Nail Kubalı, Galip Demirel, İlter Türkmen, Rona Yırcalı ve Rıfat Hassan Ülker bünyesine katılan diğer isimlerdi. Gerçi Yahudi cemaatının önde gelen isimlerinden Rıfat Hassan yeni katılmış görünse de yıllardır Ülkerlerin kakao ihtiyacını karşılıyordu.
Böylece; 4 milyar doları aşan cirosu, Başbakan, Maliye Bakanı, gibi ortaklıkları ve değişik ilişkileri ile Türkiye'nin en karmaşık gruplarından biri olan Ülker, Nisan ayında gerçekleştirdiği ve gençlere daha çok sorumluluk verilen yeniden yapılanma sürecinin devamında, ilginç isimleri bünyesine katıyordu:
Ülker grubuna göre; Alev Coşkun, Galip Demirel, Rıfat Hassan, Turhan Özer, Ali Nail Kubalı, İlter Türkmen, Rona Yırcalı ve Oltan Sungurlu, grup faaliyetleri ve yansımalarını takip ederek grubun dış dünyadan nasıl görünüp algılandığını yorumlayacak, şirketlerin aktivite ve ürünleri hakkında yeni fikirler üretecek.
Grupta Nisan 2005'te başlayan yeniden yapılanma, halka açık tek kuruluş olan Ülker Sanayi Gıda'nın başına Ali Ülker'in atanması ile başladı. Onursal Başkan Sabri Ülker'in oğlu, İcra Kurulu Başkanı Murat Ülker ile birlikte çalışacak bir 'İstişare Konseyi' kuruldu, buraya grup içinden Metin Yurdagül ve Necdet Buzbaş atandı. Ülker'den o tarihlerde yapılan açıklamada, konseyin 'ihtisas sahibi' yeni isimlerle güçlendirileceği duyurulmuştu. İşte isimler dün açıklandı. Konsey, İcra Kurulu'nun üstünde değil, Murat Ülker'in yanında yer alacak.
Grup Sözcüsü Metin Yurdagül imzasıyla yapılan açıklamada, Ülker'in İstişare Konseyi'nin 8 yeni üyesinin isimleri sıralandı:
Dr. Alev Coşkun; Turizm ve Tanıtma Eski Bakanı, Cumhuriyet Gazetesi yazarı... İzmir eski Milletvekili...
Galip Demirel; Emekli Vali, Müsteşar, 18. Dönem, Malatya Milletvekili, TBMM İç İşleri Komisyonu eski Başkanı...
Rıfat Hassan; Mason, tüccar, sanayici, Yahudi cemaatinin eski başkanlarından, Akmerkez'in ortaklarından..
Dr. Ali Nail Kubalı; İş adamı, çeşitli şirketlerde genel müdür ve yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Danışmanlık şirketi sahibi...
Turhan Özer; Emekli Koramiral...
Oltan Sungurlu; Adalet ve Milli Savunma Eski Bakanı, 17, 18, 19, 20. dönem Gümüşhane Milletvekili...
İlter Türkmen; Dışişleri Eski Bakanı, Emekli Büyükelçi...
Rona Yırcalı; DEİK, Balıkesir Sanayi Odası, Dünya Odalar Federasyonu (WCF), TEV Başkanı. Çeşitli dernek ve konsey üyesi...
Neler Yapacaklar
Ülker Gurubu yeni yöneticilerinin neler yapacağını şöyle anlatıyordu:
"Bugüne kadar yapılan toplantılarda grubun AB'ye uyum çalışmalarını gözden geçirerek kurumsal itibar yönetimi değerlendirmelerini yapan ve her ay toplanacak konseyin faaliyet konuları da şöyle belirlendi:
"Ülker Grubu temel politikalarının sosyal sorumluluk çerçevesinde oluşturulması, grup faaliyetleri ve yansımalarının takip edilerek grubun dış dünyadan nasıl görünüp algılandığının yorumlanması, yönetime veri sağlamak ve destek olmak, grup şirketlerinin aktivite ve ürünleri hakkında yeni fikirler üretmek yönünde çalışmalar yapmak..."
Ülker'in Ermeni Ortakları
Ülkerlerin Amerikalı, Alman, Yahudi, Rum ortaklarının yanında Ermeni ortakları da yer alıyordu. Doğan Matbaacılık Ambalaj Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi adı altında faaliyete geçirdikleri şirketteki Ermeni ortakları şu isimlerden oluşuyordu:
Dikran Mihran Acemyan
Dikran Acemyan
Fotini Acemyan
Aynı şirketteki diğer ortakları ise; Karabet Kalender, Vahram Serap, Sevim Bardakçı, Sebahattin Saraç, Yener Mehmet Sonuşen'den oluşuyordu.
Ermeni Azeri savaşında Ermenilere Ülker grubundan 18 ton malzeme gönderiliyor, bu malzemenin çikolata olduğu iddia ediliyordu. Savaşın ortasında Azeriler ekmek bulamaz. Bir milyon savaş kaçkını açlık ve sefaletle pençeleşirken, Ermeniler, Ülkerler sayesinde çikolata dağlarına kavuşuyorlardı.
Aynı Ülkerler yıllardır, milliyetçi-mukaddesatçı çevrelerin de en büyük hamileri (koruyucu-kollayıcıları) arasında yer alıyorlardı. Sözgelimi bunlardan biri de Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı'ydı...
Fetullahçıların Abant toplantılarının tertipçilerinden olan bu vakfın ihdas ettiği "Türk Dünyasına Üstün Hizmet Ödülü" Ülkerlere de verilmişti. Abant Toplantılarının değişmez isimlerinden biri de Bülent Arınç'tı. Ermenistan'a uygulanan ambargoyu delmek de Türk Dünyasına üstün hizmetin bir göstergesi olmalıydı!
Ne demişler! “Al gülüm ver ödülüm pardon ver gülüm..."
Dan Cake, Dan Kek, Ya da Dangalak Kekler
Eski adı, Dan Cake Gıda Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi olan ve yağlar ve gıda maddeleri ihracatları grubunda yer alan, 1992 yılında faaliyete başlayan Fresh Cake Gıda Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi'nde Ülker grubunun ortaklan şu şekilde yer alıyordu:
Richard Handscombe
Sabri Ülker
Orhan Özokur
Murat Ülker
Francis Bon
Necdet Buzbaş
Kamuoyunda yerli ve muhafazakar bir şirket olarak bilinen Ülker reklamlarında Amerikalıları Turkalaştırıyor, ancak bu toplumda Türkleştiriyor gibi algılanması sağlanıyordu. Reklamlardaki Amerikalılar iftar saatlerine Türklerden daha fazla uyarak, nerdeyse bize dini kuralları öğretiyorlardı.Kola Türk üretemeyip Turka imal eden Ülker'in yerli kek olarak lanse ettiği "Dan kek"i İsviçre malı, ismi de yine bir başka yabancı ortağından geliyordu. Dan Cake... Ya bunu yiyen kekler... Neyse biz Ülker'in kek yatırımındaki asıl ortaklarına dönelim:
Steen Knoth Ludvıgsen
Ole Havskov Jacobsen
E. Hessellund Eskıldsen
Ali Enis Çiftçi
Samim Çiftçi
Eric Pironneau
Alparslan Öktener
Francis Cukiermann
Dan Cake
E. Hesselund Eskıldsen
Cemal Esen
Turgut Eker
Hayrettin Ekinci
İbrahim Damlalı
Müfit Özdural
Firmanın Ticaret sicilinde belirttiği iş alanı da şu şekildeydi;
"Dan Cake teknolojisi altında kek ve İsviçre pastası imalatı başta olmak üzere gıda sanayinin her dalında un, katkı maddeleri gibi her türlü hammadde ve malzemenin ithali, ihracı ve pazarlanması başta olmak üzere her nevi gıda madde ve malzemelerinin imalatı, başkalarına yaptırılması, alımı ve satımı, ithali ve ihracı süt ve süt ürünleri hububat ve değirmencilik müstahsalları, salt nişasta ve müstahsalları susam ve yağlı tohumlar, şeker ve şeker mamulleri, kakao ve müstahsalları esasını un, hububat ve nişasta teşkil eden müstahsallar pastacılık mamulleri paketlenmiş taze veya dondurulmuş her türlü gıda maddesinin imali, ithali, ihracı ve pazarlaması başkalarına yaptırılması. Yurt içinde ve dışında faaliyet gösteren gerçek merkezden ve yerinden yönetim esaslarına göre kurulmuş kamu tüzel kişileri ve özel hukuk gerçek ve tüzel kişileri ile şirket faaliyetlerinin gerektirdiği ölçüde ve her sıfatla gayrimenkul iktisabı ve ferağı da dahil alım satım kira istisna yayım komisyon vekalet hizmet taşıma kefalet müşavirlik müteahhitlik mümessillik bayilik acentelik distribütörlük yapabilir ve hukuka uygun her türlü sözleşmeleri akdedebilir iç ve dış teknik yardım know-how anlaşmaları yapabilir patent ihtira beratı gibi sınai haklar kazanabilir alıp satabilir devredebilir bu hakları ilgili sicillerine tescil ve terkin edebilir gayrimenkuller üzerinde rehin ticari işletme rehni ve ipotek de dahil olmak üzere menkul ve gayrimenkullerle ilgili her çeşit ayni ve şahsi hakları iktisap edebilir başkaları lehine bu hakları tesis edebilir bunları tapu kütüğüne ve ilgili sicillerine tescil ve terkin edebilir üçüncü kişiler için rehin ticari işletme rehni ve ipotek de dahil olmak üzere bu nevi haklan tesis ve tescil ettirebilir şirket lehine tesis edilen rehin ve ipotekleri fekkedebilir sahibi olduğu gayri menkulleri ipotek ve ticari işletme rehin de dahil olmak üzere kendisi veya üçüncü kişiler adına her ne nam ve şekilde olursa olsun teminat olarak gösterebilir ve 23.5.1996 tarihinde tescil edilen tadil mukavelesinde yazılı olan diğer işler."
Hilafet Özlemcisiyle Ortaklık
Müsiad kurucusu ve Başkanı Erol Mehmet Yarar, "Hilafetin Türkiye'den yıkıldığını" söylüyor "ve yine Türkiye'den ayağa kalkacağını" anlatıyordu. Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel hazırladığı Milli Görüş iddianamesinde Erol Yarar'ın da diğer sanıklarla birlikte anayasal nizamı yıkma girişiminde bulunduğunu iddia ediyordu.
MÜSİAD'ın eski Genel Başkanı, Ülker ortağı Erol Yarar'ın(Daha sonraki süreçte Erol Yarar’ın da Sabetayist olduğu ispat edilmiştir. – Akademi Dergisi) Nurcu Zehra Vakfı'nda, Kürt Said'le aynı paralelde yaptığı konuşma bu insanların amaçlarını bir kere daha gözler önüne sermektedir:
"Sancak düştüğü yerden kalkacak.. Bu işin kilidi Türkiye'dir. İslam ümmetinin sancağı buradan kalkacak, Allah'ın izniyle... Hadis-i Şerif söyledi arkadaşlar... Hilafet sancağı nereden düşerse oradan kalkacak.
...Bak, hep dünyayı düşündürüyor Allah. Bize öyle vizyon vermiş. Köyümüzü, kasabamızı, bölgemizi değil, dünyayı kavramak, Allah'ın arzından hakikaten, Allah'ın bir halife yaratacağı temsilci... Allah'ı temsil eden, Allah'ın arzını temsil eden bütün yakasını düşünen; kuzey, güney, batı böyle bir kavrayış, Allah lütfetmiş. İşte bunu takip etmek buna göre gitmek, buna göre çalışmak, İşte Zehra vakfı!.... Medreset-ül Zehra'dan çıkan talebelerdir. İnşallah bu vizyonla çıkması lazım. Medresetül Zehra; Allah inşallah Said-i Nursi hazretlerinin o güzel ifadeleriyle buyurmuş oldukları o Medrese-tül Zehra'yı kurmayı ve böyle bir vizyonu bütün bir dünyayı yönlendirecek vizyonu gençlerimize aşılamayı nasip etsin. Bütün temennimiz budur.
Bakalım sancak ne zaman göklere dikilecek?.... Onun içinde Medrese-tül Zehra'nın talebeleri de olacak. Bir bakacağız ki, Allah'ın izniyle İslam Ordusu'nda!..." Ülkerler, Müsiad kurucusu Erol Yarar ile de otomobilcilik dalında OMC Otomotiv Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi adı altında bir ortaklık kuruyorlardı. Daha sonra buradaki hisselerini Ömer Özargun ile Nadir Haluk Vardar'a devrediyorlardı.
(Ergün Poyraz, “Musa’nın Mücahidi”, Togan Yayınları, Basım yılı 2007)
Bir Yahudi Ailesinin Türklük Serüveni; İpekçiler ve İsmail Cem
|
Bir Yahudi Ailesinin Türklük Serüveni; İpekçiler ve İsmail Cem
|
İSMAİL CEM DE GİZLİ YAHUDİLERDEN MİYDİ? KİM BU İPEKÇİLER?
İsmail Cem, gazetecilikten TRT Genel Müdürlüğü'ne SHP'den CHP'ye, DSP'den YTP'ye,
30 yıldır aktif siyasetin içinde yer almış önemli bir isim. Kültür Bakanlığı'nın yanı sıra,
beş yıl Türkiye'nin Dışişleri Bakanlığı'nı üstlendi.
İsmi, iki kez Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gündeme geldi.
1970'lerde değiştiği soyadı 'İpekçi', çeşitli spekülatif tartışmalarda hep anıldı.
Babası, İhsan İpekçi, Türk sinamasının ilk otuz yılına damgasını vurdu.
Kuzeni Abdi İpekçi, Türk basınının en önemli aktörlerinden biri.
Mensubu olduğu 'İpekçi Ailesi", yapısı ve nitelikleri bakımından önemli bir fenomen.
1492’de Endülüs İslam Devleti yıkılınca oradaki Haçlı zulümlerinden kaçıp Osmanlıya sığınan ve Osmanlı’nın şefkat ve merhamet eli sayesinde yerleştirildiği Selanik şehrinde boş durmayan bir aile..
17. Yüzyılın ortalarında meydana çıkan sahte Mesih(kurtarıcı perygamber) Sabetay Sevi’ye tabi olup gerçekte öyle olmadıkları halde hem Türk hem de Müslüman gözükerek biz Müslümanların dünya üzerinde son kalan devleti Osmanlı’nın içinden sinsice yıkılmasına ve Cumhuriyet’in kurulmasına zemin hazırlayan bir aksiyonun büyük parçası bu aile…
Yeni devletin, Cumhuriyetin tam bir Yahudi cenneti şeklinde tesis edilmesindeki büyük amillerden biri olan bir aile bu…
Pek çok ünlü ismin yer aldığı İpekçi"ler, ticaret, finans, reklam, basın, siyaset, tiyatro,
sinema, müzik, edebiyat gibi alanlarda iz bırakan bir büyük ailedir.
Konu hakkında belgeli ve yakın tarihin anlaşılamaz taraflarına ışık tutan ilginç bilgiler “Selanik'ten İstanbul'a İpekçiler ve İsmail Cem” isimli kitapta bulunabilir..
Her Müslüman ve Türk evladının okumasını hararetle tavsiye ediyoruz…
Selanik'ten İstanbul'a İpekçiler ve İsmail Cem
Abdullah Muradoğlu
BAKIŞ KİTAPLIĞI
Atatürk Dönmeydi. Yahudi Dönmesi. Nam-ı diğer Sabetaycı...
|
Atatürk Dönmeydi. Yahudi Dönmesi. Nam-ı diğer Sabetaycı...
|
Avusturya'lı siyasetçiden Masonluk, Türkiye, Atatürk ve Yahudi dönmeleri hakkında net açıklamalar;
Videonun Dökümü;
.. ya da Türkiye’deki Jön Türkler dönemi, Sonucunda Osmanlı sistemine son veren kesinlikle ve kesinlikle hür masonluğun etkisinin bir sonucudur. Bunun yanında bilmeniz gereken Londra ve Paris’in yanında masonların en önemli merkezlerinden birisi İstanbul’dur…
Yani Masonlar bütün yakın doğunun ve Arap bölgesinin merkezini İstanbul’a yerleştirmiştir. Kemal Atatürk, eski adıyla Kemal Paşa, kendisi bir Masondu…
Ayrıca anne tarafının çok ilginç bir kökeni var. Masonlukla yakından alakası olmasa da bunu aktarmak isterim, Jön Türkler sadece masonların etkisi altında değildi. Dönme olarak adlandırılan dönme (Sabetaycı) ailelerinin etkisi de yüksekti.
Bu dönme aileleri sultan tarafından Yahudiliği bırakıp zorla İslam’ı kabul etseler de ama aslında onlara dışa ibadethane gibi gözüken yerlerde kendi dinlerini ve İbranice kültlerini yaşamaya izin vermişlerdi. Yani eski İspanya’daki Maranlara benzer bir durum. Ama bu durum sultan tarafından resmen tolere edilmişti.
Merkezi Selanik ve Balkanlar olan bu dönme(sabetaycı) aileleri masonluk üzerinde Jön Türklerin devriminde ve devrimden sonra yirminci yüzyılın Türkiye’sinde siyasete inanılmaz etkileri vardı. Türk laikliğinin temeli masonların bu etkisine dayanmaktadır.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 68 ziyaretçi (178 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
Bugün 242 ziyaretçi (297 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|