 |
|
|
 |
 |
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
 |
 |
|
|
 |
Kılıçdaroğlu gerçek niyetini itiraf etti
13 Temmuz 2017 02:00
Maltepe’de 10 madde açıkladı.
En sona sıkıştırdığı vahim talepleri vardı.
Nedense kimse üstünde durmadı.
Ne dedi beyefendi;
- Saldırgan dış politika bitmeli.
- Mühürsüz seçimle gelen anayasa ile ülke yönetilmemeli.
- Parlamenter sistemin üzerindeki vesayet kalkmalı.
- Sivil darbeye dönüşen OHAL kalkmalı.
Oldu canım!..
Saldırgan dış politika bitmeli…
Kime saldırdık peki?
Fiili olarak sadece ÖSO ile Cerablus ve El-Bab’a girdik, o da mecburiyetten…
Hani sen Türkiye’yi ‘DEAŞ’a yardım’la suçluyordun ya!
Sınırımızdan o örgütü temizledik, yüzünü kara çıkardık, o kadar…
Başka ne yaptık?
Sınır hattımızda göstere göstere PKK/PYD terör devleti kurmaya çalışan ABD’ye rest çektik.
Yoksa bu mu seni rahatsız eden?
‘Kırmızı oda’sında Beyaz Saray’ın isteklerine boyun eğmeyen Recep Tayyip Erdoğan, Gezi’den bu yana kurdukları, senin de destek verdiğin her tezgâhı başlarına yıktı…
Bu mudur kastettiğin?
***
Bak, CIA parmağı olabileceğini Trump’ın bile ağzından kaçırdığı, buna rağmen senin ‘kontrollü iftira’ attığın 15 Temmuz FETÖ ihanetinin yıl dönümü geldi…
Darbe değil, doğrudan işgal hareketiydi…
Bizim helikopterimizle Yunanistan’a kaçanları vermemeleri bile her şeyi anlatmıyor mu?
“Kontrollü” diyerek desteğini itiraf ettiğin 15 Temmuz’u, Maltepe’de lanetlesen ne fayda…
***
Rahatsız olduğun, Almanya’ya, AB’ye kafa tutmamız mı yoksa?
Hani şu yıllardır kanımızı döken, devletimize çöken, şehirlerimizi yakıp yıkan, bizi ölümle, bölmekle tehdit eden teröristlere sahip çıkan Almanya…
Türkiye’yi sömürgesi gibi yönetmeye alışmış Batı’ya rağmen, Rusya, Katar gibi ülkelerle menfaatimiz gereği iyi ilişkiler kurmamız mı çıldırtıyor seni?
Neyden rahatsız oluyorsun, açık söyle…
***
Gelelim diğer maddelere…
Üstünden üç ay geçmiş, hâlâ referandumun derdinde…
‘Mühürsüz seçim’miş, bu anayasa ile ülke yönetilmezmiş…
İşinize gelmeyeni duymazsınız ama, sizin mühür tuzağı kuracağınızı biz TGRT Haber’de bir buçuk ay önce duyurmuştuk.
Sandık başına koyduğunuz başkanlarla bu tezgâhı hazırladığınızı günlerce yayınladık…
Ve seçim günü bizi haklı çıkardınız.
Mükerrer oy var mı?
Yok.
Sandık başında sizin partinizin de gözcüleri var mı?
Var.
E o zaman derdiniz ne?
Dert belli…
‘Parlamenter sistem üzerindeki vesayet kalkmalı’ymış…
Millet oyunu verdi, parlamenter sistem mi kaldı be adam demez mi kimse!
Belli ki ya ‘Hayır’cı Merkel, ya da Pensilvanya eline bunları tutuşturmuş.
Tıpkı Gezi’cilerin ‘ağaç’ diyecekleri beklenirken, ‘3. Köprü, 3. Havalimanı, Avrasya tüneli’ demesi gibi…
Kemal Bey de ‘adalet’ dışında ne varsa sıraladı…
‘Gezi’nin devamı niteliğinde…
Bir de tehdit etti…
Burada kalmayacakmış…
***
Ben yoruldum, sıkıldım…
“Şimdiki CHP, eski CHP değildir” diyor Kemal Kılıçdaroğlu…
Çok haklı…
Bir defa bile terör örgütlerine, Almanya’ya, ABD’ye laf etmeyen bir CHP var karşımızda…
OHAL olmadan Kemal Bey’in hendekçi arkadaşları, adalet istediği FETÖ’cü dostlarıyla nasıl mücadele edecektik, onu da siz yorumlayın bir zahmet…
*****
Anma için tank konulsa…
15 Temmuz gecesi ve sabahında çoğumuzun bir hatırası vardı…
Tank ve ZPT denilen araçların üzerinde, paletlerin altına yatarken çekilen fotoğraflarımız…
Milletin zaferinin sembolü de bu değil miydi zaten?
Bu tankların birçoğu şehir dışına çıkarıldı.
Anma programlarında eksiklik olarak gördüğüm için yazdım…
Bana kalırsa havaalanı, köprü gibi bazı noktalara en azından maketleri konulmalı…
Vatandaşlarımız o tankları ayağının altına alma zevkini yeniden yaşamalı.
*****
Musul kurtuldu!
Yıl 2014…
DEAŞ denilen çapulcu sürüsü, 6 Haziran’da Musul’a saldırıya geçti.
Uyduruk kamyonetlere yükledikleri silahlarla düz arazide konvoy hâlinde ilerlerken kimse durduramadı.
Yerdeki karıncayı gören uydular, füzeler kör oldu.
Birkaç saat içinde koca şehir örgütün denetimine girdi.
Dört gün sonra tamamı fiilen ellerindeydi…
Dikkatinizi çekerim;
Sadece dört gün..
60 bin kişilik Irak ordusu dağıldı.
Ağır silahlar, bankalardaki paralar bile örgüte kaldı.
Koca ordu kaçınca, Türkiye Konsolosluğunu boşaltmaya bile fırsatımız olmadı.
***
İki yıl sonra ABD öncülüğündeki koalisyon Musul’u kurtarma operasyonu başlattı.
Tam 9 ay sürdü…
TSK ve ÖSO’nun operasyonu gibi sivil ayrımı da gözetmediler üstelik…
En az 13 bin sivil öldü.
Güya terörden temizlenen şehirde neredeyse sağlam bina kalmadı.
Türk ve İslam eserleri de Musul’la birlikte yok edildi.
Filmlerde dünyayı kurtaranlar,
Musul’u harabeye çevirdi.
Suriyelilerden mektup var
Suriyeli göçmenlere yönelik ‘kontrollü provokasyon’ sonrası bir mektup aldım.
Gönderen, Suriyeli Türkmenlerin liderlerinden Samir Hafez.
Özetle şöyle deniyor mektupta;
“Türkiye hepimizi bağrına bastı, kapılarını açtı, bizleri en iyi şekilde topraklarında ağırladı. Bu, tarihe altın harflerle kazınacaktır ve asla unutulmayacaktır. Türkler her zaman iyi bir örnek olmuşlardır. Bizler ‘muhacir’ olarak geldik, siz ise ‘ensar’ oldunuz. Müslümanlık ve insanlık görevini en iyi şekilde yerine getirdiniz. Misafiriniz olduk, kardeş olduk. Bizler hiç kimseye zarar vermeyi istemedik, kötü örnek olmayı asla tercih etmedik. Türk insanını seviyoruz. Hiç kimsenin Türkiye’ye zarar vermesini asla kabul etmeyiz. Her kim size zarar vermek isterse onun hesabını beraber sormak için varız. Kötülere karşı beraberiz. Çirkef ve kötü emellere yönelenleri de birlikte hesaba çekmek isteriz. Türkiye bizim gönlümüzde yaşayan, eşi ve benzeri olmayan bir cennet vatandır. Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan elleri beraber indireceğiz. Allah’ın izniyle biriz, beraberiz, kardeşiz. Yaşasın her zaman bağrını mazlumlara açan büyük Türk Devleti, yaşasın Türk milleti.”
.
Dini de Osmanlıdaki gibi yaşayacak mıyız?
8 Haziran 2017 02:00
Bir tartışma başladı ya… Baktım Hürriyet de balıklama içinde. Meğer bilmediğimiz ne din bilginlerimiz varmış…
Ahmet Hakan Coşkun, Ertuğrul Özkök, Taha Akyol hoca efendiler mesela…
Daha kimler, kimler…
Dahası; kimler, kimlerle beraber…
Ben de ‘din diyanet işlerinden anlamam, neme lazım’ diyordum ama…
Ne yalan söyleyeyim, kıskandım…
Hem çocukluğumda camilerde müezzinlik yapmışlığım var.
Kamet getirip, minarelerde ezan okumuşum.
Daha ne olsun…
O zamanlar başkaydı…
Şimdiki Diyanet nerdeee!
Camide oyun moyun olmazdı.
Abdestimizi alır, dedemizin elinden tutar, gider namazımızı kılardık.
Birisi “Aferin” dediyse, yeniden camiye koşmak için yeterli gazı alırdık.
Neyse…
İlkokuldan sonra İmam Hatip’te de okuduğumu düşünürsek, vaziyetim Özkök’ten hallice...
Madem, hem ‘iyi şarap nasıl anlaşılır’, hem de dinle ilgili öğütler yazılabiliyormuş…
Neyim eksik…
Ben de yazdım.
Onlar kadar derin ilmim yoksa da, kafama takılanlar var en azından…
Sorularım ‘dinde reform’u her daim işleyen Hürriyet’le aynı çizgide seyirten bizim mahallenin avanesine…
Özellikle de hem Hürriyet kafasında olup, hem de Yeni Osmanlı türküsü tutturanlara…
İtiraf edeyim, ben de Osmanlı hayranıyım…
Ama şu soruların cevabını bilmiyorum;
Eğer, Osmanlının kodlarına döneceksek, bunu dinî hayatımızda da tatbik edecek miyiz?
Osmanlının yaptığı gibi; itikadda İmam-ı Maturidi ve İmam-ı Eşari yolunu tembihleyecek miyiz?
Amelde hak mezhepler Hanefi, Şafiî, Maliki ve Hanbeli’dir diyecek miyiz?
Nitekim;
Osmanlı âlimleri müctehidleri, müceddidleri rehber edinirdi.
Çünkü onlar Kur’ân-ı kerimi manalarıyla...
Bütün hadis-i şerifleri yine manalarıyla ezbere bilir,
İslam’ın 20 ana ilminde mütehassıs,
Bunların kolları olan 80 ilmi iyi bilen,
Dört mezhebin tüm inceliklerine ve farklılıklarına vâkıf,
Fıkhın ve tasavvufun en yüksek derecesinde kişilerdi.
Yeni Osmanlıda da rehber olacaklar mı?
Üstad Necip Fazıl’a ‘kendini bulduran’ büyük İslam âlimi Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri, “Osmanlı İslamiyet’in bekçisi idi” buyurmuş.
Söylesenize, biz ne yapacağız?
Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra din işlerine karıştırılan fesadı,
koyu ittihatçı ve masonların taaa şeyhülislamlık dönemlerinde zerk ettiği zehri ayıklayacak mıyız?
Abdülhamid Han tarafından sürgün edildikleri Irak ve Fizan’dan getirtilip din kitapları yazdırılan kişilerin bu ülkede dine nerelerde tahribat verdiğini araştırmayacak mıyız?
Yoksa biz, ‘dini bugüne uyarlıyoruz’ ayağına başka bir şey mi yapacağız?
Dedim ya, ben anlamam bu işlerden…
Yukarıda saydığım ‘müctehid’lik şartlarını haiz bir profesör varsa bana cevap versin.
Söz, ne derse onu dinleyeceğim.
**********
Tebrikler Sayın Görmez
“Dini bozmayın” diye avazımızın çıktığı kadar bağırdığımız günlerde TRT1’de bir yarışma başladı.
Sözüm ona Kur’ân-ı kerimi güzel okuma yarışması ama, felaket…
Sadece ilk bölümünü biraz izledim, bir daha da açmadım.
Yarışma türkü ile başladı çünkü…
Evet, evet… Bildiğiniz türkü…
TRT’deki dostları uyarma mahiyetinde, sosyal medyadan da tepkimi dile getirdim.
Ama bu işte asıl konuşması gereken kişi, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’di.
Gecikmeli de olsa, vazifesini yaptı.
“Kur’ân ses yarışmalarının güftesi olarak kullanılacak bir kitap değildir” dedi.
Hele şükür, doğruları yüksek sesle duymaya başladık.
Temennim o ki, devamı gelsin.
Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek boynumuzun borcu.
***********
Katar neyin işareti?
Duyar duymaz aklıma K. Irak’la petrol ticareti geldi.
Hatırlayın…
Daha üç yıl öncesi…
Amerikalısı, İngiliz’i, “Masada biz olmadan yapamazsınız” demişti.
Dinlemeyince Peşmerge ile Irak ordusu karşı karşıya geldi.
Barzani yine de direndi.
Her şey hazırdı çünkü.
Hatta paranın hangi bankada tutulacağı bile…
Halkbank…
Ve ilk petrol K. Irak’tan Ceyhan’a aktı.
Sonra tankerlere yüklendi.
Ama Erbil, petrol gibi kıymetli bir ürünü satamadı.
Aylarca denizde dolaştı, kimse cesaret edip alamadı.
Bu sırada n’oldu?
Suriye’den uyduruk kamyonetlerle yola çıkan DEAŞ, Erbil’in kapısına dayandı.
Hatırlayın, Musul’u da birkaç saat içinde teslim almışlardı.
Lafı uzatmayalım…
ABD, İngiltere masaya oturdu, K. Irak DEAŞ işgalinden kurtuldu (!)
O petrol ne mi oldu?
İsrail aldı.
Zaten bu da ilk ve sondu.
Katar meselesine gelince…
Trump’ın oyunu daha açık oynayacağı bekleniyordu.
Nitekim öyle de oldu.
Darbeciymiş, diktatörmüş, yok bilmem neymiş, hiç önemli değil…
Kim menfaatlerinden yanaysa stratejik ortakları o…
Batı kurnaz ve ilkesizdir çünkü…
Adım adım giderler…
Suriye’deki vahşetle, Sünni ve Şiileri kan davalı yaptılar.
Artık barışmaları çok zor.
Bu sebepledir ki, sıra Sünni coğrafyayı parçalamaya geldi.
İlk hamle Katar’a…
Asıl amaç, Türkiye’ye akan kaynağı kurutmak, yalnızlığa sürüklemek ve saldırmak.
PYD’ye var güçleriyle boşuna silah yığmıyorlar…
Bu anlattıklarım karmaşık geliyorsa, daha pratik bir tavsiyede bulunayım.
CHP’ye iyi bakın…
Kılıçdaroğlu’nun ne demeye çalıştığını çözerseniz, üst aklın niyetini de anlarsınız.
*************
Kamyonlar darbeye karşı şehirde…
Bu iddiayı, aylar önce duymuştum.
Koca kamyonları, hatta tırları Sirkeci arabalı vapur kuyruğunda görünce haberini yaptırmıştım.
Birileri de bunun, 15 Temmuz gibi muhtemel bir darbe girişiminde gerekli olduğunu, belediyelerin araçlarının yetmediğini anlatmıştı bana.
İddia tabii… Ama mantıksız değil.
Öyle ya!
Şimdiye kadar izin verilmezken, şimdi neden göz yumuluyor?
Biz resmî kaynaklarca doğrulanan bilgi olmadığı için haberimizde buna yer vermemiştik.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, dün resmî açıklamayla kamyonlara arabalı vapur için artık izin verilmeyeceğini duyurdu.
Gerekçe, ağır tonajlı araçların yollara zarar vermesi.
Öteki pencereden bakarsak, tehlike geçti demek ki…
.
Erdoğan, FETÖ ile mücadeleye ne zaman başladı?
11 Haziran 2017 02:00
2011 seçimleri öncesiydi…
Merhum Behiç Kılıç’ı, canlı yayına çağırmıştık.
Sonra masaya buyur edip, kahvesini söyledim.
Stüdyoda diyemediklerini, sohbetimizde anlattı.
Dedi ki;
“Ben Tayyip Erdoğan’ı hiç sevmem. Asla oy da vermedim, vermem.
Fakat, şu Fetullahçıları milletvekili listesinden ayıkladı ya, helal olsun!
Bunu yapabilecek başka bir lider tanımıyorum…
Bu adamın kimseye eyvallahı yok.
Çünkü kimseye borcu yok.
Eski liderlerin hepsi birbirinin açığını bilirdi.
O yüzden perde önünde kavga etseler de, arkada açıklarını kapatırlardı.
Ama bu Tayyip Erdoğan öyle değil.
Fetullahçıları yüzde 60 temizlemişse minnetsiz olmasından.”
Yıl kaç?
2011…
12 Haziran’da seçim oldu, AK Parti yüzde 50 oy aldı.
Behiç Kılıç bir hafta sonra, 21 Haziran’da vefat etti.
Ondan bana kalan, bu anlattıkları oldu.
***
Hatırlamakta yarar var;
Şubat ayında Erdoğan’ın eski danışmanlarından Abdülkadir Özkan’ın kitabı çıktı.
Kitapta, 2007’deki Dolmabahçe Zirvesi’ni anlattı.
Hani, Erdoğan’ın da, Büyükanıt’ın da “Bizimle mezara gidecek” dediği görüşme…
Özkan, o görüşmede FETÖ’nün masaya yatırıldığını,
Büyükanıt’ın, belgeleriyle Erdoğan’ı ikna ettiğini yazdı.
Bu bilgiyi, bu kardeşiniz öngörü olarak 2014’te bir makalesinde yazmıştı.
Dahasını söyleyeyim mi?
Ameliyatta öldürmeye kalksalar da, sonrasında Erdoğan adım adım gereğini yaptı, asker de bir daha Erdoğan’ın yoluna çıkmadı.
Tâ ki hainler 15 Temmuz’da sokağa çıkana dek…
AK Parti’ye 2019 rehberi
- Daraltılmış bölge sistemine geçilmeli. Milletvekilleri halkın gönlündeki kişiler olmalı.
- Ekonomik canlanma zaten hedefte. Tabana yayılması önemli. Esnaf rahatlamalı.
- AK Parti’nin en çok tepki aldığı alan, belediyeler ve buradaki rant kokusu. Varsa gereği yapılmalı, yoksa vatandaş ikna edilmeli.
- Sırf Erdoğan için oy veren insanların iyi niyetini, ‘Bize vermeye mecbursunuz’ kafasıyla istismar edenler ayıklanmalı.
- Her seçim öncesi vatandaşa kasıtlı eziyet eden devlet içindeki kripto FETÖ’cülerin önü alınmalı.
- Devlet, artık hiçbir camia, vakıf, dernek, grup, her ne ise bir tek kesime kapıları sınırsız açmamalı. Sadece vatanseverlik ve liyakat aranmalı.
- Devlet Bahçeli’nin son dönemdeki duruşu vatandaş için çok değerli. Davada birlik asla bozulmamalı.
AK Partiliye 2019 rehberi
- AK Parti’yi babanızın malı, devleti babanızdan miras kalmış şirket gibi görmeyi bırakın.
- Hem davadan, dava adamlığından bahsedip, hem de ihale, iş bitirme peşinde koşmayın.
- ‘AK Parti ülke için lazım’ deyip, sonra oğlunu işe almadı diye atıp tutmayın.
- Oğlunuz, kızınız, damadınız FETÖ’cü ise kurtarmaya-aklamaya çalışmayın.
- Reis sadece sizin lideriniz değil, dünyadaki mağdurların umudu. Dünyalık için ona vereceğiniz her zararın vebalini düşünün.
- Erdoğan’ın, “Yaşadığımız sıkıntıların sebebi İslamiyet’e uymamaktan” sözünün ne anlama geldiğini iyi anlayın.
- Kadınlarınızın kılık kıyafetine dikkat edin.
- Zenginseniz, bunu kimsenin gözüne gözüne sokmayın. Hele ki bu dönem zengin olduysanız hiç ortalıkta görünmeyin.
Katar Emiri'nin Filistin resti…
Notu Suriye Türkmenleri liderlerinden Samir Hafiz gönderdi.
Diyor ki; Katar Emiri, Trump’ın da katıldığı İslam Konferansı’na giderken, aracına Filistin bayrağı asmıştı.
Toplantıda ağır sözler sarf edildi.
Bilindiği gibi, Trump oradaki konuşmasında Hamas’ı terörist örgüt ilan etmişti.
Ancak Katar, ‘Şayet ABD elçiliği Kudüs’e taşınırsa dünya savaşını başlatırsınız’ deyip deklarasyonu imzalamadan toplantıdan ayrıldı.
Doha’ya dönünce, Suudi Kral ültimatomunu iletti.
Katar’ın cevabı, ‘Bizi haritadan sileceğinizi bilsek bile dinimizi satmayız’ oldu….
İlla “FETÖ’cüler yaptı” mı diyelim?
Bu başlığı sırf dikkat çeksin diye attım.
Konumuzla hiç alakası yok aslında…
Anlatacağım mevzu, sağlığımızla ilgili…
***
Ben bir troid hastalıkları farkındalık gönüllüsüyüm…
Kimse görev vermedi.
Başıma gelince kendi kendime edindim.
Gel gör ki, şu devlete bir türlü sesimi duyuramadım.
Televizyonlarda programlar mı yaptırmadım,
Gazetelerde çarşaf çarşaf yazılar mı yazdırmadım.
Ne yaptıysam, tıssss….
Ne Sağlık Bakanlığı’nın ilgisini çekebildim,
Ne de biri “Gel arkadaş derdin ne” diye sordu.
***
Dahası konuyu doğrudan bakanlarımıza da anlattım.
Sayın Mehmet Müezzinoğlu Sağlık Bakanı’ydı.
Önce O’nun kafasını ütüledim.
“Sayın Bakanım Türkiye’nin yüzde 30’undan fazlası iyot eksikliğine bağlı troid hastalıkları yaşıyor” dedim.
- “Olur mu canım öyle şey? En fazla diyabet, o da yüzde 18” dedi.
Danışmanı 15 gün araştırıp döndü, yüzde 47.4 rakamını verdi!
Yani, neredeyse toplumun yarısı…
Verdi de, neye yaradı derseniz orası tartışılır.
Sadece bize haber çıktı,
Ne devlet, ne de toplum yine ‘farkında’ olmadı.
Düşünsenize…
Böyle vahim bir oran yazdık, kimsenin kılı kıpırdamadı…
Çabamızın farkına varanlar sadece “Dünyada böyle çözümler var” diye ürün gönderen birkaç kişi oldu.
Bir önceki bakanımız döneminde aldığım rakamları şimdiki Bakanımız Recep Akdağ’a da anlattım.
Hatta, çözüm olacaksa araştırın kullanın diye bana gönderilen ne varsa teslim ettim.
Sağ olsun dikkatle dinlediler, sonra muhtemelen bir bürokratı aradılar ve iyotlu tuzla problemin eskiye göre çok minimize olduğunu söylediler.
Ben ikna olmadım tabii...
Çünkü ilk defa karşılaştığım bir cevap değildi.
Yüzde 30’ların 2007’de Sağlık Bakanlığı tarafından MEB okullarına dağıtılan kitapçıkta yer aldığını,
Yüzde 47.4 oranının ise bir yıl kadar önce yine bakanlığımız tarafından verildiğini aktardım.
Hatta Ankara Üniversitesi’nin 2014’te hamileler üzerinde yaptığı araştırmada tehlikenin boyutunu yüzde 90’ın üzerinde tespit ettiğini söyledim ki, bakan daha fazla şaşırdı.
“Araştırıp, dönelim” dedi.
1-7 Haziran Türkiye’de "İyot Eksikliği Farkındalık Haftası"ydı malum.
Bakanlığımızı sıkıştırdım, geçen hafta ellerindeki verileri aldım.
Sonuç;
“2007 sonuçlarına göre, Türkiye’nin 27,8’inde ciddi derecede iyot eksikliği devam etmektedir.
Gebe kadınlar için verilerimiz yetersizdir. Bu alanda ulusal çalışmalar gereklidir.”
Dikkatinizi çekerim, 2017 değil, 2007…
Niye?
Çünkü yeni çalışma yok.
Etrafınıza sorun, troid problemin var mı diye?
Ne kadar fazla olduğunu bu kadarla bile göreceksiniz.
Ama bunca büyük probleme, bunca üniversiteye ve imkâna rağmen, ortada araştırma yok.
Yapmanız için illa “FETÖ’cüler Engelliyor” mu dememiz lazım?
.
FETÖ’nün 15 Temmuz’da mafya planı
29 Haziran 2017 02:00
Anlatacağım hadiseyi avukatlarından dinledim.
15 Temmuz darbe girişiminin yapılacağı gün, bazı cezaevlerinde ilginç gelişmeler oluyor.
Edirne’de tutulan mafya lideri Alaattin Çakıcı, 14 Temmuz gecesi, Ankara Sincan F tipi Cezaevine nakledilmek üzere yola çıkarılıyor.
Tuhaflığa bakın ki, nakil aracı Bolu’ya gelindiğinde rota değişiyor ve Bolu F Tipi Cezaevine yöneliyor.
Çakıcı, sevki Sincan olmasına rağmen, teamüllere tamamen aykırı olarak 15 Temmuz sabahı 08.00’de Bolu’ya tıkılıyor.
***
Bitmedi…
İkinci tuhaf gelişme, o sırada Bolu Cezaevinde yatan bir başka isim Kürşat Yılmaz’la ilgili yaşanıyor.
Darbe günü, Kürşat Yılmaz’ın Kandıra’ya nakil yazısı çıkıyor.
Oysa, Hepatit-B hastası olduğu için, doktor raporu olması gerekiyor.
Anlaşılıyor ki, cezaevi doktoru muayeneye bile gerek duymadan imzalamış.
Hemen itiraz edilip, hastaneye sevk isteniyor.
Doktor, mevcut durumunu uygun görmediği için nakli erteliyor.
***
Peki bunu ne amaçla yapmış olabilirler?
Bu soruya avukatların cevabı, suikast planı olabileceği şeklinde.
“Ya hepsini aynı cezaevine toplayıp öldüreceklerdi ya da kaçmaya çalıştılar vurduk, diyeceklerdi” iddiasındalar.
Bilemiyoruz…
***
Kürşat Yılmaz, FETÖ tehdidini 2004 yılında dillendiren isimdi.
Geçtiğimiz aylarda da, Hrant Dink’i öldürmesi için FETÖ’nün Ankara imamının teklifte bulunduğunu, reddedince kumpasla içeri tıkıldığını öne sürmüştü.
Kimse ‘FETÖ mağduruyum’ diyerek aklanmamalı ama, 15 Temmuz gecesi Bolu Cezaevindeki gelişmelerin sebebi neydi, iyice araştırılmalı.
*****
Bırakınız yürüsünler…
Mermili provokasyon,
Yola dökülen hayvan gübresi,
Dinlenme tesislerinde su vermediler yalanı gibi onlarca haber…
Hepsi Hürriyet’in internet sitesinden…
Ve hepsi, Kılıçdaroğlu’nu mağdur göstermeye, CHP tabanını tahrik etmeye yönelik ince mesajlar…
***
Gezi’den beri gelişen olaylardan edindiğim tecrübeyle diyorum ki;
Sabırlı olun, devletinize güvenin, asla Hürriyet’e malzeme vermeyin.
Yoksa kol kola yürünen terör örgütleri değil, bunlar konuşulacak.
Kılıçdaroğlu mağduru oynayıp, ‘provokasyon’ uyarıları yapacak,
Algı operasyonuyla ihale size yıkılacak.
Bırakınız yürüsünler, yürüsünler…
*****
Terör seven siviller
Terör örgütlerine desteği meşru gören tuhaf bir kesim var aramızda.
Ne yiyip, ne içiyorlar; vatandaşı oldukları ülkeye niye böyle nefret duyuyorlar, anlamak mümkün değil.
Bu ülkenin askerini, polisini, doktorunu, öğretmenini, muhtarını, çiftçisini, hatta kundaktaki bebeğini bile katledenleri seven bir güruh bu.
Öyle cahil cühela da değiller ha kendilerince…
Onlar akademisyen, gazeteci, sanatçı falan filan…
Neye sahip olmuşlarsa bu ülkenin imkânlarıyla kavuşmuşlar.
Fakat, neye, kime güveniyorlarsa kendi ülkelerine alabildiğine düşmanlar…
Sözü, açlık eylemindeki DHKP-C’li iki terör örgütü üyesi akademisyen için bildiri yayınlayan 111 isme getireceğim.
Hani şu savcımızı bile makam odasında şehit eden, buna rağmen birilerinin kahramanlaştırmaktan vazgeçmediği terör örgütü…
Cezaevinde eylem yapan terör yandaşlarını kurtarmak için önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu girdi devreye.
Günlerce bağırdı, çağırdı.
Hatta mektupla rica etti, Başbakan Yıldırım ‘eylemden vazgeçmeleri için’ ailelerine ara bulucu gönderdi.
Bir haksızlığa uğrama söz konusu ise itiraz komisyonuna başvuruda bulunmaları istendi.
Cevap, kayıtsız-şartsız serbest bırakılmazlarsa eylemin süreceği oldu.
Yani suç varmış, yokmuş bakılmasın, serbest bırakılsınlar.
Bunun adı da ‘adalet’ olsun.
Terör sevici 111 isim de bildiri yayınlayıp, iki DHKP-C’linin göreve iadesini istedi.
Neyse ki Süleyman Soylu gibi cesur bir bakanımız var.
Hak ettikleri cevabı fazlasıyla verdi.
*****
Hız siniri
Aşırı hız yapıp insanların hayatını riske atan,
Makas atıp önündekini, yanındakini sıkıştırana nasıl sinir oluyorsam,
Otobanda, duble yolda sol şeritte 50 km hızla gidene de o kadar gıcığım.
***
Bayram trafiği…
Ağır vasıtalar, tin tin ilerleyen lüks otomobillere selektör yapıp yol istiyor…
Onlarsa arkalarında uzayan yüzlerce metre kuyruğa aldırmayıp, ağır ağır yol almaya devam ediyor.
Niye?
Çünkü araç kullanmaktan korkuyor.
Onlar korkunca da trafik normal ilerlemiyor.
Peki suç o sürücülerin mi,
Yoksa doğru düzgün eğitmeden trafiğe salanların mı?
***
Bir başka sıkıntı…
Duble yollarımız var ama, sistemimiz anormal…
Otoban gibi yollarda levhalar çoğunlukla 50 kilometre.
O sınırı belirleyenler,
Belki tabelayı oraya dikenler dâhil, kimsenin uyduğu yok…
Çünkü mantığı yok.
***
Bu sefer hususi hesapladım…
Eğer tabelalara uyarsam 10 saatlik yere, molaları da katarsak 23 saatte varacağım.
Yani en az iki katı yorulacağım.
Aynı yolculukta iki defa riskle karşılaştım,
İkisinin de ağır ağır giderken uyuyakalanlar olduğunu gördüm.
Şimdi söyleyin, kim çözecek bu işi…
.
Yaşadıklarımızın adı; Asimetrik savaş
6 Temmuz 2017 02:00
Bizde buna ‘algı operasyonu’ deniyor… Oysa bu bir savaş tekniği… Rusya, ABD, İngiltere, NATO gibi süper güçler kullanıyor. Onlar, 4. Nesil Hibrit Savaş diyor. Amaç; uçakları havalandırmadan, füzeleri fırlatmadan hedefe ulaşmak... Yani, ellerini bile bulaştırmadan, istedikleri ülkeye, kendi insanını kullanarak diz çöktürmek…
Ne tuhaf değil mi?
* * *
Peki nasıl yapıyorlar? Medya, partiler, dernek ve STK’lar üzerinden… Bu öyle bir teknik ki… Milyonları, gözleri önünde duran gerçeklerin tam tersine inandırıyorlar. ‘Millî’ projeleri çok kötü bir şeymiş gibi gösteriyorlar mesela... Ülke menfaatlerini savunmayı ‘utanılacak bir şey’ hâline getiriyorlar. Devlet içine yerleştirdikleri çeteleri, bombalar patlatan terör örgütlerini ‘meşru güç’ gibi algılatıyorlar. Onlarla mücadelede ‘suçluluk’ hissi uyandırmayı başarıyorlar. Doğruları söyleyecek olanlar korkunca, rahatça işlerini yapıyorlar.
* * *
İzlediğim bir yabancı film, şu replikle başlıyordu; “İngilizler, asırlar da geçse pes etmez…” Bunlar da pes etmiyor. Yıldırana, bıktırana kadar. Siz istediğiniz kadar yalanlarını ortaya çıkarın… Onlar yenilerini sürüyor. Defalarca oyunlarını bozun… Bir diğerine geçiyor. Utanmak, özür dilemek, mahcup olmak asla kitaplarında yazmıyor. Siz bir ‘operasyonu’ deşifre ettiğinizde, bir sonraki ile üzerini örtüyorlar… Çünkü onlar; profesyoneller.
HDP’ye, PKK’ya, FETÖ’ye, DHKP-C’ye ve bazı siyasetçilere az uzaktan bakın…
Tabloyu daha net göreceksiniz.
Eğer geri adım atarsak…
Hatırlar mısınız; bizde Gezi patladığında karışan bir ülke daha vardı… Brezilya… Kadın Devlet Başkanı Dilma Rousseff eylemcilerden özür dileyip geri adım attı. Böylelikle hayatının hatasını yaptı. Doğan Grubu gibi Gezi avanesi, “Erdoğan, Dilma Rousseff’den örnek almalı” diye tezviratlar yaydı.
Sonuç n’oldu?
Dilma Hanım, yargı darbesiyle görevden alındı. Yani Brezilya’nın ‘Gezi’sinde direnemeyince, 17/25 Aralık’ında gitti.
Bu kadar basit işte…
* * *
Gelelim bize…
Gezi’den hemen önce, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gazze’ye gitme hazırlığını hatırlıyor musunuz?
Ya Beyaz Saray’ın, “Bizce doğru zaman değil” açıklamasıyla verdiği gözdağını… Peşinden Ankara’nın restini…
Hem de Erdoğan daha Beyaz Saray’da ‘kırmızı oda’ görüşmesindeyken… Erdoğan, Gazze’ye Refah sınır kapısından girecekti. Mısır’da darbe yapan Sisi’nin ilk icraatı ne biliyor musunuz?
Refah sınır kapısını kapatmak… MİT tırı ihaneti, Sızdırılan Dışişleri görüşmeleri, PKK’nın azması, DEAŞ’ın-PKK’nın bombalar patlatması, Türkiye’nin DEAŞ’a yardımla suçlanması falan…
Bunların hepsi, Türkiye’nin Suriye’de önünü kesmek içindi…
Hiçbiri tutmayınca, 15 Temmuz’da kendi uçaklarımız,
Kendi tanklarımız,
Sözde kendi askerlerimiz düşman adına sokağa çıktı.
Milletten tokadı yiyince “Tiyatro” diyenler, aynı zamanda ‘Pişman olmadıkları, tekrar gelecekleri’ mesajını tekrarladı.
Hani tiyatroydu!
Hani ‘Kontrollü darbe’ydi…
Neyse ki milletimiz durumun farkında, devletimiz kararlılıkla işinin başında…
Geri adım yok…
ABD’nin, burnumuzun dibinde PKK devleti kurması ya önlenecek, ya önlenecek… Afrin de, Menbiç de temizlenecek… Onlar da boş durmayacak… CHP Genel Başkanının birden bire provokasyon yürüyüşüne çıkması, DEAŞ’ın AK Parti flamaları dolu minibüsle konvoyu hedef alma çabası, Halkı, Suriyeli mültecilere karşı ayaklandırma gayretleri tesadüf mü?
İKİ FOTOĞRAF ARASINDAKİ FARK
Fotoğrafın biri CHP’nin yürüyüşünden… Kılıçdaroğlu, PKK’nın siyasi kolu HDP’lilerle yan yana… Diğer fotoğraf ise Afrin’den… PKK’lılar orada da omuz omuza, TSK’nın ‘beklenen’ operasyonu için güya mesaj veriyor. İkisi arasındaki fark ne sizce?
Eren Erdem’in takkesi…
Açıkça PKK’ya destek veren… Esad’ın, İran’ın yanında saf tutan… Milletvekili olduğu Türkiye’ye her türlü iftirayı atan bir tip… Güya solcu… Hatta sanırsınız kızıl komünist… Tıpkı Türk Solu Dergisi’nin başındaki FETÖ’cü Gökçe Fırat gibi… Bu da Karşı gazetesinin yöneticisiydi. Bilmeyenler vardır; O gazete FETÖ’nün servis ettiği ‘tape’leri yayınlardı. Kemal Kılıçdaroğlu ağabeyi bunu da kanatları altına aldı, Yargılanmasın diye milletin vekili yaptı. O Eren Erdem’in geçen akşam takkeli fotoğrafları çıktı. İddia o ki, lise yıllarında FETÖ’nün yuvalarında çekilmiş. Takke düşünce de, “Bir siz mi Müslümansınız” diye kıvırmaya başladı. Kendi iddiası, Sultanahmet’te çekildiği… Olabilir… İyi de yanındaki takkeli arkadaşların kimlerdi? FETÖ’nün evleri, okulları ile bağın var mıydı? Madem ‘takkeli’ dolaşacak kadar Müslümandın, seni bugünkü noktaya hangi rüzgâr attı?
Bi de hele…
.
Zincire vurun şu itleri!
16 Temmuz 2017 02:00
Yırtmak için ‘Tiyatro’ diyorlardı…
‘Kontrollü darbe’yi üflüyorlardı…
Belli ki birileri cesaret verdi, gerek kalmadı.
Şimdi göğüslerini gere gere ‘Hero’ (Kahraman) tişörtüyle endam ediyorlar.
Duruşmalarda da hiç utanmadan ‘kahraman’ övgüsünü kullanıyorlar.
Tiyatro artık salonlarda!
Hainler pis pis sırıtıp şehit ailelerini tahrik ediyor…
Yetmiyor, duruşmalarda hepsi topluca avukatlarını alkışlıyor...
Yakınları da onları…
***
Böyle olacağı belliydi…
İlk feryat, mayısta Silivri’de görülen duruşmada, 15 Temmuz şehidimiz Halil Kantarcı’nın eşinden gelmişti.
Şöyle diyordu Ayşe Hanım;
“Gözlerimizle şahit olduk ki çok iyi bakılmışsınız.
Takım elbiseleriniz içinde oldukça bakımlı,
Hemen yamacınızda dizilmiş avukatlarınızla oldukça rahattınız.
Hâkim, bir sanığın 3,5 saat süren savunmasını nasıl da hoşgörü ve nezaketle dinledi.
‘İftiradan bize dava açarlar da bunlara hiçbir şey olmaz’ diye düşünerek ayrıldık mahkemeden.”
***
Bir başka sitemi Sincan’dan işittim.
Aralarında davayı izleyen milletvekilleri de vardı.
Tespitleri şunlardı;
- Suçlu olan da, suçsuz olan da ‘Ben niye cezaevindeyim?’ diye üzülür. Bunlarda zerre üzüntü yoktu. Hatta şımarma had safhadaydı.
- Sanıklar utanmazca şehit yakınlarına ve gazilere sataştı. Pervasız bir duruşları var. Hiç utanma ve sıkılma yok.
- Son zamanlarda cesaretleri çok artmış görünüyor. FETÖ taraftarları bile mahcubiyet duyardı, o dahi artık yok.
***
Oysa darbe sabahı beyaz külotla teslim olduklarında durum böyle değildi…
Menfezde yakalandıklarında da başları yerdeydi…
Ya şimdi!
Demek ki iş değişti…
Şehit yakınlarına kafa tutup, mahkemelerle kafa bulabildiklerine,
Pişmanlık duymak yerine kendilerini kahraman ilan edebildiklerine göre bir hesapları olmalı.
O zaman bizim de bir cevabımız olsun…
Turuncu tulumu giydirip, ayaklarından bile zincire vurun şunları…
En azından fiilen darbeye katılanları.
Vay efendim; uluslararası kamuoyunda Türkiye zor durumda kalırmış…
ABD’ye ne oluyorsa, bize de o olur.

Darbeyi FETÖ’nün yaptığına inanmayan kaldı mı?
Kaldı…
CHP Merkezefendi İlçe Başkanı Sedat Demirci mesela…
Daha iki gün önce “Kontrollü darbe” dedi.
Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan da şüpheliyim…
Son zamanlarda sesi kesildi gibi…
Ama FETÖ’nün yaptığına hâlâ inanmıyor olabilir.
Yakın ekibi ve etkilediği bir kısım CHP’li seçmen de…
Bir de FETÖ’nün iğfal ettiği zihinler var.
Kapakları tamamen kapatmışlar…
Asla gazete okumuyor,
Televizyon izlemiyorlar.
Muhtemelen onlar da aynı kafada…
***
O zaman filmi geri saralım…
‘Yatakta basıp, şafakta asmaktan’ bahseden,
Tam 9 ay 10 gün önceki reklamlarında darbenin haberini veren,
Temmuz’da Türkiye’ye döneceklerini açıklayan,
ABD’den dönüş için takipçilerinden temmuz sonuna bilet isteyen,
15 Temmuz gecesi sevinç çığlıkları atan,
Halkı “Sokağa çıkmayın” diye tehdit eden,
Sözde darbe bildirisine, ağızlarına sakız ettikleri ‘yolsuzluk, diktatörlük’ kelimelerini sıkıştıran,
Darbe gecesi, teşkilattan atıldığı hâlde polis elbisesiyle Emniyet’in önündeki tankın içinden çıkan,
“Keşke eğitimci olacağıma albay olsaydım, daha fazla katkım olurdu” diyen,
Fetih sureleri isteyen FETÖ’cüler değil miydi?
***
Bakın, darbede suçüstü yakalanıp itirafçı olanları,
“Yine yapacağız” diye cezaevine mektup sokanları,
Darbeyi bildikleri için, hemen öncesinde yurt dışına tüyenleri,
Kendilerinden gördükleri O.K’nın MİT’e ihbarını,
Bu ihbar neticesinde darbeyi erkene almalarını,
Suçüstü yakalanan FETÖ elebaşlarından Adil Öksüz’ü kaçırmalarını,
Öksüz’le birlikte enselenen FETÖ’cü Kemal Batmaz’ı,
Aynı üste sobelenen FETÖ koleji sahibi Hakan Çiçek’i,
Sivil olmalarına rağmen onlara selam çakan hain askerleri,
Yayınları ele geçirmek üzere görevlendirilen TİB ve FETÖ yayın kuruluşu çalışanlarını,
Hepsinin üzerinden F serisi 1 dolar çıkmasını,
Onların WhatsApp yazışmalarını,
ByLock ve Eagle’dan haberleşmelerini,
FETÖ’cü doktorların yaralıları tedavi etmemesini,
Pensilvanya’daki baş hainin, darbe başarılı olamayınca, “Varsın bir sürü ahmak bir başarı elde etmiş gibi güledursun, düğünler dernekler kursun” diye 15 Temmuz’da direnen kahraman halkımıza ettiği hakareti saymıyorum bile.
***
Hâlâ mı inanmıyorsunuz?
Haşhaşilik böyle bir şey demek ki…

Unutursak yine yaparlar…
Bosna Hersek’in bilge lideri Aliya İzzetbegoviç’in halkına vasiyeti şuydu;
“Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz. Size asla intikam peşinde koşun demiyorum ama, yapılanları da asla unutmayın.”
11 Temmuz Srebrenitsa katliamının 22. yıl dönümüydü…
Bilge Kral’ın dediği gibi; düşmanlarımız mert değildi…
O yüzden, imanımıza, bayrağımıza ve devletimize sımsıkı sarılacağız.
11 Temmuz’u da, 15 Temmuz’u da unutmayacağız…
İstihbaratımızın büyük zaferi
Elhamdülillah, ülkemiz son dönemde huzura kavuştu.
Artık daha güvendeyiz, daha güçlüyüz ve geleceğe çok büyük umutlarla bakıyoruz.
Fakat sanmayın ki düşman boş duruyor.
Şu son 10 güne bakmak bile kâfi;
- Büyükada’da 15 Temmuz’un devamı için toplanan yabancı ajanlar ve içimizdeki hainler suçüstü basıldı.
- Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşüne AK Parti flamaları dolu(!) minibüsle dalmayı planlayan DEAŞ’lılar amaçlarına ulaşamadan enselendi.
- Beşiktaş Stadyumu gibi noktalarda yeni bombalı katliamlara hazırlanan teröristler yakalandı.
Bunlardan birini bile başarsalar n’olurdu, düşünsenize…
***
FETÖ’sü, DEAŞ’ı, PKK’sı, DHKP-C’si, Türkiye’ye karşı birlik oldu, ortak çalışıyor.
Konya’da basılan DEAŞ hücresinde öldürülen teröristlerden birinin, daha önce PKK’ya üyelikten hapis yattığının ortaya çıkması buna bir örnek…
Ama devletimiz de artık tek yumruk ve 15 Temmuz öncesine göre en az 10 kat daha güçlü…
İstihbarat birimlerimize, güvenlik güçlerimize minnettarız.
Her şey çok daha iyi olacak inşallah.
O gece telefona çıkmayanlar…
Gazetemizin dün çıkardığı 15 Temmuz’a özel dopdolu üç ilavede, AK Parti İstanbul İl Başkanı Selim Temurci’nin dikkat çeken açıklamaları vardı.
“O gece telefonuma çıkmayanlara hakkımı helal etmiyorum” diyordu Temurci…
Ve o gece korkusuzca TGRT Haber ekranlarını kendisine açan İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Mücahid Ören’e teşekkür ediyordu.
Evet, özellikle darbenin ilk saatlerinde kimin nerede olduğu, ne dediği, ne yaptığı çok önemliydi, kıymetliydi…
Neredeyse içinde doğup büyüdüğüm bu kurum ve bu kurumu bugünlere getiren Enver Ağabey, bizi millî ve manevi değerleri güçlü bireyler olarak eğitti.
FETÖ’nün panzehri nesiller yetiştirdi.
15 Temmuz gecesi Star gazetesindeydim…
Darbenin ilk saatlerinde gazeteye koşup, birçok arkadaşımla binada sabahladım.
Detaylarını, Bahçelievler Belediyesinin çıkardığı “Sözün Bittiği Yer; Gazetecilerin Gözünden 15 Temmuz” kitabında anlattım.
Hatırlarsanız, Gezi olaylarında da çapulcuları hedef alan ilk manşeti Nuh Albayrak Ağabey’imle birlikte, Türkiye gazetesinde attığımızı yazmıştım.
Böyle tarihî bir dönemde bu mesleği yapmak büyük şeref…
Kimseden teşekkür falan beklediğimiz yok…
Ne yapıyorsak rabbimizin rızasını kazanmak, memleketimize, milletimize borcumuzu ödemek için…
Fakat o kritik vakitlerde ortada görünmeyenler Enver Abi’nin kurumlarına ve O’nun yetiştirdiği insanlara laf söyleyince Selim Bey gibi kanıma dokunuyor…
.
Yeni Türkiye diye diye eski Türkiye’ye mi dönüyoruz?
23 Temmuz 2017 02:00
Bu soru 17/25 Aralık’tan beri kafalarda...
Tuhaf bir süreçten geçtik zira…
Şu son 15 yılda yaşadıklarımıza baksanıza…
AK Parti’nin ilk yıllarında ‘can düşmanı’ yerleşik düzendi.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın bile başı kapalı eşleriyle resepsiyonlara katılamadığı dönemdi.
“Ordu göreve” pankartıyla yürüyen akademisyenler,
İktidardaki partiyi kapatmaya yeltenen hukuk düzeni vardı.
Bir de yeni 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat özlemiyle AK Parti’yi devirme arzusundaki askerler…
***
FETÖ tam da buradan beslendi…
Hele hele 27 Nisan E-muhtırası bulunmaz fırsat verdi.
Sarıkız, Ayışığı gibi ortaya saçılan planlar, aslında her an darbe yapmasından korkulan ‘ulusalcıların’ eliyle örgüte alan açtı.
Sonra iş Ergenekon ve Balyoz’la tasfiyelere kadar uzandı…
Bildiğiniz şeyleri anlatıp uzatmayayım…
***
17/25 Aralık’a gelindiğinde, aynı FETÖ, CHP’yi de kullanarak, ulusalcı, Kemalist kesimi yanına çekmeye çalıştı.
O günleri hatırlayın;
Ergenekon ve Balyoz kumpasını Erdoğan’ın üzerine yıkmak için neler diyorlardı.
Gerçek, tıpkı 15 Temmuz gibi apaçık ortada dururken, kimse buna kanmadı.
Devlet FETÖ ile ciddi mücadeleyi başlatırken, Ergenekon ve Balyoz tutukluları da serbest kaldı.
İşte endişe de burada başladı…
***
Bu kesim hiç mi darbe planı yapmamıştı?
Hepsi mi yalandı?
Kamuoyunda hâkim görüş şu oldu;
“FETÖ gibi, vatanını bile satmaya hazır, daha büyük bir bela ile karşılaşıldığı,
Ergenekon ve Balyoz, örgütün amaçları doğrultusunda ‘kumpas’a dönüştürüldüğü için uzlaşma sağlandı.”
***
Memleket için en hayırlı çözüm, şüphesiz bu oldu.
15 Temmuz da bu kararın haklılığını perçinledi.
Son dönemde başta Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek olmak üzere, ulusalcı kesimin yaptıkları açıklamalara bakıyorum.
AK Parti ve MHP liderlerinin açıklamalarından çok da farklı değil…
Açıktan saldırıya uğradığımız dönemde, ülkenin millî ve yerli kitleleri, ortak bir paydada buluştu.
Bu güzel bir tablo…
***
Şimdi başlıktaki soruya tekrar dönelim…
Eski Türkiye’ye geri mi dönüyoruz?
Bence millet o yolu 16 Nisan referandumu ile kapattı…
Artık karanlık koalisyonlar dönemi bitti…
Milletin yüzde 50’sini kucaklamadan ülkeyi yönetme devri sona erdi.
Endişe etmeyin, henüz Yeni Türkiye’nin temelleri atılıyor.
Birbirimizi anlayarak, hassasiyetlerimizde uzlaşarak, günü geldiğinde kucaklaşarak yeniden inşa edeceğiz güzel ülkemizi…
Buna mecburuz çünkü…
*****
Kılıçdaroğlu Tunceli’de neden yürümedi?
Hani adalet istiyordun ya…
Haksızlıklara, baskılara, zulümlere karşıydın ya…
Müthiş bir fırsat vardı önünde…
Hem de senin memleketinde, Tunceli’de…
***
Yürüyüşe öncülük eden de senin partililerindi üstelik…
Gencecik Necmettin öğretmenin katledilmesine ilk Tunceli İl Başkan'ın isyan etmişti.
Tunceli milletvekilin, Meclis kürsüsünden ‘teröre karşı el ele yürüyeceğiz’ demişti.
Yürüdüler de…
CHP’den teröre karşı ilk defa bu denli tepkinin yükselmesi, umutlandırmıştı hepimizi…
Ne yalan söyleyeyim, Genel Başkanları için de umutlanmıştım.
Mutlaka katılır, diye bekliyordum.
Olmadı…
.jpg)
Meclis’te teröre karşı duran Tunceli Milletvekili Gürsel Erol’u, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra tebrik etme zahmetinde bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, teröre karşı yürüyüşe katılmadı.
***
Sen kalk, FETÖ, PKK terör örgütlerine yönelik tutuklamalar için ta Ankara’dan İstanbul’a yürü…
PKK’nın katlettiği gencecik bir öğretmen için Tunceli’de iki kilometre yürüme…
Her şey bir kenara…
Doğup büyüdüğün topraklara da mı vefan yoktu…
*****
Her HERO tişörtlüyü tutuklarsak…
Geçen yazımda da dikkat çektim, uyardım.
İşi sulandırmayın, sapla samanı birbirine karıştırmayın, dedim.
Korktuğum gerçekleşmeye başladı.
13 yaşındaki bir çocuktan sonra, dün de Antalya’da aynı tişörtü giyen 22 yaşındaki iki sevgili gözaltına alındı.
Niye anlamıyorsunuz kardeşim, bu, çok bilindik bir markanın çıkardığı ürün...
FETÖ’cü bir hain duruşmaya girerken giydi diye sokaktaki vatandaşın suçu ne?
Herkes gündemi çok iyi takip etmek zorunda mı?
Ayrıca, bilseler bile parasıyla aldıkları bir ürünü giymek niye suç olsun?
Sokakla uğraşacağınıza, teröristin o tişörtle duruşmaya gelmesine kim göz yumdu, onları bulup hesap sorsanıza…
*****
Anıttaki tabelalar…
16 Temmuz’da ziyaret ettim ama, yazmak ancak nasip oldu.
15 Temmuz şehitlerimiz anısına İstanbul’a yapılan anıttan bahsediyorum.
Öncelikle; Ankara’daki daha çok beğenilse de, bu da FETÖ’cü hainlere göğsünü siper eden kahramanlarımıza yakışan bir anıt olmuş.
Henüz gitmediyseniz mutlaka ziyaret edin.
Gece ziyaret ettiğim için dikkatimi çeken bir eksikliği de yazmak istedim…
Şehitlerimiz adına dikilen 250 selvi ağacının altında bir de levha var.
Bu levhalarda şehitlerimizin isimleri yazıyor ancak, ışıklandırma problemli…
Spot lambalar levhanın arkasına yerleştirildiği için benim gibi tüm ziyaretçiler bir eliyle spotu karartıp, diğer eliyle cep telefonu ışığını açarak isimleri okuyabiliyordu.
Görmüşken yetkililerimizi uyarayım dedim.
.
Kemalistler darbeyi kimin adına yapar?
27 Temmuz 2017 02:00
Zincirbozan filmini izlemişsinizdir…
Değilse izlemenizi öneririm.
12 Eylül 1980 darbesinin karanlık yüzünü anlatır.
İsmini de siyasilerin kapatıldığı Çanakkale’deki askerî tesislerden alır.
Senaryosu Avni Özgürel’e ait…
Vizyona girdiği yıl, 2007.
Tam da dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bizzat kaleme aldığı E-muhtıra ile darbe tehdidi yapılan,
Buna karşı bir sivil hükûmetin, yani AK Parti’nin karşı bildiriyle ilk defa darbecilere karşı durduğu sene…
Çok değil…
Daha 10 yıl öncesi.
***
Zincirbozan’da özellikle bir sahne çok etkileyici…
Sağ-sol kavgasında maşa olarak kullanılan elebaşılar, aynı anda kendilerini havaalanında bulur.
Vatan kurtardığını sananlar, ellerine tutuşturulan biletlerle alelacele Avrupa’ya gönderilirken yüz yüze gelir, kullanıldıklarını anlarlar…
Ama ne fayda…
Çünkü o gün takvimler, 12 Eylül 1980’i göstermektedir.
Hem sağı, hem solu yönlendirerek darbeye zemin hazırlayanlar da talimatların Ankara değil Washington’dan geldiğini anlar ama, iş işten geçmiştir.
***
Bu filmi niye anlattım?
Bugünlerde vizyona sokulan bir başka filmi anlamak için…
Pensilvanya’daki şizofren teröristbaşı “15 Temmuz’u ulusalcı laik bir kesim yapmış olabilir” dedi.
Bahsettiği kesimden çok küçük bir destek aldıkları iddia ediliyor ama, 15 Temmuz yüzde yüz FETÖ işiydi.
Zaten 15 Temmuz da sadece darbe değil, ABD destekli işgal girişimiydi…
O kesim, olsa olsa darbeyi izleyip “Bakalım ne olacak?” diye sonucu beklemekle suçlanabilir…
Girişimin daha hızlı bir şekilde bastırılamamasının sebebi de bu belki…
Ama bahsettiği kesimden bir çok vatansever askerin ülkeyi FETÖ itlerine bırakmamak için direndikleri de bilinen bir gerçek…
Yani toplu bir hareket yok, herkes vicdanıyla baş başa…
FETÖ elebaşının hedef gösterdiği ulusalcı laik kesim de organize şekilde FETÖ’ye arka çıksa darbe bastırılabilir miydi?
Şahsi kanaatim o ki, çok zor…

***
Peki, Pensilvanya’daki hain neden böyle bir açıklama yaptı?
Şu ana kadar konuşulan iki ihtimal var;
- Tiyatro yalanları tutmadığı için suçu üstünden atmaya çalışıyor,
- Ulusalcı laik kanadı hedef yapmaya çabalıyor.
İkisi de tutmaz…
Peki, darbe teşebbüsünü FETÖ’nün yaptığı bu denli aşikârken kimse bunu yemeyeceğine göre, başka bir amacı olabilir mi?
Bazen öyle saçma bir şey söylersiniz ki, hedef gösterdiğiniz odağı aslında güçlendirirsiniz…
Buna ‘ters algı’ yöntemi deniyor.
Elbette bu da sadece bir varsayım…
Terörist başının hezeyanına “densizlik” gibi vasat bir kelimeyle karşılık veren CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nu kenara koyarsak…
Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek ve ulusalcı aydınların, ABD gibi ülkelerin taşeronu FETÖ, PKK ile mücadelede gösterdiği millî duruş, Pensilvanya ‘ters algı’yı amaçladıysa bile işe yaramayacağını gösteriyor.
Zaten FETÖ elebaşına hak ettiği cevap da onlardan geldi.
***
Lafı dolaştırıp duruyorum, çünkü millî davada bugün aynı çizgide durduğumuz bu kesime soracaklarım, hatta geçmişi sorgulayıp, ortak zeminde buluşalım, diyeceğim hususlar var…
Teröristbaşının 15 Temmuz yalanından dolayı çok alıngan ve hassaslar, boşluk bırakmayayım diye uğraşıyorum.
Soracağım şu;
15 Temmuz’un bir ABD, NATO projesi olduğunda hemfikirsek…
Başbakanın, bakanların idam edildiği, sonra da CHP’nin bayram olarak kutladığı 27 Mayıs,
Zincirbozan filmi ile yukarıda anlattığım; 50 kişinin idam edildiği, 171 kişinin işkenceden öldüğü, 650 bin kişinin cezaevlerine tıkıldığı 12 Eylül,
FETÖ’cüler Genelkurmay Karargâhında ağırlanırken, mütedeyyin insanlarımızın linç edildiği 28 Şubat’ı TSK içindeki hangi kanat yaptı, kimler adına yaptı?
Ve asıl soru;
Biz bu darbelerle gerçek anlamda ne zaman yüzleşeceğiz,
Bütün darbeler ve darbeciler kötüdür, asla memleketin hayrına değildir diyebilecek miyiz?
Hangi kanattan olursa olsun, darbeye teşebbüse kalkışan olursa birlikte göğüs gerecek miyiz?
*****
Masum bir çocuğu neden cezalandırdınız?
Haber önüme gelince içim burkuldu…
Yakından tanımam, bilmem…
TV’lerdeki tartışma programlarından, yazılarından tanıdığım kadarıyla da kendisinden hazzetmem…
Hakkındaki suçlamalar doğrudur, yanlıştır onu da bilemem…
Ama bir baba olarak; babalık duygusunun ne olduğunu,
Bir çocuğun nasıl baba özlemi duyacağını bilirim.
FETÖ soruşturmasından tutuklu Cumhuriyet Gazetesi Yayın Danışmanı Kadri Gürsel’den ve 9 yaşındaki oğlu Erdem’den bahsediyorum.
Erdem, 9 aydır tutuklu olan babasına duruşmada sarılmak istiyor.
Fakat Jandarma Komutanı izin vermiyor.
Bunları yapmayın derim…
Yapmayın…
Babası suçlu bile olsa, günahsız bir çocuğu cezalandırmayın
.
LA HAVLE…
6 Ağustos 2017 02:00
LA HAVLE…
Etrafımızı görmeye,
Olan bitene aklımızın ermeye başladığı yıllar, 90’lardı…
Şimdikilere göre talihsiz nesildik…
Türkiye’de doğmanın bedelini, en karanlık 10 yılda öğrenmiştik.
***
Şüpheli ölümlerin, faili meçhullerin ülkeyi sarstığı,
Sivas olayları, Başbağlar gibi toplu katliamların eksik olmadığı yıllardı…
Siyasi kaos, ekonomik krizler bu ortamda zaten olağandı...
Üstüne bir de 28 Şubat eklendi...
27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü bilmeyen bizim kuşak, ‘darbeci zihniyet’le böyle tanıştı.
***
O zamanlar ‘Kemalist’ asker, baskı ve zulüm demekti…
Millete az çektirmemişlerdi...
Millet Refah-Yol'la biraz huzur, ekonomi havuz sistemiyle toparlanma emareleri göstermişti ki,
Çatık kaşlı amcalar ekranlara çıkıverdi...
Fadime Şahin'ler, Müslüm Gündüz'ler, Ali Kalkancı'larla çevrilen dümenleri zaten biliyorsunuz...
Apaçık tezgâhtı...
O günün darbecilerinin ve medyadaki uzantılarının yöntemleri de,
Amaçlarına ulaştıklarında varacakları sonuç da,
Bugün içinden çıkmaya çalıştığımız FETÖ'den farklı değildi...
Batılı, çağdaş ayağıyla hepsi küresel güçlerin hizmetindeydi...
***
Bu karanlık dönemde belki de tek şansımız; Enver Ağabey’i tanımaktı.
Ben bunu babama borçluydum.
O da dedesine…
Anlattığına göre; çocukluğunda dedesinin okuduğu Mızraklı İlmihâl’le büyümüştü…
Cennetmekân Abdülhamid Han’ın olacakları görürcesine her yere dağıttırdığı,
(Kur’ân-ı kerim okumanın, din öğrenmenin yasak olduğu yıllarda, Anadolu insanının dinini muhafaza etmesini sağlayan) ilmihal…
Eğitim Enstitüsü için İstanbul’a geldiğinde, eline tesadüfen Tam İlmihal geçmiş...
Bakmış ki, dedesinin okuttuğu Mızraklı İlmihâl’le aynı…
‘Doğru kaynağı buldum’ demiş, sonra da Enver Ağabey’i tanımış.
O’nun vesilesiyle de biz…
Bir dava adamı; Enver Ağabey
Küçük yaşlarda tanımakla şereflendiğim Enver Ağabey, bir dehâydı…
Türkiye gazetesi de bu dehânın en kıymetli eseri…
Her yerde, tek şey anlatırdı;
“Çektiğimiz bunca sıkıntı, bunca emek, sırf bu gazetenin orta sayfası için…
Bizim Sayfa olmasa, gazeteyi çıkarmam…”
***
İsmi bugün de değişmeyen Bizim Sayfa, Anadolu insanına ‘unutturulmaya çalışılan’ İslamiyet’in esaslarını aktardı.
Yarım asırdır, ana yol ehl-i sünneti, dört mezhebi ve bu yolun büyüklerini öğretti…
Sadece Bizim Sayfa da değil…
Türkiye Çocuk Dergisi, Türkiye Takvimi, İslam Âlimleri Ansiklopedisi, İslam âlimlerinin hayatlarının senaryolaştırıldığı kasetler gibi…
Hepsi, aynı amaç içindi…
Bunlar, bizim gibi Anadolu çocuklarına; din yobazlarına, sahtekârlara kanmamayı belletti.
Ama bu, laiklik adı altında din düşmanlığı yapanların da,
Anadolu’yu zehirlemeye çalışan ılımlı İslamcıların da,
Radikal tekfircilerin de,
Şia’yı, Vehhabiliği, Selefiliği yaymaya çalışanların da işine gelmedi.
Onlar düşman olacak diye Enver Abi geri duracak değildi.
Dava adamlığı da bunu gerektirirdi…
***
Muhafazakâr kesimin ilk özel televizyonunu kurmaya da aynı amaçla karar verdi.
Birileri gibi, kimseden karşılıksız para toplamazdı.
Gazeteye bir yıl peşin abonelik kampanyası başlattı.
Üstelik sadece gazete vermedi…
Bir yılın sonunda, abone olana -zaten gazeteye ödediği parayla alabileceği- bisikletleri, faks cihazlarını dağıttı.
Amaç, sadece televizyonun kuruluşunda ihtiyaç olan nakdi sağlamaktı…
Türkiye Gazetesi Radyo Televizyonu (TGRT) böyle kuruldu.
***
Kanal için harcanan onca para ve emeğin tek gayesi vardı; Huzura Doğru programı...
Bu program, televizyon izlemeyi seven Türk halkına ulaşmanın en kolay yolu oldu.
Ve filmleştirilen İslam âlimlerinin hayatları…
Hakikat Kitabevi’nin yayınlarında, Bizim Sayfa’da ne varsa, bu programda da onlar bulundu.
Yedi düvelin hedefindeki isim; Enver Ağabey
Enver Abi dehâydı da…
Düşmanları da o kadar belaydı…
Ilımlı İslam ihalesinin verildiği Fetullah Gülen,
Anadolu sermayesinin güçlenmesini istemeyen lobiler,
Bozuk fırkalarla İslamiyet’in içini boşaltmaya çalışan mezhepsizler,
‘Dinsiz Türkiye’ için mücadele veren Kemalistler bir oldu,
Enver Abi’ye yapmadıklarını bırakmadı.
Hele de Turgut Özal’dan sonra…
***
Özal, “Bu Fetullahçılara dikkat et! Tek gayeleri sizi batırmak” diye uyarmıştı.
Haklılığı çok geçmeden anlaşıldı.
Gazeteleri Türkiye gibi elden dağıtıldı,
Pazarlama taktikleri, ürün taklidine kadar, bire bir aynıydı…
Birbirlerine hitaplarını dahi neredeyse İhlas camiasından kopyalamışlardı.
Hatta televizyonlarının logosu bile… TGRT logosu neredeyse ekranda tam oradaydı.
***
Gizli Kardinal, yukarıda saydığım işbirlikçilerini ve ahmaklar ordusunu kullanarak, Enver Ağabey’in Yahudi olduğu,
Gizli ortakları bulunduğu gibi ipe sapa gelmedik iftiralar yaydı.
Sahada dişe diş bir mücadele vardı.
Fetullah ve ortaklarının hesabı, ‘94 krizinde sarstıkları İhlas’a, 28 Şubat sürecinde son darbeyi vurmaktı.
İş birliği de zaten bu dönemde su yüzüne çıktı.
Kemalist askerlerin iktidara taşıdığı Bülent Ecevit, Fetullahçılara toz kondurmuyor,
‘Yeşil sermaye’ diye İhlas ezilirken, onlar gizlice destekleniyordu…
Enver Ağabey’i karargâha çağırıp, “Bizim Sayfa’yı yayınlama, Huzura Doğru programına Yaşar Nuri Öztürk’ü çıkar” diye baskı yapan omzu kalabalıklar,
Aynı karargâhta Fetullahçıları ağırlayıp, devşirdikleri Anadolu beyinleri için teşekkür ediyordu.
***
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun üç milletvekiliyle ayakta tutmaya çalıştığı Refah-Yol’a en güçlü desteği, sağın en güçlü gazetesi Türkiye vermişti.
Ne yazık ki aylar süren bu çaba sonuçsuz kalmış,
Zaten var olan düşmanlığa bir de bu desteğin faturası eklenmişti.
28 Şubat’çılarla baş başa kalan Enver Ağabey, Bizim Sayfa ve Huzura Doğru için yapılan baskılara, “Dediğinizi yapmaktansa kapatırım” diye rest çekmişti.
Darbecileri susturabilme gayesiyle başka programlardan taviz vermeyi göze almış, yine de hedef olmaktan kurtulamamıştı.
Niyet belliydi…
Derinlerde, o dönem Türkiye’nin görmediği bir başka hesap yürütülüyordu…
Fetullah’ın önüne engel ne kadar grup varsa hepsi teker teker yok ediliyordu.
28 Şubat-Fetullah ortaklığının mağduru; Enver Ağabey
2000’de patlayan İhlas Finans krizi de adım adım kurgulanan tezgâhın en önemli ayağı oldu.
Fetullah ne emrederse 'laik' Ecevit hükûmeti şak diye yaptı.
Medyadaki ‘laik’ çevreler de…
Fetullahçı Terör Örgütü, hiç elini sürmeden, bu maşaları, tetikçileri kullandı.
Onlardan biri de Habertürk’ün kurucusu Ufuk Güldemir’di…
Günlerce İhlas Finans’ın batacağı yaygarasını yaptı, mudileri şubelerin önüne yığdı.
Elbette hizmeti karşılıksız kalmayacaktı…
Zaman gazetesi, İFK haberlerini olabildiğince düz görüyor,
Asla renk vermiyordu...
Nasıl olsa maşa olarak kullandığı ateşli laik ve dindar (!) gazeteler vardı.
Hakkını yemeyelim, o dönem dostça yanımızda duran tek gazete, Yeni Şafak'tı...
***
Fetullah, kendi gazetesinde renk vermiyordu ama, şakirtleri işbaşındaydı...
Kalabalıkları galeyana getirip, batışı hızlandırmaya çalışanların başında çoğunlukla onlar vardı.
Tezgâh, uyanık şube müdürleri, bunlardan birkaçını içeri çağırıp, hesap cüzdanlarını isteyince açığa çıktı.
Çünkü hemen hemen hepsi, Zaman gazetesi çalışanıydı.
İFK'da hesapları bile yoktu...
"Derdiniz ne?" deyince, 'Vatandaşa destek veriyoruz' kılıfını uydurdu.
Nitekim, İhlas Finans'ı Fetullah'ın batırdığını,
Bunu da Bank Asya'yı güçlendirmek için yaptığını yıllar sonra o örgütün içinden biri,
Latif Erdoğan itiraf etti.
Bugün İhlas'a saldıranların, bu itirafın üzerinde durduklarını hiç gördünüz mü?
***
Burada bir öz eleştiri de yapmak gerek…
İhlas Grubu için en acı tecrübe, Fetullahçıların İhlas Finans’ı içeriden ele geçirdiğini anlaması oldu…
Çünkü yangını söndürmek için Enver Ağabey’in kasaya soktuğu 300 milyon lira bir günde buharlaşınca, büyük oyun ortaya çıkıyordu.
O günün şartları…
Enver Ağabey’in kendi yetiştirdiği bankacı kadroları yoktu…
Nereden bilsin alnı secdeye gidenlerin büyük ihanete hazırlandığını…
***
Sonrasını biliyorsunuz…
Laik-Atatürkçü Ufuk Güldemir, uyduruk bir internet sitesinden hızla medya imparatorluğuna yükseldi.
Gazete, televizyon…
Milyonlara kavuştu…
Bu memlekette ne hikmetse kimse bunları konuşmaz…
Mesela, Tuncay Özkan’ı da…
'Maaşlı yöneticiyken nasıl oldu da medya patronluğuna uzandın' diye kimse sormaz…
Neyse, konumuz bu değil zaten…
***
Normalde âdetim değildir…
Niye bu kadar uzun yazdım, sebebi var…
Son günlerde birileri hedefe yine İhlas’ı koydu…
İçlerinde zır cahiller var…
Kimi İhlas’ı FETÖ ile bir tutmaya kalkışıyor,
Kimileri de Şia’ya karşı Vehhabiliği-Selefiliği savunduğunu yazıp çiziyor…
Lâ havle…
***
Bu camianın FETÖ, Şia, Vehhabilik, Selefilik gibi bozuk akımları isteyebileceğini dile getirmek,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terör örgütü PKK adına silahlı mücadele verdiğini söylemek gibi bir şey...
İnsanın eleştirdiği bir kurumla ilgili hiç mi fikri olmaz,
Büyük gazeteci diye geçinip, hiç mi araştırmaz kardeşim...
***
Çamur atmaya çalıştıkları camianın tâ sene 70’lerde Fetullah’ın ipliğini pazara çıkaran fasiküller yayınladığını bilmezler…
Bizim Sayfa yazarı Mehmet Oruç’un, Fetullahçıların diyalog oyununu belgeleriyle ortaya döken kitabından sonra şüpheli bir şekilde vefat ettiğinden zaten haberleri yoktur.
Enver Ağabey’in yetiştirdiği kadroların, gazetede, televizyonda, radyoda, internette neler anlattığını görmezler, duymazlar…
Çünkü din, ilgi alanlarına girmez...
Hele Ufuk Güldemir gibi internetten tetikçilik yapanlara bir de bizim mahallenin avanakları eklenmiyor mu?
Akıllara zarar…
***
Bakın, bu yazıyı size rehber olsun diye yazdım…
Anlaşılan o ki siz tarihte olduğu gibi, görevinizi yapmaya devam edeceksiniz...
Biz de, atalarımızın asırlarca uğruna kılıç salladığı ehl-i sünnet davasını anlatma vazifemizden geri durmayacağız
.
|
Bugün 312 ziyaretçi (2032 klik) kişi burdaydı! |
|
 |
|
|