ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
Ashab-ı Kiram'dan her birinin üstün ayrı bir meziyeti vardır. Bu kutlu insanlardan kimi komutanlığıyla, kimi Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem) sadakatte zirveyi tutmasıyla, kimi cömertliğiyle, kimi yüksek fedakârlığıyla, kimi cesaretiyle, kimi ibadet ve taatıyla, kimi hicretiyle, kimi oldukça zor şartlar altındaki biatıyla, kimi Bedir ve Uhud gibi oldukça çetin savaşlarda gösterdiği eşsiz kahramanlığıyla, kimi bütün tehlikelere rağmen imanında hiçbir sarsıntı yaşamamasıyla, kimi ilmiyle, kimi de hayatını Kur'ân'ın yazılmasına, ezberlenmesine ve başkalarına aktarılmasına adamasıyla mâruftur.
Bu makalede, Rahmet Peygamberi'nin: "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız, sizi doğru yola götürür."1 sözleriyle konumlarını bizlere hatırlattığı kutlulardan, Zeyd b. Sabit'in hayatı ve kişiliği ele alınacaktır.
Zeyd b. Sâbit, Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kutlu ashabının önde gelenlerinden biridir. Ensâr'dan olup, Hazrec kabilesinin bir kolu olan Neccâroğulları'na mensuptur. Hicretten önce Müslümanlıkla şereflenmiştir. Nitekim Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret buyurduklarında, Zeyd b. Sâbit, 17 sûreyi ezberlemiş biri olarak Peygamberimiz'le tanıştırılmıştı. Allah Resûlü'ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kur'ân okuyunca, okuyuşu Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) çok hoşuna gitmişti. Ayrıca Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona İbraniceyi öğrenmesini tavsiye etmiş, bunun üzerine Zeyd de (r.a.) İbraniceyi 15 gün içerisinde okuyup yazacak seviyede öğrenmişti. Ve bundan sonra da Peygamber Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelen İbranice mektupları, o okuyup yazmaya başlamıştı.2 Buradan da Zeyd'in, son derece zeki ve hafızasının da güçlü olduğu anlaşılmaktadır. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine'yi teşrif buyurduklarında, Zeyd b. Sâbit 11 yaşındaydı.3
Zeyd b. Sâbit'in (r.a.) erken yaşta Kur'ân'a bu kadar vâkıf oluşu, son derece önemlidir. Zîrâ daha Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile karşılaşmadan Kur'ân'dan bu kadar sûreyi ezberlemiş olan Zeyd, daha sonraki dönemlerde bu işe daha bir önemle sarılmış ve hayatının sonuna kadar da bu son derece önemli ve değerli vazifeyi devam ettirmiştir.
Zeyd (r.a.) Bedir Savaşı'na katılmak istemiş; ancak Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu, yaşının küçüklüğünden dolayı kabul etmemiştir. Uhud'a katıldığı ihtilâflı ise de Hendek Savaşı'na katıldığı kesin olup, hendek kazma esnasında yardımcı olmuş, yaptığı işi beğenen Allah Resûlü: "Zeyd ne güzel bir çocuk!"4 sözüyle ona iltifatta bulunmuştur.
Ashap arasındaki yeri
Zeyd'in (r.a.) Ashap arasında da ayrı bir yeri vardır. Peygamberimiz'in amcasının oğlu olan ve aynı zamanda "Tercümânu'l-Kur'ân" olarak bilinen İbn Abbas, Zeyd b. Sâbit'e büyük bir değer verir ve bunu da ona karşı gösterdiği hareketlerine yansıtırdı. Meselâ bir defasında Zeyd b. Sâbit bineğine binerken, İbn Abbas ona binmesi için yardımcı olmuş, Hz. Zeyd böylesine bir incelik karşısında:
"Ey Allah'ın Resûlü'nün amcasının oğlu, bırak yapma!" deyince, İbn Abbas (r.a.): "Bize ulemaya böyle davranmamız emrolundu." demiş, Zeyd de bu söz karşısında onun elini öpmüş ve: "Biz de Peygamberimiz'in ehl-i beytine böyle davranmakla emrolunduk."5 demiştir.
Zeyd (r.a), aynı zamanda feraiz ilmini de en iyi bilenlerdendir. Nitekim Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): "Ümmetimin içinde ümmetime karşı en merhametli olan Ebubekir (r.a.), dinde en güçlü olan Ömer (r.a.), hayâda Osman (r.a.), hüküm vermede Ali (r.a.), kıraatta Übey b. Ka'b (r.a.), feraizde Zeyd b. Sâbit (r.a.), helâl-haramı bilmede Muaz b. Cebel (r.a.), en açık sözlü olan ise Ebû Zer'dir (r.a.). Her ümmetin bir emini vardır. Benim ümmetimin emini de Ebû Ubeyde b. Cerrah'tır (r.a.)"6 buyurarak onun bu özelliğine dikkatleri çekmiştir.
Evs ve Hazrec kabileleri zaman zaman birbirlerine karşı kendilerinde bulunan önemli şahsiyetlerden dolayı övünürlerdi. Nitekim bir defasında Evsliler: "Bizde, meleklerin yıkadığı Hanzala, arıların, müşriklerin dokunmasından koruduğu Âsım b. Sâbit, şehadeti iki kişinin şehadeti yerine geçen Huzeyme b. Sâbit ve ölümüyle Arş'ın titrediği Sa'd b. Muaz var." dediler.
Buna karşın Hazreçliler de: Bizde de Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde Kur'ân konusunda kendilerine ulaşılamayan Zeyd b. Sâbit, Ebû Zeyd, Muaz b. Cebel ve Übey b. Ka'b var." dediler.7
Kabul edilen bir kanaat hâline gelmiştir ki, Zeyd b. Sâbit, Kur'ân ve feraiz konusunda diğer insanların önündedir.8 Hattâ İmam Zührî şöyle demektedir: "Şayet Zeyd feraizi yazmasaydı, feraiz ilmi kaybolup giderdi."9 İlim açısından ashap arasında Zeyd b. Sâbit'in, herkesin kabul ettiği önemli ayrı bir yeri vardı ki, Hz. Ömer (r.a.) Medine'de olmadığı sıralarda, kendi yerine vekil ve imam olarak onu bırakırdı.10 Aynı zamanda Hz. Osman (r.a.), Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Muaviye (r.a.) dönemlerinde de, Medine'de kendi yerlerine kaza, fetva, feraiz ve kıraat konularında vekil olarak tayin edilirdi.11
Hem Hz. Ömer (r.a.) ve hem de Hz. Osman (r.a.), kaza, fetva, feraiz ve kıraat konularında hiç kimseyi Zeyd'in (r.a.) önüne geçirmezlerdi. Hattâ bir defasında Hz. Ömer (r.a.) hutbesinde bunu açıkça ilân etmiş ve: "Kim feraiz konusunda bir şey soracaksa, Zey b. Sâbit'e müracaat etsin!" demişti.12
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) da onu, Kur'ân konusundaki derinliğinden dolayı her zaman önde tutardı. Nitekim Tebük Seferi'nde Neccaroğulları'nın sancağı Umara b. Said'in (r.a.) elindeydi. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) sancağı onun elinden alarak Zeyd b. Sâbit'e (r.a.) verince, Umara: Yâ Resûlallah! Benimle ilgili herhangi (menfi) bir bilgi mi sana ulaştı?" deyince, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): "Hayır. Ancak Kur'ân öndedir."13 buyurdular.
Vahiy kâtipliği
Zeyd b. Sâbit (r.a.), hem vahiy kâtipliği hem de Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) diğer yazışmalarını yapardı. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine'ye geldikten sonra ilk vahyi yazan Übey b. Ka'b (r.a.), sonra ise Zeyd b. Sâbit'ti (r.a.).14 Aynı zamanda Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) da Medine'de komşusu olup15 Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy geldiğinde Zeyd b. Sâbit'i (r.a.) çağırtır ve gelen vahiyleri ona yazdırırdı.16
Zeyd b. Sâbit (r.a.), konuyla ilgili şu bilgiyi vermektedir: "Ben, Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem) indirilen vahiyleri yazardım. O'na vahiy indiği zaman üzerine şiddetli bir terleme gelirdi, sonra vahiy hâli geçince, Resûlullah imlâ ettirir ben de, beraberimde getirdiğim kemik veya başka bir parça üzerine yazardım. Yazma işi bitince, (Vahiy esnasında üzerime çöken) Kur'ân'ın ağırlığından ayaklarımın ezildiğini, artık bir daha yürüyemeyeceğimi zannederdim. Yazma işi bitince bana: 'Oku!' derdi. Ben de okurdum, bir hata varsa düzeltirdi. Daha sonra da ben bu yazdıklarımı diğer insanlara götürürdüm."17
Zeyd b. Sâbit yine bir defasında vahiy yazma tecrübesini şöyle bir anekdotla anlatmaktadır: Bir defasında Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), gelen vahyi yazmam için beni çağırdı. Yazı malzemeleriyle onun yanına gittim. Bana Nisâ Sûresi'nin 95. âyetini yazdırdı. Bu âyette cihaddan geri kalan müminlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminlerin elbette bir olmadığı, Allah Teâlâ'nın, malları ve canları ile mücahede edenleri, derece bakımından, cihada gitmeyenlerden üstün kıldığı belirtiliyordu. O anda orada Abdullah b. Ümm-i Mektûm adındaki âma sahabi de vardı. Âyetle ilgili olarak Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem):
"Yâ Resûlallah! O zaman benim durumum ne olacak, zîrâ ben âmayım?" deyince, bu defa âyette daha önce olmayan "ğayru uli'd-darari" (özürlülerin dışındakiler) ilâvesi nâzil oldu.18
Resûlullah (s.a.s.) ile beraberliği
Medine'nin ilk günlerinden itibaren Zeyd'in (r.a.) Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile çok sıkı bir irtibatı olmuştur. Nitekim Zeyd (r.a.) bunu şöyle anlatmaktadır: "Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ebû Eyyûb el-Ensâri'nin evindeyken ilk defa ben yemek götürdüm. İçinde ekmek, yağ ve sütün bulunduğu bir tepsiyle onun yanına girdim. Ve bunu annemin gönderdiğini söyledim. Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): 'Allah seni mübarek kılsın.' diye dua etti. Ashaptan bazı kimseleri de çağırarak beraberce getirdiklerimi yediler. Gitmek için tam kapıya yönelmiştim ki bu defa Sa'd b. Ubâde tepsiyle içeriye girdi. O geceden itibaren her gece 3-4 ayrı kişi Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem) yemek getirirdi."19
Zeyd'in (r.a.), Allah Resûlü'ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) olan bu yakın komşuluğundan dolayıdır ki, daha sonraki dönemlerde insanlar onun bu durumundan dolayı Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında sorular sormuşlardır. Bunlardan birini oğlu şöyle anlatmaktadır:
"Bazı kimseler babamın yanına gelip, Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ahlâkından sorarlardı. Babam onlara: 'Ben, Allah Resûlü'nün komşusu idim. Kendisine vahiy geldiği zaman bana haber gönderir, ben de yanına giderek nâzil olan vahyi yazardım. Biz dünyadan bahsettiğimizde o da bizimle beraber dünyadan bahsederdi. Biz ahiretten bahsedince o da bizimle ahiretten bahsederdi. Biz yemekten bahsedince o da bizimle beraber yemekten bahsederdi. İşte bu anlattıklarım onun ahlâkına ait örneklerdendir.' dedi."20
Kur'ân öğretimi
Vahiy kâtibi olması ve Peygamberimiz'den doğrudan kıraati alması dolayısıyla Hz. Osman (r.a.) onun kıraat öğretmesine önem verir ve insanları ona yönlendirirdi. Konuyla alâkalı olarak Ebu Abdirrahman es-Sülemî şöyle demektedir: "Hz. Osman'ın (r.a.) yanında Kur'ân okumasını öğreniyordum. Bana: 'Sen yanımda Kur'ân okurken ben insanların işleriyle ilgilenemiyorum. Zeyd b. Sâbit'e git. O bu işte son derece ehildir. Kıraati ondan öğren. Zaten kıraat hususunda aramızda hiçbir fark yoktur.' buyurdu."21
Zeyd, ashabın âlimlerindendi. Bunun için de kendisine zaman zaman hassas görevler verilirdi. Meselâ Yermuk Gazvesi'nde ganimetlerin taksimi görevi kendisine verilmişti.22
Hilâfet seçimindeki örnek davranışı
Zeyd b. Sâbit'in (r.a.), Efendimiz'in vefatından sonra, halife seçimi konusundaki belirsizliğin çözüme kavuşmasında da önemli katkıları olmuştur. Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ruhunun ufkuna yükselmesinden sonra Ensar'ın önde gelen sözcüleri, Sakife-i Benî Sâide'de söz alarak şöyle demişlerdi:
"Ey Muhacir topluluğu! Allah Resûlü sizden birini bir yere göreve gönderdiğinde, bizden birini de onun yanına katardı. Dolayısıyla bu iş, bir sizden bir de bizden olmak suretiyle iki kişiyle olmalı diye düşünüyoruz." dediler. Ensar'ın diğer sözcüleri de bu minval üzere konuşmalar yapınca, Zeyd b. Sâbit ayağa kalkarak ortalığı sakinleştirici ve neticeyi etkileyici şu güzel konuşmayı yaptı:
"Allah Resûlü muhacirlerdendi. Halife de ancak muhacirlerden olmalıdır. Nitekim daha önce Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) yardımcıları olduğumuz gibi, şimdi de seçilecek olan halifenin yardımcısı olmalıyız!" dedi.
Hz. Ebubekir, Zeyd'in (r.a.) yaptığı konuşmadan çok memnun kaldı ve bu memnuniyetini: "Allah Ensar'ın hayrını artırsın. Sözcünüz ne kadar da doğru söyledi!"23 sözleriyle dile getirdi.
Edebî yönü
Zeyd b. Sâbit (r.a.) aynı zamanda çok güzel bir edebî üslûba sahipti. Übey b. Ka'b'a (r.a.) yazdığı şu son derece anlamlı mektup bunu göstermektedir: "Allah Teâlâ dili, kalbin tercümanı olarak yaratmıştır. Kalbi de dilin kendisine itaat ettiği koruyucu bir merkez yapmıştır. Kalb ile dil arasında tam bir uyum bulunduğu ve dil kalbin emrinde olduğu sürece, ağızdan çıkan sözler doğru olur ve dil sürçüp hata yapmaz. Kalbi, diline hâkim olamayan kişide, akıl ve hayır yoktur. Kişi, kalbi istemediği hâlde diline gelen her şeyi söylediğinde, âdeta kendi burnunu kendi eliyle kesmiş gibi olur. Akıllı insan, sözlerini tartarak söyleyendir. İnsan, sözlerini fiilleriyle dengeleyip tasdik ettiğinde daha etkili olur. Cimrilerin, sözleriyle cömertlik yapıp da davranışlarıyla bunu yalanladıklarına bilmem ki, hiç dikkat ettin mi? Bunun sebebi, dillerinin kalblerini dinlememesidir. Kendi ayıplarını görmeyip de başkalarının ayıplarıyla uğraşan kişinin, kendi yükünü bırakıp da başkalarının yüklerini taşıyan kişiden farkı yoktur. Selâm üzerine olsun!"24
Rivayet ettiği hadîslerden bazıları
Kaynaklarda Zeyd b. Sâbit'in (r.a.) 92 hadîs rivayeti olduğunu görmekteyiz. Bu rivayetlerden birinde şöyle demektedir:
Bir defasında Neccaroğulları'na ait bir yerde idik. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) devesinin üzerinde bulunuyordu ve bize şöyle dedi: "Kabir azabından Allah'a sığının! Kabir azabından Allah'a sığının!" Biz de dedik ki: "Kabir azabından ve Cehennem azabından Allah'a sığınıyoruz." Devamında: "Görünen ve görünmeyen fitnelerden Allah'a sığının!" buyurunca biz: "Görünen ve görünmeyen fitnelerden Allah'a sığınıyoruz." dedik. Bu defa: "Deccal'ın fitnesinden de Allah'a sığının!" buyurunca, biz: "Deccal'ın fitnesinden de Allah'a sığınıyoruz." dedik.25
Yine Zeyd b. Sâbit'in (r.a.) rivayet ettiği ve mü'minin hayatı için son derece önemli şu rivayetler de zikre değerdir. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde şöyle buyurdular: "Her kim Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Peygamber olarak da Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) razı oldum derse, bununla Allah o kuldan razı olur."26
Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Size iki şeyi bırakıyorum. Onlar: Gökten yere uzatılan bir ip olan Allah'ın kitabı ile ehl-i beytimdir. Bunların ikisi, havuzumun başına gelinceye kadar benden ayrılmazlar."27
"Buyur Allah'ım buyur, emrine geldim. Hayır Sen'in elindedir. Sen'den gelir ve yine Sana döner. Allah'ım, bir söz söylemiş, bir yemin etmiş, bir nezir yapmış veya bir amel işlemiş olmayayım ki, hepsini sen önceden dilemiş olmayasın. Neyi dilediysen, o olmuştur; olmamasını dilediğin şey de olmamıştır. Güç ve kuvvet ancak Sen'dendir; şüphesiz Sen'in her şeye gücün yeter. Allah'ım, yaptığım her dua, Sen'in rahmet ettiğin, ettiğim her lânet de Sen'in lânet ettiğin kimsenin üzerine olsun. Sen, dünyada ve ahirette benim dostum ve velimsin; beni Müslüman olarak öldür ve salih kulların arasına kat. Gökleri ve yeri yaratan, gayb ve şahadet âlemini bilen, celâl ve ikram sahibi Allah'ım, Sana şu dünya hayatında söz veriyor ve Sen'i şahit tutuyorum. Sen şahit olarak yetersin. Ben şahadet ederim ki Sen'den başka ilâh yoktur; birsin, ortağın bulunmaz; mülk Sen'indir, hamd Sana mahsustur. Sen her şeye gücü yetensin. Ve yine şahadet ederim ki Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem Sen'in kulun ve Resül'ündür. Vaadinin hak, Sen'in huzuruna çıkmanın da hak olduğuna, kıyamet saatinin geleciğine -bunda hiç şüphe olmadığına- ve kabirdekileri dirilteceğine de şahadet ederim. Beni nefsimle baş başa bırakırsan, (bu takdirde) beni zaafa, ihtiyaca, günaha ve hataya itmiş olursun. Ben ancak Sen'in rahmetine güveniyorum; günahlarımın hepsini bağışla, zîrâ günahları ancak Sen bağışlarsın. Tövbemi kabul buyur, zîrâ Sen tövbeleri kabul eden ve çok merhametli olansın. 28"
Kur'ân'ın cem' ve istinsahındaki önemli yeri
Zeyd b. Sâbit'in (r.a.), Kur'ân'a olan hizmeti, sadece Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatta iken değildir. O daha sonraki dönemlerde de gerek Kur'ân'ın cem'i ve gerekse çoğaltılması faaliyetlerinde hep vazgeçilmezlerden birisi olmuştur. Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefatından sonra, O'nun yerine Müslümanların halifesi olarak Hz. Ebûbekir seçilmişti. Bu dönemde irtidat hâdiseleri ortaya çıktı. Hz. Ebûbekir ordular hazırlayarak bu hâdiselerin üstüne gitti. Hicretin 12. yılında Yemame Savaşı'nda Müslümanlar büyük kayıplar verdiler. Özellikle de bu savaşta yetmiş Kur'ân hâfızı şehit oldu. Bu acı durum Hz. Ömer'i korkuttu. Hemen Hz. Ebûbekir'in yanına giderek, Kur'ân'ın zâyi olmasından korktuğunu, bunun için de Kur'ân'ın hemen cemedilip (toplanılıp) bir kitap hâline getirilmesini söyledi.
Hz. Ebûbekir (r.a.), önce bu tekliften kaçındı. Onun kaçınmasının sebebi, Resûlullah'ın yapmadığı bir işi, kendisinin yapacak olmasıydı. Fakat onun bu kaçınmasına rağmen Hz. Ömer (r.a.) iyice ısrar etti. Sonunda Allah Teâlâ, Hz. Ebûbekir'in kalbini bu işe ısındırdı. Hz. Ebûbekir (r.a.) de bu durumu, uygun gördüğü Zeyd b. Sâbit'e (r.a.) anlattı. Başta o da Hz. Ebûbekir'in (r.a.) kaçındığı gibi kaçınmasına rağmen, Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ebûbekir'in (r.a.) ısrarları ve telkinleriyle Kur'ân'ın toplanması ve bir kitap hâline getirilmesi fikrini ve bu işi üzerine almayı kabul etti.29
Zeyd b. Sâbit (r.a.) bu hâdiseyi şöyle anlatmaktadır: Yemâme Savaşı'nda ashâbın şehit edilmesinin arkasından Hz. Ebûbekir (r.a.) beni çağırttı. Yanına gittiğimde Hz. Ömer (r.a.) de oradaydı. Hz. Ebûbekir (r.a.) bana dedi ki: Hz. Ömer (r.a.) bana gelip dedi ki: "Yemâme'de Kur'ân hafızları çok zâyiat verdi. Bu gibi hâdiselerde hafızların şehit olmalarıyla Kur'ân'ın zâyi olmasından endişe ediyorum. Bana kalırsa, Kur'ân'ın bir araya toplanması için bir emir çıkarman gerekir.." Ben de Hz. Ömer'e şöyle cevap verdim: "Resûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yapabilirim?" Hz. Ömer: "Vallahi bu hayırlı bir teşebbüstür." dedi. Sonra bu iş üzerinde o kadar durdu ki, bana söyleye söyleye sonunda Allah, kalbimi bu işe yatırdı, ben de onun görüşünü benimsedim."
Zeyd (r.a.) devamla diyor ki: Hz. Ebûbekir (r.a.) bana dönüp şöyle dedi: "Sen genç, dinç ve zeki bir insansın. Kimse seni itham edemez. Zaten Resûlullah'ın da vahiy kâtibi idin. Kur'ân metnini topla." Bunun karşısında Zeyd (r.a.): "Vallahi bir dağı yerinden nakletmemi isteselerdi, Kur'ân'ı toplama mesuliyeti kadar bana ağır gelmezdi. Neticede Kur'ân'ı, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından toplamaya başladım."30 dedi.
Burada olduğu gibi, daha sonraları değişik sebeplerden dolayı Kur'ân-ı Kerîm'in çoğaltılıp diğer İslâm merkezlerine gönderilme zarureti ortaya çıktığında da Hz. Osman (r.a.), diğer komisyon üyelerinin yanında özellikle Zeyd b. Sâbit'i (r.a.) bu işle görevlendirdi.
Hz. Ömer'in Zeyd b. Sâbit'i kendi yerine bırakması
Daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Ömer (r.a.), Medine'nin dışına çıktığı zaman Zeyd b. Sâbit'i (r.a.) vekil olarak kendi yerine bırakırdı. Diğer sahabileri ise başka şehirlere gönderirdi. Kendisinden bilgi sahibi ve dirayetli bir kişi istenildiğinde Zeyd b. Sâbit'in (r.a.) ismi verilirdi. Ancak Hz. Ömer (r.a.):
"Ben Zeyd'in değerini biliyorum. Fakat buradaki insanların ona ihtiyacı vardır. Çünkü onlar, kendi ihtiyaçlarını ve problemlerini ondan başkasının halledemeyeceğini biliyorlar. Dolayısıyla onun yeri benim yanımdır." buyururdu. İbn Ömer de (r.a.) Zeyd'in (r.a.) vefatı esnasında: "Allah ona rahmet eylesin! O, babam Ömer'in halifeliği sırasında halkın en âlimiydi. Babam diğer sahabileri çeşitli memleketlere gönderir ve onları kendi içtihatlarıyla fetva vermekten menederdi. Zeyd b. Sâbit ise Medine'de durup, hem onlara hem de dışarıdan gelen Müslümanlara fetva verirdi."31
Zeyd b. Sâbit (r.a.), hicretin 45. yılında vefat etmiştir. Onun, hicretin 54. veya 55. yılında vefat ettiğini söyleyenler de vardır.32 Vefatı esnasında Ebû Hüreyre (r.a.): "Bu ümmetin derin bilgili âlimi vefat etti. İnşallah İbn Abbas bu konuda onun yerine geçer." demiştir.33
Netice
Allah Resûlü'nü peygamberlik atmosferinde bulunma şerefiyle şereflenen ashap efendilerimizin her biri, ayrı güzel bir yönüyle dikkatimizi çekmektedir. Zeyd b. Sâbit ise, gerek Kur'ân'ı ezberleme, gerek yazma ve gerek Hz. Ebubekir (r.a.) döneminde Kur'ân'ın bir kitap hâline getirilmesi ve Hz. Osman (r.a.) döneminde de aynı nüshanın çoğaltılarak başka ülkelere gönderilmesi işlerinde hep merkezî noktada bulunmuştur. Bunların yanında son derece zekidir ve aynı zamanda miras taksimi dediğimiz feraiz ilmini de iyi bilenlerdendir. Allah Resûlü'ne çok yakın olmuş, özellikle kıraatte pek çok kimsenin hocalığını yapmıştır. Kur'ân konusundaki bu ulaşılmaz meziyetinden dolayı Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) katında ayrı bir yeri olmuş, daha sonraki dönemlerde diğer halifeler de her zaman onu önemli görevlere getirmişlerdir. Zeyd b. Sâbit (r.a.), aynı zamanda edebî yönden güçlü olan ve hassas dönemlerde etrafı yatıştırıp, ihtilâfları önlemede önemli katkıları olan bir sahabidir. Yüce Allah bizleri Cennet'te ona komşu kılsın. Amin!
*Sakarya Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi
makgul@yeniumit.com.tr
Dipnotlar
1 İbn Abdi'l-Berr, Câmiu'l-Beyani'l-İlm, 2/91.
2 Zehebî, Siyer-u A'lami'n-Nübelâ, 2/428; Askalânî, el-İsâbe, 1/390.
3 Ebû Nuaym, Ma'rifetü's-Sahâbe, 3/1153.
4 İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, 1/393.
5 Zehebî, Siyer-u A'lami'n-Nübelâ, 2/428; Askalânî, el-İsâbe, 2/144.
6 İbn Abdi'l-Berr, el-İstiâb, 1/22; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, 1/30; İbn Kesîr, el-Bidâye, 5/369;; Zehebî, Siyer-u A'lami'n-Nübelâ, 1/392.
7 İbn Abdi'l-Berr, El-İstiâb, 1/113.
8 İbn Abdi'l-Berr, El-İstiâb, 1/160.
9 Zehebî, Siyer-i A'lami'n-Nübelâ, 2/436.
10 İbn Abdi'l-Berr, El-İstiâb, 1/160.
11 İbn Sa'd, Tabakât, 2/360.
12 İbn Sa'd, Tabakât, 2/359.
13 Askalânî, İsâbe, 1/390; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, 1/393.
14 İbn Abdi'l-Berr, El-İstiâb, 1/22.
15 İbn Sa'd, Tabakât, 1/365; Zehebî, Târihu'l-İslâm, 1/128.
16 Zehebî, Siyer-u A'lamin-Nübelâ, 2/428.
17 Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 1/152.
18 Buhârî, Tefsîr Sûre 4/95, Cihad 31; Müslim, İmâre 141.
19 İbn Sa'd, Tabakât, 1/237; İbn Kesîr, el-Bidaye, 3/247.
20 İbn Sa'd, Tabakât, 1/295.
21 Ali el-Muttaki, Kenzu'l-Ummâl, 16/27.
22 Zehebî, Siyer-u A'lami'n-Nübelâ, 2/437; İbn Hacer, el-İsâbe, 1/390.
23 İbn Sa'd, Tabakât, 3/212.
24 İbn Asâkir, Târîh-u Dımeşk, 19/329-330; Ali el-Muttaki, Kenzü'l-Ummâl, 8/224.
25 Ebû Nuaym, Ma'rifetü's-Sahâbe, 3/1156.
26 Ebû Nuaym, Ma'rifetü's-Sahâbe, 3/1158.
27 Ahmed b. Hanbel, 3/14,17.
28 İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd, 2/337.
29 Zerkeşî, el-Burhân, 1/233-234; Zerkânî, Menâhil, 1/249-250; Hamidullah, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi, s. 44-45.
30 Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 3-4, Tevhîd 22.
31 Ali el-Muttaki, Kenzu'l-Ummâl, 16/26.
32 Ebû Nuaym, Ma'rifetü's-Sahâbe, 3/1155.
33 Zehebî, Siyer-u A'lami'n-Nübelâ, 2/439; İbn Hacer, el-İsâbe, 2/144.