|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
,.ET-TEYSÎR Fİ’T-TEFSÎR Ömer Nesefî Tefsiri NECMEDDİN ÖMER EN-NESEFÎ 1. Cilt Copyright © Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Her hakkı mahfuzdur. Bütün yayın hakları Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na aittir. Başkanlığın izni olmaksızın tümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğaltılamaz. T.C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Süleymaniye Mh. Kanuni Medresesi Sk. No: 5 34116 Fatih / İstanbul Tel.: +90 (212) 511 36 37 Faks: +90 (212) 511 37 00 info@yek.gov.tr www.yek.gov.tr KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI Library of Congress A CIP Catalog Record Necmeddin Ömer en-Nesefî et-Teysîr fi’t-Tefsîr, Ömer Nesefî Tefsiri 1. Kur’ân-ı Kerîm, 2. Tefsir, 3. et-Teysîr, 4. Ömer Nesefî, 5. Mâtürîdî, 6. Te’vîlâtü’l- Kur’ân ISBN: 978-975-17-4426-5 (Takım) 978-975-17-4427-2 (1. Cilt) TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 150 Dinî İlimler Serisi : 27 Kitabın Adı : ET-TEYSÎR Fİ’T-TEFSÎR Ömer Nesefî Tefsiri 1. Cilt Müellifi : Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî (ö. 537/1142) Özgün Dili : Arapça Eleştirmeli Metin ve Çeviri : Dr. Muhammed Coşkun Proje Editörü : Dr. Muhammed Coşkun Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri ( Tefsir), Öğretim Üyesi Türkçe Editörü : Dr. Öğr. Üyesi Ercan Alkan Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri (Tasavvuf), Öğretim Üyesi Arapça Editörü : Dr. Öğr. Üyesi Ali Benli Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri ( Arap Dili ve Belagatı), Öğretim Üyesi Son Okuma : Ahmet Ali Balcı, Selahaddin Cimitoğlu, Zeynep Altıner Yapım : Yüksel Yücel Baskı : Bilnet Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş. Dudullu OSB 1. Cadde No. 16 Ümraniye / İstanbul Tel: 444 44 03 www.bilnet.net.tr / Sertifika No. 42716 Baskı Yeri ve Yılı : İstanbul 2019 Baskı Miktarı : 1. Baskı, 1500 adet ET-TEYSÎR Fİ’T-TEFSÎR Ömer Nesefî Tefsİrİ (İnceleme - Eleştİrmelİ Metİn - ÇEVİRİ) 1. CİLT NECMEDDİN ÖMER EN-NESEFÎ (ö. 1142) Eleştirmeli Metin ve Çeviri Muhammed Coşkun Editör Muhammed Coşkun TAKDİM İnsanlık tarihi, akıl ve düşünce sahibi bir varlık olan insanın kurduğu medeniyetleri, medeniyetler arasındaki ilişkileri anlatır. İnsan, zihnî faaliyetlerde bulunma kabiliyetiyle bilim, sanat ve kültür değerleri üretir, ürettiği kültür ve düşünce ile de tarihin akışına yön verir. Medeniyetler, kültürler, dinler, ideolojiler, etnik ve mezhebî anlayışlar arasındaki ilişkiler kimi zaman çatışma ve ayrışmalara, kimi zaman da uzlaşma ve iş birliklerine zemin hazırlamıştır. İnsanların, toplumların ve devletlerin gücü, ürettikleri kültür ve medeniyet değerlerinin varlığıyla ölçülmüştür. İnsanoğlu olarak daha aydınlık bir gelecek inşâ edebilmemiz, insanlığın ortak değeri, ortak mirası ve ortak kazanımı olan kültür ve medeniyet değerlerini geliştirebilmemizle mümkündür. Bizler, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e kadar büyük devletler kuran bir milletiz. Bu büyük devlet geleneğinin arkasında büyük bir medeniyet ve kültür tasavvuru yatmaktadır. İlk insandan günümüze kadar gök kubbe altında gelişen her değer, hakikatin farklı bir tezahürü olarak bizim için muteber olmuştur. İslam ve Türk tarihinden süzülüp gelen kültürel birikim bizim için büyük bir zenginlik kaynağıdır. Bilgiye, hikmete, irfana dayanan medeniyet değerlerimiz tarih boyunca sevgiyi, hoşgörüyü, adaleti, kardeşlik ve dayanışmayı ön planda tutmuştur. Gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz, insan ve âlem tasavvurumuzun temel bileşenlerini oluşturan bu eşsiz mirasın etkin bir şekilde aktarılmasını sağlamaktır. Bugünkü ve yarınki nesillerimizin gelişimi, geçmişimizden devraldığımız büyük kültür ve medeniyet mirasının daha iyi idrak edilmesine ve sahiplenilmesine bağlıdır. Felsefeden tababete, astronomiden matematiğe kadar her alanda, Medine’de, Kahire’de, Şam’da, Bağdat’ta, Buhara’da, Semerkant’ta, Horasan’da, Konya’da, Bursa’da, İstanbul’da ve coğrafyamızın her köşesinde üretilen değerler, bugün tüm insanlığın ortak mirası hâline gelmiştir. Bu büyük emanete sahip çıkmak, bu büyük hazineyi gelecek nesillere aktarmak öncelikli sorumluluğumuzdur. Yirmi birinci yüzyıl dünyasına sunabileceğimiz yeni bir medeniyet projesinin dokusunu örecek değerleri üretebilmemiz, ancak sahip olduğumuz bu hazinelerin ve zengin birikimin işlenmesiyle mümkündür. Bu miras bize, tarihteki en büyük ilim ve düşünce insanlarının geniş bir yelpazede ürettikleri eserleri sunuyor. Çok çeşitli alanlarda ve disiplinlerde medeniyetimizin en zengin ve benzersiz metinlerini ihtiva eden bu eserlerin korunması, tercüme ya da tıpkıbasım yoluyla işlenmesi ve etkin bir şekilde yeniden inşâ edilmesi, Büyük Türkiye Vizyonumuzun önemli bir parçasıdır. Bu doğrultuda yapılacak çalışmalar, hiç şüphesiz tarihe, ecdadımıza, gelecek nesillere ve insanlığa sunacağımız eserleri üretmeye yönelik fikrî çabaların hasılası olacaktır. Her alanda olduğu gibi bilim, düşünce, kültür ve sanat alanlarında da eser ve iş üretmek idealiyle yeniden ele alınmaya, ilgi görmeye, kaynak olmaya başlayan bu hazinelerin ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini temenni ederim. Aziz milletimiz, bu kutsal emaneti yücelterek muhafaza etmeyi sürdürecektir. Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı İÇİNDEKİLER TAKDİM 4 GİRİŞ 9 Ömer Nesefî: Hayatı ve Eserleri 9 Hayatı 9 Eserleri 10 et-Teysîr fi’t-Tefsîr: Literatür ve İçerik Müellife aidiyeti 14 Nüshalar 14 Özellikleri 16 Biçim Özellikleri Metin İçi Yapı/Tasnif Sistemi 17 Atıflar ve Kaynaklar 20 İçerik Yöntem ve Kavramlar 24 Tefsir Edebiyatındaki Yeri et-Teysir’in Geriye Dönük İrtibatları 29 et-Teysîr’in Dönemi Açısından Konumu 30 et-Teysîr’in Sonraki Dönem Tefsir Literatürüne Etkisi/Katkısı 31 Çağdaş Çalışmalarda et-Teysîr 33 KAYNAKLAR 37 ET-TEYSÎR Fİ’T-TEFSÎR [MÜELLİFİN MUKADDİMESİ] 60 [ İsti‘âze Bahsi] 76 FÂTİHA SÛRESİ 142 Rahmân ve rahîm oln Allah’ın adıyla 142 [Fâtiha Sûresinin Nüzûl Sebebi] 144 [Fâtiha Sûresinin İsimleri] 148 [Fâtiha Sûresinin Fazileti] 162 BAKARA SÛRESİ 282 ARAPÇA KAYNAKÇA 1188 DİZİN 1220 ÖMER NESEFÎ: HAYATI VE ESERLERİ Hayatı Tam adı Ömer b. Muhammed b. Ahmed b. İsmâîl b. Muhammed b. Ali b. Lokmân şeklindedir. en-Nesefî en meşhur nisbesidir, bunun yanı sıra Semerkant’ta yaşamış ve orada vefat etmiş olması nedeniyle kendisine es-Semerkandî de denilmektedir. Meşhur künyesi Ebû Hafs’tır. Müfti’s-sekaleyn ve Sâhibü’l-akāid şeklinde lakapları bulunmakla birlikte en yaygın lakabı Necmüddîn’dir. 461/1068 yılında Nesef (Nahşeb) şehrinde doğmuş, orada çok sayıda âlimden dersler alarak yetişmiştir. Bunlar arasında öncelikli olarak Nesefî’nin kendisinden Hanefî fıkhını öğrendiği Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (ö. 494/1100) sayılabilir. Ayrıca İshâk b. Muhammed en-Nevhî (en-Nûhî) en-Nesefî (ö. 481/1088), Ahmed b. el-Hasen el-Hâdimî en-Nesefî (ö. 513/1119), Hüseyin b. Ali el-Kâşgarî (ö. 484/1091), Hasen b. Ahmed es-Semerkandî (ö. 491/1097) ve Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin torunlarından olan Ali b. Hasen el-Mâtürîdî (ö. 511/1117) gibi isimler de hocaları arasında yer almaktadır. Metinlerinin yanı sıra ders aldığı hocaları da onun ilmî şahsiyeti hakkında fikir vericidir. Hocaları arasında Hanefî fakihleri ve Mâtüridî kelâmcıları yer aldığı gibi talebeleri arasında da Hanefî fıkıh literatürünün önemli metinlerinden biri kabul edilen el-Hidâye’nin müellifi Burhânüddîn el-Merginânî (ö. 593/1197) yer almaktadır. Ayrıca Ebû Hafs Ömer b. Muhammed b. Ömer el-Âkilî, Muvaffakuddin Ahmed b. Muhammed el-Hârizmî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali el-Belhî ez-Zâhîr, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Abdülcelîl es-Semerkandî, Ahmed b. Mûsâ el-Keşşenî, Burhâneddin Muhammed b. Hasan el-Kâsânî ve oğlu Ebü’l-Leys Ahmed b. Ömer en-Nesefî gibi isimler de onun talebeleri arasında zikredilir.1 Karahanlılar döneminde Mâverâünnehir bölgesinde yaşamış olan Ömer Nesefî, kelâm, fıkıh, usûl ve tefsir başta olmak üzere pek çok alanda behre 1 Bkz. Ebü’l-Fidâ Zeynüddîn Kāsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, thk. Muhammed Hayr Ramazan Yûsuf, ( Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1413/1992), s. 219 vd; Abdülkādir b. Muhammed b. Nasrullâh b. Sâlim İbn Ebi’l-Vefâ, el-Cevâhirü’l-Mudiyye fî Tabakāti’l-Hanefiyye, thk. Abdülfettâh Muhammed el-Hülv, (Kāhire: Dâru Hicr, 1413/1993), 2: 658; İsmâil b. Muhammed Emin el-Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn: Esmâü’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn, (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1951), 1: 783. GİRİŞ 10 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri sahibi çok yönlü bir ilmî kişiliğe sahiptir. Bu hususu eserlerinin çeşitliliğinde ve muhtevasında gözlemlemek mümkündür. Mekke’de bulunduğu bir dönemde Zemahşerî’yi (ö. 538/1144) ziyaret etmek istediği ve aralarında ilginç bir diyalog geçtiği anlatılır. Anlatıya göre Nesefî, Zemahşerî’nin kapısına vardığında Zemahşerî, Nesefî’ye kim olduğunu sorar, o da “Ömer” cevabını verir. Bunun üzerine Zemahşerî insarif! (Git!) diye karşılık verir. Nesefî insarif ifadesinin hem “Git!” anlamına hem de “ İ‘rab kurallarına tâbi ol, munsarif ol!” anlamına geldiğini fark edip “Ömer munsarif olmaz (Ömer çekip gitmez) Ömer ismi gayr-ı munsarıftır.” cevabını verir. Zemahşerî ise “izâ nükkire yensarif (Tanınmaz ise çekip gider, Ömer kelimesi nekre olarak kullanılınca munsarıf olur.)” cevabını verir.1 Ancak bu anekdota rağmen Nesefî ve Zemahşerî’den herhangi birinin, eserlerinde diğerine atıf yaptığı bilinmemektedir. 12 Cemâziyelevvel 537 (3 Aralık 1142) tarihinde Semerkant’ta vefat etmiştir.2 Eserleri 1. Akāidü’n-Nesefî: Ömer Nesefî’nin en çok şöhret bulmuş eseri olup Ehl-i Sünnet’in Mâtürîdiyye ekolünün kelâm/itikat alanındaki görüşlerini derli toplu ve öğretici bir şekilde sunan kısa bir risâledir. Eserin fakih olarak tanınan Ömer Nesefî’ye değil, kelâmcılığıyla meşhur Burhâneddin en-Nesefî’ye ait olduğunu savunanlar olmuşsa da risâlenin ilk şârihi olan Teftâzânî’nin (ö. 792/1390) yanı sıra Kâtib Çelebi, Bağdatlı İsmâil Paşa, Wensinck ve Brockelmann gibi pek çok âlim ve araştırmacı arasındaki yaygın kanaat, eserin Ömer Nesefî’ye ait olduğu yönündedir.3 Başta Sa‘deddin et- Teftâzânî olmak üzere pek çok âlim tarafından şerh edilmiş, asırlar boyunca medreselerde okutulmuştur.4 1 Şemseddîn Muhammed b. Ali b. Ahmed ed-Dâvûdî, Tabakātü’l-Müfessirîn, (Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1403/1983), 2: 8; İbn Ebi’l-Vefâ, el-Cevâhirü’l-Mudiyye, 2: 658; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1: 783; Ayşe Hümeyra Aslantürk, “ Necmeddin Nesefî”, DİA (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2006), c. 32, s. 571. 2 Kāsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, s. 220; Ahmed b. Mustafa b. Halil Taşköprüzâde, Miftâhu’s-Sa‘âde ve Misbâhu’s-Siyâde, (Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1405/1985), 1: 124; İbn Ebi’l-Vefâ, el-Cevâhirü’l-Mudiyye, 2: 658; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1: 783; Aslantürk, “Nesefi”, 32: 571. Taşköprüzâde, Nesefî’nin vefat tarihini h. 538 olarak vermekte ve Zemahşerî ile aynı sene vefat ettiklerini ifade etmektedir. 3 Mustafa b. Abdullâh Hacı Halife Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn, nşr. Şerafettin Yaltkaya-Rafet Bilge, (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1941), 2: 1145; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1: 783; Yunus Şevki Yavuz, “ Akāidü’n-Nesefî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 1989), 2: 217-218. 4 Kāsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, s. 220; Kâtib Çelebi Keşfü’z-Zunûn, 2: 1144; Aslantürk, “ Necmed- et-Teysîr fi’t-Tefsîr 11 2. el-Manzûmetü’n-Nesefiyye: Hanefî fıkhına dair özet bir metin olan bu kitap, fıkıh tarihinde kaleme alınmış ilk manzum eser olma özelliğine sahiptir. Ayrıca Ebû Hanîfe, Muhammed b. Hasan, Ebû Yûsuf, Züfer b. Hüzeyl ile Şâfiî ve Mâlik’in görüşlerini içermesi itibariyle mezhepler arası görüş farklılıklarını ele alan hilâfiyat literatürünün de ilk örnekleri arasında gösterilir.1 Muhtevasının özlü oluşu, tertibi ve dilinin sadeliği dolayısıyla medreselerde ders kitabı olarak uzun süre okutulmuş, Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Alâeddin el-Üsmendî ve Ebü’l-Velîd İbnü’ş-Şıhne gibi isimlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda âlim tarafından şerh veya ihtisar edilmiştir.2 3. el-Ekmelü’l-Atvel: Müellifin et-Teysîr’de de zaman zaman atıf yaptığı bu eseri, et-Teysîr’e oranla daha hacimli bir tefsir olup3 Kahire Hidîviyye Kütüphanesi’nde nüshaları mevcuttur. Eser Sabâh Tantâvî Abdülhamîd Abdülmün‘im, Muhammed Abdülmün‘im Harîbe, Azze Ahmed Abdurrahman, Hatice Ali Hasen Ebü’s-Suud, Sümeyye Sâbit Ahmed Mehrân, Sabra el-Hüseynî, Hindiyye Ahmed Muhammed Âmir, Meryem Abdülhamîd Muhammed ve Muhammed İbrâhim eş- Şâfiî gibi isimler tarafından bölümler hâlinde 1992 yılından itibaren Ezher Üniversitesi Külliyyetü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye ve’l-Arabiyye’de tez olarak neşre hazırlanmaktadır.4 4. Kitâbü’l-Beyân an Garîbi’l- Kur’ân: 18 varaktan oluşan kısa bir Garîbü’l- Kur’ân metnidir. Matla‘u’n-nücûm koleksiyonu içerisinde yer alan ve medresede okutulmak üzere yazıldığı anlaşılan bu metin, yakın zamanda yüksek lisans tezi olarak tahkik edilmiştir.5 5. el-Kand fî Zikri Ulemâi Semerkand: Mâverâünnehir âlimlerinin biyografilerini konu edinen bu eserin yirmi ciltten meydana geldiği söylense de günümüze sadece bir ciltlik kısmı ulaşmıştır.6 din Nesefî”, 32: 572. 1 Ferhat Koca, “ el-Manzûmetü’n-Nesefiyye”, DİA (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003), 28: 34. 2 Kāsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, s. 220; Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 1867; Aslantürk, “ Necmeddin Nesefî”, 32: 572. 3 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 117. 4 http://www.quran-c.com/display/Disptitle.aspx?UID=25798&CID=148 (Erişim tarihi: 26.04.2019). 5 Bkz. Huzeyfe Kocabaş, Ömer Nesefi ve Kitâbü’l-Beyân an Ğarîbi’l- Kur’ân Adlı Eseri: Metin ve İnceleme, (Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2018). 6 Bu cildin pek çok baskısı yapılmıştır. Yusuf el-Hâdi tahkiki ile (Tahran: Mir’âtü’t-Türâs, 1999) ve Nazar Muhammed el-Faryâbî (Riyâd: Mektebetü’l-Kevser, 1412/1991) tahkiki ile yapılan baskıları yaygındır. 12 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri 6. Tılbetü’t-Talebe: Fıkıh terimleri sözlüğüdür.1 Çok sayıda yazma nüshası bulunan eserin birçok baskısı yapılmıştır. 7. Fetâvâ Necmiddîn: Nesefî’ye ait fetvaların derlemesi olup Ebü’l-Hasan Necmeddin Atâ b. Hamza es-Suğdî tarafından derlenmiştir.2 8. Tuhfetü’l-Mülûk: Hanefî fıkhına göre yazılmış muhtasar bir ilmihal kitabıdır.3 9. Şerhu Medâri’l-Usûl: Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin el-Usûl adlı risâlesinin kısa bir şerhidir. Birçok yazması mevcuttur.4 10. Zelletü’l-Kārî: Birkaç varaktan müteşekkil küçük bir risâledir.5 Fermân İsmâil ed-Deylemî tarafından tahkikli neşri yapılmıştır.6 11. Tatvîlü’l-Esfâr li-Tahsîli’l-Ahbâr: Nesefî bu eserde 550 hocasından rivayette bulunmuştur.7 12. Tefsîr-i Nesefî: Farsça Kur’ân meâli mahiyetinde bir eser olup Azîzullah Cüveynî tarafından 2 cilt halinde neşredilmiştir.8 13. Risâle fî Beyâni Mezâhibi’t-Tasavvuf: Yazma nüshalarında farklı isimlerle kaydedilen bu risâle Ali Ekber Ziyâî tarafından neşredilmiş,9 Süleyman Uludağ tarafından da Türkçeye tercüme edilmiştir.10 14. Matla‘u’n-Nücûm ve Mecma‘u’l-Ulûm: 11 Ansiklopedik bir eser olup dinî ilimler yanında tabiî ve riyâzî ilimler, dil, edebiyat, tarih gibi konuları kapsayan elli yedi bölümden oluşmaktadır. Eser Taşkent Ebu Reyhan Biruni 1 Kāsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, s. 219; Kâtib Çelebi Keşfü’z-Zunûn, 2: 1144. 2 Süleymaniye Kütüphanesi, Fâtih, nr. 2345; Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 1230. 3 Süleymaniye Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 969, Yazma Bağışlar, nr. 1963; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 2165. 4 Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2003; Esad Efendi, nr. 669, vr. 61-67, nr. 3808, vr. 135-136, nr. 3583, vr. 19-22. 5 Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, nr. 1532, 1598; Esad Efendi, nr. 692, 3541; Fâtih, nr. 5427. 6 Fermân İsmail İbrahim ed-Deylemî, “ Zelletü’l-Kārî li’ş-Şeyh Ebî Hafs ‘Umer b. Muhammed en-Nesefî: Dirâse ve Tahkīk”, Mecelletü’l-‘Ulûmi’l-İslâmiyye, 9/1, (1432/2011), 2: 361-420. 7 Kāsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, s. 220; Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 415. 8 Ömer en-Nesefî, Tefsîr-i Nesefî, nşr. Azîzullah Cüveynî, (Tahran: İran Kültür Vakfı Yayınları, 1974- 1975) c. 2. 9 Bkz. Ömer en-Nesefî, “Risâle fî beyâni mezâhibi’t-tasavvuf”, nşr. Ali Ekber Ziyâî, et-Türâsü’l-Arabî, 46/12 ( Dımaşk: İttihâdu’l-Kitâbi’l-Arabî, 1412/1992), s. 133-141. 10 Bkz. Ömer en-Nesefî, “Risâle fî beyâni mezâhibi’t-tasavvuf”, çev. Süleyman Uludağ, Diyanet Dergisi, 18/3 (1979) s. 167-173. 11 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 1602; Seyyit Ekber Muhammadaminov, “Matla‘ al-Nujum wa Majma‘ al-‘Ulum by Abu Hafs ‘Umar al-Nasafi as a Sample of Guidance Manual at the Time of Qarakhanids”, Manuscripta Orientalia, 21/2 (December/Aralık, 2015), s. 20-31. et-Teysîr fi’t-Tefsîr 13 Şark Yazma Eserler Merkezine (al-Beruni Center for Oriental Manuscripts) bağlı olan Taşkent Devlet Şark Çalışmaları Enstitüsünde (Tashkent State Institute of Oriental Studies) 1462 demirbaş numarasında kayıtlıdır. Eser P. G. Bulgakov (1927-1993) tarafından gün yüzüne çıkarılmış olmakla birlikte,tıpkıbasımı 2015 yılında Seyyit Ekber Muhammadaminov tarafından, geniş bir indeks ile gerçekleştirilmiştir.1 Muhammadaminov neşrinde, metinde 56 ayrı bölüm bulunmaktadır ki bunlardan 40’ı Ömer Nesefî’ye, 16’sı başka isimlere aittir. Yukarıda bahsi geçen Kitâbu’l-Beyân an Garîbi’l- Kur’ân isimli kısa eser de bu 40 bölümden biridir. Bunların yanı sıra 15. el-Yevâkīt fi’l-Mevâkīt, 2 16. Kalâ’idü’l-Ferâid fî Şerhi Kaydi’l-Evâbid, 3 17. Haşrü’l-Mesâil ve Kasrü’d-Delâil, 4 18. Minhâcü’d-Dirâye fi’l-Fürû‘, 5 19. Nazmü’l-Câmi‘i’s-Sagīr, 6 20. Ta‘dâdü Şüyûhi Ömer, 7 21. ed-Dâ ir fi’l-Fıkh, 22. el-Münebbihât, 8 23. el-Hasâil fi’l-Mesâil, 9 24. Târîhu Buhârâ, 10 25. el-İş‘âr bi’l-Muhtâr mine’l-Eş‘âr, 11 26. Ucâletü’l-Hasbî bi-Sıfati’l-Mağribî, 12 27. Meşâri‘u’ş-Şârî, 28. el-İcâzâtü’l-Müterceme bi’l-Hurûfi’l-Muceme, 29. en-Necâh fî Şerhi Ahbâri Kitâbi’s-Sıhâh, 13 30. Ba‘sü’r-Regāib li-Bahsi’l-Garâib, 31. el-Cümelü’l- Me’sûre, 14 32. Kitâb fî Ecnâsi’l-Fıkh, 15 33. el-Hasâil fi’l-Furû‘, 16 34. De‘avâtu’l-Müsteğfirîn, 17 35. el-Fetâvâ en-Nesefiyye18 gibi pek çok eserinin ismi de zikredilebilir. 1 Kocabaş, Ömer Nesefi, s. 40. 2 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 2054. 3 Süleymaniye Kütüphanesi, Lâleli, nr. 980. 4 Süleymaniye Kütüphanesi, Lâleli, nr. 1036, Şehid Ali Paşa, nr. 764; Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, nr. 720, 721, 835. 5 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 1871; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1: 783; Aslantürk, “Nesefi”, 32: 573. 6 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 563; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1: 783; Dâvûdî, Tabakātü’l-Müfessirîn, s. 306; Taşköprizâde, Miftâhu’s-Sa‘âde, 1: 123; Aslantürk, “Nesefi”, 32: 573. 7 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 418. 8 Carl Brockelmann, Geschicte der Arabischen Litteratur Supplmentband, (Leiden: Brill, 1937-1942), 1: 762. 9 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 668. 10 Bağdadi, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1: 783; Aslantürk, “Nesefi”, 32: 573. 11 Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, 1: 783; Aslantürk, “Nesefi”, 32: 573. 12 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 1125. 13 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 1929. 14 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 602. 15 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 11. 16 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 706. 17 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 1: 756. 18 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, 2: 1230. 14 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri et-Teysîr fi’t-Tefsîr: Literatür ve İçerik Müellife aidiyeti Tahkik ve tercümesini sunduğumuz, tam ve hacimli bir tefsir olan et-Teysîr fi’t-Tefsîr’in Ömer Nesefî’ye aidiyeti konusunda literatürde herhangi bir tartışmanın varlığı bilinmemektedir. Ömer Nesefî’nin hayatta olduğu dönemde talebesi tarafından yazılan ve -ana nüsha olarak tercih ettiğimiz- Manisa İl Halk Kütüphanesi, 66/1-4 numarada kayıtlı bulunan nüshada müstensih her cildin başında ve sonunda metnin Ömer Nesefî’ye aidiyetini gösteren açık ifadelere yer vermiştir. Benzer kayıtlar incelediğimiz diğer nüshalarda da mevcuttur. Bunun yanı sıra et-Teysîr’in pek çok yerinde Ömer Nesefî, diğer eserlerine atıf yapmaktadır. Nüshalar et-Teysîr’in günümüze ulaştığı bilinen yüz civarında nüshası yazma eser kataloglarında kayıtlıdır.1 Büyük çoğunluğu ülkemiz kütüphanelerinde bulunan bu nüshalar içerisinde metnin tamamını ihtiva eden (eksiksiz) 19 nüsha vardır.2 Bunlara ilâve olarak yurt dışındaki kütüphanelerde de pek çok nüsha mevcuttur.3 En erken tarihli nüsha Manisa İl Halk 1 Nüshaların tam listesi ve tavsifleri hakkında geniş bilgi için bkz. Müessesetü Âli’l-Beyt, el-Fihristü’ş-Şâmil li’t-Türâsi’l-Arabiyyi’l-İslâmiyyi’l-Mahtût: Ulûmu’l- Kur’ân, Mahtûtâtu’t-Tefsîr ve Ulûmuh, (Ammân: el-Mecme‘u’l-Melekî li-Buhûsi’l-Hadârati’l-İslâmiyye, 1989), 1: 152-154; Ali Şevvâh İshâk, Mu‘cemu Musannefâti’l-Kur’âni’l- Kerîm, (Riyâd: Dâru’r-Rufâ‘î, 1403/1983), 2: 193 vd; Ayşe Hümeyra Aslantürk, Ebu Hafs Ömer en-Nesefi’nin et-Teysir fi’t- Tefsir Adlı Eserinin Tahlili ve el-Bakara Suresi’nin Tenkidli Neşri, (Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995), s. 34-77; Ahmet Balaban, Necmuddin Ömer b. Muhammed en-Nesefi’nin et-Teysir fi’t- Tefsir İsimli Eserinin Edisyon Kritiği ve Tahlili (Ali İmran Suresi), (Yüksek Lisans Tezi, Sabahattin Zaim Üniversitesi, 2018), s. 34-39. 2 Manisa İl Halk Kütüphanesi, nr. 66/1-4 (İstinsah tarihi: h. 522-524); Süleymaniye, nr. 93 (İstinsah tarihi: h. 523? -Bu nüshanın ferâğ kaydında h. 522-524 tarihine yer veriliyor olmakla beraber, bu kaydın, Manisa nüshasındaki ifadenin tekrarı olduğu açıktır, çünkü hem yazı tarzından hem tezyin/tezhip özelliklerinden, bu nüshanın geç döneme ait olduğu kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Manisa nüshasından çoğaltıldığı anlaşılan nüshada, istinsah sürecinde çokça yazım yanlışı yapıldığı görülebilmektedir. Bu nedenle tahkikte dikkate alınmamıştır.-) Mahmutpaşa, nr. 57-58 (İstinsah tarihi: h. 823); Turhan Vâlide, nr. 15 (İstinsah tarihi: h. 847); Laleli, nr. 144-146 (İstinsah tarihi: h. 855); Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, nr. 88 (İstinsah tarihi: h. 860); Murad Molla, nr. 78-79 (İstinsah tarihi: h. 865); Turhan Vâlide, nr. 16 (İstinsah tarihi: h. 869); Atıf Efendi, nr. 156-159 (İstinsah tarihi: h. 874); Carullah Efendi, nr. 140 (İstinsah tarihi: h. 875); İstanbul Üniversitesi, nr. A 3198 (İstinsah tarihi: h. 887); Hazret-i Hâlid, nr. 10-13 (İstinsah tarihi: h. 904-906); Ayasofya, nr. 96-97 (İstinsah tarihi: h. 973); Ayasofya, nr. 94-95 (İstinsah tarihi: h. 1127); Reisülküttâb, nr. 41-42 (İstinsah tarihi: h. 1156-1159); Hamidiye, nr. 63 (İstinsah tarihi: h. 1167); Hamidiye, nr. 64 (İstinsah tarihi: h. 1169); İstanbul Üniversitesi, nr. A 4972 (İstinsah tarihi: h. ?); Koca Râgıp Paşa, nr. 74/99 (İstinsah tarihi: h. ?). 3 Örnek olarak: Özbekistan Akademi (Taşkent), nr. 3150 (İstinsah tarihi: h. 646); Berlin Devlet, nr. 41/ Mf 767 (İstinsah tarihi: h. 650); Yehuda (Boston), nr. 328 1/3675 (İstinsah tarihi: h. 728); Chester et-Teysîr fi’t-Tefsîr 15 Kütüphanesi, 66/1-4 numarada kayıtlıdır. 4 ciltten oluşan ve 524/1129 tarihinde yazımı tamamlanan bu nüshanın sonunda müellifin bu tefsiri yazdırma (imlâ) işlemini 523/1128 tarihinde bitirdiği, fakat nüshayı kaleme alan Ebü’l-Hasen Ali b. Abdülmelik b. Ebü’n-Nasr es-Semerkandî’nin geçirdiği bir hastalık nedeniyle yazımın tamamlamasının bir yıl geciktiği kaydedilir. Üçüncü cildin sonundaki kayıtta ferâğ tarihi olarak 523/1128 tarihi verilmektedir. Anlaşılan müstensih son cildi yazmadan önce hastalanmış ve metni ancak bir yıl sonra tamamlayabilmiştir. Tefsirin sonunda müellifin bizzat kendisinin ferâğ kaydı sadedinde ve “hâzâ min nazmihi fî zikri hatmihi (İşbu satırlar müellifin bu eserin tamamlanışına dair kendi beyitleridir).” şeklinde başlıklandırılmış manzum bir bölüm bulunmaktadır ve bu bölümde tefsirin tamamlanış tarihinin 523/1128 olduğu ifade edilmektedir. Bu kayıtlar söz konusu nüshanın en azından ilk üç cildinin 537/1142 tarihinde vefat etmiş olan müellifin hayatı esnasında ve talebesi tarafından, bizzat kendi huzurunda, kendisi tarafından imlâ ettirilerek yazılmış olduğunu, son cildin ise müstensih/talebe tarafından bir sene sonra tamamlandığını göstermektedir. Nüshanın ilk cildinde Sultan II. Bayezid’in ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın mührü bulunmaktadır. Özellikle ilk üç cildi oldukça okunaklı olan nüshada hatalı yazılmış kelime yok denecek kadar azdır. Hatalı yazımların hâmişinde de tashih kayıtları bulunmaktadır. Tashih kayıtlarının yanı sıra metnin kenarlarında sıklıkla açıklayıcı notlar eklenmiştir ki bütün bunlar bu nüshanın özellikle Anadolu’ya intikalinden sonra âlimler arasında tedavülde olduğunu, çokça okunduğunu göstermektedir. Yapılan bütün çalışmalarda bu nüsha esas kabul edilmektedir. Bizim çalışmamızda da ana nüsha olarak bu nüsha tercih edilmiştir. İkinci önemli nüsha Süleymaniye Kütüphanesi, Mahmutpaşa, 57-58 numarada kayıtlı 2. ciltten müteşekkil nüshadır. Abdülhak b. Bahaüddîn tarafından 823/1420 tarihinde Semerkant’ta Zahîrüddîn el-Merginânî mescidinde istinsah edildiği kaydedilen ve pek çok yerinde mukabele ve tashih kayıtları bulunan bu önemli nüsha bugüne kadar yapılan çalışmalarda fark Beatty (Dublin), nr. 5104 (İstinsah tarihi: h. 887); Mahmudiye ( Medine), nr. 101-104 (İstinsah tarihi: h. 893-899); Rambor ( Hindistan), nr. 412 M 2218 (İstinsah tarihi: h. 979). 16 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri edilmemiş veya dikkate alınmamış görünmektedir. Nüsha, eserin Anadolu’ya intikalinden önce yazılmış olup ülkemiz kütüphanelerindeki nüshalar arasında Manisa nüshasından sonra en eski tarihli nüshadır. Ayrıca kenarlarında çok sayıda not bulunan bu nüshanın pek çok âlim tarafından okunup okutulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim nüsha karşılaştırması neticesinde, ana nüshanın ardından, yazım yanlışlarının en az bu nüshada bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu iki önemli nüsha dışında Süleymaniye Kütüphanesi, Turhan Vâlide koleksiyonunda bulunan 15 ve 16 numaralı nüshalar da bu çalışmada nüsha mukayesesi için esas alınmıştır. Turhan Vâlide, 15 numarada kayıtlı nüsha 847/1443 tarihinde Muhammed b. Muhammed el-Bemhâv tarafından istinsah edilmiş olup 522 varaktan müteşekkil tek nüshadır. Başında ve sonunda Sultan IV. Mehmed’in ve annesi Hatice Turhan Vâlide Sultan’ın vakıf mühürleri yer alan nüsha pek çok yerde harekelenmiş olmakla birlikte hem yazım hem harekeleme açısından sıklıkla yanlışlıklara rastlanmaktadır. Turhan Vâlide, 16 numarada kayıtlı nüsha ise 869/1464 tarihinde Dâvûd b. Mevlânâ İbrâhim tarafından istinsah edilmiş olup 859 varaktan müteşekkil tek nüshadır. Müstensih tarafından Mahmud Paşa’nın işareti ile istinsah edildiği ifade edilen bu nüshada da Hatice Turhan Vâlide Sultan’ın vakıf mührünün yanı sıra açık tashih ve mukabele kaydı bulunmaktadır. Turhan Vâlide, 15 numaralı nüsha ile benzerlik arz eden bu nüshada çok nâdir yerler dışında hareke bulunmamaktadır ve diğer nüshaya göre daha okunaklı ve açık yazılmıştır. Manisa ve Mahmutpaşa nüshalarına nazaran tâli konumda olan bu iki Turhan Vâlide nüshası, mukabele ve tashih görmüş olmaları nedeniyle diğer nüshalar arasında önce çıkmakta ve Osmanlı döneminde çoğaltılan pek çok diğer nüshaya da (Hamidiye, 63-64; Cârullah Efendi, 140; Ayasofya, 96-97 vs.) kaynaklık teşkil ettikleri anlaşılmaktadır. Özellikleri et-Teysîr fi’t-Tefsîr, tefsir literatürünün pek çok önemli örneği gibi hem biçimi hem de içeriği açısından incelenmesi gereken, kendine özgü ve kapsamlı metinler arasında sayılabilir. Gerek biçim gerek içerik özellikleri açı- et-Teysîr fi’t-Tefsîr 17 sından Râgıb el-İsfahânî’nin (ö. 5/11. yüzyılın ilk çeyreği) Câmiu’t-Tefsîr’i, Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) el-Keşşâf’ı, İbn Âtıyye’nin (ö. 541/1147) el-Muharraru’l-Vecîz’i, Tabersî’nin (ö. 548/1154) Mecma‘u’l-Beyân’ı gibi döneminin diğer tefsir metinlerini belirli ölçüde yansıtıyor olsa da onlardan ayrıştığı yönler de bulunmaktadır. Bu itibarla bu iki çerçeveden tefsirin özelliklerini yakından incelemek yerinde olacaktır. Biçim Özellikleri Metin İçi Yapı/Tasnif Sistemi et-Teysîr fi’t-Tefsîr’in başında dört varaktan müteşekkil kısa bir mukaddime bölümü yer almaktadır. Bu bölümde müfessir önce Kur’ân’ın yüz ismini zikrederek Allah’a hamdetmekte, ardından tefsiri yazış gayesini açıklamakta ve özellikle talebelerinin bu yöndeki ısrarlı isteklerini geri çeviremediğini, uzun süren bir kararsızlığın ardından onların isteğine icabet edip bu tefsiri yazdığını kaydetmektedir. Hemen ardından tefsir ve tevil kavramlarının açıklamasına geçmekte, bu konuda başta Nadr b. Şümeyl (ö. 204/820), Sa‘leb (ö. 291/904), İbn Düreyd (ö. 321/933), İbn Fâris (ö. 395/1004) gibi dil bilimcilerin izahlarının yanı sıra bu iki kavram arasındaki farklılıklara dair görüşleri vermektedir. Ardından re’y ile tefsirin ya da tevil yapmanın câiz olup olmadığı tartışmasına giren müellif İmam Mâtürîdî’den aktardığı ve re’y ile tefsirin cevazına dair görüşü detaylıca savunan bir pasajla bu konuyu sonlandırmaktadır. Ardından istiâze ve besmele tefsiri görece uzun sayılabilecek bir şekilde (yaklaşık on varak kadar) yapılmakta, daha sonra Fâtiha sûresinin tefsirine geçilmektedir. et-Teysîr’de müfessir her sûreye kendi içinde kafiyeli bir cümle ile başlar. Bu cümleler besmelenin uzun formu olup sûrenin içerisinden seçilmiş kelime ya da ibarelerin sırasıyla Allah, rahmân ve rahîm isimleriyle birleştirilmesinden oluşur. Örnek olarak burada sırasıyla Kehf,1 Nûr2 ve Furkān3 sûrelerinin başındaki ifadeler gösterilebilir: 1 Ömer Nesefî, et-Teysîr, 3: 276a . 2 Ömer Nesefî, et-Teysîr, 3: 369b . 3 Ömer Nesefî, et-Teysîr, 4: 1b . 18 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri īĨ َ ّאس ،ً اīĩèóĤ اñĤي óĉĘاĭĤ ŻĩĐ ُ īùèأ ħı ƫ ĺَ ُħ أ İ َ ijĥُ ْ × َ ĻĤ ěĥíĤا َ ěĥì يñĤا ųا ّ ħùÖ ،ً اħĻèóĤ اñĤي ģđä īĺñĥĤ آijĭĨا وijĥĩĐا اāĤאéĤאت ّ اه رŻä ijø ّ ħà ٍ ÙęĉĬ īĨ ّ ħà ٍابóÜ źً ُ õُ ِ ĭäאت اóęĤدوس Ĭ ّכאح، اħĻèóĤ اñĤي وïĐ ĵĥĐ ِ ęאح، اīĩèóĤ اñĤي óüع اĭĤ ّ َ اùĤ م ƪ óè يñĤا ųا ّ ħùÖ اďĩùĤ واĉĤאÙĐ اŻęĤح ً ا، اīĩèóĤ اñĤي įĤ óĺñĬ īĻĩĤאđĥĤ نijכĻĤ هï×Đ ĵĥĐ آنóĝĤا لّ õĬ يñĤا ųا ّ ħùÖ ً ا، اħĻèóĤ اñĤي ģđä ĹĘ óĻùĐ īĺóĘכאĤا ĵĥĐ א ً َ اĻĝĤאÙĨ وכאن Ĩijĺ ُ اĥĩĤכ ƫ اěéĤ ijĺم ا ً ا óĻĭĨ ً ً א وóĩĜ ً א وģđä ıĻĘא óøاä äوóÖ אءĩ ّ اùĤ Sûre başlarında yer alan bu tür ifadelerin devamında sûrenin faziletine dair (büyük çoğunlukla) Übey b. Kâ‘b’dan nakledilen bir hadîs-i şerife yer verilmekte, ardından sûrenin önceki sûre ile münasebeti ele alınmaktadır. Sonrasında sûrenin isimleri, nüzûl dönemi ve nüzûl sebeplerine dair mevcut bilgiler verilmekte ve ilk âyetten itibaren tefsir başlamaktadır. et-Teysîr fi’t-Tefsîr’in bu noktadan sonra takip ettiği iç düzen, isminde vurgulanan kolaylığı yansıtmaktadır. Müellif hemen hiçbir yerde konudan konuya geçmemekte; âyetleri tefsir ederken münasebet, dil bilim (nahiv/ belâgat), nüzûl sebebi, rivayetler, kıraatler, fıkhî meseleler, kelâm tartışmaları ve tasavvufî/işârî muhtevaya büyük oranda burada zikrettiğimiz sıraya uygun bir şekilde yer vermektedir. Metinde bu bölümleri ayırt eden düzenli iç başlıklar bulunmamakla beraber, çoğu zaman Ve’ntizâmuhâ bimâ kablehâ (Öncesi ile münasebeti), Ve emmâ tefsîruhâ (Tefsirine gelince), Kıssatu nüzûlihâ ( Nüzûl sebebi şöyle anlatılır), Ve kurie (Bu kelimenin şöyle okunduğu bir kıraat vardır), Ve dellet el-âyetu ‘alâ…. (Âyet şu -fıkhî/kelâmî- hususa delalet eder), Ve kāle ehlü’l-ma‘rife (Marifet ehli zatlar/Tasavvuf büyükleri şöyle der) gibi ifadelerle konular başlıklandırılmıştır. Âyet metinleri, her bir âyetin tefsirine başlanırken (büyük çoğunlukla) tam olarak verilmiş, ardından o âyetin tefsir edildiği metin boyunca âyetteki et-Teysîr fi’t-Tefsîr 19 kelime ya da ibarelere ilişkin açıklamalar ve kavluhu (âyetin ... kısmı) şeklinde başlıklandırılmıştır. Mâtürîdî’nin (ö. 333/944) Te’vîlâtü’l- Kur’ân’ında da gördüğümüz ve kavluhu (âyetin ... kısmı) şeklinde başlayan bu ara başlıkların hemen tamamı et-Teysîr’de ilgili ibaredeki kelimelerin dil bilimsel analizi ile başlamaktadır. Bu analizlerde kelimelerin etimolojisi, Kur’ân’ın farklı âyetlerindeki çeşitli kullanımları, Arap dilindeki diğer anlamları, bu anlamlar arasındaki irtibatlar, bütün bu anlamların Arap şiiri ve meselleri (deyişleri) üzerinden delillendirilmesi gibi hususlara yer verilir. Özellikle sûre başlarında ve uzun sûrelerde konunun/kıssanın bitip yeni bir konunun/kıssanın başladığı bölümlerde, yeni başlayan bölümün önceki bölüm ile münasebetine de değinen müfessir bu münasebeti “intizâm” kavramı ile ifade eder. Ancak münasebete dair bu açıklamalar, kavramın muhtevasının gereği, her âyetin tefsirinde bulunmaz. Fâtiha sûresi ve Bakara sûresinin ilk yirmi âyetinin tefsirinde bu başlıklar altında yer verilen konular, tefsirin geri kalanına oranla fark edilir ölçüde uzundur. Bu başlangıç bölümünde ( Fâtiha sûresi ve Bakara sûresinin ilk yirmi âyetinin tefsirinde) uzun kavram analizlerine de yer verilir. Örneğin hamd kelimesi yukarıda başlıkları zikredilen hususlar çerçevesinde incelendikten sonra, Kur’ân’da bu kelimenin kavram olarak hangi anlamlara geldiği çok daha geniş bir şekilde ele alınır ve kelimenin geçtiği hemen bütün âyetler, o âyetlerde kelimenin ifade ettiği anlama göre tasnif edilerek zikredilir. Bu bölümlerde Ömer Nesefî ilgili kelime/kavramı sadece tefsir etmekle kalmaz, bir bakıma o kavramın semantik analizini yapar; hem Arap dilinde hem Kur’ân’da hem de Kur’ân sonrası oluşan dinî ilimler literatüründe edindiği anlamları inceler. Görebildiğimiz kadarıyla et-Teysîr, bu türden izahlara verilen yer ve gösterilen ihtimam bakımından klasik tefsirin en önemli örneği sayılabilir. Bu yönüyle et-Teysîr’in bu kısmı, Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât fî Garîbi’l- Kur’ân isimli meşhur eseri ile büyük benzerlik arz etmektedir. Kitâbü’l-Beyân an Garîbi’l- Kur’ân isimli bir eser de yazmış olan Ömer Nesefî, kendisinden kısa bir süre önce yazılan el-Müfredât’taki muhteva ve sistemi Garîbü’l- Kur’ân yazımı için uygun bulmamış, bunun yerine doğrudan tefsire taşımayı tercih etmiş görünmektedir. Nitekim Garîbü’l- Kur’ân metinlerinin Zeyd b. Ali (ö. 122/740) ile başlayan 20 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri ve Ömer Nesefî’nin yaşadığı 5/11. asra kadar uzanan dönüşüm seyri,1 bu metinlerin Râgıb el-İsfahânî’nin yaptığı türden kavram analizlerine değil, daha kısa kelime izahlarına tahsis edildiğini göstermektedir. Bu bakımdan Râgıb’ın el-Müfredât’ı, genel anlamda Garîbu’l- Kur’ân yazımında önemli bir dönüşümü/muhteva genişlemesini temsil ediyor görünmektedir. Muhtemelen bu sebeple Ömer Nesefî Kitâbu’l-Beyân an Garîbi’l- Kur’ân’ında dönemine kadar yazılan Garîbü’l- Kur’ân’ların benimsediği üslûp ve muhtevaya bağlı kalmış, diğer deyişle Râgıb’ın el-Müfredât’ındaki geniş kavram analizlerini Garîbu’l- Kur’ân metnine almaya sıcak bakmamış, bunun yerine, daha kısa kelime izahları yapmakla yetinmiş; el-Müfredât’takine benzer kavram analizlerini ise et-Teysîr’de, özellikle de Fâtiha sûresinin tefsirinde ve Bakara sûresinin baş tarafında yapmıştır. Atıflar ve Kaynaklar Bütün tefsir müellifleri gibi öncelikli olarak sahâbe ve tâbiîn nesli içinde tefsir faaliyeti ile tanınmış simalardan nakledilen rivayet malzemesini veri olarak kullanan Ömer Nesefî, özellikle sahâbeden İbn Abbas, İbn Mes‘ûd ve Übey b. Kâ‘b; tâbiînden Ebü’l-Âliye (ö. 90/709), Saîd b. Cübeyr (ö. 94/713), İbrâhim en-Nehaî (ö. 96/714), Mücâhid (ö. 103/721), İkrime (ö. 105/723), Dahhâk (ö. 105/723), Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), Katâde (ö. 117/735), Süddî (ö. 122/745), Zührî (ö. 124/742), İbn Cüreyc (ö. 150/767) gibi isimlerin rivayetlerine sıklıkla yer vermektedir. Bunlar kadar sıklıkla olmasa da yer yer Şehr b. Havşeb (ö. 100/718), Yahyâ b. Vessâb (ö. 103/721), Muhammed b. Kâ‘b el-Kurazî (ö. 108/726), Atâ b. Ebû Rebâh (ö. 114/732), Kelbî (ö. 146/763), Ca‘fer-i Sâdık (ö. 148/765) gibi âlimlerden de rivayet ve görüşler nakletmektedir. İbn Mes‘ûd ve Übey b. Kâ‘b’dan ağırlıklı olarak kıraat ve fezâil rivayetleri aktarırken İbn Abbas’tan etimoloji, sebeb-i nüzûl ve doğrudan âyetin anlamı çerçevesinde rivayetler nakletmektedir. Ancak bütün bu rivayet aktarımlarında, Abdürrezzâk es-San‘ânî (ö. 211/826), İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/923) ya da İbn Ebî Hâtim (ö. 327/938) gibi rivayet derlemesi yapan müfessirlere (Taberî’nin ismini zikrettiği birkaç istisna dışında) herhangi bir atıf yapmamakta, sahâbe müsnedlerini derleyen hadis kitaplarını da 1 Garîbü’l- Kur’ân metinlerinin nesilden nesile dönüşümü, benzerlik ve farklılıkları ve Ömer Nesefî’nin Kitâbu’l-Beyân an Garîbi’l- Kur’ân’ının tahkik ve incelemesi için bkz. Kocabaş, Ömer Nesefi, s. 8-38. et-Teysîr fi’t-Tefsîr 21 açıkça referans göstermemektedir. Bu bağlamda onun bu rivayetlere erişim noktasında temel kaynağının Sa‘lebî (ö. 407/1035) ve Vâhidî (ö. 468/1067) olduğu söylenebilir. Özellikle rivayetlerin yer aldığı bölümlerde (rivayetlerin aktarılış sıralaması, aktarılış biçim ve miktarları vs.) et-Teysîr ile Sa‘lebî’nin elKeşf ve’l-Beyân’ı arasında büyük benzerlikler söz konusudur.1 Hatta Nesefî’nin naklettiği kimi rivayetler el-Keşf ve’l-Beyân dışındaki kaynaklarda kolaylıkla bulunamamaktadır. Bu türden rivayetlerin sayısı oldukça fazladır. Örneğin Fâtiha sûresinin fazileti hakkında Hasan-ı Basrî’den nakledilen şu rivayete, el-Keşf ve’l-Beyân dışında bir kaynakta rastlamadık: ّ ّ وģä ĨאÙÐ وأرÙđÖכÕÝ īĨ اĩùĤאء أودع ıĨijĥĐא أرÙđÖ: اijÝĤراة واģĻåĬŸ õĐ ųا Ʃ لõĬأ ،ģ ّ واijÖõĤر واĜóęĤאن، ħà أودع ijĥĐم ñİه اŶرÙđÖ اĜóęĤאن، ħà أودع ijĥĐم اóĝĤآن اāęĩĤ ďĻĩä óĻùęÜ ħĥĐ īĩכ כאن אİóĻùęÜ ħĥĐ īĩĘ .אبÝכĤا ÙéÜאĘ ģ ّ ħà أودع ijĥĐم اāęĩĤ Ʃ اų اÙĤõĭĩĤ، وīĨ óĜأİא ĘכĩĬÉא óĜأ اijÝĤراة واģĻåĬŸ واijÖõĤر واĜóęĤאن. כÕÝ Allah Teâlâ gökten yüz dört kitap indirmiş ve onların ilimlerini içlerinden dördüne, yani Tevrat, İncil, Zebûr ve Furkān’a yerleştirmiştir. Daha sonra onların ilimlerini Furkān’a, Furkān’ın ilimlerini mufassal sûrelere, mufassal sûrelerin ilimlerini de Fâtihatü’l-Kitâb’a yerleştirmiştir. Kim Fâtihatü’l-Kitâb’ın tefsirini bilirse, Allah’ın indirdiği kitapların tamamının tefsirini bilen kimse gibi olur.2 Benzer bir örnek Abdullah b. Mes‘ûd’dan nakledilen şu rivayet için de geçerlidir: ّıא ĬÍĘ ħĻِ èِ ƪ óĤا īĩِ ْ èƪ ِ اóĤ اų ƪ ħِ ْ ùِÖ أóĝĻĥĘ óýĐ ÙđùÝĤا ÙĻĬאÖõĤا īĨ ųا Ʃ īĨ أراد أن įĻåĭĺ .ïèوا ģכّ īĨ Ùĭä אıĭĨ فóè ģכÖ įĤ ųا Ʃ ģđåĻĤ אĘóè óýĐ ÙđùÜ 1 Bunun için iki tefsirde mukaddime bölümlerine ve Fâtiha sûresinin tefsir edildiği bölümlere bakmak yeterlidir. Örneğin Bakara sûresinin başındaki “Elif-lâm-mîm” harflerinin tefsirine (ya da tefsir edilip edilmeyeceğine) dair nakledilen görüşler Nesefî tarafından senetsiz, Sa‘lebî tarafından ise senetleri ile birlikte verilmektedir. 2 Bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 3a ; Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrahim es- Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-Beyân an Tefsîri’l- Kur’ân, thk. Ebû Muhammed b. Âşûr, (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 1422/2002), 1: 91. 22 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri Kim Allah Teâlâ’nın kendisini on dokuz zebâniden kurtarmasını isterse besmeleyi okusun, çünkü besmele, her bir harfini Allah bir zebâniye karşı kalkan kılsın diye tam on dokuz harftir.1 Yine et-Teysîr’de yer verilen Şa‘bî’nin Abdullah b. Abbas’tan naklettiği şu rivayet de el -Keşf ve’l-Beyân dışında bulunması zor rivayetler arasındadır: إن رŻä أĵÜ اđýĤ×Ĺ ýĘכא إįĻĤ وďä اíĤאóĀة، ĝĘאل: ĻĥĐכ øÉÖאس اóĝĤآن. Ĝאل: وĨא أøאس اóĝĤآن؟ Ĝאل: ĘאÙéÜ اĤכÝאب. Ĝאل اđýĤ×Ĺ: ة ijĝĺل: إن Ĥכģ Ĺüء أøאøא وأøאس ّ óĨ óĻĔ אس×Đ īÖ ųا Ʃ ï×Đ Ûđĩø اĩđĤאرة ĨכÙ ıĬŶאıĭĨא دÛĻè اŶرض وأøאس اĩùĤאوات ĺóĐ×א، وĹİ اĩùĤאء اùĤאÙđÖ، وأøאس اŶرض ĻåĐ×א، وĹİ اŶرض اùĤאÙđÖ اĵĥęùĤ، ّ Ûù اĭåĤאن، ة اĭåĤאن، وıĻĥĐא أø ّ وأøאس اĭåĤאن Ùĭä ïĐن، وĹİ óø وأøאس اĭĤאر ħĭıä، وĹİ اïĤرכÙ اùĤאÙđÖ اĵĥęùĤ وıĻĥĐא أÛùø ّ Żم، وأøאس اĬŶ×Ļאء ijĬح įĻĥĐ اïĤرכאت، وأøאس اěĥíĤ آدم įĻĥĐ اùĤ ّ Żم، وأøאس ĹĭÖ إóøاģĻÐ ijĝđĺب، وأøאس اĤכÕÝ اóĝĤآن، وأøאس اùĤ ÛĥĥÝĐا ذاÍĘ .ħĻِ èِ ƪ óĤا īĩِ ْ èƪ ِ اóĤ اų ƪ ħِ ْ اóĝĤآن اęĤאÙéÜ، وأøאس اęĤאÙéÜ Öِù .ĵęýÜ ÙéÜאęĤאÖ כĻĥđĘ ÛĻכÝüا أو Rivayete göre adamın biri Şa‘bî’nin yanına gelir ve kalçasındaki bir ağrıdan şikâyet eder, o da kendisine, “ Esâsü’l- Kur’ân’ı oku” der. Bunun üzerine adam, “ Esâsü’l- Kur’ân nedir?” diye sorar, Şa‘bî şöyle der: O Fâtihatü’l-Kitâb’dır. Ben Abdullah b. Abbas’ın defalarca şöyle dediğini işittim: Her şeyin bir esası vardır, dünyanın esası Mekke’dir, çünkü yer oradan yayılmıştır. Göklerin esası ‘arîbâ’dır ki yüce göklerin yedincisidir. Yerin esası ‘acîbâ’dır, o da en aşağı yer derecelerinin yedincisidir. Cennetlerin esası Adn cennetidir, o cennetlerin döşeği, zeminidir, cennetler onun üzerine tesis edilmiştir. Ateşin esası cehennemdir, o en aşağı yedinci derekedir, diğer 1 Bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 9a ; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, 1: 91. et-Teysîr fi’t-Tefsîr 23 derekeler onun üzerine tesis edilmiştir. İnsanların esası Hz. Âdem, nebîlerin esası Hz. Nûh, İsrâiloğulları’nın esası Hz. Ya‘kūb, kitapların esası Kur’ân, Kur’ân’ın esası Fâtiha, Fâtiha’nın esası Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Hastalandığın ya da bir şikâyetin olduğu zaman el-Esâs’ı oku, Allah’ın izni ile şifa bulursun.1 Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Neticede Ömer Nesefî’nin et-Teysîr’de, rivayet malzemesi açısından el- Keşf ve’l-Beyân’ı temel kaynak olarak kullandığı açıktır. Metinler arasında böyle bir benzerlik görece daha sınırlı bir ölçüde de olsa, et-Teysîr ile Vâhidî’nin et-Tefsîrü’l-Vasît’i arasında da kurulabilir. Sahâbe- tâbiîn neslinden sonra yaşayan ve gerek tefsir gerek tefsirin ilişkili olduğu disiplinlerde metin yazmış olan âlimler içerisinde Ömer Nesefî’nin en sık -hatta düzenli bir şekilde ve neredeyse her âyetin tefsirinde- atıf yaptığı isimler arasında ilk sıra İmam Mâtürîdî (ö. 333/944) ve Abdülkerîm b. Hevâzin el- Kuşeyrî’ye (ö. 465/1072) aittir. Bu itibarla İmam Mâtürîdî’nin Te’vîlâtü’l- Kur’ân’ı ve Kuşeyrî’nin Letâifü’l-İşârât’ı et-Teysîr’in asıl kaynakları olarak nitelendirilebilir. Bu iki metinden hem sıklıkla kısa alıntılar yapılmakta, hem de uzunca blok alıntılara yer verilmektedir. Bu iki kaynaktan -Mâtürîdî şöyle der, Kûşeyrî şöyle der şeklinde- doğrudan isim verilerek yapılan nakiller arasında Te’vîlâtü’l- Kur’ân’dan yapılan nakillerde müfessir zaman zaman Mâtürîdî’nin ifadelerini özetlemek ya da birebir alıntı yapmayıp anlam olarak nakletmek suretiyle verirken Letâifü’l-İşârât’tan yapılan nakillerin hemen tamamı harfi harfine iktibastır. Diğer taraftan doğrudan müellif ya da kitap ismi zikredilmeksizin bu iki metinden özetlenmiş bölümler de mevcuttur. Dolayısıyla et-Teysîr’in hemen her yerinde bu iki ismin ve eserin izini görmek mümkündür. Üstelik bu tespit sadece alıntı yapma, görüş iktibas etme düzeyinde değil, benimsenen ve savunulan görüşler açısından da geçerlidir. Bu bağlamda et-Teysîr’in Hanefî-Mâtürîdî gelenek ile tasavvuf geleneğini birleştiren bir metin olduğu kolaylıkla söylenebilir. Bunları takiben müfessirin önemli kaynakları arasında Mukātil b. Süleymân (ö. 150/767) ve İbn İshak (ö. 151/78) gibi siyer ve tefsir irtibatını kuran isimlerin yanı sıra Ferrâ (ö. 207/822), Ahfeş (ö. 215/830), 1 Bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 17b ; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, 1: 128. 24 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri İbn Kuteybe (ö. 276/889), Zeccâc (ö. 311/923) gibi filolojik tefsir müellifleri ve Halîl b. Ahmed (ö. 175/791), Sîbeveyhi (ö. 180/796), Kutrub (ö. 210/825), Sa‘leb (ö. 291/904), İbn Düreyd (ö. 321/933), İbn Fâris (ö. 395/1004) gibi sözlük müellifleri gelmektedir. Fıkıh mesaili söz konusu olduğunda Hanefî geleneğine dayanan Nesefî başta Muhammed b . Hasan eş-Şeybânî (ö. 189/805) ve kendi hocası Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (ö.493/1100) olmak üzere pek çok Hanefî fıkıh âliminden nakiller yapmakta, bunun yanı sıra zaman zaman Evzâî (ö. 155/774), Mâlik (ö. 179/795) ve Şâfiî (ö. 204/820) gibi diğer mezhep büyüklerinin görüşlerine de yer vermektedir. Kelâm alanında temel kaynağı Mâtürîdî olan müfessirimizin tasavvuftaki temel kaynağı Haris el-Muhâsibî (ö. 243/857), Tüsterî (ö. 283/896), Muhammed b . Ali et-Tirmizî (ö. 320/932) ve Kuşeyrî’dir. Ancak doğrudan iktibaslar sadece Kuşeyrî’nin Letâifü’l-İşârât’ından yapılmıştır. İçerik Yöntem ve Kavramlar Her sûrenin başında fezâil ve münasebet rivayetlerine yer veren Nesefî, bu iki hususun ardından sûrenin isimleri, nüzûl dönemi ve nüzûl sebeplerine dair mevcut bilgiler vermekte, sonrasında ilk âyetten itibaren tefsire başlamaktadır. Bu aşamada müfessir her âyeti, ilk kelime ya da kelime grubundan başlayarak parça parça izah etmekte, bu izahlarını temelde dil bilimsel analizlere ağırlık vererek yapmaktadır. Bir kelime grubunda yer alan kelimelerin her biri dil bilimsel olarak izah edildikten sonra o kelime grubunun (cümle ya da ibarenin) toplam olarak ifade ettiği anlam konu edilmekte ve bu çerçevede rivayetler ve o döneme kadar tefsir bilginleri tarafından savunulmuş görüşler kîyle (denildi ki/bir görüşe göre…) kalıbı ile tasnif edilerek verilmektedir. Bu bölümlerde müfessirin doğrudan rivayet verilerine dayanarak anlama ulaştığını söylemek her zaman mümkün değildir. Aksine eğer Hz. Peygamber aleyhisselâmdan nakledilen güvenilir bir rivayet yoksa -ki böyle rivayetlerin bulunduğu durumlar nadirdir- rivayetler üzerinden sadece görüşler derlenmekte; fakat anlamın tespitine ağırlıklı olarak dil bilimsel analizler üzerinden ve kelâm meseleleri ile ilgili değerlendirmeler neticesinde ulaşılmaktadır. Örneğin Rab isminin anlamını ele aldığı yerde önce Abdullah b. Abbas’tan bu ismin efendi (seyyid) anlamına geldiğine et-Teysîr fi’t-Tefsîr 25 dair bir rivayet aktarmakta, ancak ardından uzunca analizler yaptıktan sonra Mâtürîdî’den de bir pasaj naklederek şöyle demektedir: İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: “Bu ifadenin anlamını sahip olarak değerlendirmek efendi (seyyid) olarak değerlendirmekten daha uygundur, çünkü ‘Göklerin ve yerin rabbi ve sahibi’ demek uygun olur ama ‘Göklerin ve yerin efendisi’ demek uygun olmaz. ‘O, onun efendisidir.’ ifadesi ancak insanlar için hususi olarak kullanılır.”1 Mülk ve hükümranlık, yaratma ve emir O’nundur. O aynı zamanda onların efendisi yani itaat etmeleri gereken sahibidir. Kölenin efendisi onun sahibidir, köle ona itaat etmelidir. “Evin efendisi” ifadesi kullanılmaz, çünkü burada itaatin gerekliliği gibi bir anlam söz konusu değildir. Evin sahibi ev işlerini ıslah edip çekip çeviren, geçimini sağlayandır. Allah Teâlâ da kulların işlerini, dünya ve ahiret hayatlarını idare eder, müminlerin kalplerini marifete, dillerini şehâdete, nefislerini hizmete uygun hâle getirir. Onların itaatlerinde her ne kadar çokça kusur bulunsa da bu itaatleri kabule uygun hâle getirir, günahları ne kadar çok olsa da onları affa uygun hâle getirir. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Amellerinizi sizin için sâlih hâle getirir.” [ el- Ahzâb 33/71] O zâhirleri nimetlerle terbiye eder ki bu nefislerdir, bâtını da rahmet ile terbiye eder ki bu da kalplerdir.2 Bunun ardından Nesefî Rab kelimesinin Kur’ân’daki kullanımlarını ele almakta ve şöyle devam etmektedir: Mutlak kullanımda er- Rab kelimesi hususidir [yani yalnızca Allah için kullanılır], yaratılmışlar için ise bir şeye izâfe edilerek kullanılır. Örneğin rabbü’d-dâr (evin sahibi) denilir. Ebü’d-Derdâ ve Abdullah b. Abbas’ın şöyle dedikleri rivayet edilir: “er- Rab ismi Allah’ın ism-i a‘zamıdır.” Şöyle denilmiştir: Bunun delili şudur: er- Rab ismi dışındaki isimlerin harflerini ters çevirdiğin zaman anlamları kaybolur, ama er- Rab isminin maklûbu [yani ters çevrilmiş hâli] el-Berr’dir ki o da Allah’ın ismidir. Hızır aleyhisselâm Mescid-i Harâm’da geçen kıssada buna işaret edip şöyle demiştir: “Allah’ın ism-i a‘zamı her nebînin, her velînin ve her Allah düşmanının kendisi ile 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 13-14. 2 Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 21a . 26 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri dua ettiği isimdir.” Hızır aleyhisselâm bununla nebîlerin şu dualarına işaret etmiştir: “Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik.” [ el-A‘râf 7/23], “Rabbim! Ben kavmimi gece gündüz davet ettim.” [ Nûh 71/5], “Rabbim! Onlar bana isyan ettiler.” [ Nûh 71/21], “Rabbim! Kâfirlerden yeryüzünde hiç kimseyi bırakma.” [ Nûh 71/26], “Rabbim! Beni ve ebeveynimi bağışla.” [ Nûh 71/28], “Rabbim! Bu beldeyi emin kıl.” [İbrâhîm 14/35], “Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını bir vadide iskân ettim.” [İbrâhîm 14/37], “Rabbimiz! Sen bizim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin.” [İbrâhîm 14/38], “Rabbim! Beni namaz kılan biri eyle, zürriyetimden [gelenleri] de. Ve duamı kabul et.” [İbrâhîm 14/40], “Rabbimiz! Beni ve ebeveynimi bağışla.” [İbrâhîm 14/41], “Rabbim! Zindan bana daha sevimlidir.” [Yûsuf 12/33], “Rabbim! Sen bana mülk verdin.” [Yûsuf 12/101], “Rabbim! Ben nefsime zulmettim.” [ el-Kasas 28/16], “Dedi ki: Rabbim! Göğsüme genişlik ver.” [ Tâhâ 20/25], “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla.” [ el-A‘râf 7/151], “Rabbim! Bana göster de sana bakayım.” [ el-A‘râf 7/143], “Rabbim! Beni bağışla ve bana bir mülk ihsan et.” [ Sâd 38/35], “Rabbim! Bana Senin ihsan etmiş olduğun nimete şükretmeyi nasip et.” [ en-Neml 27/19], “Rabbim! Beni tek başıma bırakma.” [ el-Enbiyâ 21/89], “Rabbim! Benim kemiklerim zayıfladı.” [ Meryem 19/4], “Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir.” [ el-Mâide 5/114], “Rabbimiz! Bizi hesaba çekme.” [ el-Bakara 2/286]. 1 Allah Teâlâ Rab ismini umumi olarak âlemlere izâfe etmiş ve “âlemlerin Rabbi” [ el-Fâtiha 1/1] buyurmuş, ardından gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri tahsis edip “Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi” [ eş-Şuarâ 26/24] buyurmuş, sonra gök ve yeri tahsis edip “Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki” [ ez-Zâriyât 51/23] buyurmuş, ardından doğuları ve batıları tahsis edip “ Hayır, doğuların ve batıların Rabbine yemin olsun ki” [el-Meâric 70/40] buyurmuş, sonra iki doğu ve iki batıyı tahsis edip “İki doğunun ve iki batının Rabbi” [ er-Rahmân 55/17] buyurmuş, sonra doğu ve batıyı tahsis edip “Doğunun ve batının Rabbi” [ eş-Şuarâ 26/28] buyurmuş, sonra yeryüzünden sadece kendi evini tahsisi edip “O hâlde bu evin Rabbine kulluk etsinler” [ Kureyş 106/3] buyurmuştur. Yine bu ismi bütün insanlara izâfe edip “De ki: İnsanların Rabbine sığınırım.” [en-Nâs 114/1] buyurmuş, sonra Resûlünü tah1 Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 21a . et-Teysîr fi’t-Tefsîr 27 sis edip “Senin Rabbine yemin olsun ki” [ el-Hicr 15/92] buyurmuş, ardından ümmetini de aynı şekilde tahsis edip “Rabbiniz dedi ki: Bana dua edin, size icâbet edeyim.” [ el-Mü’min 40/60] buyurmuştur.1 Görüleceği üzere Nesefî her ne kadar kelimenin anlamını belirleme yönünde ilk adımı rivayet ile atmış olsa da bu noktada durmamakta ve hem dil bilimsel analiz yapmakta, hem de kelimenin/kavramın Kur’ân’daki kullanım alanını derinlemesine incelemektedir. Bu incelemeler neticesinde varılan anlamın rivayetlerle uyumlu olup olmaması, görebildiğimiz kadarıyla Nesefî açısından asli bir kaygı değildir. Hatta bu örnekte görüldüğü üzere, İbn Abbas’tan gelen rivayet tercih edilmeyip başka bir görüş benimsenebilmiştir. Nesefî’nin sıklıkla kullandığı kavramlar arasında intizâm-münâsebet, vech-vücûh-evcüh gibi kavramlar sayılabilir. İntizâm kelimesi düzen, uyum anlamına geliyor olmakla birlikte et-Teysîr’de özel olarak, sûrelerin birbirleri ile münasebetini ya da uzun sûreler içerisindeki farklı âyet gruplarından/pasajlardan her birinin öncekilerle münasebetini ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Bu bağlamda Nesefî hemen her sûrenin başında, bu kavramı kullanarak o sûre ile önceki sûrenin sonunun irtibatına ilişkin açıklamalar yaparken, uzun sûrelerde konunun değiştiği hemen her yerde yine aynı kavrama başvurarak benzer açıklamalar yapmaktadır. Bu yönüyle et-Teysîr, Münâsebâtü’l-Kur’ân ilmi çerçevesinde temel kaynak kabul edilen Fahreddin er-Râzî’nin Mefâtîhu’l-Gayb’ı ve Bikā‘î’nin Nazmü’d-Dürer’i ile birlikte referans metinlerden biri; hatta bu iki metinden daha erken tarihli olması itibariyle Münâsebâtü’l-Kur’ân ilminin en erken kaynaklarından biri olarak değerlendirilebilir. Hatta et-Teysîr’de Ömer Nesefî’nin aralarında münasebet bulunduğunu ifade ettiği pek çok âyetin tefsirinde Fahreddin Râzî herhangi bir münasebet vechesinden söz etmemektedir.2 Diğer taraftan her iki müfessirin de münasebet vechesinden söz ettikleri yerlerde metinler ve temalar birbirinden ayrı görünmektedir. Örneğin et-Teysîr’de [el- Bakara 2/114]. âyetin öncesi ile münasebeti çerçevesinde şu ifadelere yer verilmektedir: 1 Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 21b . 2 Örnek olarak bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 153a ( el-Bakara, 2/87), 166a ( el-Bakara, 2/106), 168a ( el-Bakara, 2/109). 28 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri ﴾µُ ¯ُ ~اْ Y·Áَ ž۪ yَ¦َ wْ ُ َ ْن À أ Ãا ِ ٰ uَ jY ِ ®َ •َ³®َ ±ْ َ ¯ّ®ِ ُ َ وįĤijĜ:﴿ َوَR ±ْ ْ ا’» واčÝĬאıĨא ĩÖאĜ×ıĥא أن اÙĺŴاŶوĹĘĵĤذכĜó×ĝĨçאħıĤ وñİه اĹĘÙĺŴذכó ųا Ʃ אد×Đ نijđĭĩĺو ÙĭåĤا ģİأ ħıĬأ نijĐïĺ ėĻכ :óìآ įäوو .ħıĤאđĘ ç×Ĝ .ųا Ʃ تijĻÖ ĹĘ ųا Ʃ אدة×Đ īĐ “Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir.” Âyetin öncesi ile münasebeti şöyledir: Önceki âyet onların sözlerinin çirkinliğini anlatıyordu, bu âyet ise onların fiillerinin çirkinliğini anlatmaktadır. Bir başka münasebet yönü ise şudur: Onlar Allah’ın kullarının Allah’ın evlerinde Allah’a kulluk etmesine engel oldukları hâlde nasıl olur da kendilerinin cennet ehli olduğunu iddia edebilirler?1 Buna karşılık Fahreddin er-Râzî aynı âyetin öncesi ile münasebeti hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: ْ īَ א Ĩ ƪ Ĩَ Éَ Ę :ٌ ُ ijه äُ א و َ ıĥَ ْ א َĜ× َ ĩِÖ ِ Ù َ ِ ْاĺŴ ِñه َ َ ِאل İ āِ ّ ِ اÜ Ù ƪ Ļِ ę ْ Ļَ ِĹ כ Ę :Ùُ َ Ļِ Ĭאƪ áĤا Ùُ Ĥََ É ْ ùَ ْاĩĤ ْ īِ א Ĩ َ ıĥَ ْ א َĜ× َ ĩِÖ ģُāِ ƪ Ýَ Ü :אلَ Ĝَ سِ ïِ ْ ĝ َ ĩĤاْ Ûِ ْ Ļ َ َ ِ اب Ö óìَ َ َى و َ אر āƪ ĭĤا ĵĥَ َ א Đ َ ıĥَ َ ĩ َ è ėَ ْ Ļَ ْ : כ ħُ ıĤَ ģĻَ ِ ĝَ Ę ،ćْ َ ĝَ Ę ِ Ùƪ ĭ َ åĤاْ ģِ ْ İَ ْ أ īِ Ĩ ْ ħُ ıƪ Ĭَ ا أ ْ ijَ Đƪ َى اد َ אر āƪ ْ ُß ِإ ƪن اĭĤ Ļ َ è Ĺِ Ę Ĺِ ْ đ ƪ َ اùĤ َ ِ אäِï و ùَ ĩĤاْ Õĺ ِ óِíْ َ Ü Ĺِ Ę ْ َ ُכħ Ýĥَ َ َאĨ đُ Ĩ نƪ َ َ أ ďَ ِ َכ Ĩ Ĥñَ َ ُ َijن כ َ ُכĬij Ü ïِäא ِ َ ùَ ĩĤاْ óِ ِ َ אÐ ø َ ِ و َ ام óَ éĤاْ ïِåِ ْ ùَ ĩĤاْ ĵĥَ َ Đ ُ įĥَ َ ĩ َ è ْ īَ א Ĩ ƪ Ĩَ أ َ َ َכ َñا. و א İ َ ıِÖا َ óìَ ُ َijن ĩĥَ ْ đ َ ĺ źَ َ īĺñِ Ĥاƪ אلĜ َ כَ ِ Ĥñَ :ِ כ įِ Ĥ ْ ijĜَ Ĺِ َ ِب Ę óَ đĤاْ Ĺِ כóِýْ ُ Ĩ ُ óْ ِכ َى ذ óَ ä :אلَ Ĝَ ً ة ƪ óَ ĩَ Ę ، ْ ħُ ı ƫ َ َذĨ ِĩ ِ ďĻ ْاĤ ُכęƪ ِאر و َ ä ُ óْ ِכ َى ذ óَ ä :ģĻَ ِ Ĝ َ :ِ ٣١١] و ة َ óَ ĝ َ ْ [ ْاĤ× ħ ِıِ Ĥ ْ ijĜَ ģَ ْ á ِ Ĩ . َ īĻِ כóِýْ ُ ً ِإَĵĤ ْاĩĤ ة ƪ óَ Ĩَ َى و َ אر āƪ َ اĭĤ ِ و ُijد ı َ ĻĤاْ ĵĤَإِ ƪ َ ƪ اñĤم įƪ ä َ و Bu âyetin öncesi ile irtibatı hakkında birkaç yorum yapılabilir. Âyetten Hıristiyanların ve Beytülmakdis’in harap edilişinin kastedildiğini düşünenlere göre bunun öncesi ile irtibatı şöyledir: Hıristiyanlar sadece kendilerinin 1 Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 169b . et-Teysîr fi’t-Tefsîr 29 cennetlik olduklarını iddia etmişler, buna karşılık onlara şöyle denilmiştir: Sizler mescitlerin harabında böyle bir tutum takınmışken nasıl cennetlik olabilirsiniz? Âyetteki mescit ile Mescid-i Haram ve diğer mescitlerin kastedildiğini düşünenler ise bu irtibatı şöyle kurarlar: “Bilmeyenler de onların söyledikleri gibi söyledi.” [el- Bakara 2/113] âyetinde Arap müşriklerinden söz edilmiş ve onlar kınanmıştı -ki bir görüşe göre bu âyette bütün kâfirlerden söz edilmiştir-, böylece Allah bir âyette Yahudi ve Hıristiyanları, diğer âyette ise müşrikleri kınamış olmaktadır.1 Görülebileceği üzere her iki müfessir de âyeti öncesi ile irtibatlandırma konusuna ilgi göstermiş olmakla beraber, kurdukları münasebet bütünüyle aynı değildir. Dolayısıyla buna benzer örneklerden hareketle Fahreddin erRâzî’nin et-Teysîr’i görmemiş olduğunu düşünmek mümkündür. Nesefî’nin sıklıkla kullandığı bir başka kavram olan vech-evcüh-vücûh kelimesi et-Teysîr’de kimi zaman farklı kıraatleri, kimi zaman bir kelimenin dildeki mümkün anlam ihtimallerini,2 kimi zaman Kur’ân’daki farklı kullanımlarını, kimi zaman belli âyetler arası münasebet çerçevesinde kurduğu farklı bağlantıları,3 kimi zaman da yorumunda/izahında görece zorluk ya da kapalılık bulunan müşkil ifadelerin farklı izah türlerini anlatmak için kullanılır. Tefsir Edebiyatındaki Yeri et-Teysir’in Geriye Dönük İrtibatları et-Teysîr’in Hanefî-Mâtürîdî gelenek ile tasavvuf geleneğini birlikte takip ettiğini daha önce ifade etmiştik. Bu bağlamda onun fıkıh ve kelâm konularında bu sünnî geleneği sürdürdüğünü, özellikle keskin bir Mu‘tezile karşıtlığı üzerinden hareket ettiğini söylemek mümkündür. Diğer taraftan özellikle Vâhidî- Sa‘lebî çizgisi üzerinden onun Şâfiî- Eş‘arî gelenekle ve dolaylı 1 Fahreddin er-Râzî, Muhammed b. Ömer b. Hüseyin, Mefâtîhu’l-Gayb, (Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1981), 4: 10-11. 2 Örneğin “el-Kur’ânu zelûlün” şeklinde hem Abdullah b. Abbas’tan nakledilen hem de kimi kaynaklarda Hz. Peygamber aleyhisselâma ref‘ edilen rivayette geçen zelûl ifadesini izah ederken ve Allah kelimesinin türeyişine dair on farklı seçeneği sıralarken bu kavramı kullanır. bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 3b ; 6a-b. 3 Örnek olarak Fâtiha sûresinin başındaki el-Hamdü ifadesi ile öncesindeki besmele arasındaki münasebetten söz ederken bu kavramı kullanır. Bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 14a . 30 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri olarak Ehl-i hadîs kanalı ile irtibat kurduğu da söylenebilir ki et-Teysîr ile Te’vîlâtü’l-Kur’ân arasında yapılabilecek herhangi bir mukayese, Ömer Nesefî’nin tefsir yazım tarzı ve tefsir yapma mantığı açısından, mezhep imamı olarak kabul ettiği Mâtürîdî’den belirli ölçüde ayrıştığını gösterecektir. Her ne kadar Vâhidî- Sa‘lebî çizgisinde tefsirde rivayet ile yetinmeyip re’y ağırlıklı bir mekanizmanın işletilmesi, bu çizgi üzerinden ılımlı akılcılık denilebilecek bir Şâfiî ekolün oluştuğunu söylemeyi mümkün kılsa da bu yöndeki değerlendirmeler bu aşamada ileri düzey incelemelere muhtaç görünmektedir. Bu bakımdan et-Teysîr’de Ömer Nesefî’nin -isimlerini sıklıkla zikretmiyor olmakla beraber, muhteva karşılaştırmasından anlaşılabileceği üzere- Vâhidî- Sa‘lebî çizgisine yakınlaşmış olması, bu iki ekolün -Hanefî-Mâtürîdî ekol ile Şâfiî- Eş‘arî ekolün- Mu‘tezile karşıtlığı ortak paydasında kesiştiklerini göstermektedir. Bununla beraber Ömer Nesefî et -Teysîr’de yer yer -konu gerektirdikçe- Eş‘arîlik eleştirisi de yapmaktadır. et-Teysîr’in Dönemi Açısından Konumu et-Teysîr, içerdiği muhtevayı düzenleyip belirli bir tasnife tâbi tutması itibariyle dönemindeki diğer tefsir metinleri ile önemli ölçüde benzeşmektedir. Nitekim hem Tabersî’nin Mecma‘u’l-Beyân’ında hem de İbn Atıyye’nin el-Muharrarü’l-Vecîz’inde benzer bir tasnif çabasının olduğunu söylemek mümkündür. Hicrî VI. asrın başından itibaren yazılan bu tefsir metinlerinde, önceki nesil metinlere nazaran konular titizlikle ayrıştırılmakta, mümkün mertebe bir konudan diğerine geçilmemektedir. Tabiatıyla böyle bir yazım sistemini tefsire uygulamak kolay değildir, çünkü tefsir metinleri de en nihayetinde mushaf sıralamasına ve Kur’ân’ın kendine özgü konu dağılımına tâbi metinlerdir. Bu nedenle onların fıkıh ya da kelâm metinleri gibi konulara, bölümlere ayrılarak yazılması söz konusu değildir. Ancak yine de bu dönemin tefsir metinlerinin büyük çoğunluğunda her bir âyetin tefsiri çerçevesinde konu edilecek hususların dil bilim, siyer/ rivayet, fıkıh, kelâm, tasavvuf/ahlâk gibi alt başlıklara göre ayrıştırılması ve bunların özenli bir şekilde sırayla ele alınmış olması, bir önceki dönemde -örneğin Sa‘lebî, Kuşeyrî ve Vâhidî gibi isimlerin tefsirlerinde- göremediğimiz bir husustur. Bu- et-Teysîr fi’t-Tefsîr 31 nunla beraber et-Teysîr’in kendi dönemindeki tefsir metinlerinden ayrıştığı noktalar da bulunmaktadır ki bunların başında geniş kavram incelemeleri gelmektedir. Kur’ân kelime ve kavramlarının hem Arap dilindeki hem de Kur’ân’daki anlam ve kullanım alanlarını (semantiğini) inceleyen müstakil çalışmalar hicrî 5. asır öncesinde yapılmış değildir. Geleneksel metinlere ilişkin bilgi birikimimiz çerçevesinde biz bugün, bu yönde yapılmış müstakil çalışmaların ilk olarak Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ı ile başlamış olduğunu düşünmekteyiz. Ancak tefsir geleneğinde bu muhtevaya tekabül eden malumatlar ağırlıklı olarak, hicrî 2. ve 3. asırlarda büyük bir ivme kazanıp sonrasında görece yavaşlayan filolojik tefsir hareketi kapsamında telif edilen -Me‘âni’l-Kur’ân , Garîbü’l-Kur’ân , İ‘râbu’l-Kur’ân , Mecâzü’l-Kur’ân vs. isimler taşıyan- metinlerde işlenmiş ve tedavülde tutulmuş görünmektedir. Bununla birlikte filolojik tefsirin Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ında gördüğümüz türden kapsamlı semantik inceleme ile birebir örtüştüğünü düşünmek abartılı olacaktır. Râgıb’ın bu alana katkısı, sadece mevcut muhtevayı müstakil metin yazımına dönüştürmekle sınırlı olmayıp doğrudan muhtevanın geliştirilmesini de içermektedir. İşte bu geliştirilmiş ve kapsamlı bir semantik incelemeye dönüşmüş muhteva, et-Teysîr’de Ömer Nesefî tarafından doğrudan tefsir metninin içerisine taşınmış görünmektedir. Bu özellik et-Teysîr’i, döneminde yazılmış diğer tefsirlerden bariz bir şekilde ayırmakta, ona kendine özgü bir nitelik kazandırmaktadır. Bu yönüyle Ömer Nesefî’nin metnini bugün “ semantik inceleme” ve “konulu tefsir” olarak isimlendirdiğimiz başlıklar ve yaklaşımlar açısından hususi olarak inceleyecek ileri düzey çalışmalara ihtiyaç vardır. et-Teysîr’in Sonraki Dönem Tefsir Literatürüne Etkisi/Katkısı et-Teysîr’in Osmanlı dönemi tefsiri üzerinde belirli bir etkisi olduğunu onun Osmanlı ilmiyesi içerisinde çokça istinsah edilmiş ve okunmuş olmasından hareketle söylemek mümkün olduğu gibi haşiye metinlerinde ve kimi müstakil tefsirlerde kendisine yapılan atıflardan da anlayabiliyoruz. Osmanlı müfessirlerinden Bayezid Halife b. Abdullah el-Edirnevî (ö. 32 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri 900/1404) Secencelü’l-Ervâh isimli tefsirinde,1 Muğlalı Vefâî Muhyiddin Efendî (ö. 942/1535) ise Tenvîrü’d-Duhâ isimli işâri tefsirinde2 doğrudan et-Teysîr’den iktibas yapmışlardır. Yine Yavuz Sultan Selim dönemi âlimlerinden Habîb b. Ali (ö.?) Miftâhü’l-Fâtiha isimli eserinde doğrudan et-Teysîr’in mukaddime bölümünü ve Fâtiha sûresi tefsirini ihtisar etmiştir.3 Bu eserin başında yararlanılan kaynaklar arasında doğrudan Ömer Nesefî’nin ismine yer verilmiş olduğu gibi metnin içeriği de hemen hemen bütünüyle et-Teysîr’in özeti mahiyetindedir. Ayrıca Şihâbüddîn el-Hafâcî’nin (ö. 1069/1659) Beyzâvî’nin (ö. 685/1286) Envârü’t-Tenzîl’ine yazdığı meşhur hâşiyesinde,4 İsmâil Hakkı Bursevî’nin (ö. 1137/1725) Rûhu’l-Beyân’ında5 ve haşiye metinlerinin müstakil tefsire dönüşümü olarak değerlendirilebilecek Âlûsî’nin (ö. 1270/1854) Rûhu’l-Me‘ânî’sinde et-Teysîr’e doğrudan atıflar bulmak mümkündür.6 Bunların yanı sıra başta el-Câmi‘u li-Ahkâmi’l-Kur’ân müellifi Kurtubî (ö. 671/1273) olmak üzere pek çok müfessirin, isim zikretmeksizin et-Teysîr’den çokça faydalanmış, uzun bölümler iktibas etmiş olduklarını tespit edebiliyoruz. Örnek bir karşılaştırma için istiâzedeki şeytan kelimesinin tefsirine dair uzunca bahsin et-Teysîr’de ve Kurtubî tefsirinde ele alınışına bakılabilir. Bu iki tefsirde söz konusu bölüm neredeyse birebir aynıdır ve bu bölümde yer verilen detayların pek çoğu başka tefsirlerde bulunmamaktadır.7 Benzer bir karşılaştırma Allah, Rahmân gibi isimlerin iştikakı ile ilgili bölümlerde de yapılabilir. Bütün bu bahislerde Kurtubî tefsirinde yer alan sayfalarca bölümün et-Teysîr ile neredeyse birebir aynı olduğunu görmek mümkündür. Bildiğimiz kadarıyla bu bölümler Kurtubî’den önce yazılan et-Teysîr dışındaki herhangi bir metinde bulunmamaktadır. Bu da Kurtubî’nin et-Teysîr’den haberdar olduğunu ve ondan 1 Bayezid Halife b. Abdullah, Secencelü’l-Ervâh, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, 3/1; Aslantürk, 230. 2 Bkz. Vefâî Muhyiddin Efendi, Tenvîrü’d-Duhâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 186; Aslantürk, 229. 3 Bkz. Habib b. Ali, Miftâhu’l-Fâtiha, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, 2855, Nuruosmaniye, 5005. 4 Örnek olarak bkz. Hafâcî, Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ömer, Hâşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsîri’l- Beyzâvî, (Beyrût: Dâru Sâdır, ts), 1: 23; 2: 133, 137, 167; 3: 134, 141; 4: 189, 305; 5: 206; 6: 297; 8: 36. 5 Örnek olarak bkz. Bursevî, İsmâil Hakkı, Rûhu’l-Beyân, (Beyrût: Dâru’l-Fikr, ts), 1: 20, 46; 2: 209, 417; 3: 272, 520; 4: 392; 6: 261; 8: 490; 9: 34; 10: 85. 6 Örnek olarak bkz. Âlûsî, Şihâbüddîn Mahmûd b. Abdullâh, Rûhu’l-Me‘ânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l- Azîm ve’s-Seb‘i’l-Mesânî, (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts), 5: 25, 70; 12: 159; 19: 95; 22: 216; 26: 33; 29: 99; 30: 201. 7 Bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr, 1: 7a ; Kurtubî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr, el-Câmi‘u li-ahkâmi’l- Kur’ân, thk. Abdülmuhsin et-Türkî, (Beyrût: Müessesetü’r-Risâle, 2006), 1: 139-141. et-Teysîr fi’t-Tefsîr 33 faydalandığını düşündürmektedir. Dolayısıyla bunlar et-Teysîr’in sonraki dönemde ilim çevrelerince biliniyor olduğunu göstermektedir. Ancak yine de bütün bunlar et-Teysîr’in el-Keşşâf gibi bir gelenek oluşturduğunu söylemek için yeterli değildir. Bu durumda onun ancak sınırlı düzeyde bir etkisinden söz etmek mümkün görünmektedir. Aynı durum Mâtürîdî tefsiri için de geçerlidir. Nitekim Mâtürîdî’nin etkisinin görece azlığı hakkında araştırmacılar çeşitli açıklamalar yapmıştır ki bunlar içerisinde Mâtürîdî’nin hilâfet merkezi Bağdat’tan uzakta yaşamış olması, Arap tarihçileri tarafından kasıtlı olarak zikredilmemesi, siyasî iktidarla anlaşmazlık içinde bulunması sebebiyle Eş‘arîler gibi devlet imkânlarından yararlanmamış olması, Eş‘arîliğin Nizâmiye medreselerinde okutularak İslâm dünyasının her tarafına gönderilecek kimselerin yetiştirilmesine mukabil Mâtürîdîliğin resmî eğitim kurumlarına girememesi, Eş‘arîliğin Şâfiîler ve Mâlikîler gibi farklı kitleler tarafından benimsenmesine rağmen Mâtürîdîliğin sadece Hanefîler’e münhasır kalması, Mâtürîdîliğin akla daha fazla önem vermek suretiyle muhafazakâr ulemânın ve biyografi müelliflerinin ilgi alanı dışında kalması, Hanefî çevrelerinin Mâtürîdî’nin Ebû Hanîfe’nin otoritesini gölgelemesinden endişe etmeleri, eserlerinin dil ve üslûp açısından problemli oluşu gibi bir dizi sebep kaydedilmektedir.1 Ancak bütün bu sebeplerin yeterince izah edici olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü sayılan bu hususlar içerisinde eserlerin dil ve üslup açısından problemli oluşu dışındakilerin tamamında Mâtürîdî ile Ömer Nesefî bütünüyle müşterek oldukları halde, Ömer Nesefî’nin Akāid risalesi oldukça yaygınlık kazanmış, üzerine pek çok şerh/hâşiye yazılmış ve medreselerde okutulmuştur. Dolayısıyla Mâtürîdî’nin (ve özellikle) Te’vîlâtü’l- Kur’ân’ın etkisinin sınırlılığına ilişkin açıklamalar et-Teysîr için de söz konusu edilebilecek olsa da bu hususlar hem tartışmaya açıktır hem de daha hususi ve detaylı çalışmalara ihtiyaç duymaktadır. Çağdaş Çalışmalarda et-Teysîr Mâtürîdî’nin Te’vîlâtü’l- Kur’ân’ı gibi Ömer Nesefî’nin et-Teysîr’i de çağdaş dönemde müellifinin sahip olduğu şöhrete mukabil ilgiyi görmüş değildir. Her iki metin de görece geç fark edilmiş, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Arap dünyasında 1970’lerde, Türkiye’de ise ancak 2000’li yıllarda neşredilmiş, 1 Bkz. Şükrü Özen, “Mâtürîdî”, DİA (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003), 28: 147-148. 34 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri et-Teysîr ise bazı bölümleri gerek Arap dünyasının çeşitli üniversitelerinde gerekse ülkemizde lisansüstü tez konusu seçilerek tahkik edilmiş olsa da bir bütün olarak ilk kez elinizdeki yayımın tamamlanması ile neşredilmiş olacaktır. Yapılmış bu akademik çalışmalar içerisinden ulaşabildiklerimizi şöylece sıralamak mümkündür: Vâkıa sûresinden Mürselât sûresinin sonuna kadar olan kısım Ali Abdülkādir Cum‘a tarafından,1 A‘râf sûresinden Hicr sûresinin sonuna kadar olan kısım İbrâhim Muhammed tarafından,2 Gāfir sûresinden Rahmân sûresinin sonuna kadar olan kısım Ebû Ferha el-Hüseynî tarafından,3 Bakara sûresi 253. âyetten En‘âm sûresinin sonuna kadar olan kısım Fâize Mahmûd Abdülâl tarafından,4 Otuzuncu cüzü kapsayan kısım Mahmûd Dâvûd Sind Hamûde tarafından,5 Nahl sûresinden Mü’minûn sûresinin sonuna kadar olan kısım Abdülmün‘im Muhammed tarafından,6 Bakara sûresinin tamamını kapsayan bölüm Ayşe Hümeyra Aslantürk tarafından,7 ilk hizbin ( Kur’ân’ın ilk beş sayfasının) tefsirini kapsayan kısım Yahyâ b. Ali b. Muhammed Fakîhî tarafından,8 Tâhâ sûresinin tefsirini içeren bölüm Yasir Hüseyin Yağmur tarafından,9 Âl-i İmrân sûresinin tefsirini kapsayan bölüm Ahmet Balaban tarafından10 tahkik edilmiştir. 1 Ali Abdülkādir Cum‘a, et-Teysîr fî İlmi’t-Tefsîr li’l-İmâm Ebî Hafs en-Nesefî, Tahkīk ve Dirâse Min Evveli Sûreti’l-Vâkı‘a ilâ âhiri Sûreti’l-Mürselât, (Yüksek Lisans Tezi, Ezher Üniversitesi, Kāhire, 1989). 2 İbrâhim Muhammed eş- Şâfiî, et-Teysîr fî İlmi’t-Tefsîr Tahkīk ve Dirâse Li-Tefsîri’n-Nesefî Min Sûreti’l-A‘râf İlâ Nihâyeti Sûreti’l-Hicr, (Doktora Tezi, Ezher Üniversitesi, Kāhire, 1990). 3 Ebû Ferha el-Hüseynî, et-Teysîr fî İlmi’t-Tefsîr, Tahkīk ve Dirâse li-Tefsîri’l-İmâm en-Nesefî Min Evveli Sûreti Gāfir İlâ Nihâyeti Sûreti’r-Rahmân, (Yüksek Lisans Tezi, Ezher Üniversitesi, Kāhire, 1991). 4 Fâize Mahmûd Abdülâl, et-Teysîr fî İlmi’t-Tefsîr li’l-İmâm ‘Umer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî Tahkīk ve Dirâse Min Evveli Kavlihi Tilke’r-Rusulü Faddalnâ Ba‘dahum ‘alâ Ba‘din İlâ Âhiri Sûreti’l-En‘âm, (Doktora Tezi, Ezher Üniversitesi, Kāhire, 1991). 5 Mahmûd Dâvûd Sind Hamûde, et-Teysîr fî İlmi’t-Tefsîr li’l-İmâm‘Umer b. Muhammed b. Ahmed b. İsmâîl b. Muhammed b. Lokmân en-Nesefî Dirâse ve Tahkīk Min Evveli Sûreti’l-Nebe’ İlâ Ahiri Sûreti’n-Nâs, (Yüksek Lisans Tezi, Ezher Üniversitesi, Kāhire, 1992). 6 Abdülmun‘im Huraybe Muhammed, et-Teysîr fî İlmi’t-Tefsîr Tahkīk ve Dirâse li-Tefsîri ‘Umer b. Muhammed en-Nesefî min Sûreti’n-Nahl ilâ Nihâyeti Sûreti’l-Mü’minîn (Yüksek Lisans Tezi, Ezher Üniversitesi, Kāhire, 1992). 7 Ayşe Hümeyra Aslantürk, Ebu Hafs Ömer en-Nesefi’nin (öl. 537 - 1142) et-Teysir fi’t- Tefsir Adlı Eserinin Tahlili ve el-Bakara Suresi’nin Tenkidli Neşri (Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 1995). 8 Yahya b. Ali b. Muhammed Fakîhî, et-Teysîr fî İlmi’t-Tefsîr li’l-İmâm Necmiddîn Ebî Hafs ‘Umer b. Muhammed en-Nesefî Dirâseten ve Tahkīkan min Evveli’l-Kitâb ilâ Nihâyeti’l-Hizbi’l-Evvel (Doktora Tezi, Câmi‘atu’l-İmâm Muhammed b. Su‘ûd el-İslâmiyye, Medine, 1416/1996). 9 Yasîr Hüseyin Yağmur, et-Teysîr fî’t-Tefsîr li’l-İmâm Ebî Hafs ‘Umer b. Muhammed en-Nesefî Mine’l-Varaka 45 ile’l-Varaka 72 Sûretu Tâhâ (Yüksek Lisans Tezi, Câmi‘atü Ümmü Dermân, el-İslâmiyye, Hartûm, 1435/2014). 10 Ahmet Balaban, Necmuddin Ömer b. Muhammed en-Nesefi’nin et-Teysir fi’t- Tefsir İsimli Eserinin Edisyon et-Teysîr fi’t-Tefsîr 35 et-Teysîr’in yakın zamanda 15 cilt olarak neşredilen bir baskısı mevcuttur.1 Bu baskı çok sayıda ismin katıldığı bir tahkik çalışması olarak yayımlanmış olmakla beraber, metnin ana nüshasına değil, tâli ve geç döneme ait nüshalara dayanmaktadır. Metnin sağlıklı bir şekilde okuyucuya aktarımı konusunda önemli sorunlar içeren ve yazma nüshaların varak numaralarına atıf yapılmayan bu baskının diğer pek çok kusurları da göz önünde bulundurulduğunda, ilmî tahkik olarak değil, neşir olarak değerlendirilmesi mümkündür. 1990’lardan itibaren hem ülkemizde hem de Arap dünyasında kısmî tahkik ve inceleme çalışmalarına konu olmasına rağmen tamamının henüz ilmî bir tahkik ile neşredilmemiş olması, söz konusu ilginin sadece akademik düzeyle sınırlı kaldığını göstermektedir. Dolayısıyla et-Teysîr üzerine yapılan akademik çalışmalar Ömer Nesefî ve Mâtürîdî geleneğinin tefsir birikimini gün yüzüne çıkarmaya yönelik umumi bir ilgiye dönüşmüş değildir. Elinizdeki çalışma bu boşluğu doldurmak üzere atılmış bir adım olmayı hedeflemekte, Hanefî-Mâtürîdî geleneğin ilim mirasını ihyâ etmeye yönelik bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Kritiği ve Tahlili (Ali İmran Suresi) (Yüksek Lisans Tezi, Sabahattin Zaim Üniversitesi, İstanbul, 2018). 1 Bkz. Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t-Tefsîr, thk. Mahir Edîb Hammûş-Cemal Abdürrahim el- Fâris- Sâriye Fayez Aclûnî-Fâdî el-Mağribî (Beyrût: Dâru’l-Lübâb, 2019). 36 GİRİŞ - Ömer Nesefî Tefsiri et-Teysîr fi’t-Tefsîr 37 KAYNAKLAR Ali Şevvâh İshâk. Mu‘cemu Musannefâti’l-Kur’âni’l- Kerîm. Riyâd: Dâru’r-Rufâ‘î, 1403/1983. Âlûsî, Şihâbüddîn Mahmûd b. Abdullâh. Rûhu’l-Me‘ânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l- Azîm ve’s-Seb‘i’l-Mesânî. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts. Aslantürk, Ayşe Hümeyra. Ebu Hafs Ömer en-Nesefi’nin (öl. 537 - 1142) etTeysir fi’t- Tefsir Adlı Eserinin Tahlili ve el-Bakara Suresi’nin Tenkidli Neşri. Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995. Aslantürk, Ayşe Hümeyra. “ Necmeddin Nesefî”. DİA. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2006, c. 32, s. 571-573. Bağdâdî, İsmail b. Muhammed Emin. Hediyyetü’l-Ârifîn: Esmâü’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn. 2. cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1951. Balaban, Ahmet. Necmuddin Ömer b. Muhammed en-Nesefi’nin et-Teysir fi’t- Tefsir isimli eserinin edisyon kritiği ve tahlili (Ali İmran Suresi). Yüksek Lisans Tezi, Sabahattin Zaim Üniversitesi, 2018. Bayezid, Halife b. Abdullah. Secencelü’l-Ervâh. Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, 3/1. Brockelmann, Carl. Geschicte der Arabischen Litteratur Supplmentband. Leiden: Brill, 1937-1942. Bursevî, İsmâil Hakkı. Rûhu’l-Beyân. Beyrût: Dâru’l-Fikr, ts. Dâvûdî, Şemseddîn Muhammed b. Ali b. Ahmed. Tabakātü’l-Müfessirîn. Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1403/1983, c. 2. Fermân, İsmail İbrahim ed-Deylemî. “ Zelletü’l-Kārî li’ş-Şeyh Ebî Hafs ‘Umer b. Muhammed en-Nesefî: Dirâse ve Tahkīk”, Mecelletü’l- ‘Ulûmi’l-İslâmiyye, 9/1, (1432/2011), 2. s. 361-420. Habib b. Ali. Miftâhu’l-Fâtiha. Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih, 2855, Nuruosmaniye, 5005. Hafâcî, Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ömer. Hâşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsîri’l- Beyzâvî. Beyrût: Dâru Sâdır, ts. 38 KAYNAKLAR - Ömer Nesefî Tefsiri İbn Ebi’l-Vefâ, Abdülkādir b. Muhammed b. Nasrullâh b. Sâil. el-Cevâhirü’lMudiyye fî Tabakāti’l-Hanefiyye. thk. Abdulfettâh Muhammed elHülv. 2. Baskı. Kāhire: Dâru Hicr, 1413/1993, c. 5. Kāsım b. Kutluboğa, Ebü’l-Fidâ Zeynüddîn. Tâcü’t-terâcim. thk. Muhammed Hayr Ramazan Yûsuf. Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1413/1992. Kâtib Çelebi, Mustafa b. Abdullâh Hacı Halife. Keşfü’z-Zunûn an Esâmi’lKütübi ve’l-Fünûn. nşr. Şerafettin Yaltkaya-Rafet Bilge. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1941. Koca, Ferhat. “ el-Manzûmetü’n-Nesefiyye”. DİA. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003, c. 28, s. 34-35. Kocabaş, Huzeyfe. Ömer Nesefi ve Kitâbü’l-Beyân an Garîbi’l- Kur’ân Adlı Eseri: Metin ve İnceleme. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2018. Kurtubî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr. el-Câmi‘u liAhkâmi’l- Kur’ân. thk. Abdülmuhsin et-Türkî. Beyrût: Müessesetü’rRisâle, 2006. Muhammadaminov, Seyyit Ekber. “Matla‘ al-Nujum wa Majma‘ al-‘Ulum by Abu Hafs ‘Umar al-Nasafi as a Sample of Guidance Manual at the Time of Qarakhanids”. Manuscripta Orientalia. 21/2. (December/ Aralık, 2015). Ömer en-Nesefî. “Risâle fî beyâni mezâhibi’t-tasavvuf”. Çev. Süleyman Uludağ. Diyanet Dergisi, 18/3 (1979): 167-173. Ömer en-Nesefî. “Risâle fî beyâni mezâhibi’t-tasavvuf”. nşr. Ali Ekber Ziyâî. et-Türâsü’l-Arabî, 46/12 ( Dımaşk: İttihâdu’l-Kitâbi’l-Arabî, 1412/1992) 133-141. Ömer en-Nesefî. Tefsîr-i Nesefî. nşr. Azîzullah Cüveynî. Tahran: İran Kültür Vakfı Yayınları, 1974-1975. Özen, Şükrü. “Mâtürîdî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 28: 146-151. Ankara: TDV Yayınları, 2003. Râzî, Fahreddin Muhammed b. Ömer b. Hüseyin. Mefâtîhu’l-Gayb. Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1981, c. 32. et-Teysîr fi’t-Tefsîr 39 Sa‘lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrahim. el-Keşf ve’l-Beyân an Tefsîri’l- Kur’ân. thk. Ebû Muhammed b. Âşûr. Beyrût: Dâru İhyâi’tTürâsi’l-‘Arabî, 1422/2002. Taşköprüzâde, Ahmed b. Mustafa b. Halil. Miftâhu’s-Sa‘âde ve Misbâhu’sSiyâde. Beyrût: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1405/1985, c. 3. Vefâî, Muhyiddin Efendi. Tenvîrü’d-Duhâ. Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 186. Yavuz, Yunus Şevki. “ Akāidü’n-Nesefî”. DİA. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1989, c. 2, s. 217-219. http://www.quran-c.com/display/Disptitle.aspx?UID=25798&CID=148 (Erişim tarihi: 26.04.2019). Müessesetü Âli’l-Beyt. el-Fihristü’ş-şâmil li’t-türâsi’l-Arabiyyi’l-İslâmiyyi’lmahtût: Ulûmu’l- Kur’ân, Mahtûtâtu’t-tefsîr ve ulûmuh. Ammân: elMecme‘u’l-Melekî li-Buhûsi’l-Hadârati’l-İslâmiyye, 1989. Resim 1: Manisa nüshası (ana nüsha) 1. cilt, zahriye NÜSHA ÖRNEKLERİ 42 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 2: Manisa nüshası (ana nüsha), 1. cilt, ilk sayfa et-Teysîr fi’t-Tefsîr 43 Resim 3: Manisa nüshası (ana nüsha), 1. cilt, son sayfa 44 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 4: Manisa nüshası (ana nüsha), 4. cilt, ilk sayfa (zahriye) et-Teysîr fi’t-Tefsîr 45 Resim 5: Manisa nüshası (ana nüsha), 4. cilt, son sayfa ( ferâğ kaydı ve manzum hâtime) 46 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 6: Mahmutpaşa nüshası, 1. cilt, ön zahriye et-Teysîr fi’t-Tefsîr 47 Resim 7: Mahmutpaşa nüshası, 1. cilt, ilk sayfa (1b-2a) 48 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 8: Mahmutpaşa, 1. cilt, son sayfa et-Teysîr fi’t-Tefsîr 49 Resim 9: Mahmutpaşa, 2. cilt, ilk sayfa (ön zahriye) 50 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 10: Mahmutpaşa, 2. cilt, ilk sayfa et-Teysîr fi’t-Tefsîr 51 Resim 11: Mahmutpaşa, 2. cilt, son sayfa 52 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 12: Turhan Vâlide, 15, ilk sayfa et-Teysîr fi’t-Tefsîr 53 Resim 13: Turhan Vâlide, 15, ilk sayfa 54 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 14: Turhan Vâlide, 15, son sayfa et-Teysîr fi’t-Tefsîr 55 Resim 15: Turhan Vâlide, 16, ilk sayfa 56 NÜSHA ÖRNEKLERİ - Ömer Nesefî Tefsiri Resim 16: Turhan Vâlide, 16, ilk sayfa et-Teysîr fi’t-Tefsîr 57 Resim 17: Turhan Vâlide, 16, son sayfa ET-TEYSÎR Fİ’T-TEFSÎR NECMEDDİN ÖMER EN-NESEFÎ Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun. óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا ĹęùĭĤا óĩĐ īĺïĤا ħåĬ įĻĥĐ ųا Ʃ رÙĩè [MÜELLİFİN MUKADDİMESİ] Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla Rabbim, kolaylaştır ve tamama erdir. Kur’ân’ı şifa ve rahmet, lutuf (fazlen) ve nimet, hüküm ve hikmet, beyân ve beyyine, korkutma (tahvîfen) ve öğüt, miras ve vasiyet, deliller mecmuası (besâira ) ve yol gösterici (tebsıraten), hatırlatma ve hatırlatıcı (tezkireten), zikir ve nasihat (zikrâ), müjdeleyici ve müjde, hidâyet edici ve hidâyet kaynağı (hâdiyen ve hüden), kitap ve Kur’ân, söz (hadîsen) ve furkān, hüccet ve burhan, tebliğ ve tebyin, haber ve yemin, kelâm ve kelimeler, dosdoğru (müstakîmen) ve hiçbir eğrilik içermeyen (kayyimen), müteşâbih ve muhkem, söz ve aktarım (kavlen ve kıylen), mufassal ve tafsil, indirilmiş ve bahşedilmiş (münezzelen ve tenzîlen), sırat ve yol, kolaylaştırılmış ve birbiriyle irtibatlandırılmış (müyesseren ve muvassalen), misaller ve mesel, peyderpey indirilmiş bölümler ve parıldayan yıldız (nücûmen ve necmen), muallim ve ilim, kıssa ve vahiy, emir ve nehiy, ruh ve nûr, okunan ve satırlarda yazılan, hayır ve Allah’ın ipi, hak ve fasıl, doğruluk ve âdil, yazılmış ve mahfuz, korunmuş ve sakınılmış, şeref sahibi (mecîden) ve azîm, yüce ve hikmetli, aziz ve kerim, müjdeleyici ve uyarıcı, çağıran ve aydınlatan, beyân eden ve beyân edilen, [kendisinden önceki kitapları] tasdik eden ve onları takvîm eden/ düzelten (müsaddikan ve müheyminen), imam ve tâbi olunan, akledilen ve işitilen, mübarek ve tertemiz, pınar ve sağanak, Arapça ve hayretâmiz, âyetler ve beyyineler, beyân eden ve beyân edilenler, tekrarlanan (mesâniye ) ve Nûn [el-Kalem 68/1], Kāf [Kāf 50/1], Hâ-Mîm-‘Ayn-Sîn-Kāf [ eş-Şûrâ,42/1-2], Sâd [es- Sâd 38/1], Elif-Lâm-Mîm- Sâd [ el-A‘râf 7/1], Kef-Hâ-Yâ-‘Ayn- Sâd [ Meryem 19/1], Tâ-Hâ [Tâ-Hâ 20/1], Elif-Lâm-Râ [ el-Hicr 15/1], Elif-Lâm-Mîm-Râ [ er-Ra‘d 13/1], Yâ-Sîn [Yâ-Sîn 36/1], Tâ-Sîn [ en-Neml 27/1], Hâ-Mîm [ el-Mü’min 40/1] ve Elif-Lâm-Mîm [ el-Bakara 2/1] gibi mukattaa harfleri olarak indiren Allah’a hamdolsun. İşte bunlar Kur’ân’ın yüz ismi olup her biri Kur’ân’da zikredilmiş ve açıklanmıştır. Hak Teâlâ bütün bunlarla Kur’ân’ı isimlendirmiş ve onu seçkin kulu, mümtaz elçisi, bütün insanlığın en hayırlısı Hz. Muhammed aleyhisselâma vahyetmiştir. Onda elçisi için ilimleri toplamış, 5 10 15 20 25 30 [ėĤËĩĤا ÙĨïĝĨ] ِ ħĻè۪ ƪ óĤا īِ ٰ ĩèْ ƪ óĤا ųا ِƩ ِ ħ ْ ùÖِ ١ ħ ّ ĩÜو ģّ رب ıø ُ כĩא وèכÙĩ وĻÖאĬא ų اñĤي أõĬل اóĝĤآن ęüאء ورÙĩè وŻąĘ وÙĩđĬ وè Ʃ ïĩéĤا َ وÜ×óāة وñÜכóĻا وñÜכóة وذכóا وذכóى ّÙĭ وęĺijíÜא وÙčĐijĨ وóĻĨاàא ووÙĻĀ وāÖאóÐ ِوĻÖ ّÙ وİóÖאĬא وĔŻÖא ُïى وכÝאÖא وóĜآĬא وáĺïèא وĜóĘאĬא وåè ّ وĨ×óýا وóýÖى وİאدĺא وİ ِĩא وýÝĨאıÖא وéĨכĩא وźijĜ وŻĻĜ ّ ِĩא وĩĻĝÝùĨא َوĻĜ ĥَ َ ĩא وכĨŻא وכ ً َوùĜ É×Ĭو אĬאĻ×Üو Żَ á َ ٢ وأáĨאź وĨ Ż ƪ Ā َ ijُ Ĩو اó ƪ ùَ Ļ ُ Ĩو ŻĻ×øو אĈاóĀو ŻĺõĭÜو źً ƪ õَ ĭ ُ Ĩو ŻĻāęÜو Ż ƪ āęَ ُ وĨ ا ّ َ āא ووĻèא وأóĨا وĻıĬא وروèא وijĬرا وijĥÝĨ ِĩא ِوĐْĩĥא َوāĜ ْ ĩא ّ وĥđĨ åَ وĨijåĬא وĬ ٣ ّא وŻāĘ وĜïĀא وźïĐ وĨכÖijÝא وČijęéĨא وĨכĬijĭא ĝèو Żْ × َ وijĉùĨرا وóĻìا وè ĭא ّ ٤ وèכĩĻא وõĺõĐا وכĩĺóא وóĻýÖا وóĺñĬا وĭĨאدĺא وóĻĭĨا ِ وĨ×Ļ א ّ وïĻåĨا وĩĻčĐא وĻĥĐ ً ×א وĨאء ّ ĭא وĜïāĨא وĭĩĻıĨא وإĨאĨא وÝĨ×Đijא وźijĝđĨ وĐijĩùĨא وĨ×אرכא وĻĈ ƪ Ļ×Ĩو َ ٍ وכĩĥאت وóèوĘא ٧ وáĨאĹĬ אتĭ ٍ ƪ Ļ×Ĩو אتĭ ٍ ِ ّ Ļ×Ĩو ٦ ّ ٍ ĭאت َ ×א ٍ وآĺאت وĻÖ åَ ٥ وĐ ِ×א وĻÖóĐא ّ وĻĀ ٓ﴾ [اijýĤرى، ٢-١/٤٢]، و ¡ٓ ٓ ٓ ٓ﴾ [ق، ١/٥٠]، و﴿ ٰn đĉĝĨאت ģáĨ﴿ نٓ﴾ [اħĥĝĤ، ١/٦٨[، و﴿ق ﴾µٰ Žٰ ﴿و ،]١/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾…ٓ ٓ ٓ ٓ…﴾ [اóĐŶاف، ١/٧]، و﴿¦ٓ ٰـ· ٰÁ ﴿ ٓص﴾ [ص، ١/٣٨]، و﴿اªٓ¯ ،[١/٣٦ ،÷ĺ] ﴾}ٓ Àٰ﴿و ،]١/١٣ ،ïĐóĤا﴾ [yٓ ٨ و﴿اªٓ¯ ،ٰ ١/٢٠]، و﴿اªٓ ٰ ـy] ﴾اóåéĤ، ١/١٥[، įĈٰ ] ﴾ٓ ٓ﴾ [ĔאóĘ، ١/٤٠[، و﴿اªٓ ٓ﴾ [اÿāĝĤ، ١/٢٨[، و﴿ ٰn و﴿ Žٰ ٓ{﴾ [اģĩĭĤ، ١/٢٧[، و﴿ Žٰ ٓ ّאه، وإĵĤ ĩø אıĥכّ אıÖ ،אنĻ×Ĥوا óכñĤا įĻĘ ١٠אıĤ آنóĝĥĤ ħøا ÙÐאĨ ĹıĘ ٩ [اĤ×óĝة، ١/٢] مijĥđĤا įĻĘ įĤ ďĩä ،אهèأو رىijĤا óĻìِ ïĩéĨ ĵ×ÝåĩĤا įĤijøور ĵęĉāĩĤا هï×Đ ١ ح: ĭĩĻÜא ijĥđÖ ذכóه وđÜאź ijĩùÖ ïĜره؛ ط: رب ďÝĨ ŻĺijĈ؛ ر: رب óùĺ وħĩÜ .óĻíĤאÖ .اó ٢ ƪ ùَ Ļ ُ ĨوŻ ƪ Ā َ ijُ ح: وĨ ٣ م: ČijęéĨא، çĀ İאûĨ؛ ح ر – وĨכĬijĭא؛ ط: ĨכÖijÝא. ٤ ط – وĻĥĐא ؛ ر + وĨכĬijĭא. ٥ ط ر: وĺóĔ×א. ٦ ر: وĭĻÖאت. ٧ ر- Ĩ×ĭĻאت. . ٨ ٓ ر: واĤٓħ . ٩ ٰ ر: واĤٓـó ١٠ م: ĩĤא، çĀ İאûĨ؛ ر ط: ıĤא. ٥ ١٠ ١٥ 62 MÜELLİFİN MUKADDİMESİ - Ömer Nesefî Tefsiri açığını ve gizlisini anlamayı ona bahşetmiş, onu Kur’ân’ın sırlarına vâkıf kılmıştır. Yüce Allah Hz. Muhammed aleyhisselâmın Kur’ân’ın mânasını ümmetine beyân etmesi sûretiyle onu anlama yolunu açmış, onda tevdi edilmiş olanları ilk neslin öncü âlimlerinin çıkarımları (istinbatları) yoluyla kendilerine [ümmetin sonraki nesillerine] bildirmiş, böylece ilk nesilden sonra Kur’ân’ı tefsir ve te’vil edenlerin onun harikalarının deryasına dalıp incilerini çıkarmalarını kolaylaştırmıştır. Velhâsıl, dinî ve dünyevî nimetlerinin ardı ardına gelmesinden dolayı Allah’a hamd, Hz. Muhammed’e, ailesine, ashâbına ve kıyamet gününe dek onun ilmini taşıyanlara salât olsun. { Necmeddin Nesefî der ki:} Ey ilim ehli! -Allah sizi talebinize ulaştırsın ve muradınıza nâil olmanızı kolaylaştırsın- Nicedir sözlerime iştiyak duyup, ifade biçimimden haz alıp, tercihlerime itimat edip meseleleri ortaya koyuşuma rızâ gösterdiğiniz için benden Kur’ân tefsiri konusunda sehl-i mümteni tarzında, veciz ve derli toplu bir kitap telif etmemi istemekte, fakat mazeret beyân edip geri durduğumu, sakınıp ağırdan aldığımı ve şu sebepleri ileri sürdüğümü görmektesiniz: “Allah kelâmı üzerine konuşmak pek çetindir, böyle bir vazifeyi tamamlamak oldukça zordur, üstelik şu yaşlı hâlimde zihnim yorulmuş, biri diğerini izleyen hastalıklarla kalbim bitkin düşmüş durumdadır. Gece gündüz hususi vazifeler ve umumi hadiselerle meşguliyetim fazla, malın azlığına karşılık evlad ü ıyâlin çokluğundan dolayı düşüncelerin dağınıklığı da yamandır. Kaldı ki bu kitabın ne kadar ve nasıl olacağı konusunda herkesin isteği farklıdır. Bu isteklerin hepsi aynı istikamette değildir. Herkesi memnun etmek mümkün olmadığı gibi farklı talepte olanların ortak bir noktada birleşmesini umut etmek de beyhudedir.” Fakat bu kadar uzun izahlara rağmen gerekçelerim isteğinizi azaltmadı, gayretinizi köreltmedi, aksine sürekli kapımı aşındırıp talebinize icâbet etmemi istediniz ve bana gönüllü olarak bu işe koyulmaktan başka yol bırakmadınız. Neticede o kadar ayak diremeden sonra yelkenleri suya indirip pes ettim, isteğinizde size yardımcı olma konusunda Hak Teâlâ’ya istiharede bulundum, yardım edip sizi memnun edebilmek için Allah’tan yardım niyaz ettim, O’na sığınarak ve ecrini umarak işe koyuldum. Velî olarak da yardımcı olarak da Allah yeter. Muvaffakiyet ve dosdoğru yola hidâyet Allah’tandır. İmdi derim ki: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 63 įِ َאÜ Đَ ُijد Ĩ زóÖوأ ،įęýכ َ įÝĨŶ įĬאĻ×Öو įęĜأو ارهóøأ ĵĥĐو ،مijÝכĩĤوا įĭĨ ّ ĹĥåĤا įĩّ وıĘ ِره واóíÝøاج َ óĔُ אرéÖ ĹĘ صijĕĤا ĵĤإ įÖ ó ّ ħıĤ ÖאĭÝø×אط أŻĐم اïāĤر اŶول، وùĺ ،īĺïĤوا אĻĬïĤا ĹĘ אĭĻĥĐ įĩِ َ đِ Ĭ óİאčÜ ĵĥĐ ïĩéĤا įĥĘ ،لَ ّ وأو ħİïđÖ ó ّ ùĘ īĨ ģĻ×ø رهِ َ ُر د .īĺïĤا مijĺ ĵĤإ įĩĥĐ ِ Ùĥَ َ ĝَ ٍ وآįĤ وأéĀאįÖ وĬ ï ّ ĩéĨ ĵęĉāĩĤا ĵĥĐ ةŻāĤوا {:-į×Ļü ħèور į×ĻĐ ųا Ʃ óÝø- ١ ّ ĹęùĭĤا ïĩèأ īÖ ïĩéĨ īÖ óĩĐ ï×đĤا אلĜ} [ أ ّģ إĵĤ اóĩĤادات [٢ ıøو ħכĤËø ųا Ʃ ħאכÜأ- ħĥđĤا ģİأ َ óüאđĨ ĹĬijĩÝĤÉø אĩĤאĈ ħכĭĨ אęĕü ؛ďĩåÝùĨ õĻäو ďĭÝĩĨ ģıø ٍ آنóĝĤا óĻùęÜ ĹĘ אبÝכ َ ďĩä -ħכĤijĀو ĹĭĨ ٣ ٢ وÙĝà ÖאĻÝìאري ورĄא óĺÍÖادي وإïĀاري، ووħÜïä ĹĨאčĭĤ אÖاñđÝøوا ĹĨŻכÖ ĹĘ ïĨŶوا َ ،ïĺïü ųا Ʃ אبÝכ ĹĘ مŻכĤا نÉÖ źŻÝĐوا ،ارñèِ ĵĥĐ ً ِĻא ّ Ĭَ Éَ ْ ñار وÜ Đَ ÉÖ ً ّĻא ِÖَ Éَ Ü ģَ ْ ĕýĤوا ُ ،ģĻĥĐ ٌ ģĥَ ِ ُف اđĤ ادóÜ ĵĥĐ َ óĈאíĤوا ،ģĻĥכ ó×כĤا ĹĘ َ īİñĤوا ،ïĻđÖ įÐאıĬإ ƫق اÕĥĝĤ óęَ َ Ü َ Õĉْ ìوَ ،ģĻĥĜ ُ ČijÖאėÐ اíĤאÙĀ وijèادث اđĤאÙĨ آĬאء اģĻĥĤ واıĭĤאر óĻĔ Öכóáة اĻđĤאل ّ وÙĥĜ اĩĤאل ٌ ģĻĥä، ħà رĔ×אت اīĻùĩÝĥĩĤ ĹĘ ïĜر ذĤכ اĤכÝאب وכįÝĻęĻ ٌ ورäאء ďĭÝĩĨ ďĻĩåĤا ُ ،ٍ وإرĄאء ÙęĥÜËĨ ُ óĻĔ įĭĨ ïèوا ćٍ َ ĩَ Ĭ ĵĥĐ اتijıýĤوا ،ÙęĥÝíĨ ٌ ƪכħ؛ ïäِ ģƪ ِ ĝ ُ ĺ ħĤو ħכƪ ï َ è ģƪęُ َ ĺ ħĤ ģĺijĉÝĤا اñİ ĵĥĐ ģĻĥđÝĤا اñİو ، ٌ اĩÝäźאع ďĉĝĭĨ ïđÖ ħכĤ ÛĥøóÝøאĘ ،اً ْ د َ و ً ور ا واåĺŸאب إرادة ً ْ د ijَ ً وĐ اءïÖ ÙÖאäŸا َ źإ ĹĭĨ ħÝĻÖأ ģÖ ٤ ،ħادכóĩÖ ħכĘאđøإ ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ تóíÝøوا ،אحĭåĤا ăęì تóđýÝøوا ،אحĩåĤا ِ ųאÖ Ʃ ĵęوכ اóĻåÝùĨو ųאÖ Ʃ اñĻđÝùĨ įĻĘ ÛĐóüو ،ħאدכđøوإ ħכÜïĐאùĨ ĵĥĐ ُ įُ Ý ْ ĭ َ واđÝø :ěĺóĉĤا اءijø ĵĤإ ÙĺاïıĤوا ُ ěĻĘijÝĤا ُ ųאÖو Ʃ لijĜÉĘ ،اóĻāĬ ųאÖ Ʃ א وכĵę Ƭ وĻĤ ١ ط: Ĝאل اëĻýĤ اĨŸאم اđĤאħĤ اģäŶ اõĤاïİ اÝøŶאذ اåéĤאج ħåĬ اīĺïĤ زīĺ اÙĨŶ ĩäאل اŻøŸم واīĻĩĥùĩĤ أÿęèijÖ ؛ ر: Ĝאل اëĻýĤ اĨŸאم اđĤאħĤ اģäŶ اõĤاïİ اÝøŶאذ اåéĤאج ħåĬ اěéĤ واīĺïĤ óĩĐ ّ ĹęùĭĤا ïĩèأ īÖ ïĩéĨ īÖ óĩĐ . ّ ĹęùĭĤا אنĩĝĤ īÖ ĹĥĐ īÖ ïĩéĨ īÖ ģĻĐאĩøإ īÖ ïĩèأ īÖ ٢ ر: ĭĤאĹĩČ. ٣ ط ر: ħÜïäijĘ. ٤ ط - óĩÖادכħ. ٥ ١٠ ١٥ 64 MÜELLİFİN MUKADDİMESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İnsanlar (âlimler) tefsir ve te’vil kelimelerinin anlamını kâh uzunca kâh kısaca izah etmişlerdir, biz de orta yolu tutup şöyle deriz: Tefsir âyetin nüzûlünü, durumunu, kıssasını, hangi sebepler hakkında indiğini ve kendisi ile kimlerin kastedildiğini bilmektir. Te’vil ise âyeti, taşıdığı ve öncesine ya da sonrasına muvâfık olan bir mânaya hamletmektir. Bu iki kelimenin kökenine gelince, Sa‘leb şöyle demiştir: Tefsir, Arapların, hızını alması için atı mahmuzlamayı ifade etmek üzere kullandıkları fessertü’l-ferese [yani atın yükünü aldım, uykusunu açtım] şeklindeki ifadeden türetilmiştir. Buna göre tefsir, âyetin muradının ortaya çıkması için zâhirinin açılması demektir. İbn Düreyd şöyle demiştir: Kelimenin aslı et-tefsiretüdür. Bu ise hastadan alınan ve doktor tarafından incelenen idrar örneği demektir. Nasıl doktor bu örnek üzerinde inceleme yaparak hastalığın durumunu açığa çıkarıyorsa müfessir de delil üzerinde inceleme yaparak âyetin muradını açığa çıkarır. el-Mücmel müellifi [ İbn Fâris] şöyle demiştir: el-Fesr kelimesi beyân (açığa çıkmak) anlamına gelir. Bu kelime doktorun hastadan alınan idrar örneği üzerindeki incelemesi demektir. et-Tefsiretü kelimesi de böyledir.1 Bir görüşe göre tefsir kelimesi fesere kökünden tef‘îl vezninde türetilmiştir, fesere ise sefere kelimesinin maklûbudur, yani harflerin yeri değişmek sûretiyle ondan türetilmiştir. Bu harf değişme durumu tıpkı her ikisi de “uzattı” anlamına gelen cezebe ve cebeze fiilleri ve her ikisi de “aktı” anlamına gelen bedda ve dabbe fiillerindeki gibidir. Kad sefereti’l-mer’etü ‘an vechihâ (kadın yüzünü açtı) ifadesindeki sefere fiili “açmak”, esfere’s-subhu (sabah aydınlandı) ifadesindeki esfere fiili “aydınlanmak”, vücûhun müsfiratun (ak, parlak yüzler) ifadesindeki müsfiratun kelimesi “aydınlık, parlak”, sefere’l-arda (toprağı süpürdü, yüzeyini açtı) ifadesindeki sefere fiili “süpürmek” anlamına gelir. Bu kökten el-misferatü kelimesi “süpürge”, es-sifru kelimesi “ beyân edici kitap” anlamına gelir. Yolculuğa insanların ahlâkını ortaya çıkardığı için es-seferu denilmiştir. es-Süfratü (sofra), içindekini almak üzere üstü açılan yiyecek bohçasıdır. Buna göre tefsir, zikredilen ifadeden zâhir olarak kastedilen, fakat kapalı ve örtülü olan mânanın açığa çıkarılmasıdır. 1 İbn Fâris, Mucemü Mekāyîsi’l-Luga, 1: 721. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 65 ćِ ƫ øijÝĤا ĵĥĐ אĭĤو ،ģĺijĉÝĤوا óĻāĝÝĤا īĻÖ ģĺوÉÝĤوا óĻùęÝĤا ĵĭđĨ ĹĘ אسĭĤا ِıא ِ واøŶ×אب اĹÝĤ ÛĤõĬ ıĻĘא ِıא وÝāĜ ĬÉüو ÙĺŴا ولõĬ ħĥĐ óĻùęÝĤا :لijĝĭĘ ،ģĺijđÝĤا ُ אıĥ×Ĝ אĩĤ ěĘاijĨ ٍ ٢ įĥĩÝéÜ ĵً ĭđĨ ĵĤإ ÙĺŴا فóĀ ١ ِ اīĺñĤ أرïĺوا ıÖא، واÉÝĤوģĺ واijĜŶام ْ ُت ó ƪ ùَ Ę» بóđĤا لijĜ īĨ ذijìÉĨ óĻùęÝĤا«٤ :Õĥđà אلĜ ïĝĘ אĩİñìÇĨ אĨÉĘ ٣ أو Ĩא İïđÖא. .«אİادóĨ óıčĻĤ ÙĺŴا óİאČ ėýכ óĻùęÝĤאĘ ،אİó ْ āè ěĥĉĭĻĤ אıَ Ýąْ َ َכ َ » إذا ر َس َ اóęĤ įĻĘ óčĭĺ يñĤا ģĻĥđĤا אءĨ īĨ ģĻĤïĤا Ĺİو ،ةَ óùِęْ ƪ ÝĤا īĨ įĥĀأ«٥ : ّ وĜאل اïĤرïĺي óčĭĤאÖ óùęĩĤا اñכĘ ÙĥđĤا אلè īĐ ėýכĺ אءĩĤا ĹĘ óčĭĤאÖ ÕĻ×ĉĤا أن אĩכĘ ،אء×ĈŶا .«ÙĺŴا ادóĨ īĐ ėýכĺ ٦ ģĻĤïĤا ĹĘ [ ب٢ [،אءĩĤا ĹĘ ÕĻ×ĉĤا óčĬ ó ْ ٨ َ واùęĤ ،אنĻ×Ĥا ó ْ ٧« َ اùęĤ :ģَ ĩ ْ åُ وĜאل ĀאÕè اĩĤ ٩ واóùęÝĤة כĤñכ». َ َ َñب ä» :ħıĤijĝכ ijİو» َ óęَ َ ø» īĨ بijĥĝĨ ijİو» َ ó َ ùَ Ę» īĨ ģĻđęÜ ١٠ijİ :ģĻĜو ُ īĐ وııäא١١ أي כÛęý، َت اóĩĤأة óęَ َ ø ïĜو .אلø أي » ƪ ÕĄوَ ăƪ َ Ö«و ،ïĨّ أي» ñَ َ × َ وä א óıČÉĘ َ ı َ ùَ َ َ اŶرض أي כĭ óęَ َ ٌ أي ÙÑĻąĨ١٢، وø ُóęùة Ĩ ٌ ُ أي أĄאء، ووijäه çْ × ƫ āĤا óęَ ْ øَ وأ قŻìأ īĐ ėýכĺ ُ óęَ َ ُ ، واùĤ īĻ×ĩĤا ١٤ ُ ُ اĤכÝאب óęْùĤوا ِ ١٣،Ùُ َ ùَ ُ ِ اĩĤ ْכĭ ْ َóęة وııäא، ِ واùĩĤ ěĥĕĭĩĤا ėýכ ijİ óĻùęÝĤا نijכĺ اñİ ĵĥđĘ ،אıĻĘ אĨ אولĭÝُ ĻĤ ėýכُ Ü ُ ة َ óęْ ُ اĭĤאس، واùĤ اijÝùĩĤر īĨ اóĩĤاد ÖאčĤאóİ اñĩĤכijر. ١ ط + اĩÝĐאد. ٢ ح: įĥĩÝéĺ. ٣ ر: وĨא İïđÖא. ّ اóđĩĤوف ÕĥđáÖ) ت. ٢٩١İـ/ ٩٠٤م) כאن راوÙĺ óđýĥĤ، àïéĨא، ijıýĨرا ĹĬא×ĻýĤا ĵĻéĺ īÖ ïĩèأ אس×đĤا ijÖأ ijİ ٤ ابóĐوإ آنóĝĤا ĹĬאđĨو çĻāęĤا :į×Ýכ īĨ .ادïĕÖ ĹĘ אتĨو ïĤو ،įĬאĨز ĹĘ ÙĕĥĤوا ijéĭĤا ĹĘ īĻĻĘijכĤا אمĨإ ċęéĤאÖ اóĝĤآن. اóčĬ: ÙİõĬ اĤŶ×אء Ĥכĩאل اīĺïĤ اĬŶ×אري، ص ١٧٣؛ ħåđĨ اŶدÖאء ĻĤאijĜت اijĩéĤي، ٥٣٦/٢؛ اŻĐŶم .٢٦٧/١ ،ĹĥرכõĥĤ ĹĘ ĹĘijÜ ،ةóā×Ĥا ĹĘ ïĤو .دبŶوا ÙĕĥĤا ÙĩÐأ īĨ (م٩٣٣/ـİ٣٢١ .ت (ّ زديŶا ïĺدر īÖ īùéĤا īÖ ïĩéĨ óכÖ ijÖأ ijİ ٥ ïĕÖاد. īĨ כÝ×į: اĝÝüźאق واóıĩåĤة واĵĭÝåĩĤ. اóčĬ: وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٣٢٣/٤؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٨٠/٦ ٦ ر: ÖאģĻĤïĤ. ّ (ت. ٣٩٥İـ١٠٠٤/م) īĨ أÙĩÐ اÙĕĥĤ واŶدب، أįĥĀ īĨ ّ اóĤازي ĹĭĺوõĝĤا אءĺóزכ īÖ אرسĘ īÖ ïĩèأ īĻùéĤا ijÖأ ijİ ٧ ،يijĩéĤا تijĜאĻĤ אءÖدŶا ħåđĨ :óčĬا .Ĺ×èאāĤوا ÙĕĥĤا ģĩåĨو ÙĕĥĤا÷ ĻĺאĝĨ :įęĻĬאāÜ īĨ .يóĤا ĹĘ ĹĘijÜ ،īĺوõĜ ٤١٠/١؛ إĬ×אه اóĤواة ĹĉęĝĥĤ، ١٢٧/١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٩٣/١ ٨ ح - اóùęĤ اĤ×Ļאن. .٧٢١/١ ،אرسĘ īÖź ÙĕĥĤا ģĩåĨ ٩ ١٠ ط – ijİ. ١١ ر: وııäא. .Ù ّ ١٢ ط: ĻąĨ ١٣ ط ر- ِ واóęùĩĤة ِ اĩĤכÙùĭ. ١٤ ط - اĤכÝאب، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 66 MÜELLİFİN MUKADDİMESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Te’vil ise el-evl kökünden gelir, bu da dönmek demektir. Evveltühu fe-âle ifadesi, “Ben onu döndürdüm, o da döndü” anlamına gelir. Bu durumda te’vilden murat, âyeti delil vasıtasıyla muhtemel olduğu mânaya döndürmektir. Nadr b. Şümeyl şöyle demiştir: “Bu kelimenin aslı el-iyâledir, o da es-siyasetü (sevk etmek, yönlendirmek) demektir. Nitekim ulnâ ve îyle ‘aleynâ ifadesi, süsnâ ve sâsenâ gayruna (biz sevk edildik ve bizi başkası sevk etti) anlamına gelir. Sanki te’vil yapan kimse sözü sevk eden, ona kādir olan ve onu anlamına uygun bir şekilde kullanan kimsedir.” Buna göre âle fiili geçişlidir ve bunun [evvele şeklinde] şeddeli hâle getirilmesi geçişliliğini sağlamak için değil, terdîdi [yani tekrar anlamının ifade edilmesi] için yapılmıştır. Mânası da sûre sûre, âyet âyet birbirini takip etmesi demektir. Buna göre tefsir nüzûl ilmi olup hakkında ancak rivayet ( semâ‘) ile konuşulur, te’vil ise, nassa ve icmâya muvâfık olması şartıyla, istinbat (çıkarım) ile yapılabilir. İlim ehlinin bu iki kavram hakkında çeşitli ifadeleri mevcuttur. Denilmiştir ki “ Tefsir kelâmın zâhirinin keşfi, te’vil ise bâtınının keşfidir.” Farsçada bu “ Tefsir sözün yüzünü aydınlatmak, te’vil sözün özünü ortaya çıkarmaktır.” şeklinde ifade edilir. Bir başka görüşe göre tefsir, kelâmın başının, te’vil ise sonunun beyânıdır. Farsçada bu “ Tefsir açmak, te’vil göstermek içindir.” şeklinde ifade edilir. Bir başka görüşe göre tefsir muhkemler, te’vil ise müteşâbihler için olur. Bir diğer görüşe göre tefsir ilmi halka, te’vil ilmi ise Hakk’a aittir. Hak Teâlâ, “Onun te’vilini ancak Allah bilir.” [ Âl-i İmrân 3/7] buyurmuştur. Bu, kıyametin ne zaman kopacağı, şartlarının ne zaman zuhûr edeceği gibi Allah Teâlâ’nın müphem bıraktığı gayba dair konularda böyledir. Bir başka görüşe göre tefsir, üzerinde ihtilâf edilmeyen, te’vil ise üzerinde ihtilâf edilendir. Âlimler tefsir ve te’vile girişmenin cevazı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bir grup, sahih bir nakil bulunmadıkça Kur’ân’ın hiçbir şey ile tefsiri câiz değildir demiştir. Bu grup Abdullah b. Abbas’ın Hz. Peygamber aleyhisselâmdan naklettikleri şu rivayete dayanırlar: “Kim Kur’ân hakkında re’yi ile konuşursa cehennemdeki yerine hazırlansın.”1 1 Müslim, “Münâfikûn”, 40; Tirmizî, “Tefsîr”, 1. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 67 ١ ُį ÇĘل» أي «įÝĘóĀ ĘאóāĬف»، وכÉن ÝĤ ّ ْ ل وijİ اijäóĤع، ĝĺאل: «أو واÉÝĤوģĺ īĨ اŶو .ģĻĤïĤאÖ ĵĭđĩĤا īĨ ٢ įĥĩÝéÜ אĨ ĵĤإ ÙĺŴا فóĀ ijİ ģĺوÉÝĤאÖ ادóĩĤا ٤ َ َ وإģĺ ĭĻĥĐא» ُْĭĤא ٣ «أįĥĀ īĨ اĺŸאÙĤ، وĹİ اĻùĤאÙø، ĝĺאل: «أ :ģĻĩü īÖ óąĭĤا אلĜو ،«į َ đĄاij َ ِ ل øאĺ ÷َ اĤכŻم واĝĤאدر įĻĥĐ وواįđĄ Ĩ ّ ُ Ĭא. وכÉن اËĩĤو א وøאĭøא óĻĔ َ ĭ ْ ù ُ أي ø ٥ «آل» ĺïđÝĨא وĺכijن ïĺïýÜه óÝĤدïĺه ź įÝĺïđÝĤ ïĺïýÝÖه، :įĤijĜ نijכĺ اñİ ĵĥĐو ħĥכÝُ ĺ ź ولõĭĤا ħĥĐ ٧ ijİو óĻùęÝĤאĘ ٦ ،Ùĺآ ïđÖ Ùĺوآ رةijø ïđÖ رةijø ď×Ýĺ įĬأ :אهĭđĨو .אعĩäŸوا ÿĭĤا ÙĝĘاijĨ طóýÖ אط×ĭÝøźאÖ ēÐאø ģĺوÉÝĤوا ،אعĩùĤאÖ źإ įĻĘ ėýכ ģĺوÉÝĤوا مŻכĤا óİאČ ėýכ óĻùęÝĤا :ģĻĜ ،אرات×Đ אĩıĻĘ ħĥđĤا ģİŶو õĕِ َ ٨وÖאęĤאرÙĻø: óĻùęÜ روīü ِ כóدن ِ روى īíø اÛø و ÉÜوģĺ ïűŊا ِ כóدن Ĩ .įĭĈאÖ óĻùęÜ :ÙĻøאرęĤאÖو .هóِìآِ אنĻÖ ُ ģĺوÉÝĤوا ُ ِ ِل اĤכŻم ّ īíø اÛø. وģĻĜ: اóĻùęÝĤ ĻÖאن أو ُĩאûĺ را. Ĭ óَ Ĩ ģĺאوÜ و را ûĺאýŜ óَ Ĩ ħĥĐو ěĥíĥĤ óĻùęÝĤا ħĥĐ :ģĻĜو .אتıÖאýÝĩĥĤ ģĺوÉÝĤوا אتĩכéĩĥĤ óĻùęÝĤا :ģĻĜو ۢ﴾ [آل óĩĐآن، ٧/٣] وijİ ĩĻĘא ďäóĺ ُ َ ّ اà ٰ Êِّ َ ُµٓا ۪وÀ« ْ Oَ b ُ َ «ْ َ À Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ěéĥĤ ģĺوÉÝĤا ُİא١٠. وģĻĜ: ُıא ِ وأóüاıĈא ĵÝĨ ijıČر ĐijĜو ĵÝĨ ÙĐאùĤכא ٩ ųا Ʃ ُ į َ ĩَ ıْ إĵĤ اÕĻĕĤ اñĤي أÖ .įĻĘ ėِ ĥ ُ Ýìا אĨ ģĺوÉÝĤوا įĻĘ ėĥÝíُ ĺ ź אĨ óĻùęÝĤا óĻùęÜ زijåĺ ź :مijĜ אلĝĘ ،אĩıĻĘ ضijíĤا ازijä ĹĘ אسĭĤا ėĥÝìا ħà īĐ [ أ ٣] ġ אس×Đ īÖا ١١ÙĺواóĤ ؛çĻéĀ ģĝĬ ٌ įÖ دóĺ أن źإ ءĹýÖ آنóĝĤا ١٢.«אرĭĤا īĨ هïđĝĨ َ أij×ÝĻĥĘ įĺأóÖ آنóĝĤا ĹĘ אلĜ īĨ» :אلĜ įĬأ Ṡ ّ Ĺ×ĭĤا ١ ح: ĘכÉن. ٢ ح ر: įĥĩÝéĺ. ّ (ت. ٢٠٤İـ٨٢٠/م) īĨ اĩĥđĤאء ĺÉÖאم اóđĤب ورواÙĺ اßĺïéĤ وįĝĘ اÙĕĥĤ، وïĤ ĹĬאزĩĤا Ùüóì īÖ ģĻĩü īÖ óąĭĤا ijİ ٣ وĹĘijÜ óĩÖو. īĨ āÜאįęĻĬ: اęāĤאت واđĩĤאĹĬ وÕĺóĔ اßĺïéĤ. اóčĬ: اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٧٨/٢٧؛ اŻĐŶم .٣٣/٨ ،ĹĥرכõĥĤ .אربåÝĤا ĹĘ ģáĨ įĬÉÖ įĻĥĐ ّ يóýíĨõĤا ěĥĐو įĻِÖِ َ أ īÖ אدĺز ĵĤوإ įĭĐ ųا ĹĄر אبĉíĤا īÖ óĩĐ ĵĤإ لijĝĤا اñİ ÕùĬ ٤ اóčĬ: اĤכאģĨ ĩĥĤ×óد، /٣ ١٢٩؛ כÝאب اđĘŶאل īÖź اĉĝĤאع، ٦٠/١؛ أøאس اĤ×ÙĔŻ óýíĨõĥĤي، ٣٩/١؛ اĵāĝÝùĩĤ óýíĨõĥĤي، ١٨٩/٢؛ ďĩåĨ اáĨŶאل ùĻĭĥĤאijÖري، .٥٣/١ ٥ ط: ĤijĜכ. .ûĨאİ çĀ ،Ùĺآ ïđÖ Ùĺوآ - ط ٦ ٧ ح ط: ijİ. ٨ ط + įĻĘ. ٩ ط ر - اų. ١٠ ط - ĵÝĨ ijıČرİא. ١١ ط: כóواÙĺ. ١٢ īĭø اñĨóÝĤي، óĻùęÜ ااóĝĤآن ،١ اīĭùĤ اĤכ×óى ùĭĥĤאĹÐ، ąĘאģÐ اóĝĤآن .٥٩ ٥ ١٠ ١٥ 68 MÜELLİFİN MUKADDİMESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yine Hz. Peygamber aleyhisselâm “Kim Kur’ân hakkında re’yi ile konuşup da isabet [dahi] ederse, hata etmiş olur.” buyurmuştur.1 Hz. Ebû Bekir’e Hak Teâlâ’nın “Meyveler ve otlaklar” [ Abese 80/31] âyetinin tefsiri sorulmuş, o da “Eğer Allah’ın kitabı hakkında bilmediğim bir şey söylersem hangi gök beni gölgelendirir, hangi yer beni üzerinde taşır!” demiştir. Bir başka rivayette onun “Allah’ın kitabından bir âyet hakkında, Allah’ın ondan kastettiği muradın dışında bir şey söylersem…” dediği nakledilmiştir. Übey b. Kâ‘b şöyle demiştir: Senin için anlamı açık olan ile amel et, anlamı sana karışık gelene ise iman et ve onu bilenine havale et. İlim ehlinin geneli bunun câiz olduğu görüşündedir, çünkü Allah Teâlâ, “Onlar Kur’ân’ı tedebbür etmezler mi?” [ en-Nisâ 4/82] buyurmuştur. Bu, onun üzerinde düşünmeye ve mânalarına vâkıf olmaya teşviktir. Yine Hak Teâlâ, “İçlerinden onun derinliğini çıkaranlar onu bilirlerdi.” [ en-Nisâ 4/83], “Kendilerine indirileni insanlara beyân edesin diye…” [ en-Nahl 16/44] ve “Her şeyi açıklayıcı olarak…” [ en-Nahl 16/89] buyurmuştur. Hz. Peygamber aleyhisselâm “Yeryüzünden ilk kaldırılacak olan, ilimdir.” buyurmuş, bunun üzerine “Ey Allah’ın Resûlü! Kur’ân kaldırılacak mı?” demişler, o da “ Hayır, fakat onun te’vilini bilenler ölecek, geriye onu hevâlarına göre te’vil eden kimseler kalacaktır.” buyurmuştur. Abdullah b. Mes‘ûd şöyle demiştir: Her kim ilim isterse Kur’ân’ı alt üst etsin, çünkü onda öncekilerin ve sonrakilerin ilmi bulunur. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Allah Teâlâ, indirmiş olduğu her âyetten neyi kast etmiş olduğunu kullarının bilmesini ister. Hz. Ali şöyle demiştir: Bilgisi Kur’ân’da olmayan hiçbir şey yoktur, ancak insanların görüşü ondan [onu anlamaktan] âciz kalır. 1 Ebû Dâvûd, “İlim”, 5; Tirmizî, “Tefsîr”, 1. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 69 ٢ .«Éĉìأ ïĝĘ אبĀÉĘ įĺأóÖ آنóĝĤا ĹĘ אلĜ īĨ» ١ وĜאل Ṡ : [٣١/٨٠ ،÷×Đ ]﴾ۙY\ًَّ واَ_ ً·َ¦Yِ žَوَ ﴿ĵĤאđÜ įĤijĜ óĻùęÜ īĐ Ġ ěĺïāĤا óכÖ ijÖأ ģÑøو ٣ .«įÖ ĹĤ َ ħĥĐ ź אĨ ųا Ʃ אبÝכ ĹĘ ÛĥĜ إذا Ĺِ ĭĥ ƫ ِ ĝُ ƫ وأي أرض Ü Ĺِ ĭĥ ƫ čِ ُ Ü אءĩø أي ƫ ĝĘאل: « ٤ .«אıÖ ųا Ʃ أراد אĨ óĻĕÖ ųا Ʃ אبÝכ īĨ Ùĺآ ĹĘ ÛĥĜ إذا «:אلĜ Ùĺروا ĹĘو ُ įĥْ ِ وכ įÖ īĨÇĘ כĻĥĐ įِ ّ ×üُ אĨو įÖ ģĩĐאĘ כĤ אن×Ýøا אĨ : Ġ Õđכ īÖ ّ وĜאل أĹÖ ٥ .įĩĤאĐ ĵĤإ ۜ﴾ [اùĭĤאء، ٰ َن ْ ْ£ُyا َ ُy َون اª \ّuَcََ À Ëَžََ ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĝĤ ازهijä ĵĥĐ ħĥđĤا ģİأ Ùّ وĐאĨ ±À َ w۪ َّ ªا µُ ¯َ«َِ َ ª﴿ :ĵĤאđÜ אلĜو ،įĻĬאđĨ ĵĥĐ ٧ ٦ įĻĘ واijĜijĤف ģĨÉÝĤا ĵĥĐ ßè ƭ ٨٢/٤] وijİ ،ģéĭĤا﴾ [ْ·ِÁَْ ªِ ّ َل ا ِ {ُ ² Y®َ سY ِ َ ³«ّ ِ ª ±َ Áِّ]َcُِ ۜ﴾ [اùĭĤאء، ٨٣/٤]، وĜאل đÜאĵĤ:﴿ ª ْ·ُ³ْ®ِ µُ َ ²¹ُ ]ِ³ْcَْ َ À ِ ‚َ ْ¿ٍء﴾ [اģéĭĤ، ٨٩/١٦[. ©ّ §ُ ِ ª Y²Yً Áَ]ِْ b﴿ :ĵĤאđÜ אلĜو ،]٤٤/١٦ ďĘóُ ĺ ،ųا Ʃ لijøر אĺ» :اijĤאĜ ٨ ،«ħĥđĤا رضŶا īĨ ďĘóĺ אĨ لُ ƪ ّ Ṡ :» أو وĜאل اĭĤ×Ĺ ٩ .«ħıÐاijİأ ĵĥĐ įĬijĤ ّ وÉÝĺ مijĜ ĵĝ×ĺو įĥĺوÉÜ ħĥđĺ īĨ تijĩĺ īכĤو ،ź» :אلĜ ،«آن؟óĝĤا ّر اóĝĤآن، ّ ÍĘن įĻĘ ħĥĐ اŶوīĻĤ ijِ َ á ُ ĻĥĘ ħĥđĤا أراد īĨ : Ġ دijđùĨ īÖا אلĜو واīĺóìŴ١٠. ّ أن ħĥđĺ اđĤ×אد Õéĺ ١١ųوا Ʃ źإ Ùĺآ ĵĤאđÜ ųا Ʃ لõĬأ אĨ :įĻĥĐ ųا Ʃ Ĝאل اīùéĤ رÙĩè ١٢.אıÖ ĵĭĐ אĨ .įĭĐ õåđĺ אلäóĤا رأي īכĤو ١٣،آنóĝĤا ĹĘ įĩĥĐو źإ Ïü īĨ אĨ : Ġ ّ وĜאل ĹĥĐ ١ ح ط- īĨ Ĝאل ĹĘ اóĝĤآن óÖأįĺ ÝĻĥĘ×ijأ ïđĝĨه īĨ اĭĤאر وĜאل įĻĥĐ اŻùĤم. ٢ īĭø أĹÖ داود، ħĥĐ ٥؛ īĭø اñĨóÝĤي، óĻùęÜ اóĝĤآن .١ .١٣٦/٦ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ ٣ .٥٤٠/٣ ،ĹĝıĻ×ĥĤ אنĩĺŸا Õđü ؛١٦٨/١ ،رijāĭĨ īÖ ïĻđø īĭø īĨ óĻùęÝĤا ٤ .٦٤/١ ،אريí×ĥĤ ćøوŶا ëĺאرÝĤا ٥ ٦ ط: اÉÝĤوģĺ. ٧ ط: ijĜijĥĤف. ٨ ط – اħĥđĤ. ّ اijáĭĩĤر ĹĈijĻùĥĤ، .٢٩٣/٣ ٩ óāÝíĨ ĻĜאم اģĻĥĤ óĩĥĤوزي، ص ١٧٤؛ اïĤر .٣٤٧/٣ ،ĹĝıĻ×ĥĤ אنĩĺŸا Õđü ؛١٣٦/٩ ،ĹĬاó×ĉĥĤ óĻ×כĤا ħåđĩĤا ١٠ ١١ ط- اų. ّ اijáĭĩĤر ĹĈijĻùĥĤ، .٢٩٣/٣ ١٢ اïĤر ١٣ ر- ĹĘ اóĝĤآن. ٥ ١٠ ١٥ 70 MÜELLİFİN MUKADDİMESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Allah Teâlâ gökten yüz dört kitap indirmiş ve onların ilimlerini içlerinden dördüne, yani Tevrat, İncil, Zebûr ve Furkān’a yerleştirmiştir. Daha sonra onların ilimlerini Furkān’a, Furkān’ın ilimlerini mufassal sûrelere, mufassal sûrelerin ilimlerini de Fâtihatü’l-Kitâb’a yerleştirmiştir. Kim Fâtihatü’l-Kitâb’ın tefsirini bilirse, Allah’ın indirdiği kitapların tamamının tefsirini bilen kimse gibi olur. Müfessir Hüseyin b. Fazl el-Becelî şöyle demiştir: Allah Teâlâ’nın kitabını başından sonuna yirmi sekiz bin kez tefekkür ederek ve üzerinde düşünerek okudum. Her bir okuyuşumda yeni bir tür ilim buldum. Sonra rüyamda Hz. Peygamber aleyhisselâmı gördüm. Bana “Ey Ebû Ali! Sen yüz otuz sene yaşayacaksın.” buyurdu. [Râvi der ki:] Kendisi tam yüz otuz sene yaşadı. Abdullah b. Abbas, Hz. Peygamber aleyhisselâmın “ Kur’ân zelûldür, zû-vücûhtur [yani çeşitli vecihlere sahiptir]. Siz onu en güzel vecihlerine hamlediniz.” buyurduğunu rivayet etmiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâmın kullanmış olduğu “zelûl” ifadesi iki anlama gelebilir. Birinci ihtimal kolay okunabilir, herkesin diline yatkın anlamında olması; ikinci ihtimal ise üzerinde çalışacak olanların anlayışlarının yetersiz kalmayacağı ölçüde anlamları açık mânasında olmasıdır. Hz. Peygamber aleyhisselâmın “zû-vücûh” ifadesi de iki anlama gelebilir. Birinci ihtimal, onun kelimelerinin düzeninin i‘câzına uygun te’villeri barındırması, ikinci ihtimal ise onun emir-yasak, va‘d-vaîd, haram kılma-helâl kılma gibi vecihleri kendisinde birleştirdiği anlamında olmasıdır. Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Siz onu en güzel vecihlerine hamlediniz.” ifadesi de iki anlama gelebilir. Birinci ihtimal, “Onun te’vilini en güzel mânalarına hamlediniz.” anlamında olması; ikinci ihtimal ise “Ondaki en güzel olanla, yani ruhsatlarla değil azîmetlerle, intikam hükümleriyle değil af hükümleriyle amel edin.” anlamında olmasıdır. Bütün bunlar da istinbatın câiz olduğunun delilidir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “ Tefsir dört türlüdür: Arapların kendi dil bilgileri ile bilecekleri tefsir, hiç kimsenin bilmeme konusunda mazur sayılamayacağı tefsir, âlimlerin bileceği tefsir ve Allah’tan başkasının bilmeyeceği tefsir.” Demişlerdir ki: Bunlardan birincisi dilin hakikatleri ve sözün vazedildiği mânalardır. İkincisi tevhid ve şeriatın asıllarıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 71 ّ ĩאء أودع ùĤا īĨ ÕÝכ ÙđÖوأر ÙÐאĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ لõĬأ :įĻĥĐ ųا Ʃ وĜאل اīùéĤ رÙĩè ١ ñİه اŶرÙđÖ ّ ijÖر ُ واęĤ َ Ĝóאن، ħà أودع ijĥĐم َıא أرÙđÖ ıĭĨא: اijÝĤراة واģĻåĬŸ واõĤ ĨijĥĐ īĩĘ ،אبÝכĤا ÙéÜאĘ َ ģ ّ āęĩĤا مijĥĐ أودع ħà ģَ ّ ٢ ħà أودع ijĥĐم اĜóęĤאن اāęĩĤ َ اĜóęĤאن ٣ .ÙĤõĭĩĤا ųا Ʃ ÕÝכ ďĻĩä َ óĻùęÜ َ ħِ ĥَ Đ īĩכ כאن אİóĻùęÜ ħĥĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אبÝכ أتóĜ» :įĻĥĐ ųا Ʃ ٥ رÙĩè ƫ Ĺِ ĥ َ åَ ٤ اóùęĩĤ اĤ× وĜאل اīĻùéĤ īÖ ْ اģąęĤ ة إź وóáĐت ّ óĨ īĨ ٦ ّóا ّ ęÝĨכóا Ĩא ıĭĨא ة ÖïÝĨ ّ óĨ ėĤأ īĺóýĐو אĻĬאĩà هóìآ ĵĤإ įĤأو īĨ ، إĬכ ّ ٨ ĺא أÖא ĹĥĐ :ĹĤ אلĝĘ אمĭĩĤا ĹĘ Ṡ ّ Ĺ×ĭĤا Ûĺورأ ħĥđĤا īĨ ïĺïä عijĬ ٧ ĵĥĐ .Ùĭø īĻàŻàو ÙÐאĨ אشđĘ :אلĜ ،«Ùĭø īĻàŻàو ÙÐאĨ ûĻđÝĤ ٍ ] ذو وijäه ّ Ṡ أįĬ Ĝאل: «اóĝĤآن ٌ ذijĤل [٣ب Ĺ×ĭĤا īĐ ġ אس×Đ īÖا ٩ وروى īכĩĨ įĬأ :אĩİïèأ :אنıäو įĤ «لijĤذ «:įĤijĝĘ ١٠،«įİijäو īùèأ ĵĥĐ هijĥĩèאĘ אمıĘأ įĭĐ óāĝÜ ź ĵÝè ĹĬאđĩĤا çĄوا įĬأ :ĹĬאáĤوا .ÙĭùĤŶا ُ ďĻĩä įÖ ١١ěĥĉĭĺ اءةóĝĤا īĨ ģĩÝéĺ ِ įِ َ כĩĥאÜ ħčْ َ اīĺïıÝåĩĤ įĻĘ. وįĤijĜ:» ذو وijäه» įĤ وıäאن: أĩİïèא: أن Ĭ ïĐijĤوا ĹıĭĤوا óĨŶا īĨ אİijäو ďĩåĺ įĬأ :ĹĬאáĤوا .אزهåĐŸ Ù×øאĭÝĨ אİijäو ģĺوÉÝĤا :אنıäو įĤ «įİijäو īùèأ ĵĥĐ هijĥĩèאĘ» :įĤijĜو .ģĻĥéÝĤوا ħĺóéÝĤوا ïĻĐijĤوا īĨ įĻĘ אĨ īùèÉÖ اijĥĩĐا أي :ĹĬאáĤوا .įĻĬאđĨ īùèأ ĵĥĐ įĥĺوÉÜ اijĥĩèا أي :אĩİïèأ ِ اõđĤاħÐ دون اÿìóĤ ِ واijęđĤ دون اāÝĬźאف. وñİا ّכįĥ دģĻĤ ijäاز اĭÝøź×אط. ،אıĨŻכÖ بóđĤا įĘóđÜ įäو :įäأو ÙđÖأر ĵĥĐ óĻùęÝĤا «:ġ אس×Đ īÖا אلĜو ١٢.«ųا Ʃ źإ įĩĥđĺ ź óĻùęÜو ،אءĩĥđĤا įĩĥđĺ óĻùęÜو ،įÝĤאıåÖ ïèأ رñđُ ĺ ź óĻùęÜو ĜאijĤا: ĘאŶول ijİ ĝèאěÐ اÙĕĥĤ وijĄijĨع اĤכŻم، واáĤאĹĬ ijİ اïĻèijÝĤ وأijĀل اóýĤاďÐ، ١ ط - ijĥĐم. ٢ ر- ħà أودع ijĥĐم ñİه اŶرÙđÖ اĜóęĤאن. .٩١/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :óčĬا ٣ ّ (ت. ٢٨١İـ/ ٨٩٥م) اóùęĩĤ اŶدÕĺ إĨאم óāĐه ّ اùĻĭĤאijÖري ّ اĤכĹĘij Ĺĥå×Ĥا óĻĩĐ īÖ ģąęĤا īÖ īĻùéĤا ĹĥĐ ijÖأ ijİ ٤ .٣٠٧/٢ ،óåè īÖź انõĻĩĤا אنùĤ ؛٧٤٢/٦ ،Ĺ×İñĥĤ مŻøŸا ëĺאرÜ :óčĬا .آنóĝĤا ĹĬאđĨ ĹĘ ّ اóùęĩĤ. ٥ ط: اĤ×Ĺĥå ٦ ر: ıĭĨא. ٧ ط + ħĥĐ. ٨ ر - ĹĤ. ٩ ر: وروي īĐ. ١٠ īĭø اïĤارĹĭĉĜ، ٢٥٥/٥؛ ĜóĨאة اęĩĤאçĻÜ ŻĩĥĤ اóıĤوي، .٣١٠/١ ١١ ط: ěĥĉĭÜ؛ ر: ěĉĭĺ. ١٢ óĻùęÜ اĉĤ×óي، ٧٠/١؛ óĻùęÜ اĩĤאوردي، .٣٦/١ ٥ ١٠ ١٥ 72 MÜELLİFİN MUKADDİMESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Üçüncüsü fer‘î hükümler ve farklı anlama gelen ifadelerin te’vilidir. Dördüncüsü ise kıyamet saatinin zamanı, onun alâmetlerinin zuhûr ediş zamanı gibi gayba dair hususlardır. Hiç kimsenin bilmeme konusunda mazur sayılamayacağı kısım farz-ı ayndır, sadece âlimlere mahsus olan kısım ise farz-ı kifâyedir. Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Kim Kur’ân’ı kendi re’yi ile tefsir ederse…” şeklindeki hadisini delil olarak göstermelerine cevaben şöyle denilir: Bu hadisin mânası, “Kim onu aklına geldiği şekilde yorumlar ve lafızlarının delâletini esas almaz ise, doğruyu bulmuş olsa bile delil konusunda hata etmiştir.” şeklindedir. Denilmiştir ki re’y iki türlüdür: Birincisi bir iç dürtü ile insanın aklına gelen düşüncedir ki buna zan ve tahmin denilir. İşte Kur’ân söz konusu olduğunda sakıncalı görülen ve kendisinden sakındırılan re’y budur. İkincisi ise kâmil bir akıldan, keskin bir ilimden ve Allah tarafından zâhir ve destekten neşet eden re’ydir ki bu da [ fıkıh ilminde] bilinen hüküm çıkarma (istinbat) işlemidir, övgüye lâyık olan re’ydir. Mâturîdî şöyle demiştir: Seleften bazıları bu rivayetin sıhhatini kabul etmemiştir. Nitekim imamların [ sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin] Kur’ân’ı tefsir ettikleri ve onun hakkında konuştukları sabittir. İnsanların Kur’ân’ı bilmeye ihtiyaçları vardır. Bu rivayetin sahih olduğunu kabul edenler ise te’vilinde ihtilâf etmişlerdir. Onlardan bazıları, “ Re’y ile tefsir kişinin delillere dayanarak maksadı araştırmaksızın Kur’ân’ı aklı ile düşündüğü anlama hamletmesidir.” demişlerdir. [Yine Mâturîdî şöyle demiştir:] Demişlerdir ki: Bu tehdit, ictihadı neticesinde varmış olduğu görüşün doğruluğunu kesin bir dil ile iddia eden kimse hakkındadır, çünkü insan bir süre sonra başka bir şeyi fark edebilir ve görüşünden dönebilir. Ancak “Bu muhtemeldir.” diyen ve “Eğer bu görüş yanlış ise benden, doğru ise Allah’tandır.” diyen kimsenin yaptığında bir sakınca yoktur. Bir görüşe göre de buradaki tehdide konu olan re’y, kişinin Kur’ân’da ifade edilen hususları anlama konusunda kendi görüşünü ölçü hâline getirmesi ve mezhebini bunun üzerine bina etmesidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 73 واáĤאßĤ óĘوع اèŶכאم وÉÜوģĺ ِ اŻĩÝéĩĤت، واóĤاďÖ اijĻĕĤب īĨ وÛĜ ĻĜאم اùĤאÙĐ אءĩĥđĤا įÖ ÿÝíĺ אĨو ،īĻĐ ٍ ٣ ٢ ُ óĘض ijıĘ įĥıåÖ ïèأ ُ َñđر ٌ ĺ ź ١ ووÛĜ ijıČر آĺאıÜא، وĨא ٤ כęאÙĺ. óĘض įĥĩè īĨ :אهĭđĩĘ «įĺأóÖ آنóĝĤا óùĘ īĨ» : Ṡ įĤijĝÖ ħıäאåÝèا īĐ ابijåĤا אĨÉĘ ïĝĘ ěéĤا אبĀÉĘ įĥÐźïÖ įČאęĤأ ïİاijü ĵĥĐ ģĩđĺ ħĤو ٥ َى įĤ íÖאóĈه َ اء óَ Ý َ ĺ אĨ ĵĥĐ أÉĉì اģĻĤïĤ. َى īĨ İאä ÷ٍ ęĬ ÷وijİ اīčĤ واùéĤ×אن، وذĤכ َ اء óَ Ý َ وģĻĜ: اóĤأي ĐijĬאن: رأي ĺ ïĻĺÉÜو óİאÖ ħĥĐو ģĨכא ģĝĐ īĨ Éýĭĺ ورأي ،آنóĝĤا ĹĘ رijåéĩĤاįĭĐ رijäõĩĤا ijİ Ʃ اų Čאóİ، وijİ اĭÝøź×אط اijıđĩĤد واóĤأي اijĩéĩĤد. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر īĨ :ųا Ʃ ّ (ت. ٣٣٣ İـ٩٤٤/م) رįĩè اĩĤאïĺóÜي óĻùęÜ ÙĩÐŶا īĨ Û×à ïĝĘ ،ó×íĤا اñİ تij×à ėĥùĤا ăđÖ óכĬأ ّ وا įÝéāÖ اóĝĤآن ُ واijĝĤل įĻĘ، وĭĥĤאس èאÙä إĵĤ įÝĘóđĨ، واīĺñĤ أóĜ ٦ ّ أي ijİ أن įĥĩéĺ óĤאÖ óĻùęÝĤا :ħıąđÖ אلĜ ،įĥĺوÉÜ ĹĘ اijęĥÝìا ïĝĘ :אلĜ .ģĻĤïĤا ĵĥĐ ضóđĤאÖ įĭĐ ÿéęĤا دون ٧ į×ĥĝÖ اهóĺ אĨ ĵĥĐ ءóĩĤا ٨ إįĻĤ ّاه أد אĨ ÙéāÖ لijĝĤا ďĉĝĺ īĨ ěè ĹĘ ïĻĐijĤا اñİ [ أ وģĻĜ:] ٤ כאن إن :لijĝĻĘ اñİ ģĩÝéĺ :אلĜ īĨ אĨÉĘ .ďäóĻĘ įĤ وï×ĺ ïĜو אدهıÝäا :ģĻĜو :אلĜ .įÖ سÉÖ ź اñıĘ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ ّĹ وإن כאن ijĀاÖא īĩĘ ĭĩĘ Éĉì .į×İñĨ įĻĥĐ Ĺĭ×َ ĺ آنóĝĤا ĹĘ אءä אĩĤ אراĻĐ įĺرأ ģđåĺ أن ijİ ١ ح: ĩĘא. ٢ ح - ijıĘ. ٣ ح ر: óęĘض. ٤ ح ر: óęĘض. ٥ ح: ìאóĈه. ٦ ط: أن ģĩéĺ. ٧ ط ر ĹĘ İאûĨ م: įĥĝđÖ. ٨ ح: أدى. ٥ ١٠ ١٥ 74 MÜELLİFİN MUKADDİMESİ - Ömer Nesefî Tefsiri { Necmeddin Nesefî der ki:} Bu tıpkı Mu‘tezile’nin, “Rablerine nazar ederler.” [ el-Kıyâme 75/23] âyetinde geçen “nazar” kelimesini “göz ile görmek” anlamında değil de “ikramı beklemek” anlamında yorumlamalarına ve Allah tarafından olduğu ifade edilen “dalâlete düşürme” ifadelerini dalâletin var edilmesi olarak değil de sadece sapkın kimselere bu ismin verilmesi olarak yorumlamalarına benzer. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Bir görüşe göre bu, insanların bilmeye ihtiyaç duymadıkları müteşâbihlerle ilgilidir. Bir diğer görüşe göre ise söz konusu yasak te’vil ile değil tefsir ile ilgilidir ve bu ikisi arasında bir fark bulunmaktadır. Buna göre tefsir, âyetin kim hakkında indiğine ve iniş sebebine dair haber vermektir. Bu, nüzûle şahit olanın bileceği bir ilimdir, nüzûle şahit olan kimse bunu bilgiye dayanarak söyler, başkası ise re’yi ile söyler. Te’vil ise lafzın muhtemel mânalarını beyân etmektir. Allah Teâlâ Kur’ân’ı, kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün ihtiyaçlar için bir asıl kılmıştır. İmamlardan nakledilen ve fukahanın, görüşlerini üzerine inşa ettikleri bütün yorumlar tefsir değil, te’vildir. Tefsir bunun [yani âyetteki mânanın] hakikatinin beyân edilmesi, te’vil ise bundan maksadın ne olduğunun beyân edilmesidir. Çünkü te’vil kelimesi dilde, sözü, nihaî olarak varacağı yere döndürmek anlamındadır. Tefsir tek vecihli iken te’vil çok vecihli olur.1 Bütün bu ifadeler İmam Mâtürîdî’nin sözlerinin özetidir. Biz bu ikisine [yani tefsir ve te’vile] bir tek örnek vereceğiz. Allah Teâlâ’nın “Müminlerden iki grup çarpışacak olurlarsa…” [ el-Hucurât 49/9] âyetinde sözü edilenlerin Evs ve Hazrec olduğu; “Siz güçlü kuvvetli bir kavme karşı (savaşa) çağrılacaksınız.” [ el-Feth 48/16] âyetinde sözü edilenlerin Farslar ve Yemâme savaşındaki düşmanlar olduğu; “İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hayatında söyledikleri hoşuna gider.” [ el-Bakara 2/204] âyetinde sözü edilenin Ahnes b. Şerîk olduğu; “İnsanlardan öyleleri vardır ki (Allah rızâsını kazanmak için) kendi nefsini feda eder.” [ el-Bakara 2/207] âyetinde sözü edilenin Suheyb olduğu söylenmiştir. 1 Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 4. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 75 ٌۚة﴾ yَ’Yِ َ ٰ« َرِّ\َ·Y ² ªِ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ óčĭĤا ÙĤõÝđĩĤا ģĩéכ ijİو} : Ġ ١ īĺïĤا ħåĬ אلĜ} ųا Ʃ [اĻĝĤאÙĨ، ٢٣/٧٥ [ĵĥĐ اčÝĬאر اĤכóاÙĨ دون اóĤؤÙĺ وħıĥĩè اŻĄŸل اñĩĤכijر īĨ ٢ đÜאĵĤ ĵĥĐ اÙĻĩùÝĤ دون اåĺŸאد. Ĝאل: .įĻĘ אĨ ÙĘóđĨ ĵĤإ Ùäאè אسĭĤאÖ ÷ĻĤ ىñĤا ٣ įÖאýÝĩĤا ĹĘ ijİ :ģĻĜو ijİ óĻùęÝĤאĘ ق؛óĘ אĩıĭĻÖو ،ģĺوÉÝĤا دون óĻùęÝĤا īĐ ĹıĭĤا :ģĻĜو :אلĜ ïıü īĨ ħĥĐ כĤوذ ،įĤوõĬ Õ×ø īĐو įĻĘ لõĬ īĨ نÉü īĐ אر×ìŸا įĥĩÝéĺ אĨ īĻĻ×Ü ijİ :ģĺوÉÝĤوا ،أيóĤאÖ هóĻĔو ħĥđĤאÖ ٤ įĻĘ لijĝĺ ijıĘ כĤذ ىijĥ×Ĥا įÖ ďĝĺ אĨ ďĻĩåĤ ŻĀأ آنóĝĤا ųا Ʃ ģđä ïĜو ĹĬאđĩĤا īĨ ċęĥĤا ĵĭÖو ÙĩÐŶا īĐ אءä אĨ ďĻĩäو :אلĜ .ÙĐאùĤا אمĻĜ ĵĤإ ازلijĭĤا īĨ ،כĤذ ÙĝĻĝè īĻĻ×Ü óĻùęÝĤوا :אلĜ .óĻùęÜ ź ģĺوÉÜ ijıĘ įĻĥĐ אءıĝęĤا ٥ إĵĤ Ĩא إįĻĤ مŻכĤا فóĀ ÙĕĥĤا ĹĘ įĬÍĘ ؛įĻĘ دijāĝĩĤا īĻĻ×Ü ģĺوÉÝĤوا ٧ ٦ واóĻùęÝĤ ĺכijن ذا وįä، واÉÝĤوģĺ ذو وijäه. Ëĺول، ñİا ّכįĥ óāÝíĨ כŻم اĨŸאم أĹÖ ijāĭĨر. نYِ cَŸَِ ٓYئ ِ ْن Žَ واَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ اijĤאĜ ،אĩıĤ اïèوا źאáĨ óכñĬو} : Ġ אلĜ} ٨ اŶوس واõíĤرج وĹĘ įĤijĜ đÜאĵĤ: ْ َcَcُ«¹ا﴾ [اóåéĤات، ٩/٤٩] ĩİא ¢ا ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ ِR ±َ اª įĤijĜ ĹĘو ÙĨאĩĻĤا ģİوأ אرسĘ ٩ ħİ [١٦/٤٨ ،çÝęĤا﴾ [uÀٍ u۪ ‚َ سٍ ْ Oَ ُو۪۬ª\ ¿ ٍ ا ¹َْم ¢ »ٰ ªِ ﴿ َ~ُc ْu َ¹َْن ا īÖ ÷ĭìŶا ijİ [٢٠٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ªا¿ žِ µُ ُ ª¹َْ ¢ ¥َ ]ُkِ ْ ُ À ±ْ ®َ سY ِ َ đÜאĵĤ:﴿ َوِR ±َ ّ اª³ ،ÕĻıĀ ١٠ijİ [٢٠٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µَُ Ÿَْ ۪ ي ² yƒْ َ À ±ْ ®َ سY ِ َ ³ªا ّ ±َR ِوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘو ěĺóü .īĺïĤا ħåĬ - óĈ ح ١ . ّ ٢ ĺ×ïو īĨ اĻùĤאق أن اĝĤאģÐ ijİ اĩĤאïĺóÜي ٣ ط: īĨ اýÝĩĤאįÖ. .įĻĘ لijĝĺ ijıĘ כĤذ ïıü īĨ ħĥĐ כĤوذ ،įĤوõĬ Õ×ø īĐو - ر ٤ ٥ م - اĤכŻم، çĀ İאûĨ. ٦ ط ر + Ĝאل. ٧ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٤/١ ٨ ط: وĩİא. ٩ ط: وħİ. ١٠ ط: وijİ. ٥ ١٠ ١٥ 76 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri İşte bu ve benzeri bilgiler tefsir kapsamındadır ve bu konuda ancak rivayet yoluyla konuşulabilir. Yine Allah Teâlâ’nın “Gerek hafif gerek ağır hâlde sefere çıkın.” [ et-Tevbe 9/41] âyetindeki “hafif ve ağır” ifadeleri kimilerine göre genç-yaşlı, kimilerine göre fakir-zengin, kimilerine göre bekâr-evli, kimilerine göre sıhhatli-hasta, kimilerine göre ise hareketli-sakin mânasındadır. İşte bu [tür yorumlar] te’vil kapsamındadır ve bütün bu mânaların her biri mümkün ve makbuldür. Asıllara uyduğu ve akla ters düşmediği sürece bunları savunmakta bir sakınca yoktur. [ İsti‘âze Bahsi] Necmeddîn en-Nesefî şöyle der: Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ı okumaya başlamadan önce söylediğimiz: “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.” cümlesi hakkında: Mârifet ehli şöyle demiştir: İsti‘âze kelimesi Allah’a yakınlaşmış olanların vesilesi, havf ehlinin korunağı, günahkârların sığınağı, kaçanların dönüş yeri, muhabbet ehlinin hoşnutluk hâlidir. Bu, Allah Teâlâ’nın “ Kur’ân okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” [ en-Nahl 16/98] âyetindeki emrine imtisal edip sarılmaktır. İsti‘âze nüzûlü şeytanın Hz. Peygamber aleyhisselâmın Kur’ân okumasına bir şey karıştırmaya çalışması esnasında olmuştur. Allah Teâlâ bu hususu kitabında şöyle anlatmıştır: “Biz senden önce hiçbir resûl ya da nebî göndermedik ki bir temennide bulunduğu zaman şeytan onun temennisine bir şey karıştırmasın.” [el-Hac 22/52] bu hususun izahı, inşallah yeri geldiği zaman yapılacaktır. E‘ûzü ifadesinin mânası “sığınırım, iltica ederim” şeklindedir. Kimileri bunun mânasının “korunma talep ederim”, kimileri “yardım dilerim”, kimileri de “imdat dilerim” şeklinde olduğunu söylemiştir. [E‘ûzü kelimesinin kökünde yer alan] el-‘Avzü ve el-‘iyâzü kelimeleri tıpkı el-levzü - el-liyâzü ve es-savmu - es-sıyâmü kelimeleri gibi iki mastardır. Bir görüşe göre bu [E‘ûzü kelimesi], “güç-kuvvet sahibi olandan koruma talep etmek” bir başka görüşe göre ise “ huşû içerisinde yardım talep etmek” anlamına gelir. Bir diğer görüşe göre bu kelime el-‘uvvez kelimesinden türetilmiştir, el-‘uvvez ise örtünmeye, saklanmaya yarayan ve ağacın gövdesinden çıkan her türlü bitki anlamına gelir. Şair şöyle der: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 77 ِ £َ ً ـÊY] ﴾اÖijÝĤـÙ، fوَ YـžY ً Ÿَrِ واyـ ُ Ÿِ²ِْ ١ وĤijĜـį:﴿ ا ّ ـĩאع، ùĤאÖźإįـĻĘ ħـĥכÝُ ıĘـñا وéĬـijهĨـī اùęÝĤـóĻ وĺź ـא ً Öاƪ õُ ٢ ĝĘـóاء وأĻĭĔـאء، وĜـאل Ĝـijم: أيĐ ٤١/٩] Ĝـאل ıąđÖـħ: أيüـ×אĬא وüـìijĻא، وĜـאل ıąđÖـħ: َ ّ ýĬـאط، ıĘـñا ٣ ĈאęÐـÙ: أي ّ ýĬـאĈא وĻĔـó ّ ـאء وĄóĨـĵ، وĜـאل ،َ وĜـאلĩäאĐـÙ: أيأéĀ īـĻِ ĥِ ّ İَ É َ Ý ُ Ĩَ و ٥ واĘـěاijĀŶلوíĺħĤאėĤاijĝđĤل. ٤ ÖאĝĤـijلĩÖįÖא َ ĨـīاÉÝĤوĺـģ، ّ وכĥـäįאÐـĝĨõ×ـijلوÖźـÉس [اđÝøźאذة] īـĨ ųـאÖ Ʃ ذijـĐأ :ħـĻčđĤا آنóـĝĤا اءةóـĜ ģـ×Ĝ ـאĭĤijĜ ĹـĘ مŻـכĤا] ٦ [٤ب {: Ġ ـאلĜ} اýĤـĉĻאن اĻäóĤـħ ٨ ٧ واāÝĐــאم اíĤאĻęÐــī وÝĐ×ــĵ Ĝــאل أİــģ اĘóđĩĤــÙ: İــñه اĤכĩĥــÙ وøــÙĥĻ اĻÖóĝÝĩĤــī ٩ رب اđĤאĻĩĤــī: اĻĨóåĩĤــī ورđäــĵ اıĤאرĻÖــī وĨ×אøــÙĉ اéĩĤ×Ļــī وİــij اáÝĨــאل ĝĤــijل ِ﴾ [اéĭĤــģ، ٩٨/١٦ [وõĬوıĤــא َ ۪Ájــ َ ْ ــÁ َ ِYن ّ اyª ِ ّ ــÃY ِٰ ِ ®َ ــ± ّ اªƒ \ wْ ِcــ َ~ Yْ žَ نَ ٰ ْ £ُ ْ ــyا ْ َت اª َ َ ــyأ ــYَذا ¢ ِ žَ﴿ :įــÖאÝכ ĹــĘ ĵــĤאđÜ ųا Ʃ ÿــĜ ّ ١٠ــאĩכ Ṡ ّ כאن ĭĐــï إĝĤــאء اýĤــĉĻאن ĘــĹ ÜــŻوة اĭĤ×ــĹ ﴾ۚ µـ ۪ cَِ Áّ³ِ®ْ ُ َ ْ ـÁ َ ُYن ٓž۪ـ¿ ا ْ £َـ« ّ اªƒ ªَ ٰٓـ« ا ³ّ¯َ َ َِذا b َٓ ا Êِّ ٍّ ا َِ[ـ¿ َ ْ[ِ» َ ـ¥ ِR ْ ـ± َر ُ~ ٍ ـ¹ل َوَÊ ² ْ ³َY ِ ®ْ ـ± ¢ َْرَ~ـ» ﴿َوَRٓـY ا ١١.ĵـĤאđÜ ųا Ʃ ـאءü إن įـđĄijĨ ĹـĘ įـĬאĻÖ ħכĻÜÉĻـøو ،]٥٢/٢٢ ،ãـéĤا[ وĭđĨــĵ» أĐــijذ»: أåÝĤــÏ١٢، وĻĜــģ: أøــóĻåÝ، وĻĜــģ: أøــīĻđÝ، وĻĜــģ: أøــßĻĕÝ. ĵـĨ ـאنĨا و ħـİاijì ĵـĨ Ûـüدا אهŝـĬ و ħـİاijì ĵـĨ ـאهĭŊ و ħـùìïĬا ĵـĨ :įÝĻـøאرĘو .ħــİاijì ĵــĨ ــאدĺóĘ و ħــİاijì ĵــĨ ــאرىĺ و ħــİاijì ّ Ļـאم. وĻĜـģ: İـij اøźـåÝאرة ƪ ـijم واāĤ َـאذ واāĤ Ļِ ِ ّ واĥĤ ْ ذ ـאذ āĨـïران ƪ כאĥĤـij ُ َ Ļ ِ ْ ُذ واđĤ َـij واđĤ ħـąÖ ِ ƪذ ُ ـij đĤا īـĨ ذijـìÉĨ ijـİ :ģـĻĜو ،عijـąì īـĐ ÙĬאđÝـøźا ijـİ :ģـĻĜو ١٣.ٍ َـÙ đَ ĭ َ Ĩ يñـÖ ١٤:óĐـאýĤا ـאلĜ ،ـאıÖ óّ ÝـùÝĺ ةóåـü ģـĀأ ĹـĘ Ûـ ٍ ْ ×َ اĻđĤـī وýÜـïĺï اĤـijاو وİـij כģ Ĭ ١ ر: ÖאĩÝøźאع. ٢ ر: آóìون. ٣ ط: ĜאÛĤ. ٤ ط: ź ÉÖس؛ ر: ŻĘ ÉÖس. ٥ ط: ĩĤא؛ ر - ĩÖא. ٦ ط ر - Ĝאل رĹĄ Ʃ اų įĭĐ. ٧ ح: إĵĤ اīĻÖóĝÝĩĤ. .ĵ×ĝĐ :ط ٨ ٩ ح: ijĝÖل. ١٠ ط: ĵĥĐ Ĩא. ١١ ط + Ʃ وÖאų اÙĩāđĤ واěĻĘijÝĤ؛ر + ĝĺאل. ١٢ ح + وģĻĜ: اħāđÝø. ١٣ ر - وģĻĜ: ijİ اåÝøŸאرة ñÖي .ٍ Ù َ đَ ĭ َ Ĩ ْ ١٤ Û. اóčĬ دijĺاįĬ، ص Ļ َ ĩכُ ĥĤْ ÛĻ×Ĥا ٣٤٣؛ ùĤאن اóđĤب īÖź ijčĭĨر، «ijĐذ» وĩıĻĘא ورد: «ŻĻĥìي َ īِ Ĩ אıƫ × ُ è ěِ ْ × ُ ĺ ْ ħĤَ ، ƪ َ אĹĬ āĥْìُ .א َ ıُ Ĥאĭَ Ļ َ ø ً ƪذا ijُ Đ źƪإِ Õِ ĥْ َ اĝĤ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 78 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dostlarım, kurtarın beni! Onun sevgisi Kalpte sadece zor ulaşılır (‘uvvezen) olanı bıraktı ki onu da ele geçirecek Buna göre [E‘ûzü kelimesinin kökünde yer alan] el-‘avzu kelimesi Allah Teâlâ’nın güzel örtüsü ile örtünmek ve onun her şeyi gölgeleyen himayesinin gölgesine sığınmak demektir. Bir başka görüşe göre bu kelime aynı formdaki el-‘uvvez kelimesinden türetilmiştir ve anlamı da “kemiğe yapışık olan et” şeklindedir. Araplar “Etin en iyi yeri, kemiğe yapışık olanıdır.” deyişinde kelimeyi bu mânada kullanırlar. Buna göre el-‘avzu kelimesi, Allah’tan başkasından kopup uzaklaşmak ve Allah’a yönelmek (el-ittisâl billâh) mânasına gelir. Kişinin E‘ûzü demesi, kendi fiiline dair bir bildirim olup Allah Teâlâ’nın fazl u keremini istemek şeklinde değerlendirilir. Anlamı “Beni koru Ey Rabbim!” şeklindedir. Benzer şekilde kişinin “Allah’ın mağfiretini dilerim.” anlamında Estağfirullah demesi de “Beni bağışla Ey Rabbim!” mânasındadır. Bu ifade bir hürmet ve tâzim olup gevşeklik ya da cüretkârlık demek değildir. Kaldı ki ezelde bu emir verilmiş olmasaydı kulun bu alanda adım atması [yani Allah’tan böyle bir talepte bulunmaya cüret etmesi] o kadar kolay olmazdı. Kimilerine göre bu ilâhî emir, kişinin Kur’ân okumayı bitirdikten sonra isti‘âze okumasını gerektirir, çünkü âyette geçen “fe” harfi takip mânası verir. Müslümanların çoğunluğuna göre ise bu, okumadan öncedir ve Allah Teâlâ’nın “ Kur’ân okuduğun zaman” [ en-Nahl 16/98] şeklindeki ifadesinin mânası, “ Kur’ân okumayı istediğin zaman” şeklindedir. Benzer bir kullanım “Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi yıkayın.” [ el-Mâide 5/6] ve “Kadınları boşadığınız zaman onları iddetlerini gözeterek boşayın.” [ et-Talâk 65/1] âyetlerinde de söz konusudur. Burada lafız olarak zikredilmeyip gizlenmiş olan ifadenin varlığı, bedîhî olarak sabittir. Çünkü isti‘âze, Kur’ân okurken şeytanın vesvesesinden korunmak için okunur, bu da onun Kur’ân okumanın sonrasında değil, öncesinde olması ile mümkündür. Bu şekildeki kullanım dilde mevcuttur. Şair şöyle demiştir: Hamuru yoğurduğun zaman sağ elin ile başla İşte bu [yani sağ el ile başlamak] sonra değil, önce yapılacak bir iştir. Bazı inkârcılar şöyle demişlerdir: “Siz Hz. Peygamber’in ‘ Şeytan içerisinde Kur’ân okunan evden kaçar.’ şeklindeki hadisini rivayet ediyorsunuz, bu durumda şeytandan Allah’a sığınmaya ne hacet var ki?” Biz de deriz ki buna pek çok açıdan cevap verilebilir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 79 َא ıĤאĭ ُ َ Ļ َ ø ذاً ƪ ij ُ Đ źƪإِ Õِ ĥْĝĤا َ īَ Ĩِ אıƫ ×èُ ěِ ْ × ُ ĺ ْ ħĤَ ، ƪ ĹĬאāَ ĥْìُ ƪ ĹĥĻĥِìَ ،ģĻĥčĤا įÝĺאĩè ģČ ĹĘ ءij×ÝĤوا ģĻĩåĤا ųا Ʃ óÝùÖ óّ ÝùÝĤا ijİ ١ ْ ُذ» ijَ đĤا «،اñİ ĵĥđĘ ħéِ ĥĤا ّ ُ ÕĻĈأ «:אلĝĺ ،ħčđĤאÖ ěāĤ يñĤا ħéĥĤا ijİو ÙĕĻāĤا هñıÖ ِ ƪذ ijُ đĤا īĨ ijİ :ģĻĜو .ųאÖ Ʃ אلāÜźوا ųا Ʃ óĻĔ īĐ אعĉĝĬźا ijİ ٣ ْ ُذ» ijَ đĤا «،اñİ ĵĥđĘ ٢ ،« ُ ƪ ُذه ijُ Đ īĨ ģäو õĐ ųا Ʃ الËø óĺïĝÝĤا ĹĘ ijİو įĥđĘ īĐ אر×ìإ ،»ذijĐأ «:ģÐאĝĤا لijĜو įĥąĘ، أي ِأĐ ْĹĬñ ĺא رب، כĩא ijĝĺل اĝĤאģÐ:» أóęĕÝø Ʃ اų«، أي اóęĔ ĹĤ ĺא رب، وijİ .امïĜŸا ó ƪ ùĻÝĺ ħĤ įÖ óĨŶا ě×ø źijĤو ،امóÝäوا אطù×Ĭا ź אمčđÝøوا امóÝèا ٤ اđÝøźאذة ïđÖ اóęĤاغ īĨ اóĝĤاءة؛ بijäو ĹąÝĝĺ אسĭĤا ăđÖ ïĭĐ óĨŶا اñİ ħà ْ َت ََyأ ¢ ذاَYِžَ﴿ :įĤijĜ ٥ ĵĭđĨو .اءةóĝĤا ģ×Ĝ ijİ īĻĩĥùĩĤا ÙĨאĐ ïĭĐو ،ÕĻĝđÝĥĤ אءęĤا نÍĘ ٰ ¹ِة َ« ّ اªَ‡« ªِ َِذا ¢ُ ُْ̄cْ ا ٧ ﴿ا ٦ ÍĘذا أردت óĜاءة اóĝĤآن כĩא ĹĘ įĤijĜ: ٰ َن﴾ [اģéĭĤ، ٩٨/١٦ [أي ْ ْ£ُyا اª َ﴾ [اŻĉĤق، ±ّ ·ِِ bَ uّ ِِ ª َ ±ّ ¶¹ُ £ُ ِ ّ «َ žَ ءYَ َٓ ³ªا ِّ ُcُ ْ £َّ َِذا Žَ» žَ ْYš ُِ«¹ا ُو ُj ¹َ ¶ُ §ْ] ﴾اĩĤאïÐة، ٦/٥]، وįĤijĜ:﴿ ا ïĭĐ אنĉĻýĤا Ùøijøو īĐ زƫ óَ éƪ Ýĥِ Ĥ [ أ ١/٦٥] وñİا إĩĄאر àאÛÖ ÖאĤ×Ùıĺï؛ ÍĘن اđÝøźאذة [٥ :óĐאýĤا אلĜ ،ÙĕĥĤا ĹĘ ēÐאø اñİو ،óĻìÉÝĤאÖ ź ħĺïĝÝĤאÖ כĤوذ ،آنóĝĤا اءةóĜ įĭĩĻĩĤאÖ ĹÐïَ ْ ÖאĘ Ûِ ْ ĭ ƪ إذا َéĈ :אلĜ įĬأ Ṡ ّ Ĺ×ĭĤا īĐ ħÝĺرو ħכĬإ :אدéĤŸا ģİأ ăđÖ אلĜو .óìËĨ ّ ź مïĝĨ ّ כĤوذ ٨ ÉĘي èאÙä إĵĤ اđÝøźאذة įĭĨ؟، ُóĝأ įĻĘ اóĝĤآن، ĺ ىñĤا ÛĻ×Ĥا īĨ بُ óْ ı َ إن اĉĻýĤאن ĻĤ ٩ ĭĥĜא: įĭĐ أÙÖijä כóĻáة: ْ ُذ. ijَ ١ ر - اđĤ ٢ اóčĬ ñıĤا اģáĩĤ: اģÐźïĤ ĹĉùĜóùĥĤ، ٩٥٤/٢؛ أøאس اĤ×ÙĔŻ óýíĨõĥĤي، .٦٨٤/١ ْ ُذ. ijَ ٣ ر - اđĤ ٤ ط: ďĻĩä. ٥ ط: ĵĭđĨ. ٦ ط - أي. ٧ ط: כįĤijĝ. ٨ اóčĬ: ėĭāĨ اīÖ أĹÖ Ļü×Ù، ١٢٧/٦؛ כõĭ اĩđĤאل ŻđĤء اīĺïĤ اĹĝÝĩĤ اïĭıĤي، .٣٩٤/١٥ ٩ ر - כóĻáة. ٥ ١٠ ١٥ 80 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Birincisi, isti‘âze bize ibadet kastıyla emredilmiştir. Bu yüzden de böyle bir gerekçe ile emri yerine getirmemek söz konusu olmaz. İkincisi, bu vaad Kur’ân’ı okuyan ve onunla amel eden kimse için söz konusudur. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Eğer Kur’ân seni alıkoymuyorsa o zaman sen okuyucu değilsin.”1 buyurmuştur. Kişinin Kur’ân ile amel etmesinde daima eksiklikler söz konusu olur. Bu yüzden de hadiste vaad edilen şeye nâil olduğundan emin olamaz, Allah’tan korunma talep etmekten müstağni kalamaz. Üçüncüsü, şeytan onu bu kararlılıktan vazgeçirmeye çalışır, insan da isti‘âze ile şeytanı defeder. Şeytanın insanın hâlini ifsat etmek için en çok çaba gösterdiği an, onun Rahmân ile mükâlemeye (konuşmaya) yöneldiği andır, bu yüzden insan derhal isti‘âze okuyarak onun şerrini defetmeye çalışır. Dördüncüsü, isti‘âzeden maksat, Ca‘fer es- Sâdık’ın şu sözünde ifade ettiği husustur: “Sığınmak, Kur’ân okumayı tâzim etmek üzere ağzın yalandan, gıybetten, iftiradan temizlenmesi ya da Kur’ân vasıtasıyla Allah ile konuşmak için izin talep etmektir.” Yine [ inkârcı kimseler] şöyle der: “Madem Kur’ân okurken Allah’a sığınıyorsunuz, o zaman neden hata, unutma ve isyan hâline düşerek imtihan edilme söz konusu oluyor?” Buna şöyle cevap veririz: Allah’a sığınıldığı zaman Allah’ın kişiyi koruması, kulun takvâ, tezekkür (Allah’ı hatırlama, zikretme) ve basiret üzere olmasına bağlıdır. Allah Teâlâ, “Şüphe yok ki takvâ sahipleri, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman tezekkür ederler (derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen basiret sahibi olurlar.” [ el-A‘râf 7/201] buyurmuştur. Bu şartları ihlal eden kimse söz konusu vaade nâil olamaz. Şeytandan Allah’a sığınıp da ardından şeytan kendisini isyana çağırdığı zaman ona tâbi olan kimsenin hâli, çokça mal ile birlikte yola çıkan ve malını korumak üzere büyük bir muhafız birliği edinen, ama ardından yolda dört bir bucaktan gelmiş azılı hırsızlara yem olan tüccarın hâli gibidir. Görmez misin ki şartları bihakkın yerine getirenler her neye nâil oldu iseler ona sözleri (duaları) ile nâil olmuşlardır. 1 Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 13: 622. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 81 ١ ñİا. ģáĩĤ įĭĐ ولïĐ ŻĘ ؛įÖ אĬïّ أİïèא: أĬא đÜ× כıĭĺ َ ħĤ إذا «: Ṡ אلĜ ïĝĘ ،įÖ ģĩĐو أهóĜ īĨ ěè ĹĘ ïĐijĤا اñİ أن :ĹĬאáĤوا .įĤاËø īĐ ĵĭĕÝùَ ĺ ŻĘ įĥĻĭÖ ěáĺ ŻĘ ģĥìٌ įÖ ģĩđĤا ĹĘو ٢ اóĝĤآن ÛùĥĘ ĝÖאرئ»، ،אذةđÝøźאÖ į ُ đĘïĻĘ ÙĩĺõđĤا هñİ īĐ įĘóāĺ أن ĹĘ ïıÝåĺ אنĉĻýĤا أن :ßĤאáĤوا ïıÝåĻĘ īĩèóĤا ÙĩĤכאĨ َ هïāĜ ïĭĐ אنùĬŸا אلè אدùĘإ ĹĘ אنĉĻýĤا نijכĺ אĨ ĵđøوأ ِ ÖאđÝøźאذة اŴن. ِه ّ óü ďĘد ĹĘ واóĤاďÖ: أن اóĕĤض įÖ Ĩא ĜאįĤ óęđä اāĤאدق (ت. ١٤٨İـ٧٦٥/م): اijđÝĤذ óĻıĉÜ ÙĩĤכאĩĤ ٤ ٣ ñÑÝøŻĤان اħęĤ īĐ اĤכñب واĻĕĤ×Ù واĤ×Ýıאن ĩĻčđÜא óĝĤاءة اóĝĤآن، أو ijİ .آنóĝĤאÖ ųا Ʃ َ وijĜع اÉĉíĤ واĻùĭĤאن ħِ ĥĘ آنóĝĤا اءةóĜ ïĭĐ אنĉĻýĤا īĨ ųאÖ Ʃ ħÜñĐ إذا :אąĺأ ٥ وĜאل واŻÝÖźء ÖאĻāđĤאن؟ אلĜ ،אرāÖŸوا óכñÝĤوا ىijĝÝĤا ĵĥĐ دijĐijĨ ųאÖ Ʃ אذĻđĤا ïĭĐ ųا Ʃ ċęْèِ :אĭĥĜ ﴾ۚ ُyوا ِžَYَذا ُ¶ ْ ُRْ[ ُ‡ِy َون َ ¦ّ wَ َ b نYِ َ Áْ َ ِ ٌ ِR ±َ ّ اªƒ ٓYئ َِذا َR َّ ُ·ْ Žَ ¹ْ£ََا ا bاّ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن đÜאĵĤ:﴿ ا īĨ אلáĨو ،دijĐijĩĤا اñİ ģĭĺ ħĤ وطóýĤا هñıÖ ģƪìَ َ [اóĐŶاف، ٢٠١/٧] īĩĘ أ اđÝøאذ Ʃ Öאų īĨ اĉĻýĤאن ħà اÜ×įđ إذا دĐאه إĵĤ اĻāđĤאن áĨאل اÝĤאóä óíĺج إĵĤ ّ اق ó ُ َ اùĤ َאة İُ د ûĻåÝùĺ ħà ٦ óĻĉì óĻِ ęíÖ َ įčęè ĹĘ ÏåÝĥĺو óĻáכ אلĩÖ óęùĤا ٧ Ĩא ĬאijĤا ĩÖא ĜאijĤا، َijا ÖאóýĤوط ĬאijĤا Ę َ īĨ أĜאĹĀ اĘŴאق، أź óÜى أن اīĺñĤ و ١ ر: ģáĩÖ. .١٨٤/١ ،ĹĩáĻıĥĤ ïÐواõĤا ďĩåĨ ؛٤٣٢ /١ ،ĹĐאąĝĥĤ אبıýĤا ïĭùĨ ؛٦٢٢/١٣ ،ĹĬاó×ĉĥĤ óĻ×כĤا ħåđĩĤا :óčĬا ٢ ٣ ط: وijİ. ٤ ط: اñĻÝøźان. ٥ اĝĤאģÐ ăđÖ أģİ اéĤŸאد. ٦ ط + כ×óĻ. ٧ م ح ط - ĬאijĤا. ٥ ١٠ ١٥ 82 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hz. Nûh, “Rabbim! Hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi senden istemekten sana sığınırım.” [ Hûd 11/47] şeklinde; Hz. Mûsâ, “Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım.” [ ed-Duhân 44/20] şeklinde; Hz. Yûsuf, “Allah’a sığınırım, çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana iyi baktı.” [Yûsuf 12/23] şeklinde; İmrân’ın karısı, “Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.” [ Âl-i İmrân 3/36] şeklinde; Hz. Meryem “Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan sakınan biri isen.” [ Meryem 19/18] şeklinde dua etmiştir. Rivayette geçtiğine göre Hz. İbrâhim de ateşe atıldığı zaman “Bana isyan eden ve bu yüzden eziyet eden kimsenin şerrinden beni yaratan ve hidâyete ulaştırana sığınırım.” diye dua etmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselâm da Allah Teâlâ’nın kendisine verdiği emir ile “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” [el- Mü’minûn 23/97-98], “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.” [el-Felak 113/1- 5], “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melikine, insanların İlâhına sığınırım.” [en-Nâs 114/1-6] şeklinde dua etmiştir. Mi‘raç gecesinde de şöyle demiştir: “Azabından affına, gazabından rızâna, Senden Sana sığınırım.” Böylece Hz. Nûh selâmete, Hz. Mûsâ keramete, Hz. Yûsuf ismete, İmrân’ın karısı korunmaya, Meryem müjdeye, Hz. İbrâhim dostluğa, Hz. Muhammed ise şefaat makamına nâil olmuştur. Yine şöyle demişlerdir: “Şeytandan Allah’a sığınmakta Allah’tan başkasından duyulan korkunun açığa vurulması söz konusudur, oysa bu, kulluğu ihlal eder!” Buna cevaben deriz ki: Düşmanı düşman bellemek muhabbetin tahkikidir, Allah’tan başkasından firar edip Allah’a sığınmak kulluğun tamamlanmasıdır. Allah’ın emrine sıkıca sarılmak, O’na itaat takdim etmektir. Allah’tan korkmayandan korkmak meskeneti (acziyeti) ızhar etmektir, Allah’a sığınmak O’nun lutfuna el açmayı pekiştirmektir. Denilir ki, isti‘âze edip sığınmak uzaklaşmak ve yabanilik ifade eder. Çünkü bu kelime bazı dil âlimlerine göre yabancılık, ünsiyetsizlik anlamına gelir. Uzaklaştırılmış olan kimseden uzaklaşmak ondan duyulan korkudan değil, ama onu huzurundan uzaklaştırana muvafakat göstermek içindir. Nitekim insan sultanın uzaklaştırdığı kimseden uzak durur, fakat bunu ondan korktuğu için değil, sultanın bu tavrına muvafakat göstermek için yapar. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 83 ۜ﴾ [ijİد، ٤٧/١١]، ٌ ْ «ِ µ۪ ِ \ ¿ª۪ }َ Áَْ ª Y®َ ¥َ َ َ ْ~َٔـ» َ ْن ا ِ ¥َ ا َ ُ ¹ُذ \ ۪¿ ا ٓ²ِّ Ĝאل ijĬح įĻĥĐ اŻùĤم : ﴿َر ِّب ا ¹ۘن﴾ [اìïĤאن، ٢٠/٤٤]، وĜאل ِ ¯ُ jُ yْ َ َ ْن b َِyّ۪ ¿\َوَرِّ\ ُ§ ْ ا ²ِّ۪¿ ُ ْw ُت \ وĜאل ĵøijĨ įĻĥĐ اŻùĤم: ﴿َوا ۜ ﴾ [ėøijĺ، ٢٣/١٢[، وĜאÛĤ اóĨأة اي َ ¹َgْ®َ ±َ َ nْ َ ۪¿ ا َ ُµ َرّ\ٓ ²ِّ ėøijĺ įĻĥĐ اŻùĤم : ﴿َRَ َYذ ّ اà ِٰ ا ِ﴾ [آل óĩĐآن، ٣٦/٣ ]، Áj۪ َ yªا ّ نYِ َ Áْ َ ƒªا ّ ±َR ِ Y·َcََ Àّ ِ ِ ¥َ َوُذّر \ [ب٥ [Y¶َ wÁُ ۪ ُ ۪¿ ا ٓ²ِّ óĩĐآن: ﴿َوا įĻĥĐ ħĻİاóÖإ אلĜو ،]١٨/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾YÁًّ £َِ b aَ ³ْ¦ُ نْ ِ َ ْn ٰ¯±ِ ِ®³ْ ¥َ ا yªY ّ ِ َ ُ ¹ُذ \ ۪¿ ا ٓ²ِّ وĜאÛĤ ħĺóĨ:﴿ ا īĨ ĹĬاïıĘ Ĺĭĝĥì ىñĤאÖ ذijĐأ «:אر×ìŶا ĹĘ ورد אĨ ĵĥĐ אرĭĤا ĹĘ ĹĝĤُ اŻùĤم īĻè أ ±ْ ®ِ ¥َ ِ َ ُ ¹ُذ \ ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ óĨÉÖ مŻùĤا įĻĥĐ ١ ïĩéĨ אĭĻ×Ĭ אلĜو ،»ĹĬذاÉĘ אهāĐ īĨ ِ ّ óü َِy ِّب َ ُ ¹ُذ \ َ ْo ُ‹ُy ِون﴾ [اijĭĨËĩĤن، ٩٨-٩٧/٢٣]، وĜאل: ﴿ا َ ْن À ِ ¥َ َر ِّب ا َ ُ ¹ُذ \ واَ ±Áِۙ ŽY۪ Áَ َ َ¶ ََ̄} ِ ات ّ اªƒ ٢ وĜאل ÙĥĻĤ ،َ [اĭĤאس، ١/١١٤]، َ ِۙ Yس﴾ اijùĤرة َِy ِّب ّ اª³ َ ُ ¹ُذ \ ¡﴾ [اěĥęĤ، ٥-١/١١٣[، وĜאل: ﴿ا ِۙ َ «Ÿَ ْ اª ٣ ĭĘאل اóđĩĤاج: «أijĐذ ijęđÖك īĨ ĝĐאÖכ وأijĐذ ĄóÖאك īĨ ĉíøכ وأijĐذ Öכ ĭĨכ»، ijĬح اÙĨŻùĤ وĵøijĨ اĤכóاÙĨ وėøijĺ اÙĩāđĤ واóĨأة óĩĐان اĐŸאذة وħĺóĨ اĤ×ýאرة .ÙĐאęýĤا ĵęĉāĩĤوا ÙĥّíĤا وإóÖاħĻİ ُ ģ ƫ íِ ُ ĺ ijİو ųا Ʃ ٤ أąĺא: ĹĘ اđÝøźאذة īĨ اĉĻýĤאن إıČאر اijíĤف īĨ óĻĔ وĜאijĤا ųا Ʃ ĵĤإ ųا Ʃ óĻĔ īĨ ُ ٥ اíÜאذ اïđĤو ïĐوا ٌ ěĻĝéÜ éĩĥĤ×Ù، واóęĤار :אĭĥĜو .Ùĺدij×đĤאÖ ٌ אرıČإ ųا Ʃ אفíĺ ź īĩĨ فijíĤوا ُ ،ÙĐאĉĥĤ ٌ ħĺïĝÜ ųا Ʃ óĨÉÖ אلáÝĨźوا ُ ٦ ،Ùĺدij×đĥĤ ٌ ħĻĩÝÜ .Ùĉøא×ĩĥĤ ïĻכÉÜ ٌ ųאÖ Ʃ ُ ùĩĥĤכÙĭ، واåÝĤźאء ïُ ّ đ×ÝĤوا ،ħıąđÖ ïĭĐ אشéĻÝøا Ùĩĥכ Ĺİو ،ûèijÝĤوا ïƫ đ َ × ƪ وģĻĜ: اijđÝĤذ ÝĥĤ ƪ َïه؛ أź óÜى أن اùĬŸאن Ýĺ×אïĐ đَ Ö īĩĤ אĜאĘوِ نijכĺ ģÖ įĘijíĤ نijכĺ ź ïƪ đ َ × ُ ĩĤا īĐ ƪ َïه اĉĥùĤאن ź Ęijìא īĨ ذĤכ اùĬŸאن، ģÖ ِوĘאĜא ĉĥùĥĤאن ĵĥĐ Ĩא כאن، đَ Ö īĩĐ ١ ح + اĵęĉāĩĤ. .ûĨאİ çĀ ،אسِ ƪ ِ اĭĤ ّ َب óِÖ ذijُ ُ Đَ ٢ ط - وĜאل:ا .٣٦٣/٥ ،ĹĝıĻ×ĥĤ אنĩĺŸا Õđü ؛٦٢ אذةđÝøźا ،ĹÐאùĭĤا īĭø ٣ ٤ ح: ĜאijĤا |اĝĤאģÐ أģİ اéĤŸאد. ٥ ح: ĭĥĜא. ٦ م ح ط: اđĤ×ijدÙĺ. ٥ ١٠ ١٥ 84 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âdeta isti‘âze okurken insan şöyle demiş olur: “Ey İblîs, rahmet ve yakınlıktan uzak ol. Bize senden yana çok büyük bir uzaklık vardır.” Benzer şekilde Allah Teâlâ Sâmirî’yi lânetleyip rahmetinden uzaklaştırdığı zaman Hz. Mûsâ Sâmirî’ye bütün yaşamı boyunca “Bana dokunmak yok.” demesini emretmiş, böylece insanları Sâmirî ile yakınlık kurmaktan uzaklaştırmak istemiştir. Bir görüşe göre isti‘âze, kişinin bütün kuvvet ve kudret iddiasından vaz geçip teberrî etmesi demektir. Buna göre isti‘âze okuyan kimse sanki şöyle demiş olmaktadır: “ Şeytan kendi aslına ve fiillerine bakıp ona göre hareket ettiği için helâk oldu, ben de onun gibi olmaktan teberrî edip Allah’a sığınıyorum.” Bir başka görüşe göre isti‘âze, şeytanın tuzağından, saptırmasından ve kaydırmasından değil, hâlinden ve âkıbetinden Allah’a sığınmaktır. Bir diğer görüşe göre isti‘âze hürmetkâr olmaktır, nitekim Allah hürmetkâr olanları sever. Nasıl bir baba, evladının kendisine karşı hürmetkâr olmasını isterse Allah da kulunun kendisine karşı hürmetkâr olmasını ister. Şöyle de denilmiştir: Aklına şeytanın durumu geldiğinde ondan Allah’a sığınan kulun durumu tıpkı yırtıcı bir hayvanla karşılaşan ve güvenli bir gölgeye (hareme) sığınıp içeri girerek kendisini emniyete alan bir avın durumu gibidir. Av güvenli bölgeye girdiği zaman yırtıcı hayvan eli boş hâlde geri döner. Yine efendisinden kaçtıktan sonra amansız bir haydutla karşılaşan ve tekrar geriye kaçıp efendisine sığınan kimsenin durumu da buna benzer. Bu durumda da haydut eli boş kalır. İşte kul kovulmuş şeytandan Allah’a sığındığı zaman şeytan da eli boş bir şekilde hüsrana uğrar. İsti‘âzede geçen “billâhi” kelimesindeki “be” harfi sıla [yani fiil ile nesnesini birbirine bağlayan unsur] olup birkaç mânada kullanılır. Buradaki mânası ise ilsâk (yani birleşiklik) anlamındadır. Bu, geçişsiz fiilin nesnesi ile irtibatlandırılması demektir. Allah kelimesi Yüce Allah’ın en büyük ismidir ( ism-i a‘zam). Anlamı ise “yoktan yaratmaya kādir olan” şeklindedir. Bir görüşe göre bu ismin anlamı, “yücelik sıfatlarına müstahak olan”, bir diğer görüşe göre ise “yaratma ve emrin sahibi olan” şeklindedir. Bir başka görüşe göre bu isim mâbut (kulluk edilen zât), bir diğer görüşe göre ise “kulluk edilmeye lâyık olan” anlamındadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 85 ُور. أź óÜى أن ُوراد כįĬÉ ijĝĺل: اى اĻĥÖ ÷از رÛĩè و ÛÖóĜ دور، Ĩא را از ijÜ دور د ĹĘ ٢ «אسùĨ ź» įĤijĜ ĵĥĐ ومïĺ أن ĵøijĨ ١ هóĨأ įÝĩèر īĨ ųا Ʃ ّïه đÖ אĩĤ ƪ اùĤאóĨي .įÝ×éĀ īĐ כĤñÖ אسĭĤا ï ِ ّ đ َ × ُ ĺ įÜïĨّ ďĻĩä ٤ ijĝĺل: ĥİכ اĉĻýĤאن ÖאóčĭĤ إĵĤ أįĥĀ ٣ īĐ اijéĤل واijĝĤة، وכįĬÉ ؤ ّ ó×ÝĥĤ ijİ :ģĻĜو .įĥáĨ īĨ ųا Ʃ ĵĤإ أó×Üأ אĬوأ įĥđĘو ٥ وإįĤŻĄ. įĤźوإز هïĻכ īĐ ź įĤÇĨو÷ ĻĥÖإ אلè īĨ ųאÖ Ʃ אذةđÝøا ijİ :ģĻĜو ٦ įÖ ěĥĩÝĺ أن هïĤو īĨ Õ ƫ éِ ُ Ʃ واų Õéĺ ّ اīĻĝĥĩÝĩĤ، وכĩא أن اŶب ĺ ěٌĥĩÜ ّ ijİ :ģĻĜو .įÖ ěĥĩÝĺ ƪ أن هï×Đ īĨ ّ Õéĺ ĵĤאđÜ ųאĘ Ʃ ٧ ٍ ïāĜه ïĻĀ [ أ ٦] ģáĩכ ųאÖ Ʃ įĭĨ אذđĘ ÷ĻĥÖإ אلè įĤא×Ö óĉì إذا ï×đĤا ģáĨ :ģĻĜو هźijĨ īĨ אربİ ï×Đ ģáĩوכ ،اóøאì ď×ùĤا ďäóĘ ٨ īĨÉĘ įĥìïĘ مóéĤا ĵĤإ ّ óęĘ ٌ ď ُ × َ ø ųאÖ Ʃ אذĐ إذا ١٠ï×đĤאĘ ،اóĀאĜ ÿĥĤا Ĺĝ×Ę واهÇĘ هźijĨ ĵĤإ įĭĨ بóıĘ ٩ כÜאĘ ÿĤ ƭ אهّ ĝĥÜ َ É اĉĻýĤאن ìאóøا. ùìَ ħĻäóĤا אنĉĻýĤا īĨ Ʃ Öאų«، اĤ×אء ٌÙĥĀ وĹİ ٍ đĩĤאن، وİאĭİא āĤŹĤאق وijİ وģĀ اģđęĤ اŻĤزم وĭĤijĜא: « .įĻĥĐ ģđęĤا ďĝĺ يñĤا ħøźאÖ ěéÝùĩĤا ijİ :ģĻĜو .اعóÝìźا ĵĥĐ אدرĝĤا :هóĻùęÜو ،ħčĐŶا ųا Ʃ ħøا» ųا Ʃ و« ijİ :ģĻĜو .دij×đĩĤا ijİ :ģĻĜو ،óĨŶوا ěĥíĤا įĤ īĨ ijİ :ģĻĜو . ّ ŶوĀאف اijĥđĤ اěéÝùĩĤ đĥĤ×אدة. ١ ر: أóĨ. .[٩٧/٢٠ ،įĈ] ﴾ ۖ َ £ُ ¹َل َÊ ِ ®َ َ Yس َ ْن b ْ َo ٰÁ ¹ِة ا َ ¥َ žِ¿ اª ª َ َ َYل žَ ْYذَ¶ ْ] ِžَY ّن ¢ ﴿ ĵĤאđÜ įĤijĜ ĵĤإ óĻýĺ ٢ ٣ م ط ر: اÝĤ×óي. ٤ ح: כįĬÉ. ٥ ط - وإزįĤź. ٦ ر - واų Õéĺ اīĻĝĥĩÝĩĤ وכĩא أن اŶب Õéĺ īĨ وïĤه أن ěĥĩÝĺ įÖ. .ûĨאİ çĀ ،įĥÝĜ :ط ٧ ٨ ر: כģáĩ رģä رأى ø×đא ñìÉĘ اŻùĤح واóÝèز įÖ įĭĐ. ٩ ط: İאÜכ. ١٠ ح: واđĤ×ï. ٥ ١٠ ١٥ 86 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Allah isminin türemiş olup olmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Dilbilimcilerden Halîl b. Ahmed, nahivcilerden Zeccâc, tefsircilerden Hüseyin b. Fazl el-Becelî, fıkıh imamlarından Muhammed b. Hasan, hadis ehlinden Şâfiî ve bir grup âlim, kelimenin türememiş olduğunu, Hak Teâlâ’ya mahsus, sadece O’na ait özel isim olduğunu söylemişlerdir. Hak Teâlâ, “Sen O’na bir adaş bilir misin?” [ Meryem 19/65] buyurmuştur. Tefsirde ifade edildiğine göre bu âyetin mânası, “Kendisine Allah ismi verilen birini bilir misin?” şeklindedir. Başka bazı âlimler ise bu ismin türemiş olduğunu söylemiştir. Bunlardan bazıları bu ismin korkup kaçtı, sığındı anlamlarına gelen velihe-yevlehu-velehen kelimesinden türediğini söylemiştir. Şair şöyle der: Başıma gelen belâlarda size sığındım Ve bu durumlarda sizi cömert ve saygıdeğer kimseler buldum Buna göre Allah isminin mânası, “kulların ihtiyaç anlarında O’na firar edip sığınmaları” şeklindedir. Kimileri de bu kelimenin hayrete düşmek anlamındaki el-veleh kelimesinden türediğini söyler. Bu kökten el-vâlih kelimesi evladını ya da başka bir şeyini kaybettiği için şaşkın duruma düşen kimse demektir. Yine el-veleh kelimesi aşırı özlem anlamına da gelir. Şair şöyle der: Hasret dolu gönlüm size öyle özlem duydu ki… Yeme içmeden kesilir oldu Bu durumda Allah isminin anlamı, kulların O’nun azameti karşısında hayretler içinde oldukları, O’nu görme arzusu içinde oldukları şeklindedir. Bu iki görüşe göre Allah isminin aslı başlangıçta vilâh şeklindeydi, ancak başındaki ve harfi hemzeye dönüştü. Nitekim vişâh kelimesinin başındaki ve harfi de benzer şekilde hemzeye dönüşmüş ve kelime işâh şeklini almıştır. Böylece vilâh kelimesi ilâh şeklini almış, ardından da başına elif-lam takısı getirilmiş, el- ilâh hâlini almıştır. Bunun ardından, hafiflik (telaffuz kolaylığı) sağlamak üzere hemze (el- ilâh kelimesindeki “i” harfi) atılmış ve kelime “Allah” hâlini almıştır. Bazıları da Allah isminin “devam etti, sebat etti” anlamına gelen “elihe-ye’lehu” fiilinden türediğini söylemiştir. Elihe bi’l-mekân ifadesi, “bir yerde ikamet etti, devamlı olarak orada bulundu” anlamında kullanılır. Şair şöyle demiştir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 87 ģİأ īĨ ٢ ųا Ʃ įĩèر ïĩèأ īÖ ģĻĥíĤا אلĜ ، ٍ ěÝýĨ ّ óĻĔ أو ěÝýĨ ƭ ١ įĬأ ĹĘ ėĥُ واÝì ïĩéĨو ُ óĻùęÝĤا ģİأ īĨ ّ Ĺِ ĥ َ åَ ×Ĥا ģąęĤا īÖ ُ īĻùéĤوا ijéĭĤا ģİأ īĨ ٣ ُ ّ אج اÙĕĥĤ واäõĤ ijİو ěÝýĨ óĻĔ ijİ :ÙĐאĩäو ٌ ßĺïéĤا ģİأ īĨ ƫ ĹđĘאýĤوا įĝęĤا ÙĩÐأ īĨ īùéĤا īÖ אءä ،[٦٥/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾۟ YÁًّ ¯ِ ~َ µُ َ ª ُ َ «ْ َ b ©ْ ¶َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אصì ƭ įĤ ħøا ijıĘ įÖ ųا Ʃ د ّ óęÜ ħøا ħıĭĨ ħà ،ěÝýĨ ijİ :ونóìآ אلĜو .َ ųا Ʃ أïèا ĵĩùĺ ً فóđÜ ģİ :אهĭđĨ أن óĻùęÝĤا ĹĘ ٤ א» إذا ِõĘع وÉåĤ، Ĝאل اýĤאóĐ: ً ıĤَ َ ، و ُ įĤَ ْ ij َ ĺ ، َ įِ Ĥ َ و «īĨ įĜאĝÝüا :אلĜ īĨ اï ƪ åَ ĩُ ُ ُכħ ıĻĘא כĩĺóא Ĩ Ý ْ ĻęَĤْאĘَ Ĺĭِ ُ Öijُ ĭَ Ü אĺŻÖ ĹĘ ħכُ ْ ĻĤإَ Ûُ ْ ıĤِ َ و īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو .ħıåÐاijè ĹĘ įĻĤإ نijĐõęĺو įÖ ٥ ĭđĩĘאه أن اěĥíĤ Ëåĥĺون ُ» ّïüة اijýĤق įĤَ َ óƫ، و»اijĤاįĤ «اóĻéĤان ïĝęĤ اïĤijĤ وijéĬه، و»اijĤ ĻéÝĤا ijİ يñĤا» įĤَ َ «اijĤ ٦ أąĺא، Ĝאل اýĤאóĐ: ٧ ِ َאم đĉĤا ƪ ِ ħ ْ ُ َون َđĈ ًא َè َאل د ıĤَ َ ُ ُوب إĻĤכħ و óĉĤا ƪ Ĺùِ ęْĬَ Ûْ َ ıĤِ َ و īĺñİ ĵĥđĘ ،įÝĺرؤ قijü īĨ نijَ ُ ıِ َ اĤ وĵĭđĨ اħøź أن اěĥíĤ óĻéÝĺون ĹĘ įÝĩčĐ و ħà «ٌ įĤَ ِ ٌ» ģĻĝĘ:» ا ٌ» و» َإüאح ً כĩא ĜאijĤا: «ِو َüאح ُÛĤïÖ اijĤاو õĩİة ٨ أ َه» أģĀ اħøź:» ِوź īĨ ħıĭĨو .»ųا Ʃ » :ģĻĝĘ אęĻęíÜ ً ُ ُ ÛĘñ اõĩıĤة è ħà «įĤźا «:ģĻĝĘ مŻĤوا ėĤŶا įÝĥìد ٩ َ ÖאĩĤכאن، أي دام وأĜאم، وĜאل įِ Ĥَ ُ» أي دام وà×Û، ĝĺאل: أ įĤَÉْ َ ĺ ، َ įِ Ĥأ «īĨ ħøźا ģđä اýĤאóĐ١٠: ١ ط: ĹĘ اų. ّ . وïĤ وĨאت ĹĘ اĤ×óāة، ّ (ت. ١٧٠İـ/ ٧٨٦م) أÝøאذ Ļø×įĺij اijéĭĤي يïĻİاóęĤا ïĩèأ īÖ ģĻĥíĤا īĩèóĤا ï×Đ ijÖأ ijİ ٢ ّħĕ؛ כÝאب اóđĤوض. اóčĬ: Ĉ×ĝאت اóđýĤاء īÖź ّ وÏýĭĨ ħĥĐ اóđĤوض. īĨ āÜאįęĻĬ: כÝאب اīĻđĤ؛ כÝאب اĭĤ ijĕĤي اõÝđĩĤ، ٩٥/١؛ ÙİõĬ اĤŶ×אء ĬŷĤ×אري، ص ٤٥؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣١٤/٢ ٣ ijİ أijÖ إéøאق إóÖاħĻİ īÖ اóùĤي اäõĤאج (ت. ٣١١İـ٩٢٣/م) ĐאħĤ ÖאijéĭĤ واÙĕĥĤ واóĻùęÝĤ، وïĤ وĨאت ĹĘ ïĕÖاد، īĨ כÝ×į: đĨאĹĬ اóĝĤآن واĝÝüźאق وěĥì اùĬŸאن. اóčĬ: Ĉ×ĝאت اīĺóùęĩĤ ïĥĤاوودي، ٩/١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٤٠/١ .٥/١ ،ويóıĤا ŻĩĥĤ çĻÜאęĩĤا אةĜóĨ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٤ ّ ijن. ٥ ط: åĥĺ ،يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ ؛)١/١ ،ÙéÜאęĤا (٩٨/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ ؛٢٣ ص ،ÛĻĩכĥĤ אتĻĩüאıĤا :óčĬا .ÛĻ َ ĩכĥĤ ُ ÛĻ×Ĥا ٦ ِ َאم đĉĤا ƪ ħِ ْ ُ َون َđĈ َ َאل د א è ً ıĤَ َ ُ إħıĻĤ و ُ وب óĉĤا ƪ Ĺùِęْ َ Ĭ Ûْ َ ıِ Ĥ َ «وįĤ«. وورد ĹĘ اijĺïĤان: و ٧ ط: اĉĤאħĐ. ٨ ط: وźة. ٩ ح: Ĝאل. .١/١ ،ÙéÜאęĤا ٩٨/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ١٠ ٥ ١٠ ١٥ 88 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Öyle bir diyarda kaldık ki izleri (bile) belli değil Sanki kalıntıları eldeki dövme gibi (belli belirsiz) Bu durumda Allah isminin anlamı, kadîm, ezelî, dâimî varlık şeklindedir. Bazıları da Allah isminin “kulluk etti” anlamına gelen elihe-ye’lehu-ilâheten fiilinden türediğini söylemiştir. A‘râf sûresinin 128. âyetinde geçen ve yezereke ve âliheteke (Seni de ilâhlarını da terk etsin diye…) ifadesi ve yezereke ve ilâheteke (Seni de sana kulluk etmeyi de terk etsin diye…) şeklinde okunmuştur. Şair şöyle demiştir: Tek ve yegâne ilâh olarak (olduğunu ikrar ederek) ilâhına kulluk et Teellehe-yeteellehu fiili de kulluk etti anlamına gelir. Şair şöyle demiştir: Allah iyiliklerini versin şu methiyeci şarkıcı kadınların Ardımdan “Nasıl da ibadet ehli idi” diye tesbih ve istircâ’ okurlar [yani Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz derler] Buna göre Allah isminin mânası, “kulluk edilmeye lâyık varlık” şeklinde olur. Bazıları Allah kelimesinin “döndü, itimat etti” anlamına gelen “Elihe ilâ fülânin” fiilinden türemiş olduğunu söylemiştir. Şair şöyle der: Binek develeri durdurulmuş hâlde iken ben ona dönüp sığındım Buna göre Allah isminin mânası, “mahlûkatın dönüşü ve tevekkülü O’nadır” şeklinde olur. Bazıları Allah kelimesinin “şaşkınlık, hayret” anlamına gelen el-eleh kelimesinden türediğini söylemiştir. Şair şöyle der: Issız bir çöl ki ortasında göz şaşkına döner Kupkuru, amansız toz içinde, bir tek bitki bile yok üzerinde Buna göre Allah isminin mânası, el-veleh kelimesinde söylediğimiz gibi olur. Bazıları Allah kelimesinin “Onda sükûn buldum.” anlamına gelen “elihtu ileyhi” ifadesinden türediğini söylemiştir. Şair şöyle der: Hadiseler ardı ardına yaşanırken ben onda sükûn buldum 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 89 [ َï] ٦ب َ ْاĻĤ ĵĥ َ Đ ٌ َ א ِو َüאم َאİ ĺאĝَ َ ُıא ّכÉن Ö Ĩij ُ øُ َِ× ُ īĻ ر Ü אĨ ارٍ ïَ Öِ אَ ĭ ْ ِأıĤ َ ًÙ «أي ، َإıĤ ُ įĤَÉْ َ ĺ ، َ įĤََ أ «īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو ١ ّ اïĤاħÐ. وĵĭđĨ اħøź أįĬ اħĺïĝĤ اŶزĹĤ ٣ َ َכ، Ĝאل اýĤאóĐ: Ü َ َאد ٢ أي ِĐ× َ َכ» Ý َ ِإَıĤ َ َ َك و َñر َ ĺ َ و «:ħıąđÖ اءةóĜ ĹĘو ،ïَ َ × َ Đ ًا ِد ّ óęَ َ Ýُ Ĩ اïًèا ِ َ َ َכ و ْ إıĤ įĤَْ َ أ و ٦ ٥ Ĝאل اýĤאóĐ: ،ïƪ ٤ أي đÜ× «ُ įĤÉÝĺ ƪ ، َ įĤÉÜ ƪ »و įِĤƫَ Éَ Ü īْ Ĩِ īَ ْ đäَ ْ óَ Ý ْ َ اø و īَ éْ ƪ × َ ø هِïƪ ُ َ ِ אت ْاĩĤ ĻĬאِ ĕĤا َ ƫ َر ِųّ ٧ د َ إĵĤ ŻĘن» أي įِ Ĥَ أ «:ħıĤijĜ īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو .אدة×đĤا įĤ ě ƫéِ َ ĺ įĬأ ħøźا ĵĭđĨو ٨ :óĐאýĤا אلĜ ،įĻĥĐ ïĩÝĐوا įĻĤإ ďäر ėٌ Ĝƪ ُ ƪ َכ ِאÐ ُÕ و َ اóĤ َא و ıْ ĻĤإ Ûُ ْ ıĤَِ أ «ِ įĤََ Ŷا «īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو .įĻĥĐ ħıĥَכijÜو ƫ įĻĤإ ěĥíĤا َ وĵĭđĨ اħøź أن رijäع ٩ :óĐאýĤا אلĜ ،óƫ اñĤي ijİ اĻéÝĤ ěĥَ ْ ĩ َ ø َ َאء Ĩْ óĀَ َ ْóاء ×Ĕَ Ùٍĝَĥƪíَ ُ َא Ĩ ıĉَ ْ øَ ْ ُī و Ļ َ ُ ْاđĤ įĤَ ْ Éَ Ü įĻٍ Üِ َ ْ َïاء وĻÖ Ûĭכø أي» įĻĤإ Ûُ ْ ıِ Ĥَ أ «:ħıĤijĜ īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو .»įĤَ َ وĭđĨאه Ĩא ĭĥĜא ĹĘ» اijĤ إįĻĤ، Ĝאل اýĤאóĐ: ١٠ Ùٌ ƪ َ ِاد ُث َĩä َא َ واijéĤ ıْ ĻĤإَ Ûُ ْ ıĤَِ أ . ّ ١ ط: + اïÖŶي َِ·َc ۜ¥َ] ﴾ اóĐŶاف، ١٢٧/٧]، وñİه اóĝĤاءة ùĬ×Û إĵĤ اīÖ ijđùĨد واīÖ ªٰ َ َwَرَك َوا Àوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ĵĤإ óĻýĺ įĬأ óİאčĤا ٢ ّ ّ وأijÖ ĈאijĤت وأijÖ رäאء واīÖ īāĻéĨ واīùéĤ اĤ×óāي ّ واĹĩĻĩÝĤ Đ×אس وأĬ ÷وåĨאïİ وÙĩĝĥĐ وĐאħĀ اïéåĤري .١٣٦/٣،ÕĻĉíĤا ėĻĉĥĤا ï×đĤ اءاتóĝĤا ħåđĨ ؛٣٦٧/١٠ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :óčĬا .אكéąĤوا .٣٧٤/١٧ ،يïĺóÜאĩĥĤ آنóĝĤا تŻĺوÉÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ ٤ ح + ıĤÉÜא. ٥ ر: ïāĜ. ĹĘ ورد .١٢٢-١٢١/١ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ ؛١٠٨/٣ ،دó×ĩĥĤ ģĨכאĤا ؛١٦٥ ص ،įĬاijĺد :óčĬا ،אجåđĤا īÖ ÙÖؤóĤ ÛĻ×Ĥا ٦ اijĺïĤان: .ĹıĤÉÜ ْ īِ Ĩ َ īْ đَ ä ْ óَ Ý ْ َ اø َ و ī ْ éƪ × َ ø ِ ƪة ï ُ َ ِ אت ْاĩĤ Ļِ َאĬ ĕĤا ƫ َر ِųّ د ٧ ط - ų. ٨ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: ùĤאن اóđĤب īÖź ijčĭĨر، «أįĤ«؛ Üאج اóđĤوس ïĻĺõĥĤي، «أįĤ«. .٣٧٤/١٧ ،يïĺóÜאĩĥĤ آنóĝĤا تŻĺوÉÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٩ ١٠ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: ùĤאن اóđĤب īÖź ijčĭĨر، «أįĤ«؛ Üאج اóđĤوس ïĻĺõĥĤي، «أįĤ«. ٥ ١٠ ١٥ 90 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buna göre Allah isminin mânası, “Yaratılmışların kalpleri O’nu zikretmekle sükûn bulur.” şeklindedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Dikkat ediniz! Kalpler Allah’ın zikri ile mutmain olur.” [ er-Ra‘d 13/28] Bazıları Allah kelimesinin “yükseldi” anlamına gelen “elihe” fiilinden türediğini söylemiştir. Nitekim Araplar güneşi, yüksekliğinden dolayı el-ilâhe şeklinde isimlendirirler. Şair şöyle der: Güneş (el-ilâhe) batacak endişesiyle acele ettik Buna göre Allah isminin mânası, Allah Teâlâ’nın yüce ve azamet sahibi olduğu şeklindedir. Bütün bu vecihlere göre ilâh kelimesi, kökündeki hemzenin vâv harfine dönüşmesi söz konusu olmaksızın fi‘âl vezninde türetilmiş, ardından -daha önce ifade edildiği üzere- başındaki hemze ve elif-lâm takısı hazfedilmiştir. Bazıları Allah kelimesinin “yüceldi” anlamına gelen lâhe-yelûhu fiilinden türediğini söylemiştir. Buna göre Allah ismi, yüce, ulu, azamet sahibi ve münezzeh anlamına gelir. Bazıları da Allah kelimesinin “perdelendi” anlamına gelen “lâhe-yelûhu-levhen” ve “lâhe-yelîhu-leyhen” fiilinden türediğini söylemiştir. Şair şöyle der: Örtünüp perdelendi de bir gün olsun dışarı çıktığı bilinmedi Ah keşke çıksaydı da kendisini görseydik! Bu durumda Allah isminin anlamı, O’nun zâtını dünya ehlinin gözlerinden perdelediği ve onlar cennette iken kendisini göstermeyi vaad ettiği şeklindedir. Bu iki veche göre “Allah” kelimesi, herhangi bir hazif söz konusu olmaksızın, kelimenin aslına dayanır. Yine bu formda ve başında elif-lâm takısı olmadan kullanımı da nakledilir. Şair şöyle der: Büyük ilâh(lar)ı onu işitir Bir başkası nidâ (dua) kabilinden şöyle der: Allah’ım! Bu Cürhüm (kabilesi) senin (halis) kullarındır (Diğer) insanlar yeni, onlar ise kadîm kullarındır [yani sana öteden beri inananlardır] 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 91 َ ْ َِ̄ئ ُ±ّ b ِٰ Ãا ّ ِ yْ ¦wِ ِ \ Êََ ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،هóכñÖ īכùÜ ěĥíĤا بijĥĜ أن ħøźا ĵĭđĨو َ» أي ارďęÜ، واóđĤب ĹĩùÜ اĩýĤ÷ įِ Ĥَ أ «īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو .]٢٨/١٣ ،ïĐóĤا ﴾ [ۜب¹ُ» ُ£ُ ْ اª ١ :óĐאýĤا אلĜ ،אıÝđĘóĤ Ùَ اİŸ א َ ÖËُ َ ْ َĭĥåא َ اÙİźŸ أن Ü وأĐ وĵĭđĨ اħøź أįĬ اĹĥđĤ اħĻčđĤ. ħà ،واو īĐ ةõĩİ الïÖإ óĻĔ īĨ ÙĩĥכĤا ģĀأ ĵĥĐ אلٌ َ đِ Ę «įĤإ «هijäijĤا هñİ ĵĥđĘ ُ» أي ŻĐ، ُijĥه َ ĺ ، َ َه ź» īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو .óĨ אĩĤ مŻĤوا ėĤŶا ďĨ ةõĩıĤا ÛĘñ ُ è ًא» İ ْ ijĤَ ، ُ ُijĥه َ ĺ ، َ َه ź» īĨ įĥđä īĨ ħıĭĨو .ĹĤאđÝĩĤا ٢ ّ اđĤאĹĤ اħĻčđĤ وĭđĨאه: أįĬ اĹĥđĤ ٣ א» أي اÕåÝè، Ĝאل اýĤאóĐ: ً ı ْ ĻĤَ ، ُ įĻĥَ ĺ ، َ َه و»ź َ א َאİ ĭ ْ َأĺ ƪ ر ĵÝèَ Ûْ äَ َ َא َóì ıَ Ý ْ א َĻĤ َ ĺ Ùٍäَ אرِ íَ Öِ אً Ĩْ ijَ ĺ ÛĘ ْ óِ ُ َ א Đ ĩĘَ Ûْ َ İźَ ĵĥĐو .įÝّ ĭä ĹĘ ħİو אءهĝĤ ħİïĐوو įÝĺرؤ īĐ אĻĬïĤا ģİأ َ َ Õ أāÖאر åَ è įĬأ אهĭđĩĘ هñıÖ אąĺأ ورد ïĜو ،فñè óĻĔ īĨ ģĀŶا ĵĥĐ ijİ «ųا Ʃ » :אĭĤijĜ īĻıäijĤا īĺñİ ٤ :óĐאýĤا אلĜ ،مźو ėĤأ įĤأو ĹĘ ÷ĻĤ אĩĻĘ ÙĕĻāĤا َאر ُ ُ اĤכ× įُ İźَ אıđĩùĺ ٦ ٥ ĹĘ اïĭĤاء: وĜאل آóì ُك دŻَÜِ ٧ ħُ ıْ ĭĨِ َ ْ ٌف و óĈِ אس ُ ƪ ُك اĭĤ َאد ً א ِĐ× ĩ ُ İ ْ óäُ إن ƪ ƪ ħ ُ İźَ .ً ْ óا āĜَ ِ َאء × ْ đĥĤا ƪ īĨ א َ ĭ ْ è ƪ َ و óَ Ü :įĤأو ؛٦٣/٤ ،هïĻø īÖź ÿāíĩĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ١ ٢ ط ر - اħĻčđĤ. .(٢٢-١٩/٥٣ ،ħåĭĤا (١٠١/١٧ ،Ĺ×ĈóĝĤا óĻùęÜ ؛)١/١ ،ÙéÜאęĤا (٩٨/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ ٢٨/١ ،אنĻè ĹÖأ óĻùęÜ ؛»كóÖ» ،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛)٢٦/٣ ،انóĩĐ آل (٣٠٢/٥ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٤ (اęĤאÙéÜ، ٧-١/١(. ٥ ط: آóìون. ħُ ıْ ĭ ِ Ĩَ ْ ٌف و óĈِ ُ ƪאس ُك اĭĤ َאد א ِĐ× ً ĩُ İ ْ óُ ä إن ƪ כĻ×Ĥ :įĻĘ ورد .)٣٠/٢٢ ،ãéĤا (١٢٥/٣ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٦ ُك. َŻد ِ Ü ٧ ط ر: وħİ. ٥ ١٠ ١٥ 92 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri İşte bunlar kelimenin türeyişi konusundaki on görüştür. Geriye ilginç ve oldukça hoş bir görüş daha kaldı. Buna göre kelimenin aslı [Allah’a delâlet etmek üzere] kinaye olarak kullanılan hâ harfi idi, çünkü insanlar daha önce işitilmiş bir isim bilmedikleri için bu mânaya işaret etmek üzere içlerindeki fıtrî delâletten yola çıkarak bu kelimeyi kullandılar. Daha sonra buna mülkiyet anlamı katan lâm harfini ilâve ettiler, böylece kelime “leh” şeklini aldı. Bununla, “Yaratma ve emir O’na aittir.” mânasını kast ediyorlardı. Ardından tâzim ifade etmek üzere bu kelimeyi seslendirirken biraz uzattılar ve böylece kelime “lâh” şeklini aldı. Sonra yine yüceltme maksadıyla kelimenin başına elif-lâm takısı eklediler ve kelime “Allah” hâlini aldı. Nahivcilerden kimi şöyle der: Bu kelimenin başına elif-lâm takısı, başından hazfedilmiş olan hemzenin yerine konulmak üzere ilâve edilmiştir, bu yüzden de bu elif-lâm takısı, yerine kullanıldığı hemze gibi kelimenin ayrılmaz parçasıdır. Bu nedenle “Yâ Rahmân”, “Yâ Rahîm” ve benzeri nidâ ifadelerinde ilâhî ismin başındaki elif-lâm takısı düşürülürken “Yâ Allah” nidâsında elif-lâm takısı düşürülmez. Ka‘b el-Ahbâr’ın şöyle dediği rivayet edilir: Dâvûd aleyhisselâm elih ve ulûh idi, yani her hâlinde Allah’ı anar, dilinden hiç ilâhî, ilâhî (Ey Allah’ım!) ifadesini düşürmezdi. Ca‘fer es- Sâdık şöyle demiştir: Allah Teâlâ bu isminde gayb hâlinden sözüne, sözünden kalemine, kaleminden levhine, levhinden vahyine, vahyinden de nebîlerine, velî kullarının kalplerine sekinet ibraz buyurdu. Mine’ş-şeytân (şeytandan) ifadesindeki “min” harfi dilde pek çok mânada kullanılır. Burada ise şu üç anlamdan birinde kullanılmıştır: Ya “Sonra insanların akın ettikleri yerden siz de akın edin.” [ el-Bakara 2/199] âyetinde olduğu gibi başlangıç anlamında, ya “Onlar oradan çıkacak değillerdir.” [ el-Mâide 5/37] âyetinde olduğu gibi intikal anlamında ya da fiili geçişli (müte‘addî) yapmak için kullanılmıştır. Çünkü bu fiilin [yani sığınma fiilinin] devamında zikredilen isim [yani şeytan ismi] ile ilişkilendirilmesi dil bakımından sadece bu kelimeye [yani isti‘âze cümlesine] mahsus bir durumdur. Birinci ve ikinci seçenekte anlam şöyle olur: Sığınmak şeytandan ayrılmakla başlar, Allah’a vuslat ile tamamlanır. Bu, mâsivâdan Allah’a intikaldir. Şeytan İblis’tir. Bu kelimenin türeyişi konusunda on görüş vardır. 1. Şeytan kelimesi “uzaklık” anlamındaki eş-şütûn kökünden gelir. Şair şöyle der: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 93 أ] İאء ٧] įĥĀأ כאن :ģĻĜ ،ÕĺóĔ ėĻĉĤ įäو ĹĝÖو ،אقĝÝüźا ĹĘ įäأو ةóýĐ هñıĘ اijĩĥđĺ ħĤ ١ إذا ةóĉęĤا ÙĤźد īĨ ħıøijęĬ ĹĘ ďĄُ اĤכĭאÙĺ؛ وذĤכ أħıĬ أüאروا إįĻĤ ĩÖא و ،« ُ óĨŶوا ěĥíĤا ُ įĤ» :نijĭđĺ ،«įĤ» אرāĘ כĥĩĤا ِ َ َم ź įĻĥĐ اijĥìأد ħà ،אĐijĩùĨ אĩøا אرāĘ ħĻíęÝĥĤ مŻĤوا ėĤŶאÖ هijĥĀو ħà ،«ْ هź» :اijĤאĝĘ אĩĻčđÜ ħıَ ïĨوا ıÖא أijĀاÜ ƫ ّ ħà ÙĘوñéĩĤا ةõĩıĤا īĐ źïÖ įĻĘ مŻĤوا ėĤŶا Ûĥìدُ أ :אلĜ īĨ īĻĺijéĭĤا īĨو .»ųا Ʃ » īĨ אÝĉĝø אĩכ» ųأ Ʃ אĺ» اءïĭĤا ïĭĐ אĉُ ĝ ْ ùَ َ ĥÜכ اõĩıĤة وñıĤا ħĤ Ü ومõĤ ÙĩĥכĤا אÝĨõĥĘ įĭĨ óĻĔه īĨ اĩøŶאء ĺא رīĩè، ĺא رħĻè وijéĬه. ĹĘ įĤאĝĩÖ א ً đĤijَ ُ ًא أي Ĩ İijُ Ĥَ א أ ً ıِ Ĥَ وīĐ כÕđ اèŶ×אرĜĠאل: כאن داود įĻĥĐ اŻùĤم أ .«Ĺ ِıĤإَ ،Ĺ ِıĤإَ « įĤاijèأ ģכ īĨو įĤijĜ ĵĤإ ٣ į×ĻĔ īĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ زهóÖأ ħøźا اñİ ĹĘ : Ġ אدقāĤا óęđä ٢ وĜאل ÙĭĻכø įÐאĻ×Ĭأ ĵĤإ įĻèو īĨو įĻèو ĵĤإ įèijĤ īĨو įèijĤ ĵĤإ įĩĥĜ īĨو įĩĥĜ ĵĤإ įĤijĜ ijĥĝĤب أوĻĤאįÐ. :ÙàŻà אنđĨ ïèŶ نijכÜ אĭİو ،אءĻüŶ ÙĕĥĤا ĹĘ « ْ īِ وĭĤijĜא: «īĨ اĉĻýĤאن»، כÙĩĥ» Ĩ א ّ َ ُ Yس﴾ [اĤ×óĝة، ١٩٩/٢]، وإĨ žََ َ Yض ّ اª³ ا eُ Áْnَ ±ْ ®ِ ا¹‹Áُ ž۪ َ َ ا ّ fُ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ אĩכ اءïÝÖŻĤ א ّ إĨ א ÙĺïđÝĥĤ؛ ÍĘن ّ ۘ﴾ [اĩĤאïÐة، ٣٧/٥]، وإĨ Y·َ³ْ®ِ ±Áَ j۪ ِ ِ َYsر \ ْ ¶ُ Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ אĩכ אلĝÝĬŻĤ ĵĭđĩĤا ěĻĝéÜو .ÙĕĤ ً ÙĩĥכĤا هñıÖ ÿÝíĨ هïđÖ رijכñĩĤا ħøźا ĵĥĐ ģđęĤا اñİ عijĜو אلĝÝĬا ijİو ،ųאÖ Ʃ אلāÜźאÖ ّ ُ ÖאāęĬźאل īĨ اĉĻýĤאن وħÝĺ َ َïا Ý ْ × ُ ْ َذ ĺ ijَ اŶول واáĤאĹĬ أن اđĤ .ųا Ʃ ĵĤإ ųا Ʃ óĻĔ īĨ واĉĻýĤאن ijİ إĻĥÖ÷، وĹĘ اĝÝüאįĜ óýĐة أĜאوģĺ: ٤ :óĐאýĤا אلĜ ،ïْ đ ُ ُijن وijİ اĤ× ĉýĤا ƫ أİïèא: أįĬ īĨ ١ ط ر: إذ. ٢ ر: ĝĘאل. .į×ĻĔ :ر ٣ .٥٦/١ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا ؛٣٤ ص ،įĬاijĺد :óčĬا ،אن×Ļü ĹĭÖ ÙĕÖאĭĤ ÛĻ×Ĥا ٤ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 94 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri Uzak bir beldeye vardıktan sonra Ne döner oldu ne de döndürülür Bu durumda kelimenin mânası, “rahmetten uzaklaştırılmış” şeklindedir. 2. Kelime “ helâk oldu” anlamındaki şâte-yeşîtu fiilinden gelir. Şair A‘şâ şöyle der: İyi biliriz ölümcül darbenin nereye vurulacağını Nice koç yiğitler devrilmiştir mızraklarımızın ucunda Bu durumda kelimenin mânası, “iki cihanda helâk olan” şeklindedir. 3. Kelime “yaktı” anlamındaki şeyyeta eş-şey’e ifadesinden ve yine “öfkeden yanıp tutuştu” anlamındaki isteşâde gadaben ifadesinden türemiştir. Bu durumda kelimenin mânası, “dünyada ayrılık ateşi ile âhirette ise ceza ateşi ile yakılacak olan” şeklindedir. 4. Kelime “âsi, gemlenmez at” anlamındaki feresün şetûnün ifadesinden gelir. Bu durumda kelimenin mânası, “isyankâr, söz dinlemez” şeklindedir. 5. Kelime “uzun ip” anlamındaki eş-şetan kökünden gelir. Bu durumda kelimenin mânası, “azgınlıkta ileri giden, işi isyana uzatan/vardıran” şeklindedir. 6. Kelime “yerinde durmaz, hareketli” anlamındaki feresün şeytânün ifadesinden gelir. Bu durumda kelimenin mânası, “kibirli, kendini üstün gören” şeklindedir. 7. Şeytan her cinsin dik başlı ve söz dinlemez olanıdır, bu nedenle yılana da şeytan denilir. Allah Teâlâ, “Onun başı sanki şeytanların başları gibidir.” [ es-Sâffât 37/65] buyurmuştur ki bu âyette “şeytanlar” ifadesinden kasıt yılanlardır. Şair Cerîr şöyle der: Bir zamanlar sevda şiirlerimden ötürü beni şeytan diye çağırırlardı Ama ben şeytan olunca hepsi beni hor görmeye başladı 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 95 ُ ُ ijد đَ Ü źو ُ ُđאد Ü ź ١ نijٍ ĉُ üُ ارïÖ ٍ Ûْ ĥَĀوَ אĨïđÖ Ûْ éَ Ąْ َ ÉĘ .ÙĩèóĤا īĨ ïُ ƪ đ َ × ُ وĭđĨאه اĩĤ ٢ َ َĥ َכ، Ĝאل اĵýĐŶ: İ أي» ćĻ ُ ýِ َ ĺ ،אط َ üَ» :ħıĤijĜ īĨ įĬأ :ĹĬאáĤوا ٣ ģُ ĉَ َ َא اĤ× َ ِ אĭè َ أرĨ ĵĥ َ Đ ćĻ ُ ýِ َ ĺ ïْ Ĝَ َ و įِĥِÐאِ Ęَ نijِ ُ َ ْכĭ Ĩ ĹĘ َ óْ Ļ َ đĤاْ īُ َ đĉْ Ĭَ ïْ Ĝَ وĭđĨאه: «اıĤאĤכ ĹĘ اïĤارīĺ«. א» أي اóÝèق، ً ׹َ Ĕَ אط َ ýَ َ ُ و»اÝø įĜَ َ óْ َ» أي أè ءĹýĤا ćَ ƪ Ļüَ» :ħıĤijĜ īĨ įĬأ :ßĤאáĤوا ٦ اÙÖijĝđĤ. ٥ ĭÖאر ĵ×ĝđĤا ĹĘو ÙĜóęĤا ُ אرĭÖ אĻĬïĤا ĹĘ ٤ َ ُق óéُ وĭđĨאه: اĩĤ . ƫ ĹِÖŶا ƫ ،ٌ وĭđĨאه: ِ اĹāđĤ ٌ زijĨح ُ ٌijن» أي ijĩäح ĉüُ ٌ َس óَ Ę» :ħıĤijĜ īĨ įĬأ :ďÖاóĤوا ĹĘ אديĩÝĩĤا :אهĭđĨو ،ïĺïĩĤا ģĺijĉĤا ģ×éĤا ijİو» īĉَ ýĤا ƪ » īĨ įĬأ :÷ĨאíĤوا ï إĵĤ اĻāđĤאن. [٧ب] ƫ َ Ýĩ ُ اĻĕĉĤאن اĩĤ .ďِ ّ ĘóÝĩĤوا óِ ّ ٨ اÝĩĤכ× :אهĭđĨو ،ćĻ ٌ ýĬِ ٌ ِóح َ ٧ أيĨ ْ َĉ ٌ אن» Ļüَ ٌ َس óَ واùĤאدس: أħıĤijĜīĨįĬ:» Ę ًא، ĬאĉĻüÙُ ّ ĻéĤا ١٠Ĺّ ĩ ُ øכĤñĤو÷ĭäģכīĨ ٩ ِد ّ واùĤאďÖ: أناĉĻýĤאنijİاđĤאĹÜواóĩÝĩĤ ِ אت، وĜאل١١ óĺóä١٢: ƪ ĻéĤا أي،]٦٥/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾ [±Áِ ŽY۪ Áَ َ َ ُµ ُرُ۫ؤ ُس ّ اªƒ ²َّ Y¦َ Y·َُ ْ «Žَ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ْ َĉאĬא١٣ Ļüَ Ûُ ْ َِĹĭ إذ ُכĭ ĭ ْ ĺ َ ij ْ ıَ ĺ īƪ ُ İو ĹĤِ َ õĔَ īĨ אنĉĻýĤا َ ĹĭِĬijَ ُ Đïْ َ ĺ َ ƪאم أĺ ١ ر: َijĉüن | وĹĘ اijĺïĤان: َijĉüن. داره אıĻĘو ÙèijęĭĨ אıĤ אلĝĺ ÙĨאĩĻĤאÖ ÙĺóĝÖ ïĤو) م٦٢٩/ـİ٧ .ت (لïĭä īÖ ÷ĻĜ īÖ نijĩĻĨ óĻāÖ ijÖأ óĻ×כĤا ĵýĐŶا ijİ ٢ اءóđýĤا ħåđĨ :óčĬا .įÜïĻāĝÖ įèïĨو ħĥøو įĻĥĐ ųا ĵĥĀ ّ Ĺ×ĭĤا ïĺóĺ ÙכĨ ĵĤإ ïĘوو ً وıÖא Ĝ×óه؛ وĝĺאل إįĬ כאن óāĬاĻĬא .٣٤١/٧ ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا ؛٣٢٧/٦١ ،óאכùĐ īÖź ěýĨد ëĺאرÜ ؛٤٠١ ص ،ĹĬאÖزóĩĥĤ ٣ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص ٦٣؛ اijĻéĤان åĥĤאċè، ٢٢٣/٣؛ اõĤاóİ ĬŷĤ×אري، ٥٦/١؛ اÿāíĩĤ īÖź ïĻøه، .١٦٧/١ ورد ĹĘ اijĺïĤان: .ģُĉَ َ א اĤ× َ َ ِ אĭè َ أرĨ ĵĥَ Đ ćĻ ُ ýِ َ ĺ ïْĜَ َ ِ و įِ ĥِ َאÐ Ę نijِ ُ َ ْכĭ Ĩ īĨ َ ó ْ Ļ َ ُ ْاđĤ Õąِ íْ َ Ĭ ïْĜَ ٤ ط: اóÝéĩĤق؛ ر: اÙĜóéĩĤ. ٥ ط ر: وïĔا. ٦ ر + اÙĜóéĤ. ٧ ح: īĉĻü. ٨ ط: ĭđĩĘאه. ٩ ط ر: اóĩÝĩĤد. ١٠ ح ر: ÛĻĩø. ١١ ر: Ĝאل. ّ (ت. ١١٠ İـ/ ٧٢٨ م) وïĤ وĨאت ĹĘ اĩĻĤאÙĨ. وĐאش óĩĐه כįĥ ĭĺאģĄ óđüاء زįĭĨ ĵęĉíĤا īÖ Ù ƪ Ļĉِ َ Đ īÖ óĺóä ijİ ١٢ :óčĬا .īĺأõä ĹĘ هóđü انijĺود اءõäأ ÙàŻà ĹĘ زدقóęĤا ďĨ įąÐאĝĬ Ûđĩä ïĜو ،اóđü אسĭĤا لõĔأ īĨ ijİو ħıĥäאùĺو .١١٩/٢ ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا ؛٨٦/٧٢ ،óאכùĐ īÖź ěýĨد ëĺאرÜ ؛٢٩٧/٢ ،ĹéĩåĥĤ اءóđýĤا لijéĘ אتĝ×Ĉ Ĺِ Ĥ َ õĔَ īĨ אنĉĻýĤا َ Ĺِ ĭَ Ĭijُ Đïْ َ َ َ אن ĺ Ĩْ َز ١٣ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص ٤٩٣؛ ģĩåĨ اÙĕĥĤ īÖź Ęאرس، .٥٠٢/١ ورد ĹĘ اijĺïĤان: أ ْ َĉאĬא. Ļüَ Ûُ ْ ĭُ ِĹ إذ כ ĭ َ ĭ ْ ĺ َ ijْ ı َ ĺ ƪ īُ و כ ٥ ١٠ 96 İSTİ‘ÂZE BAHSİ - Ömer Nesefî Tefsiri 8. Kelime “eti dumana boğdu, iyi pişiremedi” anlamındaki şeyyeta el-lahme ifadesinden gelir. Bu durumda kelimenin mânası, “her şeyi ifsat eden, hiçbir şeyin ıslahına sahip olmayan” şeklindedir. 9. Kelime “yağ ile dolu (yağlı, besili) at” anlamındaki feresun mişyâtun ifadesinden gelir. Bu durumda kelimenin mânası, “çirkinlik, kötülük, şer ve tuzakla dolu” şeklindedir. 10. Kelime “ bâtıl oldu, geçersiz oldu” anlamındaki şâte ifadesinden gelir. Bu durumda kelimenin mânası, “ameli bâtıl, emeli boşa çıkan” şeklindedir. Şeytan kelimesinin eş-şütûn ve eş-şetan köklerinden türediği kabul edilirse o zaman bu kelime fey‘âl veznindedir. Ama eğer şeytan kelimesinin eş-şeyt, et-teşyît ve el-mişyât köklerinden türediğini düşünecek olursan, o zaman kelime fa‘lân veznindedir. Daha doğru olan birinci seçenektir, çünkü şair kelimeyi, sonunda nûn harfini de içerecek şekilde fâil formunda kullanmıştır. Nitekim Ümeyye b. Ebü’s-Salt şöyle der: ( Hz. Süleyman) Hangi şeytan kendisine karşı gelse onu yakalar Ve onu zincire vurup hapse atardı İsti‘âzedeki er-racîm ifadesine gelince, Kisâî Allah Teâlâ’nın “Eğer yakınların olmasaydı seni taşa tutardık (kınardık).” [ Hûd 11/93] âyetindeki raceme fiilinin kınama anlamına geldiğini, bu yüzden isti‘âzedeki er-racîm ifadesinin de “kınanmış” anlamına geleceğini söylemiştir. Bir görüşe göre bu kelime “en feci şekilde helâk edilmiş” anlamına gelir ve taşla recmedilmek ifadesinden türemiştir. Çünkü taşla recmedilmek ölümlerin en beteridir. Bir diğer görüşe göre bu kelime “atmak” anlamındaki errecm kökünden türemiştir Müteahhirûn (sonraki dönem) âlimleri bu kıraatlerin hangisinin daha evlâ olduğu hususunu konuşmuşlardır. Bir görüşe göre bunlar içinde evlâ olanı mâliki şeklindeki kıraattir, çünkü bunda ziyade bir harf bulunur, bu yüzden ziyade bir sevap alınır. Abdullah es-Selcî’nin şöyle anlattığı nakledilir: Alışkanlığım “mâliki yevmi’d-dîn” şeklinde okumak idi, bir gün belâgat ehli bir zât bana, “melik” şeklindeki okunuşun övgü hususunda daha güçlü olduğunu ve daha sevap olacağını söyledi, ben de alışkanlığımı terk ettim ve “meliki yevmi’d-dîn” şeklinde okumaya başladım. Nihayet rüyamda bir kişinin bana şöyle dediğini işittim: “Neden sevaplarından on tane eksilttin? Hz. Peygamber aleyhisselâmın ‘Kim Kur’ân’ı okursa ona her bir harf için on sevap verilir, on günah silinir, derecesi on kat yükseltilir.’ buyurduğunu duymadın mı?” Uyandım ve eski alışkanlığıma tekrar geri döndüm. 5 10 15 20 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 199 َ ْĥ ِ ـכ ùÖـכijن اĤـŻم وİـij اĻÝìـאر ĬאĘـď واÖـī כĻáـó وأÖـĵ ĩĐـóو وĩèـõة واÖـī ĐאĨـó، وأĨـא Ĩ ِ َ ـכ āĭÖـÕ اĤـכאف đĘـī أÖـĹ َאĤ ١ وأĨـא Ĩ ،ïĻđـø īـÖ ارثijـĤا ïـ×Đ رواه وóـĩĐ ĵـÖأ īـđĘ īـđĘ ÕـāĭĤوا ėـĤأ óـĻĕÖ ¥ـ َ» ِRَ ـאĨوأ ،ûـĩĐŶوا õـĺõđĤا ïـ×Đ īـÖ óـĩĐو Ġ ةóـĺóİ īـÖ ĵـĻéĺ īـđĘ ĵـĄאĩĤا ģـđęĤا ÙـĕĻĀ ĵـĥĐ ¥ـ َ َ «®َ ـאĨوأ ،ïـĺõĺ īـÖ ٣ çĺóـü ٢ أÖـĹ Ļèـijة ٥ Ùـ×ĻÝĜو óـĩđĺ īـÖ ĵـĻéĺ īـĐ ħـà ـאمýĤا ģـİأ ăـđÖ īـđĘ ďـĘóĤאÖ ¥ــ ُ ِ ٤ وأĨـא َRªY ،óـđĩĺ ٦ üÍÖـĩאم ّ ِ ِ ـכ åĄÍÖـאع ĻĥÖـē وĐـī أĺـijب اùĤـĻÝíאĹĬ ĤאĨ وÜכĥـħ اìÉÝĩĤـóرن ĘـĹ أوĤـĵ İـñه اĝĤـóاءات ĻĝĘـģ: أوİźـא RªYـ¥ ÖאĤŶـė؛ Ŷن ĻĘـį ٨ أĬـį Ĝـאل ّ ĹـåĥáĤا ųا Ʃ ïـ×Đ īـĐ ٧ ُ כـĹ زĺـאدة èـóف وÖـį زĺـאدة àـijاب. éĘ ] ĤــĹ đÖــă اŶدÖــאء أن أ ٢٤] óכــñĘ ،«īــĺïĤا مijــĺ ــכĤאĨ» :اءةóــĜ ĹــÜאدĐ īــĨ כאن ٩ ĘכĭـÛ١٠ أĜـóأ: «ĥĨـכ ĺـijم ĹـÜאدĐ ÛכـóÝĘ ،ابijـáĤا ĵـĘ óـáوأכ حïـĩĤا ĵـĘ ēـĥÖأ» ـכĥĨ» ـאĨأ ،اóـýĐ כÜאĭـùè īـĨ ÛـāĝĬ ħـĤ :ĹـĤ ـאلĜ ŻـÐאĜ ١١أن ـאمĭĩĤا ĵـĘ Ûـĺرأ ĵـÝè «īـĺïĤا ُ ùèـĭאت óـýĐ فóـè ٍ ģـכÖ įـĤ ÕـÝכ آنóـĝĤا أóـĜ īـĨ» :مŻـùĤا įـĻĥĐ ّ Ĺـ×ĭĤا لijـĜ Ûđĩـø ĹـÜאدĐ كóـÜأ ħـĥĘ Ûـı×ÝĬאĘ ١٤«ـאتäدر ُ óـýĐ įـĤ ١٣ÛـđĘور אتÑĻـø ُ óـýĐ įـĭĐ ١٢ÛـĻéĨو يó×ĭđĤا ، ïĻđø īÖ ارثijĤا ï×Đ ةïĻ×Đ ijÖأ ijİ ١ اijĭÝĤري اĤ×óāي (ت. ١٨٠ ه٧٩٦/ م) èאċĘ à×Û، אءĩĥĐ óĻİאýĨ :óčĬا .ßĺïéĤا ÙĩÐأ īĨ אéĻāĘ כאن اāĨŶאر īÖź è×אن، ص ٢٥٢؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١٨٩/١٩؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٧٧/٤ ĹāĩéĤا ĹĨóąéĤا ïĺõĺ īÖ çĺóü ةijĻè ijÖأ ijİ ٢ (ت. ٢٠٣İـ٨١٨/م) ĀאÕè اóĝĤاءة اýĤאذة وóĝĨىء اýĤאم، روى īĐ أرĈאة īÖ اñĭĩĤر وijęĀان īÖ óĩĐو ijÖوأ ïĻ×Đ īÖ óĻáوכ ةijĻè įĭÖا įĭĐ وروى ĹÐאùכĤوا ،אريí×ĥĤ óĻ×כĤا ëĺאرÝĤا :óčĬا .ĹİijđĤا ïĻĩè ÙĺאıĭĤا ÙĺאĔ ؛٤٨٤/١ ،Ĺ×İñĥĤ ėüכאĤا ؛٢٣٤/٤ īÖź اõåĤري، .٢٩٤/١ نŶ אه؛ĭÝ×àأ אĨ çĻéāĤوا| çĺóüو :ëùĭĤا ďĻĩä ٣ īÖ çĺóü ÙĻĭכ ijİ ģÖ óìآ אĩøا÷ ĻĤ «ةijĻè ĹÖأ« .įÝĩäóÜ ĹĘ çĄوا ijİ אĩכ ïĺõĺ يóā×Ĥا ĹĬواïđĤا óĩđĺ īÖ ĵĻéĺ אنĩĻĥø ijÖأ ijİ ٤ ćĝĬ īĨ أول ijİو ĹđÖאÜ (م٧٠٩/ـİ٩٠ ģ×Ĝ .ت( ،ريõåĤا īÖź ÙĺאıĭĤا ÙĺאĔ :óčĬا .ėèאāĩĤا .٣٣١/١ انóıĨ īÖ Ù×ĻÝĜ īĩèóĤا ï×Đ ijÖأ ijİ | Ù×ĻÝĜو - ر ٥ īĐ اءةóĝĤا ñìأ ،Ùĝà çĤאĀ يءóĝĨ אمĨإ ĹĬزاذاŶا īÖ ģĻĐאĩøوإ אزĩä īÖ ħĥùĨ īÖ אنĩĺאøو ĹÐאùכĤا ÕĻ×è īÖ ÷Ĭijĺ óýÖ ijÖأ įĭĐ ÙÐاóĝĤا روى ،óęđä אمýİ īÖ ėĥìو ةóàijè īÖ ïĩéĨ īÖ ïĩèوأ .٢٤/٢ ،ريõåĤا īÖź ÙĺאıĭĤا ÙĺאĔ :óčĬا .ħİóĻĔو ĹĬאĻÝíùĤا אنùĻכ ÙĩĻĩÜ ĹÖأ īÖ بijĺأ óכÖ ijÖأ ijİ ٦ اĤ×óāي (ت. ١٣١ İـ٧٤٨/ م) ïĻø ıĝĘאء óāĐه، ُوي ÜאĹđÖ، īĨ اùĭĤאك اİõĤאد، īĨ ęèאظ اßĺïéĤ، ر īÖź ىó×כĤا אتĝ×ĉĤا :óčĬا .ßĺïè ٨٠٠ ijéĬ įĭĐ ؛١٥/٦ ،Ĺ×İñĥĤ ءŻ×ĭĤا مŻĐأ óĻø ؛٢٤٦/٧ ،ïđø اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣٨/٢ ُ ٧ כĹ. ح : è /ـİ٢٦٦ .ت (ĹåĥáĤا אعåü īÖ ïĩéĨ ųا ƪ ï×Đ ijÖأ ijİ ٨ ٨٧٩م) أïè ıĝĘאء أģİ اóĤأي، اįĩıÜ اĤ×ăđ ÖאďĄijĤ ĹĘ ßĺïéĤا ďąĺ :يïĐ īÖا אلĜ ،óęכĤوا بñכĤوا īÖ ųا Ʃ ï×Đ אلĜ ،ßĺïéĤا ģİأ ĵĤإ į×ùĭĺو įĻ×ýÝĤا אعåü īÖا :لijĝĺ ïĩéĨ يóĺارijĝĤا Ûđĩø :ïĩèأ כאóĘ، وĜאل أijÖ اçÝęĤ اŶزدي: כñاب ź ģéÜ اóĤواÙĺ :Ĺ×İñĤا אلĜ .óāđĤا ةŻĀ ĹĘ ïäאø ijİو ĹĘijÜ ،įĭĐ ؛٥٥١/٧ ،يïĐ īÖź ģĨכאĤا :óčĬا .óĻíÖ įĤ ħÝì اęđąĤאء واóÝĩĤوכijن īÖź اijåĤزي، .٧٠/٣ ٩ ح - ĐאدĹÜ. ١٠ ر: وכÛĭ. ١١ ر: כאن. .Ĺé ١٢ ُ ح : وĨ .ďĘ ١٣ ُ ح : ور ىó×כĤا īĭùĤا ؛١١٨/٦ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ ١٤ ùĭĥĤאĹÐ، ģĩĐ اijĻĤم واÙĥĻĥĤ ٦٣؛ اħåđĩĤ اŶوćø .٣٠٧/٧ ،ĹĬاó×ĉĥĤ ٥ ١٠ 200 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir süre sonra ikinci bir rüya gördüm ve rüyamda bana, “Neden bu alışkanlığını terk etmiyorsun? Hz. Peygamber aleyhisselâmın ‘ Kur’ân’ı fehim ve mufahhim olarak [yani tâzim ile] okuyunuz’ şeklindeki sözünü duymadın mı?” denildi. Bunun üzerine Kutrub’un yanına vardım ve kendisine “el-mâlik” ile “el-melik” arasındaki farkı sordum, bana şöyle cevap verdi: “el-Melik dünyada herhangi bir şeye sahip olandır, el- Mâlik ise sahip olanlara sahip olandır.” Bir görüşe göre harfin fazlalığı tercih sebebi değildir, çünkü sahâbe fârihîn [ eş-Şuarâ 26/149] kelimesinin ferîhîn şeklindeki okunuşu, hemietin [ elKehf 18/86] kelimesinin hâmietin şeklindeki okunuşu ve nehiratin [ en-Nâziât 79/11] kelimesinin nâhiratin şeklindeki okunuşu arasında ihtilâf etmiştir. Ancak içlerinden hiçbiri diğerine kendi okuyuşunun bir harf fazla ihtiva ettiğini söyleyerek delil getirmemiş, aksine [lafzın değil] mânanın ziyadesine bakarak tercih yapmışlardır. Bu durumda bizim de hangi okunuşun mâna itibariyle daha güçlü olduğuna bakmamız icap eder. Ebû Ubeyde, Asmaî, Ebû Hâtim ve Ahfeş şöyle demişlerdir: Mâlik şeklindeki okunuş [mâna bakımından] daha güçlüdür, çünkü “her şeyin mâliki” denilir ama “her şeyin meliki” denilmez, aksine “insanların meliki” (meliki’n-nâs) denilir. Yine mâlik kelimesi hem zâta (isme) hem fiile izâfe edilir. Örneğin “kölenin mâliki” ve “tasarrufun mâliki” denilir. Ayrıca bir kimse bir şeye melik olmadan o kimsenin o şeye mâlik olduğu söylenmez, ama aksi, yani mâlik olmadığı hâlde melik olduğu söylenir. Mesela “Falan kimse Arapların, acemlerin, Hintlilerin, Rumların, Türklerin meliki” denilir. Yine mâlik “milk” kelimesinden, melik ise mülk kelimesinden türer, ama mâlik her ikisine de delâlet eder. Örneğin “mülkün mâliki” ve “milkin mâliki” denilir, ama melik kelimesi bu iki mânaya delâlet etmez, çünkü “mülkün meliki” denilir ama “milkin meliki” denilmez. Yine Allah Teâlâ bu ifadeyi “din günü”ne izâfe etmiş, başka bir âyette ise “O gün hiçbir nefis bir başka nefis için hiçbir şeye sahip olmaz.” [el-İnfitâr 82/19] buyurmuş, yaratılmışların mülke sahip olmadığını, bunun sadece Allah’a ait olacağını bildirmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 201 ّ Ĺ×ĭĤا لijĜ Ûđĩø אĨأ ،אدةđĤا هñİ كóÝÜ ź ħĤ :ĵĤ ģĻĜ įĬأ אمĭĩĤا ĵĘ אĻĬאà Ûĺرأ ĵÝè ١ أي ĩĻčĐא ĩčđĨא، ÛĻÜÉĘ óĉĜب وįÝĤÉø اóęĤق Ṡ:» اóĜؤا اóĝĤآن ĩíĘא ĩíęĨא» īĻÖ اĩĤאĤכ واĥĩĤכ، ĝĘאل: اĥĩĤכ اñĤى ĥĩĺכ ÑĻüא īĨ اĻĬïĤא، واĩĤאĤכ اñĤى ĥĩĺכ اijĥĩĤك. ﴾ۚ ±Áَ ¶۪ ِ ۚ» و﴿žَYر ±Áَ ¶۪ ِ yžَ» ĹĘ ÙÖאéāĤا ٢ ÛęĥÝìا ïĝĘ ،فóè אدةĺõÖ çĻäóÜ ź :ģĻĜو ۜ﴾ [اĭĤאزĐאت، ١١/٧٩] و ةًyَsِ َ [اóđýĤاء، ١٤٩/٢٦] و﴿ َn ِ¯َئٍ_﴾ [اĤכėı، ٨٦/١٨ [و « َn ِY®َئٍ_» و﴿² א َ ĭ×Ęِ ،ĵĭđĩĤا אدةĺõÖ اijéäر אĩĬوإ فóéĤا אدةĺõÖ į×èאĀ ĵĥĐ ٣ ïèأ ãÝéĺ ħĥĘ «ۜ ةًyَrY ِ َ ²» أن óčĭĬ أĩıĺא أēĥÖ ĹĘ اĵĭđĩĤ. ٥ واûęìŶ: ĨאĤכ أēĥÖ؛ įĬÍĘ ĝĺאل: ĨאĤכ ħÜאè ijÖوأ ٤ ّ ĹđĩĀŶوا ةïĻ×Đ ijÖأ אلĜ ٦ ĝĺאل: ĥĨכ اĭĤאس، وįĬŶ ąĺאف إĵĤ כģ Ĺüء، وź ĝĺאل: ĥĨכ כģ Ĺüء، وإĩĬא اģđęĤ واñĤات ĝĺאل: ĨאĤכ اđĤ×ï وĨאĤכ اóāÝĤف، وįĬŶ ĝĺźאل: «ĨאĤכ اĹýĤء» إź ٧ ĝĺאل: ŻĘن ĥĨכ اóđĤب وĥĨכ ِ ُכ Ĺüء وijİ ĥĩĺźכį، ĥ َ Ĩ نijכĺ ïĜو ،įכĥĩĺ ijİو ِכ ĥ َ اħåđĤ وĥĨכ اïĭıĤ وĥĨכ اóĤوم وĥĨכ اóÝĤك، وŶن اĩĤאĤכ īĨ ِ اĥĩĤכ واĩĤ ِכ ź ĥ َ ُĥכ» واĩĤ ُĥכ واĩĤאĤכ ïĺل ĩıĻĥĐא، ĝĺאل: «ĨאĤכ ِ اĥĩĤכ وĨאĤכ اĩĤ ĩĤا īĨ ِ ُכ ِ اĥĩĤכ»، وįĬŶ أĄאف إĵĤ ijĺم ĥ َ Ĩ» :אلĝĺ źو» כĥُ ِכ اĩĤ ĥ َ Ĩ» :אلĝĺ ،אĩıĻĥĐ لïĺ īĐ ٨ ُĥכ ۜ﴾ [اĉęĬŸאر، ١٩/٨٢] ĵęĭĘ اĩĤ Yـًٔ Áْ‚َ }ٍ Ÿْ³َِ ª } ٌ Ÿَْ ² ¥ُ «ِ¯ْ َ b Êَ﴿ :Ùĺآ ĹĘ óوذכ īĺïĤا .ų Ʃ כĤذ Û×áĘ ěĥíĤا ųا ĵĥĀ ųا لijøر כאن :ċęĥÖ (٢٤/٣) אنĩĺŸا Õđü ĹĘ ĹĝıĻ×Ĥوا) ١٥٥/٢٢ (óĻ×כĤا ħåđĩĤا ĹĘ ĹĬاóĻ×ĉĤا įäóìأ ١ .رï×Ĥا ÙĥĻĤ óĩĝĤا ËĤŷÜ įıäو ŶŷÝĺ אĩíęĨ אĩíĘ ħĥøو įĻĥĐ ٢ ح: اėĥÝì. ٣ ر: أħİïè. ّ (ت. ٢١٦ İـ٨٣١/ م) راوÙĺ اóđĤب وأïè أÙĩÐ اħĥđĤ ÖאÙĕĥĤ ّ اĹđĩĀŶ Ĺĥİא×Ĥا ÕĺóĜ īÖ כĥĩĤا ï×Đ ïĻđø ijÖأ ijİ ٤ אıĨijĥĐ ÷×Ýĝĺ ،اديij×Ĥا ĹĘ افijĉÝĤا óĻáכ כאن ،ةóā×Ĥا ĹĘ įÜאĘوو هïĤijĨ ،ďĩĀأ هïä ĵĤإ įÝ×ùĬ .انïĥ×Ĥوا óđýĤوا وĵĝĥÝĺ أì×אرİא. īĨ āÜאįęĻĬ: اģÖŸ واïĄŶاد وěĥì اùĬŸאن واóÝĩĤادف وóüح دijĺان ذي اÙĨóĤ. اóčĬ: أì×אر اīĻĺijéĭĤ اĤ×īĻĺóā óĻùĥĤاĹĘ، ص ٤٦؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١٢٦/١٩؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٦٢/٤ ّ (ت. ٢٤٨ İـ٨٦٢/ م) īĨ כ×אر اĩĥđĤאء ÖאÙĕĥĤ واóđýĤ، īĨ ّ اÝùåùĤאĹĬ ĹĩýåĤا אنĩáĐ īÖ ïĩéĨ īÖ ģıø ħÜאè ijÖأ ijİ ٥ .ÙĨאđĤا įĻĘ īéĥÜ אĨو ÙĥíĭĤوا īĺóّ د Żĺزم اóĝĤاءة įĻĥĐ، įĤ ėĻĬ وijàŻàن כÝאÖא، ıĭĨא: כÝאب اĩđĩĤ ّ أģİ اĤ×óāة، כאن اĩĤ×ó اóčĬ: Üאرëĺ اĩĥđĤאء اīĻĺijéĭĤ ĹìijĭÝĥĤ، ص ٧٣؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٤٣/٣ ٦ ح: إĩĬא. ٧ اóčĬ: اćĻøijĤ ijĥĤاïèي، /١ .٦٧ ٨ ح: ِ اĥĩĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 202 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Ubeyd, Âsım el- Cahderî, Müberrid, Ebû Amr, Zeccâc ve bir grup âlim şöyle demiştir: Melik daha güçlü ve Kur’ân’a daha uygundur. Allah Teâlâ “Gerçek melik olan Allah yücedir.” [ Tâhâ 20/114], “İnsanların meliki” [en-Nâs 114/2], “el-melik ve el-kuddûs” [ el-Haşr 59/23] buyurmuştur. Kıyameti nitelerken “O gün mülk yalnız Allah’ındır.” [ el-Hacc 22/56], “Kimindir bugün mülk?” [ el-Mü’min 40/16], “Göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir.” [ eş-Şûrâ 42/49], “Mülkü elinde bulunduran Allah, münezzehtir.” [el-Mülk 67/1], “Mülk ve hamd O’nundur.” [ et-Tegābün 64/1] buyurmuştur. Ayrıca mâlik olan melik olmayabilir, ama mâlik olmadan melik olunmaz. Yine mâlik sadece muzaf olarak zikredilir, “şunun mâliki” şeklinde kullanılır, melik ise muzaf olmadan da kullanılır. “O el-meliktir” denilir. Bir zâtı hiçbir izâfet olmaksızın kendisinin ismi olarak kullanılan bir kelime ile övmek, onu başka bir kelimeye izâfe edilerek kullanılan bir kelime ile övmekten daha güçlü bir övgüdür. Bu ismin dildeki kökü “melektü’l-‘acîne” (Hamuru kuvvetlice yoğurdum.), “melektü bi’t-ta‘ni’l-yemîni” (Güçlü bir tasarruf ile hâkim oldum.), “emlektü beyne’z-zevceyni” (Eşlerin arasını düzelttim.) gibi ifadelerden gelir. Netice olarak mânası sıkıca tutmak, bağlamak, şiddet, kuvvettir. Bu durumda ismin anlamı hakiki olarak sadece Allah’a aittir, çünkü kâmil kuvvet, nüfuz sahibi velâyet, geçerli tasarruf ve hüküm O’nundur. Bu isim kullar için mecaz olarak kullanılır. Zira milk, mülk, melekût, izzet ve ceberût Allah’ındır, O haydır, ölümsüzdür. Kullardan mülke sahip olanların ise mülklerinin başı ve sonu vardır, sınırı vardır. Üstelik kulların mülkü her şeye değil bazı şeylere, arazlara değil cisme, nefese değil nefse, bâtına değil zâhire, gāibe değil hâzıra, ölüye değil diriye geçerlidir. Allah Teâlâ’nın mülkü ise başsız, sonsuz, sınırsızdır. Her şeye şamildir. Nefeslere ve nefislere, zâhirlere ve bâtınlara, fıtratlara, fikirlere, heyetlere, düşüncelere hâkimdir. O ezelden ebede mâliktir, mülkü zâil olmaz. O’nun mülkü dışında bütün mülkler zâil olur, O’nun mülkü dışında bütün mülkler bâtıldır. Oysa O’nun mülkünün ne zevali ne de intikali söz konusudur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 203 ِכ ĥ َ ٢ واäõĤאج وĩäאÙĐ: Ĩ ١ واĩĤ×óد وأijÖ óĩĐو ّ ï وĐאħĀ اïéåĤري ْ Ļ َ × ُ وĜאل أijÖ Đ :אلĜو] ١١٤/٢٠ ،įĈ] ﴾ُۚ¡ّ oَ ْ ْ َِ̄» ¥ُ اª ُ اª َ« ّ اà ٰ ªYَcَžَ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،آنóĝĥĤ ěĘوأو ēĥÖأ ُ ُ وس﴾ [اóýéĤ، ٢٣/٥٩ [وĜאل ĵĘ ÙęĀ uّ£ُ ْ ْ َِ̄» ¥ُ اª ªَ َ ِۙ Yس﴾ [اĭĤאس، ٢/١١٤] وĜאل: ﴿ا ﴿َRِ» ¥ِ ّ اª³ ۜ﴾ [اīĨËĩĤ، ١٦/٤٠[، َْÁَ¹ْم ْ ¥ُ اª «¯ُ ْ ِ َ̄±ِ اª ۜ﴾ [اãéĤ، ٥٦/٢٢ [وĜאل: ﴿ª ِٰ Ãِّ wٍئِRَ¹َْ À ¥ُ ْ «¯ُ ْ ªَ اĻĝĤאÙĨ:﴿ ا ﴾¥ۘ ُ ْ «¯ُ ْ ªا هِuِÁَِ ۪wي \ َّ ََ[ َYرَك اª ْ ¥ُ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِۜض﴾ [اijýĤرى، ٤٩/٤٢] وĜאل: ﴿b وĜאل: ﴿ِّà ِٰ ُ«® نijכĺ ź ïĜ כĤאĩĤا نŶو ،]١/٦٤ ،īÖאĕÝĤا﴾ [uۘ ُ ¯ْ oَ ْ ªا µُ َ ْ ¥ُ َوª «¯ُ ْ ªا µُ َ [اĥĩĤכ، ١/٦٧] وĜאل: ﴿ª ِכא إź وĺכijن ĨאĤכא وŶن اĩĤאĤכ ź ñĺכó إź ąĨאĘא، ĝĺאل: ĨאĤכ ĥ َ ِכא، وź ĺכijن Ĩ ĥ َ Ĩ ُ اñĤات ĩÖא ijİ اįĩø ِכ، وïĨح ĥ َ ĩĤا ijİ :אلĝĺ ،אفąĨ óĻĔ óכñĺ [ ِכ [٢٤ب ĥ َ כñا واĩĤ .هóĻĔ ĵĤإ ÙĘאĄŸאÖ įèïĨ īĨ ُ ēĥÖأ ÙĘאĄإ óĻĔ īĨ «īĻĩĻĤا īđĉĤאÖ ÛכĥĨ«و» َ īĻåđĤا Ûُ כْ ĥَ َ Ĩ» :ħıĤijĜ īĨ ÙĕĥĤا ĹĘ ħøźا ñìÉĨو ĹĘ ħøźا ĵĭđĩĘ ،ةijĝĤوا ةïýĤوا ćُ ْ Ö ƪ óĤوا ï ƫýĤا ƪ įĥĀאèو ،»īĻäوõĤا īĻÖ ÛכĥĨأ»و اÙĝĻĝéĤ ِųّ ، įĥĘ اijĝĤة اĤכאÙĥĨ واÙĺźijĤ اĭĤאñĘة واóāÝĤف اĩĤאĹĄ واéĤכħ اåĤאري، ّ ُĥכ واĥĩĤכijت واõđĤة واåĤ×óوت، وijİ اĹéĤ وijİ đĥĤ×אد åĨאز، įĥĥĘ ِ اĥĩĤכ واĩĤ ĵĥĐ ijİو ،ÙĺאĔو ïèو ÙĺאıĬو ÙĺاïÖ įכĥĩĥĘ אد×đĤا īĨ כĥَ َ اñĤي ijĩĺźت. وīĨ Ĩ ĵĥĐو÷ ِęَƪ ĭĤا ĵĥĐ ź ÷ِęْ ƪ َض وĵĥĐ اĭĤ óَ đĤا ĵĥĐ ź ħùåĤا ĵĥĐو ģכĤا ĵĥĐ ź ăđ×Ĥا .ÛĻĩĤا ĵĥĐ ź ّ ĹéĤا ĵĥĐو ÕÐאĕĤا ĵĥĐ ź óĄאéĤا ĵĥĐو īĈא×Ĥا ĵĥĐ ź óİאčĤا ٍ و ĵĥĐ اĤכģ وĵĥĐ اijęĭĤس ÙĺאĔ źو ٍ ïè źو ÙĺאıĬ źو ÙĺاïÖ ŻÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ٣ ُĥכ وĨ واęĬŶאس وĵĥĐ اijčĤاóİ واĤ×ijاīĈ وĵĥĐ اóĉęĤات واęĤכóات واÑĻıĤאت واĩıĤאت، ģوכ įכĥُ Ĩ źإ ģÐزا כĥ ٍ ُ َ ال، כģ Ĩ õ ُ َ ل وź ĺ õ ُ َ ال وħĤ ĺ õ َ َ ل وź ĺ õ َ وijİ اĥĩĤכ اñĤي ħĤ ĺ ِ ِĥĩכį اĝÝĬאل. Ĥ źو زوال įכĥُ ĩِ Ĥ ÷ĻĤ ،įכĥِ Ĩ źإ ģĈאÖ כĥِ Ĩ Ùƪ ÝĜَ īÖ אنĩĻĥø ĵĥĐ آنóĝĤا أóĜ óùęĩĤا ئóِ ْ ĝ ُ ّ (ت. ١٢٣İـ٧٤٠/م) اĩĤ ْ ِóي āَ ƪ× אح اïéåĤري ْاĤ× āĤا ĹÖأ īÖ ħĀא ِ َ Đ ijİ ١ َאن. Ļ ْ ×Č īÖ Ù َ ×ĝĐ īĐ روى Ùَ ĝِ à اءةóĝĤاْ ÕèאĀ ijİ ريïéåĤا ħĀא ِ َ Đ :īĻ ِ đĨ īÖا אلĜ . ّ يóā×Ĥا īùéĤوا ħĀאĐ īÖ óāĬو اóčĬ: ĔאÙĺ اıĭĤאÙĺ īÖź اõåĤري، ٣١٧/١؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١٢٦/١٩ ّ وÕĝĥĺ أijÖه ÖאŻđĤء (ت. ١٥٤ İـ٧٧١/ م) īĨ أÙĩÐ اÙĕĥĤ واŶدب ّ اĤ×óāي ّ اĩĤאزĹĬ ƪ אر اĹĩĻĩÝĤ ĩَ Đ īÖ אنƪ Ö َ ٢ ijİ أijÖ óĩĐو ز وأïè اóĝĤاء اùĤ×Ùđ، وïĤ ĩÖכÙ وÉýĬ ÖאĤ×óāة وĨאت ÖאĤכÙĘij، Ĝאل أijÖ Đ×ïĻة: כאن أħĥĐ اĭĤאس ÖאŶدب واÙĻÖóđĤ واóĝĤآن واóđýĤ، وכאÛĬ ĐאÙĨ أì×אره īĐ أóĐاب أدرכijا اåĤאÙĻĥİ. įĤ أì×אر وכĩĥאت ijàÉĨرة. اóčĬ: اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٤١/٣ ٣ ر: واĥĩĤכ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 204 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Âyette Rab Teâlâ’nın, onun mülkü altında olmakla nitelendirildiği zaman [ki bu kıyamet günüdür] mevcut olmayan şeylere de mâlik olduğuna delâlet vardır. Böylece Allah Teâlâ’nın lâyık olduğu her sıfata başkası sayesinde değil, kendi zâtı ile lâyık olduğu sabit olur. Bu yüzden biz deriz ki: O ezelde yaratıcıdır (hâlık), ezelde rahîmdir, ezelde cömerttir (cevâd), ezelde işitendir (semî‘), bütün bunların nesneleri henüz mevcut olmasalar da bu böyledir. Aynı şekilde deriz ki: Her şey sonradan yaratılmış (hâdis) olsa da O ezelde her şeyin rabbi ve ilâhıdır. Nitekim kendisi daha bugünden “Din gününün mâlikidir” buyurmuştur ki burada sözü edilen “gün” henüz yaratılmış değildir.1 Mâliki yevmi’d-dîn ifadesi nasıl [yevme’d-dîn şeklinde] nasb ile okunmuşsa Zeyd b. Ali rabbi’l-‘âlemîn ve er-rahmâni’r-rahîm ifadelerini de [rabbe’l-‘âlemîn ve er-rahmâne’r-rahîme şeklinde] nasb ile okumuştur. Bu okunuşta bu ifadeler övgü ya da nida sayılır. Çoğunluğun kıraati bu ifadeleri sıfat sayıp esre ile okumak şeklindedir. Şakîk b. Seleme ise mübtedâ kabul edip merfû olarak okumuştur. Din günü: Milk ve mülkün (sahiplik ve egemenliğin) özellikle din gününe izâfe edilmesinin [yani din gününde mülkün sadece Allah’a ait olduğunun ifade edilmesinin] sebebi Allah Teâlâ’nın bugün (dünyada) yaratılmışlara mülk ve milk vermiş olmasıdır. Ama dünyada mülk sahipleri cimrilik eder, hükümranlık sahipleri zulmeder. Kıyamet günü geldiği zaman dünyadaki bütün mâlik ve meliklerden her türlü milk ve mülk alınır, böylece bütün milk ve mülk hususi olarak Allah Teâlâ’ya ait olur ve ortada hiçbir cimrilik ve zulüm kalmaz, aksine Allah milkinde cömert, mülkünde âdildir. Bu itibarla bu âyet bir vaad ve uyarıdır. Dostlara “Melik ve mâlik Benim, sizi mülküm ile izzetlendiririm, milkim ile zenginleştiririm ve hiç kimse Bana mani olamaz.” demekte, düşmanlara ise “Melik ve mâlik Benim, bana karşı muamelenizin nasıl olduğunu biliyorum, size karşılık vermeye kādirim, artık benden kaçışınız yoktur ve azabı sizden defedecek kimse de yoktur.” demektedir. Din kelimesinin tefsiri hususunda yedi görüş vardır. Abdullah b. Abbas, İbn Mes‘ûd, Hasan-ı Basrî, Süddî ve Mukātil’e göre tıpkı “İşte dosdoğru din budur.” [ er-Rûm 30/30] âyetindeki “dosdoğru din”in anlamının “dosdoğru hesap” olması gibi, buradaki din kelimesi de “hesap” anlamına gelir. Allah kullarını kıyamet günü hesaba çeker. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Dönüşleri muhakkak bizedir, sonra hesapları da muhakkak bize düşer.” [el-Gāşiye 88/25-26] 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 18. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 205 ÷ـĻĤ ـאĨ ـכĥĩÖ بóـĤا ėـĀو ÙـĤźد ÙـĺŴا ĹـĘ :ųا Ʃ وĜـאل اĨŸـאم أÖـij āĭĨـijر رĩèـį ěéÝـùĺ אĨ ďĻĩåÖ ĵـĤאđÜ ųا Ʃ أن Ûـ×à ،įـĨאĻĝĤا مijـĺ ijـİو įכـĥĩÖ ėـĀijĤا ÛـĜو َ دijـäijĩÖ ħـĻèور ،لõـĺ ħـĤ ěـĤאì ijـİ :īـéĬ ـאĭĥĜ ـכĤñĤو ،هóـĻĕÖ ź įـùęĭÖ įĝéÝـùĺ įـÖ ėـĀijĤا .īכـĺ ħـĤ ـכĤذ ٥ įـĻĥĐ ٤ ٣ وإن כאن Ĩـא وĜـď ،لõـĺ ħـĤ ďĻĩـøو ٢ ،لõـĺ ħـĤ ادijـäو ،لõـĺ ħـĤ وכĤñـכ ĝĬـijل: İـij رب כģ üـĹء وإĤـį כģ üـĹء ĘـĹ اŶزل وإن כאĬـÛ اüŶـĻאء èאدàـÙ، ٧ َ èـאدث. ٦ و إن כאن «اĻĤـijم» ُ đÖـï ĻĔـó َ ِ ّ اuª۪ ِۜ Àـ±﴾ اĻĤـijم َ ْـ¹م ِ ِ ـ¥ À כĩـא Ĝـאل: ﴿َRªY ّ ﴿َر ّبَ ĹـĥĐ īـÖ ïـĺز أóـĜ ïـĝĘ ÕـāĭĤאÖ ئóـĜ ـאĩכ﴾ ±ــÀ ِۜ ۪uªا ّ ِ َ ْ ــ¹م ِ ِ ــ¥ À ªY®َ﴿ :įـĤijĜ ħـà َ ۪n َ Áــ﴾ ÖאāĭĤـÕ وİـij ĥĐـĵ اĩĤـïح أو ĥĐـĵ اĭĤـïاء، وĜـóاءة َ ْn ٰ ¯َ ــ± ّ اyª yªّ َ Áــ±﴾ ﴿ا َۙ ¯۪ َ ªYَ ْ اª .اءïـÝÖźا ĵـĥĐ ďـĘóĤאÖ Ùĩĥـø īـÖ ěĻĝـü أóـĜو ،ÛـđĭĤا ĵـĥĐ ăـęíĤאÖ ÙـĨאđĤا ĵــĥĐ īــĺïĤا مijــĺ ĵــĤإ ــכĥُ ٨ أĄــאف ِ اĥĩĤــכ واĩĤ ِ ّ اuª۪ ِۜ Àــ±﴾ ĩĬÍĘــא َ ْ ــ¹م À﴿ :įــĤijĜو ħـıכĥِ Ĩ ĹـĘ نijـĥí×ĺ ٩ ƪ ُك ُ ـŻ ِĥـכא، واĩĤ ُĥـכא وĨ Ĩ ěـĥíĤا مijـĻĤا ĵـĉĐأ ïـĜ įـĬŶ ص؛ijـāíĤا ُ َ ĥـכ ĩĤوا ـכĤאĨ ٍ ģכ īـĐ ـכĥ َ ĩĤا ِ عõـĬ īـĺïĤماijـĺ ذاכאنÍـĘ ،ħـıכĥُ Ĩ ĹـĘ رونijـåĺ كijـĥĩĤوا źو ģـíُ Ö ĵـĝ×ĺ ŻـĘ صijـāíĤا ĵـĥĐ įـĤ ـכĥُ ĩĤوا ـכĥĩĤا ِ ĵـĝ×ĻĘ [ أ ِ ٍ ـכ [٢٥ ĥ َ Ĩ ģכ īـĐ ُĥכــį وİــij وĐــï ووĻĐــï، ĝĺــijل ŷĤوĻĤــאء: أĬــא Ĩ ĹــĘ لïــđĺو įכــĥِ Ĩ ĹــĘ دijــåĺ ģــÖ رْ َ ــij ä :اءïـĐŷĤ لijـĝĺو .ďـĬאĨ Ĺـĭđĭĩĺ ŻـĘ ĹכـĥĩÖِ ħכـĻĭĔوأ Ĺכـĥُ ĩÖ ħכـّ õĐُ َĥـכ واĩĤאĤـכ، أ اĩĤ ħכـĤ ارóـĘ ŻـĘ ħכـÜאĘכאĨ ĵـĥĐ رïـĜوأ įـÖ ١٠ĹـĬijĩÝĥĨאĐ ـאĨ ÛـĩĥĐ ـכĤאĩĤوا ـכĥَ أĬـא اĩĤ .ďـĘدا ħכـĭĐ ابñـđĤا ďـĘïĺ ź و ĹـĭĨ īــùéĤوا دijđــùĨ īــÖوا ــאس×Đ īــÖا ــאلĜ :Ùđ×ــø ģــĺאوĜأ﴾ ±ــÀ ِۜ ۪uªا ّ ﴿ óĻــùęÜ ĹــĘو ْ ِّ£َÁ ُ ــ﴾ ِ َ ــ¥ ّ اuª۪ ُ Àــ± اª ªذٰ ﴿ įــĤijĜ ĵــĘ ــאĩכ ــאبùéĤا ijــİ :ƻ ģــÜאĝĨو ّ ّ واùĤــïي اĤ×āــóي [اĤـóوم، ٣٠/٣٠] أي اùéĤـאب اùĩĤـħĻĝÝ، Ʃ واų éĺאøـÕ اđĤ×ـאد١١ ĺـijم اĻĝĤאĨـÙ، Ĝـאل đÜאĤـĵ: َُ·ْ﴾ [اĕĤאüــÙĻ، ٢٦-٢٥/٨٨[. \Yــَ nِ Yــ³َÁَْ «َ َ ِ ّن َ ا َُ· ْۙ ــ ُf ّ ــ \Yَ Àِ َْÁٓ³َــY ا ªِ َ ا ِ ّن ﴿ا َ ل. õ ُ ١ ر: وħĤ ĺ ٢ ر - وijäاد ħĤ õĺل. ٣ ر + وóĻāÖ ħĤ õĺل. ٤ ر - وďĜ. ٥ ر + وďĜ. . َ ٦ ح - اijĻĤم ٧ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٨/١ ٨ ح: إĩĬא. ٩ ر: واijĥĩĤك. ١٠ ر: ĹĬijĩÝĥĩĐ. ١١ ر: اđĤ×ï. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 206 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Mücâhid, Dahhâk ve Katâde ise şöyle demiştir: Tıpkı “Mademki ceza görmeyeceksiniz.” [ el-Vâkıa 56/86] ve “O gün Allah onlara gerçek cezalarını verir.” [ en- Nûr 24/25] âyetlerinde olduğu gibi din kelimesi ceza/karşılık anlamındadır. Allah kullarına o gün amelleri ile karşılık verir. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Bugün her nefis kazandığının karşılığını alır.” [ elMü’min 40/17] Bir grup şöyle demiştir: Tıpkı “Kralın yasasına göre kardeşini alması mümkün değildi.” [Yûsuf 12/76] âyetinde olduğu gibi burada da din kelimesi kazâ/hüküm anlamındadır. Allah o gün kulları arasında hüküm verecektir. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Aralarında hak ile hükmedilir.” [ez-Zumer 39/69] Muhammed b. Kâ‘b el-Kurazî şöyle demiştir: “Biliniz ki halis din Allah’ındır.” [ ez-Zümer 39/3] âyetinde olduğu gibi din kelimesi tevhid anlamındadır. O gün izzet ve keramet tevhid ehlinindir. Nitekim şöyle buyurmuştur: “ Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından, nûrları aydınlatıp giderken gördüğün günde...” [ el-Hadîd 57/12]. Bir görüşe göre din kelimesi itaat anlamındadır. Şair Züheyr şöyle demiştir: Eğer Esed oğulları bölgesinde bir vadide konaklayacak olursam Amr’a itaat altında (fî dîni ‘Amr), ve aramıza Fedek bölgesi girerse Bu durumda anlam, “O gün itaatten başka hiçbir şeyin fayda vermeyeceği bir gündür.” şeklindedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O gün ne mal fayda eder ne evlatlar.” [ eş-Şuarâ 26/88], “Ne mallarınız ne de evlatlarınız siz bizim katımızda yakınlaştırır.” [ es-Sebe’ 34/37] Hüseyin b. Fazl el-Becelî, “Din kelimesi boyun eğmek anlamındadır.” demiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâm Ebû Tâlib’e, “Ben seni öyle bir kelimeye davet ediyorum ki eğer söyleyecek olsan Araplar sana boyun eğer.” demiştir. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 207 yَÁْ šَ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ Ê ا َٓ¹َْ وĜאل åĨאïİ واéąĤאك وÝĜאدة: ijİ اõåĤاء כĩא ĵĘ įĤijĜ:﴿ žَ« ﴾َ ¡ّ oَ ْ ُ ۪د َÀُ³·ُ اª ٰ Ãا ّ ُ·Áِ ۪žّ¹َُ À wٍئِRَ¹َْ À﴿ :אلĜو ،īĻِ ّ ĺõåَ Ĩ óĻĔ أي] ٨٦/٥٦ ،ÙđĜاijĤا [١ ﴾±Á َۙ ³À۪ u۪ ®َ َْÁَ¹ْم ªَ ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ אĩכ ħıĤאĩĐÉÖ ñÑĨijĺ אد×đĤا يõåĺ ųوا Ʃ ،ħİَ [اijĭĤر، ٢٥/٢٤] أي õäاء .[١٧/٤٠ ،īĨËĩĤا ﴾ [ۜaْ ]ََ ¦َ Y¯َ ِ \ }ٍ Ÿَْ ² ُ ©ّ¦ُ ى}ٰ kْ bُ ﴾¥ِ «ِ¯َ ْ ªا ±Àِ د۪¿ ž۪ هYُ rَ َ ا wَ rُ ْ OÁَِ ª نYَ ¦َ Y®َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ אĩכ ،אءąĝĤا ijİ :ÙĐאĩä אلĜو ْ·ُ³َÁَْ \ َ ¿‹ِ ¢ُوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ אĩכ ñÑĨijĺ įĝĥì īĻÖ Ĺąĝĺ ųوا Ʃ ،įÐאąĜ أي] ٧٦/١٢ ،ėøijĺ] ِ ﴾ [اóĨõĤ، ٦٩/٣٩[. ¡ّ oَ ْ ªYِ \ ﴾ ۜ…ُ ِ ªYsَ ْ ªا ±À ُ ۪uªا ّ ِٰ Ãِّ Êََ ا ﴿:įĤijĜ ĵĘ אĩכ ïĻèijÝĤا ijİ ٢ : ّ ĹČóĝĤا Õđכ īÖ ïĩéĨ אلĜو ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ ََyى اª َ¹َْم b À﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ïĻèijÝĤا ģİŶ ñÑĨijĺ ÙĨاóכĤوا ّ [اóĨõĤ، ٣/٣٩ [واõđĤ .[١٢/٥٧ ،ïĺïéĤا [،ÙĺŴا﴾ ْ·Àِ u۪ Àَْ َْÁ ±َ ا ُ ¹ُرُ¶ ْ \ ² »ٰ ْ َ À تY ِ ³َ®ِQْ¯ُ ْ َواª ٣ وģĻĜ: اīĺïĤ اĉĤאÙĐ، Ĝאل زóĻİ: َא َĘَï ُك ٤ ĭَ ĭ ْ Ļ َ Ö Ûْ Ĥאèو َ وóْ ĩ َ Đ īĺ ِ دِ ĹĘِ ïٍ َ øَ ِĹĭ أ َ Ö ĹĘِ ادٍ َ ijÖِ Ûُ ĥْĥَèَ īÑĤ ْ ۜ﴾ اÙĺŴ، ³َُ ¹َن Yل َوَÊ\ ٌ ®َ •ُŸَ³َْ À Êَ مَ¹َْ À﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ÙĐאĉĤا źإ įĻĘ ďęĭĺ ź مijĺ ijİ أي َْوَÊ ُدُ¦ْ﴾ اÙĺŴ،] اùĤ×É، ٣٧/٣٤[. Ê ا ُ ُ§ ْ َوَٓ َ ْR¹َاª [اóđýĤاء، ٨٨/٢٦] وĜאل: ﴿َوَRٓY ا ّ įĻĥĐ اŻùĤم Ĺ×ĭĤا אلĜ ،عijąíĤا ijİ : ّ Ĺĥå×Ĥا ģąęĤا īÖ īĻùéĤا אلĜو ٥ أي Ûđąì، «بóđĤا כĤ ÛĬدا אıÝĥĜ ijĤ Ùĩĥכ ĵĤإ كijĐأد ĹĬإ «:ÕĤאĈ ĹÖŶ ١ ر + ıĬijđäóÜא. אĩĥĐ ÙĭĺïĩĤا ģİأ ģĄאĘأ īĨ כאن ،ĹĬïĨ ĹđÖאÜ (/ـİ١٠٨ .ت (ّ ĹČِ َ óُ ĝĤا ïøأ īÖ ħĻĥø īÖ אن×è īÖ Õđכ īÖ ïĩéĨ ijİ ٢ وıĝĘא، وïĜ وïĤ ĹĘ Ļèאة رijøل اų ĵĥĀ اų įĻĥĐ وħĥø روى īĐ ĹĥĐ واīÖ ijđùĨد وأĹÖ اïĤرداء وأĹÖ أijĺب وąĘאÙĤ īÖź ىó×כĤا אتĝ×ĉĤا :óčĬا .įÖאéĀأ ďĨ įכĥİوأ ėĝùĤا مïıĬאĘ ïåùĩĤا ĹĘ ßĺïéÝĥĤ ÷ĥä ïĜو ةóĺóİ ĹÖوأ ïĻ×Đ īÖ .١٦٠/٣ ،Ĺ×İñĥĤ مŻøŸا ëĺאرÜ ؛٢١٦/١ ،אريé×ĥĤ óĻ×כĤا ëĺאرÝĤا ؛١٣٤/١ ،ïđø ّ (ت ٦٠٩ م) èכħĻ اóđýĤاء ĹĘ اåĤאÙĻĥİ، وĹĘ أÙĩÐ اŶدب īĨ įĥąęĺ Ĺِ Ĭ َ õُ ĩĤا אحĺر īÖ ÙđĻÖر ĵĩĥø ĹÖأ īÖ óĻİز ijİ ٣ įÝìوأ اóĐאü įĤאìو اóĐאü هijÖأ כאن هóĻĕĤ īכĺ ħĤ אĨ óđýĤا ĹĘ óĻİõĤ כאن :ĹÖاóĐŶا īÖا אلĜ ،ÙĘכא بóđĤا اءóđü ĵĥĐ ĵĩùÜ هïÐאāĜ ،ÙĭĺïĩĤا ĹèاijĭÖ (Ùĭĺ َ õٌ Ĩ) دŻÖ ĹĘ ïĤو ،ةóĐאü אءùĭíĤا įÝìوأ īĺóĐאü óĻåÖو Õđכ אهĭÖوا ةóĐאü ĵĩĥø ّאت وįĤ دijĺان. اóčĬ: اóđýĤ واóđýĤاء īÖź ĻÝĜ×Ù، ١٣٧/١؛ ijýĬة اóĉĤب īÖź ïĻđø اĹùĤïĬŶ، ص ٤٧١؛ اĻĤijéĤ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٥٢/٣ .[٤/١ ،ÙéÜאęĤا[١١٦/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ ؛»كïĘ» ،يïĻÖõĥĤ وسóđĤا אجÜ ؛٢٧٨/١ ،אري×ĬŶا īÖź óİاõĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٤ َ َï ُك א Ę َ ĭ َ ĭ ْ Ļ َ Ö Ûْ Ĥאèو َ ،وóْ ĩَ Đ īĺ ِ ِ ِĹ د Ę ، ٍ ï َ øَ ِĹ أ ĭ َ Ö Ĺِ Ę ّ ij َ åِÖ Ûُ ĥْĥَ َ è ْ واĤ×ÛĻ ĹĘ اõĤاóİ وÜאج اóđĤوس وردت İכñا: īÑĤ بóđĤا אıÖ ħıĤ īĺïÜ אıĬijĤijĝĺ ةïèوا Ùĩĥכ ĵĥĐ ħİïĺأر ĹĬإ ،ħĐ אĺ» :هïĭùĨ ĹĘ ïĩèوأ įęĭāĨ ĹĘ Ù×Ļü ĹÖأ īÖا جóìا ٥ .٤٥٨/٣ ،ïĩèأ ïĭùĨ ؛٣٣٢/٧ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ :óčĬا ،ßĺïéĤا» ÙĺõåĤا ħåđĤا įÖ ħıĻĤإ ديËÜو ٥ ١٠ ١٥ 208 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kıyamet günü mahlûkatın boyun eğme günüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O gün yüzler hay ve kayyûm olana boyun eğer.” [ Tâhâ 20/111], “Sesler Rahmân’ın huzurunda kısılır.” [ Tâhâ 20/108] Yemân b. Riâb şöyle demiştir: Bu kelime kahır ve galebe çalmak anlamına gelir. Araplar, dintuhu fe-dâne (Onu baskı altına aldım, o da boyun eğdi.) derler. Şair A‘şâ bu ikisi hakkında şöyle der: O ittifak etmiş beş kabileyi boyun eğdirir istemediklerinde Boyun eğmeyi, sürekli saldırı ve hücum ile Kıyamet günü zorbaların bastırıldığı, baskıcıların derdest edildiği gündür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sakın Allah’ın, zalimlerin yaptığından gafil olduğunu sanmayasın.” [İbrâhîm 14/42] Ferrâ şöyle demiştir: Bu kelime âdet mânasına gelir. Şair Musakkib el-Abdî şöyle demiştir: [Gece vakti onu (devemi) yola koşmaya çalıştığım zaman… Hüzünlü bir adam gibi dile gelir ve sızlanarak şöyle der:] Ben ona semerimi eğmedim diye “Benim ve onun âdeti (dini) hep bu mudur?” diyor Kıyamet günü herkesin kendi âdeti üzere diriltileceği gündür. İnkârcı kâfir inkârı üzere diriltilir. Allah Teâlâ onların şöyle diyeceklerini bildirir: “Vallahi Ey Rabbimiz! Biz müşrik değildik.” [ el-En‘âm 6/23] 4. Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz. [ el-Fâtiha 1/4] İyyâke (yalnız Sana) ifadesi, “Deyiniz ki yalnız Sana” anlamına gelir. Eğer el-hamdü ifadesi cümle başı ya da haber kabul edilecekse o takdirde burada bu şekilde bir gizli ifadenin bulunması gerekir. Ama eğer “el-hamdü” ifadesi emir kabul edilecek ve onun başında “deyiniz ki” ifadesinin gizli olduğu düşünülecekse, o zaman burada ikinci kez aynı ifadenin gizli olması değil, bunun ona atıf olduğu düşünülür. İyyâke kelimesi ile ilgili olarak kıraat, dil, i‘rab mâna bakımından ele alınacak hususlar vardır. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 209 [١١١/٢٠ ،įĈ] ﴾ۜ ِ ¹ُم Áّ£َ ْ ِّ اª ¿oَ ْ «ِ ª ه¹ُ jُ ¹ُ ْ ªا aِ ³ََوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ěĥíĤا عijąì ُ ُ اĻĝĤאÙĨ ijĺم وijĺم .[١٠٨/٢٠ ،įĈ] ﴾±ِ¯ٰ nْ َ y«ّ ِ وĜאل: ﴿َو َr َƒَ ِa َْ اÊ ¹َ†ْ ُ ات ª įÜóıĜ أي» انïĘ įُ ÝĬ ِ ١ ijİ اóıĝĤ واĥĕĤ×Ù، ijĝÜل اóđĤب: «د وĜאل ĩĺאن īÖ رÐאب: [ ٢ [٢٥ب óđü) אđĻĩä אĩıĻĘ ĵýĐŶا אلĜ ،ďąíĘ ـïِ َ ĺـī ِد ً راכא ٍ õĕÖوة ِوĻĀאل ٣ إذ כijİóا اĤـ ... ّ ِ َ Öאب ّ ijİ َدان اóĤ Ëً žYِ šَ َٰ Ãا ّ َ ±ّ ]ََ oْ َ b Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،īĺאرıĝĤا ħāĜو īĺאر×åĤا óıĜ مijĺ ÙĨאĻĝĤا مijĺو ۜ﴾ اĺŴאت، [إóÖاħĻİ، ٤٢/١٤[. ِ ُ̄ ¹َن ªYَ َ ْ َ̄ ُ© ّ اª À Yَ ¯ّ َ ٥ : ّ ِïي ْ × َ ُ اđĤ Õِ ّ ĝَ á ُ ٤ ijİ اđĤאدة، Ĝאل اĩĤ وĜאل اóęĤاء: ٦ ُį أïÖا ِودĹĭĺ َ ñا ِدĭĺ İَ َ ِĹĭĻĄ ... أ َא و َijĝل ِإذا ُ درأت َıĤ Ü ،כאرهĬإ ĵĥĐ ßđ×ĺ óכĭĩĤا óĘכאĤאĘ ،įÜאدĐ ĵĥĐ ٧ ïèأ ģכ įĻĘ ßđ×ĺ مijĺ ÙĨאĻĝĤا مijĺو ِ ۪¦ َÁ±] ﴾اđĬŶאم، ٢٣/٦]. yƒْ ®ُ Yَ ٨ ﴿َو ّ اà ِٰ َرِّ\³َY َ®Y ُ¦³ّ :نijĤijĝĺ ħıĬأ ħıĭĐ اó×ì ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĝĺ īĻ ُۜ đ۪ َ Ý ْ ùĬَ אك َ ƪ َ ِاĺ ُ ُï و × ْ đĬَ אك َ ƪ -٤ ِاĺ ٩ :įĤijĜ ģĩ ُ َ َ Yك﴾ أي «ijĤijĜا إĺאك» وź ïÖ īĨ ñİا اĩĄŸאر إن è Àِّ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا «اijĤijĜ» óĩĄُ وأ óĨŶا ĵĥĐ ģĩ ُ è وإن ،אر×ìŸا ĵĥĐ أو اءïÝÖźا ĵĥĐ ﴾ِٰ Ãِّ uُ ¯ْ oَ ْ ªَ ﴿ا ƪ َ אك﴾ ıĻĘא כŻم īĨ Ùıä اóĝĤاءة ĺِ ĭİאك כאن ñİا ęĉĐא ĵĥĐ ذĤכ īĨ óĻĔ إĩĄאر àאن. و﴿ا واÙĕĥĤ واóĐŸاب واĵĭđĩĤ. ، įęđĄ اïĤارĹĭĉĜ وĜאل: óĺى ّ ١ ďĻĩä اëùĭĤ: رÖאب | واçĻéāĤ Ĩא أà×ĭÝאه، وijİ ĩĺאن īÖ رÐאب اóíĤاøאĹĬ رأي اijíĤارج. وįĤ כÝאب ĹĘ اóĻùęÝĤ وđĨאĹĬ اóĝĤآن. وįĤ أijĜال ĹĘ اóĻùęÝĤ أورد ıąđÖא اĥđáĤ×Ĺ واĩĤאوردي يijĕ×Ĥوا زيijåĤا īÖا įĤاijĜأ ăđÖ óכñĘ ت؛óıÝüوا įĤاijĜأ ÛĥĝĬ īĺóĻùęÝĤا īĺñİ īĐو ،אĩıĺóĻùęÜ ĹĘ ِė ïĥĤارĹĭĉĜ، ١٠٥٢/٢؛ اęđąĤאء ĥ َ ÝíĩĤوا ėِ ĥَ وĩİóĻĔא. اóčĬ: اęđąĤאء واóÝĩĤوכijن ïĥĤارĹĭĉĜ، ١٣٧/٣؛ اÜËĩĤ واóÝĩĤوכijن īÖź اijåĤزي، ٢١٨/٣؛ ùĤאن اõĻĩĤان īÖź óåè، .٥٤٦/٨ ٢ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص ١١؛ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، ٢٧٩/١؛ اéāĤאح óİijåĥĤي، «دīĺ«. ً واïèة وħİ: Ą×Ù، وijàر، وģåĐ، وħĻĩÜ، اïĺ אرواāĘ اijđĩåÜ ģÐא×Ĝ ÷ĩì óùכĤאÖ אبÖóĤا :ģĀŶا ûĨאİ ĹĘ ٣ اij×ÖóÜ ħıĬŶ įÖ اijĩø :ĹđĩĀŶا אلĜو .įĻĥĐ اijęĤאéÜو رب ĹĘ ħıĺïĺأ اijùĩĔ ħıĬŶ כĤñÖ اijĩø אĩĬوإ ،يïĐو .ħąĤאÖ ĹÖ ُ أي ijđĩåÜا، واùĭĤ×Ù إħıĻĤ ر ƪ اء (ت. ٢٠٧ İـ٨٢٢/ م) إĨאم اĤכīĻĻĘij وأħıĩĥĐ ÖאijéĭĤ واÙĕĥĤ وijĭĘن اŶدب óęĤا אدĺز īÖ ĵĻéĺ אءĺóزכijÖأ ijİ ٤ ،אĩĥכÝĨ אıĻĝĘ ÙĕĥĤا ĹĘ įĨïĝÜ ďĨ وכאن .ÙכĨ ěĺóĈ ĹĘ ĹĘijÜو įĭĻÖا ÙĻÖóÝÖ نijĨÉĩĤا įĻĤإ ïıĐو ،ادïĕÖ ĵĤإ ģĝÝĬوا ĐאĩĤא ĺÉÖאم اóđĤب وأì×אرİא، ĐאرĘא ÖאijåĭĤم واÕĉĤ، ģĻĩĺ إĵĤ اõÝĐźال. īĨ כÝ×į: اijāĝĩĤر واïĩĩĤود وđĨאĹĬ اóĝĤآن واñĩĤכó واßĬËĩĤ وכÝאب اĕĥĤאت و اęĤאóì ĹĘ اáĨŶאل وĨא īéĥÜ įĻĘ اđĤאÙĨ. اóčĬ: إĬ×אه اóĤواة ĹĉęĝĥĤ، ٧/٤؛ وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ١٧٦/٦؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٤٥/٨ ģİأ īĨ Ĺĥİאä óĐאü ،ÙđĻÖر īĨ (م ٥٨٨ ijéĬ/ ـİ ق ٣٥ ijéĬ .ت (ّ يï×đĤا ÕĝáĩĤا Ù×ĥđà īÖ īāéĨ īÖ ñÐאđĤا ijİ ٥ ăđÖ ďĩä ،įĤאĜ ÛĻ×Ö ÕĝáĩĤا Ĺĩøو ،رñĭĩĤا īÖ אنĩđĭĤا حïĨو .çÐاïĨ įĻĘ įĤو ،ïĭİ īÖ وóĩĐ כĥĩĤאÖ ģāÜا ،īĺóé×Ĥا .٢٣٩/٣ ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا ؛٣٠٣ ص ،اءóđýĤا ħåđĨ :óčĬا .انijĺد ĹĘ هóđü .٢٧٩/١ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا ؛»ĹıĄ» ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛١٩٥ ص ،įĬاijĺد:ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٦ ٧ ح: واïè. ٨ ح - أħıĬ ijĤijĝĺن. ٩ ح: ijĤijĜا. ٥ ١٠ ١٥ 210 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kıraat: Çoğunluğun kıraati elif harfinin kesresi ve ye harfinin şeddesi iledir. Fazl er-Rukâşî elif harfinin fethası ve ye harfinin şeddesi ile okumuştur. Ubeyd b. Umeyr’in kıraati elif harfinin meddi ve ye harfinin tahfifi ile eyâke şeklinde, Amr b. Fâid’in kıraati elif harfinin kesri ve ye harfinin tahfifi ile iyâke şeklindedir. İbn Mücâhid şöyle demiştir: “Bu okunuşun neyin nesi olduğunu bilmiyorum, ya bir hatadır ya da bir lehçedir.” { Necmeddin Nesefî der ki:} Bu kıraat yanlışlığının izahı şöyledir: Araplar iyâtü’ş-şemsi ‘aynuhâ der ve iyâ kelimesi ile güneşin kendisini kast ederler. Bu durumda iyâke şeklindeki okunuş “Senin güneşine kulluk ederiz.” anlamına gelir ki buna inanmak küfürdür. Dolayısıyla bu şekilde okumak hatalıdır ve namazı ifsat eder. Bu okunuşun bir lehçe olmasının izahı ise şöyledir: Şeddeli harfin tahfifi Arap dilinde nakledilir, örneğin aynı kelime rubemâ ve rubbemâ şeklinde kullanılır. Nitekim “Rubemâ yeveddüllezîne keferû (İnkâr edenler isteyecek ki...)” [ el-Hicr 15/2] âyetindeki bu ifade iki şekilde de okunmuştur. Yine hemze yerine he harfi konularak hiyyâke şeklindeki okunuş da mümkündür. Aynı durum eyhât ve heyhât kelimelerinde de söz konusudur. Dil: Bir görüşe göre bu kelimenin aslı ivyâkedir ve evâ ileyhi, âvâhu (ona sığındı) ifadesinden gelir. Sanki bu âyeti okuyan kimse, “Yardım ve kulluk konusunda her şeyi bırakıp Sana sığınıyorum.” demektedir. Bu kelime bir zamir olup ancak mansub olarak kullanılır ve sadece kinayeye (zamire) izâfe edilir. Nadir durumlarda açık isme izâfe edildiği de olmuştur. [Mesela bir Arap deyişinde], “Bir adam altmışına vardığı zaman artık gençlerden uzak durmalıdır.” (fe-iyyâhu ve iyyâ eş-şevâb) denilir. Şair şöyle der: Beni Hâlid ile baş başa bırak (Da‘nî ve iyyâ Hâlid) Kesivereceğim onun şah damarını 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 211 ٢ ّ ١ اđĤאĨـÙ Öכùـó اĤŶـė وýÜـïĺï اĻĤـאء، وĜـóاءة اąęĤـģ اĜóĤאüـĹ أĨـא اĝĤـóاءة: ĝĘـóاءة َ َ ـYك ّ ĩÖـï اĤŶـė وĻęíÜـė اĻĤـאء، ٣ آÀ óـĻĩĐ īـÖ ïـĻ×Đ اءةóـĜو ،ـאءĻĤا ïĺïـýÜو ėـĤŶا çـÝęÖ ٥ «Ĩـא َ َ ــYك Öכùـó اĤŶـė وĻęíÜـė اĻĤـאء. Ĝـאل اÖـī åĨאİـï: Àِ ٤ إ ïـÐאĘ īـÖ وóـĩĐ اءةóـĜو .«٧ ٦ً أو ĕĤـÙ أدري Ĩـא İـĹ، وýĺـ×į أن ĺכـijن ĉìـÉ ُ اýĤـĩ÷ ـאةĺإ «:اijـĤאĜ ħـıĬأ :ćـĥĕĤا įـäوو} :įـĻĥĐ ųا Ʃ Ùـĩèر īـĺïĤا ħـåĬ ٨ {وĜـאل ٩ ةŻـāĥĤ Ĺـİو ،Éـĉì įـÖ اءةóـĝĤאĘ ،óـęכ ـאدهĝÝĐوا ،ïـ×đĬ ـכ َ ùĩü :لijـĝĺ įـĬÉכĘ «ـאıُ ĭĻĐ َ ـא ĩƪ Ö ُ ƪد ùĨـijĩع أąĺـא כĩـא ĘـĹ ıĤijĜـħ١١: ر ïـýَ ُ ùęĨـïة١٠. ووäـį اĕĥĤـÙ: أن ĻęíÜـė اĩĤ ۪w َ Àـ± َ¦Ÿَ ُ ـyوا﴾ [اåéĤـó، ٢/١٥ [ĩıÖـא đĻĩäـא. Ĝـאل١٢: وåĺـijز َّ ُ اª َ َـّ¹د À Yـَ̄ َ ـא وĜـï Ĝـóئ: ﴿ُر\ َ ĩَ Ö ُ ور َ ِ ـאت وıĻİـאت. ı ْ ĺا ħـıĤijĜ ĵـĘ ـאĩכ ةõـĩıĤا īـĐ źïـÖ ـאءıĤאÖ كYـ َ َ Áّ¶ِ ـאك وİـĹ Ĩـī ıĤijĜـħ:» أوى إĻĤـį آواه» ĘכĬÉـį ĝĺـijل: َ َ ĺ ْ وأĨـא اĕĥĤـÙ: ĝĘـï ĻĜـģ: أĥĀـį ِإو ďـĄijĨ ĵـĘ źإ نijכـĺ ź ّ إĻĤـכ أĉĝĬـď ÖאđĤ×ـאدة واøźـđÝאÙĬ. وİـñه اĤכĩĥـÙ ĻĩĄـó ĨכĭـĹ āĬـÕ وź ąÜـאف إź إĤـĵ כĭאĺـÙ، وĜـï وردت إĄאıÝĘـא إĤـĵ اĺóāĤـç üƬـאذا: « ِإذا ĥÖـē وĜـאل اýĤـאóĐ١٤: ١٣،« ِ ّ َ اب ِـא ƪ اýĤـij ّ ّـאه ِوإĺ ĺÍĘِ īĻÝـ ّ ُ اäóĤـģ اùĤ َ ِאįĈ َى ِĻĬ óُ Đ īƪ َ đĉِّ Ĝَŷُ َĘَ ïٍ Ĥאِ ìَ א ƪ َ ِإĺ ْ ِĹĭ و Đَ د ١ ر: óĜاءة. ïĩāĤا ï×Đ īÖ ģąęĤا אس×đĤا ijÖأ ijİ ٢ ّ ، (ت. ijéĬ يóā×Ĥا ĹüאĜَ ƪ óĤا ģąْ ęĤا َ īÖ īĨ،ïĻåĨóĐאü (م ٨١٥ ijéĬ / ـİ ٢٠٠ ĵĤإ ģĝÝĬا ،ģĀŶا ĹøאرĘ ،ةóā×Ĥا ģİأ ïĕÖاد وïĨح اęĥíĤאء وכאÛĬ įĭĻÖ وīĻÖ أijĬĹÖاسıĨאäאة وĨ×אÙĉø. اóčĬ:ħåđĨ اóđýĤاء óĩĥĤزÖאĹĬ، ص ٣١١؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٤٣/٧؛ اŻĐŶم .١٥٠/٥،ĹĥرכõĥĤ ٣ ّ Ĺِ á ْ ة ƪ اĻĥĤ َ َאد ÝĜَ īÖ ó ْ Ļ َ ĩُ Đ īÖ ïĻ×Đ ijİ ّ (ت. ٧٤İـ٦٩٣/م) Ĺِ َ ّכ اĹĐïĭåĤ ْاĩĤ ųا Ʃ لijøر אةĻè ĹĘ ïĤو óùęĩĤا ċĐاijĤا īĐ ijİ وروى ÙĐאĩåĤا įĤ وروى Ṡ īÖ وóĩĐ īÖ ųا Ʃ ï×Đو אبĉíĤا īÖ óĩĐ ،Ĺ×İñĥĤėüכאĤا :óčĬا .ÙýÐאĐאصوđĤا ٦٩١/١؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٢٨١/١٩؛ ĔאÙĺ اıĭĤאÙĺ īÖź اõåĤري، .٤٤١/١ اريijøŶا ïÐאĘ īÖ وóĩĐ ĹĥĐ ijÖأ ijİ ٤ اĹĩĻĩÝĤ) ت. ïđÖ ٢٠٠ İـ/ïđÖ ٨١٥ م) ģİأ īĨ ،אصāĝĤا اءóĝĤا īĨ ،ĹĤõÝđĨ اĤ×óāة، כאن đĉĝĭĨא إĵĤ أİóĻĨא ïĩéĨ ،ïĻ×Đ īÖ وóĩĐ īĐ ñìأ .אنĩĻĥø īÖ ÙĺواóĤا įĭĐ ووردت ،اتóČאĭĨ įđĨ įĤو ĹĘ óèوف اóĝĤآن روى įĭĐ اóéĤوف óāĬ īÖ óכÖو óĺóąĤا ïĩéĨ īÖ אنùè ÙĺאĔ :óčĬا .óĻ×כ óĻùęÜ įĤ :ģĻĜو אرĉđĤا اıĭĤאÙĺ īÖź اõåĤري، ٥٣٢/١؛ اŻĐŶم .٨٣/٥،ĹĥرכõĥĤ אس×đĤا īÖ ĵøijĨ īÖ ïĩèأ óכÖ ijÖأijİ ٥ ّ (ت. ّ اĤ×ïĕادي ĹĩĻĩÝĤا ïİאåĨ īÖ ٣٢٤ İـ٩٣٦/ م) כ×óĻ اĩĥđĤאء ÖאóĝĤاءات ِ ُث ïّ َ ْ ِóئ اéĩĤ ĝ ُ ĹĘ óāĐه، اĨŸאم اĩĤ ّė כÝאب ĭāĨ ،īĻÐóĝĩĤا ِ ëĻü ،يijéĭĤا اءاتóĝĤאباÝכįĤ .ادïĕÖģİأīĨ،Ùđ× ّ اùĤ اĤכ×óĻ وכÝאب óĜاءة اīÖ כóĻá وóĜاءة أĹÖ óĩĐو وóĜاءة ĐאħĀ وóĜاءة ĬאďĘ وóĜاءة õĩèة و óĜاءة اĤכùאĹÐ وóĜاءة اīÖ ĐאóĨ وóĜاءة اĭĤ×Ĺ Ṡ وכÝאب اĻĤאءات وכÝאب Ĺ×İñĥĤءŻ×ĭĤماŻĐأóĻø :óčĬا .אءاتıĤا ٢٧٢/١٥؛ اŻĐŶمõĥĤرכĹĥ، .٢٦١/١ .ً ٦ ح - Éĉì .ً ٧ ح: ÙĕĤ أو Éĉì ٨ ح + اëĻýĤ اĨŸאم. ٩ ر - ŻāĥĤة. ١٠ ر + ŻāĥĤة. ١١ ر: đÜįĤijĜאĵĤ. ١٢ ح : وïĜ ĜאijĤا؛ر: ĜאijĤا ١٣ اģáĩĥĤóčĬ: اĤכÝאبĻùĤ×įĺij٢٧٩/١،؛ ĩü÷اijĥđĤمïĻđøīÖź اóĻĩéĤى، .١٤١/١ ،ĹøijĻĥĤ ħכŶاóİ؛ز٣٧٠/١ óé×Ĥا:óčĬا،ÙĭĻĻĐĹÖأīÖŶ ÛĻ×Ĥا ١٤ اĹÖŶćĻéĩĤ Ļèאن، ٤١/١ [اęĤאÙéÜ، ؛٤٧ص،ĹùِĜאُ ęَ ƪ ٧-١/١]؛ اïĻåĩĤ ùĥĤ .٤٥/٥ ،يïĻèijÝĤا אنĻè ĹÖŶ óÐאā×Ĥا ٥ ١٠ 212 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yaygın kullanımda ve Kur’ân âyetlerinde bu kelime zamire izâfe edilir: “Ya Biz ya da siz (ve iyyâkum)” [ es-Sebe’ 34/24], “Daha öncesinde onları da beni de (ve iyyâye)” [ el-A‘râf 7/155], “Sizi de onları da (ve iyyâhum) rızıklandıran Biziz.” [ el-En‘âm 6/151], “O’ndan başka (illâ iyyâhu) dua ettikleriniz yitip gitti.” [ el-İsrâ 17/67]. Bu kelime ancak öncesinde bir fiil var iken kullanılır ve fiil ile arasında ancak istisna, atıf ya da zamirin tekrarı girebilir. Örneğin: Mâ ‘aneytü illâ iyyâke (Senden başkasını kast etmiş değilim.), Zekertüke ve iyyâhu (Seni ve onu andım.), Ed‘ûke iyyâke (Seni çağırdım.) kullanımları böyledir. İ‘rab: Halîl b. Ahmed şöyle demiştir: İyyâ dil için bir merdiven mesabesinedir, kef harfi mansubdur, yani bu daha önce geçmiş olan bir ismin zamiridir. Eğer kef harfi fiilden sonra gelecek olsa na‘buduke (Sana kulluk ederiz) şeklinde kullanılır. Ama fiilin önüne geçtiği zaman tek bir harf olarak telaffuz edilmez, bu yüzden başına, dile bir merdiven, dayanak olsun ve kolayca telaffuz edilsin diye “iyyâ” eklemişlerdir. Ya da kef harfi fiilin öncesinde tek başına kullanıldığı zaman teşbih harfi ile karıştırılmasın diye bu eklemeyi yapmış, böylece bu karışıklığı gidermişlerdir. Ferrâ şöyle demiştir: Fiil kendisine taalluk ettiği için nasb edilmiştir, kef harfi ise izâfet nedeniyle mecrurdur. Yani bu ifade, “Zâtına kulluk ederiz.” mânasına gelir. Mâna: Bu kelimenin ilâvesinde açık bir anlam söz konusudur, çünkü “Sana kulluk eder ve Senden yardım dileriz.” demiş olsaydın, her ne kadar bu ifade daha kısa/veciz olsa da, âyetin mevcut ibaresinde birtakım ilâve anlamlar bulunmaktadır: Âyet sonlarındaki seci uyumu sağlanmış, Allah’tan başkasına kulluk ve başkasından yardım isteme anlamı olumsuzlanmıştır. En önemlisi ise bu şekilde okuduğunda kişi önce kendisini zikrederek değil, Allah’ı zikrederek söze başlamış olmaktadır ki bu, kulluktan Allah’a değil Allah’tan kulluğa nazardır. İşte bu sayede “Allah bizimledir.” [ et-Tevbe 9/40] diyen Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Muhakkak benimle birlikte Rabbim var, bana yol gösterecek.” [ eş-Şuarâ 26/62] diyen Hz. Mûsâ’ya göre derece üstünlüğü ortaya çıkar. Bu çok ince bir mâna ve yüce bir bilgidir. Burada şöyle denilemez: “Neden iyyâke ibaresi iki kez tekrarlandı? Sadece birincisi ile yetinilseydi de doğru olurdu.” Cevaben deriz ki: Çünkü sözün başındaki iyyâ ifadesi, sonundaki kef gibidir. Eğer “Sana kulluk eder ve Senden yardım dileriz.” demiş olsaydı da her iki fiilin sonundaki kef harfini [yani sen zamirini] tekrarlamış olacaktı. İyyâ da işte böyledir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 213 ،É×ùĤا﴾ [ْ¦Yُ َ Àِّ َْو ا Y ا َٓ ²ِّ وĹĘ اĤכŻم اýĤאďÐ وĹĘ آĺאت اóĝĤآن اĄŸאÙĘ إĵĤ اĤכĭאÙĺ؛ ﴿َوا ±ْ ®َ َ ۚ ﴾ [اđĬŶאم، ١٥١/٦]، ﴿ Šَ ّ© ْ ¶Yُ َ Àِّ َْyُز¢ُ ُ§ ْ َوا ۜ ﴾ [اóĐŶاف، ١٥٥/٧]، ﴿ ² َ َYي Àِّ َ ْ[ُ© َوا ¢ ±ْ ®ِ﴿ ،[٢٤/٣٤ óìËĺ źو ģđęĤا ĵĥĐ ÙĨïĝĨ ً [ أ Yه﴾ [اóøŸاء، ٦٧/١٧]، وź ĵÜËĺ ıÖא إź] ٢٦ ُۚ َ Àِّ َٓ ا Êِّ َ ْu ُ ¹َن ا b ّאه»، ّאك»، «ذכÜóכ وإĺ إź ęÖאģĀ ÖאĭáÝøźאء أو اėĉđĤ أو Üכóار اĤכĭאÙĺ،» Ĩא ÛĻĭĐ إź إĺ ّאك»». «أدijĐك إĺ ٌ ّùĥĤאن، واĤכאف ÕāĬ أي Ĺİ ħĥƪ ُ א ø ّ وأĨא اóĐŸاب: ïĝĘ Ĝאل اģĻĥíĤ īÖ أïĩè:» إĺ ،ïèوا فóéÖ ċęĥÝĤا īכĺ ħĤ ÛĨïĜّ ذاÍĘ «كï×đĬ» :ÛĥĜ تóìأ ّ ijĤو ،ÙĨïĝÝĨ Ùĺאĭכ ùĥƪאن ĩÝĻĤכī įĭĨ أو Ŷن اĤכאف وİïèא إذا ÛĨïĝÜ üאÛıÖ כאف ِ א Ĥ ً ĩĥƪ ُ ø ١ א» ّ õĘادوا «إĺ اýÝĤ×įĻ ÉĘزاijĤا اÝüź×אه ñıÖا». اñİ أن įĬאĻÖو ،ÙĘאĄŸאÖ ăęì כאفĤوا įĻĥĐ ģđęĤا عijĜijĤ َ Õāُ ّ اء: إĩĬא Ĭ وĜאل اóęĤ .ï×đĬ כùęĬ :כĤijĜ ÙĤõĭĩÖ כĭĻđÝùĬو كï×đĬ :ÛĥĜ ijĤ כĬÍĘ ؛ēĻĥÖ ĵĭđĨ ÙĩĥכĤا هñİ אدةĺز ĹęĘ :ĵĭđĩĤا אĨوأ وإن כאن أوõä Ĥכī ĹĘ ñİا اħčĭĤ ijĘاïÐ زواïÐ: ijĨاÙĝĘ رؤوس اŴي، وĹęĬ اđĤ×אدة Ʃ اų إĵĤ اđĤ×אدة īĨ óčĬ ijİو įùęĬ دون ųا Ʃ óכñÖ Ùĺاï×Ĥا ُ אıĥäوأ ƫ ،ųا Ʃ óĻĔ īĐ ÙĬאđÝøźوا مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ ĵĥĐ مŻùĤا įĻĥĐ ٢ אĭĻ×Ĭ Ùäدر ijĥĐ óıČ اñıÖو ،ųا Ʃ ĵĤإ אدة×đĤا īĨ ź ،اءóđýĤا﴾ [±Àِ u۪ ·ْÁَ~َ ¿\ّ۪رَ َ ¿ِ®َ َ ِ ّن ۚ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٤٠/٩ [وijĜل ĵøijĨ:﴿ ا Y³ََ®َ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن įĤijĝÖ:﴿ ا .ėĺóü ħĥĐو ėĻĉĤ ĵĭđĨ ijİو] ٦٢/٢٦ א ĹĘ أول ّ ٥ إĺ ٤ ÉÖن ٣ ijĝĬل: אĬŶ ،çĀ ولŶאÖ ĵęÝاכ ijĤو﴾ كY َ َ Àِّ ر ﴿ا ّ َ כó ħِ Ĥ :אلĝĺ źو ّא، ُãĻÝèإÜĵĤכóاراĤכאفĘכñا إĺ اĤכŻمכאĤכאفĹĘآóìه، وijĤ Ĝאل: «đĬ×ïكوĭĻđÝùĬכ» ا ƪאه. ١ ر: إĺ ٢ ح + ïĩéĨ. ٣ ر - ĬŶא. ٤ ر: ĭĥĜא. ٥ ر: Ŷن. ٥ ١٠ ١٥ 214 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ayrıca bunun tekrarı, her birinde ayrı bir anlam ifade eder, “Yalnız Sana kulluk ederiz, başkasına değil; yalnız Senden yardım dileriz, başkasından değil.” anlamı ortaya çıkar. İbadet ederiz: İbadet dilde pek çok mânaya gelir. Birincisi zillet ve kahırdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ İsrâiloğulları’nı baskı altına aldın (‘abbedte)” [ eş-Şuarâ 26/22], yani onları zelil kıldın diye. Arapların Tarîkun mu‘abbedun (çok çiğnenmiş yol) ifadesi de bu mânadadır. Şair şöyle der: Süratli ve safkan beyaz develerle yarışır İyice çiğnenmiş yol üzerinde arka ayakları ön ayaklarının kalktığı yeri derhal takip eder (çok süratli koşar) Ba‘îrun mu‘abbedun ifadesi “katranla boyanmış deve” anlamına gelir. Şair Tarafe şöyle der: Nihayet tüm aşiret beni bırakıverdi Tıpkı katrana bulanmış deve gibi bir başıma bırakıldım Buna göre ibadet, Allah Teâlâ karşısında tezellül (zillet içinde olmak) anlamında el-‘abd kelimesinden gelir. İkincisi, ikram ve izzet anlamındadır. Ba‘îrun mu‘abbedun ifadesi “kendisine ikram edilen deve” anlamında kullanılır. Hâtim [et-Tâî] şöyle demiştir: Diyor ki: (Malın) sende kalsın, çünkü ben Malın cimrilerin elinde kıymetli olduğunu düşünürüm Buna göre ibadet eden (el-‘âbid), hizmet izni almış olmakla ikrama nâil olmuş kimse demektir. Üçüncüsü, burun kıvırma ve geri durma anlamındadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki eğer Rahmân’ın evladı olsaydı ben ilk yüz çevirenlerden olurdum.” [ ez-Zuhruf 43/81]. Bu âyetteki el-‘âbidîn kelimesinin elif harfinin hazfedilerek [yani el-‘abidîn şeklinde] okunması hâlinde anlam böyle olur. Şair şöyle der: İşte bunlar benim atalarım, hadi sen de getir onların dengini Ben Küleyb (oğullarının) Dârim (oğulları) tarafından hicvedilmesinden geri dururum. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 215 .óĻĔ ź ٢ כĭĻđÝùĬو óĻĔ ź كï×đĬ أي ،داóęĨ אĩıĭĨ ïèوا ģכĤ ěĻĝéÜ ١ وŶن Üכóاره :ĵĤאđÜ אلĜ ،óıĝĤوا ģĻĤñÝĤا :אİïèأ ،אنđĩĤ ÙĕĥĤا ĵĘ אدة×đĤאĘ ﴾ïُ ُ × ْ đَ Ĭ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ěĺóĈ» :ħıĤijĜ įĭĨو .ħıÜóıĜ ħıÝĥّ ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ] ﴾©اóđýĤاء، ٢٢/٢٦] أي ذĤ َ ٓ³۪¿ ا َ ْu َت \ َ ْن َ ّ[ ﴿ا ٣ :óĐאýĤا אلĜ ،ÏĈijĤا ةóáכÖ ģĤñĨ أي» ï ƪ × َ đُ Ĩ ïِ ƪ × َ đُ ْ ٍر Ĩ ijَ ْ َق Ĩ ijĘَ אęĻً Čِ َ َ ِČ ًęĻא و َ ْÛ و đَ ×ْ Üَ َ ٍ אت وأ Ļäא ِ Ĭَ אĜאÝ ً Đِ אريِ َ ×ُ Ü ٤ :ÙĘóĈ אلĜ ،انóĉĝĤאÖ ƭ Ĺِ ĥĉْ َ Ĩ أي» ï ƪ × َ đُ Ĩ óĻđÖ»و ٥ ïƪ ×đĩĤا óĻِ đِ َ َ اĤ× َ اد ْ ُت ْإóĘ دóِĘْ ُ َא وأ َ ُة ُכıĥƫ óĻýِ َ đĤاْ Ĺĭِْ Ýَ Ĩאéَ َ َ ْن Ü َ أ ِإĵĤ .ĵĤאđÜ ų Ʃ ģĤñÝĤا ٦ ijİ ï×đĤا īĨ אدة×đĤאĘ ٨ :ħÜאè אلĜ ،مƪ ُ َכó Ĩ أي ï ƪ × َ đُ Ĩ óĻđÖ :אلĝĺ ٧ واáĤאĹĬ: اŸכóام واõĐŸاز، ïƪا ٩ × َ đُ Ĩ īĻĥ َ ìא×Ĥا ِ ïَ ْ َى َ اĩĤאل ِĭĐ َر Ĺĭƪ أ ĬÍĘ כĻĥĐ َ כْ ùĨأ ِ źأ لijُ ĝُ َ Ü م ÖאŸذن ĹĘ اÙĨïíĤ. ƪ ُ َכó ĩĤا ijİ اñİ ĵĥĐ ïÖאđĤאĘ َ ُل َّو َY۬ ا ²َ Yžَ u ٌ َ ªوَ ±ِٰ̄ nْ َ y«ّ ِ ِ ْن َ¦ َYن ª ] واĭÝøźכאف، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ¢ُ ْ ©ا ْ َÙę] ٢٦ب Ĭَ واáĤאßĤ: اŶ ١٠:óĐאýĤا אلĜ ،ėĤŶا فñè اءةóĜ ĵĥĐ ،[٨١/٤٣ ،فóìõĤا﴾ [±À َ u۪ ]َِ ْ اª ارمِ ïَ Öِ ١٢Õٌ ْ Ļĥَכُ ١١ĵåَ ْ ıُ َ ْن ĺ َ ُï أ × ْ Đَ َ أ ْ و ħıĥِ ْ áĩِ Öِ Ĺĭِْ Ñåِ Ęَ ĹÐאِ َ ُ َوĤِÑ َכ آÖ أ ١ ر: اÝĤכóار. ٢ ر: وīĻđÝùĬ Öכ. ْï.اóčĬ:دijĺاįĬ، ص ٢٠؛ اõĤاóİ ĬŷĤ×אري، ١٠٧./١ × َ đĤا īÖ Ùَ Ę َ óĉĤ َ ÛĻ×Ĥا ٣ Ùĝ×ĉĤا īĨ Ĺĥİאä óĐאü (م ٥٦٤/ ـİ ق ٦٠ ijéĬ .ت (ّ ّ اijĤاĹĥÐ يóכ×Ĥا ïđø īÖ אنĻęø īÖ ïْ × َ đĤا īÖ Ùَ Ę َ óĈَ وóĩĐ ijÖأ ijİ ٤ אبÝכÖ įĥøأر ħà įÐאĨïĬ ĹĘ įĥđåĘ ïĭİ īÖ وóĩĐ כĥĩĤאÖ ģāÜوا ïåĬ אعĝÖ ĹĘ ģĝĭÜو īĺóé×Ĥا ÙĺאدÖ ĹĘ ïĤو ،ĵĤوŶا .אÖאü ó×đכĩĤا įĥÝĝĘ ،אıÖ אهåİ ÙĘóĈ أن כĥĩĤا ēĥÖ אتĻÖŶ ،įĥÝĝÖ įĻĘ هóĨÉĺ (אنĩĐو īĺóé×Ĥا ĵĥĐ įĥĨאĐ) ó×đכĩĤا ĵĤإ ةijýĬ ؛١٨٢/١ ،Ù×ĻÝĜ īÖź اءóđýĤوا óđýĤا :óčĬا .óĻĕĀ انijĺد ĹĘ هóđü īĨ ظijęéĩĤا ďĩäو ،įÝĝĥđĨ هóđü óıüأ اóĉĤب īÖź ïĻđø اĹùĤïĬŶ، ص ٦١٦؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٢٣٩/٣ ْï.اóčĬ:دijĺاįĬ، ص ٢٥؛اõĤاóİ ĬŷĤ×אري، .١٠٧/١ × َ đĤا īÖ Ùَ Ę َ óĉĤ َ ÛĻ×Ĥا ٥ ٦ ر: Ĺİ. ٧ ح: اõĐŸاز واŸכóام. ّ (ت. ٤٦ ق İـ ٥٧٨/ م) Ęאرس üאóĐ ijäاد äאĹĥİ، ّ اĉéĝĤאĹĬ ĹÐאĉĤا ųا ï×Đ īÖ ħÜאè ّ ِïى َ Đ ijÖأ ijİ | ّ ٨ ح + اĉĤאĹÐ دŻÖ ĹĘ ģ×ä) ارضijĐ ĹĘ אتĨو ÙĻĬאùĕĤا óåè ÛĭÖ ÙĺאوĨ وجõÝĘ אمýĤا وزار ïåĬ ģİأ īĨ כאن ،دةijåÖ ģáĩĤا بóąĺ .١٥١/٢ ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا ؛٢٥٢/٣ ،óĻáכ īÖź ÙĺאıĭĤوا Ùĺاï×Ĥا :óčĬا .óĻĕĀ انijĺد įĭĨ ĹĝÖ ،óĻáכ هóđü .(Ïِ ّ ĻĈ .١٠٨/١ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٩ ؛»عïÖ» ،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛٤٥ ص ،ÛĻכùĤا īÖź ěĉĭĩĤا حŻĀإ :óčĬا .įĬاijĺد ĹĘ ijİ ÷ĻĤو زدقóęĥĤ ÛĻ×Ĥا ١٠ óĻùęÜ اĩĤאوردي، ٢٤١/٥ [اóìõĤف، ٨١/٤٣]. ١١ ح: أijåİ. ١٢ ح: כĻĥ×א. ٥ ١٠ 216 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buna göre el-‘âbid kelimesi efendisinden başkasının hizmetinden geri duran, başkasına bağlanmaya yanaşmayan, sadece ona kulluk edip ondan yardım isteyen anlamındadır. Dördüncüsü, emir ve yasakla mükellef tutmak anlamındadır. Bu anlamda te‘abbedehu ve iste‘bedehu (onu mükellef tuttu, emir ve yasak koydu) denilir. Şair şöyle der: [Bak şu işe!] Nimr b. Sa‘d bana emir vermiş, oysaki [daha düne kadar] Nimr b. Sa‘d bana boyun eğer, hizmetime koşardı Buna göre el-‘abd, Allah’ın emir ve yasakları ile mükellef olan kimse, el- ‘âbid de bu emir ve yasaklara uyan kimsedir. Bu ifadenin tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas “Bunun mânası, ‘Seni birleriz’ şeklindedir.” demiştir. İkrime de şöyle demiştir: Kur’ân’da geçen bütün ibadet kelimelerinden murat tevhiddir. Bütün tesbih kelimelerinden murat namaz, bütün kunut kelimelerinden murat itaat, bütün divan/koltuk kelimelerinden maksat üzerinde tüller bulunan döşekler, bütün kadeh kelimelerinden maksat şarap dolu kadeh, bütün rüzgâr kelimelerinden murat rahmet rüzgârı, bütün rîh (kasırga) kelimelerinden murat azap rüzgârıdır. Süfyân b. Uyeyne ve bir grup âlim şöyle demiştir: Bunun mânası, “Sana boyun eğer ve itaat ederiz.” şeklindedir. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: [Mânası] “Sana itaat ederiz.” şeklindedir. Dahhâk’in Abdullah b. Abbas’tan rivayet ettiğine göre Cebrâil Hz. Peygamber aleyhisselâma gelmiş ve “Ey Muhammed! İyyâke na‘budu demek, ‘Rabbimiz! Sadece Seni umarız, başkasını değil!’ demektir.” demiştir. Eğer tek başına bu rivayet sahih olsa, âyetin başka bir te’viline ihtiyaç kalmazdı. Dahhâk’in şöyle dediği nakledilir: Bunun mânası, “Seni umar, Senden korkarız.” şeklindedir ki O buna lâyıktır, çünkü “O, takvâya (sakınmaya) ehildir ve O mağfiret ehlidir.” [ el-Müddessir 74/56] buyurmuştur. Peygamberleri övgü sadedinde “Bize korku ve istek ile dua ederler.” [ el-Enbiyâ 21/90], 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 217 ٣ ěĥđÝĤا īĨ ėכĭÝùĺو هźijĨ óĻĔ ٢ ÙĨïì īĨ ١ ėĬÉĺ يñĤا ijİ اñİ ĵĥĐ ïÖאđĤאĘ .אهĺإ źإ īĻđÝùĺ źو ï×đĺ źو اهijùÖ ،įَ ه وĻıĬ َ óĨأ įęĥכƪ إذا» هï×đÝøوا ،هïَ ƪ × َ đَ Ü» :אلĝĺ ،ĵıĭĤوا óĨŶאÖ ėĻĥכÝĤا :ďÖاóĤا و ٤ Ĝאل اýĤאóĐ: ُ ďĉِ ْ ıُ Ĩَ ٌ و ďĻĉِ ُ Ĩ ĹĤِ ïٍ ْ đ َ ø īُ ْ Ö ُ óْ ĩĬِ َ َى و ُر أ ïْ Ĝَ َ ْ ٍï و đ َ ø īُ ْ Ö ُ óْ ĩĬِ ĹĬِïَ ƪ × َ đَ Ü . ُ Ĺ ِıَ Ý ْ ĭ ُ ُ اĩĤ óĩِ َ Ü ْ Ë ُ ĩĤا ijİ ïÖאđĤوا ،įĻıĬو ųا Ʃ óĨأ ėĥכĩĤا ƪ ijİ ï×đĤאĘ אĨ ďĻĩä :ÙĨóכĐ אلĜ ،«ïèijĬ אكّ ĺإ אهĭđĨ» :ġ אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ هóĻùęÜ אĨوأ ادóĩĤאĘ ç×ùÝĤا īĨ įĻĘ óذכ אĨ ďĻĩäو ،ïĻèijÝĤا אıÖ ادóĩĤאĘ אدة×đĤا īĨ آنóĝĤا ĹĘ óذכ īĨ įĻĘ óذכ אĨ ďĻĩäو ،ÙĐאĉĤا įÖ ادóĩĤאĘ تijĭĝĤا īĨ įĻĘ óذכ אĨ ďĻĩäو ،ةŻāĤا įÖ ďĨ حïĝĤا ĹıĘ سÉכĤا īĨ įĻĘ óذכ אĨ ďĻĩäو ،ÙĥכĤا אıĜijĘ ĵÝĤا رóùĤا ĹıĘ כÐراŶا įĻĘ óذכ אĨ ďĻĩä [أ اóýĤاب، وďĻĩä Ĩא ذכó įĻĘ īĨ اĺóĤאح ĹıĘ رĺאح اÙĩèóĤ،] ٢٧ .ÙÖijĝđĤا çĺر ĹıĘ çĺóĤا īĨ .ÙĐאĉĤאÖ أي ďąíĬو ďýíĬ כĤ אهĭđĨ :ÙĐאĩäو ٥ ÙĭĻĻĐ īÖ אنĻęø אلĜو ّאك ďĻĉĬ. ّ : إĺ وĜאل اīùéĤ اĤ×óāي įĻĥĐ اŻùĤم : ّ Ĺ×ĭĥĤ אلĜ مŻùĤا įĻĥĐ ģĺó×ä أن ġ אس×Đ īÖا īĐ אكéąĤا وروى ħĤ įÝĺروا ÛÝ×à ijĤ هïèو اñİو ،»كóĻĔ ź אĭÖر ijäóĬو ģĨËĬ أي ï×đĬ אكّ ĺإ ،ïĩéĨ אĺ» .اهijø ģĺوÉÜ ĵĤإ ãÝéĺ ْ ¹ٰى £َ َ ْ¶ ُ© ّ اcª ّאكijäóĬوíĬאفوijİأĤñĤģİכ،ĜאلđÜאĵĤ: ﴿ ُ¶¹َا وīĐاéąĤאكĜאل: ĭđĨאهإĺ ٦ ۜ﴾[اĬŶ×Ļאء٩٠/٢١،] ³ََY َرšَ ً[Yَوَرَ¶ ً[Y ²¹ُ uْ َ Àوَ ﴿:אءĻ×ĬŶحاïĨĹĘאلĜ،[٥٦/٧٤،óàïĩĤا﴾[ةِyَŸِ›ْ ¯َ ْ َ ْ¶ ُ©اª َوا ١ ر - ėĬÉĺ. .ÙĨïì īĐ :ح ٢ ٣ ح: īĐ اěĥđÝĤ. אدرāĩĤا īĨ óĻáכ ĹĘ ورد ïĜو ď ƪ ×ُ Ü ĵĤإ ÛĻ×Ĥا اñİ Ƽ אس×Đ īÖا ÕùĬ אكĭİو زرقŶا īÖ ďĘאĬ ģÐאùĨ ĹĘ ورد ÛĻ×Ĥا ٤ אحéāĤا ؛٩٧/١ ،يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ ؛١٥١ ص ،אس×đĤا īÖ ųا ï×Đ īĐ زرقŶا īÖ ďĘאĬ ģÐאùĨ :óčĬا .بijùĭĨ óĻĔ .١٠١/٢ ،ĹĈijĻùĥĤ אنĝÜŸا ؛»ï×Đ» ،يóİijåĥĤ ÙĘijכĤאÖ ïĤو ،ĹĤاijĩĤا īĨ ، ّ ّ (ت. ١٩٨ İـ٨١٤/ م) ّ ïéĨث اóéĤم اĩĤכĹ ّ اĤכĹĘij ĹĤŻıĤا ÙĭĻĻĐ īÖ אنĻęø ïĩéĨ ijÖأ ijİ ٥ .óĻùęÝĤا ĹĘ אبÝوכ ßĺïéĤا ĹĘ ďĨאåĤا :įęĻĬאāÜ īĨ .رïĝĤا óĻ×כ ħĥđĤا ďøوا ،Ùĝà אčĘאè כאن ،אıÖ ĹĘijÜو ÙכĨ īכøو اóčĬ: اĉĤ×ĝאت اĤכ×óى īÖź ïđø، /٥ ٤٩٧؛ وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٣٩١/٢؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٠٤/٣ ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٥٦/٧]. ٦ ر + وأóĨ įÖ اđĤ×אد ĝĘאل: ﴿َو ْادُ ¹ُه َržً¹ْY َو Žَ َ̄ ًY ٥ ١٠ ١٥ 218 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri kunut ehli hakkında “Âhiretten sakınır, Rabbinin rahmetini umar.” [ ez-Zümer 39/9] buyurmuş ve bunu emrederek “O’na korku ve ümit ile dua edin.” [ el-A‘râf 7/56] buyurmuştur. Mârifet ehli bir zât şöyle demiştir: İbadet, senin bütününün O’nunla meşgul olmasıdır. Bu; kalbin O’nun mârifeti ile, ruhun O’nun müşahedesi ile, nefsin O’nun hizmeti ile ve dilin O’nun övgüsü ile meşgul olmasıdır. Şöyle denilmiştir: İbadet, Rabbi yüceltip nefsi zelil etmektir. Şöyle denilmiştir: İbadet, kazâya rızâ, belâlara sabır ve nimetlere şükürdür. Şöyle denilmiştir: İbadet, Allah’ı haberinde tasdik etmek, kaderinde O’na boyun eğmek, emir ve yasaklarında O’na itaat etmek, teşvik ve sakındırmalarında O’na güvenmektir. Hak Teâlâ’nın “İbadet ederiz.” sözü ibadet ve ubûdeti ifade eder. İbadet kulluk etmek, ubûdet kul olmaktır. İbadet bir vakitle sınırlıdır ve onu yapmak taattir, ubûdet ise ebedîdir ve ondan geri kalmak günahtır. Doğru söylemek ibadettir ve her söylediğini yerine getirmek üzerine şart değildir, yalan söylememek ubûdettir ve yerine getirmeyeceği bir şeyi söylemek aslâ münasip değildir. İbadet Allah’ın hoşnut olduğunu yapmak, ubûdet Allah’ın her yaptığından hoşnut olmaktır. İbadet zekât ve sadaka yoluyla maldan vermek, ubûdet hırsızlık ve yağma sebebiyle malın gitmesinden hoşnutluk duymaktır. Ubûdetin sevabı ibadetin sevabından daha fazladır. Ebû Ümâme el-Bâhilî, Hz. Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Sultanın zulüm ve düşmanlık yoluyla aldığı bir tek dirhem, üç yüz bin dirhem sadaka vermekten daha hayırlıdır.” İbadet edene ‘âbid denilir, çoğulu ‘ubbâddır. Ubûdet sahibi ise ‘abddır, bunun çoğulu da ‘ibâddır. Allah Teâlâ melekleri, nebîleri ve müminleri her ikisi ile de övmüştür. Meleklerle ilgili olarak ibadet niteliği konusunda “O’na ibadet konusunda kibirlenmezler.” [ el-Enbiyâ 21/19] buyurmuş, ubûdet niteliği konusunda, “Aksine onlar değerli kullardır.” [ el-Enbiyâ 21/26] buyurmuştur. Nebîler hakkında “Onlar bize ibadet eden kimselerdir.” [ el-Enbiyâ 21/73], “İbadet ehli için uyarıdır.” [ el-Enbiyâ 21/74] buyurmuş, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 219 :אلĝĘ óĨوأ] ٩/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [µ۪ \ِّرَ_ ََ̄ nْ رَ ا¹jُ yَْ Àوَ ةَyَrِ Êا ٰ ْ رُ wَ oْ َ À﴿ ÛĬאĝĤا ěè ĹĘ אلĜو . ١ ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٥٦/٧] ﴿َو ْادُ ¹ُه َr¹ْ žًY َو Žَ َ̄ ًY ģĕüو įÝĘóđĩÖ ÕĥĝĤا ģĕü ijİو įÖ כĥכ ģĕü אدة×đĤا :ÙĘóđĩĤا ģİأ ăđÖ אلĜو اóĤوح ýĩÖאįÜïİ وģĕü اęĭĤ ÷įÝĨïíÖ وģĕü اùĥĤאن ِįÝèïĩÖ. وģĻĜ: اđĤ×אدة إŻäل اóĤب وإذźل اęĭĤ÷. .אءĩđĭĤا ĵĥĐ óכýĤوا ءŻ×Ĥا ĵĥĐ ó×āĤوا] أ وģĻĜ: Ĺİ اĄóĤאء ÖאąĝĤאء [٢٧ ،óĨوأ ĵıĬ אĩĻĘ ٢ ÙĐאĉĤوا ،رïĜّ אĩĻĘ įĤ אدĻĝĬźوا ،ó×ìأ אĩĻĘ ųا Ʃ ěĺïāÜ Ĺİ :ģĻĜو واÙĝáĤ ĩÖא ّرÕĔ ّ وñèر. هïĭÖ دتij×Đو دنóŘ ĵŜïĭÖ אدت×Đ .دةij×đĤا īĨو אدة×đĤا īĨ ﴾uُ ]ُ ْ َ ²﴿ :įĤijĜ ħà ijÖدن، Đ×אدت ÛĜijĨ اÛø وان کردن ĈאÛĐ اÛø وĐ×ijدت ïÖËĨ اÛø وان ĨאïĬن دتij×Đ īÝęŜ אĬ دررغ ĵĬ ijÜ óÖ آوردن įĩİ Ûøا אدت×Đ īÝęŜ Ûøرا ،Ûøا ÛĻāđĨ نïĺïĭùŊ دتij×Đ دïĭøپ اىïì įœĬآ دنóŘ אدت×Đ ،ĵĬ روا īÝęŜ دروغ őĻİ Ûøا آįœĬ ïìاى כïĭ، Đ×אدت داد ز Ĩאل ěĺóĉÖ زכijة وÙĜïĀ Đ×ijدت ijìش ijÖدن īÝĘóÖ Ĩאل ĕÖאرت و įĜóø، و ijàاب اīĺ ûűÖ از ijàاب آن. ّ Ṡ أįĬ Ĝאل: «درħİ واïè ñìÉĺه اĉĥùĤאن Ĺ×ĭĤا īĐ Ġ ّ روى أijÖ أĨאÙĨ اĤ×אĹĥİ ٣ «.ħİدر ėĤأ ÙÐאĩàŻáÖ قïāÝĺ أن īĨ óĻì اءïÝĐوا אĩĥČ ųا Ʃ ،وïĨïĜح ُ َאد × ِ đĤاį ُ đĩäوïٌ ْ × َ Đدةij×đĤاÕèאĀو، ُ ƪאد × ُ đĤاį ُ đĩäو،ïِ ٌ Öאَ وĀאÕèاđĤ×אدةĐ ونَ yُ]ِ§ْ cَْ َ ÀÊَ﴿ :אدة×đĤاÙęĀĹĘÙכÐŻĩĤاěèĹĘאلĝĘאĩıÖīĻĭĨËĩĤواīĻĻ×ĭĤواÙכÐŻĩĤاĵĤאđÜ َ ْ© َِ[ ٌYد ُR ْ§َyُ ®¹َن﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٢٦/٢١] وĜאل \﴿ :دةij×đĤاÙęĀ ĹĘ אلĜو] ١٩/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [µ۪ ِ bدYَ ]َِ ±ْ َ [٧٤/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [±À َ u۪ ِ \Yَ ْ «ِ ª ىyٰ ْ ِ ۪u َ À±] ﴾اĬŶ×Ļאء، ٧٣/٢١]، ﴿َوِذ¦ \Yَ Y³ََ ¹ُا ª ²Y¦َوَ ﴿:אءĻ×ĬŶا אدة×Đ ĹĘ ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٥٦/٧]. ١ ر - وأóĨ ĝĘאل: ﴿َو ْادُ ¹ُه َržً¹ْY َو Žَ َ̄ ًY ٢ ح ر + įĤ. .įĻĥĐ ėĜأ ħĤ ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 220 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri onların ubûdeti konusunda da “Muhakkak o şükreden bir kul idi.” [ el-İsrâ 17/3], “O iki hanım, sâlih iki kulumuzun nikâhı altında idi.” [ et-Tahrîm 66/10], “Muhakkak o bizim mümin kullarımızdan idi.” [ es-Sâffât 37/132], “Kullarımızı an!” [ Sâd 38/45], [Sâd 38/41], “Ne güzel kuldur!” [ Sâd 38/30], “Dedi ki: Ben Allah’ın kuluyum.” [ Meryem 19/30], “Kuluna Furkān’ı indirdi.” [el- Furkān 25/1], “Kulunu gece vakti yürüttü.” [ el-İsrâ 17/1], “Ve kuluna vahyetti.” [ enNecm 53/10], “Ve Allah’ın kulu kalktığı vakit.” [el-Cinn 72/19] buyurmuştur. Müminlerle ilgili olarak ibadet niteliği konusunda “Tövbe edenler, ibadet edenler.” [ et-Tevbe 9/112] buyurmuş, ubûdet niteliği konusunda ise “Ey kullarım!” [ el-Ankebût 29/59] buyurmuştur. İbadetin kapsamına gafletsiz namaz, gıybetsiz oruç, minnetsiz sadaka, gösterişsiz hac, insanlar işitsin derdi olmaksızın gazâya çıkmak, eziyet etmeden köle azat etmek, bıkmadan zikir, âfete bulaştırmadan yapılan diğer ibadetler girer. Ubûdetin kapsamına ise husumetsiz rızâ, şikâyetsiz sabır, şüphesiz yakîn, gaybetsiz müşahede, dönüşsüz yönelme, kopuşsuz vuslat girer. Şöyle denilmiştir: Ubûdetin hakikati iddiayı terk etmek, eziyete tahammül etmek ve Mevlâ’yı sevmektir. Şöyle denilmiştir: O, dünyanın sende bir kıymetinin olmaması, iki kâinatın kalbinde hiçbir tesirinin bulunmamasıdır. Şöyle denilmiştir: O hadleri muhafaza etmek (Allah tarafından belirlenen kaidelere riayet etmek), ahde vefa göstermek, var olana razı olmak, olmayanı istemeyi terk etmektir. Şakīk-ı Belhî şöyle demiştir: O, dünyayı ehline terk edip âhireti hakkıyla talep etmen ve hevânı Allah’ın kazâ ve rızâsının altına alman, ölüme ve kıyamete hazırlanmandır. Şöyle denilmiştir: Onun alâmeti, senin mertebeni yükselttikçe tevazuunun, malını artırdıkça cömertliğinin, ömrünü uzattıkça itaatinin artmasıdır. Şöyle denilmiştir: O, minneti görmek, hizmette gayretkeş olmak ve son nefesten korkmaktır. Birincisi Hz. İbrahim’e aittir. Nitekim şöyle demiştir: “Beni yaratan O’dur ve O bana hidâyet eder.” [ eş-Şuarâ 26/78]. İkincisi Hz. Muhammed aleyhisselâma aittir. Nitekim Hz. Peygamber ayakları şişinceye kadar namaz kılmıştır. Üçüncüsü doğru sözlü Hz. Yûsuf’a aittir. Nitekim şöyle demiştir: “Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihlere ilhak et.” [Yûsuf 12/101] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 221 ±ْ ®ِ ±ِÀْuَ]ْ َ aَ oْ َ b Ycََ َ ُµ َ ¦َYن َ ْ[ ًuا ‚َ ُ§ ¹ًرا﴾ [اóøŶاء، ٣/١٧]، ﴿َ¦Y² ²ِّ ا ﴿:ħıÜدij×Đ ĹĘ אلĜو ْ ُْ̄Qِ®³۪ َÁ±] ﴾اāĤאĘאت، ١٣٢/٣٧]، ﴿َو ْاذُ¦ْy ªا Yَ ²دYِ ]َِ ±ْ ®ِ µُ َ ²ِّ ا ﴿،]١٠/٦٦ ،ħĺóéÝĤا﴾ [±ِÁْoَ ِ ªY†َ Yَ َِ[ ِYد² َ َYل ۜ﴾ [ص، ٣٠/٣٨]، ﴿¢ uُ ]ْ َ ْ ِ ْ َ اª Y] ﴾ص، ٤١/٣٨]، ﴿² َٓ Y] ﴾ص، ٤٥/٣٨]، ﴿َو ْاذُ¦ْy َ ْ]َu² َٓ َِ[ َYد² ِ َ ْ[ِuه﴾ َ ْ~ ٰyى \ ٰ« َ ْ[ِu۪ه﴾ [اĜóęĤאن، ١/٢٥]، ﴿ا َ َYن َ» ¢yْŸُ ْ ََل اª {َّ ²﴿ ،[٣٠/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ِٰ Ãا ّ uُ ]ْ َ ¿²ِّ۪ ا [١٩/٧٢ ،īåĤا﴾ [ِٰ Ãا ّ uُ ]ْ َ مYَ َ ¢ Yَ ¯ّ َ ª µُ َ ²َّ ٰ« َ ْ[ِu۪ه﴾ [اħåĭĤ، ١٠/٥٣[،﴿ َوا ªِ ٓ« ا َْو ٰn [اóøŸاء، ١/١٧]، ﴿žَY ِ ُu َون﴾ [اÙÖijÝĤ، ١١٢/٩ [وĜאل ĹĘ \Yَ ْ ُِ[ ¹َن اª َٓYئ cªّ َ ا ﴿:אدة×đĤا ÙęĀ ĹĘ īĻĭĨËĩĤا ěè ĹĘ אلĜو َY َِ ]ِYدَي﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٥٩/٢٩]. À﴿ :دةij×đĤا ÙęĀ إراءة ŻÖ ãéĤوا ÙĭĨ ŻÖ ÙĜïāĤوا Ù×ĻĔ ŻÖ مijāĤوا ÙĥęĔ ŻÖ ةŻāĤا אدة×đĤا īĩĘ īĨو ،ÙĘآ ŻÖ אتĐאĉĤا óÐאøو ÙĤŻĨ ŻÖ óכñĤوا Ù ّ ĺأذ ŻÖ ěÝđĤوا Ùđĩø ŻÖ وõĕĤوا Ù×ĻĔ ŻÖ دijıýĤوا Ùı×ü ŻÖ īĻĝĻĤوا Ùĺכאü ŻÖ ó×āĤوا ÙĨijāì ŻÖ אĄóĤا دةij×đĤا .ÙđĻĉĜ ŻÖ אلāÜźوا Ùđäر ŻÖ אل×ĜŸوا ] وÕè اĵĤijĩĤ. وģĻĜ: وģĻĜ: ÙĝĻĝè اđĤ×ijدة óÜك اijĐïĤى واĩÝèאل اŶذى [٢٧ب ودïéĤا ċęè Ĺİ :ģĻĜو .óàأ כ×ĥĜ ĹĘ īĻĬijכĥĤ źو óĉì كïĭĐ אĻĬïĥĤ نijכĺ ź أن Ĺİ واĘijĤאء ÖאijıđĤد واĄóĤאء ÖאijäijĩĤد وóÜك ÕĥĈ اijĝęĩĤد. Ʃ اų: Ĺİ óÜك اĻĬïĤא ıĥİŶא وÕĥĈ اóìŴة ıĝéÖא وأن ģđåÜ ١ رįĩè وĜאل ěĻĝü ijİاك ÛéÜ ąĜאء Ʃ اų ورĄאه واïđÝøźاد ijĩĥĤت واĻĝĤאÙĨ. źإ כĤאĨ ĹĘ ïĺõĺ źو ،ďĄاijÝĤا ĹĘ زدت źإ כÝđĘر ĹĘ ïĺõĺ ź أن אıÝĨŻĐ :ģĻĜو .ÙĐאĉĤا ĹĘ زدت źإ كóĩĐ ĹĘ ïĺõĺ źو ،אوةíùĤا ĹĘ زدت :אلĜ ßĻè ģĻĥíĥĤ ولŶאĘ ،ÙĩÜאíĤا فijìو ÙĨïíĤا ïıäو ُ ÙĭĩĤا Ùĺرؤ Ĺİ :ģĻĜو ÛĨرijÜ ĵÝè» אمĜ ßĻè ÕĻ×éĥĤ ĹĬאáĤوا ،]٧٨/٢٦ ،اءóđýĤا﴾ [ۙīĺ ِ ï۪ ْ ı َ ĺ َ ijُ ıَ Ę Ĺ۪ ĭَ ĝĥَìَ يñ۪ Ĥƪَ ﴿ا ﴾ َ īĻé۪ ِ Ĥא ƪ āĤאِÖ Ĺ۪ ĭ ْ ĝéِ Ĥَْ ا َ ً و ِĩא ĥ ْ ùُ Ĩ Ĺ۪ ĭƪ Ę َ ijَ Ü﴿ :אلĜ ßĻè ěĺïāĤا ėøijĻĤ ßĤאáĤوا ٢ ĨïĜאه»، .[١٠١/١٢ ،ėøijĺ] ëĺאýĩĤا óĻİאýĨ īĨ ،ĹĘijĀ ïİزا) م ٨١٠ /ـİ ١٩٤ .ت (ّ Ĺíĥ×Ĥا ّ زديŶا ĹĥĐ īÖ ħĻİاóÖإ īÖ ěĻĝü ĹĥĐ ijÖأ ijİ ١ įĭĐ ثïèو ħİأد īÖ ħĻİاóÖإ ÕéĀ ،אنøاóì رijכÖ (ÙĻĘijāĤا (الijèŶا مijĥĐ ĹĘ ħĥכÜ īĨ أول įĥđĤو אنøاóì ĹĘ ijÖوأ Ĺíĥ×Ĥا ħĀŶا انijĭĐ īÖ ħÜאè įĭĐ وروى ÙęĻĭè ĹÖوأ óĻáכ īÖ אد×Đو ĹĥÖŶا ųا ï×Đ īÖ óĻáכ ħüאİ ĹÖأ īĐو ،óאכùĐ īÖź ěýĨد ëĺאرÜ :óčĬا .)óıĭĤا وراء אĩÖ) نźijכ وةõĔ ĹĘ ïıýÝøا ،ونóìوآ Ĺíĥ×Ĥا وóĩĐ īÖ ïĩéĨ ïĻđø ١٣١/٢٣؛ وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٤٠٥/٢؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، /١٦ ١٠١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٧١/٣ .١٧ ģĻĤا אمĻĜ ،ĹÐאùĭĤا īĭø ؛١ رةijø óĻùęÜ ،אريí×Ĥا çĻéĀ ٢ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 222 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İbadet, Allah Teâlâ’nın insanlar ve cinleri kendisi için yarattığı şeydir. Bu hususta Hak Teâlâ “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” [ ez-Zâriyât 51/56] buyurmuştur. İbadeti umumi olarak insanlara emredip “Ey İnsanlar! Rabbinize ibadet edin.” [ el-Bakara 2/21] buyurmuştur. Nebîlere tahsis edip “Biz senden önce hiçbir resul göndermedik ki kendisine Allah’tan başka ilâh yoktur, bana ibadet edin diye vahyetmiş olmayalım.” [ el-Enbiyâ 21/25] buyurmuştur. Aralarından Hz. Mûsâ’ya tahsis edip “Ben, elbette Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur, o hâlde Bana ibadet et.” [ Tâhâ 20/14] buyurmuştur. Ümmetler hakkında “Biz her bir ümmete, Allah’a ibadet edin diye elçi gönderdik.” [ en-Nahl 16/36] buyurmuş, her bir nebînin kıssasında “Ey Kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur.” [ el-A‘râf 7/65] buyurmuş, İsrâiloğulları hakkında “Hani biz İsrâiloğulları’ndan Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz diye söz almıştık.” [ el-Bakara 2/83] buyurmuş, Hz. Îsâ’nın kavmi hakkında “Ve Allah elbette benim de sizin de Rabbinizdir, o hâlde O’na ibadet edin.” [ Meryem 19/36] buyurmuş, ümmet-i Muhammed hakkında “İş bu ümmet sizin bir tek ümmetinizdir, Ben de Rabbinizim, o hâlde Bana ibadet edin.” [ el-Enbiyâ 21/92], “Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” [ en-Nisâ 4/36], “O’na ibadet edin ve O’na şükredin.” [ el-Ankebût 29/17], “Sadece bana ibadet edin.” [ el-Ankebût 29/56] buyurmuş, sonra bunu Hz. Muhammed aleyhisselâma tahsis edip “O’na ibadet et ve O’na tevekkül et.” [ Hûd 11/123], “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” [ el-Hicr 15/99], “O’na ibadet et ve ibadetinde sabırlı ol.” [ Meryem 19/65], “Aksine sadece Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.” [ ez-Zümer 39/66] buyurmuş, ona bunu dili ile de söylemesini emrederek “De ki: Ben Allah’a ibadet ederim, dinimi sadece O’na halis kılarak.” [ ez-Zümer 39/14] buyurmuş, bize de aynı şeyi emredip “Yalnız Sana kulluk ederiz.” [ el-Fâtiha 1/4] buyurmuştur. “Yalnız Senden yardım dileriz.” yani yardımı sadece senden talep ederiz. Çünkü istif‘âl veznindeki sîn harfi talep ve isteme anlamı katar. Mârifet ehlinden bir zât şöyle demiştir: Bu, muayene (ayan beyân görme) talebidir, yani “Senden, sanki Seni görüyormuşçasına ibadet etmemizi nasip etmeni istiyoruz.” anlamındadır. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselâmın, “İhsan, sanki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir, çünkü sen O’nu görmesen de O seni görüyor.”1 buyurduğu sabittir. 1 Buhârî, “Tefsîru Sûreti Lukmân”, 2; Müslim, “Îmân”, 1. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 223 }َ ²ْ ِ َ َو ْاÊ ±ّ kِ ْ ªا aُ ْ £َ «rَ Y®َوَ ﴿:אلĝĘ ١ אıĤ ÷ĬŸوا īåĤا ĵĤאđÜ ųا Ʃ ěĥì ٌ ħà اđĤ×אدة أóĨ َ ُ Yس ْا ُ[ ُuوا ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :אلĝĘ مijĩđĤا ĵĥĐ אسĭĤا įÖ óĨوأ] ٥٦/٥١ ،אتĺارñĤا﴾ [ونِ uُ ]ُ ْÁَِ ª َ Êِّ ا ¿n¹ ۪ٓ ُ ² َ Êِّ َ ْ[ِ» ¥َ ِR ±ْ َر ُ~ ¹ٍل ا ¢ ±ْ ®ِ Y³َ ْ َْرَ~» َ ُ§ ُ﴾ [اĤ×óĝة، ٢١/٢] وÿì ıÖא اĬŶ×Ļאء ĝĘאل: ﴿َوَRٓY ا َرّ\ َ ۪ـٓ³¿ ²ِّ ا ﴿:אلĝĘ ĵøijĨ ħıĭĻÖ īĨ ÿì [٢٥/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ونِ uُ ]ُ Yْ žَ ۬Yَ ²َ َٓ ا Êِّ ٰ َµ ا ªِ Ê ا َٓ µُ َ ²َّ ا µِÁَْ ªِ ا ِ ©ّ¦ُ ¿ž۪ Y³َgْ َ َ \ uْ£ََ ªوَ ﴿:ħĨŶا ěè ĹĘ אلĜو] ١٤/٢٠ ،įĈ] ﴾¿ۙ²۪uْ ]ُ Yْ žَ ۬Yَ ²َ َٓ ا Êِّ ٰ َµ ا ªِ Ê ا َٓ ُ ٰ Ãا ّ Yَ ²َ ا ِ ْا ُ[ ُuوا ّ اà َٰ ¹َْم ¢ Yَ À﴿ :Ĺ×Ĭ ģכ ÙāĜ ĹĘ אلĜو] ٣٦/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [َٰ Ãا ّ واuُ ]ُ اْ نَِ َ ٍ_ َر ُ~ ¹ًÊ ا ®ّ ُ ا ¿ٓ³۪ َ \ قY َ gÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٦٥/٧] وĜאل ĹĘ ĹĭÖ إóøاģĻÐ:﴿ َوا هُyُÁْ šَ µٍ ٰ ªِ َ ُ§ ْ ِR ±ْ ا ª Y®َ ْ §ُ ُ َ ّ اà َٰ َرّ۪\¿ َوَرّ\ ِ ّن واَ ﴿:ĵùĻĐ مijĜ ěè ĹĘ אلĜو] ٨٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [َٰ Ãا ّ َ Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ ©َ Àأ۪ ٓyَ~ْ ِ ا ۬Yَ ²َ ۘ َوا َ ً_ َو ِ اn َuًة ®ّ ُ َ ُc ُ §ْ ا ®ّ ُ َ ٰ¶ ِw۪هٓ ا ِ ّن ا ﴿:ÙĨŶا هñİ ěè ĹĘ אلĜو] ٣٦/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۜ وهُ uُ ]ُ Yْ žَ [٣٦/٤ ،אءùĭĤا﴾ [Yـًٔ Áْ‚َ µ۪ ِ ِ ُ¦¹ا \ ُ ُ§ ْ žَ ْY ُ ]ُu ِون﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٩٢/٢١] وĜאل: ﴿َو ْا ُ[ ُuوا ّ اà َٰ َوَÊ ُb ƒْy َرّ\ َ َYي žَ ْY ُ ]ُu ِون﴾ [اĭđĤכ×ijت، ۜ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ١٧/٢٩] وĜאل: ﴿ِžَYّÀ µُ َ وĜאل: ﴿َو ْا ُ[ ُu ُوه َو ْ ا‚ ُ§ُyوا ª ۜ﴾ [ijİد، ١٢٣/١١] وĜאل: µِÁَْ «َ ©ْ َ ¦ّ ¹ََ bوَ هُuْ ]ُ Yْ žَ﴿ :אلĝĘ Ṡ ĵęĉāĩĤا įÖ ÿìو] ٥٦/٢٩ ﴾ۜ µ۪ ِ bدYَ ]َِِ ª yْ]َِ †ا ْ وَ هُuْ ]ُ Yْ žَ﴿ :אلĜو] ٩٩/١٥ ،óåéĤا﴾ [±Áُ £۪Áَْ ªا ¥َ Áَِ b ْ Oَ À »ٰ cّnَ ¥َ َ ﴿َو ْا ُ[ ْu َرّ\ ۪ َ À±] ﴾اóĨõĤ، ٦٦/٣٩ [وأóĨه أن ijĝĺل y¦Yِ َ ƒªا ّ ±َR ِ ±ْ¦ ُ وَ uْ ]ُ Yْ žَ َٰ Ãا ّ© ِ َ [ħĺóĨ، ٦٥/١٩ [وĜאل: ﴿\ َ ُµ ۪د ۪Àۙ³] ﴾¿اóĨõĤ، ١٤/٣٩ [وأĬóĨא įÖ أąĺא ª Y‡ً «ِsْ ®ُ uُ ]ُ ْ َ ذĤכ ÖאùĥĤאن أąĺא ĝĘאل: ﴿ِ¢ُ© ّ اà َٰ ا .[٤/١ ،ÙéÜאęĤا﴾ [uُ ]ُ ْ َ َ َ Yك ² Àِّ أن ijĝĬل: ﴿ا ] ÍĘن īĻø اđęÝøźאل أ ۜ﴾ أي ÕĥĉĬ اijđĤن وįĤÉùĬ؛ [٢٨ ±Áُ ۪ cَْ َ َ َ Yك ² Àِّ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا ÕĥĉĥĤ واËùĤال. ٢ وĜאل ăđÖ أģİ اÙĘóđĩĤ: Ĺİ ÕĥĈ اīĻđĤ أي ĤÉùĬכ أن ĭĥđåÜא đĬ×ïك כĭĬÉא اهóÜ īכÜ ħĤ نÍĘ اه؛óÜ כĬכא ųا Ʃ ï×đÜ أن אنùèŸا «أن ßĺïéĤا ĹĘ Û×à ïĝĘ ،כĭĺאđĬ ٣ .«اكóĺ įĬÍĘ ١ ح: ħİóĨÉĻĤ ıÖא. ٢ ح: כĬÉא. .١ אنĩĺŸا ،ħĥùĨ çĻéĀ ؛٢ אنĩĝĤ رةijø óĻùęÜ ،אريí×Ĥا çĻéĀ ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 224 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Âyetin mânası, “Sana kulluk konusunda yalnız Senden yardım isteriz.” şeklindedir. Süddî şöyle demiştir: Gücümüzün yetmeyeceği şeyler konusundan yalnız Senden yardım dileriz. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Bizi yaratış amacı olan ibadet konusunda yalnız Senden yardım isteriz. İbn Uyeyne şöyle demiştir: Bizi Sana ibadetten alıkoyan şeytan ile muharebe konusunda yalnız Senden yardım isteriz. Mukātil şöyle demiştir: Dinimizi ve dünyamızı ıslah edecek yardımı her işimizde Senden dileriz. Bütün bu görüşleri birleştiren ifade şudur: Bize hakların edası, farzların yerine getirilmesi, kötülüklere tahammül ve maslahatları talep konusunda yardım etmeni Senden niyaz ederiz. Eğer, “Yardımı ancak amelden önce isteriz, dolayısıyla burada önce ‘Yalnız Sana kulluk ederiz.’ denmeden önce ‘Yalnız Senden yardım dileriz.’ denilmesi gerekmez miydi?” diye sorarlarsa buna verilecek cevap birkaç türlüdür. Birincisi: Vâv harfi iki şeyin bir aradalığını ifade eder, tertip ifade etmez. Bu yüzden burada anlam her ikisinin de istenmesi, ikisinden herhangi birinin terk edilmemesidir. Bir diğer cevap: Bu ibarenin mânası, “Yalnız Seni birleriz ve tevhidde sebat konusunda yalnız Senden yardım dileriz.” şeklindedir. Bir diğer cevap: Bu ibarenin mânası, “Tevhidin ardından itaatleri/ibadetleri eda konusunda yardım isteriz.” şeklindedir. Bir diğer cevap: Bu ibarenin mânası, “Hâlihazırda yalnız Sana kulluk eder, bunu gelecekte de devam ettirmek için Senden yardım isteriz.” şeklindedir. Bir diğer cevap: Bu ibarenin mânası, “Zâhirlerimizle yalnız Sana kulluk ederiz ki elimizden gelen budur. Bâtınlarımızı muhafaza etmen için ise Senden yardım dileriz, çünkü bâtınları dilediği gibi çekip çeviren Sensin.” şeklindedir. Bir diğer cevap: Bu ibarenin mânası, “Recâ hâliyle yalnız Sana kulluk ederiz, korku hâliyle yalnız Senden yardım dileriz.” şeklindedir. Bir diğer cevap: Bu ibarenin mânası, “Şükür olarak yalnız Sana kulluk eder, sabır konusunda yalnız Senden yardım dileriz.” şeklindedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 225 .כÜאد×Đ ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ĺوإ :אهĭđĨ :אĩıĭĐ ųا Ʃ ١ اīÖ Đ×אس رĵĄ وĜאل .įÖ אĭĤ ÙĜאĈ ź אĨ ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ّ : وإĺ وĜאل اïùĤي .כÜאد×Đ īĨ įĤ אĭÝĝĥì אĨ ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ وĜאل اīùéĤ: وإĺ .כÜאد×Đ īĐ אĭđĭĩĺ يñĤا אنĉĻýĤا ÙÖאرéĨ ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ وĜאل اīÖ ÙĭĻĻĐ: وإĺ وĜאل ĝĨאģÜ īÖ ĩĻĥøאن: أي Öכ ßĻĕÝùĬ ĹĘ أijĨرĬא ĩÖא ĭéĥāĺא ĹĘ دĭĭĺא ودĻĬאĬא. ģƫ واåĤאďĨ ĜŷĤאوģĺ: ĤÉùĬכ أن ĭĭĻđÜא ĵĥĐ أداء اijĝéĤق وإĜאÙĨ اóęĤوض وĩéÜ اĩĤכאره وÕĥĈ اāĩĤאçĤ. ّאك ĺإ įĤijĜ ģ×Ĝ īĻđÝùĬ אكّ ĺإ :אلĜ ŻıĘ ؛ģĩđĤا ģ×Ĝ ÕĥĉÜ אĩĬإ ÙĬijđĩĤا «:اijĤאĜ نÍĘ ،هijäو īĨ įÖاijåĘ «؟ï×đĬ .אĩıכóÝĺ źو אĩıÖ ĵÜÉĺ įĬأ :אهĭđĩĘ ،Õ×ÜóÝĥĤ ź ďĩåĤا ěĥĉĩĤ اوijĤا أن :אİïèأ ٢ ّאك īĻđÝùĬ ĵĥĐ اáĤ×אت واïĻèijÝĤ. ĺوإ ï ِ ّ èijُ ّאك Ĭ وآóì: أن ĭđĨאه إĺ وآóì: أن ĭđĨאه īĻđÝùĬ ĵĥĐ أداء اĉĤאĐאت ïđÖ اïĻèijÝĤ. ّאك īĻđÝùĬ ĵĥĐ ذĤכ ĹĘ اĝÝøź×אل. ĺوإ אلéĤا ĹĘ ï×đĬ אكّ وآóì: أن ĭđĨאه إĺ ċęè ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ĺوإ אĭđøو ĹĘ ĹÝĤا ĹıĘ אĬóİاijčÖ ï×đĬ אكّ وآóì: أن ĭđĨאه إĺ .אءýÜ ėĻכ אı×ĥĝÜ يñĤا ÛĬÉĘ אĭĭĈاijÖ ّאك īĻđÝùĬ ĵĥĐ اijíĤف. ĺوإ אءäóĤا ĵĥĐ ï×đĬ אكّ وآóì: أن ĭđĨאه إĺ .ó×āĤا ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ĺوإ óכýĤا ĵĥĐ ï×đĬ אكّ وآóì: أن ĭđĨאه إĺ ١ ر: ĝĘאل. ٢ ح: ĵĥĐ اïĻèijÝĤ. ٥ ١٠ ١٥ 226 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Bekir Verrâk şöyle demiştir: Bu ibarenin mânası: “Bizi yarattığın için yalnız Sana kulluk ederiz, bize hidâyet ettiğin için de yalnız Senden yardım dileriz.” şeklindedir. Muhammed b. Alî et-Tirmizî şöyle demiştir: Yalnız Sana kulluk ederiz, ibadetimiz saf olmasa da Sen kabul buyur. Yalnız Senden yardım dileriz, yardıma lâyık olmasak da Sen bize yardım lutfet. Ebü’l-Hasan el-Kannâd şöyle demiştir: Yalnız Sana kulluk ederiz, çünkü yaratıcı Sensin. Yalnız Senden yardım dileriz, çünkü yaratılanın yaratandan müstağni olması mümkün değildir. Şöyle denilmiştir: Yalnız Sana kulluk ederiz, çünkü biz kullarız. Yalnız Senden yardım dileriz, çünkü Sen kerem sahibi ve cömertsin. Şöyle denilmiştir: Yalnız Sana kulluk ederiz, çünkü Sen gerçek mâbutsun. Bu yola bağlı kalmak için de yalnız Senden yardım dileriz. Şöyle denilmiştir: Yalnız Sana kulluk ederiz, bu zâhirde zillettir. Hakikatte bâtında bunun izzet olduğunu kalplerimize öğretmen için yalnız Senden yardım dileriz. Şair şöyle demiştir: Boyunlar yakınlaşmak üzere eğildiğinde Bizden sana, onların izzeti zilletindedir Şöyle denilmiştir: Dünyevi alakaları ve yüz çevirmeyi bırakmak için yalnız Sana kulluk ederiz, bu hâl üzere sabit kalmak için yalnız Senden yardım dileriz. Çünkü bu bizim değil, Senin sayendedir. Şöyle denilmiştir: İhlâs ile yalnız Sana kulluk ederiz, sırlarımızın mükâşefesi için yalnız Senden yardım dileriz. Şöyle denilmiştir: Senin emrin ile yalnız Sana kulluk ederiz, ihsanın ile bu konuda yalnız Senin yardımını isteriz. Şöyle denilmiştir: Dua ile yalnız Sana kulluk ederiz, iddiaları bizden uzaklaştırman ve bizi hakikat bahçelerine döndürmen için yalnız Senden yardım dileriz. Şöyle denilmiştir: Muvaffakiyet ile yalnız Sana kulluk ederiz. Bizi muvaffak kıldığın bu kulluğun şükrünü eda edebilmek için yalnız Senden yardım isteriz. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 227 ّאك īĻđÝùĬ ĬŶכ ĭÝĺïİא. ĺوإ אĭÝĝĥì כĬŶ ï×đĬ אكّ وĜאل أijÖ Öכó اijĤراق: إĺ ّאك ĺوإ ،ÙĻĘאĀ óĻĔ ÛĬכא وإن אĭÜאد×Đ ģ×ĜאĘ ْ ï×đĬ אكّ ĺإ :يñĨóÝĤا ĹĥĐ īÖ ïĩéĨ אلĜو א وإن כĭא óĻĔ īĻĝéÝùĨ ĐŹĤאÙĬ. ƪ ĭĐِ َ Éَ Ę īĻđÝùĬ ّאك īĻđÝùĬ؛ Ŷن اijĭāĩĤع ّאك đĬ×ï؛ ĬŶכ اāĤאďĬ، وإĺ ١ إĺ وĜאل أijÖ اīùéĤ اĭĝĤאد: .ďĬאāĤا īĐ įĤ ĵĭĔ ź ّאك īĻđÝùĬ؛ ĬŶכ כħĺó ïĻåĨ. ĺوإ ،ïĻ×Đ אĬŶ ؛ï×đĬ אكّ وģĻĜ: إĺ [ ّאك īĻđÝùĬ ĵĥĐ õĤوم ñİه [٢٨ب ĺوإ ،ÙĝĻĝéĤאÖ دij×đĩĤا כĬŶ ؛ï×đĬ אكّ وģĻĜ: إĺ اÙĝĺóĉĤ. ّز õđÜ įĬأ אĭÖijĥĜ َ ħِ ĥّ َ đُ Ü أن ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ĺوإ ،óİאčĤا ĹĘ ģĤñÜ اñİو ï×đĬ אكّ وģĻĜ: إĺ ٣ :ħıĥÐאĜ ٢ אلĜ ïĜو .īĈא×Ĥوا ÙĝĻĝéĤا ĹĘ א ĭĨא إĻĤכ ِİõƫđĘא ĹĘ ذıĤא ً Ö ƫ وإذا ÛĥĤñÜ اĜóĤאب óĝÜ اñİ ĵĥĐ אت×áĤا ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ĺوإ ،اضóĐŸوا ěÐŻđĤا ďĉĝĤ ï×đĬ אكّ *وģĻĜ: إĺ .אĭÖ ź כÖ įĬÍĘ אل؛éĤا .אĬارóøŶ ÙęüכאĩĤا ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ĺوإ صŻìŸאÖ ï×đĬ אكّ وģĻĜ: إĺ ّאك īĻđÝùĬ ıĻĥĐא ĥąęÖכ. ĺوإ كóĨÉÖ ï×đĬ אكّ وģĻĜ: إĺ ّאك īĻđÝùĬ أن ćĝùÜ ĭĐא اĐïĤאوى وóĬد إĵĤ رĺאض ĺوإ אءĐïĤאÖ ï×đĬ אكّ وģĻĜ: إĺ اĝéĤאěÐ. ٤ *.אدك×Đ īĨ אĭÝĝĘو אĨ óכü ĵĥĐ īĻđÝùĬ אكّ ĺوإ ěĻĘijÝĤאÖ ï×đĬ אكّ وģĻĜ: إĺ ّאد (ت. ٢١٢İـ٨٢٧/م) أįĥĀ īĨ أĀ×ıאن، روى īĐ أĹÖ ÙęĻĭè وروى ّ اĭĝĤ ĹĘijכĤا אبİijĤا ï×Đ īÖ ïĩéĨ ĵĻéĺ ijÖأ ijİ ١ ėüכאĤا ؛٤١٧/١ ،ĹĬאı×ĀŶا ëĻýĤا ĹÖŶ אنı×ĀÉÖ īĻàïéĩĤا אتĝ×Ĉ :óčĬا .ÙäאĨ īÖوا ّ ّ واùĭĤאĹÐ įĭĐ اñĨóÝĤي .٥٥ /٤ ،يïęāĥĤ אتĻĘijĤאÖ ĹĘاijĤا ؛١٩٧ /٢ ،Ĺ×İñĥĤ ٢ ح: وĜאل. ّ Öא ... ıĭĨא óĝÜ אبĜّ óĤا Ûĥّ ٣ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: اģéÝĭĩĤ đáĥĤאĤ×Ĺ، ص ٣٥؛ اñÝĤכóة īÖź ïĩèون، .١٨٧/٤ وĩıĻĘא ورد: وإذا ĤñÜ ّıא. Ĥذ ĹĘ אİ ّ إĻĤכ õđĘ .óìŶا ëùĭĤا īĨ אİאĭĩĩÜÉĘ ،ح م īĨ ćĜאø īĻÝĩåĭĤا īĻÖ אĨ ٤ ٥ ١٠ ١٥ 228 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu iki ifadenin birlikte kullanılması iftihâr (övünme) ve iftikār (muhtaçlık) ifade etmek içindir. Çünkü “İbadet ederiz.” ifadesi kişinin Allah’ın kulu olması, O’na ibadet etmesi ile iftihardır, “Yardım isteriz.” ifadesi ise O’nun yardımına, muvaffak kılmasına ve korumasına olan ihtiyaçtır. Bu durumda âyet âdeta şöyle demiş olur: Naz etmeyi bir yana bırak çünkü sen Benim kulumsun. Yardım isteğini ortaya koy çünkü Benim yardımım olmasa hiçbir şey değilsin. Şöyle demişlerdir: Bu iki ifade kullara ellerinden gelen gayreti göstermelerini öğretmek, ilâhî lutuf ve cömertliği nasıl isteyeceklerini telkin etmek için (birlikte kullanılmıştır). Kulun bu iki ifadeyi birlikte kullanmayı tahkik etmesi, yani diliyle söylediğini gerçekleştirmesi ise, bir kez sadece Allah’a kulluk edip O’ndan yardım dileyeceğini söyledikten sonra artık asla başkasına kulluk etmemesi ve başkasından yardım istememesidir. Anlatıldığına göre bir gün Süfyân es-Sevrî bir topluluğa akşam namazı kıldırır. Namaz esnasında “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz.” âyetini okuduğu zaman düşüp bayılır. Ayılınca kendisine bunun sebebi sorulur, o da şöyle der: “Korktum ki bana ‘O zaman niye doktorların ve sultanların kapısına gidiyorsun?’ denilecek.” Sonra bu iki ifadenin toplamından Ehl-i sünnet ve’l-cemâat mezhebinin görüşünün teyidi çıkar ki bu da hem kulun fiilinin hem Allah’ın muvaffak kılmasının kabulüdür. Burada Cebriyye ve Mu‘tezile mezheplerine reddiye vardır. Cebriyye kulun fiilini reddeder, oysa “Yalnız Sana kulluk ederiz.” ifadesi onlara bu konuda reddiyedir. Mu‘tezile ise Rablerinin muvaffakiyetini kabul etmez, oysa “Yalnız Senden yardım dileriz.” âyeti onların görüşüne reddiyedir. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat ise “Kul fiil sahibidir, fiilini seçer. Allah da bu fiili yaratır ve irade eder.” der. Âyet işte bu görüşün bütününe delâlet eder. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: “Yalnız Sana kulluk ederiz” ifadesinin başında gizli bir emir, yani “Bunu söyle!” ibaresi vardır. Sonra burada söylenecek şeyde herhangi bir istisna kaydı koymamış, aksine mutlak olarak bunu söylemesi emredilmiştir. Dolayısıyla tevhidde hiçbir şeyin istisna edilmemesi gerekir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 229 įĤ اï×Đ įĬijכÖ אرíÝĘا» ï×đĬ» :įĤijĝĘ ،אرĝÝĘźوا אرíÝĘŻĤ īĻÝĩĥכĤا īĻÖ ďĩåĤا ħà įĬÉכ ،įÝĩāĐو įĝĻĘijÜ ĵĤإ אجĻÝèوا įÝĬijđĨ ĵĤإ אرĝÝĘا» īĻđÝùĬ» :įĤijĜو ،įĤ ١ وĐאïÖا .ĵÑĬ őűİ óÖ īĨ ÛĬijđĨ ِ ĵÖ įכ آر ودóĘ óø و ارõÖ و ĵĭĨ ۀïĭÖ įכ آر óÖ óø و אزĭÖ :لijĝĺ وĜאijĤا: ĩİא ħĻĥđÝĤ ñÖل اijıåĤد وīĻĝĥÜ Ëøال اĉđĤאء واijåĤد. ħà ěĻĝéÜ īĺñİ įĬأ įùęĬ īĨ اñİ óıČأ אĨ ïđÖ ųا Ʃ óĻĔ لÉùĺ źو ųا Ʃ óĻĔ مïíĺ ź أن ï×đĤا īĨ īĻčęĥĤا ّאه īĻđÝùĺ. ĺوإ ï×đĺ אهّ إĺ ّ ĨijĜא ĹĘ ŻĀة اóĕĩĤب ĩĥĘא Ĝאل: Ʃ اų أįĬ أم ٢ رįĩè ّ ُ כĹ īĐ Ļęøאن اijáĤري è ïĜو أن Ûęì :אلĝĘ כĤذ ĹĘ įĤ ģĻĜ אقĘأ אĩĥĘ ،įĻĥĐ א ّ ĻýĕĨ ّ óì ﴾ۜ ±Áُ ۪ cَْ َ َ َ Yك ² Àِّ َ ْ ُ[ ُu َوا َ َ Yك ² Àِّ ﴿ا َ ÕİñÜ إĵĤ أijÖاب اĈŶ×אء واīĻĈŻùĤ. ħِ ĥَ Ę :ĹĤ אلĝĺ īĨ ģđęĤا אت×àإ ijİو ÙĐאĩåĤوا ÙĭùĤا ÕİñĨ ěĻĝéÜ īĻÝĩĥכĤا عijĩåĨ ĹĘ ħà īĨ ģđęĤا نijَ ęُ ْ ĭ َ ĺ ٤ Ùĺó×åĤوا ،ÙĤõÝđĩĤوا ٣ Ùĺó×åĤا ĵĥĐ رد įĻĘو ،ųا Ʃ īĨ ěĻĘijÝĤوا ï×đĤا :įĤijĜو ħıÖر īĨ ěĻĘijÝĤا ونóĺ ź ÙĤõÝđĩĤوا ،ħıĻĥĐ כĤذ دóĺ ﴾uُ ]ُ ْ َ َ َYك ² Àِّ اđĤ×ï وįĤijĜ:﴿ ا ģđęĤا ï×đĤا īĨ» :نijĤijĝĺ ÙĐאĩåĤوا ÙĭùĤا ģİوأ ،ħıĻĥĐ כĤذ دóĺ ﴾ۜ ±Áُ ۪ cَْ َ َ َYك ² Àِّ ﴿َوا Ʃ اų ěĥì ذĤכ اģđęĤ وÙÑĻýĨ ذĤכ اģđęĤ «واÙĺŴ ïÜل ĵĥĐ ذĤכ כįĥ. واĻÝìאراģđęĤ وīĨ :įĻĥĐ ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رÙĩè įĤ ģđåĺ ħĤ ħà «اñİ ģĜ» أيóĨŶאراĩĄإ ĵĥĐ ijİ ﴾uُ ]ُ ْ َ َ َYك ² Àِّ įĤijĜ:﴿ ا ïĻèijÝĤا ĹĘ ĵĭáÝùĺ ź أن ÕåĻĘ įÖ لijĝĤا įĨõĤأ ģÖ įÖ لijĝĤا ĹĘ ĹĭáÝùĺ أن ١ ر: ĐאïÖا. ÉýĬو ïĤو ،īĺïĤا مijĥĐ ĹĘ įĬאĨز ģİأ ïĻø כאن) م ٧٧٨/ـİ ١٦١.ت (ريijáĤا وقóùĨ īÖ ïĻđø īÖ אنĻęø ųا ï×Đ ijÖأ ijİ ٢ ÙĭĺïĩĤوا ÙכĨ īכùĘ ـİ ١٤٤ Ùĭø ÙĘijכĤا īĨ جóìو ĵÖÉĘ ،ħכéĤا Ĺĥĺ أن ĵĥĐ Ĺøא×đĤا رijāĭĩĤا وراوده ،ÙĘijכĤا ĹĘ אĩİŻכ óĻĕāĤا ďĨאåĤوا óĻ×כĤا ďĨאåĤا :įęĻĬאāÜ īĨ .אĻęíÝùĨ אıĻĘ אتĩĘ ةóā×Ĥا ĵĤإ ģĝÝĬوا ارىijÝĘ ،يïıĩĤا į×ĥĈ ħà ĹĘ اßĺïéĤ، وכÝאب ĹĘ اóęĤاăÐ. اóčĬ: وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، /٢ ٣٨٦؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١٧٤/١٥؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٠٤/٣ ٣ ح: اåĤ×Ùĺó. .Ùĺó×åĤאĘ :ح ٤ ٥ ١٠ ١٥ 230 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu konuda bir istisnada bulunan [inşâallah vb. bir kayıt koyan] kimse bunu bir şüphe ile yapmış olur, oysa Allah Teâlâ “Gerçek müminler Allah’a ve resulüne iman edip sonra şüphe etmeyenlerdir.” [ el-Hucurât 49/15] buyurmuştur. Hz. Peygamber aleyhisselâm da, “Amellerin en faziletlisi şüphe içermeyen imandır.”1 buyurmuştur.2 “Yalnız Senden yardım isteriz” âyetinde Mu‘tezile’nin görüşünün iptali söz konusudur, çünkü onların görüşüne göre yardım dilemek söz konusu olmaz. Zira bu yardım, insanın mükellef kılındığı şey hususunda olacaktır. Oysa bu şey [onlara göre] zaten kula verilmiştir. Nitekim onlara göre kulun mükellef olduğu şeyleri yapması için gerekli olan hususlardan herhangi biri verilmemiş [Allah katında kalmış] ise o zaman onun mükellef olması câiz olmaz. Bu durumda zaten verilmiş olanı istemek, verileni gizlemek demektir ki bu da nankörlüktür. Sanki bu durumda âyet kula Allah’ın nimetini gizlemesini, nankörlük etmesini ve inat olsun diye O’ndan bunu yine istemesini emretmiş olmaktadır ki Allah hakkında böyle bir düşünce küfürdür. Sonra kulun istediği şey ya Allah katında vardır ve tamamını vermemiştir ya da O’nun katında yoktur ki bu durumda da onu istemek Allah ile alay etmektir, çünkü bir başkasından onda bulunmadığını bildiği bir şeyi isteyen kimse onunla alay etmiştir. Yine istenen şeyi Allah’ın ya vermeme ve bununla beraber kulu onunla mükellef tutma hakkı vardır ki bu durumda onların “Allah katında kulun din konusunda salâhına yarayacak bir şey olup da onu vermemesi hâlinde mükellefi yet câiz değildir.” şeklindeki görüşleri geçersiz olur ya da Allah’ın bu istenilen şeyi vermeme yetkisi yoktur. Bu durumda sanki [bu âyeti okumuş olan] kul, “Allah’ım, haksızlık etme.” demiş olmaktadır. Allah hakkındaki ilmi (düşüncesi) böyle olan kimsenin öncelikle (doğru düzgün) Müslüman olması icap eder.3 Eğer “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz.” âyeti hakkında, “Burada gizli bir ‘deyiniz’” kelimesi takdir edilirse ki bu, sûrenin başında da takdir edilmişti, bu durumda sözün başı gāib sîgası formunda, burası ise muhataba hitap formunda olacaktır, aynı durum “Bize hidâyet et.” âyeti için de söz konusudur, o hâlde bu iki ifade (sîga farklılığı) nasıl birlikte kullanılmıştır?” diye sorulacak olursa bunun cevabı şudur: Bu kullanım Arap dilinde yaygındır ve Kur’ân’da da mevcuttur. 1 Nesâî, “Îmân”, 1. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 18. 3 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 20. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 231 Y¯َ َ ²ِّ ا ﴿:لijĝĺ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ĹĭáÝùĺ כü īđĘ įĻĘ ĵĭáÝøا īĨ وأن ّ َ ُY\¹ا﴾ [اóåéĤات، ١٥/٤٩] وĜאل اĭĤ×Ĺ byَْ À ْ َ ª َ ّ fُ µ۪ ِ ِ ّÃY ِٰ َوَر ُ~¹ª ٰ َR¹³ُا \ ا ±À َ w۪ َّ ْ ُْ̄Qِ®³ُ ¹َن اª اª ١ .«įĻĘ כü ź אنĩĺإ אلĩĐŶا ģąĘأ «: Ṡ ÙĬאđÝøźا نŶ ؛ÙĤõÝđĩĤا لijĜ אلĉÖإ įĻĘ ﴾±Áُ ۪ cَْ َ َ َ Yك ² Àِّ Ĝאل: وįĤijĜ:﴿ َوا ٢ وïĜ įÖ ėĥכ אĨ أداء ĵĥĐ ÙĬijđĩĤا כĥÜ نŶ ؛ħıĤijĜ ĵĥĐ çāÜ ź ٤ ïĜو אęĥכĨ نijכĺ أن زijåĺ ź ħıĤijĜ [ أ ٣ ُ اđĤ×ï ذĤכ إذ ĵĥĐ] ٢٩ َ ĹĉĐُ أ Ʃ اų، وÕĥĈ Ĩא أĹĉĐ ُ כĩÝאن ïĭĐ ٥ įÖ ėĥכ אĨ أداء įÖ אĩĨ ءĹü ĹĝÖ اÙĻĉđĤ وijİ כóęان، óāĻĘ כÉن Ʃ اų أóĨ أن ĺכóę įĩđĬ وĺכıĩÝא وĥĉĺ×ıא Õĥĉĺ אĨ ųا Ʃ ïĭĐ نijכĺ أن īĨ ijĥíĺ ź ħà .óęכ ųאÖ Ʃ įĥáĨ ƫ īČو ،אÝĭđÜ įĭĨ ÕĥĈ īَ Ĩ إذ įÖ اءاõıÝøا į×ĥĈ نijכĻĘ هïĭĐ ÷ĻĤ ْ ٦ أو ħĥĘ ćđĺ اĩÝĤאم ًإذا أن אĨأ Õĥĉĺ يñĤا نŶو ،įÖ אزئİ ijıĘ هïĭĐ ÷ĻĤ įĬأ ħĥđĺ אĨ óìآ َ ĵĤإ ėĥכĺ أن زijåĺ ź įĬإ :ħıĤijĜ ģĉ×ĻĘ ėĻĥכÝĤا ďĨ įĻĉđĺ ź أن ųِ نijכĺ įĬÉכĘ ،Ĺĉđĺ ź أن įĤ ÷ĻĤ أو ،ĵĉđĺ ŻĘ īĺïĤا ĹĘ حŻāĤا įÖ אĨ هïĭĐو ٧ .įÖ ĵĤأو مŻøŸאĘ įÖóÖ įĩĥĐ اñİ īĨو ، ْ óُ åَ Ü ź ħıĥĤا :אلĜ لijĝĤאÖ óĨŶا įĻĘ óĩĄأ وإن] «:ģĻĜ نÍĘ] ﴾ۜ ±Áُ ۪ cَْ َ َ َ Yك ² Àِّ َ ْ ُ[ ُu َوا َ َ Yك ² Àِّ ا ﴿:įĤijĜ ħà ﴾Yَ ²uِ ¶ْ ِ وĹĘ أول اijùĤرة כĤñכ، ÍĘن اŶول ĕĨאĺ×Ù وñİا íĨאĈ×Ù وכñا įĤijĜ:﴿ ا ٨ øאēÐ ĹĘ כŻم اóđĤب ووارد ĹĘ اóĝĤآن. ِďĩ ĩıĭĻÖא»؟ وijäاįÖ أįĬ ُ ä ėĻכĘ ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٨/١ أóčĬ ßĺïéĥĤ اñĤي أورده اĨŸאم اĩĤאïĺóÜي: īĭø اùĭĤאĹÐ، اĩĺŸאن ،١ اõĤכאة .٣٩ ٢ ح - įÖ. . َ Ĺĉِ ْ Đُ ٣ ح: ïĜ أ ٤ م: ïĜ. ٥ ح - įÖ. ٦ ح: إذن. ٧ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٢٠/١ .ûĨאİ çĀ ،įĬأ - ح ٨ ٥ ١٠ ١٥ 232 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Allah Teâlâ önce “Rableri onlara tertemiz içecek sunar.” [ el-İnsân 76/21] buyurmuş, ardından da “Muhakkak bu sizin için bir karşılıktır.” [ el-İnsân 76/22] buyurmuştur. Yine önce “Rabbine yemin olsun ki onları ve şeytanları toplayacağız ve onları hazır bulunduracağız.” [ Meryem 19/68] demiş, ardından “İçinizden oraya girmeyecek olan yoktur.” [ Meryem 19/71] buyurmuş, önce “Ve peygamber kendisi ile evlenmek istediği takdirde kendini peygambere hibe eden mümin kadın...” [ el- Ahzâb 33/50] demiş ardından “Yalnız sana mahsus olmak üzere...” [ el- Ahzâb 33/50] buyurmuştur. Bütün bunlar önce gāib sonra muhatap sîgasının kullanıldığı örneklerdir. Başka âyetlerde de önce muhatap sîgasının sonra da gāib sîgasının kullanıldığı olmuştur. [Örneğin] Hak Teâlâ şöyle demiştir: “Hatta siz gemilerde bulunduğunuz ve o gemiler onları alıp götürdüğü vakit...” [ Yûnus 10/22]. Şair Nâbiga şöyle demiştir: Ey Meyye’nin (Alyâ isimli) yüksek tepedeki diyarı! Terk edilmiş, üzerinden onca zaman geçmiş Şair burada muhatap sîgasından gāib sîgasına geçiş yapmıştır. Bir başka şair de gāib sîgasından muhatap sîgasına geçiş yaparak şöyle demiştir: Vah nefsime vah! Daha gencecik Hâlid (ölmüş) (Dostum Hâlid!) Yüzünün beyazı çorak toprağa gömülü Sonra buradaki incelik şudur: Seven kimse söze başladığı zaman önce gāib sîga kullanır, biraz açıldığı zaman muhatap sîga kullanmaya başlar. Kimileri de buradaki muhatap sîgasının başlangıcının “Din gününün mâlikidir.” âyeti (âyetteki mâliki kelimesini nida olarak değerlendirip mâlike şeklinde mansub olarak okuyan kıraate göre) olduğunu söyler. Rabbi’l-‘âlemîn (âlemlerin Rabbi) ifadesini mansub olarak [Rabbe’l-‘âlemîn şeklinde] okuyanlar ise hitap sîgasının bu âyetten başladığını söylerler. Bu iki âyetin ikisini de övgü ifadesi kabul edip mansub okuyanlar ise bunları sûrenin başına uygun olarak gāib sîgası sayarlar. Hz. Peygamber aleyhisselâmın bu sûrenin Allah ile kul arasındaki taksimini bildiren rivayetinde geçen “Bu, benimle kulum arasında iki bölümdür.” şeklindeki sözü konusunda İmam Mâtürîdî iki mânaya işaret etmiştir. Bunlardan ilki, bu iki bölümün her birinin Allah ile kul arasında olmasıdır. Buna göre kulluk kuldandır ve Allah içindir, yardım isteme kulun fiilidir ama kulun Allah’tan talebidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 233 َ ٰ¶ َwا َ¦ َYن ِ ّن ُ ُ·ْ َ‚َy ً ا\Y ُŽَ ·¹ًرا﴾ [اùĬŸאن، ٢١/٧٦] ħà Ĝאل: ﴿ا \ّرَ ْ·Áُ £ٰ ~َ وَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ħĺóĨ] ﴾ْ·َُ ²ّyَ‹ِ oْ ³َُ ª َ ّ fُ ±Áَ ŽY۪ Áَ َ َُ·ْ َو ّ اªƒ ²ّyَƒُ oْ ³ََ َ ُ ـ§ ْ َjَ{ٓ ًاء﴾ [اùĬŸאن، ٢٢/٧٦] وĜאل: ﴿َ¹َžَرِّ\ ¥َ ª ª ِ ْن َوَ¶َ[ ْa ًَة ُRْQِ®ً³َ _ا ۚ﴾ [ħĺóĨ، ٧١/١٩ [وĜאل: ﴿َو ْاRَyا ِ ُدَ¶Y َ َوار Êِّ ِ ْن ِR³ْ ُ§ ْ ا ٦٨/١٩] ħà Ĝאل: ﴿َوا ﴾¥َ َ ª _ً‡َ ِ ªYrَ ﴿ :אلĜ ħà [٥٠/٣٣ ،ابõèŶا﴾ [Y·َoَ §ِ ³ْcَْ َ َ ْن À ُّ ا ¿]َِ ََر َاد ّ اª³ ِ ْن ا ِّ ا ¿]َِ ³«ّ ِ ª Y·ََ Ÿَْ ² ،אąĺأ Ù×ĈאíĩĤا ïđÖ Ù×ĺאĕĩĤا وردت ïĜو .Ù×ĈאíĨ ħà Ù×ĺאĕĨ įĥכ هñİو] ٥٠/٣٣ ،ابõèŶا[ ١ ِِ·ْ﴾ [Ĭijĺ÷، ٢٢/١٠ [وĜאل اĭĤאÙĕÖ: \ ±َ Àْyَjَ وَ ¥ۚ ِ ْ «Ÿُ ْ َِذا ُ¦ُ³ْcْ žِ ¿اª ٰٓ« ا cّnَ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ٢ ïِ َ ÖŶا َ ْ ėُ Ĥאِ َ َא ø ıْ Ļĥَ َ Đ אلَ Ĉَ َ َ ْت و ijĜْ َ َ ِï أ ĭ ƪ َ ِאء َĘאùĤ Ļĥْ َ đĤאْ Öِ Ùَ ƪ Ļَ Ĩ َ َار א د َ ĺ ĵĤإ Ù×ĺאĕĩĤا īĨ ďäور óìآ אلĜو .Ù×ĺאĕĩĤا ĵĤإ Ù×ĈאíĩĤا īĨ اñİ ĹĘ ďäر ٣ (óđü) :Ù×ĈאíĩĤا óِęَ ْ َ ِ اب ْ َ اĐŶ óƬ ÝĥĤِ כَ ıِäْ َ َ ُ אض و Ļ َ Ö َ و ïٍ Ĥאِ ìَ ةُïƪäِ כאنَ Ĺùِ ęْĬَ çَ ْ ĺ َ א و َ ĺ ģđä īĨ ħıĭĨو .ÕĈאì ćù×Ĭا ذاÍĘ ÕĺאĔ أïÝÖا إذا ÕéĩĤا أن אĭıİ įĻĘ ÙęĻĉĥĤا ħà ĵĥĐ כאفĤا ÕāĬ īĨ اءةóĜ ĵĥĐ ﴾±À ِۜ ۪uªا ّ ِ ¹َْم À ¥ِ ِ ªY®َ﴿ :įĤijĜ īĨ Ù×ĈאíĩĤا هñİ اءïÝÖا אĩıĥđä īĨو ،כĤذ īĨ اءïÝÖźا ģđä ÕāĭĤا ĵĥĐ ﴾±Á َۙ ¯۪ َ ªYَ ْ اïĭĤاء، وīĨ óĜأ ﴿َر ّبَ اª āĬ×א ĵĥĐ اïĩĤح وĵĥĐ اďĉĝĤ כאن ĵĥĐ اĕĩĤאÙĻÖ ĭÖאء ĵĥĐ اÝÝĘאح اijùĤرة. ijÖأ אمĨŸا אرüأ» īĻęāĬ يï×Đ īĻÖو ĹĭĻÖ اñİ» :ÙĩùĝĤا ó×ì ĹĘ مŻùĤا įĻĥĐ įĤijĜو ųا Ʃ ] أن ĺכijن כģ واïè ĩıĭĨא īĻÖ ب٢٩ [:אĩİïèأ ،įĻĘ īĻĻĭđĨ ĵĤإ ųا Ʃ ijāĭĨر رįĩè .ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ į×ĥĈ Ĺİو ï×đĤا ģđĘ ÙĬאđÝøźوا ،ĵĤאđÜ ų Ʃ Ĺİو ï×đĤا īĨ אدة×đĤا ٤ وĐ×ïه؛ Ùĝ×ĉĤا īĨ ،Ĺĥİאä óĐאü (م ٦٠٤ ijéĬ/ـİ ق ١٨ ijéĬ .ت (يóąĩĤا ّ ّ اęĉĕĤאĹĬ ĹĬאĻÖñĤا ÙĺאوđĨ īÖ אدĺز ÙĨאĨأ ijÖأ ijİ ١ ،אİאرđüأ įĻĥĐ ضóđÝĘ اءóđýĤا هïāĝÝĘ כאظĐ قijùÖ óĩèأ ïĥä īĨ Ù×Ĝ įĤ بóąÜ ÛĬכא .אزåéĤا ģİا īĨ ،ĵĤوŶا وכאن اĵýĐŶ وùèאن واùĭíĤאء īĩĨ óđĺض óđüه ĵĥĐ اĭĤאÙĕÖ، وכאن أijÖ óĩĐو اīÖ اŻđĤء įĥąęĺ ĵĥĐ øאóÐ اóđýĤاء. ؛٥٦٢ ص ،ĹùĤïĬŶا ïĻđø īÖź بóĉĤا ةijýĬ :óčĬا .ŻĺijĈ اóĩĐ אشĐو .óĻĕĀ انijĺد ĹĘ įąđÖ ďĩä ،óĻáכ هóđü اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٥٤/٣ īÖź ħכéĩĤا ؛٢٧٥/٨ ،يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ ؛١٦٥/١ ،Ù×ĻÝĜ īÖź اءóđýĤوا óđýĤا ؛١٤ ص ،įĬاijĺد :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٢ ïĻøه، ٥٠٥/٧؛ õìاÙĬ اŶدب ĥĤ×ïĕادي، .١٢٥/٤ ėَ ْ א َıĤ َ ْ÷. أóčĬ: دijĺان اīĻĻĤñıĤ، ١٠١/٢؛ اĵāĝÝùĩĤ óýíĨõĥĤي، .٦٧/١ وıĻĘא: ĺ ĻĥَíĤا ُ īÖ óĨאĐ óĻ×כ ĹÖŶ ÛĻ×Ĥا ٣ .óِęَ ْ Đَ َ ِ اب ْاŶ óƬ Ýĥِ Ĥ כ ِıَ ْ ä َ َ ُ אض و Ļ َ Ö َ ٍ و ïِ Ĥאìَ ُ ƪة ïäِ כאن َ Ĺùِęْ َ Ĭ ٤ ر: وīĻÖ Đ×ïه. ٥ ١٠ ١٥ 234 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İkincisi ise kulluğun kuldan Allah’a, yardım etmenin ise Allah’tan kula olduğu şeklindedir. Bu, daha açık bir mânadır, çünkü sûrenin geri kalanı için “Bu, kulum içindir, kuluma istediği vardır.” buyurmuştur. Hidâyetin faydası kula yönelik olduğu için bunun “kula ait” olduğunu söylemiştir. Aynı durum yardımın faydası için de geçerlidir. Sonra bu taksim besmelenin Fâtiha sûresinden olmadığına delâlet eder, çünkü sûreyi ikiye bölmüş ve tam ortada kalan bu âyeti de ikiye bölmüştür. Öncesinde üç, sonrasında da üç âyet vardır. Ama bu hesap besmeleyi sayamayınca doğru olmaktadır. Böylece bu âyetin yarısı ile birlikte önceki âyetler sûrenin yarısı, âyetin diğer yarısı ile sonraki âyetler de sûrenin diğer yarısı olmaktadır ki sûre yedi âyettir. Yine taksime başlarken besmeleyi saymamış, doğrudan “Kul el-hamdü lillâh dediğinde Allah ‘Kulum bana hamdetti’ der” şeklinde başlamıştır. Bu, Medine ve Basra’nın kurrâ ve fakihlerinin görüşüdür, haberler ve sahâbe rivayetleri de buna delâlet etmektedir. 5. Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle! [ el-Fâtiha 1/6] Bu âyetin öncesi ile irtibatı şöyledir: “Yalnız Sana kulluk ederiz.” ifadesi kulun kendisinden tevhid inancını ızhar etmesi, “Yalnız Senden yardım dileriz.” ifadesi ise Rabbinden yardım talebidir. “Bize hidâyet et.” ifadesi ise kulun dininde sebat talep etmesidir ki bu sebat da O’nun kulluğunun ve yardım istemesinin gerçekleşmesidir. Âyetteki ihdinâ (bize hidâyet et) ifadesinin tefsirinde birçok görüş vardır. Birincisi -ki bu, sıhhatinde görüş birliği edilmiş bir görüştür- Hz. Ali ve Übey b. Kâ‘b’ın şu görüşüdür: “İhdinâ kelimesi, ‘Bizi, bu dosdoğru yol üzere sabit kıl!’ anlamına gelir.” Nitekim kişi zaten yemek yemekte olan bir başkasına “Ye!”, okumakta olan birine “Oku!” dediği zaman, “Bu yaptığına devam et, sabit kal!” demiş olur. Bunun bir benzeri Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil “Rabbimiz! Bizi Sana teslim olmuş iki Müslüman eyle.” [ el-Bakara 2/128] şeklindeki sözleridir ki bu devamlılık ve sebat talebine yönelik bir duadır. Allah Teâlâ bunu müminlere hitaben emretmiş ve “Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne iman edin.” [ en-Nisâ 4/136] buyurmuştur. İkincisi Mukātil ve Süddî’nin görüşüdür: İhdinâ demek, bize yol göster, bizi irşat et demektir ki bu söz, fiil ya da niyet itibariyle bir an olsun sapmamak için dosdoğru yolda her daim rüşd üzere olma talebidir. Benzer şekilde Abdullah b. Abbas da “Bunun mânası, ‘Bizi itaatlere irşat et!’ şeklindedir.” demiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 235 ĹĘ אلĜ įĬŶ ؛óıČأ اñİو ،ï×đĥĤ ųا Ʃ īĨ ÙĬijđĩĤوا ų Ʃ ï×đĤا īĨ אدة×đĤا أن :ĹĬאáĤوا ï×đĥĤ ٢ įĥđä ï×đĥĤ ÙĺاïıĤا ďęĬ כאن א ƪ ĩĤ ١ ،«لÉø אĨ يï×đĤو يï×đĤ اñİ» :رةijùĤا ÙĻĝÖ įĬÍĘ ؛ÙéÜאęĤا īĨ ÛùĻĤ ÙĻĩùÝĤا أن ĵĥĐ ÙĩùĝĤا هñİ ÛĤد ħà .ÙĬijđĩĤا ďęĬ כĤñכĘ ونïÖ אتĺآ ثŻà אıĥ×Ĝو īĻęāĬ ÙĉøijÝĩĤا ÙĺŴا هñİ ģđä ħà īĻęāĬ رةijùĤا ģđä אتĺŴا ثŻáĤا ďĨ ÙĺŴا هñİ ėāĬو رةijùĤا ėāĬ ÙĺŴا هñİ ėāĬ ďĨ óĻāÝĘ ÙĻĩùÝĤا أïÖ ģÖ אıĩĻùĝÜ ĹĘ ÙĻĩùÝĤا ïđĺ ħĤ įĬŶو ،تÉĺآ ď×ø Ĺİو رةijùĤا ėāĬ אİïđÖ ĹÝĤا ÙĭĺïĩĤا آءóĜ لijĜ اñİو» يï×Đ ĹĬïĩè :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ų Ʃ ïĩéĤا ï×đĤا אلĜ ذاÍĘ» :įĤijĝÖ واĤ×óāة وıĝĘאء اĤכÙĘij، وĵĥĐ ذĤכ دÛĤ اìŶ×אر وأàאراéāĤאÙÖ. َۙ ħĻĝ۪ َ Ý ْ ù ُ َ َ اط ْاĩĤ ó ِāĤا ّ אĬَïِ İْ اِ -٥ َ ْ ُ[ ُu ﴾إıČאر َ َ Yك ² Àِّ ا ﴿:įĤijĜ أن įĥ×Ĝ אĩÖ įĨאčÝĬا﴾ Áَۙ £۪cَْ ¯ُ ْ ªا اط َ yَ‡ªا ِّ Yَ ²uِ ¶ْ ِ وįĤijĜ :﴿ ا الËø ﴾Yَ ²uِ ¶ْ ِ ۜ﴾ ÕĥĈ اijđĤن īĨ رįÖ، وįĤijĜ:﴿ ا ±Áُ ۪ cَْ َ َ َ Yك ² Àِّ اïĻèijÝĤ īĨ įùęĬ و﴿ا .įÝĬאđÝøوا įÜאد×Đ ěĻĝéÜ ijİو įĭĺد ĵĥĐ אت×áĤا ّ رĵĄ ّ وأĹÖ ĹĥĐ لijĜ įÝéĀ ĵĥĐ ďĩåĩĤا ijİو אİïèأ ،ģĺאوĜأ ÙĩĥכĤا óĻùęÜ ĹĘو «ģْ ُ Ʃ اų ĩıĭĐא: «إĬïİא أي à×ĭÝא ĵĥĐ ñİا اóāĤاط اħĻĝÝùĩĤ«. وñİا כĩא ĝĺאل ģäóĥĤ:» כ ْأ وijİ óĝĺأ، أي دم ĵĥĐ ذĤכ وأà×Û įĻĥĐ، وijİ óĻčĬ ijĜل إóÖاħĻİ َ óĜواْ ،ģכÉĺ ijİو َ ¥َ﴾ [اĤ×óĝة، ١٢٨/٢] ijİ دĐאء اïÝøاÙĨ واáÝø×אت، ª ±ِÁْ¯َ«ِْ ®ُ Y³َ ْ ³ََY َو ْ اjَ« وإĩøאģĻĐ:﴿ َرّ\ ِ ۪µ] ﴾اùĭĤאء، ١٣٦/٤]. ِ ّÃY ِٰ َوَر ُ~¹ª ٰ ِR¹³ُا \ ٰ َR¹ٓ³ُا ا ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :אلĝĘ īĻĭĨËĩĤا ųا Ʃ ÕĈאì כĤñÖو َY ﴾أي أرĬïüא، وijİ ÕĥĈ إĉĐאء اïüóĤ ĹĘ כģ ²uِ ¶ْ ِ ّ : ﴿ا واáĤאĹĬ: ijĜل ĝĨאģÜ واïùĤي ًÙ، وכñا Ĝאل اīÖ ّ ĻĬ źو ً źijĜ źو ً ŻđĘ ÙčéĤ įĭĐ ēĺõĺ ŻĻכ ħĻĝÝùĩĤا ěĺóĉĤا ĵĤإ ÙĐאø Đ×אس ġ: ĭđĨאه: أرĬïüא إĵĤ اĉĤאĐאت. ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٢١-٢٠/١ ٢ ح: ıĥđäא. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 236 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Üçüncüsü bazı müfessirlerin, bu ifadenin “Hidâyete erenlerin hidâyetini artırır.” [ Muhammed 47/17] âyetinde zikredilen artırmayı talep etmek olduğu şeklindeki görüşleridir. Buna göre bu, yakîn ve nûrdur, yani “Bizi isabetli bir yakîn ve nûr vererek ziyade et ki her gün basiretimiz ve hak din üzere sebat ve kararlılığımız daha da artsın.” Dördüncüsü bazı âlimlerin şu görüşüdür: Mânası, “Bizi muvaffak kıl!” şeklindedir. Allah Teâlâ, “Allah zalimler kavmine hidâyet etmez.” [ Âl-i İmrân 3/86] buyurmuştur ki burada “ hidâyet etmez” ifadesi, “muvaffak kılmaz” mânasındadır. Yine “Bizim uğrumuzda cihat edenleri yollarımıza hidâyet ederiz.” [ el-Ankebût 29/69] âyetinde de “Yollarımızda sülûka muvaffak kılarız.” anlamında kullanılmıştır. Şair [kendisini hapseden Hz. Ömer’e hitaben] şöyle demiştir: Hakkımda acele etme, mülkün sahibi sana hidâyet etsin Çünkü her makamın kendine mahsus bir sözü vardır Beşincisi bazı âlimlerin şu görüşüdür: Mânası, “Bizi cennet yolunda sev ket!” şeklindedir. Allah Teâlâ, “Onları cehennem yoluna ( hidâyet) sevk edin.” [ es-Sâffât 37/23] buyurmuştur ki buradaki “Onları hidâyet edin.” ifadesi, sevk edin anlamına gelir. Bu, Arapların, “Atların öncüleri (hevâdiyy) geldi.” şeklindeki ifadesinde de bu mânada kullanılır. Hevâdiyyü’l-cibâl, “dağların sırtları” anlamında; hâdiyetü’l-icl, “yaban sürüsünün önünden giden dağ keçisi” anlamındadır. Kelimenin asıl anlamı “uzatmak”tır. Çoğunlukla yol göstermek, delâlet (rehberlik) etmek anlamında kullanılır. Örneğin “hedâhu kezâ”, “hedâhu li-kezâ” ve “hedâhu ilâ kezâ” (hem harf-i cersiz hem li hem de ilâ harfi cerleri ile), “Onu falan şeye yönlendirdi, yol gösterdi.” anlamında kullanılır. Bu üç kullanım da Kur’ân’da yer alır: “Bizi dosdoğru yola ilet.” [ el-Fâtiha 1/5], “Allah dilediğini nûruna iletir.” [ en- Nûr 24/35], “Allah dilediğini dosdoğru yola iletir.” [ en- Nûr 24/46] Delâlet imâle (uzatma) anlamına gelir, hidâu’l-‘arûsi ilâ zevcihâ “gelinin, eşi ile zifafa girmesi” anlamına gelir. Aynı şekilde ihdâu’l-hediyyeti ile’s-sadîk “dosta hediye vermek”, ihdâu’l-hedyi ile’l-harem “kurbanlık hayvanı hareme doğru sevk etmek”, tehâdâ el-kavmü fi’l-meşyi “Topluluk birbirlerine dayanarak yürüyor.”, Harace fülânün yuhâdâ beyne isneyn “Filanca iki kişi arasında (hastalığı nedeniyle onlara tutunarak) çıktı.” gibi kullanımlar bu kabildendir. el- Hâdî “boyun” anlamına gelir ki el-‘asâ ve es-sâbık kelimeleri de böyledir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 237 ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ رةijכñĩĤا אدةĺõĤا ÕĥĈ įĬأ īĺóùęĩĤا ăđÖ لijĜ :ßĤאáĤوا ْا¶َcَuْوا َز َادُ¶ ْ ُ¶ ًuى﴾ [ïĩéĨ، ١٧/٤٧ [وijİ اīĻĝĻĤ واijĭĤر أي زدĬא اīĻĝĻĤ اāĤאÕÐ واijĭĤر .ً ً وóĜارا אÜא×à ěéĤا īĺïĤا ĵĥĐو אراā×Ýøا مijĺ ģכ دادõĬ ĵÝè ÕĜאáĤا ﴾±Áَ ¯۪ ِ ªYَ ْ َ¹ْ£َم ّ اª َْ·ِuي اª À Êَ ُ و اóĤاďÖ: ijĜل ħıąđÖ: ĭđĨאه وĭĝĘא، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َو ّ اà ٰ ﴾ۜ Y³ََ «]ُ~ُ ْ·ُ َ ³َّ Àuِ·ْ³ََ ª Y³Áَ ž۪ واuُ ¶Yَ jَ ±À َ w۪ َّ ] أي ħıĝĘijĺź، وĜאل: ﴿َواª أ [آل óĩĐان، ٨٦/٣] [٣٠ ١ [اĭđĤכ×ijت، ٦٩/٢٩] أي ħıĭĝĘijĭĤ ijĥùĤك ø×ĭĥא، وĜאل اýĤאóĐ: źאĝĨ ً ٍ אمĝĨ ِģכĤ ّ نÍĘ ƪ כĻĥĩĤا ُ اكïİ َ ĵĭِĥْ ِåّ َ đُ Ü Żَ Ęَ »ٰ ªِ ا ْ¶ وُ uُ ¶Yْ žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ÙĭåĤا ěĺóĈ ĹĘ א َ ĭ ْ Ĩِ ïّĜَ :אهĭđĨ :ħıąđÖ لijĜ :÷ĨאíĤا و «ģĻíĤا اديijİ Ûĥ×Ĝأ «:ħıĤijĜ īĨ ijİو ħİijĨïĜ أي] ٢٣/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾ [Áِ ۙ o۪ kَ ْ َ†ِy ِ اط اª أي ĨïĝÝĨאıÜא، وijİادي اåĤ×אل وıİijäא وأĭĐאıĜא، وİאدÙĺ اģäŸ اõĭđĤ اÙĨïĝÝĩĤ ٢ وأģĀ اĤכÙĩĥ اĨŸאÙĤ، وأÕĥĔ اđĩÝøאıĤא ĹĘ اŸرüאد واÙĤźïĤ، ĝĺאل: «ïİاه ıĻĥĐא، ،[٥/١ ،ÙéÜאęĤا﴾ [Áَۙ £۪cَْ ¯ُ ْ ªا اط َ yَ‡ªا ِّ Yَ ²uِ ¶ْ ِ ٣ وإĵĤ כñا» وıÝàŻàא ĹĘ اóĝĤآن: ﴿ا כñا وĤכñا ٍ﴾ [اijĭĤر، ٤٦/٢٤]. Á£۪cَْ ®ُ اط ٍ yَ†ِ »ٰ ªِ َ ƒَٓ ُYءا À ±ْ ®َ يu۪ ·َْ À ُ ِه﴾ [اijĭĤر، ٣٥/٢٤]، ﴿َو ّ اà ٰ ¹³ُِر ª ُ َْ·ِuي ّ اà ٰ À﴿ واÙĤźïĤ إĨאÙĤ، وïİاء اóđĤوس إĵĤ زوıäא وijİ زĘאıĘא כĤñכ، وإïİاء اÙĺïıĤ إĵĤ َ ْïي إĵĤ اóéĤم כĤñכ، و»ıÜאدى اijĝĤم ĹĘ اĹýĩĤ «إذا اěĺïāĤ כĤñכ، واïİاء اıĤ ĩÜאijĥĺا، و»óìج ŻĘن ıĺאدى īĻÖ اīĻĭà «īĨ ذĤכ، واıĤאدي اěĭđĤ، واāđĤאء واùĤאěÖ ٥ ٤ īĨ ذĤכ. أąĺא ųا ĹĄر óĩĐ ėĉđÝøאĘ ،įù×è א ƪ ĩĤ įĭĐ ųا ĹĄر אبĉíĤا īÖ óĩĐ אıÖ ÕĈאíĺ ĹÝĤا ةïĻāĝĤا īĨ ijİو Ùَ Ñ ْ Ļĉَ ُ éĥĤ ÛĻ×Ĥا ١ ،ĹĬאı×ĀŷĤ ĹĬאĔŶا ؛١١٤/١ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا ؛١٤٨/٢ ،دó×ĩĥĤ ģĨכאĤا ؛١٠٩ ص ،įĬاijĺد :óčĬا .įĝĥĈÉĘ هóđýÖ įĭĐ .ً źאĝĨ ٍ אمĝĨ ģכĤ ِّ نÍĘ ƪ ... כĻĥĩĤا ُ اكïİ َ ƪ ĹĥĐ ْ īƪ ĭ َ éَ .١٢١/٢ وıĻĘא ورد: Ü ٢ ح: įĻĥĐ. ٣ ر: وכñا. ٤ ر - أąĺא. ٥ ر + أąĺא. ٥ ١٠ ١٥ 238 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kur’ân’da kullanılan “ hidâyet (el-hüdâ)” kelimesinin anlamlarının ondan fazla olduğu zikredilmişse de bunlardan hâsıl olan asıl mânalar ikidir. Birincisi “ Semûd’a gelince, biz onlara hidâyet ettik.” [ Fussilet 41/17] âyetinde olduğu üzere beyân, ikincisi ise “Dilediğine hidâyet eder.” [ en- Nûr 24/46] âyetinde olduğu üzere kulda hidâyet bulma fiilinin yaratılması anlamıdır. Üçüncü bir anlama daha gelebilir ki o da hidâyette sabit kılma anlamıdır, bu da ikinci anlamın aynısıdır, çünkü o anlamda sözü edilen hidâyetin yenilenmesidir. Buna göre âyetteki “Bize hidâyet et.” ifadesi beyân talebi değildir, çünkü beyân daha önce gelmiştir. Hidâyetin ilk kez yaratılmasının talebi de değildir, çünkü [bu sözü müminler söyleyeceği için] daha önce Allah bunu zaten vermiştir, fakat bu sebat talebidir ki bu da hidâyetin an be an yenilenmesidir. Kur’ân’da “ hidâyet (el-hüdâ)” kelimesinin kullanımları ise şöyledir: 1. Hidâyet kelimesi beyân anlamında kullanılmıştır. 2. Hidâyet bulma fiilinin yaratılması anlamında kullanılmıştır. Nitekim bu ikisine dair âyetleri daha önce vermiş idik. 3. Sabit kılma anlamında kullanılmıştır: “Bizi dosdoğru yola hidâyet et.” [ el-Fâtiha 1/5] 4. Davet anlamında kullanılmıştır: “Her kavmin bir hidâyetçisi vardır.” [ er-Ra‘d 13/7] 5. Delâlet anlamında kullanılmıştır: “Umulur ki Rabbim beni doğru yola hidâyet eder.” [ el-Kasas 28/22] 6. Islah anlamında kullanılmıştır: “Elbette Allah, hainlerin tuzağını hidâyete erdirmez.” [Yûsuf 12/52] 7. İlham anlamında kullanılmıştır: “Takdir eden ve hidâyet eden...” [el-A‘lâ 87/3] Yani erkek ve kadını yaratan ve onların birbirlerine nasıl yaklaşacaklarını kendilerine ilham eden. 8. Din anlamında kullanılmıştır: “De ki: Asıl hidâyet Allah’ın hidâyetidir.” [ el-Bakara 2/120] 9. Yakîn anlamında kullanılmıştır: “Ve biz onların hidâyetini artırdık.” [ el-Kehf 18/13] 10. Tevhid anlamında kullanılmıştır: “Biz mi sizi hidâyetten alıkoyduk?” [ es-Sebe’ 34/32] 11. Kitaplar ve resuller anlamında kullanılmıştır: “Benden size bir hidâyet geldiğinde ise…” [ el-Bakara 2/38]. 12. Hususi olarak Hz. Peygamber aleyhisselâmın durumu anlamında kullanılmıştır: “İndirmiş olduğumuz apaçık delilleri ve hidâyeti gizliyorlar.” [ el-Bakara 2/159] 13. Hususi olarak Kur’ân anlamında kullanılmıştır: “Ki onlara Rablerinden hidâyet gelmiş idi.” [ en-Necm 53/23]. 14. Hususi olarak Tevrat anlamında kullanılmıştır: “Biz Mûsâ’ya Kitab’ı verdik ve onu hidâyet kıldık.” [ el-İsrâ 17/2], “Biz Mûsâ’ya hidâyeti vermiştik.” [ el-Mü’min 40/53]. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 239 ُïى اñĩĤכijر ĹĘ اóĝĤآن وإن ُذכóت وıİijäא١ زاïÐة ĵĥĐ اóýđĤة واıĤ ،ÛĥāĘ] ﴾ْ ¶Yُ ³َÀْuَ·َžَ د¹ُ̄ ُ َ f Yَ ®ّ َ éĘאįĥĀ ÑĻüאن، أĩİïèא: اĤ×Ļאن כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا َ ƒَٓ ُYء﴾ À ±ْ ®َ يu۪ ·َْ À﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ï×đĤا ĹĘ اءïÝİźا ģđĘ ěĥì :ĹĬאáĤوا] ١٧/٤١ įĬŶ ؛ĹĬאáĤا īĻĐ ijİو اءïÝİźا ĵĥĐ אت×àŸا ijİو ßĤאà Ïåĺ ïĜو] ٤٦/٢٤ ،رijĭĤا[ źو ěÖאø įĬÍĘ אن؛Ļ×Ĥا الËø ijİ ÷ĻĤ ﴾Yَ ²uِ ¶ْ ِ ا ﴿:įĤijĜ اñİ ĵĥđĘ ،įĻĘ دهïåĺ ÙĐאø įĻĘ هïĺïåÜ ijİو ÛĻ×áÝĤا الËø įĭכĤ و ،אهĉĐأ ïĜ įĬÍĘ אد؛åĺŸا اءïÝÖا .ÙĐאø ïđÖ اءïÝİźا ģđĘ ěĥíĤ óوذכ ،אنĻ×ĥĤ óذכ ïęĜ :آنóĝĤا ĹĘ رةijכñĩĤا ٢ ĨÉĘא وıİijäא :ةijĐïĥĤو ،]٥/١ ،ÙéÜאęĤا﴾ [Áَۙ £۪cَْ ¯ُ ْ ªا اط َ yَ‡ªا ِّ Yَ ²uِ ¶ْ ِ ٣ ﴿ا :ÛĻ×áÝĥĤو ،īĻÝĺŴا אĬijĥÜ ïĜو َ ³۪¿ َ~ٓ¹َ َاء ّ اªَ ۪ ]ِÁ] ﴾©اÿāĝĤ، Àuِ·َْ َ ْن À ۪¿ا ۟﴾ [اïĐóĤة، ٧/١٣]، وÙĤźïĥĤ: ﴿ َ ٰ »َرّ\ٓ ٍ َ¶ ٍYد ¹َْم ¢ ِ ©ّ §ُ ِ ﴿َوª :אمıĤŹĤو ،]٥٢/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áَ ³۪ ِ ْ َٓYsئ ªا uَÁْ¦َ يu۪ ·َْ À Êَ َٰ Ãا ّ َ َ ّن ٢٢/٢٨]، وŻĀŹĤح: ﴿َوا ۖى﴾ [اĵĥĐŶ، ٣/٨٧ [أي ěĥì اñĤכó واĵáĬŶ ĩıĩıĤÉĘאכėĻ ıĻÜÉĺא وįĻÜÉÜ، َ َر َžَ· ٰuۙ uّ َ ۪wي ¢ َّ ﴿َواª ،ėıכĤا﴾ [ىuً ¶ُ ْ ¶Yُ َ ِ ْد² ُ· ٰu ۜى﴾ [اĤ×óĝة، ١٢٠/٢]، وīĻĝĻĥĤ:﴿ َوز ْ َ ُ¶ َuى ّ اà ِٰ ُ¶¹َ اª ِ ّن وīĺïĥĤ:﴿ ا :ÕÝכĤوا ģøóĥĤو ،]٣٢/٣٤ ،É×ùĤا﴾ [ىuٰ ·ُ ْ ªا ±َِ ْ¦Yُ َ ²دْ uَ†َ ±ُ oْ َ ²َ ١٣/١٨]، وïĻèijÝĥĤ:﴿ ا [ ب٣٠ [:ÙĀאì مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ óĨŶو ،]٣٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ىuً ¶ُ ¿³ّ۪®ِ ْ §ُ َ ³ّÁَِ b ْ Oَ À Yَ ®ّ Yِžَ﴿ uْ£ََ ُ· ٰuى﴾ [اĤ×óĝة، ١٥٩/٢]، وóĝĥĤآن ìאÙĀ:﴿ َوª ْ ªواَ تY ِ ³َÁِّ]َْ ªا ±َR ِ Y³َْ ª{َ²َْ َ ْ§ُc ُ ¯¹َن َRٓY ا À﴿ بY َ cَ§ِ ْ ªا~« ¹َR ُ Y³َÁَْ bٰ ّijراة ìאÙĀ:﴿ َوا ُ· ٰu ۜى﴾ [اħåĭĤ، ٢٣/٥٣[، وÝĥĤ ْ َٓj َYء ُ¶ ْ ِR ±ْ َرِّ\ِ·ُ اª ُ· ٰuى﴾ [اīĨËĩĤ، ٥٣/٤٠[. ْ ªا~« ¹َR ُ Y³َÁَْ bٰ ْ£ََu ا ْ ³َ ُYه ُ¶ ًuى﴾ [اóøŸاء، ٢/١٧]، ﴿َوª َو َjَ« ١ ح: وįİijä. ٢ ح: وįİijä. ٣ ر: وßĻĬÉÝĥĤ. ٥ ١٠ ١٥ 240 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hidâyet bulma fiili de Kur’ân’da birçok anlamda kullanılmıştır. 1. Dünyada yol bulma anlamında kullanılmıştır: “Ve onlar yıldızlarla yol bulurlar.” [ en-Nahl 16/16]. 2. İstircâ‘ [yani Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz demek] anlamında kullanılmıştır: “İşte onlar hidâyete ermiş olanlardır.” [ el-Bakara 2/157]. 3. Geçmiştekilerin yolunu izleme anlamında kullanılmıştır: “Ve biz onların izinden yola devam edenleriz.” [ ez-Zuhruf 43/22]. 4. Sünnet ve cemâat mezhebini takip etme anlamında kullanılmıştır: “Elbette ben tövbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da hidâyet bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.” [ Tâhâ 20/82] Tahkik ehli olan Kuşeyrî’nin “Bize hidâyet et.” âyeti ile ilgili oldukça anlamlı ifadeleri vardır. Kendisi şöyle der: “Bize hidâyet et.” yani bizi Sana meylettir, yönelişimizi Sana doğru kıl. Sana yol gösteren delilimiz olan, Sana ulaşan yolumuzu kolaylaştır. Sırlarımızı ağyârı [yani Sen’den gayrısını] müşahede etmekten kesip ayır, kalplerimizi nûr parıltıları ile aydınlat. Kastımızı izlerin kirinden arıtıp sadece Sana doğru kıl. Bizi istidlal makamından yakınlık ve vuslat makamına yücelt. Bize mükâşefe buyuracağın cemâl ve celâl müşahedesi ile bizleri emsâl ve eşkâlde sükûn bulmaktan uzaklaştır. Hâllerimizin karanlıklarını bizden gider ki Senin kutsiyetinin nûrları ile aydınlanalım, çabamızın gölgesini üzerimizden kaldır ki Senin cömertliğinin yıldızları ile basiret sahibi olalım. Bizi vesveselerden, havatırdan, akla gelen düşüncelerden, desiselerden muhafaza buyur ki başarısızlık, zayıfl ık, tabiat, âdet, tembellik, irade zafi yeti, mal tamahı ya da ziyade talebi gibi âfetler bizi sürüklemesin.1 İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: -Allah gönüllerini daraltsın- Mu‘tezile “Hidâyetten murat beyândır.” der, çünkü onlar hidâyet bulma fiilinin Allah tarafından yaratıldığını düşünmezler. Eğer onların dediği gibi olsaydı o zaman onlarla gazaba uğrayanlar ve sapmışlar bu konuda eşit durumda olurlardı, çünkü Allah herkese beyânda bulunmuştur.2 Ayrıca hidâyet kelimesinde birtakım ilâve anlamlar da söz konusudur. Bunlardan biri şöyledir: Allah Teâlâ kullarının ihtiyaçlarını önemsediği için onlara bu şekilde talepte bulunmalarını emretmiştir. Nitekim O, nebîlerin ve velîlerin kendisinden talepte bulunduğu zâttır. Hz. Yûsuf şöyle demiştir: 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 13. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 21. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 241 ،[١٦/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ونَ uُ cَ·َْ À ْ ¶ُ ِ kْ َ ³ªY ّ ِ وذכó اïÝİŸاء ijäijĤه: ÙĘóđĩĤ óĈق اĻĬïĤא: ﴿َو\ Yَ ²ِّ ْ ُْ̄·َc ُu َون﴾ [اĤ×óĝة، ١٥٧/٢]، وĭÝøŻĤאن īĭùÖ اĩĤאīĻĄ:﴿ َوا ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª وäóÝøŻĤאع: ﴿َوا َ ٌYر Ÿّ ›َ َ ª ¿²ِّ۪ ِ ِ¶ ْ ُRْ·َc ُu َون﴾ [اóìõĤف، ٢٢/٤٣]، وijĥùĤك ÕİñĨ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ:﴿ َوا َYر fٰ « ا ٰٓ «َ .[٨٢/٢٠ ،įĈ] ﴾ىuٰ cَ¶اْ َ ّ fُ Yoً ِ ٰ َR ±َ َوَ ِ̄ َ© †َªY َ َ Yب َوا b ±ْ ¯َ ِ ª َY ﴾כĩĥאت ÙéĻĥĨ وijİ اĨŸאم اóĻýĝĤي Ĝאل: ²uِ ¶ْ ِ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ ěĻĝéÝĤا ģİأ ăđ×Ĥو اĬïİא أي ģĨ ĭÖא إĻĤכ، واģđä إĜ×אĭĤא ĻĥĐכ، כī ĻĥĐכ دĭĥĻĤא، ّ ح ĹĘ ĭÖijĥĜא وóùĺ إĻĤכ ø×ĭĥĻא، اďĉĜ أóøارĬא īĐ ijıüد اĻĔŶאر وijĤ אزلĭĨ īĐ אĭِ Ĝّ َ ijĈاďĤ اijĬŶار وأóĘد ijāĜدĬא إĻĤכ īĐ دĬ ÷اàŴאر ور اźïÝøźل إĵĤ øאèאت اóĝĤب واĀijĤאل، ّģè ĭĭĻÖא وīĻÖ ùĨאכÙĭ اáĨŶאل واüŶכאل ĩÖא Üכאĭęüא įÖ īĨ ijıüد اĩåĤאل واŻåĤل، ِأزل ĭĐא ĩĥČאت أijèاĭĤא ĹąÝùĭĤء ijĬÉÖار øïĜכ، وارďĘ ĭĐא ģČ Ĭïıäא ÝùĭĤ×óā ijåĭÖم ijäدك، اĭčęèא īĐ اĔõĭĤאت واijøijĤاس واóĉíĤات ١ īĨ ģýĘ أو ijİادة أو Ĉ×ď أو Đאدة أو واijıĤاä ÷כŻĻ ĭĺijıÝùÜא آÙĘ ٢ כģù أو ėđĄ إرادة أو ďĩĈ Ĩאل واõÝøادة. ÙĺاïıĤا īĨ ادóĩĤا :ųا Ʃ ħıĩèز ÙĤõÝđĩĤا ÛĤאĜ» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ħıĘ اijĤאĜ אĩכ כאن ijĤو ،اءïÝİźا ģđĘ ěĥì ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ ونóĺ ź ħıĬÍĘ ،אنĻ×Ĥا אĭİ ٣ .«ģכĥĤ īĻÖ ïĜ įĬź اء؛ijø כĤذ ĹĘ نijĤאąĤوا ħıĻĥĐ بijąĕĩĤوا ٤ įĬŶ ال؛ËùĤا اñıÖ אده×Đ óĨأ ųا Ʃ أن :אıĭĨ «ïÐاijĘ ÙĩĥכĤا هñİ ĹĘ ħà :مŻùĤا įĻĥĐ ėøijĺ אلĜ ،אءĻĤوŶوا אءĻ×ĬŶا įĤÉø يñĤا ijİو ħıåÐاijè ħİأ ١ ر + اåĤ×ī. ٢ ر: أواõÝøادة | ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٣/١ ٣ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٢١/١ ٤ ر: ħıĬŶ. ٥ ١٠ ١٥ 242 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Benim canımı Müslüman olarak al.” [Yûsuf 12/101] Hz. Mûsâ’ya iman eden sihirbazlar şöyle demiştir: “Bizim canımızı Müslümanlar olarak al.” [ el-A‘râf 7/126] Sahâbe-i kirâm şöyle demiştir: “Bizim canımızı iyilerle birlikte al.” [ Âl-i İmrân 3/193]. Kul hâlinin zâhirine güvenmemelidir, çünkü işin sonu değişebilir. İblis’ten, Bersîsâ’dan, Bel‘am’dan ve Sa‘lebe’den ibret al! Bir başka ilâve mâna şudur: Allah Teâlâ nasıl dua edileceğini öğretmiştir ki bu, önce senâ ile duaya başlamak şeklindedir. Hz. Peygamber aleyhisselâm da, “Kim senâda bulunmadan önce duaya başlarsa, kendisine icâbet edilmemeye müstahaktır.” buyurmuştur. Bir başka ilâve mâna şudur: Allah Teâlâ bu duayı yapmayı emretmiştir, eğer icâbet etmeyi murat etmiş olmasaydı bu emri vermezdi. Nitekim daha önce naklettiğimiz rivayette geçen “Bu, kulum içindir, kuluma istediği vardır.” şeklindeki hadîs-i şerifte bu icâbeti tahakkuk ettirmiştir. Bu, ilâhî rahmetin ispatı, muhabbetin gerçekliğinin delilidir. Rivayette “Namaz kılan, Rabbi ile münacattadır.”1 denilmektedir ki rivayetin bu konu ile ilgili olduğu söylenmiştir. Bunun bir münacat olduğunun ortaya konulması muhabbetin, yakınlığın ve hususiyetin ispatıdır, çünkü ancak muhabbet ehlinin münacatı olur, ancak yakınlık elde edildikten sonra ve ancak hususiyet ortaya çıktıktan sonra münacat olur. Bir başka ilâve mâna şudur: Çoğul formundaki “Bize hidâyet et.” ifadesini okuyan mümin hem kendisini hem de bütün Müslümanları kasteder ki bu da kendisi için şefaat mahallinin ispatıdır. Nitekim namazın sonunda da “ Mümin erkek ve mümin kadınları bağışla!” diye dua eder, bağışlanma talebi konusunda onlara şefaatçi olur ve “Bize dünyada da âhirette de iyilik ver.” [ el-Bakara 2/201] şeklinde dua ederek dünya ve âhiret maslahatları konusunda onlara şefaatçi olur. Kıyamda iken “Bize hidâyet et.” diye dua eder ki bu hem kendisi için hem de bütün müminler için iman ve mârifet üzere sebat talebidir. Bu da şefaatin en büyüğüdür. Her bir müminin bütün iman ehline şefaati sabit olduğuna göre, Hz. Peygamber aleyhisselâmın isyankâr/ günahkâr kimseler hakkındaki şefaati hakkında zannın ne olabilir? 1 Buhârî, “Mevâkîtu’s-salât”, 8. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 243 ۟﴾ [اóĐŶاف، ±Áَ ¯۪ «ِْ ®ُ Y³ـ َ َ žّ¹ََ bوَ ﴿:نijĐóĘ ةóéø אلĜو ،]١٠١/١٢ ،ėøijĺ] ﴾Y¯ً «ِْ ®ُ ¿³۪ َ žّ¹ََ b﴿ ١ ۚ﴾ [آل óĩĐان، ١٩٣/٣] وĨא ĭĺ×Ĺĕ أن ïĩÝđÜ ِ َ َ ـ³Y َ®•َ َْ اÊْ\َyار žّ¹ََ ١٢٦/٧]، وĜאÛĤ اéāĤאÙÖ:﴿ َوb .Ù×ĥđàو ْ ħَ đĥْ َ Öو אāĻĀóÖو÷ ĻĥÖÍÖ ó×ÝĐوا ،لÇĩĤا ĹĘ óĻĕÝĺ ïĝĘ אل؛éĤا óİאČ ĵĥĐ أïÖ īĨ» :مŻùĤا įĻĥĐ אلĜ ïĜو ،אءĭáĤאÖ Ùĺاï×Ĥا Ĺİو אءĐïĤا ÙĻęĻכ ħĥĐّ įĬأ :אıĭĨو ٢ .«įĤ אبåÝùُ ĺ ź أن ٌ īĩِĜَ אءĭáĤا ģ×Ĝ אءĐïĤאÖ כĤذ ěĝè ïĜو įÖ óĨأ אĩĤ [ أ وıĭĨא: أįĬ أóĨ ñıÖا اĐïĤאء وijĤ ħĤ óĺد اäŸאÙÖ] ٣١ ÙĝĻĝè ģĻĤد ijİو ،Ùĉøא×ĩĤا ٣ ĩĻĘא روĭĺא: «ñİا đĤ×ïي وđĤ×ïي Ĩא Éøل»، وñİا إà×אت هñİ אت×àإ ĹĘو ،اñİ ĹĘ ijİ :ģĻĜ ïĝĘ ٤ ُوي أن «اĹĥāĩĤ ĭĺאĹä رįÖ« اéĩĤ×Ù، وĨא ر ïđÖ źوإ Ù×éĩĤا ģİأ īĨ źإ אةäאĭĨ ŻĘ ÙĻĀijāíĤوا ÙÖóĝĤوا Ù×éĩĤا אت×àإ אتäאĭĩĤا .ÙĻĀijāíĤا رijıČ ïĭĐ źإ و ÙÖóĝĤا ģĻĬ אت×àإ ijİو īĻĩĥùĩĤا ÙĨאđĤو įùęĭĤ نijכĺ ďĩåĤا ĵĥĐ ﴾Yَ ²uِ ¶ْ ِ وıĭĨא: أن įĤijĜ:﴿ ا ħıĤ ďęýĻĘ ،אتĭĨËĩĤوا īĻĭĨËĩĥĤ óęĔا ٥ :ةŻāĤا óìآ ĹĘ لijĝĺو ،įĤ ÙĐאęýĤا ģéĨ [٢٠١/٢ ،ةóĝ×Ĥا_﴾ [ً³ََ nَ ةِyَrِ Êا ٰ ْ¿ žِوَ_ ً³ََ nَ YÁَ²ْ ُ uªا ّ¿ žِ Y³َِ bٰ ĹĘ ÕĥĈ اóęĕĩĤة، وijĝĺل: ﴿ا الËø ijİو﴾ Yَ ²uِ ¶ْ ِ ٦ ijĝĺل: ﴿ا אمĻĝĤا ĹĘو ،ةóìŴوا אĻĬïĤا çĤאāĨ الËø ĹĘ ħıĤ ďęýĻĘ ÙĐאęýĤا ÛÝ×à ٧ įùęĭĤ وħıĤ اáĤ×אت ĵĥĐ اĩĺŸאن واÙĘóđĩĤ وأįĬ أħčĐ اęýĤאÙĐ، وĩĤא ģİأ ěè ĹĘ مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا ÙĐאęýÖ כĭČ אĩĘ אنĩĺŸا ģİأ ģכ ěè ĹĘ īĨËĨ ģכĤ اĻāđĤאن. .ïĩÝđُ ١ ح ر: ĺ ĵĥĐ כאن אءĭáĤا ģ×Ĝ אءĐïĤאÖ أïÖ وإذا ،Õäو ïĝĘ אءĐïĤا ģ×Ĝ אءĭáĤאÖ ģäóĤا أïÖ إذا «:įęĭāĨ ĹĘ Ù×Ļü ĹÖأ īÖا جóìأ ٢ .٢٢/٦ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ :óčĬا .»אءäر ٣ ح: àŸ×אت. ٤ ÉĈijĨ ĨאĤכ، اŻāĤة ٢٩؛ çĻéĀ اĤ×íאري، ijĨاÛĻĜ اŻāĤة .٨ ٥ ر + اħıĥĤ. ٦ ح: اĻĝĤאÙĨ. ٧ ح: ĩĥĘא. ٥ ١٠ ١٥ 244 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri es-Sırât (yol) kelimesini Nâfi‘, Iraklılar ve çoğunluk sâd harfi ile okumuş, Abdullah b. Abbas ise sîn harfi ile okumuştur. Bazı kıraat imamları da böyle okumuştur. Hamza b. ez-Zeyyât biraz işmâm ile ze harfine yakınlaştırarak okumuştur. Sâd harfi ile okunuş Kureyş lehçesidir, sîn ile okunuş Benî Kays lehçesidir, ze harfi ile okunuş ise Benî Uzre lehçesidir. es-Sırât “yol” anlamına gelir. Bir görüşe göre bu, “düz yol” anlamındadır. Bir başka görüşe göre “apaçık yol” anlamındadır. Bir diğer görüşe göre kelime Rumca’dır. Ancak Ebû Ubeyde şöyle demiştir: “ Kur’ân’da Arapça olmayan bir kelime yoktur.”1 Bazıları şöyle demiştir: Araplar bu kelimeyi dillerine dâhil edip konuştukları zaman artık Arapçalaşmıştır. Bazıları şöyle demiştir: Bu kelime el-istirât kökünden gelir ki bu da “yutmak” anlamındadır. Yola bu ismin verilmesi, kendisini takip edenleri çekip içine almasındandır. Bazıları şöyle demiştir: el-Musterat kelimesi yiyeceğin geçtiği yol anlamına gelir. Yol ise canlıların geçtiği yere denilir. Sîn harfi, tı harfine uyum sağlamak için sâd harfine dönüşmüştür. Bu şekilde zayıf olan, kuvvetli ile birleşerek kuvvet kazanır. Burada sırat kelimesi ile neyin kast edildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Câbir, İbnü’l-Hanefiyye, Dahhâk, Mukātil ve İbn Cüreyc, “Bu, İslâm’dır.” demişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ İblis’ten haber verirken ondan naklederek “Onlar için Senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım.” [ el-A‘râf 7/16], yani “Onları Senin dininden saptıracağım.” demiştir. Yine Allah Teâlâ peygamberi Hz. Muhammed aleyhisselâma, “Muhakkak sen onları dosdoğru yola davet ediyorsun.” [el- Mü’minûn 23/73] buyurmuştur. Hz. Ali ve İbn Mes‘ûd, “Sırat, Allah’ın kitabıdır.” demişlerdir. Allah Teâlâ “Sana vahyedilene sımsıkı sarıl, muhakkak sen dosdoğru yol üzeresin.” [ ez-Zuhruf 43/43] buyurmuştur. 1 Ebû Ubeyde, Mecâzü’l- Kur’ân, 1: 17. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 245 ١ وأģİ اóđĤاق واđĤאÙĨ ÖאāĤאد، وóĜأ اīÖ Đ×אس ďĘאĬ أóĜ ïĝĘ ﴾اط َ yَ‡ªا ِّ ﴿ :įĤijĜو īĻùĤوا ،ûĺóĜ ÙĕĤ אدāĤאĘ .ŻĻĥĜ ايõĤا אıƪ ĩüÉĘ َ ٣ ٢ وõĩèة اءóĝĤا ăđÖ أóĜ įÖو ،īĻùĤאÖ .رةñĐ ĹĭÖ ÙĕĤ ايõĤوا ،÷ĻĜ ĹĭÖ ÙĕĤ :ģĻĜو .çĄاijĤا ěĺóĉĤا ijİ :ģĻĜو . ّ واóāĤاط ijİ اùĤ×ģĻ، وģĻĜ: اěĺóĉĤ اijùĤي .ومóĤا ÙĕĤ ijİ ٤ .«ÙĻÖóđĤا óĻĔ آنóĝĤا ĹĘ ÷ĻĤ» :ةïĻ×Đ ijÖأ אلĜو א ÜכÛĩĥ اóđĤب įÖ Āאرت ÙĻÖóĐ أąĺא. ّ ĩĤ :ģĻĜو .įĻכĤאø ďĥÝ×ĺ įĬŶ כ؛ĤñÖ Ĺĩø عŻÝÖźا ijİو ،اطóÝøŸا īĨ ijİ :ģĻĜو ّ اĬŶאم، وĀאرت اīĻùĤ Āאدا ĉĩĤאÙĝÖ ّ اđĉĤאم واěĺóĉĤ óĩĨ وģĻĜ: إن اóÝùĩĤط óĩĨ اĉĤאء، وכñا اėĻđąĤ ijĝĺى ÖאāÜאįĤ ÖאĺijĜŶאء. واėĥÝì ĹĘ اóĩĤاد įÖ ĭıİא، Ĝאل اīÖ Đ×אس وäאóÖ واīÖ اÙĻęĭéĤ واéąĤאك وĝĨאģÜ ُ·ْ َ†ِy َ اŽ ¥َ َ ª َ ْ ُ َu ّن ¢Êَ َ﴿ :÷ĻĥÖإ īĐ اó×ì ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،مŻøŸا ijİ :ãĺóä īÖوا :مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ įĻ×ĭĤ אلĜو ،כĭĺد īĐ ħıĭĥĄŶ أي] ١٦/٧ ،افóĐŶا﴾ [Áَۙ £۪cَْ ¯ُ ْ اª ٍ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ٧٣/٢٣]. Á£۪cَْ ®ُ اط ٍ yَ†ِ »ٰ ªِ ا ْ¶ ¹ُ ُ uْ cََ ª ¥َ َ ²ِّ ﴿َوا ۪ ي ٓ َّـw ªYِ \ ¥ْ ِ ¯ْ cَ~Yْ žَ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ אبÝכ ijİ :دijđùĨ īÖوا ّ وĜאل ĹĥĐ ٍ﴾ [اóìõĤف، ٤٣/٤٣]. Á£۪cَْ ®ُ اط ٍ yَ†ِ »ٰ «َ ¥َ َ ²ِّ َْÁ ۚ¥َ ا ªِ َ ا ُ۫و ِn¿ ا ّ (ت. ١٦٩ İـ ٧٨٥/ م) أïè اóĝĤاء اùĤ×Ùđ اijıýĩĤرīĺ، أįĥĀ īĨ أĀ×ıאن، ĹáĻĥĤا ħĻđĬ ĹÖأ īÖ īĩèóĤا ï×Đ īÖ ďĘאĬ ijİ ١ اóıÝü ĹĘ اÙĭĺïĩĤ واÛıÝĬ إįĻĤ رĺאÙø اóĝĤاءة ıĻĘא، وأóĜأ اĭĤאس ęĻĬא وø×īĻđ Ùĭø، وĹĘijÜ ıÖא. اóčĬ: وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٣٦٨/٥؛ ĔאÙĺ اıĭĤאÙĺ īÖź اõåĤري، ٢٨٨/٢؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٥/٨ ٢ ر: اīÖ כóĻá. ÙÖאéāĤا أدرك ،Ùđ×ùĤا اءóĝĤا ïèأ) م ٧٧٣/ـİ ١٥٦ .ت (אتĺõĤا ،ĹĩĻÝĤا ،ģĻĐאĩøإ īÖ אرةĩĐ īÖ ÕĻ×è īÖ ةõĩè ijİ ٣ אعĩäŸا ïĝđĬا ،اءاتóĝĤאÖ אĩĤאĐ כאن ،انijĥéÖ ĹĘijÜ ،ħıĻĤإ ÕùĭĘ ħĻÝĤا ĹĤاijĨ īĨ وכאن ،ħıąđÖ رأى نijכĺ أن ģĩÝéĻĘ مŻĐŶا ؛٢٣٨/١ ،ريõåĤا īÖź ÙĺאıĭĤا ÙĺאĔ ؛٢١٦/٢ ،כאنĥì īÖź אنĻĐŶا אتĻĘو :óčĬا .لij×ĝĤאÖ įÜاءóĜ ĹĝĥÜ ĵĥĐ .٢٧٧/٢ ،ĹĥرכõĥĤ .١٧/١ ،ةïĻ×Đ ĹÖŶ آنóĝĤا אزåĨ ٤ ٥ ١٠ ١٥ 246 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hasan-ı Basrî ve Ebü’l-Âliye er-Riyâhî, “Sırat, Hz. Peygamber aleyhisselâm ve iki dostu Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in yoludur.” demişlerdir. Allah Teâlâ Hz. Peygamber aleyhisselâm hakkında, “Seni dosdoğru yola hidâyet edecektir.” [ el-Feth 48/2], sahâbe hakkında “Allah müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.” [ el-Feth 48/18] buyurmuştur. O, “Allah sizi doğru yola ulaştırsın.” [el-Feth 48/20] buyurmuştur. Bekir b. Abdullah el-Müzenî’nin şöyle dediği nakledilir: Rüyamda Hz. Peygamber aleyhisselâmı gördüm ve kendisine sırât-ı müstakîmin ne olduğunu sordum, o da bana, “Benim ve benden sonra râşid halifelerimin sünnetidir.” buyurdu. Ebû Süleymân ed-Dârânî şöyle demiştir: Sırat, Allah Teâlâ’nın bir önceki âyette “Yalnız Sana kulluk ederiz.” âyetinde ifade ettiği kulluk yoludur. Allah Teâlâ “O’na kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur.” [ Âl-i İmrân 3/51] buyurmuştur. Süddî şöyle demiştir: Sırat, cennet yoludur. Yol ikidir: Biri cehennem yoludur. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onları cehennem yoluna sevk edin.” [ es-Sâffât 37/23] Diğeri cennet yoludur. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bizi dosdoğru yola hidâyet et.” [ el-Fâtiha 1/5] Dinin sırat olarak isimlendirilmesinin sebebi şudur: Bir hedefi veya maksadı olan kimse ona ancak yol kat ederek, doğru bir yola girerek ulaşabilir. Allah Teâlâ mekândan münezzehtir, ancak talep eden kul mekân sahibidir, bu yüzden vuslata ve maksada nâil olması için mesafeleri kat etmesi, âfetlere maruz kalması, korkulan şeylere tahammül etmesi kaçınılmazdır. Büyük zâtlardan birine, “Allah’a giden yol nedir?” diye sorulmuş, o da, “İki devir yapar, sonra ulaşırsın. Bir devir yapar dünyayı ardına atarsın, ikinci bir devir daha yapar ve ukbâyı (âhireti) ardına atarsın, işte o zaman ulaşmış olursun.” demiştir. el-Müstakîm kelimesi “düz, dosdoğru” anlamına gelir. Ekāmehû, fe’s-tekāme “Onu doğrulttu, o da doğruldu.” denilir. Aynı formda, evse‘ahu, fe’stevse‘a, “Ona genişlik sağladı, o da genişliğe ulaştı.”; erhâhu, fe’sterhâ “Ona rahatlık sağladı, o da rahat erdi.” denilir. Harf-i cersiz kullanım üç bâbdan gelir: İnfi‘âl (örnek: el-inkitâ‘), ifti‘âl (örnek: el-ihtilât) ve istif‘âl (örnek: el-istirsâl). 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 247 ّ įĻĥĐ اŻùĤم Ĺ×ĭĤا ěĺóĈ ijİ : ّ ّ وأijÖ اđĤאÙĻĤ اĺóĤאĵè وĜאل اīùéĤ اĤ×óāي ¥َ َ Àuِ·َْ įĻĥĐ اŻùĤم : ﴿َوÀ ّ Ĺ×ĭĤا ěè ĵĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ġ óĩĐو óכÖ ĹÖأ įĻ×èאĀو ±َِ ُ َ ّ اà ٰ ْ£ََu َر Šِ¿ ª﴿ [ ب٣١ [:įÖאéĀأ ěè ĵĘ אلĜو] ٢/٤٨ ،çÝęĤا﴾ [ۙY¯Á ً £۪cَْ ®ُ ąŽا ً yَ†ِ .[٢٠/٤٨ ،çÝęĤا﴾ [ۙY¯Á ً £۪cَْ ®ُ ąŽا ً yَ†ِ ْ §ُ َ Àuِ·َْ Àوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ] ١٨/٤٨ ،çÝęĤا﴾ [±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ اª اطóāĤا īĐ įÝĤÉùĘ אمĭĩĤا ĹĘ Ṡ ّ Ĺ×ĭĤا Ûĺرأ :אلĜ ّ ĹĬõĩĤا ųا Ʃ ï×Đ īÖ óכÖ īĐو ١ اħĻĝÝùĩĤ ĝĘאل: «ĹÝĭø وÙĭø اęĥíĤאء اóĤاīĺïü ïđÖي». ﴾uُ ]ُ ْ َ َ َ Yك ² Àِّ ا ﴿įĥ×Ĝ אİóذכ ĹÝĤا Ùĺدij×đĤا ěĺóĈ ijİ ٢ : ّ وĜאل أijÖ ĩĻĥøאن اïĤاراĹĬ Á] ﴾آل óĩĐان، ٥١/٣]. اط ُR َْc£۪ ٌ ٌ yَ†ِ اwَ ¶ٰ ۜ وهُ uُ ]ُ Yْ žَ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،[٤/١ ،ÙéÜאęĤا[ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ħĻéåĤا ěĺóĈ :אنĝĺóĈ ěĺóĉĤאĘ ؛ÙĭåĤا ěĺóĈ ijİ : ّ وĜאل اïùĤي اط َ yَ‡ªا ِّ Yَ ²uِ ¶ْ ِ ِÁ] ﴾اāĤאĘאت، ٢٣/٣٧]، وěĺóĈ اÙĭéĤ، Ĝאل: ﴿ا ۙ o۪ kَ ْ ٰ« َ†ِy ِ اط اª ªِ ﴿žَ ْY ¶ُu ُو¶ ْ ا .[٥/١ ،ÙéÜאęĤا﴾ [Áَ £۪cَْ ¯ُ ْ اª ïđÖ įĻĤإ ģāĺ אĩĬÍĘ ïāĝĨ أو دijāĝĨ įĤ כאن īĨ نŶ א؛ĈاóĀ īĺïĤا Ĺĩø אĩĬإ ħà ÕĤאĉĤا ï×đĤا īכĤ ÙĭכĨŶا īĐ אلđÝĨ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ،ģĻ×ùĤا اءijø كijĥøو ěĺóĉĤا ďĉĜ אتĘאíĩĤا ģĩéÜو אتĘŴا÷ Ĩو אتĘאùĩĤا ďĉĜ īĨ įĤ ïÖ ŻĘ כאنĩĤا ÕèאĀ ٣ واijĩĤاĘאة. . ĻĤכóم ÖאijĀijĤل ورïÜ ،ÛĥĀو ïĜو īĻÝęĉĐ :אلĝĘ ؟ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵĤإ ěĺóĉĤا אĨ :اءó×כĤا ăđ×Ĥ ģĻĜو .ÛĥĀو ïĜو كóıČ وراء ĵ×ĝđĤا ñ×ĭÝĘ ÙĻĬאà ورïÜو كóıČ وراء אĻĬïĤا ñ×ĭÝĘ ةóĨ ٤ ْ ُ̄ َْc£۪ َۙÁ ﴾أي اijÝùĩĤي، ĝĺאل: «أĜאįĨ، ĘאĝÝøאم» כĩא ĝĺאل: «أوįđø، وįĤijĜ:﴿ اª ĘאďøijÝø «و»أرìאه ĘאĵìóÝø«، واŻĤزم Ĺåĺء īĨ ÙàŻà أijÖاب، īĨ اđęĬźאل כאĉĝĬźאع، وīĨ اđÝĘźאل כאŻÝìźط، وīĨ اđęÝøźאل כאøóÝøźאل. ١ ر: īĨ ïđÖي. ّ (ت. ٢١٥ İـ٨٣٠/ م) أïè رäאل اÙĝĺóĉĤ، ّ اïĤاراĹĬ ّ اĹåèñĩĤ ĹùĭđĤا ÙĻĉĐ īÖ ïĩèأ īÖ īĩèóĤا ï×Đ אنĩĻĥø ijÖأ ijİ ٢ א (ÙĈijĕÖ دěýĨ (رģè إĵĤ ïĕÖاد وأĜאم ıÖא ïĨة، ħà ّ כאن īĨ Ùĥä اùĤאدات وأرÖאب اïåĤ ĹĘ اåĩĤאïİات، īĨ أģİ دارĺ Đאد إĵĤ اýĤאم وĹĘijÜ ĹĘ ïĥÖه. اóčĬ: وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ١٣١/٣؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٢٩٣/٣ ٣ ر: ÖאĀijĤאل. ٤ ر - أوįđø. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 248 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yolun müstakim sıfatı ile nitelenmesi iki anlama gelir. Birincisi, yolun kendisinin düzgün olması, eğriliğinin bulunmaması, ikincisi ise o yola girenin dosdoğru ilerlemesi anlamınadır. Örneğin Hak Teâlâ “Gündüzü gösterici kıldık.” [ Yûnus 10/67] buyurmuştur ki buradaki “gösterici” ifadesi, “içerisinde görülen” anlamındadır. Benzer şekilde “Akan nehir” ifadesi, “içinde suyun aktığı nehir” anlamına gelir. Kur’ân’da bunun benzeri ifade, “İş sıkılaştığı, kararlaştığı zaman...” [ Muhammed 47/21] âyetidir, burada “Onlar işte kararlı hâle geldikleri zaman...” anlamına gelir. Yine “Onların ticareti kâr etmemiştir.” [ el-Bakara 2/16] ifadesi, “Onlar bu ticarette kâr etmemişlerdir.” anlamına gelir. Aynı durum “Dediler ki: O zaman bu, hüsrana uğrayan bir dönüştür.” [ en-Nâziât 79/12] âyetinde de söz konusudur. Müfessirlerden biri şöyle demiştir: Sırât-ı müstakîm, kendisine giren yolcuyu hataya meylettirmeyen, dümdüz yoldur. Bazıları şöyle demiştir: Sırât-ı müstakîm, yolcusunu cennete götüren yoldur. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Sırât-ı müstakîm, kāim, yani delillerle sabit, hiçbir şey ile ortadan kalmayan, kanıtları hiçbir tuzak ile yok edilemeyen yoldur.1 Kuşeyrî şöyle demiştir: “Sırât-ı müstakîm, kitap ve sünnetten delili bulunan ve kendisine bid‘atin sirayet etmediği yoldur.” Yine şöyle demiştir: “O, ümmetin selefinin kendisi ile yükseldiği, ibret delillerinin doğruluğunu dile getirdiği yoldur.” Yine şöyle demiştir: “O, sıhhatine tevhid delillerinin şahitlik, tahkik şahitlerinin tembih ettiği yoldur.”2 { Necmeddin Nesefî der ki:} Ben de şöyle derim: Sırât-ı müstakîm, üzerinde belirsizlik karanlığının ve bid‘at tozunun olmadığı yoldur. O, yolcusunu saptırmayan, terk edeninin de doğruya ulaşamadığı yoldur. O, kendisine girenin yol kesme korkusu yaşamadığı, yolcusuna ismet ve tevfik kılavuzu ile rehberlik eden yoldur. O, maksada ve hedefe ulaşmak isteyenlere bunu kolaylaştıran ve Allah Teâlâ tarafından gözetilen yoldur. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 22. 2 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 14. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 249 أن :ĹĬאáĤوا .جijđĨ óĻĔ įùęĭÖ ijÝùĨ ٍ įĬأ :אİïèأ ؛،אنĻĭđĨ įĤ ١ įÖ ěĺóĉĤا ėĀو ħà óıĬ» :כĤijĝوכ įĻĘ ٢ óā×ُ ĺ أي] ٦٧/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ۜ ََ· َYر ُRْ[ ‡ِ ًyا ³ªا ّ وَ ﴿:įĤijĝכ įĻĘ ħĻĝÝùĨ įכĤאø äאر» أي اĩĤאء äאر įĻĘ، وóĻčĬه ĹĘ اóĝĤآن: ﴿ِžَYَذا ََ}َم َْ اÊْ®ُy] ﴾ïĩéĨ، ٢١/٤٧ [أي ijĨõĐا ِ ًذا ْ ¥َ ا «ِ ¹ُا b ªYَ ِ َk َYرُbُ·ْ] ﴾اĤ×óĝة، ١٦/٢] أي Ĩא رijéÖا ıĻĘא وįĤijĜ:﴿ ¢ b aْ oَ ِ \رَ Y¯َ žَ﴿ :įĤijĜو įĻĘ ۢ﴾ [اĭĤאزĐאت، ١٢/٧٩]. ة ٌ yَ~Yِ rَ ة ٌَ yّ¦َ .ٍ وĜאل Éĉì ĵĤإ ٣ įכĤאùÖ ģĻĩĺ ź يñĤا يijÝùĩĤا ijİ :óĻùęÝĤا ģİأ ăđÖ אلĜو .ÙĭåĤا ĵĤإ įכĤאùÖ Ĺąęĺ يñĤا ijİ :ħıąđÖ įĥĺõĺ ź يñĤا īĻİاó×ĤאÖ ÛÖאáĤا أي ħÐאĝĤا ijİ» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ٤ .«ïĻכ įååè ăĝĭĺ źو ءĹü ÙĐï×ĥĤ ÷ĻĤو ģĻĤد ÙĭùĤوا אبÝכĤا īĨ įĻĥĐ אĨ ijİ» :ųا Ʃ ّ رįĩè ٥ اóĻýĝĤي وĜאل اĨŸאم ،«ةó×đĤا ģÐźد įÖاijāÖ ěĉĬو ÙĨŶا ėĥø ٦ įĻĥĐ درج אĨ ijİ» :אąĺأ אلĜو ،»ģĻ×ø įĻĤإ [ أ ٣٢] ٧ .«ěĻĝéÝĤا ïİاijü įĻĥĐ į×Ĭو ïĻèijÝĤا ģÐźد įÝéāÖ ïıü אĨ ijİ» :אąĺأ אلĜو ijİ ،ÙĐï×Ĥا אر×Ĕ źو ١٠ةóכĭĤا مŻČ įĻĥĐ ÷ĻĤ אĨ ijİ ٩ Ġ : {وأĬא أijĜل: ٨ {وĜאل įכĤאø ïĩĺو ěĺóĉĤا ١١ďĉĜ įĻĘ אفíĺ ź אĨ ijİ ،įُ אرכÜ يïÝıĺ źو įכĤאø ُ ģą ƫ َ ĺ ź אĨ ّ אده Ʃواų āĜ لijĀو دijāĝĩĤوا ïāĝĩĤا ĹĤإ ģıùĺ אĨ ijİ ،ěĻĘijÝĤوا ÙĩāđĤا ١٢ÙĜرï×Ö .אدهĀóĩÖ ĵĤאđÜ .ëùĭÝùĩĤا īĨ ijıø įĥđĤ ،ģĀŶا īĨ ćĝø ١ ٢ ر: Ü×óāة. ٣ ح: øאĤכį. ٤ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٢٢/١ ٥ ر - اĨŸאم. ٦ ر: إįĻĤ. ٧ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٤/١ ٨ ح: Ĝאل + اëĻýĤ اĨŸאم ħåĬ اīĺïĤ. ٩ ح - وأĬא أijĜل. ١٠ ر: اęĤכóة. ١١ ر + įĻĘ. ١٢ ح ر: Ö×ñرįĜ. ٥ ١٠ ١٥ 250 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 6. Nimet verdiklerinin yoluna... [ el-Fâtiha 1/6] Bu ifade, “Bizi dosdoğru yola ilet.” âyetindeki “yol” kelimesinin bedelidir, onun açıklaması gibidir. Bedel, neyin bedeli ise i‘rabda ona tâbidir, çünkü o, bedeli olduğu şeyin aynıdır. Aynı durum, “Sen muhakkak ki dosdoğru bir yola iletirsin.” [ eş-Şûrâ 42/52] âyeti ile “Allah’ın yolu…” [ eş-Şûrâ 42/53] âyeti arasında da söz konusudur. İkincisindeki sırat kelimesi, birincisindekine tâbi olarak mecrur olmuştur. Burada da ikincisindeki sırat kelimesi, ilkindekine tâbi olarak mansub olmuştur. Aynı durum “Onu perçeminden yakalarız.” [el- Alak 96/15] âyeti ile “O yalancı ve günahkâr perçeminden.” [el- Alak 96/16] âyeti arasında ve “ Kureyş’e yapılan kolaylaştırma için…” [ Kureyş 106/1] âyeti ile “Onlara yaz ve kış yolculuklarında yapılan kolaylaştırma…” [ Kureyş 106/2] âyeti arasında da söz konusudur. Bütün bunlar Halîl b. Ahmed’e göre bedel, Ahfeş’e göre atf-ı beyân, Kisâî’ye göre itbâ‘, Ferrâ’ya göre ise el-mütercim şeklinde isimlendirilir. Ellezîne kelimesi ellezî kelimesinin çoğuludur. Bu ancak birleştiği kelime ile tamamlanan ve ondan ayrı zikredilmeyen bir ism-i mevsûldür. İki şey için kullanılan hâli (tesniyesi) ellezâni, müennesinin iki şey için kullanılan hâli ise elletânî şeklindedir. Ellezînin çoğulu ellezîne, elletînin çoğulu ise ellâtî, ellevâtî ve ellâî şeklindedir. “Nimet verdiklerin” ifadesi kendilerine minnet buyurdukların anlamındadır. En‘amte fiilinin isim hâli kesre ile en-ni‘metü şeklindedir. Fetha ile [yani en-ne‘me şeklinde] okununca nimete mazhar olma, ötre ile [yani ennu‘me şeklinde] okununca sevinç anlamına gelir. Âyette sözü edilen kendilerine nimet verilenlerin kimler olduğu ve verilen nimetin ne olduğu konusunda ihtilâf edilmiştir. Mücâhid ve Ebû Ravk şöyle demişlerdir: Kendilerine nimet verilenler nebîlerdir. Delili ise Meryem sûresinde nebîleri zikrettikten sonra, “İşte bunlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerdir.” [ Meryem 19/58] buyrulmuş olmasıdır. İbn Keysân, “Onlar nebîler ve sıddıklardır.” demiştir. Hasan-ı Basrî ve Abdurrahman b. Zeyd “Onlar nebîler ve onlara tâbi olanlardır.” demişlerdir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 251 ْۙ ħıِ ْ ĻĥَĐَ Ûَ ْ ĩ َ đĬْاَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ اط َ َ óĀِ -٦ ijİو ﴾ اط َ yَ‡ªا ِّ Yَ ²uِ ¶ْ ِ ا ﴿:įĤijĜ īĐ لïÖ ijİ ﴾ْ·ِÁَْ «َ aَ ¯ْ َ ²َْ ا ±À َ w۪ َّ وįĤijĜ: ﴿ َ†ِy َ اط اª ٓي u۪ ·ْcََ ª ¥َ َ ²ِّ واَ ﴿:įĤijĝכ ijİو ،ijİ įĬŶ ؛įÖاóĐإ ĹĘ لï×ĩĤا ď×Ýĺ لï×Ĥوا ،įĤ óĻùęÝĤכא ٍ﴾ [اijýĤرى، ٥٢/٤٢]، ﴿ َ†ِy ِ اط ّ اà ِٰ] ﴾اijýĤرى، ٥٣/٤٢]، ÜÉĘ×ď َ اăęíĤ Á£۪cَْ ®ُ اط ٍ yَ†ِ »ٰ ªِ ا [١٥/٩٦ ،ěĥđĤا_﴾ [ِÁَ†Y ِ َ ³ªY ّ ِ \ Yً Ÿَْ ³ََ َ ، وñİا כįĤijĝ:﴿ ª َ اÕāĭĤ َ اăęíĤ، وĭİא أÜ×ď اÕāĭĤ [١/١٠٦ ،ûĺóĜ] ﴾ٍ Àْyَ¢ُ فِËÀَ Ê۪ ِ﴿ :įĤijĜو] ١٦/٩٦ ،ěĥđĤا_﴾ [ٍئَŽY ِ rَ _ٍ َ \ذYِ ¦َ _ٍÁَ†Y ِ َ ²﴿ .[٢/١٠٦ ،ûĺóĜ] ﴾ْ·ِžِËÀَ ا۪﴿ ïĭĐو אنĻ×Ĥا ėĉĐ ĵĩùĺ ûęìŶا ïĭĐو لï×Ĥا ĵĩùĺ ģĻĥíĤا ïĭĐ įĥכ اñİ ّ اء ĵĩùĺ اħäóÝĩĤ. ّ ĵĩùĺ اÜŸ×אع وïĭĐ اóęĤ اĤכùאĹÐ źو įÝĥāÖ źإ ħÝĺ ź لijĀijĨ ħøا ijİو» يñĤا «ďĩä ijİ ﴾±À َ w۪ َّ وįĤijĜ : ﴿ اª ١ ïÖوıĬא، وįáĻĬÉÜ» اĹÝĤ«، وÙĻĭáÜ اñĤي «اñĥĤان»، وÙĻĭáÜ اĹÝĤ» اÝĥĤאن»، وďĩä óכñĺ اñĤي «اīĺñĤ«، وďĩä اĹÝĤ» اĹÜŻĤ واijĥĤاĹÜ واĹÐŻĤ «. ،óùכĤאÖ Ùĩđّ ĭĤا įĭĨ ħøźوا ،ħıĻĥĐ ÛĭĭĨ أي﴾ ْۙ·ِÁَْ «َ aَ ¯ْ َ ²َْ و įĤijĜ:﴿ ا ٢ .ُ ة ƪ ó َ ùَ وÖאçÝęĤ اħđĭÝĤ، وÖאħąĤ اĩĤ ْ ħİ وĹĘ ñİا اđĬŸאم اñĤي ħıĻĥĐ Ĩא ijİ؟ īَ Ĩ ħıĻĥĐ ħَ đĭĩĤا ءźËİ ĹĘ ėĥÝìوا óذכ ïđÖ ħĺóĨ رةijø ĹĘ įĤijĜ įĥĻĤود ،نij××ĭĤا ħİ ٣ Ĝאل åĨאïİ وأijÖ روق: .[٥٨/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ْ·ِÁَْ «َ ُ ²َْ َ َ ّ اà ٰ ا ±À َ w۪ َّ ِئ ¥َ اª ٰٓ ُو۬ª اĬŶ×Ļאء: ﴿ا ٤ ħİ اĬŶ××אء واijĝĺïāĤن. وĜאل اīÖ כùĻאن: .ħıĐא×Üوأ אĻ×ĬŶا ħİ :ïĺز īÖ īĩèóĤا ï×Đو īùéĤا אلĜو ١ ر - ñĺכó. ٢ ر: اóĩĤة. īÖ אكéąĤا īĐ روى» óĻùęÝĤا «ÕèאĀ ،ÙùĨאíĤا Ùĝ×ĉĤا īĨ وقïĀ . ّ ّ اĹĬ اĤכĹĘij ْ ق اıĤِ õ َ و ر ijÖأ אرثéĤا īÖ ÙĻĉĐ ijİ ٣ īĺóùęĩĤا אتĝ×Ĉ ؛٣٦٩/٦ ،ïđø īÖź ىó×כĤا אتĝ×ĉĤا :óčĬا .ÙäאĨ īÖوا ĹÐאùĭĤوا داود ijÖأ įĤ وروى هóĻĔو ħèاõĨ ïĥĤاوودي، .٣٨٦/١ ،ادïĕÖ ģİأ īĨ ،ÙĕĤو اijéĬ ،ÙĻÖóđĤאÖ ħĤאĐ (م ٩١٢/ـİ ٢٩٩ .ت (אنùĻכ īÖאÖ وفóđĩĤا ïĩèأ īÖ ïĩéĨ īùéĤا ijÖأ ijİ ٤ įęĻĬאāÜ īĨ .Õĥđàو د ّ ó×ĩĤا īĐ ñìأ įĬŶ ؛īĻĻĘijכĤوا ijéĭĤا ĹĘ īĻĺóā×Ĥا ÕİñĨ ċęéĺ وכאن ،Õĥđàو دó×ĩĤا īĐ ñìأ :اñıĩĤب ĹĘ اijéĭĤ وćĥĔ أدب اĤכאÕÜ وÕĺóĔ اßĺïéĤ وđĨאĹĬ اóĝĤآن. اóčĬ: ħåđĨ اŶدÖאء ĻĤאijĜت اijĩéĤي، ٢٣٠٦/٥؛ إĬ×אه اóĤواة ĹĉęĝĥĤ، ٥٧/٣؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٢٤/٢؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣٠٨/٥ ٥ ١٠ ١٥ 252 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Mukātil, “Onlar nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerdir.” demiştir. Süddî, “Onlar nebîler ve müminlerdir.” demiştir. Bu dört görüş birbirine yakındır ve hepsinin delili, “İşte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdir.” [ en-Nisâ 4/69] âyetidir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Onlar, Allah’ın kendileri üzerindeki nimetini değiştirmelerinden önceki hâlleri ile Hz. Mûsâ’nın ashabıdır. Bunun delili “Ey İsrâiloğulları! Üzerinizdeki nimetimi hatırlayın.” [ el-Bakara 2/122] âyetidir. Dahhâk, İbn Cüreyc ve Vekî‘ şöyle demişlerdir: Kendilerine nimet verilenler, müminlerdir. Delili ise “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, hani siz düşmanlar idiniz de O sizin kalplerinizi birbirine yakınlaştırdı ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz.” [ Âl-i İmrân 3/103] âyetidir. Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: Onlar Allah’ın kendilerine hidâyet ve itaat nimeti bahşettiği kimselerin tamamıdır. Bunun delili de yukarıdakinin aynıdır. Sehl b. Abdullah et- Tüsterî şöyle demiştir: Onlar Allah’ın kendilerine sünnete tâbi olma nimeti verdiği kimselerdir. Delili ise “İşte onlar rüşd ehlidir, Allah’tan bir lutuf ve nimet olarak...” [ el-Hucurât 49/7-8] âyetidir. Muhammed b. Ali et-Tirmizî şöyle demiştir: Onlar Allah’ın kendilerine verdiği nimete şükretme nimetini de ihsan ettiği kimselerdir, çünkü nimet [bir sıfat olarak] nankörde değil, şükredende kalır, gittiği zaman sanki hiç olmamış gibi olur. Ali b. Hüseyin b. Vâkid şöyle demiştir: Onlar Allah Teâlâ’nın kendilerine bollukta şükür, darlıkta sabır ihsan ettiği kimselerdir, çünkü şükür ancak sabır ile tamam olur. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Bunlar dört sahâbîdir. Delili ise daha önce zikrettiğimiz “İşte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdir.” [ en-Nisâ 4/69] âyetidir. Bu âyet onlar hakkında indirilmiştir. Kuşeyrî şöyle demiştir: Onlar, Allah’ın kendilerine dosdoğru yola hidâyet nimetini ihsan ettiği kimselerdir, çünkü âyetin öncesinde zikredilen husus budur. Onlar nebîler ve seçkinlerdir.1 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 14. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 253 : ّ وĜאل ĝĨאģÜ: ħİ اĬŶ×Ļאء واijĝĺïāĤن واïıýĤاء واāĤאijéĤن. وĜאل اïùĤي ħİ اĬŶ×Ļאء واijĭĨËĩĤن. وñİه اĜŶאوģĺ اŶرÙđĺ ĝÝĨאرÙÖ ودģĻĤ כıĥא įĤijĜ: ۚ﴾ [اùĭĤאء٦٩/٤،]. ±Áَ o۪ ِ ٓ ِاءَو ّ اªَ‡ ªY uَ·َ ُƒªا ّ وَ ±Áَ £À۪ ۪uّ ‡ªا ِّ وَ ±َ Áّ۪]َِ ³ªا ّ ±َR ِ ْ·ِÁَْ «َ ُ ²َْ َ َ ّ اà ٰ ا±À َ w۪ َّ ِئ ¥َ َR•َاª ٰٓ ُو۬ª Yžَ﴿ כĤذ ģĻĤود ،ħıĻĥĐ ųا Ʃ ÙĩđĬ واóĻĕĺ أن ģ×Ĝ ĵøijĨ אبéĀأ ħİ :אس×Đ īÖا אلĜو .[١٢٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ§ ُ Áَْ «َ aُ ¯ْ َ ²َْ ۪cٓ ¿ا َّ َ اª ¿cِ¯َ ْ ِ ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ ©ْاذُ¦ُyوا ² َ ٓ³۪¿ ا \ Yَ À﴿ :įĤijĜ aَ ¯َ ْ ِ وĜאل اéąĤאك واīÖ ãĺóä ووכďĻ: ħİ اijĭĨËĩĤن، ودįĥĻĤ įĤijĜ:﴿ َو ْاذُ¦ُyوا ² ۚ﴾ [آل óĩĐان، ١٠٣/٣]. Y²ا ً ¹َrْ ِ ا ٓµ۪ cِ¯َ ْ³ِِ \ ْcُoْ ]َ†ْ َ Yžَ ْ §ُ ِ \¹«ُ¢ُ ±َ Áَْ \ َ َّ ªَ ٓ ًاء žَY uَ ْ َ ِ ْذ ُ¦ُ³ْcْ ا َْÁ ُ §ْ ا ّ اà ِٰ َ« .ّ óĨ אĩĤ ،ÙĐאĉĤوا ىïıĤאÖ ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬأ īĨ ďĻĩä ħİ :ÕĻùĩĤا īÖ ïĻđø אلĜو ģĻĤود ،ÙĭùĤאÖ ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬأ īĺñĤا ħİ ١ : ّ ] اóÝùÝĤي Ʃ اų /] ٣٢ب ï×Đ īÖ ģıø אلĜو ۜ﴾ [اóåéĤات، ٨-٧/٤٩]. _ً¯َ ْ ِ َ ِ ا‚ ُu َۙون žَ ‹ْ ًË ِ ®±َ ّ اà ِٰ َو² ِئ ¥َ ُ¶ ُ ّ اyª ٰٓ ُو۬ª ذĤכ įĤijĜ:﴿ ا ؛ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬأ אĨ óכýÖ ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬأ īĺñĤا ħİ : ّ ىñĨóÝĤا ĹĥĐ īÖ ïĩéĨ אلĜو .īכÜ ħĤ אıĬÉכĘ ÛĤزا ذاÍĘ ،óęכ īĩĤ ź óכü īĩĤ ĵĝ×Ü אĩĬإ ÙĩđĭĤا نŶ כĤوذ اءóùĤا ĵĥĐ óכýĤאÖ ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬأ īĺñĤا ħİ :ïĜوا īÖ īĻùéĤا īÖ ّ وĜאل ĹĥĐ .ó×āĤאÖ źإ ħÝĺ ź óכýĤا نŶ اء؛óąĤا ĵĥĐ ó×āĤوا ُ ²َْ َ َ ّ اà ٰ ا ±À َ w۪ َّ ِئ ¥َ َR•َ اª ٰٓ ُو۬ª Yžَ﴿ :אĬijĥÜ אĨ įĥĻĤود ،ÙđÖرŶا ÙÖאéāĤا ħİ :īùéĤا אلĜو .ħıĻĘ ÛĤõĬ Ĺİو] ٦٩/٤ ،אءùĭĤا [،ÙĺŴا ﴾ ْ·ِÁَْ «َ אıĬŶ ؛ħĻĝÝùĩĤا اطóāĤا ĵĤإ ÙĺاïıĤאÖ ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬأ īĺñĤا ħİ» : ّ وĜאل اóĻýĝĤي ٢ .«אءĻęĀŶوا אءĻ×ĬŶا ħİو įĥ×Ĝ رةijכñĩĤا Ĺİ īĻĩĥכÝĩĤوا ħıÐאĩĥĐو ÙĻĘijāĤا ÙĩÐأ ïèأ) م ٨٩٦/ـİ ٢٨٣ .ت (يóÝùÝĤا÷ Ĭijĺ īÖ ųا ï×Đ īÖ ģıø ïĩéĨ ijÖأ ijİ ١ ĹĘ ijĥĐم اŻìŸص واĺóĤאĻĄאت وijĻĐب اđĘŶאل، وĹĝĤ ذا اijĭĤن اóāĩĤي ĩÖכÙ. įĤ כÝאب ĹĘ óĻùęÜ اóĝĤآن óāÝíĨ، وכÝאب رĜאěÐ اéĩĤ×īĻ وóĻĔ ذĤכ. اóčĬ: اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١١/١٦؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٤٣/٣ ٢ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٤/١ ٥ ١٠ ١٥ 254 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hüseyin b. Fazl şöyle demiştir: Onlar Allah’ın kendilerine son nefesi İslâm üzere verme nimetini ihsan ettiği kimselerdir, çünkü hakiki nimet budur. Bunlar müfessirlerin sözleridir, bu hususta bir de muhakkiklerin sözleri vardır: Ca‘fer es- Sâdık şöyle demiştir: Onlar, Seni bilme ve Senden anlama nimetini kendilerine ihsan ettiğin kimselerdir. Muhammed b. Ali et-Tirmizî şöyle demiştir: Onlar, uzuvlarını hizmet esnasında heybet ile bağladığın kimselerdir. Ebü’l-Abbas b. Atâ şöyle demiştir: Onlar zümre zümredir. Âriflere Allah mârifet nimetini, velîlere sıdk, rızâ, yakîn ve seçkinlik nimetini, ebrâra hilim ve şefkat nimetini, müritlere itaatin tadını alma nimetini, müminlere ise yardım dileme nimetini ihsan etmiştir. Ebû Osman el-Hîrî şöyle demiştir: Onlar kendilerine yolun tehlikelerini, şeytanın tuzaklarını ve nefsin hıyanetini öğretmek sûretiyle nimet verdiğin kimselerdir. Muhammed b. Fazl şöyle demiştir: Kendilerine, Sana münacat yolunca yardım isteme konusunda yardım lutfunda bulunduğun kimselerdir. Bağdatlı Allah dostlarından bir şöyle demiştir: Bu, Sana yakınlık ve ünsiyetin devamı sayesinde nimete bakmaktan kendilerini alıkoyduğun ( fenâ eylediğin) kimselerin yoludur. Şöyle denilmiştir: Ezelde kendileri hakkında cereyan edene nazar nimetini bağışladığın ve bu keşfin kendilerini senden alıkoymadığı kimselerin yoludur. Şöyle denilmiştir: Onlar kendilerine iman, hidâyet, muvaffakiyet, riayet, murakabe ve uykusuzluk (gece ibadeti) nimeti ihsan ettiğin kimselerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar nasiplerinden geçme ve Seninle güzel edep içerisinde kāim olma nimeti ihsan ettiğin kimselerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar nimeti değil, nimet vereni müşahede etme nimeti verdiğin kimselerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar varlığın karanlıklarını sırlarından izale ederek kendilerine nimet verdiğin, ruhlarını kudsiyetinin nûru ile temizlediğin ve böylece himmetleri ile Seni müşahede eden, Seninle birlikte Senden başkasını müşahede etmeyen kimselerdir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 255 م؛ŻøŸا ĵĥĐ ħıĩÝíÖ ÙĩđĭĤا ħıĻĥĐ ١ ųا Ʃ ħÜأ īĺñĤا ħİ :ģąęĤا īÖ īĻùéĤا אلĜو :īĻĝĝéĩĥĤ ģĺאوĜأ įĻĘو īĺóùęĩĤا ģĺאوĜأ هñİ .ÙĝĻĝéĤאÖ ÙĩđĭĤا ijİ įĬŶ .כĭĐ ħıęĤوا כÖ ħĥđĤאÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ īĺñĤا : Ġ אدقāĤا ïĩéĨ īÖ óęđä אلĜ .ÙĨïíĤا ïĭĐ Ù×ĻıĤאÖ ħıèارijä ÛĩĨز īĺñĤا : ّ ّ اñĨóÝĤي ĹĥĐ īÖ ïĩéĨ אلĜو אĻĤوŶوا ،ÙĘóđĩĤאÖ ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬأ نijĘאرđĤאĘ :אتĝ×Ĉ ħİ ٢ وĜאل أijÖ اđĤ×אس īÖ اĉđĤאء: أħđĬ Ʃ اÖħıĻĥĐųאïāĤقواĄóĤאء واīĻĝĻĤواijęāĤة، واóÖŶارأħđĬ Ʃ اÖħıĻĥĐųאħĥéĤواóĤأÙĘ، .ÙĬאđÝøźאÖ ħıĻĥĐųا Ʃ ħđĬأ نijĭĨËĩĤوا ،ÙĐאĉĤا وةŻéÖ ħıĻĥĐųا Ʃ ħđĬأ ونïĺóĩĤوا اطóāĤا כĤאıĨ ħıÝĘóĐ نÉÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ īĺñĤا ٣ : ّ وĜאل أijÖ ĩáĐאن اóĻéĤي وĨכאïĺ اĉĻýĤאن وĻìאÙĬ اęĭĤ÷. ěĺóĈ ĹĘ ÙĬאđÝøźا ĵĥĐ ÙĬאĐŸאÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ īĺñĤا :ģąęĤا īÖ ïĩéĨ אلĜو وامïÖ ÙĩđĭĤا ĵĤإ óčĭĤا īĐ įÝĻĭĘأ īĨ اطóĀ :īĻĺادïĕ×Ĥا ăđÖ אلĜو .כÜאäאĭĨ اħđĭÝĤ ÖóĝÖכ وËĨاÝùĬכ. ĹĘ ħıĻĥĐ ىóä אĨ אنĺóä ĵĤإ óčĭĤאÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ īĺñĤا اطóĀ :ģĻĜو אنĩĺŸאÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ :ģĻĜو .כÖ ģĕýĤا īĐ כĤذ ėýכ ħıĥĕýĺ ħĥĘ ،زلŶا אءĭęÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ :ģĻĜو ٤ واïıĤاÙĺ واěĻĘijÝĤ واĐóĤאÙĺ واóĩĤاĜ×Ù واĤכŻءة. ħđĭĩĤا ةïİאýĩÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ :ģĻĜو .دبŶا īùéÖ כđĨ ħıĨאĻĜو ħıČijčè ħİóÐاóø īĐ [ أ ٣٣] انijכŶا אتĩĥČ ÙĤزاÍÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ :ģĻĜو ٥ دون اÙĩđĭĤ. وóıĈت أرواħıè ijĭÖر øïĜכ ýĘאïİوك ħıĩĩıÖ وħĤ ýĺאïİوا đĨכ ijøاك. ١ ح - اų įĤ ħıÐאĩĥĐو ÙĻĘijāĤا ëĺאýĨ افóČ īĨ (٩٢٢/٣٠٩ .ت (اديïĕ×Ĥا ĹĨدŶا אءĉĐ īÖ ģıø īÖ ïĩéĨ īÖ ïĩèأ ijİ ٢ ïĻđø ijÖأ כאن ëĺאýĩĤا īĨ אĩıĜijĘ īĨو ïĩéĨ īÖ ïĻĭåĤوا ĹĬאÝøאرĩĤا ħĻİاóÖإ ÕéĀ ،įÖ ÿÝíĺ آنóĝĤا ħıĘ ĹĘ אنùĤ .١٥٧/١١ ،Ĺ×İñĥĤ ءŻ×ĭĤا مŻĐأ óĻø ؛٢٠٧ .ص ،ĹĩĥùĥĤ ÙĻĘijāĤا אتĝ×Ĉ :óčĬا .įĬÉü ħčđĺ ازóíĤا ّ (ن. ٢٩٨İـ٩١٠/م) وïĤ ÖאóĤي وÉýĬ ıÖא ħà يóĻéĤا ċĐاijĤا رijāĭĨ īÖ ïĻđø īÖ ģĻĐאĩøإ īÖ ïĻđø אنĩáĐ ijÖأ ijİ ٣ īÖ ïĩéĨ īĨ اقóđĤאÖو ،هóĻĔو ģÜאĝĨ īÖ ïĩéĨ īĨ يóĤאÖ ďĩø ïĜ وכאن ،אıÖ ĹĘijÜ أن ĵĤإ אıĭכùĘ رijÖאùĻĬ ĵĤإ ģĝÝĬا إĩøאģĻĐ اĹùĩèŶ وïĻĩè īÖ اďĻÖóĤ ĹĩéĥĤ وĩİóĻĔא، ودģì ïĕÖاد. اóčĬ: وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، .٣٧٠/٢ ٤ ر + وģĻĜ: أÛĩđĬ ħıĻĥĐ ýĩÖאïİة اħđĭĩĤ دون اÙĩđĭĤ. ٥ ر - وģĻĜ: أÛĩđĬ ħıĻĥĐ ýĩÖאïİة اħđĭĩĤ دون اÙĩđĭĤ. ٥ ١٠ ١٥ 256 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle denilmiştir: Onlar Sana müşahede ile kulluk etme nimeti verdiğin ve bu sayede sanki Seni görüyormuş gibi Sana kulluk (ibadet) eden kimselerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar kendilerine Senden talepte bulunma ve münacat izni vermekle nimet ihsan ettiğin kimselerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar vuslat nimeti verdiğin ve yolda durmayan kimselerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar nasiplerini ele geçirme derdine düşmeden Senin haklarını yerine getirme nimeti verdiğin kimselerdir. Bu söz Kuşeyrî’ye aittir. Yine Kuşeyrî şöyle demiştir: “Kendilerini kendi izlerinden temizlediğin, bu sayede Sana Seninle vasıl olan kimselerin yolu.” Yine şöyle demiştir: “Yani, onlar hakikat vâridatı üzerilerine galip geldiği vakit kendilerinde şeriatın izlerini muhafaza ettiğin, bu sayede ilmin sınırının dışına çıkmayan ve şeriat ahkâmından herhangi birini ihlal etmeyen kimselerdir.”1 Şöyle denilmiştir: Onlar nimetine ehil kıldığın, ikramına uygun gördüğün kimselerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar başlangıçta inâyet nimeti, hâlde hidâyet nimeti ve nihayette de himaye nimeti verdiğin kimselerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kendilerine tarafımızdan ezelde en güzel şey takdir edilmiş olanlar...” [ el-Enbiyâ 21/101]. Bu, başlangıçtaki nimettir. Şöyle buyurmuştur: “Sizi imana hidâyet etti.” [ el-Hucurât 49/17]. Bu, hâldeki nimettir. Şöyle buyurmuştur: “Allah iman edenleri sabit kılar.” [ İbrâhim 14/27]. Bu da nihayetteki nimettir. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: -Allah kendilerini perişan etsin- Mu‘tezile’nin görüşüne göre Allah’ın ne müminlerden biri üzerinde ne gazaba uğrayanlar üzerinde ne de sapmışlar üzerinde bir nimeti vardır, çünkü Allah’ın herhangi bir kimse üzerinde din konusunda ona en uygun olanı vermek ve razı olunan yolu beyân etmek dışında bir nimeti yoktur ki bu nimet de bütün kâfirlere verilmiştir. Bu durumda onların görüşüne göre Allah’a övgü geçersiz olmaktadır. İsmet Allah’tandır.2 7. Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil. [ el-Fâtiha 1/7] “Gazaba uğramışlar” ifadesindeki “gayr” kelimesi üç anlama gelir. Birincisi başkalıktır. Farsçası “cüz”dür. Hak Teâlâ “Bize başkasını iftira edesin diye.” [ el-İsrâ 17/73] şeklinde buyurmuştur. İkincisi “lâ/değil” mânasıdır, Farsçası “neh”dir. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Her kim aşırı gitmeden ve haddi aşmadan…” [ el-Bakara 2/173]. Yani “aşırı giderek değil, haddi aşarak değil.” Üçüncüsü “illâ/ancak” mânasındadır. Farçası “meğer”dir. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 14. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 23. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 257 :ģĻĜو .כĬوóĺ ħıĬÉכ وكï×Đ ĵÝè ةïİאýĩĤا ĵĥĐ כÜאد×đÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ :ģĻĜو لijĀijĤאÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ :ģĻĜو .כÜאäאĭĨو כĤاËø ĵĘ ħıĤ ÛĬأذ نÉÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ أي .ěĺóĉĤا ĹĘ اijęĝĺ ħĥĘ ١ «ħıČijčè بŻåÝøا ĵĥĐ ãĺóđÝĤا دون כĜijĝéÖ אمĻĝĤאÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ «:ģĻĜو ّ ، وĜאل أąĺא: «óĀاط īĨ ħıÜóıĈ īĐ آàאرħİ ĵÝè وijĥĀا إĻĤכ وijİ ijĜل اóĻýĝĤي Öכ»، وĜאل أąĺא: «أي Ûčęè ħıĻĥĐ آàאر اÙđĺóýĤ ïĭĐ ĥĔ×אت واردات اÙĝĻĝéĤ ĵÝè ٣ ijĥا ĹýÖء īĨ أèכאم اóýĤع». ƫ íِ ُ ĺ ٢ ħĤو ħĥđĤا ïè īĐ اijäóíĺ ħĤ Ùĺاï×Ĥا ĹĘ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأيأ :ģĻĜو .כĨاóכŸ ħıÝéĥĀכوأĨאđĬŸ ħıÝĥّ وģĻĜ: أيأİ Yَ ³ّ®ِ ْ·ُ َ ªaْ £َ]َ~َ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ÙĺאĩéĤאÖÙĺאıĭĤا ĹĘو ÙĺاïıĤאÖ אلéĤا ĹĘو ÙĺאĭđĤאÖ [١٧/٤٩ ،اتóåéĤا﴾ [نYِ ¯Àَ ۪Ëْ ِ ª ْ §À ُ uٰ ¶َ نْ َ ۙ«﴾ [اĬŶ×Ļאء، ١٠١/٢١] وñİا ĹĘ اĤ×ïاÙĺ، وĜאل: ﴿ا ٓ³ٰ ْ oُ ْ اª ٰ َR¹³ُا﴾ [إóÖاħĻİ، ٢٧/١٤ [وñİا ĹĘ اıĭĤאÙĺ. ا ±À َ w۪ َّ ُ اª ٰ Ãا ّ aُ ]ِّgَُ وñİا ĹĘ اéĤאÙĤ وĜאل: ﴿À ĵĥĐ ų Ʃ ÷ĻĤ -ųا Ʃ ħıĤñè- ÙĤõÝđĩĤا لijĜ ĵĥĐو «:ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ųا Ʃ īĨ ÙĩđĬ ź إذ ،īĻĤאąĤا źو ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا ĵĥĐ ÛùĻĤ ÙĩđĬ īĻĭĨËĩĤا īĨ ïèأ ďĻĩä ĵĥĐ ÛĬכא ïĜ כĥÜو ĹĄóĩĤا ģĻ×ùĥĤ אنĻ×Ĥوا īĺïĤا ĹĘ çĥĀŶا źإ ïèأ ĵĥĐ ٤ «.ÙĩāđĤا ųאÖو Ʃ ،אĻĭáĤا ħıĤijĜ ĵĥĐ ģĉ×ĻĘ ةóęכĤا īĻ َ Ĥאّ۪ ąĤا ٓƪ źَ َ ْ و ħıِ ْ ĻĥَĐَ بijِ ąُ ĕْ َ ĩĤاْ óِ ْ ĻĔَ -٧ :įäأو ÙàŻà ĵĥĐ ÏåÜ «óĻĔ» ÙĩĥכĘ ﴾ْ·ِÁَْ ْ َ̄ ›ْ ‹ُ ¹ِب َ» ِ اª yÁْ šَ﴿ :įĤijĜو ،اءóøŸا﴾ [هُyَÁْ šَ Y³َÁَْ ِ َي َ» ycَŸْcَِ ª﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،«õä» :įÝĻøאرĘو ،ةóĺאĕĩĤا ĵĭđĩÖ ٍ َوَÊ َYغ \ yَÁْ šَ َ yُّ Šا ْ ±َِ̄ žَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،«įĬ» :įÝĻøאرĘو ،»ź» ĵĭđĩÖو] ٧٣/١٧ ،«óŝĨ» :įÝĻøאرĘو ،»źإ «ĵĭđĩÖو ،אĺאدĐ źو אĻĔאÖ ź أي] ١٧٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [دYٍ َ ١ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٤/١ ٢ ر: وīĨ. ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٤/١ ٤ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٢٣/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 258 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hak Teâlâ “Orada Müslümanlara ait ancak bir tek ev bulduk.” [ ez-Zâriyât 51/36] buyurmuştur. Burada gayr kelimesinin bu vecihlerden hepsine hamledilmesi mümkündür. İlkine hamledilirse anlam, “Bizi, gazaba uğramışlardan başka olan ve üzerlerine olan nimetini tamamladığın kimselerin yolu üzere sabit kıl.” şeklinde olur. İkincisine hamledilirse anlam, “Nimet verdiklerinin yolu üzere, gazaba uğramışların değil.” şeklinde olur. Üçüncüsüne hamledilirse anlam, “Ancak gazaba uğramışlar ve sapmışlar hariç.” şeklinde olur; fakat bu, “gayr” kelimesinin mansub okunması durumunda mümkündür. Nitekim Halîl b. Ahmed İbn Kesîr’in nasb ile okuduğunu rivayet etmiştir ki bu kelimenin nasb ile okunuşunun birkaç sebebi vardır. Biri, bu kelimeyi istisna olarak değerlendirmektir. Bu durumda da iki seçenek vardır. İlki, Abdullah b. Abbas’ın “kendilerine nimet verdiklerin” ifadesini “Ey İsrâiloğulları! Sizin üzerinizdeki nimetimi hatırlayın.” [ el-Bakara 2/122] âyeti nedeniyle İsrâiloğulları olarak tefsir etmesine dayalı olarak, bu istisnanın hakiki anlamda istisna olmasıdır. Bu durumda buradaki sebat talebi, bütün peygamberlere ve bütün kitaplara iman eden Ehl-i kitabın yolu üzere sebat talebidir ve bundan bazılarına iman edip diğer bazılarını inkâr eden Yahudi ve Hıristiyanlar istisna edilmiş olur. İstisnanın ikinci seçeneği, bunun “lâ” anlamına munkatı‘ istisna olmasıdır, yani anlam, “Senden evliyanın yolunu talep ediyoruz, düşmanların yolunu değil.” şeklinde olur. Gayr kelimesinin mansub olmasının bir diğer sebebi ise bu kelimenin hâl kabul edilmesidir. Kisâî, “Bu, kat‘ kaidesi1 nedeniyle nasbdır” demiştir. Bir görüşe göre bu ifade övgü ifadesi olarak mansubdur ve cümlenin takdiri, “Kendilerine gazap edilmiş kimseler olarak değil.” şeklindedir. Kelimenin -çoğunluğun tercihi olan- mecrur okunuşu ise “Kendilerine nimet verilenler” ifadesinin sıfatı olması ve bu ibarenin de izâfet nedeniyle mecrur olmasıdır. Dil itibariyle bu ifadenin, yeni bir cümle başlangıcı olarak merfû olması da mümkündür. Bu durumda anlam, “Onlar gazaba uğramamış kimselerdir.” şeklinde olur; ancak böyle bir okuyuş yoktur, bu yüzden de âyet bu şekilde okunmaz. “Gazaba uğramışlar” ifadesindeki gazap, rızânın tersidir. Bir görüşe göre bu, “intikam istemek”, diğer bir görüşe göre “tehdidin gerçekleşmesi”, bir görüşe göre “şiddetle kavrayıp acı verici bir şekilde yakalamak”, bir başka görüşe göre ise “sırrın ifşa edilmesi ve ateş ile azap”tır. 1 Nahiv açısından bir başka kelimeye tâbi (sıfat, bedel, vs.) olan bir kelimenin kendisine tâbi olduğu kelimeye irab açısından tâbiliğinin kopması. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 259 ۚ﴾ [اñĤارĺאت، ٣٦/٥١]، وijåĺز ıĘóĀא ±Áَ ¯۪ «ِْ ¯ُ ْ ªا ±َR ِ aٍ Áَْ \ yَÁْ šَ Y·Áَ ž۪ Yَ ²uْ jَ وَ Y¯َ žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ īĺñĤا ěĺóĉĤا ĵĥĐ אĭÝ×à :אİאĭđĩĘ ولŶا ĵĥĐ Ûĥĩè نÍĘ ،هijäijĤا هñİ ĵĤإ אĭıİ :אİאĭđĩĘ ĹĬאáĤا ĵĥĐ Ûĥĩè وإن ،ħıĻĥĐ بijąĕĩĥĤ īĺóĺאĕĩĤا ħıĻĥĐ ÙĩđĭĤا ÛĩĩÜأ źإ :אİאĭđĩĘ ßĤאáĤا ĵĥĐ Ûĥĩè وإن ،ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا ź ħıĻĥĐ ħđĭĩĤا ěĺóĈ ĵĥĐ óĻáכ īÖا īĐ ïĩèأ īÖ ģĻĥíĤا روى ïĜو ،ÕāĭĤا اءةóĜ ĵĥĐ اñİو] اijąĕĩĤب [٣٣ب أįĬ óĜأ ÖאÕāĭĤ، وÕāĭĥĤ وijäه، أİïèא: اĭáÝøźאء، وĭáÝøŻĤאء وıäאن، أĩİïèא: ģĻÐاóøإ ijĭÖ ħıĬأ﴾ ْۙ·ِÁَْ «َ aَ ¯ْ َ ²َْ ا ±À َ w۪ َّ ªا ﴿:įĤijĝĤ אس×Đ īÖا óĻùęÜ ĵĥĐ אءĭáÝøźا ÙĝĻĝè َْÁ ُ §ْ] ﴾اĤ×óĝة، ١٢٢/٢] وĺכijن ñİا «َ aُ ¯ْ َ ²َْ ۪cٓ ¿ا َّ َ اª ¿cِ¯َ ْ ِ ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ ©ْاذُ¦ُyوا ² َ ٓ³۪¿ ا \ Yَ À﴿ :įĤijĝĤ ١ اĤכÕÝ واĵĭáÝø ģכÖو אءĻ×ĬŶا ģכÖ اijĭĨآ īĺñĤا אبÝכĤا ģİأ ěĺóĈ ĵĥĐ ÛĻ×áÝĤا الËø .ăđ×Ö واóęوכ ăđ×Ö اijĭĨآ īĺñĤا ħıĭĨ אرىāĭĤوا دijıĻĤا ěĺóĈ ź אءĻĤوŶا ěĺóĈ כĤÉùĬ أي ،ź ĵĭđĩÖ אđĉĝĭĨ אءĭáÝøا ٢ واáĤאĹĬ: أن ĺכijن اïĐŶاء. ijİ :ģĻĜو ،ďĉĝĤا ĵĥĐ ijİ : ّ ووįä آóì ÕāĭĥĤ أįĬ ĵĥĐ اéĤאل، وĜאل اĤכùאĹÐ ĵĥĐ اïĩĤح وóĺïĝÜه: ź ÖijąĕĨא ħıĻĥĐ. وóĜاءة اăęíĤ -وĹİ óĜاءة اđĤאÙĨ- ĩĤא أįĬ ĵĥĐ ďĘóĤا ÙĕĥĤا ĹĘ زijåĺو ،ÙĘאĄŸאÖ ضijęíĨ כĤوذ» ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ īĺñĤا «ÛđĬ ُ .įÖ أóĝĺ ŻĘ ٣ įÖ أóĝُ ĺ ħĤو ،ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا óĻĔ ħİو :ĵĭđĩÖ אفĭÑÝøźا ،אمĝÝĬźا إرادة ijİ :ģĻĜو ،אءĄóĤا ăĻĝĬ ijİ ÕąĕĤאĘ ﴾ْ·ِÁَْ ْ َ̄ ›ْ ‹ُ ¹ِب َ» ĨÉĘא ﴿اª כÝİ ijİ :ģĻĜو ،ïĺïýĤا ûĉ×Ĥوا ħĻĤŶا ñìŶا ijİ :ģĻĜو ،ïĻĐijĤا ěĻĝéÜ ijİ :ģĻĜو اÝøŶאر واÕĺñđÝĤ ÖאĭĤאر. ١ ح: وכģ. ٢ ر + įĤ. ٣ ر + أïè. ٥ ١٠ ١٥ 260 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Gazab, ancak bir harfi cer ile kullanılan bir fiildir ki bu da ‘alâ harfidir. Mef‘ulü bu sıla ifadesine birleşerek gelir. İkili (tesniye), çoğul ve müennes hâli ise ism-i mevsûlün kendisine değil, sıla ifadesine gelir. Çünkü bu ilâveler cümlenin tamam olmasından sonra gelir ki cümle de ancak sıla ifadesi ile tamam olur. Örneğin racülün mağdûbun ‘aleyhi (kendisine kızılmış adam), imraatün mağdûbun ‘aleyhâ (kendisine kızılmış kadın), racülâni ve’mraetâni mağdûbun ‘aleyhimâ (kendilerine kızılmış iki adam ve iki kadın), ricâlün mağdûbun ‘aleyhim (kendilerine kızılmış adamlar), nisâün mağdûbun âleyhinne (kendilerine kızılmış kadınlar) şeklinde kullanılır. ‘Aleyhim (üzerlerine/kendilerine) ifadesinin okunuşunda yedi kıraat vardır: 1. He harfinin kesresi ve mîm harfinin sâkin okunuşu. Bu Medine, Basra, Kûfe ve Şam ehlinin okuyuşudur. 2. He harfinin ötresi ve mîm harfinin sâkin okunuşu. Bu A‘meş’in okuyuşudur. 3. He harfinin kesresi ve mîm harfinin ötresi ve (kelime sonunda) vâv harfi. Bu İbn Kesîr’in okuyuşudur. 4. He ve mîm harfinin ötresi ve (kelime sonunda) vâv harfi. Bu Îsâ b. Ömer’in okuyuşudur. 5. He harfinin ve mîm harfinin kesresi ve (kelime sonunda) ye harfi. Bu Hasan-ı Basrî’nin okuyuşudur. 6. He harfinin ötresinin ihtilâsı ve mîm harfinin sâkin okunuşu. Bu Abdülvehhâb’ın Ebû Amr’den rivayetidir. 7. He ve mîm harfinin kesresi. Bu, Amr b. Fâid’in okuyuşudur. Âyette bu ifade ile kimlerin kastedildiğine gelince: Adî b. Hâtim etTâî’nin Hz. Peygamber aleyhisselâmdan naklettiği bir rivayete göre gazaba uğramışlar, Yahudiler; sapmışlar ise Hıristiyanlardır. Aynı rivayeti Abdullah b. Abbas da nakletmiş ve “De ki: Size bundan Allah katında karşılık olarak daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lânet ettiği ve gazap ettiği kimse…” [ el-Mâide 5/60] âyetini delil olarak göstermiştir. Çünkü bu kimseler “Daha önce kâfirlere karşı zafer diliyorlardı.” [ el-Bakara 2/89] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 261 źijĀijĨ įÖ لijđęĩĤا įĭĨ ءĹåĺو ،»ĵĥĐ» Ĺİو ÙĥāÖ źإ ىïđÝĺ ź ģđĘ ÕąĕĤا ħà אداتĺõĤا هñİ نŶ ل؛ijĀijĩĤا ź ÙĥāĤا ģìïÜ ßĻĬÉÝĤوا ďĩåĤوا ÙĻĭáÝĤا ħà ،ÙĥāĤا هñıÖ ،אıĻĥĐ بijąĕĨ أةóĨوا ،įĻĥĐ بijąĕĨ ģäر :אلĝĻĘ įÝĥāÖ įĨאĩÜو אمĩÝĤا ïđÖ ģìïÜ ورŻäن واóĨأÜאن ijąĕĨب ĩıĻĥĐא، ورäאل ijąĕĨب ħıĻĥĐ، وùĬאء ijąĕĨب īıĻĥĐ. :اءاتóĜ ď×ø ﴾ْ·ِÁَْ وĹĘ﴿ َ« כóù اıĤאء وùÜכīĻ اħĻĩĤ وĹİ óĜاءة أģİ اÙĭĺïĩĤ واĤ×óāة واĤכÙĘij واýĤאم. وħąÖ اıĤאء وùÜכīĻ اħĻĩĤ وĹİ óĜاءة اûĩĐŶ. وÖכóù اıĤאء وħĄ اħĻĩĤ ďĨ اijĤاو وĹİ óĜاءة اīÖ כóĻá. ١ .óĩĐ īÖ ĵùĻĐ اءةóĜ Ĺİو اوijĤا ďĨ ħĻĩĤوا אءıĤا ħąÖو وÖכóù اıĤא واħĻĩĤ ďĨ اĻĤאء óĜاءة اīùéĤ. وÖאŻÝìس ÙĩĄ اıĤאء وإøכאن اħĻĩĤ رواÙĺ Đ×ï اİijĤאب īĐ أĹÖ óĩĐو. .ïÐאĘ īÖ وóĩĐ اءةóĜ אءĺ óĻĕÖ ħĻĩĤوا אءıĤا óùכÖو ّ Ĺ×ĭĤا īĐ Ġ ّ ] اĉĤאĹÐ أ ٣٤] ħÜאè īÖ يïĐ روى ïĝĘ ÙĺŴا هñİ ĹĘ ħıÖ ادóĩĤا אĨÉĘ ٢ وכñاĜאل اĐīÖ×אسġواïıýÝø įĻĥĐاŻùĤم أħıĬ ħİ اijıĻĤد واąĤאijĤن ħİ اāĭĤאرى، ﴾µِÁَْ ُ َوšَ ‹ِ َ] َ» ٰ Ãا ّ µُ³ََ َ ª ±ْ ®َ ۜ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ _ًَ \¹gُ®َ ¥َ ِ ٍ ِR ±ْ ٰذª yّƒَ ِ َِّ[ُئ ُ§ ْ \ ²ُ ا© ْ¶ َ© ْ ¢ُ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĝÖ ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٨٩/٢] واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ« اª «َ ن¹َ oُ cِŸْcَْ َ À ©ُ]ْ َ ¹ُا ِR ±ْ ¢ [اĩĤאïÐة، ٦٠/٥] وذĤכ أħıĬ:﴿ َ¦Y² įÜاءóĜو اءةóĝĤوا ÙĻÖóđĤوا ijéĭĤאÖ ħĤאĐ ةóā×Ĥا ģİأ īĨ (م ٧٦٦/ـİ ١٤٩ .ت (ĹęĝáĤا óĩĐ īÖ ĵùĻĐ אنĩĻĥø ijÖأ ijİ ١ ñìأ ،įİא×üوأ įĺij×Ļø ĵýĨ įÝĝĺóĈ ĵĥĐو ،į×Üور ijéĭĤا بñİ īĨ أول ،ءŻđĤا īÖوا įĺij×Ļøو ģĻĥíĤا ëĻü ، رةijıýĨ يóā×Ĥا īùéĤا ďĩøو īāĻéĨ īÖوا óĻáכ īÖ ųا ï×Đ īĐ وفóéĤا وروى אقéøإ ĹÖأ īÖ ųا ï×Đ īĐ ً اóĝĤاءة ĄóĐא .ïĩèأ īÖ ģĻĥíĤوا ĹđĩĀŶوا يËĤËĥĤا ĵøijĨ īÖ ïĩèأ įĭĐ اءاتóĝĤا وروى ÙĻÖóđĤا אسĻĜ ĵĥĐ اءةóĝĤا ĹĘ אرĻÝìا įĤو īĨ āÜאįęĻĬ: اåĤאďĨ واŸכĩאل ĹĘ اijéĭĤ. اóčĬ: ħåđĨ اŶدÖאء ĻĤאijĜت اijĩéĤي، ٢١٤١/٥؛ إĬ×אه اóĤواة ĹĉęĝĥĤ، ٣٧٤/٢؛ ĔאÙĺ اıĭĤאÙĺ īÖź اõåĤري، ٥٤٠/١؛ وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٤٨٦/٣؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٠٦/٥ ٢ ïĭùĨ أïĩè، ١٢٤/٣٢؛ īĭø اñĨóÝĤي، óĻùęÜ اóĝĤآن .٢ ٥ ١٠ ١٥ 262 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri yani Arap kâfirler karşısında bir gün Hz. Muhammed aleyhisselâmın gelip kendilerini muzaffer kılacağını söylüyorlardı. “Bildikleri şey kendilerine geldiği zaman onu inkâr ettiler.” [ el-Bakara 2/89]. Onlar Hz. Muhammed aleyhisselâmın kendi ataları olan İshak soyundan gelmesini istiyorlardı, fakat Hz. Muhammed aleyhisselâm Hz. İsmâil’in soyundan biri olarak gönderilince onu sırf haset ve kıskançlıkla inkâr ettiler. “Böylece gazap üzerine gazaba müstahak oldular.” [ el-Bakara 2/90]. Yani öfke üzerine öfkeye, lânet üzerine lânete maruz kaldılar. İlki onların Hz. Îsâ’yı inkâr etmelerinden, ikincisi ise Hz. Muhammed aleyhisselâmı inkâr etmelerinden dolayı idi. Dahhâk, Mukātil, Süddî, Atâ, İbn Cüreyc ve İbn Keysân âyeti böyle tefsir etmişlerdir. Âyet hakkında başka söylenecek pek çok şey vardır ve bunlar “ed-dâllîn” (sapmışlar) ifadesinin ardından söylenecektir. Ve le’d-dâllîn (Ve sapmışların [yoluna] değil): Bir görüşe göre buradaki lâ edatı tekit için kullanılmış sıla ifadesidir. Mânası ise gayri’l-mağdûbi ‘aleyhim ve’d-dâllîn (gazaba uğramış ve sapmış olmayanlar) şeklindedir. Lâ edatı ise, bu ifadenin “kendilerine nimet verdiklerin” ifadesine atıf olduğu sanılmasın diye ilâve edilmiştir. Bir başka görüşe göre lâ edatı daha önce bahsi geçen gayr mânasındadır. Bu durumda sanki şöyle denilmiştir: Gayri’l-mağdûbi ‘aleyhim ve gayri’d-dâllîn (gazaba uğramış olmayanlar ve sapmış olmayanlar). Lâ edatının gayr kelimesine atfı mümkündür. Çünkü her ikisi de olumsuzlama için kullanılır. Bu yüzden de birbirlerine münasiptirler. Örneğin, hâzâ gayru ‘âkil ve gayru ‘âlim (Bu, akıllı değildir, âlim de değildir.) denildiği gibi hâzâ gayru ‘âkil ve lâ ‘âlim (Bu akıllı değildir, âlim de...), hâzâ lâ ‘âkil ve lâ ‘âlim (Bu ne akıllıdır ne de âlim.) denilebilir. Bir görüşe göre lâ edatı ilâve bir anlam katar, çünkü senin mâ câenî Zeydün ve ‘Amr (Bana Zeyd ve Amr gelmedi.) şeklindeki ifaden bu ikisinin birlikte gelmesinin olumsuzlanması iken mâ câenî Zeydün ve lâ ‘Amr (Bana ne Zeyd geldi ne de Amr.) ifaden bu ikisinin birlikte ya da ayrı ayrı gelmiş olmalarının olumsuzlanmasıdır ve olumsuzlama konusunda daha açık ve güçlüdür. Aynı şekilde kendilerine nimet verilmiş olanların yolunda sebat ve sapmış ve gazaba uğramış olanların yolundan korunma talebinde de bu durum söz konusudur. ed-Dâllîn “sapmışlar” ifadesine gelince, dalâlet rüşdün tersidir ve Kur’ân’da çeşitli anlamlarda kullanılmıştır: 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 263 واyُŸَ¦َ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ أي óāĭÝùĺون ĵĥĐ כęאر اóđĤب ïĩéĩÖ įĻĥĐ اŻùĤم ﴿žَ» ßđÖ אĩĥĘ ،ħİijÖأ ijİو ěéøإ ïĤو īĨ ïĩéĨ نijכĺ أن نijäóĺ اijĬכא] ٨٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۘ µ۪ ِ \ ۜ ﴾ [اĤ×óĝة، [ٍ ‹َ šَ »ٰ «َ [ٍ ‹َ ›َ ِ \ ؤYُ۫ ٓ]َžَ﴿ אĻĕÖو اïùè įÖ واóęכ ģĻĐאĩøإ ïĤو īĨ ijİو ïĩéĨ ĹĬאáĤوا ĵùĻđÖ ħİóęכÖ ولŶا :ÙĭđĤ ĵĥĐ ÙĭđĤو ćíø ĵĥĐ ćíùÖ اij×ĥĝĬا أي] ٩٠/٢ ّ وĉĐאء واīÖ Öכħİóę ïĩéĩÖ ĩıĻĥĐא اŻùĤم وכñ óùĘ اéąĤאك وĝĨאģÜ واïùĤي .﴾±Áَ ۪ ّ ªYَٓ‹ªا ّ ﴿ :óذכ ïđÖ óכñĺ óĻáכ مŻכ įĻĘو ،אنùĻכ īÖوا ãĺóä َijąĕب ĩĤاْ óِ ْ ĻĔَ :אهĭđĨو ةïכËĨ ÙĥĀ «ź»و :ģĻĜ ﴾±Áَ ۪ ّ ªYَٓ‹ªا ّ Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو aَ ¯ْ َ ²َْ ا ±À َ w۪ َّ ªا ﴿ĵĥĐ فijĉđĨ įĬأ īčĺ ŻÑĤ ؛»ź» تïĺز īכĤ ،īĻĤאąĤا ّ َ و ħ ِıĻĥĐ ،﴾ ْۙ·ِÁَْ «َ óِ ْ ĻĔَ َ و ħ ِıĻĥĐ بijąĕَ ĩĤاْ óِ ْ ĻĔَ :אلĜ įĬÉכ ،مïĝÜ يñĤا» óĻĔ» ĵĭđĩÖ ijİ :ģĻĜو ،א×øאĭÝĘ ĹęĭĥĤ אđĻĩä אĩıĬŶ ؛»óĻĔ» ĵĥĐ «ź»ـÖ ėĉđĺ أن אزä אĩĬوإ ،īĻĤאąĤا ّ ģĜאĐ ź اñİ«و» ħĤאĐ źو ģĜאĐ óĻĔ اñİ»و» ħĤאĐ óĻĔو ģĜאĐ óĻĔ اñİ» :אلĝĺ .«ħĤאĐ źو אĩıÑĻåĨ Ĺęĭĺ «وóĩĐو ïĺز ĹĭÐאä אĨ» :כĤijĜ نÍĘ ة؛ïÐزا ةïÐאęĤ «ź» Ùĩĥכ :ģĻĜو đĻĩäא đĨא وĤijĜכ: «Ĩא äאĹĭÐ زïĺ وź óĩĐو» Ĺęĭĺ ĩıÑĻåĨא đĻĩäא وÙĜóęÜ، وñİا ěĺóĈ īĐ ÙĩāđĤوا ħıĻĥĐ ١ ħđĭĩĤا ěĺóĈ ĵĥĐ ÛĻ×áÝĤا الËø ĹĘ اñכĘ ،ĹęĭĤا ĹĘ ēĥÖأ اąĤאīĻĤ واijąĕĩĤب ħıĻĥĐ. :אنđĩĤ آنóĝĤا ĹĘ ijİو ïüóĤا ăĻĝĬ لŻąĤאĘ ﴾±Áَ ۪ ّ ªYَٓ‹ªا ّ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ אĨÉĘ ١ ر: اħĥùĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ 264 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 1. Azgınlık ve küfür mânasında kullanılmıştır: Allah Teâlâ İblis’ten haber vererek şöyle buyurur: “Muhakkak onları azdıracağım.” [ en-Nisâ 4/119] 2. Hata/ayağın kayması mânasında kullanılmıştır: “Onlardan bir grup senin ayağını kaydırmaya yeltenecekti.” [ en-Nisâ 4/113] 3. Hüsran mânasında kullanılmıştır: “Kâfirlerin tuzağı ancak hüsrandadır.” [ elMü’min 40/25] 4. Hatalar mânasında kullanılmıştır: Allah Teâlâ Hz. Yûsuf ’un kardeşlerinden şöyle nakleder: “Gerçekten babamız apaçık bir hata içindedir.” [Yûsuf 12/8] 5. Geçersizlik, butlan mânasında kullanılmıştır: “İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanların amelleri geçersizdir.” [ Muhammed 47/1] 6. Cehâlet mânasında kullanılmıştır: “Dedi ki: Ben onu yaptım, ama o sıralar ben cahillerden idim.” [ eş-Şuarâ 26/20] 7. Unutma mânasında kullanılmıştır: “Eğer biri unutur ise diğeri hatırlatır.” [ el-Bakara 2/282] 8. Kaybolup gitme anlamında kullanılmıştır: “Şimdi biz toprakta kaybolup gidince mi?” [es-Secde 32/10]. Bu âyette ise kelimenin anlamı küfürdür, çünkü “kendilerine nimet verdiklerinin yolu” âyetinde zikredilen imanın karşıtı olarak kullanılmıştır. Ancak bu, hususi bir küfürdür, çünkü o kimseler “gazaba uğramışlar” ifadesine atfedilmiştir. Dolayısıyla bunların onlardan başka kimseler olduğu açıktır. Nitekim o kimselerin Hıristiyanlar olduğuna dair rivayet bulunduğunu söylemiş idik. Gazap ve dalâlet Kur’ân’da umumi olarak bütün kâfirler için kullanıldığı gibi Yahudiler ve Hıristiyanları birlikte ifade etmek için hususi olarak da kullanılmıştır. Hak Teâlâ bütün kâfirler hakkında “Ancak kim küfre göğsünü açarsa (bilsin ki) onların üzerine Allah’tan bir gazap vardır.” [ en-Nahl 16/106] ve “İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar uzak [apaçık] bir sapma ile sapmışlardır.” [ en-Nisâ 4/167] buyurmuştur. Yahudiler hakkında “De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâgūta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” [ el-Mâide 5/60] buyurmuştur. Hıristiyanlar hakkında ise “Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın. İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür! Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için [ âhiret hayatları için] önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!” [ el-Mâide 5/77-80] buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 265 َ ُ·ْ﴾ [اùĭĤאء، ١١٩/٤]. وģĤõĥĤ، ³ّ َّ «Šِ Êَُوَ ﴿:÷ĻĥÖإ īĐ اó×ì ĵĤאđÜ אلĜ ،óęכĤوا ّ ĹĕĥĤ ُّ ¹َكۜ﴾ [اùĭĤאء، ١١٣/٤]. وùíĥĤאر، Ĝאل đÜאĵĤ: «‹ِ ُ َ ْن À ٌ_ ِRُ³ْ·ْ ا Ÿَِ ٓYئ Žَ aْ َ ¯ّ ·ََ ª﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ةijìإ īĐ اó×ì ĵĤאđÜ אلĜ ،אĺאĉíĥĤو .]٢٥/٤٠ ،īĨËĩĤا﴾ [لٍËَŠَ ¿ž۪ َ Êِّ ۪ َ À± ا yžYِ §َ ْ ªا uُ Áْ¦َ Y®َوَ﴿ ±À َ w۪ َّ ªَ ١ وĥĤׯĉن، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا .[٨/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áٍۚ ]۪®ُ لٍËَŠَ ¿Ÿ۪ َ ª Yَ ²Yَ \َ َ ا ِ ّن ėøijĺ:﴿ ا َ َYل ¢﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ÙĤאıåĥĤو .]١/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ْ·ُ َ ªY¯َ ْ َ َ ا ©ّ Šَ َ ُوا َ ±ْ َ~ ۪[ ِÁ ©ّ اà ِٰ ا َ¦ َ ـُŸyوا َو †َ ّu َ ©ّ‹ِ َ َ ْن b ۜ﴾ [اóđýĤاء، ٢٠/٢٦]. وĻùĭĥĤאن، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ ا ±Áَ ۪ ّ ªYَٓ‹ªا ّ ±َR ِ ۬Yَ ²َ ِ ًذا َوا ْ ُc َ ـ·ٓY ا «َžَ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ĵüŻÝĥĤو] ب٣٤ [،]٢٨٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ىۜ yٰ rْ Êا ُ ْ Y¯َ·Àُ uٰ nْ ِ ِ َy ا ¦ّ wَcُžَ Y¯َ·Àُ uٰ nْ ِ ا ْ ³َY žِ ¿َْ اÊْر ِض﴾ [اïåùĤة، ١٠/٣٢]. «َ َِذا Šَ» ﴿َءا اط َ yَ†ِ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ رijכñĩĤا אنĩĺŸا ģÖאĝĨ įĬŶ ؛óęכĤا لŻĄ ijİ ÙĺŴا هñİ ĹĘو ْ َ̄ ›ْ ‹ُ ¹ِب ªا ﴿ĵĥĐ نijĘijĉđĨ ħıĬŶ ص؛ijāíĨ óęכ ijİ ħà ،﴾ ْۙ·ِÁَْ «َ aَ ¯ْ َ ²َْ ا ±À َ w۪ َّ اª ُوي أħıĬ اāĭĤאرى. ر įĬإ אĭĥĜ ïĜو ،ħİóĻĔ ħıĬأ óİאčĤאĘ ﴾ْ·ِÁَْ «َ ħà اÕąĕĤ واŻąĤل وردا đĻĩäא ĹĘ اóĝĤآن ďĻĩåĤ اĤכęאر ĵĥĐ اijĩđĤم :אرęכĤا ďĻĩä ěè ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،صijāíĤا ĵĥĐ אđĻĩä אرىāĭĤوا ٢ وijıĻĥĤد :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜو] ١٠٦/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ۚ ] ِR ±َ ّ اà ِٰ ٌ ‹َ šَ ْ·ِÁَْ ِ †َ ْu ًرا َžَ» yŸْ§ُ ْ ªYِ ٰ ِ§ ±ْ َR ±ْ َ‚َyَح \ ﴿َوª َ ۪ ً uÁا﴾ [اùĭĤאء، ١٦٧/٤] وĜאل ĹĘ \ Êً ËَŠَ ا¹ُّ «Šَ uْ َ ُوا َ ±ْ َ~ ۪[ ِÁ ©ّ اà ِٰ ¢ uّ †َ وَ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ﴿ا ﴾µِÁَْ ُ َوšَ ‹ِ َ] َ» ٰ Ãا ّ µُ³ََ َ ª ±ْ ®َ ۜ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ _ًَ \¹gُ®َ ¥َ ِ ٍ ِR ±ْ ٰذª yّƒَ ِ َِّ[ُئ ُ§ ْ \ ²ُ ěè اijıĻĤد: ﴿¢ُ ْ© َ¶ ْ© ا ُ َ ±ْ َ~ٓ¹َ ِاء ّ اªَ ۪ ]ِÁ] ﴾©اĩĤאïÐة، ٦٠/٥] ©ّ Šَ َ واَ Y²Yً §َ ®َ ٌ ِئ ¥َ ّ‚َy ٰٓ ُو۬ª [اĩĤאïÐة، ٦٠/٥] إĵĤ أن Ĝאل: ﴿ا ¹ُّا ¹ُّا َ¦۪g ًyÁا َو Šَ» «Šَ َ َ ْ[ُ© َوا ¹ُّا ِR ±ْ ¢ «Šَ uْ َ ¢ ٍ ¹َْم َ ْ¶ٓ¹َ َاء ¢ ¹ٓا ا ُ]َِ cَّ b Êَوَ ﴿:אرىāĭĤا ěè ĹĘ אلĜو َ ْن َ~ ِs َ ²َْ Ÿُ ُُ·ْ ا ُ·ْ ا َ ª aْ ®َ َ uّ َ ¢ Y®َ }َ ْ ِ[ئ َ َ ±ْ َ~ٓ¹َ ِاء ّ اªَ ۪ ]ِ۟Á] ﴾©اĩĤאïÐة، ٧٧/٥] إĵĤ أن Ĝאل: ﴿ª َْÁِ·ْ] ﴾اĩĤאïÐة، ٨٠/٥]. «َ ُ ّ اà ٰ .ûĨאİ çĀ ،[٨/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áٍۚ ]۪®ُ لٍËَŠَ ¿Ÿ۪ َ ª Yَ ²Yَ \َ َ ا ِ ّن ١ م - وĉíĥĤאĺא، Ĝאل đÜאĵĤ ì×óا īĐ إijìة ėøijĺ:﴿ ا ٢ ر: واijıĻĤد. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 266 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Burada hususen Yahudiler hakkında gazap, Hıristiyanlar hakkında sapkınlık ifadesinin kullanılmasının sebebi, gazap tehdidinin sapkınlık nitelemesinin üzerinde olmasıdır. Çünkü gazap kaçınılmaz bir intikam iradesidir ki Yahudiler buna daha müstahaktır, çünkü onların küfürleri son derece çirkindir, inat ve isyankârlıkta son derece ileri gitmişler ve “Allah fakir, biz zenginiz.” [ Âl-i İmrân 3/181], “Allah’ın eli bağlıdır dediler, elleri bağlansın.” [ el-Mâide 5/64] yani “Allah cimridir.” demişlerdir. Yine onlar “Allah yeri ve gökleri altı günde yarattı, sonra yoruldu ve Cumartesi günü istirahat etti.” demişler, Cebrâil’e düşmanlık etmişler, peygamberleri haksız yere öldürmüşler [ el-Bakara 2/61], Hz. Îsâ’yı öldürmeye kalkışmış ve “Onu öldürdük.” demişler, Meryem’e apaçık iftira atmışlar, Tevrat’ı tahrif etmişler, “Daha önceden kâfirlere karşı zafer diliyorlardı, ama bildikleri kendilerine gelince onu inkâr ettiler.” [ el-Bakara 2/89] Bütün bunlar yüzünden de gazaba müstahak olmuşlardır. Sapkınlık ise ayan beyân olan yoldan meyledip ayrılmaktır. Hıristiyanlar bu yol apaçık beyân edildikten sonra ondan ayrılmışlardır. Nitekim Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed onları Tevrat, İncil ve Furkān ile davet etmiş, ama onlar beyânın en kâmil şekilde vuku bulmasından sonra son derece açık bir sapkınlık içinde olmuşlardır. Yine onlar “Allah, üçün üçüncüsüdür.” [ el-Mâide 5/73], “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” [ el-Mâide 5/72] sözleri ile körlük, inat ve yoldan çıkmanın zirvesine çıkmışlardır. Çünkü onlar Hz. Îsâ’nın duası ile hastaları iyileştirdiğini, ölüleri dirilttiğini ve buna benzer şeyler yaptığını -ki bunlar Allah Teâlâ’nın ona mucize olarak vermiş olduğu şeyler idi ve bütün bunları var edip ortaya koyan Allah idi- görünce bunları Hz. Îsâ’nın kendisinin yaptığını düşünmüş ve onu ilâh edinmiş, kendisinin yiyip içtiğini, gidip geldiğini, yorulup dinlendiğini görmelerine rağmen onu Allah’a ortak koşmuşlardır. Bu durumda onlar darda kalan, mağlup olan, baskı altında kalan ve bir Rabbin kulu olan varlığın ilâh olmayacağını anlamayacak kadar fetanetten yoksun davrandılar ve Hz. İbrâhim’in “Ben batıp gidenleri sevmem dedi. Ay’ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi.” [ el-En‘âm 6/76-77] şeklindeki sözleri ile yaptığını yapamamışlardır. Yine gazaba uğrayan kimse asla rızâya nâil olamaz, aynı şekilde Yahudiler de asla Müslüman olmazlar sapkın ise hidâyete erebilir. Nitekim rivayet edildiğine göre Hz. Îsâ’nın âhir zamanda gökten ineceği ve Hıristiyanları Hz. Muhammed aleyhisselâma iman etmeye davet edeceği zaman onlar iman edecekler, sapkınlıklarının ardından hidâyete ereceklerdir. Hakikat ehli bir zât şöyle demiştir: 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 267 وإĩĬא ÿì اijıĻĤد ÖאÕąĕĤ ĹĘ ñİه اÙĺŴ واāĭĤאرى ÖאŻąĤل؛ Ŷن وïĻĐ اÕąĕĤ ÙĺאĕĤ כĤñÖ ěèدأijıĻĤوا ÙĤאéĨ ź אمĝĭÜźا إرادة ijİ ÕąĕĤا نŶ ل؛ŻąĤאÖ ėĀijĤا قijĘ ﴾ۢ ءYُ ٓÁَ³ِšْ َ َ ْo ±ُ ا yÁ َو² َ ّ اà َٰ žَ £۪ ٌ ِ ّن ¹ُٓا ا ªYَ ¢﴿ ïĝĘ ة؛ïĬאđĩĤوا دóĩÝĤا ĹĘ ÙĺאĕĤا ħıĔijĥÖو ħİóęכ ç×Ĝ :אلĜو ،ģĻíÖ ijİ أي] ٦٤/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [ْ·Àِ u۪ Àْ َ َّ ْa ا «šُ _ۜ ٌَ ª¹«ُ ›ْ®َ ِٰ Ãا ّ uُ َ [آل óĩĐان، ١٨١/٣] وĜאijĤا: ﴿À َ ĘאóÝøاح ijĺم اùĤ×Û. وכאijĬا đĺאدون Õَ ĕĥĘَ אمĺأ ÙÝø ĹĘ رضŶوا اتijĩùĤا ěĥì ųا Ʃ إن ïĜ :اijĤאĜو ĵùĻĐ ģÝĜ واïāĜو] ٦١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِۜ ¡ّ oَ ْ ِ اª yÁْ ›َ ِ \ ±َ Áّ۪]َِ ْ ُcُ «¹َن ّ اª³ £َ À﴿ اijĬوכא ģĺó×ä ±À َ w۪ َّ َ«اª «َ ن¹َ oُ cِŸْcَْ َ À ©ُ]ْ َ ¹ُا ِR ±ْ ¢ ّijراة ﴿َوَ¦Y² َ ÝıÖאĬא ĩĻčĐא وijĘóèا اÝĤ ħَ ĺóَ Ĩ ĵĥĐ اijĤאĜو אهĭĥÝĜ ۘ﴾ [اĤ×óĝة، ٨٩/٢] ĘאijĝéÝøا ĤñÖכ כįĥ اÕąĕĤ. µ۪ ِ \ واyُŸَ¦َ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ «žَ ۚ َ¦ُŸَyوا ÙĺאĔ ïđÖ įĭĐ اijĤïĐ ïĜ אرىāĭĤوا ،īĻ×ÝùĩĤا ěĺóĉĤا īĐ ģĻĩĤا ijıĘ لŻąĤا אĨوأ ّijراة واģĻåĬŸ واĜóęĤאن، ÝĤאÖ مŻùĤا ħıĻĥĐ ïĩéĨو ĵùĻĐو ĵøijĨ ħİאĐد ïĝĘ ،īĻĻ×ÝĤا ĹĘ אديĩÝĤوا ĵĩđĤا ÙĺאĔ ĹĘ ħıĬŶو ،אلĩכĤا ĵĥĐ אنĻ×Ĥا عijĜو ïđÖ لŻąĤا ÙĺאĔ ĹĘ ħıĘ ۜ﴾ [اĩĤאïÐة، َ َ Àyْ®َ ±ُ \اْ mÁُ ۪ ¯َ ْ َ ّ اà َٰ ُ¶¹َ اª ِ ّن ۢ﴾ [اĩĤאïÐة، ٧٣/٥] و﴿ا _ٍgَ ٰ «َ f eُ ِ ªYَ f َٰ Ãا ّ َ ِ ّن اóĤدى ħıĤijĝÖ:﴿ ا ٧٢/٥]؛ وذĤכ أħıĬ رأواه ĐïÖאįÐ çāĺ اĵĄóĩĤ وĹĻéĺ اĵÜijĩĤ وכñا وכñا -وذاك ÏĻü ĵùĻĐ ïĭĐ īĨهijĥđåĘ [ أ ٣٥] -כĤذóıčĩĤوا ïäijĩĤا ijİ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ įĤ ةõåđĨ ųا Ʃ אهĉĐأ ١ رأوه Éĺכģ وóýĺب وÏåĺ وÕİñĺ وçĺóÝùĺ אĨ ďĨ įÖ اijכóüوأ אıĤإ وهñíÜوا įùęĬ īĨ وÕđÝĺ وħĤ ĺכī ħıĤ īĨ اÙĭĉęĤ Ĩא ijĩĥđĺن أن اóĉąĩĤ اijĥĕĩĤب اijıĝĩĤر اijÖóĩĤب ź [٧٦/٦ ،אمđĬŶا﴾ [±Áَ «۪ žِÊا ٰ ْ ُ]ّ nِ ُ Ê ا ĺכijن إıĤא ijđäóĻĘا إĵĤ Ĩא رďä اįĻĤ إóÖاħĻİ ßĻè Ĝאل: ﴿َٓ ۪ َÁ±] ﴾اđĬŶאم، ٧٧/٦] وŶن اijąĕĩĤب ّ ªYَٓ‹ªا ّ ِ ْ ¹ْ£َم َ ِR ±َ اª ±ّ َ ²¹¦ُ Êَ َ ¿\ّ۪رَ¿ ²۪uِ·َْ À ْ َ َِئ ±ْ ª إĵĤ أن Ĝאل: ﴿ª ُوي įĻĥĐ ź ĭĺאل اĄóĤאء أïÖا، وכñا اijıĻĤد ź ijĩĥùĺن أïÖا، وأĨא اąĤאل ïĝĘ ïÝıĺي، وïĜ ر أن ĵùĻĐ įĻĥĐ اŻùĤم īĻè õĭĺل īĨ اĩùĤאء ĹĘ آóìاĨõĤאن وijĐïĺ اāĭĤאرى إĵĤ اĩĺŸאن ïĩéĩÖ ijĭĨËĻĘن وïđÖ اŻąĤل ïÝıĺون. وĜאل ăđÖ اīĻĝĝéĩĤ: ١ ر - Ĩא. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 268 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Gazaba uğrayanlar Ehl-i kitabın inatçıları, sapmışlar ise onların taklitçileridir. Allah Teâlâ onların inatçıları hakkında “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu evlatlarını bildikleri gibi bilirler. Onlardan bir grup bile bile hakkı gizlerler.” [ el-Bakara 2/146], “Onu ellerindeki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak bulurlar.” [ el-A‘râf 7/157], “Nefisleri kesin olarak emin olduğu hâlde onu bile bile inkâr ettiler” [ en-Neml 27/14] buyurmuştur. Hz. Mûsâ Firavun’a, “Bunları âlemlerin Rabbinden başkasının indirmediğini biliyorsun.” [ el-İsrâ 17/102] demiştir. Taklitçileri hakkında da “Onlardan ümmîler de vardır ki kuruntular dışında Kitab’ı bilmezler, sadece zan sahibidirler.” [ el-Bakara 2/78], “Dediler ki: Biz atalarımızı bir inanç üzere bulduk ve onların izinden hidâyet buluyoruz.” [ ez-Zuhruf 43/22], “Zayıf olanlar büyüklük taslayanlara derler ki: Biz size tâbi idik.” [ İbrâhim 14/21] buyurmuştur. Gazap inatçılar içindir. Hak Teâlâ “Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, vardır.” [ eş-Şûrâ 42/16] buyurmuştur. Sapkınlık ise taklitçiler içindir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Dediler ki: Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, onlar da bizi saptırdılar.” [ el- Ahzâb 33/67] Bu iki kelimenin toplamı hakkında selefe ait pek çok söz vardır. Sehl b. Abdullah et- Tüsterî şöyle demiştir: Onlar bid‘at ile gazaba uğramamış ve sünnetten sapmamış olanlardır. Şöyle denilmiştir: Gazaba uğramış olanlar kibirlenenler, sapmışlar ise şüphe edenlerdir. Şöyle denilmiştir: Gazaba uğramış olanlar müşrikler, sapmışlar ise münafıklardır. Şöyle denilmiştir: Gazaba uğramış olanlar küfrün önderleri, sapmışlar ise onlara tâbi olanlardır. Şöyle denilmiştir: Gazaba uğramış olanlar kâfirler, sapmışlar ise bid‘atçilerdir. Şöyle denilmiştir: Gazaba uğramış olanlar uçuruma yuvarlananlar, sapmışlar ise hevâya tâbi olarak hidâyet yolundan ayrılanlardır. Mârifet ehlinin dili ile onlar fiilleri görerek gazaba uğramış olmayanlar ve amellerinin karşılığını talep ederek sapmış olmayanlardır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 269 اijąĕĩĤب ħıĻĥĐ ħİ اđĩĤאïĬون īĨ أģİ اĤכÝאب واąĤאijĤن ħİ ُ ¶Yُ ³َÁَْ bٰ ا ±À َ w۪ َّ ªَ ا ﴿:ħıĭĨ īĺïĬאđĩĤا ěè ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ħıĭĨ ونïĥĝĩĤا َ ُ̄ ¹َن﴾ «ْ َ َ َو ُ¶ ْ À ¡ّ oَ ْ ªا ن¹َ̄ ُ cُ§ْ Áََ ª ْ·ُ³ْ®ِ ą£À ً ۪ yžَ َ ِ ّن ۜ َوا َْ\ٓ³َ َYءُ¶ ْ ِ žُ ¹َن ا yْ َ À Y¯َ¦َ µُ َ ²¹žُ ِ yْ َ À بY َ cَ§ِ ْ اª ،افóĐŶا©﴾ [Áِۘ k۪ ²ْ ِ ¹َْ ٰر ِÀ _َو ْاÊ cªا ّ¿ žِ ْ¶ ُ uَ³ْ ِ Y\¹ً cُ§ْ ®َ µُ َ ²وuُ kِ َ [اĤ×óĝة، ١٤٦/٢] وĜאل: ﴿À ²َْ Ÿُ ُُ·ْ﴾ [اģĩĭĤ، ١٤/٢٧ [وĜאل ĵøijĨ ا Yٓ·َcْ³َ£َÁْcَ~ا ْ وَ Y·َِ ١٥٧/٧] وĜאل: ﴿َو َj َo ُuوا \ َ َر ّبُ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِض﴾ [اóøŸاء، Êِّ Êِء ا َٓ ۬Qُ ٓ َ²َْ}َل ٰ¶ ا Yٓ®َ aَ ¯ْ «َِ uْ£ََ ª لYَ َ ijĐóęĤن: ﴿¢ بY َ cَ§ِ ْ َ ُ̄ ¹َن اª «ْ َ À Êَ ن¹َ ُ Áّ®ِّ ُ ١٠٢/١٧] وĜאل ĹĘ ěè اīĺïĥĝĩĤ ħıĭĨ:﴿ َوِRُ³ْ·ْ ا » ٰٓ «َ Yَ َٓ َYء² \ٰ Y ا َٓ ²uْ jَ وَ Yَ ²ِّ ¹ُٓا ا ªYَ ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٧٨/٢] وĜאل: ﴿¢ ³ُّ َ À َ Êِّ ِ ْن ُ¶ ْ ا َّ َوا ¿ِ ²Y®ََ َٓ ا Êِّ ا ±À َ w۪ َّ «ِ ª ا۬Qُ ٓ ِ ِ¶ ْ ُRْ·َc ُu َون﴾ [اóìõĤف، ٢٢/٤٣] وĜאل: ﴿£َžَ َYل ّ اªُ‹ َ Ÿٰ رYَfٰ « ا ٰٓ «َ Yَ ²ِّ َ ٍ_ َوا ®ّ ُ ا .[٢١/١٤ ،ħĻİاóÖإ [،ÙĺŴا﴾ Yً ]ََ b ْ §ُ َ ª Yَ ³ّ¦ُ Yَ ²ِّ ْ ا~َc ْ §َ ـ[ُyٓوا ا µُ َ ª [Áَ k۪ cُ~اْ Y®َ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ ِٰ Ãا ّ¿ žِ ن¹َ ُjYّ oَٓ ُ À ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،īĺïĬאđĩĥĤ ÕąĕĤا ħà ]﴾ [اijýĤرى، ١٦/٤٢]، واŻąĤل ÙęĀ اīĺïĥĝĩĤ، Ĝאل ٌ ‹َ šَ ْ·ِÁَْ ٌ_ ِ َ³ْu َرِّ\ِ·ْ َوَ» ‹َ nا ِ دَ ْ·ُcُ َkّ nُ .[٦٧/٣٣ ،ابõèŶا﴾ [ËÁَ ]۪ َªا ّ Yَ ²¹ُّ «Šَ َ Yžَ Yَ ³ََY َوُ¦ َ ـ[َyٓ َاء² bدYَ ~َ Y³َْ Žَ َ Y ا َٓ ²ِّ ٓ³ََY ا ¹ُا َرّ\ ªYَ ¢وَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ óĻĔ : ّ Ʃ اų اóÝùÝĤي ï×Đ īÖ ģıø אلĜ :ėĥùĥĤ óĻáכ مŻכ īĻÝĩĥכĤا عijĩåĨ ĹĘ ħà .ÙĭùĤا īĐ īĻĤאąĤا źو ÙĐï×ĤאÖ ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا وģĻĜ: اijąĕĩĤب ħıĻĥĐ اĩĤכאóÖون واąĤאīĻĤ اÜóĩĤאijÖن. وģĻĜ: اijąĕĩĤب ħıĻĥĐ اóýĩĤכijن واąĤאijĤن اĭĩĤאijĝĬن. وģĻĜ: اijąĕĩĤب ħıĻĥĐ أÙĩÐ اĤכóę واąĤאijĤن أÜ×אħıĐ. وģĻĜ: اijąĕĩĤب ħıĻĥĐ اĤכאóĘون واąĤאijĤن اĩĤ×ijĐïÝن. وģĻĜ: اijąĕĩĤب ١ اïıĤى ] ĹĘ ıĨאوي اóĤدى واąĤאijĤن اåĤאóÐون īĐ ěĺóĈ ħıĻĥĐ اijđĜijĩĤن [٣٥ب ÖאÜ×אع اijıĤى. وĵĥĐ ùĤאن أģİ اÙĘóđĩĤ: óĻĔ اijąĕĩĤب ħıĻĥĐ óÖؤÙĺ اđĘŶאل وź اąĤאīĻĤ ÕĥĉÖ اijĐŶاض ĵĥĐ اĩĐŶאل. .ěĺóĈ īĨ :ر ١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 270 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle denilmiştir: Onlar senin hizmetini yerine getirme vakitlerinde güzel edebi terk ederek gazaba uğramış olmayanlar ve senin minnetini görmekten sapmamış olanlardır. Şöyle denilmiştir: Onlar kendini beğenme ve gösteriş ile gazaba uğramış olmayanlar ve ibadetlerin rükünlerinde sünnetleri gözetmekten sapmamış olanlardır. Şöyle denilmiştir: Onlar kendilerini nefislerine tevdi etmen nedeniyle gazaba uğramış olmayanlar ve sana sımsıkı bağlı kalmayı terk ederek sapmamış olanlardır. Şöyle denilmiştir: Gazaba uğramamış olanlar, yani perişanlık dürtülerinin kendilerine çarptığı, mahrumiyet musibetlerinin başlarına geldiği, ret darbesini alan ve mahrumiyet sadmesine mağlup olanların dışındakilerdir. Şöyle denilmiştir: Onlar ismet ve muvaffakiyeti unutarak gazaba uğramış olmayanlar ve ezelî irade ve taksimi müşahededen sapmamış olanlardır. Şöyle denilmiştir: Onlar hizmet âdâbını yok saydıkları ve itaat şartlarını yerine getirmede kusurlu oldukları için gazaba uğramış olmayanlardır. Şöyle denilmiştir: Onlar mahrumiyet çölünde yapayalnız kalan ve zan vadilerinde düşünceleri, himmetleri paramparça olanlardır. Şöyle denilmiştir: “Bize hidâyet et!” ifadesi şu anlama gelir: Bizi Senden başkasına hamdetmeyi câiz gören gazaba uğramışların ve Sana hamdettikleri zaman bu hamdlerinde kendi fiillerini gören, fakat Senin kendilerini hamde muvaffak kılmandaki nimeti görmekten gafil olan sapmışların yolunda değil, aksine Sana hamdetmeye, hamdi Senden başkasının değil sadece Senin hak ettiğini görmeye muvaffak kılarak kendilerine nimet ihsan etmiş olduğun kimselerin yolunda sabit kıl! Şöyle denilmiştir: Yani, bizi kendilerine nimet verdiğin ve “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” [ el-Mâide 5/45] buyurduğun kimselerin yolu üzere sabit kıl ve bizi “Bizler Allah’ın evlatları ve sevdikleriyiz.” [ el-Mâide 5/18] diyen gazaba uğramışların ve sapmışların yolundan muhafaza buyur! Bizi kendileri için mânanın sıhhat bulduğu sevdiklerinden eyle, bizi yalancı davanın kendilerini Senden kopardığı düşmanlardan eyleme! 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 271 وģĻĜ: óĻĔ اijąĕĩĤب ħıĻĥĐ óÝÖك īùè اŶدب ĹĘ أوĜאت اĻĝĤאم ÝĨïíÖכ، وź īĻĤאąĤا źو ،اءةóĩĤوا ÕåđĤאÖ ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا óĻĔ :ģĻĜو .כÝĭĨ Ùĺرؤ īĐ īĻĤאąĤا ĵĥĐ ħıÝĥوכ نÉÖ ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا óĻĔ :ģĻĜو .אدات×đĤا أرכאن ĹĘ īĭùĤا אةĐاóĨ īĐ ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا óĻĔ :ģĻĜو ١ أħıùęĬ، وź اąĤאīĻĤ óÝÖك اāÝĐאħıĨ Öכ وùĩÜכħı. ٢ اźñíĤن وأدرכħıÝ āĨאÕÐ اĨóéĤאن وכ×ħıÝù ijĉøة ÷äاijİ ħıÝĨïĀ īĺñĤا أي ٣ .ïāĤا ÙĨïĀ ħıÝ×ĥĔو دóĤا دijıü īĐ īĻĤאąĤا źو ،ÙĩāđĤوا ěĻĘijÝĤا אنĻùĭÖ ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا óĻĔ :ģĻĜو ٥ آداب اÙĨïíĤ ħıđĻĻąÝĤ ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا óĻĔ :ģĻĜو ٤ øאěÖ اĻÝìźאر واÙĩùĝĤ. אنĨóéĤا אوزęĨ ĹĘ اijđĉĝÜ īĺñĤا ħİ :ģĻĜو ٦ وħıđĻåąÜ ĹĘ أدا óüوط اĉĤאÙĐ. ٨ ٧ اijĩıĤم ĹĘ أودÙĺ وijäه اùéĤ×אن. ħıĭĨ دتï×Üو كïĩéĤ ħıĝĻĘijÝÖ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ īĺñĤا ěĺóĈ ĵĥĐ אĭÝ×à أي﴾ Yَ ²uِ ¶ْ ِ وģĻĜ: įĤijĜ:﴿ ا īĺñĤا ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا ěĺóĈ ĵĥĐ ź كóĻĔ دون כĤ ïĩéĤا אقĝéÝøا ħıÝĺورؤ كïĩè ĹĘ ħıĥđĘ واïİאü وكïĩè إذا īĺñĤا īĻĤאąĤا źو كóĻĔ ïĩè אزواåÝøا ٩ .كïĩéĤ ħıĝĻĘijÜ ĹĘ כÝĭĨ Ùĺرؤ īĐ اijĥęĔو َ ُµٓ] ﴾اĩĤאïÐة، ²¹ُ ]ّoِ ُ ُ ُ·ْ َوÀ ]ّoِ ُ À﴿ :ÛĥĝĘ ħıĻĥĐ ÛĩđĬأ īĺñĤا ěĺóĈ ĵĥĐ אĭÝ×à أي :ģĻĜو َْ\ٓ³َ ُYء ّ اà ِٰ َ ْo ±ُ ا ²﴿ :اijĤאĜ īĺñĤا īĻĤאąĤوا ħıĻĥĐ بijąĕĩĤا ěĺóĈ īĐ אĭĩāĐوأ] ٥٤/٥ īĨ אĭĥđåÜ źو ĵĭđĩĤا ħıĤ çĀ īĺñĤا כÐא×èأ īĨ אĭĥđäوا] ١٨/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [ۜ ُ۬ه َٓ ُYؤ ]ّnِ َ َوا أïĐاÐכ١٠ اīĺñĤ ħıđĉĜ ĭĐכ כאذب اijĐïĤى. ١ ر + ÖכÝאÖכ. ٢ ح ر: ijİاħä. ٣ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٥/١ ٤ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٥/١ ٥ ر: ħıđĻĻąÝÖ. ٦ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٥/١ ٧ ر: ħıÖ. ٨ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٥/١ ٩ ر: ïĩéÖك. ١٠ م: īĐ أïĐاÐכ. ٥ ١٠ ١٥ 272 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle denilmiştir: Yani, bizi kendilerine verdiğine razı olduklarında kendilerinden razı olduğun kimselerin yolunda sabit kıl! Bizi kendilerine isabet eden kötü şeyler ve Senin ezelî takdirin söz konusu olduğu zaman Sana öfke duyan ve Senin gazabına maruz kalan kimselerden ve yolu yürümekten yolun kendisini hedefleyen -ki aslında yolu yürümekle onlara emredilen şey, kendilerine bu yolu yürümelerini emredene ulaşmaktır- ve yola girdiklerinde vuslattan uzaklaşan, girmekten perdelenen sapmışlardan eyleme! Çünkü her vasıl olan giremez, her giren yakınlaşamaz, her yakınlaşan iyi olamaz, her iyi olan hususi olamaz, her hususi olan bâki kalamaz. Kurbiyete nâil olan nice kimseler vardır ki uzaklaştırılmıştır ve nice hususi olan vardır ki kovulmuştur. Sonra Allah Teâlâ burada hidâyet ve sıratı zikretmiş ve hidâyeti “De ki: Asıl hidâyet Allah’ın hidâyetidir.” [ el-Bakara 2/120] âyetinde kendisine, “Onların hidâyeti üzere...” [ en-Nahl 16/37] âyetinde kullara izâfe etmiştir. Sıratı da “Ve bu benim dosdoğru yolumdur.” [ el-En‘âm 6/153], “Allah’ın yolu...” [ eşŞûrâ 42/53] âyetlerinde kendisine, “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna...” [ el-Fâtiha 1/6] âyetinde ise kullara izâfe etmiştir. Aynı şekilde din kelimesini de “Allah’ın dininden başkasını mı?” [ Âl-i İmrân 3/83] âyetinde kendisine, “Bugün size dininizi tamamladım.” [ el-Mâide 5/3] âyetinde kullara izâfe etmiştir. Bunun birkaç sebebi vardır: Birincisi, bütün bunlar şeriat olarak Allah’a, fayda olarak bize aittir. Bunları meşru kılan ve faydasını bize veren O’dur. Yine bunlar seçim ve rızâ olarak O’na, sülûk ve uyma olarak bize aittir. Yine O bunları kendisine izâfe ederek kulun kendisini (amelini) beğenmesinin önünü kesmiş, sonra kula izâfe ederek kulun kalbine sükûn vermiştir. Yine bunları kula izâfe ederek onu şereflendirmiş ve yakınlaştırmış, sonra kendisine izâfe ederek İblis’in bu konudaki istek ve emelini boşa çıkarmıştır. Nitekim “İzzet Allah’ın, resulünün ve müminlerindir.” [el-Münâfikūn 63/8] âyeti indirildiği zaman şeytan, “Allah’ın ve resulünün izzetini çekip almaya gücüm yetmese de müminlerin izzetini çekip alabilirim.” demiş, bunun üzerine Allah Teâlâ “Bütün izzet Allah’a aittir.” [ Fâtır 35/10] buyurarak şeytanın bu isteğinin önünü kesmiştir. Fâtihayı okuyanın sûre tamamlanınca dediği âmîn kelimesinde birkaç lehçe vardır. Kasr ile emîn şeklinde telaffuz edilir. Şair şöyle der: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 273 ħıĻĥĐ כאن אĩÖ כĭĐ اijĄر إذا ħıĭĐ ÛĻĄر īĺñĤا ěĺóĈ ĵĥĐ אĭÝ×à أي :ģĻĜو ě×øو وهóכĨ īĨ ħıÖאĀأ אĩÖ כĭĐ اijĉíø إذا ħıĻĥĐ Û׹Ĕ īĩĨ אĭĥđåÜ źو כĭĨ ١ īĻĐ ěĺóĉĤا كijĥø ĹĘ واïāĜ نÉÖ ěĺóĉĤا īĐ اijĥĄ īĺñĤا īĨ źو כĭĨ אءąĝĤا įÖ اěĺóĉĤ وإĩĬא أóĨوا ijĥùÖك اěĺóĉĤ ijĀijĥĤل إĵĤ īĨ أħİóĨ ijĥùÖك ñİا اěĺóĉĤ، ÍĘذا īĨ ģכ] أ ٣٦] ÷ĻĤو ،لijìïĤا īĐ اij×åُ ĬאزijĤا اěĺóĉĤ ïĝĘ اijđĉĝĬا īĐ اijĀijĤل وè ģכ źو ÿìّ ّ óÖ īĨ ģכ źو ّ óÖ بóĜ īĨ ģכ źو بóĜ ģìد īĨ ģכ źو ģìد ģĀو .َ ِد ّ óُ Ĉ ٍ ÿÝíّ ُ Ĩو ï ِ ّ đ ُ Ö بƪ óĝĨ īĨ ħכĘ ĹĝÖ ÿì īĨ َ ُ¶ َuى ّ اà ِٰ ِ ّن ħà ذכó ĭİא اïıĤى واóāĤاط وأĄאف اïıĤى إĵĤ įùęĬ ĹĘ įĤijĜ:﴿ ¢ُ ْ ©ا [٣٧/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ْ·Àُ uٰ ¶ُ »ٰ «َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אد×đĤا ĵĤإ įĘאĄوأ] ١٢٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ىۜ uٰ ·ُ ْ ُ¶¹َ اª [١٥٣/٦ ،אمđĬŶا﴾ [Y¯Á ً £۪cَْ ®ُ ¿Žا۪ yَ†ِ اwَ ¶ٰ َ َ ّن وأĄאف اóāĤاط إĵĤ įùęĬ ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا aَ ¯ْ َ ²َْ ا ±À َ w۪ َّ وįĤijĜ: ﴿ َ†ِy ِ اط ّ اà ِٰ] ﴾اijýĤرى، ٥٣/٤٢] وأĄאįĘ إĵĤ اđĤ×אد ĹĘ įĤijĜ: ﴿ َ†ِy َ اط اª :אلĜ ħà [٨٣/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ِٰ Ãا ّ ±Àِ د۪ yَÁْ ›َžََ َْÁِ·ْ] ﴾اęĤאÙéÜ، ٦/١ [وכñا Ĝאل ĹĘ اīĺïĤ:﴿ ا «َ َ ُ§ ْ ۪د َÀ³ ُ §ْ] ﴾اĩĤאïÐة، ٣/٥] وذاك ijäijĤه، أİïèא: أن ذĤכ כįĥ įĤ Đóüא ª aُ ْ «¯َ ْ ¦َ َْÁَ¹ْم ا ªَ ﴿ا ا وĭĤא ً ً واĻÝìאر وĭĤא đęĬא، ijİ اñĤي óüع ذĤכ وģđä ĭĤא ďęĬ ذĤכ، وıĬŶא įĤ ارąÜאء ٢ ùÜכĭĻא ï×đĤا ĵĤإ אıĘאĄأ ħà ï×đĤا Õ ْ åُ đِ Ĥ אđĉĜ įùęĬ ĵĤإ įĘאĄأ įĬŶو ،אراĩÝÐوا כאijĥø ď َ ĩĉَ ِ Ĥ אđĉĜ įùęĬ ĵĤإ אıĘאĄأ ħà א×ĺóĝÜو ٣ אęĺóýÜ ï×đĤا ĵĤإ אıĘאĄأ įĬŶو ،ï×đĤا ÕĥĝĤ ﴾±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ «ِ ªوَ µ۪ ِ ª¹~ُ yَِ َ ُة َوª {ّ ِ ْ إĻĥÖ ÷įĭĐ وĻĻíÜ×א، وñİا כĩא ģĻĜ: ĩĤא õĬل įĤijĜ:﴿ َوِّà ِٰ اª õĐ ٥ ُ Õĥُ ْ øَ Ʃ اų وõĐ رįĤijø أ õĐ Õĥø ĵĥĐ رïĜأ ħĤ إن ٤ [اĭĩĤאijĝĘن، ٨/٦٣] Ĝאل اĉĻýĤאن: .כĤذ īĐ įđĩĈ ďĉĝĘ [١٠/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾ۜ YÁ ً ¯۪ jَ ةُ َ {ّ ِ ْ ªا µِ ٰ ّ ««ِžَ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĝĘ ٦ اīĻĭĨËĩĤ ٧ وijĜل اĝĤאرئ: «آīĻĨ «ïđÖ ĩÜאم اijùĤرة įĻĘ ĕĤאت: «أīĻĨ «ÖאóāĝĤ، Ĝאل اýĤאóĐ: ١ ر: óĻĔ. ٢ ر - ħà أĄאıĘא إĵĤ اđĤ×ï. ٣ ح ر + įĤ. ٤ ر + اīĻđĥĤ. ٥ ر: ÕĥøŶ. .ûĨאİ çĀ ،īĻĩĥùĩĤا :ح ٦ ،אرسĘ īÖź ÙĕĥĤا÷ ĺאĝĨ ؛٦٦/١ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا ؛٥٤/١ ،אجäõĥĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ :óčĬا .ćץŶا īÖ ó ْ Ļ َ × ُ åĤ ÛĻ×Ĥا ٧ ْïا. đ ُ Ö אĭĭĻÖ אĨ ُ َ اų َ õĘاد īĻĨأ įÝĤÉø إذ ģٌ ُ éĉْ ُ Ę ĹĭĨ ïَ َ «أīĨ«. وıĻĘא ورد: Ü×אĐ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 274 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kendisi ile karşılaştığımda (Esedoğullarından) Fethal benden uzaklaştı Emîn! Allah aramızdaki uzaklığı artırsın Elif harfinin uzatılması ile âmîn şeklinde telaffuz edilir. Şair şöyle der: Ey Rabbim! Benden onun sevgisini sonsuza dek çekip alma! Allah rahmet eylesin “Âmîn” diyen kula İmâle ile imîn şeklinde de telaffuz edilir ki bu aynı zamanda bir kıraattir. Eğer şedde ile âmmîn şeklinde okunacak olursa bu okuyuş bu konumda hata olur. Şemsüleimme Abdülazîz b. Ahmed el-Halvânî avamın okuyuşunun sahih bir vechini bulmak ve onların namazlarının fesattan muhafazasını temin etmek maksadıyla bu okuyuşun bir vechesini zikretmiştir. Buna göre bu okuyuşun mânası, “İcâbetini kastederek sana dua ederiz.” demektir. Çünkü el-âmmîn kelimesi -şedde ile- “yönelenler, kastedenler” anlamına gelir, Allah Teâlâ “Ne de Beyt-i Haram’a yönelenlere...” [ el-Mâide 5/2] buyurmuştur. Ca‘fer es- Sâdık’ın bunu şeddeli okuduğuna delâlet edecek şekilde tefsir ettiği rivayet edilmiştir. Çünkü kendisi [onun tefsiri sadedinde] şöyle demiştir: “Yani, sana doğru yöneliyoruz ki sen, sana yönelenin elini boş çevirmeyecek kadar kerem sahibisin.” Aynı şekilde Hüseyin b. Fazl el-Becelî de şöyle demiştir: “Bunun mânası şöyledir: Bu dua ile sana yöneliyoruz, bize bu duada icâbet et.” Bu kelimenin nûn harfinin i‘rabında birkaç vecih vardır. En doğrusu, bu harfin fetha olmasıdır ki zâhir kıraat de böyledir. Çünkü bu, edatlardandır, edatlar mebnidir, mebni olmakta aslolan sükûndur. İki sâkin bir araya geldiğinde ise muhakkak bir hareke verilmesi gerekir ve fetha verilir, çünkü fetha harekelerin en hafifidir. Aynı durum sevfe, keyfe, eyne kelimelerinde de söz konusudur. Vakıf durumunda sükûn ve kesre de mümkündür, çünkü sâkin harfe hareke verildiği zaman kesre verilir. Şair şöyle der: Günlerden sana bir ihtiyaç isabet ederse Senden yana ne dünya için ağlarız ne de din için Gün olur da naşını görürsek demeyiz “Âmîne Ey Arşın Rabbî, Âmîni!” sözünden başka şey. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 275 ْ َïا đُ َא Ö ĭَ ĭ ْ Ļ َ َא Ö Ĩ ųا ُƪ َ َ اد õĘَ īĻ َ Ĩِ َ ُ أ įُ Ý ْ ĻĝِĤَ ذْ إِ ģٌ éُ ĉْ Ęُ Ĺِ ّ ĭ َ Đ ïَ َ َאĐ ×َ Ü ١ :óĐאýĤا אلĜ ،ėĤŶا ïĩÖ īĻĨوآ َא ْ ًïا َĜ َאل ِآĭĻĨ × َ Đ ųا ُƩ ُ ħèَ ْ óَ ıƪא ً أïÖا وĺ ×èُ Ĺِ ّ ĭ َ ×ĥُ ْ ùَ Ü ź ِبّ َ א ر َ ĺ اñİ ĹĘ Éĉì ijıĘ ïĺïýÝĤאÖ ±Á®آّ ģĻĜ ijĤو ،אąĺأ اءةóĜ Ĺİو ÙĕĤ ÙĤאĨŸאÖ īĻĨوإ ųا Ʃ ٢ رįĩè ƫ Ĺِ َ اĬ ijĥْ َ éĤا ïĩèأ īÖ õĺõđĤا ï×Đ ïĩéĨ ijÖا ÙĩÐŶا÷ ĩü óوذכ .ďĄijĩĤا وıäא ñıĤا éĻéāÜא ĤכŻم اđĤאÙĨ وĻĀאÙĬ ħıÜŻāĤ īĐ اùęĤאد أن ĭđĨאه: ijĐïĬك Ê َٓوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ونïĀאĝĤا ijİ ïĺïýÝĤאÖ «±Á®Äا ّ « óĻùęÜ نÍĘ ،כÝÖאäإ īĺïĀאĜ ْ َoَy َام﴾ [اĩĤאïÐة، ٢/٥]. ªا aَ Áْ]َْ ªا ±Áَ ®ّ۪ ٰٓ ا ؛ įĬÍĘ ُ ه ُ ِد ïّýَ ُ ĺ כאن įĬأ ĵĥĐ لïĺ אĩÖ هóùĘ įĬأ Ġ אدقāĤا ïĩéĨ īÖ óęđä īĐو Ĝאل: أي ĜאīĺïĀ ijéĬك وأÛĬ أכóم īĨ أن ÕĻíÜ ĜאïĀك. وכĤñכ Ĝאل اīĻùéĤ īÖ .אĭĤ į×äÉĘ ،אءĐïĤا اñıÖ אكĬïāĜ אهĭđĨ :ųا Ʃ ّ رįĩè Ĺĥå×Ĥا ģąęĤا ] اóĝĤاءة اčĤאóİة، ووįıä وĹĘ إóĐاįÖ ĹĘ اijĭĤن وijäه: أıéĀא اÙéÝęĤ وĹİ] ٣٦ب ĵĤإ óĉąĺ īĻĭאכùĤا אءĝÝĤا ïĭĐو ،نijכùĤا אءĭ×Ĥا ģĀوأ ،Ù×ĭ×Ĩ Ĺİو دواتŶا īĨ įĬأ īכƪ َ ùُ اĺóéÝĤכ çÝęĻĘ؛ Ŷن اÙéÝęĤ أėì اóéĤכאت כĩא ĵĘ ijøف وכėĻ وأīĺ، وïĜ ĺ ٣ ُóù، وĜאل اýĤאóĐ: ُóك כ è إذا īאכùĤا نŶ א؛ąĺأ óùכĺ ïĜو ėĜijĥĤ א وź ِد ِ īĺ َ ĻĬْ ُ ْ ِכ ĭĨכ ĵĥĐ د ×Ĭَ ź ÙéÐאä ٌ אمĺŶا īĨ כَ ْ ×āِ ُ Ü نÍĘ ْ ْ ِش ِ آīĻĨ óَ đĤا ربƪ īĻ َ ĨÇÖ ِ źإ ƪ אَ ĭĤَ Ûَ ْ Ļđِ Ĭُ אً Ĩْ ijَ ĺ اذا لijُ ĝُĬَ źَ َ و ƪ ح. اóčĬ: دijĺاįĬ، ص ٣١؛ إŻĀح اěĉĭĩĤ īÖź اùĤכÛĻ، ص ١٣٥؛ اõĤاóİ ĬŷĤ×אري، .٦٧/١ ijĥَ ُ ĩĤا אذđĨ īÖ ÷ĻĝĤ ÛĻ×Ĥا ١ ّ (ت. ٤٥٦İـ/ ١٠٦٣م) ĀאÕè اĩĤ×ijùط، إĨאم اÙĻęĭéĤ ĹĘ ĹĬاijĥ َ éĤا óāĬ īÖ ïĩèأ īÖ õĺõđĤا ï×Đ ÙĩÐŶا÷ ĩü ijİ ٢ َ ِóي، وįĝęÜ åْ Ĭ َ ƪر õĤا ģąęĤا ĹÖوأ ،ĹęùĭĤا óąíĤا īÖ īĻùéĤا ĹĥĐ ĹÖأ ĹĄאĝĤا :ħıĭĨ ÙĐאĩä ĵĥĐ įĝęÜ ،אرىí×Ö įÝĜو אءĘijĤا ĹÖŶ ÙĻąĩĤا óİاijåĤا :óčĬا .אرىí×Ö īĘود» ûّ َ כ»ـÖ ĹĘijÜ ،ĹùìóùĤا ÙĩÐŶا÷ ĩü įĭĨ ďĩøو ،ĹĜïَ ْ ĬŶا įĻĥĐ .١٨٩ ص ،אĕÖijĥĉُ Ĝُ īÖź ħäاóÝĤا אجÜ ؛٤٢٩/٢ ĹüóĝĤا אدرĝĤا ï×Đ .٦٦/١ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ ٥ ١٠ ١٥ 276 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yine bu kelimenin nida olarak değerlendirilip merfû okunduğu da zikredilmiştir ki bu okunuş, kelimeyi Allah’ın ismi olarak te’vil etmeye dayanır. Bu durumda sanki kişi, “Ey Âmînu” demiş olmaktadır. Tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas’ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber aleyhisselâm “Rabbim, yap!” demiştir. Abdullah b. Abbas ise, “Mânası, ‘böyle olur’ şeklindedir.” demiştir. Bir görüşe göre bunun aslı Farsça olup mânası “hemîn (tıpkı, ta kendisi, işte o kadar)” şeklindedir. Mücâhid şöyle demiştir: Bu Allah’ın isimlerinden biridir ve mânası “Allah zevalden emindir, O’nun haksızlık etmeyeceğinden emin olunur, her konuda eman sahibi, güvenilirdir ve müheymindir, yani şahittir.” Zeyd b. Eslem şöyle demiştir: Âmîn arşın hazinelerinden bir hazinedir ve te’vilini Allah’tan başkası bilmez. Kelimeyi Allah’ın ismi olarak görenlere göre kelimenin fetha ile okunması -ki bu durumda kelime nida/seslenme olduğu için merfû olması gerekir- bir dua nidası olmasındandır ve aslı, “Yâ Âmînâh” şeklindedir; ancak sonundaki he ve elif harfi hafifletme maksadıyla hazf edilmiş, geriye nûn harfi fethalı olarak kalmıştır. Ayrıca bu kelime Mücâhid’e göre sûredendir, diğerlerine göre sûreden değildir. Rivayete göre Hz. Peygamber aleyhisselâm Fâtiha sûresini okuduğu zaman Cebrâil ona, “Âmîn de!” buyurmuş, o da, “Âmîn, âlemlerin Rabbinin mümin kulları üzerindeki mührüdür.” buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber aleyhisselâm bir kişinin geceleyin dua ettiğini işitmiş ve “Duanı âmîn ile bitir ve müjdeye nâil ol.” buyurmuştur. İbn Ömer’in rivayetine göre Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Dua eden ve âmîn diyen [sevaba] ortaktır” buyurmuştur ki bununla Hak Teâlâ’nın [ Hz. Mûsâ’nın dua etmesi, Hz. Hârûn’un da âmîn demesine karşılık] “Dedi ki: Duanıza icâbet edilmiştir.” [ Yûnus 10/89] âyetini kastetmiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle demiştir: “İmam ve le’d-dâllîn dediği zaman âmîn deyiniz, çünkü bunu imam da söyler melekler de söyler. Kimin âmîn deyişi meleklerin âmîn deyişine denk düşerse onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır.”1 1 Buhârî, “Ezân”, 113. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 277 :אلĜ įĬÉכ ĵĤאđÜ ų Ʃ אĩøا įĥđä īĨ ģĺوÉÜ ĵĥĐ اءïĭĤا ĵĥĐ אąĺأ ďĘóĤا įĻĘ óذכ ïĜو .«ُ «ĺא آīĻĨ ١ ّ Ṡ:» رب اģđĘ«. Ĺ×ĭĤا īĐ ġ אس×Đ īÖا رواه אĩĻęĘ هóĻùęÜ אĨÉĘ وĜאل اīÖ Đ×אس: ĭđĨאه: כĤñכ ĺכijن. وģĻĜ: أįĥĀ ĘאرÙĻø وĭđĨאه: īĻĩİ. ٌ īĨ اõĤوال وijĨÉĨن īĨ īĨآ įĬأ אهĭđĨو ĵĤאđÜ ųا Ʃ אءĩøأ īĨ ħøا ijİ :ïİאåĨ אلĜو .ïĻıü أي īĩĻıĨو ءĹü ģכ ĵĥĐ īĩÜËĨو رهijä .ųا Ʃ źإ įĥĺوÉÜ ħĥđĺ ź شóđĤا زijĭכ īĨ õĭכ īĻĨآ :ħĥøأ īÖ ïĺز אلĜو اءïĬ įĬŷĘ -اءïĬ įĬŶ ؛ďĘóĤا įĝè īĨو- ųا Ʃ ħøا įĥđä īĨ óĻùęÜ ĵĥĐ įéÝĘ אĨÉĘ .ÙéÝęĤا ĵĥĐ نijĭĤا ÛĻĝ×Ę ،אęĻęíÜ ėĤŶوا אءıĤا ÛĘñèو» ْ Ù وأįĥĀ» ĺא آĭĻĨאه َ Öïْ ُ Ĭ . אıĭĨ ÛùĻĤ هóĻĔ ïĭĐو رةijùĤا īĨ ïİאåĨ ïĭĐ Ĺİ ħà įĻĥĐ אلĜو ،īĻĨآ ģĜ :ģĺó×ä įĤ אلĜ ÙéÜאęĤا أóĜ אĩĤ مŻùĤا įĻĥĐ ّ وروي أن اĭĤ×Ĺ אلĝĘ ŻĻĤ ijĐïĺ Żäر ďĩøو ٢ ،«īĻĭĨËĩĤا אده×Đ ĵĥĐ īĻĤאđĤا رب ħَ اŻùĤم : «آīĻĨ ìאÜ ٣ .«óýÖَ įĻĥĐ اŻùĤم : «اħÝì īĻĨÇÖ وأ įĤijĜ įÖ Ĺĭđĺ ٤ «כאنĺóü īِ ّ Ĩَ Ë ُ ĩĤوا ĹĐاïĤا «:אلĜ įĬأ مŻùĤا įĻĥĐ įĭĐ óĩĐ īÖا وروى .[٨٩/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾Y¯َ §ُ bُ¹َْدَ aْ ]Áَ j۪ ُ َ ْu ا َ َYل ¢ ¢﴿ :ĵĤאđÜ وĜאل įĻĥĐ اŻùĤم : «إذا Ĝאل اĨŸאم «وź اąĤאīĻĤ «ijĤijĝĘا آīĻĨ؛ ÍĘن اĨŸאم ıĤijĝĺא ٦ .«į×Ĭذ īĨ مïĝÜ אĨ įĤ óęĔُ ÙכÐŻĩĤا َ īĻĨÉÜ įĭĻُ ĨÉÜ ěĘوا ٥ واÐŻĩĤכÙ ijĤijĝĺن، وīĨ .١٢٨/١ ،Ĺ×ĈóĝĤا óĻùęÜ ؛١٢٥/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :óčĬا ١ ٢ اĐïĤאء ĉĥĤ×óاĹĬ، ص .٨٩ ٣ اĐïĤאء ĉĥĤ×óاĹĬ، ص .٨٩ ٤ ăĻĘ اóĺïĝĤ ĭĩĥĤאوي، ٥٣٦/٣؛ כõĭ اĩđĤאل ĹĝÝĩĥĤ اïĭıĤي، .٧٥/٢ ٥ ح: īĩĘ. ٦ ÉĈijĨ ĨאĤכ، اŻāĤة ٤٥؛ çĻéĀ اĤ×íאري، اŶذان .١١٣ ٥ ١٠ ١٥ 278 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Farsçada isti‘âze, besmele ve Fâtihâ’nın genişçe tefsirinde çoğu görüşte şunlar ifade edilir: Allah’tan himaye diliyor, O’na sığınıyor, O’ndan korunma talep ediyor, emân diliyor, yardım ve medet istiyorum. Gerçek mâbut olan, yaratılmışların himaye edicisi, şevk ehlini hayretlere düşüren, kadîm ve ezelî, azîm ve âlî olan O’dur. O ki azametinde akıllar hayrandır, kalpler O’nun müşahedesinde teselli ve sükûnet bulur, gözler dünyada iken O’nu görmekten perdelidir. Şeytanı cennetten süren, onu buyruğa uymaması sebebiyle çaresiz koyup haddi aşması ve serkeşliği sebebiyle yanıp yakılma ve perişan olma durumlarında bırakan O’dur. Bağışlayan, merhamet eden, nimet veren, kurtaran, eriştiren, kelâm sahibi olan ve dileyen Allah’ın adıyla. Hamd ve şükür, emir, haber ve ibtidâ sahibi Allah’adır. Hamdin mânalarını toplayan budur. Senâ, bütün senâlara lâyık olan Allah’adır. Şükür, sayıya sınıra gelmeyen sonsuz nimetleri sebebiyle O’nadır. Hükmünün ve sultanlığının icrası olan kazâsına rızâ göstermek gerekir. Tüm övgüler, sıfatları övülmeye ve yüceltilmeye değer olması sebebiyle O’nadır. Yaratıcı, besleyip büyüten, dünyadaki her şeyin varlığını sürdürmesini sağlayan O’dur. Her şeyde O’nun ilâhlığının, rabliğinin, birliğinin ve kudretinin göstergesi vardır. Kullarının rızıklarını veren ve âsilere bağışlayıcı olan O’dur. Hesap ve ceza, hüküm ve kazânın gerçekleştiği, tevhid ehline ikramda bulunularak itaat edenlere iltifat gösterildiği, büyüklenenlere baş eğdirilerek zâlimlerin kahredildiği, kâfirlerin yalancı çıkarıldığı kıyamet gününün yegâne hükümdarıdır. İmanda sebat etmek ve emre uymak için, şeytana muhalefet etmek ve ağır yükü çekebilmek için, gizli ve saklının, içimiz ve dışımızın bir olması için yalnız Seni bilir, Seni zikreder, Seni ister, Seninle olur, Sana ibadet eder ve Senden yardım isteriz. Bizi iman, Kur’ân’a uyma, peygamberlere, sevgili kullarına ve tüm iyilik sahiplerine tâbi olma yolunda tut. Sana itaat için bize muvaffakiyet ver, yakîn ve tevekkülümüzü ziyadeleştir, bizi cennet yoluna ilet ve bizi sünnet yolunda muhafaza eyle. Bizi Yahudilerin ve Hıristiyanların, sapmışların, sürülmüşlerin, inanmayanların, arzularında boğulanların, kulluk etmeyenlerin ve şükür bilmeyenlerin yollarından uzak kıl. Bizi övülen ve beğenilen yolda gidenlerin, yaratıcının beğendiklerinin yolunda yürüt. Âmin. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 279 :اñİ אıĻĘ ģĺאوĜŶا óáأכ ĵĥĐ ĹÜÉĺ ćùÖ ٍ ĵĥĐ ÙéÜאęĤوا ÙĻĩùÝĤوا ذijđÝĤا ÙĻøאرĘو אرىĺ ħİاijì ĵĨ אنĨا و ħİاijì ĵĨ Ûüدا אهŝĬ و ħİاijì ĵĨ אهĭŊ و ħùìïĬا ĵĨ ،Ûøا ěĥì ارۀijùìïĬا و ،Ûøا ěéÖ دij×đĨ įכ اىïíÖ ħİاijì ĵĨ אدĺóĘ و ħİاijì ĵĨ و واįĤ כïĭĭۀ اģİ ijüق اÛø، و ħĺïĜ و ازůĤ اÛø، و ħĻčĐ و ůĥĐ اÛø، و ıĥĝĐא óĻèان اÛø در ÛĩčĐ او، و دıĤא Öא آرام اÛø در ýĨאïİت او، و دİïĺא ijåéĨب ĵÖ אنĨóĘ ĵÖ هïĬאĨ [ أ ٧٣] ÛכŻİو ÛĜóُ اÛø در دĻĬא از رؤÛĺ او، از دijĺ راïĬه در è درĨאن Öא ĻĕĈאن Öא ïĐوان، و آĔאز ĵĨ ħĭŘ ĭÖאم ïìاى ïĭýíÖه ýíÖאïĭĺه دïĭİه آóĨزïĬه رİאïĭĬه رøאïĭĬه ijìاïĭĬه ijìاïĭİه، ïĺijŝÖ ŋøאس و Ýøאûĺ óĨ ïìاى را ijŒن اóĨ دارى، و ŋøאش óĨ ïìاى را õøد ijŒن اì×אر دارى، و ŋøאس óĨ ïìاى ijŒن اïÝÖا ،Ûøاõø אİאĭà įĩıÖ įכ را اىïì óĨ אĭà ،دijÖ īĺا را ïĩè ÏĬאđĨ óĨ ďĨאä و ،دارى ħכè įכ وى אءąĝÖ אĄر و ،Ûøا אıÝĭĨ ĵÖ و ïè ĵÖ įכ אıÝĩđĬ įĩİ óÖ ورا óכü و و Ŋאدüאĵİ وراÛø و Ýøאıýĺא įĩİ ورا כį ęĀאت وى õøای ÛèïĨ و ĭàא اÛø، آŜïĺóĘאر و óŊوردŜאر و øאزïĬۀ כאر įĩİ ıäאĻĬאن اÛø، و در įĩİ õĻŒی óÖ اÛĻİijĤ و رÛĻÖijÖ و وïèاÛĻĬ و ïĜرت او ýĬאن اÛø، روزى دïĭİۀ ŜïĭÖאن اÛø، ýíÖאïĭŰه óÖ ĐאĻĀאن اÛø، Ŋאدüאه روز روõĻíÝø اÛø įŘ در وى ùèאب و õäا و èכħ و ąĜא و כóاÛĨ ïèijĨان اÛø و ijĬاÛì đĻĉĨאن و ijąìع ä×אران و óıĜ ıĜאران و ijéäد כאóĘان اÛø، óÜا داħűĬ و óÜا ijìاħűĬ و óÜا ijìاħűİ و óÜا Öאħűü و óÜا ħűÝøóŊ و Űאرى از ijÜ ijìاħűİ óÖ à×אت و óÖ اĩĺאن و õŜارد ĨóĘאن و íĨאÛęĤ ĉĻüאن و כïĻýن Öאر óŜان و ùřŰאن داīÝü آřüאر و ıĬאن، ïÖار Ĩא را óÖ راه اĩŰאن ijĨاÛĝĘ óĜآن و ÝĨאÛđÖ اĬ×Ļא و ĺאران و įĩİ ĻĬכijכאران، و ěĻĘijÜ ده Ĩא را óÖ اĈאÛĐ و õęÖاى Ĩא را īĻĝĺ و Ûĝà و ÛøóęýűŊ Ĩא را در راه Ûĭä وŝĬאه دار Ĩא را óÖ راه Ûĭø و دور دار Ĩא را از راه ijıäدان و óÜاøאĺאن و راŜïĬאن و óĩŜاİאن و Ĭא óŜوŜïĬאن و ijİا داران و ÛĨïì Ĭא آراïĬهŜאن و ÛĭĨ Ĭא ïĭĭĻÖهŜאن، و دررÛĘ راه óÖاه ïĭùŊه כïĭĭهŜאن و درכóدŜאرïĭùŊه כïĭĭهŜאن آīĻĨ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 280 FÂTİHA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ey kendisi için havf ve fenâ söz konusu olmayan! Senin fiilinde zulüm ve cefa, sözünde yerine getirmeme ve yanlışlık, ilminde hiçbir şey için gizlilik yoktur. İstediğimizi bize ver çünkü Senden başka duaya karşılık veren yoktur. Allah’ın bir lutfudur ki bize Fâtiha sûresini ikram etmiş ve rahmet peygamberi Hz. Muhammed aleyhisselâm ile bize olan lutfunu tamamlamıştır. Hak Teâlâ sûrenin başında “ Hamd Allah’adır.” buyurmuş, nebîsi hakkında ise “ Muhammed Allah’ın elçisidir.” [ el-Feth 48/29] buyurmuştur. Yine Fâtiha sûresinde “âlemlerin Rabbi” demiş, resulü hakkında ise “âlemlere rahmet” [ el-Enbiyâ 21/107] buyurmuştur. Fâtiha’da [kendisi hakkında] “O rahmân ve rahîmdir.” demiş, müminler için Resulü hakkında ise “Onlara karşı raûf ve rahîmdir” [ et-Tevbe 9/128] buyurmuştur. Sonra sûrede [kendisi hakkında] “Din gününün sahibidir.” demiş ve elçisi hakkında ise “Dini tamamen hâkim kılsın diye.” [ el-Feth 48/28] buyurmuştur. Sonra burada “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz.” demiş ve elçisi hakkında da “ Hayır, onun için yalnız Allaha kulluk et ve şükredenlerden ol.” [ ez-Zümer 39/66] buyurmuştur. Sonra burada “Bizi dosdoğru yola hidayet eyle!” demiş ve elçisi hakkında da “Ve elbette sen dosdoğru yola hidâyet edersin.” [ eş-Şûrâ 42/52] buyurmuştur. Yine burada “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna...” demiş ve elçisi hakkında “Ve senin üzerindeki nimetini tamamlasın diye” [ elFeth 48/2] buyurmuştur. Sonra burada “Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” demiş ve elçisi hakkında “Arkadaşınız ne saptı ne de azdı.” [ enNecm 53/2] buyurmuştur. Fâtiha sûresini okuyan kimse “âmîn” der. Nitekim bu ifade, âlemlerin Rabbinin mührüdür, Muhammed Mustafa aleyhisselâm da nebîlerin mührüdür. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 281 اى آن כį óÜا ijìف و ĭĘא ĵĬ در ģđĘ ijÜ ijäر و ęäא ĵĬ و در ijĜل ijÜ ėĥì و ĉìא ĵĬ و .ĵĬ אĐۀدïĭĭכ ÛÖאäا ijÜõä įכ ħĻÝøاijì įدهכ īĻĩİ ،ĵĬ אęì راõűŒ چĹİ ijÜ ħĥĐ óÖ ّ Ĺ×Ĭ ١ įĤijøóÖ ïĩéĩÖ אĭĻĥĐ įęĉĤ ħÜوأ رةijùĤا هñıÖ אĭĨóأכ أن ĵĤאđÜ ųا Ʃ ėĉĤ īĨ ħà ﴾ۜ ِ ųا Ʃ لijُ ُ øَ ر ïٌ ƪ ĩ َ éُ Ĩ﴿ :įĻ×Ĭ ěè ĹĘ אلĜو﴾ ِ Ʃųِ ïُ ْ ĩ َ éĤَْ اÙĩèóĤ ĝĘאل ĹĘ أول ñİه اijùĤرة: ﴿ا ﴾ َ īĻĩ۪ Ĥאَ َ đĥْ ِ Ĥ Ùً َ ĩ ْ èَ ۙ﴾ وĜאل ĹĘ ěè رįĤijø:﴿ ر َ īĻĩ۪ Ĥאَ َ ِ ْاđĤ ّ َب [اçÝęĤ، ٢٩/٤٨ [ħà Ĝאل ĭİא: ﴿ر ﴾ ٌ ħĻè۪ َ ُ ٌ ۫ف ر َ ؤ ر ﴿ :īĻĭĨËĩĤا ěè ĹĘ אلĜو﴾ ۙħĻِ è۪ ƪ óĤا īِ ٰ ĩ ْ èƪ óĤَ [اĬŶ×Ļאء، ١٠٧/٢١] ħà Ĝאل ĭİא: ﴿ا ĵĥَ َ Đ ُ ه َ ó ِıčْ ُ Ļِ Ĥ﴿ :įĤijøر ěè ĹĘ אلĜ ﴾ۜīĺ ِ ۪ ïĤا ّ ِ ْ م ij َ ِ ِכ ĺ َאĤ Ĩ﴿ :אĭİ אلĜ ħà [١٢٨/٩ ،ÙÖijÝĤا[ :įĤijøر ěè ĹĘ אلĜو﴾ ۜ ُ īĻ ۪ đَ Ý ْ ùَ Ĭ אك َ ƪ ĺِ ا َ ُ ُï و × ْ đَ Ĭ אك َ ƪ ĺِ ا ﴿:אĭİ אلĜ ħà [٢٨/٤٨ ،çÝęĤا﴾ [īĺ ِ ۪ ïĤا ّ ﴾ۙ َ ħĻ ۪ ĝَ Ý ْ ùُ َ َ اط ْاĩĤ ó ِ ّ َא اāĤ Ĭïِ ْ İِ َ ﴾ [اóĨõĤ، ٦٦/٣٩ [ħà Ĝאل ĭİא: ﴿ا īĺó۪ ِ َ ƪ اýĤאכ īِ Ĩ ْ īُ َכ ْï و ُ × ْ َאĐ Ę َ ųا Ʃ ģِ َ Ö﴿ :אĭİ אلĜ ħà [٥٢/٤٢ ،رىijýĤا﴾ [ۙħĻٍ ۪ ĝَ Ý ْ ùُ ٍ اط Ĩ َ óĀِ ĵĤٰ ِ ْٓï ۪ ي ا ıَ ÝĤَ כَ ƪ Ĭِ ا َ وĜאل ĹĘ ěè رįĤijø:﴿ و ْ َכ﴾ [اçÝęĤ، ٢/٤٨[ Ļĥَ َ Đ ُ įَ Ý َ ĩْ đِ Ĭ ƪ ħِ Ý ُ ĺ َ ۙ﴾ وĜאل ĹĘ ěè رįĤijø:﴿ و ْ ħ ِıْ Ļĥَ َ Đ Ûَ ْ ĩَ đْ Ĭَ َ ا īĺñ۪ Ĥاƪ اط َ َ óĀِ ﴿ א َ Ĩ﴿ :įĤijøر ěè ĹĘ אلĜو ﴾ َ īĻ۪ ّ Ĥא ٓąĤا ƪ źَ َ ْ و ħ ِıْ Ļĥَ َ Đ بijِ ąُ ْ ĕَ ĩĤاْ óِ ْ ĻĔَ ﴿ :אĭİ אلĜ ħà [ [٣٧ب ٰ ىۚ﴾ [اħåĭĤ، ٢/٥٣ [ħà ijĝĺل Ĝאرئ اijùĤرة: «آīĻĨ «وijİ ìאħÜ رب א َijĔ َ Ĩَ ْ و ُ ُכħ َ ِ אè× Ā ģƪĄَ ٢ ų رب اđĤאīĻĩĤ. Ʃ ïĩéĤوا īĻĻ×ĭĤا ħÜאì ïĩéĨ ĵęĉāĩĤوا īĻĩĤאđĤا ١ ح: رįĤijø. ٢ ح - واïĩéĤ ų رب اđĤאīĻĩĤ. ٥ ١٠ BAKARA SÛRESİ Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Kitabı hiçbir şüphe olmayacak şekilde indiren Allah’ın, takvâ sahibi müminlere gaybı lutfeden Rahmân’ın, kusur sahiplerine ayıplarını örtme nimetini ihsan eden Rahîm’in adıyla. Bakara sûresinin Fâtiha sûresi ile münasebeti yedi açıdandır: 1. Fâtiha ümmü’l-kitâbdır, Bakara sûresinin başı da “İşte bu kitap” şeklindedir. Fâtiha Mekke’de, Bakara ise Medine’de indirilen ilk sûredir. 2. Fâtiha iki kısımdır: Övgü ve dua. Bakara’nın da başı övgü, sonu duadır. Zira “Elif lâm mîm” âyetinin tefsiri hakkında pek çok görüş vardır ve bunlardan birine göre âyet Allah’ın ism-i a‘zamıdır, bir diğerine göre âyetin anlamı “Ben Allah’ım, bilirim.” şeklinde, bir başkasına göre ise âyetin anlamı “Allah Latîf ve Mecîddir.” şeklindedir. Bu ise Allah’a övgüdür. Sûrenin sonu da Allah’tan ihtiyaçların talebidir. 3. Fâtiha’nın başı Allah Teâlâ’nın ilâhlığının, rablığının, rahmetinin ve hükümranlığının beyânıdır ve orada Allah’ın birliği ve bilinmesi öğretilmektedir. Ortası kula ibadeti, ubûdeti ve yardım dilemeyi bildirmektir ki bu, kula O’nun şeriat ve hakikatinin yoluna sülûkün öğretilmesidir. Sonu işte bu hâl üzere sebat ve muhalefetten korunma talebidir. Orada kulun dünya ve âhiret maslahatlarını talep etme konusunda Allah’a dönmesi telkin edilir. İşte Bakara sûresinin toplamı da tam bu sûrenin kısımlarına denk düşer, çünkü sûrenin başında, ortasında ve sonunda iman zikredilmiştir: “Onlar gayba iman ederler.” [ el-Bakara 2/3], “Deyiniz ki: Allah’a ve bize indirilene iman ettik.” [ el-Bakara 2/136], “Ancak iyilik, Allah’a iman edenin […] yaptığıdır.” [ el-Bakara 2/177], “Resul Rabbinden kendisine indirilene iman etti.” [ el-Bakara 2/285]. 5 10 15 20 25 ijøرة اĤ×óĝة ١ ِ ħĻè۪ ƪ óĤا īِ ٰ ĩèْ ƪ óĤا ųا ِƩ ِ ħ ْ ùÖِ ٢ Ʃ اų اñĤي أõĬل اĤכÝאب ŻÖ رÕĺ، اīĩèóĤ اñĤي ėĉĤ ÖאīĻĝÝĩĤ اīĻĭĨËĩĤ ħùÖ .ÕĻđĤا óÝùÖ ٣ īĺó ّ āĝĩĤا ĵĥĐ ّ īĨ يñĤا ħĻèóĤا ،ÕĻĕĤאÖ Ùùĩìو ÙđÖوأر ÙàŻàو īĻĭàوا ïèاijÖ :įäأو Ùđ×ø īĨ ÙéÜאęĤאÖ رةijùĤا هñİ אمčÝĬوا :Ùđ×øو ÙÝøو ْ ِ§َc ُ Yب﴾ وŶن ِ ¥َ اª א اijĤاïè ĘאęĤאÙéÜ أم اĤכÝאب واÝÝĘאح ñİه اijùĤرة Öـ﴿ ٰذª ّ أĨ اęĤאÙéÜ أول ijøرة أÛĤõĬ ĩÖכÙ، واĤ×óĝة أول ijøرة أÛĤõĬ ÖאÙĭĺïĩĤ. ، وñİه اijùĤرة أوıĤא ĭàאء وآİóìא ٌ ٌ ودĐאء א اĭàźאن ÍĘن اęĤאÙéÜ ĩùĜאن: ĭàאء ّ وأĨ ۚٓ﴾ ıĻĘא أĜאوģĺ כóĻáة، ıĭĨא أįĬ اħøź اħčĐŶ، وıĭĨא أن ĭđĨאه :أĬא Ʃ اų دĐאء، ÍĘن ﴿اªٓ تźاËø رةijùĤا óìوآ ،ųا Ʃ ĵĥĐ אءĭà وذاك ،ïĻåĩĤا ėĻĉĥĤا ųا Ʃ ٤ أħĥĐ، وıĭĨא أن ĭđĨאه: .ĵĤאđÜ ųا Ʃ اéĤאäאت īĨ ٥ وïĻèijÜħĻĥđÜįĻĘ אاÍĘÙàŻáĤن َ أولاęĤאĻÖÙéÜאنأÙĻİijĤ Ʃ اųورįÝĻÖijÖورįÝĩèوĥĨכįÝ ّ وأĨ ï×đĤا ėĺóđÜ ijİو ،įÝĬאđÝøوا įÜدij×Đو įÜאد×Đ īĐ ï×đĤا ٦ ُ Ʃ اų وįÝĘóđĨ، َ ووıĉøא إì×אر ،įÝęĤאíĨ īĐ ÙĩāđĤوا כĤذ ĵĥĐ אت×áĤا الËø ُ אİ َ óìوآ ،įÝĝĻĝèو įÝđĺóü ěĺóĈ كijĥø َ رةijùĤا هñİ عijĩåĨو ،įÜóìوآ אهĻĬد çĤאāĨ ÕĥĈ ĹĘ ųا Ʃ ĵĤإ َ عijäóĤا ï×đĤا īĻĝĥÜ įĻĘو ﴾[ِ Áْ ›َ ْ ªYِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ أùĜאم ñİه اijāĤرة؛ įĬÍĘ ذכó اĩĺŸאن ĹĘ أوıĤא وأĭàאıÐא وآİóìא: ﴿À ±َ ®َ ٰ َ َR ±ْ ا yّ]ِ ْ َ اª ±ّ §ِ ٰ ªوَ ﴿،]١٣٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،ÙĺŴا﴾ Y³َÁَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ ِ ّÃY ِٰ َوَRٓY ا \ Yَ ³ّ®َ ٰ ¹ُٓا ا ª¹¢ُ﴿ ،[٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ،[٢٨٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،ÙĺŴا﴾ µ۪ \ِّرَ ±ْR ِ µِÁَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ َ ُ~ ¹ُل \ ٰ َR ±َ ّ اyª ِ ّÃY ِٰ ﴾اÙĺŴ،] اĤ×óĝة، ١٧٧/٢]، ﴿ا \ ١ ط + رب وěĘ وďÝĨ ŻĺijĈ آīĻĨ. ٢ ط: ÖאīĻĭĨËĩĤ اīĻĝÝĩĤ. .īĺó ّ ٣ ر: اāĝĩĤ ٤ ر + أĬא. ٥ ر: وÐŻĨכįÝ. ٦ ط - إì×אر. ٥ ١٠ ١٥ 284 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bakara sûresinde Allah’ın birliğinin beyân edildiği âyetler yer alır: “Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır.” [ el-Bakara 2/163], “Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. O haydır, kayyûmdur.” [ el-Bakara 2/255]. Bakara’da Allah [Fâtiha sûresinde ifade ettiği] kulluğun aynısını zikretmiş ve “Rabbinize kulluk edin.” [ el-Bakara 2/21], “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz? Dediler ki: Senin ilâhına kulluk edeceğiz.” [ el-Bakara 2/133] buyurmuştur. Yine bu sûrede namaz, kıbleye yönelme, namazda huşû, oruç, zekât, sair itaatler, nafakalar, sadakalar, hac, umre, cihat, itikâf, vasiyet ve sevilmesine karşılık malı verme gibi ibadetin tafsilatları; takvâ, sabır, şükür, içkiden sakınmak, ahde vefâ ve haramı terk gibi ubûdetin tafsilatları; kısas, nikâh, boşanma, evlilik, infak, iddet, ric‘at, emzirme, îlâ, hayız, doğum, alışveriş, borçlar, rehinler ve emanetler gibi pek çok âyette zikredilen ahkâma boyun eğme yer almıştır. Yine sûrenin başında Hz. Âdem’den, ortasında Hz. İbrâhim’den, müminlerden - dünya ve âhirette güzellik talebi- ve sonrasında sûrenin sonunda da Hz. Muhammed Mustafa’dan dualar zikredilmiştir. 4. Fâtiha sûresi ilk indirildiği ve Hz. Peygamber aleyhisselâm bunu ilk okuduğu, insanlar ilk işittiği zaman -ki bu sûrede, tevhide çağrı ve söylediğimiz diğer hususlar yer almaktadır- işitenler dört sınıf olmuşlardır. Bir sınıf putperestler idi ve bunlar hem zâhir hem bâtın olarak iman ettiler. Bir sınıf Ehl-i kitap idi ve geçmişteki peygamberlere inanıyorlardı, bunlar da aynı şekilde hem zâhir hem bâtın olarak iman ettiler. Bir sınıf onu inkâr edip hem zâhir hem bâtın olarak yalanladı. Diğer bir sınıf ise kılıçtan korktu ve zâhirde iman edip bâtında inkâr ettiler. İşte Allah Teâlâ bu sınıfların hepsini bu sûrenin başında zikretti. Nitekim “ Takvâ sahipleri için hidâyettir. Onlar gayba iman ederler.” [ el-Bakara 2/2-3] âyeti ilk sınıf hakkında, “Onlar sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.” [ el-Bakara 2/4] âyeti ikinci sınıf hakkında, “İnkâr edenleri uyarsan da uyarmasan birdir.” [ el-Bakara 2/6] âyeti üçüncü sınıf hakkında ve “İnsanlardan kimi vardır ki: ‘Bizler Allah’a inandık.’ derler.” [ el-Bakara 2/8] âyeti dördüncü sınıf hakkındadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 285 ،[١٦٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [uٌۚ nا ِ وَ µٌ ٰ ªِ ٰ ُ· ُ§ ْ ا ªِ Ʃ اų:﴿ َوا Ù ƪ واĺŴאت اĹÝĤ ıĻĘא ĻÖאن وïèاĻĬ :įĤijĜ ĹĘ אدة×đĤا÷ ęĬ óوذכ ،]٢٥٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،ÙĺŴا﴾ م¹ُۚ ُ Áّ£َ ْ ُّ اª ¿oَ ْ ªَ ۚ ا ¹َ¶ُ َ Êّ ِ ٰ َµ ا ªِ Ê ا َٓ ُ ٰ Ãّ َ ﴿ا َٰ· ¥َ﴾ [اĤ×óĝة، ١٣٣/٢]، ªِ َ ْ ُ[ ُu ا ¹ُا ² ªYَ َ ْ ۪u ۜي ¢ َ ْ ُ[ ُu َون ِR ±ْ \ b Y®َ﴿ ،[٢١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ُ§ ُ َ ﴿ ْا ُ[ ُuوا َرّ\ ١ واijýíĤع ıĻĘא واijāĤم واõĤכאة وøאóÐ وęÜאģĻĀ اđĤ×אدة īĨ اŻāĤة واĝÝø×אل اĝĤ×Ùĥ ٣ واĜïāĤאت واãéĤ واóĩđĤة واıåĤאد واÝĐźכאف واÙĻĀijĤ وإÝĺאء ٢ واĝęĭĤאت اĉĤאĐאت ] واýĤכó واĭÝäאب اóĩíĤ أ ٣٨] ó×āĤوا ىijĝÝĤا īĨ دةij×đĤا ģĻĀאęÜو į×è ĵĥĐ אلĩĤا واĘijĤאء ÖאïıđĤ وóÜك اóéĤام واĻĝĬźאد èŷĤכאم īĨ اāĝĤאص واĭĤכאح واŻĉĤق واÙđÝĩĤ واęĬŸאق واïđĤة واÙđäóĤ واĄóĤאع واŻĺŸء واăĻéĤ واźijĤدة واĩĤ×אđĺאت واïĩĤاĭĺאت واijİóĤن واĨŶאĬאت ĹĘ ęÜאرěĺ اĺŴאت، وذכóاijĐïĤات īĨ آدمĹĘ أوıĤא وīĨ إóÖاħĻİ ĹĘ .אİóìآ ĹĘ ÙĨŶوا ĵęĉāĩĤا īĨو אİïđÖ īĨ īْ Ļ َ Ý َ ĭ َ ù َ وıĉøא وīĨ اīĻĭĨËĩĤ īĨ Ëøال اéĤ ّ įĻĥĐاŻùĤم وıđĩøא اĭĤאس ٤ أولĹüء وóĜأİא اĭĤ×Ĺ א اŶرÍĘÙđÖن اęĤאĩĤÙéÜא ÛĤõĬ ّ وأĨ وıĻĘא دĐאء إĵĤ اïĻèijÝĤ وóĻĔ ذĤכ ĩĨא ĭĥĜא Āאر اùĤאijđĨن أرÙđÖ أĭĀאف: ėĭĀ כאijĬا ٥ وėĭĀ כאijĬا َ أģİ اĤכÝאب وīĻĭĨËĨ ÖאĩĤאīĻĄ īĨ َ َïة اĭĀŶאمijĭĨÇĘا įÖ Čאóİا وÖאĭĈא، × َ Đ ٨ ٧ Čאóİا وÖאĭĈא، وėĭĀ ٦ כóęوا įÖ وכijÖñه اģøóĤ ijĭĨÇĘا įÖ أąĺא Čאóİا وÖאĭĈא، وėĭĀ رة؛ijùĤا هñİ أول ĹĘ אđĻĩä ųا Ʃ ħİóכñĘ ،אĭĈאÖ įÖ واóęوכ اóİאČ įÖ اijĭĨÇĘ įęĻø اijĘאì ولŶا ėĭāĤا ĹĘ [٣-٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،ÙĺŴا﴾ Õِ ْ Ļَ ĕĤאْ ِÖ نijَ ُ ĭ ِ Ĩ ْ Ë ُ ĺ َ īĺñ۪ Ĥƪَ ۙ ا َ īĻ ۪ ĝƪ Ý ُ ĩĥْ ِ Ĥ ىïً ُ İ﴿ :įĤijĜ نÍĘ ĹĬאáĤا ėĭāĤا ĹĘ [٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا [٩ ِ َכۚ﴾ ĥ ْ ×Ĝَ ْ īِ Ĩ لَõِ ْ Ĭُ َٓא ا Ĩَ ْ َכ و ĻĤَ ِ ْ ِõَل ا Ĭُ َٓא ا ĩِÖ نijَ ُ ĭ ِ Ĩ ْ Ë ُ ĺ َ īĺñ۪ Ĥاƪ َ وįĤijĜ:﴿ و ßĤאáĤا ėĭāĤا ĹĘ [٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،īĻÝĺŴا ﴾ ْ ħُ ıَ Ü ْ ْ َñر Ĭَ ا َ ْ ء ħ ِıْ Ļĥَ َ Đ ٌ َٓ اء ij َ ُ وا ø óęَ َ َ כ īĺñ۪ Ĥاƪ نƪ ِ وįĤijĜ:﴿ ا ِ﴾ اĺŴאت، [اĤ×óĝة، ٨/٢] ĹĘ اėĭāĤ اóĤاďÖ. ųא Ʃ א Öِ ƪ ĭ َ Ĩٰ ُ ُijل ا ĝ َ ĺ ْ īَ ِאس Ĩ ƪ َ اĭĤ īِ Ĩَ وįĤijĜ:﴿ و ١ ح ر ط + ıĻĘא. ٢ ح - اĉĤאĐאت. ٣ ح: اĝęĭĤאت. ٤ ر: أÛĤõĬ. ٥ ط + أąĺא. ٦ ر + ħıĭĨ. ٧ ح: وכijÖñا. ٨ ر + ħıĭĨ. ٩ ح + اīĻÝĺŴ. ٥ ١٠ ١٥ 286 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 5. Fâtiha sûresinde zikredilen fiiller beştir: Hamd, kulluk, yardım dileme, hidâyet bulma ve sapkınlık. Hamd nimetlere karşılık olur, bu sûrede bu nimetler sayılmıştır. Kulluk pek çok çeşittir ki bu sûrede tafsilatı yer alır. Yardım dileme pek çok konuda olur, bu sûrede bunlar beyân edilmiştir. Hidâyet bulmanın karşılığında sevaplar vardır, bu sûrede bunlar takrir edilmiştir. Sapkınlık karşısında cezalar vardır ki bu sûrede bunlar ifade edilmiştir. 6. Fâtiha sûresinin ilk âyetinde “âlemler” zikredilir. Çoğunluğa göre bu ifade cansızların değil, canlıların ismidir, çünkü çoğulu [canlı varlıkların çoğulu için kullanılan] ye ve nûn harfleri ile yapılır. Canlı varlıklar -daha önce Ebû Huzeyfe’den naklettiğimiz üzere- altı gruptur: Melekler, cinler, insanlar, şeytanlar, kara hayvanları ve kuşlar. Bakara sûresinde bu canlıların hepsi zikredilmiştir. Melekler hakkında şöyle buyurmuştur: “Hani Rabbin meleklere demişti ki…” [ el-Bakara 2/30], “Bir vakit meleklere dedik ki…” [ el-Bakara 2/34], “Kim Allah’a ve meleklerine düşman ise...” [ el-Bakara 2/98], “Onların üzerine Allah’ın ve meleklerin lâneti vardır.” [ el-Bakara 2/161], “Hepsi Allah’a ve meleklerine (…) iman ettiler.” [ el-Bakara 2/285]. Cinlerle ilgili olarak Bakara’da İblis’ten söz edilmiştir, nitekim bir başka sûrede onun “Cinlerden” [ el-Kehf 18/50] olduğunu bildirmiştir. İnsanlar hakkında “Ey İnsanlar!” [ el-Bakara 2/21] buyurmuş ve bunu tekrar tekrar zikretmiştir. Şeytanlar hakkında “Şeytanların okudukları...” [ el-Bakara 2/102] buyurmuştur. Hayvanlar yani yer üzerinde hareket eden yırtıcı, ehlî ve sürüngen türleri zikretmiş, yabaniler hakkında “Domuz” [ el-Bakara 2/173], ehlî hayvanlar hakkında “İnek” [ el-Bakara 2/70], “Buzağı” [ el-Bakara 2/93], “Kolayınıza gelen bir kurban...” [ el-Bakara 2/196] buyurmuş, sürüngenlerle ilgili olarak da yılandan söz etmiştir ki bu da “Dedik ki: Oradan birbirinize düşman olarak inin.” [ el-Bakara 2/36] âyetidir, çünkü bunlar arasında yılan da vardır. Kuşlardan ise “Kuşlardan dört tanesini al.” [ el-Bakara 2/260] âyetinde söz etmiştir. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 287 א اÙùĩíĤ ĘאđĘŶאل اñĩĤכijرة ĹĘ اęĤאÙéÜ Ùùĩì: اïĩéĤ واđĤ×אدة واđÝøźאÙĬ ّ وأĨ İïĺïđÜא، واđĤ×אدة ١ ĵĥĐ اħđĭĤ وĹĘ ñİه اijùĤرة ُ واïÝİźاء واÙĤŻąĤ. واïĩéĤ ĵĥĐ وijäه وĹĘ ñİه اijùĤرة ُ ıĥĻāęÜא، واđÝøźאÙĬ ĵĥĐ أijĨر وĹĘ ñİه اijùĤرة ُ İא، واŻąĤل įĻĥĐ ÖijĝĐאت ُıא، واïÝİźاء įÖ ÖijáĨאت وĹĘ ñİه اijùĤرة óĺóĝÜ ĭĻĻ×Ü ُ İא. وĹĘ ñİه اijùĤرة Üכóĺó א اÙÝùĤ ĘאñĩĤכijر ĹĘ أول آĺאت اęĤאÙéÜ» اđĤאijĩĤن»، وأכħİóá ĵĥĐ أįĬ اħø ّ وأĨ ģİŶ اĻéĤאة ħıĭĨ دون اĩåĤאد įđĩåĤ ÖאĻĤאء واijĭĤن، وħİ ÙÝø: اÐŻĩĤכÙ واīåĤ واĬŸ ÷واĻýĤאīĻĈ واïĤواب واijĻĉĤر כĩא èכĭĻא īĐ أĹÖ Ùęĺñè، وħİ כħıĥ ñĨכijرون ĹĘ ñİه اijùĤرة. ِئ َ§ ِ_﴾ ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª Y³َ ْ ِ ْذ ¢ُ» ِئ َ§ ِ_﴾ [اĤ×óĝة، ٣٠/٢]، ﴿َوا ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª ¥َ ُ َ َYل َرّ\ ِ ْذ¢ א اÐŻĩĤכÙ ïĝĘ Ĝאل: ﴿َوا ّ ĨÉĘ َ ُ³َْ_ ّ اà ِٰ ª ْ·ِÁَْ ِئ ¥َ َ» ٰٓ ُو۬ª ِئ َ§ِc ۪µ] ﴾اĤ×óĝة، ٩٨/٢]، ﴿ا ٰٓ [اĤ×óĝة، ٣٤/٢]، ﴿َR ±ْ َ¦ َYن َ ُu ًّوا ِّà ِٰ َوَR» א اīåĤ ّ ] وأĨ ٢ [٣٨ب .[٢٨٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µ۪ cِ§َ ئِ ٰٓ ِ ّÃY ِٰ َوَR» \ ±َ ®َ ٰ ا ٌ ِئ َ§ ِ_﴾ [اĤ×óĝة، ١٦١/٢]، ﴿ ُ¦ّ© ٰٓ «¯َ ْ َواª א اĬŸ ÷ïĝĘ Ĝאل: ّ ِ ﴾ [اĤכėı، ٥٠/١٨[. وأĨ ±ّ kِ ْ ٤ أįĬ﴿ َ ¦َYن ِR ±َ اª ٣ آÙĺ ĹĘ óوذכ÷ ĻĥÖإ óذכ ïĝĘ ﴾±Áُ ŽY۪ Áَ َ َْcُ«¹ا ّ اªƒ bY®َ﴿ :אلĜ ïĝĘ īĻĈאĻýĤا א ّ ٥ وأĨ َ ُ Yس﴾ [اĤ×óĝة، ٢١/٢] وכóرذĤכ. ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓYا À﴿ ħÐאı×Ĥوا אع×ùĤا īĨ رضŶا įäو ĵĥĐ ّ ٧ Ĩא ïĺب ģכ ĹıĘ ّ א اïĤواب ّ وأĨ ٦ [اĤ×óĝة، ١٠٢/٢]. ،ةóĝ×Ĥا﴾ [yَ£َ]َْ ªا ﴿:ħÐאı×Ĥا īĨو ٨ ِ﴾ [اĤ×óĝة، ١٧٣/٢]، yÀ ۪ {³ْsِ ْ واijıĤام وïĜ ذכīĨįĻĘó اùĤ×אع: ﴿اª ۚي﴾ [اĤ×óĝة، ١٩٦/٢]، وīĨ اijıĤام ِ uْ ·َْ ªا ±َR ِ yََ Áْcَ~اْ Y¯َ žَ﴿ ٩ ،[٩٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا©﴾ [َkْ ِ ْ ٧٠/٢] و﴿اª ٌۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٣٦/٢] وכאن ħıĻĘ اÙĻéĤ. َِ[ْ ‰ٍ َ ُuّو ª ْ §ُ ‹ُ ْ َ ْ ³َY ْا¶ِ[ ¹ُا \ «¢ُوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ijİو ÙĻéĤا ِ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦٠/٢]. yÁْ َ َ َ ً_ ِR ±َ ّ اª َْر\ ا wْ sُ žَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אıĭĨ óذכ ïĝĘ رijĻĉĤا א ّ وأĨ ١ ح: ĘאïĩéĤ. َ ُ Yس﴾ وכóر ذĤכ. ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا ٢ ح + وأĨא اĬŸ ÷ïĝĘ Ĝאل: ﴿À ٣ ر + ذĤכ ĹĘ. ٤ ر: اÙĺŴ. َ ُ Yس﴾ وכóر ذĤכ. ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا ٥ ح - وأĨא اĬŸ ÷ïĝĘ Ĝאل: ﴿À .﴾ ْۙ·ِ³Áِ ŽY۪ Áَ‚َ »ٰ ªِ ¹َْا ا َِذا َr« ٦ ر: ﴿َوا ٧ ح ط: ďĻĩä. . ِ yÀ ۪ {³ْsِ ْ ٨ ط - وïĜ ذכó įĻĘ īĨ اùĤ×אع: اª ٩ ح + وĜאل. ٥ ١٠ ١٥ 288 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 7. Fâtiha sûresi yedi âyettir, yedi âyette zikredilen kelimeler Bakara sûresinde de zikredilmiştir. “ Hamd” kelimesi “Biz seni hamd ile tesbih ediyoruz.” [ el-Bakara 2/30] âyetinde, Allah kelimesi pek çok âyette, “âlemlerin Rabbi” ifadesi “Dedi ki: Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum.” [ el-Bakara 2/131] âyetinde, “Rahmân ve Rahîm” isimleri, “Allah’tan başka ilâh yoktur, O Rahmân ve Rahîmdir.” [ el-Bakara 2/163] âyetinde zikredilmiştir. “Din gününün mâlikidir.” ifadesinde kıyamet gününden söz edilmektedir, Bakara sûresinde de “Öyle bir günden korkun ki o gün Allah’a döneceksiniz.” [ el-Bakara 2/281] denilmiştir. Bu, son indirilen ve kıyamet konusunda en açık olan âyettir. “Yalnız sana kulluk ederiz.” ifadesi “Rabbinize kulluk edin.” [ el-Bakara 2/21] ve benzeri âyetlerde, “Yalnız senden yardım dileriz.” ifadesi “Sabır ve namaz ile yardım dileyin.” [ el-Bakara 2/45] âyetinde, “Bizi dosdoğru yola ilet.” ifadesi “Allah dilediğini dosdoğru yola iletir.” [ el-Bakara 2/213] âyetinde, “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna” ifadesi “Size vermiş olduğum nimetini hatırlayın.” [ el-Bakara 2/40] âyetinde zikredilmiştir ki bu âyette nebîler kastedilmiş olabilir. Yine Bakara sûresinde nebîlerden Âdem, İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb, torunları, Mûsâ, Hârûn, Dâvûd, Süleyman, Îsâ, Hezekiel, Samuel, Üzeyir peygamberler zikredilmiş, umumi olarak hepsi “İşte bu resuller…” [ el-Bakara 2/253] ve “Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman ettiler.” [ el-Bakara 2/285] âyetinde zikredilmiştir. “Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.” ifadesinde gazap zikredilmiştir, Bakara’da ise “Böylece onlar gazap üzerine gazaba maruz kaldılar.” [ el-Bakara 2/90] denilmiştir. Yine bu ifadede sapkınlıktan söz edilmiştir, bu sûrede de “Her ne kadar daha önce sizler sapkınlardan olsanız da...” [ el-Bakara 2/198] ve “Onunla dilediğini saptırır.” [ el-Bakara 2/26] denilmiştir. Sonra bu kimseler Yahudi ve Hıristiyanlardır, bu sûrenin başlangıcı da çoğunlukla bunlarla ilgilidir ve nihayet onlar hakkında “Sen onların dinlerine tâbi olmadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla razı olmazlar.” [ el-Bakara 2/120] buyurulmuştur. Bu sûreye Bakara ismi verilmiştir. Ancak bazıları “içerisinde Bakara’nın zikredildiği sûre” derler ve “ sûre” kelimesinin doğrudan el-bakara (inek), en-nahl (bal arısı) ve benzeri şeylere izâfe edilmesini iyi karşılamazlar. Doğru olan, böyle bir zorlamaya gerek olmadığıdır, çünkü burada izâfetten maksat, bu konuların o sûrede zikredilmiş olduğunu ifade etmektir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 289 ُ آĺאت وכĩĥאت آĺאıÜא ñĨכijرة ĹĘ ijøرة اĤ×óĝة، Ęـ ď×ø ÙéÜאęĤאĘ Ùđ×ùĤا א ّ وأĨ ِ َo ْ ¯ِu َك﴾ [اĤ×óĝة، ٣٠/٢]، و﴿ِّà ِٰ ﴾ĹĘ آĺאت، و \ mُ ]َِّ ُ ² ±ُ oْ َ ²وَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ﴾uُ ¯ْ oَ ْ ªَ ﴿ا ±ِ¯ٰ nْ َ yªّ َ َ ۪̄ َÁ±] ﴾اĤ×óĝة، ١٣١/٢]، و﴿ا ªYَ ْ َِy ِّب اª ª aُ ¯ْ َ «~ْ َ َ َYل ا ¢﴿ :įĤijĜ ĹĘ ﴾±Á َۙ ¯۪ َ ªYَ ْ ﴿َر ِّب اª ﴾±À ِۜ ۪uªا ّ ِ ¹َْم À¥ِ ِ ªY®َ﴿و ،]١٦٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Á ُ۟ n۪ َ yªا ّ ±ُ̄ ٰ nْ َ َ ُ¶¹َ ّ اyª Êِّ ٰ َµا ªِ Êا َٓ﴿ :įĤijĜĹĘ ﴾Áِ ۙ n۪ َ ّ اyª َ« ّ اà ِٰ ﴾اÙĺŴ،] اĤ×óĝة، ªِ ا µÁِ ž۪ ن¹َ ُ jَ yْbُ Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À bاّ وَ ﴿:ةóĝ×Ĥا رةijø ĹĘو ÙĨאĻĝĤ مijĺ óذכ įĻĘ :įĤijĜ ĹĘ ﴾uُ ]ُ ْ َ َ َ Yك ² Àِّ ٢٨١/٢] وĹİ آóì آÙĺ ÛĤõĶ وĹİ أēĥÖ آÙĺ ĹĘ ذכó ijĺم اĻĝĤאÙĨ، و﴿ا ا¹³Áُ ۪ cَ~ا ْ وَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ﴾ۜ ±Áُ ۪ cَْ َ َ َ Yك ² Àِّ َ ُ§ ُ﴾ [اĤ×óĝة، ٢١/٢] وijéĬه، و﴿َوا ﴿ ْا ُ[ ُuوا َرّ\ :įĤijĜ ĹĘ ﴾Áَۙ £۪cَْ ¯ُ ْ ªا اط َ yَ‡ªا ِّ Yَ ²uِ ¶ْ ِ ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٤٥/٢]، وįĤijĜ:﴿ ا ٰ ¹ِة ِ َو ّ اªَ‡« y]ْ َ‡ªY ّ ِ \ ±À َ w۪ َّ ٍ﴾ [اĤ×óĝة، ٢١٣/٢]، وįĤijĜ: ﴿ َ†ِy َ اط اª Á£۪cَْ ®ُ اط ٍ yَ†ِ »ٰ ªِ َ ƒَٓ ُYء ا À ±ْ ®َ يu۪ ·َْ À ُ ﴿َو ّ اà ٰ ïĜو] ٤٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ§ ُ Áَْ «َ aُ ¯ْ َ ²َْ ۪cٓ ¿ا َّ َ اª ¿cِ¯َ ْ ِ ² واyُ¦ُاذْ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ﴾ ْۙ·ِÁَْ «َ aَ ¯ْ َ ²َْ ا أرïĺ įÖ اĬŶ×Ļאء، و ذכó ĵĘ ijøرة اĤ×óĝة īĨ اĬŶ×Ļאء آدم وإóÖاħĻİ وإĩøאģĻĐ وإéøאق وijĝđĺب واøŶ×אط وĵøijĨ وİאرون وداود وĩĻĥøאن وĵùĻĐ وģĻĜõè وأģĺijĩü ٌ ©ّ¦ُ ﴿ :įĤijĜ ĹĘو] ٢٥٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y³َ ْ ْ ¥َ ّ اyªُ ُ ~ُ ©žَ َ‹ّ« «ِ b﴿ :įĤijĜ ĹĘ مijĩđĤا ĵĥĐو ١ وóĺõĐ، Êَوَ ْ·ِÁَْ ْ َ̄ ›ْ ‹ُ ¹ِب َ» ِ اª yÁْ šَ ﴿ :įĤijĜو ،]٢٨٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µ۪ «ِ~ُ رُوَ µ۪ ]ِcُ¦ُ وَ µ۪ cِ§َ ئِ ٰٓ ِ ّÃY ِٰ َوَR» \ ±َ ®َ ٰ ا ۜ ﴾ [اĤ×óĝة، ٩٠/٢] [ٍ ‹َ šَ »ٰ «َ [ٍ ‹َ ›َ ِ \ ؤYُ۫ ٓ]َžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ÕąĕĤا óذכ] ٧/١ ،ÙéÜאęĤا﴾ [±Áَ ۪ ّ ªYَٓ‹ªا ّ ُ ©ّ‹ِ ُ À﴿ :įĤijĜو] ١٩٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ ۪ ّ ªYَٓ‹ªا ّ ±َ̄ ِ َ ª µ۪ «ِ]ْ َ ِ ْن ُ¦ُ³ْcْ ِ ®±ْ ¢ واŻąĤل ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا ĵĤإ ħİóذכ ĹĘ رةijùĤا رïĀ óáوأכ אرىāĭĤوا دijıĻĤا ħİ ħà ،[٢٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [اyÁً g۪¦َ µ۪ ِ \ ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ١٢٠/٢]. ْ·ُcَ َّ «®ِ •َ]َِ cَّ b »ٰ cّnَ رىYٰ ‡َ َ َْÁُ ·¹ُد َوَÊ ّ اª³ ªا ¥َ ³ْ َ« Šٰ yْ َ b ±ْ َ أن Ĝאل: ﴿َوª «ةóĝ×Ĥا אıĻĘ óכñÜ ĹÝĤا رةijùĤا «:אلĜ īĨ אسĭĤا īĨو ةóĝ×Ĥا رةijø ĵĐïُ Ü رةijùĤا ħà وĝÝùĺ×ç إĄאÙĘ اijùĤرة إĵĤ اĤ×óĝة وכñا ijøرة اģéĭĤ وİijéĬא. واçĻéāĤ أįĬ ź èאÙä إĵĤ ñİا ّ اÝĤכėĥ؛ ÍĘن اóĩĤاد īĨ ñİه اĄŸאÙĘ ijİ Ĩא Ĝאل: إıĬא ذכóت ıĻĘא، ا. ً ١ ح ر ط: وóĺõĐ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 290 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselâm “ Kur’ân’ın zirvesi Bakara sûresidir.” buyurmuştur.1 Bu konuda pek çok hadîs-i şerif bulunmaktadır, dolayısıyla bu şekilde kullanımın câiz olduğu sübût bulmaktadır. Bakara sûresi Medine’de indirilmiştir, sadece bir âyet Vedâ haccı esnasında Kurban bayramı gününde indirilmiştir. Bu “Öyle bir günden korkun ki o gün Allah’a döneceksiniz.” [ el-Bakara 2/281] âyetidir ve en son indirilen âyettir. Mekke’de seksen beş sûre indirilmiştir. Bunların ilki Fâtiha, sonuncusu Mutaffifîn sûresidir. Diğerleri -ki bunlar yirmi dokuz sûredir- Medine’de indirilmiştir. Bunların ilki Bakara, sonuncusu ise Mâide sûresidir. Bakara sûresinin harfleri yirmi beş bin altı yüz elli sekiz adettir. Kelimeleri altı bin yüz on altı tanedir. Âyet sayısı Şamlılara göre iki yüz seksen dört, Mekkelilere ve Medinelilere göre iki yüz seksen beş, Kûfelilere göre iki yüz seksen altı, Basralılara göre iki yüz seksen yedidir, çünkü bunlar arasında bazı âyet sonlarının âyet sonu mu yoksa ortası mı olduğu konusunda ihtilâf vardır. Bazı rivayetlerde “Eğer bu sûrenin âyet sayısı üç yüze tamamlanmış olsa idi, tamam olurdu.” denilir ki bunun mânası, “Bu sûre hükümlerin ve temel usullerin büyük çoğunluğunu ihtiva eder, geriye diğer sûrelerde zikredilen birkaç hüküm kalır. Eğer onlar da bu sûrede olsaydı, o zaman bu sûre insanların din ilimleri konusunda muhtaç oldukları her şeyi açıkça ifade etmiş olurdu.” şeklindedir. Bakara’da on beş mesel, beş yüz hüküm ve Kur’ân’ın en uzun âyeti olan müdâyene âyeti bulunmaktadır. Müdâyene âyeti yüz otuz kelimedir ve yaklaşık yirmi hüküm içermektedir. 1. Elif lâm mîm. [ el-Bakara 2/1] Bakara sûresi mukattaa harfleri ile başlar. Kur’ân’ın yirmi dokuz sûresi de mukattaa harfleri ile başlar. Sûrenin başında yer alan elif lâm mîm harfleri hakkında yaklaşık otuz görüş vardır: 1 Tirmizî, “Fedâilü’l- Kur’ân”, 2. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 291 Û×áĘ ٢ ١ وĹĘ ذĤכ أèאدßĺ، įĻĥĐ اŻùĤم: «ĭøאم اóĝĤآن ijøرة اĤ×óĝة»، ّ Ĺ×ĭĤا אلĜ ïĜو إŻĈق ñİا اŻĈŸق. :داعijĤا Ùåè ĹĘ ĵĭĩÖ óéĭĤا مijĺ ÛĤõĬ [ أ ٣٩] אıĭĨ Ùĺآ źإ ÙĻĬïĨ رةijùĤا هñİ ħà ÛĤõĬ ïĜو .ÛĤõĬ Ùĺآ óìآ Ĺİو] ٢٨١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِٰ Ãا ّ« َ ªِ ا µÁِ ž۪ ن¹َ ُ jَ yْbُ Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À ﴿َو ّاb ،īĻęęĉĩĤا﴾ [±Á َۙ Ÿ۪ ِ Ÿَّ ¯ُ ْ «ِ ª © ٌ ĩÖכÙ ĩì ÷وĩàאijĬن ijøرة أوıĤא ijøرة اęĤאÙéÜ وآİóìא ﴿َوْÀ ٦ أوıĤא ijøرة اĤ×óĝة ÙĭĺïĩĤאÖ -رةijø ونóýĐو ďùÜ ٥ ٤ -وĹİ ٣ øאİóÐא ١/٨٣]، وõĬل وآİóìא ijøرة اĩĤאïÐة. َْĤًęא وĩÝøאÙÐ وĩàאÙĻĬ وijùĩìن، وכĩĥאıÜא وóèوف ijøرة اĤ×óĝة ĩì ÷وóýĐون أ ٧ وآĺאıÜא ĨאÝÐאن وأرďÖ وĩàאijĬن آÙĺ ïĭĐ أģİ اýĤאم، ÙÝø آźف وĨאÙÐ وÛø óýĐة כÙĩĥ، ة؛óā×Ĥا ģİأ ïĭĐ ď×øو ،ÙĘijכĤا ģİأ ïĭĐ Ûøو ،ÙĭĺïĩĤوا ÙכĨ ģİأ ïĭĐ ÷ĩìو ijĤ» :אıĬأ אر×ìŶا ăđÖ ĹĘو .אıĉøأوو ÙĺŴا אمĩÜ įĬأ אıĭĨ :ďĄاijĨ ĹĘ ħıĘŻÝìź כÛĥĩ ĩàŻàאÙÐ آÙĺ ÝĤכÛĩĥ «وĭđĨאه: أن اijùĤرة آÙĻÜ ĵĥĐ أכóá اèŶכאم واijĀŶل ÛèóāĤ رةijùĤا هñİ ĹĘ ÛĬכא ٩ ٨ ذכóت ĹĘ İóĻĔא، وijĤ اčđĤאم، وĝÖ×Û ïĐة أèכאم .īĺïĤا مijĥĐ īĨ Ùäאè įĻĤإ אسĭĤאÖ אĨ ď×ĩåÖ َ ًŻ، وĩùĩìאÙÐ èכħ، وıĻĘא أijĈل آÙĺ وĹİ آÙĺ á َ Ĩ óýĐ Ùùĩì رةijùĤا هñİ ĹĘو .אĩכè īĺóýĐ īĨ ÕĺóĜ אıĻĘو ،Ùĩĥכ نijàŻàو ÙÐאĨ Ĺİو ÙĭĺاïĩĤا ۚٓ ħٓĤا -١ واÝÝĘאح ñİه اijùĤرة ÖאóéĤوف اÙđĉĝĩĤ وÙđùÜ وóýĐون īĨ ijøر اóĝĤآن ÙéÝÝęĨ :źijĜ īĻàŻà īĨ ÕĺóĜ رةijùĤا هñİ אıÖ ÛéÝÝĘا ĹÝĤا﴾ ٓ ıÖא. وĹĘ ñİه اóéĤوف ﴿اªٓ ١ ïĭùĨ أïĩè، ٤١٧/٣٣؛ īĭø اñĨóÝĤي، ąĘאģÐ اóĝĤآن .٢ ٢ ح + כóĻáة. ٣ ح: وÛĤõĬ. ٤ ط + ÖאÙĭĺïĩĤ. ٥ ح - øאİóÐא وĹİ. ٦ ط - ÖאÙĭĺïĩĤ. ٧ ر - כÙĩĥ. ٨ ر: اèŶכאم. ٩ ح: ijĥĘ. ٥ ١٠ ١٥ 292 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hz. Ebû Bekir şöyle demiştir: Allah Teâlâ’nın her kitapta bir sırrı vardır. Kur’ân’daki sırrı ise sûrelerin başındaki bu harflerdir. Hz. Ömer şöyle demiştir: Her kitabın bir ziyneti vardır. Kur’ân’ın ziyneti ise alfabe harfleridir ( hurûf-ı teheccî). Hz. Ali şöyle demiştir: Her kitabın bir özü vardır. Kur’ân’ın özü ise alfabe harfleridir ( hurûf-ı teheccî). Hz. Osmân şöyle demiştir: Mukattaa harfleri tefsir edilemez olan gizli sırlardandır. Dahhâk şöyle demiştir: Âlimler mukattaa harflerinin tefsirinde âciz kalmışlardır. Abdullah b. Abbas bir rivayete göre şöyle demiştir: “Elif Allah, lâm Latîf, mîm ise Mecîd demektir.” Bir başka rivayette ise şöyle demiştir: “Elif lâm mîm, ‘Ben Allah’ım, bilirim.’; elif lâm mîm sâd, ‘Ben Allah’ım, bilirim ve lutfederim.’; elif lâm râ ise, ‘Ben Allah’ım, görürüm.’ anlamındadır.” Yine Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir başka rivayet ise şöyledir: “Elif Allah, lâm Cebrâil, mîm Muhammed’dir. Yani ‘Allah, Muhammed’e Cebrâil vasıtasıyla kitabı indirdi.’ demektir.” İbn Mes‘ûd şöyle demiştir: Bu harfler Allah’ın ism-i a‘zam’ıdır. Hasan-ı Basrî ve Saîd b. Cübeyr şöyle demişlerdir: Biz nasıl telif edileceğini bilemesek de mukattaa harfleri bir şekilde birleştirilip telif edildiği zaman Allah’ın isimleri ortaya çıkar. Zira “Elif lâm râ” [ el-Hicr 15/1], “Hâ mîm” [ Fussilet 41/1], “Nûn” [el-Kalem 68/1] âyetleri üç sûrenin baş âyetleridir, bunlar birleştirildiği zaman er-rahmân kelimesi çıkar ki bu da Allah’ın isimleri içerisinde büyük bir isimdir. Katâde şöyle demiştir: Bu harfler Kur’ân’ın isimleridir. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem şöyle demiştir: Bu harfler sûrelerin isimleridir. Mücâhid şöyle demiştir: Bu harfler Allah Teâlâ’nın kitabına başladığı başlangıç ifadeleridir. Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: Bu harfler olacakların ve fitnelerin ifadesi hakkındadır. Ebü’l-Âliye şöyle demiştir: Bu harfler bir topluluğun süresi, diğerinin eceli hakkındadır. Rebî‘ b. Enes şöyle demiştir: Bu harflerden her biri Allah’ın nimet ve ihsanları hakkındadır. Bir grup âlim şöyle demiştir: Elif Allah’ın el-İlâh, el-Ahad, el-Evvel, el-Âhir ve el-Emîn isimlerinin ilk harfi, lâm el-Latîf isminin, mîm ise el- Mâlik, el-Mecîd ve el-Mennân isimlerinin ilk harfidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 293 هñİ آنóĝĤا ĹĘ ųا Ʃ óøو ،óø אبÝכ ģכ ĹĘ ĵĤאđÜ ų Ʃ : Ġ ěĺïāĤا óכÖ ijÖأ ١ وĜאل ٢ اóéĤوف اĹÝĤ ĹĘ أواģÐ اijùĤر. Ġ : إن ّ وĜאل óĩĐ Ġ : Ĥכģ כÝאب زÙĭĺ وزÙĭĺ اóĝĤآن óèوف اĹåıÝĤ. وĜאل ĹĥĐ مijÝכĩĤا īĨ Ĺİ : Ġ ٤ ٣ اĹåıÝĤ. وĜאل ĩáĐאن Ĥכģ כÝאب ijęĀة وijęĀة اóĝĤآن óèوف .óùęُ ĺ ź يñĤا وĜאل اéąĤאك: õåĐت اĩĥđĤאء īĐ óĻùęÜ اóéĤوف اÙđĉĝĩĤ. :Ùĺروا ĹĘ אلĜو .ïĻåĨ ħĻĨ ،ėĻĉĤ مź ،ųا Ʃ ėĤأ :Ùĺروا ĹĘ ġ אس×Đ īÖا אلĜو ٓ ٓ…ۜ ﴾ أĬא Ʃ اų أħĥĐ وأģąĘ، و﴿اªٓ ٰ ـy ﴾أĬא Ʃ اų أرى. وįĭĐ ĹĘ ĭđĨאه: أĬא Ʃ اų أħĥĐ، و﴿اªٓ¯ .אبÝכĤאÖ ïĩéĨ ĵĥĐ ģĺó×ä ٦ ٥ أõĬل Ʃ اų أي ïĩéĨ ħĻĨ ،ģĺó×ä مź ،ųا Ʃ ėĤأ :Ùĺروا وĜאل اīÖ ijđùĨد: إıĬא اħø Ʃ اų اħčĐŶ. ÛĬכא ėĻĤÉÝĤا īĨ אÖóĄ ÛęĤأ إذا وفóéĤا هñİ :óĻ×ä īÖ ïĻđøو īùéĤا אلĜو [١/١٥ ،óåéĤا﴾ [yـ ٰ ٓªا ﴿:įĤijĜ نŶ כĤوذ א؛ıęĻĤÉÜ ĵĥĐ ėĝĬ ź אĭכ وإن ĵĤאđÜ ųا Ʃ אءĩøأ ٓ﴾ [اħĥĝĤ، ١/٦٨ [رؤوس Żàث ijøر، وإذا Ûđĩä Āאرت ٓ﴾ [ÛĥāĘ، ١/٤١ [و﴿ن و﴿ ٰn [ ب٣٩ [.ĵĤאđÜ ųا Ʃ אءĩøأ īĨ ħĻčĐ ħøا ijİو» īĩèóĤا« وĜאل ÝĜאدة: إıĬא أĩøאء اóĝĤآن. وĜאل Đ×ï اīĩèóĤ īÖ زïĺ īÖ أħĥø: إıĬא أĩøאء ĹĘ אıĬإ :ÕĻùĩĤا īÖ ïĻđø אلĜو .įÖאÝכ אıÖ ųا Ʃ ٧ اijùĤر. وĜאل åĨאïİ: إıĬא ijĘاçÜ çÝęĺ ذכó اĤכijاīÐ واīÝęĤ. وĜאل أijÖ اđĤאÙĻĤ: إıĬא ĹĘ ïĨة ijĜم وآäאل آīĺóì. وĜאل اďĻÖóĤ אحÝÝĘا ėĤŶا :ÙĐאĩä אلĜو .įÐאĩđĬو įÐźآ óذכ ĹĘ ijİو źإ فóè īĨ אıĻĘ אĨ :÷Ĭأ īÖ اįĩø اįĤŸ واïèŶ واŶول واóìŴ واīĻĨŶ، واŻĤم اÝÝĘאح اįĩø اėĻĉĥĤ، واħĻĩĤ اÝÝĘאح اįĩø اĩĤאĤכ واïĻåĩĤ واĭĩĤאن. ١ ط: Ĝאل. ٢ ÕùĬ اŶزóİي واīÖ ijčĭĨر ñİا اijĝĤل إĵĤ اđýĤ×Ĺ. اóčĬ: ÕĺñıÜ اÙĕĥĤ ŷĤزóİي ، ٤٨٨/١٥؛ ùĤאن اóđĤب īÖź ijčĭĨر، ١١/١ (Öאب óĻùęÜ اóéĤوف اÙđĉĝĩĤ(. ٣ ط - óèوف. ٤ ح ر ط: اīÖ Đ×אس. ٥ ح ر ط + اų. ٦ ح ر ط - اų. ٧ ح ر ط: çÝÝęĺ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 294 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Muhammed b. Kâ‘b el-Kurazî şöyle demiştir: Elif Allah’ın nimetleri, lâm O’nun lutfu, mîm ise mecdidir (yüceliği). Ebû Fâhite şöyle demiştir: Mukattaa harfleri kitabın anasıdır, Kur’ân onlardan çıkarılmıştır. Hz. Âdem’e kesik kesik olarak indirilen alfabe harflerinden olduğu bilinsin diye harfler bu şekilde kesik kesik indirilmiştir. Abdülaziz b. Yahyâ şöyle demiştir: Mukattaa harflerinin mânası şudur: Allah Teâlâ onları zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: Onları bu şekilde kesik kesik olarak işitin, böylece onlar size birleştirilmiş, telif edilmiş olarak geldiği zaman kendilerini daha önce tanımış olursunuz. Çocuklara da bu şekilde önce harfler teker teker öğretilir. Sanki Allah Teâlâ onlara Kur’ân’ı önce kesik kesik ve bildikleri şekilde işittirmekte, böylece kendilerine bildirildiği zaman bunu bilmeleri sağlanmakta, ardından telif edilmiş bir kelâm olarak onlara işittirmektedir. Ebû Revk şöyle demiştir: Kâfirler “Bu Kur’ân’a kulak vermeyin, okunduğu zaman gürültü yapın.” [ Fussilet 41/26] demiş ve birbirlerine ondan yüz çevirmeyi öğütlemiş oldukları için Allah Teâlâ, onların ıslahını ve faydasını istemiş olması nedeniyle kendilerine bilmedikleri sözler göndermeyi murat etmiş, böylece bu durum onlara kendilerine gelen Kur’ân karşısında susup sessizce onu dinlemelerini temin etmiştir. Bu yüzden mukattaa harflerini indirmiştir. Onlar bu harfleri işittikleri zaman hayrete düşmüş kimseler gibi “ Muhammed’in getirdiği şu şeye bir kulak verin!” demişler, kulak verip dinledikleri zaman ise Kur’ân ile onlara hücum etmiş, kulaklarını doldurmuştur ve bu durum onların Kur’ân’ı dinlemelerinin sebebi, faydalanmalarının yolu olmuştur. Hüseyin b. Fazl el-Becelî şöyle demiştir: Bu harfler Allah’tan başka kimsenin bilmediği müteşâbihlerdendir. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 295 ١ وĜאل .هïåĨ ħĻĩĤوا įęĉĤ مŻĤوا ųا Ʃ ءźآ ėĤŶا :ĹČóĝĤا Õđכ īÖ ïĩéĨ אلĜو ُóíÝøج ñİا اóĝĤآن وأÛĤõĬ ÙđĉĝĨ ٢ ñİه اóéĤوف أıĨאت اĤכÝאب ıĭĨא ا :ÙÝìאĘ ijÖأ ٣ .ÙđĉĝĨ آدم ĵĥĐ ÛĤõĬأ ĹÝĤا ÙĩåđĩĤا وفóéĤا īĨ אıĬأ ħĥđُ ĻĤ ٤ ĵĭđĨ ñİه اóéĤوف أن Ʃ اų đÜאĵĤ ذכİóא ĝĘאل: :ĵĻéĺ īÖ õĺõđĤا ï×Đ אلĜ כĤñوכ ،כĤذ ģ×Ĝ אİijĩÝĘóĐ ħÝĭכ ÙęĤËĨ ħכĻĥĐ وردت إذا ĵÝè ÙđĉĝĨ אİijđĩøا ÙĘوóđĨ ÙđĉĝĨ آنóĝĤا ħıđĩøأ ųا Ʃ نÉوכ ٥ ،ÙĘوóđĨ ÙđĉĝĨ źأو אنĻ×āĤا ħĥđّ ُ ĺ وĜאل أijÖ روق: إن اĤכęאر ĩĤא ٧ .ÙęĤËĨ ħıđĩøأ ħà ٦ İijĘóđĻĤא إذا وردت ħıĻĥĐ ÙĘóđĨ įĭĐ اضóĐŸאÖ اijĀاijÜو] ٢٦/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾µÁِ ž۪ ا¹ْ›َ ْ ٰ ِن َواª ْ ْ£ُyا ِ ٰ·َwا اª َ َْ̄ ¹ُا ª b Êَ﴿ :اijĤאĜ نijכĻĤ įĬijĘóđĺ ź אĨ ħıĻĥĐ ردijĺ أن ħıđęĬو ħıèŻĀ īĨ Õèأ אĩĤ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أراد ذĤכ ø××א øŸכאħıÜ واĩÝøאħıĐ ĩĤא óĺد ħıĻĥĐ īĨ اóĝĤآن؛ õĬÉĘل ñİه اóéĤوف، وכאijĬا إذا ijđĩøاİא ĜאijĤا כאåđÝĩĤ×īĻ: اijđĩøا إĵĤ Ĩא Ïåĺ įÖ ïĩéĨ، ÍĘذا أijĕĀا ħıĐאĩÝøź א××ø כĤذ כאنĘ ħıđĨאùĨ įåĤوÉĘ ٨ آنóĝĤאÖ ħıĻĥĐ ħåİ اijđĩÝøوا ٩ وĝĺóĈא ęÝĬźאħıĐ. .ĵĤאđÜ ųا Ʃ źإ įĩĥđĺ ź يñĤا įÖאýÝĩĤا īĨ Ĺİ :Ĺĥå×Ĥا ģąęĤا īÖ īĻùéĤا אلĜو ١ اóčĬ ñıĤه اijĜŶال: óĻùęÜ اĥđáĤ×Ĺ، ١٣٧/١]اĤ×óĝة، ٧-١/٢]؛ óĻùęÜ اóíęĤ اóĤازي، ٢٥٤/٢ (اĤ×óĝة، ١/٢). ĹĥĐ ďĨ īĻęĀ ïıü (ـĨ٧١٦/ـİ ٩٠ .ت (ÕĤאĈ ĹÖأ ÛĭÖ ءĵĬאİ أم ĵĤijĨ īĻđÖאÝĤا אر×כ īĨ ÙĜŻĐ īÖ ïĻđø ÙÝìאĘ ijÖأ ijİ ٢ انõĻĨ ؛٢٦٣/٢١ ،óאכùĐ īÖź ěýĨد ëĺאرÜ ؛١٧٦/٦ ،ïđø īÖź ىó×כĤا אتĝ×ĉĤا :óčĬأ .įĭĐ وروى ،įĭĐ ųا ĹĄر .٣٧٦/١ ،Ĺ×İñĥĤ الïÝĐźا ٣ اóčĬ: óĻùęÜ اĉĤ×óي، ٢٠٢/٥ (آل óĩĐان، ٧/٣)؛ óĻùęÜ اĩĤאوردي، ٣٧٠/١ (آل óĩĐان، ٧/٣). ّ (ت. ٢٤٠ İـ٨٥٤/ م) įĻĝĘ ĭĨאóČ، כאن īĨ ñĻĨŻÜ اĨŸאم ĹכĩĤا ĹĬאĭכĤا õĺõđĤا ï×Đ īÖ ĵĻéĺ īÖ õĺõđĤا ï×Đ ijİ ٤ īĨ.آنóĝĤا ĹĘ ةóČאĭĨ ĹùĺóĩĤا óýÖ īĻÖو įĭĻÖ تóåĘ ،نijĨÉĩĤا אمĺأ ĹĘ ادïĕÖ مïĜ ،įÝĨאĨïĤ لijĕĤאÖ Õĝĥĺ ، ّ اýĤאĹđĘ īÖź īĻĻđĘאýĤا אتĝ×Ĉ ؛١٤٤/٢ ،Ĺכ×ùĥĤ ÙĻđĘאýĤا אتĝ×Ĉ :óčĬا .ĹùĺóĩĤا óý×Ĥ ةóČאĭĨ ĹĘ ÙĤאøر ةïĻéĤا :įęĻĬאāÜ כóĻá، ١٤٢/١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٢٨/٤ ٥ ح ر: وכÉن اų أħıđĩø اóĝĤآن įđĉĝĨ. ٦ ط: ÙĜóęĨ. .(١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٢٥٤/٢ ،ازيóĤا óíęĤا óĻùęÜ ؛)٧-١/٢ ،ةóĝ×Ĥا(١٣٧/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :óčĬا ٧ ٨ ط: اóĝĤآن. .(١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٢٥٤/٢ ،ازيóĤا óíęĤا óĻùęÜ ؛)٧-١/٢ ،ةóĝ×Ĥا(١٣٧/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :óčĬا ٩ ٥ ١٠ 296 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İkrime şöyle demiştir: Bu harfler yemin ifadeleridir. Kutebî ( İbn Kuteybe) şöyle demiştir: Allah Teâlâ’nın bütün mukattaa harflerine yemin etmiş olması, ama bunun için hepsini değil, bazılarını zikretmiş olması mümkündür. Örneğin insan “Abeceyi öğrendim.” der, ama bütün harfleri öğrenmiş olduğunu kasteder, “el-Hamdü’yü okudum.” der, ama bütün Fâtiha sûresini kasteder.1 Ebü’l-Âliye’nin şöyle dediği nakledilir: Mukattaa harfleri Allah Teâlâ’nın dillerde dolaşan isimlerinden yirmi sekiz tanesidir, onlardan her biri ilâhî isimlerden birinin ilk harfidir. Bu harfler O’nun nimetleri, kavimlerin müddet ve ecelleri hakkındadır. Şöyle denilmiştir: Her bir harf, bir kelimenin kısaltmasıdır ki bu, dilde bilinen bir kullanımdır. Zeccâc şöyle demiştir: Dilersen ikimiz de şerefl eniriz, dua etti … Rabbi olan Allah’a seslice ve işittirdi Bir hayra hayırlarla, şerre ise ş … Ki ben şerri ancak sen istersen i Şair burada “Şerre ise şer ile karşılık verilir ki ben şerri ancak sen istersen isterim.” demek istemiştir. Kutrub şöyle bir şiir nakletmiştir: Bir cariye bana söz verdi bana g Başımı yağlayacak, bitlerimi ayıklayacak veya s Şair burada, “Bana gelecekti.” ve “Saçımı yıkayacaktı.” demek istemiştir. Sîbeveyhi şöyle bir şiir nakletmiştir: “Durdurun!” (gemiyi) diye seslendiler onlara, dediler ki: B Hepsi birden dediler ki: B Şair burada “Binmez misiniz?” ve “Binin.” demek istemiştir. Bir başka şair şöyle demiştir: Dedim ki ona: Dur! O da bana dedi ki: D Sakın bizim atı hızlı sürmeyi unuttuğumuzu sanmayasın [Şair burada “Durdum.” demek istemiştir.] 1 İbn Kuteybe, Te’vîlü Müşkili’l- Kur’ân, s. 300. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 297 ÙđĉĝĩĤا وفóéĤאÖ ħùĜأ ųا Ʃ ١ وĜאل ĐכÙĨó: Ĺİ أùĜאم. وĜאل اÝĝĤ×Ĺ: ijåĺزأن ĺכijن כıĥא واóāÝĜ ĵĥĐ ذכó ıąđÖא īĨ ذכó ıđĻĩäא כĩא ijĝĺل اĝĤאģÐ:» ÛĩĥđÜ أ ب ت ث» ٢ وijİ ïĺóĺ כģ اóéĤوف وijĝĺل: «óĜأت اïĩéĤ «وijİ ïĺóĺ כģ اijùĤرة. ٤ ıĻĥĐא ٣ اĹÝĤ دارت ųا Ʃ אءĩøأ īĨ īĺóýđĤوا ÙĻĬאĩáĤا īĨ هñİ :אلĜ ÙĻĤאđĤا ĹÖأ īĐو أ] وĹĘ ٤٠] ĵĤאđÜ ųا Ʃ אءĩøأ īĨ ħøا אحÝęĨ ijİو źإ فóè אıĭĨ ÷ĻĤو אıĥכ īùĤŶا آįÐź وĩđĬאįÐ وĹĘ ïĨة ijĜم وآäאħıĤ. ٦ ٥ اäõĤאج (óđü(: אلĜ ،אنùĥĤا ĹĘ אرفđÝĨ ijİو Ùĩĥכ īĐ óāÝíĨ فóè ģכ :ģĻĜو َđא ĩ ْ øَ ÉĘ ،įƪ Ö َ ْ ًóا ر ıäَ ųا َƪ אĐïĘَ ،אĬŻכِ אĭĘóüْ َ ْÛ أ ِإن ِÑü َא َن Ü ƪ ِإźƪ أ ُ ُرïĺ اóýĤ َ َź أ ا Ęא و ّ óüَ وإنِ ،اتóĻ ٍ ìَ óĻِ íĤאÖ َ ٧ أي وإن óüا óýĘا وź أرïĺ اóýĤ إź أن ïĺóÜ. وأïýĬ óĉĜب: َא Ü ْ َو أ ĹĭĻĥِّęَ ُ Ü َ ْĹø و َأ ُ َī ر İïْ َ َא Ü Ü أنْ Ĺĭِْ Üïَ َ Đ َ و ïْ Ĝَ Ùٌ َ ĺَ َäאر ٨ :įĺij×Ļø ïýĬوأ ،çùĩÜ أي َא ُ ĜאijĤا ً đĻĩäא ُכħıĥƫ َأź َĘא Ü źأ َ اij ُ ĩåِ Ĥأْ أنْ ħ ُ İ ْ َو Ĭאد ٩ أي أź óÜכ×ijن ĝĘאijĤا: أź Ęאرכ×ijا، وĜאل آóì: åĺ ْ אف١٠ َ ِ َא ْاŸ ĭĻùِ Ĭَ אƪ Ĭَ َ ِ×Ĺ أ ùéْ َ Ü źَ אف ْ Ĝَ ĹĤِ Ûْ Ĥאَ ĝَĘَ ĹęِĜِ אَ ıĤَ Ûُ ĥْĜُ ١ ط - ĺכijن. .٣٠٠ ص ،Ù×ĻÝĜ īÖź آنóĝĤا ģכýĨ ģĺوÉÜ :óčĬا ٢ ٣ ر ط- īĨ أĩøאء اų. ٤ ر: ذכóت. ٥ ح ر+ اýĤאóĐ، أïýĬه. .«ĹđĨ» ،رijčĭĨ īÖź بóđĤا אنùĤ ؛)١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٦٣/١ ،אجäõĥĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٦ .١٠٠ ص ،Õĥđà مŻĕĤ اتóýđĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٧ אĨ ؛)ÙđĉĝĩĤا وفóéĤا óĻùęÜ אبÖ) ١١/١ ،رijčĭĨ īÖź بóđĤا אنùĤ ؛٤٨٨/١٥ ، يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٨ .٣٤٨ ،ĹĬواóĻĝĤا ازõĝĥĤ ورةóąĤا ĹĘ óĐאýĥĤ زijåĺ ٦٢/١ ،אجäõĥĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ ؛)١/٢ ،ةóĝ×Ĥا(٢١٦/١ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ ؛٤٨٨/١٥ ، يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٩ ّ ، ص ٤٩٢؛ õìاÙĬ اŶدب ĥĤ×ïĕادي، .٣٢٣/١١ ِ ِزى ّ óĉَ ُ (اĤ×óĝة، ١/٢)؛ اóĕĩĤب ĩĥĤ ١٠ ط + اóøŸاع ĹĘ اĹýĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ 298 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Müberred şöyle demiştir: Bu harfler Allah Teâlâ’nın kâfirlere karşı delil göstermesidir, çünkü Hz. Peygamber aleyhisselâm onlara “On sûre getirin.” [ Hûd 11/13], “Bir sûre getirin.” [ Yûnus 10/38] dediği zaman onlar bundan âciz kaldılar. Bunun üzerine mukattaa harfleri indirildi, yani onlara şöyle denildi: “Bu Kur’ân sizin diliniz olan harflerden müteşekkildir. Dolayısıyla onun bir benzerini getirme konusundaki âcizliğinizin tek sebebi, onun benzeri olmayan Allah’ın kelâmı olmasıdır.” Şöyle denilmiştir: Elif lâm mîm harflerinden bir kelime oluşturulduğunda bu kelime elem (değil mi?) olur, yani “Bunun işte o kitap olduğunu görmez misin? Bilmez misin?” anlamına gelir. Şöyle denilmiştir: Bu üç harften her biri seslendirilişi itibariyle ve dilde zâhir olarak vazedilişi açısından bir anlam ifade eder. Elif harfi ülfet kelimesinden ‘alime veznindedir, anlamı da “Allah Muhammed’e ülfet gösterdi.” şeklindedir. Lâm harfi el-levm (kınama) kökünden lâme veznindedir ve mânası “Kâfirler peygamberimizi, atalara muhalefet ettiği için kınadılar.” şeklindedir. Mîm harfi el-mûm kökünden bî‘a veznindedir. el-Mûm ise birsâm, yani insanı ifsat edip şaşkına çeviren hastalık (zatülcenp, zatürree) anlamındadır. Bu durumda mîme kelimesi, “Hakkın ve hidâyetin ortaya çıkışıyla kâfirlerin burnu sürtüldü.” anlamına gelir. Şöyle denilmiştir: Elif, ene (ben) kelimesinden; lâm, lî (bana) kelimesinden; mîm ise minnî (benden) kelimesinden gelir, sanki şöyle der: “Ben Allah’ım, melik Benim, rezzâk Benim, Benim Ben! Mülk Benimdir, hüküm Benimdir, Benimdir Benim! İhsan Bendendir, minnet Bendendir, bağışlama Bendendir, Bendendir Benden!” Şöyle denilmiştir: Elif alâka ve arazları keserek nefsini sadece Bana tahsis et, lâm uzuvlarını bıkmadan ve yüz çevirmeden Bana ibadet için uysallaştır, mîm Benimle ünsiyet kurarak ve Beni müşahede ederek tahakkümsüz ve itirazsız bir şekilde sıfatlarını ve şeklini yok et anlamındadır. Iraklı bir zât şöyle demiştir: Yaratılmışların akılları ilk hitap esnasında, anlama mahallinde hayrete düştü. Böylece hiç kimsenin ilâhî hitabı bilme konusunda acziyetten başka, ilâhî hitabın hakkını bilmeye giden bir yola sahip olmadığını anladılar.ف اĹÝĤ Ĺİ ĕĤאÜכħ ĻĥĘ÷ .įĤ ģáĨ ź ųا Ʃ مŻכ įĬŶ źإ אıĥáĩÖ אنĻÜŸا īĐ ħכõåĐ .אبÝכĤכاĤذįĬأ ħĥđÜ ħĤوأ óÜ ħĤأيأ» ْ ħĤََ وģĻĜ: إذا Ûĥđä ñİه اóéĤوفכĹıĘÙĩĥ» أ אهĭđĨ هóİאČ īĨ Õĥĉُ ĺ אĝĉĬ دىËĺ אĨ ĵĥĐ ÙàŻáĤا هñİ īĨ فóè ģכ :ģĻĜو َ īĨ اÙęĤŶ وĭđĨאه: أėĤ Ʃ اų ïĩéĨا، وźم ĵĥĐ وزن ħِ ĥَ Đ وزن ĵĥĐ ijİ ėĤأ ،אđĄو īĨ َ ďĻِÖ وزن ĵĥĐ َ ħĻ ِ Ĩو ،אءÖŴا ÙęĤאíĨ ĵĥĐ אĭ ƪ Ļ×Ĭ ُ َ اĤכęאر َم ź :אهĭđĨ مijĥĤا ّ īĨ ١ َ َم ź ُرijĩĔا ُÛı اĤכęאر وأ ُ وijİ اóĻéĩĤ اïùęĩĤ īĨ اĝøŶאم وĭđĨאه: Ö َ אم ø ْ ó×Ĥا ِ ijİو ٢ ِ ُ ijم اĩĤ ijıčÖر اěéĤ واïıĤى. ٣ Ĝאل: أĬא Ʃ اų، وأĬא įĬÉوכ» Ĺّ ĭĨ» īĨ ħĻĨو» ĹĤ» īĨ مźو» אĬأ «īĨ ėĤأ :ģĻĜو ّĹ اùèŸאن، ٤ وĹĤ اĥĩĤכ، وĹĤ اéĤכħ، وĹĤ وĹĤ، وĭĨ اĥĩĤכ، وأĬא اóĤازق، وأĬא وأĬא، .Ĺّ ĭĨو Ĺّ ّĹ اóęĕĤان، وĭĨ ّĹ اĭÝĨźאن، وĭĨ وĭĨ īِ ّ وģĻĜ: أėĤ ĭđĨאه: أóĘد ùęĬכ ĹĤ ĝøÍÖאط اěÐŻđĤ واóĐŶاض. وźم ĭđĨאه: ĻĤ ِ رĨijøכ وęĀאÜכ ÖאĬŶ ÷ĹÖ ّ çĨ :ħĻĨو ٥ .اضóĐإ źو ÙĤŻĨ ŻÖ ĹÜאد×đĤ כèارijä .اضóÝĐا źو ħכéÜ ŻÖ ĹĤ ةïİאýĩĤوا ؛ħıęĤا ģéĨ ijİو įÖאĉì اءïÝÖا ĹĘ ěĥíĤا لijĝĐ ó ّ Ļè [ وĜאل ăđÖ اóđĤاīĻĻĜ:] ٤٠ب .įÖאĉì ÙĘóđĨ īĐ õåđĤאÖ ħıĩĥđÖ źإ įÖאĉì قijĝè ÙĘóđĨ ĵĤإ ïèŶ ģĻ×ø ź أن اijĩĥđĻĤ ١ ح: Ĝאم؛ ر: Ĭאم. īÖź ÙĕĥĤا÷ ĻĺאĝĨ :óčĬا . ٍ َ ام ij َ א Ĩ َ ıُ đْ ĩ َ ä ، ُ َ אء ùĥْ َ ĩĤاْ Ùُ َ ِاđø َ ُ ْاijĤ َة َ َęאز :ُ ْاĩĤ َאة Ĩ ْ ij َ َ ْاĩĤ ، و ٌ ُ ijم ĩَ Ĩ َ ijُ ıَ Ę ģُ ُ äƪ َ اóĤ ħĻ ِ Ĩَ ، و ُ َ אم ø ْ ó×ِĤاْ :ُ ُ ijم ٢ ْاĩĤ Ęאرس، «ijĨه»؛ اéāĤאح óİijåĥĤي، «ijĨم». ٣ ط: ĘכįĬÉ. ٤ ر ط - وأĬא. .اضóĐإ źو ÙĤŻĨ ŻÖ ĹÜאد×đĤ כèارijä īِ ّ ٥ ط - وźم ĭđĨאه: ĻĤ ٥ ١٠ ١٥ 300 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle denilmiştir: Bunlar velîlerin kendi aralarında kullandığı rumuzlardır. Zâhirleri avam için, remizleri ve işaretleri ise seçkinler içindir. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Benim bildiğimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz.”1 Yani Hakk’ın bana tevdi ettiği sırrın hakikatlerini bilseydiniz [çok ağlar az gülerdiniz]. Yine Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bana cevâmiu’l-kelim [yani az sözle çok mâna ifade etme gücü] verildi ve [anlamlar] benim dilimde ihtisar edildi.”2 Şöyle denilmiştir: Elif lâm mîm, kula namazda elif gibi dik durması, sonra rükûda lâm gibi eğilmesi, daha sonra secdede mîm gibi bükülmesi yönünde bir tembihtir. Şöyle denilmiştir: Büyük sûreye elif ile başladı ve onu içindeki anlamlar nedeniyle öne geçirdi. Bu anlamlar arasında istivâ (dümdüz olmak), intisâb (dik olmak), diğer harflerden kopup ayrılmak, noktalardan uzak olmak, mekândan, yani harflerin mahrecinden müstağni olmak yer alır. Kul öne geçmek istediği zaman zâhiri ve bâtını dümdüz olmalı, Allah Teâlâ’nın hizmeti için doğrulup dik olmalı, mahlûkattan kopup ayrılmalı, kendisini ağyardan tecrit etmeli ve mekânlardan bağımsız olmalıdır. Mukattaa harflerinin sâkin olmaları ve i‘rab edilmemeleri, onların isim değil, alfabe harfi olmaları sebebiyledir. Ebü’n-Necm şöyle der: Ziyâd’ın yanından bir bunak gibi ayrılıp geldim Ayaklarım (adımlarım) eğri büğrü bir çizgi izleyerek Yolda lâm elif çizerek Eğer mukattaa harflerinin birer isim olduğunu düşünür ve birbirlerine atfedersen o zaman i‘rab edebilirsin. Ebû Ubeyde şöyle bir şiir nakleder: Elif ve vâv üzere toplandıklarında Ve de yâ, işte o zaman aralarında savaş patlar [Şâir burada elif, vâv ve yâ harflerini i‘rab etmiş ve sonlarına tenvin koymuştur.] Kıraat imamları bu harfleri vasıl hâlinde okuduklarında lâm harfinin mîmini mîm harfinin mîmine idgam etmek, uzatmak ve mîmi şeddeli okumak gibi okuyuşları vardır. Uzatmanın, idgamın ve şeddenin terki de câizdir, zaten vakıf durumunda böyle okunur. En güzel olanı hepsini tek nefeste okumaktır. 1 Buhârî, “Küsûf”, 2. 2 Buhârî, “Ta‘bîr”, 11. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 301 ١ وģĻĜ: Ĺİ رijĨز øאر ıÖא اŶوĻĤאء، ĘאijčĤاóİ ijđĥĤام واijĨóĤز واüŸאرات ijĕĥĤاص، ٢ أي īĨ «اóĻáכ ħÝĻכ×Ĥو ŻĻĥĜ ħÝכéąĤ ħĥĐأ אĨ نijĩĥđÜ ijĤ» : مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا אلĜ ٣ ، وĜאل įĻĥĐاŻùĤم : «أوÛĻÜ ijäاďĨ اĤכħĥ واĹĤóāÝì اāÝìאرا». ّ ĹĤإ ěéĤاóø ěÐאĝè مŻĤכא عijכóĥĤ ĵĭéĭĺ ħà ėĤŶכא ةŻāĤا ĹĘ אĩÐאĜ ÕāÝĭĺ أن ï×đĥĤ įĻ×ĭÜ ijİ :ģĻĜو įĻĘ אĩĤ אĝÖאø įĥđäو ،ėĤŶאÖ ىó×כĤا رةijùĤا أïÖ :ģĻĜو .ħĻĩĤכא دijåùĤا ĹĘ ďĩÝåĺ ħà īĨ đĨאĹĬ: ıĭĨא اijÝøźاء، وıĭĨא اāÝĬźאب، وıĭĨא اĉĝĬźאع īĐ øאóÐ اóéĤوف، وıĭĨא اóåÝĤد īĐ اćĝĭĤ، وıĭĨא اĭĕÝøźאء īĐ اĨŶכÙĭ وĹİ íĨאرج اóéĤوف، ÍĘذا أراد اđĤ×ï ěĥíĤا īĐ ďĉĝĭĻĤو ĵĤאđÜ ųا Ʃ ÙĨïíĤ ÕāÝĭĻĤو אĭĈאÖو اóİאČ ijÝùĻĥĘ אĝÖאø óĻāĺ أن .ÙĭכĨŶا īĐ ģْ ƪ Ý َ وóåÝĻĤد īĐ اĻĔŶאر وÝĻĤ× אلĜ ،אءĩøÉÖ ÛùĻĤ אءåİ وفóè אıĬŶ ب؛óđÜ ħĤو وفóéĤا هñİ Ûĭכø אĩĬإ ħà ٤ أijÖ اħåĭĤ: فْ óِíĤכא َ אدĺ ٍ زِ ïĭِ Đِ īْ Ĩِ Ûُ ĥْ َ ْأĜ× ėĥِ َ Ýíْ ُ Ĩ ćٍّ íÖ َ يŻäر َ ćíÜ ƫ ٥ ėْ Ĥَِ َ أ مź ěĺ ِ óِĉĤا ƪ ĹĘِ אن ×ِ ِ ّ ُ َכÝ ĺ ٦ :ةïĻ×Đ ijÖأ ïýĬوأ ،אıÝÖóĐأ ăđÖ ĵĥĐ אıąđÖ ÛęĉĐو אءĩøأ אıÝĥđä نÍĘ َ ُאل ÝĝĤا ِ ħُ ıَ ĭ ْ Ļ َ Ö َ َ אج َ ٍאء İ ĺ َ َ ٍ او و َ و و ėٍ Ĥَِ َ َĵĥ أ Đ اij ُ đَ ĩَ ِإَذا اÝä ،ïĩĤوا ّ ،ħĻĩĤا ħĻĨ ĹĘ مŻĤا ħĻĨ אمĔإد ģĀijĤا ïĭĐ وفóéĤا هñİ ĹĘ ٧ اءóĝĥĤ ħà اïĩĤ وóÜك اŸدĔאم وóÜك اģĻĝáÝĤ، وïĭĐ اėĜijĤ óĻāĺ وģĻĝáÜ اħĻĩĤ. وijåĺز óÜك ّ ٨ واīùèŶ إóìاج כıĥא ĹĘ َęĬ ÷واïè. כĤñכ، وijåĺز ذĤכ ١ ط: ijíĥĤاص. ٢ ïĭùĨ أïĩè ٤٧٨/١٣؛ çĻéĀ اĤ×íאري، اĤכijùف .٢ .١١ óĻ×đÜ ،אريí×Ĥا çĻéĀ ؛٤١٢/٢ ،ïĩèأ ïĭùĨ ٣ ّ אز وīĨ أīùè äóĤا óÖأכא īĨ ،ģÐوا īÖ óכÖ ĹĭÖ īĨ (م ٧٤٧/ـİ ١٣٠ .ت (ّ ĹĥåđĤا ÙĨاïĜ īÖ ģąęĤا ħåĭĤا ijÖأ ijİ ٤ ْóو ĩَ Đ ijÖأ אلĜ ،אمýİ هïĤوو وانóĨ īÖ כĥĩĤا ï×Đ ÷ĤאåĨ óąéĺ وכאن ،يijĨŶا óāđĤا ĹĘ ē×Ĭ ،óđýĥĤ אداýĬإ אسĭĤا īÖ اŻđĤء: כאن õĭĺل ijøاد اĤכÙĘij، وijİ أēĥÖ īĨ اåđĤאج ĹĘ اÛđĭĤ. اóčĬ: اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٤٣/٢٤؛ اŻĐŶم .١٥١/٥ ،ĹĥرכõĥĤ .٢٥٨/٤ ،هïĻø īÖź ÿāíĩĤا ؛٣٣/١ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٥ īÖź ابóĐŸا ÙĐאĭĀ óø ؛٢٥٨/٤ ،هïĻø īÖź ÿāíĩĤا ؛)١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٦١/١ ،אجäõĥĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٦ Ĺĭä، ٤٠٦/٢؛ óĻùęÜ اĥđáĤ×Ĺ، ١٣٩/١) اĤ×óĝة، ١/٢)؛ درة اijĕĤاص óĺóéĥĤي، ص .٢٠٩ .ėĻéāÜ įĥđĤ |اءóĝęĥĤ :ر ٧ ٨ ر + أي اėĜijĤ. ٥ ١٠ ١٥ 302 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu harflerin i‘rabdaki mahalline gelince, kimilerine göre elif lâm mîm mübtedâ, zâlike haber, el-kitâb ise haberin sılasıdır. Bu tıpkı, Zeydün zâlike’r-racül lâ şekke fîh (Zeyd, o adamdır, bunda hiç kuşku yok.) ifadesi gibidir. Bir görüşe göre zâlike’l-kitâb (işte o kitap) ifadesi mübtedâ, elif lâm mîm ise onun haberidir, ancak haber tıpkı ‘âlimün zâlike’r-racül (âlimdir şu adam) ifadesinde olduğu gibi ismin önüne geçmiştir. Bir görüşe göre bu üç harfin sonrası ile irtibatlı olarak i‘rabda mahalli yoktur. Zâlike mübtedâ, el-kitâb ise onun haberidir. Elif lâm mîm de yemin, başlangıç ifadesi, sûrenin ismi veya bir emirdir ve kendi başına tam bir ifadedir. Nüzûlüne gelince, Ebû Sâlih’in Abdullah b. Abbas’tan rivayet ettiğine göre içlerinde Kâ‘b b. Eşref, Ahtab’ın oğulları Huyey ve Cüdey, Ebû Lübâb, Kâ‘b b. Üseyd ve Mâlik b. Dayf’ın -Allah onlara lânet etsin- bulunduğu bir Yahudi grubu Hz. Peygamber aleyhisselâmın yanına gelir ve ona Elif lâm mîm’i sorarlar, derler ki: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah adına bize yemin ver! Bunlar gerçekten sana semadan mı geldi?” Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Evet, bu şekilde indirildi.” buyurur. Huyey, “Eğer doğru söylüyorsan o zaman ben bu ümmetin kaç yıl lokma yiyeceğini [rızkının, nasibinin ne kadar süreceğini] biliyorum.” der ve arkadaşlarına bakarak, “Ümmetinin lokma yiyeceği yılların sayısı ancak yetmiş bir sene olan bir adamın dinine nasıl gireriz?” der. Bunun üzerine Hz. Ömer ona, “Bunun böyle olduğunu nereden biliyorsun?” diye sorar, o da, “Bunu cümmel (ebced) hesabından çıkardım, elif bir, lâm otuz, mîm ise kırk eder.” der. Hz. Peygamber aleyhisselâm bu söz üzerine tebessüm eder, Huyey ise, “Bundan başka var mı?” der, Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Evet” buyurur. Huyey, “Nedir?” der, Hz. Peygamber aleyhisselâm, Elif lâm mîm sâd [ el-A‘râf 7/1] var.” buyurur. Huyey, “Bu ilkinden fazla, tam yüz altmış bir sene ediyor. Böylece ilkinin tefsiri de ortaya çıkmış oldu, çünkü orada “Onda şüphe yoktur, takvâ sahipleri için hidâyettir.” [ el-Bakara 2/2] diyor, zaten biz de henüz gerçekleşmesinden önce gayba iman eden takvâ sahipleriyiz, peki bundan başka var mı?” diye sorar. Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Evet, ‘Elif lâm râ. Âyetleri muhkem kılınmış bir kitap.’ [ Hûd 11/1] âyeti var.” buyurur, Huyey, “Bu, ilkinden de ikincisinden de fazla, bunlarda muhkem kılınıp tafsil edilmiş. Zaten biz de şahitlik ediyoruz ki eğer sen doğru söylüyorsan o zaman ümmetinin mülkü sadece iki yüz otuz bir sene olacaktır, Allah’tan kork ve gerçekten başkasını söyleme! Bundan başka var mı?” diye sorar. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 303 ِ ¥َ﴾ ì×óه و ٓ﴾ اïÝÖاء و﴿ ٰذª وģéĨ ذĤכ īĨ اóĐŸاب ïĭĐ ħıąđÖ أن ﴿اªٓ ﴾بY ُ cَ§ِ ْ ِ ¥َاª ªذٰ ﴿ :ģĻĜو .»įĻĘכü ź ģäóĤכاĤذ ïĺز «:כĤijĝכ،هó×ì ÙĥĀ ﴾بY ُ cَ§ِ ْ ﴿اª ١ כĤijĝכ: «ĐאħĤ ñİا اģäóĤ«. ،ħøźا ĵĥĐ אĨïĝĨ óذכ ïĜو ،هó×ì ﴾ۚٓ اïÝÖاء وįĤijĜ﴿ اªٓ و ،هïđÖ אĩÖ ěĥđÝĤا įäو ĵĥĐ ابóĐŸا īĨ ÙàŻáĤا فóèŶا هñıĤ ģéĨ ّ ź :ģĻĜو ۚٓ﴾ ħùĜ أو اÝÝĘאح أو اħø ijùĥĤرة أو أóĨ وijİ ٓªا﴿و هó×ì ﴾بY ُ cَ§ِ ْ ِ ¥َ﴾ Ĩ×ïÝأ و﴿اª ﴿ ٰذª .įùęĭÖ אمÜ Õđכ ħıĭĨ دijıĻĤا īĨ אĉİر أن ġאس×Đ īÖا īĐ çĤאĀ ijÖأ روى ïĝĘ אıĤوõĬ ٢ وأĨא īÖ כĤאĨو ïĻøأ īÖ Õđوכ ÙÖא×Ĥ ijÖوأ Õĉìأ אĭÖا] أ ٤١] ّ ُ ïي ّ وä ĹĻ ُ īÖ اóüŶف وè ųا Ʃ كïُ ýُ ْ ĭَ ۚٓ﴾ وĜאijĤا: «Ĭ ٓªا ﴿īĐ هijĤÉùĘ Ṡ ųا Ʃ لijøر ĵĥĐ اijĥìد -ųا Ʃ ħıĭđĤ- ėĻąĤا įĻĥĐ اŻùĤم: «ħđĬ، כĤñכ ّ ƭ أěè أıĬא أÝÜכ īĨ اĩùĤאء؟»، ĝĘאل اĭĤ×Ĺ ،ijİ źإ įĤإ ź يñĤا ّ ĹĻ ُ è óčĬ ħà «īĻĭùĤا īĨ ÙĨŶا هñİ ģَ ُ ُכ ْ כÛĭ ĀאدĜא إĵĬ أħĥĐ أ īÑĤ» :ĹĻè אلĝĘ ،«ÛĤõĬ نijđ×øو ىïèإ įÝĨأ ģأכ ĵıÝĭĨ אĩĬإ ģäر ٍ īĺد ĵĘ ģìïĬ ėĻכ «:אلĝĘ įÖאéĀأ ĵĤإ Ùĭø«، ĝĘאل įĤ óĩĐ Ġ :» وĨא ïĺرĺכ أıĬא כĤñכ»، Ĝאل: «أıÜñìא īĨ ùèאب اģĩåĤ؛ : ّ ĹĻ ُ è אلĝĘ مŻùĤا įĻĥĐ ّ ĘאėĤŶ واïè واŻĤم ijàŻàن واħĻĩĤ أرijđÖن»، éąĘכ اĭĤ×Ĺ ٓ ٓ…ۜ ﴾ [اóĐŶاف، ١/٧]، Ĝאل ĹĻè: ¯ٓªا ﴿:אلĜ «؟ijİ אĨو «:אلĜ ،«ħđĬ» :אلĜ «ا؟ñİ óĻĔ ģİ» ؛ĵĤوŶاóĻùęÜ هñİ ĹĘ אĭĤ īĻ×Ü ïĜو Ùĭø نijÝøو ىïèوإ ÙÐאĨ هñİ ،ĵĤوŶا īĨóáأכ هñİ» ģ×Ĝ ÕĻĕĤאÖ אĭĨآ īĺñĤا نijĝÝĩĤا īéĭĘ ،[٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Á َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ªىuً ¶ُ ۛ ۚ µÁِ ž۪ ۛ ۚ [َ Àْرَ Êَ﴿ :אلĜįĬŸ : ّ ĹĻ ُ è אلĜ «[١/١١ ،دijİ] ٣ ﴾µُ bYُ َ Àٰ اaْ ¯َ §ِ nْ ُ ٌ Yبا cَ¦ِ yـ ٰ ٓªا ﴿ħđĬ» : אلĜ «؟ اñİ óĻĔ ģıĘ نijכĺ أن אĨ אĜאدĀ Ûĭכ īÑĤ ïıýĬ īéĭĘ ،ģ ّ āُ Ęو īıĻĘ ħכèُ أ ïĜو ،ÙĻĬאáĤوا ĵĤوŶا īĨ óáأכ ñİ» «ا؟ñİ óĻĔ ģıĘ ،אĝè źإ ģĝÜźو ųا Ʃ ĥĨכ أÝĨכ إź اïèى وijàŻàن وĨאÝÐא Ùĭø، ĘאěÜ ١ ر: ĹĘ اħøź. ٢ ح: ĨÉĘא. .Ûْ ĥَ ِ ّ āُ Ę ƪ ħُ ٣ ح ر+ à ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 304 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Evet, ‘Elif lâm mîm râ. Bunlar, Kitab’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar.’ [ er-Ra‘d 13/1] âyeti var.” buyurur. Huyey, “Biz şahitlik ediyoruz ki bizler sana inanmayanlardanız, hangi sözünü alacağımızı bilemiyoruz?” der. Bunun üzerine Ebû Yâsir, “Ben ise peygamberlerimizin bu ümmetin mülkünü haber verdiklerine, ama ne kadar süreceğini kesin olarak söylemediklerine şahitlik ederim, eğer Muhammed söylediklerinde doğru ise o zaman ben bütün bunların kendisi için toplanacağını düşünüyorum.” der. Yahudiler kalkarlar ve “Senin işinle başa çıkamıyoruz, azını mı alalım, çoğunu mu bilemedik?” derler. İşte bu, Allah Teâlâ’nın “Sana kitabı indiren O’dur. Onda muhkem âyetler vardır ki onlar kitabın anasıdır.” [ Âl-i İmrân 3/7] âyetidir. Bu âyetler En‘âm sûresindeki “De ki: Gelin size okuyayım…” [ el-En‘âm 6/151] âyeti ile başlayan üç âyettir. Müteşâbihler ise “Elif lâm mîm” [ el-Bakara 2/1], “Elif lâm mîm sâd” [ el-A‘râf 7/1], “Elif lâm mîm râ” [ er-Ra‘d 13/1] gibi âyetlerdir. “Kalplerinde eğrilik bulunanlara gelince, onlar kitabın müteşâbih âyetlerinin peşine düşerler.” [ Âl-i İmrân 3/7] bu ümmetin rızkının, nasibinin ne kadar olduğunu hesaplarken böyle yaparlar, oysa “Onların te’vilini Allah’tan ve ilimde derinleşenlerden başkası bilmez.” [ Âl-i İmrân 3/7] yani Abdullah b. Selâm, Sa‘lebe b. Amr, Esed b. Kâ‘b, Üseyd b. Zeyd ve Selâm b. Mişkem gibi Ehl-i kitabın müminleri “Derler ki: Biz ona iman ettik.” [ Âl-i İmrân 3/7] yani azına da çoğuna da iman ettik. Onlar böyle deyince Huyey onlara dedi ki “Yazık size! Aklınızı karıştıran bâtılı anlayamıyor musunuz?” Onlar, “Aksine, biz hakkı biliyoruz.” dediler ve sonra da “Rabbimiz! Kalplerimizi kaydırma.” [ Âl-i İmrân 3/8] diye dua ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber aleyhisselâm akletmeleri için Yahudilere misaller vermeye başladı. Ancak Allah onların kalplerini mühürlemişti, bu yüzden anlamadılar. İşte bu da Allah Teâlâ’nın “İnkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler.” [ el-Bakara 2/6] âyetidir. 2. İşte o kitap, onda hiçbir şüphe yoktur. Takvâ sahipleri için hidâyettir. [ el-Bakara 2/2] Zâlike’l-kitâb (İşte o kitap) ifadesindeki zâlike üç harften müteşekkildir. Zâ işaret, lâm harfin desteği, kef ise muhatap zamiridir. Bu kelime Kur’ân’da üç şekilde kullanılmıştır: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 305 īéĭĘ» :אلĜ «[١/١٣ ،ïĐóĤا﴾ [ن¹َ ³ُRِQُْ À Êَ سY ِ َ ³ªا ّ yَgَ ْ ¦َ َ ا ±ّ §ِ ٰ ªوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ﴾ yٰ ٓ ¯ٓªا ﴿،ħđĬ» :אلĜ אĬأ אĨأ «:óøאĺ ijÖأ אلĝĘ «؟ñìÉĬ כĤijĜ يÉÖ ريïĬ źو نijĭĨËĺ ź īĺñĤا īĨ אĬأ ïıýĬ ْĥ ِכ ñİه اÙĨŶ وħĤ ijÝĜijĺا כħ ĺכijن، ُ Ĩ īĐ واó×ìأ ïĜ ħıĬأ ١ אĭÐאĻ×Ĭأ ĵĥĐ لõĬأ אĩÖ ïıüÉĘ ُďĩå įĤ ñİا כįĥ«، ĝĘאم اijıĻĤد وĜאijĤا: Ļø راهŶ ĹĬإ لijĝĺ אĩĻĘ אĜאدĀ ïĩéĨ כאن نÍĘ ¥َ Áَْ َ²َْ}َل َ» ۪ ي ا ٓ َّـw ªا ¹َ¶ُ ﴿ :įĤijĜ כĤñĘ .«óĻáכĤאÖ أم ñìÉĬ ģĻĥĝĤאÖأ ريïĬ ŻĘ ،كóĨأ אĭ×ĥĔ» ْ ِ§َc ِ Yب﴾ [آل óĩĐان، ٧/٣] وĹİ اĺŴאت اĹÝĤ ĹĘ ijøرة ُ اª ُّم َ ا ±ّ ¶ُ تY ٌ ¯َ §َ oْ ®ُ تY ٌ َ Àٰ ا µُ³ْ®ِ بY َ cَ§ِ ْ اª ۚٓ﴾ [اĤ×óĝة، ¹َْا﴾ [اđĬŶאم، ١٥١/٦] إĵĤ Żàث آĺאت. وأĨא اýÝĩĤאıÖאت Ęـ﴿اªٓ ªYَ َ اđĬŶאم: ﴿¢ُ ْ© b َِ[ُ ¹َن cّÁَžَ ™ ٌ ِِ·ْ َزْÀ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪ ±À َ w۪ َّ ªا Yَ ®ّ َ Yžَ ﴿ [١/١٣ ،ïĐóĤا﴾ [yٰ ٓ ٓ ٓ…ۜ ﴾ [اóĐŶاف، ١/٧] و﴿اªٓ¯ ١/٢] و﴿اªٓ¯ َ ُ﴾ [آل óĩĐان، «ْ َ À Y®َوَ ﴿.ÙĨŶا هñİ ģأכ ħכ نij×ùéĺ īĻè [٧/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [µُ³ْ®ِ µََ \Yƒَ َ b Y®َ Ù×ĥđàو مŻø īÖ ųا Ʃ ï×Đ Ĺĭđĺ [٧/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ِ ْ «ِ ْ َ ِ ا~ ُs ¹َن žِ¿ اª ۢ َو ّ اyª ُ َ ّ اà ٰ Êِّ ٧/٣] ذĤכ ﴿ا ٢ وħİ ijĭĨËĨ أģİ اĤכÝאب، ħכýْ ِ Ĩ īÖ مŻøو ïĺز īÖ ï ْ Ļ َ øُ وأ Õđכ īÖ ïøوأ وóĩĐ īÖ ّ : «وéĺכħ، أĨא ĹĻ ُ è ħıĤ אلĝĘ .هóĻáوכ įĥĻĥĜ أي] ٧/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ۙµ۪ ِ \ Yَ ³ّ®َ ٰ ُ ¹َن ا ª¹£ُ َ À﴿ Êَ Y³ََ \ّرَ ﴿:اijĤאĜ ħà ،«ěéĤا فóđĬ ģÖ» :اijĤאĝĘ ،«!ħכĻĥĐ ćĥíĺ אĩĻĘ ģĈא×Ĥا نijĘóđÜ ³ََY ﴾اÙĺŴ،] آل óĩĐان، ٨/٣] ģđåĘ رijøل Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم óąĺب اáĨŶאل ijıĻĥĤد ِ ْغ ُ¢ُ»¹\ {bُ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ا ﴿:įĤijĜ כĤñĘ .هijĩıęĺ ħĥĘ ħıÖijĥĜ ĵĥĐ ď×Ĉ ĵĤאđÜ ųا Ʃ وכאن ،اijĥĝđĻĤ ٣ ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٦/٢]. À Êَ ْ ¶ُرْ wِ³ْbُ ْ َ َْم ª َُ·ْ ا bرْ wَ ²َْ َْÁِ·ْ َءا ] َ~ٓ¹َ ٌاء َ» [٤١ب īĻ َۙ ĝ۪ ƪ Ý ُ ĩĥْĤِ ىïً İُ ۚۛ įĻِ Ę۪ ۚۛ Õَ ْ ĺَ َ ُ אب َź ر -٢ ٰذِĤ َכ ْاĤ ِכÝ ْ ِ§َc ُ Yب﴾ Ęـ«ذĤכ» ÙàŻà أóèف، «ذا» إüאرة، و«اŻĤم» ĩĐאد، ِ ¥َ اª ªذٰ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو و«اĤכאف» ĉìאب. وñİه اĤכÙĩĥ ĹĘ اóĝĤآن ĵĥĐ ÙàŻà أوįä: ١ ر + ĭĨא. .ħכýĨ īÖ - ح ٢ ؛)١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (١١١٨٥/١ ،ĹĬאĨóכĥĤ óĻùęÝĤا ÕÐاóĔ ؛)١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٨٥/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :ÙĺواóĤا هñıĤ óčĬا ٣ óĻùęÜ اóíęĤ اóĤازي، ٢٥٤/٢ (اĤ×óĝة، ١/٢)؛ Ĥ×אب اijĝĭĤل ĹĈijĻùĥĤ، ص .١٦٩ ٥ ١٠ ١٥ 306 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 1. Gāibe işaret etmek maksadıyla kullanılmıştır: “İşte onda yarışanlar yarışsınlar.” [ el-Mutaffifîn 83/26] 2. Hâzıra (muhataba) işaret etmek maksadıyla kullanılmıştır: Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bunda akıl sahibi için yeterli bir yemin var mıdır?” [ el-Fecr 89/5] 3. Gāib ya da hâzır olarak nitelenemeyenin ismi olarak kullanılmıştır: “İşte O Allah, sizin Rabbinizdir.” [ el-En‘âm 6/102] Şiirde zâlike (o) zamiri hâzâ (bu) zamiri yerine kullanılabilir. Hufâf b. Nüdbe şöyle der: Mızrak böğründe kıvrılırken diyordum ki kendisine Aklından çıkarma Hufâf’ı, işte ben buyum bu! Burada zâlike (o) zamiri hâzâ (bu) anlamında kullanılmıştır. Âyette bu ifadenin bu üç anlama gelmesi de mümkündür, nitekim Kur’ân’ın ismi olabilir ki Kur’ân Allah’ın kelâmıdır, onun zâtı ile kāim olup gâib ya da hâzır olarak nitelendirilemez. Yine bu kelime hâzâ (bu) mânasında kullanılmış olabilir. Bu Mücâhid, Mukātil b. Hayyân, İbn Cüreyc, Kisâî, Ahfeş ve Ebû Ubeyde’nin görüşüdür. Yine kelime gāibe işaret anlamında da olabilir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Âyet “Bu, sana vahyedeceğimi bildirdiğim o kitaptır.” anlamındadır. Atâ b. Sâib şöyle demiştir: O, sana mîsâk günü vaad ettiğimdir. Yemân b. Riâb şöyle demiştir: O, Tevrat ve İncil’de zikretmiş olduğum kitaptır. Ferrâ şöyle demiştir: Bu kitap, işte sana vaad ettiğim o kitaptır.1 İbn Keysân şöyle demiştir: Allah Teâlâ Bakara sûresinden önce on küsur senede müşriklerin yalanladığı pek çok sûre indirdi, sonra Bakara’yı indirdi ve “İşte o kitap” buyurdu, bununla daha önce indirilmiş olan sûreleri kastetti. el-Kitâb kelimesinin dildeki asıl anlamı toplamaktır. Askeri birliğe bu yüzden el-ketîbe denilir. Ketebtü’l-bağlete ifadesi katırın iki dudağını birleştirecek şekilde ağzına gem vurmak anlamında kullanılır. Şair şöyle der: 1 Ferrâ, Me‘âni’l- Kur’ân, 1: 10. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 307 ۜ﴾[اīĻęęĉĩĤ٢٦/٨٣،[. ن¹َ ُ žYِ ³َcَ¯ُ ْ ªا{ِ žYَ ³َcَÁَ ْ «žَ¥َ ِ إüאرةإĵĤاĕĤאÕÐ،ĜאلđÜאĵĤ:﴿ َوž۪¿ ٰذª ٍ﴾ [اóåęĤ، ٥/٨٩[. ykْ nِ يw۪ ِ ª ٌَ َ ¢ ¥َ ِ ªذٰ¿ ž۪© ْ¶ َ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،óĄאéĤا ĵĤإ אرةüوإ ۚ﴾[اđĬŶאم١٠٢/٦،]. ْ §ُ ُ ُ َرّ\ ِ ُ§ ُ ّاà ٰ ªذٰ ﴿ :ĵĤאđÜųا Ʃ אلĜ،ةóąéĤوا Ù×ĻĕĤאÖėĀijĺźīĩĤħøوا ٢ :ÙÖïĬ īÖ אفęì אلĜ .«اñİ»ـĤ ١ وïĜ äאء ĹĘ اóđýĤ» ذĤכ» ٣ Ĺĭƪ أĬא َذِĤכא Ĭإِ אĘאً ęَìُ ģْ ƪ ĨÉَ Ü ُ įَ ĭْ Ýَ Ĩ ُ óĈِ ْ Éĺ çُ ْ Ĩƫ óĤوا įĤ لijُ Ĝَُ أ أي ñİا. وĹĘ ñİه اÙĺŴ ĩĺכī óĺóĝÜ اĤכÙĩĥ ĵĥĐ اijäijĤه اÙàŻáĤ: ijåĺز أن ĺכijن .Ù×ĻĔ źو ةóąéÖ ėĀijĺ ź ųا Ʃ اتñÖ ħÐאĜ ijİو ĵĤאđÜ ųا Ʃ مŻכ ijİو آنóĝĥĤ אĩøا ãĺóä īÖوا אنĻè īÖ ģÜאĝĨو ïİאåĨ لijĜ ijİو ،»اñİ» ĵĭđĩÖ نijכĺ أن زijåĺو ّ واûęìŶ وأĹÖ Đ×ïĻة. وijåĺز أن ĺכijن ĵĭđĩÖ اüŸאرة إĵĤ اĕĤאÕÐ. واĤכùאĹÐ Ĝאل اīÖ Đ×אس ġ: ĭđĨאه ذĤכ اĤכÝאب اñĤي أì×Üóכ أĹĬ أوįĻè إĻĤכ. وĜאل ٥ ذĤכ ٤ اñĤي وÜïĐכ ijĺم اáĻĩĤאق. وĜאل ĩĺאن īÖ رÐאب: ĉĐאء īÖ اùĤאÕÐ: ذĤכ ٧ اñĤي ٦ ذĤכ اĤכÝאب اñĤي ذכįÜó ĹĘ اijÝĤراة واåĬŸ×ģ. وĜאل اóęĤاء: «ñİا اĤכÝאب بñכّ راijø Ùĭø ةóýĐ ďą×Ö ةóĝ×Ĥا ģ×Ĝ ĵĤאđÜ ųا Ʃ لõĬأ :אنùĻכ īÖا אلĜو ٨ وÜïĐכ». .אıĨïĝÜ אĨ ĵĭđĺ ﴾بY ُ cَ§ِ ْ ِ ¥َ اª ıÖא اóýĩĤכóن، ħà أõĬل اĤ×óĝة ĝĘאل: ﴿ ٰذª .אıĐאĩÝäź אıÖ Ù×ĻÝכĤا ٩ ÛĻĩøو ،ďĩåĤا ÙĕĥĤا ĹĘ įĥĀÉĘ ﴾بY ُ cَ§ِ ْ وįĤijĜ:﴿ اª ١١:óĐאýĤا אلĜ ،ÙĝĥéÖ אıْ ĺ َ óęْüُ īĻÖ ١٠Ûđĩä إذا» Ùĥĕ×Ĥا Û×Ýכ «:אلĝĺو .ً ١ ر + إüאرة ĵĥĐ Û×à īĩĨ ijİو אıÐاóđüو÷ ĻĜ אنøóĘ ïèأ) ـĨ ٦٤٠/ـİ ٢٠) ĹĩĥùĤا ïĺóýĤا īÖ אرثéĤا īÖ óĻĩĐ īÖ אفęَìُ ijİ ٢ אتĝ×ĉĤا :óčĬا .óìŴا ħĻĥø ĹĭÖ اءijĤ įđĨ وכאن ħĥøو įĻĥĐ ųا ĵĥĀ ųا لijøر ďĨ ÙכĨ çÝĘ ïıüو دةóĤا ĹĘ įĨŻøإ اĤכ×óى īÖź ïđø، ٢٧٥/٤؛ أïø اĕĤאÙÖ īÖź اóĻàŶ، ٦١٥/١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣٠٩/٢ .٣٣٥/٢ ،אري×ĬŷĤ óİاõĤا ؛١٠٨٩/٢ ،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ ٤ ر + اĤכÝאب. ٥ ďĻĩä اëùĭĤ: رÖאب. | واçĻéāĤ Ĩא أà×ĭÝאه. ٦ ح ر - ñİا اĤכÝאب. ٧ ح ر + اĤכÝאب. ٨ đĨאĹĬ اóĝĤآن óęĥĤاء، .١٠/١ ٩ ح: وĹĩø. ١٠ ح: ďĩä. ،ïđø īÖ אنęĉĔ īÖ ųا ï×Đ ïĤو īĨ ijİو) م ٦٥٠/ـİ ٣٠ ijéĬ .ت (ĹĬאęĉĕĤا ،ĹĩýåĤاÙ×ĝĐ īÖ ďĘאùĨ īÖ دارة īÖ ħĤאø ijİ ١١ .óđü انijĺد :įęĻĬאāÜ īĨ،אنęĐ īÖ אنĩáĐ ÙĘŻì ĹĘÙĭĺïĩĤאÖ ĹĘijÜو مŻøŸوا ÙĻĥİאåĤا أدرك ،īĻĨóąíĩĤا īĨ،אء ّ כאن åİ .٢٠٤/٤ ،ÙĤאéאכĄرóĩđĤ īĻęĤËĩĤا ħåđĨ؛٧٣/٣ ،ĹĥرכõĥĤمŻĐŶا ؛٣٨٩/١ ،Ù×ĻÝĜ īÖź اءóđýĤوا óđýĤا :óčĬأ ٥ ١٠ ١٥ 308 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Fezâre oğullarından biri ile baş başa kaldığında sakın güvenip de Deveni emanet etme, onu deri kemerle iyice bağla Bu kökten el-huzretü (dikişte iğnenin iki deliği arasındaki mesafe) anlamına gelen el-kütbetü kelimesi türer ki bunun çoğulu el-kütebdir. el-Kitâb kelimesi de üzerine yazılmış olan şey (mektûb) anlamına gelir ve Kur’ân’da yirmi anlamda kullanılmıştır: 1. Kitap kelimesi farz anlamında kullanılmıştır: “Vakitleri belirlenmiş bir kitap olarak.” [ en-Nisâ 4/103] Yani “vakitleri belirlenmiş farz olarak.” 2. Delil anlamında kullanılmıştır: “O hâlde getirin kitabınızı...” [ es-Sâffât 37/157]. Yani “delilinizi getirin.” Bu görüş Kelbî’ye aittir. 3. Ecel anlamında kullanılmıştır: “Biz hiçbir beldeyi helâk etmedik ki onların mâlûm bir kitabı olmasın.” [ el-Hicr 15/4] 4. Miktar anlamında kullanılmıştır: “Her ecelin bir kitabı vardır.” [ erRa‘d 13/38] 5. Kazâ anlamında kullanılmıştır: “Allah’ın sizin üzerinizdeki kitabı…” [ en-Nisâ 4/24]. 6. Köle ile yazışma (özgürlük sözleşmesi) yapma anlamında kullanılmıştır: “Elinizin altında bulunanlardan kitap isteyenler ile mükâtebe yapın.” [ en- Nûr 24/33] 7. Ruhsat ve ibâha anlamında kullanılmıştır: “Allah’ın sizin için yazmış olduğunu dileyin.” [ el-Bakara 2/187] 8. Levh-i mahfûz anlamında kullanılmıştır: “Ve o elbette ümmü’l-kitâbdadır.” [ ez-Zuhruf 43/4] 9. Tevrat anlamında kullanılmıştır: “Biz Mûsâ’ya kitabı verdik.” [ Hûd 11/110] 10. İncil anlamında kullanılmıştır: “Ben, Allah’ın kuluyum, O bana kitabı verdi.” [ Meryem 19/30] 11. Tevrat ve İncil anlamında kullanılmıştır: “Ey Ehl-i kitap!” [ Âl-i İmrân 3/65] 12. Kur’ân anlamında kullanılmıştır: “Bu, sana indirdiğimiz bir kitaptır.” [ Sâd 38/29] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 309 ٢ ْ ِ Ļאر øَ ÉÖ אıْ ×ُ ُ ِĀ َכ١ ْواכÝ ijĥĜَ ĵĥَ َ Đ įِÖِ تَ ْ ijĥَìَ אً ّ ĺارõِ Ęَ īƪ َ ĭَ Ĩْ Éَ Ü źَ ُ ، واĤכÝאب ĵĭđĩÖ اĩĤכijÝب، وĹİ ĹĘ Õَ اĤכÝ ٣ وıđĩäא ُ ،ُ َة ز ْ اóíĤ ُ Ĺİو Ùُ َ × ْ اĤכÝ وįĭĨ ُ اóĝĤآن ĵĥĐ īĺóýĐ وıäא: .אÝĜijĨ אĄóĘ أي] ١٠٣/٤ ،אءùĭĤا﴾ [Yb¹ً ¢ُ¹ْ®َ Y\Yً cَ¦ِ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ضóęĤا ĵĭđĩÖ ِ ُ§ ْ﴾ [اāĤאĘאت، ١٥٧/٣٧] أي Ö×İóאĬכħ، \Ycَ§ِ ِ ُb¹ا \ ْ Ožَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אنİó×Ĥا ĵĭđĩÖو .Ĺ×ĥכĤا įĤאĜ ¹م﴾ [اóåéĤ، ٤/١٥[. ٌ Yب َRْ ُ» ٌ cَ¦ِ Y·ََ َ َوª Êّ ِ َ ٍ_ا Àyْ َ ¢±ْ ®ِ Y³َ§ْ َ «¶ْ َ وĵĭđĩÖ اģäŶ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوَRٓYا ٌ Yب﴾ [اïĐóĤ، ٣٨/١٣[. cَ¦ِ ©ٍjَ َ ِ ا ©ّ §ُ ِ ª﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ارïĝĩĤا ĵĭđĩÖو ۘ﴾ [اùĭĤאء، ٢٤/٤]. ْ §ُ Áَْ «َ ِٰ Ãا ّ بY َ cَ¦ِ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אءąĝĤا ĵĭđĩÖو ْ §ُ ُ ²Y¯َ Àَْ َ َ§ ْa ا «®َ Yَ ¯ّ®ِ بY َ cَ§ِ ْ َْ[َc›ُ ¹َن اª À ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ï×đĤا Ù×ÜכאĨ ĵĭđĩÖو ُِ[ ¹ُ¶ ْ﴾ [اijĭĤر، ٣٣/٢٤]. bY§َ žَ َ ُ§ ْۖ﴾ [اĤ×óĝة، ١٨٧/٢]. ª ُ ٰ Ãا ّ] َ cَ¦َ Y®َ ا¹›ُcَ\اْ وَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ÙèאÖŸوا ÙāìóĤا ĵĭđĩÖو ْ ِ§َc ِ Yب﴾ [اóìõĤف، ٤/٤٣]. ِ اª ُّم َ ُµ ٓž۪ ¿ا ²ِّ ] اijęéĩĤظ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوا أ وĵĭđĩÖ اijĥĤح [٤٢ .[١١٠/١١ ،دijİ] ﴾بY َ cَ§ِ ْ ªا~« ¹َR ُ Y³َÁَْ bٰ ْ£ََu ا وĵĭđĩÖ اijÝĤراة، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوª .[٣٠/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾بY َ cَ§ِ ْ َ اª ¿ِ ²Yَ bٰ ²ِّ۪¿ َ ْ[ ُu ّ اà ِٰ ا وĵĭđĩÖ اģĻåĬŸ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ْ ِ§َc ِ Yب﴾ [آل óĩĐان، ٦٥/٣]. َ ْ¶ َ© اª َٓY ا À﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ģĻåĬŸوا راةijÝĤا ĵĭđĩÖو َْÁ ¥َ] ﴾ص، ٢٩/٣٨]. ªِ ³َْ ُYه ا ª{َ²َْ ٌ Yب ا cَ¦ِ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،آنóĝĤا ĵĭđĩÖو ١ ح ط: óĻđÖك. īÖź ħčĐŶا ćĻéĩĤوا ħכéĩĤا ؛»īÝÖ» ،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛٣٨٩/١ ،Ù×ĻÝĜ īÖź اءóđýĤوا óđýĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬأ ٢ ïĻøه، «כÕÝ«. ُ ó ْ Ļ ƪ ùĤا ƪ ħĄَ ĹÝĤا ُ َة ز ْ اóíĤ ُ Ù×ُ ْ ÝכĤوا ُ ،óٍ ْ Ļ َ ُ اĹýĤء ùÖ ز ْ óìَ ُ Õْ اĤכÝ ٣ ĹĘ İאûĨ م: اóíĤزة رأس اÙĻéĤ | Ĝאل اģĻĥíĤ īÖ أïĩè: » َ א». اóčĬ: כÝאب اīĻđĤ ģĻĥíĥĤ īÖ أïĩè، ،٣٤١/٥» Öאب اĤכאف واÝĤאء واĤ×אء ĩıđĨא ك ت ب». َ ı ْ Ļ َ ıْ ä َ َŻ و ِ כ ٥ ١٠ ١٥ 310 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 13. Kulların amel defterleri anlamında kullanılmıştır: “ Kıyamet günü ona bir kitap çıkarırız.” [ el-İsrâ 17/13] 14. Yahudilerin kendiliklerinden yazıp Allah’ın kitabı olduğunu iddia ettikleri şeyler anlamında kullanılmıştır: “Kitabı elleriyle yazanların vay hâline.” [ el-Bakara 2/79] 15. Hz. Süleyman’ın Belkıs’a mektubu anlamında kullanılmıştır: “Dedi ki: Ey ulular! Bana değerli bir kitap iletildi.” [ en-Neml 27/29] 16. Zebûr’da yazılı olanlar anlamında kullanılmıştır: “Biz Zebûr’da yazmıştık ki…” [ el-Enbiyâ 21/105]. 17. Kâfirlerin Hz. Peygamber aleyhisselâmdan gökten indirmesini istedikleri şey anlamında kullanılmıştır: “Dediler ki: Sana asla inanmayız.” [ el-İsrâ 17/90], “Bize okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece…” [ el-İsrâ 17/93]. 18. Rahmet vaadi anlamında kullanılmıştır: “Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı.” [ el-En‘âm 6/45] 19. Müminlerin kalplerinde imanın sabit kılınması anlamında kullanılmıştır: “İşte onların kalplerine Allah imanı yazmıştır.” [el-Mücâdele 58/22] 20. Ruhlar anlamında kullanılmıştır: “ Hayır, muhakkak iyilerin kitabı illiyyûndadır.” [ el-Mutaffifîn 83/18], “Muhakkak günahkârların kitabı siccîndedir.” [ el-Mutaffifîn 83/7] el-Kitâb kelimesinin bu âyetteki mânası hakkında ise Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: O, levh-i mahfûzdur. İkrime şöyle demiştir: O, Tevrat ve İncil’dir. Abdullah b. Abbas, Dahhâk ve Katâde şöyle demişlerdir: O Kur’ân’dır. Nitekim çoğunluk bu görüştedir, en açık ve meşhur olan da bu görüştür. Kur’ân’a el-Kitâb isminin verilmesi ise bu ismin delâlet ettiği toplama anlamı dolayısıyladır ve bu toplama anlamı hususunda birkaç vecih söz konusudur: 1. Kur’ân, harfleri kendinde toplar ve onlar kelime olur, sonra kelimeleri toplar ve onlar âyet olur, sonra âyetleri toplar ve onlar tam birer sûre olur, sûreleri toplar ve onlar kerametler içeren bir kitap olur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 311 .[١٣/١٧ ،اءóøŸا﴾ [Y\Yً cَ¦ِ _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ َ¹َْم اª À µُ َ ِ ُج ª ysْ ُ وĵĭđĩÖ ÙęĻéĀ أĩĐאل اĤ×óý، Ĝאل: ﴿َو² وĵĭđĩÖ Ĩא כÕÝ اijıĻĤد īĨ ïĭĐ أħıùęĬ وادijĐا أįĬ כÝאب Ʃ اų، Ĝאل: .[٧٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ·Àِ u۪ Àَْ Yِ \ بY َ cَ§ِ ْ َ ْ§ُcُ ]¹َن اª À ±À َ w۪ َّ «ِ ª © ٌ Àْ¹َžَ﴿ َّ ¿َ ªِ َ ا ¿£ِ ْ ªُ ۪¿ ا ٓ²ِّ َُQ۬ا ا «¯َ ْ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À aْ َ ªYَ ¢﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،÷ĻĝĥÖ ĵĤإ אنĩĻĥø ÙĤאøر ĵĭđĩÖو .[٢٩/٢٧ ،ģĩĭĤا﴾ [À ٌ ۪ y¦َ بY ٌ cَ¦ِ ِ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ١٠٥/٢١]. َ ُ\¹ر {ªا ّ¿ žِ Y³َ]ْcَ¦َ uْ£ََ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،رijÖõĤا ĹĘ ÕÝכ אĨ ĵĭđĩÖو ±َ ®ِQُْ ² ±ْ َ ¹ُا ª ªYَ ¢وَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،אءĩùĤا īĨ įĤاõĬإ אĭĻ×Ĭ īĨ אرęכĤا ١ وĵĭđĩÖ Ĩא اįèóÝĜ ۜ﴾ [اóøŸاء، ٩٣/١٧]. ُ۬ه ْ َyُؤ £َ ² Y\Yً cَ¦ِ Y³َÁَْ َل َ» ِ {ّ³َbُ »ٰ cّnَ ﴿ :įĤijĜ ĵĤإ] ٩٠/١٧ ،اءóøŸا﴾ [¥َ َ ª َ ْn َ¯َ_ۙ] ﴾اđĬŶאم، ٥٤/٦]. yªا ّ µِِ Ÿَْ ² »ٰ «َ ْ §ُ ُ \ّرَ] َ cَ¦َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ÙĩèóĤا ïĐو ĵĭđĩÖو ُ·ِِ ِئ ¥َ َ¦َc َ [ž۪ ¿ُ¢ُ«¹\ ٰٓ ُو۬ª ٢ اĩĺŸאن ĹĘ ijĥĜب اīĻĭĨËĩĤ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا وĵĭđĩÖ إà×אت .[٢٢/٥٨ ،ÙĤאدåĩĤا﴾ [نYَ ¯Àَ ۪Êاْ ۜ﴾ [اīĻęęĉĩĤ، ١٨/٨٣ [ ±Áَ Áّ۪ ِ ّ «ِ ¿Ÿ۪ َ ª ِ ارyَ\ْÊا َْ بY َ cَ¦ِ َ ِ ّن َٓ ا Ëّ¦َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،رواحŶا ĵĭđĩÖو .[٧/٨٣ ،īĻęęĉĩĤا﴾ [±Áٍۜ kّ۪ ~ِ ¿Ÿ۪ َ ª ِ رYَkّ Ÿُ ْ ªا بY َ cَ¦ِ َ ِ ّن Ĝאل: ﴿ا אلĜو .ظijęéĩĤا حijĥĤا ijİ :óĻ×ä īÖ ïĻđø אلĜ ïĝĘ אĭıİ ٣ ْ ِ§َYcب﴾ وأĨא اóĩĤاد Öـ﴿اª ĐכÙĨó: ijİ اijÝĤراة واģĻåĬŸ. وĜאل اīÖ Đ×אس واéąĤאك وÝĜאدة: ijİ اóĝĤآن. وįĻĥĐ اijıĩåĤر وijİ اóıüŶ اóıČŶ. ٤ اďĩåĤ اñĤي دل įĻĥĐ ñìÉĨ اħøź īĨ وijäه: ħà إĩĬא Ĺĩø اóĝĤآن כÝאÖא ĵĭđĩĤ أİïèא: أįĬ ďĩä اóéĤوف ĵÝè Āאرت כĩĥאت، وďĩä اĤכĩĥאت ĵÝè Āאرت ƪ ٍ אت، وďĩä اijùĤر ĵÝè Āאرت כÝאÖא ا ÜאĨ ً َر ij ُ آĺאت، وďĩä اĺŴאت ĵÝè Āאرت ø .אتĨاóכ ĵĥĐ ŻĩÝýĨ ١ ح: Ĩא اóÝĜح. ٢ ط - إà×אت. ٣ ر - ÖאĤכÝאب. ٤ ر: ĵĭđĩÖ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 312 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 2. Kur’ân çeşitli hikmetler nizamıdır, türlü delillerin kendisi ile kāim olduğu bir kitaptır. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bana cevâmiu’l-kelim [yani az sözle çok mâna ifade etme gücü] verildi.”1 3. Kur’ân, Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu bütün kitapların mânasını kendisinde toplar. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bana Tevrat’ın yerine yedi uzun sûre, Zebûr’un yerine Miûn sûreleri ( âyet sayısı yüzün üzerinde olan sûreler), İncil’in yerine Mesânî sûreleri verildi ve ben Mufassal sûreler ile üstün kılındım.” 4. Kur’ân, kendisine iman edenler için iki cihandaki hayrı bir araya getirir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kime hikmet verilmişse muhakkak ona çokça hayır verilmiştir.” [ el-Bakara 2/269] 5. Kur’ân, kendisine iman edenlerle nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihleri cennette bir araya getirir. Nitekim Hz. Ali’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: Kur’ân on şey üzere indirildi: Müjde ve uyarı, nâsih ve mensuh, muhkem ve müteşâbih, öğüt ve mesel, helâl ve haram. Kim müjdesini müjde bilip uyarısından sakınır, nâsihi ile amel edip mensuhuna iman eder, muhkemi ile yetinip müteşâbihini âlimine tevdi eder, öğüdünden öğüt, meselinden ibret alır, helâlini helâl haramını haram bilirse işte onlar gerçek müminlerdendir, onlara nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle birlikte yüce dereceler vardır. Bunlar ne güzel dostlardır. O kimse benim ve benden öncekilerin varisidir, daima Allah Teâlâ’nın himaye ve güvencesi altında olur. Kur’ân okuduğu sürece rahmet onu kaplar, üzerine sekinet iner, benim zümremde ve sancağımın altında haşredilir. 6. Kur’ân, sevenleri birleştirir, çünkü o sevenin sevdiğine kitabı, sevenin sevdiği ile hitabı, sevenin sevdiğine hatırlatmasıdır. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’ân okursa Allah ile konuşmuş olur.” 1 Buhârî, “Ta‘bîr”, 11. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 313 įĻĥĐ اŻùĤم: ّ واáĤאĹĬ: أįĬ čĬאم ijĭāĤف ِ اéĤ َכħ وijĜام ijĬŶاع اãåéĤ، Ĝאل اĭĤ×Ĺ ١ .«ħĥכĤا ďĨاijä ÛĻÜأو« įĻĥĐ اŻùĤم: «أوÛĻÜ ّ Ĺ×ĭĤا אلĜ ،ÙĤõĭĩĤا ųا Ʃ ٢ כÕÝ ďĻĩä ĹĬאđĨ ďĩä įĬأ :ßĤאáĤوا Ûĥ ِ ąّ ُ َ Ĩכאن اijÖõĤر، واáĩĤאĹĬ Ĩכאن اģĻåĬŸ، وĘ īĻِ اùĤ×ď اijĉĤل Ĩכאن اijÝĤراة، ِ واÑĩĤ ٣ .«ģ ƪ āęَ ُ ĩĤאÖ uْ£َžَ _َ¯َ §ْ oِ ْ ُْQ َت اª À ±ْ ®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،īĺارïĤا óĻì ٥ įĥİŶ ٤ ďĩåĺ įĬأ :ďÖاóĤوا ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦٩/٢]. اyÁً g۪¦َ اyً Áْrَ َ ¿ِ ُ۫وb ا ĹĘ īĻéĤאāĤوا اءïıýĤوا īĻĝĺïāĤوا īĻĻ×ĭĤا īĻÖو įĥİأ īĻÖ ďĩåĺ įĬأ :÷ĨאíĤوا įĻĥĐ اŻùĤم أįĬ Ĝאل: أõĬل اóĝĤآن ĵĥĐ óýĐة: ّ ĵ×ĭĤا īĐ Ġ ّ ĹĥĐ روي אĨ ĵĥĐ ÙĭåĤا ] وŻáĨ وźŻè óĻýÖا وóĺñĬا وĬאíøא وìijùĭĨא وéĨכĩא وýÝĨאıÖא وÙčĐijĨ] ٤٢ب óāÝĜوا įìijùĭĩÖ īĨوآ įíøאĭÖ ģĩĐو هóĺñĭÖ رñÝĬوا هóĻý×Ö óýÖأ īĩĘ ،אĨاóèو įĤŻè ģèوأ ّ įĥَ á َ ĩÖ ó×ÝĐوا įÝčđÖ ċđÜوا įĩĤאĐ ĵĤإ įıÖאýÝĨ ħĥĐ ّ ورد įĩכéĨ ĵĥĐ īĻĝĺïāĤوا īĻĻ×ĭĤا ďĨ ĵĥđĤا אتäرïĤا ħıĤ אĝè īĻĭĨËĩĤا īĨ כÑĤوÉĘ įĨاóè م ّ وóè واïıýĤاء واāĤאīĻéĤ وīùè أوÑĤכ رĝĻĘא، وijİ وارĹà ووارث اĬŶ×Ļאء īĨ Ĝ×Ĺĥ، įĻĥĐ ÛĤõĬو ÙĩèóĤا įÝĻýĔ آنóĝĤا ŻÜ אĨ ßĻèو ،įęĭوכ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אنĩĄ ĹĘ الõĺźو .ĹÐاijĤ ÛéÜو ĹÜóĨز ĹĘ óýéĺو ،ÙĭĻכùĤا ÕĻ×éĤا ĵĤإ ÕĻ×éĤا אبÝכ įĬÍĘ ؛ÕĻ×éĤوا ÕĻ×éĤا īĻÖ ďĩåĺ įĬأ :אدسùĤوا īĨ» : مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا אلĜو ،ÕĻ×éĥĤ ÕĻ×éĤا ةóכñÜو ÕĻ×éĤا ďĨ ÕĻ×éĤا אبĉìو ٦ .«ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħĥכ ïĝĘ آنóĝĤا أóĜ .١١ óĻ×đÜ ،אريí×Ĥا çĻéĀ ؛٤١٢/٢ ،ïĩèأ ïĭùĨ ١ ٢ ط - ďĻĩä. .٢٥٨/٨ ،ĹĬاó×ĉĥĤ óĻ×כĤا ħåđĩĤا ؛١٨٨/٢٨ ،ïĩèأ ïĭùĨ ؛٣٥١/٢ ،ĹùĤאĻĉĤا ïĭùĨ ٣ .ģĩÝýĺ אĨ ĵĥĐ + ر ٤ ٥ ر: ģİŶ. ź įĬأ źإ įĻ×ĭä īĻÖ ةij×ĭĤا ÛäرïÝøا אĩĬÉכĘ آنóĝĤا أóĜ īĨ» :įرכïÝùĨ ĹĘ ħאכéĤوا įęĭāĨ ĹĘ Ù×Ļü ĹÖأ īÖا جóìأ ٦ .٧٣٨/١ ،ħאכéĥĤ ركïÝùĩĤا ؛١٢٠/٦ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ «įĻĤإ ĵèijĺ ٥ ١٠ ١٥ 314 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle demişlerdir: Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya bin sûreden oluşan ve her bir sûresi bin âyet olan Tevrat’ı indirdiği zaman Hz. Mûsâ, “Ey Rabbim! Kim bu kitabı okuyup ezberlemeye güç yetirebilir ki?” demiş, Allah da “Ben bundan daha büyük bir kitap indireceğim.” buyurmuştur. Hz. Mûsâ, “Kime indireceksin Ey Rabbim!” diye sorunca, “Nebîlerin sonuncusuna” buyurmuştur. Hz. Mûsâ, “Onun ümmetinin ömürleri kısa iken bunu nasıl okuyacaklar?” diye sorunca, “Ben onlara onu öyle kolaylaştıracağım ki çocukları bile okuyabilecek.” buyurmuştur. Hz. Mûsâ, “Ey Rabbim! Bunu nasıl yapacaksın?” diye sorunca Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ben semadan yere yüz otuz kitap indirdim: Beş’i Şît’e, otuzu İdrîs’e, yirmisi İbrâhim’e, Tevrat sana, Zebûr Dâvûd’a, İncil Îsâ’ya. Bu kitaplarda olacakları zikrettim ve bunların hepsinin mânalarını Muhammed aleyhisselâmın kitabında zikrettim, bütün bunları yüz on dört sûrede topladım. Bu sûreleri on cüzde, cüzleri de yedişer bölümde topladım. Bu yedişerlik bölümlerin mânalarını da yedi âyette, yani Fâtiha sûresinde topladım. Sonra onun mânasını da yedi harfte yani bismillah harflerinde, bunların hepsini de “Elif lâm mîm”in elif harfinde topladım ve sonra Bakara sûresine “Elif lâm mîm” ile başladım. Allah Teâlâ Tevrat’ta bunu vaad edip sonra Hz. Muhammed aleyhisselâma indirince Yahudiler bunun böyle olduğunu bile bile inkâr ettiler. Allah Teâlâ da “İşte bu, o kitaptır.” [ el-Bakara 2/2] âyetini indirdi, yani işte o vaad ettiğim kitap budur, buyurdu. Sonra onu burada kitap diye isimlendirdi, ama onun Kur’ân’da yüz ismi vardır ki biz bunları kitabın başında zikrettik. Allah lutuf olarak bizi dini ile izzetlendirdi, kitabı ile değerli kıldı, nebîsi ile bize şeref verdi, Kur’ân’da hem kendisine hem resulüne hem de bizlere verdiği isimleri zikretmek sûretiyle bizi lutfuna lâyık gördü. Bu isimler yirmiden fazladır: 1. Hak: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’ın hak olduğunu…” [ en- Nûr 24/25]. Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ta ki onlara hak ve beyân edici resul gelinceye kadar…” [ ez-Zuhruf 43/29]. Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki: Ey insanlar! Size hak gelmiştir.” [ Yûnus 10/108] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “İşte onlar gerçek [hak] mânada müminlerdir.” [ el-Enfâl 8/74] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 315 وĜאijĤا: «ĩĤא أõĬل Ʃ اų ĵĥĐ ĵøijĨ اijÝĤراة وĹİ أėĤ ijøرة כģ ijøرة أėĤ آÙĺ Ĝאل ĵøijĨ:» ĺא رب وīĨ ěĻĉĺ óĜاءة ñİا اĤכÝאب وįčęè «!ĝĘאل Ʃ اų:» إĹĬ أõĬل כÝאÖא أóĝĺ ėĻوכ «:אلĜ ،«īĻĻ×ĭĤا ħÜאì ĵĥĐ» :אلĜ «رب؟ אĺ īĨ ĵĥĐ» :אلĜ ،«اñİ īĨ ħčĐأ رب אĺ» :אلĜ ،«ħıĬאĻ×Ā أóĝĺ ĵÝè ħıĻĥĐ ه ُ ó ِ ّ ùَ ĺُ أÙÝĨ وħıĤ أĩĐאر óĻāĜة؟» Ĝאل: «إĹĬ أ īĻùĩì :ÕÝכ ÙàŻàو ÙÐאĨ رضŶا ĵĤإ אءĩùĤا īĨ ÛĤõĬأ ĹĬإ «:אلĜ «؟ģđęÜ ėĻوכ ĵĥĐ رijÖõĤوا כĻĥĐ راةijÝĤوا ،ħĻİاóÖإ ĵĥĐ īĺóýĐو ،÷ĺإدر ĵĥĐ īĻàŻàو ،ÛĻü ĵĥĐ ĹĬאđĨ ďĻĩä óذכÉĘ ÕÝכĤا هñİ ĹĘ אتĭÐכאĤا تóوذכ ،ĵùĻĐ ĵĥĐ ģĻåĬŸوا ،داود رةijø ةóýĐ ďÖوأر ÙÐאĨ ĹĘ įĥכ כĤذ ďĩäوأ ،مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ אبÝכ ĹĘ ÕÝכĤا هñİ אع×øŶا هñİ ĵĭđĨو ،אع×øأ Ùđ×ø ĹĘ اءõäŶوا ،ءاõä īĻàŻà ĹĘ رijùĤا هñİ ģđäوأ ĹĘ įĥכ כĤذ ħà ،«ųا Ʃ ħùÖ» Ĺİو فóèأ Ùđ×ø ĹĘ אıĻĬאđĨ ħà ،ÙéÜאęĤا :אتĺآ ď×ø ĹĘ .«﴾ۚٓ ٓªا ﴿:لijĜÉĘ ةóĝ×Ĥا رةijø çÝÝĘَ ۚٓ﴾ ħà أ ٓªا ﴿īĨ ėĤŶا Ʃ اų ذĤכ ĹĘ اijÝĤراة وأįĤõĬ ĵĥĐ ïĩéĨ įĻĥĐ اŻùĤم ïéäت اijıĻĤد أن وĩĤא وïĐ ْ ِ§َc ُ Yب﴾ أي ñİا ذĤכ. ِ ¥َ اª ªذٰ ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،כĤذ اñİ نijכĺ ،אبÝכĤا اñİ رïĀ ĹĘ אİאĬدïĐ ïĜو ،ħøا ÙÐאĨ آنóĝĤا ĹĘ įĤو אÖאÝכ אĭıİ אهĩø ħà نÉÖ įĥĻąęÝÖ אĭ ّ āìو įĻ×ĭÖ אĭĘّ óüو įÖאÝכÖ אĭĨóوأכ įĭĺïÖ אĬ ّ õĐأ أن אĭĻĥĐ ųا Ʃ ģąĘ īĨو ّאĬא أąĺא ıÖא وĹİ أכóá īĨ ĩøو įĤijøور įÖאÝوכ įùęĬ אıÖ ĵّ ĩø ١ ذכó ĹĘ اóĝĤآن أĩøאء īĺóýĐ اĩøא: »ٰ cّnَ ﴿ :įÖאÝכĤ אلĜو] ٢٥/٢٤ ،رijĭĤا﴾ [ُ¡ّ oَ ْ َ ّ اà َٰ ُ¶¹َ اª َ ّن ] Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا أ اěéĤ،] ٤٣ uْ َ َ ُ Yس ¢ ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا À ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijøóĤ אلĜو] ٢٩/٤٣ ،فóìõĤا﴾ [±Á ٌ ¹ل ُR۪[ ْ َo ّ¡ُ َوَر ُ~ ٌ ªا ُ¶ ُءYَ jَٓ .[٧٤/٨ ،אلęĬŶا﴾ [ۜą£ًّ nَ ن¹َ ³ُRِQْ¯ُ ْ ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª ْ َo ّ¡ُ] ﴾Ĭijĺ÷، ١٠٨/١٠ [وĜאل ĭĤא: ﴿ا ªا ُ¦ُءYَ jَٓ ١ ĹĘ اģĀŶ: اĩøא. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 316 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 2. Nûr: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah göklerin ve yerin nûrudur.” [ en- Nûr 24/35]. Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Nûra tâbi olurlar.” [ el-A‘râf 7/157]. Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Size Allah’tan nûr ve apaçık bir kitap gelmiştir.” [ el-Mâide 5/15]. Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “İşte o, Rabbinden bir nûr üzeredir.” [ ez-Zümer 39/22] 3. Azîz: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah kuvvetli ve azîzdir.” [el-Hac 22/74] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ve o muhakkak ki azîz bir kitaptır.” [ Fussilet 41/41] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Size içinizden öyle bir resul gelmiştir ki azîzdir.” [ et-Tevbe 9/128] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “İzzet Allah’ın, resulünün ve müminlerindir.” [el-Münâfikūn 63/8] 4. Kerîm: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “ Kerîm olan Rabbini…” [el-İnfitâr 82/6]. Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “O muhakkak ki kerîm bir Kur’ân’dır.” [ el-Vâkıa 56/77] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “O muhakkak ki kerîm bir elçinin sözüdür.” [ el-Hâkka 69/40] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Biz âdemoğlunu kerem sahibi kıldık.” [ el-İsrâ 17/70] 5. Azîm: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “O yücedir, azîmdir.” [ el-Bakara 2/255] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ve yüce Kur’ân-ı Azîm’i verdik.” [ el-Hicr 15/87]. Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Sen elbette yüce [azîm] bir ahlâk üzeresin.” [el-Kalem 68/4] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Büyük [azîm] bir başarı kazanmış demektir.” [ el- Ahzâb 33/71] 6. Şehîd: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Şahit olarak Allah yeter.” [ el-Feth 47/28] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ardından ondan bir şahit onu takip eder.” [ Hûd 11/17] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Seni de bunlara şahit olarak getiririz.” [ en-Nahl 16/89] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “İnsanlara şahit olasınız diye...” [ el-Bakara 2/13]. 7. Mübîn: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “O apaçık [mübîn] haktır.” [ en- Nûr 24/25]. Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Apaçık [mübîn] bir kitaba yemin olsun.” [ ez-Zuhruf 43/2] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki: Ben, evet ben apaçık [mübîn] bir uyarıcıyım.” [ el-Hicr 15/89] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “ Islah eden ve beyân eden...” [ el-Bakara 2/160]. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 317 ُ ¹ُر ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِۜض﴾ [اijĭĤر، ٣٥/٢٤] وĜאل ĤכÝאįÖ: ² ُ ٰ Ãّ َ واijĭĤر، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ ا ٌ Yب ¹ر َوِ¦َc ٌ ُ ² ِٰ Ãا ّ ±َR ِ ْ¦ُ ءYَ jَٓ uْ َ ُ ¹َر﴾ [اóĐŶاف، ١٥٧/٧] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ ¢ ََ[¹ُا ّ اª³ ﴿َو ّاb ۜ﴾ [اóĨõĤ، ٢٢/٣٩[. ُ ¹ٍر ِR ±ْ َرِّ\ ۪µ ² »ٰ ٌۙÁ±] ﴾اĩĤאïÐة، ١٥/٥] و Ĝאل ĭĤא: ﴿ُžَ·¹َ َ» ]۪®ُ :įÖאÝכĤ אلĜو] ٧٤/٢٢ ،ãéĤا}﴾ [À ٌ ۪ {َ ٌ ِ ّي ¹£ََ ª َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،õĺõđĤوا ْ §ُ ِ Ÿُ ²َْ ¹ل ِR ±ْ ا ٌ ~ُ رَ ْ¦ُ ءYَ jَٓ uْ£ََ ª﴿ :įĤijøóĤ אلĜو] ٤١/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾{Àٌۙ ۪ ٌ Yب َ} cَ§ِ َ ª µُ َ ²ِّ ﴿َوا .[٨/٦٣ ،نijĝĘאĭĩĤا﴾ [±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ «ِ ªوَ µ۪ ِ ª¹~ُ yَِ َ ُة َوª {ّ ِ ْ ۘÀ] ﴾{اÙÖijÝĤ، ١٢٨/٩ [وĜאل ĭĤא: ﴿َوِّà ِٰ اª ٌ ۪ {َ ن ٌ ٰ َ ْ£ُyا ªµُ َ ²ِّ ِ À] ﴾اĉęĬŸאر، ٦/٨٢] وĜאل ĤכÝאįÖ:﴿ ا ۙ ۪ ْ َ ـ§y ªا ¥َ\ ِّyَِ \﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ħĺóכĤوا ۚ﴾ [اéĤאÙĜ، ٤٠/٦٩ [وĜאل ĭĤא: ٍ À ۪ ُ¹ْ£ََل َر ُ~ ¹ٍل َ¦y ªµُ َ ²ِّ ۪ ٌۙÀ] ﴾اijĤاÙđĜ، ٧٧/٥٦ [وĜאل įĤijøóĤ:﴿ ا y¦َ ٰ َدَم﴾ [اóøŸاء، ٧٠/١٧]. َ ٓ³۪¿ ا \ Y³َ®ْ َ yّ¦َ uْ£ََ ﴿َوª :įÖאÝכĤ אلĜو] ٢٥٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Áُ ۪ َ ْ ُّ اª ¿«َِ ْ ªا ¹َ¶ُ وَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ħĻčđĤوا ﴾ٍ Á۪ َ ¡ٍ«ُrُ »ٰ «َ َ ª ¥َ َ ²ِّ ْ َ ۪ َÁ] ﴾اóåéĤ، ٨٧/١٥ [وĜאل įĤijøóĤ:﴿ َوا ٰ َن اª ْ ْ£ُyا ﴿َواª [اħĥĝĤ، ٤/٦٨ [وĜאل ĭĤא: ﴿ْ£َžَu žَ َYز ¹ْžَ ًزا َ ۪ ً Á¯Y] ﴾اõèŶاب، ٧١/٣٣]. ۜ﴾ [اçÝęĤ، ٢٨/٤٨ [وĜאل ĤכÝאįÖ: اuÁ ً ·۪ ‚َ ِٰ ÃY ّ ِ \ »Ÿٰ¦َوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ïĻıýĤوا Êِء﴾ َٓ۬Qُ ٓ ¶ٰ »ٰ ِ ¥َ ‚َ ۪· ً uÁا َ» \ Y³َ ْ ئjِ وَ ﴿:įĤijøóĤ אلĜو] ١٧/١١ ،دijİ] ﴾µُ³ْ®ِ u ٌ ¶Yِ ‚َ ه¹ُ» ُcَْ ﴿َوÀ َ ِ Yس﴾ [اĤ×óĝة، ١٤٣/٢]. َ« ّ اª³ ٓ َاء َ» ¹ُا َ‚ُ·َu ²¹§ُ cَِ [اģéĭĤ، ٨٩/١٦ [وĜאل ĭĤא: ﴿ª ْ ُ̄ ۪[ ُÁ±] ﴾اijĭĤر، ٢٥/٢٤] وĜאل ĤכÝאįÖ: ªا ُ¡ّ oَ ْ ªا ¹َ¶ُ ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،īĻ×ĩĤوا ﴾±Áُۚ ]۪ ¯ُ ْ ªا yÀُ w۪ َ ³ªا ّ Yَ ²َ ۪¿ ا ٓ²ِّ ْ ُ̄ ۪[ ِÁ±] ﴾ اóìõĤف، ٢/٤٣] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ َو¢ُ ْ© ا ªا بY ِ cَ§ِ ْ ﴿َواª َ ¹³ُا﴾ [اĤ×óĝة، ١٦٠/٢]. Áَّ َ ُo¹ا َو\ «†ْ َ [اóåéĤ، ٨٩/١٥ [وĜאل ĭĤא: ﴿َوا ٥ ١٠ ١٥ 318 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 8. Zü’l-ulâ (Yücelik sahibi): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “En yüce olan Rabbinin ismini tesbih et.” [el-A‘lâ 87/1] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Yüce ve hikmetlidir.” [ ez-Zuhruf 43/4] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “O en yüce ufukta idi.” [ en-Necm 53/7] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Üstün olan sizlersiniz.” [ Âl-i İmrân 3/139] 9. Hâdî: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki: Asıl hidâyet Allah’ın hidâyetidir.” [ el-Bakara 2/120] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onda hiçbir şüphe yoktur, takvâ sahipleri için hidâyettir.” [ el-Bakara 2/2]. Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlara Rablerinden hidâyet gelmiştir.” [ en-Necm 53/23] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Biz onların hidâyetlerini artırırız.” [ el-Kehf 18/13] 10. Hâkim: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Ta ki Allah aramızda hükmetsin.” [ el-A‘râf 7/87] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Arapça bir hükümdür.” [ er-Ra‘d 13/37] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Ve onların aralarında hükmet.” [ el-Mâide 5/49] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Adâleti ayakta tutanlar olun.” [ en-Nisâ 4/135] 11. Hikmet: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Apaçık bir hikmettir.” [ el-Kamer 54/5] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu, bizim sana vahyettiğimiz hikmettendir.” [ el-İsrâ 17/39] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Size kitabı ve hikmeti öğretir.” [ el-Bakara 2/151] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Kime hikmet verilmişse...” [ el-Bakara 2/269]. 12. Rahmet: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Rabbin bağışlayıcıdır, rahmet sahibidir.” [ el-Kehf 18/58] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Biz bu Kur’ân’dan müminler için şifa ve rahmet olanı indiriyoruz.” [ el-İsrâ 17/82] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [ el-Enbiyâ 21/107] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “İşte o Allah’ın rahmetindedir.” [ Âl-i İmrân 3/107] 13. Emir: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah size emrediyor.” [ en-Nisâ 4/58] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu, Allah’ın size indirdiği emridir.” [ et-Talâk 65/5] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Ailene namazı emret.” [ Tâhâ 20/132] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “İyiliği emredersiniz.” [ Âl-i İmrân 3/110] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 319 ٰۙ«﴾ [اĵĥĐŶ، ١/٨٧ [وĜאل ĤכÝאįÖ: ِ ْ ا~َ َرِّ\ ¥َ َْ اÊ ْ« m]ِّ~َ ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ĵĥُ وذو اđĤ ۜ«﴾ [اħåĭĤ، ٧/٥٣[ ٰ «ْ Êا َْ¡ ِžُÊY ُ ْ ِ ۜÁ] ﴾اóìõĤف، ٤/٤٣] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ َو ُ¶¹َ \ ٌ §۪ nَ ٌّ ¿«َِ َ ª﴿ َ¹َْن﴾ [آل óĩĐان، ١٣٩/٣]. «ْ Êا َْ ُcُ²َْ وĜאل ĭĤא: ﴿َوا ُ· ٰu ۜى﴾ [اĤ×óĝة، ١٢٠/٢] وĜאل ĤכÝאįÖ: ْ َ ُ¶ َuى ّ اà ِٰ ُ¶¹َ اª ِ ّن ا© ْ ¢ُ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ١ واıĤאدي، ُ·ِ\ِّرَ ±ْR ِ ْ¶ ُءYَ jَٓ uْ£ََ ªوَ ﴿:įĤijøóĤ אلĜو] ٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª ىuً ¶ُ ۛ ۚ µÁِ ž۪ ۛ ۚ [َ Àْرَ Êَ﴿ .[١٣/١٨ ،ėıכĤا﴾ [ىuً ¶ُ ْ ¶Yُ َ ِ ْد² ُ· ٰu ۜى﴾ [اħåĭĤ، ٢٣/٥٣ [وĜאل ĭĤא: ﴿َوز ْ اª ۚ﴾ [اóĐŶاف، ٨٧/٧] وĜאل ĤכÝאįÖ: Y³َ³َÁَْ \ ُ ٰ Ãا ّ َ§ ُ oْ َ À »ٰ cّnَ ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ħאכéĤوا َْÁُ³َ·ْ] ﴾اĩĤאïÐة، ٤٩/٥] وĜאل َِن ْ اn ُ §ْ\ ۜ﴾ [اïĐóĤ، ٣٧/١٣ [وĜאل įĤijøóĤ:﴿ َوا YÁًّ ِ \yََ Y¯ً §ْ nُ ﴿ ْ £ِ ْ ِ﴾ [اùĭĤאء، ١٣٥/٤]. ªYِ َ ۪اR َÁ±\ ¹َّ ¹ُا ¢ ĭĤא: ﴿ ُ¦²¹ ¥َ Áَْ ªِ ٓ« ا َْو ٰn Y ا َٓ ¯ّ®ِ ¥َ ِ ٌ_﴾ [اóĩĝĤ، ٥/٥٤ [وĜאل ĤכÝאįÖ: ﴿ ٰذª ›َ ِ ªYَ \ _ٌ ¯َ §ْ nِ ﴿ :אلĜ ،ÙĩכéĤوا ﴾_َ¯َ §ْ oِ ْ ªواَ بY َ cَ§ِ ْ ِ ُ̄ ُ§ ُ اª ّ «َ ُ ۜ﴾ [اóøŸاء، ٣٩/١٧] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ َوÀ _ِ ¯َ §ْ oِ ْ ُ ¥َ ِR ±َ اª َرّ\ .[٢٦٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا_﴾ [ََ̄§ ْ oِ ْ ُْQ َت اª [اĤ×óĝة، ١٥١/٢] وĜאل ĭĤא: ﴿َوَR ±ْ À ۜ﴾ [اĤכėı، ٥٨/١٨ [وĜאل ĤכÝאįÖ: _ِ ¯َ nْ َ ْ ›َ Ÿُ ¹ُر ُذ ّ واyª ُ ¥َ اª واÙĩèóĤ، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َوَرّ\ Á±] ﴾اóøŸاء، ٨٢/١٧] وĜאل įĤijøóĤ َۙ ³۪®ِQْ¯ُ ْ «ِ ٰ ِن َRY ُ¶¹َ ٓŸَ‚ِ ٌYء َوَر ْn َ ¯ٌ _ª ْ ْ£ُyا ُل ِR ±َ اª ِ {ّ³َُ ﴿َو² ﴾ۜ َ ۪̄ َÁ±] ﴾اĬŶ×Ļאء، ١٠٧/٢١] وĜאل ĭĤא: ﴿žَ Ÿ۪¿ َر ْn َ ¯ِ _ّ اà ِٰ ªYَ ْ «ِ ª _ً¯َ nْ رَ َ Êِّ ْ ³َ َ Yك ا َْرَ~» : ﴿َوَRٓY ا [آل óĩĐان، ١٠٧/٣]. ٓµُ َ ª{َ²َْ َ ْRُy ّ اà ِٰ ا ِ ¥َ ا ُRُyُ¦ْ] ﴾اùĭĤאء، ٥٨/٤] وĜאل ĤכÝאįÖ: ﴿ ٰذª ْ Oَ À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن واóĨŶ، Ĝאل: ﴿ا ٰ ¹ِة﴾ [įĈ، ١٣٢/٢٠ [وĜאل ĭĤא: « َ‡ªY ّ ِ \ ¥َ َ «¶ْ َ ُRْy ا ْ ۜ﴾ [اŻĉĤق، ٥/٦٥] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ َوأ ْ §ُ Áَْ ªِ ا [ ْ َ̄ ْ ُy ِوف﴾ [آل óĩĐان، ١١٠/٣]. [٤٣ب ªYِ ُRُy َون \ ْ Oَ b﴿ ١ ط: واïıĤى. ٥ ١٠ ١٥ 320 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 14. Münzir (Uyarıcı): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Sizi alevli bir ateşe karşı uyardım.” [el-Leyl 92/14] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Müjdeci ve uyarıcı olarak, ama çoğu yüz çevirdi.” [ Fussilet 41/4] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak…” [ el-Feth 48/8]. Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Döndüklerinde toplumlarını uyarsınlar diye…” [ et-Tevbe 9/122]. 15. Tâhir (Temiz): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Tâ hâ” [ Tâhâ 20/1], “Tâ sîn” [ en-Neml 27/1]. Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “O değerli, yüce ve tertemiz sahifelerdedir.” [ Abese 80/13-14] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Sizleri temizler.” [ el- Ahzâb 33/33] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Ve O tertemiz olanları sever.” [ el-Bakara 2/222] 16. Tayyib (Hoş/Temiz): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Hoş bir kelime…” [İbrâhîm 14/24]. Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Hoş olan söze yöneltilmişlerdir.” [el-Hac 22/24] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Temiz erkekler temiz kadınlar içindir.” [ en- Nûr 24/26] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Onlar ki melekler canlarını hoşnut bir şekilde alır.” [ en-Nahl 16/32] 17. Dâ‘î (Çağıran): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah selâm diyarına çağırır.” [ Yûnus 10/25] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’ın davetçisine icâbet edin.” [el-Ahkāf 46/31] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Sen elbette onları çağırıyorsun.” [el- Mü’minûn 23/73] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Hayra çağırırlar.” [ Âl-i İmrân 3/104] 18. Kāim (İkāme eden, ayakta tutan): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Adâleti ikāme ederek...” [ Âl-i İmrân 3/18]. Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “ Kāim olarak şiddetli bir azap hakkında uyarmak üzere…” [ el-Kehf 18/2]. Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kulu kıyam edip kalktığında...” [el-Cin 72/19]. Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Allah için ibadet eder vaziyette kalkın [Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın].” [ el-Bakara 2/238] 19. Sâdık (Doğru sözlü): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?” [ en-Nisâ 4/122] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Ve doğruyu getiren…” [ ez-Zümer 39/33]. Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Önündekileri tasdik ederek...” [ Fâtır 25/31]. Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Ve doğru sözlüler...” [ el- Ahzâb 33/35]. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 321 َ ƒ۪ ًyÁا ۚ«﴾ [اģĻĥĤ، ١٤/٩٢ [وĜאل ĤכÝאįÖ:\﴿ ٰ ّ َ «َ b راY ً َ ² ْ §ُ bُرْ wَ ²َْ واñĭĩĤر، Ĝאل: ﴿žَY ،çÝęĤا﴾ [ۙاyÀ ً w۪ َ ِ ًyا َو² ƒّ ]َ®ُوَ ﴿:įĤijøóĤ אلĜو] ٤/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾ْ ¶ُyُgَ ْ ¦َ َ َْy َض ا Yžَ ۚ اyÀ ً w۪ َ َو² .[١٢٢/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ْ·ِÁَْ ªِ ¹ٓا ا َِذا َر َj ُ َ¹َْRُ·ْ ا ¢ رواُ wِ³ْÁُِ ٨/٤٨] وĜאل ĭĤא: ﴿َوª ۜ﴾ [įĈ، ١/٢٠ [و﴿ Žٰ ٓ{﴾ [اģĩĭĤ، ١/٢٧ [وĜאل ĤכÝאįÖ: µٰ Žٰ ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،óİאĉĤوا ْ¦ُyَ·َِّ ُ Àوَ ﴿:įĤijøóĤ אلĜو] ١٤-١٣/٨٠ ،×÷Đ] ﴾ۙةٍyَ َ ·َّ ®ُ _ٍ ¹َ žُyْ®َ ۙ_ٍ®َ َ yّ§َ ®ُ ٍoُ †ُ ¿ž۪﴿ .[٢٢٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±À َ ۪ y·َِّ cَ¯ُ ْ ªا ُ]ّ oِ ُ ۚ﴾ [اõèŶاب، ٣٣/٣٣] وĜאل ĭĤא: ﴿َوÀ َ ْ ۪· ًyÁا b [ِ Áِّ َ َ« ّ اª ªِ ٓوا ا uُ ¶ُ وَ ﴿:įÖאÝכĤ אلĜو] ٢٤/١٤ ،ħĻİاóÖإ[_﴾ [َÁِّŽَ _ً¯َ«ِ¦َ ﴿ :אلĜ ،ÕĻĉĤوا ِّÁ۪ ]َÁ±] ﴾اijĭĤر، ٢٦/٢٤] وĜאل ĭĤא: َ « ّ ِ ª تY ُ ]َÁِّ َ ْ ِ¹ْ£َل﴾ [اãéĤ، ٢٤/٢٢ [وĜאل įĤijøóĤ: ﴿ ّ اª ِR ±َ اª .[٣٢/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [±Á ِئ َ§ ُ_ ِّŽَÁ۪ ]َۙ ٰٓ «¯َ ْ ªا ُ·Áُ ٰ žّ¹َcََ b ±À َ w۪ َّ ªَ ﴿ا :įÖאÝכĤ אلĜو] ٢٥/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ِۜ ِ ّ اªَ َËم ٰ« َدار ªِ ¹ٓا ا ُ uْ َ À ُ واïĤاĹĐ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َو ّ اà ٰ ،نijĭĨËĩĤا﴾ [ْ¶ ¹ُ ُ uْ cََ ª ¥َ َ ²ِّ َ ّ اà ِٰ] ﴾اĝèŶאف، ٣١/٤٦] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ َوا َ ۪j ُÁ]¹ا َد ِا¿ ﴿ا ِ﴾ [آل óĩĐان، ١٠٤/٣]. yÁْsَ ْ َ« اª ªِ َ ْu ُ ¹َن ا ٧٣/٢٣] وĜאل ĭĤא: ﴿À Y~ً ْ Oَ \ رَwِ³ْÁُِ ª Y¯ً Áِّ َ ۜ﴾ [آل óĩĐان، ١٨/٣] وĜאل ĤכÝאįÖ:﴿ ¢ ِ ْ £ِ ْ ªYِ \ Y¯ً ِ َٓYئ واĝĤאħÐ، Ĝאل: ﴿¢ َ َYم َ ْ[ ُu ّ اà ِٰ] ﴾اīåĤ، ١٩/٧٢ [وĜאل ĭĤא: ¢ Yَ ¯ّ َ ª﴿ :įĤijøóĤ אلĜو] ٢/١٨ ،ėıכĤا﴾ [اuÀ ً u۪ ‚َ .[٢٣٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ c۪ ِ ²Yَ ﴿َو¢ُ ¹ُR¹ا ِّà ِٰ ¢ ۪wي َّ َ َ†ْu ُق ِR ±َ ّ اà ِٰ ¢۪ ًËÁ] ﴾اùĭĤאء، ١٢٢/٤] وĜאل ĤכÝאįÖ:﴿ َواª واāĤאدق، Ĝאل: ﴿َوَR ±ْ ا [٣١/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾ۜ µِÀْuَ َ À ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ ﴿ :įĤijøóĤ אلĜو] ٣٣/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [قِuْ ‡ªY ِّ ِ \ ءYَ jَٓ وĜאل ĭĤא: ﴿َو ّ اªَ‡ ِYد¢۪ َÁ±] ﴾اõèŶاب، ٣٥/٣٣]. ٥ ١٠ ١٥ 322 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 20. Hayır: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Sen rahmet edenlerin en hayırlısısın.” [el- Mü’minûn 23/109] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki: Allah’ın fazlı ve rahmetiyledir ki bu, onların topladıklarından daha hayırlıdır.” [ Yûnus 10/58] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki: O sizin için hayır kulağıdır.” [ et-Tevbe 9/61] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Siz en hayırlı ümmetsiniz.” [ Âl-i İmrân 3/110] 21. Ahsen (En güzel): Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Yaratanların en güzeli olan Allah, yüceler yücesidir.” [el- Mü’minûn 23/14] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah, sözün en güzelini indirir.” [ ez-Zümer 39/23] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” [ et-Tîn 95/4] Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “Kimdir din itibariyle daha güzel olan?” [ en-Nisâ 4/125] 22. Mübârek: Allah Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurmuştur: “Rabbinin ismi mübârektir.” [ er-Rahmân 55/78] Kitabı hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu, mübârek bir zikirdir.” [ el-Enbiyâ 21/50] Resulü hakkında şöyle buyurmuştur: “ Mübârek bir ağaçtan…” [ en- Nûr 24/35]. Bizim hakkımızda şöyle buyurmuştur: “ Mübârek bir gecede...” [ ed-Duhân 44/3], “Eğer beldelerin halkları iman edip sakınsalardı biz onlara gök ve yerden bereket [kapıları] açardık.” [ el-A‘râf 7/96] “Onda hiçbir şüphe yoktur.” Yani onda şek yoktur. Buradaki er-rayb kelimesi, içerisinde korku bulunan şek demektir ki er-rayb şekten daha hususidir. Her rayb şektir, ama her şek rayb değildir. er-Rîbetü kelimesi bu kökten türemiş olup töhmet anlamına, el-mürîb töhmet altında bırakan anlamına gelir. Zeccâc şöyle demiştir: Râbenî fülânün ifadesi, bir kimseden kuşku duyulacak bir şey öğrendiğin zaman denilir, erâbenî ise “O bana şüphe vehmi verdi.”’ demektir. Bu mânada Zeccâc şu beyti nakleder: Kardeş dediğin o kimsedir ki kendisinden şüphelendiğin zaman der ki: “Şüphene (vehmine) sebep olan benim.” Kendisini kınadığın zaman ise alttan alır Burada şair ilk kelimeyi hakiki şüphe anlamında, ikincisini ise şüphe vehmi anlamında kullanmıştır. Lâ raybe ifadesindeki lâ, tebrie kelimesi olarak isimlendirilir ve tek bir ismin başına geldiği zaman bu isim fetha üzere mebni olur, tenvin almaz. Çünkü bu durumda lâ edatı ve başına geldiği isim, tıpkı hamsete ‘aşer (on beş) ifadesi gibi birlikte tek bir isim olurlar. Nitekim lâ racüle fi’d-dâr (Evde hiç adam yok) ifadesi hel min racülin fi’d-dâr (Evde hiç/herhangi bir adam var mı?) sorusunun cevabıdır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 323 ©ِ‹ْ Ÿَِ ۚ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١٠٩/٢٣] وĜאل ĤכÝאįÖ:﴿ ¢ُ ْ\ © ±Áَ ¯۪ nا ِ َ yªا ّ yُÁْrَ aَ ²َْ واóĻíĤ، Ĝאل: ﴿َوا َ ُ§ ْ﴾ [اÙÖijÝĤ، ª ٍ ُ ُذُن َrْyÁ ا© ْ ¢ُ ﴿:įĤijøóĤ אلĜو] ٥٨/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾y ٌ Áْrَ ¹َ¶ُ ﴿ :įĤijĜ ĵĤإ﴾ ِٰ Ãا ّ َ ٍ_﴾ [آل óĩĐان، ١١٠/٣]. ®ّ ُ ا yَÁْrَ ْcُ³ْ¦ُ ﴿ :אĭĤ אلĜو] ٦١/٩ ۜ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١٤/٢٣] وĜאل ĤכÝאįÖ: ±Áَ £۪ ِ ªYsَ ْ ªا ±ُ َ nْ َ ُ ا واīùèŶ، Ĝאل: ﴿َžَcَ ]َYرَك ّ اà ٰ ِ ²ْ َ َYن ٓž۪¿ Êاْ Y³َ ْ £َ «rَ uْ£ََ ª﴿ :įĤijøóĤ אلĜو] ٢٣/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [eÀ ِ u۪ oَ ْ ªا ±َ َ nْ َ ََل ا {َّ ² ُ ٰ Ãّ َ ﴿ا .[١٢٥/٤ ،אءùĭĤا﴾ [Y³À ً د۪ ±ُ َ nْ َ ۘ﴾ [اīĻÝĤ، ٤/٩٥ [وĜאل ĭĤא: ﴿َوَR ±ْ ا ٍ À۪ ¹ْ £َ b ±َِ nْ َ ا y ٌ ْ ََ[ َYرَك ْ ا~ ُ َرِّ\ ¥َ﴾ [اīĩèóĤ، ٧٨/٥٥ [وĜאل ĤכÝאįÖ:﴿ َو ٰ¶ َwا ِذ¦ واĩĤ×אرك، Ĝאل: ﴿b ك﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٥٠/٢١] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ ِ ®±ْ ‚َ َkَyٍة ُRَ[ َYرَ¦ٍ_﴾ [اijĭĤر، ٣٥/٢٤] وĜאل ĭĤא: ٌ ُRَ[ َYر ¹ْ£ََا ٰ َR¹³ُا َو ّاb ْ £ُ ٰyٓى ا َ ْ¶ َ© اª َ ا َ ّن ¹َْ ا َ ٍ_ ُRَ[ َYرَ¦ٍ_﴾ [اìïĤאن، ٣/٤٤] وĜאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َوª «Áَْ ª ¿ž۪﴿ ٓ ِYء َو َْ اÊْر ِض﴾ [óĐŶاف، ٩٦/٧]. ¯َ َªا ّ ±َR ِ تY ٍ ¦َyََ \ ْ·ِÁَْ «َ Y³َoْ cَŸََ ª ٢ وijİ ،فijì įĻĘ כü ÕĺóĤوا ١ .įĻĘ כü ź أي﴾ µÁِ ž۪ [َ Àْرَ Êَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ،כĤذ īĨ ÙĩıÝĤا Ù×ĺ ِ ّ ٣ رÕĺ üכ وĻĤ ÷כģ üכ رĺ×א. واóĤ أÿì īĨ اýĤכ، وכģ واÕĺóĩĤ اħıÝĩĤ. وĜאل اäõĤאج: «راĹĭÖ ŻĘن إذا ÛĩĥĐ įĭĨ اĺóĤ×Ù وأراĹĭÖ أي أوĹĭĩİ ٥ ٤ وأïýĬ: «Ù×ĺóĤا į ُ ×Ĭאäِ نźَ įَ Ý×َ ÜאĐ وإن ،Ûُ ْ Ö َ ĩƪא أر Ĭإ אلĜ įَ Ý ْ َ أijìك اñĤي إن ِرÖ ٦ و«ź «כÙĩĥ Ü×ÙÐó، وĹİ إذا دÛĥì اĩøא .ħİijĥĤ ĹĬאáĤوا ÙĝĻĝéĥĤ ولŶا ģđä »؛ َ óýĐ Ùùĩì َ » ÙĤõĭĩÖ ٍ ّ ن؛ ĩıĬŶא óĻāĺان ٍ כאħø واïè ijĭُ ĺ ħĤو ÙéÝęĤا ĵĥĐ Ĺĭُ واïèا Ö «ار؟ïĤا ĹĘ ģäر īĨ ģİ» :ģÐאĝĤا لijĜ ابijä ijİ «ارïĤا ĹĘ ģäر ź» :כĤijĜ نÍĘ ١ ر + ĩıĭĻÖא óĘق. ٢ ر - واÕĺóĤ üכ įĻĘ ijìف. ٣ ر ط: Ęכģ. ٤ đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، ٦٨/١ (اĤ×óĝة، ١/٢). ٥ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: ùĤאن اóđĤب īÖź ijčĭĨر، «رÕĺ«؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، ، «رÕĺ«. ٦ ط - وĜאل اäõĤאج... واáĤאĹĬ ħİijĥĤ. ٥ ١٠ ١٥ 324 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Burada min kelimesi racül kelimesi ile birlikte soru cümlesinde tek bir şey hâlini almıştır. Aynı şekilde bu ikisi cevap cümlesinde de tek bir şeydir. Buradaki min edatı, olumsuzlama sorusunun genellik ifade etmesini sağlar [yani “Herhangi bir adam var mı?” anlamını verir], çünkü bu tek bir kişi ve daha fazlası hakkında sorudur. Lâ racüle ifadesi ise bir ve daha fazlasının olumsuzlanması anlamına gelir. Eğer soruda hel racülün fi’d-dâr (Evde bir tek adam var mı?) denmiş olsaydı o zaman bu, sadece bir kişi hakkında soru olurdu. Buna cevaben verilen mâ fi’d-dâri racülün (Evde bir adam yok) cevabı da tek bir kişinin varlığının olumsuzlanması olurdu. Ancak bu son ifadenin kapsamına iki ya da daha fazla kişinin girmesi de mümkündür. İşte Zeccâc’ın genel olarak ifade ettiği hususun detayı budur. Eğer lâ edatından sonra iki isim gelecek olursa bu durumda dört vecih vardır: 1. Her ikisinin merfû olması ve tenvin alması, 2. Her ikisinin fetha alıp tenvin almaması, 3. İlkinin merfû ve tenvinli, ikincisinin ise fethalı ve tenvinsiz olması, 4. İlkinin fethalı ve tenvinsiz, ikincisinin ise merfû ve tenvinli olması. Bu husus lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh ifadesinde açıkça görülür. “Onda hiçbir şüphe yoktur.” ifadesi, “Onun o vaad edilmiş kitap olduğunda şüphe yoktur.” anlamına gelir. Bir görüşe göre bu ifade, “Onun hidâyet olduğunda şüphe yoktur.” anlamına, diğer bir görüşe göre ise, “Onda zikredilenlerde şüphe yoktur, çünkü onlar müphem (kapalı) değil, mübeyyen (açık) hususlardır.” anlamına gelir. Eğer, “Kâfirler ondan şüphe etmişler, Allah’ın kitabını kabul etmemişlerdir. Ehl-i kıbleden bid‘at ehli olanlar onun müteşâbihlerinin mânasında şüphe etmişler, müteşâbihleri zâhirleri üzere te’vil edip sapmışlardır. Âlimler onun vecihleri konusunda şüphe etmişler ve vecihlerden herhangi birinde kati bir görüş sahibi olamamışlardır. Avam ise onun mânasını anlamamıştır. Bu durumda ondan şüphenin olumsuzlanması ne anlama gelmektedir?” diyecek olursan bunun üç cevabı vardır: 1. Bu, insanlardan değil, kitaptan şüphenin olumsuzlanmasıdır. Kitap, kendisine şüphe yerleşemez diye nitelenmiştir ki bu haktır, doğrudur, mâlûmdur ve anlaşılırdır. İnsanlar bundan ister şüphe etsinler ister etmesinler durum değişmez. Nasıl ki insanlar yalan olduğunu söyleseler de bir şey doğru ise yine doğrudur. Benzer şekilde insanlar doğru olduğunu iddia etseler de yalan yine yalandır [yani insanların ne dediği önemli değildir]. Aynı şekilde kitap da böyledir, ona dâhil olacak herhangi bir şüphe ya da ona yerleşecek herhangi bir ayıp söz konusu değildir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 325 ] واïèا ĹĘ اËùĤال āĘאر ñİان أąĺא ÑĻüא واïèا أ ٤٤] אÑĻü אراĀ «ģäر «ďĨ «īĨ»و .įĻĥĐ زاد אĨو ïèاijĤا īĐ الËø įĬÍĘ ؛ĹęĭĤا الËø ħĻĩđÝĤ ijİ « ْ īِ ĹĘ اijåĤاب. و«Ĩ īĐ الËø اñıĘ «ار؟ïĤا ĹĘ ģäر ģİ» :אلĜ ijĤو .įĜijĘ אĨو ïèاijĤا ĹęĬ «ģäر َ ź»و įĻĘ نijכĺ أن زijåĺو .óĻĔ ź ïèاijĥĤ ĹęĬ «ģäر ارïĤا ĹĘ אĨ» :כĤijĜو .óĻĔ ź ïèوا ٢ ذכóت ïđÖه اīĻĩø ĘـįĻę ١ ÍĘن .ģَ َ اĭàאن وأכóá. وñİا כėý Ĩא ذכóه اäõĤאج وأĩä çÝĘ ďĨ įُ ُ أوĩıĤא وĭĺijÜ أرÙđÖ أوįä: رĩıđĘא، وĩıĭĺijĭÜא، وĩıéÝĘא óĻĕÖ īÖijĭÜ، ورďĘ ĹĘ כĤذ çĄijÝùĺو ،įِ ĭĺijĭÜو óìŴا ďĘر ďĨ īĺijĭÜ óĻĕÖ אĩıĤأو ُ çÝĘو ،īĺijĭÜ óĻĕÖ õèŴا .ųאÖ Ʃ źإ ةijĜ źو لijè ź :ħıĤijĜ ۛ﴾ أيź üכĹĘ כįĬijذĤכاĤכÝאباijĐijĩĤد, وģĻĜ: أيź ۚ µÁِ ž۪ ۛ ۚ [َ Àْرَ Êَ﴿ :įĤijĜ ĵĭđĨ ħà .Ùĩı×ĨóĻĔ Ùĭƪ Ļ×ُ Ĩ ĹıĘ ٣ ؛įĻĘراتijכñĩĤا ĹĘכü źأي :ģĻĜو .ىïİ įĬijכ ĹĘכü Ùĥ×ĝĤا ģİأ īĨ نijĐïÝ×ĩĤوا ،ųا Ʃ אبÝכÖ واóĝĺ ħĥĘ įĻĘ اijכüّ אرęכĤا إن «:اijĤאĜ نÍĘ ٦ ıÖא، واĩĥđĤאء üכijا ĹĘ ٥ ijĥĄا óİاijČ ĵĥĐ אİوóäÉĘ įÜאıÖאýÝĨ ĹĬאđĨ ĹĘ ٤ üƫכijا אĩĘ ،įĻĬאđĨ اijĩıęĺ ħĥĘ įĻĘ اijכü امijđĤوا ،אıĭĨ įäو ĵĥĐ لijĝĤا اijđĉĝĺ ħĥĘ įİijäو :ÙÖijäأ ÙàŻà įĥĘ ٧ «؟įĭĨ ÕĺóĤا ĹęĬ ĵĭđĨ ź įĬÉÖ فijĀijĨ אبÝכĤوا ،אسĭĤا īĐ ź אبÝכĤا īĐ ÕĺóĤا ĹęĬ ٨ أİïèא: أن ñİا قïāĤכא ،اijכýĺ ħĤ أو įĻĘ אسĭĤا כüƪ مijıęĨ مijĥđĨ قïĀ ěè ijıĘ ،Õĺر įĻĘ īכĩÝĺ ُ ïĀق ĹĘ įùęĬ وإن وįęĀ اĭĤאس ÖאĤכñب، واĤכñب כñب ĹĘ įùęĬ وإن وįęĀ اĭĤאس .ÕĻĐ įĻĘ īכĩÝĺ أو Õĺر įĝéĥĺ אĩĨ ÷ĻĤ אبÝכĤا اñכĘ ،قïāĤאÖ ١ ر + ıĻĘא. ٢ ر: إذا. ٣ ر - įĻĘ. ٤ ح - üכijا. ٥ ح ر: ijČاİóİא. ٦ ح: ijĥąĘا. ٧ ح: įĭĐ. ٨ ط - أن ñİا. ٥ ١٠ ١٥ 326 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 2. Bu, Kur’ân’ı dikkatlice düşünüp iyice inceleyen kimsenin şüpheye kapılmayacağı anlamındadır. Çünkü kim Kur’ân’ı hakkıyla öğrenir, onda iyice derinleşir ve inatçılık yapmadan, insaflı bir şekilde Kur’ân üzerinde düşünürse onda herhangi bir çelişki ya da tenakuz bulamaz, aksine onun her bir kısmının diğer kısımlarını doğruladığını görür. 3. Bu ifade her ne kadar form olarak olumsuzlama olsa da anlam olarak yasaklamadır. Tıpkı “Hacda tartışma, refes ve fısk yoktur.” [ el-Bakara 2/197] âyetindeki gibidir. Nitekim bu âyetteki bu ifadeler zâhirdeki gibi olumsuzlama anlamına hamledilirse ortaya benzer bir müşkil çıkar. Çünkü biz hac esnasında tartışan, fasıklık yapan ya da refes yapan (müstehcen ifadeler kullanan) kimseler görmekteyiz. Fakat bu ifade hac esnasında bu tür şeylerin yapılmasını yasaklanması anlamına gelir. İşte konumuz olan ifade de böyledir. Bunun bir benzeri de şu âyette vardır: “Kendisinde şüphe olmayan günde onları topladığımız zaman hâlleri nice olacak.” [ Âl-i İmrân 3/25] Nitekim inkârcılar âhiret gününü inkâr etmiş, müşrikler o gün hakkında şüphe etmişlerdir. Ancak bunun izahı üç türlüdür. Birincisi: Bu ifade o günün varlığında ve tahakkukunda şüphe yoktur anlamına gelir. İkincisi: O güne dair işler şüphe ve karıştırma şeklinde cereyan etmez anlamına gelir. Üçüncüsü: Bu ifade o günden şüphe duymanın yasaklanmasıdır, çünkü o gün muhakkak gerçekleşecektir. Fîhi (onda) ifadesi he harfinin kesresi, ötresi ve sükûnu ile okunmuştur. Bunların her biri iki şekilde izah edilir. Kesre ile okunuş, öncesindeki ye harfinden dolayıdır. Ötre ile okunuş, aslının böyle olmasındandır, çünkü bu zamirin aslı hüve zamiridir. Sükûn ile okunuş ise vakıf nedeniyledir. Kesre iki türlüdür: İşbâ‘sız yani sonunda ye harfinin telaffuz edilmediği kesre -ki yazımda kelimenin sonunda ye harfi yoktur- ve sonunda ye harfi ile işbâ‘ olan kesre -ki zamirin aslı sonu vâv olan hüve zamiridir ve bu vâv burada, öncesindeki kesre nedeniyle ye harfine dönüşür-. Ötre de aynı şekilde iki türlüdür: Vâv harfi ile işbâ‘ olan ötre. Bu Zührî’nin kelimenin aslı olan hüve zamiri üzere okuyuşudur. [Diğeri ise] sonrasındaki vâv harfinin yazımın esas alınması ve hafifletme sebebiyle kaldırıldığı ötredir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 327 ٢ اóčĭĤ وإäאÙĤ اęĤכó، אمđĬإ ïđÖ įĭĨ ÷×ÝĝĩĤا īĐ ١ واáĤאĹĬ: أن ñİا ĹęĬ اÕĺóĤ ģÖ אĄאرđÜ źو אąĜאĭÜ įĻĘ ïåĺ ħĤ ïĬאđĨ óĻĔ אęāĭĨ įĻĘ óčĬو óّ é×Üو įĩĥđÜ ّ īĩĘ ِ ُق įąđÖ ąđÖא. ïّ َ āُ وïäه ĺ Ëَžَ﴿ :įĤijĝכ ٣ واáĤאßĤ: أن ñİا ĹıĬ ĹĘ اĵĭđĩĤ وإن כאن ĻęĬא ĹĘ اÙĕĻāĤ، وijİ ĵĥĐ Ûĥĩ ُ è ijĤ אتĩĥכĤا هñİ نÍĘ [١٩٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا ﴾ [ِ ۜ iّ oَ ْ َرžَ َe َوَÊ žُ ُ ¹َق َوَÊ ِj َu َال žِ¿ اª ٤ įĭכĤو אدلåĺو ěùęĺو įĻĘ ßĘóĺ īĨ ïåĬ אĬÍĘ כאل؛üŸا اñİ įĻĥĐ įäijÜ ĹęĭĤا óİאČ Êَ ٍ َِÁ¹ْم ª ْ ¶Yُ ³َْ ¯َ jَ ذاَِ ا َ Áْ§َ žَ﴿ :įĤijĜ هóĻčĬو .įĥáĨ اñıĘ ،ãéĤا ĹĘ כĤذ ģđĘ īĐ ĹıĬ ٥ َرْÀ َ [ž۪ ِµÁ] ﴾آل óĩĐان، ٢٥/٣] وïĜ أĬכóه اïéĥĩĤون وüכ įĻĘ اóýĩĤכijن، Ĥכī وįİijä رهijĨأ يóåÜ ź įĬأ ĹĬאáĤوا .įùęĬ ĹĘ įĝĝéÜو دهijäو ĹĘ כü ź įĬأ אİïèأ :ÙàŻà . ÙĤאéĨ ź ďĜوا įĬÍĘ ؛įĻĘ אبĻÜرźا īĐ ĹıĬ įĬأ ßĤאáĤوا .÷Ļ×ĥÝĤوا כýĤا ĵĥĐ ۛ﴾ óĜئ Öכóù اıĤאء وıĩĄא وøכıĬijא. وכģ وįä ĵĥĐ وīĻıä: ۚ µÁِ ž۪﴿ :įĤijĜو ģĀأ نŶ ؛ģĀŶا ĵĥĐ ĹıĘ [ أĨא اĤכóù ĻĥĥĘאء اĹÝĤ Ĝ×ıĥא وأĨא اħąĤ] ٤٤ب .ėĜijĤا ĵĥđĘ īĻכùÝĤا אĨوأ ،»ijİ» ÙĺאĭכĤا אءĺ ź įĬŶ א؛čęĤ אİïđÖ ٧ אءĺ ź ٦ َÙ، أي đ َ ×ýĨ óĻĔ ٌ ħà اĤכóùة ĵĥĐ وīĻıä: כóùة هñİ Ûĥđäو ،اوijĤאÖ «ijİ» אıĥĀأ ÙĺאĭכĤا אءİ نŶ אء؛ĻĤאÖ Ù َ đ َ ×ýĨ ٌ İïđÖא כÝאÙÖ. وכóùة اijĤاو ĺאء ĭıİא ĥĤכóùة اÙĨïĝÝĩĤ. Ùĩĥכ ģĀأ ĵĥĐ ٨ يóİõĤا اءةóĜ Ĺİو اوijĤאÖ Ùđ×ýĨ :אąĺأ īĻıäو ĵĥĐ ÙĩąĤوا .ÙÖאÝכĤا ĵĥĐ אءĭÖو אęĻęíÜ אİïđÖ واو ź ÙĩĄو ،»ijİ» ١ ر - اÕĺóĤ. ٢ ط: اïđĬام. ٣ ح - وijİ. ٤ ح ر: Ĥכįĭ. ٥ ر: اijåĤاب įĭĨ. ٦ ح - أي. .ٍ ٧ ح: ŻÖ ĺאء ّ (ت. ١٢٤ İـ / ٧٤٢ م) أïè اıĝęĤאء واīĻàïéĩĤ واŻĐŶم َאب اóİõĤي ıüِ īÖ ųا ï×Đ īÖ ħĥùĨ īÖ ïĩéĨ óכÖ ijÖأ ijİ ٨ ï×Đ īÖ óĩĐ ÕÝوכ ،אıÖ ّ اÝĤאīĻđÖ ÖאÙĭĺïĩĤ، رأى óýĐة īĨ اéāĤאÙÖ وijİ أول īĨ دون اßĺïéĤ، õĬل اýĤאم واóĝÝø ،Õْ ĕýÖ َ אتĨ :ريõåĤا īÖا אلĜ .įĭĨ ÙĻĄאĩĤا ÙĭùĤאÖ ħĥĐأ اïèأ ونïåÜ ź ħכĬÍĘ אبıü īÖאÖ ħכĻĥĐ :įĤאĩĐ ĵĤإ õĺõđĤا آóì ّïè اåéĤאز وأول ïè īĻĉùĥĘ. أóčĬ: وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ١٧٧/٤؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١٧/٥؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٩٧/٧ ٥ ١٠ ١٥ 328 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sükûn da iki vecihtir: Vakıf üzere sükûn ki bunun sebebi, sözün tamamlanması ve ardından yeni ifadenin başlamasıdır. Yeni ifade, hüve hüden (O, hidâyettir) şeklindedir. [Diğer vecih ise] Ebû Hâtim’in Ebû Amr’dan rivayet ettiği üzere, idgam nedeniyle sükûndur. Hüden ( hidâyet) kelimesinin tefsiri ve benzerleri ile ilgili söylenecekler daha önce “Bize hidâyet et.” [ el-Fâtiha 1/5] âyetinde geçmişti. Sonra bu kelime burada tıpkı et-tükā, es-sûrâ, ed-dücâ kelimeleri gibi mastar olabileceği gibi fâil de olabilir, çünkü dil bakımından mastar ism-i fâil için de mef‘ul için de kullanılabilir. Örneğin racülün ‘adlün (adâlet adam) ifadesi, “âdil adam” anlamında, “ rızâ” kelimesi “razı olunan” anlamında kullanılır. el-Hüdâ ( hidâyet) kelimesi Kur’ân’da el-hâdî (hidâyete erdiren) anlamında kullanılmıştır. Hak Teâlâ Hz. Mûsâ’dan naklederek şöyle buyurur: “Ya da ateşe bir yol gösterici bulurum.” [ Tâhâ 20/10] Buradaki hüden kelimesi “ hidâyet eden/ gösteren” anlamında kullanılmıştır. Eğer bu kelime mastar olarak kabul edilirse, o zaman “Onda hidâyet vardır.” âyetindeki kullanım böyledir. Eğer fâil olarak kabul edilirse o zaman anlam, “O, takvâ sahiplerine hidâyettir, yani onları hidâyete erdiricidir.” şeklinde takdir edilir. İ‘rabına gelince, zâhir olan şudur ki burada i‘rab harfi olan ye harfinin harekesi yoktur, çünkü bu kelime maksur bir isimdir, tenvin ile ye harfi düşmüştür. Bu sîga Kur’ân’da nasb, cer ve ref‘ mahallinde kullanılır. “Onların hidâyetini artırır.” [ Muhammed 47/17] âyetinde mansub, “Onda hidâyet ve nûr vardır.” [ en-Nisâ 4/46] âyetinde merfû, “İşte onlar hidâyet üzeredir.” [ el-Bakara 2/5] âyetinde ise mecrurdur. Burada, yani “ Takvâ sahipleri için hidâyettir” âyetinde mansub ve merfû olabilir, ama mecrur olamaz, çünkü kelimeyi mecrur yapacak bir unsur yoktur. Mansub olması kat‘ [yani ikinci ve üçüncü ismin i‘rab itibariyle ilkine muhalif olması] nedeniyle olur ki bunun da birkaç vechi vardır. İlki, “İşte o kitap” ifadesinden kat‘ olmasıdır. Bu durumda el-Kitâb kelimesi marife, hüden kelimesi nekredir. İkincisi “İşte o” kelimesinden kat‘ olmasıdır ki bu da marifedir. Üçüncüsü: “onda” kelimesinden kat‘ olmasıdır ki bu da marifedir. Marife kelimenin nekre ile nitelenmesi uygun olmaz, bu yüzden kat‘ kaidesi gereği tıpkı “Allah’ın devesi, sizin için bir âyet olarak...” [ el-A‘râf 7/73], “İşte bu benim kocam, bir ihtiyar...” [ Hûd 11/72], “İşte evleri, yerle yeksan olmuş hâlde...” [ en-Neml 27/52] âyetlerinde olduğu gibi nasb edilir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 329 ijİ» ĵĭđĨ ĵĥĐ اءïÝÖźا ħà مŻכĤا אمĩÝĤ ؛ėĜijĤا ĵĥĐ :īĻıäو ĵĥĐ īĻכùÝĤوا .وóĩĐ ĹÖأ īĐ ħÜאè ĹÖأ Ùĺروا ĹĘ אمĔوإد ،»ىïİ ﴾Yَ ²uِ ¶ْ ِ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ هóÐאčĬو هóĻùęÜ ĹĘ مŻכĤا óĨ ïĜ ﴾ىuً ¶ُ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو نÍĘ ؛ŻĐאĘ çĥāĺو ،ĵäïĤوا ƫ ىó ƫ ùĤوا ĵĝƫ ÝĤכא אĭıİ راïāĨ çĥāĺ ijİ ħà .[٥/١ ،ÙéÜאęĤا[ اħø اïāĩĤر ěĥĉĺ ĵĥĐ اęĤאģĐ واijđęĩĤل ً ÙĕĤ. ĝĺאل: «رģä ïĐل» أي Đאدل و« ًرĄא» :ĵøijĨ īĐ اó×ì ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ .אديıĤا ĵĭđĩÖ ىïُ أي ĹĄóĨ. وïĜ ورد ĹĘ اóĝĤآن اıĤ ۛ ۚ µÁِ ž۪﴿ :įĤijĜ ĵĥđĘ راïāĨ ģđُ ä نÍĘ .אĺאدİ أي] ١٠/٢٠ ،įĈ] ﴾ىuً ¶ُ ِ َYر َ« ّ اª³ «َ uُ jِ َ َْو ا ﴿ا َ أى İאد. īĻ ۪ ĝƪ Ý ُ ĩĥْ ِ Ĥ ىïً ُ İ ijİ :هóĺïĝÜ ģđåĺ أن ĵĥđĘ ŻĐאĘ ģđä وإن .﴾ىuً ¶ُ ١ ijāĝĨر ħøا įĬÍĘ اب؛óĐŸا فóè Ĺİ ĹÝĤا אءĻĥĤ Ùכóè ź óİאčĤا ĹęĘ įÖاóĐإ אĨوأ ăęíĤوا ÕāĭĤا ģéĨ ĹĘ آنóĝĤا ĹĘ وردت ÙĕĻāĤا هñİو .īĺijĭÝĤאÖ אءĻĤا Ûĉĝø ïĜو µÁِ ž۪﴿ :אلĜو ،بijāĭĨ اñİ [١٧/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ىuً ¶ُ ْ ¶ُادَ زَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ .ďĘóĤوا ٰ« ُ¶ ًuى﴾ [اĤ×óĝة، ٥/٢] ِئ ¥َ َ» ٰٓ ُو۬ª ُ ¹ٌۙر ﴾ [اùĭĤאء، ٤٦/٥] وñİا ijĘóĨع، وĜאل: ﴿ا ُ¶ ًuى َو² Á± ﴾çĥāĺ أن ĺכijن ÖijāĭĨא وĐijĘóĨא َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ وñİا ijęíĨض، وĭıİא įĤijĜ: ﴿ ُ ¶ًuى ª ٢ وďĉĝĥĤ وijäه: أİïèא .ďĉĝĤا ĵĥđĘ ÕāĭĤا אĨÉĘ .ăĘאíĤا مïđĤ ăęíĤا َ ģĩÝéĺźو :įĤijĜ īĨ ĹĬאáĤوا ،ةóכĬ ﴾ىuً ¶ُ ﴿و ÙĘóđĨ ﴾بY ُ cَ§ِ ْ ْ ِ§َc ُ Yب﴾ و﴿اª ِ ¥َ اª ªذٰ ﴿ :įĤijĜ īĨ ÙĘóđĩĤا ėĀوو ،אąĺأ ÙĘóđĨ ijıĘ ﴾µÁِ ž۪﴿ :įĤijĜ īĨ ßĤאáĤوا ،אąĺأ ÙĘóđĨ ijİو﴾ ¥َ ِ ﴿ ٰذª ًَ_﴾ [اóĐŶاف، ٧٣/٧] وįĤijĜ: Àٰ َ ُ§ ْ ا ª ِٰ Ãا ّ_ ُ َ ¢Yَ ²﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩאכ ً đĉĜ َ Õāِ ُ ĭĘ ٣ ÖאĭĤכóة ħĻĝÝùĺź؛ ًَ_﴾ [اģĩĭĤ، ٥٢/٢٧[. Àِ وYrَ ْ·ُb¹ُ Áُ\ُ ¥َ ْ «cِžَ﴿ :įĤijĜو] ٧٢/١١ ،دijİ] ﴾ۜ Ysً Áْ‚َ ¿«۪ ْ َ ﴿َو ٰ¶ َwا \ ١ ر - اħø. ĹĘ ďĉĝĤا نijכĺو ،įĻĤإ אفąĩĤا فñè ÙĘאĄŸا אبÖ ĹĘو ،įĐij×ÝĩĤ ابóĐŸا ĹĘ įÝĻđ×Ü īĐ ďÖאÝĤا فóĀ ijéĭĤا ĹĘ ijİ ٢ ،ÙĐijĉĝĩĤا ÙęāĤا ĵĤإ įĭİذ אظĝĺوإ ďĨאùĤا įĻ×ĭÝĤ :ولŶا :īĻ××ùĤ نijכĺ ďĉĝĤوا .ÙĘאĄŸوا אنĻ×Ĥا ėĉĐو لï×Ĥوا ÛđĭĤا ّāאف اÙęāĤ ÖאijĀijĩĤف اĹÝĤ ñĺכİóא اÝĩĤכħĥ أو واáĤאĹĬ أن اďĉĝĤ ź ĺכijن إź إذا כאن اùĤאďĨ َ اíĩĤאÕĈ ħĥđĺ اÜ ıđĉĝĺא. ٣ ر + أąĺא. ٥ ١٠ ١٥ 330 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu ifade hâl olduğu için nasb edilmiştir, yani anlam, “Onun hidâyet olduğunda şüphe yoktur” şeklindedir. Merfû olması ise birkaç nedendendir. İlkine göre bu ifade “işte bu” ifadesinin haberidir. İkincisine göre bu ifade el-Kitâb kelimesinin haberi, üçüncüsüne göre fîhi kelimesinin haberi, dördüncüsüne göre ise gizlenmiş bir mübtedânın haberidir ki bu durumda ifadenin takdiri, “o hidâyettir” şeklinde olur. Sonra burada üç soru akla gelir: 1. Hidâyet Allah’tan olduğu hâlde neden burada Kur’ân’a izâfe edildi? 2. Neden burada “ Takvâ sahipleri için hidâyettir.” diyerek hidâyeti takvâ sahiplerine tahsis etti de başka yerde “İnsanlar için hidâyet ve açık deliller...” [ el-Bakara 2/185] diyerek umumi kullandı? 3. Kur’ân’da herkesin hidâyeti bulunduğu hâlde neden sadece takvâ sahiplerine hidâyet olduğu söylendi? Bu durumda takvâ sahibi olmayanlar bu konuda mazeret sahibi midir? Birincinin cevabı: Hidâyetin Kur’ân’a izâfe edilmesi, sebep açısındandır. Benzer kullanım, “Sen hidâyet edersin.” [ eş-Şûrâ 42/52] âyetinde vardır ki bunun aksi “Sen hidâyet edemezsin.” [ el-Kasas 28/56] âyetinde söz konusudur. Yine saptırma “ Firavun kavmini saptırdı, hidâyete erdirmedi.” [ Tâhâ 20/79] âyetinde Firavun’a, “Onlar insanlardan çoğunu saptırdılar.” [İbrâhîm 14/36] âyetinde putlara izâfe edilmiştir, oysa dilediğini saptıran, dilediğini de hidâyete erdiren Allah Teâlâ’dır, nitekim “Asıl hidâyet Allah’ın hidâyetidir.” [ el-Bakara 2/120] buyurmuştur. İkincinin cevabı: O, beyân itibariyle tüm insanların hidâyeti, irşat itibariyle hususen takvâ sahiplerinin hidâyetidir. Benzer şekilde hususi olarak Hz. Peygamber aleyhisselâm hakkında “Sen ancak ondan korkanı uyarırsın.” [ en-Nâziât 79/45], “Sen ancak zikre tâbi olan Rahmân’dan gayben korkanı uyarırsın.” [ Yâsîn 36/11] buyurulmuştur, bununla beraber yine Hz. Peygamber aleyhisselâm hakkında “Biz seni bütün insanlara uyarıcı ve müjdeci olarak gönderdik.” [Sebe’ 34/28] buyurulmuştur, ancak o herkesi tebliğ anlamında uyarmış, fakat bu tebliğ sadece Allah’tan korkanlara fayda etmiş, onların dikkatini çekmiştir. İşte burada da durum bunun gibidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 331 ١ ïİى. وأĨא اďĘóĤ ijäijĥĘه: أİïèא įĬijכ ĹĘ Õĺر ź أي ،אلéĤا ĵĥĐ ÕāĬ ijİ :ģĻĜو :įĤijĜ ó×ì įĬأ :ßĤאáĤوا .﴾بY ُ cَ§ِ ْ ªا ﴿:įĤijĜ ó×ì įĬأ :ĹĬאáĤوا ٢ .﴾¥َ ِ ªذٰ ﴿ :įĤijĜ ó×ì įĬأ :ÙĥÑøأ ÙàŻà אĭıİ ħÐ .ىïİ ijİ أي óĩąĨ أïÝ×Ĩ ó×ì įĬأ :ďÖاóĤوا .﴾µÁِ ž۪﴿ ؟ĵĤאđÜ ųا Ʃ ِħ أĄאف اïıĤى إĵĤ اóĝĤآن وijİ īĨ أİïèא: أįĬ Ĥ :אلĝĘ óìآ ďĄijĨ ĵĘ ħĐو ،﴾±Á َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª ىuً ¶ُ ﴿ :אلĝĘ אĭİ ÿì ħِ Ĥ įĬأ :ĹĬאáĤوا َِّÁ³َ ٍ Yت﴾ [اĤ×óĝة، ١٨٥/٢]؟ َ ِ Yس َو\ ³«ّ ِ ª ىuً ¶ُ ﴿ ُ اīĻĝÝĩĤ óĻĔ رñُ Đ ģİو ،ģכĤا ِّ ىïُ İ įĻĘو ىïıĤאÖ īĻĝÝĩĤا ÿì ħِ Ĥ įĬأ :ßĤאáĤوا ñıÖا؟ ] اïıĤى إĵĤ اóĝĤآن ĵĥĐ وįä اùÝĤ×ÕĻ כĩא ĹĘ أ وأĨא ijäاب اŶول ĄÍĘאÙĘ] ٤٥ َْ· ۪uي﴾ [اÿāĝĤ، ٥٦/٢٨[ b Êَ ¥َ َ ²ِّ ٓي﴾ [اijýĤرى، ٥٢/٤٢] ďĨ įĤijĜ:﴿ ا u۪ ·ْcََ ª ¥َ َ ²ِّ įĤijĜ:﴿ َوا ،įĈ] ﴾ىuٰ ¶َ Y®َوَ µُ®َ¹َْ َ ْžِy¹َْ ُن ¢ ©ّ Šَ َ وכĩא ĹĘ إĄאÙĘ اŻĄŸل إĵĤ ijĐóĘن įĤijĝÖ:﴿ َوا ųوا Ʃ َ ِۚ Yس﴾ [إóÖاħĻİ، ٣٦/١٤[ ³ªا ّ ±َR ِ اyÁً g۪¦َ ±َ ْ «َ «Šْ َ َ ا ±ّ ·َُ ²ِّ ٧٩/٢٠] وإĵĤ اĭĀŶאم įĤijĝÖ:﴿ ا َ ُ¶ َuى ّ اà ِٰ ُ¶¹َ ِ ّن ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،אءýĺ īĨ ىïıĺو אءýĺ īĨ ģąĺ يñĤا ijİ ĵĤאđÜ ُ· ٰu ۜى﴾ [اĤ×óĝة، ١٢٠/٢]. ْ اª وأĨא ijäاب اáĤאĹĬ: ijıĘ ïİى اĭĤאس כħıĥ ĻÖאĬא وïİى اīĻĝÝĩĤ ĵĥĐ اijāíĤص ±ْ ®َ رُ wِ³ْ®ُ aَ ²َْ ٓY ا ¯َ َ ²ِّ ا ﴿:صijāíĤا ĵĥĐ įĤijøر ěè ĹĘ ĵĤאđÜ įĤijĝכ ijİو ،אداüإر ﴾[ۚ ِ Áْ ›َ ْ ªYِ \ ±َ ¯ٰ nْ َ َ ّ اyª ¿ƒِ rَ وَ yَ ْ ¦ِ ََ[•َ ّ اwª bاّ ±ِRَ رُ wِ³ْbُ Y¯َ َ ²ِّ ۜ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٤٥/٧٩] وĜאل: ﴿ا Y·Áَ ƒٰ sْ َ À ﴾اyÀ ً w۪ َ َ ƒ۪ ًyÁا َو² َ ِ Yس \ ³«ّ ِ ª _ً َ žYّ ٓ ¦َ َ Êِّ ْ ³َ َ Yك ا َْرَ~» ا Yٓ®َوَ ﴿:مijĩđĤا ĵĥĐ įĻĘ אلĜ אĨ ďĨ [١١/٣٦ ،÷ĺ] .įĥáĨ اñıĘ אıĻ×ĭÜ ÙĻýíĤا ģİأ כĤذ ďęĬو אĕĻĥ×Ü ģכĤا رñĬأ īכĤ [٢٨/٣٤ ،É×ø] ١ ح: įĻĘ èאل כįĬij. . ُ َאب ٢ ح + ْاĤ ِכÝ ٥ ١٠ ١٥ 332 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Üçüncünün cevabı: O, takvâ sahiplerine hidâyettir, çünkü ondan faydalananlar onlardır, bu yüzden sanki hususen onlara hidâyetmiş gibi ifade edilmiştir. Herhangi bir şeyden başkaları değil de sadece bir kişi faydalanıyorsa, bu durumda “O, hususen sanadır.” denilir, yani “Bundan sadece sen faydalanıyorsun.” denilmek istenir, yoksa insanların onunla hidâyet bulmamış olmaları onu hidâyet olmaktan çıkarmaz. Nitekim gözü görmeyen kimse göremese de güneş güneştir, ağzının tadı bozuk olan tadını alamasa da bal baldır, burnu tıkalı olan kokusunu alamasa da misk misktir. Asıl eli boş kalıp hüsrana uğrayacak kimse deryalar dolup taşarken susuzluk çeken, ay parıldıyorken karanlıkta kalan, güzel koku yanı başında iken kötü kokan, pınar gürül gürül akıyorken dili damağı kuruyan kimsedir. Asıl hüsran, Kur’ân emirler ve yasaklar verirken fasıklık eden, ilâhî uyarılar ve müjdeler apaçık ve ardı ardına gelmişken korku ve ümitten uzak duran kimseye aittir. Bu nedenle Hak Teâlâ “O elbette kâfirler için bir hüsrandır.” [ el-Hâkka 69/50] buyurmuştur. “ Takvâ sahipleri için.” Muttakî kelimesinin kökü el-vikāyedir, bu da koruma anlamındadır. et-Tevekkî kelimesi çekinme, el-ittikāu, korunma, yani âfetten sakınma anlamındadır. Vikāyetü’r-re’s (başı koruma), vikāyetü’s-sevb (elbiseyi koruma) ve vikāyetü’l-kitâb (kitabı koruma) ifadeleri de böyledir. Bu kökten türeyen isim et-takvâdır, bunun aslı el-vekvâ şeklinde olup ilk vâv harfi aslî, ikincisi zaittir. Ye harfi fiilin son harfidir, vezni fe‘vuldür. Bir görüşe göre bu kelime fe‘lâ veznindedir, bu durumda ikinci vâv harfi kelimenin son harfi, ikinci ye harfi ise zaittir. Ancak ilk görüş daha uygundur, çünkü kelimenin kökünde ye harfi vardır, bu yüzden son harfi eş-şekvâ ve ed-da‘vâ kelimelerindeki gibi vâv harfi olamaz, çünkü bu iki kelimenin kökünde vâv harfi bulunur. Kelimedeki ilk vâv harfinin te harfine dönüşmesinin sebebi ittekā, yettekî şeklindeki kullanımda bunların te harfine dönüşüyor olmasıdır, çünkü bu kelimelerin aslı iytekā şeklindedir, vav harfi, öncesindeki harf kesre olduğu için ye olmuştur ki aynı durum elmî‘âd, el-mîzân ve el-mîrâs kelimelerinde de söz konusudur. Sonra ye harfi te harfine dönüşmüş ve ilki ikincisine idgam edilmiştir, bunun sebebi ise uyum sağlamak ve harfler arasındaki ahenksizlikten ( tenâfür-i hurûf) kaçınmaktır. Sonra kelime bu fiilden türeyen isim formunda mebnî olmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 333 ١ ijāìا ħıĬÉכĘ ،įÖ نijđęÝĭĩĤا ħİ ħıĬŶ ؛īĻĝÝĩĥĤ ىïİ ijıĘ :ßĤאáĤا ابijä אĨÉĘ ĵĥĐ כĤ įĬإ :هóĻĔ دون صijāíĤا ĵĥĐ ءĹýÖ ďęÝĬا īĨ ģכ ĹĘ אلĝĺ ٢ įÖ، כĤñכ įäóíĺ ٣ اijāíĤص، أي أÛĬ اďęÝĭĩĤ įÖ وïèك. وĻĤ ÷ĹĘ أن اĭĤאس ħĤ ïÝıĺوا įÖ Ĩא ٤ وإن ħĤ ģùĐ ģùđĤوا ، ُ َ İא اóĺóąĤ óĺ ħĤ وإن÷ ĩü ÷ĩýĤאĘ ى؛ïİ نijכĺ أن īĨ Ù×ĻíĤאĘ ٥ ïåĺ įĩđĈ اóĩĩĤور، واùĩĤכ ùĨכ وإن ħĤ ïĺرك ÕĻĈ رįéĺ اËĩĤوف، ُ ÕĻĉĤوا ßَ ُ ، َوì× ٌ ُ زاóİ رï×Ĥوا ÙĩĥčĤا ĹĘ َ ، وĹĝÖ ٌ ُ زاóì óé×Ĥوا ûĉĐ īĩĤ Ù×ĻíĤا ģכ ، واóùéĤة כģ اóùéĤة īĩĤ ĵāĐ وěùĘ ُ واóĝĤآن Ĭאه ٌ ٦ ُ واóĤوض ĬאóĄ َى ، َوذو ٌ óĄאè :įĤŻä ģä אلĜ כĤñĤو ،óİאčÝĨ ïĻĐijĤوا óÜاijÝĨ ïĐijĤوا ُ Ù×İóĤوا Ù×ĔóĤا قَ َ ٧ وĘאر وآóĨ، .[٥٠/٦٩ ،ÙĜאéĤا﴾ [±À َ ۪ yžYِ §ـ َ ْ َ« اª ة َ» ٌ yَْ oَ َ ª µُ َ ²ِّ ﴿َوا اċęéÝĤ، ƫ Ĺِ ĜijÝĤوا ّ ،ċęéĤا Ĺİو ،ÙĺאĜijĤا īĨ ÙĩĥכĤا ģĀأ﴾ ±Á َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª﴿ :įĤijĜو واĝÜźאء اęÝèźאظ، أي اóÝèźاز īĐ اÙĘŴ، وĵĥĐ ذĤכ وĜאÙĺ اóĤأس واijáĤب واĤכÝאب. َى، اijĤاو اŶوĵĤ أÙĻĥĀ واáĤאÙĻĬ زاïÐة، واĻĤאء źم ijĜْ َ واħøź įĭĨ اijĝÝĤى، وأįĥĀ اijĤ َ ُل. وĝĺאل: ijİ ĵĥĐ وزن ĵĥđĘ؛ ĘאijĤاو اáĤאÙĻĬ ĵĥĐ ñİا źم اģđęĤ، ij ْ đَ Ę įĬووز ،ģđęĤا واĻĤאء اóĻìŶة زاïÐة. واŶوįä ijİ اŶول؛ Ŷن اĤכÙĩĥ ĺאÙĻÐ ŻĘ ģđåÜ ıĨźא واوا ĵĥĐ ٨ ŻíÖف اýĤכijى واijĐïĤى؛ ĩıĬÍĘא واوÝĺאن، وإĩĬא Āאرت اijĤاو اŶوĵĤ Üאء ĭÖאء ٩ Āאرت١٠ اijĤاو ĺאء؛ «ĵĝÝĺا «:įĥĀأ نŶ ؛»ĹĝÝĺ ،ĵĝÜا «:כĤijĜ ĵĘ אءÜ אıÜورóĻĀ Ĥכóùة Ĩא Ĝ×ıĥא، כĩא ĵĘ اđĻĩĤאد واõĻĩĤان واóĻĩĤاث، ħà Ûĥđä اĻĤאء Üאء وأدÛĩĔ١١ ١٢ģđęĤا اñİ ĵĥĐ ħøźا Ĺĭُ Ö ħà ،óĘאĭÝĤا īĐ אĻĜijÜو ؤمŻÝĥĤ א×ĥĈ ؛ÙĻĬאáĤا ĹĘ ĵĤوŶا ١ ط: כħıĬÉ. ٢ ر: وכĤñכ. ٣ ر: وĨא | įĥđĤ ėĻéāÜ. ٤ ط - ģùĐ. ُ وف: أĀאįÝÖ آÙĘ. اóčĬ: ÕĺñıÜ اÙĕĥĤ ŷĤزóİي، .٤٢١/١٥ Ë َ Ĩ ءĹü ٥ َ َذ ٍاو، ورĩÖא ijُ İ َ َ ėƪ، و ْñِوي، ِإ َذا ä َ ĺ ُ ُijد َى ْاđĤ َى) اñĤال واijĤاو واĻĤאء כÙĩĥ واïèة ïÜل ĵĥĐ ĺ ÷×وijęäف. ijĝÜل: َذو ٦ ( َذو َى، واŶول اijäŶد. اóčĬ: ĝĨאĻĺ ÷اÙĕĥĤ īÖź Ęאرس، «ذوي». ْñأ َ َى ĺ ĜאijĤا: َذأ ٧ ح: آóĨ. ٨ ر - ĭÖאء. ٩ ر: اوĵĝÜ. ١٠ ر ط: āĘאرت. ١١ ر: ÉĘدÛĩĔ. ١٢ ر + ģĻĝĘ اijĝÝĤى. ٥ ١٠ ١٥ 334 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Aynı durum ittehame fiilinden türeyen et-tühametü kelimesinde de söz konusudur. Bu kelimenin kökü de vehametün şeklindedir. Yine et-tuhmetü, et-tukeetü, et-tuklânü, et-türâsü ve et-tücâhu kelimelerinde de bu harfin aslî harf olduğu düşüncesi ile aynı kullanım söz konusudur. Takvâ iki kısımdır: Asıl ve fer. Asıl olan imandır, küfürden sakınmak demektir. Fer olan ise günahlardan sakınmaktır. Birincisi ile ebedî azaptan, ikincisi ile de süreli azaptan kurtuluşa nâil olunur. İman anlamındaki takvâ şu âyetteki gibidir: “Beraberinizdekini tasdik edici olarak gönderdiğime iman edin, onu ilk inkâr edenler olmayın, âyetlerimi az bir bedel karşılığı satmayın, sadece Benden korkun.” [ el-Bakara 2/41] Günahları terk etmek anlamındaki takvâ ise şu âyetteki gibidir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun.” [ el-Bakara 2/278] Âlimlerin takvâ ve takvâ sahibi ile ilgili yaklaşık yüz civarında görüşü vardır ki biz bunları Nahru Ulûmi’t-Tefsîr alâ Nahvi Rüsûmi’t-Tezkîr isimli eserimizde saymıştık. Haddizatında Allah’ın kitabında bu ifadenin tefsirinde bizim o kitabımızda saydıklarımızdan çoğundan müstağni kılacak izahlar söz konusudur. Nitekim Allah Teâlâ “Fakat asıl iyilik Allah’a iman eden…” [ el-Bakara 2/177] buyurduktan sonra pek çok şey saymış, sonunda da “İşte onlar takvâ sahipleridir.” [ el-Bakara 2/177] buyurmuştur. İşte delil ile sabit olan ve hiçbir şüphe taşımayan mutlak takvâ budur. Açıklık itibariyle bunun ardından gelen ifade ise Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Takvânın tamamı Allah Teâlâ’nın ‘Muhakkak ki Allah adâleti emreder.’ [ en-Nahl 16/90] âyetindedir” şeklindeki hadisidir. Sıhhat itibariyle buna yakın olan diğer izah ise şudur: Mutlak anlamda takvâ sahibi kimse Kur’ân’da mevcut olan takvâ emirlerine sıkıca bağlı olan kimsedir. Bu emirler de üç türlüdür: Avama emir, havassa emir, havassın havassına emir. Avama emir ateşten sakınmaktır: “Ateşten sakının.” [ Âl-i İmrân 3/131] Havassa emir kıyamet gününden sakınmaktır: “Allah’a döneceğiniz günden sakının.” [ el-Bakara 2/281] Havassın havassına emir ise Allah’tan sakınmaktır: “Ey akıl (lüb) sahipleri! Benden sakının!” [ el-Bakara 2/197]. Avam günahkârdır, bu yüzden onları ateş ile korkutmuştur. Havas itaatkârdır, bu yüzden onları ihlâsa davet etmiştir ki kıyamet günü sadakat sorusu karşısında şaşkına dönmesinler. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 335 ٢ وכñا اÙĩıÝĤ واÝĤכÉة واÝĤכŻن واóÝĤاث «Ùٌ َ ĩìَ َ ١ وأįĥĀ» و «ħíÜا «īĨ Ù َ ĩíَ ƫ כĩא ĵĘ اÝĤ ] أıĬא أÙĻĥĀ. واåÝĤאه؛ ĩİijÜא [٤٥ب ħà اijĝÝĤى ĩùĜאن: أģĀ وóĘع، ĘאģĀŶ اĩĺŸאن، وijİ اĝÜאء īĐ اĤכóę. واóęĤع ijİ .Ûƪ ĜËĩĤاباñđĤاīĨאةåĭĤاĹĬאáĤאÖو،ïƪ اĝÜźאءīĐاijĬñĤب. Ę×אŶولاåĭĤאةīĨاñđĤاباÖËĩĤ ْ §ُ َ®َ Y¯َ ِ ª ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ aُ ْ ª{َ²َْ ٓY ا ¯َ ِ ٰ ِR¹³ُا \ أĨא اijĝÝĤى اñĤي ijİ إĩĺאن ĹęĘ ģáĨ įĤijĜ:﴿ َوا َ £ُ ¹ِن﴾ [اĤ×óĝة، ٤١/٢] وأĨא bYّ žَ يYَ َ Àِّ ۪» ًۘ ËÁ َوا َ ¢ Y³ً ¯َ َ f ¿bY۪ َ Àٰ Yِ \ واyُcَƒْ َ b Êَوَ ۖ µ۪ ِ \ ٍ yžYِ ¦َ لََ َّو ¹ُٓا ا ²¹§ُ َ b Êَوَ ٰ َR¹³ُا ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :įĤijĜ ģáĨ ĹęĘ אنĩĺŸا אمĩÜ ïđÖ بijĬñĤا كóÜ ijİ يñĤا ىijĝÝĤا ĹĘ אİאĬدïĐ ÙÐאĨ ēĥ×Ü ģĺאوĜأ ĵĝÝĩĤوا ىijĝÝĤا ĹĘ אسĭĥĤو] ٢٧٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [َٰ Ãا ّ ا¹£ُ َ ّاb ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אبÝכ ĹĘو» óĻכñÝĤا مijøر ijéĬ ĵĥĐ óĻùęÝĤا مijĥĐ óéĬ»ـÖ مijøijĩĤا אĭÖאÝכ [١٧٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِٰ ÃYّ ِ \ ±َ ®َ ٰ َ َR ±ْ ا yّ]ِ ْ َ اª ±ّ §ِ ٰ ªوَ ﴿:אلĜ įĬÍĘ כ؛Ĥذ īĨ óĻáכ īĐ Ĺĭĕĺ אĨ هóĻùęÜ َ £ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ١٧٧/٢] ñıĘا ijİ اĹĝÝĩĤ cّ¯ُ ْ ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª وïĐ أĻüאء ħà Ĝאل ĹĘ آóìه: ﴿َوا įĻĥĐ اŻùĤم : ّ Ĺ×ĭĤا لijĜ حijĄijĤا ĹĘ įĻĥĺ يñĤوا .אıĻĘ Õĺر ź ÙåéÖ ÛÖאáĤا ěĥĉĩĤا ،ģéĭĤا [،ÙĺŴا﴾ نYِ َ nْ ِ ْ َ ْuِل َو ْاÊ ªYِ \ yُ®ُ ْ Oَ À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĜ ĹĘ ىijĝÝĤا אعĩä» ىijĝÝĤا óĨÉÖ óĩÝÐا īĨ ěĥĉĩĤا ĹĝÝĩĤا أن įÝéāÖ ÙĝáĤا ĵĘ įĭĨ بóĝĺ يñĤوا ٣ .«[٩٠/١٦ اijĤارد ĹĘ اóĝĤآن، وijİ ĵĥĐ ÙàŻà أوįä: đĥĤאم وíĥĤאص وíĤאص اíĤאص. َ َYر﴾ [آل óĩĐان، ١٣١/٣]، وأĨא أóĨ اíĤאص َ ¹£ُا ّ اª³ أĨא أóĨ اđĤאم Ę×אĝÜאء اĭĤאر: ﴿َو ّاb َ« ّ اà ِٰ] ﴾اĤ×óĝة، ٢٨١/٢]، وأĨא أóĨ ìאص ªِ ا µÁِ ž۪ ن¹َ ُ jَ yْbُ Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À Ę×אĝÜאء ijĺم اĻĝĤאÙĨ:﴿ َو ّاb ħıĘ ّ ijíĘ אةāĐ ÙĨאđĤوا ،]١٩٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [بY ِ ]َْ ِ¿ َْ اªÊ ُو۬ª َٓY ا َ £ُ ¹ِن À Ʃ اų:﴿ َو ّاb اíĤאص Ę×ijĝÝى اĭĤאر؛ כĹ óÝĺכijا اÙĻāđĩĤ. واíĤאص ijđĻĉĨن ĐïĘאħİ إĵĤ اŻìŸص؛ כĹ óĻéÝĺźوا ĹĘ ijäاب Ëøال اïāĤق ijĺم اĻĝĤאÙĨ. ١ ر: اħíÝĤ. ،ÙĥכÜو Ùĥوכ ĹĘ אĩכ ،כĺóéÝĤאÖ Ùُ َ ĩíَ ƫ ْ ُÛ īĨ اđĉĤאم وīĐ اđĉĤאم، واħøź اÝĤ ĩíَ ƪ ، وïĜ اÜ َ ħíَ ƪ َ اģäóĤ ÖאĤכóù، أي اÜ ħìِ َ ٢ و ħıĬź ؛ÙĩìijĨ įĥĀوأ ،çÝęĤאÖ Ùٌ َ ĩíَ ْ Ý َ Ĩ ٌ ، وñİا đĈאم ُ į َ ĩìَ ْ ، وأįĥĀ أو ُ įĥَ َ đْ ُ اđĉĤאم ĵĥĐ أĘ į َ ĩíَ ْ .ٌ وأÜ ħíَ ُ واďĩåĤ ĩíÜאت وÜ .«ħìو «،يóİijåĥĤ אحéāĤا :óčĬا .īĻכùÝĤאÖ Ùُ َ ĩíْ ُ ijĩİijÜا اÝĤאء أÙĻĥĀ Ĥכóáة اĩđÝøźאل، واđĤאÙĨ ijĝÜل اÝĤ .١٤٢/١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :óčĬا ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 336 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Havassın havassı ise Allah için, Allah sayesinde ve Allah iledirler, bu yüzden de onlara kendisinden sakınmayı emretmiştir. Bu, onların Allah için olmaları, O’ndan başkasını mülahaza etmekten sakınmalarıdır. Bunun sebebi ise onların perdelenmeye düşmemelerini sağlamaktır. Hak Teâlâ “Ey akıl (lüb) sahipleri! Benden sakının!” [ el-Bakara 2/197] buyurmuştur. Lüb kelimesi saf, halis dost anlamındadır. Yani, “Ey seçkin dostlarım! Başkası için değil, Benim için olun.” demiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâma “Allah’tan hakkıyla sakının.” [ Âl-i İmrân 3/102] âyeti sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah’a itaat edilip isyan edilmemesi, O’nun zikredilip unutulmaması, O’na şükredilip nankörlük edilmemesidir.” Şöyle denilmiştir: Takvâ uzuvlara gem vurmak ve yüreğindeki türlü duyguları zaptetmektir. Uzuvlara gem vurmak kulağı boş söz dinlemekten, gözü boş eğlenceye bakmaktan, dili boş sözden, boğazı fazla yemekten, ayağı başkalarına doğru adım atmaktan, nefsi kirlilerle düşüp kalkmaktan (çirkin şeyler yapmaktan) menetmektir. Yürekteki türlü duyguları zaptetmek ise himmeti parçalanmaktan alıkoyup toplamak, türlü engellerden uzaklaşmak, alâkaların kirlerinden arınmaktır. Kimin zâhiri takvâ sahibi olursa ihlâsı zâhir olur, kimin bâtını takvâ sahibi olursa ihlâsı içinde olur ve kulağı Hakk’ın kelâmını işitmekten, gözü Hakk’ı görmekten, dili Hak ile konuşmaktan, eli Hakk’ın lutuflarını kavramaktan, ayağı Hakk’a yakınlaşma ile sıdk oturağına ulaşmaktan, kalbi Hakk’ı müşahededen, ruhu Hakk’a yakınlıktan, sırrı Hakk’ın lutfundan nasibini alır ve bütünü Hak için ve Hak ile olur. Şöyle denilmiştir: “ Takvâ sahipleri” ifadesinin tefsiri, devamındaki “Onlar gayba iman ederler, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” [ el-Bakara 2/3] âyetindedir. Bu tıpkı İhlâs sûresindeki es-samed kelimesinin, hemen devamındaki “Doğmamıştır, doğrulmamıştır ve O’nun hiçbir dengi yoktur” [ el-İhlâs 112/3-4] âyetlerinde tefsir edilmesi ve Meâric sûresindeki helû‘an kelimesinin devamındaki “Kendisine bir fenalık dokunduğunda sızlanır, kendisine bir hayır dokununca da cimri kesilir.” [el-Meâric 70/20-21] âyetlerinde tefsir edilmesi gibidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 337 ÙčèŻĨ اijĝÝĺو įĤ اijĬijכĺ أن ijİو įÐאĝÜאÖ ħİóĨÉĘ ųا Ʃ ďĨو ųאÖو Ʃ ų وìאص اíĤאص Ʃ َْ[ ِ Yب﴾ [اĤ×óĝة، ١٩٧/٢]، واÕĥĤ ِ¿ َْ اªÊ ُو۬ª َٓY ا َ £ُ ¹ِن À bاّ وَ ﴿:אلĜ ،Ù×åéĤا ĹĘ اijđĝĺ ŻĻכ ه؛óĻĔ .يóĻĕĤ ź ĹĤ اijĬijכ ،Ĺِ َ אĬ āĥْìُ א َ اíĤאÿĤ، أي ĺ ِ ۪µ] ﴾آل óĩĐان، bY£َbُ َ َ ¹£ُا ّ اà َٰ َn ّ¡ bاّ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ īĐ مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر ģÑøو ١ .«óęכĺ ŻĘ óכýĺ وأن ،ĵùĭĺ ŻĘ óכñĺ وأن ،ĵāđĺ ŻĘ אعĉĺ أن ijİ» :אلĝĘ [١٠٢/٣ ّ اijåĤاçĬ، õĘم اijåĤارح ďĭĨ اŶذن īĐ ĩøאع ّ اijåĤارح وħĄ وģĻĜ: اijĝÝĤى زم اijıĥĤ، وďĭĨ اùĥĤאن īĐ ijąĘل اĤכŻم، وďĭĨ اěĥéĤ īĐ Ʃ óčĬ īĐ īĻđĤا ďĭĨو ،ijĕĥĤا ijąĘل اđĉĤאم، وďĭĨ اïĝĤم īĐ اĹĉíÝĤ إĵĤ اĻĔŶאر، وďĭĨ ْ اęĭĤ ÷īĐ ÙùÖŻĨ اñĜŶار. īĐ ُ ُ īĐ وijäه اđÝĤאوěĺ واõĭÝĤه دóęÝĤوا ěĺאرęÝĤا īĐ ÙĩıĤا ďĩä ijİ çĬاijåĤا ħĄ אĨوأ ٢ اįĀŻíÝø īĉÖ įĭĈאÖ ĵĝÜا īĨو ،įĀŻì óıČ هóİאČ ĵĝÜا īĩĘ ،ěĻĤאđÝĤا اثijĤأ هïĺو ěéĤا ÙĩĤכאĩÖ įĬאùĤو ěéĤا ÙĺؤóÖ įĭĻĐو ěéĤا مŻכ אعùĩÖ įُ Ĭأذ Ĺčِ َ ] وè أ ٤٦] ةïİאýĩÖ į×ĥĜو ěéĤا ÕĺóĝÝÖ قïāĤا ïđĝĨ ĵĤإ لijĀijĤאÖ įĥäور ěéĤا אĺאĉĐ ă×ĝÖ اěéĤ وروįè óĝÖب اěéĤ وóøه ėĉĥÖ اěéĤ وĀאر ّכįĥ ěéĥĤ وÖאěéĤ. ٰ ¹َة ُ £۪ ُÁ ¯¹َن ّ اªَ‡« Àوَ] ِ Áْ ›َ ْ ªYِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ±À َ w۪ َّ ªَ وģĻĜ: óĻùęÜ اīĻĝÝĩĤ ĩĻĘא ذכó ïđÖه: ﴿ا ُ £ُŸِ³ْ ¹َۙن﴾ [اĤ×óĝة، ٣/٢]، وijİ כĩא ĜאijĤا: إن óĻùęÜ ﴿ ّ اªَ‡ َ ¯ُۚu] ﴾اŻìŸص، À ْ ¶Yُ ³َ ْ َY َرَز¢ َوِRّ̄ u] ﴾اŻìŸص، -٣/١١٢ ٌ nَ َ َ ُµ ُ¦Ÿُ ¹ًا ا ª ±ْ §ُ َ À ْ َ ªوَ u ْۙ َ ª¹ُ À ْ َ ªوَ uْ «َِ À ْ َ ٢/١١٢] Ĩא ذכó ïđÖه اñĤي: ﴿ª َِذا َR َّ ُµ واَ ۙYو ً} ُjَ ُyّ َ َِذا َR َّ ُµ ّ اªƒ ٤] وóĻùęÜ﴿ َ ¶ُ «ً ¹Yۙ] ﴾اđĩĤאرج، ١٩/٧٠] Ĩא ذכó ïđÖه: ﴿ا .[٢١-٢٠/٧٠ ،אرجđĩĤا﴾ [ۙY¹ ً ³ُ®َ yُÁْsَ ْ اª .٣٢٦/٦ ،ĹĩáĻıĥĤ ïÐواõĤا ďåĨ :óčĬأ ١ .ûĨאİ çĀ ،óıČ :ح ٢ ٥ ١٠ ١٥ 338 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 3. Onlar gayba iman ederler, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. [ el-Bakara 2/3] “Onlar gayba iman ederler.” Buradaki ellezîne kelimesi, başına elif-lâm takısının gelmiş olmasının gösterdiği üzere, isimdir. Bu ism-i mevsûldür, çünkü sılası olan “inanırlar” ifadesi ile tam bir ifade olur. Bunun aslı iki lâm harfi ile yazılan şeklidir ki bunların biri kelimenin kendi lâm harfi, diğeri ise lâm-ı ta‘riftir, yazıda sadece birinin yazılması ile yetinilmesinin sebebi ise, çok kullanıldığı için hafifletme düşüncesidir. Bu nedenle aynı kelimenin tesniyesi iki lâm harfi ile yazılır, çünkü tesniyesi çok kullanılmamaktadır. Bu kelime lafız olarak mebnidir, bu nedenle mansub, merfû ya da mecrur olması fark etmez. Örneğin câeni ellezîne alimtü (bildiğim kişiler bana geldi), raeytü ellezîne âlimtü (bildiğim kişileri gördüm) ve merartü bi’l-lezîne alimtü (bildiğim kişilere uğradım) denilir. Mebni olmamasının sebebi ism-i mevsûl olması ve ancak sıla cümlesi ile birlikte tamam olmasıdır, bu yüzden lafız olarak bu kelime sanki [bütün] bir kelimenin [sılası olan kelimenin] bir kısmı gibidir. Oysa i‘rab ancak kelimenin tamamlanması hâlinde sonunda söz konusu olur. Tesniyedeki ellezâni ifadesi i‘rab edilir, elif ile merfû, ye ile de mansub ve mecrur olur, çünkü tekil hâlinin i‘rab edilmesine engel olan şey harflere bitişik olması idi, oysa harflerin tesniyesi olmaz, dolayısıyla bu kelimenin tesniyesi harflere bitişmez, aksine kendisinde isim mânası tahakkuk eder, bu yüzden de i‘rab edilir. Ellezîne yü’minûne (iman eden kimseler) ifadesinin takdiri “müminler” şeklindedir. Bu takdire göre ellezîne ifadesinin i‘rabdaki mahalli cerdir, çünkü “takvâ sahipleri” ifadesinin sıfatıdır, bu yüzden i‘rabda ona tâbi olur. Övgü ifadesi olarak değerlendirilip nasb edilmesi ve başında bir hüm “onlar” zamirinin takdir edilmesi ile ref‘ edilmesi de mümkündür. “ İman ederler.” İman kelimesi dilde tasdik anlamına gelir. Âmene bihi ve âmene lehu şeklinde bihi ve lehu harf-i cerleri ile kullanılır ve “Onu doğruladı.” anlamına gelir. Amenehu şeklindeki kullanım ise, “Onun için eman sağladı.” anlamına gelir. Tasdik anlamına gelen iman kelimesinin bu kökten geldiği söylenmiştir, çünkü bir başkasını verdiği bir haber konusunda tasdik eden kimse, haber verenin verdiği haber konusunda kendisine doğruluk ya da yanlışlığı hakkında güven sağlar. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 339 نijَۙ ĝُęِ ْ ĭ ُ ĺ ْ אħİ ُ َ َ َزْĭĜ ƪ א ر ĩĨِ َ و ةijَ ĥٰāĤا ƪ نijَ ُ ĩĻĝ۪ ُ ĺ َ ْ ِÕ و ĻĕَĤאْ Öِ نijَ ُ ĭĨِËْ ُ ĺ īĺ َ ñ۪ Ĥƪاَ -٣ ėĤŶا لijìد ÙĤźïÖ ħøا» ±À َ w۪ َّ ªَ ْ ›َ ْÁ ِ ﴾[ÍĘن «ا ªYِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ±À َ w۪ َّ ªَ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا īĻĨŻÖ «īĺñĥĤا «įĥĀوأ ،»ن¹َ ³ُRِQُْ À» ٢ Ĺİو įÝĥāÖ ١ ħÝĺ įĬŶ ل؛ijĀijĨ ijİو ،įĻĘ مŻĤوا ٣ وإĩĬא اכĹęÝ ĹĘ اĤכÝאÙÖ ijÖاïèة؛ ęĻęíÜא Ĥכóáة إïèاĩİא źم اėĺóđÝĤ واáĤאĹĬ źم ñĤي. óĻĔ ijİو .įĤאĩđÝøا óáכĺ ħĤ įĬŶ ؛īĻĨŻÖ «انñĥĤا «ÙĻĭáÝĤا ĹĘ ÕÝכĺ اñıĤو ،אلĩđÝøźا ،«ÛĩĥĐ īĺñĤا ĹĬאءä» ٤ :אلĝĻĘ įąęìو įđĘور į×āĬ يijÝùĺ اñıĤو א؛čęĤ بóđُ Ĩ ź لijĀijĨ įĬŶ ب؛óđĺ ħĤ אĩĬوإ .»ÛĩĥĐ īĺñĤאÖ رتóĨ»و ،»ÛĩĥĐ īĺñĤا Ûĺرأ«و ِĩÝאم اĤכÙĩĥ ĹĘ آİóìא. Ĥ źإ ابóĐإ źو ،ÙĩĥכĤا ăđÖ įĬÉכ įčęĤ אرāĘ įÝĥāÖ źإ ħÝĺ نŶ אء؛ĻĤאÖ įąęìو į×āĬو ،ėĤŶאÖ įđĘر כאنĘ ،بóĐُ ٥ أ ĨÉĘא «اñĥĤان» ĹĘ اÙĻĭáÝĤ ıĬÍĘא įĻĘ ěĝéÜ ģÖ אıÖ ěéĥĺ ħĥĘ وفóéĥĤ ÙĻĭáÜ źو ،وفóéĤאÖ įĜאéĤŸ כאن ابóĐŸا ďĭĨ ُóĐب ĤñĤכ . ÉĘ ؛ħøźا ĵĭđĨ ĵĥĐ ابóĐŸا īĨ ﴾±À َ w۪ َّ ªَ ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ óĺïĝÜه: اīĻĭĨËĩĤ. وģéĨ﴿ ا À ±À َ w۪ َّ ªَ وįĤijĜ:﴿ ا א×āĬ نijכĺ أن زijåĺو .įÖاóĐإ ĹĘ įđ×ÝĻĘ ،īĻĝÝĩĥĤ ÛđĬ įĬŶ ٦ ñİا اóĺïĝÝĤ ُ اăęíĤ؛ ĵĥĐ اïĩĤح، وijåĺز أن ĺכijن رđĘא ĩĄÍÖאر כÙĩĥ» ħİ«. ،įĜïĀّ أي ،įĤو įÖ īĨآ ïĜو ،ěĺïāÝĤا ijİ ٧ ÙĕĥĤا ĹĘ אنĩĺŸאĘ ﴾ن¹َ ³ُRِQُْ À﴿ :įĤijĜو ٨ وģĻĜ: إن اĩĺŸאن اñĤي ijİ اěĺïāÝĤ ijìÉĨذ īĨ ñİا؛ ÍĘن وآįĭĨ أي أà×Û įĤ اĨŶאن. .ÉĉíĤا أو بñכĤאÖ įĤ ó×íĩĤا אر×ìإ īĨ īĨŶا įùęĭĤ Û×áĺ įÖ هó×ìأ אĩĻĘ ه َ ِ ق óĻĔ اïāĩĤ ّ .źإ ħÝĺ ź :ر ١ ٢ ح: وijİ. ٣ ر: ñĤ. ٤ ح: وĝĺאل. ٥ ر ط: ĩĬÍĘא. ٦ ح: ăęì. ٧ ر: ÖאÙĕĥĤ. ٨ ر: اĩĺŸאن. ٥ ١٠ ١٥ 340 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Usulcüler kula farz olan imanın mahiyeti hakkında ihtilâf etmişlerdir: Cehm b. Safvân, “ İman bilgidir.” demiştir. Kerrâmîler, “ İman sadece ikrardır.” demişlerdir. Rekkāşî, “ İman, kalpte bilginin mevcut olması koşuluyla ikrar etmektir.” demiştir. Bilgi zorunlu olarak bulunur, ancak ikrar ile birlikte bulunduğu zaman iman sadece ikrardır, çünkü iman zorunlu fiilin değil, kazanılmış fiilin ismidir. Ehl-i hak şöyle demiştir: “ İman kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır.” İmam Mâtürîdî şöyle demiştir -ki bu Ebû Hanîfe’den rivayet edilmiştir ve bir grup âlimin görüşüdür-: İman tasdiktir. Mâlik, Şâfiî, Evzâî, ehl-i hadîs ve Zâhirîler şöyle demiştir: İman, dil ile tasdik, kalp ile ikrar ve rükünler ile ameldir. Eş‘arî şöyle demiştir: Bütün bunlar ve ilâve olarak, ölünceye kadar sebat etmektir. Hasımların şüphelerinin ve ehl-i hakkın delillerinin beyânı kelâm kitaplarında yer alır, inşallah biz burada bu âyetin tefsirinde ve bu sûrede münafıklarla ilgili olan diğer âyetlerin tefsirinde yeterli olacak kadarına işaret edeceğiz. 5 10 15 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 341 ijİ ١ :ħıä אلĜ :ï×đĤا ĵĥĐ ضَ óÝęĩĤا אنĩĺŸا ÙĻÐאĨ ĹĘ لijĀŶا ģİأ ėĥÝìا ħà ّ : ijİ اóĜŸار óýÖط وijäد ٢ ijİ óåĨد اóĜŸار. وĜאل اĜóĤאĹü اÙĘóđĩĤ. وĜאÛĤ اĤכóاÙĻĨ: ďĨ Ĺİ تïäو إذا īכĤ ،ÙĤאéĨ ź ïäijÜ ÙĺورóĄ ÙĘóđĩĤوا ٣ .ÕĥĝĤا ĹĘ ÙĘóđĩĤا ٥ .اريóĉĄا ź ĹÖאùÝاכ ģđęĤ ħøا įĬŶ ه؛ïèو ٤ اóĜŸار ĘאĩĺŸאن ijİ اóĜŸار وĜאل أģİ اěéĤ: ijİ اěĺïāÝĤ ÖאÕĥĝĤ واóĜŸار ÖאùĥĤאن. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر ijİ :ÙĐאĩä لijĜ ijİو) م٧٦٧/ـİ١٥٠ .ت (Ġ ÙęĻĭè ĹÖأ īĐ ويóĨ ijİو ųا Ʃ رįĩè اěĺïāÝĤ. ] وأģİ اßĺïéĤ وأéĀאب اijčĤاóİ: ٦ [٤٦ب ّ ّ واŶوزاĹĐ وĜאل ĨאĤכ واýĤאĹđĘ اĩĺŸאن ijİ اěĺïāÝĤ ÖאÕĥĝĤ واóĜŸار ÖאùĥĤאن واģĩđĤ ÖאŶرכאن. ّ : כģ ذĤכ واĤ×ĝאء įĻĥĐ إĵĤ اijĩĤت. وĜאل اóđüŶي ĹĘ ١٠īéĬ ٩ ٨ وóĻýĬ ٧ِ اijāíĤم وãåè أģİ اěéĤ ñĺכó ĹĘ כÕÝ اĤכŻم. į َ وĻÖאن ُü× ١١įÖ ďĝĺ אĨ ĵĤإ رةijùĤا هñİ īĨ īĻĝĘאĭĩĤا ĹĘ ĹÝĤا אتĺŴا óĻùęÜ ĹĘو ÙĺŴا هñİ ÙĻĝÖ اęÝüźאء١٢ واźכęÝאء١٣ إن üאء Ʃ اų١٤. Õİذ ،ÙĻĩıåĤا ÙĜóĘ رأس ،Õøرا ĹĭÖ ĹĤاijĨ īĨ (م ٧٤٥/ ـİ ١٢٨ .ت (ّ يïĭĜóĩùĤا انijęĀ īÖ ħıä زóéĨ ijÖأ ijİ ١ įĝĥíĺ אĨ Õùè ĵĥĐ אلđĘŶا īĨ ĵĤאđÜ ųا įĝĥíĺ אĩÖ رij×åĨ ijİ ģÖ ģđęĤا ĵĥĐ ÙĐאĉÝøźאÖ ėĀijĺ ź אنùĬŸا أن ĵĤإ ĵĥĐ אرجíĤا ،ãĺóø īÖ אرثéĤا óכùĐ ĹĘ Ĺąĝĺ כאن .אزåĩĤا ěĺóĉÖ ijİ אĩĬإ įĻĤإ ģđęĤا Ù×ùĬ وأن אداتĩåĤا óÐאø ĹĘ ĹĘاijĤا ؛٢٧٩ ص ،يóđüŷĤ īĻĻĨŻøŸا تźאĝĨ :óčĬا .ģÝĝĘ ،įĥÝĝÖ óĨوأ אرĻø īÖ óāĬ įĻĥĐ ă×ĝĘ ،אنøاóì اءóĨأ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١٦٠/١١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٤١/٢ אرواùĘ אنÝùåø īĨ įÖאéĀوأ ijİ جóì ħà אنÝùåø אدİز īĨ وכאن امóכ īÖ ïĩéĨ ųا ï×Đ ĹÖأ אع×Üأ ħİ ÙĻĨاóכĤا ٢ :Ûø אıĤijĀوأ ،ÙĻèאĭĤا כĥÜ ĹĘ ÕİñĩĤا כĤذ ĹĝÖو ħıĤijĜ اijĥ×ĝĘ ħİאدĝÝĐا ĵĤإ אıĥİأ اijĐïĘ ÙäóĔ ĵĤإ اijıÝĬا ĵÝè óİijäو ħùä ĵĤאđÜ ųا أن ونïĝÝđĺ ħıĥכ ħıĘ ÙĥĩåĤا ĹĘو ÙĺïèاijĤوا ،ÙĻĜאéøŸوا ،ÙĻĭĺرõĤوا ،ÙĻĬijÝĤوا ،ÙĺïÖאđĤا وģéĨ ijéĥĤادث وáĺ×ijÝن įĤ Ùıä وĨכאĬא. اóčĬ: اóęĤق īĻÖ اóęĤق ĥĤ×ïĕادي، ص ٢٠٢؛ اĝÝĐאدات óĘق اīĻĩĥùĩĤ óíęĥĤ اóĤازي، ص .٦٧ ٣ ر: ÖאÕĥĝĤ. ٤ ح ر + ÖאùĥĤאن. ٥ ح: óĄوري. ّ (ت. ١٥٧ İـ٧٧٤/ م) إĨאم اĺïĤאر اýĤאÙĻĨ ĹĘ اįĝęĤ ĹĐوزاŶا وóĩĐ īÖ īĩèóĤا ï×Đ وóĩĐ ijÖأ ijİ | ّ ٦ ح - واŶوزاĹĐ واïİõĤ، وأïè اĤכÝאب اīĻĥøóÝĩĤ، وïĤ ĹĘ ّ ĥđÖ×כ وÉýĬ ĹĘ اĤ×ĝאع وøכī óĻÖوت وĹĘijÜ ıÖא، وóĐض įĻĥĐ اąĝĤאء ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا ؛١٢٧/٣ ،כאنĥì īÖź אنĻĐŶا אتĻĘو :óčĬا .ģÐאùĩĤوا ،įĝęĤا ĹĘ īĭùĤا :įęĻĬאāÜ īĨ .ďĭÝĨאĘ .٣٢٠/٣ .Ùı×ü :ح ٧ ٨ ر + وīéĬ. ٩ ر: óĻýĬ. ١٠ ر - īéĬ. ١١ ح ر + اĭĕÝøźאء. ١٢ ح: واęÝüźאء؛ ر - واęÝüźאء؛ ط: اĭĕÝøźאء. ١٣ ح - واźכęÝאء، çĀ İאûĨ. ١٤ ح - إن üאء اų. ٥ ١٠ 342 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yü’minûn kelimesi Ebû Amr b. el-‘Alâ’nın kıraatinde hemzesiz okunur. Hemzenin okunması ve terki konusunda kıraat imamlarının ayrıntılı görüşleri bulunur. Buna göre Ebû Amr bütün sâkin hemzeleri okumayı terk eder, ancak şu dört durum bunun istisnasıdır: Birincisi: Sükûnu cezm alâmeti ise. Örneğin ev nense’hâ [ el-Bakara 2/106], ve in neşe’ [ eş-Şuarâ 26/4] âyetlerinde böyle okur. İkincisi: Anlamın değişmesi durumunda hemzeyi terk etmez. Örneğin esâsen ve ri’yen [ Meryem 19/74] kelimesi böyledir. Üçüncüsü: Bir başka lehçeye kayma durumu varsa hemzeyi terk etmez. Örneğin: Mü’sadetün [el-Hümeze 104/8] âyetinde böyledir. Dördüncüsü: Tahfif [hemzesiz] ile okumanın daha zor olması durumunda. Örneğin ve tü’vî ileyke [ el- Ahzâb 33/51] âyetinde böyledir. Velhasıl Ebû Amr Kur’ân’da otuz üç yerdeki hemzeyi okur ki bunların ilki enbi’hüm [ el-Bakara 2/33], sonuncusu da mü’sadetün [el-Hümeze 104/8] âyetidir. Kisâî ez-zi’bü [Yûsuf 12/13] kelimesindeki hemzeyi terk eder, geriye kalanların tamamını okur. Âsım mü’sadetün [el-Hümeze 104/8] âyetindeki hemzeyi terk eder, geriye kalanların tamamını okur. Hamza b. ez-Zeyyât üzerinde vakıf yaptığı hemzeleri okumaz, geriye kalanların tamamını okur. İbn Kesîr el- Kur’ân kelimesi dışındaki bütün hemzeleri okur. İbn Âmir bütün hemzeleri okur. Hz. Peygamber aleyhisselâmdan nakledilen, “ Mümin, komşusunun şerrinden emin olduğu kimsedir.”1 şeklindeki hadisinin anlamı -doğrusunu Allah bilir- şöyledir: İman ehlinin niteliklerini kendisinde kâmil bir şekilde toplamış olan mümin böyledir. Aynı şekilde Hz. Peygamber aleyhisselâmın “ Mümin yumuşak başlıdır, kolaydır, cömerttir, müsamahalıdır boyun eğen deve gibi sürüldüğünce sürücüsünü takip edip gider, bir kaya üzerine çökmesi istendiğince çöker.”,2 “ Mümin ülfet sahibidir, kendisi ile kolay ülfet kurulur, cana yakındır, ülfet sahibi olmayan ve kendisi ile ülfet kurulamayan kimsede hayır yoktur”, “ Mümin fetanetlidir, uyanıktır, şüpheli durumlarda duraksar, iyice emin olmaya çalışır, âlimdir, verâ sahibidir”, “ Mümin günah işler, derhal tövbe eder, ne mutlu tövbesi üzere can verene!” şeklindeki hadisleri de bu anlamdadır. 1 Buhârî, “Edeb”, 29. 2 İbn Mâce, “Mukaddime”, 6. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 343 įכóÜو õĩıĤا ĹĘاءóĝĥĤو ،õĩİ óĻĕÖءŻđĤا īÖ وóĩĐ ĹÖأ اءةóĜ ĹĘ ﴾ن¹َ ³ُRِQُْ À﴿ :įĤijĜ ١ ħà אİïèأ :אءĻüأÙđÖأر ïèضأóÝđĺ أنźإÙĭאכøةõĩİģكכóÝĺ وóĩĐ ijÖÉĘ :ģĻĀאęÜوÕİاñĨ ﴾ْ Oƒَ َ ِ ْن ² ٣ و﴿ا [١٠٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y¶َ ْ Oَ ³َْ ْو ² َ ٢ ﴿ا :įĤijĜ ijéĬ ،مõåĤا ÙĨŻĐ אıĬijכø نijכĺ أن ِ ْءًYÀ] ﴾ħĺóĨ، ٧٤/١٩ [أو أن óíĺج إĵĤ ÙĕĤ َ ًYfY َور fَ [اóđýĤاء، ٤/٢٦]، أو óĻĕÝĺاĵĭđĩĤ، ijéĬ įĤijĜ:﴿ ا ۪ٓي ةۙ﴾ [اõĩıĤة، ٨/١٠٤]، أو ĺכijن اėĻęíÝĤ أģĝà، ijéĬ įĤijĜ:﴿ َوُb ْ ـٔــ¹ ٌ uَ†َ Qْ®ُ﴿ :įĤijĜ ijéĬ ،ىóìأ ٤ وīĻàŻà đĄijĨא īĨ اóĝĤآن ÙàŻà ĹĘ õĩıĺ ijİ ģĀאéĤا ĹĘو ،]٥١/٣٣ ،ابõèŶا ﴾ [¥َ Áَْ ªِ ا ّ ةۙ﴾ [اõĩıĤة، ٨/١٠٤] . واĤכùאĹÐ ٌ uَ†َ Qْ®ُ ْ·ِÁَْ «َ Y·ََ ²ِّ ْ ُ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٣٣/٢] وآİóìא: ﴿ا ِ²َْ[ئ أوıĤא: ﴿ا ٧ óÝĺك اõĩıĤة ĹĘ ِ ْئ ُ]﴾ [ėøijĺ، ١٣/١٢ [وĨõĩıĺא ïĐاه. وĐאħĀ ٦ ﴿ ّ اwª :įĤijĜ ĹĘ ٥ óÝĺك اõĩıĤ ٩ Ĩא įĻĥĐėĝĺ وĨõĩıĺאŻìه. ٨ وõĩèةóÝĺكõĩİ ةۙ﴾[اõĩıĤة٨/١٠٤،] وĨõĩıĺאijøاه. ٌ uَ†َ Qْ®ُ﴿ .ģכĤاõĩıĺóĨאĐ īÖوا .»آنóĝĤا «Ùĩĥכ źإ ģכĤاõĩıĺó×áכ īÖوا ١٠«įĝÐاijÖ אرهä īِ Ĩأ īĨ īĨËĩĤا «:אلĜ įĬأ مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا īĐ وي ُ وĨא ر ĭđĩĘאه - Ʃ واų أħĥĐ:- اīĨËĩĤ اÝùĩĤכģĩ أوĀאف أģİ اĩĺŸאن ñİا، وכñا įĤijĜ ِï اĝĬאد وإذا ّ ĻĜُ إذا ėĬŶا ģĩåĤכא çĩø ،ادijä īّ ĻĤ īّ Ļİ īĨËĩĤا «: مŻùĤا įĻĥĐ īĩĻĘ óĻì źو ، ٌ ĹĻِ َ è فijٌ ُ ĤÉْ َ Ĩ ėٌĤْإِ īĨËĩĤا «:įĤijĜو ١٢»אخĭÝøا ١١óåè ĵĥĐ ëĻĬُ أ ١٦«ٌ َ ِرع و ħĤאĐ ١٥Ûٌ ِ ّ ×َ á َ Ý ُ ١٤ ّوĜאف Ĩ ٌ ِñر َ è ٌ īĉِ َ Ę īĨËĩĤا «:įĤijĜو ١٣»ėĤËĺ źو ėĤÉĺź ١٨.«ِ įِ đĜْ َ ر ĵĥĐ כĥİ īĨ ïĻđùĘ ٌ ١٧، ٌ ďِ ٍ راĜ َ اه وįĤijĜ:» اīĨËĩĤ و ١ ح: وĹĘ. .ëùĭÝùĩĤا īĨ Éĉì įĥđĤ ،כĤijĜ :صŶا ĹĘ ٢ َא﴾ כĩא ĹĘ اėéāĩĤ، واĹÝĤ أوردİא اėĭāĩĤ Ĺİ óĜاءة اīÖ Đ×אس وأĹÖ īÖ כÕđ وåĨאïİ ıùِ ْ ĭُ Ĭ ْ َو ٣ óĜاءة ĐאħĀ﴿ ا ،ةóĝ×Ĥا [٣٩٤/٢ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :óčĬا .ءŻđĤا īÖ óĩĐو óĻáכ īÖا اءóĝĤا īĨو óĻĩĐ īÖ ïĻ×Đو çĻåĬ īÖوا אءĉĐو .١٧١/١ ،ÕĻĉíĤا ėĻĉĥĤا ï×đĤ اءاتóĝĤا ħåđĨ ؛]١٠٦/٢ ٤ ر: ÙàŻáÖ. ٥ ح: õĩİة. .įĤijĜ ĹĘ - ح ٦ .óכÖ ĹÖأ Ùĺروا ĹĘ + ح ٧ ٨ ح: ijøاه. ٩ م: اõĩıĤ؛ ح: õĩİة. ١٠ اóčĬ: ïĭùĨ أïĩè، ١٨٩/٦؛ çĻéĀ اĤ×íאري، اŶدب .٢٩ ١١ ح: óíĀة. ١٢ اóčĬ: اïİõĤ īÖź اĩĤ×אرك، ص ١٣٠؛ īĭø اīÖ ĨאÙä، اÙĨïĝĩĤ .٦ ١٣ اóčĬ: ïĭùĨ اıýĤאب ąĝĥĤאĹĐ، ١٠٨/١؛ آداب اéāĤ×Ù ĹĩĥùĥĤ، ص ٧٨؛ ăĻĘ اóĺïĝĤ ĭĩĥĤאوي، .٢٥٣/٦ .ėĻéāÜ įĥđĤ .دïä :ر ١٤ ١٥ ر: ÕĻĭĨ. ١٦ اóčĬ: כėý اęíĤאء ĹĬijĥåđĥĤ، .٣٥٣/٢ . ٌ óِ ęْ ĕَ Ý ْ ùُ Ĩ ٌ ƪ اب ijَ Ü :Ĺĭđĺ ٌ ďِ َ اĜ ٌ ، ر Õِ Ĭñْ ُ Ĩ :Ĺĭđĺ ٍ َ اه ١٧ ر: راďĘ | و .٢٠١/١٠ ،ĹĩáĻıĥĤ ïÐواõĤا ďĩåĨ ؛٢٤٣/٢ ،ĹĬاó×ĉĥĤ ćøوŶا ħåđĩĤا :ßĺïéĥĤ óĉĬا | įđĘر :ر ١٨ ٥ ١٠ ١٥ 344 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buna göre hakikat ehlinin iman kelimesinin tefsiri sadedinde söyledikleri, müminin iman hasletleri makamındaki kemâl hâlinin izahı sadedindedir. Rüveym şöyle demiştir: İman, var edeni gördüğünde her iki âlemin de (kevneyn) senin gözünde küçülmesidir. O hâlde sakın hiçbir varit seni yolundan alıkoymasın, hiçbir şahit seni kendine esir etmesin. Fâris şöyle demiştir: İman, şeriatın muhafazasında hakikatin tâzim edilmesidir. Vâsıtî şöyle demiştir: İmandaki ilk adım, başına gelen herhangi bir musibet ya da sana ihsan edilen herhangi bir nimet hususunda hiçbir şüpheye kapılmamandır, çünkü hakikatte bu ikisi ( nimet ve musibet) arasında bir fark yoktur. Dâvud et-Tâî şöyle demiştir: İman sana karanlığın ardından nûr, kasvetin ardından yumuşaklık, bid‘atin ardından sünnet ve mücahedenin ardından ibadetten zevk almayı temin eder. Sehl b. Abdullah et- Tüsterî şöyle demiştir: İman dört rükündür: Allah’a tevekkül, Allah’ın emrine teslimiyet, Allah’ın kazâsına (takdirine) rızâ ve Allah’ın nimetlerine şükür. Takvâ imanın kapısı, yakîn imanın kalbi, sabır imanın direği, ihlâs imanın kemâlidir. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “ İman altmış küsur yahut yetmiş küsur şube olup en üstünü Lâ ilâhe illallah, en sondaki de yoldan eziyet verici şeyi kaldırmaktır. Hayâ imandan bir şubedir.”1 Bu yüzden ehl-i hadîs bütün bu hususları iman kapsamında sayar. Biz ise şöyle deriz: Bunlar imanın hasletlerindendir ki hepsi tek bir hadiste sayılmış değildir. Âlimler bunları çeşitli şekillerde saymışlardır. Bu hadisin [değişik rivayetlerinin] ihtiva ettiği en yüksek rakam yetmiş dokuzdur ki ben bunları kendi seçtiğim bir tertibe göre -bu tertibin kaynağı kendi ictihadımdır- şöyle sıralıyorum: 1 Buhârî, “Îmân”, 3; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 345 ١ óĻùęÜ כĩאل èאل اīĨËĩĤ ijıĘ אنĩĺŸا óĻùęÜ ĹĘ ÙĝĻĝéĤا ģİأ אلĜ אĨ اñİ ĵĥĐو ĹĘ ĝĨאĨאت āìאل اĩĺŸאن. ٣ وارد وź ِ ن، ŻĘ ĜóĉÝùĺכ ّ ٢ اĩĺŸאن اĕāÝøאر اĤכīĻĬij ïĭĐ رؤÙĺ اĩĤכij Ĝאل روħĺ: .ïİאü כĜóÝùĺ ƫ ٤ أول ïĜم : ّ وĜאل Ęאرس: اĩĺŸאن ħĻčđÜ اÙĝĻĝéĤ ĹĘ ijĀن اÙđĺóýĤ. وĜאل اijĤاĹĉø אĩıĭĻÖ قóĘ ź إذ ÙĻĥÖ أو ÙĩđĬ īĨ כĻĥĐ دóĺِ אĩĻĘ īĺijĥÝĤا כĻĥĐ ىóåĺ ź أن אنĩĺŸا ĹĘ ٥ اĩĺŸאن ijĺرàכ اijĭĤر ïđÖ اÙĩĥčĤ ħà اīĻĥĤ ïđÖ اijùĝĤة ĹĘ اÙĝĻĝéĤ. وĜאل داود اĉĤאĹÐ: .ةïİאåĩĤا ïđÖ אدة×đĤאÖ ذñĥÝĤا ħà ÙĐï×Ĥا ïđÖ ÙĭùĤا ħà Ʃ اų اóÝùÝĤي: «اĩĺŸאن أرÙđÖأرכאن: اijÝĤכģ ĵĥĐ Ʃ اų، واŻùÝøźم ï×Đ īÖ ģıø אلĜو ÕĥĜ īĻĝĻĤوا ،אنĩĺŸا אبÖ ىijĝÝĤوا .ųا Ʃ אءĩđĭĤ óכýĤوا ،ųا Ʃ אءąĝÖ אĄóĤوا ،ųا Ʃ óĨŶ ] واŻìŸص כĩאل اĩĺŸאن». وروى أijÖ óĺóİة أ اĩĺŸאن، واāĤ×ó ĩĐאد اĩĺŸאن، [٤٧ ٦ أıĥąĘא ź įĻĥĐ اŻùĤم أįĬ Ĝאل: «اĩĺŸאن ďąÖ وijÝøن أو ďąÖ وø×ijđن ّ Ĺ×ĭĤا īĐ Ġ ٧ «אنĩĺŸا īĨ Ù×đü אءĻéĤوا ،ěĺóĉĤا īĐ ذىŶا ÙĈאĨإ אİאĬوأد ųا Ʃ źإ įĤإ אلāì īĨ Ĺİ ٩ ٨ ñİا כįĥ īĨ اĩĺŸאن، وīéĬ ĭĥĜא: اijĥđä ßĺïéĤا ģİÉĘ ħĥđĤا ģİوأ ،ïèوا ßĺïè ĹĘ אıĬאĻĐÉÖ אİïĺïđÜ دóِ َ أģİ اĩĺŸאن. وħĤ ĺ ١٢ßĺïéĤا ١١اñİ ١٠ċęĤ įĤאوĭÝĺ אĨ ĵāĜوأ .هijäو ĵĥĐ כĤذ ĵĥĐ واïĐّ َÝìאره وĵĥĐ اıÝäŸאد ïĨاره. أ Õ×ÜóÜ ĵĥĐ אİïĐأ ÙđùÜ وø×ijđن وأĬא ّ ١ ح: وijİ. ،ĹĩĥùĥĤ ÙĻĘijāĤا אتĝ×Ĉ :óčĬأ .ادïĕÖ ëĺאýĨ īĨ óĻıü ĹĘijĀ (م٩٤١/ـİ ٣٣ ت (ħĺرو īÖ ïĺõĺ īÖ ïĩèأ īÖ ħĺرو ijİ ٢ ص ١٤٧؛ ÙĻĥè اŶوĻĤאء ĀŹĤ×ıאĹĬ، /١ ٣٠١-٢٩٦؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣٧/٣ ٣ ر: ĘóĉÝùĺŻĘכ. ّ (ت. ٣٣١ İـ / ٩٤٢ م) ijāÝĨف، īĨ כ×אر أÜ×אع اïĻĭåĤ، ĔóĘאĹĬ اģĀŶ، īĨ ĹĉøاijĤا ĵøijĨ īÖ ïĩéĨ óכÖ ijÖأ ijİ ٤ أģİ واćø. دģì óìاøאن، وأĜאم óĩÖو ĩĘאت ıÖא. وכאن ĐאĩĤא ÖאijĀŶل وijĥĐم اčĤאóİ. اóčĬ: Ĉ×ĝאت اÙĻĘijāĤ ĹĩĥùĥĤ ، ص ١٣٢؛ Ĉ×ĝאت اŶوĻĤאء īÖź اīĝĥĩĤ، ص ١٤٨؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١١٧/٧ ٥ ijİ أijÖ ĩĻĥøאن داود īÖ óĻāĬ اĉĤאĹÐ اĤכĹĘij) ت. ١٦٥ İـ / ٧٨١ م) כאن כ×óĻ اÉýĤن، ďĩø اßĺïéĤ، واģĕÝü ÖאįĝęĤ אتĻĘو ؛٣٦٧/٦ ،ïđø īÖź ىó×כĤا אتĝ×ĉĤا :óčĬا .ÙĘijכÖ ĹĘijÜ ،ÙĺאĕĤا אĩıĭĨ ēĥ×Ę ،ïİõĤوا אدة×đĤا אرÝìا ħà ،ةïĨ اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٢٥٩/٢؛ Ĉ×ĝאت اŶوĻĤאء īÖź اīĝĥĩĤ، ص .٢٠٠ ٦ ر + ÖאÖא. .٩ ÙĨïĝĩĤا ،ÙäאĨ īÖا īĭø ؛٣ אنĩĺŸا ،אريí×Ĥا çĻéĀ ٧ ٨ ر: ĜאijĤا. ٩ ح: ijĝĬل. ١٠ ر: įčęĤ. ١١ ر - ñİا. ١٢ ر: ĵĥĐ اßĺïéĤ. ٥ ١٠ ١٥ 346 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmanın şubelerinden ilk sırada tehlil [yani Lâ ilâhe illallah] gelir. Tehlili şunlar takip eder: Tekbir, tesbih, hamd, temcîd (Allah’ı yüceltme), tecrîd (Allah’ı tenzih etme), tefrîd (Allah’ı birleme), tövbe, inâbe (yönelme), temizlik, taharet, namaz, zekât, oruç, kıyam, itikâf, hac, umre, kurban, sadaka, gaza, köle azat etme, Kur’ân okuma, ihsana bağlı kalma, isyandan uzak durma, azgınlığı terk etme, düşmanlığı bırakma, gönlün takvâ sahibi olması, dili muhafaza etme, Allah’a senâda bulunma, dua, korku, ümit, sevgi, hayâ, sıdk (doğruluk), safa (arılık), nasihat, vefâ, pişmanlık, ağlama, ihlâs, arınma, hilim, cömertlik, nimete şükür, belâya sabır, kazâya rızâ, ölüme hazırlık, sünnete tâbi olma, sahâbeye uyma, ümmetin âlimlerinin izinden gitme, sıradan insanlara (avama) şefkat gösterme, seçkinlere (havas) hürmet etme, yaşlılara saygı, küçüklere şefkat, emanete riayet, koruma, yedirme, nimet ihsan etme, yetimlere iyilik, sıla-i rahim, selâmı yayma, sadakatle teslimiyet, günahlardan korunma, dünyaya tamah etmeme, âhirete rağbet, mevlaya muvafakat, hevâya muhalefet, cehennemden sakınma, me’vâ cennetini talep etme, keremi yayma, iffet ve namusu muhafaza, hizmetinde olanlara ihsan, Allah’tan muvaffakiyet talebi, hakikati arama hâlini muhafaza, komşuyu ve dostları gözetme, kölelere güzel muamele etme ve en sonunda da yoldaki eziyet verici şeyi kaldırma. Kim imanın şubelerini hakkıyla tamamlarsa Allah’ın vaadi olarak imanın kemâline nâil olur ki bu kimse, Allah Teâlâ’nın hakkında şöyle buyurduğu kişidir: “ İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” [ el-En‘âm 6/82] Bi’l-gayb ifadesindeki gayb kelimesi dilde şehâdetin (görünür olan) zıddıdır. Kad gābe fulânün annâ gaybeten (Falan kimse bize görünmez oldu), gābeti’ş-şemsü gaybûbeten (Güneş battı) şeklinde ifadeler kullanılır. Gayâbetü’l-cübb (kuyunun derinliği) kuyunun dibindeki kemer gibidir. el-Gıybetü (gıybet), insanların ayıplarını gıyaplarında konuşmaktır. Gayba iman etmenin bu âyetteki anlamı (tefsiri) konusunda ihtilâf edilmiştir. Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: [Gayba iman ederler] yani, Allah’a iman ederler. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Yani, resulleri tasdik ederler. İbn Cüreyc şöyle demiştir: Yani, vahye iman ederler. Nitekim “O gaybı saklayacak da değildir.” [et-Tekvîr 81/24] âyetinde gayb kelimesi vahiy mânasındadır. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Yani, âhireti tasdik ederler. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 347 ١ ïĺóåÝĤوا ïĻåĩÝĤوا ïĻĩéÝĤوا çĻ×ùÝĤوا óĻ×כÝĤا įĻĥĺ ىñĤوا ģĻĥıÝĤا įĻĘ أïÖ :لijĜÉĘ واïĺóęÝĤ واÙÖijÝĤ واĬŸאÙÖ واčĭĤאÙĘ واıĉĤאرة واŻāĤة واõĤכאة واĻāĤאم واĻĝĤאم واÝĐźכאف واãéĤ واóĩđĤة واÖóĝĤאن واÙĜïāĤ واõĕĤو واěÝđĤ وóĜاءة اóĝĤآن وŻĨزÙĨ اùèŸאن ٢ وijĝÜى اĭåĤאن وċęè اùĥĤאن واĭáĤאء َóå اïđĤوان وåĨאĬ×Ù اĻāđĤאن وóÜك اĻĕĉĤאن وİ ٤ واĘijĤאء ٣ واijíĤف واäóĤאء واÕéĤ واĻéĤאء واïāĤق واęāĤאء واÙéĻāĭĤ واĐïĤאء واïĭĤم واĤ×כאء واŻìŸص واõĤכאء واħĥéĤ واíùĤאء واýĤכó ĹĘ اÙĻĉđĤ واāĤ×ó ĹĘ Ù واÜ×אع اÙĭùĤ وijĨاÙĝĘ اéāĤאÙÖ واïÝĜźاء ƪ Ļِ ĭ َ ĩĥĤ ادïđÝøźوا ÙĻąĝĤאÖ אĄóĤوا Ù ƪ Ļِ ĥ َ اĤ× ĵĥĐ ėĉđĤوا Ù×ĻýĤا ģİأ ħĻčđÜو ÙĀאíĤا امóÝèوا ÙĨאđĤا ĵĥĐ ÙĝęýĤوا ÙĨŶا אءĩĥđÖ ƫ اÝĺŶאم وÙĥĀ اŶرèאم óِÖ َ ĕĄאر اĤ×Ùĺó وأداء اĨŶאÙĬ وإıČאر اĻāĤאÙĬ واđĈŸאم واđĬŸאم و وإýĘאء اŻùĤم وïĀق اŻùÝøźم وěĝéÜ اāđÝøźאم واïİõĤ ĹĘ اĻĬïĤא واĔóĤ×Ù ĹĘ ßÖو وىÉĩĤا Ùĭä ÕĥĈو ĵčĤ īĨ رñéĤوا َ ىijıĤا ÙęĤאíĨ ĵĤijĩĥĤ ÙĝĘاijĩĤوا ĵ×ĝđĤا م واùèŸאن إĵĤ اïíĤم وÕĥĈ اěĻĘijÝĤ وċęè اěĻĝéÝĤ وóĨاĐאة َ óُ اĤכóم وċęè اéĤ اåĤאر واěĻĘóĤ وīùè اĥĩĤכÙ ĹĘ اěĻĜóĤ وأدĬאİא إĨאÙĈ اŶذى īĐ اěĺóĉĤ، īĩĘ Ʃ اų כĩאل اĨŶאن وijİ اñĤي Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ: اÝøכģĩ اĘijĤאء ÕđýÖ اĩĺŸאن Ĭאل ïĐijÖ ۟﴾ [اđĬŶאم، ٨٢/٦] . ُ·ُ َْ اÊ ْ ®±ُ َو ُ¶ ْ ُRْ·َc ُu َون َ ِئ ¥َ ª ٰٓ ُو۬ª ٍ ا ْ «ُ ِ \ ْ·َُ ¹ٓا ۪ا َÀ¯Y² ُ ]ِ ْ «َ À ْ َ ٰ َR¹³ُا َوª ا ±À َ w۪ َّ ªَ ﴿ا ٥ ÛÖאĔو ،Ù×ĻĔ ً אĭĐ نŻĘ אبĔ ïĜو .אدةıýĤا ăĻĝĬ ÙĕĥĤا ĹĘ ijİ ﴾[ِ Áْ ›َ ْ ªYِ وįĤijĜ:\﴿ ĹĘ ٦ אسĭĤا بijĻĐ óذכ Ù×Ļ ِ ĕĤوا ،óÑ×Ĥا ĹĘ אقĉĤכא ÕåĤا ÙÖאĻĔو ،Ùĺij×ĻĔ ً ÛÖóĔ أي÷ ĩýĤا :ġאس×ĐīÖאلاĜو .ųאÖ Ʃ نijĭĨËĺأي :óĻ×äīÖ ïĻđøאلĜ ،אĭıİ هóĻùęÜĹĘėĥُ Ýìوا .Ù×Ļَ اĕĤ »َ «َ ¹َ¶ُ Y®َوَ ﴿:įĤijĜ īĨ،ĹèijĤאÖ نijĭĨËĺأي :ãĺóä īÖا אلĜو] أىijĜïāĺن اģøóĤ.] ٤٧ب ِ ³۪‹َ ٍۚÁ±] ﴾اÝĤכóĺij، ٢٤/٨١[ĭđĨאه ĵĥĐ اĹèijĤ. وĜאل اīùéĤ: أيijĜïāĺن ÖאóìŴة. \[ِ Áْ ›َ ْ اª ١ ر + واïĺóęĤ. َóå اïđĤوان. ٢ ر - وóĜاءة اóĝĤآن وŻĨزÙĨ اùèŸאن وåĨאĬ×Ù اĻāđĤאن وóÜك اĻĕĉĤאن وİ َóå اïđĤوان. ٣ ر + وóĜاءة اóĝĤآن وŻĨزÙĨ اùèŸאن وåĨאĬ×Ù اĻāđĤאن وóÜك اĻĕĉĤאن وİ ٤ ط: واçāĭĤ. ٥ ر: أو ĔאÛÖ. ٦ ر: اùĬŸאن. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 348 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âlimlerden biri şöyle demiştir: Yani, Allah’a iman ederler ve O müminlere görünmese bile, onlar münafıklar gibi yapmaz, O’na itaat ederler. Nitekim Allah Teâlâ, “Onlar Rablerinden gayben korkarlar.” [ el-Enbiyâ 21/49] buyurmuştur. Bir âlim şöyle demiştir: Yani, onlar hem görünen dilleri ile hem de görünmeyen (gāib) kalpleri ile iman ederler. Görünmeyen kalpleri ile değil de sadece görünen dilleri ile iman eden münafıklar gibi değildirler. Velhasıl gayb kulun kendisine ancak bir delil ile ulaşabileceği her şeydir. Bu, duyu organları ile idrak edilemeyen ve kendisine iman edilmesi gereken şey olup Hz. Peygamber aleyhisselâmın, kendisinin vefatından sonra dünyada olacak hadiselere, kıyamet ahvaline, cennet ve cehenneme dair bildirdiği hususlardır. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Bu ifade iki şekilde yorumlanmıştır: Allah’ın gaybına inanırlar ve O’ndan geçmişteki ümmetlerin peygamberlerinden talep ettiği şeyleri talep etmezler. Örneğin İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’ya “Allah’ı açıkça görmeden sana iman etmeyiz.” [ elBakara 2/55] demeleri gibi demezler. İkincisi: Kur’ân’ın gaybına ve onlara haber verdiği va‘d ve vaîdlere, emir ve yasaklara, diriliş, cennet ve cehenneme dair haberlere inanırlar. İman ancak gayba yönelik olur, çünkü iman tasdiktir. Tasdik ve yalanlama ise ancak haberlerde söz konusu olur. Haber de gözle görülen hakkında değil, görülmeyen (gayb) hakkında olur.1 Hakikat ehli şöyle demiştir: Bunun mânası şöyledir: Onlar Kur’ân’ın gaybı ile âhiretin gaybını ayan beyân görürler. Sonra gaybın gaybı ile Hakk’ı her an kendilerine muttali olarak müşahede ederler. Böylece Hakk’ın kendilerine muttali olması ile O’ndan başka her şeyin müşahedesinden uzaklaşırlar (gāib olurlar), işte onlar O’nunla müşahede hâlinde kāimdirler. Gayb kelimesi Kur’ân’da pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Sır anlamında kullanılmıştır: “Ben muhakkak göklerin ve yerin gaybını bilirim.” [ el-Bakara 2/33] Yani bu ikisinin halkının sırrını bilirim. 2. Eş anlamında kullanılmıştır: “O hanımlar gaybı muhafaza ederler/kenilerini kimsenin görmediği durumlarda iffetlerini korurlar.” [ en-Nisâ 4/34] 3. Rızık anlamında kullanılmıştır: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır.” [ el-En‘âm 6/59] 4. Levh anlamında kullanılmıştır: “Yoksa gayba mı muttali oldu?” [ Meryem 19/78]٧٨/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾[َ Áْ ›َ ْ •ََاª َـ» Žّ َ ْ ›َ ْÁ ِ] ﴾[اđĬŶאم، ٥٩/٦]. ّوijĥĤح Ĝאل: ﴿ا ِ ُ ـm اª Ĝאل: ﴿َوِ َ³ْuُه َRŸَbY ١ ط: اěĺïāÝĤ. ٢ ح: ĺכijن. ٣ ر + إĩĬא. ٤ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٣١/١ ٥ ح + Ĺĭđĺ. ٥ ١٠ ١٥ 350 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 5. Vahiy anlamında kullanılmıştır: “O gaybı saklayacak değildir.” [et-Tekvîr 81/24]. Kullar için gayb olmasından dolayı da “Gaybın âlimi” [ el-En‘âm 6/73] buyurmuştur. 6. Ölçü/tartı anlamında kullanılmıştır: “Biz gaybı koruyucular değiliz.” [Yûsuf 12/81] 7. Azap anlamında kullanılmıştır: “Gaybı da bilmem.” [ el-En‘âm 6/50] Yani azabın ne zaman ineceğini bilmem. 8. Ölüm anlamında kullanılmıştır: “Eğer gaybı bilseydim…” [ el-A‘râf 7/188]. Yani ne zaman öleceğimi bilseydim. 9. Şüphe anlamında kullanılmıştır: “Gaybı taşlayarak...” [ el-Kehf 18/22]. Yani şüphe hâlinde konuşarak. 10. Mûcize inmesi anlamında kullanılmıştır: “Diyorlar ki: Ona rabbinden bir mûcize inse ya! De ki: Gayb ancak Allah’a aittir.” [ Yûnus 10/20] Yani mûcizenin inişine dair bilgi. 11. Yokluk anlamında kullanılmıştır: “Bu, onun benim kendisine gıyabında ihanet etmediğimi bilmesi içindir.” [Yûsuf 12/52] Bu farklı anlamlar şöyle uzlaştırılabilir: Allah Teâlâ kendisinin gaybı bildiğini, başkasının bilmediğini haber vermiştir. Nitekim “Gökte ve yerde olanlar gaybı bilemez, ancak Allah bilir.” [ en-Neml 27/65] buyurmuş, “Gaybın anahtarları O’nun katındadır.” [ el-En‘âm 6/59] demiş, Resulüne hitaben, “De ki: Ben size Allah’ın hazinelerinin bende olduğunu söylemiyorum, gaybı da bilmiyorum.” [ el-En‘âm 6/50] demiş, “ Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.” [Sebe’ 34/14] buyurarak cinlerin gaybı bilmediklerinin farkında olduklarını ifade etmiş, “Allah sizi gayba muttali kılacak değildir.” [ Âl-i İmrân 3/179] buyurmuş, “İşte bu, gayb haberlerindendir.” [ Âl-i İmrân 3/44] sözüyle gaybı resulüne bildirenin kendisi olduğunu haber vermiş, “Yoksa gayba mı muttali oldu?” [ Meryem 19/78] ve “Yoksa onlarda gaybın ilmi mi var?” [el-Kalem 68/37] sözleri ile kâfirleri kınamış, “De ki: Allah’ım! Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, gaybın ve şehâdetin âlimi.” [ ez-Zümer 39/46] âyeti ile gaybı bilmesi nedeniyle kendisine senâda bulunmayı emretmiş; “Onlar gayba iman ederler.” [ el-Bakara 2/3], “Allah, kendisinden gayben korkanları bilsin diye” [ el-Mâide 5/94], “Rahmân’dan gayben haşyet duyan kimse.” [ Yâsîn 36/11], “Allah, kendisine ve resullerine gayben destek verenleri bilsin diye.” [ el-Hadîd 57/25] âyetleriyle müminleri gayba iman etmeleri, gayben korkmaları, haşyet duymaları ve [İslâm’a] destek vermeleri ile övmüş, sonra “De ki: Kendisinden kaçtığınız o ölüm muhakkak size ulaşacaktır, sonra gaybın âlimine döndürüleceksiniz.” [elCum‘a 62/8] buyurmuş ve onlara gayben cennet müjdesini verip şöyle demiştir: “Adn cennetleri ki Rahmân onu kullarına gayben vaad etmiştir.” [ Meryem 19/61] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 351 ِ ³۪‹َ ٍۚÁ±] ﴾اÝĤכóĺij، ٢٤/٨١[، وĩĤא Ĕאب īĐ اđĤ×אد Ĝאل: \ [ِ Áْ ›َ ْ َ« اª وĹèijĥĤ Ĝאل: ﴿َوَRY ُ¶¹َ َ« .[٨١/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áَ ۪ žYِ nَ [ِ Áْ ›َ ْ «ِ ª Yَ ْ ›َ ْÁ ِ] ﴾[اđĬŶאم، ٧٣/٦]. وĥĤכģĻ:﴿ َوَRY ُ¦³ّ ِ ُ اª ªYَ﴿ ْ ›َ ْÁ َ] ﴾[اđĬŶאم، ٥٠/٦] أي ĵÝĨ õĭĺل اñđĤاب. وijĩĥĤت Ĝאل: َ ُ اª «ْ َ Ê ا وñđĥĤاب Ĝאل: ﴿َوَٓ ﴾ۚÕِ ْ Ļَ ĕĤאِÖ ْ ً ْ ĩא äَ ْ ›َ ْÁ َ] ﴾[اóĐŶاف، ١٨٨/٧] أي ĵÝĨ أijĨت. وýĥĤכ Ĝאل: ﴿ر َ ُ اª «ْ َ ¹َْ ُ¦³ْ ُa ا ﴿َوª ±ْ ®ِ _ٌَ Àٰ ا µِÁَْ َل َ» ِ {²ُْ Ê ا َٓ¹َْ ُ ¹َن ª ª¹£ُ َ [اĤכėı، ٢٢/١٨ [أي źijĜ ÖאýĤכ. وõĭĤول اÙĨŻđĤ Ĝאل: ﴿َوÀ ¥َ ِ ªذٰ ﴿ :אلĜ Ù×ĻĕĤا ١ ĵĭđĩÖو .אıĤوõĬ ħĥĐ أي] ٢٠/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ِٰ Ãِّ [ُ Áْ ›َ ْ ªا Y¯َ َ ²ِّ ۚ žَ ْ£ُ© ا َرِّ\ ۪µ .[٥٢/١٢ ،ėøijĺ] ﴾[ِ Áْ ›َ ْ ªYِ \ µُ³ْrُ َ َ ْ ا ª ¿²ّ۪ َ َ َ ا «ْÁَِ ª :אلĜ įĬÍĘ ؛ÕĻĕĤا هóĻĔ ħĥđĺ źو ÕĻĕĤا ħĤאĐ įĬأ ó×ìأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن ěĻęĥÝĤوا ٣ أن ﴿ِ َ³ْuُه ٢ وذכó ۜ﴾ [اģĩĭĤ، ٦٥/٢٧[ ُ َ ّ اà ٰ Êّ ِ ْ ›َ ْÁ َ [ا َ ُ َR ±ْ žِ¿ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِض اª «ْ َ À Êَ﴿ ُ َ «ْ َ Ê ا ِ ±ُ ّ اà ِٰ َوَٓ َ ُ§ ْ ِ ³ْ ۪uي َrَ{ٓائ ¢َُ ¹ُل ª Ê ا ْ ›َ ْÁ ِ] ﴾[اđĬŶאم، ٥٩/٦] وĜאل įĤijøóĤ:﴿ ¢ُ ْ ©َٓ ِ ُ ـm اª bYŸَ®َ Yَ ¯ّ َ «žَ﴿ :įĤijĝÖ ÕĻĕĤا نijĩĥđĺ ź ħıĬأ اijĩĥĐ īåĤا أن] أ ْ ›َ ْÁ َ] ﴾[اđĬŶאم، ٥٠/٦] و ذכó] ٤٨ اª ْ §ُ َ«ِْ Áُِ ª ُ ٰ Ãا ّ نYَ ¦َ Y®َوَ ﴿:אلĜ [١٤/٣٤ ،É×ø] ﴾[َ Áْ ›َ ْ َ ُ̄ ¹َن اª «ْ َ ¹ُا À ²Y¦َ ¹َْ َ ْن ª ْ ِk ُ±ّ ا ªا aِ ³ََ Áّ]ََ b َ yّrَ ¥َ ِ ªذٰ ﴿ :įĤijĝÖ Õ×ĕĤאÖ įĤijøر ó×ìأ يñĤا ijİ įĬأ ó×ìوأ] ١٧٩/٣ ،انóĩĐ آل]﴾ [ِ Áْ ›َ ْ َ« اª «َ [٧٨/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾[َ Áْ ›َ ْ •ََ اª َـ» Žّ َ ْ ›َ ْÁ ِ] ﴾[آل óĩĐان، ٤٤/٣] ووëÖ اĤכęאر įĤijĝÖ:﴿ ا ²َْ َ ـ[ٓ ِYء اª ِR ±ْ ا yَŽYِ žَ َ ّ·ُ ٰ ّ «ªا© ِ¢ُ ﴿:įĤijĝÖ įÖ įĻĥĐ אءĭáĤאÖ óĨوأ] ٣٧/٦٨ ،ħĥĝĤا]﴾ [ُ Áْ ›َ ْ َْم ِ َ³ْu ُ ¶ُ اª وįĤijĝÖ:﴿ ا َ َ· َYدِة﴾ [اóĨõĤ، ٤٦/٣٩ [وïĨح اīĻĭĨËĩĤ ÖאĩĺŸאن ÖאÕĻĕĤ ْ ›َ ْÁ ِ [َو ّ اªƒ ِ َ اª ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِض َªY ،ةóĝ×Ĥا]﴾ [ِ Áْ ›َ ْ ªYِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À﴿ :įĤijĝÖ ÕĻĕĤאÖ ةóāĭĤאÖو ÕĻĕĤאÖ ÙĻýíĤאÖو ÕĻĕĤאÖ فijíĤאÖو ،÷ĺ] ﴾[ۚ ِ Áْ ›َ ْ ªYِ \ ±َ ¯ٰ nْ َ َ ّ اyª ۚ]﴾ [اĩĤאïÐة، ٩٤/٥]، ﴿َو َr ƒِ¿ ِ Áْ ›َ ْ ªYِ \ µُ žYُ sَ َ À ±ْ ®َ ُ َ َ ّ اà ٰ «ْÁَِ ª﴿ ،[٣/٢ ْ َ̄¹ْ َت َ اª ِ ّن ۜ]﴾ [اïĺïéĤ، ٢٥/٥٧ [وĜאل: ﴿¢ُ ْ© ا ِ Áْ ›َ ْ ªYِ \µُ َ ³َْ ُ‡ُyُه َوُر ُ~» À ±ْ ®َ ُ َ َ ّ اà ٰ «ْÁَِ ١١/٣٦]، ﴿َوª ÙĭåĤا ħİïĐوو] ٨/٦٢ ،ÙđĩåĤا]﴾ [ِ Áْ ›َ ْ ِ اª ِ ªYَ »ٰ ªِ ُ َون ا دّyَbُ َ ّ fُ ْ §Áُ ¢۪Ëَ®ُ µُ َ ²ّYِžَ µُ³ْ®ِ ونَ ُyّŸَِ b يw۪ َّ اª .[٦١/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾[ۜ ِ Áْ ›َ ْ ªYِ َ ْn ٰ ¯±ُ َِ ]َYدُه \ yªا ّ uَ َوَ¿ c۪ َّ ۨ اª َ ِ Yت َ ْuٍن ³ّjَ ﴿ :אلĝĘ ÕĻĕĤאÖ ١ ر: وĵĭđĩĤ؛ ط: وĵĭđĨ ذĤכ. ٢ ر + وĜאل اų đÜאĵĤ įĤijøóĤ. ٣ ر: واذכó. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 352 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onlar namazı ikāme ederler.” Bundan sonraki âyetler amellerin imandan bir parça olmadığına delâlet eder, çünkü Allah Teâlâ önce imanı zikretmiş, ardından da amelleri ona atfetmiştir ki atfedilen ile kendisine atıf yapılan birbirinden ayrı şeylerdir. “Onlar namazı ikāme ederler.” ifadesi ile ilgili olarak İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Bu ifade iki anlama gelebilir. İlki bildiğimiz namazdır, yani onlar namazı rükûsuyla, secdesiyle, huşûsuyla, gönülden boyun eğerek, kalbin ve niyetin ihlâsıyla, tıpkı rivayette “Kiminle münacat ettiğini aklından çıkarma!” şeklinde ifade edildiği gibi tastamam ikāme ederler. İkinci ihtimal ise bu ifadenin Allah’a hamd ve senâ anlamına gelmesidir. Eğer murat edilen anlam bu ise o zaman bu anlamın dünyada yahut âhirette neshedilmesi ya da kaldırılması muhtemel değildir.1 Tefsir âlimlerinin bu konuda altı görüşü vardır: [Birincisi] Kimine göre namazın ikāmesi edası anlamına gelir, nitekim müezzin kad kāmet es-salâtü dediğinde bunun mânası, “İnsanlar namazı eda etmeye başladılar.” şeklindedir. Bir şeyin kıyâmı demek onun varlığı demektir. Kul tarafından namazın ikāme edilmesi ise tahsil edilmesidir. [İkincisi] Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Namazın ikāmesi rükû ve secdelerinin ve bunlarda yapılması gerekenlerin tastamam yerine getirilmesidir. Bu durumda bu kelime “takvîm”, yani doğru düzgün yapma, fiillerinde ve rükünlerinde namaza hiçbir eksik dâhil etmeme; farzlarında, vaciplerinde, sünnetlerinde ve âdâbında ona hiçbir halel getirmeme anlamına gelir. [Üçüncüsü] Bir görüşe göre namazın ikāmesi ona devam etmek ve onu ızhar etmektir. Şair şöyle demiştir: Gazâle [isimli kadın] bir cenk pazarı ikāme etti ki Iraklılara, tam bir yıl sürdü. Yani Şebîb el-Hâricî’nin hanımı harp işini ve kılıçla vuruşmayı tam bir yıl sürdürdü. Hak Teâlâ’nın “Ancak ısrarla başına kāim olup dikilirsen başka!” [ Âl-i İmrân 3/75] âyetinde de bu kullanım vardır, nitekim burada “kāim” kelimesi alacağını istemeye devam etme anlamındadır. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 32. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 353 ٰ ¹َة﴾ دÛĤ ÙĻĝÖ اÙĺŴ ĵĥĐ أن اĩĐŶאل ÛùĻĤ īĨ اĩĺŸאن؛ ُ £۪ ُÁ ¯¹َن ّ اªَ‡« وįĤijĜ:﴿ َوÀ įĬÍĘ ذכó اĩĺŸאن وėĉĐ įĻĥĐ اĩĐŶאل واijĉđĩĤف óĻĔ اijĉđĩĤف įĻĥĐ. :ųا Ʃ ٰ ¹َة﴾ Ĝאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ُ £۪ ُÁ ¯¹َن ّ اªَ‡« وįĤijĜ:﴿ َوÀ ١ اŻāĤة اóđĩĤوÙĘ أي ıĬijĩĻĝĺא ĩÝÖאم ģĩÝéĺ :īĻıäو ģĩÝéĺ اñİ رכıĐijא وijåøدİא واijýíĤع واijąíĤع įĤ ıĻĘא وإŻìص اÕĥĝĤ واÙĻĭĤ َ ų واĭáĤאء Ʃ ïĩéĤا َ ģĩÝéĺو ،»ĵäאĭÜ īĨ óčĬا «:ó×íĤا ĹĘ אءä אĨ ĵĥĐ įĤ אĻĬïĤا ĹĘ ďĘóĤا źو ëùĭĤا ģĩÝéĺ ź ijıĘ اñİ ادóĩĤا כאن نÍĘ ،įĻĥĐ ٢ واóìŴة. ٤ ÍĘن ijĜل ٣ ÙÝø أĜאوģĺ: Ĝאل ħıąđÖ: إĜאÙĨ اŻāĤة أداؤİא؛ اñİ ĹĘ óĻùęÝĤا ģİŶو اËĩĤذن: ïĜ ĜאÛĨ اŻāĤة ĭđĨאه أñìوا ĹĘ أداıÐא، وĻĜאم اĹýĤء وijäده وإĜאįÝĨ īĨ .įĥĻāéÜ ï×đĤا وĜאل اīÖ Đ×אس ġ: إĜאıÝĨא إĩÜאم رכıĐijא وijåøدİא وĨא Õåĺ ıĻĘא، وijİ ĹĘ ĹĘ Żĥì źو אıĬوأرכא אıĤאđĘأ īĨ ءĹü ĹĘ אāĝĬ ģìïĺ ŻĘ ÙĺijùÝĤا أي ħĺijĝÝĤا ĵĭđĨ óĘاıąÐא وواä×אıÜא وıĭĭøא وآداıÖא. ٥ وģĻĜ: إĜאıÝĨא إداıÝĨא وإıČאرİא، Ĝאل اýĤאóĐ: ٦ אĉĻ ً ĩِĜَ źijً èَ īِ ْ َ اĻĜ óđĤا ِ ģِ ْ İَ َ ِ اب ِŶ ó ِąĤا ّ قijَ ُ ø ÙĤا ُ َ õĔَ Ûْ َ ĨאĜَ َ أ ٧ ّ أóĨ اóéĤب وóĄب اijĻùĤف źijè ÜאĨא. وįĭĨ أي أداÛĨ اóĨأة ٍ ü×ÕĻ اíĤאرĹä ۜ﴾ [آل óĩĐان، ٧٥/٣] أي ijĨاČ×א ĵĥĐ اĝÝĤאĵĄ . Y¯ً ِ َٓYئ ¢ µِÁَْ «َ aَ ®ْدُ Y®َ َ Êِّ ا ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ١ ح - ģĩÝéĺ. ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٣٢/١ ٣ ح: ıĻĘא. .אıÝĜو ĹĘ + ر ûĨאİ ĹĘ ٤ ْم اçÝęĤ، وijİ ŻĔم ęĺאع، روى ij َ َ ħĺ īÖ ĘאÜכ īÖ اóìŶم اïøŶي، (ت. ٨٠ İـ / ٧٠٠ م) أħĥø ĺ óìُ īÖ īĩĺأ ijİ óĐאýĤا ٥ įĻĥĐ ųا ƪ ĵĥĀّ - ّ Ĺ×ĭĤا īĨ אĐאĩø īĩĺŶ فóđĬ ź :אلĜو įÖóĕÝøوا אáĺïè ّ ّñĨóي ْ أįĻÖ وįĩĐ وĩİא ïÖرĺאن، أóìج įĤ اÝĤ īَ Đ .٣٥/٢ ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا ١٨٨/١ ،óĻàŶا īÖź ÙÖאĕĤا ïøأ ؛٣٨/٦ ،ïđø īÖź ىó×כĤا אتĝ×ĉĤا :óčĬا .-ħĥøو .«لõĔ» ،يïĻÖõĥĤ وسóđĤا אجÜ ؛»ģĔز «،هïĻø īÖź ħčĐŶا ćĻéĩĤوا ħכéĩĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٦ ٧ ط: وģĻĜ. ٥ ١٠ ١٥ 354 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dördüncüsü İbn Keysân’ın görüşüdür: “Onlar namazı ikāme ederler.” Yani, gayba iman iddialarının doğruluğunun delilini namaz ile ikāme ederler. Beşincisi âlimlerden birinin şu görüşüdür: Namazın ikāmesi, sınırlarının ve şartlarının, yani cevaz ve kabul şartlarının gözetilmesidir. Cevaz şartları, altısı namaza başlamadan önce, altısı da namaza başladıktan sonra olmak üzere on ikidir ki bunlar mâlûmdur. Kabul şartları ise altısı zâhirde, altısı da bâtında olmak üzere on ikidir. Zâhirdeki şartlardan ilki huşûdur, çünkü Hak Teâlâ, “Onlar namazlarında huşû içindedirler.” [el- Mü’minûn 23/2] buyurmuştur. İkincisi takvâdır, çünkü Hak Teâlâ, “Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul buyurur.” [ el-Mâide 5/27] buyurmuştur. Diğerleri ise haram yemeyi terk etmek, boş sözü terk etmek, tembelliği ve ağırdan almayı terk etmektir. Bâtındaki şartlar ise ihlâs, tefekkür, korku, ümit, kendini kusurlu görme ve müşahededir. Altıncısı Kuşeyrî’nin görüşüdür: Namazın ikāmesi onun rükünlerini ve sünnetlerini yerine getirmek, sonra namazın kendisi için kılındığı zâtın görülmesi vesilesiyle namazın kendisinin müşahedesinden gāib olmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Benim ortaklığa hiç ihtiyacım yoktur, kim Benim için bir amel işler de ona Benden başkasını(n rızâsını) da ortak ederse, o amel onun olsun, Ben ondan beriyim. Ebû Bekir Şiblî’nin şöyle dediği nakledilir: Namazda iken kalbim âhireti düşünmeye başlarsa abdestimi yenilerim, dünyayı düşünmeye başlarsa guslümü yenilerim. Allah Teâlâ “Müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşû içindedir.” [el- Mü’minûn 23/1-2] buyurmuştur, huşû zâhir ve bâtının sükûn bulması, kişinin hiçbir uzvunun sünnet dışında bir şekilde hareket etmemesi, bâtınında hiçbir şeyin de Allah’a yakınlık dışında bir gayeye yönelmemesidir. Hz. Peygamber aleyhisselâm, namaz esnasında sakalı ile oynayan birini görünce şöyle buyurmuştur: “Bu kişinin eğer kalbi huşû içinde olsaydı, uzuvları da huşû içinde olurdu.”1 1 Abdürrezzâk, el-Musannef, 2: 266; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2: 86. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 355 ٰ ¹َة﴾ أي ijĩĻĝĺن ÖאŻāĤة İóÖאħıĬ ĵĥĐ ُ £۪ ُÁ ¯¹َن ّ اªَ‡« و اóĤاďÖ ijĜل اīÖ כùĻאن: ﴿À .ÕĻĕĤאÖ אنĩĺŸا ĹĘ ħİاijĐد قïĀ [ واíĤאĨ ÷ijĜل ħıąđÖ: إĜאıÝĨא óĨاĐאة ïèودİא وóüاıĉÐא أي óüاćÐ] ٤٨ب ١ وóüاćÐ ،ÙĘوóđĨ Ĺİو هïđÖ ÙÝøو وعóýĤا ģ×Ĝ ÙÝø ازijåĤا ćÐاóüو ،لij×ĝĤوا ازijåĤا ْ·ِِ bËَ†َ ¿ž۪﴿ :ĵĤאđÜ ٣ ٢ اijýíĤع įĤijĝĤ óİאčĤאĘ :īĈא×ĤאÖ ÙÝøو óİאčĤאÖ ÙÝø لij×ĝĤا َ £۪ َÁ±] ﴾اĩĤאïÐة، cّ¯ُ ْ ُ ِR ±َ اª َ ُ© ّ اà ٰ ]ّ£َcََ À Y¯َ َ ²ِّ ٤ ﴿ا َr ِ Y‚ ُ ¹َۙن﴾ [اijĭĨËĩĤن، ٢/٢٣] واijĝÝĤى įĤijĝĤ: ٢٧/٥] وóÜك أכģ اóéĤام وijĜل اijĕĥĤ واĤכģù واĉÖŸאء. وأĨא اĤ×אīĈ ĘאŻìŸص ّ واęÝĤכó واijíĤف واäóĤאء ورؤÙĺ اóĻāĝÝĤ واýĩĤאïİة . ّ : «إĜאıÝĨא اĻĝĤאم ÉÖرכאıĬא وıĭĭøא ħà اĻĕĤ×Ù īĐ ijıüدİא واùĤאدس ijĜل اóĻýĝĤي ٥ .«įĤ ĵĥāĺ īĨ ÙĺؤóÖ įĻĘ كóüوأ ŻĩĐ ĹĤ ģĩĐ īĩĘ ،كóýĤا īĐ כאءóýĤا ĵَ ĭĔأ אĬأ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĝĺ .يءóÖ įĭĨ אĬوأ ،įĤ ijıĘ يóĻĔ ĵ×ĝđĤا ĵĤإ ةŻāĤا ĹĘ Ĺ×ĥĜ óčĬ ijĤ :אلĜ įĬأ ųا Ʃ ٦ رįĩè ّ Ĺĥ×ýĤا óכÖ ĹÖأ īĐو ±À َ w۪ َّ ªَ ْ ُْ̄Qِ®³ُ ¹َن ا ªا mَ َ «žَْ َ ْu ا ¢﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜو .ÛĥùÝĔź אĻĬïĤا ĵĤإ óčĬ ijĤو ،تÉĄijÜ ŻĘ ٧ ِِ·ْ َr ِ Y‚ ُ ¹َن﴾ [اijĭĨËĩĤن، ٢-١/٢٣] واijýíĤع øכijن اčĤאóİ واĤ×אīĈ bËَ†َ ¿ž۪ ْ ¶ُ .ÙÖóĝĤا óĻĔ ĵĤإ įĭĈאÖ īĨ אÑĻü źو ÙĭùĤا óĻĔ ĵĤإ įÐאąĐأ īĨ אÑĻü فóāĺ ďýì ijĤ אĨأ «:אلĜ ةŻāĤا ĹĘ įÝĻéĥÖ ß×đĺ Żäر رأى īĻè مŻùĤا įĻĥĐ ّ وĜאل اĭĤ×Ĺ ٩ .«įèارijä ÛđýíĤ ٨ اñİ ÕĥĜ ١ ر: ÙĘóđĨ اóýĤوط واŶرכאن وıĥđĘא. ٢ ح + ijİ. ٣ ر: כįĤijĝ. ٤ ر: כįĤijĝ. ٥ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .١٧/١ ّ ) ووĹĤ يóĤا אقÝøر ĹèاijĬ īĨ) ïĬאو×Ĭد ĹĘ אĻĤوا כאن .)م ٩٤٦/ ـİ ٣٣٤ .ت (Ĺĥ×ýĤا رïéä īÖ ėĤد óכÖ ijÖأ ijİ ٦ óđü įĤ .حŻāĤאÖ óıÝüאĘ ،אدة×đĤا ĵĥĐ ėכĐو ÙĺźijĤا كóÜ ħà ،אبåéĤا Õäאè هijÖأ وכאن ، ّ Ĺøא×đĤا ěĘijĩĥĤ ÙÖאåéĤا īĨ óùÖ هïĤijĨو ،óıĭĤا وراء אĨ ىóĜ īĨ (Ùĥ×ü) ÙĺóĜ ĵĤا įÝ×ùĬو ،אنøاóì īĨ įĥĀأ .ÙĘijāÝĩĤا כĤאùĨ įÖ כĥø ،ïĻä رأى، ووĘאįÜ Ö×ïĕاد. اóčĬ: Ĉ×ĝאت اÙĻĘijāĤ ĹĩĥùĥĤ ، ص ٢٥٧؛ وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٢٧٣/٢؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ١٨/١٤؛ Ĉ×ĝאت اŶوĻĤאء īÖź اīĝĥĩĤ، ص ٢٠٤؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣٤١/٢ ٧ ر + įĤ. ٨ ر + اģäóĤ. .٨٦/٢ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ ؛٢٦٦/٢ ،ĹĬאđĭāĤ ėĭāĩĤا ٩ ٥ ١٠ ١٥ 356 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle denilmiştir: Namazın ikāmesi ilk olarak zâhir ve bâtın itibariyle temizlenmek, hem dünya elbisesi hem takvâ elbisesi ile güzelleşmek, ilâhî öfkeden sakınarak vakti gözetmek, görünüşü ıslah etmekle beraber niyeti halis kılarak, hem yüz hem kalp ile kıbleye dönmek, tâzim eşliğinde iftitah tekbiri almak, kıyam rüknünü tam olarak yerine getirmek, tedebbür ve tefekkür eşliğinde okumak, sessizce ve kulak vererek dinlemek, huşû hâli ile rükûa eğilmek, müşahede hâli ile secdeye varmak, tashih ederek (doğrulayarak) tesbih etmek, son oturuşu hazır bir şekilde tamamlamak, ahde uygun bir şekilde teşehhüt okumak, tahkik ve isbat ile salâvat okuyup dua etmek, tamamlamış olarak selâm vermek, sonra ihlâs ile dua edip geriye dönmek sûretiyle olur. es- Salât ( namaz) kelimesi dilde dua, övgü, okuma ve rahmet anlamlarına gelir. Hak Teâlâ “Ve onlara salât (dua) et.” [ et-Tevbe 9/103] âyetinde bu kelimeyi dua mânasında kullanmıştır. Yine “Allah ve melekleri Nebî’ye salât ederler.” [ el- Ahzâb 33/56] âyetindeki salâtın senâ olduğu söylenmiştir. “Salâtında sesini yükseltme.” [ el-İsrâ 17/110] âyetindeki salât kelimesi okumak, “İşte onlara Rablerinden salavât vardır.” [ el-Bakara 2/157] âyetindeki salavât kelimesi rahmet anlamına gelir. Belirli fiiller ve zikirlerin hususi ismi olan şeriattaki namaza salât isminin verilmesinin sebebi, bu ibadette bulunan okuma fiili, oturuş esnasında yapılan dua ve namaz kılana yönelik ilâhî rahmettir. Şöyle denilmiştir: Namaza bu ismin verilmesi, salleytü’l-‘ûde (Ağacı ateşle yumuşattım) şeklindeki kullanımdan gelir. Namaz kılan kimse âlemlerin Rabbinin huzurunda huşû içine girer ve yumuşar. Bir diğer görüş şöyledir: Salât kelimesi es-salâ kelimesinden gelir ki bu da atın kuyruk sokumu anlamına gelir. Namaz kılan kimse rükû ve secde için eğilirken bu iki hâlde kalçaları yukarı kalkar. Bir diğer görüş şöyledir: Salât kelimesi feresün musallin (yarışta ikinci gelen at) şeklindeki kullanımda geçen kelimeden türemiştir. Kur’ân’da namaz imanın hemen ardından ikinci husus olarak zikredildiği için ona bu isim verilmiştir. Nitekim bu âyette de gayba imanın ardından zikredilmiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâm da, “Namaz, imanın ardından gelir.” buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 357 وģĻĜ: إĜאÙĨ اŻāĤة ÖאóıĉÝĤ أوź Čאóİا وÖאĭĈא وÖאģĩåÝĤ ĥÖ×אس أģİ اĻĬïĤא ،ِ Ù ƪ وĤ×אس اijĝÝĤى، وóĨاĐאة اÛĜijĤ ďĨ اĝÜאء اÛĝĩĤ، وإŻìص اÙĻĭĤ ďĨ إŻĀح ƪ اĉĤِĺij ĵĥĐ אمĻĝÖ אنĻÜŸوا ،óĻĜijÜ īĐ óĻ×כÝÖ אحÝÝĘźوا ،ÕĥĝĤوا įäijĤאÖ Ùĥ×ĝĤا אل×ĝÝøوا ĩÜאم، واóĝĤاءة īĐ óÖïÜ وęÜכó، واĩÝøźאع īĐ إāĬאت وإì×אت، واĭéĬźאء óÖכijع ħÝíĤوا ،çĻéāÜ īĐ çĻ×ùÝÖ ħĥכÝĤوا ،دijıü īĐ دijåùÖ ورóíĤوا ١ ،عijýì īĐ ٣ ودijĐات īĐ ěĻĝéÜ، وإà×אت وħĻĥùÜ اتijĥĀو ،ïıđÜ īĐ ٢ ƪ ة، وïıýÜ ïُ Đ īĐ ةïđĝÖ .سŻĘإ ĵĥĐ عijäóĤوا ،صŻìإ ĵĥĐ אءĐïĤا ħà ،ħĻĩÝÜ ĵĥĐ ٰ ¹َة﴾ ĘאŻāĤة ĹĘ اÙĕĥĤ اħø ĐïĥĤאء واĭáĤאء واóĝĤاءة واÙĩèóĤ، Ĝאل وįĤijĜ: ﴿ ّ اªَ‡« ُّ ¹َن «‡َ ُ À µُcَ§َ ئِ ٰٓ َ ّ اà َٰ َوَR» ِ ّن ُ ħıĤ وĜאل: ﴿ا ْع ُد ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ١٠٣/٩ [أي ا ْ·ِÁَْ «َ ِ ©ّ †َ وَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ ِ ¥َ﴾ [اóøŸاء، bËَ‡َ ِ \ yْ·َkْ َ ٤ اĭáĤאء وĜאل: ﴿َوَÊ b Ĺİ :ģĻĜ ،[٥٦/٣٣ ،ابõèŶا ﴾ [ِ ۜ ّ ¿]َِ َ« ّ اª³ «َ ٌ ات ِR ±ْ َرِّ\ِ·ْ ﴾ [اĤ×óĝة، ١٥٧/٢] أي ¹ََ «†َ ْ·ِÁَْ ِئ ¥َ َ» ٰٓ ُو۬ª ١١٠/١٧] أي óĝÖاÝÐכ وĜאل: ﴿ا īĨ אıĨאĻĜ ĹĘ אĩĤ אıÖ ÛĻĩø وأذכאر אلđĘÉÖ ÙĀijāíĩĤا ÙĐوóýĩĤا ةŻāĤوا ،Ùĩèر اóĝĤاءة وĹĘ ijđĜدİא īĨ اĭáĤאء واĐïĤאء وęĤאıĥĐא īĨ اÙĩèóĤ. [ أ َ» أي įÝĭĻĤ ÖאĭĤאر [٤٩ ُijد đĤا Ûُ ْ Ļĥƪ َ Ā» :ħıĤijĜ īĨ אıÖ ٥ وģĻĜ: ÛĻĩø اŻāĤة ijİ و» ŻāĤا «īĨ ٦ Ĺİ :ģĻĜو .īĻĩĤאđĤا بóĤ ďýíĺو īĻĥĺ ةŻāĤאÖ ĹĥāĩĤوا īِ ْ ĺ َ ijĥَ ƪ āĤا ďĘóĻĘ دijåùĤوا عijכóĥĤ ĵĭéĭĺ ĹĥāĩĤوا ،سóęĤا īĨ Õَ óĕĨز َ اĬñĤ ĵĘ ěÖאùĥĤ ٨ ٧ أي ٍ Üאل «ģٍّ َ āĨ سóĘ» :ħıĤijĜ īĨ Ĺİ :ģĻĜو ،īĻĤאéĤا īĺñİ ĹĘ هñİ ĹĘ تóذכ אıĬÍĘ אن؛ĩĺŸا ÙĻĬאà óכñĤا ĹĘ אıĬŶ אıÖ ÛĻĩø ،אنİóĤا Ù َ ×ĥْ َ è ٩ اĩĺŸאن»١٠. ّ įĻĥĐ اŻùĤم: «اŻāĤة àאÙĻĬ Ĺ×ĭĤا אلĜ ïĜو ÕĻĕĤאÖ אنĩĺŸا ïđÖ ÙĺŴا ١ ح: īĨ ijýìع. ٢ ر: واïıýÝĤ. .ěĺïāÜ īĐ + ر ٣ ٤ ر: ijİ. ٥ ح - اŻāĤة. ٦ ح - Ĺİ. ٧ ر: ĹĥāĨ. ٨ ر: ÜאĹĤ. ٩ ر: ÜאÙĻĤ. .אدرāĩĤا ĹĘ ėĜأ ħĤ ١٠ ٥ ١٠ ١٥ 358 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âyette geçen es-salât kelimesi cins isim olsa da bununla çoğul isim kastedilmiştir. Cins isim bu şekilde kullanıma uygundur. Hak Teâlâ “Bugün bir kere yok olmayı istemeyin, birçok kere yok olmayı isteyin!” [el- Furkān 25/14] buyurmuştur. Bu tıpkı “Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, kitapları hak olarak indirdi.”[ el-Bakara 2/213] âyetindeki el-kitâb kelimesinin “kitaplar” anlamında kullanılması gibidir. es- Salât kelimesi her gün farz olan beş vakit namaz anlamındadır ki bu namazların sayısı bizden önceki ümmetlere elli vakit olarak farz kılınmıştır. Nitekim bize de Mi‘rac gecesinde bu şekilde farz kılınmış, daha sonra hafifletilmek üzere beşe indirilmiş, fakat sevabı katlanarak elli vakit sevabı olarak kalmıştır. es- Salât kelimesi imam mushaftaki [yani Hz. Osman mushafındaki] yazıma bağlı kalmak için vâv harfi ile yazılır. Nitekim o mushafta es-salât, ez- zekât, el-hayât kelimeleri vâv harfi ile yazılmıştır. es- Salât kelimesini vâv harfi ile yazmalarının sebebi ise kelimenin kökünde vâv harfinin bulunduğunu hissettirmektir. Nitekim biz daha önce es-salât kelimesinin es-salâ kelimesinden türediğini söylemiştik ki bu kökte vâv harfi bulunur. Bu nedenle es-salâ kelimesinin tesniyesi (ikil formu) es-salevân şeklindedir. Allah Teâlâ namazı bazı âyetlerde salât olarak isimlendirdiği gibi “Akşamladığınız zaman Allah’ı tesbih edin.” [ er-Rûm 30/17] âyetinde tesbih olarak, “Allah sizin imanlarınızı zayi edecek değildir.” [ el-Bakara 2/143] âyetinde iman olarak, “Fecrin Kur’ân’ı” [ el-İsrâ 17/78] âyetinde Kur’ân olarak, “Elbette ki iyilikler kötülükleri giderir.” [ Hûd 11/14] âyetinde iyilikler (hasenât) olarak, “Ey Meryem! Rabbin için kunut yap.” [ Âl-i İmrân 3/43] âyetinde kunut olarak, “ Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” [ el-Bakara 2/43] âyetinde rükû olarak, “Gece boyunca onlar secde ederler.” [ Âl-i İmrân 3/113] âyetinde secde olarak, “Biz emaneti arz ettik.” [ el- Ahzâb 33/72] âyetinde emanet olarak, “Onlar öyle adamlardır ki hiçbir ticaret ya da alışveriş onları Allah’ı zikretmekten alıkoymaz.” [ en- Nûr 24/37] âyetinde zikir olarak, “Seher vakitlerinde istiğfar edenler.” [ Âl-i İmrân 3/17] âyetinde istiğfar olarak isimlendirmiştir. Sonra âyette zikredilen husus namazın ikāmesidir ki Allah Teâlâ namaz konusunda bazı şeyleri daha emretmiştir: “Namazı ikāme ediniz.” [ el-Bakara 2/43] âyeti ile onun ikāmesini, “Namazları muhafaza ediniz.” [ el-Bakara 2/238] âyeti ile onun muhafazasını, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 359 ،כĤذ çĥāĺ ÷ĭåĤا ħøوا ،ďĩåĤا אıÖ ïĺوأر÷ ĭåĤا ħøا ÙĺŴا هñİ ĹĘ ةŻāĤا ħà َْÁَ¹ْم ُfُ ]¹ًرا َو ِ اn ًuا َو ْاد¹ُا ُfُ ]¹ًرا َ¦۪g ًyÁا﴾ [اĜóęĤאن، ١٤/٢٥] وñİا כįĤijĝ: َ ْu ¹ُا اª b Êَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ْ ِ§َc َ Yب﴾ [اĤ×óĝة، ٢١٣/٢] أي اĤכÕÝ، وĹİ َ²َْ}َل َRَُ·ُ اª ۖ َوا ±À َ ر۪ wِ³ْ®ُوَ ±À َ ۪ yِ ƒّ ]َ®ُ ±َ Áّ۪]َِ ُ ّ اª³ ٰ Ãا ّ eَ َ]َžَ﴿ ÛĄóĘ اñوכ אĭĥ×Ĝ īĨ ĵĥĐ īĻùĩì ÛĬوכא ÙĥĻĤو مijĺ ģכ ĹĘ ÙÖijÝכĨ اتijĥĀ ÷ĩì .אęĻđąÜ īĻùĩíĤا اءõä Û×àو אęĻęíÜ ÷ĩì ĵĤإ Ûّ ĉ ُ è ħà اجóđĩĤا ١ ÙĥĻĤ אĭĻĥĐ ٣ ıĻĘא اijĥāĤة واõĤכijة Û×Ýכ ïĜو ٢ وÜכÕÝ اijĥāĤة ÖאijĤاو اÜ×אĐא ėéāĩĤ اĨŸאم ٤ اijĤاو، ïĝĘ ĭĥĜא إن أıĥĀא واijĻéĤة ÖאijĤاو وإĩĬא כÝ×ijا اijĥāĤة ÖאijĤاو؛ إđüאرا أن أıĥĀא ٥ ّ ؛ وĤñĤכ ĝĺאل ĹĘ įÝĻĭáÜ اijĥāĤان. īĨ» اŻāĤ «وijİ واوي ِٰ Ãا ّ نYَ oَ ]ُْ žَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אéĻ×ùÜ אİאĩøو אتĺآ ĹĘ ةŻĀ אİאĩø ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن ħà ﴾ۜ ْ §ُ َ ²Y¯Àَ ا۪ •Áَ ‹۪ Áُِ ª ُ ٰ Ãا ّ نYَ ¦َ Y®َوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĬאĩĺإ אİאĩøو ،]١٧/٣٠ ،ومóĤا﴾ [ن¹َ ُ̄ ْ bُ ±Áَ n۪ ِۜ﴾ [اóøŸاء، ٧٨/١٧] وĭùèאت ĹĘ įĤijĜ: ykْ Ÿَ ْ ٰ َن اª [اĤ×óĝة، ١٤٣/٢] وóĜآĬא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوْ¢ُyا ﴾¥ِ \ِّyَِ ª ¿c۪³ُ ْ َ ُ ا¢ Àyْ®َ Yَ À﴿ :įĤijĜ ĹĘ אÜijĭĜو] ١٤/١١ ،دijİ] ﴾ ۜ تY ِ ـَٔÁِّ َªا ّ ±َ[ ْ¶ِ wْ ُ À تY ِ ³ََ oَ ْ َ اª ِ ّن ﴿ا َ ِ ا¦۪ َÁ±] ﴾اĤ×óĝة، ٤٣/٢] وijåøدا ĹĘ [آل óĩĐان، ٤٣/٣] ورכĐijא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َو ْارَ¦¹ُا َR•َ ّ اyª ﴾_ََ ²Y®َÊا َْ Y³َŠْ yََ Yَ ²ِّ َ ْ ُk ُu َون﴾ [آل óĩĐان، ١١٣/٣] وأĨאįĤijĜĹĘÙĬ:﴿ ا À ْ ¶ُ وَ© ِÁْ َّ ªءاYَ َٓ ²ٰ įĤijĜ:﴿ ا ِ ّ اà ِٰ] ﴾اijĭĤر، yْ • َ ±ْ ِذ¦ ٌ Áَْ ة َوَÊ\ ٌرYَ kَ ِ b ْ·Áِ ·۪ ْ «bُ Êَ لYٌۙ jَ ِ [اõèŶاب، ٧٢/٣٣] وذכóا ĹĘ įĤijĜ:﴿ ر ِ﴾ [آل óĩĐان، ١٧/٣]. ħà اñĩĤכijر رYoَ ~ْ ÊY َْ ِ \ ±À َ ۪ yŸِ›ْcَْ ¯ُ ْ ªواَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אراęĕøوا] ٣٧/٢٤ ¢۪ ُÁ¯¹ا َ واَ ﴿:įĤijĝÖ אıÝĨאĜÍÖ :אءĻüÉÖ ةŻāĤا ĹĘ óĨأ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ةŻāĤا ÙĨאĜإ ÙĺŴا ĹĘ ¹ََ ِ ات﴾ [اĤ×óĝة، ٢٣٨/٢] َ« ّ اªَ‡« «َ ا¹ُ žYِ nَ ﴿ :įĤijĝÖ אıĻĥĐ ÙčĘאéĩĤאÖو] ٤٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ة¹َ ٰ ّ اªَ‡« ١ ر: ÙĥĻĥÖ. ٢ ر + ĩáĐאن رĹĄ اų įĭĐ. ٣ ط: وכÝ×Û. ٤ ط: Ŷن أıĥĀא. ءŻĨŸوا ćíĤا ïĐاijĜ رتóĜ ßĻè ßĺïéĤا نóĝĤا ĵĤإ Ùĺاï×Ĥا ñĭĨ Ùĺאرä ÛĬכא ءŻĨŸا ïĐاijĜ īĨ ėĭāĩĤا هóذכ אĨ ٥ ěĘو ÕÝכÝĘ ėéāĩĤا óĻĔ ĹĘ אĨوأ ėĺóýĤا ėéāĩĤا ĹĘ אĩכ) ..ةijכõĤا ،ةijĥāĤا (אتĩĥכĤا هñİ ģáĨ ÙÖאÝכ ċęéÜ نÉÖ اijĝĤاïĐ اÙáĺïéĤ. ٥ ١٠ ١٥ 360 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onlar ki namazlarında devamlıdırlar.” [el-Meâric 70/23] âyeti ile onun devamlı olarak kılınmasını, “Namaz müminler üzerine vakitli bir farz olarak yazılmıştır.” [ en-Nisâ 4/103] âyeti ile onun vakitlerinde eda edilmesini, “ Rükû edenlerle birlikte siz de rükû ediniz.” [ el-Bakara 2/43] âyeti ile onun cemaatle kılınmasını, “Onlar ki namazlarında huşû içindedirler.” [el- Mü’minûn 23/2] âyeti ile onun huşû içinde kılınmasını emretmiştir. Bütün bu emirlerin ardından insanlar beş grup olmuştur: Bir grup bu emirleri kabul etmeyenlerdir ki bunların başında Ebû Cehil -Allah’ın lâneti onun üzerine olsun- gelir, çünkü Allah Teâlâ onun hakkında “Ne tasdik etti ne namaz kıldı” [ el-Kıyâme 75/31] buyurmuş, bu gruptakilerin sonunu ise şöyle ifade etmiştir: “Onlara denilir ki: ‘Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?’ Onlar şöyle derler: Biz namaz kılanlardan değildik. (…) Ceza gününü de yalanlıyorduk.” [ el-Müddessir 74/42-46] Bir grup bu emirleri kabul eden, fakat yerine getirmeyenlerdir ki bunlar Ehl-i kitaptır. Allah onları “Onların ardından bir grup geldi ki namazı zayi ettiler.” [ Meryem 19/59] şeklinde zikretmiştir. Kelbî bu âyette kastedilenlerin Ehl-i kitap olduğunu söylemiştir. Allah onların sonunu da zikretmiş ve “Onlar bu tutumlarından ötürü gayyaya atılacaklardır.” [ Meryem 19/59] buyurmuştur ki gayya cehennemde bir kuyu olup oradaki en korkunç yerdir. Ateş bile ondan kurtulmak için her gün defalarca imdat diler. Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ancak tövbe edip inanan ve sâlih amel işleyenler başka…” [ Meryem 19/60]. Yani Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan tövbe edip Hz. Muhammed aleyhisselâma iman eden ve sâlih amel olarak namazları muhafaza edenler başka. Bir grup bu emirlerin bir kısmını yerine getirirken tembellik edip diğer kısmını yerine getirmeyenlerdir. Bunlar münafıklardır. Allah Teâlâ bunları, “Münafıklar kendilerince Allah’ı aldatıyorlar… Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar.” [ en-Nisâ 4/142] buyurmuş, sonlarını ise, “Muhakkak münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadır.” [ en-Nisâ 4/145] şeklinde ifade etmiştir. Bir grup ise namazı ancak vakti çıktıktan sonra kılanlardır. Allah Teâlâ bunları, “Veyl o namaz kılanlara ki onlar namazlarından gafildirler.” [ el-Mâûn 107/4-5] şeklinde zikretmiştir. Böylece onların sonlarının veyl olduğunu bildirmiştir ki veyl cehennemde bir vadi olup dünyadaki bütün dağlar oraya konulsa hepsini eritecek bir vadidir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 361 ۖ﴾[اđĩĤאرج، ٢٣/٧٠] وÉÖداıÐאĹĘأوĜאıÜאįĤijĝÖ: ِ ُ̄ ¹َن ِِ·ْ َدٓائ bËَ†َ »ٰ «َ ْ ¶ُ ±À َ w۪ َّ ªَ وإداıÝĨאįĤijĝÖ:﴿ ا ا¹ُ¦َارْ وَ ﴿:įĤijĝÖ ÙĐאĩä ĹĘ אıÐوأدا] ١٠٣/٤ ،אءùĭĤا﴾ [Yb¹ً ¢ُ¹ْ®َ Y\Yً cَ¦ِ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ َ« اª «َ aْ َ ²Y¦َ﴿ ﴾ن¹َۙ ُ ‚Y ِ rَ ْ·ِِ bËَ†َ ¿ž۪ ْ ¶ُ ±À َ w۪ َّ ªَ َ ِ ا¦۪ َÁ±] ﴾اĤ×óĝة، ٤٣/٢] وÖאijýíĤع ıĻĘא įĤijĝÖ:﴿ ا َR•َ ّ اyª ٢ :÷ĩì אتĝ×Ĉ ١ [اijĭĨËĩĤن، ٢/٢٣] و ïđÖ ñİه اŶواóĨ Āאر اĭĤאس ĵĥĐ َ َق َوَÊ uّ †َ Ëَžَ﴿ :įĝè ĹĘ אلĝĘ -įĻĥĐ ųا Ʃ ÙĭđĤ- ģıä ijÖأ ħıøورأ אİijĥ×ĝĺ ħĤ Ùĝ×Ĉ ±َ ®ِ ¥ُ َ ² ْ َ ª [ ¹ُا [٤٩ب ªYَ َ َ ـ§ ُ§ ْ ž۪¿ َ~َ£َy¢ «~َ Y®َ﴿ :אلĝĘ ħİóĻāĨóوذכ] ٣١/٧٥ ،ÙĨאĻĝĤا«﴾ [ٰ ّ «†َ .[٤٦/٧٤ ،óàïĩĤا﴾ [±À ِۙ ّuªا ۪ ِ َِÁ¹ْم ِ ُب\ wّ §َ ُ ²Yَ ³ّ¦ُوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ] ٤٣-٤٢/٧٤ ،óàïĩĤا﴾ [±Á َۙ ۪ ّ «‡َ ¯ُ ْ اª ْ ¶ِ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ َ َ «sَ žَ﴿ :אلĝĘ ųا Ʃ ħİóכñĘ אبÝכĤا ģİأ ħİو אİدوËĺ ħĤو אİijĥ×Ĝ Ùĝ×Ĉو ٰ ¹َة﴾ َ Šَ ُY¹ا ّ اªَ‡« ْ ٌ﴾ [ħĺóĨ، ٥٩/١٩[، Ĝאل اĤכĥ×Ĺ:» ħİ أģİ اĤכÝאب»، وĜאل: ﴿ ا «rَ ĹĘ Ùدرכ ijİو] ٥٩/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾YÁًّ šَ نَ¹ْ£َ ْ «َ À فَ ¹َْ žَ ﴿:אلĝĘ ħİóĻāĨ óوذכ] ٥٩/١٩ ،ħĺóĨ] َ Êِّ ا ﴿:אلĜ ħà ،ةóĨ اñوכ اñכ مijĺ ģכ אıĭĨ אرĭĤا ßĻĕÝùÜ אıĻĘ ďĄijĨ ÕĻİأ Ĺİ ħĭıä ïĩéĩÖ أي] ٦٠/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾±َ ®َ ٰ َ َ Yب﴾ [ħĺóĨ، ٦٠/١٩ [أي īĨ اijıĻĤدÙĺ واóāĭĤاÙĻĬ﴿ َوا b ±ْ ®َ .اتijĥāĤا ĵĥĐ ċĘאè أي] ٦٠/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾Yoً ِ ﴿َوَ ِ̄ َ© †َªY ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħİóכñĘ نijĝĘאĭĩĤا ħİو īĻĥøכאÝĨ אıąđÖ دواËĺ ħĤو אıąđÖ أدوا Ùĝ×Ĉو ﴾»ٰۙ ªYَ ¦ُ ا¹RYُ َ ٰ ¹ِة ¢ َ« ّ اªَ‡« ªِ َ ُY®¹ٓا ا َِذا ¢ ُ َs ِYدُ ¹َن ّ اà َٰ ﴾إĵĤ įĤijĜ:﴿ َوا À ±Áَ £۪ žYِ ³َ¯ُ ْ َ اª ِ ّن Ĝאل: ﴿ا ﴾ۚ ِ َYر َ ْرِك َْ اÊ ْ~ِŸَ ©ِ ®±َ ا ّª³ uªا ّ¿ žِ ±Áَ £۪ žYِ ³َ¯ُ ْ َ اª ِ ّن [اùĭĤאء، ١٤٢/٤] ñĘכó ħİóĻāĨ ĝĘאل: ﴿ا [اùĭĤאء، ١٤٥/٤]. :אلĝĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħİóכñĘ אıÝĜو وجóì ïđÖ īכĤ אıĬدوËĺ Ùĝ×Ĉو ِِ·ْ َ~ ُY ¶¹َۙن﴾ [اĩĤאijĐن، ٥-٤/١٠٧] وذכó أن bËَ†َ ±ْ َ ْ ¶ُ ±À َ w۪ َّ ªَ Á± ا َۙ ۪ ّ «‡َ ¯ُ ْ «ِ ª © ٌ Àْ¹َžَ﴿ .ÛĤאùĤ أي ÛĐאĩĤ אĻĬïĤا אل×ä įĻĘ Ûĥđä ijĤ ħĭıä ĹĘ واد ijİو ģĺو ħİóĻāĨ ١ ر + ĩì÷. ٢ ر - ĩì÷. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 362 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim bir namazı vakti çıkıncaya kadar kılmaz da sonra kazâ ederse cehennemde bir süre yanar ki bu süre seksen sene olup her bir senesi üç yüz altmış gündür, bu günlerden her biri ise sizin saydığınız günlerin hesabıyla bin yıla tekabül eder.”1 Bir grup ise bu emirleri kabul eden ve namazı vaktinde ve şartlarına uygun olarak kılan kimselerdir. Bunların başında Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâm gelir. Allah Teâlâ onu “Elbet Rabbin senin gecenin üçte ikisine yakın bir kısmında kalktığını ( namaz kıldığını) biliyor.” [ el-Müzzemmil 73/20], “De ki: Benim namazım, ibadetim…” [ el-En‘âm 6/162] şeklinde zikretmiştir. Onun ashabı da bu kapsamdadır ki Allah Teâlâ onları “Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşû içindedirler.” [el- Mü’minûn 23/1-2] şeklinde zikretmiş ve varacakları yeri “İşte bunlar varis olanların ta kendileridir. Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” [el- Mü’minûn 23/10-11] şeklinde ifade etmiştir. Bu, cennetteki en yüce ve değerli makam olup mümin orada muradına nâil olur, Rabbine nazar eder. “Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” Rızık, farklı şekillerde de olsa, vermek demektir. Nitekim rızık bir kimseyi bir mülke sahip kılmak şeklinde olur. Bu mânada Allah Teâlâ “Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” buyurmuştur. Buradaki “rızık verme” ifadesi “mâlik kılma” anlamındadır. 1. Rızık “besleme, gıda” anlamına gelebilir: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” [ Hûd 11/6] 2. “Yiyecek” anlamına gelebilir: “Size ondan bir rızık getirsin.” [ el-Kehf 18/19] 3. “Mal” anlamına gelebilir: “Rızkı dilediğine genişçe verir.” [ er-Ra‘d 13/26] 4. “Yağmur” anlamına gelebilir: “Allah’ın gökten indirdiği rızıkta...” [ el-Câsiye 45/5]. 5. “ Cennet” anlamına gelebilir: “Rabbinin rızkı daha hayırlı ve kalıcıdır.” [ Tâhâ 20/131] 6. “Hibe” anlamına gelebilir: “Miras taksiminde [kendilerine pay düşmeyen] akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler [rızık] verin.” [ en-Nisâ 4/7] buyurmuştur ki burada rızık “mirasçı olmayanlara gönüllü olarak teberru ve sadaka kabilinden bir şeyler hibe etmek” anlamındadır. Aynı şekilde rızık, hâkimlere ve askerlere verilen rızıkta olduğu gibi bir vazifenin icrası şeklinde de olabilir. Bütün bu anlamlar dönüp dolaşıp “verme” anlamına gelir. 1 Benzer hadisler için bkz: İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1: 301; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 11: 294. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 363 ُ ّñب ĹĘ اĭĤאر Đ אİאąĜ ħà אıÝĜو ĵąĨ ĵÝè ةŻĀ كóÜ īĨ» :مŻùĤا įĻĥĐ ّ وĜאل اĭĤ×Ĺ אĩĨ Ùĭø ėĤأ مijĺ ģכ אĨijĺ نijÝøو ÙÐאĩàŻà Ùĭø ģכ Ùĭø نijĬאĩà ÕĝéĤوا ،א×ĝè ١ ïđÜون.» هóوذכ Ṡ ĵęĉāĩĤا ħıøورأ אıĉÐاóýÖ אıÝĻĜاijĨ ĹĘ אıĬijĐاóĺ ħİو אİijĥ×Ĝ Ùĝ×Ĉو [٢٠/٧٣ ،ģĨõĩĤا [،ÙĺŴا©﴾ ِÁْ َّ ªا¿ ِgَ«ُfُ ±ْ ®ِ »²ٰدْ َ َ £ُ ¹ُم ا b ¥َ َ ²َّ َ ُ ا «ْ َ À ¥َ َ َ َرّ\ ِ ّن ا ﴿:įĤijĝÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ُ ُ ۪§¿﴾ اÙĺŴ،] اđĬŶאم، ١٦٢/٦] وأéĀאįÖ כĤñכ ñĘכħİó įĤijĝÖ: ²وَ¿ b۪Ëَ†َ َ ِ ّن وĜאل: ﴿¢ُ ْ© ا ħİóĻāĨ óوذכ] ٢-١/٢٣ ،نijĭĨËĩĤا﴾ [ن¹َۙ ُ ‚Y ِ rَ ْ·ِِ bËَ†َ ¿ž۪ ْ ¶ُ ±À َ w۪ َّ ªَ ْ ُْ̄Qِ®³ُ ¹َۙن ا ªا mَ َ «žَْ َ ْu ا ¢﴿ ۜ ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١١-١٠/٢٣] وijİ أرďĘ ْ ْŸِyَدْو َس ِ ُf ¹َن اª yَ À ±À َ w۪ َّ ªَ ِ ُf ¹َۙن ا ¹َْار ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª ĝĘאل: ﴿ا ُ وóčĭĺ إĵĤ źijĨه. َאه ĭ ُ Ĩ įĻĘ īĨËĩĤا אلĭĺ אهıÖوأ ÙĭåĤا ĹĘ ďĄijĨ ُ £ُŸِ³ْ ¹َۙن﴾ ĘאóĤزق ijİ اĉĐŸאء وإن اÛęĥÝì وįİijä؛ À ْ ¶Yُ ³َ ْ َY َرَز¢ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوِRّ̄ ُ £ُŸِ³ْ ¹َۙن﴾ أي ّĥĨכĭאħİ، وĺכijن À ْ ¶Yُ ³َ ْ َY َرَز¢ ÍĘن اóĤزق ĺכijن ĻĥĩÜכא، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َوِRّ̄ ِ ْزَ¢ُ·Y] ﴾ijİد، ٦/١١] أي َ« ّ اà ِٰ ر «َ َ Êِّ َ ٍ_ žِ¿ َْ اÊْر ِض ا ñĔاء، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َوَRY ِ ®±ْ َدٓ ّا\ ،ً Ĝאل ِ ْزٍق ِRُ³ْµ] ﴾اĤכėı، ١٩/١٨ [وĺכijن Ĩאź yِ \ ْ §ُ ِ b ْ OÁَ ْ ñĔاؤİא، وĺכijن đĈאĨא، Ĝאل: ﴿žَ» َ ƒَٓ ُYء﴾ [اïĐóĤ، ٢٦/١٣ [أي اĩĤאل، وĺכijن óĉĨا، Ĝאل Ʃ اų À ±ْ ¯َ ِ ِ ْز َق ª َْ[ ُ ُ ّ اyª À﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ ِ ْزٍق﴾ [اåĤאÙĻà، ٥/٤٥ [وĺכijن Ùĭä، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ: ٓ ِYء ِR ±ْ ر ُ ِR ±َ ّ اªَ َ¯ َ²َْ}َل ّ اà ٰ đÜאĵĤ:﴿ َوَRٓY ا َِذا واَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،Ù×İ نijכĺو ،ÙĭåĤا أي] ١٣١/٢٠ ،įĈ] ﴾»£ٰ \َْ y َوا ٌ ِ ْز ُق َرِّ\ ¥َ َrْÁ ﴿َور Ù×İ ijİ [٧/٤ ،אءùĭĤا﴾ [µُ³ْ®ِ ْ ¶¹ُ ¢ُزُرYْ žَ ±Áُ ¦Y۪ َ ¯َ ْ ªواَR« Yٰ cَÁَْ ªواَ\« ٰyْ£ُ ْ ¹ُا اª ُو۬ª ْ £ِ ََْ̄_ ا ªا yَ‹َ nَ ] اijĤرÙà Ü×Đóא وĜïāÜא، وĺכijن إóäاء وÙęĻČ כóزق اąĝĤאة واijĭåĤد. أ ٥٠] óĻĕĤ ءĹü وכģ ذĤכ راďä إĵĤ اĉĐŸאء. جóìوأ» įĥĩĐ ć×è ïĝĘ رñĐ óĻĔ īĨ įÜijęÜ ĵÝè ÙÖijÝכĨ ةŻĀ كóÜ īĨ» :هïĭùÖ אب×Ĥا اñİ ĹĘ Ù×Ļü ĹÖأ īÖا جóìأ ١ óĻ×כĤا ħåđĩĤا ؛٣٠١/١ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ :óčĬا .»אن׹Ĕ įĻĥĐ ijİو ųا ĹĝĤ ةŻĀ كóÜ īĨ» :هïĭùÖ ĹĬاó×ĉĤا .٢٩٤/١١ ،ĹĬاó×ĉĥĤ ٥ ١٠ ١٥ 364 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Rızık bize göre “gıda verme, besleme” anlamında iken Mu‘tezile’ye göre “mâlik kılma” anlamındadır. Dolayısıyla onlara göre haram olan şey rızık değildir, çünkü [meşru bir şekilde edinilmiş] mülk değildir. Bu onların gösterdiği son derece çirkin bir tutumdur ve dalâletin son noktasıdır, çünkü Allah’ın kitabını reddetmek anlamına gelir. Zira Allah Teâlâ “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” [ Hûd 11/6] buyurmuştur. Bu durumda onlara göre hayvanlar Allah’ın rızkını yememektedirler, çünkü onlar yedikleri şeye mâlik değildirler. Yine onlara göre ömrü boyunca hep haram mal kazanan ve yiyen kimse Allah’ın rızkından hiçbir şey yememiş, yani Allah bu kişiye hiçbir rızık vermemiş olur. Allah Teâlâ’nın zâtı bir olduğu hâlde burada “verdiğimiz” buyurarak Allah Teâlâ çoğul kip ile kendisini ifade etmiştir. Bunun sebebi, bu tür hitabın mülk sahiplerine (krallara) özgü bir hitap olmasıdır, Allah mülk sahiplerinin mâlik ve melikidir, bu yüzden bu hitap tarzını kullanır. Kralların bilindik hitapları dört türlüdür: Tekil formda “Şunu yaptım.” şeklindeki hitap, çoğul formda “Şunu yaptık.” şeklindeki hitap, fâili zikredilmeden yapılan “Size şu hak/görev verildi.” şeklindeki hitap ve sanki kraldan başkası konuşuyormuş gibi fiilin gāib sîga ile kullanıldığı “Sultan size şunu emretti.” şeklindeki hitap. Kur’ân Arap dili ile indirilmiş olduğu için onda kendisinden söz ederken bu hitap türlerinin hepsini kullanmıştır. Örneğin “Beni, yarattığım kişiyle baş başa bırak.” [ el-Müddessir 74/11] buyurmuştur ki bu tekil formdur. Yine “Biz onu indirdik.” [el-Kadr 97/1], “Biz Nûh’u elçi olarak gönderdik.” [ Nûh 71/1], “Biz sana kevseri verdik.” [el-Kevser 108/1], “Biz sana fetih verdik.” [ el-Feth 48/1] ve “Biz yarattık.” [ İnsan 76/2] (el- İnsan 76/2) buyurmuştur ki bunlar çoğul formdur. Fâili zikretmeksizin “Size oruç farz kılındı.” [ el-Bakara 2/183], “Size savaş farz kılındı.” [ el-Bakara 2/216], “Size kısas farz kılındı.” [ el-Bakara 2/178], “ İnsan aceleden yaratıldı.” [ el-Enbiyâ 21/37], “ İnsan zayıf yaratılmıştır.” [ en-Nisâ 4/28] buyurmuş, gāib sîgası ile de “O Allah ki sizleri yaratmıştır.” [ er-Rûm 30/40], “Allah’ın göğsünü İslâm’a açtığı kimse…” [ ez-Zümer 39/22], “O Allah ki sözün en güzelini indirir.” [ ez-Zümer 39/23], “O’dur resulünü hidâyet ile gönderen.” [ et-Tevbe 9/33] buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 365 ÷ĻĤ ħİïĭĐ امóéĤאĘ כ؛ĻĥĩÝĤا ÙĤõÝđĩĤا ïĭĐ ١ ijİو אĬïĭĐ ÙĺñĕÝĤا ijİ زقóĤا ħà رد įĬÍĘ ل؛ŻąĤا ÙĺאıĬ ijİو ħıĭĨ ûéęĤا ÙĺאĔ ĹĘ اñİو .כĥĩÖ ÷ĻĤ įĬŶ زق؛óÖ ِ ْزَ¢ُ·Y] ﴾ijİد، ٦/١١] َ« ّ اà ِٰ ر «َ َ Êِّ َ ٍ_ žِ¿ َْ اÊْر ِض ا ٢ ﴿َوَRY ِ ®±ْ َدٓ ّا\ :אلĜ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ אبÝכ ħİïĭĐ امóéĤا ģوآכ ،כĥĩÜ ź אıĬŶ ؛ųا Ʃ رزق ģכÉÜ ÛùĻĤ ħİïĭĐ ٣ واijĻéĤاĬאت .אÑĻü ųا Ʃ įĜزóĺ ħĤو אÑĻü ųا Ʃ رزق īĨ ģכÉĺ ħĤ هóĩĐ ďĻĩä ĹĘ į×øوכא ؛įĤ כĺóü ź ïèوا ijİو įùęĬ īĨ ďĩåĤا ÙĕĻāÖ ģđęĤا اñİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ óذכ אĩĬإ ħà ٥ Ʃ واų ĨאĤכ اĥĩĤכ وĥĨכ اijĥĩĤك؛ įĥĘ اĝéÝøאįĜ وįĭĨ إįĜŻĈ. ٤ ĉìאب اijĥĩĤك įĬŶ واijıđĩĤدīĨכŻماijĥĩĤكأرÙđÖأوįä: اìŸ×אر ÙčęĤĵĥĐاïèijĤان: «ÛĥđĘכñا»، وĵĥĐ ĵĤإ ģđęĤا ÙĘאĄوإ ،»اñכ ħכĤ ħøُ ر «:įĥĐאĘ ƪ ħùُ ĺ ħĤ אĨ ĵĥĐو ،»اñאכĭĥđĘ» :ďĩåĤا ÙčęĤ ďĩåĘ ب؛óđĤا ÙĕĥÖ لõĬ آنóĝĤوا ،»اñכÖ ħכĬאĉĥø ħכóĨأ «:Ù×ĺאĕĩĤا įäو ĵĥĐ įĩøا ﴾ۙاuÁ ً n۪ وَ aُ ْ £َ ٦ اijäijĤه כıĥא ĩĻĘא أì×ó įÖ īĐ įùęĬ ĝĘאل: ﴿َذْر²۪¿ َوَR ±ْ َr« هñİ įĻĘ ųا Ʃ ³َْ ُYه﴾ [اïĝĤر، ١/٩٧]، ª{َ²َْ Y ا َٓ ²ِّ ٧ ĵĥĐ ÙĕĻĀ اijĤاïè، وĜאل: ﴿ا اÙĺŴ،] اóàïĩĤ، ١١/٧٤ [وñİا ﴾Y³َoْ cَžَ Yَ ²ِّ ۜ﴾ [اĤכóàij، ١/١٠٨[،﴿ ا yََ ْ َ ـ§¹ْf ªا كY َ ³َÁَْ ْ َ Y ا َٓ ²ِّ ُ ً ¹Yn] ﴾ijĬح، ١/٧١]، ﴿ا ² Y³َ ْ َْرَ~» Y ا َٓ ²ِّ ﴿ا ّ ħùĺ ħĤ אĩĻĘ אلĜو ،ďĩåĤا ÙĕĻĀ ĵĥĐ ٨ ْ ³َY] ﴾اùĬŸאن، ٢/٧٦] وñİا £َ «rَ Yَ ²ِّ [اçÝęĤ، ١/٤٨[،﴿ ا ،[٢١٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [لYُ cَ£ِ ْ ªا ُ§ ُ Áَْ «َ [َ cِ¦ُ ﴿ ،[١٨٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [مYُ Áَ‡ªا ِّ ُ§ ُ Áَْ «َ [َ cِ¦ُ ﴿ :įĥĐאĘ ،[٣٧/٢١ ،אءĻ×ĬŶا©﴾ [ٍۜkَ َ ±ْ ®ِ نYُ َ ²ْ ِ Êاْ¡ َ» ِrُ ﴿ ،[١٧٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [صY ُ ‡َ £ِ ْ ªا ُ§ ُ Áَْ «َ [َ cِ¦ُ ﴿ َ £َ ُ§ ْ﴾ اÙĺŴ «rَ يw۪ َّ ُ اª ٰ Ãّ َ ا ﴿:Ù×ĺאĕĩĤا ĹĘ אلĜو ،]٢٨/٤ ،אءùĭĤا﴾ [YŸÁً ۪ Šَ نYُ َ ²ْ ِ ﴿َو ُrِ «َ ¡ْاÊ ﴾eÀ ِ u۪ oَ ْ ªا ±َ َ nْ َ ََل ا {َّ ² ُ ٰ Ãّ َ ُ †َ ْuَرُه﴾ [اóĨõĤ، ٢٢/٣٩[،﴿ ا žََ َ̄ ±ْ َ‚َyَح ّ اà ٰ [اóĤوم، ٤٠/٣٠]، ﴿ا ُ· ٰuى﴾ [اÙÖijÝĤ، ٣٣/٩[. ْ ªYِ \ µُ َ َْرَ~َ© َر ُ~¹ª ۪ ي ا ٓ َّـw [اóĨõĤ، ٢٣/٣٩[، ﴿ ُ¶¹َ اª ١ ح - ijİ. ٢ ح - Ĝאل؛ ر: وĜאل. ٣ ح: ĘאijĻéĤاĬאت. ٤ ر: Ŷن. ٥ ر + ĺכijن כĤñכ. ٦ ر: īĨ ñİه. ٧ ح: ñıĘا. ٨ ح: ñıĘا. ٥ ١٠ ١٥ 366 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “İnfak ederler.” İnfak malın ihtiyaç için sarf edilmesidir. “İnfak korkusu ile” [ el-İsrâ 17/100] âyetindeki “infak” kelimesi “muhtaç duruma düşmek” anlamına gelir. en-Nüfûk hayvanın helâk olması, en-nefâk pazarın canlı olması, el-intifâk ise tavşanın deliğinden çıkması anlamına gelir. Tavşanın ( Arap tavşanının) deliğinin beş giriş noktasına en-nâfikā, er-râhitâ, el-kāsı‘â ve ed-demmâ isimleri verilmiştir. Nifâk kişinin içi ile dışının bir olmamasıdır. Bütün bu kelimelerin anlamlarının dönüp vardığı nokta “giderme ve yok etme” anlamıdır. Bu ifadenin tefsirinde altı görüş vardır: [Birincisi] Abdullah b. Abbas bunu, “Yani, onlar kendilerine verdiğimiz mallardan zekât verirler.” şeklinde tefsir etmiştir. Kelime “Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.” [ et-Tevbe 9/34] âyetinde de bu mânada kullanılmıştır ki böyle bir tehdit ancak farz olan bir şeyin terkine karşılık olur. Allah Teâlâ kitabında pek çok âyette zekât ile namazı birlikte zikretmiştir: “Namazı kılın, zekâtı verin.” [ el-Bakara 2/43], “Onlar namazı kılarlar, zekâtı verirler.” [ et-Tevbe 9/71], “Namazı kılar zekâtı verirler.” [ el-Bakara 2/277], “Namazı kılıp zekâtı verenler.” [ en-Nisâ 4/162]. Bu ikisi arasındaki münasebet ise şöyledir: Namaz kılmak Allah hakkıdır, zekâtı fakire vermek ise Allah’ın kulunun hakkıdır, bu yüzden bunların her ikisini de Allah’ın emri ile gözetmek gerekmektedir. Bütün ibadetlerin temeli bu ikisidir, çünkü namaz beden ile yapılan bir ibadet, zekât ise mal ile yapılan bir ibadettir ve bütün ibadetler bu iki kısımdan birine dâhildir. İkincisi, Abdullah b. Mes‘ûd’un “İnfak, kişinin ailesine yaptığı harcamadır.” şeklindeki görüşüdür. Bu mânada Hak Teâlâ “Eli geniş [varlıklı] olan genişliğinden infak etsin.” [ et-Talâk 65/7] buyurmuştur. Üçüncüsü, Dahhâk’ın “İnfak, çeşitli mallardan çeşitli şekillerde sadaka vermektir.” şeklindeki görüşüdür. Bu durumda infak, her türlü hayır için yapılan harcamayı içerir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın.” [ el-Bakara 2/268] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 367 ُ £ُŸِ³ْ ¹َۙن﴾ ĘאęĬŸאق ijİ óĀف اĩĤאل إĵĤ اéĤאÙä، واęĬŸאق ĹĘ À﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ęƪאق ١ Żİك اïĤاÙÖ، واĭĤ Yق﴾ [اóøŸاء، ١٠٠/١٧] ijİ اĝÝĘźאر، واijęĭĤق ۜ ِ Ÿَ²ْ ِ Êاْ_ َÁَƒْ rَ ﴿ :įĤijĜ رواج اijùĤق، واęÝĬźאق óìوج اijÖóĻĤع īĨ اĭĤאĝĘאء، وóéåĤ اijÖóĻĤع Ùùĩì ïĨاģì: ِęאق íĨאÙęĤ اóùĤ اÙĻĬŻđĤ. وďäóĨ ذĤכ ّ ٢ واĭĤ ّאء، اĭĤאĝĘאء واóĤاĉİאء واĝĤאđĀאء واïĤاĨ כįĥ إĵĤ اąĨŸאء واĭĘŸאء. ٥ ÙÝø أĜאوģĺ: Ĝאل اīÖ Đ×אس: «أي īĨ اijĨŶال اĹÝĤ أĭĻĉĐאħİ įĻęĘ ٤ ٣ óĻùęÜه ĨÉĘא ©Áِ ]۪ ~َ ¿ž۪ Y·ََ ²¹£ُŸِ³ْ ُ À Êَوَ_ َ َ‹ّ Ÿِ ْ َ َ¶ َ] َواª َ ْ§ُ³ِ} َون ّ اwª À ±À َ w۪ َّ ijÜËĺن اõĤכאة»، כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َواª نóĜ ïĜو .ضóęĤا كóÝÖ źإ نijכĺ ź ïĻĐijĤوا] ٣٤/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [Áٍ ۙ ª۪ َ ِ َ َw ٍ اب ا \ ْ ¶ُyْ ِ ƒّ ]َžَ ۙ ّ اà ِٰ َ ٰ¦ ¹َة﴾ [اĤ×óĝة، ٤٣/٢]، ٰ ُb¹ا ّ اª{ ٰ ¹َة َوا ¢۪ ُÁ¯¹ا ّ اªَ‡« َ Ʃ اų اŻāĤة ÖאõĤכאة ĹĘ آĺאت īĨ כÝאįÖ:﴿ َوا َ ٰ¦ ¹َة﴾ ¹َُا ّ اª{ bٰ ٰ ¹َة َوا َ ُY®¹ا ّ اªَ‡« ¢َ ] ﴿َوا َ ٰ¦ ¹َة﴾ [اÙÖijÝĤ، ٧١/٩] [٥٠ب {ªا ّ ن¹َ bُQُْ ٰ ¹َة َوÀ ُ £۪ ُÁ ¯¹َن ّ اªَ‡« ﴿َوÀ َ ٰ¦ ¹َة﴾ [اùĭĤאء، ١٦٢/٤]. واħčĭĤ ĩıĭĻÖא {ªا ّ ن¹َ bُQْ¯ُ ْ ٰ ¹َة َواª « َ‡ªا ّ ±Áَ ¯Á۪ £۪ ¯ُ ْ [اĤ×óĝة، ٢٧٧/٢]، ﴿َواª óĨÉÖ אĩıÜאĐاóĨ ÕäاijĤوا ųا Ʃ ï×Đ ěè óĻĝęĤا ĵĤإ כאةõĤا فóĀو ųا Ʃ أن اŻāĤة ěè ،ÙĻĤאĨ אدة×Đ כאةõĤوا ،ÙĻĬïÖ אدة×Đ ةŻāĤאĘ ؛īĺñİ ĵĤإ אدات×đĤا ďĻĩä ďäóĨو ،ųا Ʃ ٦ ħùĝĭĺ إĩıĻĤא. وďĻĩä اđĤ×אدات ¡ْ Ÿِ³ْÁُِ ª﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،«ģİŶا ĵĥĐ אقęĬŸا ijİ» :دijđùĨ īÖا لijĜ ĹĬאáĤوا ۜ﴾ اÙĺŴ،] اŻĉĤق، ٧/٦٥]. ُذ َو~ َ ٍ_ ِR ±ْ َ~ َِc ۪µ واáĤאßĤ ijĜل اéąĤאك: «ijİ اïāÝĤق īĨ أijĬاع اijĨŶال ĹĘ اijäijĤه اÙęĥÝíĩĤ«، ْcُ]َْ ¦َ Y®َ تY ِ ]َÁِّŽَ ±ْ ®ِ ا¹£ُŸِ²َْ وĭÝĺאول ذĤכ َ اóāĤف إĵĤ כģ óĻì، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ ا َ ُ§ ْ ِR ±َ َْ اÊْر ِۖض﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦٧/٢]. ª Y³َjْ yَrْ َ Y ا َٓ َوِRّ̄ ١ ر + وijİ. ّאء. ٢ ط - وóéåĤ اijÖóĻĤع Ùùĩì ïĨاģì: اĭĤאĝĘאء واóĤاĉİאء واĝĤאđĀאء واïĤاĨ ٣ ح ر: وأĨא؛ ط - ĨÉĘא. ٤ ط: وóĻùęÜه. ٥ ط: įĻĘ. ٦ ح - اđĤ×אدات إĵĤ īĺñİ؛ ĘאŻāĤة Đ×אدة ÙĻĬïÖ، واõĤכאة Đ×אدة ĨאÙĻĤ، وďĻĩä اđĤ×אدات. ٥ ١٠ ١٥ 368 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dördüncüsü, âlimlerden birinin, bu ifadenin Kur’ân okumak anlamına geldiği şeklindeki görüşüdür. Bu durumda bunun namaz ile birlikte zikredilmesindeki münasebet, müminlerin namaz esnasında Kur’ân okuyor olmalarıdır. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onlar, korkarak ve ümit ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.” [es-Secde 32/16]. Yani kendilerine verdiğimiz Kur’ân’dan okurlar, çünkü burada sözü edilen durum mal infak etme durumu değildir. Zira burada gece namazından söz edilmektedir. Beşinci görüşe göre infak, canın feda edilmesi anlamına gelir. Allah Teâlâ “Allah yolunda infak edin ve kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” [ el-Bakara 2/195] buyurmuştur ki “Allah yolunda canlarınızı, ruhlarınızı feda edin ve şehâdet ile nâil olacağınız ebedî hayattan mahrum kalmayın.” anlamındadır. Nitekim “Onlar Rableri katında diridirler.” [ Âl-i İmrân 3/169] âyeti ile şehitlerin ebedî hayatta oldukları ifade edilmiştir. Altıncı görüşe göre “İnfak ederler.” ifadesi şu anlama gelir: Onlar sahip oldukları hiçbir şeyi Allah’tan esirgemezler, ubudiyet/kulluk edebi içerisinde nefislerini infak ederler, dâimî sûrette rububiyeti müşahede ederek kalplerini infak ederler. Bu yüzden şeriat ehlinin infakı mal ile, hakikat ehlinin infakı hâl ile olur. Hepsini içerecek şekilde şöyle denilebilir: Zenginlerin infakı mallarından olur ve onlar mallarını ihtiyaç sahiplerinden esirgemezler. İbadet ehlinin infakı nefislerinden olur ve onlar nefislerini hizmet vazifesinden esirgemezler. Âriflerin infakı kalplerinden olur ve onlar murakabe hakikatinden kalplerini esirgemezler. Muhiplerin (Allah sevgisi ile dolu olanların) infakı ruhlarından olur ve onlar ruhlarını ilâhî takdirin mecrasından esirgemezler. En veciz bir şekilde bu husus şöyle ifade edilebilir: Zenginlerin infakı koyunlardan, fakirlerin infakı himmetten olur. Zenginlerin infakı malı cepten çıkarmak, fakirlerin infakı ise masivayı kalpten çıkarmaktır. Daha açık olarak şöyle denilebilir: İnfaktan maksat zekâttır ve her şeyin zekâtı kendi cinsinden verilir. Malın zekâtı fakirlerle dostluk, izzetin zekâtı tevazu ve ihsan, şerefin zekâtı zayıflara yardım, evladın zekâtı yetimlere şefkat, ilmin zekâtı başkasına öğretmek, evin zekâtı misafire ikram etmek, sıhhatin zekâtı günahlardan kaçınmak, kuvvetin zekâtı kâfirlere karşı cihat etmek, güzel sesin zekâtı Kur’ân okumak, bedenin zekâtı Allah’a isyankâr olmamak, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 369 ١ إĵĤ اŻāĤة: أħıĬ óĝĺؤن اóĝĤآن واóĤاďÖ ijĜل ħıąđÖ: إįĬ óĜاءة اóĝĤآن، وįĩčĬ ۘ Yً ¯َ Žَ وَ Yžً ¹ْrَ ْ·َُ َ ْu ُ ¹َن َرّ\ À ِ •jY ِ ‹َ ¯َ ْ ªا ±َِ ْ·ُ\¹ُ ³ُjُ »žYٰ kَ cََ b﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ةŻāĤا ĹĘ ُ £ُŸِ³ْ ¹َن﴾ [اïåùĤة، ١٦/٣٢] أي ĩĨא أĭĻĉĐאħİ īĨ اóĝĤآن ijĥÝĺن ĻĥĘ ÷ñİه À ْ ¶Yُ ³َ ْ َY َرَز¢ َوِRّ̄ èאÙĤ إęĬאق اĩĤאل؛ ıĬÍĘא èאÙĤ ŻĀة اģĻĥĤ. ¹£ُŸِ²َْا ž۪¿ َ~ ۪[ ِÁ ©ّ اà ِٰ] ﴾اĤ×óĝة، ١٩٥/٢] واíĤאĨ÷: أįĬ إęĬאق اóĤوح، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َوا ۛ﴾ [اĤ×óĝة، ١٩٥/٢] أي إĵĤ Ĩóèאن اĻéĤאة ۚ _ِ §َ «ُ·ْ َ َ« ّ اcª ªِ ا ْ§ À ُ u۪ Àَْ Yِ ْ ¹£ُا \ «bُ Êَوَ ﴿ħכèرواÉÖ أي .[١٦٩/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ْ·ِ\ِّرَ uَ³ْ ِ ءYٌ ٓÁَnْ َ اĤ×אÙĻĜ اéĤאÙĥĀ ÖאıýĤאدة įĤijĝÖ:﴿ ا آداب ĹĘ ħıøijęĬ نijĝęĭĻĘ ؛ħıĤ ijİ אĩĨ אÑĻü ųا Ʃ īĐ ونóìïĺ واùĤאدس: أي ź ّ اđĤ×ijدÙĺ وijĝęĭĺن ħıÖijĥĜ ĵĥĐ دوام ýĨאïİة اÙĻÖijÖóĤ؛ ęĬÍĘאق أéĀאب اÙđĺóýĤ īĨ ٢ واďĩäŶ أن ĝĺאل: إن ßĻè اijĨŶال، وإęĬאق أرÖאب اÙĝĻĝéĤ īĨ ßĻè اijèŶال، ħıøijęĬ īĨ īĺïÖאđĤا אقęĬوإ ،ÙäאéĤا ģİأ īĐ אıĬوóìïĺ إęĬאق اĻĭĔŶאء īĨ أijĨاħıĤ ź ّ ěÐאĝè īĐ אıĬوóìïĺ ّ ź ħıÖijĥĜ īĨ īĻĘאرđĤا אقęĬوإ ،ÙĨïíĤا ėÐאČو īĐ אıĬوóìïĺ ź óāĜŶوا ،ÙĻąĜŶا אريåĨ īĐ אıĬوóìïĺ ّ ź ħıèأروا īĨ īĻ×éĩĤا אقęĬوإ ،Ù×ĜاóĩĤا أن ĝĺאل: إن إęĬאق اĻĭĔŶאء īĨ اħĭĕĤ، وإęĬאق اóĝęĤاء īĨ اħĩıĤ؛ ęĬÍĘאق اĻĭĔŶאء إóìاج ٣ واóıČŶ أن ĝĺאل: اóĩĤاد اĩĤאل īĨ اÕĻåĤ، وإęĬאق اóĝęĤاء إóìاج اĻĔŶאر īĨ اÕĥĝĤ، .įùĭä īĨ ÏĻü ģכ وزכאة ،כאةõĤا ٤ Ĺİ ÙĝęĭĤا īĨ ِ õĐ ijÜاďĄ و اùèאن اÛø، ِ Ĩאل ijĨاøאت Öא دروýĺאن اÛø، و زכאة زכאة ،Ûøا אنĩĻÝĺ īÝìاijĬ ِ انïĬزóĘ ِ ِ óüف ِ óāĬت ęĻđĄאن اÛø، و زכאة و زכאة [ أ ِ ìאįĬ ِ آوردن ĩıĨאن اÛø،] ٥١ ِ ħĥĐ ِ ħĻĥđÜ دóŝĺان اÛø، و زכאة و زכאة ِ ijĜت ıäאد Öא כאóĘان اÛø، ِ ÛéĀ õĻİóŊ از ĭŜאİאن اÛø، و زכאة و زכאة ِ īÜ Ĭא ِ כóدن ĻāĐאن اÛø، ِ ِ آواز ijìش ِ ijìاïĬن óĜآن اÛø، و زכאة و زכאة ١ ط + أي įĩĄ. ٢ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٢٠/١ ٣ ر: īĐ اÕĥĝĤ. ٤ ح - Ĺİ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 370 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri dilin zekâtı iftira atmamak, gözün zekâtı nâmahreme bakmamak, mürüvvetin zekâtı garipleri sevindirmek, kulluğun zekâtı Allah’ın emrini yerine getirmek, sevginin zekâtı Rahmân’ı zikretmek, imanın zekâtı uzuvlarla kulluk etmek, İslâm’ın zekâtı şeytana muhalefet etmek, zühdün zekâtı sultandan uzak durmak, kalbin zekâtı imanı yüceltmek, sırrın zekâtı Rabbi murakabe etmek, hayatın zekâtı ise canı feda etmektir. Allah Teâlâ âyette önce imanı zikretmiştir ki bu kalp ile olur, ardından namazı zikretmiştir ki bu bedenle olur, ardından da infakı zikretmiştir ki bu da mal ile olur. İşte bu, bütün ibadetlerin toplamıdır. İmanda necat (kurtuluş), namazda münacat, infakta ise dereceler vardır. İmanda müjde (beşaret), namazda kefâret, infakta taharet vardır. İmanda izzet, namazda kurbet (yakınlık), infakta ziyade (artma) vardır. Şöyle denilmiştir: Bu âyette dört husus zikredilir: Takvâ, gayba iman, namazı kılmak ve infak. Bunlar dört raşit halifenin nitelikleridir, böylece âyette onların fazileti beyân edilmiştir. Takvâ Hz. Ebû Bekir’in niteliğidir, Allah Teâlâ “Veren ve takvâ sahibi olana gelince…” [el-Leyl 92/5] buyurmuştur. Gayba iman Hz. Ömer’in niteliğidir, Allah Teâlâ “Ey Peygamber! Sana Allah ve beraberindeki müminler yeter.” [ el-Enfâl 8/64] buyurmuştur. Namazı kılmak Hz. Osman’ın niteliğidir, Allah Teâlâ “Yoksa gece vakitlerinde secde hâlinde ve kıyam hâlinde âhiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat eden mi?” [ ez-Zümer 39/9] buyurmuştur. İnfak Hz. Ali’nin niteliğidir, Allah Teâlâ “Onlar mallarını geceleyin ve gündüzleyin infak eden kimselerdir.” [ el-Bakara 2/284] buyurmuştur. 4. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de iman ederler. Âhirete de yakîn ile (kesin olarak) inanırlar. [ el-Bakara 2/4] “Onlar sana indirilene iman ederler.” Yani sana vahyedilene iman ederler. İndirme (inzâl) kelimesi dilde pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Yüksekten aşağıya gönderme anlamında kullanılmıştır: “Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir.” [ el-Mâide 5/114] 2. Yağmur yağdırma anlamında kullanılmıştır: “Onun üzerine suyu indirdiğimizde…” [el-Hac 22/5]. 3. Verme anlamında kullanılmıştır: “Size hayvanlardan sekiz çift indirdi.” [ ez-Zümer 39/6] 4. Yaratma anlamında kullanılmıştır: “Demiri indirdik ki onda müthiş bir güç vardır.” [ el-Hadîd 57/25] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 371 ِ óĨوت ِ ħùŒ Ĭא ِ īÝøóŝĬ ŝĻÖאŝĬאن اÛø، و زכאة ِ زĜאن Ĭא ِ īÝęŜ ÝıÖאن اÛø، و زכאة وزכאة אدĺ Û×éĨ ِ ِ Đ×ijدÛĺ åÖאى ِ آوردن ĨóĘאن اÛø، و زכאة ِ ijĬاīÝì ĺóĔ×אن اÛø، و زכאة ِ اŻøم ِ íĨאÛęĤ ĉĻüאن ِ اĩĺאن ِ ÛĨïì ارכאن اÛø، و زכאة ِ כóدن رīĩè اÛø، و زכאة óø ِ ِ دل ِ ħĻčđÜ اĩĺאن اÛø، و زכאة ِ زïİ دورijÖدن از ĉĥøאن اÛø، و زכאة اÛø، و زכאة ِ زŜïĬאĵĬ ïĘا ِ כóدن äאن اÛø. ِ óĨاĜ×Û õŰدان اÛø، و زכאة ijİو אقęĬŸا ħà ،نï×ĤאÖ Ĺİو ةŻāĤا ħà ،ÕĥĝĤאÖ ijİو אنĩĺŸا ÙĺŴا ĹĘ óذכ ħà ١ اåĭĤאة، وĹĘ اŻāĤة اĭĩĤאäאة، وĹĘ ÖאĩĤאل، وijİ ijĩåĨع כģ اđĤ×אدات. وĹĘ اĩĺŸאن اęĬŸאق اïĤرäאت. وĹĘ اĩĺŸאن اĤ×ýאرة، وĹĘ اŻāĤة اĤכęאرة، وĹĘ اęĬŸאق اıĉĤאرة. وĹĘ اĩĺŸאن اõđĤة، وĹĘ اŻāĤة اÙÖóĝĤ، وĹĘ اęĬŸאق اĺõĤאدة. وģĻĜ: ذכó ĹĘ ñİه اÙĺŴ أرÙđÖ أĻüאء: اijĝÝĤى واĩĺŸאن ÖאÕĻĕĤ وإĜאÙĨ اŻāĤة واęĬŸאق، وĹİ ęĀאت اęĥíĤאء اóĤاīĺïü اŶرÙđÖ، ĹęĘ اÙĺŴ ĻÖאن ħıĥąĘ. اijĝÝĤى َ ۙ£ٰ«﴾ [اģĻĥĤ، ٥/٩٢[. واĩĺŸאن َ ْ ٰ« َو ّاb َY َ ®±ْ ا ®ّ َ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،Ġ ěĺïāĤا óכÖ ĹÖŶ ﴾۟ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ ََ[َ ¥َ ِR ±َ اª ُ َوَR±ِ ّاb ٰ Ãا ّ ¥َ[ ُْ nَ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،Ġ אروقęĤا óĩđĤ ÕĻĕĤאÖ a ٌ ِ ²Yَ ¢ ¹َ¶ُ ±ْ َ ®ّ َ [اęĬŶאل، ٦٤/٨]. وإĜאÙĨ اŻāĤة ĩáđĤאن ذي اijĭĤرīĺ Ġ، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ ا ųا Ʃ אلĜ ،Ġ ĵąÜóĩĤا ّ ĹĥđĤ אقęĬŸوا .]٩/٣٩ ،óĨõĤا [،ÙĺŴا﴾ Y¯ً ِ َٓYئ ¢وَ اuً jY ِ ~َ ©ِÁْ َّ َٓ َYء اª ²ٰ ا ِ﴾ اÙĺŴ،] اĤ×óĝة، ٢٧٤/٢]. ََ·Yر ْÁِ ©َو ّ اª³ َّ ªYِ \ ْ·ُ َ َ ْR¹َاª ُ £ُŸِ³ْ ¹َن ا À ±À َ w۪ َّ ªَ đÜאĵĤ:﴿ ا ُ َۜijن ĭĜijِ ُ ĺ ْ ِة ُħİ َ óìِ źא ٰ ْ Öِ َ ِĥ َۚכ و ْ ×Ĝَ īْ Ĩِ لَõِĬْاُ א َٓ Ĩَ ْ َכ و א ُاْĬِõَل ِاَĻĤ َٓ ĩÖِ نijَ ُ ĭĨِËْ ُ ĺ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ َ -٤ و ĹĘ ٢ َْÁ ¥َ ﴾أي أوĹè إĻĤכ، واõĬŸال ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ٓ ِYء﴾ ِ َuًة ِR ±َ ّ اªَ َ¯ ئYٓ®َ Y³َÁَْ ْل َ» ِ {²َْ ٓ³ََY ا \ّرَ ﴿:אلĜ ،ģęø ĵĤإ ijĥĐ īĨ אلøرŹĤ :אنđĩĤ ÙĕĥĤا ٓ َYء﴾ [اãéĤ، ٥/٢٢[. وĉĐŹĤאء، Ĝאل: ¯َ ْ ªا Y·َÁَْ «َ Y³َْ ª{َ²َْ ا ا [اĩĤאïÐة، ١١٤/٥]. وĉĨŷĤאر، Ĝאل: ﴿ِžَYَذٓ µÁِ ž۪ uÀَ u۪ oَ ْ ªا Y³َْ ª{َ²َْ ٍۜ﴾ [اóĨõĤ، ٦/٣٩[. وěĥíĥĤ، Ĝאل: ﴿َوا َْزَواج َِÁَ _ا ²Y¯َ َ f ِ َ ُ§ ْ ِR ±َ َْ اʲْ َYم َ²َْ}َل ª ﴿َوا .[٢٥/٥٧ ،ïĺïéĤا﴾ [uÀ ٌ س ‚َ ۪u ٌ ْ Oَ \ ١ ح ر: ĹęĘ اĩĺŸאن. ٢ ر: اõĬŸال. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 372 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 5. Şeriat belirleme, kanun koyma anlamında kullanılmıştır: “Beraberlerinde kitap ve mizan indirdik.” [ el-Hadîd 57/25]. Burada mizan söz konusu olduğu zaman indirmek, şeriat koymak, yani onu takdir etmek, belirlemek anlamına gelir. Nitekim Allah Teâlâ “Ve mizanı koydu.” [ er-Rahmân 55/7] buyurmuştur. 6. Yüceltme anlamında kullanılmıştır: “Onlara konaklayacak [inecek] yer olarak Firdevs cennetleri vardır.” [ el-Kehf 18/107] Cennet menzilleri, konakları yukarıdan aşağı inme yeri değil, aşağıdan yukarı çıkma, yücelme mekânlarıdır. Nitekim Allah Teâlâ “İşte onlar için yüksek dereceler vardır.” [ Tâhâ 20/75] buyurmuştur. Hz. Peygamber aleyhisselâm da “ Kur’ân okuyan kimseye denilir ki: Oku ve yücel.”1 buyurmuştur. 7. Söz anlamında kullanılmıştır: “Dedi ki: Ben de Allah’ın indirdiği gibi indiririm.” [ el-En‘âm 6/93], yani “söylerim.” 8. Bir yere yerleştirmek anlamında kullanılmıştır: “De ki: Rabbim! Beni mübarek bir menzile yerleştir.” [el- Mü’minûn 23/29] 9. Konuk ağırlama anlamında kullanılmıştır: “Ben ağırlayanların en hayırlısıyım.” [Yûsuf 12/59] Yani misafir ağırlayanların en hayırlısıyım. 10. Bir şeyin yerini ve konumunu gözetmek anlamında kullanılmıştır: Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “İnsanları kendi menzillerine indiriniz.”2 Yani onlara kadr ü kıymetleri uyarınca hürmet gösteriniz. 11. Vahiy anlamında kullanılmıştır: “Sana indirilene” [ el-Bakara 2/4] ifadesinde olduğu gibi. Eğer bu kelime burada yukarıdan aşağıya indirme anlamına hamledilirse o zaman anlam, Cebrâil’in onu tebliğ etmek üzere inmesi olur. Nitekim Allah Teâlâ “Onu Rûhu’l-emîn indirmiştir.” [ eş-Şuarâ 26/193] buyurmuştur. Tenzîl kelimesi de inzâlin tekrarlandığını ve çokluğunu ifade eder. “Sana indirilene” ifadesi tilâvet edilen Kur’ân ve tilâvet edilmeyen vahiy anlamına gelir. Tilâvet ediliyor olan işte şu sûreler ve âyetlerdir, tilâvet edilmeyen (gayr-i metlüv) ise Hz. Peygamber aleyhisselâmın beyân ettiği namazın rek‘atları, zekâtın nisabı, suçların cezaları kabilinden hususlardır. Allah Teâlâ “O hevâsından konuşmaz, aksine o ancak vahyedilen bir vahiydir.” [ en-Necm 53/3-4] buyurmuştur. 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11: 404; Tirmizî, “Fezâilü’l- Kur’ân”, 18. 2 Ebû Dâvûd, “Edeb”, 23. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 373 ĹĘ ijıĘ [٢٥/٥٧ ،ïĺïéĤا﴾ [ان َ} Áَ ¯۪ ْ ªواَ بY َ cَ§ِ ْ ªا ُ·َُRَ Y³َْ ª{َ²َْ وďĄijĥĤ واóýĤع، Ĝאل: ﴿َوا ان﴾ [اīĩèóĤ، ٧/٥٥[. َۙ {Áَ ¯۪ ْ ěè اõĻĩĤان وďĄ وóüع؛ óĺïĝÝĥĤ įÖ، כĩא Ĝאل: ﴿َوَو •َŠَ اª [١٠٧/١٨ ،ėıכĤا﴾ [ۙÊً{ُ ُ ْ ْŸِyَدْو ِس ² َ ُ Yت اª ³ّjَ ْ·ُ َ ª aْ َ وĺכijن ĵĭđĩÖ اŻĐŸء Ĝאل: ﴿َ¦Y² :ĵĤאđÜ אلĜ ،ijĥĐ ĵĤإ ģęø īĨ ģÖ ؛ģęø ĵĤإ ijĥĐ īĨ אıĻĘ ولõĭĥĤ ÛùĻĤ ÙĭåĤا אزلĭĨو ٰۙ«﴾ [įĈ، ٧٥/٢٠ [وĹĘ اßĺïéĤ:» ĝĺאل ĝĤאرئ اóĝĤآن اóĜأ «ُ ْ َ َر َj ُ Yت اª ُ·ُ ّ اuª َ ِئ ¥َ ª ٰٓ ُو۬ª Yžَ﴿ ۜ﴾ [اđĬŶאم، ُ َ²َْ}َل ّ اà ٰ ُل ِRْgَ ©َ®ٓY ا ِ {²ُْ Y~َ ﴿ [ ١ وĺכijن ĵĭđĩÖ اijĝĤل، Ĝאل đÜאĵĤ:] ٥١ب .«ěِ َ Ü ْ وار ﴾ą¦ً رYَ ]َ®ُ Êً{َ³ْ®ُ ¿³۪ ْ ªِ {²َْ َÙ، Ĝאل: ﴿َو¢ُ ْ© َر ِّب ا Ðijِ ْ × ƪ ٢ اÝĤ ٩٣/٦] أي ijĜÉøل. وĺכijن ĵĭđĩÖ ،ėøijĺ] ﴾±Áَ ª۪ ِ {³ْ¯ُ ْ ªا yُÁْrَ ۬Yَ ²َ [اijĭĨËĩĤن، ٢٩/٢٣]. وĺכijن ĵĭđĩÖ اėĻĻąÝĤ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوا ّ Ĺ×ĭĤا אلĜ ،įĤõĭĨو įĥéĨ ĵĥĐ ءĹýĤا אةĐاóĨ ĵĭđĨ ĹĘ نijכĺو .īĻęĻąĩĤا أي] ٥٩/١٢ ٣ أي اijĨóÝèا ĵĥĐ أïĜارħİ. وĺכijن ĵĭđĩÖ įĻĥĐ اŻùĤم : «أijĤõĬا اĭĤאس ĭĨאزħıĤ« .[٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [¥َ Áَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ اĹèijĤ، כĩא Ĝאل ĹĘ ñİه اÙĺŴ:\﴿ ،įĕĻĥ×ÝĤ ģĺó×ä الõĬإ :אهĭđĩĘ ģęùĤا ĵĤإ ijĥđĤا īĨ ijİ يñĤا الõĬŸا ĵĥĐ ģĩè وإن .الõĬŸا īĨ óĻáכÝĤوا óĺóכÝĥĤ ģĺõĭÝĤوا] ١٩٣/٢٦ ،اءóđýĤا﴾ [±Áُ ®۪ Êا َْ وحُ ُyªا ّ µِِ ََل \ {َّ כĩא Ĝאل: ﴿² ijĥÝĩĤאĘ ،ĵĥÝĺ ź يñĤا ĹèijĤوا ĵĥÝĺ يñĤا آنóĝĤا ijİ ﴾¥َ Áَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ \﴿ ĵĭđĨ ħà įĻĥĐ اŻùĤم īĨ أïĐاد اóĤכđאت ّ Ĺ×ĭĤا īّ ijİ ñİه اijùĤر واĺŴאت، وóĻĔ اijĥÝĩĤ Ĩא ĻÖ َ Êِّ ِ ْن ُ¶¹َ ا َْ·¹ٰ ۜى ا ³َْ ِ ُ¡ ±َِ اª وÕāĬ اõĤכijات وïèود اĭåĤאĺאت. Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َوَRY À .[٤-٣/٥٣ ،ħåĭĤا«﴾ [ۙn¹ٰ ُ À ٌ َو ْn¿ ١ ح ر: وأرق | اóčĬ ßĺïéĥĤ: ėĭāĨ اīÖ أĹÖ Ļü×Ù، ١٣١/٦؛ ïĭùĨ أïĩè، ٤٠٤/١١؛ īĭø اñĨóÝĤي، ąĘאģÐ اóĝĤآن ١٨؛ ْ» وĹĘ īĭø اñĨóÝĤي ورد اßĺïéĤ įĜَ ْ َ ار ْأ و َ ْ ِآن: ْاóĜ óُ َ ِאر ِئ ْاĝĤ ĝِ َ ُאل Ĥ ĝ ُ óāÝíĨ ĻĜאم اģĻĥĤ óĩĥĤوزي، ص .١٧٥ وıĻĘא ورد: «ĺ ÙäرïĤا ĹĘ َ ÉĜَ َ ر :سijĨאĝ ِ Ĥاْ ĹĘ אلĜ ،ïْ َ đ ْ َ ِي اĀ ِě«. وĜאل اĩĤ×אرכijęري: (وارق) أóĨ īĨ رÉĜ Ĝóĺא رĜא أ َ Ü ْ َ ار ْأ و َ đÖ×אرة: « ْاóĜ َ אت اÙĭåĤ. اóčĬ: ÙęéÜ اijèŶذي äدر ĵĥĐ ïْ َ đ ْ ِ اóĝĤآن واĀ أ َ ُ أي ĝĺאل āĤאÕè اóĝĤآن ْاóĜ ó َ ُ ْכù ُ وÜ َة ÉĜَ ْ óَ ĩĤاْ Ĺİو ïَ ِ đ َ Ā ĩĥĤ×אرכijęري، .١٣٨/٨ .ĵĭđĨ ĹĘ :ر ٢ ٣ īĭø أĹÖ داود، اŶدب .٢٣ ٥ ١٠ ١٥ 374 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sonra bu indirme fiili Allah’tan olduğu hâlde burada meçhul formda [yani indirilen şeklinde] ifade edilmiştir. Sebebi ise daha önce değinildiği üzere kralların hitaplarının dört şekilde olması ve hepsinin Kur’ân’da kullanılmış olmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ “İndirdiğime iman edin.” [ el-Bakara 2/41] âyetinde tekil formu, “Biz sana indirdik…” [ en-Nisâ 4/105] âyetinde çoğul formu, “Allah’ın indirdiğine iman edin.” [ el-Bakara 2/91] âyetinde fâilin zikredildiği formu, “Sana indirilene…” [ el-Bakara 2/4] âyetinde de meçhul formu kullanmıştır. Burada Allah Teâlâ “Sana indirilene…” [ el-Bakara 2/4] buyurmuşken başka bir âyette “Size indirilene tâbi olun.” [ el-A‘râf 7/3] buyurmuş ve indirme fiilini bütün ümmete izâfe etmiştir, çünkü peygambere indirilenin hükmü bütün ümmeti bağlar, bu yüzden de peygambere hitap ümmete hitap sayılır. Aynı zamanda bu hitap, yani peygamber ile birlikte bu değerli makamda zikredilmek ümmet için bir teşriftir. “Senden önce indirilenlere de…” Yani “Onlar senden önce diğer peygamberlere indirilen kitaplara da iman ederler.” Kitapların hükümleri farklı olduğu hâlde hepsine iman etmek iki açıdandır: İlki bunların hepsinin Allah’tan geldiğini tasdik etmek, ikincisi ise bunların neshedilmemiş hükümlerine iman etmektir. Bu âyetin önceki âyetlerle münasebeti, daha önce zikredildiği üzere şöyledir: İlk âyette müminlerin takvâ, gayba iman etme, namaz ve infak gibi hususlarla övüldüğü ifadeler indirilince Ehl-i kitap, “Bunlar bizimle ilgili, çünkü bunlar bizim niteliklerimizdir.” demişler, bunun üzerine “Onlar sana indirilene de senden önce indirilenlere de iman ederler.” [ el-Bakara 2/4] âyeti indirilmiştir. Böylece övgü, önceki peygamberlere indirilen kitaplara inandığı gibi Hz. Muhammed aleyhisselâma indirilene de iman eden kimselere tahsis edilmiştir. Böylelikle Ehl-i kitabın, Hz. Muhammed aleyhisselâma indirileni inkâr ettikleri için bu övgünün dışında kaldıkları ortaya konulmuştur. Buna göre bu âyetteki vellezîne (ve onlar) ifadesi, daha önceki âyette zikredilen kimselerin sıfatıdır ve aradaki vâv birbirinden ayrı şeyleri birbirine atfeden bir harf değil, aynı şeyin birbirine eş anlamlı niteliklerini sıralamak için kullanılan bir harftir. Bunun örneği “Efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden olan bir peygamber.” [ Âl-i İmrân 3/39] ve “Günahları bağışlayan ve tövbeleri kabul eden.” [Gāfir 40/3] âyetlerinde bulunmaktadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 375 ّ ĘאįĥĐ؛ ĩĤא óĨ أن ħùĺ ħĤ אĨ ĵĥĐ אĭıİ óذכ אĩĬوإ ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ ijİ الõĬŸا اñİ ħà ĉìאب اijĥĩĤك ďĝĺ ĵĥĐ أرÙđÖ أوįä وïĜ ذכóت ñİه اijäijĤه כıĥא ĹĘ ñİه اĤכÙĩĥ. Y َٓ ²ِّ ا ﴿:ďĩåĤا ÙĕĻĀ ĹĘ אلĜو] ٤١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [aُ ْ ª{َ²َْ ٓY ا ¯َ ِ ٰ ِR¹³ُا \ واَ ﴿:ïèاijĤا ÙĕĻĀ ĹĘ אلĜ ُ﴾ [اĤ×óĝة، ٩١/٢] َ²َْ}َل ّ اà ٰ ٓY ا ¯َ ِ ٰ ِR¹³ُا \ َْÁ ¥َ] ﴾اùĭĤאء، ١٠٥/٤] وĜאل ĹĘ ذכó اħøź:﴿ ا ªِ ْ َ ـٓ³Y ا ª{َ²َْ ا .[٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [¥َ Áَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ \﴿ :įĥĐאĘ ƪ ħùĺ ħĤ אĩĻĘ אلĜو ﴾ْ §ُ Áَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ َِ[¹ُا َRٓY ا bِّ َْÁ ¥َ ﴾وĜאل ĵĘ آÙĺ أóìى: ﴿ا ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ \﴿ :אلĜ אĭıİ ħà ،ħıđĻĩä įĨכאèمأõĥĺ لijøóĤا ĵĥĐ ل َ [اóĐŶاف، ٣/٧] ĄÉĘאف إĵĤ ďĻĩä اÙĨŶ؛ Ŷن اõĭĩĤ .ħıĭĻÖو įĭĻÖ ÙĨاóכĤا ĹĘ ٌ ďĩäو ħıĤ ėĺóýÜ אąĺأ ijİو ،ħıÖאĉì įÖאĉì כאنĘ َ ْ[ِ» ۚ¥َ ﴾ أي وijĭĨËĺن ĩÖא أõĬل īĨ اĤכÕÝ Ĝ×ĥכ َل ِR ±ْ ¢ ِ {²ُْ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوَRٓY ا :אĩİïèأ :īĻıäو īĨ אıĨכאèأ ĹĘאĭÜ ďĨ ÕÝכĤا ģכÖ אنĩĺŸا ħà .אءĻ×ĬŶا óÐאø ĵĥĐ .אıĨכאèأ īĨ ëùĭĺ ħĤ אĩÖ אنĩĺŸا :ĹĬאáĤوا ،ųا Ʃ اěĺïāÝĤ أن כıĥא īĨ ïĭĐ ىijĝÝĤאÖ īĻĭĨËĩĤا حïĨ لõĬ אĩĤ įĬأ óذכ אĨ אıĥ×Ĝ אĩÖ ÙĺŴا ١ ħà اčÝĬאم ñİه واĩĺŸאن ÖאÕĻĕĤ واŻāĤة واęĬŸאق ĹĘ اÙĺŴ اŶوĵĤ Ĝאل أģİ اĤכÝאب: ñİا ĭĤא وĹİ َ ْ[ِ» ۚ¥َ ﴾ [اĤ×óĝة، َل ِR ±ْ ¢ ِ {²ُْ َْÁ ¥َ َوَRٓY ا ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ±À َ w۪ َّ أوĀאĭĘא، õĭĘل įĤijĜ:﴿ َواª ĵĥĐ لõĬأ אĩÖ نijĭĨËĺ אĩכ ïĩéĨ ĵĥĐ لõĬأ אĩÖ نijĭĨËĺ īĺñĥĤ حïĩĤا ģđåĘ [٤/٢ ĵĥĐو .ïĩéĨ ĵĥĐ لõĬأ אĩÖ ħİóęכÖ כĤذ īĐ ħıäوóì Û×áĘ ،įĥ×Ĝ īĺñĤا אءĻ×ĬŶا ijİ يñĤا ėĉđĥĤ نijכĺ ź اوijĤوا ،įĥ×Ĝ īĺرijכñĩĥĤ אÝđĬ ﴾±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:įĤijĜ نijכĺ اñİ ] ذכó ijđĬت óÝĨادÙĘ ijđĭĩĤت واïè ÖאijĤاو כĩא Ĝאل: ﴿َو َ~ِّÁ ًuا أ ٥٢] ٢ ģÖ ة؛óĺאĕĩĥĤ ¹َْ ِب﴾ [ĔאóĘ ، ٣/٤٠[ ِ ِ© ّ اcª \Yَ ²ْ ِ] َو¢ َ ِ ّ اwª yžYِ šَ ﴿ :אلĜو] ٣٩/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [YÁًّ ]َِ َو َn ‡ُ ¹ًرا َو² ١ ح - ñİه. ٢ ر + ĺכijن. ٥ ١٠ ١٥ 376 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nitekim dilbilimsel olarak, “Falan kimse âlimdir, zâhiddir, doğru sözlüdür.” demek mümkün olduğu gibi, “Falan kimse âlimdir ve zâhiddir ve doğru sözlüdür.” demek de mümkündür, çünkü fiilden türetilmiş olan ve müsemmâya delâlet eden isim[in bu delâleti], hem varlığın (müsemmânın) kendisine hem de onda bulunan niteliklere delâlettir. Varlığın kendisine delâlet etmesi açısından isim, müsemmânın kendisine delâlet eder. Onda bulunan niteliklere delâlet etmesi açısından ise ismin delâleti müsemmâdan başkasına delâlettir. Böyle olduğu için de niteliklerin, aralarına vâv harfi konulmadan zikredilmesi mümkündür, çünkü bu nitelikler aynı zâtın nitelikleridir. Aralarına vâv harfi konularak zikredilmesi de mümkündür, çünkü nitelikler birbirlerinden farklıdır. Diğer taraftan buradaki vellezîne (ve onlar) ifadesinin mübtedâ (söz başı) olması, “İşte onlar hidâyet üzeredir.” [ el-Bakara 2/5] âyetinin de bunun cevabı olması mümkündür. Eğer, “Kur’ân veciz bir üslûp kullandığı hâlde neden ilk âyette zikredilmiş olan iman kelimesi burada da zikredildi?” diye soracak olursan bunun cevabı birkaç türlüdür. İlk cevap şöyledir: Bir şeyi tekit ve takrir etmek için yapılan tekrar Araplar tarafından bilinen bir üslûptur. Şair şöyle der: Nice nimetler vardır sizin için, nice nice ve nice! Kur’ân’da da “Veyl olsun o gün yalanlayanlara!” [el-Mürselât 77/10] âyeti Mürselât sûresinde defalarca zikredilir. Aynı şekilde “O hâlde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” [ er-Rahmân 55/16] âyeti defalarca zikredilir. Çünkü Kur’ân Arap dili ile indirilmiştir. İkinci cevap: İkinci olarak zikredilen “iman” kelimesi Ehl-i kitabın sözlerinin reddiyesidir, dolayısıyla yeni bir anlam ifade eden bir tekrardır. Üçüncü cevap: Bu “iman” kelimesi ilkinden başkadır. Çünkü birincisi gayba iman olup bu, kıyamet ve ona dâhil hususları içerir. Buradaki iman kelimesi ise Kur’ân’a ve diğer kitaplara iman etmeyi ifade eder. Eğer ilk âyetteki “iman” kelimesi “ Kur’ân’a iman” olarak yorumlanırsa o zaman buradaki iman, tilâvet edilmeyen vahye (vahy-i gayr-i metlüv) ve diğer kitaplara iman anlamına gelir ve bu durumda yine ortada tekrar söz konusu olmaz. “Âhirete de yakîn ile (kesin olarak) inanırlar.” Âhiret kelimesi el-âhir (son) kelimesinin müennesidir ve el-evvel (ilk) kelimesinin zıddıdır. Sayılabilen varlıklar söz konusu olduğunda kelime sonda gelenin ismidir. el-Âher ise birincinin ardından gelen demektir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 377 وijåĺز أن ĝĺאل: «ŻĘن ĐאħĤ زاïİ Āאدق» وijåĺز: «ĐאħĤ وزاïİ وĀאدق»؛ Ŷن اħøź ،įÖ ÙĩÐאĝĤا ÙęāĤا ĵĥĐو اتñĤا ĵĥĐ ÙĤźد ijİ ĵĩùĩĤا ĵĥĐ ěĥĉĩĤا ģđęĤا īĨ ěÝýĩĤا ه؛óĻĔ ijİ įÖ ÙĩÐאĜ ÙęĀ ĵĥĐ ÙĤźد įĬأ אر×ÝĐאÖو ١ ،ijİ ijİ اتñĤا ĵĥĐ ÙĤźد įĬأ אر×ÝĐא×Ę ٣ وijåĺز أن ٢ اijĤاو ĕÝĤאóĺ اęāĤאت. åĘאز ذכó اęāĤאت óĻĕÖ واو éÜźאد اñĤات، وďĨ ٰ« ُ¶ ًuى﴾ اÙĺź،] اĤ×óĝة، ٥/٢]. ِئ ¥َ َ» ٰٓ ُو۬ª ً وĺכijن ijäاįÖ:﴿ ا ĺכijن ñİا اïÝÖاء ÍĘن ĜאijĤا: ĩĤאذا כóر ذכó اĩĺŸאن ĹĘ ñİه اÙĺŴ ïđÖ Ĩא ذכóه ĹĘ اÙĺŴ اŶوĵĤ واóĝĤآن ĵĥĐ اåĺŸאز؟، ijåĘاįÖ īĨ وijäه: أİïèא: أن اÝĤכóĺó ÉÝĥĤכïĻ واóĺóĝÝĤ đÝĨאرف ٤ اóđĤب، Ĝאل ĜאħıĥÐ: ْ َ َכħ ْ و ْ َכħ ْ َכħ ħכُ Ĥَ Ûْ Ĭאَ כَ Ùٍ َ ĩ ْ đĬِ ْ َכħ ٥ ِ ۪\ َÁ±] ﴾اŻøóĩĤت، ١٠/٧٧] ĹĘ ijøرة اŻøóĩĤت wّ §َ ¯ُ ْ «ِ ª wٍئِRَ¹َْ À © ٌ وĹĘ اóĝĤآن: ﴿َوْÀ َ ِYن﴾ [اīĩèóĤ، ١٦/٥٥ [óĨات، \ِ wّ §َ bُ Y¯َ §ُ \ِّرَ ءِÊ َٰٓ َ ِّي ا Y]ِžَ﴿ :īĩèóĤا رةijø ĹĘو ،اتóĨ واóĝĤآن õĬل ÙĕĥÖ اóđĤب. .ً ً ïäدت إĘאدة واáĤאĹĬ: أن اáĤאĹĬ رد ijĝĤل أģİ اĤכÝאب؛ Ęכאن إĐאدة واáĤאßĤ: أن ñİا óĻĔ اŶول؛ ÍĘن اŶول إĩĺאن ÖאÕĻĕĤ وijİ اĻĝĤאÙĨ وĨא ıĻĘא، وñİا إĩĺאن ÖאóĝĤآن وøאóÐ اĤכÕÝ. وīÑĤ ģĩè اÕĻĕĤ اñĩĤכijر ĹĘ اÙĺŴ اŶوĵĤ ĵĥĐ اóĝĤآن .اراóכÜ īכĺ ħĥĘ ÕÝכĤا óÐאùÖو ĵĥÝĺ ź يñĤا ĹèijĤאÖ אنĩĺŸا ĵĥĐ اñıĘ ģÖאĝĺ يñĤا ijİو ،óìŴا ßĻĬÉÜ ةóìŴאĘ ﴾ۜ ُ ³ُ¢¹ِ ¹َن À ْ ¶ُ ةِyَrِ ÊY ٰ ْ ِ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َو\ اŶول، وijİ ĹĘ اïđĩĤوداتاħø óęĥĤداěèŻĤ. واçÝęÖóìŴاíĤאء ijİ اñĤيĹĥĺ اŶول، ١ ط - ijİ. ٢ ط: ďĨ. ٣ ح + وñİا ĹĘ ěè اĜijĥíĩĤאت. .٣٦١/٢ ،يïĭýĝĥĝĥĤ ĵýĐŶا ç×Ā ؛١٩٣ ص ،يóכùđĥĤ īĻÝĐאĭāĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٤ ٥ ح: واŻøóĩĤت. ٥ ١٠ ١٥ 378 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri el-Âhiretü kelimesi âyette gizli (muzmer) olan bir müennes kelimenin sıfatı konumundadır, ancak bunun tayininde tefsirciler ihtilâf etmiştir. Kimine göre bu, “ âhiret diyarı”dır, nitekim Kur’ân “Ve elbette âhiret diyarı…” [ elEn‘âm 6/32] âyetinde bu ibareyi aynen kullanmıştır. Âhiret diyarı ifadesi bu diyarın, yani dünyanın karşıtıdır. Allah Teâlâ bu ikisini, yani dünya ve âhiret kelimelerini pek çok âyette birlikte kullanmıştır: “Onların amelleri dünyada ve âhirette boşa çıkmıştır.” [ et-Tevbe 9/69], “Belki de tefekkür edersiniz, dünyada ve âhirette…” [ el-Bakara 2/219-220], “Dünyada da âhirette de muteberdir.” [ Âl-i İmrân 3/45]. Bir görüşe göre bu kelime (gizli olan ifade) el-hayâtü’l-âhiretü ( âhiret hayatı) şeklindedir. Nitekim Kur’ân pek çok âyette dünya hayatı ve âhiret hayatı ifadelerini birlikte kullanmıştır: “Âhirete karşılık dünya hayatını satın aldılar.” [ el-Bakara 2/86], “Âhirete karşılık dünya hayatını satın alırlar.” [ en-Nisâ 4/74], “Âhirete karşılık dünya hayatına razı mı oldunuz?” [ et-Tevbe 9/38], “ Âhiret karşılığında dünya hayatının yararı çok azdır.” [ et-Tevbe 9/38], “Onlara dünya hayatında da âhirette de müjde vardır.” [ Yûnus 10/64], “Âhirete karşılık dünya hayatını tercih ediyorlar.” [İbrâhîm 14/3] Bir görüşe göre bu kelime (gizli olan ifade) en-neş’etü’l-âhiretü (âhiretteki yaratılış) şeklindedir, nitekim Kur’ân şöyle der: “Andolsun ki siz ilk yaratılışı biliyorsunuz!” [ el-Vâkıa 56/62], “Sonra Allah aynı şekilde sonraki yaratmayı da yaratacaktır.” [ el-Ankebût 29/20], “Şüphesiz sonraki yaratma da O’na aittir.” [ en-Necm 53/47] Âhiret kelimesi Kur’ân’da pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Hz. Îsâ’nın dini anlamında kullanılmıştır: “Biz bunu son dinde işitmedik.” [ Sâd 38/7] 2. Son söz anlamında kullanılmıştır: “Allah da onu son ve ilk sözüne karşılık ibret verici bir şekilde cezalandırdı.” [ en-Nâziât 79/25]. Yani onun ilk söylediği “Sizin için kendimden başka bir ilâh bilmiyorum.” [ el-Kasas 28/38] şeklindeki sözüne ve son söylediği “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” [ en-Nâziât 79/23] şeklindeki sözüne karşılık cezalandırdı. Firavun’un bu iki sözü arasında kırk yıllık bir süre vardı. 3. Hz. Peygamber aleyhisselâma vahyin gecikmesi durumu karşılığında kullanılmıştır: “ Âhiret senin için başlangıçtan daha hayırlıdır.” [ ed-Duhâ 93/4] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 379 Ĺİ :ħıąđÖ אلĜ ،óĻùęÝĤا ģİأ כĤذ ĹĘ ėĥÝìوا .ةóĩąĨ ١ ĵáĬŶ ÛđĬ Ĺİ ةóìŴوا َ ُار ْ ٰ اÊ ِrَyُة﴾ [اđĬŶאم، ٣٢/٦] وĹİ ĝÜאģÖ u«ّ َ ªوَ ﴿:אتĺآ ĹĘ אıĻĥĐ ÿĬ ïĜو ٢ اïĤار اóìŴة، YÁَ²ْ ُ ُُ·ْ žِ¿ ّ اuª ªY¯َ ْ َ ñİه اïĤار وĹİ اĻĬïĤא، وïĜ ďĩä ĩıĭĻÖא ĹĘ آĺאت ĝĘאل: ﴿ َnِ ]َ ْa ا ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٢٠-٢١٩/٢] ةِyَrِ Êا ٰ ْ وَ YÁَ²ْ ُ ُy َۙون žِ¿ ّ اuª َ §ّ Ÿَcََ b ْ §ُ َّ «َ َ ۚ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦٩/٩ [وĜאل: ﴿ª َو ْ ٰ اÊ ِrَyِة ُ َ²ْYÁ َو ْ ٰ اÊ ِrَyِة﴾ [آل óĩĐان، ٤٥/٣]. uªا ّ¿ žِ Y·Áً j۪ وَ ﴿:אلĜو وģĻĜ: Ĺİ اĻéĤאة اóìŴة؛ ïĝĘ ďĩä ıĭĻÖא وīĻÖ اĻéĤאة اĻĬïĤא ĹĘ آĺאت ĝĘאل: ﴾ۜ ةِyَrِ ÊY ٰ ْ ِ \ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹َ Áٰ oَ ْ َ ُƒْy َون اª ۘة﴾ [اĤ×óĝة، ٨٦/٢] وĜאل: ﴿À ِyَrِ ÊY ٰ ْ ِ \ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹َ Áٰ oَ ْ ﴿ ْ اَ‚cَyُوا اª ۚ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٣٨/٩ [وĜאل: ﴿žَ َ̄Y ةِyَrِ Êا ٰ ْ ±َR ِ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ªYِ ََر Š۪ ُcÁْ\ [اùĭĤאء، ٧٤/٤] وĜאل: ﴿ا ة¹ِ Áٰ oَ ْ ُ[ ƒْ ٰyى žِ¿ اª ْ ُ·ُ اª َ ª﴿ :אلĜو] ٣٨/٩ ،ÙÖijÝĤا©﴾ [Á ٌ «۪ َ ¢ َ Êِّ ا ةِyَrِ Êا ٰ ْ¿ žِ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ªا عYُ cَ®َ »َ «َ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹َ Áٰ oَ ْ ُ ¹َن اª ]ّoِ cَْ َ ] وĜאل: ﴿À ۜ﴾ [Ĭijĺ÷، ٦٤/١٠] [٥٢ب ةِyَrِ Êا ٰ ْ¿ žِوَ YÁَ²ْ ُ ّ اuª .[٣/١٤ ،ħĻİاóÖإ﴾ [ةِyَrِ Êا ٰ ْ ٰ«﴾ [اijĤاÙđĜ، ٦٢/٥٦[ ََة ْ ُ اÊ۫وª Yƒْ َ ³ªا ّ ُcُ¯ْ «َِ uْ£ََ ٣ Ĝאل: ﴿َوª وģĻĜ: Ĺİ اÉýĭĤة اóìŴة؛ ïĝĘ ََة Yƒْ َ ³ªا ّ µِÁَْ «َ َ َ ّن ۜ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٢٠/٢٩] وĜאل: ﴿َوا ََة ْ ٰ اÊ ِrَyَة Yƒْ َ ³ªا ّ Uُ ƒِ ³ْ ُ À ُ َ ّ اà ٰ وĜאل: ﴿ُf ّ .[٤٧/٥٣ ،ħåĭĤا﴾ [ىۙyٰ rْ Êا ُ ْ Y³َْ ¯ِ ~َ Y®َ﴿ :אلĜ ،مŻùĤا įĻĥĐ ĵùĻĐ ÙĥĩĤ :אءĻüŶ آنóĝĤا ĹĘ تóذכ ٤ ÙĩĥכĤا هñİ ħà ةِyَrِ Êا ٰ ْ لYَ §َ َ ² ُ ٰ Ãا ّ هُwَ rَ َ ۚ﴾ [ص، ٧/٣٨]. وĥĤכÙĩĥ اóìŴة، وĜאل: ﴿žَY ةِyَrِ Êا ٰ ْ_ ِ َّ «¯ِ ْ ِ ٰ·َwا žِ¿ اª \ ۪ ۚي﴾[اÿāĝĤ، ٣٨/٢٨[ yÁْ šَ µٍ ٰ ªِ َ ُ§ ْ ِR ±ْا ªaُ ¯ْ «َِ Y®َ﴿ :ĵĤوŶاįÝĩĥכÖأي] ٢٥/٧٩ ،אتĐאزĭĤا«﴾[ۜ ٰ َو ْ ُ اÊ۫وª ٰ ۘ«﴾ [اĭĤאزĐאت، ٢٤/٧٩] Ęכאن ĩıĭĻÖא أرijđÖن Ùĭø. وéĤאÙĤ ُ ُ§ ُ َْ اÊ ْ« َY۬ َرّ\ ²َ وÖכįÝĩĥ اóìŴة: ﴿ا ۜ«﴾ [اĵéąĤ، ٤/٩٣[. ٰ َ ¥َ ِR ±َ ْ ُ اÊ۫وª ªy ٌ Áْrَ ةُyَrِ Ëٰ ْ َ įĻĥĐ اŻùĤم، Ĝאل: ﴿َوª ّ Ĺ×ĭĤا ĵĤإ ĹèijĤاóĻìÇÜ ١ ر: اĵáĬŶ. ٢ ر + óĻì. ٣ ر: ħà. ٤ ر + وĹİ اóìŴة. ٥ ١٠ ١٥ 380 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 4. Kabir anlamında kullanılmıştır: “Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette (kabirde) sabit bir sözle sağlamlaştırır.” [İbrâhîm 14/27] 5. Ölümden sonra diriliş anlamında kullanılmıştır: “Sonra Allah aynı şekilde sonraki yaratmayı da yaratacaktır.” [ el-Ankebût 29/20] 6. Kıyamet anlamında kullanılmıştır: “Âhirete inanmayanlar…” [ el-İsrâ 17/45]. 7. Cehennem anlamında kullanılmıştır: “Âhiretten sakınır.” [ ez-Zümer 39/9] 8. Cennet anlamında kullanılmıştır: “ Âhiret Rabbinin katında takvâ sahiplerinindir.” [ ez-Zuhruf 43/35], “İşte bu âhiret yurdu…” [ el-Kasas 28/83]. “ Yakîn ile inanırlar.” Yakîn kelimesi burada şüphenin zıddıdır. Bir görüşe göre ise şüphenin ortadan kalkması anlamına gelir. Bir başka görüşe göre kelime Arapların yekine’l-mâu fi’l-havdi (su havuzda sabit kaldı) şeklindeki ifadesinden türemiştir. Buna göre yakîn, bir şeyin doğruluğu konusunda kalbin sükûn bulup mutmain olması demektir. Bir başka görüşe göre yakîn, bilgi sağlayacak yollar ve istidlal yoluyla ilim elde etmektir. Bu yüzden de Allah’ın bir şeyi yakînen bildiği söylenmez, çünkü O her şeyi sonradan kazanılmış ilimle değil, ezelî ilmi ile bilir. Bir diğer görüşe göre yakîn, bir şeyi bildikten sonra onu tasdik etmektir. Bu kökten gelen fiil eykane bi’ş-şey’i ve teyakkane bihi ve isteykane bihi şeklinde kullanılır ki bu akdeme, tekaddeme ve istekdeme şeklindeki kullanıma benzer. Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu ifade şu anlama gelir: “Onlar şüphesiz bir şekilde bilirler, “Sadece bir zanna sahibiz, yakîn sahibi değiliz.” [ el-Câsiye 45/32] diyenler gibi değildirler.” Bir başka görüşe göre “Tasdik ederler” anlamına, bir diğer görüşe göre “Bildikleri ile amel ederler, dünyaya yönelmez, âhiretten gafil kalmazlar, âhirette kınanmalarına ya da ceza görmelerine sebep olacak şeyler yapmazlar.” anlamına gelir. Kur’ân’da zikredilen yakîn kelimesi pek çok anlama gelir. Bu âyette olduğu gibi “tasdik” anlamına, “Onu kesin olarak öldürmediler.” [ en-Nisâ 4/157] âyetinde olduğu gibi tahkik anlamına, Kur’ân hakkında “Şüphesiz bu kesin haktır.” [el-Vâkı‘a 56/95] denildiği üzere bazı kimseler onun hakkında şüphe etseler de özünde kesinlik sahibi olduğu anlamına, “Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” [ el-Hicr 15/99] âyetinde olduğu üzere “ ölüm” anlamına, “Yine andolsun onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz.” [et-Tekâsur 102/7] âyetinde olduğu üzere “kıyâmet” anlamına, “Bu Kur’ân , insanlar için kalp gözleri, kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidâyet ve bir rahmettir.” [ el-Câsiye 45/20] âyetinde olduğu üzere ilim ve ilimle amel etme anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 381 ﴾ۚ ةِyَrِ Êا ٰ ْ¿ žِوَ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ªا¿ žِ aِ ِ \Yَ ْ ِ¹ْ£َل ّ اgª ªYِ ٰ َR¹³ُا \ ا ±À َ w۪ َّ ُ اª ٰ Ãا ّ aُ ]ِّgَُ À﴿ :אلĜ ،ó×ĝĥĤو ۜ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ََة ْ ٰ اÊ ِrَyَة Yƒْ َ ³ªا ّ Uُ ƒِ ³ْ ُ À ُ َ ّ اà ٰ ّ fُ﴿ :אلĜ ،تijĩĤا ïđÖ ßđ×ĥĤو .]٢٧/١٤ ،ħĻİاóÖإ[ ِ ْ ٰ ÊY ِrَyِة﴾ [اóøŸاء، ٤٥/١٧]. وĭĥĤאر Ĝאل: ُْQِ®³ُ ¹َن \ À Êَ ±À َ w۪ َّ ٢٠/٢٩]. وĻĝĥĤאÙĨ، Ĝאل: ﴿اª ۟﴾ [اóìõĤف، ±Áَ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª ¥َ \ِّرَ uَ³ْ ِ ةُyَrِ Êا ٰ ْ وَ ﴿:אلĜ ÙĭåĥĤو .]٩/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [ةَyَrِ Êا ٰ ْ رُ wَ oْ َ À﴿ َ ُار ْ ٰ اÊ ِrَyُة﴾ اÙĺŴ،] اÿāĝĤ، ٨٣/٢٨[. ْ ¥َ ّ اuª «ِ ٣٥/٤٣] وĜאل: ﴿b īĨ ijİ :ģĻĜو .כýĤا زوال ijİ :ģĻĜو .כýĤا ăĻĝĬ īĻĝĻĤאĘ ﴾ۜ ُ ³ُ¢¹ِ ¹َن À ْ ¶ُ ﴿ :įĤijĜو įĬijכøو ÕĥĝĤا ÙĭĻĬÉĩĈ īĻĝĻĤا כאنĘ ، ّ ُ ĹĘ اijéĤض» أي اóĝÝø َ اĩĤאء īِ ĝ َ ijĜل اóđĤب: «ĺ .ءĹýĤا ÙĝĻĝè ĵĥĐ وģĻĜ: ijİ وijĜع اħĥđĤ īĨ Ùıä اźïÝøźل واøŶ×אب اĹÝĤ ęÝùĺאد ıÖא اħĥđĤ؛ وĤñĤכ ijİ :ģĻĜو .ÕùÝכĨ ħĥđÖ ź ّ ĹĤزŶا įĩĥđÖ ħĤאĐ įĬŶ ء؛ĹýĤאÖ אنĝĺŸאÖ ųا Ʃ ėĀijĺ ź ١ «įÖ īĝĻÝøوا ،įÖ īّ ĝĻÜو ،ءĹýĤאÖ īĝĺأ «:įĭĨ ģđęĤوا .įÖ ħĥđĤا ïđÖ ءĹýĤאÖ ěĺïāÝĤا ٢ ّ وïĝÜم، واïĝÝøم». כĩא ĝĺאل: «أïĜم، ُ±ّ ُ َ ِ ْن ² ĨÉĘא óĻùęÜه ïĝĘ ģĻĜ: ijĭĜijĺن أي ijĩĥđĺن óĻĕÖ ّüכ ٍ وijùĻĤا כאīĺñĤ ĜאijĤا: ﴿ا ijĜïāĺن. وģĻĜ: أي ijĥĩđĺن ّ أي :ģĻĜو .]٣٢/٤٥ ،ÙĻàאåĤا﴾ [±Áَ ³۪£ِÁْcَْ ¯ُ ِ \ ±ُ oْ َ ² Y®َوَ Y³ًّ ’َ َ Êِّ ا َ×ijن Üאđĺ אĨ نijĥĩđĺ źو ةóìŴا īĐ نijĥęĕĺ źو אĻĬïĤا ĵĤإ نijĭכóĺ ŻĘ ؛įĭĨ نijĩĥđĺ אĩÖ .ةóìŴا ĹĘ įĻĥĐ نij×Ĝאđĺ َ أو واīĻĝĻĤ اñĩĤכijرĹĘ اóĝĤآن äאءđĩĤאن: ěĺïāÝĥĤ כĩא ĹĘ ñİه اÙĺŴ، وěĻĝéÝĥĤ כĩא ĹĘ אĩכ،ăđ×ĤاįĻĘכüوإن įùęĬĹĘįÖ אĭƪ ĝĻÝĨįĬijכĤو ،]١٥٧/٤،אءùĭĤا﴾ [ۙY³Áً £۪ َ Àه¹ُ» ُcََ ¢Y®َوَ ﴿:įĤijĜ َْÁ£۪ ِۚÁ±] ﴾اijĤاÙđĜ، ٩٥/٥٦[، وijĩĥĤت כĩא Ĝאل: ﴿َو ْا ُ[ ْu ªا ُ¡ّ nَ ¹َ·ُ َ ª اwَ ¶ٰ َ ِ ّن Ĝאل ĹĘ ěè اóĝĤآن: ﴿ا ،[٧/١٠٢،óàכאÝĤا﴾[±Áِۙ £۪Áَْ ªا±َ Áْ َ Y·ََ ²ّوُyَcََ ª َ ّ fُ﴿ :ÙĨאĻĝĥĤو،]٩٩/١٥،óåéĤا﴾[±Áُ £۪Áَْ ªا¥َ Áَِ b ْ Oَ À»ٰ cّnَ ¥َ َ َرّ\ ُ ³ُ¢¹ِ ¹َن﴾[اåĤאÙĻà٢٠/٤٥،[. Àٍ ¹ْ£َِم َ ِ Yسَوُ¶ ًuىَوَر ْn َ ¯ٌ_ª ³«ّ ِ ªyُ ِ َ ‡َٓYئ وħĥđĥĤواįÖģĩđĤכĩאĜאل: ﴿ ٰ¶ َwا\ ١ ر - įÖ. ٢ ط + ّ وïĜم. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 382 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yakînin üç türü vardır: İlme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn. Bunların yorumunda bazı görüşler vardır. Bir görüşe göre aklı başında olan herkesin ölümü bilmesi ilme’l-yakîndir, kişi melekleri ( ölüm meleğini) gördüğü zaman bu bilgi ayne’l-yakîn olur, ölümü tattığı zaman ise hakka’l-yakîn olur. Bir başka görüşe göre ilme’l-yakîn bir şeyi olduğu gibi bildirmektir (ihbâr), ayne’l-yakîn bir şeyi nasıl ise o şekilde bilmektir ( mârifet), hakka’l-yakîn ise o şeyin bizzat kendisidir. Bir diğer görüşe göre ilme’l-yakîn haber ve istidlal ile elde edilen bilgi, ayne’l-yakîn ilham ve tarif ile elde edilen bilgi, hakka’l-yakîn ise bu ikisinin toplamıdır. Bir başka görüşe göre ilme’l-yakîn şeriatın zâhiri, ayne’l-yakîn şeriatta ihlâs, hakka’l-yakîn ise şeriatta müşahededir. Âhirete yakîn ile iman etmenin meyvesi, ona hazırlanmaktır. Bu konuda şöyle denilmiştir: Şu on kişi aldananlardandır: Yaratıcısının Allah olduğunu yakîn ile bildiği hâlde O’na kulluk etmeyen kimse, rızık vericisinin Allah olduğunu yakîn ile bildiği hâlde O’ndan mutmain olmayan kimse, dünyanın geçici olduğunu yakîn ile bildiği hâlde ona itimat eden kimse, varislerin düşmanlar olduğunu yakîn ile bildiği hâlde onlar için mal toplayan kimse, ölümün geleceğini yakîn ile bildiği hâlde ona hazırlanmayan kimse, varacağı yerin kabir olduğunu yakîn ile bildiği hâlde orayı imar etmeyen kimse, deyyânın (hüküm sahibinin) kendisini hesaba çekeceğini yakîn ile bildiği hâlde delilini sağlamlaştırmayan kimse, geçeceği yerin sırat olduğunu yakîn ile bildiği hâlde ağırlıklarını hafifletmeyen kimse, ateşin günahkârların diyarı olduğunu yakîn ile bildiği hâlde ondan kaçınmayan kimse ve cennetin iyilerin diyarı olduğunu yakîn ile bildiği hâlde onun için amel etmeyen kimse. Şöyle denilmiştir: Yakînin gayesi dörttür: Dünyadan ayrılmadan önce onu terk etmen, âhirete varmadan önce onu talep etmen, ölüm başına gelmeden önce ona hazırlanman, kendisi ile mülâki olmadan (karşılaşmadan) önce Rabbini razı etmen. Sonra bu âyette müminlerin âhirete yakîn ile iman ettikleri ifade edilerek “Onlar âhirete yakîn ile (kesin olarak) iman ederler.” [ el-Bakara 2/4] denilmiş, başka bir âyette ise onlar hakkında zandan söz edilip “Onlar rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini zannederler.” [ el-Bakara 2/46] denilmiştir ki bu Allah Teâlâ’nın müminler hakkında zâhirleri farklı, anlamları aynı lafızlar kullanmak sûretiyle onlara yönelik bir lutfudur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 383 ĹĘو .īĻĝĻĤا ěèو īĻĝĻĤا īĻĐو īĻĝĻĤا ħĥĐ [ أ ٥٣] :אءĻüأ ÙàŻà īĻĝĻĤا ĹĘ ħà ÙכÐŻĩĤا īĺאĐ ذاÍĘ ،īĻĝĻĤا ħĥĐ ١ تijĩĤאÖ ģĜאĐ ģכ ħĥĐ :ģĻĜ :ģĺאوĜأ אİóĻùęÜ īĐ אر×ìŸا īĻĝĻĤا ħĥĐ :ģĻĜو .īĻĝĻĤا ěè ijıĘ تijĩĤا ذاق ذاÍĘ ،īĻĝĻĤا īĻĐ ijıĘ כĤذ ijİ īĻĝĻĤا ěèو ،įÖ ijİ אĨ ĵĥĐ įÝĘóđĨ īĻĝĻĤا īĻĐو ،įÖ ijİ אĨ ĵĥĐ ءĹýĤا אĨ īĻĝĻĤا īĻĐو ،لźïÝøźوا ó×íĤאÖ ٣ ģāè אĨ īĻĝĻĤا ħĥĐ :ģĻĜو ٢ اĹýĤء įĭĻđÖ. ،ÙđĺóýĤا óİאČ īĻĝĻĤا ħĥĐ :ģĻĜو .אĩıĐijĩåĨ īĻĝĻĤا ěèو ،אمıĤŸوا ėĺóđÝĤאÖ ďĜو وīĻĐ اīĻĝĻĤ اŻìŸص ıĻĘא، وěè اīĻĝĻĤ اýĩĤאïİة ıĻĘא. īĝĺأ īĨ :īĺورóĕĩĤا īĨ ةóýĐ :ģĻĜ ïĝĘ א؛ıĤ ادïđÝøźا ةóìŴאÖ īĻĝĻĤا ةóĩà ħà אĻĬïĤا أن īĝĺأ īĨو ،įÖ īÑĩĉĺ ŻĘ įĜراز ųا Ʃ أن īĝĺأ īĨو ،هï×đĺ ŻĘ įĝĤאì ųا Ʃ أن زاÙĥÐ ïĩÝđĻĘ ıĻĥĐא، وīĨ أīĝĺ أن اijĤرÙà أïĐاؤه ďĩåĻĘ ħıĤ، وīĨ أīĝĺ أن اijĩĤت į×øאéĺ אنƪ ĺ ƪ ïĤا أن īĝĺأ īĨو ،هóĩđĺ ŻĘ įĤõĭĨ ó×ĝĤا أن īĝĺأ īĨو ،įĤ ïđÝùĺ ŻĘ آت אرĭĤا أن īĝĺأ īĨو ،įĥĝà ėęíĺ ŻĘ هóĩĨ اطóāĤا أن īĝĺأ īĨو ،įÝåè çéāُ ĺ ŻĘ دار اåęĤאر ŻĘ óıĺب įĭĨ، وīĨ أīĝĺ أن اÙĭåĤ دار اóÖŶار ŻĘ ģĩđĺ ıĤא. ģ×Ĝ ةóìŴا כ×ĥĈو ،אıĭĐ כĤאéÜار ģ×Ĝ אĻĬïĤا ככóÜ :ÙđÖأر īĻĝĻĤا ÙĺאĔ :ģĻĜو ّאه. ĺإ כÐאĝĤ ģ×Ĝ بóĤا אؤكĄوإر ،כÖ įĤوõĬ ģ×Ĝ تijĩĥĤ ادكïđÝøوا ،אıĻĤإ כĨوïĜ ۜ﴾[اĤ×óĝة، ُ ³ُ¢¹ِ ¹َن Àْ ¶ُ ةِyَrِ ÊY ٰ ْ ِ ħàذכñİĹĘóهاīĨÙĺŴاīĻĭĨËĩĤاĝĺŸאنÖאóìŴةĝĘאل: ﴿َو\ ﴾ ۟ َْÁِµَر ِ اj ُ ¹َن ªِ َُ·ْا ²َّ َُ·ْ ُRَ˹¢ُا َرِّ\ِ·ْ َوا ²َّ ُ ¹َنا ³ُّ َ À±À َ w۪ َّ ªَ ٤/٢]،وذכħıĭĨóاĹĘīčĤآÙĺوĜאل: ﴿ا .אıĻĬאđĨ ěęÝÜو אİóİاijČ ėĥÝíÜ ħıĤ אتęĀ אت×àÍÖ ųا Ʃ īĨ ėĉĤ ijİو ،]٤٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ١ ر + ijıĘ. ٢ ح ر- įĭĻđÖ. ٣ ر: ģāéĺ. ٥ ١٠ ١٥ 384 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nitekim Allah Teâlâ müminleri “Cehalet ile kötülük yaparlar…” [ en-Nahl 16/119] âyetinde cehalet ile nitelerken “İlim sahipleri” [ Âl-i İmrân 3/7] âyetinde ilim ile nitelemiş, “Sizler Allah’a muhtaç olanlarsınız.” [ Fâtır 35/15] âyetinde fakirlik ile nitelerken “O’dur zengin kılan ve varlık sahibi eden.” [ en-Necm 53/48] âyetinde zenginlik ile nitelemiş, “ İnsan zayıf yaratılmıştır.” [ en-Nisâ 4/28] âyetinde zayıflık ile nitelerken “Ve onlara karşı gücünüz yettiği ölçüde kuvvet hazırlayın.” [ el-Enfâl 8/60] âyetinde kuvvet ile nitelemiş, “Müminlere karşı zilletlidirler.” [ el-Mâide 5/54] âyetinde zillet ile nitelerken “Kâfirlere karşı izzetlidirler.” [ el-Mâide 5/54] âyetinde izzet ile nitelemiş, “Ey İnsan!” [el-İnşikāk 84/6] âyetinde unutma ile nitelerken “Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar…” [ el- Ahzâb 33/35] âyetinde zikir ile nitelemiş, “Göklerdeki ve yerdeki herkes Rahmân’a kul olarak gelecektir.” [ Meryem 19/93] âyetinde kulluk ile nitelerken “Ve sizleri mülk sahipleri kıldı.” [ el-Mâide 5/20] âyetinde mülk ile nitelemiş, sizleri [bizleri] öncelikle kendi mülkü üzerinde var ettiğini ifade edip “Allah’tır sizleri yaratan…” [ er-Rûm 30/40] buyurmuş, sonra müminlerden satın aldığını haber verip “Allah müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.” [ et-Tevbe 9/111] buyurmuş, sonra onlara kendisi için amel etmeleri karşılığında sanki ücret karşılığında çalışanlar gibi muamele edip “Rableri katında onların ücretleri vardır.” [ el-Bakara 2/274], “Onlara ücretlerini/ecirlerini tastamam vermek için…” [ Fâtır 35/30], “Amel edenlerin ücreti/ karşılığı ne de güzeldir.” [ ez-Zümer 39/74] buyurmuş, sonra onları dostlar diye isimlendirip “Dikkat edin, Allah’ın dostları…” [ Yûnus 10/62] buyurmuş, kendisini onların “dostu” diye isimlendirip “Allah müminlerin dostudur.” [ Âl-i İmrân 3/68] buyurmuş, onlara olan sevgisini ve onların kendisine yönelik sevgisini zikredip “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” [ el-Mâide 5/54] buyurmuştur. Bütün bunların izahı şöyledir: Zan işin başındaki durumdur, yakîn ise haber ve istidlalin sahih olmasından sonradır. Cehalet günahın âkıbetine dair cehalettir, ilim şehâdetin hakikatidir. Fakirlik yaratılışın aslından gelir, zenginlik ise hilati elde etmekle olur. Zayıflık bünyeden, kuvvet himmetten gelir. Zillet dostlara yumuşak davranmak şeklinde, izzet ise düşmanlara sert davranmakla kendisini gösterir. Unutmak fıtrattan/yaratılıştan gelir, zikir ise yardım ile olur. Kulluk (ubûdet) aslî hâldir, mülk sahibi olmak ilâhî lutuf iledir. Allah’ın satın alması kişinin canını ve malını celâl diyarı için sarf etmesine yönelik teşviktir, ücret sevabın hazırlığıdır. Dostluk ve muhabbet O’nun bize dost ve sevilene yapılan muamele ile muamele etmesidir. En doğrusunu Allah bilir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 385 ĹĘ ħĥđĤאÖو] ١١٩/١٦ ،ģéĭĤا_﴾ [ٍ َ ªY·َkَ ِ \ ء¹َ ُٓªا ّ ا¹»ُِ̄ َ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ģıåĤאÖ ħıęĀو »َ ªِ ْ £َŸُ َ ـyٓ ُاء ا ªا ُcُ²َْ ا ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ óĝęĤאÖو] ١٨/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ِ ْ «ِ ْ ¹ُا اª ُو۬ª įĤijĜ:﴿ َوا ْ ۙ³ٰ«﴾ [اħåĭĤ، ٤٨/٥٣ [وÖאėđąĤ ¢َ َ šْ ³ٰ« َوا َ ُµ ُ¶¹َ ا ²َّ واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אءĭĕĤאÖو] ١٥/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾ۚ ّ اà ِٰ Y®َ ْ·ُ َ ُوا ª uّ َِ واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ةijĝĤאÖو] ٢٨/٤ ،אءùĭĤا﴾ [YŸÁً ۪ Šَ نYُ َ ²ْ ِ Êاْ¡ َ» ِrُ وَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ،ةïÐאĩĤا﴾ [±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ َ« اª «َ _ٍ َّ َِذª ٍَة﴾ [اęĬŶאل، ٦٠/٨] وÖאÙĤñĤ ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ¹ّ¢ُ ±ْ ®ِ ْcُ ْ َ cَ~ا ْ ۘ﴾ [اĩĤאïÐة، ٥٤/٥] وÖאĻùĭĤאن ĹĘ įĤijĜ: ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ َ« اª ٍَة َ» {ّ َِ ٥٤/٥] وÖאõđĤة ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا َ ِ ا¦َy ِ ات﴾ wªا ّ وَ اyÁً g۪¦َ َٰ Ãا ّ ±À َ ۪ َ ِ ا¦y ِ ²ْ َ ُYن﴾ [اĝýĬźאق، ٦/٨٤] وÖאñĤכó ĹĘ įĤijĜ:﴿ َو ّ اwª Êاْ Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ ±ِ¯ٰ nْ َ ِ¿ ّ اyª bٰ َٓ ا Êِّ ُ َR ±ْ žِ¿ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِض ا ِ ْن ُ¦ّ© ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ Ùĺدij×đĤאÖو] ٣٥/٣٣ ،ابõèŶا[ َ ُ§ ْ ُRُ» ً ¹¦ą] ﴾اĩĤאïÐة، ٢٠/٥] وįĬÉÖ أوïäכħ «َjَ وَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ כĥĩĤאÖو] ٩٣/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۜ َ ْ[ ًuا ىóÝüا įĬÉÖ ó×ìأ ħà [ َ £َ ُ§ ْ﴾ [اóĤوم، ٤٠/٣٠] [٥٣ب «rَ يw۪ َّ ُ اª ٰ Ãّ َ ا ﴿:אلĝĘ įכĥĨ ĵĥĐ źأو ħà [١١١/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ْ·ُ َ َ ْR¹َاª ²َْ Ÿُ َُ·ْ َوا ا ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ َ ّ اà َٰ ْ اَ‚c ٰyى ِR ±َ اª ِ ّن īĨ اīĻĭĨËĩĤ ĝĘאل: ﴿ا ْ·ُÁَ ِ žّ¹َÁُِ ª﴿ ،[٢٧٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۚ ْ·ِ\ِّرَ uَ³ْ ِ ْ ¶ُyُjْ َ ُ·ْ ا َ ِ ĝĘאل: ﴿žَ» َ اء óَ äُ Ŷכא įĤ ģĩđĤا ĹĘ ħıĥđä ّאħİ أوĻĤאء ĝĘאل: ĩø ħà [٧٤/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [±Áَ «۪®Yِ َ ْ ªا yُjْ َ ُ ُj ¹َرُ¶ ْ﴾ [ĘאóĈ، ٣٠/٣٥[،﴿ ْ³ِžَ َ ا ا آل﴾ [±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ ُّ اª ¿ِ ُ َوª ٰ Ãا ّ وَ ﴿:אلĝĘ ħıĻĤو įùęĬ ĵّ ĩøو] ٦٢/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ِٰ Ãا ّ ءYَ ٓÁَِ َْوª َ ا ِ ّن Ê ا ََٓ ﴿ا َ ُµٓ] ﴾اĩĤאïÐة، ٥٤/٥]. ²¹ُ ]ّoِ ُ ُ ُ·ْ َوÀ ]ّoِ ُ ّאه ĝĘאل: ﴿À ĺإ ħıÝ×éĨو ħİאّ ĺإ įÝ×éĨ óכñĘ [٦٨/٣ ،انóĩĐ ،لźïÝøźوا ó×íĤا ÙéĀ ïđÖ َ َ ĹĘ اïÝÖاء اéĤאل، واīĻĝĻĤ ووįä ذĤכ כįĥ: أن اīčĤ ģĻĭÖ َ ١ اÙĝĥíĤ، واĭĕĤאء ģĀÉÖ َ َ ÙĝĻĝéÖ اıýĤאدة، واóĝęĤ ħĥđĤوا ،ÙĻāđĩĤا Ù×ĜאđÖ ģıåĤوا َ ÙĭüאíĩÖ َ َ ÖאÙĩıĤ، َ واÙĤñĤ ÙĭĺŻĩÖ اŶوĻĤאء، واõđĤة ةijĝĤوا ،ÙĻĭ×ĤאÖ ėđąĤوا َ ،ÙđĥíĤا ،ģąęĤאÖ כĻĥĩÝĤوا َ ،ģĀŶאÖ َ دةij×đĤوا ،ÙĬijđĩĤאÖ َ اïĐŶاء، َ واĻùĭĤאن ÖאåĤ×Ùĥ، واñĤכó ٢ اijáĤاب، ÙÑĭıÝĤ َ َ ßéĥĤ ĵĥĐ ñÖل اęĭĤ ÷واĩĤאل ijäijĤد دار اŻåĤل، واóäŶ واóÝüźاء ٣ .ابijāĤאÖ ħĥĐأ ųوا Ʃ ،אء×èŶوا אءĻĤوŶا ÙĥĨאđĨ אĭđĨ įÝĥĨאđĩÖ Ù×éĩĤوا َ ÙĺźijĤوا َ ١ ر: ģİÉÖ. ٢ ر: ÙÑĻıÝĤ. ٣ ح - واų أħĥĐ ÖאijāĤاب؛ ر - ÖאijāĤاب. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 386 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 5. İşte onlar Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır. [ el-Bakara 2/5] “İşte onlar” Yani onlar önceki âyetlerde zikredilen kimseler. “Ve (…) iman edenler” [ el-Bakara 2/3] âyetini ilk âyette geçen “müminler” kelimesinin sıfatı ya da onlara atıf olarak kabul eden kimselere göre bunlar gayba ve daha sonra zikredilecek diğer hususlara iman etmekle nitelendirilmiş olan takvâ sahipleridir. Bu durumda cümle “Onlar yakîn ile iman ederler.” [ el-Bakara 2/4] âyeti ile tamamlanmıştır ve bu âyetin başındaki “İşte onlar” ifadesi mübtedâdır. “Bir hidâyet üzeredirler” ifadesi ise bu mübtedânın haberidir. Fakat “Ve (…) iman edenler” [ el-Bakara 2/3] âyetinin başındaki vâv harfinin mübtedâ [yani cümle başlangıcı] olduğunu söyleyenlere göre “İşte onlar” ifadesi bu mübtedânın haberidir ve özellikle “Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de iman ederler. Âhirete de yakîn ile (kesin olarak) inanırlar.” [ el-Bakara 2/4] âyetinde sözü edilen kimselere işaret eder. “Bir hidâyet üzeredirler.” Yani rüşd üzeredirler. Bir görüşe göre, “Beyân ve hüccet üzeredirler.”, bir başka görüşe göre ise “Doğruluk, hak ve sıhhat üzeredirler.” anlamına gelir. Bu, kulun fiilinin isbâtı/olumlanmasıdır. “Rablerinden” bu da Allah’ın muvaffak kılmasının ispatı/olumlanmasıdır. İlki Cebriyye’ye, ikincisi de Mu‘tezile’ye reddiyedir, ikisinin toplamı Ehl-i sünnet ve’l-cemâat’in delilidir. Bu ifade tıpkı “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.” [ el-Fâtiha 1/4] âyeti gibidir. “Hidâyet” İslâm’ın ismidir. Allah Teâlâ İslâm’ı pek çok isimle isimlendirmiş ve bunlardan her birini kendisine izâfe etmiştir. Allah’ın hidâyeti, Allah’ın yolu, Allah’ın fıtratı, Allah’ın boyası, Allah’ın dini, Allah’ın nûru, Allah’ın kelimesi bunlardandır. Bunların geçtiği âyetler şöyledir: “De ki: Hidâyet Allah’ın hidâyetidir.” [ Âl-i İmrân 3/73], “Allah’ın yolu…” [ eş-Şûrâ 42/53], “Allah’ın fıtratı…” [ er-Rûm 30/30], “Allah’ın boyası...” [ el-Bakara 2/138], Allah’ın dinine grup grup girerler.” [en-Nasr 110/2], “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.” [ Âl-i İmrân 3/103], “Allah’ın nûrunu ağızları ile söndürmek istiyorlar.” [ et-Tevbe 9/32], “Ve Allah’ın kelimesi en üstün olandır.” [ et-Tevbe 9/40] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 387 نijَ éُ ĥِęْ ُ ُ ْاĩĤ ħİُ כَ ÑِٓĤٰ ۬ َ ُاو ْ و ħıِ ِ ّ Ö َ ر īْ Ĩِ ىïً İُ ĵĥٰĐَ כَ ÑِٓĤٰ ۬ -٥ ُاو ِئ ¥َ﴾ أي اñĩĤכijرون Ĝ×įĥ، وħİ اijĝÝĩĤن اijĘijĀijĩĤن ÖאĩĺŸאن ÖאÕĻĕĤ ٰٓ ُو۬ª وįĤijĜ:﴿ ا ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٤/٢] À ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿ģđä īĨ لijĜ ĵĥĐ هïđÖ رةijכñĩĤا אفĀوŶا óÐאøو ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٤/٢] وĺכijن ُ ³ُ¢¹ِ ¹َن À ْ ¶ُ ﴿ :įĤijĝÖ مŻכĤا ħÝĺو .ħıĻĥĐ אęĉĐ أو īĻĤوŷĤ ÙęĀ :įĤijĝĘ اءïÝÖŻĤ اوijĤا ģđä īĨ אĨÉĘ .أïÝ×ĩĤا َ ó×ì ﴾ىuً ¶ُ »ٰ ً وįĤijĜ: ﴿ َ« ِئ ¥َ﴾ Ĩ×ïÝأ ٰٓ ُو۬ª ﴿ا ĹĘ īĺرijכñĩĤا ĵĤإ صijāíĤا ĵĥĐ ٢ ،ِ وďäóĺ ١ اĩĤ×ïÝأ َ ذĤכ ó×ì نijכĺ ﴾¥َ ئِ ٰٓ ُو۬ª ﴿ا .[٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،ÙĺŴا﴾ ¥َ Áَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:įĤijĜ ٰ« ُ¶ ًuى﴾ أي ĵĥĐ رïü. وģĻĜ: أي ĻÖאن وÙåè. وģĻĜ: أي ijĀاب وįĤijĜ: ﴿ َ« وěè وÙéĀ، وñİا إà×אت ģđĘ اđĤ×ï. ٣ ƭ رد ĹĬאáĤوا Ùĺó×åĤا ĵĥĐ ƭ Ʃ اų. واŶول رد وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ َرِّ\ِ·ْ﴾ ñİا إà×אت ěĻĘijÜ uُ ]ُ ْ َ َ َ Yك ² Àِّ ٥ وijİ כįĤijĝ:﴿ ا ٤ وĩİא đĻĩäא دģĻĤ أģİ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ، ÙĤõÝđĩĤا ĵĥĐ ۜ﴾ [اęĤאÙéÜ، ٤/١[. ±Áُ ۪ cَْ َ َ َ Yك ² Àِّ َوا īĨ ïèوا ģכ ٦ ّĵ اŻøŸم ĩøÉÖאء وأĄאف ĩø ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ،مŻøŸا ħøا ىïıĤوا ģ×è ،ųا Ʃ رijĬ ،ųا Ʃ īĺد ،ųا Ʃ Ùĕ×Ā ،ųا Ʃ ةóĉĘ ،ųا Ʃ اطóĀ ،ųا Ʃ ُïى İ :įùęĬ ĵĤإ כĤذ ۪wي﴾ َّ ۙ﴾ [آل óĩĐان، ٧٣/٣]، ﴿ َ†ِy ِ اط ّ اà ِٰ اª ُ· ٰuى ُ¶ َuى ّ اà ِٰ ْ َ اª ِ ّن Ʃ اų، כÙĩĥ Ʃ اų. وآĺאıÜא: ﴿¢ُ ْ© ا ن¹َ» ُrُ uْ َ À﴿ ،[١٣٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۚ [اijýĤرى، ٥٣/٤٢]، ﴿žِ َْy َت ّ اà ِٰ اcª] ﴾¿اóĤوم، ٣٠/٣٠]، ﴿ ْ†ِ[›َ َ_ ّ اà ِٰ ۪ ُuÀ َون yُ À﴿ ،[١٠٣/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ِٰ Ãا ّ© ِ[ْoَ ِ ¹َžَْ ً اYjۙ] ﴾اóāĭĤ، ٢/١١٠[،﴿ َو ْاَc ‡ِ ُ¯¹ا \ ž۪¿ ۪د ِÀ± ّ اà ِٰ ا ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٤٠/٩[. YÁَ ْ «ُ ْ َ اª ُ ¹َر ّ اà ِٰ] ﴾اÙÖijÝĤ، ٣٢/٩[،﴿ َوَ¦ِ»َ̄ ُ_ ّ اà ِٰ ِ¿¶ ُ ُ۫ŸِْQا ² َ ْن À ا ١ ح - ذĤכ. ٢ ح: ďäóĻĘ. ٣ ح - رد. ٤ ح: اïĝĤرÙĺ. ٥ ح - واĩåĤאįĐ. ٦ ح: ĄÉĘאف. ٥ ١٠ ١٥ 388 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yine Allah İslâm’ı tekil kelimelerle de isimlendirmiştir: Takvâ kelimesi: “Ve onları takvâ kelimesine bağlı kıldı.” [ el-Feth 48/26] Güzel söz: “Güzel sözler O’na yükselir.” [ Fâtır 35/10] Güzel kelime: “Allah güzel kelimeyi misal olarak verdi.” [İbrâhîm 14/24] Güzel söz ve güzel kelime misali: “Ve onlar sözün güzel olanına hidâyet edilmişlerdir.” [el-Hac 22/24] Doğru söz: “Ancak Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve doğru söz söyleyen kimse hariç.” [en-Nebe’ 78/38] Rızâya uygun söz: “Ve sözünden razı olduğu kimse…” [ Tâhâ 20/109]. Hak söz: “Allah hakkında Hak olandan başkasını söylemeyin.” [ en-Nisâ 4/171] Hak davet: “ Hak davet O’na aittir.” [ er-Ra‘d 13/14] Hakka şahitlik: “Ancak hakka şahit olan hariç…” [ ez-Zuhruf 43/86]. Ahit: “Ancak Rahmân’ın katında bir ahdedinmiş olan hariç…” [ Meryem 19/87]. İyilik: “Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha hayırlısı vardır.” [ en-Neml 27/89], “Kim de bir kötülük getirirse onlar yüzüstü ateşe atılırlar.” [ en-Neml 27/90] İhsan: “İhsanın karşılığı ihsandan başka nedir ki?” [ er-Rahmân 55/60] İman: “Sizi imana hidâyet etmiş olması…” [ el-Hucurât 49/17]. İslâm: “Allah katında din İslâm’dır.” [ Âl-i İmrân 3/19] Selâm: “Size selâm verene ‘Sen Müslüman değilsin.’ demeyin.” [ en-Nisâ 4/94] Barış (silm): “Hep birlikte barışa girin.” [ el-Bakara 2/208] Yol: “Biz onu yola hidâyet ettik.” [ el-İnsân 76/3] Reşâd yolu: “Sizi doğru yola [reşâd yoluna] hidâyet ediyorum.” [Gāfir 40/38] Rüşd yolu: “Eğer rüşd yolunu isterlerse…” [ el-A‘râf 7/146], “Rüşde hidâyet eder.” [el-Cin 72/2] 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 389 ْ ¹ٰى﴾ [اçÝęĤ، ٢٦/٤٨ [ £َ ْ َ}َRُ·ْ َ¦ِ»ََ̄_ ّ اcª ªَ ّאه ĩøÉÖאء óęĨدة: כÙĩĥ اijĝÝĤى: ﴿َوا وĩø ،[١٠/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾[ُ Áِّ َ ْ َ§ِ» ُ ّ اª ªا uُ َ‡ْ َ À µِÁَْ ªِ ] ﴿ا أ واĤכħĥ اÕĻĉĤ:] ٥٤ [٢٤/١٤ ،ħĻİاóÖإ_﴾ [ً[َÁِّŽَ _ً¯َ«ِ¦َ Ëً gَ®َ ُ ١ ﴿ َŠَy َب ّ اà ٰ :Ù×ĻĈ Ùĩĥوכ ْ ِ¹ْ£َل﴾ [اãéĤ، ٢٤/٢٢[ ªا ±َR ِ] ِ Áِّ َ َ« ّ اª ªِ ٓوا ا ٢ ﴿َو ُ¶ ُu :Ù×ĻĈ Ùĩĥכ ģáĨو ÕĻĉĤا لijĝĤوا [٣٨/٧٨ ،É×ĭĤا﴾ [Y\ا ً ¹َ†َ لYَ َ َ ْn ٰ ¯±ُ َو¢ yªا ّ µُ َ َِذَن ª َ َR ±ْ ا Êِّ وijĜل اijāĤاب: ﴿ا [١٠٩/٢٠ ،įĈ] ﴾Êً¹َْ ¢ µُ َ ª َ ƪ :﴿ َوَر Šِ¿ واijĝĤل اĹĄóĩĤ ۜ﴾ [اùĭĤאء، ١٧١/٤] َ ¡ّ oَ ْ َ اª Êِّ َ« ّ اà ِٰ ا ¹ُا َ» ª¹£ُ َ وijĜل اěéĤ:﴿ َوَÊ b ِۜ﴾ [اïĐóĤ، ١٤/١٣[ ¡ّ oَ ْ َ ُµ َدُ¹َْة اª ودijĐة اěéĤ:﴿ ª ِ ﴾ [اóìõĤف، ٨٦/٤٣] ¡ّ oَ ْ ªYِ \ uَ·ِ‚َ ±ْ ®َ َ Êِّ وıüאدة اěéĤ:﴿ ا [٨٧/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۢ اuً ·َْ ±ِ¯ٰ nْ َ yªا ّ uَ³ْ ِ wَ sَ َ َ َR±ِ ّاb Êِّ واïıđĤ:﴿ ا _ِئَÁِّ َªY ّ ِ ۚ﴾ [اģĩĭĤ، ٨٩/٢٧[،﴿ َوَR ±ْ َٓj َYء \ Y·َ³ْ®ِ y ٌ Áْrَ µُ َ «žَ _ِ³ََ oَ ْ ªYِ \ ءYَ jَٓ ±ْ ®َ﴿ :ÙĭùéĤوا [٩٠/٢٧ ،ģĩĭĤا﴾ [ْ·ُ¶¹ُ jُ وُ aْ َ ]ّ§ُ žَ [٦٠/٥٥ ،īĩèóĤا﴾ [نYُۚ َ nْ ِ َ ْاÊ Êِّ ِ ْn َ ِYن ا واùèŸאن: ﴿َ¶ ْ© َjَ{ٓ ُاء ْاÊ [١٧/٤٩ ،اتóåéĤا﴾ [نYِ ¯Àَ ۪Ëْ ِ ª ْ §À ُ uٰ ¶َ نْ َ واĩĺŸאن: ﴿ا ِ ْ~َËُم﴾ [آل óĩĐان، ١٩/٣] Êاْ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ ±À َ ۪uªا ّ َ ِ ّن واŻøŸم: ﴿ا َْÁ ُ §ُ ّ اªَ َËَم﴾ [اùĭĤאء، ٩٤/٤] ªِ ٓ« ا £ٰ ْ ªَ ِ َ̄ ±ْ ا ¹ُا ª ª¹£ُ َ b Êَوَ ﴿:َ واŻùĤم ۖ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٠٨/٢] _ً َ žYّ ٓ ¦َ ِ ْ َ : ﴿ ْاد ُrُ«¹ا žِ¿ ِّ اª« ħĥْ ِ ّ واùĤ [٣/٧٦ ،אنùĬŸا©﴾ [Áَ ]۪ َªا ّ هYُ ³َÀْuَ ¶َ Yَ ²ِّ واùĤ×ģĻ:﴿ ا [٣٨/٤٠ ،óĘאĔ] ﴾ۚ َ ‚َ ِYد yªا ّ© Áَ ]۪ ~َ ْ¦ُ uِ ¶ْ َ وø×ģĻ اüóĤאد: ﴿ا [٢/٧٢ ،īåĤا﴾ [uِ ‚ْ ُyªا ّ« َ ªِ ٓيا u۪ ·َْ À﴿ ،[١٤٦/٧ ،افóĐŶا﴾ [uِ ‚ْ ُyªا ّ© Áَ ]۪ ~َ واْyََ ِ ْن À وø×ģĻ اïüóĤ:﴿ َوا .Ù×ĻĈ Ùĩĥوכ - م ١ .Ù×ĻĈ Ùĩĥכ ģáĨو - ح ٢ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 390 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nimet: “Allah’tan bir lutuf ve nimet…”[ el-Hucurât 49/8]. Fazl: “De ki: Allah’ın fazlı sayesinde...” [ Yûnus 10/58]. Adâlet: “Allah size adâleti emreder.” [ en-Nahl 16/90] Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Yani [Allah size] tevhidi emreder. Hak: “De ki: Hak Rabbinizdendir.” [ el-Kehf 18/29] Doğruluk: “Doğru olanı getiren…” [ ez-Zümer 39/33]. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Bu, doğruyu söyleyen mümin kimse anlamındadır. Âyette geçen “ sıdk/doğruluk” çoğul anlamında tekil bir kelimedir. Nitekim Allah Teâlâ “İşte onlar takvâ sahiplerinin ta kendileridir.” [ el-Bakara 2/177] buyurmuştur. İyilik (Birr): “Ancak iyilik Allah’a iman eden (...) kimsenin amelidir.” [ el-Bakara 2/177] Delil (Beyyine): “De ki: Ben Rabbimden bir delil üzereyim.” [ el-En‘âm 6/57] Din: “Dini Allah’a halis kılarak…” [ Yûnus 10/22]. Hak din: “Hidâyet ve hak din ile...” [ et-Tevbe 9/33]. Dosdoğru din [Kıyem] : “Dosdoğru din olarak...” [ el-En‘âm 6/161]. Doğrultan din [Kayyime]: “İşte bu doğrultan dindir.” [el-Beyyine 98/5] Yol (tarikat): “Ve eğer onlar yolu dosdoğru tuttursalardı.” [el-Cin 72/16]. Şeriat: “Dinden size şeriat kıldı.” [ eş-Şûrâ 42/13] İşte bunlar kırk [civarında] isim olup içlerinden bazıları “ mümin”e de verilmiştir. Allah Teâlâ bunu bize bir lutuf olarak bahşetmiş ve “Sizi hidâyet etmesi ile size minnet eder.” [ el-Hucurât 49/17], “O sizi isimlendirdi.” [el-Hac 22/78], “O sizin mevlânızdır.” [el-Hac 22/78] buyurmuş, ardından da “O ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır.” [el-Hac 22/78] buyurmuştur. Kâfir için de “Zararı faydasından daha yakın olana dua/kulluk eder. Ne kötü dost ve ne kötü yoldaştır.” [el-Hac 22/13] buyurmuştur. Hak Teâlâ’nın “İşte onlar bir hidâyet üzeredirler” ifadesi müminlere övgü, “Rablerinden” ifadesi ise hidâyetin onlara kendi katından geldiğinin beyânıdır ki bu da müminlere yönelik bir ilâhî lutuftur, çünkü onlara hidâyeti kendisi bahşettiği hâlde hidâyetle onları övmüştür. Bu tıpkı Hz. Yûsuf hakkında “İşte biz ondan kötülüğü ve fuhşu uzak tutmak için böyle yaptık.” [Yûsuf 12/24] buyurması gibidir ki burada Hz. Yûsuf’un kötülükten uzak tutulmasının ve masum kılınmasının ilâhî bir bağış olduğu beyân edilmekte, ardından da “O bizim ihlâsa erdirilmiş kullarımızdan idi.” [Yûsuf 12/24] buyurulmaktadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 391 ۜ﴾ [اóåéĤات، ٨/٤٩] _ً¯َ ْ ِ واÙĩđĭĤ:﴿ žَ ‹ْ ًË ِ ®±َ ّ اà ِٰ َو² [٥٨/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ِٰ Ãا ّ© ِ‹ْ Ÿَِ واģąęĤ:﴿ ¢ُ ْ\ © ْ َ ْuِل﴾ [اģéĭĤ، ٩٠/١٦ [Ĝאل اīÖ Đ×אس: أي ÖאïĻèijÝĤ، ªYِ \ yُ®ُ ْ Oَ À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن واïđĤل: ﴿ا ْ َo ّ¡ُ ِ ®±ْ َرِّ\ ُ§ ْ﴾ [اĤכėı، ٢٩/١٨[ واěéĤ:﴿ َوِ¢ُ© اª يñĤا īĨËĩĤا ijİ :אس×Đ īÖا אلĜ [٣٣/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [قِuْ ‡ªY ِّ ِ \ ءYَ jَٓ يw۪ َّ واïāĤق: ﴿َواª َ £ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ١٧٧/٢] cّ¯ُ ْ ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª ijĝĺل اïāĤق، وñİا óĘد ĵĭđĩÖ اďĩåĤ، ïĝĘ Ĝאل: ﴿َوا [١٧٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِٰ ÃYّ ِ \ ±َ ®َ ٰ َ َR ±ْ ا yّ]ِ ْ َ اª ±ّ §ِ ٰ :ّ ﴿َوª ó×Ĥوا َِّÁٍ³َ _ِ ®±ْ َرّ۪\¿﴾ [اđĬŶאم، ٥٧/٦] \ »ٰ «َ ¿²ِّ۪ واĤ×ÙĭĻ:﴿ ¢ُ ْ ©ا ِ ﴾ [اÙÖijÝĤ، ¡ّ oَ ْ ُ· ٰuى َو۪د ِÀ± اª ْ ªYِ \﴿ :ěéĤا īĺود] ٢٢/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾±À َ ۪uªا ّ µُ َ ª ±Áَ ‡۪ «ِsْ ®ُ﴿ :īĺïĤوا [٥/٩٨،ÙĭĻ×Ĥا﴾ [ۜ _ِ ¯َÁِّ£َ ْ ِ ¥َ ۪د ُ À±اª Ù:﴿ َو ٰذª َ ĩِ ّ Ļَ ĝĤا īĺود] ١٦١/٦،אمđĬŶا﴾ [Y¯ً Áَ¢ِY³À ً د۪ ﴿:א ً ĩ َ Ļِ ٣٣/٩] ودĭĺאĜ [١٦/٧٢ ،īåĤا_﴾ [ِ£Àَ ۪ yَ َ« ّ اª ِ ْ ا~َc£َ ُY®¹ا َ» ¹َ َ ْن ª واÙĝĺóĉĤ:﴿ َوا َ ُ§ ْ ِR ±َ ّ اuª۪ ِÀ±] ﴾اijýĤرى، ١٣/٤٢] ª عَyَ‚َ ﴿ :ÙđĺóýĤوا َ ْن َْÁ ُ §ْ ا «َ ُ±ّ ¯ُ َ À﴿ :אلĝĘכĤñÖ אĭĻĥĐ ųا Ʃ ƪ īَ ١ أرijđÖن اĩøא وīĨËĩĥĤ ıĭĨא أĩøאء، وĨ وñİه ۚ﴾[اãéĤ٧٨/٢٢،[Ĝħàאل: ْ §Áُ ٰ ª¹ْ®َ ¹َ¶ُ ﴿،[٧٨/٢٢،ãéĤا﴾[ُ§ Áُ ٰ¯ّ ~َ ¹َ¶ُ ﴿،[١٧/٤٩،اتóåéĤا﴾[ْ§ À ُ uٰ ¶َ ْ َy ُب ِR ±ْ ¢َ َ َ̄ ±ْ ّŠَyُ ُهٓ ا ª ا¹ُ uْ َ À﴿ :óĘכאĥĤ אلĜو] ٧٨/٢٢ ،ãéĤا﴾ [yÁُ ‡۪ َ ِ ْ َ ّ اª³ ٰ« َو² ª¹ْ¯َ ْ ﴿ْ³ِžَ َ اª .[١٣/٢٢ ،ãéĤا﴾ [yÁُ ƒ۪ َ ْ ْ َ{ اª ِ[ئ َ ٰ« َوª ª¹ْ¯َ ْ ْ َ{ اª ِ[ئ َ ª ۜ µ۪ ِŸَْ ² هïĭĐ īĨ įĬأ אنĻÖ ﴾ْ·ِ\ِّرَ ±ْR ِ ﴿:įĤijĜو ħıĤ ٌ ٰ« ُ¶ ًuى﴾ ïĨح ِئ ¥َ َ» ٰٓ ُو۬ª ا ﴿:įĤijĜ ħà ĹĘ אلĜ אĩכ ijİو ،ħıéĭĨ يñĤا ijİو ħıèïĨ ßĻè ħıĻĥĐ įĭĨ ģąĘ اñİو ħıĤ ģāè [٢٤/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ۜ ءYَ ƒَٓ oْ Ÿَ ْ ِ َف َ ُ³ْµ ّ اªُٓ ¹َء َواª y‡ْ ³َِ ª ¥َ ِ ªwٰ ¦َ﴿ :مŻùĤا įĻĥĐ ėøijĺ ěè [٢٤/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áَ ‡۪ َ «sْ ¯ُ ْ ªا Yَ ²دYِ ]َِ ±ْ ®ِ µُ َ ²ِّ ا ﴿:אلĜ ħà įÝĩāĐو įĘóāÖ ÙĭĩĤا אنĻÖ ijİو ١ ح ر: ñıĘه. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 392 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu ona, ihlâs ve seçkinliği nedeniyle yapılmış bir övgüdür [Oysa ona bu ihlâs ve seçkinliği bahşeden Allah’tır]. Aynı şekilde bizim hakkımızda da “Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsledi ve size küfrü kötü gösterdi.” [ el-Hucurât 49/7] buyurmuş, sonra “İşte onlar raşit/doğru yolda olan kimselerdir.” [ el-Hucurât 49/7] buyurarak bizi övmüştür. Habîb el-Acemî şöyle demiştir: “İlâhî! Bahşeden de Sensin, öven de Sensin.” Sonra âyetin tamamı bunun “ Takvâ sahipleri için” [ el-Bakara 2/2] olduğunu ifade eder ki bu [takvâ niteliği], her türlü muhalefeti terk etme niteliği ile övmektir. Ardından “Onlar gayba iman ederler.” [ el-Bakara 2/3] buyurmuştur ki ibadetlerin başı ile övgüdür. Ardından “Ve namazı kılarlar.” [ el-Bakara 2/3] buyurmuştur ki bu, ibadetleri kendisinde cemeden kuşatıcı ibadet ile övgüdür. Sonra “Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” [ el-Bakara 2/3] buyurmuştur ki bu, cömertliklerin esası olan şey ile övgüdür. Sonra “Ve onlar sana indirilene de senden önce indirilene de iman ederler.” [ el-Bakara 2/4] buyurmuştur ki bu, bütün risâletleri tasdik etmekle övgüdür. Sonra “Ve onlar âhirete yakîn ile inanırlar.” [ el-Bakara 2/4] buyurmuştur ki bu, dirilişe ve bütün muamelelerin karşılığının alınacağına inanmak, bunu ikrar etmek demektir. Sonra “İşte onlar Rablerinden bir hidâyet üzeredirler.” [ el-Bakara 2/5] buyurmuştur ki bu, her durumda hidâyet vasfına sahip olan kimseler hakkında şehâdettir. Bütün bu sıfatları kendisinde toplayan kimsenin işte bu namaza ehil olması gayet yerindedir. Sonra bu âyette bütün bu sıfatlarla nitelendirilen kimseler hakkında “ hidâyet”i zikretmiştir. Ancak “Deyin ki: ‘Biz Allah’a, bize indirilene ( Kur’ân’a), İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve Ya‘kūboğullarına indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya verilen ( Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.’ Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar.” [ el-Bakara 2/136- 137] âyetlerinde ise onlar için diğer ibadetlerden söz edilmeksizin sadece ikrar ve inanma sıfatlarından ötürü “ hidâyet” niteliğini zikretmiştir. Bunun sebebi ise imanın şerefini, değerinin yüceliğini, şanının büyüklüğünü ve iman güçlendiği zaman günahların (muhalefetlerin) kendisini geçersiz kılamayacağını, aksine onun galip geleceğini ve kulu günahlara dalmış olduktan sonra tövbeye sevk edeceğini beyân etmektir. Nasıl bugün imana hidâyet etti ise yarın da cennetlere hidâyet edecektir. Nitekim “ İman edip sâlih amel işleyenleri Rableri imanları ile hidâyete erdirir.” [ Yûnus 10/9] buyurmuştur, 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 393 نYَ ¯Àَ ۪Êاْ ُ§ ُ Áَْ ªِ َ َ] ا ]ّnَ َٰ Ãا ّ َ ±ّ §ِ ٰ ªوَ ﴿:אĭĝè ĹĘ אلĜو ،įÜijęĀو įĀŻìÍÖ įĻĥĐ אءĭà ١ وijİ ِئ ¥َ ُ¶ ُ ٰٓ ُو۬ª ْ ُ§َŸْy] ﴾اóåéĤات، ٧/٤٩] ħà أĵĭà ĭĻĥĐא ĝĘאل: ﴿ا ªا ُ§ ُ Áَْ ªِ ََه ا ِ ُ§ ْ َوَ¦ّy َ َ ـُ³µ ž۪ ¿ُ¢ُ«¹\ َوَزّÀ .«حïĩÜ ÛĬوأ çĭĩÜ ÛĬأ ĹıĤإ «٢ : ّ َ ِ ا‚ ُu َۙون﴾ [اóåéĤات، ٧/٤٩]. وĜאل è×ÕĻ اĹĩåđĤ ّ اyª Á±] ﴾اĤ×óĝة، ٢/٢] وijİ ïĨح óÝÖك כģ اíĩĤאęĤאت، َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª﴿ :אلĜ įĬأ ÙĺŴا عijĩåĨ ħà ] وijİ ĭàאء óÖأس اĉĤאĐאت، ْ ›َ ْÁ ِ] ﴾[اĤ×óĝة، ٣/٢] [٥٤ب ªYِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ±À َ w۪ َّ ªَ ħà Ĝאل: ﴿ا ٰ ¹َة﴾ [اĤ×óĝة، ٣/٢] وijİ ïĨح åÖאÙđĨ اđĤ×אدات، ħà Ĝאل: ُ £۪ ُÁ ¯¹َن ّ اªَ‡« Àوَ ﴿:אلĜ ħà ُ £ُŸِ³ْ ¹َۙن﴾ [اĤ×óĝة، ٣/٢] وijİ ïĨح ĩÖא ijİ أøאس اíùĤאوات، ħà Ĝאل: À ْ ¶Yُ ³َ ْ َY َرَز¢ ﴿َوِRّ̄ َ ْ[ِ» ۚ¥َ ﴾ [اĤ×óĝة، ٤/٢] وijİ اěĺïāÝĤ َل ِR ±ْ ¢ ِ {²ُْ َْÁ ¥َ َوَRٓY ا ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ±À َ w۪ َّ ﴿َواª ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٤/٢] وijİ اóĜŸار واĝÝĐźאد ُ ³ُ¢¹ِ ¹َن À ْ ¶ُ ةِyَrِ ÊY ٰ ْ ِ Öכģ اøóĤאźت، ħà Ĝאل: ﴿َو\ ٰ« ُ¶ ًuى ِR ±ْ َرِّ\ِ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ِئ ¥َ َ» ٰٓ ُو۬ª ا ﴿:אلĜ ħà ،تŻĨאđĩĤا ģכ ĵĥĐ اءõåĤوا ßđ×ĤאÖ ďĩä īĩĤ ٣ ěƪ ُ èو ،تźאéĤا ģכ ĹĘ ÙĺاïıĤאÖ īĻĘijĀijĩĤا ءźËıĤ אدةıü ijİو] ٥/٢ ģƪ ñıĤه اŻāĤة. ñİه اęāĤאت أن İËĺ Yَ ³ّ®َ ٰ ¹ُٓا ا ª¹¢ُ﴿ :įĤijĜ ĹĘو אتęāĤا هñİ ģכÖ īĻĘijĀijĩĥĤ ىïıĤا óذכ ÙĺŴا هñİ ĹĘ ħà ﴾ۚ واْuَcَ¶اْ uِ£َžَµ۪ ِ \ ْcُ³ْ®َ ٰ ا Yٓ®َ ©ِgْ¯ِ ِ ٰ َR¹³ُا \ ا نْ Yِžَ﴿ :įĤijĜ ĵĤإ] ١٣٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y³َÁَْ ªِ َل ا ِ {²ُْ ِ ّÃY ِٰ َوَRٓY ا \ [اĤ×óĝة، ١٣٧/٢]ذכħıĤó اïıĤىÖאóĜŸار واĝÝĐźאدïÖونøאóÐاĉĤאĐאت؛ĻÖאĬא óýĤفاĩĺŸאن Õĥĕĺ يñĤا ijİ ģÖ אت؛ęĤאíĩĤا÷ ęĬ įĥĉ×ĺ ħĤ يijĜ إذا įĬوأ هóĨأ ِ ّ وŻäل ïĜره وijĥĐ óĻĘده إĵĤ اÙÖijÝĤ ïđÖ اĩÝĤאدي ĹĘ اĤ×ĉאźت، وכĩא ïİى اijĻĤمإĵĤ اĩĺŸאن ïıĺى ïĔا إĵĤ ۚ﴾[Ĭijĺ÷، ٩/١٠[؛ ْ·ِِ ²Y¯Àَ Yِ۪ \ ْ·ُ ُ \ّرَ ْ·Àِ u۪ ·َْ ÀتY ِ oَ ِ ٰ َR¹³ُا َوَ ُِ̄»¹ا ّ اªَ‡ ªY ا±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ٤﴿ا اĭåĤאن. Ĝאل: ١ ح ر: ijıĘ. אبåĨ اïİزا اïÖאĐ وכאن هóĻĔو īùéĤا īĐ وىóĺ (م٧٥٧ /ـİ ١٤٠ ijéĬ .ت (ĹĩåđĤا ĵùĻĐ īÖ ÕĻ×è ïĩéĨ ijÖأ ijİ ٢ اijĐïĤة. أóčĬ: اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٢٣٠/١١؛ Ĉ×ĝאت اŶوĻĤאء īÖź اīĝĥĩĤ، ص .١٨٢ ٣ ر + ďĻĩä اĤכóاĨאت. ٤ ر: ĝĘאل. ٥ ١٠ ١٥ 394 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri çünkü itaat ehli kimseler itaatlerinin binekleri üzerinde ilerlerken nûrları önlerinden ve sağ taraflarından ilerler ve melekler kendilerini karşılar. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O gün takvâ sahiplerini Rahmân’ın huzuruna elçiler heyeti gibi toplarız.” [ Meryem 19/85], “Ve onları melekler karşılar.” [ el-Enbiyâ 21/103]. İsyankârlar ise kıyametin uçsuz bucaksız alanlarında birbirlerinden ayrı, tek başlarına kalırlar, ellerinde itaat nûru yoktur, kendilerini melekler karşılamaz, bu yüzden yolu bulamazlar ve herhangi bir kılavuz onlara yolu göstermez. Allah da onlara der ki: Ey kullarım! “Cennetlikler bugün nimetler içerisinde zevk sürmektedir.” [ Yâsîn 36/55], onlar aldıkları güzel karşılıktan dolayı size vakit ayıramazlar. Cehennemlikler ise aldıkları cezanın şiddetinden dolayı size merhamet edemezler. Ey miskinler topluluğu! Selâm olsun size, nasılsınız? Benzerleriniz sizden önce gidip size yol göstermemiş olsalar da ben size yol gösteririm. Eğer size hak ettiğiniz şekilde muamele edecek olursam o zaman kerem nerede kalır? Bu meyanda şöyle bir beyit irat etmişlerdir: O zaman biz de onlar gibi sıkıntıda oluruz Eğer onlar terk ettiğinde biz de onları terk edecek olursak “Ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.” Burada “işte onlar” ifadesi, âyetin başındaki “işte onlar” ifadesine atıftır ve bir başka mübtedâdır. “Onlar” (hüm) zamiri ise tekittir. Bu zamir fasıl zamiri olarak ve imâd olarak isimlendirilir. “Kurtuluşa erenler” ifadesi “işte onlar” ifadesinin haberidir. Bir görüşe göre “onlar” (hüm) zamiri bir başka mübtedâdır ve “Kurtuluşa erenler” ifadesi onun haberidir, bu iki ifadenin toplamı da “işte onlar” ifadesinin haberidir. Felâh (kurtuluş) kelimesi dilde pek çok anlama gelir. Bunlardan biri bekā mânasıdır. Şair Lebîd şöyle demiştir: Tamamı bizden önce yerleşim yeri olan beldelere yerleşiriz Ve Âd ve Himyer’in ardından kurtuluş (bekā) ümit ederiz Hayır içinde kalmak anlamına da gelir. Şair Adiyy şöyle demiştir: Sonra felâhın, mülkün ve nimetin ardından Orada kabirler onları örtüverdi 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 395 ħıÜאĐאĈ ÕاכóĨ ĵĥĐ ħİو ħıĬאĩĺÉÖو ħıĺïĺأ īĻÖ ħİرijĬ ĵđùĺ īĻđĻĉĩĤا أن כĤوذ [٨٥/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۙاuً žْوَ ±ِٰ̄ nْ َ َ« ّ اyª ªِ َ £۪ َÁ± ا cّ¯ُ ْ ªا yُƒُ oْ َ َ¹َْم ² À﴿ ١ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ħİאĝĥÝÜ ÙכÐŻĩĤوا אتİאÝĨ ĹĘ īĻđĉĝĭĨ īĺدóęĨ אةāđĤا ĵĝ×Üو] ١٠٣/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ۜ ِئ َ§ ُ_ ٰٓ «¯َ ْ ªا ُ·Áُ ٰ £ّ َ «cََ وĜאل: ﴿َوb źو ģĻ×ùĤا ونïÝıĺ ŻĘ ÙכÐŻĩĤا אل×ĝÝøا ħıĝè ĹĘ źو ÙĐאĉĤا رijĬ ħıĤ ÷ĻĤ ÙĨאĻĝĤا ،÷ĺ] ﴾ۚ َْÁَ¹ْم ž۪¿ ‚ُ ›ُ ٍ© žَ ِY¦ُ ·¹َن َ ِ_ اª ³ّkَ ْ ªا بY َ oَ †ْ َ َ ا ِ ّن ا! ﴿אدي×Đ :ħıĤ ųا Ʃ لijĝĻĘ ģĻĤد ħıĺïıĺ אبĝđĤا ةïü īĨ אرĭĤا ģİوأ ħכĤ نijĔóęÝĺ ź ابijáĤا īùè īĨ ÙĭåĤا ģİأ إن ٢ [٥٥/٣٦ ħכijĝ×ø ħכĤכאüأ כאن إن ħÝĬأ ėĻכ ،ħכĻĥĐ مŻø ٣ īĻאכùĩĤا óüאđĨ ħכĬijĩèóĺ ź م؟óכĤا īĺÉĘ نij×äijÝùÜ אĩÖ ħכÝĥĨאĐ إن ،ħכĺïİأ אĬÉĘ ħوכïıĺ ħĤو ٤ وأïýĬوا: ُوا óåَ َ َ א İ ْ َכĩ ħ ُ İאĬَ ْ óåَ َ ُħ ِإَذا İ ıĥُ ْ áĨِ אءِ ęَåĤا َ ĹĘِ ذاًإِ īُ éْ Ĭَ ِئ ¥َ﴾ وijİ ٰٓ ُو۬ª ا ﴿:įĤijĜ ĵĥĐ ėĉĐ ¥َ ئِ ٰٓ ُو۬ª ْ ُ̄ ِŸْ» ُo ¹َن﴾ َوا ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا ó×ì ﴾ن¹َ oُ «ِŸْ ¯ُ ْ ُĵĩù ĩĐאدا، و﴿اª ĺو ŻāĘ ĵĩùُ ĺو ïĻכÉÜ ﴾ُ ¶ُ ﴿ Ùĩĥوכ .óìآ ٌ اïÝÖاء ِئ ¥َ﴾. ٰٓ ُو۬ª ُ﴿ا ه وĩİא đĻĩäא ì×ó ُ ó×ì ﴾ن¹َ oُ «ِŸْ ¯ُ ْ ٌ آóì و﴿اª ِئ ¥َ﴾. وģĻĜ: ﴿ ُ ¶ُ ﴾Ĩ×ïÝأ ٰٓ ُو۬ª ﴿ا [ أ ٥٥] :ïĻ×Ĥ אلĜ ،אءĝ×ĥĤ :אنđĩĤ ÙĕĥĤا ĹĘ حŻęĤوا ٥ óĻِ ْ َ ٍאد ِوĩè Đ ïَ ْ đَ Ö َ ْ ُijä َ اŻęĤح َא َوóĬ ĭĥَ ْ ×Ĝَ ģƪ èُ אَ ًا ُכıĥƫ دŻÖِ ģƫ éُ Ĭَ ٦ : ّ يïĐ אلĜ ،óĻíĤا ĹĘ אءĝ×ĥĤو ٧ ُ ُijر َ َ אك ُ اĝĤ× ĭ ُ İ ُ ħُ ıْ َ ارÜ َ ِÙ و ĩ ْ đِ ّ ْ َï َ اęĤَŻ ِح ِ واĥĩĤכ واĭĤ đَ Ö ƪ ħàُ ١ ح - Ĝאل đÜאĵĤ. ٢ ر + ĵĭđĺ. ٣ ر: اīĻĩĥùĩĤ. óāđĤا أدرك ،ÙĘijכĤا ģİأ īĨ óĐאü (م ٨٠٥ ijéĬ / ـİ ١٩٠ ijéĬ .ت (ĹÖאرéĩĤا ïĻøأ īÖ ģĻĨأ īÖ ģĨËĩĥĤ ÛĻ×Ĥا ٤ اijĨŶي واóıÝü ĹĘ اóāđĤ اđĤ×אĹø، وכאن įĻĘ īĨ رäאل اûĻåĤ وכאن üאóĐا ïĻåĨا ودون Ĉ×Ùĝ اijéęĤل. أóčĬ: ħåđĨ اóđýĤاء óĩĥĤزÖאĹĬ، ص ٣٨٤؛ ħåđĨ اŶدÖאء ĻĤאijĜت اijĩéĤي، ٢٧٣٣/٦؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣٣٤/٧ ٥ اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ٤٧؛ اõĤاóİ ĬŷĤ×אري، .٢٠٦/١ ّ īÖ زïĺ اđĤ×אدي اĹĩĻĩÝĤ اóāĭĤاĹĬ) ت. ijéĬ ٣٥ ق İـ / ijéĬ ٥٩٠ م) üאóĐ īĨ دİאة اåĤאīĻĻĥİ כאن óĜوĺא، يïĐ ijİ ٦ įĥđäو įÝĀאì ĹĘ ñíÜا ،ىóùכ انijĺد ĹĘ ÙĻÖóđĤאÖ ÕÝכ īĨ أول ijİو ÙĻøאرęĤوا ÙĻÖóđĤا īùéĺ אéĻāĘ ،ةóĻéĤا ģİأ īĨ ،ĹéĩåĥĤ اءóđýĤا لijéĘ אتĝ×Ĉ :óčĬأ .انijĺد ĹĘ هóđü īĨ ĹĝÖ אĨ ďĩäو .īÐاïĩĤا īכùĘ .بóđĤا īĻÖو įĭĻÖ אĬאĩäóÜ ٦٨١/٢؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٢٢٠/٤ Ù ƪ ْ َï َ اęĤَŻ ِح ِ واĥĩĤכ ِ واĨŸ đَ Ö ƪ ħُ ٧ اóčĬ: إŻĀح اěĉĭĩĤ īÖź اùĤכÛĻ، ص. ٦٦؛ اõĤاóİ ĬŷĤ×אري، .١٥١/١ وıĻĘא وردت: à . ُ ُ ĭİאك اĝĤ×ijر ħُ ıْ وارÜ ٥ ١٠ ١٥ 396 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yaşam anlamına gelir. Şair Abîd b. Ebras şöyle demiştir: Dilediğince yaşa, çünkü ulaşılabilir (amaca) Zayıfl ıkla ve akıl sahibi de aldatılabilir Zafer ve hayra isabet anlamına da gelir. Şair Lebîd şöyle demiştir: Akıl sahibi isen aklet… Çünkü akleden felâh bulur Kurtuluş ve başarı anlamına da gelir. Şair şöyle demiştir: Sükût edip sessiz duran kurtuluşa ermiştir Buradaki tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Yani onlar ateşten kurtulanlardır. Katâde şöyle demiştir: Yani onlar cennette bâki kalanlardır. İbn Keysân şöyle demiştir: Yani onlar talep ettiklerini elde eden ve korktuklarından kurtulanlardır. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: “Yani onlar hayra isabet edenlerdir.1 İbn Kuteybe şöyle demiştir: “Yani onlar kalıcı nimetler içinde kalanlardır.”2 Bir görüşe göre bunun anlamı: Düşmanı alt etmekte başarılı olanlardır. Düşman ise nefsin fısıltısı (hevâcis), kalbin düşünceleri (havâtır) ve şeytanın vesveseleridir. Bütün bunların hepsi şu üç anlama dayanır: Birincisi, “ulaşmak, elde etmek (zafer)” anlamıdır. Bunun izahı şöyledir: O kimseler nefislerine karşı muzaffer olmuş, nefislerini altetmişlerdir. Böylece nefisleri onları hevâlarını takip etmeye sürükleyememiştir. Yine o kimseler dünyaya karşı zafer kazanıp dünyayı altetmişlerdir. Böylece dünya onları süsleri ile aldatamamıştır. Şeytana da galip gelmiş, ona muhalefet etmişlerdir. Böylece şeytan onları vesveseleri ile meftun edememiştir. Kötü dostlara karşı da galip gelmişlerdir, böylece onlar kendilerini yanlışlara sürükleyememiştir. İkincisi, “kurtuluş” anlamıdır. Bunun izahı şöyledir: Bu kimseler küfürden, sapkınlıktan, bid‘atten, cehaletten, nefislerin aldatmasından, şeytanın vesvesesinden, imanın yok olmasından, emniyetin ortadan kalkmasından, kabrin vahşetinden, 1 Ebû Ubeyde, Mecâzü’l- Kur’ân, 1: 29. 2 İbn Kuteybe, Tefsîru Garîbi’l- Kur’ân, s. 39. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 397 ١ :صóÖŶا īÖ ïĻ×ِ َ Đ אلĜ ،ûĻđĥĤو ٢ ُ َïí ُع ِ اŶر ُ Õĺ ĺ ïĜو ėđِ ąĤאÖ ƪ ēُ ĥَ ْ × ُ ĺ ïْĝَĘَ Ûَ ْ َ א ِÑü ĩÖِ çĥِĘأْ ٣ :ïĻ×Ĥ אلĜ ،óĻíĤا ÙÖאĀŸو óęčĥĤو ģْ ĝَ َ Đ כאنَ īْ َ Ĩ çَ ĥَĘأْ ïْĝَĤَ َ ْ ِĹĥĝ و đَ ّ א Ü ĩĤَ Ûِ ْ ْ ِĹĥĝ ْإن ُכĭ ĐאĘ ٤ وijęĥĤز واåĭĤאة، Ĝאل اýĤאóĐ: ُ ijت اĩāĤ ƪ Ûُ אכِ ƪ ùĤا çَ ĥَĘْ َ أ ïْ Ĝَ ĨÉĘא óĻùęÜه ĭıİא ïĝĘ Ĝאل اīÖ Đ×אس ġ: أي اĭĤאijäن īĨ اĭĤאر. وĜאل ÝĜאدة: أي ٥ ijÖóİا. وĜאل اĤ×אijĜن ĹĘ اÙĭåĤ. Ĝאل اīÖ כùĻאن: أي اīĺñĤ óęČوا ĩÖא ĥĈ×ijا وijåĬا ĩĨא ٧ .«ħĻĝĩĤا ħَ đِ ّ ّ : «أي اĤ×אijĜن ĹĘ اĭĤ ٦ وĜאل اÝĝĤ×Ĺ أijÖ Đ×ïĻة: «أي اĻāĩĤ×ijن اóĻíĤ«. وģĻĜ: أي اęĤאõÐون óıĝÖ اïĐŶاء وĹİ ijİاä ÷اijęĭĤس وijìاóĈ اijĥĝĤب ووøאوس اĉĻýĤאن. وèאģĀ כįĥ ďäóĺ إĵĤ ÙàŻà أĻüאء: ÙđÖאÝĨ ĵĤإ ħİ ƪ óåÜ ħĥĘ אİوóıĝĘ ÷ęĭĤا ĵĥĐ واóęČ ħıĬأ įĉùÖو ،óęčĤا :אİïèأ هijęĤאíĘ אنĉĻýĤا ĵĥĐو ،אİآóĨ אرفìõÖ ħİ ƪ óĕÜ ħĥĘ אİوóåıĘ אĻĬïĤا ĵĥĐو ،אİاijİ .÷ĬאùĭĤا اءijĕÝøאÖ اijĥÝ×ĺ ħĤو ħİijĨאéÝĘ ءijùĤا אءĬóĜ ĵĥĐو ،אوسøijĤאÖ ħıَ ĭÝęُ ĺ ħĤو ÙĤאıåĤوا ÙĐï×Ĥوا ÙĤŻąĤوا óęכĤا īĨ اijåĬ ħıĬأ ٨ واáĤאĹĬ: اåĭĤאة، وįĉùÖ ٩ ووÙøijø اĉĻýĤאن وزوال اĩĺŸאن وïĝĘ اĨŶאن ووÙýè اĝĤ×ijر وóĔور اijęĭĤس ّ (ت. ijéĬ ٢٥ ق İـ/ijéĬ ٦٠٠ م) üאóĐ īĨ دİאة اåĤאÙĻĥİ يïøŶا ħýä īÖ فijĐ īÖ صóÖŶا īÖ ïĻ×Đ אدĺز ijÖأ ijİ ١ وèכĩאıÐא وijİ أïè أéĀאب اóıĩåĩĤات اïđĩĤودة Ĉ×Ùĝ àאÙĻĬ īĐ اĝĥđĩĤאت، ĐאóĀ أóĨأ اĻĝĤ÷، وįĤ įđĨ ĭĨאóČات مŻĐŶا :óčĬا .óđü انijĺد įĤ .įøËÖ مijĺ ĹĘ įĻĥĐ ïĘو ïĜو رñĭĩĤا īÖ אنĩđĭĤا įĥÝĜ ĵÝè ŻĺijĈ óّ وĭĨאąĜאت، وĩĐ .٢٣٤/٦ ،ÙĤאéכ אĄر óĩđĤ īĻęĤËĩĤا ħåđĨ ؛١٨٨/٤ ،ĹĥرכõĥĤ .«ģéĘ» ،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛٣١٤/١ ،Ù×ĻÝĜ īÖź اءóđýĤوا óđýĤا ؛٢٢ ص ،įĬاijĺد :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٢ ٣ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص. ٩١؛ اõĤاóİ ĬŷĤ×אري، .٣٨/١ ،ĹĬاïĻĩĤا ģąęĤا ĹÖŶ אلáĨŶا ďĩåĨ ؛٧ ص ،אءüijĥĤ ĵüijĩĤا :óčĬا .ïĩéĨ įĭÖا ĵĤوإ ÙĻİאÝđĤا ĹÖأ ĵĤإ Õùĭĺ ÛĻ×Ĥا ٤ ١٢٩/٢؛ Ĥ×אب اŴداب īÖź ñĝĭĨ، ص .٢٧٦ ٥ ح + įĭĨ. .٢٩/١ ،ةïĻ×Đ ĹÖŶ آنóĝĤا אزåĨ ٦ .٣٩ .ص ،Ù×ĻÝĜ īÖź آنóĝĤا ÕĺóĔ óĻùęÜ ٧ .įĉùÖو :ģĀŶا ĹĘ ٨ ٩ ح: اijęĭĤس. ٥ ١٠ ١٥ 398 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri dirilişin dehşetinden, sıratın sarsıntısından, sert ve şiddetli zebânilerin musallat olmasından, cennetten mahrum kalmaktan, ayrılık ve kopma feryadından kurtulmuşlardır. Üçüncüsü, “bekā” anlamıdır. Bunun izahı şöyledir: Bu kimseler ebedî mülk içinde, dâimî nimetlerde bâki kalmışlar, hesapsız nimetlere, perdesiz buluşmaya (likāya) nâil olmuşlardır. Eğer, “ Hak Teâlâ burada ‘İşte onlar Rablerinden bir hidâyet ve felâh üzeredirler.’ demiş olsaydı bu da doğru olurdu ve daha veciz olurdu, o hâlde neden böyle demedi?” diyecek olurlarsa buna şöyle cevap veririz: Çünkü âyet sonları yünfikūn, yûkinûn şeklinde bitmektedir, buna uyumlu âyet sonu el-müflihûn şeklindedir. Eğer, “Neden, ‘İşte onlar hidâyete erenler ve kurtuluşa erenlerdir.’ demedi?” derlerse şöyle deriz: Çünkü böyle demiş olsaydı sadece onların hidâyet üzere olduğunu beyân etmiş, fakat bu hidâyetin Rablerinden geldiğini beyân etmemiş olacaktı. Eğer, “Neden, ‘İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.’ demedi, oysa bu ifade daha veciz olurdu?” diyecek olurlarsa şöyle deriz: Burada “onlar” (hüm) kelimesinin ziyade edilmesi b bir tür tekittir ki bu durumda anlam daha güçlü ifade edilmiş olmaktadır. Farsçası şöyledir: Dünyada doğru olanlar, kıyamette kurtulanlardır; dünyada doğru yolda, kıyamette doğru iştedirler. 6. Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. [ el-Bakara 2/6] “Küfre saplananlara gelince” Küfür kelimesinin dildeki aslı örtmek, kaplamak anlamına gelir. Şair Lebîd şöyle der: Öyle bir gecede ki bulutları yıldızları kaplayıvermiş Kâfir kelimesi karanlık gece anlamına gelir, çünkü karanlık gece, karanlığı ile eşyayı örter. Şair Lebîd şöyle der: (Güneş) karanlığa elini uzatmaya başlayınca Ve ürperti veren yerler karanlığa gömülünce 5 10 15 20 25 ó 400 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kâfir kelimesi çiftçi anlamına da gelir, çünkü çiftçi tohumu toprağa ekmek sûretiyle onu gizler. Kâfir kelimesi zırhının üzerine başka elbise giymiş kimse anlamına gelir, çünkü bu kimse bedenini zırhı ile örtmüş, zırhını da elbisesi ile örtmüştür. Kâfir kelimesi deniz ve suyu çok olan nehir anlamına gelir, çünkü bu da suyu ile toprağı örter. Kâfir kelimesi şükreden kimsenin zıddı anlamındadır, çünkü bu kimse nankörlüğü ile nimeti örter. Kâfir kelimesi müşrik anlamına gelir, çünkü müşrik şirki ile imanı örter. Kâfir kelimesi inkârcı anlamına gelir, çünkü inkârcı bâtılı ile hakkı örter. Kefâret günahı örten şeydir. Remâdün mekfûrun” (örtülmüş kül), rüzgâr tarafından üzerine toprak örtülmüş kül anlamına gelir. Şair -recez bahriyle- şöyle demiştir: Örtülmüş kül dışında (beldedeki) her şey silinip gitmiş Rengi kararmış, rüzgâra ve yağmura maruz kalmış el-Kefru kelimesi gecenin karası/karanlığı anlamına gelir. Şair şöyle demiştir: Fecrin aydınlanmasından önce geldi Ki İbnu Zukâ (Sabah aydınlığı) hâlâ gecenin karanlığında gizliydi el-Kefrü kelimesi köy anlamına da gelir, çünkü köy insanları örter. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Küfûr halkı kabir halkıdır.”1 Burada Hz. Peygamber aleyhisselâm el-küfûr kelimesi ile “köyler”i kastetmiştir, çünkü bunlar ilim ehlinden uzaktırlar ve tıpkı ölüler gibidirler. el-Küferî kelimesi hurma tomurcuğunun kılıfı, örtüsü anlamına gelir. el-Kâfûr da aynı şekildedir, güzel kâfur harareti örter. Ayrıca el-Kâfûr cennet ehlinin içeceği karışım olup cennette bir pınardan çıkar ve her türlü kederi örter/giderir. Kur’ân’da kâfir kelimesi dört anlamda kullanılmıştır: 1. Mümin kelimesinin zıddı olarak kullanılmıştır: “Küfredenler ve Allah yolundan alıkoyanlar…” [ enNahl 16/88]. 2. Bile bile inkâr anlamında kullanılmıştır: “Kim de bile bile inkâr ederse [bilsin ki] Allah âlemlerden müstağnidir.” [ Âl-i İmrân 3/97] Yani haccın farziyetini bile bile inkâr eden kimse. 3. Şükredenin zıddı anlamında kullanılmıştır: “Bana şükredin, bana karşı kâfir olmayın.” [ el-Bakara 2/152] 4. Berî olan, uzaklaşan kimse anlamında kullanılmıştır: “ Kıyamet günü kiminiz kiminizi tanımazlıktan gelir.” [ el-Ankebût 29/25] Yani “kiminiz kiminizden uzak durur/ teberrî eder.” 1 bkz. Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 203; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsat, 5: 121. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 401 واĤכאóĘ: اõĤارع، óÝùĤه اĤ×ñر ĹĘ اŶرض õÖراįÝĐ، واĤכאóĘ: اñĤي Ĥ ÷×ijĘق درįĐ رضŶا هóÝùĤ ،אءĩĤا óĻáכĤا óıĭĤوا óé×Ĥا :óĘכאĤوا ،įÖijáÖ įَ Đودر įĐرïÖ įَ ĬïÖ هóÝùĤ ،אÖijà ١ واĤכאóĘ: اóýĩĤك، óÝùĤه اĩĺŸאن ،įĬاóęכÖ ÙĩđĭĤا هóÝùĤ ،óאכýĤا ăĻĝĬ :óĘכאĤوا ،įÐאĩÖ ْ ِÕ، ورĨאد Ĩכijęر ĬñĤا ƪ Ùُ َ Ļِ ّ ĉَ ĕُ Ĩ ٣ ٢ واĤכęאرة ،įĥĈא×Ö ěéĤا هóÝùĤ ،óכĭĩĤا :óĘכאĤوا ،įכóýÖ ٤ (õäاóĤا (:אلĜ ،įÝĉĔƪ ĵÝè įĻĥĐ ابóÝĤا ُ çĺóĤا Ûęø ْ ُijĉر ĩَ Ĩ çĺóِ َ Ĩ نijĥĤا ِ ÕÑَِ ُ ْכÝ َ ْכُijęر Ĩ َ ٍאد Ĩ Ĩَ َ ر óْ ĻĔَ Ûْ َ øَ َر د ïْ Ĝَ ٥ َ واĤכْóę: ijøاد اģĻĤ، Ĝאل اýĤאóĐ: اĤכْóę َ ĹĘ ٌ ٍ כאīĨ ُ ُذכאء īÖوا óْ ِْ× ِŻج َ اåęĤ Ĭا ģ×Ĝ َ تْ َ َد َر ïĜ و ٦ «رij×ĝĤا ģİأ ħİ رijęכĤا ģİأ «:Ṡ ّ َ واĤכْóę: اÙĺóĝĤ، İóÝùĤא اĭĤאس، Ĝאل اĭĤ×Ĺ اñوכ ،هóÝùĺ įĬŶ ؛ďِ ĥْĉĤا ƪ ƫ ħُ ى: כ ƫ óِęَכĤوا ُ ،ĵÜijĩĤכא ħĥđĤا ģİأ īĐ ħİïđ×Ĥ ى؛óĝĤا أي اĤכאijĘر، وכאijĘر ِ اÕĻĉĤ óÝùĺ اóéĤارة، واĤכאijĘر: õĨاج óüاب أģİ اÙĭåĤ وijİ īĨ ٧ . ّ ħİ ģכ óÝùĺ ÙĭåĤا ĹĘ īĻĐ ±À َ w۪ َّ ªَ ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،īĨËĩĤا ăĻĝĬ :אİïèأ :įäأو ÙđÖأر ĵĥĐ آنóĝĤا ĹĘ óĘכאĤوا yَŸَ¦َ ±ْ ®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ïèאåĤا :ĹĬאáĤوا .]٨٨/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ِٰ Ãا ّ© Áِ ]۪ ~َ ±ْ َ واُ َ¦ُŸَyوا َو †َ ّu َ ۪̄ َÁ±] ﴾آل óĩĐان، ٩٧/٣] أي ïéä وijäب اãéĤ. واáĤאßĤ: ăĻĝĬ ªYَ ْ ٌّ ±َِ اª َ ّ اà َٰ ³ِšَ¿ ِžَY ّن ﴾ [اĤ×óĝة، ١٥٢/٢]. واóĤاďÖ: اÝĩĤ×óىء، Ĝאل: ۟ َ ْ§ ُŸُy ِون اýĤאכó، Ĝאل: ﴿َو ْ ا‚ ُ§ُyوا ۪ª ¿َوَÊ b .ăđÖ īĨ ħכąđÖ أó×Ýĺ أي ،]٢٥/٢٩ ،تij×כĭđĤا﴾ [‰ٍ ْ[َِ \ ْ §ُ ‹ُ ْ َ \ yُŸُ §ْ َ À _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ َ¹َْم اª À﴿ ١ ح + واĤכאóĘ: اĭĩĤכó، óÝùĤه اěéĤ Ö×אįĥĈ. ٢ ح - واĤכאóĘ: اĭĩĤכó، óÝùĤه اěéĤ Ö×אįĥĈ. ٣ ط: واĤכאóĘة. ٤ اóčĬ: إŻĀح اěĉĭĩĤ īÖź اùĤכÛĻ، ص. ٩٩؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، (כóę(. ħĻİاóÖإ ĹÖŶ دبŶا انijĺد ħåđĨ ؛٩٩ .ص ،ÛĻכùĤا īÖź ěĉĭĩĤا حŻĀإ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا .ćĜرŶا ïĻĩ ُ è ijİ óĐאýĤا ٥ اęĤאراĹÖ، .١١١/١ :ćøوŶا ĹĘ ĹĬاó×ĉĤا جóìوأ» رij×ĝĤا īאכùכ رijęכĤا īאכø نÍĘ ، َ اĤכُijęر ٦ أóìج اĤ×íאري ĹĘ اŶدب اóęĩĤد: «ź ùÜכī ُ ، ıĬÍĘא ÙĤõĭĩÖ اĝĤ×ijر». اóčĬ: اŶدب اóęĩĤد ĥĤ×íאري، ص ٢٠٣؛ اħåđĩĤ اŶوćø ĉĥĤ×óاĹĬ، .١٢١/٥ ُ «ź ijĤõĭÜا ْاĤ ُכُijęر .ûĨאİ çĀ ، ّ ħİ ģכ óÝùĺ ÙĭåĤا ĹĘ īĻĐ īĨ ijİو ... Ûْ َ øَ َر ٧ ط - Ĝאل: (اõĤاóä (َĜْï د ٥ ١٠ ١٥ 402 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Burada âyette zikredilen [kâfirler kelimesinden kastedilen] mâna şudur: İmana karşılık küfrü, tevhide karşılık şirki, hakka karşılık bâtılı satın alan; nimete nankörlükle, Allah’ın haberine yalanlamayla, resullere bile bile inkâr ile ve kıyamete dair hususlara inkâr ile mukabelede bulunan kimseler. Bununla kimlerin kastedildiği hususunda ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Bunlar Medine çevresindeki Yahudilerdir. Rebî‘ b. Enes şöyle demiştir: Bunlar Ahzâb’ın [yani Hendek savaşını idare eden müttefik kabilelerin] yöneticileridir. Taberî şöyle demiştir: “Bunlar bütün Ehl-i kitabın müşrikleridir.”1 Bütün bu görüşlerin ve daha başka görüşlerin beyânı Allah’ın izni ile âyetin tamamının izahından sonra gelecektir. “Onlar için birdir.” Yani uyarman ve uyarının terk edilmesi onlar için eşittir. Âyetteki sevâün kelimesi mastar olup sıfat (âmil/ism-i fâil) anlamında kullanılmıştır. Tıpkı racülün ‘adlün (âdil adam) kelimesinde ‘adl mastarının ‘âdil anlamında kullanılması gibi. Çünkü el-fe‘âl mastar kalıplarındadır, örneğin ez-zehâb (gitmek), es- salâh (iyi olmak), el-fesâd (bozulmak) böyledir. Ayrıca bunun sıfat kalıbı (sıfat-ı müşebbehe kalıbı) olması da mümkündür, örneğin seyfün kehâmün (bitkin/kör kılıç), edîmün sahâhun (sağlam kemik), racülün şehâhun (pinti adam) ifadelerinde bu kalıp kullanılmıştır. Sevâün kelimesi Kur’ân’da pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Adâlet anlamında kullanılmıştır: “De ki: Ey Ehl-i kitap! Aramızda âdil olan bir kelimeye gelin.” [ Âl-i İmrân 3/64] 2. “Orta” anlamında kullanılmıştır: “Baktı ve onu cehennemin ortasında görüverdi.” [ es-Sâffât 37/55] 3. Yola yönelme anlamında kullanılmıştır: “Umulur ki Rabbim beni doğru yola hidâyet eder.” [ el-Kasas 28/22] 4. İki hâlin eşit olması anlamında kullanılmıştır: “Dediler ki: İster nasihat et ister nasihat edenlerden olma, bizim için birdir.” [ eş-Şuarâ 26/136] 5. Şu üç âyette ise “ortaklar” anlamında kullanılmıştır: “Orada yerli de yabancı da ortaktır.” [el-Hac 22/25], “İsterler ki kâfir olasınız da hepiniz aynı şeye ortak olasınız.” [ en-Nisâ 4/89], “Elinizin altında olan [kölelerinizden] hiç size verdiğimiz rızıklarda size ortak olan ve kendileriyle eşit olduğunuz kimseler var mı?” [ er-Rûm 30/28]. 1 Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 1: 260. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 403 [١٧٧/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [نYِ ¯Àَ ۪ÊYْ ِ \ yَŸْ§ُ ْ ªا واُyَcَ‚ا ْ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ا ﴿:ÙĺŴا هñİ ĹĘ رijכñĩĤا ĵĭđĨ ħà ģøóĤا ÙĤאøور َ ÕĺñכÝĤאÖ ųا Ʃ َ ó×ìو انóęכĤאÖ ÙĩđĭĤوا َ ģĈא×ĤאÖ ěéĤوا ƪ كóýĤאÖ ïĻèijÝĤوا َ َ اĻĝĤאÙĨ ÖאĬŸכאر. ÖאijéåĤد وأijĨر .ÙĭĺïĩĤا لijè īĺñĤا دijıĻĤا ħİ :ġ אس×Đ īÖا אلĜ ،ÙĺŴאÖ īĺادóĩĤا ĹĘ اijęĥÝìوا אبÝכĤا ģİأ ijכóýĨ ħİ» : ّ وĜאل اÖóĤ×ď īÖ أĬ÷: ħİ Ĝאدة اõèŶاب. وĜאل اĉĤ×óي ١ وĵåĺء ĻÖאن ñİه اĜŶאوģĺ وأĜאوģĺ أóì ïđÖ ĩÜאم اÙĺŴ إن üאء Ʃ اų. כħıĥ«. ÛđĭĤا įÖ ïĺأر رïāĨ ijıĘ ،įכóÜو ارñĬŸا ħİïĭĐ ijÝùĨ أي﴾ ْ·ِÁَْ وįĤijĜ: ﴿ َ~ٓ¹َ ٌاء َ» َ َאل īĨ أÙĻĭÖ اāĩĤאدر כאİñĤאب واŻāĤح ] أي Đאدل؛ Ŷن َ اđęĤ أ כĤijĝכ: رģä ïĐل [٥٦ واùęĤאد. وijåĺز أن ĺכijن ĭÖאء اÛđĭĤ أąĺא כĤijĝכ: ėĻø כıאم، وأدħĺ éĀאح، َ אح. وñİه اĤכÙĩĥ ذכóت ĹĘ اóĝĤآن đĩĤאن: éüَ ģäور ٰ« َ¦ِ»َ̄ ٍ_ َ~ٓ¹َ ٍاء﴾ [آل óĩĐان، ªِ ¹َْا ا ªYَ َ b بY ِ cَ§ِ ْ َ ْ¶ َ© اª َٓY ا À ©ْ ¢ُ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ لïđĥĤ ٦٤/٣] أي ïĐل. ِ﴾ [اāĤאĘאت، ٥٥/٣٧] أي ĹĘ Áo۪ kَ ْ ُه ž۪¿ َ~ٓ¹َ ِاء اª ٰ •ََ َžَyا َـ» ŽY ّ žَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ćøijĥĤو ٢ وıĉøא. َ ³۪¿ َ~ٓ¹َ َاء ّ اªَ ۪ ]ِÁ] ﴾©اÿāĝĤ، ٢٢/٢٨[ Àuِ·َْ َ ْن À ۪¿ ا ٓ\ّرَ« ٰ َ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ěĺóĉĤا ïāĝĤو أي ïāĜ اěĺóĉĤ. ±َ ®ِ ±ْ §ُ َ b ْ َ َْم ª ََوَ ْ َa ا ا Yٓ³َÁَْ ¹ُا َ~ٓ¹َ ٌاء َ» ªYَ ¢﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ אĩכ ىijÝùĩĥĤو Á±] ﴾اóđýĤاء، ١٣٦/٢٦]. ¹َْ ِا ۪ َۙ اª ¹َْ ُوا ª ۜ﴾ [اãéĤ، ٢٥/٢٢[،﴿ َوّد َْ[ ِYد ªواَ µÁِ ž۪ ُ ¦Yِ َ ْ ۨ اª وóýĥĤכאء ĹĘ Żàث آĺאت: ﴿ َ~ٓ¹َ ًاء ْ §ُ ُ ²Y¯َ Àَْ َ َ§ ْa ا «®َ Y®َ ±ْ ®ِ ْ §ُ َ ُ ¹َن َ~ٓ¹َ ًاء﴾ [اùĭĤאء، ٨٩/٤]، ﴿َ¶ ْ© ª ²¹§ُ cَžَ واyُŸَ¦َ Y¯َ¦َ ونَ yُŸُ §ْ َ b ُ²َْcْ ž۪ ِµÁ َ~ٓ¹َ ٌاء﴾ [اóĤوم، ٢٨/٣٠]. Yžَ ْ¦Yُ ³َ ْ ٓ َYء ž۪¿ َRY َرَز¢ ¦َyَ‚ُ ±ْ ®ِ .٢٦٠/١ يó×ĉĤا óĻùęÜ ١ ٢ ح : وıĉøא. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 404 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hak Teâlâ “Onlar için birdir” demiş, fakat “Senin için birdir.” dememiştir. Yani uyarman ve uyarmayı terk etmen senin hakkında eşit iki durum değildir, çünkü onlar iman etmeseler de sen uyarmana karşılık sevap alırsın. Fakat onlar hakkında bu iki durum eşittir, çünkü onlar her iki durumda da iman etmezler. Bu durum emir bi’l-ma‘rûfa benzer. Çünkü bu durumda da emir bi’l-ma‘rûfa muhatap olan kimse onunla amel etmese de, bu görevi yerine getiren kimse sevap alır. Bu kimseler Hz. Hûd’a, “İster nasihat et isterse nasihat edenlerden olma, bizim için birdir.” [ eş-Şuarâ 26/136] diyen kavmi gibi kimselerdir ki Allah Teâlâ da onlar hakkında “Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler.” [ el-Bakara 2/6] buyurmuş, ardından da, “Sizin için onları uyarmanız da sessiz kalmanız da birdir.” [ el-A‘râf 7/193] buyurmuştur. Bu kimselere kıyamet gününde “Yaslanın o ateşe, ister sabredin ister etmeyin, sizin için eşittir. Siz sadece işlemiş olduklarınızın karşılığını alıyorsunuz.” [ et-Tûr 52/16] denilir. Allah Teâlâ bu kimselerin “İster feryat edelim ister sabredelim bizim için eşittir. Bizim için bir kurtuluş yoktur.” [İbrâhîm 14/21] diyeceklerini haber vermektedir. Onlara uyarı, davet ve nasihatin yapılması ve terk edilmesi eşit olduğu için onların ateşe sabretmeleri ve etmemeleri, orada feryat etmeleri ve etmemeleri de bir tutulmuştur. Sen ki eğer gençlikte ve yaşlılıkta günahın eşitse, hastalıkta ve sağlıkta günah konusundaki ısrarın değişmiyorsa, nimette ve darlıkta yüz çevirmen aynı ise, yakına da uzağa da kasvetin aynı ölçüde ise, gizlide de açıkta da ayağının kayması bir ise; bu durumda ölüm gelip çattığında tövbekâr olman ile günahta ısrarcı kalmanın eşit olmasından, canın bedeninden çekilip alınırken pişmanlıkla sessizliğin eşit kalmasından, sâlih kulların kabrini ziyaret etmeleri ile bundan imtina etmelerinin eşit olmasından, şefaatçilerin kıyamette senin işinle ilgilenmeleri ile terk etmelerinin eşit olmasından hiç korkmaz mısın? “Onları uyarsan da” Âyette kelimenin başında soru harfi gibi eklenmiş olan elif harfi sekiz farklı şekilde kullanılır: 1. Haber istemek için kullanılır: “Bunu sen mi yaptın?” [ el-Enbiyâ 21/62] 2. Yadırgama için kullanılır: “Allah hakkında bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?” [ Yûnus 10/68] 3. İspat [olumlama] için kullanılır: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” [ el-A‘râf 7/172] 4. Nefy [olumsuzlama] için kullanılır: “Siz mi yaratılma bakımından daha zorsunuz yoksa gök mü? Onu Allah bina etmiştir.” [ en-Nâziât 79/27] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 405 ً َْÁِ·ْ ﴾ħĤ ģĝĺ: ijøاء ĻĥĐכ أي إñĬارك وóÜك إñĬارك ùĻĤא ijøاء «َ اءٌ ٓ¹َ~َ ﴿ :įĤijĜ ħà ħıĬŶ اء؛ijø אĩıĘ ħıĝè ĹĘ אĨÉĘ ،اijĭĨËĺ ħĤ وإن ارñĬŸا ĵĥĐ אبáُ Ü כĬÍĘ כ؛ĝè ĹĘ ģĩđĺ ħĤ وإن óĨŴا įÖ אبáĺ įĬÍĘ ١ وف؛óđĩĤאÖ óĨŶا óĻčĬ ijİو .īĻĤאéĤا ĹĘ نijĭĨËĺ ź َْم ََوَ ْ َa ا ا Yٓ³َÁَْ ٢ ﴿ َ~ٓ¹َ ٌاء َ» įÖ اijĨÉĩĤر. وכאن źËİء اijĝĤم כijĝم ijİد اīĺñĤ ĜאijĤا ijİدا: ْ·ِÁَْ «َ اءٌ ٓ¹َ~َ ﴿ :ءźËİ ěè ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜو] ١٣٦/٢٦ ،اءóđýĤا﴾ [±Áَ ۪ اِ ¹َْ َ ُ§ ±ْ ِR ±َ اª b ْ َ ª ْcُ²َْ َْم ا ََدُ¹َْb ُ ¯¹ُ ¶ْ ا َْÁ ُ §ْ ا ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ وĜאل أąĺא: ﴿ َ~ٓ¹َ ٌاء َ» À Êَ ْ ¶ُرْ wِ³ْbُ ْ َ َْم ª َُ·ْ ا bرْ wَ ²َْ َءا ۚ َ~ٓ¹َ ٌاء َ ِ‡ْ[ُyوا b Êَ وَْ ا وآyُ]ِ†Y ْ žَ Y¶َ¹َْ «†ْ ِ ا ﴿:ÙĨאĻĝĤا ĹĘ ħıĤ אلĝĺ [١٩٣/٧ ،افóĐŶا﴾ [ن¹َ cُ®Yِ †َ َ ْ َُ̄» ¹َن﴾ [اijĉĤر، ١٦/٥٢] وأì×ó ħıĭĐ أħıĬ ijĤijĝĺن: ﴿ َ~ٓ¹َ ٌاء b ْcُ³ْ¦ُ Y®َ نَوْ}َkْ bُ Y¯َ َ ²ِّ ۜ ا ْ §ُ Áَْ «َ ﴾ [إóÖاħĻİ، ٢١/١٤ [ĩĥĘא כאن اċĐijĤ وóÜכį ۟ …Á ٍ o۪ ®َ ±ْ ®ِ Y³ََ ª Y®َ Yَ َْم َ†َ[ْy² ِ ٓ³َْY ا {jَ َ ا Yٓ³َÁَْ «َ ħıĤ ijøاء وכñا اñĬŸار وóÜכį ijøاء واĐïĤאء وóÜכį ijøاء כאن Ā×ħİó ĹĘ اĭĤאر وóÜכį ijøاء وħıĐõä ĹĘ اĭĤאر وóÜכį ijøاء. وأÛĬ إذا כאن ĻāĐאĬכ ĹĘ اýĤ×אب واÕĻýĤ ijøاء، وĩÜאدĺכ ĹĘ اÙéāĤ واóĩĤض ijøاء، وإóĐاĄכ ĹĘ اÙĩđĭĤ واÙĭéĩĤ ijøاء، وÜijùĜכ ĵĥĐ اÕĺóĝĤ واĤ×ïĻđ ijøاء، وزĕĺכ ĹĘ اóùĤ واÙĻĬŻđĤ ijøاء، أĨא ĵýíÜ أن Üכijن ÝÖijÜכ ïĭĐ اijĩĤت وإóĀارك ijøاء، وñĐرك ïĭĐ اõĭĤع وøכÜijכ ijøاء، وزĺאرة اāĤאīĻéĤ Ĝ×óك واĭÝĨאħıĐ ijøاء، وĻĜאم اđęýĤאء óĨÉÖك ĹĘ اĻĝĤאÙĨ وóÜכħı ijøاء. ėĤأ رةijĀ ĵĥĐ ÙĩĥכĤا أول ĹĘ ادõÜ ĹÝĤا ėĤŶا﴾ ْ·َُ bرْ wَ ²َْ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َءا ﴾اwَ ¶ٰ aَ ْ «َžَ aَ ²َْ ءاَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ אر×íÝøŻĤ :įäأو ÙĻĬאĩà ĵĥĐ ءĵåÜ אمıęÝøźا َ ُ̄ ¹َن﴾ «ْ َ b Êَ Y®َ ِٰ Ãا ّ« َ ُ ¹َن َ» ª¹£ُ َ bَ [اĬŶ×Ļאء، ٦٢/٢١]. وĭÝøŻĤכאر כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ۜ ﴾ [اóĐŶاف، ١٧٢/٧]. وĹęĭĥĤ ْ §ُ \ِّyَِ \ aُ ْ َ ªَ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ אت×àŹĤ .[٦٨/١٠ ،÷Ĭijĺ] .[٢٧/٧٩ ،אتĐאزĭĤا﴾ [Y·Áَ ³ٰ َ \ ۜ ٓ ُYء ِ ّ اªَ َ¯ َم ْ £ًą ا «rَ ُ uّ ‚َ َ ُ²َْcْ ا ] ﴿َءا כĩא ĹĘ įĤijĜ:] ٥٦ب ١ ر + واĹıĭĤ īĐ اĭĩĤכó. ٢ ح ر: ijıĤد. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 406 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 5. Emir için kullanılır: “Hiç sakınmaz mısınız?” [ eş-Şuarâ 26/106] 6. Nehiy (yasaklama) için kullanılır: “İnsanlara iyiliği mi emrediyorsunuz?” [ el-Bakara 2/44] 7. Tahkik [kesinlik] için kullanılır: “Orada fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın?” [ el-Bakara 2/30] Kimilerine göre bu âyetteki kullanım tahkik anlamındadır. 8. Tesviye [iki durumun eşit olduğunu bildirmek] için kullanılır: “Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler.” [ el-Bakara 2/6], “Onları ister çağırın ister sessiz kalın, sizin için eşittir.” [ el-A‘râf 7/193] Aynı zamanda bu harf, e Zeydün fi’d-dâri em ‘Amrun (Evdeki Zeyd midir yoksa Amr mı?) şeklindeki kullanımda olduğu üzere, tesviye ifade etmek üzere soru kalıbı olarak kullanılır. Bu ifadeyi ancak Zeyd ve Amr’dan hangisinin evde olduğuna dair bilgin eşit olduğu zaman kullanırsın. Bu nedenle aynı ifadeyi tahkik formunda söylerken ‘alimtü e Zeydün fi’d-dâri em ‘Amrun (Evdekinin Zeyd mi yoksa Amr mı olduğunu bildim.) dersin. Nazmü’l- Kur’ân’ın yazarı [ Ebû Alî Hasan b. Yahyâ b. Nasr el-Cürcânî] şöyle demiştir: Bu ifade tahkik anlamına geldiği, fakat soru formu tahkik anlamını ifade etmediği hâlde âyette bu harfin kullanılmasının sebebi, “Hangisini yaparsan yap onlar için eşittir; uyarmak da uyarıyı terk etmek de eşittir.” anlamının kastedilmiş olmasıdır. “Hangi” (eyyü) kelimesi aslında soru anlamındadır, elif harfi de bu anlamdadır. Bu yüzden de soru anlamına gelen elif harfinin bu âyette kullanılması uygun olmuştur. “Uyarı” korkutma anlamındadır. Bir görüşe göre tebliğ etme, bir başka görüşe göre ise azabı bildirmedir. Âyetin okunuşuna gelince, Ebû Ca‘fer, Şeybe, Nâfi‘, A‘meş tek bir hemze ile ve uzatarak okurlar. Ebû Amr da böyle okur. Ebû Amr’ın iki hemzenin birleştiği durumlarda kendisine mahsus bir yolu vardır. Eğer iki hemzenin ikisi de merfû, mecrur ya da mansub olma hususunda ortak ise ilkini yumuşatarak, ikincisini tahkik ile okur. Örneğin şu âyetler böyledir: Hattâ izâ câe ehadeküm el-mevtü “Ta ki sizden birine ölüm gelince…” [ el-En‘âm 6/61], Evliyâu “Velîler…” [ el-Câsiye 45/19], Ale’l-bigāi in eradne tehassünen “Eğer iffetli kalmak isterlerse onları fuhşa zorlamayın.” [ en- Nûr 24/33] Ancak Kemâ âmene’s-süfehâu elâ “Beyinsizlerin inandığı gibi mi? Bilesiniz ki…” [ el-Bakara 2/13], Ve bedâ beynenâ ve beyneküm el-bağdâu ebeden “Sizinle bizim aramızda ebedî bir nefret ve düşmanlık baş gösterdi.” [el-Mümtehine 60/4]; 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 407 ُRُy َون ْ Oَ bَ ۚ﴾ [اóđýĤاء، ١٠٦/٢٦]. وĹıĭĥĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا َ £ُ ¹َن cَّ b Êََ وóĨŷĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ ِ﴾ [اĤ×óĝة، ٤٤/٢]. وěĻĝéÝĥĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا yّ]ِ ْ ªYِ َ َ Yس \ ّ اª³ «أم«و īĻÑĻýĤا ïèأ ĹĘ ėĤŶا ÛĬכא إذا ÙĺijùÝĥĤو .ħıąđÖ ïĭĐ ěĻĝéÜ ijİو] ٣٠/٢ ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٦/٢]، À Êَ ْ ¶ُرْ wِ³ْbُ ْ َ َْم ª َُ·ْ ا bرْ wَ ²َْ َْÁِ·ْ َءا ĹĘ اĹýĤء اóìŴ כįĤijĝ: ﴿ َ~ٓ¹َ ٌاء َ» ģìïĺ אمıęÝøźا ĹĘو .]١٩٣/٧ ،افóĐŶا﴾ [ن¹َ cُ®Yِ †َ ْcُ²َْ َْم ا ََدُ¹َْb ُ ¯¹ُ ¶ْ ا َْÁ ُ §ْ ا ﴿ َ~ٓ¹َ ٌاء َ» ١ أąĺא ĹĘ ĤijĜכ: أزïĺ ĹĘ اïĤار أم óĩĐو؟ إĩĬא ijĝÜل ذĤכ īĻè اijÝøى ĩĥĐכ ÙĺijùÝĥĤ ĩıĻĘא أن أĩİïèא ıĻĘא؛ وĤñĤכ ijĝÜل ĹĘ اěĻĝéÝĤ: ÛĩĥĐ أزïĺ ĹĘ اïĤار أم óĩĐو. ٢ وإĩĬא ورد ñİا ėĤÉÖ اıęÝøźאم واıęÝøźאم óĻĔ ěĝéĨ وñİا وĜאل ĀאÕè اħčĭĤ: ٣ ĭıİא أن ĝĺאل: ijøاء ħıĻĥĐ أĩıĺא ÛĥđĘ: اñĬŸار وóÜك اñĬŸار، ħĻĝÝùĺ įĬŶ ؛ěĝéĨ .אمıęÝøźا ėĤأ įĻĘ çĥāĘ ،אهĭđĨ ĹĘ اñİو אمıęÝøŻĤ ģĀŶا ĹĘ أي Ùĩĥوכ ħà اñĬŸار ijİ اėĺijíÝĤ، وģĻĜ: اŻÖŸغ، وģĻĜ: اŻĐŸم ÖאñđĤاب. ٥ وĬאďĘ واûĩĐŶ ïĩĨودة ijĩıĨزة õĩıÖة Ù×Ļüو ٤ óęđä ijÖأ أóĜ ïĝĘ įÜاءóĜ אĨوأ واïèة وכĤñכ أijÖ óĩĐو، وĹÖŶ óĩĐو ěĺóĈ ĹĘ اĩÝäאع اīĻÜõĩıĤ، ÍĘن כאÝĬא īĻÝĝęÝĨ ْ َ̄¹ْ ُت﴾ [اđĬŶאم، ٦١/٦]، ªا ُ¦ُ uَ nَ َ َِذا َٓj َYءا ٰٓ« ا cّnَ ﴿ ؛īĻÝĄijęíĨ أو īĻÝĐijĘóĨ أو īĻÝÖijāĭĨ ﴾Y³ً ُ‡ّ oَ َ ََرْدَن b ِ ْن ا ٓ ِYء ا ›َ]ِ ْ َ« اª ِئ ¥َ﴾ [اóĨõĤ، ٣٣/٣٩[، ﴿ َ« ٰٓ ُو۬ª َِÁٓ ُYء﴾ [اåĤאÙĻà، ١٩/٤٥[،﴿ ا َْوª ﴿ا ۜ ٰ َR ±َ ّ اªُ Ÿَ َ ـ·ٓ ُYء ٓY ا ƪ َě اáĤאÙĻĬ، وإن כאÝĬא īĻÝęĥÝíĨ؛ ﴿َ¦َ̄ ĝَ َ اŶوĵĤ وè īƪ [اijĭĤر، ٣٣/٢٤] َĻĤ َ ًuا﴾ [اÙĭéÝĩĩĤ، ٤/٦٠[، \َ َْ[›ْ ‹َٓ ُYء ا ْ َ َu َاوُة َواª ªا ُ§ ُ ³َÁَْ \وَ Y³َ³َÁَْ َ َuا \ Ê] ﴾اĤ×óĝة، ١٣/٢]، ﴿َو\ ََٓ ا ١ ر: اÙĺijùÝĤ. .آنóĝĤا ħčĬ ÕèאĀ (؟ .ت (ĹĬאäóåĤا óāĬ īÖ ĵĻéĺ īÖ īùéĤا ĹĥĐ ijÖأ ijİ ٢ ٣ ح ر: ź ħĻĝÝùĺ. ٤ ijİ أijÖ óęđä ïĺõĺ īÖ اĝđĝĤאع (ت. ١٣٢ İـ٧٥٠/ م) ÜאĹđÖ ijıýĨر، أïè اóĝĤاء اóýđĤة īĨ اÝĤאīĻđÖ، وכאن إĨאم أģİ ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا ؛٣٣٣/٢ ،ريõåĤا īÖź ÙĺאıĭĤا ÙĺאĔ :óčĬا .ÙĭĺïĩĤا ĹĘ ĹĘijÜ ،אرئĝĤאÖ فóُ اÙĭĺïĩĤ ĹĘ اóĝĤاءة وĐ .١٨٦/٨ įĤ ÛĐود įøرأ ĵĥĐ ÛéùĨ אıĭĐ ųا ĹĄر Ùĩĥø أم ĵĤijĨ (م ٧٤٧ / ـİ ١٣٠ .ت÷ (äóø īÖ אحāĬ īÖ Ù×Ļü ijİ ٥ ÖאóĻíĤ، ĜאĹĄ اÙĭĺïĩĤ وإĨאم أıĥİא ĹĘ اóĝĤاءات، وכאن īĨ ĝàאت رäאل اßĺïéĤ. اóčĬ: ĔאÙĺ اıĭĤאÙĺ īÖź اõåĤري، ٢٩٨/١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٨١/٣ ٥ ١٠ ١٥ 408 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri E emintüm men fi’s-semâi en yahsife bikümü’l-arza “Semada olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz?” [el-Mülk 67/16] âyetlerinde olduğu gibi iki hemze merfû, mecrur ya da mansub olma hususunda farklı iseler o zaman ilkini tahkik ile ikincisini yumuşak [lîn ile] okur. Âsım, Hamza ve Kisâî ise her iki hemzeyi de asıl hâli üzere ispat ile okurlar. “Onları uyarsan da” ifadesi Hz. Peygamber aleyhisselâma yönelik hitaptır, çünkü uyarıyı yapan odur. Kur’ân’da zikredilen “uyarı” altı çeşittir: 1. Allah’tan uyarı: “Sizi alev saçan ateşe karşı uyardım.” [el-Leyl 92/14] 2. Allah’ın kitabından uyarı: “Arapça bir Kur’ân olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir.” [ Fussilet 41/4-5] 3. Allah’ın peygamberlerinden uyarı: “Onların içlerinde de uyarıcılar göndermiştik.” [ es-Sâffât 37/72] 4. Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâmdan uyarı: “Biz seni müjdeci, uyarıcı ve şâhit olarak gönderdik.” [ el-Feth 48/8] 5. Âlimlerden uyarı: “Ve toplumlarını uyarmaları için…” [ et-Tevbe 9/122]. 6. Yaşlılıktan uyarı: “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti.” [ Fâtır 35/37] Nitekim yaşlılık ölümün uyarıcısı, habercisi, elçisi, öncüsü, gelişinin bildiricisidir. Bu âyetlerle kimlerin kastedildiği konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Kelbî şöyle demiştir: Bunlar Yahudilerden oluşan bir gruptur: Kâ‘b b. Eşref, Huyey b. Ehtab, Cüdey b. Ehtab, Ebû Yâsir b. Ehtab (bu zât Huyey’in kardeşi değildir), Sa‘ye b. Amr, Mâlik b. Dayf ve Ebû Lübabe -Allah hepsine lânet etsin-. Onların kıssaları ve hurûf-ı mukattaaya dair yorumları, “Elif lâm mîm” [ el-Bakara 2/1] âyetinin tefsirinde tafsilatlı olarak anlatılmıştı. Abdullah b. Abbas da bunun bir benzerini şöyle ifade etmiştir: Bu âyet Yahudiler hakkında indirildi. Onların aralarında Kâ‘b b. Eşref, Huyey b. Ehtab ve Mâlik b. Dayf -Allah hepsine lânet etsin- gibi isimler vardı. Mâlik Yahudilerin lideri idi. Bir gün Hz. Peygamber aleyhisselâm ile tartışmıştı ve Hz. Peygamber aleyhisselâm ona; “ Tevrat’ta Allah’ın şişman din âlimini sevmediğin[e dair ifadeyi] gördün mü?” diye sormuştu. O da “Evet” demişti. Hz. Peygamber aleyhisselâm ise, “İşte sen onlardansın.” buyurmuştu. Mâlik buna çok kızdı ve “Allah herhangi bir beşere bir şey indirmiş değildir.” dedi. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 409 īّ ĻĤو ĵĤوŶا ěّ ِ ُ§ ُ َْ اÊْر َض﴾ [اĥĩĤכ، ١٦/٦٧] ĝè \ َ ِ sْ َ َ ْن À ٓ ِYء ا ¯َ َªا ّ¿ žِ ±ْR َ ْcُ³ْ®َِ ﴿َءا .ģĀŶا ĵĥĐ אđĻĩä īĻÜõĩıĤا نijÝ×áĺ ħıĬÍĘ ّ اáĤאÙĻĬ، وأĨא ĐאħĀ وõĩèة واĤכùאĹÐ ١ اñĬŸارįĭĨ. واñĬŸار ّ įĻĥĐاŻùĤم؛ Ęכאن Ĺ×ĭĥĤאبĉì ﴾ْ·َُ bرْ wَ ²َْ ءاَ ﴿:ĵĤאđÜįĤijĜ ħà ۚ«﴾ [اģĻĥĤ، ١٤/٩٢ [وīĨ ٰ ّ َ «َ b راY ً َ ² ْ §ُ bُرْ wَ ²َْ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ :ÙÝø īĨ آنóĝĤا ĹĘ رijכñĩĤا īĨو] ٥/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾ۚ اyÀ ً w۪ َ َ ƒ۪ ًyÁا َو² \﴿ :įĤijĜ ĵĤإ] ٤/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾YÁًّ ِ \yََ Y²ً ٰ כÝאįÖ:﴿ ْ¢ُyا :مŻùĤا įĻĥĐ ĵęĉāĩĤا īĨو] ٧٢/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾ [±À َ ر۪ wِ³ْ®ُ ْ·Áِ ž۪ Y³َ ْ َْرَ~» ْ£ََu ا ªوَ ﴿:įÐאĻ×Ĭأ ﴾ْ·ُ®َ¹َْ ¢ رواُ wِ³ْÁُِ َ ۪w ً yÀاۙ﴾ [اçÝęĤ، ٨/٤٨ [وīĨ اĩĥđĤאء: ﴿َوª ِ ًyا َو² ْ ³َ َ Yك ‚َ ِY ¶ًuا َوُRَ[ ƒّ َْرَ~» Y ا َٓ ²ِّ ﴿ا ﴾ۜ yÀُ w۪ َ ³ªا ّ ُ¦ُءYَ jَٓ وَ yَ َ ¦ّ wَ َ b ±ْ ®َ µÁِ ž۪ yُ َ ¦ّ wَcََ À Y®َ ْ¦ُyْ ¯ِّ َ ُ ² ْ َ ََوª [اÙÖijÝĤ، ١٢٢/٩ [وīĨ اÕĻýĤ:﴿ ا [ĘאóĈ، ٣٧/٣٥ [ĘאÕĻýĤ óĺñĬ اijĩĤت وïĺóÖ اijĩĤت ورijøل اijĩĤت وراïÐ اijĩĤت واíĩĤ×ó ĵåĩÖء اijĩĤت. Õđכ :دijıĻĤا īĨ ćİر ħİ : ّ واijęĥÝìا ĹĘ اīĺñĤ أرïĺوا ñıÖه اĺŴאت، Ĝאل اĤכĥ×Ĺ Õĉìأ īÖ óøאĺ ijÖوأ Õĉìأ īÖ ّ ٢ وïäى Õĉìأ īÖ ّ ] وĹĻè أ īÖ اóüŶف [٥٧ ،-ųا Ʃ ħıĭđĤ- ÙÖא×Ĥ ijÖوأ ėĻąĤا īÖ כĤאĨو وóĩĐ īÖ ÙĻđøو - ّ ĹĻè ĵìÉÖ ÷ĻĤوאتđĉĝĩĤا ħİóĻùęÜو אıĥĺijĉÝÖ [١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۚٓ ٓªا ﴿אĬóĻùęÜ ïĭĐ ħıÝāĜ تóĨ ïĜو ıĥĻāęÝÖא. īÖ Õđכ ħıĭĨ دijıĻĤا نÉü ĹĘ ÛĤõĬ ÙĺŴا إن :אس×Đ īÖا אلĜ هijéĭÖو כĤאĨ وכאن .-ųا Ʃ ħıĭđĤ- ėĻąĤا īÖ כĤאĨو Õĉìأ īÖ ّ اóüŶف وĹĻè ģİ» :مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا אلĝĘ אĨijĺ مŻùĤا įĻĥĐ ّ رأس اijıĻĤد، وïĜ äאدل اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا אلĝĘ ،ħđĬ :אلĜ «؟īĻĩùĤا ó×éĤا ăĕ×ĺ ųا Ʃ أن راةijÝĤا ĹĘ تïäو ؛»ءĹü īĨ óýÖ ĵĥĐ ųا Ʃ لõĬأ אĨ» :אلĝĘ כĤאĨ ÕąĕĘ ؛»ħıĭĨ ÛĬأ «:مŻùĤا ١ ر: وכאن. ٢ ر: اÕĉìŶ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 410 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü ‘Allah hiç kimseye hiçbir şey indirmedi.’ dediler. De ki: ‘Mûsâ’nın insanlara bir nûr ve hidâyet olarak getirdiği (…) kitabı kim indirdi?’” [ el-En‘âm 6/91] âyetini indirdi. Yahudiler Mâlik’e “Seni böyle bir inkâra sürükleyen nedir?” diye sordular, o da “O beni kızdırdı.” diye cevap verdi. Onlar ise, “Ne yani, sen her kızdığında inkâr mı edeceksin?” dediler ve onu liderlikten azlettiler, yerine Kâ‘b b. Eşref’i getirdiler. Nihayet Hz. Peygamber aleyhisselâm ensardan bir grubu gönderdi ve onlar da onu öldürdüler. Yahudiler Hz. Peygamber aleyhisselâmın peygamber olarak gönderilmesinden önce ona iman eder ve onun gelişi ile zafer kazanacaklarını söylerlerdi. “Ama bildikleri şey kendilerine gelince onu inkâr ettiler.” [ el-Bakara 2/89] İnkâr etmelerinin sebebi liderlik sevdası ve rüşvet almak idi. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Vay o kimselere ki elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, ‘Bu, Allah’ın katındandır.’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” [ el-Bakara 2/79] Mukātil şöyle demiştir: Bu âyet Utbe [b. Rebî‘a], Şeybe [b. Rebî‘a] ve Velîd b. Mugīre hakkında indirilmiştir.1 Rebî‘ b. Enes şöyle demiştir: Bu âyet Bedir günü öldürülenler hakkında indirilmiştir. Ebû Revk şöyle demiştir: Bu âyet Ebû Cehil ve beraberindeki bir grup hakkında indirilmiştir. Bunlar Hz. Peygamber aleyhisselâmdan mûcize isterlerdi, hatta Ebû Cehil bir gece yolda yürürken karşısında Hz. Peygamber aleyhisselâmı görünce, “Bana peygamberliğine delâlet eden bir mûcize göster, yoksa seni öldürürüm.” dedi. Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Ne istiyorsun?” buyurdu, o da “Ayı ikiye böl.” dedi. Hz. Peygamber aleyhisselâm parmağı ile aya işaret buyurdu. İbn Mes‘ûd der ki: Ay ikiye ayrıldı, onun yarığının arasından Hirâ’yı gördüm. Ama mel‘un Ebû Cehil dedi ki: “Ne kadar da sihirbazsın Ey Muhammed!” Bunun üzerine Allah Teâlâ “ Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mûcize görseler yüz çevirir ve süregelen bir sihirdir derler.” [ el-Kamer 54/1-2] âyetlerini indirdi. Hz. Peygamber aleyhisselâm onların mûcizeyi görmelerinin ardından iman etmelerini ümit ediyordu, bu yüzden Allah Teâlâ “Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.” buyurdu. 1 Mukātil, Tefsîr, 1: 88. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 411 ±ْ ®ِ ٍ yƒَ َ \ »ٰ «َ ُ َ²َْ}َل ّ اà ٰ ¹ُا َRٓY ا ªYَ ِ ْذ ¢ ِ ۪هٓ ا َ ْuر ¢ َ ¡ّ nَ َٰ Ãا ّ رواُ uَ َ ¢ Y®َوَ ﴿:ÙĺŴا هñİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ لõĬÉĘ ِ ۪µ ُ ®¹ٰ] ﴾»~اđĬŶאم، ٩١/٦]؛ ĝĘאÛĤ اijıĻĤد ĩĤאĤכ: «Ĩא \ ءYَ jَٓ يw۪ َّ ªا بY َ cَ§ِ ْ َ²َْ}َل اª ۜ ¢ُ ْ© َR ±ْ ا ‚َ ْ¿ٍء هijĤõđĘ «تóęכ Û׹Ĕ אĩĥכ «:اijĤאĜ ،«Ĺĭ׹Ĕأ įĬإ «:אلĜ «כאر؟ĬŸا اñİ ĵĥĐ כĥĩè مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر ßđÖ أن ĵĤإ įĨאĝĨ ١ īĐ اĺóĤאÙø وأĜאijĨا כÕđ īÖ أóüف اijĬوכא įáđ×Ĩ ģ×Ĝ مŻùĤا įĻĥĐ ّ رĉİא īĨ اāĬŶאر ijĥÝĝĘه. وכאن اijıĻĤد آijĭĨا ÖאĭĤ×Ĺ Õè ħİóęכ Õ×ø وכאن] ٨٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۘ µ۪ ِ \ واyُŸَ¦َ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ «žَ﴿ įÖ ونóāĭÝùĺ ُ ¹َن ٰ¶ َwا ª¹£ُ َ À َ ّ fُ ْ·Àِ u۪ Àَْ Yِ \ بY َ cَ§ِ ْ َ ْ§ُcُ ]¹َن اª À ±À َ w۪ َّ «ِ ª © ٌ Àْ¹َžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ةijüóĤا ñìوأ ÙøאĺóĤا ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٧٩/٢]. ËÁً «۪ َ ¢ Y³ً ¯َ َ f µ۪ ِ \ واyُcَƒْ Áَِ ª ِٰ Ãا ّ uِ³ْ ِ ±ْ ®ِ ٢ .«ةóĻĕĩĤا īÖ ïĻĤijĤوا Ù×Ļüو Ù×ÝĐ نÉü ĹĘ ÙĺŴا ÛĤõĬ» :ųا Ʃ وĜאل ĝĨאģÜ رįĩè .رïÖ مijĺ اijĥÝĜ īĺñĤا ĹĘ ÛĤõĬ :ď×ÖóĤا אلĜو مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر اijĤÉø įđĨ ÙĐאĩäو ģıä ĹÖأ نÉü ĹĘ ÛĤõĬ :روق ijÖأ אلĜو :אلĝĘ مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر įĥ×ĝÝøאĘ ģĻĥĤאÖ ىóùĺ وכאن ģıä ijÖأ אلĜ ĵÝè ةõåđĨ ،«īĻęāĭÖ óĩĝĤا ěƪ üُ» :אلĜ «؟ïĺóÜ אĨ» :אلĝĘ ،«כĭĥÝĜŶ źوإ כÜij×Ĭ ĵĥĐ Ùĺآ ĵĬأر« اءóèِ ÛĺأóĘ īĻęāĭÖ ٣ ěýĬאĘ» :دijđùĨ īÖا אلĜ ،óĩĝĤا ĵĤإ مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا אرüÉĘ _ُ Yَ َªا ّ aِ َ \yَcَ ْ ¢ِ ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ لõĬÉĘ !ïĩéĨ אĺ كَ َ óَ é ْ øأ אĨ :īĻđĥĤا אلĝĘ óĩĝĤا Ĺĝü īĻÖ ّ Ĺ×ĭĤا ٤ ٌ﴾ [اóĩĝĤ، ٢-١/٥٤ [وכאن yّ ¯ِcَْ ®ُ y ¹ُا ِ~ ْoٌ ª¹£ُ َ ِ ¹Šُا َوÀ yْ ُ À _ًَ Àٰ ََyْوا ا ِ ْن À ْ َ£َ̄ ُy َوا َ اª َو ْا² ƒَ ّ¡ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĝĘ ħıĬאĝĺوإ ةõåđĩĤا ħıÝĺرؤ ïđÖ ħıĬאĩĺإ ĹĘ ďĩĉĺ مŻùĤا įĻĥĐ ُْQِ®³ُ ¹َن﴾. À Êَ ْ ¶ُرْ wِ³ْbُ ْ َ َْم ª َُ·ْ ا bرْ wَ ²َْ ﴿َءا ١ ح: اóüŶف. .٨٨/١ אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ ٢ ٣ ح ر + اóĩĝĤ. ٤ ر: Ęכאن. ٥ ١٠ ١٥ 412 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buradaki em (yoksa/ya da) harfi Kur’ân’da dört türlü kullanılmıştır. 1. Başına soru anlamındaki elif harfinin geldiği fiile atıf olarak kullanılmıştır: “Siz gökte olanın yeri başınıza geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz?” [el-Mülk 67/17] âyetinin ardından “Yoksa (…) emin mi oldunuz?” [el-Mülk 67/18] denilmesindeki gibi. 2. Tıpkı elif harfi gibi, cümle başında soru edatı olarak kullanılmıştır: “Yoksa onların mülkten nasipleri mi var?” [ en-Nisâ 4/53] Burada em harfi elif harfi anlamında kullanılmıştır. 3. “Aksine” (bel) anlamında kullanılmıştır: “Aksine ben daha hayırlıyım.” [ ez-Zuhruf 43/52] 4. Tıpkı bu âyette “Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir.” ifadesinde olduğu üzere soru söz konusu olmaksızın “ya da” anlamındaki kullanımdır. Burada “ya da onları uyarmasan” anlamı vardır, soru anlamı yoktur. Âyetteki lem kelimesi olumsuzlama ifadesidir. Olumsuzlama ifadeleri şunlardır: Geçmiş zaman için lem ve lemmâ: Lem yelid ve lem yûled “Doğmamıştır, doğurulmamıştır.” [ el-İhlâs 112/3], “Allah sizin içinizden cihat edenleri ayırt etmemişken…” [ Âl-i İmrân 3/142]. Şimdiki zaman için leyse: Leysû sevâen “Onların hepsi birbirine eşit değildir.” [ Âl-i İmrân 3/113] Gelecek zaman için len: Len yuahhirellâhu nefsen “Eceli geldiği vakit hiçbir nefsin ecelini Allah tehir etmez.” [el-Münâfikūn 63/11] Bütün zamanlar için mâ, lâ ve in: Bunlar içerisinde mâ harfi geçmiş zaman için kullanılır: Ve mâ ce‘alnâ li-beşerin min kablike el-huld “Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik.” [ el-Enbiyâ 21/34]; şimdiki zaman için kullanılır: Ve ma el-hayâtü’d-dünyâ illâ metâ‘u’l-gurûr “Dünya hayatı aldatıcı bir eğlenmeden başkası değildir.” [ Âl-i İmrân 3/185]; gelecek zaman için kullanılır: Ve mâ hüm bi-hâricîne mine’n-nâr “Onlar ateşten çıkacak değillerdir.” [ el-Bakara 2/167]Lâ harfi de geçmiş zaman için kullanılır: Fe-lâ saddake ve lâ sallâ “Tasdik de etmedi, namaz da kılmadı.” [ el-Kıyâme 75/31]; şimdiki zaman için kullanılır: Lâ fâridun ve lâ bikrun “Yaşlı da değil, körpe de değil.” [ el-Bakara 2/68]; gelecek için kullanılır: Lâ yemûtü fîhâ ve lâ yehyâ “Orada ne ölecek ne de yaşayacaktır.” [ Tâhâ 20/74] İn harfi de geçmiş zaman için kullanılır: Ve in kâne mekruhum “Tuzakları (…) olsaydı dahi” [İbrâhîm 14/46]; şimdiki zaman için kullanılır: İn’il-kâfirûne illâ fî gurûr “Kâfirler ancak bir aldanış içindedirler.” [el-Mülk 67/20]; gelecek için kullanılır: Bel in ye‘idü’z-zâlimûne ba‘zuhum ba‘zan illâ gurûran “ Hayır, zalimler birbirlerine aldatmaktan başka bir şey vaad etmezler.” [ Fâtır 35/40] 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 413 َْم﴾ ñİه اĤכÙĩĥ ĹĘ اóĝĤآن ĵĥĐ أرÙđÖ أوįä: وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا َ ْن ٓ ِYء ا ¯َ َªا ّ¿ žِ ±ْR َ ْcُ³ْ®َِ ] ﴿َءا ١ [٥٧ب أİïèא: ėĉĐ ĵĥĐ Ĩא دįĥì أėĤ اıęÝøźאم َِRُ³ْcْ] ﴾اĥĩĤכ، ١٨/٦٧]. َْم ا ِ ُ§ ُ َْ اÊْر َض﴾ [اĥĩĤכ، ١٧/٦٧] ħà Ĝאل: ﴿ا \ َ ِ sْ َ À ْ ¥ِ﴾ [اùĭĤאء، ٥٣/٤]، أي «¯ُ ْ ªا ±َR ِ] Á ٌ ‡۪ َ ² ْ·ُ َ َْم ª واáĤאĹĬ: اïÝÖاء اıęÝøאم כאėĤŶ:﴿ ا . ْ ħُ ıĤََ أ y] ﴾اóìõĤف، ٥٢/٤٣] أي ģÖ أĬא óĻì. ٌ Áْrَ ۬Yَ ²َ َْم ا ا ﴿:»ģÖ» ĵĭđĩÖ :ßĤאáĤوا ﴾ْ ¶ُرْ wِ³ْbُ ْ َ َْم ª َُ·ْ ا bرْ wَ ²َْ ءاَ ﴿:ÙĺŴا هñİ ĹĘ אĩאمכıęÝøاóĻĔ īĨ «أو «ĵĭđĩÖ :ďÖاóĤوا .ÙĺŴا هñİ ĹĘ אمıęÝøا ŻĘ ،ħİرñĭÜ ħĤ أو أي ﴾u ْۙ َ ª¹ُ À ْ َ ªوَ uْ «َِ À ْ َ ª﴿ :ĹĄאĩĥĤ «אĩĤ»و» ħĤ» ٢ َ ْ﴾ כÙĩĥ ĹęĬ وכĩĥאت اĹęĭĤ: ª﴿ :įĤijĜو «÷ĻĤ»و ،]١٤٢/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ْ§ ُ ³ْRِ واuُ ¶Yَ jَ ±À َ w۪ َّ ُ اª ِ ّ اà ٰ َ «ْ َ À Yَ ¯ّ َ [اŻìŸص، ٣/١١٢]، ﴿َوª Yً Ÿَْ ² ُ ٰ Ãا ّ yَrِّ Qَُ À ±ْ َ ªوَ ﴿:ģ×ĝÝùĩĥĤ «īĤ»و ،]١١٣/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ۜ َْÁ ¹ُا َ~ٓ¹َ ًاء ª﴿ :אلéĥĤ ۜ﴾ [اĭĩĤאijĝĘن، ١١/٦٣] و«Ĩא» و«ź «و«إن» اÙęĻęíĤ ِّ ĥĤכģ؛ أĨא «Ĩא» çĥāĻĘ Y·َ«ُjَ َ َِذا َٓj َYء ا ا ة¹ُ Áٰ oَ ْ ۜ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٣٤/٢١] وéĥĤאل: ﴿َوَRY اª uَ ْ «sُ ْ َ ْ[ِ» ¥َ اª ¢ ±ْ ®ِ ٍ yƒَ ]َِ ª Y³َ ْ «َjَ Y®َوَ ﴿:ĹĄאĩĥĤ ﴾ ۟ ِ َYر ³ªا ّ ±َR ِ ±Áَ j۪ ِ ِ َYsر ِ﴾ [آل óĩĐان ، ١٨٥/٣] وĝÝùĩĥĤ×ģ:﴿ َوَRY ُ ¶ْ\ ْ ›ُ ُyور ªا عYُ cَ®َ َ Êّ ِ ا YٓÁَ²ْ ُ ّ اuª ٰ«﴾ [اĻĝĤאÙĨ، ٣١/٧٥ [وéĥĤאل: ّ َ َق َوَÊ †َ« uّ †َ Ëَžَ﴿ :ĹĄאĩĥĤ çĥāĻĘ «ź» אĨوأ] ١٦٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ .[٧٤/٢٠ ،įĈ] ﴾»Áٰ oْ َ À Êَوَ Y·Áَ ž۪ ت¹ُ̄ ُ َ À Êَ﴿ :ģ×ĝÝùĩĥĤو] ٦٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [yۜ ٌ§ْ ِ ض َوَÊ\ ٌ ِ رYžَ Êَ﴿ ِ ْن َ¦ َYن َR ْ§ُyُ ¶ْ] ﴾إóÖاħĻİ، ٤٦/١٤ [وéĥĤאل: وأĨא «إن» çĥāĻĘ ĩĥĤאĹĄ:﴿ َوا ْ·ُ‹ُ ْ َ ِ ُ̄ ¹َن \ ªYَ ªا ّ uُ َِ ِ ْن À َ ْ© ا ۚور﴾ [اĥĩĤכ، ٢٠/٦٧] وĝÝùĩĥĤ×ģ:\﴿ ٍ yُ šُ ¿ž۪ َ Êِّ ْ َ§ ِYُžy َون ا ِِن اª ﴿ا .[٤٠/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾وراً yُ šُ َ Êِّ َ ْ ‹ًY ا \ ١ ر + כאėĤŶ أم ħıĤ. ٢ ر - اĹęĭĤ. ٥ ١٠ ١٥ 414 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onları uyarmasan” ifadesindeki tünzirhüm fiili, başındaki lem harfi ile meczumdur. “ İman etmezler” ifadesinin ise “İnkâr edenler” ifadesinin cevabı olduğu söylenmiştir. Âyette bir takdim-tehir vardır, buna göre ifade, “İnkâr edenler iman etmezler, onları uyarman ve uyarmaman onlar için eşittir.” şeklindedir ve iki mübtedâ, iki de cevap içermektedir. Bir görüşe göre “İnkâr edenler” ifadesi mübtedâdır, “Onlar için eşittir” ifadesi bir başka mübtedâdır. İkinci mübtedânın cevabı, “Onları uyarsan da” ifadesidir. Yani anlam, “Onlar için kendilerini uyarman ya da uyarmayı terk etmen eşittir.” şeklindedir. Bu mübtedâ ve haber, ilk mübtedânın cevabını oluşturur, ilk mübtedâ ile bağlantısı ise “Onları uyarsan da” cümlesindeki he zamiridir. Bu tıpkı, Zeydün vechuhu hasenün (Zeyd’in yüzü güzeldir) cümlesi gibidir. “ İman etmezler” ifadesi tam bir cümledir ve burada “Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir.” cümlesi vurgulanmakta ve açıklanmaktadır. Sonra bu Hz. Peygamber aleyhisselâma yönelik bir hafifletme, kalbini (aklını) rahatlatma mesabesindedir, nitekim burada Allah Teâlâ, Hz. Nûh ve diğer peygamberlere [ inkârcı muhataplarının] durumlarını işin sonunda bildirmesine karşılık Hz. Peygamber aleyhisselâma bu kimselerin hâllerini başlangıçta haber vermiştir. Hz. Nûh uzun zaman geçip bu uzun zaman içinde çok çetin zorluklar ve hüzünler yaşadıktan sonra Allah Teâlâ kendisine “Kavminden iman etmiş olanlar dışında kimse iman etmeyecek.” [ Hûd 11/36] buyurarak haber vermiş, Hz. Nûh da bunun ardından onların helâk edilmeleri için dua etmiştir. Diğer peygamberler için de durum böyledir. Bu itibarla âyette Hz. Peygamber aleyhisselâmın bir mûcizesi de bulunmaktadır, çünkü âyet ona bu kimselerin iman etmeyeceklerini haber vermiş ve vakıa tam da âyetin haber verdiği gibi gerçekleşmiştir. Bu gayba dair bir husus olup Allah Teâlâ tarafından bildirilmedikçe hiçbir beşer tarafından bilinemez. Allah da gaybı, risâletini tahsis ettiği kimselerden (peygamberlerden) başkasına bildirmez. Nitekim “Gaybı bilendir ve gaybına, razı olduğu elçilerinden başka hiç kimseyi muttali kılmaz.” [el-Cin 72/26-27] buyurmuştur. Yine bu âyette kulun fiilinin ispatı (olumlanması) da söz konusudur, çünkü burada “Onlar iman etmezler.” demiştir ki bu ifadede kulun seçme gücünün bulunduğu ispat edilmiş, ikrah ve zorlama nefyedilmiştir. Zira “ İman etmeye güç yetiremezler.” dememiş, aksine “ İman etmezler.” demiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 415 :įĤijĝĤ ابijä ijİ :ģĻĜ ﴾ن¹َ ³ُRِQُْ À Êَ﴿ :įĤijĜو .»ħĤ»ـÖ ومõåĨ ﴾ْ ¶ُ رْ wِ³ْbُ﴿ :įĤijĜو نijĭĨËĺ ź واóęכ īĺñĤا إن :įĩčĬو ،óĻìÉÜو ħĺïĝÜ ÙĺŴا ĹĘو .﴾واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ﴿ا ijøاء ħıĻĥĐ أñĬرħıÜ أم ħĤ ñĭÜرħİ، ĩıĘא اïÝÖاءان وijäاÖאن . َْÁِ·ْ ﴾اïÝÖاء آóì، وijäاب ۪w َ À± َ¦ُŸَyوا﴾ اïÝÖاء وįĤijĜ: ﴿ َ~ٓ¹َ ٌاء َ» َّ َ اª ِ ّن وģĻĜ:﴿ ا َُ·ْ﴾ أي ijøاء ħıĻĥĐ إñĬارك وóÜככ اñĬŸار. ħà ñİا bرْ wَ ²َْ اïÝÖźاء اáĤאĹĬ įĤijĜ:﴿ َءا اïÝÖźاء وì×óه ijäاب ïÝÖŻĤاء اŶول وïĜ اģāÜ ÖאŶول ÖאıĤאء اđĤאïÐة اĹÝĤ ĹĘ įĤijĜ: ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ כŻم Üאم À Êَ﴿ :įĤijĜ ħà ١ َُ·ْ﴾ وijİ כĤijĝכ: زïĺ وįıä īùè. bرْ wَ ²َْ ﴿َءا .įĤ אنĻÖو﴾ ْ¶ ُ رْ wِ³ْbُ ْ َ َْم ª َُ·ْ ا bرْ wَ ²َْ َْÁِ·ْ َءا «َ اءٌ ٓ¹َ~َ ﴿ :įĤijĝĤ ïĻכÉÜ įĻĘ ٢ אلè īĐ هó×ìأ ßĻè į×ĥĝĤ ēĺóęÜو مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا ĵĥĐ ėĻęíÜ اñİ ħà įĬÍĘ אء؛ıÝĬźا ĹĘ אءĻ×ĬŶا óÐאøو مŻùĤا įĻĥĐ אèijĬ ó×ìأ אĩÖ اءïÝÖźا ĹĘ ءźËİ ¥َ ®ِ¹َْ ¢ ±ْ ®ِ ±َ ®ِQُْ À ±ْ َ ª µُ َ ²َّ Ĝאل ijĭĤح ïđÖ ijĈل اĨõĤאن وĝĨאøאة اïýĤاïÐ واõèŶان: ﴿ا ĹĘو ،אءĻ×Ĭźا óÐאø اñوכ כĤذ ïđÖ ħıכŻıÖ אĐïĘ [٣٦/١١ ،دijİ] ﴾±َ ®َ ٰ َ ْu ا ¢ ±ْ ®َ َ Êِّ ا اñİو ،ó×ìأ אĩכ כאنĘ نijĭĨËĺ ź ħıĬأ ó×ìأ ßĻè مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا ةõåđĨ ÙĺŴا īĨ źإ ÕĻĕĤا ĵĥĐ ďِ ĥĉُ ĺ ź ųوا Ʃ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ عŻĈאÖ źإ óýÖ įĻĥĐ ďĥĉĺ ź ÕĻĔ »‹ٰ َ َ َR±ِ ْارb Êِّ َ َn ًuاۙ ا ا ٓµ۪ ]ِÁْ šَ »ٰ «َ yُ·ِْ ُ À Ëَžَ [ِ Áْ ›َ ْ ِ ُ اª ªYَ ﴿ :אلĜ ،ÙĤאøóĤאÖ įāÝìا ] ِR ±ْ َر ُ~ ¹ٍل﴾ [اīåĤ، ٢٧-٢٦/٧٢ [وĹĘ اÙĺŴ إà×אت ģđĘ اđĤ×אد įĬÍĘ Ĝאل: ﴿َÊ أ ٥٨] ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ وįĻĘ إà×אت اĻÝìźאر وĹęĬ اŸכóاه واäŸ×אر؛ įĬÍĘ ħĤ ģĝĺ: ź ijđĻĉÝùĺن À ُْQِ®³ُ ¹َن﴾. À Êَ﴿ :אلĜ ģÖ ١ ط - īùè. ٢ ح - èאل. ٥ ١٠ ١٥ 416 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Eğer, “ Allah Teâlâ neden burada ‘ İman etmezler.’ demiştir, hâlbuki biz bazı kâfirlerin iman ettiklerini görüyoruz?” diyecek olurlarsa şöyle deriz: Bu bütün kâfirler hakkında söylenmiş değildir, aksine muayyen bir grup hakkında söylenmiştir ki onları daha önce açıklamıştık. Eğer, “Madem Allah onların iman etmeyeceklerini biliyordu, o zaman neden Hz. Peygamber aleyhisselâma onları İslâm’a davet etmesini emretti?” diyecek olurlarsa şöyle deriz: Uyarı mazeretlerinin kalmaması içindir. Allah Teâlâ “Resullerden sonra insanların Allah’a karşı herhangi bir delilleri kalmasın diye müjdeleyici ve uyarıcılar olarak resulleri gönderdik.” [ en-Nisâ 4/165] ve “Eğer biz onları o Kur’ân’dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, ‘Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık.’ derlerdi.” [ Tâhâ 20/134] buyurmuştur. Eğer, “Madem Allah onların iman etmeyeceklerini haber verdi, o zaman nasıl iman etmeyeceklerini haber verdikten sonra Nûh kavmini helâk etti ise onları da helâk etseydi ya?” diyecek olurlarsa şöyle deriz: Hz. Muhammed aleyhisselâm, Kur’ân’da ifade edildiği gibi âlemlere rahmettir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Oysa sen onların içinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.” [ el-Enfâl 8/33] Kuşeyrî şöyle demiştir: Kim niteliklerinin örtüsü altında Hakk’ı müşahede etmekten perdelenmiş ise o kimse için kendisine Hakk’ı gösterenin sözü ile (dünyadan) nasibini alma konusunda yardımcı olanın sözü eşittir. Hatta bu kimse kendisini gafl ete çağırana daha meyillidir, ona kulak vermeye daha isteklidir. Nasıl ki kâfi r ezeldeki bedbahtlığından dolayı dalâletinden pişmanlık duymuyorsa aynı şekilde nefsinin zincirleri ile bağlanmış olan kimse de Hakk’ın ve gaybın müşahedesinden perdelidir, onun hidâyetini göremez, yoluna giremez.1 Yine şöyle demiştir: İddialarının karanlıklarında kalan kimse için rüşd ehlinin nasihatleri ile bâtıl ehlinin süslemeleri eşittir. Çünkü Allah Teâlâ onun hâlinden insafın bereketini çekip almıştır, bu yüzden de o doğru yola davet edene kulak vermez. Şairin dediği gibi: Nasihatim dinleyene Nasihat dinleyenin öfkesi ise bana2 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 21. 2 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 22. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 417 ĹĘ اñİ ÷ĻĤ :אĭĥĜ ن؟ijĭĨËĺ אرęכĤا ăđÖ ىóĬو﴾ ن¹َ ³ُRِQُْ À Êَ﴿ :אلĜ ħĤ :اijĤאĜ نÍĘ .ħİאĭĻÖ ïĜو ħıĬאĻĐÉÖ مijĜ ěè ĹĘ ģÖ אر؛ęכĤا ģכ ěè ّ įĻĥĐ اŻùĤم ĐïÖאħıÐ؟ ĭĥĜא: Ĺ×ĭĤا óĨأ َ ħِ ĥَ Ę نijĭĨËĺ ź ħıĬأ ųا Ʃ ħĥĐ א ƪ ĩĤ :ijĤאĜ نÍĘ َ« ّ اà ِٰ َ ِ Yس َ» ³«ّ ِ َ ُ§ ¹َن ª À َ َِئّË ª ±À َ ر۪ wِ³ْ®ُوَ ±À َ ۪ yِ כאن اñĬŸار ñĐŹĤار، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ُر ُ~ ًË ُ®َ ]ƒّ ¹ُا ªY£ََ ª µ۪ «ِ]ْ َ ِ َ َw ٍ اب ِR ±ْ ¢ \ ْ ¶Yُ ³َ§ْ َ «¶ْ َ Y ا َٓ ²َّ ¹َْ ا َ ْ َu ّ اyªُ ُ~ِۜ] ﴾©اùĭĤאء، ١٦٥/٤] وĜאل: ﴿َوª \ _ٌ َkّ nُ .[١٣٤/٢٠ ،įĈ] ﴾ى}ٰ sْ َ َ َو² َ ِwّل َ ْن ² َ ْ[ِ© ا ¢ ±ْ ®ِ ¥َ ِ bYَ Àٰ َِ[•َ ا cّ³َžَ ʹً ~ُ رَ Y³َÁَْ ªِ ْ َa ا َْرَ~» Ê ا َٓ¹َْ ª Y³ََ َرّ\ حijĬ مijĜ כĥİأ אĩכ ħıכĥİأ ŻıĘ ،نijĭĨËĺ ź ħıĬأ įĤijøر ųا Ʃ ó×ìأ אĩĤ :اijĤאĜ نÍĘ ّ įĻĥĐ اŻùĤم כאن رÙĩè đĥĤאīĻĩĤ כĩא ورد Ĺ×ĭĤا نŶ :אĭĥĜ ن؟ijĭĨËĺ ź ħıĬأ ó×ìأ אĨ ïđÖ ْ·َُ \ِ wّ َ®ُ ُ ۜ َوَRY َ ¦َYن ّ اà ٰ ْ·Áِ ž۪ aَ ²َْ َُ·ْ َوا \ِ wّ َÁُِ ª ُ ٰ Ãا ّ نYَ ¦َ Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ïĜو ،אبÝכĤا įÖ َ َْcُŸِ›ْy َون﴾ [اęĬŶאل، ٣٣/٨]. َو ُ¶ ْ À :ųا Ʃ ّ رįĩè وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي ƪאن ïĭĐه Ļùِ َ Ę įĝè دijıü īĐ אÖijåéĨ įęĀو אءĉĔ ĹĘ כאن īĨ ijİ ģÖ ؛ċéĤا بŻåÝøا ĵĥĐ įĬאĐأ īĨ لijĜو ěéĤا ĵĥĐ įĤدƪ īĨ لijĜ إĵĤ داĹĐ اÙĥęĕĤ أģĻĨ، وĹĘ اĕĀŸאء إįĻĤ أرÕĔ، وכĩא أن اĤכאóĘ ź įùęĬ لŻĔÉÖ طijÖóĩĤا כĤñכĘ įÜאوĝü īĨ ě×ø אĩĤ įÝĤŻĄ īĐ يijĐóĺ ١ .هïāĜ כĥùĺ źو هïüر óā×ĺ ź ijıĘ ،įĝèو į×ĻĔ دijıü īĐ بijåéĨ وĜאل أąĺא: ٢ īĺïüاóĤا çāĬ هïĭĐ اءijø įĺאوĐد אتĩĥČ ĹĘ ĹĝÖ يñĤا إن ،אفāĬŸا כאتóÖ įĤاijèأ īĐ عõĬ ĵĤאđÜ ųا Ʃ نŶ ؛īĻĥĉ×ĩĤا تŻĺijùÜو ٣ إĵĤ داĹĐ اüóĤאد، כĩא ģĻĜ: Ĺĕāĺ ŻĘ ٤ اijāĭĤح ّ َąĔ×אن ĹĥĐو ĹÝéĻāĬ حijāƪ وĵĥĐ اĭĤ ١ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٢١/١ ٢ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٢٢/١ ٣ ر: Ĺĕāĺź. ٤ ح ر: ĻāĐאن. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 418 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 7. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. [ el-Bakara 2/7] “Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” Âyetin önceki âyetler ile irtibatı, bu kimseleri önceki âyetlerde hâlleri ve sıfatları ile zikrettikten sonra burada onların âkıbetlerini zikretmesidir. Hateme fiili sözlükte üç mânaya gelir: [Birincisi] Mühürlemek anlamıdır ki hâtim (mühür) kelimesi buradan türer. [İkincisi] Bir şeyi tamamlamak ve sonuna ulaşmak anlamıdır. “Kur’ân’ı hatmetme” ifadesi buradan türer. Yine Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber aleyhisselâmı nitelemek üzere kullandığı “Hâtemü’n-nebiyyîn (Nebîlerin sonuncusu)” [ el- Ahzâb 33/40] ifadesi buradan gelir. Zira Hz. Peygamber aleyhisselâm nebîlerin ve resullerin sonuncusudur. Yine “Onun sonu misktir.” [ el-Mutaffifîn 83/26] âyetindeki kullanım da buradan gelir. Yani kişinin orada bulacağı son şey misk kokusudur. [Üçüncüsü] İşaretlemek anlamıdır. Hateme ‘ale’l-kitâb (Kitaba işaret koydu), hateme ‘ale’l-bâb (Kapıya işaret koydu) ve hateme ‘ale’ş-şehâde (İcâzetnâmeye/ tanıklık belgesine damga vurdu) gibi kullanımlar buradan gelir. Hateme kelimesinin bu âyetteki tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Allah onların kalplerini mühürlemiştir, bu yüzden onlar hayır olanı akledemezler. Mücâhid şöyle demiştir: Bu, günahların kalbin etrafını her yönden sarıp sarmalaması ve böylece onu kuşatmasıdır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Yani onun üzerini kapattı ve kilitledi, böylece o artık herhangi bir hayrı işitemez, akledemez.1 Kelimenin dildeki ilk anlamına göre âyetin mânası şöyle olur: Allah onların kalplerine mühür vurmuştur ki bu mühür oradaki küfrün dışarı çıkmasına ve dışarıdaki imanın içeri girmesine engel olur. Dildeki ikinci anlama göre âyetin mânası şöyle olur: Allah bu kalplerin inkâr, nankörlük ve inatlarını tamamlamış, bunu onların son hâli kılmıştır, bu yüzden bu kalpler böyle kalırlar, değişemezler. Üçüncü anlama göre âyetin anlamı şöyle olur: Allah bu kalplerin üzerine, içlerindekilerini açığa çıkaran damgalar vurmuştur ki bunlarla tanınır, bunlarla nitelendirilirler. Bu “hatm”e kelâmcı gruplar tarafından verilen üç anlam ise şöyledir: 1 İbn Kuteybe, Tefsîru Garîbi’l- Kur’ân, s. 40. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 419 اب ٌ ñَ Đَ ْ ħُ ıĤَ َ َ ٌۘة و אوýَ Ĕِ ْ ħİِאرِ āَ ْ Öاَ ĵٓĥٰĐَ َ ْۜ و ħıِđِ ْ ĩøَ ĵĥٰĐَ َ ْ و ħıِÖijِ ĥُĜُ ĵĥٰĐَ ųا ُƩ َ ħَ Ýìَ -٧ ٌ۟ ħĻč۪ Đَ ħıÜאęāÖ ءźËİ óذכ įĬأ įĥ×Ĝ אĩÖ įĨאčÝĬا﴾ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ »ٰ «َ ُ ٰ Ãا ّ َcَrَ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو .ħıÜאÖijĝĐ ١ óذכ įÖ ěéĤأ ħà ħıÜźאèو ٣ وĩÜŹĤאم .ď×ĉĺ įĬŶ ؛ħÜאíĤا Ĺĩø įĭĨو ،ď×ĉĥĤ :אنđĨ ٢ ÙàŻáĤ ÙĕĥĤا ĹĘ ﴾َcَrَ ﴿و َ َ ّ įĻĥĐ اŻùĤم: ﴿َو َbYr Ĺ×ĭĤا ÙęĀ ĹĘ ĵĤאđÜ įĤijĜ įĭĨو ،آنóĝĤا ħْ وijĥÖغ ِ اóìŴ، وįĭĨ َÝì µُ®Yُ cَrِ ﴿ :įĤijĜو ،īĻĥøóĩĤا ةïĐ ٤ ƫ ۜ﴾ [اõèŶاب، ٤٠/٣٣] وijİ آóì اĭĤ×īĻĻ وħÝĨ ±َ Áّ۪]َِ ّ اª³ ¥ۜ﴾ [اīĻęęĉĩĤ، ٢٦/٨٣ [أي آóì Ĩא ïåĺ įĻĘ راÙéÐ اùĩĤכ. وŻĐŹĤم، ĝĺאل: «ħÝì ٌ ْ ®ِ ] أي أħĥĐ ıĻĥĐא. ĵĥĐ اĤכÝאب» و«ĵĥĐ اĤ×אب» و«ĵĥĐ اıýĤאدة» [٥٨ب .óĻíĤا نijĥĝđĺ ŻĘ ħıÖijĥĜ ĵĥĐ ųا Ʃ ď×Ĉ :ġ אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ ٥ ĨÉĘא óĻùęÜه ĭıİא אلĜو .įĻĥĐ ĵĝÝĥÜ ĵÝè įĻèاijĬ ģכ īĨ ÕĥĝĤאÖ ُ ُ ėƪ اijĬñĤب éَ وĜאل åĨאïİ: وijİ أن Ü ٦ .«įđĩùÜ źو اóĻì ĹđÜ ŻĘ אıĝĥĔوأ אıĻĥĐ ģęĜأ أي «:ĵ×ÝĝĤا ź ßĻéÖ אıĥđåĘ אıĻĥĐ ď×Ĉ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن :ولŶا ĵĥĐ ÙĕĥĤا ěĺóĈ ĵĥĐ ěĻĝéÝĤوا أن :ĹĬאáĤا ĵĥĐو .אنĩĺŸا īĨ אıĻĘ ÷ĻĤ אĨ אıĥìïĺ źو óęכĤا īĨ אıĻĘ אĨ אıĭĨ جóíĺ Ʃ اų أħÜ ijéäدİא وכİóęא وijĭĐدİא وģđä ذĤכ آóì أİóĨא ŻĘ õĺول وź ijéĺل. وĵĥĐ ĵĭđĨ אĨوأ .ėĀijُ Ü įÖو فóđُ Ü ِ į×َِ Ę א؛ıĻĘ אĩÖ אıĩøوو אıĻĥĐ ħĥĐأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن :ßĤאáĤا :īĻĩĥכÝĩĤا īĨ ėÐاijĈ ثŻáĤ įäأو ÙàŻà ĵĥđĘ ħÝíĤا اñİ ١ ح - ذכó. .ÙàŻà ĵĥĐ :ر ٢ ٣ ر + įÖ. ٤ ر: وħÝì. ٥ ح: ĭİא. .٤٠ ص ،Ù×ĻÝĜ īÖź آنóĝĤا ÕĺóĔ óĻùęÜ ٦ ٥ ١٠ ١٥ 420 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Cebriyye -Allah onları perişan etsin- bunu, Allah tarafından kişinin İslâm’dan ve onu bilmekten men edilmesi ve küfre ve bilgisizliğe mecbur kılınması olarak yorumlamıştır. Buna göre ifade tıpkı “Bugün onların ağızlarını mühürleriz.” [ Yâsîn 36/65] âyetinde olduğu gibi hakiki mühürlemedir. Bu yorum onların fasit mezheplerinin kulların herhangi bir fiil ve seçime sahip olmayıp mecbur oldukları şeklindeki görüşlerine göre yapılmıştır. Sözlerinin yanlışlığı açıktır. Mu‘tezile -Allah onları perişan etsin- ise bunun tıpkı kitaba ya da kapıya vurulan ve sadece bildirme maksadı taşıyan bir işaret gibi olup kalpler üzerine vurulan ve meleklerin bu kimselerin kâfir olduklarını bilmelerini, böylece onlara hayır duası değil beddua etmelerini sağlayan bir işaret, damga anlamına geldiğini savunmuştur. Onlar bu ifadenin tıpkı Ketebe fülânün şehâdetehu ve hateme ‘aleyha (Falan kimse şehâdetini yazdı ve mühürledi [yani şahitliğini ispat etti]) ifadesinde olduğu gibi yalnızca şahitlik olduğunu söyler ve şöyle derler: Bunun mânası, Allah bu kalplerin kâfir olduğuna şahitlik etti ve bunu meleklerine bildirdi. Bu yorum da onların kulların fiillerinin Allah tarafından yaratılmadığı, O’nun irade, kazâ, meşîet ve takdirine göre olmadığı şeklindeki fasit mezheplerine göre yapılmıştır. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat ise şöyle demiştir: Bu, küfür fiilinin hem [ kul tarafından] gerçekleştirildiğinin hem de [Allah tarafından] yaratılmış olduğunun ispatıdır. Hak ehline göre hatmin neticesi Allah tarafından bir cezadır ve bu ceza kulun cebr altına girmesine sebep olmaz, iman etmesine engel teşkil etmez, onu zorla küfre sürüklemez. Aksine onun yanlış tercihi, küfürde aşırılığı ve ısrarına karşılık olarak verilmiş ziyade bir cezadır. Bu ceza nedeniyle kul iman fiilini ve isyanı tek etmeyi kolaylaştıran ilâhî lutuftan mahrum kalır. Nitekim bu kimselerin “Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne iman edin.” [ en-Nisâ 4/136] âyetinde ifade edildiği üzere muhatap olmaya, “Onlara ne oluyor da inanmıyorlar!” [el-İnşikāk 84/20], “Bunlar Allah’a ve âhiret gününe iman etselerdi ne zararları olurdu?” [ en-Nisâ 4/39] âyetlerinde ifade edildiği üzere imandan imtina etme nedeniyle kınanmaya, “Kahrolası insan! Nedir onu küfre sürükleyen!” [ Abese 80/17] âyetinde ifade edildiği üzere küfürden dolayı kınanmaya devam etmeleri bunun delilidir. Eğer mecbur olsalardı, iman etmekten âciz olsalardı o zaman hitap ortadan kalkardı, kendilerine yönelik kınama ve eleştiriler düşerdi. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 421 ÙĘóđĩĤوا مŻøŸا īĨ אđĭĨ ųا Ʃ īĨ כĤذ اijĥđä ïĝĘ -ųا Ʃ ħıĤñì- Ùĺó×åĤا אĨÉĘ ¹َžَْ ِ ا¶ِ·ْ﴾ [ĺ÷، ٦٥/٣٦ [أįĬ « ا ٰٓ «َ ُcِsْ َ َْÁَ¹ْم ² ªَ وإä×אرا ĵĥĐ اĤכóę واĭĤכóة כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ģđĘ źو رونij×åĨ אد×đĤا أن ĹĘ ïøאęĤا ħı×İñĨ ĵĥĐ ٌ ٌ . وñİا ħıĭĨ óäي ĹĝĻĝè ٌ ďĭĨ ħıĤ اĻÝìאرا، وùĘאد כħıĨŻ Čאóİ. óıčĺ אĩÖ بijĥĝĤا ĵĥĐ אąéĨ אĨŻĐإ כĤذ اijĥđä ïĝĘ -ųا Ʃ ħıĤñì- ÙĤõÝđĩĤا אĨوأ ÐŻĩĥĤכÙ أħıĬ כęאر ħİijĭđĥĻĘ وź ijĐïĺن ħıĤ óĻíÖ כħÝí اĤכÝאب أو اĤ×אب إŻĐم ħÝìو įÜאدıü نŻĘ ÕÝכ «:כĤijĜ īĨ אدةıü دóåĨ כĤذ اijĥđäو ،دةóåĨ ÙĨŻđÖ įĻĥĐ .ÙכÐŻĩĥĤ כĤذ óıČوأ אİóęכÖ אıĻĥĐ ųا Ʃ ïıü אهĭđĨ :نijĤijĝĻĘ ،įÜאدıü Û×àأ أي» אıĻĥĐ ų Ʃ ÙĜijĥíĩÖ ÛùĻĤ אد×đĤا אلđĘأ أن ĹĘ ïøאęĤا ħı×İñĨ ĵĥĐ ٌ وñİا أąĺא ħıĭĨ óäي .įÜوإراد įÝÑĻýĨو هóĺïĝÜو įÐאąĝÖ Ĺİ źو ĵĤאđÜ وأĨא أģİ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ ïĝĘ ĜאijĤا: إįĬ إà×אت ģđĘ اĤכóę وإåĺאده. وèאģĀ ĵĥĐ įĥĩéÜ źو اó×ä אنĩĺŸا īĐ ï×đĤا ďĭĩÜ ź ųا Ʃ īĨ ÙÖijĝĐ ٌ ěéĤا ģİأ ïĭĐ ħÝíĤا ارهóĀوإ óęכĤا ĹĘ įĺאدĩÜو אرهĻÝìا ءijø ĵĥĐ įĤ ÙÖijĝĐ אدةĺز Ĺİ ١ اĤכóę כİóא؛ ģÖ ٢ įÖ ģđĘ اĩĺŸאن وóÜك اĻāđĤאن، ïĺل įĻĥĐ أħıĬ ģıùĺ يñĤا ėĉĥĤا īĐ אıÖ مóéُ ĺ ِ ۪µ] ﴾اùĭĤאء، ِ ّÃY ِٰ َوَر ُ~¹ª ٰ ِR¹³ُا \ ٰ َR¹ٓ³ُا ا ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :įĤijĝÖ אنĩĺŸאÖ īĻ×ĈאíĨ اijĝÖ ُْQِ®³ُ ¹َۙن﴾ [اĝýĬźאق، ٢٠/٨٤] À Êَ ْ·ُ َ ª Y¯َ žَ﴿ :įĤijĝÖ įĭĐ אعĭÝĨźا ĵĥĐ īĻĨijĥĨو] ١٣٦/٤ ĵĥĐ َ īĻíِ ƪ Ö َ ijُ ِ﴾ [اùĭĤאء، ٣٩/٤] وĨ yrِ Êا ٰ ْ ِ َْÁ¹ْم ªواَ ِٰ ÃYّ ِ ٰ َR¹³ُا \ ¹َْ ا ª ْ·ِÁَْ وįĤijĜ:﴿ َوَR َYذا َ» ،óęכĤا ĵĥĐ įĥĩè אĨ [ أ ۜ﴾ [Đ÷×، ١٧/٨٠ [أي [٥٩ ْ َŸَyُه ¦َ ِ ²ْ َ ُYن َRٓY ا Êاْ© َcِ¢ُ﴿ :įĤijĝÖ óęכĤا وijĤ Āאروا åĨ×ijرīĺ وīĐ اĩĺŸאن Đאīĺõä õĤال اĉíĤאب وćĝø اijĥĤم واÝđĤאب ١ ح - ģÖ. ٢ ط: ģıÝùĺ. ٥ ١٠ ١٥ 422 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nitekim hesap günü ağızlara mühür vurulduğu zaman durum böyle olacaktır. Orada insanlar hakiki olarak konuşmaktan âciz kalacakları için konuşma emrine muhatap olmayacaklardır. Bu konuda doğru görüş (mezheb), hem kulun fiilini hem de Allah’ın [bu fiili] yaratmış olduğunu kabul etmektir. Bu mânada Allah’ın kitabında üç kelime kullanılmıştır: Hatm (mühür), tab‘ (mühür/damga) ve kinân (kılıf). Bunların hepsinde hem kulun hem Allah’ın fiili zikredilir. Hatm kelimesinin kullanımı “Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” [ el-Bakara 2/7] âyetinde olduğu gibidir. Bu, Allah’ın fiilinin olumlanmasıdır. Öncesinde ise “İnkâr edenler…” [ el-Bakara 2/6] denilmiştir. Bu da kulların fiilinin olumlanmasıdır. Tab‘ kelimesi “Küfürleri nedeniyle Allah onların kalplerine mühür vurmuştur.” [ en-Nisâ 4/155] âyetinde kullanılır ki burada “mühür vurmuştur” ifadesi Allah’ın fiiline, “küfürleri nedeniyle” ifadesi de onların fiillerine işaret eder. Kinân kelimesi “Biz onların kalplerinin üzerinde kılıflar koyduk.” [ el-Kehf 18/57] âyetinde kullanılmıştır ki bunun hemen öncesinde “Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldığında yüz çevirenden daha zalim kimdir?” [ el-Kehf 18/57] buyurmuştur. Mühürleme (hatm) Kur’ân’da üç şekilde kullanılmıştır. İlki ceza olarak mühürlemedir ki örneği bu âyettir. İkincisi değer ve ikram anlamındaki mühürlemedir ki örneği “Yoksa onlar ‘Yalan uydurup Allah’a iftira etti’ mi diyorlar? Eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler.” [ eş-Şûrâ 42/24] âyetidir. Mukātil şöyle demiştir: Yani kalbine sabır mührü vururuz ve sen artık yalanlanmış olmaktan sıkıntı duymazsın. Bu ona ilâhî ikram olarak verilen bir kolaylıktır. Üçüncüsü öğüt olarak mühürlemedir ki örneği “De ki: Ne dersiniz, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi de mühürlerse, Allah’tan başka onu size getirecek ilâh kimmiş?” [ el-En‘âm 6/46] âyetidir. Burada kulakların ve gözlerin alınmasının bu uzuvların alınması anlamına gelmesi muhtemel olduğu gibi uzuvlar bâki kalmakla beraber işlevlerinin alınması anlamına gelmesinin de muhtemel olduğu söylenmiştir. Anlam şöyledir: Ey kulaklarını, gözlerini ve kalplerini Allah’tan başkası ile meşgul edenler! Eğer Allah bu uzuvlarını alacak olsa, kim size onları verecek? Ey bu uzuvlarını Hak ile meşguliyette kullananlar! Eğer Allah bunları haktan çevirecek olsa, onları tekrar hakka kim döndürecek? Dolayısıyla bu âyet hem hak ehli olana hem de bâtıl ehli olana bir tembihtir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 423 ě×ĺ ħĤ مŻכĤا īĐ ÙĝĻĝè ً įÖ واõåĐ א ƪ כĩא ĹĘ اħÝíĤ ĵĥĐ اijĘŶاه ijĺم اùéĤאب؛ ĩĤ .ĵĤאđÜ ųا Ʃ ěĻĥíÜو ِ ï×đĤا ģđĘ אت×àإ ÕİñĩĤا ěĻĝéÜو .مŻכĤאÖ אبĉíĤا ،אنĭכĤوا ď×ĉĤوا ħÝíĤا :אءĻüأ ÙàŻà ĵĤאđÜ ųا Ʃ אبÝכ ĹĘ ĵĭđĩĤا اñİ ĹĘ رijכñĩĤوا :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ïĝĘ ٣ ٢ أĨא ĹĘ اħÝíĤ .įùęĬ ģđĘو ١ ï×đĤا ģđĘ óذכ אıĭĨ ïèوا ģכ ĹĘو ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ِِ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٧/٢] وñİا إà×אت ģđĘ įùęĬ وĜאل Ĝ×įĥ:﴿ ا \¹«ُ¢ُ »ٰ «َ ُ ٰ Ãا ّ َcَrَ ﴿ ﴾ْ ¶ِ ِ yŸْ§ُ ِ \ Y·َÁَْ «َ ُ َ ْ© َŽَ[•َ ّ اà ٰ َ¦ُŸَyوا﴾ [اĤ×óĝة، ٦/٢] وñİا إà×אت ħıĥđĘ. وĜאل ĹĘ اĉĤ×ď:\﴿ Yَ ²ِّ ِ ِ¶ ْ﴾ ُ ħıĥđĘ. وĜאل ĹĘ اĤכĭאن: ﴿ا yŸْ§ُ ِ \﴿ :įĤijĜو įĥđĘ ُ ﴾•َ]َŽَ ﴿ ٤ [اùĭĤאء، ١٥٥/٤] وįĤijĜ: َ ِ Yت َرِّ\ ۪µ Àٰ Yِ \ yَ ِ َ ±ْ ُذّ¦ ¯ّ®ِ ُ َ «’ْ َ َ ً_﴾ [اĤכėı، ٥٧/١٨ [وĜאل Ĝ×įĥ:﴿ َوَR ±ْ ا ³ّ¦ِ َ ِِ·ْ ا \¹«ُ¢ُ »ٰ «َ Y³َ ْ «َjَ .[٥٧/١٨ ،ėıכĤا﴾ [Y·َ³ْ َ ضَ yَْ َ Yžَ אĩכ ،ÙĨاóכĥĤو .ÙĺŴا هñİ ĹĘ אĩכ ،ÙÖijĝđĥĤ :įäأو ÙàŻà ĵĥĐ آنóĝĤا ĹĘ ħÝíĤا ħà ِ[ ۜ¥َ ﴾ [اijýĤرى، ْ «َ ¢ »ٰ «َ ْcِsْ َ À ُ ِ ّ اà ٰ Oƒَ َ À نْ Yِžَ ۚ Y\ً wِ¦َ ِٰ Ãا ّ« َ ُ ¹َن ْاَžc ٰyى َ» ª¹£ُ َ َْم À ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ įĻĥĐ ģıĻùÜ اñİو ،ÕĺñכÝĤا Ùَąƪ Ĕُ ٥ ïåÜźو ó×āĤאÖ ħÝíĺ أي :ģÜאĝĨ אلĜو] ٢٤/٤٢ َcَrَ وَ ْ¦ُرYَ ‡َ \َْ ُ َ~ ْ̄ َ ُ§ ْ َوا ٰ Ãا ّ wَ rَ َ ِ ْن ا ٦ وÙčĐijĩĥĤ، כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا .ÙĨاóכĤا ÙĝĺóĉÖ ۜ﴾ [اđĬŶאم، ٤٦/٦] ĜאijĤا: ģĩÝéĺ أñì أĻĐאıĬא µِِ \ ْ §Áُ b۪ ْ Oَ À ِٰ Ãا ّ yُÁْ šَ µٌ ٰ ªِ ِ ُ§ ْ َR ±ْ ا \¹«ُ¢ُ »ٰ «َ وģĩÝéĺ أñì ĭĨאıđĘא ďĨ ĝÖאء ijĀر أĻĐאıĬא وóĺïĝÜه: أıĺא اýĤאijĥĔن اĩøŶאع واāÖŶאر ٧ ıÖא؟ وأıĺא اýĤאijĥĔن ĹÜÉĺ īĩĘ אı×İوأذ אنĻĐŶا هñİ ųا Ʃ ñìأ ijĤ ěéĤا óĻĕÖ بijĥĝĤوا įĻ×ĭÜ ijıĘ ؟įĻĤإ אİïĻđĺ يñĤا īĩĘ ěéĤا īĐ אıĤأزا ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن ijĤ ěéĤאÖ אءĻüŶا هñİ .אđĻĩä ِ ěّéِ ُ ĩĤوا ģĉ×ĩĥĤ ÙčĐو ١ ح: įùęĬ. ٢ ح : اđĤ×ï. .ûĨאİ çĀ ،ħÝíĤا ĹĘ אĨأ - ط ٣ ٤ ح: įĤijĝĘ. .ïåÜ ŻĘ :ح ٥ .٧٦٩/٣ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :óčĬا ٦ ٧ ح: ĻÜÉĺכħ. ٥ ١٠ ١٥ 424 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sonra bu cezanın sebebi günahta ısrardır. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “ Mümin bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke oluşur. Eğer tövbe eder ve bağışlanma dilerse kalbi bu lekeden temizlenir. Fakat daha fazla günah işlerse bu leke artar ve nihayet kalbi kaplar.”1 Şöyle demişlerdir: Bu mühürden kurtulmanın yolu, kesenin ağzındaki mührü açmak ve hak yolda (malı) sarf etmekten engel olmamasını sağlamak; dile mührü vurmak ve bâtıla dalmasına engel olmaktır. “Kalplerini” ifadesindeki kulûb kelimesi el-kalb kelimesinin çoğuludur, o ise fuâd anlamındadır. Her şeyin halis ve en değerli olan tarafına onun “kalbi” derler. ‘Arabiyyün kalbun ifadesi “safkan Arap” anlamına gelir. Hurmanın kalbi, tam ortasında olanıdır. Bir şeyi kalp etmek demek onu çevirmek demektir. Bir şeyin inkılâbı onun evrilip çevrilmesidir. Kalp ayın menzillerinden biridir. el-Kulleb, iş çeviren, çözümler bulan mahir kimse demektir. İnsanın kalbine bu ismin verilmesinin sebebi bu uzvun en şerefli uzuv olmasıdır. Çünkü onda akıl, anlayış gibi özellikler bulunur. Yine tıpkı bir yıldız gibi aydınlattığı, hâlden hâle geçtiği, diğer uzuvları çekip çevirdiği için de ona kalp denilmiştir. Allah kâfirin kalbini mühür mahalli kıldı, müminin kalbini ise muhabbetin (mihr) mahalli kıldı. Kâfirler için “Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” dedi; müminler içinse “Sizlere imanı sevdirdi ve kalplerinizi onunla süsledi.” dedi. “Kalp sahibi olan için bunda elbet öğüt vardır.” [Kāf 50/37] âyetindeki “kalp” kelimesinin akıl anlamında olduğu söylenmiştir. “Ve kulaklarını” buradaki es-sem‘u kelimesi aslında es-semâ‘u (işitme) mânasına gelen mastardır. es-Sem‘u aynı zamanda işitme uzvu olan kulak anlamına da gelir. Kesre ile es-sim‘u kelimesi ses (şöhret, tanınmışlık) anlamına gelir. el-İstimâ‘ kulak vermek demektir. “Dinleyen” mânasındaki es-sâmi‘u ve es-semî‘u ise bu kökten sıfattır (âmildir). es-Semî‘u aynı zamanda “dinleten” anlamına da gelir. “Beni dinleyin.” [ Yâsîn 36/25] ifadesi “Bana itaat edin.” anlamına gelir. “İşitilmeyen dua” demek, icâbet edilmeyen dua demektir. Semi‘allâhü limen hamideh (Allah kendisine hamd edeni işitti) demek, onun duasına icâbet etti, kabul buyurdu demektir. 1 İbn Mâce, “Zühd”, 29, Ahmed b. Hanbel, Müsned, 13: 333. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 425 ųا Ʃ لijøر īĐ Ġ ةóĺóİ ijÖأ روى ،بijĬñĤا ĵĥĐ ارóĀŸا ÙÖijĝđĤا هñİ Õ×ø ħà عõĬو אبÜ نÍĘ ،į×ĥĜ ĹĘ داءijø ÙÝכĬ ١ įĻĥĐ اŻùĤم أįĬ Ĝאل: «إن اīĨËĩĤ إذا أذÕĬ כאÛĬ ٢ .«į×ĥĜ َ į ıĭĨא، وإن زاد زادت ĵÝè ijĥđÜ ُ ×ĥĜ ģَ ِ ĝ ُ Ā óęĕÝøوا ،ěè īĐ įđĭĩĺ ŻĘ ÷ĻכĤا ِ īĐ ħÝíĤا ďĘر ħÝíĤا اñİ īĐ ċęéĤا Õ×ø :اijĤאĜو ٣ .ģĈאÖ ĹĘ įĝĥĉĺ ŻĘ אنùĥĤا ĵĥĐ ħÝíĤا ُ ووďĄ .įĘóüوأ įāĤאì ءĹü ģכ ÕĥĜو ،ادËęĤا ijİو ÕĥĝĤا ďĩäĹİ ﴾ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ »ٰ وįĤijĜ:﴿ َ« ،įĘó َ ] وÕĥĜ اĹýĤء Ā ٌ » أي ìאÿĤ، وÕĥĜ اÙĥíĭĤ Ĩא ĹĘ وıĉøא [٥٩ب ÕĥĜ ƭ و«ĹÖóĐ ƪ ل ÖאïĺïýÝĤ أي اñĤي ij ُ éĤا Õĥƪ ُ ĝĤوا ،óĩĝĤا אزلĭĨ īĨ ħåĬ ÕĥĝĤوا ،įĘاóāĬا įÖŻĝĬوا ģĝđĤا īĨįĻĘ אĩĤ įÐאąĐأ فóüأ įĬŶ ؛įÖ אنùĬŸا ÕĥĜ Ĺِ ّ ĩ ُ ùĘ ،אıĤ ٤ Õĥĝĺ اijĨŶر وÝéĺאل .אءąĐŶا įęĺóāÝĤ رijĨŶا ĹĘ į×ِĥ ƫ َ ĝَ واħıęĤ وijéĬ ذĤכ وįÖŻĝĬź وĄŸאįÝÐכאħåĭĤ وÝĤ ،ïĬداóŜ óıِ Ĩ ģéĨ ِّ را īĨËĨ دلِ و ،ïĬداóŜ óıُ Ĩ ģéĨ ِّ را óĘכא دلِ ģäو õĐ اىïì ÛęŜ ħכِÖij ُ ĥُĜُ Ĺِ Ę ُ įَ ĭ ƪ ĺَ َز َ َ אن و ُ ْ ِ اĩĺŸ ْ ُכħ َ ِإَĻĤ Õƪ × َ è َ ْ ÛęŜ כאóĘان را، و ħ ِıِÖijĥُĜُ ĵĥَ َ Đ ُ ųا Ʃ َ ħَ Ýìَ ٥ ĭĨËĨאن را. ]﴾ [ق، /٥٠ ٣٧] ģĻĜ أي ģĝĐ. ٌ ْ «َ ¢µُ َ ª نYَ ¦َ ±ْ ¯َ ِ ª ىyٰ ْ ¦wِ َ ª ¥َ ِ َ ž۪¿ ٰذª ِ ّن ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ ÕĥĝĤوا ďĩùĤوا ،رïāĨ ijİو ،אعĩ ƪ ùĤا ģĀŶا ĹĘ ďĩùĤאĘ ﴾ۜ ْ·ِِ¯ْ ~َ »ٰ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوَ» ،אعĩ ƪ ùĥĤ אءĕĀŸا אعĩÝøźوا ،ÛĻāĤا óùכĤאÖ ďĩ ِ ّ أąĺא اŶذن ĵĭđĩÖ اùĤאÙđĨ، واùĤ [٢٥/٣٦ ،÷ĺ] ﴾ۜ ٦ وįĤijĜ:﴿ žَ ْY ~َ ¯ُ ¹ِن واùĤאďĨ واďĻĩùĤ اÛđĭĤ، واďĻĩùĤ أąĺא اďĩùĩĤ، ،אبäوأ ģ×ِĜَ أي» هïĩè īĩĤ ųا Ʃ ďĩø»و ،אبåĺ ź أي» ďĩùُ ُ ِijن، و«دĐאء ź ĺ đĻĈِ َ Éَ أي Ę ١ ر: ĘכאÛĬ. .[٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا [١،٢٦٧ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ ؛٥٦٢/٢ ،ħאכéĥĤ ركïÝùĩĤا ؛٢٩ ïİõĤا ،ÙäאĨ īÖا īĭø ؛٣٣٣/١٣ ،ïĩèأ ïĭùĨ ٢ .ûĨאİ çĀ ،ģĈאÖ ĹĘ įĝĥĉĺ ŻĘ אنùĥĤا ĵĥĐ ħÝíĤا - ط ٣ ٤ ر: ÝéĻĘאل. ْ ÛęŜ כאóĘان ħ ِıِÖijĥُĜُ ĵĥَ َ Đ ُ َ اų ħَ Ýìَ ،ïĬداóŜ óıِ Ĩ ģéĨ ِّ را īĨËĨ دلِ و ،ïĬداóŜ óıُ ٥ ط - ïìاى õĐ وģä ِدل כאóĘ را ِّ ģéĨ Ĩ .را אنĭĨËĨ ÛęŜ ħכِÖij ُ ĥُĜُ Ĺِ Ę ُ įَ ĭ ƪ ĺَ َز َ َ אن و ُ ْ ِ اĩĺŸ ْ ُכħ َ ِإَĻĤ Õƪ × َ è َ را، و ٦ ر + כאĤ×ďĺï ĵĭđĩÖ اĩĤ×ïع؛ م ح ر: اďĩÝùĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ 426 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Yalanı çok dinlerler.” [ el-Mâide 5/42] âyeti “Bâtılı kabul ederler.”, “İçinizden onları dinleyenler var.” [ et-Tevbe 9/47] âyeti ise “Onların casusları var.” anlamına gelir. “Sen ölülere işittiremezsin.” [ en-Neml 27/80] âyeti, kâfirlerin hakkı kabul etmelerini sağlayamazsın anlamına, “Dinlemeye tahammül edemiyorlar.” [ Hûd 11/20] âyeti ise onların peygambere olan nefretlerinden dolayı Kur’ân’ı işitmeye tahammül edemedikleri anlamına gelir. Rivayette “Hangi vakit daha işitilendir?”1 ifadesi geçer ki bu, “duaya daha uygun, icâbet edilmesi daha çok umulan vakit” anlamındadır. Hadiste “Ondan daha işitilir bir söz duymadım.” ifadesi geçer, yani kalbe daha tesirli ve etkili (beliğ) bir söz duymadım demektir. Bütün bu ifadeler es- semâ‘ kökünden türer. Âyetin mânası şöyledir: Allah onların kulaklarına mühür vurmuş, o kulakların herhangi bir hayrı dinleyememesine, kavrayamamasına, kabul edememesine sebep olmuştur ki bu da onların kötü seçimlerinin, bâtıla meyledip onu tercih etmelerinin cezasıdır. “Kulaklarını” ifadesinde kulak kelimesinin çoğul değil de sem‘ihim şeklinde tekil olarak kullanılması birkaç şekilde izah edilebilir. İlkine göre bu kelime aslında mastardır ve mastarlar hem tekil hem tesniye (ikil) hem de çoğula uygundur. Nitekim hüve yadribu darben (O bir darbe vurdu) denildiği gibi hümâ yadribâni darben (O ikisi bir darbe vurdu) ve hüm yadribûne darben (Onlar bir darbe vurdu) da denilir. Allah Teâlâ “Onlar bir tuzak kuruyorlar, ben de bir tuzak kurarım.” [et-Târık 86/15-16], “Bugün tek bir helâk dilemeyin, çokça helâk dileyin.” [el- Furkān 25/14], “İşte bunlar benim misafirimdir.” [ el-Hicr 15/68] buyurmuştur. Bütün bunlarda [tuzak, helâk ve misafir kelimelerini] tekil olarak kullanmıştır, çünkü bu kelimeler asıl itibariyle mastardır. İkincisine göre burada gizli bir ifade vardır. Anlam ise “işitme mevzilerine, yani kulaklarına” şeklindedir. Bu tıpkı “Köye sor.” [Yûsuf 12/82]âyetinde, “Köy halkına sor.” anlamının kastedilmiş olması gibidir. Bu gizli ifadenin varlığı cümlenin anlamı ile de sabittir, çünkü işitmek bir fiildir, mühür ise fiile değil ancak fiilin mahalline vurulur. Üçüncüsüne göre burada onlardan her birinin kulağına mühür vurulmuş olduğu kastedilmiştir. Bu tıpkı “Bana iki koçun başını getir.”ifadesinde olduğu gibidir. Şair şöyle demiştir: 1 Taberânî, ed-Du‘â, 1: 58; a.mlf, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, 2: 30. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 427 ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ْ·ُ َ ª ن¹َ Yُ َ ْ َ§ ِw ِب﴾ [اĩĤאïÐة، ٤٢/٥] أي ĜאijĥÖن ĥĤ×אģĈ،﴿ َوž۪ ُÁ §ْ َ ~ّ¯ «ِ ª ن¹َ Yُ َ و﴿ َ~ ّ̄ ْ َٰ̄¹ْb] ﴾»اģĩĭĤ، ٨٠/٢٧ [أي ź ïĝÜر أن ěĘijÜ اĤכęאر ªا•ــ ُ̄ ِْ bُ Êَ ¥َ َ ²ِّ ٤٧/٩] أي ijäاĻø÷،﴿ ا ăĕ×Ĥ آنóĝĤا אعĩø أي] ٢٠/١١ ،دijİ] ﴾•َ¯ْ َªا ّ ن¹َ Áُ ۪ cَْ َ ¹ُا À ²Y¦َ Y®َ﴿ ،ěéĤا لij×ĝĤ ١ أي أěè ÖאĐïĤאء وأرĵä äŻĤאÙÖ، وĹĘ ّ اùĤאĐאت أďĩø« اijøóĤل، وĹĘ اíĤ×ó:» أي .אعĩ ƪ ùĤا īĨ اñİ ģכ .ÕĥĝĤا ĹĘ ďåĬوأ ēĥÖأ أي ٢ «įĭĨ ďĩøأ źijĜ ďĩøأ ħĤ» :ßĺïéĤا įĥ×ĝÜ źو įĻđÜ źو óĻì ĵĤإ ĹĕāÜ ź אıĥđåĘ ħıĬآذا ĵĥĐ ųا Ʃ ħÝì :ÙĺŴا ĵĭđĨ ħà ٣ .ħİאرáĺوإ ģĈא×Ĥا ĵĤإ ħıĥĻĨو ħİאرĻÝìا ءijø ĵĥĐ ħıĤ ÙÖijĝĐ ۜ﴾ ĵĥĐ اïèijĤان دون اďĩåĤ ijäijĤه: أİïèא: أįĬ ĹĘ ْ·ِِ¯ْ ~َ »ٰ «َ ﴿ :įĤijĜ ħà ،אÖóĄ بóąĺ ijİ :אلĝĺ ،ďĩåĤوا īĻĭàźوا ïèاijĥĤ çĥāĺ رïāĩĤوا رïāĨ ģĀŶا uÁُ ¦۪ َ َ ۪§ ُuÁ َون َ¦ْÁ ًuاۙ َوا À ْ·َُ ²ِّ وĩİא Öóąĺאن ÖóĄא، وħİ ijÖóąĺن ÖóĄא. وĜאل đÜאĵĤ:﴿ ا َْÁَ¹ْم ُfُ ]¹ًرا َو ِ اn ًuا َو ْاد¹ُا ُfُ ]¹ًرا َ ْu ¹ُا اª b Êَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜو ٤ ۚ﴾ [اĉĤאرق، ١٥-١٦/٨٦]، اuً Áْ¦َ ĹĘ įĬŶ ؛ï ƪ èijĘ [٦٨/١٥ ،óåéĤا¿﴾ [Ÿ۪ÁْŠَ ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ َ¦۪g ًyÁا﴾ [اĜóęĤאن، ١٤/٢٥]، وĜאل đÜאĵĤ: ﴿ ٰ¶ ٥ اģĀŶ ïāĨر. واáĤאĹĬ: أن įĻĘ إĩĄאرا وĭđĨאه: وĵĥĐ ijĨاďĄ ħıđĩø أي ĩøאħıĐ، وĹİ اŴذان ََ_﴾ [ėøijĺ، ٨٢/١٢ [أي أıĥİא. وà×Û ñİا اĩĄŸאر دÙĤź أن Àyْ£َ ْ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َو ْ~َٔـِ© اª .įĥéĨ ĵĥĐ ٦ ħÝíُ ĺ אĩĬوإ ģđęĤا ĵĥĐ ħÝíُ ĺ źو ģđĘ ďĩùĤا ] واïè ħıĭĨ، وñİا כĩא ĝĺאل: اĹĭÝÐ óÖأس כ×īĻý، أ واáĤאßĤ: أįĬ أراد ďĩø כģ] ٦٠ ٧ وĜאل اýĤאóĐ: .٣٠/٢ ،ĹĬاó×ĉĥĤ īĻĻĨאýĤا ïĭùĨ ؛٥٨/١ ،ĹĬاó×ĉĥĤ אءĐïĤا ١ .įĻĥĐ ėĝĬ ħĤ ٢ ÙĤõÝđĩĤا لijĜو + ط ر ؛ÕĥĝĤا ħÝì ĹĘ ě×ø אĨ ijéĬ ĵĥĐ ħıĤijĜ אĬددóĘ įĻĘ -ųا ħıĤñì- Ùĺó×åĤوا ÙĤõÝđĩĤا لijĜو + ح ٣ .ÕĥĝĤا ħÝì ĹĘ ě×ø אĨ ijéĬ ĵĥĐ ħıĤijĜ אĬردد ïĜو įĻĘ Ùĺó×åĤوا رïāĨ ģĀŶا ĹĘ įĬŶ ؛ėĻąĤا ï ƪ èijĘ [٦٨/١٥ ،óåéĤا¿﴾ [Ÿ۪ÁْŠَ ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ ﴿ :ħĻİاóÖإ īĐ اó×ì ĵĤאđÜ ųا אلĜو + ر ٤ .رïāĨ ģĀŶا ĹĘ įĬŶ ؛ï ƪ èijĘ [٦٨/١٥ ،óåéĤا¿﴾ [Ÿ۪ÁْŠَ ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ ٥ ر - وĜאل đÜאĵĤ: ﴿ ٰ¶ .ħÝíُ ٦ ح - ĺ .٣١٨٩/٥،ïĻđø īÖ انijýĭĤ مijĥđĤا÷ ĩü ؛١٦١ ص ،אرسĘ īÖź Ĺ×èאāĤا :óčĬا ٧ ٥ ١٠ ١٥ 428 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yarı mide ile yiyin ki yaşayasınız Çünkü içinde bulunduğunuz zaman kıtlık/açlık zamanıdır Dördüncüsü Sîbeveyhi’nin görüşüdür. Buna göre bu ifade iki çoğulun arasında bulunduğu için, tekil formda da olsa çoğul anlamına delâlet eder. Bunun örneği “Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” [ el-Bakara 2/257]âyetindeki kullanımdır. Burada “karanlıklar” ifadesinin çoğul olması, “ nûr” kelimesi ile de çoğul anlamın kastedildiğine delâlet eder. Şair [ Alkame b. Abde] şöyle demiştir: [Öyle ıssız bir yol ki] orada bitkin develerin leşleri bulunur Kemikleri bembeyaz [etleri sıyrılmış], derisi kupkuru Yani “Derileri ise kupkuru.” “Gözleri üzerinde” Buradaki ebsâr kelimesi gözler anlamına gelir. Basar göz demektir, çoğulu da ebsârdır. Tıpkı sefer kelimesinin çoğulunun esfâr olması gibidir. Kesre ile ibsâr ise görmek demektir. el-Besâretü, gören kimsenin özelliğidir. Şerufe fiili ile aynı babdan besure fiili “Basiret sahibi oldu.” anlamındadır. Besure bihi, “Onu gördü” demektir. Allah Teâlâ Sâmirî’nin Besurtü bi-mâ lem yebsurû bihi (Onların görmediklerini gördüm.) [ Tâhâ 20/96] dediğini nakletmektedir. Basîret kalp ile görmektir. Yine basîret delil anlamına da gelir. “Aksine insan kendi nefsi aleyhine şahittir.” [ el-Kıyâme 75/14] âyetindeki basîretün kelimesinin “şahit” anlamına geldiği, yani kıyamet günü insanın uzuvlarının yaptıklarına şahitlik edeceği söylenmiştir. “Bugün gözün keskindir.” [Kāf 50/22] âyeti “bilgin etkilidir” anlamındadır. “Ve gündüzü gösterici kıldık.” [ Yûnus 10/67] âyetindeki mübsıran kelimesi ise “içerisinde görme fiilinin gerçekleştiği zaman” anlamındadır. “Biz gündüz âyetini gösterici kıldık.” [ el-İsrâ 17/12] âyetinde aynı kelime ise “aydınlatıcı, gösterici” anlamındadır. el-İstibsâr kelimesi de emin olmak, kesin bilgi sahibi olmak anlamındadır. Eğer, “Ebsâr kelimesinin tekili olan basar kelimesi de tıpkı es-sem‘u kelimesi gibi mastardır, o hâlde [yani es-sem‘u mastar olduğu için tekil kullanıldığı hâlde] bu kelime neden tekil kullanılmadı?” diyecek olurlarsa şöyle deriz: Çünkü basar kelimesi mastar olduğu gibi gözün ismidir de, bu durumda tekil kullanımı mastar değil, isim olacaktı, bu nedenle çoğul kullanıldı. Kelimenin mânası -doğrusunu Allah bilir- şöyledir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 429 ÿĻĩì ُ īĨز ٌ ħכĬאĨز نÍĘ اijýĻđÜ ħכĭĉÖ ėāĬ ĹĘ اijĥُכُ ِ ï، כĩא ّ èُ ٢ īĻđĩä؛ ïĘل ĵĥĐ اďĩåĤ وإن و ćøijÜ ١ įĬإ :įĺij×Ļø لijĜ ďÖاóĤوا ِۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٥٧/٢] دل ĵĥĐ اijĬŶار ذכó ¹ُر َ« ّ اª³ ªِ ُ ُ»َ̄ ِ Yت ا ªا ّ ±َR ِ ْ·ُjُ ِ ysْ ُ À﴿ :įĤijĜ ĹĘ ٤ ٣ اóĤاĹĐ: اĩĥčĤאت، وĜאل ÕĻ ُ ĥِāَ Ęَ א َ İïُĥْäِ אƪ Ĩَ َ أ َא َĘِ ×ٌ ăĻ و ıُ Ĩאčَ Đِ אƪ Ĩَ َى َÉĘ ó ْ ùèَ ėٌ َ َא ِĻä ıÖِ .Ù×ĻĥĀ אİدijĥä أي ٥ اīĻđĤ، وįđĩä اāÖŶאر، óā×Ĥوا ،ħıĬijĻĐ أي﴾ ْ¶ ِ ِ َْ\ ‡َYر « ا ٰٓ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوَ» ó ُ āÖ ïĜو ،óĻā×Ĥا ÙęĀ אرةā×Ĥوا ،ÙĺؤóĤا óùכĤאÖ אرāÖŸوا ،אرęøŶا įđĩä óęùĤכא ٧ ُف، أي Āאر óĻāÖا، وóāÖ įÖ أي رآه، Ĝאل đÜאĵĤ ì×óا īĐ اùĤאóĨي: óüَ ٦ ِ ïّ َ è īĨ ،אąĺأ ÙĭĻ×Ĥا ةóĻā×Ĥوا ،ÕĥĝĤا Ùĺرؤ ةóĻā×Ĥوا ،]٩٦/٢٠ ،įĈ] ﴾µ۪ ِ َْ[ ُ‡ُyوا \ À ْ َ ª Y¯َ ِ َ ْ‡ُy ُت \ \﴿ ةۙ﴾ [اĻĝĤאÙĨ، ١٤/٧٥[، ģĻĜ: أي ijäارįè óĻāÖة ٌ yÁَ ‡۪ َ \ µ۪ ِ Ÿَْ ² »ٰ ِ ²ْ َ ُYن َ» َ ِ© ْاÊ وįĤijĜ:\﴿ uÀ] ﴾ق، ٌ u۪ nَ مَ¹ْÁَْ ٨ üאïİة ıĻĥĐא ĩÖא رأت īĨ ıĥĩĐא ijĺم اĻĝĤאÙĨ، وįĤijĜ:﴿ َžَ ]ُ‡َyَك اª أي :įĤijĜو ،įĻĘ óā×ĺ أي] ٦٧/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ۜ ََ· َYر ُRْ[ ‡ِ ًyا ٢٢/٥٠] أي ĩĥĐכ ĬאñĘ، وįĤijĜ:﴿ َو ّ اª³ ِ ُRْ[ َ‡ِyًة﴾ [اóøŸاء، ١٢/١٧] أي ÙÑĻąĨ، واÝøź×āאر اīĝĻÝĤ. ََ·Yر ََ_ ّ اª³ Àٰ ْ َ ـٓ³Y ا ﴿َو َjَ« įĬŶ :אĭĥĜ ؟ďĩùĤכא رïāĨ ijİو óāÖ ٩ ïèاijĤوا אرāÖŶا ďĩä ħĤ :اijĤאĜ نÍĘ :-ħĥĐأ ųواƩ - ÙĩĥכĤا ĵĭđĨو כĤñĤ ďĩ ُ åĘ راïāĨ ź אĩøا ١٠כאنĘ אąĺأ īĻđĥĤ ħøا ١ ر: ذכó. ٢ ر: īĻÖ. ٣ ح: Ĝאل. .(٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا (١٩٠/١ ،Ĺ×ĈóĝĤا óĻùęÜ ؛»ÕĥĀ» ،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä :óčĬا .ةï×Đ īÖ ÙĩĝĥđĤ ÛĻ×Ĥا ٤ ٥ ح ر: ĘאĤ×óā. ٦ ر: ïĐ. ٧ م ط - īĐ اùĤאóĨي، çĀ İאûĨ ط. ٨ ح - أي. ٩ ح: ĘאijĤاïè. ١٠ ر: وכאن. ٥ ١٠ ١٥ 430 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Onların kalp gözlerinin üzerinde gaflet perdesi, şüphe örtüsü, karanlık bulutu vardır. Bu yüzden hakkı göremezler, onu kabul edemezler ve ona teslim olmazlar. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Onlar gözleri olduğu hâlde hakka karşı kördürler, tıpkı kulakları olduğu hâlde ona karşı sağır kesildikleri gibi. “Perde” el-Gişâve ve el-gişâ kelimeleri örtü anlamına gelir. et-Tagşiye, örtüp kaplamak demektir. “Elbiselerine örtünürler.” [ Hûd 11/5] âyetinde yestagşûne kelimesi “örtünürler, bürünürler” anlamına gelir. “Örttüğü zaman geceye yemin olsun.” [el-Leyl 92/1] âyetinde yegşâ fiili “Karanlığı ufku kapladı.” anlamına gelir. “Denizde onları kaplayan kapladı.” [ Tâhâ 20/78] âyetindeki gaşiyehüm fiili, “Onların üzerine yükseldi ve üzerlerini kapladı.” anlamına gelir. “Onu sarıp sarmaladığında” [ el-A‘râf 7/189] âyetindeki tegaşşâhâ fiili cinsel ilişki anlamına gelir ki bunda da örtüp kapatma anlamı vardır. el-Gāşiyetü, semeri örten şey demektir. “Allah’ın azabından onları sarıp sarmalayacak bir belâ...” [Yûsuf 12/107] âyetindeki gāşiyetün kelimesi, “onların başlarına gelen azap” anlamındadır. “Sana kıyametin haberi geldi mi?” [el-Gāşiye 88/1] âyetindeki el-gāşiye kelimesi mahlûkatı kuşatan kıyamet demektir. “Üzerlerinden ateşten örtüler...” [ el-A‘râf 7/41] âyetindeki gavâş kelimesi, ateşten örtü anlamındadır. el-Gaşyü bayılmak demektir. “Kendisine ölüm baygınlığı gelen kimse gibi...” [ el- Ahzâb 33/19] âyetindeki yugşâ ‘aleyhi ifadesi, “baygınlık” anlamına gelir ki bunda da aklın örtülmesi söz konusudur. Bu kelimenin okunuşunda ihtilâf edilmiştir. Çoğunluğun okuyuşu gayn harfinin kesresi, elif ziyadesi ve kelimenin sonunun ref‘i ile [gişâvetün şeklinde]dir. Hasan-ı Basrî gayn harfinin ötresi ve elif ziyadesi ile [guşâvetün şeklinde], Abdullah b. Mes‘ûd’un kıraatini okuyanlar ise gayn harfinin fethası ile ve elif ziyadesi olmaksızın gaşvetün şeklinde, Cahderî gayn harfinin fethası ve elif ziyadesi ile gaşâvetün şeklinde, el- Mufaddal gayn harfinin kesresi ve kelimenin sonunun nasbı ile gişâveten şeklinde okumuştur. Dil açısından bu kelimenin okunuşunda altı geçerli seçenek vardır: Elif ziyadesi ve gayn harfinin fethası, ötresi ve nasbı ile gişâvetün/gaşâvetün/guşâvetün şeklinde; elif ziyadesi olmaksızın ve gayn harfinin fethası, ötresi ve nasbı ile gişvetün/ gaşvetün/guşvetün şeklinde. Bunlar içerisinde en sahih ve açık olanı gayn harfinin kesresi ve elif ziyadesi ile [gişâvetün şeklindeki] okunuştur. Şair [ Hâris b. Hâlid b. Âs, vaktiyle çok yakın olduğu halife Abdülmelik b. Mervân’dan beklemediği soğukluğu görünce] şöyle demiştir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 431 ěéĤا ونóĺ ŻĘ ٍ ÙĩĥČ ُ ٍ وéøאب Ùı×ü ُ ٍ وĉĔאء ÙĥęĔ ُ وĵĥĐ أāÖאر ħıÖijĥĜ åèאب ْ َن īĐ اěéĤ ďĨ وijäد اijĻđĤن כĩא ij َ ĨאđÝĺ אهĭđĨ :ģĻĜو ،įĤ אدونĝĭĺ źو įĬijĥ×ĝĺ źو ijƫن įĭĐ ďĨ وijäد اŴذان. ĨאāÝĺ ۘة﴾ ĘאýĕĤאوة واýĕĤאء اĉĕĤאء، واÙĻýĕÝĤ اÙĻĉĕÝĤ، وįĤijĜ: ٌوYَ ƒَ šِ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو َ ›ْ ۙƒٰ«﴾ [اģĻĤ، ١/٩٢[ ِ َذا À ْÁِ©ا َّ ﴾ [ijİد، ٥/١١] أيijĉĕÝĺن ıÖא، وįĤijĜ:﴿ َواª ْۙ·َُ \YÁَِ f ن¹َ ƒُ ›ْcَْ َ À﴿ ħİŻĐ أي] ٧٨/٢٠ ،įĈ] ﴾ۜ ْ·ُÁَƒِ šَ Y®َ ِ ّÁَْ ªا ±َR ِ ْ·ُÁَƒِ ›َžَ﴿ :įĤijĜو ،ěĘŶا َ į ُ ĨŻČ Ĺِ ّ ĉَ ĕ ُ أي ĺ َ ›َ ٰƒّ َÁ·Y] ﴾اóĐŶاف، ١٨٩/٧] أي وıÑĈא وįĻĘ اÙĻĉĕÝĤ، واĕĤאÙĻü Ĩא b Yَ ¯ّ َ «žَ﴿ :įĤijĜو ،ħİאĉĕĘ ƪ :و ،ħıĥĥåÜ įÖijĝĐ أي] ١٠٧/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ِٰ Ãا ّ اب ِ wَ َ ±ْ ®ِ _ٌ Áَ‚Y ِ šَ ﴿ :įĤijĜو ، َ óÝø اóùĤج ±ْ ®ِوَ ﴿:įĤijĜو ،ěĥíĤا ģĥåÜ ÙĨאĻĝĤا Ĺİ [١/٨٨ ،ÙĻüאĕĤا﴾ [ۜ _ِÁَ‚Y ِ ›َ ْ ªا eÀ ُ u۪ nَ ¥Áَ bٰ َ ﴿ َ¶ ْ© ا ۪wي َّ ُ اĩĔŸאء، وįĤijĜ: ﴿ َ¦ªY Ĺýْ َ ĕĤوا ،אرĬ īĨ ėéٌ ُ ۜ ﴾ [اóĐŶاف، ٤١/٧] أي Ĥ ِ¢ِ¹ْžَ·ْ ¹َšَ ٍ اش . ģĝđĥĤ óÝø įĻĘو ،įĻĥĐ ĵĩĕĺ أي] ١٩/٣٣ ،ابõèŶا ﴾ [ِتۚ ¹َْ̄ ْ ªا ±َR ِ µِÁَْ «َ »ƒٰ ›ْ ُ À ďĘور ėĤŶا אدةĺوز īĻĕĤا óùכÖ ÙĨאđĤا اءةóĝĘ ؛ÙĩĥכĤا هñİ اءةóĜ ĹĘ ėĥÝìا ħà īÖ ųا Ʃ ï×Đ אبéĀأ اءةóĜو ،ėĤŶا ďĨ īĻĕĤا ħąÖ īùéĤا اءةóĜو ،óìŴا] [٦٠ب ة çÝęÖ اīĻĕĤ ّ : šَ ƒَ َYوٌ ة çÝęÖ اīĻĕĤ óĻĕÖ اėĤŶ، وóĜاءة اïéåĤري ٌ ¹َƒْ šَ :Ġ دijđùĨ ÙĕĥĤا ĹĘ ħĻĝÝùĺو .óìŴا ÕāĬو īĻĕĤا óùכÖ ةًوYَ ƒَ šِ ١ ďĨ اėĤŶ، وóĜاءة اģąęĩĤ: çÝęÖ ėĤŶا óĻĕÖ ة ٌ ة ÖאėĤŶ çÝęÖ اīĻĕĤ وıĩĄא وכİóùא، ْ و¹َƒš ÙÝø أوįä؛ ƒšَ َYوٌ ٢ اīĻĕĤ وıĩĄא وכİóùא، وأİóıČא وأıéĀא اĤכóù ďĨ اėĤŶ، Ĝאل اýĤאóĐ: ّ (ت. ١٦٨İـ٧٨٤/م) إĨאم óĝĨئ ijéĬي، أñì اóĝĤاءة īĐ ĐאħĀ īÖ ّ اĤכĹĘij Ĺ׹Ĥا ïĩéĨ īÖ ģąęĩĤا ïĩéĨ ijÖأ ijİ ١ ÙĺאıĭĤا ÙĺאĔ :óčĬا .أوس īÖ ïĻđøو כĤאĨ īÖ Ùĥ×äو ĹÐאùכĤا ةõĩè īÖ ĹĥĐ įĭĐ اءةóĝĤا روى ،ûĩĐŶوا دijåĭĤا ĹÖأ īÖź اõåĤري، .٢٦٨/٢ .(٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا (١٩١/١ ،Ĺ×ĈóĝĤا óĻùęÜ ؛»אýĔ» ،رijčĭĨ īÖź بóđĤا אنùĤ :óčĬا .ĹĨوõíĩĤا ïĤאì īÖ אرثéĥĤ ÛĻ×Ĥا ٢ א. َ ıُ Ĩijُ Ĥَ أ Ĺùِęْ َ Ĭ Ûُ ْ đĉƪ Ĝَ Ûْ ĥَ َ åْ א اĬ ƪ ĩĥَ َ Ę ٌ َ ة א ِĔ َýאو َ ı ْ Ļĥَ َ Đ Ĺِ ĭ ْ Ļ َ ُ َכ ِإ ْذ Đ Ý ْ ×éِ َ وıĻĘא ورد: Ā ٥ ١٠ ١٥ 432 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Gözümün üzerinde perde (gişâvetün ) var iken sana tâbi oldum Şimdi perde açılınca kendimi parçalarcasına kınıyorum Çoğunluğun kıraati bu kelimenin son harfinin ref‘ edilerek okunması şeklindedir, çünkü “Gözleri üzerinde perde vardır.” ifadesi mübtedâdır, ilk cümledeki hateme fiiline atıf değildir. Bu kelimeyi mansub olarak okuyanlar başında gizli bir ca‘ale (kıldı/yarattı) fiili takdir ederler, yani “Gözleri üzerine perdeler kıldı.” şeklinde anlamlandırırlar. Bunun mânası şöyledir: Kalp gözleri üzerinde gaflet perdesi, şüphe kılıfı bulunur, dünyada hakka karşı körlük yaptıkları için âhirette bu şekilde diriltilirler. Hak Teâlâ “Kim bu dünyada kör ise o âhirette de kördür.” [ el-İsrâ 17/72] buyurmuştur. Onlar gözlerinin üzerine perdeler koydukları için bu durum onlarda dünyada, ölüm anında, kabirde, kıyamette ve cehennemde devamlı olarak kalır. Nitekim Hak Teâlâ onların dünyadaki hâlleri hakkında “Onları perdeledik, artık göremezler.” [ Yâsîn 36/9] buyurmuş; ölüm anındaki hâlleri hakkında ise şöyle demiştir: “Sanki kendisine ölüm baygınlığı gelmiş kimse gibi...” [ el- Ahzâb 33/19], “Allah’ın azabından onları sarıp sarmalayacak bir belâ...” [Yûsuf 12/107], “Azabın kendilerini kuşatıp örttüğü gün...” [ el-Ankebût 29/55], “Ve ateş yüzlerini kaplar.” [İbrâhîm 14/50], “Sana kıyametin haberi geldi mi?” [el-Gāşiye 88/1] Bir görüşe göre bu, karanlığı ve dehşeti ile onları kaplayacak olan kıyamettir. Bir başka görüşe göre ise bu “Ve ateş yüzlerini kaplar.” [İbrâhîm 14/50] âyetinde sözü edilen ateştir. Bir görüşe göre gāşiye [perde] üç şeydir: Gözlerin perdesi ki bu Allah ile karşılaşmaktan perdeler; bedenlerin perdelenmesi ki bu ateşten gömlektir; kalplerin perdesi ki bu da kopmak, ayrılmaktır. Bunlar dünya perdeleridir ve Allah Teâlâ’nın “Sizi ilk nasıl yarattı ise o şekilde döneceksiniz.” [ el-A‘râf 7/29] âyetinin tahkiki olarak, âhirette de onları perdeleyecektir. Âyette hususen kalplerin, kulakların ve gözlerin zikredilmesinin sebebi, hitabın bu üç uzvun hak yolda kullanılması ile gerçekleşiyor olmasıdır. Nitekim Hak Teâlâ “Akletmez misiniz?” [ el-Bakara 2/44], “İşitmez misiniz?” [ el-Kasas 28/71], “Görmez misiniz?” [ ez-Zâriyât 51/21] buyurmuştur. Bu hitap Allah Teâlâ’nın insanlara gerekli sebepleri [araçları] hazırlamasından sonradır. Şöyle buyurmuştur: “Sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yaratan O’dur.” [el- Mü’minûn 23/78] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 433 َא ıُ ĨijĤَُ أ Ĺùِ ęْĬَ Ûُ ْ đĉƪ Ĝَ Ûْ ĥَåَ Ĭاْ א ƪ ĩĥَĘَ ةٌ َ َא ِĔ َýאو ıْ Ļĥَ َ Đ Ĺĭِ ْ Ļ َ ُ َכ ِإ ْذ Đ Ýđ×َِ Ü ۘة﴾ ñİا כŻم Ĩ×ïÝأ ِ ِ¶ ْ šِ ƒَ َYوٌ َْ\ ‡َYر « ا ٰٓ وóĜاءة اŶכóá ďĘóÖ اóìŶ؛ ÍĘن įĤijĜ:﴿ َوَ» ģđäو أي» ģđäو «אرĩĄإ ĵĥđĘ į×āĬ īĨو ،ħÝíĤאÖ ولŶا ĵĥĐ فijĉđĨ óĻĔ ijİو .אوةýĔ ħİאرāÖأ ĵĥĐ ĹĘ ěéĤا īĐ اijĨאđÜ ١ אĩĥĘ ،Ùı×ü فŻĔو ÙĥęĔ אءĉĔ ħıÖijĥĜ אرāÖأ ĵĥĐ :אهĭđĨ ħà ةِyَrِ Êا ٰ ْ¿ žِ ¹َ·ُžَ̄« ٰ ْ َ ا ٓه۪wِ ¶ٰ ¿ž۪ نYَ ¦َ ±ْ ®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ĵ×ĝđĤا ĹĘ نijáđ×ĺ כĤñכĘ אĻĬïĤا ĹĘ ÙĤאéĤا هñİ ٢ ħıĤ ģāÝÜ אوةýĔ ħİאرāÖأ ĵĥĐ اijĥđä אĩĤو] ٧٢/١٧ ،اءóøŸا̄«﴾ [ٰ ْ َ ا ْ·ُžَ ْ ¶Yُ ³َÁْƒَ šْ َ اĻĬïĤא وïĭĐ اijĩĤت وĹĘ اĝĤ×ó وĹĘ اĻĝĤאÙĨ وĹĘ اĭĤאر، Ĝאل ĹĘ اĻĬïĤא: ﴿žَY ْ َ̄¹ْ ۚتِ ﴾ [اõèŶاب، ªا ±َR ِ µِÁَْ «َ »ƒٰ ›ْ ُ À يw۪ َّ ªY¦َ﴿ :تijĩĤا ĹĘ אلĜو] ٩/٣٦ ،÷ĺ] ﴾ونَ yُ‡ِ ]ْ ُ À Êَ ْ َ َw ُ اب﴾ ªا ُ·Áُ ƒٰ ›ْ َ َ¹َْم À À﴿ :אلĜو] ١٠٧/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ِٰ Ãا ّ اب ِ wَ َ ±ْ ®ِ _ٌ Áَ‚Y ِ šَ ﴿ :אلĜو] ١٩/٣٣ ¥Áَ bٰ َ Yر﴾ [إóÖاħĻİ، ٥٠/١٤ [وĜאل: ﴿َ¶ ْ© ا ُۙ َ َ ›ْ ƒٰ« ُو ُj ¹َ¶ُ·ُ ّ اª³ [اĭđĤכ×ijت، ٥٥/٢٩] وĜאل: ﴿َوb ģĻĜو .אıÝĐאčĘو אıÝĩĥčÖ ħİאýĕÜ ÙĨאĻĝĤا Ĺİ :ģĻĜ [١/٨٨ ،ÙĻüאĕĤا﴾ [ۜ _ِÁَ‚Y ِ ›َ ْ ªا eÀ ُ u۪ nَ אرāÖŶا ÙĻüאĔ :אءĻüأ ÙàŻà Ĺİ ģĻĜو .]٥٠/١٤ ،ħĻİاóÖإ﴾ [ُ·ُ¶¹َ jُ وُ« ƒٰ ›ْ َ b﴿ אرĭĤا Ĺİ ٣ وĔאÙĻü اïÖŶان وĹİ ÙĜóè اĭĤאر، وĔאÙĻü اijĥĝĤب وĹİ ،ųا Ʃ אءĝĤ īĐ Ù×åéĤا Ĺİو įĤijĝĤ אĝĻĝéÜ ĵ×ĝđĤا ĹĘ אواتýĕĤا هñİ ħıÝàأور אĻĬïĤا ĹĘ אوةýĔ هñıĘ ٤ .ÙđĻĉĝĤا Ù×Ļİ ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٢٩/٧]. َ ُ ¹ُد َون b ْ¦ُ َ َ َuا \ Y¯َ¦َ﴿ :ĵĤאđÜ ħà إĩĬא ذכó ĹĘ اÙĺŴ اijĥĝĤب واďĩùĤ واāÖŶאر؛ Ŷن اĉíĤאب כאن ÖאĩđÝøאل َ َْ̄ ُ ¹َن﴾ [اÿāĝĤ، b Ëَžََ َ ُ£ِْ» ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٤٤/٢] ﴿ا b Ëَžََ ñİه اÙàŻáĤ ĹĘ اěéĤ כĩא Ĝאل: ﴿ا ħıĤ ųا Ʃ َ É ƪ َžََË ُbْ ]ُ‡ِy َون﴾ [اñĤارĺאت، ٢١/٥١] وכאن ñİا اĉíĤאب ïđÖ أن Ļİ ٧١/٢٨] ﴿ا ۜ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ٧٨/٢٣] َ ُ§ ُ ّ اªَ ْ¯•َ َو َْ اÊْ \‡َ َYر َو َْ اÊِٔžْـَuَة ª َ Yƒَ ²َْ ۪ ي ا ٓ َّـw اøŶ×אب Ĝאل: ﴿َو ُ¶¹َ اª ١ ح ر: وĩĤא. ٢ ح ر: ħıÖ. ٣ ح + ħıĻĥĐ. .ûĨאİ çĀ ،ÙđĻĉĝĤا Ù×Ļİ Ĺİو ..... ħİאýĕÜ ÙĨאĻĝĤا Ĺİ :ģĻĜ - ط ٤ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 434 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ancak onlar bu uzuvları, kullanılması emredilen yerlerde kullanmamışlar, bundan dolayı da dünyada kalplere ve kulaklara mühür vurulması, gözlere ise perde indirilmesi ile cezalandırılmışlardır. Kıyamet günü de cezaları bu cinsten olacaktır ki bu, Allah Teâlâ’nın şu âyetlerinde ifade edilmiştir: “Kalpler var ki o gün şiddetle çarpacaktır.” [ en-Nâziât 79/8], “Bir ateş ki yüreklere işler.” [el-Hümeze 104/7], “O sağır edici çığlık geldiği zaman...” [ Abese 80/33] yani kulakları sağır edecek çığlığı geldiği zaman. “O gün gözleri korku ile inecektir.” [ en-Nâziât 79/9], “O gün biz günahkârları gök gözlü olarak haşrederiz.” [ Tâhâ 20/102] yani kör olarak haşrederiz. Sonra da onların âhiretteki cezalarını beyân etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Onlar için büyük bir azap vardır.” el-‘Azâb ceza demektir. el-Azb acının zıttı, tatlılık sahibi şeydir. İ‘zâbü’n-nefsi an kezâ nefsi bir şeyden alıkoymak demektir. Cezaya azap isminin verilmesinin sebebi, akıl sahibi insanın, üzerinde düşündüğü zaman kötülükten uzak durmasına vesile olmasıdır. Bir görüşe göre bunun sebebi cezanın, kişinin tabiatı gereği tattığı lezzet ve keyfin, hevâsına uyarak dünyada tattığı şeyin karşılığı olmasıdır. Azîm büyük demektir. Bir görüşe göre bu “çok” anlamına, bir başka görüşe göre ise “devamlı” anlamına gelir, yani ebedî ateş azabı demektir. Büyüklüğü dehşetinden, hâlinin şiddetinden, zincirlerinin çokluğundan gelir. Bir görüşe göre bu dünyada öldürülmek ve esir edilmek, âhirette ise ateşte yanmaktır. Zâhir ve bâtın itibariyle mümin olanları ve zâhir ve bâtın itibariyle kâfir olanları zikrettikten sonra şimdi zâhiren iman eden, fakat iç dünyalarında kâfir olan kimseleri zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır: 8. İnsanlardan, inanmadıkları hâlde ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık.’ diyenler de vardır. [ el-Bakara 2/8] “İnsanlardan” yani insan cinsinden. en-Nâs (insanlar) kelimesi “insan” kelimesinin aynı lafızdan olmayan çoğuludur. Çünkü el-insân kelimesi ins kökünden fi‘lân veznidir, ins “gördü” anlamına gelen ânese fiilinden türemiştir. el-Cinn kelimesi ise “gizlendi” anlamındaki ictenne fiilinden gelir. Nitekim insanlar görünürken cinler görünmezler. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 435 بijĥĝĤا ĵĥĐ ħÝíĤאÖ אĻĬïĤا ĹĘ اij×ĜijđĘ įĻĘ אıĤאĩđÝøאÖ واóĨأ אĩĻĘ אİijĥĩđÝùĺ ħĥĘ واĩøŶאع واýĕĤאوة ĵĥĐ اāÖŶאر وijĺم اĻĝĤאÙĨ īĨ ĭä ÷ذĤכ ÖijĝĐאıÜא وĹİ Ĩא ﴾ۜ َ« َْ اÊِٔžْـَuِة «َ •ُ«ِ َ ّ َ b ¿c۪ َّ ªَ ] وĜאل: ﴿ا أ ٦١] ١ ٌ_ۙ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٨/٧٩] َ¹َْRِئٍw َو ِ اjŸَ ¹ب À Ĝאل: ﴿ُ¢ُ» ٌ Y¶َرYُ ‡َ \َْ ۘ_﴾ [Đ÷×، ٣٣/٨٠ [أي اÙĩāĩĤ وĜאل: ﴿ا ُ َ [اõĩıĤة، ٧/١٠٤] وĜאل: ﴿ِžَYَذا َٓj َYء ِت ّ اªَٓ‡ ّrY َ¹َْRِئٍw ُزْر¢ًąۚ] ﴾įĈ، ١٠٢/٢٠ [أي ĻĩĐא، À ±Áَ ®۪ ِ ykْ ¯ُ ْ ªا yُƒُ oْ َ ٢ وĜאل: ﴿َو² ۢ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٩/٧٩] _ٌ َ ‚Y ِ rَ :אلĝĘ ةóìŴا ĹĘ ħıÝÖijĝĐ īĻÖ ħà Á ﴾ĘאñđĤاب اÙÖijĝđĤ، واñđĤب ذو اñđĤوÙÖ وĹİ ăĻĝĬ اÙèijĥĩĤ، ۟ ُ·ْ َ َw ٌ اب َ ۪ ٌ َ ﴿َوª إذا ÙĺאĭåĤا īĨ ďĭĩĺ įĬŶ א؛ÖاñĐ ابñđĤا Ĺĩøو .įĭĐ אıđĭĨ ijİ اñכ īĐ ÷ęĭĤا ابñĐوإ ٣ اđĤאģĜ. وģĻĜ إĩĬא Ĺĩø įÖ؛ įĬŶ õäاء Ĩא اįÖñđÝø اóĩĤء ĉÖ×įđ أي اĉÝøאįÖ؛ אıĻĘ ģĨÉÜ وĤñĤכ Ĝאل: ﴿žَ ُw ُو¹¢ا َ َw ۪ا\¿﴾ [اóĩĝĤ، ٣٩/٥٤ [وإĩĬא ñĺاق اÕĻĉĤ ĵĥĐ ĵĭđĨ أįĬ õäاء Ĩא ٤ ijıÖاه ĹĘ دĻĬאه. اĉÝøאįÖ واŻéÝøه Á ﴾أي כ×óĻ، وģĻĜ: أي כóĻá. وģĻĜ: أي داħÐ وijİ اÕĺñđÝĤ ÖאĭĤאر ۟ وįĤijĜ: ﴿ َ ۪ ٌ óøŶوا ģÝĝĤا ijİ :ģĻĜو .įĤŻĔوأ įĥøŻø ةóáوכ įĤاijèأ ةïüو įĤاijİÉÖ įĩčĐ ħà .اïÖأ .ĵ×ĝđĤا ĹĘ אرĭĤאÖ ěĺóéÝĤوا אĻĬïĤا ĹĘ ħà ذכó ïđÖ ذכó اīĻĭĨËĩĤ Čאóİا وÖאĭĈא واĤכאīĺóĘ Čאóİا وÖאĭĈא اĭĩĤאīĻĝĘ اīĺñĤ ٥ ĝĘאل: آijĭĨا Čאóİا وכóęوا ÖאĭĈא īĻ َۢ ĭ۪ĨِËْ ُ ĩÖِ ْ َא ُħİ Ĩَ و óِìِ źا ٰ ْ ِ ْم ijَ ĻĤאْ Öِ َ Ʃِ אų و Öِ אƪ ĭَ Ĩاٰ لijُ ĝَُ ĺ īْ َ Ĩ אس ِ ƪ ĭĤا īَ Ĩِ َ -٨ و ،įčęĤ óĻĔ ĵĥĐ אنùĬإ ďĩä אسĭĤوا .÷ĬŸا÷ ĭä īĨو أي﴾ سY ِ َ ﴿َوِR ±َ ّ اª³ َ÷ َ أي أóāÖ. واīåĤ īĨ اīÝä أي اóÝÝø؛ ٧ وñìÉĨه īĨ آĬ َن īĨ إĬ÷ Żْ đِ Ę ٦ Ęـ«اùĬŸאن» َ ون. ó ُ ĺ ź īåĤوا ون َ ó ُ ĺ óý×ĤאĘ ١ + أي ïĺïüة اóĉĄźاب. ٢ ر + أي ذÙĥĻĤ ĩÖא óĐاİא īĨ اóĻĕĤ واóĻéÝĤ. ٣ ر + واďĭÝĨ įĭĨ. ٤ ر: واĥåÝø×į. ٥ ط - اĭĩĤאīĻĝĘ اīĺñĤ آijĭĨا Čאóİا وכóęوا ÖאĭĈא، çĀ İאûĨ. ٦ ح: و»اùĬŸאن». ٧ ح: اĬŸ÷. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 436 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu kelime vahşetin zıddı olan üns kökünden türemiştir. İnsana bu ismin verilmesinin sebebi ise bedeninin ruhuna, ruhunun da bedenine ünsiyetidir. Bir başka görüşe göre bu kelime if‘ilân veznindedir ve aslı insiyân şeklindedir. Bunun delili, kelimenin küçültme formunun üneysân şeklinde olması, yani hazfedilmiş ye harfinin bu formda geri dönmesidir. İnsana bu ismin verilmesinin sebebi ise onun unutkanlığıdır. Nitekim Allah Teâlâ Hz. Âdem hakkında “Unuttu ve biz onda kararlılık görmedik.” [ Tâhâ 20/1159] buyurmuştur. Bu nedenle “Şüphesiz insan Rabbine karşı çok nankördür.” [el-Âdiyât 100/6] âyetinin tefsirinde kenûd kelimesinin nimetleri hep unutan, fakat sıkıntıları hiç unutmayan anlamına geldiği söylenmiştir. Bu kelimenin çoğulu olan en-nâs kelimesi aynı lafızdan değildir, çünkü ennâs kelimesinin üns kökünden de nisyân kökünden de türetilmesi mümkün değildir. Bu çoğul kelimenin anlamı hareket mânasındaki en-nevs kelimesinden gelir, insanlara bu ismin verilmesinin sebebi onların yükümlülüklerinde, sakıncalı fiillerde ve mübah işlerde hareket hâlinde olmalarıdır ki diğer canlıların (hayvanların) hareketleri bütün bu alanlarda değildir. “Diyenler de vardır.” Âyetteki men kelimesi hem tekil hem de çoğul için kullanılır. Bu âyette çoğul için kullanılmıştır. Yani anlam, “Böyle diyen bir topluluk vardır.” şeklindedir. Bunlar -Allah onlara lânet etsin- münafıkların reisleri olan Abdullah b. Übey b. Selûl, Muattib b. Kuşeyr, Ced b. Kays ve başkalarıdır. Mücâhid şöyle demiştir: Bu sûrenin başından dört âyet müminlerin, iki âyet kâfirlerin, on üç âyet ise münafıkların nitelikleri hakkındadır. Mukātil şöyle demiştir: “Sûrenin başından iki âyet muhacir müminlerin nitelikleri hakkında, iki âyet Ehl-i kitap müminlerin nitelikleri hakkında, iki âyet kâfirlerin, on üç âyet de münafıkların nitelikleri hakkındadır.”1 “Allah’a ve âhiret gününe inandık.” Onların bunu iddia ettiklerini bildirmiş, sonra da “İnanmadıkları hâlde” buyurmuştur. Yani “Öyle değillerdir.” demiştir. Böylece onlardan imanı nefyetmiştir, çünkü iman onların kalplerinde değildir. Nitekim “Ağızları ile iman ettik diyen fakat kalpleri iman etmemiş olanlar…” [ el-Mâide 5/41] ve “Bedeviler iman ettik dediler, de ki: İman etmediniz…” [ el-Hucurât 49/14] buyurmuştur. Böylece Kerrâmiyye’nin “ İman sadece ikrardır.” şeklindeki görüşü geçersiz olmaktadır. 1 Mukātil, Tefsîr, 1: 88. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 437 įĬïÖو įĬï×Ö įèرو אسĭÑÝøź įÖ Ĺĩøو ÙýèijĤا ïĄ ijİ يñĤا÷ Ĭُ Ŷا īĨ ijİ :ģĻĜو óÖوįè، وģĻĜ: Ĺİ إŻđĘن وأįĥĀ إĻùĬאن؛ دģĻĤ ذĤכ أįĬ ĝĺאل ĹĘ اóĻĕāÝĤ: أĻùĻĬאن، ْ َ َ َوª ¿ِ ³َžَ﴿ :آدم ěè ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜو .įĬאĻùĭĤ ؛įÖ Ĺĩøو .ÙĘوñéĩĤا אءĻĤا אدđÝĘ ¹ٌۚد﴾ ³ُ§َ َ ª µ۪ \ِّyَِ ª نYَ َ ²ْ ِ َ ْاÊ ِ ّن ا ﴿:įĤijĜ óĻùęÜ ĹĘ אءä כĤñĤو ؛]١١٥/٢٠ ،įĈ] ﴾ ۟ Y®ً {ْ َ µُ َ ª uْ kِ َ ² ħĻĝÝùĺ ź įĬÍĘ ؛įčęĤ īĨ ź įđĩä אسĭĤوا .īéĩĥĤ אرّ ّ אء ħđĭĥĤ ذכ [اđĤאدĺאت، ٦/١٠٠] أي ùĬ ١ وijİ اóéÝĤك، ijĩøا ْ س ijƪ ĭĤا īĨ ďĩåĤا اñİ ĵĭđĨو .אنĻùĭĤا īĨ źو÷ ĬŶا īĨ įĥđäُ ź אتĬاijĻéĤا óÐאø כאتóèو ،ħıÜراijčéĨو ħıÜא×äووا ħıÜאèא×Ĩ ĹĘ ħıÜכאóéĤ įÖ .ħıĭĨ אİدijäو ïäijÜ ٢ ďĩåĥĤ أي َ £ُ ¹ُل﴾ כÙĩĥ﴿ َ ®±ْ ﴾çĥāÜ ijĥĤاïè واďĩåĤ وĭıİא À ±ْ ®َ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ħİóĻĔو÷ ĻĜ īÖ ïäو óĻýĜ īÖ Õِ ّ Ý َ đُ Ĩو لijĥø īÖ ĹÖُ أ īÖ ųا Ʃ ï×Đ ħİو ،»نijĤijĝĺ مijĜ» ] رؤوس اĭĩĤאīĻĝĘ. ب٦١ [ءźËİو -ųا Ʃ ħıĭđĤīĺóĘכאĤا ĹĘ אنÝĺوآ īĻĭĨËĩĤا ÛđĬ ĹĘ رةijùĤا أول īĨ אتĺآ ďÖأر :ïİאåĨ אلĜ وŻàث óýĐة آÙĺ ĹĘ اĭĩĤאīĻĝĘ. ģİأ ĹĭĨËĨ ĹĘ אنÝĺوآ īĺóäאıĩĤا īĻĭĨËĩĤا ÛđĬ ĹĘ אıĤأو īĨ אنÝĺآ «:ģÜאĝĨ אلĜو ٣ اĤכÝאب وآÝĺאن ĹĘ اĤכęאر وŻàث óýĐة آÙĺ ĹĘ اĭĩĤאīĻĝĘ«. :אلĜ ħà כĤذ نijĐ ƪ ïĺ ħıĬأ ħıĭĐ ó×ìأ﴾ ِ yrِ Êا ٰ ْ ِ َْÁ¹ْم ªYِ ِ ّÃY ِٰ َو\ \ Yَ ³ّ®َ ٰ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا :אلĜ ïĜو ħıÖijĥĜ ĹĘ īכĺ ħĤ ٤ įĬŶ ħıĭĐ אنĩĺŸا ĵęĭĘ ،اijùĻĤ أي﴾ ۢ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ِ ﴿َوَRY ُ ¶ْ\ اب ُ yَْ Êا َْ aِ َ ªYَ ۚ﴾ [اĩĤאïÐة، ٤١/٥] وĜאل: ﴿¢ ْ·ُ\¹ُ «ُ¢ُ ±ْ ®ِQْbُ ْ َ ¹َžَْ ِ ا¶ِ·ْ َوª Yِ \ Yَ ³ّ®َ ٰ ¹ُٓا ا ªYَ ¢ ±À َ w۪ َّ ﴿ِR ±َ اª َ ْ ُbْQِ®¹³ُا﴾ [اóåéĤات، ١٤/٤٩] وģĉÖ ñıÖا ijĜل اĤכóاÙĻĨ: إįĬ óåĨد اóĜŸار، ª ©ْ ¢ُ ۜ Yَ ³ّ®َ ٰ ا ١ ر: اijęĭĤس. ٢ ح: وĭİא. .٨٨/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ ٣ ٤ ر + ijĤ. ٥ ١٠ ١٥ 438 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Çünkü münafıklar bunu ikrar etmişler, fakat Allah Teâlâ onların imanını nefy etmiştir [yani olumsuzlamıştır]. Sonra burada “diyenler de vardır” ifadesindeki “demek” fiili tekildir, çünkü başındaki men lafzı tekile uygundur. Ardından “inanmadıkları hâlde” ifadesinde çoğul kelime kullanmıştır, çünkü asıl kastedilen budur, bu yüzden burada lafız anlama hamledilmiştir. Bu tıpkı “Kim ihsan sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır.” [ el-Bakara 2/112] ifadesinde lafız esas alınarak tekil form kullanıldıktan hemen sonra “Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” [ el-Bakara 2/112] ifadesinde anlam esas alınarak çoğul form kullanılmasına benzer. Aynı şekilde “Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız.” [ en-Nahl 16/97] ifadesinin ardından “Ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” [ en-Nahl 16/97] ifadesinin gelmesinde de aynı durum söz konusudur. “İnanmadıkları hâlde” ifadesindeki bi-mü’minîn kelimesinin başına gelen be harfi tekit bildirir. Bunun bir örneği de “O bir şair sözü değildir.” [ el-Hâkka 69/41] âyetinde vardır. Bu harfin hazfi de mümkündür, nitekim “Bu bir beşer değil!” [Yûsuf 12/31] âyetinde hazfedilmiştir, çünkü buradaki mâ kelimesi leyse anlamındadır, leyse kelimesinin kullanılması durumunda tekit için gelen bu be harfinin kullanılması da hazfedilmesi de mümkündür. Örneğin Allah Teâlâ “Allah hâkimler hâkimi değil midir?” [ et-Tîn 95/8] âyetinde bu harfi kullanmış, ama “Onlar eşit [hepsi aynı] değildirler.” [ Âl-i İmrân 3/113] âyetinde kullanmamıştır. Âyette Hz. Peygamber aleyhisselâmın mûcizesi de bulunmaktadır, çünkü bu kimseler görünüşte inandıklarını söylemişler, fakat içlerinde küfrü gizlemişlerdir, Hz. Peygamber aleyhisselâm ise onların kalplerinde olanı haber vermiştir. Bu, gayba dair bir haberdir ve Allah Teâlâ “O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği resuller başka.” [el-Cin 72/26-27] buyurmuştur. Bu âyet, iddianın geçerlilik deliline dayanmadıkça reddedileceğine de delâlet eder. Şair şöyle der: Kim sahip olmadığı bir şeyi ızhar ederse …İddiasında sınandığında rezil olur Elbette kendini metheden kınanır … Ve kendini kınayan methedilir Firavun “Ben Müslümanlardanım.” [ Yûnus 10/90] demiş, fakat kendisine “Daha önce fesatçılardan idin.” [ Yûnus 10/91] denilmiştir. Hz. Yûnus “Ben zalimlerden oldum.” [ el-Enbiyâ 21/87] demiş, fakat kendisine “Eğer o tesbih edenlerden olmasaydı…” [ es-Sâffât 37/143] denilmiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 439 َ £ُ ¹ُل﴾ وñİا À ±ْ ®َ﴿ :אلĜ įĬأ ħà כĤذ ħıĭĐ ĵęĬ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ כĤñÖ واóĜأ īĻĝĘאĭĩĤا نÍĘ ادóĩĤا ijİ įĬŶ ďĩåĤا ĵĥĐ ﴾ْ ¶ُ Y®َوَ ﴿:אلĜ ħà įĤ çĥāÜ ﴾±ْ ®َ﴿ Ùĩĥכ نŶ ïèاijĤا ģđĘ ﴾ۖ µ۪ \ِّرَ uَ³ْ ِ هُyُjْ َ َ ُµٓا «žَ ± ٌ ِ oْ ®ُ ¹َ¶ُ وَ ِٰ Ãِّ µُ·َjْ وَ َ َ «~ْ َ ٰ« َR ±ْ ا «َ \﴿ :įĤijĝכ ijİو ĵĭđĩĤا ĵĥĐ ģĩéĘ ﴾۟ ُ ¹َن ²{َoْ َ À ْ ¶ُ Êَوَ ْ·ِÁَْ ٌف َ» ¹ْrَ Êَوَ ﴿:אلĜ ħà ÙĕĻāĥĤ انïèijĤا ĵĥĐ اñıĘ [١١٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ²ُْ ٰg »َو ُ¶¹َ َْو ا ٍ ا y¦َذَ ±ْR ِ Yoً ِ ªY†َ ©َ ¯ِ َ ±ْ ®َ﴿ :įĤijĜ اñوכ ĵĭđĩĥĤ ďĩåĤا ĵĥĐ [١١٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ¹ُا ²Y¦َ Y®َ ±َِ nْ َ Yِ \ ْ ¶ُyَjْ َ َ ُ·ْ ا ³َّ Àِ {kْ ³ََ ªوَ ﴿:אلĜ ħà [٩٧/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ۚ _ً]َÁِّŽَ ة¹ً Áٰ nَ µُ َ ³ّÁَÁِoْ ³َُ «žَ ± ٌ ®ِQْ®ُ َ ْ َُ̄» ¹َن﴾ [اģéĭĤ، ٩٧/١٦[. À ٍۜ ﴾ [اéĤאÙĜ، ٤١/٦٩[ yYِ ‚َ لِ¹ْ£َ ِ ۢ﴾ اĤ×אء ÉÝĥĤכïĻ وijİ כįĤijĝ:﴿ َوَRY ُ¶¹َ\ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ِ وįĤijĜ:\﴿ ĵĭđĩÖ «אĨ» نŶ اñİو] ٣١/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ۜ َ ƒَ ًyا \ اwَ ¶ٰ Y®َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אıĘñè زijåĺو ﴾±Áَ ¯۪ ¦Yِ oَ ْ ِ اª §َ nْ َ Yِ \ ُ ٰ Ãا ّ{ َ Áَْ ªَ ُıא، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ُ وĘñè אء×Ĥا÷» ĻĤ» ĹĘ زijåĺو ،÷»ĻĤ» ۜ﴾ [آل óĩĐان، ١١٣/٣]. َْÁ ¹ُا َ~ٓ¹َ ًاء [اīĻÝĤ، ٨/٩٥ [وĜאل أąĺא: ﴿ª ّ ّ įĻĥĐ اŻùĤم؛ ħıĬÍĘ أóıČوا اĩĺŸאن وأóĩĄوا اĤכóę واĭĤ×Ĺ Ĺ×ĭĤا ةõåđĨ ÙĺŴا ĹĘو Ëَžَ [ِ Áْ ›َ ْ ِ ُ اª ªYَ ﴿ :لijĝĺ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ÕĻĔ ١ وذاك ħıÖijĥĜ ĹĘ אĩĐ ó×ìأ مŻùĤا įĻĥĐ َ ‹ٰ« ِR ±ْ َر ُ~ ¹ٍل﴾ [اīåĤ، ٢٧-٢٦/٧٢[. ودÛĤ اÙĺŴ أن َ َR±ِ ْارb Êِّ َ َn ًuاۙ ا ا ٓµ۪ ]ِÁْ šَ »ٰ «َ yُ·ِْ ُ À ٢ :ħıĥÐאĜ אلĜ ،ÙéāĤا ÙĤźد אıĻĥĐ ħĝÜ ħĤ إذا دودةóĨ ىijĐïĤا įĻĐïĺ אĨ אنéÝĨźا çąĘ ... įĻĘ ijİ אĨ óĻĕÖ ĵĥéÜ īĨ ُïح Ĩ įùęĬ ذم īĨو ƪ وإن īĨ ïĨح įùęĬ ُذم ﴾±À َ u۪ ِ Ÿْ ¯ُ ْ ªا ±َR ِ aَ ³ْ¦ُ وَ ﴿:įĤ ģĻĝĘ [٩٠/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾±Áَ ¯۪ «ِْ ¯ُ ْ ªا ±َR ِ ۬Yَ ²َ Ĝאل ijĐóĘن: ﴿َوا ۚ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ±Áَ ¯۪ ِ ªYَ ªا ّ ±َR ِ aُ ³ْ¦ُ ¿²ِّ۪ ّ įĻĥĐ اŻùĤم: ﴿ا Ĺ×ĭĤا÷ Ĭijĺ אلĜو .]٩١/١٠ ،÷Ĭijĺ] Á±] ﴾اāĤאĘאت، ١٤٣/٣٧]. َۙ o۪ ]َِّ ¯ُ ْ ªا ±َR ِ نYَ ¦َ µُ َ ²َّ Ê ا َٓ¹َْ «žَ﴿ :įĤ ģĻĝĘ [٨٧/٢١ ١ ح: وذاĤכ. .(١٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٥٢/١ ،يijøó×ĥĤ אنĻ×Ĥا روح óĻùęÜ ؛)١٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٢٢/١ ،يóĻýĝĥĤ אراتüŸا ėÐאĉĤ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٢ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 440 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 9. Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. [ el-Bakara 2/9] “Allah’ı aldatmaya çalışırlar.” el-Had‘u kelimesi aldatmak anlamına gelir. el-İhdâ‘ gizlemek demektir. Buradan türetilen el-mehdû‘ kelimesi içerisine bir şeyler gizlenen küçük odacık demektir. Hade‘a fâhu ifadesi, “Ağzının kokusu değişti” demektir. Dînâr hâdi‘ “eksik dinar” anlamına, sinûn haddâ‘a “geçim vesilelerinin az olduğu yıllar” anlamına gelir. “Allah’ı aldatmaya çalışırlar” ifadesinin anlamı, “Görünüşte iman ızhar edip içlerinde küfrü gizleyerek Allah’ın peygamberini ve müminleri aldatmaya çalışıyorlar.” şeklindedir. Burada Allah Teâlâ peygamberin ve müminlerin aldatılmaya çalışılmasını kendisinin aldatılmaya çalışılması konumunda değerlendirerek -ki onlara eziyet edilmesini de kendisine eziyet olarak değerlendirmiştir- peygamberin ve müminlerin derecesini yükseltmiştir. Bir görüşe göre bunun mânası şöyledir: Onlar gizledikleri küfürleri ile açığa vurdukları imanlarını ifsat ederler. Bir başka görüşe göre mâna “Kendilerince Allah’ı kandırdıklarını zannederler, onlar nezdinde bu böyledir.” şeklindedir. Bunun benzeri, “Kendilerinin (doğru) bir şey üzere olduklarını sanırlar.” [el-Mücâdele 58/18] âyetinde vardır. Yine “O gün onlara seslenir: Nerede benim ortaklarım?” [ Fussilet 41/47] âyetinde de bu durum vardır. Yani anlam, “Nerede benim ortağım olduğunu iddia ettiğiniz varlıklar?” şeklindedir. Yine “İlâhları onlara fayda sağlamadı.” [ Hûd 11/101] âyetindeki mâna da “İlâh olduğunu iddia ettikleri varlıklar onlara fayda sağlamadı.” şeklindedir. Mukātil şöyle demiştir: “Bunun mânası şöyledir: Allah’a karşı cüretkârlık sergilediler ve aralarında ‘Biz Allah’ı aldattık.’ diye konuştular. Bu onların Allah’a attıkları diğer iftiralar gibi bir iftira idi.”1 Bir görüşe göre bu ifade “Allah’ı mı kandırıyorlar?” şeklinde sorudur ve tıpkı “Dedi ki: Bu benim Rabbimdir.” [ el-En‘âm 6/77] ifadesinin “Bu mudur benim Rabbim?” anlamında olmasına benzer. Bir başka görüşe göre onlar görünüşte bir şey ızhar edip içlerinde bunun aksini gizledikleri için yaptıkları şey aslında aldatma olmasa da aldatma şeklinde tasvir edildi ve bu şekilde isimlendirildi. Çünkü aldatmak bir kimseye, o kimsenin farkına varamayacağı şekilde tuzak kurmak demektir. 1 Mukātil, Tefsîr, 1: 89. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 441 ُ َۜون óُ đýْ َ َא ĺ Ĩَ ْ و ħُ ı َ ùęُĬْاَ źٓƪاِ نijَ Đُïَíْ َ َא ĺ Ĩَ ُijاۚ و ĭَ Ĩاٰ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ َ Ʃَ اų و نijَ Đُאدِ íَ ُ ĺ -٩ عïَíْ َ ١ اģÝíĤ، واïìŸاع اęìŸאء، وįĭĨ اĩĤ ُ َs ِYدُ ¹َن ّ اà َٰ ﴾ĘאïíĤع À﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٢ ĵęíĺ įĻĘ اĹýĤء، و«ïìع Ęאه» أي óĻĕÜت راįÝéÐ، ودĭĺאر ìאدع óĻĕāĤا ÛĻ×Ĥا ijİو ٣ ĭđĨאه: ُ َs ِYدُ ¹َن ّ اà َٰ﴾ À﴿ :įĤijĝĘ ؛ěĘاóَ أ] ّïìاÙĐ أي ÙĥĻĥĜ اĩĤ أي ĬאÿĜ، وijĭøن [٦٢ ّ íĺאدijĐن رijøل Ʃ اų واīĻĭĨËĩĤ ıČÍÖאر اĩĺŸאن ďĨ إĩĄאر اĤכóę، رďĘ َ درÙä اĭĤ×Ĺ .اءñĺإ ħıÐاñĺإ ģđä אĩכ įĐاïì ħıĐاïì ģđä ßĻè īĻĭĨËĩĤوا وģĻĜ: ĭđĨאه ïùęĺون Ĩא أóıČوا īĨ اĩĺŸאن ĩÖא أóĩĄوا īĨ اĤכóę. وģĻĜ: ĭđĨאه ĵĥĐ نijęíĺ ħıĬأ نijĭčĺ ِ ųا Ʃ ُ اعïì أي ħİïĭĐ ijİ أي ħıĩĐز ĵĥĐ ųا Ʃ نijĐאدíĺ ۜ ﴾ [اåĩĤאدÙĤ، ١٨/٥٨ [وóĻčĬه: ٰ« ‚َ ْ¿ٍء «َ ْ·َُ ²َّ َ ْo َُ ]¹َن ا Ʃ اų ÑĻüא، وijİ כĩא Ĝאل: ﴿َوÀ aْ ³َšْ َ ٓY ا ٓ ۪Yءۙي﴾ [ÛĥāĘ، ٤٧/٤١ [أي ĵĥĐ زħıĩĐ، وįĤijĜ:﴿ žَ َ ـ̄ ¦َyَ‚ُ ±َ Àَْ ³َُ ۪Yد ِÀ·ْ ا َ¹َْم À ﴿َوÀ .ħıĩĐز ĵĥĐ أي] ١٠١/١١ ،دijİ] ﴾ُ·ُcُ·َِ ªٰ َ ُ³ْ·ْ ا اñİ وכאن ųا Ʃ אدعíĬ īéĬ :ħıĭĻÖ אĩĻĘ اijĤאĜو ųا Ʃ ĵĥĐ ؤاóÝäا ٤ وĜאل ĝĨאģÜ:» ĭđĨאه ٥ .«ųا Ʃ ĵĥĐ واóÝĘا אĨ óÐאùכ ħıĭĨ אĬאÝıÖ َ َYل ٰ¶ َwا َرّ۪\ ۚ¿﴾ [اđĬŶאم، وģĻĜ: ĭđĨאه أíĺאدijĐن Ʃ اų، ĵĥĐ اıęÝøźאم وijİ כįĤijĝ:﴿ ¢ رةijāÖ رijāÝĘ įَ ٧٧/٦] أي أñİا رĹÖ. وģĻĜ: إħıĬ أóıČوا ÑĻüא وأóĩĄوا ĘŻì ،رijכĩĩĤا įÖ ħĥđĺ ŻĘ ïèÉÖ óכĩĺ أن įÝĝĻĝè نÍĘ ؛ijİ īכĺ ħĤ وإن įÖ ĹĩùĘ اعïíĤا ١ ح: واïíĤع. ٢ ح + اñĤي. ٣ ر: ģĻĜ. ٤ ح - ĭđĨאه. .٨٩/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :óčĬا ٥ ٥ ١٠ ١٥ 442 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buradaki ifade bu bakımdan tıpkı “Ateşe karşı ne de dayanıklılar!” [ el-Bakara 2/175] âyetindeki gibidir. Hiç kimse ateşe karşı dayanıklı değildir, ancak onlar kendilerini ateşe sürükleyecek olan fiili işlemeye devam ettikleri için bu durum ateşe karşı dayanıklı olmak şeklinde tasvir edilmiştir. Bir görüşe göre bunun mânası, “Hakkı bâtıl ile ortadan kaldırmak için hileler yaparlar.” şeklindedir. Sonra el-muhâda‘a kelimesi her ne kadar asıl itibariyle müfâ‘ale vezninde olup iki kişi tarafından yapılan bir fiile işaret ediyor olsa da, tıpkı el-müsâfere (yolculuk) ve el-müsâdefe (rast gelmek) fiilleri gibi tek kişinin fiili de olabilir. Eğer kelime dildeki aslına göre iki kişi arasındaki fiil olarak anlamlandırılacak olursa, bu durumda da -ileride açıklayacağımız üzere- aldatma fiili onlara, aldatmanın cezasını vermek de Allah’a ait fiil olarak düşünülür. Eğer, “Onlar Allah’ı bilmiyorlarsa onun nasıl aldatıyor olabilirler? Onu biliyorlarsa, o zaman O’nu aldatmaya nasıl (ne cüretle) yönelebilirler?” denilecek olursa şöyle deriz: Onların hangi açılardan “aldatan kimse”nin fiilini yaptıklarını daha önce beyân etmiştik. “Ve müminleri” Bu da ilk ifadeye atıftır, yani “müminleri de aldatmaya çalışırlar.” İfadenin bu kısmının gerçek anlamda anlaşılması da mümkündür, çünkü müminleri aldatmak onların gücü dâhilindedir. “Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar.” ifadesinin ise “Peygamberi ve müminleri aldatmaya çalışıyorlar.” anlamına geldiği daha önce söylenmiştir. Ancak doğru olan, bu ifadenin sadece “Peygamberi aldatmaya çalışıyorlar.” şeklinde anlamlandırılmasıdır çünkü onların müminleri aldatmaya çalıştıkları zaten ifadenin devamında ayrıca “Ve müminleri” şeklinde zikredilmiştir. Sonra Allah Teâlâ onların, resulünü aldatmaya çalışmasını kendisini aldatmaya çalışmak olarak nitelemiştir ki bunun sebebi onu teşrif etmektir. Bu tıpkı “Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder.” [ Muhammed 47/7] âyetindeki gibidir ki burada “Allah’ın resulüne yardım ederseniz.” mânası kastedilmiştir. Benzer şekilde Allah Teâlâ “Muhakkak sana biat edenler aslında Allah’a biat etmişlerdir.” [ el-Feth 48/10] âyetinde peygambere biat etmeyi Allah’a biat etme yerine koymuştur. Aynı durum şu âyetlerde de söz konusudur: “Allah’a ve resulüne iman edin.” [ en-Nisâ 4/136], “Allah’a itaat edin ve resule itaat edin.” [ et-Tegābün 64/12], 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 443 אĩĤ īכĤ אıĻĥĐ ïèŶ ó×Ā źو] ١٧٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِ َYر َ« ّ اª³ «َ ْ ¶ُyَ]َ†ْ َ ٓY ا وñİا כįĤijĝ:﴿ žَ َ¯ داijĨا ĵĥĐ اģđęĤ اñĤي įÖ óĻāĺون إĵĤ اĭĤאر ijāÜر ذĤכ ijāÖرة اāĤ×ó ĵĥĐ اĭĤאر. .ģĈא×ĤאÖ ěéĤا ÙĤزاŸ نijĤאÝéĺ אهĭđĨ :ģĻĜو نijכĺ ïĝĘ īĻĭàا īĻÖ نijכĺ אĩĤ אıĥĀأ כאن وإن ÙĥĐאęĩĤا ĵĥĐ Ĺİو ÙĐאدíĩĤا ħà ħıĭĨ כאن اعïíĤאĘ ďĄijĤا ĵĥĐ Ûĥĩè وإن ،ÙĘאدāĩĤوا ةóĘאùĩĤכא ïèاijĤا ģđęĤ .īĻ×Ĭ אĨ ĵĥĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ وõäاء اïíĤاع īĨ :אĭĥĜ ؟įĐاïì واïāĜ ėĻכĘ هijĘóĐ وإن هijĐאدì ėĻכĘ ųا Ʃ اijĘóđĺ ħĤ إن :اijĤאĜ نÍĘ .אİאĬóذכ ĹÝĤا هijäijĤا īĨ īĻĐאدíĩĤا ģĩĐ اijĥĩĐ ħıĬأ אĭĻÖ ïĜ ۚ﴾ ėĉĐ ĵĥĐ اŶول، أي وíĺאدijĐن اīĻĭĨËĩĤ أąĺא. وijåĺز ٰ َR¹³ُا ا ±À َ w۪ َّ وįĤijĜ:﴿ َواª ïĝĘ ﴾َٰ Ãا ّ ن¹َ ُدYِ sَ ُ À﴿ :įĤijĜ אĨÉĘ .ħıđøو ĹĘ įĬÍĘ ؛ħıĝè ĹĘ ÙĝĻĝéĤا ĵĥĐ įĥĩè óĨ ٌ ijĜل: إن ĭđĨאه íĺאدijĐن اijøóĤل واīĻĭĨËĩĤ، واçĻéāĤ أن ģĩéĺ ذĤכ ĵĥĐ íĨאدħıÝĐ اijøóĤل وïèه دون اīĻĭĨËĩĤ؛ ÍĘن ïìاħıĐ اīĻĭĨËĩĤ ñĨכijر ĵĥĐ اçĺóāÝĤ אęĺóýÜ įÝĐאدíĨ ١ įĤijøر ħıÝĐאدíĨ ģđä אĩĬإ ħà ،﴾ۚ ٰ َR¹³ُا ا ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:įĤijĜ ijİو هïđÖ واóāĭÜ أي] ٧/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ْ¦ُyْ‡ُ ³َْ À َٰ Ãا ّ واyُ‡ُ ³َْ ِ ْن b ا ﴿:įĤijĝÖ įÜóāĬ įÜóāĬ ģđä אĩכ įĤ [ ب٦٢ [:įĤijĝÖ ųا Ʃ Ùđĺא×Ĩ įÝĐאĻ×Ĩ ģđä ïĝĘ ųا Ʃ ÙĐאدíĨ įÝĐاïíĨ ģđä אĩوכ ،įĤijøر ۜ﴾ [اçÝęĤ، ١٠/٤٨ [وכñا ĹĘ أĻüאء ذכİóא ĹĘ آĺאت: ِ ُ ¹َن ّ اà َٰ ÀY]َُ À Y¯َ َ ²ِّ َ ¥َ ا ²¹ُ ِ ÀY]َُ À ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ﴿ا َ ُ~ ¹َلۚ ﴾ [اĕÝĤאīÖ، ١٢/٦٤[ َ Ž۪ ُÁ¹ا ّ اyª َ Ž۪ ُÁ¹ا ّ اà َٰ َوا ِ ۪µ] ﴾اùĭĤאء، ١٣٦/٤] ﴿َوا ِ ّÃY ِٰ َوَر ُ~¹ª ٰ ِR¹³ُا \ ﴿ا ١ ط: رijøل، įĥđĤ ėĻéāÜ. ٥ ١٠ ١٥ 444 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Kim Allah’a ve resulüne isyan ederse…” [ en-Nisâ 4/14], “Allah’a ve resulüne icâbet ederler.” [ Âl-i İmrân 3/172], “Kim Allah’a ve resulüne karşı gelirse…” [ el-Enfâl 8/13], “Allah’a ve resulüne düşmanlık edenler...” [el-Mücâdele 58/5], “Allah’a ve resulüne yardım ederler.” [ el-Haşr 59/8], “Allah’a ve resulüne karşı sadık/samimi oldukları sürece…” [ et-Tevbe 9/91], “O zaman Allah’a ve resulüne karşı savaşa girdiğinizi bilin.” [ el-Bakara 2/279], “Allah’a ve resulüne eziyet ederler.” [ el- Ahzâb 33/57], “Allah ve resulü kendilerini razı etmenize en lâyık olandır.” [ et-Tevbe 9/105], “Asıl velîniz Allah ve resulüdür.” [ el-Mâide 5/55], “Allah ve resulü amellerinizi görecek.” [ et-Tevbe 9/105], “Allah ve resulünün önüne geçmeyin.” [ el-Hucurât 49/1], “Allah’a ve resulüne hicret etmek üzere…” [ en-Nisâ 4/100]. “Oysa sadece kendilerini aldatırlar.” Ebû Amr ve İbn Kesîr bu ifadeyi âyette geçen ilk ifadeye, yani yuhâdi‘ûnellâhe ifadesine uygun olarak ve mâ yuhâdi‘ûne şeklinde okumuşlardır. Diğer kıraat imamları ise ve mâ yehde‘ûne şeklinde okumuşlardır, çünkü onlar sadece kendilerini aldatabilirler. Dil âlimlerinden kimileri şöyle demiştir: Bir kimse aldatma fiilinde amacına ulaşamadığı zaman bunu ifade etmek için hâde‘a kelimesi, amacına ulaştığı zaman ise hede‘a kelimesi kullanılır. Münafıkların aldatmaları da maksadına ulaşamadığı için, onların fiili muhâde‘a (aldattığını sanmak) sayılır. Ancak bu fiillerinin zararı kendilerine dokunduğu için, kendileri açısından bu fiil had‘ (aldatma) sayılır. Tefsiri şöyledir: Onların aldatma fiilleri, hedefledikleri kimselere nüfuz etmez. Dolayısıyla sanki onlar kendilerini kandırmışlardır. Tıpkı “Falan kimse filan ile alay ediyor, ama aslında ancak kendisi ile alay ediyor.” [yani kendisini alay edilecek duruma düşürüyor] ifadesindeki gibidir. Bir görüşe göre anlam, “Onların aldatmalarının vebali ancak kendilerine döner.” şeklindedir. Nitekim Allah Teâlâ “Kötü tuzak ancak sahibini kuşatır.” [ Fâtır 35/43] buyurmuştur. Bunun benzeri “Kim gerisin geri dönerse ancak kendi aleyhine dönmüş olur.” [ el-Feth 48/10], “Azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir.” [ Yûnus 10/23], “Kim de cimrilik ederse sadece kendi aleyhine etmiş olur.” [ Muhammed 47/38], “Kim kötülük ederse kendi aleyhine eder.” [ Fussilet 41/46] âyetlerinde de söz konusudur. İhsan konusunda da Allah Teâlâ “Eğer ihsan ederseniz kendi lehinize etmiş olursunuz.” [ el-İsrâ 17/7], “Kim basiretli davranırsa kendi lehine olur.” [ el-En‘âm 6/104], 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 445 َ ُ~ ¹ِل﴾ [آل óĩĐان، ١٧٢/٣] yªا ّ وَ ِٰ Ãِّ ا¹\Yُ kَ cَ~ا ْ] ﴿ ١٤/٤ ،אءùĭĤا﴾ [µُ َ َ ْ ِ… ّ اà َٰ َوَر ُ~¹ª ﴿َوَR ±ْ À ³َْ ُ‡ُy َون Àوَ] ﴿٥/٥٨ ،ÙĤאدåĩĤا﴾ [µَ ُ َون ّ اà َٰ َوَر ُ~¹ª دYّ oَٓ ُ À﴿ [١٣/٨ ،אلęĬŶا﴾ [µُ َ ُ ƒَ ِYِ¢ ¡ّ اà َٰ َوَر ُ~¹ª ﴿َوَR ±ْ À ±َ ®ِ بٍ yْoَ ِ ¹ُا \ ْ َذ² Ožَ﴿ [٩١/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ۜ µ۪ ِ َ ‡َ ُo¹ا ِّà ِٰ َوَر ُ~¹ª َِذا ² ۜ ﴾ [اóýéĤ، ٨/٥٩﴿ [ا µُ َ ّ اà َٰ َوَر ُ~¹ª ُ¡ّ nَ َ ـµٓ ا ُ ُ ُ َوَر ُ~¹ª َ ُµ] ﴾اõèŶاب، ٥٧/٣٣] ﴿َو ّ اà ٰ ُْQُذ َون ّ اà َٰ َوَر ُ~¹ª À﴿ [٢٧٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۚ µ۪ ِ ّ اà ِٰ َوَر ُ~¹ª ْ §ُ َ «¯َ َ ُ ٰ Ãا ّ ىyَÁََ žَ﴿ [٥٥/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [µُ ُ ُ َوَر ُ~¹ª ُ ُ§ ُ ّ اà ٰ Áِّ ªوَ Y¯َ َ ²ِّ ُ ْy Šُ ¹ُه﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦٢/٩﴿ [ا َ ْن À ا »َ ªِ ِ ۪µ] ﴾اóåéĤات، ١/٤٩] ﴿ُRَ· ِ jY ًyا ا َ َu ِي ّ اà ِٰ َوَر ُ~¹ª À ±َ Áَْ ِ ُR¹ا \ uّ£َbُ Êَ﴿ [١٠٥/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [µُ ُ َوَر ُ~¹ª ِ ۪µ] ﴾اùĭĤאء، ١٠٠/٤]. ّ اà ِٰ َوَر ُ~¹ª ١ «وĨא íĺאدijĐن» ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ óĜأ أijÖ óĩĐو واīÖ כóĻá: َٓ ا Êِّ َ ْs َu ُ ¹َن ا À Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜįĤijĜو َ ْs َu ُ ¹َن﴾؛ Ŷن ُ َs ِYدُ ¹َن ّ اà َٰ﴾، وóĜأ اĤ×אijĜن: ﴿َوَRY À À﴿ ĵĤوŶا ÙĩĥכĤا ÙĝĘاijĨ ĵĥĐ .ħİوïđĺ ź ħıùęĬأ ħıĐïì َ إذا ēĥÖ óĨاده؛ ĩĥĘא عïَìوَ ،ادهóĨ ēĥ×ĺ ħĤ إذا ،َ َع وĜאل ăđÖ أģİ اÙĕĥĤ: ĝĺאل: َìאد כאن ħıùęĬأ ĵĥĐ ħıĥđĘ رóĄ ďĜو אĩĤو ،ÙĐאدíĨ ً כאن واïāĜ אĩĻĘ ħıĐاïì ñęĭĺ ħĤ .אĐïì ħıùęĬأ ěè ĹĘ אĩכ ħıùęĬأ اijĐïì ħıĬÉכĘ ،وهïāĜ īĩĻĘ ħıĐاïì ñęĭĺ źو :هóĻùęÜو אلÖو ďäóĺ אĨو אهĭđĨ :ģĻĜو .įùęĭÖ źإ óíùĺ אĨو نŻęÖ óíùĺ نŻĘ :אلĝĺ ،óĈאĘ] ﴾ۜ µ«ِ¶ْ َ Yِ \ َ Êِّ ُ ا ٔ ¿Áِّ َªا ّ yُ§ْ ¯َ ْ ªا¡ Áُ o۪ َ À Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ؛ħıĻĤإ źإ ħıĐاïì ْ §ُ Áُ ›ْ َ \ Y¯َ َ ²ِّ ۚ﴾ [اçÝęĤ، ١٠/٤٨[،﴿ ا µ۪ ِ Ÿَْ ² »ٰ «َ eُ §ُ ³َْ À Y¯َ َ ²ّYِžَ eَ §َ َ ٤٣/٣٥] وįĥáĨ:﴿ žَ َ ¯±ْ ² ،ïĩéĨ] ﴾ۜ µ۪ ِ Ÿَْ ² ±ْ َ ©ُ sَ ]َْ À Y¯َ َ ²ّYِžَ ©ْ sَ ]َْ À ±ْ ®َوَ ﴿،]٢٣/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ ْۙ §ُ ِ Ÿُ ²َْ « ا ٰٓ «َ ْcُ³َْ nْ َ ِ ْن ا ۜ﴾ [ÛĥāĘ، ٤٦/٤١[، وĜאل ĹĘ اùèŸאن: ﴿ا Y·َÁَْ َ َٓ~ َYء َžَ» ٣٨/٤٧]، ﴿َوَR ±ْ ا ۚ﴾ [اđĬŶאم، ١٠٤/٦]، µ۪ ِ Ÿْ³َ«ِžَ yَ‡َ \َْ ²َْ Ÿُ ِ ُ§ ْ﴾ [اóøŸاء، ٧/١٧]، ﴿žَ َ̄ ±ْ ا Êِ ْcُ³َْ nْ َ ا ١ ح ر + وĬאďĘ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 446 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Kim hidâyet bulursa kendi lehine hidâyet bulmuş olur.” [ el-İsrâ 17/15], “Kim cihat ederse kendi lehine cihat etmiş olur.” [ el-Ankebût 29/6], “Kim nefsini arındırırsa kendi lehine yapmış olur.” [ Fâtır 35/18], “Kim sâlih âmel işlerse kendi lehinedir.” [ Fussilet 41/46], “Kim şükrederse ancak kendi lehine şükretmiş olur.” [ en-Neml 27/40] buyurmuştur. Ayrıca burada “Oysa sadece kendilerini aldatırlar.” buyurmuş, ancak başka bir sûrede “Onlar Allah’ı aldatmaya çalışırlar, hâlbuki Allah onları aldatır.” [ en-Nisâ 4/142] buyurmuştur ki bundan maksat cezadır. Bir görüşe göre maksat, onlara kendi amellerine uygun şekilde karşılık vermesidir. Nitekim rivayete göre onlar ateşe atılıp orada uzun bir süre azap gördükleri ve Rahmân’dan yardım diledikleri zaman kendilerine, “İşte şu kapılar açıldı, çıkın!” denilecek, onlar kapılara koşuşacaklar, fakat vardıklarında kapıların yüzlerine kapandığını görecekler ve tekrar şeytanlarla ve tâgūtlarla birlikte ateş kuyularına döndürüleceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onlar bir tuzak kurdu, Biz de bir tuzak kurduk.” [ en-Neml 27/50], “Onlar bir tuzak kuruyorlar, ben de bir tuzak kuruyorum.” [et-Târık 86/15-16] “Farkında değillerdir.” Âyette kullanılan eş-şi‘r kelimesi bilmek ve fark etmek anlamındadır. el-İş‘âr bildirmek/işaretlemek demektir. Kurbanlık hayvanın işaretlenmesi buradan gelir. eş-Şi‘âr alâmet, el-meşâ‘ir semboller, eş-şe‘âir alâmetler anlamına gelir ki bu hac ibadetinin amelleridir. Tekili şe‘îre ve şe‘âre şeklinde olup hususi bir bilginin adıdır. Bu bilgi bir şey üzerinde dikkatlice nazarda bulunarak elde edilen bilgidir. Kelime eş-şe‘r kökünden türer, bu nedenle kelime hususi bir vezinle ve kafiyeli olarak yazılan söz ( şiir) bilgisi için isim olarak kullanılır. Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu ifade, “Onlar bunun kendilerini aldatmak olduğunu bilmezler.” anlamına gelir. Bir başka görüşe göre “Bunun vebalinin kendilerine döneceğini bilmezler.”; bir diğer görüşe göre “Onların peygamberi ve müminleri aldatmalarının Allah tarafından bilindiğini bilmezler.”; bir başka görüşe göre “Allah’ı aldatmaya güç yetiremeyeceklerini bilmezler.”; bir diğer görüşe göre “Allah’ın kendilerini aldatmanın cezası ile cezalandıracağını bilmezler.”; bir başka görüşe göre, “Allah’ın yaptıklarını bildiğini bilmezler.” anlamına gelir ki bu tıpkı “Allah’ın onların açığa vurduklarını da gizlediklerini de bildiğini bilmezler mi?” [ el-Bakara 2/77] âyeti gibidir. Buradaki öğüt şudur: Münafık amelinin vebalini bilmeden iş yapar, amel işler, mümin ise amelinin vebalini bilerek amel işler, o hâlde Rabbi katında mazereti nedir? 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 447 ﴾۪ ۜ µِ Ÿْ³َِ ª uُ ¶Yِ kَ ُ À Y¯َ َ ²ّYِžَ uَ ¶Yَ jَ ±ْ ®َوَ ﴿،]١٥/١٧ ،اءóøŸا﴾ [ۚ µ۪ ِ Ÿْ³َِ ª يu۪ cَ·َْ À Y¯َ َ ²ّYِžَ ىuٰ cَ¶اْ ±ِRَ﴿ Yoً ِ ªY†َ ©َ ¯ِ َ ±ْ ®َ﴿ ،[١٨/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾ۜ µ۪ ِ Ÿْ³َِ ª »ٰ ¦ّ{َcََ À Y¯َ َ ²ّYِžَ »ٰ ¦ّ{ََ [اĭđĤכ×ijت، ٦/٢٩]، ﴿َوَR ±ْ b ١ ۚ﴾ [اģĩĭĤ، ٤٠/٢٧[. µ۪ ِ Ÿْ³َِ ª yُ§ُ ƒْ َ À Y¯َ َ ²ّYِžَ yَ§َ ‚َ ±ْ ®َوَ ﴿،]٤٦/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾µ۪ ِ Ÿْ³َ«ِžَ ُ َs ِYدُ ¹َن ّ اà َٰ ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ وĜאل ĹĘ ijøرة أóìى: ﴿À َٓ ا Êِّ َ ْs َu ُ ¹َن ا À Y®َوَ ﴿:אĭıİ ٢ אلĜ ħà ،اijĥĨאĐ אĨ ěĘو ĵĥĐ ħıĥĨאđĺ :ģĻĜو .اءõåĤا įÖ ïĺوأر] ١٤٢/٤ ،אءùĭĤا﴾ [ۚ َو ُ¶¹َ َr ِYدُُ·ْ ٣ ُ ّijÖñا ıĻĘא ŻĺijĈ īĨ اĨõĤאن واĕÝøאijàا وذĤכ ĩĻĘא äאء أħıĬ إذا أijĝĤا ĹĘ اóĻĭĤان وĐ ُÛéÝ Ęאijäóìا، ÝĘ×אدروا إĵĤ اijÖŶاب ÍĘذا اijıÝĬا Ę ïĜ ابijÖŶا هñİ :ħıĤ ģĻĜ īĩèóĤאÖ ųا Ʃ لijĝĺ .ÛĻĔاijĉĤوا īĻĈאĻýĤا ďĨ ÛĻÖاijÝĤوا אرÖŴا ĵĤإ واïĻĐوأ ħıĬدو ÛĝĥّĔُ אıĻĤإ uÁُ ¦۪ َ َ ۪§ ُuÁ َون َ¦ْÁ ًuاۙ َوا À ْ·َُ ²ِّ َY َ ®ْ §ًyا﴾ [اģĩĭĤ، ٥٠/٢٧ [وĜאل: ﴿ا đÜאĵĤ:﴿ َوَR َ§ُyوا َR ْ§ ًyا َوَR َ§ْy² ۚ﴾ [اĉĤאرق، ١٦-١٥/٨٦]. اuً Áْ¦َ ] واÙĭĉęĤ، واđüŸאر اŻĐŸم، أ ۜ﴾ اóđýĤ اħĥđĤ] ٦٣ َ ƒْ ُ ُy َون À Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو وإđüאر اïıĤي įĭĨ، واđýĤאر اÙĨŻđĤ، واýĩĤאóĐ اđĩĤאħĤ، واđýĤאóÐ اĨŻđĤאت وĹİ ُ ħĥđĤا ijİو אصì ħٍ ĥْ ِ đĤ ħøا ijİ ħà .אرةđüو ةóĻđü אıÜïèوا ٤ ،įĤאĩĐوأ ãéĤا ħĤאđĨ مŻכĤا ÙĘóđĨ ĵĥĐ ħøźا اñİ ěĥĉĺ כĤñĤو ؛óđýĤا َ īĨ ذijìÉĨ ،ءĹýĤا ĹĘ óčĭĤا ÙĜïÖ َ ĵęƪ اijĩĤزون ijÖزن ìאص. ĝ ُ اĩĤ ٌ ħıùęĬŶ. وģĻĜ: أي وĨא ijĩĥđĺن أن وأĨא óĻùęÜه ïĝĘ ģĻĜ: أي وĨא ijĩĥđĺن أįĬ ïìاع .īĻĭĨËĩĤوا įĤijøر َ ħıĐاïì ĵĥĐ ďĥĉُ َ َאįĤ راďä ħıĻĥĐ. وģĻĜ: أي وĨא ijĩĥđĺن أن Ʃ اų ĺ Ö َ و ٥ وģĻĜ: أي وĨא ijĩĥđĺن أħıĬ ź ïĝĺرون أن íĺאدijĐا Ʃ اų. وģĻĜ: وĨא ijĩĥđĺن أن Ʃ اų ٦ õäاء ïìاħıĔ. وģĻĜ: أي وĨא ijĩĥđĺن أن Ʃ اų ħĥđĺ ħıđĻĭāÖ، وñİا כĩא Ĝאل: ħıĺאزä ُ ِْ»³ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٧٧/٢] واįĻĘÙčđĤأن اĭĩĤאěĘ ģĩĐ ُ ِّyُ َون َوَRÀY ÀY®َ ُ َ «ْ َ Àَٰ Ãا ّ َ َ ّن َ ُ̄ ¹َن ا «ْ َ َوَÀÊ َ ﴿ا ٨ ٧ ĩĘא ñĐره ïĭĐ رįÖ؟ ؛įÖ ģĩđĺ ħà įÖ ħĥđĺ īĨËĩĤوا ģĩĐ אĨ אلÖijÖ ħĥđĺ ź ijİو ģĩĐ אĨ .ûĨאİ çĀ ،۪ۚ įùِęْ َ ĭِ Ĥ ُ óכُ ýْ َ א ĺ َ ĩƪ Ĭِ َא Ę َ óכَ üَ ْ īَ Ĩَ ۜ .... و ۪ įùِęْ َ Ĭ ْ īَ Đ ģُíَ ْ × َ א ĺ َ ĩƪ Ĭِ َא Ę ģْíَ ْ × َ ĺ ْ īَ Ĩَ ١ ط - و ٢ ط: ĩĤא Ĝאل. ٣ ح: ĘאĕÝøאijàا. ٤ ط: وأijèاįĤ. ٥ ر + ìאدħıĐ أي. ٦ ط: ìאدħıĐ. ٧ ح - įÖ. ٨ ح - ïĭĐ رįÖ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 448 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sonra bu âyette onlardan “bilgi” olumsuzlanmışken “Bildiğiniz hâlde hakkı gizlemeyin.” [ el-Bakara 2/42] âyetinde onların bilgi sahibi oldukları ifade edilmiştir. Bu iki ifadenin uzlaştırılması şöyledir: Onlar aslında bunu bilmektedirler, fakat bildikleri ile amel etmedikleri için sanki bilmiyormuş gibidirler. Bu tıpkı “Dilsizdirler, sağırdırlar, kördürler.” [ el-Bakara 2/18] âyeti gibidir ki hakikatte onlar konuşmakta, işitmekte ve görmektedirler, ancak bundan faydalanmadıkları için sanki dilsiz, sağır ve kör gibidirler. Bir alete sahip olan kimse o aletten faydalanmıyorsa onunla alete sahip olmayan arasında fark yoktur. Bilgisi ile amel etmeyen âlim ile cahil, malından faydalanmayan zengin ile fakir, yaşamından faydalanmayan canlı ile ölü eşittir. Sonra Allah Teâlâ “Ve ilim sahipleri, adâleti ikāme ederek…” [ Âl-i İmrân 3/18] âyetinde müminler için “ ilim” niteliğini kullanmış, ama “Bir cahillik edip de kötülük işleyenler…” [ en-Nisâ 4/17] âyetinde onlar için cehalet sıfatını kullanmıştır. Aynı şekilde “Bilmektedirler ki…” [ el-Bakara 2/102] âyetinde kâfirler için ilim sıfatını kullanırken “De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan gayrısına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” [ ez-Zümer 39/63] âyetinde onlar için cehalet sıfatını kullanmıştır. Ancak müminler ile kâfirler bir değildir, aksine müminler için “ ilim” sıfatının kullanılması onlar için bir değer, cehalet sıfatının kullanılması ise günahın özrünün telkin edilmesi mesabesindedir. Buna karşılık kâfirler için “ ilim” sıfatının kullanılması onların bahanelerinin bulunmadığının ifadesi, cehalet sıfatının kullanılması ise kendilerindeki eksiklik/kusur hâlinin ispatı içindir. 10. Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Yalanlamalarına karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. [ el-Bakara 2/10] “Kalplerinde bir hastalık vardır.” el-Maraz kelimesi dilde hastalık anlamına gelir. el-İmrâz, hastalık sıfatının bulunduğunun ifadesi, et-temrîz ise hastaya bakmaktır. Bir görüşe göre bu, insanı sağlıklı olma hâlinden çıkaracak hastalık, nifak ya da diğer bütün kusurlar için kullanılır. el-Maraz kelimesi Kur’ân’da dört şey için kullanılmıştır: 1. “Hastalık” anlamında kullanılmıştır: “Hasta olana da zorluk yoktur.” [ el-Feth 48/17] 2. “Kanayan yara” anlamında kullanılmıştır: “Eğer hasta/yaralı ya da seferde iseniz...” [ en-Nisâ 4/43]. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 449 َ ُ̄ ¹َن﴾ «ْ َ b ْcُ²َْ َ َوا ¡ّ oَ ْ َ ْ§ُc ُ¯¹ا اª bوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘو ħıĭĐ ħĥđĤا ُ ĹęĬ ÙĺŴا هñİ ĹĘ ħà اijĥĩđĺ ħĤ īכĤو ÙĝĻĝè įÖ اijĩĥĐ ħıĬأ :אĩıĭĻÖ ěĻĘijÝĤوا ،ħıĤ ħĥđĤا אت×àإ] ٤٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ٌ ﴾ [اĤ×óĝة، ١٨/٢] وכאijĬا ¿¯ْ ُ ٌ §ْ \ُ ٌ ّ†ُ ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،اijĩĥđĺ ħĤ ħıĬÉכĘ اijĩĥĐ אĩÖ ؛ ٌ ĹĩĐ ٌ ħכÖ ƭ ħĀ ħıĬÉכ اijĬכאĘ כĤñÖ اijđęÝĭĺ ħĤ ٢ īכĤ ÙĝĻĝè īĺóČאĬ ١ īĻđĨאø īĻĝĈאĬ ijıĘ įĩĥđÖ ģĩđĺ ź يñĤا ħĤאđĤوا ،اءijø ÙĤŴا אدمĐو ijıĘ אıÖ ďęÝĭĺ ħĤ إذا ÙĤŴا واñĘ ďÝĩÝùĺ ź يñĤا ّ ĹéĤوا ،اءijø óĻĝęĤوا ijıĘ įĤאĩÖ ďęÝĭĺ ź يñĤا ّ واåĤאģİ ijøاء، واĹĭĕĤ .اءijø ÛĻĩĤوا ijıĘ įÜאĻéÖ ۜ﴾ [آل ِ ْ £ِ ْ ªYِ \ Y¯ً ِ َٓYئ ¢ ِ ْ «ِ ْ ¹ُا اª ُو۬ª واَ ﴿:įĤijĝÖ ħĥđĤا īĻĭĨËĩĥĤ Û×àأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن ħà َ ٍ_﴾ [اùĭĤאء، ١٧/٤] ªY·َkَ ِ َ ْ َُ̄» ¹َن ّ اªُٓ ¹َء \ À ±À َ w۪ َّ «ِ ª﴿ :įĤijĝÖ ģıåĤا ħıĤ Û×àوأ] ١٨/٣ ،انóĩĐ ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĝÖ ģıåĤوا] ١٠٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ا¹ُ̄» َِ uْ£ََ ªوَ ﴿:įĤijĝÖ ħĥđĤا אرęכĥĤ Û×àأ אĩכ ؛ ģÖ إà×אت اħĥđĤ ً ْ َk ِY ¶ُ «¹َن﴾ [اóĨõĤ، ٦٤/٣٩ [وijùĻĤا ijøاء ªا Y·َُ Àّ َ َ ْ ُ[ ُu ا ۪¿ ا ُRُyٓ ّوٓ² ْ Oَ b ِٰ Ãا ّ yَÁْ ›َžََ ا īĻĭĨËĩĥĤ إà×אت اĤכóاÙĨ وذכó اģıåĤ īĻĝĥÜ ñĐر اÙĻāđĩĤ، ُ وإà×אت اħĥđĤ ĥĤכęאر إõĤام ُ اģıåĤ إà×אت اÙāĝĭĩĤ. اÙåéĤ وذכó ُ َijن َ ْכِÖñ َ א َכ ُאijĬا ĺ ĩÖِ ٌۙ ħĻĤ۪اَ اب ٌ ñَ Đَ ْ ħُ ıĤَ َ َ ًĄא و óَ Ĩ ųا ُƩ ُ ħİُ َ َ ٌۙض َĘَõاد óَ Ĩ ْ ħıِÖijِ ĥُĜُ ĹĘ۪ -١٠ ٌۙض﴾ اóĩĤض ĹĘ اÙĕĥĤ اÙĥđĤ، واóĨŸاض yَ®َ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو إà×אت ÙęĀ اóĩĤض، واăĺóĩÝĤ اĻĝĤאم ĵĥĐ اăĺóĩĤ. وģĻĜ: ijİ כģ Ĩא óìج ĹĘ ضóĩĤوا .óĨأ ĹĘ óĻāĝÜ أو אقęĬ أو ÙĥĐ īĨ ÙéāĤا ïè īĐ אنùĬŸا įÖ ۜج﴾ [اçÝęĤ، ٌ yَnَ ‰À ِ ۪ y¯َ ْ َ« اª «َ Êَوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ [ اóĝĤآن ŶرÙđÖ أĻüאء: ÙĥđĥĤ] ٦٣ب ٍ﴾ [اùĭĤאء، ٤٣/٤] yŸَ~َ »ٰ َْو َ» ٓ« ا Šٰ yْ®َ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ ّħ:﴿ َوا ١٧/٤٨] وóåĥĤاح ĹĘ آÙĺ اĩĻÝĤ .īĻĝĈאĬ īĻđĨאø :ح ١ ٢ ح: وĤכī. ٥ ١٠ ١٥ 450 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 3. “Günah/fücur” anlamında kullanılmıştır: “Kalbinde hastalık olan kimse tamaha kapılır.” [ el- Ahzâb 33/32] 4. “Şüphe” anlamında kullanılmıştır: “Kalplerinde bir hastalık vardır.” [ el-Bakara 2/10] Tefsirine gelince, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas, Rebî‘ ve Katâde burada hastalık ile kastedilenin “ şüphe” olduğunu, Mukātil “ nifak”, İbnü’l-Enbârî ise “ karanlık” olduğunu söylemiştir. Nitekim leyletün marîzetün ifadesi “ karanlık gece” anlamına gelir. Kimileri de bunun Hz. Peygamber aleyhisselâmın zaferi ve onların liderliklerinin Hz. Peygamber aleyhisselâma geçmesi nedeniyle içine düştükleri gam/keder anlamında olduğunu söylemiştir. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: “Yani ıstırap ve tereddüt vardır. Bedenin hastalığı da böyledir. Nifakın hastalık olarak isimlendirilmesi müminin diri, kâfirin ise ölü olarak isimlendirilmesindeki ile aynı şekilde bir isimlendirmedir. Münafık tıpkı hastanın yaşama tutunma ile ölüm arasında gidip gelmesi gibi içinin İslâm’a muhalefeti ve dışının muvafakati arasında gidip geldiği için hasta diye isimlendirilmiştir.”1 Yine Allah Teâlâ “Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelen hariç…” [ eş-Şuarâ 26/89] buyurmuştur ki bundan maksat, şüpheden ve şirkten uzak kalptir. Münafığın kalbi ise bunun aksidir, dolayısıyla da selim değil, hastadır. “Allah da onların hastalıklarını artırmıştır.” Ziyade [artırma] noksanın zıddıdır. Bu âyette olduğu gibi geçişli olarak, “Yüz bine ya da daha fazla [sayıdaki insana]…” [ es-Sâffât 37/147] âyetinde ise geçişsiz olarak kullanılmıştır. Tersi olan noksan [eksiklik] kelimesi de böyledir: “Onu etrafından eksiltiyoruz…” [ er-Ra‘d 13/41] âyetinde geçişli, “Onların akılları ve dinleri eksiktir.”2 hadisinde ise geçişsiz olarak kullanılmıştır. Tefsirine gelince, bir görüşe göre bunun mânasının, “Allah onları şüphelerine şüphe ilâve ederek cezalandırmıştır ki bu da onların ısrar ve inatlarına verilmiş bir cezadır.” şeklindedir. Süddî şöyle demiştir: Allah düşmanlığı onların hastalığını artırdı. Bir görüşe göre anlam, “Allah onların kederlerine keder ilâve etti.” şeklindedir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 36. 2 Buhârî, “Hayız”, 6; İbn Mâce, “Fiten”, 19. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 451 ض﴾ [اõèŶاب، ٣٢/٣٣] وýĥĤכ ĹĘ įĤijĜ: ٌ yَ®َ µ۪ ]ِ ْ «َ ۪wي ž۪¿ ¢ َّ ªا •ََ̄ ْ Áَžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ رijåęĥĤو ٌۙض﴾ [اĤ×óĝة، ١٠/٢]. yَ®َ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪﴿ ٢ واďĻÖóĤ وÝĜאدة: أي üכ. وĜאل ١ واīÖ Đ×אس وأĨא اóĻùęÝĤ ïĝĘ Ĝאل اīÖ ijđùĨد ٦ .ÙĩĥčĨ أي ،ÙąĺóĨ ÙĥĻĤ ٥ ٤ ĝĺאل: وĜאل اīÖ اĬŶ×אري: أي ÙĩĥČ؛ ٣ ĝĨאģÜ: أي ęĬאق. ّ įĻĥĐ اŻùĤم وزوال رÐאħıÝø اįĻĤ. Ĺ×ĭĤا ةóāĬ Õ×ùÖ ƭ وĜאل ħıąđÖ: أي ħĔ ٌ وóÜدد، وóĨض اħùåĤ כĤñכ. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر اĩĤאïĺóÜى: «أي اóĉĄاب ěĘאĭĩĤا ĹĩùĘ ،אÝĻĨ óĘכאĤوا אĻè ٧ ĵĩùُ وěĺóĈ ÙĻĩùÜ اęĭĤאق ĄóĨא أن اīĨËĩĤ ĺ īĻÖو אĻè įÐאĝÖ īĻÖ ăĺóĩĤا ددóÝכ īĈא×Ĥا ÙęĤאíĨو óİאčĤا ÙĝĘاijĨ īĻÖ هِ د ƫ ąĺóĨא؛ óÝĤد ٍۜ﴾ [اóđýĤاء، ٨٩/٢٦] أي ìאل Á«۪ ~َ [ٍ ْ «£َ ِ َ« ّ اà َٰ\ bَ َ َR ±ْ ا Êِّ ا ﴿:אلĜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ٩ ٨ وŶن .«įÜijĨ .אąĺóĨ כאن ģÖ אĩĻĥø īכĺ ħĥĘ ،įĘŻíÖ ěĘאĭĩĤا ÕĥĜ ١٠כאنĘ كóýĤوا כýĤا īĐ ۚ﴾ اĺõĤאدة Żìف اāĝĭĤאن، وĵåĺء ĺïđÝĨא כĩא YŠً yَ®َ ُ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َžَ {َادُ¶ ُ ّ اà ٰ ۚ﴾ [اāĤאĘאت، ١٤٧/٣٧]. ۪ ُuÀ َون {َ َْو À ْ ٍ ا ªَ َ ِ_ ا ٰ« ِRYئ ªِ ĹĘ ñİه اÙĺŴ، وźزĨא כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ۜ﴾ [اïĐóĤ، Y·َžاِ yَŽْ َ £ُ³َْ َ‡ُ·Y ِ ®±ْ ا ²﴿ :įĤijĜ ĹĘ ٍ وİóĻčĬא ıąĻĝĬא وijİ اāĝĭĤאن، ijİ١١ ّ ïđÝĨ ١٢«.īĺïĤوا ģĝđĤا אتāĜאĬ īıĬإ «مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا لijĜ ĹĘ زمźو ،]٤١/١٣ ĵĥĐ ħıĤ ÙÖijĝĐ ؛ħıِ כüّ ĵĥĐ ٍ כüّ אدةĺõÖ ųا Ʃ ħİאزاä אهĭđĨ :ģĻĜ ïĝĘ óĻùęÝĤا אĨوأ אĩĔ ųاƩ ١٣زاد أي :ģĻĜو .אĄóĨ ųا Ʃ اوةïĐ ħıÜادõĘ : ّ إóĀارħİ وijĭĐدħİ. وĜאل اïùĤي .ħıĩĔ ĵĥĐ ١ ح - اīÖ ijđùĨد. ٢ ح: اīÖ Đ×אس واīÖ ijđùĨد. َ ٌض ĵĭđĺ اýĤכ.». óَ Ĩ ْ ħ ِıِÖijĥُĜُ Ĺِ Ę» :ģÜאĝĨ אلĜ įĻĘو .٨٩/١ ،ģÜאĝĨ óĻùęÜ óčĬا ٣ ٤ ر + Ĝאل. .ėĻéāÜ įĥđĤ ،ĵĤאđÜ אلĜ :ط ٥ ٦ اóčĬ: اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٤٧٥/١ .Ĺĩ ُ ٧ ح ر ط: ø ٨ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٣٦/١ ٩ ط: Ŷن. ١٠ ح: وכאن. ١١ ط: وijİ. .١٩ īÝęĤا ،ÙäאĨ īÖا īĭø ؛٦ ăĻéĤا ،אريí×Ĥا çĻéĀ ؛٢٤٦/٩ ،ïĩèأ ïĭùĨ :ßĺïéĥĤ óčĬا ١٢ ١٣ ح: زادħİ. ٥ ١٠ ١٥ 452 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: “Yani Allah kâfirlerin inançlarında küfrü yaratmaya ilâve yaptı.” Mu‘tezile -Allah onları perişan etsin- şöyle der: Bu münafığın nifakı ile baş başa bırakılmasıdır. Bu görüş onların küfür ve günahları Allah’ın yaratma ve iradesi olarak görmemek şeklindeki fasit ilkelerinden kaynaklanır. Bu yüzden onlar bu tür ifadeleri “baş başa bırakmak” anlamına hamlederler. Bir görüşe göre bunun mânası, “Allah onların zafer konusundaki zaaflarını, kudret konusundaki acziyetlerini artırdı.” şeklindedir. Şair şöyle der: Ey rüzgârı güneye ve Sabâ rüzgârı yönüne gönderen! Zeyd öfkelendiğinde onun öfkesini artır Şiirde geçen “Zeyd” kelimesi bir kabile ismidir. Beyitteki duanın anlamı, “Onu öfkelendiği konuda zafere ulaşmaya kādir kılma” şeklindedir. Sonra bu ifade tarzı kimilerine göre kesinleştirme anlamına, kimilerine göre ise dua anlamına gelir. Eğer, “Örfteki kullanımına göre dua âcizin işidir, o hâlde Allah Teâlâ’nın bu şekilde dua (beddua) etmesinin anlamı nedir?” diyecek olurlarsa şöyle deriz: Bu, onlar aleyhine beddua etmenin câiz olduğunun Allah tarafından öğretilmesidir ve tıpkı “Allah onları kahretsin.” [ et-Tevbe 9/39], “Bir tek inatçı şeytan hariç ki Allah ona lânet etsin.” [ en-Nisâ 4/117-118] âyetlerindeki gibidir. Buna yakın bir kullanım da “Alevli ateştekiler Allah’ın rahmetinden uzak olsun.” [el-Mülk 67/11], “ Ebû Leheb’in elleri kurusun! Kurudu da!” [Tebbet 111/1] âyetlerinde mevcuttur. Sonra bu âyette itaat olsun günah olsun bütün fiillerin Allah tarafından yaratıldığının ispatı söz konusudur. Burada “Allah da onların hastalıklarını artırmıştır.” buyurmakta, başka bir âyette “Onların hidâyetlerini artırır.” [ Muhammed 47/17] buyurmaktadır. Denilmiştir ki: Onların hastalığının artırılması ardı ardına gelen âyetler ve birbirlerini destekleyen delillerin indirilmesi ile gerçekleşmiştir. Hak Teâlâ “Bir sûre indirildiğinde onlardan kimi der ki: Şimdi bu hanginizin imanını artırdı?” [ et-Tevbe 9/124] buyurmuş, ardından da “Kalplerinde hastalık olanlara gelince, [bu sûre] onların inkârlarına inkâr ilâve eder.” [ et-Tevbe 9/125] buyurmuştur ki bu artırma, sebep olma şeklindedir. Yani âyet bu kimselerin yakînen imanlarının artmasına sebep olurken diğerlerinin şüphelerinin artmasına sebep olur. Bu tıpkı “Onlara bir uyarıcı geldiği zaman bu onların ancak uzaklaşmalarını artırdı.” [ Fâtır 35/22] ve 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 453 ١ وĜאÛĤ .ħİאدĝÝĐا ĹĘ óęכĤا ěĥì ųا Ʃ زاد أي :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ħıĥĀأ ĵĥĐ אءĭÖ اñİو .įĜאęĬو ěĘאĭĩĤا īĻÖ ÙĻĥíÝĤا ĵĥĐ ijİ :ųا Ʃ ħıĤñì ÙĤõÝđĩĤا اñİ ģáĨ نijĥĩéĺ ŻĘ ؛įÝÑĻýĨو ųا Ʃ ěĻĥíÝÖ ĹĀאđĩĤوا óęכĤا ونóĺ ź ħıĬأ ةïøאęĤا إź ĵĥĐ اÙĻĥíÝĤ. وģĻĜ: ĭđĨאه زادħİ Ʃ اų ęđĄא īĐ اāÝĬźאر وõåĐا īĐ اïÝĜźار، כĩא ٢ Ĝאل اýĤאóĐ: א َ ׹َ Ĕَ א َ İ ْ دõِĘَ ïٌ ْ ĺزَ Ûْ َ א ِإ ْذ َĔ ِą× َ ×Āَ َ א و ً Öijُ ĭäَ çĺ ِ ِ ّ óĤا ģَ øِ ْ óُ א Ĩ َ ĺ Û׹Ĕ אĩĻĘ אرāÝĬźا ĵĥĐ אİرïĝÜ ź أي :ÛĻ×Ĥا اñİ ĹĘ אءĐïĤا ĵĭđĨو .ÙĥĻ×Ĝ ïĺوز .īĺóìآ ïĭĐ אءĐïĥĤو ħıąđÖ ïĭĐ ěĻĝéÝĥĤ ÙĕĻāĤا هñİ ħà .įĭĨ اñİ :אĭĥĜ ؟ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ אءĐïĤا اñİ ĵĭđĨ אĩĘ ،אĘóĐ õäאđĥĤ אءĐïĤا] أ ÍĘن ĜאijĤا: [٦٤ ۘ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٣٩/٩[ ُ ُ·ُ ّ اà ٰ َ «َ bYَ ¢﴿ :įĤijĝכ اñİو ،ħıĻĥĐ אءĐïĤا زijåĺ įĬأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ ħĻĥđÜ ą£ً oْ ُ žَ﴿ :įĭĨ ٣ ۢ﴾ [اùĭĤאء، ١١٨-١١٧/٤] وÕĺóĜ ُ ٰ Ãا ّ µُ³ََ َ ª ۙاuÀ ً ۪ y®َ Y²Yً َ Áْ‚َ َ Êِّ وכįĤijĝ:﴿ ا .[١/١١١ ،Û×Ü] ﴾ ۜ َ[ّ َ ََ· ٍ] َوb ª ¿\۪ َ ٓا ا uَ َ À aْ َ ]َّ ِ﴾ [اĥĩĤכ، ١١/٦٧] وįĤijĜ:﴿ b yÁ۪ َªا ّ بY ِ oَ †ْ َ Êِ :אĭİ אلĜ אıĻĀאđĨو אıÜאĐאĈ ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ אلđĘŶا ěĥì אت×àإ ÙĺŴا هñİ ĹĘ ħà ۚ﴾ وĜאل ĹĘ آÙĺ أóìى: ﴿َز َادُ¶ ْ ُ¶ ًuى﴾ [ïĩéĨ، ١٧/٤٧ [ħà ģĻĜ: YŠً yَ®َ ُ ﴿َžَ} َادُ¶ ُ ّ اà ٰ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ .ةóĀאĭÝĩĤا ãåéĤوا ٤ زĺאدة ħıĄóĨ כאن õĬÍÖال اĺŴאت اÝÝĩĤאÙđÖ [١٢٤/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [Y²Yً ¯Àَ ا۪ ٓه۪wِ ¶ٰ µُ bْادَ زَ ْ§ ـ ُ ُ Àّ َ َ £ُ ¹ُل ا ة žَ ُِ̄³ْ·ْ َR ±ْ À ٌ َ ْa ُ ~¹َر ªِ {²ُْ َِذا َRٓY ا ﴿َوا [١٢٥/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ْ·ِِ jْ ِ ٰ« ر ªِ ا Yً jْ ِ ض َžَ} َادْbُ·ْ ر ٌ yَ®َ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪ ±À َ w۪ َّ ªا Yَ ®ّ َ وĜאل: ﴿َوا وذĤכ ĵĥĐ وįä اùÝĤ×ÕĻ، أي Āאرت اÙĺŴ ø××א ĺõĤאدة īĻĝĺ źËİء وĺõĤאدة üכ ُ Ÿُ ¹ًراۙ﴾ [ĘאóĈ، ٤٢/٣٥[ ² َ Êِّ yÀ َ®Y َز َادُ¶ ْ ا ٌ w۪ َ ² ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ źËİء، وijİ כįĤijĝ:﴿ žَ« ١ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٣٧/١ .٧٧/٣ ،يóĺijĭĥĤ ربŶا ÙĺאıĬ ؛٧١ ،Ĺ×ĤאđáĥĤ ةóĄאéĩĤوا ģĻáĩÝĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٢ ٣ ح: وĺóĜ×א. ٤ ر: اÝÝĩĤאđÖאت. ٥ ١٠ ١٥ 454 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Benim davetim onların sadece uzaklaşmalarını artırdı.” [ Nûh 71/6] âyetlerindeki gibidir. Şaşılacak olan durum, aydınlatıcı âyetler karşısında şüphelerinin artması ve apaçık deliller karşısında kalplerinin mutmain olmamasıdır. Ancak güneş, gözünde hastalık olanın hastalığını artırır, su sert kayayı daha da sertleştirir. Bu kimseler öyle insanlardır ki şifa ve rahmet olarak indirilen Kur’ân onları kalplerindeki hastalık ve illeti artırmıştır. Bir görüşe göre onların hastalıklarının artması farzların ve had cezalarının indirilmesi ile olmuştur. Kelime-i şehâdeti bile telaffuz etmek onlara ağır gelirken bu tür ibadet mükellefiyetleri ve suçlara karşı verilecek cezalar belirlendiği zaman sıkıntıları iyice artmış, şüpheleri çoğalmıştır. Böylelikle de âhiretteki azaplarına azap eklenmiştir. Allah Teâlâ “Onlara azap üstüne azap ilâve ederiz.” [ en-Nahl 16/88] buyurur. Müminler için ise dünyada Allah Teâlâ’nın “Allah hidâyete erenlerin hidâyetini artırır.” [ Meryem 19/76] âyetinde ifade ettiği şey, âhirette ise “Ve onlara lutfundan ziyade ihsan eder.” [ en-Nisâ 4/173] âyetinde ifade ettiği şey vardır. “Onlara elem dolu bir azap vardır.” Bu âhirettedir, ilki ise dünyadadır. Âyetteki elem kelimesi dilde acı anlamına gelir. el-Elîm acı duyan demektir, ancak burada mü’lim (acı veren) anlamındadır ki bu tıpkı es-semî‘ (işiten) kelimesinin el-müsmi‘ (işittiren) anlamında kullanılmasına benzer. Şair şöyle der: [Esir düşmüş kız kardeşim] Reyhâne’nin kendini bana işittiren (aklımdan çıkmayan) özleminden midir? Gözüme uykunun girmemesi, dostlarımın uyuduğu şu anda! Tefsirine gelince, bu acının kalplere ulaşacağı söylenmiştir. Bir görüşe göre bu, bitip tükenmek bilmeyen şiddetli bir acıdır. “Yalanlamalarına karşılık.” Yani yalancı oldukları için. Âyetteki mâ harfi kâne fiili ile kullanıldığında -diğer bütün fiillerle kullanımında olduğu gibi- mastar olur. Örneğin semi‘tü mâ kulte (Söylediğini işittim) dersin ki burada mâ kulte ifadesi kavlek anlamına gelir. Kâne kelimesi “Şehirde dokuz kişilik bir grup vardı.” [ en-Neml 27/48] âyetinde olduğu gibi geçmiş zaman için kullanılabilir. “Kâfirler için zorlu bir gün olacaktır.” [el- Furkān 25/26] âyetinde olduğu gibi gelecek zaman 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 455 ١ ازدĺאد ّüכħı ÖאĺŴאت َ َžِy ً ارا﴾ [ijĬح، ٦/٧١] وīĨ اÕĻåđĤ Êِّ ٓ ۪Yءٓي ا ِ ْدُ¶ ْ ُدَ {َ À ْ َ وĜאل: ﴿žَ» אءĩĤوا ÙĥĐ ً īĻđĤا ģĻĥĐ َ ïĺõÜ ÷ĩýĤا ٢ īכĤ ،Ùĭّ Ļ×Ĥا ģÐźïĤا ďĨ ħıÖijĥĜ ابóĉĄوا ةóّ اĻĭĤ ĹĘ Ùĩèور ً ً ُõĬل ęüאء ٌ زادħİ ُ اóĝĤآن اñĤي أ مijĜ ħİ ،ÙÖŻĀ ً ÕĥāĤا َ óåéĤا ïĺõĺ اijĥĝĤب ً ĄóĨא ً وÙĥĐ. ħĥכÝĤا ħıĻĥĐ ٣ وģĻĜ: כאÛĬ زĺאدة ħıĄóĨ õĬÍÖال اóęĤاăÐ واïéĤود؛ ïĝĘ כאن ّ ěýĺ ĵĥĐ אتÖijĝđĤا ħà אدات×đĤا ėÐאČو Ĺİو אداتĺõĤا ħıÝĝéĤ ïĜو ėĻכĘ אدةıýĤאÖ ُõادون ĤñÖכ ٤ ĤñÖכ اóĉĄاÖא ĵĥĐ اóĉĄاب وارĻÜאÖא ĵĥĐ ارĻÜאب وĺ اĭåĤאĺאت Ęאزدادوا ْ َ َw ِ اب﴾ [اģéĭĤ، ٨٨/١٦[ ªا قَ ¹ْžَ Y\ا ً wَ َ ْ ¶Yُ َ ِ ْد² ز ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ .ابñĐ ĵĥĐ אÖاñĐ ةóìŴا ĹĘ [٧٦/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ىۜ uً ¶ُ واْuَcَ¶اْ ±À َ w۪ َّ ُ اª ٰ Ãا ّ uÀُ ۪ {َ Àوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ אĨ אĻĬïĤا ĹĘ ħıĤ نijĭĨËĩĤوا ۚ﴾ [اùĭĤאء، ١٧٣/٤]. µ۪ «ِ‹ْ žَ ±ْ ®ِ ْ ¶ُ uÀُ ۪ {َ Àوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ אĨ ĵ×ĝđĤا ĹĘو ّ ل ĹĘ اĻĬïĤא. واħĤŶ ĹĘ وŶوا ĵ×ĝđĤا ĹĘ اñİو﴾ Áٌۙ ª۪ َ ُ·ْ َ َw ٌ اب ا َ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو اÙĕĥĤ اďäijĤ، واħĻĤŶ اďĻäijĤ، وijİ ĵĭđĩÖ اħĤËĩĤ أي اďäijĩĤ، כĩא ĝĺאل «اďĻĩùĤ « ٥ :óĐאýĤا אلĜ ،ďĩùĩĤا ĵĭđĩÖ عijُ åُ ُ İ ĹÖאéĀوأ ĹĭĜُ ِ ّ ُ Ëĺر ďĻĩùĤا اعïĤا ƪ ÙĬאéĺر īْ Ĩأِ ولõĺ ź يñĤا ïĺïýĤا ijİ :ģĻĜو .بijĥĝĤا ĵĤإ įĩĤأ ģāĺ :ģĻĜ ïĝĘ هóĻùęÜ אĨوأ .ďĉĝĭĺ źو َ ْ§ ِwُ \¹َن﴾ أي ÖכħıĬij כאذīĻÖ؛ ÍĘن «Ĩא» ďĨ» כאن» ¹ُا À ²Y¦َ Y¯َ ِ \﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ïĜ «כאن «Ùĩĥوכ .כĤijĜ أي» ÛĥĜ אĨ Ûđĩø» :لijĝÜ ،ģđĘ ģכ اñوכ ،رïāĨ ِ َْ ُ_ َرْ¶ ٍ﴾ [اģĩĭĤ، ٤٨/٢٧ [وïĜ b _ِ³Àَ u۪ ¯َ ْ ªا¿ žِ نYَ ¦َوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ĵĄאĩĥĤ ُ ĵåĺء ۪ َ À± َ ۪ ًyÁا﴾ [اĜóęĤאن، ٢٦/٢٥] yžYِ §َ ْ َ« اª «َ Y®ً ¹َْ À نYَ ¦َوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ģ×ĝÝùĩĥĤ Ïåĺ ١ ر: وīĐ اÕĻåđĤ. .ûĨאİ çĀ ،īכĤ Ùĭّ Ļ×Ĥا ģÐźïĤا ďĨ ħıÖijĥĜ ابóĉĄوا ةóّ ٢ م - ÖאĺŴאت اĻĭĤ ٣ ح: ěü. ٤ م - وĹİ وČאėÐ اđĤ×אدات ħà اÖijĝđĤאت ĵĥĐ اĭåĤאĺאت Ęאزدادوا، çĀ İאûĨ. īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛٨٠/١ אري×ĬŶا īÖź óİاõĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬأ ،ÙÖאéāĤا īĨ ïđĺ ،يïĻÖõĤا بóכĺïđĨ īÖ óĩĐ ijİ óĐאýĤا ٥ درïĺ ١٢٤٩/٣؛ óĻùęÜ اĉĤ×óي، .٢٩٢/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 456 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri ve “Beşikteki bir çocuk olan biriyle nasıl konuşalım?” [ Meryem 19/29] âyetinde olduğu gibi şimdiki zaman anlamında kullanılabilir. “Müminlere karşı merhametlidir.” [ el- Ahzâb 33/43] âyetinde olduğu gibi geniş zaman anlamında da olabilir, yani “Onlara karşı ezelde de merhametli idi, şimdi de merhametlidir, sonsuza kadar da merhametli olacaktır.” anlamındadır. “Boğulanlardan oldu.” [ Hûd 11/43] âyetinde olduğu gibi “oldu/hâline geldi” anlamında da kullanılabilir, “Eğer fakir ise…” [ el-Bakara 2/280] âyetinde olduğu gibi “vuku bulmak” anlamına da kullanılabilir. “Yalan” doğruluğun zıddıdır. Bu kelimenin tıpkı lu‘b ve le‘ib (oyun) kelimesinde olduğu gibi kizb ve kezib şeklinde iki farklı okunuşu vardır. et-Tekzîb ise yalanlamak demektir. Kûfeliler bu ifadeyi tahfif ile yekzibûn şeklinde okurlar ki bu, onların söyledikleri sözlerde yalancı oldukları anlamına gelir. Diğerleri ise şedde ile okumuşlardır ki bu da onların Allah ve resulünü yalanlamaları anlamına gelir. Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu ifade, “ Şirk koşarak Allah hakkında yalan söylerler.” anlamına gelir. Bir başka görüşe göre “Kalpleri ile tasdik etmeksizin sadece dilleri ile ‘Sen Allah’ın resulüsün’ derken yalan söylerler.” anlamına gelir ki bu husus “Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O’nun peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.” [el-Münâfikūn 63/1] âyetinde ifade edilmiştir. Bir görüşe göre bu ifade, “Onlar ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ sözlerinde yalan söylerler.” anlamına gelir ki bu husus buradaki âyetlerde daha önce zikredilmişti. Böylece bizim “ İman sadece ikrardan ibaret değildir.” şeklindeki görüşümüz sağlamlaşır, çünkü bu kimseler dilleri ile ikrar etmiş olsalar da uzuvları buna muhalif olduğu için Allah onları iman iddiaları konusunda yalanlamıştır. 11. Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın.’ denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler. [ el-Bakara 2/11] “Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın.’ denildiği zaman.” Âyetteki izâ kelimesi zaman bildirir, gelecek zaman için kullanılan bir zarftır. İz kelimesi ise geçmiş zaman zarfıdır. Fesat salâhın (doğru ve iyi olanın) zıddı, ifsat ise ıslahın zıddıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 457 ïĜو] ٢٩/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾YÁًّ ]ِ†َ uِ·ْ¯َ ْ ِ ُ َR ±ْ َ¦ َYن žِ¿ اª ّ «§َ ُ ² َ Áْ¦َ﴿ ١ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ אلéĥĤ Ïåĺ ïĜو أي] ٤٣/٣٣ ،ابõèŶا﴾ [Y¯Á ً n۪ رَ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ ªYِ \ نYَ ¦َوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ įĥכ כĤñĤ אđĨאä Ïåĺ ĹĘ אĩכ אرĀ ĵĭđĩÖ Ïåĺ ïĜو ،ïÖŶا ĹĘو אلéĤا ĹĘو زلŶا ĹĘ ħıÖ אĩĻèر لõĺ ħĤ ِ ْن َ¦ َYن واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ďĜو ĵĭđĩÖ Ïåĺ ïĜو] ٤٣/١١ ،دijİ] ﴾±Áَ ¢۪yَ›ْ ¯ُ ْ ªا ±َR ِ نYَ §َ žَ﴿ :įĤijĜ ُذ ُو َْyٍة﴾ [اĤ×óĝة، ٢٨٠/٢]. ٢ ، ٌ Õِ ٌ َوđĤ Õْ ٌ ، כĤijĝכ: đĤ ِñب َ ٌ وכ ِ ْñب ħà اĤכñب Żìف اïāĤق، وįĻĘ ÝĕĤאن: כ ħıÖñכ ijİو ،ėĻęíÝĤאÖ «نijَ ُ َ ْכ ِÖñ واÝĤכÕĺñ اùĭĤ×Ù إĵĤ اĤכñب. وóĜأ أģİ اĤכÙĘij:» ĺ .įĤijøور ųا Ʃ [ ب٦٤ [ħı×ĺñכÜ ijİو ïĺïýÝĤאÖ ħİóĻĔ أóĜو .اijĤאĜ אĩĻĘ אĨ ģĻĥéÝÖ أي :ģĻĜو .כĺóýĤا אت×àÍÖ ųا Ʃ ĵĥĐ نijÖñכĺ أي :ģĻĜ ïĝĘ هóĻùęÜ אĨوأ ěĺïāÜ óĻĔ īĨ ħıÝĭùĤÉÖ ųا Ʃ لijøóĤ כĬإ ħıĤijĝÖ أي :ģĻĜو .įĥĥèّ אĨ ħĺóéÜو įĨّ óè ۢ﴾ [اĭĩĤאijĝĘن، ََy ُ ~¹ُل ّ اà ِٰ ª ¥َ َ ²ِّ َ َƒْ· ُu ا ¹ُا ² ªYَ ¢﴿ :įĤijĝÖ įĻĥĐ صijāĭĨ ijİو ،כĤñÖ ħıÖijĥĜ ۚ﴾ [اĭĩĤאijĝĘن، ١/٦٣]. وģĻĜ: أي َ َ ـ§ ِYذُ\ ¹َن ª ±Áَ £۪ žYِ ³َ¯ُ ْ َ اª ِ ّن َ َƒْ· ُu ا À ُ ١/٦٣] إĵĤ أن Ĝאل: ﴿َو ّ اà ٰ .אتĺŴا هñİ ĵĘ هóذכ ě×ø يñĤا ijİو ،אدĝÝĐا óĻĔ īĨ óìŴا مijĻĤאÖو ųאÖ Ʃ אĭĨآ ħıĤijĝÖ ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħıÖñכّ ïĝĘ ؛»ارóĜŸا دóåĨ ijİ ÷ĻĤ ٣ وěĝéÜ įÖ Ĩא ĭĥĜא: «إن اĩĺŸאن ٤ íĩĤאÙęĤ اĭåĤאن، Ʃ واų اđÝùĩĤאن. دijĐى اĩĺŸאن ďĨ إóĜارħİ ÖאùĥĤאن نijَ éُ ĥِāْ ُ Ĩ īُ éْ Ĭَ א َ ْ ِۙض َĜאĤُ ٓijا ِاĩĬƪ رźا َ ْ ĹĘِ واïُùِ ęْÜُ źَ ْ ħُ ıĤَ ģĻ َ Ĝ۪ ذاَاِ َ -١١ و ٧ ،ÛĻĜijÝĥĤ ٦ ٥ «إذا» ُ·ْ َÊ ُbŸْ ِ ُuوا žِ¿ َْ اÊْر ِۙض ﴾ وכÙĩĥ َ ª ©Áَ ¢۪ ذاَِ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا وĹİ óČف ĨõĥĤאن اĝÝùĩĤ×ģ. و«إذ» óČف ĨõĥĤאن اĩĤאĵĄ. واùęĤאد ïĄ اŻāĤح، ٨ واùĘŸאد ïĄ اŻĀŸح. ١ ح + ì×óا ĜאijĤا. .ûĨאİ çĀ ، ٌ Õِ ٌ َوđĤ Õْ đُ ٌ כĤijĝכ Ĥ ِñب َ ٌ وכ ِ ْñب ٢ م - Żìف اïāĤق وįĻĘ ÝĕĤאن: כ ٣ ط: Ŷن اĩĺŸאن. .ûĨאİ çĀ ،אنùĥĤאÖ ħİارóĜإ ďĨ אنĩĺŸا ىijĐد ĹĘ ĵĤאđÜ ųا ħıÖñכ ïĝĘ ارóĜŸا دóåĨ ijİ - م ٤ ٥ ح ر ط- وכÙĩĥ. ٦ ح ر ط + כÙĩĥ. ٧ ح ر ط: ÛĻĜijÜ. ٨ ط - واùĘŸאد ïĄ اŻĀŸح. ٥ ١٠ ١٥ 458 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Tefsirine gelince, bir görüşe göre anlam, “Müslümanlar bu münafıklara ‘ Medine ve çevresinde günah olan amelleri işlemeyin.’ dedikleri zaman” şeklindedir. -Bu, âyetin nazmından/sözdiziminden çıkan anlamdır.- Bir başka görüşe göre “Dalkavukluk yapmayın.” şeklinde, bir diğer görüşe göre, “İnsanları Hz. Muhammed aleyhisselâmdan uzaklaştırmayın.” şeklinde, bir görüşe göre “İnsanları Allah’ın dininden ve resulüne tâbi olmaktan alıkoymayın.” şeklinde, bir görüşe göre “Kâfirlere meyletmeyin.” şeklinde, bir başka görüşe göre ise “Emirleri terk edip yasakları işlemek sûretiyle hevânıza uymayın.” şeklindedir. Bu âyet ile kimlerin kastedildiği konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd ve bir gruba göre bunlar münafıklardır. Mukātil’e ve Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir diğer rivayete göre bu âyetten “Ey insanlar! Rabbinize kulluk edin!” [ el-Bakara 2/21] âyetine kadar olan kısım Yahudiler hakkındadır. Nitekim “‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” ifadesi buna delâlet eder, çünkü fesat kabilinden bu tür amellerini ıslah olarak niteleyen bunu açıkça ifade eden kimseler Yahudilerdir. Münafıklar ise yaptıkları şeyi “Bu ıslahtır.” diyerek açıkça savunuyor değildiler. Eğer böyle diyecek olsalardı küfürleri ortaya çıkar ve öldürülürlerdi. Yahudiler ise açıkça kendilerinin Hak yol üzere, başkalarının ise bâtıl üzere olduğunu söylüyorlardı. Münafıklar “Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin.” [el-Münâfikūn 63/1] diyorlardı ve “Sizden olduklarına dair Allah adına yemin ediyorlar.” [ et-Tevbe 9/56] âyetinde ifade edildiği gibi konuşuyorlardı. Bir başka delil ise “Onlara ‘İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin.’ denildiği zaman ‘Biz hiç, sefihlerin iman ettikleri gibi iman eder miyiz!’ derler.” [ el-Bakara 2/13] âyetidir. Münafıkların bunu açıkça söylemeleri mümkün değildi, böylece bu âyetin Yahudiler hakkında indirilmiş olduğu sabit olmaktadır. Yahudilerin ifsadı Hz. Peygamber aleyhisselâmın [kendi kitaplarında zikredilmiş olması] durumunu gizlemeleri, insanları ondan alıkoymaları, rüşvet almaları ve rüşvet karşılığında hükümleri değiştirmeleri idi. Âyetin münafıklar hakkında indirildiğini savunanlar ise şöyle derler: Öncesi ve sonrası -daha önce açıkladığımız ve ileride açıklayacağımız üzere- münafıklar hakkındadır. Onların “Biz ancak ıslah edicileriz.” şeklindeki ifadeleri ise “Fesat kabilinden olan bu tür şeyler yapmıyoruz, aksine dininizde size tâbi oluyoruz.” anlamında olup nifak ve fesat çıkarma suçlamasını reddetmeleri anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 459 وأĨא óĻùęÜه ïĝĘ ģĻĜ: أي وإذا Ĝאل اijĩĥùĩĤن źËıĤء اĭĩĤאīĻĝĘ -وijİ اħčĭĤ- ١ ĹĘ أرض اÙĭĺïĩĤ وĨא ıĤijèא، وģĻĜ: أي ź ïÜاijĭİا. وģĻĜ: أي ź ĹĀאđĩĤאÖ اijĥĩđÜź Ʃ اų واÜ×אع īĺد īĐ אسĭĤا واïāÜ ź أي :ģĻĜو .مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ īĐ אسĭĤا اijĜóęÜ رįĤijø. وģĻĜ: أي ź ĩÜאijĥĺا اĤכęאر. وģĻĜ: أي ź ÝÜ×ijđا اijıĤى óÝÖك اijĨÉĩĤر وارÜכאب اĹıĭĩĤ. :ƻ ÙĐאĩäو دijđùĨ īÖوا אس×Đ īÖا אلĜ .ÙĺŴا هñıÖ īĺادóĩĤا ĹĘ اijęĥÝìوا ĵĤإ אĭİ īĨ دijıĻĤا ħİ :ġ אس×Đ īÖا īĐ Ùĺروا ijİو ģÜאĝĨ אلĜو .نijĝĘאĭĩĤا ħİ ¹ُٓا ªYَ َ ُ§ ُ﴾ [اĤ×óĝة، ٢١/٢] Ĝאل: وïĺل įĻĥĐ أįĬ Ĝאل: ﴿¢ َ ُ Yس ْا ُ[ ُuوا َرّ\ ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :įĤijĜ ٢ واijıĻĤد ħİ اīĺñĤ כאijĬا ïĝÝđĺون ñİا اùĘŸאد [١١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ن¹َ oُ «ِ‡ْ ®ُ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ ا إèŻĀא وóıčĺون ذĤכ، ĨÉĘא اĭĩĤאijĝĘن ĩĘא כאijĬا ijĤijĝĺن Čאóİا «إن ñİا إŻĀح»، ُijĥÝا، ĨÉĘא اijıĻĤد ïĝĘ כאijĬا أóıČوا أħıĬ ĵĥĐ اěéĤ ĝĘ ħİóęכ óıčĤ כĤذ ٣ وijĤ ĜאijĤا ۢ﴾ [اĭĩĤאijĝĘن، ََy ُ ~¹ُل ّ اà ِٰ ª ¥َ َ ²ِّ َ َƒْ· ُu ا وħİóĻĔ ĵĥĐ اĤ×אģĈ واĭĩĤאijĝĘن כאijĬا ijĤijĝĺن: ﴿² ْ·ُ َ ª ©Áَ ¢۪ ذاَِ ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٥٦/٩ [ودģĻĤ آóì įĤijĜ:﴿ َوا ْ §ُ ³ْ¯ِ َ ª ْ·َُ ²ِّ ِ ّÃY ِٰ ا َ ْoِ«Ÿُ ¹َن \ ١/٦٣] ﴿َوÀ ٰ َR ±َ ّ اªُ Ÿَ َ ـ·ٓ ُYء﴾ [اĤ×óĝة، ١٣/٢] واĭĩĤאijĝĘن Ĩא כאن ٓY ا ¯َ¦َ ±ُ ®ِQُْ ²َ ¹ُٓا ا ªYَ َ ُ Yس ¢ ٰ َR ±َ ّ اª³ ٓY ا ٰ ِR¹³ُا َ¦َ̄ ا įĻĥĐ ّ ٤ כĩÝאن èאل اĭĤ×Ĺ ijİ ħİאدùĘوإ ،دijıĻĤا ĹĘ įĬأ Û×áĘ اóİאČ اñıÖ ħĥכÝĤا ħıĭכĩĺ اŻùĤم وïĀ اĭĤאس įĭĐ وأħİñì اijüóĤة وĻĕÜ×ħİó اèŶכאم ıÖא. وأĨא اĝĤאijĥÐن ÉÖن ،īĻ×Ĭو אĭĻÖ אĨ ĵĥĐ īĻĝĘאĭĩĤا ĹĘ ٥ אİïđÖ אĨو אıĥ×Ĝ אĨ إن :اijĤאĜ ïĝĘ īĻĝĘאĭĩĤا ĹĘ ÙĺŴا هñİ ģđęĬ ź :اijĤאĜ ħıĬأ אهĭĩđĘ [١١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ن¹َ oُ «ِ‡ْ ®ُ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ ] ĨÉĘא ħıĤijĜ:﴿ ا أ ٦٥] ،אدùĘŸوا אقęĭĥĤ ħıĭĨ כאرĬإ اñİو .ħכĭĺد ĵĥĐ ħכđ×ÝĬ ģÖ אد؛ùĘإ Ĺİ ĹÝĤا אءĻüŶا ١ ح: ĹĘ اđĩĤאĵĀ. . ُ ī ْ éَ א Ĭ َ ĩƪ Ĭِ ُٓijا ا ĤאĜَ :אلĜ įĬأ įĻĥĐ لïĺ :אلĜ ُ ħכُ ƪ Ö َ ُ ُïوا ر × ْ ُ اĐ ƪאس א اĭĤ َ ıƫ ĺَ א ا َٓ ٢ م - ĺ ٣ ح: Ĝאل. ٤ ح - ijİ. .ûĨאİ çĀ ،אİïđÖ אĨو אıĥ×Ĝ אĨ إن :اijĤאĜ ïĝĘ - ط ٥ ٥ ١٠ ١٥ 460 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu görüşte olanlara göre onları ifsatları şu âyetlerde ve benzerlerinde zikredilen hususlardır: “Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar.” [ el-Bakara 2/9], “Onlara soracak olsan kesinlikle ‘Biz öylesine lafa dalmış oyalanıyorduk’ diyeceklerdir.” [ et-Tevbe 9/65] -ki bu âyet onların Akabe gecesinde Hz. Peygamber aleyhisselâmın devesini kovmaları meselesi ile ilgilidir- “Ve derler ki: O bir kulaktır.” [ et-Tevbe 9/61], “Bir küfür ve zarar verme amaçlı mescit edinenler…” [ et-Tevbe 9/107], “Yeminlerini kalkan edinirler.” [el-Mücâdele 58/16], “Tâgūtun hakemliğine başvurmak isterler.” [ en-Nisâ 4/60] -burada kastedilen tâgūt Kâ‘b b. Eşref’tir-, “Ehl-i kitaptan olan kâfir kardeşlerine derler ki…” [ el-Haşr 59/11], “Münkeri emreder, maruftan sakındırırlar ve cimrilik ederler.” [ et-Tevbe 9/67], “Başlarını çevirirler.” [el-Münâfikūn 63/5], “Derler ki: Biz sizinle beraberiz. Onlarla Sadece alay ediyoruz.” [ el-Bakara 2/14], “İnsanlara gösteriş yaparlar.” [ en-Nisâ 4/142], “Böylece onlar şüpheleri içinde tereddüt ederler.” [ et-Tevbe 9/45] “Yeryüzünde” Yeryüzü dünyanın yüzeyidir, sema ise tavanıdır. Bir görüşe göre bu kelime ile Medine kastedilmiştir, çünkü münafıkların ifsatları orada idi. “Biz ancak ıslah edicileriz.” Âyetteki innemâ kelimesi aslında iki kelimeden oluşur. İnne tekit kelimesi olup mâ harfi ile birleşmiş, böylece ortaya çıkan kelime hasr ve kasr (tahsis ve darlatma/kısıtlama) ifade eder olmuştur. Örneğin “Allah ancak tek bir ilâhtır.” [ en-Nisâ 4/171] âyeti “Allah’tan başka ilâh yoktur” anlamına gelir. “Zekâtlar ancak fakirlere (…) verilir.” [ et-Tevbe 9/60] âyetinde de aynı şey söz konusudur. Burada da anlam “Biz sadece ıslah edicileriz.” şeklindedir. Buradaki “biz” kelimesi “ben” kelimesinin aynı lafızdan olmayan çoğuludur. Benzer şekilde hâulâi (onlar) kelimesi de hazâ ve hâzihi (bu) kelimesinin çoğuludur. Yine ulâike (onlar) kelimesi de zâke ve zâlike (bu/şu) kelimesinin çoğuludur. Yine en-nisve (kadınlar) kelimesi el-mer’e (kadın) kelimesinin, el-ibil (develer) kelimesi de en-nâka ve el-cemel (deve) kelimesinin, el-ganem (koyunlar) kelimesi de eş-şât (koyun) kelimesinin [farklı lafızlardan olan] çoğuludur. Sonra bu kelimeyi (çoğul anlamında olsa da) tekil kullanıcı, sözünü kralların konuşmasına benzer tarzda ifade etmek istediği zaman kullanır. Allah Teâlâ “Şüphesiz Biz hayat verir ve Biz öldürürüz.” [ elHicr 15/23] buyurur. Aynı şekilde bu kelimeyi iki kişi de kullanabilir. Allah Teâlâ Hârût ve Mârut’un “Biz ancak bir fitneyiz/imtihanız.” [ el-Bakara 2/102] dediklerini nakleder. Bu âyette, [yani ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ ifadesinde] olduğu gibi çoğul konuşmacı/mütekellim de bu ifadeyi kullanabilir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 461 ±À َ w۪ َّ ُ َs ِYدُ ¹َن ّ اà َٰ َواª À﴿ :אتĺŴا هñİ ĹĘ óذכ אĨ ءźËİ لijĜ ĵĥĐ ħİאدùĘإ وכאن ْ َ ُ]ۜ ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦٥/٩ [وĹİ «َ َ ُs ُ ¹ض َو² ² Yَ ³ّ¦ُ Y¯َ َ ²ِّ َ ا ±ّ ُ ª¹£ُÁََ ª ْ·ُcَْ ªَ َِئ ±ْ َ~Y ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٩/٢]، ﴿َوª ٰ َR¹³ُا ا ۜن﴾ [اÙÖijÝĤ، ٌ ُ ُذ ُ ¹َن ُ¶¹َ ا ª¹£ُ َ Àوَ ﴿:įĤijĜو Ù×ĝđĤا ÙĥĻĤ مŻùĤا įĻĥĐ ١ ّ Ĺ×ĭĤا ÙĜאĬ ħİóĻęĭÜ ÙāĜ ْ·َُ ²Y¯َ Àَْ ٓوا ا wُ sَ َ bِّ َ َs ُwوا َR ْ ِk ًuا َŠِy ً ارا َو ُ¦Ÿْ ًyا﴾ اÙĺŴ] اÙÖijÝĤ، ١٠٧/٩[،﴿ ا bاّ ±À َ w۪ َّ ٦١/٩]، ﴿َواª َ ُYš ¹ِت﴾ [اùĭĤאء، ٦٠/٤] وijİ כÕđ َ« ّ اª ªِ ¹ٓا ا ¯ُ¦Yَ oَ cََ َ ْن À ۪ ُuÀ َون ا yُ À﴿ ،[١٦/٥٨ ،ÙĤאدåĩĤا_﴾ [ً َ ³ّjُ ،[١١/٥٩ ،óýéĤا [ÙĺŴا﴾ بY ِ cَ§ِ ْ َ ْ¶ ِ© اª ا ±ْR ِ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ ِِ·ُ اª ُ ¹َن ِ ِÊ ْr¹َا² ª¹£ُ َ À﴿ ،فóüŶا īÖ َ ْوا ُرُ۫ؤ َ~ُ·ْ﴾ َ ّـ¹ ª﴿ ،[٦٧/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ۜ ْ·َُ Àuِ Àَْ ْ ِ[ ‹ُ ¹َن ا £َ ْ َ̄ ْ ُy ِوف َوÀ َ³َْ·َ¹ْن ±َِ اª ِ َوÀ y§َ ³ْ¯ُ ْ ªYِ ُRُy َون \ ْ Oَ À﴿ َُyٓ ُ۫اؤَن ِ ُ۫ؤَن﴾ [اĤ×óĝة، ١٤/٢]، ﴿À {·ْcَْ ®ُ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ ا ْۙ §ُ َ®َ Yَ ²ِّ ¹ُٓا ا ªYَ اÙĺŴ] اĭĩĤאijĝĘن، ٥/٦٣]، ﴿¢ َ ُد َون﴾ [اÙÖijÝĤ، ٤٥/٩ [وİijéĬא. دّyَcََ َ َ Yس﴾ [اùĭĤאء، ١٤٢/٤]، ﴿ُžَ·ْ ž۪¿ َرْÀِ]ِ·ْ À ّ اª³ وįĤijĜ:﴿ žِ ¿َْ اÊْر ِۙض﴾ ĹıĘ وįä ùÖאط اĻĬïĤא، واĩùĤאء ıęĝøא. وģĻĜ: أرïĺ ıÖא ĭİא ٢ إùĘאد اĭĩĤאīĻĝĘ כאن ıĻĘא. أرض اÙĭĺïĩĤ؛ ÍĘن َ ْo ±ُ ُ ®ِ‡ْ «ُo ¹َن﴾ «إĩĬא» כÝĩĥאن ĹĘ اģĀŶ؛ «إن» כÉÜÙĩĥכïĻ ²Y¯َ َ ²ِّ ¹ُٓا ا ªYَ وđÜįĤijĜאĵĤ:﴿ ¢ ۜu] ﴾اùĭĤאء، ١٧١/٤] óĺïĝÜه: ٰ ٌµَو ِ اn ٌ ªِ ُ ا ٰ Ãا ّ Y¯َ َ ²ِّ ا ﴿:įĤijĝĘ ،óāĝĤوا óāéĥĤ אرتāĘ «אĨ»ـÖ ÛĬóĜ ْ £َŸُ َ ـyٓ ِاء﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦٠/٩ [כĤñכ، وכñا ĭİא «ِ ª تY ُ َ ¢uَ َ‡ªا ّ Y¯َ َ ²ِّ ا ﴿:įĤijĜو ،ïèاijĤا ųا Ʃ źإ įĤإ ź «ءźËİ»כـ įčęĤ óĻĔ ĵĥĐ «אĬأ «ďĩä ﴾±ُ oْ َ ٣ وįĤijĜ:﴿ ² .نijéĥāĨ źإ īéĬ אĨ :אهĭđĨ ٤ وכـ«اijùĭĤة» ďĩä اóĩĤأة، ďĩä» ñİا» و«ñİه» وכħıĤijĝ: أوÑĤכ ijİ ďĩä ذاك وذĤכ، אıÖ ħĥכÝĺ ÙĩĥכĤا هñİ ħà .אةýĤا ďĩä «ħĭĕĤا«وכـ ٥ وכـ«اģÖŸ «ďĩä اĭĤאÙĜ واģĩåĤ، ،óåéĤا﴾ [aÁُ ¯۪ ُ ُ ْċ ۪ َو² ² ±ُ oْ ³ََ ª Yَ ²ِّ اijĤاïè إذا أóìج اĤכŻمóíĨج ĉìאب اijĥĩĤك، Ĝאل: ﴿َوا ٌ_﴾ [اĤ×óĝة، ³َcْžِ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ ٢٣/١٥]، وÝĺכħĥ ıÖא اĭàźאن Ĝאل ì×óا īĐ İאروت وĨאروت: ﴿ا .﴾ن¹َ oُ «ِ‡ْ ®ُ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ ١٠٢/٢]، وÝĺכħĥ ıÖא اĩåĤאÙĐ כĩא ĹĘ ñİه اÙĺŴ﴿ ا ١ ح: رijøل اų. ٢ ر: وإن. ْ £َŸُ َ ـyٓ ِاء، כĤñכ وכñا ĭİא ĭđĨאه: Ĩא īéĬ إź ijéĥāĨن. «ِ ª تY ُ َ ¢uَ َ‡ªا ّ Y¯َ َ ²ِّ ٣ ح - وįĤijĜ: ا ٤ ح ر ط + وĥÜכ. ٥ ح ر ط: اģĩåĤ واĭĤאÙĜ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 462 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Islah ifsadın zıddıdır. es-Salâh ve es-salûh ise fesadın zıddıdır. Kelimenin etimolojisinde üç farklı lehçe söz konusudur. Birincisi dehale-yedhulu kalıbında saleha-yesluhu şeklinde, ikincisi sana‘a-yesna‘u kalıbında saleha-yeslahu şeklinde, üçüncüsü ise şerufe-yeşrufu kalıbında saleha-yesluhu şeklindedir. es-Sulh (barış), el-musâlaha (anlaşma) ve el-ıstılâh (uzlaşma/terim) kelimeleri de buradan türemiştir. Sonra münafıkların bu sözlerinin birkaç anlamı olabilir. Birincisine göre onlar ifsadı, yani nifak ve yasaklanan şeyleri yaptıklarını inkâr etmektedirler, çünkü bunu gizlemektedirler, fakat Allah onların gizlediklerini açığa çıkarmıştır. İkincisine göre onlar bu sözleri ile Müslümanlara mazeret beyân etmiş olmakta ve “Biz kâfirlerle uzlaşıp onlara meylediyoruz, fakat bunu yaparak onlarla müminler arasında ıslah sağlamak istiyoruz.” demektedirler. Bu Abdullah b. Abbas’ın görüşüdür. Üçüncüsüne göre onlar şöyle demiş olmaktadır: İçimizden kâfirlere, dış görünüşte de müminlere uyum sağlayarak işin sonundaki hâlimizi ıslah ediyoruz. Böylece eğer bunlar (kâfirler) zafere ulaşacak olursa onlara “Biz de sizdeniz” diyeceğiz, diğerleri zafere ulaşırsa onlara da aynı şeyi söyleyeceğiz. Dördüncüsüne göre bu ifade Yahudilerin cevabıdır ki onlar zaten kendi inançlarının ifsat değil ıslah olduğunu açıkça söylemektedirler. 12. Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat farkında değildirler. [ el-Bakara 2/12] “Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir.” Âyetteki elâ kelimesi tembih/dikkat çekme anlamına gelir. İnne kelimesi tekit ifade eder, hüm zamiri ise daha önce zikri geçenlere işaret eder. İkinci hüm zamiri tekittir, çünkü tekrar tekit ve takrir demektir. Aynı tekit “Muhakkak Ben, Ben Allah’ım.” [ el-Kasas 28/30], “Muhakkak Biz, Biz zikri indirdik.” [ el-Hicr 15/9], “Muhakkak O, O bağışlayıcı ve merhametlidir.” [Yûsuf 12/98], “Elbette Sen, Sensin tövbeleri kabul eden ve merhametli olan.” [ el-Bakara 2/128], “Dediler ki: Mutlaka siz, sizsiniz zalimler.” [ el-Enbiyâ 21/64], “Şunu bilin ki onlar, bozguncuların ta kendileridir.” [ el-Bakara 2/12] âyetlerinde de mevcuttur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 463 ثŻà įęĺóāÜ ĹĘو .אدùęĤا ïĄ حijĥ ُ ١ واŻāĤح واāĤ واŻĀŸح ïĄ اùĘŸאد، ،ďĭāĺ ďĭĀ :כĤijĝכ» çĥāĺ َ çĥĀَ »و ،ģìïĺ ģìد :כĤijĝכ» çĥāĺ ُ çĥĀَ » :אتĕĤ īĨ ٢ و« ُçĥĀ ُ çĥāĺ «כĤijĝכ: óüف óýĺف. واçĥāĤ واāĩĤאÙéĤ واŻĉĀźح ذĤכ. ħà ħıĤijĝĤ ñİا وijäه، أİïèא: أħıĬ أĬכóوا اùĘŸאد وijİ اęĭĤאق وĨא ijıĬا įĭĐ؛ ħıĬŶ כאijĬا ijęíĺن ذĤכ óıČÉĘ Ʃ اų Ĩא أóĩĄوا وכėý Ĩא óÝøوا. ] أħıĬ اñÝĐروا إĵĤ اīĻĩĥùĩĤ وĜאijĤا: إĩĬא ijĬاěĘ اĤכęאر وĩĬאħıĥĺ واáĤאĹĬ:] ٦٥ب .ġ אس×Đ īÖا لijĜ اñİو .īĻĭĨËĩĤا īĻÖو ħıĭĻÖ حŻĀŸا אıÖ ïĺóĬ ĹĘ īĻĭĨËĩĤا ÙĝĘاijĨو īĈא×Ĥا ĹĘ אرęכĤا ÙĝĘاijĩÖ אĬóĨأ çĥāĬ :اijĤאĜ ħıĬأ :ßĤאáĤوا ءźËıĤ כאنijĤو ،ħכĭĨ īéĬ :اijĤאĜ ءźËıĤ óęčĤا כאن ijĤ ĵÝè Ù×ĜאđĤا ĹĘ اóčĬ óİאčĤا ĜאijĤا ħıĤ כĤñכ . اóĤاďÖ: أن ñİا ijäاب اijıĻĤد وأóıČوا įÖ أن Ĩא ħİ įĻĘ إŻĀح وĻĤ ÷ùĘÍÖאد. ُ َون óُ đýْ َ ĺ źَ īْ כِ Ĥٰ َ و ونَ ïُùِ ęْ ُ ُ ْاĩĤ ħİُ ْ ħُ -١٢ َآَź ِاıĬƪ ،ïĻכÉÜ Ùĩĥכ» إن«و ،įĻ×ĭÜ Ùĩĥכ» Ê ََٓ ْ ُ̄ Ÿْ ِ ُu َون﴾ «ا َُ·ْ ُ¶ ُ اª ²ِّ Ê ا ََٓ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا اñİو .óĺóĝÜو ïĻכÉÜ óĺóכÝĤا نŶ ؛ïĻכÉÜ אĻĬאà «ħİ»و ،įĥ×Ĝ īĺرijכñĩĤا īĐ Ùĺאĭכ» ħİ»و µُ َ ²ِّ ْ َy] ﴾اóåéĤ، ٩/١٥[،﴿ ا ¦ِ wªا ّ Y³َْ ªَ {َّ ² ±ُ oْ َ ² Yَ ²ِّ ُ﴾ [اÿāĝĤ، ٣٠/٢٨[،﴿ ا ٰ Ãا ّ Yَ ²َ ۪¿ ا ٓ²ِّ כįĤijĝ:﴿ ا ،[١٢٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Áُ n۪ َ َ ُ اب ّ اyª ¹َّ cªا ّ aَ ²َْ َ ¥َ ا ²ِّ ا ﴿،]٩٨/١٢ ،ėøijĺ] ﴾Áُ n۪ َ ْ ›َ Ÿُ ¹ُر ّ اyª ُ¶¹َ اª ْ ُ̄ Ÿْ ِ ُu َون﴾ [اĤ×óĝة، ١٢/٢]. َُ·ْ ُ¶ ُ اª ²ِّ Ê ا ََٓ ِ ُ̄ ¹َۙن﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٦٤/٢١]، ﴿ا ªYَ ªا ّ ُcُ²َْ َ ُ§ ْ ا ²ِّ ¹ُٓا ا ªY£َžَ﴿ ١ ط: اùęĤאد. ٢ ح: īĨ اŻāĤح. ٥ ١٠ ١٥ 464 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu kimseler kendileri için “ıslah ediciler” ismini kullanmışlar, fakat Allah bunu reddetmiş ve onları “bozguncular” olarak isimlendirmiştir. Onların sözünün dört farklı anlamı vardır ve bu âyette bütün bu anlamlara ret söz konusudur. Birincisi, onların nifakı inkâr edip gizlemeleridir ve bu âyet onların sırlarını ifşa etmiş, gizlediklerini açığa çıkarmıştır. İkincisi, onların “Biz kâfirlere yakınlaşarak ıslah amaçlıyoruz.” diyerek mazeret bildirmeleridir ki Allah Teâlâ âyet ile onların bu yaptığının ifsat olduğunu haber vermektedir. Zira kâfirler onların kendilerinden yana olduklarını bilmektedirler ve bu durum onların küfürde ısrar etmelerinde teşvik edici olmaktadır. Üçüncüsü, onların her iki taraf ile de uyum içinde olmalarının işlerine yarayacağını düşünmeleridir ki Allah Teâlâ burada onların bu yaptığının hem dünyada hem âhirette onların sonlarını kötü kılacağını haber vermektedir. Zira onlar zâhirde kâfirlere tâbi olmadıkları için kâfirler onları reddedecektir. Riyakârların durumu da böyledir. İhlas sahibi olmaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Dördüncüsü, bu ifadenin Yahudiler tarafından açıkça söylenen bir cevap olmasıdır. Nitekim onlar hakkında Allah Teâlâ “Kötü ameli kendisine güzel gösterilen ve onu iyi sanan kimse…” [ Fâtır 35/8] buyurmuştur. Bunlar Hz. Mûsâ’nın salâh hâlini fesat olarak, kendi azgınlığını ise doğru yol olarak isimlendiren ve “Bırakın beni, dedi. Mûsâ’yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” [el-Gāfir 40/26], “Ben size kendi görüşümü söylüyor ve sizi sadece doğru olan yola yönlendiriyorum.” [el-Gāfir 40/29] diyen Firavun gibidirler ki Allah Teâlâ ona reddiye olarak “O muhakkak fesatçılardan idi.” [ el-Kasas 28/4], “Fesatçılardan idin.” [ Yûnus 10/91] demiş, buradaki âyette de [Yahudilere reddiye olarak] “Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir.” buyurmuştur. Şöyle denilmiştir: Bu âyet münafıkların kendilerini ıslah ile müminleri ise ifsat ile nitelediklerine delâlet eder. Bu durumda onların “Biz aslında ıslah edicileriz, asıl bozguncular sizlersiniz.” demiş olmaları gerekir. Bu nedenle Allah Teâlâ onların bu iki sözünü de reddetmiş ve “Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir.” buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 465 وכאن ،īĺïùęĩĤا ħøا ħıĤ Û×àوأ ħıĭĐ ųا Ʃ ٢ ١ اīĻéĥāĩĤ ęĭĘאه ħøا ħıùęĬŶ اijÝ×àأ .هijäijĤا כĥÜ ĵĥĐ ħİرد اñİ ĹĘو įäأو ÙđÖأر ħıĨŻכĤ ٣ أĨא اŶول: Ęכאن إĬכאراħıĭĨ وإóøارا وכאن ñİا ÝİכאÝøŶאرħİ وإıČאراóøŶارħİ. واáĤאĹĬ: כאن اñÝĐارا ĬÉÖא ÕĥĉĬ اŻĀŸح ÖאĩÝøאÙĤ اĤכęאر، ìÉĘ×ó ñıÖا أن ñİا ُ أن اĭĩĤאīĻĝĘ ħıĤ أāĬאر وñİا ÖאßĐ ħıĤ ĵĥĐ اóĀŸار. אرęכĤا ħĥĐ ßĻè ħıĭĨ אدùĘإ نijכÝĘ īĻĤאéĤا ĹĘ ħıđęĭÜ īĻıäو īĨ īĻĝĺóęĤا ÙĝĘاijĨ أن ħıĭĨ אĭČ כאن :ßĤאáĤوا ïĜو īĻĝĺóęĤا אءĄر اij×ĥĈ ħıĬÍĘ ؛ħıĤÇĨو ħıĤאéĤ אدùĘإ įĬأ ó×ìÉĘ ،ħıĤא×Ĥ אèŻĀإ ونóĘכאĤوا ،īĈא×Ĥا ĹĘ ħıĬijĝĘاijĺź ħıĬأ אĩĤ ħıĬijąĕ×ĺ īĻĭĨËĩĤا نÍĘ ؛įĥכ כĤذا ħıÜאĘ ĹĘ źإ صŻì źو ،אĺóĤا ģİأ אلè اñوכ .óİאčĤا ĹĘ ħıĬijđÖאÝĺź ħıĬأ אĩĤ ؛ħıĬدوóĺ ٤ اŻìŸص. ±َ ِ žََ َ̄ ±ْ ُزّÀ ٥ ﴿ا :ħıĝè ĹĘ ĵĤאđÜ אلĜ īĩĨ اijĬوכא ،אراıä دijıĻĤا ابijä כאن :ďÖاóĤوا ،אداùĘ ĵøijĨ حŻĀ ĵƪ ĩ َ ۜ﴾ [ĘאóĈ، ٨/٣٥ [وכאijĬا כijĐóęن ø Y³ً َ nَ هُ ٰ ٓ ¹ُء َ َِ̄» ۪µ َžَyا ~ُ µُ َ ª ِ َل ۪د َÀ³ ُ §ْ uّ ]َُ َ ْن À َ َr ُ Yف ا ۪¿ ا ٓ²ِّ َ ُۚµ ا َْÁ ْu ُع َرّ\ ªوَ~« ¹ٰR ُ© ْcُ ْ ¢َ وijĔاÙĺ įùęĬ رüאدا، ĝĘאل: ﴿َذُر ۪وٓ²¿ ا َ ٰرى َوَRٓY َ َRٓY ا Êِّ ۪ر ُ À §ْ ا ُ ْ Ÿَ َ َYد﴾ [اīĨËĩĤ، ٢٦/٤٠ [وĜאل: ﴿َRٓY ا ُ ِْ·َy žِ ¿َْ اÊْر ِض اª َ ْن À َْو ا ا ±َ ®ِ نYَ ¦َ µُ َ ²ِّ ٦ ĝĘאل: ﴿ا įĻĥĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ َ ‚َ ِYد﴾ [اīĨËĩĤ ، ٢٩/٤٠ [óĘد yªا ّ© Áَ ]۪ ~َ َ Êِّ ا ْ§ À ُ u۪ ¶ْ َ ا [ أ ٦٦] אلĜو] ٩١/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾±À َ u۪ ِ Ÿْ ¯ُ ْ ªا ±َR ِ aَ ³ْ¦ُ وَ ﴿:אلĜو] ٤/٢٨ ،ÿāĝĤا﴾ [±À َ u۪ ِ Ÿْ ¯ُ ْ اª ْ ُ̄ Ÿْ ِ ُu َون﴾. َُ·ْ ُ¶ ُ اª ²ِّ Ê ا ََٓ ĭİא: ﴿ا حŻĀŸאÖ ħıùęĬأ اijęĀو ħıĬأ ĵĥĐ لïĺ אĨ اñİ ĹĘ :ģĻĜو واīĻĭĨËĩĤ ÖאùĘŸאد، واĵąÝĜ أħıĬ ĜאijĤا: إĩĬא īéĬ ijéĥāĨن وأħÝĬ ْ ُ̄ Ÿْ ِ ُu َون﴾ َُ·ْ ُ¶ ُ اª ²ِّ Ê ا ََٓ Ʃ اų ħıĻĥĐ اīĻĤijĝĤ وĜאل: ﴿ا ïùęĨون، óĘد .ûĨאİ çĀ ،ħİ ħıĬأ :ط ١ ٢ ح: ęĭĘאħİ. ٣ م ح ط - óøŶارħİ. ٤ ر - وź Żìص إź ĹĘ اŻìŸص. .ħıĝè ĹĘ ĵĤאđÜ - ح م ٥ ٦ ط: ħıĻĥĐ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 466 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu cümlenin takdiri (anlamı), “Onlardır bozguncular, siz değil!” şeklindedir. Eğer onların sözleri sadece âyette ifade edilenden ibaret olsaydı o zaman kendilerine cevap olarak, “Onlar bozgunculardır.” denilmesi yeterli olurdu. Ancak hüm (onlar) zamirinin tekrarlanması ve sıfatın [el-müfsidûn (bozguncular) şeklinde] elif-lâm takısı ile marife yapılarak kullanılması, bizim söylediğimizin delilidir. Bu tıpkı “Seni kınayan kimse, asıl soyu kesik olanın kendisidir.” [el-Kevser 108/3] âyeti gibidir ki burada o mâlûm mel‘un kişinin [yani Ebû Leheb’in] “ Muhammed’in soyu kesilecektir, öldüğü zaman adı sanı unutulacaktır.” şeklindeki sözüne reddiyedir ve Allah Teâlâ “Seni kınayan kimse, asıl soyu kesik olanın kendisidir, sen değil!” [el-Kevser 108/3] buyurmuştur. Sonra burada müminlerin şerefinin beyânı söz konusudur, çünkü Allah Teâlâ münafıkların Hz. Peygamber aleyhisselâma söylediklerine cevap vermeyi üstlendiği gibi müminlere söylediklerine de cevap vermeyi üstlenmiştir. Nitekim Velîd b. Mugīre -Allah kendisine lânet etsin- Hz. Peygamber aleyhisselâm hakkında “O mecnundur.” ifadesini kullanmış, Allah da onu reddederek “Rabbinin nimeti sayesinde sen mecnun değilsin.” [el-Kalem 68/2] buyurmuş, ardından da o mel‘un hakkında “Sakın yalancılara/inkârcılara boyun eğme!” [el-Kalem 68/8] buyurduktan sonra “Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine sakın boyun eğme.” [el-Kalem 68/10-13] demiştir. Bunlar kınama ifade eden on isimdir. Müminler için de bu şekilde isimler kullanılmıştır. Çünkü münafıklar müminleri fesatçılar olarak nitelemiş, Allah da onların bu nitelemelerini reddetmiş ve münafıkları kınama ifade eden şu nitelikler ile isimlendirmiştir: 1. Aldatmaya çalışanlar: “Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar.” [ el-Bakara 2/9] 2. Cahiller olarak: “Fakat farkında değillerdir.” [ el-Bakara 2/9] 3. Hasta olarak: “Kalplerinde bir hastalık vardır.” [ el-Bakara 2/10] 4. Yalancılar olarak: “Yalanladıkları için…” [ el-Bakara 2/10]. 5. Bozguncular olarak: “Asıl bozguncular onlardır.” [ el-Bakara 2/12] 6. Sefihler olarak: “Şunu bilin ki asıl sefihler onlardır.” [ el-Bakara 2/13] 7. Azgınlar olarak: “Azgınlıkları içinde bocalarlar.” [ el-Bakara 2/15] 8. Diğer nitelikleri ise [sağır, dilsiz ve kör olarak] “Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler.” [ el-Bakara 2/18] âyetinde dile getirilmiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 467 وóĺïĝÜه: ħİ اïùęĩĤون ź أħÝĬ. وijĤ כאن כħıĨŻ ñİا اijĤاïè اijāĭĩĤص įĻĥĐ ėĤŶאÖ ÛđĭĤا ėĺóđÜو» ħİ» ارóכÝĘ ،«ونïùęĨ ħıĬإ «ħıĤ אÖاijä ĵęכ ١ ُ ÕùéĘ ijİ [٣/١٠٨ ،óàijכĤا﴾ [yُcَ\ْÊا َْ ¹َ¶ُ ¥َ ئَِ ²Y‚َ َ ِ ّن واŻĤم دģĻĤ ĵĥĐ Ĩא ĭĥĜא، وijİ כįĤijĝ:﴿ ا َ ِ ّن رد ijĜل ذĤכ اīĻđĥĤ أن ïĩéĨا أóÝÖ، إذا Ĩאت اďĉĝĬ ذכóه، ĝĘאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ ا ٢ .ÛĬأ ź [٣/١٠٨ ،óàijכĤا﴾ [yُcَ\ْÊا َْ ¹َ¶ُ ¥َ ئَِ ²Y‚َ īĻĭĨËĩĥĤ هijĤאĜ אĩĐ īĻĝĘאĭĩĤا ابijä ĵĤijÜ ßĻè īĻĭĨËĩĤا فóü אنĻÖ įĻĘ ħà :įĤ אلĜ ųا Ʃ įĭđĤ ةóĻĕĩĤا īÖ ïĻĤijĤا نÍĘ ،مŻùĤا įĻĥĐ ĵęĉāĩĤا ěè ĹĘ כאن אĩכ ۚ﴾ [اħĥĝĤ، ِ َ̄ ْk³ُ ¹ٍن ْ³ِِ َ̄ ِ_ َرِّ\ ¥َ \ \ aَ ²َْ ا Yٓ®َ﴿ :įĤijĝÖ įĭĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אهęĭĘ ،نijĭåĨ įĬإ ِ ۪\ َÁ±] ﴾اħĥĝĤ، ٨/٦٨ [وĜאل: ﴿َوَÊ wّ §َ ¯ُ ْ ِ اª •ِ bُ Ëَžَ﴿ :īĻđĥĤا כĤذ ذم ĹĘ אلĜ ħà [٢/٦٨ ¥َ ِ ªذٰ uَ ْ َ \ ٍ ©ّcُ ُ Áٍ ۙ f۪ َ ا uٍcَْ®ُ ِ yÁْsَ ْ «ِ ª ٍ َYع ³ّ®َ Áٍ ۙ ¯۪ ³َِ َٓ ٍYء \ َ ٍYز َR ƒّ َ ٍف َR۪· ٍۙÁ± َ ¶ّ¯ Ëّ nَ َ ُb ِ ْ ـ• ُ¦ّ© ؛īĻĭĨËĩĤا ěè ĹĘ כĤñכĘ ،ÙĨijĨñĨ אءĩøأ ةóýĐ Ĺİو] ١٣-١٠/٦٨ ،ħĥĝĤا﴾ [Áٍ َز²۪ ۙ ٤ óýđÖة ٣ وĵĩø اĭĩĤאīĻĝĘ ħıĭĐ ųا Ʃ אهęĭĘ īĺïùęĨ īĻĭĨËĩĤا اijĩø īĻĝĘאĭĩĤا نÍĘ :įĤijĝÖ «īĻĥİאä» ،[٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [َٰ Ãا ّ ن¹َ ُ دYِ sَ ُ À﴿ :įĤijĝÖ «īĻĐאدíĨ» :ÙĨijĨñĨ אءĩøأ ٌۙض﴾ [اĤ×óĝة، ١٠/٢]، yَ®َ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪﴿ :įĤijĝÖ «ĵĄóĨ » ،[٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۜ َ ƒْ ُ ُy َون À Y®َوَ﴿ ْ ُ̄ Ÿْ ِ ُu َون﴾ ªا ُ¶ ُ ﴿ :įĤijĝÖ «īĺïùęĨ» ،[١٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ن¹َ\ ُwِ §ْ َ À﴿ :įĤijĝÖ «īĻÖכאذ« َُ·ْ ُ¶ ُ ّ اªُ Ÿَ َ ـ·ٓ ُYء﴾ [اĤ×óĝة، ١٣/٢]، «ĈאīĻĔ « ²ِّ Ê ا ََٓ [اĤ×óĝة، ١٢/٢]، «ıęøאء» įĤijĝÖ:﴿ ا ْ·ُžَ ٌ ¿¯ْ ُ ٌ §ْ \ُ ٌ َ ْ َُ̄· ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ١٥/٢] وĩÜאıĨא įĤijĝÖ: ﴿ ّ†ُ À ْ·ِِ ²YÁَ›ْ Žُ ¿ž۪﴿ :įĤijĝÖ .[١٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ن¹َۙ ُ jِ yَْ À Êَ .ÕùéĘ įĻĥĐ - ح ١ ٢ ح - ź أÛĬ. .ûĨאİ çĀ ،ħıĭĐ ųا אهęĭĘ - ط ٣ ٤ ح + ïđÖه. ٥ ١٠ ١٥ 468 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Fakat farkında değildirler.” Âyetteki lâkin kelimesi istidrâk [yani eksik ifadenin tamamlanması/önceki sözden neşet eden yanlış anlaşılma ihtimalinin giderilmesi] anlamındadır. Bir görüşe göre bu ifade, olumsuzladığın bir şeyin yerine olumladığın bir başka şeyin geçirilmesi anlamına gelir. Kelime şeddeli ve şeddesiz [yani lâkinne ve lâkin şekilde] okunur. Şeddeli hâli nasb edatı, şeddesiz hâli ise ref‘ edatıdır. Her ikisi de ismin başına gelir. Şeddesiz olan fiilin başına da gelir. Hak Teâlâ “Biz onlara zulmetmedik, lakin kendilerine zulmettiler.” [ Hûd 11/101] buyurmuştur. Bu ifadesinin sonundaki nûn harfi şiirdeki uyum gereği düşebilir. Şâir şöyle demiştir: (Seninle sohbet edemem) fakat (ve laki) eğer suyun fazla ise bana da su ver Atıf konumunda şeddesiz lâkin kelimesi diğer atıf harfleri gibi işlev görür. Örneğin mâ câeni Zeydün lâkin ‘Amrun” (Bana Zeyd gelmedi, ama Amr geldi), mâ raeytü Zeyden lâkin ‘Amran (Zeyd’i görmedim, ama Amr’ı gördüm), mâ merartü bi-Zeydin lâkin bi-‘Amrin (Zeyd’e uğramadım, ama Amr’a uğradım) dersin. “Farkında değildirler” ifadesi “bilmezler” anlamına gelir. Neyi bilmedikleri konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre bu ifade, “Onlar bozguncu olduklarını, fiillerinin bozgunculuk olduğunu bilmezler.” anlamındadır. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Eğer anlam bu ise o zaman bu, “Bilinmeyen delil bağlayıcı değildir.” diyenlerin görüşünü çürütür. Bu Nâşî ve diğer bazı Mu‘tezilîlerin görüşüdür. Çünkü bu âyet münafıkların, bilmemesine rağmen, yaptıkları fi ilin fesat olduğunu haber vermektedir. Aynı durum “Siz farkında olmadan amelleriniz boşa çıkar.” [ el-Hucurât 49/2] âyetinde de söz konusudur. Burada onlar deliller üzerinde düşünerek bilmeye imkânları olmasına rağmen [böyle bir düşünme faaliyetinde bulunmadıkları için] bilmedikleri hâlde amellerinin boşa çıkacağını haber vermektedir.1 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 38. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 469 ءĹü ěĻĝéÜ ١ Ĺİ :ģĻĜو ،راكïÝøا Ùĩĥכ» īכĤ» ﴾ونَ yُ ُ ƒْ َ À Êَ ±ْ §ِ ٰ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ٌ ، وŻìïĺن ďĘرا ėęíĩĤوا ƪ ٌ ÕĀאĬ دƪ ïýĩĤوا ،ėęíّ ُ ُ ّïýد وÜ ٣ وÜ .įĻِ ęْ ĭَ Ü ءĹü ٢ لïÖ َ įُ Ý×ِْ áُ Ü ±ْ §ِ ٰ ªوَ ْ¶ Yُ ³َ¯ْ َ «’َ Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،אąĺأ ģđęĤا َ ģìïĺ įĭĨ ėęíĩĤوا ، َ đĻĩäא اħøź ٤ :óĐאýĤا אلĜ ،óđýĤا ĹĘ ورةóąĥĤ įĬijĬ ćĝùĺ ïĜو] ١٠١/١١ ،دijİ] ﴾ْ·َُ Ÿُ ²َْ ¹ٓا ا ¯ُ َ «’َ َ ُאؤ َك َذا َĘ ْą ِģ ٥ ْ ِĝِĹĭ ِإ ْن َכ َאن Ĩ َ َź ِك اø و ؛ģĩđĤا ĹĘ ėĉđĤا وفóè óÐאùכ ÙęęíĩĤا» īכĤ» نijכĺ ėĉđĤا ďĄijĨ ĹĘو ïĺõÖ رتóĨ אĨ»و ،»واóĩĐ īכĤ اïĺز Ûĺ رأ אĨ»و» وóĩĐ īכĤ ïĺز ĵĭÐאä אĨ» :لijĝÜ .«وóĩĐ īכĤ ħıĬأ نijĩĥđĺ ź :ģĻĜ אهĭđĨ ĹĘ ėĥÝìوا .نijĩĥđĺ ź أي﴾ ونَ yُ ُ ƒْ َ À Êَ﴿ :įĤijĜو :ųا Ʃ ] أijÖ ijāĭĨر رįĩè ïùęĨون وأن ħıĥđĘ إùĘאد. Ĝאل اĨŸאم [٦٦ب مõĥĺ ź ÙåéĤا إن :لijĝĺ īĨ لijĜ ăĝĭĺ ijıĘ اñİ ģĺوÉÝĤا כאن إن אدùęÖ ó×ìأ įĬŶ ؛ÙĤõÝđĩĤا īĨ هóĻĔو ٦ ĹüאĭĤا لijĜ ijİو ،ÙĘóđĩĤאÖ źإ ْ §ُ ُ ªY¯َ ْ َ َ ْoَ ]َ ا َ ْن b ٧ وijİ כįĤijĝ أąĺא: ﴿ا .įÖ واóđýĺ ħĤ وإن ħıđĻĭĀ ź اijĬכא وإن ħıĤאĩĐأ ć×éÖ ó×ìأ] ٢/٤٩ ،اتóåéĤا﴾ [ونَ yُ ُ ƒْ َ b Êَ ْcُ²َْ َوا ĵĤإ لijĀijĤا īĨ īĻĭכĩÝĨ أي ،įÖ ħĥđĤا ģĻ×ùÖ اijĬכא أن ïđÖ نijĩĥđĺ ٨ .įĥÐźد ĹĘ óčĭĤאÖ ħĥđĤا ١ م ح: ijİ. ٢ ر: ïĺل ĵĥĐ. ٣ ر: įùęĭÖ. .įđĻĉÝøأźو įĻÜÇÖ ÛùĥĘ + ر ٤ אدرāĩĤوا ĹüאåĭĤا ĵĤإ Õùĭĺ ÛĻ×Ĥا .»īכĤ» يóİijåĥĤ אحéāĤ؛ا١٩٤/٢ ،Ĺĭä īÖź ابóĐŸا ÙĐאĭĀ óø :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٥ .ģąِ َ ِĹĭ إن כאن َ Ĩאؤك ذا Ę ĝ ْ ِ وź أįđĻĉÝø ... ِ وźك اø įĻÜÇÖ Ûُ ْ ùĥَ َ Ę :Ĺĥĺ אĩכ אıĥĝĭĺ اءóđýĤا īĨ כאن) م ٩٠٥/ـİ ٢٩٣ .ت (óĐאýĤا óĻüóüِīÖאÖ وفóđĩĤا אري×ĬŶا ĹüאĭĤا ïĩéĨ īÖ ųا ï×Đ אس×đĤا ijÖأ ijİ ٦ īĨ įĥĀأ ،אĩĥכÝĨ אĻĄوóĐ אĺijéĬ وכאن ó×כŶا ĹüאĭĤا ijİو ،אĩİאرčĬوأ يóÝé×Ĥوا ĹĨوóĤا īÖا Ùĝ×Ĉ ĹĘ ijİو ،īĺïĻåĩĤا אıÝĥĩä īĨ مijĥĐ ةïĐ ĹĘ اóé×ÝĨ وכאن .هóĩĐ óìآ ĵĤإ אıÖ אمĜوأ ،óāĨ ĵĤإ جóì ħà ÙĥĺijĈ ةïĨ ادïĕ×Ö אمĜوأ ،אر×ĬŶا ħĥĐ اěĉĭĩĤ. اóčĬ: إĬ×אه اóĤواة ĹĉęĝĥĤ، ١٢٩/٢؛ وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن .٩١/٣ ٧ ح - وإن ħĤ óđýĺوا įÖ. ٨ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٣٨/١ ٥ ١٠ ١٥ 470 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu ifade ilmin gerçekte mevcudiyetinin olumsuzlanması değil, onların ilimle amel etmediklerinin ifadesidir. Bu hususu daha önce ifade etmiştik. Bir başka görüşe göre anlam, “Onlar azaba uğrayacaklarını bilmezler.” şeklinde, bir diğer görüşe göre, “Ölümün ne zaman başlarına geleceğini ve tövbe etme imkânlarının tükeneceğini bilmezler.” şeklindedir. “Bilmektedirler ki…” [ el-Bakara 2/102] âyetinde bu kimseler bilgi sahibi olarak, “Farkında değildirler.” âyetinde ise üç bakımdan, yani yaptıklarının fesat olduğunu bilmemek, bunun karşılığında bir azap olduğunu bilmemek ve tövbe etmeden ölümün ne zaman gelip kendilerini yakalayacağını bilmemek açısından cahil olarak nitelendirilmişlerdir. Böyle olduğu için de Allah Teâlâ onların bahanelerini tüketmiş, delili kesin olarak ilzam edici hâle getirmiş, âyetin farklı delâletleri ile bütün bu cehaletleri ortadan kaldırmıştır. Nitekim onların yaptıklarının ifsat olduğunu “Şunu bilin ki asıl onlar bozgunculardır.” [ el-Bakara 2/12] âyeti ile ifade etmiş, ifsadın karşılığındaki azap hakkında “Muhakkak münafıklar cehennemin en aşağı derecesindedirler.” [ en-Nisâ 4/145] buyurmuş, ölümün gelip çatması konusunda ise “Onlar farkında değilken ansızın onlara geliverir.” [ eş-Şuarâ 26/222] buyurmuştur. Aynı şekilde müminleri de “Ve ilim sahipleri…” [ Âl-i İmrân 3/18] âyetinde “ ilim” ile nitelemiş, sonra da ilme muhalefetlerinden dolayı kendilerini “Bir cahillik edip kötülük işleyenler…” [ en-Nisâ 4/17] âyetinde cahillik ile nitelemiştir. Onların cehaletlerinin de yukarıdaki cehalette söz konusu olan üç yönü vardır ki Allah Teâlâ bu üç tür cehaleti de ortadan kaldırmıştır. İlki hakkında, bunun fasıklık olduğunu ifade ederek şöyle buyurmuştur: “İmandan sonra fasıklık ismi ne kadar da kötüdür!” [ el-Hucurât 49/11], bunun cezası hakkında “Günahkârlar elbet cehennemdedir.” [el-İnfitâr 82/14] buyurmuş, ölüm ile ilgili husus konusunda ise “Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.” [el-Münâfikūn 63/10] buyurmuştur. 13. Onlara, ‘İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin.’ denildiği vakit ‘Biz hiç, sefihlerin iman ettikleri gibi iman eder miyiz!’ derler. Biliniz ki sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler. [ el-Bakara 2/13] “Onlara, ‘İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin.’ denildiği vakit ‘Biz hiç, sefihlerin iman ettikleri gibi iman eder miyiz!’ derler.” Kelbî’nin Ebû Sâlih kanalıyla rivayet ettiğine göre Abdullah b. Abbas, bu âyetin Yahudiler hakkında ve Ehl-i kitap içerisinde Abdullah b. Selâm ve arkadaşları ve Necâşî ve arkadaşları gibi Müslüman olanlar hakkında indiğini söylemiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 471 אĩĻĘ אهĬرóĜ ïĜو ،ħĥđĤאÖ ١ ħıĥĩĐ ĹęĬ ijİ ģÖ ؛ħĥđĤا ÙĝĻĝè ĹęĬ اñİ ÷ĻĤ :ģĻĜو تijĩĤا ħıÖ لõĭĺ ĵÝĨ ونóđýĺ ź أي :ģĻĜو .نijÖñđُ ĺ ħıĬأ ونóđýĺ ź أي :ģĻĜو .ّ óĨ ْ£ََu َِ «ُ¯¹ا﴾ ªوَ ﴿:įĤijĝÖ ģĀŶا ĹĘ ħĥđĤאÖ īĻĘijĀijĨ اijĬכא אĩĤو .ÙÖijÝĤا ħıĭĐ ďĉĝĭÝĘ َ ƒْ ُ ُy َون﴾ īĨ اijäijĤه اÙàŻáĤ À Êَ﴿ :įĤijĝÖ ģıåĤאÖ īĻĘijĀijĨ אرواĀو] ١٠٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ أن ģ×Ĝ نijÜijĩĺ ĵÝĨ اijĩĥđĺ ħĤو אÖاñĐ įĻĥĐ أن اijĩĥđĺ ħĤو אداùĘإ هijĩĥđĺ ħĤ ħıĬأ Ê ََٓ ijÖijÝĺا أħıĨõĤ اÙåéĤ ÉĘزال ñİه اıåĤאźت ÖאźźïĤت، ĝĘאل إįĬ إùĘאد įĤijĝÖ:﴿ ا َ ْرِك َْ اÊ ْ~ِŸَ© uªا ّ¿ žِ ±Áَ £۪ žYِ ³َ¯ُ ْ َ اª ِ ّن ا ﴿:įÖاñĐ ĹĘ אلĝĘ [١٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ونَ uُ ِ Ÿْ ¯ُ ْ َُ·ْ ُ¶ ُ اª ²ِّ ا َ ƒْ ُ ُy َۙون﴾ [اóđýĤاء، À Êَ ْ ¶ُ وَ_ ًcَ›ْ َ \ ْ·ُÁَِ b ْ ۚ﴾ [اùĭĤאء، ١٤٥/٤] وĜאل ĹĘ اijĩĤت: ﴿َžَOÁ ِ َYر ِR ±َ ّ اª³ ِ﴾ [آل óĩĐان، ١٨/٣] ħà ْ «ِ ْ ¹ُا اª ُو۬ª ٢٢٢/٢٦] وכñا وėĀ اīĻĭĨËĩĤ ÖאħĥđĤ įĤijĝÖ:﴿ َوا َ ٍ_﴾ [اùĭĤאء، ١٧/٤]. وכאن ªY·َkَ ِ َ ْ َُ̄» ¹َن ّ اªُٓ ¹َء \ À﴿ :אلĝĘ ħĥđĤا ħıÝęĤאíĩÖ ģıåĤאÖ ħıęĀو }َ ْ ِئ \﴿ ٣ :įĤijĝÖ قijùĘ įĬإ ولŶا ěè ĹĘ ٢ אلĝĘ אıĤزاÉĘ ÙàŻáĤا هijäijĤا هñİ īĨ ħıĥıä ¿Ÿ۪ َ ª رYَ َkّ Ÿُ ْ َ اª ِ ّن ۚ﴾ [اóåéĤات، ١١/٤٩] وĜאل ĹĘ įÝÖijĝĐ:﴿ َوا نYِ ¯Àَ ۪Êاْ uَ ْ َ ْ Ÿُ ُ ¹ُق \ ِاÊ ْ ~ُ اª ْ َ̄¹ْ ُت َžَÁ£ُ ¹َل ªا ُ¦ُ uَ nَ َ َ ا ¿ِ b ْ Oَ َ ْن À َ ْ[ِ© ا ۚ﴾ [اĉęĬźאر، ١٤/٨٢] وĜאل ĹĘ اijĩĤت: ﴿ِR ±ْ ¢ ٍ Áo۪ jَ ۪ ٍۙ À] ﴾[اĭĩĤאijĝĘن، ١٠/٦٣] اĺŴאت. yَ ¢ ©ٍjَ َ « ا ٰٓ ªِ َ ۪ـٓ³¿ ا byْ َ rّ َ Ê ا َٓ¹َْ َر ِّب ª ُۜ َآَź َٓאء ıـęَ ƫ ùĤا īَ َ א ٰاĨ َٓ ĩכَ īُĨِËْ Ĭُاَ اijٓ ُĤאĜَ אس ُ ƪ ĭĤا īَ َ א ٰاĨ َٓ ُijا َכĩ ْ ٰاِĭĨ ħُ ıĤَ ģĻ َ Ĝ۪ ذاَاِ َ -١٣ و ُ َijن ĩĥَ ْ đَ ĺ źَ īْ כِ Ĥٰ َ ُ و َٓאء ıـęَ ƫ ُ اùĤ ħİُ ْ ħُ ِاıĬƪ ±َ ®َ ٰ ٓY ا ¯َ¦َ ±ُ ®ِQُْ ²َ ¹ُٓا ا ªYَ َ ُ Yس ¢ ٰ َR ±َ ّ اª³ ٓY ا ٰ ِR¹³ُا َ¦َ̄ ُ·ْ ا َ ª ©Áَ ¢۪ ذاَِ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا نÉü ĹĘ ÛĤõĬ ÙĺŴا أن ġ אس×Đ īÖا īĐ çĤאĀ ĹÖأ īĐ ّ Ĺ×ĥכĤا óذכ﴾ ۜ ا ّ ªُ Ÿَ َ ـ·ٓ ُYء ؛įÖאéĀوأ ĹüאåĭĤوا įÖאéĀوأ مŻø īÖ ųا Ʃ اijıĻĤد وĹĩĥùĨ أģİ اĤכÝאب؛ Đ×ï .ėĻéāÜ įĥđĤ ،ħıĩĥĐ :ح ١ ٢ ح - ĝĘאل. ٣ ح : ĝĘאل. ٥ ١٠ ١٥ 472 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nitekim rivayete göre Hz. Peygamber aleyhisselâm Abdullah b. Mes‘ûd ve Ca‘fer-i Tayyâr’ı Necâşî’ye elçi olarak gönderir. Onlar da yolda, içlerinde Ehl-i kitaptan kimselerin de bulunduğu bir Şâm kafilesi ile karşılaşırlar. Abdullah b. Mes‘ûd namazda sesli okurken “Ey Ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden yahut onları cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce, size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize iman edin.” [ en-Nisâ 4/47] âyetine gelir. O esnada kafilede bulunan Abdullah b. Selâm bunu işitince korkar, başka bir şeye dönüştürülme korkusu içinde elini yüzünü ovuşturmaya başlar ve nihayet Hz. Peygamber aleyhisselâmın yanına varıp Müslüman olmaya niyet eder. Medine’ye gelir ve Hz. Peygamber aleyhisselâmın yanına varıp ona, “Ey Allah’ın resulü! Ben kavmimin lideriyim, onlar bana hürmet ederler. Benim Müslüman olmam nedeniyle onların da Müslüman olmalarını ümit ediyorum. Onları çağır ve kendilerine beni nasıl bildiklerini, aralarındaki konumumu sor. Sonra da Müslüman olduğumu onlara bildir. Umuyorum ki sana olumlu cevap verirler.” der. Hz. Peygamber aleyhisselâm da onun dediği gibi yapar, Yahudiler yanına geldiklerinde onlara, “İbn Selâm’ı aranızda hangi konumda değerlendirirsiniz?” der. Onlar, “O bizim efendimizdir, efendimizin oğludur, Allah’ın Mûsâ’ya indirdiği kitabı yeryüzünde en iyi bilen bir tek o kalmıştır.” derler. Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Pekiyi, o Müslüman olursa siz de olur musunuz?” diye sorar. Onlar, “O Müslüman olmaz!” derler. Hz. Peygamber aleyhisselâm sorusunu tekrarlar, ama onlar yine aynı cevabı verirler. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm ortaya çıkar ve onlara “Ey Allah düşmanları! Allah sizi bildiği gibi yapsın! Tevrat’ın falan filan yerinde Muhammed’in ve niteliklerinin yazılı olduğunu bilmez misiniz?” der. Onlar, “Ey İbn Selâm! Sen aslında biraz önce söylediğimiz övgü ifadelerini hak etmiyorsun, ama aramızda olmadığın için gıybetini etmek istemedik, bu sebeple o sözleri söyledik.” derler. Dışarı çıkarken de ona “Sen ne sefîh bir adamsın böyle!” derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirir. Buna göre âyetin anlamı şöyledir: “Yahudilere, ‘ Necâşî ve beraberindekiler gibi, Abdullah b. Selâm ve beraberindekiler gibi siz de Muhammed’e ve kitabına iman edin’ denildiği zaman derler ki: ‘Ne yani! Biz hiç bu cahiller, yani Abdullah b. Selâm ve beraberindekiler gibi iman eder miyiz?’” 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 473 ّ įĻĥĐ اŻùĤم ßđÖ اīÖ ijđùĨد وóęđäا اĻĉĤאر رźijø إĵĤ اåĭĤאĹü وذĤכ أن اĭĤ×Ĺ هñİ ĵĤإ ĵıÝĬאĘ اóıä أóĝĺ دijđùĨ īÖا وכאن ،אبÝכĤا ģİأ ħıĻĘو אمýĤا óĻĐ ħıĥ×ĝÝøאĘ }َ ¯ِ ْ َ َ ْن ² َ ْ[ِ© ا ¢ ±ْ ®ِ ْ §ُ َ®َ Y¯َ ِ ª ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ Y³َْ ªَ {َّ ² Y¯َ ِ ٰ ِR¹³ُا \ ْ ِ§َc َ Yب ا ُ۫وُb¹ا اª ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àَّ َٓY ا À ﴿ :ÙĺŴا ۜ ﴾ [اùĭĤאء، ٤٧/٤] aِ ]ْ َªا ّ بY َ oَ †ْ َ Y ا َٓ ³ّ َ َ ª Y¯َ¦َ ْ·ُ³ََ ْ «َ َْو ² ٓY ا ¶َ ِ َYر َ ْد\ « ا ٰٓ «َ [ أ ٦٧] Y¶َ َ دّyُ³َžَ Y¶¹ ً jُ وُ אĘijì įıäوو įøرأ çùĩĺ ģđäو אبİ ١ כĤذ ďĩø אĩĥĘ ،مŻø īÖ ųا Ʃ ï×Đ óĻđĤا ĹĘو ĵĥĐ ģìود ÙĭĺïĩĤا ĵÜÉĘ .ħĥùُ ĻĘ مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر ĹÜÉĺ أن ّ ħİو ëùĩĤا īĨ ijäوأر ĵĭĬijĩčđĺ ħıĬوإ ĹĨijĜ ïĻø ĵĬإ! ųا Ʃ لijøر אĺ» :אلĜو مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر ،ĹĨŻøÍÖ ħİó×ìوا ħıĻĘ אĬأ īĨ ٢ ĹĭĐ ħıĥøو ħıĐאدĘ ،ĹĨŻøÍÖ نijĩĥùĺ ħıĬأ «م؟Żø īÖا ħכĻĘ ونïđÜ אĨ» :ħıĤ אلĜ įĻĥĐ اijĥìد אĩĥĘ ģđęĘ ،«כĬij×Ļåĺ ĵùđĘ يñĤا אبÝכĤאÖ رضŶا įäو ĵĥĐ ĹĝÖ ديijıĺ ħĥĐوأ אĬïĻø īÖوا אĬïĻø ijİ» :اijĤאĝĘ :اijĤאĝĘ «؟ijİ ħĥøأ إن نijĩĥùÜأ «:مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĝĘ .«ĵøijĨ ĵĥĐ ųا Ʃ لõĬأ Ʃ اų إħıĻĤ وĜאل ħıĤ:» ĺא أïĐاء ï×Đ جóíĘ כĤاñכ اijÖאäÉĘ כĤذ رóכĘ «ħĥùĺ ź ijİ» ĹĘ راةijÝĤا ĹĘ אÖijÝכĨ įÝęĀو ïĩéĨ ÛđĬ ħÜïäو אĨأ ،اñوכ اñכ ħכÖ ųا Ʃ ģđĘ !ųا Ʃ ٣ أĭĻĭàא ĻĥĐכ وĤכī כÛĭ ďĄijĨ כñا؟» ĝĘאijĤا: «ĺא اīÖ Żøم! Ĩא כÛĭ أŻİ ñĥĤي ĔאÐ×א Ęכĭİóא أن ÝĕĬאÖכ». وijäóìا وħİ ijĤijĝĺن įĤ: إĬכ رģä äאģİ įĻęø، õĬÉĘل אĩכ įÖאÝوכ ïĩéĩÖ اijĭĨآ دijıĻĥĤ ģĻĜ وإذا :ÙĺŴا ģĺوÉÜ اñİ ĵĥđĘ .ÙĺŴا هñİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ّ وأéĀאįÖ ĜאijĤا: أīĨËĬ כĩא آīĨ źËİء ĹüאåĭĤوا įÖאéĀوأ مŻø īÖ ųا Ʃ ï×Đ īĨآ ٤ اıåĤאل؛ اīÖ Żøم وأéĀאįÖ؟ ١ ح - ĩĥĘא ďĩø ذĤכ. ٢ ح: وĹĭĥø ħıĭĐ. ٣ ر - ñĥĤي. ٤ ح - źËİء اıåĤאل اīÖ Żøم وأéĀאįÖ، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 474 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: “Sefihlerin iman ettiği gibi” yani kadınlar ve çocukların iman ettiği gibi. Abdullah b. Mes‘ûd, -bir rivayete göre- Abdullah b. Abbas, Mücâhid, Katâde, Rebî‘ ve Süddî ise bu âyetin münafıklar hakkında indirildiğini söylemişlerdir. Bu görüşe göre âyetin tefsiri şöyledir: Münafıklara “Siz de Hz. Peygamber aleyhisselâmın ashabı gibi dil ile iman etmenin yanı sıra kalp ile de iman ediniz.” denilince “Hiçbir şey bilmeyen şu sahâbenin iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. İlk tefsire göre onlar bu sözü açıkça söylemiştir, çünkü sözü söyleyenler Yahudilik inancında ısrarcıdırlar, küfürlerini açıkça ızhar etmektedirler. İkinci tefsire göre ise bu sözü münafıklar dilleri ile değil, içten içe söylemektedirler. Ancak Allah onların sırlarını ifşa etmiş, gizlediklerini açığa vurmuş, böylece düşmanlıklarına karşı kendilerini cezalandırmıştır. Bu durum tıpkı ihlâs sahibi kimselerin ihlâslarının Allah tarafından açığa vurulması gibidir. İhlâs sahipleri bu hâllerini dilleri ile ifade etmeseler de, Allah onların velâyetlerini tahakkuk ettirmek için bu durumlarını açığa çıkarır. Nitekim “Onlar şiddeti her yere yayılmış bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirir ve şöyle derler: Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden korkarız.” [ el-İnsân 76/7-10] âyetlerinde böyle yapmıştır. Bu hasletler bu kimselerin kalplerinde olmakla beraber, Allah Teâlâ onları teşrif etmek ve hâllerini teşhir etmek üzere bunları ızhar etmiştir. Âyette Hz. Peygamber aleyhisselâmın risâletinin beyânı/delili de bulunmaktadır, çünkü daha önce ifade edildiği üzere burada Hz. Peygamber aleyhisselâm, âlemlerin Rabbinin kendisine bildirmesi sayesinde, münafıkların kalplerinde olanı bildirmiştir. “Biliniz ki sefihler ancak kendileridir.” Âyetteki es-süfehâu kelimesi es-sefîh kelimesinin çoğuludur. Mastarı es-sefeh ve es-sefâhetü şeklindedir. Bu da hilmin zıddıdır. Bir görüşe göre sefâhet akıl noksanlığı/akıl hafifliği demektir. Nitekim sevbün sefîhün “Kötü dokunmuş elbise” demektir. Teseffehet er-rîyhu eş-şecerate ifadesi “Rüzgâr ağacı savuruverdi/ağaç rüzgâr karşısında hafif kaldı” demektir. Şair Ebû Temmâm şöyle der: Mızrağı sefihtir hem de cahil Sefihin cahile üstünlüğü anlaşıldığı vakit 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 475 ١ اıęùĤאء أي اùĭĤאء واāĤ×Ļאن. وĜאل اīÖ ijđùĨد واīÖ وĜאل اīùéĤ: כĩא آīĨ Đ×אس ĹĘ رواÙĺ وåĨאïİ وÝĜאدة واďĻÖóĤ واïùĤي: إıĬא ĹĘ اĭĩĤאīĻĝĘ، وİóĻùęÜא ĵĥĐ ñİا اijĝĤل: وإذا ģĻĜ ĭĩĥĤאīĻĝĘ آijĭĨا ÖאijĥĝĤب ďĨ إĩĺאĬכħ ÖאÙĭùĤŶ כĩא آīĨ أéĀאب رijøل Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم ĜאijĤا: أīĨËĬ כĩא آīĨ źËİء اéāĤאÙÖ اīĺñĤ ź ijĩĥđĺن ÑĻüא. īĺóİאČ ÙĺدijıĻĤا ĵĥĐ īĺóāĨ اijĬכא ħıĬŶ ة؛óıä اñİ ħıĤijĜ כאن ولŶا óĻùęÝĤا ĵĥđĘ وÖאĤכóę åĨאīĺóİ. وĵĥĐ اóĻùęÝĤ اáĤאĹĬ כאن اĭĩĤאijĝĘن Ýĺכijĩĥن ñıÖا اĤכŻم ĹĘ ÙÖijĝĐ ؛ħİارóøأ óıČوأ ħİאرÝøأ ųا Ʃ כÝİ īכĤ ،ħıÝĭùĤÉÖ įÖ ٢ أħıùęĬ دون أن ijĝĉĭĺا ħıĤ ĵĥĐ ïĐاوħıÜ. وñİا כĩא أóıČ Ĩא أóĩĄه أģİ اŻìŸص īĨ اĤכŻم اīùéĤ وإن ِ﴾ [اùĬŸאن، ٧/٧٦] إĵĤ أن َ ْwر ³ªY ّ ِ ُ ž¹ُ ¹َن \ À﴿ ٣ :אلĜ ħıÝĺźijĤ אĝĻĝéÜ īùĤŶאÖ įÖ اijĩĥכÝĺ ħĤ هóıČÉĘ ħıÖijĥĜ ĹĘ اñİ [ ¹َِ ْjِµ ّ اà ِٰ] ﴾اùĬŸאن، ١٠/٧٦] وכאن [٦٧ب ª ْ §ُ ¯ُ ِْ ُ ² Y¯َ َ ²ِّ Ĝאل: ﴿ا אĩÖ ó×ìأ įĬأ ijİو مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا ÙĤאøر אنĻÖ ÙĺŴا ĹĘو .ħıĤאéĤ اóĻıýÜو ħıĤ אęĺóýÜ .óĨ אĨ ĵĥĐ īĻĤאđĤا رب אر×ìÍÖ īĻĝĘאĭĩĤا بijĥĜ ĹĘ ُ واęùĤאÙİ، įęَ ƪ َُ·ْ ُ¶ ُ ا ّ ªُ Ÿَ َ ـ·ٓ ُYء﴾ ijİ ďĩä اįĻęùĤ، وïāĨره اùĤ ²ِّ Ê ا ََٓ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا ، أي ردىء اãùĭĤ، ّ وÛıęùÜ ٌ įĻęø ٌ ٦ ĝĺאل: ijàب ،ģĝđĤا Ùęì ٥ :אلĝĺو ,ħĥْéĤا ِ ïĄ ٤ وذĤכ ٧ ،َ أي ĨאÛĤ ıÖא وóèכıÝא واıÝęíÝøא، وĜאل أijÖ ĩÜאم: اçĺóĤ اóåýĤة ِ ħĻĥِéĤا َ ĵĥَ َ Đ įĻęِ ƪ ùĤا ģُ ąْ Ęَ اïَ َ َא Ö ُ َإذا Ĩ įĥُİאِ äَ çِ ْ Ĩƫ ُ اóĤ įĻęِ َ ø ١ ح - وĜאل اīùéĤ: כĩא آīĨ، çĀ İאûĨ. ٢ ح : ijĝĥĉĭĺا. ٣ ح: ĝĘאل. ٤ ط: وذاك. ٥ ر: وĻÖאن. ٦ ر: ģĝđĥĤ. .٢٩٧ يóכùđĤا لŻİ ĹÖŶ īĻÝĐאĭāĤا ؛١٩/٢ ،دó×ĩĥĤ ģĨכאĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٧ ٥ ١٠ ١٥ 476 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yani mızrağı ile hızlıca, seri bir şekilde darbe vurur. Teseffehtü eş-şey’e ibaresi, bir şeyi hakir görmek anlamında, teseffehtü fülânen ‘an mâlihi ifadesi bir kimseyi mal konusunda aldatmak anlamına kullanılır. es-Sefîh bir kimsenin çokça su içmesine rağmen kanmaması anlamına da gelir. Sâfehtü ed-denne (Şarap testisine düştüm) ifadesi kişinin şarap testisinin başında oturması ve ara ara ondan içmesi anlamında kullanılır. Sâfehet en-nâkatü et-tarîka (Deve yolu belledi) ifadesi devenin yola iyice alıştığını, bakmadan gidebildiğini ifade etmek için kullanılır. Tefsirine gelince, bir görüşe göre es-süfehâ (sefihler) ifadesi cahiller anlamına, bir başka görüşe göre doğruyu bildikleri hâlde kasten iftira atanlar anlamına, bir diğer görüşe göre gerçeğin aksini söyleyen zalim kimseler anlamına, bir görüşe göre sonuçları üzerinde düşünmeden açıkça (küfrünü) dile getiren kimseler anlamına, bir diğer görüşe göre akıl ve görüşleri hafif olan, işlerin maslahatları hakkında cahil olan kimseler anlamına gelir. Kelimenin münafıkların sıfatı olarak ifade ettiği anlama dair farklı görüşlerin hâsılı şudur: Sefih cehaleti açık, akılsız, düşüncesiz, görüşü zayıf, anlayışı kıt, inadı bitip tükenmeyen, değersiz, çabucak günah işleyen, nefsi hakir, şeytan tarafından aldatılmış, azgınlığın esiri olmuş, dâimî olarak isyan ve nankörlük/küfran hâlinde bulunan, olup biteni umursayan kimsedir. Münafıkların bu sözünde iki husus bulunmaktadır: İlki onların iman etmelerinin artık ümit edilemeyeceği, ikincisi de iman etmiş kardeşlerini sefih görmeleridir. Sözün başındaki soru formu hayret ve şaşkınlık ifade eder. Bunlar kendilerinin akıllı, başkalarının sefih olduğunu sanmışlardır ki bu nefsin ve şeytanın insana yanlışı süsleyip doğru göstermesidir. Hevâ ve azgınlık sahiplerinin sapkınlıkları da bundan kaynaklanır. Nitekim Allah Teâlâ “Biliniz ki sefihler ancak kendileridir.” buyurmuştur ki bu, ihlâs sahibi müminler için en değerli rütbe, en aziz makamdır, çünkü böylelikle Allah onları koruyup himaye etmiş, kendilerine düşmanca iftiralar atanlara cevap vermiş, bu çerçevede söz en beliğ şekilde başlayarak “Biliniz ki” buyurmuş, ardından en güçlü tekit ifadesi olan inne (muhakkak ki) ile devam etmiş, sonra da en güzel son ile sözü bitirerek “kendileridir” buyurmuştur. Yani anlam, “sefihler bunlar değil, onlardır” şeklindedir. Çünkü bunlar (müminler) iman ve ihlâsları ile sefehten kaçmışlar, hakka ve ilme rağbet etmişlerdir. Bunlar hakiki anlamda ilim sahipleri ve doğru yolda istikamet üzere olanlardır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 477 īĐ אĬŻĘ ١ أي ďĺóø اīđĉĤ ÖאçĨóĤ įęĻęì، ُ وÛıęùÜ اĹýĤء أي اįÜóĝéÝø، وÛıęùÜ ƪ ƪن إذا َى، وøאÛıĘ اïĤ َóو ĺ ŻĘ אءĩĤا بóü ٤ ٣ اģäóĤ ٢ أن ĺכóá įĻęùĤوا .įÝĐïì أي ،įĤאĨ .įÖ ĹĤא×Ü ź įÝĨزź أي ěĺóĉĤا ÙĜאĭĤا ÛıĘאøو ،ÙĐאø ïđÖ ÙĐאø įĭĨ بóýÜ هïĭĐ تïđĜ ٥ Ĩא ّאijÜن اïĩđÝĩĤون ŻíĤف وأĨא óĻùęÜه ïĝĘ ģĻĜ: اıęùĤאء اıåĤאل. وģĻĜ: اĤ×ı ijĩĥđĺن. وģĻĜ: اåđĤאل اčĤאijĩĤن اĝĤאijĥÐن Żìف اěéĤ. وģĻĜ: اåĩĤאóİون اÝĤאرכijن ٦ اęíĤאف اijĝđĤل واŴراء. وèאģĀ اóčĭĤ ĹĘ اijđĤاÕĜ. وģĻĜ: اıåĤאل āĩÖאçĤ اijĨŶر óİאČ įĬأ אتĝ×ĉĤا ģĺאوĜوأ אتĕĥĤا عijĩåĨ ĵĥĐ ٧ ěĘאĭĩĤا ÙęĀ ĹĘ «įĻęùĤا «óĻùęÜ ėّíÝùĨ َ ، ِ ّ َ ُאل اĹĕĤ ĩُ Ĩ ،ħıęĤا ّ ّ ، ėĻđĄ اóĤأي، ردي ÕĥĤا ėĻęì ،ģĝđĤا ħĺïĐ ،ģıåĤا اïĝĤر، ďĺóø اÕĬñĤ، óĻĝè اęĭĤ÷، ïíĨوع اĉĻýĤאن، أóĻø اĻĕĉĤאن، داħÐ اĻāđĤאن، īĐ ħıùĻĺÉÜ ٩ ٨ اĭàאن: אنÑĻü اñİ ħıĤijĜ ĹĘو .כאن אĩÖ ĹĤאĻÖ ź ،انóęכĤا زمŻĨ إĩĺאħıĬ وįĻęùÜ īĨ آīĨ īĨ إijìاħıĬ، وñİا اıęÝøźאم ĹĘ أول اĤכŻم åđÝøŻĤאب ģĺijùÜ īĨ اñİو ،אءıęùĤا ١٠ħİ ħİóĻĔ وأن אءƪ ×ِ Ĥَ Ŷا ħİ ħıĬأ ħıĤ آئóÜ ،אمčđÝøźوا اęĭĤ ÷وīĻĺõÜ اĉĻýĤאن، وįĭĨ źŻĄت أģİ اijıĤى واĻĕĉĤאن؛ ĝĘאل Ʃ اų đÜאĵĤ: َُ·ْ ُ¶ ُ ّ اªُ Ÿَ َ ـ·ٓ ُYء﴾ وñİا١١ أכóم رÜ×Ù وأõĐ رÙđĘ īĻĭĨËĩĥĤ اīĻāĥíĩĤ؛ إذ ²ِّ Ê ا ََٓ ﴿ا įÖ أï×ĺ אĨ ēĥÖÉÖ אلĝĘ ١٣،ħİאĨر ءijùĤאÖو ١٢ħİאداĐ īĨ ĵĥĐ ّ ĩèאħİ ورĐאħİ ورد ءï×Ĥا įÖ ď×Ýĺ אĨ īùèÉÖو ،»إن «:אمčĭĤا įÖ ÷øËĺ [ أ اĤכŻم: «أź«، وÉÖوכï Ĩא [٦٨ ،اijÖóİ įęùĤا īĨ ħıĀŻìوإ ħıĬאĩĺÍÖ ħıĬŶ ء؛źËİ ź أي ،אıęùĤا ħİ «ħİ» :אمÝíĤאÖ وĹĘ اħĥđĤ واěéĤ ِرĔ×ijا، وħİ اĩĥđĤאء ĵĥĐ اÙĝĻĝéĤ، واijĩĻĝÝùĩĤن ĵĥĐ اÙĝĺóĉĤ. .Ûı ١ ح: ّęø ُ ٢ ر: واįęùĤ. ٣ ر: أي ĺכóá. ٤ م ح - اģäóĤ. ٥ ح: ŻíÖف. ٦ ر + وģĻĜ. ٧ ح: اĭĩĤאīĻĝĘ. ٨ ح - ÑĻüאن. ٩ ح: ĻÖאن. ١٠ ط - ħİ. ١١ ح: وijİ. ١٢ ح: Ĩא Đאداħİ. ١٣ ح - وÖאijùĤء رĨאħİ. ٥ ١٠ ١٥ 478 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Fakat bunu bilmezler.” Yani kendilerinin sefih olduğunu bilmezler. Bir görüşe göre bu ifade, “Onlar kendisi ile hakkı bâtıldan ayıracakları bilgiye sahip değillerdir.”, bir diğer görüşe göre “Yaptıklarının sonucunu bilmezler.” anlamına gelir. Bir görüşe göre ise bu ifade onların cehaletlerinden dolayı mazur sayılacağı anlamına gelmez, aksine onların ilimlerinden fayda görmedikleri anlamına gelir. Sonra bu âyetin mâna inceliklerinden biri şudur: Hz. Hûd’a “Muhakkak biz seni bir sefahet içinde görüyoruz.” [ el-A‘râf 7/66] diyen kimselere bizzat Hz. Hûd’un kendisi cevap vermiş ve “Ey kavmim! Bende bir sefihlik yoktur.” [ el-A‘râf 7/67] demiştir. Oysa müminlere benzer bir şey söylendiği zaman cevap verme işini Allah Teâlâ bizzat üstlenmiş ve bu sözü söyleyenlerin sefih olduğunu ifade etmek üzere “Biliniz ki sefihler ancak kendileridir.” buyurmuştur. 14. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, ‘ İman ettik.’ derler. Fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman, ‘Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz.’ derler. [ el-Bakara 2/14] “ İman edenlerle karşılaştıkları zaman, ‘ İman ettik.’ derler.” Âyetteki lekū fiili, “Onları gördükleri zaman” anlamına gelir. Nitekim el-likā kelimesi birbirini görmek anlamına gelir. el-Lekyu ve el-lukyâ kelimeleri de böyledir. el-Mülâkāt ve el-iltikā kelimeleri ise toplanma/karşılaşma anlamına, özellikle de savaşta karşılaşma anlamlarına gelir. Allah Teâlâ “Karşı karşıya gelen iki grupta sizin için bir âyet vardır.” [ Âl-i İmrân 3/13] âyetinde bu kelimeyi kullanmıştır. et-Telakkī kelimesi karşılama anlamına geldiği gibi “ Âdem Rabbinden kelimeler aldı.” [ el-Bakara 2/37] âyetinde “almak” anlamında kullanılmıştır. Bu kelime “Hani siz onu dilinize dolamıştınız…” [ en- Nûr 24/15] âyetinde bir sözü insanların birbirinden duyup aktarmaları anlamına gelir. Tefsirine gelince, -bir rivayete göre- Abdullah b. Abbas, Mukātil ve Ebû Sehl et-Tâlekānî bunun mânasının “Yahudiler müminleri gördükleri zaman” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Bakara sûresinde geçen ve Yahudiler hakkında indirildiği konusunda icma bulunan “Onlar iman edenlerle karşılaşınca, ‘ İman ettik’ derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler: Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi, Allah’ın size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz?” [ el-Bakara 2/76] âyeti buna delâlet eder. Kendisinden nakledilen bir başka rivayete göre Abdullah b. Abbas, Mücâhid ve çoğunluk ise bu ifadenin mânasının “münafıklar müminleri gördükleri zaman” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 479 َ ُ̄ ¹َن﴾ أي ź ijĩĥđĺن أħıĬ اıęùĤאء. وģĻĜ: أي ź «ْ َ À Êَ ±ْ §ِ ٰ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ١ .ħıđĻĭĀ Ù×ĜאĐ نijĩĥđĺ ź أي :ģĻĜو .ģĈא×Ĥوا ěéĤا īĻÖ įÖ ونõĻĩĺ אĩĥĐ نijĩĥđĺ .ħıĥıåÖ رونñđُ ĺ ħıĬأ ź ħıĩĥđÖ نijđęÝĭĺ ź أي :ģĻĜو ﴾_ٍ ¶Yَ Ÿَ~َ ¿ž۪ ¥À َ yٰ ³ََ ª Yَ ²ِّ ِ įĻĥĐ اŻùĤم: ﴿ا ّ Ĺ×ĭĤا ٍ ُijد ıĤ اijĤאĜ īĺñĤا أن :ÙĺŴا ėÐאĉĤ īĨ ħà ųوا Ʃ [٦٧/٧ ،افóĐŶا_﴾ [ٌ¶ Yَ Ÿَ~َ ¿\۪ }َ Áَْ ª ِ ¹َْم ¢ Yَ À﴿ :אلĝĘ įùęĭÖ ijİ ٢ [اóĐŶاف، ٦٦/٧] أäאħıÖ َُ·ْ ُ¶ ُ ّ اªُ Ÿَ َ ـ·ٓ ُYء﴾. ²ِّ Ê ا ََٓ ا ﴿:אلĝĘ īĻĥÐאĝĥĤ įęùĤا Û×àوأ īĻĭĨËĩĤا ابijä ĵĤijÜ ĵĤאđÜ ْۙ َ ُכħ đَ Ĩ אĬƪاِ اijٓ ُĤאĜَ ْۙ ħıِĭĻِ Ĉא۪ َ ْ ا ِاٰĵĤ َĻü َ ِاَذا َìَijĥ ƪۚא و ĭَ Ĩاٰ اijٓ ُĤאĜَ اijُ ĭَ Ĩاٰ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ اijĝُĤَ ذاَاِ َ -١٤ و ۫ؤ َن ُõِ ْ ıَ Ý ْ ùُ Ĩ īُ éْ Ĭَ א َ ِاĩĬƪ ۚ﴾ ijĝĤا أي Đאijĭĺا، واĝĥĤאء اóĤؤÙĺ Yَ ³ّ®َ ٰ ¹ُٓا ا ªYَ ٰ َR¹³ُا ¢ ا ±À َ w۪ َّ َ ¹£ُا اª َِذا ª وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا ĹĘ ٤ א כĤñכ، واĜŻĩĤאة واĝÝĤźאء اĩÝäźאع وijİ ĩÝäŻĤאع َ Ļ ْ واĝĥĤ ƫ ٣ واđĩĤאÙĭĺ، واĹĝĥĤ ۜ﴾ [آل Ycَ£َcَْ ªا ±ِÁْcَئَžِ¿ ž۪_ ٌَ Àٰ َ ُ§ ْ ا ª نYَ ¦َ uْ َ ¢ ﴿ ٥ اóéĤب أąĺא ĵĥĐ اijāíĤص، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ: ٰ َدُم ِR ±ْ َرِّ\ ۪µ] ﴾اĤ×óĝة، « ا ٰٓ £ّ َ «cَžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אąĺأ ñìŶا ijİو ،אل×ĝÝøźا ĵِ ّ óĩĐان، ١٣/٣] واĝĥÝĤ ْ ِ³َِc ُ §ْ] ﴾اijĭĤر، ١٥/٢٤]. ªَ Yِ \µُ َ ²¹ْ َ £ّ َ «َ ِ ْذb ٧ ﴿ا :įĤijĜ ĹĘ ٦ ăđÖ īĨ ħıąđÖ Ùĺروا ijİو] ٣٧/٢ ٨ ĭđĨאه وإذا : ّ ĹĬאĝĤאĉĤا ģıø ijÖوأ ģÜאĝĨو Ùĺروا ĹĘ אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ هóĻùęÜ אĨوأ ¹ُٓا ªYَ ٰ َR¹³ُا ¢ ا ±À َ w۪ َّ َ ¹£ُا اª َِذا ª ٩ ĹĘ ñİه اijùĤرة: ﴿َوا įĤijĜ įĻĥĐ لïĺو ،īĻĭĨËĩĤا دijıĻĤا īĺאĐ َُ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٧٦/٢] وذĤכ ĹĘ ěè اijıĻĤد ²¹fُ ِ uّ oَ bُ َ ¹ُٓا ا ªYَ ¢ ‰ٍ ْ َ \ »ٰ ªِ َ ْ ُ‹ُ·ْ ا \ Ëَrَ ذاَِ ۚ َوا Yَ ³ّ®َ ٰ ا ÖאĩäŸאع، وĜאل اīÖ Đ×אس ĹĘ رواÙĺ وåĨאïİ واijıĩåĤر: وإذا Đאīĺ اĭĩĤאijĝĘن اīĻĭĨËĩĤ. ١ ر: ħıđĺïì. ٢ ح: äÉĘאħıÖ. ٣ ح: اĹĝĥĤ. ٤ ح ر: اĩÝäźאع. ٥ م ح - Ĝאل اų đÜאĵĤ. .ăđÖ īĐ :ح ٦ ٧ ر: כĩא ĹĘ įĤijĜ. īĐ ثïè ،ادïĕÖ īכø (م ٨٩٨/ـİ ٢٨٥ .ت (ĹĬאĝĤאĉĤا ħĻİاóÖإ īÖ אقéøإ īÖ نijĨÉĩĤا īÖ אقéøإ ģıø ijÖأ ijİ ٨ ħčÝĭĩĤا :óčĬا ،ďĻÖóĤا īĐ įÝĺواóÖ ĹđĘאýĤا אبÝכ įĭĐ אسĭĤا ÕÝوכ ،ïĥíĨ īÖا įĭĐ روى אنĩĻĥø īÖ ďĻÖóĤوا ãøijכĤا .١٢٠/١٢ Ĺ×İñĥĤ مŻøŸا ëĺאرÜ ؛٣٨٦/١٢ ،زيijåĤا īÖź ٩ ح - įĤijĜ. ٥ ١٠ ١٥ 480 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nüzûlüne gelince, rivayet edildiğine göre münafık Abdullah b. Übey bir gün bir yol kavşağında münafık arkadaşları ile birlikte oturmakta iken Hz. Peygamber aleyhisselâmın ashabı onların bulunduğu yerden geçer. Abdullah b. Übey arkadaşlarına -Allah onlara lânet etsin-: “Bana bakın ve şu sefihleri nasıl sizden uzaklaştırdığımı görüp öğrenin, onlarla nasıl konuştuğuma bakın ve siz de benim yaptığım gibi yapın.” der. Ardından ilk karşılaştığı kişi olan Hz. Ebû Bekir’e “Merhaba ey Benî Temîm b. Mürre kabilesinin efendisi! Allah’ın dininde kuvvetli kişi, Allah’ın peygamberinin seferlerdeki yoldaşı, mağaradaki ikinci kişi, canını, kızını ve malını Allah Resulü’ne feda eden kimse!” der. Ardından Hz. Ömer ile karşılaşır ve ona “Merhaba ey Benî Adiyy b. Kâ‘b b. Mürre kabilesinin efendisi! Allah’ın dininde kuvvetli kişi, Allah’ın düşmanlarına karşı öfkesi şiddetli insan, canını, kızını ve malını Allah Resulü’ne feda eden kimse!” der. Sonra Hz. Ali ile karşılaşır ve ona “Merhaba ey -Allah’ın bütün mahlûkat arasından nübüvvet için seçtiği Resulullah dışında- Benî Haşim kabilesinin efendisi!” der. Hz. Ali ise ona, “Allah’tan kork ve münafıklık yapma, çünkü münafıklar yeryüzünde Allah’ın yaratmış olduğu en şerli kimselerdir.” der. O ise, “Ey Ebü’l-Hasan! Böyle söyleme, Vallahi bizim imanımız ve tasdikimiz tıpkı sizin iman ve tasdikiniz gibidir, biz de hem gizli hem açık hâlimizde müminleriz.” der. Sonra ayrılırlar ve Abdullah b. Übey -Allah ona lânet etsin- der ki: “Şunları savuşturmamı nasıl buldunuz?” Arkadaşları da “Sen aramızda olduğun sürece hayır içinde kalmaya devam ederiz.” derler. Sonra Hz. Ebû Bekir ve beraberindeki sahâbeler Hz. Peygamber aleyhisselâma döner ve bu olanları bildirirler, bunun üzerine bu âyet onlar hakkında indirilir. Yahudiler küfürlerini açıkça ifade ettikleri hâlde bu âyetin Yahudiler hakkında indirildiğini söyleyenler ise “‘ İman ettik.’ derler.” ifadesini “Kitap ehlinden bir grup, ‘Müminlere indirilene günün başlangıcında iman edin, sonunda da inkâr edin, belki onlar size bakarak dönerler.’ dedi.” [ Âl-i İmrân 3/72] âyetinde geçen “iman” anlamına hamlederler. Buna karşılık âyetin münafıklar hakkında indirildiği görüşünün gerekçesi açıktır. Bu âyetin önceki âyet ile irtibatı şöyledir: Önceki âyette müminlerin münafıklara söylediği söz anlatılmış, burada ise münafıkların müminlere söyledikleri anlatılmıştır. Önceki âyette münafıkların “ sefih” şeklindeki nitelemelerine aynı niteleme ile karşılık verilmiş, burada ise onların alaylarına alayla karşılık verilmiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 481 ّ اĭĩĤאěĘ כאن äאùĤא ďĨ أéĀאįÖ اĭĩĤאīĻĝĘ ĹÖُ أ īÖ ųا Ʃ ُوي أن Đ×ï وأĨא اõĭĤول ïĝĘ ر įÖאéĀŶ ųا Ʃ ï×Đ אلĝĘ مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا אبéĀأ įĥ×ĝÝøا إذ ěĺóĉĤا ÙĐאرĜ ĵĥĐ ّ źËİء اıęùĤאء ĭĐכħ ĘאóčĬوا כėĻ ّĹ כėĻ أرد ّ ّ وijĩĥđÜا ĭĨ ĹĤإ واóčĬا «:-ųا Ʃ ħıĭđĤא×èóĨ» :įĻĝĤ īĨ أول وכאن Ġ ěĺïāĤا óכÖ ĹÖŶ אلĝĘ ،«ģđĘأ אĩכ اijĥđĘאĘ ħُ ıُ ĩِ ĥّ َ ُכ أ ĹĬאà ،אرęøŶا ĹĘ ųا Ʃ لijøر ÕèאĀ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĺد ĹĘ يijĝĤا ،ةóĨ īÖ ħĻĩÜ ĹĭÖ ïĻùÖ :אلĝĘ Ġ óĩĐ įĥ×ĝÝøا ħà [ اīĻĭà ĹĘ اĕĤאر، اĤ×אذل įùęĬ وįÝĭÖ وĨאįĤ ijøóĤل Ʃ اų«،] ٦٨ب ĵĥĐ ÕąĕĤا ïĺïýĤا ،ųا Ʃ īĺد ĹĘ يijĝĤا ،ةóĨ īÖ Õđכ īÖ يïĐ ĹĭÖ ïĻùÖ א×èóĨ» א×èóĨ» :אلĝĘ Ġ ĹĥĐ įĥ×ĝÝøا ħà ،«ųا Ʃ لijøóĤ įÝĭÖو įĤאĨو įùęĬ אذل×Ĥا ،ųا Ʃ اءïĐأ ،«ةij×ĭĤאÖ įĝĥì īĻÖ īĨ įāìو אهęĉĀا ųا Ʃ نŶ ؛ųا Ʃ لijøر Żì אĨ ħüאİ ĹĭÖ ïĻùÖ :אلĝĘ ،«رضŶا ĹĘ ųا Ʃ ÙĝĻĥì óü īĻĝĘאĭĩĤا نÍĘ ١ ěĘאĭÜ ŻĘ ųا Ʃ ěÜا «:Ġ ĹĥĐ įĤ אلĝĘ «ĺא أÖא اīùéĤ !ź ģĝÜ İכñا، Ʃ ijĘاų إن إĩĺאĭĬא כĩĺÍאĬכħ وĭĝĺïāÜא כĝĺïāÝכħ، وīéĬ ٣ «כėĻ :-ųا Ʃ įĭđĤ- ّ ĹÖأ īÖ ųا Ʃ ï×Đ אلĝĘ ،اijĜóÝĘا ħà .«ÙĻĬŻđĤوا óùĤا ĹĘ ٢ ijĭĨËĨن óכÖ ijÖأ ďäر ħà «אĭĭĻÖ ÛýĐ אĨ óĻíÖ الõĬ ź» :اijĤאĝĘ ،«؟ħכĭĨ ءźËİ ردي ħÝĺرأ ٤ .ħıĬÉü ĹĘ ÙĺŴا هñİ ÛĤõĭĘ כĤñÖ وهó×ìÉĘ مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĤا ĵĤإ įÖאéĀوأ ¹ُٓا ªYَ ¢﴿ :ħıĤijĜ ģĩéĺ įĬÍĘ óęכĤאÖ ونóİאåĨ ħİو دijıĻĤا ĵĥĐ אıĥĩè īĨ אĨÉĘ ٓي َّ ۪ ـw ªYِ ٰ ِR¹³ُا \ ْ ِ§َc ِ Yب ا َ ْ¶ ِ© اª ٌ_ ِR ±ْ ا Ÿَِ ٓYئ Žَ aْ َ ªYَ ۚ﴾ ĵĥĐ اĩĺŸאن اñĩĤכóر ĹĘ įĤijĜ:﴿ َو¢ Yَ ³ّ®َ ٰ ا ۚ﴾ [آل óĩĐان، ٧٢/٣]، ن¹َ ُ jِ yَْ À ْ·ُ َّ «َ َ ª هُyَrِ ٰ ْ ُŸُyٓوا ا ِ َوا¦ ََ·Yر ٰ َR¹³ُا َو ْjَµ ّ اª³ ا ±À َ w۪ َّ َ« اª َل َ» ِ {²ُْ ا .óİאčĘ īĻĝĘאĭĩĤا ĵĥĐ אıĥĩè אĨوأ ĹĘ óوذכ ħıĤ اijĤאĜ אĨ ÙĺŴا כĥÜ ĹĘ óذכ ٥ įĬأ אıĥ×Ĝ ĹÝĤا ÙĺŴאÖ ÙĺŴا هñİ אمčÝĬوا هñİ ĹĘو įĻęùÝĤאÖ įĻęùÝĤا ÙĥÖאĝĨ ÙĺŴا כĥÜ ĹĘو כÑĤوŶ نijĝĘאĭĩĤا אلĜ אĨ ÙĺŴا هñİ اÙĺŴ ĝĨאÙĥÖ اõıÝøźاء ÖאõıÝøźاء. ١ ر : وź ĭÜאěĘ. ٢ ر: اijĭĨËĩĤن. ٣ ر + éĀŶאįÖ. ٤ اóčĬ: óĻùęÜ ĝĨאģÜ، ٩٠-٨٩/١؛ أø×אب اõĭĤول ijĥĤاïèي، .٢٠ ٥ ح: įĬÍĘ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 482 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman.” Buradaki halev (baş başa kaldılar) fiili çoğul olup tekili halâ şeklindedir. Halâ, yehlû, halveten şeklinde türer. Halâ el-mekânü halâen ifadesi “Mekân boşaldı.” anlamına, halâ bi-fülânin ifadesi “İki kişi baş başa kaldılar, halvet oldular.” anlamına, halâ bi-imraetihi” ifadesi “Adam hanımıyla münasebete girdi.” anlamına, halâ ileyhi ifadesi “Baş başa kalmak üzere onun yanına gitti.” anlamına, halet el-mer’etü ifadesi “Kadın dul kaldı, boşandı.” anlamına gelir. Yine halâ fiili “geçip gitti” anlamına da gelir. Buradaki tefsirine gelince, bir görüşe göre “Fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman” ifadesi, “onların yanına gittikleri zaman” anlamında, bir başka görüşe göre “onlara döndükleri zaman” anlamında, bir diğer görüşe göre “Şeytanları ile halvet hâlinde baş başa kaldıkları zaman” anlamındadır. Buradaki ilâ (-e, -a) harfi ma‘a (beraber) anlamına gelir. Bunu Nadr b. Şümeyl söylemiştir. Bu durumda bu harf tıpkı “Allah’ın yanı sıra benim yardımcılarım kimdir?” [ Âl-i İmrân 3/52] âyetindeki ilâ harfinin ma‘a anlamına kullanılmasına benzer. Buna göre abdest âyetindeki ile’l-merâfik “Dirseklere kadar…” [ el-Mâide 5/6] ifadesi “dirseklerle beraber” anlamına gelir. Bir görüşe göre bunun anlamı, “Müminlerin yanından ayrılıp şeytanlarına gittikleri zaman” şeklindedir. Çünkü başlangıçta bir kimsenin yanına giden kimse için halâ bihi ifadesi, ama önce birinin yanına gidip ondan ayrıldıktan sonra bir başkasının yanına giden kimse için halâ ileyhi ifadesi kullanılır. Ahfeş şöyle demiştir: “Halevtü ileyhi ifadesi ‘Onu amacım edindim.’ anlamına gelir.”1 Kûfeli âlimlerden biri de “Şeytanları ile baş başa kaldılar.” ifadesinin “Halvetlerini şeytanlarına tahsis ettiler.” anlamına geldiğini söylemiştir. eş-Şeyâtîn, “ şeytan” kelimesinin çoğuludur. Halîl b. Ahmed, “Araplar nezdinde bütün azgın varlıklar şeytandır.” demiştir. Bu âyette bu isimle kimlerin kastedildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Abbas bunların münafıklara yalanlamayı emreden Yahudiler olduğunu, Abdullah b. Mes‘ûd ise bunların “onların küfürdeki önderleri” olduğunu söylemiştir. Dahhâk şöyle demiştir: Bunlar onların kâhinleridir. Kurayzaoğullarının kâhini Kâ‘b b. Eşref, Süleymoğullarının kâhini Ebû Bürde, Cüheyneoğullarının kâhini Abdüddâr, Esedoğullarının kâhini Avf b. Âmir, Şam’daki kâhin ise Abdullah b. Sevdâ idi. Araplar bu kâhinlerin gaybı bildiklerine, sırlara muttali olduklarına ve hastalıkları tedavi ettiklerine inanırlardı. 1 Ahfeş, Me‘âni’l- Kur’ân, 1: 51. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 483 ١ ¹َْا﴾ ďĩåĥĤ. وijĥĤاïè: «rَ ﴿ :įĤijĝĘ ﴾ ْۙ·ِ³Áِ ŽY۪ Áَ‚َ »ٰ ªِ ¹َْا ا َِذا َr« وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا اĩĤכאن Żìء أي Āאر ìאĻĤא، وŻì ُ Żìو ،»ةijĥì ،ijĥíĺ ،Żì» ٢ :įĘóĀ .«Żì» ŻęÖن أي اđĩÝäא ĵĥĐ اijĥíĤة، وŻì ÖאóĨأįÜ أي دģì ıÖא، وŻì إįĻĤ أي اóāĬف إįĻĤ ،ً وŻì أي ĵąĨ. ٣ أي ĈאĝĤא Ù ƪ ijĥíĥĤة، وÛĥì اóĩĤأة أي Āאرت َĻĥì ﴾ أي أijąĘا إħıĻĤ. وģĻĜ ْۙ·ِ³Áِ ŽY۪ Áَ‚َ »ٰ ªِ ¹َْا ا َِذا َr« واَ ﴿:ģĻĜ ïĝĘ ٤ وأĨא óĻùęÜه ĭİא رijđäا إħıĻĤ. وģĻĜ: أي ijĥìا ďĨ ĻüאħıĭĻĈ أي اijđĩÝäا ĵĥĐ اijĥíĤة. و«إĵĤ «ĵĭđĩÖ ۜ﴾ [آل óĩĐان، ٥٢/٣] أي َ« ّ اà ِٰ ªِ ²َْ ‡َ ۪Yرٓي ا ا ±ْR َ ﴿:įĤijĝכ ijİو ،ģĻĩü īÖ óąĭĤا įĤאĜ ،«ďĨ» ْ ََ̄y ِاِž¡﴾ [اĩĤאïÐة، ٦/٥] أي ďĨ اóĩĤاěĘ. وģĻĜ: ĭđĨאه َ« اª ªِ ا ﴿:įĤijĜ اñİ ĵĥĐو .ųا Ʃ ďĨ ،įÖ Żì :ģĻĜ ً اءïÝÖا ïèأ ĵĥĐ ģìد īĩĘ .ħıĭĻĈאĻü ĵĤإ īĻĭĨËĩĤا אءĝĤ īĨ اijĘóāĬا تijĥì» :ûęìŶا אلĜو .įĻĤإ Żì :ģĻĜ هóĻĔ īĐ ģìود ïèأ] أ وإذا اóāĬف īĐ] ٦٩ ٥ وĜאل ăđÖ اĤכīĻĻĘij: ijĥìا إĵĤ ĻüאħıĭĻĈ، أي .«ĹÝäאè ĹĘ ĹÝĺאĔ įÝĥđä أي įĻĤإ .ħıĭĻĈאĻü ĵĤإ ħıÜijĥì اijĘóĀ .אنĉĻü بóđĤا ïĭĐ دóĩÝĨ ģכ :ģĻĥíĤا אلĜو .אنĉĻü ďĩä ijıĘ īĻĈאĻýĤا אĨÉĘ ٧ أóĨوħİ ٦ Ĝאل اīÖ Đ×אس: ħİ اijıĻĤد اīĺñĤ واijęĥÝìا ĹĘ اóĩĤادīĺ ñıÖا اħøź ĭİא. ،ħıÝĭıכ ħİ :אكéąĤا אلĜو .óęכĤا ĹĘ ħİאؤøرؤ ħİ :دijđùĨ īÖا אلĜو .ÕĺñכÝĤאÖ ÙĭĻıä ٩ ĹĭÖ ĹĘو دةóُ Ö ijÖأ ħĻĥø ĹĭÖ ĹĘو فóüŶا īÖ Õđכ ÙčĺóĜ ٨ ĹĭÖ ĹĘ ħİو ١٠ÛĬوכא .داءijø īÖ ųا Ʃ ï×Đ אمýĤا ĹĘو óĨאĐ īÖ فijĐ ïøأ ĹĭÖ ĹĘو ارïĤا ï×Đ اóđĤب ïĝÝđÜ ħıĻĘ أħıĬ ijđĥĉĨن ĵĥĐ اÕĻĕĤ وijĘóđĺن اóøŶار وïĺاوون اóĨŶاض. ١ ط - ijĥĤاïè. ٢ ح ط: وįĘóĀ. ٣ ط: įĥĻĥì. ٤ ر: ĭıİא. .٥١/١ ،ûęìŷĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ ٥ ٦ ر: ĭıİא. ٧ ح - اīĺñĤ؛ ط + ĜאijĤا. ٨ ح ط - ĹĭÖ. ٩ ح ط - ĹĭÖ. ١٠ ر: ĘכאÛĬ. ٥ ١٠ ١٥ 484 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Araplara göre her bir kâhinin bir şeytanı vardı ve bu şeytan ona kehanetlerini bildirirdi. Bunlar haktan uzak oldukları için kendilerine şeytan denilmiştir, çünkü eş-şütûn kelimesi uzaklık anlamına gelir. Yine inatçılıkları ve azgınlıkları yüzünden onlara bu isim verilmiştir, nitekim şeytan kelimesi azgın ve inatçı anlamına gelir. Ayrıca şeytanlar onları yandaşları oldukları için onlar “yandaş” diye de isimlendirilmiştir. Çünkü bir kimseye benzemeye çalışan kimse onun ismi ile isimlendirilir. Bu kimseler şeytan niteliğinde oldukları için şeytanların isimleri ile isimlendirilmiştir. Bu nedenle Hz. Peygamber aleyhisselâm bir güvercinin peşinde koşturan birini görünce “Bir şeytan diğer şeytanı takip ediyor.”1 buyurmuş, namaz kılanın önünden geçen kimse hakkında ise, “Onunla savaşsın, çünkü o şeytandır.”2 buyurmuştur. Hz. Yûsuf’u gören şehirdeki kadınlar onu melek niteliğinde gördükleri için “Bu bir beşer değil! Bu olsa olsa değerli bir melektir.” [Yûsuf 12/31] demişlerdir. Ümmet-i Muhammed’in âlimleri İsrâiloğulları peygamberlerinin niteliklerine sahip olduğu için Hz. Peygamber aleyhisselâm “Ümmetimin âlimleri İsrâiloğulları’nın peygamberleri gibidir.”3 buyurmuştur. Bu durumda aklı başında olan kimsenin yapması gereken şey yoldan çıkarıcı şeytanların değil, meleklerin ve nebîlerin sıfatlarını kazanmaya çalışmaktır. “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz.” Buradaki ma‘a kelimesi birliktelik ifade eder. Örneğin câe Zeydün ma‘a ‘Amrin (Zeyd Amr ile geldi) denildiği zaman onunla birlikte geldiği ifade edilir. Kelimenin okunuşunda iki lehçe vardır, biri ‘ayn harfinin harekelendirilerek okunuşu, diğeri ise bu harfin sâkin okunuşu şeklindedir. Şair şöyle der: Kim sakınırsa Allah onunla beraberdir. (Fe innellâhe ma‘hu) Allah’ın rızkı kâh gelir kâh gider Cââ ma‘an şeklinde tenvinli de kullanılır ki bu durumda “İkisi birlikte geldiler.” anlamına gelir. Yine Ci’tu min ma‘ahu ifadesi, “Onun yanından geldim.” anlamında kullanılır. Bu kelime Kur’ân’da birkaç mânaya gelir. İlki birliktelik mânasıdır ki asıl olan mâna budur. Allah Teâlâ “Herhangi bir işte onunla birlikte iken…” [ en- Nûr 24/62] buyurmuştur. Bazen birliktelik ve katılma, ilhak anlamına gelir. Bu mânada Hak Teâlâ “İşte bu benimle birlikte olanların zikridir.” [ el-Enbiyâ 21/24] buyurur. 1 İbn Mâce, “Edeb”, 44. 2 İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1: 250; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17: 401. 3 Ali el-Kārî, Mirkātü’l-Mefâtîh, 9: 3932. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 485 īĻĈאĻü اij ّ ĩøو .įÝĬאıכ įĻĤإ Ĺĝĥُ ًא ĺ ĬאĉĻü įđĨ أن بóđĤا ïĭĐو źإ īİכא īĨ ÷ĻĤو ّ ħİ وóĩÜدħİ؛ ÍĘن اĉĻýĤאن ijİ اđĤאĹÜ ijÝđĤو ،ïđ×Ĥا ijİ نijĉýĤا ƫ نÍĘ ؛ěéĤا īĐ ħİïđ×Ĥ ،įÖ Ĺّ ĩ ُ أïèا ø ً َ įÖאü īĨ نŶو ّ ،ħıÐאĬóĝÖ اij ّ اóĩÝĩĤد، وŶن اĻýĤאīĻĈ ĬóĜאؤħİ ĩùĘ īĩِ Ĥ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜ כĤñĤو ،ħıÖ اijĩø īĻĈאĻýĤا ÙęĀ ĵĥĐ ءźËİ כאن אĩĤو ٥ ، ُ įĥْ ِ َאÜ ĝ ُ Ļĥْ َ Ę» :ĹĥāĩĤا يïĺ īĻÖ ٤ ّ ٣ وĜאل ĩĥĤאر ًא»، ĬאĉĻü ď×Ýĺ ٢ ١ «ĉĻüאن א: ً Ĩאĩè ď×Ýĺ رآه ﴾À ٌ ۪ y¦َ ¥ ٌ َ «®َ َ Êِّ ا ا ٓ ِ ْن ٰ¶ َw ۜ ا َ ƒَ ًyا \ اwَ ¶ٰ Y®َ﴿ :ėøijĻĤ ÙĭĺïĩĤا ĹĘ ةijùĬ אلĜو ٦ .«אنĉĻü ٌ įّ ĬÍĘ [ėøijĺ، ٣١/١٢[ ؛ ĩĤא رأįĭĺ ÙęāÖ َ اĥĩĤכ. وĜאل اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم: «ĩĥĐאء أĹÝĨ כĬÉ×Ļאء źو אءĻ×ĬŶوا ÙכÐŻĩĤا ÙęāÖ ėāÝĺ أن ģĜאđĤا ĵĥđĘ ،ħıÝęāÖ اijĬכא אĩĤ ٧ «ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ٨ .אءĺijĔŶا īĻĈאĻýĤا ÙęāÖ ėāÝĺ ِóان، ĝĺאل: «äאء زïĺ ďĨ óĩĐو»، أي Ĝ Ùĩĥכ» ďĨ» ﴾ ْۙ §ُ َ®َ Yَ ²ِّ ¹ُٓا ا ªYَ ¢﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٩ Ĝאل اýĤאóĐ١٠: ً įÖ. وįĻĘ ÝĕĤאن: ĺóéÜכ اīĻđĤ وùÜכıĭĻא. ĬóÝĝĨא ُÜËאب١١ وĔאدي ُ ِور ُزق Ʃِ اų Ĩ įْ đَ Ĩ ųا Ʃ نّ ÍĘِ ěƪ Ý َ ĺ īْ َ وĨ .هïĭĐ īĨ أي» įđَ Ĩ ْ īِ Ĩ ÛÑä» :אلĝĺو ،īĻĬóÝĝĨ أي ،īĺijĭÝĤאÖ «א ً وĝĺאل: «äאءا١٢ đĨ » ٰٓ ¹ُا َRَ ُµ َ« َِذا َ¦Y² واَ ﴿:ĵĤאđÜ ųاƩ אلĜ ،ģĀŶا ijİو ١٣انóِ ĝĥĤ :אنđĩĤ آنóĝĤا ĹĘ ijİو َ ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٢٤/٢١]، ¿ِ®َ ±ْ ®َ yُ ْ ِóان واijéĥĤق، Ĝאل: ﴿ ٰ¶ َwا ِذ¦ ٍ﴾ [اijĭĤر، ٦٢/٢٤]. وĝĥĤ y®ْ َ ا ١ ر: óèاĨא. ٢ ر - ĉĻüאن. .٢٤٢/٥ ،ĹĬاó×ĉĥĤ ćøوŶا ħåđĩĤا ؛٤٤ دبŶا ،ÙäאĨ īÖا īĭø ٣ .īĺّ ٤ ح: ĩĥĤאر ًא»، وĜאل ĬאĉĻü ď×Ýĺ אنĉĻü» :א ً Ĩאĩè ď×Ýĺ رآه īĩِ Ĥ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜ כĤñĤو ،ħıÖ اijĩø īĻĈאĻýĤا ÙęĀ ĵĥĐ - ط ٥ .ûĨאİ çĀ ، ُ įĥْ ِ َאÜ ĝ ُ Ļĥْ َ Ę» :ĹĥāĩĤا يïĺ īĻÖ ّ ĩĥĤאر .٤٠١/١٧ ،ïĩèأ ïĭùĨ ؛٢٥٠/١ ،Ù×Ļü ĹÖأ īÖا ėĭāĨ ٦ ĹĭÖ אءĻ×ĬÉכ ĹÝّ א ßĺïè» ĩĥĐאء أĨ ƪ ٧ ّ Üכħĥ اĩĥđĤאء ĹĘ إĭøאد ñİا اßĺïéĤ، ĝĘאل اŻĩĤ اóıĤوي ĹĘ ĜóĨאة اęĩĤאçĻÜ:» وأĨ ŻĩĤ çĻÜאęĩĤا אةĜóĨ :óčĬا .»įĤ ģĀأ ź įƪ ّ أĬ ĹĈijĻ ّ ِ واùĤ ّ ِ ِóĻي Ĩƪ ّ واïĤ ِ واĹĬŻĝùđĤ ّ ّرכĹý َ ْاĤ ّęéאظ כאõĤ ƪح óĀ ïĝĘ «ģĻÐاóøإ اóıĤوي، .٣٩٣٢/٩ ٨ ر: واĺijĔŶאء. כĺóéÜ :אنÝĕĤ įĻĘو .įÖ ً ِóان، ĝĺאل: «äאء زïĺ ďĨ óĩĐو»، إي: ĬóÝĝĨא Ĝ Ùĩĥכ» ďĨ» ﴾ْۙ َ ُכħ đَ Ĩ אƪ Ĭِ ُٓijا ا ĤאĜ﴿َ ĵĤאđÜ įĤijĜو - ح ٩ اīĻđĤ وùÜכıĭĻא. ُ įْ đَ Ĩ ųا نّ ÍĘِ ěْ ƪ Ý َ ĺ ْ īَ ١٠ اĤ×ÛĻ óęĥĤاء، اóčĬ: اāĤאè×Ĺ īÖź Ęאرس، ٢٥/١؛ اéāĤאح óİijåĥĤي، «أوب». وıĻĘא وردت: وĨ .ِ ٌ وĔאد ُÜËאب ِور ُزق ِ اų Ĩ .ĹÖ אÜËُ ١١ م: Ĩ ١٢ م: äאء. .ëùĭÝùĩĤا īĨ ijıø įĥđĤ ،آنóĝĥĤ :ر ١٣ ٥ ١٠ ١٥ 486 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onunla hapse iki delikanlı da girdi.” [Yûsuf 12/36] âyetinde olduğu gibi “sonra” anlamına, “Beraberinizdekini tasdik edici olarak…” [ el-Bakara 2/91] âyetinde olduğu gibi “nezdinde” anlamına, “Allah dışında başka ilâhlar mı?!” [ en-Neml 27/63] âyetinde olduğu gibi “başka” anlamına, “Allah takvâ sahipleri ve muhsin olanlarla beraberdir.” [ en-Nahl 16/128] âyetinde olduğu gibi “yardım” anlamına, “Onlar gecelediklerinde Allah onlarladır.” [ en-Nisâ 4/108] âyetinde olduğu gibi “bilme” anlamına, “Ve sana tâbi olanlardan bir grup” [ el-Müzzemmil 73/20] âyetinde olduğu gibi “tâbi olma” anlamına, “Derler ki: Biz sizinle değil miydik?” [ en-Nisâ 4/141] âyetinde olduğu gibi sûrette olanı gösterme anlamına, “Derler ki: Biz asıl sizinleyiz.” [ el-Bakara 2/14] âyetinde olduğu gibi kalpte olanı gösterme anlamına ve “Onunla beraber olanlar…” [ el-A‘râf 7/64] âyetinde olduğu gibi hem sûrette hem kalpte olanı gösterme anlamına gelir. Kelimenin buradaki anlamına gelince, bir görüşe göre bunun anlamı, “Biz görünüşte onunla birlikte olsak da aslında Muhammed’e karşı sizinle beraberiz.” şeklinde, bir başka görüşe göre “Biz size yardımcıyız.” şeklinde, bir başka görüşe göre “Biz sizin yalanlama ve düşmanlık tavrınıza sahibiz.” şeklinde, bir görüşe göre “Biz sizin dininizdeyiz.” şeklindedir. Onlar bu sözü söyleyerek iki şeye birden sahip olmak istemişler, fakat ikisinden de mahrum kalmışlardır. Hak Teâlâ “Bunların arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara ne bunlara.” [ en-Nisâ 4/143] buyurmuştur. İşte iradenin yolu ile âdet ehlinin yolunu birleştirmek isteyen kimse bunu başaramaz, iki zıt bir araya gelmez. Her tarakta bezi olan, her yöne kalbinde bir irtibat barındıran kimse felaketlere yem olur, irtibatlar arasında parçalanıverir. “Biz ancak onlarla alay ediyoruz.” el-Huz’u kelimesi kişinin bir başkasında bulunup da kendisinde bulunmayan bir şeyle alay etmesidir. Heze’e bihi “alay etti” demektir. el-Huz’etü alaya konu olan kimse, el-huze’etü ise insanlarla alay eden kimse demektir. el-İstihzâ kelimesi de tıpkı es-istishâr kelimesinin es-suhriyye ile aynı anlamda olmasına benzer şekilde, el-huz’u ile aynı anlamdadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 487 ،«ïĭĐ» ĵĭđĩÖو ،]٣٦/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ۜ نYِ Áَcَžَ ±َ kْ ªا ِّ µُ َ®َ ©َrَدَوَ ﴿:אلĜ [ وĵĭđĩÖ» ïđÖ«،] ٦٩ب ۜ﴾ [اģĩĭĤ، ِٰ Ãا ّ •َRَ µٌ ٰ ªِ ٢ ﴿َءا ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٩١/٢]، وĵĭđĩÖ» ijøى»، Ĝאل: ْ·َُ®َ Y¯َ ِ ª ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ﴿ ١ Ĝאل: ﴾ن¹َ ³ُِ oْ ®ُ ْ ¶ُ ±À َ w۪ َّ ¹ْ£ََا َواª bاّ ±À َ w۪ َّ َ ّ اà َٰ َ®•َاª ِ ّن ٣ ﴿ا ٦٣/٢٧] أي ijøى ّ اų، وĵĭđĩÖ اÙĬijđĩĤ، Ĝאل: َُ[ِّÁُc ¹َن﴾ [اùĭĤאء، ١٠٨/٤]، وĵĭđĩÖ ِ ْذ À ٤ ﴿َوُ¶¹َ َRَُ·ْ ا [اģéĭĤ، ١٢٨/١٦[، وĵĭđĩÖ اħĥđĤ، Ĝאل: ٦ :אلĜ ،رةijāĤا دijıü ĵĭđĩÖو ،]٢٠/٧٣ ،ģĨõĩĤا ﴾ [ۜ¥َ َRَ ±À َ w۪ َّ ٌ_ ِR ±َ اª Ÿَِ ٓYئ ٥ ﴿َو Žَ اÝĩĤאÙđÖ، Ĝאل: ﴾ ْۙ §ُ َ®َ Yَ ²ِّ ¹ُٓا ا ªYَ ¢﴿ ٧ ۘ﴾ [اùĭĤאء، ١٤١/٤]، وĵĭđĩÖ ijıüد اÕĥĝĤ، Ĝאل: ْ §ُ َ®َ ±ْ §ُ َ ² ْ َ ªَ ¹ُٓا ا ªYَ ¢﴿ ١٠.[٦٤/٧ ،افóĐŶا﴾ [µُ َ®َ ±À َ w۪ َّ ٨ Ĝאل: ٩ ﴿َواª [اĤ×óĝة، ١٤/٢]، وĵĭđĩÖ ijıüد اijāĤرة واÕĥĝĤ، ا. ً óİאČ įđĨ אĭכ وإن ïĩéĨ ĵĥĐ ħכĤ نijĐ אّ Ĭإ :אهĭđĨ :ģĻĜ ïĝĘ ١١אĭİ هóĻùęÜ אĨÉĘ ّא Ĥכħ أāĬאر. ģĻĜ:أي إĬא ĵĥĐ Ĩא أħÝĬ įĻĥĐ īĨ اÝĤכÕĺñ واïđĤاوة. وģĻĜ: ĭđĨאه إĬ :ĵĤאđÜ ųاƩ אلĜ ١٢،אĩıĭĐ اijĨóéĘ īĺóĨŶا īĻÖ ďĩåĤا أرادوا .ħכĭĺد ĵĥĐ أي :ģĻĜو ۜ﴾ [اùĭĤאء، ١٤٣/٤]. כĤñכ īĨ رام أن Êِء َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ »ٰ ªِ Ê ا Êِء َوَٓ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ »ٰ ªِ Ê ا َٓ ¥َ ِ ªذٰ ±َ Áَْ \ ±Áَ \۪wَ \ْwَ®ُ ﴿ ،אنđĩÝåĺ ź انïąĤوا ،כĤذ įĤ ħÑÝĥĺ ź אدةđĤا ģİأ įĻĥĐ אĨو رادةŸا ěĺóĈ īĻÖ ďĩåĺ א ijĉĥĤارق ً ×ıĬ ١٣כאن ćĻÖر į×ĥĜ īĨ Ùĺزاو ģכ ĹĘو ćĻĥì ٍ ÙĻèאĬ ģכ ĹĘ įĤ כאن īĨو א īĻÖ اěÐŻđĤ. ً وĩùĝĭĨ źو į×èאĀ ïĭĐ ěéĺ ءĹü īĨ ١٤ÙĺóíùĤا ءõıĤا﴾ نَؤُ۫ ِ {·ْcَْ ®ُ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ا َ أة õُ ıĤوا ،įĭĨóíùُ ْ أةùÝÖכīĻاõĤاء ijİ اñĤيĺ õُ ıĤوا ،óíøأي ١٥įÖ أõİ ïĜو .אزئıĤا ïĭĐěéĺ ıéÝęÖא اñĤيīĨóíùĺ اĭĤאس. واõıÝøźاءכאõıĤءÙĤõĭĩÖاíùÝøźאر ijİ١٦ כאÙĺóíùĤ. ١ ح - Ĝאل. ٢ ح - Ĝאل. ٣ ح - Ĝאل. ٤ ح - Ĝאل. ٥ ح - Ĝאل. ٦ ح - Ĝאل. ٧ ح - Ĝאل. .ûĨאİ çĀ ،ÕĥĝĤوا رةijāĤا دijıü ĵĭđĩÖو ، ْ َ ُכħ đَ Ĩ אƪ Ĭِ ُٓijا ا ٨ ط - Ĝאل: َĜאĤ ٩ ح - Ĝאل. ١٠ ر + واīĺñĤ آijĭĨا įđĨ. ١١ ح ر - ĭİא؛ ط: ĭıİא. ١٢ ح: ĩİijĨóéĘא. ١٣ ط ر + įĻĥĐ. ١٤ م: واÙĺóíùĤ؛ ر + Đ×אرة. .ěĘאĭĩĤا ijİو אزئıĤا ïĭĐ ěè óĻĔو ĹĥāĩĤا ïĭĐ ěè אıĬÍĘ ؛ŻáĨ ةŻāĤכא + ر ١٥ ١٦ ح - ijİ. ٥ ١٠ ١٥ 488 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu ifadenin öncesi ile irtibatı şöyledir: Onlar şeytanlarına “Biz sizinle beraberiz.” dedikleri zaman şeytanları onlara, “O hâlde neden onların katıldığı hadiselere katılıyorsunuz, onların mescitlerine giriyorsunuz, onlarla birlikte hac yapıyor ve seferlere katılıyorsunuz?” demişler, bunun üzerine münafıklar, “Biz sadece alay ediyoruz.” demişlerdir. Bir görüşe göre bunun anlamı, “ Hz. Muhammed aleyhisselâm ve ashabı ile alay ediyoruz.” şeklinde, bir başka görüşe göre “Çağrıldığımız şeyi yalanlıyoruz.” şeklinde, bir diğer görüşe göre “Onlara kendimizi sanki hem içten hem dış görünüş itibariyle onların dinindenmişiz gibi gösteriyoruz, fakat aslında sadece onlarla dış görünüş itibariyle birlikteyiz ve böyle yaparak onların ganimetlerine ortak oluyor, kadınları ile evlenebiliyor, sırlarına vâkıf oluyor, mallarımızı, kadınlarımızı ve evlatlarımızı onların ellerinden muhafaza ediyoruz.” şeklindedir. 15. Allah onlarla alay ediyor da tuğyanları içinde bocalarlarken kendilerine müddet veriyor. [ el-Bakara 2/15] “Allah onlarla alay ediyor.” Bu ifadenin sekiz yorumu vardır: 1. Allah onlara dünyada onların muamelelerine göre muamele eder. Onlar görünüşte iman etmektedirler, fakat içlerinde nifak vardır, Allah da şu anda görünüşte güven verir, eman ızhar eder, fakat âkıbetleri ateşte yanmaktır. 2. Âhirette onları alay etmenin cezası ile cezalandırır. Araplar cezayı cezaya sebep olan şeyin ismi ile isimlendirirler. Şair Amr b. Külsûm şöyle der: Bakınız! Sakın hiç kimse bize karşı bir cahillik edeyim demesin Sonra biz de cahillerin cahilliğinin ötesinde cahillik ederiz Kur’ân’da da bu kullanım şu âyetlerde vardır: “Kötülüğün karşılığı misliyle kötülüktür.” [ eş-Şûrâ 42/40], “Eğer ceza verecekseniz size verilenin misli ile ceza verin.” [ en-Nahl 16/126], “Kim size saldırıp düşmanlık ederse siz de ona saldırın.” [ el-Bakara 2/194], “Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar, oysa asıl Allah onları aldatır.” [ enNisâ 4/142], “Onlar tuzak kuruyorlar ve Allah da tuzak kuruyor.” [ el-Enfâl 8/30], 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 489 ونïıýÜ ħכĤ אĩĘ :اijĤאĜ ،ħכđĨ אĬإ :ħıĭĻĈאĻýĤ اijĤאĜ אĩĤ ħıĬأ įĥ×Ĝ ١ واčÝĬאįĨ ĩÖא ٢ ħıđĨ؟ ĜאijĤا: إĩĬא īéĬ õıÝùĨؤن. ýĨאħİïİ وijĥìïÜن ùĨאħİïä وijåéÜن وõĕÜون اų ħıĭĐ. وģĻĜ: أي ĨכijÖñن ّ ĹĄرįÖאéĀوأ مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĩÖ ونóìאø :אهĭđĨ :ģĻĜ ħıđĨ نijכĬ אĩĬوإ אĭĈאÖو اóİאČ ħıĭĺد ĵĥĐ ħıĝĘاijĬ אĬأ ħıĺóĬ أي :ģĻĜ .įĻĤإ ĵĐïĬ אĩÖ ٤ وċęéĬ أijĨاĭĤא ħİارóøأ ĵĥĐ ďĥّ ٣ وĉĬ ħıÐאùĬ çכĭĬو ħıĩÐאĭĔ ĹĘ ħıאرכýĭĤ اóİאČ وأوźدĬא وùĬאĭÐא īĨ أħıĺïĺ. ُ َijن ıَ ĩ ْ đَ ĺ ْ ħıِĬאِ َ ĻĕْĈُ ĹĘ۪ ْ ħİُï ƫ ُ ĩَ ĺ َ ْ و ħıِÖِ ئُ õِ ْ ıَ Ý ْ ùَ ĺ ųُƩ -١٥ َا :įäأو ÙĻĬאĩà įĤ ﴾ْ·ِِ ِ ُئ \ {·ْcَْ َ À ُ ٰ Ãّ َ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ا ٥ đĨאħıÝĥĨ؛ ħıĬÍĘ أóıČوا اĩĺŸאن وĹĘ ÖאħıĭĈ ěĘو ĵĥĐ אĻĬïĤا ĹĘ ħıĥĨאĐ įĬأ :אİïèأ ٦ .انóĻĭĤאÖ اقóèŸا ħıÝ×ĜאĐو אنĨŶا אلéĤا ĹĘ ħıĤ óıČأ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ،אقęĭĤا ٧ ĹĘ اóìŴة õäاء اõıÝøاħıÐ. واóđĤب ĹĩùÜ اõåĤاء واáĤאĹĬ: أن ĭđĨאه: åĺאزħıĺ ٨ ] اïÝÖźاء. Ĝאل óĩĐو īÖ כijáĥم: أ ٧٠] ħøאÖ ٩ اåĤ ِ אĭĻĥİא َ ģِ ْ ıä قijĘ َ ģَ َ ıåĭĘ َא ْ ĭ ْ ĻĥĐ ïèأ ٌ īْ ĥıåĺ َ ź źأ ا¹[ُ¢Yِ َžَ ْcُ]ْ َ ِ ْن َY¢ ۚ﴾ [اijýĤرى، ٤٠/٤٢]، و﴿َوا Y·َ«ُgْ®ِ _ٌ ۬ا َ~ِّÁَئٍ_ َ~ِّÁَئ ُؤ وĹĘ اóĝĤآن: ﴿َو َj ٰ{ٓ ،[١٩٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µِÁَْ «َ واuُ cَYْ žَ ْ §ُ Áَْ ۜ﴾ [اģéĭĤ، ١٢٦/١٦[ ،﴿ žَ َ¯±ِ ْاَc ٰuى َ» µ۪ ِ \ ْcُ]ْ¢¹ِ ُ Y®َ ©ِgْ¯ِ ِ \ ۜ ﴾ [اęĬŶאل، ٣٠/٨]، ُ ٰ Ãا ّ yُ§ُ ¯ْ َ َ ْ̄ ُ§ُy َون َوÀ ۚ﴾ [اùĭĤאء، ١٤٢/٤]، ﴿َوÀ ُ َs ِYدُ ¹َن ّ اà َٰ َوُ¶¹َ َr ِYدُُ·ْ À ﴿ ١ ط: ĩĤא. ٢ ط: وóĝÜون. ٣ ح ط ر: ĭÖאħıÜ. ٤ ط: óøاħİóÐ. ٥ م ح ط - ĵĥĐ وěĘ، çĀ İאûĨ م ط. ٦ م ح ط - ÖאóĻĭĤان، çĀ İאûĨ م. ٧ ر: وåĺאزħıĺ. ّאب اĥĕÝĤ×Ĺ ÝĐ īÖ כĤאĨ īÖ مijáĥכ īÖ وóĩĐ دijøŶا ijÖأ ijİ|īĻĩĤאčĤا ħĥČ قijĘ َ ħĥčĭĘ א َ ĭ ْ ĻĥĐ ïèأ ٌ īĩĥčĺ ź źأ + ط ٨ .ÙđĻÖر دŻÖ ĹĘ بóđĤا ةóĺõä ĹĤאĩü ĹĘ ïĤو .ĵĤوŶا Ùĝ×ĉĤا īĨ ،Ĺĥİאä óĐאü ، (م ٥٨٤ ijéĬ - ـİ ق ٤٠ ijéĬ .ت( » אĭĻé×ĀאĘ כĭéāÖ Ĺّ ×İ źأ « :אıđĥĉĨ ĹÝĤا įÝĝĥđĨ هóđü óıüأ .ŻĺijĈ óĩĐ .ïåĬو اقóđĤوا אمýĤا ĹĘو אıĻĘ ل ّ وijåÜ ħåđĨ :óčĬا .ÕåđĤا ÙøאĩéĤوا óíęĤا īĨ אıĻĘو ،واةóĤا įčęè אĨ אıĭĨ ĹĝÖ אĩĬوإ ،ÛĻÖ ėĤأ ijéĬ ĹĘ ÛĬכא אıĬإ :אلĝĺ اóđýĤاء óĩĥĤزÖאĹĬ، ص. ٢٠٢؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٨٤/٥ ٩ ط: اåĤאīĻĥİ | اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ٧٨؛ اāĤאè×Ĺ īÖź Ęאرس، ١٧٥/١؛ اóİõĩĤ ĹĈijĻùĥĤ، .٢٧٠/١ ٥ ١٠ ١٥ 490 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onlar bir tuzak kuruyorlar, Ben de bir tuzak kuruyorum.” [et-Târık 86/15-16], “Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttur.” [ et-Tevbe 9/67], “Onlar müminlerle alay ediyorlar, Allah da onlarla alay ediyor.” [ et-Tevbe 9/79], “Biz sadece alay ediyoruz. Allah onlarla alay ediyor.” [ el-Bakara 2/14-15] 3. Sîbeveyhi’nin görüşü: “Allah onlarla alay ediyor.” Yani alaylarının zararını onların kendi başlarına getiriyor. Aynı durum “Oysa sadece kendilerini aldatırlar.” [ el-Bakara 2/9] âyetindeki gibidir ki bu husus “Kötü tuzak ancak kuranın başına dolanır.” [ Fâtır 35/43] âyetinde ifade edilmiştir. 4. Abdullah b. Abbas’ın görüşü: Onlar her ne zaman bir hata yapsalar Allah onlara yeni bir nimet ihsan eder. 5. Hüseyin b. Fazl el-Becelî’nin görüşü: Bu, şu anda istenilenin verilmesi, fakat gelecekte onun ansızın alınmasıdır. Hak Teâlâ “Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” [ el-En‘âm 6/44] buyurmuştur. 6. Onlar inanmadıkları hâlde Hz. Peygamber aleyhisselâma “Senin Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ediyoruz.” demişlerdir. Münafığa (kıyamette) “Tat bakalım! Sensin izzet ve kerem sahibi olan!” [ ed-Duhân 44/49]denilir, oysa izzet ve kerem sahibi olmak münafığın niteliklerinden değildir. 7. Katâde’nin görüşü: Bu Allah Teâlâ’nın onların kıyamet günündeki hâllerine dair verdiği şu haberde anlatılan husustur: “ Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nûrunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine ‘Arkanıza dönün de bir ışık arayın!’ denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir. Münafıklar onlara: ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ diye seslenirler.” [ el-Hadîd 57/13-14], müminler ise onlara “Evet ama siz kendi başınızı belâya soktunuz.” [ el-Hadîd 57/13-14] derler, yani şeytanlarınıza “Biz sizinle beraberiz.” diyerek başınızı belâya soktunuz. Bugün ise “Biz sizinle beraber değil miydik?” diyorsunuz. Vaktiyle siz alay ediyordunuz, bugün ise biz sizinle alay ediyoruz. Böylece müminlerin alayı, onlara verilmiş bir karşılık/ceza olur. Allah Teâlâ’nın bu alayı kendisine izâfe etmesi ise hem müminleri şereflendirmedir hem de tıpkı Hz. Peygamber aleyhisselâma “Attığında sen atmadın, ancak Allah attı.” [ el-Enfâl 8/17] buyurduğu gibi onların fiilini kendi fiili yerine koymasıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 491 ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦٧/٩[، َ ¹ُا ّ اà َٰ ³َžَ َِÁُ·ْ ۚ﴾ [اĉĤאرق، ١٦-١٥/٨٦]، ﴿² اuً Áْ¦َ uÁُ ¦۪ َ َ ۪§ ُuÁ َون َ¦ْÁ ًuاۙ َوا À﴿ ﴾ْ·ِِ ِ ُئ \ {·ْcَْ َ À ُ ٰ Ãّ َ ِ ُ۫ؤَن ا {·ْcَْ ®ُ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ ۘ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٧٩/٩[،﴿ ا ْ·ُ³ْ®ِ ُ ٰ Ãا ّ yَsِ ~َ ۜ ْ·ُ³ْ®ِ ونَ yُsَ ْ Áَžَ﴿ [اĤ×óĝة، /٢ ١٦-١٥]. ١ ِِ·ْ﴾ أي: ďĜijĺ óĄر اõıÝøاħıÐ ħıÖ כĩא ِ ُئ \ {·ْcَْ َ À ُ ٰ Ãّ َ ا ﴿:įĺij×Ļø لijĜ :ßĤאáĤوا yُ§ْ ¯َ ْ ªا¡ Áُ o۪ َ À Êَوَ ﴿ :įĤijĝכ ijİو] ٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ·َُ Ÿُ ²َْ َٓ ا Êِّ َ ْs َu ُ ¹َن ا ĹĘ اïíĤاع: ﴿َوَRÀY .[٤٣/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾۪ ۜ µ«ِ¶ْ َ Yِ \ َ Êِّ ُ ا ٔ ¿Áِّ َªا ّ .ÙĩđĬ ħıĤ دïäّ ÙÑĻĉì ً اijàïèأ ٢ واóĤاďÖ: ijĜل اīÖ Đ×אس ġ: כĩĥא ñìوأ ُ אلéĤا ĹĘ ادóĩĤا אءĉĐإ ijİ :Ĺĥå×Ĥا ģąęĤا īÖ īĻùéĤا لijĜ :÷ĨאíĤوا ۜ ِ ‚َ ْ¿ٍء َْ\¹َ َ اب ُ¦ّ© َْÁِ·ْ ا «َ Y³َoْ cَžَ µ۪ ِ ِ ُyوا \ َ ¹ُا َRY ُذّ¦ ² Yَ ¯ّ َ «žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،لÇĩĤا ĹĘ ÙÝĕ×Ĥا َ َ›ْcً _ِžَYَذا ُ¶ ْ ُRْ[ِ» ُ ¹َن﴾ [اđĬŶאم، ٤٤/٦]. \ ْ ¶Yُ َ ²wْ rَ َ ُ۫وُb¹ٓا ا ٓY ا ¯َ ِ ِ ُn¹ا \ َِذا žَy ٰٓ« ا cّnَ כĤذ īכĺ ħĤو» ųا Ʃ لijøóĤ כĬأ ïıýĬ» :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ اijĤאĜ ħıĬأ :אدسùĤوا ۪ ُÀ] ﴾اìïĤאن، ٤٩/٤٤] وĻĤ÷ y§َ ْ ªا}Àُ ۪ {َ ْ ªا aَ ²َْ َ ¥َ ا ²ِّ ĹĘ ħıÜïĻĝĐ. وĝĺאل ĭĩĥĤאěĘ: ﴿ ُذ ْۙق ا .ħıÝęĀ īĨ כĤذ َ £ُ ¹ُل َ¹َْم À À﴿ :ÙĨאĻĝĤا مijĺ ħıĤאè īĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ó×ìأ אĨ ijİو :אدةÝĜ لijĜ :ďÖאùĤوا ِ ُ¦ْ﴾ [اïĺïéĤ، ١٣/٥٧ [إĵĤأن Ĝאل ¹ُر ²±ْ ®ِ }ْ ]ِcَ ْ £َ ²Yَ ٰ َR¹³ُا ْا² ُُyو² ا±À َ w۪ َّ «ِ ªتY ُ £َžYِ ³َ¯ُ ْ ْ ُ̄³َ ِYž £ُ ¹َن َواª اª ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ [اïĺïéĤ، ١٤/٥٧[ َ ُ§ ْ žَ َ ـcُ³ْcْ ا ³ّ§ِ ٰ ٰ« َوª «َ ۜ﴾ [اïĺïéĤ، ١٤/٥٧ [ijĤijĝĻĘن ﴿\ ْ §ُ َ®َ ±ْ §ُ َ ² ْ َ ªَ ﴿ا ۘ﴾ [اïĺïéĤ، ١٤/٥٧[ ْ §ُ َ®َ ±ْ §ُ َ ² ْ َ ªَ ٣ ĭĤא: ﴿ا نijĤijĝÜ مijĻĤوا» ħכđĨ אĬإ «:ħכĭĻĈאĻýĤ ħÝĥĜ אĩÖ ٤ õıÝùĨؤن؛ ĻĘכijن اõıÝøźاء īĨ اīĻĭĨËĩĤ åĨאزاة ħכÖ īéĬ مijĻĤאĘ ،ن ُ وכħÝĭ õıÝùÜؤ ِِ·ْ﴾؛ ً ęĺóýÜא īĻĭĨËĩĥĤ ِ ُئ \ {·ْcَْ َ À ُ ٰ Ãّ َ ħıĤ. وإĩĬא أĄאف Ʃ اų ذĤכ إĵĤ įùęĬ įĤijĝÖ:﴿ ا َ ّ اà َٰ َر ٰR ۚ«﴾ [اęĬŶאل، ١٧/٨]. ±ّ §ِ ٰ ِ ْذ َرَRْÁ َa َوª ا aَ Áْ®َرَ Y®َوَ ﴿:įĻ×ĭĤ אلĜ אĩכ įĥđĘ ħıĥđęĤ Żđäو ١ ح + Ĝאل. ٢ ط - כĩĥא، çĀ İאûĨ. ٣ ط: ijĝÜل. ٤ ط - Öכħ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 492 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 8. Kelbî’nin görüşü: Onlar dünyada müminlere gülmüşlerdi, Allah da müminleri kıyamet günü onlara gülecek bir konuma getirir, müminlerin cennetten bakıp münafıkları görmelerini sağlar, böylece müminler onlara, “Ateşten çıkıp cennete girmek ister misiniz?” diye sorarlar, münafıklar da “Evet” derler. Bunun üzerine onlara ateşten bir kapı açılır, derhal oraya yönelirler, ama kapı yüzlerine kapatılır, sonra bir başka kapı açılır, hemen oraya koşarlar, fakat o da yüzlerine kapatılır. Bu durum sürekli devam eder ve müminler de onlara gülüp alay ederler. Allah Teâlâ “Şüphesiz günahkârlar iman edenlere gülerlerdi. (…) İşte o gün (âhirette) de iman edenler kâfirlere gülerler.” [ el-Mutaffifîn 83/29-34] buyurmuştur. Bu âyet insanlar ile alay etmenin çirkinliğine delâlet eder. Nitekim Allah Teâlâ “Bir grup diğer bir grup ile alay etmesin” [ el-Hucurât 49/11] buyurmuş, Mûsâ kıssasında “Dediler ki: Sen bizimle alay mı ediyorsun? Mûsâ da dedi ki: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.” [ el-Bakara 2/67] buyurarak bunun cahillerin fiili olduğunu bildirmiştir. İnsanlarla alay etmeye karşılık tehdit böyle ise Allah ile alay etmenin karşılığının ne olacağını var sen düşün!Bu husus Hz. Peygamber aleyhisselâm tarafından [şöyle ifade edilmiştir:] “Günahta ısrarcı olduğu hâlde tövbe eden kimse Rabbi ile alay eden kişi gibidir.”1 Alaya alayla karşılık verilmesi cezanın amel cinsinden olacağının delilidir. Biz daha önce kötü amellerin karşılığından söz eden âyetleri saymıştık. İyi amellerin karşılığında da aynı durum söz konusudur. Allah Teâlâ “İhsanın karşılığı ihsandan başka nedir ki?” [ er-Rahmân 55/60], “İhsan sahiplerine en güzel ihsan vardır.” [ Yûnus 10/26], “Siz Beni zikredin, Ben de sizi zikredeyim.” [ el-Bakara 2/152], “Siz Benim ahdime vefa gösterin Ben de sizin ahdinize vefa göstereyim.” [ el-Bakara 2/40], “Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder.” [ Muhammed 47/7], “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.” [ el-Mâide 5/119], “Dua ettiğinde duacının duasına icâbet ederim, o hâlde onlar da Bana icâbet etsinler.” [ el-Bakara 2/186] buyurmuştur. 1 Beyhakī, Şu‘abü’l-Îmân, 9: 362. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 493 ÙĨאĻĝĤا مijĺ ħıĥđåĻĘ אĻĬïĤا ĹĘ īĻĭĨËĩĤا īĨ اijכéĄ ħıĬإ :Ĺ×ĥכĤا لijĜ īĨאáĤوا نijĤijĝĻĘ ÙĭåĤا īĨ īĻĝĘאĭĩĤا ĵĥĐ نijđĥĉĺ īĻĭĨËĩĤا ģđåĺ įĬأ ijİو ħıĭĨ نijכéąĺ אبÖ ħıĤ çÝęĻĘ ،ħđĬ :نijĤijĝĻĘ ؟ÙĭåĤا ١ ħıĤ: أéÜ×ijن أن ijäóíÜا īĨ اĭĤאر وijĥìïÜا ŻĘ ٤ ħıĻĥĐ ěĥĕĻĘ ٣ įĬوïāĝĻĘ óìآ אبÖ çÝęُ ĺ ħà ٢ ħıĻĥĐ ěĥĕُ ĻĘ įĻĤإ ونïāĝĻĘ אرĭĤا īĨ ا¹Rُyَjْ َ ا ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ħıĭĨ نijכéąĺ نijĭĨËĩĤوا כĤñכ ħıÖ ģđęĺ الõĺ ٰ َR¹³ُا ا ±À َ w۪ َّ َْÁَ¹ْم اª ۘ﴾ [اīĻęęĉĩĤ، ٢٩/٨٣ [إĵĤ أن Ĝאل: ﴿žَªY َ ‹ْ َo ُ §¹َن ٰ َR¹³ُا À ا ±À َ w۪ َّ ¹ُا ِR ±َ اª ²Y¦َ َ ‹ْ َo ُ §¹َۙن ﴾ اÙĺŴ،] اīĻęęĉĩĤ، ٣٤/٨٣[. À ِ َYر Ÿّ §ُ ْ ِR ±َ اª yْsَ ْ َ À Êَ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ïĜو אسĭĤאÖ اءõıÝøźا ç×Ĝ ĵĥĐ ÙĺŴا] ودÛĤ] ٧٠ب َ ُ ¹ُذ َ َYل ا ¢ ۜ َY ُ ¶ُ {ًوا ²wُ sِ َ cَّ bَ ¹ُٓا ا ªYَ ¢﴿ :ĵøijĨ ÙāĜ ĹĘ אلĜو] ١١/٤٩ ،اتóåéĤا﴾ [ٍ ¹َْم م ِR ±ْ ¢ ٌ ¹َْ ¢ ٥ وإذا כאن وïĻĐ .īĻĥİאåĤا ģđĘ įّ Ĭأ ó×ìÉĘ [٦٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ «۪ ¶Yِ kَ ْ َ ُ¦ ¹َن ِR ±َ اª َ ْن ا ِ ّÃY ِٰ ا \ ّ įĻĥĐ اŻùĤم: اõıÝøźاء ÖאĭĤאس ñİا، ĩĘא õäاء اõıÝøźاء Ʃ Öאų؟ وijİ ĩĻĘא Ĝאل اĭĤ×Ĺ ٦ .«įÖóÖ ئõıÝùĩĤכא įĻĥĐ ٌ óāĨ ijİو ÕĬñĤا īĨ óęĕÝùĩĤا« ïĜو .ģĩđĤا÷ ĭä īĨ اءõåĤا أن ĵĥĐ ģĻĤد ٌ اءõıÝøźאÖ اءõıÝøźا ÙĥÖאĝĨ ħà ٨ ĹĘ أÙĺõä أĩĐאل اijùĤء، ُ وأÙĺõä أĩĐאل اóĻíĤ כĤñכ، Ĝאل Ʃ اų ٧ آĺאت ïĐدĬאİא َ ْn ¹³َُا ا ±À َ w۪ َّ «ِ ª﴿ :אلĜو] ٦٠/٥٥ ،īĩèóĤا﴾ [نYُۚ َ nْ ِ َ ْاÊ Êِّ ِ ْn َ ِYن ا Êاْ اءُ ٓ}َjَ ©ْ ¶َ﴿ :ĵĤאđÜ َْو¹žُا َ ْذُ¦ْyُ¦ْ] ﴾اĤ×óĝة، ١٥٢/٢] وĜאل: ﴿َوا ْ ُo ْ ³ٰ] ﴾»Ĭijĺ÷، ٢٦/١٠ [وĜאل: ﴿žَ ْYذُ¦ُy ۪وٓ²¿ ا اª [٧/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ْ¦ُyْ‡ُ ³َْ À َٰ Ãا ّ واyُ‡ُ ³َْ ِ ْن b ِ َْ·ِu ُ¦ْ] ﴾اĤ×óĝة، ٤٠/٢] وĜאل: ﴿ا ُ۫وِف \ ٓي ا u۪ ·َْ ِ \ َِذا ِ ا َاع ُ ۪j ُÁ [َدَ¹َْة ّ اuª ۜ﴾ [اĩĤאïÐة، ١١٩/٥] وĜאل: ﴿ا ُ َ ُ³ْ·ْ َوَر ¹Šُا َ ُ³ْµ َ ّ اà ٰ وĜאل: ﴿َر Šِ¿ [١٨٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا¿﴾ [ª۪ ا¹[Áُ k۪ cَْ Áَ ْ Yن žَ» َدَ ِۙ ١ ح ر: وijĥìïÜن. ٢ ط - ħıĻĥĐ. ٣ ط: ïāĝĻĘون. ٤ ح ط - ěĥĕĻĘ ħıĻĥĐ. .ûĨאİ çĀ ،īĻĥİאåĤا ģđĘ įّ Ĭأ ó×ìÉĘ - ح ٥ .١٦٣١/٤ ،ويóıĤا ŻĩĤ çĻÜאęĩĤا אةĜóĨ ؛٣٦٢/٩ ،ĹĝıĻ×ĥĤ אنĩĺŸا Õđü ٦ ٧ ح ط: ïĐدĬא. ٨ ح: اĺŴאت. ٥ ١٠ ١٥ 494 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Tuğyanları içinde bocalarlarken kendilerine müddet veriyor.” Burada geçen yemüddü fiilinin şöyle kullanımları vardır: Meddü’l-habl “ipin uzatılması”, meddü’n-nehâr “güneşin yükselmesi”, meddü’z-zıll “gölgenin uzaması”, meddü’l-‘ayş “ömrün uzaması”, meddü’n-nehr “Nehrin suyunun artması, kendisine başka bir nehrin suyunun daha katılması.” Bu kelime geçişli ve geçişsiz olarak kullanılır. Meddü’l-elif, meddü’l-vâv ve meddü’l-yâ ise bu harflerin uzatılarak okunması anlamına gelir. Medîdü’l-kāme “uzun boylu”, meddü’d-devât/imdâdü’d-devât “Kalemin mürekkeple beslenmesi”, imdâdü’l-ceyş “orduya yardımcı kuvvetlerin katılması” anlamına gelir. Medde fiili ile emedde fiili arasındaki farklar sadedinde şu üç husus zikredilir: Yûnus şöyle demiştir: “Mededtü (yardım ettim) fiili kötülük için, emdedtü ise iyilik için kullanılır.”1 Ferrâ şöyle demiştir: “Bir şeye yapılan ziyade onun kendi cinsinden ise bunu ifade etmek için mededtü fiili kullanılır. Örneğin meddü’n-nehr “Nehrin suyunun artması, kendisine başka bir nehrin suyunun daha katılması” ifadesi böyledir. İmdâd ise ziyadenin başka bir cinsten olması durumunda kullanılır. Örneğin imdâdü’l-ceyş “Orduya yardımcı kuvvetlerin katılması” böyle bir kullanımdır.”2 Ahfeş şöyle demiştir: “Med terk, imdâd ise vermek demektir.”3 Allah Teâlâ “Biz onun azabını uzattıkça uzatacağız.” [ Meryem 19/79], “Rahmân ona mühlet versin.” [ Meryem 19/75], “Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar?” [el- Mü’minûn 23/55] buyurmuştur. Buradaki tefsirine gelince, bir görüşe göre bu ifade “Onları terk eder.” anlamına, bir başka görüşe göre “Onları amelleri ile baş başa bırakır, engel olmaz.” anlamına, bir diğer görüşe göre ise “Onların sürelerini uzatır.” anlamına gelir. İbn Mes‘ûd, “Onlara mühlet verir.”, Mücâhid “Onların müddetlerine ilâve yapar.”, İbn Keysân ise “Onları erteler.” anlamına geldiğini söylemiştir. Bütün bu görüşlerde anlam birbirine yakındır. Tuğyân ise sözlükte sınırı aşmak demektir. Tağā es-seylü ifadesi “Sel taşkın yaptı.” anlamına, tağâ el-bahru ifadesi “Denizin dalgaları kabardı.” anlamına gelir. Halîl b. Ahmed şöyle demiştir: Bu kelimenin son harfi yâ dâ olur vâv da olur, Tağavtü/tağaytü, tuğyânen/tuğvânen aynı anlamdadır.”4 1 bkz. Ahfeş, Meâni’l- Kur’ân, 1: 52. 2 bk. Neşvân b. Saîd, Şemsü’l-Ulûm, 9: 6196. 3 bk. Ahfeş, Meâni’l- Kur’ân, 1: 52. 4 Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, 4: 435. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 495 وïĨ اıĭĤאر ƫ ،هƫ óä ģ×éĤا ِ ï ƫ َ ĩَ َ ْ َُ̄· ¹َن﴾ Ę À ْ·ِِ ²YÁَ›ْ Žُ ¿ž۪ ْ ¶ُ ُ uّ ¯ُ َ Àوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو وïĨ اóıĭĤ ازدĺאد ĨאįÐ وزĺאدة óıĬ آóì ƫ ،įĥĺijĉÜ ١ وïĨ اûĻđĤ ƫ ،įُ ĉùÖ ģčĤا ïĨو ƫ ،įُ ارęÜאĐ وïĨ ƫ ٣ وïĨ اėĤŶ واijĤاو واĻĤאء ıĥĺijĉÜא، وïĺïĨ اĝĤאÙĨ ıĥĺijĈא، ƫ ٢ .ïđÝĨو زمź ،įÐאĨ ĹĘ ٥ ٤ ÖאïĩĤاد، وإïĨاد اûĻåĤ إéĤאق اïĩĤد įÖ. ُوذכó ĹĘ اóęĤق ُıא ÝĜََ ƪ واة وإïĨادİא ِإź اïĤ ٦ وĜאل .«óĻíĤا ĹĘ دتïĨوأ ُ ،óýĤا ĹĘ دتïĨ ُ » :÷Ĭijĺ אلĜ ،įäأو įàŻà ƪ ïَ Ĩَ ƪ وأ ïَ Ĩ īĻÖ ٧ اóıĭĤ، واïĨŸاد ĩĻĘא כאÛĬ اĺõĤאدة īĨ óĻĔه اóęĤاء: «ïĨدت ĩĻĘא כאÛĬ اĺõĤאدة įĭĨ כïĩ ُ uّ ¯ُ َ ٩ Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َو² ٨ وĜאل اûęìŶ:» اïĩĤ اóÝĤك واïĨŸاد اĉĐŸא». כïĨÍاد اûĻåĤ«. ۚ﴾ [ħĺóĨ، ٧٥/١٩ [وĜאل: اuًّ ®َ ±ُ ¯ٰ nْ َ yªا ّ µُ َ ª دْ uُ ¯ْ Áَ ْ «žَ﴿ [٧٩/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۙاuًّ ®َ اب ِ wَ َ ْ ªا ±َR ِ µُ َ ª Á±] ﴾اijĭĨËĩĤن، ٥٥/٢٣] أي ħıĻĉđĬ. َۙ ³۪ َ ِ ۪µ ِ ®±ْ َ ®ٍYل َو\ \ ْ ¶ُ ُ uّ ¯ِ ُ ² Y¯َ َ ²َّ َ ْo َُ ]¹َن ا Àَ ﴿ا .ħıĥĻĉĺ :ģĻĜو .ħıĻِ ĥّíَ ُ ĺ :ģĻĜو ١١.ħıכóÝĺو أي ħİïĩĺو :ģĻĜ ïĝĘ ١٠אĭİ هóĻùęÜ אĨÉĘ .ħıĥıĩĺ :אنùĻכ īÖا אلĜو ١٢.ةïĨ ħİïĺõĺ :ïİאåĨ אلĜو .ħıĤ Ĺĥĩĺ :دijđùĨ īÖا אلĜو .ÙÖאرĝÝĨ ģĺאوĜأ Ĺİو وأĨא اĻĕĉĤאن ijıĘ åĨאوزة اïéĤ ĹĘ اÙĕĥĤ. ĝĺאل: ĵĕĈ اģĻùĤ، أي äאء ÖאĩĤאء اĤכóĻá، ْ ُت ijَ ًא، َĕĈ đĻĩä אءĻĤوا اوijĤا īĨ ijİ» : ģĻĥíĤا אلĜو .įäاijĨأ Ûäאİ إذا ،óé×Ĥا ĵĕĈو ًא»١٣. َ اĬ ijْ ĕُ ًא وĈ אĬ َ Ļْ ĕُ Ĉ Ûُ ْ Ļَ َوĕĈ ١ ر: اīĻĭĻđĤ. ٢ ر: وïđÝĨي. ٣ ر: ıĥĺijĉÜא. ٤ ĹĘ İאûĨ م: اıèŻĀא. .ûĨאİ çĀ ،آنóĝĤا ĹĘ :ط ٥ .٥٢/١ ،ûęìŷĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ ٦ ٧ ر: Ęכñا. .٦١٩٦/٩ ،ïĻđø īÖ انijýĭĤ مijĥđĤا÷ ĩü :óčĬا ٨ .٥٢/١ ،ûęìŷĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ ٩ ١٠ ر: ĭıİא. ١١ ح: óÝĺכħı. .ûĨאİ çĀ ،ةïĨ ħİïĺõĺ :ïİאåĨ אلĜو .ħıĤ Ĺĥĩĺ :دijđùĨ īÖا אلĜو - ط ا؛ïĨ :ر ا؛ً ١٢ ح: óĨد ١٣ اóčĬ: כÝאب اīĻđĤ اģĻĥíĤ īÖ أïĩè، .٤٣٥/٤ ٥ ١٠ ١٥ 496 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buradaki tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas ve Süddî “tuğyanlarında” ifadesinin “ küfür ve sapkınlıklarında” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Bir görüşe göre tuğyan güçsüz olana karşı güç kullanmaktır. Bir başka görüşe göre “tuğyanlarında” ifadesi “küfürdeki aşırılıklarında” anlamına, bir diğer görüşe göre “inatlarında” anlamına, bir görüşe göre “büyüklük taslamalarında” anlamına, bir görüşe göre “cehaletlerinde” anlamına, bir diğer görüşe göre “körlüklerinde” anlamına, bir başka görüşe göre “ısrarlarında” anlamına, bir görüşe göre “hadlerini aşmalarında” anlamına gelir. Aynı ifade bir görüşe göre “Onların dünyada tuğyan hâli içinde kalışları uzar.” anlamında iken bir diğer görüşe göre “Tuğyanlarının âhiretteki cezaları uzar.” anlamındadır. el-‘Ameh (bocalamak) ise şaşkınlık içinde tereddüt anlamına gelir. Fiil hâli ‘amihe şeklinde, isim hâli ise ‘amihün ve ‘âmihün şeklindedir. Çoğulu ise ‘ümmehün şeklindedir. Şair şöyle demiştir: Bir yol ki her tarafı başka yere açılıyor Basiretsiz cahilleri (bi’l-câhilîne’l-‘ümmeh) kılavuzsuz bırakıyor Zehebet ibiluhu el-‘ümmeyhâ ifadesi “Develeri kaybolup gitti.” anlamında kullanılır. Buradaki tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas, Mücâhid ve Rebî‘ bunun “tereddüt ederler” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Bir görüşe göre bu ifade “şaşkınlık yaşarlar” anlamına, bir başka görüşe göre “Yollarını bulma konusunda bocalarlar, bir türlü yolu göremezler.” anlamına gelmektedir. Bu üç nitelik de onlarda mevcuttur. Nitekim tereddüt “Bunların arasında bocalayıp/tereddüt edip durmaktalar; ne onlara ne bunlara.” [ en-Nisâ 4/143] âyetinde, şaşkınlık “Herhangi bir yol bulamazlar…” [ en-Nisâ 4/98] âyetinde, körlük ise “Onlar kördürler, artık geri dönemezler.” [ el-Bakara 2/18] âyetinde zikredilmiştir. “Tuğyanları içinde bocalarlarken” ifadesi Kur’ân’da kâfirlerin, bid‘atçilerin, dinden dönenlerin ve münafıkların niteliği olarak zikredilmiştir. Allah Teâlâ kâfirler hakkında “İşte biz, bize kavuşmayı ummayanları, kendi azgınlıkları içinde bocalar hâlde bırakırız.” [ Yûnus 10/11], bid‘atçiler hakkında “Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, bocalayıp dururlar.” [ el-A‘râf 7/186], 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 497 ٢ .ħıĤŻĄو ħİóęכ أي ،ħıĬאĻĕĈ ĹĘ :يïùĤوا אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ ١ وأĨא óĻùęÜه ĭİא .óęכĤا ĹĘ ħİijĥĔ ĹĘ أي :ģĻĜو .įĤ ةijĜ ź īĨ ĵĥĐ ةijĝĤا] أ وģĻĜ: ijİ إıČאر [٧١ ĹĘ أي :ģĻĜو .ħıĥıä ĹĘ أي :ģĻĜو .ħİóِ ƫ ×כÜ ĹĘ أي:ģĻĜو .ħİ ِ ّ ijÝĐ ĹĘ أي :ģĻĜو ħıáכĨ ģĻĉĺ :אهĭđĨو ،ħİَ رïĜ ħıÜאوزåĨ ĹĘ أي :ģĻĜو .ħıĺאدĩÜ ĹĘ أي :ģĻĜو .ħİאĩĐ .ĵ×ĝđĤا ĹĘ ħıĬאĻĕĈ اءõä ĹĘ ħıáכĨ ģĻĉĺ أي :ģĻĜو .אĻĬïĤا ĹĘ ħıĬאĻĕĈ ĹĘ .ٌ Ĝאل į ƪ ĩُ Đ įđĩäو ، ٌ įِ َאĨ ، وĐ ٌ įĩِ َ Đ ijıĘ ٣ įĩِ َ د ĹĘ اóĻéĤة. وïĜ Đ ƫ ُ ijıĘ اóÝĤد į َ ĩَ א اđĤ ّ وأĨ ٤ اýĤאóĐ: įƪ ĩُ đĤا īĻ َ ĥِİאِ åĤאÖ ُ َïى َ ıĤا ĵَ ĩĐأ įَ ĩ ْ ıَ Ĩ ĹĘ ُ įĘاóĈأ ُ įٍ َ ĩ ْ ıَ وĨ אلĜ ïĝĘ ٦ ٥ إذا ħĤ ïĺر أīĺ ذİ×Û. وأĨא óĻùęÜه ĭİא א» َ ı ْ Ļ ƪ ĩُ đĤا įĥÖإ ُ Û×İذ ْ « :אلĝُ وĺ اīÖ Đ×אس وåĨאïİ واďĻÖóĤ: ĭđĨאه óÝĺددون. وģĻĜ: óĻéÝĺون. وģĻĜ: أي ijĩđĺن :įĤijĜ ĹęĘ ددóÝĤا ٨ אĨأ :ħıĻĘ ÙÝÖאà ٧ ÙàŻáĤا אتęāĤا هñİو .įĬوóā×ĺ ŻĘ ħİïüر īĐ ﴾ËÁً ]۪ ~َ ونَ uُ cَ·َْ À Êَ﴿ :įĤijĜ ĹęĘ óĻéÝĤا אĨوأ ،]١٤٣/٤ ،אءùĭĤا﴾ [¥َ ِ ªذٰ ±َ Áَْ \ ±Áَ \۪wَ \ْwَ®ُ ﴿ .[١٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ن¹َۙ ُ jِ yَْ À Êَ ْ·ُžَ ٌ [اùĭĤאء، ٩٨/٤] وأĨא اĵĩđĤ ĹęĘ įĤijĜ: ﴿ ُ ْ¿¯ īĺóĘכאĤا ÙęĀ ĹĘ آنóĝĤا ĹĘ رijכñĨ ﴾ن¹̄·À ·²YÁ›Ž ĹĘ﴿ :įĤijĜ ħà ±À َ w۪ َّ ªا رُ wَ³َžَ﴿ :אرęכĤا ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،īĻĝĘאĭĩĤوا īĺïÜóĩĤوا īĻĐïÝ×ĩĤوا :īĻĐïÝ×ĩĤا ĹĘ אلĜو ،]١١/١٠،÷Ĭijĺ] ﴾ن¹َ· َُ̄ ْ َ À ْ·ِِ ²YÁَ›ْ Žُ ¿ž۪ Yَ ٓ َYء² £َِ ª ن¹َ jُ yَْ À Êَ َ ْ َُ̄· ¹َن﴾ [اóĐŶاف، ١٨٦/٧]، À ْ·ِِ ²YÁَ›ْ Žُ ¿ž۪ ْ ¶ُرُ wَ َ ۜ َوÀ µُ َ ª يَدYِ ¶َ Ëَžَ ُ ُ ِ‹ْ»ِ© ّ اà ٰ À ±ْ ®َ﴿ ١ ط ر: ĭıİא. ٢ ر: وħıÝĤŻĄ. ٣ ر + įĩđĺ. ٤ óĤؤÙÖ īÖ اåđĤאج. اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ،١٦٦ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٣٧/٢ ٥ ر: اĵĩđĤ. ٦ ط ر: ĭıİא. ٧ ط ر: اŻáĤث. .óìŶا ëùĭĤا īĨ çĻéāÝĤوا ،אĨأ :ģĀŶا ĹĘ ٨ ٥ ١٠ ١٥ 498 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri dinden dönenler hakkında “Biz onların kalplerini ve gözlerini ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mûcize geldikten sonra da inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.” [ el-En‘âm 6/110], münafıklar hakkında ise “Tuğyanları içinde bocalarken kendilerine müddet veriyor.” [ el-Bakara 2/15] buyurmuştur. Bu âyet Ehl-i sünnet ve’l-cemâat’in delilidir, çünkü burada “Kendilerine müddet veriyor.” buyurmuştur ki bu Hak Teâlâ’nın kendi fiilidir. Yine burada “Tuğyanları içinde bocalarken” buyurmuştur ki bu da kulun fiilinin ispatıdır. Böylece âyet kulun kendi fiilinin fâili olduğuna, Allah’ın da onun fiilinin yaratıcısını olduğuna delâlet eder ve Cebriyye’nin “Kulun herhangi bir fiili yoktur.” şeklindeki görüşü de Kaderiyye’nin “Kulun fiilinde Allah’ın hiçbir dahli yoktur.” şeklindeki görüşü de geçersiz olur. Sonra kulun kendisine verilen ömrün uzunluğu ya da malının ve evlatlarının çokluğu ile sevinmemesi gerekir çünkü Allah Teâlâ düşmanları hakkında uzun ömür ile ilgili olarak “Tuğyanları içinde bocalarken kendilerine müddet veriyor.” buyurmuş, mal ve evlatlarla ilgili olarak “Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar?” [el- Mü’minûn 23/55] buyurmuştur. Uzun ömür onlar için bir perişanlık, mal ve evlat çokluğu ise mahrumiyet olmuştur. Sonra bu uzatmanın karşılığında hiç de istenmeyecek bir uzatma verilecektir. Hak Teâlâ “Rahmân ona mühlet versin.” [ Meryem 19/75] buyurmuş, ardından da “Biz onun azabını uzattıkça uzatacağız.” [ Meryem 19/79] buyurmuştur. Düşmanına dünyada çokça mal verirken dostuna âhirette upuzun gölgelik bahşetmiştir. Allah Teâlâ mi‘ raç gecesi Hz. Muhammed aleyhisselâma şöyle buyurmuştur: Senin ümmetine bir nimetim olarak onların ömürlerini kısalttım ki günahları çoğalmasın, mallarını azalttım ki kıyamette hesapları çetinleşmesin, zamanlarını sona bıraktım ki kabirde kalışları uzun sürmesin. 16. İşte onlar, hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de hidâyete erememişlerdir. [ el-Bakara 2/16] “İşte onlar, hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır.” eş-Şirâ satmak, el-iştirâ ise satın almaktır. eş-Şervâ ise misil, denk demektir. Abdullah b. Abbas’a ve Abdullah b. Mes‘ûd’a göre buradaki tefsiri, “Küfrü aldılar, imanı terk ettiler.” şeklindedir. Katâde, “Hidâyete karşılık dalâleti tercih ettiler.” demiştir. Bir başka görüşe göre anlam “seçtiler” şeklinde, bir diğer görüşe göre ise “değiştirdiler” şeklindedir ki bu durumda bu ifade “Kim iman ile küfrü değiştirirse…” [ el-Bakara 2/108] âyeti gibidir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 499 َ َw ُرُ¶ ْ ž۪¿ ٍَة َو² ََل َRّy َّو ِ ۪µٓ ا ُْQِ®¹³ُا \ À ْ َ ª Y¯َ¦َ ْ ¶ُرYَ ‡َ \َْ َُ·ْ َوا ِٔžَْـَbu ِ ُ] ا ّ «£َُ وĜאل ĹĘ اīĺïÜóĩĤ:﴿ َو² ¿ž۪ ْ ¶ُ ُ uّ ¯ُ َ ۟ ﴾ [اđĬŶאم، ١١٠/٦]، وĜאل ĹĘ اĭĩĤאīĻĝĘ ĹĘ ñİه اÙĺŴ:﴿ َوÀ َ ْ َُ̄· ¹َن À ْ·ِِ ²YÁَ›ْ Žُ َ ْ َُ̄· ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ١٥/٢]. À ْ·ِِ ²YÁَ›ْ Žُ ،įùęĬ ģđĘ אت×àإ ijİو﴾ ْ¶ ُ ُ uّ ¯ُ َ Àوَ ﴿:אلĜ įĬÍĘ ؛ÙĐאĩåĤوا ÙĭùĤا ģİأ ģĻĤد ÙĺŴا ħà ُ ųوا Ʃ ģĐאĘ ٌ ï×đĤا أن ĵĥĐ لïĘ ،ï×đĤا ģđĘ אت×àإ ijİو﴾ ن¹َ· َُ̄ ْ َ À ْ·ِِ وĜאل: ﴿ž۪¿ Žُ َ›ْYÁ² ĹĘ ų Ʃ ďĭĀ ź أن ÙĺرïĝĤا لijĜو ،ï×đĥĤ ģđĘ ź أن Ùĺó×åĤا لijĜ ģĉÖو ،ěĤאì ٌ įĥđęِ Ĥ ده؛źوأو įĤاijĨأ ةóáכÖ źو ادهïÝĨوا óĩđĤا لijĉÖ ï×đĤا حóęĺ أن Ĺĕ×ĭĺ אĨ ħà .ï×đĤا ģđĘ ِِ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ١٥/٢]. وĹĘ ²YÁَ›ْ Žُ ¿ž۪ ْ ¶ُ ُ uّ ¯ُ َ Àوَ ﴿:óĩđĤا ěè ĹĘ įÐاïĐأ ĹĘ لijĝĺ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ Á±] ﴾اijĭĨËĩĤن، ٥٥/٢٣]، وכאن َۙ ³۪ َ ِ ۪µ ِ ®±ْ َ ®ٍYل َو\ \ ْ ¶ُ ُ uّ ¯ِ ُ ² Y¯َ َ ²َّ َ ْo َُ ]¹َن ا Àَ ěè اĩĤאل واĤ×īĻĭ:﴿ ا ź ïĨ ƭ ïĩĤا اñİ ÙĥÖאĝĩÖ ħıĤ ħà .אً ًא وכóáة اijĨŶال واŶوźد ĨóèאĬ Ĭźñì ħıĤ óĩđĤا لijĈ ±َ ®ِ µُ َ ª ُ uّ ¯ُ َ ²وَ ﴿:אلĜ ħà ،[٧٥/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۚاuًّ ®َ ±ُ ¯ٰ nْ َ yªا ّ µُ َ ª دْ uُ ¯ْ Áَ ْ «žَ﴿ ١ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ïĩéُ ĺ ِ ĹĘ اóìŴة ّ ا وĹĤijĥĤ ً ودïĩĨ źאĨً אĻĬïĤا ĹĘ وهïđĤ ģđä ïĜو] ٧٩/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۙاuًّ ®َ اب ِ wَ َ ْ اª ĹĩđĬ īĨ إن :اجóđĩĤا ÙĥĻĤ مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĩĤ ĵĤאđÜ ųا Ʃ [ ا. وĜאل [٧١ب ً ودïĩĨ ŻČً ĹĘ ïÝýĺ ŻĻכ ؛ħıĤاijĨأ ÛĥĥĜوأ ،ħıÖijĬذ óáכÜ ŻĻכ ؛ħİאرĩĐأ تóāĜ ĹĬأ כÝĨأ ĵĥĐ .ħıù×è رij×ĝĤا ĹĘ لijĉĺ ŻĻכ ؛ħıĬאĨز تóìوأ ،ħıÖאùè ÙĨאĻĝĤا َא َכ ُאijĬا Ĩَ ْ و ħُ ıÜُ َ אرåَ Üِ Ûْ éَ Öِ َ َ א ر ĩĘَ ىۖ ïٰ ُ ıĤאْ Öِ ÙَĤَŻَąĤا ƪ ا ُ َ و óَ Ýüا ْ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ כَ ÑِٓĤٰ ۬ -١٦ ُاو īĺ َ ï۪ َ Ý ْ ıُ Ĩ ُ· ٰu ۖى﴾ ĘאóýĤاء اĤ×ďĻ، واóÝüźاء ْ ªYِ \ _ََ ªËَ َ‹ªا ّ واُyَcَ‚اْ ±À َ w۪ َّ ِئ ¥َ اª ٰٓ ُو۬ª وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا ٣ واñìأ :ƻ دijđùĨ īÖوا אس×Đ īÖا لijĜ ĹĘ ٢ ْ ُģ. وóĻùęÜه ĭİא َى ِ اáĩĤ ْ و اĻÝÖźאع، ƪ واóýĤ اĤכóę وóÜכijا اĩĺŸאن. وĜאل ÝĜאدة: اéÝø×ijا اÙĤŻąĤ ĵĥĐ اïıĤى أي آóàوİא. وģĻĜ: أي .[١٠٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [نYِ ¯Àَ ۪ÊYْ ِ \yَŸْ§ُ ْ َ ِل اª uّ ]َcََ اÝìאروİא. وģĻĜ: أياÝø×İijĤïא. وijİ כįĤijĝ﴿ َوَR ±ْÀ ١ ح - Ĝאل đÜאĵĤ. ٢ ط ر: ĭıİא. ٣ ط: وأñìوا. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 500 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âyetin Yahudiler hakkında indirildiğini söyleyenlere göre bu ifade “Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindekini doğrulayan bir kitap gelip de bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler.” [ el-Bakara 2/89] âyetine gönderme yapar. Çünkü onların bu tavırları hidâyetin dalâlet ile değiştirilmesidir. Âyetin münafıklar hakkında indirildiğini söyleyenlere göre ise -ki münafıklar hiçbir zaman herhangi bir hidâyet üzere olmamışlardır- bu ifadenin mânası, “Nifakı aldılar, samimiyeti terk ettiler, hidâyeti dalâlet ile değiştirmek sûretiyle saptılar.” anlamındadır. Bu durumda ifade tıpkı “Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” [ el-Bakara 2/257] ifadesinin ardından kâfirler hakkında “Onları aydınlıktan karanlığa çıkarırlar.” [ el-Bakara 2/257] denilmesi gibidir ki bu, kâfirlerin aydınlıkta olup da karanlığa intikal ettikleri anlamında değil, asıl hâlleri olan karanlıkta kalmaya devam ettikleri anlamındadır. Bu ifade mecazdır. Mecaz ise dilciler tarafından bilinmektedir. Mecaz daha güçlü bir açıklayıcılığa sahiptir, kulak ve kalbe etkisi daha fazladır. Kur’ân’da da çokça kullanılmıştır. Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Biz onu saçılmış zerreler hâline getiririz.” [el- Furkān 25/23], “ Su taştığı/azdığı zaman...” [ el-Hâkka 69/11], “Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler.” [ Yâsîn 36/37], “Onlara gösterdiğimiz her bir âyet [mûcize] diğerinden/kardeşinden daha büyüktü.” [ ez-Zuhruf 43/48], “Kadınlarınız sizin ekininizdir.” [ el-Bakara 2/223], burada da “İşte onlar, hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır.” buyurmaktadır. Bunun aslı bir malı diğeri ile değiştirmektir, hidâyetin dalâlet ile değiştirilmesi konusunda istiare olarak kullanılmıştır. Aralarındaki ortak unsur seçme ve değiştirme mânasıdır. Her satın alan kişi seçim yapar, değiştirir. Bu âyette sözü edilen kimseler de hidâyete karşılık küfrü seçmiş, hidâyet ile küfrü değiştirmişlerdir. Bu iki anlama diğer iki âyette daha Allah Teâlâ işaret buyurmuştur: “Hidâyete karşılık körlüğü istediler.” [ Fussilet 41/17], “Kim imanı küfür ile değiştirirse…” [ el-Bakara 2/108]. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 501 ¹ُا ِR ±ْ ²Y¦َوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ ďäóĺ دijıĻĤا ĹĘ ÙĺŴا إن اijĤאĜ īĺñĤا لijĜ ĵĥĐ اñİ ħà ۘ ﴾ [اĤ×óĝة ٨٩/٢،] µ۪ ِ \ واyُŸَ¦َ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ «žَ ۚ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ« اª «َ ن¹َ oُ cِŸْcَْ َ À ©ُ]ْ َ ¢ īĻĝĘאĭĩĤا ěè ĹĘ אıĥđä īĨ لijĜ ĵĥĐو ،ىïıĤאÖ ÙĤŻąĤا ħıĭĨ źاï×Ýøا ً اñİ כאنĘ ١ ĹĘ اïıĤى ćĜ ĭđĩĘאه: أñìوا اęĭĤאق وóÜכijا اŻìŸص ً إźŻĄ أن اijĬijכĺ ħĤ ħİو ﴾ِۜ ¹ُر َ« ّ اª³ ªِ ُ ُ»َ̄ ِ Yت ا ªا ّ ±َR ِ ْ·ُjُ ِ ysْ ُ À﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ اñİو .ىïıĤאÖ ÙĤŻąĤا اijĤï×Ýøا ۜ ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٥٧/٢] ُ ُ»َ̄ ِ Yت َ« ّ اª ªِ ِ ا ¹ُر َُ·ْ ِR ±َ ّ اª³ ²¹jُ ِ ysْ ُ À﴿ :אرęכĤا ěè ĹĘو ،]٢٥٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ .ģĀŶا ĵĥĐ אءĝÖŸאÖ ģÖ ٢ ؛ģĝĭĤا ěĺóĉÖ اñİ ÷ĻĤ َف أģİ اùĥĤאن، وijİ أēĥÖ ĹĘ اĤ×Ļאن وأوďĜ ĹĘ اijĥĝĤب אرđÝĨ ijİو ،אزåĨ اñİ ħà ْ ³َ ُYه َ¶َ[ٓ ًYء َRُ³ْg ً ¹را﴾ [اĜóęĤאن، ٢٣/٢٥] «َkَ žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ .آنóĝĤا ĹĘ óĻáכ ijİو ،ذانŴوا ََ· َYر﴾ ³ªا ّ µُ³ْ®ِ qُ َ «ْ َ ² ©ُۚÁْ َّ ُ·ُ اª َ ª _ٌَ Àٰ ٤ ﴿َوا ٓ ُYءۙ﴾ [اéĤאÙĜ، ١١/٦٩ [وĜאل: ¯َ ْ ªا Y›َ Žَ Yَ ¯ّ َ ª﴿ ٣ وĜאل: ٦ ۘ﴾ [اóìõĤف، ٤٨/٤٣] وĜאل: Y·َcِrْ ُ ْ َ[ُy ِ ®±ْ ا ¦َ َ ا ¿¶ِ َ Êِّ َ ٍ_ا Àٰ ۪ ِÀ·ْ ِ ®±ْ ا yُ ٥ ﴿َوَRY ² [īùĺ، ٣٧/٣٦ [وĜאل: ُ· ٰu ۖى﴾ [اĤ×óĝة، ْ ªYِ \ _ََ ªËَ َ‹ªا ّ واُyَcَ‚ا ْ ﴿ ٧ َ ُ§ ْۖ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٢٣/٢] وĜאل ĭıİא: ث ª ٌ yْnَ ْ¦ُ۬ ِ َٓ ُYؤ ²﴿ ٨ ĹĘ اÝø×ïال Ĩאل ĩÖאل، واóĻđÝø ĹĘ اïıĤى واŻąĤل، واåĤאďĨ ĩıĭĻÖא ١٦/٢]. أįĥĀ ٩ źËİء اñوכ .لï×ÝùĨ óÝýĨ ٍ ģوכ ،אرÝíĨ óÝýĨ ٍ ģכĘ ال؛ï×Ýøźوا אرĻÝìźا ĵĭđĨ اÝìאروا١٠ اĤכĵĥĐóęاïıĤىواÝø×ijĤïهįÖ. وïĜأüאرإīĺñİĵĤاĹĘīĻĭđĩĤآĝĘīĻÝĺאل١١: yَŸْ§ُ ْ َ ِل اª uّ ]َcََ ُ· ٰuى﴾ [ÛĥāĘ، ١٧/٤١[. وĜאل١٢: ﴿َوَR ±ْ À ْ َ« اª «َ »¯ٰ َ ْ ¹ُا اª ]ّoَ cَ~Yْ žَ﴿ .[١٠٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [نYِ ¯Àَ ۪ÊYْ ِ \ ١ ر: ĺכijĬijا. ٢ ر: اģĝđĤ. ٣ ح - وĜאل. ٤ ح - وĜאل. ٥ ح - وĜאل. ٦ ح - وĜאل. ٧ ح: ĭİא. ٨ ح ر: وأįĥĀ. ٩ ح: Ęכñا. .אرواÝìا ءźËİ اñوכ .لï×ÝùĨ óÝýĨ ٍ ģوכ ،אرÝíĨ óÝýĨ ٍ ģכĘ الï×Ýøźوا - ر ١٠ ١١ ح - ĝĘאل. ١٢ ح - وĜאل. ٥ ١٠ ١٥ 502 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Hidâyete karşılık dalâleti.” Bir görüşe göre bu “imana karşılık küfrü” anlamında, bir başka görüşe göre “kesin inanca karşılık şüpheyi”, bir diğer görüşe göre “ilme karşılık cehaleti”, bir başka görüşe göre “birliğe karşılık ayrılığı”, bir görüşe göre “ihlâsa karşılık nifakı”, bir görüşe göre “âhirete karşılık dünyayı”, bir görüşe göre “cennete karşılık ateşi” anlamındadır. Bir görüşe göre bu ifadenin anlamı şöyledir: Dünyayı seçmek ve ateşi icap ettiren amelleri yapmak dalâlettir. Âhireti seçmek ve kendisi ile cennetin kazanılacağı amelleri yapmak hidâyettir. Bu âyet satışın hükmünün icap ve kabul kelimelerinin telaffuzuna gerek olmaksızın sadece mal alış verişi ile sabit olacağına delâlet eder. Zira bu âyette sözü edilen kimseler yaptıkları mübadeleyi sözlü olarak telaffuz etmedikleri hâlde hidâyeti terk edip dalâleti almış oldukları için “satın alanlar” diye isimlendirilmişlerdir. Buna İmam Mâtürîdî işaret etmiştir. “Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamıştır.” Buradaki er-ribh ve er-rebeh kelimesi fazlalık/kazanç anlamına gelir. Benzer şekilde el-misl ve el- mesel kelimeleri de [sîgaları farklı olmakla birlikte] aynı anlama gelir. er-Rebâh kelimesi de bu mânadadır. Hz. Peygamber aleyhisselâm “Müsamaha kazançtır.”1 buyurmuştur. et-Ticâretü kelimesi dehale babında tecera fiilinin mastarıdır. İttecera (ticaret yaptı) fiili de bunun ifte‘ale babıdır. et-Tâcir kelimesinin çoğulu tıpkı er-rekb gibi et-tecr şeklinde, el-füccâr gibi et-tüccâr şeklinde, es-sıyâm gibi et-ticâr şeklinde gelir. Anlamı şöyledir: Onlar bu ticaretlerinde kâr etmemişlerdir. Bu ticaret dalâletin hidâyet ile satın alınmasıdır ki bu mecaz ve istiare yoluyla alış verişe benzetilmiştir. Sonra burada istiare olmakla birlikte tıpkı “İş kesinleştiği zaman” [ Muhammed 47/21] ifadesinin “İnsanlar o işe kesin karar kıldıkları zaman” anlamına gelmesi, “Gece yürüdüğü zaman” [ el-Fecr 89/4] ifadesinin “Gece içinde yüründüğü zaman” anlamına gelmesi ve “Aksine gecenin tuzağı” [Sebe’ 34/33] ifadesinin “Onların gece içinde kurdukları tuzak” anlamına gelmesi gibi cümledeki özne ve nesnenin yer değiştirdiği bir kullanım (maklûbu’l- kelâm) söz konusudur [yani kazançlı çıkmayan ticaretin kendisi değil, ticareti yapanlardır]. Alışverişi bu şekilde olan kimsenin avuçları boş kalır, ticareti kazanç sağlamaz. 1 Kuzâ‘î, Müsnedü’ş-Şihâb, 1: 48; Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 6: 361. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 503 ُ· ٰu ۖى﴾ ģĻĜ: اĤכóę ÖאĩĺŸאن. وģĻĜ: اýĤכ ÖאĝĺŸאن. ْ ªYِ \ _ََ ªËَ َ‹ªا ّ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو :ģĻĜو .صŻìŸאÖ אقęĭĤا :ģĻĜو .ÙĐאĩåĤאÖ ÙĜóęĤا :ģĻĜو .ħĥđĤאÖ ģıåĤا :ģĻĜو ] أن اĻÝìאر اĻĬïĤא ŻĄل، أ ١ ĭđĨאه [٧٢ اĻĬïĤא ÖאóìŴة. وģĻĜ: اĭĤאر ÖאÙĭåĤ. وģĻĜ: įÖ אلĭُ واģĩđĤ ĩÖא Õäijĺ اĭĤאر ŻĄل، واĻÝìאر اóìŴة ïİى، واģĩđĤ ĩÖא ĺ اÙĭåĤ ïİى. אبåĺŸאÖ ħĥכÜ ّ óĻĔ īĨ ĹĈאđّ ÝĤאÖ Û×áĺ ďĻ×Ĥا ħכè أن ĵĥĐ ģĻĤد اñİ ħà ħĥכÝĤا óĻĔ īĨ لŻąĤا ñِ ìوأ ْ ىïıĤا كóÝÖ īĺóÝýĨ اij ّ ĩ ُ ø ءźËİ نÍĘ ل؛ij×َ واĝĤ ٢ .ųا Ʃ ñıÖه اĩĤ×אدÙĤ. أüאر إįĻĤ اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ģْ َç اģąęĤ، وĩİóĻčĬא ِ اáĩĤ Ö ƪ óĤوا çْ Ö ِ ّ óĤאĘ ﴾ْ·ُbُرYَ kَ ِ b aْ oَ ِ \رَ Y¯َ žَ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ٣ واåÝĤאرة .«ٌ َאح Ö َ ُ ر َ אح ĩ ƪ ّ įĻĥĐ اŻùĤم: «اùĤ ُ כĤñכ. Ĝאل اĭĤ×Ĺ َאح Ö ƪ óĤوا ،ģَ á َ واĩĤ ،Õْ כ ƪ óĤכא ،óْ åƪ ÝĤا óäאÝĤا ďĩäو ،įĭĨ ģđÝĘا óåّ Üوا ،ģìد אبÖ īĨ «óَ åَ Ü» رïāĨ َאم. وĭđĨאه: ĩĘא رijéÖا ĹĘ åÜאرħıÜ، وĹİ Ļ ِ ّ ٤ כאāĤ َ אر åِ ّ ƪ אر، واÝĤ ƪ אر ُ כאåęĤ å ƫ واÝĤ اóÝüاء اÙĤŻąĤ ÖאïıĤى، وijİ åĨאز واđÝøאرة כאóýĤاء. ħà ijİ ďĨ اđÝøźאرة īĨ ijĥĝĨب اĤכŻم כįĤijĝ:﴿ ِžَY َذا ََ}َم َْ اÊ ْ®ُy] ﴾ïĩéĨ، ٢١/٤٧ [أي ijĨõĐا įĻĥĐ، وįĤijĜ: ،É×ø] ﴾©ِÁْ َّ ªا yُ§ْ ®َ ©ْ َ ٥ وįĤijĜ:\﴿ ،įĻĘ يóùُ ِۚ﴾ [اóåęĤ، ٤/٨٩ [أي ĺ yْ َ ِ َذا À ْÁِ ©ا َّ ﴿َواª אĨو įÝĝęĀ تóùì įÝđĺא×Ĩ įäijĤا اñİ ĵĥĐ כאن īĨو .אĩıĻĘ ħİóכĨ أي] ٣٣/٣٤ .įÜאرåÜ ÛéÖر ١ ح ط - وģĻĜ. ٢ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٤٢/١ ٣ ïĭùĨ اıýĤאب ąĝĥĤאĹĐ، ٤٨/١؛ כõĭ اĩđĤאل ĹĝÝĩĥĤ اïĭıĤي، .٣٦١/٦ .ûĨאİ çĀ ،אر َ åِ ّ ٤ ط - واÝĤ ٥ ر: įĭĨ. ٥ ١٠ ١٥ 504 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ve kendileri de hidâyete erememişlerdir.” Daha önce “Yalanladıkları için” [ el-Bakara 2/10] âyetinin tefsirinde kâne fiilinin hem geçmiş zaman hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman için kullanılabileceğini söylemiştik. Burada bu kelimenin her üç anlamda kullanıldığını söyleyen görüşler mevcuttur. Bir görüşe göre bu ifade “Onlar zaten hidâyet üzere değillerdi, bu yüzden perişan oldular, hidâyet karşısında dalâleti tercih ettiler.” anlamına gelir. Bir başka görüşe göre “Onlar şu anda dalâlete sımsıkı sarıldıkları için hidâyet üzere değillerdir.” anlamına, bir diğer görüşe göre ise “Hidâyete ermeyeceklerdir, yani ileride de iman etmeyeceklerdir.” anlamına gelir. Bu ifadenin bir önceki ifade ile irtibatı hakkında şöyle denilmiştir: Bu kimseler hidâyet karşısında dalâleti satın almakla doğru yola (hidâyete) nâil olamamışlardır. Şöyle de denilmiştir: Kişi ya kazanç sağlamak ya da doğru yolu bulmak için ticaret yapar, oysa bunlar ne kazanç sağlayabilmişlerdir ne de doğru yolu bulabilmişlerdir. Bir başka görüş şöyledir: Onlar müminlerin yol bulup ulaştıkları kârlı ticarete yol bulup ulaşamamışlardır, çünkü müminler hakkında “Asla zarar etmez bir ticaret umarlar.” [ Fâtır 35/29], “Size sizi acı verici azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?” [es-Saf 61/10] denilmiş, bu kimselere hakkında ise “İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” [ el-Bakara 2/27] ve “İşte bunlar kendilerini zarara uğratan kimselerdir.” [ Hûd 11/21] denilmiştir. 17. Onların durumu, bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır, görmezler. [ el-Bakara 2/17] “Onların durumu.” Âyette geçen el- mesel kelimesi Kur’ân’da on farklı anlamda kullanılmıştır: 1. “Sıfat” anlamında kullanılmıştır: “En yüce mesel Allah’ındır.” [ en-Nahl 16/60] ve “İşte onların Tevrat’taki meseli budur.” [ el-Feth 48/29] 2. “Benzer” anlamında kullanılmıştır: “Allah için misaller getirmeyin.” [ en-Nahl 16/74] [yani, O’nu başkalarına benzerlikle nitelemeyin.] 3. “Tür” anlamında kullanılmıştır: “Biz bu Kur’ân’da her türden örnek verdik.” [ ez-Zümer 39/27] 4. “İbret” anlamında kullanılmıştır: “Biz de onları sonrakiler için bir geçmiş ve ibret/ mesel kıldık.” [ ez-Zuhruf 43/56] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 505 َ ْ§ ِwُ \¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ¹ُا À ²Y¦َ Y¯َ ِ \﴿ :įĤijĜ ĹĘ ّ óĨ ïĜ ﴾±À َ u۪ cَ·ْ®ُ ا¹ُ ²Y¦َ Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو .ÙàŻáĤا هijäijĤאÖ ģĻĜ ïĜ ٣ ٢ وĭİא ١ وĝÝøŻĤ×אل، أن «כאن» çĥāĺ ĩĥĤאĹĄ وéĥĤאل ƪ [١٠/٢ ģĻĜ: أي وĨא כאijĬا ĵĥĐ اïıĤى؛ ĤñĥĘכ ُijĤñìا ĘאÝìאروا اÙĤŻąĤ ĵĥĐ اïıĤى. وģĻĜ: أي وĨא ħİ īĺïÝıĩÖ éĥĤאل ùĩÝĤכħı ÖאŻąĤل. وģĻĜ: أي وĨא ĺכijĬijن īĺïÝıĨ أي ź .ïđÖ ُ īِ Ĩ نijĭĨËĺ وģĻĜ ĹĘ اčÝĬאم ñİا ÖאŶول: وĨא ĬאijĤا اïıĤى ßĻè اóÝüوا اÙĤŻąĤ ÖאïıĤى. ُ çÖóĥĤ وïÝİŻĤاء وħĤ ĺכī źËıĤء رçÖ وź اïÝİاء. وģĻĜ: أي وģĻĜ: إĩĬא óåÝĺ اóĩĤء Ĩא اïÝİوا إĵĤ اåÜźאر ÖאåÝĤאرة اóĤاÙéÖ اĹÝĤ اïÝİى إıĻĤא اijĭĨËĩĤن؛ ïĝĘ ģĻĜ ħıĤ: اب ٍ wَ َ ±ْ ®ِ ْ §Áُ k۪ ³ْbُ ةٍرYَ kَ ِ b »ٰ «َ ْ §ُ ُّ َ ُدª ¹ر ﴾ [ĘאóĈ، ٢٩/٣٥ [و﴿َ¶ ْ© ا َۙ ]َُ b ±ْ َ ª ةًرYَ kَ ِ b ن¹َ jُ yَْ À﴿ ِئ ¥َ ٰٓ ُو۬ª ا] ﴿٢٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ونَ yُ~Y ِ sَ ْ ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª ٍ﴾ [اėāĤ، ١٠/٦١[، وģĻĜ źËıĤء: ﴿ا Áª۪ َ ا ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ اÙĺŴ،] ijİد٢١/١١،]. ا وآyُِ rَ ±À َ w۪ َّ اª ْ ħİِرijِ ُ ĭÖِ ųا ُƩ Õَ İَذَ ُ įĤَ ْ َא َijè َ ْت Ĩ א َا َٓĄאء ٓƪ ĩĥَĘَ ۚאرا ً Ĭَ ïَĜَ ْ ijَ اÝø ْ يñِ Ĥاƪ ģِ áَ َ ْ َכĩ ħُ ıĥُáَ َ Ĩ -١٧ ُ َون óāِ ْ × ُ ĺ źَ אت ٍ َ ĩĥُČُ ĹĘ۪ ْ ħُ َ َכı óÜَ َ و :אنđĨ ةóýđĤ آنóĝĤا ĹĘ ģَ á َ ĩĤا﴾ ْ·ُ»ُgَ®َ﴿ :įĤijĜو ¿žِ ْ·ُ«ُgَ®َ ¥َ ِ ۜ«﴾ [اģéĭĤ، ٦٠/١٦[، وĜאل: ﴿ ٰذª ٰ «ْ Êا َْ© ُgَ¯َ ْ ªا ِٰ Ãِّوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ÙęāĥĤ ¹َْ ٰر ِÀ] ﴾_اçÝęĤ، ٢٩/٤٨[. ّ اcª [ ų اüŶ×אه. [٧٢ب Ʃ اijęāÜ ź أي .]٧٤/١٦ ،ģéĭĤا ﴾ [ۜلYَ gَ®ْÊا َْ ِٰ Ãِّ ا¹\ُ ِ y‹ْ َ bËَžَ﴿ :אلĜ ،į×ýĥĤو ِ َRَgٍ] ﴾©اóĨõĤ، ٢٧/٣٩ [أي ٰ ِن ِR ±ْ ُ¦ّ© ْ ْ£ُyا َ ِ Yس ž۪¿ ٰ¶ َwا اª ³«ّ ِ ª Y³َ\ْyَŠَ uْ£ََ وijĭĥĤع، Ĝאل: ﴿َوª .عijĬ ģכ īĨ ۟﴾ [اóìõĤف، ٥٦/٤٣] أي Đ×óة. ±À َ ۪ yrِ Ëٰ ْ ِ ª Ëً gَ®َوَ YŸً َ «~َ ْ ¶Yُ ³َ ْ «َkَ žَ ﴿ :אلĜ ،ةó×đĥĤو ١ ح: واéĤאل. ٢ ح: واĝÝøź×אل. ٣ ط ر: وĭıİא. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 506 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 5. “Önder” anlamında kullanılmıştır: “Biz onu İsrâiloğulları’na önder/ mesel kıldık.” [ ez-Zuhruf 43/59] 6. “Hâl/durum” anlamında kullanılmıştır: “Onların durumu bir ateş yakan kimse misalidir.” [ el-Bakara 2/17] Yani hâlleri, ateş yakan kimse gibidir. 7. “Âkıbet” anlamında kullanılmıştır: “Bu dünya hayatında harcadıklarının âkıbeti…” [ Âl-i İmrân 3/117]. 8. “Örnek” anlamında kullanılmıştır: “Dünya hayatının örneği…” [ Yûnus 10/24]. 9. “Sıla ifadesi ve ziyade kelime” olarak kullanılmıştır: “Onlardan öncekiler gibi…” [ el-Haşr 59/15]. 10. “Azap” anlamında kullanılmıştır: “Onlardan öncekiler gibi…” [ elHaşr 59/15] [yani onların azabı öncekilerin azabı gibidir]. Mesel kelimesi dilde benzerlik (eş-şebeh) anlamına gelir. el-Misl ve el- mesel kelimeleri eş-şibh ve eş-şebeh kelimeleri gibidir. Misâl bir şeye denk olan, onun birebir karşısına konulabilecek olan şeydir. Timsâl sûret anlamına gelir. Kur’ân’da meseller (emsâl) bulunur ki bunlar bildirmek ve izah etmek içindir. Zira mesel daha kısa anlatım ve anlatılanın daha iyi anlaşılmasını sağlar. Şöyle demişlerdir: Yüz için ayna ne ise söz için de mesel odur. Aynaya bakan kimse orada kendi yüzünün bir mislini görür, kendi durumunun hakikatine vâkıf olur, tam olarak hangi niteliklere sahip olduğunu öğrenir. Aynı şekilde sözü dinleyen kimsenin mesel kullananın sözünün mânasına vâkıf olması, onun kastına ulaşması da böyledir. Tabii bunu, mesel üzerinde düşünen kimse yapabilir. İlâve olarak meselde insan envai çeşit mânalara yönelebilir, oradan hayret verici türlü anlamlar çıkarabilir. Bunu şu örnek ile açıklayabiliriz: Allah Teâlâ “Dünya hayatının örneği bir su gibidir…” [ Yûnus 10/24] buyurmuştur, âlimler burada dünya hayatının suya benzetilmesinin mânası hakkında çeşitli görüşler dile getirmişlerdir. Bir görüşe göre su az olunca fayda, çok olunca zarar verir; az su hadesten, cenabetten, hayız ve nifastan temizler; ondan yiyecek ve içecek edinilir; kirli eşyalar onunla yıkanır; hayvanlar, araziler, ağaçlar onunla sulanır, kurak yerler ihyâ edilir. Ama su çoğalınca binaları yıkar, ekinleri ifsat eder, ağaçları söküp götürür, nehirleri taşırır, yolları kapatır, insanları boğar. Aynı şekilde az mal da insanın ihtiyacına yeter, maslahatını temin eder, âhiret için azık sağlamaya yarar. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 507 ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ ـ©ۜ ﴾ [اóìõĤف، ٥٩/٤٣]. َِ[ٓ³۪¿ ا ª Ëً gَ®َ هYُ ³َ ْ وĨŹĤאم، Ĝאل: ﴿َو َjَ« ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ١٧/٢] أي èאħıĤ כéאل اïĜijÝùĩĤ. َ ً Yرا ² uَ َ ِwي ْ ا~َc¢¹ْ َّ ªا© ِgَ¯َ¦َ ْ·ُ«ُgَ®َ﴿ :אلéĥĤو ُ َ²ْYÁ] ﴾آل óĩĐان، ١١٧/٣]. uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ُ £ُŸِ³ْ ¹َن ž۪¿ ٰ¶ ِwِه اª À Y®َ ©ُgَ®َ﴿ :אلĜ ،Ù×ĜאđĥĤو .[٢٤/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ة¹ِ Áٰ oَ ْ ªا© ُgَ®َ Y¯َ َ ²ِّ وáĩĥĤאل، Ĝאل: ﴿ا َ ْ[ِ»ِ·ْ﴾ [اóýéĤ، ١٥/٥٩ [ĭđĨאه כאīĺñĤ. ¢ ±ْ ®ِ ±À َ w۪ َّ وÙĥāĥĤ واĺõĤאدة، Ĝאل: ﴿َ¦ََ̄gِ ©اª َ ْ[ِ»ِ·ْ﴾ [اóýéĤ، ١٥/٥٩ [أي ñĐاب źËİء כñđاب ¢ ±ْ ®ِ ±À َ w۪ َّ وñđĥĤاب، Ĝאل: ﴿َ¦ََ̄gِ ©اª .ħıĥ×Ĝ īĨ īĺñĤا َį، واáĩĤאل Ĩא ĩĺאģà اĹýĤء، ×ýĤوا ّ į ْ ×ýĤכא ِ ģَ á َ ĩĤوا ģْ ١ ِ واáĩĤ .į×ýĤا ÙĕĥĤا ĹĘ ģáĩĤوا واáĩÝĤאل اijāĤرة. وĹĘ اóĝĤآن أáĨאل وĹİ ąĺŹĤאح واŻÖŸغ؛ įĬÍĘ أوõä ĹĘ اñĤכó įıäو ģáَ ِ وأوďĜ ĹĘ اħıęĤ. وĜאijĤا: إن اģáĩĤ ĥĤכŻم כאóĩĤآة įäijĥĤ، óĺى اĭĤאóČ ıĻĘא Ĩ مŻכ ĵĭđĨ ĵĥĐ ďĨאùĤا فijĜو اñوכ ،įęĀو אلĩכ فóđĺو įĤאè ÙĝĻĝè ĵĥĐ ėĝĻĘ ïĻęÝùÜو ÕİñĨ ģכ÷ ęĭĤا įĻĘ ÕİñÜ אĨ ďĨ ٢ ģĨÉÝĩĥĤ įĤijĜ ادóĨ ĵĤإ įĤijĀوو ģáĩÝĩĤا ة¹ِ Áٰ oَ ْ ªا© ُgَ®َ Y¯َ َ ²ِّ ٣ أن Ʃ اų đÜאĵĤ Ĝאل: ﴿ا :ïèوا ĹĘ כĤذ çĄijĬو .ÕåđĨ ĵĭđĨ ģכ įĭĨ َ ďęَ َ Ĭ ģƪĜَ إذا אءĩĤا إن :ģĻĝĘ אءĩĤאÖ įĥĻáĩÜ ĵĭđĨ ĹĘ اijĩĥכÝĘ [٢٤/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ءYٍ ٓ ¯َ¦َ YÁَ²ْ ُ ّ اuª اïéĤث واĭåĤאÙÖ واăĻéĤ واęĭĤאس واíÜאذ َ īĨ óّ ٤ اģĻĥĝĤ اıĉÝĤ ĹęĘ ، ّ óĄَ óُ áَ وإذا כ اÙĩđĈŶ واÙÖóüŶ وģùĔ اĻĐŶאن ِ اÙùåĭĤ وĹĝø اïĤواب واŶراĹĄ واåüŶאر وإĻèאء ُó ïİم َ اĤ×Ļĭאن وأïùĘ اõĤروع وďĥĜ اåüŶאر وěáÖ اıĬŶאر ّ وïø اěĺóĉĤ َ اŻęĤت، ÍĘذا כá ،אدđĩĥĤ įÖ ودõÝُ َ وأóĔق اĭĤאس. وכñا اĩĤאل اģĻĥĝĤ ĺכĵę įÖ اËĩĤن وĝĺאم įÖ اāĩĤאçĤ وĺ .į×ýĤا ÙĕĥĤا ĹĘ ģáĩĤوا - ح ١ .ûĨאİ çĀ ،ģĨÉÝĤאÖ :ح ٢ ٣ ر: ijÖاïè. ٤ ح + اĩĤאء. ٥ ١٠ ١٥ 508 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ama çok olunca azgınlığa sebep olur, isyana, kine, nefrete/düşmanlığa sevk eder, düşmanları ve hasetçileri çoğaltır. Yine şöyle denilmiştir: Su az olduğu zaman onu sen istediğin tarafa akıtabilirsin ve kendisinde hayat, imar bulunur, ama çok olunca o kendi istediği yere akar ve onda yıkım ve ölüm olur. Malın durumu da bütün bu örneklerde olduğu gibidir. “Bir ateş yakan kimse misalidir.” Yani bir ateş tutuşturan kimse misalidir. Bu fiil “vekadtü en-nâre vekûden” (ateşi tutuşturdum) şeklinde kullanılır. Evkadehâ gayruhâ ve istevkadehâ ifadeleri de “Onu tutuşturdu.” anlamına gelir. el-Vekūd yakılan odun demektir, çünkü ateş onunla tutuşturulur. el-Vekad ise ateş anlamına gelir. Vekdetü’l-harr (ateşin sıcaklığı) demektir. Buradaki istevkade fiili tıpkı istîkān (kesinlik talebi) fiilinin el-îkān (kesin inanma) anlamında, el-istihrâc (çıkarma) fiilinin el-ihrâc (çıkarma) anlamında, el-istirhâb (korkutma isteği) fiilinin el-irhâb (korkutma) anlamında kullanılmasında olduğu gibi, el-îkād (tutuşturma) anlamında kullanılmıştır. Benzer şekilde Ahfeş de şöyle demiştir: “Bunun mânası, ‘Kendi kendisine bir ateş tutuşturan kimsenin misalidir.’ şeklindedir” demiştir. Bir görüşe göre istevkade fiili, “Başkasından ateş yakmasını istedi.” anlamına gelir, çünkü istif‘âl babındaki sîn harfi istek ve talep anlamı katar. Bu âyette kimlerin kastedildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre Abdullah b. Abbas, Saîd b. Cübeyr, Muhammed b. Kâ‘b, Atâ ve Yemân b. Riâb şöyle demişlerdir: Bunlar Yahudilerdir, Hz. Muhammed aleyhisselâm peygamber olarak gönderilmeden önce onu ikrar ediyorlardı. Bu yüzden bir nûr üzere idiler, ama Hz. Peygamber aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiğinde onu inkâr ettiler. Böylece karanlıktaki kimseler oldular. Bu durumda onlar bir çölde iken kendisini güvene almak için ateş yakan, fakat ateşi sönüveren kimse gibidir. Nitekim onlar hakkında “Allah, hemen onların aydınlığını giderir.” [ el-Bakara 2/17] buyurmuştur, yani o ateşin üzerine kasıp kavurucu bir fırtına gönderir ve onu söndürür. Bu bir başka âyette Yahudiler hakkında kullanılan şu nitelemeye benzer: “Onlar her ne zaman ( Hz. Muhammed’e karşı) bir savaş ateşi tutuştursalar Allah onu derhal söndürür.” [ el-Mâide 5/64] Mukātil, Katâde, Dahhâk, Süddî ve İbn Kuteybe şöyle demişlerdir -ki bu Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes‘ûd’un da görüşüdür-: Bu âyet münafıklar hakkında indirilmiştir, onlar tıpkı bir çöldeki kimsenin ateş ile kendisine emniyet sağladığı gibi kelime-i şehâdet ile kendilerine emniyet sağlamışlardır, fakat ölüm ile birlikte bu emniyet ortadan kalkmıştır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 509 .َ ƪ אد ùُ َ اïĐŶاء واéĤ ّï اĻāđĤאن وأورث اĤ׹ĕאء واÇĭýĤن وأכóá ÍĘذاכóá أورد اĻĕĉĤאن ووĤ وģĻĜ: إذا ّģĜ اĩĤאء أįÝĺóä ßĻè ÛÑü وįĻĘ اĻéĤאة واĩđĤאرة، وإذا כóá óäى ßĻè üאء ١ واĨŸאÙÜ، Ęכñا èאل اĩĤאل، وĵĥĐ ñİا ďĻĩä اáĨŶאل. وįĻĘ اóíĤاب ] ĝĺאل: وïĜت أ ٧٣] ٢ ا ً ۚ﴾ أي أģđü Ĭאر َ ً Yرا ² uَ َ ِwي ْ ا~َc¢¹ْ َّ ªا© ِgَ¯َ¦َ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو çÝęÖ دijĜ َ ًا، أي اÛĥđÝü، وأوİïĜא İóĻĔא واİïĜijÝøא أي أıĥđüא، واijĤ اĭĤאر وijĜد ِ ّ óَ éĤا ةïَĜْ َ َ َïĜ çÝęÖ اijĤاو واĝĤאف اĭĤאر، وو ، واijĤ ُ ُģđý اĭĤאر Ü įÖ įĬŶ Õĉَ َ اijĤاو اéĤ ٣ כאĝĺŸאد ÙĤõĭĩÖ اĝĻÝøźאن واĝĺŸאن، واóíÝøźاج واóìŸاج، ُį. واĝĻÝøźאد ĭİא Üïü ا ً ٤ Ĭאر واİóÝøźאب واŸرİאب، وכñا Ĝאل اûęìŶ:» إن ĭđĨאه כģáĩ اñĤي أģđü įùęĭÖ«. وĝĺאل: اïĜijÝø أي Éøل óĻĔه أن ïĜijĺ؛ ÍĘن īĻø اđęÝøźאل ÕĥĉĥĤ واËùĤال. ïĩéĨو óĻ×ä īÖ ïĻđøو Ùĺروا ĹĘ אس×Đ īÖا אلĜ .ÙĺŴا هñıÖ īĺادóĩĤا ĹĘ اijęĥÝìوا įáđ×Ĩ ģ×Ĝ مŻùĤا įĻĥĐ ّ īÖ כÕđ وĉĐאء وĩĺאن īÖ رÐאب: ħİ اijıĻĤد، כאijĬا óĝĺون ÖאĭĤ×Ĺ ا ĹĘ اęĩĤאزة ً אرĬ ïĜأو īĩכ ÙĩĥčĤا ĹĘ אرواāĘ وهïéä ßđُ Ö אĩĥĘ ،رijĬ ĹĘ ٥ ĘכאijĬا ِ ِ¶ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ١٧/٢] أي ِ ¹³ُر \ ُ ٰ Ãا ّ] َ¶ َذَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ħıĭĐ אءä اñİ ĵĥĐو ،ÛÑęĉĘ īĨŷĤ Yٓ ¯َ َّ ً א ĐאęĀא ıÜÉęĈÉĘא، وijİ Ĩא äאء ĹĘ ÙęĀ اijıĻĤد ĹĘ آÙĺ أóìى: ﴿ ُ¦» أرģø ıĻĥĐא رéĺ ُۙ﴾ [اĩĤאïÐة، ٦٤/٥]. ٰ Ãا ّ Y¶َ َ YŸَŽْ َ ٦ ﴿ا ïĩéĨ ďĨ أي] ٦٤/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [بِ yْoَ ْ «ِ ª راY ً َ َ ُuوا ² َْو¢ ا ّ وijİ ijĜل اīÖ Đ×אس واīÖ ijđùĨد: Ĺ×ِ َ Ýُ ّ واĝĤ ٧ وÝĜאدة واéąĤאك واïùĤي وĜאل ĝĨאģÜ ِī ĀאÕè اĭĤאر ĹĘ اęĩĤאزة ħà زال ذĤכ ِ ijĭا ÖאıýĤאدة כĩא أĨ Ĩأ ،īĻĝĘאĭĩĤا ĹĘ ÙĺŴا ٨ ÖאijĩĤت. ١ ر: اóĄŸار. .ûĨאİ çĀ ،ا ً ٢ ط - أي أģđü Ĭאر ٣ ط ر: ĭıİא. ٤ ط: اģđÝü. ٥ ر: وכאijĬا. .ûĨאİ çĀ ،ïĩéĨ ďĨ أي - ط ٦ ٧ ط + اīÖ Ļèאن. .٣٦٢ -٣٦١ .ص ،Ù×ĻÝĜ īÖź آنóĝĤا ģכýĨ ģĺوÉÜ :óčĬا ٨ ٥ ١٠ ١٥ 510 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sonra burada cümlenin başındaki “Onların durumu” ifadesi çoğul olduğu hâlde “Bir ateş yakan kimse misalidir.” ifadesi tekil olarak kullanılmıştır, bunun birkaç sebebi vardır: Bir görüşe göre bunun mânası, “Onlardan her birinin durumu bir ateş yakan kimse misalidir.” şeklindedir. Benzer bir kullanım “Sizi çocuk olarak çıkarırız.” [el-Hac 22/5] âyetinde vardır, çünkü burada çoğula hitap ettiği hâlde “çocuklar olarak” dememiştir. Çünkü cümlenin anlamı “Her birinizi çocuk olarak çıkarırız.” şeklindedir. Bir başka görüş: Bu bir cins ismidir, bu yüzden de hem tekil için hem çoğul için uygundur. Bir başka görüş: Yakan kimse tek olsa da ateşi çok kişi için yakar, ondan aydınlananlar çoktur. Bir başka görüş: Bu onların kendilerinin değil, fiillerinin temsilidir ve anlamı şöyledir: Münafıkların fiilinin misali ateş yakan kimsenin fiilinin misalidir, her iki fiil de aynıdır. İsimlerden fiilin zikredilmemesi (hazfedilmesi) mümkündür, nitekim “Sizin yaratılmanız da diriltilmeniz de tek bir nefis gibidir.” [ Lokmân 31/28] âyetinde de “Tek bir nefsin yaratılması ve diriltilmesi gibidir.” anlamı kastedilmiştir. “O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda.” Yani aydınlattığı zaman. ed-Dav’u kelimesi en- nûr (ışık, aydınlık) anlamındadır. Dâe fiili aydınlattı anlamına gelir. Edâe fiili de geçişsiz olarak aynı anlama gelir. Aynı fiil nevvere (aydınlattı) anlamında geçişli olarak da kullanılır. “Onlara her ne zaman aydınlatsa…” [ el-Bakara 2/20] âyetinde de bu geçişsiz kullanım vardır. Dolayısıyla nâre-enâre (aydınlattı), bâne-ebâne (açıkladı, beyân etti) fiilleri gibi dâe ve edâe fiilleri de aynı olur. Bu âyette ise “O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda.” cümlesinde aynı fiil geçişli olarak kullanılmıştır, çünkü fiilin sonuna dişillik bildiren te harfi gelmiştir. İfadenin mânası, “Bu ışık onu yakan kimsenin etrafında bulunan bölgeleri aydınlattığı zaman” şeklindedir. Eğer burada fiil geçişsiz olsaydı o zaman “etrafı aydınlandığı zaman” anlamında olurdu, çünkü mâ havlehu (etrafı) kelimesindeki mâ harfi müzekkerdir. Eğer, “Işık ve nûr arasında bir ayrılık var mıdır yoksa bunlar aynı şey midir? Eğer bunlar farklı ise o zaman burada neden ikisini de kullandı ve ‘O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını/nûrunu giderir.’ buyurdu? Eğer bu ikisi aynı ise o zaman neden iki kelime birbirinden ayırt edildi?” denilirse şöyle deriz: Bu ikisi burada aynı şeydir, birlikte kullanılmalarının sebebi, böyle bir kullanımın ilk lafzın ikincide de aynı şekilde tekrar edilmesi açısından lafız olarak daha güzel, nazım olarak daha iyi, fesahat (dilsel nitelik) olarak daha üstün ve ibare olarak daha latif hâle gelmesidir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 511 ۚ﴾ ĵĥĐ اïèijĤان وإن כאن įĤijĜ» ħıĥáĨ « َ ً Yرا ² uَ َ ِwي ْ ا~َc¢¹ْ َّ ªا© ِgَ¯َ¦﴿َ :אلĜ אĩĬإ ħà :هijäijĤ ďĩåĤا ĵĥĐ ْ §ُ jُ ِ ysْ ُ ² َ ّ fُ﴿ :įĤijĝכ ñİو ،ïĜijÝùĩĤا ģáĩכ ħıĭĨ ïèوا ģכ ģáĨ :אهĭđĨ أن :אİïèأ ïèوا ģכ جóíĬ :אهĭđĨ نŶ ؛ďĩåĤا ÕĈאì وإن źאęĈأ ً ģĝĺ ħĤو] ٥/٢٢ ،ãéĤا﴾ [Ëً Ÿْ Žِ ďĩåĥĤ ïĜijĩĤا :ģĻĜو .ďĩåĤوا ïèاijĥĤ çĥāĻĘ ؛÷ĭä ħøا ijİ :ģĻĜو .ŻęĈً ħכĭĨ ģáĨ :אهĭđĨو ،ħıĬאĻĐأ ź ħıĥđĘ ģĻáĩÜ ijİ :ģĻĜو .ا ً ĺכijن ً واïèا واijÑĻąÝùĩĤن כóĻá ħøźا ĹĘ ģđęĤا אرĩĄوإ ،ïèوا īĻĥđęĤا Żوכ ،ïĜijÝùĩĤا ģđĘ ģáĩכ īĻĝĘאĭĩĤا ģđĘ ۜ﴾ [ĩĝĤאن، ٢٨/٣١] أي َ َ¦Ÿْ³َ ٍ{ َو ِ اn َuٍة Êِّ َ ْ ُg ُ §ْ ا ْ £ُ ُ§ ْ َوَÊ\ «rَ Y®َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ õÐאä ١ כěĥí ęĬ ÷واïèة وıáđÖא. َ ُµ ﴾أي أĬאرت، واijąĤء اijĭĤر، وĄאء أي Ĭאر، ª¹ْnَ Y®َ تْ ءYَ Šَٓ َ Y ا َٓ ¯ّ َ «žَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو Yٓ ¯َ َّ «¦ُ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ijİو ،رّ وأĄאء ĺכijن ĵĭđĩÖ Ąאء أąĺא źزĨא، وĺכijن ĺïđÝĨא ĵĭđĩÖ ijĬ ] כįĤijĝ: Ĭאر وأĬאر، ُ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٠/٢] źزم، وĺכijن Ąאء وأĄאء واïèا [٧٣ب َ ª ءYَ Šَٓ َ ا َ ُµ ﴾ïđÝĨ؛ įĬŶ ذכóه ÖאÝĤאء. وĭđĨאه: ª¹ْnَ Y®َ تْ ءYَ Šَٓ َ Y ا َٓ ¯ّ َ وÖאن وأÖאن. وĹĘ ñİه اÙĺŴ:﴿ žَ« א Ĥכאن ijĝĺل: ĩĥĘא ً ٢ اïĜijÝùĩĤ. وijĤ כאن źزĨ ّرت اĭĤאر اijĩĤاďĄ اĹÝĤ ijèل ñİا ijĬ אĩĥĘ أĄאء Ĩא įĤijè؛ Ŷن «Ĩא» ñĨכó. אĩıÝ×àأ ħِ ÍĘن ĜאijĤا: īĻÖģİاijąĤء واijĭĤرĕĨאóĺةأو ĩİאĹüء واïè،ÍĘن כאĬא ĥĘīĺóĻĔ ِ ِ¶ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ١٧/٢] ِ ¹³ُر \ ُ َ ُµ َذَ¶ َ] ّ اà ٰ ª¹ْnَ Y®َ تْ ءYَ Šَٓ َ Y ا َٓ ¯ّ َ ٣ ĝĘאل: ﴿žَ» א ĹĘ Ĺüء واïè ĭİא ً đĻĩä א įĬŶ ً َ ĔאīĻÖóĺ اĤכīĻÝĩĥ؟ ĭĥĜא: ĩİא واïè ĭİא، ٤ وإĩĬאذכĩİóא đĻĩä وإن כאĬא ً واïèا ħĥĘ א وأēĥÖ ĹĘ اāęĤאÙè وأėĉĤ ĹĘ اđĤ×אرةīĨ اĐŸאدة ċęĥÖاŶول، ً ĩčĬ ُ ُ ً čęĤא وأīùè أñĐب ١ ط - وıáđÖא، çĀ İאûĨ. .ûĨאİ çĀ ،اñİ - ط ٢ ٣ ط ر: ĭıİא. ٤ ط ر: ĭıİא. ٥ ١٠ ١٥ 512 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bunların aynı olduklarının delili, mârifet nûrunun niteliği konusunda Allah Teâlâ’nın “Neredeyse onun yağı aydınlatacak…” [ en- Nûr 24/35] ve “ Nûr üstüne nûrdur.” [ en- Nûr 24/35] âyetleridir. Tevrat hakkında da “Biz Mûsâ ve Hârûn’a Furkān’ı ve bir ışık verdik.” [ el-Enbiyâ 21/48] buyurmuş, yine Tevrat hakkında “Biz Tevrat’ı indirdik ki ondan hidâyet ve nûr vardır.” [ el-Mâide 5/44]. “Etrafını” ifadesiyle ışığı yakanın çevresi kastedilmektedir. Bu kelime havlehu, havâlîhi ve havleyhi şeklinde kullanılır. “Allah, hemen onların aydınlığını giderir.” Yani götürür. ez-Zehâb ve ez-zehûb kelimesi intikal anlamına gelir. el-Mezheb yol demektir. ez-Zehâb aynı zamanda zeval anlamına gelir. Allah Teâlâ “Allah sizden günahı/kiri gidermek istiyor.” [ el- Ahzâb 33/33] buyurmuştur ki burada “gidermek” ifadesi “izale etmek” anlamındadır. Zehebe (gitti) fiili geçişsizdir, be harf-i ceri ile kullanılarak geçişli olabilir. Örneğin etânî fülânün (bana falan geldi) denildiği gibi etâ bihi gayruhu (bana onu başkası getirdi) de denilebilir. Yine zehebe hüve ifadesi “O gitti.” anlamına, zehebe bihi gayruhu ifadesi “Onu başkası götürdü.” anlamına, kāme hüve ifadesi “O kalktı.” anlamına, kāme bihi gayruhu ifadesi “Onu başkası kaldırdı.” anlamına gelir. Burada en- nûr kelimesi onların yaktıkları ateşin ışığı anlamındadır. Asıl kastedilen bu olmasına rağmen burada “ateşleri” denmemesinin sebebi şudur: Ateşte iki şey vardır: Isı ve ışık. Allah ışığı gidermiş, ama çok da istenmeyen ısı bâki kalmıştır. İmam Mâtürîdî bu ifadenin mânasının “Allah onların basiret nûrlarını giderir.” şeklinde olduğuna işaret etmiştir. “Ve onları bırakır.” Yani onları kendi hâllerine bırakır. “Karanlıklar içinde” Bu ifade zulmet ( karanlık) kelimesinin çoğuludur. Yine bu kelimenin -tıpkı el-hucurât (odalar) ve el-gurufât (odalar) kelimelerinde olduğu gibi- ez-zulem, ez-zulumât ve ez-zulemât şeklinde de çoğulu yapılabilir. Bu bir şeyi etrafından kaplayan karanlıklardır. Her bir tarafta bir karanlık bulunur, dolayısıyla bütün taraflar söz konusu olduğunda “karanlıklar” bulunur. Tefsirine gelince, Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Bu onların Hz. Peygamber aleyhisselâma ızhar ettikleri Müslümanlığın nûrudur ki Allah Teâlâ onlardan, öldükleri vakit bu nûru kabirlerinde keser. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 513 ُ ‹۪ٓ ُ¿ء﴾ [اijĭĤر، ٣٥/٢٤]، وĜאل: À Y·َcُÀْزَ دYُ §َ َ À﴿ :ÙĘóđĩĤا رijĬ ÙęĀ ĹĘ ١ ودģĻĤ اéÜאدĩİא įĤijĜ َ َYن َو َŠِÁٓ ًYء﴾ ¢yْŸُ ْ ªا ونَ yُ ¶ٰ وَ~« ¹ٰR ُ Y³َÁَْ bٰ ْ£ََu ا ٍۜ﴾ [اijĭĤر٣٥/٢٤،]، وĜאل ĹĘ اijÝĤراة: ﴿َوª ¹ُر ² »ٰ ¹ر َ» ٌ ُ ²﴿ ُ ¹ٌۚر﴾ [اĩĤאïÐة، ٤٤/٥]. ²وَ ىuً ¶ُ Y·Áَ ž۪ _Àَ رٰ ¹َْ cªا ّ Y³َْ ª{َ²َْ Y ا َٓ ²ِّ [اĬŶ×Ļאء، ٤٨/٢١] وĜאل ıĻĘא أąĺא: ﴿ا :įĤijĜو .į ْ ٢ وĻĤijè įĻĤاijèو įĤijè :אلĝĺ .ïĜijÝùĩĤا אتıä أي﴾ µُ َ ª¹ْnَ Y®َ﴿ :įĤijĜو .ُ واİñĤאب واijİñĤب اĝÝĬźאل، واÕİñĩĤ اěĺóĉĤ، į َ ×َ َ ْذİ ِ ِ¶ ْ﴾ أي أ ِ ¹³ُر \ ُ ﴿َذَ¶ َ] ّ اà ٰ ﴾}َ jْ ِ yªا ّ ُ§ ُ ³ْ َ] َ¶ ِ wْ Áُِ ª ُ ٰ Ãا ّ uÀُ ۪ yُ À Y¯َ َ ²ِّ واİñĤאب اõĤوال أąĺא، Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ ا א ÖאĤ×אء כĩא ĝĺאل: أÜאĹĬ ŻĘن، ً [اõèŶاب، ٣٣/٣٣] أي įĥĺõĻĤ. وذÕİ źزم، وóĻāĺ ĺïđÝĨ .هóĻĔ įÖ אمĜو ،ijİ אمĜو ،هóĻĔ įÖ Õİوذ ،ijİ Õİوذ ،هóĻĔ įÖ ĵÜوأ ٣ ijĄء اĭĤאر اĹÝĤ أوïĜوİא. وإĩĬא ħĤ ģĝĺ:» ĭÖאرħİ «وإن כאÛĬ Ĺİ واijĭĤر ĭİא ً ا، Ʃ واų أذÕİ اijĭĤر وĹĝÖ ħıĻĥĐ اóéĤ اñĩĤכijرة Ĝ×ıĥא؛ Ŷن ĭĥĤאر īĻÑĻü: óèارة وijĬر ٤ ،ħİóāÖ رijĬ ųا Ʃ Õİأذ :אهĭđĨ أن ĵĤإ óĻýĺ ųا Ʃ اñéĩĤور. واĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè .īĻ×Ĭ אĨ ĵĥĐ .ħİŻìّ أي﴾ ْ·ُ¦َyََ bوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو َ אت ÖאħąĤ ĩĥُƫ čĤوا ħĥَƫ čĤا ĵĥĐ ďĩåُ Üو ،ÙĩĥčĤا ďĩä Ĺİ ﴾تY ٍ ¯َ«ُ’ُ ¿ž۪﴿ ٥ وįĤijĜ: ģכ īĨ įÖ ÙĉĻéĩĤا אتĩĥčĤا Ĺİو ،אتĘُ óُ ُóات واĕĤ åُ َ אت çÝęÖ اŻĤم، وכñا اéĤ ĩĥَƫ واčĤ ٨ ٧ ĩĥČאت. ٦ وīĨ اıåĤאت ،ÙĩĥČ Ùıä ģכ ĹęĘ ؛Ùıä وأĨא óĻùęÜه ïĝĘ Ĝאل اīùéĤ Ġ: ijİ اijĭĤر اñĤي أóıČوه ijøóĥĤل ÖאŻøŸم، įđĉĜ .ħİرij×Ĝ ĹĘ تijĩĤאÖ ħıĭĐ ųا Ʃ ١ ر: įĤijĝĘ. .ûĨאİ çĀ ،įĻĤاijèو - ط ٢ ٣ ط ر: ĭıİא. ٤ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٤٨/١ ٥ ط - وįĤijĜ. ٦ ر: ÙĩĥčĨ. ٧ ر: اģıåĤ. ٨ ر: اĩĥčĤאت. ٥ ١٠ ١٥ 514 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Bekir Esam şöyle demiştir: Allah onların nûrlarını gidermiştir, kendilerine ceza olarak âhirette yüzlerini karartmıştır. Bir görüşe göre “Onları karanlıklar içinde bırakır.” ifadesi onlara kendisi ile görebilecekleri bir ışık vermemek anlamındadır. Bir başka görüşe göre bu ifade tıpkı “Onu evde bıraktı.” ifadesinin “Onu evden çıkarmadı.” anlamına gelmesinde olduğu gibi “Onları karanlıklardan çıkarmaz.” anlamına gelir. Bu Mu‘tezile’nin yorumudur -Allah onları rüsva eylesin- çünkü onlar insan fiillerinin Allah tarafından yaratıldığını düşünmezler. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat’e göre doğru olan yorum “Onları bırakır.” ifadesinin “Onları karanlıklar içinde kılar.” anlamına gelmesidir. Bu açıdan bu ifade tıpkı “Onu çıplak bir kaya olarak bırakır.” [ el-Bakara 2/264] âyetinin “Onu çıplak bir kaya hâline getirir.” anlamında olması gibidir. “Görmezler.” Yani ışık gitmiş olduğu için çevrelerini görmezler. Sonra âyetin başında “Bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda…” şeklinde tekil ifade kullandığı hâlde burada “Ve onları karanlıklar içinde bırakır, görmezler.” şeklinde çoğul ifade kullanmasının sebebi, daha önce ifade edildiği üzere ateşi yakanın tek kişi, fakat ondan ısınanların çok kişi olması ya da yine daha önce ifade edildiği şekliyle tekil ifadeden çoğul mâna kastedilmiş olmasıdır. Bu ifade tıpkı “Doğruyu getiren ve onu tasdik eden var ya, işte takvâ sahipleri onlardır.” [ ez-Zümer 39/33] ve “Bilakis, kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.” [ el-Bakara 2/112] âyetleri gibidir. Abdullah b. Abbas, Katâde, Dahhâk, Mukātil ve Süddî’ye göre âyetin anlamı şöyledir: Münafıkların küfür ve nifak konusundaki durumları karanlık bir gece vakti bir geçitte ateş yakan ve onunla aydınlanan, ısınan, çevresini gören ve sakınacağı şeylerden kendisini koruyan, emniyetini sağlayan kimsenin durumu gibidir. Bu kimse bu hâl üzere iken ansızın ateşi sönüverir ve karanlık içinde korku ve şaşkınlık hâlinde kalır. İşte münafıkların durumu da böyledir. Çünkü onlar dış görünüşte iman kelimesini (kelime-i şehâdeti) söylemişler, onun nûru ile nûrlanmış, izzeti ile izzet bulmuş, sağladığı emniyetten nasiplenmiş, mümin kadınlarla nikâhlanma, onların mallarına varis olma, ganimetlerinden pay alma gibi haklara sahip olmuş, mal ve evlatlarını korumuşlardır. Ancak öldüklerinde tekrar korku ve karanlık hâline dönerler ve azap ve intikam içinde kalırlar. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 515 .ħıĤ ÙÖijĝĐ ةóìŴا ĹĘ ħıİijäو دّ ijø ħİرijĭÖ ųا Ʃ Õİذ ٢ ١ اħĀŶ: وĜאل أijÖ Öכó ] أي أ ٧٤] ģĻĜو .įÖ ونóā×ĺ אءĻąÖ ħıÜÉĺ ħĤ أي אتĩĥčĤا ĹĘ ﴾ْ·ُ¦َyََ b﴿ ĵĭđĨ :ģĻĜو ÙĤõÝđĩĤا ģĺوÉÜ اñİو .אıĭĨ įäóíĺ ħĤ أي ،ارïĤا ĹĘ įכóÜ :אلĝĺ אĩכ ،įĭĨ ħıäóíĺ ħĤ ïĭĐ ģĺوÉÝĤا īĨ çĻéāĤوا .ųا Ʃ īĨ óý×Ĥا אلđĘأ ěĥíÖ نijĤijĝĺ ź ħıĬÍĘ ؛ųا Ʃ ħıĤñì µُ¦َyَcَžَ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،אتĩĥčĤا ĹĘ ħıĥđä أي﴾ ْ·ُ¦َyََ أģİ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ:﴿ َوb ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦٤/٢] أي įĥđä ًïĥĀا. ْ ًuا «†َ :אلĜ אĩĬإ ħà .رijĭĤا אبİñĤ ħıĤijè אĨ ونóā×ĺ ź أي﴾ ونَ yُ‡ِ ]ْ ُ À Êَ﴿ :įĤijĜو ِwي َّ ُ ْ[ ُ‡ِy َون﴾ ÖאďĩåĤ ďĨ أن اñĩĤכijر ĹĘ أول اÙĺŴ﴿ اª À Êَ تY ٍ ¯َ«ُ’ُ ¿ž۪ ْ·ُ¦َyََ ﴿َوb َ ُµ ﴾وijİ واïè؛ ĩĤא óĨ أن اïĜijĩĤ واïè واijĥĉāĩĤن ª¹ْnَ Y®َ تْ ءYَ Šَٓ َ Y ا َٓ ¯ّ َ «žَ ۚ َ ً Yرا ² uَ َ ْ ا~َc¢¹ْ قِuْ ‡ª ِّ Yِ \ ءYَ jَٓ يw۪ َّ ، وijİ כįĤijĝ:﴿ َواª ّ óĨ يñĤا įäijĤا īĨ ُ ďĩåĤا ïèاijĤאÖ ïĺأر أو ،ďĩä ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِٰ Ãِّ µُ·َjْ وَ َ َ «~ْ َ ٰ« َR ±ْ ا «َ َ £ُ ¹َن﴾ [اóĨõĤ، ٣٣/٣٩[.وįĤijĜ:\﴿ cّ¯ُ ْ ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª ِ ۪µٓ ا َ َق \ َو †َ ّu ﴾ [اĤ×óĝة، ١١٢/٢]. ۟ ُ ¹َن ²{َoْ َ À ْ ¶ُ Êَوَ ْ·ِÁَْ ٌف َ» ¹ْrَ Êَوَ ﴿٤ ٣ ĹĘ آóìه: ħà [١١٢/٢ īĻĝĘאĭĩĤا ģáĨ : ّ وĵĭđĨ اÙĺŴ ĹĘ ijĜل اīÖ Đ×אس وÝĜאدة واéąĤאك وĝĨאģÜ واïùĤي ٥ ا ĹĘ ĹĘÙĩĥčĨÙĥĻĤ ęĨאزة واąÝøאءıÖא واÉĘïÝø ً אرĬ ïĜأو ģäر ģáĩכ ħıĜאęĬو ħİóęכ ĹĘ ÙĩĥČ ĹĘ Ĺĝ×Ę אرهĬ ÛÑęĈ إذ כĤñכ ijİ אĭĻ×Ę ،īĨÉĘ אفìو رñè אĨ ĵĝÜوا įĤijè אĨ ورأى ً ا، ĘכĤñכ اĭĩĤאijĝĘن إذا أóıČوا כÙĩĥ اĩĺŸאن واĭÝøאروا ijĭÖرİא واõÝĐوا óĻéÝĨ אęÐאìً ħıĤاijĨأĵĥĐ اijĭ ِ Ĩوأ ħÐאĭĕĤا ħİijĩøאĜو ħİijàووارīĻĩĥùĩĤا اijéאכĭĘאı××ùÖ اijĭ ِ İõđÖא وأĨ وأوźدħİ، ÍĘذا ĨאijÜا Đאدوا إĵĤ اijíĤف واÙĩĥčĤ وijĝÖا ĹĘ اñđĤاب واÙĩĝĭĤ. ١ م ح ط - أijÖ Öכó. įĬإ :ĵąÜóĩĤا īÖا אلĜ ،óùęĨ ĹĤõÝđĨ įĻĝĘ .(م ٨٤٠ ijéĬ - ـİ ٢٢٥ ijéĬ) ħĀŶا אنùĻכ īÖ īĩèóĤا ï×Đ óכÖ ijÖا ijİ ٢ ģĺñıĤا ĹÖأ ďĨ اتóČאĭĨو óĻùęÜ įĤو .įĤאđĘأ ăđÖ ĹĘ ÙĺאوđĨ بّ ijāĺو įĤאđĘأ īĨ óĻáכ ĹĘ مŻùĤا įĻĥĐ אĻĥĐ Ïّ כאن ĉíĺ اŻđĤف. اóčĬ: Ĉ×ĝאت اÙĤõÝđĩĤ īÖź اĵąÜóĩĤ، ص. ٥٧-٥٦؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٣٢٣/٣ ٣ ح + Ĝאل. ٤ ر: آóìه. ٥ ط + ıÖא. ٥ ١٠ ١٥ 516 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Bu âyette “Allah onlarla alay ediyor.” [ el-Bakara 2/15] ve “Allah onları aldatır.” [ en-Nisâ 4/142] âyetlerinin mânası ortaya çıkar. Nitekim Allah onları dünya ve âhirette rezil rüsva eder. Çünkü onlar münafıklıkları ile emniyette olmayı istemişler, fakat Allah onlara bunun cezası olarak dâimî korku vermiştir. Nitekim “Her gürültüyü kendi aleyhlerine zannederler.” [el-Münâfi kūn 63/4], “Kalplerinde hastalık bulunanların sana sanki korkudan ölüp baygınlığı yaşar gibi baktıklarını görürsün.” [ Muhammed 47/20], “Korku geldiği zaman onların sana sanki ölüm baygınlığı gelmiş gibi gözleri dönerek baktıklarını görürsün.” [ el- Ahzâb 33/19], “Münafıklar kalplerinde olanı müminlere haber verecek bir sûrenin indirilmesinden endişe ederler.” [ et-Tevbe 9/64] âyetlerinde onların bu korkusu anlatılır. Yine onlar münafıklık yaparak her iki grubun rızâsını kazanmayı, her iki taraf nezdinde izzet ve saygınlık elde etmeyi istemişler, fakat her iki grup da bunu öğrenip kendilerini dışlamıştır. Hak Teâlâ “Onlar sizden de değiller, onlardan da değiller.” [el-Mücâdele 58/14], “Ne bunlara ne onlara meylederler.” [ en-Nisâ 4/143] buyurmuştur. Böylece izzet ve saygınlık gitmiş, zillet ve düşkünlük gelmiştir. Dolayısıyla onların durumu aydınlanmak ve ısısından faydalanmak amacıyla bir ateş yakan, fakat Allah tarafından gözü kör edilen, böylece ateşin ısısından faydalanma ve ışığı ile aydınlanma ümidi yok oluveren kimse gibidir. Bu kimse gözü kör olduğu için, yanma korkusundan dolayı ateşe yaklaşamaz, böylece soğuk havada onun ısısından da faydalanamaz. Yine gözü görmediği için ateşle yemek de pişiremez. Âhirette ise, müminler ışıklarını aldıkları zaman cehennemden kendilerine seslenen bu münafıklara gülecek ve daha önce ifade ettiğimiz şekilde cevap vereceklerdir.1 18. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık dönmezler. [ el-Bakara 2/18] “Onlar, sağırdırlar.” es-Samem kulağın deliğinin tıkanmasıdır. el-Esamm kör kaya demektir. el-Cüzru’l-esamm, kulların bilgisine ulaşamayacakları hesabın aslı demektir. el-Kanâtü’s-semmâ, ortası boş olmayan demektir. 1 bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 44-45. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 517 :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè :įِ ِِ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ١٥/٢] وĤijĜ ِ ُئ \ {·ْcَْ َ À ُ ٰ Ãّ َ ا ﴿:įĤijĜ ėýכ ُ ÙĺŴا هñİ ĹĘ ۚ﴾ [اùĭĤאء، ١٤٢/٤]؛ įĬÍĘ ħıéąĘ ĹĘ اĻĬïĤא واóìŴة؛ ħıĬŶ ﴿َوُ¶¹َ َr ِYدُُ·ْ َ َ ْo َُ ]¹َن ُ¦ّ© א כĩא Ĝאل: ﴿À ً ًא داĩÐ Ęijì ųا Ʃ ħı×ĝĐÉĘ īĨŶا ħıĜאęĭÖ اij×ĥĈ ض ٌ yَ®َ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪ ±À َ w۪ َّ ªا aَ Àْ َ ۜ﴾ [اĭĩĤאijĝĘن، ٤/٦٣] وĜאل: ﴿َرا ْ·ِÁَْ «َ _ٍoَ Áْ†َ ١ ۜ ﴾ اÙĺŴ،] ïĩéĨ، ٢٠/٤٧ [وĜאل: ْ َ̄¹ْ ِت ªا ±َR ِ µِÁَْ «َ ِّ ¿ƒِ ›ْ ¯َ ْ ªاyََ َ ²¥َ Áَْ ªِ ³َْ ُُy َون ا À µِÁَْ «َ »ƒٰ ›ْ ُ À يw۪ َّ ªY¦َ ْ·ُ³ُÁُ ْ َ َ ُu ُورا b¥َ Áَْ ªِ ³َْ ُُy َون ا À ْ·ُcَÀْ َ ْ َs¹ْ ُف َرا ªءاYَ jَٓ ذاَYِžَ﴿ ة ٌ َْÁِ·ْ ُ ~¹َر ََل َ» َ ْن ُbّ³َ{ ْ ُ̄³َ ِYž £ُ ¹َنا ªراُwَ oْ َ ْ َ̄¹ْ ۚتِ ﴾[اõèŶاب١٩/٣٣،] وĜאل: ﴿À ِR ±َاª ُbِّ³َ]ُئُ·ْ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦٤/٩[، وħıĬŶ ĥĈ×ijا ÖאęĭĤאق رĄא اīĻĝĺóęĤ َ واóýĤف واõđĤ ْ §ُ ³ْ®ِ ْ ¶ُ Y®َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ħİدوóĉĘ כĤñÖ א ً đĻĩä אنĝĺóęĤا ħِ ĥ َ đĘ ħıĻĘ ۜ﴾ [اùĭĤאء، Êِء َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ »ٰ ªِ Ê ا Êِء َوَٓ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ »ٰ ªِ Ê ا ﴾ [اåĩĤאدÙĤ، ١٤/٥٨ [وĜאل: ﴿َٓ َوَÊ ِ®ُ³ْ·ْۙ ١٤٣/٤] õĘال اóýĤف واõđĤ وäאء اijıĤان واñĤل، ħıĥáĩĘ כģáĩ ïĜijÝùĨ אכאنĨ ÕİñĘ هóāÖ ųا Ʃ ÕİذÉĘ ،אİóéÖ ďęÝĭĺو אıÖ [ اĭĤאرĹąÝùĻĤء [٧٤ب ijĤ اقóèŸا فijì į×ĝĐوأ ٣ ِ İא، ّ óَ éِÖ אعęÝĬźوا אİءijąÖ įÖ ٢ ÙÐאąÝøźا ģĨÉĺ ُ اÙĺñĔŶ ıÖא İñÖאب ٤ ĹĘ اĤ×óد، وإŻĀح ّİא دĬא ıĭĨא، وذÕİ اęÝĬźאع óéÖ אس×ÝĜا ïĭĐ ħıĤ īĻĭĨËĩĤا ابijä īĨ אĬóذכ אĩĘ ةóìŴا ĹĘ אĨوأ .óā×Ĥا ٥ اijĭĤر وéĄכ اīĻĭĨËĩĤ ħıĭĨ وħİ ĹĘ اĭĤאر. ُ َۙijن đäِ ْ óَ ĺ źَ ْ ħُ ıĘَ ٌ Ĺ ْ ĩĐُ ٌ ُ ْכħ Ö ƭ ħĀُ -١٨ ،÷ĥĨŶا óíْ ّ َ ħ اïùĬاد óìوق اùĩĤאďĨ، واħĀŶ اāĤ ٌ﴾ اĩāĤ ّ†ُ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ƪ אء اĹÝĤ ƫ أģĀ اùéĤאب اñĤي ź ģāĺ إĵĤ įÝĘóđĨ اđĤ×אد، واĭĝĤאة اĩāĤ ħ َ Āَ ُ اŶ ْ واñåĤر ،ٍ ÙĘ ّ ijåĩÖ ÛùĻĤ ١ ح - وĜאل، çĀ İאûĨ. ٢ ĹĘ اģĀŶ: اąĻÝøźאه. ِ İא. ّ óَ éِÖ אعęÝĬźوا אİËąÖ įÖ ÙÐאąĻÝøźا ģĨÉĺ כאن אĨ ÕİñĘ - ط ٣ ِ İא. ّ óَ éِÖ אعęÝĬźوا אİËąÖ įÖ ÙÐאąĻÝøźا ģĨÉĺ כאن אĨ ÕİñĘ + ط ٤ .ĵĭđĩĤאÖ ģíÜ ź אتĘóāÝÖ يïĺóÜאĩĤا مŻכ ėĭāĩĤا ģĝĬ .٤٥-٤٤/١ ،يïĺóÜאĩĥĤ آنóĝĤا تŻĺوÉÜ :óčĬا ٥ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 518 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri es-Sammâu “dâhi”, es-sımmetu “cesur”, es-summetu “aslan”, kārûra mesmûme “kapalı kutu”, sımâm ise “kapalılık” anlamına gelir. Bütün bunların hepsinde bağlama ve kapatma, kilitleme anlamı asıldır. el-Esamm kelimesi es-samem (sağırlık) kökünden (mastarından) türetilmiş sıfattır ve çoğulu da es-summ şeklindedir. Benzer şekilde ef‘al formundaki bütün kelimeler/ mastarlar yaratılış özelliklerine dair nitelik anlamı taşırlar ve çoğulları fu‘l formunda gelir. Örneğin el-bukm (dilsiz), el-‘umy (kör) kelimeleri de böyledir. Eğer bunlar isim iseler çoğulları efâ‘îl formunda olur, örneğin el-erneb (yabani tavşan) ismi el-erânîb şeklinde, el-a‘cem (yabancı) ismi el-e‘âcîm şeklinde çoğul yapılır. Eğer bunlar bir kusuru ifade eden nitelik iseler o zaman fe‘lâ formunda çoğul yapılır. Örneğin el-a‘cef (cılız) kelimesi el-‘acfâ şeklinde, el-ahmak (ahmak) kelimesi de el-hamkā şeklinde çoğul yapılır. “Dilsizdirler.” el-Bukm kekemeliktir ki bu insanın dilinde bulunan ve harfleri düzgünce çıkarmasına engel olan bir âfettir. Bir görüşe göre bu kelime doğuştan lâl olan kimse demektir. Bir başka görüşe göre bu, akıl/ gönül yokluğunu da içeren bir dilsizliktir. “Kördürler.” el-‘Umy gözün ve kalbin görme kuvvetinin gitmesidir. el-‘Amâye cehalet demektir. el-‘Amâ gizlilik anlamına da gelir. et-Ta‘miye gizlemektir. el-Bekm (dilsizlik) kelimesinin sıfatı el-ebkem, sıfat hâlinin çoğulu ise el-bukmdür. el-‘Umy (körlük) kelimesi göz körlüğü anlamında kullanıldığında bunun sıfat hâli el-a‘mâ, sıfatın çoğulu el-‘umy şeklinde, kalp körlüğü anlamına kullanıldığında ise sıfatı el-‘amy, çoğulu ise el- ‘amûn şeklindedir. Hak Teâlâ “Aksine onlar ona karşı (kalben) kördürler (‘amûn).” [ en-Neml 27/66] buyurmuştur. Bu kelimelerin âyette merfû olarak kullanılmalarının sebebi, başlarında “onlar” ifadesinin gizli olmasıdır, yani anlam, “Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler.” şeklindedir. Abdullah b. Mes‘ûd bunu summen bukmen ‘umyen şeklinde okumuştur. Bu mansub okunuşun üç izahı vardır. İlkine göre ifade (ve terakehüm summen bukmen ‘umyen) “Onları sağır, dilsiz ve kör bırakır.” şeklindedir. İkincisine göre ifadede kınama anlamı vardır, [dolayısıyla mansubdur]. Üçüncüsüne göre de bu ifade hâldir [bu yüzden mansubdur]. Tefsirine gelince, Katâde şöyle demiştir: Yani Hakkı duyup işitmekte sağır, hakkı konuşma konusunda dilsiz, onu görme konusunda kördürler. Bir görüşe göre anlam, “Kulakları, dilleri ve gözleri sağlıklı olduğu hâlde, delilleri apaçık ortaya konulmuş olan haktan yüz çevirme konusunda âdeta sağır, dilsiz ve kör gibidirler” şeklindedir. Nitekim şair şöyle demiştir: 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 519 ١ أي ïùĨودة، ÙĨijĩāĨאرورةĜو ،ïøŶاÙ ّ ĩ ُ ÙاåýĤאع، واāĤ ƪ ّאءاïĤاÙĻİ، ِ واĩāĤ واĩāĤ ، ƫ ħ ƫ āĤا įđĩäو ،ħِ َ ĩ ƪ āĤا īĨ ÛđĭĤا ّ ħĀŶوا ،ï ƫýĤوا ƪ ï ƫ ƪ ٢ اùĤ ِوĩĀאıĨא ïøادİא. وأģĀ כįĥ ٣ ُĹĩ، ÍĘن כאن ُכħ واđĤ ×Ĥا įĥáĨو .ģُ ْ đęĤا ُ į ُ đْ ĩåĘ Ùٌ َ ĝĥْìِ ijİ א ّ א ĩĨ ً وכñا כģ» أģđĘ «כאن ÝđĬ אĩĨא ً ÝđĬ ٥ ٤ واĐŶאħä، ÍĘن כאن ħåĐŶوا ،ÕĬراŶوا ÕĬرŶכא،ďĩåُ ĺ ģِ Đאِ َ Ęَ א ĵĥđĘ اŶ ً اĩø .ĵَ ĝْ ĩ َ éĤوا ěĩèŶوا ،ĵęَ ْ åَ đĤوا ėåĐŶכא ĵĥَ ْ đęĤا َ ĵĥđĘ ÙĘآ ٌ ijİ َس وijİ آÙĘ ĹĘ اùĥĤאن ź ĩÝĺכī ıđĨא أن اóíĤ َ ijİ ħכ×ĤאĘ ﴾ ٌ §ْ \ُ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ďĨ سóíĤا ijİ :ģĻĜو .سóìأ ïĤijĺ يñĤا ijİ ħכÖŶا :ģĻĜو .وفóéĤا ďĄاijĨ ïĩÝđĺ ذİאب اËęĤاد. ĵَ ĩَ ٦ واđĤ ،ÙĤאıåĤا Ù َ َ אĺ ĩَ đĤوا ،ÕĥĝĤوا īĻđĤا óāÖ אبİذ ĵĩđĤאĘ ﴾ ٌ وįĤijĜ: ﴿ ُ ْ¿¯ ĵَ ĩَ ، وīĨ اđĤ ُ ُ ْכħ َכħ اÖŶכħ، وįđĩä اĤ× اęíĤאء ً أąĺא، واÙĻĩđÝĤ اęìŸאء، واÛđĭĤ īĨ اĤ× ْ ¶ُ ©ْ َ ُ ijن. Ĝאل: ﴿\ ĩَ đĤا į ُ ، وđĩä ُ ĵ ْ ĩَ ُ . وīĨ اÕĥĝĤ اđĤ Ĺ ْ ĩُ đĤا įđĩäو ،īĻđĤا ĹĘ ĵَ ĩ ْ اĐŶ ﴾ [اģĩĭĤ، ٦٦/٢٧[ ۟ ِRَ³ْ·Y َ ُ ¯¹َن īÖ ųاï×Đ Ʃ أóĜو .ĹĩĐ ħכÖ ħĀ ħİ أي ،»ħİ» Ùĩĥכ אرĩĄÍÖ אتĩĥכĤا هñİ ďْ Ęر ħà א ً ُ ْכĩ א Ö Ƭ ĩ ُ א» وÕāĭĤ ذĤכ ÙàŻà أوįä، أİïèא: وóÜכħı Ā ً Ļ ْ ĩُ א Đ ً ُ ْכĩ א Ö Ƭ ĩ ُ Ā» :Ġ دijđùĨ א. واáĤאĹĬ: ĵĥĐ اñĤم. واáĤאßĤ: ĵĥĐ اéĤאل. ً Ļ ْ ĩُ Đ ĹĩĐ ،įÖ ٧ ħĥכÝĤا īĐ ٌ ħכÖ ،ěéĤا אعĩÝøا ِ īĐ ّ ħ ُ وأĨא óĻùęÜه ïĝĘ Ĝאل ÝĜאدة: أي Ā ْ ن ďĨ ĻĜאم اźŴت ĹĘ اóĐŸاض ij َ ّijن وÝĺ×אכijن وđÝĺאĨ ٨ وģĻĜ: أي āÝĺאĨ īĐ إāÖאره. اźźïĤت. وïĜ Ĝאل ĜאħıĥÐ: ُ ٩ įÝّ Ļĝè ĵĥĐ ÛĨאĜ يñĤا] أ ٧٥] ěéĤا īĐ ١ ح + اóĤأس. ٢ ح ط: כÙĩĥ. ٣ ح: وإن כאن. ٤ ط - واħåĐŶ. ٥ ح: وإن כאن. ٦ ر: واıåĤאÙĤ. ٧ ر: īĨ اÝĤכħĥ. ٨ ر: īĨ إāÖאره. ٩ ط: ÙĝĻĝè؛ ر: įÝĝĻĝè. ٥ ١٠ ١٥ 520 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hilmim (yumuşak başlılığım) sağırdır (duymazdan gelir) ama kulaklarım sağır değildir Bir görüşe göre anlam, “Onlar sanki sağır, dilsiz ve kördür, çünkü bu uzuvlara sahip olmalarına rağmen onlardan faydalanamazlar.” şeklindedir. Bu durumda bu ifade kâfirin ölü olarak nitelendirilmesine benzer, çünkü o da hayatının faydasını görememektedir. Sonra bu kimseler dünyada bu sıfatlarla nitelendirilince âhirette de aynı cinsten cezalarla cezalandırılırlar. Hak Teâlâ “Biz kıyamet günü onları yüzleri üzere kör, sağır ve dilsiz olarak haşrederiz.” [ el-İsrâ 17/97] buyurmuştur, yani o gün onlar Allah’ın kelâmını işitemezler, O’nunla muhatap olamazlar ve O’nu göremezler, oysa Müslümanlar dünyada Hakk’ı işitmiş, Hakk’ı konuşmuş, Hakk’a nazar etmişlerdir, kıyamet günü de Hak ile muhatap olma, O’nun selâmını alma ve onunla karşılaşma lutfuna nâil olacaklardır. “Artık dönmezler.” er-Rücû‘ kelimesi insırâf (dönmek) anlamına gelir. er-Rec‘ sarf (döndürme) anlamına gelir, böylelikle race‘a (döndü) fiili hem geçişli hem de geçişsiz kullanılır. er-Ricâ‘ göçmen kuşların soğuk beldelerden sıcak beldelere gittikten sonra geri dönüşü anlamına, el-ircâ‘ develerin cılızken semizleşmesi ve besili hâle gelmesi anlamına, ric‘atü’z-zevc ve rac‘atü’z-zevc boşanmış kadına geri dönmek anlamına gelir. er-Rüc‘â kelimesi er-rücû‘ (dönüş) ile aynı anlamdadır. el-Mercû‘ ise mektubun cevabı demektir. Buradaki anlamı ise “ Hakk’a dönmezler.” şeklindedir. Bir görüşe göre “Körmüş, sağırmış ve dilsizmiş gibi yapmaktan dönmezler.” anlamına, bir başka görüşe göre “ Hakk’ı görmeye, dinlemeye ve konuşmaya dönmezler.” anlamına, bir diğer görüşe göre “Allah’ın sevabına dönmez/yönelmezler.” anlamına gelir. Âyet onların uzuvlarının sağlam olması nedeniyle dönme imkânına sahip olduğunu ifade eder ki tam da bu nedenle dönme fiilini terk etmiş olduklarını için kınanmaya müstahak olurlar. Yine “dönmezler” ifadesi, buradaki “Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler.” ifadesinin onlarda bu uzuvların bulunmadığı anlamına değil, aksine onların bu uzuvları kullanmayı terk ettikleri anlamına geldiğini ifade eder. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 521 ١ ƪ ِאء ĩĀَ ُ óĻĔ ĹĬِذْ ُ ƫ وأ ħĀأ َ Ĺĩِ ĥْèِ ďĨ تźŴا هñıÖ نijđęÝĭĺ ź ħıĬÍĘ ؛ĹĩĐ ħכÖ ħĀ ħıĬÉכ אهĭđĨ :ģĻĜو .įÜאĻéÖ ٢ďęÝĭĺ ź įĬŶ א؛ً وijäدİא، ĘכħıĬÉ ِİijĨïĐא. وñİا כĩא ĵĩùĺ اĤכאóĘ ÝĻĨ :ĵĤאđÜ אلĜ א؛ıùĭåÖ ÙĨאĻĝĤا ĹĘ اij×ĜijĐ אĻĬïĤا ĹĘ אتęāĤا هñıÖ اijęĀ ُ ħà ĩĤא و ۜ﴾ [اóøŶاء٩٧/١٧،] ŻĘ Y¯ًّ ٰ« ُو ُj ¹ِ¶ِ·ْ ُ ْ ¯ًYÁ َوُ\ ْ§ ً̄Y َو †ُ «َ _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ َ¹َْم اª À ْ ¶ُ yُƒُ oْ َ ﴿َو² َį، واijĩĥùĩĤن כאijĬا øאīĻđĨ Ĭ ْ َ و óĺ źو ųا Ʃ نij×Ĉאíĺ źو ųا Ʃ ٣مŻכ نijđĩùĺ ُכijĨóن ijĺم اĻĝĤאÙĨ ĉíÖאįÖ وįĨŻø ĻĘ ،ěéĤا ĵĤإ īĺóČאĬ ěéĤאÖ īĻĥÐאĜ ěéĤا ƪ وĝĤאįÐ. ْ ف، ĻĘכijن ó ƪ āĤا ď ْ ä ƪ َْy ِj ُ ¹َۙن﴾ اijäóĤع اóāĬźاف، واóĤ À Êَ ْ·ُžَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ِ äאع رijäع اóĻĉĤ ïđÖ ĉĜאıĐא أي óìوıäא īĨ ŻÖد ّ א. واóĤ ً א وĺïđÝĨ ً Ĩزź «ďäر« Ùُ َ đْ ُõاıĤא، ورä İ ïđÖ אıĤאè ُ ī ْ ùُ ُ اģÖŸ وè īَ ، واŸرäאع ِĩø ّ اĤ×óد إĵĤ ŻÖد اóéĤ ُĵđä اijäóĤع، واijäóĩĤع ijäاب اõĤوج ĹĘ ƪ اÙĝĥĉĩĤ çÝęÖ اóĤاء وכİóùא، واóĤ اøóĤאÙĤ. ّ واÝĤ×אכħ. وģĻĜ: אمāÝĤوا ĹĨאđÝĤا īĐ :ģĻĜو .ěéĤا ĵĤإ نijđäóĺ ź ٤ وóĻùęÜه ĭİא: إĵĤ رؤÙĺ اěéĤ وĩøאįĐ واÝĤכħĥ įÖ. وģĻĜ: إĵĤ ijàاب Ʃ اų. وأĘאدت اÙĺŴ أħıĬ כאijĬا ijđĻĉÝùĺن اijäóĤع ÖאĉÝøאÙĐ ÙĨŻø اźŴت ßĻè اijĝéÝøا اñĤم óÝÖכį وأن įĤijĜ: ٥ .אıĤאĩđÝøا ħıכóÜ ĹęĬ ijİ ģÖ ت؛źŴا ĹęĭÖ ÷ĻĤ ﴾ ٌ ¿¯ْ ُ ٌ §ْ \ُ ٌ ّ†ُ ﴿ ١ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: اéĩĤכħ واćĻéĩĤ اħčĐŶ īÖź ïĻøه، (ص م م)؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، (ص م م). .įĤ ħĥĐ ź :ط ٢ ٣ ط: Żøم. ٤ ر: ĭıİא. ٥ ر: ÖאĩđÝøאıĤא. ٥ ١٠ ١٥ 522 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sonra Allah Teâlâ “İşte biz âyetleri böylece tafsilatlı olarak açıklıyoruz ki belki dönerler.” [ el-A‘râf 7/174] âyeti ile insanları kendi emirlerine uyup yasaklarından kaçınmaya “dönme”ye teşvik etmektedir. Kim kendi seçimi ile O’na dönmezse, onu ölüm ve dirilişte zorla Allah’a döndürürler. Hak Teâlâ “Her nefis ölümü tadacaktır, sonra Bize döndürüleceksiniz.” [ el-Ankebût 29/57], “Allah’a döndürüleceğiniz günden sakının.” [ el-Bakara 2/281] buyurmuştur. Kim de dünyada kendi fiili ile Allah’a döner ve “Biz Allah’tanız ve O’na dönücüyüz.” [ el-Bakara 2/156] şeklindeki sözü ile bunu tahkik ederse, o kimsenin Hakk’a dönüşü saygınlık ile gerçekleşir ve Hak Teâlâ’nın “Ey mutmain nefis! O senden razı, sen de O’ndan razı olarak Rabbine dön.” [ el-Fecr 89/27-28] hitabına muhatap olur. 19. Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. [ el-Bakara 2/19] “Yahut gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi” Ev (yahut) harfi Kur’ân’da on üç anlamda kullanılmıştır: 1. Şüphe anlamında kullanılmıştır: “Dediler ki: Ya bir gün kaldık yahut bir günün bir kısmı kadar...” [ el-Kehf 18/19]. 2. Şüphelendirme anlamında kullanılmıştır: “Eğer o ölür yahut öldürülürse…” [ Âl-i İmrân 3/144]. Bu ilkinden farklıdır, çünkü bunda sözün sahibi herhangi bir şüphe sahibi olmasa da iki seçenekten hangisinin olacağı dinleyenden gizlenmiştir. 3. Muhayyer bırakma anlamında kullanılmıştır: “Onun kefâreti on fakiri doyurmak (...) yahut bir köle azat etmektir.” [ el-Mâide 5/89] 4. Mübah kılma anlamında kullanılmıştır: “De ki Allah diye dua edin yahut Rahmân diye dua edin.” [ el-İsrâ 17/110] Bu, muhayyer bırakmanın aynı değildir, muhayyer bırakmada iki seçenekten her ikisinin değil, sadece birinin farz olduğu, fakat seçme hakkı verildiği ifade edilir, mübah kılmada ise kişi iki seçeneğin ikisini birden de yapabilir, sadece birini de yapabilir. 5. Tafsil anlamında kullanılmıştır: “Allah’a ve Resulüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir.” [ el-Mâide 5/33] Bu cezalardan her biri farklı bir suçun cezasıdır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 523 :įĤijĝÖ įĻıĭÖ אءıÝĬźوا هóĨÉÖ אرĩÝÐźאÖ įĻĤإ عijäóĤا ĵĤإ ěĥíĤا بïĬ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن ħà ا ً אرĻÝìا įĻĤإ ďäóĺ ħĤ īĩĘ ،[١٧٤/٧ ،افóĐŶا﴾ [ن¹َ ُ jِ yَْ À ْ·ُ َّ «َ َ َ ِ Yت َوª Ÿَُ ُ‡ِّ© ْ ٰ اÀÊ ² ¥َ ِ ﴿َوَ¦ ٰªw َ ْ َ̄¹ْ ِت ُf ّ ُ£َِ_ اª Ÿَْ ٍ{ َذٓائ ² ُ ©ّ¦ُ ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ .ßđ×Ĥوا تijĩĤאÖ ا ً رijđäه إįĻĤ إä×אر َ« ّ اà ِٰ] ﴾اĤ×óĝة، ªِ ا µÁِ ž۪ ن¹َ ُ jَ yْbُ Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À bاّ وَ﴿:אلĜو] ٥٧/٢٩ ،تij×כĭđĤا﴾ [ن¹َ ُ jَ yْbُ Y³َÁَْ ªِ ا ﴾ۜ َْÁِµ َر ِ اj ُ ¹َن ªِ Y ا َٓ ²ِّ واَ ِٰ Ãِّ Yَ ²ِّ ٢٨١/٢] وīĨ رďä إįĻĤ ĹĘ اĻĬïĤא įĥđęÖ وěĝè ذĤכ įĤijĝÖ:﴿ ا _ُ َ ْ ُ̄ ْ َِ̄ئ³ّ َ Ÿْ ُ{ اª ³ªا ّ Y·َcَُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :įĤijĝÖ ÕĈאíَ ُ ĺو ÙĨاóכĤאÖ įĻĤإ įĐijäر ١ [اĤ×óĝة، ١٥٦/٢] כאن ۚ﴾ [اóåęĤ، ٢٨-٢٧/٨٩[. _ً َ ٰ« َرِّ\ ¥ِ َر ِ اَŠÁً _َ®ْy ّŠِÁ ªِ ٓ¿ ا ِْر ِj ۪ ا ĹٓĘ۪ ْ ħُ ıَ đÖאِ Āَ اَ نijَ ĥُ َ đåْ َ ْ ٌۚق ĺ óَ Ö َ و ïٌĐْ َ َر َ ٌ אت و ĩĥُČُ įĻِ Ę۪ אءِ َٓ ĩ ƪ ùĤا īَ Ĩِ Õٍ ِ ّ ْ َכ َĻā -١٩ َاو īĺ َ ó۪ Ęאِ כَ Ĥאْ Öِ ćĻ ٌ é۪ ُ Ĩ ųا ُƩ َ ْ ِتۜ و ij َ َ ْاĩĤ رñَèَ ěِ Đا ِ َ ijāĤا ƪ īَ Ĩِ ْ ٰاَذ ِاĬِħı :ĵĭđĨ ةóýĐ ÙàŻáĤ آنóĝĤا ĹĘ «وَْ ٓ ِYء﴾ «ا َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ [ِ ®±َ ّ اªَ َ¯ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا ٍۜ﴾ [اĤכėı، ١٩/١٨[. ¹َْم À ‰َ ْ َ َْو \ ¹َْ ًRY ا À Y³َgْ]ِ َ ¹ُا ª ªYَ أİïèא ýĥĤכ، Ĝאل: ﴿¢ ٣ َْو ِ¢ُcَ] ﴾©آل óĩĐان، ١٤٤/٣] وñİا óĻĔ اŶول؛ ñİا ِ ±ْ َR َ Yت ا žََY۬ئ ٢ ﴿ا وýÝĥĤכĻכ، Ĝאل: .ģÐאĝĤا īĨ כü óĻĔ īĨ ďĨאùĤا ĵĥĐ אلéĤا אءęìإ َْو ا ﴿:įĤijĜ ĵĤإ] ٨٩/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [±Áَ ¦Y۪ َ ®َ ةِyَƒَ َ مYُ َ Žْ ِ ا ٓµُ bُرYَ َ وóĻĻíÝĥĤ، Ĝאل: ﴿žَ َ§ Ÿّ ۜ﴾ [اĩĤאïÐة، ٨٩/٥]. _ٍ]ََ ۪ ُyÀ َر¢ yoْ َ b ۜ﴾ [اóøŸاء، ١١٠/١٧]. وñİا ±َ ¯ٰ nْ َ ] ّ اyª ِ ْاد¹ُا [٧٥ب َو وÖŹĤאÙè، Ĝאل: ﴿ِ¢ُ© ْاد¹ُا ّ اà َٰ ا óĻĔ اóĻĻíÝĤ؛ ذاك ĻÖאن أن اijĤاÕä أĩİïèא ź اĤכģ وįĤ اĻíĤאر، وĹĘ اÖŸאÙè įĤ أن ĩıĥđęĺא وįĤ أن ģđęĺ اĩİïèא. َ ُµ ﴾اÙĺŴ،] اĩĤאïÐة، ٣٣/٥] כģ ِ ُ\ ¹َن ّ اà َٰ َوَر ُ~¹ª ُ َYoر À ±À َ w۪ َّ ªا ؤآُ}ٰ jَ Y¯َ َ ²ِّ وģĻāęÝĥĤ، Ĝאل: ﴿ا .ىóìŶا óĻĔ ÙĺאĭåĤ אıĭĨ ÙÖijĝĐ ١ ر: وכאن. ٢ ح - Ĝאل. ٣ ح: وñİا. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 524 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 6. Ve anlamında kullanılmıştır: “Belki o öğüt alır ve korkar.” [ Tâhâ 20/44] 7. Bel (aksine) anlamında kullanılmıştır: “Bir göz kırpması gibi ya da daha az bir zaman…” [ en-Nahl 16/77]. 8. “Ve lâ” (Ve hayır/ve yapma) anlamında kullanılmıştır: “Ve onlardan hiçbir günahkâra yahut hiçbir nanköre itaat etme.” [ el-İnsân 76/24] 9. Hattâ (tâ ki) anlamında kullanılmıştır: “Bu işte sana düşen bir şey yoktur yahut Allah onların tövbelerini kabul eder.” [ Âl-i İmrân 3/128] 10. İki şeyden ikisi de varken hükmün her ikisi ile ilgili olduğu, ancak tek biri var ise sadece var olanla ilgili olduğu durumları ifade etmek üzere kullanılmıştır: “İçinizden kim hasta yahut seferde ise...” [ el-Bakara 2/184], “Öldürülür yahut galip gelirse…” [ en-Nisâ 4/74]. 11. Zikredilmiş iki şey arasında girme anlamında kullanılmıştır. Buna ilâve olarak aralarında ev edatı bulunan iki kelime çiftinin zikredilmesi ve bunlardan birinin birine, diğerinin diğerine tayin edilmesinin kastedilmesi anlamı da vardır: “O hâlde ya biz apaçık bir hidâyet veya dalâlet üzereyiz yahut siz.” [Sebe’ 34/24] Yani “biz hidâyet üzereyiz, siz ise dalâlet üzeresiniz.” 12. İki husus zikredilip sanki muhatap bunlar arasında muhayyer bırakılıyormuş ya da her ikisi de mübah kılınıyormuş gibi görünen, fakat muhatap her ikisini ya da birini yapsa bile ona bunun fayda vermeyeceği kastedilen cümlelerde zikredilen iki şey arasında kullanılmıştır: “Yaslanın o ateşe, artık sabredin yahut etmeyin!” [ et-Tûr 52/16] 13. Bu sayılanlardan iki ya da daha fazlasını ifade etmek üzere kullanılmıştır: Bu âyetteki “Yahut gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi” ifadesi böyledir. Bu ifade muhayyer bırakma anlamına gelebilir, bu durumda anlam “Dilerseniz münafıkların misalini ateş yakan kimse gibi düşünebilir ya da sağanak yağmura tutulan kimse gibi düşünebilirsiniz.” şeklinde olur. “Ve” anlamında kullanılmış olması da mümkündür, yani anlam “ve gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi” şeklinde olur. “Bel/aksine” anlamında olması mümkün olduğu gibi tafsil ifade etmek için kullanılmış olması da mümkündür, çünkü Allah’ın izni ile daha sonra açıklayacağımız üzere burada ilk yapılan teşbih ile ikinci teşbih başka şeylere dairdir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 525 .[٤٤/٢٠ ،įĈ] ﴾»ƒٰ sْ َ َْو À ُy ا َ ¦ّ wَcََ À µُ َّ «َ َ وĵĭđĩÖ اijĤاو، Ĝאل: ﴿ª ْ َy ُبۜ ﴾ [اģéĭĤ، ٧٧/١٦[. ¢َ َْو ُ¶¹َ ا ِ ا y‡َ ]َْ ِ اª m¯ْ َ «¦َ﴿ ١ :אلĜ ،ģÖ ĵĭđĩÖو ۚ﴾ [اùĬŸאن، ٢٤/٧٦]. َْو َ¦Ÿُ ¹ًرا ِ ً̄Y ا fٰ وĵĭđĩÖ»وź «Ĝאل: ﴿َوَÊ ُb ِ •ْ ِ®ُ³ْ·ْ ا َْÁِ·ْ] ﴾آل óĩĐان، ١٢٨/٣]. َُc ¹َب َ» َْو À ٌء ا ¿ْ ‚َ ِ y®ْ Êا َْ ±َR ِ ¥َ َ ª }َ Áَْ ª﴿:אلĜ ،ĵÝè ĵĭđĩÖو وñĤכó īĻÑĻü ěĥđÝĺ اéĤכħ ĩıĺÉÖא وïä وĩıÖא إن وïäا، Ĝאل: ﴿žَ َ̄ ±ْ َ¦ َYن ِR³ْ ُ§ ْ َ ِ›ْ» ْ]﴾ [اùĭĤאء، ٧٤/٤]. َْو À ْ َcْ ©ا ٍ﴾ [اĤ×óĝة، ١٨٤/٢] وĜאل: ﴿ُžَÁ£ yŸَ~َ »ٰ َْو َ» ا Y‹À ً ۪ y®َ ٢ وěéĥĺ ĩıÖא ñĨכijران ĩıĭĻÖא כÙĩĥ» أو» ً أąĺא، واóĩĤاد īĺرijכñĨ īĻÖ لijìïĥĤو َْو ž۪¿ ٰ« ُ¶ ًuى ا «َ َ ª ْ¦Yُ َ Àِّ َْو ا Y ا َٓ ²ِّ īĻĻđÜ أĩİïèא ĩİïèŶא وīĻĻđÜ اóìŴ óìŵĤ، Ĝאل: ﴿َوا .لŻĄ ĹęĤ ħכĬوإ ىïİ ĵĥđĤ אĬإ أي] ٢٤/٣٤ ،É×ø] ﴾±Áٍ ]۪®ُ لٍËَŠَ ijĤ įĬأ įÖ ادóĩĤوا אĩİŻכ אĩıĤ אح×ĺو אĩıĭĻÖ óĻíĨ įĬأ ħİijĺو īĺóĨأ īĻÖ óכñĥĤو ﴾ۚ َ ِ‡ْ[ُyوا b Êَ وَْ ا وآyُ]ِ†Y ْ žَ Y¶َ¹َْ «†ْ ِ ٣ ﴿ا :אلĜ ،įđęĭĺ ħĤ אĩİïèأ ģđĘijĤو אهđęĭĺ ħĤ אĩıĥđĘ [اijĉĤر، ١٦/٥٢]. َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ﴾[ وĩÝèźאل وīĻıä أو وijäه ĩĨא ģĩđÝùĺ įĻĘ، כĩא ĹĘ ñİه اÙĺŴ:﴿ ا ً ا، אرĬ ïĜijÝùĩĤا ģáĩכ īĻĝĘאĭĩĤا ģáĨ اijĥđäאĘ ٤ ģĩÝéĺ أن ĺכijن óĻĻíÝĥĤ، أي وإن ħÝÑü ِÕ. وijåĺز أن ĺכijن ĵĭđĩÖ اijĤاو، أي ّ ĻĀ אبéĀأ ģáĩכ ħıĥáĨ اijĥđäאĘ ħÝÑü وإن وכÕĻā، وijåĺز أن ĺכijن ĵĭđĩÖ ģÖ، وijåĺز أن ĺכijن ģĻāęÝĥĤ؛ ĘאýÝĤ×įĻ اŶول .ųا Ʃ אءü إن īĻ×Ĭ אĨ ĵĥĐ ،óìآ ءĹýĤ ĹĬאáĤوا ،ءĹýĤ ١ ح - Ĝאل. ٢ ر: اñĩĤכijرīĺ. ٣ ح: وĜאل. ٤ ح: إن ħÝÑü. ٥ ١٠ ١٥ 526 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Yahut gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi” ifadesindeki kef harfi teşbih için kullanılır. Teşbih belâgatın kısımlarından biri olup anlamın daha açık ve kalpte daha etkili olmasını, kulağa daha hoş gelmesini sağlar ve kastedilen mânaya daha iyi ulaştırır. Kur’ân’da da çokça kullanılmıştır: “Güzel bir ağaç gibi” [İbrâhîm 14/24], “Kötü bir ağaç gibi” [İbrâhîm 14/26], “Issız çöldeki serap gibidir.” [ en- Nûr 24/39], “Rüzgârın savurduğu kül gibi” [İbrâhîm 14/18], “Bir kayanın durumu gibi” [ el-Bakara 2/264], “Köpeğin durumu gibi” [ el-A‘râf 7/176], “Onlar hayvanlar gibidir.” [ el-A‘râf 7/179], “Denizde dağlar gibi..” [ eş-Şûrâ 42/32], “Onlar sanki içi boş hurma kütükleri gibidir.” [ el-Hâkka 69/7], “Sanki içinde bir lamba bulunan bir kandillik gibidir.” [ en- Nûr 24/35], “Sanki inciye benzer bir yıldızdır.” [ en- Nûr 24/35], “Yedi başak yetiştiren bir tane gibidir.” [ el-Bakara 2/261], “Bir kayalıktaki bir bahçe gibidir.” [ el-Bakara 2/265], “Gökten indirdiğimiz bir su gibi.” [ el-Kehf 18/45], “Yağmur misali” [ el-Hadîd 57/20], “Sanki onlar saçılmış çekirge sürüleri gibidir.” [ el-Kamer 54/7], “Sanki atılmış renkli yün gibi.” [ el-Kāria 101/5], “Kızgın yağ gibi bir gül.” [ er-Rahmân 55/37], “Sanki şeytanların başları gibi.” [ es-Sâffât 37/65], “ Su isteklerine maden eriyiği gibi kavuran bir su ile cevap verilir.” [ el-Kehf 18/29], “Saklı inci gibidirler.” [ et-Tûr 52/24], “Günyüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdırlar.” [ es-Sâffât 37/49], “Sanki onlar yakut ve mercandırlar.” [ er-Rahmân 55/58] es-Sayyib yağmur anlamına gelir ve (indi anlamındaki) sâbe, yesûbu fiilinden türer. Şair şöyle demiştir: O hâlde sen bir insana ait değilsin, fakat bir meleğe aitsin Gökten inen, semânın boşluğundan (yeryüzüne) yönelen es-Sayyib aynı zamanda bulut anlamına da gelir. Şair Ebû Zueyb şöyle demiştir: Vadide bir su birikintisindeki yağmurun suladığı Sağanak hâlinde, uzunca bir zaman hiç durmaksızın 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 527 ēĥÖأ ijİو ،ÙĔŻ×Ĥا אمùĜأ ïèأ ijİو ،įĻ×ýÝĥĤ כאفĤا]﴾ ٍ Áِّ‡َ ¦َ وَْ وįĤijĜ:﴿ ا ĹĘ اĵĭđĩĤ وأوďĜ ĹĘ اÕĥĝĤ وأñĐب ĹĘ اĩùĤאع وأوģĀ إĵĤ اóĩĤاد. وijİ ،ħĻİاóÖإ﴾ [ۨ_ٍgÁَ ]۪ rَ ةٍyَkَ ƒَ ¦َ ﴿ ،[٢٤/١٤ ،ħĻİاóÖإ_﴾ [ٍ[َÁِّŽَ ةٍyَkَ ƒَ ¦َ ﴿ :óĻáכ آنóĝĤا ĹĘ ،ħĻİاóÖإ﴾ [mÀُ ۪ yªا ّ µِِ َ ْت \ uّ cَ‚ا ْ ۨ دYٍ ®َyَ¦َ ﴿ ،[٣٩/٢٤ ،رijĭĤا_﴾ [ٍ Áَ £۪ ِ ٢٦/١٤]، ﴿ َ¦ ََy ٍ اب \ ۚ]﴾ [اóĐŶاف، ١٧٦/٧]، ِ ْ «§َ ْ ªا© ِgَ¯َ¦﴿َ ،[٢٦٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [انٍ ¹َŸْ†َ© ِgَ¯َ¦َ ﴿ ،[١٨/١٤ ِۜ﴾ [اijýĤرى، ٣٢/٤٢]، مËَ ْ ÊY َْ ¦َ ِ yoْ ]َْ ِ﴾ [اóĐŶاف، ١٧٩/٧]، ﴿žِ¿ اª ِئ ¥َ َ¦ َْ ÊY²ْ َYم ٰٓ ُو۬ª ﴿ا ۜYح ﴾ [اijĭĤر، ٌ ]َ‡ْ ®ِ Y·Áَ ž۪ ة¹ٍ§ ٰ ƒْ̄ ِ¦َ ﴿ ،]٧/٦٩ ،ÙĜאéĤا﴾ [ۚ _ٍ َ Àِ وYrَ ©ٍsْ َ ² زYُ kَ ْ َ َُ·ْ ا ²َّ Y¦َ ﴿ ﴾©َ ِ \Y³َ~َ •َ]ْ~َ aْ cَ]َ²َْ َ ٍ_ ا ]ّnَ ©ِgَ¯َ¦َ ﴿ ،[٣٥/٢٤ ،رijĭĤا ﴾ [ٌ ِ ّي ] ُدّر ٌ ¦َ¹ْ¦َ Y·ََ ²َّ Y¦َ ﴿ ،[٣٥/٢٤ ٓ ِYء﴾ ³َْ ُYه ِR ±َ ّ اªَ َ¯ ª{َ²َْ ٓ ٍYء ا َِyْ\ٍ¹َة﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦٥/٢]، ﴿ َ¦َ̄ \ _ٍ َ ³ّjَ ©ِgَ¯َ¦َ ﴿ ،[٢٦١/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ،óĩĝĤا﴾ [y ٌاد ُRَ³ْc ٌۙƒِ yَjَ ْ·َُ ²َّ Y¦َ ﴿ ،[٢٠/٥٧ ،ïĺïéĤا﴾ [eٍ Áْ šَ ©ِgَ¯َ¦َ ﴿ ،[٤٥/١٨ ،ėıכĤا[ ۚ﴾ [اīĩèóĤ، ٣٧/٥٥[، ِ َ¶ ِYن ْ َ̄Ÿُ³ْ ِۜ ¹ش﴾ [اĝĤאرÙĐ، ٥/١٠١[،﴿ َوْرَدًة َ¦ ّ uªY ْ ِْ·±ِ اª ªY¦َ ﴿ ،[٧/٥٤ ْ ُْ̄·ِ©﴾ [اĤכėı، ٢٩/١٨[، ªY¦َ ءYٍ ٓ ¯َ ِ ُ ›َ ُfY¹ا \ À﴿ ،[٦٥/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾ [±Áِ ŽY۪ Áَ َ َ ُµ ُرُ۫ؤ ُس ّ اªƒ ²َّ Y¦َ ﴿ ٢ ¹ن﴾ [اāĤאĘאت، ٤٩/٣٧]، ٌ ³ُ§ْ ®َ ‰ٌ Áَْ \ َ ±ّ ·َُ ²َّ Y¦َ ﴿ ١ ¹ن﴾ [اijĉĤر، ٢٤/٥٢]، ٌ ³ُ§ْ ®َ ۬Q ٌُ ªQُْ ª ْ·َُ ²َّ Y¦َ ﴿ .[٥٨/٥٥ ،īĩèóĤا﴾ [نYُۚ jَ yْ ¯َ ْ ªواَ ت¹ُ ¢Yُ Áَْ َ اª ±ّ ·َُ ²َّ Y¦َ ﴿ [ أ ٧٦] ٤ ٣ أي õĬل. Ĝאل اýĤאóĐ: ،بijāĺ ،אبĀ :ħıĤijĜ īĨ óĉĩĤا ÕĻāĤوا بijُ āُ َ َ ِאء ĺ ĩ ƪ ِ اùĤ ّ ijäَ īْ Ĩِ لَ ƪ õَ ĭَ Ü كٍ Żَ َ ĩĤِ īْ כِ Ĥَ َ ٍ و ّ Ĺùِ ĬْŸِ ِ Ûَ ْ ùĥَĘَ ٥ واÕĻāĤ اéùĤאب ً أąĺא، Ĝאل أijÖ ذؤÕĺ: ٦ ُ ďĥِĝْ ُ ĺ אĨ Ùً َ İ ْ óُ Ö َ ħåَ àÉْ Ęَ ،اهٍ َ ِ ٌÕ و ّ ĻĀَ אİאĝ َ ø אنđĻ ٍ Ĝِ ارóĝÖ ِ ُ ٌijن. َ ْכĭ Ĩ ۬ ٌ Ëُ Ĥ ْ Ëُ Ĥ ْ ħُ ıƪ Ĭَ َא ١ ح - כ ُ ٌijن. َ ْכĭ Ĩ ۬ ٌ Ëُ Ĥ ْ Ëُ Ĥ ْ ħُ ıƪ Ĭَ َא ٢ ح + כ ٣ ط ر + ÖijĀא. ٤ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، ٢٥٥/٢؛ اéĩĤכħ واćĻéĩĤ اħčĐŶ īÖź ïĻøه، (ك ف أ). ٥ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺان اīĻĻĤñıĤ، ٥/١؛ اéĩĤכħ واćĻéĩĤ اħčĐŶ īÖź ïĻøه، (ق ر ر)؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، (ق ر ر). ُ ďِ ĥْ ĝ ُ ĺ ź Ùً َ İ ْ ó ُ Ö َ ħ َ åْ àÉَ Ę ،ٍ َ اه و ģِÖٌ َ َĝאİא و ø אنđĻ ٍ ِ وĹĘ اijĺïĤان: ِ óĝÖار Ĝ ٦ ĹĘ İאûĨ م: ħåàÉĘ ÖאáĤאء أي أóĉĨ داĩÐא أĺאĨא ÍĘذا أďĥĜ ïĝĘ أħåĬ؛ و ĹĘ İאûĨ ط: أħåà اóĉĩĤ أي כóá ودام، ĝĺאل: ٥ ١٠ ١٥ 528 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri es-Sayyib kelimesinin aslı sayvib şeklindedir, ancak buradaki vâv harfi ye harfi ile kesre arasına gelip idgam edildiği için ye harfine dönmüştür ki aynı şey es-seyyid, el-ceyyid, et-tayyib ve el-leyyin kelimelerinde de vardır. Ancak es-seyyid ve el-ceyyid kelimelerindeki ye harfinin aslı vâv, et-tayyib ve el-leyyin kelimelerindeki harfin aslı ise yedir. Bu iki kelimede ikişer kez yazılan ye harfi birleştirilmiştir. Buradaki anlamı ise Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes‘ûd’a göre “ yağmur gibi” şeklindedir. Kimileri bu ifadenin anlamının “bulut gibi” olduğunu söylemişlerdir, çünkü aynı âyette “Onda karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek vardır.” denilmektedir ki bunlar yağmurda değil, bulutta olur. Buluta sayyib ( yağmur) isminin verilmesinin nedeni, yağmurun buluttan yağmasıdır, bu yüzden bulut gökten inen (yesûbu) yağmurdur. “Gökten” es-Semâ kelimesi sözlükte, dünyanın tavanı anlamındadır. es-Semâ aynı zamanda atın sırtı, yağmur, evin damı, bulut anlamlarına da gelir. Kur’ân’da bu kelime farklı anlamlarda kullanılmıştır: 1. Yedi gök anlamında kullanılmıştır: “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir.” [ el-Bakara 2/29] 2. Üzerimizdeki gök anlamında kullanılmıştır: “Üzerlerindeki semaya bakmazlar mı?” [Kāf 50/6] 3. Bulut anlamında kullanılmıştır: “Semadan su indirdi.” [ ez-Zümer 39/21] 4. Yağmur anlamında kullanılmıştır: “Semayı üzerinize akın akın gönderir.” [ Hûd 11/52] 5. Hava anlamında kullanılmıştır: “Aslı sabit, dalları ise semadadır.” [İbrâhîm 14/24] 6. Evin tavanı anlamında kullanılmıştır: “Kendisini bir iple semaya [tavana] bağlasın.” [el-Hac 22/15] 7. Cennet seması anlamında kullanılmıştır: “Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar.” [ Hûd 11/108] 8. Cehennem seması anlamında kullanılmıştır. “Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar.” [ Hûd 11/107] Buradaki anlamı “ dünya semasından” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam “buluttan” şeklindedir. es-Sayyibin bulut olduğunu söyleyen kimse buradaki sema kelimesini bulut anlamına hamledemez, bu yüzden de “ dünya seması” anlamına hamleder. Fakat es-sayyibin yağmur olduğunu söyleyen kimse sema kelimesini her iki anlama da hamledebilir. Bu iki tefsir şöyle uzlaştırılabilir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 529 ١ ĺאء وכóùة وأدÛĩĔ، ِijب، Āאرت اijĤاو ĺאء ıĐijĜijĤא īĻÖ ْ ĻĀ įĥĀأ Õِ ّ Ļ َ واāĤ ّאن، ّאن، واÕĻĉĤ واīĻĥĤ ĺאĻÐ ّī، ّإź ّ أن اïĻùĤ واïĻåĤ واوĺ ĻĥĤوا Õّ ĻĉĤوا ï ّ ĻåĤوا ï ّ כאĻùĤ ٢ .אمĔدŸאÖ ةïèوا אÜאرĀ ħà ،īĻÐאĻÖ īĻِ ْ ĻĤوَ ÕĻِ ْ وأĩıĥĀא: َĻĈ أي :ħıąđÖ אلĜ ïĜو .دijđùĨ īÖوا אس×Đ īÖا لijĜ ĹĘ ٤ ٣ أو כóĉĩ وóĻùęÜه ĭİא: ٌۚق﴾ وذĤכ ĹĘ اéùĤאب ź ĹĘ اóĉĩĤ، yْ َ u َو\ כéùאب؛ įĬŶ Ĝאل: ﴿ž۪ ِµÁ ُ’ُ«َ ¯ٌ Yت َوَرْ ٌ ًא؛ Ŷن اÕĻāĤ įĭĨ، وijİ اóĉĩĤ اñĤي ijāĺب، أي õĭĺل. وĹĩø اéùĤאب ĻĀ× ٦ ٥ واĩùĤאء óıČ اóęĤس ً أąĺא، ،אĻĬïĤا ėĝø ÙĕĥĤا ĹĘ אءĩùĤאĘ ﴾ءYِ ٓ وįĤijĜ:﴿ِ ®±َ ّ اªَ َ¯ ĹĘ Ĺİو ٨ ٧ واĩùĤאء اéùĤאب ً أąĺא. واĩùĤאء اóĉĩĤ ً أąĺא، واĩùĤאء ėĝø اĤ×ÛĻ ً أąĺא، •َ]ْ~َ َ ±ّ ·Àُ ٰ¹َّ žَءYِ ٓ َ« ّ اªَ َ¯ ªِ َ ْا~َcٓ¹ٰى ا اóĝĤآن ĵĥĐ وijäه: ُذכóت ijĩùĥĤات اùĤ×ď، Ĝאل: ﴿ُf ّ َُ·ْ﴾ [ق، ٓ ِYء ¢¹ْžَ َ« ّ اªَ َ¯ ªِ ³َْ ُُyٓوا ا À ْ َ «žََ ۜ ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٩/٢]. وĩùĥĤאء اĹÝĤ ĭĻĥÜא، Ĝאل: ﴿ا َ~ ٰ̄¹َ ٍ ات ©ِ~ِyْ ُ À﴿ :אلĜ ،óĉĩĥĤو .]٢١/٣٩ ،óĨõĤا ﴾ [ءYً ٓ®َ ءYِ ٓ َ²َْ}َل ِR ±َ ّ اªَ َ¯ ٦/٥٠]. وéùĥĤאب، Ĝאل: ﴿ا Yء﴾ ِۙ ٓ ¯َ َªا ّ¿ žِ Y·َُyْžَوَ a ٌ ِ \Yَ f Y·َ«ُ†ْ َ َْÁ ُ §ْ ِ®ْuَر ً ارا﴾ [ijİد، ٥٢/١١]. وijıĥĤاء، Ĝאل: ﴿ا ٓ َYء َ» ّ اªَ َ¯ ٓ ِYء﴾ [اãéĤ، ١٥/٢٢[. وĩùĤאء َ« ّ اªَ َ¯ ªِ ِ ََ[ ٍ] ا \ دْ uُ ¯ْ Áَ ْ «žَ﴿ :ÛĻ×Ĥا ėĝùĤو .]٢٤/١٤ ،ħĻİاóÖإ[ ِ ۪u َ À± ž۪ َÁ·Y َ®Y َد َاR ِa ّ اªَ ٰ¯¹َ ُ ات َو َْ اÊْر ُض﴾ [ijİد، ١٠٨/١١]. وĩùĤאء ħĭıä، ªYrَ ﴿ :אلĜ ،ÙĭåĤا ِ ۪u َ À± ž۪ َÁ·Y َ®Y َد َاR ِa ّ اªَ ٰ¯¹َ ُ ات َو َْ اÊْر ُض﴾ [ijİد، ١٠٧/١١]. ªYrَ ﴿ :אلĜ ٩ أي īĨ اĩùĤאء اĻĬïĤא. وģĻĜ: أي īĨ اéùĤאب، īĩĘ ģđä وóĻùęÜه ĭİא: א ħĤ ĩĺכįĭ óĀف اĩùĤאء إĵĤ اéùĤאب، įĘóāĻĘ إĵĤ اĩùĤאء اĻĬïĤא، ً Öאéø ÕĻāĤا :īĺóĻùęÝĤا īĻÖ ěĻĘijÝĤوا .אĩıĭĨ ïèوا ģכ ĵĤإ įĘóĀ įĭכĨأ ا ً óĉĨ įĥđä īĨو أÛĩåà اĩùĤאء ħà أÛĩåĬ. ١ ط + ĈאÙęÐ. ةïèوا אÜאرĀ ħà ،īĻÐאĻÖ īĻِ ْ ĻĤوَ ÕĻِ ْ ّאن، وأĩıĥĀא: َĻĈ ّאن، واÕĻĉĤ واīĻĥĤ ĺאĻÐ ّī، ّإź ّ أن اïĻùĤ واïĻåĤ واوĺ ٢ ط ر - واĻĥĤ ÖאŸدĔאم. ٣ ط ر: ĭıİא. ٤ ر: أي כóĉĩ. ٥ ط ر + واĩùĤאء اéùĤאب ً أąĺא. ٦ ط ر - واĩùĤאء óıČ اóęĤس ً أąĺא. ٧ ط ر + واĩùĤאء óıČ اóęĤس ً أąĺא. ٨ ط ر - واĩùĤאء اéùĤאب ً أąĺא. ٩ ر: ĭıİא. ٥ ١٠ ١٥ 530 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yağmur dış görünüşte buluttan yağar, bulut ise asıl itibariyle semadandır, nitekim Allah Teâlâ “Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün.” [ en- Nûr 24/43] buyurmuştur. Vehb b. Münebbih Kitâbü’l-Mübtede’de Abdullah b. Abbas’ın şöyle dediğini rivayet eder: Arşın altında bir deniz vardır, hayvanların (canlıların) rızkı oradan iner. Allah Teâlâ ona vahyeder, o da bir semadan diğerine ve nihayet dünya semasına kadar Allah’ın dilediği kadar yağmur yağdırır. Allah rüzgâra vahyeder, rüzgâr onu taşıyıp buluta yükler, bulut kalbur gibidir, Allah ona elemesini vahyeder, o da eler. Düşen hiçbir yağmur tanesi yoktur ki beraberinde onu konacağı yere bırakan bir melek olmasın. Gökten düşen hiçbir katre yoktur ki ağırlığı ve ölçüsü mâlûm olmasın. Bunun tek istisnası tufan günü olmuştur, çünkü o gün ölçüsüz ve tartısız bir şekilde bardaktan boşanırcasına su inmiştir. “Yoğun karanlıklar.” Bunlar gecenin, bulutun ve yağmurun karanlığıdır. Bir görüşe göre bu, yağmur ve bulutun ışığı örtmesinden kaynaklanan karanlıktır. “ Gök gürültüsü ve şimşekle.” er-Ra‘d (gök gürültüsü) Vehb b. Münebbih’e sorulmuş, o da “Allah bilir.” demiştir. Ma‘mer’in şöyle dediği nakledilir: “ Zührî’ye er-ra‘din ne olduğunu sordum, o da ‘Allah bilir.’ dedi.” Kâ‘b, Abdullah b. Ömer’e er-ra‘di sormuş, o da şöyle demiştir: “O, Allah’ın bulutları sevk etmekle görevlendirdiği bir melektir. Allah bulutların bir beldeye sevk edilmesini istediği zaman ona emreder, o da sevk eder. Dağıldıkları zaman tıpkı sizin hayvanlarınıza yaptığınız gibi onları sesi ile alıkoyar ve toparlar.” Ardından şu âyeti okumuştur: “Ra‘d (gök gürültüsü) O’nu hamd ile tesbih eder, melekler de O’nun korkusundan tesbih ederler.” [ er-Ra‘d 13/13] Sahâbeden bazı kimselerden rivayet edildiğine göre onlar gök gürültüsünü duydukları zaman “ Gök gürültüsünün kendisini hamd ile tesbih ettiği, meleklerin de O’ndan korku ile tesbih ettikleri Allah yüceler yücesidir.” derlermiş. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 531 ¿j۪ {ْ ُ À َٰ Ãا ّ َ َ ّن ََy ا b ْ َ ªَ ًא وijİ īĨ اijĩùĤات ً أŻĀ، Ĝאل: ﴿ا أن اóĉĩĤ īĨ اéùĤאب ĻĐאĬ ۚ﴾ [اijĭĤر، ٤٣/٢٤]. µ۪ ِ ªËَrِ ±ْ ®ِ جُyُsْ َ ْ¹َْد َق À ªا ىyَcَžَ Y®Y ً ¦َرُ µُ«ُ َkْ َ À َ ّ fُ µُ³َÁَْ \ ُ ِ ّ ªQَُ À َ ّ fُ Y\Yً oَ ~َ [ب٧٦ [óéÖ شóđĤا ÛéÜ :אلĜ įĬأ אس×Đ īÖا īĐ ١ أïÝ×ĩĤا ĹĘ į×ĭĨ īÖ Õİو وروى אءĩø ĵĤإ אءĩø īĨ אءü אĨ óĉĩُ ĻĘ įĻĤإ ĵĤאđÜ ųا Ʃ õĭĺل įĭĨ أرزاق اijĻéĤاĬאت، Ĺèijĺ ُ ĹĘ اéùĤאب، واéùĤאب į ƫ á ُ × َ Ýَ Ę įĥĩéÝĘ çĺóĤا ĵĤإ Ĺèijĺو ،אĻĬïĤا אءĩùĤا ĵĤإ ĹıÝĭĺ ĵÝè źإ óĉĝÜ ةóĉĜ īĨ ÷ĻĥĘ .įĥÖóĕُ ĻĘ ُ įĥÖْ ْ ٣ إĵĤ اéùĤאب أن َóĔ Ĺèijĺ ٢ ħà ،אلÖóِ ĕĤا ÙĤõĭĩÖ وıđĨא ĥĨכ ıđąĺא ıđĄijĨא، وź õĭÜل īĨ اĩùĤאء óĉĜة إź ÖכģĻ ijĥđĨم ووزن ijĥđĨم، .وزن źو ģĻכ óĻĕÖ óĩıĭĨ אءĨ ٥ ٤ õĭĺل إź Ĩא כאن īĨ ijĺم اĘijĉĤאن، įĬÍĘ هóÝùĺ אĨ :ģĻĜو .óĉĩĤوا אبéùĤوا ģĻĥĤا ÙĩĥČ Ĺİ ﴾تY ٌ ¯َ«ُ’ُ µÁِ ž۪﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو اóĉĩĤ واéùĤאب īĨ ijĬر اijĉĤاďĤ. :אلĝĘ ïĐóĤا īĐ į×ĭĨ īÖ Õİو ģÑø ïĝĘ ïĐóĤا אĨأ ﴾ قٌۚ yْ َ u َو\ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوَرْ ٌ .ħĥĐأ ųا Ʃ :אلĝĘ ؟ijİ אĨ ïĐóĤا īĐ يóİõĤا ÛĤÉø :אلĜ óĩđĨ īĐو .ħĥĐأ ųا Ʃ ذاÍĘ ،אبéùĤا ÙĜאĻùÖ ųا Ʃ įĥّ وכ כĥĨ :אلĝĘ ïĐóĤا īĐ óĩĐ īÖ ųا Ʃ ï×Đَ ٌ وÉøل כÕđ אĩכ ďĩÝåĺ ĵÝè įÜijāÖ هóäز įĻĥĐ قóęÜ ذاÍĘ ،įĜאùĘ هóĨأ ïĥÖ ĵĤإ įĜijùĺ أن ųا Ʃ أراد ۚ﴾ [اïĐóĤ، ١٣/١٣[ . µ۪ cِŸÁَ r۪ ±ْ ®ِ _ُ §َ ئِ ٰٓ «¯َ ْ ªواَ ه۪uِ ¯ْ oَ ِ \ uُ ْ َ yªا ّ mُ ]َِّ ُ Àوَ ﴿:أóĜ ħà ،įَ َאÖ ّ أïèכħ ِرכ د ُ ó َ ĺ ç×ùĺ īĨ אنé×ø :اijĤאĜ ïĐóĤا اijđĩø إذا اijĬכא ħıĬأ ÙÖאéāĤا īĨ ÙĐאĩä īĐو .įÝęĻì īĨ ÙכÐŻĩĤوا هïĩéÖ ïĐóĤا ُ ١ ر: اĭĩĤ×ıאت. .ûĨאİ çĀ ،אلÖóِ ُ ĹĘ اéùĤאب، واéùĤאب ÙĤõĭĩÖ اĕĤ įƫ á ُ × َ Ýَ Ę įĥĩéÝĘ çĺóĤا ĵĤإ Ĺèijĺو - ط ٢ ٣ ط: وĹèijĺ. ٤ ح + כאن. ٥ ط ر: õĬل. ٥ ١٠ ١٥ 532 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şehr b. Havşeb’in şöyle dediği nakledilir: er-Ra‘d bir melektir ve tıpkı çobanın develeri sevk ettiği, bağırarak (ıslık çalarak) onları topladığı gibi bulutları sevk eder, dağıldıkları zaman onları toplar. Çok kızdığı zaman ağzından alev fışkırır ki işte o da şimşektir. Katâde şöyle demiştir: er-Ra‘d Allah’ın yarattıklarından bir mahlûk olup parıltılıdır ve Allah’a itaatkârdır. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “Konuşması ve gülmesi buluttan güzel hiçbir şey yoktur.” Kendisine, “Bulutun konuşması ve gülmesi nedir?” diye sordukları zaman “Konuşması gök gürültüsü, gülmesi ise şimşektir.” demiştir. Bir diğer rivayete göre Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: er-Ra‘d bulutun altında sıkışan ve yükselen rüzgârdır, işte bu ses de o yüzden ondan çıkar. Bir görüşe göre er-ra‘d (gök gürültüsü), bulutların birbirine çarpması demektir. Kelime er-ri‘detü (titreme), kökünden gelir. Çünkü o titreyen, yani sıkışarak çıkan bir sestir. “Ur‘idet ferâisuhu ‘inde’l-havf” (Korku esnasında dizleri titredi)1 ifadesi de bu kabildendir. er-Ri‘dîd (titrek), korkudan titrediği için korkan kimseye verilen isimdir. er-Ri‘dîdetu (uzuvları yumuşak kadın) kelimesi de buradan türer. el-Berk ( şimşek) ise bu görüşte olanlara göre bulutların birbirlerine çarpmasından çıkan sestir. Hz. Ali “ el-Berk, er-Ra‘d isimli meleğin demirden kamçısı ile bulutlara vurmasından çıkan sestir.” demiştir. Abdullah b. Abbas ve Dahhâk şöyle demişlerdir: O ateşten bir kamçıdır ve melek onunla bulutları alıkoyar. Bir görüşe göre o, suyun parıldamasıdır. Mücâhid ve Muhammed b. Müslim et-Tâifî şöyle demişlerdir: el-Berk ( şimşek) dört yüzü olan bir melektir. İnsan yüzü, boğa yüzü, kaplan yüzü ve aslan yüzü. Kanadını oynattığı zaman şimşek çakar. Şuayb b. Habhâb şöyle demiştir: Allah Teâlâ’nın kitabında şunu gördüm: Arşı taşıyan meleklerden her birinin bir insan yüzü, bir boğa yüzü, bir kaplan yüzü ve bir aslan yüzü vardır. Kanatlarını oynattıkları zaman şimşek çakar. 1 Metinde geçen ferâis kelimesi "kürek kemiği ile yan tarafı arasındaki et" anlamına gelir. Korku esnasında bu bölgenin titrediği bilinir. Dilimizde bu durum “Dizleri titredi.” şeklinde ifade edilir. (Çev.) 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 533 ١ اéùĤאب כĩא ّ ßéĺ اóĤاĹĐ اģÖŸ ْ ُïو éَ ĺ כĥĨ ïĐóĤا إن :Õüijè īÖ óıü īĐو ِ įĻِ Ę īĨ אرتĈ į׹Ĕ ïÝüا ذاÍĘ אıĩĄ įÖאéø ÛĜóęÜ ذاÍĘ ،įĩĭĕÖ ĹĐاóĤا ěđĭĺ אĩوכ .ěĐاijāĤا ĹıĘ ُ اĭĤאر .ďĻĉĨ ďĈאø ĵĤאđÜ ųا Ʃ ěĥì īĨ ěĥì ïĐóĤا :אدةÝĜ אلĜو ًא وź أīùè ً éĄכא īĨ اéùĤאب. ĜאijĤا: ĝĉĭĨ َ ْ ء أīùè Ĺü ÷ĻĤ :אس×Đ īÖا אلĜو .قó×Ĥا įכéĄو ïĐóĤا įĝĉĭĨ :אلĜ ؟įכéĄ אĨو ÙĝĉĭĨ אĨ نijכĻĘ ،ïĐאāÝĻĘ ٢ אبéùĤا ÛéÜ ěĭÝíÜ çĺر ïĐóĤا :Ùĺروا ĹĘ אس×Đ īÖا אلĜو ٣ įĭĨ ذĤכ اijāĤت. .بóĉąĺ أي ïđÜóĺ تijĀ įĬŶ ٤ وģĻĜ: اïĐóĤ اĉĀכאك اóäŶام وijİ īĨ ِ اïĐóĤة؛ ،įĘijì īĨ אدهđÜرź אن×åĤا ïĺïĐóĤوا ِ .اñİ īĨ «فijíĤا ïĭĐ įāÐاóĘ تïĐرُ و«أ ٥ اóĩĤأة اÙĭĻĥĤ اąĐŶאء īĨ ذĤכ. ِ واïĺïĐóĤة ijİ :Ġ ĹĥĐ אلĜو .ءźËİ ïĭĐ امóäŶا כאكĉĀا īĨ حïĝĭĺ אĨ ijİ ﴾قُ yْ]َْ ªا ﴿:įĤijĜ óĄب اĥĩĤכ اñĤي ijİ اïĐóĤ اéùĤאب óíĩÖاق īĨ ïĺïè. وĜאل اīÖ Đ×אس واéąĤאك: ُįÖó اĥĩĤכ اéùĤאب. وģĻĜ: ijİ ËĤŷÜ اĩĤאء. وĜאل åĨאïİ وïĩéĨ ä ْ õ َ ĺאرĬ īĨ ٦ طijø ijİ óùĬ įäوو رijà įäوو אنùĬإ įäو :įäأو ÙđÖأر įĤ כĥĨ [ أ ٧ اĤ×óق [٧٧ :ĹęÐאĉĤا ħĥùĨ īÖ ووįä أïø، ÍĘذا ďāĨ įÝéĭäÉÖ ĤñĘכ اĤ×óق. واďāĩĤ اĺóéÝĤכ واóąĤب. כĥĨ ģכĤ شóđĤا Ùĥĩè أن ĵĤאđÜ ųا Ʃ אبÝכ ĹĘ تïäو ٨ :אبé×éĤا īÖ ÕĻđü אلĜ .قó×Ĥا ijıĘ ħıÝéĭäأ اijכóè ذاÍĘ ،óùĬ įäوو ïøأ įäوو رijà įäوو אنùĬإ įäو ħıĭĨ ١ ر: ّ ßéĺ. ٢ ر + āÝĘאدع وĹĘ رواÙĺ. ٣ ط - اijāĤت، çĀ İאûĨ. ٤ ط: اïĐóĤ. ٥ ط ر: ِ واïĺïĐóĤ. ٦ ر: ijĀت. īכø ،ħĥđĤا ĹĘ ةóĻáכĤا ÙĺאĭđĤا įĤ כאن īĩĨ ،(م ٧٩٣/ ـİ ١٧٧ .ت (ĹכĩĤا ĹęÐאĉĤا ħĥùĨ īÖ ïĩéĨ ųا ï×Đ ijÖأ ijİ ٧ .٤٨٠ .ص ،אطĻì īÖ ÙęĻĥì אتĝ×Ĉ ؛١٩/٥ ،يïęāĥĤ אتĻĘijĤאÖ ĹĘاijĤا :óčĬا .אريí×Ĥا Żì ÙĐאĩåĤا įĭĐ روى ،ÙכĨ .ةóā×Ĥا ĹĘ אشĐ ،כĤאĨ īÖ ÷Ĭأ īĐ روى ،Ùĝà ،ĹđÖאÜ ،(م٦٥٠/ـİ ٣٠ .ت (زديŶا אبé×éĤا īÖ ÕĻđü çĤאĀ ijÖأ ijİ ٨ .٢٥٣/٧ ،ïđø īÖź ىó×כĤا אتĝ×ĉĤا ؛٢١٦/٤ ،אريí×ĥĤ óĻ×כĤا ëĺאرÝĤا :óčĬا ٥ ١٠ ١٥ 534 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu görüşlerin tamamına göre bu âyette zikredilen gök gürültüsü ve şimşek (er-ra‘d ve el-berk), bulutta parıldayan ateş ve sestir. Eğer er-Ra‘d ve el-Berk bir meleğin iki ismi ya da iki meleğin ismi iseler o zaman bu âyette onların kendileri değil, sesleri ve tesirleri kastedilmiştir. Mi‘raç kıssasının Abdullah b. Abbas tarafından nakledilen rivayetinde Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: Sonra yaratılış itibariyle insanoğluna benzeyen bir meleğe uğradım, yarısı kardan yarısı ateşten idi. Şöyle tesbih ettiğini duydum: Kar ve ateşi bir araya getiren Allah yüceler yücesidir, mümin kullarını birleştiren Allah yüceler yücesidir. Dedim ki: “Ey Cebrâil! Bu melek kimdir?” Dedi ki: “Bu, Allah Teâlâ’nın kudreti ile görmüş olduğun gibi yarattığı ve kendisine bulutları bir yerden bir yere sevk etme görevini verdiği melektir. İsmi Ra‘d’dir, gök gürültüsü ve şimşek ondan çıkar. Yani bulutları sevk etmesi ile gök gürültüsü çıkar, bulutlara kızması ile de şimşek çıkar. Allah Teâlâ’nın “Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün.” [ en- Nûr 24/43] şeklindeki sözünü duymadın mı?” Hakāiku’l-Kur’ân kitabında (müellif) şöyle der: İbnü’z-Zencânî şöyle demiştir: “ er-Ra‘d (gök gürültüsü) meleklerin çarpmaları (düşüp bayılmaları), el-Berk ( şimşek) onların yanıp tutuşmaları (çığlıkları), yağmur ise onların ağlamalarıdır.” Eğer bu söz zâhiri ile değerlendirilecek olursa denilebilir ki melekler zaten korku ve haşyet ile nitelendirilmişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ “Melekler O’nun korkusundan tesbih ederler.” [ er-Ra‘d 13/13], “Ve onlar O’nun korkusundan ürperirler.” [ el-Enbiyâ 21/28] buyurmaktadır. Onların ağlamaları da şiddetlidir ki Hz. Peygamber aleyhisselâm mi‘raç gecesi her bir semadaki meleklerin kendilerinden daha aşağı semada olanlara göre daha etkili bir şekilde ağladıklarını, onları bu şekilde gördüğünü anlatmıştır. Bu durumda senin havada gördüğün [gök gürültüsü ve şimşek] semada onlardan kaynaklanıyor olabilir. Eğer bu ifade temsile hamledilecek olursa o zaman izahı şöyledir: Yani nasıl gök gürültüsünün sesini duyuyorsanız, aynı şekilde biliniz ki melekler de korku içinde işte bu hâldedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 535 وĵĥĐ כģ ñİه اĜŶאوģĺ اïĐóĤ واĤ×óق اñĩĤכijران ĹĘ ñİه اÙĺŴ ijİ اijāĤت ïĝĘ īĻכĥĨ أو כĥĩĤ īĻĩøا قó×Ĥوا ïĐóĤا ١ واĭĤאر اĹÝĤ ďĩĥÜ ĹĘ اéùĤאب. ÍĘن כאن Ùĺروا īĨ اجóđĩĤا ÙāĜ ĹĘو .אĩıĭĻĐ ź אĩİóàوأ אĩıÜijĀ ÙĺŴا هñİ ĹĘ óذכُ אĩÖ ïĺأر ãĥáĤا īĨ įęāĬ א؛ً ĝĥْìَ ƪ ĹĨدŴا į×ýُ ĺ כĥĨ ĵĥĐ رتóĨ ħà :مŻùĤا įĻĥĐ אلĜ אس×Đ īÖا ،אرĭĤوا ãĥáĤا īĻÖ ėĤأ يñĤا אنé×ø :لijĝĺ ijİو įéĻ×ùÜ ٢ وįęāĬ īĨ اĭĤאر. وÛđĩø :אلĜ «כ؟ĥĩĤا اñİ īĨ ،ģĺó×ä אĺ» :ÛĥĝĘ .īĻĭĨËĩĤا אده×Đ īĻÖ ėĤËĺ يñĤا אنé×ø ďĄijĨ īĨ įĜijùĺ אبéùĤا ĵĥĐ įĥووכ اهóÜ אĩכ įÜرïĝÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ įĝĥì כĥĨ اñİ ïĐóĤا óıčĺ אبéùĤا įĜאĻùÖ Ĺĭđĺ ،قó×Ĥوا ïĐóĤا įĭĨو ïĐر įĩøوا ،ďĄijĨ ĵĤإ ﴾Y\Yً oَ ~َ ¿j۪ {ْ ُ À َٰ Ãا ّ َ َ ّن ََy ا b ْ َ ªَ Ʃ اų ijĝĺل: ﴿ا ďĩùÜ ħĤأ ،قó×Ĥا ٣ óıčĺ אبéùĤا ĵĥĐ įęĭđÖو اÙĺŴ،] اijĭĤر، ٤٣/٢٤]. ٤ «اïĐóĤ ĝđĀאت اÐŻĩĤכÙ وĜאل ĹĘ כÝאب ĝèאěÐ اóĝĤآن: Ĝאل اīÖ اåĬõĤאĹĬ: ٥ ÙכÐŻĩĤאĘ óİאčĤا ĵĥĐ مŻכĤا اñİ ģĩè نÍĘ .«ħİכאؤÖ óĉĩĤوا ħıÜאĜóè قó×Ĥوا ۚ﴾ [اïĐóĤ، ١٣/١٣ [وĜאل: ﴿َو ُ¶ ْ µ۪ cِŸÁَ r۪ ±ْ ®ِ _ُ §َ ئِ ٰٓ «¯َ ْ ªواَ ﴿:אلĜ .ÙęĻíĤوا ÙĻýíĤאÖ نijĘijĀijĨ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا כאهè ،אąĺأ ً ïĺïü ħİכאؤÖو] ٢٨/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ن¹َ £ُŸِƒْR ُ µ۪ cِÁَƒْ rَ ±ْ ®ِ ٧ .ħıĬدو īَ Ĩ īĺñĤا īĨ ا ً ٦ أïü أóà ijĥđĤا ĵĤإ אءĩø ģכ ģİأ īĻאכÖ اجóđĩĤا ÙĥĻĤ ħİرآ įّ أĬ įĥĘ ģĻáĩÝĤا ĵĥĐ ģĩè وإن .אءĩùĤا īĨ ħıĭĨ ijİ اءijıĤا īĨ ىóÜ אĨ نijכĺ أن زijåĻĘ وįä: أي כĩא ijđĩùÜن ijĀت اïĐóĤ ĘאijĩĥĐا أن ĻĀאح اÐŻĩĤכÙ ĹĘ اijíĤف כĤñכ، ١ ط: ÍĘذا כאن؛ ر: وإن כאن. .ûĨאİ çĀ ،Ûđĩøو - ط ٢ ٣ ط + اïĐóĤ. :ĹĬאåĬõĤا īÖا אلĜو «:ĹĬאđĩĤا روح ĹĘ ĹøijĤŴا אلĜ .يïĭĘأ ėĈאĐ ÙíùĬ īĨ çĻéāÝĤوا ،ĹĬאéĺóĤا īÖا :ëùĭĤا ďĻĩä ٤ اïĐóĤ ĝđĀאت اÐŻĩĤכÙ واĤ×óق ذóĘات أħıÜïÑĘ واóĉĩĤ Öכאؤħİ«. اóčĬ: روح اđĩĤאĹĬ ĹøijĤŵĤ، .١٣٧/١٣ ٥ م ر: واÐŻĩĤכÙ. ٦ ط: īĨ اijĥđĤ. ٧ ط: دوħıĬ. ٥ ١٠ ١٥ 536 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nasıl şimşeğin çakmasını görüyorsanız, bilin ki işte onların şevklerinin ateşlerinin parlaması da böyledir. Nasıl siz yağmur damlalarının düşüşünü görüyorsanız, biliniz ki onların gözyaşları da böyledir. Onlar Kur’ân’da “ Allah’ın kendilerine emrettiği şeyde O’na isyan etmezler, kendilerine emredileni yaparlar.” [ et-Tahrîm 66/6], “Ve onlar O’nun korkusundan ürperirler.” [ el-Enbiyâ 21/28], “Onlar kerim kullardır.” [ el-Enbiyâ 21/26] şeklinde nitelendirilmiş olmalarına rağmen durumları budur, pekiyi onca sürçmemiz, hatamız, kusurumuz, günahımız var iken bizim hâlimiz nasıl olmalıdır? “Parmaklarını tıkarlar.” Buradaki yec‘alûne (kılarlar) fiili “koyarlar” anlamındadır. Bir görüşe göre “sokarlar” anlamındadır. Bu ifadenin çoğul kullanılmış olması “Yahut gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi” ifadesinden kastedilenin “yağmura yakalanan kimseler” olduğuna delâlet eder, çünkü ancak bu durumda “parmakları tıkamak” onların fiili olabilir. el-Esâbi‘ (parmaklar) isba‘ kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin okunuşunda beş farklı lehçe vardır: Esbi‘, usba‘, usbu‘, isbi‘ ve isba‘. Bu sonuncusu en meşhur olanıdır. Anlamı, “el ve ayak parmaklarından her biri” şeklindedir. el-İsba‘ kelimesi sema (işitme) yoluyla [Arapların kullanımlarına dayalı olarak] müennes (dişil) kabul edilir. Hz. Peygamber aleyhisselâm bir sefer esnasında recez türünde söylediği bir şiirde [parmağa müennes/dişil isim formunda hitap ederek] şöyle buyurmuştur: Sen kanayan bir parmaktan başka nesin ki Allah yolunda karşılaştığın şey nedir ki? Âyet herhangi bir şeyin isminin o şeyin bir kısmına da mecaz olarak verilmesinin câiz olduğuna delâlet eder, çünkü burada parmakların kulağa tıkandığı ifade edilmiştir. Oysa kastedilen mâna parmakların hepsinin değil, bir kısmının (uçlarının) kulağa tıkanmış olmasıdır. Bunun anlamı, “Onlar gök gürültüsünden korktukları için parmakları ile kulaklarını kapatırlar.” şeklindedir. “Kulaklarına” Âzân (kulaklar) kelimesi üzün (kulak) kelimesinin çoğuludur. Bu da işitme organıdır. Ezine, ye’zenu fiili “işitti” anlamına gelir. Allah Teâlâ “Rabbine kulak verdiğinde -ki ona yaraşan da budur-.” [el-İnşikāk 84/2] Yani itaatkâr olarak dinledi, buyurmuştur. Hz. Peygamber aleyhisselâm da “ Allah Teâlâ Kur’ân’ı teganni ile okuyan peygamberini dinlediği gibi hiçbir şeyi dinlememiştir.”1 buyurmuştur. 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 15: 500; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 234. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 537 َ ُ אن óĻĬان أijüاħıĜ כĤñכ، وכĩא óÜون ĝÜאóĈ اĉĨŶאر đَ ĩĥَ َ َאن اĤ×óق Ę đَ وכĩא óÜون َĩĤ ﴾ونَ yُ®َQُْ À Y®َ ن¹َ» ُ َŸَْ Àوَ ْ¶ ُyَ®ََ َ ْ ‡ُ ¹َن ّ اà َٰ َ®ٓY ا À Êَ﴿ ħıĬأ ďĨ ħıĤאè اñİو ،כĤñכ ħıĐijĨïĘ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ن¹َۙR ُyَ§ْ ®ُ دYٌ ]َِ﴿ ħİو] ٢٨/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ن¹َ £ُŸِƒْR ُ µ۪ cِÁَƒْ rَ ±ْ ®ِ ْ ¶ُ وَ] ﴿٦/٦٦ ،ħĺóéÝĤا[ .אĭÜאÑĻĉìو אĭÜاijĉìو אĭÜاijęäو אĭÜاijęİ ďĨ ģđęĬ أن אĭĤ Ĺĕ×ĭĺ ėĻכĘ [٢٦/٢١ ١ وĹİ ÙĺŴا هñİ ÛĤود .نijĥìïĺ ģĻĜو .نijđąĺ :ģĻĜ ﴾ْ·َُ ِ \Y†َ َ َ ْkَ ُ «¹َن ا À﴿ :įĤijĜو َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ ﴾[أو כéĀÉאب ÕĻĀ، ĵÝè Āאر ] ﴿ا ģđĘ اďĩåĤ أن اóĩĤاد īĨ įĤijĜ:] ٧٧ب óùوכ ةõĩıĤا çÝęÖ ď×Āِ َ ٢ وıĻĘא ĩì ÷ĕĤאت: أ ،ď×Āإ ďĩä ďÖאĀŶوا .ħıĤ ŻđĘ ً اñİ ďَ ×Āوإِ ،אĩİóùכÖ ď×Āِ وإِ ،אĩıĩąÖ ď ُ ×Āُ َď ħąÖ اõĩıĤة وçÝĘ اĤ×אء، وأ ×Āُ اĤ×אء، وأ ďَ Öכóù اõĩıĤة وçÝĘ اĤ×אء وĹİ أİóıüא وĹİ إïèى أĀאďÖ اīĺïĻĤ واīĻĥäóĤ. واĀŸ× ٣ :įĺאزĕĨ ăđÖ ĹĘ įĤ õäر ĹĘ مŻùĤا įĻĥĐ ّ א. Ĝאل اĭĤ×Ĺ ً Đאĩø ÙáĬËĨ ÛĻ ِ ĝِĤَ אَ Ĩ ųا ِƩ ģĻ ِ ×ِ َ ø ĹĘِ َ و ÛĻ ِ Ĩِ َ ٌ د ďَ ×Āْ إِ źƪإِ Ûِ Ĭْ َ َ ْģ أ İ ģْ đä ٥ óَ ً ا؛ įĬÍĘ ذכ אزåĨ õÐאä ٤ ودÛĤ اÙĺŴ أن إŻĈق اħø اĹýĤء ĵĥĐ įąđÖ ħıđÖאĀÉÖ ħıĬآذا ونïùĺ ٦ اĀŶאďÖ ĹĘ اŴذان واijāĝĩĤد ıąđÖא ź כıĥא، وĵĭđĨ ñİا: ًא īĨ اïĐóĤ. Ęijì ِِ·ْ﴾ Ĺİ ďĩä أذن، وĹİ اåĤאرÙè اùĤאÙđĨ. وïĜ» أذن، ٰ َذا² وįĤijĜ:﴿ ٓž۪ ¿ا َ ْۙa] ﴾اĝýĬźאق، ٢/٨٤] أي £ّ nُ وَ Y·َ\ِّyَِ ª aْ َ َِذ² واَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ .ďĩø أي» ذنÉĺ ٧ .«آنóĝĤאÖ ĵĭĕÜ Ĺ×ĭĤ įĬذÍכ ءĹýĤ ųا Ʃ أذن אĨ» :Ĺ×ĭĤا אلĜ .ÙđĻĉĨ Ûđĩø ١ ط: اĤכÙĩĥ. ٢ ر: اĀŸ×ď. ٣ çĻéĀ اĤ×íאري، כÝאب اıåĤאد واóĻùĤ ٩؛ çĻéĀ ħĥùĨ، כÝאب اıåĤאد واóĻùĤ .١١٢ ٤ ط - įąđÖ. .óَ ٥ ط - ذכ ٦ ح - ñİا. ةŻĀ ،ħĥùĨ çĻéĀ ؛٥٠٠/١٥ ،ïĩèأ ïĭùĨ :óčĬا | آنóĝĤאÖ ĵĭĕÜ Ĺ×ĭĤ įĬذÍכ ءĹýĤ ųا أذن אĨ :Ṡ Ĺ×ĭĤا אلĜ - ح م ٧ َ אīĺóĘ .٢٣٤ اùĩĤ ٥ ١٠ ١٥ 538 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ezân işittirme yoluyla bildirmek demektir. Ezine (işitti) fiili dolaylı olarak “bildi” anlamına da gelir. Racülün üzünün ifadesi “her sözü dinleyen ve kabul eden kimse” anlamına gelir. “Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.” Yıldırım (es-sâ‘ika), ateşle birlikte çıkan sestir. Bir görüşe göre o insanın bayıltacak ya da öldürecek kadar kuvvetli olan gök gürültüsünün şiddetli sesidir. Bir başka görüşe göre bu kelime “dumansız ateş” demektir. Bir diğer görüşe göre bu kelime “gökten inen ve işitenlerin çoğunu öldüren ses türünden bir azap” anlamına gelir. Bir görüşe göre es-sâ‘ika ve es-sâki‘a aynı anlama gelir. Her ikisi de “vurma” anlamına gelen es-sak‘ kökünden gelir ki bu aynı zamanda ses demektir. es-Sakî‘, bitkileri vuran soğuk (don) demektir. es-Saka‘ baygın demektir. Görüşler içinde en kapsamlı olanı ise es-sâ‘ika kelimesinin gök gürültüsünün şiddetli sesi ve ondan çıkan ve üzerine düştüğü şeyleri yakan ateş parçası olduğu şeklindedir. Burada kastedilen anlam da budur. Yıldırım (es-sâ‘ika) kelimesi Kur’ân’da pek çok şey için kullanılmıştır: 1. İsrâiloğulları’nın kıssasının anlatıldığı “Dediler ki: ‘Allah’ı açıkça görmeden sana asla iman etmeyiz.’ Bunu üzerine onları bir yıldırım yakalayıverdi.” [ el-Bakara 2/55] âyetinde “ateş” anlamında kullanılmıştır. 2. Âd kavminin kıssasının anlatıldığı “Tıpkı Âd kavmini vuran yıldırım gibi…” [ Fussilet 41/13] âyetinde “kasırga” anlamında kullanılmıştır. 3. Semûd kavminin kıssasının anlatıldığı “ Semûd’a gelince, Biz onlara hidâyeti gösterdik, ama onlar hidâyete karşılık körlüğü istediler, bunun üzerine onları alçaltıcı azap yıldırımı yakalayıverdi.” [ Fussilet 41/17] âyetinde “çığlık” anlamında kullanılmıştır. 5. Mutlak anlamda azap karşılığında kullanılmştır: “Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi bir yıldırım konusunda uyarmış bulunuyorum.” [ Fussilet 41/13] 6. Gökten inen azap anlamında kullanılmıştır: “Yıldırımlar gönderir ve onları dilediğine isabet ettirir.” [ er-Ra‘d 13/13] 7. Bakara sûresinin bu âyetinde ise gök gürültüsünün sesi anlamında kullanılmıştır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 539 ģכ ďĩùĺ ٢ ُ ُذ ٌن» أي َ ، و«رģä أ َ ْإذ ِďĩø ħِ ĥَ ١ أي Đ ِ َن َذ واŶذان اŻĐŸم ÖאĩøŸאع، وأ .įĥ×ĝĺو لijĜ Ĺİو ÙĝĐאāĤا Ĺİ ﴾±À َ ۪ yžYِ §َ ْ ªYِ \ Á ٌ o۪ ®ُ ُ ۜ َو ّ اà ٰ ْ َ̄¹ْ ِت وįĤijĜ:﴿ ِ ®±َ ّ اªَ‡ ¹َ ِاِ¡ َn َwَر اª ĵýĕĺ ٣ َě įĭĨ اùĬŸאن أي اijāĤت ďĨ اĭĤאر. وģĻĜ: Ĺİ ijĀت اïĐóĤ اïĺïýĤ اñĤي đāĺ تijĩĺ אءĩùĤا īĨ لõĭĺ ابñĐ Ĺİ :ģĻĜو .אıĤ אنìد ź אرĬ Ĺİ :ģĻĜو .تijĩĺ أو įĻĥĐ ٤ أي اóąĤب، ďْ ĝ ƪ āĤا īĨ Ĺİو ،ةïèوا ÙđĜאāĤوا ÙĝĐאāĤا :ģĻĜو .įđĩø īĨ óáأכ įĭĨ ĹýĕĤا אفĝĤا çÝęÖ ďَ ٥ ĭĥĤ×אت، واĝāĤ وijİ اijāĤت ً أąĺא، واďĻĝāĤ اĤ×óد اóåĩĤف ďĝÜ ïĐóĤا تijĀ īĨ ïĺïýĤا ijİ :įĻĘ ģĻĜ אĨ ďĩäأ ijİو ٧ ÙĝĐאāĤا ĹĘ ٦ ً أąĺא. وģĻĜ ٩ ٨ Ĩא أÛÜ įĻĥĐ، وijİ اóĩĤاد ĭİא. فóåÜ אرĬ ÙđĉĜ įđĨ ±َ ®ِQُْ ² ±ْ َ ¹ُا ª ªYَ وïĜ ذכóت اāĤאĹĘÙĝĐ اóĝĤآن ĻüŶאء: ĭĥĤאرĹĘ ĹĭÖÙāĜ إóøاģĻÐ:﴿ َو¢ :אلĜ ،אدĐ ÙāĜ ĹĘ çĺóĥĤو .]٥٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا_﴾ [ُ£َ Yِ َ‡ªا ّ ُ§ ُ bْwَ rَ َ Yžَ ةًyَ·ْjَ َٰ Ãا ّ ىyََ ² »ٰ cّnَ ¥َ َ ª َ ُ̄ ¹ُد f Yَ ®ّ َ واَ ﴿:אلĜ ،دijĩà ÙāĜ ĹĘ ÙéĻāĥĤو .]١٣/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾دYٍ َ _ِ£َ Yِ †َ ©َgْ®ِ﴿ ُ· ¹ِن﴾ [ÛĥāĘ، ْ ْ َ َw ِ اب اª ªا_ ُ£َ Yِ †َ ْ·ُbْwَ rَ َ Yžَ ىuٰ ·ُ ْ َ« اª «َ »¯ٰ َ ْ ¹ُا اª ]ّoَ cَ~Yْ žَ ْ ¶Yُ ³َÀْuَ·َžَ .[١٣/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾_ً£َ Yِ †َ ْ §ُ bُرْ wَ ²َْ َ َْy ¹Šُا žَ ْ£ُ© ا ١٧/٤١]. وěĥĉĩĤ اñđĤاب، Ĝאل: ﴿ِžَY ْن ا َ ƒَٓ ُYء﴾ [اïĐóĤ، À ±ْ ®َ Y·َِ \ [Áُ ‡۪ Áُžَ ¡َ اِ ¹َ َ‡ªا ّ© ُ~ ِyْ ُ وñđĥĤاب اĭĤאزل īĨ اĩùĤאء، Ĝאل: ﴿َوÀ ١٣/١٣]. وijāĤت اïĐóĤ כĩא ĹĘ ñİه اÙĺŴ. ِ َن. َذ ١ ر - وأ ٢ ط ر - أي. ٣ ح - أي. ٤ ط: اěđāĤ. ٥ ط ر: اóéĩĤق. ٦ ح - وģĻĜ. ٧ ح: و ĹĘ اāĤאÙĝĐ. ٨ ح ط ر: óéÜق. ٩ ط ر: ĭıİא. ٥ ١٠ ١٥ 540 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Yıldırımlardan” ifadesi “yıldırımlar sebebiyle” anlamındadır ya da burada bir gizli kelime vardır, takdiri şöyledir: Yıldırımlardan korktukları için ya da yıldırımlardan korunmak için parmaklarını kulaklarına tıkarlar. esSavâ‘ik (yıldırımlar) kelimesindeki elif-lâm takısı izâfetin yerine konulmuştur, yani ifade aslında “gök gürültüsünün yıldırımlarından” ya da “yağmurun yıldırımlarından” şeklindedir. Bu açıdan [yani izâfetin yerine elif-lâm takısının kullanılması açısından] ifade tıpkı “Doğrusu cennet sığınaktır.” [ en-Nâziât 79/41] ifadesinin “Onun sığınağıdır.” anlamında olmasına benzer. “Ölüm korkusuyla.” Burada kullanılan el-hazer kelimesi insanı teyakkuza ve çekinmeye sevk eden korku anlamındadır. Racülün hazirun ve racülün hazurun (teyakkuz hâlindeki adam) ifadeleri buradan türer. Tayrun hazirun “suyu içerken endişeli ve ürperti hâlinde olan kuş” demektir. Ölüm hayatın son bulmasıdır. Hazara (korku) kelimesinin mansub olmasının sebebi mef‘ulun leh (sebep bildiren mef‘ul) olmasıdır, yani “ölümden korktukları için böyle yaparlar.” “Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.” el-İhâta (kuşatmak) bir şeyin tamamını her yönden idrak etmek demektir. Bir şeyi her yönüyle bilmeyi ifade etmek için de kullanılır. Allah Teâlâ “Her şeyi ilim itibariyle kuşatır.” [ et-Talâk 65/12] buyurur. Yine bir şeyi tamamıyla helâk etmek anlamına da gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ve meyvesi kuşatıldı/ helâk edildi.” [ elKehf 18/42], “Ancak kuşatılırsanız başka…” [Yûsuf 12/66]. Yani hepiniz helâk edilirseniz başka. Buradaki tefsiri ise kimilerine göre, “Allah dilerse onları öldürür, dolayısıyla sakınmalarının bir faydası yoktur.” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam, “Allah kâfirleri bilir ve onların fiillerini resulüne bildirir.” şeklinde, bir başka görüşe göre “Allah onları bilir ve karşılıklarını verecektir.” şeklinde, bir diğer görüşe göre “Yaptıklarından dolayı Allah onları cehennemde bir araya getirecektir.” şeklindedir. “Allah onları etraflarından kuşatmıştır.” [ el-Burûc 85/20] âyetinde ise anlam, “Onlar Allah’ın mülkünün, ilminin ve kudretinin dışına çıkamazlar.” şeklindedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 541 [ أ ٧٨] óĩąĨ įĻĘ أو ،אı××ùÖو ěĐاijāĤا ģ×Ĝ īĨ أي¡﴾ ِا ِ ¹َ َ‡ªا ّ ±َR ِ ﴿:įĤijĜو ًא īĨ اijāĤاěĐ. ً ا īĨ اijāĤاěĐ أو Ęijì وóĺïĝÜه: ijĥđåĺن أĀאħıđÖ ĹĘ آذاħıĬ óéÜز ěĐاijĀ أو ïĐóĤا ěĐاijĀ īĨ أي ÙĘאĄŸا لïÖ «ěĐاijāĤا «ĹĘ مŻĤوا ėĤŶوا ٰو ۜى﴾ [اĭĤאزĐאت، ٤١/٧٩] أي ÉĨواه. ْ O¯َ ْ َ اª ¿¶ِ _َ َ ³ّkَ ْ َ اª اÕĻāĤ. وijİ כįĤijĝ:﴿ ِžَY ّن ۜ ﴾ اñéĤر اijíĤف اĤ×אßĐ ĵĥĐ اċęéÝĤ واċĝĻÝĤ، ْ َ̄¹ْ ِت ªا رَwَ nَ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ĹĘ ١ ٌ أي ّ ċęéÝĺ ٌ Öכóù اñĤال وıĩĄא īĨ ذĤכ، وóĻĈ ِñèر َ ُñر ٌ وè ِñر َ è ģäور لijđęĨ įĬأ ĵĥĐ «َ ۜ ﴾ زوال اĻéĤאة. وÕāĬ» ñèر ْ َ̄¹ْ ِت .ِ و﴿اª įِ ّ × َ ٢ واĝÝĤאط è įÖóü .כĤñכ نijĥđęĺ تijĩĤا īĨ ħİرñè ģäŶ أي ،įĤ īĨ įĤאĩכÖ ءĹýĤا إدراك ÙĈאèŸا﴾ ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ ªYِ \ Á ٌ o۪ ®ُ ُ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َو ّ اà ٰ ِ ‚َ ْ¿ٍء ©ّ §ُ ِ \ طY َ nَ َ ا ﴿:אلĜ ،įİijäو ģכ īĨ ءĹýĤאÖ ħĥđĤا ĹĘ ģĩđÝùÜو ،įÜאıä ģכ ِ ۪ه﴾ [اĤכėı، y¯َgَِ \ Á َ n۪ ُ ْ ً̄Y] ﴾اŻĉĤق، ١٢/٦٥]، وŻİŸك اĹýĤء ÖכįÝĻĥ، Ĝאل: ﴿َوا «ِ א. ً đĻĩä اijכĥıÜ أي] ٦٦/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ۚ ْ §ُ ِ \ طY َ oَ ُ َ ْن À َٓ ا Êِّ ٣ ﴿ا ،[٤٢/١٨ أي :ģĻĜو .ħİرñéĤ ةïÐאĘ ŻĘ אءü إن ħıÝĻĩĺ أي :ħıąđÖ ïĭĐ אĭıİ هóĻùęÜو ٤ ħıĺאزåĻĘ ħıÖ ħĤאĐ أي :ģĻĜو .ħıĤאđĘأ ĵĥĐ įĤijøر َ ďĥĉُ ĻĘ ،אرęכĤאÖ ħĤאĐ ijİ :įĤijĜ ĹĘو .اijĥđĘ אĩÖ ħĭıä ĹĘ ħıđĩåĺ أي :ģĻĜو .ħıĤאĩĐÉÖ ÙĨאĻĝĤا مijĺ ٥ وįĩĥĐ įכĥĨ īĨ نijäóíĺ ź أي] ٢٠/٨٥ ،وجó×Ĥا﴾ [Á ٌۚ o۪ ®ُ ْ·ِِ ُ ِR ±ْ َوَرٓائ ﴿َو ّ اà ٰ وïĜرįÜ. ١ ر: ñéÝĺر. .įÖóü īĨ :ر ٢ ٣ ح + وĜאل đÜאĵĤ. ٤ ر: åĺאزħıĺ. .įכĥĨ īĐ :ر ٥ ٥ ١٠ ١٥ 542 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 20. Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kādirdir. [ el-Bakara 2/20] “Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar.” Kâde, yekâdu, mekâdeten fiili “yaklaşma” anlamı verir. Kâde yef‘alü kezâ ifadesi, “Yapmaya çok yaklaştı ama yapmadı.” anlamına gelir. Mâ kâde yef‘al ifadesi ise “Neredeyse yapmayacaktı ama yaptı.” anlamına gelir. Bu kelime ‘asâ (belki/umulur ki) ifadesi gibidir, ancak ‘asâ fiili en harfi ile birlikte kullanılırken kâde hem bu harfle hem de bu harf olmaksızın kullanılır. Dildeki yaygın kullanımı en harfi olmaksızın kullanımdır. Kur’ân’da da bu şekilde kullanılmıştır. Demişlerdir ki: Kâde fiili en ile birlikte kullanıldığı zaman ‘asâ fiiline benzer, ‘asâ fiili ise en harfi olmaksızın kullanılınca kâde fiiline benzer. Allah Teâlâ ‘asâ fiilini, “Umulur ki Allah bir fetih getirir.” [ el-Mâide 5/52] şeklinde kullanmıştır. Kâde fiili ise şu âyetlerde kullanılmıştır: “Onun şimşeğinin parlaklığı neredeyse gözleri alıverecek.” [ en- Nûr 24/43], “Neredeyse onu göremeyecek.” [ en- Nûr 24/40], “Neredeyse yapmayacaklardı.” [ el-Bakara 2/71], “Neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar.” [ en-Nisâ 4/78], “Neredeyse hışımla saldıracaklar…” [ el-Hacc 22/72], “Neredeyse beni öldüreceklerdi.” [ el-A‘râf 7/150], “Eğer biz seni sabit kılmış olmasaydık neredeyse onlara birazcık meyledecektin.” [ el-İsrâ 17/74], “İçlerinden bir kısmının kalpleri neredeyse eğrilmeye yüz tutacakken…” [ et-Tevbe 9/117], “Onun etrafında neredeyse keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.” [el-Cinn 72/19], “İnkâr edenler neredeyse…” [el-Kalem 68/51], “Neredeyse ondan [bu söylediklerinden] gökler çatlayacak oldu.” [ Meryem 19/90], “Neredeyse öfkeden parçalanacak…” [el-Mülk 67/8], “Onu yudumlamaya çalışacak ama boğazından geçiremeyecek.” [İbrâhîm 14/17] Bu âyetlerdeki ifadelerin takdiri şöyledir: Şimşek onların gözlerini neredeyse çıkaracaktı, fakat Allah’ın koruması sayesinde çıkarmadı; İsrâiloğulları neredeyse ineği kesmeyeceklerdi, fakat Allah’ın yardımı ile onu kestiler; kâfirler Kur’ân okuyan müminlerin üzerine neredeyse hışımla saldıracaklardı, fakat Allah’ın kendilerini engellemesinden dolayı buna muvaffak olamadılar. Diğer ifadelerde de takdir bu minval üzeredir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 543 ْ ħıِ ْ ĻĥَĐَ َ َ ِاَذٓا َا ْČَħĥ ۙ و įĻِ Ę۪ ا ْ ijýَ َ Ĩ ْ ħُ ıĤَ َ א َا َٓĄאء َٓ ْۜ ُכĩƪĥ ħİُ َ ْ َāאر Öاَ ėُ ĉَíْ َ ْ ُق ĺ óَ ُ ْاĤ× َ َכאد ĺ -٢٠ ٌ۟ óĺï۪ Ĝَ ءٍ ْ Ĺüَ ِģّכُ ĵĥٰĐَ ųا َƩ ْۜ ِا ƪن ħİِאرِ āَ ْ َ َاÖ ْ و ħıِđِ ْ ĩ َ ùÖِ Õَ İَ ñَ Ĥَ ųا ُƩ َ ْ َٓüאء ijĤَ َ ُijاۜ و ĨאĜَ ،ً أي Ĝאرب، ĝĺאل: َכאدة ْۜ﴾ כאد ĺכאد Ĩ ħُ İ َ َ אر āْ Öَ ا ėُĉَ íْ َ ْ ُق ĺ ó َ ُ ْاĤ× َ َכאد ĺ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو بóĜ :אهĭđĩĘ ،«ģđęĺאכאدĨ» :ÛĥĜ وإذا ٢ ،ģđęĺ ħĤو ١ ُب أن ģđęĺ «כאدģđęĺ כñا»، أي óĜ ģĩđÝùĺ «כאد«و» أن «ÙĩĥכÖ ģĀijĺ «ĵùĐ» أن źإ ،ĵùَ Đ ģáĨ ijİو ،ģđĘو ģđęĺ ź أن óĻĕÖ» أن»، وïĜ ģĩđÝùĺ ً أąĺא ďĨ» أن»، واÙĕĥĤ اęĤאÙĻü Ĺİ اŶول وĹĘ اóĝĤآن כĤñכ. ijıĘ «ĵùĐ» īĐ ٣ ِć» أن» ĝøُ وĜאijĤا: إذا وģĀ» כאد» Öـ«أن» ijıĘ ýÜ×įĻ Öـ«ĵùĐ «وإذا أ ْ ِç] ﴾اĩĤאïÐة، ٥٢/٥]، وĜאل ÝęَĤאْ ِÖ َ Ĺِ ÜÉْ َ َ ْن ĺ ا ُ ųا Ʃ ĵ َ ùَ đَ Ę﴿ :«ĵùĐ» ĹĘ ĵĤאđÜ אلĜ ،«כאد«ـÖ įĻ×ýÜ א۟ۜ﴾ [اijĭĤر، َ ıĺ ٰ ó َ ĺ ïْ כَ َ ĺ ْ َ ِאرۜ﴾ [اijĭĤر، ٤٣/٢٤] وĜאل: َ﴿ħĤ āْ Öَ źאْ ِÖ ُ Õَ İñْ َ ĺ ۪ įِ Ĝ ْ ó َ א Ö َ ĭ َ ø ُ َ َכאد ĺ﴿ :«כאد «ĹĘ ً﴾ [اùĭĤאء، ٧٨/٤] ۪áĺïא َ è نijَ ُ ıَ ĝęْ َ ُ َون ĺ َ َכאد ĺ ź﴿َ [٧١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [۟نijَ ĥُ َ đęْ َ ُوا ĺ َאد א כ َ Ĩَ ٤٠/٢٤] ﴿و َ ْن ْ َٓź ا ijĤَ َ ۪Ĺۘ] ﴾اóĐŶاف، ١٥٠/٧] ﴿و ĭَ Ĭijĥُ ُ Ý ْ ĝ َ ُوا ĺ َאد َכ ُ َijن﴾ [اãéĤ، ٧٢/٢٢﴿ [و ĉ ْ ùَ ُ َون ĺ َ َכאد ĺ﴿ ěĺٍ ó۪ َ Ę ُ بijĥُĜُ ُ ēĺõ۪ َ ĺ َ َאد א כ َ ًۗ﴾ [اóøŸاء، ٧٤/١٧] ﴿Ĩ ŻĻ۪ ĥĜَ ً א ٔ ـ ْ Ļüَ ْ ħ ِıْ ĻĤَ ِ ُ ا īَ ْכ óَ Ü تَ ïْ ِ َ ْï כ َ َ אك َĝĤ ĭ ْ Ý ƪ ×َ à َ īĺñ۪ Ĥاƪ ُ َ َכאد ِ ْن ĺ ا َ ًۜ﴾ [اīåĤ، ١٩/٧٢﴿ [و َïا ×ِ Ĥ ِ į ْ Ļĥَ َ Đ نijَ ُ َ ُכĬij ُوا ĺ َאد ْ ﴾ [اÙÖijÝĤ، ١١٧/٩﴿ [כ ħُ ıْ ĭ ِ Ĩ َ īِ Ĩ ُ õ ƪ Ļ َ ĩَ Ü ُ َ َכאد Ü﴿ [٩٠/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ُ įْ ĭ ِ ْ َن Ĩ óĉƪ ęَ َ Ý َ ات ĺ ُ َ ij ٰ ĩ ƪ ُ اùĤ َ َכאد ُ وا﴾ [اħĥĝĤ، ٥١/٦٨﴿ [Ü óęَ َ כ ُ﴾ [إóÖاħĻİ، ١٧/١٤[. وóĺïĝÜ اĺŴאت: įُ ĕĻù۪ ُ ĺ ُ َ َכאد ĺ źَ َ ُ و įُ Đ ƪ óَ åَ Ý َ ĺ﴿ [٨/٦٧ ،כĥĩĤا﴾ [ ۜċِ ْ Ļَ ْاĕĤ ĵĤإ ģĻÐاóøإ ijĭÖ بóĜو ،ųا Ʃ ċęéÖ ėĉíĺ ħĤ īכĤ ħİَ َ َėĉí اĤ×óق أāÖאر َ أن ĺ ُب óĜَ Ʃ اų، وóĜب اĤכęאر أن [٧٨ب] أن ź ijĥāĺا إĵĤ ذçÖ اĤ×óĝة Ĥכī وijĥĀا إĵĤ ذĤכ ijđÖن ٦ .אİóÐאø اñİ ĵĥĐو .ųا Ʃ ďĭĩÖ įĻĥĐ ٥ رواïĝĺ ħĤ īכĤ īĻÐאرĝĤا īĻĭĨËĩĤאÖ ٤ ijĉùĺا ١ ر + כñا. ٢ ط - وħĤ ģđęĺ. ٣ ر - أن. ٤ ر: ijĉĥùĺا. ٥ ر: أن ïĝĺروا. .אİóÐאø اñİ ĵĥĐو .ųا ďĭĩÖ įĻĥĐ رواïĝĺ ħĤ īכĤ ... ﴾۟نijَ ĥُ َ đęْ َ ُوا ĺ َאد א כ َ Ĩَ ٦ ط - ﴿و ٥ ١٠ ١٥ 544 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Çıkaracakmış gibi” Buradaki el-hatf kelimesi ‘alime babından bir fiil olup hızla alıvermek anlamına gelir. Racülün haytafün ifadesi “hızlıca geçip giden adam” anlamına, eş-şeytânü yehtafü’s-sem‘a ifadesi “ Şeytan kulak hırsızlığı yapıyor.” anlamına, el-berku yahtafü’l-basar ifadesi ise “Şimşek gözü alıveriyor.” anlamına gelir. Hasan-ı Basrî bu kelimeyi yehitifü şeklinde okumuştur. Bir kıraatte kelime yehatifü şeklinde, birinde yihitifü şeklinde okunmuştur. Bazı Medineliler yehttifü (he harfinin sükûnu ve tı harfinin şeddesi ile) okumuşlardır. Çoğunluğun okuyuşu yehtafü şeklindedir. Tı harfinin şeddeli okunuşunun izahı, bu fiilin aslının yehtatıfü şeklinde olması, sonradan te harfinin tı harfi ile birleşmiş/idgām edilmiş olmasıdır. Hı harfinin kesre ile okunmasının izahı ise iki sâkin harfin yan yana gelmesidir ki bu durumda ilk harfin harekesi kesre yapılır. Örneğin lem yeküni’llezîne keferû (İnkâr edenler… değillerdir.) [el-Beyyine 98/1] âyetinde yekün kelimesinin sonu, sâkin iken kesre olur. Ye harfinin kesreli okunmasının izahı ise hı harfine tâbi olmasıdır. Hı harfinin fethalı okunmasının izahı, kendisine idgam edilmiş olan te harfinin harekesinin ona intikal etmesidir. “Onlar için etrafı aydınlatınca” Buradaki edâe (aydınlatınca) fiili hem geçişli hem de geçişsiz olabilir. İlkinin anlamı “Şimşek onlara ışıldadığında”, ikincisinin anlamı ise “Şimşek onlar için yolu aydınlatınca” şeklinde olur. “Birazcık yürürler.” el-Meşyü hafifçe yürümek demektir. el-Meşiyyü ve el-müşüvvü ise [bağırsakları harekete geçirici] müshil ilaç demektir. Kur’ân’da el- meşyü kelimesi pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Yürüme anlamında kullanılmıştır: “Yerleşip dolaşan melekler…” [ el-İsrâ 17/95]. 2. Geçip gitme anlamında kullanılmıştır: “Onun üzerinde yürüyün…” [el-Mülk 67/15]. 3. Yol bulma, hidâyete erme anlamında kullanılmıştır: “Size kendisi ile yolunuzu bulacağınız bir nûr verir.” [ el-Hadîd 57/28] 4. Sürünme anlamında kullanılmıştır: “Onlardan kimi de karnı üzere sürünür.” [ en- Nûr 24/45] 5. Söz taşıma, dedikodu anlamında kullanılmıştır: “Sürekli söz taşıyan…” [el-Kalem 68/11]. Buradaki tefsiri ise şöyledir: Şimşek her çaktığında ve yolu aydınlattığında onun ışığında yürürler, ışık kesilince dururlar. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 545 «ėٌĉَ ْ ، و«رģä َĻì َ ħِ ĥَ Đ ِ ïّ َ è ْ īِ Ĩ ١ ÙĐóùÖ بŻÝøźا ėĉْ íĤאĘ َ ﴾ėُĉَ íْ َ ĺ﴿ :įĤijĜو ٣ .į×ĥÝùĺ أي ٢ óā×Ĥا ėĉíĺ قó×Ĥوا ،įĜóÝùĺ أي ďĩùĤا ėĉíĺ אنĉĻýĤوا ،óĩĤا ďĺóø ėُĉِ íَ َ ٤ اíĤאء واĉĤאء، وóĜئ: ĺ óùوכ אءĻĤا çÝęÖ ėُĉِ íِ َ وóĜأ اīùéĤ اĤ×óāي: ĺ ٦ اĉĤאء، وóĜئ: ِĺ ِí ِĉُė Öכóù اĻĤאء واíĤאء واĉĤאء، وóĜأ ăđÖ ٥ اĻĤאء واíĤאء وכóù çÝęÖ אءĻĤا çÝęÖ ėُĉَ íْ َ ٧ وóĜاءة اŶכóá: ĺ ّ ُė ùÖכijن اíĤאء وïĺïýÜ اĉĤאء، ĉíْ َ ĺ :ÙĭĺïĩĤا ģİأ ėĉِ َ Ýíْ َ وøכijن اíĤאء وçÝĘ اĉĤאء وıęĻęíÜא، ĨÉĘא وįä ïĺïýÜ اĉĤאء ĵĥđĘ أن أįĥĀ ĺ ِك اŶول إĵĤ اĤכóù، ّ óُ ÉĘدÛĩĔ اÝĤאء ĹĘ اĉĤאء، وأĨא כóù اíĤאء ĩÝäŻĘאع اùĤאכīĻĭ éĘ ٩ ٨ íĥĤאء، א ً ُ وا﴾ [اĤ×ÙĭĻ، ١/٩٨[، وأĨא כóù اĻĤאء ÜÍĘ×אĐ óęَ َ َ כ īĺñ۪ Ĥاƪ īِ כُ َ ĺ ْ ħĤ﴿َ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ اÙĩĔïĩĤ١٠ إıĻĤא. َ אءÝĤا Ùכóè ģِ ْ ĝَ ĭِ ĥَ وأĨא çÝĘ اíĤאء Ę َ﴾ ŻĤزم واïđÝĩĤي. وĵĭđĨ اŶول: َ َٓĄאء ْ ﴾ ijåĺز ﴿ا ħُ ıĤَ َ َ َٓĄאء َٓא ا ĩĥƪ ُ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ כ כĩĥא أĄאء ħıĤ اĤ×óق. وĵĭđĨ اáĤאĹĬ: כĩĥא أĄאء اĤ×óق اěĺóĉĤ ħıĤ. ƫ اïĤواء ijýُ َ ĩĤوا ïĺïýÝĤאÖ ƫ Ĺýِ َ ِۙ﴾ ْ اĹýĩĤ اóĻùĤ اģıùĤ، واĩĤ įĻ۪ ا Ę ْ ijýَ َ Ĩ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ﴾َ īĻ۪ ّ ĭِ Ñ َ ĩĉْ ُ Ĩ نijَ ýُ ْ ĩَ ĺ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ óĻùĥĤ :אنđĩĤ ٍ آنóĝĤا ĹĘ ĹķýĩĤوا ١١.ģ ِıùĩĤا َא﴾ [اĥĩĤכ، ١٥/٦٧]، وïÝİŻĤاء ı×ِ ِ َאכ ĭ َ Ĩ Ĺ۪ Ę اijýُ ْ َאĨ Ę﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ّ Ĺąِ ُ [اóøŸاء، ٩٥/١٧]، وĩĥĤ ۪﴾ [اïĺïéĤ، ٢٨/٥٧[، وóåĬŻĤار כĩא ĹĘ įĤijĜ: įِÖ نijَ ýُ ْ ĩَ Ü ً ُijرا Ĭ ْ ħכُ Ĥَ ģْ َ đْ åَ ĺ َ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿و ﴾ۙħĻٍ ĩ۪ َ ĭِÖ ٍ َ ýƪٓ אء Ĩאزٍ ƪ ĩَ İ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכÙĩĻĩĭĥĤو ،]٤٥/٢٤ ،رijĭĤا﴾ [۪ۚ įِ ĭĉْ َ Ö ĵĥٰ َ Đ Ĺý۪ ْ ĩَ ĺ ْ īَ Ĩ ْ ħُ ıْ ĭĩِ َ Ę﴿ [اħĥĝĤ، ١١/٦٨[. وóĻùęÜه ĭıİא: כĩĥא ĬאراĤ×óقĬÉĘאراěĺóĉĤ ijąĨا ÍĘįÐijĄĹĘذا اďĉĝĬ وijęĜا. ١ ط: ÖאÙĐóùĤ. .ûĨאİ çĀ ،óā×Ĥا ėĉíĺ - ط ٢ .į×ĥùĺ :ح ٣ .ûĨאİ çĀ ،óùوכ - ط ٤ .ûĨאİ çĀ ،óùכÖ :ح ٥ ٦ ح ر - وכóù. ħåđĨ :óčĬا .دةïýĩĤا אءĉĤا óùכÖ ėُ ِ ّ ĉíْ َ ĺ ÙĭĺïĩĤا ģİأ ĵĤإ ÙÖijùĭĩĤا اءةóĝĤا īכĤو ،אءĉĤا Ùכóè حóāĺ ħĤ ėĭāĩĤا ٧ .٥٨/١ ،ÕĻĉíĤا ėĻĉĥĤا ï×đĤ اءاتóĝĤا א. ً ٨ ر: إÜ×אĐ ٩ ر: ćíĥĤ. ١٠ ط: َ واÙĩĔïĩĤ. .«ĹýĩĤا واءïĤا óĻì» :Ṡ Ĺ×ĭĤا אلĜ + ط ١١ ٥ ١٠ ١٥ 546 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” el-Kıyâm kelimesi ayakta durmak anlamındadır. “Onlardan ayakta duranlar da var yıkılıp giden de!” [ Hûd 11/100] âyetinde “ayakta dikilmek” anlamında, “Seni ayakta bırakırlar.” [el-Cum‘a 62/11] âyetinde “ayağa kalkmak” anlamında, “Uyandıklarında dediler ki…” [ el-Kehf 18/14] âyetinde “uyanma, kalkma” anlamında, “Gökyüzünün ve yerin O’nun emri ile bâki kalmaları O’nun âyetlerindendir.” [ er-Rûm 30/25] âyetinde “bekā” anlamında, “Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” -Yani ışık gidip karanlık gelince dururlar- âyetinde ise “durma” anlamındadır. “Allah dileseydi.” Lev harfi şart edatıdır, ona bağlanan şey, şartın yokluğu ile imkânsız olur. Bu harf “Keşke bir şansım daha olsa da ihsan sahiplerinden olsam.” [ ez-Zümer 39/58] âyetinde olduğu gibi temenni ifade etmek için de kullanılabilir. “Dilemek” ise iradedir. “Elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi.” Yani kulak ve gözlerini giderir, yok ederdi. Arapçada geçişlilik bu âyette olduğu gibi be harfi ile de sağlanabilir. Sonra burada “kulak” kelimesi çoğula izâfe edilmekle beraber tekil kullanılmış, “gözler” kelimesi ise çoğul kullanılmıştır. Bunun izahını “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.” [ el-Bakara 2/7] âyetinin tefsirinde yapmıştık. Bu ifadenin tefsiri/anlamı şöyledir: Eğer Allah dileseydi onların kalp gözlerini ve kulaklarını gidermiş olduğu gibi baş gözlerini ve kulaklarını da giderirdi. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Eğer Allah dileseydi onları dünyada olduğu gibi âhirette de sağır ve kör yapardı. Bir diğer görüşe göre anlam şöyledir: Eğer Allah dileseydi onların göz ve kulaklarından faydalanmalarını ortadan kaldırdığı gibi bizzat göz ve kulaklarının kendisini de ortadan kaldırabilirdi. Bu görüşleri bilince şu soru bertaraf edilmiş olur: “Allah, ‘Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler.’ [ el-Bakara 2/18] sözü ile onların işitme, duyma ve görme özelliklerine sahip olmadığını zaten söylemişti, o hâlde burada gözlerinin kör edilmesi ve kulaklarının sağır edilmesinin Allah’ın dileğine bağlı olduğunun söylenmesi ne anlama gelmektedir?” Çünkü biz bu soruya karşılık şöyle deriz: Allah Teâlâ’nın onlardan aldığını söylediği şey ile şayet dileseydi alacağını söylediği şey farklıdır ki bunu yukarıda zikrettik. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 547 ٌ ħِ א َĜٓאÐ َ ıْ ĭ ِ ُijاۜ﴾ اĻĝĤאم اāÝĬźאب، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ Ĩ ĨאĜَ ْ ħ ِıْ Ļĥَ َ Đ َ ħĥَČْ َ ِ َذٓا ا ا َ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ و ًۜ﴾ [اÙđĩåĤ، ١١/٦٢[، ِĩא ÐאٓĜَ كijَ ُ כ َ óَ Ü َ ۪ā ٌïĻ] ﴾ijİد، ١٠٠/١١]، واĻĝĤאم اijÝøźاء، Ĝאل: ﴿و َ è َ و ْ īِ Ĩَ ُijا﴾ [اĤכėı، ١٤/١٨[، واĻĝĤאم اĤ×ĝאء، Ĝאل: ﴿و َאĤ ĝَ Ę اijُ ِ ْذ َĜאĨ واĻĝĤאم اijıĭĤض، Ĝאل: ﴿ا ِ َذٓا ا َ ۪﴾ [اóĤوم، ٢٥/٣٠]، واĻĝĤאم اijĜijĤف، Ĝאل: ﴿و ِóهۜ ْ Ĩَ ْ ُض Öِא َر َ ْاź ُ و َٓאء ĩ ƪ َ اùĤ ُijم ĝَ َ ْن Ü ۪ ا ٓ įِ َאÜ ĺٰ ا ُijاۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٠/٢] أي وإذا زال اijąĤء وäאء اŻčĤم وijęĜا. ĨאĜَ ْ ħ ِıْ Ļĥَ َ Đ َ ħĥَČْ َ ا .įĈóü אعĭÝĨאÖ ďĭÝĩĺ įÖ ěĥđĩĤوا ،طóü Ùĩĥכ» ijĤ» ﴾ُ ųا Ʃ َ ْ َٓüאء ijĤَ َ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ و َ ﴾ [اóĨõĤ، ٥٨/٣٩[. īĻ۪ ĭùِ ْ éُ َ ْاĩĤ īِ Ĩ نijَ ُ َכ َא Ę ً ة ƪ óَ ۪Ĺ כ Ĥ نƪ َ ْ ا ijĤ﴿َ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ĹĭĩÝĥĤ نijכĺ ïĜو واÙÑĻýĩĤ اŸرادة. אء×ĤאÖ ďĝĺ ïĜ ÙĺïđÝĤאĘ ،אı×İذŶ أي ﴾ ْ َ ِאرِħİ āْ Öَ ا َ ْ و ħ ِıِ đْ ĩ َ ùِÖ َ Õَ İñَ Ĥ﴿َ :ĵĤאđÜ įĤijĜو אĩĤ ďĩåĤאÖ ٢ ١ اāÖŶאر óوذכ ďĩåĤا ĵĤإ įÝĘאĄإ ďĨ انïèijĤا ĵĥĐ ďĩùĤا óذכ ħà .אąĺأ ً أ] ْ ﴾ [اĤ×óĝة، ٧/٢]. [٧٩ َ ِאرِħİ āْ Öَ ا ĵٓĥٰ َ Đ َ ۜ و ْ ħ ِıِ đْ ĩ َ ø ĵĥٰ َ Đ َ ْ و ħ ِıِÖijĥُĜُ ĵĥٰ َ Đ ُ ųا Ʃ َ ħَ Ýì﴿َ :įĤijĜ ĹĘ ّ óĨ وóĻùęÜ ñİه اĤכĩĥאت: وüijĤאء Ʃ اų ÕİñĤ ďĩùÖ رؤوħıø وأāÖאر رؤوħıø כĩא ٣ ĹĘ اóìŴة כĩא א ً Ļ ْ ĩُ א وĐ Ƭ ĩĀ ħıĥđåĤ ųا Ʃ אءü ijĤ :ģĻĜو .אİאرāÖوأ ħıÖijĥĜ ďĩùÖ Õİذ ٦ ٥ כĤñכ ĹĘ اĻĬïĤא. وģĻĜ: وijĤ üאء Ʃ اų ÕİñĤ ĻĐÉÖאن اāÖŶאر واĩøŶאع ħıĤ ٤ ģđä ħıĭĨ כĩא ذÕİ ĭĩÖאďĘ اĩøŶאع واāÖŶאر ħıĭĨ. ﴾ ٌ Ĺ ْ ĩُ Đ ٌ ُ ْכħ Ö ƭ ħ ُ Ā﴿ :אلĜ אĩĤ» :אلĝĘ لÉø īĨ الËø ďĘïĬا ģĺאوĜŶا هñİ ٧ وÙĘóđĩÖ ħıĭĐ אıÖאİإذ ěĻĥđÜ ĵĭđĨ אĩĘ ؛ħıĭĐ óā×Ĥوا ěĉĭĤوا ďĩùĤا ĵęĬ ïĝĘ [١٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ٩ ٨ Ĩא ذכĬóא. ijİو ،ÙÑĻýĩĤאÖ ħıĭĐ įÖאİإذ ěĥĐ אĨ óĻĔ ħıĭĐ אهęĬ אĨ :لijĝĬ אĬŶ ؛»؟ÙÑĻýĩĤאÖ ١ ط - ďĨ إĄאįÝĘ إĵĤ اďĩåĤ وذכó. ٢ ط: واāÖŶאر. א. ً Ļ ْ ĩُ ٣ ر: Đ ٤ ح ر: ħıĥđä. ٥ ح ر - ħıĤ. ٦ ح ط: اĩøŶאع واāÖŶאر. ٧ ط: وÙĘóđĩĤ. ٨ ر - وijİ. ٩ ر: وïĜ ذכĬóא. ٥ ١٠ ١٥ 548 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah şüphesiz her şeye kādirdir.” “Her” kelimesi kapsayıcılık ifade eder ve içine giren her şeye işaret eder. “Şey” ise var olanların tamamına işaret eder. Burada ise, “yaratılmış her şey” anlamındadır, çünkü ilâhî kudretin altında olduğunu düşünmenin câiz olduğu “şey” budur. Âyette kullanılan el-kadîr kelimesi el- kādir ile aynıdır, tıpkı el-‘alîm kelimesi ile el-‘âlim kelimesinin aynı olması gibi. Bu kelimeden türetilen sıfat el-kudretü ve el-makdiretü şeklindedir. el-İkdâr, “kudret vermek” demektir. İktedera fiili “kudret yetirdi” anlamına, ondan türeyen muktedir ismi ise “ kādir” anlamına gelir. Bu ifadenin tefsiri şöyledir: O şüphesiz her şeye kādirdir. Öncesinde sadece kulakların sağır, gözlerin kör edilmesinden bahsedilmesinin sebebi, ilgili kıssada bunların zikredilmiş olmasıdır. Gök gürültüsü kulağı etkiler, şimşek ise gözü etkiler, Allah bu durumda bu ikisini de gidermeye ve her durumda her şeye kādirdir. Bu âyetlerin tamamının te’vili konusunda ise pek çok görüş nakledilmiştir. Bunlardan birine göre Medine’de münafıklardan iki kişi Hz. Peygamber aleyhisselâmdan kaçıp müşriklere sığınmışlar ve Allah Teâlâ’nın bu âyette zikrettiği gibi içerisinde gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımların bulunduğu bir yağmur bu kimselere isabet etmiştir. Bunun üzerine bu iki kişi her yıldırım çarptığında korkudan parmaklarını kulaklarına tıkamışlar, şimşek çakmadığı zaman ise önlerini göremedikleri için yürüyemez olmuşlardır. Sonunda “Keşke sabaha çıksak da Muhammed aleyhisselâmın yanına varıp eline sarılsak [pişmanlığımızı bildirsek].” dediler. Sabah olunca Hz. Peygamber aleyhisselâmın yanına varmış ve Müslüman olmuşlardır. Allah da bu ikisinin durumunu Medine’deki münafıklara darb-ı mesel olarak anlatmıştır. Abdullah b. Abbas, Dahhâk, Atâ, Ali b. Ebû Talha, Mukātil, Kelbî ve Ca‘fer es- Sâdık şöyle demişlerdir: Bu, Kur’ân’ın misalidir, yani münafıkların Kur’ân ile olan durumları yağmura tutulmuş bir yolcunun durumu gibidir. Burada Kur’ân yağmura benzetilmiştir çünkü Kur’ân’da ona iman edenler için hayat vardır. “Ondan karanlıklar vardır.” [ el-Bakara 2/19] Yani Kur’ân’da küfrün ve günahların zikri ve bunlara yönelik tehdidin ifadesi bulunur. O gök gürültüsü gibidir. Yine onda iman ve itaate karşılık olarak verileceklerin müjdesi vardır ki bu da şimşek gibidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 549 ďĻĩä אولĭÝĺ אبđĻÝøا Ùĩĥכ» ģّ ُ ٌ۟﴾ «כ óĺï۪ Ĝَ ٍ ْ ء Ĺüَ ģِّ ُ َ ٰĵĥ כ Đ َ ųا Ʃ ِ ƪن وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا įĬŶ ق؛ijĥíĨ دijäijĨ ģכĤ ħøا ijİ אĭıİو ،دijäijĨ ģכĤ ħøا» ءĹýĤا«و .įĻĘ ģìد אĨ ÙęāĤوا .ħĤאđĤا ijİ ħĻĥđĤכא ،אدرĝĤا ijİ óĺïĝĤوا .رةïĝĤا ÛéÜ įĤijìد زijåĺ يñĤا ijİ .אدرĜ ijıĘ َ رïَĜَ ĵĭđĩÖ رïÝĝĨ ijıĘ َ َ َïر َة، واïĜŸار إà×אت اïĝĤرة، ْواÝĜ اïĝĤرة واïĝĩĤر ؛óĻĔ ź óā×Ĥوا ďĩùĤا אبİإذ įĥ×Ĝ óذכ אĩĬوإ .אدرĜ ءĹü ģכ ĵĥĐ įĬأ :אĭİ هóĻùęÜو ųوا Ʃ óā×Ĥا ĹĘ óàËĺ قó×Ĥوا ،ďĩùĤا ĹĘ óàËĺ ïĐóĤאĘ :ÙāĝĤا ĹĘ رانijכñĩĤا אĩİ אĩıĬŶ ١ .ÙĤאè ģכ ĹĘ ءĹü ģכ ĵĥĐ אدرĜو ÙĤאéĤا هñİ ĹĘ אĩıÝĤإزا ĵĥĐ אدرĜ ٤ ıĭĨא Ĩא روي أįĬ ٣ أĜאوģĺ כóĻáة: įĻĘ ٢ وردت ïĝĘ אتĺŴا هñİ Ùĥĩä ģĺوÉÜ אĨÉĘ א īĨ رijøل Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم إĵĤ اóýĩĤכīĻ، َ Öóİ ٥ כאن رŻäن īĨ اĭĩĤאīĻĝĘ īĨ اÙĭĺïĩĤ ĀÉĘאĩıÖא ñİا اóĉĩĤ اñĤي ذכó Ʃ اų đÜאĵĤ įĻĘ رïĐ وóÖق وijĀاěĐ، ŻđåĘ כĩĥא أĄאء ُ×óāا، ĘכאĬא ĺ ħĤ ďĩĥĺ ħĤ ٨ ٧ وإذا ٦ Żđä أĀאĩıđÖא ĹĘ آذاĩıĬא īĨ اóęĤق، ĩıĤא اijāĤاěĐ ،هïĺ ĹĘ אĭĺïĺأ ďąĭĘ مŻùĤا įĻĥĐ اïĩéĨ ĹÜÉĭĘ אĭé×Āأ אĭÝĻĤ ٩ :نźijĝĺ ŻđåĘ אنĻýĩĺź .ÙĭĺïĩĤאÖ īĻĝĘאĭĩĥĤ אĩıĥáĨ ųا Ʃ بóąĘ ،אĩĥøÉĘ אهĻÜÉĘ אé×ĀÉĘ وĜאل اĐīÖ×אسواéąĤאكوĉĐאء وÙéĥĈīÖĹĥĐ وĝĨאģÜواĤכĥ×ĹوïĩéĨīÖóęđä ،óĉĨ įÖאĀأ óĘאùĨ ģáĩכ آنóĝĤا ďĨ īĻĝĘאĭĩĤا ģáĨ :أي آنóĝĤا ģáĨ اñİ ١٠:ƻ אدقāĤا óęכĤاóذכ]١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾[تY ٌ ¯َ«ُ’ُ µÁِ ž۪﴿ .įÖīĨآīĨאةĻèآنóĝĤاĹĘنŶ؛óĉĩĤאÖآنóĝĤاį ّ ×ýĘ .قó×ĤאتכאĐאĉĤوا אنĩĺŸاĵĥĐ ïĐijĤاįĻĘو ïĐóĤכא ١١ijİوĹĀאđĩĤاĵĥĐو įĻĥĐ ïĻĐijĤوا ١ ر: èאل. ٢ ط - ïĝĘ وردت. ٣ ط ر: ıĻĘא. ٤ ط ر - כóĻáة. ٥ ط ر: ĹĘ اÙĭĺïĩĤ. ٦ ط: اĤ×óق. ٧ ط: اóĕĤق. ٨ ط: ÍĘذا. ٩ ر: źijĝĺ. ١٠ ر + وīĐ آÖאįÐ اĉĤאīĺóİ. ١١ ر: ijıĘ. ٥ ١٠ ١٥ 550 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre “karanlıklar” fitnelerin beyân edilmesi, “gök gürültüsü” korkutma ve sakındırma, “ şimşek” ise zafer ve galibiyetin beyânıdır. Şöyle denilmiştir: Gök gürültüsü müteşâbih, şimşek ise muhkem âyetlerdir. Şöyle denilmiştir: Gök gürültüsü haramların beyân edilmesi ve bunlara yönelik tehditler, şimşek ise helâllerin beyân edilmesi ve bunlara yönelik müjdedir. Şöyle denilmiştir: Gök gürültüsü Kur’ân’da zikri geçen imtihan ve sınamalar, şimşek ise onda bulunan hidâyet ve şifadır. “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” [ el-Bakara 2/19] yani sanki hiç duymamış gibi cihattan ve diğer emirlerden kaçarlar. Şöyle denilmiştir: Sağır ve körmüş gibi yaparlar ki haklarında indirilen ve öldürülmelerini emreden âyetleri işitmesinler. Şöyle denilmiştir: “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” [ el-Bakara 2/19] ifadesi hakiki anlatımdır, yani onlar gerçekten de Kur’ân’ı dinlememek için parmaklarını kulaklarına tıkamışlardır. Kur’ân’ın delilleri neredeyse akılları hayrete düşürecek, gönülleri kendisine cezbedecek kadar açıktır. Şöyle denilmiştir: Kur’ân neredeyse onların gizli saklı hâllerini ifşa edecek olmuştur. Şöyle denilmiştir: Kur’ân’ın beyânı neredeyse onların dalâletlerini giderecek olmuştur. “Onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler.” Muhkem âyetler üzerinde ne zaman düşünecek olsalar Kur’ân’a iman etmeye yönelirler, ama müteşâbih âyetler onlara karmaşık gelince yüz çevirir ve inkâr ederler.Şöyle denilmiştir: Her ne zaman müminlere karşı delil olarak kullanmak üzere müteşâbih âyetlere sarılsalar muhkem âyetler ile onların delilleri çürütülür. Böylece onlar küfürlerinin karanlığı içinde şaşkın bir şekilde kalırlar. “Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi.” Nasıl onları rüsva etmek için kalplerini ve basiretlerini giderdi ise onlara ceza olarak bunu da yapardı. Muhakkak O, dilediğini yapmaya kādirdir. Şöyle denilmiştir: Bu, iman eden, fakat bir zarara uğrayınca dinden dönen kimseler hakkındadır. Bunlar Allah Teâlâ’nın “İnsanlardan kimileri vardır ki Allah’a bir şüphe üzere (ucundan kıyısından) iman eder, kendisine bir hayır isabet edince onunla mutmain olur.” [ el-Hacc 22/11] âyetinde zikredilen kimselerdir. Bu itibarla Allah Teâlâ “Yahut gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi…” [ el-Bakara 2/19] buyurarak İslâm’ı yağmura, ondaki nimeti şimşeğe, imtihan ve sıkıntıları ise gök gürültüsüne benzetmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 551 وģĻĜ: اĩĥčĤאت ĻÖאن اīÝęĤ، واïĐóĤ اóäõĤ واėĺijíÝĤ، واĤ×óق ĻÖאن اóāĭĤة واóęčĤ. وģĻĜ: اïĐóĤ اýÝĩĤאıÖאت واĤ×óق اéĩĤכĩאت. وģĻĜ: اïĐóĤ ĻÖאن اĨóéĩĤאت واïĻĐijĤ ıĻĥĐא، [٧٩ب] واĤ×óق ĻÖאن اŻĥéĩĤت واïĐijĤ ıĻĥĐא. وģĻĜ: اïĐóĤ Ĩא ĹĘ اóĝĤآن ْ·َُ ِ \Y†َ َ َ ْkَ ُ «¹َن ا À﴿ ١ īĨ ذכó اéÝĨźאن واŻÝÖźء واĤ×óق Ĩא įĻĘ īĨ اïıĤى واęýĤאء. ِِ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ١٩/٢] óęĭĺون īĐ اıåĤאد وøאóÐ اŶواóĨ כÉن ħĤ ijđĩùĺا. وģĻĜ: ٰ َذا² ٓž۪¿ ا َ ْkَ ُ «¹َن À﴿ :ģĻĜو .ħıĥÝĝÖ óĨŶوا ħıĬÉü ĹĘ لõĬ אĨ اijđĩùĺ ŻĻכ ن؛ij َ ّijن وđÝĺאĨ ĨאāÝĺ ِِ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ١٩/٢] ً ÙĝĻĝè؛ כŻĻ ijđĩùĺا اóĝĤآن، ĺכאد ãåè اóĝĤآن ٰ َذا² ِ َُ·ْ ٓž۪¿ ا \Y†َ َ ا .ħıÜراijĐ ĵĥĐ لïĺ آنóĝĤا כאدĺ :ģĻĜو ٢ ُ×óı اijĝđĤل وıÖñåÜא إĵĤ ıùęĬא ıèijĄijĤא. Ü .ħıÝĤŻąÖ Õİñĺ آنóĝĤا אنĻÖ כאدĺ :ģĻĜو ُ·ْ َR ¹ْƒَا ž۪ ِµÁۙ﴾، כĩĥא ęÜכóوا ĹĘ اéĩĤכĩאت ïāĜوا أن ijĭĨËĺا َ ª ءYَ Šَٓ َ ٓY ا ¯َ َّ «¦ُ ﴿ ّ כijا ÖאóĝĤآن، وإذا اÝü×Ûı ħıĻĥĐ اýÝĩĤאıÖאت أijĄóĐا وכóęوا. وģĻĜ: כĩĥא ùĩÜ ĹĘ اijُ ĝ×Ę אتĩכéĩĤאÖ ħıååè ÛđĉĝĬا īĻĭĨËĩĤا ĵĥĐ אıÖ اijåÝéĻĤ אتıÖאýÝĩĤאÖ .īĺóĻéÝĨ ħİóęכ ÙĩĥČ ħıÖijĥĜ ďĩùÖ Õİذ אĩכ ħıĤ ÙÖijĝĐ ً ﴾ۜ ْ ¶ِ ِ َْ\ ‡َYر ِ َ ِِْ̄·ْ َوا \ [َ ¶َ wَ َ ª ُ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ ﴿َوª .أراد אĨ ĵĥĐ óĺïĜ įĬإ ؛ħıĤ אĬźñì ٣ وأāÖאرħİ ٤ ħıùĨ اóąĤ ارïÜوا، وħİ اīĺñĤ وģĻĜ: ñİا ĹĘ اīĺñĤ آijĭĨا، وĩĤא µُ َ \Y†َ َ ۚ ِžَY ْن ا فٍyْnَ »ٰ «َ َٰ Ãا ّ uُ ]ُ ْ َ À ±ْ ®َ سY ِ َ ³ªا ّ ±َR ِوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ųا Ʃ ħİóذכ َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ] ﴾[اĤ×óĝة، ١٩/٢] ٥ ﴿ا ۚ﴾ اÙĺŴ،] اãéĤ، ١١/٢٢ [ĝĘאل: µ۪ ِ \ َ َ ّن Y¯َ Žا ْ ۨy ٌ Áْrَ ،ïĐóĤאÖ įĻĘ īéĩĤوا īÝęĤوا ،قó×ĤאÖ įĻĘ ÙĩđĭĤوا ،óĉĩĤאÖ مŻøŸا į×ýĘ ١ ط - وģĻĜ: اïĐóĤ Ĩא ĹĘ اóĝĤآن īĨ ذכó اéÝĨźאن واŻÝÖźء واĤ×óق Ĩא įĻĘ īĨ اïıĤى واęýĤאء، çĀ İאûĨ. ĹĘ אĭıİ Û×ÝכĘ ÙĻüאéĤאÖ įĝéĤأ ėĭāĩĤا أن źإ ģĀŶا ĹĘ ÷ĻĤ «įĭĻĐ ăĩĔ ijĤ» :įĤijĜ ĵĤإ אĭİ īĨ :م ûĨאİ ĹĘ ٢ اīÝĩĤ. ٣ ح ط ر: وأāÖאرİא. ٤ ط: ĩĤא. ٥ ط: Ĝאل. ٥ ١٠ ١٥ 552 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” [ el-Bakara 2/19] yani sıkıntı ve zorluklara dair herhangi bir şey duymak istemezler. Müslümanların izzeti ve kazandıkları ganimetlere dair gördükleri şeyler kalplerindeki şüpheleri yok etmek üzeredir. Ancak “Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” Yani dünya menfaati yok olunca dururlar. “Allah dileseydi” onların ellerindekini çeker alırdı ve zilletlerine zillet ilâve ederdi. Elbette O, her şeye kādirdir. Şöyle denilmiştir: Bu misal Yahudiler ile ilgilidir. Zira yolcu yolun mâmur hâle gelmesi, su havzalarının dolması ve böylece sudan hem kendisinin hem de hayvanlarının faydalanması için yağmurun yağmasını bekler. Ancak karanlıkları, gök gürültüsünü ve şimşeği beklemez. Yahudilerin durumu da böyleydi. Onlar Hz. Peygamber aleyhisselâmın peygamber olarak gönderilmesini bekliyorlar, onunla hidâyet bulmak ve düşmanlarına karşı galip gelmek istiyorlardı. Ancak kendi şeriatlarının neshedilmesini ve inançları üzere kalanlara cehennem tehdidinin yöneltilmesini beklemiyorlardı. Burada yağmur Hz. Muhammed aleyhisselâmın, karanlıklar Yahudi şeriatının neshedilmesinin, gök gürültüsü Yahudilere yönelik cehennem tehdidinin, şimşek Hz. Peygamber aleyhisselâmın mûcizelerinin meselidir. “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” [ el-Bakara 2/19] Yani âyetlerin apaçık ortaya çıkmasına rağmen onlar inkârda inat ederler. “Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar.” Yani İslâm’ın delillerinin apaçık ortaya çıkışı onların kalplerinin karanlığını neredeyse giderecektir. “Onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” Yani yolcu şimşeğe bakacak olsa yolu görebilir, gözünü kapatırsa yolu göremez. Aynı şekilde Yahudiler de eğer Hz. Peygamber aleyhisselâmın hâline bakıp düşünselerdi hidâyete ulaşırlardı. Ancak onlar yüz çevirdikleri için sapkınlık içerisinde kaldılar. Elbette Allah dilediği şeyi yapmaya kādirdir. Rebî‘ b. Enes, İbn Cüreyc, Mücâhid, Dahhâk ve Kelbî Abdullah b. Abbas’tan rivayet ederek şöyle demişlerdir: Bu, onların dilleri ile ikrar edip kalpleri ile inkâr etmelerinin misalidir. Yani münafığın iman konusundaki durumu karanlık bir gecede, bir geçitten geçerken yağmura yakalanan yolcunun durumu gibidir. Burada iman yağmura benzetilmiştir, çünkü onda kalplerin hayatı bulunur. “Onda karanlıklar vardır.” [ el-Bakara 2/19] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 553 ïÐاïýĤا īĨ ءĹýÖ اijđĩùĺ أن نij×éĺ ź أي] ١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ·ِِ ٰ َذا² ِ َُ·ْ ٓž۪¿ ا \Y†َ َ َ ْkَ ُ «¹َن ا À﴿ ،אتı×ýĤا ħıÖijĥĜ īĐ ijéĩĺ ħÐאĭĕĤا ١ ÙÖאĀوإ īĻĩĥùĩĤا õĐ īĨ įĬوóĺ אĨ כאدĺ ،אĺŻ×Ĥوا ĹĘ אĨ ÕĥùĤ ﴾ُ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ ۜ﴾، أي وإذا زال ďęĬ اĻĬïĤא وijęĜا، ﴿َوª َ ُY®¹ا ¢ ْ·ِÁَْ «َ َ َ «’ْ َ ا ا َِذٓ ﴿ َوا .óĺïĜ ءĹü ģכ ĵĥĐ įĬإ .ذل ĵĤإ źذ ħİوزاد ħıĺïĺأ وģĻĜ: اģáĩĤ ijıĻĥĤد؛ وذĤכ أن اùĩĤאóĘ óčÝĭĺ اóĉĩĤ óĩđĻĤ اóĉĤق وŷĩĺ اĻéĤאض ٢ اijıĻĤد כאijĬا óčÝĭĺون اñכĘ ،قó×Ĥوا ïĐóĤوا אتĩĥčĤا ďĜijÝĺ źو ،įÖودوا ijİ įÖ ďęÝĭĻĘ ħıÝđĺóü ëùĬ واóčÝĭĺ ħĤو ،اءïĐŶا واóıĝĺو įÖ واïÝıĻĤ م؛ŻùĤا įĻĥĐ אĭĻ×Ĭ وجóì ٣ įĻĥĐ اŻùĤم، واĩĥčĤאت Ĺ×ĭĤا ïĩéĨ אلáĨ óĉĩĤאĘ ؛ħıĭĺد ĵĥĐ כאن īĩĤאرĭĤאÖ ïĻĐijĤوا َ ْkَ ُ «¹َن À﴿ .مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا اتõåđĨ قó×Ĥوا ،אرĭĤאÖ ïĻĐijĤا ٤ ïĐóĤوا ،ħıÝđĺóü ëùĬ َ َ§ ُYد À﴿ .אتĺŴا رijıČ ďĨ כאرĬŸا ĹĘ ونïĬאđĺ [١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ·ِِ ٰ َذا² ِ َُ·ْ ٓž۪¿ ا \Y†َ َ ا ْ·ُ َ ª ءYَ Šَٓ َ ٓY ا ¯َ َّ «¦ُ ﴿ .ħıÖijĥĜ ÙĩĥČ Õİñĺ įĥÐźد رijıČ כאد أي﴾ ۜ َْ\ ‡َ َYرُ¶ ْ َ ْs َ ُ ا À قُ yْ]َْ اª ijĤو ،ěĺóĉĤا óāÖŶ قó×Ĥا ĵĤإ óčĬ ijĤ óĘאùĩĤا أي﴾ ۜ َ ُY®¹ا ¢ ْ·ِÁَْ «َ َ َ «’ْ َ ا ا َِذٓ َR ¹ْƒَا ž۪ ِµÁۙ َوا مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلè ĹĘ اijĥĨÉÜ ijĤ ،دijıĻĤا ٦ اñכĘ ،ěĺóĉĤا ُ įĻĥĐ Ĺęì ٥ įĭĻĐ ăّ ĩĔ .أراد אĨ ĵĥĐ óĺïĜ įĬإ ٧ ] ĹĘ اŻąĤل، أ ïÝİźوا، وĩĤא أijĄóĐا ijĝÖا [٨٠ īĐ Ĺ×ĥכĤوا אكéąĤوا ïİאåĨو ãĺóä īÖوا÷ Ĭأ īÖ ďĻÖóĤا אلĜ أي ،ħıÖijĥĝÖ ħİכאرĬوإ ħıÝĭùĤÉÖ ħİارóĜŸ ģáĨ اñİ :ƻ אس×Đ īÖا ٍ أĀאįÖ اóĉĩĤ، ÙĩĥčĨ ÙĥĻĤ ĹĘ אزةęĨ ĹĘ óĘאùĩכ אنĩĺŸا ĹĘ ěĘאĭĩĤا ģáĨ į اĩĺŸאن ÖאóĉĩĤ؛ Ŷن įÖ Ļèאة اijĥĝĤب، و﴿ž۪ ِµÁ ُ’ُ«َ ¯ٌ Yت﴾ [اĤ×óĝة، ١٩/٢] ّ ×ü ١ ر: ĹĘ إĀאÙÖ. ٢ ر: وכñا. ٣ ح ط ر - اĭĤ×Ĺ. ٤ ط: واïĐijĤ. ٥ ر: įĻĭĻĐ. ٦ ر: وכñا. ٧ ط ر: اÙĤŻąĤ. ٥ ١٠ ١٥ 554 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yani bu münafığın kalbinde küfrün karanlığı, dilinde ise ikrarın nûru vardır, tıpkı şimşek gibi çakar. O bu ikisi arasında tıpkı gök gürültüsünden korkar gibi korkmaktadır. “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” [ el-Bakara 2/19] Yani kendilerini doğru yola iletecek deliller ve peygamberin mûcizeleri üzerinde kalpleri ile tefekkür etmezler. “Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar.” Yani üzerinde tefekkür etmese bile bu deliller, neredeyse onun kalbinin karanlığını ve gözünün perdesini giderecek gibidir. Bir görüşe göre bu ifade şu anlama gelir: Münafığın dili ile ettiği imanın nûru neredeyse onun gerçek hâlini müminlerden saklayacaktır. “Onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler.” Yani hayatta oldukları sürece bunu ( Müslüman olduklarını) söylerler ve bundan faydalanırlar, öldüklerinde ise kabrin karanlıkları ve mahşerin cezası içinde kalırlar. “Allah dileseydi” münafığı derhâl helâk eder, ona ölüme kadar mühlet vermezdi, çünkü O, her şeye kādirdir. Bir başka görüşe göre anlam şöyledir: Bu, münafığın korku ve şaşkınlığının meselidir, çünkü yağmurun, gök gürültüsünün ve karanlıkların bulunduğu bir gece son derece ıssız ve korkutucudur. Parmakların ölüm korkusu ile kulağa tıkanmasının anlamı, münafığın sırrının ortaya çıkmasından ve bu nedenle öldürülmekten ya da sürülmekten yana duyduğu korkudur. “Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.” [ el-Bakara 2/19] onlara intikam cezasını indirmeye kādirdir. “Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar.” Yani münafığın korkusu neredeyse onu helâk edecektir. Onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler.” Yani her ne zaman iki taraftan birinin galibiyeti söz konusu olsa o tarafa tâbi olurlar, ama işler değişince onlar da saflarını değiştirirler. “Allah dileseydi” yağmura tutulmuş kimsenin korktuğu şeyi, yani gözlerinin kör, kulaklarının sağır olmasını gerçekleştirirdi. Allah’ın münafığı bu iki tarafa birden meyletme hâli üzere bırakması âcizliğinden değildir, çünkü “Allah şüphesiz her şeye kādirdir.” Şöyle denilmiştir: Bu, münafıkların müminlere iman ile kâfirlere ise inkâr ile muamele etmelerinin misalidir. Allah şöyle buyurmuştur: Onların durumu gecenin, bulutların, yerin ve içerisinde gök gürültüsü ve şimşek bulunan yağmurun karanlığı içindeki kimsenin durumu gibidir. Böyle bir kişide hem ışık, hem karanlık hem de korku bir araya gelmiştir. Işık, onun ızhar ettiği imanın nûrudur, karanlık onun gizlediği küfrün karanlığıdır, korku ise hâllerinin açığa çıkmasından duyduğu endişedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 555 ėÐאíĤכא כĤذ īĻÖ ėÐאì ijİو قó×Ĥכא ارóĜŸا رijĬ įĬאùĤ ĵĥĐو óęכĤا ÙĩĥČ į×ĥĜ ĹĘ ģÐźد ĵĤإ ħıÖijĥĝÖ ونóכęÝĺ ź [١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ·ِِ ٰ َذا² ِ َُ·ْ ٓž۪¿ ا \Y†َ َ َ ْkَ ُ «¹َن ا À﴿ ،ïĐóĤا īĨ אءĉĔو į×ĥĜ ÙĩĥčÖ ÕİñÜ ģÐźïĤا כĥÜ أي﴾ قُ yْ]َْ اïüóĤ وõåđĨات اijøóĤل، ﴿ َ À §ُYد اª .אıĻĘ óכęÝĺ ħĤ وإن ،هóāÖ َ Šَٓ َYء ٓY ا ¯َ َّ «¦ُ ﴿ ،įُ Ĥאè īĻĭĨËĩĤا ĵĥĐ ĵęíĺ įĬאùĥÖ ěĘאĭĩĤا אنĩĺإ رijĬ כאدĺ :ģĻĜو ُ·ْ َR ¹ْƒَا ž۪ ِµÁۙ ﴾أي Ĩא داijĨا ĹĘ اĻéĤאة Ýĺכijĩĥن įÖ وijđęÝĭĺن įÖ، وإذا ĨאijÜا ijĝÖا ĹĘ َ ª ĵĤإ įĥıĩĺ ħĤو אلéĥĤ ěĘאĭĩĤا כĥİŶ ﴾ُ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ ªوَ ﴿،óýéĤا ÙÖijĝĐو ó×ĝĤا ÙĩĥČ .ءĹü ģכ ĵĥĐ óĺïĜ įĬŶ ت؛ijĩĤا ّóه؛ ÍĘن ÙĥĻĤ اóĉĩĤ واïĐóĤ واĤ×óق واĩĥčĤאت ĻéÜو ěĘאĭĩĤا فijì ģáĨ اñİ :ģĻĜو َ اijĩĤت: ُ ijìف رñè ذانŴا ĹĘ ďÖאĀŶا ģđä ĵĭđĨو ،אشéĺŸوا لijıĤا ÙĺאĔ ĹĘ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±À َ ۪ yžYِ §َ ْ ªYِ \ Á ٌ o۪ ®ُ ُ ١ ﴿َو ّ اà ٰ ĵęĭَ ُ ĺ أو ģَ Ýĝُ ه ĻĘ ّ óøِ ĵĥĐ َ ďĥَّ ĉُ اĭĩĤאěĘ أن ĺ ۜ﴾ ĺכאد ijìف َْ\ ‡َ َYرُ¶ ْ َ ْs َ ُ ا À قُ yْ]َْ َ َ§ ُYد اª À﴿ ،ħıÖ įÝĩĝĬ الõĬإ ĵĥĐ אدرĜ [١٩/٢ īĻĝĺóęĤا ïèأ Ùُ َ ×ĥĔ تóَ ُ·ْ َR ¹ْƒَا ž۪ ِµÁۙ ﴾أي כĩĥא ıČ َ ª ءYَ Šَٓ َ ٓY ا ¯َ َّ «¦ُ ﴿ ُ ِכį ĥıُ ĺ ěĘאĭĩĤا ÕèאĀ įُ Ęאíĺ אĨ ěĝéĤ ﴾ُ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ ُ اĥĝĬ×ijا، ﴿َوª َħİijđ، وإذا اÕĥĝĬ اóĨŶ ÖאÜ بñÖñÝĤا اñİ ĵĥĐ ěĘאĭĩĤا َ ųا Ʃ كóÜ ُ ÷ĻĤو ،óāَ ×Ĥوا ďĩùĤا אفĉÝìź ÕĻ ّ اāĤ .﴾yÀ ۟ ٌ u۪ َ ِ ‚َ ْ¿ٍء ¢ ©ّ¦ُ »ٰ õåđĤه، إįĬ ﴿ َ« ،óęכĤאÖ َ َģ ĝĤאء اĭĩĤאīĻĝĘ اīĻĭĨËĩĤ ÖאĩĺŸאن، واĤכęאر á َ Ĩ اñİ :ģĻĜو ّ éאب واŶرض واóĉĩĤ، ùĤوا ģĻĥĤا אتĩĥČ ĹĘ ģُ äر ģáĩכ ħıĥáĨ :אلĜ ُ ُóıčه ĺ אĨ ُ وĹĘ اóĉĩĤ رïĐ وóÖق، ïĝĘ اďĩÝä ijĬر وÙĩĥČ وijìف، ĘאijĭĤر ٢ ijıČر أijĨرħİ، ħıĭĨ فijíĤوا óęכĤا īĨ هóĩąُ ĺ אĨ ÙĩĥčĤوا ُ ،אنĩĺŸا īĨ .ěęĭَ ُ ١ م: ĺ .ûĨאİ çĀ ،ħıĭĨ – ح ٢ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 556 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ölüm korkusuyla yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” [ el-Bakara 2/19] yani onlar sırlarının ifşa olması tehlikesi içindedirler. “Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.” [ el-Bakara 2/19] korktukları şeyleri onlara yakınlaştırır. “Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar.” Yani müminler imanlarının kuvveti ve nûru sayesinde neredeyse münafıkların nifakının farkına varacak, onların sırlarını anlayacaklardır. “Onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler.” Yani onlar her ne zaman mümin olduklarını söyleseler bununla müminlerden kendilerini korurlar. “Fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman, ‘Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz.’ derler.” [ el-Bakara 2/14] böylece dalâlet karanlıklarına düşerler. “Allah dileseydi” onların korunma vesilelerini ortadan kaldırırdı ve onlar eliyle müminlerin başına gelenlere engel olurdu. Bu tıpkı Allah’ın, dilemesi hâlinde, herhangi bir yıldırım, şimşek ya da gök gürültüsü olmaksızın dahi yağmura tutulmuş kimsenin kulaklarını sağır, gözlerini kör etmeye kādir olmasına benzer. “Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.” [ el-Bakara 2/19] onları bilir, onlara mâliktir, onlar O’nun elindedirler, dolayısıyla kaçışları, kurtuluşları yoktur. “Allah şüphesiz her şeye kādirdir.” Katâde ve İbn Cüreyc şöyle demiştir: Bu, münafığın korkaklığı ve savaşa çağrıldığı zamanki ölüm korkusunun meselidir. Oysa nasıl ki yağmurla toprak ve insanlar hayat buluyorsa cihatla da din ihyâ olur. Münafıklar savaşa çağrıldıkları zaman “Evlerimiz açık/sahipsiz.” [ el- Ahzâb 33/13] derlerdi, Allah Teâlâ ise buna cevaben şöyle buyurmuştur: “Evleri açık/sahipsiz değildir.” [ el- Ahzâb 33/13], “Eğer size Allah’tan bir zafer nasip olursa, ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ derler. Kâfirlerin zaferden bir nasipleri olursa bu sefer de onlara, ‘Sizi yenip öldürebileceğimiz hâlde öldürmeyip müminlerden korumadık mı?’ derler.” [ en-Nisâ 4/141] Bunların cihada rağbet etmemelerinin sebebi Hz. Peygamber aleyhisselâmı “Allah elbette dinini galip kılacaktır.” [es-Saff 61/9] ve “Allah’ın sözü en üstün olandır.” [ et-Tevbe 9/40] ifadelerini tasdik etmemiş, dirilişe ve Allah’ın şehitler için hazırladığı mükâfata inanmamış olmalarıdır. “Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar.” Yani İslâm’ın zaferi ve izzeti sanki münafığı imana zorlayacak “onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler.” Yani Müslümanların izzeti onları ne zaman aydınlatsa onda biraz yürürler, ama işler tersine gidince küfürleri içinde şaşkın bir şekilde kalırlar. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 557 כÝİ óĉì ĵĥĐ ħİ [١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا¡﴾ [ِاِ ¹َ َ‡ªا ّ ±َR ِ ْ·ِِ ٰ َذا² ِ َُ·ْ ٓž۪¿ ا \Y†َ َ َ ْkَ ُ «¹َن ا و﴿À َْ[ْy ُق﴾ أي َ َ§ ُYد اª À﴿ نijĘאíĺ אĩĨ ħıÖ ِ ّ óĝُ ĺ [١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±À َ ۪ yžYِ §َ ْ ªYِ \ Á ٌ o۪ ®ُ ُ ّ óÝ﴿ َو ّ اà ٰ اùĤ ħİارóøأ ħıĤ ėýכĭĺو ،īĻĝĘאĭĩĤا אقęĬ אıÖ نijُ ĭĉęْ َ ه ĺ ُ ُ إĩĺאن اīĻĭĨËĩĤ وijĬر ĺכאد ijĜة َِذا ُ·ْ َR ¹ْƒَا ž۪ ِµÁۙ ﴾כĩĥא Üכijĩĥا ÖאĩĺŸאن כאijĬا øאīĻĩĤ ďĨ اīĻĭĨËĩĤ،﴿ َوا َ ªءYَ Šَٓ َ ٓY ا ¯َ َّ «¦ُ ﴿ [ ﴾ [اĤ×óĝة، ١٤/٢] وijđĜا ĹĘ ĩĥČאت اŻąĤل[٨٠ب ْۙ §ُ َ®َ Yَ ²ِّ ¹ُٓا ا ªYَ ¢ ْۙ·ِ³Áِ ŽY۪ Áَ‚َ »ٰ ªِ ¹َْا ا «rَ ųا Ʃ אءüijĤ אĩכ īĻĭĨËĩĤا ħıÖ ďĜأو ١ ز ħıĭĐ وĨא ُ ُ﴾ Ŷزال أø×אب اóéÝĤ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ ﴿َوª Á ٌ o۪ ®ُ ُ ٍ ٍ وóÖق ﴿َو ّ اà ٰ ٍ ورïĐ ÙĝĐאĀ óĻĔ īĨ هóāÖو ÕĻ ّ āĤا ÕèאĀ ďĩùÖ ÕİñĤ َ َب óıĨ źو ÿĥíĨ ŻĘ įÝą×Ĝ ĹĘ ħİو ħıĤ כĤאĨ ħıÖ ħĤאĐ [١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±À َ ۪ yžYِ §َ ْ ªYِ \ .﴾ٌ۟ óĺï۪ Ĝَ ٍ ْ ء Ĺüَ ģِّ ُ َ ٰĵĥ כ Đ﴿ijİو ،ħıĤ َ إĵĤ ĹĐِ ُ ِį īĨ اijĩĤت إذا د Ęijìو ěĘאĭĩĤا īِ ْ × ُ åِ Ĥ ģáَ Ĩ اñİ :ãĺóä īÖوا אدةÝĜ אلĜو ُijĐا اÝĝĤאل، وĹĘ اıåĤאدإĻèאء اīĺïĤ כĩא أن ĹĘ اóĉĩĤ Ļèאة اŶرض ِ وأıĥİא، وכאijĬا إذاد ۜ﴾ اÙĺŴ،] اõèŶاب، ِ َ¹َْرٍة \ َ ة﴾ [اõèŶاب، ١٣/٣٣] Ĝאل:﴿َوَRY ِ¿¶ ٌ ³ََY َ¹َْر b¹Áُ\ُ َ ِ ّن إįĻĤ ĜאijĤا: ﴿ا [Á ٌۙ ‡۪ َ ² ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ «ِ ِ ْن َ¦ َYن ª ۘ َوا ْ §ُ َ®َ ±ْ §ُ َ ² ْ َ ªَ ¹ُٓا ا ªYَ ¢ ِٰ Ãا ّ ±َR ِ m ٌ cْžَ ْ §ُ َ ١٣/٣٣] وĜאل: ﴿ِžَY ْن َ¦ َYن ª اijĬכא ħıĬŶ אد؛ıåĤا ĹĘ اij×Ĕóĺ ħĤ אĩĬوإ] ١٤١/٤ ،אءùĭĤا﴾ [ْ§ ُ Áَْ ْذ َ» ِ ¹oْ cَْ َ ² ْ َ ªَ ¹ُٓا ا ªYَ ¢ :įĤijĜ ĹĘو] ٩/٦١ ،ėāĤا﴾ [µ۪ ِ ّ «¦ُ ±Àِ ۪uªا ّ« َ «َ هُyَ·ِْ Áُِ ª﴿ ،įĤijĜ ĹĘ Ṡ Ĺ×ĭĤا نijĜ ِ ïāĺ ّ ź َ َ§ ُYد À﴿.اءïıýĥĤ ųا Ʃ ïĐأ ّ אĨو ßđ×ĤאÖ نijĜ ِ ïāّ ُ ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٤٠/٩ [وĨא ĺ YÁَ ْ «ُ ْ َ اª ﴿َوَ¦ِ»َ̄ ُ_ ّ اà ِٰ ِ¿¶ īĻĩĥùĩĤا ƫ õĐِ ﴾ْ·ُ َ ªءYَ Šَٓ َ ٓY ا ¯َ َّ ُ ِ įÑåĥ إĵĤ اĩĺŸאن، ﴿ ُ¦» ه ĺ ُ ƫ اŻøŸم وijıČر َْ[ْy ُق﴾ أي õĐ اª ħİóęכ ĹĘ īĺó ّ ĻéÝĨ اijĨאĜ ħıĻĥĐ ُ ة َ óْ Ö ƪ ﴿َR ¹ْƒَا ž۪ ِµÁۙ ﴾وإذا כאÛĬ اïĤ ١ ح – وĨא، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 558 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah dileseydi” onları herhangi bir savaş olmaksızın da helâk edebilirdi, nitekim “Allah şüphesiz her şeye kādirdir.” Benzer mânada Allah şöyle buyurur: “(Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında ‘Bize uysalardı öldürülmezlerdi.’ diyenlere de ki: Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!” [ Âl-i İmrân 3/168], “Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında ‘Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi.’ diyenler gibi olmayın.” [ Âl-i İmrân 3/156] Şöyle denilmiştir: “Allah dileseydi” onların bedenlerini perişan eder, ondan bir fayda sağlamalarına mani olurdu, böylece onlar ne cihada katılabilirlerdi ne de başka bir farzı yerine getirebilirlerdi, nitekim “Allah şüphesiz her şeye kādirdir.” Şöyle denilmiştir: Onlar ne zaman bir menfaate ya da ganimete çağrılsalar icâbet ederler, ama “Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” Yani savaşa çıkmaları emredilince ağırdan alırlar. Şöyle denilmiştir: Onlar ne zaman kendi taraflarının galip geldiğini işitseler sevinirler, ama “Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” Yani müminlerin galip geldiğini gördükleri zaman şaşkınlık içinde kalırlar. “Allah dileseydi” onların taraflarını helâk ederdi, nitekim “Allah şüphesiz her şeye kādirdir.” Şöyle denilmiştir: Bu misal Yahudilerin Tevrat ile olan durumları hakkındadır. Buna göre yağmur Tevrat’tır, karanlıklar onun müteşâbihleri, gök gürültüsü tehditler, şimşek ise Hz. Peygamber aleyhisselâmın şeriatı ve Tevrat’ta anlatılan özellikleridir. “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” [ el-Bakara 2/19] Yani Tevrat’ta ondan bahseden ifadelerden ve bu ifadeler üzerinde düşünmekten imtina ederler, çünkü liderliklerinin ve maddi çıkarlarının ellerinden gitmesinden endişe ederler. Oysa Hz. Peygamber aleyhisselâmın hâlinin açıkça ortaya çıkışı neredeyse onların küfürlerini yok edecektir. Şöyle denilmiştir: “Onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler.” Yani hevâlarına uyanları kabul ederler, uymayanları ise reddederler. Şöyle denilmiştir: Eğer tefekkür etselerdi iman eder ve saadete ulaşırlardı, ama onlar yüz çevirdiler, bu yüzden de helâk olup hüsrana uğradılar. Nasıl Allah Teâlâ yolcunun gözlerini kör olması hâlinde dahi aydınlatmaya kādir ise aynı şekilde Yahudilerin kalplerini de, onlar yüz çevirseler dahi, aydınlatmaya kādirdir, ancak bunu murat etmemişti ki O, dilediği her şeye kādirdir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 559 yÀ ﴾כĩא ۟ ٌ u۪ َ ِ ‚َ ْ¿ٍء ¢ ©ّ¦ُ »ٰ «َ ﴿ įĬإ ،אلÝĜ óĻĔ īĨ ħıÜאĨوأ ħıכĥİŶ ﴾ُ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ ﴿َوª ²َْ Ÿُ ِ ُ§ ُ﴾ [آل ۜ ¢ُ ْ© žَ ْYدَرُ۫ؤا َ ±ْ ا ا¹»ُcِ¢ُ Y®َ Yَ ²¹Yُ Žَ َ ¹َْ ا ª واuُ َ َ ِِ·ْ َو¢ ¹ُا ِ ِÊ ْr¹َا² ªYَ ¢ ±À َ w۪ َّ ªَ Ĝאل: ﴿ا ﴾ْ·ِِ ¹ُا ِ ِÊ ْr¹َا² ªYَ ¢وَ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ ¹ُا َ¦ªY ²¹§ُ َ b Êَ ا¹³ُRَ ٰ ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àَّ َٓY ا óĩĐان، ١٦٨/٣] وĜאل:﴿À اÙĺŴ،] آل óĩĐان، ١٥٦/٣]. ضóęĤ ٍ źو אدıåĤ اijéĥāĺ ħĥĘ אıéĤאāĨو ħıĬاïÖأ ģّ ĉđĤ ﴾ُ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ وģĻĜ:﴿ َوª .﴾yÀ ۟ ٌ u۪ َ ِ ‚َ ْ¿ٍء ¢ ©ّ¦ُ »ٰ آóì، إįĬ ﴿ َ« ۜ﴾ أي َ ُY®¹ا ¢ ْ·ِÁَْ «َ َ َ «’ْ َ ا ا َِذٓ ٍ أäאijÖا، ﴿َوا وģĻĜ: أي כĩĥא دijĐا إĵĤ ÙĩĻĭĔ وÙđęĭĨ ا َِذٓ وإذا أóĨوا ÖאóíĤوج õĕĥĤو áÜאijĥĜا. وģĻĜ: כĩĥא ijđĩøا ĥĔ×Ù أĻüאħıĐ ijèóĘا.﴿َوا ُ﴾ ĥİŶכ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اà ٰ ّóوا، ﴿َوª ۜ﴾ أي وإذا رأوا ĥĔ×Ù اīĻĭĨËĩĤ ĻéÜ َ ُY®¹ا ¢ ْ·ِÁَْ «َ َ َ «’ْ َ ا .﴾yÀ ۟ ٌ u۪ َ ِ ‚َ ْ¿ٍء ¢ ©ّ¦ُ »ٰ أĻüאħıĐ، إįĬ ﴿ َ« ُıא، واïĐóĤ ÜאıِÖאýÝĨ אتĩĥčĤوا ،راةijÝĤا óĉĩĤאĘ راةijÝĤا ďĨ دijıĻĥĤ ģáĩĤا :ģĻĜو ِِ·ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٰ َذا² ِ َُ·ْ ٓž۪¿ ا \Y†َ َ َ ْkَ ُ «¹َن ا À﴿ ،įĐóüو įُ ÝđĬو ïĩéĨ ُ اïĻĐijĤ، واĤ×óق ذכó įِ Ĥאè ُ رijıČ כאدĺ ،ÙĥכÉĩĤوا ÙøאÐóĤا تijĘ ÙĘאíĨ įĻĘ ģƫ ِכóه واĨÉÝĤ ُ ِijĄóđن īĐ ذ ĺ [١٩/٢ .ħİóęכ ģĺõĺ ّوا. َد ُ·ْ َR ¹ْƒَا ž۪ ِµÁۙ ﴾أي Ĩא واěĘ أijİاءħİ Ĝ×ijĥا وĨא ìאıęĤא ر َ ª ءYَ Šَٓ َ ٓY ا ¯َ َّ وģĻĜ: ﴿ ُ«¦ ِ ïوا وĤכī أijĄóĐا ĥıĘכijا وóùìوا، وכĩא đَ ęÜכóوا ijĭĨŴا وø ّ ijĤ :אهĭđĨ :ģĻĜو óĺijĭÜ ĵĥĐ אدرĜ ijİ اñכĘ ĵĨאđÜ وإن óĘאùĩĤا óāÖ óĺijĭÜ ĵĥĐ ٌ אدرĜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن ّ ijĥĜب اijıĻĤد وإن أijĄóĐا، وĤכī ħĤ Éýĺ ذĤכ وijİ ĵĥĐ כģ Ĩא ýĺאء óĺïĜ. ٥ ١٠ ١٥ 560 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Bu misal Hz. Peygamber aleyhisselâmın dönemindeki kâfi rler hakkındadır, nitekim “Oysa Allah, kâfi rleri çepeçevre kuşatmıştır.” [ elBakara 2/19] buyurmaktadır. O dönemde kâfi rler iki sınıf idi: Bir sınıf Ehl-i kitap idi, bunlar kitabı değiştirmişlerdi. Bu hususu Allah Teâlâ şöyle ifade etmiştir: “Tefrikaya düşüp ihtilâf edenler gibi olmayın…” [ Âl-i İmrân 3/105], “Ey Ehl-i kitap! Peygamberlerin arasının kesildiği bir dönemde elçimiz size geldi ve beyân ediyor….” [ el-Mâide 5/19]. Ehli kitap içerisinde bir grup kitapta olmayan yeni şeyleri ona sokmuşlardı. Nitekim Allah Teâlâ “Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler.” [ Âl-i İmrân 3/78] buyurur. Böylece hak kitapların izi silinmişti ve onlar dalâlet karanlığında kalmışlardı, aralarında hiçbir hikmet içermeyen çelişkili görüşler çıkmıştı. Bir diğer sınıf ise herhangi bir kitaba ve nebîye iman etmeyen, aksine putlara, taşlara, ateşe tapan kimselerdi. Bunları doğru yola sevk edecek kimseleri yoktu, bu yüzden bunlar kendilerini dalâletten hidâyete, parçalanmışlıktan birliğe çıkaracak birine ihtiyaç duyuyorlardı. Allah da onlara bir nebî gönderdi, ona âyetlerini lutfetti ki ona itaat ettikleri takdirde kendilerini kurtarsın. Onlar tıpkı gecenin ve bulutların karanlığında kalıp şaşkın düşmüş ya da şiddetli açlık, susuzluk ve kuraklıkla imtihan edilmiş bir toplum idiler, Allah da onlara yağmur ile yardım etti. Onlar Allah’ın bu nimetine şükranla karşılık verdiler ve böylece helâk olmaktan kurtuldular. Bu, ona tâbi olanların durumudur. Ancak onlar içinde bu peygambere nankörlükle karşılık verenler de oldu. Onları anlatırken peygamberini yağmura benzetti, çünkü o yağmur gibi rahmet idi. Ona iman edenlerin imanını şimşeğe ve onun ışığında yürümeye, inatçıların inadını ise gök gürültüsüne benzetti. Buna göre onlar kâfi r olmalarına rağmen yine de Hz. Muhammed aleyhisselâmın nûru ve bereketi neredeyse onları kurtaracak gibidir. “Onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler.” Yani onun nûr ve bereketi kendileri için ne zaman görünür olsa ona yönelir, onda sükûn bulurlar, ama “Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.” Yani Hz. Muhammed aleyhisselâm dünyadan alınınca onlar türlü azaplara maruz kalırlar. “Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Yani Hz. Muhammed aleyhisselâm aralarında iken de onlara azap ederdi, çünkü O, her şeye kādirdir.1 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 51-53. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 561 :ųا Ʃ ] وĜـאل اĨŸـאم أÖـij ijāĭĨر رįĩè أ ٨١] ćĻ ٌ é۪ ُ Ĩُ ųا Ʃ َ ّ ĻĥĐـįاùĤـŻم، أź óÜى أĬـĜįـאل: ﴿و Ĺـ×ĭĤاóـāĐ ـאرęכĤ ģـáĩĤا ٣ Ĝـï ĻĔـóوه כĩـא ٢ ĻęĭĀـī: أİـģ اĤכÝـאب ١ وכאĬـijا [١٩/٢ ،ةóـĝ×Ĥا﴾ [īـĺó۪ ِ Ęכאَ Ĥאْ ِÖ َٓـא َ َĥُęـijا﴾ [آل ĩĐـóان، ١٠٥/٣] وĜـאل: ﴿ĺ اÝì ْ َ ُĜـijا و ƪ óęَ َ Ü َ īـĺñ۪ Ĥאƪ َ ُـijاכ َ ُכĬij Ü źَ َ Ĝـאل: ﴿و ُ ِ ـģ] ﴾اĩĤאÐـïة، øƫ َ اóĤ ِ ـī Ĩ ٍ ة َ ْـó Ýَ Ę ĵـĥٰ َ Đ ْ ħכـُ Ĥَ ُ ِـī ّ Ļ َ × ُ א ĺ َ ĭُ ُ ـĤij øَ ْ ر ُـħ َכ َٓ אء ä ïـ َ ِ ـאب َĜ ْ ْ َ ـģ ْاĤ ِכÝ İَ ا ْ ُــħ ıْ ĭ ِ Ĩ نƪ ِ ا َ ١٩/٥]، وĨــī أİــģ اĤכÝــאب Ĝــijم اĐïÝÖــijا اĤכÝــאب כĩــא Ĝــאل: ﴿و َ ِ ـאب﴾ [آل ĩĐـóان، ٧٨/٣] ĘאïĬرøـÛ اĤכÝـÕ اéĤـě Ýכِ Ĥאْ ِÖ ْ ħُ ıَ Ý َ ĭـùِ Ĥَْ ۫ن ا َ ُ ijـĥْ َ ً ـא ĺ ĝĺó۪ęَĤَ ٤ وóıČ ħıĭĨ اijĝĤل اėĥÝíĩĤ اĭÝĩĤאăĜ اñĤي ÙĤŻąĤا ÙĩĥČ ĹĘ אرواĀو ģـÖ ؛Ĺـ×ĭÖ نijـĭĨËĺ źو ـאبÝכĤا نijـĥéÝĭĺ ź ėـĭĀو ،ÙـĩכéĤا įـĥĩÝéÜ ź ٥ đĺ×ـïون اŶوàـאن واåèŶـאر واĻĭĤـóان، ĻĤـ÷ ıĤـħ Ĩـī ıĤïĺـħ ĥĐـĵ رüـï؛ ٧ إĤـĵ اıĤـïى، وĨـī اĜóęĤـÙ إĤـĵ لŻـąĤا īـĨ ħـıäóíĺ īـĨ ĵـĤإ ٦ ĘאÝèאäـijا ٨ ÖאĺŴאت؛ ħİñĝĭÝùĻĤ įÖ إن أĈאijĐه، įĨóوأכ אĻ×Ĭ ħıĻĤإ ųا Ʃ ßđ×Ę ف؛ŻÝÐźا ٩ وכĝـijم١٠ اijĥÝÖا ĘכאĬـijاכĝـijمĝÖـijا ĘـĹ ĩĥČـאت اģĻĥĤ واùĤـéאب ĻéÝĘـóوا، ýÖـïة اåĤـijع واĉđĤـû واéĝĤـć١١ واïåĤوÖـĔÉĘÙאıàـħ ÖאĉĩĤـijĝĥÝĘóا įĩđĬ אهĝĥÜ īĨ ħـıĭĨو .įـđ×Üا īـĨ ģـáĨـכĤوذ .ÙכـĥıĤا īـĨـכĤñÖ اijـåĭĘ ؛óـכýĤאÖ īـĨ ـאنĩĺإ į ّ ×ـüو ،óـĉĩĤכא Ùـĩèر ijـİ إذ ؛óـĉĩĤאÖ įـĻ×Ĭ į×ـýĘ ١٢.انóـęכĤאÖ رijĬכאدĺ .ïـĐóĤאÖ īĺïĬאđĩĤאداĭĐ į ّ آĨـī ÖـąÖįـijءاĤ×ـóق واýĩĤـĹ įĻĘ، وüـ× ُ· ْ ـ﴾ أي َ ـYءª َ Šَٓ َ ٓـY ا ¯َ َّ «¦ُ ﴿ ħـİóęכ ďـĨ ابñـđĤا īـĨ ħـıęĉíĺ įـÝכóÖو ïـĩéĨ ۜ﴾ أي َ ُY®ـ¹ا َْÁِ ·ْ ـ ¢ َ َ ـ َ» «’ْ َ ا ا َِذٓ כĩĥـא ıČـó ıĤـħ Ĭـijره وóÖכÝـį øـכijĭا إĻĤـį،﴿ َوا ِ َ ْ ـِِ̄·ْ َ َwَ ¶َ ـ] \ ª ُ ـYء ّ اà ٰ َ ْ ـ¹ ‚َٓ َ ُ ّÖñـijا ĬÉÖـijاع اđĤـñاب، ﴿َوª Đ ïـĩéĨ ďـĘُ وإذا ر ١٤.ءĹـü ģכ ĵـĥĐ óـĺïĜ įـĬإ ؛ħـıĻĘ ïـĩéĨو ١٣ħـıÖñđĤ ّ أي﴾ ۜ ِ ِ¶ ْ ـ ْ\ ‡َYر َ َوا ١ ر + وĜאijĤا. ٢ ر: כאijĬا. ٣ ط ر: כÝאب. ٤ ر: اŻąĤل. ٥ ط: رħİïü. ٦ ط: اÝèאijäا. ٧ ح: اÙĤŻąĤ. ٨ ر: وأכħıĨó. ٩ ط: īĺóĻéÝĨ. ١٠ ط: أو כijĝم؛ ر: وijĜم. ١١ ر: ÖאćéĝĤ. .įđ×Ýĺ ħĤ īĨ ģáĨ כĤوذ + ر ١٢ ر: ħıÖñđĻĤ. ١٣ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٥٣-٥١/١ اėĭāĩĤ ģĝĭĺ כŻم اĨŸאم ïùęÜ ź אتĘóāÝÖ يïĺóÜאĩĤا اĵĭđĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 562 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk edin ki takvâya eresiniz. [ el-Bakara 2/ 21] “Ey İnsanlar!” Zeccâc şöyle demiştir: Yâ harfi seslenme edatıdır. Eyyuhâ kelimesindeki eyy harfi ötre üzere mebni mübhem bir isimdir, çünkü müfred münâdâdır. en-Nâs kelimesi ise onun sıfatıdır. Eyyuhâ kelimesindeki hâ harfi tembih için olup eyy ismine bitişiktir ve izâfetin yerine gelmiştir. Çünkü eyy kelimesinde asıl kullanım, bu kelimenin soru kalıbında iken bir başka kelimeye muzaf olmasıdır. Sîbeveyhi Halîl b. Ahmed’den şöyle nakleder: “Müfred münâdâ i‘raba tâbi değildir, mebnidir.”1 Bu nedenle de tenvin almaz, sıfatı ise i‘rab edilen kelimelerin merfû oluşu tarzında merfûdur, bu nedenle başına elif-lâm takısı gelir.2 Ahfeş şöyle demiştir: en-Nâs kelimesi eyy kelimesinin sılasıdır [yani ism-i mevsûlun mübhemliğini gideren ifadedir]. Nida (seslenme) gafillerin uyarılması, gāiblerin huzura çağrılması, sakinlerin harekete geçirilmesi, cahillerin bilgilendirilmesi, meşgullerin meşguliyetlerinin sonlandırılması, yüz çevirmişlerin yüzünün (doğru yöne) çevrilmesi, sevenlerin heyecanlandırılması ve müritlerin şevke getirilmesidir. Allah Teâlâ geçmiş ümmetlere meskenlerin ismiyle, bize ise “müminler” nitelemesiyle seslenmiştir: “Ey iman edenler.” [ el-Bakara 2/104]. Yine bize insanlık ismi ile seslenmiştir ki bu bir mürüvvettir. Ayrıca güzel bir muamele ile ve güzel sadâkat ifadeleri kullanarak seslenmiştir. “Ey İnsanlar!” Bu ifade insanın başlangıçtaki hâline bir övgüdür ve son itibariyle de insanın insanlığına bağlı kalmasına teşviktir. “İnsanlar” kelimesi “gördü” anlamındaki ânese fiilinden türemiştir, sanki burada “Ey basiret sahipleri!” [ el-Haşr 59/2] demiş olmaktadır. Yine bu kelime el-üns (ünsiyet) kökünden de türer ki bu da insanın Rabbinin zikrine ünsiyet kurması ile övülmesidir. Ayrıca insan kelimesi nisyan (unutma) kökünden de türer, bu ise bir kınama ve mazeret telkinidir. Kınama olması itibariyle sanki “Ey nimetlerimizi nankörlükle, emirlerimizi isyankârlıkla unutan!” demektedir. Mazeret telkini olması itibariyle ise sanki şöyle demektedir: “Ey bize karşı kasıtlı değil, fakat unutarak, taammüden değil, fakat sehven muhalefet eden! Unutkanlığından dolayı seni mazur gördük, imanından dolayı seni affettik.” 1 Bkz. Sîbeveyhi, el-Kitâb, 2: 184, 199. 2 Zeccâc, Meâni’l- Kur’ân, 1: 98. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 563 نijَۙ ĝُƪ ÝÜَ ْ ħכƪĥُ َ đĤَ ْ ħכُĥِ ْ ×Ĝَ īْ Ĩِ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ َ ْ و ħכُĝَĥَìَ يñ۪ Ĥاƪ ُ ħכُ ƪ Öَ ُ ُïوا ر اĐ× ƪ ُ אس ْ َא اĭĤ ı ƫ א َاĺ َٓ ĺ -٢١ َ ُ Yس﴾ Ĝאل اäõĤאج: ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ،دóęĨ אدىĭĨ įĬŶ ؛ħąĤا ĵĥĐ ّ Ĺĭ×Ĩ ħı×Ĩ ħøا» أي ƫ «ĺאء» ïĬاء، و« ÙĘאĄŸا īĐ ضijٌ Đِ ijİو» أي«ـĤ زمź įĻ×ĭÜ «אİ»و ،įĤ ÙęĀ «אسĭĤا«و įĺij×Ļø אلĜو .אمıęÝøźا ĹĘ ÙĘאąĨ نijכĺ أن ّ ĹĘ» أي»؛ ّŶن أģĀ أي ٢ ّ ن، ijĭĺ ħĤ כĤñĤو ١ ّ وĻĤ ÷óđĩÖب» Ĺĭ×Ĩ دóęĩĤا אدىĭĩĤا «:ģĻĥíĤا īĐ ٣ َ إóĐاب؛ وĤñĤכ دįĥì اėĤŶ واŻĤم. ďĘر ÙĐijĘóĨ ٌ įÝęĀو وĜאل اûęìŶ:» اĭĤאس ÙĥĀ Ŷي». واïĭĤاء ĭÜ×įĻ اĕĤאīĻĥĘ وإąèאر اĕĤאÐ×īĻ وĺóéÜכ اùĤאכīĻĭ وėĺóđÜ اåĤאīĻĥİ ųا Ʃ وإن ،īĺïĺóĩĤا ěĺijýÜو īĻ×éĩĤا ãĻĻıÜو īĻĄóđĩĤا įĻäijÜو īĻĤijĕýĩĤا ēĺóęÜو ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :īĻĭĨËĩĤا] ب٨١ [ħøאÖ אĬאداĬو īĻאכùĩĤا ħøאÖ īĻĄאĩĤا אدىĬ ĵĤאđÜ ٰ َR¹³ُا﴾ [اĤ×óĝة، ١٠٤/٢]، وÖאħø اùĬŸאÙĻĬ وĹİ اóĩĤوءة، وīùéÖ اđĩĤאÙĥĨ وïĀق ا ، وijİ ً אءıÝĬا ÙĻĬאùĬŸا ÙĨزŻĨ ĵĥĐ ßđÖو ٌ ً ٌ اïÝÖاء َ ُ Yس﴾ وijİ ïĨح ³ªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :ÙĥĨאåĩĤا ِ﴾ [اóýéĤ، ٢/٥٩ [وīĨ ِ¿ َْ اÊْ \‡َYر ُو۬ª َٓY ا À﴿ :אلĜ įّ ٤ כĬÉ ، َ ó َ āْ Öَ ěÝýĨ أąĺא īĨ آĬ÷، أي أ .رñĐ īĻĝĥÜو אبÝĐ ijİو אنĻùĭĤا īĨو ،įÖر óכñÖ ÷ĬŶאÖ įĤ حïĨ ijİو אąĺأ ً÷ ِ ْ Ĭُ اŶ َ ĭא ÖאĤכóęان وأواĬóĨא ÖאĻāđĤאن، وأĨא اīĻĝĥÝĤ أĨא اÝđĤאب ĘכįĬÉ ijĝĺل: ĺא أıĺא اĭĤאĹø ĩđĬ َאك ĬرñĐَ ،اïĀאĜ ź אĻİאøو اïĨאĐ ź אĻøאĬ אĭĤ ėĤאíĩĤا אıĺأ אĺ :لijĝĺ įĬÉכĘ رñđĥĤ ĻùĭĤאĬכ، وĬijęĐא ĭĐכ ĩĺŸאĬכ. .١٩٩ ،١٨٤/٢ ،įĺij×ĻùĤ אبÝכĤا :óčĬا ١ ٢ ر: Ĩא ijĭĺن. ٣ اóčĬ: đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، .٩٨/١ .ûĨאİ çĀ ،óāÖ :ح م ٤ ٥ ١٠ ١٥ 564 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “İnsanlar” ifadesi burada müminler, kâfirler ve münafıkların ismi olabilir. “Kulluk edin” ifadesi de hepsine emirdir ki bunların hepsinin zikri daha önce geçmiştir. Müminler sûrenin başında, kâfirler onlardan sonra, münafıklar da onlardan sonra zikredilmiştir. “Rabbinize kulluk edin” ifadesi, “Ey müminler, itaat edin! Ey kâfirler, iman edin! Ey münafıklar, ihlâs sahibi olun!” anlamındadır. Bu durum âyetin önceki âyetlerle de irtibat yönüdür. Kulluk/ibadet kelimesinin tefsirine dair görüşler daha önce geçmişti, burada sadece bir görüşü zikredelim: İbadet kâmil mânada itaat etmek için güç-kuvvetin tamamını kullanmak, günahtan uzaklaşmak için haşyet şuurunu hep hazır/canlı tutmaktır. “Rabbinize” ifadesi ilâhınıza, mâlikinize ve terbiye edicinize anlamında kullanılmıştır. “Sizi yaratan” el-Halk (yaratma) kelimesi dilde takdir etme anlamına gelir. Züheyr b. Ebû Sülmâ şöyle der: Sen düşündüğün/takdir ettiğin şeyi kararlı bir şekilde yaparsın Oysa bazıları takdir eder, ama onu yapmaz “Hani sen çamurdan bir kuş yapıyordun.” [ el-Mâide 5/110] âyetinde de bu kullanım vardır. el-Halk kelimesi yaratma anlamına geldiği gibi “Bu, öncekilerin uydurmasından başka bir şey değildir.” [ eş-Şuarâ 26/137] âyetinde olduğu üzere “iftira” anlamına, “Bu ancak bir uydurmadır.” [ Sâd 38/7] âyetinde olduğu üzere “uydurma”, “İşte bunlar Allah’ın yarattığıdır.” [ Lokmân 31/11] âyetinde olduğu üzere “yaratılmış varlık” anlamına, “O her yaratılmışı bilir.” [ Yâsîn 36/79] âyetinde olduğu üzere “yaratılmışlar” anlamına, “Onların benzerini yaratmaya kādirdir.” [ el-İsrâ 17/99] âyetinde olduğu üzere ölümden sonra diriltme anlamına da gelir. Burada “Sizi yaratan” ifadesi “sizi var eden O’dur, dolayısıyla kendisine kulluk etmenize lâyık olan da O’dur” anlamına gelir. İbadet/kulluk ise ihlâs ile O’nun için amel etmektir. İmam Mâtürîdî şöyle der: İbadet/kulluk kişinin kendisini söz, amel ve inanç olarak bütünüyle Allah’a adamasıdır.1 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 57. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 565 įĤijĜو īĻĝĘאĭĩĤوا īĺóĘכאĤوا īĻĭĨËĩĥĤ אĩøا çĥāĺ אĭıİ ﴾سY ُ َ وįĤijĜ: ﴿ ّ اª³ أول ĹĘ īĻĭĨËĩĤا óذכ א؛đĻĩä ħİóذכ ě×ø ïĜو א ً đĻĩä ħıĤ ٌ ُ ُïوا﴾ أóĨ × ْ Đا ﴿:ĵĤאđÜ اijùĤرة، وذכó اĤכęאر ħİïđÖ، وذכó اĭĩĤאīĻĝĘ ħİïđÖ. ُ ﴾ ĭđĨאه: أıĺא اijĭĨËĩĤن، أijđĻĈا، وأıĺא اĤכאóĘون، آijĭĨا، ħכُ ƪ Ö َ ُ ُïوا ر × ْ وįĤijĜ:﴿ اĐ وأıĺא اĭĩĤאijĝĘن، أijāĥìا. وijİ وįä اčÝĬאم ñİه اÙĺŴ ĥÝÖכ اĺŴאت. وïĜ óĨ ĹĘ óĻùęÜ اđĤ×אدة أĜאوģĺ، وñĬכó ĭıİא źijĜ واïèا وijİ: أن اđĤ×אدة اóęÝøاغ اĉĤאÙĜ ĹĘ اÝøכĩאل اĉĤאÙĐ، واđýÝøאر اÙĻýíĤ ĹĘ اÝø×đאد اÙĻāđĩĤ. ُ ﴾ أي إıĤכħ وĨאĤככħ وĻÖóĨכħ. ħכُ ƪ Ö َ وįĤijĜ:﴿ ر ٢ :ĵĩĥø ١ ĹÖأ īÖ óĻİز אلĜ ،óĺïĝÝĤا ÙĕĥĤا ĹĘ ěĥíĤا﴾ ْ§ ُ £َ َ «rَ يw۪ َّ ªا ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ٣ َ ْóęي ĺ ź ħà ěُ ĥُíْ َ ĺ ِ َđـ ُض اijĝĤم Ö َ و ،Ûَ ĝْĥَìَ אĨ يóęْ َ Ü Ûَ ĬْŶوَ َ ْsُ «ُ ¡ِ ®±َ ّ اª۪ ِÁ±] ﴾اĩĤאïÐة، ١١٠/٥] واěĥíĤ اåĺŸאد، واěĥíĤ ِ ْذ b واَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ įĭĨو Á±] ﴾اóđýĤاء، ١٣٧/٢٦]، واŻÝìźق כĤñכ ĹĘ َۙ ª۪ َ َ ُrُ «ُ ¡َْ اÊّو Êِّ ا ا ٓ ِ ْن ٰ¶ َw اóÝĘźاء ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ْ ُ¡ ّ اà ِٰ﴾ «rَ اwَ ¶ٰ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ قijĥíĩĤا ěĥíĤوا ،]٧/٣٨ ،ص﴾ [قٌۚ Ëَcِrا ْ َ Êِّ ا ا ٓ ِ ْن ٰ¶ َw įĤijĜ:﴿ ا ،[٧٩/٣٦ ،÷ĺ] ﴾Áٌۙ «۪ َ ¡ٍ ْ «rَ ِ ©ّ §ُ ِ ٤ ﴿َو ُ¶¹َ \ :įĤijĜ ĹĘ نijĜijĥíĩĤا ěĥíĤوا ،]١١/٣١ ،אنĩĝĤ] ُ·ْ﴾ [اóøŸاء، ٩٩/١٧]. َ «gْ®ِ ¡َ «ُsْ َ َ ْن À « ا ٰٓ ر َ» َ ِYدٌ ¢﴿ :įĤijĜ ĹĘ تijĩĤا ïđÖ ßđ×Ĥا ěĥíĤوا ٥ اģĩđĤ Ĺİو ،אهĺإ ħכÜאد×đĤ ěéÝùĩĤا ijıĘ ،ħכïäأو :אĭıİ ﴾ْ §ُ £َ َ «rَ ﴿ óĻùęÜو įَ Ý ƪ Ļĥכ ï×đĤا ģđäُ אدة×đĤا «:ųا Ʃ įĤ ĵĥĐ اijĥíĤص. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ٦ .«اïĝĐو ً ŻĩĐو ً źijĜ ً ų Ʃ ١ ط ر - زóĻİ īÖ أĹÖ. ĹĘ اءóđýĤا ħĻכè ،óąĨ īĨ (م ٦٠٩ - ـİ ق .ت١٣ (ĹĬõĩĤا אحĺر īÖ ÙđĻÖر ĵĩĥø ĹÖأ īÖ óĻİز ijİ |óĐאýĤا :ر ط ٢ ĹĘ ħĻĝĺ وכאن ،ÙĭĺïĩĤا ĹèاijĭÖ (Ùĭĺ َ õٌ Ĩ) دŻÖ ĹĘ ïĤو .ÙĘכא بóđĤا اءóđü ĵĥĐ įĥąęĺ īĨ دبŶا ÙĩÐأ ĹĘو .ÙĻĥİאåĤا ،Ùĭø ĹĘ אıÖñıĺو אıéĝĭĺو óıü ĹĘ ةïĻāĝĤا ħčĭĺ כאن :ģĻĜ .مŻøŸا ïđÖ įĻĘ هijĭÖ óĩÝøوا) ïåĬ אرĺد īĨ) óäאéĤا ّאت». اóčĬ: Ĉ×ĝאت ijéĘل اóđýĤاء ĹéĩåĥĤ، ٥١/١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٥٢/٣ ĻĤijéĤا «ĵĩùÜ هïÐאāĜ ÛĬכאĘ ٣ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص ٥٦؛ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٨٨/١ .įĤijĜ ĹĘ نijĜijĥíĩĤا ěĥíĤوا ،﴾ِ ųا Ʃ ěُĥْìَ اñَ ٰ ٤ ح - ﴿İ ٥ ح: وijİ. ٦ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٥٧/١ ٥ ١٠ ١٥ 566 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Necmeddin Nesefî şöyle der: Hak Teâlâ Kur’ân’da “yaratma ” anlamını her şekilde ifade ederek takrir etmiştir. Sadece kendisinin yaratıcı (hâlik) olduğunu haber vererek “Her şeyin yaratıcısıdır.” [ el-En‘âm 6/102] buyurmuş, eşsiz yaratıcı [hallâk] olduğunu bildirerek “O eşsiz yaratıcı ve bilendir.” [ Yâsîn 36/81] buyurmuş, yaratanların en güzeli olduğunu haber vererek “Yaratanların en güzeli olan Allah yüceler yücesidir.” [el- Mü’minûn 23/14] buyurmuş, her şeyi yarattığını haber vererek “Her şeyi yarattı.” [ el-En‘âm 6/101] buyurmuş, dilediğini yaratacağını haber vererek “Senin Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.” [ el-Kasas 28/68] buyurmuştur. Ayrıca O, mahlûkattan bazı varlıklarını yarattığını hususen ifade etmiştir ki bunlardan biri gökyüzüdür: “Gökleri direksiz olarak yarattı.” [ Lokmân 31/10], onlardan biri yeryüzüdür: “Şimdi siz yeryüzünü yaratanı mı inkâr ediyorsunuz?” [ Fussilet 41/9], sonra bu ikisini birlikte zikredip “Gökleri ve yeri yarattı.” [ et-Tegābün 64/3] buyurmuştur. Onlardan biri gece ve gündüzdür: “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur.” [ el-Enbiyâ 21/33]. Cinlerin ve insanların yaratılmasını zikrederek “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” [ ez-Zâriyât 51/56] buyurmuş, hususen cinleri zikrederek “Cinleri de yalın ateşten yarattı.” [ er-Rahmân 55/15] buyurmuş, İblîs’i zikrederek “Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” [ Sâd 38/76] sözünü nakletmiş, melekleri zikrederek “Yoksa biz melekleri dişi mi yarattık?” [ es-Sâffât 37/150] buyurmuş, Hz. Âdem’i zikrederek “İnsanı yaratmaya çamurdan başladı.” [es-Secde 32/7] buyurmuş, Havvâ’yı zikrederek “Ondan eşini yarattı.” [ en-Nisâ 4/1] buyurmuş, eşlerimizi zikrederek “Onun âyetlerinden biri de size kendi nefislerinizden eşler yaratmasıdır.” [ er-Rûm 30/21] buyurmuş, Âdem ve Havvâ’nın evlatlarını zikrederek “Atılan bir sudan yaratıldı.” [et-Târık 86/6] buyurmuş, yaratılış aşamalarını zikrederek “Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et hâline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah yüceler yücesidir.” [el- Mü’minûn 23/14], “Üç karanlık içinde ardı ardına yaratılış aşamalarından geçirir.” [ ez-Zümer 39/6] buyurmuş, bununla kendisini överek “Yaratanların en güzeli olan Allah yüceler yücesidir.” [el- Mü’minûn 23/14] buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 567 ّره ĹĘ اóĝĤآن īĨ כģ óכ نÉÖ ěĻĥíÝĤا ĵĭđĨ ٣ ر ّ óĜو :}Ġ ٢ ١ اĨŸאم ħåĬ اīĺïĤ {وĜאل ّį اŻíĤق ĝĘאل: ِ ‚َ ْ¿ٍء﴾ [اđĬŶאم، ١٠٢/٦]، وأĬ ©ّ¦ُ ¡ُ ِ ªYrَ ﴿ :אلĝĘ ěĤאíĤا ijİ įّ Ĭأ ó×ìأ :ěĺóĈ ±ُ َ nْ َ ُ ا ٰ Ãا ّ كَرYَ ]َcَžَ﴿ :אلĝĘ īĻĝĤאíĤا īùèأ įّ Ĭوأ ،]٨١/٣٦ ،÷ĺ] ﴾Áُ «۪ َ ْ َ ُق اª Ëّ sَ ْ ﴿َو ُ¶¹َ اª ۚ﴾ [اđĬŶאم، َ ‚َ ْ¿ٍء ©ّ¦ُ ¡َ َ ۜ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١٤/٢٣]، وأįĬ ěĥì כģ Ĺüء ĝĘאل: ﴿َو َr« ±Áَ £۪ ِ ªYsَ ْ اª ۜ﴾ [اÿāĝĤ، ٦٨/٢٨[، وÿì رYُ cَsْ َ َ ƒَٓ ُYءَوÀ ÀY®َ ¡ُ «ُsْ َ À¥َ ُ ١٠١/٦]، وأěĥíĺįĬ Ĩא ýĺאءĜאل: ﴿َوَرّ\ ﴾uٍ ¯َ َ ِ yÁْ ›َ ِ َ َ¡ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات \ ٤ اĩùĤאء، ĝĘאل: ﴿ َr« أ] اĜijĥíĩĤאت ÖאñĤכó: ıĭĨא ٨٢] ăđÖ َ َ¡ َْ اÊْر َض﴾ [ÛĥāĘ، «rَ يw۪ َّ ªYِ \ ونَ yُŸُ §ْ cََ ª ْ §ُ َ ³ِّ َئ [ĩĝĤאن، ١٠/٣١]، وıĭĨא اŶرض، ĝĘאل: ﴿ا َ َ¡ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر َض﴾ [اĕÝĤאīÖ، ٣/٦٤[، وıĭĨא اģĻĥĤ واıĭĤאر، ٩/٤١] وĩıđĩäא ĝĘאل: ﴿ َr« ۜ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٣٣/٢١]، وذכó اīåĤ yَ¯َ£َ ْ َ ْ̄ َ{ َواª ََ· َYر َو ّ اªƒ ْÁَ ©َو ّ اª³ َّ َ َ¡ اª «rَ يw۪ َّ Ĝאل: ﴿َو ُ¶¹َ اª َِÁْ ُ ]ُu ِون﴾ [اñĤارĺאت، ٥٦/٥١]، ّ وÿìاåĤאن ª َ Êِّ ِ ²ْ َ{ ا َ َو ْاÊ ±ّ kِ ْ ªاaُ ْ £َ «rَ Y®َوَ ﴿:אلĝĘ ÷ĬŸوا ±ْ ®ِ ¿³۪cَ ْ £َ «rَ ﴿ :אلĝĘ ÷ĻĥÖوإ ،]١٥/٥٥ ،īĩèóĤا﴾ [رY ۚ ٍ َ ² ±ْ ®ِ ٍ ِج َ ِR ±ْ َRYر نYّ kَٓ ْ َ َ¡ اª ĝĘאل: ﴿َو َr« ِئ َ§َ_﴾ [اāĤאĘאت، ٰٓ «¯َ ْ ªا Y³َ ْ £َ َْم َr« ٥ ĝĘאل: ﴿ا ÙכÐŻĩĤوا ،]٧٦/٣٨ ،ص﴾ [±Áٍ Ž۪ ±ْ ®ِ µُcَ ْ £َ َ ٍYر َو َr« ² ِ ²ْ َ ِYن ِR ±ْ Ž۪ ٍۚÁ±] ﴾اïåùĤة، ٧/٣٢]، وijèاء ĝĘאل: ْ َ¡ ْاÊ «rَ َ َ َuا ١٥٠/٣٧]، وآدم ĝĘאل: ﴿َو\ ±ْ ®ِ ْ §ُ َ ª ¡َ َ َ ْن َr« ِ ۪µٓ ا bYَ Àٰ َ َ¡ ِRَ³ْ·Y َزْو َjَ·Y] ﴾اùĭĤאء، ١/٤]، وأزواĭäא ĝĘאل: ﴿َوِR ±ْ ا ﴿َو َr« ﴾¡ ٦ آدم وijèاء ĝĘאل: ﴿ ُrِ «َ ¡ِ ®±ْ َ®ٓ ٍYء َد ِاٍۙž َْزَو ً اYj] ﴾اóĤوم، ٢١/٣٠]، وأوźد ²َْ Ÿُ ِ ُ§ ْ ا ا Y³َ ْ £َ «sَ žَ _ً ›َ‹ْ ®ُ _َ£َ َ «َ ْ ªا Y³َ ْ £َ «sَ žَ _ً£َ َ «َ _َŸَْ ُ ³ªا ّ Y³َ ْ £َ «rَ َ [اĉĤאرق، ٦/٨٦]، واÝĤאرات ĝĘאل: ﴿ُf ّ ±ُ َ nْ َ ُ ا ۜ َžَcَ ]َYرَك ّ اà ٰ yَrَ ٰ ْ £ًą ا «rَ هYُ َ ² ْ Oƒَ ²َْ َ ا ّ fُ Y¯ً oْ َ ª مYَ َ ِ ْ ªا Yَ ²¹َْ §َ žَ Y®Y ً َ ِ _َ ›َ‹ْ ¯ُ ْ اª ۜ ﴾ [اóĨõĤ، eٍ ٰ «َ f تY ٍ ¯َ«ُ’ُ ¿ž۪ ¡ٍ ْ «rَ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ ą£ً ْ ۜ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١٤/٢٣]، وĜאل: ﴿ َr« ±Áَ £۪ ِ ªYsَ ْ اª ۜ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١٤/٢٣]؛ ±Áَ £۪ ِ ªYsَ ْ ªا ±ُ َ nْ َ ُ ا ٨ ĝĘאل: ﴿َžَcَ ]َYرَك ّ اà ٰ įùęĬ ĵĥĐ ٧ įÖ ĵĭàوأ ،]٦/٣٩ ١ ر: Ĝאل اëĻýĤ. ٢ ط ر - اĨŸאم ħåĬ اīĺïĤ. ٣ ط: ّ وïĜر؛ ر: وóĜب. ٤ ط ر: وıĭĨא. .ûĨאİ çĀ ،ÙכÐŻĩĤوا - ط ٥ ٦ ر: وŶوźد. ٧ ر - įÖ. ٨ ر + įĻĘ. ٥ ١٠ ١٥ 568 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Çünkü O yaratmayı en güzel şekilde yapmıştır: “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” [ et-Tîn 95/4], insanların amellerinin yaratılışını zikrederek “Sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” [ es-Sâffât 37/96] buyurmuş, onların iç dünyalarının [sırlarının] yaratılışını zikrederek “O kalplerde olanı bilir. Hiç bilmez mi yaratmış olan?!” [el-Mülk 67/13-14] buyurmuş, kadın ve erkeğin yaratılışını zikrederek “Erkeği ve dişiyi yaratana…” [el-Leyl 92/3] buyurmuş, hayvanları insanlar için yarattığını zikrederek “Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı [şeyler] ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.” [ en-Nahl 16/5] buyurmuş, aynı şekilde bütün hayvanları zikrederek “Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır.” [ en- Nûr 24/45] buyurmuş, sineği zikrederek “Allah’tan gayrı kendilerine dua ettiğiniz varlıklar bir sinek dahi yaratamazlar.” [ el-Hacc 22/73] buyurmuş, cansızları zikrederek “Allah, yarattığı gölgeleri de size amade kılmıştır.” [ en-Nahl 16/81] buyurmuş, bilmediğimiz şeyleri yarattığını zikrederek “O sizin bilmediklerinizi de yaratır.” [ en-Nahl 16/8] buyurmuş, ölümü ve yaşamı yarattığını zikrederek “O ölümü ve hayatı yaratandır.” [el-Mülk 67/2] buyurmuş, ardından bizi boşuna yaratmadığını ifade edip “Yoksa sizi boşuna yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?” [el- Mü’minûn 23/115] buyurmuş, sonra yaratıp rızık verdiğini ve hem hayat hem ölüm verdiğini ifade ederek “Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır. Allah’a koştuğunuz ortaklardan, bunlardan herhangi bir şeyi yapabilen var mı? O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.” [ er-Rûm 30/40] buyurmuştur. Bütün bunlar O’ndan olduğuna göre kulların ibadetlerine lâyık olan varlık da sadece O’dur, başkası değildir, nitekim “Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk edin.” buyurmuştur. “Ve sizden öncekileri” Buradaki vâv harfi atıf harfidir, yani “ve sizden öncekileri yaratan, bu yüzden de onların kulluğuna da lâyık olan” anlamındadır. Haddizatında Allah, kullara kendisine ibadet etmelerini emredip “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin.’ diye vahyetmişizdir.” [ el-Enbiyâ 21/25] buyurmuştur. “Ve sizden öncekileri” ifadesinde ilâhî kudretin ve yaratıcılığın kapsayıcılığına delâlet söz konusudur. Yine bu ifadede gaflet uykusundan uyandırmak üzere “Onlar yaşadılar, geçip gittiler, şimdi siz onların sonlarını unutmayın, kusurlarınıza bahane aramayın.” denilmiş olmaktadır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 569 ۘ﴾ [اĻÝĤـī، ٤/٩٥[، ٍ ۪Àـ ¹ْ £َ b ±ـ ِ َ nْ َ ²ِْ َ َ ـYن ٓž۪ـ¿ ا ْ ³َـY ْاÊ £َ «rَ uـ ْ £ََ ª﴿ :ـאلĝĘ ěـĻĥíÝĤا ١ َ īـùèأ įـĬŶ َ ْ َُ̄» َ ــ¹ن﴾ [اāĤאĘــאت، ٩٦/٣٧]، وĥìــě َ £َ ُ§ ْ ــ َوَRــY b «rَ ُ وذכــó ĥìــě أĩĐאıĤــħ ĝĘــאل: ﴿َو ّ اà ٰ ۜ﴾ [اĥĩĤـכ، ١٤-١٣/٦٧]، َ َ ـ¡ َ ُ ـ َR ْ ـ± َr« «ْ َ À Êََ .ِ ا ِ َ ـw ِ ات ّ اªُ‡ ُ ـuور Áـ \ ـµ َ ۪ «ٌ ُ َ ²ِّ أøـóارħİ ĝĘـאل: ﴿ا َ َ¦ َ ــy َو ْ ُ اʲْ ٰgۙ ــ«﴾ [اĻĥĤـģ، ٣/٩٢[، ْ وĥì َ ـě َ َ ــ¡ ّ اwª «rَ YــRَوَ ﴿:ـאلĝĘ ĵـáĬŶوا óכـñĤا ěـĥì óوذכـ َ ُ§ ْ ـ ž۪ َÁ·ـY ِد ْفٌء﴾ [اéĭĤـģ، ٥/١٦ [اĺŴـאت، وכـñا ª ۚ َ َ£َ·ـY ِ ıĥäŶـħ ĝĘـאل: ﴿َو َْ اʲْ َ َ ـYم َr« اđĬŶـאم ۜ﴾ [اĭĤـijر، ـYء ُ ƒَٓ َ À YـRَ ُ َ ْsُ «ُ ـ¡ ّ اà ٰ À﴿ :įـĤijĜ ĵـĤإ_﴾ ـ ٍ َ َ َدٓ ّا\ َ َ ـ¡ ُ¦ّ© «rَ ُ כģ اijĻéĤاĬـאت ĝĘـאل: ﴿ ّ اà ٰ ،ãـéĤا﴾ [Yـ\Y ً َ َ ْsُ «£ُـ¹ا ُذ\ َ ْ ـ± À َ ْu ُ َ ـ¹ن ِR ْ ـ± ُد ِون ّ اà ِٰ ª b ±ـÀ َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ٤٥/٢٤]، وذכـó اÖñĤـאب ĝĘـאل: ﴿ا َ َ ـ¡ ’ِ َ ـËًÊ] ﴾اéĭĤـģ، ٨١/١٦[، «rَ Yـَ َ ُ§ ْ ـ ِRّ̄ ª ©ـ َ َjَ ُ ٧٣/٢٢]، وذכـó اĩåĤـאدات ĝĘـאل: ﴿َو ّ اà ٰ َ ُ̄ َ ـ¹ن﴾ [اéĭĤـģ، ٨/١٦[، وذכó ěĥì اijĩĤت «ْ َ b Êَ YـRَ¡ ـ ُ» ُsْ َ Àوَ ﴿:ـאلĝĘ ħـĥđĬ ź ـאĨ ěـĥì óوذכـ ًـא á×Đ ـאĭĝĥì ـאĨ įـĬأ óذכـ ħـà ،[٢/٦٧ ،ـכĥĩĤا﴾ [ة¹ـ َ Áٰ oَ ْ ْ َ̄ ْـ¹ َت َواª َ َ ـ¡ اª َّ ۪ ـwي َr« ªَ واĻéĤـאة ĝĘـאل: ﴿ا ،[١١٥/٢٣ ،نijـĭĨËĩĤا﴾ [ن¹ـ َ ُ jَyْbُ Êَ Yـ³َÁَْ ªِ َ ُ§ ْ ـ ا ²َّ ْ ³َ ُY ¦ْ ـ ََ[ ًgـY َوا £َ «rَ Yـَ̄ َ ²َّ žََ َo ِ ْ ـ[ُcْ ا ĝĘـאل: ﴿ا َ ُ§ ْ ـ َ َرَز¢ َ £َ ُ§ ْ ـ ُf ّ ـ َّ ۪ ـwي َr« ُ اª ٰ Ãّ َ ُĻĩـÛ ĝĘـאل: ﴿ا ĺ įـĬوأ ĹـĻéُ ĺ įـĬوأ ٢ ورزق َ ěـ َ ĥَìَ įـĬأ óذכـ ħـà µُ َ ۜ ُ~ ْ ـ[ َYo² ـ¿ٍء ِ ُ§ ْ ـ ِR ْ ـ± ‚َ ْ َŸَْ ُ ـ© ِR ْ ـ± ٰذª ِ ُ§ ْ َR ْ ـ± À ٓYئ ۜ َ¶ ْ ـ© ِR ْ ـ± ‚ُ َ ـyَ¦ ـ ْ§ Áُ Á۪ oْ ُ À َ ُ ۪̄ ُcÁ ُ §ْ ـ ُf ّ ـ À َ ُf ّ ـ ٣ وإذا כאن İــñا כĥــį ĭĨــį، כאن اøــĝéÝאق Đ×ــאدة ﴾ [اĤــóوم، ٤٠/٣٠]، ۟ ِ ُ¦ ¹َن ُ ƒْــy À Yــَ ٰــ« َ ّ̄ ªYَ َ َوb ٦ َ £َ ُ§ ْ ـ﴾ [اĤ×ĝـóة، ٢١/٢]. َّ ۪ ـwي َr« َ ُ§ ُ ـ اª ٥ ﴿ ْا ُ[ ُ ـuوا َرّ\ ٤ وĜـאل: اĥíĤـě Ĥـį دون ĻĔـóه، ؛ħכـĥ×Ĝ īـĨ īـĺñĤا ěـĥìو أي ،ėـĉđĥĤ ٧ َ ْ[ِ» ُ§ ْ ـ﴾ اĤـijاو ۪w َ Àـ± ِR ْ ـ± ¢ َّ ªواَ ﴿:ĵـĤאđÜ įـĤijĜو َ Êّ ِ َ ْ[ِ» ¥َ ِR ±ْ َر ُ~ ٍ ـ¹ل ا ْ ³َY ِ ®ْ ـ± ¢ َْرَ~ـ» ٨ ﴿َوَRٓـY ا :ـאلĝĘ ،įـÜאد×đÖ ـאąĺأ ħـİóĨوأ ħـıÜאد×Đ ěéÝـøאĘ ﴾ْ §ُ «ِ]ْ َ ¢ ±ـ ْR ِ ±À َ w۪ َّ ªا ﴿:įـĤijĜ ĹـĘو] ٢٥/٢١ ،ـאءĻ×ĬŶا﴾ [ونِ uـ ُ[ ُ Yْ žَ۬Yـَ ²َ َٓ ا Êّ ِ ـµا َ ٰ ªِ Ê ا ـµ َٓ ُ َ ²َّ ـµا ِ Áَْ ªِ ُ ۪ٓ ¹nـ¿ ا ² ا ْ ijـąَ َ ِ اĥęĕĤـÙ] ٨٢ب] أıĬـħ כאĬـijا ĩĘ Ùَ ĭـøِ īـĐ ٌ įـĻ×ĭÜو ،ÙـđĭāĤوا رةïـĝĤا لijĩـü ĵـĥĐ ÙـĤźد ٌ .ħכóĻāĝÜ واõĻåÝـùÜ źو ħכَ ا óĻāĨ ْ َ ـij ùْ ĭَ Ü ŻـĘ ١٠،ا ْ ٩ َ واąĝĬـij ا ْ ijـĥَìوَ .ûĨאİ çĀ ، ١ َ ح - أīùè ٢ ط ر: وأįĬ َ رزق. ٣ ْ ħכُ Ĝَ َ َز ƪ ر ħُ à ْ َ ُכħ ĝĥَìَ يñ۪ Ĥاƪ ُ ųƩ َ م: ا ƪ ħُ à ۜ ْ ħכĻ ُ Ļ۪ ْ éُ ĺ ƪ ħُ à ْ ُ ُכħ ÝĻĩ۪ ُ ĺ ƪ ħُ à īĨ ijıø įĥđĤ ،نijđäóÜ įĻĤإ اëùĭÝùĩĤ. ٤ حط - دونóĻĔه،İçĀאûĨط. ٥ ط: ĝĘאل. ٦ ر + واų أħĥĐ. ٧ ر: واijĤاو. ٨ ح - ĝĘאل. ٩ ح ط ر: وäאؤوا، çĀ İאûĨ ح. ْ ١٠ ا. ر: َ ĘאijąĝĬ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 570 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Umulur ki takvâya eresiniz.” ‘Alle ve le‘alle kelimeleri dilde, işin sonunu bilmeyen kimsenin bir şeyi ummasını ifade eder. Allah tarafından kullanıldığında ise muhatabın ummasına yönelik talebi ifade eder, çünkü Allah için hiçbir şey bilinmez, gizli değildir. Bu tıpkı bizim için şaşırma, Allah kullandığında ise “şaşırtma” anlamına gelen keyfe (nasıl) kelimesi gibidir. Farsçada bu, şöyle ifade edilmiştir: Tereccî ummak, tercîh ümit taşımak; taaccüb şaşırmak, ta’cîb şaşkınlık içinde bulunmaktır. Takvâyı umarak Rabbinize kulluk edin anlamındadır. Burada takvâ iki mânaya gelir: Birincisi dünyada amelî olarak takvâ, ikincisi ise âhirette umulan takvâ. Âyetteki “ibadet/kulluk” kelimesi tevhid anlamında yorumlanırsa o zaman dünyadaki takvâ şirkten sakınmaktır. “İbadet” kelimesi itaat mânasında yorumlanırsa o zaman dünyadaki takvâ günahlardan kaçınmaktır. Âhiretteki takvâ ise cehennemden ve diğer cezalardan korunmaktır. Burada bir lutuf hitabı söz konusudur. Nitekim bir insan diğerine “Seni kaba davranışından dolayı kınamayacağım, umulur ki tekrar seçkin hâline geri dönersin.” der, Allah Teâlâ ise şöyle buyurur: “İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar yahut onlara bir uyarı versin diye onda tehditleri teker teker sıraladık.” [ Tâhâ 20/113], “Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” [ en-Nahl 16/78], “Böylece Allah, Müslüman olasınız diye üzerinizde olan nimetini tamamlıyor.” [ enNahl 16/81], “Bu da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” [ el-En‘âm, 6/155], “ Hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” [ el-Hacc 22/77], daha ilginç olanı ise Firavun hakkındaki şu ifadesidir: “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alır yahut korkar.” [ Tâhâ 20/44] Şiblî bu âyet hakkında şöyle dermiş: Ey Rabbim! Bu senin “Ben sizin en büyük Rabbinizim!” [ en-Nâziât 79/24] diyen kimseye karşı lutfundur, o hâlde alnını toprağa koyup sana secde edene ve ‘Benim en yüce olan Rabbim münezzehtir.’ diyen kimseye karşı lutfun kim bilir nasıldır?” Bütün bunlar, “umulur ki” ifadesinin kulların ummasını talep etmeye yönelik bir ifade olarak değerlendirilmesine göredir. Buna göre buradaki âyetin Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn’a söylediği şeyin mânası şöyledir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 571 ،Ù×ĜאđĤا ħĥđĺ ź ١ īĩĨ ٍ ّ َج óَ Ü Ùĩĥכ ÙĕĥĤا ĹĘ ģƪ َ đĤوَ ģƪ َ َ £ُ ¹َۙن﴾ Đ cَّ b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو Õ ƫ åđÝĥĤ Ĺİ ،«ėĻכ «Ùĩĥככ ٣ ijİو .ÙĻĘאì įĻĥĐ ĵęíĺ ź įĬŶ ؛ųا Ʃ īĨ ÙĻäóÜ ٢ وĹİ .ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ ÕĻåđÝĥĤو אĭĨ īÝüدا Ûęŝü Õّ åđÜ īÝüدا ïĻĨا įÖ įĻäóÜو īÝüدا ïĻĨا ĵّ وĘאرĩıÝĻøא: äóÜ .īÝüدا ÛęŝýÖ ÕĻåđÜو وĭđĨאه: اĐ×ïوا رÖכħ راīĻä اijĝÝĤى. وijĝÝĥĤى ĭıİא ĻĭđĨאن: اijĝÝĤى ĹĘ اĻĬïĤא ٤ ً أŻĨ. ĹęĘ اĻĬïĤא اĝÜźאء īĐ اóýĤك إن ģĩè اóĨŶ ÖאđĤ×אدة ً ŻĩĐ، واijĝÝĤى ĹĘ اóìŴة ĵĥĐ اïĻèijÝĤ، واĝÜźאء īĐ اijĬñĤب إن ģĩè ذĤכ ĵĥĐ اĉĤאĐאت. واĝÜźאء ĹĘ اóìŴة :óìŴ ģäóĤا لijĝĺ ،ėĉĤ Ù×ĈאíĨ هñİو .אتÖijĝđĤا óÐאøو אرĭĤا īĐ אظęÝèźا ijİ ³َْ ُYه ª{َ²َْ ِ ¥َ ا ªwٰ ¦َوَ ﴿:لijĝĺ ĵĤאđÜ ٥ ųאĘ Ʃ ،«ةijęāĤا ĵĤإ ďäóÜ כĥđĤ ة؛ijęåĤאÖ كñìأؤا ź» ْ §ُ jَ yَrْ َ ُ ا َ £ُ ¹َن﴾ [įĈ، ١١٣/٢٠[،﴿ َو ّ اà ٰ cَّ À ْ·ُ َّ «َ َ ª uÁِ ۪ ¹َْ ªا ±َR ِ µÁِ ž۪ Y³َžْ َ yّ†َ وَ YÁًّ ِ \yََ Y²ً ٰ ْ¢ُyا ْ §ُ َّ «َ َ َ ُ§ ُ ا ّ ªَ ْ¯•َ َو َْ اÊْ \‡َ َYر َو َْ اÊِٔžْـَuَةۙ ª ª ©َ َjَ وَ ۙYـًٔ Áْ‚َ ن¹َ̄ ُ َ «ْ َ b Êَ ْ §ُ ِ bY·َ َ ®ّ ُ ِR ±ْ ُ\ ُ ¹ِن ا َّ ُ§ ْ ُb ِْ «ُ ¯¹َن﴾ [اģéĭĤ، «َ َ ª ْ §ُ Áَْ «َ µُcَ¯َ ْ ِ ² ُّcُِ À ¥َ ِ ªwٰ ¦َ﴿ ،[٧٨/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ونَ yُ§ُ ƒْ َ b ،אمđĬŶا﴾ [ن¹َۙ̄ ُ nَ yْbُ ْ §ُ َّ «َ َ َ ¹£ُا ª َِ[ُ ¹ُه َو ّاb ك žَ ّbY ٌ ³َْ ُYه ُRَ[ َYر ª{َ²َْ ٌ Yب ا ٨١/١٦]، ﴿َو ٰ¶ َwا ِ¦َc ۚ﴾ [اãéĤ، ٧٧/٢٢ [وīĨ اÕĻåđĤ ذכóه ĹĘ ن¹َ oُ «ِŸْbُ ْ §ُ َّ «َ َ ª yَÁْsَ ْ ١٥٥/٦]، ﴿َو ْاَž ُ»¹ا اª Ĺĥ×ýĤا وכאن .]٤٤/٢٠ ،įĈ] ﴾»ƒٰ sْ َ َْو À ُy ا َ ¦ّ wَcََ À µُ َّ «َ َ ª Y³ً Áَِّ ª Êً¹َْ ¢ µُ َ ª ʹَ £ُ žَ﴿ :نijĐóĘ ěè ﴾»ۘ ٰ ُ ُ§ ُ َْ اÊ ْ« َY۬ َرّ\ ²َ َ َאل ﴿ا ĝَ Ę :لijĝĺ īĩÖ כęĉĤ اñİ ،אربĺ» :اñİ ĹĘ لijĝĺ ųا Ʃ رįĩè ĹÖر אنé×ø: אلĜو ابóÝĤا ĵĥĐ כĤ ïåø īĩÖ כęĉĤ ėĻכĘ [٢٤/٧٩ ،אتĐאزĭĤا[ ّ أįĬ ÙĻäóÜ. وĭđĨאه ĭıİא أįĬ Ĝאل ĵøijĩĤ وİאرون: óĨ אĨ ĵĥĐ įĥכ اñİو .»ĵĥĐŶا ١ ح: ĩĨא. ٢ ط: وijİ. ٣ ر: وĹİ. ٤ ر: اĝđĤ×ĵ. ٥ ط ر: واų. ٥ ١٠ ١٥ 572 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ona gidin ve onu Bize çağırın, bu arada onun icâbet edeceğine, işlediklerinden af dileyeceğine dair ümitli olun.” Allah Teâlâ Firavun’un iman etmeyeceğini bilmektedir, ancak delilin tastamam olması için Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn’a bunu emretmiş ve işin âkıbetini onlardan gizlemiştir ki onlar davette kusur etmesinler. 22. O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın. [ el-Bakara 2/22] “O yeri sizin için döşek yaptı.” Bu ifade yukarıdaki “Rabbinize” kelimesinin sıfatıdır. Tefsiri şöyledir: Yeri sizin için bu hâle getirdi. Bir görüşe göre tefsiri, “Bu şekilde yarattı.” şeklinde, bir başka görüşe göre ise “Yeri yaydı.” şeklindedir. Ce‘ale (kıldı) kelimesi Kur’ân’da pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Yaratma anlamında kullanılmıştır: “Karanlıkları ve aydınlığı yarattı.” [ el-En‘âm 6/1] 2. İndirme anlamında kullanılmıştır: “Belki akledersiniz diye Biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” [ ez-Zuhruf 43/3] Yani bilin/anlayın diye [Kur’ân’ı] sizin dilinizde indirdik. 3. Hapsetme anlamında kullanılmıştır: “Biz sizi bayağı bir sudan yaratmadık mı? Sonra onu sağlam bir yerde tutmadık mı?” [el-Mürselât 77/20-21] Yani onu “Belli bir vakte kadar” [el-Mürselât 77/22] yani doğum zamanına kadar hapsetmedik mi? 4. Koyma anlamında kullanılmıştır: “Yanındaki görevli gençlere dedi ki: Onların eşyalarını bineklerine yükleyin.” [Yûsuf 12/62] Yani onların dirhemlerini keselerine koyun. 5. Sokma, tıkama anlamında kullanılmıştır: “Parmaklarını kulaklarına tıkadılar.” [ Nûh 71/7] 6. Toplama anlamında kullanılmıştır: “Sana haraç/vergi toplayalım mı?” [ el-Kehf 18/94] 7. Yapma, inşa etme anlamında kullanılmıştır: “Bizimle onlar arasında bir set yapmana karşılık...” [ el-Kehf 18/94]. 8. Hâkim kılma, mülk verme anlamında kullanılmıştır: “Beni ülkenin hazinelerinin başına getir.” [Yûsuf 12/55] 9. Söyleme ve niteleme anlamında kullanılmıştır: “Allah’la beraber başka bir ilâh kabul etme.” [ el-İsrâ 17/22] 10. Risâlet verme anlamında kullanılmıştır: “Bana ailemden bir yardımcı ver.” [ Tâhâ 20/29] 11. Dönüştürme anlamında kullanılmıştır: “Onları yenilmiş ekine dönüştürdü.” [el-Fîl 105/5] 12. Bir hâle getirme anlamında kullanılmıştır: “İnsanlardan bir kısmının gönüllerini onları arzular hâle getir.” [İbrâhîm 14/37] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 573 اذİ×א إįĻĤ وادijĐاه إĭĻĤא وأĩÝĬא ĵĥĐ رäאء إäאįÝÖ واñÝĐاره īĐ ĭäאįÝĺ. Ʃ واų đÜאĵĤ ïĜ ِ óا ّ āَ ĝ ُ ĺ ź نŶ א؛ĩıĻĥĐ אلéĤا ĵęìوأ ،ÙåéĥĤ א ً ĨاõĤإ כĤñÖ óĨأ īכĤ ،ÕĻåĺ ź įĬأ ħĥĐ ĹĘ اijĐïĤة. ً َٓאء َٓ ِאء Ĩ ĩ ƪ ùĤا īَ Ĩِ لَõَĬْاَ َ ًۖ و َٓאء ĭÖِ َ َٓאء ĩ ƪ َ اùĤ َ ً اüא و ْ َض ِóĘ ُ ْ َ اźر ħכُ Ĥَ ģَ َ đäَ يñ۪ Ĥƪاَ -٢٢ ُ َijن ĩĥَ ْ đÜَ ْ ħُ َ َاْÝĬ ًا و ادïَ Ĭْاَ ųِƩِ اijĥُ َ đåْ Üَ ŻَĘَ ْۚ َ ِ ات ِرْزًĜא َĤ ُכħ óَ اĩáĤ ƪ īَ Ĩِ į۪ Öِ جَ َ óìْ אَĘَ ُ ﴾، وóĻùęÜه: ħכُ ƪ Ö َ ر ﴿:įĤijĜ ÙęĀ ijİ ﴾אüا ً َ óِ ْ َض Ę َر ُ ْاź ħכُ Ĥَ ģَ َ đَ ä يñ۪ Ĥƪَ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ا .ćùÖ :ģĻĜو .ěĥì :ģĻĜو .رضŶا ħכĤ ó ّ ĻĀ ۜ﴾ [اđĬŶאم، ُ ¹َر ُ ُ»َ̄ ِ Yت َو ّ اª³ ªا ّ© َ َjَ وَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ěĥíĥĤ :אنđĩĤ آنóĝĤا ĹĘ «ģđä»و ۚ﴾ [اóìõĤف، ٣/٤٣] َ ُ£ِْ» ¹َن b ْ §ُ َّ «َ َ ª YÁًّ ِ \yََ Y²ًءٰ yْ¢ُ هYُ ³َ ْ «َjَ Yَ ²ِّ ١/٦]، وõĬŹĤال Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ْ ³َ ُYه «َkَ žَ ±Áٍۙ ·۪®َ ءYٍ ٓ®َ ±ْ ®ِ ْ §ُ ْ £«ُsْ َ ² ْ َ ªَ ١ وéĥĤ ÷×Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا أي ÝĕĥÖכħ ijĘóđÝĤا، ٍۙ﴾ [اŻøóĩĤت، َ َuٍر َRْ ُ»¹م ¢ »ٰ ªِ ََy ٍار َR ۪§ ٍۙÁ±] ﴾اŻøóĩĤت، ٢١-٢٠/٧٧] أي è×ĭùאه ﴿ا ¢ ¿ž۪ ¿ž۪ ْ·ُcَYَ ‹َ ِ ِِµ ْ اjَ ُ«¹ا \ ²YÁَcْŸِِ ª لYَ َ ٢٢/٧٧] أي إĵĤ وÛĜ اźijĤدة، وďĄijĥĤ Ĝאل: ﴿َو¢ ] Ĝאل: أ ٨٣] אلìدŹĤو ،ħıĝĤاijä ĹĘ ħıĩİدرا اijđĄ أي] ٦٢/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ْ·ِِ ªYnَ ِ ر ﴾Yjً yْrَ ¥َ َ ª ©ُ َkْ َ ِِ·ْ﴾ [ijĬح، ٧/٧١]، وďĩåĥĤ Ĝאل: ﴿َžَ·ْ© ² ٰ َذا² ِ َُ·ْ ٓž۪¿ ا \Y†َ َ ¹ٓا ا «ُ َjَ ﴿ ،[٩٤/١٨ ،ėıכĤا﴾ [اuًّ ~َ ْ·ُ³َÁَْ \وَ Y³َ³َÁَْ \ ©َ َkْ َ َ ْن b « ا ٰٓ [اĤכėı، ٩٤/١٨[، وĥĤ×ĭאء Ĝאل: ﴿ َ» ±ِِ َْ اÊْر ِۚض﴾ [ ėøijĺ، ٥٥/١٢[، وijĝĥĤل ٰ« َrَ{ٓائ «َ ¿³۪ ْ ٢ ﴿ ْ اjَ« وĻĥĩÝĥĤכ واćĻĥùÝĤ Ĝאل: ٰ َrَy] ﴾اóøŸاء، ٢٢/١٧]، وŹĤرøאل Ĝאل: ﴿َو ْ اjَ ْ© ٰ ً·Y ا ªِ َ ْkَ ْ ©َ®•َ ّ اà ِٰ ا b Êَ﴿ :אلĜ ėĀijĤوا ْ ُ¦ ¹ٍل﴾ [اģĻęĤ، O®َ ٍ‡ْ َ¦َ ْ·ُ َ «َkَ žَ﴿ :אلĜ ģĺijéÝĥĤو ،]٢٩/٢٠ ،įĈ] ﴾¿ۙ«۪ ¶ْ َ ۪ª ¿َو۪ز ً yÀا ِR ±ْ ا ،[٣٧/١٤ ،ħĻİاóÖإ﴾ [ْ·ِÁَْ ªِ ۪ٓي ا ¹·َْ b سY ِ َ ِٔžَْـَuًة ِR ±َ ّ اª³ ٥/١٠٥]، وóĻĻāÝĥĤ Ĝאل: ﴿žَ ْjYَ ْ ©ا ١ ط - أي ÝĕĥÖכħ ijĘóđÝĤا. .ėøijĺ īĐ اó×ì + ر ٢ ٥ ١٠ ١٥ 574 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 13. Terk anlamında kullanılmıştır: “Dilediğini de kısır bırakır.” [ eş-Şûrâ 42/50] 14. Verme anlamında kullanılmıştır: “Kendisine çokça mal verdim.” [ el-Müddessir 74/16] 15. Edinme anlamında kullanılmıştır: “Onun bir kısmını helâl bir kısmını haram saydınız.” [ Yûnus 10/59] 16. Amade kılma anlamında kullanılmıştır: “Size gemileri ve hayvanları binek olarak amade kıldı.” [ ez-Zuhruf 43/12] 17. Yükseltme anlamında kullanılmıştır: “Biz semayı korunmuş bir tavan olarak yükselttik.” [ el-Enbiyâ 21/32] 18. Yayma anlamında kullanılmıştır: “O sizin için yeri döşek yaptı.” “Yeri” el-Arz, üzerinde bulunduğumuz yerdir. Bu kelimenin türediği birkaç köken vardır. el-Arz atın ayaklarının alt kısmıdır, üzerinde bulunduğumuz yeryüzü de alt kısımdır. el-Arz titreme anlamına da gelir, üzerinde bulunduğumuz yeryüzü de zaman zaman sarsılabilir ki üzerindeki dağlar yaratılmadan önce sarsılmaktaydı, onu sabitlemek için Allah onda dağları yarattı. el-Ariz iyi huylu, hayra meyilli demektir, üzerinde bulunduğumuz yeryüzü de öyledir, nitekim onda su ve otlaklar vardır, üzerinde canlılar ve ölüler için yerleşim ve sığınma imkânı bulunur. el-İrâz yaygı demektir, yeryüzü bizim yaygımızdır. el-Araz genişlik demektir ki bizim yeryüzümüz de geniştir. el-Arazatü tahtakurusu demektir, bizim yeryüzümüz de kendisine defnedilenleri kemirir. et-Te’rîz tesis ve temellendirme demektir, Hz. Peygamber aleyhisselâm “Geceden orucunu temellendirmemiş olanın orucu olmaz.”1 buyurmuştur. Bizim yeryüzümüz de temeldir. “Döşek” yaygı demektir. el-Ferş mastar olup yaymak demektir, elfirâş üzerine yayılan şeyin ismidir, yani yaygı anlamına gelir. Kadın erkeğin yaygısıdır, çünkü erkek onunla yatmak ister. Allah Teâlâ cennet hanımları hakkında “Yükseltilmiş döşekler.” [ el-Vâkıa 56/34] buyurur. Kur’ân’da yeryüzü için bu isme benzer şekilde el-mehd [beşik], el-mihâd [döşek] ve el-bisât [yaygı] kelimeleri de kullanılır: “Yeri sizin için beşik yapan O’dur.” [ Tâhâ 20/53], “Biz yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?” [en-Nebe’ 78/6], “Biz yeryüzünü bir döşek olarak yaydık, bakınız ne de güzel döşeriz.” [ ez-Zâriyât 51/48], “Allah yeri sizin için yaymıştır.” [ Nûh 71/19], “Yoksa yeri bir karar mekânı hâline getiren mi?” [ en-Neml 27/61] 1 Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsat, 9: 45. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 575 µُ َ ª aُ ْ ۜ﴾ [اijýĤرى، ٥٠/٤٢] وĉĐŹĤאء Ĝאل: ﴿َو َjَ« Y¯Á ً £۪ َ ءYُ ƒَٓ َ À ±ْ ®َ ©ُ َkْ َ وóÝĥĤك Ĝאل: ﴿َوÀ ،÷Ĭijĺ] ﴾ۜ ÊًËَnَ وَ Y®ا ً yَnَ µُ³ْ®ِ ْcُ ْ «َkَ žَ﴿ :אلĜ אذíÜŻĤو ،]١٦/٧٤ ،óàïĩĤا﴾ [ۙوداً uُ ¯ْ®َ ÊYً ®َ َ ْyَ¦ُ ]¹َۙن﴾ [اóìõĤف، ١٢/٤٣]، b Y®َ ِ ْ ¥ِ َو َْ اʲْ َYم «Ÿُ ْ َ ُ§ ْ ِR ±َ اª ª ©َ َjَ وَ ﴿:אلĜ óĻíùÝĥĤو ،]٥٩/١٠ ُ §ُ َ ª ©َ َjَ ﴿ :אلĜ ćù×ĥĤو ،]٣٢/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ۚą’¹ ً Ÿُoْ ®َ YŸً ْ ٓ َYء َ~£ ¯َ َªا ّ Y³َ ْ وďĘóĥĤ Ĝאل: ﴿َو َjَ« َْ اÊْر َض َžِy ً ا‚Y] ﴾اĤ×óĝة، ٢٢/٢]. ْ َض﴾ Ĺİ اŶرض اĹÝĤ īéĬ ıĻĥĐא. واĝÝüאıĜא īĨ أĻüאء: ĘאŶرض َر وįĤijĜ: ﴿ْاź ِ ïĐة، ّ óĤا رضŶوا ،ÙĥęùÝĨ ٌ אıĻĥĐ óĝÝùĬ ĹÝĤا אĭĄوأر ،įĥُ ِ َس وĹİ أøאĘ óęĤا َ ħÐاijĜ ١ Ĺİ ٢ אل×åĤا ĵĤאđÜ ųا Ʃ ěĥíĘ א؛ıĻĥĐ אل×åĤا ěĥì ģ×Ĝ ÙĤõĤõÝĨ ً ÛĬوכא لõĤõÝÜ ïĜ אĭĄوأر İïĻĈijÝĤא. واŶرăĺ اěĻĥíĤ ÖאóĻíĤ، وכĤñכ أرĭĄא؛ ıĻęĘא اĩĤאء واĵĐóĩĤ، وıĻĥĐא َض çÝęÖ اóĝĤار واÉĩĤوى ĻèŷĤאء واĵÜijĩĤ. واŸراض اĤ×ùאط، وĹİ ùÖאĭĈא. واŶر ّ ُض Ĩא دīĘ َאر Ýَ Ü אĭĄوأر ،دijđĤا ģכÉÜ Ù×ĺوُ َ َÙĄ د اóĤاء اùÜźאع، وأرĭĄא ÙđùÝĨ، واŶر ٣ ُ įĄْ ِ ّ َر Ë ُ ĺ ħĤ īĩĤ אمĻĀ ź» :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜ .ģĻĀÉÝĤوا÷ ĻøÉÝĤا ăĺرÉÝĤوا ،אıĻĘ ٤ وأرĭĄא Ĺİ اøŶאس. .«ģĻĥĤا īĨ ٥ اĤ×ùאط، وijİ َ ً اüא﴾ أي ùÖאĈא؛ ĘאóęĤش اĤ×ćù، وijİ ïāĨر، واóęĤاش óِ Ę﴿ :įĤijĜو ųا Ʃ ĵĤאđÜ אلĜ ،אıüóęÝùĺ įĬŶ ؛ģäóĤا اشóĘ أةóĩĤوا ٦ ،ćù×ĺ أي ،شóęĺ אĩĤ ħøا ٧ وóĻčĬ ñİا اħøź ŷĤرض ۜ﴾ [اijĤاÙđĜ، ٣٤/٥٦[. _ٍ ¹َ žُyْ®َ شٍ yُžُوَ ﴿:ÙĭåĤا أزواج ĹĘ ĵĤאđÜ َ ُ§ ُ َْ اÊْر َض َRْ· ًuا﴾ [įĈ، ª ©َ َjَ يw۪ َّ ªَ ĹĘ اóĝĤآن: اïıĩĤ واıĩĤאد واĤ×ùאط. Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ĹĘ ïıĩĤوا شóęĤا īĻÖ ďĩäو] ٦/٧٨ ،É×ّ َ ْkَ ِ ©َْ اÊْر َض ِRَ· ً Yداۙ﴾ [اĭĤ ² ْ َ ªَ ٥٣/٢٠] وĜאل: ﴿ا ©َ َjَ ُ ْ َ̄ ِY ¶ُu َون﴾ [اñĤارĺאت، ٤٨/٥١] وĜאل: ﴿َو ّ اà ٰ آÙĺ ĝĘאل: ﴿َو َْ اÊْر َض َžَy ³َ‚ْ َY¶Y ْ³ِžَ َ اª ََy ً ارا﴾ [اģĩĭĤ، ٦١/٢٧[ َ ±ْ َjَ َ ©َْ اÊْر َض ¢ ®ّ َ ِ َ ً YŽąۙ] ﴾ijĬح، ١٩/٧١] وĜאل: ﴿ا َ ُ ـ§ ُ َْ اÊْر َض \ ª ١ ط ر - Ĺİ. ٢ ط - ěĥíĘ اų đÜאĵĤ اåĤ×אل. .ِ įĺijِ ْ ĭ َ ĺ :Ĺĭđĺ ٣ .óåęĤا ģ×Ĝ ُ įĄْ ِ ّ َر Ë ُ ĺ ħĤ īĩĤ אمĻĀ ź :אıĻĘو .٤٥/٩ ،ĹĬاó×ĉĥĤ ćøوŶا ħåđĩĤا ٤ ٥ ر: اóęĤاش. .ûĨאİ çĀ ،ćù×ĺ أي - ح ٦ .﴾ٍۜ Ùَ Đijُ Ę ْ óَ ٍش Ĩ ُ óُ Ę َ ٧ ح - واóĩĤأة óĘاش اģäóĤ؛ įĬŶ ıüóęÝùĺא، Ĝאل đÜאĵĤ اų đÜאĵĤ ĹĘ أزواج اÙĭåĤ:﴿ و ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 576 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buna yakın nitelikler kabilinden şunları da kullanmıştır: “Yeri de bunun ardından yaydı.” [ en-Nâziât 79/30] Âyetteki ed-dahvü kelimesi yaymak anlamına gelir. “Yere ve onu yayana…” [ eş-Şems 91/6] Bu âyetteki et-tahvü kelimesi de yaymak, genişletmek anlamına gelir. “Bakmazlar mı yere, nasıl da yayılmıştır.” [el-Gāşiye 88/20], “Yeri de uzattık/yaydık.” [ el-Hicr 15/19]. “Göğü de bina yapan” Bu cümle ilk cümleye atıftır, yani “göğü de bina yapmıştır.” Gök, üzerimizde olan semadır ve “yükseldi” anlamındaki semâ, yesmû, sümüvven kökünden türemiştir. “Yahut da gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur…” [ el-Bakara 2/19] âyetinin tefsirinde bu kelimenin anlamları açıklanmıştı. Bu kelime “Biz dünya semasını süsledik…” [el-Mülk 67/5] âyetinde olduğu üzere tek bir gök anlamında kullanılabildiği gibi “Sonra semaya yöneldi ve onları düzenledi.” [ el-Bakara 2/29] âyetinde olduğu gibi yedi gök anlamında da kullanılabilir. Tek bir gök anlamında kullanılması normal olan durumdur, çoğul anlamında kullanılmasının ise iki izahı vardır: İlkine göre bu kelime el-‘abâetü (aba, palto) kelimesinin çoğulunun el-‘abâ şeklinde gelmesinde olduğu gibi, es-semâetü kelimesinin çoğuludur. İkincisine göre ise semâ kelimesi cins isimdir, bu yüzden de kapsamına girenlerin hepsini ifade eder. “ Bina” inşa edilmiş yapı demektir. el-Fi‘âl kalıbı çoğu zaman mef‘ul anlamında kullanılır. el-Kitâb kelimesinin mektûb (üzerine yazılmış olan) anlamına, el-firâş kelimesinin el-mefrûş (üzerine yayılınmış) anlamına, el-bisât kelimesinin el-mebsût (yayılmış) anlamına, el-mihâd kelimesinin el-memhûd (döşenmiş, döşek) anlamına gelmesi de böyledir. el-Binâ kelimesi aynı zamanda benâ, yebnî (inşa etti) fiilinin mastarıdır. Bu kelime dilde üç anlama gelir: Ey Hâmân! Bana bir kule yap.” [ el-Mü’min 40/36] âyetinde olduğu üzere terkip (inşa) anlamına, “Sizin mi yaratılmanız daha zordur yoksa semanın mı? Onu Biz yükselttik.” [ en-Nâziât 79/27] âyetinde olduğu üzere yükseltme anlamına, Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Saftan çıksın, abdest alsın ve namazını sürdürsün.”1 şeklindeki hadisinde olduğu üzere birleştirme (vasıl) anlamına gelir. İşte bu üç anlama, yani mürekkep olma, yükseltilmiş olma ve birleştirilmiş olma anlamlarına dayalı olarak semaya da bina ismi verilir. 1 Ali el-Kārî, Mirkātü’l-Mefâtîh, 2: 794; Zeylaî, Nasbü’r-Râye, 1: 38. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 577 ۜ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٣٠/٧٩] ﴿َو َْ اÊْر ِض َوَRY Y·Áَ nٰ دَ ¥َ ِ ªذٰ uَ ْ َ ١ اÙęāĤ Ĩא Ĝאل: ﴿َو َْ اÊْر َض\ هñİ īĨ ÕĺóĜو َ« َْ اÊْر ِض ªِ ٢ وĜאل: ﴿َوا ،ďøijÝĤوا ćù×Ĥا ijéĉĤوا ،ćù×Ĥا ijèïĤوا] ٦/٩١ ،÷ĩýĤا﴾ [ۙY·Áَ oٰ Žَ .[١٩/١٥ ،óåéĤا﴾ [Y¶Yَ َ َ¦ْÁ َ ُ ~ِ َo ْa] ﴾اĕĤאÙĻü، ٢٠/٨٨ [أي ÛĉùÖ وĜאل: ﴿َو َْ اÊْر َض َRَu ْد² ًۖ﴾ ijĉđĨف ĵĥĐ اŶول، أي وģđä اĩùĤאء ĭÖאء. واĩùĤאء َٓאء ĭِÖ َ َٓאء ĩ ƪ َ اùĤ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿و ا» أي ŻĐ. وïĜ óĨت وįİijä Ƭ ijĩø [ ب٨٣ [،ijĩùĺ ،אĩø» īĨ ÙĝÝýĨ ،אĭĜijĘ ĹÝĤا Ĺİ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ٣ ïèاijĥĤ çĥāÜ Ĺİو] ١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ءYِ ٓ َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ [ِ ®±َ ّ اªَ َ¯ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ َ ْ ا~َcٓ¹ٰى ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ď×ùĤا اتijĩùĥĤو] ٥/٦٧ ،כĥĩĤا﴾ [YÁَ²ْ ُ ٓ َYء ّ اuª ¯َ َªا ّ Yَ ³َّ Àّزَ uْ£ََ ﴿َوª אĩİïèأ :īĻĝĺóĉÖ ďĩåĥĤو ،óİאČ ٤ َ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٩/٢] ĘכıĬijא ijĥĤاïèة ±ّ ·Àُ ٰ¹َّ žَ ءYِ ٓ َ« ّ اªَ َ¯ ªِ ا ٧ واáĤאĹĬ: أįĬ ĭä ÷ijåĻĘز أن ĭÝĺאول اĤכģ. ٦ כאđĤ×אء واđĤ×אءة، ٥ اĩùĤאءة أıĬא ďĩä َאل ĵĭđĩÖ اijđęĩĤل כóĻá، ıĭĨא: اĤכÝאب ĵĭđĩÖ đِ ęĤאĘ ؛ÙĻĭ×Ĩ أي﴾ ًۖ َٓאء ĭِÖ﴿:įĤijĜو ĵĭđĩÖ אدıĩĤوا ،طijù×ĩĤا ĵĭđĩÖ אطù×Ĥوا ،وشóęĩĤا ĵĭđĩÖ ٨ اĩĤכijÝب، واóęĤاش ÕĻכóÝĥĤ :אنđĨ ١٠ÙàŻáĤ ÙĕĥĤا ĹĘ ijİو .»Ĺĭ×ĺ ٩ ،ĵَ ĭ َ ـ«Ö ِ اijıĩĩĤد. واĤ×ĭאء ïāĨر أąĺא Ĥ ْcُ²َْ ءاَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ďĘóĥĤو] ٣٦/٤٠ ،īĨËĩĤا﴾ [Ynً yْ†َ ¿ª۪ ±ِ\اْ نYُ ®Yَ ¶َ Yَ À﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ :مŻùĤا įĻĥĐ įĤijĜ ĹĘ אĩכ :ģĀijĥĤو] ٢٧/٧٩ ،אتĐאزĭĤا﴾ [Y·Áَ ³ٰ َ \ ۜ ٓ ُYء ِ ّ اªَ َ¯ َم ْ £ًą ا «rَ ُ uّ ‚َ َ ا ً ñıĤه١٣ اijäijĤه، وĹİ אءĭÖ אءĩùĤا ١٢ĵĩùÝĘ ١١؛»įÜŻĀ ĵĥĐ īِ ْ × َ óāĭĻĥĘف ّ وÉĄijÝĻĤ وĻĤ .ÙĤijĀijĨ ÙĐijĘóĨ Ù×כóĨ אıĬأ ١ ح: ñİا. ٢ ط: واďĻøijÝĤ. ٣ ط ر: ijĥĤاïèة. ٤ ط: ijĥĤاïè. ٥ ر - أıĬא ďĩä. ٦ ر: اĩùĤאء. ٧ ح: כאđĤ×אءة واđĤ×אء. ٨ ط - واóęĤاش. .ĵَ ĭ َ ٩ ح ط ر: īĨ Ö ١٠ ر: ŻáĤث. .٣٨/١ ،ĹđĥĺõĥĤ ÙĺاóĤا ÕāĬ ؛٧٩٤/٢ ،ويóıĤا ŻĩĥĤ çĻÜאęĩĤا אةĜóĨ ١١ ١٢ ط ر: ĹĩùĘ. ١٣ ر: ñıÖه. ٥ ١٠ ١٥ 578 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri el-Bünyân kelimesi de el-binâ kelimesi gibidir. Bu kelime Kur’ân’da birçok anlamda kullanılmıştır: 1. Duvar anlamında kullanılmıştır: “Onlar perçinlenmiş duvar gibidir.” [es-Saff 61/4] 2. Ashâb-ı Kehf kıssasında ribat anlamında kullanılmıştır: “Dediler ki: Onların üzerine bir bina yapın.” [ el-Kehf 18/21] 3. Seyirlik yer anlamında kullanılmıştır: “Siz her bir tepeye bir alâmet/ kule inşa edip eğleniyor musunuz?” [ eş-Şuarâ 26/128] 4. Mescit anlamında kullanılmıştır: “Binasını […] üzere inşa eden...” [ et-Tevbe 9/109]. 5. Ocak/ fırın anlamında kullanılmıştır: “Onun için bir bina yapın!” [ es-Sâffât 37/97] 6. Tam yapı anlamında kullanılmıştır: “ Bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanlar.” [ Sâd 38/37] 7. Sema anlamında kullanılmıştır: “Göğe ve onu inşa edene.” [ eş-Şems 91/5] 8. Cennet makamı anlamında kullanılmıştır: “Hani demişti ki: Rabbim! Cennette katında bana bir ev yap.” [ et-Tahrîm 66/11] Bu sıfatın bir benzeri Kur’ân’da şu âyetlerde sema kelimesi için kullanılmıştır: “Onu yükseltti ve düzene koydu.” [ en-Nâziât 79/28], “Yükseltilmiş tavana…” [ et-Tûr 52/5]. es-Semk kelimesi yüksek anlamındadır ve senâmün sâmikün [yüksek hörgüç] ifadesinden gelir. Kur’ân’ın semayı “ tavan” diye isimlendirmesinin sebebi, yüksekliği ile birlikte eğimli olmasıdır. el-Esküf kelimesi uzun ve eğimli yer [çatı, tavan] anlamına gelir. “Yüce gökler.” [ Tâhâ 20/4] ve “Göğün [kendi düzeninde] durması…” [ er-Rûm 30/25] âyetlerinde de gökyüzünün bu şekilde nitelendirilmesi söz konusudur. Göğün nitelikleri arasında “Biz göğü muhafaza edilmiş bir tavan yaptık.” [ el-Enbiyâ 21/32] âyetinde ifade edildiği üzere “korunmuşluk” da vardır. Onun korunması “Biz onu her kovulmuş şeytandan koruduk.” [ el-Hicr 15/17] âyetinde ifade edildiği üzere şeytanlardan koruma ve “Allah yer ve gökleri, yok olmasınlar diye tutar.” [ Fâtır 35/41] âyetinde ifade edildiği üzere düşmekten koruma şeklinde iki türlüdür. Yine Allah Teâlâ gökyüzünü şu sıfatlarla da nitelemiştir: “Üzerinize yedi sağlam gök inşa ettik.” [en-Nebe’ 78/12], “Yedi göğü tabaka tabaka yarattı.” [el-Mülk 67/3], “Yedi yol.” [el- Mü’minûn 23/17], “Bitişik idiler de biz onları ayırdık.” [ el-Enbiyâ 21/30], “Burçlara sahip göğe…” [el-Bürûc 85/1], “Yollara sahip göğe…” [ ez-Zâriyât 51/7], “Göğü yükseltti.” [ er-Rahmân 55/7], “Ve onu süsledik.” [ el-Hicr 15/16], “Ve onu koruduk.” [ el-Hicr 15/17], “Ve onları muhkem bir şekilde düzenledi.” [ Fussilet 41/12], “Onları düzenledi.” [ el-Bakara 2/29], “Herhangi bir bozukluk görebiliyor musun?” [el-Mülk 67/3], “Onda hiçbir eksiklik/gedik yoktur.” [Kāf 50/6], “Allah yer ve gökleri, yok olmasınlar diye tutar.” [ Fâtır 35/41] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 579 ٣ ĻüŶאء: ïåĥĤار وïèه Ĝאل: ٢ ĹĘ اóĝĤآن äאءت ١ اĤכÙĩĥ واĤ×Ļĭאن כאĤ×ĭאء، وñİه :ėıכĤا אبéĀأ ÙāĜ ĹĘ ٤ ¹ص﴾ [اėāĤ، ٤/٦١[، وÖóĥĤאط Ĝאل ٌ †ُ yْ®َ نYٌ Áَ³ْ\ُ ْ·َُ ²َّ Y¦َ﴿ َ َْ[ُg ¹َۙن﴾ b_ًَ Àٰ ٍ ا ِ ۪رÀ• ©ّ §ُ ِ َْ[³ُ ¹َن\ bَ ۜ﴾[اĤכėı٢١/١٨،[،وĜóčĭĩĥĤאل: ﴿ا Y²Yً Áَ³ْ\ُ ْ·ِÁَْ ¹ُا ْا\¹³ُا َ» ªY£َžَ﴿ َ ُµ] ﴾اÙÖijÝĤ، ١٠٩/٩[، وijÜŷĤن Ĝאل: ²YÁَ³ْ\ُ }َ َ~ّ َ žََ َ̄ ±ْ ا [اóđýĤاء، ١٢٨/٢٦]، وïåùĩĥĤ Ĝאل: ﴿ا َ ٍۙ اص﴾ َٓ ٍYءَو¹ّšَ ³َّ \ َ ©ّ¦ُ ±Áَ ŽY۪ Áَ َ ّĜÙאل: ﴿َو ّ اªƒ ĨאÝĤאرةاĩđĥĤو ،]٩٧/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾ [Y²Yً Áَ³ْ\ُµُ َ ﴿ ْا\¹³ُاª ۖ﴾ [اĩýĤ÷، ٥/٩١[، وĭĩĤאزل اÙĭåĤ Ĝאل: ۙY·Áَ ³ٰ َ ٓ ِYء َوَRY\ [ص، ٣٧/٣٨]، وĩùĥĤאء Ĝאل: ﴿َو ّ اªَ َ¯ َ ِ_﴾ [اħĺóéÝĤ، ١١/٦٦[.* وóĻčĬ ñİه اĩùĥĤÙęāĤאء ³ّkَ ْ ªا¿ žِ Ycً Áَْ َ ْa َر ِّب ْا\±ِ ۪ª ¿ِ َ³ْu َك \ ªYَ ِ ْذ¢ ﴿ا ﴾ِۙ ْ َ̄ ْy¹žُع ْ ِ اª َאۙ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٢٨/٧٩] وįĤijĜ:﴿ َو ّ اª£َ ıĺ Ʃ ij َ ùَ א Ę َ ْ َכı ĩ َ ø َ ďَ Ę َ ĹĘ اóĝĤآن įĤijĜ:﴿ ر ّאİא ęĝøא؛ ِ ٌכ، أي ďęÜóĨ. وĩø َ אĨ ø ٌ َאم ĭ َ ø :ħıĤijĜ īĨ عijĘóĩĤا כĩùĤאĘ ،[٥/٥٢ ،رijĉĤا[ ،įĈ] ﴾»ۜ ٰ «ُ ْ َ Ĺĭ، وįĤijĜ:﴿ َو ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات اª éْ ĭ ُ ĩĤا ģĺijĉĤا ėُ َ ĝ ْ ĭéĬźאıÐא ďĨ ارęÜאıĐא، واøŶ ٓ َYء ¯َ َªا ّ Y³َ ْ ٓ ُYء﴾ [اóĤوم، ٢٥/٣٠] وīĨ ęĀאįÜ Ĩא Ĝאل: ﴿َو َjَ« َ £ُ ¹َم ّ اªَ َ¯ َ ْن b ٤/٢٠]، وįĤijĜ:﴿ ا ±ْ ®ِ Y¶Yَ ³َْ Ÿِnَ وَ ﴿:אلĜ ،īĻĈאĻýĤا īĨ ٥ :īĻĻĭđĩĤ אıčęèو .]٣٢/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ۚą’¹ ً Ÿُoْ ®َ YŸً ْ £~َ ُ ْ̄ ِ ¥ُ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر َض À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ٍÁ ] ﴾اóåéĤ، ١٧/١٥ [وīĐ اijĜijĤع Ĝאل: ﴿ا ۙ j۪ رَ نYٍ َ Áْ‚َ ِ ©ّ¦ُ ّ×É، ١٢/٧٨[، وĜאل: ﴿ َ~ْ[•َ َ ُ ـ§ ْ َ~ْ[ ًY ‚ِ َu ً اداۙ﴾ [اĭĤ ¢¹ْžَ Y³َÁْ³ََ ۚ﴾ [ĘאóĈ، ٤١/٣٥[، وĜאل: ﴿َو\ َ ُ} َوÊ َ ْن b ا Ycََ ِ َ¡﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١٧/٢٣]، وĜאل: ﴿َ¦Y² َ~ ٰ̄¹َ ٍ ات َŽِ[ ًY¢ąۜ] ﴾اĥĩĤכ، ٣/٦٧]، وĜאل: ﴿ َ~ْ[•َ َŽَyٓائ ِۙ﴾ [اĤ×óوج، ١/٨٥] وĜאل: ُ[ُyوج ْ ٓ ِYء َذ ِ ات اª ۜ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٣٠/٢١] وĜאل: ﴿َو ّ اªَ َ¯ Y¯َ ¶Yُ ³َ ْ £cَŸَžَ ą£ً bْرَ ٓ َYء َرََžَ·Y] ﴾اīĩèóĤ، ْ ُoُ ]¥ِۙ] ﴾اñĤارĺאت، ٧/٥١]، وĜאل: ﴿َو ّ اªَ َ¯ ٓ ِYء َذ ِ ات اª ﴿َو ّ اªَ َ¯ [١٧/١٥ ،óåéĤا﴾ [Y¶Yَ ³َْ Ÿِnَ وَ ﴿:אلĜو] ١٦/١٥ ،óåéĤا﴾ [Y¶Yَ َ ³َّ ٧/٥٥]، وĜאل: ﴿َوَزّÀ َ﴾ [اĤ×óĝة، َ﴾ [ÛĥāĘ، ١٢/٤١ [أي أèכīıĩ، وĜאل: ﴿žَ ٰ¹َّ ُÀ ·±ّ وĜאل: ﴿£َžَ ‹ٰ ُÁ ·±ّ ٍ﴾ [ق، وجyُžُ ±ْ ®ِ Y·ََ َ ٰyى ِR ±ْ žُ ُ ¹ٍر﴾ [اĥĩĤכ، ٣/٦٧] وĜאل: ﴿َRY ª ٢٩/٢]، وĜאل: ﴿َ¶ ْ© b .[٤١/٣٥ ،óĈאĘ] ،ÙĺŴا] أ ٨٤]/ ﴾ۚ َ ُ} َوÊ َ ْن b ُ ْ̄ ِ ¥ُ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر َض ا ٦/٥٠] وĜאل: ﴿À ١ ط ر - وñİه. ٢ ط ر: واĤכÙĩĥ äאءت. ٣ ط ر - äאءت. ٤ ح: כĩא. .īĻĻĭđĨ īĨ :ح ٥ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 580 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sonra gök ve yerin kulluk emri üzere yaratılmış olmalarının zikredilmesi beş türlü izah edilebilir: Birincisi: Onları yaratmaya kādir olan yegâne varlık Allah’tır. Dolayısıyla kulluk edilen ilâh olmaya lâyık olan yegâne varlık da O’dur. İkincisi: Onları yaratan Allah’tır, başkası değildir. Bu yüzden onlara düşen, Allah’ı birlemek ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaktır. Üçüncüsü: Yeri onlara bir yaygı ve rızık mekânı yapıp üzerinde yürüyebilmeleri için uygun hâle getiren, göğü de kendisinden üzerlerine bereketlerin indiği bir tavan yapan varlık Allah’tır. O hâlde onların yapmaları gereken şey O’na kulluk ve itaat etmek sûretiyle şükretmektir. Dördüncüsü: Bu anlatım bir tür delil getirmedir, çünkü kâfirlerden bazıları yeryüzünde bulunan putlara, ateşe vs. tapar, kimileri de gökte bulunan güneş, ay, melekler vb. varlıklara tapar. Bu itibarla Hak Teâlâ şöyle demiş olmaktadır: Yer, gök ve bu ikisinde bulunan her şey Benim mülkümdür, Benim yarattığım varlıklardır, o hâlde benim mülkümü nasıl olur da kulluk konusunda bana ortak koşarsınız? Beşincisi: Bu ifade tehdit kabilindedir. Yani gök ve yer benim mülkümdür, dilersem sizi yerin dibine geçiririm, dilersem göğü üzerinize yıkarım. Bunun benzeri bir ifade şu âyette geçer: “Onlar, önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya gökten üzerlerine parçalar düşürürüz.” [ es-Sebe’ 34/9] “Ve indirdi.” ifadesi “Sizi yarattı.” [ el-Bakara 2/21] ve “Ve sizin için kıldı.” [ el-Bakara 2/22] ifadelerine atıftır. “Ve gökten indirdi.” Yani dünyanın tavanı olan gökten ya da buluttan indirdi. “Yahut gökten sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi…” [ el-Bakara 2/19] âyetinin tefsirinde “ Sema/gök” kelimesinin anlamı olarak bunlardan her ikisinin de söylendiğini ifade etmiştik, bu yüzden burada ikisi için de kullanıyoruz. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 581 ١ أوįä: Ùùĩì īĨ אدة×đĤאÖ óĨŶا אلè ĹĘ رضŶوا אءĩùĤا ěĥì óذכ ĵĭđĨ ħà .ï×đُ ĺ אıĤإ نijכĺ نŶ ěéÝùĩĤا ijıĘ א؛ĩıĝĥì ĵĥĐ رïĜ يñĤا ijİ ųا Ʃ أن :אİïèأ ًא. ÑĻü įÖ اijכóýĺ źو وهï ِ ّ د ĩıĝĥíÖא؛ ħıĻĥđĘ أن èijĺ ّ óęÜ يñĤا ijİ įĬأ :ĹĬאáĤوا א ŶرزاħıĜ ً đĄijĨو ħıĤ אĈאùÖ رضŶا ģđåÖ ħıĻĥĐ ħđĬأ يñĤا ijİ įĬأ :ßĤאáĤوا أن ħıĻĥđĘ כאت؛ó×Ĥا ħıĻĥĐ لõĭÜ אıĭĨ ،ħıĤ אęĝøً אءĩùĤوا ،אı×אכĭĨ ĹĘ نijýĩĺ źijĤوذ ً .įÝĐאĈو įÜאد×đÖ įĤ واóכýĺ īĨ رضŶا ĹĘ אĨ ï×đĺ īĨ אرęכĤا īĨ نŶ אج؛åÝèźا ģĻ×ø ĵĥĐ ٢ واóĤاďÖ: أįĬ ٥ ٤ واóĩĝĤ واÐŻĩĤכÙ، ٣ اĩýĤ÷ :ijİو ،אءĩùĤا ĹĘ אĨ ï×đĺ īĨ ħıĭĨو ،انóĻĭĤوا אنàوŶا ĹĤ כאĺóü ٦ ĝĘאل: اŶرض واĩùĤאء وĨא ĩıĻĘא ĥĨכĹ وĹĝĥì، ĘכėĻ ijĥđåÜن ĥĨכĹ ĹĘ اđĤ×אدة؟ ÛÑü ُ نÍĘ ،ĹכĥĨ رضŶوا אءĩùĤا :Ĺĭđĺ ،ïĻĐijĤا ģĻ×ø ĵĥĐ įĬأ :÷ĨאíĤوا »ٰ ªِ ََyْوا ا À ْ َ «žََ Ûęùì اŶرض Öכħ، وإن ÛÑü أÛĻĝĤ اĩùĤאء ĻĥĐכħ، כĩא Ĝאل: ﴿ا ْ £ِْ ُ َْو ² ِِ·ُ َْ اÊْر َض ا \ ْ ِ sْ َ ² ْ Oƒَ َ ِ ْن ² ٓ ِYء َو َْ اÊْر ِۜض ا ْ ُŸَ·ْ ِR ±َ ا ّ ªَ َ¯ «rَ Y®َوَ ْ·Àِ u۪ Àَْ َْÁ ±َ ا \ Y®َ .[٩/٣٤ ،É×ùĤا﴾ [ۜ ٓ ِYء ¯َ َªا ّ ±َR ِ YŸً َ ¦ِ ْ·ِÁَْ «َ ﴾ُ §ُ َ ª ©َ َjَ ﴿و] ٢١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ§ ُ £َ َ «rَ ﴿ :įĤijĜ ĵĥĐ ėĉĐ ﴾لَ َ õْ Ĭَ ا َ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ و [اĤ×óĝة، ٢٢/٢]. ٓ ِYء ﴾ أي īĨ اĩùĤאء اĹÝĤ Ĺİ ėĝø اĻĬïĤא أو īĨ اéùĤאب. وïĜ َ²َْ}َل ِR ±َ ّ اªَ َ¯ ﴿َوا א َ ĭ ْ ĝƪ ٧ واïè ĩıĭĨא، ووĘ ģכÖ ģĻĜ įĬأ] ١٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ءYِ ٓ َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ [ِ ®±َ ّ اªَ َ¯ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĭ ّ ĻÖ ĩıĭĻÖא أąĺא. ١ ط ر: Ùùĩì. ٢ ط - أįĬ. ٣ ح - وijİ. ٤ ح: īĨ اĩýĤ÷. ٥ ر: وÐŻĩĥĤכÙ. .ĹכĥĩĤ :ûĨאıĤا ĹĘو ،ĹĥáĩĤ :ط ٦ ٧ ط ر: Ĥכģ. ٥ ١٠ ١٥ 582 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “ Su” yağmur demektir. el-Mâ (su) kelimesinin aslı el-mevehü şeklindedir. Nitekim çoğulunun el-miyâh ve el-emvâh, küçültme isminin el-müveyh, fiil hâlinin mevvehe es-sikkîne, emâhet el-bi’r şeklinde kullanılıyor olması bunun delilidir. Ne var ki el-mevehü kelimesindeki vâv harfi, bir önceki harfin harekesi nedeniyle, telaffuz kolaylığı sağlamak için sâkin yapılmıştır, çünkü vâv harfi illetli harftir. Ardından bu harf elif harfine dönüşmüştür, çünkü bir önceki harfin harekesi fethadır. Aynı durum el-mâl ve el-hâl kelimelerinde de söz konusudur. Böylece kelime mâh şeklini almış, ardından sonundaki “h” harfi hemze ile değiştirilmiştir, bunun sebebi ise bu iki harfin mütecanis (aynı cinsten) olmasıdır. Aynı durum [yani “h” sesinin hemzeye dönüşmesi] iyyâke/hiyyâke ve eyhât/heyhât kelimelerinde de söz konusudur. “Onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır.” el-Hurûc (çıkmak) kelimesi aslında bir şeyin korunaklı yerden açık yere intikalidir. el-İhrâc (çıkarmak) aynı fiilin geçişli hâlidir. el-İstihrâc çıkarım yapmak, et-tehâruc varislerin birbirlerine mirastan bir şeyler vermeleri demektir. Tahrîcü’l-mes’ele (meselenin kaynaklarını etraflıca çıkarmak) ve tahrîcü’l-mu‘allim (hocanın talebeyi mezun etmesi, icazet vermesi) ifadeleri mâlûm kullanımlardır. Bu kelime Kur’ân’da pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Bu âyette asıl [yani çıkma] anlamında kullanılmıştır: “Yurtlarından çıkan (…) kimseler gibi olmayın.” [ el-Enfâl 8/47] 2. İnme anlamında kullanılmıştır: “Nihayet yağmurun onların arasından çıktığını görürsün.” [ er-Rûm 30/48] 3. Yükselmek anlamında kullanılmıştır: “Yere neyin girdiğini ve ondan neyin çıktığını bilir.” [ es-Sebe’ 34/2] 4. Ortaya çıkarma anlamında kullanılmıştır: “Allah gizlemekte olduklarınızı çıkaracaktır.” [ el-Bakara 2/72] 5. Ayrılma anlamında kullanılmıştır: “Yurtlarımızdan ve evlatlarımızdan uzaklaştırıldık.” [ el-Bakara 2/246] 6. Dünyaya geri dönüş anlamında kullanılmıştır: “Çıkış için bir yol var mıdır?” [ el-Mü’min 40/11] 7. Yaratma ve var etme anlamında kullanılmıştır: “Onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır.” Yoksa burada bu rızıkların ağaçlara konulduğu ve ağaçların onları çıkardığı anlamında değildir. 8. Hayat anlamında kullanılmıştır: “İşte biz böylece ölüleri çıkarırız.” [ el-A‘râf 7/57] 9. Ölüm anlamında kullanılmıştır: “Melekler ellerini uzatmış, ‘çıkarın’ diye canlarınızı!” [ el-En‘âm 6/93] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 583 ْ ijاه، َאه واĨŶ ĻĩĤا ِ įđĩä أن ģĻĤïÖ ، ُ ه َ ij َ ً﴾ أي óĉĨا، واĩĤאء أįĥĀ: اĩĤ َٓאء Ĩ﴿ :įĤijĜو ه َ ij َ َ ، وأĨאÛİ اĤ×óÑ، إź أن اijĤاو īĨ اĩĤ َ اùĤכīĻ ه ƪ ij َ Ĩ įĭĨ ģđęĤوا ،įْ ĺ َ ij ُ وóĻĕāÜه اĩĤ ،אıĥ×Ĝ אĨ ÙéÝęĤ א؛ęĤأ ً تóĻ ُ Ā ħà ،ÙĥÝđĨ אıĬŶ ؛ėĻęíÝĥĤ א×ĥĈ א؛ıĥ×Ĝ אĨ ÙכóéĤ ؛Ûĭِ ُ ّכ ø ٣ כĩא ٢ أÛĤïÖ اıĤאء ÖאõĩıĤة؛ åÝĤאĩıùĬא ħà ،«אهĨ» אرāĘ ١ כĩא ĹĘ» اĩĤאل» و«اéĤאل»، ّאك، وأıĺאت وıĻİאت. ٤ إĺאك وĻİ :įĤijĜ ĹĘ ٥ اĝÝĬźאل īĨ اīāéĤ َ ِ ات﴾ اóíĤوج įÝĝĻĝè óَ ĩƪ َ اáĤ īِ Ĩ ۪ įِÖ َ َج óìْ َ َא Ę﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٦ واóíÝøźاج اĭÝøź×אط، واíÝĤאرج īĨ اijĤرÙà إóìاج إĵĤ اijđĤرة، واóìŸاج ÙĺïđÝĨ، ٨ óđĨوĘאن. «ħِ ĥّ َ đُ ٧ اÙĤÉùĩĤ «و«ãĺóíÜ اĩĤ ãĺóíÜ»و ،اثóĻĩĤا īĨ ءĹýÖ ħıąđÖ ¹ُا ²¹§ُ َ واĤכÙĩĥ ĹĘ اóĝĤآن ذכóت ijäijĤه: ñıĤه اÙĝĻĝéĤ اĹÝĤ óĨت Ĝאل: ﴿َوَÊ b جُyُsْ َ ْ¹َْد َق À ِ ِ¶ ْ﴾ [اęĬŶאل، ٤٧/٨] وõĭĥĤول [٨٤ب] Ĝאل: ﴿َžَcَyى اª َYر Àدِ ±ْR ِ ا¹jُ yَrَ ±À َ w۪ َّ ªY¦َ ﴾Y·َ³ْ®ِ جُyُsْ َ َِ» ُi žِ ¿َْ اÊْر ِض َوَRY À À Y®َ ُ َ «ْ َ ۚ﴾ [اóĤوم، ٤٨/٣٠]، وijđāĥĤد Ĝאل: ﴿À µ۪ ِ ªËَrِ ±ْ ®ِ ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٧٢/٢] وóęĥĤاق َ ْ§ُc ُ ¯¹َن b ْcُ³ْ¦ُ Y®َ ج ٌ ِ ysْ ®ُ ُ [اùĤ×É، ٢/٣٤ [وijıčĥĤر Ĝאل: ﴿َو ّ اà ٰ ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٤٦/٢] وijäóĥĤع إĵĤ اĻĬïĤא Ĝאل: Y³َِ َْ\ٓ³َYئ َY َوا ²ِ َYر Àدِ ±ْR ِ Y³َjْ ِ yrْ ُ َ ْu ا Ĝאل: ﴿َو¢ ٍ ِR ±ْ َ~ ۪[ ٍÁ] ﴾©اīĨËĩĤ، ١١/٤٠ [وěĥíĥĤ واåĺŸאد כĩא ĹĘ ñİه اÙĺŴ: وجyُrُ »ٰ ªِ ﴿َžَ·ْ© ا َ ََ̄y ِ ات﴾ [اĤ×óĝة، ٢٢/٢] أي أوİïäא، ĻĤ ÷أıĬא ÙĐijĄijĨ ĹĘ gªا ّ ±َR ِ µ۪ ِ \ جَyَrْ َ Yžَ﴿ ْ َٰ̄¹ْb] ﴾»اóĐŶاف، ِ ُج اª ysْ ُ ² ¥َ ِ ٩ ıäóíĻĘא١٠ ıĭĨא، وĻéĥĤאة Ĝאل: ﴿َ¦ ٰªw اåüŶאر ۜ﴾ [اđĬŶאم، ٩٣/٦] ْ §ُ َ Ÿُ ²َْ ¹ٓا ا jُ ِ yrْ َ ۚ ا ْ·Àِ u۪ Àَْ ¹ٓا ا ُ ~Y ِ َ ِئ َ§ ُ_ \ ٰٓ «¯َ ْ ٥٧/٧]، وijĩĥĤت Ĝאل: ﴿َواª ١ ط ر + واíĤאل. ٢ ط - ħà. ٣ ح: وåÝĤאĩıùĬא. ٤ ر: ħıĤijĜ. ٥ ط: ĹĘ اÙĝĻĝéĤ؛ ر: ÙĝĻĝè. ٦ ط: ïđÝĨ. ٧ ط + Ĺüء īĨ. ٨ ر: اħĥđĤ. .ûĨאİ çĀ ،אرåüŶا ĹĘ ÙĐijĄijĨ אıĬأ - ط ٩ ١٠ ط ر: ıäóìÉĘא. ٥ ١٠ ١٥ 584 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 10. Edinme/yapma anlamında kullanılmıştır: “Onlara bir buzağı, böğürtüsü olan bir ceset/beden çıkardı.” [ Tâhâ 20/88] Yani yaptı, şekil verdi.11. Dua/çağırma anlamında kullanılmıştır: “İnkâr edenlerin ise dostları tâgūttur -yani şeytanlardır-, onları aydınlıktan karanlığa çıkarırlar.” [ el-Bakara 2/208] Yani hidâyetten dalâlete çağırırlar. 12. Kurtuluş anlamında kullanılmıştır: “Kim Allah’tan sakınırsa Allah ona bir çıkış nasip eder.” [ et-Talâk 65/2] 13. Sûretin değişmesi anlamında kullanılmıştır: “Çık oradan!” [ el-Hicr 15/34] Yani melek sûretinden çık. 14. Zikretme anlamında kullanılmıştır: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” [ Âl-i İmrân 3/110] Yani geçmişteki insanlara zikredilmiş [en hayırlı ümmetsiniz]. “Onunla” yani bahsi geçen su ile ki bu su da yağmurdur. “Onunla size rızık olarak çeşitli ürünlerden çıkarandır.” Min harfi burada cins anlamı verir, ancak bu harfin asıl kullanımı “kısmîlik” anlamıdır. Haddizatında cins anlamında da kısmîlik anlamı bulunur, çünkü cins de cinslerin bir kısmıdır. es-Semerât (meyveler) kelimesi es-semeretü kelimesinin çoğuludur. Bunun aslı artmak ve çoğalmaktır. Örneğin semmerallahu mâlehu (Allah onun malını artırsın) denilir. Meyveye de bu nedenle bu isim verilir. Her şeyin ve her fiilin meyvesi (semeresi) ona ilâve olan kısımdır. Bu kelime, sonunda bulunan ve tekillik ifade eden te harfinin atılmasıyla semer şeklinde çoğul yapılır, sonra da simâr şeklinde çoğul yapılır ki aynı durum beled kelimesinin bilâd şeklinde çoğul yapılmasında da söz konusudur. Sonra simâr kelimesi de es-sümür şeklinde çoğul yapılır, aynı durum el-himâr (merkep) kelimesinin el-humur şeklinde çoğul yapılmasında da vardır. Bunlar düzensiz/kuralsız çoğullardır. Kelimenin düzenli/kurallı çoğulu ise es-semârât şeklindedir. Sonra bu kelime burada bakliyat, meyve ve gerek yerden gerek ağaçlardan yetişen bütün yenilebilir bitkiler anlamında kullanılmıştır. Nitekim “Olgunlaştığında meyvesinden yiyin ve hasat günü hakkını da verin.” [ el-En‘âm 6/141] âyetindeki kullanım buna delildir, çünkü hasat ziraat ürünlerinde olur. Allah Teâlâ bu âyette özet olarak ifade ettiği hususu başka âyetlerde genişçe ifade buyurmuştur: “O gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: Her biri birbirine benzer ve her biri birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın.” [ el-En‘âm 6/99], 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 585 ١ ٌار﴾ [įĈ، ٨٨/٢٠ [أي اñíÜ وĀאغ، ¹َrُ µُ َ ª اuً َ jَ Ëً kْ ِ ْ·ُ َ ª جَyَrْ َ وíÜŻĤאذ Ĝאل: ﴿žَY َ ُYš ُۙ ¹ت﴾ [اĤ×óĝة، ٢٠٨/٢] أي اĻýĤאīĻĈ، ُ۬¶ ُ ّ اª ؤYُ ٓÁَِ َْوª ا وآyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ وĐïĥĤאء Ĝאل: ﴿َواª ٢ īĨ اïıĤى إĵĤ ۜ ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٠٨/٢] أي ħıĬijĐïĺ ُ ُ»َ̄ ِ Yت َ« ّ اª ªِ ِ ا ¹ُر َُ·ْ ِR ±َ ّ اª³ ²¹jُ ِ ysْ ُ À﴿ óĻĻĕÝĤو ،]٢/٦٥ ،قŻĉĤا﴾ [ۙYjً yَsْ ®َ µُ َ ª ©ْ َkْ َ À َٰ Ãا ّ¡ ِ َ cَّ اźŻąĤت، وåĭĥĤאة Ĝאل: ﴿َوَR ±ْ À :אلĜ óכñĥĤو ،ÙכÐŻĩĤا رةijĀ īĨ أي] ٣٤/١٥ ،óåéĤا﴾ [Y·َ³ْ®ِ جْyُrYْ žَ﴿ :אلĜ رةijāĤا َ ِ Yس﴾ [آل óĩĐان، ١١٠/٣] أي ذכóت īĩĤ ėĥø īĨ اĭĤאس. ³«ّ ِ ª aْ jَ ِ yrْ ُ َ ٍ_ ا ®ّ ُ ا yَÁْrَ ْcُ³ْ¦ُ ﴿ ۪﴾ أي ÖאĩĤאء اñĤي ذכó، وijİ اóĉĩĤ. įِÖ﴿ :įĤijĜو ،ăĻđ×ÝĥĤ įĥĀوأ ،אĭıİ ÷ĻĭåÜ Ùĩĥכ» īĨ» ﴾ات ِ َ óَ ĩƪ َ اáĤ īِ Ĩ ۪ įِÖ َ َج óìْ َ َא Ę﴿:įĤijĜو ٤ įĬŶ ăđÖ اĭäŶאس. واóĩáĤات ďĩä اóĩáĤة، ؛ăĻđ×ÝĤا ĵĭđĨ ٣ وĹĘ اĻĭåÝĤ÷ ĵĩùÜ ÙıאכęĤوا .هóّ َ Ʃ اų ĨאįĤ، أي زاده وכá óّ وأıĥĀא اĺõĤאدة واĩĭĤאء، ĝĺאل: ĩà ا ً óَ ĩَ ُ اóĩáĤة à ďĩåُ Üو ،įĻĥĐ زاد אĨ ijİ ģĩĐو ٍ īĻĐ ٍ ģכ ةóĩà اñوכ ،اñıĤ ةóĩà ďĩåÜ ُ ًا، ħà اĩáĤאر دŻÖ ďĩåĺ ïĥ×Ĥכא ،ا ً َ אر ĩِ à ħà ،ïĻèijÝĥĤ Ĺİ ĹÝĤا אءıĤا فñéÖ ijİ ÙĨŻùĤا ďĩäو ،óĻùכÜ عijĩä هñİو ،óُ ĩ ُ éĤا ĵĥĐ ďĩåÜ אرĩéĤכא óُ ĩُ áĤا ĵĥĐ ٥ ĭıİא اÉĩĤכźijت כıĥא īĨ اéĤ×ijب واijęĤاכį وİóĻĔא ĩĨא óíĺج Ĺİ ħà .اتóĩáĤا َ¹َْم À µُ َ £ّ nَ ا¹bُ ٰ واَ yَ¯َ fَْ ا ا َِذٓ ِ ۪هٓ ا y¯َ َ f ±ْ ®ِ ا¹»ُ¦ُ ﴿ :įĤijĜ įĻĥĐ لïĺو ٦ īĨ اŶرض واóåýĤ ۘ﴾ [اđĬŶאم، ١٤١/٦] واāéĤאد ĺכijن õĥĤرع. وïĜ ćùÖ Ʃ اų đÜאĵĤ Ĩא اóāÝìه َn ‡َ ِYد۪ه µ۪ ِ \ Y³َjْ yَrْ َ Yžَ ءY ۚ ٓ ِYء َRٓ ً َ²َْ}َل ِR ±َ ّ اªَ َ¯ ۪ ي ا ٓ َّـw ĹĘ ñİه اÙĺŴ ĹĘ آÙĺ أóìى ĝĘאل: ﴿َو ُ¶¹َ اª ۚ﴾ اÙĺŴ،] اđĬŶאم، ٩٩/٦] Y]ً ¦ا ِ yَcَ®ُ Y]ًّ nَ µُ³ْ®ِ جُ ِ ysْ ُ ² اyً ‹ِ rَ µُ³ْ®ِ Y³َjْ yَrْ َ ِ ‚َ ْ¿ٍء žَY ََ[ َ Yت ُ¦ّ© ² ١ ط: وĄאع. ٢ ط: ħİijĐïĺ. ٣ ط: واĻĭåÝĤ÷. .ăĻđ×ÝĤا ĵĭđĨ ÷ĻĭåÝĤا ĹĘو - ر ٤ ٥ ح: ijİ. .ûĨאİ çĀ ،óåýĤوا - ح ٦ ٥ ١٠ ١٥ 586 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Gerçekten Biz, yağmuru bol bol yağdırdık. Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık.” [ Abese 80/25-28] es-Semerât kelimesinin başındaki elif-lâm takısı marifelik ifade eder ki bunun da birkaç çeşidi vardır. Biri kelimeyi cins açısından belirlemek şeklindedir, bu durumda o cinse dâhil olan her şeyi içine alma anlamı verir. İkincisi insanların bildikleri şey anlamında marifelik anlamıdır ki bu durumda bu meyveler/bitkiler, insanların bildikleri bitkilerdir. Üçüncüsü yine insanların bildikleri şey anlamında marifelik anlamıdır, ancak bu durumda kasıt, cennetten çıkan meyve anlamıdır. Hz. Peygamber aleyhisselâm “ Âdem aleyhisselâm cennetten inince Allah ona her bir şeyin yapımını öğretti ve onu cennet meyveleri ile donattı, işte sizin şu meyveleriniz cennet meyvelerindendir, ancak cennet meyvelerinin bunlardan farkı, bozulmamalarıdır.”1 buyurmuştur. “Size rızık olarak” Yani yiyecek olarak. Bir görüşe göre bu “size azık olarak” anlamına, bir başka görüşe göre “gıda olarak” anlamına gelir ki bunlar birbirine yakın görüşlerdir. Bu ifadenin tafsilatlı bir şekilde tefsiri “Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” [ el-Bakara 2/3] âyetinde yapılmıştı. Ana hatları ile ifade edilecek olursa, Allah Teâlâ kullarına ihsan etmiş olduğu nimetleri bildirmekte; göğün yükseltilmiş bir tavan yapılması, yerin onlar için yaygı gibi açılması, yağmur ile onlara bitkilerin rızık olarak çıkarılması gibi nimetlerini hatırlatmaktadır. Şöyle denilir: Allah insanlara zorunlu olarak ihtiyaç duydukları şeyleri lutfetmek sûretiyle onları başkalarına minnet duymaktan azade etmiştir. Bu meyanda gökyüzü onlara örtü, yer döşek, mubah şeyler rızık, itaat meslek, ibadet meşguliyet, zikir ünsiyet, Rab ise vekil olarak yeter. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Bu âyet göklerin ve yerin yaratılmasından, suyun indirilmesinden, meyvelerin ve türlü faydalı şeylerin çıkarılmasından maksadın insanlar olduğuna delâlet etmektedir ki bütün bunlar ile imtihan edilenler insanlardır. 1 Bezzâr, Müsned, 8: 45; Hâkim, el-Müstedrek, 2: 592. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 587 ﴾Y]ً ³َِوَ ۙY]ًّ nَ Y·Áَ ž۪ Y³َcْ]َ²َْ Yžَ﴿ :אلĜ أن ĵĤإ] ٢٥/٨٠ ،×÷Đ] ﴾ۙY]ًّ †َ ءYَ ٓ ¯َ ْ ªا Y³َ]ْ]َ†َ Yَ ²َّ وĜאل: ﴿ا .[٢٨-٢٧/٨٠ ،÷×Đ] ،ÙĺŴا َ ِ ات﴾ ėĺóđÝĥĤ وįĤ وijäه: أİïèא: ėĺóđÜ اĭåĤ÷، óَ ĩƪ áĤا ﴿:ĹĘ مŻĤوا ėĤŶا ħà :ßĤאáĤوا .אرĩáĤا īĨ هijĘאرđÜ אĨ ijİو ،دijıđĩĤا ėĺóđÝĤ įĬأ :ĹĬאáĤوا .ģכĤا ħĻĩđÝĤ ijİو א ّ ĩĤ» :مŻùĤا įĻĥĐ אلĜ .ÙĭåĤا īĨ ÙäóíĩĤا אرĩáĤا ijİو] أ أįĬ ėĺóđÝĤ اijıđĩĤد، [٨٥ هñİ ħאرכĩáĘ ،ÙĭåĤا ٢ אرĩà īĨ ١ ƪده وزو ءĹü ģכ ÙđĭĀ ųا Ʃ įĩĥĐّ مŻùĤا įĻĥĐ آدم ć×İأ ٣ .«óĻĕÝÜ ź ÙĭåĤا אرĩà أن źإّ ،ÙĭåĤا אرĩà īĨ .اءñĔ :ģĻĜو .ħכĤ אÜijĜ :ģĻĜو .ħכĤ אĨאđĈ أي﴾ ْۚ ħכُ Ĥَ אĜً ْ وįĤijĜ đÜאĵĤ: ِ﴿رز ُ £ُŸِ³ْ ¹َۙن﴾ [اĤ×óĝة، À ْ ¶Yُ ³َ ْ َY َرَز¢ ¯ّ®ِوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ įĥĻāęÜو هóĻùęÜ óĨ ïĜو .ÙÖאرĝÝĨ Ĺİو ħıĤ אءĩ ّ ùĤا ěĥìِ īĨ ħıĻĥĐ įÖ ّ īĨ אĨ óכñÖ ħıĻĤإ فّ óđÜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن įÝĥĩäو] ٣/٢ ٤ وإóìاج اĭĤ×אت ħıĤ ÖאóĉĩĤ زرĜא ِ اŶرض ħıĤ üóĘא ĐijĄijĨא، ęĝøא ĐijĘóĨא، وإýĬאء אءĩùĤا ħİאĘכאĘ ،įĭĨ ïÖّ ź אĨ ٦ ħıĤ É ّ ٥ اáĨŶאل ÉÖن Ļİ Ùّ ĭĨ īĨ ħıĝÝĐأ :אلĝĺو .אĐijĩåĨ ِĉĔאء، واŶرض وĈאء، واĩĤ×אèאت رزĜא، واĉĤאÙĐ ÙĘóè، واđĤ×אدة Żĕü، واñĤכó ùĬËĨא، واóĤب đÜאĵĤ כאĻĘא. :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè دÛĤ اÙĺŴ أن اijāĝĩĤد ĹĘ ěĥì اĩùĤאء واŶرض وإõĬال اĩĤאء ٧ اóĩáĤات وأijĬاع اĭĩĤאďĘ ijĭÖ آدم وħİ اijĭéÝĩĩĤن ıĻĘא؛ وإóìاج .įäّ ١ ر: وزو ٢ ط - ĩàאر. .٥٩٢/٢ ،ħאכéĥĤ ركïÝùĩĤا ؛٤٥/٨ ،ارõ×Ĥا ïĭùĨ :ßĺïéĥĤ óčĬا ٣ .ûĨאİ çĀ ،אĐijĘóĨ :ط ٤ .Ùّ ĭĨ īĐ :ر ٥ ٦ ط - ħıĤ. ٧ ط - وإóìاج، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 588 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nitekim âyette “Size kıldı.” [ el-Bakara 2/22], “Yerde ve göklerde olanları size amade kıldı.” [ el-Câsiye 45/13], “Geceyi ve gündüzü size amade kıldı.” [İbrâhîm 14/33], “Gemiyi size amade kıldı.” [İbrâhîm 14/32] buyurmuştur ki daha pek çok âyette bütün bunlar bize izâfe edilmiştir. Sonra Allah Teâlâ lutfuyla, aralarındaki uzaklığa rağmen göğün faydalarını yerinkilerle birleştirmiştir ki bunun neticesinde yerden çıkan her şey gökten inen su ile çıkar. Böylece Allah, bu ikisinin de yaratıcısının bir olduğunun bilinmesini murat etmiştir. Çünkü eğer birinin yaratıcısı diğerinden farklı olsaydı bunların faydaları, aralarındaki uzaklığa rağmen birleşemezdi ve bu iki yaratıcıdan birinin diğerine muhalif olması düşünülebilirdi. O hâlde bu durum, yer ve göğün yaratıcısının tek olduğuna ve O’nun ortağı olmadığına delâlet eder.1 “Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.” Buradaki endâd (ortaklar) kelimesi nidd kelimesinin çoğuludur, bu da misil anlamına gelir. en-Nedîd ve en-nedîde kelimeleri de böyledir. Şair şöyle demiştir: es-Senderî (İbn Yezîd el-Küllâbî) benim dengim sayılmasın diye (onunla atışmıyorum) (Yoksa) ben bir araya gelmiş toplulukları dağıtıveririm A’mâm kelimesi ‘amm (büyük topluluk) kelimesinin çoğuludur, elumûm kelimesi uzun boylular/büyükler anlamına, el-amâ’im kelimesi ise topluluklar anlamına gelir. Yine şair en-nidd ve en-nedîd kelimelerini şöyle kullanmıştır: Siz şimdi Teym’i mi bana denk (nidd) sayıyorsunuz? Oysa Teym, soyluya denk (nedîd) olamaz! Niddüke hüvellezi yünâddüke (Senin dengin sana mukabil olandır.) denilir, yani senin karşına çıkıp seni savabilendir. Bu kelime nedde, nüdûden ve nedâden (uzaklaştı, kaçtı) kelimesinden gelir. Buradaki tefsiri Abdullah b. Abbas ve Hasan-ı Basrî’ye göre “Mülk konusunda hiçbir varlığı Allah’a denk ve ortak varlık olarak nitelemeyin.” şeklindedir. Bazı rivayetlerde “denk ve ortak” yerine “benzer ve aynı” ifadesi geçer. Mücâhid ve İkrime’nin Abdullah b. Abbas’tan nakline göre anlam, 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 58. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 589 َ ُ§ ْ َRY žِ ¿ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات ªyَ َ َ ُ§ ُ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٢/٢] وĜאل: ﴿َوَ~ ّs ª ©َ َjَ ﴿ :אلĜ įĬÍĘ ۚ﴾ اÙĺŴ، ََ· َYر ْÁَ ©َو ّ اª³ َّ َ ُ§ ُ اª ªyَ َ َوَRY žِ ¿َْ اÊْر ِض﴾ [اåĤאÙĻà، ١٣/٤٥ [وĜאل: ﴿َوَ~ ّs īĨ ١ óĻáوכ] ٣٢/١٤ ،ħĻİاóÖإ﴾ [כَ ĥْęُĤاْ ُ§ ُ َ ª yَ َ [إóÖاħĻİ، ٣٣/١٤ [وĜאل: ﴿َوَ~ ّs ďĘאĭĩÖ ÙĥāÝĨ אءĩùĤا ďĘאĭĨ įęĉĥÖ ģđä ħà .אĭĻĤإ įĥכ כĤذ אفĄأ אتĺŴا īĨ لõĭĺ אĩÖ źإ אÑĻü رضŶا جóíÜ ŻĘ ،אĩıĭĻÖ אĨ ïđÖ ĵĥĐ رضŶا óĻĔ اñİ ÏýĭĨ כאنijĤ įĬŶ ؛ïèوا אĩıÑýĭُ Ĩ أن َ ħĥđُ اĩùĤאء īĨ اĩĤאء؛ ĻĤ فŻì ħİ ّ ijÜو אĩıĭĻÖ אĨ ïđÖ ĵĥĐ óìŴا ďĘאĭĩÖ اñİ ďĘאĭĨ ģāÝĺ ħĤóìŴا ٢ .įĤ כĺóü ź ïèوا אĩıÑýĭِ ُ أĩİïèא اóìŴ، ÍĘذا כאن כĤñכ ّدل أن Ĩ ïĺïُ َ ْģ، وכĤñכ اĭĤ áĩĤا ِ ijİو ،ïّ ِ Ĭ ďĩä ijİ ﴾ادا ً uَ ²َْ َ ْkَ ُ«¹ا ِّà ِٰ ا b Ëَžَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو َïĺïة. Ĝאل اýĤאóĐ: واĭĤ ٣ َ א ĩĐאĩِ َ Đ אĨijĩ ُ Đ אĨאĩĐَ َħÝü أ وأ ĹÜïĺَ ïِ Ĭَ يƫ رِïَ ْ ĭ ƪ ùĤا نijכĺ َ Żْ Ļכَ Ĥِ ٦ ٥ واïĺïĭĤ: ïĭĤاĹĘ ٤ ، واijĩđĤماijĉĤال، واĩđĤאħĐ اĩåĤאĐאت. وĜאل ّ ħĐ ďĩäאمĩĐŶوا ٧ ïĺُ ïِ Ĭَ Õùٍ èَ يñĤِ ٌ ħĻَ Ü אĨو اïƬ Ĭِ ƪ ĹĤإ نijَ ĥđُ åÜ ً א ْ ĩْ Ļَ أÜ ا» ً َ َïاد ٨ وĬ ًا، ودïĬ ، ƪ وïĬك ijİ اñĤي ĭĺאدك، أي اñĤي ĝĺאĥÖכ ّ óęĭĻĤك، īĨ ħıĤijĜ:» ïĬ ĹĘ כאءóüو źאáĨأ ųا Ʃ اijęāÜ ź ٩ أي óęĬ. وóĻùęÜه ĭİא Ĩא Ĝאل اīÖ Đ×אس واīùéĤ: أي :אس×Đ īÖا īĐ ÙĨóכĐو ïİאåĨ אلĜو .źכאüوأ źاïĐأ :אظęĤŶا ăđÖ ĹĘو ١٠.כĥĨ ١ ط: وĹĘ כóĻá. ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٥٨/١ .«دïĬ» ،يïĻÖõĥĤ وسóđĤا אجÜ ؛١٩٩ .ص ،įĬاijĺد :óčĬا .ÙđĻÖر īÖ ïĻ×ĥĤ ÛĻ×Ĥا ٣ ٤ ر - وĜאل. ٥ ر: وĹĘ اïĭĤ. ، واijĩđĤم اijĉĤال، واĩđĤאħĐ ّ א واĩĐŶאم ďĩä ħĐ َ ĩĐאĩِ َ Đ אĨijĩُ Đ אĨאĩĐَ َħÝü أ ĹÜïĺ وأ َ ïِ َ Ĭ يƫ رِïَ ْ ĭ ƪ ùĤا نijכĺ َ Żْ ِ َכĻ ٦ ط - Ĥ اĩåĤאĐאت. وĜאل ĹĘ اïĭĤ واïĺïĭĤ، çĀ İאûĨ؛ ر + Ĝאل اýĤאóĐ. ٧ اĤ×ÛĻ óĺóåĤ. اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ١٢٩؛ đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، ٩١/١ (اĤ×óĝة، ٢٢/٢). ، واijĩđĤم اijĉĤال، واĩđĤאħĐ ّ א واĩĐŶאم ďĩä ħĐ َ ĩĐאĩِ َ Đ אĨijĩُ Đ אĨאĩĐَ َħÝü أ ĹÜïĺ وأ َ ïِ َ Ĭ يƫ رِïَ ْ ĭ ƪ ùĤا نijכĺ َ Żْ ِ َכĻ ٨ ط - Ĥ اĩåĤאĐאت. ٩ ر: أن. ١٠ ح ر: ĹĘ ĥĨכį. ٥ ١٠ ١٥ 590 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah’tan başkasına itimat etmeyin, sadece Allah’a tevekkül edin.” şeklindedir. Yine Abdullah b. Abbas’ın şöyle dediği nakledilir: “Sakın ‘Falan kişi olmasaydı başıma şu şu gelirdi.’, ‘Köpeğimiz kapıda havlıyor olmasaydı eşyalarımız çalınırdı.’ demeyin.” Hz. Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Keşke/eğer demekten kaçınınız, çünkü bu münafıkların sözüdür, münafıklar “Eğer onlar bizimle olsalardı öldürülmez ve ölmezlerdi.” [ Âl-i İmrân 3/156] demişlerdir. “Bile bile” yani sizi ve sizden öncekileri, gökleri, yeri ve rızıkları yaratanın putlar değil Allah olduğunu biliyorsunuz, çünkü putlar ne bir zarar verebilirler ne de bir fayda sağlayabilirler. Aynı anlamda Allah Teâlâ “Şimdi siz Allah’ı bırakıp size bir fayda sağlayamayacak, zarar da veremeyecek olan şeylere mi kulluk ediyorsunuz?” [ el-Enbiyâ 21/66], “Ve Allah’ın kendisini bir ilim üzere saptırdığı kimse…” [ el-Câsiye 45/23] -yani ilâh edindiği varlığın kendisine fayda sağlamayacağına dair bir ilim üzere- buyurmuştur. Bir görüşe göre “Bile bile” ifadesi, “Bütün bunları yapanın Allah olduğunu kabul ettiğiniz hâlde” anlamına gelir. Nitekim Allah Teâlâ “Andolsun, eğer onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?’ diye soracak olsan mutlaka, ‘Allah’ diyeceklerdir.” [ el-Ankebût 29/61], “Andolsun, eğer onlara, ‘Gökten yağmuru kim indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?’ diye soracak olsan, mutlaka, ‘Allah’ diyeceklerdir.” [ el-Ankebût 29/63] buyurmuştur. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: “Bile bile” ifadesi şu anlama gelmektedir: Sizde düşündüğünüz, tefekkür ve tedebbür ettiğiniz takdirde Allah’ın hiçbir benzeri ve dengi olmadığını anlamayı sağlayacak olan şeyi [yani aklı] yaratmıştır. Nitekim Allah Teâlâ “Ve kendinizde de âyetler vardır. Görmez misiniz?” [ ez-Zâriyât 51/21] buyurmuştur.”1 Bir görüşe göre anlam şöyledir: “Onun dengi olmadığını biliyorsunuz.” Bir görüşe göre anlam şöyledir: “Allah’a denk koşanların başına inen azabı biliyorsunuz.” Bir görüşe göre anlam şöyledir: “Allah’tan başkasının hizmete lâyık olmadığını bildiğiniz hâlde O’ndan başkasına hizmet etmeyin. Allah’tan başka hiçbir varlığın fayda veya zarar veremeyeceğini, herhangi bir şey vermeye ya da almaya kādir olmadığını bildiniz hâlde O’ndan başkasından korkmayın.” 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 59. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 591 اijĤijĝÜ ź أي :אلĜ įĬأ אس×Đ īÖا īĐو .ųا Ʃ ĵĥĐ اijĥכijÜو ųا Ʃ óĻĔ ĵĥĐ ١ واïĩÝđÜ ź įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐو .אĭĐאÝĨ قóِ ُ ùĤ אب×Ĥا ĵĥĐ çĻāĺ אĭ×ĥכ źijĤو ،اñכ ĹĭÖאĀŶ نŻĘ źijĤ Y®َوَ ا¹bYُ ®َ Y®َ Yَ ¹ُا ِ َ³ْu² ²Y¦َ ¹َْ ª﴿ :اijĤאĜ ،īĻĝĘאĭĩĤا مŻכ īĨ įĬÍĘ ؛ijĤو ħאכّ ٢ «إĺ اŻùĤم: ۚ﴾ [آل óĩĐان، ١٥٦/٣]». ِ¢ُcُ«¹ا ħכĥ×Ĝ īَ ُ َijن﴾ أي أن Ʃ اų ijİ اñĤي ĝĥìכħ وĨ ĩĥَ ْ đَ Ü ْ ħُ Ýْ Ĭَ ا َ وįĤijĜ] ٨٥ب] đÜאĵĤ:﴿و وěĥì اĩùĤאء واŶرض وěĥì اŶرزاق دون اĭĀŶאم؛ ıĬÍĘא ź óąÜ وź ďęĭÜ. وĜאل: µُ َّ «Šَ َ ۜ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٦٦/٢١] وĜאل: ﴿َوا ْ¦ُ ُyّ‹ُ َ À Êَوَ Yـًٔ Áْ‚َ ْ §ُ ُŸَ³َْ À Êَ Y®َ ِٰ Ãا ّ ونِ دُ ±ْR ِ ونَ uُ ]ُ ْcَžََ ﴿ا ٣ أن اñĤي اñíÜه إıĤא ź įđęĭĺ. وģĻĜ: أي ħĥĐ ĵĥĐ أي] ٢٣/٤٥ ،ÙĻàאåĤا﴾ [ٍ ْ «ِ »ٰ «َ ُ ّ اà ٰ ±ْ ®َ ْ·ُcَْ ªَ َِئ ±ْ َ~Y ُ َijن﴾ وóĝÜون أن Ʃ اų ijİ اñĤي ģđĘ ذĤכ Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوª ĩĥَ ْ đَ Ü ْ ħُ Ýْ Ĭَ ا َ ﴿و ُۚ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٦١/٢٩] وĜאل: َ ّ اà ٰ ±ّ ُ ª¹£ُÁََ ª yَ¯َ£َ ْ َ ْ̄ َ{ َواª ƒªا ّ yَ َ َ َ¡ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر َض َو َ~ ّs «rَ ﴾ۜ ُ َ ّ اà ٰ ±ّ ُ ª¹£ُÁََ ª Y·َِ b¹ْ®َ uِ ْ َ ِِµ َْ اÊْر َض ِR ±ْ \ \ YÁَnْ َ Yžَ ءYً ٓ®َ ءYِ ٓ ََل ِR ±َ ا ّ ªَ َ¯ {َّ ² ±ْ ®َ ْ·ُcَْ ªَ َِئ ±ْ َ~Y ﴿َوª [اĭđĤכ×ijت، ٦٣/٢٩]. ħÜóّ ÖïÜ ijĤ אĨ ħכĻĘ ÉýĬأ أي ،نijَ ُ ĩĥَ ْ đَ Ü ْ ħُ Ýْ Ĭَ ا َ Ʃ اų:» و وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ﴾ونَ yُ‡ِ ]ْbُ Ëَžََ ۜ ا ْ §ُ ِ Ÿُ ²َْ ا¿ ٓž۪وَ ﴿:אلĜ ،įĤ ģכü źو įĤ ïĬ ź įĬأ ħÝĩĥĐ ħÝĥّ ّ وęÜכħÜó وĨÉÜ ٤ [اñĤارĺאت، ٢١/٥١]». :ģĻĜو .ïèوا įĬأ نijĩĥđÜ ħÝĬوأ أي :ģĻĜو .ïĬ įĤ ÷ĻĤ įĬأ نijĩĥđÜ ħÝĬوأ أي :ģĻĜو ħÝĬوأ ųا Ʃ óĻĔ اijĨïíÜ ź أي :ģĻĜو .اداïĬأ ų Ʃ ñíÜا īĩÖ لõĬ אĩÖ نijĩĥđÜ ħÝĬوأ أي ź įĬأ نijĩĥđÜ ħÝĬوأ ،هóĻĔ اijĘאíÜ źو اijäóÜ źو ،هóĻĔ ÙĨïíĤا ěéÝùĺ ź įĬأ نijĩĥđÜ َ óĻĔه. ďĬאĨ źو َ ĹĉđĨ źو ƪ َ وź Ąאر ďĘאĬ .واï×đÜ ź :ط ١ ٢ م - وīĐ اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم. .ûĨאİ çĀ ،ħĥĐ - ط ٣ ٤ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٥٩/١ ٥ ١٠ ١٥ 592 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buradaki umumi nasihat şudur: Âyette “Size verdi.” demiş, sonra “Size rızık olarak” buyurmuştur, eğer kıyamet günü sana, “İşte bütün bunları sizin için yaptım, pekiyi siz Benim için ne yaptınız?” diyecek olursa ne cevap vereceksin? Anlatıldığına göre Şiblî bir gün insanlara vaaz etmiş, kıyamet günü ve onun dehşetinden bahsettikçe insanlar ağlamaya başlamışlar, bunun üzerine oradan geçen Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, “Onları korkutma, çünkü o günün hesabı bu kadar uzun değil, sadece iki kelimeden ibaret: Ben seninleydim peki sen kiminleydin?” demiştir. Ömer en-Nesefî der ki: Ben de şöyle derim: Bu sualin cevabı hakkında siz ne söylemek istersiniz? Erkek bedenle birlikte ve kadın peşindeyim demekte, kadın erkekle birlikte ama daha güçlüsünün peşindeyim demekte, efendi sultanla birlikteyim ama kâr-zarar peşindeyim demekte. “Ben tamamıyla Hak ileyim” diyen kim? 23. Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayrı şahitlerinizi de çağırın. [ el-Bakara 2/23] “Eğer herhangi bir şüpheye düşüyorsanız.” Âyetin öncesi ile irtibatı şudur: Bu âyet kendilerine “Ey insanlar” [ el-Bakara 2/21] diye seslenilenlere hitaptır ki o kimselere Allah’a, resulüne ve kitabına iman etmelerini emretmiş, o âyetlerde zikredilen delillerle Allah’ın Rab oluşunu, bu âyet ile de resulünün ve kitabının doğruluğunu ispat etmiştir. Sonra buradaki in (eğer) kelimesi birkaç anlama gelir: “Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder.” [ Muhammed 47/7] âyetinde olduğu üzere şart anlamına; “Mademki müminsiniz, o hâlde faiz olarak kalanı terk edin.” [ el-Bakara 2/278] âyetinde olduğu üzere iz (-e göre) anlamına; “Kâfirler ancak bir aldanma içindedirler.” [el-Mülk 67/20] âyetinde olduğu üzere olumsuzlama anlamına; “Rabbimizin vaadi muhakkak gerçektir.” [ el-İsrâ 17/108] âyetinde olduğu üzere tekit anlamına; 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 593 ١ ـאلĜ ijـĥĘ ﴾ْۚ ħכـُ Ĥَ ـאĜً ْ ُ ﴾ وĜـאل: ِ﴿رز ħכـُ Ĥَ ģـ َ َ đَ ä﴿ :ÙـĺŴا ĹـĘ ـאلĜ įـĬأ ĹـĥכĤا ċـĐijĤوا ٣ ل؟ijـĝÜ ـאĩĘ ،؟»ĹـĤ ħـÝĥđĘ ـאĩĘ ħכـĤ įـĥכ اñـİ ÛـĥđĘ ُ » :ÙـĨאĻĝĤا ĹـĘ ٢ Ĥـכ ـא ذכـó Ĩـī اĻĝĤאĨـÙ وأijİاıĤـא، ĩĘـó َ ĩِ Ĥ ħـİכאÖÉĘ ـאĨijĺ ـאسĭĤا ċـĐو ٤ وĐـī اýĤـ×Ĺĥ أĬـį ٦ ÑĨijĺـñ ĻĤـ÷ ıÖـñا اĉĤـijل، ٥ وĜـאل: «ź ıĐõęÜـħ؛ ĘـÍن ùèـאب ıÖـħ أÖـij اùéĤـīĻ اĭĤـijري إĩĬـא İـij כÝĩĥـאن: Ĩـī Üـóا Öـijدم Üـij כـóا Öـijدى». ٩ وأĬـא أĜـijل: üـĩא Œـį ijìاűİـï ÝęŜـī در ِ äـijاب اŰـī :{Ġ ٨ ٧ اýĤـëĻ اĨŸـאم {Ĝـאل øـËال، üـijى ĺijŜـï ÝíĤـĵ Üـī را Öـijدم و ÝíĤـĵ زن را، و زن ĺijŜـï ÝíĤـĵ üـijى را Öـijدم ÝíĤـĵ Ŝـijی را، و ijìاäـį ĺijŜـï ÝíĤـĵ øـĉĥאن را Öـijدم ÝíĤـĵ øـijد و زĺـאن را، .دمijـÖ را ěـè įـĩİ īـĨ ïـĺijŜ įכـ ÛـùĻכ ْ ُijĐا َ اد ۖ و į۪ĥِáْĨِ īْ Ĩِ ةٍ َ ُ ijر ùÖِ اijÜُْ ÉĘَ אĬَïِ ْ ×Đَ ĵĥٰĐَ אَ ĭĤْõƪĬَ א ƪ ĩĨِ Õٍ ْ ĺَ ْ ۪ĹĘ ر ħُ Ýْ َ ِا ْن ُכĭ -٢٣ و īĻ َ Ĝ۪אدِ Āَ ْ ħُ Ýْ Ʃِ اų ِا ْن ُכĭ ُ ِون د īْ Ĩِ ْ َ ُכħ َ َٓïاء ıüُ :ـאلĝĘ ħـİאداĬ īـĺñĥĤ ـאبĉì įـĬأįـĥ×Ĝ ـאĩÖįـĨאčÝĬا﴾ Õـ ٍ ْ ĺ َ ۪ ـĹ ر Ę ْ ُـħ Ý ْ ĭُ ْن כ ِ ا َ وĤijĜـđÜįאĤـĵ:﴿و ģĻĤد Û×àوأ ،įÖאÝوכ įĤijـøورųאÖ Ʃ ُ ﴾ [اĤ×ĝـóة٢١/٢،] وĜـï١٠ أİóĨـħ ÖאĩĺŸאن وijİ: ƪـאس َـא اĭĤ ı ƫ ĺَ َٓـא ا ĺ﴿ رÝĻÖijÖـĩÖįـאذכـĘóـĥÜĹـכاĺŴـÙ، وأà×ـÛ رøـאÙĤرøـįĤij وéĀـÙכÝאÖـĘįـİĹـñهاÙĺŴ. ،ïــ ƪ ĩ َ éُ Ĩ] ﴾ ْ ُــħ כ ْ ó ُ āْ ĭ َ ĺ َ ُوا Ʃ اų ُ ــó āْ ĭَ ْن Ü ِ àــħ כĩĥــÙ» إن» ٍ đĩĤــאن: ýĥĤــóط כĩــא ĘــĹ ĤijĜــį:﴿ ا ﴾َ īـĻ۪ ĭ ِ Ĩْ Ëُ Ĩ ْ ُـħ Ý ْ ĭُ ْن כ ِ ٰٓـijا ا Ö ِ ّ َ اóĤ ِ ـī Ĩ َ ِ ـĹ ĝ َ َ ـא Ö ُوا Ĩ َ َذر ٧/٤٧]، وĭđĩÖـĵ» إذ» כĩـא ĘـĹ ĤijĜـį đÜאĤـĵ:﴿ و ُ ٍورۚ﴾ [اĥĩĤــכ، ٢٠/٦٧]١١، óــĔُ Ĺــ ۪ Ę źƪ ِ ُ َون ا ِــó ِ ِن ْاĤ َכאĘ [اĤ×ĝــóة، ٢٧٨/٢]، وęĭĥĤــĹ כĩــא ĘــĹ ĤijĜــį:﴿ ا ُ ً ــźij] ﴾اøŸــóاء، ١٠٨/١٧]، đęْ َ َــא َĩĤ ĭِّ Ö َ ــï ر ُ ْ Đ َ َ َ אن و ْن כ ِ ا ﴿:įــĤijĜ ĹــĘ ــאĩכ» ïــĝĤ» ÙــĤõĭĩÖ ïــĻכÉÝĥĤو ١ ر: وĜאل. ٢ ر: Ĥכħ. ٣ ر: Ĩא ijĤijĝÜن. ٤ ح - أįĬ. ٥ طر: أijÖ اīùéĤ اijáĤري | أijÖ اīĻùéĤأïĩéĨīÖïĩèاijĭĤري اĤ×ïĕادي (ت. ٢٩٥ İـ٩٠٨/م). ،ïĤijĩĤواÉýĭĩĤادياïĕÖ īÖאÖفóđĺ،ģĀŶاĹĬאøاóì īÖيواóùĤاÕéĀ .يijĕ×Ĥا أĵÖاijéĤاري. وכאن īĨ أóĜان اïĻĭåĤ،כ×óĻاÉýĤن. واijĭĤرى אريíÖīĻÖةïĻĥÖ،«رijĬ» ĵĤإÙ×ùĬ وïĭĜóĩø؛وĝĺאل: ijĭĤرכאن אتĝ×Ĉ :óčĬا .įĻĤاÕùĭĘįıäijÖ اĹĩĥùĥĤÙĻĘijāĤ،ص. ١٣٥؛ ،īĝĥĩĤاīÖźאءĻĤوŶאتاĝ×Ĉ ص. .٦٢ ٦ ر: ùèאħıÖ. ٧ ط + اėĭāĩĤ. ٨ ر + اéĤאج. ٩ ط - اëĻýĤاĨŸאمرĹĄ اų įĭĐ. ١٠ ح: ïĜ. ١١ ح + أيĨא اĤכאóĘون. ٥ ١٠ ١٥ 594 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir.” [ Hûd 11/111] âyetinde olduğu üzere inne (şüphesiz) anlamına gelir; “Andolsun Biz onlara, size vermediğimiz kudreti/imkânı vermiştik.” [el-Ahkāf 46/26] âyetinde olduğu üzere sıla (bağlantı) ifadesi olarak ve “Sana zarar verecek olsa da doğru söylemelisin, sana fayda sağlayacak olsa da yalandan uzak durmalısın.” ifadesinde olduğu üzere tahkik [yani bahse konu olan şeyin gerçek olduğunu ifade etme] anlamında kullanılır. “İseniz” Buradaki küntüm ifadesi entüm (siz) anlamına gelir. Küntüm kelimesi Kur’ân’da geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman için kullanılır. “Yalanlamalarına karşılık.” [ el-Bakara 2/10] âyetinde geçen kâne kelimesinin tefsirinde bu hususu izah etmiştik. Küntüm kelimesi de onunla aynıdır. Geçmiş zaman için kullanımına örnek “Sizler ölüler idiniz.” [ el-Bakara 2/28] âyeti, şimdiki zaman için kullanımına örnek “Eğer inanıyor iseniz üstün olan sizlersiniz.” [ Âl-i İmrân 3/139] âyeti, gelecek zaman için kullanımına örnek ise “Sizler [kıyamet günü] üç grup olacaksınız.” [ el-Vâkıa 56/7] âyetidir. “Şüpheye” Yani kuşkuya. Bu kelimenin izahı “Onda şüphe yoktur.” [ el-Bakara 2/2] âyetinin tefsirinde geçmişti. “İndirdiklerimizden” Buradaki mimmâ kelimesi aslında iki kelimenin birleşmesinden oluşmuştur. Min kelimesinin sonundaki nûn harfi mîm harfine idgam edilmiş (birleştirilmiş) böylece bu ikisi, yazıda şedde ile gösterilen tek bir mîm, okunuşta ise iki ayrı mîm olmuştur. Mâ harfi ellezî (o ki) anlamındadır. Böylece “İndirdiklerimizden” ifadesi Kur’ân anlamına gelir. Onun indirilmesi ile ilgili hususları “Sana indirilene…” [ el-Bakara 2/4] âyetinin tefsirinde izah etmiştik. Tenzîl kelimesi tafsil anlamına gelir ve bu kelime Kur’ân’ın parça parça indirildiğine delâlet eder. Bunun hikmeti ise “İnkâr edenler: ‘Kur’ân ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?’ dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık ve onu tane tane okuduk.” [el- Furkān 25/32] âyetinde ifade edilmiştir. Öncekilerin kitapları tek seferde indirilmiş, onlar da kitapları tek seferde terk etmişlerdir. Kur’ân ise parça parça indirilmiş, bu yüzden kalplerde kavranmış bir şekilde sabit olarak kalmıştır. Ayrıca bugün Allah dostları perdelenmiş oldukları için Allah Teâlâ kitabı ile onların hâlini her an yeniler. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 595 ƫ َכ Ö َ ْ ر ħُ ıƪ ĭ َ Ļِ ّ Ę َ ij ُ א َĻĤ ƪ ĩĤَ ŻƬ ُ ِ ƪن כ ا َ أي ïĝĤ כאن. وĵĭđĩÖ » ّ إن» اïýĩĤدة כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ و ﴾ِ įĻ۪ Ę ْ ħُ ƪאכ ĭכƪ َ ِ ْن Ĩ َٓא ا ĩĻ۪ Ę ْ ħُ İאƪ ĭכƪ َ Ĩ ïْ َ ĝĤَ َ ْۜ﴾ [ijİد، ١١١/١١]، وÙĥāĥĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ و ħُ َ َאıĤ ĩ ْ Đَ ا ّك، وإĺאك واĤכñب وإن ١ وěĻĝéÝĥĤ כĩא ĝĺאل: ĻĥĐכ ÖאïāĤق وإن óĄ [اĝèŶאف، ٢٦/٤٦] đęĬכ، أي ďĨ أįĬ כĤñכ. ٢ واĝÝøź×אل، ْ ﴾ أي أħÝĬ. و«כħÝĭ «ĹĘ اóĝĤآن äאء ĩĥĤאĹĄ وéĥĤאل ħُ Ý ْ ĭُ وįĤijĜ:﴿ כ ُ َijن﴾ [اĤ×óĝة، ٥١/٢] َ ْכ ِÖñ ĺ اijُ َאĬ א כ َ ĩِÖ﴿ :įĤijĜ ïĭĐ «כאن «Ùĩĥכ ĹĘ כĤñכ אĭ ّ ĻÖ [ أ وïĜ] ٨٦ ًא﴾ [اĤ×óĝة، ٢٨/٢]، وأĨא éĥĤאل َ اÜ ij ْ Ĩَ ْ ا ħُ Ý ْ ĭُ َכ و ﴿:įĤijĜ ĹęĘ ĹĄאĩĥĤ א ّ ْ ﴾ ĵĥĐ ذĤכ: أĨ ħُ Ý ْ ĭُ و﴿כ َ ﴾ [آل óĩĐان، ١٣٩/٣] وأĨא ĝÝøŻĤ×אل ĹęĘ īĻ۪ ĭ ِ Ĩ ْ Ëُ Ĩ ْ ħُ Ý ْ ĭُ ِ ْن כ ْ َن ا ijĥَ ْ Đَ ُ ْاź ħُ Ýْ Ĭَ ا َ و ﴿:įĤijĜ ĹęĘ َ ًÙۜ] ﴾اijĤاÙđĜ، ٧/٥٦ [أي ijĺم اĻĝĤאÙĨ. áĥٰ َ ً א à َ اä ْ و َز ْ ا ħُ Ý ْ ĭُ َכ įĤijĜ:﴿ و ٤ َۛۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٢/٢]. Õْ ĺ َ ر ź﴿َ :įĤijĜ ĹĘ įèóü ٣ óĨ ïĜو ,כü ĹĘ أي﴾ Õٍ ْ ĺ َ ۪Ĺ ر Ę﴿ :įĤijĜو א ً ĩĻĨ אÜאرāĘ ħĻĩĤا ĹĘ نijĭĤا ÛĩĔأد ٥ א» כÝĩĥאن ّ َא﴾، «ĩĨ ĭĤْ ƪ õَ א Ĭ ƪ ĩ ِ Ĩ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ َא﴾ أي اñĤي ĭĤْ ƪ õَ ًא. و«Ĩא» ĵĭđĩÖ اñĤي. وĵĭđĨ﴿ Ĩא Ĭ واïèة ïýĨدة ĉìא وīĻĩĻĨ ĝĉĬ ْ َכ﴾ [اĤ×óĝة، ٤/٢]، واģĺõĭÝĤ ĻĤَ ِ ْ ِõَل ا Ĭُ َٓא ا ĩِÖ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אهĬóùĘ אĨ įĤاõĬوإ ،آنóĝĤا ijİو ،אĭĤõĬ ُ وا óęَ َ َ כ īĺñ۪ Ĥاƪ אلَ Ĝَ َ و ﴿:אلĜ אĨ įÝĩכèو .ŻāęĨ įĤاõĬإ ĵĥĐ ÙĩĥכĤا ÛĤود ٦ ģĻāęÝĥĤ َ َك﴾ [اĜóęĤאن، ٣٢/٢٥] ÛĤõĬ ٰ اد Ëُ Ę ۪ įِÖ Ûَ ِ ّ ×َ á ُ ĭِ ِ َכ Ĥ Ĥñٰ َ ۚ כ ً َ ِ اèَïة و Ùًĥَ ْ ĩ ُ ٰ ُن ä ا ْ óُ ِ ْاĝĤ į ْ Ļĥَ َ ِ َل Đ ّ õُ Ĭ źَ ْ ijĤَ א ً Ý×áĨ بijĥĝĤا ĹĘ Ĺĝ×Ę ŻāęĨ آنóĝĤا لõĬو ،Ùĥĩä אİijכóÝĘ Ùĥĩä īĻĤوŶا ÕÝכ ،ÙĐאùĘ ÙĐאø įÖאÝכÖ ÷ĬŶا ħıĤ دïåĘ Ù×åéĤا دار ĹĘ مijĻĤا ųا Ʃ אءĻĤأو نŶو .ŻāéĨ ً .įĻĘ ħُ ƪאכ ĭכƪ َ ١ ح ط ر + أي ĩĻĘא Ĩ ٢ ح ط ر: واéĤאل. ٣ ر - óĨ. .﴾ ۛ ۚ [َ Àْرَ Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ - ر ؛ûĨאİ çĀ ،﴾ ۛ ۚ [َ Àْرَ Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ įèóü óĨ ïĜو - ط ٤ ٥ ح ط ر + īĨ Ĩא. ٦ ح ر: اģĻāęÝĤ. ٥ ١٠ ١٥ 596 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nitekim Allah Teâlâ üç şeyin parça parça, aşamalı olarak indirildiğini ifade buyurur. İlki Kur’ân’dır: “ İndirdiklerimizden” İkincisi yağmurdur: “Biz gökten mübarek bir su indirdik.” [Kāf 50/9]. Üçüncüsü ise rızıktır: “Biz onu ancak belli bir ölçü ile indiririz.” [ el-Hicr 15/21]. Eğer yağmur dünyadakiler üzerine topluca gelseydi tufan olurdu. Eğer rızık kullar üzerine topluca gelseydi onu saklamaktan âciz düşerlerdi. Eğer Kur’ân topluca gelseydi onunla amel etmek her kalp için ağır gelirdi. “Kulumuza” Bu, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâmdır. Onun Kur’ân’da zikredilen pek çok ismi bulunmaktadır, ancak kendisinin bu isimlerden en çok sevdiği “abd/ kul” ismidir. Bu isim ibadet ve ubûdet anlamlarını kendisinde toplar. Hz. Peygamber aleyhisselâmın ismi olarak “abd/ kul” Kur’ân’da tekrarlanmıştır. Âdeta şöyle der: Kur’ân’ı ona vahyettim, böyleyken o Bana kuldur. “Kuluna Furkān’ı indirdi.” [el- Furkān 25/1] Risâlet görevini yerine getirmek için doğrulduğunda Bana kuldu. “Allah’ın kulu kalktığında…” [el-Cinn 72/19], Kendi katıma ilettim, bana kuldu. “Kulunu gece yolculuğuna çıkaran Allah yüceler yücesidir.” [ el-İsrâ 17/1], Onunla sırrı söyleştim, bana kuldu. “Kuluna vahyettiğini vahyetti.” [ en-Necm 53/10] O makamda bana övgüsünü dile getirdi. “Selâmlar, salavatlar/dualar ve güzellikler Allah’a aittir.” O hep benim kulumdur. “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.” O tüm hâllerinde bana kuldur ve ben ise ona kâfiyim. “Allah kuluna kâfi değil midir?” [ ez-Zümer 39/36] O bana şükrederek kulluğunu yerine getirendir. “Şükreden bir kul olmayayım mı?”1 “Bir sûre getirin.” Bu ifade bir sûre getirmeye yönelik bir emirdir. el-İtyân kelimesi yapmak, gelmek, uğramak anlamına gelmektedir. el-Îtâ vermek demektir. Te’tiyetü’s-seyl suyun akarının açık olması anlamına, et-teettî hazırlık anlamına, el-muâtât muvafakat anlamına, el-itâ ürün/mahsul anlamına, el-etiyyü ve el-etâviyyü yabancı, garip anlamına, el-mîtâ tutulan yol anlamına gelir. Bütün bu kullanımlarda anlamlar birbirine yakındır. 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 30, 176; Buhârî, “Teheccüd”, 6. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 597 َא﴾ [اĤ×óĝة، ĭĤْ ƪ õَ א Ĭ ƪ ĩ ِ ًא: اóĝĤآن įĤijĝÖ:﴿ Ĩ ًא ÑĻýĘ ÑĻü ٢ ١ ÙàŻà أĻüאء ģĺõĭÜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ óذכ ïĜو א َ Ĩَ ًא﴾ [ق، ٩/٥٠]، واóĤزق įĤijĝÖ:﴿ و َכ َאر × ُ Ĩ ً َٓאء Ĩ ِ َٓאء ĩ ƪ َ اùĤ īِ א Ĩ َ ĭĤْ ƪ õَ Ĭ َ ٢٣/٢]، واóĉĩĤ įĤijĝÖ:﴿ و ٍ ﴾ [اóåéĤ، ٢١/١٥[. ْ ُijĥم đَ Ĩ رٍïَ َ ĝِÖ źƪ ِ ُٓ ا įُ Ĥ ِ ّ õَ ĭُ Ĭ و اóŜ Öאران įĥĩä آïĨى óÖ ĐאĻĩĤאن ĘijĈאن ïüى، و اóŜ روزى įĥĩä آïĨى ïĭÖه óİ دل óÖ įĩıÖ ģĩĐ ىïĨآ įĥĩä آنóĜ óŜا و ،ىïü انijÜאĬ įĩİ آن īÝüدا אهŝĬ از .ىïü انóŜ ůřŰ ĹĘ ةóĻáכ אءĩøأ įĤو ،Ṡ ïĩéĨ ĵęĉāĩĤا אĭĻ×Ĭ ijİ ﴾Yَ ²uِ]ْ َ »ٰ «َ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ر ñİا ّ óُ ٣ واđĤ×ijدة، وכ אدة×đĤا ĹĘ אنđĩĤ ďĩåÝùĨ ijıĘ ،ï×đĤا įĻĤإ אı×èأ وכאن ،آنóĝĤا َ َYن ¢yْŸُ ْ ََل اª {َّ اħøź įĤ ĹĘ اóĝĤآن وכįĬÉ Ĝאل: óĜآن ijÖى وůè כóدم وی Ĩא را ïĭÖه، ﴿² uُ ]ْ َ مYَ َ ¢ Yَ ¯ّ َ ª µُ َ ²َّ ٰ« َ ْ[ِu۪ه﴾ [اĜóęĤאن، ١/٢٥]، و Öאداء رøאÛĤ óÖ ìאÛø و وى ïĭÖه ﴿َوا «َ ِ َ ْ[ِu۪ه﴾ َ ْ~ ٰyى \ ۪ ي ا ٓ َّـw ّ اà ِٰ] ﴾اīåĤ، ١٩/٧٢[، وóąéÖة óÖدûĩĺ و وی ïĭÖه ﴿ ُ~ْ[ َo َYن اª َْو ٰn ۜ] ﴾»اħåĭĤ، ٰ« َ ْ[ِu۪ه َRٓY ا ªِ ٓ« ا َْو ٰn [اóøŸاء، ١/١٧]، و Öא وی راز ħÝęŜ و وی ïĭÖه ﴿žَY Ļ×אت»، و وی Ĩא را ُ ّ Ļّ ĉĤا اتijĥāĤوا ųّ אتĻé ُ ƪ ١٠/٥٣]، و در آن ĝĨאم Ĩא را ĭàא ÛęŜ» اÝĤ ٤ وأïıü أن ً ïĩéĨا Đ×ïه ورįĤijø«، در įĩİ ِ اijèال وى ُ ïĭÖه «أïıü أن ź إįĤ إź ّ اų ۜ﴾ [اóĨõĤ، ٣٦/٣٩[، و وی Ĩא را ýÖכó ِ َ§ ٍYف َ ْ[َuُه \ ُ ٰ Ãا ّ{ َ Áَْ ªَ Ĩא را ïĭÖه و Ĩא ورا ïĭùÖه ﴿ا ٥ ا». ً ÛĨïì آرïĬه «أŻĘ أכijن ًĐ×ïا üכijر ، ُ ِ ُ ¹َرٍة﴾ ñİا أóĨ ÖאĻÜŸאن ijùÖرة. واĻÜŸאن ĹĘ اÙĕĥĤ ijİ اĹåĩĤء ُb¹ا \ ْ Ožَ﴿ :įĤijĜو ،įِ ĥ ُ × ُ ø ٧ ٦ اĉĐŸאء، و«ÙĻÜÉÜ اģĻùĤ «ģĻıùÜ واĻÜŸאن اģđęĤ، واĻÜŸאن اĻýĕĤאن، واĻÜŸאء ƫ ƫ واÜŶאوي اÕĺóĕĤ، ِ واÝĻĩĤאء ĹÜŶوا ،Ùĥƪ َ ّË، واËĩĤاÜאة اijĩĤاÙĝĘ، واÜŸאء اĕĤ ĻıÝĤا Ĺّ واÜÉÝĤ اěĺóĉĤ اijĥùĩĤك، وđĨאıĻĬא ĝÝĨאرÙÖ. ١ ط: įĥĺõĭÜ. ٢ ط - ÙàŻà أĻüאء. ٣ ط ر: اđĤ×אدة. . ُ اų ٤ ط ر - أïıü أن ź إįĤ إź ّ .٦ ïåıÝĤا ،אريí×Ĥا çĻéĀ ؛١٧٦/٣٠ ،ïĩèأ ïĭùĨ ٥ ٦ ر: واĻÜŸאن. ٧ ر: ģĻùÜ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 598 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kur’ân’da el-ityân kelimesi kırk anlamda kullanılmıştır ki biz bunları ilk ve uzun tefsirimizde el-Ekmelu’l-Atvel’de saymıştık. Bu âyette ise kelime muaraza yapmak, karşı koymak anlamına gelir. Yani “Bu Kur’ân’a bir sûre ile karşı koyun.” demektedir. Âyetteki bu kullanım “De ki: Tevrat’ı getirin.” [ Âl-i İmrân 3/93] âyetindeki kullanımın tersidir çünkü orada olanın ortaya çıkarılması, burada ise olmayanın inşa edilmesi söz konusudur. Bu da Kur’ân’ın Allah tarafından kuluna indirilmiş bir kitap olduğu, Hz. Peygamber aleyhisselâmın risâlet iddiasında doğru sözlü olup insanları dalâletten hidâyete çağırmak ve delilleri ikāme etmek üzere gönderildiği, buna karşılık onların inkâr konusunda ve Hz. Muhammed’in bu Kur’ân’ı kendiliğinden uydurduğu şeklindeki iddialarında inatçı oldukları hususunda ilzam edici delildir. Bu meyanda âyet şöyle demektedir: Eğer bu kitap beşer sözü ise o zaman siz de kendi imkânlarınızla onun bir benzerini ortaya koyun ve bu sorumluluğu kendi çabanızla yerine getirin. “Getirin” Bu ifade emir sîgası olup âciz bırakma mânasındadır. Emir sîgası Kur’ân’da birkaç şekilde kullanılmıştır: 1. Farz bildirme anlamında kullanılmıştır: “Namazı kılın, zekâtı verin.” [ el-Bakara 2/43] 2. Mendupluk bildirme [teşvik etme] anlamında kullanılmıştır: “ Hayır işleyin.” [ el-Hacc 22/77] 3. Mubahlık bildirme [izin verme] anlamında kullanılmıştır: “İhramdan çıktığınızda avlanın.” [ el-Mâide 5/2] 4. Muhayyer bırakma anlamında kullanılmıştır: “De ki: İster Allah isterse Rahmân ismi ile dua edin…” [ el-İsrâ 17/110]. 5. Yasaklama anlamında kullanılmıştır: “Dilediğinizi yapın.” [ Fussilet 41/40] 6. Ret anlamında kullanılmıştır: “O hâlde kendi nefsinizden ölümü savın bakalım.” [ Âl-i İmrân 3/168] 7. Tekvin [yaratma] anlamında kullanılmıştır: “Aşağılık maymunlar olun.” [ el-Bakara 2/65] 8. Şart anlamında kullanılmıştır: “De ki: İster taş olun ister demir.” [ el-İsrâ 17/50] Yani böyle de olsanız yine de ölecek ve dirileceksiniz. 9. Âciz bırakma anlamında kullanılmıştır: “Haydi, sen de onu batıdan getir.” [ el-Bakara 2/258] Burada “Bir sûre getirin.” ifadesinde de bu kullanım söz konusudur. Fe’tû (Getirin) kelimesinin başındaki fe harfi takip ifade eder. Fe harfi olmaksızın îtû şeklinde kullanılır ki bu durumda kelim
imenin başındaki elif harfi sonradan eklenmiştir. Hemze ise öncesindeki harfin kesre olmasından dolayı ye harfine dönüşmüştür. Sonra iki hemzenin birleşmemesi için hemze düşmüş, sümme’tû [Sonra gelin] [ Tâhâ 20/64] âyetinde olduğu üzere ye harfi yazımda bâki kalmıştır, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 599 ١ واĻÜŸאن ĹĘ اóĝĤآن ŶرīĻđÖ ĵĭđĨ ïĐدĬאİא [٨٦ب] ĹĘ ĬóĻùęÜא اŶول واijĈŶل، :įĤijĜ ٢ وijİ ĹĘ ñİه اÙĺŴ اđĩĤאرÙĄ، أي ĐאرijĄا ñİا اóĝĤآن ijùÖرة، وñİا Żìف ٣ إıČאر Ĩא ïĜ כאن، وñİا إýĬאء Ĩא ħĤ ĺכī، ¹َْ ٰر ِÀ] ﴾_آل óĩĐان، ٩٣/٣] ذاك cªY ّ ِ ُb¹ا \ ْ Ožَ ©ْ ¢ُ﴿ ىijĐد ĹĘ אدقĀ ijİو هï×Đ ĵĥĐ ųا Ʃ įĤõĬأ ٦ ٥ ĩĨא ٤ اóĝĤآن وñİا إõĤام اÙåéĤ ħıĻĥĐ ÉÖن ونïĬאđĨ ħıĬوأ ،ÙĤŻąĤا īĨ ىïıĤا ĵĤإ ةijĐïĤوا ÙĤźïĤا ÙĨאĜŸ ثijđ×Ĩ įĬوأ ÙĤאøóĤا ٧ أįĬ ĩĨא اóÝĘاه ïĩéĨ ÖאĻÝìאره. ijĝĺل: إن כאن ñİا īĨ כŻم ĹĘ إĬכאره وĹĘ دijĐاħİ: .ħכïıåÖ ةïıđĤا هñİ īĐ ٨ ّ ijا āęÜو ħכïĭĐ īĨ įĥáĩÖ هijĄאرđĘ óý×Ĥا ٩ وĭđĨאه اåĐŸאز، وñİه اÙĕĻāĤ ĹĘ اóĝĤآن ĵĥĐ óĨأ ÙĕĻĀ įÝĕĻĀ ﴾ا¹bُ ْ Ožَ﴿ :įĤijĜو َ ٰ¦ ¹َة﴾ [اĤ×óĝة، ٤٣/٢]، وïĭĥĤب ٰ ُb¹ا ّ اª{ ٰ ¹َة َوا ¢۪ ُÁ¯¹ا ّ اªَ‡« َ وijäه: ÙąĺóęĥĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا ْcُ ْ «َ َِذا َn« واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÙèאÖŹĤو ،]٧٧/٢٢ ،ãéĤا﴾ [yَÁْsَ ْ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َو ْاَž ُ»¹ا اª ﴾ۜ ±َ ¯ٰ nْ َ ِ ْاد¹ُا ّ اyª َو ۜ﴾ [اĩĤאïÐة، ٢/٥]، وóĻĻíÝĥĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ِ¢ُ ©ْاد¹ُا ّ اà َٰ ا دواYُ َ †Y ْ žَ ﴾ [ÛĥāĘ، ٤٠/٤١[، وóĥĤد כĩא ْۙcُ ْ ِ ْ َُ̄»¹ا َRY ‚ِئ [اóøŶاء، ١١٠/١٧] وĹıĭĥĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ْ َ̄¹ْ َت﴾ [آل óĩĐان، ١٦٨/٣]، وÝĥĤכīĺij כĩא ĹĘ įĤijĜ: ²َْ Ÿُ ِ ُ§ ُ اª ĹĘ įĤijĜ:﴿ žَ ْYدَرُ۫ؤا َ ±ْ ا َْو ¹ُا ِn َk َYرًة ا ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٦٥/٢]، وóýĥĤط כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ¢ُ ْ ©ُ¦²¹ ¹ُا َ¢ِyَدًة َr ِ Y ~۪ٔـ َÁ± ²¹¦ُ ﴿ َn ۪u ً uÀاۙ﴾ [اóøŸاء، ٥٠/١٧] أي إن כħÝĭ כĤñכ ĥĘכħ اijĩĤت واĤ×ßđ، وåĐŹĤאز כĩא ĹĘ ِ ُ ¹َرٍة﴾ واęĤאء ĭıİא ُb¹ا \ ْ ِ ِب﴾ [اĤ×óĝة، ٢٥٨/٢]، وכñا įĤijĜ:﴿ žَO y›ْ ¯َ ْ ªا ±َR ِ Y·َِ ْ ِت \ Ožَ﴿ :įĤijĜ ÕĻĝđÝĥĤ، وïÖون اęĤאء ĝĺאل: اijÝĺا، اėĤŶ ĥÝåĨ×Ù، واõĩıĤة Āאرت ĺאء Ĥכóùة Ĩא Ĝ×ıĥא َ ْائُc¹ا﴾[įĈ، ٦٤/٢٠[ ّ fُ﴿ :įĤijĜĹĘÙÖאÝאءכĻĤاÛ×àو ،īĻÜõĩıĤאءاĝÝĤاÙİاóאכıÜõĩİÛĉĝøو ١ ح ط ر: اijĈŶل | أüאر إĵĤ óĻùęÜه اĵĩùĩĤ Öـ»اŶכģĩ اijĈŶل» وïĜ כÝ×į Ĝ×ģ ñİا اóĻùęÝĤ. ٢ ر: ŻíÖف. ٣ ر: وذاك. ٤ ر - ÉÖن. ٥ ر: ÖאóĝĤآن. ٦ ر: ĩÖא. ٧ ط: ĹĘ دijĐاħİ؛ ر: وĹĘ دijĐاه. .įĭĨ ÿĥíÜ ƪ : įْ ،ِ وĭĐ ءĹýĤا īĨ ĵ ƪ āęَ Ü | اij ّ ٨ ر: وāĝÜ ٩ ح: اóĨŶ. ٥ ١٠ ١٥ 600 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri çünkü bu âyette okunuşta sümme kelimesinden sonra durulup i’tû kelimesi ayrı okunabilir. Buna karşılık buradaki fe’tû (Getirin) ifadesinde ve ve’tû (Getirin) [ el-Bakara 2/189] âyetinde aynı ye harfi yazılmamıştır, çünkü fe harfi ya da vâv harfi ile bu harflerin bitişik olduğu kelimenin ayrıştırılarak okunması kolay değildir. “Bir sûre” Burada bi-sûretin ifadesinin başındaki bi harfi, geçişsiz olan el-ityân fiilini geçişli yapmak için getirilmiştir. es-Sûretü kelimesi sâre, yesûru (yükseldi) fiilinden gelir. Şehri çevreleyen duvarlar, yüksek oldukları için sûr diye isimlendirilir. Li-fülânin sûretün fi’l-mecdi (Falan kimsenin şeref konusunda yüksek bir yeri vardır) ifadesinde de bu kullanım söz konusudur. Şair Nâbiga şöyle der: Görmez misin Allah sana öyle bir sûre (yüce bir makam) bahşetmiştir ki Her kralın, onun altında debelendiğini görürsün Buna göre Kur’ân’ın sûreleri, birbirinden ayrı âyetlerin toplamından oluşan ve diğer sûrelerden ayrılıp müstakil bir sûre olma konusunda bir bayrak gibi yükselip ortaya çıkan bölümlerdir. Bir görüşe göre sûre, Kur’ân’ın yüce konumlarından her biridir. Bir başka görüşe göre sûre, Kur’ân’ın her biri şanı yüce ve değerli olan kısımlarından biridir. “Onun benzeri bir sûre getirin.” ifadesi herhangi bir kayıt söz konusu olmadığı için Kur’ân’ın en kısa sûrelerini de içerir ki en kısa sûre, üç kısa âyetten oluşan Kevser sûresidir. İşte bu en beliğ ilzam ve hasımlara karşı en kesin darbedir. Çünkü “O hâlde onun gibi bir söz getirsinler.” [ et-Tûr 52/34] âyetindeki ilk meydan okuma bütün Kur’ân’ın bir benzerini getirmeye yönelik idi, sonra “De ki: Bu Kur’ân’ın bir benzerini getirme konusunda insanlar ve cinler bir araya gelecek olsalar, birbirlerine yardım dahi etseler onun bir benzerini getiremezler.” [ el-İsrâ 17/88] âyetinde onların Kur’ân’ın tamamını getirmekten âciz olduklarını bildirmiş, ardından da “De ki: O hâlde onun dengi on sûre getirin.” [ Hûd 11/13] âyeti ile on sûre getirmelerini ve daha sonra da “De ki: Bir sûre getirin.” [ Yûnus 10/37] âyetinde bir tek sûre getirmelerini istemiştir. Onlar ise bunların hepsinden âciz kalmışlardır. Böylece onlara karşı delil kesinleşmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 601 ُb¹ا﴾ [اĤ×óĝة، ٢٣/٢] وĹĘ ْ Ožَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ Û×áĺ źو﴾ ا¹cُائْ ﴿ :أï×ĺو ،﴾َ ّ fُ﴿ ĵĥĐ ėĜijُ ĺ ١ įĬŶ ñđÝĤِر اģāęĤ īĻÖ اęĤאء وīĻÖ اĤכÙĩĥ، وכñا īĻÖ اijĤاو ƫ ُb¹ا﴾ [اĤ×óĝة، ١٨٩/٢] ْ وįĤijĜ:﴿ َوأ وıĭĻÖא. ِ ُ ¹َرٍة﴾ اĤ×אء ÙĺïđÝĤ ģđĘ اĻÜŸאن اŻĤزم. واijùĤرة Ĺİ ijìÉĨذة īĨ ħıĤijĜ: وįĤijĜ:\﴿ ا źرęÜאįĐ، وĝĺאل: ً رijø ÙĭĺïĩĤאÖ ćĻéĩĤا ارïåĤا Ĺّ ĩ ُ «øאر، ijùĺر» إذا ارďęÜ وŻĐ، وø ٢ «ŻęĤن ijøرة ĹĘ اïåĩĤ «أي ĭøאء ورÙđĘ. Ĝאل اĭĤאÙĕÖ: ْ َñ ُب Öñَ َ Ý َ َא ĺ ُ َوıĬ َ ٍ ĥכ د َى ُכģƪ Ĩ óَ َ ًة Ü ُ ijر ø אك َ ĉĐأ َ ųا ƪ أن ƪ َ óَ Ü ħĤأ ّ Ùĥ ارÛđęÜ َ وÛĥĐ وóıČت āęĨ אتĺآ عijĩåĨ اñİ ĵĥĐ آنóĝĤا īĨ رةijùĤאĘ .ÙđĻĘر آنóĝĤا אزلĭĨ īĨ ÙĤõĭĨ Ĺİ :ģĻĜو .رijùĤا óÐאø אıÜóĺאĕĨ ĹĘ ħِ ĥَ َ ٣ כאđĤ وĀאرت .رهïĜ ŻĐو įĬÉü ďęÜار آنóĝĤا אمùĜأ īĨ ħùِ Ĝ [ أ ٨٧] Ĺİ :ģĻĜو ِ ُ ¹َرٍة ِR ±ْ ِRْgِ «۪µ ﴾إįĜŻĈ ĭÝĺאول أóāĜ اijùĤر، وĹİ ĹĘ اóĝĤآن ijøرة وįĤijĜ:\﴿ اĤכóàij، وĹİ Żàث آĺאت āĜאر. وñİا أēĥÖ إõĤام وأħÜ ďĉĜ ģİŶ اāíĤאم. ïĝĘ כאن [٣٤/٥٢ ،رijĉĤا﴾ [ٓµ۪ «ِgْ®ِ eÀ ٍ u۪ oَ ِ ُb¹ا \ ْ OÁَ ْ ٤ כģ اóĝĤآن įĤijĝÖ:﴿ žَ« اïéÝĤي ً أوź ÖאĻÜŸאن ģáĩÖ ُb¹ا ْ Oَ َ ْن À « ا ٰٓ «َ ُ±ّ kِ ْ ِ ²ْ ُ{ َواª Êاْ aِ َ ¯َcَjا ْ ±ِئَِ ª ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĝÖ כĤذ īĐ ħİõåĐ īĐ ó×ìأ ħà َِ[ْ ‰ٍ ’َ ۪· ًyÁا﴾ [اóøŸاء، ٨٨/١٧] ħà ª ْ·ُ‹ُ ْ َ ¹َْ َ¦ َYن \ ªوَ µ۪ «ِgْ¯ِ ِ ُb ¹َن \ ْ Oَ À Êَ نِ ٰ ْ ْ£ُyا ªا اwَ ¶ٰ ©ِgْ¯ِ ِ \ ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĝÖ رةijùÖ ħà [١٣/١١ ،دijİ] ﴾µ۪ «ِgْ®ِ رٍ¹َ~ُ ِ yƒْ َ ِ ُb¹ا \ ْ Ožَ ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĝÖ رijø óýđÖ .ÙåéĤا ħıÝĨõĥĘ įĥכ כĤذ īĐ واõåĐ ٥ ِ ُ ¹َرٍة﴾ [Ĭijĺ÷، ٣٧/١٠ [وïĜ ُb¹ا \ ْ Ožَ ١ ح: إź أįĬ. ٢ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص. ١٩؛ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٧٥/١ ٣ ح: āĘאرت. ٤ ط: ģáĨ. ٥ ط: ïĜ. ٥ ١٠ ١٥ 602 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onun benzeri” Buradaki el-misl kelimesi benzer anlamındadır. el-Mümâsil kelimesi müşâbih anlamına, et-temsîl teşbih anlamına gelir. Bir şeyin misli, onun yerine geçen, onun boşluğunu dolduran şeydir. “Onun benzeri” ifadesindeki “onun” zamirinin neye işaret ettiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Abbas “Bana denk saydıklarınızdan getirin.” demiş, İbn Keysân ise “Sizin gibi bir beşer olan Muhammed gibi birinden getirin.” demiştir, nitekim “Kulumuza” ifadesinde Hz. Peygamber aleyhisselâmın zikri geçmiştir, bu yüzden bu zamirin ona işaret etmesi mümkündür. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Siz de tıpkı onun getirdiği gibi bir şey getirin, çünkü siz cevher, yaratılış ve dil itibariyle onunla eşitsiniz, böyle bir şey uydurma konusunda o sizden daha üstün değildir.1 Bir görüşe göre ifade “ Muhammed gibi okumayan, yazmayan, ümmi birinden” anlamına gelir ki bu, her türlü vehmi giderme konusunda daha etkilidir, çünkü Hz. Peygamber aleyhisselâm okuma yazma bilmediği gibi kitaplara [yani semavî kitaplara] bakmış, insanlardan kıssaları dinlemiş de değildi, fakat buna rağmen kendisine böyle bir kitabın indirildiğini bildirdi. Bu durumda Hz. Peygamber’in bu kitabı kendiliğinden uydurmadığı, Rabbinden vahiy alarak getirdiği konusunda herhangi bir şüphe kalmamış olacaktır. Mücâhid ve Katâde şöyle demişlerdir: “Bu Kur’ân’ın bir benzerini getirin.” Nitekim cümlenin bundan önceki kısmında “İndirdiklerimiz” ifadesinde Kur’ân’dan söz edilmiştir. Kur’ân’ın bir misli olamaz, çünkü Kur’ân Allah’ın sıfatı, kelâmı ve vahyidir. O’nun zâtı gibi sıfatlarının da misli olmaz. Ancak bu ifadenin anlamı, “Sizin iddianıza göre onun misli” şeklindedir. Nitekim onlar “Dilesek biz de bunun benzerini söyleriz.” [ el-Enfâl 8/38] demişlerdir. Bu tıpkı “O gün onlara seslenir, ‘Nerede benim ortaklarım?’ diye.” [ Fussilet 41/47] âyetinde “sizin iddianıza göre benim ortaklarım” anlamının, “İlâhına bir bak.” [ Tâhâ 20/97] âyetinde “İlâh olduğunu iddia ettiğin şeye bak.” anlamının kastedilmiş olmasına benzer. Kur’ân’ın benzerinin getirilmesi konusundaki meydan okuma onun bazı açılardan benzerini getirmeye yönelik meydan okumadır ki bunlar yedi husustur: 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 59. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 603 ءĹýĤا ģáĨو ،įĻ×ýÝĤا ģĻáĩÝĤوا ،įÖאýĩĤا ģàאĩĩĤوا ،įْ × ِýĤا ّ ģْ áĩĤا ِ﴾ µ۪ «ِgْ®ِ ±ْ ®ِ﴿ :įĤijĜو Ùĺאĭכ אıĬأ هóìآ ĹĘ ĹÝĤا אءıĤאÖ ادóĩĤا ĹĘ ėĥÝìوا .هïùĨ ّ ïùĺو ّ įÖאĭĨ بijĭĺ אĨ ÙĝĻĝè אلĜو .هóذכ ě×ø ïĝĘ ،ĹĤ اïĬ راÙđä إĵĤ Ĩא ذا؟ Ĝאل اīÖ Đ×אس: أي īĨ اñĤي ijĩÝĥđäه ً :įĤijĜ ĹĘ هóذכ ě×ø ïĜو ،ħכĥáĨ óýÖ įĬŶ ؛óý×Ĥا īĨ ïĩéĨ ģáĨ īĨ أي :אنùĻכ īÖا .[٢٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Yَ ²uِ]ْ َ »ٰ «َ ﴿ Ʃ اų:» أي اijÝÐا أħÝĬ ģáĩÖ Ĩא أĵÜ ijİ؛ إذ أħÝĬ وijİ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ١ .«ħכĭĨ قŻÝìźאÖ ĵĤأو ijİ ÷ĻĤو ،אنùĥĤوا ÙĝĥíĤوا óİijåĤا ĹĘ اءijø ďĉĜ ĹĘ ēĥÖأ اñİو ،أóĝĺ źو ÕÝכĺ ź ّ Ĺّ Ĩأ ģäر īĨ ïĩéĨ ģáĨ īĨ أي :ģĻĜو ħĤو ÕÝכĤا ĹĘ óčĭĺ źو أóĝĺ źو ÕÝכĺ ź įĬأ ďĨ مŻùĤا įĻĥĐ ّ اŶوİאم؛ ÍĘن اĭĤ×Ĺ īĨ įĝĥÝíĺ ħĤ įĬأ ĹĘ ٢ Ùı×ü źو ،אبÝכĤا اñİ ولõĭÖ ó×ìأ אسĭĤا īĨ ÿāĝĤا ďĩùĺ ٣ .įÖر īĨ ĹèijÖ źإ įÖ تÉĺ ħĤو ،įùęĬ אءĝĥÜ Yَ ¯ّ®ِ﴿ :įĤijĜ ĹĘ هóذכ ě×ø ïĜو ،آنóĝĤا اñİ ģáĨ īĨ أي :אدةÝĜو ïİאåĨ אلĜو .[٢٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y³َْ ªَ {َّ ² įÜאęāĤ ģáĨ źو ،ųا Ʃ Ĺèوو ųا Ʃ مŻوכ ųا Ʃ ÙęĀ įĬŶ ؛įĤ ģáĨ ź כאن وإن آنóĝĤا ħà َ ƒَٓ ُYء ² ¹َْ ª﴿ :نijĤijĝĺ اijĬכא ïĝĘ ؛»ħכĩĐز ĵĥĐ įĥáĨ īĨ» :אهĭđĨ īכĤ ،įÜاñĤ ģáĨ ź אĩכ ٓ ۪Yءۙي﴾ [ÛĥāĘ، ¦َyَ‚ُ ±َ Àَْ ³َُ ۪Yد ِÀ·ْ ا َ¹َْم À اۙ﴾ [اęĬŶאل، ٣٨/٨]، وñİا כįĤijĝ:﴿ َوÀ ٓ wَ ¶ٰ ©َgْ®ِ Y³َ ْ «£ُ َ ª ٰ ِ· ¥َ﴾ [įĈ، ٩٧/٢٠ [أي ĵĥĐ زĩĐכ. ªِ « ا ٰٓ ªِ ٤٧/٤١] أي ĵĥĐ زĩĐכħ، وĜאل: ﴿َو ْا² ُْy ا :Ùđ×ø Ĺİو ٤ ħà اïéÝĤي إĵĤ ģáĨ اóĝĤآن כאن ĹĘ وįİijä، ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٥٩/١ ٢ ح ط ر: ŻĘ ü×Ùı. .ĵĤאđÜ ųا īĨ :ح ٣ ٤ ح: وijäه، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 604 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Birincisi: İ‘câz ve belâgat hususudur ki Kur’ân az söz ile çok anlamı ifade eder. Hz. Peygamber aleyhisselâm da “Bana cevâmiu’l-kelim [yani az söz ile çok meram anlatabilme özelliği] verildi.”1 buyurmuştur. Buna örnek olarak şu âyetler verilebilir: “Kısasta sizin için hayat vardır.” [ el-Bakara 2/179], “Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.” [ en-Nâziât 79/31], “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ı tesbih ederler.” [ et-Tegābün 64/1] İkincisi: Kur’ân’ın fesahat ve belâgat ehlini âciz bırakan beyân ve fesahat özelliğidir. Ebû Ubeyde’nin aktardığına göre bedevinin biri, bir Kur’ân okuyucusunun “ Sana emredileni haykır.” [ el-Hicr 15/94] âyetini okuduğunu işitmiş ve derhâl secdeye kapanmış, ardından da “Bu sözün fesahati karşısında secde ettim.” demiştir. Üçüncüsü: Kur’ân’ın sıra dışı olan, hatta Arapların nazım, nesir, recez, şiir, hutbe, seci, risale gibi söz sanatlarının hepsinden farklı olan nazım biçimi, sözdizimidir ki Kur’ân Arapların kullandığı harfleri ve kelimeleri kullandığı hâlde onun nazmı bunların hiçbirisine dâhil edilememektedir. Dördüncüsü: Kur’ân’ı okuyan kimse usanmaz, dinleyen kimse bıkmaz. Okudukça lezzeti artar. Oysa başka sözler nazım ve nesir bakımından güzel olsalar da tekrarlandıkça bıktırır ve insanın diline ağır gelmeye başlar. Beşincisi: Kur’ân’da bulunan geçmişe dair haberlerdir. Onda peygamberlerin ümmetleri ile olan kıssaları, eski çağların ve zamanların kıssaları yer alır. Oysa Hz. Peygamber aleyhisselâm Ehl-i kitap toplumların bildiği semavî kitap bilgilerine sahip olmayan ümmi bir topluma mensup ümmî bir kişidir. Altıncısı: Kur’ân’da bulunan gayb haberleri ve geleceğe dair bildirileridir ki bunlar Kur’ân’ın haber verdiği gibi gerçekleşmiştir. Örnek olarak şu âyetler verilebilir: “Topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacak.” [ el-Kamer 54/45], “Hani Allah size iki gruptan birinin sizin olduğunu vaad ediyordu.” [ el-Enfâl 8/7], “Muhakkak sûrette Mescid-i Haram’a gireceksiniz.” [ el-Feth 48/27], “Dinini bütün dinlere üstün kılmak üzere…” [ el-Feth 48/28], “Eğer yapamazsanız ki asla yapamayacaksınız.” [ el-Bakara 2/24] 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 412; Buhârî, “Ta‘bîr”, 11. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 605 אلĜ ،ĹĬאđĩĤا īĨ óĻáכ ٍ ĵĥĐ įِ ُ כĩĥאÜ óĻùِ َ ĺ ģَ ĩِ َ Ýýْ َ ĺ ١ ĵƪ Ý َ أİïèא: اåĺŸאز واĤ×ÙĔŻ è ¹ة﴾ ٌ Áٰ nَ صY ِ ‡َ £ِ ْ َ ُ§ ْ žِ¿ اª ªوَ ﴿:įĤijĜ ģáĨ כĤوذ ٢ .«ħِ ĥכĤا ďĨاijä ÛĻÜأو įĻĥĐ اŻùĤم: « ُ mُ ]َِّ ُ ۖ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٣١/٧٩] وįĤijĜ:﴿ À Y·Áَ ٰ yْ®َوَ Y¶َءYَ ٓ®َ Y·َ³ْ®ِ جَyَrْ َ [اĤ×óĝة، ١٧٩/٢] وįĤijĜ:﴿ ا ِّà ِٰ َ®Y žِ ¿ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َوَRY žِ ¿َْ اÊْر ِۚض﴾ [اĕÝĤאīÖ، ١/٦٤[. ijÖأ ĵכè .אءĕĥ×Ĥا אıĭĐ ó ُ واáĤאĹĬ: اĤ×Ļאن واāęĤאÙè اĹÝĤ õåĐ ıĭĐא اéāęĤאء َوāĜ :אلĜو ïåùĘ [٩٤/١٥ ،óåéĤا﴾ [yُ®َQْbُ Y¯َ ِ ًא óĝĺأ: ﴿žَ ْ Yَ†u ْع \ ÐאرĜ ďĩø א ً Đ×ïĻة أن أóĐاĻÖ ïåøت āęĤאÙè ñİا اĤכŻم. ĹĘ [ ً א īĨ ĭä ÷כħıĨŻ] ٨٧ب äאرì אرĀ ĵÝè אدةđĤا ăĝĬ يñĤا ħčĭĤا :ßĤאáĤوا ģìïĺ źو אıÖ جõÝĩĺ ŻĘ ،ģÐאøóĤوا ď ْ å ƪ ùĤوا Õĉَ íĤوا ُ óđýĤوا õَ äƪ اħčĭĤ واóáĭĤ واóĤ .įÜאĩĥوכ įĘوóè אلĩđÝøا ďĨ אıĭĨ ءĹü ĹĘ هóĻĔو ،įÜوŻè ĹĘ ïĺõĺ įÜوŻÜ ُ ģ، وإכáאر ƫ َ ĩَ ĺ ź įđĨאøو ģ ƫ ِכ َ ĺ ź įÐאرĜ أن :ďÖاóĤوا ّد. ُد ُģĝáÝù إذا ر ĺو ïĻĐُ ُģĩ إذا أ ĺ óáĭĤا ٣ ْ َñب đَ Ý ْ ùُ Ĩو ħčĭĤا ī َ ù ْ éَ Ý ْ ùُ īĨ اĤכŻم وإن כאن Ĩ ونóĝĤوا אıĩĨأ ďĨ אءĻ×ĬŶا ÿāĜ īĨ įĻĘ .כאن אĩÖ אر×ìŶا īĨ įĻĘ אĨ :÷ĨאíĤوا אĩĨ אبÝכĤا ģİأ įĘóĐ אĩÖ ħĥĐ אıĤ ÷ĻĤ īĻĻّ Ĩأ ÙĨأ īĨ ĹĨأ ijİو ،אıÝĭĨأز ĹĘ ÙĻĤאíĤا .ÙęĤאùĤا ÕÝכĤا ĹĘ :įĤijĝכ ،ó×ìأ אĩכ כאنĘ نijכĺ אĩÖ אر×ìŸوا ÕĻĕĤا ħĥĐ īĨ įĻĘ אĨ :אدسùĤوا ﴾ْ §ُ َ ª Y·ََ ²َّ ا ±ِÁْcَŸَِ َٓYئ ª ّ ا ىuَ nْ ِ ُ ا ٰ Ãا ّ ُ¦ُ uُ َِ ِ ْذ À ْ َk ْ ¯•ُ] ﴾اóĩĝĤ، ٤٥/٥٤ [وįĤijĜ:﴿ َوا ﴿ َ~ُÁْ·َ{ُم اª »َ «َ هُyَ·ِْ Áُِ ª﴿ :įĤijĜو] ٢٧/٤٨ ،çÝęĤا﴾ [امَ yَoَ ْ ªا uَ kِ ْ ¯َ ْ َ اª ±ّ «ُrُ uْ cََ [اęĬŶאل، ٧/٨] وįĤijĜ:﴿ ª َ َŸْ ُ»¹ا﴾ [اĤ×óĝة، ٢٤/٢]. b ±ْ َ َ َŸْ ُ»¹ا َوª b ْ َ ª نْ Yِžَ﴿ :įĤijĜو] ٢٨/٤٨ ،çÝęĤا﴾ [ۜ µ۪ ِ ّ «¦ُ ±Àِ ۪uªا ّ .ûĨאİ çĀ ،ĵƪ Ý َ ١ ط - è .١١ óĻ×đÜ ،אريí×Ĥا çĻéĀ ؛٤١٢/٢ ،ïĩèأ ïĭùĨ ٢ ْ َñب. đَ Ý ْ ùُ ٣ ح ط ر: Ĩ ٥ ١٠ ١٥ 606 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yedincisi: Kur’ân’ın bütün ilimleri kapsaması, bütün ilâhî kitaplarda olanları ihtiva etmesi, bütün hadiselere cevaplar vermesi ve bütün maslahatları temin etmesidir. Hak Teâlâ “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” [ el-En‘âm 6/38] buyurur. Şöyle denilmiştir: Hak Teâlâ’nın “Aşırıya kaçmayınız.” [ el-A‘râf 7/31] âyeti bütün tıp ilmini ihtiva eder. Aynı şekilde Kur’ân’da edebiyat, dil, dilbilim, belâgat, kelâm, fıkıh, öğüt ve sair faydalı bilgiler de vardır. İlim ehlinin tamamı, Kur’ân’ın bu türden ifadelerinden hareketle pek çok kitap yazmıştır. Kelâmcıların delilleri Kur’ân’dan edinilmiş, fıkıhçıların meseleleri Kur’ân’da çıkarılmış, ediplerin dile ilişkin kullanımları/lehçeleri Kur’ân ile tashih edilmiş, nahivcilerin mülâhazaları Kur’ân ile izah edilmiş, vaizlerin öğütleri Kur’ân’dan alınmış, bilgelerin işaretleri Kur’ân’dan beslenmiş ve mârifet ehlinin latifeleri Kur’ân’dan istinbat edilmiştir. “Şahitlerinizi de çağırın.” Buradaki ve’d‘û (çağırın) kelimesi de‘â ile’şşey’i du‘âen ve da‘veten (Bir şeye çağırdı) şeklinde d harfinin ötresi ve fethası ile kullanılır. Du‘â şeklindeki kullanım mastardır, de‘â şeklindeki kullanım ise sayı bildiren mastardır. Ötreli olarak ed-du‘vetü şeklindeki kullanım ziyafet anlamına, ed-di‘vetü evlat iddia etmek anlamına gelir. Aynı kökten tedâ‘et el-hıytân (Duvarlar birbirini çağırdı) ifadesi mecaz olarak “duvarlar yıkıldı” anlamında kullanılır. Kur’ân’da du‘â kelimesi pek çok anlamda kullanılmıştır. Bu âyetteki kullanımın hangi anlamda olduğu konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre anlam, “getirin” şeklinde, bir başka görüşe göre “yardım isteyin” şeklindedir. Şair yardım isteme anlamında şöyle demiştir: Senden önce nice hasımlar üşüştüler Üzerime de ne sızlandım ne de kimseden yardım istedim Bunun benzeri Kur’ân’da “De ki: Çağırın ortaklarınızı.” [ el-A‘râf 7/195], “O da meclisini (taraftarlarını) çağırsın bakalım.” [el- Alak 96/17], “Günah yüklü kimse yükünü taşıması için başkasını çağırsa…” [ Fâtır 35/18] âyetlerinde de vardır. Bu emir formu tıpkı “Bir sûre getirin.” [Bakara 2/23] âyetindeki gibi âciz bırakmayı ifade eden bir emirdir. Burada Allah Teâlâ sayıları çok da olsa yaratılmışlardan yardım dilemenin onlara bir fayda sağlamayacağını beyân etmiştir. Nitekim muhtacın muhtaca müracaat etmesi, fakirin fakire itimadı, âcizin âcize sığınması fayda etmez. O hâlde sen ihtiyacını ancak o ihtiyacı karşılamakta zorlanmayacak olana arz et! 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 607 א ijĥđĥĤم ّכıĥא ً وŻĩÝýĨ ĵĥĐ Ĩא ĹĘ اĤכÕÝ اÙĤõĭĩĤ ّכıĥא ً đĨאä įĬijכ :ďÖאùĤوا Y³َŽْ َ yّžَ Y®َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אıĥכ çĤאāĩĤا ĵĥĐ א ً א ijåĤاÖאت اijéĤادث כıĥא وآĻÜ ً وĩčÝĭĨ ۚ﴾ [اóĐŶاف، ٣١/٧] ِ ¹žُا ْ ِ§َc ِ Yب ِR ±ْ ‚َ ْ¿ٍء﴾ [اđĬŶאم، ٣٨/٦] وĜאijĤا: إن įĤijĜ:﴿ َوَÊ ُb ْy žِ¿ اª ÙĔŻ×Ĥوا ijéĭĤوا ÙĕĥĤا īĨ دبŶا īĨ ħĥĐ ģכ įĻĘ اñوכ ،ÕĉĤا مijĥĐ ďĻĩä ĵĥĐ ĹÜÉĺ وīĨ اĤכŻم واįĝęĤ واñÝĤכóĻ وijĭĘن اijęĤاïÐ، Ęכģ أģİ اħĥđĤ ijęĭāĺن āÜאėĻĬ כóĻáة ÙäóíÝùĨ אءıĝęĤا ģÐאùĨو ،آنóĝĤا īĨ ÙĐõÝĭĨ īĻĩĥכÝĩĤا ãåُ éĘ ١ ijęÖاïÐ اóĝĤآن. īĨ اóĝĤآن، وĕĤאت اŶدÖאء ÙééāĨ ÖאóĝĤآن، وijĘاïÐ اīĻĺijéĭĤ ÙéĄijÝùĨ ÖאóĝĤآن، ٢ ijìÉĨذة īĨ اóĝĤآن، وإüאرات اéĤכĩאء ęÝùĨאدة īĨ اóĝĤآن، īĺóّ ِ ِوčĐאت َ اñĩĤכ وĉĤאėÐ أģİ اÙĘóđĩĤ ĭÝùĨ×Ùĉ īĨ اóĝĤآن وכñا وכñا. ة çÝęÖ اïĤال، َ ij ْ Đَ ً ود ُĐאء ٓ َاءُ¦ْ﴾ ĝĺאل: دĐא إĵĤ اĹýĤء د وįĤijĜ:﴿ َو ْاد¹ُا َ‚ُ·َu óùכĤאÖ ةijĐ ّ ïĤوا ِ ،ÙÖُ ُ ÖאħąĤ اÉĩĤد ة َ ij ْ ĐïĤوا ƫ ة įĭĨ، ّ واŶول ěĥĉĨ اïāĩĤر واáĤאĹĬ اóĩĤ ً ا. ƫ واĐïĤאء ĹĘ اóĝĤآن đĩĤאن، אزåĨ اñİ īĨ ،ÛĨאدıÜ «אنĉĻéĤا ÛĐاïÜ»و ،ïĤijĤا אءĐ ِ ّ ِد ا ْijĐا، أي أóąèوا، وģĻĜ: أي اijĭĻđÝøا. وĜאل ُد ا ĵĭđĨ :ģĻĝĘ אĭıİ رijכñĩĤا ĹĘ ėĥُ واÝì ٣ :ÙĬאđÝøźا ĹĘ óĐאýĤا ْ ُت ij َ Đَ َ َź د ْ ُÛ و Đõِäَ א َ ĩĘَ ƪ Ĺĥ َ ْ ا Đ ijĤאĩÜ َ ïْ Ĝَ ٍ ħāْ ìَ بƪ ُ َĥ َכ ر ْ ×Ĝَ َ و عُ uْ Áَ ْ ٓ َYءُ¦ْ﴾ [اóĐŶاف، ١٩٥/٧] وįĤijĜ:﴿ žَ« وóĻčĬه ĹĘ اóĝĤآن įĤijĜ:﴿ ِ¢ُ ©ْاد¹ُا َ‚ُyَ¦ óĨأ اñİو] ١٨/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾Y·َ«ِ¯ْ nِ »ٰ ªِ َ ٌ_ ا «£َgْ®ُ عُ uْ َ ِ ْن b َ ُµۙ] ﴾اěĥđĤ، ١٧/٩٦ [وįĤijĜ:﴿ َوا ÀدYِ َ ² óĻáכĤا ěĥíĤאÖ [ أ ّī أن اđÝøźאÙĬ] ٨٨ ِ ُ ¹َرٍة﴾ [اĤ×óĝة، ٢٣/٢]. وĻÖ ُb¹ا \ ْ إåĐאز כįĤijĝ:﴿ žَO ًא، وĨא Ĺĭĕĺ رijäع اÝéĩĤאج إĵĤ اÝéĩĤאج واĩÝĐאد اóĻĝęĤ ĵĥĐ اóĻĝęĤ ÑĻü ħıĻĭĕĺ ź אĭİ ،אİאؤąĜ įĻĥĐ ěýĺ ƫ ź īĨ ĵĤإ ƪ ْ ijèاåÐכ إź ďĘóÜ ŻĘ ؛õäאđĤا ĵĥĐ õäאđĤا אءåÝĤوا ١ ح - Ęכģ أģİ اħĥđĤ ijęĭāĺن āÜאėĻĬ כóĻáة ijęÖاïÐ اóĝĤآن. ٢ ر: اñĩĤכijرīĺ. .٣٥/٦ ،اديïĕ×ĥĤ دبŶا ÙĬاõì ؛٢١٠١/٤ ،ىóĻĩéĥĤ مijĥđĤا÷ ĩü :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 608 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sadece hazineleri tükenmeyecek olandan iste! Sadece sana yardımdan âciz kalmayacak ve başkasından yardım almadan sana yardım edecek, tek başına seni muhafaza edebilecek, mala ihtiyaç duymaksızın seni zengin kılacak olana itimat et! O seni koruduğu zaman çok olan düşmanların azalır, o senin vekilin olduğu zaman az olan malın çoğalır. “Şahitleriniz” Şahitlik gözle görülen ya da kesin emin olunan bir konuda şahidin gördüğüne tanıklık etmesidir. eş-Şühûd hazır bulunmak, el-müşâhede görmek, el-meşhed insanların huzuru demektir. “Gaybın ve şehâdetin âlimi” ifadesi, “gizliyi ve açığı bilen” anlamına gelir. “Şahitleriniz” ifadesinin tefsiri ise şöyledir: Tıpkı el- fukahâ (fıkıhçılar) kelimesinin el- fakîh kelimesinin çoğulu olması gibi, eş- şühedâ (şahitler) kelimesi de eş-şehîd kelimesinin çoğuludur. Abdullah b. Abbas’a göre anlamı, “yardımcılarınız” şeklindedir, çünkü şahit, iddia sahibine, hakkını alması konusunda yardımcı konumundadır. Mücâhid ise şöyle demiştir: Anlam “Onun, Kur’ân’ın benzeri olduğu konusunda size şahitlik edecek insanlar” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam, “fasih, şair ve beliğ/edip olanlarınız” şeklindedir ki bunlar kürsülerde konuşan ve insanların huzurunda en önde gelen kimselerdir. Ferrâ şöyle demiştir: “Şahitleriniz ifadesi ilâhlarınız anlamına gelmektedir.”1 Çünkü onlar ilâhlarının kendilerine şahitlik ve şefaatçilik edeceklerine inanıyorlardı. Bu görüş siyaka en uygun olanıdır, çünkü “Çağırın” ifadesi şairlere, fasihlere, beliğlere de yöneliktir, dolayısıyla bunların hepsine şahitlerini çağırmaları emredilmektedir, yoksa bunlar çağrılacak kimseler değildir. Dolayısıyla en doğru görüş, şahitler kelimesi ile onların taptıkları şeylerin kastedilmiş olmasıdır. Nitekim “Allah’tan başka” ifadesi de buna delâlet eder ki bu ifade “şahitleriniz” ifadesinin devamıdır. Yani anlam, “Allah’tan gayrı kendilerini şahit edindiğiniz varlıklar” şeklindedir ki bu da tıpkı “Yoksa O’ndan gayrı varlıkları dost mu edindiler?” [ eş-Şûrâ 42/9], “Yoksa onlar Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi şefaatçi edineceksiniz?” [ ez-Zümer 39/43] âyetlerinde ifade edildiği üzere putların niteliği olarak zikredilir. Yine Allah Teâlâ onların edindiği dostlar hakkında şöyle buyurur: “Hâlbuki dost yalnız Allah’tır. O ölüleri diriltir, her şeye kādirdir.” [ eş-Şûrâ 42/9] 1 Bkz. Ferrâ, Me‘âni’l- Kur’ân, 1: 19. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 609 ءĹü īĐ õåđĺ ź īĨ ĵĥĐ źإ ïĩÝđÜ źو ،įĭÐاõì ĵĭęÜ ź īĩĨ źإ لÉùÜ ْ źو ģĝĻĘ ّ ،אلĨ óĻĔ īĨ כĻĭĕĺو ،ÕèאĀ óĻĔ īĨ כčęéĺو ،īĻđĨ óĻĔ īĨ كóāĭĺ ïĐد اïĐŶاء اĤכóĻá إذا ĩèאك، وĺכóá ïĐد اĩĤאل اģĻĥĝĤ إذا כęאك. َ إĝĺאن، َ ĻĐאن أوijıüد ٓ َاءُ¦ْ﴾ اıýĤאدة اìŸ×אر ĩÖא ِ ïİijü ijıüد uَ·َ‚ُ ﴿ :įĤijĜ ÕĻĕĤا ħĤאĐو ،אسĭĤا óąéĨ ïَ واijıýĤد اijąéĤر، واýĩĤאïİة اđĩĤאÙĭĺ، ْ واıýĩĤ واıýĤאدة، أي اóùĤ واÙĻĬŻđĤ. īÖا ïĭĐ אهĭđĨو .įĻĝĘ ďĩä אءıĝęĤכא ïĻıü ďĩä اءïıýĤאĘ אĭıİ هóĻùęÜ אĨوأ אلĜو .įĝè اجóíÝøا ĹĘ ĵĐïĩĥĤ Đ×אس: أي أijĐاĬכħ؛ Ŷن اýĤאïİ כאijđĤن ّ א ïıýĺون Ĥכħ أįĬ ģáĨ اóĝĤآن. وģĻĜ: أي éāĘאءכħ وóđüاءכħ ً øאĬ أي :ïİאåĨ وĕĥÖאءכħ وħİ כ×óاء اýĩĤאïİ واĉíĤ×אء ĹĘ اéĩĤאģĘ. وĜאل اóęĤاء: «Ĺĭđĺ نŶ ؛į×üŶا ijİو ،ħıĤ ďęýÜو ħıĤ ïıýÜ אıĬأ ونïĝÝđĺ اijĬכא ħıĬŶ ١ آÝıĤכħ«؛ įĤijĜ:﴿ َو ْاد ¹ُا﴾ ĉìאب ĥĤכģ ĭÝĻĘאول כģ اéāęĤאء وכģ اijĐŶان واïıýĤاء، אĨ إرادة çĀŶאĘ ،īĺ ّ ijĐïĨ اijĬijכĺ ŻĘ īĻĐدا اijĬijכĺ نÉÖ īĺرijĨÉĨ ģכĤا כאنĘ ،اءïıü :įĤijĜ ÙĥĀ اñİو] ٢٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِٰ Ãا ّ ونِ دُ ±ْR ِ ﴿:įĤijĜ įĻĥĐ ٢ đĺ×ïون. وïĺل :įĤijĜ ĹĘ אĩכ אمĭĀŶا ÙęĀ هñİو .ųا Ʃ أي اīĺñĤ اħİijĩÜñíÜ ïıüاء īĨ دون َ َs ُwوا ِR ±ْ ُد ِون ّ اà ِٰ ِ ّاb َم ۚ﴾ [اijýĤرى، ٩/٤٢] وįĤijĜ:﴿ ا ءYَ ٓÁَِ َْوª ِ ۪µٓ ا َ َs ُwوا ِR ±ْ ُدو² ِ ّاb َم ﴿ا َ ُ£ِْ» ¹َن À Êَوَ Yـًٔ Áْ‚َ ن¹َ§ ُ» ِْ̄ َ À Êَ ا¹ُ ²Y¦َ ¹َْ ََوª ا© ْ ¢ُ ﴿:اñİ ĹĘ אلĜ ħà [٤٣/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [ۜ ٓ َYء َŸَ‚ُ ٣ ۜ﴾ [اóĨõĤ، ٤٤-٤٣/٣٩ [وĜאل ĹĘ اŶوĻĤאء اīĺñĤ اñíÜوħİ: YÁ ً ¯۪ jَ _ُ Yَ Ÿَ َ ƒªا ّ ِٰ Ãِّ ©ْ ¢ُ yÀ] ﴾اijýĤرى، ٩/٤٢]. ۟ ٌ u۪ َ ِ ‚َ ْ¿ٍء ¢ ©ّ¦ُ »ٰ ْ َٰ̄¹ْb ۘ »َو ُ¶¹َ َ» ِ اª ċْ ُ ُّ َو ُ¶¹َ À ¿ِ ª¹َْ ُ ُ¶¹َ اª ٰ ÃY ّ žَ﴿ ١ đĨאĹĬ اóĝĤآن óęĥĤاء، .١٩/١ ٢ ح ط ر: ïĺل. ٣ ر - اīĺñĤ اñíÜوħİ. ٥ ١٠ ١٥ 610 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah’tan başka” Allah’tan gayrı demektir. Âyette geçen dûne kelimesi pek çok anlama gelmektedir. Burada “gayrı” anlamında kullanılmıştır. Dûne kelimesi aslında isimdir, bu yüzden başına harf-i cer alır. Nitekim burada başına min edatı gelmiş ve onu mecrur yapmıştır. Ancak bu kelimenin kullanımı harflere benzer, çünkü harflerde olduğu gibi, yalnızca başka bir kelime ile birlikte anlam ifade eder. Bu nedenle de harfler gibi değerlendirilir ve başına elif-lâm takısı ve nekrelik bildiren tenvin almaz ki bu ikisi isimlerin özelliklerindendir. “Eğer iddianızda doğru iseniz.” Doğruluk habere konu olan şeyi olduğu gibi bildirmektir ve yalanın zıddıdır, çünkü yalan, habere konu olan şeyi olduğundan farklı bir şekilde bildirmek demektir. es-Sadk sert/keskin mızrak, pürüzsüz kılıç demektir. es-Sadîk dost, es-sadâka dostluk demektir. Raculü sıdk tamlaması “Ne iyi adamdır!” anlamına gelir. Sevbü sıdk (çok iyi elbise), kademü sıdk (doğruluk makamı), mak‘adü sıdk (sadâkat meclisi) ifadelerinin tamamı tamlama şeklindeki kullanımlardır. es-Sıddîk kelimesi de doğrulukta en ileri dereceyi ifadeyi eder. “Eğer iddianızda doğru iseniz.” Yani “ Muhammed bu Kur’ân’ı kendi uydurdu şeklindeki sözünüzde doğru iseniz.” Bir görüşe göre anlam, “Eğer iddianızın geçerliliği varsa” şeklindedir. Bir görüşe göre bu ifade Yahudilere hitap olup “ Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’ın Allah katından olduğu konusunda şüpheniz var ise o zaman Kur’ân’ın benzeri bir sûreyi Tevrat’tan getirin ve ikisini karşılaştırın. Böylece Kur’ân’ın Tevrat ile muvafık olduğunu görecek ve Muhammed’in onu kendisinin uydurmadığını, aksine onun Allah’tan geldiğini bileceksiniz. Eğer şüphenizde samimi iseniz bu konuda din adamlarınızdan, ruhbanlarınızdan yardım alabilirsiniz.” Bu, âyetin tamamının tefsiridir. 24. Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır. [ el-Bakara 2/24] “Bunu yapamazsanız.” Bu ifade de yine onlara hitaptır. Başındaki fe harfi takip ifade eder, in şart edatıdır, lem harfi gelecek zaman bildiren fiillerin başına gelen ve onların anlamını geçmiş zamana dönüştüren olumsuzlama ifadesidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 611 Ʃ اų. وכÙĩĥ» دون» ıĤא đĨאن، وĭđĨאİא ĭıİא وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ِ ®±ْ ُد ِون ّ اà ِٰ ﴾أي óĻĔ Ĩא ĭĥĜא، ودون ĹĘ اģĀŶ اħø؛ وñıĤا دıĥìא اíĤאăĘ، وijİ» īĨ «وıąęìא، وĤכıĭא אİاóåĨ ÛĺóäÉĘ وف؛óéĤכא אİóĻĔ ĹĘ ĵĭđĩĤا ïĻęÜ אıĬŶ وف؛óéĤا אلĩđÝøا ģĩđÝùÜ īĨ אĩİو ،óĻכĭÝĥĤ ijİ يñĤا īĺijĭÝĤوا ،ėĺóđÝĥĤ Ĺİ ĹÝĤا مŻĤا īĐ دةóęĨ أي כĤñĤ āìאÿÐ اĩøŶאء. ijİ אĨ ĵĥĐ įÖ ó َ ×íُ ĩĤا īĐ אر×ìŸا ijİ قï ّ āĤאĘ ِ ﴾±Áَ ¢۪دYِ †َ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا قïْ ƪ āĤوا .įÖ ijİ אĨ فŻì ĵĥĐ įÖ ó×íĩĤا īĐ אر×ìŸا įĬÍĘ ب؛ñכĤا ăĻĝĬ ijİو ،įÖ اíĤّÙĥ، و«ŻĘن ƫ Õĥ، واùéĤאم ِ اijÝùĩĤي، واěĺïāĤ اģĻĥíĤ، واïāĤاÙĜ ُ āĤا çĨóĤا çÝęĤאÖ ] و«ijàب ïĀق» و«ïĜم ïĀق» ب٨٨ [،ijİ ģäóĤا ħđĬ أي ،ÙĘאĄŸאÖ «قٍ ïْĀِ ģäر ُ .قïāĤا ĹĘ ēĤא×ĩĤا ïĺïýÝĤאÖ ěĺ ِ ïّ ِ ّ āĤوا ،įäijĤا اñİ ĵĥĐ ÙĘאĄŸאÖ įĥכ» قïĀ ïđĝĨ»و אءĝĥÜ īĨ įĤ ّ ijĝÜ ïĩéĨ إن «:ħכÝĤאĝĨ ĹĘ أي﴾ ±Áَ ¢۪دYِ †َ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ وĵĭđĨ įĤijĜ:﴿ ا ِijĐïاכħ ÙéĀ. وģĻĜ: ijİ ĉìאب اijıĻĤد، أي إن כħÝĭ įùęĬ«. وģĻĜ: أي إن כאÛĬ Ĥ آنóĝĤا ģáĨ īĨ رةijùÖ اijÜאĘ ųا Ʃ īĨ ÷ĻĤ įĬأ ïĩéĨ ĵĥĐ آنóĝĤا īĨ אĭĤõĬ אĩĨ כü ĹĘ įْ ĝĥÝíĺ ħĤ اñİ أن اijĩĥđÝĤ راةijÝĤا ĹĘ אĩĤ ÙĝĘاijĨ ً אİوïåÝĤ آنóĝĤאÖ אİijĥÖאĜو راةijÝĤا īĨ īĻĜאدĀ ħÝĭכ إن ħכĬא×İور ħאرכ×èÉÖ اijĭĻđÝøوا ،ųا Ʃ ïĭĐ īĨ įĬوأ įùęĬ ïĭĐ īĨ ïĩéĨ .ÙĺŴا هñİ אمĩÜ óĻùęÜ اñİو .įĻĘ نijכýÜ أĬכħ ّ َ ُۚة אرåَ éِ Ĥاْ َ ƪ ُ אس و ُ َİא اĭĤ َ ُijĜد و ĹÝ۪Ĥاƪ َ ƪאر ĭĤا اijĝُƪ ÜאĘَ اijĥُ َ đęْÜَ īْ Ĥَ َ َ ُijĥا و đęْÜَ ْ -٢٤ َĘِא ْن َħĤ īĺ َ ó۪ Ęאِ כَ ĥْĤِ تْ ïƪ Đِ اُ َ َŸْ ُ»¹ا﴾ ĉìאب źËıĤء ً أąĺא، و«اęĤאء» ÕĻĝđÝĥĤ، b ْ َ ª نْ Yِžَ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ٢ اĩĤאĹĄ، ĵĭđĩÖ ١ įĥđåÝĘ ģ×ĝÝùĩĤا ģìïÜ ĹęĬ Ùĩĥכ» ħĤ»و ،طóýĥĤ «إن«و ١ ط: وįĥđåÜ؛ ر: وįĥĝĬ. ٢ ر: ĵĭđĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 612 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sonra başına şart edatı olan in harfinin gelmesi ile anlam tekrar gelecek zaman anlamına dönüşür. Buradaki işaret şöyledir: Mümin imanı ve itaati ile izzetlidir, sonra isyanı ile zelil olur, sonra tövbe ve pişmanlığı ile tekrar izzet sahibi olur. “Yapamazsanız” ifadesindeki tef‘alû fiili çoğuldur, başına cezm edatı olan lem geldiği için sonundaki nûn harfi düşmüştür, çünkü nûn harfi ref‘ alâmetidir. Dilde fiil kelimesi iş yapmak anlamına gelir, min fülânin fa‘letün hasenetin (ev seyyietin) (Falanca kimseden iyi (ya da kötü) davranış sadır olmuştur.) denilir. Fülânün hasenü’l-fe‘âl (Falan kimse iyi davranış sahibidir) ve fülânün seyyiu’l-fi‘âl (Falan kimse kötü davranış sahibidir) denilir. İyi davranış için fe‘âl, kötü davranış için fi‘âl şeklinde kullanılır, edebiyat bilginlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Muhammed b. Ziyâd İbnü’l-Arabî şöyle demiştir: el-Fe‘âl hayır ve şer fiilleri anlamında mastardır, el-fi‘âl ise hayır ve şer fiilleri anlamında isimdir. Mücmelü’l-Luga isimli eserde şöyle denilir: “el-Fi‘âl fiil kelimesinin çoğuludur, el-fe‘âl ise kerem anlamına gelir.”1 Mâ fe‘ale fülânün (Falan kimse ne yaptı) ifadesi “Falan kimse nereye gitti?” anlamında kullanılır. Kelâmcılara göre fiil, mümkün varlığın imkân hâlinden zorunluluk hâline döndürülmesidir ve hem doğrudan fiil için hem de terk için kullanılır, çünkü her ikisini de kapsar, şahitte de gaipte de aynıdır. Buradaki anlamı ise şöyledir: “Eğer onun benzeri bir sûre getiremez ve şahitlerinizden yardım alamazsanız.” Bu kelime her fiil için kullanılabilir. Bu şekilde söylenmesi yukarıda geçen ifadeleri açıkça söylemekten daha özlüdür, bu yüzden de daha fasih ve edebidir. Bu söylediğimizi izah sadedinde, kelimenin farklı eylemler için kullanımlarına dair örnek âyetler zikredeceğiz: “O, yaptıklarınızdan haberdardır.” [ en-Neml 27/88] Bu kullanımda fiil kelimesi her türlü davranış, söz ve niyeti içerir. “Onlar ki zekât fiilini yaparlar.” [el- Mü’minûn 23/4] yani zekâtı eda ederler. “Eğer onlar kendilerine öğütleneni yapsalardı…” [ en-Nisâ 4/66], “Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı.” [ en-Nisâ 4/66], 1 Bkz. İbn Fâris, Mücmelü’l-Luga, 3: 724. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 613 õĺõĐ īĨËĩĤا أن :įĻĘ אرةüŸوا .ģ×ĝÝùĩĤا ĵĭđĩÖ ٢ įĥđåĺ طóýĥĤ ١ ħà دijìل «إن» وijİ ً ا įÝÖijÝÖ وïĬاįÝĨ. õĺõĐ دijđĺ ħà įÜijęäو ْ įĬאĻāđÖ ذلّ ħà įÝĐאĈو įĬאĩĺÍÖ و«ijĥđęÜا» ģđĘ ďĩä وÛĉĝø اijĭĤن īĨ آóìه Öـ«ħĤ«؛ įĬŶ äאزم، واijĭĤن כאن ،«ÙÑĻø أو Ùĭùè ÙĥđĘ نŻĘ īĨ» :אءتäو ،ģĩđĤا ÙĕĥĤا ĹĘ ģđęĤوا .ďĘóĤا ÙĨŻĐ ٤ ٣ اŶدب. ģİأ óáأכ įĻĥĐ ،óùכĤאÖ «אلđِ و«ŻĘن īùè َ اđęĤאل» ÖאçÝęĤ، و«ÏĻø اęĤ ĹĘ ħøا óùכĤאÖو ،óýĤوا óĻíĤا ĹĘ رïāĨ çÝęĤאÖ אلđęĤا َ « ٥ وĜאل اīÖ اóĐŶاĹÖ: ٧ ٦ وÖאçÝęĤ اĤכóم». ،ģđęĤا ďĩä óùכĤאÖ אلđِ ęĤا :لijĝĺ ÙĕĥĤا ģĩåĨ ĹĘو .»óýĤوا óĻíĤا و«Ĩא ģđĘ ŻĘن؟» أي أīĺ ذÕİ؟. ĵĥĐ ďĝĺو ،بijäijĤا ĵĤإ כאنĨŸا īĨ īכĩĩĤا فóĀ ijİ :مŻכĤا ģİأ ïĭĐ ģđęĤوا ٨ واĕĤאÕÐ. ïİאýĤا ĹĘ óĩÝùĨ ijİو ،אĩİאĺإ įĤijĩýĤ א؛ً اĩĤ×אóüة واóÝĤك đĻĩä ÙéĤאĀ ÙĩĥכĤوا .اءïıýĤאÖ اijĭĻđÝùÜ ħĤو įĥáĨ īĨ رةijùÖ اijÜÉÜ ħĤ نÍĘ :אĭıİ هóĻùęÜو אلĩđÝøاĹĘאتĺآóכñĬو .çāĘوأēĥÖכאنأĘ،ě×øאĩÖçĺóāÝĤاīĨõäأو ijİو ،ģđĘģכĤ َ َŸْ ُ» ¹َن﴾ b Y¯َ ِ \ yÁ ٌ ]۪ rَ µُ َ ²ِّ ا﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،אĭĥĜ אĩِ ً א Ĥ èאąĺإ ÙęĥÝíĨ אلĩĐŶ ÙĩĥכĤا هñİ َ ٰ¦ ¹ِة žَ ِY ُ «¹َۙن﴾ {«ّ ِ ª ْ ¶ُ ±À َ w۪ َّ [اģĩĭĤ، ٨٨/٢٧ [ñİا ĭÝĺאول כģ ģĩĐ وijĜل وïāĜ، وĜאل: ﴿َواª ِ ۪µ] ﴾اùĭĤאء، ٦٦/٤] وĜאل: ُ ¹َ ُ ¹َن \ À Y®َ ا¹»ُ َžَ ْ·َُ ²َّ ¹َْ ا ٩ وĜאل: ﴿َوª [اijĭĨËĩĤن، ٤/٢٣] أي ËĨدون، ِ ُ¦ْ َRY َžَ ُ «¹ُه﴾ [اùĭĤאء، ٦٦/٤] َYر Àدِ ±ْR ِ ا¹jُ yُrا ْ ِ َو ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ ا ¹ٓا ا «ُcُ ْ َِن ا¢ َْÁِ·ْ ا «َ Y³َ]ْcَ¦َ Yَ ²َّ ¹َْ ا ﴿َوª ١ ح: ijİ. ٢ ر: įĥđä. ٣ ط - أģİ. .ûĨאİ çĀ ،ÙĕĥĤا :ط ٤ ģİأ īĨ .ÙĕĥĤאÖ ÙĨŻĐ ،ÕøאĬ ،Ùĺراو) م ٨٤٥ / ـİ ٢٣١ .ت (ĹÖاóĐŶا īÖאÖ وفóđĩĤا אدĺز īÖ ïĩéĨ ųا ï×Đ ijÖأ ijİ ٥ ÕĻÖر ijİو .لijèأ ان .Õĥđà įĭĐ ñìوأ .óĺóąĤا ÙĺאوđĨ ĹÖأ īĐ ñìوأ» ادرijĭĤا «אبÝכ ĹÐאùכĤا īĐ ñìأ .ÙĘijכĤا واijĭĤادر ĹĘ اŶدب وóĻùęÜ اáĨŶאل وأĻÖאت اđĩĤאĹĬ. اóčĬ: ÙİõĬ اĤŶ×אء ĬŷĤ×אري، ص. ١٢٠؛ إĬ×אه اóĤواة ĹĉęĝĥĤ، ƪ اģąęĩĤ īÖ ïĩéĨ ĀאÕè اĻĥąęĩĤאت. Ĩאت ùÖאóĨاء. įĤ āÜאėĻĬ כóĻáة، ıĭĨא: أĩøאء اģĻíĤ وøóĘאıĬא وÜאرëĺ اĝĤ×אģÐ ١٢٨/٣؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٣١/٦ ٦ ط ر: ģđĘ. .٧٢٤/٣ ،אرسĘ īÖź ÙĕĥĤا ģĩåĨ ٧ ٨ ر: ÖאýĤאïİ. ٩ ح: اËĩĤدون. ٥ ١٠ ١٥ 614 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Yahut ‘Bizden önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıl ehlinin işlediği yüzünden bizi helâk mi edeceksin?’ dememeniz içindir.” [ el-A‘râf 7/173], “Nihayet onu kestiler ki neredeyse yapmayacaklardı.” [ el-Bakara 2/71], “Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir.” [ el-İsrâ 17/108], “Yûsuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyorsunuz değil mi?” [Yûsuf 12/89], “Eğer yapacaksanız ilâhlarınıza yardım edin.” [ el-Enbiyâ 21/86], “Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik. Dâvûd ile birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik.” [ el-Enbiyâ 21/79], “Onu babasından isteyeceğiz ve muhakkak bunu yaparız.” [Yûsuf 12/61], “Kim yaptı bunu ilâhlarımıza?” [ el-Enbiyâ 21/59], “Mallarınızı aranızda bâtıl yolla yemeyin.” [ en-Nisâ 4/29], “Kim bunu yaparsa...” [ en-Nisâ 4/30], “Onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızâsını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.” [ en-Nisâ 4/114], “Ne yazıcı zarar görsün ne şahit! Eğer yaparsanız...” [ el-Bakara 2/282]. “Ki elbette yapamayacaksınız” Bu ifade tamamlanmamış olan cümle içerisinde ara sözdür. Bu, sözü güzelleştiren sanatlardan olup belâgatın ve dil sanatının özellikleri arasında sayılır. Benzeri bir kullanım “Biz bir âyeti değiştirip yerine başkasını getireceğimiz zaman” [ en-Nahl 16/101] ifadesinin hemen sonrasında “Allah ne indireceğini en iyi bilendir.” [ en-Nahl 16/101] demiş olmasıdır ki bu da tamamlanmamış olan cümle içerisinde ara sözdür. Devamında gelen “Derler ki…” [ en-Nahl 16/101] ifadesi ise “Biz bir âyeti değiştirip yerine başkasını getireceğimiz zaman” [ en-Nahl 16/101] ifadesinin devamıdır. Burada da “Sakının” ifadesi, “Bunu yapamazsanız” ifadesinin devamı/cevabıdır. “Ki elbette yapamayacaksınız” ifadesi “Bunu asla yapabilecek değilsiniz.” karşılığındadır. Buradaki len harfi bir şeyin ilelebet nefyedilmesi anlamındadır. Bir görüşe göre bu ifade, “Yapmaya asla güç yetiremezsiniz” anlamına gelir. Bu durumda ifadenin karşılığı, tıpkı “Tek bir yiyeceğe sabredemeyeceğiz.” [ el-Bakara 2/61] ve “De ki: Asla benimle birlikte sefere çıkmayacaksınız.” [ et-Tevbe 9/83] âyetlerinde olduğu gibi kudretin olumsuzlanmasıdır. Bu âyet Hz. Peygamber aleyhisselâmın doğruluğunun delilidir, çünkü o bunu haber vermiş ve durum onun haber verdiği gibi olmuştur. Bu bizim için gayb sayılacak bir şeydir, böyle bir şey hakkında haber vermek de ancak gaybı bilenin (Allah’ın) yapabileceği bir şeydir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 615 ْ ُْ̄[ ُِ» ¹َن﴾ [اóĐŶاف، ١٧٣/٧] وĜאل: ªا© َ َžَ Y¯َ ِ َY ﴾إĵĤ أن Ĝאل: ﴿ \ ²۬ َٓ ُYؤ \ٰ َ َ‚ْyَك ا وĜאل: ﴿ا ﴾ʹً ُŸْ ¯َ َ ِ ْن َ¦ َYن َو ْ ُu َرِّ\³َY ª ۟﴾ [اĤ×óĝة، ٧١/٢] وĜאل: ﴿ا َŸَْ ُ» ¹َن À دواYُ ¦َ Y®َوَ Y¶¹َ oُ َ \wَ žَ﴿ :אلĜو] ٨٩/١٢ ،ėøijĺ] ﴾µÁِ r۪ َ ِ ُÁ ¹ُ ~َ َوا \ ْcُ ْ «َžَ Y®َ ْcُ¯ْ «َِ ©ْ ¶َ﴿ :אلĜو ١ [اóøŸاء، ١٠٨/١٧] :įĤijĜ ĵĤإ﴾ ۚ ±َ ¯ٰ Áَْ «~ُ Y¶Yَ ³َ¯ْ َ ·ّŸَžَ﴿:אلĜو] ٨٦/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [±Áَ «۪ Yِ žَ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ َِ·َc ُ §ْ ا ªٰ ﴿َو ْا² ُ‡ُyٓوا ا [٦١/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ن¹َ» ُ Yِ Ÿََ ª Yَ ²ِّ َ ُYه َوا \َ ِ ُد َ ُ³ْµ ا اوyَ³ُ~َ ﴿ :אلĜو] ٧٩/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [±Áَ «۪ Yِ žَ Yَ ﴿َو ُ¦³ّ ْ §ُ ³َÁَْ \ ْ §ُ َ َ ْR¹َاª ¹ٓا ا «ُ¦ُ ْ Oَ b Êَ﴿ :אلĜو] ٥٩/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [Yٓ³َcِ·َِ ªٰ Yِ ] وĜאل: ﴿َR ±ْ َžَ َ© ٰ¶ َwا \ أ ٨٩] ¿ž۪ yَÁْrَ Êَ﴿ :אلĜو ،]٣٠/٤ ،אءùĭĤا﴾ [¥َ ِ َŸَْ ْ© ٰذª À ±ْ ®َوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ] ٢٩/٤ ،אءùĭĤا©﴾ [ِ ŽYِ ]َْ ªYِ \ [ ٌ ِ bY¦َ َ ُ ‹َٓ ّYر ِ ¥َ﴾ [اùĭĤאء، ١١٤/٤] وĜאل: ﴿َوَÊ À َŸَْ ْ© ٰذª À ±ْ ®َوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ﴾ ْ·Àُ ¹ٰ kْ َ ² ±ْ ®ِ ٍ yÁg۪¦َ َ َŸْ ُ»¹ا﴾ [اĤ×óĝة، ٢٨٢/٢]. ِ ْن b ۜuÁ َوا ٌ َوَÊ ‚َ ۪· َ َŸْ ُ»¹ا﴾ ñİا اóÝĐاض اĤכŻم Ĝ×ģ اĩÝĤאم، وijİ īĨ éĨאīø b ±ْ َ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو _ًَ Àٰ ْ َ ـٓ³Y ا ªَ uّ َ َِذا \ اĤכŻم وïÖاįđÐ وïđĨود ĹĘ اĭāĤאÙĐ وأijĬاع اĤ×ÙĔŻ، وijİ כįĤijĝ:﴿ َوا ُل﴾ [اģéĭĤ، ١٠١/١٦ [ñİا ِ {ّ³َُ À Y¯َ ِ \ ُ َ «ْ َ ُ ا ٣ ﴿َو ّ اà ٰ ٢ Ĝאل: ħà [١٠١/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ۙ_ٍ َ Àٰ َR َ§ َYن ا ْ َ ـٓ³Y] ﴾اģéĭĤ، ١٠١/١٦[ ªَ uّ َ َِذا \ ٥ ﴿َوا ٤ ijäاب اóÝĐاض اĤכŻم Ĝ×ģ اĩÝĤאم، وįĤijĜ:» ĜאijĤا» َ َŸْ ُ»¹ا﴾ [اĤ×óĝة، ٢٤/٢] وĵĭđĨ» īĤ b ْ َ َ ¹£ُا﴾ [اĤ×óĝة، ٢٤/٢] ijäاب ﴿ِžَY ْن ª وĭıİא ً أąĺא ﴿žَ ّbY أن رواïĝÜ īĤ אهĭđĨ :ģĻĜو .ïĻÖÉÜ ĹęĬ «īĤ»ـĘ ،اïÖأ ً כĤذ īĻĥĐאęÖ ħÝùĤ أي» اijĥđęÜ ±ْ َ ª ©ْ£ُ žَ﴿ :įĤijĜو] ٦١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [uٍ nا ِ وَ ٍ ٰ« Žَ َYم «َ yَ]ِ‡ْ َ ² ±ْ َ ª﴿ :įĤijĝכ ijİو ،اijĥđęÜ Ĺ×ĭĤا ٦ َ ًuا﴾ [اÙÖijÝĤ، ٨٣/٩ [ñİا כįĥ ĹęĬ اïĝĤرة. وñİه اÙĺŴ دģĻĤ ïĀق \َ َ ا ¿ِ®َ ا¹jُ yُsْ َ b īĨ אر×ìإ īĐ źإ نijכĺ ŻĘ אĭĐ ÕĻĔ ٧ وذاك ،ó×ìأ אĩכ כאنĘ įÖ ó×ìأ įĬÍĘ م؛ŻùĤا įĻĥĐ .כĤñÖ įĤ ÕĻĕĤا ٨ ħĤאĐ .ûĨאİ çĀ ،﴾ʹً ُŸْ ¯َ َ ِ ْن َ¦ َYن َو ْ ُu َرِّ\³َY ª ١ ط - وĜאل: ﴿ا ٢ ط - ħà. ٣ ط: وĜאل. ٤ ط ر - ĜאijĤا. ٥ ر: ĘאijåĤاب. ٦ ر: ĵĥĐ ïĀق. ٧ ط ر: وذاĤכ. ٨ ر: ĐאħĤ. ٥ ١٠ ١٥ 616 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Cehennem ateşinden sakının.” Yani Kur’ân’ın bir benzerini getirerek ona karşı koymaktan âciz kaldığınıza göre Muhammed’in benim elçim, kitabın (Kur’ân’ın) da benim kitabım olduğu konusundaki delil sizin için bağlayıcı olmuş bulunmaktadır. Bu durumda sizin onu tasdik etmeniz ve kendisine iman etmeniz gerekir. Eğer iman etmezseniz o zaman cehennemlik olursunuz. İşte o cehennemden sakının. Takvânın ve çeşitlerinin izahı konusunda söylenecekler “ Takvâ sahipleri için hidâyettir.” [ el-Bakara 2/2] âyetinin tefsirinde geçmişti. en-Nâr (ateş) kelimesi ile cehennem ateşi kastedilir. Bu kelime [herhangi bir kural gereği değil] sema yoluyla [yani Arapların kullanımı nedeniyle] müennestir. Bu nedenle âyette müennes ism-i mevsûl ve müennes sıfat kullanılmış, elletî vekūduhâ en-nâsü ve’l-hicâretü [ el-Bakara 2/24] (yakıtı ateş ve insanlar olan) denilmiştir. “Yakıtı” odunu anlamındadır. el-Vekūd kelimesi kendisi ile ateşin tutuşturulduğu şeydir ki bu da odundur. el-Vükūd ateşin alevidir. el-Vükūd mastar, el-vekūd ise isimdir. “İnsanlar” kelimesi ile burada kâfirler kastedilmiştir. “Taşlar” el-hicâretü (taşlar) kelimesi hacer kelimesinin çoğuludur, hacer kaya demektir. Benzer şekilde cemel (deve) kelimesinin çoğulu da cimâle şeklinde gelir ki bu, kıyas dışı bir çoğul yapma biçimidir. Kıyasa uygun olan çoğulu ise el-ehcâr şeklindedir, tıpkı şecer (ağaç) kelimesinin el-eşcâr, seher (seher vakti) kelimesinin el-eshâr, sefer (yolculuk) kelimesinin el-esfâr şeklinde çoğul yapılmasında olduğu gibi. Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu dünyadaki dağlardır. Onlar dağlara (taşlara) bağlanarak ateşe atılırlar, ateş kaynayıp onları yukarı fırlattıkça taşlar onları aşağı çeker. Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas ve İbn Cüreyc bunun kibrit taşı olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda bilhassa bu taşın zikredilmesinin sebebi, onun sahip olduğu beş özelliktir: Kibrit taşı çok hızlı tutuşur, çok geç soğur, çok kötü kokar, çok aşırı ısınır ve bedene çok sıkı yapışır. Bir görüşe göre “taşlardan” kasıt müşriklerin taptıkları putlardır. Allah Teâlâ “Sizler ve Allah’tan gayrı tapındıklarınız cehennemin yakıtı olacaksınız.” [ el-Enbiyâ 21/98] buyurmuştur. Müşriklerin onlarla [yani putlarının ateşi ile] azaplandırılacak olmalarının sebebi, putlara kulluk etmeleri nedeniyle azaplandırılmakta olduklarını iyice anlamalarının ve vaktiyle tâzim edip izzetli olduklarını sandıkları putların zillet ve zavallılık içinde olduklarını görmelerinin sağlanmasıdır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 617 ħכÝĨõĤ įĥáĩÖ آنóĝĤا ÙĄאرđĨ īĐ ħÜõåĐ אĩĤو أي¿﴾ c۪ َّ َ َYر اª َ ¹£ُا ّ اª³ bYّ žَ﴿ :įĤijĜو -٢ כÝאĹÖ وĨõĤכħ įĝĺïāÜ واĩĺŸאن ١ اóĝĤآن اÙåéĤ أن ً ïĩéĨا رĹĤijø واĤכÝאب -وijİ .אİijĝÜאĘ ،אرĭĤا ģİأ īĨ ħÜóĀ اijĭĨËÜ ħĤ אĩĤو ،įÖ ﴾±Á َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª ىuً ¶ُ ﴿ :įĤijĜ óĻùęÜ ĹĘ ّ óĨ ïĜ įİijäوو ىijĝÝĤا óĻùęÜ ĹĘ مŻכĤوا ۪c ¿َو¢ُ ¹ُدَ¶Y َّ ًא؛ وĤñĤכ Ĝאل: ﴿اª Đאĩø ÙáĬËĨ Ĺİو ،ħĭıä אرĬ Ĺİ אرĭĤوا .]٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ .ÙĺאĭכĤوا ÙęāĤا ßĬّ ÉĘ [٢٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ةُۚرYَ kَ oِ ْ َ ُ Yس َواª ّ اª³ ،Õĉَ َ ٣ įÖ اĭĤאر وijİ اéĤ ïĜijÜ אĨ اوijĤا çÝęÖ دijĜ َ ijĤאĘ ،אıُ ×ĉَ َ وįĤijĜ:﴿ َو¢ُ ¹ُدَ¶Y ﴾أي è ُıא، ijıĘ ïāĨر واŶول اħø. ُijĜد ıĩąÖא اıÝĤאÖ واijĤ َ ُ Yس﴾ ħİ اĤכęאر ĭıİא. وįĤijĜ: ﴿ ّ اª³ ٤ ،ÙĤאĩåĤوا ِ ģĩåĤכא ijİو ، óí ƪ āĤا óåéĤوا ،óَ åَ è ďĩä Ĺİ ﴾ةُۚرYَ kَ oِ ْ وįĤijĜ:﴿ َواª وñİا ďĩä ĵĥĐ óĻĔ ĻĜאس، واĻĝĤאس įĻĘ اåèŶאر، כאóåýĤ واåüŶאر واóéùĤ ĵÝè ħıÖ ÛĝĥĐ אĻĬïĤا אل×ä Ĺİ :ģĻĜ ïĝĘ óĻùęÝĤا אĨوأ.אرęøŶوا óęùĤوا אرéøŶوا ا ħıÝĉèƪ اåéĤאرة ًŻęø. Ƭ ijĥُ ُ إذا أħıÝĝĤ اĭĤאر Đ Ûāì אĩĬوإ ،Ûĺó×כĤا אرةåè Ĺİ :ãĺóä īÖوا אس×Đ īÖوا دijđùĨ īÖا אلĜو ًا، وأīÝĬ راÙéÐ، وأïü ًا، وأÉĉÖ ijĩìد ُijĜد ÖאñĤכó؛ Ŷن ıĻĘא Ùùĩì أĻüאء Ĺİ: أóøع و ً ا، وأěāĤ ÖאĤ×ïن. óè َ ْ ُ[ ُu َون ِR ±ْ ُد ِون ّ اà ِٰ b Y®َوَ ْ§ ُ َ ²ِّ ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،אİوï×Đ ĹÝĤا אمĭĀŶا Ĺİ :ģĻĜو ُ ّijÖñا đÖ×אدıÜא Đ ħıĬأ اijĝĝéÝĻĤ אıÖ ÕĺñđÝĤا ģđä אĩĬوإ ،]٩٨/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ۜ َ َ ³ّ·َjَ [ُ ‡َ nَ ّ İא وıÝĩčĐא. õĐ ħİאدĝÝĐا ïđÖ אıÝĬאıĨو אıّ وóĻĤوا ُذĤ ١ ط ر - واĤכÝאب وijİ. ٢ ط ر: واóĝĤآن. ٣ ط: وĨא ïĜijĺ. ٤ ط + ِ ĘאĩåĤאÙĤ. ٥ ١٠ ١٥ 618 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre ateş insanları yaktığı gibi taşları da yakar ve âyette bunlar cehennemin dehşetini anlatmak, ondan korkutmak için zikredilmiştir. Bir görüşe göre anlam, “İçine insanlar girene kadar cehennemin yakıtı taşlardır, insanlar girdikten sonra yakıt insanlar olacaktır.” şeklindedir. Putların cehenneme sokulmasından maksat onlara azap etmek değildir, çünkü onların herhangi bir günahı yoktur, aksine maksat onlarla kâfirlere azap etmektir. Azabın kendisi ile gerçekleşeceği şey azap hissetmez. Nitekim Allah Teâlâ “O malların cehennem ateşinde kızdırılıp kendilerini dağlayacağı gün...” [ et-Tevbe 9/35] buyurmuş, malların cehenneme gireceğini ifade etmiştir ki bundan maksat malların kendisinin azaplandırılması değil, zekâtı vermeyen kimsenin azaplandırılmasıdır. Aynı şey sevap konusunda da söz konusudur. Rıdvân ve Hazene melekleri ve cennetteki huriler müminlere sevap olarak verilir, ama onlar sevap almazlar. Kâfirin taşlarla azaplandırılmasındaki hikmet, onun [taştan yapılmış] puta tapmış, ona itimat etmiş, ona ümit bağlamış olmasıdır ki cehaletinin ortaya çıkması ve umudunun boşa çıkması için kendisine o taşın yanması ile azap edilir. İleri gelenlere hizmet eden ve onlardan medet uman reaya cehennemde onlarla birlikte ateşe gireceklerdir ki bu durum onlar için daha ağır olacak, ümitlerini daha çok kıracaktır. Aynı durum dünyada da bu şekilde gerçekleşir. “O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” Yani onlar için hazır hâle getirilip yaratılmıştır. Buradaki i‘dâd kelimesi hazırlamak anlamındadır. İsti‘dâd hazırlanmak, el-‘udde herhangi bir şey için yapılan hazırlık anlamındadır. el-İ‘tidâd da i‘dâd ile aynı anlamdadır. “Biz cehennemi hazırladık (a‘tednâ).” [ el-Kehf 18/102] âyetinde bu fiil, bu anlamda kullanılmıştır. Bu âyet Mu‘tezile’ye -Allah onları perişan etsin- reddiyedir, çünkü onlar “ Cennet ve cehennem henüz yaratılmamıştır, kıyamet günü cennetlikler ve cehennemlikler oraya girmeye hazır olduğu zaman yaratılacaktır.” derler. Onların bu görüşleri bu âyet ve Allah Teâlâ’nın cennet hakkındaki “ Takvâ sahipleri için hazırlanmıştır.” [ Âl-i İmrân 3/133] âyeti -ve benzeri başka âyetlernedeniyle yanlıştır. “Kâfirler için” Âyetin sonu, başındaki ifade ile tamamlanmaktadır, yani “cehenneme girmeyi gerektiren küfürden sakının, çünkü cehennem kâfirler için hazırlanmıştır.” Sonra Allah Teâlâ “Sakının” ifadesinde kullandığı hitap sîgasını burada kullanarak “Sizin için hazırlanmıştır.” dememiştir, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 619 א. ً ] وĻĻıÜ× وģĻĜ: اåèŶאر ıĜóéÜא اĭĤאر כĩא óéÜق اĭĤאس، ذכó ذĤכ ً ŻĺijıÜ] ٨٩ب وģĻĜ: أي وijĜدİא اĭĤאس إذا Āאروا إıĻĤא واåéĤאرة Ĝ×ģ أن óĻāĺوا إıĻĤא. .אıÖ אرęכĤا ÕĺñđÝĤ ģÖ ،אıĤ ٢ ÕĬذ ź ١ ħà إدìאل اĭĀŶאم ĹĘ اĭĤאر ĻĤ ÷ĺñđÝĤ×ıא؛ إذ ِ َYر ² ¿ž۪ Y·َÁَْ «َ »¯ٰ oْ ُ َ¹َْم À À﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ אĩכ ، ُ ابñđĤا įĤ نijכĺ ź ُ وĨא įÖ ĺכijن اñđĤاب ُ اõĤכאة ź Ĺİ، وñİا ďĬאĨ אıÖ بñđُ ĻĤ ٣ ħّ َ َ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٣٥/٩ [اÙĺŴ، أدÛĥì اijĨŶال ĭıä ³ّ·َjَ ħıĤ ÷ĻĤو ُ ابijáĤا ħıÖ Ùّ כĩא ĹĘ ěè اijáĤاب؛ ÍĘن رijĄان واÙĬõíĤ واijéĤراīĻđĤ ĹĘ اĭåĤ įÖ َ ِب ñّ ُ đَ َ َï اħĭāĤ واïĩÝĐه ورäאه Ę × َ Đ óĘכאĤا أن ّ אıÖ óĘכאĤا ÕĺñđÜ ĹĘ ÙĩכéĤوا .ابijáĤا ؛ħıđĨ نij×éùĺאرĭĤا ĹĘو ħُ İ ْ ij َ äَ َر ُħ و İijُ א įĥĨŶ،כÜÉ×אع اĤכ×óاء َìَĨï ً ا įĥıåĤ وđĉĜ ً إıČאر ٦ ٥ ĹĘ اĻĬïĤא ĤñĤכ. ٤ כĤñכ ďĝĺ ïĜو ،ħıÐאäóĤ ďĉĜوأ ħıĻĥĐ ěüأ ƪ نijכĻĤ ٧ واïĐŸاد اÙÑĻıÝĤ، ،Ûĝĥìو ÛÑِ ّ Ļİ أي﴾ ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ «ِ َ ْت ª uّ ِ ُ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا Y َٓ ²ِّ ƪ ĹýĥĤء، واÝĐŸאد ģáĨ اïĐŸاد، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ïĐُ ُ ّïة Ĩא أ واïđÝøźاد اËĻıÝĤ، واđĤ َ َ﴾ [اĤכėı، ١٠٢/١٨[. ³ّ·َjَ Yَ ²uْ cَْ َ ا ،ïđÖ ُ אĝĥíÜ ħĤ ÙĭåĤوا אرĭĤا «:اijĤאĜ ħıĬÍĘ ؛-ųا Ʃ ħıĤñì- ÙĤõÝđĩĤا ĵĥĐ رد ÙĺŴوا ٨ اÙĺŴ، وإĩĬא ĝĥíÜאن ijĺم اĻĝĤאÙĨ ïĭĐ ijąèر أĩıĥİא»، وħıĤijĜ ÖאģĈ óĨدود ñıĤه Á±] ﴾آل óĩĐان، ١٣٣/٣] وĩİijéĬא īĨ اĺŴאت. َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ َ ْت ª uّ ِ ُ ا ﴿:ÙĭåĤا ĹĘ ĵĤאđÜ ٩ وįĤijĝĤ ،אرĭĥĤ ÕäijĩĤا óęכĤا اijĝÜا أي ،ءï×Ĥا įÖ ďĜو אĩĤ ħÝì ﴾±À َ ۪ yžYِ §َ ْ «ِ ª﴿ :įĤijĜو ًא؛ َ ¹£ُا﴾ ĉìאÖ ًא، כĩא Ĝאل: ﴿žَ ّbY Öאĉì «ħכĤ تïĐأ «:ģĝĺ ħĤ ħà .אرęכĥĤ تïĐأ אıĬÍĘ ١ ط ر - إذ. ٢ ط ر: ŻĘ ذÕĬ. .ħĭıä ĹĘ :ط ٣ .ûĨאİ çĀ ،ďĝĺ - ح ٤ ٥ ط: ذĤכ؛ ر - כĤñכ. ٦ ط ر: כĤñכ. .ûĨאİ çĀ ،Ûĝĥìو ÛÑِ ّ ٧ ط - أي Ļİ ٨ ح ط ر: ñıÖه. ٩ ر: وįĤijĝÖ. ٥ ١٠ ١٥ 620 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri çünkü muhataplar içerisinde bazılarının iman edeceklerini bilmektedir. Bu yüzden de cehennem tehdidini sadece kâfir olanlarla sınırlandırmıştır. İmam Mâtürîdî şöyle der: Bu âyet Mu‘tezile’nin görüşünü nakzeder, çünkü onlar büyük günah işleyen kimsenin ebedî olarak cehennemde kalacağını iddia eder, fakat ona “kâfir” de demezler. Allah Teâlâ burada onların, cehennemin kâfir olmayan kimseler için de hazırlanmış olduğu şeklindeki iddialarını olumsuzlamıştır. Sonra bize göre günahkâr müminin de cehennemde bir müddet azap görmesi mümkündür, zira Allah Teâlâ Kur’ân’da pek çok şeyin karşılığında cehennem azabı ile tehdit etmiştir. Meşhur hadîs-i şerifl erle de mümin kimsenin bir süre kaldıktan sonra cehennemden çıkacağı sübût bulmuştur.1 Sonra kimilerine göre bu âyet ile diğer âyetleri bu iki hususta telif etmenin yolu şudur: Cehennem herkes için aynıdır, ancak insanların orada görecekleri cezalar farklılaşır. Bir görüşe göre burada sözü edilen ve yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş sadece kâfirler içindir, başkaları için ise başka bir ateş vardır. Allah Teâlâ kâfirleri ateşle korkutunca müminleri de cennetle müjdelemiş ve böylece kitabını mesânî (ikili) şeklinde nitelendirmiş olmasını fiilî olarak gerçekleştirmiştir. Kur’ân’ın nazmı üzerinde düşünen kişi onun belirli bir düzen içerisinde ikili (karşıt) anlamları zikrettiğini görecektir. Biz bu hususu Fâtiha sûresinin tefsirinde açıklamıştık. Bakara sûresinin nazmı da böyledir, nitekim burada önce Kitap zikredilmiş ve insanların Kitap konusunda müminler ve kâfirler olmak üzere iki sınıf oldukları, bunların arasında da biri imanı açıkça ızhar etmek diğeri de içten içe küfrü gizlemek şeklinde iki özelliğe sahip bir başka grubun (münafıkların) bulunduğu ifade edilmiş ve bu münafıkların durumu iki misal ile izah edilmiştir: Bunlardan biri ateş yakan kimsenin misali, diğeri de yağmurlara tutulup karanlıklarda kalan kimsenin durumudur. Sonra hepsine hitap ederek iki şey emretmiştir: İman ve ikrar. İman ve ikrar iki şeye yöneliktir: Allah’ın Rabliği ve Resûlullah’ın nübüvveti. Bunun neticesinde insanlar iki grup olmuşlardır: İnkârcılar ve kabul edenler. İnkârcıları ateşle korkutmuş, kabul edenleri ise cennetler ve nehirlerle müjdelemiştir ki bu husus şu âyette zikredilir: 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 60-61. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 621 ijÖأ אمĨŸا אلĜ .אرęכĤا Ùĝ×Ĉ ĵĥĐ אرĭĤאÖ ïĻĐijĤا ó ّ āĝĘ ؛īĨËĺ īĨ ħıĭĨ أن ١ ħĥĐ įĬŶ :ųا Ʃ ijāĭĨر رįĩè ĹĘ ةóĻ×כĤا ÕèאĀ واïĥìّ ßĻè ،ħıĤijĜ ÙĤõÝđĩĤا ĵĥĐ ăĝĭĺ اñİ اĭĤאر، وħĤ ijĝĥĉĺا ħıĻĥĐ اħø اĤכęאر، ĹęĘ زħıĩĐ أıĬא أïĐت óĻĕĤ اĤכęאر ً أąĺא. ħà ĬïĭĐא ijåĺز أن ñđĺب اīĨËĩĤ اđĤאĹĀ ıĻĘא ïĨة؛ ïĝĘ ßĺאدèŶאÖ Û×àو ،אءĻüأ ĵĥĐ آنóĝĤا ĹĘ ٣ ٢ ıÖא ÕĺñđÝĤאÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ïĐأو ٦ .ةïĨ ïđÖ ٥ ٤ ıĭĨא اijıýĩĤرة óìوج اīĨËĩĤ هñİ أن :ħıąđÖ ïĭĐ īĺóĨŶا īĺñİ ĹĘ אİóĻĔ īĻÖو ÙĺŴا هñİ īĻÖ ďĩåĤا ħà ٧ اĭĤאر اĹÝĤ وijĜدİא اĭĤאس هñİ :ģĻĜو .אıĻĘ ħıÖאĝĐ ģĄאęÝĺ īכĤ ģכĥĤ ةïèوا אرĭĤا ّف ÖאĭĤאر اĤכאīĺóĘ ّ óýÖ ijì ٨ واåéĤאرة وĹİ ĥĤכęאر ìאÙĀ وħİóĻĕĤ Ĭאر İóĻĔא. وĩĤא אمčÝĬźا ĵĥĐ ïäو įĩčĬ ĹĘ ģĨÉÜ īĨو ،ĹĬאáĩĤאÖ į َ ًא įęĀijĤ כÝאÖ ĝĻĝéÜ ؛īĻĭĨËĩĤا ÙĭåĤאÖ אبÝכĤا óذכ įĬÍĘ ة؛óĝ×Ĥا رةijø ħčĬ اñوכ ،ÙéÜאęĤا ĹĘ כĤذ אĭèóü ïĜو .ĹĬאđĩĤا ÙĻĭáÜ ْ َę ِ אن: إıČאر Ā َ و ħıĤ Ùĝ×Ĉ אĩıĭĻÖو ،ونóĘوכא نijĭĨËĨ :אنęĭĀ įĝè ĹĘ אسĭĤا أن ّ īّ وĻÖ אتĩĥčĤا ĹĘ ďĜاijĤا ģáĨو ١٠،אرĭĤا ïĜijÝùĨ ģáĨ :نŻáĨ ħıĤو ،óęכĤا ٩ اĩĺŸאن وإĉÖאن ÙĻÖijÖر :īĻÑĻü ěè ĹĘ ارóĜŸوا אدĝÝĐźا :īĻÑĻýÖ ħİóĨÉĘ ģכĤا ÕĈאì ħà .אرĉĨŶوا ħİóý×Ę īĻĥÖאĜو ،אرĭĤאÖ ħıĘijíĘ īĺïèאä :īĻĝĺóĘ אرواāĘ .ųا Ʃ لijøر ةij×Ĭو ،ųا Ʃ ١٢:ĵĤאđÜ įĤijĜ [ أ ÖאÙĭåĤ١١ واıĬŶאر، وذĤכ [٩٠ ١ ط - ħĥĐ. ٢ ط: اÕĺñđÝĤ. ٣ ط: įĤ. ٤ ح: اīĻĭĨËĩĤ. ûĨאİ çĀ ،אıĭĨ īĨËĩĤا وجóì رةijıýĩĤا ßĺאدèŶאÖ Û×àو אءĻüأ ĵĥĐ آنóĝĤا ĹĘ - ط ٥ ٦ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٦١-٦٠/١ ٧ ط - وģĻĜ ñİه. ٨ ح: وכĩא. ٩ ط: إıČאر. ١٠ ر: ĭĥĤאر. ١١ ح: ÖאĭåĤאت. ١٢ ح - وذĤכ įĤijĜ đÜאĵĤ. ٥ ١٠ ١٥ 622 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 25. İman edip sâlih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, ‘Bu tıpkı daha önce bize verilen rızık!’ diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır. [ el-Bakara 2/25] “ İman edip sâlih ameller işleyenleri müjdele” el-Beşâre, el-bişâre ve el-büşâre kelimeleri kişinin bilmediği ve onu sevindirecek bir haberin kendisine verilmesidir. Bu habere bu ismin verilmesinin sebebi, insanın yüzünde (el-beşere) sevinç etkisi bırakmasıdır. Aslında kötü haber de insanın yüzünde etki bırakır ve ona da bu isim verilir, ancak bu ifade örfte yalın [yani herhangi bir kayıttan bağımsız olarak] kullanıldığı zaman iyi haber anlamına gelir, kötü haber anlamına ise ancak kayıtlı kullanıldığında gelir. el-Beşere insanın derisinin dış yüzüdür. Allah Teâlâ levvâhetün lil-beşer (Deriyi kasıp kavurur.) [ el-Müddessir 74/29] buyurmuştur. el-Beşer ise insan demektir. Allah Teâlâ “Eğer beşerden birini görecek olursan…” [ Meryem 19/26] buyurmuştur. Bu kullanım çoğuldur. Fakat el-beşer kelimesi tek bir insan anlamına da gelir. Allah Teâlâ “De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim.” [ Fussilet 41/6] buyurmuştur. el-Beşîr müjdeci anlamına geldiği gibi güzel yüzlü kimse anlamına da gelir. el-Bişr yüzdeki parlaklık, neşe anlamına, el-istibşâr sevinç anlamına gelir. Tebâşîrü’s-subh “sabahın ilk ışıkları/müjdecileri” anlamında kullanılır. Ayrıca bu fiil dehale babından beşertühu (onu müjdeledim) şeklinde ve beşşertühu (onu müjdeledim) şeklinde kullanılır, fe-ebşere ise (o da müjdeyi aldı, sevindi) anlamındadır. “Müjdele” Bu ifade Hz. Peygamber aleyhisselâmın, sâlih amel işleyen müminleri cennet ile müjdelemesine yönelik bir emirdir. Salâh (sâlihlik) kelimesi konusunda dilbilimsel olarak söylenecekler “Bizler ancak ıslah edicileriz.” [ el-Bakara 2/11] âyetinin tefsirinde geçmişti. “Sâlih amel işleyenler” ifadesi ibadetlerin imandan başka olduğunun delilidir, çünkü burada bunlar imana atfedilmiştir ki bu durum ikisinin ayrı şeyler olduğuna delâlet eder. Bu ise İmam Şâfiî’ye ameli imandan sayma görüşü konusunda bir reddiyedir. Sonra amel kelimesi dilde fiil anlamına gelir. el-‘Umâle işçiye verilen iş ücreti, el- i‘mâl çalıştırmak, isti‘mâl bir şeyi bir işte kullanmak anlamına gelir. el-Mu‘âmele karşılıklı iş, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 623 َא ıÝِéْ Üَ īْ Ĩِ يó۪åْ Üَ אت ٍ ƪ ĭäَ ْ ħُ ıĤَ نƪ اَ אت ِ éَ Ĥאِ āĤا ƪ اijĥُĩِ Đَ َ ُijا و ĭَ Ĩاٰ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ óِýِّ َ Ö َ -٢٥ و į۪ Öِ اijÜُاُ َ ْ ُģ و ×Ĝَ īْ Ĩِ אَ ُ ِزْĭĜ ٍة ِرْز ًۙĜא َĜ ُאijĤا ٰİ َñا ƪاĤ ۪ñي ر َ óَ ĩàَ īْ Ĩِ אَ ıْ ُ ِزُijĜا ِĭĨ َ א ر ُۜ ُכĩƪĥ َאر ıĬْźا َ ْ َא َì ِאĤُï َون ıĻĘ۪ ْ ħİُ َ َ ٌة و óƪ ıĉَ ُ َ ٌ اج Ĩ א َا ْزو َٓ ıĻĘ۪ ْ ħُ ıĤَ َ َ َý ِאÖ ًıאۜ و Ýُ Ĩ ِ َo ِ Yت﴾ واĤ×ýאرة: çÝęÖ اĤ×אء وıĩĄא ٰ َR¹³ُا َوَ ُِ̄»¹ا ّ اªَ‡ ªY ا ±À َ w۪ َّ ِ اª yِ ƒّ َ \وَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ óàËÜ אıĬŶ אıÖ ÛĻĩø ،įĩĥĐ ó×íĩĤا ïĭĐ ÷ĻĤ يñĤا ّ ُ اïāĤق اùĤאر وכİóùא اíĤ×ó ّ īכĤ ،אąĺأ ةóý×Ĥا ĹĘ óàËÜ אıĬŶ אąĺأ ً نõéُ ĩĤا ó×íĤا אıÖ ĵّ ĩùÜو .óý×ĤאÖ ةóý×Ĥا ĹĘ اđÝĩĤאرف ĹĘ اŶول ُ اŻĈŸق وĹĘ اáĤאĹĬ ُ اïĻĻĝÝĤ. واĤ×óýة Čאóİ ïĥä اùĬŸאن، Ĝאل ±َ ®ِ َ ±ّ ِ Àyََ b Yَ ®ّ Yِžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אسĭĤا óý×Ĥوا ،]٢٩/٧٤ ،óàïĩĤا﴾ [ِۚ yƒَ ]َ ْ «ِ ª _ٌnا َ َ َ ّـ¹ ª﴿ :ĵĤאđÜ y ٌƒَ َ \ ۬Yَ ²َ ٓY ا َ َ ـ̄ ²ِّ ا ﴿:אلĜ ،ħıĭĨ ïèاijĤا óý×Ĥوا ،ďĩä اñİو] ٢٦/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾ۙاuً nَ َ ِ ا yƒَ ]َْ اª ،ÙĜŻĉĤا óý×Ĥوا ِ ،įäijĤا īùéĤا óĻý×Ĥوا ،óý×ĩĤا ّ óĻý×Ĥوا ،]٦/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾ْ §ُ «ُgْ®ِ ،ģَìَ َ ِ د ïّ َ è īĨ ُ įُ Ü ْ óýَ َ Öو ïĺïýÝĤאÖ ُ įُ Ü ْ óýƪ َ واÝøź×ýאر اóęĤح، وÜ×אóĻü اāĤ×ç أواįĥÐ، وÖ .َ אرةý×Ĥا ģَ ×ِĜَ أي ،óýÖÉĘ نijĥĩđĺ īĺñĤا īĻĭĨËĩĤا ó×íĺ نÉÖ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ óĨأ﴾ ِ yِ ƒّ َ وįĤijĜ:﴿ َو\ .Ùّ اāĤאéĤאت ÉÖن ħıĤ اĭåĤ .[١١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ن¹َ oُ «ِ‡ْ ®ُ ±ُ oْ َ ² Y¯َ َ ²ِّ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ ّ óĨÙĕĥĤا ßĻè īĨ حŻāĤا ĹĘمŻכĤوا אıęĉĐ įĬŶ אن؛ĩĺŸا óĻĔ אتĐאĉĤا أن ĵĥĐ ģĻĤد﴾ تY ِ oَ ِ ١ ﴿َوَ ُِ̄»¹ا ّ اªَ‡ ªY :įĤijĜ ħà ĹĘ -ųا Ʃ ĵĥĐ اĩĺŸאن، واėĉđĤ دģĻĤ ĵĥĐ اĕĩĤאóĺة، وijİ رد ĵĥĐ اýĤאĹđĘ -رįĩè ،ģĨאđĥĤ ģĩđĤا óäأ ÙĤאĩُ đĤوا ،ģđęĤا ijİ ÙĕĥĤا ĹĘ ģĩđĤا ħà ٢ .אنĩĺŸا īĨ ģĩđĤا įĥđä ٣ واĩĐŸאل اģĩéĤ ĵĥĐ اģĩđĤ، واĩđÝøאل اĹýĤء ُ اģĩđĤ įÖ، واđĩĤאÙĥĨ īĻÖ اīĻĭà، ١ ط: وįĤijĜ. أن ĵĥĐ ŻĻĤد اñİ כאن ijĤو :هóĻùęÜ ĹĘ Ĺ×đכĤا ħøאĝĤا ijÖأ لźïÝøźا اñİ ĵĥĐ ضóÝĐا ïĜو :įāĬ אĨ ح ûĨאİ ĹĘ ٢ óĻĔ ÕĺñכÝĤا أن ĵĥĐ ŻĻĤد] ٣٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Yٓ³َِ bYَ Àٰ Yِ ُ\¹ا \ َ wّ¦َوَ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ כאنĤ אنĩĺŸا óĻĔ ģĩđĤا اĤכóę واĤכóę óĻĔ اÝĤכÕĺñ. واijåĤاب أن Čאóİ اĤכŻم ĹąÝĝĺ ñİا إź أįĬ ÿì ģĻĤïÖ وijİ اĩäŸאع؛ ĬŶא أĭđĩäא أن ÕĺñכÜ ijİ ÕĺñכÝĤوا ųאÖ óęכĤا ijİ óęכĤا أن ĹĬאáĤوا ،ģĩđĤا ĵĥĐ ďĩåĬ ħĤو óęכĤا īĨ אتĺŴوا ģøóĤאÖ ÕĺñכÝĤا (ĹĭùÖ) .įđÐاóü īĨ انóĻĔ אĩİ ،אنĩĺŸوا ģĩđĤا כĤñכĘ ،óęכĤا īĨ א ً رijøل اų، وĩİא óĻĔان ĹĘ اÙĝĻĝéĤ وإن כאĬא đĻĩä ٣ ر: اīĻĭàź. ٥ ١٠ ١٥ 624 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri et- te‘âmül ise taâruf, yani bir şeyin karşılıklı olarak kabulü anlamına gelir. el-Ya‘mele çalışmaya dayanıklı kuvvetli deve demektir. “Sâlih ameller” ifadesindeki salihât kelimesi çoğul müennes bir ismin sıfatı olup o isim el-hasletü (haslet) ya da el-fi‘letü (fiiller) şeklindedir ve hazfedilmiştir. Bu kelimenin anlamı konusunda ihtilâf edilmiştir. Hz. Osman şöyle demiştir: Sâlih amel işleyenler ile amellerini ihlâs ile tevhide uygun olarak yapanlar kastedilir. Allah Teâlâ’nın “O hâlde sâlih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiçbir şeyi ortak koşmasın.” [ el-Kehf 18/110] âyeti buna delâlet eder. Münafığın ameli sâlih olmaz, çünkü halis olmaz. Hz. Ali şöyle demiştir: Sâlih amel işleyenler ile farz namazları kılanlar kastedilir. Bunun delili de “Ve namazı kılarlar. Biz de sâlihlerin mükâfatını asla zayi etmeyiz.” [ el-A‘râf 7/170] âyetidir ki bu âyet “ İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.” [ el-Kehf 18/30] âyetinin tefsiri gibidir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Yani aralarında ve Rableri ile kendileri aralarında sâlih ameller işlerler. Muâz b. Cebel şöyle demiştir: Sâlih amel şu dört şeye sahiptir: İlim, niyet, sabır, ihlâs. Sehl b. Abdullah et- Tüsterî şöyle demiştir: [Sâlih amel işlerler] yani sünnete bağlı kalırlar, çünkü bid‘atçinin ameli asla sâlih olamaz. Bazı âlimler bu ifadenin “emanetleri eda ederler” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ “Onların babaları sâlih idi.” [ el-Kehf 18/82] -yani güvenilir bir kimse idi- buyurmuştur. Bir görüşe göre anlam, “günahlardan tövbe ederler” şeklindedir. Nitekim Allah Teâlâ “Ondan sonra sâlih kimseler olursunuz.” [Yûsuf 12/9] -yani tövbekâr olursunuz- buyurmuştur. Bir görüşe göre anlam, “farzları eda eder ve haramlardan kaçınırlar” şeklindedir. Bir rivayette Abdullah b. Abbas’ın “Sâlih ameller şeriatlardır ki bunlar namaz, zekât, hac, oruç ve cünüplükten temizlenip gusletmektir.” dediği nakledilir. Bir görüşe göre sâlih ameller iki türdür: Emanetleri eda etmek, ahde vefa göstermek, hakları sahiplerine vermek, sıla-i rahim yapmak gibi kullar arasında olan ameller ve kul ile Allah arasında olan ameller. Bu sonuncusu da iki türdür: Zâhir ve bâtın. Zâhir olan 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 625 ١ ďĩåĤ ÛđĬ ﴾تY ِ oَ ِ واđÝĤאģĨ اđÝĤאرف، واÙĥĩđĻĤ اĭĤאÙĜ اÙĺijĝĤ ĵĥĐ اģĩđĤ. و﴿ ّ اªَ‡ ªY اħø ßĬËĨ ñéĨوف وĹİ اÙĥāíĤ أو اÙĥđęĤ. َijāĥìا ُėĥ ĹĘ İóĻùęÜא، Ĝאل ĩáĐאن īÖ ęĐאن Ġ: وijĥĩĐا اāĤאéĤאت، أي ا واÝì ﴾اuً nَ َ ِ َِ[ َYدِة َرِّ\ ۪µٓ ا ْك \ ِ yƒْ ُ À Êَوَ Yoً ِ ªY†َ Ëً ¯َ َ ©ْ ¯َ ْÁَ ْ «žَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ įĻĥĐ لïĺ ،אلĩĐŶا ً א. āĤאì نijכĺ ź įĬŶ א؛ ً éĤאĀ įĥĩĐ نijכĺ ź ěĘאĭĩĤوا] ١١٠/١٨ ،ėıכĤا[ وĜאل ĹĥĐ īÖ أĹÖ ĈאÕĤ Ġ: أي أĜאijĨا اijĥāĤات اóęĩĤوĄאت، دįĥĻĤ įĤijĜ: įĤijĝĤ óĻùęÝĤכא ijİو] ١٧٠/٧ ،افóĐŶا﴾ [±Áَ o۪ «ِ‡ْ ¯ُ ْ ªا yَjْ َ ُ ‹۪ ُÁ• ا ² Êَ Yَ ²ِّ ۜ ا ٰ ¹َة َ ُY®¹ا ّ اªَ‡« ¢َ ﴿َوا ۚ﴾ [اĤכėı، ٣٠/١٨[. Ëً ¯َ َ ±َ َ nْ َ ا ±ْR َ yَjْ َ ُ ‹۪ ُÁ• ا ² Êَ Yَ ²ِّ ِ َo ِ Yت ا đÜאĵĤ:﴿ َوَ ُِ̄»¹ا ّ اªَ‡ ªY وĜאل اīÖ Đ×אس ġ: أي ijĥĩĐا اāĤאéĤאت ĩĻĘא ħıĭĻÖ وīĻÖ رħıÖ. ÙĻĭĤوا ħĥđĤا :אءĻüأ ÙđÖأر įĻĘ نijכÜ يñĤا çĤאāĤا ģĩđĤا :Ġ ģ×ä īÖ אذđĨ אلĜو واāĤ×ó واŻìŸص. Ʃ اų: أي ijĨõĤا اÙĭùĤ؛ Ŷن ģĩĐ اĩĤ×ïÝع ٢ رįĩè يóÝùÝĤا ųاï×Đ Ʃ īÖ ģıø אلĜو Y¯َ ¶¹ُ \ُ َ ٣ đÜאĵĤ:﴿ َوَ¦ َYن ا ّوا اĨŶאĬאت، Ĝאل א اĤ×ÙÝ. وĜאل ħıąđÖ: أي أد ً éĤאĀ نijכĺ ź َ ْ ِu۪ه ¹ُا ِR ±ْ \ ²¹§ُ َ א. وģĻĜ: أي ÜאijÖا īĐ اÑĻùĤאت، Ĝאل: ﴿َوb ً ۚ﴾ [اĤכėı، ٨٢/١٨ [أي أĭĻĨ Yoً ِ ªY†َ ّوا اóęĤاăÐ واĭÝä×ijا اéĩĤאرم. أد أي :ģĻĜو .īĻ×ÐאÜ أي] ٩/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áَ o۪ ِ ªY†َ Y®ً ¹َْ ¢ [ وīĐ اīÖ Đ×אس ĹĘ رواÙĺ: Ĺİ اóýĤاďÐ، وĹİ اŻāĤة واõĤכאة واãéĤ واijāĤم [٩٠ب واùÝĔźאل īĨ اĭåĤאÙÖ. وĐijĬĹİģĻĜאن: أĩĐאلĭĻÖכوīĻÖاđĤ×אدכÉداءاĨŶאĬאتواĘijĤאءÖאijıđĤدوąĜאءاijĝéĤق ٥ ĘאčĤאóİة ٤ وÖאÙĭĈ، ةóİאČ :אنĐijĬ Ĺİو ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ وÙĥĀ اŶرèאم، وأĩĐאل ĭĻÖכ وīĻÖ ١ ح ط - ďĩåĤ، çĀ İאûĨ ط. ٢ ط ر - اóÝùÝĤي. ٣ ط: وĜאل. . ُ ٤ ط: Čאóİه . ُ ٥ ط: وÖאįĭĈ ٥ ١٠ ١٥ 626 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri şeriatı eda etmek, batın olan ise kalbin sıfatlarıdır. Onlar da tevekkül, kazâya rızâ, belâya sabır, rahatlıkta şükürdür. Sonra bu ifade mutlak müjdenin iman ve sâlih amele bağlanması demektir. Nitekim itaatkâr mümin Allah’ın vaadi gereği herhangi bir azap görmeden cennete girer, kâfir ise ebedî azaba maruz kalır. Günahkâr müminin durumu da Allah’ın iradesine bağlıdır: Allah dilerse onu affeder ve azap etmeden cennete sokar, dilerse de ona bütün günahlarına veya bazı günahlarına karşılık azap eder, sonra onu cennete sokar. “Kendileri için cennetler olduğunu” Cennât kelimesi cennet kelimesinin çoğuludur, cennet bostan demektir. el-Cünnetü ve el-micennü kalkan demektir. Kelimenin aslı cenne ‘aleyhi el-leylü (Gece onun üzerine çöktü, onu örttü) ifadesinden gelir. el-Cünûn ve el-cinnetü (cinnet) aklı örter. Cinler insanların gözlerinden örtülüdürler. el-Cünnetü ve el-micennü (kalkan/ zırh) giysiyi kaplayıp örter, el-cenenü kabir, el-cenân kalp demektir ki kalp de örtülü/gizlidir. el-Cenîn anne karnındaki çocuk demektir ki o da örtülü/ gizlidir. Tefsirine gelince, Mufaddal b. Seleme şöyle demiştir: Cennet, içinde hurma ağacı bulunan bahçedir. Bir görüşe göre içinde ağaç bulunan bahçeye cennet denilir, eğer içinde üzüm bağı da varsa ona firdevs denilir. Bir görüşe göre cennet, içinde hurma, üzüm ve bütün meyvelerin bulunduğu bahçedir. Allah Teâlâ “Herhangi biriniz ister mi ki içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun…” [ el-Bakara 2/266], “Meyvelerinden yesinler diye biz orada hurma ve üzüm bahçeleri var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık.” [ Yâsîn 36/34-35] buyurur. Bahçeye cennet isminin verilmesinin sebebi içine giren kimsenin oradaki ağaçlarla örtünüp gizleniyor olması ya da ağaçlarının gölgelerinin yeri örtüyor olmasıdır. Sonra “cennetler” ifadesi çoğuldur ve onlar sekiz tanedir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Onlar Dârü’l- celâl, dârü’l-karâr, dârü’s-selâm, adn cenneti -ki bu cennetin merkezidir, bütün cennetlerin başındadır, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 627 ءŻ×Ĥا ĹĘ ó×āĤوا אءąĝĤאÖ אءĄóĤوا ģכijÝĤا :ÕĥĝĤا ١ أداء اóýĤاďÐ، واĤ×אÙĭĈ ęĀאت واýĤכó ĹĘ اìóĤאء. įĤ ďĻĉĩĤا īĨËĩĤا نÍĘ ؛çĤאāĤا ģĩđĤوا אنĩĺŸאÖ ÙĝĥĉĩĤا אرةý×Ĥا ěĻĥđÜ اñİ ħà ĹĘ ĹĀאđĤا īĨËĩĤوا ،ïÖËĩĤا ÕĺñđÝĤا įĤ óĘכאĤوا ،ÕĺñđÜ óĻĔ īĨ ųا Ʃ ïĐijÖ Ùّ اĭåĤ ٢ įÝÖijĝĐ ģכ į×ĬñÖ įÖñĐّ אءü وإن ،ÕĺñđÝĤا ģ×Ĝ Ùّ ĭåĤا įĥìوأد įĤ óęĔ אءü إن :ųا Ʃ ÙÑĻýĨ .Ùّ أو ıąđÖא ħà أدįĥì اĭåĤ ُóس وכñا ÝĤا ħąĤאÖ Ùّ ĭ ُ åĤوا .אنÝù×Ĥا Ĺİو Ùّ ĭä ďĩä Ĺİ ﴾تY ٍ َ ³ّjَ ْ·ُ َ ª َ َ ّن وįĤijĜ:﴿ ا Ùّ ًא» أي óÝøه، واijĭåĤن óÝùĺ اģĝđĤ، ِ واĭåĤ Ĭאĭ َ ä ģĻĥĤا įĻĥĐ ƪ ī َ ä» īĨ įĥĀوأ ، ّ ī َ ِ اåĩĤ óÝùĺ ƫ ī َ åĩĤوا ِ Ùƪ ĭ ُ åĤوا ،אسĭĤا īĻĐأ īĐ ونóÝÝùĨ Ùّ ĭåĤوا ƫ ÖאĤכóù כĤñכ، ِ واīåĤ ïĤijĤا īĻĭ َ َ ĭאن اÕĥĝĤ وijİ ijÝùĨر، واåĤ åĤوا ،ÛĻĩĤا óÝùĺ ijİو ،ó×ĝĤا īَ ĭ َ اÖŻĤ÷، واåĤ .رijÝùĨ ijİو īĉ×Ĥا ĹĘ כאن نÍĘ ،óåü įĻĘ :ģĻĜو .ģíĬ įĻĘ אنÝùÖ ģכ Ùّ ٣ اĭåĤ أĨא İóĻùęÜא ïĝĘ Ĝאل ّ اģąęĩĤ: אلĜ ،óĩà ģوכ ÕĭđĤوا ģíĭĤا įĻĘ ďĨאä אنÝù×Ĥ ħøا Ùّ ĭåĤا :ģĻĜو .دوسóĘ ijıĘ ٌ م ْ óَ įĻĘ כ Y·Áَ ž۪ µُ َ ªرY ُۙ ·َ²ْÊا َْ Y·َcِoْ َ ۪ي ِR ±ْ b ykْ َ b بY ٍ ³َْ َ واَ© Áٍ s۪ َ ² ±ْ ®ِ _ٌ َ ³ّjَ µُ َ َ ُ§ ¹َن ª َ ْن b ا ْ¦ُ uُ nَ َ ُ ا ّ¹ََد Àَ đÜאĵĤ:﴿ا َ ³َْ ٍ Yب واَ© Áٍ s۪ َ َ ٍ Yت ِR ±ْ ² ³ّjَ Y·Áَ ž۪ Y³َ ْ ات﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦٦/٢] وĜאل đÜאĵĤ:﴿َو َjَ« ِۙ yَ¯َ َ ِR ±ْ ُ¦ِ©ّ ّ اgª óÝùÜ אıĬŶ כ؛ĤñÖ ÛĻĩøو . ]٣٥-٣٤/٣٦ ،÷ĺ] ﴾ۙه۪ ِ y¯َ َ ْ ُ¦ُ»¹ا ِR ±ْ f OÁَِ ª ن¹ِۙ Áُ ُ ْ ªا ±َR ِ Y·Áَ ž۪ Yَ ²yْ َkّ žَوَ .אİאرåüأ ģčÖ رضŶا óÝùÜ אıĬŶ أو ،óåýĤا īĨ אıĻĘ אĩÖ אıĻĘ نijכĺ īĨ ģčُ وÜ ّאت ďĩä وĹİ ĩàאÙĻĬ، Ĝאل اīÖ Đ×אس: Ĺİ دار اŻåĤل ودار اóĝĤار ĭåĤا ħà .אıĥכ אنĭåĤا ĵĥĐ ÙĘóýĨ Ĺİو Ùّ ĭåĤا Ùُ َ × َ ودار اŻùĤم، وÙĭä ïĐن وĹİ َāĜ ١ ط: ijęĀات؛ ر: ęĀאء. ٢ ط: ÙÖijĝĐ. īÖا ĹĝĤ ،ÕİñĩĤا ĹĘijכ ،ً ŻĄאĘ אĺijĕĤ כאن) م ٩٠٣ ijéĬ - / ـİ ٢٩٠ ijéĬ) ،ħĀאĐ īÖ Ùĩĥø īÖ ģąƪ ęَ ُ ĩĤا ÕĤאĈ ijÖأ ٣ :į×Ýכ īĨ .ģכijÝĩĤا óĺوز אنĜאì īÖ çÝęĤا ÙĀאì īĨ כאن ،ÙĕĥĤا ģĝĬو ÙĺواóĤا īĨ óáכÝøوا ،אءĩĥđĤا īĨ هóĻĔو ّ اóĐŶاĵÖ اĤ×אرع ĹĘ اÙĕĥĤ، واęĤאóì ĹĘ اáĨŶאل، واïÝøźراك ĵĥĐ اīĻđĤ ģĻĥíĥĤ اīÖ أïĩè، وĻĄאء اijĥĝĤب ĹĘ đĨאĹĬ اóĝĤآن. اóčĬ: ħåđĨ اóđýĤاء óĩĥĤزÖאĹĬ، ص. ٣٨٤؛ ÙİõĬ اĤŶ×אء ĬŷĤ×אري، ص. ١٥٤؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٢٧٩/٧ ٥ ١٠ ١٥ 628 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri kapısının biri zümrütten diğeri yakuttan iki kanadı vardır ve bu iki kanadın arası da doğu ile batı arasındaki mesafe kadardır- me’vâ cenneti, firdevs cenneti, huld cenneti ve naîm cennetidir. Dârü’l-celâlin tamamı, şehirleri, sarayları, evleri, kuleleri, kapıları, dereceleri, odaları, yüksek yerleri, alçak yerleri, çadırları, salonları, ziynetleri ve içinde bulunan her şey nûrdandır. Dârü’s-selâmın tamamı kızıl yakuttan, dârü’l-karârın tamamı mercandan, adn cennetinin tamamı zebercedden, me’vâ cennetinin tamamı kızıl altından, huld cennetinin tamamı gümüşten, naîm cennetinin tamamı zümrütten, firdevs cennetinin tamamı incidendir. Duvarları altın tuğladan, gümüş tuğladan, yakut tuğladan ve zeberced tuğladandır. Boyası misktir. Sarayları yakut, odaları inci, kapı kanatları altın, zemini gümüş, döşeme taşları mercan, toprağı misk, bitkisi zâferan ve amberdir. “Altından ırmaklar akan” Cerâ el-mâu, yecrî, ceryen, ceryeten, cereyânen ifadesi “su aktı” anlamına gelir. Mâun cârin (akan su), miyâhun câriyetün (akan sular), ‘aynün câriyetün (akan pınar) anlamına gelir. el-Câriye gemi anlamına gelir, çünkü su onu akıtır. Sadaka-i câriye faydası devamlı olan (akar olan) sadakadır. el-Erzâk el-câriye (deveran eden rızık) demektir. Fiili, ve kad ecrâ ‘alâ cündihi ve ashâbihi el-ücreyât (Ordusuna ve adamlarına ücretlerini verdi) şeklinde kullanılır. el-Ceriyyü vekil demektir, çünkü vekil, müvekkilinin mecrasında hareket eder, onun yerine geçer. Çoğulu el-ecriyâ şeklinde gelir. el-İcriyâ ise insanın sürdürdüğü âdet demektir. “Altından” Bazı âyetlerde min harf-i ceri olmaksızın “Altında akar” [ et-Tevbe 9/100] şeklinde kullanılmıştır, çünkü taht (alt) kelimesi zarftır, min harf-i ceri olmadan kullanıldığı âyette fetha olması buna delâlet eder. Min harf-i cerinin kullanımı ya bağlantı (sıla) için ya da akma fiilinin oradan başladığının beyânı içindir. Çünkü min harf-i ceri başlama noktası bildirir. Taht (alt) kelimesi isim olup aşağı kısım anlamındadır. İsim olduğu için başına gelen min harf-i ceri ile mecrur olmuştur. Ancak bu isim harfler gibi kullanılır, zira çoğunlukla başka kelime ile birleşerek anlam ifade eder. Bu nedenle de harflere benzer ve kendisinde nekrelik ya da marifelik alâmetleri görünmez. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 629 د وĺאijĜت، īĻÖ اóāĩĤاīĻĐ כĩא īĻÖ اóýĩĤق ّ óĨز īĨ ١ אنĐاóāĨ نïĐ Ùّ وÖאب ĭä ّÙ ħĻđĬ. Ĝאل: ودار اŻåĤل ĭäو ïĥíĤا Ùّ ّÙ اóęĤدوس وĭä ّÙ اÉĩĤوى وĭä واóĕĩĤب، وĭä َıĘא وأijÖاıÖא ودرıäא وıĘóĔא وأĐאıĻĤא ٢ وijāĜرİא وıÜijĻÖא ُوóü כıĥא īĨ اijĭĤر: ïĨاıĭÐא وأøאıĥĘא وĻìאıĨא وأواıĻĬא وıĻĥèא وכģ Ĩא ıĻĘא، ودار اŻùĤم כıĥא īĨ اijĻĤاÛĻĜ īĨ وىÉĩĤا Ùّ ĭäو ،אıĥכ ïäóÖõĤا īĨ نïĐ Ùّ اóĩèŶ، وداراóĝĤارכıĥא īĨ اäóĩĤאن، وĭä Ùّ ĭäو ،אıĥכ دóĨõĤا īĨ ħĻđĬ Ùّ ĭäو ،אıĥכ ÙąęĤا īĨ ïĥíĤا Ùّ اÕİñĤ اóĩèŶ כıĥא، وĭä Ùĭ×Ĥو تijĜאĺ Ùĭ×Ĥو ÙąĘ Ùĭ×Ĥو Õİذ Ùĭ×Ĥ אıĬאĉĻèو ،אıĥכ ËĤËĥĤا īĨ [ أ اóęĤدوس [٩١ ٣ اùĩĤכ، وijāĜرİא اĻĤאijĜت، وıĘóĔא اËĤËĥĤ وāĨאرıđĺא اÕİñĤ، ُıא ĈŻَ ِ زïäóÖ، وĨ ُ İא اäóĩĤאن، وóÜاıÖא اùĩĤכ وĬ×אıÜא اóęĐõĤان واĭđĤ×ó. َאؤ × ْ ā َ وأرıĄא اÙąęĤ، وè ًא، אĬ َ ĺ َ óَ א ً وÙĺóä وä ً ĺ ْ óَ ۜ﴾ ĝĺאل: óäى اĩĤאء óåĺي ä رYُ ·َ²ْÊا َْ Y·َcِoْ َ ۪ي ِR ±ْ b ykْ َ b﴿ :įĤijĜو ٌ ٌ äאرÙĺ، أي óåÜي Ĩאؤİא، واåĤאرÙĺ اÙĭĻęùĤ؛ Ŷن īĻĐو Ùĺאرä ٌ ٌ ٌ ٍäאر وĻĨאه أي: øאل، وĨאء ّة، وïĜ اĩĤאء óåĺي ıÖא، وÙĜïĀ äאرÙĺ أي وėĜ داħÐ اďęĭĤ، واŶرزاق اåĤאرÙĺ اïĤار ،ģِ ّ ّ اijĤכģĻ، įĬŶ óåĺي óåĨى اijĩĤכ َ ِóي ٤ واåĤ أóäى ĵĥĐ ïĭäه وأéĀאįÖ ِ اĺóäŶאت، وįđĩä اĺóäŶאء çÝęÖ اõĩıĤة، واĺóäŸאء ÖכóùاõĩıĤة اđĤאدة اĹÝĤ óåÜي ıĻĥĐא اùĬŸאن. ٥ فñéĤאÖ [١٠٠/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [Y·َcَoْ َ ۪ ي b ykْ َ b﴿ :אتĺŴا ăđÖ ĹĘو﴾ Y·َcِoْ َ b ±ْ ®ِ﴿ :įĤijĜو ĩĤא أįĬ óČف واÙéÝęĤ ïÜل įĻĥĐ، وإà×אت «īĨ «ÙĥāĥĤ أو Ĥ×Ļאن أن اïÝÖاء اĺóåĤאن įĭĨ، īכĤو ،»īĨ»ـÖ ăęì اñıĤو ؛ħøا ijİو ģęø ĵĭđĩÖ «ÛéÜ»و .ÙĺאĕĤا اءïÝÖź ٦ įĬÍĘ ْ óıčĺ ħĥĘ فóéĤا َ į×üÉĘ ،אً ×ĤאĔ هóĻĔ ĹĘ ĵĭđĩĤا ïĻęĺ įĬŶ وف؛óéĤا אلĩđÝøا ģĩđÝùĺ .óĻכĭÝĤوا ėĺóđÝĤا ÙĨŻĐ įĻĘ ١ ط: óāĨاīĻĐ. ٢ ر: وïĨاıĭÐא. .īĻÝĭ×ĥĤا īĻÖ īĻĈ أي :طŻَ ِ Ĩ ٣ ٤ ĹĘ İאûĨ ح: اóåĤاĺאت. ٥ ط ر: ĘאñéĤف. ٦ ر - įĬÍĘ. ٥ ١٠ ١٥ 630 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Altından” yani zemininin alt kısımlarından demektir. Bir görüşe göre anlam, “ağaçlarının altından” şeklinde, bir başka görüşe göre “odalarının altından” şeklinde, bir görüşe göre “kanal olmaksızın” şeklindedir. “Onların altlarından ırmaklar akar.” [ el-A‘râf 7/43] âyetinde anlam, “Onların emri ile akar.” şeklindedir. Yani nehirler onların emir ve tasarrufları altındadır. Bu tıpkı mel‘un Firavun’un “İşte şu nehirler benim altımdan akıyor.” [ ez-Zuhruf 43/51] şeklindeki sözünde olduğu gibidir. Nehirlerin müminlerin emri ile akmasının anlamı bir başka âyette “Onları diledikleri gibi fışkırtıp akıtırlar.” [ el-İnsân 76/6] -yani yukarı ya da aşağı doğru diledikleri gibi- şeklinde ifade edilmiştir. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Cennet hususi bir yerin ya da bölgenin adı değil, ağaçların ve asmaların toplamının adıdır. Dolayısıyla “Altından akar.” âyeti “Ağaçlarının ve asmalarının altından akar.” anlamına gelir… Bir görüşe göre “altından” ifadesi “kendileri yüksekte iken görebilecekleri yerden” anlamına gelir. Bu insanların daha çok hoşuna gidecek bir durumdur… Yine şöyle de denilmiştir: “Altından” ifadesi yerin altından değil, “üzerlerindeki sarayların ve odaların altından” anlamına gelir. Benzer bir kullanım Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Her bir saç telinin altında cenabet vardır.”1 şeklindeki sözüne benzer. Burada derinin altı değil, üst kısmının altında olduğu kastedilmiştir.2 “Nehirler” el-Enhâr kelimesi nehr (nehir) kelimesinin çoğuludur ki o da suyun aktığı yer, suyun akışı demektir. Enhere ed-deme “kanı akıttı” anlamına, nehrün nehirün “suyu bol nehir” anlamına gelir. Bir görüşe göre nehre bu ismin verilmesinin sebebi onun genişliği ve parıltısıdır. Hak Teâlâ “Elbette takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmak başındadırlar.” [ el-Kamer 54/54] -yani parıltı ve genişlik içindedirler- buyurur. Gündüzün en-nehâr diye isimlendirilmesi de genişliği ve parlaklığındandır. Bir görüşe göre gündüzün bu isimle isimlendirilmesinin sebebi tıpkı suyun nehirde akması gibi güneşin gündüzde akıyor olmasıdır. 1 İbn Mâce, “Tahâret”, 106; Tirmizî, “Tahâret”, 78. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 62. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 631 :ģĻĜو .אİאرåüأ ÛéÜ īĨ :ģĻĜو .אıĄأر ģĘאøأ īĨ أي﴾ Y·َcِoْ َ b ±ْ ®ِ﴿ :įĤijĜو ۪ ي ِR ±ْ ykْ َ b﴿ :אلĜ ĹÝĤا ÙĺŴا ĹĘو .ودïìأ óĻĔ ĹĘ يóåÜ אıĬإ :ģĻĜو .אıĘóĔ ÛéÜ īĨ Yر﴾ [اóĐŶاف، ٤٣/٧] ĭđĩĘאه: ħİóĨÉÖ، أي ذĤכ ÛéÜ وħıÝĺź وأħİóĨ، وijİ ُۚ ·َ²ْÊا َْ ُ·ِcِoْ َ b َ ْo ۪c ۚ] ﴾¿اóìõĤف، ٥١/٤٣] أي óĨÉÖي. ۪ ي ِR ±ْ b ykْ َ b رYُ ·َ²ْÊا َْ هِwِ ¶ٰ وَ ﴿:ųا Ʃ įĭđĤ نijĐóĘ لijĝכ َ Ÿْ ۪k ًyÁا﴾ [اùĬŸאن، ٦/٧٦] أي b Y·ََ ²وyُkِّ Ÿَُ À﴿ :ىóìأ Ùĺآ ĹĘ אلĜ אĨ ħİóĨÉÖ אıĺóä ĵĭđĨو ا ً وŻęø. ً ijĥĐ אؤواü ßĻè :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ďĩåĺ אĩĤ ħøا Ĺİ ģÖ ،Ù ّ Āאì Ùđĝ×Ĥوا رضŷĤ ħøאÖ ÛùĻĤ ÙĭåĤا « אİאرåüأ ÛéÜ أي﴾ Y·َcِoْ َ ۪ ي ِR ±ْ b ykْ َ b﴿ :įĤijĝĘ ،ûÐاóđĤوا אرåüŶا אıĻĥĐ ħİאرāÖأ ďĝÜ ßĻè أي אıÝéÜ īĨ :ģĻĜو «:אلĜ. ١ وóĐاıýÐא». ٢ Ĝאل: «وģĻĜ ، وذĤכ أõĬه ïĭĐ اĭĤאس وأĵĥè وأÕĻĈ«. ّ ijĥđĤا ĹĘ ħİو ź ٣ ،فóĕĤوا رijāĝĤا īĨ אıĭĨ ŻĐ אĨ ÛéÜ īĨ أي אıÝéÜ īĨ :אąĺأ ً ٤ أي ÛéÜ ،»ÙÖאĭä ٍ ة َ óَ đüَ ģכّ ÛéÜ« :مŻùĤا įĻĥĐ įĤijĝכ رضŶا ÛéÜ ٥ .«ïĥåĤا ÛéÜ ź ŻĐ אĨ ٦ َ أي أøאįĤ، مïĤا óıĬأ ïĜو ،אءĩĤا ģĻùĨ ijİو óıĭĤا ďĩä Ĺİ ﴾ۜ وįĤijĜ: ﴿ َْ اÊَ²ْ ·ُYر ¿ž۪ ±Áَ £۪ َ cّ¯ُ ْ َ اª ِ ّن ٧ Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ،įÐאĻĄو įÝđùĤ įÖ Ĺĩø :ģĻĜو .אءĩĤا óĻáכ أي ٌ ó ِıَ Ĭ ٌ óْ ıَ وĬ ٨ وģĻĜ: ٍۙ﴾ [اóĩĝĤ، ٥٤/٥٤ [أي ĻĄאء وÙđø، وĹĩø اıĭĤאر įÖ įÝđùĤ وĻĄאįÐ. y·ََ َ ٍ Yت َو² ³ّjَ ا ĺóåĤאن اĩýĤ ÷įĻĘ כĺóåאن اĩĤאء ĹĘ óıĬه. ً אرıĬ Ĺĩø ١ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٦٢/١ ٢ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٦٢/١ ٣ ر: واijęĤق. ٤ īĭø اīÖ ĨאÙä، اıĉĤאرة ١٠٦؛ īĭø اñĨóÝĤي، اıĉĤאرة .٧٨ ٥ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٦٢/١ ٦ ط: øאįĤ. ٧ ط ر: وĻąĤאįÐ. .ûĨאİ çĀ ،įÐאĻĄو įÝđùĤ įÖ אرıĭĤا Ĺĩøو Ùđøو אءĻĄ أي﴾ ٍۙ y·ََ َ ٍ Yت َو² ³ّjَ ¿ž۪ ±Áَ £۪ َ cّ¯ُ ْ َ اª ِ ّن ٨ ح - Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ٥ ١٠ ١٥ 632 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Tefsirine gelince, Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Cennette süt deryası, su deryası, bal deryası ve şarap deryası vardır, sonra diğer nehirler onlardan ayrılır.”1 buyurduğu rivayet edilir. Bu nehirlerin “Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır.” [ Muhammed 47/15] âyetinde zikredilen nehirler olduğu söylenmiştir. Bir görüşe göre nehir bir tanedir ama içinde şarap, su, süt ve bal akar, bunların hiçbiri diğerine karışmaz. Nitekim bu tıpkı “İki denizi salıvermiştir, onlar birbirlerine kavuşurlar, [ama] aralarında bir engel vardır, birbirlerine karışmazlar.” [ er-Rahmân 55/19-29] ve “İki denizin arasına engel koyan…” [ en-Neml 27/61] âyetlerinde ifade edildiği üzere dünyada tatlı su ile tuzlu suyun karışmaması gibidir. Bazıları da şöyle demiştir: Nehirde akan şey tektir, ama isteğe göre farklılaşır. Kişi nehirde akanın süt olmasını isterse süt olur, diğer şeylerden olmasını isterse o şey olur. Kimileri de şöyle demiştir: Akan şey tektir, ama dört tabiatı vardır: Hayatın var edilmesinde su tabiatı, büyümede süt tabiatı, tatlılıkta bal tabiatı, neşede şarap tabiatı. Bu kimselerin görüşüne göre âyette “nehirler” kelimesinin çoğul olarak zikredilmesinin sebebi, nehrin tek olmasına karşılık anlamlarının çok olmasıdır. İnsanlar cennete girdikleri zaman daha önceden ölümü tatmış, cehenneme girmiş, korkmuş ve zayıf düşmüş durumda olacaklardır. Bu nedenle orada önce hayat bulmaları için kendilerine su verilecek, böylece ölmeyecekler, ardından iyileşmeleri için kendilerine süt ikram edilecek, böylece onlar [sıhhat açısından] herhangi bir eksiklik görmeyeceklerdir, sonra neşe bulmaları için onlara şarap ikram edilecek ve artık onlar hüzünlenmeyeceklerdir, sonra sıhhat bulmaları için onlara bal ikram edilecek ve sonra onlar hasta olmayacaklardır. Sonra cennette pınarlar vardır: Kâfûr pınarı, zencebîl pınarı, selsebîl pınarı, rahîk pınarı ki bunun karışımı tesnîmdendir. Bu nehirler arşın altındaki bir pınardan çıkarlar. Rivayet edildiğine göre arşın altında (sütununda) genişlemesine “Bismillahirrahmânirrahîm” yazar, su pınarı Bism kelimesindeki mîm harfinden, süt pınarı Allah kelimesindeki he harfinden, şarap pınarı er-Rahmân kelimesindeki mîm harfinden, bal pınar da er-Rahîm kelimesindeki mîm harfinden çıkar. Bunlar o nehirlerin membaıdır, hepsinin döküldüğü yer ise kevserdir. O Hz. Peygamber aleyhisselâmın havuzu olup bugün cennette mevcuttur, 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 33: 246; Dârimî, Sünen, 3: 1873. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 633 óéÖ Ùّ ĭåĤا ĹĘ» :אلĜ įّ ] أĬ ب٩١ [مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐ روي ïĝĘ ١ وأĨא İóĻùęÜא ٣ ĜאijĤا: وĹİ .«ïđÖ אıĭĨ אرıĬŶا ěّ ĝýÜ ħà ،óĩíĤا óéÖو ģùđĤا óéÖو ٢ اĥĤ×ī وóéÖ اĩĤאء :ģĻĜو .]١٥/٤٧ ،ïĩéĨ] ،ÙĺŴا﴾ ±ٍۚ~ِ ٰ ِ ا yÁْ šَ ءYٍ ٓ®َ ±ْ ®ِ رYٌ ·َ²َْ ا Yٓ·Áَ ž۪﴿ :įĤijĜ ĹĘ رةijכñĩĤا אرıĬŶا ź אĩכ אąđÖ ً אıąđÖ ćĤאíĺ ź ģùđĤوا ī×ĥĤوا אءĩĤوا óĩíĤا įĻĘ يóåĺو ،ïèوا óıّ اĭĤ Yن ِۙ Áَ£ِcَ ْ «َ À ±ِÀْyَoْ ]َْ َ واçĥĩĤ ĹĘ اĻĬïĤא، Ĝאل:﴿َRَyَج اª ٤ اäŶאج َ ُ اĩĤאء ُ اñđĤب íĺאćĤ اĩĤאء ﴾ۜ ا}ً jY ِ nَ ±ِÀْyَoْ ]َْ ªا ±َ Áَْ ۚ﴾ [اīĩèóĤ، ٢٠-١٩/٥٥ [وĜאل:﴿َو َjَ َ\ © نYِ Áَ›ِ]َْ À Êَ خ ٌ َ ْyَز \ Y¯َ·ُ³َÁَْ \ [اģĩĭĤ، ٦١/٢٧[. א כאن ً ĭ×Ĥ نijכĺ أن ĵّ َÙ؛ إن ĭĩÜ Ļ ْ ĭ ُ وĜאل ħıąđÖ: اåĤאري واïè وėĥÝíĺ ÖאŻÝìف اĩĤ ْď اĩĤאء ĹĘ إà×אت א وכñا øאİóÐא. وĜאل ħıąđÖ: اåĤאري واïè وĈ×אįđÐ أرďÖ: َĈ× ً ĭ×Ĥ .ابóĈŸا ĹĘ óĩíĤا ď×Ĉو ،وةŻéĤا ĹĘ ģùđĤا ď×Ĉو ،ÙĻÖóÝĤا ĹĘ ī×ĥĤا ďْ اĻéĤאة، َوĈ× א ĵĥĐ ijĜل źËİء Ĥכóáة đĨאıĻĬא ďĨ اéÜאد ıĭĻĐא، ÍĘذا دijĥìا ً وإĩĬא ذכó اıĬŶאر đĩä ّÙ وïĜ ذاijĜا اijĩĤت ودijĥìا اĭĤאر وìאijĘا وijęđĄا، ħİijĝø اĩĤאء ijĻéĻĤا ħà إħıĬ ź اĭåĤ ħıĬإ ħà اijÖóĉĻĤóĩíĤا ħİijĝøو ،نijāĝĭĺ ź ħıĬإ ħà ٥ ؤواó×ÝĻĤ ī×ĥĤا ħİijĝøو ،نijÜijĩĺ īĻĐ ٦ :نijĻĐ Ùّ ĭåĤا ĹĘ ħà .نijĩĝùĺ ź ħıĬإ ħà اij ّ éāĻĤ ģùđĤا ħİijĝøو ،نijĬõéĺ ź اĤכאijĘر وīĻĐ اåĬõĤ×ģĻ وīĻĐ اùĥùĤ×ģĻ وīĻĐ اěĻèóĤ وõĨاīĨįä ħĻĭùÜ. وñİه اıĬŶאر ųا Ʃ ħùÖ :אĄóĐ ً شóđĤا אقø ĵĥĐ ÕÝُ ٧ أįĬ כ وروي .شóđĤا אقø ĹĘ نijĻĐ īĨ ď×ĭÜ īĻĐو ،»ųا Ʃ » אءİ īĨ ď×ĭÜ ī×ĥĤا īĻĐو ،»ħùÖ» ħĻĨ īĨ ď×ĭÜ אءĩĤا īĻĐو ،ħĻèóĤا īĩèóĤا א ّ Ĩوأ ،אıđ×ĭĨ اñİ ،«ħĻèóĤا «ħĻĨ īĨ ď×ĭÜ ģùđĤا īĻĐو ،»īĩèóĤا «ħĻĨ īĨ ď×ĭÜ óĩíĤا ّ įĻĥĐ اŻùĤم وijİ ĹĘ اÙĭåĤ اijĻĤم، Ĺ×ĭĤا ضijè ijİو ،óàijכĤا ĹĘ ّ Õāĭĺ אıĥכĘ אıّ ×āĨ ١ ح + ĭİא. ٢ ط - وóéÖ اĩĤאء، çĀ İאûĨ. .١٨٧٣/٣ ،ĹĨارïĤا īĭø ؛٢٤٦/٣٣ ،ïĩèأ ïĭùĨ ٣ . َ ٤ ط - اĩĤאء ٥ ط: ijÖóýĻĤا، وĹĘ اıĤאûĨ: ijÖóĻĤا؛ ر: ijÖóĻĤا. ٦ ح ط + أąĺא. ٧ ر: وïĜ روي. ٥ ١٠ ١٥ 634 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri kıyamet günü müminler oradan içebilsinler diye arasât meydanına intikal ettirilir, sonra cennette müminler melekler vasıtası ile ondan içsinler diye cennete intikal ettirilir. Allah müminlere tertemiz içeceği vasıtasız olarak içirir. Şöyle buyurmuştur: “Rableri onlara tertemiz içecek içirir.” [ el-İnsân 76/21] Mârifet ehli zâtlardan biri şöyle demiştir: Allah Teâlâ’nın katında bir içecek vardır ki onu mârifet ehli için saklar. Onlar ondan içtiklerinde neşelenirler, neşelendiklerinde kalkarlar, kalktıklarında coşarlar, coştuklarında kendilerinden geçerler, kendilerinden geçtiklerinde yaşarlar, yaşadıklarında uçarlar, uçtuklarında talep edeler, talep ettiklerinde bulurlar, bulduklarında inerler, indiklerinde yakınlaştırılırlar, yakınlaştırıldıklarında kendilerine keşfolunur, keşf sahibi olduklarında müşahede ederler, müşahede ettiklerinde muâyene ederler (ayan beyân görürler), muâyene ettiklerinde ünsiyet sağlarlar, ünsiyet sağladıklarında basiret sahibi olurlar. “Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde” Buradaki küllemâ (her) kelimesi fiillerin kapsayıcılığını gerekli kılar. Küll kelimesi ise şahısların umumiliğini ifade eder. Küll kelimesi içine giren her şeyi kapsar, mâ ise kendisinden sonra gelen fiil ile birlikte mastar olur ve o fiilin küll kelimesinin kapsamına girmesinden dolayı umum ifade etmesini gerektirir. Böylelikle de tekrarı gerektirir. “Kendilerine rızık verilişinde” yani onlara verilişinde. Bunun hakikatini biz “Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” [ el-Bakara 2/3] âyetinin tefsirinde beyân etmiştik. “Cennetlerin meyvelerinden” Buradaki minhâ (ondan) ifadesi “cennetlerden” anlamına gelir. Bu ifadedeki “min” harfi mekânın beyânını ifade eder, yani “bu mekândan rızıklandırılırlar” anlamına gelir. “Meyvelerinden” Buradaki min ise cins ifade eder. Bir görüşe göre buradaki min harfi zaittir, yani “onlara her meyve verilişinde” anlamına gelir. Bir görüşe göre bu min harfi tıpkı mâ fi’d-dâri min racülin (Evde hiçbir adam yok) ifadesinde olduğu gibi tekit bildirir. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 635 ģİأ ĵĝùُ ĺو ÙĭåĤا ĵĤإ ģĝĭُ ĺ ħà ،īĻĭĨËĩĤا ١ ĹĝùĻĤ אتĀóđĤا ĵĤإ ÙĨאĻĝĤا مijĺ ģĝĭُ وĺ Ʃ اų اóýĤاب اijıĉĤر ŻÖ اÙĭåĤ īĨ ñİه اıĬŶאر واijĻđĤن ijÖاÙĉø اÐŻĩĤכÙ، وħıĻĝùĺ ُ ُ·ْ َ‚َy ً ا\Y ُŽَ ·¹ًرا﴾ [اùĬŸאن، ٢١/٧٦]. واÙĉø، Ĝאل: ﴿َو َ~ £ٰ ُÁ·ْ َرّ\ اijÖóü ذاÍĘ ،ÙĘóđĩĤا ģİŶ هóìƪ א اد ً Öاóü ĵĤאđÜ ّ وĜאل ăđÖ أģİ اÙĘóđĩĤ: إن ِų ٢ Ĉאijüا Đאijüا، َ ijÖا، وإذا ijÖóĈا ĜאijĨا، وإذا ĜאijĨا İאijĨا، وإذا İאijĨا Ĉאijüا، ÍĘذا óĈَ ٣ Đאijüا Ĉאروا، وإذا Ĉאروا ĥĈ×ijا، وإذا ĥĈ×ijا وïäوا، وإذا وïäوا ijĤõĬا، وإذا ÍĘذا ُijęüijا üאïİوا، وإذا üאïİوا Đאijĭĺا، وإذا Đאijĭĺا ُijęüijا، وإذا כ ّ ijÖا כ ِ ijÖا، وإذا ُóĜ ّ óĜُ اijĤõĬ ِijùا أóāÖوا. ِijùا، وإذا أĬ أĬ ِ ْز¢ًąۙ» ﴾כĩĥא» כÙĩĥ ĹąÝĝÜ ijĩĐم َ ََ̄yٍة ر f ±ْ ®ِ Y·َ³ْ®ِ ا¹¢ُ ِ َ̄Y ُرز َّ «¦ُ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٤ أن כÙĩĥ» כģ «ijĩđĤم Ĩא اđĘŶאل، وכÙĩĥ» כģ «ĹąÝĝÜ ijĩĐم اñĤوات، وıÝĝĻĝèא ] و«Ĩא» ďĨ اģđęĤ اñĩĤכijر ïđÖه ÙĤõĭĩÖ اïāĩĤر، ĹąÝĝĻĘ ijĩĐم ذĤכ أ ٩٢] ،įĻĘ ģìد .ěĺóĉĤا اñıÖ ارóכÝĤا ĵąÝĜאĘ ،įĻĘ אıĤijìïĤ ģđęĤا ْ ¶Yُ ³َ ْ َY َرَز¢ ¯ّ®ِوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ اñİ ÙĝĻĝè א ƪ ĭ ّ ĻÖ ïĜو ،اijĉĐُ ِ ¹¢ُا﴾ أي أ وįĤijĜ:﴿ ُرز ُ £ُŸِ³ْ ¹َۙن﴾ [اĤ×óĝة، ٣/٢]. À اñİ īĨ أي ،כאنĩĤا אنĻ×Ĥ ﴾Y·َ³ْ®ِ﴿ ĹĘ «īĨ»و .אتĭåĤا īĨ أي﴾ Y·َ³ْ®ِ﴿ :įĤijĜو ٥ óĺزijĜن. اĩĤכאن ٦ ĹĘ ñİا ĻĭåÝĥĤ÷. وģĻĜ: Ĺİ زاïÐة، أي כĩĥא رزijĜا «īĨ» ﴾ةٍyَ¯َ َ f ±ْ ®ِ﴿ :įĤijĜو .ģäر īĨ ارïĤا ĹĘ אĨ ٨ :ħıĤijĜ ĹĘ אĩכ ïĻכÉÝĥĤ ٧ Ĺİ :ģĻĜو .ةóĩà ١ ط ر: ĹĝùĤ. ٢ ح ط ر: وإذا. ٣ ح ط ر: وإذا. ٤ ر: وĩıÝĝĻĝèא. .ûĨאİ çĀ ،כאنĩĤا اñİ īĨ - ط ٥ ٦ ر: وīĨ. ٧ ر - Ĺİ. ٨ ط: įĤijĜ. ٥ ١٠ ١٥ 636 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “ Rızık” Bu kelime cümleden meçhul fiilin haberidir, hakikatte bu ifade ikinci mef‘uldür. Burada Hak Teâlâ onlara cennette verilecek bir rızık olduğunu bildirmektedir. Aynı husus şu âyetlerde de bildirilmiştir: “Ve onlara orada sabah akşam rızıkları vardır.” [ Meryem 19/62], “İşte onlara mâlûm bir rızık vardır.” [ es-Sâffât 37/41], “İşte bu bizim rızkımızdır ve tükenmesi söz konusu değildir.” [ Sâd 38/54], “Orada hesapsızca rızıklandırılırlar.” [ el-Mü’min 40/40], “Biz ona değerli bir rızık hazırlamışızdır.” [ el- Ahzâb 33/31], “Allah ona güzel rızık vermiştir.” [ et-Talâk 65/11], “Bize biraz su ya da Allah’ın size verdiği rızıktan verin…” [ el-A‘râf 7/50]. Yine onlara meyveler verileceğini haber vermiştir ki bu meyvelerin nitelikleri arasında şunlar vardır: “Tükenmeyen ve yasaklanmayan çeşitli meyveler…” [ el-Vâkıa 56/32-33], “Ve beğendikleri meyve…” [ el-Vâkıa 56/20], “Orada, güven içinde [canlarının çektiği] her meyveyi isterler.” [ ed-Duhân 44/55], “İkisinde de her meyveden çift çift vardır.” [ er-Rahmân 55/52], “İçinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır.” [ er-Rahmân 55/68], “Dikensiz sedir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında…” [ el-Vâkıa 56/28-29], “Bu iki cennetin meyveleri yakındır.” [ er-Rahmân 55/54], “Salkımları sarkıtılmıştır.” [ el-İnsân 76/14] Buradaki kutûf kelimesi üzüm salkımı anlamına gelir. Bedevinin biri Hz. Peygamber aleyhisselâma cennetin üzümleri ve salkımlarını sormuş, o da “Karganın bir ay boyunca bıkıp usanmaksızın uçarak alabileceği bir mesafe boyuncadır, bütün mahlûkat o salkımların birinin etrafında toplansa, o salkım hepsini doyurur.”1 buyurmuştur. Rivayet edildiğine göre cennetin ağaçlarından bir meyve koparıldığında onun yerine derhâl yenisi yetişirmiş. Bir rivayette anlatıldığına göre cennet üzümünün bir tanesinden inci misali bir şey çıkar ve bu inci parlak bir gözden fışkırır, ışığı güneşi bile kapsar. Bir başka rivayette şöyle anlatılır: Mümin cennete girdiği zaman yetmiş bin bahçe görür, her bir bahçede yetmiş bin ağaç, her bir ağaçta yetmiş bin yaprak ve her bir yaprağın üzerinde “Lâilâhe illellah Muhammedün resûlullah, günahkâr bir ümmet ve bağışlayıcı bir Rab” yazar. Yaprakların her birinin genişliği dünyanın doğusundan batısına kadardır. 1 Bkz. Buhârî, “Rikāk”, 53; Müslim, “Fezâil”, 27. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 637 ó×ìأ ،ÙĝĻĝéĤا ĹĘ אنà لijđęĨ ijİو ،įĥĐאĘ ّ ħùُ ĺ ħĤ אĨ ó×ì Ĺİ ﴾ۙą¢ًزْ ِ وįĤijĜ:﴿ ر [٦٢/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾YÁًّ ƒِ َوَ ةًyَ§ْ \ُ Y·Áَ ž۪ ْ·ُ¢ُزْ ِ ُ·ْ ر َ أن ħıĤ ً رزĜא ĹĘ اÙĭåĤ وijİ כįĤijĝ:﴿ َوª ۚ﴾ [ص، ٥٤/٣٨] Ÿََ ٍYد ² ±ْ ®ِ µُ َ ª Y®َ Y³َ¢ُزْ ِ yَ ª اwَ ¶ٰ َ ِ ّن ¹مۙ﴾ [اāĤאĘאت، ٤١/٣٧] ﴿ا ق َRْ ُ» ٌ ٌ ِ ْز ُ·ْ ر َ ِئ ¥َ ª ٰٓ ُو۬ª ﴿ا [٣١/٣٣ ،ابõèŶا﴾ [Y¯À ً ۪ y¦َ ą¢ًزْ ِ ََ·Yر ª Yَ ²uْ cَْ َ ِ ِn َ ٍ Yب﴾ [اīĨËĩĤ، ٤٠/٤٠﴿ [َوا yÁْ ›َ ِ \ Y·Áَ ž۪ ن¹َ ¢ُزَyْ ُ À﴿ ﴾ُ §ُ َ َY َرَز¢ َْو ِRّ̄ ٓ ِYء ا ¯َ ْ ªا ±َR ِ Y³َÁَْ ž۪ ُÁ¹‹ا َ» َ ِ ْز¢ًą] ﴾اŻĉĤق، ١١/٦٥] ﴿ا َ ُµ ر ª ُ ٰ Ãا ّ ±َ َ nْ َ َ ْu ا ¢﴿ [اóĐŶاف، ٥٠/٧]. ْ ُ ¹َ ٍ_ َوَÊ َ®ْ¯³ُ ¹َ ٍ_ۙ﴾ £®َ Êَ ۙةٍyÁَ g۪¦َ _ٍ·َ¦Yِ žَوَ ﴿:אıÝęĀ īĨو اتóĩà ħıĤ أن ó×ìوأ ِ ©ّ §ُ ِ \ Y·Áَ ž۪ ن¹َ ُ uْ َ À﴿ ،[٢٠/٥٦ ،ÙđĜاijĤا﴾ [ونَۙ yُ َ Áّsَ cََ À Yَ [اijĤاÙđĜ، ٣٣-٣٢/٥٦[،﴿ َوžَ ِY¦َ·ٍ _ِ®ّ¯ _ٌ ·َ¦Yِ žَ Y¯َ·Áِ ž۪﴿ ،[٥٢/٥٥ ،īĩèóĤا﴾ [ۚ ِ žَ ِY¦َ·ٍ _َزْو َj ِYن žَ ِY¦َ·ٍ] ﴾_اìïĤאن، ٥٥/٤٤]، ﴿ِR ±ْ ُ¦ّ© ٍ َR³ْ ‹ُ ¹ٍۙد﴾ [اijĤاÙđĜ، ٢٩-٢٨/٥٦[، mْ َ ٌۚYن﴾ [اīĩèóĤ، ٦٨/٥٥[،﴿ ž۪ ¿ِ ~ْuٍر َR ْs ‹ُ ¹ٍۙد َو Žَ» © َوُرّR ٌ sْ َ َو² ،[١٤/٧٦ ،אنùĬŸا﴾ [ËÁً ª۪wْ َ b Y·َž¹ُ ُ ¢ُ aْ َ «ِ ّ ۚ﴾ [اīĩèóĤ، ٥٤/٥٥[،﴿ َوُذª ََcْÁ±ِ َد ٍان ³ّkَ ْ ªا Y³َjَ وَ﴿ Ùّ واėĉĝĤ ijĝĭĐد اÕĭđĤ، وÉøل أóĐاĹÖ رijøل Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم īĐ أĭĐאب اĭåĤ ďĩÝäا ijĤو ،انóĻĉĤا īĐ óُ Ýęĺ źو óĻĉĺ ابóĕĥĤ óıü ةóĻùĨ» :אلĝĘ ،אİدijĝĭĐو Ùّ ĭåĤا óåü īĨ óĩà ďĉĝُ ĺ ź įĬأ وروي ١ .«ħıđ×üŶ ïèوا دijĝĭĐ ĵĥĐ ěÐŻíĤا ٢ اïĤرة اïĤرة ěĥęĭÝĘ ّ ّ ģáĨ Ùّ ĭåĤا ÕĭĐ Ù ّ ×è īĨ جóíĺ įĬأ وروي .įĥáĨ įĬכאĨ Ûَ َ ×َ Ĭ źإ ّÙ رأى ُİא اĩýĤ ÷َ . وĹĘ اíĤ×ó: أن اīĨËĩĤ إذا دģì اĭåĤ رijĬ Õِ א ĥĕĺ ً ĭĻĐ راءijè īĐ īĻđ×ø ةóåü ģכ ĵĥĐ ،ةóåü ėĤأ īĻđ×ø Ùĝĺïè ģכ ĹĘ ،Ùĝĺïè ėĤأ īĻđ×ø ورب ƭ Ù×ĬñĨ Ùٌ ّ Ĩأ ،ųا Ʃ لijøر ïĩéĨ ųا Ʃ źإ įĤإ ź :بijÝכĨ ÙĜور ģכ ĵĥĐ ،ÙĜور ėĤأ ٤ ورÙĜ ıĄóĐא īĨ óüق اĻĬïĤא إĵĤ ıÖóĔא. ٣ כģ ijęĔر، .٢٧ ģÐאąęĤا ،ħĥùĨ çĻéĀ ؛٥٣ אقĜóĤا ،אريí×Ĥا çĻéĀ ؛١٩١/٢٩ ،ïĩèأ ïĭùĨ :óčĬا ١ اïĤرة. ٢ م ح ط - ّ ٣ ر + رħĻè. ٤ ر: وכģ. ٥ ١٠ ١٥ 638 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “‘Bu tıpkı daha önce bize verilen rızık!’ diyecekler.” Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas, Mücâhid ve Katâde şöyle demişlerdir: Yani cennet meyvelerinden bize verilen bu rızık tıpkı dünyada verilmiş olan rızık gibidir, yani sûret ve isim itibariyle ona benzemektedir. Abdullah b. Abbas, “Dünyada cennettekilerin sadece isimleri vardır.” demiştir. Nitekim cennet ağaçları zebercet, yakut, altın ve gümüştendir. Ebû Ubeyde ve Yahyâ b. Ebû Kesîr şöyle demişlerdir: Cennet meyveleri ağaçlarından toplandığı zaman yerlerine hemen yenisi gelir. Topladıklarının yerine gelen yenilerini görünce bunlar öncekilere (topladıklarına) benzer gelir ve derler ki “Bu tıpkı daha önce bize verilen rızık!” Şöyle denilmiştir: Akşamleyin, sabah verilmiş olanın benzeri verilir, onlar da derler ki “Bu tıpkı daha önce bize verilen rızık!”, yani “daha önce yediğimiz gibi.” Bir görüşe göre bunun mânası, “Bu, dünyada bize cennetteki rızkımız olarak vaad edilen şeydir.” şeklindedir. Bir başka görüşe göre anlam, “Bu, dünyada bize rızık olarak verilen sâlih amelin sevabıdır.” şeklindedir, buna göre sevap kelimesi cümlede gizlidir. Bu şekilde bir kelimenin gizlenmesi mümkündür. Nitekim “Köye sor.” [Yûsuf 12/82] âyetinde anlam, “Köy halkına sor.” şeklindedir. “Hâlbuki bu rızık onlara benzer olarak verilmiştir.” Buradaki ve utû fiili, çoğunluğun okuyuşuna göre meçhul fiil şeklindedir. Hârûn b. Mûsâ bunu ve etev şeklinde mâlûm fiil olarak okumuştur. Bu durumda anlam, “Hizmetçiler onlara rızıklarını getirir.” şeklindedir. Çoğunluğun okunuşunda ise anlam, “ İman edip sâlih amel işleyen ve cennete giren mü’minlere verilir.” şeklindedir. Benzerlik ifade eden el- müteşâbih kelimesi dilde el-misl ve el- mesel (benzer, denk) anlamındaki eş-şibh ve eş-şebeh (benzer) kelimesinin mütefâ‘il kalıbında gelmiştir. eş-Şebîh de bu anlamdadır. et-Teşbîh temsil demektir, müşâbehet mümaselet anlamına gelir. eş-Şebeh de el-işbâh (benzetme) ile aynı anlamdadır. eş-Şebeh altına benzeyen bir madendir. el-Umûr el-müştebihât “zor/problemli işler” demektir, el-müteşâbihât da aynıdır. Müteşâbih aslında başkası ile benzerlik arz eden ve ondan ayırt edilmesi zor olan demektir. İki müteşâbih şey birbirine benzer şey demektir. eş-Şübhe bir yönüyle helâle bir yönüyle harama benzeyen şey anlamına ve delile benzeyen [ama tam delil olmayan] şey anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 639 َ ْ[ُ©﴾ Ĝאل اīÖ ijđùĨد واīÖ Đ×אس ¢ ±ْ ®ِ Y³َ ْ ¢ِ ۪wي ُرز َّ ¹ُا ٰ¶ َwا اª ªYَ ¢﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ُزĭĜאه īĨ ١ ر ّÙ ģáĨ اñĤي כĭא وåĨאïİ وÝĜאدة: أي ĜאijĤا ñİا اñĤي رزĭĜא īĨ ĩàאر اĭåĤ ĹĘ אĩĨ אĻĬïĤا ĹĘ ÷ĻĤ :ġ אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ ؛ħøźوا رةijāĤا ĹĘ أي ،אĻĬïĤا אرĩà .ÙąęĤوا ÕİñĤوا تijĜאĻĤوا ïäóÖõĤا īĨ Ùّ ٢ إź اĩøŶאء، åüÉĘאر اĭåĤ Ùّ اĭåĤ ėِ ĥíُ Ýøا אİאرåüأ īĨ ÛĻĭ ُ ä إذا Ùّ ĭåĤאراĩà إن «:óĻáכ ĹÖأ īÖ ĵĻéĺو ةïĻ×Đ ijÖأ אلĜو אĭĜرز يñĤا اñİ :اijĤאĝĘ ،ħıĻĥĐ į×Ýüا Ĺĭ ُ ĨכאıĬא ıĥáĨא، ÍĘذا رأوا Ĩא اėĥíÝø ïđÖ اñĤي ä ] ijĤijĝĻĘن: ñİا اñĤي رزĭĜא ب٩٢ [،اءïĕĤאÖ ĵÜËĺאĨ ģáĨ אءýđĤאÖ ĵÜËĺ :ģĻĜو ٣ .«ģ×Ĝ īĨ ِĬïĐא ĹĘ اĻĬïĤא أن ĺכijن رزĜא ĭĤא ĹĘ ُ و يñĤا اñİ אهĭđĨ :ģĻĜو .مïĝÜ אĨ ģáĨ أي ،ģ×Ĝ īĨ ،óَ ĩąُ ّÙ. وģĻĜ: أي ñİا ijàاب Ĩא رزĭĜא īĨ اģĩđĤ اāĤאçĤ ĹĘ اĻĬïĤא، واijáĤاب Ĩ اĭåĤ ََ_﴾ [ėøijĺ، ٨٢/١٢[، أي أģİ اÙĺóĝĤ. Àyْ£َ ْ واĩĄŸאر äאõÐ، כĩא ĹĘ įĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َو ْ~َٔـِ© اª אİأóĜو ،ÙĨאđĤا اءةóĜ ĵĥĐ įĥĐאĘ ّ ħùُ ĺ ħĤ אĨ ĵĥĐ ijİ ﴾ۜ Y·ً ِ \Yƒَ cَ®ُ µ۪ ِ ُُb¹ا \ وįĤijĜ:﴿ َوا ¹َْا çÝęÖ اėĤŶ ĵĥĐ اģđęĤ اčĤאóİ، أي اïíĤم أijÜا ÖאóĤزق. وĵĭđĨ b َ وأ :ĵøijĨ īÖ אرونİ ُijا įÖ، أي اīĺñĤ آijĭĨا وijĥĩĐا اāĤאéĤאت اīĺñĤ دİijĥìא. اóĝĤاءة اijıýĩĤرة: ِوÑĻä ،כĤñכ įĻ×ýĤوا ،ģَ á َ ĩĤوا ģْ áĩĤכא ِ אĩİو ،į×ýĤوا ƪ į× ِýĤا ّ īĨ ģĐאęÝĨ ِ ÙĕĥĤا ĹĘ įÖאýÝĩĤوا ٦ į َ ×ýĤوا ƪ ٥ ٤ ً أąĺא، į çÝęÖ اīĻýĤ واĤ×אء اüŸ×אه َ ×ýĤوا ƪ ،ÙĥàאĩĩĤا ÙıÖאýĩĤوا ،ģĻáĩÝĤا įĻ×ýÝĤوا ُý×į اÕİñĤ، واijĨŶر اÝýĩĤ×ıאت اýĩĤכŻت، واýÝĩĤאıÖאت כĤñכ، وÙĝĻĝè ĺ óİijä ٨ ٧ اĩÝĩĤאŻàن، אنıÖאýÝĩĤوا ،هóĻĔ īĨ õĻĩÝĺ ź כאد ĵÝè هóĻĔ īĨ į×ü įĻĘ يñĤا įÖאýÝĩĤا .Ùåُ éĤا į×ýĺ אĨ ٩ Ùıْ ×ýĤوا ƫ ،įäو īĨ امóéĤوا įäو īĨ لŻéĤا į×ýُ ĺ אĨ Ùı×ýĤوا ƫ ١ ر - כĭא. .ûĨאİ çĀ ،Ùّ ٢ ط - ĩĨא ĹĘ اĭåĤ .(٢٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٤١٠/١ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :óčĬا ٣ ٤ ر: اüź×Ýאه. ٥ ط - ً أąĺא. ٦ ر + ّ واýĤِ× į. ٧ ر: واýÝĩĤאıÖאت. ٨ ر: اĩÝĩĤאŻàت. ٩ ح + ً أąĺא. ٥ ١٠ ١٥ 640 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buradaki tefsirine gelince, Hasan-ı Basrî, Katâde ve İbn Cüreyc şöyle demişlerdir: Müteşâbih demek, benzer derecede güzel ve kaliteli olan şey demektir. Yani hepsi iyidir, birbirlerine benzerler, içlerinde kötü, bozuk, değişmiş olan yoktur, bu şekilde hepsi iyi olmayan dünya meyveleri gibi değildirler, çünkü dünya meyvelerinin içinde iyi olanlar olduğu gibi iyi olmayanlar da bulunur. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd ve Rebî‘ b. Enes şöyle demişlerdir: Müteşâbih tat bakımından değil, renk bakımından benzer olandır. Cennet meyveleri dünya meyvelerinden tat bakımından farklı, onlardan daha iyi ve lezzetli olsalar da renk bakımından onlarla aynıdır. Mücâhid ve Yahyâ b. Saîd şöyle demişlerdir: Yani o meyveler hem tat hem renk bakımından dünya meyvelerine benzerler, renkte ve tatta dünya meyveleri gibidirler. Bu ifadede onların dünyada renk ve tatları ile bildikleri şeylerle teşvik edilmesi, rağbetlerinin artırılması anlamı bulunur. Bir rivayete göre Mücâhid şöyle demiştir: Yani renk itibariyle birbirlerine benzerler, tatları farklıdır. Bu ifadede onları teşvik söz konusudur, çünkü onlar sûretleri aynı, fakat anlamları farklı şeyler bulurlar. Ebû Zeyd el-Eşcaî şöyle demiştir: Benzerlik renk ve tatlarda değil, isimlerdedir. Cennet meyveleri dünya meyvelerine tat ya da renk bakımından benzemezler, aksine onların sadece isimleri aynıdır. Bu da onları bilmedikleri, nihayetine vâkıf olmadıkları lezzetlere teşvik etme anlamını taşır. Bir görüşe göre “Hâlbuki bu rızık onlara benzer olarak verilmiştir.” ifadesinin mânası, “Her zaman taze olarak verilir.” şeklindedir. Cennette ilkbahar, yaz, sonbahar, kış yoktur; sıcak, soğuk, eksilme ve kayıp yoktur. “Onlar için orada tertemiz eşler de vardır.” Dilde ez-zevc koca, ez-zevcetü ise eş/kadın anlamına gelir. ez-Zevc aslında hem erkek hem de kadın için kullanılır. Kur’ân’da bu kelime pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Koca anlamında kullanılmıştır: “Ta ki bir başka koca ile evlenene kadar.” [ el-Bakara 2/230] 2. Hanım anlamında kullanılmıştır: “Eşini tut/boşama.” [ el- Ahzâb 33/37] 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 641 ijــİ įÖــאýÝĩĤا ĵــĭđĨ :ãــĺóä īــÖوا ــאدةÝĜو īــùéĤا ــאلĜ ïــĝĘ ــאĭıİ هóĻــùęÜ ــאĨوأ ٢ وź ــאدùĘ źو įــĻĘ رذل ź ــאąđÖ ً įــąđÖ į×ــýĺ ١ اĩÝĤאàــģ ĘــĹ اåĤــijدة، أي: כĥــį Ļìــאر ٥ ٤ و ĻĔــó Ļìــאر. ا ً ٣ Ŷن ıĻĘــא Ļìــאر ّــó، وĻĤــ÷ כĩáــאر اĻĬïĤــא اÝĤــĹ ź ýÝÜــאįÖ؛ ĻĕÝĨ وĜـאل اÖـī Đ×ـאس واÖـī ùĨـijđد واĻÖóĤـď Öـī أĬـ÷: اýÝĤـאįÖ İـij اĩÝĤאàـģ ĘـĹ اĥĤـijن دون .ÕĻĈوأ ñĤأ ÛĬכאĘ ،ħđĉĤا ĹĘ אıÝęĤאì وإن אĻĬïĤאراĩà انijĤأ ĹĘÙĭåĤאراĩà نijכĻĘ ،ħđĉĤا ħـđĉĤوا نijـĥĤا ĹـĘ ـאĻĬïĤا ـאرĩà įÖـאýÜ ـאıĬأ أي :ïĻđـø īـÖ ĵـĻéĺو ïـİאåĨ ٦ وĜـאل ĹـĘ ħـı×ĻĔóÜ ـכĤذ ĹـĘو ،ـאıĩđĈ ĹـĘو ـאıĬijĤ ĹـĘ ٧ ًـא، أي İـĹ ýÜـ×į ĩàـאر اĻĬïĤـא đĻĩä .įـĩđĈو įـĬijĥÖ ـאĻĬïĤا ĹـĘ هijـĘóĐ ـאĨ ÕـĥĈ مijđĉĤا ĹـĘ ėـĥÝíÜو ،انijـĤŶا ĹـĘ ـאąđÖ ً ـאıąđÖ į×ـýĺ أي :Ùـĺروا ĹـĘ ïـİאåĨ ـאلĜو وĘـĹ ذĤـכ زĺـאدة ýĬـאط ıĤـħ Ļèـß وäـïوا ĩĨـא ęÝĺـě ijĀرİـא Ĩـא ęÝĺـאوت đĨאıĻĬא. ٩ ٨ اýÝĤـאįÖ ĘـĹ اøŶـĩאء دون اĤŶـijان واđĉĤـijم، ĘـŻ ýÜـ×į وĜـאل أÖـij زĺـï اüŶـĹđå: ĹـĘو ،óـĻĔ ź אıĻĨـאøأ ěـęÝĺ ـאĩĬوإ ،ħـđĈ źو نijـĤ ĹـĘ ـאĻĬïĤا ـאرĩà īـĨ א ً ÑĻـü ÙـĭåĤا ـאرĩà .ـאıÝĺאĔ ĵـĥĐ نijـęĝĺ źو ـאİوïıđĺ ħـĤ اتñـĤ دijـäو ĹـĘ ħـı×ĻĔóÜ ـכĤذ [ أ ۜ﴾ أي ً ĩÝĨאàـŻ ĘـĹ כģ اŶوĜـאت ĥĐـĵ اĉĤـóاوة [٩٣ Y·ً ِ \Yـƒَ cَ®ُ µـ ۪ ِ ُُbـ¹ا \ وĻĜـģ: ĭđĨـאه ﴿َوا .ïĝĘ źو ÿĝĬ źو دóÖ źو óè źو ėĻĀ źو ďĻÖر źو אءÝü źو ėĺóì ÙĭåĤا ĹĘ ÷ĻĤ ٌاج﴾ اĤـõوج١٠ اĤ×ģđ ĹĘ اĕĥĤـÙ١١، واõĤوÙäاĤ×Ùĥđ، واõĤوج َْزَو ُ· ْ ـ ž۪ َÁ·ٓـYا َ وĤijĜـđÜįאĵĤ:﴿َوª ³َْ ِ§ َ ـm َزْو ًYj b»ٰ cّnَ ﴿ :ـאلĜ ģـđ×ĥĤ :אءĻـüŶ آنóـĝĤا ĹـĘ ijـİو ،ـאąĺأ ً ـאنäـאزوĩİو ĵـáĬوأ óذכـ َْÁ َ ـ¥ َزْو َj ¥َ] ﴾اèŶـõاب، ٣٧/٣٣] َْR ِ ْ ـ¥ َ» ۜ﴾ [اĤ×ĝـóة، ٢٣٠/٢] وĥĤ×ĜÙĥđאل: ﴿ا šَ ْÁ َ ـyُه .ûĨאİ çĀ ،אدĻä :ط ١ ٢ ط ر: Ęאïø. ٣ ح: ýÝĺאįÖ. ٤ ط: Ļäאدا. ٥ ط: Ļäאد. ٦ ح + اīÖ. ً ٧ א ح - ĹĘ اijĥĤن واħđĉĤ đĻĩä .אĻĬïĤا אرĩà į×ýÜ Ĺİ أي ٨ ط ر: واĹđåüŶ. .į×ýÜ źو :ح ٩ ١٠ ر: واõĤوج. ١١ م ح ط + واõĤوج. ٥ ١٠ ١٥ 642 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 3. Her hayvanın erkek ve dişisi anlamında kullanılmıştır: “Ona her şeyden birer çift al.” [el- Mü’minûn 23/27] 4. Her şeyin çifti anlamında kullanılmıştır: “Her şeyden iki eş yarattık.” [ ez-Zâriyât 51/49] 5. Sınıf anlamında kullanılmıştır: “Sizler üç sınıf olacaksınız.” [ el-Vâkıa 56/7] 6. Tür anlamında kullanılmıştır: “Her türden iç açıcı çift bitkiler.” [ el-Hacc 22/5] 7. Benzer anlamında kullanılmıştır: “Bütün çiftleri yaratan…” [ Yâsîn 36/26]. 8. Yoldaş anlamında kullanılmıştır: “Zalimleri ve eşlerini toplayın.” [ es-Sâffât 37/22] Tefsirine gelince, anlam, “Cennette onlar için eşler vardır ki onlar dünya hanımları ve cennet hurileridir.” şeklindedir. Hak Teâlâ “Biz onları yepyeni bir yaratışla yarattık.” [ el-Vâkıa 56/35], “Onları siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.” [ ed-Duhân 44/54] buyurmuştur. Müminlere bu hanımlarla eşlerini birleştirmeyi vaad etmiştir ki onlar hem tam bir ünsiyete hem de rahata kavuşsunlar; cennet, yiyecekler, içecekler ve saygınlık onlar için hazır hâle gelmiş olsun. “Tertemiz” et-Tuhr ve et-tahâretü kelimeleri kirlilik/pislik anlamının tersidir. Fülânün tâhirü’s-siyâbi (Falan kimsenin elbisesi temizdir) ifadesi “Falan kimse kusurlardan beridir.” anlamındadır. et-tetahhur günah ve çirkinlikten beri olmaktır. et-Tathîr temizlemektir. Abdullah b. Mes‘ûd bu ifadeyi mutahharâtün (tertemizler) şeklinde [çoğul olarak] okumuştur, çünkü bu kelime çoğul olan “kadınlar/eşler” kelimesinin sıfatıdır. Çoğunluğun kıraati olan imam mushafta yazılı hâli mutahharatün (mutahharah) şeklindedir, çünkü sayıca az olan şeyleri ifade eden çoğul kelimelerin sıfatı konusunda Araplardan işitilen kullanım elif ve te harfi ile çoğul yapma şeklinde, sayıca çok olanları ifade eden kelimelerin sıfatları konusundaki kullanım ise he harfi ile çoğul yapma şeklindedir. Örneğin ehmiratün müstenfirâtün (birkaç ürkmüş merkep) denilmesine karşılık humurun müstenfiratün/müstanfirah (çok sayıda ürkmüş merkep) denilir. Ayrıca el-ezvâc (eşler) kelimesi zevc (eş) kelimesinin çoğuludur ki bu kelime de lafız olarak müzekkerdir, çoğulda müennes olur ve bu durumda da sanki tekilmiş gibi muamele görür. Benzer durum beytün hâvin (harabe ev) ifadesinin çoğulunun büyûtün hâviyâtün şeklinde değil, büyûtün hâviyetün şeklinde gelmesine karşılık, dârun hâviyetün (harabe ev) ifadesinin çoğulunun dûrun hâviyâtün şeklinde gelmesine benzer. Çünkü burada müfred kelime (dâr/ev kelimesi) müennestir, hâviyât ise müennesler topluluğunu ifade eder. Yine burada tâhiratün demek yerine mutahharatün demesinin sebebi, mutahharatün kelimesinin daha etkili/beliğ olmasıdır, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 643 ٍ َزْو َjْÁ±ِ] ﴾اijĭĨËĩĤن، ٢٧/٢٣] ©ّ¦ُ ±ْ ®ِ Y·Áَ ž۪ ¥ْ «ُ~Yْ žَ﴿ :אلĜ انijĻè ģכ īĨ ĵáĬŶوا óכñĥĤو ْ ³َY َزْو َjْÁ±ِ] ﴾اñĤارĺאت، ٤٩/٥١] وėĭāĥĤ £َ ِ ‚َ ْ¿ٍء َr« وďęýĥĤ īĨ כģ Ĺüء Ĝאل: ﴿َوِR ±ْ ُ¦ّ© ٍ﴾ [اãéĤ، ٥/٢٢[ iÁ·۪ َ \ ٍ ِ َزْوج ۜ﴾ [اijĤاÙđĜ، ٧/٥٦ [وijĥĤن Ĝאل: ﴿ِR ±ْ ُ¦ّ© _ًgَ ٰ «َ َْزَو ً اYj f Ĝאل: ﴿َو ُ¦ُ³ْcْ ا واyُƒُ nْ ُ ا ﴿:אلĜ īĺóĝĥĤو] ٣٦/٣٦ ،÷ĺ] ﴾Y·َ َّ َ َ¡ َْ اÊْزَو َ اج ُ¦» «rَ ﴿ :אلĜ į×ýĥĤو ،īùè نijĤ أي َْزَو َ اjُ·ْ] ﴾اāĤאĘאت، ٢٢/٣٧]. َ ُ̄¹ا َوا «’َ ±À َ w۪ َّ اª Ùّ ١ ĭđĩĘאه وħıĤ ĹĘ اĭåĤאت زوäאت وīİ ùĬאء اĻĬïĤא وijèر اĭåĤ وأĨא İóĻùęÜא ْ ¶Yُ ³َjْ َ Yء﴾ [اijĤاÙđĜ، ٣٥/٥٦ [اĺŴאت، وĜאل: ﴿َوَزّو ًۙ ƒَٓ ²ِْ َ ا ±ّ ¶Yُ َ ² ْ Oƒَ ²َْ Y ا َٓ ²ِّ ًא، Ĝאل:﴿ ا đĻĩä ÷ĬŶا ħıĤ ّ ħÝĻĤ אتäوõĤا īĻÖو ħıĭĻÖ َ ďĩåĤا ħُ İïَ َ Đ َ ِ ُo ¹ٍر ۪ ٍۜÁ±] ﴾اìïĤאن، ٥٤/٤٤]. و \ ٢ واÙĩđĈŶ واÙÖóüŶ واĤכóاĨאت. Ùّ واóĤاèאت، وÉĭıÜ ħıĤ اĭåĤ ة﴾ ĘאóıĉĤ واıĉĤאرة Żìف اĬïĤ÷، و«ŻĘن Ĉאóİ اĻáĤאب»، ٌ yَ َ ·َّ ®ُ ﴿ ٣ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٤ واóĻıĉÝĤ إà×אت اıĉĤאرة. ،çĻ×ĝĤوا ħàŸا īĐ هõĭّ ÝĤا óıĉÝĤوا ،ÕĻđĤا īĐ ّ أي ĹĝĬ ٌ ات؛ ıĬŶא ÛđĬ اijùĭĤة، وīİ ďĩä. وóĜاءة اđĤאÙĨ yَ َ وóĜاءة اīÖ ijđùĨد Ġ: ُ ®َّ· ة؛ Ŷن اijĩùĩĤع īĐ اóđĤب ĹĘ ÛđĬ اďĩåĤ ٌ yَ َ وijİ اñĤي ĹĘ ėéāĨ اĨŸאم: ُR َّ· ات ٌ َ óِ ęْ ĭ َ Ý ْ ùُ Ĩ ٌ ة َ óĩِ ْ èَ ُ وİïèא، ĝĺאل: أ اģĻĥĝĤ ُ اėĤŶ واÝĤאء، وĹĘ ÛđĬ اďĩåĤ اĤכóĻá اıĤאء ًא ،ٌ وŶن اŶزواج ďĩä زوج وijİ ñĨכó ĹĘ اċęĥĤ وإĩĬא Āאر áĬËĨ ة َ óِ ęْ ĭ َ Ý ْ ùُ Ĩ ٌ óُ ĩ ُ وè ،Ùٌ َ ĺאوِ ìَ تij ٌ ُ Ļ ُ Ö :لijĝÜ ħà ،אوٍ ìَ ÛĻÖ ٥ כאijĤاïèة כĤijĝכ: ٌ אرتāĘ אلéĥĤ ďĩåĤאÖ אت؛ Ŷن اijĤاïèة כאÛĬ ÙáĬËĨ ٌ َ ĺאوِ ìَ ٌ ُور َ ٌÙ، ود ĺאوِ ìَ ٌ َار אت، وijĝÜل د ٌ َ ĺאوِ ìَ لijĝÜ źو ٌ؛ Ŷن اóıĉĩĤة أēĥÖ، ة َ óİאِ Ĉَ ģĝĺ ħĤو ة ٌ yَ َ ٦ اáĬËĩĤאت، وإĩĬא Ĝאل: ُR َّ· وñİه ĩäאÙĐ ١ ط: óĻùęÜه. .ñĤو ƪ אغø :ُ אمđĉĤا ƪ įĤ Ïِ ĭİ ٢ .ûĨאİ çĀ ،ĵĤאđÜ įĤijĜو - ط ٣ ٤ ر: واĝĤ×ç. .ûĨאİ çĀ ،ÛĬכאĘ :ح ٥ ٦ ط: اĩåĤאÙĐ. ٥ ١٠ ١٥ 644 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri çünkü tâhiratün kelimesi onların temizliğine delâlet ederken mutahharatün kelimesi onların temizliğini üstlenenin Allah olduğuna delâlet eder. Ayrıca tef‘îl formu çokluk için kullanılır ve temizlik türlerine delâlet eder. Yine tef‘îl formu nispet ve nitelik anlamı ifade eder, böylece kelime o kadınların temizlikle nitelenmiş, temizliğe nispet edilmiş kimseler olduklarına delâlet eder. Yine bu kelime dünya kadınlarının niteliği olarak kullanıldığı zaman onların -dünyada böyle olmasalar bile- âhirette böyle yapılacaklarına delâlet eder. Hurilerin niteliği olarak kullanıldığı zaman ise mânası, onların bu şekilde yaratılmış oldukları ve ebedî olarak böyle kalacakları şeklindedir. Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu ifade, onların yaratılıştan bedenlerinin temiz olduğu anlamına gelir. Çünkü onlar toprak, meni ve alakadan değil, misk, kâfur, amber, zâferandan yaratılmışlardır. Bir görüşe göre bu ifade, onların şu anda da beden olarak temiz oldukları anlamına gelir. Buna göre onların derilerinin altında kan ya da irin olmaz, karınlarında diğer insanların karınlarında olan şeyler bulunmaz. Bir görüşe göre bu ifade, onların bedenlerinin verem, yumru, ağrı gibi hastalık ve arazlardan temiz oldukları anlamına gelir. Bir görüşe göre bu ifade, onların bedenlerinin doğum hâlinden münezzeh olduğu anlamına gelir. Bu, Yemân b. Riâb’ın görüşüdür. Bir görüşe göre bu ifade, onların bedenden çıkan idrar, dışkı, meni, hayız, nifas, tükürük, balgam vb. şeylerden temiz oldukları anlamına gelir. Bir başka görüşe göre bu ifade, onların bağırıp çağırmak, tartışıp kavga etmek, dik kafalı davranıp ağır konuşmak, kötü davranmak, serkeşlik yapmak gibi fiillerden temiz oldukları anlamına gelir. Bir görüşe göre bu ifade, onların ahlâk itibariyle tertemiz oldukları, dolayısıyla haset, kin, öfke ve aldatma gibi fiilleri işlemedikleri anlamına gelir. Bir görüşe göre bu ifade, onların başkalarının kalplerini çelmekten temiz oldukları, kocaları dışında kimseye meyletmedikleri, erkeklerin kalplerinde onları kendilerinden nefret ettirecek bir hâlde olmadıkları anlamına gelir. “Onlar orada ebedî kalacaklardır.” el-Hulûd (kalıcılık) dilde, kalmak anlamına gelir, el-ihlâd ikāmet ve dayanmak anlamına da gelir. Bu kelimenin hakikati, bir şeyin başlangıç vaktinden itibaren devamlı olmasıdır. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın hâlid olduğu söylenmez, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 645 ƪ İóĻıĉÝÖـא، وŶن īـĨ يñـĤا ijـİ ųا Ʃ أن ĵـĥĐ لïـÜ ةóـıĉĩĤوا ـאıÜאرıĈ ĵـĥĐ لïـÜ ٌ ĘـÍن Ĉאİـóة ĵـĥĐ لïـĻĘ ėـĀijĤوا Ù×ـùĭĥĤ ģـĻđęÝĤا نŶو ،óـĻıĉÝĤا اعijـĬأ ĵـĥĐ لïـĻĘ óـĻáכÝĥĤ ģـĻđęÝĤا ١ ıÖא اùĭĩĤـÖijאت إıĻĤא، وıĬŶא إن Ûĥđä ĹĘ أوĀאف ùĬـאء اĻĬïĤא دÛĤ أīıĬ اĘijĀijĩĤאت ÙęĀ ٢ ĹĘ Ûĥđä وإن ،ـאĻĬïĤا ĹĘ כĤذóـĻĔ īכـ وإن ،ĵـ×ĝđĤا ĹـĘ ـכĤñכ īـĥđُ ä īـıĬأ ĵـĥĐ [ ٣ [٩٣ب اéĤـijراĻđĤـī ĭđĩĘـאه: أıĬـī ĝĥìـī כĤñـכ ً وأïÖا ĺ×Ļĝـī כĤñـכ. وأĨـא اùęÝĤـóĻ ĝĘـï ĻĜـģ: ıĉĨـóات اÖŶـïان ĘـĹ ِ اĝĥíĤـÙ؛ ıĘـī Ĩـī اùĩĤـכ واĤכאĘـijر واĭđĤ×ــó واęĐõĤــóان ź Ĩــī اÝĤــóاب واĭĩĤــĹ واĝĥđĤــÙ. وĻĜــģ: أي ıĉĨــóات اÖŶــïان ĘــĹ :ģـĻĜو .óـý×Ĥا نijـĉÖ ĹـĘ ـאĨ نijـĉ×Ĥا ĹـĘ źو ،çـĻĜ źو دم ٤ اéĤـאل ĻĥĘـ÷ éÜـÛ اĥåĤـijد ƫ ــïاع وøــאóÐ ıĉĨــóات اÖŶــïان Đــī اĨŶــóاض واĐŶــóاض Ĩــī اĤــijرم واĤــïرن واāĤ ٦ وĻĜـģ: ٥ Öـī رÐـאب. اŶوäـאع. وĻĜـģ: ıĉĨـóات اÖŶـïان Đـī اĤـźijدة وİـij Ĝـijل اĩĻĤـאن ıĉĨــóات اÖŶــïان ĩĐــא íĺــóج ıĭĨــא Ĩــī Öــijل أو ĔאÐــć أو ĭĨــĹ أوĻèــă أو ęĬــאس أو źو īـĄóÝđĺ źو īـĤאدåĺ źو ٨ īـ×ìאāĺ ŻـĘ ـאلđĘŶا اتóـıĉĨ :ģـĻĜو .ħـĕĥÖ أو ٧ íĨـאط َ اđęĤـģ وź ýĭĺـõن. وĻĜـģ: ıĉĨـóات اìŶـŻق ĘـŻ īْ Ñـùِ ُ ĺ źو لijـĝĤا īـčĥĕĺ źو īـĄóđُ ĺ ْ ن. وĻĜـģ: ıĉĨـóات Đـī اøـóÝاÙÖ اĥĝĤـijب ıÖـī óـĕَ ĺ źو īـąĕ×ĺ źو نïـĝéĺ źو نïـùéĺ .īـıĭĐ ħـıĐא×Ĉ óـęĭĺ ـאĨ ـאلäóĤا بijـĥĜ ĹـĘ ďـĝĺ źو īـıäأزوا óـĻĔ ĵـĤإ īـĥĩĺ ŻـĘ ٩ ً أąĺـא، ِ ُ ـu َون﴾ اĥíĤـijداĤ×ĝـאء ĕĤـÙ، واìŸـŻداĜŸאĨـÙ واóĤכـijن وĤijĜـį:﴿ َوُ¶ ْ ـ ž۪ َÁ·ـY َªYr ؛ïـĤאì įـĬأ ĵـĤאđÜ ų Ʃ ـאلĝĺ زأنijـåĺ ź اñـıĤو ،أïـÝ×Ĩ ١١ÛـĜو īـĨ ١٠وامïـĤداijـĥíĤا ÙـĝĻĝèو ١ ر: اijĀijĩĤف. ٢ ط - أوĀאف ùĬאء اĻĬïĤא دÛĤ ĹĘ כĤñכ īĥđُ ä īıĬأ ĵĥĐ ĹĘ כĤذ óĻĔ īכ وإن ĵ×ĝđĤا çĀ ،ĹĘ Ûĥđä وإن אĻĬïĤا .ûĨאİ ٣ ح - כĤñכ. ٤ ط: اěĥéĤ. ٥ ط: ĩĺאن. ٦ ďĻĩä اëùĭĤ: رÖאب، واçĻéāĤ Ĩא أà×ĭÝאه. ٧ ط - أو íĨאط، çĀ İאûĨ. .ī×èאāĺ ŻĘ :ر ٨ ٩ ط: واóĤכijب. ١٠ ط: واïĤوام. ١١ ط: وīĨ وÛĜ. ٥ ١٠ ١٥ 646 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri çünkü O’nun başlangıcı yoktur, O kadîm/ezelîdir. Bu kelimenin tefsiri, onlar cennetlerde dâimî olarak kalıcıdırlar, orada ölmezler ve oradan çıkarılmazlar. Cennetliklerin cennette ebedî kalacakları, cehennemliklerin de cehennemde ebedî kalacakları bütün Müslümanların görüşüdür. Cehm b. Safvân -Allah kendisine lânet etsin- demiştir ki: “ Cennet ve cehennem sonludur, çünkü sonsuza dek sürecek olan kalıcılık sadece Allah’a aittir.”1 Bizim delilimiz şu âyetlerdir: “Onlar orada ebedî kalacaklardır.”, “Orada ebedî kalıcıdırlar.” [ en-Nisâ 4/57], “Orada ölümü tatmazlar.” [ ed-Duhân 44/56], “Onlar oradan çıkarılacak değillerdir.” [ el-Haşr 15/48], “Ve âhiret diyarı hayat diyarıdır.” [ el-Ankebût 29/64], “Ne kesintilidir ne de yasaklanır.” [ el-Vâkıa 56/33] Ayrıca cennetlikleri eğer cennetin son bulacağını bilecek olsalar bu durum onlar için en ağır ceza olur. Aynı şekilde cehennemlikler cehennemin son bulacağını bilseler, tam bir rahat içinde olurlar, böylece sevap cezaya, ceza da sevaba dönüşmüş olur. Onların “Allah zâtı ile bâkidir, cennet ve cehennemin bekāsı ise Allah’ın onları bâki kılması ile söz konusu olur.” şeklindeki sözlerine verilecek cevap ise bundan farklıdır. 26. “Şüphesiz ki Allah bir sivrisineği, ondan daha da öte bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise ‘Allah örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?’ derler. Allah onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.” [ el-Bakara 2/26] “Şüphesiz ki Allah bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez.” Âyetin öncesiyle irtibatı üç açıdandır: Birincisi: Allah Teâlâ bu sûrenin başında kâfirleri zikretmiş ve “Rabbinize kulluk edin.” [ el-Bakara 2/21] ifadesi ile onları imana davet etmiş, varlıkları yaratmış olmasını göstererek bunu delillendirmiş, Peygamberinin risâletini ve kitabının hakikatini ispat etmiştir. “Allah’tan başka yardımcılarınızı da çağırın.” [ el-Bakara 2/23] âyeti ile de müşriklerin putlarının âcizliğini ispat etmiş, onlar Allah’tan başka yardımcılarını çağıramayınca da putlarının âcizliğini kendilerine göstermek üzere “Allah’tan başka varlıkları dost/ ilâh edinenlerin durumu bir örümceğin durumu gibidir.” [ el-Ankebût 29/41], 1 Bkz. Eş‘arî, Makālâtü’l-İslâmiyyîn, 279. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 647 ź نijĩĻĝĨ نijĩÐدا نijĜאÖ אتĭåĤا ĹĘ ħİو :هóĻùęÜو .įĤ اءïÝÖا ź ĹĤأز ħĺïĜ įĬŶ ďĻĩä لijĜ אıĥİŶ אرĭĤا ĹĘو אıĥİŶ Ùّ ĭåĤا ĹĘ ّ ١ اïÖŶي אءĝ×ĤאĘ ،نijäóíĺ źو نijÜijĩĺ ّ ِ אن؛ Ŷن اĤ×ĝאء اïÖŶي ِų َ Ļ َ ĭęْ َ Ü אرĭĤوا Ùّ ĭåĤا إن «:ųا Ʃ įĭđĤ ħıَ أģİ اŻøŸم. وĜאل ä ﴾ۜ َ ًuا \َ ا Yٓ·Áَ ž۪ ±À َ u۪ ِ ªYrَ ﴿ :įĤijĜو] ٢٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ونَ uُ ِ ªYrَ Y·Áَ ž۪ ْ ¶ُ وَ ﴿:įĤijĜ אĭĥĻĤود ٢ وïèه». ْ َ̄¹ْ َت﴾ [اìïĤאن، ٥٦/٤٤] وįĤijĜ:﴿ َوَRY ُ ¶ْ ِ®َ³ْ·Y ªا Y·Áَ ž۪ ن¹َ ¢وُ wُ َ À Êَ﴿ :įĤijĜو] ٥٧/٤ ،אءùĭĤا[ ۢ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٦٤/٢٩] ان ُ ¹َÁَoَ ْ َ اª ¿·ِ َ ª ةَyَrِ Êا ٰ ْ ارَ َ َ ّ اuª ِ ّن واَ ﴿:įĤijĜو] ٤٨/١٥ ،óýéĤا﴾ [±Áَ j۪ yَsْ ¯ُ ِ \ والõĤאÖ اijĩĥĐ ijĤ Ùّ ْ ُ ¹َ ٍ_ َوَÊ َ®ْ¯³ُ ¹َ ٍ_ۙ] ﴾اijĤاÙđĜ، ٣٣/٥٦[، وŶن أģİ اĭåĤ £®َ Êَ﴿ :įĤijĜو óĻāĻĘ ،Ùèرا ħÜأ ĹĘ اijĬכאĤ אءĭęĤאÖ اijĩĥĐ ijĤ אرĭĤا ģİأ أن ijĤو ،ÙÖijĝĐ ïüأ ĹĘ اijĬכאĤ ّÙ واĭĤאر א. وijäاب ħıĤijĜ: إن Ʃ اų ٍ Öאق ñÖاįÜ وĝÖאء اĭåĤ ً א واĝđĤאب ijàاÖ ً اijáĤاب ĝĐאÖ ٣ .įıÖאýĺ ŻĘ ųا Ʃ אءĝÖÍÖ אĩıĥİوأ ُijا ĭَ Ĩاٰ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ אƪ َאۜ َĘَאĨ ıĜَ ْ َ א َijĘ ĩĘَ ÙًĄijَ ُ đَ َא Ö Ĩ Żً áَ َ Ĩ بَ óِąْ َ ۪ٓ َا ْن ĺ Ĺـéْ َ Ý ْ ùَ ĺ źَ ųا َƩ -٢٦ ِا ƪن Żًۢ áَ َ Ĩ اñَ ٰ ıÖِ ųا ُƩ َ َ اد َ َאذٓا َار Ĩ نijَ Ĥijُ ĝُ َ ُ وا َĻĘ óęَכَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ אƪ َ َاĨ ْۚ و ħıِ ِ ّ Ö َ ر īْ Ĩِ ě ƫéَ Ĥاْ ُ ُ َijن َاįĬƪ ĩĥَ ْ đَ ĻĘَ īĻ َۙ ĝ۪øא ِ ęَĤاْ źƪاِ ٓį۪ Öِ ģ ƫ ąِ ُ َא ĺ Ĩَ و ۜاóĻ ً á۪כَ į۪ Öِ يï۪ ْ ıَ ĺ َ و اóĻ ً á۪כَ į۪ Öِ ģ ƫ ąِ ُ ĺ ۜ﴾ اčÝĬאم ñİه اÙĺŴ Y·ََ ¢¹ْžَ Y¯َ žَ _ًŠ¹ َ ُ َ \ Y®َ Ëً gَ®َ بَ ِ y‹ْ َ َ ْن À ا ۪ٓ ċْ cَْ َ À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن وįĤijĜ:﴿ ا :įäأو ÙàŻà īĨ אıĥ×Ĝ אĩÖ أİïèא: أن Ʃ اų ذכó اĤכęאر ĹĘ أول ñİه اijùĤرة ودĐאħİ إĵĤ اĩĺŸאن įĤijĝÖ: َ £َ ُ§ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٢١/٢] وأĜאم اÙĤźïĤ įĻĥĐ įĝĻĥíÝÖ اĻüŶאء، «rَ يw۪ َّ َ ُ§ ُ اª ﴿ ْا ُ[ ُuوا َرّ\ ٓ َاءُ¦ْ ِR ±ْ َ أĭĀאħıĨ إذ Ĝאل: ﴿َو ْاد¹ُا َ‚ُ·َu õْ åĐو įÖאÝכ ÙĻĝèو َ įِ ّ Ļ×Ĭ ÙĤאøر Û×àوأ ©ُgَ®َ﴿ :אلĝĘ אمĭĀŶا õåĐ ħıĘّ ُد ِون ّ اà ِٰ] ﴾اĤ×óĝة، ٢٣/٢] وħĤ ĩĺכħıĭ ذĤכ óđĘ ۚ ﴾ اÙĺŴ،] اĭđĤכ×ijت، ٤١/٢٩] ْ َ ³ْ َ§ُ[ ¹ِت ªا© ِgَ¯َ¦َ ءYَ ٓÁَِ َْوª َ َs ُwوا ِR ±ْ ُد ِون ّ اà ِٰ ا bاّ ±À َ w۪ َّ اª ١ ط: واĤ×ĝאء. ٢ اóčĬ: ĝĨאźت اīĻĻĨŻøŸ óđüŷĤي، ص. .٢٧٩ ٣ م ط ر: ŻĘ ýĨאÙıÖ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 648 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah’tan başka kendilerine dua ettikleriniz bir sinek dahi yaratamazlar.” [ elHacc 22/73] buyurmuştur. Buna karşılık onların içindeki sefihler, “Bu Allah kelâmından değildir, çünkü Allah’ın celâline bu tür hakir/basit şeylerden söz etmek yaraşmaz.” demişlerdir. Allah Teâlâ da “Şüphesiz ki Allah bir sivrisineği, ondan daha da öte bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez.” buyurmuştur. Burada sivrisineğin daha ötesi varlıktan kasıt örümcek ve sinektir. İkincisi: Kâfirlerin ardından münafıkları zikretmiş ve onlar hakkında “Ateş yakan kimsenin durumu gibi.” [ el-Bakara 17/2] ve “Sağanak hâlinde boşanan yağmur gibi.” [ el-Bakara 2/19] şeklinde iki misale yer vermiştir. Ardından onları “Rabbinize kulluk edin.” [ el-Bakara 2/21] âyeti ile ihlâsa davet etmiş, kendilerine resulün doğruluğunun ve kitabın hak oluşunun delilini beyân edip “Allah’tan başka yardımcılarınızı da çağırın.” [ el-Bakara 2/23] buyurmuştur ki bundan maksat “Şeytanları ile baş başa kaldıklarında….” [ el-Bakara 2/14] âyetinde zikredilen yardımcıları ve dostlarıdır. Onlar âciz kalınca da “Allah’tan başka varlıkları dost/ ilâh edinenlerin -yani bu kimselerindurumu bir örümceğin durumu gibidir.” [ el-Ankebût 29/41] buyurmuştur. Bunun üzerine onların sefih olanları “Bu, Allah sözü değil!” demişler, Allah Teâlâ da bu âyeti onlara cevap olarak indirmiştir. Üçüncüsü: Kâfirleri cehennem ile tehdit edip müminlere cennet müjdesi verince onlar, “Kâfirlerden başkası ateş ile azaplandırılmaz, cennete de bütün sâlih amelleri işlemiş olan müminden başkası giremez.” demişler, bunun üzerine “Her kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.” [ ez-Zilzâl 99/7] -yani cennet karşılığı olarak onu görür- ve “Her kim zerre ağırlığında kötülük işlerse onu görür.” [ ez-Zilzâl 99/8] -yani cehennem karşılığı olarak onu görür- buyurmuştur. Zerre küçük karınca demektir. Bunu duyan sefihler “Karıncadan söz etmek Allah’a yaraşmaz.” demişler, bunun üzerine bu ayet indirilmiştir. “Çekinmez” Buradaki yestehyî fiili el- hayâ kökünden istif‘al babında fiildir ve dilde avretin ortaya çıkması demektir. Bir görüşe göre bu, çirkin sonuçlarından korkarak bir şeyden çekinmek, imtina etmek demektir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 649 ٢ אلĜو] ٧٣/٢٢ ،ãéĤا﴾ [Y\Yً َ َ ْsُ «¹£ُا ُذ\ À ±ْ َ َ ْu ُ ¹َن ِR ±ْ ُد ِون ّ اà ِٰ ª b ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ] ﴿ا أ ٩٤] ١ ĝĘאل: :אلĝĘ ،ةóĻĝéĤا אءĻüŶا هñİ óذכ įĤŻåÖ ěĻĥĺ ŻĘ ؛ųا Ʃ مŻכ īĨ اñİ ÷ĻĤ :ħıĭĨ אءıęùĤا ٣ ۜ﴾ وijİ اĭđĤכ×ijت واÖñĤאب. Y·ََ ¢¹ْžَ Y¯َ žَ _ًŠ¹ َ ُ َ \ Y®َ Ëً gَ®َ بَ ِ y‹ْ َ َ ْن À ا ۪ٓ ċْ cَْ َ À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ﴿ا uَ َ ِwي ْ ا~َc¢¹ْ َّ ªا© ِgَ¯َ¦َ﴿ :īĻĥáĨ ħıĤ óوذכ אرęכĤا ïđÖ īĻĝĘאĭĩĤا óذכ įĬأ :ĹĬאáĤوا َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ] ﴾[اĤ×óĝة، ١٩/٢] ودĐאħİ إĵĤ اŻìŸص įĤijĝÖ: ﴿ ْا ُ[ ُuوا ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ١٧/٢] ﴿ا َ ً Yرا ² َ ُ§ ُ﴾ [اĤ×óĝة، ٢١/٢] وīĻÖ ħıĤ دģĻĤ ÙéĀ اijøóĤل وÙĝĻĝè اĤכÝאب وĜאل: ﴿َو ْاد¹ُا َرّ\ ٤ :įĤijĜ ĹĘ ħİóذכ ě×ø īĺñĤا ħİو ħאرכāĬوأ ħכĬاijĐأ أي] ٢٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ¦ُاءَ ٓ uَ·َ‚ُ َ َs ُwوا ِR ±ْ ُد ِون bاّ ±À َ w۪ َّ ﴾ [اĤ×óĝة، ١٤/٢] وõåĐوا ĝĘאل: ﴿َRَgُ ©اª ْۙ·ِ³Áِ ŽY۪ Áَ‚َ »ٰ ªِ ¹َْا ا َِذا َr« ﴿َوا ۚ ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٤١/٢٩] Ĝאل ْ َ ³ْ َ§ُ[ ¹ِت ªا© ِgَ¯َ¦َ﴿ ءźËİ ħİو] ٤١/٢٩ ،تij×כĭđĤا﴾ [ءYَ ٓÁَِ َْوª ّ اà ِٰ ا ا ħıĻĥĐ. ً رد ÙĺŴا هñİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ لõĬÉĘ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ مŻכ īĨ اñİ אĨ :ħİאؤıęø אرĭĤאÖ بñđĺ ّ ź ٥ :اijĤאĜ Ùّ א أوïĐ اĤכęאر ÖאĭĤאر وóýÖ اīĻĭĨËĩĤ ÖאĭåĤ ّ ĩĤ įĬأ :ßĤאáĤوا لYَ £َgْ®ِ ©ْ ¯َ ْ َ À ±ْ ¯َ žَ﴿ ٦ :لõĭĘ ،אتéĤאāĤا ģכƪ ģَ ĩِ َ Đ īĨËĨ źإ Ùّ óĻĔ اĤכęאر وź ĭĺאل اĭåĤ ََyُه﴾ ٍَة ‚َ ًّyا À َ ْ َ̄ ْ© ِRْg£َ َYل َذّر À ±ْ ®َوَ ﴿،Ùّ ĭåĤا ابijà īĨ ٧ ۜ﴾ [اÙĤõĤõĤ، ٧/٩٩[ ََyُه À اyً Áْrَ ةٍَ َذّر [اÙĤõĤõĤ، ٨/٩٩ [أي īĨ ĝĐאب اĭĤאر. واñĤرة Ĺİ اÙĥĩĭĤ اóĻĕāĤة، Ĝאل اıęùĤאء: ź ěĻĥĺ .ÙĺŴا هñİ ÛĤõĭĘ ،ÙĥĩĭĤا óذכ ٨ ųאÖ Ʃ رijıČ אءĝÜا ÙĕĥĤا ĹĘ ijİو ،אءĻéĤا īĨ ģđęÝùĺ ijİ ﴾۪ٓ ċْ cَْ َ À﴿ :įĤijĜو .çĻ×ĝĤا ÙđĜاijĨ īĨ אً اijđĤرة. وģĻĜ: ijİ اĝĬź×אض īĐ اĹýĤء واĭÝĨźאع įĭĐ Ęijì ١ ح: وĜאل. ٢ ح ط ر: ĝĘאل. ٣ ط - واÖñĤאب، çĀ İאûĨ. ٤ م ح ط - ĹĘ įĤijĜ. ٥ ر: ijĩıĘا أن. ٦ ر + įĤijĜ. ٧ ح ر + أي. ٨ ر: ųƩ. ٥ ١٠ ١٥ 650 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Fiil hayihe, yahyâ, hayâen şeklinde ‘alime babındandır, fâil hâli hayiyün şeklindedir. el-Hayâ avret yeri demektir, çünkü açığa vurulmasından çekinilir. Hayânın neticesi terk etmektir, çünkü bir şeyden hayâ eden kimse onu terk eder. Hayâ Allah Teâlâ’nın sıfatları hakkında hem olumlanarak hem de olumsuzlanarak zikredilmiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâm “Allah hayâ sahibidir, kerîmdir. Kul kendisine ellerini açtığı zaman o elleri boş çevirmekten hayâ eder.”1 buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “ Allah Teâlâ buyurur ki: Yaşlılık (beyaz saç) benim [yaşlılara verdiğim] nûrumdur ve Ben nûrumu narım (ateşim) ile yakmaktan hayâ ederim.”2 Olumsuz olarak ise “Bu elbette peygamberi rahatsız etmektedir, ancak o sizden utanmaktadır, oysa Allah hakkı söylemekten çekinmez.” [ el- Ahzâb 33/53] âyetinde ve burada “Şüphesiz ki Allah bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez.” âyetinde kullanılmıştır. Hayânın mânası “terk etmek” şeklindedir, çünkü herhangi bir şey yaptığında kusurunun/ayıbının ortaya çıkmasından sakınan kimse o şeyi terk eder. Aynı şekilde çirkin bir duruma düşmekten korkan kimse onu terk eder. Hz. Peygamber aleyhisselâm Allah Teâlâ’nın kulun elini boş çevirmekten hayâ ettiğini söylediği zaman bunun anlamı, onu mahrum bırakmayı terk etmesidir. Âyette “Oysa Allah hakkı söylemekten çekinmez.” [ el- Ahzâb 33/53] denildiğinde de bunun mânası, “Allah onu beyân etmeyi terk etmez.” şeklindedir. İşte yanlış anlaşılabilecek bu türden ifadelerin doğru izahı böyledir ki sen de bunun neticesini esas alır ve ona göre bunları tefsir edersin. Bu durum insanın hayretine benzer, nitekim insanın hayreti iki şeyden kaynaklanabilir: Birincisi iyilik ettiği kimseden kötülük görmüş olmasından, ikincisi ise kendisini hiçbir iyilik yapmamış olduğu bir yabancıdan gördüğü iyilikten. Çünkü bu durumlarda insan karşısındakinden beklemediği bir şeyi görmüş olur. Oysa böyle bir durum Allah için söz konusu değildir, çünkü Allah Teâlâ her şeyi bilir. Her şey olmadan önce onların nasıl olacaklarını bilir. Ancak bu gibi ifadelerin nihaî mânası rızânın ve hoşnutsuzluğun son raddesini ifade etmektedir. Allah Teâlâ’nın “hayret”inden söz edildiği zaman kastedilen şey, bu iki neticeden biridir. 1 Bkz. Tirmizî, “De‘avât”, 105; Hâkim, Müstedrek, 1: 675. 2 Sehâvî, el-Mekāsidü’l-Hasene, 652; Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 15: 673. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 651 īĨ ١ ً ĹéÝùُ Ĩ įّ ْ ج؛ ĬŶ َאء اóęĤ Ļ َ éĤوا ، ƭ ĹĻِ َ è ijİو ، َ ħِ ĥَ Đ ِ ïّ َ è ْ īِ Ĩ ً َאء Ļ َ è ،ĵَ Ļ ْ éَ ĺ ، َ ĹĻِ َ è ïĜو إıČאره، وèאģĀ اĻéĤאء ijİ اóÝĤك، ÍĘن īĨ اĵĻéÝø īĨ Ĺüء óÜכį. وïĜ ورد ذכó ، ٌ ħĺóכ ƭ ĹĻِ َ è ųا ƪ إن ƪ » :مŻùĤا įĻĥĐ ّ א. Ĝאل اĭĤ×Ĺ ً ًא وĻęĬ Üא×àإ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ÙęĀ ĹĘ אءĻéĤا ųا Ʃ لijĝĺ» :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜو ٢ ا». ً óęْĀِ א َ ĩُ İƪ د ُ ó َ ĻĘ ِ į ْ ĺïَ َ ĺ įĻĤإ ï×đĤا َ ďĘóَ ĺ أن ĹĻِ ْ éَ Ý ْ ùَ ĺ :įĤijĜ ĹęĘ ĹęĭĤا אĨوأ ٣ ْ ِóق ijĬري ĭÖאري». èُ ُ ِijري، وأĬא أĹĻéÝø ْ أن أ Ĭ ُ Õْ ĻýĤا ƪ :ĵĤאđÜ ِۜ﴾ [اõèŶاب، ٥٣/٣٣] ¡ّ oَ ْ ªا ±َR ِ ۪ ċْ cَْ َ À Êَ ُ ۘ َو ّ اà ٰ ْ §ُ ³ْ®ِ ۪ ċْ cَْ Áَžَ َّ ¿]َِ ُْQِذي ّ اª³ À نYَ ¦َ ْ §ُ ِ َ ٰذª ِ ّن ﴿ا رijıČ ĵĝÜا īĨ نÍĘ ٥ ٤ اóÝĤك؛ ِ َب َRَg ًË ﴾وĭđĨאه y‹ْ َ َ ْن À ا ۪ٓ ċْ cَْ َ À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن وĜאل ĭİא: ﴿ا رد īĨ ĹĻéÝùĺ ųا Ʃ ٦ ÍĘذا Ĝאل: « ،įכóÜ çĻ×Ĝ ÙđĜاijĨ אفì īĨ اñوכ ،įכóÜ ءĹýÖ į×ĻĐ ِۜ﴾ [اõèŶاب، ٥٣/٣٣] ¡ّ oَ ْ ªا ±َR ِ ۪ ċْ cَْ َ א» ĭđĩĘאه أن óÝĺك ĨóèאįĬ، وإذا Ĝאل: ﴿َÊ À ً ×Ðאì ï×đĤا ģĀאè ó×ÝđÜ כĬأ ÙĩİijĩĤا אتĩĥכĤا ėýכ ĹĘ įäijĤا ijİ اñİو ،įĬאĻÖ كóÝĺ ź :אهĭđĩĘ :īĻÑĻü ïèأ īĨ نijכĺ óìآ īĨ ٧ į×åđĘ ،אنùĬŸا īĨ ÕåđĤכא اñİو .įÖ هóùęÝĘ כĤذ įĭĨ īכĺ ħĤ įĻĤإ Ĺ×ĭäأ אنùèإ īĨو ،įĭĨ ÕåđÝĘ įĻĤإ ijİ īùèأ כאن īĨ אءةøإ īĨ ٨ وñİا ź .כĤñכ óıčĺ įĬأ هïĭĐ īכĺ ħĤ אĨ رijıčÖ כĤوذ ،įĭĨ ÕåđÝĘ אنùèإ įĻĤإ َ اĻüŶאء כıĥא، وħĥĐ Ĩא ĺכijن Ĝ×ģ أن ĺכijن ħِ ĥĐ įĬŶ ؛ĵĤאđÜ [ ب٩٤ [ųا Ʃ ĵĥĐ زijåĺ ٩ أįĬ إذا כאن כėĻ ĺכijن، Ĥכī èאģĀ ñİه اĤכĩĥאت ijİ ĔאÙĺ اĄóĤא أو ĔאÙĺ اĤכóاÙİ، ،ģĀאéĤا אĩİ īĺñĥĤا īĺñİ ïèأ ١٠įÖ ادóĺ אĩĬÍĘ ÕåđĤا įĭĨ óذכُ إذا ĵĤאđÜ ųوا Ʃ .ĵĻéÝùُ ١ ح ط ر: ĺ ٢ اóčĬ óĥĤواĺאت اÙęĥÝíĩĤ ñıĤا اßĺïéĤ: īĭø اñĨóÝĤي، اijĐïĤات ١٠٥؛ ïĭùĨ اĤ×õار، ٤٧٨/٦؛ اïÝùĩĤرك éĥĤאכħ، .٦٧٥/١ ٣ اóčĬ: اĝĩĤאïĀ اÙĭùéĤ íùĥĤאوي، ص. ٦٥٢؛ כõĭ اĩđĤאل ĹĝÝĩĥĤ اïĭıĤي، .٦٧٣/١٥ ٤ ح ر: ĭđĨאه. ٥ ط - اóÝĤك، çĀ İאûĨ. .įכóÜ çĻ×Ĝ ÙđĜاijĨ אفì īĨ اñوכ - ر ٦ .į×åđÝĘ :ط ٧ ٨ ر: ĤñĤכ. . ُ ُ زال اÕåđĤ Õ×ùĤا فóُ Đ ذاÍĘ ،įُ ××ø ģ ِıُ ä ٌ ءĹü ÕåđĤا :אلĜ įĭĐ ģÑø אĩĤ اطóĝ×Ĥا אلĜ :įāĬ אĨ م ûĨאİ ĹĘ ٩ ١٠ ط - įÖ. ٥ ١٠ ١٥ 652 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Örneğin Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Allah çocukça davranışlar sergilemeyen gence hayret eder.”1 şeklindeki sözünde geçen hayretten maksat, rızâdır. “Aksine Ben hayret ettim, onlar ise alay ediyorlar!” [ es-Sâffât 37/12] âyetindeki hayretten maksat ise hoşnutsuzluktur. Diğerleri de bu minval üzere tefsir edilir. Aynı nitelik hakkındaki olumlama ve olumsuzlama Allah’ın zâtına ilişkin değildir, çünkü Allah için olumlanan bir şeyin O’ndan olumsuzlanması, O’nun hakkında olumsuzlanan bir şeyin ise O’nun için olumlanması mümkün değildir. Aksine bu, o niteliğin muhatabı ile ilişkilidir ki bu durum “Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında dilediğini affeder.” [ en-Nisâ 4/48] âyetinde de söz konusudur. Burada Allah Teâlâ, kendisine şirk koşan hakkında affetmeyi olumsuzlarken şirk koşmayan hakkında olumlamıştır. Bunun sebebi ise Allah’ın zâtı ile değil, müşrik kimsenin ve müşrik olmayan kimsenin günahı ile ilgilidir. Aynı durum “Allah sizin için zorluk istemez, kolaylık ister.” [ el-Bakara 2/185] âyetinde ve “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz.” şeklindeki sözde de vardır. “Çekinmez” ifadesinin mânasının, “Sivrisineği örnek vermeyi terk etmez.” şeklinde olduğu söylenmiştir. Bir görüşe göre bu ifadenin mânası, “Bundan imtina etmez.” şeklindedir. Katâde ve bir grup âlim şöyle demiştir: Bu ifade Mekke müşrikleri ile ilgilidir, çünkü bunun bir benzeri, Mekke’de indirilen Müddessir sûresinde “Kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, ‘Allah örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi.’ desinler. İşte böyle. Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.” [ el-Müddessir 31/74] âyetinde zikredilmiş, burada ise, “Küfre saplananlar ise, ‘Allah örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?’ derler. Allah onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir.” [ el-Bakara 2/26] buyurmuştur. Müddessir sûresindeki âyet ilk inen âyetlerdendir ve müşrikler hakkındadır, dolayısıyla bu âyet de öyledir. Bir başka görüşe göre bu âyet Medineli Ehl-i kitap münafıklar hakkındadır, çünkü âyette “Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan kimselerdir.” [ el-Bakara 2/27] denilmiştir ki bu, Ehl-i kitaptan olan münafıkların sıfatıdır. Nitekim onlar hakkında Allah, “Verdikleri sözü bozdukları için…” [ en-Nisâ 4/155] buyurur. Ayrıca Bakara Sûresi Medine’de indirilmiştir. 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 18: 600; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 17: 309. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 653 ÙĺאĔ ijİ ١ «ٌ ْijة × َ Ā įĤ Ûْ َ ùĻĤ ِ ّ אبýĤا ƪ īĨ ُ Õ َ åْ đ َ ĻĤ ųا Ʃ إن ّ « :مŻùĤا įĻĥĐ įĤijĜ ĹęĘ ۖ﴾ [اāĤאĘאت، ونَ yُsَ ْ َ Àوَ ﴿ħąĤאÖ ٢ [١٢/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾ [aُ ]ْkِ َ ©ْ َ اĄóĤאء، وĹĘ įĤijĜ:\﴿ .هóÐאčĬ اñİ ĵĥĐو ،ÙİاóכĤا ÙĺאĔ ijİ [١٢/٢٧ ĵĤאđÜ ّ ųِ Û×àُ א ĹĘ ÙęĀ واïèة ź ďäóĺ إĵĤ ذات Ʃ اų؛ ÍĘن Ĩא أ ً đĨ ĹęĭĤوا אت×àŸا ħà ďĝĺ אĨ ĵĤإ כĤذ ďäóĺ אĩĬوإ .įĤ įُ Üא×àإ õåĺ ħĤ ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĐ Ĺęُ Ĭ אĨو ،įĭĐ į ُ ĻęĬ õåĺ ħĤ ¥َ ِ َ ُŸِ›ْy َ®Y ُد َون ٰذª Àوَ µ۪ ِ ُ َƒْyَك \ َ ْن À َ ُŸِ›ْy ا À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن įĻĥĐ ذכó ñİه اÙęāĤ. وijİ כįĤijĝ:﴿ ا ٣ .كóýĺ ź īĨ ěè ĹĘ אıÝ×àوأ كóýĺ īĨ ěè ĹĘ ةóęĕĩĤا ĵęĬ [٤٨/٤ ،אءùĭĤا﴾ [ءY ُۚ ƒَٓ َ À ±ْ ¯َ ِ ª وذĤכ ďäóĺ إĵĤ ذÕĬ اóýĩĤك، ِ وذÕĬ óĻĔ اóýĩĤك، ź إĵĤ ذات Ʃ اų، وכñا įĤijĜ: ųا Ʃ אءü אĨ» :ħıĤijĜ اñوכ] ١٨٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۘ yَْ ُ ْ ِ ُ§ ُ اª \ uÀُ ۪ yُ À Êَوَ yَْ Áُ ْ ِ ُ§ ُ اª \ ُ ٰ Ãا ّ uÀُ ۪ yُ À﴿ .«īכĺ ħĤ Éýĺ ħĤ אĨو כאن :ģĻĜو .ÙĄijđ×ĤאÖ ģáĩĤا بóĄ كóÝĺ ź :هóĻùęÜ ĹĘ ģĻĜ ﴾ ۪ ċْ cَْ َ À Êَ﴿ :įĤijĜ ħà ĹĘ اñİ ģáĨ óذכ įĬأ ģĻĤïÖ ،ÙכĨ ĹכóýĨ ĹĘ ijİ :ÙĐאĩäو אدةÝĜ אلĜو .įĭĐ ďĭÝĩĺ ź ََر َاد ا ا ْ َ ـ§ ِYُžy َون َR َYذٓ ض َواª ٌ yَ®َ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪ ±À َ w۪ َّ َِÁ£ُ ¹َل اª ªوَ ﴿:אلĜ ،Ùّ ĻכĨ Ĺİو óّ اàïĩĤ ijøرة ّ ۜ﴾ [اóàïĩĤ، ٣١/٧٤ [وĜאل ĭİא: َ ƒَٓ ُYء َ ْ ـ· ۪uي َR ±ْ À َ ƒَٓ ُYء َوÀ À ±ْ ®َ ُ ُ ّ اà ٰ ©ّ‹ِ ُ À ¥َ ِ ªwٰ ¦َ ۜ Ëً gَ®َ اwَ·ٰ ِ \ ُ ّ اà ٰ ﴾ۜ اyÁً g۪¦َ µ۪ ِ َْ· ۪uي \ Àوَ اyً Ág۪¦َ µ۪ ِ \ ُ ©ّ‹ِ ُ À ۢ Ëً gَ®َ اwَ·ٰ ِ \ ُ ََر َاد ّ اà ٰ ا ا ُ ¹َن َR َYذٓ ª¹£ُÁَžَ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ ªا Yَ ®ّ َ ﴿َوا ijİ :ģĻĜو .اñİ اñכĘ ،ÙכĨ ĹכóýĨ ěè ĹĘو ĹèijĤا ģÐأوا īĨ כĥÜ ħà .[٢٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ £ُ³َْ ‹ُ ¹َن َْ·َu ّ اà ِٰ À ±À َ w۪ َّ ªَ ا ﴿:אلĜ įĬأ ģĻĤïÖ ،אبÝכĤا ģİأ īĨ ÙĭĺïĩĤا ģİأ ĹĝĘאĭĨ ěè ĹĘ Y¯َ]ِžَ﴿ :אلĜ ٤ ïĝĘ ،אبÝכĤا ģİأ īĨ īĻĝĘאĭĩĤا ÙęĀ اñİو] ٢٧/٢،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۖ µ۪ ¢Yِ gÁَ ®۪ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ َُ·ْ﴾ [اùĭĤאء١٥٥/٤،] وŶن ijøرة اĤ×óĝة ÙĻĬïĨ. ¢YgÁَ ®۪ ْ·ِ‹ِ ْ £َ ² .٣٠٩/١٧ ،ĹĬاó×ĉĥĤ óĻ×כĤا ħåđĩĤا ؛٦٠٠/٢٨ ،ïĩèأ ïĭùĨ ١ اءةóĜ ĵĥĐ اءóęĤا įéäر .ĹÐאùכĤوا ةõĩè اءóĝĤا īĨ אıÖ أóĜو ،ħıĭĐ ųا ĹĄر אس×Đ īÖوا دijđùĨ īÖوا ĹĥĐ اءةóĜ ijİ ٢ į×åđĺ óĐאü אéĺóü إن «:אلĝĘ ĹđíĭĤا ħĻİاóÖإ כĤذ ďĩùĘ ،«Õåđĺ ź ųا إن «:אلĜو ĹĄאĝĤا çĺóü هóכĬوأ ÕāĭĤا óĻùęÜ ؛)١٢/٣٧ ،אتĘאāĤا (٢٠٤/٥ ،يóýíĨõĥĤ אفýכĤا :óčĬا» .įĭĨ כĤñÖ ħĥĐأ -دijđùĨ īÖا ĵĭđĺ- ųا ï×Đو ،įĩĥĐ اóíęĤ اóĤازي، ١٢٦/٢٦ (اāĤאĘאت، ١٢/٣٧)؛ ħåđĨ اóĝĤاءات đĤ×ï اėĻĉĥĤ اÕĻĉíĤ، .١٣/٨ .ûĨאİ çĀ ،كóýĺ ź īĨ ěè ĹĘ אıÝ×àوأ - ح ٣ ٤ ح - ïĝĘ. ٥ ١٠ ١٥ 654 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bazıları da âyetin her iki grup hakkında da indirilmiş olmasının mümkün olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu sûrenin başında hem kâfirlerden hem de münafıklardan söz edilmiştir. Yine Müddessir sûresinde “Kalplerinde hastalık bulunanlar (...) desinler diye” [ el-Müddessir 74/31] denilmiştir ki bunlar münafıklardır, devamında da “(…) ve kâfirler” [ el-Müddessir 74/31] denilmiştir ki bunlar da müşriklerdir. Sonra Allah Teâlâ kâfirin sözü yüzünden doğru/hak bir darb-ı meseli vermeyi terk etmeyeceğini beyân etmiştir ki sen de günahkârın sözüne bakarak hak sözü söylemeyi terk etme! Yine Allah, nûru nar (ateş) ile yakmaktan hayâ ettiğini buyurmuştur, sen de melik ve cebbâr olana muhalefet etmekten hayâ et! “Örnek olarak vermekten” Buradaki yadribe fiili beyân etmek anlamına gelir. Kur’ân’da darb kelimesi pek çok anlamda kullanılmıştır. 1. Yaralamadan, iz bırakmadan acı vermek anlamında kullanılmıştır: “Onları darp ediniz.” [ en-Nisâ 4/34] 2. Herhangi bir acı olmaksızın sadece sûret olarak vurma anlamında kullanılmıştır: “Asan ile taşa vur.” [ el-A‘râf 7/160] 3. Az acı vermek anlamında kullanılmıştır: “Onunla vur ve böylece yeminini bozmamış ol.” [ Sâd 38/44] 4. Kesmek anlamında kullanılmıştır: “Vurun onların bütün parmaklarına.” [ el-Enfâl 8/12] 5. Öldürmek anlamında kullanılmıştır: “Vurun boyunlarının üstüne.” [ el-Enfâl 8/12] 6. Kırmak anlamında kullanılmıştır: “Derken üzerlerine yürüyüp onlara kuvvetlice bir darbe vurdu.” [ es-Sâffât 37/93] 7. Ölüm esnasında meleklerin kâfirlere azap etmesi anlamında kullanılmıştır: “Melekler de onların yüzlerine ve artlarına vururlar.” [ Muhammed 47/27] Bu kelimenin mecaz kullanımları da şöyledir: 8. Yolculuk anlamında kullanılmıştır: “Bir de başkaları var ki yeryüzünde sefere çıkarlar.” [ el-Müzzemmil 73/20] Darebe er-racülü ‘ale’l-ard [Adam yeryüzünde yolculuğa çıktı] ifadesi bu anlamda kullanılır. 9. Geri durmak anlamında kullanılmıştır: “Vazgeçip sizi zikir ile uyarmaktan geri mi duralım?” [ ez-Zuhruf 43/5] Âyet, “Haddi aştığınız takdirde vebalinizin ne olacağını size öğretmeden sizi olduğunuz hâlde mi bırakalım [uyarıdan geri mi duralım]?” anlamına gelmektedir. Bu anlamda kelimenin aslı kişinin bineği yoldan çıkacağı zaman ona vurarak bineğini yola döndürmesi, çevirmesi durumundan türetilmiştir. Burada vurmak, hayvanı çevirmek yerine kullanılır olmuştur. Âyette “Biz de onların kulaklarına vurduk.” [ el-Kehf 18/11] denilir ki bunun anlamı, “onları uyuttuk, işitmelerine engel olduk” şeklindedir. Bu anlam kulağa perde vurmak şeklinde takdir edilir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 655 אرęכĤا óذכ ě×ø ïĝĘ א؛ً đĻĩä īĻĝĺóęĤا ĹĘ ÙĺŴا ولõĬ نijכĺ أن زijåĺ :ģĻĜو ¿ž۪ ±À َ w۪ َّ َِÁ£ُ ¹َل اª واĭĩĤאīĻĝĘ ĹĘ ïĀر اijùĤرة، وĜאل ً أąĺא ĹĘ ijøرة اóàïĩĤ:﴿ َوª ْ َ ـ§ ِYُžy َون﴾ [اóàïĩĤ، ٣١/٧٤[ ض﴾ [اóàïĩĤ، ٣١/٧٤ [وħİ أģİ اęĭĤאق، وĜאل: ﴿َواª ٌ yَ®َ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ وħİ أģİ اóýĤك. ÛĬأ كóÝÜ ŻĘ אرęכĤا لijĝÖ ěéĤا ģáĩĤا بóĄ كóÝĺ ź įĬأ īّ ĻÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن ħà ÛĬأ ĹéÝøאĘ ،אرĭĤאÖ رijĭĤا اقóèإ īĨ ĹĻéÝùَ ĺ įĬأ óَ ijĜل اěéĤ ijĝÖل اåęĤאر، َوذכ īĨ íĨאÙęĤ اĥĩĤכ اåĤ×אر. óĻĔ īĨ مŻĺŹĤ :אنđĩĤ آنóĝĤا ĹĘ بóąĤوا ، َ īĻ×ُ ĺ أي﴾ Ëً gَ®َ بَ ِ y‹ْ َ َ ْن À وįĤijĜ:﴿ ا :אلĜ مŻĺإ óĻĔ īĨ ١ ۚ﴾ [اùĭĤאء، ٣٤/٤]، وijāĥĤرة َ ±ّ ¶¹ُ \ُ ِ َìْïش وź óäح، Ĝאل: ﴿َو ْ اŠy µ۪ ِ ِ ْب \ ۚ﴾ [اóĐŶاف، ١٦٠/٧]، وģĻĥĝĤ إŻĺم Ĝאل: ﴿žَ ْ YŠy yَkَ oَ ْ ِ َ ‡َ َ Yك اª ِ ْب \ َِن ْ اŠy ﴿ا ۜ﴾ [اęĬŶאل، ١٢/٨]، ³ََ ٍYن \ َ ِ ُ\¹ا ِRُ³ْ·ْ ُ¦ّ© َ ْo³َ ْeۜ] ﴾ ص، ٤٤/٣٨] وďĉĝĥĤ Ĝאل: ﴿َو ْ اŠy b Êَوَ أ] وĥĤכóù ِ ُ\¹ا ¹ْžَ َق َْ اÊ ³َْ ِYق﴾ [اęĬŶאل، ١٢/٨]، [٩٥ yŠY ْ žَ﴿ :אلĜ אقİزŸوا ّ وõåĥĤ َْÁ ۪ ¯ِÁ±] ﴾اāĤאĘאت، ٩٣/٣٧] وÕĺñđÝĤ اÐŻĩĤכÙ اĤכęאر ªYِ \ Y\ًyْŠَ ْ·ِÁَْ Ĝאل: ﴿َžَy َ اغ َ» īĨو] ٢٧/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ْ ¶ُرYَ َ َ ْد\ ِ ُ\ ¹َن ُو ُj ¹َ¶ُ·ْ َوا y‹ْ َ ِئ َ§ ُ_ À ٰٓ «¯َ ْ ïĭĐ اijĩĤت Ĝאل: ﴿َواª ِ ُ\ ¹َن žِ¿ َْ اÊْر ِض﴾ [اģĨõĩĤ، ٢٠/٧٣ [ijİ اóĻùĤ، وįĻĘ y‹ْ َ À ونَ yُrَ ٰ اåĩĤאز įĻĘ:﴿ َوا ،فóìõĤا﴾ [Yoً Ÿْ†َ yَ ْ ¦ِ ِ ُب َ ³ْ ُ§ ُ ّ اwª y‹ْ ³َžََ óĄب اģäóĤ ĵĥĐ اŶرض، وįĤijĜ:﴿ ا .īĻĘóùĨ ħÝĭכ نÉÖ ħכĻĥĐ אĨ ħכĘóđĬ ŻĘ ħכĥĩıĭĘأ :هóĺïĝÜو ،فóāĤا ijİ [٥/٤٣ ďĄ ُ ijĘ ،įĤïđĻĤ įÖóĄ įÝıä īĐ į×כóĨ فóāĺ أن أراد إذا ÕاכóĤا ĹĘ įĥĀوأ ِِ·ْ﴾ [اĤכėı، ١١/١٨ [أي ٰ َذا² « ا ٰٓ «َ Y³َ\ْyَ‹َ žَ﴿ :įĤijĜو ،فóāĤا ďĄijĨ بóąĤا ٢ اĩùĤאع وijİ īĨ óĄب اåéĤאب ĵĥĐ اŶذن ĹĘ اóĺïĝÝĤ، ħُ َאİ ĭ ْ đَ ĭ َ أĭĩĬאħİ وĨ ١ ح + ħıĭĨ. .ûĨאİ çĀ ،ħُ َאİ ĭ ْ đَ ĭ َ ٢ ط - وĨ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 656 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 10. Kadınlar dışarı çıktıkları zaman başlarını örten örtüyü göğüslerini örtmek için üzerine doğru sarkıtsınlar anlamında kullanılmıştır: “Başörtülerini göğüslerine vursunlar.” [ en- Nûr 24/31] 11. “Izhar edilir” anlamında kullanılmıştır: “Aralarına bir sur vurulur.” [ el-Hadîd 57/13] 12. “Edin” anlamında kullanılmıştır: “Onlara bir yol vur.” [ Tâhâ 20/77] 13. “Onlara cizye takdir edildi.” anlamında kullanılmıştır: “Onlara zillet vuruldu.” [ el-Bakara 2/61] 14. “Allah’ı şekillerle nitelemeyin.” anlamında kullanılmıştır: “O hâlde artık Allah’a karşı meseller darb etmeyin.” [ en-Nahl 16/74] 15. “Misallendirme” anlamında kullanılmıştır: “İşte Allah böyle hakkı ve bâtılı darb eder.” [ er-Ra‘d 13/74] 16. “Zikretme” anlamında kullanılmıştır: “Onlara misal [darb-ı mesel] olarak anlat.” [ Yâsîn 36/13] 17. “Beyân etme” anlamında kullanılmıştır: “Allah misal olarak darb eder.” [İbrâhîm 14/24]. Bu âyette de kelimenin anlamı, tefsircilerin icması ile “ beyân” şeklindedir. “Örnek olarak” ifadesinin tefsiri “Bir ateş yakan kimsenin durumu gibi.” [ el-Bakara 2/17] âyetinin tefsirinde geçmiş idi. “Bir sivrisineği” Buradaki mâ harfi on anlamda kullanılır: 1. Olumsuzlama olarak kullanılır: “ Kör ve gören bir değildir.” [ Fâtır 35/19] 2. Bile bile inkâr anlamında kullanılır: “Bize ne bir uyarıcı geldi ne de müjdeci!” [ el-Mâide 5/19] 3. Ellezî [o kimse ki] anlamında kullanılır: “Göğüslerin gizlediği...” [ el-Mü’min 40/19]. 4. Men [yani canlılar için kullanılan ism-i mevsul] anlamında kullanılır: “Göğe ve onu bina edene…” [ eş-Şems 91/5]. 5. Mastara dönüştürücü olarak kullanılır: “Rabbimin beni bağışladığını…” [ Yâsîn 36/27]. 6. Soru edatı olarak kullanılır: “Sizi sekara [cehenneme] sürükleyen neydi?” [ el-Müddessir 74/42] 7. Şart edatı olarak kullanılır: “İşledikleri her ne hayır varsa, asla karşılıksız bırakılmayacaklardır.” [ Âl-i İmrân 8 [115/3]. Zaman ifade etmek üzere kullanılır: “Hayatta olduğum sürece...” [ Meryem 19/31]. 9. Hayret ifade etmek üzere kullanılır: “Ne de nankördür!” [ Abese 80/17] 10. Sıla ifadesi olarak kullanılır: “Allah’tan bir rahmet ile…” [ Âl-i İmrân 3/159] âyetinde kullanılmıştır. “Bir sivrisineği” buradaki be‘ûzaten kelimesi küçük haşere anlamına gelir. Bir şeyin ba‘zı, onun bir kısmı demektir. Teb‘îzü’ş-şey’i demek, bir şeyi parçalara ayırmak demektir. Sanki ba‘ûze, küçük olduğu için haşerenin bir kısmı gibi tasavvur edilmiştir. Bu kelimenin başındaki mâ harfi 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 657 ّ īıđĬאĝĨ َ īĻìِ ْ ó ُ ۖ﴾ [اijĭĤر، ٣١/٢٤] أي وĻĤ َ ±ّ ·ِِ \¹Áُjُ »ٰ «َ َ ±ّ ¶ِ ِ y¯ُ sُ ِ \ ±َ \ْ ِ y‹ْ Áَْ وįĤijĜ:﴿ َوª ِ ُ ¹ٍر﴾ [اïĺïéĤ، \ ْ·ُ³َÁَْ ِ َب \ y‹ُ žَ﴿ :įĤijĜو ،óÝùÝĥĤ īİورïĀ ïĭĐ īıÖijĻä قijĘ :įĤijĜو ،ñì أي] ٧٧/٢٠ ،įĈ] ﴾ ą£À ً ۪ yŽَ ْ·ُ َ ِ ْب ª yŠY ْ žَ﴿ :įĤijĜو ،óıČُ ١٣/٥٧] أي أ Ëَžَ﴿ :įĤijĜو ،ÙĺõåĤا ħıĻĥĐ Ûęّ َّ ُ_﴾ [اĤ×óĝة، ٦١/٢] أي وČ ªِ wªا ّ ُ·ِÁَْ «َ aْ َ \ِ ﴿َو Šُy ¥َ ِ ªwٰ ¦َ ﴿ :įĤijĜو ،כאلüŶا ų Ʃ اijęāÜ ź أي] ٧٤/١٦ ،ģéĭĤا ﴾ [ۜلYَ gَ®ْ Êا َْ ِٰ Ãِّ ا¹\ُ ِ y‹ْ َ b ﴾Ëً gَ®َ ْ·ُ َ ِ ْب ª ّģ، وįĤijĜ:﴿ َو ْ اŠy áĩĺ أي] ٧٤/١٦ ،ïĐóĤا ﴾ [ۜ©َ ŽY ِ ]َْ َ َواª ¡ّ oَ ْ ُ اª ِ ُب ّ اà ٰ y‹ْ َ À ّī، وĭıİא ĻÖ أي] ٢٤/١٤ ،ħĻİاóÖإ﴾ [Ëً gَ®َ ُ [ĺ÷، ١٣/٣٦ [أي واذכó، وįĤijĜ: ﴿ َŠَy َب ّ اà ٰ ً أąĺא ĭđĨאه اĤ×Ļאن ĩäÍÖאع أģİ اóĻùęÝĤ. ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ١٧/٢]. َ ً Yرا ² uَ َ ِwي ْ ا~َc¢¹ْ َّ ªا© ِgَ¯َ¦َ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ هóĻùęÜ óĨ ﴾Ëً gَ®َ﴿و ِي ¹cَْ َ À Y®َوَ ﴿:ĹęĭĥĤ :įäأو ةóýĐ ĵĥĐ ءĹåĺ «אĨ» ﴾_ًŠ¹ َ ُ َ \ Y®َ ﴿ :įĤijĜو ﴾ٍۘ yÀw۪ َ ٍ َوَÊ ² yÁƒ۪ َ \ ±ْ ®ِ Yَ ²ءYَ jَٓ Y®َ ﴿ :ïéåĥĤو ،]١٩/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾yÁُۙ ‡۪ ]َْ َْ اÊ ْ ٰ »¯َواª :īَ Ĩ ĵĭđĩÖو] ١٩/٤ ،īĨËĩĤا﴾ [ورُ uُ ُ‡ªا ّ¿ Ÿِsْ bُ Y®َوَ ﴿:يñĤا ĵĭđĩÖو ،]١٩/٥ ،ةïÐאĩĤا[ ،÷ĺ] ﴾¿\ّ۪رَ¿ ª۪ yَŸَšَ Y¯َ ِ \﴿ :رïāĩĥĤو ،]٥/٩١ ،÷ĩýĤا﴾ [ۙY·Áَ ³ٰ َ ٓ ِYء َوَRY\ ﴿َو ّ اªَ َ¯ َ َ ـ§ ُ§ ْ ž۪¿ َ~َ£َy] ﴾اóàïĩĤ، ٤٢/٧٤[، وóýĥĤط: ﴿َوَRY ٢٧/٣٦]، وıęÝøŻĤאم: ﴿ َRY َ«~ ،ħĺóĨ] ﴾ۖ YÁًّ nَ aُ ®ْدُ Y®َ ﴿ :ÛĜijĥĤو ،]١١٥/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ۜ ُ ْ§ُŸَy ُوه À ±ْ َ «žَ ٍ yÁْrَ ±ْ ®ِ ا¹»ُ َŸَْ À ﴾ ِٰ Ãا ّ ±َR ِ_ ٍ̄ َ nْ رَ Y¯َ]ِžَ ﴿ :ÙĥāĥĤو ،]١٧/٨٠ ،×÷Đ] ﴾ۜ ْ َŸَyُه ¦َ ٣١/١٩]، وÕåđÝĥĤ: ﴿ َ®ٓY ا [آل óĩĐان، ١٥٩/٣]. ،įĭĨ ÙęÐאĈ ءĹýĤا īĨ ăđ×Ĥوا ،ěّ َ ×Ĥا אرĕĀ īĨ Ĺİ ﴾_ًŠ¹ َ ُ َ وįĤijĜ:\﴿ َ İóĕא. وכÙĩĥ» Ĩא» āĤ Ùƪ ĝ َ ×Ĥا ăđÖ ÙĄijđ×Ĥا نÉوכ ،įÝÐõåÜ ءĹýĤا ăĻđ×Üو ٥ ١٠ ١٥ 658 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri tekit için kullanılan ilâve bir sıla ifadesi olabileceği gibi isim de olabilir ki bunun izahı yaygın kıraate göre mansub olan be‘ûzaten kelimesinin i‘rabı sadedinde yapılacaktır. Yaygın/ zâhir kıraatte bu kelime mansuptur. Nahivciler bu kelimenin merfû olmasının da mümkün olduğunu söylerler. Mansub olması ise üç şekilde izah edilir: Birincisi: Mâ harfi zait ve tekit edicidir, anlamı da “gerçekten/hak olarak” şeklindedir. Bu durumda cümlenin anlamı, “Bir sivrisineği hak bir misal olarak vermekten çekinmez.” şeklinde olur. Bu durumda mâ harfinin i‘rabı olmaz, onu nasb ya da cer edecek olan âmilin etkisi, kendisinden sonraki kelimeye geçer. Nitekim âyette “Allah’tan bir rahmet ile…” [ Âl-i İmrân 3/159] denilmiştir. [fe-bimâ rahmetin ifadesinde mânın alacağı hareke, ondan sonra gelen rahmet kelimesine geçmiştir.] İkincisi: Mâ harfi nekre ve mansub isimdir, be‘ûzaten kelimesi ise onun sıfat ve sılasıdır, i‘rabda ism-i mevsule tâbidir. Takdiri, “Herhangi bir şeyi misal olarak vermekten…” şeklindedir. Yani “Dilediği şeyi misal olarak vermekte, ister bir sivrisineği, ister ondan da ötesini…” şeklindedir. Üçüncüsü: Bu kelime, cer edici âmilin hazfedilmesi nedeniyle mansubdur. Mânası ise, “Sivrisinekten ondan ötesine kadar, bunların arasındaki herhangi bir şeyi misal olarak vermekten…” şeklindedir. Burada baştaki beyne (arasındaki) kelimesi ile sondaki ilâ (-e, -a) edatı hazfedilmiştir. Bu nedenle her iki mâ harfi de mansub olmuştur. Bunun benzeri mutirnâ mâ zübâlete fe’s-sa‘lebiyye (Zübâle ve Sa‘lebiyye bölgeleri arasında yağmura kavuştuk) cümlesinde vardır. Kelimenin merfû olması ise hüve (o) zamirinin hazfedilmesi ile olur ki bu durumda cümlenin takdiri “[İçinde] sivrisinek olan bir misali vermekten çekinmez.” şeklindedir. Bu şekilde zamir takdiri dilde mümkündür. Şair şöyle demiştir: Yeter bize şeref olarak başkalarına karşı (‘alâ men gayrunâ) Nebî Muhammed’in bize olan sevgisi Bu şiirdeki gayr kelimesi hem merfû olarak hem mecrur olarak nakledilir. Rebî‘ b. Enes şöyle demiştir: Sivrisineğin misal olarak verilmesi dünya ehli için bir ibrettir, çünkü sivrisinek aç kaldığı sürece yaşar, karnı doyunca ölür. Aynı şekilde dünya ehli de müstağni olup azgınlaştığı zaman bu durum onun yuvarlanmasına (helâkine) sebep olur. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 659 ÙÖijāĭĨ Ĺİو_﴾ ًŠ¹ َ ُ َ ١ ĹĘ ĻÖאن إóĐاب ﴿\ א وĻÖאįĬ ً ِïة، وçĥāÜ اĩø כËĨةïÐزاÙĥĀ çĥāÜ ĹĘ اóĝĤاءة اčĤאóİة. وĜאل اijĺijéĭĤن: وijåĺز ıĻĘא اďĘóĤ، وأĨא اÕāĭĤ ijäijĥĘه ÙàŻà: ٣ ًא، ًא، وóĺïĝÜه: أن óąĺب ÙĄijđÖ ŻáĨ ĝè ĝè ٢ أİïèא: أن «Ĩא» زاïÐة ËĨכïة ĭđĨאİא: ±َ ®ِ _ٍ ¯َ nْ رَ Y¯َ]ِžَ﴿ :אلĜ ٤ وź إóĐاب Ĥـ «Ĩא»، واíĤאăĘ واĭĤאÕĀ ĉíÝĺאİא إĵĤ İïđÖא، ّ اà ِٰ] ﴾ آل óĩĐان، ١٥٩/٣]. َ ُ ًŠ¹َ_﴾ÙĥĀ وıĤÙęĀאÜאijĀijĩĥĤÙđÖل אĬכóةÙÖijāĭĨ و﴿\ ً ٥ «Ĩא» اĩø واáĤאĹĬ: أنĺכijن .אıĜijĘ אĩĘÙĄijđÖ ً ،أراد ģáĨ ٍ ƪ ًא، Ĺĭđĺ: أي ÑĻü ŻáĨً بóąĺ أن :هóĺïĝÜو .įÖاóĐإ ĹĘ ٦ א ĵĥĐ õĬع اíĤאăĘ، وĭđĨאه: أن óąĺب ًŻáĨ Ĩא īĻÖ ً واáĤאßĤ: أن ĺכijن āĬ× ] ĘאāÝĬ×א õĭÖع ب٩٥ [ĹĬאáĤا īĨ «ĵĤإ«و ولŶا īĨ «īĻÖ» عõĭĘ ،אıĜijĘ אĨ ĵĤإ ÙĄijđÖ ٧ .ÙĻ×ĥđáĤאĘ ÙĤאÖُ א ز َ Ĩ אĬóĉُ Ĩ :ħıĤijĝכ ijİو ăĘאíĤا אرĩĄŸوا ،ÙĄijđÖ ٌ ijİ يñĤا ŻáĨً بóąĺ أن : هóĺïĝÜ ،«ijİ» אرĩĄÍ×Ę ďĘóĤا א ّ وأĨ ٨ :óĐאýĤا אلĜ ،õÐאä ٩ ƪ َאĬא ĺإ ïٍ ƪ ĩéَ ُ Ĩ ّ Ĺ×ِƪ ĭĤا Õƫ èُ אĬَ ُ óْ ĻĔَ īْ َ Ĩ ĵĥَ َ Đ אĘً َ َא َóü ĭÖِ ĵęכَ Ęَ ةó×Đ ÙĄijđ×ĤאÖ ģáĩĤا بَ óĄ :÷Ĭأ īÖ ďĻÖóĤا אلĜو .ăęíĤوا ďĘóĤאÖ «ó ْ ĻĔَ » ïُ ýَ ْ ĭ ُ ĺ إذا אĻĬïĤا ÕèאĀ اñכĘ ،Ûđ×ü إذا تijĩÜو ÛĐאä אĨ ĵĻéÜ ÙĄijđ×Ĥا نÍĘ א؛ĻĬïĤا ģİŶ :įĻĥĐ ųاƩ َى١٠. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رÙĩè د َ óĤا įÖو ĵĕĈ ĵĭĕÝøا ١ ح - وĻÖאįĬ. ٢ ر: وĭđĨאİא. ًא. ٣ ر - ĝè ٤ اóčĬ: đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، .١٠٤/١ ٥ ر - أن ĺכijن. .ûĨאİ çĀ ،īĻÖ - ح ٦ .Ùĺאد×Ĥا ĹĘ نźõĭĨ ÙĻ×ĥđáĤوا ÙĤאÖ ُ õĤا :م ûĨאİ ĹĘ ٧ .رجõíĤا نijĉÖ īĨ īĉÖ ħİو ،Ùĩĥø ĹĭÖ īĨ ،אريāĬŶا כĤאĨ īÖ ÕđכĤ ÛĻ×Ĥا ٨ ٩ اóčĬ:اéāĤאح óİijåĥĤي، «īĭĨ«؛ اéĩĤכħ īÖź ïùĺه، «כĹę«. َى أي اŻıĤك. د َ óĤا :م ûĨאİ ĹĘ ١٠ ٥ ١٠ ١٥ 660 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Allah’ın birliğine ve rabliğine dair cüssesi küçücük bir varlığın yaratılışındaki delâlet büyük varlıkların yaratılışındaki delâletten daha hayretamizdir. Çünkü sivrisinek gibi küçücük bir varlığın sûretini var etmek ve bu varlığın ihtiyaç duyduğu ağız, burun, iki göz, ayak, el, nefes alıp verme uzuvları gibi organları düzenlemek için bütün insanlar bir araya gelseler bile bunu başaramazlar. Fakat belki büyük bir varlığı bu şekilde tasvir etmeyi başarabilirler.1 Başka bir âlim şöyle demiştir: Allah Teâlâ zayıf türleri zikrederek zayıf insanların kalplerini kuvvetlendirmiş, zayıf varlıkları kuvvetli varlıklar şeklinde yaratma konusundaki kudretini yarattıklarına öğretmiştir. Çünkü sivrisinek o kadar küçük olmasına rağmen, koca fil ile benzer yaratılış şekillerine sahiptir, hatta sivrisinekte fazladan iki kanat da vardır. Dolayısıyla Allah Teâlâ nasıl ki küçücük cüsseli bir varlığa koca cüsselilere verdiği özellikleri vermiş ise, O’nun keremi açısından, az amele karşılık çok amel işleyenlere verdiği şeyi vermesi imkânsız değildir. Daha da ilginç olan ise, küçük varlığın büyük varlığa eziyet edebiliyor olması ve büyük varlığın bu eziyeti kendisinden savamıyor olmasıdır. Allah’ın lutfudur ki aslanı çok kuvvetli, sinek ve sivrisineği çok zayıf yaratmış, sonra da sineğe insanların yüzüne doğru uçup insanlar kendisini kovmak için ellerinden geleni yapmasına rağmen bunda ısrar etme cüreti vermiş, buna karşılık aslana korku vermiş ve bu korku aslanın insanların yaşadığı bölgelerden ve yollardan uzak durmasında kendisini göstermiştir. Eğer aslan sineğin ve sivrisineğin cesaretine sahip olsaydı insanlar helâk olurdu. Ancak Allah lutufta bulunmuş ve cüretkâr olanı zayıf, kuvvetli olanı ise korkak yaratmıştır. O izzet ve hikmet sahibidir. Kuşeyrî şöyle der: Hakk’ın kudreti açısından tahkik mertebesinde yaratma havadaki toz zerreciklerinden birinden daha küçük bir şeydir. O’nun kudreti açısından arş ile sivrisinek aynıdır, arşın yaratılması daha zor, sivrisineğin yaratılması daha kolay değildir. Çünkü Allah Teâlâ, kendisine zorluk ya da kolaylığın ilişmesinden münezzehtir.2 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 64. 2 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 30. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 661 óـĻĕāĤا ěـĥì ĹـĘ įـÝĻÖijÖور ųا Ʃ ÙـĻĬاïèو ĵـĥĐ ÙـĤźïĤا ĹـĘ ÙـÖijåĐŶا ٢ أכóá īĨ اĤכ×אر ıĭĨא واčđĤאم؛ Ŷن اěÐŻíĤ ijĤ اijđĩÝäا ١ واħùåĤ اÙáåĤ ٣ واÖñĤـאب وóÜכÕĻ Ĩـא Ýéĺאج إįĻĤ ضijـđ×Ĥا ijـéĬ īـĨ رةijـĀ óـĺijāÜ ĵـĥĐ Ĩـī اęĤـħ واĬŶـė واĻĭĻđĤـī ِ واäóĤـģ واĻĤـï واìïĩĤـģ واóíĩĤج Ĩـא ïĜروا ٤ .אıĭĨـאر×כĤـאماùäŶا īـĨـאمčđĤاóـĺijāÜ ĵـĥĐ رونïـĝĺ ħـıĥđĤو .įـĻĥĐ ّف َ اěĥíĤ ّىĥĜـijبęđĄـאءاĭĤـאس ñÖכـó ęđĄـאءاĭäŶـאس، وĐـó وĜـאل ĻĔـóه: إن Ʃ اų Ĝـij ĵĥĐ ģĻęĤا ٥ ÙـÑĻıÖ هóĕĀ ĵĥĐضijـđ×Ĥا نÍـĘ ـאء؛ĺijĜŶاÙـÑĻİ ĵـĥĐ ـאءęđąĤا ěـĥì ĹـĘįـÜرïĜ Ĺĉđĺ אĨ ģĩđĤا ģĻĥĜ Ĺĉđĺ أن įĨóכ īĨ ïđ×Ýـùُ ĺ ŻĘ ،īĻèאĭä אدةĺز ٦ כ×óه وĹĘ اĤ×ijđض ٧ وīĨ כĻáـóاĩđĤـģ Ĩـī اĝĥíĤـÙ،כĩـא أĉĐـĵ ĻĕĀـóاáåĤـĨÙـא أĵĉĐ כ×ĻـóاīĨÙáåĤ اĝĥíĤـÙ. ěĥì įĬأ ĵـĤאđÜ ųا Ʃ ėـĉĤ īـĨو .įـĭĨ ďـĭÝĩĺ ŻـĘóـĻ×כĤا اñـİذيËـĺóـĻĕāĤا اñـİ أن ÕـĻåđĤا ً أةóـä ـאبÖñĤضواijـđ×Ĥا ĵـĉĐأ ħـà ėـđąĤاÙـĺאĕÖ ـאبÖñĤضواijـđ×Ĥوا ةijـĝĤاÙـĺאĕÖ ïـøŶا ٨ اĭĤـאس ĘـĹ ذĩıÖא أİóıČـא ĘـĹ óĻĈاĩıĬـא ĘـĹ وäـijه اĭĤـאس وĩÜאدĩıĺـא ĘـĹ ذĤـכ Ĩـď Ĩ×אĕĤـÙ ،ħـıĜóĈو ـאسĭĤا īـאכùĨ īـĐ هïـĐא×ÝÖ ـכĤذ óـıČوأ ïـøŶا ĹـĘ īـ×åĤا ٩ ّـÕ ّـÙ، ورכ Öñَ ĩĤאÖ ِ ĹـĘ ģـđäو ĵـĤאđÜ ųا Ʃ ّ وåÜijĤאøـó اøŶـï åÜאøـó اÖñĤـאب واĤ×đـijض ĥıĤـכ اĭĤـאس، ĩĘـī اåÝĩĤאøـóاđąĤـė، وĘـĹ اĝĤـijياåĤ×ـī، وİـij اĺõđĤـõاéĤכħĻ. :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ذرة īـĨ ģـĜأ ُ ١٠-ěـéĤا رةïـĜ ĵـĤإ ÙـĘאĄŸאÖ- ěـĻĝéÝĤا ĹـĘ ěـĥíĤا« ŻــĘ ،ÙــĄijđ×Ĥوا شóــđĤا įــÜرïĜ ĹــĘ ١١אن ٌ ّ Ĩــī اıĤ×ــאء ĘــĹ اıĤــijاء، ِوøــĻ įĬאé×ــø ١٢įــĬÍĘ ،óــùĺأ ÙــĄijđ×Ĥا ěــĥì źو ،óــùĐأ įــĻĥĐ شóــđĤا ěــĥì ُ ١٣.«óــùĻĤوا óــùđĤا قijــéĤ īــĐ سïــĝÝĨ ّ ١ ط: īĨ اÙáåĤ؛ ر: واÙáåĤ. .ûĨאİ çĀ ،ħùåĤوا - ط ٢ ٣ ح: اĤ×ÙĄijđ. ٤ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٦٤/١ ٥ ط ر: כÙÑĻı. ٦ ط - اĤ×ijđض، وĹĘ اıĤאûĨ: .ÙĄijđ×Ĥا ٧ ح: اÙĝĥíĤ. ٨ ط: Ĩ×אÙĕĤ. .ûĨאİ çĀ ،Õورכ ّ - ط ٩ .ûĨאİ çĀ ،ěĤאíĤا :ط ١٠ .ûĨאİ çĀ ،ģÑøو :ط ١١ ١٢ ط - įĬÍĘ. ١٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٠/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 662 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ondan daha da öte bir varlığı” Buradaki fevk kelimesi üst anlamındadır. Fâkahû fiili galebe çaldı, üstün geldi anlamındadır. Mansub olması ise be‘ûzaten kelimesinin tefsirinde zikredilen sebepten dolayıdır. Tefsirine gelince, Katâde ve İbn Cüreyc bunun mânasının, “daha büyük” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Ebû Ubeyde ise, “ötesindeki” anlamında olduğunu söylemiştir. Buradaki dûne kelimesi hem ön hem de arka anlamına gelen el-verâ kelimesi gibi zıt iki anlama gelebilen kelimelerdendir. Hak Teâlâ, “Ötelerinde ağır bir günü bırakırlar.” [ el-İnsân 76/27] buyurmuştur. Benzer şekilde es-sarîm kelimesi hem gündüz hem gece anlamına, el-kur’ kelimesi hem hayız hem temizlik anlamına gelir. Tahkik ehli âlimler şöyle demiştir: Yani “ondan daha küçük olan.” Çünkü burada kastedilen şey küçüklüktür. Bu kelime Arapların fâke fülânün kezâ (Falan adam şöyle şöyle üstünlük sağladı) şeklindeki ifadelerinden alınmıştır. Geçmek iki türlüdür: Biri büyüklükte, diğeri ise küçüklükte geçmektir. Bir şeyin küçüklüğünden söz ediliyorsa, onun “ötesinde” olan şey ile kastedilenin küçüklükte onu geçmiş olduğu anlaşılır. Buna karşılık bir şeyin büyüklüğünden söz ediliyorsa, onun “ötesinde” olan şey ile kastedilenin büyüklükte onu geçmiş olduğu anlaşılır. Bu örf itibariyle bilinir. Nitekim “Falan kimsenin değeri düşük, hayrı azdır.” denildiği zaman buna, “O bundan daha ötedir./Hayrı kıymetinden daha azdır.” denilir. Demişlerdir ki: İki mânanın tek bir nitelikte toplanması onların iki zıt anlam olarak değerlendirilmesinden daha evlâdır, çünkü söz anlatmak için söylenir. Tek bir lafzın iki zıt anlama gelmesi, sözün müphem olmasına sebep olur. Bu değerlendirmeyi dilde iki zıt anlama gelebilen bütün kelimeler hakkında yapmış ve şöyle demişlerdir: el-Verâ kelimesi ister ön tarafından olsun ister arka tarafından, senin ötende olan şeyi ifade eder. es-Sarîm kelimesi ister gece olsun ister gündüz olsun, geçip giden vakti ifade eder. el-Kur’ kelimesi ister hayız ister temizlik olsun, mutat olan vakte işaret eder. el-Fevk kelimesi ister küçüklük açısından olsun ister büyüklük açısından, bir şeyi geçen şey anlamına gelir. Âyette bu kelime “daha küçük” anlamına hamledilirse, o zaman ifadenin mânası şöyle olur: Allah, hakkı açıklamak için, sizin nezdinizde küçüklüğün son haddi olan sivrisinek misalini ve sadece kendi ilmi ve kudretinde bulunan daha küçük şeyleri -siz onları gözünüzle görmeseniz dahi- örnek olarak vermekten imtina etmez. Eğer bu kelime âyette “daha büyük” anlamına hamledilirse, o zaman anlam bir görüşe göre, “büyük bir fil” şeklinde olur. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 663 ُ» أي ĥĔ×į وŻĐه وĀאر įĜijĘ. واāÝĬאįÖ َ َאįĜ ۜ﴾ اijęĤق اijĥđĤ، و«Ę Y·ََ ¢¹ْžَ Y¯َ žَ﴿ :įĤijĜو אıĜijĘ אĩĘ אهĭđĨ :ãĺóä īÖوا אدةÝĜ אلĜ ïĝĘ هóĻùęÜ ١ َ ُ َ ًŠ¹_﴾. أĨא \﴿ :įĤijĜ ĹĘ óĨ אĩĤ ٢ واĤכÙĩĥ īĨ اïĄŶاد כאijĤراء ] Đ×ïĻة: «ĭđĨאه ĩĘא دوıĬא». أ ĹĘ اĤכ×ó، وĜאل أijÖ] ٩٦ َ £۪ ًËÁ] ﴾اùĬŸאن، ٢٧/٧٦]. f Y®ً ¹َْ َ َw ُر َون َوَرٓ َاءُ¶ ْ À Àوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،אمĨŶوا ėĥíĥĤ نijכĺ ء ĺכijن óıĉĥĤ واăĻéĤ. ْ óُ واħĺóāĤ ĺכijن ıĭĥĤאر واģĻĥĤ، واĝĤ وĜאل أģİ اěĻĝéÝĤ: أي ĩĘא ıĜijĘא ĹĘ اóĕāĤ؛ Ŷن اóĕĤض اijĥĉĩĤب ĭİא ijİ اóĕāĤ. واĤכÙĩĥ īĨ ħıĤijĜ: » َ Ęאق ŻĘن כñا»، أي äאوز. واåĩĤאوزة ĐijĬאن: ÖאóĕāĤ įÖ ïĺأر įĬأ فóُ Đ ÙĩĥכĤا هñıÖ هïđÖ óذכ אĩĘ óĻĕāÝĤا įäو ĵĥĐ ءĹü óذכ نÍĘ .ó×כĤאÖو ĹĘ ٣ ّאه ĺإ įÜאوزåĨ įÖ ïĺأر įĬأ فóĐ óĻ×כÝĤا įäو ĵĥĐ óذכ وإن ،óĕāĤا ĹĘ אهّ ĺإ įÜאوزåĨ :اijĤאĜ .כĤذ قijĘ ijİ :אلĝĻĘ ،óĻíĤا ģĻĥĜ رïĝĤا óĻĕĀ نŻĘ :אلĝĺ ،אرفđÝĨ ijİو ،ó×כĤا ،אمıĘŹĤمŻכĤا نŶ ؛īĺïąĤا ĵĥĐ ģĩéĤا īĨ ĵĤأو ïèوا ėĀijÖ īĻĻĭđĩĤا īĻÖ ďĩåĤوا אĨ ďĻĩä כĤذ ĵĥĐ اijĥĩèو ،אمıÖŸا ĵĥĐ ģĩè ٌ īĺïąĤا ĵĥĐ ïèاijĤا ċęĥĤا ÙĤźد ĹĘو ٤ ًęĥìא כאن أو ورد īĨ اęĤŶאظ اijĤاÙđĜ ĵĥĐ اīĺïąĤ ĹĘ اĤכŻم وĜאijĤا: اijĤراء Ĩאوراءك ا כאن أو ً ً ا، واóĝĤء اÛĜijĤ اÝđĩĤאد óıĈ ًא، واħĺóāĤ اÛĜijĤ اóāĭĩĤم ً ŻĻĤ כאن أو ıĬאر أĨאĨ ĹĘ אوزةåĩĤا ĵĥĐ ģĩè ذاÍĘ ،ا ً ا כאن أو כ×ó ً ًąĻèא، واijęĤق اåĩĤאوز īĐ اĹýĤء óĕĀ ÙĺאıĬ ijİ يñĤا ٥ ضijđ×ĤאÖ ģáĩĤا بóąÖ ěéĤا אنĻÖ īĐ ďĭÝĩĺ ź ųا Ʃ أن :אهĭđĩĘ óĕāĤا ħĤ وإن ،įÜرïĜو ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħĥĐ ĹĘ ijİ ٧ אĩĨ óĕāĤا ĹĘ įĬدو ijİ אĩÖ ٦ ħכïĭĐ óĕāĤا ĹĘ ؛óĻ×כĤا ģĻęĤאÖ أي :ģĻĜ ïĝĘ ó×כĤا ĹĘ אوزةåĩĤا ĵĥĐ ģĩè وإذا .įÜïİאýĩÖ ħכïèأ هóĺ ١ ح: وأĨא. .٣٥/١ ،ةïĻ×Đ ĹÖŶ آنóĝĤا אزåĨ ٢ .ûĨאİ çĀ ،אهّ ĺإ įÜאوزåĨ įÖ ïĺأر įĬأ فóĐ óĻ×כÝĤا įäو ĵĥĐ óذכ وإن óĕāĤا ĹĘ - ط ٣ ٤ ح ر: Ĩא واراك. ٥ ر + وĩÖא. ٦ ر - ïĭĐכħ. ٧ ر: ĩÖא. ٥ ١٠ ١٥ 664 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Çünkü fil ile sivrisinek sûret olarak benzerler, ancak biri uçar, diğeri yürür. Biri yaklaşırken diğeri kaçar. Biri sana eziyet eder, musallat olur, diğer ise senin emrin altındadır, sen ona hâkim olursun. Tuhaf olan şudur ki sen bu iki hayvanın küçüğüne karşı âciz iken büyüğüne güç yetirirsin, zayıf olanı yüzüne doğru uçtuğu zaman için sıkılır, daralırsın, hayatın berbat olur, bostanın ve bağın perişan olur. Daha da tuhaf olanı ise senin, zayıf olmana rağmen seni ateşe sürükleyecek ve utanmana sebep olacak şeylere cüret etmendir. Dünyada şu küçücük sivrisinekten bu kadar korkuyorsan, alevli ateşte akrepler ve yılanlar başına musallat olduğu zaman hâlin nice olacak, bir düşün! Bir görüşe göre “ondan daha da öte bir varlığı” ifadesi örümcek ve sinek anlamına gelir, çünkü bunlar âyetteki bu ifadenin öncesinde -daha önce değindiğimiz gibi- zikredilmişlerdir. Örümceğin çok büyük önemi ve görevi vardır. Nitekim rivayetlerde ifade edildiği üzere Hz. Peygamber aleyhisselâm ve arkadaşı mağarada iken kâfirlerin kendilerine kastetmelerini Allah Teâlâ örümcek ile savuşturmuştur. “ İman edenler onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler.” Buradaki emmâ kelimesi tafsil ifade eder ve bir cevabının olması gerekir. Cevap cümlesinin başına da fe harfi gelir. Bu, isimleri ref‘ eden bir edattır, ancak hemen ardından bir emir ya da yasak ifadesi geliyorsa o zaman mansub olur. Hak Teâlâ “Yetimi ise hakir görme; isteyene gelince, sakın onu azarlama!” [ ed-Duhâ 93/9-10] buyurmuştur. Bu edat tekrar edilerek kullanılır, nitekim Allah Teâlâ bu âyette “ İman edenlere gelince” ve “Küfre sapanlar ise” ifadelerinde bu edatı tekrarlamıştır. Aynı şey her yerde söz konusudur. el- Hakk (gerçek) bâtılın zıddıdır. el- Hakk görev anlamına da gelir. el-İstihkāk görevin tahakkuk etmesidir. el- Hakk kelimesi “Allah’ın vaadi muhakkak haktır.” [ el-Câsiye 45/32] âyetinde “doğru” anlamında, “Rabbimin vaadi haktır.” [ el-Kehf 18/98] âyetinde “gerçekleşecek” anlamında, “Hakkını verin.” [ el-En‘âm 6/141] âyetinde “haklar” anlamında, “Hakkıyla korkun.” [ Âl-i İmrân 3/102], “Hakkıyla cihat edin.” [ el-Hacc 22/78] ve “Hakkıyla takdir…” [ elEn‘âm 6/91] âyetlerinde “nihaî nokta” anlamında, “İnsanlar arasında hak ile hükmet.” [ Sâd 38/26] âyetinde “adâlet” anlamında, “Dedi ki: Rabbim! Hak ile hükmet!” [ el-Enbiyâ 21/112] âyetinde “ azap” anlamında, “Bizim senin kızlarında bir hakkımız yoktur.” [ Hûd 11/79] âyetinde “ihtiyaç” anlamında kullanılmıştır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 665 ِó، وñİا ęĭĺ وذاك ėĤÉĺ َ اñİو ،óĻùĺ وذاك óĻĉĺ اñİ īכĤ رةijĀ نŻàאĩÝĺ אĩıĬÍĘ īĐ كõåĐ ÕåđĤا īĨو .įĻĥĐ ĹĤijÝùÜو ١ Ëĺذĺכ وĹĤijÝùĺ ĻĥĐכ وذاك óıĝÜه أÛĬ ñİا اėĻđąĤ وïĜرÜכ ĵĥĐ ذĤכ اĤכ×óĻ. وīĨ اĐŶאÕĻä أن ñİا اėĻđąĤ إذا Ĉאر ْĨכ. وأÕåĐ óوכ כĬאÝùÖ כĻĥĐ ïùĘو כýĻĐ ÿĕĭÜو ،כ×ĥĜ įÖ אقĄ כıäو ĹĘ įĭĨ óäأÜכ ďĨ ęđĄכ ĵĥĐ Ĩא ijĺرàכ اđĤאر وijĺردك اĭĤאر، ÍĘذا כאن Đõäכ ñİا īĨ ّאت واĝđĤאرب ĹĘ ĵčĤ. ĻéĤا כĻĥĐ ÛĉĥùÜ إذا כĤאè ėĻכĘ אĻĬïĤا ĹĘ ضijđ×Ĥا ۜ﴾ أي اĭđĤכ×ijت واÖñĤאب، ïĝĘ כאن ذכĩİóא Ĝ×ģ ذĤכ ĵĥĐ Ĩא Y·ََ ¢¹ْžَ Y¯َ žَ﴿ :ģĻĜو ّ Ĺ×ĭĤا ĵĥĐ אرęכĤا ïāĜ įÖ ųا Ʃ ďĘد ïĝĘ ،ħĻùä óĨوأ ħĻčĐ ٢ ذכĬóא، وĭđĥĤכ×ijت óĉì .אر×ìŶا ĹĘ فóĐ אĨ ĵĥĐ אرĕĤا ĹĘ į×èאĀو אرÝíĩĤا ۚ﴾ «أĨא» כÙĩĥ ْ َo ّ¡ُ ِ ®±ْ َرِّ\ِ·ْ ªا µُ َ ²َّ َ ُ̄ ¹َن ا ٰ َR¹³ُا َžَÁْ« ا ±À َ w۪ َّ ªا Yَ ®ّ َ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ] وź ïÖ ıĤא īĨ ijäاب، وijäاıÖא ÖאęĤאء، وĹİ أداة راÙđĘ ĩøŷĤאء إź ģĻāęÜ،] ٩٦ب ©َ ِ ئYَٓªا ّ Yَ ®ّ َ ۜ َوا yْ·َ ْ £َ b Ëَžَ Áَ c۪Áَْ ªا Yَ ®ّ َ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ÕāĭÝĘ ĹıĬ أو óĨأ אİïđÖ כאن إذا Yَ ®ّ َ ٰ َR¹³ُا﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦/٢] ﴿َوا ا ±À َ w۪ َّ ªا Yَ ®ّ َ ۜ﴾ [اĵéąĤ، ١٠-٩/٩٣ [ وĹåÜء Ĩכóرة ﴿žَY yْ·َ³َْ b Ëَžَ ěéĤوا ،ģĈא×Ĥا ăĻĝĬ ﴾ُ¡ّ oَ ْ ªا﴿و .ďĄijĨ ģכ ĹĘ اñوכ] ٢٦/٢،ةóĝ×Ĥا﴾ [واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ اª ﴾ٌ ¡ّ nَ ِٰ Ãا ّ uَ ْ وَ َ ِ ّن اijĤاÕä، واĝéÝøźאق اåĻÝøźאب، واěéĤ اïāĤق ĹĘ įĤijĜ: و﴿ا ěéĤوا ،]٩٨/١٨ ،ėıכĤا﴾ [ۜą£ًّ nَ ¿\ّ۪رَ uُ ْ وَ نYَ ¦َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ īÐכאĤا ěéĤوا ،]٣٢/٤٥ ،ÙĻàאåĤا[ ﴾µ۪ ِ bY£َbُ َ ¡ّ nَ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ÙĺאĕĤا ěéĤوا ،]١٤١/٦ ،אمđĬŶا﴾ [µُ َ £ّ nَ ا¹bُ ٰ اijĝéĤق ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا ِ ۪هٓ﴾ [اđĬŶאم، ٩١/٦]، واěéĤ َ ْuر ¢ َ ۪﴾ [اãéĤ، ٧٨/٢٢[، و﴿ َn ّ¡ ۜ دهYِ ·َjِ َ [آل óĩĐان، ١٠٢/٣] و﴿ َn ّ¡ ِ ﴾ [ص، ٢٦/٣٨]، واěéĤ اñđĤاب ĹĘ įĤijĜ: ¡ّ oَ ْ ªYِ َ ِ Yس \ ³ªا ّ ±َ Áَْ \ ْ §ُ nYْ žَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ لïđĤا ¥َ ِ bY³ََ \ ¿ž۪ Y³ََ ª Y®َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ÙäאéĤا ěéĤوا ،]١١٢/٢١،אءĻ×ĬŶا﴾ [ِۜ ¡ّ oَ ْ ªYِ َ َYل َر ِّب ْ اn ُ §ْ\ ¢﴿ ۚ¡﴾ [ijİد، ٧٩/١١]. ّ ٍnَ ±ْ ®ِ ١ ر - أÛĬ. .ûĨאİ çĀ ،óĉì - ط ٢ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 666 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Tefsire gelince, bunun mânası şöyledir: Hak dine kalpleri ile iman edip bunu dilleri ile ikrar edenler bu misalin Allah’tan gelen bir gerçek olduğunu bilirler ve bu gerçek mesel üzerine tefekkür ederler. Böylece büyük küçük her varlığı yaratanın Allah olduğuna, bütün bunların Allah’ın kudretinde eşit olduklarına, aynı şekilde insanların küçük ya da büyük hiçbir varlığı yaratamayacaklarına, hepsinin insanların acziyeti noktasında eşit olduklarına kesin olarak iman ederler. Kuşeyrî şöyle demiştir: “Sırrının basireti açılmış olan kimse dış dünyadaki şeylere ve eserlere ancak ibret nazarı ile bakar, bu da onun ancak basiretinin etkisini artırır. Basiretleri gaflete dalma ve gaflete daldırılmanın hükmü ile köreltilmiş olanlara gelince, darb-ı meseller onların ancak cehaletlerini ve kafalarındaki karışıklığı artırır.”1 “Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler.” Kim Hakk’ı bilirse onu hakkıyla kabul etmek, gereğini yapmak ve eda etmek onun hakkıdır. Hatta Hakk’ı bilen ârifin hakkı, Hak ile ve Hak için olmasıdır. Onun Hak ile olması, Hak’tan başkasını mülâhaza etmemesi demektir. Hak için olması ise O’ndan başkasında sükûn bulmaması demektir. Yaratılmış varlıklar ve alâkalar ( dünya meşgaleleri) ile kalbi taksim edilmiş, birlikteliği bölünmüş olan kimsenin nispeti [ Hak için ve Hak ile oluşu] nasıl gerçekleşebilir ki? “Küfre saplananlar ise, ‘Allah örnek olarak bununla neyi murat etmiştir?’ derler.” Bu, inkâr anlamında bir sorudur ve anlamı şöyledir: Müşrikler ve Yahudiler ise “Allah sivrisineği örnek olarak vermekle neyi murat etti? Bunun ne faydası vardır?” derler ki bu onların sefihliğidir. Buradaki mâ zâ ifadesi hakkında Zeccâc şöyle demiştir: Mâ ve zâ harfl erinin tek bir isim olması mümkündür, bu durumda i‘rabdaki konumları nasb olur ve anlamı da, “Allah bununla bir misal olarak neyi kastetti?” şeklinde olur. Buradaki zâ ifadesinin ellezi (o şey) anlamında olması da mümkündür, bu durumda anlam, “Allah’ın buradaki misal ile kastettiği şey nedir?” şeklinde olur. Yine bu durumda mâ harfi mübtedâ olarak merfû olur, zâ ise bu mübtedânın haberi olur.2 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 31. 2 Zeccâc, Meâni’l- Kur’ân, 1: 103-104. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 667 وأĨא اóĻùęÝĤ ĭđĩĘאه: ĨÉĘא اīĺñĤ اïĝÝĐوا ħıÖijĥĝÖ دīĺ اěéĤ وأóĜوا ħıÝĭùĤÉÖ ĤñÖכ أن نijĭĜijĺو ěéĤا ģáĩĤا اñİ ĹĘ ونóכęÝĻĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ ěè ģáĩĤا اñİ أن نijĩĥđĻĘ īĐ ونõäאĐ ěĥíĤا أن אĩכ ،اءijø įÜرïĜ ĹĘ כĤذ ģכ ،óĻĕāĤوا óĻ×כĤا ěĤאì ijİ ųا Ʃ .اءijø ħİõåĐ ĹĘ ١ اěĥíĤ اĤכ×óĻ واóĻĕāĤ، כģ ذĤכ אنĻĐŶا ĵĤإóčĭĺŻĘ هóÐاóø אرāÖأ ÛéÝĘ īĨאĨÉĘ» :ųا Ʃ ٢ اóĻýĝĤيرįĩè وĜאل اĨŸאم ُ ّכóت أāÖאرħİ واàŴאر إź óčĬ اÝĐź×אر، وź õĺداد إź ęĬאذ اÝøź×āאر. وأĨא اīĺñĤ ø ٣ éÖכħ اÙĥęĕĤ واęĔŸאل ŻĘ ħİïĺõĺ óĄب اáĨŶאل إź زĺאدة اģıåĤ واüŸכאل». ْ įĝè اĻĝĤאم īĩِ َ Ę ،ěéĤا فóĐ īĩĘ ﴾ۚ ْ َo ّ¡ُ ِ ®±ْ َرِّ\ِ·ْ ªا µُ َ ²َّ َ ُ̄ ¹َن ا «ْÁَžَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٤ أن ź įÖ įĬijوכ ،ěéĥĤو ěéĤאÖ įُ Ĭijכ ِ ěéĤا ّ אرفĐ ěè ģÖ .įĝè وأداء įĝè لij×Ĝو įĝéÖ Ù×éāĤا įĤ ÛĜóęÜ īĩĤ Ù×ùĭĤا çāÜ ėĻوכ ،هóĻĔ īאכùĺ ź أن įĤ įĬijوכ ،هóĻĔ ċèŻĺ .į×ĥĜ ěÐŻđĤوا ěÐŻíĤا ÛĩùĝÜو ۢ﴾، ñİا اıęÝøאم ĵĭđĩÖ Ëً gَ®َ اwَ·ٰ ِ \ ُ ََر َاد ّ اà ٰ ا ا ُ ¹َن َR َYذٓ ª¹£ُÁَžَ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ ªا Yَ ®ّ َ وįĤijĜ:﴿ َوا ٍ أراد Ʃ اų ÖאóąĤب ƫ أي Ĺüء اĬŸכאر، وĭđĨאه: وأĨא اīĺñĤ أóüכijا واīĺñĤ İאدوا ijĤijĝĻĘن: .ħıĭĨ ٌ įęø اñİو ،اñİ ĹĘ ٍ ةïÐאĘ وأي ƫ ،ŻáĨ ضijđ×ĤאÖ وĜאل اäõĤאج ĹĘ Ĩאذا: ًא، א ً واïèا وĺכijن ĩıđĄijĨא āĬ× ً «ijåĺز أن ĺכijن «Ĩא» و«ذا» اĩø ٥ أن ĺכijن «ذا» ĵĭđĩÖ وĭđĨאه : أي Ĺüء أراد Ʃ اų ñıÖا ŻáĨ. وijåĺز ٦ وأي Ĺüء اñĤي أراد اñĤي، ĻĘכijن اĵĭđĩĤ: Ĩא اñĤي أراد Ʃ اų ñıÖا ًŻáĨ ٧ א ÖאïÝÖźاء و«ذا» ì×ó اïÝÖźاء». ً đĘر» אĨ» نijכĺو ،ŻáĨ اñıÖ ųا Ʃ ١ ط - ذĤכ ĹĘ ïĜرįÜ ijøاء כĩא أن اěĥíĤ Đאõäون īĐ اěĥíĤ اĤכ×óĻ واóĻĕāĤ כģ ذĤכ، çĀ İאûĨ. ٢ ط - اĨŸאم. ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣١/١ ٤ ح: ÖאěéĤ. ٥ م: وĺכijن. ٦ ط - وijåĺز أن ĺכijن «ذا» ĵĭđĩÖ اñĤي ĻĘכijن اĵĭđĩĤ Ĩא اñĤي أراد اų ñıÖا ًŻáĨ، çĀ İאûĨ. ٧ اóčĬ: đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، .١٠٤-١٠٣/١ ٥ ١٠ ١٥ 668 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İrade dilemektir. er-Revd talep demektir, el-mürâvede istekte bulunmak, el-irtiyâd tekellüf/zorlama ile istemektir. İrade Allah Teâlâ’nın zâtı ile kāim ezelî bir sıfatı olup Allah bu sıfat ile kendisini nitelemiş ve “O irade ettiğini yapandır.” [ el-Burûc 85/16], “İrade ettiğini yapar.” [ el-Bakara 2/253] buyurmuştur. “Allah onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir.” el-Kesîr (çok) kelimesi azın zıttıdır. ‘Adedün kâsirün (çoğalan sayı) ifadesi “çok sayıda insan/şey” anlamına gelir. Şair şöyle der: Asıl izzet çok olanındır el-Mükâsere, çokluk sayesinde üstün gelmek anlamına gelir. el-Meksûr, çokluğa karşı mağlup olmuş anlamındadır. Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu ifade Yahudiler, müşrikler ya da münafıklar hakkında bir bildirimdir. Buna göre onlar “Allah bu mesel ile pek çok insanı saptırır, pek çok insanı da hidâyete iletir.” demişlerdir. Bir başka görüşe göre bu ifade Allah Teâlâ’dan bir haber/bildirimdir. İmam Mâtürîdî de şöyle demiştir: Bu onların, “Allah bu misal ile neyi murat etti?” şeklindeki sözlerine cevaptır. Burada Allah, “Onunla pek çoğunu saptırmayı ve pek çoğuna hidâyet etmeyi murat etmiştir.” demektedir. Allah bununla, sapkınlığı tercih edeceğini bildiği kimseleri saptırır, hidâyeti tercih edeceğini bildiği kimseleri de hidâyete erdirir. Her iki grubun da tercih edeceklerini bildiği şeyleri onlar için irade eder. Bu âyet Mu‘tezile’nin görüşünü çürütür, çünkü onlar “Allah bununla herkese hidâyet etmeyi murat etmiştir, ancak bazı insanlar hidâyete etmiş, bazıları sapmıştır.” derler.1 Bir görüşe göre anlam şöyledir: Allah bu misal ile, misali hafife alan ve onu hikmet saymayan kâfirleri saptırır. Onun hikmet yönünü anlayan, faydasını bilen müminleri ise hidâyete erdirir. Saptırmak sapkınlık fiilini yaratmaktır ki bu, sapkınlığı tercih eden, delilleri gördükten sonra büyüklük taslayan kimseler için söz konusudur. Hidâyete erdirme ise hidâyet fiilini yaratmaktır 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 67. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 669 ْ د اĥĉĤــÕ، واĩĤــóاودة اĉĩĤאĤ×ــÙ، واźرĻÜــאد اĥĉĤــÕ و ƪ و«اŸرادة» اýĩĤــÙÑĻ، واĤــó ـYل ٌ َ ّ žَ﴿ :ـאلĝĘ įـùęĬ ـאıÖ ėـĀو įـÜاñÖ ÙـĩÐאĜ ÙـĻĤأز ĵـĤאđÜ ّųِ ÙـęĀٌ رادةŸوا ١ .ėـ ٍ ĥ ƫ َ َכ ÝِÖ .[٢٥٣/٢ ،ةóــĝ×Ĥا﴾ [uــÀ ُ۟ ۪ yُ َŸَْ ُ ــ© َRــY À ۜ﴾ [اĤ×ــóوج، ١٦/٨٥]، وĜــאل: ﴿À uــÀ ُ ۪ yُ À Yــَ̄ ِ ª ٌ ٌ כאàـó ۜ﴾ اĤכĻáـó ìـŻف اĻĥĝĤـģ، وĐـïد اyـÁ ً g۪¦َ µـ ۪ ِ َْ· ۪ ـuي \ Àوَ اyـÁ ً g۪¦َ µـ ۪ ِ \ ُ ُ ‹ِ ّ ـ© À﴿ :įـĤijĜو ٢ أي כĻáـó. Ĝـאل اýĤـאóĐ: .óِàאِ כَ ĥْĤِ ُةّ َ א ِ اõđĤ َ ّإĩĬ .... و ُـijر اĥĕĩĤـijب Öـį. وأĨـא ùęÜـóĻه ĝĘـï ĻĜـģ: İـñا َ כá ،ِ واĩĤ ةóـáכĤאÖ Ùـ ×ُ Ĥאĕَ ُ َـóة اĩĤ واĩĤכאà ا Ĩـī ً óـĻáכ ģـáĩĤאÖ ٣ إì×ـאر Đـī اıĻĤـijد أو اýĩĤـóכīĻ أو اĭĩĤאĻĝĘـī أıĬـħ ĜאĤـijا: ąĺـģ Ʃ اų .ĵـĤאđÜ ųا Ʃ ا Ĩـī اĭĤـאس. وĻĜـģ: İـij إì×ـאر Ĩـī ً óـĻáכ ģـáĩĤאÖ ųا Ʃ [ أ اĭĤـאس وıĺـïي [٩٧ :ųا Ʃ وכـñا Ĝـאل اĨŸـאم أÖـij āĭĨـijر رĩèـį ٥ أراد أن ąĺـģ :ـאلĜ .ŻـáĨ ً اñـıÖ ųا Ʃ أراد ـאذاĨ ٤ :ħـıĤijĝĤ ابijـä اñـİ ÙــĤŻąĤا ــאرÝíĺ įــĬأ įــĭĨ ħــĥĐ īــĨ ģــĄأ ،ا ً ا وıĺــïي Öــį כĻáــó ً óــĻáכ įــÖ įـĬأ įـĭĨ ħـĥĐ ـאĨ ģכ īـĨ ٦ وİـïى Öـį Ĩـī ĥĐـħ أĬـį Ýíĺـאر اıĤـïى، وأراد أراد :نijـĤijĝĺ ħـıĬÍĘ ؛ħـıĤijĜ ÙـĤõÝđĩĤا ĵـĥĐ ăـĝĭÜ ÙـĺŴوا :ـאلĜ .ـאرهÝíĺ ٧ .ħـıąđÖ ىïـÝİوا ħـıąđÖ ģـĄّ īכـĤو ģـכĤا įـÖ يïـıĺ أن īĨ įÖ يïıĺو ،ونóĘכאĤا ħİو Ùĩכè هïđĺ ħĤو ģáĩĤאÖ ėíÝøا īĨ įÖ ģąĺ :ģĻĜو ٨ ijİو لŻąĤا ģـđĘ ěĥì لŻĄŸوا .نijـĭĨËĩĤا ħـİو įـÜïÐאĘ ħـĥĐو įـÝĩכè įـäو فóـĐ اءïÝİźا ģـđĘ ěĥì ÙĺاïıĤوا ٩ ،ÙـĤźïĤا فóĐ ـאĨ ïـđÖ óـÖوכא ÙـĤŻąĤا ـאرÝìا īـĨ ěـè ĹـĘ ١ ح: ÝÖכėĻĥ. īĨ ÛĻ×Ĥوا .÷ĻĜ īÖ نijĩĻĨ ĵýĐŶا ijİ óĐאýĤا ٢ ،אıĤŻĈأ ÙĥÝĜ īĨ כÝĜאü :אıđĥĉĨ ĹÝĤا įÜïĻāĜ .ĵāè ُ ħُ ıْ ĭ ِ Ĩ óَِ áْ כŶאِÖ Ûَ ْ ùĤَ َ وïĀر ñİا اĤ×ÛĻ: و اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. .١٤٣ ً ٣ ا. م + ħıÖ כóĻá ٤ ط: ħıĤijĝÖ. ٥ ر - Ĝאل. ٦ ط: أراد. ٧ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٦٥/١ ٨ ر - وijİ. ٩ ر: اįĤŸ. ٥ ١٠ ١٥ 670 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri ve bu da hidâyete erme sıfatını tercih edenler için söz konusudur. Mu‘tezile ise -Allah onları perişan etsin- bunu, bu kimselerin sapkın ve hidâyet ehli olarak isimlendirilmesi şeklinde yorumlamaktadır. Oysa dil buna imkân tanımaz, aklî ve naklî deliller bunu reddeder. İsmet (hatadan koruma) Allah’tandır. “Onunla ancak fasıkları saptırır.” el-Fısk ve el-füsûk itaatten çıkmak demektir. Fesakat er-rutabetü ifadesi, “Yaş hurma kabuğundan çıktı.” anlamına gelir. el-Füveysika, deliğinden çıkan fareye denir. Bu ifade önceki ifadenin izahıdır, çünkü öncesinde “Allah onunla birçoklarını saptırır.” buyurmuş, sonra kimi saptıracağını beyân sadedinde “Onunla ancak fasıkları saptırır.” demiştir. Yani “Allah bu misali zikretmek sûretiyle sadece kendisine itaatten çıkan kimseleri perişan eder.” demiştir. Buradaki el-fâsikīn (fasıklar) ifadesinin mansub olmasının sebebi, saptırma fiilinin nesnesi olmasıdır. Genel olarak hidâyet ve saptırma hakiki anlamda Allah’tandır, hidâyete erme ve sapma ise hakiki anlamda kuldandır. Cebriyye mezhebine mensup olanlar kulun bu konuda herhangi bir fiile sahip olmadığını düşünürken Mu‘tezile Allah’ın fiilini kabul etmez. Biz bu iki grubun görüşlerine daha önce cevap vermiştik. Sonra hidâyet, onu tercih eden içindir. Hak Teâlâ “Ve kendisine yöneleni hidâyete erdirir.” [ er-Ra‘d 13/27] buyurmuştur. Saptırma da onu tercih eden içindir, Allah Teâlâ “Ve Allah zalimleri saptırır.” [İbrâhîm 14/27] ve “Onunla ancak fasıkları saptırır.” buyurmuştur. Saptırma Allah’a izâfe edildiği zaman, tıpkı “Onunla pek çoğunu saptırır.” âyetinde olduğu gibi sapma fiilinin yaratılması anlamına gelir. Bazen de “Onların amellerini saptırır/geçersiz kılar.” [ Muhammed 47/1] âyetinde olduğu üzere iptal etmek anlamına gelir. Ancak bu kelime şeytana izâfe edildiği zaman ayartma ve vesvese anlamına gelir. Şeytan, “Muhakkak onları saptıracağım.” [ en-Nisâ 4/119] demiştir. Firavun ve benzeri kimselere izâfe edilen saptırma ise sapkınlığa çağırma anlamındadır. Bu anlamda Hak Teâlâ “ Firavun kavmini saptırdı.” [ Tâhâ 20/79] buyurmuştur. Bu fiil putlara izâfe edildiği zaman “sebep olmak” anlamına gelir. Hak Teâlâ “Onlar pek çok insanı saptırdılar.” [İbrâhîm 14/36] buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 671 ħıÝĻĩùÜ ĵĥĐ כĤذ اijĥĩè -ųا Ʃ ħıĤñì- ÙĤõÝđĩĤوا .اءïÝİźا ÙęĀ אرÝìا īĨ ěè ĹĘ دóÜ ÙĻĥĝđĤوا ÙĻđĩùĤا ģÐźïĤوا ،כĤذ ģĩÝéÜ ź ÙĕĥĤوا ،īĺïÝıĨ ħıÝĻĩùÜو īĻĤאĄ ذĤכ، Ʃ وÖאų اÙĩāđĤ. Á± ﴾اěùęĤ واijùęĤق اóíĤوج īĐ اĉĤאÙĐ، َۙ £۪ ~Y ِ Ÿَ ْ َ اª Êِّ ِ ۪µٓ ا \ ُ ©ّ‹ِ ُ À Y®َوَ ﴿:įĤijĜو ١ اÉęĤرة óíĤوıäא īĨ İóåèא. ÙĝùĺijęĤوا ُ ،אİóýĜ īĐ Ûäóì أي Ù×Ĉَ ُ وÛĝùĘ اóĤ :אلĝĘ įÖ ģąĺ īĨ īّ ĻÖ ħà ﴾اyÁً g۪¦َ µ۪ ِ \ ُ ©ّ‹ِ ُ À﴿ :אلĜ įĬÍĘ ول؛Ŷا ٢ ħà ñİا כėý اĤכŻم īĻäאرíĤا źإ ģáĩĤا اñİ óذכ Õ×ùÖ ųا Ʃ لñíĺ אĨو أي﴾ ±Á َۙ £۪ ~Y ِ Ÿَ ْ َ اª Êِّ ِ ۪µٓ ا \ ُ ©ّ‹ِ ُ À Y®َوَ﴿ .įÝĐאĈ īĐ ،ÙĝĻĝè ųا Ʃ واāÝĬאįÖ ijĜijÖع ģđĘ اŻĄŸل įĻĥĐ. واÙĥĩåĤ أن اïıĤاÙĺ واŻĄŸل īĨ ونóĺź ÙĤõÝđĩĤوا ،ï×đĤا ģđĘ ونóĺ ź Ùĺó×åĤوا ٣ .ÙĝĻĝè ï×đĤا īĨ لŻąĤوا اءïÝİźوا .اñİ ģ×Ĝ īĻĝĺóęĤا لijĜ אĬردد ïĜو ،ųا Ʃ ģđĘ ۚ ﴾ [اïĐóĤ، ٢٧/١٣[، َ َ Yب ²َ ا ±ْR َ µِÁَْ ªِ ٓي ا u۪ ·َْ Àوَ ﴿:אلĜ ،אرهÝìا īĨ ěè ĹĘ ÙĺاïıĤا ħà ِ ۪̄ َÁ±] ﴾إóÖاħĻİ، ٢٧/١٤ [وĜאل: ªYَ ُ ّ اª ُ ّ اà ٰ ©ّ‹ِ ُ Àوَ ﴿:אلĜ ،אرهÝìا īĨ ěè ĹĘ لŻĄŸوا :įĤijĝכ لŻąĤا ěĥì ijıĘ ųا Ʃ ĵĤإ ėĻĄأ إذا لŻĄŸوا .﴾±Á َۙ £۪ ~Y ِ Ÿَ ْ َ اª Êِّ ِ ۪µٓ ا \ ُ ©ّ‹ِ ُ À Y®َوَ﴿ ُ·ْ ﴾ [ïĩéĨ، ١/٤٧[، وإذا َ ªY¯َ ْ َ َ ا ©ّ Šَ َ ا ﴿:įĤijĝכ אلĉÖŹĤ نijכĺ ïĜو ،﴾اyÁً g۪¦َ µ۪ ِ \ ُ ©ّ‹ِ ُ À﴿ َ ُ·ْ﴾ [اùĭĤאء، ١١٩/٤] وĨא ³ّ َّ أėĻĄ إĵĤ اĉĻýĤאن ijıĘ اīĻĺõÝĤ واÙøijøijĤ Ĝאل: ﴿َوَُÊ Šِ« وإذا ،]٧٩/٢٠ ،įĈ] ﴾µُ®َ¹َْ َ ْžِy¹َْ ُن ¢ ©ّ Šَ َ أėĻĄ إĵĤ ijĐóĘن وijéĬه ijıĘ اijĐïĤة، Ĝאل: ﴿َوا َ ِۚ Yس﴾ [إóÖاħĻİ، ³ªا ّ ±َR ِ اyÁً g۪¦َ ±َ ْ «َ «Šْ َ َ ا ±ّ ·َُ ²ِّ أėĻĄ إĵĤ اĭĀŶאم ijıĘ اùÝĤ×ÕĻ، Ĝאل: ﴿ا .[٣٦/١٤ ١ ط: واÙĝøijęĤ؛ ر: واÙĝĻùęĤ. ٢ ط - اĤכŻم، çĀ İאûĨ. .ûĨאİ çĀ ،ÙĝĻĝè ï×đĤا īĨ لŻąĤوا اءïÝİźوا - ط ٣ ٥ ١٠ ١٥ 672 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre “Onunla ancak fasıkları saptırır.” ifadesindeki “fasıklar” kelimesi, “Bu misallerin yüceliklerine bakmayanlar” anlamına gelir. Velhasıl kötülük kötüler için, iyilik/güzellik iyiler içindir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Biliniz ki Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir.” [ Hûd 11/18], “Muhakkak ki Allah, fesatçıların amellerini ıslah etmez.” [ Yûnus 10/18], “Allah elbette hainlerin tuzaklarını yola erdirmez.” [Yûsuf 12/52], “İşte biz günahkârlara böyle yaparız!” [el-Mürselât 77/18], “Allah elbette ki haddi aşanları sevmez.” [ el-Bakara 2/190], “O elbette israfçıları/haddi aşanları sevmez.” [ el-En‘âm 6/141], “Ölçü ve tartıda hile yapanların vay hâline!” [ el-Mutaffifîn 83/1], “Kibirlenenlerin vardığı yer ne kötüdür!” [ ez-Zümer 39/72], “Müslümanlar için hidâyet ve müjdedir.” [ en-Nahl 16/102], “Ve Allah elbette müminlerle beraberdir.” [ el-Enfâl 8/19], “Allah ihsan sahiplerini sever.” [ el-Mâide 5/93], “Muhakkak ki Allah, sadaka verenlerin karşılığını verir.” [Yûsuf 12/88], “Sabredenleri müjdele!” [ el-Bakara 2/155], “O sâlihleri dost edinir.” [ el-A‘râf 7/196], “Muhakkak ki Allah tövbe edenleri ve arınanları sever.” [ el-Bakara 2/222], “ Takvâ sahipleri için hazırlanmıştır.” [ Âl-i İmrân 3/133], “Huşû içinde boyun eğenleri müjdele!” [ el-Hacc 22/34], “Muhakkak ki Allah adâletli olanları sever.” [ el-Mâide 5/42], “Amel işleyenlerin karşılığı ne de güzeldir!” [ Âl-i İmrân 3/136] 27. Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. [ el-Bakara 2/27] “Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan” Bu fasıkların sıfatıdır. İpi, yapıyı, düğümü, ahdi bozmak demek, bunların düzenini ve bağını koparmak demektir. en-Nukz bozulmuş demektir. el-İntikāz, bozmanın kabul edilmesidir. Bir şeyin nakīzi onun zıttıdır. Kasidenin nakīzası onu cevabıdır. Âyette yenkuzûne fiili gelecek zaman formunda kullanılmış olsa da geçmiş zaman ya da şimdiki zaman anlamındadır. Yani, Allah bu misali zikretmek sûretiyle fasıklık yapan ve ahdi bozan, an itibariyle fasık olan ve ahdi bozmuş bulunan kimseleri perişan eder. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 673 اñİ ÕĻäאĐأ ĹĘ ونóčĭĺ ź īĺñĤا أي﴾ ±Á َۙ £۪ ~Yِ Ÿَ ْ َ اª Êِّ ِ ۪µٓ ا \ ُ ©ّ‹ِ ُ À Y®َوَ ﴿:ģĻĜو »َ َ ُ³َْ_ ّ اà ِٰ َ« ª Êََ اģáĩĤ. واéĤאģĀ أن اijùĤء īĻÑĻùĩĥĤ واĵĭùéĤ īĻĭùéĩĥĤ، Ĝאل: ﴿ا Êَ َٰ Ãا ّ َ َ ّن واَ] ﴿١٨/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾±À َ u۪ ِ Ÿْ ¯ُ ْ ªا© َ̄ َ َ mُ «ِ‡ْ ُ À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن Á±] ﴾ijİد، ١٨/١١]، ﴿ا َۙ ¯۪ ِ ªYَ ّ اª َ ِ ّن ِ ۪R َÁ±] ﴾اŻøóĩĤت، ١٨/٧٧] ﴿ا ykْ ¯ُ ْ ªYِ \ ©ُ َŸَْ ²¥َ ِ ªwٰ ¦َ﴿ [٥٢/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áَ ³۪ ِ ْ َٓYsئ ªا uَÁْ¦َ يu۪ ·َْ À © ٌ Á±] ﴾اđĬŶאم، ١٤١/٦]، ﴿َوْÀ َۙ ž۪ ِ yْ ¯ُ ْ ªا ُ]ّ oِ ُ À Êَ µُ َ ²ِّ ا ﴿،]١٩٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±À َ u۪ cَْ ¯ُ ْ ªا ُ]ّ oِ ُ À Êَ َٰ Ãا ّ ۪ َ À±] ﴾اóĨõĤ، ٧٢/٣٩[، وĜאل: y]ِّ§َ cَ¯ُ ْ ْ َ{ َRْg¹َى اª ] ﴿ِžَ[ئ Á±] ﴾اīĻęęĉĩĤ، ١/٨٣] [٩٧ب َۙ Ÿ۪ ِ Ÿَّ ¯ُ ْ «ِ ª ۟﴾ [اęĬŶאل، ١٩/٨] ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ َ ّ اà َٰ َ®•َ اª َ ّن ْ ُ̄ ِْ» ۪̄ َÁ±] ﴾اģéĭĤ، ١٠٢/١٦[،﴿ َوا «ِ ﴿َوُ¶ ًuى َوُ\ ƒْ ٰyى ª ،[٨٨/١٢ ،ėøijĺ] ﴾±Áَ ¢۪ ِ uّ ‡َ cَ¯ُ ْ ِي اª {kْ َ À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ْ ُ̄ ْo ِ ³۪ َÁ±] ﴾اĩĤאïÐة، ٩٣/٥] ﴿ا ªا ُ]ّ oِ ُ À ُ ﴿ ّ واà ٰ َ ّ اà َٰ ِ ّن ِ ۪o َÁ±] ﴾اóĐŶاف، ١٩٦/٧]، ﴿ا ªY َ‡ªا ّ« َّ ª¹َcََ À ¹َ¶ُوَ] ﴿١٥٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±À َۙ ۪ yِ \Y َ‡ªا ّ ِ yِ ƒّ َ ﴿َو\ Á±] ﴾آل óĩĐان، ١٣٣/٣] َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ َ ْت ª uّ ُِ ۪ َ À±] ﴾اĤ×óĝة، ٢٢٢/٢]، ﴿ا y·َِّ cَ¯ُ ْ ªا ُ]ّ oِ ُ َ ۪ا\ َÁ± َوÀ ¹َّ cªا ّ ُ]ّ oِ ُ À َ ْ ِ ْ ِ ۪ َÁ±] ﴾اĩĤאïÐة، ٤٢/٥]، ﴿َو² £¯ُ ْ ªا ُ]ّ oِ ُ À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن Á±] ﴾ اãéĤ، ٣٤/٢٢﴿ [ا َۙ c۪]ِsْ ¯ُ ْ ِ اª yِ ƒّ َ ﴿َو\ ۜ﴾ [آل óĩĐان، ١٣٦/٣]. ±Áَ «۪®Yِ َ ْ ªا yُjْ َ ا ģَ Āijَ ُ ĺ نْ اَ ٓį۪ Öِ ųا ُƩ َ óَ א َاĨ َٓ Ĩ نijَ ُ đĉَĝْ َ ĺ َ ۖ و į۪Ĝאِ áĻَ Ĩ۪ ïِ ْ đَ Ö īْ Ĩِ ųا ِƩ ïَ ْ ıĐَ نijَ ąُ ĝُْ ĭ َ ĺ īĺ َ ñ۪ Ĥƪاَ -٢٧ ُ َون óøא ِ íَ Ĥاْ ُ ħİُ כَ ÑِٓĤٰ ۬ ْ ِۜض ُاو رźا َ ْ ĹĘِ ونَ ïُùِ ęْ ُ ĺ َ و ăĝĬو ،īĻĝøאęĤا ÛđĬ اñİ ﴾ۖ µ۪ ¢Yِ gÁَ ®۪ uِ ْ َ £ُ³َْ ‹ُ ¹َن َْ·َu ّ اà ِٰ ِ ®±ْ\ À ±À َ w۪ َّ ªَ وįĤijĜ:﴿ ا نijĭĤا ħąÖ ăĝƫ ِıא، واĭĤ ّ ِ ِ واïĝđĤ ِ واïıđĤ َ واÙèóĝĤ ُ إزاÙĤ ıĩčĬא وĩĄ אءĭ×Ĥوا ģ×éĤا ١ اïĻāĝĤة ijäاıÖא. و اijĝĭĩĤض، واĝÝĬźאضĜ×ijل اăĝĭĤ، وăĻĝĬاĹýĤء ïĄه، وÙąĻĝĬ óכñÖ لُñُ íْ َ £ُ³َْ ‹ُ ¹َن﴾ įÝĕĻĀ ĝÝøŻĤ×אل، وĭđĨאه ĭıİא اĩĤאĹĄ أو اéĤאل، أي ّ إن Ʃ اų ĺ À﴿ ٣ .אلéĥĤ ïıđĥĤ ăĜאĬو ٌ ěøאĘ ijİ يñĤوا ٢ اïıđĤ َ ăĝĬو ěùĘ ْ īَ Ĩ ģáĩĤا ١ ر: وăĻĝĬ. .ûĨאİ çĀ ،ïıđĤا ăĝĬو ěùĘ īَ ٢ ط - أو اéĤאل أي إن اų ñíĺل ñÖכó اģáĩĤ Ĩ ٣ ط - éĥĤאل. ٥ ١٠ ١٥ 674 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri el-Ahd ( ahit) kelimesi dilde mîsâk (anlaşma/sözleşme) anlamına gelir. Ayrıca başka anlamları da vardır. Kur’ân’da bu kelime pek çok mânada kullanılmıştır: 1. Tevhid anlamında kullanılmıştır: “De ki: Allah katında bir ahit mi edindiniz?” [ el-Bakara 2/80] 2. Cennet vaadi anlamında kullanılmıştır: “Allah asla ahdinden dönmez.” [ el-Bakara 2/80] 3. Farzlar anlamında kullanılmıştır: “Benim ahdime vefa gösterin.” [ el-Bakara 2/40] Yani, farzlarımı eda edin. 4. İtaatlerin karşılığı anlamında kullanılmıştır: “Ben de sizin ahdinize vefa göstereyim.” [ el-Bakara 2/40] 5. Vaad anlamında kullanılmıştır: “Ahdine Allah’tan daha sadık olan kimdir?” [ et-Tevbe 9/111] 6. Emir anlamında kullanılmıştır: “Ben size ahit vermemiş miydim?” [ Yâsîn 36/60] 7. Adak/söz anlamında kullanılmıştır: “Onlardan kimi de Allah’a ahit vermiştir.” [ et-Tevbe 9/75] 8. Mîsâk anlamında kullanılmıştır: “Allah’ın ahdini bozarlar.” [ el-Bakara 2/27] 9. Yemin anlamında kullanılmıştır: “Allah’ın ahdini az bir pahaya satmayın.” [ en-Nahl 16/95] 10. İmamet/önderlik anlamında kullanılmıştır: “Benim ahdim zalimlere erişmez.” [ el-Bakara 2/124] 11. Sebat anlamında kullanılmıştır: “Pek çoğunda herhangi bir ahit bulamadık.” [ el-A‘râf 7/102] 12. Zaman anlamında kullanılmıştır: “Üzerinizden geçen ahit mi uzadı?” [ Tâhâ 20/86] Tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Bu, Âdem’in zürriyetinden mîsâkın alınmasıdır. Allah bu zürriyeti tıpkı zerreler misali çıkarmış ve onlara, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” [ el-A‘râf 7/172] diye sormuş, onlar da “Evet, öylesin” [ el-A‘râf 7/172] karşılığını vermişlerdir. Bu ahdin bozulması, ikrardan sonra inkâr, inancın kalpte yerleşmesinden sonra uzaklaşmadır. Muamele açısından ise tevhid ehli olup Allah’ın birliğini ikrar etmekle beraber başkalarını da görmektir. Bir görüşe göre bu, müşrik Arapların kendi oydukları putlara ve diktikleri taşlara tapmalarından dolayı Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından sapkın olarak nitelendirilmesine tepki olarak ettikleri yemindir ki Allah Teâlâ bu yemini şöyle haber vermektedir: “Müşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden -yani Yahudi ve Hıristiyanlardan- herhangi birinden daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir uyarıcı -yani Muhammed- gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı.” [ Fâtır 35/42] Dolayısıyla onların ahdi bozmaları uzaklaşma, küfür ve yukarıda zikredilen yeminin iptali anlamındadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 675 ĨÉĘא اïıđĤ ĹĘ اÙĕĥĤ ijıĘ اáĻĩĤאق وijİ ĻüŶאء أóì ً أąĺא. وĹĘ اóĝĤآن ĻüŶאء: :įĤijĜ ĹĘ ÙĭåĤا ïĐijĤو ،]٨٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [اuً ·َْ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ ْ bُwْ sَ َ bَّ ا© ْ ¢ُ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ïĻèijÝĥĤ ٓي﴾ u۪ ·َْ ِ َْو¹žُا \ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ ăÐاóęĥĤو ،]٨٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ٓهُuَ·َْ ُ ٰ Ãا ّ َ» ِsْ ُ À ±ْ َ «žَ﴿ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ¦ُ uِ·َْ ِ ُ۫وِف \ ّوا óĘاĹąÐ، وõåĤاء اĉĤאĐאت ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا [اĤ×óĝة٤٠/٢،]، أي أد :įĤijĜ ĹĘ óĨŷĤو ،]١١١/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ِٰ Ãا ّ ±َR ِ ه۪uِ·َْ ِ َْوžٰ« \ ٤٠/٢]، وïĐijĥĤ ĹĘ įĤijĜ:﴿َوَR ±ْ ا ،ÙÖijÝĤا﴾ [َٰ Ãا ّ uَ ¶Yَ َ ±ْ ®َ ْ·ُ³ْ®ِوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ رñĭĥĤو ،]٦٠/٣٦ ،÷ĺ] ﴾ْ §ُ Áَْ ªِ َ َْ· ْu ا َ ْ ا ªَ ﴿ا :įĤijĜ ĹĘ īĻĩĻĥĤو ،]٢٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِٰ Ãا ّ uَ·َْ ن¹َ ‹ُ £ُ³َْ À﴿ :įĤijĜ ĹĘ אقáĻĩĥĤو ،]٧٥/٩ ³ََ ُYل À Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ÙĨאĨŹĤو ،]٩٥/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ۜ ËÁً «۪ َ ¢ Y³ً ¯َ َ f ِٰ Ãا ّ uِ·َْ ِ \ واyُcَƒْ َ b Êَوَ﴿ ﴾ۚ uٍ·َْ ±ْ ®ِ ْ ¶ِ ِ ygَ ْ ¦َ Êِ Yَ ²uْ jَ وَ Y®َوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אت×áĥĤو ،]١٢٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ ¯۪ ِ ªYَ َْ·ِuي ّ اª .[٨٦/٢٠ ،įĈ] ﴾uُ ·َْ ْ ªا ُ§ ُ Áَْ žََ َ َYل َ» [اóĐŶاف، ١٠٢/٧]، وĨõĥĤאن ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا وأĨא óĻùęÜه ïĝĘ Ĝאل اīÖ Đ×אس ġ: ijİ أñì áĻĨאق ذرÙĺ آدم، أóìج اñĤرÙĺ ٰ ۚ«﴾ۛ [اóĐŶاف، ١٧٢/٧]، وăĝĬ ñİا «َ ¹ُا \ ªYَ ¢ ۜ ْ §ُ \ِّyَِ \ aُ ْ َ ªَ ّ وĜאل ħıĤ:﴿ ا כáĨÉאل َ اñĤر Ùĺرؤ įĻĘ ÙĥĨאđĩĤا ßĻè īĨو ،ارóĝÝøźا ïđÖ رijęĭĤوا ارóĜŸا ïđÖ دijéåĤا ijİ ïıđĤا ١ ĹĘ اóĜŸار. اĻĔŶאر ďĨ اïĻèijÝĤ واïĺóęÝĤ ٢ اijıĻĤد واāĭĤאرى ّ وħİijıęø ħıĥĥĄ īĻè بóđĤا ĹכóýĨ ėĥè ijİ ïıđĤا :ģĻĜو :įĤijĝÖ ħıĭĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ó×ìأ אĩכ ÙĐijĄijĩĤا אبāĬŶوا ÙÜijéĭĩĤا אمĭĀŶا אدة×đÖ ﴾ۚ ِ ®َÊا ُ ْ ىuَ nْ ِ َ ْ¶ ٰuى ِR ±ْ ا َ ا ±ّ ُ ²¹§ُ Áََ ª yÀ ٌ w۪ َ َِئ ±ْ َٓj َYءُ¶ ْ ² ª ْ·ِِ ²Y¯َ Àَْ ا uَ·ْjَ ِٰ ÃYّ ِ ْ َ ُ̄¹ا \ ¢َ ﴿َوا ،ïĩéĨ أي] ٤٢/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾yÀ ٌ w۪ َ ² ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ [ĘאóĈ، ٤٢/٣٥[، أي اijıĻĤد واāĭĤאرى ﴿žَ» ُ Ÿُ ¹ًراۙ﴾ [ĘאóĈ، ٤٢/٣٥ [ُ ħıąĝĭĘ َ áĻĨאħıĜ ijİ اijęĭĤر واĤכijęر وإĉÖאل ² َ Êِّ ﴿َRY َز َادُ¶ ْ ا َ ħ اñĩĤכijر. ùَ اĝĤ ١ ط ر: اïĺóęÝĤ واïĻèijÝĤ. ٢ ح: ّħıĥĄ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 676 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu, Allah Teâlâ’nın Ehl-i kitaptan aldığı mîsâktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, ‘Onu -Kitabı- mutlaka insanlara -sözlü olarak- açıklayacaksınız, onu -fiili olarak- gizlemeyeceksiniz.’ diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü, arkalarına atıp (ahitlerini bozup) onu az bir karşılığa - dünya menfaatinedeğiştiler. -Yani Hz. Muhammed’in niteliklerini gizlediler, fasıklık ettiler ve ahdi bozdular.- Yaptıkları bu alış veriş ne kadar kötüdür.” [ Âl-i İmrân 3/187] Kumaş, arpa gibi basit dünya menfaatleri karşılığında hakkı gizlediler ve böylece kendilerini cehenneme maruz bıraktılar. Bir görüşe göre bu mîsâk “Hani sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da tepenize dikmiş ve ‘Sakınasınız diye, size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun içindekileri düşünün.’ demiştik.” [ el-Bakara 2/63] âyetinde sözü edilen mîsâktır. Bozulması ise “Sonra bunun ardından yüz çevirdiniz.” [ el-Bakara 2/64] âyetinde ifade edilmiştir. Bir görüşe göre bu mîsâk “Hani, biz İsrâiloğulları’ndan ‘Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz.’ diye söz almıştık.” [ el-Bakara 2/83] âyetinde sözü edilen mîsâktır. Bozulması ise “Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.” [ el-Bakara 2/83] âyetinde ifade edilmiştir. Bir görüşe göre bu mîsâk “Hani ‘Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.’ diye de sizden kesin söz almıştık.” [ el-Bakara 2/84] âyetinde sözü edilen anlaşmadır. Bozulması ise “Ama işte şimdi siz birbirinizi öldürüyorsunuz…” [ el-Bakara 2/85] âyetinde ifade edilmiştir. Bir görüşe göre bu, Allah Teâlâ’nın insanlara bahşettiği ve kendileri ile hakkı bâtıldan ayırabilecekleri akıl, işitme ve görme gibi aletlerdir. Fıtrat mîsâkının -yani temyiz imkânı sağlayan aletlerin ve kudretin- bozulması ise bu aletlerin işlevsiz hâle getirilmesi ve gereken yerlerde kullanılmamasıdır. Bir görüşe göre ilk ahit zürriyetten alınan mîsâktır, sonra Allah mîsâkı her ümmet için, kendilerine bir kitap ve şeriat eşliğinde resullerini göndererek yenilemiştir. Onların ahdi bozmaları ise kabul ettikleri şeye muhalefet etmeleridir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 677 قY َ gÁَ ®۪ ُ ٰ Ãا ّ wَ rَ َ ِ ْذ ا واَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،אبÝכĤا ģİأ ĵĥĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אقáĻĨ ijİ :ģĻĜو ﴾µۘ ُ َ ²¹¯ُ cُ§ْ َ َ ِ Yس﴾ [آل óĩĐان، ١٨٧/٣]، أي ÖאijĝĤل: ﴿َوَÊ b ³«ّ ِ ª µُ َ ³ّ³ُÁِّ]َcَُ ª بY َ cَ§ِ ْ ُ۫وُb¹ا اª ا ±À َ w۪ َّ اª ِ ِ¶ ْ﴾ [آل óĩĐان، [آل óĩĐان، ١٨٧/٣] أي ÖאģđęĤ، وħıąĝĬ Ĩא Ĝאل: ﴿َ³َžَ[ ُw ُوه َوَرٓ َاء ُ’ُ·¹ر ۜ﴾ [آل ËÁً «۪ َ ¢ Y³ً ¯َ َ f µ۪ ِ ١٨٧/٣] أي כijĩÝا ÙęĀ ïĩéĨ وijĝùĘا وijąĝĬا اïıđĤ﴿ َو ْ اَ‚cَyْوا \ َ َƒْcُy َون﴾ [اĤ×óĝة، ١٨٧/٣] כijĩÝا اěéĤ À Y®َ }َ ْ ] ﴿ِžَ[ئ أ óĩĐان، ١٨٧/٣] أي óĐض اĻĬïĤא، [٩٨ ١ ģäŶ اóđĤض اóĻùĻĤ īĨ اĤכÖóאس واóĻđýĤ وأوijđĜا أħıùęĬ ĤñÖכ اóĻđùĤ. ُ §ُ َ َ ُ§ ْ َوَرžَ ³َْY ¢¹ْžَ ¢YgÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا وģĻĜ: ñİا اáĻĩĤאق ijİ اñĩĤכijر ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا ﴾ ۚ¥َ ِ ªذٰ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ ْcُÁْ َّ ª¹ََ b َ ٍَة﴾ [اĤ×óĝة، ٦٣/٢] وįąĝĬ Ĩא ُذכó:﴿ ُf ّ ¹ّ£ُ ِ \ ْ¦Yُ ³َÁَْ bٰ ا Yٓ®َ واwُ rُ ۜ ُ ¹َر ّ اª [اĤ×óĝة٦٤/٢،]. َ ّ اà َٰ﴾ Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ ©َ Àأ۪ ٓyَ~ْ ِ َ ٓ³۪¿ ا \ قY َ gÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ رijכñĩĤا ijİ :ģĻĜو .٢ [٨٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ËÁً «۪ َ ¢ َ Êِّ ا ْcُÁْ َّ ª¹ََ b َ ّ fُ﴿ :אلĜ אĩĻĘ įąĝĬو ،]٨٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،ÙĺŴا َ Ÿِْ ُ§ ¹َن ِدَRٓ َYءُ¦ْ﴾ اÙĺŴ، b Êَ ْ §ُ َ ¢YgÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ رijכñĩĤا ijİ :ģĻĜو ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٨٥/٢]. ْ ُcُ «¹َن ا £َ b ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ ْcُ²َْ َ ا ّ fُ﴿ óذכ אĩĻĘ įąĝĬو ،]٨٤ /٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ijéĬ ģĈא×Ĥوا ěéĤا īĻÖ õĻĻĩÝĤا אıÖ ďĝĺ ĹÝĤا تźŴا īĨ ħıĻĘ ųا Ʃ أودع אĨ ijİ :ģĻĜو ٤ اõĻĻĩÝĤ واïĝĤرة- ٣ واďĩùĤ واĤ×óā، وăĝĬ áĻĨאق اóĉęĤة -وijİ إĉĐאء آźت اģĝđĤ ُ ıĥĻĉđÜא وóÜك اĩđÝøאıĤא ĹĘ ijĤازıĨא. ħıĤijøر אلøرÍÖ ÙĨأ ģכ אقáĻĨ ųا Ʃ دïäّ ħà ،ÙĺرñĤا אقáĻĨ ijİ ولŶا ïıđĤا :ģĻĜو .هijĥ×Ĝ אĨ ħıĘŻì ijİ ħıąĝĬو ،Ùđĺóüو אبÝכÖ ħıĻĤإ ١ ط: ĹĘ اóĻđùĤ. َ ّ fُ﴿ :אلĜ אĩĻĘ įąĝĬو ،ÙĺŴا﴾ َٰ Ãا ّ َ Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ ©َ Àأ۪ ٓyَ~ْ ِ َ ٓ³۪¿ ا \ قY َ gÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا ٢ ط - وģĻĜ: ijİ اñĩĤכijر ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا .﴾ËÁً «۪ َ ¢ َ Êِّ ا ْcُÁْ َّ ª¹ََ b ٣ ط: اģđęĤ. ٤ ط ر: اźŴت. ٥ ١٠ ١٥ 678 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu, Allah Teâlâ’nın “Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı?” [ elA‘râf 7/169] âyeti ile âlimlerden aldığı mîsâktır. Bozulması ise onların buna muhalif davranmalarıdır. Bir görüşe göre Müslüman olan herkes tevhid, Allah’a kulluk, O’nun emirlerine itaat, yasaklarından kaçınma, vaadine güvenme, hükmüne rızâ gösterme hususunda Allah’ın ahdini kabul etmiştir. Bu ahdin bozulması ise yüz çevirmek, itiraz etmek, yüz çevirmeyi tercih edip telafi talebinde bulunmaktır. Şöyle denilmiştir: Kulun başına bir haram bulaşma musibeti geldiği zaman tövbesine bağlı kalmaya ve kötülükten uzak durmaya söz vermesi ahdin kapsamındadır. Ahdin bozulması ise tekrar kötülüğe dönmek, onu bir alışkanlık hâline getirmektir. “Onun pekiştirilmesinden sonra” Yani sağlamlaştırılmasından sonra. el-Vesîk muhkem demektir. Bu kelime vesuke, vesâkaten şeklinde şerufe kalıbından gelir. et-Tevsîk ve el-îsâk sağlamlaştırma, el- mîsâk muhkem ahit, el-vesâk ve el-visâk kendisi ile bir şeyin muhkemleştirildiği bağ anlamına gelir. Bu âyetteki el- mîsâk kelimesinden maksat ahdin kendisi değil, el-mif‘âl formundaki mastar anlamıdır, çünkü ahdin kendisi “Allah’a verdikleri söz” ifadesinde zikredilmiştir. “Onun pekiştirilmesinden sonra” ifadesindeki “onun” zamirinin “ ahit/söz” kelimesine işaret ediyor olması mümkündür, yani “bu ahdin sağlamlaştırılmasından sonra” anlamına gelebilir. Bu zamirin “Allah”a işaret etmesi de mümkündür ki Allah lafzı bu ifadenin öncesinde zikredilmiştir. Bu durumda anlam, “Allah’ın bu ahdi sağlamlaştırmasından sonra” şeklinde olur. “Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparan” Bu, daha önce zikredilen münafıkların niteliklerindendir. Yani, “Allah’ın hakkını ve insanların haklarını zayi eden” anlamındadır. Allah’ın hakkının zayi edilmesi O’nun ahdinin bozulmasıyla, kulların haklarının zayi edilmesi ise sıla-i rahmin kesilmesiyle olur. el-Kat‘ (kesme) kelimesi dile, araya mesafe koymak demektir. el-Katî‘a uzaklaşmak, hicran demektir. Kıtâ‘u’t-tuyûr kuşların soğuk bölgelerden sıcak memleketlere göç etmesi, kutû‘u’n-nehr nehri geçmek, kutû‘u’l-vâdî ise vadiyi geçmek demektir. Bir şeyi emretmek onun gerçekleştirilmesine çağrı yapmaktır. el-İ’timâr, emre uymaktır. el-Vasl (birleştirme) faslın tersidir, aynı zamanda hicranın da tersidir. el-Vuslatu ise kendisi ile birleşmenin sağlandığı şeydir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 679 ﴾بY ِ cَ§ِ ْ َْÁِ ·ْ ـ ۪R َgÁ ُ ـYق اª «َ wـ ْ rَ Qُْ َ ْ ـ À ªَ ١ ĥĐـĵ اĩĥđĤـאء ĤijĝÖـį:﴿ ا ųا Ʃ ñـìأ ـאĨ ijـİ :ģـĻĜو اĺŴـÙ،] اĐŶـóاف، ١٦٩/٧]، وįąĝĬ ħıĘŻì ذĤכ. ٢ َ ĘـĹ أĨـóه ـאرĩÝÐźوا įـÜאد×Đو هïـĻèijÜ ĹـĘ ųا Ʃ ïـıĐ ģـ×Ĝ ïـĝĘ ħĥـøأ īـĨ ģכ :ģـĻĜو ٣ اĐŸـóاض واÝĐźـóاض َ äõÖـóه، َ واĝáĤـÙ ĐijÖـïه واĄóĤـא éÖכĩـį، وąĝĬـį واäõĬźـאر واĻÝìـאر اĐŸـóاض وĥĈـÕ اĐŶـijاض. وĻĜـģ: Ĩـī اıđĤـï Ĭـñر اđĤ×ـï إذا Ĭـõل Öـį éĨـñور أن ĺـŻزم اÖijÝĤـÙ وåĺאĬـÕ اýĤـóور، ٤ اđĤـijد إĤـĵ ĤÉĨـijف اùęĤـאد وóĨاđäـÙ اđÝĤאĈـĹ اÝđĩĤـאد. وąĝĬـį ْ ِ ـī Ĩ Ùـ َ َאĜ ً à َ ُ َ ـě و à َ ٥ اéĩĤכـħ، وĜـï و ۖ﴾ أي ĝĻàijÜـį. واĻàijĤـě µـ ۪ ¢Yِ gÁَ ®۪ uـ ِ ْ َ وĤijĜـį:﴿ ِ ®ْ ـ± \ َف، واĻàijÝĤــě واáĺŸــאق اèŸــכאم، واáĻĩĤــאق اıđĤــï اéĩĤכــħ، واàijĤــאق ÝęÖــç ُ óــüَ ِ ــï ّ َ è رïـāĩĤا ijـİ ÙـĺŴا هñـİ ĹـĘ ـאقáĻĩĤا īـĨ ادóـĩĤوا .ءĹـýĤا įـÖ ħכـéُ اĤـijاو وכùـİóא Ĩـא ĺ اñĩĤכـijر ĥĐـĵ وزن ِ اĩĤْđęـאل، دون ęĬـ÷ اıđĤـï؛ ĝĘـï ذכـóه ĘـĹ ĤijĜـį: ﴿ َْ ·َ ـu ّ اà ِٰ ِ ®ْ ـ± ٦ ĘـĹ آìـóه åĺـijز أن đÜـijد إĤـĵ اıđĤـï، أي đÖـï ĻàijÜـě ذĤـכ ۖ﴾ واıĤـאء اÝĤـĹ µـ ۪ ¢Yِ gÁَ ®۪ uـ ِ ْ َ \ ٧ .ـכĤذ ųا Ʃ ěـĻàijÜ ïـđÖ :ـאهĭđĨو ،įـĥ×Ĝ óذכـ ïـĝĘ ؛ųا Ʃ ĵـĤإ دijـđÜ أن زijـåĺو ،ïـıđĤا ُ َ †¹ َ ــ©﴾ İـñه Ĩـī ęĀـאت اęĤאøـīĻĝ َ ْن À ِ ۪ ــµٓ ا \ ُ ََR َ ــy ّ اà ٰ ْ َ ُ َ ــ¹ن َRٓــY ا £َ Àوَ ﴿:ĵـĤאđÜ įـĤijĜو ăـĝĭÖ ٩ ųا Ʃ ِ ěـèّ ٨ ďـĻĻąÝĘ ،įـĝĥì ěـèو ƪ ųا Ʃ ُ َ ـijن èƪـě đِ ّ Ļąَ ُ ĩĤا ħـİ أي ،ħـİóذכ ě×ـø īـĺñĤا ÙـđĻĉĝĤوا ،ÙـĬאÖŸا ÙـĕĥĤا ĹـĘ «ďـĉĝĤا«و .ħـıĨאèأر ١٠ÙـđĻĉĝÖ įـĝĥì ِ ěـèّ ďـĻĻąÜو ،هïـıĐ اåıĤـóان، وĉĜـאع اĻĉĤـijر óìوıäـא Ĩـī ÖـŻد اĤ×ـóد إĵĤ ÖـŻد اóéĤ، وijĉĜع اıĭĤـó واijĤادي Đ×ijرĩİـא. واĨŶـó ÖאýĤـĹء اĐïĤـאء إĤـĵ ĥĻāéÜـį، واĩÝÐźـאر اáÝĨźـאل ÖאĨŶـó. و«اĀijĤـģ « .ģـĀijĤا įـÖ ďـĝĺ ـאĨ ÙـĥĀijĤوا ،انóـåıĤا ïـĄ ģـĀijĤوا ،ģـāęĤا ăـĻĝĬ ١ ح ط ر - اų. ٢ ح: óĨÉÖه. ٣ ر: وăĝĬ. ٤ ط + اïıđĤ اÝđĩĤאد. ٥ ر: واěĻàijÝĤ. ٦ ح - اĹÝĤ. ٧ ر + اïıđĤ. ٨ ر: وďĻĻąÜ. ٩ ر + ijİ. ١٠ ط: כÙđĻĉĝ. ٥ ١٠ ١٥ 680 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu, bazı peygamberlere iman edip diğerlerini inkâr etmektir. Nitekim onlara “O hâlde Allah’a ve onun elçilerine iman edin.” [ en-Nisâ 4/171] âyeti ile peygamberlerin tamamına iman etmeleri emredilmiştir. Müminlerin ise “Biz Allah’ın elçileri arasında ayrım yapmayız.” [ el-Bakara 2/285] dediklerini bildirmiştir. Bir görüşe göre bu, sıla-i rahmi kesmektir, “Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının.” [ en-Nisâ 4/1] âyeti ile onlara sıla-i rahmi kesmemeleri emredilmiştir. Bir görüşe göre bu, Hz. Muhammed aleyhisselâmı yalanlamak, ona muhalefet ve düşmanlık etmektir ki haddizatında Hz. Muhammed aleyhisselâm Hz. İsmâil’in soyundan, Ehl-i kitap ise Hz. İshak’ın soyundandır ve aralarında amcaoğlu düzeyinde akrabalık vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki: Ben buna karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” [ eş-Şûrâ 42/23] Yani sizinle aramda bu cihetten mevcut olan akrabalıktan doğan sevgiden [başka bir ücret istemiyorum]. Bir görüşe göre bu, onların bütün Araplardan kendilerini uzak saymaları ve onlara karşı husumet beslemeleridir. Araplar Hz. İsmâil’in soyundan, onlar ise Hz. İshak’ın soyundandırlar ve aralarında bir akrabalık vardır. Oysa onlar bu uzaklaşma ve husumet ile kendilerine korumaları emredilmiş olan sıla-i rahim bağını koparmaktadırlar. “Ve yeryüzünde bozgunculuk/fesatçılık yapan” Bu da bu münafıkların niteliklerindendir. Kelimenin anlamı “Yeryüzünde fesat çıkarmayın.” [ el-Bakara 2/11] âyetinde geçmişti. Buradaki anlamına gelince, bir görüşe göre bu kelime tıpkı “Islahından sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın.” [ el-A‘râf 7/56] âyetinde olduğu gibi “ küfür” anlamına gelir. Bir görüşe göre kelime tıpkı “Orada fesat çıkaracak olan birilerini mi yaratacaksın?” [ el-Bakara 2/30] âyetinde olduğu gibi “günahlar” anlamına gelmektedir. Bir görüşe göre kelime tıpkı “ Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünde fesat çıkarmaktadırlar.” [ el-Kehf 18/94] âyetinde olduğu gibi “insanların mallarını almak, mülklerini gasp etmek” anlamına gelmektedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 681 [ ب٩٨ [واóĨأ ïĜو ،ăđ×Ö óęכĤوا אءĻ×ĬŶا ăđ×Ö אنĩĺŸا ijİ :ģĻĜ ïĝĘ óĻùęÝĤا אĨوأ īĻĭĨËĩĤا īĐ ó×ìوأ] ١٧١/٤ ،אءùĭĤا﴾ [µ۪ «ِ~ُ رُوَ ِٰ ÃYّ ِ ٰ ِR¹³ُا \ Yžَ﴿ :įĤijĝÖ ģכĤאÖ אنĩĺŸאÖ * .[٢٨٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µ۪ «ِ~ُ رُ ±ْR ِ uٍ nَ َ َْÁ ±َ ا ِ ُق \ yّŸَُ ² Êَ﴿ ٢ ١ ĜאijĤا: أħıĬ µ۪ ِ ُ ¹َن \ ªءYَ َٓ َ b يw۪ َّ َ ¹£ُا ّ اà َٰ اª bاّ وَ ﴿:įĤijĝÖ אıĥĀijÖ واóĨأ ïĜو ħèóĤا ÙđĻĉĜ ijİ :ģĻĜو ۜ﴾ [اùĭĤאء، ١/٤]. َو َْ اÊْر َn َYم ģĻĐאĩøإ دźأو īĨ įĬأ ďĨ įÜאداđĨو įĘŻìو مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ÕĺñכÜ ijİ :ģĻĜو ، ّ ħđĤا ةijĭÖ ÙÖاóĜ ħıĭĻÖو ٣ ħıĻĥĐ اŻùĤم، وأģİ اĤכÝאب īĨ أوźد إěéø įĻĥĐ اŻùĤم ْ ْ£ُyٰ \ۜ] ﴾»اijýĤرى، ََة žِ¿ اª ْ َّ̄¹َد َ اª Êِّ َ ْj ًyا ا ا µِÁَْ َ ْ~َٔـُ» ُ§ ْ َ» Ê ا َٓ ©ْ ¢ُ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ٤ وïĜ .įäijĤا اñİ īĨ ħכĭĻÖو ĹĭĻÖ ĹÝĤا ÙÖاóĝĤا Õ×ùÖ دijĤا أي] ٢٣/٤٢ įĻĥĐ ģĻĐאĩøإ دźأو īĨ ٥ بóđĤوا ،بóđĤا ģכƪ ħıÝĜאýĨو ħıÝĭĺא×Ĩ ijİ :ģĻĜو ٦ وħİ أوźد إěéø وħıĭĻÖ ñİه اóĝĤاÙÖ وħİ ñıÖه اåĩĤאĬ×Ù واéĩĤאرÙÖ اŻùĤم ñİا ĜאijđĈن ŷĤرèאم وïĜ أóĨوا ıĥĀijÖא. ٧ ُ Ÿْ ِ ُu َون žِ¿ َْ اÊْر ِۜض﴾ وñİا īĨ ęĀאت źËİء اęĤאīĻĝø Àوَ﴿: ĵĤאđÜ įĤijĜو ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ضِۙ رْÊا َْ¿ žِ واuُ ِ Ÿْbُ Êَ﴿ :įĤijĜ óĻùęÜ ĹĘ ÙĩĥכĤا ĵĭđĨ óĨ ïĜو ٨ ً أąĺא. ¿žِ واuُ ِ Ÿْbُ Êَوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ١٠óęכĤا ijİ :ģĻĜ ïĝĘ אĭıİ هóĻùęÜ ٩ ١١/٢]، وأĨא :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ĹĀאđĩĤאÖ ģĩđĤا ijİ :ģĻĜو] ٥٦/٧ ،افóĐŶا﴾ [Y·َnِ Ëَ†ْ ِ َ ْ َu ا َْ اÊْر ِض \ אولĭÜو אسĭĤا الijĨأ ñìأ ijİ :ģĻĜو .]٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ ﴿ا ُj ¹َج ُRŸْ ِ ُu َون žِ¿ َْ اÊْر ِض﴾ [اĤכėı، ٩٤/١٨[. ْ ُj ¹َج َوَRO ْ Oَ À َ ِ ّن أŻĨכħı כĩא Ĝאل: ﴿ا ١ ر - أħıĬ. ٢ ر: ħıĤijĝÖ. ٣ ر - وأģİ اĤכÝאب īĨ أوźد إěéø įĻĥĐ اŻùĤم. ٤ ط - وïĜ. ٥ ر - واóđĤب. ٦ ط ر - ñİا. ٧ ط: اęĤאijĝøن. ٨ ط - ً أąĺא. ٩ ر: ĨÉĘא. ١٠ ط: اĤכęאر. ٥ ١٠ ١٥ 682 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre kelime tıpkı “Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman…” [ el-Bakara 2/11] âyetinde olduğu gibi “başkalarını fesada çağırmak ve sevk etmek” anlamına gelmektedir. Bir görüşe göre bu kelime insanları Allah’ın dininden ve O’nun Resulü’ne tâbi olmaktan alıkoymak anlamına gelmektedir. Bir görüşe göre ise bu kelime hakka ve doğruluğa muhalif olan her şey anlamına gelir. Nitekim Allah Teâlâ “Allah fesadı sevmez.” [ el-Bakara 2/205] buyurmuştur. “İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” Yani bu zikri geçen kimseler asıl kusurlu olanlardır, aldanmış ve helâk olacak olanlardır. Çünkü buradaki kelimenin mastar hâli el-husr, el-hasâr ve el-husrân şeklindedir ki bunların tamamı üç anlama; noksanlık, helâk ve aldanma anlamlarına gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Tartıda hüsran yapmayın.” [ er-Rahmân 55/9] yani eksiklik yapmayın, “Hüsrana uğrayanlardan olurum.” [ Hûd 11/47] yani helâk olanlardan, “Kendilerini hüsrana uğratmışlardır.” [ el-A‘râf 7/53] yani kendilerini aldatmışlardır. Kuşeyrî şöyle der: Sırrının bir an bile olsa O’nu müşahede etmekten uzaklaşması ahdi bozma kapsamına girer. Aldığın nefeslerin arasında O’nun hakkını yerine getirmekten seni alıkoyan tek bir nefesin girmesi, birleştirmekle emrolunduğun bağı koparmanın kapsamına girer. O’nu müşahede etmeye devam etmediğin bir anın senin üzerinden geçmiş olması, yeryüzünde fesat çıkarman kapsamına girer. Dikkat et, işte bu apaçık hüsrandır.1 28. Siz cansız iken size can veren Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz. [ el-Bakara 2/28] “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?” Buradaki nasıl (keyfe) kelimesi birkaç anlamda kullanılır: 1. Mahza soru anlamıdır ki bu şekilde kullanıldığında hâl sorulur. Örneğin arkadaşına “Keyfe ente” (Nasılsın?) diye sorabilirsin. 2. Şart anlamında kullanılır. Arkadaşına “Sen bana nasıl muamele edersen ben de sana o şekilde muamele ederim.” dersin. Bu kullanımda fiili cezm edersin. Bu, şart ve ceza cümlesi olur. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 32. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 683 ْ·ُ َ ª ©Áَ ¢۪ ذاَِ ٢ ﴿َوا ١ Ĝאل: وģĻĜ: ijİ ģĩè اóĻĕĤ ĵĥĐ اùęĤאد ودĐאؤه إĵĤ اùęĤאد כĩא Ʃ اų واÜ×אع رijøل Ʃ اų. īĺد īĐ אسĭĤا ïĀ ijİ :ģĻĜو ٣ .]١١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ضِۙ رْÊا َْ¿ žِ واuُ ِ Ÿْbُ Êَ ْ Ÿَ َ َYد﴾ [اĤ×óĝة، ٢٠٥/٢]. ªا ُ]ّ oِ ُ ÀÊَ ُ ٤ اěéĤ واüóĤאدĜאل đÜאĵĤ:﴿ َۜو ّ اà ٰ ėĤאì אĨ ģכ ijİ :ģĻĜو ٥ ْ َs ِ Y~ُy َون﴾ أي źËİء اñĩĤכijرون ħİ اĭĤאijāĜن ِئ ¥َ ُ¶ ُ اª ٰٓ ُو۬ª وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا اóùíĤ َ واùíĤאر ُ واóùíĤان، وכıĥא ÙàŻáĤ اıĤאĤכijن اĕĩĤ×ijĬijن؛ ÍĘن اïāĩĤر įĭĨ: ُ ْ ۪̄ َÁ {َ ان﴾ [اīĩèóĤ، ٩/٥٥[ ªا واyُِ sْ bُ Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،īْ ×َ đĨאن: اāĝĭĤאن واŻıĤك واĕĤ uْ َ ۪ َ À±] ﴾ijİد، ٤٧/١١] أي اıĤאĤכīĻ، وĜאل: ﴿¢ y~Y ِ sَ ْ َ ُ¦ ±ْ ِR ±َ اª أي ź ijāĝĭÜا، وĜאل: ﴿ا ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ [اóĐŶاف، ٥٣/٧]، أي Ĕ×ijĭا. َr ُِyٓوا ا ،دهijıü īĐ ÙčéĤ ً كƫ óøِ ïĻéĺ أن ïıđĤا ăِ ْ ĝَ Ĭ ْ īِ Ĩ» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ْ īِ Ĩو ،įĝéÖ אمĻĝĤا īĐ כĉéĺ ٌ ÷ęَ َ Ĭ כÜאĜأو ģĥíÝĺ أن įِ ĥ ْ Ā َ ijِÖ تَ ْ óِ Ĩُ أ אĨ ďĉْ Ĝَ ْ īِ وĨ ijİ כĤذ إن źأ ،įÜïİאýĨ ĵĥĐ אıĻĘ مïَ Ü ħĤو כĻĥĐ يóåÜ ÙĐאø رضŶا ĹĘ ٦ ِ َك إùĘאد ٧ اóùíĤان اĩĤ×īĻ«. įِ ْ ĻĤَاِ ƪ ħàُ ْ ħכĻُ Ļ۪éْ ُ ĺ ƪ ħàُ ْ ُ ُכħ ÝĻĩ۪ ُ ĺ ƪ ħàُ ْۚ َ ُאכħ َ ً اÜא َĘَא ْĻè ij ْ ْ َاĨ ħُ Ýْ َ ُכĭ Ʃِ אų و ُ َون ِÖ óęُכْ Üَ ėَ ْ -٢٨ َכĻ ُ َijن đäَ ْ óÜُ :אنđĩĤ ģĩđÝùÜ Ùĩĥכ» ėĻכ﴾ «ِٰ ÃYّ ِ َ ْ§ ُŸُy َون \ b َ Áْ¦َ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ıęÝøŻĤאم اăéĩĤ، وijİ Ëøال īĐ اéĤאل، ijĝÜل āĤאè×כ: כėĻ أÛĬ؟ ٨ وijİ ĵĥĐ اóýĤط وóýĥĤط: ijĝÜل āĤאè×כ: כėĻ ْ đÜאĹĭĥĨ ْ أĐאĥĨכ، ĩıĨõåÜא، واõåĤاء. ١ ر - כĩא. ٢ ط: ģĻĜ. ُ·ْ َÊ ُbŸْ ِ ُuوا žِ¿ َْ اÊْر ِۙض﴾. َ ª ©Áَ ¢۪ ذاَِ ٣ ح - وģĻĜ ijİ ģĩè اóĻĕĤ ĵĥĐ اùęĤאد ودĐאءه إĵĤ اùęĤאد כĩא Ĝאل: ﴿َوا ٤ ر: ėĥì. ٥ ط: اĭĩĤאijĝĘن، çĀ İאûĨ. ٦ ط: أïùĘك. ٧ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٢/١ (ģĝĬ اėĤËĩĤ כŻم اóĻýĝĤي ĘóāÝÖאت óĻùĺة.). ٨ ر + đĨא. ٥ ١٠ ١٥ 684 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 3. Ümit kesme ifadesi olarak kullanılır. Örneğin bir şeyi taşımayı isteyen, ancak onu taşıyamayacağını düşündüğün kimseye “Zayıflığına rağmen onu nasıl taşıyacaksın?” dersin. 4. Arz ifade etmek için kullanılır. Örneğin arkadaşına, “Keyfe ente ve kisveten fâhiraten” (Gösterişli bir elbise ve sen nasıl olur?) dersin, yani “Onu ister misin?” diye arz edersin. 5. İnkâr/yadırgama anlamında kullanılır. Örneğin “Sana vefa göstermişken arkadaşına nasıl katı davranırsın?” dersin. 6. Olumsuzlama anlamında kullanılır. Örneğin “Müşriklerin nasıl herhangi bir ahdi olabilir?” [ et-Tevbe 9/7] âyetinde (mâ ve lâ) “olmaz” anlamına kullanılmıştır. Nitekim devamında gelen “Ancak (…) kimseler müstesna” [ et-Tevbe 9/7] âyeti buna delâlet eder. 7. Öncesini tekit, sonrasını tahkik anlamı ifade etmek üzere kullanılır. Allah Teâlâ “Her ümmetten bir şahit getirdiğimizde hâlleri nasıl olacak?” [ en-Nisâ 4/41] buyurur, yani “Allah zerre kadar zulmetmez, âhirette nasıl zulmeder ki?” buyurur. 8. Niçin anlamına kullanılır. “Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi.” [ et-Tevbe 9/8] Yani “Niçin onlarla savaşmayasınız ki?” 9. Hayret ifadesi olarak kullanılır. “Bak, nasıl da Allah’a yalan isnat ediyorlar?” [ en-Nisâ 4/50] Yani “Ey Muhammed! Bak da hayret et, bu durum senin hayret edeceğin bir durumdur.” 10. Hayret uyandırma ifadesi olarak kullanılır ki buradaki âyette geçen “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?” ifadesi buna örnektir. Tefsirciler bu ifadenin anlamı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Kimileri, “O sizin yaratıcınız olduğu hâlde neden Allah’ı inkâr ediyorsunuz?” anlamına geldiğini, kimileri, “Allah sizin yaratıcınız olduğu hâlde nasıl onu inkâr etmeyi kendinize câiz/ mümkün görüyorsunuz?” anlamına geldiğini söylemiştir. Bir görüşe göre bu ifade “Allah sizin yaratıcınız iken O’nu inkâr etmeniz hayret vericidir.” anlamındadır. Bir görüşe göre bu ifade yadırgama, bir görüşe göre kınama anlamı içerir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 685 įĥĩéÜ ėĻכ :įĭĐ õåđĺ įĬأ كïĭĐو אً ÑĻü ģĩéĺ أن أراد īĩĤ لijĝÜ :ÙøאĺŹĤو כ؟ęđĄ ďĨ ،ً أي ģİ İïĺóÜא؟ ً Ęאóìة ْ ض: ijĝÜل āĤאè×כ: כėĻ أÛĬ وכijùة وóđĥĤ ّאك؟ Ęو ïĜو כĝĺïĀ ijęåÜ ėĻכ ١ وĬŹĤכאر: ،ÙÖijÝĤا﴾ [u ٌ ·َْ ±Áَ ¦۪ ِ yƒْ ¯ُ ْ «ِ َ ُ§ ¹ُن ª À َ Áْ¦َ ﴿: įĤijĜ ĹĘ אĩכ» ź»و» אĨ» ÙĤõĭĩÖ :ĹęĭĥĤو .[٧/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [±À َ w۪ َّ َ اª Êِّ ٧/٩] أي Ĩא ĺכijن وź ĺכijن ģĻĤïÖ أįĬ اĵĭáÝø įĭĐ ĝĘאل:﴿ا _ٍ َ ®ّ ُ ِ ا ©ّ¦ُ ±ْ ®ِ Y³َ ْ ِ َذا ِjئ ا َ Áْ§َ žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،هïđÖ אĨ ěĻĝéÜو įĥ×Ĝ אĨ ïĻכÉÝĤو .ةóìŴا ĹĘ ėĻכĘ ذرة אلĝáĨ ħĥčĺ ź ųا Ʃ أن أي ،]٤١/٤ ،אءùĭĤا﴾ [uÁٍ ·۪ ƒَ ِ \ Êَوَ Êًّ ِ َْyُ¢ُ]¹ا ž۪ ُÁ §ْ ا À Êَ ْ §ُ Áَْ َ َْ·ُyوا َ» ِ ْن À واَ َ Áْ¦َ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ » َ ħِ Ĥ» ĵĭđĩÖو .نijĥÜאĝÜ ź ħĤ أي] ٨/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ۜ _ً َ ِذّR ۜ ﴾[اùĭĤאء، ٥٠/٤] ْ َ§ ِw َب َ« ّ اà ِٰ اª «َ ونَ yُcَŸَْ À َ Áْ¦َ yُْ ²ُْ وÕåđÝĥĤ: כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا .כĤ ÕåđÝĤا ďĄijĨ įĬÍĘ ؛ïĩéĨ אĺ ÕåđÜ أي َ ْ§ ُŸُy َون b َ Áْ¦َ ﴿ :ÙĺŴا هñİ ĹĘ אĩכ ÕåđÝĤا ĵĥĐ אسĭĤا ģĩè ijİو :ÕĻåđÝĥĤو ؟ħכĝĥì ijİو ųאÖ Ʃ ونóęכÜ َ ħĤ أي :ħıąđÖ אلĝĘ .įĻĘ óĻùęÝĤا ģİأ ėĥÝìوا .﴾ِٰ ÃY ّ ِ \ ٌ Õ َ åَ Đ أي :ģĻĜو ؟ħכĝĤאì ijİو ųאÖ Ʃ óęכĤا ħכùęĬأ īĨ ħÜõåÝøا ėĻכ ٢ وģĻĜ: أي .ëĻÖijÜ ijİ :ģĻĜو .כאرĬإ ijİ :ģĻĜو .ħכĝĤאì ųوا Ʃ כóęכħ ١ ر + ijĝÜل. ٢ ط - أي، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 686 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Siz cansız iken size can veren Allah’ı” “Ölüm korkusuyla…” [ el-Bakara 2/19] âyetinin tefsirinde “ ölüm” kelimesini incelemiştik. Can vermek, hayatı var etmektedir. Bu âyetin öncesi ile irtibatı şöyledir: Önce “İnkâr edenlere gelince…” [ el-Bakara 2/26] buyurmuş, sonra onları kınayarak, “Sizler yok iken, ölü iken, yani parçaları eşit bir nutfe hâlinde iken size hayat veren, sizi var eden, yani bu nutfenin bazı parçalarını kemik, bazılarını et, bazılarını damar, bazılarını sinir, bir kısmını beyin, bir kısmını deri, bir kısmını saç hâline getiren ve sizi et parçası ile konuşabilen, yağ parçası ile görebilen, kemik parçası ile işitebilen, kan parçası ile öğrenebilen (bilen) varlıklar hâline getiren, size kavrama ve yürüme gücü veren, sizi kuvvetlendiren, havada uçan kuşlara, denizdeki balıklara ve çöldeki vahşi hayvanlara hâkim kılan, sonra öldürecek ve tıpkı başlangıçtaki ölü hâlinizde olduğunuz gibi un ufak edecek olan Allah iken O’nu inkâr etmeyi nasıl kendinize mümkün görebiliyorsunuz?” demiştir. Burada hitabın Müslümanlara yönelik olması da mümkündür. Bu durumda onlara yönelik kınama başka türlü olacaktır: Sizler küfür hâlinde ölü iken size iman ile hayat veren, cehalet ile ölü iken ilim ile hayat veren, istek ile ölü iken korku ile hayat veren, şüphe ile ölü iken yakîn ile hayat veren, ihtilâf ile ölü iken birlik ile hayat veren Allah’ın nimetlerine karşı nasıl nankörlük eder, onun lutuflarını gizlersiniz? Bağdatlı bir zât şöyle demiştir: Sizler kendi nefislerinizin hayatı ile ölü hâlde iken sizi bu nefisleri öldürerek hayata kavuşturdu. İbn Atâ şöyle demiştir: Sizler zâhir ile ölü idiniz, O size bâtın ile hayat verdi. Fâris şöyle demiştir: Sizler kendi müşahedenizle ölü idiniz, O size kendi müşahedesi ile hayat verdi. Vâsıtî şöyle demiştir: Sizler kendiniz ile ölü idiniz, O size kendisi ile hayat verdi. Âyetin zâhirinin nazmına göre tefsiri şöyledir: Sizler hayat sahibi olmayan nutfeler idiniz, O size hayat verdi, yani sizi kudret ve bilgi sahibi canlılar olarak sûretlendirdi. Sonra ecelleriniz dolduğunda sizi öldürecek, ardından kabirde sual ve cevap için ve ceza ve ödüle hazırlık için sizi diriltecek, sonra da kıyamet günü amellerinizin karşılığını görmeniz için diriltecektir. Orada bir grup zincirler içinde olacak, diğer grup ise gölgeliklerde divanlara kurulacaktır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 687 رَwَ nَ ﴿ :įĤijĜ óĻùęÜ ĹĘ تijĩĤا אĬóذכ﴾ ۚ ْ¦Yُ Áَnْ َ Yžَ Ybا ً ¹َRْ َ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َو ُ¦ُ³ْcْ ا ۜ ﴾ [اĤ×óĝة١٩/٢،]. واĻèŸאء إà×אت اĻéĤאة. واčÝĬאم ñİا ĩÖא Ĝ×įĥ أįĬ Ĝאل: ْ َ̄¹ْ ِت اª ħכùęĬأ īĨ ونõĻåÝùÜ ėĻכ :אلĝĘ ħıíّ Öو ħà [٢٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ ªا Yَ ®ّ َ ﴿َوا ًא، أي ً ęĉĬא ÜاijĨأ ħÝĭכ ïĜ ،ħכĨïĐ ïđÖ ١ أن Üכóęوا Ʃ Öאų وijİ اñĤي أوïäכħ א ً ĩčĐ ÙęĉĭĤا اءõäأ ăđÖ ģđåĘ אءĻèأ ħכĥđä أي ،ħאכĻèÉĘ ÙĺאوùÝĨ אİاؤõäأ א وıąđÖא ً ĜóĐא وıąđÖא íĨא وıąđÖא ًïĥäا وıąđÖא ً א وıąđÖא āĐ× ً وıąđÖא ĩéĤ כýĉÖوأ ،مïÖ فóđÜو ħčđÖ ďĩùÜو ħéýÖ óā×Üو ħéĥÖ ěĉĭÜ כĥđäو ا ً óđü ّ اك وĥđäכ ĹĤijÝùÜ ĵĥĐ ijĻĈر اijıĤاء وÝĻèאن اĩĤאء ووijèش وأýĨאك وأïĺك وijĜ ًא. ًא כĩא כħÝĭ ĹĘ اģĀŶ أijĨاÜ ÜאĘُ ر ħכĥđåĻĘ ħכÝĻĩĺ ħà ،اءóéāĤا وijåĺز أن ĺכijن اĉíĤאب īĻĩĥùĩĥĤ وÝĐאħıÖ ĵĥĐ وįä آóì: כėĻ Üכóęون ،אنĩĺŸאÖ ħאכĻèÉĘ óęכĤאÖ אً ÜاijĨأ ħÝĭכ ïĜو ħכĻĤإ įĺאدĺأ ونóÝùÜو ħכĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬ ،Ù×İóĤאÖ ħאכĻèÉĘ Ù×ĔóĤאÖ אً ÜاijĨأ ħÝĭوכ ،ħĥđĤאÖ ħאכĻèÉĘ ģıåĤאÖ אً وכħÝĭ أijĨاÜ ًא ÖאŻÝìźف ĻèÉĘאכħ ÖאŻÝÐźف. ÜاijĨأ ħÝĭوכ ،īĻĝĻĤאÖ ħאכĻèÉĘ כýĤאÖ אً وכħÝĭ أijĨاÜ ًא ĻéÖאة أùęĬכħ ĻèÉĘאכħ ĨÍÖאıÝÜא. ÜاijĨأ ħÝĭوכ :īĺادïĕ×Ĥا ăđÖ אلĜو .óÐاóùĤאÖ ħאכĻèÉĘ óİاijčĤאÖ אً وĜאل اīÖ ĉĐאء: وכħÝĭ أijĨاÜ ٢ .هïİאýÖ ħאכĻèÉĘ ħכïİاijýÖ אً وĜאل Ęאرس: وכħÝĭ أijĨاÜ .įÖ ħאכĻèÉĘ ħכÖ אً وĜאل اijĤاĹĉø: وכħÝĭ أijĨاÜ ّرכħ ijĀ ٣ أي ħאכĻèÉĘ אıĻĘ אةĻè ź אęĉĬ ً ħÝĭכ :אıĩčĬ ĵĥĐ ÙĺŴا óİאČ óĻùęÜ ħà الËùĥĤ ó×ĝĤا ĹĘ ħכĻĻéĺ ħà ħכĤאäآ אءąĝĬا ïĭĐ ħכÝĻĩĺ ħà īĻĩĤאĐ īĺאدرĜ אءĻèأ ĵĥĐ اءõåĥĤ ÙĨאĻĝĤا مijĺ [ واijåĤاب وïĻıĩÜ اijáĤاب واĝđĤאب ħà ĺ×áđכħ] ٩٩ب ًא ŷĤراÐכ واŻčĤل. ًא ģøŻùĥĤ واŻĔŶل وĝĺóĘ اĩĐŶאل، ĝĺóĘ ١ ط: أوïä. ٢ ط: ýĩÖאįÜïİ؛ ر: ıýÖאدįÜ. ٣ ح ط - أي. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 688 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hakikat yoluyla âyetin tefsiri ise üç mertebededir, Kuşeyrî bunlara şöyle işaret etmiştir: İlki: Sizler O’nun hakkındaki cehaletiniz ile ölü idiniz, sonra sizi kendisi hakkındaki bilginiz ile ihyâ etti. Sonra sizi kendi müşâhedeniz ile öldürecek ve kendisi ile diriltecektir. Sonra şeriat hükümlerinin muhafazası ve hakikatlerin gözetilmesi ile O’na döndürüleceksiniz. İkincisi: Sizler nefi slerinizin bekāsı ile ölü idiniz, sizi nefi slerinizin fenâsı ile hayata kavuşturdu. Sonra bu müşahedeyi alarak sizi öldürecektir ki O’nu mülâhaza edip de hâlinizi ifsat etmeyesiniz. Sonra sizi alıvererek size hayat verecek, sonra O’nun kabzasında evrilip çevrilmek sûretiyle O’na döndürüleceksiniz. Üçüncüsü: Bu onların dünya hayatı boyunca sahip oldukları hâllerinin dönüştürülmesidir, çünkü onlar asıl itibariyle kendi zâtları ile ölü idiler, kendilerine ikâme ettiği şey ile onlara hayat verdi. Sonra onları bekāyı görmekten öldürür ve fenâya ulaştırır, sonra onları sabit kılıp kendilerine bekā verir, sonra her hâlükârda dönüşlerini ve sonlarını kendisine yönlendirir. Böylece onlar daima nefy (olumsuzlama) ve ispat (olumlama), öldürme ve hayat verme, bekā ve fenâ, sahv ve mahv arasındadırlar. Bu hâller içinde iken kulun küfrü ve nankörlüğü mümkün değildir.1 “Sonra sizi öldürecek” yani dünyada eceliniz geldiği zaman öldürecek “tekrar sizi diriltecek” yani kıyamet günü amellerinize karşılık hesap vermek üzere diriltecektir. Süddî şöyle demiştir: Bu ifade, sizi kabirde diriltecek anlamına gelir, devamındaki “ve sonunda O’na döndürüleceksiniz” ifadesi ise âhirette O’na döneceksiniz anlamına gelir, çünkü “sonra” ifadesi iki şeyin sırasıyla birbiri ardınca gelmesini ifade eder, dolayısıyla bu durum “tekrar sizi diriltecek” ifadesi ile âhiretteki dirilmenin kastedilmediğine delâlet eder. Çünkü âhiretteki hayata hesap ve ceza için Allah’a dönüş de eşlik edecektir ve bunlar aralarında gecikme olmaksızın birlikte olacaktır. Bu âyet kabirdeki azap ve rahatın ispatına delâlet eder. Kur’ân’da buna delâlet eden başka âyetler de vardır. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 32-33. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 689 :ųا Ʃ ١ اÙĝĻĝéĤ ĵĥđĘ Żàث óĨاÕÜ أüאر إıĻĤא اóĻýĝĤي رįĩè ÙĝĺóĈ ĵĥĐ אĨوأ ħà ،įÖ ħכÝĘóđĩÖ ¦YÁnأ ħà įĭĐ ħכĥıåÖ Yً أوİźא: و¦³c اR¹اb כאمèأ ċęéÖ نijđäóÜ įĻĤإ ħà įÖ ħכĻĻéĺ ħà ħכïİاijü īĐ §cÁ¯À اóýĤاďÐ وóĨاĐאة اĝéĤאěÐ. ħà ħכøijęĬ אءĭęÖ ħאכĻèÉĘ ħכøijęĬ אءĝ×Ö Yً واáĤאÙĻĬ: و¦³c اR¹اb ħכĻĻéĺ ħà ħכĻĥĐ ٢ ïùęĻĘ هijčèŻÜ ŻÑĤ כĤذ دijıü īĐ ħכÝĻĩĺ .įÝą×Ĝ ĹĘ ٥ ħכ×ĥĝÝÖ نijđäóÜ įĻĤإ ħà ٤ ħכĻĥĐ ٣ ħכñìÉÖ ًא ÜاijĨأ اijĬכא ħİאĻĬد ĹĘ ħıÜאĻè ةïĨ ħıĤاijèأ ٧ ÕĻĥĝÜ ٦ واáĤאÙáĤ: ñİا אءĝ×Ĥا Ùĺرؤ īĐ ħıÜאĨأ ħà ħıĻĘ אمĜأ אĩÖ ħİאĻèÉĘ ٨ ģĀŶا ĹĘ ħıÜواñÖ ħıđäóĨ الijèŶا ģכ ĹĘ įĻĤإ ģđä ħà ħİאĝÖوأ ٩ ħıÝ×àأ ħà ħİאĭĘÉĘ وıÝĭĨאħİ ħıĘ ً أïÖا١٠ īĻÖ ĹęĬ وإà×אت وإĨאÙÜ وإĻèאء وĝÖאء وĭĘאء وijéĀ ١١.الijèŶا هñİ ďĨ įĬاóęوכ ï×đĤا óęכ אلéĩĤا īĩĘ ،ijéĨو ﴾ْ §Áُ Á۪ oْ ُ À َ ّ fُ﴿ ħכĤאäآ אءąĝĬا ïĭĐ אĻĬïĤا ĹĘ أي﴾ ْ§ ُ cÁُ ¯۪ ُ À َ ّ fُ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ģĻĜ: أي ijĺم اĻĝĤאÙĨ ùéĥĤאب واõåĤاء ĵĥĐ أĩĐאĤכħ. نÍĘ ة؛óìŴا ĹĘ ﴾ن¹َ ُ jَ yْbُ µِÁَْ ªِ َ ا ّ fُ﴿ ó×ĝĤا ĹĘ ﴾ْ §Áُ Á۪ oْ ُ À َ ّ : أي ﴿ُf ّ وĜאل اïùĤي אةĻéĤا نÍĘ ،ßđ×Ĥا אةĻè įÖ دóĺ ħĤ įّ Ĭأ ĵĥĐ لïĘ ĹìاóÝĤا ģĻ×ø ĵĥĐ ÕĻĝđÝĥĤ «ħà» ÙĺŴا ÛĤود .اخóÜ óĻĔ īĨ įÖ ģāÝĺو اءõåĤوا אبùéĤאÖ ųا Ʃ ĵĤإ عijäóĤا אıĬאرĝĺ ñÑĨijĺ ĵĥĐ إà×אت ñĐاب اĝĤ×ó وراÙè اĝĤ×ó، وĹĘ اóĝĤآن آĺאت ïÜل ĵĥĐ ذĤכ. ١ ط: ěĺóĈ. ٢ ر: ïĻĝÝĘ. ٣ ر: ñìÉÖه. ٤ ح ط ر: ĭĐכħ. ٥ ط: ĥĝÝĤ×כ. ٦ ط: ijİ. ٧ ر: ÕĥĝÖ. ٨ ر: إĵĤ اģĀŶ. ٩ ر: أĬ×ħıÝ. ١٠ ط - ً أïÖا، çĀ İאûĨ. ١١ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٣-٣٢/١ (ģĝĬ اėĤËĩĤ כŻم اóĻýĝĤي Ö×ăđ اĘóāÝĤאت.). ٥ ١٠ ١٥ 690 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İbrâhim b. Ca‘fer’in şöyle dediği nakledilir: Tefekkür ve tedebbür ederek Kur’ân’ı yedi yüz kez hatmettim. Nihayet Kur’ân’da kabir azabını ispata dair üç âyet buldum. Birinci âyet, “Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır.” [ el-A‘râf 7/24] âyetidir ki burada “ölüme kadar” anlamı kastedilir. Sonra “Orada yaşarsınız.” [ el-A‘râf 7/25] buyurmaktadır, bu da “kabirde” anlamına gelir, çünkü kabir de yeryüzündedir. Ölümden sonra hayat ancak kabirde olabilir. Yine “Ve orada ölürsünüz.” [ el-A‘râf 7/25] buyurur ki bu da kabirdeki bu hayatın ardından gelen ölüm anlamındadır. Ardından “Ve oradan çıkarılırsınız.” [ el-A‘râf 7/25] buyurur, bu da kabirden diriliş anlamına gelir. İkinci âyet, “De ki: Allah’tır sizi dirilten.” [ el-Câsiye 45/26] âyetidir. Bu, dirilere hitaptır, dolayısıyla ölümden sonraki dirilmeleri kastedilmektedir, çünkü zaten diri olanın diriltilmesi tasavvur edilemez. Ardından “Sonra sizi öldürecektir.” [ el-Câsiye 45/26] buyurmaktadır ki bu da “Bu hayattan sonra öldürecektir.” anlamına gelir. Ardından “Sonra sizi kıyamet gününe toplayacaktır.” [ el-Câsiye 45/26] buyurur ki bu da “Sizi hesap vermek üzere toplar.” anlamına gelir. Üçüncü âyet ise bu âyettir. Bu âyette “Sizler ölü idiniz.” buyurmuştur ki bu, “Analarınızın rahimlerinde ölü idiniz.” anlamına gelir. Sonra “Size hayat verdi, sonra sizi öldürecek.” buyurur ki bu da dünyadaki ölümdür. Daha sonra “Sonra size hayat verecektir.” buyurur ki bu kabirdedir. Ardından da “Sonra O’na döndürüleceksiniz.” buyurur ki bu da kıyamet günü olacak diriliştir. Kabir azabına delâlet eden âyetlerden biri, “Boğuldular ve derhâl ateşe girdirildiler.” [ en-Nahl 16/25] âyetidir. Âyetteki fe harfi aradan zaman geçmeksizin takip anlamı vermektedir. Kabir azabına delâlet eden bir başka âyet, “Ateş ki sabah akşam onlar ona arz edilirler.” [ el-Mü’min 40/46] âyeti ve hemen devamındaki “ Kıyamet koptuğu gün ise [denilir ki] Firavun ailesini en şiddetli azaba sokun!” [ el-Mü’min 40/46] ifadesidir. Burada “en şiddetli azap” ifadesinden kasıt cehennemdir. Kabir azabına delâlet eden bir başka âyet, “Onlara iki kez azap edeceğiz.” [ et-Tevbe 9/101] âyetidir. Yani biri dünyada sırlarının ifşa edilmesi sûretiyle azap, diğeri de kabirdeki azaptır. Âyetin devamında ise “Sonra büyük bir azaba sevk edileceklerdir.” [ et-Tevbe 9/101] buyurmuştur. Bir başka âyet ise “Ve elbette ki zalimler için bunun da ötesinde bir azap vardır.” [ et-Tûr 52/47] âyetidir ki burada da kabir azabı kastedilmiştir. Bir başka âyet de şehitler hakkındaki “Hayattadırlar ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Sevinç içindedirler…” [ Âl-i İmrân 170-169/3] âyetidir ki burada da kabir kastedilmiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 691 óכęÜ ďĨ ةóĨ ÙÐאĩđ×ø آنóĝĤا ÛĩÝì :אلĜ įĬأ ١ óęđä īÖ ħĻİاóÖإ īĐ Ĺכ ُ è ¿žِ ْ §ُ َ ªوَ ﴿:įĤijĜ ٢ وóÖïÜ ĵÝè اĭÝø×Ûĉ Żàث آĺאت ĹĘ إà×אت ذĤכ، إïèاİא :אلĜ ħà ،تijĩĤا ĵĤإ Ĺĭđĺ [٢٤/٧ ،افóĐŶا﴾ [±Áٍ n۪ »ٰ ªِ ٌYع ا ٌ َوَRَc َْ اÊْر ِض ُR َْcّ£َy ïđÖ אةĻéĤوا .رضŶا ĹĘ įĬŶ ؛ó×ĝĤا ĹĘ أي] ٢٥/٧ ،افóĐŶا﴾ [نَ¹ْÁَoْ َ b Y·Áَ ž۪ لYَ َ ¢﴿ َ ُ̄ ¹ُb ¹َن﴾ [اóĐŶاف، ٢٥/٧] ïđÖ ñİه اĻéĤאة ĹĘ b Y·Áَ ž۪وَ ﴿،ó×ĝĤا ĹĘ نijכÜ אĩĬإ تijĩĤا :įĤijĜ :ÙĻĬאáĤوا .ßđ×ĤאÖ ó×ĝĤا īĨ أي] ٢٥/٧ ،افóĐŶا﴾ [ ۟ ن¹َ jُ yَsْ bُ Y·َ³ْ®ِوَ ﴿،ó×ĝĤا ïđÖ ħıÐאĻèإ ĵĤإ כĤذ فóāĭĻĘ אءĻèŶا אبĉì اñİ [٢٦/٤٥ ،ÙĻàאåĤا﴾ [ْ§ Áُ Á۪ oْ ُ À ُ ﴿ِ¢ُ© ّ اà ٰ هñİ ïđÖ أي] ٢٦/٤٥ ،ÙĻàאåĤا﴾ [ْ§ ُ cÁُ ¯۪ ُ À َ ّ fُ﴿ :אلĜ ħà ،رijāÝĺ ź ĹéĤا אءĻèإ نŶ ؛ħıÜijĨ ٣ :ÙáĤאáĤوا .اءõåĥĤ ħכáđ×ĺ أي] ٢٦/٤٥ ،ÙĻàאåĤا_﴾ [ِ̄ َÁٰ£ِ ْ ِ اª ¹َْم À »ٰ ªِ َ ْk َ ¯ُ ُ §ْ ا À َ اĻéĤאة، ﴿ُf ّ ĹĘ ﴾ْ §ُ cÁُ ¯۪ ُ À َ ّ fُ ۚ ْ¦Yُ Áَnْ َ َ ْR¹َ ً اYb ﴾أي ĹĘ أرèאم أıĨאÜכħ،﴿ žَY ñİه اÙĺŴ:﴿ َو ُ¦ُ³ْcْ ا .ÙĨאĻĝĤا مijĺ ßđ×ĤאÖ ﴾ن¹َ ُ jَ yْbُ µِÁَْ ªِ َ ا ّ fُ﴿ ،ó×ĝĤا ĹĘ ﴾ْ §Áُ Á۪ oْ ُ À َ اĻĬïĤא، ﴿ُf ّ َ ً Yرا﴾ [اģéĭĤ، ٢٥/٧١[، و«اęĤאء» ÕĻĝđÝĥĤ óĻĕÖ óÜاخ، ُ ْد ِrُ«¹ا ² ¹¢ُا žَY ِ yšْ ُ وıĭĨא įĤijĜ:﴿ ا َ £ُ ¹ُم َ¹َْم b Àوَ ﴿:אلĜ ħà [٤٦/٤٠ ،īĨËĩĤا﴾ [ۚ YÁًّ ƒِ َوَ واًّ uُ šُ Y·َÁَْ ُ َْy Šُ ¹َن َ» À رYُ َ وıĭĨא įĤijĜ: ﴿ ّ اª³ ْ َ َw ِ اب﴾ [اīĨËĩĤ، ٤٦/٤٠ [أي اħĻéåĤ، وıĭĨא įĤijĜ: َ اª uّ ‚َ َ َٰل ْžِyَ¹َْن ا ¹ٓا ا َ ْد ِrُ« ّ اªَ َY ُ _ا ،ó×ĝĤا ĹĘ ةóĨو óÝùĤا כÝıÖ אĻĬïĤا ĹĘ ةóĨ أي] ١٠١/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [±ِÁَْ bَ yّ®َ ْ·ُ\ُ ِ wّ َ³ُ~َ ﴿ ۚ﴾ [اÙÖijÝĤ، ١٠١/٩ [وıĭĨא įĤijĜ: ٍ Á۪ َ اب ٍ wَ َ »ٰ ªِ ُ َون ا َُyّد À َ ّ fُ﴿ [ أ ١٠٠] :אلĜ ħà įĤijĜ אıĭĨو ،ó×ĝĤا ĹĘ Ĺĭđĺ [٤٧/٥٢ ،رijĉĤا﴾ [¥َ ِ َ ُ̄¹ا َ َw ً ا\Y ُد َون ٰذª «’َ ±À َ w۪ َّ «ِ ª َ ِ ّن ﴿َوا [١٧٠-١٦٩/٣٠ ،انóĩĐ آل ﴾ [±Áَ n۪ ِ ُ ْyَز¢ُ ¹َۙن žَy À ْ·ِ\ِّرَ uَ³ْ ِ ءYٌ ٓÁَnْ َ ĹĘ ěè اïıýĤاء: ﴿ا ïĤو ،įÝĜو ĹĘ אنı×Āأ ïĭùĨ ،(م ١٠١٨ / ـİ ٤٠٨) ديõĻĤا ĹĬאäóåĤا óęđä īÖ ħĻİاóÖإ īÖ ïĩéĨ ųا ï×Đ ijÖأ ijİ ١ ،يïęāĥĤ אتĻĘijĤאÖ ĹĘاijĤا :óčĬا .אنı×ĀÉÖ ĹĘijÜو ،ةóĻáכ÷ ĤאåĨ ĵĥĨوأ ،ةïĨ אıĭĈijÝøوا رijÖאùĻĭÖ ÉýĬو אنäóä ĹĘ ٢٥٥/١؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٢٩٥/٥ ٢ ط: أİïèא. ٣ ط: واáĤאßĤ. ٥ ١٠ ١٥ 692 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kabir azabına delâlet eden başka bir âyet, “Keşke kavmim bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve ikram edilenlerden kıldığını.” [ Yâsîn 36/26-27] ifadeleridir. Kabir azabına bir başka delil ise “Elbette onun için dar/sıkıntılı bir yaşam vardır.” [ Tâhâ 20/124] âyetidir. Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Peygamber aleyhisselâmın âyeti “ kabir azabı” şeklinde tefsir ettiğini rivayet etmiştir.1 “Ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.” Sümme (sonra) ifadesi yedi anlamda kullanılır: 1. Aralarında zaman farkı olan iki şeyin sıralaması için kullanılır. Bu âyetteki kullanım buna örnektir. 2. Vâv harfi ile aynı anlamda kullanılır: “Sonra Allah şahittir.” ( Yûnus 10/46] Yani “Ve Allah şahittir.” anlamındadır. 3. “Birlikte” anlamında kullanılır: “Sonra iman edenlerden olur.” [el-Beled 90/17] 4. Varlıkta değil, fakat sadece ifadede söz konusu olan sıralama için kullanılır: “Biz sizi yarattık, sonra size sûret verdik.” [ el-A‘râf 7/11] 5. Takdim ifade etmek için kullanılır: “Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır. Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır.” [ es-Sâffât 37/66-67] 6. Cümle başı olarak kullanılır: “Sonra kitaba varis kıldık.” [ Fâtır 35/32] 7. Hayret uyandırma ifadesi olarak kullanılır: “Sonra kâfirler Rablerine eş koşarlar.” [ el-En‘âm 6/1] “Döndürüleceksiniz” (türce‘ûn) ifadesini kıraat imamlarının çoğunluğu te harfinin ötresi ile okumuştur, Ya‘kūb el-Hadramî ise te harfinin fethası ile terci‘ûn şeklinde okumuştur ki bu onların Allah’a döneceklerine dair haber anlamına gelir. İlk okunuştaki anlam ise Allah’ın onları kendine döndüreceğinin bildirilmesidir. Aynı anlam “Sonra onlar Allah’a döndürülürler.” [ el-En‘âm 6/62] ve “Her nerede olursanız olun Allah hepinizi getirir/toplar.” [ el-Bakara 2/148] âyetlerinde de vardır. Necmeddîn en-Nesefî şöyle der: Benim bu âyetlerin nazmının tercümesine dair [ Farsça] şu beyitlerim vardır: 1 Bkz. Hâkim, el-Müstedrek, 2: 413. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 693 ﴾±Áَ ®۪yَ§ْ ¯ُ ْ ³۪¿ ِR ±َ اª َ «َjَ وَ\¿ ّ۪رَ¿ ª۪ yَŸَšَ Y¯َ ِ َ ُ̄ ¹َۙن \ «ْ َ À ¿®۪ ¹َْ ¢ aَ Áَْ ª Yَ À﴿ :įĤijĜ אıĭĨو ١ روى أijÖ .אĝĻĄ أي] ١٢٤/٢٠ ،įĈ] ﴾ą§ً ³ْŠَ _ًƒÁَ ۪®َ µُ َ ª َ نّ Yِžَ﴿ :įĤijĜ אıĭĨو] ٢٧-٢٦/٣٦ ،÷ĺ] ٣ .ó×ĝĤا ابñđÖ ٢ هóùĘ įĬأ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐ Ġ ريïíĤا ïĻđø :įäأو Ùđ×ø ĵĥĐ ءĹåÜ «ħà» ﴾ن¹َ ُ jَ yْbُ µِÁَْ ªِ َ ا ّ fُ﴿ :įĤijĜو .ÙĺŴا هñİ ĹĘ אĩכ ĹìاóÝĤا ďĨ ÕĻÜóÝĥĤ :אİïèأ .ïĻıü ųوا Ʃ أي] ٤٦/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾uÁ ٌ ·۪ ‚َ ُ َ ّ اà ٰ ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ اوijĤا ĵĭđĩÖ :ĹĬאáĤوا ٰ َR¹³ُا﴾ [اĤ×ïĥ، ١٧/٩٠[. ا ±À َ w۪ َّ َ َ¦ َYن ِR ±َ اª ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ כĤذ ďĨ ĵĭđĩÖ :ßĤאáĤوا ْ¦Yُ ³َ ْ £َ «rَ uْ£ََ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ אĩכ ٤ دijäijĤا ĹĘ ź óכñĤا ĹĘ ÕĻÜóÝĥĤ :ďÖاóĤوا َ ُY¦ْ] ﴾اóĐŶاف، ١١/٧]. َ ْر² ¹ّ†َ َ ّ fُ :įĤijĜ ĵĤإ] ٦٦/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾ [Y·َ³ْ®ِ ن¹َ» ُ¦ِÊٰ َ ْ·َُ ²ّYِžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ħĺïĝÝĥĤ :÷ĨאíĤوا ِ﴾ [اāĤאĘאت، ٦٨/٣٧]. Áo۪ kَ ْ َ« اª ªِ Êَ ْ·َُjِ yْ®َ َ ِ ّن َ ا ّ fُ﴿ .[٣٢/٣٥ ،óĈאĘ] ﴾بY َ cَ§ِ ْ َْوَرْf³َY اª َ ا ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ اءïÝÖŻĤ :אدسùĤوا ُ ¹َن﴾ [اđĬŶאم، ١/٦]. ªuِ ْ َ À ْ·ِ\ِّyَِ \ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ اª ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÕĻåđÝĥĤ :ďÖאùĤوا ،אءÝĤا çÝęÖ ن¹َ ُ jِ yْ َ b بijĝđĺ أóĜو ،אءÝĤا ħąÖ اءóĝĤا ÙĨאĐ أóĜ ﴾ن¹َ ُ jَ yْbُ﴿ :įĤijĜو ،įùęĬ ĵĤإ ħıđäóĻĘ כĤذ ħıÖ ģđęĺ ųا Ʃ أن אر×ìإ ولŶوا ،ħıĐijäر īĐ אر×ìإ ijİو ُ ِ ُ§ ُ ّ اà ٰ ْ ِت \ Oَ ¹ُا À ²¹§ُ َ b Y®َ ±َ Àَْ َ« ّ اà ِٰ] ﴾اđĬŶאم، ٦٢/٦] وĜאل: ﴿ا ªِ ُٓوا ا َ ُرّد ّ fُ﴿ :įĤijĝכ ijİو ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ١٤٨/٢]. YÁ ً ¯۪ jَ ħčĬ ÙĩäóÜ ĹĘ אتĻÖأ ĹĤو ،}:ųا Ʃ įĩèر īĺïĤا ħåĬ ٥ {Ĝאل اëĻýĤ اĨŸאم اģäŶ ñİه اĺŴאت: ١ م ح ط - أي ĝĻĄא، çĀ İאûĨ م. ٢ م: óùĘ. ٣ اóčĬ: اïÝùĩĤرك éĥĤאכħ، ٤١٣/٢؛ إà×אت ñĐاب اĝĤ×ó ĥĤ×ĹĝıĻ، ص. .٥٩ .ûĨאİ çĀ ،دijäijĤا ĹĘ ź óכñĤا ĹĘ ÕĻÜóÝĥĤ ďÖاóĤوا﴾ ا¹³ُRَ ٰ ا ±À َ w۪ َّ َ َ¦ َYن ِR ±َ اª ٤ ط - ﴿ُf ّ ٥ ح - اģäŶ. ٥ ١٠ ١٥ 694 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ölü idin, sonra diri oldun. Bir müddet yaşadıktan sonra yine öleceksin. Haşir, amel defteri, terazi ve hesap derken cehenneme atılacaksın. Zalimler orada kalacak, takvâ sahipleri ise cennete iletilecek. Cennete iletilenler ebedî bir hayat ve saltanat bulur, cehennemde kalanlar ufalanıp paramparça edilir. 29. O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi bilendir. [ el-Bakara 2/29] “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır.” Hüve (o) zamiri aslında he harfinden ibarettir, sonundaki vâv harfi ötrenin tam telaffuzu içindir. Hüve zamiri, daha önce zikri geçmiş olan bir şeye işaret ve delâlet eder. Burada ise hüve zamiri bir âyet öncesinde zikredilen “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?” [ el-Bakara 2/28] ifadesindeki Allah lafzına işaret eder. Bu âyetin önceki âyet ile irtibatı iki açıdan kurulabilir: Birincisi: Bu âyette kâfirlere şöyle hitap edilmektedir: Sizi yaratan, yeryüzündeki her şeyi sizin için var eden Allah olduğu hâlde, O’nu nasıl inkâr edersiniz? Onun sizi nasıl yarattığına bir bakın? Kudretini düşünün! Yeryüzündekileri sizin için nasıl yarattığına bakın ve size olan lutfunu görün de O’nun rabliğini bile bile inkâr etmeyi, O’na hizmette kusuru ve ibadetten yüz çevirmeyi kendiniz için câiz görmeyin. İkincisi: Âyet müminlere hitaptır. Bu durumda âyetin öncesi ile irtibatı şöyledir: Önce kâfirleri kınamış, ardından da müminlere lutuf ile hitap ederek “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır.” buyurmuş, onlara sizler dünya nimetlerinin yaratılması konusunda asıl muhataplarsınız, âhiret nimetleri de sadece size mahsustur. Nimetler dünyada aslî olarak size aittir, kâfirler ise size tâbi olarak (sizin sayenizde) o nimetlere sahip olur, ayrıca âhirette nimetler kâfirlere değil, sadece size mahsus olacaktır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış? De ki: Bunlar, dünya hayatında (asıl olarak) müminler içindir. Kıyamet gününde ise (kâfirlere değil) yalnız onlara özgüdür.” [ el-A‘râf 7/32] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 695 ُóد َه ijÖدى و Öאز زïĬه ïüى وز Ö ÷زůŜïĬ ijíÖاĵİ Ĩ ُóد Ĩ ُóد ŋ ُ Öאز óýè و כÝאب و وزن و ùèאب Öאز ijìاïİ َ ïÖوزÛì ùÖ ُóد Ö ÛĭåÖ ïİاijì را ĵĝÝĨ ïĬאĨ אåĬآ در ïİاijì را אنĩĤאČ ُĥכ واĬכį ĨאïĬïĬ رõĺه כóدد و ُóìد ١ Ĩ و ïÖאĺ ïĥìُ ïĬَ ُóد Ö įכĬآ īƪ ُ ıĺ Ʃ ij َ َٓ ِאء َùĘ ĩ ƪ ٰٓى ِاَĵĤ اùĤ ijَ اÝø ْ ƪ ħàُ אđĻ ً ĩ۪ äَ ضِ ْ َא ِĹĘ ْ َ اźر Ĩ ْ ħכُ Ĥَ ěَ ĥَìَ يñ۪ Ĥاƪ َ ijİُ -٢٩ ٌ۟ ħĻĥ۪Đَ ءٍ ْ Ĺüَ ِģّ כُ Öِ َ ijİُ َ َ ٍ اتۜ و ij ٰ ĩøَ َ ďْ ×øَ Ĺİ אİïèو אءıĤا :»ijİ» ﴾YÁ ً ¯۪ jَ ضِ رْÊا َْ¿ žِ Y®َ ْ §ُ َ ª ¡َ َ «rَ يw۪ َّ ªا ¹َ¶ُ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٢ ø×ě ذכóه أو ïĝÜم اģĀŶ، واijĤاو إü×אع ÙĩąĥĤ، وĹİ כÙĩĥ إüאرة ودÙĤź ĵĥĐ Ĩא ﴾ِٰ ÃYّ ِ َ ْ§ ُŸُy َون \ b َ Áْ¦َ﴿ :אıĥ×Ĝ ĹÝĤا ÙĺŴا ĹĘ óذכ אĨ ĵĤإ Ùđäرا ÙĤźد אĭİ Ĺİو .هïıĐ [اĤ×óĝة، ٢٨/٢]. واčÝĬאم ñİا ÖאŶول īĨ وīĻıä: ِ وijİ اñĤي ĝĥìכħ وijİ ųאِÖ Ʃ ُ َون َ ْכُóę Ü ėَ ْ Ļَ أĩİïèא: ñİا ĉìאب اĤכęאر ووįıä: כ واóčĬوا įÜرïĜ ĵĤإ ħאכĺإ įĝĻĥíÜ ĹĘ واóčĬאĘ ħכĤ א ً đĻĩä رضŶا ĹĘ אĨ ěĥì يñĤا ĹĘ óĻāĝÝĤوا įÝĻÖijÖر دijéä واõĻåÝùÜ ŻĘ įÝĭĨ ĵĤإ ħכĥäŶ رضŶا ĹĘ אĨ ěĻĥíÜ ĹĘ .įÜאد×Đ īĐ اضóĐŸوا įÝĨïì ٣ īĻĭĨËĩĤا ėĈź ħà īĺóĘכאĤا ëÖو įĬأ אıĩčĬ įäوو īĻĭĨËĩĤا אبĉì įĬأ :ĹĬאáĤوا ħÝĬوأ אĻĬïĤا ħđĬ ĹĘ لijĀŶا ħÝĬÉĘ ﴾YÁ ً ¯۪ jَ ضِ رْÊا َْ¿ žِ Y®َ ْ §ُ َ ª ¡َ َ «rَ يw۪ َّ ĝĘאل: ﴿ ُ¶¹َ اª ،ÙĻđ×ÝĤا ěĺóĉÖאرęכĥĤو ÙĤאĀŶا ěĺóĉÖ אĻĬïĤا ĹĘ ħכĤ [ اijāÝíĩĤن ħđĭÖ اĝđĤ×ĵ،] ١٠٠ب َ َم ۪ز َÀَ³ _ّ اà ِٰ yّnَ ±ْ ®َ ©ْ ¢ُ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ÙĻĀijāíĤا ěĺóĉÖ אرęכĤا دون ةóìŴا ħđĬ ħכĤو ﴾YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ٰ َR¹³ُا žِ¿ اª ا ±À َ w۪ َّ «ِ ª َ ۜق ¢ُ ْ© ِ¶¿ ِ ْزِ yªّ ا ±َR ِ تY ِ ]َÁِّ َ َِِ[ ِYد۪ه َو ّ اª ª جَyَrْ َ ۪cٓ ¿ا َّ اª ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٣٢/٧] أي ïÖون اĤכęאر، _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ َ¹َْم اª À _ً‡َ ِ [اóĐŶاف، ٣٢/٧] أي ĹĘ اĀŶאÙĤ، ﴿ َªYr ١ ط ر - Ĝאل اëĻýĤ اĨŸאم اģäŶ... ĨאïĬïĬ دõĺه כóدد وóìد. ٢ ط - Ĩא. .ûĨאİ çĀ ،īĻĭĨËĩĤا ėĈź ħà īĺóĘכאĤا ëÖو įĬأ אıĩčĬ įäوو - ط ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 696 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dolayısıyla kâfirler cennet içeceklerinden bir yudum dahi tadamazlar. Allah Teâlâ onlar hakkında şu haberi verir: “Cehennemlikler cennetliklere ‘Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın.’ diye çağrışırlar. Onlar ‘Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır.’ derler.” [ el-A‘râf 7/50] Tefsirine gelince, bir görüşe göre “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır.” ifadesi “Yeryüzündekilerin zaman içinde birbirini müteakiben ortaya çıkmalarını takdir etti.” anlamındadır. Çünkü bu ifade dünyada var olan ve var olacak olan her şeyi içerir, ancak cümlede geçmiş zaman formu ile ifade edilmiştir, dolayısıyla anlam “var etmek” değil, “takdir etmek” şeklindedir. Sonra cahil mutasavvıflar içerisinden ibâhî bir grup buradaki “sizin için” ifadesini mutlak olarak anlamış ve her şeyin mubah olduğu şeklinde yorumlamış, “Haram, kısıtlama, nehiy ve emir yoktur, mârifet tahakkuk ettikten, muhabbet kuvvetlendikten sonra hizmet (kulluk/ibadet) vazifesi düşer, haramlık kalkar, çünkü seven sevdiğini onu yoracak şeylerle mükellef kılmaz, onu istediklerinden alıkoymaz.” demişlerdir. Bu onların açık küfrü, imandan alenen çıkmaları demektir. Hâlbuki Allah Teâlâ yasak koymuş, emir vermiş, haram kılmış, vaad etmiş, müjde vermiş, tehditte bulunmuştur. Naslar bu konuda açıktır, deliller çok ve birbirini destekler mahiyettedir. Şu hâlde kim bu âyeti mutlak mubahlık olarak anlarsa dinden bütünüyle çıkmış olur. Âyetin sahih anlamı Abdullah b. Abbas’ın dediği gibi şöyledir: “Bunları sizin menfaat ve maslahatınız için yarattı.” Bunun açıklaması şudur: Dünyada bulunan her şey sizin ihtiyaçlarınızın giderilmesi, geçiminizin temini içindir. Âdet gereği insanoğlu yeme-içme olmadan, elbise ve örtünecek şeylerle sıcak ve soğuğa karşı kendini korumadan hayatta kalamaz. Allah Teâlâ bütün bunları sizin için hazır etmiştir. Ayrıca yeryüzünde zorunlu ihtiyaçlarınıza ilâve güzellikler, ziynetler, rahat edip dinlenebileceğiniz türlü vesileler de vardır. Gökyüzü tavanınız, güneş kandiliniz, ay ışığınız, yıldızlar rehberiniz, rüzgâr ferah vesileniz, yağmur imdadınız, kar serinleticiniz, bulut gölgeniz, toprak yaygınız, nehirler pınarınız, tohum ve meyveler rızkınız, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 697 بY َ oَ †ْ َ ِ ا َYر ³ªا ّ بY ُ oَ †ْ َ َ ٰYدٓى ا ا ħıĭĐ:﴿َو² ً ó×ì ĵĤאđÜ אلĜ ،ÙĭåĤا ٢ ١ Ĩאء īĨ ÙÖóü نijĤאĭĺ ŻĘ ﴾±À َۙ ۪ yžYِ §َ ْ َ« اª «َ Y¯َ·ُ®َ َ yّnَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ¹ُٓا ا ªYَ ¢ ۜ ُ َ ُ§ ُ ّ اà ٰ َY َرَز¢ َْو ِRّ̄ ٓ ِYء ا ¯َ ْ ªا ±َR ِ Y³َÁَْ ž۪ ُÁ¹‹ا َ» َ َ ْن ا َ ِ_ ا ³ّkَ ْ اª [اóĐŶاف، ٥٠/٧]. א ïđÖ وÛĜ؛ įĬÍĘ ً َ ُ§ ْ﴾ أي ïĜر أن ĺכijن وÝĜ ª ¡َ َ «rَ يw۪ َّ ªا ¹َ¶ُ ﴿ :ģĻĜ ïĝĘ óĻùęÝĤا אĨوأ א ĵĥĐ ً واďĜ ĵĥĐ ّכģ Ĩא כאن ĹĘ اĻĬïĤא وĨא ĺכijن، وïĜ ذכó ÙĕĻāÖ اĩĤאĹĄ Ęכאن واđĜ اóĺïĝÝĤ دون اåĺŸאد. ĵĥĐ ﴾ْ §ُ َ ª﴿ :įĤijĜ ĹĘ مŻĤا اijĥĩè Ùĥَ ıَ åĤا ÙĘijāÝĩĤا īĨ ÙèאÖŸا ģİأ إن ħà وإذا ،óĨأ źو ĹıĬ źو óåè źو óčìْ ź» :اijĤאĜو قŻĈŸا ĵĥĐ ÙèאÖŸوا َ قŻĈŸا ėĥכĺ ź ٣ ÕĻ×éĤאĘ ؛ÙĨóéĤا ÛĤوزا ÙĨïíĤا Ûĉĝø Ù×éĩĤا تïכÉÜو ÙĘóđĩĤا ÛĝĝéÜ ُ óاح وóìوج īĨ اĩĺŸאن Ā ٌ óęכ ħıĭĨ اñİو .»į×ĥĉĺو هïĺóĺ אĨ įđĭĩĺ źو į×đÝĺ אĨ į×Ļ×è ٥ واijāĭĤص Ʃ اų وأóĨ وأÖאح وóčè ووïĐ وأوïĐ ّ وóýÖ ّ وïİد، ĵıĬ ٤ āĘÍÖאح، وïĜ īĨ ëĥùĬا ïĝĘ ÙĝĥĉĩĤا ÙèאÖŸا ĵĥĐ ÙĺŴا هñİ ģĩè īĩĘ ،ةóİאčÝĨ ģÐźïĤوا ،ةóİאČ .ħכéĤאāĨو ħכđĘאĭĩĤ ěĥì :ġ אس×Đ īÖا ٦ אلĜ אĨ çĻéāĤا ģĩéĩĤאĘ ،ÙĻĥכĤאÖ īĺïĤا źإóý×ĥĤאدةĐ ٧ אءĝÖŻĘ،ħכüאđĨامijĜو ħכåÐاijèďĘïĤ אĻĬïĤاĹĘאĨ ďĩäأنįèóüو ÉذĤככıĻĘįĥאĤכħ. وıĻĘא ّ ٨ وĻİïĜ ÖאđĉĤאمواóýĤاب،ودďĘاóéĤواĤ×óدÖאŶכĭאنواijàŶاب ً أąĺא زواïÐ ĵĥĐ اóąĤورĺאت īĨ ĭÜאول اĻĉĤ×אت واģĩåÝĤ ijĬÉÖاع اĭĺõĤאت واÕĥĝÝĤ ĹĘ óĩĝĤوا،ħכäاóø÷ĩýĤوا،ħכęĝøאءĩùĤאĘאت؛èاóĤاعاijĬÉÖواحóÝøźاتواñĥĤهاijäو אبéùĤوا ،ħכåĥà ãĥáĤوا ،ħכàאĻĔ ßĻĕĤوا ،ħכè ْ َ و ijĬرכħ، واijåĭĤم ïİاכħ، واçĺóĤ ر ĥČכħ، واŶرض ùÖאĈכħ، واĤ×éאر واıĬŶאر ĝøאؤכħ، واéĤ×ijب واĩáĤאر أرزاĜכħ، ١ م ط: ĩĨא. ٢ م ط - Ĩאء. ٣ ر: إذ اéĤ×ÕĻ. ٤ ط ر: ïĝĘ. ٥ ر + وóāÖ. ٦ ط ر: ĜאįĤ. ٧ ط: وź ĝÖאء. ٨ ط: واijÖŶاب. ٥ ١٠ ١٥ 698 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri güller ve reyhanlar kokunuz, bahçeler ve bostanlar gezip dolaşma yerleriniz, şifalı bitkiler ilacınız, güzel elbiseler giysileriniz, cevherler takılarınız, güzel etler yiyeceğiniz, gemiler ve hayvanlar bineğinizdir. Sonra hususi olarak herhangi bir kimsenin malı olmadığı sürece avladığınız hayvanlara, topladığınız ağaçlara, bitkilere, ağaç meyvelerine erişmekle mâlik olur, mülk sahiplerinin elinde olanlara ise meşru ve geçerli alışveriş akitleri ile sahip olursunuz, böylece bunlardan faydalanırsınız. Başkalarının mülkü olan şeylerden size meşru kılındığı şekilde ödünç alma, kiralama gibi yollarla da faydalanabilirsiniz. Bütün bunların hepsinden herhangi bir haramı işlememek ve günaha girmemek kaydıyla, kendilerine bakarak, kokularını alarak, gölgelerinde gölgelenerek, yollarında yürüyerek, güzel seslerini keyifle dinleyerek de faydalanabilirsiniz. Yine nikâh (cinsel birleşme) hazzına da nikâhlama ve cariye olarak alma yolları ile erişebilirsiniz.Eziyet ve zarar veren hayvanlar ve pis olan varlıklar ise size cehennem azabını hatırlatır, öyle olmayan varlıklardaki nimetleri bilmenizi sağlar ki bu da büyük bir nimettir. Bütün bunlardan daha büyük nimet ise bu varlıklardan yola çıkarak Allah’ın birliğine ulaşmanızdır. Allah Teâlâ “Onlara âyetlerimizi ufuklarda ve kendi nefislerinde göstereceğiz.” [ Fussilet 41/53] buyurur. Bina onu yapana, yazı onu yazana, boya onu boyayana, sanat eseri onu yapan sanatçıya delâlet eder. Hakikat ehli âyetin anlamı konusunda çeşitli görüşler dile getirmiştir. Kimine göre âyetin mânası, “Yeryüzündekileri sizin için yarattı ki onlarla kuvvet bulup Allah’a itaat edebilesiniz, yoksa onları günahlarda kullanasınız diye değil.”; kimine göre ise “Bunları sizin için yarattı ki Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini sayasınız ve elinizdekinden daha fazlasına ulaşmak için şükredesiniz.” şeklindedir. İbn Atâ şöyle demiştir: Yeryüzündekileri sizin için yarattı ki bütün kâinat senin için olsun, sen de bütününle Allah için olasın ve senin için olanla meşgul olup da senin kendisi için olduğun varlıktan (Allah’tan) uzak kalmayasın. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 699 ،ħכäŻĐ ÙĺدوŶوا ħכÜאَ İ ƪ õَ ĭ َ Ý ُ Ĩ ěÐاïéĤوا אضĺóĤوا ،ħכ×ĻĈ īĻèאĺóĤوا ١ واŶوراد īęùĤوا ،ħכĥכÉĨ Ù×ĻĉĤا مijéĥĤوا ،ħכĻĥè óİاijåĤوا ،ħכùÖŻĨ ÙùĻęĭĤا אبĻáĤوا واđĬŶאم óĨاכ×כħ. ħà إĬכħ ĥĩÜכijن Ĩא כאن īĨ ĭä ÷اijĻāĤد واÕĉéĤ واûĻýéĤ وĩàאر اåĤ×אل واĤ×óاري اĹÝĤ Ĺİ óĻĔ ijĥĩĨכÙ ęĭÖ ÷اŻĻÝøźء وĨא ĹĘ أïĺي ّ اŻĩĤك ] ÖאĻĐŶאن اijĥĩĩĤכÙ ĻĔŷĤאر أ ١٠١] ٣ ٢ وijđęÝĭÜن، ÖאijĝđĤد اóýĩĤوÙĐ اÙéĻéāĤ، ħüو אıĻĤإ óčĭĤאÖ ģכĤאÖ ٤ ÖאĐŸאرة واäŸאرة واÖŸאÙè ĩĻĘא óüع įĻĘ ذĤכ، وijđęÝĭÜن ٦ اĩøŶאع ÕĻĉÖ ٥ واijĥùĤك ĹĘ ıĜóĈא، واñĥÝøاذ رĺאıèא، واŻčÝøźل ıĤŻčÖא، م واŻÝäب ħàÉĨ، واijĀijĤل إĵĤ ŻĨذ اĬŶכÙé ّ óéĨ כאبÜار įĻĘ ÷ĻĤ אĩĻĘ אıÜاijĀأ ĥĩÖכ اĭĤכאح وĥĨכ اīĻĩĻĤ. وأĨא اijĻéĤاĬאت اąĤאرة اËĩĤذÙĺ واĻĐŶאن اÙùåĭĤ اíĤ×ÙáĻ ıĻęĘא ñÜכóĻ ÖijĝĐאت ďęĬ įĥכ ٧ כĤذ īĨ ħčĐوأ ،ħĻčĐ ďęĬ ijİو ،אİادïĄأ ĹĘ ħđĭĤا ÙĘóđĨو ُ ،ħĻéåĤا ³َِY žِ ¿ْ ٰ اÊžَ ِYق َوٓž۪¿ bYَ Àٰ ۪ ِÀ·ْ ا y³ُ~َ ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ ÙĻĬاïèو ĵĥĐ אıÖ لźïÝøźا ĵĥĐ ÙĔאĻāĤوا ،ÕÜכאĤا ĵĥĐ ćíĤوا ،ĹĬא×Ĥا ĵĥĐ ģĻĤد אءĭ×ĤאĘ [٥٣/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾ْ·ِِ Ÿُ ²َْ ا اāĤאēĺ، واijĭāĩĤع ĵĥĐ اāĤאďĬ. ĹĘ אĨ ħכĤ ěĥì :אهĭđĨ :ħıąđÖ אلĜ ،ģĺאوĜأ įĻĘ اijĤאĜ ïĝĘ ÙĝĻĝéĤا ģİأ אĨوأ כĤذ ħכĤ ěĥì :ģĻĜو .įÝĻāđĨ هijäو ĹĘ هijĘóāÝĤ ź įÝĐאĈ ĵĥĐ įÖ وا ّ اźرض؛ ijĝÝÝĤ .ħכĺïĤ אĨ ĵĥĐ ïĺõĩĥĤ א ً ×ĥĈ ħכùęĬأ īĨ óכýĤا اijąÝĝÝĘ ħכĻĥĐ ųا Ʃ ÙĩđĬ واïđÝĤ وĜאل اīÖ ĉĐאء: ěĥì Ĥכħ Ĩא ĹĘ اŶرض ĻĤכijن اĤכijن כįĥ Ĥכ وÜכijن أÛĬ .įĤ ÛĬأ īĩĐ כĤ אĩÖ ģĕÝýÜ ŻĘ ،ų Ʃ כÝĻĥכÖ ١ ر - واŶوراد. ٢ ر + وإÖאħıÝè وإïİاħıÐ وİ×ħıÝ. ٣ ر: ijđęÝĭÝĘن. ٤ ر: ijđęÝĭÝĘن. ٥ ط: ıĤŻČÍÖא؛ ر: ıĥčÖא. ٦ ط: واñĥÝøźاذ. ٧ ط: ذĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 700 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kuşeyrî şöyle demiştir: “Bütün yaratılmışları size amade kılmıştır ki bu, onlardaki her şeyden faydalanma anlamındadır. Nitekim siz yeryüzünde ikāmet edersiniz, göğün altında iskân edersiniz. Yaratılmış olan her şeyden bir başka şekilde faydalanırsınız, hatta üzerinde tefekkür edeceğiniz her varlık ve eserde Allah’ın kudretinin mükemmelliğini ve rububiyetinin zuhûrunu görürsünüz.”1 Fiillerin ve varlıkların ( a‘yân), haklarında şer‘î hüküm konulmadan önce mubah mı, haram mı oldukları, yoksa bu konuda duraksamak mı gerektiği konusunda usulcüler ihtilâf etmişlerdir. Hâliyle bütün bu hususlar sadece mükellef olması mümkün olan insanlar ve sadece iradeye dayalı fiiller için söz konusudur, tabii olarak ortaya çıkan fiiller için söz konusu değildir, çünkü bunlar teklif kapsamına girmez. Eş‘ârîlere göre şer‘î hükmün konulmasından önce fiillerde haramlık, farzlık ya da mubahlık olmaz. Haramlık yasakla, farzlık emirle, mubahlık ise mutlak ifade kullanmakla olur ki şer‘î hüküm konulmadan önce bunların hiçbiri yoktur. Bu konuların tamamında Eş‘arîlere tevakkuf (duraksama) görüşünü nispet eden hata etmiş olur, çünkü tevakkuf görüşünü savunmak, tevakkuf etmenin gereğine inanmak demektir ki Eş‘arîler şer‘î bildirim olmaksızın herhangi bir şeyin “gerekli olduğunu” düşünmezler. Ehl-i hadîs kelâmcı ve fakihlerinden bir grup ile Mu‘tezile ve İmâmiyye ekollerinden bazı kimseler bu fiillerin haram/yasak kapsamında olduğu, çünkü bu tür fiilleri işlemenin başkasının mülkünde, hak sahibinin izni olmaksızın tasarruf etmek anlamına geleceğini savunurlar. Kelâmcılar içerisinde Mu‘tezile ve Irak fakihleri arasından Ebü’l-Hasen el-Kerhî, Ebû Bekir er-Râzî ve diğerleri bu âyet ve “Size rızık olsun diye…” [ el-Bakara 2/22], “Size amade kıldı.” [İbrâhîm 14/32] âyetlerinden hareketle bu fiillerin mubah olduğunu söylemişlerdir. Çünkü eşya, mükellefler için yaratılmış olduğuna göre mükelleflerin onlardan faydalanma hakları, onların haram/yasak olduğuna dair bir şer‘î hüküm konulmadığı sürece bâkidir. Ayrıca eşya kendilerinden faydalanılsın diye yaratılmıştır. Yaratıcı onlardan faydalanacak değildir. Eğer kullar da onlardan faydalanmayacaksa o zaman eşyanın var edilmesinde herhangi bir hikmet ve fayda kalmamış olacaktır. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 33. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 701 لijāè ĵĭđĨ ĵĥĐ אتĜijĥíĩĤا ďĻĩä ħכĤ óíø» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ١ وÖכģ اęÝĬźאع Öכģ Ĺüء ıĭĨא؛ ĵĥđĘ اŶرض óĝÝùÜون، وÛéÜ اĩùĤאء ÝùÜכijĭن، رijıČو įÜرïĜ אلĩوכ źإ įĻĘ ħÜóכĘ ّ óàوأ īĻĐ īĨ אĨ ģÖ ،نijđęÝĭÜ óìآ įäijÖ قijĥíĨ ٢ .«نijĘóđÜ įÖ įÝĻÖijÖر واėĥÝì أģİ اijĀŶل ĹĘ اđĘŶאل واĻĐŶאن Ĝ×ģ ورود اďĩùĤ أıĬא ĵĥĐ اóčéĤ دون óý×Ĥا īĨ įęĻĥכÜ çāĺ īĨ ěè ĹĘ כĤذ ģوכ ٣ أو ĵĥĐ اÖŸאÙè أو اėĜijĤ، ٥ ذĤכ ĹĘ ģìïĺ ź ٤ ħİóĻĔ وĹĘ اđĘŶאل اĻÝìźאرÙĺ دون Ĩא ďĝĺ ÖאĉĤ×ÙĻđ واijåĤاóİ؛ إذ اÝĤכėĻĥ. أĨא اđĘŶאل ïĭđĘ اÙĺóđüŶ ź óčè وź إÖאÙè وź وijäب Ĝ×ģ ورود اóýĤع، ĘאóčéĤ ÖאĹıĭĤ، واijäijĤب ÖאóĨŶ، واÖŸאÙè ÖאŻĈŸق، وïĜ اïđĬم ذĤכ כįĥ. وīĨ بijäijÖ لijĜ ėĜijÝĤאÖ لijĝĤا نŶ ؛Éĉì ijıĘ įĥכ כĤذ ĹĘ ėĜijÝĤا ÙĺóđüŶا ĵĤإ ÕùĬ اĝÝĐאد اėĜijÝĤ، وħİ ź óĺون اijäijĤب ïÖون اďĩùĤ. وĜאل ĩäאÙĐ īĨ ıĝĘאء أģİ اßĺïéĤ وÝĨכħıĻĩĥ وăđÖ اÙĤõÝđĩĤ واĨŸאÙĻĨ إıĬא .ěéĤا ÕèאĀ إذن óĻĔ īĨ įĻĘ فóāÝĤوا óĻĕĤا כĥُ Ĩ ĹĘ אولĭÜ įĬŶ ؛óčéĤا ĵĥĐ óכÖ ijÖوأ ٦ ُ اóđĤاijĻĜن أijÖ اīùéĤ اĤכĹìó وĜאÛĤ اÙĤõÝđĩĤ īĨ اÝĩĤכīĻĩĥ واıĝęĤאء ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٢/٢] ْ §ُ َ ª ą¢ًزْ ِ ٨ ĵĥĐ اÖŸאÙè ñıĤه اÙĺŴ وįĤijĝĤ:﴿ ر ٧ وĩİóĻĔא: Ĺİ اóĤازي ًא ħıĤ ĝĥĉĨ כאن īĻęĥכĩĥĤ Ûĝĥìُ א ّ َ ُ§ ُ﴾ [إóÖاħĻİ، ٣٢/١٤[. وñİا Ŷن اĻüŶאء ĩĤ ª yَ َ ﴿َو َ~ ّs א وź ً đęÝĭĨ َ Ûĝĥì [ اęÝĬźאع ıÖא إź أن óĺد اģĻĤïĤ اĹđĩùĤ ÖאóčéĤ وıĬŶא [١٠١ب ٩ .Ùĩכèو ةïÐאĘ אİאدåĺإ ĹĘ īכĺ ħĤ ěĥíĤا אıÖ ďęÝĭĺ ħĤ ijĥĘ ،ěĤאíĤا אıÖ ďęÝĭĺ ١ ر: ùÜכijĭن. ٢ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٣/١ .ëùĭÝùĩĤا īĨ ijıø įĥđĤ ،ěĘijĤا :م ٣ ٤ ر - إذ. ٥ ر: وź ģìïĺ. ĹĘ هïĤijĨ .اقóđĤאÖ ÙĻęĭéĤا Ùøאĺر įĻĤإ ÛıÝĬا ،įĻĝĘ (م ٩٥٢ - ـİ ٣٤٠) ĹìóכĤا īĻùéĤا īÖ ųا ïĻ×Đ īùéĤا ijÖأ ijİ ٦ اĤכóخ ووĘאįÜ Ö×ïĕاد. įĤ رøאÙĤ ĹĘ اijĀŶل اĹÝĤ ıĻĥĐא ïĨار óĘوع اÙĻęĭéĤ وóüح اåĤאďĨ اóĻĕāĤ وóüح اåĤאďĨ اĤכ×óĻ. اóčĬ: Üאج اóÝĤاħä īÖź ĕÖijĥĉĜא، ص. ٢٠٠؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٩٣/٤ ƪ ازي اóđĩĤوف ÖאāåĤאص (٣٧٠ İـ - ٩٨٠ م) įĻĝĘ، اÛıÝĬ إįĻĤ رÐאÙø اÙĻęĭéĤ. øכī óĤا ĹĥĐ īÖ ïĩèأ óכÖ ijÖأ ijİ ٧ ïĕÖاد وĨאت ıĻĘא. įĝęÜ ĵĥĐ أĹÖ اīùéĤ اĤכĹìó وóíÜج įÖ وÕĈijì ĹĘ أن Ĺĥĺ اąĝĤאء ĘאďĭÝĨ. įĤ כÝאب أèכאم اóĝĤآن ،אĕÖijĥĉĜ īÖź ħäاóÝĤا אجÜ :óčĬا .įĝęĤا لijĀأ ĹĘ אبÝوכ īùéĤا īÖ ïĩéĩĤ óĻ×כĤا ďĨאåĤوا óĻĕāĤا ďĨאåĤا حóüو ص. ٩٦؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٧١/١ ٨ ر - Ĺİ. ٩ ر - وèכÙĩ. ٥ ١٠ ١٥ 702 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ehl-i hak, yani Ehl-i sünnet ve’l-cemâat ise şöyle der: Âkıbetinin güzel olacağı bilinen şeyin güzel olduğu sabittir, âkıbetinin güzel olmadığı bilinen şeyin ise çirkin/kötü olduğu sabittir. Böylece vücub (zorunluluk/gereklilik) ve sakıncalılık/yasaklık sübût bulur. Akıl tarafından bilinmeyen şeyler hakkında ise [akla dayanarak] haramlık, mubahlık ya da vâciplikten söz etmenin anlamı yoktur, aksine bunların sonları güzel olabileceği gibi aksi de mümkündür. Dolayısıyla herhangi bir delile dayanmadan sadece tahakküm ile bu görüşlerden herhangi birini savunmanın herhangi bir gerekçesi yoktur. Bu, bizim Eş‘ârîler gibi tevakkuf görüşünde olduğumuz anlamına gelmez, aksine Eş‘ârilere göre bu şeyler hakkında aslî olarak herhangi bir hüküm söz konusu değildir, oysa bize göre bunların şöyle ya da böyle [yani haram ya da helâl] olmaları mümkündür ve bu hükümler şer‘î bildirimin ortaya çıkması ile ortaya çıkar. Varlıklara ( a‘yân) gelince, bunların yenilip içilmesi düşünülebilecek olanları üçe ayrılır: Gıda, ilaç ve öldürücü zehir. Bu ise akıl ve duyu ile bilinmez, dolayısıyla şer‘î bildirimin bulunması gerekir. Kişinin bunları tecrübe etmeye girişmesi, kendisini tehlikeye atmak sayılacağı için câiz değildir. Bu asılların beyânı kelâm kitaplarındadır ve burada bu kadarı yeterlidir. “Sonra göğe yöneldi.” Buradaki istevâ fiili dilde üç anlama gelir: İstevâ er-racülü ifadesi, “Adamın gençlik çağı bitti/olgunluk yaşına geldi.” anlamına gelir. İstevâ ba‘de mâ i‘vecce ifadesi, “Eğri iken doğruldu.” anlamına gelir. Fe‘altü kezâ, sümme isteveyte ileyye teştümünî ifadesi: “Ben sana şu şu (iyilikleri) yaptım, sonra sen bana yönelmiş beni kınıyorsun?” anlamına gelir. Kur’ân’da bu kelime pek çok anlamda kullanılmıştır: 1. Buluğ çağına erme anlamında kullanılmıştır: “Buluğ çağına gelip olgunlaşınca…” [ el-Kasas 28/14]. 2. Eşit olmak anlamında kullanılmıştır: “İyi ve kötü bir olmaz.” [ el-Mâide 5/100] 3. Oturmak anlamında kullanılmıştır: “Sen ve beraberindekiler gemiye yerleştiğinizde.” [el- Mü’minûn 23/28] 4. Binmek anlamında kullanılmıştır: “Sırtına binesiniz diye.” [ ez-Zuhruf 43/13] 5. Doğrulmak anlamında kullanılmıştır: “Gövdesi üzerine doğrulmuş…” [ el-Feth 48/29]. 6. Karar kılmak anlamında kullanılmıştır: “Ve Cûdî’ye oturdu.” [ Hûd 11/44] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 703 Û×à ةïĻĩè Ù×ĜאĐ įĤ أن فóĐ אĨ ١ وĜאل أģİ اěéĤ وħİ أģİ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ: אĨو ،óčéĤوا بijäijĤا Û×áĻĘ ،įé×Ĝ Û×à ةïĻĩè Ù×ĜאĐ įĤ ٢ įĭùè، وĨא óĐف أن ÛùĻĤ īכĩĺ ģÖ ٤ ٣ أو اijäijĤب، ÙèאÖŸا أو óčéĤאÖ אıĻĘ لijĝĥĤ ĵĭđĨ ŻĘ įĻĥĐ ģĝđĥĤ فijĜو ź א ŻÖ دģĻĤ. وĻĤ÷ ً ĩכéÜ ءĹýÖ لijĝĥĤ įäو ŻĘ ،įĘŻì īכĩĺو ةïĻĩè ٥ įÝ×ĜאĐ نijכÜ أن ÙĭכĩĨ Ĺİ אĬïĭĐو ŻĀأ אıĤ ħכè ź ħİïĭĐ ģÖ ،ÙĺóđüŶا ÛĤאĜ אĩכ אĭĨ ėĜijÝÖ اñİ ٦ ijÖرود اďĩùĤ. أن Üכijن כñا وכñا وóıčĺ ijİ אĨ אıĭĩĘ :אمùĜأ ÙàŻà ħùĝĭĺ ُ ّر įĻĘ ُ اŶכģ واóýĤب ijāÝُ ĺ אĩĘ ٨ ٧ اĻĐŶאن وأĨא ïÖ ŻĘ ģĝđĤوا÷ éĤאÖ כĤذ فóđĺ źو ،ģÜאĜ ħø ijİ אĨ אıĭĨو ،دواء ijİ אĨ אıĭĨو ،اءñĔ .كŻıĤا فijì īĨ įĻĘ אĩĤ įÝÖóåÜ ĵĥĐ įùęĭÖ امïĜŸا زijåĺ ٩ źو ،įÖ ďĩùĤا ورود īĨ وĻÖאن ñİه اijĀŶل ĹĘ כÕÝ اĤכŻم، وñİا اïĝĤر כאف ĭıİא١٠. ٓ ِYء﴾ [اĤ×óĝة، ٢٩/٢] «اijÝøى» ĹĘ اÙàŻáĤÙĕĥĤأĻüאء: َ« ّ اªَ َ¯ ªِ َ ْ ا~َcٓ¹ٰى ا ّ fُ﴿ :ĵĤאđÜįĤijĜو ƪ «أي اĝÝøאم، و«ÛĥđĘ כñا١١ ħà «اijÝøى اģäóĤ «اĵıÝĬ ü×אįÖ، و«اijÝøى ïđÖ Ĩא اijĐج :įÝĺאĔ אنùĬŸا غijĥ×Ĥ ١٢:אءĻüŶ ورد آنóĝĤا ĹĘو .Ûĥ×Ĝأ أي» ĹĭĩÝýÜ ƪ اÛĺijÝø إĹĤ ﴾[ُ Áِّ َ ªا ّ وَ eÁ ُ ]۪ sَ ْ ِي اª ¹cَْ َ َ ُه َو ْ ا~َcٓ¹ٰى﴾ [اÿāĝĤ، ١٤/٢٨[، وùÝĥĤאوي: ﴿َÊ À uّ ‚ُ َ ™ََا «َ \ Yَ ¯ّ َ ﴿َوª ْ ¥ِ﴾ [اijĭĨËĩĤن، «Ÿُ ْ َ« اª ²َْ َa َوَR ±ْ َRَ ¥َ َ» [اĩĤאïÐة، ١٠٠/٥]، وijĥåĥĤس: ﴿ِžَYَذا ْ ا~َcْ¹َÀ َa ا »ٰ ِ ۪ه﴾ [اóìõĤف، ١٣/٤٣]، وĻĝĥĤאم: ﴿žَ ْY~َc¹ٰى َ» ٰ« ُ’ُ·¹ر «َ ا¹ُ۫cَْ cَِ ٢٨/٢٣]، وóĥĤכijب: ﴿ª ْ ُk ¹ِد ِّي﴾ [ijİد، ٤٤/١١]. َ« اª ُ~ ¢¹ِ ۪µ] ﴾اçÝęĤ، ٢٩/٤٨[، وóĝÝøŻĤار: ﴿َو ْ ا~َc¹َ ْت َ» ١ ح + ħİóąĬ اų. ٢ م: ĻĤ÷. ٣ ر: واÖŸאÙè. ٤ ر - أو اijäijĤب. .Ù×ĜאĐ :ر ٥ ٦ ح: óıčĺ. ٧ ر - وأĨא. ٨ ر: واĻĐŶאن. ٩ ر: ŻĘ. ١٠ ط - واėĥÝì أģİ اijĀŶل ĹĘ اđĘŶאل .... وñİا اïĝĤر כאف ĭıİא، çĀ İאûĨ. ١١ ح - כñا. ١٢ ر: ĻüŷĤאء. ٥ ١٠ ١٥ 704 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kelimenin istîlâ anlamı şairin şu sözünde de geçer: Bişr Irak’a hâkim oldu …Hem de kılıç ve akan kan olmaksızın Bazı âlimler “Sonra arşa istiva etti.” [ Yûnus 10/3] âyetindeki istevâ kelimesini bu anlama hamletmişler ve bunun anlamı “hâkim oldu, istilâ etti” şeklindedir demişlerdir. Buna göre anlam şöyledir: O ezelde ve ebedde mülkün mâlikidir, melikler melikidir, fakat bu mülk ve velâyet herhangi bir sonradan yaratılma ve teceddüt (yenilenme) ile değildir. Bu, Allah’ın diğer sıfatları hakkında da “Şöyle yaptı, böyle yaptı.” şeklinde kullanılan ifadeler gibidir. Yani bu geçmişte olan bir şeyin sona ermesi ve gelecekte olacak bir şeyin ihdâsı şeklinde değildir, aksine ezelî ve ebedî bir niteliktir. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman ifadeleri yaratılmış olan şeyin hususi bir zamanda ortaya çıkmasından dolayı kullanılır. İstevâ fiili ayrıca yönelmek ve yükselmek anlamlarında da kullanılır. Tefsircilerinden bazıları “Sonra göğe yöneldi.” âyetindeki istevâ fiilinin “yükseldi” anlamına geldiğini, bazıları ise “yöneldi” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Müşebbihe bu gibi müteşâbih ifadeleri zâhirine göre anlamlandırır ve bunların Allah hakkında câiz olduğunu düşünür, oysa Allah bunlardan münezzehtir, “Hiçbir şey O’nun misli gibi değildir, O işitendir, görendir.” [ eş-Şûrâ 42/11] buyurmuştur. Ehl-i hak ise bu gibi ifadelerin tamamını usule uygun bir şekilde te’vil eder. Bu âyetin te’vili ise istevâ fiilini yükselme anlamında yorumlayan ve “İstiva etti.” [ Fussilet 41/11] âyetini “Duman yükseldi.” şeklinde tefsir edenlere göre “yükselmek” anlamındadır. Nitekim önce “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır.” [ el-Bakara 2/29] buyurmuştur ki başlangıçta yeryüzünde duman vardır, daha sonra bu duman yükselmiş ve Allah Teâlâ onu gök olarak yaratmıştır. Nitekim bunu Allah başka bir âyette “O duman idi.” [ Fussilet 41/11] şeklinde ifade etmiştir. Bu kelimeyi “yönelme” olarak anlamlandıranlara göre âyette latif bir istiare sanatı vardır, çünkü insanlar içerisinden iki şeyi art arda yapan kimse için “Şunu yaptı, sonra buna yöneldi.” denilir ki bu, “İlkini tamamladı ve ikincisini yapma isteği kendisinde gerçekleşti.” anlamına gelir. Böylece Allah Teâlâ insanların zihninde, yeryüzünün yaratılışını kâmil bir şekilde tamamladığı ve ardından göğün yaratılışını bunun üzerine tertip ettiği düşüncesini yerleştirmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 705 ٢ :óĐאýĤا لijĜ ĹĘ ١ وïĜ ورد ñİا اŻĻÝøźء َ ِ اق óْ ıĨِ ٍ َم َد ْ ٍė و Ļ َ ø óِ ْ ĻĔَ īْ Ĩِ اق ِ َ óđِĤاْ ĵĥَ َ Đ ٌ óýْ Öِ ىَ ijَ Ý ْ øا ïِĜَ [٣/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾شِ yْ َ ْ َ« اª َ ْ ا~َc¹ٰى َ» ّ fُ﴿ :įĤijĜ ħĥđĤا ģİأ ăđÖ ģĩè اñİ ĵĥĐو ِכ اijĥĩĤك ĹĘ اŶزل واïÖŶ ź ïéÖوث وĜאل: ĭđĨאه اĵĤijÝø، أي ijİ ĨאĤכ اĥĩĤכ وĥĨ ٣ ģđęĺو اñכ ģđĘ įĬأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אتęĀ ĹĘ óכñĺ אĨ óÐאùכ ijİو ،ٍ ُ ٍ ĥכ وïåÜد وÙĺź Ĩ ģÖ ģ×ĝÝùĩĤا ĹĘ نijכĺ אĨ وثïéĤ źو ĹĄאĩĤا ĹĘ כאن אĨ אءąĝĬź כĤذ÷ ĻĤ اñכ ƭ ƭ أïÖي، وÙĕĻĀ اĩĤאĹĄ واéĤאل واĝÝùĩĤ×ģ ijıčĤر اijĥíĩĤق اijđęĩĤل ĹĤأز ėĀو ٌ ijİ ĹĘ زĨאن ijāíĨص. وñĺכó اijÝøى ً أąĺא ijđāĥĤد وĜŹĤ×אل. وïĜ ورد īĐ ăđÖ أģİ .ģ×Ĝأ أي :ħıąđÖ īĐو ،ïđĀ أي﴾ ءYِ ٓ َ« ا ّ ªَ َ¯ ªِ َ ْ ا~َcٓ¹ٰى ا ّ fُ﴿ :ÙĺŴا هñİ ĹĘ óĻùęÝĤا כĤذ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵĥĐ زونّ ijåĺو אİóİاijČ ĵĥĐ אتıÖאýÝĩĤا هñİ ونóåĺ Ùı×ýĩĤوا َْ[ ‡۪ ُyÁ] ﴾اijýĤرى، ١١/٤٢]، ٌۚء َوُ¶¹َ ّ اªَ ۪ ¯ُÁ•اª ¿ْ ‚َ µ۪ «ِgْ¯ِ¦َ }َ Áَْ ª﴿ :אلĜ ،įĭĐ هõĭĨ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ īĨ لijĜ ĵĥĐ ÙĺŴا هñİ ģĺوÉÜ אĨÉĘ ،لijĀŶا ÙĝĘاijĨ ĵĥĐ įĥכ כĤذ نijĤوËĺ ٤ وأģİ اěéĤ ] أن įĤijĜ: ﴿ ْا~َcٓ¹ٰى﴾ [ÛĥāĘ، ١١/٤١ [أي ïđĀ اìïĤאن ïĝĘ Ĝאل: أ óùĘه ÖאijđāĤد [١٠٢ ٦ ïđāĘ ذĤכ ٥ وכאن ĹĘ اŶرض دìאن َ ُ§ ْ َRY žِ ¿َْ اÊْر ِض﴾ [اĤ×óĝة، ٢٩/٢] ª ¡َ َ «rَ يw۪ َّ ﴿ ُ¶¹َ اª .[١١/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾نYٌ َ ُدَr ً כĩא Ĝאل ĹĘ آÙĺ آóìى: ﴿َوِ¶¿ אءĩø ųا Ʃ įĝĥíĘ אنìïĤا ijİو īĻĥđĘ ÕÜر īĨ نÍĘ ،ÙęĻĉĤ אرةđÝøاįĬأ אل×ĜŸאÖ כĤذóùĘ īĨ لijĜ ĵĥĐ אıĥĺوÉÜو īĨ اīĻĜijĥíĩĤ ĝĺאل: إįĬ ģđĘ כñا ħà أĜ×ģ ĵĥĐ כñا، أي أכģĩ اŶول وěĝè إرادة اáĤאĹĬ، ،אءĩùĤا ěĥì įĻĥĐ ÕÜر ħàرضŶا ěĥì ģĩأכ ٨ įĬأ ěĥíĤאماıĘأ ĹĘ اñİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ٧ وóĜر ١ ر + أąĺא כĩא. ٢ اĤ×ÛĻ Õùĭĺ إĵĤ اģĉìŶ. اóčĬ: اéāĤאح óİijåĥĤي، «ijøا»؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، «ijøو»؛ óĻùęÜ اīÖ ÙĻĉĐ، ١١٥/١ (اĤ×óĝة، ٢٩-٢٧/٢). ٣ ر: أو ģđęĺ. .ûĨאİ çĀ ،ěéĤا - م ٤ ٥ ر + īĨ دìאن. ٦ ر - وכאن ĹĘ اŶرض دìאن. ٧ ر: óĝĘر. ٨ ر: أي. ٥ ١٠ ١٥ 706 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ancak bu ifadeden insanların fiillerinde olduğu gibi önce birincisinin yapılıp bitirildiği, ardından ikincisinin yapıldığı anlamı anlaşılmaz, aksine bunun mânası şöyledir: Allah’ın fiili ezelî ve ebedîdir, ancak varlıklar ( a‘yân) dış dünyadaki eserlerinin ortaya çıkış sırasına göre zikredilirler. Bu iki yorum -yükselme ve yönelme anlamları- bu kelimenin selef tarafından yapılan tefsirinin dışında kalmaktadır. Bir diğer te’vil ise âyette takdim-tehir bulunduğu şeklindedir. Buna göre ifade, “O, yerden göğe bütün her şeyi sizin için yaratandır.” şeklinde olup bunun ardından istevâ denilmiştir ki bunun anlamı da “Bütün bunlar muntazam ve tastamamdır” şeklindedir. Bir başka te’vil şöyledir: Âyetteki istiva kelimesi her ne kadar Allah’ın istiva etmesi olarak zikredilmişse de bundan maksat göğün istivasıdır. Bu durumda ifade tıpkı “Beşikteki bir çocuk ile nasıl konuşalım?” [ Meryem 19/29] âyetinde “Çocuk bizimle nasıl konuşsun?” anlamının ve “Onlar bana düşmandırlar.” [ eş-Şûrâ 42/77] âyetinde “Ben onlara düşmanım.” anlamının kastedilmesi gibi kalb [yani cümlenin bazı öğelerinin yer değiştirmesi] sanatı ile söylenmiştir. Bu âyet yeryüzünün gökyüzünden önce yaratıldığına delâlet eder. Bu konuda üç görüş vardır. Birine göre bu ikisi birlikte yaratılmışlardır ve “Ona ve göğe ‘İsteyerek yahut istemeyerek gelin.’ dedi, onlar da ‘İsteyerek geldik.’ dediler.” [ Fussilet 41/11] âyeti buna delildir. Katâde ve Süddî şöyle demişlerdir: Önce gökyüzü sonra yeryüzü yaratılmıştır. Bunun delili ise “Ve bunun ardından yeri düzenledi.” [ en-Nâziât 79/30] âyetidir. Bu, kudret açısından daha hayrete şayandır, çünkü temelden önce tavanın yapılması demektir. “Sonra göğe yöneldi ki o duman idi.” [ Fussilet 41/11] âyetine gelince, buradaki sümme (sonra) ifadesi varlığa geliş sıralamasını değil, bildirim sıralamasını gösterir. Aynı durum “Onu topraktan yarattı, sonra ona ol dedi, o da oldu.” [ Âl-i İmrân 3/59] âyetinde de vardır. Abdullah b. Abbas ve Mücâhid şöyle demişlerdir: Önce yeryüzü, sonra gökyüzü yaratıldı, bunun delili ise bu âyetteki “Sonra göğe yöneldi.” [ el-Bakara 2/29] ifadesidir. “Ve bunun ardından yeri düzenledi.” [ en-Nâziât 79/30] âyetindeki “sonra” kelimesinin anlamı ise “bununla beraber”dir ki aynı anlam “İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir.” [ el-Hucurât 49/11] âyetinde de vardır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 707 ģÖ ،ĹÜÉĺ ĹĬאáĤا ħà Ĺąĝĭĺ ولŶا أن óý×Ĥا ģđĘ ÕĻÜóÜ īĨ ħıęĺ אĨ اñİ īĨ ħıęĺ źو ĹĘ אرàŴا رijıČ ÕÜóÝĤ אءĻüŶا óذכ ÕÜóÜ īכĤ ،يïÖأ ƫ ƫ ĹĤأز ųا Ʃ ģđĘ إن :אĭĥĜ אĨ אهĭđĨ ٢ واĜŸ×אل. ١ اėĥùĤ ÖאijđāĤد óĻùęÜ ĵĥĐ אنäאرì نŻĺوÉÜ انñİ .אنĻĐŶا א إĵĤ ً đĻĩä رضŶا ĹĘ אĨ ħכĤ ěĥì يñĤا ijİ :ا ً א وóĻìÉÜ ً ĩĺïĝÜ įĻĘ أن óìآ ģĺوÉÜو َ ْ ا~َcٓ¹ٰى﴾ أي اħčÝĬ ذĤכ כįĥ وħÜ. اĩùĤאء، أي ěĥì ذĤכ כįĥ، ħà Ĝאل: ﴿ُf ّ īĨ اءijÝøźا įĭĨ ادóĩĤوا ĵĤאđÜ ųا Ʃ وÉÜوģĺ آóì: أن اijÝøźاء ĹĘ اÙĺŴ ñĨכijر īĨ ،ħĺóĨ] ﴾YÁًّ ]ِ†َ uِ·ْ¯َ ْ ِ ُ َR ±ْ َ¦ َYن žِ¿ اª ّ «§َ ُ ² َ Áْ¦َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÕĥĝĤا ĵĥĐ ijİو אءĩùĤا ٣ ۪¿﴾ [اijýĤرى، ٧٧/٢٦] أي أĬא ïĐو ħıĤ. ٓª ٌ َُ·ْ َ ُuّو ²ّYِžَ﴿:įĤijĜ ĹĘو ijİ אĭĩĥכĺ ėĻכ أي] ٢٩/١٩ א ģĻĤïÖ ً đĨאĩıĝĥì :ģĻĜ ،ÙàŻà ģĺאوĜأįĻĘو ،אءĩùĤا ģ×ĜرضŶا ěĥì ĵĥĐ ÙĺŴا ÛĤود .[١١/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾±Áَ ۪ ِ ٓYئ Žَ Y³َÁَْ bَ َ َ ـcٓYا ªYَ ¢ۜ Y¶ً yْ¦َ وْ َ َْËْر ِض ْائِcَYÁ ¹ْŽَ ًYا ِ ªوَ Y·ََ ª لYَ £َžَ﴿ :ĵĤאđÜįĤijĜ ¥َ ِ ªذٰ uَ ْ َ ِě اĩùĤאء ً أوź ħà اŶرض ģĻĤïÖ įĤijĜ:﴿ َو َْ اÊْر َض \ وĜאل ÝĜאدة واïùĤي: ĥì .אسøŶا ģ×Ĝ ėĝùĤا ٥ ٤ إıČאر ۜ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٣٠/٧٩] وñİا أÕåĐ ĹĘ اïĝĤرة وijİ Y·Áَ nٰ دَ ÕĻÜóÝĤ «ħà»ـĘ [١١/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾نYٌ َ ُد َr ٓ ِYء َوِ¶¿ َ« ّ اªَ َ¯ ªِ َ ْا~َcٓ¹ٰى ا ّ fُ﴿ :įĤijĜ אĨÉĘ ﴾ن¹ُ§ ُ Áَžَ ±ْ ¦ُ µُ َ ª لYَ َ ¢ َ ّ fُ اب ٍ yَbُ ±ْ ®ِ µُ£َ َ «rَ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ دijäijĤا ÕĻÜóÝĤ ź įĭĐ אر×ìŸا [آل óĩĐان، ٥٩/٣]. َ ْ ا~َcٓ¹ٰى ّ fُ﴿ :ÙĺŴا هñİ ģĻĤïÖאءĩùĤا ħà źرضأوŶا ěĥì :ïİאåĨو אس×Đ īÖا אلĜو ۜ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٣٠/٧٩] Y·Áَ nٰ دَ ¥َ ِ ªذٰ uَ ْ َ ٓ ِYء﴾ [اĤ×óĝة، ٢٩/٢]. ĨÉĘא įĤijĜ:﴿ َو َْ اÊْر َض \ َ« ّ اªَ َ¯ ªِ ا ۚ﴾ [اóåéĤات، ١١/٤٩] نYِ ¯Àَ ۪Êاْ uَ ْ َ ْ Ÿُ ُ ¹ُق \ ْ َ{ ِاÊ ْ ~ُ اª ِئ \﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ כĤذ ďĨ :אهĭđĩĘ .óĻùęÜ īĐ :ر ١ ٢ ر: اijđāĤد. ٣ ط + وإħıĬ ïĐو ĹĤ. ٤ م - وijİ؛ ر: وĹİ. ٥ م: وإıČאر. ٥ ١٠ ١٥ 708 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Burada da anlam “iman ile birlikte” şeklindedir. Ayrıca burada “Bunun ardından yeri yarattı.” dememiş, “Yeri düzenledi.” demiştir, düzenlemek onu yaymak anlamındadır. Biz de bu görüşteyiz, yani Allah’ın önce yeryüzünü, sonra gökleri yarattığı ve sonra yerleri yaydığı görüşündeyiz. Bu, temelleri önce yapıp ardından binayı yapmak, sonra da temeli genişletmek şeklindeki hikmetli tavra daha uygundur. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şey uzunluğu bin yıllık yürüme mesafesi ve genişliği bin yıllık yürüme mesafesi olan bir cevherdir. Sonra Allah buna heybet ile baktı ve o eriyip dağıldı, sonra ondan bir duman çıktı ve yükseldi, köpük toplanıp suyun üstüne çıktı. O köpüğü yer, dumanı da gök yaptı. Demişlerdir ki: Gök dumandan yaratılmış, rüzgâr ile yükseltilmiş, işaret ile ayrılmış, direksiz dikilmiştir ve nefha ile yıkılacaktır. “Onları yedi gök hâlinde düzenledi.” Burada “onları” zamirinin çoğul olarak zikredilmesi, “gök” kelimesi ile çoğul olarak bütün göklerin kastedilmiş olduğunun delilidir. Sevvâhünne (Onları düzenledi) ifadesinin anlamı, onları düzgün ve muhkem yaptı şeklindedir. “Onu düzenlediğim zaman.” [ el-Hicr 15/29] âyetinde bu kelime “yarattığım zaman” anlamına, “Sizi âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.” [ eş-Şûrâ 42/98] âyetinde ise “eşit tutmak” anlamına gelir. “Yedi gök” ifadesi “düzenledi” fiilinin ikinci mef‘ulüdür. Selmân şöyle demiştir: Bu gökler yedi tanedir. İlkinin ismi Rukey‘â’dır, yeşil zümrüttendir. İkincisinin ismi Erfelûn’dur, beyaz gümüştendir. Üçüncüsünün ismi Feydûm’dur, kızıl yakuttandır. Dördüncüsü Mâûn’dur, beyaz incidendir. Beşincisi Debkā’dır, kızıl altındandır. Altıncısı Defnâ’dır, sarı yakuttandır. Yedincisi Arîbâ’dır, parlayan bir nûrdandır. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 709 ۜ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٣٠/٧٩] وħĤ ģĝĺ:» ıĝĥìא»، و Y·Áَ nٰ دَ ¥َ ِ ªذٰ uَ ْ َ أي ďĨ اĩĺŸאن، وįĬŶ Ĝאل: ﴿\ ۜ﴾ [اĭĤאزĐאت، ٣٠/٧٩] أي ıĉùÖא، وįÖ ijĝĬل: إįĬ ěĥì اŶرض ħà اĩùĤאوات ħà Y·Áَ nٰ دَ﴿ .אسøŶا ćùÖ ħà אءĭ×Ĥا ďĘر ħà אسøŶا ïĻıĩÜ ÙĩכéĤا ĵĤإ بóĜأ ijİو ،īĻĄرŶا ِ ćùÖ ėĤأ ةóĻùĨ אıĄóĐو אıĤijĈ ةóİijä ĵĤאđÜ ųا Ʃ ěĥì אĨ أول :ġ אس×Đ īÖا אلĜو אıĭĨ אرà ħà ،ÛÖóĉĄوا ÛÖاñĘ Ù×ĻıĤאÖ אıĻĤإ ųا Ʃ óčĭĘ ،Ùĭø فźآ ةóýĐ ةóĻùĨ ĹĘ Ùĭø ١ .ً ĜאijĤا: دìאن ĘאرďęÜ، واďĩÝä زïÖ ĝĘאم ijĘق اĩĤאء، ģđåĘ اïÖõĤ ً أرĄא واìïĤאن ĩøאء ÙíęĭÖو ،ÛĨאĜ אدĩĐ ŻÖو ،ÛĜóęÜ אرةüÍÖو ،ÛđęÜار çĺóÖو ،Ûĝĥì אنìد īĨ אءĩùĤאĘ اĬכóùت. ģĻĤد ďĩåĤاĵĥĐ ÙĺאĭכĤا ٢ ۜ ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٩/٢]ذכó ñİه َ َ~ْ[•َ َ~ ٰ̄¹َ ٍ ات ±ّ ·Àُ ٰ¹َّ žَ﴿ :ĵĤאđÜįĤijĜو «īİاijø» [ ٣ ĩøאءة، وĵĭđĨ] ١٠٢ب أن اóĩĤاد ÖאĩùĤאء اijĩùĤات ĹıĘ ďĩä، واijĤاïèة ،įÝĝĥì אهĭđĨ[٢٩/١٥ ،óåéĤا﴾ [µُcُÀْ َ ٥ ﴿ِžَYَذا َ~¹ّ :įĤijĜو ،אتĩכéĨאتĺijÝùĨ īıĥđä ٤ īıĨijĜ َ ۪̄ َÁ±] ﴾اijýĤرى، ٩٨/٢٦] أي ĥđåĬכħ وإĺאه ijøاء. ªYَ ْ َِy ِّب اª \ ْ §À ُ ۪ ¹َّ ُ ِ ْذ² وĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ħøا :ď×ø Ĺİ ٦ وįĤijĜ: ﴿ َ~ْ]•َ َ ~ٰ¯¹َ ٍ ات﴾ ijđęĨل àאن Ĥـ«ijøاīİ«. وïĜ Ĝאل ĩĥøאن: ،אءąĻÖ ÙąĘ īĨ Ĺİو نijĥُ َ Ę ْ َر ٧ óąìاء، واħø اáĤאÙĻĬ أ اŶوĵĤ رđĻĜאء وĹİ īĨ زóĨدة ÙùĨאíĤوا ،אءąĻÖ درة īĨ Ĺİو نijĐאĨ ÙđÖاóĤوا ،اءóĩè ÙÜijĜאĺ īĨ Ĺİو ٨ ْ ُïوم Ļَ Ę ÙáĤאáĤوا ÙđÖאùĤوا ،اءóęĀ ÙÜijĜאĺ īĨ Ĺİو אءĭĘد ÙøאدùĤوا ١٠،اءóĩè ٩ Ù×İذ īĨ Ĺİو אءĝÖد ١١.ŶŷÝĺ رijĬ īĨ Ĺİو אء×ĺóĐ ١ ط - ĜאijĤا. ٢ ر + اÙĺŴ. ٣ ر: واïèه. ٤ ح ط ر + أي. ٥ ح ر: وĹĘ įĤijĜ. ٦ ح: ĩĻĥøאن. ٧ ط - زóĨدة، çĀ İאûĨ. ْ ُïون. Ļَ ٨ ر: Ę ٩ ط: ذÕİ. ١٠ ط: أóĩè. ١١ اóčĬ: روح اđĩĤאĹĬ ĹøijĤŵĤ، ٦/٢٩) اĥĩĤכ، ٣/٦٧)؛ óĻùęÜ ïèاěÐ اóĤوح واéĺóĤאن ïĩéĩĤ اīĻĨŶ اóıĤري، ٢٦٤/١ (اĤ×óĝة، ٢٩/٢). ٥ ١٠ ١٥ 710 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “O, her şeyi bilendir.” Küll (her) kelimesi kuşatıcılık ve kapsamlılık bildirir. Yani anlam, “O, her şeyin bilenidir” şeklindedir. Bu kelimenin başındaki be harfi, ilim kelimesinin harf-i ceridir ve onu tekit eder. Dil (vaz‘) açısından ilim kelimesi bu harf olmadan da kullanılır. Cümlenin anlamı şöyledir: “O yerlerin, göklerin ve bunların dışındaki zât ve niteliklerin yaratılışını bilendir.” 30. Hani, Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.’ demişler, Allah da ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim.’ demişti. [ el-Bakara 2/30] “Hani Rabbin demişti” Bu kıssanın önceki bölüm ile irtibatı birkaç açıdan kurulabilir: Birincisi: Önce göklerin ve yerin yaratılışı hakkında haber vermiş, sonra da bunların ardından ataları Hz. Âdem olan insanlığı yarattığını ve onu yaratmadan önce meleklere böyle bir varlık yaratıp kendisini halife kılacağını haber verdiğini bildirmiştir. İkincisi: Bu âyet ile öncesi birlikte okunduğunda sanki şöyle demektedir: “Önce yeryüzündekilerin hepsini sizin için yarattı, sonra sizi orada yarattı; önce yaşamanız için gerekli koşulları hazırladı, sonra sizi yarattı ki böylece kalpleriniz rahatlatılmış, sıkıntılarınız giderilmiştir.” Üçüncüsü: Sizi yaratmış, eşyayı sizin için var etmiş, atanıza bu kıssanın tamamında anlatılan nimetleri bahşetmiş olan Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Atalara olan nimetlerin zikredilmesi insanlardan şükür talebinde bulunmaktır. Nitekim benzer şekilde Allah Teâlâ “Ey İsrâiloğulları! Benim sizlere olan nimetimi hatırlayın…” [ el-Bakara 2/40] âyetinde İsrâiloğulları’na vaktiyle bahşettiği nimetleri onların evlatlarına anlatmıştır. Bu nedenle bu kıssayı da, aralarındaki yakınlıktan dolayı diğerinin hemen ardından zikretmiştir. Kıssaya “Hani Rabbin demişti” ifadesi ile başlamıştır. Bu cümlenin başındaki vâv harfi, istinaf [yani yeni bir ifade başlatmak] için kullanılan vâv harfidir. Vâv harfinin asıl kullanımı atıf içindir, bu da bir cümlenin bir başka cümleye bağlanmasıdır. İz (hani) geçmiş zaman zarfıdır, başka anlamlar için de kullanılmıştır, hatta bunun beş anlamda kullanıldığı söylenmiştir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 711 ٤ وijİ ٣ واĩÝüאل، أي ٢ إèאÙĈ ١ «כģ «כÙĩĥ ﴾Á ۟ ِ ‚َ ْ¿ٍء َ ۪» ٌ ©ّ §ُ ِ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َو ُ¶¹َ \ א. وĭđĨאه: أįĬ ً đĄو אıĬوïÖ çāĺو اïĻכÉÜ ً ħĥđĤا ĹĘ ÙĥĀ ģìïÜ אء×Ĥوا ،ءĹü ģכ ħĤאĐ ĐאħĤ ěĥíÖ اŶرīĻĄ واĩùĤאوات وĩİóĻĔא īĨ اñĤوات واęāĤאت. َא ıĻĘ۪ ģُ َ đåْ Üَاَ اijٓ ُĤאĜَ ÙًۜęĻَ ĥ۪ìَ ضِ ْ رźا َ ْ ĹĘِ ģٌ Đאِ äَ ĹĬّ۪اِ Ùِכَ Ñِٓĥٰ َ ĩĥْĤِ כَ ƫ Ö َ َ ِا ْذ َĜ َאل ر -٣٠ و ُ ħĥَĐْ اَ Ĺٓ ّĬ۪اِ אلَ Ĝَ כَۜ Ĥَ سُ ِïّĝَĬُ َ ْ ِï َك و ĩéَ Öِ çُ ِ ّ × َ ùĬُ īُ éْ Ĭَ َ َۚ و َٓאء ĨِïĤا ّ כُ ęِ ْ ùَ ĺ َ َא و ıĻĘ۪ ïُùِ ęْ ُ ĺ īْ َ Ĩ ُ َijن ĩĥَ ْ đÜَ źَ אَ Ĩ ُ ¥َ﴾ اčÝĬאم ñİه اÙāĝĤ ĩÖא Ĝ×ıĥא īĨ وijäه: َ َYل َرّ\ ِ ْذ ¢ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا óý×Ĥا אĩİïđÖ ěĥì įĬأ ó×ìأ ħà رضŶوا اتijĩùĤا ěĥì īĐ ó×ìأ įĬأ :אİïèأ .įęĥíÝùĺو įĝĥíĺ įĬأ įĝĥì ģ×Ĝ ÙכÐŻĩĤا ó×ìوأ ،مŻùĤا įĻĥĐ آدم ħİijÖوأ ħà ħכÖא×øأ ÉĻıĘ ħכĝĥì ħà א ً đĻĩä رضŶا ĹĘ אĨ ħכĤ ěĥì :אلĜ įĬأ :ĹĬאáĤوا .ħכÖوóכ ãĺóęÜو ħכÖijĥĜ ďĺóęÜ įĻĘو ،ħכäóìأ אĩÖ ħכĻÖأ ĵĥĐ ħđĬوأ ħכĤ אءĻüŶا ěĥìو ħכĝĥì ïĜو ųאÖ Ʃ ونóęכÜ ėĻכ :ßĤאáĤوا ٧ כĩא īĻęĤאíĤا īĐ óכýĤا ٦ ٥ اïĻÝøاء īĻęĤאùĤا ĵĥĐ ħđĭĤا óوذכ .ÙāĝĤا אمĩÜ ĹĘ óذכ aُ ¯ْ َ ²َْ ۪cٓ ¿ا َّ َ اª ¿cِ¯َ ْ ِ ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ ©ْاذُ¦ُyوا ² َ ٓ³۪¿ ا \ Yَ À﴿ :אلĝĘ ħİدźأو ĵĥĐ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ħَ đِ Ĭ ƪ ïĐ َْÁ ُ §ْ] ﴾اĤ×óĝة، ٤٠/٢] إĵĤ آóìاÙāĝĤ. وĤñĤכذכĥÜóכاïđÖÿāĝĤ ñİه اĝÝĤÙāĝĤאرıÖא. «َ ٨ ĭÑÝøŻĤאف، وأįĥĀ ُ ¥َ﴾ [اĤ×óĝة، ٣٠/٢]، واijĤاو َ َYل َرّ\ ِ ْذ ¢ وïÖأ اÙāĝĤ įĤijĝÖ:﴿ َوا ïĜو ،ĹĄאĩĤا אنĨõĥĤ فóČ Ùĩĥכ» إذ«و .Ùĥĩä ĵĥĐ Ùĥĩä ėĉĐ اñİو ،ėĉđĥĤ :įäأو Ùùĩì ĵĥĐ ءĹåĺ įĬإ :اijĤאĜ ïĜو ،هóĻĕĤ ءĹåĺ ١ ر + כÙĩĥ. ٢ ر - כÙĩĥ. ٣ ر: èŸאÙĈ. ٤ ر - أي. ٥ ر: اùĤאīĻĥĘ. .įĘóĐو įÖ ّ ٦ اijÝøدى įĝéÖ ijÝùĺدي اïĻÝøاء: أóĜ ٧ ر: īĨ اíĤאīĻęĤ. ٨ ر: اijĤاو. ٥ ١٠ ١٥ 712 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 1. Geçmiş zaman için kullanılmıştır: “Hani demiştiniz ki: Ey Mûsâ!” [ el-Bakara 2/61] 2. Geçmişte devam eden hâl için kullanılmıştır: “Hani kalemlerini atıyorlardı.” [ Âl-i İmrân 3/44] 3. Hâl [şimdiki zaman] için kullanılmıştır: “Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında konuşurlarken de o zalimlerin, ‘Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.’ dediklerini çok iyi biliyoruz.” [ el-İsrâ 17/47] 4. Yalnız gelecek zaman için kullanılmıştır: “Hani Allah ‘Ey Meryem oğlu Îsâ, sen mi (…) dedin?’ diyeceği zaman.” [ el-Mâide 5/116] 5. [Bazı âlimlere göre] Kıssaların başında “Hani meleklere demiştik ki…” [ el-Bakara 2/34] ve benzeri ifadelerde olduğu üzere ziyade ve tekit ifadesi olarak kullanılmıştır. Bu Ebû Ubeyde’nin görüşüdür. Diğer dil âlimleri ona muhalefet etmiş ve şöyle demişlerdir: Bu tür kullanımlar zaman bildirir ve iki şekilde yorumlanır: Birincisi, “Ey Muhammed! Allah’ın meleklere böyle söylediği zamanı zikret.” İkincisi, “Yerin ve göklerin yaratılışını tamamladığı ve meleklere böyle söylediği zaman sizi yaratmıştır.” “Senin Rabbin” Bu ifade Hz. Peygamber aleyhisselâma hitap olup tefsiri daha önceden geçmiş idi. “Meleklere” Melâike kelimesi melek kelimesinin çoğuludur. Bu kelime el-emlâk, el-melâik ve el-melâike şeklinde çoğul yapılır. el- Melek kelimesinin aslı me’lek şeklindedir ve risâlet anlamındaki el-elûk kelimesinden türer. Şair Lebîd şöyle demiştir: Bir çocuk ki annesi göndermiştir onu Bir mesajla, biz de yaptık istediğini Melekler Allah’ın elçileridir. Allah Teâlâ “Melekleri elçiler kılan…” [ Fâtır 35/1] buyurmuştur. el-Me’lek kelimesi kalb [yani harflerinin yerinin değiştirilmesi] yoluyla mel’ek şekline gelir, çoğulu el-melâike olur. Bu el-mehâlibe ve benzeri kelimelerde kullanıldığı gibi el-mefâ‘ile veznidir. Tekil olarak kullanıldığında kolay telaffuz edilsin diye hemze atılır ve melek denilir. el-Melâike kelimesi Kur’ân’da üç şekilde kullanılmıştır: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 713 .[٦١/٢ ،ةóĝ×Ĥا~«﴾ [¹ٰR ُ Yَ À ْcُ ْ ِ ْذ ¢ُ» ١ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا ĹĄאĩĥĤ ْ َËَ®ُ·ْ] ﴾آل óĩĐان، ٤٤/٣] ¢َ ْ £ُ ¹َن ا «ُ ِ ْذ À وéĥĤאل ĹĘ اĩĤאĹĄ כĩא Ĝאل: ﴿ا َ ْk ٓ¹ٰى﴾ ِ ْذ ُ¶ ْ ² َْÁ ¥َ َوا ªِ َ َْcِ ¯ُ ¹َن ا ِ ْذ À ِ ۪µٓ ا َ َْcِ ¯ُ ¹َن \ À Y¯َ ِ \ ُ َ «ْ َ َ ْo ±ُ ا وéĥĤאل כĩא Ĝאل: ﴿² [اóøŸاء، ٤٧/١٧]. ْ َa] ﴾اĩĤאïÐة، ١١٦/٥]. «¢ُ aَ ²َْ َ َ َءا Àyْ®َ ±َ \اْ« Áَ ۪ Yَ À ُ َ َYل ّ اà ٰ ِ ْذ¢ وĝÝùĩĥĤ×ģ اăéĩĤ:﴿ َوا ِئ َ§ ِ_﴾ [اĤ×óĝة، ٣٤/٢] وijéĬه ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª Y³َ ْ ِ ْذ ¢ُ» وĺõĥĤאدة واÉÝĤכïĻ כĩא ĹĘ أواģÐ اÿāĝĤ:﴿ َوا įĤو ÛĻĜijÝĥĤ ijİ :اijĤאĜو ÙĕĥĤا ģİأ óÐאø įęĤאìو .ةïĻ×Đ ĹÖأ لijĜ ijİو ٣ ħıąđÖ ٢ ïĭĐ īĻè ħכĝĥì :ĹĬאáĤوا .اñİ ÙכÐŻĩĥĤ ųا Ʃ אلĜ īĻè ïĩéĨ אĺ óواذכ :אĩİïèأ :אنıäو أħÜ ěĥì اĩùĤאوات واŶرض وīĻè Ĝאل ÐŻĩĥĤכÙ כñا. ٤ .óĨ אĨ هóĻùęÜو مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ אبĉì ﴾¥َ ُ و﴿َرّ\ ٥ ďĩåĺ ĵĥĐ اŻĨŶك واÐŻĩĤכ ِئ َ§ ِ_﴾ ijİ ďĩä اĥĩĤכ، وijİ ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª﴿ :įĤijĜو [ أ ١٠٣] ٨ :ïĻ×Ĥ אلĜ ،ÙĤאøóĤا ٧ َĥכ ĤÉĨכ īĨ اijĤŶك وĹİ ٦ وأģĀ اĩĤ واÐŻĩĤכÙ، َ ْل É َ َא ø َא Ĩ ĭĤْñَ َ ×Ęَ كijٍ Ĥَُ ÉÖ ُ įƫ Ĩُ ُ أ įْ Ýĥَ َ øْ َر ٍ أ ُوŻĔم ِئ َ§ ِ_ ُر ُ~ ًË] ﴾ĘאóĈ، ١/٣٥[، واĤÉĩĤכ ٰٓ «¯َ ْ ªا©ِ Yِ jَ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ ģøرÙכÐŻĩĤوا ģĩđÝùĩĤوا .אİijéĬو Ù×ĤאıĩĤכאÙĥَĐאِ ęَ َ ٩ وĹİاĩĤ ،ÙכÐŻĩĤا :ĵĥĐ ďĩ ُ äو ،كŷĨ :ģĻĝĘ َ Õِ ĥّĜُ :įäأو ÙàŻà ĵĥĐ آنóĝĤا ĹĘ ÙכÐŻĩĤا ħà .אęĻęíÜ ً ةõĩıĤا فñéÖ ،כٌ ĥَ َ Ĩ :ïèاijĤا ĹĘ ١ ط - ĩĥĤאĹĄ. ٢ ط: ħİïĭĐ؛ ر: وïĭĐ. ٣ ط - ħıąđÖ. ٤ ح ط ر - وóĻùęÜه Ĩא óĨ. ٥ ح: وïĜ. ٦ ط ر - وijİ ďĩåĺ ĵĥĐ اŻĨŶك واÐŻĩĤכ واÐŻĩĤכÙ. ٧ ط ر: وijİ. ٨ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص. ١٤٠؛ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٢٥٥/٢ ٩ ر + وijİ ďĩåĺ ĵĥĐ اŻĨŶك واÐŻĩĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 714 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 1. Tekil için kullanılmıştır: “O kıyamda namazda iken melekler ona seslendi.” [ Âl-i İmrân 3/39] Melekler kelimesiyle Cebrâil kastedilmektedir. 2. Hususi bir grup için kullanılmıştır: “Melekler onlara iner.” [ Fussilet 41/30] 3. Kapsayıcı olarak kullanılmıştır: “Allah kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etmiştir, melekler de…” [ Âl-i İmrân 3/18], “Hepsi Allah’a, meleklerine (…) iman ettiler.” [ el-Bakara 2/285] Tefsirine gelince, bir görüşe göre bu ifade semadaki meleklere, diğer bir görüşe göre yeryüzündeki meleklere, bir başka görüşe göre de hepsine hitaptır. Aynı ihtilâf “Hani biz meleklere, Âdem’e secde edin demiştik.” [ el-Bakara 2/34] âyetinin tefsirinde de söz konusudur. “Muhakkak Ben” Buradaki inne kelimesi tekit ifade eder, sonuna bitişmiş olan ye harfi ise konuşmacının kendisine işaret eden (nefs-i mütekellim) zamirdir. Bu kelime innî ve innenî olmak üzere iki şekilde okunur, ikincisi daha tekitlidir. Aynı durum lâkinnî-lâkinnenî (ancak ben) ve keennî-keennenî (sanki ben) ifadelerinde de söz konusudur. “Yaratacağım” Burada kullanılan ce‘ale kelimesi ile ilgili tafsilatlı bilgi daha önce verilmişti. Bu kelimenin anlamlarından biri yaratmak, bir diğeri de oluşturmaktır ki burada her ikisi ile de âyetin tefsir edildiği nakledilmiştir. Bir görüşe göre mânası “yaratacağım” şeklinde, bir başka görüşe göre “tayin edeceğim” şeklindedir. İlk görüş ihdâs (yaratma) anlamına, ikincisi ise oluşturma anlamına dayanır. Kelime her iki anlamı da taşır. Câ‘ilün (yaratacağım) kelimesindeki tenvin, devamında gelen halîfeten (halife) kelimesinin mansub oluşu ile birlikte değerlendirildiğinde câ‘ilün kelimesinin [ism-i fâil formunda olmasına rağmen] fiil anlamına geldiğine delâlet eder. Bu fiil de halîfeten kelimesini nesne alır. Yani anlam, “Bir halife yaratacağım” şeklindedir. Bu kullanım, kelimenin tenvinsiz ve izâfet terkibi içerisinde kullanılmasının aksi istikamettedir. Bu durum, fiilin, verilen haberin öncesinde mevcut olduğuna delâlet eder, çünkü izâfet terkibi ile innî dâribü Zeydin (Ben muhakkak Zeyd’e vurucuyum) dediğin zaman, bu ifade senin Zeyd’e zaten önceden vurmuş olduğunu haber vermen anlamına gelir, buna karşılık tenvin ile kullanıp innî dâribün Zeyden (Ben muhakkak Zeyd’e vurucuyum) dediğinde, ona vurmayı istediğini haber vermiş olursun. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 715 ﴾ [آل óĩĐان، ٣٩/٣] أي ä×ģĺó ٌ ِ َٓYئ ِئ َ§ ُ_ َو ُ¶¹َ ¢ ٰٓ «¯َ ْ ªا µُ bْدYَ ³َžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ïèاijĥĤ .įĻĥĐ ųا Ʃ اتijĥĀ ِئ َ§ ُ_﴾ [ÛĥāĘ، ٣٠/٤١[. ٰٓ «¯َ ْ ªا ُ·ِÁَْ َ ُل َ» َ َ ـcّ³َ{ b﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÙĀijāíĨ įęÐאĉĤو ِئ َ§ ُ_﴾ [آل óĩĐان، ١٨/٣] ٰٓ «¯َ ْ ¹ َواª َۙ¶ُ َ Êِّ ٰ َµ ا ªِ Ê ا َٓ µُ َ ²َّ ُ ا ٰ Ãا ّ uَ·ِ‚َ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ אبđĻÝøŻĤو .[٢٨٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µ۪ cِ§َ ئِ ٰٓ ِ ّÃY ِٰ َوَR» \ ±َ ®َ ٰ ا ٌ وįĤijĜ: ﴿ ُ¦ّ© א ً ١ כאن ñİا ĉìאÖ א ÐŻĩĤכÙ اĩùĤאء. وģĻĜ: ً Öאĉì اñİ כאن :ģĻĜ ïĝĘ óĻùęÝĤا אĨوأ Y³َ ْ ِ ْذ ¢ُ» א ĥĤכģ، وכñا اijęĥÝìا ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا ً ÐŻĩĤכÙ اŶرض، وģĻĜ: כאن ñİا ĉìאÖ ٰ َدَم﴾ [اĤ×óĝة، ٣٤/٢]. ِئ َ§ ِ_ ْ ا~ ُk ُuوا ِÊ ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª įĻĘو ،ħĥכÝĩĤا÷ ęĬ ĵĤإ ÙĘאĄŹĤ אءĻĤوا ïĻכÉÜ Ùĩĥכ» إن¿﴾ «۪ ٓ²ِّ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا ÝĕĤאن: إĹĬ وإĹĭĬ، واáĤאÙĻĬ أوכï، وכñا ĤכĹĭ وĤכĹĭĭ، وכĹĬÉ وכĹĭĬÉ. ٢ ُ اěĥíĤ، وıĭĨא įİijäو īĨو ÙĩĥכĤا ĹĘ ģĻāęÝĤا óĨ ïĜ ﴾© ٌ Yِ jَ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٦ .ěĥìÉø أي ěĤאì ĹĬإ אهĭđĨ :٥ ٤ اóĻùęÝĤ. وģĻĜ ٣ ĭıİא ورد ، وÖכģ واïè ĩıĭĨא ُ اóĻĻāÝĤ ٌ . واŶول ïèŹĤاث، واáĤאĹĬ óĻĻāÝĥĤ، واĤכÙĩĥ ĩıĥĩÝéÜא. ٍلّ وĬאÕĀ َ ijُ وģĻĜ: أي Ĩ ۜ﴾ دÙĤź اģđęĤ، _ًŸÁَ «۪ rَ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ÕāĭĤا ďĨ ﴾© ٌ Yِ jَ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ īĺijĭÝĤوا ijİو ،ÙęĻĥì ً ģđäÉø ُ :هóĺïĝÜو﴾ ۜ _ًŸÁَ «۪ rَ ﴿ :įĤijĜ ĵĥĐ ďĜاijĤا ijİ ģđęĤا כĤوذ ٧ دģĻĤ وijäد اģđęĤ Żìف óÜك اīĺijĭÝĤ ّ واñĤ ِכó ĵĥĐ وįä اĄŸאÙĘ. وذĤכ ٍ» ĵĥĐ اĄŸאÙĘ إì×אر ĭĨכ ُ زïĺ ٩ «إĹĬ Ąאرب ٨ ĤijĜכ: نÍĘ ّ אر؛×ìŸا ģ×Ĝ ٌ ًزïĺا» ÖאīĺijĭÝĤ إì×אر أĬכ ïĺóÜ įÖóĄ. أĬכ ïĜ įÝÖóĄ، وĤijĜכ: «Ąאرب א ÐŻĩĤכÙ اĩùĤאء وģĻĜ. ً ١ ر - כאن ñİا ĉìאÖ ٢ م: وijäه؛ ر: īĨ وįİijä. ٣ ر + ورد. ٤ ر - ورد. ٥ ر: ģĻĝĘ. .ěَĥْìَ ٍ ٦ ر: üאء ٧ م ح ط: وذاك. ٨ ر - ÍĘن. ٩ ر: ĤijĝĘכ. ٥ ١٠ ١٥ 716 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bundan dolayı fıkıhçılar demişlerdir ki: Bir başkasına izâfet terkibi kullanarak innî zâbihu şâtike (Ben senin koyununu kesiciyim) diyen kimse o kişinin koyununu daha önceden telef ettiğini haber vermiş olduğu için ona ortalama bir koyun bedelini tazmin eder. Ama eğer bu kişi tenvin formu kullanıp innî zâbihun şâteke (Ben senin koyununu kesiciyim) deseydi, sadece o kimsenin koyununu kesmeyi istediğini söyleyerek onu tehdit etmiş olacağı için herhangi bir tazminde bulunması gerekmezdi. Buna göre “Allah geceyi sakin kılıcıdır.” [ el-En‘âm 6/96], “Ben seni insanlara imam kılıcıyım.” [ el-Bakara 2/124] ve “Allah melekleri elçiler olarak göndericidir.” [ Fâtır 35/1] âyetlerinde gerçekleşmiş şeylerden söz edildiğini, buna karşılık “Ben yeryüzünde bir halife yaratıcıyım.” âyetinde gelecekte olacak bir şey hakkında haber verildiğini anlamış olursun. Aynı durum “Biz onun üzerindekilerini kupkuru toprak hâline getiriciyiz.” [ el-Kehf 18/8] âyetinde de söz konusudur. Her iki şekilde okunabilen âyetlerde ise her iki anlama da delâlet bulunur. Örneğin “Allah, nûrunu tamamlayıcıdır.” [es-Saff 61/8] âyeti her iki şekilde de okunmuştur. İzâfetli okuyuş İslâm hakikatinin tamamlanışına, tenvinli okunuş ise Müslümanların zaferinin tamama ereceğinin müjdesine delâlet eder. Yine “Onlar Allah’ın vereceği zararı giderici midir?” [ ez-Zümer 39/38], “Onlar Allah’ın rahmetini tutucu mudur?” [ ez-Zümer 39/38] ve “Allah elbette ki işini tamamlayıcıdır.” [ et-Talâk 65/3] âyetlerinde izâfet şeklindeki okunuş şimdiki zamana, tenvinli okunuş ise gelecek zamana delâlet eder. “Halife” Bu kelime halefehu, yehlufuhu, hulûfen (Ardından gelip onun yerine geçti) fiilinden fe‘île vezninde türemiştir. Âyette “Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur.” [ Fâtır 35/39] buyurulur. el-Halîf kelimesi de bu anlamdadır. Bunun çoğulu el-hulefâ şeklindedir. Âyette “Unutmayın ki sizi Nûh kavminden sonra halifeler (hulefâ) kıldı.” [ el-A‘râf 7/69] şeklinde kullanılmıştır ki bu el-halîf kelimesinin el-hulefâ şeklinde çoğul yapılması, eş-şerîf kelimesinin eş-şürefâ şeklinde çoğul yapılmasına benzer. el-Halîfe kelimesinin çoğulu ise el-hulefâ olup bunun benzeri el-halîka (yaratık) kelimesinin çoğulunun elhalâik şeklinde olmasıdır. Kelimenin sonundaki te harfi müenneslik değil, mübalağa anlamı katar. Benzer durum ‘allâme (çok bilgin), nessâbe (nesep uzmanı) ve râviye (çok rivayet nakleden) kelimelerinde de vardır. Halife aynı zamanda işleri yerine getirmek üzere görevlendirilmiş kimse anlamına da gelir. Âyette “Biz seni yeryüzünde halife kıldık.” [ Sâd 38/26] buyrulmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 717 ÙĩĻĜ įĤ ٢ īĩĄ ÙĘאĄŸאÖ «כِ Üאü ُ çÖذا אĬأ «:óìŴ אلĜ īĨ ١ وīĐ ñİا Ĝאل أģİ اįĝęĤ: َכ» ÖאīĺijĭÝĤ Üאü ٌ çÖذا אĬأ «:אلĜ ijĤو ،ģ×Ĝ ُ īĨ įÜאü فŻÜÍÖ įĤ ٣ ٍ ٍ وćø óĜŸاره üאة ،ïđÖ ُ īĨ įÜאü çÖذ ïĺóĺ įĬأ įĘ ِ ّ ijíĺ įĬŶ א؛ً ÑĻü įĤ īĩąĺ ħĤ אةýĤا ĹĘ ÕāĭĤوا ¿²ِّ۪ ٤ وįĤijĜ:﴿ ا [٩٦/٦ ،אمđĬŶا﴾ [Y³ً §َ ~َ ©ِÁْ َّ ªا© ُ Yِ jَ وَ ﴿:įĤijĜ أن ّ כĤ óıČ اñİ ĵĥĐو ِئ َ§ ِ_ ُر ُ~ ًË] ﴾ĘאóĈ، ١/٣٥ [إà×אت أijĨر ٰٓ «¯َ ْ ªا© ِ Yِ jَ ﴿و] ١٢٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۜ Y®Y ً ®َِ َ ِ Yس ا ³«ّ ِ ª ¥َ «ُ Yِ jَ ۜ﴾ إì×אر īĐ أóĨ Ļøכijن وכñا įĤijĜ: © žِ¿ َْ اÊْر ِض َr ۪ «َÁًŸ_ ٌ Yِ jَ ¿²ِّ۪ כאÙĭÐ، وįĤijĜ:﴿ ا ۜ﴾ [اĤכėı، ٨/١٨[، ĨÉĘא اĺŴאت اĹÝĤ óĝÜأ ıĻĘא ĵĥĐ زاً yُjُ اuÁ ً ۪ †َ Y·َÁَْ «َ Y®َ ن¹َ» ُ Yِ kَ َ ª Yَ ²ِّ ﴿َوا ٥ ِ ۪ه﴾ [اėāĤ، ٨/٦١ [óĜئ ¹ُر ² ُّcِ®ُ ُ ٰ Ãا ّ وَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ .īĺóĨŶا ĵĥĐ ÙĤźïĥĥĘ īĻıäijĤا Ù اŻøŸم، واīĺijĭÝĤ ٌ وïĐ ÍÖכĩאل ijıČر ّ ĻĝéĤ אمĩÜŸا ěĻĝéÜ ģĻĤد ÙĘאĄŸאĘ א؛ĩıÖ َ ُRْ̄ ِ َ§ ُ Yت ِ ۪هٓ﴾ [اóĨõĤ، ٣٨/٣٩ [وĜאل: ﴿َ¶ ْ© ُ¶ ±ّ yّŠُ تY ُ Ÿَ‚Y ِ ¦َ َ أģİ اŻøŸم. وĜאل: ﴿َ¶ ْ© ُ¶ ±ّ ۜ﴾ [اŻĉĤق، ٣/٦٥] ĘאĄŸאÙĘ ıĻĘא éĥĤאل ِ ۪ه y®ْ َ ِ ™ُ ا ªYَ َ ّ اà َٰ\ ِ ّن ۜ﴾ [اóĨõĤ، ٣٨/٣٩[، وĜאل:﴿ا µ۪ cِ¯َ nْ رَ واīĺijĭÝĤ ĝÝøŻĤ×אل. ًא»، أي äאء ïđÖه ijĝĺم Ęijĥìُ įęĥíُ َ ĺ ،įęĥَìَ » :īĨ ÙĥĻđĘ ﴾ۜ _ًŸÁَ «۪ rَ ﴿ [ب١٠٣ [:įĤijĜو ِ َ žِ¿ َْ اÊْر ِض﴾ [ĘאóĈ، Ëئ َٓrَ ْ §ُ َ «َjَ يw۪ َّ ªا ¹َ¶ُ وَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،įĭכùĨ īכùĺو įĨאĝĨ ْ §ُ َ ِ ْذ َjَ« ُ ñİا: اęĥíĤאء، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َو ْاذُ¦ُyٓوا ا ٣٩/٣٥]. واėĻĥíĤ ً أąĺא כĤñכ، وďĩä ٍ ﴾ [اóĐŶاف، ٦٩/٧] وijİ ĻĜאس اėĺóýĤ واĘóýĤאء، وďĩä اÙęĻĥíĤ ¹ُح ² ِ ¹َْم ¢ uِ ْ َ َ َ ـٓŸ َYء ِR ±ْ \ «rُ ÙĨŻĐƪ :אلĝĺ אĩכ ßĻĬÉÝĥĤ ź ÙĕĤא×ĩĥĤ אءıĤوا ،ěÐŻíĤوا ÙĝĻĥíĤا אسĻĜ ijİو ،ėÐŻíĤا ْ ³َ َ Yك «َjَ Yَ ²ِّ ƪ אÙÖ وراوÙĺ. واÙęĻĥíĤ ً أąĺא ijİ اijāĭĩĤب اijĨÉĩĤرñĻęĭÝĤ اijĨŶر، Ĝאل: ﴿ا وùĬ َr ۪ «َÁًŸ _žِ ¿َْ اÊْر ِض﴾ [ص، ٢٦/٣٨]. ١ ر: اħĥđĤ. .īĩĄ ïĜ :ر ٢ ٣ ح: óĜÍÖاره؛ ر: إóĜاره. ï×đĤ اءاتóĝĤا ħåđĨ :óčĬا .÷ĺرو Ùĺروا ĹĘ بijĝđĺو óęđä ĹÖوأ óĨאĐ īÖوا óĩĐ ĹÖوأ ďĘאĬو óĻáכ īÖا اءةóĜ هñİ ٤ اėĻĉĥĤ اÕĻĉíĤ، .٤٩٥/٢ ٥ ر: وóĜئ. ٥ ١٠ ١٥ 718 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kelimenin buradaki anlamı konusunda ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Abbas ifadenin umumi olduğunu ve Hz. Âdem ile evlatlarının kastedildiğini söylemiştir. Onların bu şekilde isimlendirilmelerinin sebebi ise daha önce yeryüzünde yerleşmiş olan cinlerin ve meleklerin ardından gelmeleri yani onların halefleri olmalarıdır. Bu nedenle de meleklerin “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın.” [ el-Bakara 2/30] şeklindeki sözleri doğru/anlaşılır bir sözdür. Onlar hiç şüphesiz bu sözü söylerken Hz. Âdem’i değil, evlatlarını/soyunu kastetmişlerdir. Kaffâl’in bildirdiğine göre Hasan-ı Basrî burada Hz. Âdem’in değil, evlatlarının kastedildiğini söylemiştir. Buna göre onların bu şekilde isimlendirilmesinin nedeni hem Hz. Âdem’e halife hem de birbirlerine halife olmalarıdır. Melekler ve cinler ise birbirlerine halife olmazlar, aksine topluca gelir, topluca giderler. Süddî şöyle demiştir: Bununla sadece Hz. Âdem’i kastetmiştir, bu ifade ona mahsustur. Hz. Âdem’in halife olarak isimlendirilmesi konusunda da ihtilâf etmişlerdir. Abdullah b. Mes‘ûd şöyle demiştir: Onun halifeliği insanlar arasında hüküm vermek, vahyi tebliğ etmek ve ilâhî beyânları, va‘d ve vaîdleri beyân etmekti. Bazıları şöyle demiştir: Onun ve evlatlarının halifeliği ağaçların yetiştirilmesi, meyvelerin çıkarılması ve nehirlerin açılması konusundadır. Allah Teâlâ arşı, kürsüyü, levhi, kalemi, sidre-i müntehâyı ve cennetü’l-me’vâyı yarattı, fakat bunları yaratmadan önce yaratacağını haber vermedi. Sadece Âdem ve evlatlarının yaratılacağını önceden haber verdi, çünkü bu şekilde onları şereflendirdi, saygın, üstün ve öncelikli kıldı. Bunu yapmasının sebebi ise onların asıllarının daha güzel ya da fiillerinin daha iyi olması değildi, aksine bu tamamen O’nun lutuf, ihsan, kerem ve cömertliği idi. Şair şöyle der: Nice güzellikler gördüm de Kalabalıklar arasında tercihim sensin “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” denilmiştir ki: Buradaki soru ifadesi kısaltılmıştır. Yani anlam, “Orada bozgunculuk yapacak birini mi, cüretkârlık gösterip kan akıtacak birini mi yoksa Allah korkusundan gözlerinin yaşı akacak birini mi yaratacaksın?” şeklindedir. Bu şekilde iki taraflı bir ifadenin bir tarafı diğerine delâlet ediyorsa, diğer tarafının hazfedilmesi dilde mümkündür. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 719 واėĥÝì ĹĘ óĻùęÜه ĭıİא، Ĝאل اīÖ Đ×אس: ñİا ijĩđĥĤم، واóĩĤاد įÖ آدم وأوźده. אمĝÝøا כĤñĤو ،رضŶا ĵĭכø ĹĘ אنåĤا ّ ĹĭÖ īåĤوا ÙכÐŻĩĤا اijęُĥَìَ ħıĬŶ ؛įÖ اijĩøو ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٣٠/٢] وź üכ ِ َRٓ َYء َ Ÿِْ ¥ُ ّ اuª Àوَ Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ ijĜل اÐŻĩĤכÙ:﴿ ا أħıĬ أرادوا ĤñÖכ أوźده دوįĬ. وĜאل اęĝĤאل: Ĝאل اīùéĤ اĤ×óāي: ħİ أوźد آدم دون آدم. وijĩøا įÖ؛ ħıĬŶ ħıąđÖ ėĥíĺ ħĤ אنåĤا ّ ijĭÖ īåĤوا ÙכÐŻĩĤوا ،אąđÖ ً ħıąđÖ ėĥíĺو آدم نijęĥíĺ .Ùĥĩä اij×İوذ Ùĥĩä אؤواä ģÖ ،אąđÖ ً وĜאل اïùĤي: أراد įÖ آدم وïèه وijİ ijāíĥĤص. ُ ēĻĥ×Üو ěĥíĤا īĻÖ ُ ١ اéĤכħ įÝĘŻì :دijđùĨ īÖا אلĜ .ÙęĻĥì ً įÝĻĩùÜ ĹĘ اijęĥÝìا ħà ُ اïĐijĤ واïĻĐijĤ . اĹèijĤ ُ وĻÖאن اóĨŶ واĹıĭĤ وذכó وĜאل ħıąđÖ: įÝĘŻì وÙĘŻì أوźده ĹĘ إĬ×אت اåüŶאر واóíÝøاج اĩáĤאر وěü اıĬŶאر. وĜאijĤا: إن Ʃ اų đÜאĵĤ ěĥì اóđĤش واĤכĹøó واijĥĤح واħĥĝĤ وïøرة اĵıÝĭĩĤ ħıĘّ óü įĬŶ ه؛َ َ وأوźد آدم כĤñÖ ÿìو אıĬijכ ģ×Ĝ אıĝĥì īĐ ó×íĺ ħĤو ،وىÉĩĤا Ùĭäو ، َ īùèأ ħıĥđĘ نijכĤ źو َ ّħıĨ ّ وħıĥąĘ ّ وħıĨïĜ وĨא ģđĘ ذĤכ Ĥכijن أħıĥĀ أزīĺ وכó ٤ א ً وźijĈ. وïĜ Ĝאل ĜאħıĥÐ: ً ٣ ً وŻąĘ وכĨó įĭĨ אƬ ĭĨ ٢ īכĤ َ ِאري ĻÝِìا ْ َ ďĜَ َ َى و َر ijĤا īَ Ĩِ כَ ْ Ļĥَ َ Đ īْ כĤِ َ ْ ٍī و ùèُ īْ Ĩِ تُ ْ óāَ ْ وכħ أÖ ۚ﴾ ģĻĜ: ñİه أėĤ اıęÝøźאم وijİ ِ َRٓ َYء َ Ÿِْ ¥ُ ّ اuª Àوَ Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ وįĤijĜ:﴿ ا אءĨïĤا כęùĺ īĨو ،אıĻĘ çĥāĺ īĨ أم אıĻĘ ïùęĺ īĨ אıĻĘ ģđåÜأ أي ،óāÝíĨ אمıęÝøا ً أمīĨ çęùĺ اijĨïĤع ÙĻýì؟ وijåĺز ñèف أïè اīĻÑĻýĤ إذادل اĩĤ×Ĺĝ ĹĥĐ اĵĝĥĩĤ óäأة ١ ر: ÙĘŻì. ٢ ط: Ĥכ. ٣ ط: ħıĭĨ. ؛٣٣/١ ،يóĻýĝĥĤ אراتüŸا ėÐאĉĤ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا .)م ١٠٣٠ / ـİ ٤٢٠ .ت (ĹüóĝĤا Õİو īÖ ïĩéĨ ijİ ģÐאĝĤا ٤ اóĉÝùĩĤف ĹıĻýÖŷĤ، ص. .٢٦٤ ٥ ١٠ ١٥ 720 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Örneğin “Sizi sıcaktan koruyan elbiseler…” [ en-Nahl 16/81] âyetinde “sıcaktan ve soğuktan koruyan” denilmek istenmiştir. Bir görüşe göre bu, hikmete dair bir sorudur. Yani, fesat çıkarıp kan dökecek olanın yaratılmasındaki hikmet nedir? Bir görüşe göre bu ifade soru değil, olumlama anlamındadır. Örneğin “Gelmedi mi?” [ el-Hadîd 57/16] âyetindeki ifade “Gelmiştir.” anlamında kullanılmıştır. Şair şöyle der: Sizler binek binenlerin en hayırlısı Ve insanlar içinde en eli açık olanlar değil misiniz? Eğer, “Neden Allah Teâlâ gökte değil de yerde bir halife var etti?” derlerse şöyle deriz: Çünkü Allah Teâlâ yeryüzünde haksızlıkların ve haddi aşmaların olacağını biliyordu, bu yüzden de onların arasında onları bundan alıkoyacak kimseler yarattı. Oysa gökte böyle bir şey yoktu, bu yüzden de göktekiler arasında halife yaratmadı. Eğer, “Halife görevlendirmek ancak orada bulunmayan ya da âciz olan birinin yapacağı şeydir, oysa Allah Teâlâ bütün bunlardan münezzehtir?” derlerse şöyle deriz: Elbette hiçbir şey Allah Teâlâ’dan gizli değildir, O da hiçbir şeyin uzağında değildir, ama emir gayba aittir ve her kul gayba muttali değildir. Allah bunu sadece nebîlere tahsis etmiş ve insanlara tebliğ etmesi için Hz. Âdem’i halife ve nebî olarak tayin etmiştir. Aynı şekilde herhangi bir acziyet de söz konusu değildir, ancak kullar Allah’ın haklarını bilme konusunda âcizdirler, bu yüzden halife, onlara bu hakları beyân etmek üzere gelir. Eğer, “Melekler Hz. Âdem’in evlatları arasında böyle kimseler olacağını nasıl bildiler ve neden böyle konuştular?” derlerse şöyle deriz: Çünkü onlar daha önce cinlerin yeryüzünde fesat çıkardıklarını, kan döktüklerini, kendilerinin aksine onların şehvetli ve tamahkâr olduklarını, üreme ve çoğalma özelliklerine sahip olduklarını görmüşlerdi. Kendilerinin bu tür özellikleri olmadığı gibi onlardan bu tür fiiller de sadır olmamıştır. Bu yüzden bir kıyaslama yaparak Hz. Âdem ve evlatlarını da şehvet, üreme, çoğalma gibi özelliklerinden dolayı cinler gibi davranacaklarını düşünmüşlerdir. Ancak bu (kıyas) açık (güçlü) değildir, çünkü bir bölgede birilerinin yerleşip orada fesat çıkarmış olmaları, onlar gittikten sonra oraya yerleşecek başkalarının da aynı fesadı çıkaracakları anlamına gelmez. Nitekim cinlerden sonra yeryüzüne yerleşen melekler fesat çıkarmamışlardır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 721 َ﴾ [اģéĭĤ، ٨١/١٦ [أي اóéĤ واĤ×óد. وģĻĜ: ijİ Ëøال yّoَ ْ ªا ُ§ Áُ £۪ َ b ©Áَ \ا۪ yَ~َ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ כ؟ęùĺو ïùęĺ īĨ ěĥì ĹĘ ٍ Ùĩכè أي ƫ ١ اéĤכÙĩ، أي: ٢ ِن﴾ [اïĺïéĤ، ١٦/٥٧ [أي ïĜ آن. وĜאل اýĤאóĐ: ْ Oَ À ْ َ ªَ وģĻĜ: ijİ اàŸ×אت כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا َ اح ُ ُĉ َijن ر Ö īĻ َ ĩِ Ĥאَ َ đĤا ىïَ Ĭْ َ َ ĉאĺא وأ َ ِכ َÕ ْاĩĤ َ ْī ر Ĩ َ óْ Ļìَ ħُ Ý ْ أùĤ įĬأ ħĥĐ įĬŶ :אĭĥĜ אء؟ĩùĤا ĹĘ ź رضŶا ĹĘ ÙęĻĥì ųا Ʃ ėĥíÝøا َ ħĤ :اijĤאĜ نÍĘ ĹĘ īכĺ ħĤو כĤذ īĐ ħıđĭĩĺ īĨ ħıĻĘ ģđåĘ ٌ ħُ Ĥאčَ َ ] وÜ أ َ ٍ אغ [١٠٤ ×َ Ü رضŶا ĹĘ نijכĺ .ÙęĻĥì ħıĻĘ ģđåĺ ħĥĘ כĤذ אءĩùĤا :אĭĥĜ .įِ ٌ īĐ ذĤכ ّכĥ ƪه õĭĨ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ،õåĐ أو אبĔ īĨ ėĥíÝùĺ אĩĬإ :اijĤאĜ نÍĘ ďĥّ ĉĺ ï×Đ ģכ÷ ĻĤو ،ÕĻĔ óĨŶا īכĤ ،ءĹü īĐ ÕĻĕĺ ź ijİو ٣ ءĹü įĭĐ ÕĻĕĺ ź ĵĥÖ א ّ ĻĤ×ħıĕĥ ذĤכ، وź õåĐ ً أąĺא، ً Ļ×Ĭو ÙęĻĥì آدم ÕāĬو כĤñÖ אءĻ×ĬŶاÿíĘ ّ ،ÕĻĕĤا ĵĥĐ א ħıĤ. َ ıَ ĭِ ّ Ļ َ × ُ ĻĤ ÙęĻĥíĤا אءåĘ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ قijĝè ĵĥĐ فijĜijĤا īĐ ونõåđĺ אد×đĤا īכĤو َ Üכijĩĥا ñıÖا ħِ ÍĘن ĜאijĤا: כėĻ ħĥĐ اÐŻĩĤכÙ أن īĨ أوźد آدم īĨ ĺכijن ذĤכ وĤ اĤכŻم؟ ģĻĝĘ: ħıĬŶ رأوا اīåĤ ĹĭÖ ّ اåĤאن ïĝĘ أïùĘوا ıĻĘא وęøכijا اĨïĤאء وħıĤ اijøאĝĘ ،כĤذ ħıĭĨ īכĺ ħĥĘ כĤذ ħıĤ īכĺ ħĤ ÙכÐŻĩĤوا ģøאĭÜو ïĤاijÜو ٤ Ùٌ َ ĩْ ıَ ijıüة وĬ آدم وأوźده وħıĤ ĭÜאģø وijÜاïĤ وijıüات أħıĬ ĺכijĬijن כĤñכ وĤכī ñİا óĻĔ واçĄ؛ َه ıĻĘא ź ïĺل ĵĥĐ أįĬ إذا ذÕİ وäאء óĻĔه ģĩĐ אدùĘوإ دار ĹĘ īאכø ĵĭכø نŶّ .ħİïđÖ אؤواä īĺñĤا ÙכÐŻĩĤا ïùęĺ ħĤ اñıĤو ،įĥĩĐ ١ ط - أي. .٤٥٩/١ ،Ù×ĻÝĜ īÖź اءóđýĤوا óđýĤا ؛٧٧ .ص ،įĬاijĺد :óčĬا .óĺóåĤ ÛĻ×Ĥا ٢ ٣ ط - Ĺüء. ٤ ر: وÙĩıÜ. ٥ ١٠ ١٥ 722 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir başka görüşe göre melekler levh-i mahfûza bakmışlar ve bunu görmüşler, bunu öğrenince de Allah’a sormuşlardır. Ancak başka bazı âlimler bu konuda herhangi bir haber veya nakil bulunmadığını ve bu görüşün tartışmaya açık olduğunu ifade etmiştir. Çünkü eğer melekler levh-i mahfûza bakıp bunu oradan öğrenmiş olsalardı, sordukları sorunun cevabı olacak şeyleri de orada görmüş olurlardı. Kaldı ki levh-i mahfûza bakan sadece İsrâfil’dir ve o da kıyamete kadar bütün olacakları bilmez, sadece Berat gecesi, o yıl boyunca olacak şeyleri bilir. Doğru cevap Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd, Hasan-ı Basrî, İbn Cüreyc ve Muhammed b. İshak’ın şu cevabıdır: Allah Teâlâ bu haberi onlara vermiş ve kendilerine bu soruyu sormaları için izin vermiştir. Nitekim devamında onların “Bizim, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur.” [ el-Bakara 2/32] demeleri buna delâlet eder. Meleklerin bu bilgiye sahip oldukları hâlde böyle konuşmaları onların bir kusuru olmadığı gibi Allah’a itiraz ettikleri anlamına da gelmez, aksine bu durumun birkaç izahı vardır: Bir: Bu ifade tıpkı “ Ba‘l’e mi tapıyorsunuz?” [ es-Sâffât 37/125] âyetinde olduğu gibi taaccüp/hayret ifade eder ki bu, iki şekilde anlaşılabilir. İlki Allah’ın, âdemoğullarının hâllerini bilmesine rağmen onları halife kılmasına şaşkınlık, ikincisi ise Allah’ın onlara yönelik nimetlerinin çokluğuna rağmen âdemoğullarının fesat çıkarıp kan dökmelerine şaşkınlık şeklindedir. İki: Bu soru hükme yönelik bir itiraz değil, hikmeti öğrenmek üzere sorulmuş bir sorudur. Nitekim Allah Teâlâ kendisi hakkında “O, yaptıklarından sorulmaz.” [ el-Enbiyâ 21/23] buyurmuştur. Ayrıca Allah’ın melekleri hakkında “Onlar Allah’ın emri olmadan konuşmazlar.” [ el-Enbiyâ 21/27] buyurmuş olması da buna delâlet eder. Hikmeti sormanın câiz olduğunun delili ise, kulun böyle bir soruyu Allah’tan başkasına soramayacak olmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ sahâbenin zayıflarının “Rabbimiz! Neden bize savaşı farz kıldın? Bize bir süre kadar daha mühlet verseydin ya!” [ en-Nisâ 4/77] dediklerini haber vermiş, ancak onların bu sözlerini yadırgamamış, aksine onlara cevaben, “De ki: Dünya menfaati azdır.” [ en-Nisâ 4/77] buyurmuştur. Yani onlara, “Ben size savaşı emrettim ki çokça sevap kazanasınız.” demiştir. Başka bir âyette “Nerede olursanız olun, ölüm sizi yakalar.” [ en-Nisâ 4/78] buyurmuştur. Yani “Savaşsanız da savaşmasanız da ölüm sizi yakalar, şehit olarak ölmek hayat demektir. O hâlde fâni hayatınızı bâki hayat hâline, az olan fayda ve malınızı çok hâline getirin.” buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 723 وģĻĜ: إħıĬ כאijĬا óčĬوا ĹĘ اijĥĤح ورأوا ذĤכ ijĤÉùĘا إذا ijĩĥĐا. Ĥכī ĜאijĤا: ĻĤ÷ نijכĺ אĨ اijĩĥĐو حijĥĤا ĹĘ واóčĬ إن ħıĬŶ ؛óčĬ įĤאĜ אĨ لijĜ ĹĘو ،óàأ źو ó×ì اñİ ĹĘ א ËùĤاħıĤ ĵĥĐ أن اĭĤאóČ ĹĘ اijĥĤح ً ħıĭĨ رأوا įĻĘ ً أąĺא Ĩא ĺכijن ً כęýא üŸכאħıĤ وijäاÖ نijכĺ אĨ ĵĥĐ ďĥĉĺ ģÖ ÙĨאĻĝĤا مijĺ ĵĤإ īÐכא ģכ ĵĥĐ ďĥّ ĉĺ ź ijİو هïèو ģĻĘاóøإ ijİو ١ واijåĤاب اçĻéāĤ Ĩא ĜאįĤ اīÖ Đ×אس واīÖ ijđùĨد واīùéĤ .اءةó×Ĥا ÙĥĻĤ Ùĭø ģכ ĹĘ الËùĤا ĹĘ ħıĤ وأذن כĤñÖ ħİó×ìأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن :ƻ אقéøإ īÖ ïĩéĨو ãĺóä īÖوا ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٣٢/٢]. Y³َcَ¯ْ َّ «َ Y®َ َ Êِّ ٓ³ََY ا ª َ ْ «ِ Êَ﴿ :כĤذ ïđÖ اijĤאĜ ħıĬأ ģĻĤïÖ ģÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵĥĐ אĄاóÝĐا ً źو ٢ א ħıĻĘ ً ĭđĈ īכĺ ħĤ ħĥđĤا ïđÖ ħıĭĨ مŻכĤا اñİ ħà :ÙéĻéĀ هijäو įĤ īĨ ijİو] ١٢٥/٣٧ ،אتĘאāĤا﴾[Ëً ْ َ َ ْu ُ ¹َن \ bَ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÕåđÝĥĤ įّ أİïèא: أĬ :ĹĬאáĤوا .ħıĤאéÖ įĩĥĐ ďĨ ħİאĺإ ųا Ʃ فŻíÝøا īĨ ÕåđÝĤا :אĩİïèأ :īĻıäو .ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬ ةóáכ ďĨ ħıכęøو ħİאدùĘإ īĨ ÕåđÝĤا ُ َْٔـُ© À Êَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ħכéĤا ĵĥĐ اضóÝĐźا ź ÙĩכéĤا الËø įّ وآóì: أĬ Êَ﴿ ٣ :ħıĝè ĹĘ אلĜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن כĤذ ĵĥĐ لïĺو] ٢٣/٢١ ،אءĻ×ĬŶا©﴾ [ُ َŸَْ À Yَ ¯ّ َ ٤ ودģĻĤ ijäاز Ëøال اéĤכÙĩ أن اđĤ×ï إن ħĤ ْ ¹ْ£َل﴾[اĬŶ×Ļאء، ٢٧/٢١]. ªYِ \ µُ َ ²¹£ُ]ِْ َ À ا īĐ ęđĄאء اéāĤאÙÖ ً ó×ì ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ïĜو ٥ ل؟Éùĺ īĩĩĘ įÖر īĨ כĤذ لÉùĺ ۜ ﴾ [اùĭĤאء، [À ٍ ۪ yَ ¢ ©ٍjَ َ « ا ٰٓ ªِ ٓ³ََY ا byْ َ rّ َ Ê ا َٓ¹َْ ª ۚلYَ cَ£ِ ْ ªا Y³َÁَْ «َ aَ ]ْcَ¦َ َ ِ ª Y³ََ أħıĬ ĜאijĤا: ﴿َرّ\ ٌۚÁ] ﴾©اùĭĤאء، ٧٧/٤] «۪ َ ¢ YÁَ²ْ ُ uªا ّ عYُ cَ®َ ©ْ ¢ُ﴿ :אلĝĘ ħıÖאäأ īכĤ ħıĻĥĐ óכĭĺ ħĥĘ [٧٧/٤ ُ §ُ ْ ¦ِ ُ ْuر ¹ُا À ²¹§ُ َ b Y®َ ±َ Àَْ أي أÜóĨכħ ÖאÝĝĤאل ģāéĻĤ Ĥכħ اijáĤاب اĤכóĻá، وĜאل: ﴿ا ْ َ̄¹ْ ُت﴾ [اùĭĤאء، ٧٨/٤] أي إن ĜאħÝĥÜ أو ħĤ ĝÜאijĥÜا، واijĩĤت ĹĘ اıýĤאدة Ļèאة، اª ا. ً Ęאijĥđäا [١٠٤ب] اĻéĤאة اęĤאÙĻĬ ً ÖאÙĻĜ واÝĩĤאع اģĻĥĝĤ כóĻá .اءةó×Ĥا ÙĥĻĤ Ùĭø ģכĻĘ نijכĺ אĨ ĵĥĐ ďĥĉĺ ģÖ ... כĤذ ورأوا حijĥĤا ĹĘ واóčĬ اijĬכא ħıĬإ ģĻĜو - ط ١ .ûĨאİ çĀ ،ħıĻĘ - ح ٢ .ħıĝè ĹĘ אلĜ ĵĤאđÜ ųا أن כĤذ ĵĥĐ لïĺو ģُ َ đęْ َ א ĺ ƪ ĩَ Đ ģَُ ٔ ـ ْ ùُ ĺ źَ - ط ٣ ٤ ط + وËøال اéĤכÙĩ äאõÐ. لÉùĺ ħĤ إن ï×đĤا نŶ :ûĨאıĤا ĹĘ ،لÉùĺ īĩĩĘ įÖر īĨ כĤذ لÉùĺ ħĤ إن ï×đĤا أن ÙĩכéĤا الËø ازijä ģĻĤود - ط ٥ .لÉùĺ īĩĩĘ ĵĤאđÜ ųا īĨ כĤذ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 724 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Orada bozgunculuk yapacak” Buradaki men harfi çoğul anlamındadır. Daha önce geçtiği üzere, “Onlardan kimileri de Allah’a iman ettik derler.” [ el-Bakara 2/8] âyetinde de bunun benzeri bir kullanım vardır. Yüfsidü [bozgunculuk yapar] ifadesinin tefsiri daha önce geçmişti. Bu ifade Kur’ân’da on farklı anlamda kullanılmıştır: 1. Küfür anlamında kullanılmıştır: “Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş ve fesatçılardan olmuştun.” [ Yûnus 10/91] 2. Günah işlemek anlamında kullanılmıştır: “Yeryüzünde fesatçılık yapmayın.” [ el-Bakara 2/11] 3. Tahrip anlamında kullanılmıştır: “Onlar bir beldeye girdikleri zaman orayı ifsat ederler.” [ en-Neml 27/34] 4. Öldürme anlamında kullanılmıştır: “ Ye’cûc ve Me’cûc yeryüzünden fesatçılık yapıyorlar.” [ el-Kehf 18/94] 5. İnsanların hâllerini bozma anlamında kullanılmıştır: “Ve yeryüzünde fesada çalışırlar.” [ el-Mâide 5/33] 6. Helâk etme anlamında kullanılmıştır: “Yeryüzünde iki kez fesat çıkaracaksınız.” [ el-İsrâ 17/4] 7. Yağmur ve bitkinin azlığı anlamında kullanılmıştır: “Karada ve denizde fesat çıktı.” [ er-Rûm 30/41] 8. Sihir anlamında kullanılmıştır: “Allah fesatçıların [sihirbazların] amelini asla ıslah etmez.” [ Yûnus 10/81] 9. Ölçü ve tartıda eksiklik anlamında kullanılmıştır: “Ölçü ve tartıyı bozmayın.” [ Hûd 11/84], “Islahından sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın.” [ el-A‘râf 7/85] 10. Bozulma, çatışma anlamında kullanılmıştır: “Eğer yer ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, o zaman bu ikisi fesada uğrardı.” [ el-Enbiyâ 21/22] Tefsirine gelince, bir görüşe göre burada kastedilen küfürdür. Yani “Onlar seni inkâr edecek, yarattıklarının kanlarını dökeceklerdir.” demek istemişler, insanların Allah haklarına karşı suçlarını “ küfür” ile, kul hakkı sayılacak konulardaki cinayetlerini ise “öldürme” ile ifade etmişlerdir ki bu ikisi, Allah ve kul hakkı olarak tasavvur edilebilecek en büyük hıyanetlerdir. Nitekim meleklerin bu söz mukabilinde kendileri hakkında iki şeyden; Allah’ı hamd ile tesbih etmek ve takdis etmekten söz etmiş olmaları da buna delâlet eder. Allah’ı hamd ile tesbih etmek O’na iman edip O’nu yüce sıfatları ile nitelemektir. Allah’ı takdis etmek ise onların hem kendilerini hem de bütün âlemi, rızâya uygun olmayan bütün fiillerden arındırmaları anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 725 َ £ُ ¹ُل À ±ْ ®َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ďĩåĥĤ אĭİ «īَ Ĩ» ﴾Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ﴿ :ĵĤאđÜ :įĤijĜو ĵĥĐ آنóĝĤا ĹĘ ijİو .هóĻùęÜ ƪ óĨ ﴾uُ ِ Ÿْ ُ ١ و﴿À . ّ óĨ אĨ ĵĥĐ [٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِ אų ƪ ِÖ Yَ ³ّ®َ ٰ ا óýĐة أوįä: ،÷Ĭijĺ] ﴾±À َ u۪ ِ Ÿْ ¯ُ ْ َ ْ[ُ© َو ُ¦³ْ َa ِ ®±َ اª ¢ aَ Áْ‡َ َ uْ َ ْ ٰٔـ ±َ َو¢ ª ٰٓ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ،óęכĥĤ ٩١/١٠]، وģĩđĥĤ ÖאđĩĤאĹĀ، כĩא Ĝאل: ﴿َÊ ُbŸْ ِ ُuوا žِ¿ َْ اÊْر ِۙض﴾ [اĤ×óĝة، ١١/٢]، žَْ َ ُu َو¶Y] ﴾اģĩĭĤ، ٣٤/٢٧[، وģÝĝĥĤ، כĩא Ĝאل: ًَ_ ا Àyْ َ َِذا َد َrُ«¹ا ¢ وÕĺóíÝĥĤ، כĩא Ĝאل: ﴿ا ُj ¹َج ُRŸْ ِ ُu َون žِ¿ َْ اÊْر ِض﴾ [اĤכėı، ٩٤/١٨[، وùĘŸאد أijèال اĭĤאس، ْ ُj ¹َج َوَRO ْ Oَ À َ ِ ّن ﴿ا ¿žِ َ نّ uُ ِ Ÿْcَُ َ َ¹َْْن žِ¿ َْ اÊْر ِض žَ َ ً Yدا﴾ [اĩĤאïÐة، ٣٣/٥]، وŻİŹĤك، Ĝאل: ﴿ª Ĝאل: ﴿َوÀ ِ yّ]َْ ْ Ÿَ َ ُYد žِ¿ اª َْÁ±ِ] ﴾اóøŸاء، ٤/١٧]، وÙĥĝĤ اóĉĩĤ واĭĤ×אت، Ĝאل: ﴿ َ’َ·َy اª bَ َْ اÊْر ِض َRّy ،÷Ĭijĺ] ﴾±À َ u۪ ِ Ÿْ ¯ُ ْ ªا© َ̄ َ َ mُ «ِ‡ْ ُ À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ِ﴾ [اóĤوم، ٤١/٣٠]، وóéùĥĤ، Ĝאل: ﴿ا yoْ ]َْ َواª ْ ۪̄ َÁ {َ ان﴾ [ijİد، ٨٤/١١] ªواَ لYَ Áَ§ْ ¯ِ ْ £ُ³َْ ¹‡ُا اª ٨١/١٠]، وÿĝĭĤ اĤכģĻ واijĤزن، Ĝאل: ﴿َوَÊ b ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٨٥/٧]، وĝÝĬŻĤאض، Ĝאل: Y·َnِ Ëَ†ْ ِ َ ْ َu ا ħà Ĝאل: ﴿َوَÊ ُbŸْ ِ ُuوا žِ¿ َْ اÊْر ِض \ ۚ﴾ [اĬŶ×Ļאء٢٢/٢١،]. Yَ buََ Ÿََ ª ُ َ ّ اà ٰ Êِّ ٌ_ ا ·َِ ªٰ ٓY ا ¯َ·Áِ ž۪ نYَ ¦َ ¹َْ ª﴿ ٤ اĤכóę، أي ĺכóęون Öכ وęùĺכijن دĨאء ĝĥìכ، ٣ أراد ĭİא :ģĻĜ ٢ وأĨא اóĻùęÝĤ ïĝĘ رijāÝĺ אĨ ħčĐأ אĩİو ģÝĝĤאÖ ěĥíĤا ĵĥĐ ٦ ħıÝĺאĭäو óęכĤאÖ ųا Ʃ ěè ĹĘ ٥ ħıÝĺאĭä واóכñĘ ٨ أħıĬ ذכóوا īĨ أħıùęĬ ĝĩÖאıÝĥÖא įĻĥĐ لïĻĘ ،ěĥíĤا ěèو ěéĤا ěè ĹĘ ٧ ÙĬאĻíĤا īĨ įÜאęāÖ įęĀوو įÖ אنĩĺŸا ijİ هïĩéÖ çĻ×ùÝĤوا .ų Ʃ ÷ĺïĝÝĤوا ųا Ʃ ïĩéÖ çĻ×ùÝĤا :īĻÑĻü .ĵąÜóُ ĺ ź ģđĘ ģכ īĐ ħĤאđĤا óĻıĉÜو ħıùęĬأ óĻıĉÜ ijİ ų Ʃ ÷ĺïĝÝĤوا ،ĵĥđĤا . ّ ١ ط ر - ĵĥĐ Ĩא óĨ َאۚ﴾ وأĨא اóĻùęÝĤ ïĝĘ. Üïَ َ ùęَĤَ ُ ųا Ʃ źƪ ِ َ ٌÙ ا ıِ Ĥٰ َٓא ا ĩ ِıĻ۪ َ َ אن Ę ْ כ ijĤَ﴿ ... ،óęכĥĤ :įäأو ةóýĐ ĵĥĐ آنóĝĤا ĹĘ ijİو - ط ٢ ٣ ط: وģĻĜ. ٤ ط: ĭıİא. ٥ ط: ĻìאħıÝĬ. ٦ ط: وĻìאħıÝĬ. ٧ ر: اĭåĤאÙĺ. ٨ ح: ħıĻĥĐ. ٥ ١٠ ١٥ 726 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu fesat ile kastedilen şey, her türlü günahı işlemektir. Aslında bütün günahlar fesadın kapsamına girdiği hâlde bu ifadenin sonrasında kan dökmek fesada atfedilmiştir. Bunun sebebi kan dökmenin çok kötü olması ve vebalinin büyüklüğüdür. Bunun benzeri “Senden ve Nûh’tan….” [ el- Ahzâb 33/7] ifadesinin “Hani biz nebîlerden mîsâklarını almıştık…” [ el- Ahzâb 33/7] ifadesine atfedilmesinde de söz konusudur ki burada da Hz. Muhammed ve Hz. Nûh’un derecelerinin yüceliği ve mertebelerinin büyüklüğü nedeniyle bu atıf yapılmıştır. “Orada” Yani yeryüzünde. “Ve kan dökecek” Dökülme anlamına gelen es-sefk kelimesi bazı dilcilere göre özellikle kanın dökülmesi anlamına, bazılarına göre ise hem kan hem gözyaşının dökülmesi anlamına gelir. Dem (kan) kelimesinin aslı ed-demyü şeklinde olup sonundaki ye harfi, sık kullanım nedeniyle, telaffuz kolaylığı sağlamak için hazfedilmiştir. Bu nedenle ism-i tasgîr (küçültme ismi) formunda bu harf tekrar geri gelir. Yine demiye, yedmâ, edmâhu gayruhu, demmâhu şeklindeki fiil kullanımında da bu ye harfi görünür hâle gelir. Çoğulu ed-dimâu şeklindedir. Kan rengine benzeyen kızıl renkteki ata el-müdemmâ denilir. es-Şeccetü’d-dâmiyetü, kanayan ama kanı akmayan yara/dert demektir. Yüsfikü (kan dökmek) tekil bir fiil olup tıpkı yüfsidü (fesad çıkarmak) fiili gibi çoğul anlamda kullanılmıştır. ed-Dimâu kelimesinin başındaki elif-lâm takısı izâfetin yerine kullanılmıştır. Yani anlam “Sözü dinlerler.” [ ez-Zümer 39/18] âyetinde “söz” kelimesinin “Allah’ın sözü” anlamında kullanılması örneğinde olduğu gibi, burada da “insanların kanı” anlamındadır. Kan dökmekten maksat, haksız yere kan dökmektir, çünkü kısas gereği ya da muharip (savaş hâlindeki düşman) kimse ile savaşta kan dökmek kınanacak bir şey değildir. Melekler burada kınanacak kan dökme fiilini kastetmişlerdir, çünkü bu fiili fesat çıkarma fiiline atfetmişlerdir. Böylece mutlak (kayıtsız) olarak kullanılan “kan dökme” fiili sözün akışının delâleti ile kayıtlanmıştır. Allah Teâlâ “Yeryüzüne benim sâlih kullarım varis olacaktır.” [ el-Enbiyâ 21/105], “Gözlerinden gözyaşının boşaldığını görürsün.” [ el-Mâide 5/83] âyetlerinde insanları sâlih olmak ve gözyaşı dökmekle nitelediği hâlde melekler onları fesatçılık ve kan dökmekle nitelemişlerdir ki bu konuda doğru söylemişlerdir. Nitekim bu durum kendilerine haber verilmiştir. Allah Teâlâ “Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?” [ en-Nisâ 122/4] buyurmuş, âdeta şöyle demek istemiştir: İnsanlar içinde öyle olanlar da vardır, böyle olanlar da vardır. Ancak fesat yani isyan ârızîdir, ıslah yani iman ise dâimîdir. Nitekim bir kul bir başka kula (şiirde) şöyle der: 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 727 ĵĥĐ אءĨïĤا כęø ėĉĐ ħà ،ĹĀאđĩĤا ģכÖ ģĩđĤا אدùęĤا اñıÖ ادóĩĤا :ģĻĜو ėĉđכ įĤאÖو óĻáכÜو įĤאè ħĻčđÝĤ אدùĘŸا ĹĘ Ûĥìد ĹĀאđĩĤا ģכ أن ďĨ אدùĘŸا ﴾ْ·َُ ¢YgÁَ ®۪ ±َ Áّ۪]َِ ³ªا ّ ±َR ِ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا ٍ ﴾ [اõèŶاب، ٧/٣٣] ĵĥĐ įĤijĜ:﴿ َوا ¹ُح įĤijĜ:﴿ َوِR³ْ ¥َ َوِR ±ْ ² [اõèŶاب، ٧/٣٣] ijĥđĤ درĩıÝäא وħčĐ ÜóĨ×ĩıÝא. .رضŶا ĹĘ أي﴾ Y·Áَ ž۪﴿ :įĤijĜو ،ÙĕĥĤا ģİأ ăđÖ ïĭĐ ÙĀאì مïĤا ĹĘ ÕāĤا َۚ﴾ اęùĤכ ƫ َٓאء Ĩِ اïĤ ِ ُכ ّ ę ْ ùَ ĺ َ وįĤijĜ:﴿ و ُ ÖאĻĤאء وñèف ً ęĻęíÜא Ĥכóáة Ĺْ اĨïĤ َ įĥĀأ مïĤوا ،ħıąđÖ ïĭĐ Éąĺأ ً ďĨïĤا ěè ĹĘو ُ óĻĔه َאه Ĩْ َĵ وأد Ĩïĺ ْ َ Ĺِ Ĩَ اĩđÝøźאل، وñıĤا ijđĺد ĹĘ اóĻĕāÝĤ وóıčĺ ĹĘ اģđęĤ īĨ» د ،مïĤا نijĤ įĬijĤ į×ýĺ ةóĩéĤا ïĺïýĤا óĝüŶا سóęĤا ĵّ Ĩïَ ُ اĨïĤאء، واĩĤ ƪאه»، وįđĩä ّ Ĩَ ود ijİ אĩכ ďĩåĤا אهĭđĨو ïèوا ģđĘ «כęùĺ»و .ģĻùÜ źو ĵĨïÜ ĹÝĤا ÙĻĨاïĤا ُ Ùƪ åýĤوا ƪ ĹĘ» ïùęĺ«. واėĤŶ واŻĤم ĹĘ» اĨïĤאء» ïÖل اĄŸאÙĘ، أي دĨאء اĭĤאس כĩא ĹĘ įĤijĜ: ْ َ¹ْ£َل ﴾[اóĨõĤ، ١٨/٣٩ [أي ijĜل Ʃ اų. واóĩĤاد īĨ ęøכ اĨïĤאء ijİ ęøכıא َ َْcِ ¯ُ ¹َن اª À﴿ óĻĕÖ ěè؛ Ŷن ęøכıא āĜאĀא وóèاÖא éĩĥĤאرīĻÖ óĻĔ ijĨñĨم، وħİ أرادوا اęùĤכ ٤ ٣ ijøق اčĭĤאم. ÙĤźïÖ įÖ ٢ مŻכĤا īĨ ěĥĉĩĤا ïĻĝÝĘ אدùĘŸا ĵĥĐ ١ اijĨñĩĤم، ïĝĘ ijęĉĐه çęøو حŻāĤאÖ ħıęĀو ĵĤאđÜ ųوا Ʃ אءĨïĤا כęøو אدùęĤאÖ ħİijęĀو ءźËİ ħà ْ·ُ³َÁُ ْ َ َ ٰyٓى ا ] وĜאل: ﴿b أ ِ ُo ¹َن ﴾[اĬŶ×Ļאء، ١٠٥/٢١] [١٠٥ ªY َ‡ªا ّ يَدYِ ]َِ Y·َfُ ِ yَ اijĨïĤع وĜאل: ﴿À ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ،כĤñÖ واó×ìأ ïĝĘ אĜïĀً اijĤאĜ ÙכÐŻĩĤوا] ٨٣/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [ِ •®ْ َ uªا ّ ±َR ِ ‰Á ُ Ÿ۪ َ b īכĤ ،اñİ ħıĻĘو اñİ ħıĻĘ لijĝĺ įĬÉوכ] ١٢٢/٤ ،אءùĭĤا﴾ [ËÁً ¢۪ ِٰ Ãا ّ ±َR ِ قُ uَ†ْ َ ijĝĺل: ﴿َوَR ±ْ ا ٥ اùęĤאد Đאرض وijİ اĻāđĤאن، واŻāĤح داħÐ وijİ اĩĺŸאن، وïĜ Ĝאل ijĥíĨق ijĥíĩĤق: ١ ط: ijęĉĐا. ٢ ط - īĨ اĤכŻم. ٣ ط: دÙĤź. ٤ ط - ijøق اčĭĤאم. .٢٥/٦ ،ĹĬאùĩĥÝĥĤ ÕĻĉĤا çęĬ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٥ ٥ ١٠ ١٥ 728 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sevgili şayet bir tek günah işlediyse (ne olmuş!) İyilikleri ona bin şefaatçi çıkarır. Bir başka şair şöyle der: Kötü olan fi il bir tek ise Onun sevindirici fi illeri binlerledir. Diğer bir şair şöyle der: İspiyoncular senin dereceni düşürmüş değildir Benim nezdimde, gıybetini eden de sana zarar veremez Aslında seni kınarlarken benim nezdimde Seni övüyor olduklarını bilmezler. “Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” Tesbih Allah’ı her türlü kötü nitelikten tenzih etmektir. Sübhâne min kezâ ifadesi “Falan kimse şu şeyden ne kadar da uzaktır!” anlamına gelir. Şair şöyle der: Bana onun övgüsü geldiğinde derim ki Hayret şu övünen Alkame’ye doğrusu! Bu kelimenin hayret anlamına geldiği de söylenmiştir ki bu beyitte anlam, “ona hayret ederim” şeklindedir. “Tesbih edenlerden idi.” [ es-Sâffât 37/143] âyetinde “ namaz kılanlardan” anlamında, “Sübhanallâhi [Allah münezzehtir].” [ es-Sâffât 37/159] âyetinde ise “Allah için namaz kılın.” anlamındadır. es-Sübhatü kelimesi nafile anlamına gelir. Tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes‘ûd şöyle demişlerdir: Bunun anlamı, “Biz senin emrin ile namaz kılıyoruz.” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam, “Seni eş, evlat, denk, zıt ve sana yaraşmayan sıfatlar sahibi olmaktan tenzih ediyoruz.” şeklindedir. “ Hamd ederek” Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes‘ûd’dan bize gelen bir rivayete göre bunun mânası, “Senin emrin ile” şeklindedir. Bu şekilde ifade edilmesi, “Senin övgüye değer (mahmûd) emrin ile” anlamını verir ve burada mastar ile mef‘ul mânası kastedilmiştir. Benzer durum hâzâ darbü’l-emîr (Bu, emirin basmasıdır) ifadesinin “Bu emirin bastırdığı paradır.” anlamına gelmesinde söz konusudur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 729 ďĻęِüَ ėِ Ĥْ َ ÉÖ ُ įُ ĭøא ِ éَ َ َ ْت Ĩ אءä ïٍèوا ِ Õٍ Ĭñْ Öِ ĵَ Üأ ÕĻ ُ ×ِéĤا وإذا َ ١ وĜאل آóì: ْ َن ُأĤ ُijف َر ó َ ø ĹÐŻĤا ّ ُ َ ُאįĤ َ ً واïèا đĘÉĘ ْ ُģ ّاñĤي øאء َ ُכ ِī ِ اđęĤ ĺ نÍĘ ٢ وĜאل آóì: َ ُ אب Ýĕْ ُ Ĩ كَ ƪ óĄَ źو يïĭِ Đِ Ùٍ َ ×ْ Üُ َ ْī ر Đ نijَ üا ُ َ َא َè ّĉ َכ اijĤ Ĩ ُijا َ אÖ Đ يñِ Ĥאƪ Öِ يïِ ْ ĭĐِ כĻĥĐ َ اij ُ ĩĥَ ْ đَ ĺ ْ ħĤَ َ ْ ا و ijَ ْ ْأĭà ħُ ıƪ Ĭَ َכÉ ،ءijø ģכ īĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ įĺõĭÜ çĻ×ùÝĤا ﴾ ۜ¥َ َ ِ ُس ª uّ£َُ ِ َo ْ ¯ِu َك َو² \ mُ ]َِّ ُ ² ±ُ oْ َ وįĤijĜ:﴿ َو² ٤ ٣ اýĤאóĐ: و«ø×éאن īĨ כñا» أي Ĩא أïđÖه. Ĝאل óìא ِ ęĤا َ Ùَ َ ĩĝَĥْ َ Đ īْ Ĩِ אنَ éَ ْ × ُ ø ُ ه ُ óíْ Ęَ ĹĬِ َ ّ א äאء ُ أijĜل ĩĤ א įĭĨ. وįĤijĜ:﴿ َ ¦َYن ِR ±َ ً ×åĐ أي :ÛĻ×Ĥا اñİ ĵĭđĨو ،ÕåđÜ Ùĩĥכ ijİ :אلĝĺو Á±] ﴾اāĤאĘאت، ١٤٣/٣٧] أي īĨ اīĻĥāĩĤ Ęـ﴿ ُ~ْ[ َo َYن ّ اà ِٰ] ﴾ اāĤאĘאت، ١٥٩/٣٧] أي َۙ o۪ ]َِّ ¯ُ ْ اª .ÙĥĘאĭĤا Ùé× ƫ ،ِ واùĤ ƪ ųِ اijĥ ƫ َ Ā .كóĨÉÖ ĹĥāĬ īéĬو :אهĭđĨ :ƻ دijđùĨ īÖوا אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ óĻùęÝĤا אĨوأ ź ٥ وģĻĜ: أي İõĭĬכ īĐ اāĤאè×Ù واŶوźد واïĄŶاد واïĬŶاد وīĐ اęāĤאت اĹÝĤ .כÖ ěĻĥÜ ِ َo ْ ¯ِu َك﴾ روĭĺא īĐ اīÖ Đ×אس واīÖ ijđùĨد إن ĭđĨאه: óĨÉÖك. وįĝĻĝéÜ: وįĤijĜ:\﴿ ïĩéÖك، أي óĨÉÖك اijĩéĩĤد، ïāĨر أرïĺ įÖ اijđęĩĤل כħıĤijĝ: ñİا óĄب اóĻĨŶ، أي óąĨوįÖ. ِĹ ، اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. .٢٥٥ ّ × َ ĭ َ Ý ُ ĩĤا Õِ ّ ĻĉĤا ƪ ĹÖَ Ŷ ÛĻ×Ĥا ١ .٢٩٩/٢ ،Ĺøא×đĥĤ ÿĻāĭÝĤا ïİאđĨ ؛٢٣٢ .ص ،ñĝĭĨ īÖź óđýĤا ïĝĬ ĹĘ ďĺï×Ĥا :óčĬا اسijĬ ijÖأ ijİ ģÐאĝĤا ٢ ٣ ط: وĜאل. ٥٠٣/١ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ ؛)٣٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٦٤/١ ،ûęìŷĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ ؛١٤٣ .ص ،įĬاijĺد :óčĬا ،óĻ×כĤا ĵýĐŷĤ ÛĻ×Ĥا ٤ (اĤ×óĝة، ٣٢/٢). ٥ ر - اĹÝĤ. ٥ ١٠ ١٥ 730 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Sa‘lebî şöyle demiştir: Âlimlerden biri bunun anlamının, “Sana Fâtiha sûresi ile namaz kılarız.” şeklinde olduğunu söylemiştir. Buna göre buradaki “ Hamd ile” ifadesinden Fâtiha sûresinin ismi kastedilmiş, bu sûre Allah’ın kelâmı ve vahyi olduğu için de hamdike (Senin hamdin) şeklinde Allah’a izâfe edilmiştir. Mücâhid şöyle demiştir: Anlam “Nimetlerine karşı seni hamd ile tâzim ederiz.” şeklindedir. Meleklerin “Seni hamd ile tesbih ederiz.” ifadelerinin tahkiki, yani bu hamdin tatbiki, sübhâneke Allâhümme ve bi-hamdike” (Allah’ım! Sen münezzehsin, Sana hamd olsun.) deriz, şeklindedir. Bu ifade, kötü nitelikleri Allah’tan tenzih etme ve O’na, övgüye değer sıfatları nedeniyle övgüde bulunma anlamına gelir. Mufaddal şöyle demiştir: Anlam: “Seni yüksek sesle zikrederiz.” şeklindedir. Cerîr şöyle demiştir: İlâh Tağlib (kabilesi)nin yüzünü karartsın Ne zaman hacılar yüksek sesle tesbih edip tekbir getirseler Sa‘lebî şöyle demiştir: Anlam şu şekildedir: “Seni tesbih ve takdis ederiz ki bu da Senin hamdin iledir, yani bizi buna muvaffak kıldığın için hamd Sanadır. Zira muvaffakiyet bize değil, Sana aittir.” Bu Ehl-i sünnet ve’lcemâat mezhebinin tasdikidir, yani kulun fiili kendisine, yardımı ise Allah’a ait görmesidir. “Seni takdis ediyoruz.” Takdis temizlemek demektir. el-Kuds temiz anlamına gelir. el-Kuddûs Allah’ın isimlerindedir. Beytü’l-makdis, el-ard el-mukaddese (mukaddes topraklar), el-Kādisiyye gibi kelimeler el-kuds kelimesinden türemiştir. el-Kuds aynı zamanda bereket anlamına da gelir. Rivayette çok sayıda peygamberin mercimeği takdis ettikleri ifade edilmiştir. Buradaki tefsirine gelince, kimine göre anlam, “Seni, Sana lâyık olmayan şeylerden arındırırız.” şeklindedir. Leke (seni) ifadesindeki lâm harfi sıla [yani fiili mef‘ule birleştirme] işlevi görür. Kimine göre anlam, “Kalplerimizi şirkten, nefislerimizi günahtan Senin için temizleriz.” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam, “Amellerimizi Senin için kusurdan, hatalardan, kendini beğenmişlikten ve riyadan temizleriz.” şeklindedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 731 اñİ ﴾كَ uِ ¯ْ oَ ِ \﴿ :įĤijĝĘ ١ .אبÝכĤا ÙéÜאęÖ כĤ ĹĥāĬ أي :ħıąđÖ אلĜ :Ĺ×ĥđáĤا אلĜو ٢ إĵĤ Ʃ اų؛ ıĬŶא وįĻè وכįĨŻ. اħø ñİه اijùĤرة وأėĻĄ .כĩđĬ ĵĥĐ ïĩéĤאÖ כĩčđĬ أي :ïİאåĨ אلĜو įĺõĭÜ ijİو .كïĩéÖو ħıĥĤا כĬאé×ø :لijĝĬ أي﴾ كَ uِ ¯ْ oَ ِ \ mُ ]َِّ ُ ²﴿ :ħıĤijĜ ěĻĝéÜو īĐ اęāĤאت اÙĩĻĨñĤ وïĩèه ĵĥĐ اęāĤאت اïĻĩéĤة. ٣ وĜאل اģąęĩĤ: أي ďĘóĬ أijĀاĭÜא ñÖכóك، Ĝאل óĺóä: źَŻَ ْ ُوا إİ ó ƪ َ َכ× و ãĻåéĤا ُ çَ ƪ × َ َ א ø ĩĥƪכُ Õَ ĥِĕْ َ Ü َ ُ ُijäه ُ و įĤŸا َ çَ ƪ ×Ĝَ Ĝאل اĥđáĤ×Ĺ: أي ùĬ×éכ وïĝĬس Ĥכ وذاك ïĩéÖك، أي Ĥכ اïĩéĤ ĵĥĐ ĝĻĘijÜכ؛ نijđĤوا įùęĬ īĨ ģđęĤا Ùĺرؤ ijİو ،ÙĐאĩåĤوا ÙĭùĤا ÕİñĨ óĺóĝÜ ijİو ٤ .אĭÖ ź כÖ įĬÍĘ .įÖر īĨ َ ۜ¥َ ﴾ اĺïĝÝĤ ÷اóĻıĉÝĤ، واïĝĤس اóıĉĤ، واïĝĤوس īĨ أĩøאء ِ ُس ª uّ£َُ وįĤijĜ:﴿ َو² Ʃ اų، وÛĻÖ اïĝĩĤس واŶرض اÙøïĝĩĤ واĝĤאدÙĻø ijìÉĨذات īĨ اïĝĤس، واïĝĤس ٦ ٥ כñا īĨ اĬŶ×Ļאء. َ َïس đĤا ĵĥĐ َ ƪس ïĜَ :ó×íĤا ĹĘو ،אąĺأ ً Ùכó×Ĥا .ÙĥĀ «مŻĤوا «.כÖ ěĻĥĺ ź אĩĐ كóıĉĬ :ħıąđÖ ïĭĐ אهĭđĩĘ ٧ وأĨא اóĻùęÝĤ ĭİא ] Ĥכ أي ĥäŶכ. ب١٠٥ [ÙĻāđĩĤا īĨ אĭùęĬوأ كóýĤا īĨ אĭÖijĥĜ óıĉĬ :אهĭđĨ ģÖ :ģĻĜو ُÕå واĺóĤאء. đĤوا ģĤõĤوا ģĥíĤا īĨ כĤ אĭĤאĩĐأ óّ وģĻĜ: أي ıĉĬ .(٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا(١٧٦ /١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :óčĬا ١ ٢ ط ر: وأÛęĻĄ. ٣ ر: ãĺóä. .(٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا(١٧٦ /١ ،Ĺ×ĥđáĤا óĻùęÜ :óčĬا ٤ ٥ ط ر: اóđĤش. َ ijُ İ َ ُ و مŻَ ƪ ِ اùĤ į ْ Ļĥَ َ Đ َ ħَ ĺ ْ óَ Ĩ ُ īْ Öا ĵ َ ùĻĐِ ْ ħُ ıْ ĭ ِ Ĩ ،אƬ Ļ×َِ Ĭ َ īĻ ِ đ ْ × َ َ ِ אن ø ùِ Ĥ ĵĥَ َ Đ ُ َ َïس ِ س َ ْاđĤ ïّĜُ» :هïĭùÖ אنĩĺŸا Õđü ĹĘ ĹĝıĻ×Ĥا جóìأ ٦ .٩٨/٨ ،ĹĝıĻ×ĥĤ אنĩĺŸا Õđü :óčĬا .»Ùَ َ đْ Ĩƪ ُ اïĤ ْ ِóع ùُ ĺ َ َ ، و Õĥْ َ ِƫóق ْاĝĤ ُ ĺ ٧ ط: ĭıİא. ٥ ١٠ ١٥ 732 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Eğer ilk anlam, yani “temizleme” anlamı verilirse, aynı anlam melekler tarafından “tesbih” kelimesinde de ifade edilmiş olacağı için buradaki tekrar tıpkı “Bilen ve haberdar olandır.” [ en-Nisâ 4/35] âyetinde olduğu gibi tekit ifade eder. Ayrıca tesbih, Allah’ın şanına yakışmayan şeyleri olumsuzlamak, takdis ise O’nun şanına yaraşan şeyleri olumlamaktır. İkinci mâna verilirse zaten tekrar olmaz, çünkü bu durumda birinci ifade Allah’ı tenzih etme anlamına, ikincisi ise meleklerin kendilerini Allah için temizlemesi anlamına gelir. Meleklerin bu sözlerinin tamamı üç şeyi içerir. İlki “Seni hamd ile tesbih ederiz.” ifadesindeki tevhiddir. İkincisi “ Hamd ederek” ifadesindeki sünnettir (Ehl-i sünnet yoludur), çünkü bu sözü söylemekle onlar fiili kendilerinden, ihsanı/yardımı Allah’tan bilmişlerdir. Üçüncüsü “Seni takdis ediyoruz.” ifadesindeki itaattir. Çünkü bu ifade nefislerin günahlardan, amellerin ayıplardan arındırılmasıdır ki bu da itaatin Allah için halis kılınmasıdır. Bu her Müslümana, kemâl mahalline ulaşmak üzere bu hususları tamamlaması için bir uyarı ve teşviktir. Pek çok cüretkâr kimse bu hususlarda, inanılması câiz olmayan şeyler söylemiştir. Örneğin meleklerin âdemoğullarına haset ettiklerini, onları kınayıp kendilerini övdüklerini, bu yüzden de Hz. Âdem’e secde etmek ve dünya hayatında âdemoğulları için çalışıp âhirette onlara hizmet etmekle cezalandırıldıklarını söylerler. Bunlar çirkin sözlerdir. Allah Teâlâ’nın “Aksine onlar değerli kullardır.” [ el-Enbiyâ 21/26], “Kendilerine verdiği emirde Allah’a isyan etmezler ve hangi emri almışlarsa onu yaparlar.” [ et-Tahrîm 66/6], “Allah’ın emri olmadan konuşmazlar ve O’nun emri ile amel ederler.” [ elEnbiyâ 21/27], “Bıkıp usanmadan gece gündüz tesbih ederler.” [ el-Enbiyâ 21/20] ve benzeri âyetlerde kendilerini övmüş bulunduğu mukaddes melekleri kötülemektir. Meleklerin “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” şeklindeki sözleri yadırgama ya da hoş karşılamama değil, hikmetini öğrenmek amacıyla soru sorma ifadesidir. Onların kendilerini tesbih ve takdis eden kimseler olarak nitelemeleri ise yaptıkları ibadetleri sayıp dökmek anlamında değil, kulluğu itiraf etmek anlamındadır. Meleklere Hz. Âdem’e secde etmelerinin emredilmiş olması Hz. Âdem için bir teşriftir, ama onlar için bir tahkir değildir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 733 ïĻכÉÝĥĤ ارóכÝĤאĘ ،çĻ×ùÝĤا ĹĘ כĤذ واóذכ ïĜو ،óĻıĉÝĤا أي ولŶا ĵĥĐ ģĩè نÍĘ َ ÷ĺïĝÝĤوا įÖ ěĻĥĺ ź אĨ ĹęĬ çĻ×ùÝĤا نŶو] ٣٥/٤ ،אءùĭĤا﴾ [اyÁً ]۪ rَ Y¯Á ً «۪ َ ﴿ :įĤijĝכ ĹĬאáĤوا ųا Ʃ įĺõĭÜ ولŶا نŶ ار؛óכÜ ŻĘ ĹĬאáĤا ĵĥĐ ģĩè وإن .įÖ ěĻĥĺ אĨ אت×àإ .ų Ʃ ħıùęĬأ óĻıĉÜ mُ ]َِّ ُ ²﴿ :ħıĤijĜ ĹĘ ijİو ïĻèijÝĤا ١ ħà ijĩåĨع כŻم źËİء ÙàŻáÖ أĻüאء: أİïèא ħıùęĬأ īĨ ģđęĤا ٢ Ùĺرؤ įĬÍĘ ؛﴾كَ uِ ¯ْ oَ ِ \﴿ :ħıĤijĜ ĹĘ Ĺİو ÙĭùĤا :ĹĬאáĤوا .﴾كَ uِ ¯ْ oَ ِ \ óĻıĉÜ įĬÍĘ ؛ ﴾ۜ¥َ َ ِ ُس ª uّ£َُ ²وَ ﴿:ħıĤijĜ ĹĘ Ĺİو ،ÙĐאĉĤا :ßĤאáĤوا .ħıÖر īĨ ģąęĤوا ģכĤ įĻ×ĭÜ اñİو .ų ٣ وijİ إŻìص اĉĤאÙĐ Ʃ ُ اęĬŶِ ÷īĨ اijĬñĤب واĩĐŶאل īĐ اijĻđĤب .אلĩכĤا ģéĨ ēĥ×ĻĤ لŻíĤا هñİ אمĩÜإ ĵĥĐ įĤ ăĺóéÜو ħĥùĨ وïĜ Ĝאل כóĻá īĨ اåĩĤאزīĻĘ ĹĘ ñİا اijĩĤاďĄ أĻüאء ijåĺźز اĝÝĐאدİא. ĜאijĤا: إħıĬ ģĩđĤאÖو دمŴ دijåùĤאÖ óĨŶאÖ اij×ĜijđĘ ħıùęĬأ اijèïĨو ħİijÖאĐو آدم ĹĭÖ واïùè ٤ اīĺñĤ īĻøïĝĩĥĤ وذم ÙđĻĭü تźאĝĨ هñİو .ĵ×ĝđĤا ĹĘ ħıÝĨïìو אĻĬïĤا ĹĘ دهźوŶ َ ْ ‡ُ ¹َن ّ اà َٰ َ®ٓY À Êَ﴿ ،[٢٦/٢١،אءĻ×Ĭźا﴾ [ن¹َۙR ُyَ§ْ ®ُ دYٌ ]َِ ©ْ َ ٥ ĹĘ آĺאت، Ĝאل: ﴿\ ųا Ʃ ħıèïĨ َ ْ َُ̄» ¹َن﴾ ِ ۪ه À y®ْ َ Yِ ْ ِ¹ْ£َل َو ُ¶ ْ \ ªYِ \ µُ َ ²¹£ُ]ِْ َ À Êَ﴿ ،[٦/٦٦ ،ħĺóéÝĤا﴾ [ونَ yُ®َQُْ À Y®َ ن¹َ» ُ َŸَْ Àوَ ْ¶ ُyَ®ََ ا ُŸَْcُy َون ﴾[اĬŶ×Ļאء، ٢٠/٢١] وóĻĔ ذĤכ. À Êَ رYَ ·ََ ْÁَ ©َو ّ اª³ َّ ُ َِّ[ ُo ¹َن اª À﴿ ،[٢٧/٢١ ،אءĻ×Ĭźا[ ģÖ Ùİاóوכ ٦ כאرĭÝøאÖ ÷ĻĥĘ ﴾Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ ĨÉĘא ħıĤijĜ:﴿ ا ٨ אدة×Đ ĵĤإ óčĭÖ ٧ ÷ĻĤ ÷ĺïĝÝĤوا çĻ×ùÝĤאÖ ħıùęĬأ ħıęĀوو ،Ùĩכè الËø ijİ ،ħıĤ óĻĝéÜ ź دمŴ ėĺóýÜ دمŴ دijåùĤאÖ ħİóĨوأ .Ùĺدij×đÖ افóÝĐا ģÖ ١ ط: واİïèא. .ûĨאİ çĀ ،Ùĺرؤ - ط ٢ ٣ ح: īĨ اijĻđĤب. ٤ ر: īĻÖóĝĩĥĤ. ٥ ح - اų. ٦ ط: ÖאÝøכ×אر، çĀ İאûĨ. ٧ ط: وĻĤ÷. ٨ ط: Đ×אدħıÜ. ٥ ١٠ ١٥ 734 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Aynı şekilde onların amelleri yazmak, ahvali gözetlemek, rızık ulaştırmak, âfetlerde insanları korumak gibi hususlarda âdemoğlu için çalışmalarının emredilmiş olması da kendilerine böylesi önemli işlerde itimat edildiği anlamına gelir. Onlara cennette âdemoğullarını ziyaret etmelerini emretmesi de o ev ve saraylarda kendilerine gelmiş değerli konuklara ikramda bulunmak anlamına gelir. “Allah da ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim.’ demişti.” Onlara hikmeti derhâl beyân etmemiş, işin gizli tarafını göstermemiş, aksine şöyle demiştir: Onların, sahip oldukları niteliklerden dolayı halife kılınmasındaki hikmeti Ben bilirim. O hâlde hükmüme ve takdirime itiraz etmeyin, tasarrufumun ardındakini (gaybını) ortaya çıkarmaya çalışmayın. Çünkü yaratılmış her varlık yaratıcının gaybını bilecek, halk içindeki herkes hükümdarın sırlarına vâkıf olacak değildir. Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas ve Mücâhid şöyle demişlerdir: Bunun mânası şöyledir: Ben İblîs’in Âdem’e secde etme emri konusunda içinde gizlediği kibir ve mâsiyeti bilirim. Nitekim sizler onların fesat çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini söylediniz, oysa fesadın asıl kaynağı, inadın sebebi olan ve kulları ifsat etmeye çalışan varlık sizin aranızdadır. Şöyle demişlerdir: Allah Teâlâ’nın İblîs’in hâlini o esnada gizlemiş olmasının sebebi, onun hâlinin mahlûkata gizli olması idi. Bu sebeple Allah onun sırrını, kendisi ameli ile ortaya çıkarıncaya kadar ifşa etmedi. Katâde şöyle demiştir: Ben insanlar içerisinde ıslahçı olup fesat çıkarmayacak olan nebî ve velîlerin olacağını biliyorum. Bir görüşe göre mânası şöyledir: Siz nefsinizin bütün hâllerdeki itaatini gösterdiniz, ancak bu sizin tabiatınız olup zorlanmadan yaptığınız bir şeydir. İnsanlardan ise itaat ancak bazı hâllerde sadır olur, fakat onlar nefsin hevâsına, şeytanın vesvesesine ve dünyanın fitnesine sahip oldukları için zorlanarak bu itaati gerçekleştirirler, bu yüzden de onlar daha evlâdır, amelleri daha üstündür. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 735 ِ ١ اĩĐŶאل وóĨاĜ×Ù اijèŶال وإāĺאل Ù َ × ْ Ýِ כ ĹĘ آدم Ĺĭ×Ĥ ģĩđĤאÖ ħİóĨأ اñوכ اŶرزاق وħıčęè ĹĘ اĘŴאت اĩÝÐאن ħıĤ ĵĥĐ čĐאم اijĨŶر، وأħİóĨ ĺõÖאرħıÜ ĹĘ اÙĭåĤ إכóام ĻĄŷĤאف ĻĝÖאم اõĐŶة ħıĻĥĐ ĹĘ ĥÜכ اĭĩĤאزل واijāĝĤر. ÙĩכéĤا įäو אلéĤا ĹĘ ħıĤ īĻ×ĺ ħĤ ﴾٢ َ ُ̄ ¹َن «ْ َ b Êَ Y®َ ُ َ «ْ َ ۪¿ ا ٓ²ِّ َ َYل ا ¢﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو نijכĺ אĨ ĵĥĐ ħıĘŻíÝøا ĹĘÙĩכéĤا ٣ įäو ħĥĐَ اģÖÙĻęíĤ Ĝאل: إĹĬ أ ُ īĐ ħıĤ ėýכ źو ÷ĻĥĘ ي؛óĻÖïÜ ÕĻĔ اijęýכÝùÜ źو يóĺïĝÜو Ĺĩכè ĵĥĐ اijĄóÝđÜ ŻĘ ħıĘאĀأو īĨ .כĥĩĤا óø ĵĥĐ ėĝĺ ÙĻĐóĤا īĨ ïèأ ģכ źو ěĤאíĤا ÕĻĔ ĵĥĐ ďĥĉĺ قijĥíĨ ģכ īĨ ÷ĻĥÖإ هóĩąِ ُ ĺ אĨ ħĥĐأ ĹĬإ :אهĭđĨ :ƻ ïİאåĨو אس×Đ īÖوا دijđùĨ īÖا אلĜو :ħıĝè ĹĘ ħÝĥĜ ħכĬأ įęýوכ ،دمŴ دijåùĤا īĨ įÖ óĨËĺ אĩĻĘ ÙĻāđĩĤوا אر×כÝøźا ٤ إħıĬ ïùęĺون واĨïĤאء ęùĺכijن، وĻĘכħ īĨ ijİ أģĀ اùęĤאد وĨאدة اĭđĤאد واùĤאĹĐ ĹĘ إùĘאد اđĤ×אد. وĜאijĤا: إĩĬא أĵęì èאل إĻĥÖ ÷éĥĤאل ęìŸאįÐ ذĤכ ĵĥĐ اüŶכאل ħĥĘ Ýıĺכ óÝøه .هóø ģĩđĤאÖ ijİ óıČأ ĵÝè ] أن ħıĻĘ اĬŶ×Ļאء واŶوĻĤאء اīĺñĤ ijéĥāĺن وź أ وĜאل ÝĜאدة: إĹĬ أħĥĐ] ١٠٦ ïùęĺون. ذاك īכĤ تźאéĤا ďĻĩä ĹĘ Ĺİو אتĐאĉĤا ħכùęĬأ īĨ ħÜóıČأ ħכĬأ אهĭđĨ :ģĻĜو ىijİ ħıĤو ėĥכÝĤאÖ īכĤ تźאéĤا ăđÖ ĹĘ אتĐאĉĤا ħıĭĨو ،ėĥכÜ ٥ óĻĕÖ ď×Ĉ ħכĭĨ ٦ أوĵĤ، وħıĥĩĐ أĵĥĐ. اijęĭĤس ووÙøijø اĉĻýĤאن وÙĭÝĘ اĻĬïĤא، ħıĘ Ù أąĺא اכÝÝאÖכ כÝאÖא įíùĭÜ. اóčĬ: اÿāíĩĤ īÖź ïĻøه، .٦/٤ َ × ْ ْض واóĤزق َ واĤכÝ óęَĤاْ ĹĘ אبÝÝכźوا Ù َ × ْ ١ ِ واĤכÝ ٢ ط + ħà. ٣ ط: ĵĥĐ وįä. ٤ ط: وøאع. .ûĨאİ çĀ ،ïđÖ :ط ٥ ٦ ط: وħİ. ٥ ١٠ ١٥ 736 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Meleklerin soruları iki şekilde değerlendirilebilir. Birincisine göre insanların böyle olacaklarını Allah onlara bildirmiş, onlar da “Onları sen yarattığın, sen rızık verdiğin, türlü nimetler ikram ettiğin hâlde nasıl böyle yaparlar? Oysa biz, Sen bizi yarattığından beri Seni tesbih ve takdis ediyoruz?” demişlerdir. Ya da, “Senin nimetlerinin büyüklüğüne rağmen onların kalpleri Sana isyana nasıl tahammül edebiliyor, bizim aklımız bunu kabul etmiyor?” demişlerdir. Allah da buna karşılık “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” demiştir. Yani: “Ben onları fıtratlarına yerleştirdiğim şehvet ve kendilerine gelecek olan âfetlerle imtihan edeceğim. Bu yüzden onlar bu mertebeye sahip olacaklardır.” demiştir. Melekler bu soruyu hikmeti öğrenmek üzere sormuşlar, Allah da onlara, insanları herhangi bir ihtiyaçtan ya da kendisine yarayacak bir şeyden dolayı yaratmadığını beyân etmiştir. İkincisine göre onların “yaratacak mısın” şeklindeki sözleri olumlu anlamdadır. Yani “Bunu yaparsın, çünkü herhangi bir günahın Sana zararı, itaatin de faydası olmaz.” anlamındadır. Bu ifade tıpkı “Kalplerinde hastalık mı var?” [ en- Nûr 24/50], “Beni öldürmek mi istiyorsun?” [ el-Kasas 28/19], “Şimdi siz inkâr mı ediyorsunuz?” [ Fussilet 41/9] âyetlerinde soru kalıbının olumlama anlamına kullanılmasına benzer.1 “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” Onlara başkaları hakkında değil, fesatçılar hakkında haber vermiş, onlar soru sorduklarında kendilerine “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” demiş, yani “İnsanlar içinde resuller ve hayırlı kimseler olacağını bilirim.” buyurmuştur. Bu ifadenin anlamı hakkında şu görüşler de söylenmiştir: 1. Onlar ilim sahibi, siz ise amel sahibisiniz. İlim daha üstündür. Bu nedenle Âdem’e bütün isimleri öğretip bu isimleri onlara sorduktan ve onlar isimleri bilemeyince Âdem onlara bu isimleri bildirdikten sonra şöyle buyurmuştur: “Allah şöyle dedi: Ben size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki Ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da gizli tuttuklarınızı da Ben bilirim demedim mi?” [ el-Bakara 2/33] 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 74-75. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 737 :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè نijĬijכĺ ħıĬأ ħıĩĥĐأ ųا Ʃ أن :אĩİïèأ :īĻıäو ĵĥĐ جóíĺ ħıĤاËø כĤñכ، ĝĘאijĤا : כėĻ ijĥđęĺن ذĤכ وïĜ ħıÝĝĥì ورزħıÝĜ وأכħıÝĨó ijĬÉÖاع اħđĭĤ، وīéĬ إذ ĭÝĝĥìא ùĬ×éכ وïĝĬس Ĥכ؟ أو כėĻ ģĩÝéÜ :אلĝĘ כ؟Ĥذ لijĝđĤا אĭĻĥĐ ĵÖÉÜ īéĬو כĩđĬ ħĻčĐ ďĨ כĬאĻāĐ ħıÖijĥĜ اتijıýĤا īĨ ħıĻĘ Õّ رכ אĨ ďĨ ħıĭéÝĨأ ĹĬإ ،نijĩĥđÜ ź אĨ ħĥĐأ ĹĬإ الËø اijĤÉø ħıĘ .כĤñĤ ħıĭĨ כĤذ نijכĻĘ ،אتĘŴا īĨ ħıĝéĥĺ אĨو .įđęĭĺ ءĹýĤ ÷ĻĤو ÙäאéĥĤ ħıĝĥíĺ ź įĬأ īّ ĻÖ ųوا Ʃ ،ÙĩכéĤا واáĤאĹĬ: أن ĵĭđĨ ħıĤijĜ» ģđåÜ «ĵĥĐ اåĺŸאب، أي ģđęÜ ذĤכ، إذ ْ·ِِ \¹«ُ¢ُ ¿ž۪ َ ا ﴿:įĤijĝכ ijİو ،ÙĐאĉÖ כĤ ďęĬ źو ÙĻāđĩÖ כĻĥĐ رóĄ ź ْ §ُ َ ³ِّ َئ ³۪¿﴾ [اÿāĝĤ، ١٩/٢٨[،﴿ ا َ «cُ ْ £َ َ ْن b ۪ ُuÀ ا ybَُ ض﴾ [اijĭĤر، ٥٠/٢٤]، ﴿ا ٌ yَ®َ ١ .ةïÐزا ėĤŶوا] ٩/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾ونَ yُŸُ §ْ cََ ª َ ُ̄ ¹َن﴾ כאن أì×ħİó īĐ اīĺïùęĩĤ دون ħİóĻĔ، ĩĥĘא «ْ َ b Êَ Y®َ ُ َ «ْ َ ۪¿ ا ٓ²ِّ وįĤijĜ:﴿ ا ٢ َ ُ̄ ¹َن﴾ أن ħıĻĘ اģøóĤ واĻìŶאر. «ْ َ b Êَ Y®َ ُ َ «ْ َ ۪¿ ا ٓ²ِّ ijĤÉøا Ĝאل: ﴿ا َ َم ٤ ħĥĐƪ آد ٣ ħıĤ اħĥđĤ وĤכħ اģĩđĤ، واħĥđĤ أģąĘ: وñıĤا Ĝאل ĨïđÖא وģĻĜ: أي ُ َ «ْ َ ۪¿ ا ٓ²ِّ َ ُ§ ْ ا ª ©ْ ¢َُ َ ْ ا ªَ ٥ آدم ijĩıęĘا: ﴿ا ħİÉ×ĬÉĘ اijĩĥđĺ ħĥĘ אıĭĐ ħıĤÉøو אıĥכّ َ ْاĩøźאء šَ ْÁ َ [ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِض﴾ اÙĺŴ،] اĤ×óĝة، ٣٣/٢]. ١ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، ٧٥-٧٤/١ (ģĝĬ اėĭāĩĤ כŻم اĩĤאïĺóÜي Ö×ăđ اĘóāÝĤאت). ُ َijن﴾ أن ħıĻĘ اģøóĤ ĩĥَ ْ đَ Ü źَ א َ Ĩ ُ ħĥَ ْ Đَ ۪Ĺ ا ٓ ّ Ĭِ ٢ ط - وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè اų: ËøاħıĤ ... ĩĥĘא ijĤÉøا Ĝאل: ﴿ا واĻìŶאر. ٣ ط - أي. ٤ ط: İïđÖא. ٥ ح ط: وأĬ×ħİÉ. ٥ ١٠ ١٥ 738 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 2. İtaat size ait bir özelliktir ve iftihar vesilenizdir. Günah ise onlara aittir ve beraberinde tövbeleri vardır. 3. Siz onların isyanını biliyorsunuz, Ben ise onlara yönelik bağışlamayı biliyorum. 4. Tesbih ve takdisin sizin fiiliniz olup bunlardan söz etmeniz üstünlüğünüzü dile getirmek sayılır. Onların hatalarını affedip kötülüklerini bağışlamak ise Benim fazlım ve rahmetimdir, nimet ve minnetimin tamamlanmasıdır. 5. İhsan sahibi olursanız övgüye lâyık olursunuz, onlar günah işlediklerinde Ben onları bağışladığım zaman ise övgü bana olur. 6. “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” Her ne kadar bize isyan ile zâhirleri kirlenmiş olsa da Bize olan muhabbetlerinde ve ahdimizi muhafaza etme konusunda sırlarının temizliğinde mümin kullarımın itikadının saflığını bilirim. 7. “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” Onların bedenleri ile günah işlerken kalplerinin bunu hoş karşılamayacağını, sizin ise bedenlerinizle itaat ettiğinizi ve kalplerinizle bunu kastettiğinizi biliyorum. 8. Benim adâletim varken sizin itaatinizin, Benim affım varken onların günahlarının ne kıymeti var! 9. Siz nefislerinizi itaat ile güzelleştirdiniz, Ben ise onları af ile güzelleştirdim. Onların Benim affım ile güzelleşmesi sizin itaatleriniz ile güzelleşmenizden üstündür. 10. Sizin günahları terk etmeniz Bizim muhafazamız sayesindedir, onların günahlardan çıkışı ise Bizim rahmetimiz iledir. Ardından Allah Teâlâ Hz. Âdem’e isimleri öğretmesini zikretmektedir. Bu husus ile önceki husus arasında Hz. Âdem’in yaratılışı ve kendisine ruh üflenmesi gibi konular zikredilmemiştir. Bunların kıssası Vehb b. Münebbih’in zikrettiğine göre şöyledir: Allah Teâlâ Âdem’i yaratmayı murat ettiği zaman yeryüzüne şöyle vahyetti, yani ilham etti: “Ben senden halife yaratacağım, onlardan kimi Bana itaat edecek, kimi de isyan edecek. İtaat edeni cennete, isyan edeni ise cehenneme sokacağım.” Yeryüzü “Benden ateşe girecek bir mahlûk mu yaratacaksın?” dedi. Allah “Evet” buyurdu. Bunun üzerine yer ağladı ve kendisinden kıyamet gününe kadar akacak pınarlar çıktı. Allah Teâlâ yerin dört bir yanından, karasından, kızılından, iyisinden, kötüsünden, ovalarından ve dağlarından bir avuç alıp getirmesi için Cebrâil’i gönderdi. Cebrâil bir avuç almak üzere yeryüzüne geldiğinde yeryüzü ona, “Benden bugün, yarın ateşin nasibi olacak bir şey almaman için Seni bana gönderenin izzetine sığınıyorum.” dedi. Cebrâil de yeryüzünden herhangi bir şey almadan yerine geri döndü ve 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 739 وģĻĜ: أي Ĥכħ اĉĤאÙĐ وıÖא ĭĨכħ اíÝĘźאر، وħıĭĨ اÙĻāđĩĤ وıđĨא ħıĤ اñÝĐźار. ُ כħ éĻ×ùÜ :ģĻĜو .انóęĕĤا ħıĤ ĹĭĨ ħĥĐأ אĬوأ אنĻāđĤا ħıĭĨ نijĩĥđÜ ħÝĬأ :ģĻĜو ħıÜאÑĻĉì īĐ ijęđĤا ĹĘو ،ħכĥąĘ אرıČإ אĩİóذכ ĹĘو ħכĥđĘ īĨ ħכ ُ وùĺïĝÜ وóęĔان ÑĻøאħıÜ إıČאر ĹĥąĘ ورĹÝĩè وإĩÜאم ĹÝĭĨ وĹÝĩđĬ. وģĻĜ: إذا أħÝĭùè ĥĘכħ اïĩĤح وإذا أøאؤوا وóęĔت ĹĥĘ اïĩĤح. وģĻĜ: أي إĹĬ أħĥĐ Ĩא ź ijĩĥđÜن ÛùĬïÜ وإن אĬدijıĐ ċęè ĹĘ ħİóÐاóø ١ وزכאء אĭÝ×éĨ ĹĘ īĻĭĨËĩĤا ïÐאĝĐ אءęĀ īĨ įĬijİóכĺو ħıĨאùäÉÖ نij×ِ Ĭñُ ĺ ħıĬأ نijĩĥđÜ ź אĨ ħĥĐأ ĹĬإ :ģĻĜو .אĭĬאĻāđÖ ħİ ُ óİاijČ ħכÝĐאĉĤ óĉì ٍ أي ƫ :ģĻĜو .ħכÖijĥĝÖ įĻĥĐ ونïĩđÜو ħכĨאùäÉÖ نijđĻĉÜ ħÝĬوأ ،ħıÖijĥĝÖ אĬوأ ÙĐאĉĤאÖ ħכùęĬأ ħÝĥّ ĩä ħÝĬأ :ģĻĜو .يijęĐ ďĨ ħıĻĀאđĩĤ ٍ אءĝÖ وأي ƫ ،ĹĤïĐ ďĨ ħככóÜ إن ّ :ģĻĜو .ħכÝĐאĉÖ ħכĥّ ĩåÜ قijĘ ĹÜóęĕĩÖ ħıĥّ ĩåÜو ،ةóęĕĩĤאÖ ħıÝĥّ ĩä اijĬñĤب ĭÝĩāđÖא وóìوħıä īĐ اijĬñĤب ĭÝĩèóÖא. ħà ذכó įĩĻĥđÜ اĩøŶאء، وīĻÖ ñİا وīĻÖ اŶول إĩĄאر įĝĥì وëęĬ اóĤوح įĻĘ. وįÝāĜ Ĩא Ĝאل وÕİ īÖ ĭĨ×į: ĩĤא أراد Ʃ اų أن ěĥíĺ آدم أوĵè إĵĤ اŶرض أي īĨ ħıĭĨو ĹĭđĻĉĺ īĨ ħıĭĩĘ ÙęĻĥì [ أıĩıĘא وأıĩıĤא: «إĹĬ äאģĐ ĭĨכ [١٠٦ب :رضŶا ÛĤאĝĘ «.אرĭĤا įÝĥìأد ĹĬאāĐ īĨو ÙĭåĤا įÝĥìأد ĹĭĐאĈأ īĩĘ ،ĹĭĻāđĺ ًא ĺכijن ĭĥĤאر؟ Ĝאل: ħđĬ، Ę×כÛ اŶرض ĘאóåęĬت ıĭĨא اijĻđĤن ĝĥì ěĥíÜ ĹĭĨ īĨ ďÖرŶا אİאĺزوا īĨ אıĭĨ Ùą×ĝÖ įĻÜÉĻĤ ģĺó×ä אıĻĤإ ųا Ʃ إĵĤ ijĺم اĻĝĤאÙĨ. وßđÖ אıĭĨ ă×ĝĻĤ ģĺó×ä אİאÜأ אĩĥĘ .אıĥ×äو ٢ أijøدİא وأİóĩèא وĻĈ×ıא وì×ıáĻא وıĥıøא ٥ ĺכijن ٤ اijĻĤم ٣ أĻüאء ĹĭĨ ñìÉÜ أن ّ ĜאÛĤ اŶرض: إĹĬ أijĐذ õđÖة اñĤي أرĥøכ إĹĤ ًא، ĝĘאل: ÑĻü رضŶا īĨ ñìÉĺ ħĤ įĬכאĨ ĵĤإ ģĺó×ä ďäóĘ ،اïĔً אرĭĤا ÕĻāĬ įĭĨ ١ ط: وذכאء. א. َ ıِ Ĭ ْ õَ è َ ٢ ر + و ٣ ط ر + اijĻĤم. ٤ ط ر: ÑĻüא. ٥ ط ر - اijĻĤم. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 740 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ey Rabbim! Yeryüzü sana sığındı, ben de ona yönelmek istemedim.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Mikâil’e, “Git ve yerin dört bir yanından, karasından, kızılından, iyisinden, kötüsünden, ovalarından ve dağlarından bir avuç getir.” buyurdu. Mikâil bir avuç almak için yeryüzüne geldiğinde yeryüzü ona Cebrâil’e söylediğini söyledi, o da geri dönüp Cebrâil’in söylediklerini söyledi. Allah da İsrâfîl’e daha önce Cebrâil’e söylediğini söyledi ve o da geri dönüp aynı şeyleri söyledi. Sonra Allah ölüm meleğine “Git ve yerin dört bir yanından, karasından, kızılından, iyisinden, kötüsünden, ovalarından ve dağlarından bir avuç getir.” buyurdu. Ölüm meleği kendisine geldiğinde yeryüzü ona “Benden bugün, yarın ateşin nasibi olacak bir şey almaman için Seni bana gönderenin izzetine sığınıyorum.” dedi. Ölüm meleği ise, “Ben de kendisine herhangi bir emrinde isyan etmekten O’nun izzetine sığınırım.” dedi ve onun dört bir yanından, en üst tarafından bir avuç aldı ve göğe çıkardı. Allah ona emir verdi ve o da bunu çamur yaptı, kırk sene boyunca çamur kaldı ve sonunda yapışkan çamur hâline geldi. Ardından kırk yıl boyunca kurutulup şekillendirilmiş çamur, sonra kırk yıl boyunca balçık oldu, sonra onu bir beden hâline getirdi ve kırk yıl boyunca gökten yere yükselen meleklerin yolu üzerinde, Mekke yoluna konuldu. Meleklerden bir grup ne zaman onun yanından geçse onun görünüşünün güzelliğine hayret ediyorlardı. Daha önce Âdem’in sûretine benzer bir şey görmüş değillerdi. Nihayet İblîs onun yanından geçti ve “Allah bunu ne için yarattı acaba? Yemek yiyen bir karın mıdır bu? Ben bunda, gelecekte önemli haberleri olacak bir yaratık görüyorum.” dedi ve arkadaşlarına şöyle seslendi: “Daha önce benzerini görmediğiniz sûrette olan şu yaratık eğer size üstün kılınırsa ne yapmayı düşünüyorsunuz?” Onlar da “Rabbimize itaat eder, O’na hiçbir konuda isyan etmeyiz.” dediler. İblîs ise kendi kendine “Eğer o bana üstün kılınırsa kesinlikle ona isyan ederim, yok eğer ben ona üstün kılınırsam, o zaman da kesinlikle onu helâk ederim.” dedi. Allah Âdem’e ruh üflemeyi murat ettiği zaman ruha ona girmesini emretti, ruh, “Girişi karanlık, ucu bucağı görünmez bir girme yeri” dedi, Allah ona ikinci kez “Gir!” buyurdu, o da aynı şeyi dedi. Allah üçüncü kez emir verdi, o yine aynı şeyi dedi. Dördüncüsünde Allah ona, “Zorla gir, zorla çık.” buyurdu, böylece ruh onun için zorla girdi ve çıkışı da zorla olur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 741 ĺאرب، اđÝøאذت Öכ اŶرض ĹĭĨ ĘכÛİó أن أïĜم ıĻĥĐא، ĝĘאل Ʃ اų ĻĩĤכאģĻÐ: اěĥĉĬ א وĻĈ×ıא َ ıِ Ĭ ْ õَ è َ ĘאĹĭÜ ĝÖ×Ùą ıĭĨא īĨ زواĺאİא اŶرďÖ īĨ أijøدİא وأİóĩèא وıĥıøא و ďäóĘ ،ģĺó×åĤ ÛĤאĜ אĩכ įĤ رضŶا ÛĤאĝĘ אıĭĨ ă×ĝĻĤ ģĻÐכאĻĨ אİאÜأ אĩĥĘ ،אıáĻ×ìو ďäóĺ أن ĵĤإ ģĺó×åĤ אلĜ אĨ ģáĨ ģĻĘاóøŸ ųا Ʃ אلĝĘ ،ģĺó×ä אلĜ אĩכ אلĝĘ ģĻÐכאĻĨ אĨ óìآ ĵĤإ رضŶا īĨ Ùą×ĝÖ ĹĭÜאĘ ěĥĉĬا :تijĩĤا כĥĩĤ ųا Ʃ אلĝĘ ،כĤذ ģáĨ אلĜو ذכó. ĩĥĘא أÜאİא ĥĨכ اijĩĤت ĜאÛĤ اŶرض: أijĐذ õđÖة اñĤي أرĥøכ إĹĤ أن ĝÜ×ă ١ ÕĻāĬ ًïĔا، ĝĘאل ĥĨכ اijĩĤت: وأĬא أijĐذ įÜõđÖ أن אıĭĨ אرĭĥĤ نijכĺ Ùą×Ĝ مijĻĤا ĹĭĨ Ùą×ĝĤאÖ ïđāĘ ĵĥĐŶا אıĩĺأد īĨ ďÖرŶا אİאĺزوا īĨ Ùą×Ĝ אıĭĨ ă×ĝĘ ،ا ً óĨأ įĤ ĹāĐأ ًא أرīĻđÖ ĬijĭùĨ Éĩè ħà א ً Öزź אرĀ ĵÝè Ùĭø īĻđÖأر א ً إĵĤ اĩùĤאء، óĨÉĘه ıĥđåĘא ĭĻĈ ÙכÐŻĩĥĤ ÙכĨ ěĺóĈ ĵĥĐ א ً ĐijĄijĨ اïùä ً įĥđåĘ Ùĭø īĻđÖأر źאāĥĀ ً אرĀ ħà Ùĭø įĭĨ اij×åĐ ħıĭĨ ٌŷĨ įÖ óĨ אĩĥכ Ùĭø īĻđÖأر אءĩùĤا ĵĤإ رضŶا īĨ ونïđāĺ īĺñĤا رijāĤا īĨ įı×ýĺ אً ÑĻü آدم رةijĀ ĵĥĐ כĤذ ģ×Ĝ رأوا اijĬijכĺ ħĤو įÜرijĀ īùè īĨ ģכÉĺ فijäأ ا؟ñİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ěĥì אĨ ءĹýĤ :אلĝĘ įĻĥĐ ųا Ʃ ÙĭđĤ ÷ĻĥÖإ įÖ óĨ ĵÝè ħĤ يñĤا اñİ ħÝĺأرأ :įÖאéĀŶ אلĝĘ .É×Ĭ įĤ نijכĻø قijĥíĨ رةijĀ رىŶ ĹĬإ ،אمđĉĤا אĭÖر ďĻĉĬ :اijĤאĜ ن؟ijđĬאĀ ħÝĬأ אذاĨ ħכĻĥĐ ģ ِ ąّ ُ ًא īĨ اěĥíĤ إن Ę ÑĻü įÜرijĀ ĵĥĐ واóÜ įĻĥĐ Ûĥ ِ ąّ ُ Ę īÑĤو įĭĻāĐŶ ّ ĹĥĐ ģ ِ ąّ ُ Ę īÑĤ :įùęĬ ĹĘ ÷ĻĥÖإ אلĜو .اóĨأ įĤ ĹāđĬ źو ïĻđÖ ُ ģìïĨ ٌ :وحóĤا אلĝĘ ،įĻĘ ģìïĺ أن هóĨأ وحóĤا įĻĘ ëęĭĺ أن ųا Ʃ أراد אĩĤو .įĭכĥİŶ ًא، ĝĘאل כĤñכ، א: ادģì، ĝĘאل כĤñכ. ĝĘאل įĤ àאáĤ ً ĻĬאà įĤ אلĝĘ .ģìïĩĤا ُ ħĥčُ Ĩ óđĝĤا ٢ ًא. ًא وź óíĺج إź כİó İóכ źإ ģìïĺ ħĥĘ ،אً ًא واóìج כİó א: ادģì כİó ً đÖرا įĤ אلĝĘ ١ ط: ıĻĘא. .ûĨאİ çĀ ،אً ٢ ط - وź óíĺج إź כİó ٥ ١٠ ١٥ 742 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ruhu ona üflediği zaman ruh onun başına, alnına, kulaklarına ve diline sirayet etti, sonra bütün bedenine yayıldı ve nihayet ayaklarına ulaştı, oradan bir çıkış bulamayınca geri döndü ve burun deliğine geldi, oradan hapşırdı. Bunun üzerine Rabbi ona “ Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır de!” buyurdu, Âdem de öyle dedi, bunun üzerine “Allah sana rahmet etsin, işte bu yüzden seni yarattım.” buyurdu. Ruh mafsallarına ulaştığında hareket etmek istedi ama başaramadı, ayaklarına ulaşınca hareket etti. Allah Teâlâ da, “ İnsan aceleden/aceleci yaratılmıştır.” [ el-Enbiyâ 21/37] buyurdu. Böylelikle et, kan, kemik, sinir, damar ve bağırsakları olan bir beşer oldu. Sonra ona tırnaklar verdi ki bunlar her gün yenileniyor ve güzelleşiyor, her an çeşitleniyordu. Bu esnada o beline kuşak sarıp, başına taç takmıştı. Allah onun bedeninde dokuz kapı/çıkış yarattı. Bunların yedisi başındaydı: Duymak için iki kulak, görmek için iki göz, koku almak için iki burun deliği, içinde konuşmasını sağlayan dilin ve tat almaya yarayan damağın bulunduğu ağız. İkisi de bedeninin diğer bölgelerindeydi. Bunlar yiyip içtiklerinin posasını çıkaracağı dübürü ve ön deliği idi. Aklını beynine, iştahını böbreklerine, öfkesini karaciğerine, katılığını kalbine, arzusunu akciğerine, kahkahasını dalağına, sevinç ve hüznünü yüzüne yerleştirdi. İnsanı kemik ile işitir, yağ ile görür, et ile konuşur ve kan ile bilir kılan Allah, yüceler yücesidir. 31. Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip ‘Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin.’ dedi. [ el-Bakara 2/31] “ Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Öğretmek ilim telkin etmektir. et-Te‘allüm bilgiyi almak, et-ta‘lîm ise öğretmek, bildirmektir. Allah Teâlâ “De ki: Dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz?” [ el-Hucurât 49/16] buyurmuştur. et-Te‘allüm aynı zamanda ilim anlamına da gelir. Örneğin te‘allem kezâ ifadesi “Şunu öğren.” anlamına gelir. İlim, mâlûmun (bilgiye konu olan şeyin) gerçekte nasılsa o hâliyle anlaşılmasıdır. Bu kelimenin sıfat hâli el-alîm ve el-âlim şeklinde, mübalağalı hâli ise el-allâm şeklindedir. İsm-i tafdîl formu el-a‘lem şeklindedir. el-İ‘lâm bilgiyi ulaştırmak, el-isti‘lâm ise bilgi verilmesini istemek demektir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 743 هïùä ĹĘ אرĨ ħà ،įĬאùĤو] أ ١٠٧] įĻĬوأذ įĭĻ×äو آدم رأس ĹĘ אرĨ įĻĘ įíęĬ אĩĥĘ :įÖر įĤ אلĝĘ ÷ĉđĘ įĺóíĭĨ īĨ جóíĘ ďäóĘ اñęĭĨ ً ïåĺ ħĥĘ įĻĨïĜ ēĥÖ ĵÝè įĥכ ų رب اđĤאīĻĩĤ، ĝĘאل آدم، ĝĘאل: ĩèóĺכ Ʃ اų وĤñĤכ Ýĝĥìכ، ĩĥĘא Ʃ ïĩéĤا ģĝĘ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĝĘ ،Õàو įĻĨïĜ ēĥÖ אĩĥĘ ،رïĝĺ ħĥĘ بijàijĤا أراد įĻÝ×رכ ĵĤإ ĵıÝĬا א ً وóĐوĜא ً א وčĐאĨ ً א ودĨ ً ا ĩéĤ ً óýÖ אرāĘ [٣٧/٢١ ،אءĻ×ĬŶا©﴾ [ٍۜkَ َ ±ْ ®ِ نYُ َ ²ْ ِ Êاْ¡ َ» ِrُ ﴿ ًא ĹĘ א وĬijĥÜ ً ĭùèو مijĺ ģכ ĹĘ ةïä دادõĺ óęČ īĨ א ً øא×Ĥ אهùכ ħà ً א وأýèאء ً وāĐ× :įøرأ ĹĘ Ùđ×ø :ابijÖأ ÙđùÜ هïùä ĹĘ ģđäو .جّ ijÝĨ ěĉĭĨ כĤذ ĹĘ ijİو īĻè ģכ א وįĻĘ ً ĩَ Ęو ،ÙéÐرا ģכ אĩıÖ ïåĺ īِ ْ ĺ َ óíَ ْ ĭ َ Ĩو ،אĩıÖ óā×ĺ īĻĭĻĐو ،אĩıÖ įđĩùĺ īĻĬأذ ُ ه ُ ó ُ Ö ُ ُ ود įĥُ ُ ×Ĝُ :אĩİو هïùä ĹĘ īĻÖאÖو .ءĹü ģכ ħđĈ įÖ ïåĺ כٌ َ ĭ َ èو ،įÖ ħĥכÝĺ אنùĤ ٌ į׹Ĕو įِ Ý َ Ļĥْ ُ ١ ĹĘ כ ُ įَ İ َ óüوَ ،įĔאĨد ĹĘ įĥĝĐ ģđäو .įÖاóüو įĨאđĈ ģُęْ ُ à אĩıĭĨ جóíĺ ĹĘ įĬõèو įèóĘو ِ įِ َ אĤ éĈِ ĹĘ įכéĄو ِ įِ Ýَ Ðرِ ĹĘ įÝ×Ĕور į×ĥĜ ĹĘ įÝĨاóĀو هï×כ ĹĘ .مïÖ فóđĺو ħéĥÖ ěĉĭĺو ħéýÖ óā×ĺو ħčđÖ ďĩùĺ įĥđä īĨ אنé×ùĘ ،įıäو َٓ ِאء ĩøْ אَÖِ ĹĬ۪Ë۫ ُ×ِĬْاَ אلَ ĝَĘَ Ùِכَ Ñِٓĥٰ َ ĩĤاْ ĵĥَĐَ ْ ħُ ıĄَ َ óĐَ ƪ َא ُħà َ ُכıƪĥ َٓאء ĩøْ źا َ ْ َ َم َ ٰاد ħƪĥĐَ َ -٣١ و īĻ َ Ĝ۪אدِ Āَ ْ ħُ Ýْ İ ُ۬Ëَٓźِء ِا ْن ُכĭ ٰٓ ، ُ įُ ĭĝ ƫĥَ َ Ü ħĥ ƫ َ đƪ ÝĤوا ،ħĥđĤا īĻĝĥÜ ħĻĥđÝĤا﴾ Y·َ َّ ٓ َYء ُ¦» ٰ َدَم َْ اÊ ْ ~َ¯ َ ا َّ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوَ» [١٦/٤٩ ،اتóåéĤا﴾ [ْ§ ُ ³Àِ u۪ ِ ِ ُ̄ ¹َن ّ اà َٰ\ ّ «َ bَُ واħĻĥđÝĤ اŻĐŸم ً أąĺא، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ¢ُ ْ ©ا ،įÖ ijİ אĨ ĵĥĐ مijĥđĩĤا īƫ Ļ×Ü ħĥđĤوا ، ْ ħĥَ ْ Đِ ٢ أي ا ْ כñا، ħĥƪ َ đَ واħĥđÝĤ اħĥđĤ ً أąĺא، ĝĺאل: Ü ٣ اħĥĐŶ. واŻĐŸم إĝĺאع ģĻąęÝĤوا ،مŻđĤا ّ įĭĨ ÙĕĤא×ĩĤوا ،ħĤאđĤوا ħĻĥđĤا įÖ ÛđĭĤوا اħĥđĤ، واŻđÝøźم Ëøال اŻĐŸم. ١ ط: وóüه. ٢ ر: İכñا. ٣ ط: واģĻąęĤ. ٥ ١٠ ١٥ 744 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buradaki tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Melekler “Orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?” [ el-Bakara 2/30] dedikleri zaman Allah Âdem’in onlara üstünlüğünü ortaya çıkarmak istedi, bu yüzden de ona öğretti. Böylece Âdem’in onların bilmedikleri şeyi bilmekle onlara üstün oluşunu göstermiş oldu. Allah’ın ona nasıl öğrettiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre ona bu soruyu soranların dışında bir meleği göndermiş ve bu yolla kendisine mahlûkatın isimlerini vahyetmiş, Âdem de bunları işitip ezberlemiştir. Bir görüşe göre ona ilham etmiş, böylece bilgi kalbine yerleşmiş, eşyanın isimlerine dair kalbindeki bu bilgi de dilinden dökülmüştür. Aynı şekilde bu isimlerin Âdem’in dilinden tek bir dilde mi yoksa bütün dillerde mi çıktığı konusunda da ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre tek bir dilde çıkmış, sonra her toplum muvazaa (toplumsal uzlaşım) yoluyla başka bir dili kullanır olmuştur. Bir başka görüşe göre insanların kıyamet gününe kadar konuşacakları bütün dillerde bu isimleri söylemiş ve evlatlarına da bu şekilde öğretmiştir. Evlatları dağılınca her bir topluluk bunlardan kolaylarına gelen ve alışkın olduklarından birini sürdürmüş ve aradan geçen zamanla diğerlerini unutmuştur. Bir görüşe göre bunlar bir sabah uyandıklarında, her bir topluluğun sadece bir dili konuşabildiğini, diğerlerini bir gecede unutmuş olduklarını görmüşlerdir. Yine Âdem’e sadece isimlerin mi, yoksa hem isimler hem de onların anlamlarının mı öğretildiği konusunda da ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre sadece isimler öğretilmiş, bir başka görüşe göre isimler mânalarıyla öğretilmiş ve her ismin nasıl kullanıldığı, (isimlendirilen şeyin) faydası ve zararı da öğretilmiştir. “ Âdem” Bir görüşe göre bu isim İbrânîce olup herhangi bir kelimeden türemiş değildir. Nebîlerin çoğunun ismi böyledir. Demişlerdir ki: Kur’ân’da her dilden kelime vardır, çünkü o herkese hitap etmektedir, bu yüzden de bütün dilleri içinde barındırır. Bir başka görüşe göre Kur’ân’da Arap dili dışında bir kelimenin bulunması câiz değildir, çünkü Allah Teâlâ “Biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” [ Yûsuf 12/2] buyurmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 745 ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ ا ﴿:ÙכÐŻĩĤا ÛĤאĜ אĩĤ :ġ אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ אĭİ هóĻùęÜ אĨوأ įĥąĘ óıČÉĘ įĩĥđĘ ƪ ħıĻĥĐ įĥąĘ óıčĺ أن ųا Ʃ أراد] ٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا [،ÙĺŴا﴾ Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À .įĬijĩĥđĺ ź אĨ įĩĥđÖ ħıĻĥĐ įĻĤإ ĵèوأو ءźËİ óĻĔ īĨ כאً ĥَ َ Ĩ įĻĤإ ųا Ʃ ģøأر :ģĻĝĘ ،įĩĻĥđÜ įäو ĹĘ ėĥÝìوا įُ ĬאùĤ ١ ىóåĘ į×ĥĜ ĹĘ ďĜijĘ įĩıĤأ :ģĻĜو .אıčęèو אıđĩùĘ אتĜijĥíĩĤا אءĩøأ óכñÖ .هïĭĐ īĨ אءĻüŶا ÙĻĩùÝÖ į×ĥĜ ĹĘ אĩÖ ٢ ıÝĻĩùÝÖא ùĥÖאن واïè أم ÖאÙĭùĤŶ כıĥא، ģĻĝĘ: واėĥÝì ً أąĺא أįĬ óäى ùĤאįĬ .ÙĭùĤŶا īĨ כĤذ óĻĔ ĵĥĐ ÙĕĥÖ اijđĄاijÜ مijĜ ģכ ħà ïèوا אنùĥÖ ijİ ħĥĐو ،ÙĨאĻĝĤا مijĺ ĵĤإ אسĭĤا ďĻĩä אıÖ ħĥכÝĺ ĹÝĤا אıĥכ ÙĭùĤŶאÖ ģÖ :ģĻĜو ُ ijا ذĤכ כįĥ أوźده، ĩĥĘא ijĜóęÜا Üכħĥ כģ ijĜم ùĥÖאن اijĥıùÝøه ıĭĨא وأijęĤه، ħà ùĬ ُ ijا İóĻĔא ùĬ ïĜ ÙĕĥÖ نijĩĥכÝĺ ħıĭĨ مijĜ ģوכ اijé×Āأ :ģĻĜو .אنĨõĤا אولĉÜ ïđÖ هóĻĔ .ةïèوا ÙĥĻĤ ĹĘ ٣ وİïèא أو ıĩĻĥđÜא đĩÖאıĻĬא، ģĻĝĘ: כאن واėĥÝì ً أąĺא ĹĘ أįĬ כאن ħĻĥđÜ اĩøŶאء ] اĩøŶאء đĩÖאıĻĬא أن ñİا ب١٠٧[ħĻĥđÜ כאن ģÖ :ģĻĜو .ïĺóåÝĤا ĵĥĐ אءĩøŶا ħĻĥđÜ ه כñا. ƫ اįĩø כñا وģĩđÝùĺ ĹĘ כñا وįđęĬ כñا وóĄ ٰ َدَم﴾ ģĻĜ: ijİ اħø Đ×óاĹĬ وź اĝÝüאق įĤ، وأכóá أĩøאء اĬŶ×Ļאء כĤñכ. وįĤijĜ:﴿ ا زأنijåĺ ź :ģĻĜو .ģכĤا ÙĭùĤأ ďĩåĘ ģכĤا אبĉì įĬŶ אن؛ùĤ ģכ īĨ آنóĝĤا ĹĘ :اijĤאĜو .[٢/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ YÁًّ ِ \yََ Y²ًءٰyْ¢ُ هYُ ³َْ ª{َ²َْ Y ا َٓ ²ِّ ا ﴿:אلĜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ نŶ ؛ĹÖóđĤا óĻĔ آنóĝĤا ĹĘ نijכĺ .ûĨאİ çĀ ،ىóåĘ į×ĥĜ ĹĘ - ح ١ ٢ ط ر: ĵĥĐ ùĤאįĬ. ٣ ح + כıĥא. ٥ ١٠ ١٥ 746 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ali b. Hüseyin b. Vâkid şöyle demiştir: Kur’ân’da Nabatîce, Habeşçe ya da Yemence bir kelime yoktur, ama onda Nabatîce, Habeşçe ya da Yemence dilleri ile Arapça arasında ortak kullanılan kelimeler vardır. Ebû Ubeyd şöyle demiştir: Bu kelimelerin aslı yabancı bir dilde olup sonradan Arapçaya geçmiştir ve Araplar o kelimeleri kendi dillerinin i‘rabına [yani Arapça gramerinin kurallarına] uygun hâle getirmişlerdir. Örneğin Tûr kelimesi Süryanice’de dağ demektir. Süryanice’de bu kelime merfû, mansub ya da mecrur iken sonunda bir elif yer alır ve başında elif-lâm takısı bulunmaz, ama Araplar bu kelimenin başına elif-lâm takısı koyarak onu i‘raba tâbi kılmışlardır. Bir görüşe göre Araplar dışındaki toplumların kullandığı bazı kelimeler Araplar tarafından da kullanılmış ya da Arapçaya intikal etmiş, böylece Arapçaya dâhil olmuştur. Bir başka görüşe göre Âdem kelimesinin aslı Arapçadır, çünkü Arap dilinin formlarından olan ef‘al veznindedir ve Arapçada sıfat olarak kullanılabilir. Bu görüşte olanlar bu kelimenin mânası konusunda ihtilâf etmişlerdir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Ona bu ismin verilmesinin sebebi, kendisinin toprağın edîm adı verilen yüzeyinden, yani üstteki görünen kısmından yaratılmış olmasıdır. Nitekim Abdullah b. Selâm’ın sorularına cevaben Hz. Peygamber aleyhisselâmın da böyle cevap verdiği nakledilmiştir. Bir başka görüşe göre bu kelime bir renk ismi anlamına gelen el-üdme kelimesinden türemiştir. Bu, Dahhâk ve Nadr b. Şümeyl’in görüşüdür. Ancak bunun hangi renk olduğu konusunda ihtilâf etmişlerdir. Dahhâk bunun esmer renk olduğunu söylemiştir ki bu en yaygın görüştür. Nadr ise bunun beyaz renk olduğunu söylemiştir. Ayrıca cildin iç yüzeyi anlamındaki el-edeme kelimesinden türemiş olması da mümkündür. el-Beşere ise cildin dış yüzeyi demektir. Fülânün mü’demün mübşerün ifadesi, “Falan kimse hem cildin iç yüzeyinin yumuşaklığına, hem de dış yüzünün haşinliğine sahiptir.” anlamına gelir. Hz. Âdem de beşerdir, bu iki vasfa birden sahip olduğu için Âdem ismini almıştır. Yine bu kelimenin Âdemellâhu beynehuma, ye’dümü (Allah onların arasını birleştirsin) fiilinden veya aynı anlamdaki Âdeme, yü’dimü (birleştirmek, ülfet sağlamak) fiilinden türemiş olması da mümkündür. Bu durumda ismin anlamı, Allah’ın onunla Havvâ’yı birleştirdiğine ya da kendisini ilâhî lutuf ve ikramlarla bir araya getirdiğine delâlet eder. Yine bu ismin “Sevdi” anlamına gelen Âdeme fiilinden türemiş olması da mümkündür. Şair şöyle der: 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 747 אıĭכĤ ،ÙĻĬאĩĺ źو ÙĻý×è źو ÙĻĉ×Ĭ آنóĝĤا ĹĘ ÷ĻĤ :ïĜوا īÖ īĻùéĤا īÖ ĹĥĐ אلĜ ١ .ÙĻĬאĩĺو ÙĻý×èو ÙĻĉ×Ĭ ěĘاijÜ ÙĻÖóĐ ْıــא ùĤÉÖــıÝĭא. وáĨــאل Ý َ Ö ƪ óđĘ بóــđĤا ĵــĤإ ÛــđĜو ÙــĻĩåĐ ٣ ٢ أıĥĀــא :ïــĻ×Đ ijــÖأ ــאلĜو ÕــāĭĤوا ďــĘóĤا ĹــĘ هóــìآ ĹــĘ ėــĤÉÖ ijــİو ģــ×åĤا ijــİ ÙĻĬאĺóــùĤאÖ ا ً ُــijر ذĤــכ: أن Ĉ ًــא ÖــŻ أĤــė وźم ĘــĹ أوĤــį ÝÖóđĘــį اđĤــóب ÖאĤŶــė واĤــŻم وÝĘóĀــį đĻĩä ăــęíĤوا ÖאĐŸــóاب. ٤ ıÖـא اđĤـóب ً أąĺـא، āĘـאرت وĻĜـģ: כאن ĻĔـó اđĤـóب Ýĺכĩĥـijن Öכĩĥـאت وÜכĩĥـÛ ĵـĥĐ įـĬÍĘ ؛ģـĀŶا ƫ ĹـÖóĐ «آدم «:ģـĻĜو .ـאıĭĨ ـאرتāĘ ÙـĻÖóđĤا ĵـĤإ Ûـĥĝُ ٥ أو Ĭ ÙـĻÖóĐ ٦ ıÖـñا ًـא ĘـĹ اĻÖóđĤـÙ. واĝĤאĥÐـijن ĕĻĀـÙ כŻم اđĤـóب وİـij ĥĐـĵ وزن أđĘـģ، وĥāĺـç ÝđĬ ijـİو ،رضŶا ħـĺأد īـĨ ěـĥìُ įـĬŶ įـÖ Ĺّ ُ ـĩ ø :ġ ـאس×Đ īـÖا ٧ اęĥÝìـijا ĘـĹ ĭđĨـאه. Ĝـאل .مŻـø īـÖ ųاïـ×Đ Ʃ تźاËـø ĹـĘ ّ وııäـא اčĤאİـó. وכـñا ورد Đـī اĭĤ×ـĹ .ģĻĩـü īـÖ óـąĭĤوا ـאكéąĤا لijـĜ ijـİو ،انijـĤŶا īـĨ Ĺـİو Ùـ َ Ĩْ ُد Ŷا īـĨ ijـİ :ģـĻĜو ٨ اüŶـóı. وĜـאل ُ ـóĩة، وİـĹ ùĤا Ĺـİ :ـאكéąĤا ـאلĝĘ ،ÙـĨدŶا óĻـùęÜ ĹـĘ ėـ َ ِ ĥ ُ Ýìا ħـà َ ـÙ ÝęÖـç اĩıĤـõة واĤـïال وİـĹ ÖאĈـī Ĩَ َد ٩ اĤ×Ļـאض. وåĺـijز أن ĺכـijن Ĩـī اŶ ijـİ :óـąĭĤا Ùَ َ Ĭijـýُ ìوُ Ùـ َ Ĩَ َد َ اŶ īـĻِ Ĥ ďـĩä ïـĜ أي» ٌ óـýْ × ُ Ĩ ٌ َم ُ ـËد اĥåĤـï، واĤ×ýـóة Čאİـóه١٠، و« ٌ ĘـŻن Ĩ ً ا، واøــįĩ آدم đĩåĤــį اĻęĀijĤــī. وåĺــijز أن ĺכــijن Ĩــī ıĤijĜــħ١١: ة Ęــכאن ýÖــó َ óــýَ َ اĤ× ّـė١٢ ّـė وĩäـď. وĭđĨـאه أن Ʃ اų أĤ ُ» ً أąĺـא، أي أĤ ِم ُـijد ĺ ، َ َم ُ»، و«آد ُم دÉـĺ ،ـאĩıĭĻÖ ųا Ʃ َم َد «أ ّــė ĭĻÖــį وĻÖــī ĻĉĐאÜــį. وåĺــijز أن Ĥوأ įــÜאĨاóכ īــĻÖو įــĭĻÖ ďــĩä أو اءijــè īــĻÖو įــĭĻÖ ١٣:óĐـאýĤا ـאلĜ . ƪ َ ـÕ èَ َ»، أي أ َم آد «: ħـıĤijĜ īـĨ نijכـĺ ÙĻĉ×Ĭ ěĘاijÜ ÙĻÖóĐ אıĭכĤ - ر ١ .ûĨאİ çĀ ،ÙĻĬאĩĺو ÙĻý×èو ٢ ر: Đ×ïĻة. ٣ ط: أıĤijĀא. ٤ ر: ĘכÛĩĥ. ٥ ط - وģĻĜ כאن óĻĔ اóđĤب Ýĺכijĩĥن Öכĩĥאت وÜכÛĩĥ ıÖא اóđĤب ً أąĺא، āĘאرت .ÙĻÖóĐ ٦ ط: وĜאijĥÐن. ٧ ط: وĜאل. ٨ ط: وijİ. ٩ ح: Ĺİ. ١٠ ر: Čאóİة. ١١ ط - وijåĺز أن ĺכijن īĨ .ûĨאİ çĀ ،ħıĤijĜ . َ َم ط + آد ١٢ اóčĬ: اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، ١٦٠/٢؛ اéāĤאح óİijåĥĤي، «أرم». ٥ ١٠ ١٥ 748 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Beyaz kadınlar ancak sevgiyi hak edeni severler Şair burada Lâ yü’dimne illâ mü’dimen ifadesi ile “Ancak sevilecek olanı severler.” demek istemiştir. Hz. Âdem, sahip olduğu özelliklerden dolayı, özellikle tövbesinden dolayı Allah’ın sevdiği kul idi. Allah Teâlâ, “Muhakkak Allah tövbe edenleri sever.” [ el-Bakara 2/222] buyurur. Kelimenin Ce‘altü fülânen edmete ehlî (Falan kimseyi ailemin rehberi, örneği kıldım) cümlesindeki kullanımdan türemiş olması da mümkündür. Bu duruma göre Âdem kelimesi, onun Allah dostlarının ve seçkinlerin örneği, rehberi olduğuna işaret etmektedir. Nitekim o, nebîlerin ilkidir. Ferrâ şöyle demiştir: “el-Edme vesile demektir.” Buna göre bu ismin mânası, Hz. Âdem’in vesilesinin apaçık, faziletinin kâmil olduğu şeklindedir. “Bütün isimleri” Rebî b. Enes ve Ebü’l-Âliye şöyle demişlerdir: Ona meleklerin isimlerini öğretti. Abdurrahmân b. Zeyd şöyle demiştir: Yani bütün zürriyetinin isimlerini öğretti. Bir rivayete göre Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katâde ve Dahhâk şöyle demişlerdir: Ona kap kacak isimlerine varıncaya kadar bütün isimleri öğretti. Bir rivayete göre Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Ona her şeyin ve her fiilin ismini öğretti. Mukātil şöyle demiştir: Allah Teâlâ canlı cansız her şeyi yarattı ve isimlerini Âdem’e öğretti. Ona “Ey Âdem! Bu attır, bu katırdır, bu merkeptir…” şeklinde en sonuncusuna kadar hepsini söyledi. Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: Ona deve, inek, koyun, vb. her cinsin ismini öğretti. Ebû Mûsâ şöyle demiştir: Ona her şeyin yapımını öğretti. Dahhâk Abdullah b. Abbas’tan şöyle nakletmiştir: Ona şehirlerin, köylerin, dağların, kuşların, ağaçların, olacakların, kıyamet gününe kadar yaratacağı her varlığın ismini öğretti. Bir görüşe göre Allah ona yerdeki ve gökteki bütün mahlûkatın, hayvanların, cansızların, yiyeceklerin, içeceklerin ve cennetteki bütün nimetlerin isimlerini öğretti. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 749 ًא Ĩَ ُ ْËد Ĩ źƪ إِ īَ ْ ĨدِËْ ُ ĺ ź ăĻ ُ ×Ĥوا ِ ųا Ʃ אلĜ ،įÝÖijÝÖ אĩĻø źو įāÐאāíÖ ųا Ʃ َ ÕĻ×è ُ א. وכאن آدم ً × ƪ × َ éُ Ĩ źإ َ īْ ××ِ ْ éُ ĺ ź أي Ûĥđä» :ħıĤijĜ īĨ نijכĺ أن زijåĺو .]٢٢٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ \ا۪ َ ¹َّ cªا ّ ُ]ّ oِ ُ À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن đÜאĵĤ:﴿ ا َÙ أĹĥİ «أي أħıÜijø، وĭđĨאه أįĬ أijøة ŷĤوĻĤאء وïĜوة اĻęĀŶאء، įĬÍĘ أول Ĩْ ًא أد ĬŻĘ اĬŶ×Ļאء. ģĨכא ُ ،ÙĥĻøijĤا óİאČ įّ Ĭأ اñİ īĨ ħøźا ĵĭđĨو ١ ،«ÙĥĻøijĤا Ùَ Ĩْ وĜאل اóęĤاء: «اŶد اÙĥĻąęĤ. ٢ اÐŻĩĤכÙ. َ אءĩøأ įĩĥĐƪ :ÙĻĤאđĤا ijÖوأ÷ Ĭأ īÖ ďĻÖóĤا אلĜ ﴾Y·َ َّ ٓ َYء ُ¦» وįĤijĜ: ﴿ َْ اÊ ْ ~َ¯ .ħıĥכ įÝĺّ وĜאل Đ×ï اīĩèóĤ īÖ زïĺ: أي أĩøאء ذر ĵÝè ءĹü ģכ َ وĜאل اīÖ Đ×אس ĹĘ رواÙĺ وåĨאïİ وÝĜאدة واéąĤאك: įĩĥĐƪ اħø .Ùَ َ đ ْ Ļ َ āُ ĝĤوا Ùَ َ đ ْ āَ اĝĤ .ģđĘ ģوכ īĻĐ ģכ ħøا įĩĥĐƪ ٣ وĜאل اīÖ Đ×אس ĹĘ رواÙĺ: آدم ħĥĐ ħà כĤذ óĻĔو אدĩåĤوا انijĻéĤا īĨ ءĹü ģכ ųا Ʃ ěĥì :ģÜאĝĨ אلĜو أĩøאءİא، ĝĘאل įĤ: ĺא آدم، ñİا óĘس، وñİا ģĕÖ، وñİا ĩèאر، ĵÝè أĵÜ ĵĥĐ آİóìא. .אİijéĬو אةýĤوا óĝ×Ĥوا óĻđ×Ĥا :÷ĭä ģכ ħøا įĩĥĐƪ :óĻ×ä īÖ ïĻđø אلĜو .ءĹü ģכ ÙđĭĀ įĩĥĐ :ĵøijĨ ijÖأ אلĜو ] اïĩĤن واóĝĤى واåĤ×אل وأĩøאء أ وĜאل اéąĤאك īĐ اīÖ Đ×אس: įĩĥĐƪ أĩøאء [١٠٨ اóĻĉĤ واóåýĤ وĨא ĺכijن، وכģ ÙĩùĬ ıĝĥíĺא إĵĤ ijĺم اĻĝĤאÙĨ. وģĻĜ: įĩĥĐƪ أĩøאء اĜijĥíĩĤאت כıĥא ĹĘ اŶرض، وĹĘ اĩùĤאء īĨ اijĻéĤاĬאت .ÙĭåĤا ĹĘ ħĻđĬ ٤ واĩåĤאدات واĨijđĉĩĤאت واóýĩĤوÖאت وכģ ؛»ħĻĩĤوا الïĤا אبÖ» ١٥٠/١٤ ،يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ :óčĬا .ïĻ×Đ ĹÖأ ĵĤإ هïĻø īÖا اهõĐو اءóęĤا īĐ ïĻ×Đ ijÖأ įĥĝĬ ١ .٤١٦/٣ ،هïĻø īÖź ÿāíĩĤا ٢ ط: اĩøŶאء. ٣ ح - ĹĘ رواÙĺ. ٤ ر: Ęכģ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 750 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Humeyd eş-Şâmî şöyle demiştir: Ona yıldızların isimlerini öğretti. Kuşeyri şöyle demiştir: “İsimler” ifadesinin umumi olarak kullanılmış olması, onun bütün isimleri kapsamasını gerektirir. Buna “hepsini” ifadesinin de birleştirilmiş olması da kapsamlılığı gerektirir. Hz. Âdem’e müfessirlerin dediği üzere bütün mahlûkatın isimlerini öğrettiği gibi Hak Teâlâ’nın isimlerini de öğretmiştir. Ancak Âdem’in seçilmiş olma konumu meleklere, bütün mahlûkatın isimlerini bilmesi ile zuhûr etti. Bu kadarı ile onun meleklere üstünlüğü açığa çıkmış oldu. Onun Allah Teâlâ’nın isimlerini bilen tek varlık olması ise hiçbir meleğin muttali olmadığı bir sırdır. Mahlûkatın isimlerini bilme konusunda kendisine eşit bir mertebeye sahip olmayan kimsenin Allah’ın isimlerini bilme konusunda ona eşit olması ne mümkün! Onun mahlûkatın isimlerini bilen tek kişi olarak seçilmiş olması meleklerin kendisine secde etme sebebi oluyorsa, Hak Teâlâ’nın isimlerini bilen tek kişi olarak seçilmesinin neleri gerektireceğini bir düşün!1 “Sonra onları meleklere arz etti.” Yani bu isimlerin sahiplerini, insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer varlıkları arz etti. Buna akıl sahibi olan ve olmayan her varlık dâhildir, bu yüzden hüm (onlar) zamirini kullandı, çünkü akıl sahibi olanlarla olmayanları içine alan bir topluluğu ifade eden isim bu şekilde kullanılır. Bu çoğunluğun okuyuşudur. Übey b. Kâ‘b sümme arazahâ şeklinde okumuştur ki bu durumda anlam, “O isimleri arz etti.” şeklinde olur. Abdullah b. Mes‘ûd’un okuyuşunda ise kelime sümme arazahünne şeklinde olup “Onların müsemmâlarını arz etti.” anlamına gelir. Kimileri şöyle demiştir: Bu, âyette geçen “isimler” ifadesi ile müsemmâların kastedildiğine delâlet eder. Bu nedenle “Onları arz etti.” demiştir. Arz isimler için değil, zâtlar için kullanılabilir. Oysa doğru olan görüşe göre âyette “isimler” ifadesi isimlendirmeler anlamına gelir, çünkü öğretmeye konu olan şey zâtlar değil, isimlendirmelerdir. “Onları arz etti.” ifadesi ise “O isimlerin sahiplerini arz etti.” şeklinde “sahiplerini” kelimesinin gizlenmesi yoluyla söylenmiştir ki böyle bir kullanım mümkündür. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 35. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 751 ّ : أĩøאء اijåĭĤم. ĹĨאýĤا ïĻĩٌ ُ وĜאل è وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي: ٓ َYء﴾ ĹąÝĝĺ اóĕÝøźاق، واóÝĜان įĤijĜ: ¯َ ~ْ Êا َْ ﴿ :įĤijĜ مijĩĐ َ·Y ﴾Õäijĺ اijĩýĤل، Ęכĩא įĩĥĐ أĩøאء اĜijĥíĩĤאت כıĥא ĵĥĐ َّ «¦ُ ﴿ ģéĨ ƫ ÙכÐŻĩĥĤ óıČ īכĤ ،ĵĤאđÜ ěéĤا אءĩøأ įĩĥĐ ونóùęĩĤا אلĜ אĨ ٣ وĤñÖכ اïĝĩĤار ٢ īĨ اĜijĥíĩĤאت ١ כıĥא אءĩøŶا ħĥĐ ĹĘ įĀאāÝìا ħĤ óø כĤñĘ ĵĤאđÜ įÐאĩøأ ÙĘóđĩÖ ادهóęĬا אĨوأ .ħıĻĥĐ įُ Öאن رéäאĬ אءĩøأ ÙĘóđĨ ĹĘ آدم אواةùĨ Ù×Üر įĤ ÷ĻĤ īĨو ٥ ٤ َĥĨכ. įĻĥĐ ďĥّ ĉĺ כאن وإذا .ěéĤا אءĩøأ ÙĘóđĨ ĹĘ įÜאواùĨ ĹĘ įĤ ďĩĈ يÉĘ ،אتĜijĥíĩĤا ÙכÐŻĩĤا دijåø çāĺ أن ĹąÝĝĺ אتĜijĥíĩĤا אءĩøأ ÙĘóđĩÖ įāĻāíÜ ٦ ؟įĤ Õäijĺ يñĤا אĨ ،ěéĤا אءĩøأ ÙĘóđĩÖ įāĻāíÝÖ īčĤا אĩĘ įĤ ِئ َ§ ِ_﴾ أي óĐض أéĀאب اĩøŶאء وħİ ٰٓ «¯َ ْ َ« اª «َ ْ·ُŠَ yََ َ ّ fُ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ź īĨو ģĝđĺ īĨ כĤذ ĹĘ ďĩÝäאĘ ħİóĻĔو īĻĈאĻýĤوا īåĤوا ÙכÐŻĩĤوا אسĭĤا ź īĨو ģĝđĺ īĨ ďِ ْ ĩ َ ä ĵĥĐ ģĨאýĤا ħøźا نŶ ؛ħĻĩĤوا אءıĤאÖ ďĩä כĤñĥĘ ،ģĝđĺ ijİو» Y·َŠَ yََ َ ّ fُ» :Õđכ īÖ ĹÖُ ٩ أ ٨ óĜاءة اđĤאÙĨ، وĹĘ óĜاءة ٧ ĵĥĐ ذĤכ. وijİ ģĝđĺ َ» وďäóĺ إĵĤ اĻĩùĩĤאت. ±ّ ·ُŠَ yََ َ ّ fُ» :Ġ دijđùĨ īÖا اءةóĜ ĹĘو .אءĩøŶا ĵĤإ ďäóĺ وħıĭĨ īĨ Ĝאل: ñİا ïĺل ĵĥĐ أن اĩøŶאء ĹĘ ñİه اÙĺŴ أرïĺ ıÖא اĻĩùĩĤאت ْض ďĝĺ ĵĥĐ اñĤوات دون اĻĩùÝĤאت. واçĻéāĤ أن óَ đĤوا ،﴾ْ·ُŠَ yََ َ وĤñĤכ Ĝאل: ﴿ُf ّ اĩøŶאء Ĺİ اĻĩùÝĤאت ĹĘ ñİه اÙĺŴ؛ ÍĘن اħĻĥđÝĤ ďĝĺ ıĻĥĐא ź ĵĥĐ اñĤوات. وĺכijن َ ََy ُŠَ·ْ﴾، أي óĐض أéĀאب اĩøŶאء، ĵĥĐ اĩĄŸאر وijİ äאõÐ. ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĵĭđĨ ١ ح: أĩøאء. ٢ م ح - כıĥא، çĀ İאûĨ م. ٣ ح: اĜijĥíĩĤאت. ٤ ح + أïè īĨ. ٥ ح + وź óĻĔه. ٦ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٥/١ ٧ ر + ďĝĺ. ٨ ط: وñİا. ٩ ط - óĜاءة. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 752 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “‘Şunların isimlerini bana bildirin.’ dedi.” Bildirmek haber vermektir. Enbeehu ve nebbeehu fiilleri haber verdi anlamına gelir. en-Nebe’ haber demektir. Çoğulu el-enbâ şeklindedir. “De ki: O büyük bir haberdir. en-Nebe’ (haber) kelimesi Kur’ân’da çeşitli anlamlarda kullanılmıştır: 1. Kur’ân anlamında kullanılmıştır: “Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.” [ Sâd 38/27-28] 2. Kıyamet anlamında kullanılmıştır: “Neyi aralarında soruyorlar? O büyük haberi!” [en-Nebe’ 78/1-2] 3. Kıssa anlamında kullanılmıştır: “Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini oku.” [ el-Mâide 5/27] 4. Haber anlamında kullanılmıştır: “Sana Sebe’den kesin bir haber getirdim.” [ en-Neml 27/22] 5. Öğretme anlamında kullanılmıştır: “Onlara isimlerini bildir.” [ el-Bakara 2/32] 6. Yaptıklarının karşılığını vermek anlamında kullanılmıştır: “Biz ona, ‘Kendilerine muhakkak haber vereceksin.’ diye vahyettik.” [Yûsuf 12/15] 7. Açığa çıkarmak, muttali kılmak anlamında kullanılmıştır: “Bana bilen ve haberdar olan haber verdi.” [ et-Tahrîm 66/3] Bu âyetin öncesinde “Allah ona ızhar etti.” [ et-Tahrîm 66/3] Yani “onu muttali kıldı.” denilmiştir. “Bana bildirin.” ifadesinin anlamı “Bana bu müsemmâların isimlerini haber verin.” şeklindedir. Bu âyet, buradaki “isim” kelimesinin müsemmâ değil, isimlendirme anlamına geldiğine delâlet eder, çünkü burada “isimler” kelimesi “şunlar” zamirine izâfe edilmiştir ki izâfet, bu iki şeyin birbirinden ayrı şeyler olduğuna delâlet eder. Sonra âyette iki zamir kullanılmıştır. Biri küllehâ (hepsini) ifadesindeki hâ zamiri, diğeri de arazahüm (Onlara arz etti) ifadesindeki hüm zamiridir. Bu iki zamir aynı şeye işaret etmez, aksine müennes olan hâ zamiri isimlendirmelere, çoğul olan hüm (onlar) zamiri ise müsemmâlara işaret eder. Bu durum “ (…) Seni çıkaran beldenden. Biz onları helâk ettik.” [ Muhammed 47/13] âyetindeki kullanıma benzer. Burada ehracetke (Seni çıkardılar) fiilindeki te zamiri beldeye, ehleknâhüm (Onları helâk ettik) ifadesindeki çoğul hüm zamiri ise belde halkına işaret eder. Kulun güç yetiremeyeceği şeylerle mükellef kılınmasının câiz/mümkün olduğunu savunanlar bu âyete tutunurlar ve Allah’ın burada melekleri, güç yetiremeyecekleri bir şeyle mükellef kıldığını söylerler. Biz şöyle deriz: Burada mükellefiyet hitabı değil, âciz bırakma hitabı söz konusudur ki bunun benzeri “Onun benzeri bir sûre getirin.” [ el-Bakara 2/23] ve Hz. İbrâhim’in Nemrut’a hitaben dediği “O hâlde sen de güneşi batıdan doğur.” [ el-Bakara 2/258] sözüdür. Çünkü bu ifade “Eğer doğru sözlü iseniz.” [ el-Bakara 2/32] şartına bağlanmıştır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 753 ّÉه»، Êِء﴾ اĬŸ×אء اìŸ×אر، وïĜ» أĬ×Éه وĬ× َٓ ۬Qُ ٓ ٓ ِYء ٰ¶ ¯َ ~ْ َ Yِ \ ¿²۪Qُ۫]ِ²َْ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ £َžَ َYل ا ْcُ²َْ Qا َ ۪ ٌۙÁ ا ٌ ]ََ ² ¹َ¶ُ ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ É×ĭĤوا .אء×ĬŶا įđĩäو ،ó×íĤا É×ĭĤوا ،هó×ìأ أي ِ O]ََ ۚ ±َِ ّ اª³ ُ ¹َن ªءYَ َٓ cََ À َ ّ َ ﴿ :įĤijĜ ĹĘو ٢ ١ ijİ اóĝĤآن، ِ Šُ ¹َن﴾ [ص، ٦٨-٦٧/٣٨] yْ®ُ µُ³ْ َ ٰ َدَم﴾ [اĩĤאïÐة، َ ْا\³َ ْ¿ ا Y]ََ ² ْ·ِÁَْ «َ ©ُ bاْ وَ ﴿:įĤijĜ ĹĘو ،ÙĨאĻĝĤا ijİ [٢-١/٧٨ ،É×ĭĤا﴾ [Áِ ۙ ۪ َ ْ اª ،ó×íĤا ijİ [٢٢/٢٧ ،ģĩĭĤا﴾ [±Áٍ £۪ َ À ٍ O]َ³َِ \ ٍ O]َ~َ ±ْ ®ِ ¥َ cُ ْ ٢٧/٥] ijİ اÙāĝĤ، وĹĘ وįĤijĜ:﴿ َو ِjئ µِÁَْ ªِ ا Yٓ³َÁْnَ وَْ ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٣٣/٢] ijİ اħĻĥđÝĤ، وĹĘ وįĤijĜ:﴿ َوا ْ·ِِ ٓYئ ¯َ ~ْ َ Yِ \ ْ·ُ ْ ِ²َْ[ئ وĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ﴾yÁُ ]۪ sَ ْ ªا Áُ «۪ َ ْ َ اª ¿ِ ²َ Yَ ]َّ ²﴿ :įĤijĜ ĹĘو ،ħıĥđęÖ اءõåĤا ijİ [١٥/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ْ·ُ َ َُcِّ³َ]َئ³ّ ª ،ħĺóéÝĤا﴾ [µِÁَْ «َ ُ َ َ’ْ·َyُه ّ اà ٰ واَ ﴿:įĥ×Ĝ אلĜ ٣ [اħĺóéÝĤ، ٣/٦٦ [ijİ اıČŸאر أي ِ اŸ ْĈَŻع وïĜ ٣/٦٦] أي أįđĥĈ. ِ²َْ[ُ۫Q²۪ ﴾¿أي أì×óوĹĬ ĩøÉÖאء źËİء اĻĩùĩĤאت. ودÛĤ اÙĺŴ أن وĵĭđĨ įĤijĜ:﴿ ا Êِء﴾ واĄŸאÙĘ َٓ ۬Qُ ٓ اħøź ĭİא ijİ اÙĻĩùÝĤ وijİ óĻĔ اĵĩùĩĤ؛ įĬÍĘ أĄאف اĩøŶאء إĵĤ ﴿ ٰ¶ َ·Y﴾، واóìŶى َّ دģĻĤ اĕĩĤאóĺة. ħà ĹĘ اÙĺŴ כĭאÝĺאن: أĩİïèא ÖאıĤאء واėĤŶ وĹİ: ﴿ ُ«¦ ĵĤإ ďäóÜ ßĻĬÉÝĤا ģÖ ïèوا ءĹü ĵĤإ אنđäóÜ źو ،﴾ْ·ُŠَ yََ ﴿ :Ĺİو ħĻĩĤوا אءıĤאÖ ۚ¥َ cْjَ yَrْ َ ۪cٓ ¿ا َّ ªا ¥َ cَِ Àyْ َ اĻĩùÝĤאت واďĩåĤ ďäóĺ إĵĤ اĻĩùĩĤאت، وĹİ כįĤijĝ:﴿ ِ ®±ْ ¢ .אıĥİأ ĵĤإ ďäóĺ ďĩåĤوا ،ÙĺóĝĤا ĵĤإ ďäóÜ אءÝĤا] ١٣/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ ْ ¶Yُ ³َ§ْ َ «¶ْ َ ا ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن ÙĺŴا هñıÖ ï×đĤا] ب١٠٨ [įĝĻĉĺ ź אĨ ėĻĥכÜ ازijåÖ نijĥÐאĝĤا ěĥđÜو õĻåđÜ אبĉì ijİ ģÖ ėĻĥכÜ ٥ ٤ وĭĥĜא: ñİا ĻĤ ÷ĉíÖאب .įĬijĝĻĉĺ ź אĩÖ ħı×Ĉאì ±َ ®ِ Y·َِ ْ ِت \ ۖ ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٣/٢] وכijĝل إóÖاħĻİ óĩĭĤود: ﴿žَO ِ ُ ¹َرٍة ِR ±ْ ِRْgِ «۪µ ُb¹ا \ ْ Ožَ﴿ :įĤijĝכ [٣٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ ¢۪دYِ †َ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ ا ﴿:įĤijĜ ijİطوóýĤאÖ ěٌĥƪ َ đُ ِ ِب﴾ [اĤ×óĝة، ٢٥٨/٢] وĨįĬŶ y›ْ ¯َ ْ اª ١ ح + أي. ٢ ر: ĹĘ اóĝĤآن. ٣ ح ر: ïĝĘ. ٤ ر: ħĤ ijĝĻĉĺه. .ûĨאİ çĀ ،אبĉíÖ - ط ٥ ٥ ١٠ ١٥ 754 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Yani “Biz ondan daha üstünüz şeklindeki sözünüzde doğru iseniz haber verin, üstünlük ilimle olur, eğer ondan daha bilgili iseniz o zaman bildiğinizi haber verin.” anlamına gelir. Şarta bağlanan şey ise şartın varlığından önce mevcut olmaz. Sonra “Bana bildirin.” ifadesi öğretme anlamına değil, sadece haber verme anlamına gelir, çünkü öğretmek, bilgiyi oluşturmaktır ki bir şeyi zaten bilen kimseye onu öğretmek tasavvur edilemez. Haber vermek ise habere konu olan şeyi dile getirmektir, bu da bilene de bilmeyene de geçerli olur. “Ey Âdem! Onlara isimlerini bildir.” [ el-Bakara 2/33] âyetinde ise meleklere bildirmek, öğretmek söz konusudur, çünkü onlar bu bilgiyi bilmemektedirler. Âyet iddia sahibinden delil isteneceğine delâlet eder, çünkü melekler üstünlük iddiasında bulunmuşlar, buna karşılık kendilerinden delil istenmiştir. Onlar görmedikleri gayb hakkında konuşmuşlar, bunun üzerine gördükleri şeylerdeki bilgisizlikleri yüzlerine vurulmuş, yani onlara “Siz gördüklerinizin isimlerini bile bilmiyorsunuz, hâl böyleyken görmediğiniz kimselerin fesatçı olduklarını nasıl söyleyebilirsiniz?” denilmiştir. Ey iddia sahipleri, mânalar nerededir? Ey mârifet sahipleri, muhabbet nerededir? Ey muhabbet sahipleri, itaat nerededir? Ebû Bekir el- Vâsıtî şöyle demiştir: O’nu bilip de sevmemen imkânsızdır. O’nu sevip de zikretmemen imkânsızdır. O’nu zikredip de zikrinin tadına varmaman imkânsızdır. Zikrinin tadına varıp da başka şeyle meşgul olman imkânsızdır. “Eğer siz sözünüzde sadık iseniz” Sıdk hakkında söylenecekler daha önce söylenmiştir. Katâde şöyle demiştir: Allah Teâlâ Hz. Âdem’i topraktan yarattığı zaman melekler aralarında fısıldaştılar ve “ Allah Teâlâ elbette dilediği mahlûku yaratabilir, ancak bizden daha üstün ve bilgili birini asla yaratmayacaktır.” dediler. Allah onların acziyetini ızhar etti ve Hz. Âdem’e isimleri öğretip meleklere emir buyurarak “Eğer siz sözünüzde sadık iseniz bana şunların isimlerini haber verin.” buyurdu, yani “ Âdem’den daha bilgili olduğunuza dair sözünüzde sadık iseniz.” Onlar bundan âciz kalınca ve Hz. Âdem isimleri kendilerine bildirince Hz. Âdem’in onlardan daha bilgili ve üstün olduğu ortaya çıktı. Bir görüşe göre bunun mânası şöyledir: Bana doğru bir şekilde haber verin, eğer isimlerini biliyorsanız ve doğru haber verecekseniz haber verin, aksi takdirde haber vermeyin. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 755 ُ ا ĩÖא Ë×ِْ Ĭَ ÉĘ įĭĨ ħĥĐأ ħÝĭכ نÍĘ ،ħĥđĤאÖ ģąęĤوا ،»įĭĨ ģąĘأ īéĬ» :ħכĤijĜ ĹĘ أي אبĉì ijİ ﴾¿²۪Qُ۫]ِ²َْ ا ﴿:įĤijĜ ħà ١ .طóýĤا دijäو ģ×Ĝ ïäijĺ ź طóýĤאÖ ěĥƪ َ đُ ĩĤوا ،ħÝĩĥĐ ƪر، ĨÉĘא ijāÝĺ ź įĩĥĐ ïĜ ْ īَ Ĩ ِ ěèّ ĹĘ ijİو ħĥđĤا אعĝĺإ įĬÍĘ م؛ŻĐŸאÖ ź אر×ìإ دóåĩÖ Yَٓ À﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĨÉĘ .ħĥđĺ ħĤ īĩĤو ħĥĐ īĩĤ כĤذ çāĺو ،óَ ×íْ ُ ĩĤאÖ ħĥכÜ ijıĘ אر×ìŸا .įĬijĩĥđĺ اijĬכא אĨ ħıĬÍĘ ؛ÙכÐŻĩĥĤ مŻĐإ ijıĘ [٣٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۚ ْ·ِِ ٓYئ ¯َ ~ْ َ Yِ \ ْ·ُ ْ ِ²َْ[ئ ٰ َدُم ا ا ُijا ×ِ Ĥijُ ĉَ Ę ģąęĤا اijĐّ ُ َĉאÕĤ ÖאÙåéĤ؛ ّ ÍĘن اÐŻĩĤכÙ اد ĺ ĹĐِ ƪ ï ُ ٢ اĩĤ ودÛĤ اÙĺŴ أن ُijا ÖאĻđĤאن، أي «ź ijĩĥđÜن أĩøאء Ĩא đÜאijĭĺن، ĘכėĻ Đóِ ُ ĝَ Ę ÕĻĕĤا īĐ اijُ á َ éَ Öو אنİó×ĤאÖ ÝÜכijĩĥن ĹĘ ùĘאد īĨ ź đÜאijĭĺن». ĻĘא أرÖאب اĐïĤאوي، أīĺ اđĩĤאĹĬ؟ وĺא أرÖאب اÙĘóđĩĤ، أīĺ اéĩĤ×Ù؟ وĺא أرÖאب اéĩĤ×Ù، أīĺ اĉĤאÙĐ؟ į×éÜ أن אلéĩĤا īĨو ،įƪ ×éِ ُ Ü ź ħà įĘóđÜ أن אلéĩĤا īĩĘ :ĹĉøاijĤا óכÖ ijÖأ אلĜ ، وīĨ اéĩĤאل أن ñÜכóه ħà ź ïåÜ Żèوة ذכóه، وīĨ اéĩĤאل أن ïåÜ ُ ه َ óُ َ ْñכ Ü ź ħà .هóĻĕÖ ģĕÝýÜ ħà هóذכ وةŻè ěĥì אĩĤ :אدةÝĜ אلĜو .»قïāĤا «ĹĘ مŻכĤا óĨ ﴾±Áَ ¢۪دYِ †َ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا אĨ ěĥíĺ أن ĵĤאđÜ ِ ّ ųِ » :ÛĤאĜو ħıĭĻÖ אĩĻĘ ÙכÐŻĩĤا Ûùĩİ ٣ ابóÜ īĨ آدم ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħĥĐو ّ ħİ ّ õåĐ ųا Ʃ óıČÉĘ ،«אĭĨ ħĥĐوأ ģąĘأ אĝĥì ěĥíĺ ٤ īĤ īכĤو ،ěĥíĤا īĨ אءü ħכĬأ﴾ ±Áَ ¢۪دYِ †َ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ Êِء ا َٓ ۬Qُ ٓ ٓ ِYء ٰ¶ ¯َ ~ْ َ Yِ \ ¿²۪Qُ۫]ِ²َْ ﴿ا ٥ آدم اĩøŶאء وأóĨ اÐŻĩĤכÙ وĜאل: :ģĻĝĘ .ħıĻĥĐ įĥąĘو ُ į ُ ĩĥĐ óıČ אıÖ ُ ٦ آدم ħİÉ×Ĭوأ כĤذ īĐ واõåĐ אĩĤو .įĭĨ ُ أħĥĐ źوإ ،اË×ĬÉĘ אıĭĐ אء×ĬŸا ĹĘ īĻĜאدĀ ħÝĭوכ ħıÐאĩøÉÖ ħÝĩĥĐ نÍĘ ،قïāÖ ٍ ĹĬË×Ĭأ :אهĭđĨ .واË×ĭÜ ŻĘ ١ ر: اóýĩĤوط. ٢ ح: ĵĥĐ أن. .ûĨאİ çĀ ،ابóÜ :ط ٣ ٤ ر: أن ź. ٥ ح: ĝĘאل. ٦ ر: أĬ×ħİÉ. ٥ ١٠ ١٥ 756 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir diğer görüşe göre anlam şöyledir: Biliyorsanız haber verin. Burada “bilmek” kinaye yoluyla sadık olma ifadesi kullanılarak dile getirilmiştir, çünkü sadık olmak ancak bilmekle mümkündür. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Madem sadıksınız, o hâlde sadık davranın, biliyorsanız doğru söyleyin, yalan söylemeyin. Bu durumda bu ifade, “Eğer müminseniz.” [ el-Bakara 2/91] ifadesinin “Madem müminsiniz.” anlamına gelmesine benzer. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Onlara bu şekilde bir uyarı yapılmış olmasının sebebi, Hz. Âdem onlara isimleri bildirince, gayret gösterecek olsalar bu isimleri bilebileceklerini düşünmemeleridir. Ya da onlara Hz. Âdem’in nübüvvetine delâlet edecek bir mûcize göstermek istemiş, onların bu konudaki âcizliklerini kendilerine hatırlatmış ve bu ilmi ortaya koyma konusunda onların Hz. Âdem’e boyun eğmelerini sağlamıştır. Bu tıpkı “Şu sağ elindeki nedir Ey Mûsâ!” [ Tâhâ 20/17] âyetindeki durum gibidir. Burada da önce ona hâlini ve asasının durumunu hatırlatmış, böylece elindekinden (asasından) göreceği şeylerin nübüvvetinin delillerinden olduğunu bilmesini sağlamıştır.1 32. Dediler ki: Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi bilensin, hikmet sahibisin. [ el-Bakara 2/32] “Dediler ki: Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız.” Meleklerin herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını söylemeden önce söze tesbih ile başlamalarının birkaç izahı vardır. 1. Tesbih ifadesi taaccüb (hayret, şaşkınlık) anlamı verir. Şair şöyle demiştir: Bana onun övgüsü geldiğinde derim ki Hayret şu övünen Alkame’ye doğrusu! Buna göre âyetteki tesbih ifadesi, “Bilmediğimiz şeyi sormamız hayret edilecek bir durumdur!” mânasına gelir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 79-80. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 757 źإ אمĝĺ ź قïāĤا نŶ ق؛ïāĤאÖ ħِ ĥْ ِ đĤا īĐ ĵَ ĭَ وģĻĜ: أي إن כħÝĭ ĐאīĻĩĤ. כ .ħĥđĤאÖ وģĻĜ: ĭđĨאه إذ כħÝĭ ĀאدīĻĜ، أي ĩĤא כħÝĭ ĀאدīĻĜ ĘאijĜïĀا وأĬ×Ëا إن ħÝĩĥĐ وź .īĻĭĨËĨ ħÝĭכ إذ أي] ٩١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ ³۪®ِQْ®ُ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ ÜכijÖñا، وñİا כįĤijĝ:﴿ ا :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè أن آدم مŻĐإ ïĭĐ ħıĻĤإ ě×ùĺ ź ĵÝè اñıÖ اijُ ıِ ّ ×ُ Ĭ اijĬijכĺ أن ģĩÝéĺ لïÜ Ù×ĻåĐ Ùĺآ ١ ħıĺóُ ĺ أن أراد أو ،اijęĥכÜ ijĤ įĬijرכïĺ ßĻè īĨ כĤذ ّ Ŵدم ĹĘ إĘאدة َ ħİ īĐ ذĤכ وأħıĨõĤ اijąíĤع õåĐ ħİóƪ ذכ ،įÜij×Ĭ ĵĥĐ [١٧/٢٠ ،įĈ] ﴾»~¹ٰ ®ُ Yَ À ¥َ ³Áِ ¯۪ Áَِ \ ¥َ ْ «ِ ذĤכ اħĥđĤ، وñİا כĩא Ĝאل: ﴿َوَRY b ٢ .įÜij×Ĭ Ùĺآ īĨ هïĺ ĹĘ אĩĨ أراه אĨ ħĥđĻĤ אهāĐ אلèو įĤאè ً ź ƪ ّóه أو ذכ ُ ħĻכ۪ éَ Ĥاْ ُ ħĻĥ۪ َ َאۜ ِاĬƪ َכ َاْĬ َÛ ْاđĤ ĭَ Ý ْ َא َĩƪĥĐ א ِاźƪ Ĩ َٓ ĭĤَ َ ħĥْĐِ źَ כَ Ĭאَ éَ ْ ×øُ اijĤאُ Ĝَ -٣٢ ħıĤ ħĥĐ ź įĬأ ħİאر×ìإ ģ×Ĝ çĻ×ùÝĤאÖ ħıÝĺاï×Ĥ ﴾¥َ َ ¹ُا ُ~ْ[ َYo² ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ : ٌ وijäه ] Ĝאل اýĤאóĐ: ٣ أ أİïèא: أįĬ כÙĩĥ ÕåđÜ،]١٠٩ óìא ِ ęĤا َ Ùَ َ ĩĝَĥْ َ Đ īْ Ĩِ אنَ éَ ْ × ُ ø ُ ه ُ óíْ Ęَ ĹĬِ َ ّ א äאء ُ أijĜل ĩĤ .įÖ אĭĤ ħĥĐ ź אĩĐ א َ ĭُ َ اĤ Ë ُ ø ٤ ٌ Õ َ åَ وĭđĨאه: Đ ١ ط: õĺدħİ. ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٨٠-٧٩/١ ٥٠٣/١ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ ؛)٣٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٦٤/١ ،ûęìŷĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ ؛١٤٣ .ص ،įĬاijĺد :óčĬا ،óĻ×כĤا ĵýĐŷĤ ÛĻ×Ĥا ٣ (اĤ×óĝة، ٣٢/٢). .ûĨאİ çĀ ،ÕåĐ - ط ٤ ٥ ١٠ ١٥ 758 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 2. Bu ifade melekler için gizli/bilinmez olan şeylerin Allah için de gizli olması gibi bir durumdan Allah’ı tenzih etmektir. Kelime Halîl b. Ahmed’e göre mastar olduğu için mansubdur, yani nünezzihüke tenzîhen (Seni büsbütün tenzih ederiz.) anlamına gelir. Nakkāş şöyle demiştir: Bu ifade nida/ seslenme olduğu için mansubdur. Anlamı “Ey münezzeh olan!” şeklindedir. 3. Melekler cevap vermeden önce Allah’a övgü ile başlamışlardır ki her türlü hitapta kulun yapması gereken de budur. 4. Melekler bunu daha önce söylediklerinin tövbesi olarak zikretmişlerdir. Çünkü bu, tövbeden önce zikredilen bir kelimedir. Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’nın “Seni tesbih ederim, Sana tövbe ettim.” [ el-A‘râf 7/143] dediğini bildirir ki burada anlam, “Ey Tertemiz olan! Beni, içine düştüğüm ayıptan temizle!” şeklindedir. 5. Melekler böyle söyleyerek daha önce “Biz Seni hamd ile tesbih ediyoruz.” şeklinde söyledikleri sözü yerine getirmiş, uygulamışlardır. “Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd, Hasan-ı Basrî ve Muhammed b. İshak şöyle demişlerdir: Bunun mânası şöyledir: Sen bize onların yeryüzünde fesat çıkaracaklarını söyledin, biz de “Orada fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın?” [ el-Bakara 2/30] dedik ama bu isimler hakkında bize bir şey öğretmedin, bu yüzden onları bilmiyoruz. Eğer melekler sadece “Bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” demiş olsalardı tam ve yeterli cevap vermiş olurlardı, ancak onlar “Senin bize öğrettiklerinden başka” diyerek kulluklarını daha fazla ızhar ve itiraf etmelerini sağlamışlardır. Çünkü “Bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” sözü özür kabilinden, “Senin bize öğrettiklerinden başka” sözü ise Rablerini niteleme kabilindendir. Yani anlam şöyledir: Kusur bizden, kemâl Sendendir, talep bizden, fazl u ihsan Sendendir. Bu âyet kulun kendi noksanlarından ve Allah’ın fazl u ihsanından asla gafil kalmaması ve bilmediği şeylerde “Bilmiyorum.” demekten yüksünmemesi gerektiğini ifade eder. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 759 ĵĥĐ į×āĬو .ÙכÐŻĩĤا ĵĥĐ Ĺęì אĨ įĻĥĐ ĵęíĺ أن īĐ ųا Ʃ įĺõĭÜ įĬأ :ĹĬאáĤوا א. وĜאل اĝĭĤאش: ijİ ĵĥĐ اïĭĤاء، أي ً ١ أي İõĭĬכ ıĺõĭÜ ،ïĩèأ īÖ ģĻĥíĤا ïĭĐ رïāĩĤا .כĬאé×ø אĺ .אبĉìģכĹĘ ï×đĤاĵĥĐÕåĺ اñوכ ،ابijåĤاģ×Ĝųا Ʃ ĵĥĐ אءĭáĤאÖ ؤواïÖħıĬأ :ßĤאáĤوا אلĜ ،ÙÖijÝĤا ĵĥĐ ُ ƪم ïَ ĝُ Ü Ùĩĥכ אıĬÍĘ ا؛ijĤאĜ ٢ واóĤاďÖ: أħıĬ ذכóوه ĵĥĐ وįä اÙÖijÝĤ ĩĐא َْÁ ¥َ] ﴾اóĐŶاف، ١٤٣/٧] أي ĺא ªِ ا aُ ]ْbُ ¥َ َ ²Yoَ ]ْ~ُ ﴿ :مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ īĐ ا ً ó×ì ĵĤאđÜ .įĻĘ ÛđĜو ُ يñĤا ÕĻđĤا īĐ Ĺِ Ĭ ْ ó ِّ ıĈَ ، ُ óİאĈ .كïĩéÖ çِ ّ ×ùĬ īéĬو :ħıùęĬأ īĨ واïĐو אĨ اijĝĝè ħıĬأ :÷ĨאíĤوا ۜ﴾ Ĝאل اīÖ Đ×אس واīÖ ijđùĨد واīùéĤ وïĩéĨ Y³َcَ¯ْ َّ «َ Y®َ َ Êِّ ٓ³ََY ا ª َ ْ «ِ Êَ﴿ :įĤijĜو ٣ أħıĬ ïùęĺون ĹĘ اŶرض ĭĥĝĘא: īÖ إéøאق ƻ أīĻđĩä: ĭđĨאه: إĬכ أĭÝĩĥĐא .אıĩĥđĬ ŻĘ אءĩøŶا هñİ īĐ אĭÝĩĥĐأ אĨو] ٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ ﴿ا ۜ﴾ ĻĤכijن Y³َcَ¯ْ َّ «َ Y®َ َ Êِّ א Ĥכī ĜאijĤا: ﴿ا ً א ÜאĨ ً Öاijä כאن﴾ Yٓ³ََ ª َ ْ «ِ Êَ﴿ :ħıĤijĝÖ اijęÝاכ ijĤو īĨ ﴾ۜ Y³َcَ¯ْ َّ «َ Y®َ َ Êِّ ٓ³ََY ﴾īĨ Öאب اñđĤر وħıĤijĜ:﴿ ا ª َ ْ «ِ Êَ﴿ :ħıĤijĜ نÍĘ ،دةij×Đ אدةĺز :ħıĤijĜو ،ħıùęĬأ ėĀو﴾ Yٓ³ََ ª َ ْ Öאب اýĤכó، وĩİא ĩäאع כģ اóĻíĤ. وħıĤijĜ:﴿ َÊ ِ« א اÕĥĉĤ وĭĨכ ƪ ĭ ِ א اÿĝĭĤ وĭĨכ اĤכĩאل وĨ ƪ ĭ ِ Ĩ ٤ ۜ﴾ وėĀ رħıÖ، أي Y³َcَ¯ْ َّ «َ Y®َ َ Êِّ ﴿ا اąĘŸאل. źو įĬאùèوإ ųا Ʃ ģąĘ īĐو įĬאāĝĬ īĐ ģęĕĺ أن Ĺĕ×ĭĺ אĨ ï×đĤا أن ٦ ٥ اÙĺŴ وإĘאدة ٧ .ħĥđĺ ź אĩĻĘ «ُ ħĥَ ْ Đَ َ ėĬÉĺ أن ijĝĺل: «َź أ ١ ح - īÖ أïĩè. ٢ ط: כĩא. ٣ ح: ّĭÝĩĥĐא. ٤ ح - أي. ٥ ح: وأĘאدت؛ ر: واĘŸאدة. ٦ ر: īĨ اÙĺŴ. .ħĥđĺ אĩĻĘ ħÝכĺ źو + ر ٧ ٥ ١٠ ١٥ 760 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şa‘bî’ye bir mesele hakkında soru sorulmuş, o da “Bilmiyorum.” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine kendisine “Güya Irakeynin (iki Irak’ın/ Irak ve Şam diyarının) imamısın, bilmiyorum demekten utanmıyor musun?” denilmiş, o da “Melekler ilâhî huzurda iken ‘Bilmiyoruz.’ demişlerdi, ben kim oluyorum ki?” karşılığını vermiştir. “Bilmiyorum” demenin ilmin yarısı olduğunu söylemişlerdir. Kadı Ebû Yûsuf’a bir mesele sorulmuş, o da “Bilmiyorum.” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine kendisine “Her gün beytülmâlden şu kadar ücret alıyorsun, sonra da bilmiyorum diyorsun?” denilmiş, o ise cevaben “Ben sadece bildiğim kadarının ücretini alıyorum, eğer bilmediklerimin ücreti bana verilecek olsaydı bütün dünyanın malı yetmezdi.” demiştir. Ebû Bekir el-Iyyâzî’ye minberde iken bir soru sorulmuş, o da “Bilmiyorum.” şeklinde cevap vermiş, bunun üzerine kendisine, “Minber cahillerin yeri değildir.” denilmişti. O ise “Ben buraya bildiğim kadarı ile çıktım, bilmediğim kadarı ile yükselecek olsaydım semaya ulaşırdım.” demiştir. Anlatıldığına göre âlimlerinden birine bir mesele sorulmuş, o da “Bilmiyorum.” demiş, bunun üzerine soruyu soran kimse “Burası cahillerin yeri değil.” demiş, âlim ise buna cevaben “Mekân bazı şeyleri bilen bazı şeyleri bilmeyenler içindir, her şeyi bilenin ise mekânı yoktur.” demiştir. “Şüphesiz her şeyi bilensin, hikmet sahibisin.” Buradaki inneke (şüphesiz sen) ifadesi hitabı tekit için kullanılmıştır. Ente (sen) ifadesi ise tekidi daha mübalağalı hâle getirir, çünkü tekrar içerir, tekrarda da tekit ve takrir bulunur. “Bilen (el-Alîm)” kelimesinin tefsiri daha önce gelmiştir. “Hikmet sahibi (el-Hakîm)” yaptığı işi sağlam yapan, sözünde ve fiilinde isabetli olan demektir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “Bilen” bilgide zirveye ulaşan anlamında, “ hikmet sahibi” ise hikmetin zirvesine ulaşan anlamındadır. Meleklerin sözünün anlamı şöyledir: Bizim senin öğrettiklerinden başka bilgimiz yoktur, bizim bilgimiz eksiktir, Sen ise kâmil mânada bilgi sahibisin, fiilleri doğru yapansın, bizim bilmediğimizi bilirsin, Âdem’i üstün kılma konusunda da Sen nihaî hikmet sahibisin. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 761 ÛĬوأ ĹĻéÝùÜ źأ :įĤ اijĤאĝĘ ،أدري ź :אلĝĘ ،ÙĤÉùĨ īĐ ųا Ʃ ّ رįĩè Ĺ×đýĤا ١ ģÑ ُ وø ٢ Ĝאل: إن اÐŻĩĤכÙ כאijĬا ĹĘ اóąéĤة وĜאijĤا: «ź ħĥĐ ĭĤא»، īĩĘ أĬא؟ ِī؟ ْ َ َاĻĜ óِ إĨאم اđĤ īĐ įĻĥĐ ųا Ʃ Ùĩèر ĹĄאĝĤا ėøijĺ ijÖأ ģÑ ُ وĜאijĤا: «ź أدري» ُ ėāĬ اħĥđĤ. وø .أدري ź :لijĝÜ ħà اñכ مijĺ ģכّ אلĩĤا ÛĻÖ īĨ قõÜóÜ :įĤ ģĻĝĘ ،أدري ź :אلĝĘ ÙĤÉùĨ ٦ ٥ اĻĬïĤא. ٤ Ĩאل כģ ĹĭĕÝùĺ ħĤ Ĺĥıä رïĝÖ ٣ ÛĻĉĐُ ĝĘאل: إĩĬא أرõÜق ïĝÖر ĹĩĥĐ، وijĤ أ ،أدري ź :אلĝĘ ÙĤÉùĨ īĐ ٧ ďƪ Ö َ óُ ĩĤا אطÖر ĹĘ ųا Ʃ įĩèر ƫ ِ אĹĄ َ Ļ ِ đĤا óכÖ ijÖأ ģÑ ُ وø تijĥĐ ijĤو ĹĩĥĐ رïĝÖ تijĥĐ אĩĬإ :אلĝĘ ،אلıåĤا ďĄijĨ ó×ĭĩĤا÷ ĻĤ :įĤ ģĻĝĘ ٨ .אءĩùĤا Ûĕĥ×Ĥ ĹĥıåÖ כאنĨ اñİ ÷ĻĤ :ģÐאùĤا אلĝĘ ،أدري ź :אلĝĘ ÙĤÉùĨ īĐ ģÑ ُ א ø ً ُ כĹ أن ĐאĩĤ وè ٩ اñĤي ħĥđĺ ّכģ ًא، وأĨא ÑĻü ħĥđĺ źو אً ÑĻü ħĥđĺ īĩĤ כאنĩĤا :ħĤאđĤا אلĝĘ ،אلıåĤا .įĤ כאنĨ ŻĘ ءĹü ĹĘ ÙĕĤא×Ĩ «ÛĬأ«و ،אبĉì ïĻכÉÜ «כĬإ﴾ «Áُ §۪ oَ ْ ªا Áُ «۪ َ ْ ªا aَ ²َْ َ ¥َ ا ²ِّ وįĤijĜ:﴿ ا .óĺóĝÜو ïĻכÉÜ įĻĘو óĺóכÜ įĬŶ ؛ïĻכÉÝĤا ُ ĹĘ اijĝĤل ِ واÕĻāĩĤ Ù َ đْ ĭ ƪ ُ اāĤ ْ ِכħ éُ ĩĤا﴾ Áُ §۪ oَ ْ ªا﴿و .هóĻùęÜ ١٠óĨ ﴾Áُ «۪ َ ْ و﴿اª ēĥ×ĺ يñĤا ħĻכéĤوا ،įَ ÝĺאĔ ħĥđĤا ĹĘ ēĥ×ĺ يñĤا ħĻĥđĤا :אس×Đ īÖا אلĜو .ģĩđĤوا ،אĭÝĩĥĐ אĨ źإ אĭĤ ħĥĐ ź ١١أي] َį. وĵĭđĨ ijĜل اÐŻĩĤכÙ،] ١٠٩ب ÝĺאıĬ ÙĩכéĤا ĹĘ ١٢כَ Ĥوَ ،ħĥđĬ ź אĨ ÛĩĥĐ َ ،אلđĘŶאÖ ÕĻāĩĤوا אلĩכĤאÖ ħĤאđĤا ÛĬÉĘ ÿĜאĬ א َ ĭ ُ ĩĥْ ِ đَ Ę .آدم ģĻąęÜ ĹĘ ÙĕĤא×Ĥا ُ ÙĩכéĤا ُ .ģÑ ُ ١ ر: ø . ُ ħĥَ ْ Đَ أ ź Ûَ ĥْ ُ ĝَ ٢ ر + Ę ٣ ح: أįÝĻĉĐ. ٤ ر: ĩĤא כęאĹĬ. ٥ ر - כģ. ٦ ر + ıđĩäÉÖא. ٧ ح ط ر: اÙđÜóĩĤ. .אنÝíĤوا īĻכóýĩĤا אلęĈوأ ĵáĭíĤوا óİïĤا ĹĘ :ģÐאùĨ ďÖأر ĹĘ «أدري ź» ųا įĩèر ÙęĻĭè ijÖأ אلĜ :م ûĨאİ ĹĘ ٨ ٩ ح ط ر: ĨÉĘא. .óĨ ïĜ :ر ١٠ ١١ ح - أي. ١٢ ر: ذĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 762 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Melekler Allah’ı ilim ve hikmet ile nitelemişler ve bu sayede övgüye nâil olmuşlar, İblîs ise kendisine verilen secde emrindeki hikmeti reddetmiştir. Bu yüzden kovulmaya ve lânete müstahak olmuştur. Bir görüşe göre “Hikmet sahibi” düzenleyen, takdir eden, hükmü beşer tarafından bozulamayan demektir. Bir başka görüşe göre bu ifade işlerin sonunu bilen, gizli ve açık her şeye muttali olan anlamına gelir. 33. Allah şöyle dedi: ‘Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.’ Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, ‘Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki Ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da gizli tuttuklarınızı da Ben bilirim demedim mi?’ dedi. [ el-Bakara 2/33] “Allah şöyle dedi: Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Rivayete göre Hz. Âdem bir minbere çıkarılmış ve melekler önünde oturmuş vaziyette iken onlara eşyanın (varlıkların) isimlerini bildirmesi emredilmiştir. Bir başka görüşe göre o esnada melekler onun çevresinde ayakta beklemişlerdir. Vehb şöyle demiştir: Hz. Âdem yeryüzünde iken onlara kuş, hayvan, yer, bitki, karada ve denizde olanlar dâhil her şeyin ismini söylemiştir. Sonra kendisine göklerin kapıları açılmış, o da her bir semanın ehline bunların isimlerini söylemiştir. “ Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince” Yani onlara bu isimleri haber verdiği ve onlar da Âdem’in üstünlüğünü, kendi âcizliklerini anladıkları zaman. “‘Ben bilirim demedim mi?’ dedi.” Bu ifadenin zâhiri sorudur, ancak mânası onaylamadır, yani “Size demiştim.” anlamına gelir. Bunun benzeri “Bilmez misin ki Allah her şeye kādirdir.” [ el-Bakara 2/106] âyetinde söz konusudur. Aynı şekilde “Sizin için yeterli değil mi?” [ Âl-i İmrân 3/124], “Size gelmedi mi?” [el-En’am, 6/130], “Allah hâkimler hâkimi değil midir?” [ et-Tîn 95/8] örneklerinde olduğu gibi olumsuz cümlenin başına gelen bütün soru ifadelerinde bu durum söz konusudur. “Göklerin ve yerin gaybını” Yani gök ehlinden de yer ehlinden de gizli/ gayb olanlar. Bir görüşe göre bu ifade şu anlama gelir: Gök ehlinin gökteki sırrını, yer ehlinin de yerdeki sırrını bilirim. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 763 ُ ÷ĻĥÖإ ĵęĬو Ùَ َ èïْ ĩĤا ِ כĤñÖ اijĤאĭĘ ÙĩכéĤوا ħĥđĤאÖ ĵĤאđÜ َ ųا Ʃ ÙכÐŻĩĤا ُ ėĀو َ واÙĭđĥĤ. َ اéĤכÙĩ ĹĘ أóĨه ÖאïåùĤة ĘאěéÝø اóĉĤد ijİ :ģĻĜو .ُ óýَ َ ُ اĤ× į َ ُ ْכĩ è ăُ ُ ĝْ ĭ َ ّى ّ وïĜر وź ĺ ijø يñĤا ijİ :﴾Áُ §۪ oَ ْ ªا ﴿ĹĘ ģĻĜو اđĤאħĤ ijđÖاÕĜ اijĨŶر واďĥĉĩĤ ĵĥĐ اĩĤכijýف واijÝùĩĤر. Ĺٓ ّĬ۪اِ ْ ħכُ Ĥَ ģْ Ĝُاَ ْ ْۙ َĜ َאل َاَħĤ ħıِÐאِ َٓ ĩøْ אَÖِ ْ َאُħİ َ א َاْĬ× ٓƪ ĩĥَĘَ ْۚ ħıِÐאِ َٓ ĩøْ אَÖِ ْ ħُ ıْ Ñ×ِĬْاَ ُ َم א ٰاد َٓ ĺ אلَ Ĝَ -٣٣ ُ َijن ĩُ Ýכْ Üَ ْ ħُ Ýْ َא ُכĭ Ĩَ ْ ُï َون و َא ُÜ× Ĩ ُ ħĥَĐْ اَ َ ْ ِض و َ ْ َ اźر َ ِ ات و ij ٰ ĩ ƪ ùĤا Õَ ْ ĻĔَ ُ ħĥَĐْ اَ ١ Ï×ĭĺ أن óĨُ وأ ó×ĭĨ ĵĥĐ ďĘُ ۚ﴾ روى أįĬ ر ْ·ِِ ٓYئ ¯َ ~ْ َ Yِ \ ْ·ُ ْ ِ²َْ[ئ ٰ َدُم ا َٓY ا À لYَ َ وįĤijĜ:﴿ ¢ .įĻĤاijè ٌ ِĻאم Ĝ :ģĻĜو .įĺïĺ īĻÖ ٌ سijĥä ħİو אıÖ ħİÉ×ĬÉĘ אءĻüŶا אءĩøÉÖ ÙכÐŻĩĤا אعĝ×Ĥوا ħÐאı×Ĥوا óĻĉĤا īĨ ءĹü ģכ ،رضŶا ĹĘ ijİو ħıĤ אİאĩø ٢ وĜאل وÕİ: אءĩø ģכ ģİأ ĵĩùĘ اتijĩùĤا įĤ ÛéÝĘ ħà ،óé×Ĥا ĹĘ אĨو ِ ّ ó َ واĭĤ×אت وĨא ĹĘ اĤ× .ħıÐאĩøÉÖ ﴾ أي أì×ħİó ıÖא وijĩĥĐا įĥąĘ وijĘóĐا ħİõåĐ. ْۙ·ِِ ٓYئ ¯َ ~ْ َ Yِ \ ْ ¶ُ َ Y]َ²َْ Y ا َٓ ¯ّ َ وįĤijĜ:﴿ žَ« َ ُ﴾ Čאóİة اıęÝøאم وĭđĨאه اóĺóĝÝĤ، أي ïĜ» ÛĥĜ «ْ َ ۪¿ ا ٓ²ِّ َ ُ§ ْ ا ª ©ْ ¢َُ َ ْ ا ªَ َ َYل ا وįĤijĜ:﴿ ¢ yÀ] ﴾اĤ×óĝة، ١٠٦/٢] وכñا כģ ٌ u۪ َ ِ ‚َ ْ¿ٍء ¢ ©ّ¦ُ »ٰ َ ّ اà َٰ َ« َ ّن َ ْ ا «ْ َ b ْ َ ªَ Ĥכħ«، وijİ כįĤijĝ:﴿ ا ِ ُ§ ْ﴾ [اđĬŶאم، b ْ Oَ À ْ َ ªَ َ ْ§َŸِÁ ُ §ْ] ﴾آل óĩĐان، ١٢٤/٣]، ﴿ا À ±ْ َ ªَ ٍ : ﴿ا ïéä ĵĥĐ ģìد אمıęÝøا .[٨/٩٥ ،īĻÝĤا﴾ [±Áَ ¯۪ ¦Yِ oَ ْ ِ اª §َ nْ َ Yِ \ ُ ٰ Ãا ّ{ َ Áَْ ªَ ١٣٠/٦]، ﴿ا وįĤijĜ: ﴿ šَ ْÁ َ [ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َو َْ اÊْر ِض﴾ أي Ĩא Ĕאب īĐ أģİ اijĩùĤات وĔאب īĐ أģİ اźرض. وģĻĜ: أي أħĥĐ óø أģİ اijĩùĤات ĹĘ اijĩùĤات وóø أģİ اŶرض ĹĘ اŶرض. ١ ر: ĹÝęĺ. .į×ĭĨ īÖ + ر ٢ ٥ ١٠ ١٥ 764 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre göklerin gaybı Âdem ve Havvâ’nın cennette kendilerine yasaklanmış olan ağaçtan yemeleridir ki bu, semadaki ilk isyandır. Yerin gaybı ise Kābil’in kardeşi Hâbil’i öldürmesidir, bu da yeryüzündeki ilk isyandır. Bir görüşe göre göklerin gaybı Allah’ın oradaki mahlûkatın işlerine dair kazâsı, takdiri, yerin gaybı ise yerdekilerin ezelî takdir gereği yerde yaptıklarıdır. Kuşeyrî şöyle demiştir: [Bu ifadenin anlamı şöyledir:] Ben gök ehli ve yer ehlinden mahlûkatın bilgisinin yetersiz kaldığı şeyleri bilirim. “Yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim” yani açığa vurduğunuz itaatlerinizi ve gizlediğiniz niyetleri bilirim. Bir görüşe göre “açığa vurduklarınız” “şu anda Âdem’in üstünlüğünü kabul etmeniz” anlamına, “gizli tuttuklarınız” ise “kendinizi daha önce Âdem’den üstün görmeniz” anlamına gelir. Bir görüşe göre “açığa vurduklarınız” ifadesi onların “Orada fesat çıkarıp kan dökecek birini mi yaratacaksın?” [ el-Bakara 2/30] şeklindeki sözleri, “gizli tuttuklarınız” ise “kendinizi daha önce Âdem’den üstün görmeniz” anlamına gelir. Hasan-ı Basrî ve Katâde şöyle demişlerdir: Gizli tuttukları şey içlerinde sakladıkları “Allah kimi yaratırsa yaratsın, biz o yaratıktan üstün oluruz.” şeklindeki düşüncedir. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd, Saîd b. Cübeyr şöyle demişlerdir: Bu, İblîs’in içinde gizlediği kibir ve isyandır. İlkinde bu ifade bütün meleklere yönelik ve hem açığa vurulan hem de gizlenenleri içeren bir hitaptır. Bu sonuncu görüşe göre ise gizleme ifadesi İblîs’e hitaptır, yani “Senin gizli tuttuğunu ey İblîs!” anlamında olup ona tehdit mahiyetindedir. İlki ise meleklere hitap olup onlara müjde mahiyetindedir. Tekil muhataba çoğul formu ile hitap etmek dil açısından uygundur. Nitekim “Rabbim! Beni döndürün.” [el- Mü’minûn 23/99] âyetinde bu form kullanılmıştır. Ya da bu ikincisi bütün meleklere yöneliktir ve her birinin kendi içinde gizledikleri kastedilmektedir. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 765 وģĻĜ: ÕĻĔ اijĩùĤات ijİ أכģ آدم وijèاء īĨ اóåýĤة اĹÝĤ ĻıĬא įĭĐ وijİ أول ĻāĐאن כאن ĹĘ اĩùĤאء. وÕĻĔ اŶرض ģÝĜ ĜאģĻÖ أìאه İאģĻÖ وijİ أول ĻāĐאن כאن ĹĘ اŶرض. وģĻĜ: ÕĻĔ اijĩùĤات Ĩא ąĜאه ıĻĘא īĨ أijĨر įĝĥì، وÕĻĔ اŶرض Ĩא ijĥđĘه ıĻĘא ١ .įÖ ěÖאùĤا įÐאąĝÖ אءĩùĤا ģİأ īĨ ěĥíĤا مijĥĐ įĭĐ óĀאĝÜ אĨ ُ ħĥĐَ Ʃ اų: أ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè َ ْ§ُc ُ ¯¹َن﴾ أي Ĩא Ü×ïون īĨ اĉĤאĐאت b ْcُ³ْ¦ُ Y®َوَ ونَ uُ ]ْbُ Y®َ ُ َ «ْ َ واŶرض. وįĤijĜ:﴿ َوا ٢ وÜכijĩÝن īĨ اĻĭĤאت. ģąĘ ħכÝĺرؤ īĨ ﴾ن¹َ̄ ُ cُ§ْ َ b ْcُ³ْ¦ُ Y®َ﴿و نŴا آدم ģąĘ īĨ ﴾ونَ uُ ]ْbُ Y®َ﴿ :ģĻĜو أùęĬכħ įĻĥĐ، ĩĻĘא כאن. ﴾ۚ ِ َRٓ َYء َ Ÿِْ ¥ُ ّ اuª Àوَ Y·Áَ ž۪ uُ ِ Ÿْ ُ À ±ْ ®َ Y·Áَ ž۪ ©ُ َkْ َ bَ ا ﴿:ħıĤijĜ ijİ ﴾ونَ uُ ]ْbُ Y®َ﴿ :ģĻĜو .įĻĥĐ ħכĥąĘ ħכÝĺرؤ īĨ ﴾ن¹َ̄ ُ cُ§ْ َ b ْcُ³ْ¦ُ Y®َ﴿و] ٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ěĥíĺ īĤ :ħıùęĬأ ĹĘ وهóĩĄأ אĨ ijİ «نijĩÝכÜ אĨ» :אدةÝĜو يóā×Ĥا īùéĤا אلĜو :ƻ óĻ×ä īÖ ïĻđøو دijđùĨ īÖوا אس×Đ īÖا אلĜو ٣ ًא إź وīéĬ أכóم įĻĥĐ. ĝĥì ųا Ʃ ģכĤ ďĩåĤאÖ ٤ ٌ ] ĉìאب أ ijİ Ĩא أóøه إĻĥÖ ÷īĨ اĤכ×ó واĻāđĤאن. ĵĥđĘ اŶول [١١٠ א. وĵĥĐ ñİا اóĻìŶ ĉìאب اĤכĩÝאن ĻĥÖŸ÷، أي ً اÐŻĩĤכÙ ĹĘ اïÖŸاء واĤכĩÝאن đĻĩä אبĉìو ،ħıĤ ïĐو ٌ ijİو ÙכÐŻĩĥĤ ٌ אبĉì ولŶوا .įĤ ïĻĐو ijİو ،÷»ĻĥÖإ אĺ ħÝכÜ אĨ» ٌ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َر ِّب ْار ِj ُ ¹ِۙن﴾ [اijĭĨËĩĤن، ٩٩/٢٣] أو ijİ ħĻĝÝùĨ ďĩåĤا ÙĕĻāÖ ïèاijĤا ٦ .įùęĬ ĹĘ ٥ ĉìאب כģ اÐŻĩĤכÙ ÖכĩÝאن اijĤاïè ħıĭĨ ذĤכ ١ ح ر - įÖ. ٢ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٦/١ ٣ ح + įĭĨ. ٤ ح ط ر: اĉíĤאب. ٥ ح - ذĤכ. ٦ ح + ذĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 766 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âyetteki mâ harfi gizleme ve açığa vurma fiillerinin mef‘ulü olabileceği gibi fiile mastar anlamı katıyor da olabilir ki buna göre anlam “gizlemenizi ve açığa vurmanızı” şeklindedir. 34. Hani biz meleklere ‘ Âdem’e secde edin.’ demiştik. İblîs hariç hepsi secde ettiler. O imtina etti ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. [ el-Bakara 2/34] “Hani biz meleklere ‘ Âdem’e secde edin.’ demiştik. İblîs hariç hepsi secde ettiler.” Bu ifadenin öncesi ile münasebeti üç açıdan kurulabilir: 1. Cenâb-ı Hak onlara Hz. Âdem’in ilim ile üstünlüğünü ızhar edince kendilerine, Hz. Âdem’e selâmlama secdesi yaparak tâzimde bulunmalarını da emretti. 2. Bu âyetin başı, sonunda genel olarak ifade edilen husus açıklanmaktadır. “Gizlediğinizi de bilirim.” ifadesinden İblîs’in maksadı kastedilmektedir. 3. Bu ifade Allah Teâlâ’nın “Size yeryüzünü bir döşek yapandır.” [ el-Bakara 2/22] âyetinden “Sizin için yarattı.” [ el-Bakara 2/29] âyetine kadar zikrettiği ve “Atanızı yarattı, onu üstün kıldı, ona ilim verdi ve meleklere ona secde etmelerini emretti.” şeklinde ifade ettiği bize yönelik nimetlerine atıftır. “Meleklere” Melekler hususunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre onlar İblîs ile birlikte yeryüzünde olan melekler olup Allah bu meleklerle, yeryüzünü orada fesat çıkaran cinlerden temizlemiştir. Bir görüşe göre onlar yedi semanın melekleridir. Bir görüşe göre onlar bütün meleklerdir. Nitekim “Hepsi” [ el-Hicr 15/30] âyeti ile bunu tekit etmiştir. “Secde edin.” Secde dilde boyun eğmek, teslim olmak demektir. Selâme b. Cendel şöyle der: Kendileri ile savaştığımız herhangi bir topluluk bizi endişeye mi sevk etti ki Aksine hepsi üstünlüğümüzü kabul edip boyun eğdiler 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 767 ُ ُ واĤכĩÝאن وijåĺز وįĤijĜ:» Ĩא» ijåĺز أن ĺכijن اĩøא ijđęĩĥĤل اñĤي ďĝĺ įĻĥĐ اïÖŸاء .ħכĬאĩÝوכ ħاءכïÖإ ħĥđĺ أي ،راïāĨ ģđęĤا ďĨ ١ أن ĺכijن َ َכ َאن َ و óَ َ ْכ× اÝø ْ َ ٰĵ و Öاَ÷ Ļ َۜ ĥ۪ ْ Öاِ źٓƪاِ واïٓ ُåَ َ ùĘَ َ َم دźٰ ِ واïُåُ øا ْ Ùِכَ Ñِٓĥٰ َ ĩĥْĤِ אَ َ ِا ْذ ُĜْĭĥ -٣٤ و īĺ َ ó۪ Ęאِ כَ Ĥاْ īَ Ĩِ :įäأو ÙàŻà īĨ אıĥ×Ĝ אĩÖ אıĩčĬ ﴾وآ ٰ َدَم žَ َ َk ُu ِئ َ§ ِ_ ْا~ ُk ُuوا ِÊ ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª Y³َ ْ ِ ْذ ¢ُ» وįĤijĜ:﴿ َوا ٣ .ÙĻéÝĤا دijåùÖ įĩĻčđÝÖ ٢ ħİ َ óَ Ĩَ أ ħĥđĤאÖ ħıĻĥĐ įĥąĘ َ óıČأ אĩĤ įĬأ :אİïèأ ٤ Ĩא כħÝĭ ħĥĐأ«و ،כĥÜ ħÝì ĹĘ ģĩäأ אĨ ÙĺŴا هñİ ولÉÖ ėýכ įĬأ :ĹĬאáĤوا .÷ĻĥÖإ ïāĜ ijİو» نijĩÝכÜ َ ُ§ ُ َْ اÊْر َض ª ©َ َjَ يw۪ َّ ªَ ا ﴿:įĤijĝÖ אĭĻĥĐ įÖ ّ īĨ אĨ ģכ ĵĥĐ ėĉĐ įĬأ :ßĤאáĤوا َ ُ§ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٩/٢] وěĥì آÖאءכħ ّ وįĥąĘ ª ¡َ َ «rَ ﴿ :אلĜ أن ĵĤإ] ٢٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y‚ا ً yَžِ .įÜïåùÖ ÙכÐŻĩĤا óĨوأ įĩĥĐو ّ ÷ĻĥÖإ ďĨ اijĬכא īĺñĤا رضŶا ÙכÐŻĨ ħİ :ģĻĜ .ħıĻĘ ėĥÝìا_﴾ ِ§ َ ئِ ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª﴿ :įĤijĜو .ِ אنåĤا ّ ĹĭÖ īĨ אıĻĘ ïùĘأ īĩĨ رضŶا َ ħıÖ ųا Ʃ óƪ ıĈ .ď×ùĤا اتijĩùĤا ÙכÐŻĨ ħİ :ģĻĜو َ ْj َ ¯ُ ¹َۙن﴾ [اóéåĤ، ٣٠/١٥[. وģĻĜ: כģ اÐŻĩĤכÙ ïĝĘ أכïه įĤijĝÖ:﴿ ا ٦ :لïĭä īÖ ÙĨŻø אلĜ .אدĻĝĬźوا ٥ īĨאĉÝĤا ÙĕĥĤا ĹĘ دijåùĤאĘ ﴾واuُ kُ ~ا ْ ﴿ :įĤijĜو ٧ واïُåَ َ ø أو ģِ ąęĤאÖ ْ אَ ĭĤَ واƫ ْ ِإźƪ َأóĜ ħُ ıُ Öאرéِ Ĭُ īْ ƪ ĩĨِ ٌ óýَ ْ đَ َא Ĩ ĭ َ َ اÖ َ ْģ ر İ ُ ُ واĤכĩÝאن وijåĺز أن ĺכijن، çĀ İאûĨ. ١ ط - اĩøא ijđęĩĥĤل اñĤي ďĝĺ įĻĥĐ اïÖŸاء ٢ ح + ÖאijåùĤد ÙĻéÜ įĤ وĩĻčđÜא. ٣ ح - įĩĻčđÝÖ ijåùÖد اÙĻéÝĤ. ٤ ح + Ĩא Ü×ïون و. ٥ ح: اËĈÉĉÝĤ. ģİأ īĨ ،אنøóęĤا īĨ ،Ĺĥİאä óĐאü م ٦٠٠ ijéĬ / ـİ ق ٢٣ ijéĬ) ،وóĩĐ ï×Đ īÖ لïَ ْ ĭ َ ä īÖ Ùَ ĨŻَ َ ø כĤאĨ ijÖأ ijİ ٦ ّ אف اģĻíĤ، įĤ دijĺان óĻĕĀ رواه Āُ و īĨ ijİو ،دةijäو Ùĩכè هóđü ĹĘ ،ĹĩĻĩÝĤا ïđø īÖ Õđכ ĹĭÖ īĨ אزåéĤا لijéĘ אتĝ×Ĉ :óčĬا .مijáĥכ īÖ وóĩđĤ įÜóĀאđĨ ونóכñĺ ħıĬأ ďĨ ħĺïĜ Ĺĥİאä įĬأ ĵĥĐ īĻìرËĩĤا óáوأכ .ĹđĩĀŶا اóđýĤاء ĹéĩåĥĤ، ١٥٥/١؛ اŻĐŶم، õĥĤرכĹĥ، .١٠٦/٣ .٢٩٨٣/٥ ،يóĻĩéĥĤ مijĥđĤا÷ ĩü :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٧ ٥ ١٠ ١٥ 768 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Amr şöyle demiştir: Bir kimse başını eğip eğildiği zaman escede (Secde etti) denilir. Şair şöyle der: (Hanımlar) develerinin yularlarını çektiklerinde develer boyun eğdi (secde etti) Hıristiyanların Rablerine secdesi gibi Escede el-ba‘îrü (Deve secde etti) ifadesi “Deve boynunu eğdi.” anlamına gelir. Şair şöyle der: Ona dediler ki: Leylâ’ya secde et (boyun eğ)! O da secde etti. Hurma ağacının dalları ağırlaşıp yere doğru sarkınca secedet en-nahletü (Hurma ağacı secde etti.) denilir. Meleklere emredilen bu secde hakkında ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre bu, namazda emredilen tam secde değil, insanların büyükleri, liderleri karşısında tevazu, teşrif ve tâzim maksadıyla yaptıkları harekete benzer şekilde îmâ ile yapılan bir secdedir. Çoğunluğun görüşüne göre ise bu secde tıpkı namaz secdesi gibi yüzü yere koyarak yapılmıştır. Bunun delili de bir başka âyette geçen “Secde eder vaziyette onun huzurunda yere kapanın.” [ el-Hicr 15/29] ifadesidir. Sonra secdenin Hz. Âdem’e mi yoksa Allah’a mı yapıldığı konusunda da ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre bu secde Allah’a ibadet için yapılmıştır ve âyetteki “ Âdem’e” ifadesinin anlamı, “ Âdem’e doğru” şeklindedir. Böylece Âdem onların yöneldikleri bir kıble olmuştur, secde ise Allah’a kulluk olarak yapılmıştır. Doğru olan görüşe göre bu secde Âdem’e yapılmıştır. Eğer Allah’a yapılmış olsaydı İblîs bundan imtina etmezdi, çünkü secde Allah’a yapıldıktan sonra kıblenin Âdem ya da başka bir şey olması fark etmez. Yine bu secdenin hususi bir secde olup olmadığı konusunda da ihtilâf edilmiştir. Katâde şöyle demiştir: “Bu secde Âdem’e saygı, hürmet olmak üzere Allah’a yapılmış bir secde idi. Bu yönüyle cenaze namazı gibiydi. Nitekim cenaze namazı da ölü için duadır, fakat Allah’a ibadettir.” Doğru olan görüşe göre ise bu secde sadece Âdem’e selâmlama secdesi olarak hususi bir secde idi. Bu nedenle İblîs secde yapmaktan imtina etti ve Âdem’in kendisi tarafından tâzim edilmeye lâyık olmadığını düşündü, kaçındı ve kibirlendi. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 769 ١ :óĐאýĤا אلĜ .ĵĭéĬوا įَ وĜאل أijÖ óĩĐو: ĝĺאل «أïåø «إذا ÉĈÉĈ رأø َى ِŶ ِ رÖאıÖא אرāَ ƪ َ اĭĤ ُ ُijåد ø تْ ïَåَ ْ َא أø ıÝِ ƪ َ ِزĨ ُĘ َijąل أ ٢ :óĐאýĤا אلĜ .įøرأ ÉĈÉĈ «óĻđ×Ĥا ïåøأ«و ٣ ْ َïåا øَ ÉĘَ ĵĥَ ْ ĻĥَĤِ ïْ åِ ْ øَ أ įĤ īَ ĥْĝُĘَ اñİ ĹĘ ėَ ِ ĥ ُ ُıא وĨאÛĤ إĵĤ اŶرض. واÝì ĬאāĔأ ÛĤƪïَ َ َ َïت ُ اÙĥíĭĤ «إذا Ü و«åø ُóĨوا įÖ. ģĻĜ: ijİ اĩĺŸאء دون اijåùĤد اĹĘijÝùĩĤ اóýĩĤوع ĹĘ اŻāĤة اijåùĤد اñĤي أ א. ً ĩĻčđÜو אęĺóýÜ ً ħıĤ ďĄاijÝĤوا عijąíĤا īĨ ħıÐאĩčĐ אءĝĤ ĹĘ אسĭĤا įĥđęĺ يñĤכא ٤ ijĜل اijıĩåĤر:- כאن اijåùĤد ďĄijÖ اįäijĤ ĵĥĐ اŶرض כĩא ijİ ĹĘ وģĻĜ -وijİ .[٢٩/١٥ ،óåéĤا﴾ [±À َ u۪ jY ِ ~َ µُ َ ª ا¹ُ£َžَ ﴿:ىóìأ Ùĺآ ĹĘ ĵĤאđÜ įĤijĜ įĥĻĤود .ةŻāĤا :įĤijĜ ĵĭđĨو ،ĵĤאđÜ ų Ʃ ً אدة×Đ ÛĬכא :ģĻĜ .ĵĤאđÜ ّ ħà اėĥÝì أįĬ כאن Ŵدم أو ِų ų ٰ َدَم﴾ أي «إĵĤ آدم» Ęכאن ijİ Ĝ×Ùĥ أóĨوا ÖאįäijÝĤ إıĻĤא، واijåùĤد כאن Đ×אدة Ʃ Êِ﴿ .ĵĤאđÜ אدة×đĤا īĐ ÷ĻĥÖإ ďĭÝĨا אĨ ĵĤאđÜ ų وģĻĜ -وijİ اçĻéāĤ:- ģÖ כאن Ŵدم، وijĤכאن Ʃ ] وīĻÖ óĻĔه. ب١١٠ [Ùĥ×Ĝ آدم نijכ īĻÖ قóĘ źو ،ĵĤאđÜ ų Ʃ ĵĤאđÜ ų Ʃ ħà اėĥÝì أįĬ כאن įĤ ĵĥĐ اijāíĤص أو כėĻ כאن؟ Ĝאل ÝĜאدة: כאن ً ÙĨïì دمŴ ÙĻéÜ כאن įĬأ çĻéāĤوا .ÛĻĩĥĤ אءĐد ĵĤאđÜ įĤ אدة×Đ אزةĭåĤا ةŻāכ ،دمŴ ÙĨóè ً ،ó×כÝøوا ĵÖÉĘ įĩĻčđÝĤ אً ĝéÝùĨ َ آدم óĺ ħĥĘ įĭĐ ÷ĻĥÖإ ďĭÝĨا כĤñĤو ،صijāíĤا ĵĥĐ :אıĻĘو .١٨٠ .ص ،ÛĻכùĤا īÖź ěĉĭĩĤا حŻĀإ ؛٩٦ .ص ،įĬاijĺد :ÛĻ×ĥĤ óčĬا .ĹĤŻıĤا رijà īÖ ïĻĩéĤ ÛĻ×Ĥا ١ َא. َ ِאرİ × ْ èَ َى ِŶ َ אر āƪ َ اĭĤ ُ ijد åُ ø تْ ïَ َ å ْ א أø َ ıِ Ý ƪ َ ِزĨ ُ َijąل أ Ę .٢٣٦/١ ،ĹĈijĻùĥĤ óİõĩĤا ؛»אĩıáĥáĺ אĨو ħĻåĤوا īĻùĤا אبÖ» ،٤٨٦/١ ،אرسĘ īÖź ÙĕĥĤا ģĩåĨ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٢ .اïđåĨ ابóÝĤا óıČ ĵĥĐ ً ٣ ر + Öכאء ٤ ح: ijİ. ٥ ١٠ ١٥ 770 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu secde Âdem’e kulluk değildir, çünkü kulluk sadece Allah’a yapılır. Geçmişte selâmlama secdesi câiz idi, sonra nesh edildi. Allah Teâlâ Yûsuf kıssasında “Ve onun huzurunda secdeye kapandılar.” [Yûsuf 12/100] buyurmuştur. Selmân-ı Fârisî Hz. Peygamber aleyhisselâmın huzurunda secde etmek istediği zaman Hz. Peygamber aleyhisselâm onu bundan menetmiş ve “Yaratılmış hiçbir kulun Allah’tan başka hiç kimseye secde etmemesi gerekir. Eğer bir kulun diğerine secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”1 buyurmuştur. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Burada kitabın sünnet ile neshine delil vardır, çünkü Allah’tan başkasına secde etmenin câizliği Âdem ve Yûsuf peygamberlerin kıssaları ile sabittir, ancak bu hadis ile nesh edilmiştir.2 Hz. Âdem’e secde edilmesindeki hikmet hakkında da âlimler görüş beyân etmişlerdir. Bir görüşe göre bu, ilmin üstünlüğünün ve âlimin başkasının hizmetini hak ettiğinin beyânı içindir. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Allah onları itaatin değerini ortaya çıkaracak bir şekilde imtihana tâbi tutmuştur, çünkü çok yüce ve çok üstün olan bir varlığa karşı boyun eğmek kolaydır, yaratılmışların fıtratına uygundur. Ama boyun eğen kimse, boyun eğdiği kimsenin kendisinden daha aşağı ya da kendisine eşit mertebede olduğunu düşünürse o zaman ona boyun eğip itaat etmesindeki sıkıntı şiddetlenir. İşte Allah onları bu itibarla imtihan etmiştir ki Allah’a boyun eğip O’nun hakkını teslim eden ile nefsinde kibirlenen (İblîs) açıkça belli olsun. İşte geçmişteki müstekbirlerin peygamberlere tâbi olmaktan imtina etmeleri de bu sebebe dayanır.3 Bir görüşe göre bu, Allah Teâlâ’nın onların ibadetlerine muhtaç olmayışının beyân edilmesi ve onların “Biz Seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz.” [ el-Bakara 2/30] şeklindeki sözlerinin yadırganmasıdır. Nitekim böylelikle onlara şöyle demiş olmaktadır: Sizin ibadet ve hizmetinize ihtiyacım yok, siz kullarım içerisinden bana çok fazla hizmet etmemiş bir kuluma hizmet edin. 1 İbn Mâce, “Nikâh”, 4; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 41; Tirmizî, “Radâ”, 10. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 88. 3 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 86. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 771 ً ا ĩĻĘא õÐאä ÙĻéÝĤا ُ دijåø وכאن ،ĵĤאđÜ ųِ ّ źإ زijåĺ ź אدة×đĤا نŶ دم؛Ŵ אدة×Đ īכĺ ħĤو ،[١٠٠/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ ۚ اuً َkّ ~ُ µُ َ ª واُyّrَ وَ ﴿:ėøijĺ ÙāĜ ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ëùُ Ĭ ħà ĵąĨ أن قijĥíĩĤ Ĺĕ×ĭĺ ź» :אلĜو įđĭĨ مŻùĤا įĻĥĐ ّ وĩĤא أراد ĩĥøאن أن ïåùĺ ĭĥĤ×Ĺ ْ ُت اóĩĤأة أن ïåùÜ óَ Ĩَ Ŷَ ٍ أïèا أن ïåùĺ ïèŶ ِ đÜאĵĤ، وijĤ أóĨت ً ّ ųِ źإ ïèŶ ïåùĺ ١ õĤوıäא». ازijä نÍĘ ؛ÙĭùĤאÖ ëùĭĺ אبÝכĤا أن ģĻĤد įĻĘ :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ٢ .ó×íĤאÖ כĤذ ëùĬ ħà ،ėøijĺ ÙāĝÖو آدم ÙāĝÖ Û×à ųا Ʃ óĻĕĤ دijåùĤا אقĝéÝøوا ħĥđĤا ģąĘ אنĻÖ ijİ :ģĻĜ .įĤ دijåùĤאÖ óĨŶا ĹĘ ÙĩכéĤا ĹĘ اijĩĥכÜو :ųا Ʃ اđĤאħĤ ÙĨïì óĻĔه įĤ. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè هóĨأ ijĥđĺ īĩĤ عijąíĤا نŶ ÙĐאĉĤا رïĜ óıčĺ ٣ įäijÖ ħıĭéÝĨا رijĨÉĩĤا÷ ęĬ ĹĘ כאن ذاÍĘ ،ěĥíĤا ُ ď×ُ Ĉ įĻĥĐ ģıøٌ ٌ ه أóĨ ُ رïĜ ģ ƫ åِ َ وĺ ĹĘ ÙĭéĩĤا تïÝüا אıĻĘ įĥכü أو Ù×ÜóĤا ĹĘ įĬدو įĬأ عijąíĤאÖ įÖ ِ ّ ųِ ُ ďĄאíĤا óıČ ĵÝè ٦ įÖ ųا Ʃ ħıĭéÝĨאĘ ،عijąíĤوا ٥ įĤ ÙĐאĉĤאÖ ٤ įĥáĨ ُ ĹĘ įùęĬ وijİ إĻĥÖ÷، وĵĥĐ ذĤכ כאن ó×כÝùĩĤوا įِ ّ ĝéĤ ُ واħĥùÝùĩĤ ٧ اĭÝĨאع اÝùĩĤכ×īĺó اĩĤאīĻĄ īĐ اÜ×אع اīĻĥøóĩĤ. mُ ]َِّ ُ ² ±ُ oْ َ ²وَ ﴿:ħıĤijĜ َ ħıĻĥĐ ٌ ّאه وإĬכאر ĺإ ħıÜאد×Đ īĐ įÐאĭĕÝøا אنĻÖ ُ Ĺİ :ģĻĜو ،ħכÝĨïìو ħכÜאد×Đ ĵĤإ Ùäאè ź :ħıĤ אلĝĘ [٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا ﴾ [ۜ¥َ َ ِ ُس ª uّ£َُ ِ َo ْ ¯ِu َك َو² \ .ٍ ÙĨïì َ óĻáכ Ĺِ ĭ ْ Ĩïُíْ َ ĺ ħĤ אدي×Đ īĨ اï×Đً اijĨïìאĘ ١ اóčĬ: īĭø اīÖ ĨאÙä، اĭĤכאح، ٤؛ īĭø أĹÖ داود، اĭĤכאح، ٤١؛ īĭø اñĨóÝĤي، اĄóĤאع، .١٠ ٢ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٨٨/١ ٣ ط: اų. ٤ ط: اijåùĤد. ٥ ط - įĤ. ٦ ط - įÖ. ٧ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٨٦/١ ٥ ١٠ ١٥ 772 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle demişlerdir: Melekler “Biz itaat ve hizmet faziletine sahibiz.” demişler, İblîs “Ben asıl ve nesep üstünlüğüne sahibim.” demiş, Âdem ise “Ben hata ve yanlışlığın hayâsına sahibim.” demiştir. Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklere, “Sizin itaat ve hizmetiniz varsa Benim de mülk ve müstağniliğim (muhtaç olmayışım) var.” buyurmuş, İblîs’e, “Senin aslın ve nesebin varsa da kibrin ve secdeden kaçınman nedeniyle lânet ve öfke senin üzerinedir.” buyurmuş, Âdem’e ise “Hata ve yanlış senden olsa da bu hayân ve heybetin sebebiyle mağfiret ve rahmete nâil olacaksın.” buyurmuştur. Kuşeyrî şöyle demiştir: “ Allah Teâlâ burada, kendisinin mukaddesliğinin onların fiilleri ile değil, kendi celâli ile söz konusu olduğunu, tesbih ve takdis ile güzelleşenlerin bizzat meleklerin kendileri olduğunu beyân etmiştir. Allah öylesine yücedir ki O’nun yücelttiği kimse O’nun yüceltmesi sayesinde yücelir, O’nun izzet verdiği kimse O’nun izzet vermesi sayesinde aziz olur. Mahlûkat tarafından yüceltilmeyecek kadar şanı yücedir, onlar tarafından izzetlendirilmeyecek kadar azizdir.”1 Vehb’den şöyle nakledilmiştir: İlk secde eden Cebrâil idi, sonra Mikâil, sonra İsrâfil, sonra Azrâîl, sonra diğer melekler secde ettiler. Şöyle denilmiştir: İlk secde eden Cebrâil idi, bu yüzden özellikle peygamberlerin efendisi olmak üzere bütün nebîlere vahyi indirmekle müşerref kılındı. Bir görüşe göre Âdem’e ilk secde eden İsrâfîl idi, başını kaldırdığında, ilâhî emre uymada hepsinden önce davranmasına karşılık kendisine bir ikram olarak bütün Kur’ân alnına yazılmış idi. Bir görüşe göre Âdem’e secde hadisesi yeryüzünde yaşanmış, bir başka görüşe göre gökyüzünde yaşanmıştır. Bir görüşe göre ise hiçbir gecikme olmaksızın, ruh üflemenin hemen akabinde gerçekleşmiştir, çünkü âyette “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!” [ el-Hicr 15/29] buyrulmuştur ki buradaki fe harfi gecikme olmaksızın hemen anlamı verir. Bir başka görüşe göre bu hadise isimlerin öğretilmesinden ve eşyanın isimlerinin meleklere haber verilmesinden sonra gerçekleşmiştir. Bu sûrenin âyetlerinin nazmı buna delâlet eder. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 37. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 773 ģąĘ ĹĤ» :÷ĻĥÖإ אلĜو ،»ÙĨïíĤوا ÙĐאĉĤا ģąĘ אĭĤ» :ÙכÐŻĩĤا ÛĤאĜ :اijĤאĜو إن «:ÙכÐŻĩĥĤ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĝĘ ،«ÙĤõĤوا ÉĉíĤا אءĻè ĹĤ» :آدم אلĜو ،»Ù×ùĭĤوا ģĀŶا ُÙ«، وĜאل ĻĥÖŸ÷:» إن כאن Ĥכ اģĀŶ َ Ļ ْ ĭ ُ כאن Ĥכħ اĉĤאÙĐ واÙĨïíĤ ĹĥĘ ُ اĥĩĤכ واĕĤ ِכ ĻĥĐכ ُ اÙĭđĥĤ ُ واÙĉíùĤ«، وĜאل Ŵدم: «إن כאن ĭĨכ اÉĉíĤ ِó َك وإÖאÐ ْ ×כِ× Ęِ Ù×ùĭĤوا ُ ُ واÙĩèóĤ«. واÙĤõĤ وùÖ×Õ ذĤכ اĻéĤאء واĻıĤ×Ù ĥĘכ اóęĕĩĤة وأن ،ħıĤאđĘÉÖ ź ِ įِ ĤŻåÖ ُ įَ øïْĜُ أن ّ įĤŻä ģäƪ īƪ ĻÖ» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ْ īَ Ĩ ƫ õِ đ َ ĺو įĤŻäÍÖ ُ įĥƪ َ äَ ْ أ īَ Ĩ ģ ƫ åِ َ ĺ يñĤا ijıĘ ؛ħıĻĤإ ïÐאĐ ÷ĺïĝÝĤوا çĻ×ùÝĤאÖ ģّ اĩåÝĤ ١ ه». ُ óْ ِכ ƪ īĐ إõĐاز اěĥíĤ ذ õَ ه وĐ ُ رïĜ ěĥíĤا لŻäإ īĐ ģƪ َ ä ،ازهõĐÍÖ ُ ƪه õَ Đَ أ ħà ģĻÐراõĐ ُ ħà ģĻĘاóøإ ُ ħà ģĻÐכאĻĨ ُ ħà ģĺó×ä ïåø īĨ أول :אلĜ Ġ Õİو īĐو .ÙכÐŻĩĤا óÐאø ً א Āijāìو īĻĻ×ĭĤا ĵĥĐ ĹèijĤا الõĬÍÖ مóכُ ÉĘ ،ģĺó×ä ïåø īĨ أول :ģĻĜو] أ ١١١] .īĻĥøóĩĤا ïĻø ĵĥĐ א ĵĥĐ ً כģ اóĝĤآن ĨכÖijÝ ƫ óıČ ïĜو įøرأ ďĘَ óĘ ،ģĻĘاóøإ دمŴ ïåø īĨ أول :ģĻĜو .אرĩÝÐźا ĵĤإ įĝ×ø ĵĥĐ įĤ ÙĨاóכ ً įÝı×ä وģĻĜ: כאن ñİا ĹĘ اŶرض. وģĻĜ: ģÖ כאن ĹĘ اĩùĤאء. وģĻĜ: כאن כĩא ëęĬ įĻĘ ﴾±À َ u۪ jY ِ ~َ µُ َ ª ا¹ُ£َžَ¿ nو۪ رُ ±ْR ِ µÁِ ž۪ aُ sْ Ÿََ ²وَ µُcُÀْ َ ¹ّ~َ ذاَYِžَ﴿ :įĤijĝĤ ،óĻìÉÜ óĻĔ īĨ وحóĤا אء×Ĭوإ אءĩøŶا ħĻĥđÜ ïđÖ כאن ģÖ :ģĻĜو .اخóÜ ŻÖ ÕĻĝđÝĥĤ אءęĤوا] ٢٩/١٥ ،óåéĤا[ اÐŻĩĤכÙ ĩøÉÖאء اĻüŶאء. ودل įĻĥĐ ħčĬ آĺאت ñİه اijùĤرة. ١ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٧/١ ٥ ١٠ ١٥ 774 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Bekir Nakkāş, Şifâü’s-Sudûr isimli tefsirinde meleklerden secdenin iki kez gerçekleştiği yönünde bir görüş nakleder. Buna göre ilk secde, bu âyette ifade edildiği üzere, ruh üflenmesinin hemen ardından gerçekleşmiş, ikincisi ise meleklere isimlerin haber verilmesinin ardından gerçekleşmiştir. Bu ise sûrenin nazmından anlaşılır. Bu görüşü naklettikten sonra Nakkāş şöyle der: Bu, hiç kimsenin onaylamadığı bir görüştür, daha güçlü olan görüş bu hadisenin meleklere isimlerin bildirilmesinden sonra gerçekleştiği şeklindedir. Âyetteki fe (hemen) harfi ise “Ve şeytan onları hataya sürükledi.” [ el-Bakara 2/36], “Ve Âdem Rabbinden kelimeler aldı.” [ el-Bakara 2/37] âyetlerinden olduğu gibi aradan zaman geçtikten sonra bir fiilin diğerini takip etmesi anlamını da ifade edebilir. Nitekim Âdem’in Rabbinden kelimeler alması iki yüz ya da daha fazla sene sonra gerçekleşmiştir. Allah’ın bize lutfudur ki meleklere atamıza secde etmelerini emretmiş, ama “Güneşe de aya da secde etmeyin, onları yaratana secde edin.” [ Fussilet 41/37] buyurarak bizim kendisinden başkasına secde etmemizi yasaklamıştır. Saygın melekleri Hz. Âdem’e ve ona secde etmeye yönlendirmiş, bizi ise kendisine secde ve kulluk etmeye sevk etmiştir. “İblîs hariç.” Buradaki illâ ifadesi istisna bildirir. İblîs’in meleklerden olup olmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd, Saîd b. Müseyyeb ve İbn Cüreyc şöyle demişlerdir: Meleklerden idi ve ismi de Azâzîl idi. Meleklerin en üstünlerinden idi, sonra İblîsleşti. Hasan-ı Basrî, Katâde, Mukātil, Şehr b. Havşeb ve İbn Zeyd şöyle demişlerdir: Meleklerden değil, cinlerden idi. Yalın, dumansız ateşten yaratıldı. Evlatları ve soyu vardı, kendisi şeytanların babasıdır. Bu görüşte olanlar “Bir tek İblîs hariç, o cinlerdendi.” [ el-Kehf 18/50] âyetini delil gösterirler. Onlara göre bu âyette secde emrine meleklerle birlikte muhatap olmasının sebebi onlardan biri olması değil, o esnada onların aralarında olmasıdır. İllâ kelimesi munkatı‘ istisna için kullanılır ki bu tür istisna cinsten yapılan istisnadan farklıdır. Bu, dilde yaygındır. Şair şöyle der: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 775 أن ħıąđÖ īĐ «ورïāĤا אءęü»ـÖ ÕĝĥĩĤا هóĻùęÜ ĹĘ ١ وذכó أijÖ Öכó اĝĭĤאش אءĩøŶאÖ ħıÐא×Ĭإ ïđÖ ةóĨو ،ÙĺŴا כĥÝĤ įĻĘ وحóĤا ëęĬ ïĭĐ ةóĨ :īĻÜóĨ כאنįĤ ħİدijåø ُ أįĬ כאن óَ ıČْ َ أïè، واŶ ٌ įĻĥĐ įĝĘاijĺ ħĤ ģÐאĝĤا اñİ īĨ لijĜ ٌ اñİو :אلĜ .رةijùĤا هñİ ħčĭĤ אĩכ ĹìاóÝĤا ďĨ ÕĻĝđÝĥĤ نijכÜ ïĝĘ ÙĺŴا כĥÜ ĹĘ אءęĤا ٢ ïđÖ إĬ×אħıÐ ÖאĩøŶאء. وأĨא ٰ َدُم ِR ±ْ َرِّ\ ۪µ َ¦ِ«َ ¯ٍ Yت﴾ « ا ٰٓ £ّ َ «cَžَ﴿ :įĤijĜو] ٣٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Y·َ³ْ َ نYُ َ Áْ َ ƒªا ّ Y¯َ·ُ َّ ََزª Yžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ .óáأכ أو Ùĭø ĹÝÐאĨ ïđÖ ĹĝĥÝĤا اñİ وכאن] ٣٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ وīĨ ėĉĤ Ʃ اų ĭÖא أن أóĨ اÐŻĩĤכÙ ÖאijåùĤد ĭĻÖŶא وıĬאĬא īĐ اijåùĤد óĻĕĤه ĝĘאل: ģĝĬ [٣٧/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾َ ±ّ ·ُ£َ َ «rَ يw۪ َّ ِ َو ْ ا~ ُk ُuوا ِّà ِٰ اª y¯َ£َ ْ «ِ ª Êَوَ{ ِ̄ ْ َ ƒ«ّ ِ ª واuُ kُ ْ َ b Êَ﴿ ٣ إĵĤ آدم وįÜïåø وĭĥĝĬא إĵĤ įÜïåø وįÝĨïì. اÐŻĩĤכÙ اĩĤכīĻĨó īĨ כאن ģİ ÷ĻĥÖإ أن ėَ ِ ĥ ُ ٤ واÝì ۜ ﴾ «إź «כÙĩĥ اĭáÝøאء. }Á َ «۪ \ِْ َٓ ا Êِّ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا :ãĺóä īÖوا ÕĻùĩĤا īÖ ïĻđøو دijđùĨ īÖوا אس×Đ īÖوا ّ اÐŻĩĤכÙ أم ź؟ Ĝאل ĹĥĐ ٥ . َ ÷ĥَ ْ Öَ כאن īĨ اÐŻĩĤכÙ وכאن اįĩø õĐازģĺ وכאن īĨ أóüاف اÐŻĩĤכÙ ħà أ īåĤا īĨ כאن :ïĺز īÖوا Õٍ üَ ْ ij َ è īÖ ُ óْ وĜאل اīùéĤ اĤ×óāي وÝĜאدة وĝĨאģÜ َوıü اijåÝèوا .īĻĈאĻýĤا ijÖأ ijİو Ùĺوذر ٌ ģùĬ ٌ įĤو مijĩ ƪ ùĤا אرĬ īĨ ěĥìُ ،ÙכÐŻĩĤا īĨ ź ďĨ دijåùĤאÖ óĨŶا ĹĘ ģìد אĩĬوإ] ٥٠/١٨ ،ėıכĤا ﴾ [ِ ±ّ kِ ْ ۜ َ¦ َYن ِR ±َ اª }Á َ «۪ \ِْ َٓ ا Êِّ įĤijĝÖ:﴿ ا ٧ اĭáÝøאء اďĉĝĭĩĤ، وijİ īĨ ٦ وכÙĩĥ» إź« .ħıĻĘ כאن įĬŶ īכĤو ħıĭĨ įĬŶ ź ÙכÐŻĩĤا ٨ :óĐאýĤا אلĜ ،ÙĕĥĤا ĹĘ ēÐאø כĤوذ ،÷ĭåĤا فŻì ،ģĀijĩĤا īĨ įĥĀأ ،هóĻùęÜو آنóĝĤאÖ ħĤאĐ (م ٩٦٢ /ـİ ٣٥١ .ت (אشĝĭĤا ïĩéĨ īÖ īùéĤا īÖ ïĩéĨ óכÖ ijÖأ ijİ ١ ĹĘ ورïāĤا אءęü :įęĻĬאāÜ īĨ .אشĝĭĤאÖ فóđĘ אنĉĻéĤوا فijĝùĤا ûĝĬ ĵĈאđÝĺ هóĨأ إï×Ĩ ĹĘ وכאن .ادïĕ×Ö هÉýĭĨو اóĻùęÝĤ، واüŸאرة ĹĘ ÕĺóĔ اóĝĤآن، واçĄijĩĤ ĹĘ اóĝĤآن وđĨאįĻĬ، واħåđĩĤ اĤכ×óĻ ĹĘ أĩøאء اóĝĤاء وóĜاءاħıÜ. Ĝאل ÙĺאıĭĤا ÙĺאĔ ؛٢٩٨/٤ ،כאنĥì īÖź אنĻĐŶا אتĻĘو :óčĬا .اءاتóĝĥĤ įÜאĺروا ĵĥĐ óĻùĻÝĤا ĹĘ ĹĬاïĤا ïĩÝĐا ïĜو :Ĺ×İñĤا īÖź اõåĤري، ١٠٧/٢؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٨١/٦ ٢ ح: ĨÉĘא. ٣ ر: اīĻÖóĝĩĤ. ٤ ر: اĭáÝøźאء. ٥ ح: إĻĥÖ÷. ٦ ح + وñİا. ٧ ح - وכÙĩĥ» إź«. .(٣٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٢٩٤/١ ،Ĺ×ĈóĝĤا óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٨ ٥ ١٠ ١٥ 776 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ne ateşin (susuzluğun) var ne de açlığın Uykun hariç, ama uyumak yasak! Kur’ân’da da şu âyetlerde bu kullanım vardır: “Orada boş söz işitmezler, ‘Selâm!’ hariç.” [ Meryem 19/62], “Ben sizin taptıklarınızdan beriyim. Beni yaratan hariç.” [ ez-Zuhruf 43/26-27] Yine bu görüşte olanlar Kur’ân’da şeytandan nakledilen “Beni ateşten yarattın.” [ el-A‘râf 7/12] sözünü ve cinler hakkındaki “Cinleri ise biz daha önce yalın, dumansız ateşten yarattık.” [ el-Hicr 15/27] âyetini delil gösterirler. Ayrıca şeytanın secdeden kaçınıp kibirlenmiş olması, isyan edip inkârcı olması, buna karşılık meleklerin nitelikleri hakkında Allah’ın şunları söylemesi de bu görüşte olanların delillerindendir: “Onlar Allah’ın kendilerine emrettiğine isyan etmezler.” [ et-Tahrîm 66/6], “O’na kulluk etme konusunda kibre kapılmazlar.” [ el-A‘râf 7/206] Bir de bu görüşte olanlar delil olarak şeytan hakkındaki “Şimdi siz onu ve zürriyetini dost mu edineceksiniz?” [ el-Kehf 18/50] âyetini hatırlatmakta ve meleklerin zürriyetlerinin olmadığını ifade etmektedirler. İlk görüşte olanların delili ise “Hani biz meleklere Âdem’e secde etmelerini emretmiştik.” [ el-Bakara 2/34] âyetidir. Burada secde emri sadece meleklere yöneliktir ve sonra İblîs bunlardan istisna edilmiştir. İstisna edilen, kendisinden istisna edilenin cinsindendir, asıl kaide budur, aksi bir delil bulunmadıkça asıl kaide geçerlidir. İblîs’in de bu emre muhatap olduğunun delili, “Sana emrettiğimde secde etmekten seni alıkoyan neydi?” [ el-A‘râf 7/12] âyetidir. “O cinlerdendi.” [ el-Kehf 18/50] âyetine gelince, bu âyetin anlamının tıpkı “O kâfirlerden oldu.” [ Sâd 38/74] âyetinde olduğu gibi, “O cinlerden oldu.” şeklinde olduğu söylenmiştir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “Cinler melekler içerisinde en gayretli olan grup idiler.” İbn İshak şöyle demiştir: Cin meleklerin de ismidir, çünkü melekler de insanların gözlerine görülmezler. Hak Teâlâ “Onunla cinler arasında nesep bağı iddia ettiler.” [ es-Sâffât 37/158] buyururken melekleri kastetmiştir. Şair A‘şâ Benî Sa‘lebe Hz. Süleyman hakkında şöyle der: Cin meleklerden dokuzunu emrine amade kıldı Huzurunda durur ve karşılıksız olarak ona çalışırlardı. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 777 ُ ْijع ĭ ْ ĩَ Ĩ ُ אدĜَ ƫ َ اóĤ َ و אدĜَ ƫ óĤا źƪإِ عijْ äُ źَ َ و ûٌ ĉَ َ ْ َכ Đ Ļĥَ َ Đ ÷َ ْ ĻĤَ Yَ ََyٓ ٌاء ِRّ̄ \ ¿³۪ َ ²ِّ ۜ﴾ [ħĺóĨ، ٦٢/١٩[،﴿ ا Y®ً Ëَ~َ َ Êِّ َ ›ْ ¹ًا ا ª Y·Áَ ž۪ ن¹َ ُ̄ َْ َ À Êَ﴿ :آنóĝĤا ĹĘو ±ْ ®ِ ¿³۪cَ ْ £َ ۪wي žَ ََy²۪] ﴾¿اóìõĤف، ٢٧-٢٦/٤٣]. وĜאijĤا ً أąĺא: إįĬ Ĝאل: ﴿ َr« َّ َ اª Êِّ َ ْ ُ[ ُu َۙون ا b ﴾ِ ِ ّ اªَ ُ¯¹م َYر ² ±ْ ®ِ ©ُ]ْ َ ْ ³َ ُYه ِR ±ْ ¢ £َ «rَ َ نYّ kَٓ ْ َ ٍYر﴾ [اóĐŶاف، ١٢/٧] כĩא Ĝאل ĹĘ اåĤאن: ﴿َواª ² :ÙכÐŻĩĤا ÙęĀ ĹĘ لijĝĺ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ [اóåéĤ، ٢٧/١٥ [وįĬŶ أĵÖ واÝøכ×ó وĵāĐ وכóę ﴾µ۪ ِ bدYَ ]َِ ±ْ َ ونَ yُ]ِ§ْ cَْ َ À Êَ﴿ :אلĜو] ٦/٦٦ ،ħĺóéÝĤا﴾ [ْ¶ ُyَ®ََ َ ْ ‡ُ ¹َن ّ اà َٰ َ®ٓY ا À Êَ﴿ źو] ٥٠/١٨ ،ėıכĤا﴾ [ءYَ ٓÁَِ َْوª ا ٓµُcََ Àّ ِ َ ُµ َوُذّر ²وwُ sِ َ cّcَžََ [اóĐŶاف، ٢٠٦/٧]. ĜאijĤا: وįĬŶ Ĝאل: ﴿ا .ÙכÐŻĩĥĤ ģùĬ ٰ َدَم﴾ [اĤ×óĝة، ٣٤/٢] כאن ِئ َ§ ِ_ ْ ا~ ُk ُuوا ِÊ ٰٓ «¯َ ْ «ِ ª Y³َ ْ ِ ْذ ¢ُ» ﴿َوا ١ :ĵĤאđÜ įĤijĜ īĻĤوŶا ģĻĤود ÷ĭä īĨ ĵĭáÝùĩĤوا ،÷ĻĥÖإ ħıĭĨ ĵĭáÝøا ħà ÙכÐŻĩĤا ĵĥĐ ا ً óāÝĝĨ دijåùĤאÖ óĨŶا هñİ ĹĘ įĤijìد ģĻĤود ،ģĻĤïÖ źإ įĭĐ فóāُ ĺ ŻĘ [ ب١١١ [ģĀŶا ĹĘ įĭĨ ĵĭáÝùĩĤا ±َ ®ِ نYَ ¦َ﴿ :įĤijĜ אĨÉĘ ،[١٢/٧ ،افóĐŶا ﴾ [ۜ¥َ bُyْ®ََ ِ ْذ ا ا uَ kُ ْ َ b َ Êَّ ا ¥َ َ³َRَ Y®َ﴿ :įĤijĜ óĨŶا ۪ َ À±] ﴾ص، yžYِ §َ ْ ِ ﴾ [اĤכėı، ٥٠/١٨ [ģĻĜ: أي Āאر īĨ اīåĤ כĩא Ĝאل: ﴿َوَ¦ َYن ِR ±َ اª ±ّ kِ ْ اª ٧٤/٣٨] أي Āאر. ا. وĜאل اīÖ إéøאق: ً אدıÝäا ÙכÐŻĩĤا ïüأ ƫ ÙכÐŻĩĤا īĨ مijĜ ّ وĜאل اīÖ Đ×אس: اīåĤ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אسĭĤا īĻĐأ īĐ ħİאرÝÝøا أي ħıĬאĭÝäź אąĺأ ً ÙכÐŻĩĥĤ ħøا ّ اīåĤ ۜ﴾ [اāĤאĘאت، ١٥٨/٣٧] وأراد įÖ اÐŻĩĤכÙ. وĜאل أĵýĐ Y]ً َ َ ² _ِ َ ³ّkِ ْ ªا ±َ Áَْ \وَ µُ³َÁَْ ﴿َو َjَ ُ«¹ا \ :مŻùĤا įĻĥĐ אنĩĻĥø ĹĘ Ù َ ×ĥْ đَ à Ĺĭَ Ö ٣ óٍäْ َ أ ŻَÖِ نijَ ĥُ َ ĩ ْ đَ ĺ įِ ْ ĺïَ Ĥَ אً َאĨ ĻĜِ ٢ Ùً َ đ ْ ùÜِ Ùِכَ ÐِŻَ َ ĩĤا ِīّ äِ īْ Ĩِ َ óíøƪ َ و .ĵĤאđÜ įĤijĜ - ر ١ .ÙđĻü :ح ûĨאİ ĹĘ ٢ ٥٣٩/١ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ ؛٣٢٢/٢ ،אري×ĬŶا īÖź óİاõĤا ؛»نijĭĤوا ħĻåĤا «٢١٦/٧ ،ةïĻø īÖź ħכéĩĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ (اĤ×óĝة، ٣٣/٢). ٥ ١٠ ١٥ 778 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre cinler meleklerden bir gruptur ve biz nasıl genel olarak melekleri göremiyorsak melekler de bu grubu göremezler. Abdullah b. Mes‘ûd şöyle demiştir: “O cinlerdendi.” [ el-Kehf 18/50]âyeti, “O, cennetin bekçisi idi.” anlamına gelir. İblîs’in ateşten yaratıldığını söylemelerine gelince, bu konuda şöyle deriz: Ateşin alevli kısmı ışıktır ki melekler de nûrdan yaratılmışlardır. Ateş, ışığın da ismidir. Hak Teâlâ “Bir ateş/ışık gördüm.” [ Tâhâ 20/10] buyurmuştur. “İblîs’in soyu sopu vardır.” şeklindeki sözlerine gelince, bu konuda da şöyle deriz: Sûreti değiştirildikten (şeytana dönüştürüldükten) sonra soyu sopu olmuştur. Her ne kadar lânetlenip sûreti değiştirilenin soyu olmaz ise de İblîs Allah’tan mühlet istediği ve kendisine mühlet verildiği için soyu olmuştur. Nitekim sûreti değiştirilen diğer varlıklar üç gün sonra ölmelerine rağmen, İblîs’e mühlet verilmiş olduğu için o kıyamet gününe kadar yaşayacaktır. Nesil konusu da buna benzer. Meleklerin isyan etmeyen ve kibirlenmeyen varlıklar olarak nitelendirilmeleri ise onlardan isyanın sadır olmasının tasavvur edilebileceğinin delilidir. Eğer isyan etmeleri tasavvur dahi edilemez olsaydı o zaman onlar isyan etmemekle övülmezlerdi. Ancak onlar için itaat tabii, isyan zorlama bir davranıştır. İnsanlar için ise hevâya tâbi olmak tabii, itaat etmek zorlama bir davranıştır. Meleklerin isyanını tasavvur etmek garipsenecek bir husus değildir. Nitekim Hârût ve Mârût hakkında benzer hususlar zikredilmiştir. “İblîs” kelimesi bir görüşe göre yabancı bir kelime olup herhangi bir kelimeden türemiş değildir. Kur’ân’da Arapça dışında bir kelimenin bulunmasının imkânına dair bahis, Âdem kelimesinin tefsiri esnasında geçmişti. Bir başka görüşe göre bu isim eblese (ümidi kesti) fiilinden türemiştir. Hak Teâlâ bu fiili “Bir de bakarsın ki onlar ümidi kesmişlerdir.” [ el-En‘âm 6/44] âyetinde kullanmıştır. Eblese fiili “sustu” anlamına da gelir. Şair şöyle der: Ey dost! Üst üste yığılmış harabeleri bilir misin? Dedi ki: “Evet, bilirim.” ve sustu. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 779 .ÙכÐŻĩĤا ÙĨאĐ ىóĬ ź īéĬ אĩכÙכÐŻĩĤا ħİاóĺ ź ÙכÐŻĩĤا īĨ ėĭĀ īåĤا :ģĻĜو ٢ اÙĭåĤ. ١ ìאزن ِ ﴾ [اĤכėı، ٥٠/١٨[، أي ±ّ kِ ْ وĜאل اīÖ ijđùĨد Ġ :﴿ َ ¦َYن ِR ±َ اª ُ وijİ اijĭĤر، واÐŻĩĤכÙ ٣ اÕıĥĤ ijİ אرĭĤا īĨ אرجĩĤا :אĭĥĜ ،אرĭĤا īĨ ěĥì įĬإ :ħıĤijĜو [١٠/٢٠ ،įĈ] ﴾راY ً َ ² aُ ْ َ ²ٰ ۪¿ ا ٓ²ِّ ijĝĥìا īĨ ijĬر، واĭĤאر اħø ijĭĥĤر ً أąĺא. Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا ُëù، ħà اijùĩĩĤخ وإن כאن ź Ĩ אĨ ïđÖ כĤذ įĤ אرĀ :אĭĥĜ ،Ùĺوذر ٌ ģùĬ ٌ įĤ :ħıĤijĜو ź אتìijùĩĩĤا óÐאø أن אĩכ ģùĬ įĤ אرĀ َ óčِ ْ Ĭُ َ وأ ة َ óčِ ƪ ٤ Éøل اĭĤ אĩĤ īכĤو ģùĬ įĤ نijכĺ .ģùĭĤا اñכĘ ،ÙĐאùĤا אمĻĜ ĵĤإ אرهčĬŸ ijİ ĹĝÖو אمĺأ ÙàŻà ïđÖ ĵĝ×Ü ٦ ĤñĘכ دģĻĤ ijāÜر اĻāđĤאن ٥ وź Ýùĺכ×óون نijāđĺ ź ħıĬÉÖ ÙכÐŻĩĤا ėĀو אĨÉĘ ÙĐאĈو ،ėĥכÜ ٌ ħıĬאĻāĐو ٨ ٌ ď×Ĉ ħıÝĐאĈ ٧ īכĤو įÖ اijèïُ Ĩ אĩĤ رijāÝĤا źijĤو .ħıĭĨ ïĝĘ .אنĻāđĤا رijāÜ ÙכÐŻĩĤا īĨ óכĭÝùĺ źو ، ٌ ď×Ĉ ħıĭĨ ىijıĤا ÙđÖאÝĨو ėĥכÜ ٌ óý×Ĥا ذכó īĨ İאروت وĨאروت Ĩא ذכó. ٩ ijİ اħø أĹĩåĐ وź اĝÝüאق įĤ. وijäاز כijن óĻĔ اĹÖóđĤ :ģĻĜ ﴾}Á«۪ \ِْ وįĤijĜ:﴿ ا ِ÷ َ . Ĝאل Ñ َ ĺ أي ١٠، َ÷ ĥَ ْ Öَ أ īĨ ěÝýĨ ijİ ģĻĜو .آدم óذכ ĹĘ įĻĘ لijĝĤا ّ óĨ ïĜ آنóĝĤا ĹĘ ١٢:óĐאýĤا אلĜ .Ûכø ĵĭđĩÖ אąĺأ ً َ÷ ĥَ ْ Öَ đÜאĵĤ١١:﴿ ِžَYَذا ُ¶ ْ ُRْ[ِ» ُ ¹َن﴾ [اđĬŶאم، ٤٤/٦] وأ َùĥא ْ Öَ وأ ،įĘُóِ ْ Đَ ْ أ ħَ đĬَ :אلَ Ĝَ אøَ ُ ْכó Ĩ אĩً ْ øَ ْ ِó ُف ر đَ Ü ģْ َ א ِĀאح İ َ ĺ ١ ح + כאن. ٢ ر: ìאرج. ٣ م ر - ijİ. ٤ ر - ĩĤא. ٥ ر + اų. ٦ ر: Ýùĺכ×óون. ٧ ح: Ĥכī. . ٌ ď×Ĉ - ط ٨ ٩ ح - ģĻĜ. . ُ ÷ِ ĥ ْ × ُ ١٠ ح + ĺ ١١ ح - Ĝאل đÜאĵĤ. ١٢ اĤ×ÛĻ åđĥĤאج، اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ١٥٦؛ اĤכאģĨ ĩĥĤ×óد، ١٤١/٢؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، «ĥÖ«÷. ٥ ١٠ ١٥ 780 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebleset en-nâkatü (Deve sustu) ifadesi şehvetinin azgınlığı nedeniyle böğürmeyi kesen hayvan için kullanılır ve bu durumdaki hayvana nâkatün miblâsün (susmuş deve) denilir. İblîs küfrü ve ısrarından dolayı Allah’ın rahmetinden ümidi kestiği ve susan kişinin konuşmadan imtina etmesinde olduğu gibi Âdem’e secde etmekten imtina ettiği, şehveti kabarmış devenin böğürmeye yönelmemesinde olduğu gibi amel etmeye yönelmediği için ümidini kesmiştir. Âyette İblîs kelimesi, olumlu cümlede istisna olarak kullanıldığı için mansubdur. Tenvinsiz kullanılmasının sebebi ise gayrı munsarıf olmasıdır. Gayrı munsarıf olması da yabancı kelime ve marife olmasından kaynaklanır. “O imtina etti ve büyüklük tasladı.” el-İbâü imtina etmek anlamına gelir, el-übâü ise bir hastalıktır. İştahı kesilen kimse için esâbehu el-übâü (Ona übâ hastalığı isabet etti) derler. Burada ebâ kelimesi “azgınlık yaptı” anlamına, bir görüşe göre “imtina etti” anlamına, bir başka görüşe göre “reddetti” anlamına gelir. el-İstikbâr büyüklük taslamaktır. Aynı kökten el-ikbâr büyütmek, et-tekebbür büyüklenmek, et-tekbîr tâzim etmek, el-kibriyâ azamet, el-kübbâr/el-kübâr ise büyük anlamına gelir. Âyetteki istekbere fiili “Kendini büyük gördü.” anlamına gelir. Bir görüşe göre bu fiil “Allah’ın böyle bir emir vermesini yadırgadı.” anlamına gelir. Bu iki kelimenin toplamı hakkında da şöyle denilmiştir: Ebâ (imtina etti) ifadesi “Secde etmeyi kendisine yediremedi, kerih gördü.” anlamına, istekbere fiili ise “Bu secdenin Âdem için yapılmasını kabul edemedi.” anlamına gelir. Bir başka görüşe göre bu iki fiil, “Fiilden imtina etti ve kendisini emre bağlı kalmayacak kadar büyük gördü.” anlamına gelir. Bir diğer görüşe göre istekbere fiili, “Kendisini başkasına hizmet etmeyecek kadar büyük gördü.” anlamına gelir. Bir görüşe göre bu fiil, “Kendisini böyle bir emre muhatap olmayacak kadar büyük gördü.” anlamına gelir, nitekim “Secde edecek değilim.” [ el-Hicr 15/33] ve “Ben ondan hayırlıyım.” [ el-A‘râf 7/12] demesinin sebebi de budur. Şöyle demişlerdir: Meleklere secde emri verildiği ve onlar secde ettiği zaman İblîs imtina etmiş, Âdem’e yönelmeyip diğer meleklerin secde süresi olan yüz yıl -bir görüşe göre bu süre beş yüz yıldır- boyunca dimdik durmuş, diğer melekler secdeden kalktıkları zaman o dimdik bir şekilde ve secdeden imtina etmesinden herhangi bir pişmanlık duymaz hâlde dikilmişti. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 781 ÷Ñĺ ÷ĻĥÖÍĘ ، ٌ َŻس ْ × ِ Ĩ ÙĜאĬ Ĺİو ،ģéęĤا ةijıü ةïü īĨ غُ ْ óَ و«أÛùĥÖ اĭĤאÙĜ «أي ħĤ Ü مŻכĤا īĐ ÛאכùĤا ďĭÝĩĺ אĩכ دمŴ دijåùĤا īĐ ďĭÝĨوا ųا Ʃ Öכóęه وإóĀاره īĨ رÙĩè .ĹĔóĤا ĵĥĐ ÙĜאĭĤا כĥÜ ģ×ĝÜ ź אĩכ ģĩđĤا ĵĥĐ ģ×ĝُ ĺ ħĤو ďĭĨو ،فóāĭĨ óĻĔ įĬŶ įĭĺijĭÜ كóÜو ،אت×àŸا ĹĘ אءĭáÝøźا ĵĥĐ «÷ĻĥÖإ «ÕāĬو .ėĺóđÝĤوا ÙĩåđĥĤ įĘóĀ ُÖאء ıĩąÖא īĨ اŶدواء، ٰ\« َو ْ ا~َc ْ§َ]َy ﴾اÖŸאء Öכóù اõĩıĤة اĭÝĨźאع، واŶ َ وįĤijĜ:﴿ ا ُÖאء» إذا כאن ĵÖÉĺ اđĉĤאم. ĝĺאل: «أĀאįÖ أ وóĻùęÜ» أĵÖ«: ÝĐא. وģĻĜ: اďĭÝĨ. وģĻĜ: כóه. وģĻĜ: رد. واÝøźכ×אر اčđÝøźאم، ٢ واĤכ×ĺóאء اÙĩčđĤ، ١ واÝĤכ×óĻ اħĻčđÝĤ، ] واÝĤכ×ó اħčđÝĤ، أ واŸכ×אر اčĐŸאم، [١١٢ واĤכ×óĻ اħĻčđĤ، ُ واĤכ×אر ħąÖ اĤכאف وïĺïýÜ اĤ×אء وıęĻęíÜא اħĻčđĤ. وįĤijĜ:﴿ َو ْ ا~َc ْ§َ]َy ﴾أي واħčđÝø įùęĬ. وģĻĜ: اħčđÝø أóĨ Ʃ اų ĤñÖכ إĺאه وijİ ٤ ٣ وģĻĜ ĹĘ ijĩåĨع اĤכīĻÝĩĥ: أĵÖ، أي כóه اijåùĤد ĹĘ įĝè واįĩčđÝø כאĭÝøźכאر. ٥ ،ó×כÝøا ĹĘ :ģĻĜو .امõÝĤźا īĐ įùęĬ ħƪ čĐو ģđęĤا īĐ ďĭÝĨا أي :ģĻĜو .آدم ěè ĹĘ ٧ ñıÖا، óĨËĺ أن īĨ ó×أכ įùęĬ ƪ ïĐ ٦ أي :ģĻĜو .هóĻĔ مïíĺ أن īĨ ó×أכ įùęĬ ƪ أي ïĐ .[١٢/٧ ،افóĐŶا﴾ [µُۚ³ْ®ِ y ٌ Áْrَ ۬Yَ ²َ َ ْ~ ُk َu] ﴾اóåéĤ، ٣٣/١٥ [وĜאل: ﴿ا Êِ ±ْ ¦ُ َ َ ْ ا وñıĤا Ĝאل: ﴿ª ُ وĜאijĤا: ĩĤא أóĨوا ÖאijåùĤد وïåø اÐŻĩĤכÙ واďĭÝĨ إĻĥÖ÷وħĤ įäijÝĺإĵĤآدمģÖ ƪوźه ÙÐאĩùĩì :ģĻĜو- ،Ùĭø ÙÐאĨ ħİدijåø ĹĘ اijĝÖو واïåø أن ĵĤإ اñכİ ÕāÝĬوا ه َ óıČ .אع×Üźا ĵĥĐ مõđĺ ħĤو אعĭÝĨźا īĨ مïĭĺ ħĤ ضóđĨ ħÐאĜ ijİو ħıøرؤو اijđĘور -،Ùĭø ١ ح - واÝĤכ×ó اħčđÝĤ. ٢ ح + واÝĤכ×ó اħčđÝĤ؛ ط - واÝĤכ×óĻ اħĻčđÝĤ. ٣ ح: כאÝøźכ×אر. ٤ ح: واħčđÝø. ٥ ح ر: واÝøכ×ó. ٦ ح - أي. ٧ ح: īĨËĺ. ٥ ١٠ ١٥ 782 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Melekler onun bu mahrum olmuş ve secdeye muvaffak kılınmamış hâlini, kendilerinin ise muvaffak kılınıp secde etmiş olduklarını görünce ikinci kez Allah’a secde etmişlerdir, böylece biri Âdem’e, diğeri Allah’a olmak üzere iki secde yapmışlardır. İblîs ise onların secdelerini görmüş, ama kendisi yapmamıştır. İşte onun imtinası budur, bu yüzden de Allah onun sıfatını, hâlini, sûretini, şeklini ve sesini değiştirmiş, onu en çirkin varlıktan bile daha çirkin yapmıştır. Nitekim Allah şöyle buyurur: “Muhakkak Allah hiçbir topluluğu, onlar kendilerini değiştirmedikleri sürece değiştirmez.” [ er-Ra‘d 13/11] “Kâfirlerden oldu.” Kâne (idi/oldu) ve kısımları hakkındaki bahis daha önce geçmiştir. Buradaki mânası “İmtina (yüz çevirmesi) ve büyüklük taslamasından dolayı kâfirlerden oldu.” şeklindedir. Bu, emri uygulamayı terk etmek değil, doğrudan emri terk etmektir. Bir görüşe göre bu ifade, “Allah’ın ilminde o, kâfirlerden idi.” anlamına gelir. Fakat bu onun Allah’ın ilminde başından beri kâfir olduğu anlamına değil, iman ettikten sonra kâfir olacağının Allah’ın ilminde biliniyor olduğu anlamındadır. Burada birkaç usul meselesi bulunmaktadır: 1. Ehl-i sünnet ve’l-cemâate göre secdenin terki ya da herhangi bir büyük günah küfür değildir. Hâricîler “Büyük günah işleyen kimse kâfir olur ve ebedî olarak cehennemde kalmaya müstahak olur.” derler. Mu‘tezile, “Büyük günah işleyen kimse imandan çıkar, ama küfre girmez, fakat ebedî olarak cehennemde kalmaya müstahak olur.” der. Biz ise şöyle deriz: Kul küçük günahla ya da büyük günahla kâfir olmaz, işlediği günahı helâl görmedikçe, emri reddetmedikçe günahı onu imandan çıkarmaz. Çünkü Allah Teâlâ günah işleyenleri “müminler” olarak isimlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Sizin için kısas farz kılındı.” [ el-Bakara 2/278], “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve faizin geri kalanını bırakın.” [ el-Bakara 2/178], “Eğer müminlerden iki grup birbiri ile savaşırsa…” [ el-Hucurât 49/9], “Ey iman edenler! Allah’a ve Resul’e ihanet etmeyin.” [ el-Enfâl 8/27], “Ey iman edenler! Hep birlikte Allah’a tövbe edin.” [ en- Nûr 24/31] Velhasıl emrin kabulü iman, emri yerine getirmek itaat, terk etmek mâsiyet (günah), reddetmek ise küfürdür. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 783 ħıĤ אرāĘ ٣ ĵĤאđÜ ِ ّ ųِ ٢ ١ ïåùĘوا ïåøوا ُijا ĝِ ّ Ę ُ و ħİو ïåùĺ ħĥĘ لَñِ ìُ رأوه אĩĥĘ ٦ ٥ وñİا ،ģđęĺ ٤ źو اijĥđĘ אĨ ىóĺ ÷ĻĥÖوإ .ĵĤאđÜ ِ ّ Üïåøאن: ïåøة Ŵدم وïåøة ِų ،çĻ×Ĝ ٍ ģכ īĨ َ ç×Ĝأ אرāĘ įÜijĀو įÝĩĕĬو įÝÑĻİو įÜرijĀو įÝĤאèو įÝęĀ ُ ųا Ʃ ó ƪ إÖאؤه ĻĕĘ ۜ﴾ [اïĐóĤ، ١١/١٣[. ْ·ِِ Ÿُ ²َْ Yِ \ Y®َ واyُÁِّ ›َ ُ À »ٰ cّnَ ٍ ِ ¹ْ£َم \ Y®َ yُÁِّ ›َ ُ À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ا ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ّ اijĝĤل ĹĘ» כאن» وأùĜאįĨ. وĭđĨאه ĭİא: وĀאر óĨ ïĜ ﴾±À َ ۪ yžYِ §َ ْ وįĤijĜ:﴿ َوَ¦ َYن ِR ±َ اª īĨ כאن أي :ģĻĜو .óĨŶאÖ ģĩđĤا كóÜ ź óĨŶا ّ īĨ اĤכאīĺóĘ ÖÍÖאįÐ واÝøכ×אره، وijİ رد ħĥĐ نijכĺ أن ź ،įĬאĩĺإ ïđÖ óęכĺ įĬأ ųا Ʃ ħĥĐ ĹĘ כאن أي ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħĥĐ ĹĘ īĺóĘכאĤا ا ً أïÖا. وĭİא ùĨאģÐ أÙĻĤijĀ: ً óĘכא įَ Ĭijכ ųا Ʃ ا ïĭĐ أģİ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ وכñا כģ כ×óĻة. ً إïèاİא: أن óÜك اijåùĤد ħĤ ĺכī כóę وĜאÛĤ اijíĤارج: īĨ ارÜכÕ כ×óĻة כóę واěéÝø اïĻĥíÝĤ ĹĘ اĭĤאر. وĜאÛĤ اÙĤõÝđĩĤ: .אرĭĤا ĹĘ ïĻĥíÝĤا َ ěéÝùĺ ٧ īכĤóęכĤا ĹĘ ģìïĺ źو אنĩĺŸا īĨ جóì ةóĻ×כ ÕכÜار īĨ įĥéÝùĺ ƪ ħĤ إذا אنĩĺŸا īĐ įÖ جóíĺ źو ا ً óĘכא ةóĻ×כ źو ةóĻĕāÖ ï×đĤا óĻāĺ ź :אĭĥĜو ٰ َR¹³ُا ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ ٩ :אلĝĘ īĻĭĨËĨ ٨ īĻ×ĬñĩĤا ĵّ ĩø ĵĤאđÜ ųا Ʃ نÍĘ ؛óĨŶا ƪ د ُ ó َ ĺ ħĤو َ ـ£¿ ِ َ َ ¹£ُا ّ اà َٰ َوَذُروا َRY\ ٰ َR¹³ُا ّاb ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ [١٧٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [صY ُ ‡َ £ِ ْ ªا ُ§ ُ Áَْ «َ [َ cِ¦ُ ْ َcَcُ«¹ا﴾ [اóåéĤات، ٩/٤٩] ¢ا ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ ªا ±َR ِ نYِ cَŸَِ ٓYئ ِ ْن Žَ ِ ٰ\¹ٓا﴾ [اĤ×óĝة، ٢٧٨/٢] وĜאل: ﴿َوا ِR ±َ ّ اyª »َ ªِ َ ُ~ ¹َل﴾ [اęĬŶאل، ٢٧/٨] وĜאل: ﴿َوُb ¹ُ\¹ٓا ا ¹ُا ّ اà َٰ َو ّ اyª ²¹sُ َ b Êَ ا¹³ُRَ ٰ ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا وĜאل: ﴿À ْ ُْ̄Qِ®³ُ ¹َن﴾ [اijĭĤر، ٣١/٢٤]. واéĤאģĀ أن Ĝ×ijل اóĨŶ١٠ ٌ إĩĺאن، واģĩđĤ įÖ ªا µَُ Àّ َ ا YÁ ً ¯۪ jَ ِٰ Ãا ّ . ٌ ّه כóę ورد ،ÙĻāđĨ ٌ įכóÜو ،ÙĐאĈ ٌ ١ ط + ijåùĥĤد. ٢ ط - ïåøوا. ٣ ح ر + àאĻĬא. ٤ ط: وħĤ. ٥ ح ر + ijİ. ٦ ح: ñıĘا. ٧ ط: ģÖ. ٨ ر: اīĻĭĨËĩĤ. ٩ ر - ĝĘאل. .ûĨאİ çĀ ،óĨŶا - ط ١٠ ٥ ١٠ ١٥ 784 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 2. Cebriyye şöyle der: “İmanın ve itaatin faydası, küfrün ve günahın da zararı yoktur, çünkü İblîs çokça itaat etmiş olduğu hâlde Allah Teâlâ onu lânetlemiş, Firavun’un sihirbazları nice kötülükler yapmış olmalarına rağmen onlara ikramda bulunmuştur. Önemli olan ezelî inâyettir.” Biz ise şöyle deriz: Bu görüş bâtıldır, çünkü Allah Teâlâ İblîs’e küfründen ve emrini reddetmesinden dolayı lânet etmiş, Firavun’un sihirbazlarına da iman etmiş oldukları ve bunu zikrettikleri için ikramda bulunmuştur. 3. Bize göre İblîs başta mümin iken sonradan kâfir olmuştur. Eş‘arîler ise onun başından beri kâfir olduğunu söylerler. Bu saadet ve bedbahtlığa dair hükmün değişip değişmeyeceği meselesidir ki bize göre değişir, çünkü bunlar kulların sıfatlarındandır. Saadet bahşetme ve bedbaht kılma ise değişmez, çünkü bunlar yaratıcının sıfatlarındandır ve O’nun sıfatlarında da zâtında da değişim olmaz. Eş‘arîler mesut olanın bedbaht, bedbaht olanın ise mesut olamayacağını söylerler. Bu müvâfât [yani insanın son nefesindeki durumu] meselesidir. Dinden dönmekle amellerin boşa çıkması ve imanda istisna meselesi de bu ilke üzerine bina edilir. Ehl-i hakkın delili Allah Teâlâ’nın “İmanınızdan sonra küfre mi girdiniz?” [ Âl-i İmrân 3/106], “İmanlarından sonra küfrettiler.” [ Âl-i İmrân 3/90], “ İman edip sonra küfre giren ve sonra iman eden…” [ en-Nisâ 4/137] âyetleridir ki bu âyetlerde Allah iman ve küfür niteliklerini ardı ardına aynı kimseler için kullanılmıştır. Bu iki nitelikten ilkinin varlığı, var olduğu durumda, ikincisinin var olduğu durum göz önüne alınarak yok sayılamaz. Onlara (Eş‘arîlere) göre ise kişinin son nefesi iman ya da küfürden hangisi ile verilmişse o sıfata sahip olur, öncesinde sahip olduğu sıfat onun ismi olmaz. Bu, ayan beyân olan gerçeğin ve hakikatlerin inkârıdır. “Kâfirlerden oldu.” ifadesinin mânası “Kâfirlerden biri hâline geldi.” şeklindedir ki [kâne fiilinin] bu şekildeki kullanımı “Aralarında dalga girdi ve o boğulanlardan oldu.” [ Hûd 11/43] âyetinde de vardır. Sonra İblîs küfre düştüğü zaman başka bir kâfir bulunmadığı hâlde onun hakkında “Kâfirlerden oldu.” denilmiş olmasının sebebi, kendisinden sonra başka kâfirlerin de olacağının Allah’ın ezelî ilminde biliniyor olmasıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 785 ؛ÙـĻāđĨ źو óـęכ óـąĺ źو ÙـĐאĈ źو ـאنĩĺإ ďـęĭĺ ź :نijـĤijĝĺ Ùـĺó×åĤا أن :ـאıĭĨو ĘــÍن Ʃ اų đÜאĤــĵ đĤــī إĻĥÖــ÷ Ĩــď כáــóة اĉĤאĐــאت وأכــóم øــóéة ĐóĘــijن Ĩــď כáــóة ] اđĤ×ـóة ùĤـאěÖ اĭđĤאĺـÙ. وĭĥĜـא: İـñا ÖאĈـģ؛ Ŷن Ʃ اų إĩĬـא đĤـī اęåĤـijات، إĩĬـא [١١٢ب ٢ وأכــóم øــóéة ĐóĘــijن ÖאĩĺŸــאن Öــį وñÖכــóه. ١ أĨــóه إĻĥÖــ÷ Öכęــóه Öــóد ا ً ًـא ĬïĭĐـא. وĜאĤـÛ اüŶـÙĺóđ: כאن כאĘـó ا đÖـï أن כאن ĭĨËĨ ً وıĭĨـא: أن إĻĥÖـ÷ ĀـאرכאĘـó ٣ ً أÖـïا. وİـĹ ùĨـÙĤÉ اùĤـđאدة واýĤـĝאوة أĩıĬـא Ýĺ×ـźïن وĻĕÝĺـóان ĬïĭĐـא؛ ĩıĬŶـא Ĩـī ęĀـאت ĵـĥĐ ٥ َ ـó ƫ Ļَ ĕَ Ü źو ،ěـĤאíĤا ٤ اĥíĩĤـijق، واøŸـđאد واüŸـĝאء ź Ýĺ×ـźïن؛ ĩıĬŶـא Ĩـī ęĀـאت ٩ ً øـïĻđا١٠. وİـĹ ٨ وź اýĤـĹĝ א Ƭ Ļĝـü ٧ ïĻđـùĤاóـĻāĺ ź :ÙĺóđـüŶا ÛـĤאĜو ٦ .įـÜאęĀ źو įـÜذا ùĨـÙĤÉ اijĩĤاĘـאة، وĥĐـĵ İـñا اĀŶـģ١١ ùĨـÙĤÉ إè×ـאط اĩđĤـģ ÖאĤـóدة، وùĨـÙĤÉ اøźـĭáÝאء ĘـĹ ِ ُ§ ْ ــ﴾ [آل ĩĐـóان، ١٠٦/٣] ²Y¯Àَ ا۪ uــ َ ْ َ \ ــ ْ bُyْŸَ¦ََ اĩĺŸـאن. ودĻĤـģ أİـģ اéĤـě Ĝـijل Ʃ اų đÜאĤـĵ:﴿ ا َ َ َ¦Ÿَ ُ ـyوا ُf ّ ـ ٰ َR³ُـ¹ا ُf ّ ـ ۪w َ Àـ± ا َّ َ اª ِ ّن ِِ· ْ ـ﴾ [آل ĩĐـóان، ٩٠/٣] وĜـאل: ١٣ ﴿ا ²Y¯Àَ ا۪ uـ َ ْ َ وĜـאل١٢: ﴿َ¦Ÿَ ُ ـyوا \ ٰ َR³ُـ¹ا﴾ [اùĭĤـאء، ١٣٧/٤] أà×ـÛ اĻÝęāĤـī ĥĐـĵ اđÝĤאĜـÕ. ĥĘـħ åĺـõ ęĬـĹ اŶول èـאل وäـijده ا źو ،įـÖįĤ ħÝì אĩÖ ėĀُ و óـęכ ٍ أو ـאنĩĺÍÖįـĤ ħـÝì īـĨ ١٤:ħـİïĭĐو .įـÝĜو ĹـĘ ĹـĬאáĤداijـäijÖ ّ َ ـě Ĥـį. وİـñا إĬـכאراĻđĤـאن وإĉÖـאل اĝéĤאÐـě. ĝَ éَ Ü źو įـĥ×Ĝ ـאכאنĩÖ ĵĩـùĺ Yـَ̄·ُ³َÁَْ ۪ َ Àـ±﴾ ĭđĩĘـאه: وĀـאر، כĩـא ĘـĹ ĤijĜـį:﴿ َو َn َ ـYل \ yžYِ §َ ْ ĨÉĘـא ĤijĜـį:﴿ َوَ¦ َYن ِR َ ـ± اª ۪ Àـ َ ـ±﴾ yžYِ §َ ْ ْ ُ̄ َ›ْy¢۪ َ Áــ±﴾ [İــijد، ٤٣/١١]. àــħ إĩĬــא Ĝــאل: ﴿َوَ¦ َYن ِR َ ــ± اª ْ َ̄ ْ ــ¹ ُج žَ َ ــ§ َYن ِR َ ــ± اª اª ،ونóـĘכא هïـđÖ نijכـĺ įـĬأ ĵـĤאđÜ ųا Ʃ ħـĥĐ ĹـĘ כאن įـĬŶ ؛óـìآ óـĘכא ñـÑĭĻè ٍ īכـĺ ħـĤو ١ ح: ورده. ٢ ح: اóĨŶ. ٣ ط ر: ÝęĀא. ٤ ح: ÝęĀא. ٥ ط: óĻĕÝĺ. ٦ ط ر: ĵĥĐ ęĀאįÜ. ٧ ح: اĹĝýĤ. ٨ ح: ً ïĻđøا. ٩ ح: اïĻđùĤ. ً ١٠ א. ح: Ļĝü ١١ ح - اģĀŶ. ١٢ ح - وĜאل. ر: وïĭĐه. ٥ ١٠ ١٥ 786 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu yüzden onun kâfirlerden olduğunu, yani kendisinden sonra kâfir olacaklara dâhil olduğunu ifade etmiştir. Bu kullanım tıpkı “Yoksa ikiniz ( Âdem ve Havvâ) zalimlerden olursunuz.” [ el-Bakara 2/35] âyetinde ve Hz. İbrâhim hakkındaki, “Dedi ki: Hayır! Rabbiniz göklerin ve yerin rabbidir. O bunları yaratandır ve ben de buna şahitlik edenlerdenim.” [ el-Enbiyâ 21/56] âyetindeki kullanım gibidir. Ebü’l-Hüseyin Muhammed b. Yahyâ el-Büşâgirî şöyle der: İblîs’in Âdem’e isyan edip ilâhî emri reddedeceği Allah’ın ezelî ilminde biliniyordu. Bu yüzden İblîs, bunları içinde gizli tutuyorken de Allah katında kâfirdi, imtina edip büyüklük taslayınca ise Âdem ve melekler nezdinde de kâfir oldu. 35. “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, istediğiniz yerinden rahatça yiyin için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. [ el-Bakara 2/35] “Dedik” ifadesi, “Dediğimizde…” [ el-Bakara 2/34] âyetine atfedilmiştir. Âyette hazif vardır, yani “Onun için eşini yarattık ve o ikisine böyle dedik.” anlamı kastedilmiştir. “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun.” Buradaki üskün (otur) ifadesi, sekene, yeskünü, süknâ kelimesinden türemiş bir emirdir. Nitekim sekene’d-dâr denir ki bu da meskende oturma anlamına gelmektedir. Arap dilinde sekene’l-müteharrikü sükûnen (Hareketli olan sakinleşti, durdu) ve sekene’l-kalbü’l-muddaribü sekîneten (Istırap çeken kalp sükûn, huzur buldu) şeklinde kullanımlar vardır. Kef harfinin fethası ile es-sekenü “kendisi ile kalbin sükûn bulduğu şey” anlamına gelmektedir. Adamın karısı, onun sekeni yani meskeni ve huzur kaynağı gibidir. Bıçağa es-sikkîn denmesinin sebebi, kesilen hayvanın hareketini durdurmasından ötürüdür. Sükkânü’s-sefîne (geminin yolcuları) gemiyi sakinleştirir, el-miskîn ise değişip dalgalanmayan, durgun, fakir anlamındadır. Tefsirine gelince, “Ey Âdem! Orada karar kıl!” denmek istenmiştir. Bir görüşe göre anlam “Orada ikamet et.”, bir başka görüşe göre ise “Oraya in, orada konakla!” şeklindedir. “Sen ve eşin” Buradaki “sen” kelimesi “otur” emrinin öznesi olan muhatap zamiridir. “Sen” zamiri “ve eşin” ifadesinin kendisine atfedilmesini sağlamak amacıyla âyette açıkça zikredilmiştir. Çünkü bir cümlede atfedilmiş bir kelime varsa onun kendisine atfedileceği bir unsur da olmak zorundadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 787 Yَ ²¹§ُ cَžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ اñİو ،هïđÖ ونóęכĺ īĺñĤا īĨ أي ،īĺóĘכאĤا īĨ אرĀ įĬأ óכñĘ ُ ُ§ ْ َر ّبُ ّ اªَ ٰ¯¹َ ِ ات َ ْ© َرّ\ َ َYل \ ا īĐ إóÖاħĻİ:﴿ ¢ ً ó×ì įĤijĜو] ٣٥/٢،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ ¯۪ ِ ªYَ ِR ±َ ّ اª .[٥٦/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [±À َ u۪ ¶Yِ َ ِ ُ§ ْ ِR ±َ ّ اªƒ ٰ« ٰذª «َ ۬Yَ ²َ ۘ َوا َ ±ّ ¶ُyََ žَ يw۪ َّ َو َْ اÊْر ِض اª įĬأ ĹĤزŶا ųا Ʃ ħĥĐ ĹĘ כאن ١ ي: ƫ óِĔאِ ýَ ُ ×Ĥا ĵĻéĺ īÖ ïĩéĨ īĻùéĤا ijÖأ אمĨŸا אلĜو ا ïĭĐ ً óĘכא óĻāĺو ،אرĩĄŸا ÛĜو īĨ ųا Ʃ ا ïĭĐ ً óĘכא óĻāĻĘ óĨźا ّ ĺכħÝ ĻāĐאن آدم وóĺد آدم واÐŻĩĤכÙ وÛĜ اÖŸאء واÝøźכ×אر. َ אۖ ĩُ Ýْ Ñüِ ßُ ْ Ļèَ اïً Ĕَ َ َא ر ıْ ĭĨِ Żَכُ َ و Ùَƪ ĭåَ Ĥاْ כَ äُ ْ َ َزو اøُכ ْī َاْĬ َÛ و ْ ُ َم א ٰاد َٓ َא ĺ ĭĥْĜُ َ -٣٥ و īĻ َ ĩ۪ Ĥאِ čĤا ƪ īَ Ĩِ אĬijَ כُ َ َ َة َÝĘ óåَ ýĤا ƪ هِñِ İٰ אَ Ö َ óĝْÜَ źَ َ و ْ ³َY] ﴾اĤ×óĝة، ٣٤/٢] وįĻĘ إĩĄאر، ِ ْذ ¢ُ» واَ ﴿:įĤijĜ ĵĥĐ ٢ فijĉđĨ ﴾Y³َ ْ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َو¢ُ» ٣ وĭĥĜא ĩıĤא כĤñכ. أي ĭĝĥìא įĤ زوįä َא، ıُ ْ ُכĭ ùَ ĺ ، َ ƪ ار َ اïĤ َ َכī ø» īĨ ٌ ْ أóĨ ْ ُכī َ َ_﴾ اø ³ّkَ ْ ²َْ َa َوَزْو ُj ¥َ اª ٰ َدُم ْا~ ُ§ ±ْ ا َٓY ا À﴿ :įĤijĜو ًא» و«øכī اÕĥĝĤ اóĉąĩĤب ًĵ «إذ أĜאم ıĻĘא. وĝĺאل: «øכī اóéÝĩĤك øכĬij ُ ْכĭ ø ِ כīĻ ّ ، واùĤ ُ įُ َ َכĭ ø ģäóĤا أةóĨوا ،ÕĥĝĤا įĻĤإ īכùĺ אĨ כאفĤا çÝęÖ īכَ ƪ ùĤوا ،»ÙĭĻכø َא، واùĩĤכīĻ اóĻĝęĤ اùĤאכī īĐ ّ اÕĥĝÝĤ. ıُ ĭِ َ ّכ ùُ ُ óèכÙ اijÖñĩĤح، وøכאن اÙĭĻęùĤ ĺ īِ َ ّכ ùُ ĺ ِħ. وģĻĜ: أي اõĬل. Ĝَ ƪ. وģĻĜ: أي أ óِ ĝَ Ý ْ øِ ٰ َدُم، ا َٓY ا وóĻùęÜه: À وإĩĬאأóıČهçāĻĤ ٤ ²َْ َaَوَزْو ُj ¥َ» ﴾أÛĬ «óĻĩĄاíĩĤאįĤijĝÖÕĈ: ﴿ ْا~ ُ§ ±ْ﴾ وįĤijĜ:﴿ ا .įĻĥĐ فijĉđĨ īĨ įĤ ƪ ïÖ ź فijĉđĩĤا نŶ ﴾¥َ jُ وْزَوَ ﴿:įĤijĜ ijİو įĻĥĐ óìآ ħøا ėĉĐ :óčĬا .م٨٣٨/ـİ٢٢٣ Ùĭø įęĤأ .אءĻ×Ĭźا الijèا ĹĘ ăĨاijĕĤا ėýכ ėĭĀ ي؛óِĔאِ ýَ ُ ×Ĥا ĵĻéĺ īÖ ïĩéĨ īùéĤا ijÖأ ijİ ١ إąĺאح اĩĤכijĭن ĥĤ×ïĕادي، ٣٦٣/٤؛ Ùĺïİ اđĤאرīĻĘ ĥĤ×ïĕادي، .١٨٩/٢ ٢ ح ط ر: ijİ ėĉĐ. ٣ ط: زوÙä. . ْ ْ ُכī ٤ ر - اø ٥ ١٠ ١٥ 788 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ve eşin” ifadesiyle Âdem’in eşi Havvâ kastedilmiştir. Kâ‘b, Vehb ve bir grup âlim “Allah onu, cennetin dışında yarattı.” demişlerdir. Başka bir grup ise “ Âdem, Mekke ile Tâif arasında gidip gelirken Allah, eşini yeryüzünde yarattı. Daha sonra o ikisi, kıymetli taşlarla süslenmiş bir yatağın üzerinde gökyüzüne taşındı.” demişlerdir. Başka bir görüşte “Sadece Âdem, gökyüzüne taşındı. Cennetin kapısına geldiğinde yatak konuldu ve uyudu. Havvâ da onun sol kaburga kemiğinden yaratıldı. Daha sonra ikisine cennete girmeleri emredildi.” denilmiştir. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd ve bir grup âlim, Havvâ hakkında şöyle demişlerdir: Hz. Âdem’in cennete girmesinden sonra Allah, Havvâ’yı da cennette yarattı. Allah, onu Âdem’in en uç sol kaburga kemiğinden yarattı. Âdem ise bu esnada uykuyla uyanıklık arası bir hâldeydi. Eğer tam uyuyor olsaydı Havvâ’nın kendisinden yaratılmış olduğunu bilmez ve ona karşı merhametli olmazdı. Eğer tam uyanık olsaydı bu durumdan acı hisseder ve yine ona karşı merhametli olmazdı. Âdem, uyandığında Havvâ’ya “Kimsin sen?” dedi. Havvâ da ona “Ben senin eşinim. Ben sende, sen de bende huzur bulasın diye Allah beni, senin için yarattı.” dedi. Bunun üzerine melekler, Âdem’e seslenerek “Ey Âdem! Bu da kim?” diye sordu. Âdem de “Bu bir kadındır (imrae).” dedi. Onların “Peki neden ona kadın (imrae) dedin?” şeklindeki sorularına karşılık Âdem, “Çünkü [imrae, mer’ kelimesinden gelmektedir ve o] insan olarak yaratıldı.” dedi. Daha sonra Melekler Âdem’e “Onun adı nedir?” diye sordular. Âdem, “Onun adı Havvâ’dır.” dedi. Bunun üzerine “Neden Havvâ olarak isimlendirildi?” diye sordular. Âdem de “Çünkü o canlı olan bir varlıktan [yani benden] yaratıldı.” diye cevap verdi. Sonrasında Melekler Âdem’e onu sevip sevmediğini sordular. Âdem de sevdiğini ifade etti. Melekler, aynı soruyu Havvâ’ya da sordular. O ise kalbinde Âdem’in kalbindekinden katbekat fazla sevgi bulunmasına rağmen “ Hayır” dedi. Bunun üzerine Melekler “Eğer herhangi bir kadın, kocasına olan sevgisini açığa vurma konusunda doğru konuşacak olsaydı bu kadın Havvâ olurdu. O sevgisini göstermekten hayâ ettiğinden ötürü bu hayâ hâli kızlarına miras olarak kaldı.” dediler. Bir grup âlim şöyle demiştir: “ Havvâ’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı rivayeti doğru değildir. Çünkü bu durumda Âdem’de bir noksanlık hâli ortaya çıkar ki peygamberlerin noksan olduğunu söylemek doğru değildir.” Biz buna cevaben şöyle deriz: Bu noksanlık hâli şekil itibariyledir. Buna karşılık bu durum manevi olarak olgunlaşmasıdır. Çünkü Allah, Havvâ’yı yaratmakla Âdem’e huzur kaynağı oluşturdu ve onunla Âdem’deki yalnızlığı ve hüznü ortadan kaldırdı. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 789 وįĤijĜ:﴿ َوَزْو ُj ¥َ ﴾أي زوÝäכ وĹİ ijèاء. Ĝאل כÕđ ووÕİ وĩäאÙĐ رijĄان Ʃ اų ÙכĨ īĻÖ وآدم رضŶا ĹĘ אıĝĥì כאن ħıąđÖ ïĭĐ ħà .ÙĭåĤا אرجì ųا Ʃ אıĝĥì :ħıĻĥĐ [ أ ١١٣] هïèو آدم ģĩè ģÖ :ģĻĜو .אءĩùĤا ĵĤإ ďٍ ƪ Āَ óُ Ĩ óĺóø ĵĥĐ Żĩ ُ è ħà ėÐאĉĤوا إĵĤ اĩùĤאء، ĩĥĘא وģĀ إĵĤ Öאب اÙĭåĤ وďĄ اóĺóùĤ وأĹĝĤ įĻĥĐ اđĭĤאس، وÛĝĥì .ÙĭåĤا لijìïÖ اóĨأ ħà ىóùĻĤا įđĥĄ īĨ اءijè وĜאل اīÖ Đ×אس واīÖ ijđùĨد وĩäאÙĐ: ıĝĥìא Ʃ اų ĹĘ اÙĭåĤ ïđÖ دijìل آدم ıĻĘא، ٦ واčĝĻĤאن، وijĤ ٥ اĭĤאħÐ ٤ وכאن īĻÖ ٣ اóùĻĤى اóāĝĤى، ٢ آدم ďĥĄ īĨ ١ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אıĝĥì ėĉđĺ ħĥĘ כĤñÖ ħĤÉÜ אنčĝĺ כאن ijĤو ،אıĻĥĐ ėĉđĺ ħĥĘ įĭĨ אıĬأ ħĥđĺ ħĤ مijĭĤا ĹĘ כאن ĵĤאđÜ ųا Ʃ Ĺĭĝĥì ،כÝäزو אĬأ :ÛĤאĜ ؟ÛĬأ īĨ :אıĤ אلĜ įĨijĬ īĨ ƪ ıĻĥĐא ً أąĺא. وĩĤא Õİ َ إĻĤכ. ĝĘאÛĤ اÐŻĩĤכÙ ïĭĐ ذĤכ: ĺא آدم Ĩא ñİه؟ Ĝאل: اóĨأة. īכøُ َ ƪ وأ َ إĹĤ īכùÝĤ Ĥכ ُ ÛĻĩø ħĤ :اijĤאĜ .اءijè :אلĜ א؟ıĩøا אĨو :اijĤאĜ .ءóĩĤا īĨ Ûĝĥì אıĬŶ אلĜ ؟ħĤ :اijĤאĜ ؟įĭĻ×éÜأ :اءijéĤ اijĤאĜ .ħđĬ :אلĜ א؟ı×éÜأ :įĤ اijĤאĜ .Ĺè īĨ Ûĝĥì אıĬŶ :אلĜ اء؟ijè אıäزو אı×è ĹĘ ٨ أةóĨا ÛĜïĀ ijĥĘ :اijĤאĜ .į×ĥĜ ĹĘ אĨ אفđĄأ ٧ אı×ĥĜ ĹĘو ،ź :ÛĤאĜ ًא īĻÖ ĭÖאıÜא. àاóĻĨ כĤذ ĹĝÖ אرهıČإ īĐ ÛĻéÝøا אĩĤو ،اءijè ÛĜïāĤ نijכĺ įĬŶ ٩ آدم؛ ďĥĄ īĨ اءijè Ûĝĥì :אلĝĺ أن زijåĺ ź :אلĜ īĨ אسĭĤا īĨو įĤ ģĻĩכÜو ٌ ً رةijĀ įĭĨ ÿĝĬ ٌ اñİ :אĭĥĜ .אءĻ×ĬŶا ÿĝĭÖ لijĝĤا زijåĺ źو ،įĭĨ אً ĬאāĝĬ .įَ Ĭõèو įَ ُ وأزال ıÖא وÝýè įَ َ َכĭ ø אıĥđä įĬŶ ؛ĵً ĭđĨ ١ ح - ıĝĥìא اų đÜאĵĤ. ٢ ح: įđĥĄ. ٣ ح - آدم. ٤ ط: اijāĝĤى. ٥ ر - īĻÖ. ٦ ر: īĨ اĭĤאħÐ. .ûĨאİ çĀ ،אı×ĥĜ - ط ٧ ٨ ر - اóĨأة. ٩ ط - آدم، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 790 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilir: Allah Teâlâ’nın Âdem’i cennete koyduğu anda aslında onu [hükmen] çıkarmış idi. Çünkü Âdem’e verilen emir cenneti mesken edinmesi idi. Mesken ödünçtür ve ödünç olan şey geri alınmak üzere verilir. Hz. Âdem’in çıkarıldığı bu cennet, cennetü’l-huld idi. Bize göre bugün bu cennet, yaratılmıştır. Mu‘tezile ise cennetü’l-huldün henüz yaratılmadığı görüşündedir. Ancak naslar onların bu söylemini geçersiz kılmaktadır. Mu‘tezile, Hz. Âdem’in çıkarıldığı cennet hakkında şöyle dedi: “Bu cennet denilen yer, Fars ile Filistin topraklarındaki Kirmân bölgesi arasında kalan bir bostandı. Buranın cennetü’l-huld olması mümkün değildir. Çünkü Allah, Âdem ve Havvâ’ya burada bir şeyler emredip onları bazı şeylerden nehyetti. Cennetü’l-huldde ise emir ya da nehiy yoktur. Cennetü’l-hulde giren bir daha oradan çıkmayacaktır, ancak o ikisi bu cennetten çıkarıldılar. Ayrıca Âdem ve Havvâ orada bir zelle (günah, hata) işlediler. Cennetü’l-huldde ise günah ya da hata yoktur. Ayrıca şeytan, onlara orada vesvese verdi. Cennetü’l-huldde vesvese yoktur.” Bu iddialara karşı şöyle deriz: Allah Teâlâ, başka bir âyette Hz. Âdem için “Şüphesiz ki senin için orada acıkmak ve çıplak kalmak yoktur. Ve sen orada susuzluk çekmezsin ve güneşte de yanmazsın.” [ Tâhâ 20/118-119] buyurmuştur. Bu âyetlerde geçenler cennetü’l-huldün nitelikleridir. Başka bir âyette de Allah, “ihbitû (inin)” demiştir. İnmek, yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen bir fiildir. Bu özellik, yeryüzünde yaratılmış bir bostanda karşılığını bulmaz. Emir ve nehiy sorumluluk içindir ve bu durum cennet ehli için hâlâ devam etmektedir. Nitekim onlar cennette de, tevhid ve mârifet [yani Allah’ı bir kabul etmek ve onu bilmek] ile sorumlu olmaya devam ederler. Âdem ve Havvâ’nın cennetü’l-huldden çıkarılmalarına gelince, onların oraya girmeleri ödül (karşılık) için değil bir imtihan gereğince idi. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselâm da mi‘rac gecesinde oraya girdi ve daha sonra oradan çıktı. Hz. Âdem ve Havvâ’nın cennetü’l-huldde zelle işlemeleri, oranın ödül yeri olmadığı, aksine imtihan yeri olduğu anlamına gelmektedir. Şeytanın vesvese vermesi ise daha sonra açıklayacağımız üzere Hz. Âdem, oradayken gerçekleşmemiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 791 نŶ įĥìأد īĻè ÙĭåĤا īĨ آدم جóìأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن :אلĜ įĬأ ġ אس×Đ īÖا īĐو ١ ة. ƪ دóÝùĨ ÙĺאرđĤوا ،ÙĺאرĐ ĵĭכùĤوا ،ĵĭכùĤאÖ כאن óĨŶا Ĺİ :ÙĤõÝđĩĤا ÛĤאĜو .אĬïĭĐ مijĻĤا ÙĜijĥíĨ Ĺİو ïĥíĤا ِ Ùĭäَ ÛĬכא ÙĭåĤا هñİ ħà ًא īĻÖ Ęאرس ĬאÝùÖ ÛĬכא ÙĭåĤا هñİ :اijĤאĜو .ħıÝĤאĝĨ ģĉ×Ü صijāĭĤوا .ÙĜijĥíĨ óĻĔ ĵĤאđÜ ųا Ʃ نŶ ؛ïĥíĤا Ùĭä اñİ نijכĺ أن زijåĺ ź :اijĤאĜو .īĻĉùĥĘ أرض īĨ אنĨóوכ įĭĨ אäóìأ אĩıĬŶو .ĹıĬ źو óĨأ אıĻĘ نijכĺ ź ïĥíĤا Ùĭäو ،אıĻĘ ٢ أĩİóĨא وıĬאĩİא .אıĻĘ ģĤõĤا ďĝĺ ź ٣ ïĥíĤا Ùĭäو אıĻĘ źزƪ אĩıĬŶو .אıĭĨ جóíĺ ź ïĥíĤا Ùĭä ģìودا وŶن اĉĻýĤאن وijøس إĩıĻĤא وź َ وÙøijø ĹĘ Ùĭä اïĥíĤ. Y·Áَ ž۪ ا۬Qُ¯َ ْ َ b Êَ ¥َ َ ²َّ َ ْ ٰyۙى َوا b Êَوَ Y·Áَ ž۪ ع¹َ kُ َ b َ Êَّ َ ¥َ ا ª َ ِ ّن ا ﴿:دمŴ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ïĜ :אĭĥĜو َ ‹ْ ٰo] ﴾»įĈ١١٩-١١٨/٢٠، [وذاك ÙęĀ Ùĭä اïĥíĤ. وĜאل: ﴿ ْا¶ِ[ ¹ُا﴾ [اĤ×óĝة، ٣٦/٢] b Êَوَ ٤ ĵĥĐ اŶرض. قijĥíĨ אنÝùÖ ĹĘ כĤذ ħĻĝÝùĺ źو ،ģęø ĵĤإ ijĥĐ īĨ نijכĺ طij×ıĤوا ٥ َ اÙĘóđĩĤ ُ ƪכijęĥن ĺ ħıĬÍĘ ؛ÙĭåĤا ģİأ īĐ ولõĺ ź ijİو ėĻĥכÜ اكñĘ ĹıĭĤوا óĨŶا אĨÉĘ َ واïĻèijÝĤ. وأĨא اóìŸاج ÍĘن اŸدìאل כאن ŻÝÖŻĤء ź õåĥĤاء، وïĜ دıĥìא اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم ÙĥĻĤ اóđĩĤاج ħà óìج ıĭĨא. وأĨא اģĤõĤ ñıĥĘا اĵĭđĩĤ أįĬ כאن ŻÝÖŻĤء ź .īّ Ļ×Ĭ אĨ ĵĥĐ ٧ ٦ ıĻĘא ijİو įĭĨ īכĺ ħĥĘ אنĉĻýĤا Ùøijøو אĨوأ .اءõåĥĤ ÙĺאرĐ ĵĭכùĤوا ĵĭכùĤאÖ כאن óĨŶا نŶ įĥìأد īĻè ÙĭåĤا īĨ آدم جóìأ ĵĤאđÜ ųا إن אلĜ įĬأ Ƽ אس×Đ īÖا īĐو - م ١ .ûĨאİ çĀ ،دةóÝùĨ ÙĺאرđĤوا ٢ ط - وıĬאĩİא. ٣ ط - ź óíĺج ıĭĨא. وĩıĬŶא ƪزź ıĻĘא وÙĭä اïĥíĤ. ٤ ط: اijĥíĩĤق. ٥ م: Ĩכijęĥن. ٦ ح: ijıĘ. ٧ ح: ıĭĨא. ٥ ١٠ ١٥ 792 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Yiyin” Hz. Âdem ve Havvâ’ya verilmiş bir emirdir. “Oradan” ifadesinden kastın cennet olduğu belirtilmiştir. Bu ifade, daha önce açıkça zikredilmiş “cennet” kelimesine işaret eden bir zamirdir. Bu şekilde kullanım [yani “Cennetten yiyin!” şeklinde bir ifadenin kullanılması] dil açısından geçerlidir; çünkü yenilen şey, cennette bulunan ağaçların meyvesidir. Başka bir görüşe göre “oradan” ifadesinden kastedilen cennet değil, “meyveler”- dir. Yani anlam “O meyvelerden yiyin!” şeklindedir. Bu durumda bu ifade, doğrudan “cennet” kelimesine değil, o kelimenin anlamına [yani “cennetin meyveleri” mânasına] işaret eden bir zamir olur. “Rahatça” Buradaki rağaden kelimesinin rağide ‘îşuhum rağaden (Geçimleri bollaştı), rağîdün, rağdün (bol, rahat) şeklindeki kullanımları vardır. Kelime “geniş, rahat, güzel” anlamlarına gelir. erğade’l-kavmü “Halkın eli bollaştı, mahsulleri verimli oldu.” anlamına, erğade’r-racülü’l-mâşiyete ifadesi “Adam bineğini otlattı.” anlamına, er-rağīde ise “suyun üzerinde biriken köpük, sütün üzerinde biriken tereyağı” anlamına gelir. Tefsirine gelince, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes‘ûd’a göre bu kelime “afiyetle” anlamına gelmektedir. Ebû Ubeyde ve Dahhâk’a göre kelimenin anlamı “geniş”, Mücâhid’e göre ise “hesabı sorulmayacak olan helâl şey” demektir. Kelimenin çok, bol anlamına da geldiği söylenmiştir. Zeccâc’a göre er-rağad, “bol ve kolayca elde edilir olan” anlamına gelir.1 Bu kelime, hazfedilmiş olan mastar formundaki bir kelimenin sıfatı konumundadır. Bu yüzden de nasb edilmiştir, takdiri eklen rağaden (bolca yiyerek) şeklindedir. “İstediğiniz yerinden” Yani “cennetin istediğiniz, arzuladığınız, dilediğiniz yerinden.” Bir görüşe göre anlam, “cennetin dilediğiniz ürününden” şeklindedir. Haysü kelimesi yer zarfıdır ve aslı havsü şeklindedir. Bu yüzden de kelimedeki peltek se harfi, kendisinden önce bulunan vâv harfinin harekesi ile harekelendirilmiştir. Bu ifade, Âdem ve Havvâ’nın yemek için bulunduğu mekân anlamına gelebileceği gibi ürününün kendisi anlamına da gelebilir. Çünkü yeme eyleminin yeri ve konumu ürünün kendisidir ve “istediğiniz” ifadesi ile tanınan serbestliğin kapsayıcılığı, meyvelerin içerisinden dilediklerini yiyebilecek olmaları anlamına gelir. Âyette geçen bu ifadeyle güzel elbiseler giyilmesini ve lezzetli yemekler yenilmesini yasaklayıp münzevi hayatı benimseyen aşırı züht yanlılarına (mütekaşşife) reddiye vardır. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü, temiz ve iyi rızıkları kim haram kıldı.” [ el-A‘râf 7/32]. 1 Zeccâc, Me‘âni’l- Kur’ân, 1: 114. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 793 Ĺİو .ÙĭåĤا īĨ أي :ģĻĜ ﴾Y·َ³ْ®ِ﴿ :įĤijĜو .اءijèو دمŴ óĨأ اñİ ﴾Ëَ¦ُوَ ﴿:įĤijĜو כĭאÙĺ راÙđä إĵĤ اčĤאóİ. وÛéĀ Ŷن اÉĩĤכijل ĩàאرİא وĹİ īĨ أåüאرİא وĹİ īĨ ١ وĹİ כĭאÙĺ راÙđä إĵĤ اĵĭđĩĤ دون اñĩĤכijر. اÙĭåĤ. وģĻĜ: أي īĨ اĩáĤאر، أي ،ïٌ Ĕْ َ ور ïٌ Ĕِ َ ور ïĻĔر ijıĘ ،اïً Ĕَ َ ر ħıýĻĐ ïَ Ĕِ َ ] ĝĺאل: ر وįĤijĜ:﴿ َرšَ ًuا﴾ [١١٣ب َא، واïĻĔóĤة ıَ Ĩƪ ij َ ø أي ،ÙĻüאĩĤا َ ģäóĤا ُ ïَ Ĕَ ْ َر ُijا، وأ × َ āìْ َ ْ َĔ َï اijĝĤم، أي أ َر ÕĻĈ واďø. وأ .ُ ْ َïة Ö ƫ اõĤ ًא. وĜאل أijÖ Đ×ïĻة ÑĻĭİ أي :ġ دijđùĨ īÖوا אس×Đ īÖا אلĜ ïĝĘ هóĻùęÜ אĨوأ .įĻĘ אبùè ź źŻè أي :ïİאåĨ אلĜو .א ً واéąĤאك: أي واđø ÛđĬ ijİو ٢ .«į×ĥĈ כĻ َ ِ ّ ĭ َ đ ُ ĺ ź يñĤا óĻáכĤا ïĔَ ƪ ا. وĜאل اäõĤאج: «اóĤ ً وģĻĜ: أي כóĻá .اïً Ĕَ َ ْ ًŻ ر ٣ أכ ٍ ïāĨر ñéĨوف، وĤñĤכ ÕāĬ، أي أي īĨ Ĺĭđĺ :ģĻĜو .ÙĭåĤا īĨ אĩÝÑü ÙđĝÖ أي ĹĘ أي﴾ ۖ Y¯َcُ ْ ئ‚ِ eُ Áْnَ ﴿ :įĤijĜو ٤ ْ ُث» وĤñĤכ ُÛĩĄ àאؤİא ٍ ijĤاو ij َ è» įĥĀوأ ،כאنĩĥĤ ħøا» ßĻè»و .אĩÝÑü אİאرĩà כאÛĬ Ĝ×ıĥא، ijåĻĘز أن ĺכijن أراد اĩĤכאن اñĤي ĩİא įĻĘ ŷĤכģ، وijåĺز أن ĺכijن أراد .כĤذ ĹĘ ÙÑĻýĩĤا ħĻĩđÜ כאنĘ ،įĥéĨو ģכŶا כאنĨ įĬÍĘ ؛óĩáĤا īĻĐ ÙĻĭùĤا אبĻáĤا×÷ Ĥو ÙĻıýĤا ÙĩđĈŶا אولĭÜ نijĨóéĺ īĺñĤا Ùęَ ِýّ َ ĝَ Ý ُ ĩĤا ĵĥĐ ƭ واÙĺŴ رد َِِ[ ِYد۪ه﴾ اÙĺŴ،] اóĐŶاف، ٣٢/٧]. ª جَyَrْ َ ۪cٓ ¿ا َّ ََم ۪ز َÀَ³ _ّ اà ِٰ اª yّnَ ±ْ ®َ ©ْ ¢ُ﴿ :لijĝĺ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ١ ر - أي īĨ اĩáĤאر. ٢ اóčĬ: đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، ١١٤/١ (اĤ×óĝة، ٣٥/٢). ٣ ح + כģ؛ ط + כŻ. ٤ ح: ٍ ijÖاو. ٥ ١٠ ١٥ 794 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Öte yandan Allah, Hz. Âdem’i özel olarak seçmiş ve onu hilâfete lâyık görmüş olmasına rağmen ona bunu emretmesinin [yani yeme içme ile meşgul olmasını salık vermesinin] sebebi, Âdem’in en nihayetinde yaratılmış bir varlık olmasıdır ki yaratılmış olana [yani Âdem’e] yaraşan, yaratılmışlığın gereğini yerine getirmesi ve nasibini (rızkını) elde etmek için işe koyulmasıdır. “Ve şu ağaca yaklaşmayın.” Kāf harfinin kesresi ile el-kırbân kelimesi “bir şeye varma” anlamına, el-kurbü minhu ifadesi ise “bir şeye yaklaşma” anlamına gelir. İlkinden [yani el-kırbân kökünden] ‘alime vezninde türetilerek karibtühu (Ona geldim), ekrabuhu (Ona gelirim), ve kırbânen (gelmek) ifadeleri kullanılır ki bu durumda fiil, herhangi bir harf-i cerre ihtiyaç duymadan mef‘ulünü doğrudan alıp geçişli olur. Ayrıca şerüfe vezninde karubtü minhu (Ona yaklaştım), ekrubü (Ona yaklaşırım), kurben (yaklaşmak) denir ki bu da lâzım (geçissiz) bir fiil olup min harf-i cerriyle mef‘ul alarak müteaddî (geçişli) olur. Tefsirine gelince, bu ifadeyle Hz. Âdem ve Havvâ’ya şöyle denmek istenmiştir: “Bu ağaçtan bir şey yemeyin!” Yasak ağaca yaklaşmakla ilgili olmayıp ondan bir şey yemekle ilgilidir. Yaklaşma kelimesine alıkonulmanın izâfe edilmesi, yaklaşmanın yemeye sebep olmasındandır. Nitekim herhangi bir şey, mecaz olarak, “sebebiyle” isimlendirilir. Yasağın yeme hakkında olduğunun delili ise Âdem ve Havvâ’nın hatalarının yeme ile ilgili olmasıdır ki bundan ötürü Allah Teâla, “O ağaçtan yediler.” [ Tâhâ 20/121] ve “Ağacın meyvesini tattıklarında” [ el-A‘râf 7/22] buyurmuştur. eş-Şecera (ağaç) kelimesi el-eşcâr kelimesinin tekilidir. Ancak eş-şecerü kelimesi, hem tekil hem çoğul (cins isim) anlamına gelebilir. el-Arzu’ş-şecrâ, “çok ağaç bulunan yer” anlamına gelir. Öte yandan eş-şeciratü biçiminde bir kullanım da vardır. Vâdin şecîrün ifadesi de “çok ağaç bulunan vadi” demektir. Kelimenin aslı, birbirine geçmeyi, karıştırmayı ve iç içe girmeyi ifade eder. Bundan ötürü şecera mâ beyne’l-kavmi ifadesi “İnsanlar arasında ihtilâf ortaya çıktı.” anlamında kullanılır. Ayrıca iştecerû “münakaşa ettiler”, teşâcerû bi’r-rimâh “mızrakla birbirini yaraladılar”, eş-şecrü “yeme ve içme gibi şeylerin girdiği yemek borusu”, eş-şicâr “deve üzerindeki tahtırevan”, eş-şecîr “kavmin arasına girmiş yabancı kimse” demektir. Ağaca şecera denmesinin sebebi ise dallarının iç içe girmesinden ötürüdür. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 795 ٢ ďĨ أįĬ اįāÝì واęĉĀאه وÙĘŻíĥĤ أïÖاه أįĬ ijĥíĨق įÖ ģĕýĤوا ١ اñıÖ óĨŶا ĵĭđĨ ħà .ċéĤا بŻåÝøאÖ אمĻĝĤوا ěĥíĤאÖ نijכùĤا ijİ ěĥíĤאÖ ěĻĥĺ يñĤوا ِÖóאن Öכóù اĝĤאف إĻÜאن اĹýĤء، واóĝĤب ĝĤا﴾ ةَyَkَ َ ƒªا ّ هِwِ ¶ٰ Yَ \yَ ْ £َ b Êَوَ ﴿:įĤijĜو .ÙĥĀ óĻĕÖ ïđÝĨ ijİو ، َ ħِ ĥَ Đ ِ ïّ َ è ْ īِ ًא، Ĩ َאĬ Ö ْ óِ Ĝ ، ُ į ُ Ö َ óĜْ َ ، أ ُ įُ Ý ْ ÖóِĜَ :ولŶا īĨ אلĝĺ . ƫ ijُ اĬïĤ ƫ įĭĨ َف، وijİ źزم وïđÝĺى Öـ «īĨ«. ُ óüَ ِ ïّ َ è ْ īِ Ĩ ٤ ًא، Ö ْ óĜُ ٣ ، ُ ُب óĜْ َ أ ،įĭĨ Ûُ ْ Ö ُ وĝĺאل: َóĜ īĨ ijĬïĤا دون ģכŶا īĐ כאن ĹıĭĤאĘ ،ةóåýĤا هñİ īĨ ŻכÉÜ ź :هóĻùęÜو ٥ وإĩĬא أĄאف اĹıĭĤ إĵĤ اÖóĝĤאن įĬŶ ø×Õ اŶכģ. وĵĩùĺ اĹýĤء Öאħø اóåýĤة، Ëَ¦َ َ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ٦ ً ا. ودģĻĤ أن اĹıĭĤ כאن įĭĐ ّ أن زĩıÝĤא כאÛĬ ÖאŶכģ، אزåĨ į××ø َ َkَyَة﴾ [اóĐźاف، ٢٢/٧]. ĘאóåýĤة واïèة ƒªا ّ Yَ َY َذا¢ ¯ّ َ «žَ﴿ :אلĜو] ١٢١/٢٠ ،įĈ] ﴾Y·َ³ْ®ِ ُ اĤכóĻáة ِ اóåýĤ، وכĤñכ َ اء óْ א ً وواïèا، واŶرض ƪ اåýĤ ً اåüŶאر، واóåýĤ ĺכijن đĩä :אلĝĺ ،ģìاïÝĤا īĨ ÙĩĥכĤا ģĀوأ ،óåýĤا ِ ُ ٌ כóĻá óĻåِ üَ ٍ َ اد ُ Öכóù اħĻåĤ، وو ة َ óåِ ýĤا ƪ "óåü Ĩא īĻÖ اijĝĤم" إذا اėĥÝì اóĨŶ ħıĭĻÖ، واóåÝüوا ĭÜאزijĐا، وýÜאóäوا ÖאĨóĤאح، ُ َ אر ُ اħęĤ وijİ ģìïĨ اđĉĤאم واóýĤاب وĩİóĻĔא، ِ واåýĤ َج óęْ َ Ĩ ُ óْ أي ĉÜאijĭĐا، ƪ واåýĤ ٨ اóåýĤة ٍ ، ĘכĤñכ مijĜ īĻÖ ٧ ģìاïĤا ÕĺóĕĤا óĻåýĤوا ،įĻĘ ģُìَ ïْ ُ Õýì اijıĤدج اĩĤ ïÝĺاģì أāĔאıĬא. ١ ح: įÖ. ٢ ح: ñıÖا. ٣ ح: أįÖóĜ. א. ً Ö ْ ٤ ط - ُóĜ ٥ ح: ıĭĨא. ٦ ط: įÖ. ٧ ح: اģĻìïĤ. ٨ ر: وĤñĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 796 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âyette zikredilen ağacın mahiyeti hakkında ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Abbas, Muhammed b. Kâ‘b el-Kurazî, Hasan-ı Basrî, Atiyye, Katâde, Muhârib b. Disâr ve Mukātil, bunun buğday olduğunu söylemişlerdir. Bazı rivayetlerde bu âlimlerin “Allah’ın Âdem’in çocukları için dünyada rızık kaynağı kıldığı başak.” şeklinde bir ifade kullandıkları da kaydedilir. Süddî, Abdullah b. Mes‘ûd, Saîd b. Cübeyr ve Ca‘d b. Hübeyra ise bu ağacın üzüm ağacı olduğunu, çünkü âdemoğullarının bununla imtihan edildiklerini söylemişlerdir. İbn Cüreyc, sahâbeden bazı kimselerden rivayetle onun, incir ağacı olduğunu söylemiştir. Hz. Ali bunun kâfûr ağacı olduğunu söylemiştir. Kelbî ve Dîneverî (İbn Kuteybe) ise hayır ve şer ilimlerini ihtiva eden ve meyvelerinden yiyen kimsenin bilmediği şeyleri öğrendiği bilgi ağacı olduğunu söylemişlerdir. Bir görüşe göre Âdem ve Havvâ, o ağaçtan yedikten sonra avret yerlerinin açıldığını öğrendiler. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O ağaçtan yedikten sonra ayıp yerleri kendilerine göründü.” [ Tâhâ 20/121] Nitekim Âdem ve Havvâ, bu hadiseden önce avret yerlerinin açıldığını bilmiyorlardı. Muhammed b. İshak’a göre bu ağaç, hanzal ağacıdır. Ebû Mâlik bunun hurma ağacı olduğunu söylemiştir. İbn Cüd‘ân’a göre meleklerin yediği şeceretü’l-hulddür (ebedilik). Abdullah b. Abbas -bir rivayette nakledildiğine göre- bu ağacın, firdevs ağacı olduğunu, cennetin ortasında yer aldığını, dallarında her türlü (meyve ve) ürünün bulunduğunu, orada bulunan ağaçlar arasında en uzun, en süslü, en güzel ve meyvelerinin de en tatlı ve en lezzetli olduğunu söylemiştir. Rebi‘ b. Enes’e göre her kim bu ağaçtan yediyse abdesti bozulmuştur ki cennet abdest bozma yeri değildir. Muhammed b. Ali et-Tirmizî’ye göre bu ağacın aslı başaktır, dallarında her türlü meyve vardı. Meyvesi baldan tatlı, yağdan yumuşak, kardan beyazdı. Her bir tanesi ineğin böbreği gibiydi. İmam Mâtürîdî şöyle der: Bu ağacın mahiyetine dair açık ve kesin bir nas mevcut değildir. Böyle bir bilgi ancak vahiy ile bilinebilir. Bu ağacın [hangi özelliklere sahip] ne tür bir ağaç olduğunu kesin bir şekilde bilmemize gerek de yoktur. Bilmemiz gereken, Âdem ve Havvâ’nın herhangi bir ağaçtan yemelerinin yasak kılınmış olmasıdır.1 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 100. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 797 ĹــČóĝĤا Õــđכ īــÖ ïــĩéĨو ــאس×Đ īــÖا ــאلĜ .ةóåــýĤا ــכĥÜ ÙــĻİאĨ ĹــĘ ėــĥÝìوا ِ ، وĘـĹ ّ ـó ُ ١ وÝĜـאدة وéĨـאرب Öـī دàـאر وĝĨאÜـģ: İـĹ üـóåة اĤ× واùéĤـī اĤ×āـóي وĻĉĐـÙ ْ َق أوźده ĘـĹ اĻĬïĤـא. رزِ ųا Ʃ ـאıĥđä ĹـÝĤا Ùĥ×ĭـùĤا :ـאظęĤŶا ăـđÖ ــÙ ُ َ Ĩ ْ اĤכó ة: İــĹ َ َ ْ ــó Ļ َ × ُ İ īــÖ ïــđäو óــĻ×ä īــÖ ïĻđــøو ٤ ٣ ùĨــijđد ٢ واÖــī وĜــאل اùĤــïي ] ÝÝĘźـאن أوźده ıÖـא. وĜـאل اÖـī ĺóäـã وèـכאه Đـī đÖـă اéāĤאÖـÙ: إıĬـא اĻÝĤـī. أ ١١٤] وĜـאل ĥĐـĹ Ġ: İـĹ üـóåة اĤכאĘـijر. وĜـאل اĤכĥ×ـĹ واĭĺïĤـijري: İـĹ üـóåة اĥđĤـħ، ٦ כאن ź ıĩĥđĺـא. َ أüـĻאء ِـħ ĥَ ْ أכıĥـא Đ َ ـī Ĩ ،óـýĤوا óـĻíĤا ħـĥĐ ٥ وİـij ﴾Y¯َ·ُbُ ٰ ُ·َ̄ـY َ ~ْـ¹ا َ ª تْ uـ َ[ َžَ ﴿:ĵـĤאđÜ ـאلĜ ،ـאĩıÜرijĐ رijـıČ ـאıĭĨ ģכŶـאÖ ـא َ ĩِ ĥَ Đ :ģـĻĜو [Ĉـį، ١٢١/٢٠ [وĨـא כאن ĩĥđĺـאن ĤñÖـכ Ĝ×ـģ ذĤـכ. وĜـאل ĩéĨـï Öـī إøـéאق: İـĹ üـóåة ïـĥíĤا ةóåـü Ĺـİ :ـאنĐï ُ اčĭéĤـģ. وĜـאل أÖـij ĨאĤـכ: İـĹ üـóåة اĥíĭĤـÙ. وĜـאل اÖـī ä اÝĤـĹ כאن ĭÝĺـאول ıĭĨـא اÐŻĩĤכـÙ. وĜـאل اÖـī Đ×ـאس ĘـĹ رواĺـÙ: İـĹ üـóåة اęĤـóدوس وכאĬــÛ ĘــĹ وøــć اĭåĤــÙ وıĻĘــא Ĩــī اĩáĤــאر כıĥــא وכאĬــÛ أرĘــď اüŶــåאر وأزıĭĺــא ٧ وأıĥĩäـא وכאĬـÛ ıÜóĩàـא أĥèـĵ اĩáĤـאر وأĻĈ×ıـא. وĜـאل اĻÖóĤـď Öـī أĬـ÷: כאĬـÛ üـóåة .ثïـéĤا ďـĄijĨ īכـÜ ħـĤ ÙـĭåĤوا ،ثَ ïـ َ ْ Ĩـī أכıĥـא أè īــĨ نijــĤ ģכ īــĨ ــאıĻĥĐو Ùĥ×ĭــùĤا ــאıĥĀأ כאن :يñــĨóÝĤا ĹــĥĐ īــÖ ïــĩéĨ ــאلĜو Ùـ×è ģכ ،ãـĥáĤا īـĨ ـאĄאĻÖ ً ïـüوأ ïـÖõĤا īـĨ īـĻĤوأ ģـùđĤا īـĨ ĵـĥèأ ـאıÜóĩàو ـאرĩáĤا .óـĝ×Ĥا ِ َـÙ َ ُכْĻĥ Ĩـī ıÝĉĭèـא כ فóــđĺ źو ،ďــĈאĜ ÿــĬ ــאıÝĻİאĨ ــאنĻÖ ĹــĘ ÷ــĻĤ» :ųا Ʃ ٨ أÖــij āĭĨــijر رĩèــį وĜــאل ـאĭÝäאèو ،īـĻĻđÝĤا ĵـĥĐ ـאıÝĻİאĨ ÙـĘóđĨ ĵـĤإ ـאĭÖ Ùـäאè źو ،ĹـèijĤאÖ źإ ـכĤذ ÙـĝĻĝè ٩ .«ةóåـü īـĨ ģכŶا īـĐ ـאĻıĬ ـאĩıĬأ ÙـĘóđĨ ĵـĤإ ١ ح + اĹĘijđĤ. ٢ ح - اïùĤي. ٣ ح: اīÖ. ٤ ح + واïùĤي. ٥ ر: وĹİ. ٦ ط: اĻüŶאء. ٧ م - כאÛĬ óåüة، çĀ .ûĨאİ ٨ ح + اĨŸאم. ٩ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٠٠/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 798 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Olursunuz” ifadesi, nehyin cevabı olarak fe harfiyle nasb edilmesi mümkün olduğu gibi önceki nehiy cümlesine atıf yapılmak sûretiyle cezm de olabilir. İlk durumda cümlenin takdiri şöyle olur: “Eğer ağaca yaklaşırsanız o zaman zalimlerden olursunuz.” İkinci ihtimalin takdiri ise “Yaklaşmayın ve zalimlerden de olmayın!” şeklinde olur. Tesniye (ikil) formdaki fiillerin sonundaki nûn harfi, cezm ve nasb durumlarında düşer. Birinci veche göre “olursunuz” ifadesinin anlamı “dönüşürsünüz” şeklinde, ikinci veche göre ise “olmayın!” şeklindedir. “Zalimlerden” Zulüm, bir şeyi ait olmadığı yere koymak demektir. Zulüm haksızlık, eksiltme, cana zarar verme gibi anlamlara da gelir. Zor belâ kazılabilen, kazılmaya karşı direnen, kazmaya münasip olmayan sert toprağa el-arzu’l-mezlûmetü denilir. Münasip olmayan toprağın kazılması, kazma işinin uygun olmayan yere konulmasıdır, yani zulümdür. Bu anlamda şair şöyle der: (Çadırların etrafındaki) tümsekler (harabe diyarın ıssızlığından dolayı öyle kurumuş ki), yaban arazide çorak ve sert toprağa zorla kazılmış hendek gibi olmuş Zamanı (yaşı) gelmeden kendisi ile cinsel temas kurulmuş (bekâreti bozulmuş) cariyeye de el-mazlûmetü denilir. Kelimenin tefsirine gelince, bu ifadeyle Âdem ve Havvâ’ya “Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler.” [ Hûd 11/101] ve “Onlar bize zulmetmediler; fakat kendilerine zulmediyorlardı.” [ el-Bakara 2/57] âyetlerinde olduğu gibi “Kendinize zarar verenlerden olursunuz!” denilmiştir. Başka bir görüşe göre “zalimlerden” kelimesi, “Ondan hiçbir şeyi kısmamıştı.” [ el-Kehf 18/33] ve “Allah, şüphesiz zerre miktarı haksızlık yapmaz.” [ en-Nisâ 4/40] âyetlerinde olduğu gibi “Nasiplerini eksiltenlerden olmayın!” anlamına gelmektedir. Diğer bir görüşe göre ise bu ifade “Kendilerini lâyık olmadığı bir yere koyanlardan olmayın!” anlamındadır. 36. Derken, şeytan “ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de ‘Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır.’ dedik. [ el-Bakara 2/36] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 799 ١ ĹĘ ijäاب اĹıĭĤ، وijåĺز أن ĺכijن َY ﴾ijåĺز أن ĺכijن āĬ×א ÖאęĤאء ²¹§ُ cَžَ﴿ :įĤijĜو óĺïĝÜو .īĻĩĤאčĤا īĨ ٢ א įęĉđĤ ĵĥĐ اĹıĭĤ اźول. وóĺïĝÜ اŶول: إن ĩÝÖóĜא כĩÝĭא ً Ĩõä ĹĘ įđĩäو ģđęĤا ÙĻĭáÜ ĹĘ ćĝùÜ نijĭĤوا .īĻĩĤאčĤا īĨ אĬijכÜ źو אÖóĝÜ ź :ĹĬאáĤا َY ﴾أي óĻāÝĘا، وĵĥĐ اįäijĤ اáĤאĹĬ اÕāĭĤ واõåĤم. وĵĥĐ اįäijĤ اŶول įĤijĜ :﴿ َžَc ُ§²¹ .אĬijכÜ źو :įÝĝĻĝè ĵĥĐ ،رijåĤا ħĥčĤوا ،įđĄijĨ óĻĔ ĹĘ ءĹýĤا ďĄو ħĥčĤا﴾ ±Áَ ¯۪ ِ ªYَ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±َ ّ اª óęéĤا īĨ ُ īِ َ ّכ ĩُ Ü ź ĹÝĤا ÙĨijĥčĩĤا رضŶوا ،÷ęĭĤאÖ رóąĤا ħĥčĤوا ،ÿĝĭĤا ħĥčĤوا ٣ :óĐאýĤا אلĜ .įđĄijĨ óĻĔ ĹĘ ďĄُ إź ïýÖة، Ęכאن اóęéĤ و ïِĥَåĤا ْ ِض ِ ÖאÙĨijĥčĩĤ َ ijéَ Ĥכאْ ىُ Ëْ ƫ واĭĤ īĺאرąĤا īĨ أي :ģĻĜ ïĝĘ óĻùęÝĤا אĨوأ .وانŴا ģ×Ĝ ٤ واÙĨijĥčĩĤ اåĤאرÙĺ اÙĐóÝęĩĤ ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ [ijİد، ١٠١/١١] ¹ٓا ا ¯ُ َ «’َ ±ْ §ِ ٰ ªوَ ْ¶ Yُ ³َ¯ْ َ «’َ Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ אĩכ אĩכùęĬŶ َ ِْ» ُ̄ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٥٧/٢]. À ْ·َُ Ÿُ ²َْ ¹ُٓا ا ²Y¦َ ±ْ §ِ ٰ ªوَ Yَ ²¹¯ُ َ وįĤijĜ:﴿ َوَRY ’َ« ،ėıכĤا﴾ [ۙYـًٔ Áْ‚َ µُ³ْ®ِ ْ «ِْ َ b ْ َ ªوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ אĩכČijčè īĻāĜאĭĤا īĨ أي :ģĻĜو ۚ﴾ [اùĭĤאء، ٤٠/٤]. وģĻĜ: أي īĨ اijĤاīĻđĄ ٍَة َ ِْ» ُ ِRْg£َ َYل َذّر À Êَ َٰ Ãا ّ َ ِ ّن ٣٣/١٨] وĜאل: ﴿ا .אıđĄijĨ óĻĔ ĹĘ אĩכùęĬأ ْ ħכُąُ ْ đَ Ö اijĉُ ×ِİا َא ْ ĭĥْĜُ َ ۖ و ƪ א َכ َאĬא ۪Ę ِįĻ َ א ِĩĨ ĩ ُ ıäَ َ َא َĘَא ْóì ıْ ĭĐَ אنُ ĉَ ْ َ א ƪ اĻýĤ ĩ ُ -٣٦ َĘَאَزıĤƪ īĻ ٍ è۪ ĵĤٰاِ אعٌ َ Ýَ Ĩَ و ƭ óĝَ َ Ý ْ ùُ ْ ِض Ĩ ْ ِĹĘ ْ َ اźر ħכُ Ĥَ َ ƭۚو و ïُĐَ ăٍ ْ đَ ×Ĥِ ١ ر: ęĥĤאء. ٢ ح + ÝĘכĬijא. ٣ اĤ×ÛĻ ĭĥĤאÙĕÖ اĻÖñĤאĹĬ. اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ١٥؛ إŻĀح اěĉĭĩĤ īÖź اùĤכÛĻ، ص. .٤٢ ٤ ĹĘ İאûĨ م ح: أي ƪ اÙąÝĝĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ 800 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “ Şeytan ayaklarını oradan kaydırdı.” ifadesinde geçen zelle, zelelen ve zelîlen kaymak, yoldan çıkmak, ezellehu gayruhu kaydırmak, ez-zelzele hareketlendirme, ezelle ilâ fülânin sanîeten bir kimseye bir şey [hayır ya da şer] yapmak, ez-zülâl içimi kolay tatlı su, ez- zelle istemeden doğru yoldan çıkmak, ayrılmak, hata etmek anlamına gelmektedir. Bu âyetteki tefsirine gelince, “ Şeytan, Âdem ve Havvâ’yı hata yapmaya sevk etti.” anlamına gelir. Yani vesvese, kibir ve günaha davet ile onların hata yapmasına sebep oldu. Nitekim Allah şeytanın onun bu fiilini kendi ağzından şöyle haber verir: “Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi [inkâra] çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz.” [İbrâhîm 14/22] Kıraat imamlarından Hamza, zevâl kökünden hareketle kelimeyi fe-ezâlehümâ şeklinde okumuştur ki bu durumda anlam, “ Âdem ve Havvâ’nın oradan çıkmalarına sebep oldu.” şeklinde olur. Ayrıca şöyle de denilmiştir: Şeytan, Âdem ve Havvâ’yı, bulundukları yerden çıkarmaya mecbur kılacak bir hata yapmaya ve günah işlemeye çağırdı. “Oradan” Bu kelime, bir görüşe göre cennetten, diğer bir görüşe göre ağaçtan, başka bir görüşe göre ise itaatten çıkma anlamına gelir ki bütün bu anlamlar Hamza’nın kıraatine göre kelimenin zâhir anlamıdır. Çoğunluğu teşkil eden kıraat imamlarının okuyuşuna göre ise izlâl (çıkarma, uzaklaştırma) kelimesinin cennetten çıkarmak ya da ağaçtan çıkarmak şeklindeki tamlamalardaki anlamı, Âdem ve Havvâ’nın daha önce zikrettiğimiz üzere, vesvese, çağırma ve benzeri sebeplerle bunlardan (cennetten, ağaçtan vb.) uzaklaştırılması şeklinde; itaatten çıkarılması tamlamasındaki anlamı ise kasıtsız olarak itaatten ayrılması anlamındadır. Buna göre çoğunluğu teşkil eden kıraat imamlarının okuyuşunda bu ifadenin anlamı, “Onlar, şeytanın daveti ile hataya düştüler, yani ağaçtan yediler.” şeklindedir. Bu olayın hikâyesi Kelbî’nin tefsirinde yer verdiğine göre şöyledir: İblîs, Âdem ve Havvâ’nın cennetteki durumlarını gördüğünde onlara karşı haset besledi. O da [onlarla birlikte] yeryüzüne indirilmişti. Derken onları kandırmak için bir hileye başvurdu ve sûretlerine girmek için hayvanlardan izin istedi. Ancak yaratılış itibariyle cennette çok güzel olan yılan dışında hiçbir hayvan bunu kabul etmedi. Yılan cennette iken deveye benzerdi ve dört ayağı üzere yürüyebiliyordu. Cennette ondan güzel hiçbir hayvan yoktu. Üzerinde bütün renklerden vardı. Yılan, şeytanın uzun ısrarlarına dayanamayıp ona itaat etti. Daha sonra şeytan, yılanın sûretine girerek cennetin kapısına gelip 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 801 įĤƪ َ َě، و«أز ِ Ĥَ َ ْÁ َ ُYن َ َ³ْ·Y » ﴾ّزل īĐ اĩĤכאن ًزŻĤ ً وزŻĻĤ«، أي ز ƒªا ّ Y¯َ·ُ َّ ََزª Yžَ﴿ :įĤijĜو ١ ] ً ÙđĻĭĀ، أي ه»، أي أزįĝĤ، واÙĤõĤõĤ اĺóéÝĤכ īĨ ذĤכ، ƪ وأزل إĵĤ ŻĘن [١١٤ب ُ óĻĔ Ĺİو ÉĉíĤا Ùُ Ĥƪ ƪ õĤوا ،ěĥéĤا ĵĤإ įĬאĺóä ģıùĺ يñĤا بñْ َ źƫل اĩĤאء اđĤ ٢ واõĤ أïøاİא إįĻĤ، .ïāĜ óĻĔ īĨ ابijāĤا īĐ والõĤا ورóĕĤאÖو ÙøijøijĤאÖ ijİو ÕĻ×ùÝĤا ěĺóĉÖ أي ،ÙĤõĤا ĵĥĐ אĩıĥĩè :אĭİ هóĻùęÜو َ ْن َدُ¹َْb ُ §ْ َٓ ا Êِّ ْ َ ٍYن ا «~ُ ±ْ ®ِ ْ §ُ Áَْ «َ َ ¿ِ ª نYَ ¦َ Y®َوَ ﴿:įĭĐ ا ً ó×ì ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ .אءĐïĤאÖو Õ×ø Õّ ×ø أي ،والõĤا īĨ Y¯·ªزاOž :ةõĩè اءóĜو .]٢٢/١٤ ،ħĻİاóÖإ¿﴾ [ۚ ª۪ ْcُ]ْkَ cَ~Yْ žَ óìوĩıäא ıĭĐא. وģĻĜ: أي دĐאĩİא إĵĤ اģĤõĤ وإĵĤ إĻÜאن Ĩא أوÕä óìوĩıäא ıĭĐא. כĤوذ .ÙĐאĉĤا īĐ أي :ģĻĜو .ةóåýĤا īĐ :ģĻĜو .ÙĭåĤا īĐ :ģĻĜ ﴾Y·َ³ْ َ ﴿ : įĤijĜو نijכĺ ةóåýĤوا ÙĭåĤا īĐ لźزŸאĘ ÙĨאđĤا اءةóĜ ĵĥĐ אĨÉĘ .óİאČ ةõĩè اءةóĜ ĵĥĐ įĥכ ÙĐאĉĤا īĐ ĹéĭÝĤا Ĺİو ÙĤõĤאÖ نijכĺ ÙĐאĉĤا īĐو ،אĭĥĜ يñĤا ÕĻ×ùÝĤאÖ אĩıĭĐ Ùً َ Ļéِ ْ ĭَ Ü ٣ أĩıĬא وđĜא ĹĘ زÙĤ įÜijĐïÖ وĹİ اŶכģ īĨ اóåýĤة. אهĭđĩĘ .ïāĜ óĻĔ īĨ אĩİïùè כĤذ ĵĤإ÷ ĻĥÖإ óčĬ אĩĤ :אلĜ ،هóĻùęÜ ĹĘ Ĺ×ĥכĤا óذכ אĨ įÝāĜو ĹĘ ģìïĺ أن ÙÖدا ģכ ĵĥĐ įùęĬ ضóđĘ א َ ĩُ ıَ ĭِ Ýęْ َ ĺ أن אلÝèאĘ رضŶا ĵĤإ ć×İُ وכאن أ ًא وכאÛĬ כÙÑĻı ĝĥì ÙĭåĤا ĹĘ ÙÖدا īùèأ ÛĬوכא ÙĻéĤا ĵÜأ ĵÝè įĻĥĐ ÛÖÉĘ אıÜرijĀ ħĥĘ ،نijĤ ģכ īĨ אıĻĘ ،אıĭĨ īùèأ ÙÖدا ÙĭåĤا ĹĘ ÷ĻĤ ħÐاijĜ ďÖأر ĵĥĐ ĹýĩÜ óĻđ×Ĥا ÙĭåĤا אبÖ ĵÜأ ħà אıøرأ ĹĘ אمĜو אıĻĻéĤ īĻÖ ģìïĘ įÝĐאĈأ ĵÝè אıäرïÝùĺ لõĺ ١ ر - أي. ٢ ĹĘ İאûĨ م: أي أرıĥøא وأïøى إįĻĤ óđĨوĘא أي اñíÜ ïĭĐه. ٣ ح ر: وĭđĨאه. ٥ ١٠ ١٥ 802 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âdem ve Havvâ’ya seslendi. Âdem ve Havvâ onun seslenişine karşılık verdikten sonra şeytan onlara şöyle sordu: “Rabbiniz cennette sizden ne yapmanızı ve neyden uzak kalmanızı istedi?” Onlar “Şu tek ağacın dışında Firdevs cennetinin diğer bütün ağaçlarından yememizi emretti.” dediler. Şeytan da buna mukabil şöyle dedi: “Rabbiniz, hayır ve şerri bilen ölümsüz iki melek olmamanız için şu ağaçtan yememenizi istedi. Size yemin ederim ki ben sizin iyiliğinizi istiyorum ve ben, sizin için nasihat edenlerdenim. Kim bu ağacın meyvesinden yerse o ölümsüz olur ve kim diğerinden önce yerse o, diğerinden üstün olur.” Tabii ki Allah düşmanı bu hususta yalan söylemişti, ancak önce Havvâ, ağaca yaklaştı ve “ Âdem, al ye!” dedi. Âdem de ona “Yazık sana! Allah’ın bizi bu ağaçtan menettiğini ve meyvelerinden yememiz hâlinde bizi cezalandıracağını söylediğini bilmiyor musun?” dedi. Havvâ, “Peki sen ey Âdem, Allah’ın rahmetinin ne kadar geniş olduğunu bilmiyor musun?” diye karşılık verdi ve ağacın meyvesinden önce kendisi yedi, sonra Âdem’e yedirdi. Yedikleri, karınlarına ulaştığında nûrdan oluşan elbiseleri bir anda yok oldu. Nitekim bu durum âyette de şöyle belirtilmiştir: “Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü.” [ el-A‘râf 7/22] Elbiseleri yok olunca her biri diğerinin daha önce gizli olan avret yerini gördü. Her ne kadar Kelbî her biri diğerinin avret yerini gördü dese de doğru olan Âdem ve Havvâ’dan her birinin kendi avret yerlerini gördüğüdür. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Avret yerleri kendilerine göründü.” [ Tâhâ 20/121], “ Şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi.” [ el-A‘râf 7/20] Cümle içerisinde çoğul kelimenin zamirinin çoğul olması tekil kelimenin zamirinin de tekil olmasını gerektirir. Örneğin “İnsanlar elbiselerini giydi.” ya da “ İnsanlar hayvanlarına bindi” cümlelerinde, “Herkes kendi elbisesini giydi.” ve “Herkes kendi hayvanına bindi.” anlamı kastedilir. Kelbî, Ebû Sâlih kanalıyla Abdullah b. Abbas’tan şöyle nakleder: Âdem, cennete girdiğinde hem onun hem Havvâ’nın elbiseleri nûrdandı, üzerlerinde inci ve yakutla kaplı altından bir taç, inci ve yakutla kaplı bir kemer, inci ve yakutla kaplı iki halhal, inci ve yakutla kaplı iki altın bilezik, iki elmas bilezik, inci ve yakutla kaplı pürüzsüz iki taş vardı. O ağaçtan yedikleri vakit üzerlerindeki bu elbise bir anda yok oldu. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 803 ƫכĩא َכĩאرÖ óَ Ĩَ ٣ ĝĘـאل: Ĩـאذا أ ٢ وآدم، ـאıĻĘ Ĺـİ ١ ĝĘـאم İïĭĐـא ĭĘـאدى: ĺـא آدم وĺـא èـijاء! äÉĘאÝÖـį ٤ اęĤـóدوس כıĥـא ĻĔـó İـñه óåـü īـĨ ģכÉـĬ أن ـאĬóĨأ :źـאĜ ؟ÙـĭåĤا ĹـĘ įـĭĐ ـאĩאכıĬ ـאذاĨو اýĤـóåة اijĤاèـïة، ĝĘـאل: Ĩـא ıĬאכĩـאرÖכĩـא ıĭĐـא إź أن ÜכĬijـאĥĨכĻـī ĩĥđÜـאن اóĻíĤ واýĤـó َ ـī أכģ Ĩ،īـĻéĀאĭĤا īـĩĤ ـאĩכĤ ĹـĬإ ـאĩכĤ ħـùĜُ أو ÜכĬijـאĨـī اíĤאĺïĤـī ź ÜijĩÜـאن، وإĬـĹ أ ųا Ʃ وïـĐ بñوכـ ،įـ×èאĀ ĵـĥĐ ćِ ĥـùĩĤا ّ ijـİ כאنįـ×èאĀ ģـ×Ĝ ģأכ ـאĩכĺوأ ،Ûـĩĺ ħـĤ ـאıĭĨ ٥ ĺـא آدم ìـñ، ĝĘـאل: وéĺـכ، أĨـא ĻĩĥđÜـī ĘـĹ ذĤـכ وøـ×Ûĝ èـijاء إĤـĵ اýĤـóåة ĝĘאĤـÛ: ٧ ĺـא آدم، أĨـא ĥđÜـħ øـÙđ رĩèـÙ :ÛـĤאĝĘ ،ـאıĻĥĐ ÙـÖijĝđĤا ٦ أن Ʃ اų Ĝـï ıĬאĬـא ıĭĐـא وأوĬïĐـא Ʃ اų؟ ÉĘכĥـÛ ıĭĨـא وأĩđĈـÛ آدم، ĩĥĘـא وĀـģ إĤـĵ ĩıĬijĉÖـא ıÜאĘـÛ ĩıĭĐـא Ĥ×אøـĩıא وכאن óāÖÉĘ [٢٢/٧ ،افóـĐŶا﴾ [Y¯َ·ُbُٰ ُ·َ̄ـY َ ~ْـ¹ا َ ªتْ uَ َ َ َ ـkَyَة\ َـY ّ اªƒ َـY َذا¢ ¯ّ َ Ĥ×אøـĩıא اĭĤـijر. Ĝـאل đÜאĤـĵ:﴿ žَ« ـכĤذ ģـ×Ĝ įـÜرijĐ īـĨ įـĭĐ َ ُ ِوري و ـאĨ įـ×èאĀ īـĨ ـאĩıĭĨ ïـèوا ģכ ƫ . ïـĝĘ .óـĻĔ ź įـùęĬ įـÜرijĐ رأى ـאĩıĭĨ ïـèوا ģכ أن ƪ َ כـñا ذכـó ĭıİـא، Ĥכـī اĻéāĤـç ُ·َ̄ـY َ®ـY َ ـu َي ª ِ ]ْÁُِ ª﴿ :ĵـĤאđÜ ـאلĜو] ١٢١/٢٠ ،įـĈ] ﴾Y¯َ·ُbُ ٰ ُ·َ̄ـY َ ~ْ ـ¹ا َ ª تْ uـ َ[ َžَ ﴿:ĵـĤאđÜ ـאلĜ ÙـĥÖאĝĨ ĹـąÝĝÜ ďـĩåĤאÖ ďـĩåĤا ÙـĥÖאĝĨو ،]٢٠/٧ ،افóـĐŶا﴾ [Y¯َ·ِِ bٰ ِ َي َ ُ³ْ·َ̄ـY ِ ®ْ ـ± َ~ ْ ـ¹ا ُ۫ور ٩ ٨ دواıÖـħ وĤ×ùـijا ĻàאıÖـħ وéĬـij ذĤـכ. ُ اęĤـóد ÖאęĤـóد כıĤijĝـħ: رכـÕ اĭĤـאس įĻĥĐو رijĭĤا אĩıøא×Ĥو ١٠ÙĭåĤا آدم ģìد :אس×Đ īÖا īĐ çĤאĀ ĹÖأ īĐ Ĺ×ĥכĤا אلĜ ـÙ ÖאĤـïر واĻĤאĜـijت وíĥìـאźن ٌ ĥَĥƪכَ ُ Ĩ Ùـ ٌ َ ĝĉَ ْ ĭ ِ ُ َכĥƪ ٌ ـģ ÖאĤـïر واĻĤאĜـijت وĨ Ĩ Õـİذ īـĨ ģـĻĥإכ ٌ ّ ĨכŻĥن ÖאïĤر واĻĤאijĜت وijøاران īĨ ذÕİ ّ ĨכŻĥن ÖאïĤر واĻĤאijĜت وijøاران īĨ ËĤËĤ ]ذÕİ ĩıĭĐאذĤכ أ ْ ُèijĥאن ّ ĨכŻĥن ÖאïĤر واĻĤאijĜت١١. ĩĥĘא أכīĨŻ١٢ اóåýĤة [١١٥ Ĩُ ود ١ ط: äÉĘאÖא. ٢ ح ر - ıĻĘא. ٣ ط - Ĺİ ıĻĘא وآدم. ٤ ط ر: óåüة. ٥ ر: وĜאÛĤ. ٦ ح: وأودĭĐא، çĀ İאûĨ؛ ر: وأوïĐ. ٧ ر: ĜאÛĤ. ٨ ط: اijĝĤم. ٩ م ح - כñا ذכó ĭıİא ... رכÕ اĭĤאس دواħıÖ وĤ×ijùا ĻàאħıÖ وijéĬ ذĤכ، çĀ İאûĨ م. ١٠ ح ر + وijèاء. ١١ م ط ر - ÖאïĤر واĻĤאijĜت. ١٢ ر + ñİه. ٥ ١٠ ١٥ 804 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Onlar da bu durum karşısında utanıp incir yapraklarıyla avret yerlerini kapatmak için koşuştular. Daha sonra incir yapraklarını bir araya getirerek avret yerlerini kapattılar. Nitekim bu hadise Kur’ân’da şöyle geçmektedir: “ Cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.” [ Tâhâ 20/121] Kuşeyrî şöyle der: Cennetten daha üstün bir yer yoktur. Âdem’den daha akıllı ve daha zeki bir kimse yoktur. Hiçbir nasihat, Allah’ın nasihati kadar faydalı olamaz. Âdem’in kararlılığı ve azmi hiç kimsede bulunamaz. Fakat bu olanların hepsi kaderdir. Kadere karşı da gelinmez. Hüküm verildiyse itiraz edil(e)mez. (…) Âdem, cennette tek başınayken her türlü nimetin içerisindeydi. Ancak ne zaman ki benzeri (eşi) de geldi işte o zaman fitne ve imtihan kapısı açıldı. Havvâ, kendisine yasak ağaçtan verdiğinde ona uyup o da yedi. Ondan sonra da olanlar oldu. Nitekim bu hususla ilgili olarak şöyle denilmiştir: İnsanın insan ile eğlenmesi insanoğlunda eski bir hastalıktır.1 Burada şeytanın Âdem ve Havvâ’yı nasıl yanlışa sürüklediğinden ve Âdem’in düştüğü hatanın özelliklerinden söz etmek icap eder. Birinci mesele yani şeytanın onları yanlışa sürükleme hadisesine dair öncelikle şöyle söylenmiştir: Şeytan onlara yeryüzünden seslenmiştir. Başka bir görüşe göre şeytan, içeri girmeksizin cennetin kapısından onlara seslenmiştir. Şeytan, cennet ehlinden değildi; çünkü kâfirlerin cennete girmesi yasaklanmıştır. Onun, seslenişini ve “Rabbiniz cennette sizden ne yapmanızı ve neyden uzak kalmanızı istedi?” sorusunu Âdem ve Havvâ’ya ileten Allah’tır. Bu görüşü dile getirenlere göre şeytanın “Bu ağaçtan” sözü, onun cennette, ağacın yanında olduğuna delâlet etmez. Çünkü bu söz, Âdem ve Havvâ’nın zikrettiği ağaca işaret etmektedir. Yani “Sözünü ettiğiniz o ağaçtan” anlamına gelir. Başka bir grup ise -yukarıda rivayetini naklettiğimiz üzere- şeytanın yılanın kafası sûretinde cennete girdiğini söylemişlerdir. Onlara göre bu, şeytanın cennete girmesi demek değildir, çünkü böylelikle cennete şeytan değil yılan girmiştir. Nitekim kâfirler, Âdem’in sulbündeyken de cennetteydiler. Ancak onlar bu şekilde cennete girmiş sayılmazlar. Bu görüşü dile getirenler şeytanın, Âdem ve Havvâ ile bizzat konuştuğunu, onlara yeminler edip soru sorduğunu söylemekte ve bunu kendi görüşlerine delil olarak göstermektedirler, çünkü bütün bu hâller ancak şeytanın Âdem ve Havvâ’nın yanında olması ile gerçekleşebilir. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 38. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 805 َـאن ijĐرĩıÜـא، ĤñĘـכ ĤijĜـį Ļِ ّ ĉَ ĕ ُ ĺ ăـđ×Ö įـąđÖ ـאنĜَõِĥْ ُ ١ إĤـĵ ورق اĻÝĤـī ĺ ĘאøـĻĻéÝא وÖóİـא .[١٢١/٢٠ ،įـĈ] ﴾ِۘ َـ_ ³ّkَ ْ َْÁِ·َ¯ـY ِ ®ْ ـ± َوَرِق اª َ ْs Ÿَ‡ِ ِ ـYن َ» À Yـ£َŸِŽَ وَ ﴿:ĵـĤאđÜ īـĨ ÷ـĻأכ óـýÖ źو ،ÙـĭåĤا īـĨ ģـąĘأ ـכאنĨ ź» :ųا Ʃ Ĝـאل اĨŸـאم اýĝĤـóĻي رĩèـį ź ٢ رïــĝĤا īכــĤ ،آدم ÙــĩĺõĐ īــĨ ïــüأ مõــĐ źو ،ųا Ʃ çــāĬ īــĨ ēــĥÖأ çــāĬ źو ،آدم ٣ وĜـאل: وĩĤـא כאن آدم وèـïه، כאن Öـכģ Ļìـó وĐאĻĘـÙ، .«ـאرضđĺ ź ħכـéĤوا ، ُ َـó ُ َכאÖ ĺ ـאıĐאĈأ اءijـè īـאכø īـĻèو ،ÙـĭéĩĤا ـאبÖ çـÝُ Ęو ÙـĭÝęĤا ـאبÖ óـıČ ٤ ĩĥĘـא äـאء اýĤـכģ :ģـĻĜ ïـĝĤو ،ďـĜو ـאĩĻĘ ďـĜijĘ ģכŶا īـĨ įـĻĤإ ـאرتüأ ـאĩĻĘ ٥ אنùĬÍÖ ٍ אنùĬإ ٍ ةij×Āُ آدم ĹĭÖ ĹĘ ٌ ħĺïĜ ٌ داء àـħ اĤـכŻم ĭİـא ĘـĹ כĻęĻـÙ اŸزźل Ĩـī إĻĥÖـ÷ وĘـĹ ęĀـÙ زĤـÙ آدم ĻĥĐـį اùĤـŻم. أĨـא א؛ıĻĘ ź ÙـĭåĤا ـאبÖ ĵـĥĐ ijـİو ـאĩİאداĬ :ģـĻĜو .رضŶا ĹـĘ ٦ ijـİو ـאĩİאداĬ :ģـĻĜ ïـĝĘ ولŶا אĩıĻĤإįÜijĀ ģĀأو ųوا Ʃ ،ـאرęכĤا ĵـĥĐ ÙـĨóéĨـאıĬŶ ،ÙـĭåĤا لijـìد ģـİأ īـĨ īכـĺ ħـĤįـĬÍĘ ٩ رÖכĩא īĐ ñİه اýĤـóåة. وĜـאل źËİء: ٨ Ĩـא ıĬאכĩـא ٧ إĤـĵ أن Ĝـאل: َכĩـא óَ وĜـאل ĩıĤـא: Ĩـאذا أĨ وĜـijل إĻĥÖـ÷ "Đـī İـñه اýĤـóåة" وİـĹ إüـאرة١٠ ź Üـïل ĥĐـĵ أĬـįכאن ĘـĹ اĭåĤـóąéÖÙة١١ اýĤـóåة Öـģ İـĹ إüـאرة إĤـĵ اýĤـóåة١٢ اÝĤـĹ ذכـóا، أي Đـī İـñه اýĤـóåة اÝĤـĹ ĩÝĥĜـא. وĜـאل ĩäאĐـÙ: دìـģ ĘـĹ رأس اĻéĤـÙ واĻéĤـÙ دĥìـÛ اĭåĤـÙ، כĩـא روĭĺـא، وź ĺכـijن İـñا ً دìـźij ĭĨـį اĭåĤـÙ، כĩـא أن١٣ اĤכęـאر כאن١٤ Ĩـī ذرĺـÙ آدم ĘـĹ ĥĀـÕ آدم وİـij ĘـĹ اĭåĤـÙ وĤـħ ĺכـī ذĤـכ دìـijل اĤכęـאر اĭåĤـÙ. واÝèـã İـźËء أĬـį ìאĈ×ĩıـא وĜאøـĩıĩא وراĩıđäـא اĤـכŻم وذĤـכ١٥ ź ĺכـijن إź ÖאąéĤـóة. ١ ر - وÖóİא. ٢ م: اïĝĤر، çĀ İאûĨ. ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٨/١ .ïĻĝĤا ģכýĤا :م ûĨאİ ĹĘ ٤ ٥ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٨/١ ٦ ح: وĩİא. ٧ ح ط ر + رÖכĩא. ٨ ر - إĵĤ أن Ĝאل. ٩ ر: Ĩא ذا ıĬאכĩא. ١٠ ط - وĜאل źËİء وijĜل إĻĥÖ÷ īĐ ñİه اóåýĤة وĹİ إüאرة. ١١ ر: óąèة. ١٢ ح - إĵĤ اóåýĤة. ط ر: כאن. ١٣ ط ر - כאن. ١٤ ط ر: وذاك. ٥ ١٠ ١٥ 806 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu husus Ebû’l-Hasen er-Rüstefağnî’ye sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: Kesin delil bulunmadığı için şeytanın cennete girdiğini söyleyemeyiz. Ancak eğer kesin delil var ise bu durumda onun cennete girmiş olduğunu düşünmek imkânsız değildir. Çünkü şeytanın cennete girmesi onun üzüntü, keder ve hasretini artırır. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Şeytan, kendisine sağlanan imkânlarla vesvesesini Âdem ve Havvâ’ya ulaştırmıştır. Şöyle demişlerdir: Şeytanın Âdem ve Havvâ’ya vesvesesi, bugün yeryüzünde yaşayan bütün insanların kalplerine aynı anda verdiği vesveseye benzer. Eğer şeytan, kişiye sadece huzurunda vesvese verseydi o zaman aynı anda bütün insanların kalplerine vesvese veremezdi. Yani, şeytan aynı zaman diliminde bütün kalplere vesvese verebiliyorsa bu onun tek bir mekânda olmadığına delâlet eder. Yine şöyle demişlerdir: Şeytanın vesvesesi, Azrâil’in insanların canlarını alması gibidir. Nitekim aynı anda ölen insanlar farklı yerlerde oldukları hâlde Azrâil tek bir yerdedir. Öte yandan şeytanın insanların kalplerine vesvese vermesinin mahiyeti ve keyfiyeti hakkında da ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre şeytan, rivayet edildiği gibi insanların kan damarlarında dolaşır. Diğer bir görüşe göre şeytan, insanların yanlarında bulunmaksızın ve içlerine girmeksizin Allah’ın dilediği gibi göğüslerinin üzerinde (içlerinde) bulunur. İmam Mâtürîdî şöyle der: Şeytanın vesvese verdiği konusunda bize naklî bilgi gelmiş, ancak bu vesvesesinin nasıl olduğu hakkında herhangi bir bilgi gelmemiştir. Bu yüzden biz de onun vesvese verdiğini kabul eder ve vesvesesinden korunup sakınmaya çalışırız, nasıl vesvese verdiğini sorgulayıp incelemez, hakkında delilimiz olmaksızın herhangi bir konu hakkında da kesin hüküm vermeyiz. Hakikati ve keyfi yeti bilinmese de bâtıla çağıran ve doğrudan yüz çevirmeye sebebiyet veren bütün her şey, şeytanın işidir ve bu durumlarda onun şerrinden sakınılmalı ve Allah’a sığınılmalıdır. Nitekim Hak Teâlâ “Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın.” [ el-A‘râf 7/200] ve “Takvâya erenler var ya onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda hatırlarlar.” [ el-A‘râf 7/201] buyurmuştur.1 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 101. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 807 ،ĹđĉĝĤا ģĻĤïĤا مïđĤ אıĻĘ įĤijìïÖ ïıýĬ ź :אلĝĘ įĭĐ ƫ Ĺِ ĭْ ĕęَ َ Ý ْ øƫ وģÑø أijÖ اīùéĤ اóĤ .ةóùéĤوا ėıĥÝĤا ĹĘ įĤ ïĺõĺ כאن įĤijìد إذ ؛ïđ×ĺ ħĤ Û×à نÍĘ .įĤ ģđä يñĤا įäijĤا īĨ ÙøijøijĤا אĩıĻĤإ ģĀأو :ųا Ʃ وĜאل اīùéĤ اĤ×óāي رįĩè ħĤ ijĤو ،ةïèوا ÙĤאè ĹĘ אĻĬïĤا ģİأ ďĻĩä بijĥĜ ĹĘ مijĻĤا įÝøijøijכ اñİ :اijĤאĜو :اijĤאĜو .بijĥĝĤا ďĻĩä ĹĘ כĤذ ďĝĺ ةïèوا ÙĤאè ĹĘ īכĺ ħĤ ةóąéĤאÖ źإ כĤذ īכĺ כאنĨ ĹĘ ijİو ÙęĥÝíĨ ďĄاijĨ ĹĘ ħİو آدم ĹĭÖ īĨ رواحŶا ģĻÐراõĐ ă×ĝכ ijİ واïè. ىóåĨ ħıĭĨ يóåĺ ١ :ģĻĝĘ .אسĭĤا بijĥĜ ĹĘ įÝøijøو ÙĻęĻכ ĹĘ אąĺأ ً ėĥÝìوا įĭĨ لijìد óĻĔ īĨ ųا Ʃ אءü אĨ ĵĥĐ įĭĨ ħİورïĀ ĹĘ ďĜوا ijİ :ģĻĜ .روي אĩכ مïĤا :لijĝĺ ųا Ʃ أوijąèر. واĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ģĝĬ إĭĻĤא أįĬ ijøijĺس وħĤ ģĝĭĺ إĭĻĤא כıÝĻęĻא. ijĝĭĘل: ijøijĺس، ٦ :אلĜ .ģĻĤد ŻÖ ءĹýÖ ٥ ٤ اijĝĤل ďĉĝĬ źو ٣ įÝĻęĻכ īĐ ßé×Ĭ źو ٢ وóéÝĬز אنĉĻýĤا ģĩĐ ijıĘ ěéĤا īĐ Õåéĺو ģĈא×Ĥا ĵĤإ ijĐïĺ ĵĭđĨ ģوכ ųا Ʃ אلĜ ٨ ٧ وכįÝĻęĻ، įÝĝĻĝè ħĥđĺ ħĤ وإن ųا Ʃ ĵĤإ عõęĤوا įĭĨ ذijđÝĤا Õåĺ ۜ﴾ [اóĐŶاف، ٢٠٠/٧] ِٰ ÃYّ ِ \ wْ ِcَ~Yْ žَ غٌ {َْ ² نYِ َ Áْ َ َ ¥َ ِR ±َ ّ اªƒ ³ّ šَ{َ³َْ À Yَ ®ّ ِ đÜאĵĤ:﴿ َوا ُyوا﴾[اóĐźاف، َ ¦ّ wَ َ b نYِ َ Áْ َ ِ ٌ ِR ±َ ّ اªƒ ٓYئ َِذا َR َّ ُ·ْ Žَ ¹ْ£ََا ا bاّ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن وĜאل: ﴿ا ٩ .[٢٠١/٧ ١ ر: ïĝĘ. ٢ ط ر: óéÝĭĘز. ٣ ط: כıÝĻęĻא. ٤ ر: ďĉĝĺ. ٥ ر: اijĝđĤل. ٦ ح: وĜאل. ٧ ط ر: ÙĻĝĻĝè. ٨ ط ر: כįÝĻęĻ. ٩ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٠١/١ ģĝĬ اėĭāĩĤ כŻم اĩĤאïĺóÜي Ö×ăđ اóāÝĤف. ٥ ١٠ ١٥ 808 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âdem’in zellesinin mahiyeti hakkında İmam Mâtürîdî şöyle der: Hasan-ı Basrî der ki: Âdem, bu fi ili bilinçli bir şekilde yaptı. Âyette geçen “Unuttu.” [ Tâhâ 20/115] ifadesi, hatırlamama anlamındaki unutma değil, ihmal etme mânasında bir unutmadır. Bunun birkaç delili vardır. Öncelikle hatırlamayı terk etme anlamındaki unutmanın aff edileceği ve yine bu unutmayı gerçekleştiren kişiye isyankâr (günahkâr) denilmemesi hususunda ezelde Allah tarafından verilmiş bir hüküm vardır. Oysa Âdem, isyan ile muhakeme edilmiş ve “Rabbine isyan etti ve saptı.” [ Tâhâ 20/121] vasıfl arıyla nitelendirilmiştir. Yine daha önce Allah, Âdem ve Havvâ’ya hitap ederken “Zalimlerden olursunuz.” [ elBakara 2/35] diyerek onları zulümle nitelemiştir. Ayrıca eğer unutarak bunu yapmış olduğunu düşünecek olursak, düşmanı şeytan, ona yasak ağaçtan yememe hususunda Rabbinin emrini hatırlatmıştı. Eğer gerçekten unutmuş olsaydı, şeytan, “Rabbiniz sizi bu ağaçtan menetmedi.” [ el-A‘râf 7/20], “Onlara yemin etti.” [ el-A‘râf 7/21] ve “Onları hileyle kandırdı.” [ el-A‘râf 7/22] demezdi. [Bütün bunlar hatırlamamadan kaynaklanan bir unutmanın olamayacağını gösterir.] Eğer hatırlamamadan kaynaklanan bir unutma varsa [ Âdem ve Havvâ] yeminle kandırılamazlardı. Dolayısıyla burada Âdem hakkında kullanılan “Unuttu.” fi ili tıpkı “Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu.” [ et-Tevbe 9/67] âyetindeki anlamda kullanılmıştır.1 Yine Hasan-ı Basrî “Biz onda [ Âdem’de] bir kararlılık bulmadık.” [ Tâhâ 20/115] âyetini, “Verdiğimiz emri ve yasağı koruma hususunda Âdem’i, kararlı bulmadık.” şeklinde tefsir etmiştir.2 Bütün bunlar yakışıksız ifadelerdir, Allah’ın peygamberlerini böyle şeylerle nitelemek câiz değildir, çünkü Allah, onları seçmiş ve kendileri hakkında ezelî ilâhî bilgiye sahip olarak onları seçkin kılmıştır. Nitekim bu durum, “Andolsun, onları, bir bilgi üzerine âlemlere üstün kıldık.” [ edDuhân 44/32] ve “Allah, peygamberlik görevini kime vereceğini çok iyi bilir.” [ el-En‘âm 6/124] âyetlerinde de anlatılmıştır. Allah, Âdem hakkında da bazı özellikler, kerametler, dereceler ve makamlar zikretmiştir ki bütün bunlar onun yukarıda bahsi geçen niteliklerden tenzih edilmesini gerektirmektedir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 92. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 9: 241. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 809 :ųا Ʃ ] įĻĥĐ اŻùĤم، ذכó اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ّÙ آدم [١١٥ب وأĨא ÙęĀ زĤ ﴾ ۜ َ ¿ِ ³َžَ﴿ :įĤijĜو ،כĤذ ïĩđÜ įĬإ :אلĜ ųا Ʃ أن اīùéĤ اĤ×óāي رįĩè :ٍ أİïèא: Ĩא óäى ĹĘ įُ äوŶ óٍ ْ ِכ ذ אنĻùĬ ź ďĻĻąÜ ٍ אنĻùĬ َ כאن]١١٥/٢٠ ،įĈ] ěéĥĺ ź وأن óכñĤا كóÜ ijİ يñĤا אنĻùĭĤا īĐ ijęđĤا īĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħכè ٰ ىۖ﴾ ٓ«﴾ َ و﴿ijĔ ‡ٰ َ ﴿ ١ įĬأ ėَĀِ ُ وو įÖ ijİ ñَ ìِ ُ Āאè×į اħø اĻāđĤאن وïĜ أ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ ¯۪ ِ ªYَ ªا ّ ±َR ِ Yَ ²¹§ُ cَžَ﴿ ٢ :אĩıÖאĉì ĹĘ مïĝÜ ïĜو] ١٢١/٢٠ ،įĈ] Y¯َ §Áُ ·ٰ َ ² Y®َ﴿ :אلĜ ßĻè א ً ه ijĤ כאن ĬאĻø َ óƪ ٣٥/٢] وŶن ïĐوه ïĜ ذכ ٓY] ﴾اóĐŶاف، ٢١/٧] َ َY ~َ ¯ُ ـ·َ̄ َ َkَyِة﴾ [اóĐŶاف، ٢٠/٧] و﴿¢ ƒªا ّ هِwِ ¶ٰ ±ْ َ Y¯َ §ُ ُ َرّ\ ۚور﴾ [اóĐŶاف، ٢٢/٧] وijĤכאن ĻùĬאن ٍ ذכó ĩĤא اóÝĔا ÖאħùĝĤ ٍ yُ ›ُ ِ \ Y¯َ·Áُ ٰ ّ ªuَ žَ﴿ ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦٧/٩[. ٣ َ ¹ُا ّ اà َٰ ³َžَ َِÁُ·ْ وijİ כįĤijĝ:﴿ ² īĨ هïåĬ ħĤ أي] ١١٥/٢٠ ،įĈ] ﴾ ۟ Y®ً {ْ َ µُ َ ª uْ kِ َ ² ْ َ ªوَ ﴿:įĤijĜ ٤ ijİ óùĘو أوĹĤ اõđĤم واáĤ×אت ĵĥĐ ċęè اóĨź واĹıĭĤ. ٥ ųا Ʃ نÍĘ אء؛Ļ×ĬŶا įĥáĩÖ ėĀijĺ أن زijåĺ ź مŻכĤا īĨ ûèو įĥכ اñİو »َ «َ ٍ ْ «ِ »ٰ «َ ْ ¶Yُ َ ²yْcَrا ْ uِ£ََ ªوَ ﴿:אلĜ ،ħıÖ ħĥĐ ĵĥĐ ħİאرÝìوا ħİאęĉĀا ۜ﴾ [اđĬŶאم، ١٢٤/٦] µُcََ ªY~َ ِ َ ْkَ ُ ©ر À eُ Áْnَ ُ َ «ْ َ ُ ا ٰ Ãّ َ ۚ﴾ [اìïĤאن، ٣٢/٤٤] وĜאل: ﴿ا ±Áَ ¯۪ َ ªYَ ْ اª īĐ אıđĨ įıĺõĭÜ Õåĺ אتĨאĝĨو ÕÜاóĨو אتĨاóوכ ÿÐאāì óذכ آدم ěè ĹĘو ģáĨ ñİه اęāĤאت. ١ ر: įĬÉÖ. ٢ ر: īĨ ĉìאĩıÖא. ٣ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٩٢/١ .يóā×Ĥا īùéĤا ĵĭđĺ ٤ ٥ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٢٤١/٩ ٥ ١٠ ١٥ 810 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Unutma (nisyân) kelimesinin gerçek anlamı, hatırlamamaktır, ihmal anlamında ise mecazen kullanılır. Bu kelimenin hatırlamama anlamına geldiğini “Biz Âdem’de herhangi bir kararlılık bulmadık.” [ Tâhâ 20/115]âyetindeki kullanım da destekler. Zira buradaki “kararlılık” (azm) kelimesi dildeki asıl anlamı itibariyle “kasıt, niyet” mânasına gelir. [Dolayısıyla “Biz Âdem’de herhangi bir kararlılık bulmadık.” ifadesi “Biz Âdem’de herhangi bir kasıtlılık bulmadık.” anlamına gelir.] “Onun düşmanı şeytan, yasak ağaçtan yememe hususunda ona Rabbinin emrini hatırlatmıştı.” şeklindeki delil hakkında ise şunları deriz: Âdem ve şeytan arasında öyle çok şey geçti ki Âdem’in kalbi (aklı) hep şeytanı savuşturmakla, ondan ve tuzaklarından kurtulmakla meşgulken düşmanı Âdem’in Allah’a verdiği sözü ona unutturdu. Öte yandan unutkanlık, Âdem’in dışında bir başkası için özür kabul edilirken Âdem için özür kabul edilmemiş ve kendisi unutkanlığının sonucu olarak cezalandırılmıştır. Çünkü Âdem, hatırlaması zor ve çok çeşitli şeylerle değil, sadece söz konusu ağaç ile imtihan edilmiştir. Bundan ötürü onun durumunda olan birisinin özrünün kabul edilmemesi doğaldır. Âdem dışındaki insanların ise pek çok meşgalesi olmasından dolayı [kendilerine tevdi edilen emri veya yasağı] unutmaları ve hatırlamamaları anlaşılabilir ve mazur görülebilir bir durumdur. Bizlerin hâli de farklı değildir. İnsan, ancak sıklıkla hataya düşülen bir konuda mazur görülür. Söz gelimi, kişinin namazda yanlışlıkla selâm vermesi, Allah için kesilen kurbanda besmeleyi unutması ve Ramazan’da yanlışlıkla yeme içmesi mazur görülürken namazda yemek yemesi veya hac esnasında cinsel ilişkide bulunması mazur görülmez. İkincisi: Sıradan insanlar küçük ve basit işlerden sorumlu tutulmazken Allah’ın kendilerine bahşettiği onca nimetten ötürü insanların en hayırlılarının ve toplumun önde giden insanlarının küçük, basit ve önemsiz bir emirden (veya ihmalden) ötürü uyarılması, hesaba çekilmesi mümkündür. Yine, bu insanların ceza ve azabı da diğer insanlara nazaran kat kat fazla olabilmektedir. Bu durum Hz. Yûnus’un kıssasında müşâhede edilebilir. Nitekim o, kavminin inkârcılığını ve kötülüklerini görünce onlardan uzaklaşmıştır. Onun bu davranışı başkası tarafından yapılmış olsaydı makul karşılanabilirdi. Keza, Hz. Peygamber aleyhisselâm da kâfir topluluğun başındaki insanlara yakınlık duyması, onlar için üzülmesi ve İslâm dinini kabul etmeleri için yoğun çaba sarf etmesinden ötürü uyarılmıştır. Oysa böyle bir davranış, onun dışındaki biri için hayırlı hasletler kabilinden sayılmaktadır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 811 ْ َ ªوَ ﴿:įĤijĜ ÙĝĻĝéĤا هñİ ٢ ١ زوال اñĤכó، وďĻĻąÝĥĤ åĨאز. وóĝĺر واĻùĭĤאن įÝĝĻĝè ه ذĤכ" ĭĥĜא: َ óƪ ƪ َذכ א. وĨא ijĝĺل: "إن اïđĤو ً đĄو ïāĝĤا ijİو] ١١٥/٢٠ ،įĈ] ﴾ ۟ Y®ً {ْ َ µُ َ ª uْ kِ َ ² ĹĘ óכęĤوا įĤ אعĘïĤا دijäijÖ į×ĥĜ ģĕÝüا ďäاóÝĤا īĨ وهïĐ īĻÖو įĭĻÖ ىóä אĨ ةóáכĤ ٣ īĨ ĨכאïÐه ĵÝè أùĬאه ذĤכ ذכó اïıđĤ. ħà إĩĬא כאن اĻùĭĤאن واÿĥíÝĤ ƫ أø×אب åĬאįÜ اعijĬÉÖ īéÝĨا īכĺ ħĤ آدم نŶ ؛įÖ رñđĺ ħĤو כĤñÖ ÕÜijĐ ijİو ا ً رñĐ هóĻĔ ěè ĹĘ ةïèوا ةóåü īĐ אءıÝĬźאÖ īéÝĨا אĩĬوإ כĤذ ĹĘ ċęéĤا įäو įĻĥĐ رñđÝĺ ÙęĥÝíĨ ħıĻĥĐ رñđÝĺ ةóĻáכ אلĕüأ ħıĤ هóĻĔو ،įĥáĨ ĹĘ رñđĺ ź أن õÐאåĘ ،אıĻĤإ אرةüŸאÖ ،ازلijĭĤا įÖ óáכĺ אĩĻĘ įÖ אنùĬŸا رñđĺ ٦ ٥ ĩĻĘא ĭĭĻÖא إĩĬא ٤ ıÖא، ĘכĤñכ اċęéÝĤ ñđĘروا أź óÜى أįĬ ñđĺر ÖאŻùĤم ĹĘ اŻāĤة وóÜك اÙĻĩùÝĤ ĹĘ اÙéĻÖñĤ واŶכģ واóýĤب ĹĘ اijāĤم، وź ñđĺر ĹĘ اŶכģ ĹĘ اŻāĤة وĹĘ اĩåĤאع ĹĘ اãéĤ ñıĤا. ٌ ُ أñì اĻìŶאر ُ وđĨאÜ×Ù اĤכ×אر ÖאóĨŶ اėĻęíĤ اóĻùĻĤ اñĤي ź õÐאä įĬأ :ĹĬאáĤوا ٩ כĩא أوïĐوا ąÝÖאėĐ ħİïĭĐ ٨ įÝĭĨ ħĻčĐو ħıĻĥĐ ųا Ʃ ħđĬ ةóáכĤ هóĻĔ įĥáĩÖ ٧ ñìاËĺ īĨ īĺאĐ אĩĤ įĨijĜ אرقĘ مŻùĤا įĻĥĐ ١٠÷Ĭijĺ אلéכ ijİو .ħİóĻĕĤ כאن אĨ ĵĥĐ ابñđĤا אĩÖ مŻùĤا įĻĥĐ אĭĻ×Ĭ ÕÜijĐ اñوכ .įÖ ėĀijĺ אĨ ïĩèأ ُ هóĻĔ īĨ įĥđُ ِ Ęو ،ħıĻĘ óĻאכĭĩĤا ïđ ذĤכ ƫ ُ ً א ĵĥĐ إħıĨŻø، وĺ Āóèو ħıĻĥĐ אĜאęüإ ً ةóęכĤا אءøرؤ ÕĺóĝÜ īĨ įĤא×Ö óĉì .óĻíĤا אلāì īĨ هóĻĔ īĨ ١ ط ر: ÙĝĻĝè. ٢ ر: وóĺóĝÜ. ٣ ر: واÿĻĥíÝĤ. ٤ ر: ñđÝĘروا. ٥ ر: وכĤñכ. ٦ ر: ĩĬÍĘא. ٧ ح ط ر: ź ñìËĺ. ٨ ح ر: įĭĭĨ. .ûĨאİ çĀ ،ħİïĭĐ - ط ٩ ١٠ ط + اĭĤ×Ĺ. ٥ ١٠ ١٥ 812 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Üçüncüsü: Hz. Âdem, imtihanın kendisiyle başlaması mümkün olan bir şeyle kınanmıştır. Kaldı ki insan bu tür imtihanlar için yaratılmıştır. Nitekim bu durum “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” [ el-Bakara 2/30] âyetinde de belirtilmiştir. Ancak Allah, ihsanını ve cömertliğini belâ ve imtihanına öncelemek sûretiyle kullarını bu imtihana hazırlar. Bu bağlamda Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik.” [ el-A‘râf 7/168] Daha sonra bu meselede, Âdem dışındakiler için oldukça etkili bir ders ve uyarı söz konusudur. Ayrıca kalplerdeki günahların tehlikesinin büyüklüğüne de işaret edilmiştir. Kendisine hilâfet verilen, melekler tarafından secde edilen ve ilimle müşerref kılınan insan ırkının atası Âdem’in bu ölçekte bir hatadan dolayı azarlanıp cezalandırılması, Allah’ın emrinde bir gevşekliğin, hükmünde herhangi iltimasın olmadığı bilinsin ve idrak edilsin diyedir. Böylelikle kulların günaha karşı sürekli dikkatli, ihtiyatlı olmaları, endişe hissetmeleri, ceza ve kınanmayı gerektiren eylemlerden kaçınmaları gerekir. Hz. Âdem’in yasağı hatırında tutmuş, ancak bunun haram kılmaya yönelik bir yasak olmadığını düşünmüş olması da muhtemeldir. Bu durumun birkaç izahı olabilir: Her ne kadar bu yasak, ilgili yasağın haram kılma anlamına geldiğine delâlet eden “Zalimlerden olursunuz.” ifadesiyle birlikte zikredilmiş olsa da Âdem’in yasağı hatırlaması, fakat ikinci ifadeyi yani “Zalimlerden olursunuz.” uyarısını unutmuş olması, böylece zihninin karışmış olması da muhtemeldir. Çünkü [ikinci ifadenin hatırlanmaması hâlinde] bu yasak haram kılmaya yönelik bir yasak olabileceği gibi o ağaçtan yemek helâl olduğu hâlde başka ağaçları tercih etmesi gerektiği anlamında bir ifade de olabilir. Yine bu yasak, ağaçtaki bir hastalıktan kaynaklanıyor da olabilir ki bu durumda yasak haramlık değil, rahmet yasağı olur. Dolayısıyla bütün bu ihtimalleri düşünmüş olan Âdem, umduğu ve istediği bir faydayı elde etmek için, bu zararı göze almış olabilir. Ayrıca Âdem’in “Zalimlerden olursunuz.” ifadesini hatırlamış olması, fakat bunun haddi aşma anlamında zulüm değil de, kusur işleme ve kendilerine zarar vermeleri anlamında bir zulüm olduğunu düşünmüş ve bu anlamdaki zulmü göze almış olması da muhtemeldir. Onun aklında bu ihtimallerin oluşması şeytanın vesveselerindendir. Ancak Âdem şeytanı göremediği için bütün bunların vesvese değil ilham olduğunu düşünmüş olabilir. Bundan dolayı da aslında yasağı unutmamış olsa bile, unutmuş gibi bir konumda bulunmuştur. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 813 :אلĜ ßĻè įĝĥì įĥáĩĤو ،įÖ ÙĭéĩĤا ٢ ١ ÕÜijĐ ÖאñĤي ijåĺز اïÝÖاء واáĤאßĤ: أįĬ إĩĬא ٣ إùèאįĬ ħĺïĝÜ įĝĥì دّ ijĐ įĨóכÖ įĭכĤ [٣٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۜ © žِ¿ َْ اÊْر ِض َr ۪ «َÁًŸ_ ٌ Yِ jَ ¿²ِّ۪ ﴿ا ْ َo ³ََ ِ Yت َو ّ اªَ ِّÁَٔـ ِ Yت﴾ [اóĐźاف، ªYِ \ ْ ¶Yُ َ ²¹َْ «َ ٤ đÜאĵĤ:﴿ َو\ אلĜ ،įÐŻÖو įÝĭéĨ ĵĥĐ įÐŻĺوإ .[١٦٨/٧ نÍĘ ب؛ijĥĝĤا ĹĘ بijĬñĤا óĉì ħĻčđÜ įĻĘو ،هóĻĕĤ óäز ēĥÖأ] أ ١١٦] כĤذ ĹĘ ħà اñıÖ ÕÜijĐ ħĥđĤאÖ ٦ ٥ اÐŻĩĤכÙ واÿĻāíÝĤ أÖא اĤ×óý واijāíĩĤص ÖאÙĘŻíĤ وïåøة اïÖأ ً نijĬijכĻĘ ،אةÖאéĨ įĩכè ĹĘ źو ادةijİ ųا Ʃ óĨأ ĹĘ ÷ĻĤ įĬأ ħĥđĻĤ ÙĤõĤا īĨ رïĝĤا .ÙÖijĝđĤوا ÛĝĩĤا Õäijĺ אĩĐ ÙĩāđĤאÖ įĻĤإ نijĐõęĺو ÙęĻìو ٧ رñè ĵĥĐ نijכĺ įĬÍĘ ؛ħĺóéÜ ĹıĭÖ ÷ĻĤ įĬأ įĤא×Ö óĉì īכĤ َ ĹıĭĤا ċَ ِ ęَ وģĩÝéĺ أن ĺכijن è ِ ۪̄ َÁ± ﴾وذĤכ دÙĤź ªYَ ªا ّ ±َR ِ Yَ ²¹§ُ cَžَ﴿ :įĤijĝÖ אً ĵĥĐ وijäه، وذĤכ اĹıĭĤ وإن כאن óĝĨوĬ įäو įĻĥĐ į×ÝüאĘ óìŴا اñİ ĹùĬ īכĤ َ ĹıĭĤا ċَ ِ ęَ è نijכĺ أن ģĩÝéĺ īכĤ ٨ اħĺóéÝĤ įĻĘ ٍ اءïĤ نijכĺ ïĜو .įĥè ďĨ įĻĥĐ هóĻĔ אرáĺŸ نijכĺ ïĜو ħĺóéÝĥĤ نijכĺ ïĜ įĬÍĘ ؛ĹıĭĤا ďęĭĤ ٍ رóąĤا ģّ ĩéÜو כĤذ įĩİو ĵĤإ ě×ùĘ ،ÙĨóè ź Ùĩèر ĹıĬ نijכĻĘ ،įĻĥĐ رóĄو ٩ رäאه وĥĈ×į. ħĥčÖ ÷ĻĤ įĬأ هïĭĐ ďĜو īכĤو﴾ ±Áَ ¯۪ ِ ªYَ ªا ّ ±َR ِ Yَ ²¹§ُ cَžَ﴿ :įĤijĜ ċَ ِ ęَ è įّ وģĩÝéĺ أĬ ّģ ذĤכ ĩĤא ذכĬóא. وإĝĺאع ăđÖ ñİه ĩéÜو אĩıùęĬÉÖ ارóĄوإ אنāĝĬ ħĥČ ijİ ģÖ ٍ ïđÜ א ź وÙøijø؛ įĬŶ כאن ź ً ĨאıĤإ įĭČ īכĤ ،אنĉĻýĤا Ùøijøو īĨ כאن į×ĥĜ ĹĘ هijäijĤا َ وإن כאن ً èאčĘא. ĹıĭĤا ĹøאĭĤכא אرāĘ įĭĺאđĺ ١ ر: ĩĬŶא. ٢ ر: اïÝÖźاء. ٣ ح: ħĺïĝÖ. ٤ ر: ĝĘאل. ٥ ط: وijåùĨد. ٦ ط: واÿāíĩĤ. ٧ ر: ñĐر. .ûĨאİ çĀ ،ħĺóéÝĤا - م ٨ ăđ×Ö ėĭāĩĤا įĥĝĬ ،يïĺóÜאĩĤا مŻכ īĨ ÷×ÝĝĨ אĭİ ĵĤإ» ďäاóÝĤا īĨ وهïĐ īĻÖو įĭĻÖ ىóä אĨ ةóáכĤ» :įĤijĜ īĨ ٩ اĘóāÝĤאت. اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .٩٧-٩٣/١ ٥ ١٠ ١٥ 814 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir diğer yorum da şöyledir: Yasak belirli bir ağaç ile ilgili olsa, burada kasıt hem o ağacı hem de o cinsteki bütün ağaçları kapsar. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselâmın elinde ipek ve altın olduğu hâlde ashabının yanına çıktığı ve “Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helâl kılınmıştır.”1 buyurduğu nakledilir. [Burada Hz. Peygamber aleyhisselâm sadece elinde tuttuğu altın ve ipeği değil, hem onları hem de bütün altın ve ipek cinslerini kastetmiştir.] Benzer şekilde doktor hastaya “Şu yemeği yeme, senin için zararlıdır.” derken sadece o yemeğin bizzat kendisini değil, hem kendisini hem de cinsinin tamamını kasteder. İşte Âdem de yasağın sadece belirli bir ağaç ile ilgili olduğunu, cinsin tamamını kapsamadığını düşünmüştür. Bütün bunlara ilâveten zamanın uzaması, yiyeceğin yenilmek istenmesi, ağacın fazlasıyla güzel ve alımlı olması gibi sebepler de etkili olmuştur. Bunun neticesinde ağaçtan ilk yiyen Havvâ oldu. Ancak herhangi bir değişiklik olmadı. İblîs’in dışında daha önce isyan eden bir kimse görülmemişti. İblîs de isyan ettiği gibi cezalandırıldı. Âdem, buna bakarak yasak hükmünün sadece o ağacın kendisi ilgili bir durum olduğu ya da yasağın kalktığı yönünde bir ictihadda bulundu. Ancak böyle bir ictihadda bulunması câiz değildi, çünkü konu, hakkında nassın bulunduğu bir konuydu, vahiy kesilmiş değildi. İctihad yapma konusunda mazur görüldü, çünkü daha önce böyle bir ictihadda bulunması yasaklanmamıştı. Ağaçtan yeme konusunda ise mazur görülmedi, çünkü bu husus daha önce kendisine yasaklanmıştı. Semerkant âlimleri, peygamberlerin fiilleri hakkında “ zelle (küçük hata)” kelimesini kullanmazlar. Çünkü “ zelle”, günahın bir çeşididir. Bu yüzden onlar şöyle derler: Peygamberler en faziletli, en iyi (evlâ) olanı yapmış, [bazen de] terk etmişlerdir. Uyarılmalarının, cezalandırılmalarının sebebi de en faziletli olanı terk etmeleridir. Buhara âlimleri ise “ Şeytan onların ayağını kaydırdı.” [ el-Bakara 2/36] ve “ Şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti.” [ Âl-i İmrân 3/155] âyetlerindeki kullanımın gereği olarak “ zelle” kelimesini peygamberler hakkında kullanırlar ve bu lafzı “ilâhî emre muhalif olan bir fiilinin peygamberler tarafından kasıtsız olarak ve fiil esnasında bunun hata olduğunu bilmeksizin, fiilin ardından da aynı fiilde ısrar etmeksizin yapılması” şeklinde açıklarlar. Buna göre “ zelle” tıpkı çamurda yürüyen bir kimsenin durumu gibidir ki bu kimse bilerek ve isteyerek çamura girmez, ama girdikten sonra da iki ayağı üzerinde duramaz. Kuşeyrî şöyle der: 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 146; İbn Mâce, “Libas”, 19; Ebû Dâvûd, “Libas”, 12. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 815 ًא إĵĤ óåüة ıĭĻđÖא واóĩĤاد Ĺİ ĘאąĨ כאن ĹıĭĤا أن įĥĺوÉÜ īĨ óìآ įäوو ١ óìج وĹĘ ïĺه óĺóè وذÕİ وĜאل: وأĭäאıøא כĩא روي أن اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم ģכÉÜ ź :ăĺóĩĥĤ ÕĻ×ĉĤا لijĝĺ אĩوכ ٢ .«ħıàאĬŸ ģٌèِ ĹÝĨأ رijذכ ĵĥĐ امóè انñİ» ź įĭĻĐ īĐ ĹıĭĤا أن هïĭĐ ďĜijĘ įĤאáĨوأ įĭĻĐ įÖ ïĺóĺو ،كóąĺ įĬÍĘ אمđĉĤا اñİ īĨ óĻĔ، واąĬאف إĵĤ ñİا أĻüאء أóì īĨ ijĈل اïĩĤة وģĻĨ اĉĤ×ď إĵĤ اÉĩĤכijل وزĺאدة ħĤو ģכŶا ĵĤإ اءijè Ûĝ×øو ،אıĻĤإ ÙĻĐدا ÛĬכאĘ ةóåýĤا ĹĘ ÛĬכא ÙĘאĉĤو Ùĭĺز ïıÝäאĘ ،ĵāĐ אĩכ ÕĜijĐ ïĜو÷ ĻĥÖإ źإ א ً ĻĀאĐ אıĥ×Ĝ óĺ ħĤو ،ءĹü אıĻĥĐ óıčĺ ïĜ ĹıĭĤا أن أو ةóåýĤا هñİ īĻĐ ĵĥĐ óāÝĝĨ ĹıĭĤا ħכè أن ĵĥĐ אدهıÝäا ďĜijĘ ٣ ñİا اıÝäźאد؛ įĬŶ כאن ĹĘ ďĄijĨ وijäد اÿĭĤ؛ ÍĘن اĹèijĤ ħĤ įĤ õåĺ ħĤو .ďęÜار نŶ ،ģכŶا ĹĘ رñđĺ ħĤو įĭĐ ĹıĭĤا įĤ ě×ø īכĺ ħĤ įĬŶ ؛įĻĘ ٤ ًא، وñĐر đĉĝĭĨ īכĺ ٥ .įĭĐ ě×ø כאن ĹıĭĤا ،ÕĬذ عijĬ אıĬŶ אء؛Ļ×ĬŶا אلđĘأ ĵĥĐ ÙĤõĤا ħøا نijĝĥĉĺ ź ïĭĜóĩø ÙĩÐأ ħà ٦ ijĥđĘا اęĤאģĄ وóÜכijا اģąĘŶ ÜijđĘ×ijا įĻĥĐ. وأÙĩÐ íÖאرى أijĝĥĈا ñİه ijĤijĝĻĘن: ُ·ُ﴾ [آل َّ ª{َcَ~ا ْ Y¯َ َ ²ِّ َ ْÁ َ ُYن﴾ [اĤ×óĝة، ٣٦/٢]، ﴿ا ƒªا ّ Y¯َ·ُ َّ ََزª Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ ٧ ÙĻąĝĤ ÙčęĥĤا ħıĭĨ فŻíĤا ĵĤإ ïāĜ óĻĔ īĨ óĨŷĤ אęĤאíĨ ً ďĝĺ ģđĘ ٌ אıĬÉÖ אİوóùĘو] ١٥٥/٣ ،انóĩĐ ،ģđęĤا ïđÖ įĻĥĐ ħıĭĨ ارóĀإ źو ،ģđęĤا ÙĤאè َ فŻì ٌ įĬÉÖ ħıĤ ħĥĐ źو ،ģđęĤا ģ×Ĝ אمĨŸا אلĜ .אıĻĥĐ įĭĨ אت×à źو אıĻĤإ įĭĨ ïāĜ īĐ ďĝĺ ź īĻĉĤا ĹĘ ĹüאĩĤا ÙĤõכ :ųا Ʃ اóĻýĝĤي رįĩè ١ ر + أįĬ. ٢ ïĭùĨ أïĩè، ١٤٦/٢؛ īĭø اīÖ ĨאÙä، اĥĤ×אس، ١٩؛ īĭø أĹÖ داود، اĥĤ×אس، .١٢ ٣ ر - įĤ. ٤ ر + óĻĔه. ٥ ر + Ĝאل. ٦ ح: وijĤijĝĺن. ٧ أي ąÝĜŸאء. ٥ ١٠ ١٥ 816 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âdem, meleklerce övülmüş, herkesçe de kendisine secde edilmiştir. Başında vuslat tacı, belinde kurbet (Allah’a yakınlık) kemeri, boynunda da zülfe (yakınlık) gerdanlığı vardı. Hiç kimse rütbe bakımından ondan üstün değildi, üstünlük açısından da eşi benzeri yoktu. Her an kendisine “Ey Âdem! Ey Âdem” diye seslenilirdi. Ancak çok geçmeden (daha akşam edemeden) güzel elbiseleri üzerinden çıkarıldı, Allah ile arasındaki ünsiyeti kendisinden alındı, konumu değişti, zamanı bozuldu. Şair şöyle der: Ona güvendim ama o, bana tam da güvendiğim yerden saldı tuzağını İşte böyledir sevdiklerine güvenenin hâli!1 “Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı.” Yani, şeytan onların bulundukları cennet ortamından çıkarılmalarına sebep olan hatanın (zellenin) işlenmesine sebep olan vesveseyi onlara verdi. Benzer kullanım, “Onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular.” [İbrâhîm 14/36], “O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu.” [el- Mü’minûn 23/110] ve “Kalplerinde hastalık olanların azaplarına azap ilâve eder.” [ et-Tevbe 9/125] âyetlerinde de vardır. “İçinde bulundukları konumdan” ifadesi hakkında Muhammed b. Kays şöyle demiştir: Yani, üzerlerindeki elbiselerden mahrum kaldılar ve bunun sonucunda avret bölgeleri kendilerine göründü. Bir görüşe göre burada kastedilen “cennetten çıkarılma”dır ki bu çoğunluğun görüşü olarak kabul edilmiştir. Cennet kelimesi müennes olduğu hâlde âyette müennes (dişi) zamiri olan fîhâ yerine müzekker (eril) zamir olan fîhi ifadesinin kullanılmasının sebebi, bu zamirin, ifadenin başındaki mimmâ (şeyden) kelimesindeki mâ harfine işaret ediyor olmasıdır. Diğer bir görüşe göre anlam “İçerisinde bulundukları iyi hâlden, yani nimet ve rahattan belâ ve sıkıntıya” şeklindedir. Başka bir görüşe göre ise anlam “Allah’a itaatten zelleye (hataya)” şeklindedir. “İnin! dedik”, ifadesinde geçen ihbitû kelimesi, inme, düşme, düşüş, iniş aşağı gibi anlamlara gelmektedir. Kelime, he harfinin fethalı okunmasıyla el-hebût şeklinde de okunmuştur. Hebeta fiili, lâzım ve müteaddî fiil grubundandır [yani nesnesini hem doğrudan hem de harfi cer ile alır]. Bu kelime, Âdem ve Havvâ’nın cennetü’l-huldde olduklarına ve oradan çıkarıldıklarına, yani yüksek bir yerden alçak bir yere indirildiklerine delâlet etmektedir. Bu yüzden de cennetü’l-huldün yeryüzünde bir bostan olduğu şeklindeki yorum doğru olmaz. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 83. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 817 אجÜ įøرأ ĵĥĐ ،ÙĘכאĤا دijåùĨ ،ÙכÐŻĩĤا دijĩéĨ آدم ç×Āأ įĜijĘ ïèأ ź ،ÙęĤõĤا دةŻĜ هïĻä ĹĘو ،ÙÖóĝĤا אقĉĬ įĉøو ĹĘو ،ÙĥĀijĤا ģכ ĹĘ اءïĭĤا įĻĥĐ ĵĤاijÝĺ [ ب١١٦ [ÙđĘóĤا ĹĘ įĥáĨ ÿíü źو Ù×ÜóĤا ĹĘ įøאĭÑÝøا Õĥ ُ øو įøא×Ĥ įĭĐ عõُ Ĭ ĵÝè ÷ِ ْ ĩ ُ ĺ ħĥĘ ١ ÙčéĤ: ĺא آدم ĺא آدم. وÜ×ïل ĨכאįĬ وijýÜش زĨאįĬ، Ĝאل اýĤאóĐ: َī اèŶ×אÖא. ٢ ĨÉĺ ْ īَ ا כñا Ĩ ً óכĨ Ĺِ ĭĨÉĨ īĨ Ĺِ Ĥ َ ُ ÜÉĘאح įُ وأÝĭĨ ijİو אĩıäوóì Õ×ø אنĉĻýĤا Õّ ۖ﴾ أي ø× µÁِ ž۪ Yَ ²Y¦َ Yَ ¯ّ®ِ Y¯َ·ُjَ yَrْ َ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو َ ِۚ Yس﴾ ³ªا ّ ±َR ِ اyÁً g۪¦َ ±َ ْ «َ «Šْ َ َ ا ±ّ ·َُ ²ِّ ٣ ÖאóíĤوج وijİ כįĤijĝ:﴿ ا ُóĨا ÉĘ źزƪ אıÖ ĹÝĤا ÙøijøijĤا ۪ ي﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١١٠/٢٣] وįĤijĜ:﴿ َžَ {َادْbُ·ْ yْ ²َْ ُ¹َْ¦ْ ِذ¦ ٰٓ« ا cّnَ ﴿ :įĤijĜو] ٣٦/١٤ ،ħĻİاóÖإ[ .[١٢٥/٩ ،ÙĺijÝĤا﴾ [Yً jْ ِ ر ĵÝè įĻĘ אĬכא يñĤا אس×ĥĤا īĨ أي :÷ĻĜ īÖ ïĩéĨ אلĜ ﴾ۖ µÁِ ž۪ Yَ ²Y¦َ Yَ وįĤijĜ:﴿ ِ®ّ¯ ïÖت ĩıĤא ijøآĩıÜא. وģĻĜ -وijİ ijĜل اŶכóá:- أي īĨ اÙĭåĤ وإĩĬא Ĝאل “įĻĘ “وħĤ ÙĩđĭĤا īĨ Ĺĭđĺ ،įĻĘ אĬכא يñĤا אلéĤا īĨ أي :ģĻĜو . "אĨ "įĤijĜ ĵĤإ אĘóĀ "אıĻĘ" ģĝĺ واóĤاÙè إĵĤ اĤׯء واïýĤة. وģĻĜ: أي īĨ اĉĤאÙĐ إĵĤ اÙĤõĤ. زمź ćَ َ×ijط ÖאçÝęĤ اïéĤور، وİ× ُ×ijط اïéĬźار، واıĤ ْ ³َY ْا¶ِ[ ¹ُا﴾ اıĤ وįĤijĜ:﴿ َو¢ُ» ٍ . ودÛĤ اĤכÙĩĥ أĩıĬא כאĬא ĹĘ Ùĭä اïĥíĤ ßĻè أóĨا ÖאïéĬźار وijİ اõĭĤول īĨ وïđÝĨ .رضŶا ĹĘ אنÝù×Ö įĥĺوÉÜ ħĝÝùĺ ħĥĘ ،ģęø ĵĤإ ijĥĐ ١ ط ر- ĺא آدم. ٢ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٣٨/١ ُóĨوا. ٣ ط: ÉĘ ٥ ١٠ ١٥ 818 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âdem ve Havvâ iki kişi olmalarına rağmen ifadenin çoğul hâlinde gelmesi onlarla beraber başkasını da ihtiva etmesindendir. Bu bağlamda Mücâhid, “Hitap Âdem, Havvâ ve şeytan içindi.” demiş; Abdullah b. Abbas ve Süddî de “Hitap, onlara ve yılana idi.” demiştir. Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir rivayette “Hitap, beş kişiye idi, beşincileri de tavus kuşuydu. Çünkü tavus kuşu, İblîs’e yılana gitmesini işaret etmişti. Bu yüzden de onlarla birlikte cennetten çıkarıldı.” denmiştir. Cennetten çıkarılma emrine dair kelime, hepsinin beraber çıkarılmasına delâlet etse de bu böyle olmamıştır. Hepsi beraber cennetten çıkarılmış değillerdir. İblîs, “Oradan in!” [ el-A‘râf 7/13], “Oradan çık!” [ el-Hicr 15/34] ve “Allah dedi ki: Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan.” [ el-A‘râf 7/18] âyetlerinde de görüldüğü üzere lânetlendiği zaman cennetten çıkarılmıştır. Âdem, Havvâ ve yılan ise ondan çok daha sonra çıkarılmışlardır. “Siz ikiniz oradan inin.” [Taha 20/123] ifadesi, üçüncü bir şahıs için değil sadece Âdem ve Havvâ içindir. Bir görüşe göre “İnin” ifadesinde çoğul bir hitap kullanılmasının sebebi Âdem ve Havvâ’ya hürmettir. Benzer kullanım başka âyetlerde de vardır. Hâk Teâlâ, “ Dâvûd ile Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.” [ el-Enbiyâ 21/78] âyetinde Dâvûd ve Süleyman’ın isimlerini zikretmiş ama hem onları hem de zürriyetlerini kastetmiştir. Aynı durum “İkisi de ‘İsteyerek geldik.’ dediler.” [ Fussilet 41/11] âyetinde de söz konusudur. [Çünkü burada “geldiler” fiili tesniye (ikil) değil, çoğul kullanılmıştır.] Yani bizimle beraber olan kulların tamamıyla denmek istenmiştir. Diğer taraftan bu emrin zâhir anlamı, yeryüzüne inmeye yöneliktir. Ancak bir görüşe göre bununla kastedilen şey, işlenilen “ zelle” sebebiyle mertebenin düşmesi, konumun alçalmasıdır. “Birbirinize düşman olarak” Yani İblîs, Âdem ve Havvâ’ya, onlar da İblîs’e düşman olarak. Yılanın da onlar arasında zikredilmesi mümkündür, çünkü neticede yılan insanların düşmanıdır, insanları sokar, insanlar da onu kovarlar. Aynı şekilde İblîs insanları fitneye sürükler, insanlar da ona lânet ederler. Eğer ibarede yer alan ba‘duküm (kiminiz) lafzıyla Âdem, Havvâ ve soyları kastedilmişse, o zaman kastedilen düşmanlık dünyada birbirini çekememekten, kıskanmaktan ve haset etmekten veya dinde ihtilâf etmekten kaynaklanır. Bu ifade “Düşman olun!” anlamında bir emir değildir. Aksine aralarında bulunan düşmanlık hakkında bir haber (bildirim) cümlesidir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 819 אلĜ .אĩİóĻĔ אĩıđĨ אولĭÝĺ įĬأ אĩĤ óכñĤا ě×ø ĹĘ אنĭàا אĩİو ďĩåĤאÖ óĨŶا ħà ١ اĉíĤאب Ŵدم وijèاء وإĻĥÖ÷. Ĝאل اīÖ Đ×אس واïùĤي: اĉíĤאب ħıĤ :ïİאåĨ َ ÷ĻĥÖإ دلƪ ïĝĘ ،אوسĉĤا ħıùĨאìو ÙùĩíĤ ijİ :Ùĺروا ĹĘ אس×Đ īÖا īĐو .ÙĻéĥĤو .ÙĭåĤا īĨ ħıđĨ جóìُ ÉĘ ٢ ÙĻéĤا ĵĥĐ īĻè ÷ĻĥÖإ ć×İ ģÖ ،Ùĥĩä ħıĈij×İ כאن אĩĘ Ùĩĥכ ĹĘ ħıĩčÝĬا وإن óĨŶا اñİو و] ٣٤/١٥ ،óåéĤا﴾ [Y·َ³ْ®ِ جْyُrYْ žَ﴿ :אلĜ [١٣/٧ ،افóĐŶا﴾ [Y·َ³ْ®ِ ْ ]ِ¶Yْ žَ﴿ :įĤijĜ ģĻĤïÖ īđُ Ĥ ۜ﴾ [اóĐŶاف، ١٨/٧] وİ×ijط آدم وijèاء واÙĻéĤ כאن ïđÖه را¹ً nُ uْ®َ Y®ً ؤُ۫ wْ®َ Y·َ³ْ®ِ جْyُrا ْ لYَ َ ¢﴿ .óĻáכÖ :ģĻĜو .óĻĔ ź اءijèو دمŴ ijıĘ [١٢٣/٢٠ ،įĈ] ﴾YÁ ً ¯۪ jَ Y·َ³ْ®ِ Yَ ]ِ¶اْ ﴿ :įĤijĜ אĨوأ ِ ْذ َْÁ ٰ ¯±َ ا א ĩıĬÉýĤא כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوَد ُ۫اوَد َو ُ~» ً đĘر ďĩ ُ ﴿ ْا¶ِ[ ¹ُا﴾ ĉìאب ĩıĤא وإĩĬא ä À±] ﴾اĬŶ×Ļאء، ٧٨/٢١] أو ŶرادĩıÜא َۙ u۪ ¶Yِ ‚َ ْ·ِ¯ِ §ْ oُ ِ ª Yَ ³ّ¦ُوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ﴾ ثِ yْoَ ْ ªا¿ žِ نYِ ¯َ §ُ oْ َ À .ěĥíĤا īĨ אĭĻĘ īĩÖ أي] ١١/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾±Áَ ۪ ِ ٓYئ Žَ Y³َÁَْ bَ َ َ ـcٓY ا ªYَ ďĨ ذرĩıÝĺא وijİ כįĤijĝ:﴿ ¢ ħà Čאóİ ñİا اóĨŶ ÖאõĭĤول إĵĤ اźرض. وģĻĜ: أراد įÖ اĉéĬאط اÜóĩĤ×Ù وāĝĬאن .ÙĤõĤا Õ×ùÖ ÙĤõĭĩĤا ٌۚ﴾ أي إĻĥÖ ÷ĩıĤא وĩİא ĻĥÖŸ÷، وإن ďĩä ħıđĨ َِ[ْ ‰ٍ َ ُuّو ª ْ §ُ ‹ُ ْ َ وįĤijĜ:\﴿ ħıĭÝęĺ ÷ĻĥÖوإ אıĬijđĘïĺ ħİو ħıđùĥÜ Ĺİ ،אİوïĐ ħİو آدم ĹĭÖ وïĐ ijıĘ ÙĻéĤا وħİ įĬijĭđĥĺ. ÍĘن أرïĺ ÖאŶول آدم وijèاء وذرĩÝĺא ĘאđÝĤאدي īĨ اéÝĤאïø ĹĘ اĻĬïĤא أو .įĥĻāéÝÖ ٌ اŻÝìźف ĹĘ اīĺïĤ، وñİا إì×אر īĐ כįĬij ź أóĨ ١ ح + ñİا. .ûĨאİ çĀ ،ÙĻéĤا ĵĥĐ َ ÷ĻĥÖإ دلƪ ïĝĘ ،אوسĉĤا ħıùĨאìو ÙùĩíĤ ijİ Ùĺروا ĹĘ אس×Đ īÖا īĐو - ح ٢ ٥ ١٠ ١٥ 820 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle demişlerdir: Şeytanla [ Âdem ve oğulları arasındaki] düşmanlık dinîdir ve din bâki kaldığı müddetçe de devam edecektir. Yılan ile düşmanlık ise fıtrîdir ve fıtrat bâki kaldığı müddetçe devam edecektir. Öte yandan bu düşmanlık, bizimle onlar arasında kesin bir durumdur, zafer ise Allah’ın kendileriyle beraber olduğu grubun olacaktır. Bir görüşe göre Allah, “birbirinize düşman olarak” buyurduğunda Âdem, “Elhamdülillah, Allah, ‘Ben sizin düşmanınızım.’ demedi.” diye karşılık vermiştir. Burada kullanılan el-adüvv (düşman) kelimesi arkadaşına kötülük etmede haddi aşan ve saldırıda bulunan kimse anlamına gelir ve te‘addî (haddi aşmak) ifadesinden türer. Bu kelime tekil-çoğul, erkek-kadın fark etmeksizin herkes için kullanılır. Hak Teâlâ “Onlar düşmandır, onlardan sakın!” [el-Münâfikūn 63/4] buyurmuştur. Çünkü bu kelime mastar formundadır. “Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak vardır.” Yani istikrar bulacak ve yerleşecek yer vardır. Karra, karrara ve istekarra fiilleri yerleşmek, karar kılmak anlamına gelir. Âyette kullanılan müstekarr kelimesi de istikrar mekânı demektir. Bir görüşe göre bu kelimeden kastedilen, dünya hayatında yeryüzünde karar kılınan yerdir. Diğer bir görüşe göre ise -ki bu görüşün sahibi Süddî’dir- bu kelimeden kastedilen kabirdir. Kişi için üç farklı müstekarr [barınak, konaklama] vardır: Birincisi ana rahmidir. Bu bağlamda Hak Teâlâ, “O, sizi bir tek candan yaratandır. Sizin bir karar kılma yeriniz, bir de emanet bırakılma yeriniz var.” [ el-En‘âm 6/98] buyurmuştur. Kişi, önce babanın sulbüne konulur, daha sonra anne rahmine yerleştirilir. İkincisi dünyadır. Hak Teâlâ “Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak vardır.” [ el-Bakara 2/36] buyurmuştur. Üçüncüsü âhirettedir. Bu ya “O gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer daha güzeldir.” [el- Furkān 25/24] ve “O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.” [ el-Kıyâme 75/12] âyetlerinde olduğu gibi cennettedir ya da “Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.” [el- Furkān 25/66] âyetinde belirtildiği gibi cehennemdedir. “Yararlanma” Bir görüşe göre bu ifadeden kasıt maişet/geçim, bir başka görüşe göre müddet, bir diğer görüşe göre menfaat ve bir başka görüşe göre ise yeterli olacak şeydir. Başka bir görüşe göre bu kelime yeme, içme, giyim ve barınma gibi hayatın içerisinde yer alan ihtiyaçlardan fayda elde etmek anlamındadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 821 ÙĻđĻ×Ĉ ÙĻéĤا ďĨ اوةïđĤوا ،īĺïĤا ĹĝÖ אĨ ďęÜóÜ ŻĘ ÙĻĭĺد ٌ÷ ĻĥÖإ ďĨ اوةïđĤا ١ وĜאijĤا: ħıđĨ ųا Ʃ نijכĺ א ً Öõèِ ّ īכĤ ħıĭĻÖو אĭĭĻÖ تïכÉÜ ٣ اوةïĐ هñİ ħà .ď×ĉĤا ٢ ĹĝÖ אĨ ďęÜóÜ ŻĘ כאن اóęčĤ ħıĤ. ħכĤ אĬأ ":ģĝĺ ħĤ ٥ "ų ٤ آدم: "اïĩéĤ Ʃ ٌۚ﴾ وĜאل َِ[ْ ‰ٍ َ ُuّو ª ْ §ُ ‹ُ ْ َ وģĻĜ: ĩĤא Ĝאل: ﴿\ ħà .يïđÝĤا īĨ ذijìÉĨ ،į×èאĀ وهóכĨ ĹĘ هïèّ [ أ ïĐو"، واïđĤو ijİ اåĩĤאوز [١١٧ ﴾ۜ ْ ¶ُرْwَ nYْ žَ ُوّuُ َ ْ ªا ُ¶ ُ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ĵáĬŶوا óכñĤوا ďĩåĤوا ïèاijĥĤ çĥāĺ ħøا ijİ [اĭĩĤאijĝĘن، ٤/٦٣] وñİا įĬŶ ĵĥĐ ĭÖאء ăđÖ اāĩĤאدر. ƫ óَ ĝَ Ý ْ ùُ ، واĩĤ ّ ر واóĝÝø ّ óĜ ïĜو ،ارóĜ ďĄijĨ أي﴾ ٌ َ ُ§ ْ žِ¿ َْ اÊْر ِض ُR َْcّ£َy وįĤijĜ:﴿ َوª Ĩכאن اóĝÝøźار. وģĻĜ: أراد ÖאóĝÝùĩĤ ďĄijĨ اóĝĤار īĨ اŶرض ĹĘ اĻéĤאة. وģĻĜ: :ĵĤאđÜ אلĜ ،مŶا ħèر :ÙàŻà óĝÝùĩĤا ħà .يïùĤا لijĜ ijİو ،رij×ĝĤا ďĄijĨ įÖ أراد .مŶا ħèر ĹĘ ƪ óِ ĝُ ۜع﴾ [اđĬźאم، ٩٨/٦] أودع ĹĘ ÕĥĀ اŶب واÝø ٌ ٌ َوُR َْcَ¹ْد yّ£َcَْ ¯ُ žَ﴿ ،ĵ×ĝđĤا ĹĘ ßĤאáĤوا] ٣٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ٌ َ ُ§ ْ žِ¿ َْ اÊْر ِض ُR َْcّ£َy ٦ Ĝאل: ﴿َوª واáĤאĹĬ: اĻĬïĤא، »ٰ ªِ y ُ ®َْc£َ ًّyا﴾ [اĜóęĤאن، ٢٤/٢٥] وĜאل: ﴿ا ٌ Áْrَ wٍئِRَ¹َْ À _ِ َ ³ّkَ ْ ªا بY ُ oَ †ْ َ إĨא ĹĘ اÙĭåĤ، Ĝאل: ﴿ا ﴾Y®Y ً £َ®ُوَ اyًّ £َcَْ ®ُ تْ ءYَ ~َٓ Y·ََ ²ِّ ٧ وإĨא ĹĘ اĭĤאر: ﴿ا ۜ﴾ [اĻĝĤאÙĨ، ١٢/٧٥[ ُyّ£َcَْ ¯ُ ْ ۨ اª َ¹َْRِئٍw َرِّ\ ¥َ À ٨. [اĜóęĤאن، ٦٦/٢٥] ٌYع﴾ ģĻĜ: أي đĨאش. وģĻĜ: أي ïĨة. وģĻĜ: أي ÙđęĭĨ. وģĻĜ: أي ŻÖغ. وįĤijĜ:﴿ َوَRَc ُóĨīĨįÖďÝĩÝاěĘاīĨûĻđĤاŶכģواóýĤبواĥĤ÷×واùĤכĵĭوóĻĔذĤכ. وģĻĜ: اÝĩĤאعĨאĺ ١ ر: وïĜ ĜאijĤا. .ĹĝÖ ĵÝè :ر ٢ ٣ ر: اïđĤاوة. ٤ ح: Ĝאل. ٥ ط ر+ ßĻè. ٦ ح: ĹĘ اĻĬïĤא. .﴾ۜƫ óَ ĝَ Ý ْ ùُ ۨ ْاĩĤ ñٍ ِ Ñ َ Ĩ ْ ij َ ّ َ ِכ ĺ Ö َ ٰĵĤ ر ِ ٧ ر - وĜאل: ﴿ا .﴾ۜƫ óَ ĝَ Ý ْ ùُ ۨ ْاĩĤ ñٍ ِ Ñ َ Ĩ ْ ij َ ّ َ ِכ ĺ Ö َ ٰĵĤ ر ِ ٨ ر + وĜאل: ﴿ا ٥ ١٠ ١٥ 822 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kelimenin gerçek anlamı, bir şeyden uzun süre istifade etmektir. Nitekim bu bağlamda metea’n-nehâr (Gün en üst noktaya yükseldi) denir ki bununla “Gün uzadı.” denilmek istenir. Yine, istemte‘a bi’ş-şey’i “bir şeyden uzun bir müddet istifade etmek” demektir. “Belli bir süre” ifadesi belli bir noktaya, hedefe kadar demektir. Arapçada el-hîn (süre), esas itibariyle meçhul zaman dilimi için kullanılır. Şair şöyle der: Herkes elbet bir gün tabiatına (mizacına) döner Bir süre farklı huylar edinmiş olsa da Hîn (süre) kelimesi, Kur’ân’da farklı zaman dilimlerini ifade etmek için kullanılmıştır: 1. Namaz vakti anlamında kullanılmıştır: “Öyle ise akşama girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda, Allah’ı tesbih edin.” [ er-Rûm 30/17] 2. Altı ay anlamında kullanılmıştır: “Bu ağaç, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verir.” [İbrâhîm 14/25] Yani, çıktığı zamandan nemlendiği vakte kadar. 3. Kırk seneyi ifade etme anlamında kullanılmıştır: “ İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.” [ elİnsân 76/1] 4. Bazı müfessirlere göre [tefsirini yaptığımız] bu âyette dünyanın müddeti anlamında kullanılmıştır. Abdullah b. Abbas ve Süddî bu kelimeye, “ ölüm” anlamı vermişlerdir. Mücâhid ve Dahhâk şöyle demişlerdir: Âyette belirtilen belli bir süre, kıyâmet vaktine kadardır. Bu anlamda bütün insanlık için geçerlidir. Abdullah b. Abbas ve Süddî’nin kelimeye yükledikleri anlam ise bireyler hakkındadır. Cennetten çıkarıldıktan sonra Hz. Âdem, Hindistan topraklarında Serendib dağı üzerine düşmüştür. Hz. Âdem’in üzerinde cennet kokusu olduğundan ötürü düştüğü bölgede yer alan ağaçların kokusu da o düştükten sonra güzelleşmiştir. Havvâ ise Cidde’ye düşmüştür ki onunla Âdem arasında yedi yüz fersah uzaklık vardır. Öte yandan tavus Hindistan’ın çayırlarına, yılan Sicistan’a, İblîs ise Ye’cûc ve Me’cûc seddine düşmüştür. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 823 وįÝĝĻĝè ijĈل اęÝĬźאع ÖאĹýĤء، ĝĺאل: "ďÝĨ اıĭĤאر"، أي Ĉאل، و"اďÝĩÝø ÖאĹýĤء" أي .ŻĺijĈ ً įÖ ďęÝĬا ١ واīĻéĤ ĹĘ اģĀŶ اħø ĨõĥĤאن اijıåĩĤل. Ĝאل .ÙĺאĔ ĵĤإ أي﴾ ±Áٍ n۪ »ٰ ªِ وįĤijĜ:﴿ ا ٢ اýĤאóĐ: īĻèِ ĵĤإ אĜŻìأ ً ěَ ĥƪíÜ َ وإنْ įِÝِ َ ًא ِĩĻýĤ Ĩijَ ĺ ٌ ƫכģ ِ اóĨ ٍئ ِراďä ±Áَ n۪ وَ ن¹َ ُ̄ ْ bُ ±Áَ n۪ ِٰ Ãا ّ نYَ oَ ]ُْ žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ةŻĀ ÛĜijĤ آنóĝĤا ĹĘ אءäو ُb ِ‡ْ ]ُo ¹َن﴾ [اóĤوم، ١٧/٣٠]. ďĥĉĺ īĻè īĨ ijİ [٢٥/١٤ ،ħĻİاóÖإ﴾ [±Áٍ n۪ َ ©ّ¦ُ Y·ََ «¦ُ ُ ا¿ ٓb۪Qْbُ﴿ :אلĜ ،óıüأ ÙÝùĤ אءäو . َ ÕĈóُ إĵĤ أن Ü ﴾ِ y¶ْ َ uªا ّ ±َR ِ ±Á ٌ n۪ نYِ َ ²ْ ِ َ« ْاÊ «َ »bٰ َ ا© ْ¶ َ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،Ùĭø īĻđÖرŶ אءäو [اùĬŸאن، ١/٧٦]. ٣ Ĝאل اīÖ Đ×אس واïùĤي: أي وäאء ïĩĤة اĻĬïĤא כĩא ĹĘ ñİه اÙĺŴ ïĭĐ ħıąđÖ. ٤ اijĩĤت. وĜאل åĨאïİ واéąĤאك: أي إĵĤ ĻĜאم اùĤאÙĐ. وñİا ĹĘ ěè اďĻĩåĤ، واŶول ĹĘ َ وĤñĤכ ĈאÛÖ Õĺïِ ْ Ĭ َ óَ ø ģ×ä ĵĥĐ ïĭıĤا رضÉÖ آدم ďĜو اijĉ×َ ěè اóĘŶاد. وĩĤא İ ÙÐאĩđ×ø אĩıĭĻÖو ةƪ ï ُ åÖ اءijè ÛđĜوو .ÙĭåĤا çĺر īĨ įđĨ אĩĤ ÙĺźijĤا כĥÜאرåüأ ÙéÐرا ëøóĘ، وĈאوس óĩÖج اïĭıĤ، واÙĻéĤ ÝùåùÖאن، وإĻĥÖ ÷ïùÖ ijäÉĺج وijäÉĨج. ١ ر: ĔאÙĺ. .١٦٠ .ص ،ïĩéĨ īÖ ģąęĩĥĤ אتĻĥąęĩĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٢ ٣ ر + وïĜ. ٤ ح: إĵĤ اijĩĤت. ٥ ١٠ ١٥ 824 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Başka bir görüşe göre yılan İsfahan’a, tavus Meysân’a düşmüştür ve düştüklerinde olabilecek en iyi durumdadırlar. Âdem, toprağı ekme ve hayatı idame etmeyle sınanırken Havvâ, hayız hâli, hamilelik, talâk, akıl eksikliği ve miras ile sınanmıştır. Allah, yılanın ayaklarını içine doğru yarattı ve yiyeceğini de toprak kıldı. Tavusun ayaklarını çirkinleştirdi. İblîs’i de en çirkin sûrette ve en rezil hâlde yarattı. Âdem ve Havvâ’nın cennette oturma süreleri âhiret günlerine göre öğle vaktinden ikindi vaktine kadardı. 37. Derken, Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı, onlarla amel edip Rabbine yalvardı. O da bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır. [ el-Bakara 2/37] “ Âdem aldı.” Bu ifadede geçen telekkâ kelimesi, aldı ve ezberledi anlamına gelmektedir. Nitekim [ Arap dilinde] şöyle denilir: Telekkayne’l-hâc (Hacılarla görüşmek için onları karşıladık). Ayrıca lekkaytühu’ş-şey fetelekkâhu, lekkantühu fetelekkanehu, lekaftühu felekkafehu kelimeleri aynı anlama gelmektedir. “Rabbinden birtakım kelimeler” ibaresinde yer alan el-kelimât, kelimenin çoğul hâlidir. Kelime ise harflerin bir araya gelmesi demektir. el-Kelimât, Kur’ân’da farklı anlamlarda kullanılmıştır: 1. İlim anlamında kullanılmıştır: “De ki: Rabbimin ilmini yazmak için denizler mürekkep olsa…” [ el-Kehf 18/109]. 2. Kur’ân anlamında kullanılmıştır: “ Rabbinin kelimesi doğruluk ve adâlet bakımından tamdır.” [ el-En‘âm 6/115] 3. Farzlar, emirler anlamında kullanılmıştır: “Bir zaman Rabbi, İbrâhim’i birtakım farzlarla [emirlerle] sınamış…” [ el-Bakara 2/124]. 4. Vaad, söz anlamında kullanılmıştır: “Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme olmaz!” [ Yûnus 10/64] Bu âyette kelimelerden kastedilen anlam hususunda ihtilâf edilmiştir. Hz. Ali ve Mücâhid’e göre bu kelimeler şöyledir: Ya Rabbi! Senin dışında hiçbir ilâh yoktur. Hamd Sana’dır. Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Allah’ım! Ben bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Beni bağışla, şüphesiz Sen, bağışlayanların en hayırlısısın! Ya Rabbi! Senin dışında hiçbir ilâh yoktur. Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Allah’ım! Ben bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Sana tövbe ettim, tövbemi kabul eyle. Şüphesiz Sen, tövbeleri kabul eden merhamet sahibisin! Ya Rabbi! Senin dışında hiçbir ilâh yoktur. Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Allah’ım! Ben bir kötülük işledim, kendime zulmettim. Bana merhamet eyle. Şüphesiz Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın! 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 825 وģĻĜ: وÛđĜ اÙĻéĤ ıęĀÍÖאن، وĈאوس ùĻĩÖאن وכאijĬا ĹĘ أīùè èאل، ĘאĹĥÝÖ آدم ÖאóéĤث واĤכÕù، وijèاء ÖאăĻéĤ واģĩéĤ ƪ واĉĤْĥِě وāĝĬאن اģĝđĤ واóĻĩĤاث. ģđäو אوسĈ Ĺĥäر çّ َ ، وĜ× א اóÝĤاب َ ıَ ÜijĜُ ģđäو אıĘijä ĹĘ ÙĻéĤا ħÐاijĜ ųا Ʃ ģđäو óıčĤا ÛĜو īĨ ÙĭåĤا ĹĘ اءijèو آدم ßכĨ وכאن .ÙĤאè çąĘوأ رةijĀ ç×ĜÉÖ ÷ĻĥÖإ إĵĤ وÛĜ اóāđĤ īĨ أĺאم اóìŴة. ُ ħĻè۪ ƪ ƪ ُ اب اóĤ ijƪ َ اÝĤ ijİُ ُ ۜ ِاįĬƪ įِ ْ ĻĥَĐَ אب َ َ َ ٍ אت َÝĘ ĩĥِכَ į۪ ِ ّ Ö َ ر īْ Ĩِ ُ َم ادٰ ĵٓĝ Ʃ ĥََ ÝĘَ -٣٧ ٰ َدُم﴾ أي أñì وċęè. وĝĺאل: "ĭĻĝĥÜא اéĤאج" أي اĝÝø×ĭĥאħİ « ا ٰٓ £ّ َ «cَžَ﴿ :įĤijĜو "įęَ ƪ ĝĥĘ ُ įُ Ýęْ َ ُ" و"ĝĤ įَ ĭƪ ĝĥَ َ ÝĘ ُ įُ Ý ْ ĭƪ įÝĻƪ اĹýĤء ĝĥÝĘאه" و"َĝĤ ] وĝĺאل: "ĝĤ ĝĥĤאħıÐ،] ١١٧ب .ĵĭđĩÖ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ َرِّ\ ۪µ َ¦ِ«َ ¯ٍ Yت﴾ “اĤכĩĥאت” ďĩä כÙĩĥ، وĹİ ijĩåĨع óèوف. ادا ً uَ®ِ yُoْ ]َْ ¹َْ َ¦ َYن اª ª ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ħĥđĥĤ :אنđĩĤ آنóĝĤا ĹĘ “אتĩĥכĤا“و ﴾¥َ \ِّرَ aُ ¯َ«ِ¦َ aْ َ ¯ّ َ ِ َ§ِ»َ̄ ِ Yت َرّ۪\¿﴾ [اĤכėı، ١٠٩/١٨[. وóĝĥĤآن כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوb ª ِ َ§ِ»َ̄ ٍ Yت﴾ [اĤ×óĝة، \ µُ ُ \ّرَ Áَ ¶۪ yٰ \ِْ « ا ٰٓ ِِذ ْا\َc« [اđĬŶאم، ١١٥/٦]. وóęĥĤاăÐ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا .[٦٤/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ۜ ِ َ§ِ»َ̄ ِ Yت ّ اà ِٰ ª ©Àَ u۪ ]َْ b Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ïĐijĥĤو .]١٢٤/٢ ÛĬأ źإ įĤإ ź :įĤijĜ ١ واijęĥÝìا ĹĘ اóĩĤاد ñıÖه اĤכĩĥאت، Ĝאل ĹĥĐ وåĨאïİ: Ĺİ ،īĺóĘאĕĤا óĻì ÛĬÉĘ ĹĤ óęĔאĘ ĹùęĬ ÛĩĥČو ا ً ø×éאĬכ وïĩéÖك، رب ÛĥĩĐ ijøء ّ ĬÍĘכ ĹĥĐ ÕÝĘ ĹùęĬ ÛĩĥČو ا ً ءijø ÛĥĩĐ رب ،كïĩéÖو כĬאé×ø ÛĬأ źإ įĤإ ź ا وÛĩĥČ ً أÛĬ اijÝĤاب اħĻèóĤ، ź إįĤ إź اÛĬ ø×éאĬכ وïĩéÖك، رب ÛĥĩĐ ijøء .īĻĩèاóĤا óĻì ÛĬÉĘ ĹĭĩèאرĘ ĹùęĬ ١ ر: ĵĭđĨ. ٥ ١٠ ١٥ 826 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hz. Ali şöyle demiştir: Kim bunu söylerse, günahları denizin köpükleri ve kum taneleri kadar da olsa bağışlanır. Abdullah b. Abbas’a göre el-kelimât (kelimeler) Allah’a hamd ü senâ etmek, ondan bağışlanma dilemek ve hac ibadetlerini hakkıyla îfâ etmektir. Yani Allah Âdem’e, hac görevini yerine getirmesini ve bu esnada istiğfar anlamındaki bu duayı okumasını emretmiştir. Başka bir görüşe göre şöyle denilmiştir: Bu ibare, Hz. Muhammed aleyhisselâma salavat getirmek ve ondan şefaat dilemektir. Hz. Ömer, Hz. Peygamber aleyhisselâmdan şöyle nakletmiştir: Âdem, Allah’a “ Muhammed’in hakkı için beni affet.” demiş, Allah da ona “ Muhammed’i nereden biliyorsun?” diye sormuş, Âdem şöyle cevap vermiştir: “Beni yarattığında ve bana ruhtan üflediğinde gözlerimi açtım ve arşta ‘Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed onun resulüdür.’ ibaresinin yazılı olduğunu gördüm. O zaman, Muhammed’in Senin yanındaki kıymetini, onun mahlûkatın en değerlisi olduğunu anladım. İsmini kendi isminle zikredeceğin kadar kıymetli olduğunu anladım.” Allah da buna karşı “Evet” demiş ve Hz. Muhammed aleyhisselâmın şefaatiyle Hz. Âdem’i bağışlamıştır. Süfyân şöyle demiştir: Âdem, cennetten çıkarıldıktan sonra Allah’a şöyle demiştir: “Ya Rabbi! Hiç kimsenin Senin meşîetin ve kaderin dışında bir şey yapamayacağını biliyor olmam hatırına beni bağışla.” Bunun üzerine Allah da onu bağışlamıştır. Bir görüşe göre şöyle denilmiştir: Hz. Âdem “Ya Rabbi! Sadece Seninle aldatıldım.” demiş, Allah da “Doğru söyledin.” deyip onun tövbesini kabul etmiştir. Başka bir görüşe göre el-kelimât (kelimeler) şu duadır: Allah’ım! Sen açık gizli her şeyimi bilirsin. Özrümü kabul eyle. Ne istediğimi biliyorsun bana istediğimi ver. Nefsimde olanı biliyorsun günahlarımı affeyle! Allah’ım! Senden kalbime huzur veren bir iman, başıma gelen her şeyin Senin yazdığın kaderle geldiğini belleten kesin bir bilgi ve bana taksim ettiğin şeye rızâ istiyorum. Âdem böyle dua edince Allah da “Kim bu sözlerle Bana dua ederse onun günahları bağışlanır.” demiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 827 ïÖز ģáĨو ãĤאĐ ٍ ģĨر ģáĨ ÛĬכא وإن įÖijĬذ تóęĔ אıĤאĜ īĨ :Ġ ĹĥĐ אلĜ .óé×Ĥا ĵÝè óĨُ وĜאل اīÖ Đ×אس: Ĺİ اïĻĩéÝĤ واùÝĤ×çĻ واęĕÝøźאر واĭĩĤאøכ، Ĺĭđĺ أ .אıÖ ħĥכÜو ÛĻ×Ĥا ƪ ãè ١ روى ïĜو .įÖ אعęýÝøźوا مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ Ĺ×ĭĤا ĵĥĐ اتijĥāĤا Ĺİ :ģĻĜو :ĵĤאđÜ אلĜ ،«ĹĤ óęĕÜ أن ïĩéĨ ěéÖ» :אلĜ آدم أن مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐ ٢ óĩĐ ÛĺأóĘ ٣ ĹĭĻĐ ÛéÝĘ وحóĤا ّ ĹĘ ÛíęĬو ĹĭÝĝĥì אĩĤ» :אلĜ «ا؟ïĩéĨ ً ÛĘóĐ ėĻכ« ěĥíĤا مóأכ įĬأ ÛĩĥđĘ ųا Ʃ لijøر ïĩéĨ ųا Ʃ źإ įĤإ ź א ً ÖijÝכĨ شóđĤا אقø ĵĥĐ .įÝĐאęýÖ įĤ óęĔو ،»ħđĬ» :אلĜ .«כĩøאÖ įĩøا ÛĬóĜ ٤ ĵÝè כĻĥĐ źإ אعø ĵđùĺ ź įĬأ ĹÝĘóđĩÖ ،אربĺ» :آدم אلĜ :ųا Ʃ وĜאل Ļęøאن رįĩè .įĤ óęĕĘ ،«ĹĤ óęĕÜ أن ٥ ÝÑĻýĩÖכ وïĜرك .įĻĥĐ אبÜو ،ÛĜïĀ :אلĝĘ .כÖ źإ ÛĐïì אĨ ،אربĺ :אلĜ :ģĻĜو ħĥđÜو ،ĹÜرñđĨ ģ×ĜאĘ ĹÝĻĬŻĐو يóø ħĥđÜ כĬإ ħıĥĤا :אءĐïĤا اñİ Ĺİ :ģĻĜو כĤÉøأ ĹĬإ ħıĥĤا ،ĹÖijĬذ ĹĤ óęĔאĘ ĹùęĬ ĹĘ אĨ ħĥđÜو ،ĹĤËø ĹĭĉĐאĘ ĹÝäאè אĄور ً ،ĹĤ Û×Ýכ אĨ źإ Ĺĭ×Ļāĺ īĤ įĬأ ħĥĐأ ĵÝè אĜאدĀ ً א ً ĭĻĝĺو Ĺ×ĥĜ óüא×ĺ אً إĩĺאĬ .įÖijĬذ įĤ تóęĔ اñİ כÝĺذر īĨ אلĜ īĨ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ĹĤ ÛĩùĜ אĩÖ ١ ر: روي. ٢ ر - óĩĐ. .ûĨאİ çĀ ،ĹĭĻĐ ÛéÝĘ - ط ٣ ٤ ر: īĻè. ٥ ح: وïĜرÜכ. ٥ ١٠ ١٥ 828 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Denilmiştir ki: Allah Teâlâ Âdem’e “Kim küçük ya da büyük günah işleyip, işlediği dolayısıyla da pişmanlık duyar ve bir daha o günaha dönmemeye azmederse Ben onun tövbesini kabul ederim.” diye vahyetmiştir. Hz. Âdem de bunu Rabbinden alarak kabul edip ona göre amel etmiştir. Allah da buna karşılık onun tövbesini kabul etmiştir. Denilmiştir ki: el-Kelimât (kelimeler), emir ve nehiylerdir. Âdem, bunları kabul etmiş, kendisine verilen emir ve yasaklara harfiyen uymuştur. Allah da neticede onun tövbesini kabul etmiştir. Bunun delili “Bir zaman Rabbi İbrâhim’i birtakım kelimelerle sınamıştı…” [ el-Bakara 2/124] âyetidir. Başka bir görüşe göre ise el-kelimât (kelimeler), Âdem ve Havvâ’nın şu sözüdür: “Dediler ki: Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” [ el-A‘râf 7/23] Bu görüş, Mücâhid, Saîd b. Müseyyeb, Hasan-ı Basrî ve Rebî‘ b. Enes’in görüşüdür. Abdullah b. Abbas ve Süddî şöyle demişlerdir: Hz. Âdem “Rabbim! Beni ellerinle yarattın ve bana ruhundan üfledin. Rahmetin, öfkeni ve gazabını geçmiştir. Eğer Sana tövbe eder ve durumumu düzeltirsem beni tekrar cennete döndürür müsün?” dedi. Allah’ın “Evet” cevabı karşısında Âdem, “Eğer tövbe edersem tövbemi kabul eder misin?” diye sordu. Allah da yine “Evet” dedi. Bunun üzerine Âdem tövbe etti, Allah da onun tövbesini kabul etti. Ubeyd b. Umeyr şöyle demiştir: Hz. Âdem “Ya Rabbi! Başıma gelen şey nefsimden ötürü müdür yoksa bu, beni yaratmadan önce Senin takdir ettiğin bir şey midir?” diye sordu. Allah, “Seni yaratmadan önce takdir ettiğim bir şeydir.” diye cevap verince Âdem, “Ya Rabbi! Takdir ettiğin gibi beni bağışla!” diye dua etti, Allah da onu bağışladı. Abdullah b. Mes‘ûd şöyle demiştir: Hiç şüphesiz Allah’a en sevimli gelen söz, babamız Âdem’in hatasını itiraf ettiği ve bağışlanma dilediği şu duasıdır: Allah’ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Senin ismin mübarektir. Şanın her şeyden üstündür. Senden başka ilâh yoktur. Kendime zulmettim, beni bağışla, Senden başka günahları bağışlayan yoktur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 829 ا ħà ïĬم واñÝĐر وõĐم أن ź ً ا أو כ×óĻ ً óĻĕĀ ÕĬأذ īĨ أن įĻĤإ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵèأو :ģĻĜو .įĻĥĐ אبÝĘ įÖ ģĩĐو įĥ×ĝĘ įÖر īĨ اñİ آدم ĵĝĥÝĘ ،įĻĥĐ بijÜأ ĹĬÍĘ دijđĺ ،ĵıĬ אĩĐ ĵıÝĬوا אıÖ óĨأ אĩÖ óĩÝÐوا אıĥَ×ِĜَ ĹİاijĭĤوا] أ ١١٨] óĨواŶا Ĺİ :ģĻĜو ِ َ§ِ»َ̄ ٍ Yت﴾ [اĤ×óĝة، ١٢٤/٢]. \ µُ ُ \ّرَ Áَ ¶۪ yٰ \ِْ « ا ٰٓ ِِذ ْا\َc« ١ įĤijĜ:﴿ َوا įĥĻĤود ،įĤ óęĕĘ ±َ ®ِ َ ±ّ َ ²¹§ُ ³ََ ª Y³َ¯ْ nَ yْ َ bوَ Y³ََ ªyْŸِ›ْ َ b ْ َ ِ ْن ª ²َْ Ÿُ ³ََY َوا َ ْ̄ٓ³َY ا َ َ ـ³Y ’َ« َ َÊY َرّ\ ¢﴿ :אĩıĤijĜ Ĺİ :ģĻĜو īÖ ďĻÖóĤوا īùéĤوا ÕĻùĩĤا īÖ ïĻđøو ïİאåĨ لijĜ ijİو] ٢٣/٧ ،افóĐŶا﴾ [±À َ ۪ y~Yِ sَ ْ اª أĬ÷. Ûĝ×øو כèرو īĨ ّ وĜאل اīÖ Đ×אس واïùĤي Ĝאل: رب ĹĭÝĝĥì ïĻÖك وÛíęĬ ĹĘ .ħđĬ :אلĜ ؟ÙĭåĤا ĵĤإ Ĺđäرا ÛĬأ ģıĘ ÛéĥĀوأ Û×Ü إن Ûĺأرأ ،כ׹Ĕ כÝĩèر .įĻĥĐ ُ ųا Ʃ אبÝĘ ، ُ ّ إن Ü×Û؟ Ĝאل: ħđĬ، ÝĘאب آدم Ĝאل: وijÝÜب ĹĥĐ ٌ ءĹü أو ĹùęĬ אءĝĥÜ īĨ įÝĐïÝÖا ٌ ءĹüأ įÝĻÜأ אĨ ،אربĺ :אلĜ :óĻĩĐ īÖ ïĻ×Đ אلĜو ،אربĺ :אلĜ .כĝĥìأ أن ģ×Ĝ כĻĥĐ įÜرïĜ ءĹü ģÖ :אلĜ ؟ĹĭĝĥíÜ أن ģ×Ĝ ّ ĹĥĐ ُ įَ Ü ْ ƪر ïĜ .įĤóęĕĘ .ĹĤ óęĔאĘ įÜرïĜ אĩכĘ فóÝĜا īĻè אĬijÖأ אلĜ אĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵĤإ مŻכĤا Õèأ إن :Ġ دijđùĨ īÖ ųاï×Đ Ʃ אلĜو اÙÑĻĉíĤ: ø×éאĬכ اħıĥĤ وïĩéÖك، وÜ×אرك اĩøכ، وđÜאĵĤ ïäك، ź إįĤ إź أÛĬ، .ÛĬأ źإ بijĬñĤا óęĕĺ ź įĬإ ،ĹĤ óęĔאĘ ĹùęĬ ÛĩĥČ .ûĨאİ çĀ ،ģĻĤود :ح ١ ٥ ١٠ ١٥ 830 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kuşeyrî ise şöyle der: Âdem’in dilinden Hak ile birlikte kelimeler döküldü. Hak Teâlâ, Âdem’e bir takım kelimeler (sözler) işittirdi. Hak Teâlâ kelimât lafzını, kıssa kapalı kalsın veya ihtimal ve varsayım barındırsın ve bu kıssa konusunda te’vile yer kalsın diye icmalen vermiştir. Âdem’in sarfettiği sözler, özür ve kurtulma kabilinden, Hak Teâlâ’nın sözleri ise Âdem’in tövbesini kabul etmeye ve ona lutufta bulunmaya yönelik sözler olabilir. Denilir ki: Allah, Âdem’e cennetten çıkmasını emredince ona duyurduğu kıymetli hitabını kendisine bir hatırlatma ve hazırlık olsun diye bir azık kılmıştır. Şair şöyle der: Koruması altında bulunduğum yurdumdan ayrıldığım günleri hatırladıkça Parçalanmasından korktuğum ciğerimi tutuyorum Dostların birbirlerine hitabı, açıklama gerektirmediği gibi yabancılar da bu hitabın mahiyetini kavrayamazlar.1 İbn Kesîr, fe-telekkā Âdemü ( Âdem aldı) ifadesinde Âdem lafzını mansub olarak Âdeme şeklinde; min Rabbihi kelimâtin (Rabbinden kelimeler) ibaresindeki kelimâtı da merfû olarak kelimâtün şeklinde okumuştur. Böylelikle anlam, “Kelimeler Âdem’e geldi, verildi.” olur. Benzer kullanım “Zeyd’i gördüm, o da beni gördü.” sözünde de vardır. “O da bunun üzerine tövbesini kabul etti.” ifadesinde geçen tövbe, dönmek demektir. Tâbe ileyhi, tâbe, nâbe, âbe ve enâbe şeklinde kullanımları vardır. Tâbe’l-‘abdü ilâ Rabbihi ifadesi “Kul, günahlarından Rabbine döndü.” anlamına, Tâbe Allahu aleyhi ifadesi de, “Allah, kulunu tövbeye muvaffak kıldı ve tövbesini kabul etti.” anlamına gelir. Bu bağlamda Allah, “Sonra Allah onları tövbekâr olmaya muvaffak kılıp tövbelerini kabul etti.” [ et-Tevbe 9/118] buyurmuştur. Allah’ın kulunu muvaffak kılması, tövbe içindir. Allah, başka bir âyette, “Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder.” [ el-Mâide 5/39] buyurmaktadır ki bu da tövbenin kabul edilmesi içindir. Bu âyet, hem Âdem hem de Havvâ için geçerlidir. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 39-40. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 831 :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ěéĤا ďĩøوأ ،אتĩĥכ ٌ įĬאé×ø ěéĤا ďĨ آدم אنùĤ ĵĥĐ ىóä ø×éאįĬ آدم ٍ כĩĥאت، وأģĩä اěéĤ ø×éאįĬ اijĝĤل ĹĘ ذĤכ إĩäאź إĨא א įĥĩÝéĺ َ ĩِ ١ ùĨאغ وĤ ÝĤ×ĵĝ اÙāĝĤ ijÝùĨرة أو ĻĤכijن ĩÝèŻĤאل واijĭčĤن .ٌ وģĩÝéĺ أن ĺכijن כĩĥאت آدم įĻĥĐ اŻùĤم اéĤאل īĨ اÉÝĤوģĺ óĉĨح īĻè אلĝĺو .ŻąęÜو ً źij×Ĝ ً įĬאé×ø ěéĤا אتĩĥوכ ،Żً ƫ āَ ĭَ ا وÜ ً اñÝĐار ا ً زاد įĤ įÖאĉì õĺõĐ īĨ אهĺإ įđĩøأ אĨ ģđä ÙĭåĤا īĨ įäوóíÖ هóĨأ ٢ ا. Ĝאل ĜאħıĥÐ: ً ĻĤכijن ñÜכóة وÝĐאد َ đĉĝƪא Ü أنْ Ùٍ َ Ļýْ ìَ īĨِ يï×ِכَ ĵĥĐ Ĺĭَ áĬْ َ ƪ أ ħà ĵĩéĤا ِ َ ّאم ُ أĺ َ ْذُכó وأ ÕĬאäŷĤ אıÖ ćĻéĺ źو حóýĤا ģĩÝéĺ ź אب×èŶا אت×ĈאíĨو ٣ .ħĥĐ ٰ َدَم﴾ ÖאÕāĭĤ﴿ ِ ®±ْ َرِّ\ ۪µ َ¦ِ«َ ¯ٌ Yت﴾ ÖאďĘóĤ، وĭđĨאه: äאءت « ا ٰٓ £ّ َ وóĜأ اīÖ כóĻá:﴿ َžَc« ."ĹĬאƪ ÛĻ ًزïĺا وĝĥÜ ُ ƪ ، وijİ כĤijĝכ: "ĝĥÜ َ اĤכĩĥאت آدم ُ ٤ وآب وأĬאب. ۜ﴾ اÙÖijÝĤ اijäóĤع. ĝĺאل: "Üאب إįĻĤ"، وÜאب وĬאب µِÁَْ «َ بY َ cَžَ﴿ :įĤijĜو ÙÖijÝĥĤ ُ įَ ĝƪ Ęو أي ،"įĻĥĐ ųا Ʃ אبÜ "و ،į×Ĭذ īĨ įĻĤإ ďäر أي ،"įÖر ĵĤإ ï×đĤا ٥ وïĜ" Üאب ٧ ،ÙÖijÝĥĤ ٦ ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، ١١٨/٩ [ñİا اěĻĘijÝĤ ا¹\¹ُ cُÁَِ ª ْ·ِÁَْ َ َ Yب َ» b َ ّ fُ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،įĭĨ א َ ıĥَ×ِĜوَ لij×ĝĤ اñİ [٣٩/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [µِÁَْ َُc ¹ُب َ» À َٰ Ãا ّ َ نّ Yِžَ mَ َ «†ْ َ ْ ِ̄ ۪µ َوا «’ُ uِ ْ َ َ َ Yب ِR ±ْ \ وĜאل: ﴿žَ َ̄ ±ْ b .אĩıĤ çĥāÜ ÙĺŴا هñİ ĹĘو .ÙÖijÝĤا ١ ط: ĹĘ اijĭčĤن. ّ . اóčĬ: óüح دijĺان اĩéĤאÙø óĩĥĤزوĹĜ، ص. .٨٥٣ Ù اóĻýĝĤي ّ ĩ ّ āĤا ĵĤإ Õùĭĺ ÛĻ×Ĥا ٢ ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤٠-٣٩/١ ٤ ر - وĬאب. ٥ ط - وأĬאب وïĜ Üאب، çĀ İאûĨ. ٦ ر: ěĻĘijÝĥĤ. ٧ ر: ĵĥĐ اÙÖijÝĤ. ٥ ١٠ ١٥ 832 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Tam mânada bir tövbe için kulun, yaptığından pişman olması, o an günahı terk etmesi ve sonraki zamanlarda bir daha o günahı işlememeye azmetmesi gerekir. Kul haklarında da zikredilen bu durumlara riayet etmek ve hasmın hakkını elle vererek ve ondan dille özür dileyerek onu hoşnut ve razı etmek icap eder. “Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir.” Yani, Allah tövbeleri çokça kabul edendir. Bu, Allah’ın kuluna vaadidir: Kul, eğer günah işledikten sonra tövbe eder, ardından bir daha günaha düşer ve bir daha tövbe eder ve bu durum böyle tekrar ederse tövbesi her defasında doğru ve sahih olmak şartıyla Allah, tövbesini kabul eder. “Çok bağışlayandır.” Bu ifadenin tefsiri daha önce Besmele bahsinde geçmişti. Buradaki anlamı şudur: Allah, tövbekâra merhamet eder, günahını bağışlar ve tövbesini kabul eder. Denildiğine göre el-kelimât (kelimeler), üç şeydir: Hayâ, ağlama ve dua. Şehr b. Havşeb, şöyle der: Âdem, yeryüzünde, hayâsından ötürü kafasını kaldırmadan üç yüz sene boyunca kaldı. Abdullah b. Abbas şöyle der: Âdem ve Havvâ, iki yüz sene boyunca ağladılar. Kırk gün boyunca ne bir şey içtiler ne de bir şey yediler. Âdem, yüz sene boyunca eşi Havvâ’ya (cinsel anlamda) yaklaşmadı. Eğer, “Önceki ibarede Âdem ve Havvâ’nın ikisinin de zikri geçmesine rağmen burada neden ‘Onların tövbesini kabul etti.’ demedi de ‘Onun tövbesini kabul etti.’ dedi?” derlerse şöyle deriz: Çünkü Allah, önce sadece Âdem’in kelimeleri aldığını söyledi. Tövbenin kabulünü de bu kullanıma uygun olarak zikretti. Çünkü kadınlar söz konusu olduğunda asıl olan onların gizliliği ve zikredilmemesidir, ayrıca dünyada kalbi duaya hasretmek sadece peygamberlere özgü bir durumdur. Yine Havvâ Âdem’e tâbiydi, bundan ötürü onun hükmü, tâbi olduğuna bağlı idi. Öte yandan iki kişinin fiillerinin anlamı aynı ise birinin zikredilmesi diğerinin de zikredilmesi yerine geçer. Benzer kullanım şu âyetlerde de vardır: “Onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koşarlar.” [el-Cum‘a 62/11], “Altın ve gümüşü biriktirip onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.” [ et-Tevbe 9/34] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 833 وĩÜאم اÙÖijÝĤ īĨ اđĤ×ï ÖאïĭĤم ĵĥĐ Ĩא כאن وóÝÖك اÕĬñĤ اŴن وÖאõđĤم ĵĥĐ أن ź ijđĺد إįĻĤ ĹĘ ėĬÉÝùĨ اĨõĤאن، وĹĘ čĨאħĤ اđĤ×אد ñıÖه اĻüŶאء وÍÖرĄאء اħāíĤ āĺÍÖאل .אنùĥĤאÖ įĭĨ ارñÝĐźوا ïĻĤאÖ įĻĤإ įĝè ] أن اđĤ×ï َ ُ اب﴾ أي اĤכóĻá اĝĤ×ijل ÙÖijÝĥĤ، وñİا وïĐ įĭĨ] ١١٨ب ¹َّ cªا ّ ¹َ¶ُ µُ َ ²ِّ وįĤijĜ:﴿ ا ١ כĤذ ģכّ įĭĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ģَ ×ِĜَ įĭĨ כĤذ ر ƪ óכÜو אبÜ ħà ÕĬñĤا ĹĘ ďĜو ħà אبÜو ÕĬأذ إذا ة ÙéĻéĀ. ّ óĨ ģכ ĹĘ ÙÖijÝĤا ÛĬכא إذا óęĕĻĘ ÕÐאÝĤا ħèóĺ įĬأ :אĭİ אهĭđĨو .ÙĻĩùÝĤا ĹĘ هóĻùęÜ ّ óĨ ﴾Áُ n۪ َ وįĤijĜ: ﴿ ّ اyª įÝÖijè وĝĺ×ģ įÝÖijÜ. وģĻĜ: اĤכĩĥאت ÙàŻà أĻüאء: اĻéĤאء واĤ×כאء واĐïĤאء. وĜאل óıü .אءĻè įøرأ ďĘóĺ ź Ùĭø ÙÐאĩàŻà آدم ßכĨ :Õüijè īÖ א ً Ĩijĺ īĻđÖأر אÖóýĺ ħĤو ŻכÉĺ ħĤو Ùĭø ĹÝÐאĨ اءijèو آدم ĵכÖ :ġ אس×Đ īÖا אلĜو .Ùĭø ÙÐאĨ اءijè آدم بóĝĺ ħĤو اء؟ijèو آدم óذכ ě×ø ïĜو ،אĩıĻĥĐ אبÝĘ :ģĝĺ ْ ħĤو" įĻĥĐ אبÝĘ" :אلĜ َ ħĤ :اijĤאĜ نÍĘ אءùĭĤا אلè ĵĭ×Ĩ نŶو ،כĤñכ ÙÖijÝĤا لij×Ĝ óכñĘ هïèو آدم īĨ ĹĝĥÝĤا óذכ įĬŶ :אĭĥĜ ĵĥĐ אءĻ×ĬŷĤ אĻĬïĤا ĹĘ ÕĥĝĤا ēĺóęÜ نŶو ،īİóذכ īĐ تijכùĤوا īİóÝø ĵĥĐ א Ŵدم áĘ×Û èכıĩא ñÖכó اÝĩĤ×ijع، وŶن اīĻĭàź إذا ً اijāíĤص، وıĬŶא כאÛĬ Ü×đ ۨ َْ· ¹ًا َْو ª ِ َk َYرًة ا َْوا b َِذا َرا כאن ĵĭđĨ ĩıĥđĘא ً واïèا ñĘכó أĩİïèא ذכĩİóא، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوا ¿ž۪ Y·ََ ²¹£ُŸِ³ْ ُ À Êَوَ_ َ َ‹ّ Ÿِ ْ َ َ¶ َ] َواª َ ْ§ُ³ِ} َون ّ اwª À ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:אلĜو] ١١/٦٢ ،ÙđĩåĤا﴾ [Y·َÁَْ ªِ ْاŸَ² ¹ُٓ‹ّا ا ۙ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٣٤/٩[. ِٰ Ãا ّ© Áِ ]۪ ~َ ١ م + įĭĨ. ٥ ١٠ ١٥ 834 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu âyet, günahın imanı ortadan kaldırmayacağına delâlet eder ve Hâricîlere reddiye mahiyetindedir. Ayrıca âyet, Mu‘tezile’nin “Küçük günah, affedilmiştir. Küçük günahtan ötürü ceza vermek doğru olmadığı gibi ona tövbe etmek de gerekmez” şeklindeki düşüncesine de reddiyedir, çünkü Âdem’in işlediği zelle/hata küçük günahtan bile küçük iken bu zelle karşılığında cezalandırılmış ve tövbe etmesi emredilmiştir. İmam Mâtürîdî, Âdem’in bu fiille sınanmasının bazı hikmetlerini sıralamaktadır. Birincisi: Âdem’in sulbünde cennet ehlinden olmayan kâfirler bulunmaktaydı. İkincisi: Her günahla ümitsizliğe düşüp Allah ile olan velâyet bağlarını bütünüyle koparmamaları için Allah kullarına rahmet eylemiştir. Üçüncüsü: Burada insanlara bir ibret sunulmaktadır ki hiç kimse kendi nefsi ile baş başa bırakıldığı zaman, kınanmasına neden olacak şeyler yapmayacağını taahhüt etmesin. Yani zamanında bu durum onların, her türlü şer durumunda nefislerine bakmayı bırakıp kendilerini koruması için Allah’a boyun eğmelerine sebep olacaktır. Nitekim Yûsuf peygamber şöyle demiştir: “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet etmesi hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” [Yûsuf 12/53]. 38. “Dedik ki: İnin oradan hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici geldiği zaman kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” [ el-Bakara 2/38] “Dedik ki: İnin oradan hepiniz.” ifadesinde yer alan (daha önce 36. âyette geçmiş olan) ihbitû (inin) lafzının, burada tekrar edilmesinin sebebi, bu kelime ile her iki âyette farklı bir anlamın kastedilmiş olmasıdır. Önceki âyette geçen “inin” lafzının anlamı, “Birbirinize düşman olarak ve yeryüzünde belli bir süre konaklamak üzere inin.” şeklinde iken bu âyette, aynı lafzın burada bir daha zikredilmesinin sebebi, devamındaki “Tarafımdan size bir yol gösterici gelir.” ifadesi ile dile getirilen ibadetlerle ilgili imtihanın zikredilmiş olmasıdır. Haddizatında “inin” lafzı bir defa zikredilerek bu iki anlam arasındaki ilişki kurulabilecekken ikisi arasına bir ara cümle gelmiştir ki bu da Âdem’in kelimeleri/sözleri alması ve (onlarla) tövbeye nâil olması ile ilgili ifadedir. Lafız, yani ibadetlerle sınanma, itaat etmeye karşılık sevap ve günah işlemeye karşılık ceza anlamı pekişsin diye burada ikinci kez tekrar edilmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 835 ودÛĤ اÙĺŴ أن اĻāđĤאن ź ģĺõĺ َ اĩĺŸאن، وijİ رد ĵĥĐ اijíĤارج. ودÛĤ اÙĺŴ ً أąĺא ĵĥĐ ŻĉÖن ijĜل اÙĤõÝđĩĤ أن اóĻĕāĤة ijęĕĨرة ź ijåĺز اÝđĤאب ıĻĥĐא وź Õåĺ اÙÖijÝĤ ıĭĨא. وĨא כאن īĨ آدم כאن ًزÙĤ وĹİ دون اóĻĕāĤة وïĜ ÕÜijĐ ıĻĥĐא وأóĨ .אıĭĐ ÙÖijÝĤאÖ :ųا Ʃ ħà اéĤכÙĩ ĹĘ اŻÝÖء آدم ĤñÖכ īĨ وijäه ذכİóא اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ١ ųا Ʃ Ùĩèر :ĹĬאáĤوا .ÙĭåĤا ģİأ īĨ اijùĻĤ ħİو ةóęכĤا īĨ į×ĥĀ ĹĘ כאن אĨ :אİïèأ ïèأ ŻÑĤ ěĥíĤا į×ÝĭĻĤ :ßĤאáĤوا .ÕĬذ ģכÖ ÙĺźijĤا َ اijĥĺõُ ĺ źو اijøÉĻĺ ŻÑĤ ěĥíĥĤ א óäõĤ اěĥíĤ ً ××ø כĤذ نijכĻĘ įĻĤإ įùęĬ ģوכ إذا įĻĥĐ مñĺ אĩĐ įùęĬ ïıđÝÖ مijĝĺ אلĜو ،óü ģכ īĐ ħıĩāđĻĤ ųا Ʃ ĵĤإ عóąÝĤا ĵĤإ א ً ĻĐودا ħıùęĬأ ĵĤإ óčĭĤا īĐ َ َRY َر ِnَ َرّ۪\ ۜ¿﴾ Êِّ ِ ّ ªYُٓ ¹ِء ا ة \ َ َYرٌ ®ّ Êَ َ }َ Ÿْ َ َ ّ اª³ ِ ّن Ÿَْ ۪ ۚ¿ ا ِ ُئ ² yّ َ \ُ ėøijĺ įĻĥĐ اŻùĤم: ﴿َوَRٓY ا .[٥٣/١٢ ،ėøijĺ] ŻَĘَ اي َ ïَ İُ َ ď×ِÜَ īْ َ ĩĘَ ىïً İُ Ĺّ ĭ۪Ĩِ ْ ħכُ ƪ ĭ َ ĻÜِْ Éَ ĺ אƪ ĨאِĘَ אđĻ ًۚ ĩ۪ äَ אَ ıْ ĭĨِ اijĉُ ×ِİا َא ْ ĭĥْĜُ -٣٨ نijَ Ĭُõَéْ َ ĺ ْ ħİُ źَ َ ْ و ħıِ ْ ĻĥَĐَ فٌ ْ ijìَ ģכÖ ģāÝĺ įĬŶ طij×ıĤאÖ óĨŶا رóכ אĩĬإ﴾ ۚ YÁ ً ¯۪ jَ Y·َ³ْ®ِ ا¹ُ[ ِ¶اْ Y³َ ْ وįĤijĜ:﴿ ¢ُ« ĵĥĐو ăđ×Ĥ ħכąđÖ اوةïĐ ĵĥĐ اijĉ×İا :אهĭđĨ ولŶאĘ ؛óìآ ĵĭđĨ אĩıĭĨ ïèوا א ŻÝÖŻĤء ÖאđĤ×אدة įĤijĝÖ: ً ĻĬאà طij×ıĤאÖ ħİóĨأ óذכ ħà .īĻè ĵĤإ رضŶا ĹĘ ħאכĭכø طij×ıĤا óכñÖ אنĻĭđĩĤا نóĜ ijĤ çāĺ وכאن] ٣٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ىuً ¶ُ ¿³ّ۪®ِ ْ §ُ َ ³ّÁَِ b ْ Oَ À Yَ ®ّ Yِžَ﴿ ِóض ĩıĭĻÖא כŻم وijİ įĻĝĥÜ اĤכĩĥאت ُ وįĥĻĬ Ĝ×ijل اÙÖijÝĤ، ĐÉĘאد اŶول ُ ÝĐا īכĤ ،ةóĨ ģāÝĻĤ اĵĭđĩĤ اáĤאĹĬ įÖ وijİ اŻÝÖźء ÖאđĤ×אدة واijáĤاب ĵĥĐ اĉĤאÙĐ، واĝđĤאب .ÙĻāđĩĤا ĵĥĐ [ أ ١١٩] ١ ط - اų. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 836 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “(Size) geldiği zaman” ifadesinde yer alan fe edatı, takip ifade eder. Ve immâ (… zaman) şart harfi olan in ile zâit olan mâ harfinden oluşmuştur. “Geldiği” buradaki ye’ti fiili şarttır, ye’tiyenneküm fiilindeki nûn harfi pekiştirme içindir. Ye’ti fiilinin [şart olduğu için] sonundan hazfedilen ye harfi, tekit için geri gelmiştir. İmam Mâtürîdî’ye göre bu ifadenin anlamı “Size gelmesi için” şeklindedir. Çünkü dilde böyle bir kullanım câizdir. Abdullah b. Abbas da şöyle demiştir: Görünüşte şart gibi görülse de bu şart ifade eden bir cümle değildir. Nitekim bu şartın cevabı yoktur. { Necmeddîn en-Nesefî şöyle der:} Bu iki sözün, Arapça dilbilgisine uygun bir şekilde doğrulanmasının yolu şudur: Bu edat, şart anlamındadır. Şart koşulan şey ise bazen zikredilir, bazen de zikredilmez. Hidâyetin gelmesi mutlaka olacak şeylerdendir [yani bu noktada şart koşulan şeyin ihtimalli olma durumu, şart edatını şart olmaktan çıkarmadığı gibi kesin olmaktan da çıkarmaz]. Ancak kelâmın bu şekilde kurulması başka bir şart cümlesinin bunun üzerine bina edilmesi ve her ikisinin cevabının bunların akabinde getirilmesi sebebiyledir. İkinci şart koşulan şey ise bazı kimseler için gerçekleşip bazıları için gerçekleşmeyecek şeylerdendir. Bu nedenle şartın gerektirdiği anlam bu nokta içindir, yoksa ilk şart koşulan [hidâyetin gelmesi anlamı] için değildir. İlki gerçekleşmiş, ikincisi ise şarta bağlanmıştır. Bu durumda âyette ifade edilen meramın takdiri şöyledir: Benden size hidâyet rehberi bir kitap, bir peygamber gelecektir. O geldiğinde her kim bunlara uyarsa ona ne bir korku ne de bir üzüntü vardır. Âyette geçen “kim ona uyarsa” sözü, “(size) geldiği zaman” ibaresinin cevabıdır. Bu, “kim ona uyarsa” sözü, cevap gerektiren başka bir şarttır. Bunun cevabı da “korku yoktur” ifadesidir. Ayrıca şartıyla beraber bu cevap (şart koşulan şey), birinci şartın, yani “(size) geldiği zaman” ibaresinin cevabıdır. Başka bir görüşe göre de sondaki ceza, iki şartın cevabıdır. Nitekim Kur’ân’da “Allah’ın size lutfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı.” [ en- Nûr 24/10] buyurulmuş; fakat cevabı zikredilmemiştir. Keza, “Allah’ın lutfu ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı.” [ en- Nûr 24/20] buyurulmuş, ancak yine cevabı zikredilmemiştir. Ardından “Eğer Allah’ın size lutfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı.” [ en- Nûr 24/21] buyurularak her ikisinin cevabı ifade edilmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 837 ١ כÙĩĥ َ ُ§ ْ﴾ اęĤאء ÕĻĝđÝĥĤ و"إĨא" כÝĩĥאن وijİ" إن" -وijİ ³ّÁَِ b ْ Oَ À Yَ ®ّ Yِžَ﴿ :įĤijĜو ٢ ÙĥāĥĤ. و"Éĺت" ٌ óüط، واijĭĤن ÉÝĥĤכïĻ، đĘאدت اĻĤאء اñéĩĤوÙĘ óüط- و"Ĩא" وijİ ĹĘ õÐאä اñİو :אلĜ .ħכĭĻÜÉĻĤ אهĭđĨ :ųا Ʃ ÖאóýĤط. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè اÙĕĥĤ. وĜאل اīÖ Đ×אس: ĻĤ ÷ñİا óýÖط، وإن כאن Čאóİه ً Ĉóüא، أź óÜى أįĬ ź .įĤ ابijä īĻĨŻכĤا īĺñİ çĻéāÜ įäوو} :Ġ īĺïĤا ħåĬ ٣ {وĜאل اëĻýĤ اĨŸאم اÝøŶאذ ٤ اÙĻÖóđĤ ĵĥĐ وııäא وıÝĝĻĝèא أįĬ óüط واóýĩĤوط ïĜ ĺכijن وïĜ ź óĺóĝÜ ďĨ óìآ طóü אءĭ×Ĥ اñİ ÷ ّ ĺכijن، وإĻÜאن اïıĤى כאن ĩĨא ĺכijن ź éĨאÙĤ، Ĥכī أø īĨ نijכĺ źو ħıąđÖ īĨ نijכĺ אĩĨ ĹĬאáĤا وطóýĩĤوا ،אĩİïđÖ ابijä ادóĺوإ ،įĻĥĐ .طóýĤאÖ ĹĬאáĤا ěĥđÜو ولŶا رóĝÝĘ اñİ ĹĘ ź כĤذ ĹĘ طóýĤا ĵąÝĝĨ כאنĘ ħıąđÖ فijì ŻĘ įđ×Ü īĩĘ כĤذ ħכÜÉĺ ĵÝĨو ٍ ٍ ورijøل İאد وóĺïĝÜه: ĻÜÉĻøכħ ĹĭĨ כÝאب İאد َ ُ§ ْ﴾ وijİ óüط ³ّÁَِ b ْ Oَ À Yَ ®ّ Yِžَ﴿ :įĤijĝĤ א ً Öاijä ٥ ﴾•َ]َِ b ±ْ ¯َ žَ﴿ :įĤijĜ כאنĘ ،نõè źو įĻĥĐ ابijä įĈóü ďĨ اءõåĤا اñİ ħà .﴾فٌ ¹ْrَ Ëَžَ﴿ :įÖاijä ģđåĘ ابijåĤا ĹąÝĝĺ óìآ óýĥĤط اŶول. ِٰ Ãا ّ© ُ‹ْ žَ Êَ¹َْ א כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوª ً đĻĩä īĻĈóýĥĤ ابijä óĻìŶا اءõåĤا :ģĻĜو :אلĜ ħà ابijä įĤ Ïåĺ ħĤ [١٠/٢٤ ،رijĭĤا﴾ [Á ۟ َ ٌ اب َn ۪ §ٌ َ ّـ¹ b َٰ Ãا ّ َ َ ّن واَ µُcُ¯َ nْ رَوَ ْ§ ُ Áَْ «َ įĤ Ïåĺ ħĤو] ٢٠/٢٤ ،رijĭĤا﴾ [Á ۟ ٌف َر ۪n ٌ َ ّ اà َٰ َرُ۫ؤ َ ّن واَ µُcُ¯َ nْ رَوَ ْ§ ُ Áَْ «َ ِٰ Ãا ّ© ُ‹ْ žَ Êَ¹َْ ﴿َوª َ ًuاۙ﴾ [اijĭĤر، \َ ا uٍ nَ َ ا ±ْR ِ ْ§ ُ ³ْRِ¦« ٰ زَ Y®َ µُcُ¯َ nْ رَوَ ْ§ ُ Áَْ «َ ِٰ Ãا ّ© ُ‹ْ žَ Êَ¹َْ ªوَ ﴿:אلĜ ħà ابijä א ĥĤכģ. ً Öاijä اñİ כאنĘ [٢١/٢٤ ١ ح: وĹİ. ٢ ح: وĹİ. ٣ ط: اåéĤאج. ٤ ط: óĺïĝÜ. .ûĨאİ çĀ ، َ ď×ِ َ Ü ْ īَ ĩَ Ę įĤijĜ כאنĘ نõè źو įĻĥĐ فijì ŻĘ - ط ٥ ٥ ١٠ ١٥ 838 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Tarafımdan bir yol gösterici” ifadesinde yer alan hüden mastarından kastedilen hidâyet verenin, yol gösterenin özelliğidir. Burada nitelenen kelime hazfedilmiştir. Bu ise kitap ve peygamberdir. Her ikisinin tek bir lafızla ifade edilmesinin ise iki sebebi olabilir: Ya bu ikisinden biri kastedilmiştir veya ikisinden biri zikredildiğinde diğeri zaten anlaşılacaktır. Nitekim peygamber bir kitapla gelir, kitap da bir peygambere iner. Hüden kelimesi de ityân fiiliyle merfû olmuştur. Abdullah b. Abbas, “(size) geldiği zaman” sözüyle âdemoğullarının zürriyetine hitap edildiğini söylemiştir. Çünkü İblîs ve zürriyetine ne kitap ne de peygamber gelir. Ayrıca onlara tâbi olan kimse de yoktur. Mukātil b. Hayyân şöyle demiştir: Hüden (bir yol gösterici) kelimesiyle kastedilen Muhammed aleyhisselâmdır. Kim ona uyarsa ve onun yolunu takip ederse ona ne bir korku ne de bir üzüntü vardır. “Kim ona (yol göstericiye) uyarsa” ifadesinde geçen tebi‘a ve şeddeli hâliyle ve’ttebe‘a izlemek, etbe‘ahu ise peşi sıra gitmek, arkasından gelmek anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Allah Teâlâ, “Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü.” [ Tâhâ 20/78] buyurmaktadır. Tefsiri ise şöyledir: Her kim kitaba göre amel edip ona muhalefet etmez ve Peygamber’e uyup ondan ayrılmazsa [o kimse hidâyet bulmuştur]. “Onlar için herhangi bir korku yoktur.” Yani âhirette karşılaşacakları şey konusunda onlara bir korku yoktur. “Onlar üzülmeyeceklerdir.” Yani onlar dünyadayken elde edemedikleri şeye ihtimam göstermezler. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Cezadan ötürü onlara bir korku ve sevabın elden kaçmasından ötürü de bir üzüntü yoktur. Yine bir diğer görüşe göre korku, istenilen bir şeyin kaybedilmesi sonucunda duyulan his iken hüzün, sevilen bir şeyin yitirilmesinden duyulan histir. Nitekim Allah, Hz. Ya‘kūb’dan bahsederken, “Babaları dedi ki: Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersiz iken onu kurt yer, diye korkuyorum.” [Yûsuf 12/13] buyurmaktadır. Başka bir görüşe göre anlam şöyledir: Dünya hayatında dalâletten ötürü onlara bir korku, âhirette de sıkıntı çekme üzüntüsü yoktur. Bu bağlamda “Kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne sapar ne de sıkıntı çeker.” [ Tâhâ 20/123] buyrulmuştur. Allah, bu âyette şartı tekil olarak ifade etmiş, şartın cevabını ise çoğul olarak zikretmiştir ki bunun sebebi daha önce “Allah ışıklarını yok ediverir.” [ el-Bakara 2/17] âyetinin tefsirinde izah edilmişti. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 839 تijđĭĨ ÛđĬ ijİو ،אديıĤا ijİو ÛđĭĤا įÖ ïĺأر رïāĨ اñİ ﴾ىuً ¶ُ ¿³ّ۪®ِ﴿ :įĤijĜو ّ ï Ŷن اóĩĤاد أĩİïèא أو ñÖכó أĩİïèא èُ óĩąĨ وijİ اĤכÝאب أو اijøóĤل، وإĩĬא و ً ا؛ ÍĘن اijøóĤل ĹÜÉĺ ÖאĤכÝאب واĤכÝאب õĭĺل ĵĥĐ اijøóĤل. و"ïİى" رijכñĨ óìŴا óĻāĺ ijĘóĨع įĥđęÖ وijİ اĻÜŸאن. įÝĺوذر÷ ĻĥÖإ نŶ آدم؛ ĹĭÖ ÙĺرñĤ אبĉì ﴾ْ §ُ َ ³ّÁَِ b ْ Oَ À Yَ ®ّ Yِžَ﴿ :įĤijĜ אس×Đ īÖا אلĜو ijİ ﴾ىuً ¶ُ ﴿ :אنĻè īÖ ģÜאĝĨ אلĜو .אع×Üأ ħıĭĨ نijכĺ źو لijøر źو אبÝכ ħıĻÜÉĺ ź .نõè źو įĻĥĐ فijì ŻĘ įĐאĈوأ įđ×Ü īĩĘ ،ïĩéĨ į "ÖאïĺïýÝĤ، أي ŻÜه، و"أÜ×įđ "أي َ đ×ƪ Üوا į َ đ×Üِ " :אلĝĺ ﴾اي َ uَ ¶ُ •َ]َِ b ±ْ ¯َ žَ﴿ :įĤijĜو אبÝכĤאÖ ģĩĐ īĩĘ :هóĻùęÜو .]٧٨/٢٠ ،įĈ] ﴾ه۪د¹ِ ³ُkُ ِ \ نُ ¹َْyْžِ ْ·َُ]َbَْ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،įĝéĤ .įĜאرęĺ ħĥĘ لijøóĤا אعĈوأ įęĤאíĺ ħĥĘ ١ .ةóìŴا īĨ ħıĺïĺأ īĻÖ אĩĻĘ فijì ħıĻĥĐ ÷ĻĥĘ أي﴾ ْ·ِÁَْ ٌف َ» ¹ْrَ Ëَžَ﴿ :įĤijĜو ħıĻĥĐ فijìŻĘ أي :ģĻĜو .אĻĬïĤا īĨ ħıÜאĘ אĨ ĵĥĐ نijĩÝıĺ ź أي﴾ ن¹َ ُ ²{َoْ َ À ْ ¶ُ Êَوَ﴿ ٢ اijíĤف اđýÝøאر ħĔ ïĝęĤ ijĥĉĨب، واõéĤن :ģĻĝĘ اب؛ijà اتijęÖ نõè źو אبĝĐ īĨ ¿ٓ³۪ ُ ²{ُoْ Áََ ª ¿²ِّ۪ ا īĐ ijĝđĺب įĻĥĐ اŻùĤم: ﴿ا ً ó×ì ĵĤאđÜ אلĜ ،بij×éĨ تijęĤ ħĔ אرđýÝøا ِ ْئ ُ]﴾ [ėøijĺ، ١٣/١٢[. wªا ّ µُ َ «¦ُ ْ Oَ َ ْن À َ َr ُ Yف ا ِ ۪µ َوا َ ْw َ ¶ُ]¹ا \ َ ْن b ا ] اĝýĤאوة ĹĘ ب١١٩ [نõè źو אĻĬïĤا ĹĘ ÙĤŻąĤا īĨ ħıĻĥĐ فijì ŻĘ :ģĻĜو ّ ï اóýĤط ĭİא è َ و ħà [١٢٣/٢٠ ،įĈ] »£ٰ ƒْ َ À Êَوَ ُ ©ّ‹ِ َ À Ëَžَ اي َ uَ ¶ُ •َ]ـ َ َ bاّ ±َِ̄ žَ ﴿:אلĜ ĵ×ĝđĤا ِ ِ¶ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ١٧/٢]. ِ ¹³ُر \ ُ ٰ Ãا ّ] َ¶ َذَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ ّ وďĩä اõåĤاء ĩĤא óĨ ١ ط + وįĤijĜ đÜאĵĤ. ٢ ط: وģĻĜ. ٥ ١٠ ١٥ 840 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 39. İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. [ el-Bakara 2/39] “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince” ifadesinde Allah, (kâfirlerin) rezilliklerini bildirmek ve utanç durumlarını tekrar etmek için aynı mânayı iki farklı kelimeyle ifade etmiştir. Benzer durum başka bir âyette “ Firavun, halkını saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.” [ Tâhâ 20/79] şeklinde ifade edilmiştir. Bir görüşe göre bu âyette geçen küfür kelimesi, Allah’a ait olan övülmüş güzel sıfatların nefyedilmesi; tekzîb (yalanlama) kelimesi ise Allah’ın şanına yakışmayan, yerilmiş çirkin sıfatların O’na isnat edilmesidir. [Âyetler] kelimesi Allah Teâlâ’nın birliğine delâlet eden indirilmiş kitaplar ve diğer deliller anlamına gelir. “İşte bunlar cehennemliktir.” Yani, onlar cehennemin sakinleridir. Bu ifadede geçen ashâb, kelimesi sahb kelimesinin, o da sâhib (dost) kelimesinin çoğuludur. Yani bu kelime çoğulun çoğuludur. Benzer durum el-eşhâd (tanıklar) ve el-ensâr (yardımcılar) kelimelerinde de vardır. Burada suhbet, bağlantı anlamına gelmektedir. Nitekim âyette, cehennem sakinlerinin oranın ashâbı olarak isimlendirilmelerinin sebebi, cehennemle bağlantılı olmaları ve orada devamlı kalmalarından ötürüdür. “Onlar orada ebedî kalacaklardır.” Yani, orada devamlı kalacaklar, ölmeyecek ve oradan çıkarılmayacaklardır. Bu âyet, hak yola tâbi olmayanlara tehdit (vaîd), önceki âyet ise tâbi olanlara müjdedir (va‘d). İmam Mâtürîdî şöyle der: “Kim benim, yol göstericime uyarsa.” [ el-Bakara 2/38] ibaresi, “Kim ölünceye kadar ona tâbi olursa” anlamına gelmektedir. Aynı durum tehdit (vaîd) içeren âyet için de geçerlidir. Her iki âyette, Cehmiyye’nin “ Cennet ve cehennem, (bir gün) içerisinde bulunan her şeyle birlikte yok olacaktır.” şeklindeki iddiasına ret mahiyetindedir. Çünkü Allah, onların korku ve hüzün duymayacağını ifade etmiştir. Şayet, cennet ve cehennem yok olacak olsalardı cennet ehlinin korkusu ve hüznü daha şiddetli olurdu. Cehennem ehlinin azabının da elem verici ve şiddetli olduğu ifade edilmiştir. Şayet cehennemin yok olması söz konusu olsa ve içerisinde bulunanlar onun yok olması ümidine sahip olsalar, o zaman cehennem azabı kendileri için hafi fl erdi ve hatta cennet ehlinden daha mutlu olurlardı. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 841 َא َì ِאĤُï َ۟ون ıĻĘ۪ ْ ħİُ ۚ ƪ ِאر ĭĤا אب ُ éَ Āْ اَ כَ ÑِٓĤٰ ۬ א ُاو َٓ َ ِאĭÜ ĺאٰÖِ اijُ َ َכÖñƪ ُ وا و óęَכَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ َ -٣٩ و ١ ا ً ٓ³َِY ﴾وإĩĬא ذכó اĤכīĻÝĩĥ وĭđĨאĩİא واïè óĺóĝÜ bYَ Àٰ Yِ ُ\¹ا \ َ wّ¦َوَ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ وįĤijĜ:﴿ َواª .[٧٩/٢٠ ،įĈ] ﴾ىuٰ ¶َ Y®َوَ µُ®َ¹َْ َ ْžِy¹َْ ُن ¢ ©ّ Šَ َ ا ąęĤאħıéÐ כĩא Ĝאل: ﴿َوا ً óĺóכÜو ħıéÐא×ĝĤ ųאÖ Ʃ ěĻĥĺ ź אĨ אت×àإ ÕĺñכÝĤوا ،ةïĻĩéĤا אتęāĤا īĨ ĵĤאđÜ ų Ʃ אĨ ĹęĬ óęכĤا :ģĻĜو ÙĤõĭĩĤا ÕÝכĤا īĨ ųا Ʃ ÙĻĬاïèو ĵĥĐ ÙĤاïĤا אتĨŻđĤا אتĺŴوا .ÙĩĻĨñĤا אتęāĤا īĨ وóĻĔ ذĤכ. ďĩä "Õ ْ é َ Ā"و" Õ ْ é َ Ā" ďĩä .ħĭıä כאنø أي﴾ ۚ ِ َYر ³ªا ّ بY ُ oَ †ْ َ ِئ ¥َ ا ٰٓ ُو۬ª وįĤijĜ:﴿ ا ،ÙĥĀijĤا ĵĭđĨ ĹĘ Ù×éāĤوا .אرāĬŶوا אدıüŶا :هóĻčĬو ďĩåĤا ďĩä ijıĘ "ÕèאĀ" ijĩùĘا أéĀאıÖא āÜźאħıĤ ıÖא وĝÖאħıÐ ıĻĘא. هñİ .אıĭĨ نijäóíĺ źو אıĻĘ نijÜijĩĺ ź ٢ ﴾ أي داijĩÐن ۟ ِ ُu َون ªYrَ Y·Áَ ž۪ ْ ¶ُ ﴿ :įĤijĜو رijāĭĨ ijÖأ אمĨŸا אلĜو .ď×Ü īĨ ïĐو ĹĘ ĵĤوŶا ÙĺŴوا ،ď×Ýĺ ħĤ īĨ ïĻĐو ĹĘ ÙĺŴا :ųا Ʃ رįĩè ĵÝè įĻĥĐ ودام įđ×Ü أي] ٣٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [اي َ uَ ¶ُ •َ]َِ b ±ْ ¯َ žَ﴿ ٣ :įĤijĜ ÙĻĩıåĤا لijĜ ăĝĬ īĻÝĺŴا ĹĘو :אلĜ .ïĻĐijĤا Ùĺآ ĹĘ اñوכ אتĨ إن اÙĭåĤ واĭĤאر ĻĭęÜאن وďĉĝĭĺ Ĩא ĩıĻĘא؛ ÍĘن Ʃ اų đÜאĵĤ ĵęĬ اijíĤف واõéĤن ħıĭĐ. وijĤ כאÝĬא ĻĭęÜאن Ĥכאن ģİŶ اÙĭåĤ أïü اijíĤف واõéĤن، وذכó ĹĘ ñĐاب أģİ اĭĤאر أįĬ ïĺïü أħĻĤ، وijĤ כאن ıĤא ĭĘאء ا ĭĘאءİא ıĤאن ذĤכ ħıĻĥĐ وכאijĬا أïđø ًèאź īĨ أģİ اÙĭåĤ؛ ْ ij َ äَ ور ا. ً ١ ط: óĺïĝÜ ٢ ط - داijĩÐن، çĀ İאûĨ. ٣ ح - įĤijĜ. ٥ ١٠ ١٥ 842 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Çünkü bu durumda cennet ehli de içerisinde bulundukları nimetin yok olması korkusunu yaşayacaktı ki bu onlar için olabilecek en büyük sıkıntıdır. Buna karşılık cehennem ehli cezalarının sona ereceğini umacaklardı ki bu da onlar için büyük bir nimettir.1 40. Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun. [ el-Bakara 2/40] “Ey İsrâiloğulları!” Bu âyetin Âdem kıssasının sonu ile münasebeti şöyledir: Âdem kıssasının sonu hidâyete tâbi olanın cennetle müjdelenmesi, hidâyete karşı gelenin de ceza ile tehdit edilmesini içeriyordu; bu âyette ise Allah Teâlâ kendilerini cennete sokma müjdesini yerine getirmesi için kulların da kendi sözlerine, yani Allah’a iman ve itaat sözüne sadâkat göstermesi konusunda onları teşvik etmekte ve “Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.” buyurmaktadır. Nitekim başka bir âyette önce “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.” [ et-Tevbe 9/111], ardından da “Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren?” [ et-Tevbe 9/111] buyurmuştur. Bu âyetin Âdem kıssasının tamamı ile münasebeti ise şöyledir: Allah, daha önce atamız Âdem’e bahşettiği nimetleri sıraladığı gibi şimdi de İsrâiloğulları’na, onların atalarına bahşettiği nimetleri sıralamaktadır. Âyetin Âdem kıssasının öncesiyle münasebeti ise ahde vefa, sözünde durma hususuyla ilgilidir. Bu bağlamda daha önce “Onlar, Allah’a verdikleri sözü bozarlar.” [ el-Bakara 2/27] buyurulmuş, şimdi de burada Allah’a verilen söze vefa emredilmiştir. “Ey İsrâiloğulları!” Yani ey Ya‘kūb’un oğulları! İfadede geçen benî kelimesinin aslı benîndir. O da ibn (oğul) kelimesinin çoğul hâlidir. Benîn kelimesinin sonundaki nûn harfi, izâfetten dolayı düşmüştür. Arap dilinde kadın ve erkek bir arada bulunduğu zaman o topluluğa erillik sıfatı verildiği gibi el-benûn kelimesi de bir arada bulunan kız ve erkek çocukları için kullanılan bir isimdir. İsrâil ise Ya‘kūb’un adıdır. İsrâîl’in anlamı hakkında Abdullah b. Abbas şöyle der: İbrânîcede İsrâ kul, Îl ise Allah demektir. Böylelikle İsrâil kelimesi, Abdullah yani Allah’ın kulu anlamına gelmektedir. Bu hususla ilgili başka görüşler de serdedilmiştir, ancak onlara itimat edilmemektedir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 108. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 843 ءźËİو ،ÙĭéĨ ģäأ ƫ ÍĘن اģİ اÙĭåĤ íĺאijĘن زوال ĥÜכ اÙĩđĭĤ وijİ ١ ijäóĺن زوال اÙÖijĝđĤ وijİ أģä ÙĩđĬ. ۫ ِف ْ ۪ٓïي ُاو ıَ đÖِ اijĘُ ْ َ َاو ْ و ُכħ ْ ĻĥَĐَ Ûُ ْ ĩ َ đĬْاَ ĹٓÝ۪Ĥاƪ َ ĹÝِ َ ĩ ْ ُ وا ِđĬ ۪ َģ ْاذُכó ٔ َٓاĺ óøْ اِ Ĺٓĭ۪ َ َא Ö ĺ -٤٠ ُ ِijن ×İَ ْ ƪ َ אي َĘאر َ ِاĺ ْ و ħכُïِ ْ ıَ đÖِ ِ×ď اïıĤى ƪ Ý ُ Ĩ ïĐو ُ įĬأ آدم ÙāĜ ħÝíÖ įĨאčÝĬا©﴾ َ Àأ۪ ٓyَ~ْ ِ َ ٓ³۪¿ ا \ Yَ À﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو įÖ אنĩĺŸا ijİو هïıđÖ אءĘijĤا ĵĥĐ ÙĺŴا هñİ ĹĘ ħıáèو ،ÙÖijĝđĤאÖ ِ įِ ęِ Ĥאíَ ُ Ĩو ÙĭåĤאÖ ïĜو﴾ ْ¦ُ uِ·َْ ِ ُ۫وِف \ ٓي ا u۪ ·َْ ِ َْو¹žُا \ ĵƪ ħİïıđÖ وijİ إدìאل اÙĭåĤ ĝĘאل: ﴿ا Ę َ ij ُ Ļِ Ĥ ÙĐאĉĤوا ۜ﴾ [اÙÖijÝĤ، _َ َ ³ّkَ ْ ُ·ُ اª َ ª َ َ ّن Yِ \﴿ :įĤijĜ ïđÖ [١١١/٩ ،ÙÖijÝĤا ﴾ [ِٰ Ãا ّ ±َR ِ ه۪uِ·َْ ِ َْوžٰ« \ Ĝאل: ﴿َوَR ±ْ ا .[١١١/٩ ĹĭÖ ĵĥĐ دïĐو ّ آدم אĭĻÖأ ĵĥĐ į َ ĩَ đِ Ĭ אĭĻĥĐ دïĐّ ųا Ʃ أن آدم ÙāĜ אمĩÝÖ įĨאčÝĬوا £ُ³َْ ‹ُ ¹َن َْ·َu À ±À َ w۪ َّ ªَ ا ﴿:אلĜ įĬأ آدم ÙāĜ ģ×Ĝ אĩÖ įĨאčÝĬوا .ħıÐאÖآ ĵĥĐ įĩđĬ ģĻÐاóøإ .ųا Ʃ ïıđÖ אءĘijĤאÖ אĭİ óĨأ ħà [٢٧/٢،ةóĝ×Ĥا﴾ [ِٰ Ãا ّ ،īÖا ďĩä ijİو ،īĻĭÖ įĥĀوأ .بijĝđĺ دźأو אĺ أي©﴾ َ Àأ۪ ٓyَ~ْ ِ َ ٓ³۪¿ ا \ Yَ À﴿ :įĤijĜو وÛĉĝø اijĭĤن ĄŹĤאÙĘ. واĤ×ijĭن اħø ñĥĤכijر واĬŸאث īĨ اŶوźد إذا اijđĩÝäا כÛđĭ اäóĤאل ģĩýĺ اñĤכijر واĬŸאث إذا اijđĩÝäا. و"إóøاģĻÐ "اħø ijĝđĺب. Ĝאل ģĺאوĜأ įĻĘو .ų Ʃ اï×Đ :אهĭđĨو ،ųا Ʃ ijİ "ģĺإ"و ،ï×Đ ÙĻĬاó×đĤאÖ "اóøإ ":ġ אس×Đ īÖا .אıĻĥĐ ïĩÝđĺ ź óìأ ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٠٨/١ ٥ ١٠ ١٥ 844 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Size verdiğim nimeti hatırlayın.” ifadesindeki hatırlama emri, özellikle kalple yapılan unutmanın karşıtı hatırlama anlamında ez-zükr yani zal harfinin ötresi ile okunabileceği gibi kalp ve dil ile ikrar anlamında ez-zikr yani zal harfinin esresi ile de okunabilir. İkinci hâliyle okunduğunda âyetteki ifade, bahşedilen nimetlere dil ile şükür ve kalp ile muhafaza emri olur. Hâl böyle olunca insanın gaflet ve nisyanla o nimetin hakkını vermekten geri durmaması gerekir. Âyette geçen nimet, cins isim olup her şeyi kapsar. Bunun örneği “Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız.” [İbrâhîm 14/34] âyetidir. Bu âyette geçen nimet ile neyin kastedildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre buradaki nimet, Allah’ın bütün kullarına bahşettiği nimetlerin tamamıdır. Zira hepsi, Hak Teâlâ’ya verilen ahde vefa göstermeyi gerektirir. Diğer bir görüşe göre âyette bahşedilen nimet, tehlikeden kurtarma, peygamberler gönderme, sıcağa karşı bulutları gölge yapma, yemek için gökyüzünden kudret helvası ile bıldırcın indirme, su için taştan pınar fışkırma ve benzeri deliller gibi İsrâiloğulları’nın atalarına bahşedilen nimetlerdir. Bunların hepsi, atalarının yolu üzere oldukları ve onlara verilen onur ile şeref duydukları için [ Hz. Peygamber aleyhisselâm dönemindeki] İsrâiloğulları’na da verilen nimetlerdir. Bu görüş Hasan-ı Basrî’ye aittir. Abdullah b. Abbas’a göre, bu nimet, içerisinde peygamber olarak gönderilecek elçinin bazı özelliklerinin bulunduğu Tevrat’ın İsrâiloğulları’na verilmesidir. Başka bir görüşe göre âyette zikredilen nimet, Hz. Muhammed aleyhisselâmın kendisidir. Çünkü İsrâiloğulları, kâfirlere karşı onunla övünüyorlar, onun gelişi ile muzaffer olacaklarını söylüyorlardı. Allah, bu âyetle onlara âdeta “Ey İsrâiloğulları! Muhammed’in hakkını koruyun, ona iman edin, onun hakkındaki ahdime vefa gösterin!” demek istemiştir. Hz. Muhammed aleyhisselâmın peygamber olarak gönderilmesi onlar için bir nimettir, çünkü Allah, İsrâiloğulları’nın ihtilâf ettiği, kutsal kitabı değiştirdikleri ve peygamberlerin gönderilmediği bir zaman diliminde (fetret döneminde) Hz. Muhammed aleyhisselâmı onlara nimet olarak göndermiştir ve onların Hz. Muhammed aleyhisselâma itaat etmeleri, kurtulmaları anlamına gelmekteydi. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 845 ÖאñĤכó اñĤي ƫ ا ً َْÁ ُ §ْ ﴾ijåĺز أن ĺכijن أóĨ «َ aُ ¯ْ َ ²َْ ۪cٓ ¿ا َّ َ اª ¿cِ¯َ ْ ِ وįĤijĜ: ﴿ ْاذُ¦ُyوا ² ijİ ijĩąĨم اñĤال وijİ ÖאÕĥĝĤ ìאÙĀ وijİ اċęéĤ اñĤي ąĺאد اĻùĭĤאن، وijåĺز أن אنùĥĤאÖ óכñĤا ĵĥĐ [ أ ِכó اñĤي ijİ Ĩכijùر اñĤال وijİ ďĝĺ] ١٢٠ ا ّ ÖאñĤ ً ĺכijن أóĨ īĐ ėכĺ ŻĘ ،אنĭåĤאÖ אıčęèو אنùĥĤאÖ įĩđĬ óכýÖ ا ً واñĤכó ÖאÕĥĝĤ وĺכijن أóĨ ąĜאء ıĝèא ÖאÙĥęĕĤ واĻùĭĤאن. ِٰ Ãا ّ aَ ¯َ ْ ِ ُوا ² uّ ُ َ ِ ْن b واَ ﴿:אلĜ اñİ ģáĨ ĹĘ ،ģכĤا ĵĥĐ ďĝĻĘ ÷ĭä ħøا ÙĩđĭĤوا ۜ﴾ [إóÖاħĻİ، ٣٤/١٤[. Y¶¹َ ‡ُ oْ bُ Êَ įĝĥì ģכ ĵĥĐ אıÖ ųا Ʃ ħđĬأ ĹÝĤا ħđĭĤا ģכ Ĺİ :ģĻĜ ،אĭİ אıÖ ادóĩĤאÖ ėĥÝìوا وĹİ כıĥא ĵąÝĝÜ اĘijĤאء ïıđÖه. ģĻĥčÜو אءĻ×ĬŶا ßđÖو אءåĬŸا īĨ ħıęĥø ĵĥĐ ÛĬכא ĹÝĤا ħđĭĤا Ĺİ :ģĻĜو اĩĕĤאم وإõĬال اīĩĤ واijĥùĤى đĉĥĤאم وóĻåęÜ اijĻđĤن īĨ اóåéĤ óýĥĤاب وøאóÐ Ĩא ijĘƪن ėĺóýÝÖ اÖŴאء، َİא ĹĘ ñİه اĺŴאت، وñİا כįĥ إđĬאم ĵĥĐ اĭÖŶאء ħıĬŶ óýĺ ƪد ïĐ .ųا Ʃ وñİا ijĜل اīùéĤ اĤ×óāي رįĩè įáđÖو įĤijøر ÙęĀ אıĻĘ ĹÝĤا راةijÝĤا īĨ ħıĐدijÝøا אĨ Ĺİ :ġ אس×Đ īÖا אلĜو įĬÉכĘ واóęכ īĺñĤا ĵĥĐ įÖ نijéÝęÝùĺ اijĬوכא مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ Ĺİ ÙĩđĭĤا :ģĻĜو .א ً Ļ×Ĭ ĹĘ ßđÖ įĬŶ ،ħıĤ ÙĩđĬ įáđÖ وכאن .įĻĘ يïıđÖ اijĘوأو įÖ اijĭĨوآ įĝè اijčęèا :אلĜ .ħıÜאåĬ įÝĐאĈ ĹĘ وכאن ،ģøóĤا ةóÝĘ ÛĜو ĹĘو אبÝכĤا ħİóĻĻĕÜو ħıĘŻÝìا ÛĜو ٥ ١٠ ١٥ 846 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu âyetin bir benzeri “Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler.” [ en-Nahl 16/112] âyetidir. Burada da kastedilen Hz. Muhammed aleyhisselâmdır. Âyette “nimetler” kelimesinin çoğul olarak zikredilmesinin sebebi ise tıpkı Hz. İbrâhim’in ümmetlerin vasıflarını taşımasından ötürü tek başına bir ümmet olarak isimlendirilmesi gibi bu nimetin [yani Hz. Peygamber’in gönderilmesinin] de pek çok nimeti barındırmasıdır. “Bana verdiğiniz sözü yerine getirin.” Bu ifadenin anlamı hakkında şöyle denilmiştir: Bu, Allah’ın ona iman etmeye ve emirlerine uymaya dair Âdem’in zürriyetinden aldığı mîsâka (ahde) sadık kalma emridir. Bu bağlamda Allah, “Siz Allah’tan söz mü aldınız?” [ el-Bakara 2/80] buyurmuştur ki bu örnek âyette kastedilen anlam “Lâilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) cümlesini mi söylediniz?” şeklindedir. Başka bir görüşe göre ise bu söz, Allah’ın, peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselâma iman etmeye dair kendilerine kitap verilenlerden aldığı sözdür. Nitekim “Allah, kendilerine kitap verilenlerden, onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye sağlam söz almıştı.” [ Âl-i İmrân 3/187] buyurulmuştur. Abdullah b. Abbas ve Rebî‘ bu ifadenin anlamı hakkında şöyle demişlerdir: Yani, size emrettiğime sadık kalın, Ben de size vadettiğime sadık kalayım. Âyette geçen ahit, emir mânasına gelmektedir. Nitekim bu kelime Kur’ân’ın muhtelif yerlerinde bu anlamda kullanılmıştır: “Biz Âdem’e (…) ahit verdik/emrettik.” [ Tâhâ 20/115], “Size aht etmedim mi/emretmedim mi?” [ Yâsîn 36/60], “ İbrâhim ve İsmail’e ahit vermiştik/emretmiştik.” [ el-Bakara 2/125]. Dolayısıyla burada da “Bana verdiğiniz sözü yerine getirin.” âyetinin anlamı “Emrimi yerine getirin.” [ el-Bakara 2/40] şeklinde olur. “Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.” Yani, size [verdiğim] vaadimi [yerine getireyim] demektir. Buna göre âyette geçen ahit, vaad mânasına gelir. Kelimenin bu anlamına dair Kur’ân’da şöyle buyurulmuştur: “ Kimdir vaadini Allah’tan daha iyi yerine getiren?” [ et-Tevbe 9/111], “Allah’ın vaadi haktır.” [ en-Nisâ 4/122], “Onların içinde Allah’a söz verenler vardı.” [ et-Tevbe 9/75] Bu âyetlerde geçen ahit, vaad anlamına gelmektedir. Başka bir âyette “Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları için...” [ et-Tevbe 9/77] buyurulmaktadır ki burada da bu vaad kelimesi, ahit anlamına gelmektedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 847 אĩĬوإ ،مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ Ĺİ [١١٢/١٦ ،ģéĭĤا﴾ [ِٰ Ãا ّ ِ ُ ²َْ Yِ وóĻčĬه įĤijĜ:﴿ žَ َ§َŸَy ْت \ ĹĬאđĩÖ įĨאĻĝĤ Ùّ Ĩأ ħĻİاóÖإ Ĺّ ĩ ُ ø אĩכ ħđĭĤا īĨ įĻĘ אĨ ةóáכĤ ďĩåĤا ħøאÖ هóذכ اħĨŶ. ĵĥĐ ųا Ʃ ñìأ يñĤا אقáĻĩĤאÖ אءĘijĤאÖ óĨŶا ijİ :ģĻĜ ﴾يٓ u۪ ·َْ ِ َْو¹žُا \ وįĤijĜ:﴿ ا ذرÙĺ آدم įĻĥĐ اŻùĤم īĨ اĩĺŸאن įÖ واĩÝĺźאر óĨÉÖه. و" اïıđĤ "اħø ĩĺŹĤאن، Ĝאل .ųا Ʃ źإ įĤإ ź :ħÝĥĜ ģİ أي] ٨٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [اuً ·َْ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ ْ bُwْ sَ َ bَّ ا© ْ ¢ُ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ įĻĥĐ ïĩéĨ אĭĤijøóÖ אنĩĺŸאÖ ħıÖאÝכ ĹĘ ïıđĤا īĨ ħıĻĥĐ ñìأ אĨ ijİ :ģĻĜو َ ِ Yس َوَÊ ³«ّ ِ ª µُ َ ³ّ³ُÁِّ]َcَُ ª بY َ cَ§ِ ْ ُ۫وُb¹ا اª ا ±À َ w۪ َّ ªا قY َ gÁَ ®۪ ُ ٰ Ãا ّ wَ rَ َ ِ ْذ ا اŻùĤم، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوا ۘµ] ﴾آل óĩĐان، ١٨٧/٣]. ُ َ ²¹¯ُ cُ§ْ َ b وĜאل اīÖ Đ×אس واďĻÖóĤ: أي أوijĘا ĩÖא أÜóĨכħ įÖ أوف ĩÖא وÜïĐכħ įÖ. ٰ َدَم﴾ [įĈ، ١١٥/٢٠[ « ا ٰٓ ªِ Y ا َٓ ²uْ ·َِ uْ£ََ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،óĨŶا ĵĭđĩÖ نijכĺ ïıđĤوا ،[١٢٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [Áَ ¶۪ yٰ \ِْ « ا ٰٓ ªِ Y ا َٓ ²uْ ·َِوَ ﴿:אلĜو] ٦٠/٣٦ ،÷ĺ] ﴾ْ §ُ Áَْ ªِ َ َْ· ْu ا َ ْ ا ªَ وĜאل: ﴿ا ٓي﴾ [اĤ×óĝة، ٤٠/٢] ĵĭđĩÖ أóĨي. u۪ ·َْ ِ َْو¹žُا \ Ęכאن įĤijĜ:﴿ ا :ĵĤאđÜ אلĜ ،ïĐijĤا ĵĭđĩÖ ïıđĤا نijכĺو .ħכïĐijÖ أي﴾ ْ¦ُ uِ·َْ ِ ُ۫وِف \ وįĤijĜ:﴿ ا ﴾ۜą£ًّ nَ ِٰ Ãا ّ uَ ْ وَ ﴿:אلĜ ïĝĘ ،هïĐijÖ أي] ١١١/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ِٰ Ãا ّ ±َR ِ ه۪ uِ·َْ ِ َْوžٰ« \ ﴿َوَR ±ْ ا Yٓ ¯َ ِ [اùĭĤאء، ١٢٢/٤] وĜאل: ﴿َوِRُ³ْ·ْ َR ±ْ َ َY ¶َu ّ اà َٰ] ﴾اÙÖijÝĤ، ٧٥/٩ [أي وïĐ، ïĝĘ Ĝאل: ﴿\ َ ¹Ÿُا ّ اà َٰ َ®Y َوَ ُu ُوه﴾ [اÙÖijÝĤ، ٧٧/٩[. «rْ َ ا ٥ ١٠ ١٥ 848 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri [Bu ifadenin anlamı hakkında farklı görüşler serdedilmiştir.] Bir görüşe göre ifadenin anlamı şudur: Farzları yerine getirme hususunda bana verdiğiniz sözü tutun ki Ben de buna karşılık size verdiğim sözü yerine getireyim ve sizi ödüllendireyim. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: İsrâiloğulları’na verilen ahit, Hz. Mûsâ vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Buna göre Allah, Hz. Mûsâ’nın ağzıyla “Ben, İsmâiloğulları’ndan ümmî bir peygamber göndereceğim. Kim ona uyar, getirdiği nûru tasdik ederse onun günahlarını bağışlar, cennete koyar ve ona iki kat sevap veririm.” demiştir. Allah, onlara bu emri, bu âyetle hatırlatmıştır. Başka bir görüşe göre ifadenin anlamı, “Nefsinizle mücadelede bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de onunla mücadelede size yardım edeyim.” şeklinde, bir görüşe göre, “Dünyanızı ıslah ve imar etme hususunda Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de âhiretinizin ıslahına dair size verdiğim sözü yerine getireyim.” şeklinde, bir görüşe göre, “Gizli hâllerinizde ihlâsınızı koruyup muhafaza etme hususunda sözünüzü tutun ki Ben de zâhir hâllerinizin ıslahında size verdiğim sözü yerine getireyim.” şeklinde, diğer bir görüşe göre ise “Size söylediğim ‘Şunu yapın!’ veya ‘Bundan sakının!” türündeki emirlerime karşılık verin ki Ben de sizin ‘Ya Rabbi! Bunu yap!’ veya ‘Ya Rabbi! Bunu yapma!’ türündeki dualarınıza karşılık vereyim.” şeklindedir. Zira Allah Teâlâ, “Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar.” [ el-Bakara 2/186] buyurmaktadır. Bu görüş, Süfyân-ı Sevrî’ye aittir. İmam Mâtürîdî şöyle der: Allah’ın kullarına ahdi iki türlüdür. Bunlardan ilki, hilkat (yaratılış) ahdidir. Yani Allah, yarattığı her bir kulun fıtratına onu mârifet (tanıma), tevhid (birleme), kulun boş yere yaratılmadığı ve başıboş da bırakılmayacağı bilgisini yerleştirmiştir. Diğeri ise peygamberlerin diliyle bildirilen risâlet şeklindeki ahittir. Nitekim âyette, “Allah, şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları destekler, Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim!” [ el-Mâide 5/12] buyurulmaktadır. Allah’ın “Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.” ifadesi, “Sizin kötülüklerinizi örterim ve sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım.” [ elMâide 5/12] demektir.1 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 110. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 849 ُ ِوف ïıđÖכħ ÖאĝĤ×ijل واõåĤاء ıĻĥĐא. وģĻĜ: أي أوijĘا ïıđÖي ĹĘ أداء اóęĤاăÐ أ ßĐאÖ ĹĬإ :ĵøijĨ אنùĤ ĵĥĐ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ĵĤإ ïıĐ כאن :ġ אس×Đ īÖا אلĜو į َ ×Ĭذ įĤ تóęĔ ُ įÖ ĹÜÉĺ يñĤا رijĭĤאÖ قïĀو ّ įđ×Ü īĩĘ ،אƬ א أĻĨ ً Ļ×Ĭ ģĻĐאĩøإ ĹĭÖ īĨ ُħ ذĤכ ñıÖه اÙĺŴ. İóƪ َ َñכ Ę ،īĻĭàا īĺóäأ įĤ Ûĥđäو ÙĭåĤا َ įÝĥìوأد .אıĻĥĐ ħכÝĬijđĨ ĹĘ ħכïđıÖ أوف ،ħכùęĬأ ةïİאåĨ ĹĘ يïıđÖ اijĘأو :ģĻĜو .ħאכ×ĝĐ حŻĀإ ĹĘ ħכïıđÖ أوف] وģĻĜ: أوijĘا ïıđÖي ĹĘ إŻĀح دĻĬאכħ،] ١٢٠ب .ħכóİاijČ حŻĀإ ĹĘ ħכïıđÖ أوف ،ħכóÐاóø صŻìإ ĹĘ يïıđÖ اijĘأو :ģĻĜو ،ħכïıđÖ أوف ،"اijĥđęÜ ź"و" اijĥđĘا ":ħכĤ ÛĥĜ אĩĻĘ ĹĬij×Ļäأ ،يïıđÖ اijĘأو :ģĻĜو Yن َِذا َدَ ِۙ ِ ا َاع ُ ۪j ُÁ [َدَ¹َْة ّ اuª ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،"ģđęÜ ź"و" ģđĘا ":ĹĤ ħÝĥĜ אĩĻĘ ħכ×äأ رijāĭĨ ijÖأ אمĨŸا אلĜو .ريijáĤا אنĻęø لijĜ ijİو] ١٨٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا¿﴾ [ª۪ ا¹[Áُ k۪ cَْ Áَ ْ «žَ :ųا Ʃ رįĩè Ùĝĥì ĹĘ ģđä אĩĤ ٍ Ùَ ĝĥْìِ ïıĐ :īĻıäو ĵĥĐ įĝĥì ĵĥĐ ųا Ʃ ïıĐ ُ źو ß×đĥĤ įĝĥíĺ ħĤ įĬوأ هïĻèijÜو įÝĘóđĨ ĵĥĐ لïÜ ģÐźد ١ כģ واïè ُ َ َYل ّ اà ٰ ¢وَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ģøóĤا ÙĭùĤأ ĵĥĐ ٍ ÙĤאøر ïıĐو ُ ،ىïø įכóÝĺ َ ْرُb ُ ¯¹ُ ¶ْ ِ ُy ُ ~۪ ¿«َوَ ّ} \ ْcُ³ْ®َ ٰ َ ٰ¦ ¹َة َوا {ªا ّ ُcُÁَْ bٰ ٰ ¹َة َوا « َ‡ªا ّ ُcُ¯ْ َ ¢َ َِئ ±ْ ا ª ۜ ْ §ُ َ®َ ¿²ِّ۪ ا ijİ ﴾ْ¦ُ uِ·َْ ِ ُ۫وِف \ ا ﴿:įĤijĜو .]١٢/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [Y³ً َ nَ YŠً yْ َ ¢ َٰ Ãا ّ ُcُŠْ yَ ْ ¢َ َوا Y·َcِoْ َ ۪ي ِR ±ْ b ykْ َ b تY ٍ َ ³ّjَ ْ §ُ َ ³َّ ِ ُ§ ْ َوَُÊ ْد ِr« bYـَٔÁِّ~َ ْ §ُ ³ْ َ َ ِ َyّن Ÿّ¦َÊَُ﴿ :įĤijĜ Yر﴾ [اĩĤאïÐة، ١٢/٥]. ٢ َْ اÊَ²ْ ·ُۚ ١ ح ط: اïè. ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١١٠/١ ٥ ١٠ ١٥ 850 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kuşeyrî ise şöyle der: Nimet, sana nimet vereni gösteren veya O’nu hatırlatan ya da seni nimet verene ulaştıran veya seni nimet verenden perdelemeyen şeydir. (…) Allah, İsrâiloğulları’na nimetlerin hatırlanmasını emrettiği gibi Ahmed’in ümmetine de nimet vereni hatırlamalarını emretmiştir. Nitekim Allah, ümmet-i Muhammed’e “Öyleyse yalnız Beni anın ki Ben de sizi anayım.” [ el-Bakara 2/152] buyurmuş, İsrâiloğulları’na ise “Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.” [ el-Bakara 2/40] buyurmuştur. Yani, söz verme ( mîsâk) gününde Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki âhirette karşılaşma gününde sizin için güvence kıldığım sözü yerine getireyim. Başkasını Bana tercih etmeme hususunda verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de sizden hayrı eksik etmeyeyim! Beni tanımaya dair verdiğiniz sözde sabit kalın ki Ben de ihsanımı sürdürmede size verdiğim sözü yerine getireyim. Bana hizmet etmede verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de onu sizden minnetimle kabul etmede verdiğim sözü yerine getireyim. Mücadele ve mücahede etmede Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de şahit olmada size verdiğim sözü yerine getireyim. Sevgi ve muhabbetinizin doğruluğunda Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size yakın olmada verdiğim sözü yerine getireyim. Sadece Benimle yetinme ve sadece Bana itimat etme hususunda Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de sizden razı olmaya dair verdiğim sözü yerine getireyim. Zorlukların diyarında güç ve takatiniz yettiğince Bana itaat ve hizmet etmede verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de ferahlık ve yakınlık diyarında ülfetin ve muhabbetin devamlılığı hususunda size verdiğim sözü yerine getireyim. Ahdinize sadık kalma hususunda Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size mutluluğun devamına dair verdiğim sözü yerine getireyim. Her daim “Rabbim! Rabbim!” demede Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de her zaman “Kulum! Kulum!” diye karşılık vermede size verdiğim sözü yerine getireyim.1 “Yalnız benden korkun.” Kuşeyrî bu ifadenin anlamı hakkında şöyle der: Mutlak kudrette tek olduğumdan ötürü korkuyu sadece Bana tahsis edin, yani sadece Benden korkun.2 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 40-41. 2 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 41 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 851 :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ِ ħ أو Ĩא أوĥĀכ إĵĤ đĭ ُ ّóك اĩĤ ِ ħ أو Ĩא ذכ đĭ ُ «اÙĩđĭĤ Ĩא أïıüك اĩĤ ĹĭÖ óĨأ įĬאé×ø įĬإ :אلĜو ٢ «.ħ ِ đĭ ُ ĩĤا īĐ כ×åéĺ ١ħĤ אĨ أو ħ ِ đĭ ُ اĩĤ ¿ٓ²و۪ yُ¦ُذYْ žَ﴿ :אلĝĘ ħ ِ đْ ĭ ُ ĩĤا óכñÖ ïĩèأ ÙĨأ óĨوأ ħđĭĤا óכñÖ ģĻÐاóøإ ﴾ْ¦ُ uِ·َْ ِ ُ۫وِف \ ٓي ا u۪ ·َْ ِ َْو¹žُا \ َ ْذُ¦ْyُ¦ْ] ﴾اĤ×óĝة، ١٥٢/٢]. وĜאل ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ا [اĤ×óĝة، ٤٠/٢] أوijĘا ïıđÖي اñĤي Ĝ×ħÝĥ ijĺم اáĻĩĤאق أوف ïıđÖכħ ّ ĹĥĐ واóàËÜ ź أن ĹĘ يïıđÖ اijĘوأو ،قŻÝĤا مijĺ ħכĤ ÛĭĩĄ يñĤا ĹĘ يïıđÖ اijĘأو ،يóĻì ħכĭĨ ďĭĨأ ź أن ĹĘ ħכïıđÖ أوف يóĻĔ ĹĘ يïıđÖ اijĘأو ،ĹĬאùèإ ÙĨإدا ĹĘ ħכïıđÖ أوف ĹĬאĘóĐ ÙĨاïÝøا īùéÖ يïıđÖ اijĘأو ،ĹÝĭĩÖ ħכĭĨ אıĤij×ĝÖ ħכïıđÖ أوف ĹÝĨïíÖ אمĻĝĤا اåĩĤאïİة أوف ïıđÖכħ ïÖوام اýĩĤאïİة، أوijĘا ïıđÖي ïāÖق اéĩĤ×Ù أوف ïıđÖכħ Öכĩאل اÙÖóĝĤ، أوijĘا ïıđÖي اכijęÝا ĹĭĨ ĹÖ أوف ïıđÖכħ ÙĨïíĤا אطùÖ ĵĥĐ Ù×åéĤا دار ĹĘ يïıđÖ اijĘأو ،ħכÖ ħכĭĐ أرض ïýÖ ĉĬאق اĉĤאÙĐ وñÖل اďøijĤ واĉÝøźאÙĐ أوف ïıđÖכħ ĹĘ دار اÙÖóĝĤ אءĘijĤا ċęéÖ يïıđÖ اijĘأو ،ÙĺؤóĤوا÷ ĬŶا ÙĨداÍÖ ÙĥĀijĤا אطùÖ ĵĥĐ أوف ïıđÖכħ ÍÖداÙĨ اęāĤאء، أوijĘا ïıđÖي ĤijĝÖכħ ً أïÖا رĹÖ رĹÖ أوف ٣ .يï×Đ يï×Đ اïÖأ ً ħכÖاijåÖ ħכïıđÖ Ù×İóĤאÖ ĹĬدوóĘأ أي :ųا Ʃ َ َYي žَ ْYرَ¶ ُ[ ¹ِن﴾ Ĝאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè Àِّ وįĤijĜ:﴿ َوا óęĬźادي ÖאïĝĤرة. ٤ ١ ط - ħĤ. ٢ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤٠/١ ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤١/١ ٤ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤١/١ ٥ ١٠ ١٥ 852 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî şöyle der: Yani, Benim saltanatımdan ve kudretimden korkun. Bir görüşe göre “Azabımdan ve öfkemden korkun, sakının!”, bir başka görüşe göre ise “Bana verdiğiniz sözü bozmaktan ve peygamberin ( Muhammed aleyhisselâm) sıfatlarını gizlemekten korkun.” anlamına gelir.1 Abdullah b. Abbas’a göre ise “Yalnız benden korkun” ifadesi, “Aksi takdirde sizden önceki milletlere indirdiğim gibi size de sert bir azap indiririm.” demektir. “Yalnız sana kulluk ederiz.” [ el-Fâtiha 1/5] âyetinin tefsirinde açıkladığımız gibi iyyâ ifadesinin öne geçirilmesi cümleye “sadece” anlamını katar ve bu durumda anlam, “Başkasından değil, sadece Benden korkun!” şeklinde olur. Bunun benzeri “Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, Benden korkun.” [ el-Mâide 5/44] âyetinde zikredilmiştir. “Korkun.” Yani ferhebûn kelimesinin aslı izâfet harfi olan yâ ile birlikte ferhebûnî şeklindedir; ancak diğer âyetlerin sonları ile uyumlu olması için yâ harfi hazfedilmiştir. Bu fiilin nesnesi, kelimenin sonunda zikredilmiş olan zamirdir. İyyâ kelimesi, mef‘ul olduğundan ötürü mansubdur. Bu kelime, korkma fiilinin mef‘ulüdür. Burada bir fiilin biri açık, diğeri zamir şeklinde olmak üzere iki mef‘ul (nesne) almış olması, fiilin [başlangıçta] atıf harfi olan vâvdan gizli bir şekilde gelmiş olmasıdır. Eğer atıf harfi vâv olmasaydı öncesinde açık bir ifade varken sonrasında zamir kullanılmazdı. Örneğin Zeyden darabtü (Zeyd’i dövdüm) dediğinde eğer daha önceden zikredilmiş bir ifadenin ardından bu cümleyi söyleseydin Zeyd kelimesinin başında atıf harfi vâv getirirdin ve bu durumda yine Zeyd kelimesini nasb eder, sonuna da he zamirini getirirdin [yani cümleyi ve Zeyden darabtühu (Ve Zeyd’i dövdüm) şeklinde kullanırdın]. Bunun benzeri ve’l-kamere kaddernâhu (Ay için de […] takdir ettik.) [ Yâsîn 36/39] âyetinde vardır [yani kamer kelimesi nasb edilmiş, fiilin sonunda da hu zamiri gelmiştir]. “Yalnız sana kulluk ederiz.” [ el-Fâtiha 1/5] ve “Hepsini hidâyete erdirdik.” [ el-En‘âm 6/84] örneklerinde olduğu gibi bazı yerlerde başına atıf harfi vâv getirilmeden ve sonuna zamir eklenmeden yapılan kullanımın sebebi ise vâv harfinin atıf için kullanılıyor olması ve bu atfın kendisi üzerine gerçekleşeceği bir fiili gerektirmesidir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 111. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 853 :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè «أي اijýìا ĉĥøאĹĬ وïĜرĹÜ. Ĝאل: وģĻĜ: اijýìا ñĐاĹÖ وĹÝĩĝĬ. ٢ ١ įĻĥĐ اŻùĤم.» ĹĻ×Ĭ ÛđĬ אنĩÝوכ يïıĐ ăĝĬ اijýìا أي :ģĻĜو :אلĜ َ َYي žَ ْYرَ¶ ُ[ ¹ِن﴾ أي أõĬل ĻĥĐכħ īĨ اñđĤاب Ĩא أÛĤõĬ Àِّ وĜאل اīÖ Đ×אس ġ:﴿ َوا َ ْ ُ[ ُu] ﴾اęĤאÙéÜ، ٥/١ [أن ħĺïĝÜ" إĺא" َ َ Yك ² Àِّ ] ﴿ا أ ١٢١] :įĤijĜ ĹĘ אĭ ّ ĻÖ ïĜو .ħכĥ×Ĝ īĨ ĵĥĐ َ َ Yس َ ْs ¹ُƒَا ّ اª³ b Ëَžَ﴿ :אلĜ אĩכ يóĻĔ اijýíÜ źو ĹĬijýìا :אهĭđĨ ،ادóĘŸا ĹąÝĝĺ َو ْ اr ِ¹ْƒَن﴾ [اĩĤאïÐة، ٤٤/٥]. ٥ ijĩĤاÙĝĘ رؤوس ٤ ً ęĻęíÜא ٣ وÛĘñè ÙĘאĄŸا אءĻÖ "ĹĬij×İאرĘ" ﴾ن¹ِ[ ُ¶ َرYْ žَ﴿ ģĀوأ א" ÙÖijāĭĨ؛ ƪ ĺإ "Ùĩĥوכ .ÙĩĥכĤا óìآ ĹĘ ٧ ٦ اñĩĤכijرة اŴي. واģđęĤ واďĜ ĵĥĐ اĤכĭאÙĺ Ùĺאĭوכ çĺóĀ īĻĤijđęĨ ĵĥĐ ïèاijĤا ģđęĤا ďĜو אĩĬوإ ،אıĻĥĐ ďĜوا ģđęĤوا لijđęĨ įĬÍĘ ďĨ אİóìآ ĹĘ ÙĺאĭכĤا óכñĺ ħĤ ėĉđĤا واو źijĤو ،ėĉđĤا واو ïđÖ ģđęĤا اñİ אرĩĄŸ وijäد اçĺóāĤ Ĝ×ıĥא כĤijĝכ: " ًزïĺا ÛÖóĄ"، وإذا دÛĥì واو اėĉđĤ ĵĥĐ" زïĺ "ïđÖ ،÷ĺ] ﴾هYُ َ َ ْر² uّ َ ¢yَ¯َ£َ ْ ُÕā وذכóت اıĤאء اđĤאïÐة İïđÖא כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َواª Ĭ óìآ ءĹü óذכ ﴾uُ ]ُ ْ َ َ َ Yك ² Àِّ ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ Ùĺאĭכ ŻÖ óכñĺو اوijĤا įĥìïÜ ħĤ يñĤا ďĄاijĩĤا ĹĘو] ٣٩/٣٦ ۚ﴾ [اđĬŶאم، ٨٤/٦] وذĤכ Ŷن اijĤاو ėĉđĥĤ ĹąÝĝĻĘ Y³َÀْuَ ¶َ Ëًّ¦ُ ﴿ :įĤijĝכ ijİو] ٥/١ ،ÙéÜאęĤا[ ٨ .įĻĥĐ ďĝĺ يñĤا ģđęĤا ١ ط + ïĩéĨ. ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١١١/١ ٣ ط ر + وįÖ óĜأ ăđÖ اóĝĤاء. ٤ ر: ÛĘñéĘ اĻĤאء. .ûĨאİ çĀ ،אĝĻĝéÜ :م ٥ ٦ ر: اĤכÝאÙÖ. ٧ ح: اñĩĤכijر. .įĻĥĐ ďĝĺ يñĤا ģđęĤا ĹąÝĝĻĘ ėĉđĥĤ اوijĤا نŶ כĤوذ ... ÙĩĥכĤا óìآ ĹĘ رةijכñĩĤا ÙĺאĭכĤا ĵĥĐ ďĜوا ģđęĤوا - ط ٨ ٥ ١٠ ١٥ 854 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 41. Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının. [ el-Bakara 2/41] “Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize iman edin.” Bu ifade, daha önce bahsi geçen ahdin tefsiridir. Yani, ey Yahudi topluluğu! Muhammed’e inen Kur’ân’a iman edin. “Tasdik edici” Musaddikan kelimesi kat‘ kaidesi1 gereği mansuptur. İkinci mef‘ul olması da mümkündür ki bu durumda anlam, “Tevhid, geçmiş ve gelecek olaylara dair haberler, Muhammed’in peygamber olarak gönderileceği ve Kur’ân’ın da ona ineceği bilgisi gibi hususlarda elinizdeki Tevrat’ı tasdik eden, yani ona uygun olarak indirdiğim Kur’ân’a iman edin.” şeklinde olur. Şeriatlarda ve ahkâmda ihtilâf edilmesinde ise çelişki ve tutarsızlık yoktur. Çünkü bu nesh (hükmü ilga) sayılır. Aynı kitabın içerisinde bazı bölümler diğer bölümleri nesh edebilir. Hâl böyle iken iki farklı kitap arasında neshin söz konusu olması hayli hayli mümkündür. Nesh, bedâ (sonradan fark etme) olmayıp birinci hükmün müddetini beyân etme olduğundan ötürü câizdir. “Onu inkâr edenlerin ilki olmayın.” ifadesinde geçen bihi (onu) kelimesinin anlamı hakkında farklı görüşler serdedilmiştir. Bir görüşe göre bihi (onu) kelimesiyle Kur’ân, başka bir görüşe göre ise Hz. Muhammed aleyhisselâm kastedilmiştir. Kur’ân, Hz. Muhammed aleyhisselâma indiğinden ötürü ikisi beraber zikredilmiştir. Bu yüzden buradaki bihi (onu) ifadesinin Hz. Muhammed aleyhisselâma işaret etmesi mümkündür. Diğer bir görüşe göre ise anlam “Sizin elinizde olanı, yani Tevrat’ı inkâr etmeyin, çünkü Tevrat’ın içerisinde Muhammed aleyhisselâmın bazı özellikleri yer alır.” şeklindedir. Bihi (onu) ifadesinin Kur’ân’a işaret ettiği görüşü İbn Cüreyc’e, Hz. Muhammed aleyhisselâma işaret ettiği görüşü Ebü’l-Âliye’ye, Tevrat’a işaret ettiği görüşü ise Zeccâc’a aittir. Öte yandan Allah, âyette “kâfir(lerin) ilki” derken kâfir kelimesini çoğul olarak ifade etmemiştir, çünkü kâfir kelimesi, “ inkâr eden kişi” şeklinde fiilden türemiş bir isimdir. Hakiki anlamı üzere çoğul forma sokulması mümkün olsa da, tekil formu da çoğul anlamını zaten karşılamaktadır. Bu noktada şair şöyle der: Karınları doyduğunda en mülâyim tok kimseler olurlar Acıktıklarında ise en beter/şerli aç karınlı kimseler oluverirler 1 Nahiv açısından bir başka kelimeye tâbi (sıfat, bedel, vs.) olan bir kelimenin kendisine tâbi olduğu kelimeye i‘rab açısından tâbiliğinin kopması. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 855 ُ وا óَ Ýýْ Üَ źَ َ ۖ و į۪ Öِ óٍĘאِ כَ لَ ƪ اوَ اijٓ ُĬijכُ Üَ źَ َ ْ و َ ُכħ đَ َ א Ĩ ĩĤِ אĜً ِïّāَ ُ Ĩ Ûُ ĤْõَĬْاَ א َٓ ĩÖِ اijُ َ ٰاِĭĨ -٤١ و نijِ ĝُƪ ÜאĘَ אي َ ƪ َ ِاĺ و ŻĻ ًۘ ĥ۪Ĝَ אĭً َ ĩàَ ĹÜא۪ َ ĺאٰÖِ :أي ،óĨ يñĤا ïıđĤا óĻùęÜ ijİو﴾ ْ§ ُ َRَ Y¯َ ِ ª ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ aُ ْ ª{َ²َْ ٓY ا ¯َ ِ ٰ ِR¹³ُا \ وįĤijĜ:﴿ َوا آijĭĨا أıĺא اijıĻĤد ÖאóĝĤآن اñĤي أõĬل ĵĥĐ ïĩéĨ. א أي ÖאóĝĤآن اñĤي ً ĻĬאà źijđęĨ ً نijכĺ أن زijåĺو ،ďĉĝĤا ĵĥĐ ÕāĬ ﴾ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ ﴿ īĐ אر×ìŸوا ïĻèijÝĤا ĹĘ ħכđĨ ĹÝĤا راةijÝĥĤ אً ĝĘاijĨ أي ،ħכđĨ אĩĤ אĜïāĨ ً įÝĤõĬأ ١ اŻÝìźف ĹĘ اijĨŶر اĩĤאÙĻĄ واĝÝùĩĤ×Ùĥ وıĻĘא ذכó įáđÖ وإõĬال اóĝĤآن įĻĥĐ. ĨÉĘא אبÝכ ĹĘ אĨ ăđÖ ëùĬ زijåĺو ،ëùĬ įĬŶ ؛ăĜאĭÝĤا Õäijĺ ŻĘ כאمèŶوا ďÐاóýĤا ، åĘאز. ٌ اءïÖ ź ولŶا ħכéĤا ةïĨ אنĻÖ ëùĭĤوا .īĻÖאÝכÖ ėĻכĘ ،įąđ×Ö هóذכ Û×à ïĜو .ïĩéĩÖ :ģĻĜو .آنóĝĤאÖ ģĻĜ ﴾ۖ µ۪ ِ \ ٍ yžYِ ¦َ لََ ّو َ ¹ُٓا ا ²¹§ُ َ b Êَوَ ﴿:įĤijĜو ijİو ħכđĨ ٣ ٢ اĤכĭאÙĺ إįĻĤ. وģĻĜ: أي ĩÖא فóĀ אزåĘ įĻĥĐ لõĬأ įĬŶ الõĬŸا óכñÖ ٤ إĵĤ اóĝĤآن ijĜل اīÖ ãĺóä، فóāĤوا .مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ÛđĬ įĻĘ نÍĘ ارة؛ijÝĤا ٦ إĵĤ اijÝĤارة ijĜل اäõĤאج. ٥ إĵĤ ïĩéĨ ijĜل أĹÖ اđĤאÙĻĤ، واóāĤف واóāĤف نijכĻĘ ģđĘ īĨ ěÝýĨ ħøا óĘכאĤا نŶ ؛ďĩåĤا ĵĥĐ "īĺóĘכא أول ":ģĝĺ ħĤ ħà ٧ :óĐאýĤا אلĜ ،ÙĝĻĝéĤا ĵĥĐ įđĩä زijåĺو ،ďĩåĤا ĵĥĐ لïĻĘ "ģđĘ īĨ" ĵĭđĩÖ ِ אعĻäِ ƫ óýَ Ęَ اij ُ Đאä ُ ħ ُ İ ذاÍĘ ٍ ħĐאĈِ ُ مŶÉ َ Ęَ اij ُ ĩđِĈَ ُ ħ ُ İ ذاÍĘ ١ ط: وأĨא. ٢ ط: ïĀق. ٣ ط: ĩĤא. ٤ ط: واïāĤق. ٥ ط: واïāĤق. ٦ ط: واïāĤق. .(٤١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (١٣٤/١، ÙĻĉĐ īÖا óĻùęÜ ؛)٤١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٦٠١/١ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٧ ٥ ١٠ ١٥ 856 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şair burada ilk kelimeyi [tâ‘im (tok) kelimesini] tekil olarak kullanırken ikincisini [ciyâ‘ (karnı aç kimseler) kelimesini] çoğul formda kullanmıştır. Benzer şekilde Araplar arasında da el-ceyşü mukbil (Ordu harekete geçti) ve el-cündü münhezim (Asker yenildi) denilir [ordu kelimesi anlam olarak çoğul olduğu hâlde, yüklemi tekil kullanılır]. Ancak bu kullanım, yüklemin fiilden türemediği durumlarda söz konusu olmaz, örneğin “Ordu bir adamdır.” ya da “Asker bir delikanlıdır.” denilmez. Bunun yerine “Ordu adamlardan oluşur.” ve “Asker, delikanlılardan oluşur.” denilir. Ahfeş şöyle demiştir: “Onu inkâr edenlerin ilki olmayın.” ifadesinde hazif vardır. Yani, “Onu inkâr eden (grupların) ilki olmayın.” denmek istenmiştir. Dolayısıyla Allah burada kâfir kelimesini anlam olarak değil, sadece lafzen tekil kullanmıştır. Anlamına gelince, “Onu inkâr edenlerin ilki olmayın.” ibaresi, “Dönemin ilk inkâr edeni olmayın.” demektir. Zira İsrâiloğulları’ndan önce inkâr edenler zaten vardı. İlk kâfir olmaktan - küfür önce de sonra da haramdırsakındırmasının mânası, küfrün ziyadesiyle çirkin ve büyük bir vebal olmasından ötürüdür. Diğer bir ifadeyle “Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın, çünkü başkaları da size tâbi olur ki böylelikle hem kendinizin hem de onların günahlarını yüklenmiş olursunuz.” denmek istenmiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Kim iyi bir çığır açarsa, kendi sevabının yanı sıra, kıyamet gününe kadar o çığırdan yürüyenlerin sevabı kadar da sevap alır. Kim de kötü bir çığır açarsa, kendi günahı yanı sıra kıyamet gününe kadar o çığırdan yürüyenlerin günahı kadar günah yüklenir.”1 buyurmuştur. Çünkü Hz. Peygamber aleyhisselâm Medine’ye geldikten sonra onu ilk Medine Yahudileri yalanlamıştır. Daha sonra sırasıyla Kurayzaoğulları, Nadîroğulları, Hayber ve Fedek Yahudileri onu yalanlamıştır. Daha sonra da diğer Yahudi kabileleri bu yolu takip etmişlerdir. “Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin.” ifadesinde geçen el-iştirâ (satın alma, değiştirme) kelimesinin anlamına daha önce “İşte onlar, hidâyete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir.” [ el-Bakara 2/16] âyetinin tefsirinde değinmiştik. Buradaki anlamı ise “İnsanlara kitabı öğretmede herhangi bir ücret almayın.” şeklindedir. Bu, Ebü’l-Âliye’nin görüşüdür. Daha önce yanlarında bulunan ilk kitapta “Ey Âdemoğlu! Sana bedava öğretildiği gibi sen de bedava öğret.” emri yazılıydı. 1 Müslim, “İlim,” 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 14. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 857 źو ،"مõıĭĨ ïĭåĤوا ģ×ĝِ ُ Ĩ ûĻåĤا ":אلĝĺو .ĹĬאáĤا ĹĘ ďĩäو ولŶا ĹĘ ïَ ƪ è َ و ١ "اûĻåĤ :אلĝĺ أن زijåĺ ź ،ģđęĤا īĨ ذاijìÉĨ ÷ĻĤ يñĤا ħøźا ĹĘ اñİ زijåĺ رģä "وź" اïĭåĤ ŻĔم" ģÖ ĝĺאل: "اûĻåĤ رäאل واïĭåĤ ĩĥĔאن". وĜאل اûęìŶ: įĻĘ إĩĄאر، أي أول ěĺóĘ כאóĘ įÖ، ïèijĘ ĵĥĐ اċęĥĤ دون اĵĭđĩĤ. īĐ ĹıĭĤا ĵĭđĨو ،óęכĤا ģİأ ħıĥ×Ĝ כאن ïĝĘ ؛óāđĤا ģİأ īĨ óĘכא أول :אهĭđĨ ħà ا óèام- أن įĻĘ زĺאدة Ĝ×ç ووÖאل، أي ź ÜכijĬijا أول ً اĤכóę ً أوź -واĤכóę أوź وآóì Ĺ×ĭĤا אلĜ .ħכÖ ىïÝĜا īĨ ووزر ħوزرכ ħכĤ نijכĻĘ ħכóĻĔ ħכÖ يïÝĝĻĘ įÖ óęכĺ īĨ ،ÙĨאĻĝĤا مijĺ ĵĤإ אıÖ ģĩĐ īĨ óäوأ אİóäأ įĥĘ Ùĭùè Ùĭø ƪ īø īĨ» :مŻùĤا įĻĥĐ ٢ وذĤכ أįĬ .«ÙĨאĻĝĤا مijĺ ĵĤإ אıÖ ģĩĐ īĨ ووزر אİوزر įĻĥđĘ ÙÑĻø Ùّ ĭø īø īĨو ħà óĻąĭĤا ijĭÖو ÙčĺóĜ ijĭÖ ħà ÙĭĺïĩĤا دijıĺ įÖñכĘ ّ [ įĻĥĐ اŻùĤم ïĜم اÙĭĺïĩĤ] ١٢١ب .دijıĻĤا óÐאø כĤذ ĵĥĐ ÛđÖאÝÜ ħà كïĘ ħà ó×Ļì :įĤijĜ óĻùęÜ ĹĘ اءóÝüźا אĬóùĘ ïĜ ﴾ËÁ ًۘ «۪ َ ¢ Y³ً ¯َ َ f ¿bY۪ َ Àٰ Yِ \ واyُcَƒْ َ b Êَوَ ﴿:įĤijĜو ĵĥĐ واñìÉÜ ź ٤ ٣ ĭİא: ُ· ٰu ۖى﴾ [اĤ×óĝة، ١٦/٢] وĭđĨאه ْ ªYِ \ _ََ ªËَ َ‹ªا ّ واُyَcَ‚ا ْ ±À َ w۪ َّ ِئ ¥َ اª ٰٓ ُو۬ª ﴿ا א ħİïĭĐ ĹĘ اĤכÝאب اŶول: ً ا. وñİا ijĜل أĹÖ اđĤאÙĻĤ. وכאن ĨכÖijÝ ً ħĻĥđÜ اĤכÝאب أóä ًא. ĬאåĨ Ûَ ْ ĩِ ĥّ ُ ًא כĩא Đ Ĭא ƪ åَ Ĩ ħِ ĥّ َ Đ آدم īÖ אĺ ١ ح: įĤijĜ. .١٤ ،ÙĨïĝĩĤا ،ÙäאĨ īÖا īĭø ؛١٥ ،ħĥđĤا ،ħĥùĨ çĻéĀ ٢ ٣ ر: ĭđĨאه. ٤ ر - ĭİא. ٥ ١٠ ١٥ 858 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hasan-ı Basrî’ye göre bu, “Kitabınızı değiştirme/tahrif etme karşılığında bedel almayın.” demektir. Süddî’ye göre ise “Kitabınızda yer alan Muhammed’e ve Kur’ân’ı tasdike dair ifadeleri gizlemeye karşılık bir eder, kıymet almayın.” anlamına gelmektedir. Âyetin sebeb-i nüzûlüne gelince, Kâ‘b b. Eşref -Allah’ın lâneti üzerine olsun- Yahudilerin din adamlarına “ Muhammed hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Onlar, “O bir peygamberdir.” deyince “Eğer bu dediğinizin dışında bir şey söylerseniz bende sizin için bazı ikram ve hediyeler var.” dedi. Onlar da “Biz senin soruna düşünmeden cevap verdik. Bize biraz vakit ver ki Tevrat’a bakalım.” dediler. Ardından çıktılar ve Muhammed Mustafa aleyhisselâmın sıfatlarını Deccâl’in sıfatlarıyla değiştirdiler. Daha sonra da Kâ‘b’in yanına gelip, ona bunu söylediler. O da her birisine birer ölçek arpa ve dört arşın beyaz pamuklu kumaştan verdi. Bu, Allah’ın âyette zikrettiği “az bir karşılık” ifadesinin anlamıdır. Denilmiştir ki: Âyette karşılığın “az bir karşılık” olarak isimlendirilmesinin sebebi, dünyanın bizatihi değerinin az olması, hele de karşılığında vazgeçilen şeylerle ve âhiret ile mukayese edildiğinde hiçbir kıymet-i harbiyesinin bulunmamasıdır. Diğer taraftan onların aldıkları karşılık aslında bir ücret değildir, fakat terk ettikleri şeye karşılık onu aldıkları için, sanki alışveriş ücreti gibi olmuştur. Şair şöyle der: Dünya ile uğraşıp onu elde etsen de Haccı terk etmekle hiçbir kâr edinemezsin “Bana karşı gelmekten sakının.” Bu ifade, tıpkı “Yalnız Benden korkun.” [ el-Bakara 2/40] âyetinde olduğu gibi “Benden korkun.” anlamına gelmektedir. Önceki âyette zikredilmesine rağmen burada tekrar etmiştir. Çünkü önceki âyette, “ahdi bozma hususunda duyulan korku” anlamına gelirken burada “ Muhammed aleyhisselâmın sıfatlarını gizleme ve bu âyette zikredilen hususlara dair duyulan korku” anlamındadır. Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmak ancak Allah’tan korkan ve O’nu yücelten bir kimse için kolaydır. Bu itibarla Allah Teâlâ önceki âyette, emirlerine uyulması hususunda kolaylık sağlamak için kendisinden korkulmasını ve çekinilmesini emretmiş, bu âyette ise yasaklarından sakınılması hususunda kolaylık sağlamak için kendisinden korkulmasını tekrar emretmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 859 א. وĜאل اïùĤي: أي ً ĭĩà įĥĺï×Üو ħכÖאÝכ óĻĻĕÜ ĵĥĐ واñìÉÜ ź أي :īùéĤا אلĜو .آنóĝĤا ěĺïāÜو ïĩéĨ óذכ īĨ įĻĘ אĨ אنĩÝכ ĵĥĐ ١ א ً ĩđĈ واñìÉÜ ź ĹĘ نijĤijĝÜ אĨ :دijıĻĤا אر×èŶ אلĜ ųا Ʃ įĭđĤ فóüŶا īÖ Õđכ أن įĤوõĬ ÙāĜو .اñİ óĻĔ ħÝĥĜ ijĤ ÙĻĉĐو ÙĥĀ يïĭĐ ħכĤ כאن :ħıĤ אلĝĘ .Ĺ×Ĭ įĬإ :اijĤאĝĘ ؟ïĩéĨ א ĵÝè ęÝĬכó وóčĭĬ ĹĘ اijÝĤارة، وijäóìا َ ĭĥ ِıْ ْ Ĩَ ÉĘ ،óכęÜ óĻĔ īĨ אكĭ×äأ :اijĤאĝĘ وijĤïÖا ÛđĬ اĵęĉāĩĤ ÛđĭÖ اäïĤאل ħà رijđäا وĜאijĤا ذĤכ، ĵĉĐÉĘ כģ واïè ĵĤאđÜ ųا Ʃ هóذכ يñĤا ģĻĥĝĤا ijıĘ ،אسÖóِ א īĨ óĻđü وأرÙđÖ أذرع īĨ כ ً ĐאĀ ħıĭĨ .ÙĺŴا هñİ ĹĘ ÛĥÖijĜ إذا אĩĻø ź אıùęĬ ĹĘ ÙĥĻĥĜ אıĥכ אĻĬïĤا نŶ ŻĻĥĜ ً אهĩø אĩĬإ :ģĻĜو א ÙĝĻĝè Ĥכī أñìوه ً ĄijĐא ĩĐא ً ĭĩà īכĺ ħĤ وهñìأ אĨ ħà ،אıÖ كóÝĺ אĩÖو ةóìŴאÖ ٣ ٢ Ĝאل اýĤאóĐ: .ďĻ×ĩĤا īĩà رةijĀ ĹĘ כאنĘ هijכóÜ īِ َ ĩàَ īĨِ ãِّ éĤا ْ ِك َ óَ ÝÖ Ûَ ْ ×Āَ َ َ א أ ْ َت ِıÖא ĩĘ א أو َČِóę ً ĻĬُ َ َ ÛĤ د אوèَ Ûَ ْ ْإن ُכĭ َ َYي žَ ْYرَ¶ ُ[ ¹ِن﴾ [اĤ×óĝة، ٤٠/٢] وإĩĬא Àِّ َ £ُ ¹ِن﴾ أي اijýìن כĩא Ĝאل: ﴿َوا bYّ žَ يYَ َ Àِّ وįĤijĜ:﴿ َوا أĐאده؛ Ŷن اŶول ĭđĨאه: اijýìن ĹĘ ăĝĬ اïıđĤ، وñİا ĭđĨאه: اijýìن ĹĘ כĩÝאن ÛđĬ ĹıĭĤאÖ אءıÝĬźوا óĨŶאÖ אرĩÝÐźا ģıùĺ אĩĬوإ .ÙĺŴا هñİ ĹĘ óذכ אĨو مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ÙĺŴا כĥÜ ĹĘ įÖ óĨأ אĩÖ אرĩÝÐźا ħıĻĥĐ ģıùĻĤ įÝĻýíÖ אكĭİ ħİóĨÉĘ ųا Ʃ Ĺýì īĩĤ .ÙĺŴا هñİ ĹĘ įĭĐ ĹıĬ ٤ وأĐאد اóĨŶ ıÖא ĭİא ģıùĻĤ ħıĻĥĐ اıÝĬźאء ĩĐא ١ ر: đĩĈא. ٢ ط + وïĜ. .١١٠/١ ،ĹĬאı×ĀŹĤ ĹĬאĔŶا ؛)٤١/٢ ،ةóĝ×Ĥا (٢٧٩/١ ،אنĻè ĹÖŶ ćĻéĩĤا óé×Ĥا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ ٤ ح: ĩÖא. ٥ ١٠ ١٥ 860 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 42. “Hakkı bâtılla karıştırmayın, gerçeği bildiğiniz hâlde hakkı gizlemeyin.” [ el-Bakara 2/42] “Hakkı bâtılla karıştırmayın.” âyetinde yer alan lâ telbisû ifadesinin kökünde yer alan el-lebs kelimesi darabe vezninde olup “karıştırmak” anlamına gelir. el-Lübs kelimesi ise ‘alime vezninde olup “giyinmek” anlamına gelir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “Âyetin mânası, doğruluğu yalanla karıştırmayın! Yani Muhammed aleyhisselâmın niteliklerini deccâlinkilerle karıştırmayın.” şeklindedir. Mücâhid şöyle demiştir: “Yani, Yahudilik ve Hıristiyanlığı İslâm dini ile karıştırmayın!” Bir görüşe göre anlam: “İndirilen Tevrat’ı elinizle yazdıklarınızla karıştırmayın!” şeklinde, bir başka görüşe göre ise “Emaneti hıyanetle karıştırmayın!” şeklindedir. Çünkü onlar, Tevrat’ta yazılı olanı ızhar edip hiçbir şeyi gizlemeyeceklerini temin etmişlerdi; fakat gizlemek ve değiştirmek sûretiyle ihanet ettiler. “Hakkı gizlemeyin.” ifadesi, kendinden önceki fiilde yer alan nehiy ifadesine matuftur. Yani “Hakkı, Muhammed aleyhisselâm ile ilgili gerçeği gizlemeyin!” anlamındadır. Fakat buradaki hak (gerçek) ifadesinden maksadın “Kur’ân” yahut “iman” olduğu da söylenmiştir. “Gerçeği bildiğiniz hâlde” ifadesi ise “Onun hak olduğunu biliyorsunuz, fakat yine de üstünlük taslıyorsunuz.” anlamındadır. “Hakkı bâtılla karıştırmayın!” ifadesi değiştirme eylemini, “Hakkı gizlemeyin!” ifadesi ise gizlemeyi yasaklar. Her iki cümle de yasaklanan bir hususu bildirmektedir. İkinci fiilde nehiy edatı olan lâ harfinin hazfedilmesi, “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin, kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.” [ el-Enfâl 8/27] âyetindeki ikinci fiilin başında lâ harfi bulunmasa bile fiilin “Emanetlerinize de hainlik etmeyin.” anlamını ifade etmesi gibidir. Şöyle denilmiştir: Bu âyet müşriklere hitap etmektedir; çünkü onlar telbiye getirirken şöyle derlerdi: “Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Senin kendisine ve elindekilere sahip olduğun dışında hiçbir ortağın yoktur.” Şöyle de denilmiştir: Âyet, münafıklara hitap etmektedir. Anlamı, “İhlâsı nifakla karıştırmayın!” şeklindedir. Âyeti Müslümanlara ve Müslüman toplumlardaki her sınıf insana tevcih etmek de mümkündür. Bu durumda âyetin anlamı “Ey sultanlar! Adâleti zulümle karıştırmayın!”, “Ey hâkimler! Verdiğiniz hükümlere rüşvet karıştırmayın!” şeklinde her tabakaya mesaj vermektedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 861 ُ َijن ĩĥَ ْ đÜَ ْ ħُ َ َاْÝĬ و ěƪ éَ Ĥاْ اij ُ ĩُ Ýכْ Üَ َ َ ِאĈ ِģ و ×Ĥאْ Öِ ěƪ éَ Ĥاْ اij ُ ù×ِĥْÜَ źَ َ -٤٢ و ،بóĄ אبÖ īĨ ćĥíĤا مŻĤا çÝęÖ ÷×ĥĤا ƪ ﴾©ِ ŽYِ ]َْ ªYِ \ َ ¡ّ oَ ْ ِ[ ¹ُا اª ْ «َ b Êَوَ ﴿:įĤijĜو ِħ. وĜאل اīÖ Đ×אس: ĭđĨאه ź ijĉĥíÜا اïāĤق ĥĐ אبÖ īĨ אءùÝכźا ١ واĥĤ ÷×ħąÖ اŻĤم ƫ ÖאĤכñب، أي ÛđĬ ïĩéĨ įĻĥĐ اŻùĤم ÛđĭÖ اäïĤאل. وĜאل åĨאïİ: أي اijıĻĤدÙĺ واóāĭĤاÙĻĬ ÖאŻøŸم.وģĻĜ: أي اijÝĤارة اÙĤõĭĩĤ ĩÖא כÝ×ħÝ ĺïĺÉÖכħ. وģĻĜ: أي اĨŶאÙĬ īĨ įĻĘ اijĬאíĘ هijĩÝכĺ ŻĘ وهï×ĺ أن ارةijÝĤا ĹĘ אĨ ĵĥĐ اijĭĩÜاؤ ٢ ħıĬŶ ؛ÙĬאĻíĤאÖ .įĥĺï×Üو įĬאĩÝכÖ :īĻıäو َ﴾ ėĉĐ ģĐ اĹıĭĤ اŶول، أي وź ÜכijĩÝا اěéĤ، وijİ أóĨ ¡ّ oَ ْ َ ْ§ُc ُ¯¹ا اª وįĤijĜ:﴿ َوb ïĩéĨ įĻĥĐ اŻùĤم. وģĻĜ: اóĝĤآن. وģĻĜ: اĩĺŸאن. َ ¡ّ oَ ْ ِ[ ¹ُا اª ْ «َ b Êَوَ ﴿:įĤijĝĘ ،ونóÖכאÜ īכĤو ěè įĬأ﴾ ن¹َ̄ ُ َ «ْ َ b ْcُ²َْ وįĤijĜ:﴿ َوا ،אنĩÝכĤا īĐ ĹıĬ ijİ ﴾َ ¡ّ oَ ْ َ ْ§ُc ُ¯¹ا اª bوَ ﴿:įĤijĜو ،óĻĻĕÝĤا īĐ ĹıĬ ijİ ﴾©ِ ŽYِ ]َْ ªYِ \ َ ُ~ ¹َل ¹ُا ّ اà َٰ َو ّ اyª ²¹sُ َ b Êَ﴿ [ أ وכĩİŻא ĻıĭĨאن، وإĩĄאر "ź "ĭİא כĩĄÍאره ĹĘ įĤijĜ:] ١٢٢ ٣ ِ ُ§ ْ﴾ [اęĬŶאل، ٢٧/٨] أي وź ijĬijíÜا أĨאĬאÜכħ. bYَ ²Y®ََ ¹ُٓا ا ²¹sُ َ َوb ٤ כĻ×Ĥ ،כĻ×Ĥ ħıĥĤا כĻ×Ĥ :ħıÝĻ×ĥÜ ĹĘ نijĤijĝĺ اijĬوכא īĻכóýĩĤا אبĉì اñİ :ģĻĜو ،īĻĝĘאĭĩĥĤ אبĉì ijİ :ģĻĜو .כĥĨ אĨو įכĥĩÜ כĤ ijİ כĺóü źإ ،כĤ כĺóü ź وĭđĨאه: ź ijĉĥíÜا اŻìŸص ÖאęĭĤאق. وijåĺز įĘóĀ إĵĤ اīĻĩĥùĩĤ وإĵĤ כģ ėĭĀ ħıĭĨ. وĻÖאįĬ: أıĺא اīĻĈŻùĤ !ź ijĉĥíÜا اïđĤل ÖאijåĤر، وأıĺא اąĝĤאة! ź ijĉĥíÜا اéĤכħ ÖאijüóĤة، وכñا כģ ěĺóĘ. .ûĨאİ çĀ ،مŻĤا ħąÖ - ط ١ ٢ م: įĬŶ. ٣ ح - أي وź ijĬijíÜا أĨאĬאÜכħ، çĀ İאûĨ. ٤ ط - Ĥ×Ļכ. ٥ ١٠ ١٥ 862 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kuşeyrî şöyle demiştir: “Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin!” Yani, “Dünyada alacağınız basit nasiplerinizi benim yüce hakkıma tercih etmeyin!” demektir. “Bana karşı gelmekten sakının!” zira cezasından korkulan çoktur, ama görülmesi dahi heybet saçan varlık nadirdir. “Hakkı bâtılla karıştırmayın!” Yani, iki zıddın birleşmesinin size fayda sağlayacağını sanmayın! Kâinat, ya hakka dayalı ya da kısmete bağlı olmak üzere iki hâlden birindedir. “Hakkı karıştırmayın!” ifadesi ile hile yapmak (tedlis), “Hakkı gizlemeyin!” ifadesi ile kafa karıştırmak (telbis) yasaklanmıştır, “Bildiğiniz hâlde” ifadesi ise Hakk’ın hakkının en yüce olmasıdır (takdis).1 43. Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin! [ el-Bakara 2/43] “Namazı kılın.” Yani onu kabul ve eda edin. “Zekâtı verin.” Bu da önceki gibi, kabul ve eda edin anlamına gelir. Bir görüşe göre anlam, “ Hamd ve senâyı dillerinizle Allah için yapın! Zekâtı verin. İnkâr ve isyandan kendinizi Allah için arındırın!” şeklindedir. Bu bağlamda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ona de ki: İster misin ( küfür ve isyanından) temizlenesin?” [ en-Nâziât 79/18] Yani [buradaki tezekkâ kelimesi] arınmak, temizlenmek anlamındadır. Yine başka bir âyette şöyle buyrulmaktadır: “Suçsuz birini mi öldürdün?” [ elKehf 18/74] Bu âyetteki zâkiyyeten ifadesi başka bir kıraatte zekiyyeten şeklinde okunmakta ve “temiz” anlamına gelmektedir. Malın zekâtının bu şekilde isimlendirilmesinin iki sebebi vardır. Biri, daha önce bahsettiğimiz gibi “temizlik, arınma” anlamıdır. Diğeri ise “artma, nemâ” anlamıdır. Ekinler büyüyüp geliştiği zaman zekâ ez-zer‘u denilir. Zekât ise malı fazlasıyla geliştirip büyüttüğü ve zekât vereni temizleyip mağfirete erdirdiği için böyle isimlendirilmiştir. “ Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin!” Rükû sözlükte başını aşağı eğmek, saygıyla eğilip bükülmek anlamındadır. Lebîd b. Rebîa bir şiirinde şöyle demiştir: Geçmiş dönemlerden haberdar ediliyorum Kendime çekidüzen verip hürmetle eğiliyorum 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 42. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 863 :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè Ĺĝè ħĻčĐ ĵĥĐ واóàËÜ ź أي ،﴾ËÁ ًۘ «۪ َ ¢ Y³ً ¯َ َ f ¿bY۪ َ Àٰ Yِ \ واyُcَƒْ َ b Êَوَ﴿ īĨ ٌ õĺõĐو įُ ÝÖijĝĐ Ĺَ ĝƪ Ý ُ ĺ īĨ óĻáכĘ ،﴾ن¹ِ £ُ َ bYّ žَ يYَ َ Àِّ واَ ﴿،ħכčè ÷Ļùì ħכĤ ħÑÝĥĺ أن اijĩİijÝÜ ź أي ،©﴾ِ ŽYِ ]َْ ªYِ \ َ ¡ّ oَ ْ ِ[ ¹ُا اª ْ «َ b Êَوَ ﴿،įُ ُ رؤÝĺ ıĺאب ěéÖ ١ طijù×Ĩ אĨÍĘ :īĻĥéĨ ĹĘ ةïèوا ÙĤאè ĹĘ نijכĤوا .īĺïąĤا ďĩä ، ٌ ÷Ļ×ĥÜ ěéĤا اijĩÝכÜ źو ، ٌ ÷ĻĤïÜ ěéĤا اijù×ĥÜ ِ źو .ċéÖ طijÖóĨ אĨوإ ٢ . ٌ ÷ĺïĝÜ ěéĤا ěè أن نijĩĥđÜ ħÝĬوأ īĻ َ đ۪اכِ ƪ َ اóĤ ďَ Ĩ اij ُ ْ َכđ َ ار َ ٰاُijÜا ƪ اõĤٰכ َijة و و ةijَ ĥٰāĤا ƪ اij ُ َ َا ۪ĩĻĜ -٤٣ و َ ٰ¦ ¹َة﴾ כĤñכ. وģĻĜ: أي ٰ ُb¹ا ّ اª{ ّوİא. ﴿َوا ٰ ¹َة﴾ أي اĜ×İijĥא وأد ¢۪ ُÁ¯¹ا ّ اªَ‡« َ وįĤijĜ:﴿ َوا َ ٰ¦ ¹َة﴾ أي óıĈوا įĤ أùęĬכħ īĐ ٰ ُb¹ا ّ اª{ واَ ﴿ħכÝĭùĤÉÖ ĵĤאđÜ ų أijĩĻĜا اïĩéĤ واĭáĤאء Ʃ ۙ«﴾ [اĭĤאزĐאت، ١٨/٧٩] أي óıĉÜ، ٰ ¦ّ{ََ َ ْن b « ا ٰٓ ªِ َ ¥َ ا ª ©ْ ¶َ ©ْ£ُ žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ĹĀאđĩĤوا óęכĤا َ ً_، أي Ĉאóİة. ٣ َزِ¦ّÁ َ ً_﴾ [اĤכėı، ٧٤/١٨ [وóĜئ: Ÿَْ ًY َز ِا¦ّÁ ² aَ ْ «cََ ¢َ وĜאل: ﴿ا ُ ÛĻĩ ıÖא īĻĻĭđĩĤ: ıĉĥĤאرة כĩא ذכĬóא، وĩĭĥĤאء، ĝĺאل: "زכא اõĤرع" وزכאة اĩĤאل ø ِıĉאرة ËĨدıĺא ÖאóęĕĩĤة. ِĩĭאء اĩĤאل ıÖא ÖאĺõĤאدة وĤ إذا ĩĬא. وÛĻĩø ıÖא Ĥ ٥ واĭéĬźאء. Ĝאل ٤ اĉÝĤאīĨ ijİ ÙĕĥĤا ĹĘ عijכóĤا﴾ ±Áَ ۪¦اِ َ وįĤijĜ:﴿ َو ْارَ¦¹ُا َR•َ ّ اyª ٦ :ÙđĻÖر īÖ ï×Ļ×Ĥ ُ َ ِاכď ْ ُÛ ر َ א ُĩĜ ĩĥכُ ĹĬÉכّ بƫ أدِ Ûْ ąَ َ ُ ِون اĹÝĤ Ĩ َ ُ اóĝĤ َאر ُ أì× óِ ّ ×ìَ ُ أ .ûĨאİ çĀ ،طijĭĨ :م ١ ٢ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤٢/١ ًÙ وóĜئ. ƪ Ļِ َ اכ ٣ ح - ز ٤ ح - ijİ. ٥ ح: اËĈÉĉÝĤ. ٦ ط + اđĤאóĨي | اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص. ٥٧؛ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٤٦/١ ٥ ١٠ ١٥ 864 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şeriatta ise rükû, kıyam ile secde arasında özel bir rükündür. Bu durumda âyetin mânası şöyledir: “Namazda Müslümanlar gibi rükû yapın.” Zira Yahudilerin ibadetlerinde rükû yoktur. Yani “İslâm dinine intisap edenlere yaraşır şekilde İslâm’a girin ve öyle amel edin!” Bu sebeple Cenab-ı Allah âyette “ Rükû edenlerle birlikte” ifadesini kullanmış ve bununla namazlarında rükû eden Müslümanlarla birlikte rükû etmeyi kastetmiştir. Şöyle denilmiştir: Rükû burada namazın tamamını kapsayan bir isim olarak kullanılmıştır. “Bu kitap, hiç şüphe yok, sakınanlar için bir rehberdir. (Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar… [ el-Bakara 2/2-3] âyetinde geçen salât kelimesinin başka isimleri de vardır ki rükû bunlardan sadece bir tanesidir. Durum böyle olunca âyetin mânası, “Namaz kılanlarla birlikte namaz kılın.” şeklindedir. O hâlde âyetin iki anlamı vardır: Birincisi: Ümmet-i Muhammed’in namazı ile birlikte, onlar gibi namaz kılın. Yani onların dinlerine ve uygulamalarına tâbi olup bütün rükünleriyle birlikte onların namazı gibi namaz kılın ve namazda tıpkı onlar gibi Kâbe’ye yönelin. Rükû edenler kelimesi, Muhammed ümmetine verilmiş isimdir. Kur’ân’da Müslümanlara (bunun gibi) daha pek çok isim verilmiştir. İkincisi: Namaz kılanlarla birlikte namaz kılın. Bu ifade namazın tek başına değil cemaatle kılınmasına dair bir emirdir. Bu takdirde âyetin son kısmındaki bu ifade, âyetin baş tarafındaki “Namazı kılın.” emrini tekrar mahiyetinde değildir. Çünkü baş taraftaki ifade namaz ibadetinin kabulü ve aslı üzere eda edilmesini emrederken son kısmı ise namazı rükû erkânı ile yerine getirmek ve namazı cemaatle eda etmeyi emretmektedir. 44. Sizler kitabı okuduğunuz hâlde insanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? [ el-Bakara 2/44] “İnsanlara iyiliği emrediyorsunuz.” cümlesindeki el-birr (iyilik) kelimesi sözlükte doğruluk, sözünde durma, anne-babanın hakkına riayet etme, onlara itaat ve lutufta bulunma gibi birkaç anlama gelir. Sarf açısından kelime, ‘alime fiili gibi sülâsî veznindedir. İyi anlamında sıfat hâli fethalı olarak el-berr ve el-bârr şeklinde kullanılır. Süddî’ye göre bu âyetteki anlamı “Kendiniz isyan ettiğiniz hâlde insanlara Allah’a itaat etmeyi mi emrediyorsunuz?” şeklindedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 865 وĹĘ اóýĤع ijİ رכī ijāíĨص ĹĘ اŻāĤة īĻÖ اĻĝĤאم واijåùĤد. وĵĭđĨ اÙĺŴ: ارכijđا ĹĘ اŻāĤة رכijع أģİ اŻøŸم، وħĤ ĺכī ŻāĤة اijıĻĤد رכijع، أي أijĩĥøا َ ِ ا¦۪ َÁ± ﴾أي ďĨ اīĻĩĥùĩĤ واijĥĩĐا ģĩĐ أģİ اŻøŸم. وĤñĤכ Ĝאل: ﴿َR•َ ّ اyª .ħıÜاijĥĀ ĹĘ نijđכóĺ īĺñĤا ±À َ w۪ َّ ªَ Á± ا َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª ىuً ¶ُ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ óĨ ïĜو .ةŻāĤا ģכĤ ħøا אĭİ عijכóĤا :ģĻĜو ٍ ıĭĨא اóĤכijع، ٰ ¹َة﴾ [اĤ×óĝة، ٣-٢/٢] أن اŻāĤة ıĤא أøאم ُ £۪ ُÁ ¯¹َن ّ اªَ‡« Àوَ] ِ Áْ ›َ ْ ªYِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À وĭđĨאه: ijĥĀا ďĨ اīĻĥāĩĤ، وįĤ ĻĭđĨאن: ħıĭĺد ĹĘ اijĐóüا أي ،ħıÜاijĥĀ مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ÙĨأ ďĨ اijĥĀ :אĩİïèأ Ù×đכĤا אıÖ اijĥ×ĝÝøوا אıĬأرכא ģכ ĵĥĐ ÙĥĩÝýĩĤا ħıÜاijĥĀ اijĥĀو ƫ ħıĤאĩĐوأ ٍ כóĻáة ĹĘ اóĝĤآن. כאĝÝø×אħıĤ. واóĤاכijđن اħø أÙĨ ïĩéĨ įĻĥĐ اŻùĤم وħıĤ أøאم واáĤאĹĬ: ّijĥĀا ďĨ اīĻĥāĩĤ وijİ أóĨ ĜÍÖאÙĨ اĩåĤאÙĐ ıĻĘא دون اóęĬźاد ıÖא. ٰ ¹َة﴾ Ŷن ذاك أóĨ ĝÖ×ıĤijא وأداء ¢۪ ُÁ¯¹ا ّ اªَ‡« َ واَ ﴿:įĤijĝĤ ارóכÝÖ ÷ĻĤ اñİ ħà أıĥĀא، وñİا أóĨ ĩÜÍÖאıĨא ÖאóĤכijع ıĻĘא وإĜאıÝĨא ÖאĩåĤאÙĐ ďĨ أıĥİא. אب َاَĘَŻ َۜ َ Ýכِ Ĥاْ نijَ ĥُْ ÝÜَ ْ ħُ َ َاْÝĬ ْ و َ ُכħ ْ َن َاْĬُùę ij َ ùْ ĭÜَ َ ِ و ّ ó×ِĤאْ Öِ אس َ ƪ ُ َون اĭĤ óُ Ĩْ -٤٤ َاَÉÜ نijَ ĥُĝِ ْ đÜَ ] ïāĥĤق ب١٢٢ [:אءĻüŶ ÙĕĥĤا ĹĘ ó×Ĥا﴾ ِ yّ]ِ ْ ªYِ َ َ Yس \ ُRُy َون ّ اª³ ْ Oَ bَ وįĤijĜ:﴿ ا ، َ ħِ ĥَ Đ ِ ïّ َ è ْ īِ Ĩ ١ وċęéĤ اīĻĩĻĤ وóĩĤاĐאة ěè اijĤاīĺïĤ وĉĥĤאÙĐ وėĉĥĤ. واóāĤف ƫ. وĭđĨאه ĭıİא ïĭĐ اïùĤي: أóĨÉÜون اĭĤאس ĉÖאÙĐ Ʃ اų َאر ×Ĥوا çÝęĤאÖ ƫ ó َ واÛđĭĤ اĤ× .įĬijāđÜ ħÝĬوأ ١ ر: وóāĥĤف. ٥ ١٠ ١٥ 866 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas demiştir ki: İçerisinde Muhammed aleyhisselâmın nübüvveti yer alan kitabınızı kendiniz inkâr edip terk ettiğiniz hâlde insanlara ona itaat etmeyi mi emrediyorsunuz? Bir görüşe göre anlam “Kendiniz yalanladığınız hâlde insanlara onu tasdik etmeyi mi emrediyorsunuz?” şeklinde, bir görüşe göre “Kendiniz geri durduğunuz hâlde insanlara onu tasdik etmeyi mi emrediyorsunuz?” şeklinde, bir başka görüşe göre ise “Kendiniz karşı çıktığınız hâlde insanlara Muhammed aleyhisselâmı ve ona tâbi olanları tasdik edip ona uymayı mı emrediyorsunuz?” şeklindedir. Sonuncusu en yaygın ve güçlü görüştür. Âyet Yahudi âlimleri hakkında inmiştir, çünkü onlardan her biri eşinin yakınları, kendi akrabaları ve süt hısımlarından Müslüman olanlara gizlice, “Bu adamın ( Hz. Muhammed’in) dinine sıkıca sarılın; çünkü onun söyledikleri haktır.” der, fakat almakta olduğu rüşvetten ve liderlik konumundan mahrum olmamak için kendisi bu dediklerini yapmazdı. Bunun üzerine âyet nazil oldu. Bir görüşe göre onlar kendilerinden herhangi bir beklenti içinde olmadıkları fakirlere gizlice, “ Muhammed’e iman edin; çünkü o haktır.” diyorlardı. Menfaatleri devam etmesi için zenginlere de “Evet, onda âhir zaman peygamberinin bazı emarelerini görüyoruz, ama hepsini değil, bu yüzden durup bekleyin bakalım!” diyorlardı. “Emrediyor musunuz?” ifadesi, kınama ve tehdit anlamında bir soru cümlesidir. “Kendinizi unutuyorsunuz.” cümlesindeki unutmak, hatırlama kelimesinin zıddıdır. Unutmak kelimesi, aynı zamanda terk etmek ve ertelemek anlamına da gelir. Nesî’, göç edenlerin konak yerinde bıraktıkları değersiz ufak tefek eşyadır. Nitekim kervan harekete geçtiği zaman “Ufak tefek eşyalarınıza dikkat edin, geride unutmayın!” diye seslenilir. Şair şöyle der: Sanki orada (o bölgede) bir şey unutmuş da onu arıyor Söz konusu kelime, “Eğer unutur veya hata edersek…” [ el-Bakara 2/286] âyetinde birinci, “Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları kendi hâllerine bıraktı.” [ et-Tevbe 9/67] âyetinde de “Allah onları kendi rezil hâllerine terk etti.” anlamında ikinci anlamdadır. “Benim işimi diğer işlerin gerisine aldın.” anlamında adamın birisine “İşimi erteledin.” demesi de üçüncü anlamdır. Âyetin buradaki mânası ise şöyledir: Siz kendiniz yapmıyor, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 867 īĨ įĻĘ אĨ ïéåÖ ħÝĬأ įĬijכóÝÜو ħכÖאÝכÖ כùĩÝĤאÖ אسĭĤا ونóĨÉÜأ :אس×Đ īÖا אلĜو .مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ةij×Ĭ ١ وģĻĜ: أóĨÉÜون اĭĤאس ÖאÙĜïāĤ وأħÝĬ ģĻĜ: أóĨÉÜون اĭĤאس ÖאïāĤق وأħÝĬ ÜכijÖñن. ijƫن. وģĻĜ -وijİ اóıČŶ واóıüŶ:- أóĨÉÜون اĭĤאس ěĺïāÝÖ ïĩéĨ وأÜ×אįĐ وأħÝĬ ĭąِ َ Ü .įĬijęĤאíÜ وõĬول اÙĺŴ ĹĘ ĩĥĐאء اijıĻĤد؛ ÍĘن اģäóĤ ħıĭĨ כאن ijĝĺل óıāĤه وĺóĝĤ×į وįđĻĄóĤ نijĥđęĺ ź اijĬوכא ،ěè įĤijĝĺ אĨ نÍĘ ،ģäóĤا اñİ īĺد اijĨõĤا :óùĤا ĹĘ īĻĩĥùĩĤا īĨ .ÙĺŴا ÛĤõĭĘ ÙøאĺóĤوا ةijüóĤا ħıÜijęÜ ź Ĺכ įÖ įĬوóĨÉĺ אĨ įĬÍĘ ïĩéĩÖ اijĭĨآ ":óùĤا ĹĘ ħıĤ ďĩĉĨ ź īĺñĤا ħıÐاóĝęĤ نijĤijĝĺ اijĬכא :ģĻĜو ،ăđÖ دون אنĨõĤا óìآ Ĺ×Ĭ אتĨŻĐ ăđÖ įĻĘ ىóĬ" :אءĻĭĔŷĤ نijĤijĝĺ اijĬوכא ."ěè .ħıĭĨ نijĤאĭĺ אĩĤ ً ĘאóčÝĬوا" اÝø×ĝאء ³َْ َ¹َْن ُRُy َون﴾ ñİا اıęÝøאم ĵĭđĩÖ اëĻÖijÝĤ واïĺïıÝĤ. وįĤijĜ:﴿ َوb ْ Oَ bَ وįĤijĜ:﴿ ا ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ اĻùĭĤאن ĹĘ اÙĕĥĤ ăĻĝĬ اñĤכó، واĻùĭĤאن اóÝĤك ً أąĺא، واĻùĭĤאن اóĻìÉÝĤ ا ُذال أħıÝđÝĨ، ijĤijĝĻĘن: "ÝÜ×ijđا ر īĨ īĻĥéÜóĩĤا אزلĭĨ ĹĘ ٢ ً أąĺא، واĵĻùĭĤء Ĩא ćĝø ٣ :óĐאýĤا אلĜ .כĤذ ďĩä ijİ ،"ħאءכùĬأ ُ įāƫ ĝُ َ א Ü ً Ļ ْ ْ ِض ِùĬ َא ِĹĘ اŶر ıĤَ نÉכƪ َ ¹ُا ²﴿ :įĤijĜ ĹĬאáĤا īĨو .]٢٨٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۚ Yَ ² ْ Oَ rْ َ َْو ا ا Yٓ³Áَ ۪ َ ِ ْن ² وīĨ اŶول įĤijĜ:﴿ ا ģäóĤا لijĜ ßĤאáĤا īĨو .īĻĤوñíĨ ħıכóÝĘ ųا Ʃ óĨأ اijכóÜ أي] ٦٧/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ۜ ْ·ُÁَِ ³َžَ َٰ Ãا ّ ħÝĬأ نijĥđęÜ źو :אĭıİ ÙĺŴا ĵĭđĨو .رijĨŶا óÐאø īĐ įÜóìأ óìŴ: " َ ÛĻùĬ أóĨي"، أي ّ ١ ط - ģĻĜ أóĨÉÜون اĭĤאس ÖאïāĤق وأħÝĬ ÜכijÖñن، çĀ İאûĨ. ٢ ط: ćĝùĺ. ٣ اĤ×ÛĻ óęĭýĥĤي اŶزدي. اóčĬ: اĻĥąęĩĤאت ģąęĩĥĤ اąĤ×Ĺ، ص. ١٠٨؛ اĤכאģĨ ĩĥĤ×óد، .٨٥/٣ ٥ ١٠ ١٥ 868 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri âdeta unutmuş gibi davranıyorsunuz ve kendinizi geri planda tutuyorsunuz. Bu yüzden de iman edip gereklerini yapmak sûretiyle kendinizi azaptan kurtarmıyorsunuz. Veyahut da kendinizi dâhil etmeden içinde bulunduğunuz durumu, zenginlere yakınlığınızın kesintiye uğramaması için erteliyorsunuz. Üstelik bir gün peygambere uyma niyetiniz olmasına rağmen içinde bulunduğunuz kötü hâlde ısrar etmeniz, ömrünüz bitene kadar küfürde kalmayı tercih etmenize sebep oluyor. Aynı şekilde isyan ve kusurların peşinde koşanların durumları da böyledir. Böyle bir kimse şunu demiş olur: İyice ihtiyarlayıp elden ayaktan kesilince tövbe ederim. Hâlbuki belki de ölüm ansızın gelip çatacak ve geriye sadece pişmanlıkları kalacak. “Sizler kitabı okuduğunuz hâlde” ifadesinden maksat Tevrat’tır. Bu kısım, “( Muhammed) Mustafa’nın hak olduğunu ve getirdiği kitabın dosdoğru olduğunu biliyorsunuz ama yine de bildiğiniz şeylere aykırı davranıyorsunuz.” anlamındadır. “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” ifadesi ise “Kendinizi ıslah etmenin, kendiniz dururken başkalarıyla meşgul olmanın ve bildiğiniz şeylere de muhalif davranmanın sizin için çok çirkin bir davranış olduğunu bilecek kadar aklınız yok mu?” anlamındadır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Kitabınızda bir kimsenin başkasına tavsiye edip de kendisinin yapmamasının değil, aksine bildiğiyle amel edip sonra başkasına tavsiye etmesinin övüldüğünü okuyorsunuz. Nitekim bizim kitabımızda Allah Teâlâ, “Bunlar Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten menederler ve hayırlarda yarışırlar.” [ Âl-i İmrân 3/114] buyurarak bu hususa işaret etmiş ve böyle kimseleri “İşte bunlar sâlih kimselerdendir.” [ Âl-i İmrân 3/114] diye nitelemiştir. İbrâhim en-Nehaî şöyle demiştir: Üç âyet beni avam ile oturup kalkmaktan alıkoydu ki bu üç âyet vaizlerin kulağına küpedir, denir. Bunlar: (1) Allah Teâlâ’nın Şuayb Peygamber’den bahsettiği “Size yasakladığımı kendim yapmak niyetinde değilim.” [ Hûd 11/88] sözü, (2) “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” [es-Saff 61/2] âyeti ve (3) “Sizler kitabı okuduğunuz hâlde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” [ el-Bakara 2/44] âyetidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 869 įÝđÖאÝĨو įÖ אنĩĺŸאÖ ١ Ù×ĜאđĩĤا īĐ אıĬijåĭÜ ŻĘ ħכùęĬأ نijכóÝÜ أو ħכùęĬأ ħÝĻùĬ ħכĬÉכ īĨو ،ħכĭĐ ħכÐאĻĭĔأ ěĘاóĨ ďĉĝĭĺ ŻÑĤ אلéĥĤ įĬijđ×ÝÜ ŻĘ ħכùęĬأ رijĨأ ونóìËÜأو ĵĤإ óęכĤا ĵĥĐ ħכĻĝ×ĺ ħאرכĻÝìאÖ ħכóĻìÉÜو ħارכóĀإ مËüو א ً Ĩijĺ هijđ×ÝÜ أن ħכĨõĐ ó×כĤا ïĭĐ ٣ ٢ وijİ ijĝĺل : أijÜب آóì اóĩđĤ وכñا èאل īĨ ĩÜאدى ĹĘ اĻāđĤאن واÕĻđĤ واÕĻýĤ ورĩÖא Éåęĺه اijĩĤت ĻĘ×ĵĝ ĹĘ óùèة اijęĤت. ۜ ﴾ أي اijÝĤراة وijĘóđÜن أن اĵęĉāĩĤ ěè وכÝאįÖ بY َ cَ§ِ ْ َْcُ «¹َن اª b ْcُ²َْ وįĤijĜ:﴿ َوا .ħכĩĥĐ نijęĤאíÜ ħà قïĀ حŻĀإ كóÜ ħכĭĨ çĻ×Ĝ įĬأ įÖ نijĘóđÜ ģĝĐ ħכĤ ÷ĻĤأ﴾ ن¹َ» ُ£ِْ َ b Ëَžََ وįĤijĜ:﴿ ا .نijĩĥđÜ אĨ ÙęĤאíĨ אąĺأ ً çĻ×Ĝو ħכóĻĕÖ אلĕÝüźوا ħכùęĬأ ź įÖ هóĻĔ óĨأ ħà ٤ ħĥĐ אĩÖ ģَ ĩِ َ Đ ْ īَ وģĻĜ: أي ijĥÝÜن ĹĘ כÝאÖכħ أن اijĩéĩĤد Ĩ ْ َ̄ ْ ُy ِوف ªYِ ُRُy َون \ ْ Oَ īĨ أóĨ óĻĔه وóÜك įùęĬ، وĹĘ כÝאĭÖא ذĤכ ً أąĺא، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ À :אلĝĘ ħİאĩø ħà [ أ ۜ ﴾ [آل óĩĐان، ١١٤/٣] [١٢٣ ات ِ yَÁْsَ ْ ِ ُ ¹َن žِ¿ اª ُ َYر ِ َوÀ y§َ ³ْ¯ُ ْ َ³َْ·َ¹ْن ±َِ اª َوÀ َ ﴾ [آل óĩĐان، ١١٤/٣]. īĻé۪ ِ Ĥא ƪ َ اāĤ īِ ِ َכ Ĩ Ñ ُ ٰو۬Ĥٓ ا َ ﴿و ٥ :اijĤאĜو- אتĺآ ثŻà ÙĨאđĥĤ سijĥåĤا īĐ ĹĭđĭĨ :ųا Ʃ وĜאل إóÖاħĻİ اĹđíĭĤ رįĩè ۪ر ُuÀ ُ ا Yٓ®َوَ ﴿:مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ÕĻđü īĐ ا ً ó×ì ĵĤאđÜ ųا Ʃ ٦ لijĜ :-īĻčĐاijĤا ÙĕĨدا Ĺİ ُ ¹َن ª¹£ُ َ b َ ِ ٰ َR¹³ُا ª ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :įĤijĜو] ٨٨/١١ ،دijİ] ﴾ۜ µُ³ْ َ ْ §Áُ ·ٰ ²َْ ٰ« َRٓY ا ªِ Ÿَِ ُ§ ْ ا ªYrَ ُ َ ْن ا ا ِ﴾ اÙĺŴ،] اĤ×óĝة، ٤٤/٢]. yّ]ِ ْ ªYِ َ َ Yس \ ُRُy َون ّ اª³ ْ Oَ bَ َ َŸْ ُ» ¹َن﴾ [اėāĤ، ٢/٦١ [وįĤijĜ:﴿ ا b Êَ Y®َ ١ ح ط ر: اÙÖijĝđĤ. ٢ ط: واđĤ×ß. ٣ ر: ĺא Üóùèא. ٤ ر: ÖאħĥđĤ. ٥ ر: ĝĘאijĤا. ٦ ر: Ĝאل. ٥ ١٠ ١٥ 870 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Denilmiştir ki: Başka bir âyet de bu anlamdadır: “De ki: Ey Ehl-i kitap! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’ân’ı) doğru dürüst uygulamadıkça tuttuğunuz yol, yol değildir.” [ el-Mâide 5/68] Diğer taraftan bu âyetteki kınama, insanların iyiliği tavsiye etmesine yönelik değil, tam aksine tavsiye edenin bizatihi amelden geri durmasına yöneliktir. O nedenle “Bu âyetten dolayı amel etmeyen birinin iyiliği tavsiye etmesi câiz değildir.” diyen bir kimsenin sözü doğru değildir. Aksine hem amel etmesi hem de tavsiye etmesi gereklidir. Bu konuda Peygamber aleyhisselâm “Amel etmeseniz de iyiliği tavsiye edin, kendiniz kötülükten uzak durmuyor olsanız da insanlara kötülükten uzak durmalarını öğütleyin.”1 buyurmaktadır. Böyledir, zira amel etmeyen kimse iyiliği tavsiye ettiği zaman, kendisi amel etmemesi ile sadece bir farzı yerine getirmemiştir; ancak hem amel etmez hem de iyiliği tavsiye etmezse iki farzı birden ihmal etmiş olur. 45. Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz namaz, huşû sahiplerinden başkasına ağır gelir. [ el-Bakara 2/45] “Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin.” Yani ibadetlere, kötülükleri terk etmeye, sıkıntı ve zorluklara katlanmaya, savaş meydanlarında düşmanla savaşmaya sabrederek kötülüklerin kefâretini ödemek ve ihtiyaçları da gidermek için namaz kılarak yardım isteyin. Nitekim sabretmek insanın kendisini alıkoyması demektir. Bu ise meşakkatlerine rağmen ibadetleri yerine getirmek, çekiciliğine rağmen de günahları terk etmektir. Âyetteki bi (ile) harfi cerri yardım dilemenin vesilesini, aracını ifade eder. Ne için yardım dileneceği âyette belirtilmemiştir. Bu, günahların kefâretidir. Nitekim Allah Teâlâ “Sabreden erkekler ve sabreden kadınlar… Allah onlar için bağışlanma hazırlamıştır.” [ el- Ahzâb 33/35] demiştir. Namaz da böyledir. Allah, “Elbette iyilikler kötülükleri giderir.” [ Hûd 11/114] buyurmuştur. Kimilerine göre âyette belirtilmemişse de aynı şekilde namaz ve sabırla ihtiyaçların giderilmesi konusunda da yardım dilenilmiş olur. Çünkü sabır ferahlığın anahtarıdır, namaz ise kendisi ile ihtiyaçların da giderildiği bir ibadettir. Nitekim Allah “ Zekeriyyâ mabette namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeler.” [ Âl-i İmrân 3/39] buyurmuştur. 1 Taberânî, el-Mu‘cemü’s-Sağîr, 2: 175; Beyhakī, Şu‘abü’l-İmân, 10: 61. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 871 ا¹̄Áُ £۪ bُ »ٰ cّnَ ءٍ¿ْ ‚َ« ٰ «َ ْcُْ َ ª بY ِ cَ§ِ ْ َ ْ¶ َ© اª َٓY ا À ©ْ ¢ُ﴿ :ىóìآ Ùĺآ אİאĭđĨ ĹĘ ģĻĜو ģÖ ó×ĤאÖ אسĭĤا óĨأ ĵĥĐ ÷ĻĤ ëĻÖijÝĤا اñİ ħà [٦٨/٥ ،ةïÐאĩĤا©﴾ [Áَ k۪ ²ْ ِ ¹َْ ٰر َÀ _َو ْاÊ ّ اcª ź īĩĤ وفóđĩĤאÖ óĨŶا زijåĺ ź" :لijĝĺ īĨ لijĜ ħĻĝÝùĺ źو ،įÖ ģĩđĤا كóÝĤ :مŻùĤا įĻĥĐ אلĜ ïĝĘ ،įÖ óĨŶا Õåĺو įÖ ģĩđĤا Õåĺ ģÖ ،"ÙĺŴا هñıĤ įÖ ģĩđĺ ١ وñİا «.įĭĐ اijıÝĭÜ ħĤ وإن óכĭĩĤا īĐ اijıĬوا įÖ اijĥĩđÜ ħĤ وإن وفóđĩĤאÖ واóĨ» .īĻ×äوا كóÜ ïĝĘ įÖ óĨÉĺ ħĤ وإذا א ً ×äوا كóÜ ïĝĘ įÖ ģĩđĺ ź įĬا ďĨ įÖ óĨأ إذا įĬŶ īĻ َۙ đ۪ üא ِ íَ Ĥاْ ĵĥَĐَ źƪاِ ةٌ َ َא َĤ َכ۪×óĻ َ ِاıĬƪ ۜ و ةijِ ĥٰāĤا ƪ َ ْ ِó و ×āĤא ƪ Öِ اijُ ĭĻđ۪ َ اÝø ْ َ -٤٥ و ۜ﴾ أي ÖאāĤ×ó ĵĥĐ اĉĤאĐאت وóÜك ٰ ¹ِة ِ َو ّ اªَ‡« y]ْ َ‡ªY ّ ِ وįĤijĜ:﴿ َو ْ ا~َc ۪ ُÁ¹³ا \ اÑĻùĤאت وģĩéÜ اŶذى واĻāĩĤ×אت وıäאد اïĐŶاء ÖאéĩĤאرÖאت وÖאŻāĤة ĵĥĐ ÜכóĻę اÑĻùĤאت وąĜאء اéĤאäאت؛ ÍĘن اāĤ×ó è ÷×اęĭĤ ÷وijİ ĺכijن ĵĥĐ أداء .אıÜijıü ďĨ ĹĀאđĩĤا كóÜ ĵĥĐو אıÝĝýĨ ďĨ ÙĐאĉĤا ųا Ʃ نÍĘ ،אتÑĻùĤا óĻęכÜ ijİو óĩąĨ įĻĥĐ įÖ אنđÝùĺ אĨو ،ÙĤŴوا داةŷĤ אء×Ĥوا ُ َ ّ اà ٰ uّ َ َ َِy ِ ات﴾ [اõèŶاب، ٣٥/٣٣] إĵĤ أن Ĝאل: ﴿ا \Y َ‡ªا ّ وَ ±À َ ۪ yِ \Y َ‡ªا ّ وَ ﴿:אلĜ ĵĤאđÜ ±َ ]ْ¶ِ wْ ُ À تY ِ ³ََ oَ ْ َ اª ِ ّن ُ·ْ َRَŸِ›ْyًة﴾ [اõèŶاب، ٣٥/٣٣]، واŻāĤة כĤñכ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ا َ ª ۜ ﴾ [ijİد، ١١٤/١١] وđÝùĺאن ĩıÖא ĵĥĐ ąĜאء اéĤאäאت ً أąĺא، وijİ اóĩąĩĤ ّ اªَ ِّÁَٔـ ِ Yت ïĭĐ ħıąđÖ؛ ÍĘن اāĤ×ó ÝęĨאح اóęĤج واŻāĤة ĭĺאل ıÖא اéĤאÙä ً أąĺא Ĝאل đÜאĵĤ: ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ »Áٰ oْ Áَِ ِ ُy َك \ ƒّ ]َُ À َٰ Ãا ّ َ َ ّن اب ا ِۙ yَoْ ¯ِ ْ ۪¿ žِ¿ اª ّ «‡َ ُ À ٌ ِ َٓYئ ِئ َ§ ُ_ َو ُ¶¹َ ¢ ٰٓ «¯َ ْ ªا µُ bْدYَ ³َžَ﴿ ِ َ§ِ»َ̄ ٍ_﴾ [آل óĩĐان، ٣٩/٣]. \ .٦١/١٠ ،ĹĝıĻ×ĥĤ אنĩĺŸا Õđü ؛١٧٥/٢ ،ĹĬاó×ĉĥĤ óĻĕāĤا ħåđĩĤا :óčĬا ١ ٥ ١٠ ١٥ 872 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre âyetteki sabır oruç anlamındadır. Ramazan ayı oruç ayı olduğu için sabır ayı diye isimlendirilmiştir. Aynı şekilde oruçla ve namazla günahların bağışlanması ve ihtiyaçların karşılanması için yardım dilenilir. Namaz ile bunun nasıl istendiğini açıklamıştık. Oruca gelince, oruç ayı mağfiret ve dualara icâbet ayıdır. Bir görüşe göre âyetin anlamı “Oruç ve namazla diğer ibadetler için yardım isteyin.” şeklindedir. Nitekim “Namaz ibadetlerin toplamıdır.” [Onda her bir ibadetten bir parça vardır] denildiği gibi oruç da ibadetlerin kapısıdır. Bir görüşe göre âyetin anlamı “Savaşlarda peygambere yardım ve onu takip etme konusunda sabırla yardım isteyin. Allah için sâlih ameller işlemek konusunda da namazla yardım dileyin.” şeklindedir. Bir görüşe göre de anlam “Sabır ve namazla âhireti talep etme konusunda yardım isteyin.” şeklindedir. Muhammed b. Ali et-Tirmizî şöyle demiştir: Sabırla -ki burada sabır oruçtur- nefsin terbiyesi konusunda, namazla da kalplerin aydınlanması konusunda yardım dileyin. Çünkü kişi oruç tutup karnı acıktığında günahlara karşı karnı tok olur. Namaz kıldığında ise namazda Allah’a münacat ve göz aydınlığı vardır. Bir görüşe göre âyetin anlamı şöyledir: “Namaz ve oruç konusunda Allahtan yardım dileyin.” Buna göre âyette açıkça zikredilmese de kendisinden yardım dilenilen Allah’tır. Âyetteki sabır ve namaz kelimelerinin başındaki bi (ile) harf-i cerri alâ (konusunda) anlamındadır. Nitekim “Dağı üzerlerine düşecek sanmışlardı.” [ el-A‘râf 7/171] âyetinde olduğu üzere bi harfinin alâ mânasında kullanımı mümkündür. Bir görüşe göre de anlam “Liderliğin ve kazancın elinizden gitmesine sabretmek için ve Kâbe’ye yönelerek namaz kılma konusunda Allah’tan yardım dileyin.” şeklindedir. Çünkü bu iki şey Ehl-i kitaba ağır geliyordu. Bunun delili “O ağır gelir.” [ el-Bakara 2/45] âyetidir. Benzer bir kullanım “Senin kendilerini çağırdığın şey Allah’a ortak koşanlara ağır geldi.” [ eş-Şûrâ 42/ 13] âyetinde de vardır. Buradaki kebîr (ağır) kelimesinin asıl anlamı azamettir. Bir şey kıymet olarak bizatihi büyük olabilir, bu şey bir fiil ise o fiili yapmak üzere olan kimsenin gözünde azametli (ağır) olur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 873 ،مijāĤا óıü įĬŶ ó×āĤا óıü אنąĨر óıü Ĺĩøو ،مijāĤا ijİ ó×āĤا :ģĻĜو ١ واŻāĤة đÝùĺאن ĵĥĐ اĤכęאرات واéĤאäאت ً أąĺא. أĨא اŻāĤة ïĝĘ ĭĻÖא ıĻĘא وÖאijāĤم ذĤכ، وأĨא اijāĤم ŷĘن óıü اijāĤم ijİ óıü اóęĕĩĤة وóıü إäאÙÖ اijĐïĤة. وģĻĜ: اijĭĻđÝøا ÖאijāĤم واŻāĤة ĵĥĐ øאóÐ اĉĤאĐאت؛ ÍĘن اijāĤم Öאب اđĤ×אدة כĩא روي: «واŻāĤة äאÙđĨ اđĤ×אدات.» כĩא èכĹ. وģĻĜ: ĭđĨאه اijĭĻđÝøا ÖאāĤ×ó ų Ʃ ģĩđĤا īùè ĵĥĐ ةŻāĤאÖو įÝđÖאÝĨو مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ÙĬijđĨ ĵĥĐ وبóéĤا ĹĘ وįÝĨïì. وģĻĜ: اijĭĻđÝøا ĩıÖא ĵĥĐ ÕĥĈ اóìŴة. ÙĄאĺر ĵĥĐ مijāĤا ijİو ó×āĤאÖ اijĭĻđÝøوا :ųا Ʃ įĩèر يñĨóÝĤا ĹĥĐ īÖ ïĩéĨ אلĜو Ûđ×ü אمđĉĤا īĐ įùęĬ ÛĐאäو אمĀ إذا įĬÍĘ ب؛ijĥĝĤا óĺijĭÜ ĵĥĐ ةŻāĤאÖو سijęĭĤا ة اijĻđĤن. ّ óĜو ųا Ʃ אةäאĭĨ אıĻęĘ ĵĥĀ وإذا ،بijĬñĤا īĐ ĹĘ óכñĺ ħĤ وإن ųا Ʃ وģĻĜ: ĭđĨאه اijĭĻđÝøا Ʃ اų ĵĥĐ اijāĤم واŻāĤة. ĘאđÝùĩĤאن ijİ • َ ُµ َو ِاٌ¢ ²َّ ¹ُٓا ا ³ّ’َ وَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ" ĵĥĐ" ĵĭđĩÖ ةŻāĤوا ó×āĤا ĹĘ "אء×Ĥا"و .ÙĺŴا هñİ ۚ﴾ [اóĐŶاف، ١٧١/٧]، أي ħıĻĥĐ. ْ·ِِ \ ĵĥĐو ،ÙĥכÉĩĤوا ÙøאĺóĤا زوال ĵĥĐ ó×āĤا ĵĥĐ ųאÖ Ʃ اijĭĻđÝøا] وģĻĜ: ĭđĨאه [١٢٣ب Y·ََ ²ِّ ّאن ĵĥĐ أģİ اĤכÝאب، ودįĥĻĤ įĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا اŻāĤة إĵĤ اĤכđ×Ù، ĩıĬÍĘא כאĬא ĝýĺ ﴾ۜ µِÁَْ ªِ َ ْu ُ ¹ُ ¶ْ ا b Y®َ ±Áَ ¦۪ ِ yƒْ ¯ُ ْ َ« اª «َ yَ]ُ¦َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÙĥĻĝà أي ،]٤٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ة ٌ yÁَ ]۪ §َ َ ª ً ا، وïĜ ĺכijن ً ŻĩĐ رïĜ įùęĬ ĹĘ ħčđĺ ïĜ ءĹýĤوا ،ÙĩčđĤا įĥĀوأ] ١٣/٤٢ ،رىijýĤا[ .ŻđĘ ً ٢ِ ِאüِóه َ × ُ Ĩ ĵĥĐ ħčđĻĘ .ûĨאİ çĀ ،مijāĤאÖو مijāĤا óıü įĬŶ ó×āĤا óıü אنąĨر óıü Ĺĩøو مijāĤا ijİ ó×āĤا - ط ١ ٢ ط: Ĩ×אóüة؛ ر: Ĩ×אįÜóü. ٥ ١٠ ١٥ 874 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “O ağır gelir.” Buradaki “o” zamiri Allah’ın “Yardım dileyin.” ifadesinin gereğince sabit olan “yardım dileme”ye işaret eder. Bu ikisi ile yani bu ikisini elde ederek, âyette açıkça zikredilmediğini söylediğimiz hususlarda yardım dilemek onlara zor geliyordu. Bir görüşe göre “O ağır gelir.” ifadesindeki “o” zamiri namaza işaret eder. İki şey zikredildiğinde ve onların ardından bir zamir geldiğinde, asıl olan zamirin her ikisine de işaret etmesidir. Ama ihtisar mantığı ile sadece birine işaret ettiğini düşünmek de [zamiri böyle yorumlamak da] mümkündür. Bu durumda öncelikli tercih, zamirin, daha yakın olması dolayısıyla ikinciye işaret ettiğini düşünmektir. Nitekim “Kim bir günah işler ve hata yapar da onu suçsuz bir kimsenin üstüne atarsa…” [ en-Nisâ 4/112] ve “Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar…” [ et-Tevbe 9/34] âyetlerinde zamir ikinci kelimeye işaret eder. “Onlar bir ticaret veya bir oyun ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular…” [el-Cum‘a 62/11] âyetinde ise zamir birinci kelimeye yani ticarete işaret eder, çünkü oyun-eğlence ticarete tâbidir. Zamirin tâbi olan kelimeye değil de asıl kelimeye işaret etmesi daha iyi olsa da her ikisine işaret etmesi de mümkündür. Çünkü bu âyette her iki unsur da zamirin öncesinde zikredilmiştir. Bundan dolayı “Sonra Allah o kederin ardından üzerinizi kaplayan bir güven ve uyku indirdi.” [ Âl-i İmrân 3/154] âyetindeki yeğşâ (kaplayan), teğşâ şeklinde de okunmuştur ki ilk okunuşta uykunun (nü‘âsen) onların üzerini kapladığı, ikincisinde ise güvenin (emeneten) kapladığı kastedilmiş olur. Yani zamir her iki kelimeye de işaret edebilir. Aynı şekilde “Şüphesiz zakkum ağacı günahkârların yemeğidir. O maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.” [ ed-Duhân 44/43-45] âyetinde de yağlî (kaynar) fiili hem müzekker hem müennes olarak okunmuştur, çünkü öncesinde hem müzekker bir kelime hem de müennes bir kelime geçmiştir. “Huşû sahiplerinden başkasına” Yani ümmet-i Muhammed’den başkasına. Daha önce “rükû edenler” ifadesinde dediğimiz gibi bu da müminlerin isimlerindendir. Huşû kelimesinin lugat anlamı korku sebebiyle alçalmak, boyun bükmektir. Haşe‘a “boynu eğmek” anlamındadır. Birisi gözlerini kıstığı zaman haşe‘a bi-basarihi (Gözlerini kıstı) denilir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Onlar, Allah’a ve Allah’ın indirdiğine iman etmelerinden ötürü alçak gönüllülükle itaat edenlerdir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 875 :įĤijĜ ĵąÝĝĨ Û×áÜ ĹÝĤا” ÙĬאđÝøźا “ĵĥĐ Ùđäرا﴾ Y·ََ ²ِّ واıĤאء ĹĘ﴿ َوا ﴿َو ْ ا~َc ۪ ُÁ¹³ا﴾. واđÝøźאÙĬ ĩıÖא، أي ĩıĥĻāéÝÖא ĵĥĐ اĻüŶאء اĹÝĤ ذכĬóא .ħıĻĥĐ ěýĺ ٢ ١ כאÛĬ إĩĄאرİא ََ·Y ﴾راÙđä إĵĤ اŻāĤة، وإذا ذכó ÑĻüאن وذכóت כĭאÙĺ ĩİïđÖא ²ِّ وģĻĜ:﴿ َوا ً ا، ĘאģĀŶ óĀف اĤכĭאÙĺ ĵĥĐ اÙĻĭáÝĤ إĩıĻĤא، وijåĺز اóāĤف إĵĤ أĩİïèא اāÝìאر [ْ ِ §ْ َ ٣ įĬŶ أóĜب إĵĤ ذĤכ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوَR ±ْ À واŶوĵĤ اóāĤف إĵĤ آĩİóìא [َ ¶َ َ َ ْ§ُ³ِ} َون ّ اwª À ±À َ w۪ َّ ۪ٓ ً ÀٔـY] ﴾اùĭĤאء، ١١٢/٤] وĜאل: ﴿َواª yَ \ µ۪ ِ \ ِ َْyم À َ ّ fُ Y¯ً fِْ َْو ا ۪ َÁٔـً_ ا ٓ rَ ۨ َْ· ¹ًا َْو ª ِ َk َYرًة ا َْوا b ِ َذا َرا واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĨÉĘ .[٣٤/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [Y·ََ ²¹£ُŸِ³ْ ُ À Êَوَ_ َ َ‹ّ Ÿِ ْ َواª אرةåÝĤا Ĺİو ĵĤوŶا ĵĤإ ÙĺאĭכĤا فóĀ אĩĬÍĘ [١١/٦٢ ،ÙđĩåĤا﴾ [Y·َÁَْ ªِ ْاŸَ² ¹ُٓ‹ّا ا ïèوا ģכ أن ĵĥĐ ĵĤأو عij×ÝĩĤا ĵĤإ ÙĺאĭכĤا فóĀ وכאن ،אرةåÝĥĤ ď×Ü ijıĥĤا نŶ Y~Y ً َ ُ ² _ً³َ®َ َ ا ﴿:įĤijĜ ĹĘ ئóĜ כĤñĤو هóذכ ě×ø אĩıĭĨ ïèوا ģכ نÍĘ ؛õÐאä אĩıĭĨ ِۙ ¹ُّم ¢َ {ªا ّ تَ yَkَ ‚َ َ ِ ّن א وכñا ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ً َ ›ْ ƒٰ«﴾ [آل óĩĐان، ١٥٤/٣] ÖאÝĤאء واĻĤאء đĻĩä À َ ›ْ ۪»¿﴾ [اìïĤאن، ٤٥-٤٣/٤٤] ÖאÝĤאء واĻĤאء ùĤ×ě ذכó اñĩĤכijر À ©ِۚ·ْ¯ُ ْ ªY¦َ ۚ ِ Áf۪Êا َْ مYُ َ Žَ א. ً đĻĩä ßĬËĩĤوا ħıÐאĩøأ īĨ اñıĘ ؛ïĩéĨ ÙĨأ ĵĥĐ أي﴾ ±Á َۙ ۪ ‚Y ِ sَ ْ َ« اª «َ َ Êِّ وįĤijĜ:﴿ ا ٤ و”ďýì “أي ،ÙĻýì īĐ ģĻĤñÝĤا ÙĕĥĤا ĹĘ عijýíĤوا .אĭĥĜ אĨ ĵĥĐ "īĻđاכóĤا"כـ Ûđýì īĺñĤا ħİ :ġ אس×Đ īÖا אلĜو .įąĔّ إذا” هóā×Ö ďýì“و ،īĨאĉÜ ų ĩÖא أõĬل. Ʃ אنĩĺŸאÖ ģĤñÝĤאÖ ħıÖijĥĜ ١ ح + أıĬא. ٢ ر: כאن. ٣ ط: أĩİïèא. ٤ ط + اų đÜאĵĤ. ٥ ١٠ ١٥ 876 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dahhâk ve Rebî‘ bu kelimenin “korkanlar” anlamına geldiğini söylemiştir. Buna göre âyet şöyle demektedir: Liderliği bırakmak ve âdetleri üzere Beytülmakdis’e yönelerek namaz kılmayı bırakarak Müslümanlarla beraber Kâbe’ye yönelmek, teslim olup Allaha itaat eden ve Müslüman olan kimseler haricindekilere zor gelir. 46. Onlar, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler. [ el-Bakara 2/46] “Çok iyi bilirler.” Yezunnûne fiili her ne kadar “Zannederler” anlamına gelse de burada “Kesin olarak bilirler, emin olurlar.” demektir. Mücâhid, İbn Cüreyc, Şa‘bî ve Rebî‘ bu kanaattedirler. Abdullah b. Abbas ise bu ifadenin “Bilirler.” mânasında olduğunu söylemiştir. İlmin zan ile ifade edilmesinin mümkün olmasının sebebi, zanda hem yakîn (kesin bilginin) hem de ilmin bulunuyor olmasıdır. Eğer ilim yoksa o zaman zan kelimesinin karşılığı cehalet olur. Şu âyetlerdeki kullanım buna örnektir: “Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa…” [ el-Bakara 2/230], “Çünkü ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyorum.” [ el-Hâkka 69/20] “Rablerine kavuşacaklar.” Yani Rablerini bizzat göreceklerdir. Bu ifade, kıyamet günü amellerin sunulacağı ve insanların hesaba çekileceği güne şahit olmaktan kinayedir. Nitekim “Bir kimse Allah ile o, kendisine kızdığı hâlde karşılaşır.”1 şeklindeki rivayette ve benzerlerinde geçen “Allah ile karşılaşma” ifadesinin doğru yorumu budur. Bir görüşe göre bu ifade “Öleceklerini bilirler.” anlamına gelir. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle demiştir: “Kim Allah’a kavuşmayı isterse Allah da ona kavuşmayı ister. Kim de Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”2 Burada Hz. Peygamber aleyhisselâm ölümü kastetmiştir. Allah’a kavuşmaktan kasıt onu görmektir. Rü’yetullah, Ehl-i sünnet ve-l cemâate göre sabittir, gerçekleşecektir. Fakat bu gibi yerlerde bu ifade, hesap gününü görmek anlamında istiare olarak kullanılır. Örneğin “Falan kimse sultanın huzuruna çıkartıldı, sultan da cezalandırılmasını, kınanmasını veya ödüllendirilmesini emretti.” denildiğinde, doğrudan sultanın huzuruna değil, yargılamaya çıkarıldığı kastedilir. 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6: 8; Buhârî, “Mesâkāt”, 5. 2 Buhârî, “Rikāk”, 41; Müslim, “Zikir ve Dua”, 14. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 877 وĜאل اéąĤאك واďĻÖóĤ: اíĤאīĻđü اíĤאīĻęÐ. ijĝĺل: إن óÜك اĺóĤאÙø واŻāĤة īĨ ĵĥĐ źإ ÙĜאü سïĝĩĤا ÛĻÖ ĵĤإ ةŻāĤا ١ ħıÜאدĐ ďĨ Ù×đכĤا ĵĤإ īĻĩĥùĩĤا ďĨ ّ ÖאŻøŸم واŻùÝøźم. ųِ ďýì ُ َ۟ijن َ ِ اđä ِį ر ْ ْ ِاَĻĤ ħُ َ َاıĬƪ ْ و ħıِ ِ ّ Ö َ ُ َŻُijĜا ر Ĩ ْ ħُ ıĬƪاَ نijَ ĭ ƫčُ َ ĺ īĺ َ ñ۪ Ĥƪاَ -٤٦ Ĺ×đýĤوا ãĺóä īÖوا ïİאåĨ ٢ ُ ¹َن﴾ أي ijĭĜijĺن، ĜאįĤ ³ُّ َ À ±À َ w۪ َّ ªَ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ ا א Ŷن ً ĭČ ħĥđĤا ٣ واďĻÖóĤ. وĜאل اīÖ Đ×אس ġ: أي ijĩĥđĺن. وإĩĬא äאزت ÙĻĩùÜ َ ْن Y ا َٓ ِ ْن ’َ ّ ـ³ ًא īĨ اħĥđĤ واīĻĝĻĤ، وźijĤه Ĥכאن ًŻıä ñıĘا כįĤijĝ:﴿ ا ĘóĈ īčĤا ĹĘ ۚ﴾ [اéĤאÙĜ، µْÁَِ \Yَ nِ قٍËَ®ُ ¿²ّ۪ َ ِ ²ّ۪¿ ³ْ³َ’َ ُa ا ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٣٠/٢] وįĤijĜ:﴿ ا ِٰ Ãا ّ ودَ uُ nُ Y¯Áَ £۪ ُ À .[٢٠/٦٩ َُ·ْ ُRَ˹¢ُا َرِّ\ِ·ْ﴾ أي đĨאijĭĺه. وijİ כĭאÙĺ īĐ ijıüد ïıýĨ اóđĤض ²َّ وįĤijĜ:﴿ ا įĻĥĐ ijİو ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĹĝĤ» :אر×ìŶا ĹĘ وىóĺ אĩĻĘ įäijĤا ijİو .ÙĨאĻĝĤا مijĺ الËùĤوا ٤ وĨא óåĺي óåĨاه. ąĔ×אن.» ųا Ʃ Õèأ ųا Ʃ אءĝĤ Õèأ īĨ» :Ṡ Ĺ×ĭĤا אلĜ .نijÜijĩĺ ħıĬأ نijĩĥđĺ ٥ وģĻĜ: أي ٦ وأراد įÖ اijĩĤت، وĝĤאء Ʃ اų -وijİ رؤįÝĺ- «.אءهĝĤ ųا Ʃ ĝĤאءه، وīĨ כóه ĝĤאء Ʃ اų כóه ] đÝùĺאر ıüŸאد أ ١٢٤] ďĄijĩĤا اñİ ģáĨ ĹĘ īכĤ ÙĐאĩåĤوا ÙĭùĤا ģİأ ïĭĐ ÛÖאà .įÝĨاóכÖ أو įÝ×ÜאđĩÖ أو įÝÖijĝđÖ óĨÉĘ אنĉĥùĤا ĵĤإ نŻĘ مِ ïّĜُ :אلĝĺ אĩכ اءõåĤا ïıýĨ ١ ط: Đ×אدħıÜ. ٢ ر: Ĝאل. ٣ ح: įÝĻĩùÜ. ٤ ïĭùĨ أïĩè، ٤٨/٦؛ çĻéĀ اĤ×íאري، اùĩĤאĜאت، .٥ ٥ ح - أي. ٦ çĻéĀ اĤ×íאري، اĜóĤאق، ٤١؛ çĻéĀ ħĥùĨ، اñĤכó واĐïĤאء، .١٤ ٥ ١٠ ١٥ 878 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “O da kalplerine, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar sürecek bir nifak soktu.” [ et-Tevbe 9/77] âyetinde de Allah ile karşılaşma ifadesinin bir ikram (saygınlık bahşetme) olan Allah’ı görme mânasına hamledilmesi mümkün değildir. Aksine buradaki karşılaşma, hesap gününü görmek anlamındadır. Bu gibi yerlerde de durum böyledir. “Ona döneceklerini (bilirler).” Kıyamet gününde Allah’a rücû edeceklerini, yani yaptıklarının karşılığını onlara vereceğini bilirler. Bir görüşe göre anlam “Her işte nihayetinde Allah’a dönülecektir.” şeklindedir. Yani denilmek istenen şudur: Öleceğini ve yaptıklarının karşılığını almak için Allah’a döneceğini, hiçbir istisna olmaksızın bütün mahlûkatın dönüşünün yalnızca O’na olacağını ve Allah’ın yargılamasından kaçış olmayacağını bilen kimseler hariç her şeyin Allah’a döneceğinin bilgisi insanlara zor gelir. Namazın Yahudiler için ağırlıkla nitelendirilmesi onlar adına bir kınamadır. Çünkü bu inancın kötülüğü anlamına gelir ki bunun benzeri münafıkların niteliği hakkındaki “Verdiklerini de ancak istemeyerek veriyorlar.” [ et-Tevbe 9/54] âyetinde vardır. Müminlerin niteliği konusunda ise “Hoşunuza gitmediği hâlde savaş size farz kılındı.” [ el-Bakara 2/216] denilmiş, benzer şekilde Bedir Gazvesi’ne katılan sahâbe hakkında “Müminlerden bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi.” [ el-Enfâl 8/5] denilmiştir. Ancak bu bir kınama değildir. Çünkü savaşa gitmekteki isteksizlik insan tabiatından kaynaklanır, ancak Allah’ın emrine uyarak, hoşlarına gitmediği hâlde buna tahammül eden mümin kimse övülür ve kendisine zor gel en bir şeye tahammül ettiği için sevabı da bol verilir. 47. Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın. [ el-Bakara 2/47] “Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın.” Bu ibare daha önce bir kez daha geçmişti. Buradaki tekrar tekit içindir. Birinci nimet Yahudilerin kendileri içindi. Buradaki ikinci nimet ise ataları içindir. Daha sonra Allah, Yahudilerin atalarını kendi zamanlarında âlemlere üstün kıldığını ve onlara daha sonraki âyetlerde sayacağı nimetlerini dile getirmektedir. Atalarına verilen nimetin zikredilmesi çocuklarına şükrü gerekli kılmak içindir. Çünkü onlar atalarının üstünlüğü ile üs tünlük (şeref) sahibi olurlar. Bu yüzden Allah “Sizi üstün kıldım.” demiş, “Atalarınızı üstün kıldım.” dememiştir, çünkü babalarının üstünlüğü aynı zamanda kendi üstünlükleridir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 879 ĵĥĐ įĥĩè īכĩĺ ź [٧٧/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [µُ َ ²¹ْ£َ ْ «َ À ِ ¹َْم À »ٰ ªِ ِِ·ْ ا \¹«ُ¢ُ ¿ž۪ ą¢Yً Ÿَِ ² ْ·ُ]َ£َ ْ َ Yžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘو .įĥáĨ ijİ אĨ اñכĘ اءõåĤا ïıýĨ אدıüإ ĵĥĐ ijİ ģÖ ÙĨاóכ Ĺİ ĹÝĤا ÙĺؤóĤا ١ ijĺم اĻĝĤאÙĨ إĵĤ Ʃ اų، أي ﴾ أي وijĩĥđĺن أħıĬ راijđäن ۟ َْÁِµ َر ِ اj ُ ¹َن ªِ َُ·ْ ا ²َّ وįĤijĜ:﴿ َوا ،رijĨŶا ģכ ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵĤإ عijäóĤا įÖ أراد :ģĻĜو .ħıĤאĩĐأ ĵĥĐ ħİאĺإ įÐاõä ĵĤإ وĭđĨאه أıĬא ěýÜ إź ĵĥĐ اđĤאīĻĩĤ أħıĬ ijÜijĩĺن وijđäóĺن إĵĤ õäاįÐ وijĭĜijĺن أن .هñìأ īĐ ÿĥíĨ źو įĭĐ אءĭĕÝøا ź įĻĤإ ħıĥכ ěĥíĤا ďäóĨ ÙęĀ ĹĘ įĤijĝכ Ĺİ אدĝÝĐا Ùİاóכ אıĬŶ ħıĤ ّ ħà وėĀ اŻāĤة ÖאģĝáĤ ĵĥĐ اijıĻĤد ذم :īĻĭĨËĩĤا ÙęĀ ĹĘ óذכ אĨ אĨÉĘ .[٥٤/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ن¹َ¶ ُ ِ َ َوُ¶ ْ َ¦Yر Êّ ِ ُ £ُŸِ³ْ ¹َن ا À Êَوَ ﴿:īĻĝĘאĭĩĤا ±َ ®ِ ą£À ً ۪ yžَ َ ِ ّن ۚ﴾ [اĤ×óĝة، ٢١٦/٢] وįĤijĜ ĹĘ أģİ ïÖر: ﴿َوا ْ §ُ َ ٌه ª yْ¦ُ ¹َ¶ُوَ لYُ cَ£ِ ْ ªا ُ§ ُ Áَْ «َ [َ cِ¦ُ ﴿ įĥĩéÝÖ īĨËĩĤحاïĩĺو .ď×Ĉ ÙİاóאכıĬŶمñÖ÷ĻĤاكñĘ [٥/٨ ،אلęĬŶا﴾ [ن¹َۙ¶ ُ ِ َ َ§Yر ª±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ اª .įùęĬ ĵĥĐ ěýĺ אĨ įĤאĩÝèا ĵĥĐ ابijà אدةĺز אبáĺو įĐóýĤ א ً Đא×Üإ įđ×Ĉ Ùİاóכ ďĨ כĤذ ĵĥَĐَ ْ ُ ُכħ Ýĥْąƪ Ęَ ĹĬّ۪اَ َ ْ و ُכħ ْ ĻĥَĐَ Ûُ ْ ĩ َ đĬْاَ ĹٓÝ۪Ĥاƪ َ ĹÝِ َ ĩ ْ ُ وا ِđĬ ۪ َģ ْاذُכó ٔ َٓاĺ óøْ اِ Ĺٓĭ۪ َ َא Ö ĺ -٤٧ īĻ َ ĩ۪ Ĥאَ َ ْاđĤ .ةóĨ هóذכ ě×ø ïĜ ﴾ْ §ُ Áَْ «َ aُ ¯ْ َ ²َْ ۪cٓ ¿ا َّ َ اª ¿cِ¯َ ْ ِ ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ ©ْاذُ¦ُyوا ² َ ٓ³۪¿ ا \ Yَ À﴿ :įĤijĜو ĵĥĐ įĨאđĬإ ĹĘ ĹĬאáĤا اñİو ħıĻĥĐ ٢ واÝĤכóĺó ÉÝĥĤכïĻ واóĺóĝÝĤ وŶن اŶول ĹĘ إđĬאįĨ óÐאøو ħıĬאĨز ĹĩĤאĐ ĵĥĐ ģĻąęÝĤا īĨ فŻøŶا ĵĥĐ כאن אĨ هïđÖ َ ƪد ïĐ ïĝĘ ،ħıÐאÖآ ٣ ħıĬÍĘ אء؛ĭÖŶا ĵĥĐ óכýĤا ُ ُ اħđĭĤ ĵĥĐ اÖŴאء إõĤام Ĩא ذכóه ĩĻĘא ïđÖه īĨ اĺŴאت. وذכó نŶ "ħאءכÖآ ÛĥąĘ" :ģĝĺ ħĤو﴾ ْ§ ُ cُ ْ « َ‹ّ žَ﴿ :אلĝĘ ħı×Ĉאì כĤñĤو ħıĘóýÖ نijĘóýĺ .ħıĥąĘ ħıÐאÖآ ģąĘ ĹĘ ١ ح - راijđäن، çĀ İאûĨ. ٢ ط: اđĤאÙĨ. ٣ ر: ħıĘ. ٥ ١٠ ١٥ 880 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Sizi cümle âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” Fazl fazlalık, tafdîl fazlalığın sürekli sağlanması, ifdâl ve tefaddul da nimet verme demektir. Fâzıl ise erdem sahibi olana denir. Ebü’l-Âliye’ye göre âyetin mânası, “Hatırlayın ki Ben size idare hakkı ve maddi imkân vererek sizi kendi zamanınızdakilere üstün kılmıştım.” şeklindedir. Mücâhid ve Katâde’ye göre ise cümlenin anlamı “Ben sizi aralarında bulunduğunuz kimselere üstün kıldım.” şeklindedir. Nitekim İsrâiloğulları peygamber çocukları iken diğerleri böyle değildi. Onların bu üstünlüğü Hz. Muhammed aleyhisselâmın ümmetine üstünlük sayılmaz, çünkü Allah “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” [ Âl-i İmrân 3/110] buyurmuştur ki bu, hususi bir üstünlüktür. Bunun benzeri Hz. Meryem hakkında inen “Seni dünya kadınlarına üstün kıldı.” [ Âl-i İmrân 3/42] âyetidir ve burada “Kendi zamanındaki kadınlara üstün kıldı.” anlamındadır. Çünkü Hz. Hatice, Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma -Allah onlardan razı olsun- Hz. Meryem’den daha üstündürler. Bir görüşe göre “Sizi cümle âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” âyetinde ifade edilen üstünlük umumidir ve kastedilen şey onların bulutlarla gölgelendirilmeleri, kendilerine bıldırcın eti ve helva ikram edilmesi, kayadan suyun fışkırması gibi onlara mahsus nimetlerdir. Aynı şey Hz. Meryem için de geçerlidir. Ancak Hz. Meryem’in üstün kılınmasıyla kastedilen şey babası olmadan bir çocuk dünyaya getirmesi ise bu genel anlamda bir üstün kılmadır. Kuşeyrî şöyle der: Allah “Sizi cümle âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” diyerek İsrâiloğulları’nı kendi üstünlüklerine şahit tuttu. Muhammed aleyhisselâmın ümmetini ise “De ki Allah’ın lutuf ve rahmetiyle [yalnız bunlarla sevinsinler.]” [ Yûnus 10/58] diyerek kendi üstünlüğüne şahit tuttu. Kişinin üstünlüğüne kendisinin şahit olması ile Rabbinin şahit olması arasında çok büyük fark vardır. Nitekim kulun kendi üstünlüğüne şahitlik etmesi, kendisini beğenme tehlikesine yol açar. Oysa kulun Rabbinin lutfuna şahitlik etmesi, (üstünlüğünün) kabulüne vesile olur.1 1 Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârat, 1: 44. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 881 َ ۪̄ َÁ± ﴾اģąęĤ اĺõĤאدة واģĻąęÝĤ إà×אıÜא، واąĘŸאل ªYَ ْ َ«اª «َ ْ §ُ cُ ْ « َ‹ّ žَ ¿²ّ۪ َ وįĤijĜ:﴿ َوا ١ כĤñכ، واęĤאģĄ īĨ įĤ اģąęĤ. وĭđĨאه: واذכóوا أąĺא أĹĬ Ûĥđä اđĬŸאم، واģąęÝĤ ٢ أijÖ اđĤאÙĻĤ. įĤאĜ .אلĩĤوا ÙøאĺóĤا אءĉĐÍÖ ħכĬאĨز ģİأ ĵĥĐ ŻąĘ ħכĤ אءĻ×ĬŶا دźأو اijĬכא ħıĬÍĘ ؛ħכĻĬاóıČ īĻÖ īĨ ĵĥĐ ħכÝĥąĘ :אدةÝĜو ïİאåĨ אلĜو įĻĥĐ ïĩéĨ ÙĨأ ĵĥĐ ģąĘ اñıÖ ħıĤ īכĺ ħĤ ħà .כĤñכ اijĬijכĺ ħĤ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ óĻĔو َ ِ Yس﴾ [آل óĩĐان، ١١٠/٣]. ³«ّ ِ ª aْ jَ ِ yrْ ُ َ ٍ_ ا ®ّ ُ ا yَÁْrَ ْcُ³ْ¦ُ ﴿ :ħıĤ אلĜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ نÍĘ م؛ŻùĤا »ٰ «َ ¥Á ِ Ÿٰ َ †ا ْ وَ ﴿:ħĺóĨ ěè ĹĘ įĤijĜ ĹĘ אĩכ مijĩđĤا دون ٣ Ęכאن ñİا ĵĥĐ اijāíĤص َ ۪̄ َÁ±] ﴾آل óĩĐان، ٤٢/٣] أي ùĬאء زĨאĬכ؛ ÍĘن Ùåĺïì وĐאÙýÐ وĘאÙĩĈ رĹĄ ªYَ ْ ِ َٓ ِYء اª ² .אıĭĨ ģąĘأ īıĭĐ ųا Ʃ ّ واijĥùĤى īĩĤا الõĬوإ ħıĻĥĐ אمĩĕĤا ģĻĥčÜ ěè ĹĘ ijİو مijĩđĤا ĵĥĐ ٤ ijİ :ģĻĜو ïĤijĤאÖ אıĥąĘ ٥ ïĺأر إن ħĺóĨ ěè ĹĘ اñوכ įÖ اij ّ āìُ ħıĬÍĘ ،óåéĤا īĨ אءĩĤا óĻåęÜو .مijĩđĤا ĵĥĐ ijıĘ أب óĻĕÖ :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè »َ «َ ْ §ُ cُ ْ « َ‹ّ žَ﴿ :אلĝĘ ħıùęĬأ ģąĘ ģĻÐاóøأ ĹĭÖ ųا Ʃ ïıüأ« ©ْ ¢ُ﴿ :אلĝĘ įùęĬ ģąĘ ٧ ïĩéĨ ٦ ] أÙĨ َ ۪̄ َÁ± ﴾وأïıü] ١٢٤ب ªYَ ْ اª ،įùęĬ ģąĘ ه ُ دijıýĨ īĨ īĻÖ אنÝüو] ٥٨/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾µ۪ cِ¯َ nْ yَِ Ÿَِ ِ‹ْ© ّ اà ِٰ َو\ \ אبåĐŸا رثijĺ ïĜ įùęĬ ģąĘ َ دهijıüو ،įÖر ģąĘ دهijıýĨ īĨ īĻÖو ٨ وijıüده َ ģąĘ رįÖ Õäijĺ اåĺŸאب». ١ ط ر: واģĻąęÝĤ. ٢ ر: Ĝאل. ٣ ط: ijāìص. ٤ ح - ijİ. ٥ ح + įÖ. ٦ ط - أÙĨ. ٧ ط: ً ïĩéĨا. ٨ ĹĘ İאûĨ م: أي Õäijĺ إåĺאب اĤכóاĨאت | ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤٤/١ ٥ ١٠ ١٥ 882 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 48. Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul edilmez, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez. [ el-Bakara 2/48] “Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez.” Allah, onları peygamber nesli kılmakla üstün kıldığını söyleyince onlar “ Kıyamet gününde babalarımız bizi kurtarır.” dediler. Ardından Allah “Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez.” dedi. Buradaki lâ teczî (ödeyemez) ifadesiyle ilgili olarak fayda vermez, yeterli olmaz, vekâlet edemez, ödeyemez şeklinde anlamlar dile getirilmiştir. Son söylenen “ödeyemez” anlamı lugat açısından uygundur. Nitekim ceza ed-deyn (Borcunu ödedi) şeklinde bir kullanım vardır. Benzer şekilde tecâzâhu (Dava açtı) ve cezâhu bi-‘amelihi (Hakkını verdi) ifadelerinde de aynı kelime bu anlamda kullanılır. Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Senden sonra hiç kimsenin kefâreti olmaz, ama senin kefâretin geçerli olsun.” şeklindeki sözünde bu kelime “Kurbanının ve kefâretinin yerine geçer.” anlamında kullanılmıştır. Cezâ ‘an fulânin “Onun adına ödedi, onun yerini aldı, ona niyabet etti, onun durumunu kurtardı.” denilir. “Hiç kimse” Yani hiçbir mümin. “Bir başkası yerine.” Yani kâfir bir kişi yerine. Aynı durum “Hiçbir baba çocuğuna hiçbir yarar sağlayamaz.” [ Lokmân 31/33] âyetinde de vardır. Yine Allah Teâlâ “Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermez.” [el-Mümtehine 60/3] buyurmuştur. Nasıl fayda verebilir, çünkü Allah Teâlâ o gün hakkında, “O gün kişi kardeşinden kaçar.” [ Abese 80/34] buyurmuştur. Yalnız bu durum kâfir kimse içindir, mümini ise Allah bundan istisna etmiş ve “O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar. Ancak Allah’a selim bir kalple -yani şirkten uzak olarak- gelenler başka.” [ eş-Şuarâ 26/88-89] buyurmuştur. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler başka.” [ es-Sebe’ 34/37] Âyette gizli bir ifadenin bulunduğu da söylenmiştir. Buna göre cümle Vettekū yevmen lâ teczî fîhi nefsün an nefsin şey’en şeklindedir. Burada fî harf-i cerri zarf olduğu için düşürülmüştür. Zarf durumundayken fî harf-i cerrinin düşürülmesi câizdir. Nitekim fî harf-i cerrini kullanmaksızın eteytüke elyevme (Sana bugün geldim) diyebileceğin gibi fî harf-i cerrini kullanarak eteytüke fi’l-yevmi (Sana bugün geldim) de diyebilirsin. Şair şöyle der: 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 883 źَ َ אĐٌÙ و َ ęَüَ אَ ıْ ĭĨِ ģُ َ ×ĝْ ُ ĺ źَ َ ًא و ٔ ـ ْ Ļüَ ÷ٍ ęْĬَ īْ Đَ ÷ٌ ęْĬَ يõ۪åْ Üَ źَ אĨً ْ ijَ ĺ اijĝُƪ َ اÜ -٤٨ و ُ َون óāَ ْ ĭ ُ ĺ ْ ħİُ źَ َ َא َĐ ْï ٌل و ıْ ĭĨِ ñُìَ Ëْ ُ ĺ ħıĥąĘ ّ įĬأ óذכ אĩĤو﴾ Yـًٔ Áْ‚َ }ٍ Ÿَْ ² ±ْ َ } ٌ Ÿَْ ۪ ي ² {kْ َ b Êَ Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َو ّاb Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À א ijĺم اĻĝĤאÙĨ ĝĘאل: ﴿َو ّاb َ ĭَ Ĭij ُ āِ ĥّíَ ُ ÉÖن ħıĥđä أوźد اĬŶ×Ļאء ĜאijĤا: إن آÖאءĬא ĺ ź أي :ģĻĜو .ĹęכÜ ź أي :ģĻĜو .ĹĭĕÜ ź أي :ģĻĜ ﴾Yـًٔ Áْ‚َ }ٍ Ÿَْ ² ±ْ َ } ٌ Ÿَْ ۪ ي ² {kْ َ b Êَ َ ، أي īْ ĺ ƪ ïĤا ىõä :אلĝĺ .ÙĕĥĤا ģĀŶ ěĘاijĩĤا ijİ اñİو .ĵąĝÜ ź أي :ģĻĜو .بijĭÜ ١ أي ąĜאه įĝè. ąĜאه، وåÜאزاه أي ĝÜאĄאه، وõäاه įĥĩđÖ أïèا ïđÖك» أي Ĺąĝĺ īĐ أÝĻéĄכ وįĤijĜ įĻĥĐ اŻùĤم: «ĺõåĺכ وź õåĺي ً ٢ ĝĨאįĨ وĬאب įĭĐ وכęאه أóĨه. وīĐ כęאرÜכ. وõäى īĐ ŻĘن، أي ĵąĜ įĭĐ، أي Ĝאم Ÿَْ ٍ{﴾ أي īĐ ęĬ ÷כאóĘة وijİ כįĤijĝ: ² ±ْ َ ﴿ ÙĭĨËĨ ÷ęĬ أي{﴾ ٌ Ÿَْ وįĤijĜ:﴿ ² ﴾ۛ ۚ َْوَÊ ُدُ¦ْ Ê ا َْر َn ُY ®ُ §ْ َوَٓ َŸَ³َْ ُ§ ْ ا b ±ْ َ ª﴿ ٣ ۘ﴾ [ĩĝĤאن، ٣٣/٣١] وĜאل: َ ِu۪ه ªوَ ±ْ َ u ٌ ِ ۪ي َواª {kْ َ À Êَ﴿ ħà .[٣٤/٨٠ ،÷×Đ] ،ÙĺŴا﴾ ۙµÁِ r۪ َ ْ َ̄ ْyُء ِR ±ْ ا ªا ُyّŸَِ َ¹َْم À À﴿ :אلĜ ïĜو ďęĭĺ ėĻوכ] ٣/٦٠ ،ÙĭéÝĩĩĤا[ ±ْ ®َ َ Êِّ ³َُ ¹َۙن ا Yل َوَÊ\ ٌ ®َ •ُŸَ³َْ À Êَ مَ¹َْ À﴿ :אلĝĘ אهĭáÝøا ïĝĘ īĨËĩĤا אĨÉĘ óĘכאĤا ěè ĹĘ اñİ Ê ُ ُ§ ْ َوَٓ َ ْR¹َاª ٍۜ﴾ [اóđýĤاء، ٨٩-٨٨/٢٦] أي ìאل īĐ اóýĤك، وĜאل: ﴿َوَRٓY ا Á«۪ ~َ [ٍ ْ «£َ ِ َ« ّ اà َٰ\ bَ ا [٣٧/٣٤ ،É×ø] ﴾ۘ Yoً ِ ٰ َR ±َ َوَ ِ̄ َ© †َªY َ َR ±ْ ا Êِّ ٓ« ا Ÿٰ ْ ªزُ Yَ ²uَ³ْ ِ ْ §ُ \ُ ِ yّ£َbُ ¿c۪ َّ ªYِ َْوَÊ ُدُ¦ْ \ ا אĩĬوإ” YئÁ‚ً }Ÿ² ± }Ÿ² įĻĘ ي}kb Ê Y®¹À ً ا¹£bوا “،óĩąĨ “įĻĘ” :ģĻĜ ħà ُ ñف įĬŶ óČف وijåĺز ñèف "ĹĘ "ďĨ اóčĤف، ijĝÜل: أÝĻÜכ اijĻĤم، وأÝĻÜכ ĹĘ è ٤ اýĤאóĐ: اijĻĤم. وĜאل ١ ط: įĩĥđÖ. ٢ ح: أĜאم. ٣ ح: وįĤijĜ. ٤ ح: Ĝאل. ٥ ١٠ ١٥ 884 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir gün ki pek göremedik Süleym ve Âmir kabilelerinin bir ganimet aldıklarını Ucu kan damlayan mızraklarımızın darbeleri dışında Burada şair şehidnâhu (Onu gördük) ifadesini kullanırken şehidnâ fîhi (Onda gördük) demek istemiş, fî harf-i cerrini hazfetmiştir. Âyetteki bir diğer gizli ifade ise “Öyle bir günden sakının ki” sözündedir. Yani bu, “Öyle bir günün azabından sakının.” demektir. Çünkü günün kendisinden sakınılmaz. Aynı şekilde “Gün korkutucudur.” denilebilir, çünkü korkutan şeyler o günün içerisindedir. Diğer taraftan Allah Teâlâ bir âyette “Ateşten sakının.” [ Âl-i İmrân 3/131] demiştir ki bu avama yöneliktir, buradaki âyette geçen “Öyle bir günden sakının ki” ifadesi havâssa (seçkinlere), başka bir âyette geçen “Benden sakının.” [ el-Bakara 2/197] ifadesi ise havâssü’l-havâssa (seçkinlerin de seçkinlerine) yöneliktir. “Hiçbir kimseden şefaat kabul edilmez.” Buradaki la yukbelü (kabul edilmez) fiili te ve ye harfleri ile [tukbelü ve yukbelü şeklinde] okunmuştur. Müennes, yani te harfi ile okuyan, şefaat kelimesi lafzen müennes olduğu için böyle okumuştur. Müzekker, yani ye harfi ile okuyan ise canlı olmayan şeylerin müennesliği gayr-i hakikî müenneslik olduğu için öyle okumuştur. Ayrıca fiil burada isimden önce gelmiştir ve aralarında bir fasıla bulunmaktadır. Kur’ân’daki şu kullanımlar buna örnektir: “Zulmedenleri çığlık yakalayıverdi.” [ Hûd 11/67, 94], “Sizin için güzel bir örnek vardır.” [el-Mümtehine 60/21], “Allah’ın elçisinde sizin için örnek vardır.” [ el- Ahzâb 33/21], “Size delil gelmiştir.” [ el-En‘âm 6/157], “Eğer içinizden bir grup…” [ el-A‘râf 7/87] Netice olarak hakiki müennes olmayan kelimenin fiilini müzekker okumak da müennes okumak da câizdir. İsim önce gelse de [yani mübtedâ olsa] sonra gelse de [yani fâil olsa]; aralarında bir fasıla bulunsa da bulunmasa da (her durumda) câizdir. Hakiki müenneste ise fiilin müennes okunması behemehâl câizdir. Müzekker okunması ise fiil öne geçtiğinde ve aralarında bir fasıla bulunduğunda câizdir. Fasıla olmaksızın müzekker okunması iyi değildir. Âyette minhâ kelimesindeki zamir ilk önce zikredilen nefse, mümin nefse işaret eder. Yani “ Mümin kimsenin kâfire yapacağı şefaat kabul görmez.” Şefâat, şâfî‘ ve şefî‘ kelimelerinin mastarıdır. Bu kelimeler de “Kendi dışında birinin ihtiyacını gidermek isteyen kimse” anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 885 įĥُĘاِ َ َ ِאل َijĬ ıِ ّ ĭĤا īِ ْ َى ƪ اđĉĤ ijøِ ŻĻً ĥِĜَ ا ً َ ِאóĨ ً א وĐ ĩْ Ļĥَ ُ ø ُ אهĬَïْıِüَ אً وĨijĺ ¹َْ ًRY ﴾أي ñĐاب ijĺم Ŷن َ ¹£ُا À أي Ĭïıüא įĻĘ. وįĻĘ إĩĄאر آóì ïĭĐ įĤijĜ:﴿ َو ّاb أن ęĬ ÷اijĻĤم ź ĵĝÝĺ، وijåĺز أن ĝĺאل: إن اijĻĤم ijíĨف ً أąĺא Ŷن اíĩĤאوف įĻĘ، ħà ƪ ﴾Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À ١ đĥĤאÙĨ وĜאل: ﴿َو ّاb َ َYر﴾ [آل óĩĐان، ١٣١/٣] وñİا َ ¹£ُا ّ اª³ bاّ وَ ﴿:אلĜ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ٣ َ £ُ ¹ِن﴾ [اĤ×óĝة، ١٩٧/٢] وñİا íĤאص اíĤאص. ٢ وĜאل: ﴿َو ّاb وñİا íĥĤאÙĀ، نŷĘ ßّ Ĭأ īĩĘ ،אءĻĤوا אءÝĤאÖ أóĝĺ ﴾_ٌ Yَ Ÿَ‚َ Y·َ³ْ®ِ ©ُ]َ ْ £ُ À Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜو ،ĹĝĻĝè óĻĔ روح يñÖ ÷ĻĤ אĨ ßĻĬÉÜ نŷĘ óĻכñÝĤا א ّ Ĩوأ ،אčęĤ ً ÙáĬËĨ ÙĐאęýĤا ±À َ w۪ َّ ªا wَ rَ َ ƪم ĵĥĐ اħøź، وŶن ĩıĭĻÖא ً èאŻÐ، وĹĘ اóĝĤآن: ﴿َوا وŶن اģđęĤ ïĝĨ [٩٤/١١ ،دijİ] ﴾_ُ oَ Áْ َ‡ªا ّ ا¹ُ̄ َ «’َ ±À َ w۪ َّ ªا تِ wَ rَ َ َ ُ̄¹ا ّ اªَ‡ ْÁ َo ُ] ﴾_ijİد، ٦٧/١١] ﴿َوا «’َ ة﴾ ٌ ¹َ~ْ ُ َ ُ§ ْ ž۪¿ َر ُ~ ¹ِل ّ اà ِٰ ا ª نYَ ¦َ uْ£ََ ª﴿ [٢١/٦٠ ،ÙĭéÝĩĩĤا_﴾ [ٌ ة َn ³ََ ٌ ¹َ~ْ ُ َ ُ§ ْ ا ª aْ َ ²Y¦َ uْ َ ¢﴿ _ٌ Ÿَِ ٓYئ ِ ْن َ¦ َYن Žَ ٌ_﴾ [اđĬŶאم، ١٥٧/٦] Ĝאل: ﴿َوا ³َÁَِّ \ ْ¦ُ ءYَ jَٓ uْ£َžَ﴿ :אلĜ ،[٢١/٣٣ ،ابõèŶا[ õÐאä هóĻכñÜو įáĻĬÉÝĘ ĹĝĻĝéÖ ÷ĻĤ įáĻĬÉÜ אĨ أن ģĀאéĤوا .]٨٧/٧ ،افóĐŶا﴾ [ْ§ ُ ³ْRِ ģכÖ אıáĻĬÉÜ زijåĺ ÙĝĻĝéĤا ĹĘو .īכĺ ħĤ أو ģÐאè אĩıĭĻÖ وכאن óìÉÜ أو مïĝÜ إن .ģÐאè óĻĕÖ īùéĺ źو ģÐאè אĩıĭĻÖو ģđęĤا مïĝÜ إذا אİóĻכñÜو אلè ģ×ĝÜ źأي ،ÙĭĨËĩĤا÷ ęĭĤا Ĺİو źأو ً تóذכ ĹÝĤا÷ ęĭĤا ĵĥĐ Ùđäرا﴾ Y·َ³ْ®ِ﴿ :įĤijĜو ]ęüאıÝĐאĹĘاĤכאóĘة. و"اęýĤאÙĐ "ïāĨراýĤאďĘواďĻęýĤ. وĈijİאąĜÕĤאءèאóĻĔÙäه، أ ١٢٥] ١ ط: وijİ. .ûĨאİ çĀ ،ÙĀאíĥĤ اñİو Y®ً ¹َْ َ ¹£ُا À ٢ ط - وĜאل َو ّاb ٣ ر: íĤאÙĀ اíĤאÙĀ. ٥ ١٠ ١٥ 886 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu kelime, eş-şef‘ (çift yapmak) kelimesinden türemiştir. Çünkü o, aracı olduğu kimsenin talebi için kendisini çift kılar, ona eşlik eder. Şüf‘a kelimesi de aynı kökten gelir ki bu da başkasının malını kendi mülküne dâhil etmek demektir. Kâfir için şefaat yoktur. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Zalimlerin ne sıcak bir dostu ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.” [ el-Mü’min 40/18], “İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok. Candan bir dostumuz da yok.” [ eş-Şuarâ 26/100-101] Kâfirler bu sözlerini, müminler için şefaatçilerin şefaatini ve dostlarının yardımını gördüklerinde söyleyeceklerdir. Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Benim şefaatim ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir. Kim bunu yalanlarsa o, bu şefaate nâil olamaz.”1 buyurmuştur. Allah Teâlâ da “İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir?” [ el-Bakara 2/255] demiştir. Bu âyet kendisine şefaat konusunda izin verilen kimsenin şefaatinin ispatıdır. Kuşeyrî şöyle der: Naslarda yer almadığı için Allah hakkında şefaatçi sıfatı kullanılmasa da gerçekte en büyük şefaatçi O’dur. Bu mânada şöyle denilmiştir. Şükür ile hamd Allah’adır, zira her hayır O’nun katındadır Dost beni O’na götürecek şefaatçiye beni ulaştıran şefaatçim oldu2 “Hiç kimseden fidye alınmaz.” Allah Teâlâ şöyle demiştir. “O, her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez.” [ el-En‘âm 6/70]. Fidyenin âyette ‘adl olarak isimlendirilmesinin sebebi, fidye karşılığında kurtarılan kimseye denk, yani ona benzer olmasıdır. Allah Teâlâ “Yahut onun dengi oruç tutmaktır.” [ el-Mâide 5/95] demiştir. Fetha ile okunan el-‘adl kelimesi bir şeyin farklı cinsten benzeri, kesre ile okunan el-‘idl kelimesi ise bir şeyin aynı cinsten benzeri demektir. Mânasına gelince, kâfirden kendisini ateşten kurtaracak bir fidye alınmaz; o, fidye olarak verecek bir şey de bulamaz demektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Eğer yeryüzünde bulunan her şey tümüyle ve onlarla beraber bir o kadarı da zulmedenlerin olsa, kıyamet günü kötü azaptan kurtulmak için elbette onları verirler.” [ ez-Zümer 39/47] “ Kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar kendilerinden kabul edilmez.” [ el-Mâide 5/36] “Âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince.” [ el-Bakara 2/161] “O günün azabına karşılık olmak üzere oğullarını fidye olarak vermek ister.” [el-Meâric 70/11] 1 Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 23; Tirmizî, “Sıfatü’l-kıyâme”, 11. 2 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 44. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 887 ħĄ Ĺİو אıĭĨ ÙđęýĤوا ƫ ،ادهóĨ ÕĥĈ ĹĘ įĤ ďęýĺ īĩÖ įùęĬ ďęýĺ įĬŶ ďęýĤا īĨ ذijìÉĨ ٍ Á¯۪ nَ ±ْ ®ِ ±Áَ ¯۪ ِ ªYَ « ّ ِ ªY®َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،אرęכĤا ěè ĹĘÙĐאęü źو .įùęĬ כĥĨ ĵĤإ هóĻĔ כĥِ Ĩ ٍ﴾[اóđýĤاء، -١٠٠/٢٦ Á¯۪ nَ ¡Àٍ u۪ †َ Êَوَ ±Á َۙ ۪ žYِ ‚َ ±ْ ®ِ Y³ََ ۜ﴾[اīĨËĩĤ١٨/٤٠، [وĜאل: ﴿žَ َ̄ªY ُ َ ُYع À ٍ •ÁŸ۪ ‚َ Êَوَ ١٠١] واĤכęאرijĤijĝĺن ذĤכīĻè óĺون īĻĭĨËĩĥĤ ęüאÙĐاđęýĤאء وÙĬijđĨاĜïĀźאء. ١ «.אıĥĭĺ ħĤ אıÖ بñכّ īĨ ،ĹÝĨأ īĨ óÐא×כĤا ģİŶ ĹÝĐאęü» :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜو ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٥٥/٢] وijİ إà×אت اęýĤאÙĐ µ۪ ِ ِِY ْذ² \ َ Êِّ َ •ُŸَƒْ ِ َ³ْuُهٓ ا À يw۪ َّ وĜאل đÜאĵĤ:﴿ َ ®±ْ َذا اª :ųا Ʃ ُذن įĤ ıÖא. وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè īĩĤ أ įĻĥĐ ěĥĉĺ ź כאن وإن ěĻĝéÝĤا ĵĥĐ ó×כŶا ďĻęýĤا ijİ ĵĤאđÜ ųאĘ Ʃ :אهĭđĨ ĹĘ ģĻĜ ïĜو .ėĻĜijÝĤا مïđĤ ďĻęýĤا ħøا įĺïĤ óٍ ْ Ļìَ ģ ƫ َ ُכ ا Ę ً óכْ üُ ƪ ųِ ïĩéĤا ُ ٣ į ْ ٢ َإĻĤ ĹđĻِ ęüَ ĵĤإ Ĺِ đĻِ ęüَ ُ ÕĻ×ِ َ َ اéĤ Āאر wْ rَ Qُْ À Êَ لٍuْ َ َ ْل ُ¦ّ© uِ ْ َ ِ ْن b ل﴾ أي ÙĺïĘ. Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوا ٌ uْ َ Y·َ³ْ®ِ wُ rَ Qُْ À Êَوَ ﴿:įĤijĜو :ĵĤאđÜ אلĜ ،įĥàאĩÜ أي ، ƪ يïِęْ َ ĩĤا אدلđÜ אıĬŶ źïĐ ً ÙĺïęĤا ÛĻĩø [٧٠/٦ ،אمđĬŶا﴾ [ۜ Y·َ³ْ®ِ .[٩٥/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [Y®Y ً Áَ†ِ ¥َ ِ َْو َ ْuُل ٰذª ﴿ا :אهĭđĨ ħà .įùĭä īĨ įĥáĨ óùכĤאÖو įùĭä فŻì īĨ ءĹýĤا ģáĨ çÝęĤאÖ "لïđĤا"و :ĵĤאđÜ אلĜ ،įÖ يïÝęĻĤ כĤذ ïåĺ źو אرĭĤا īĨ אıÖ ijåĭĺ ÙĺïĘ óĘכאĤا īĨ ñìËĺ ź َ¹َْم À اب ِ wَ َ ْ ٓ ¹ِء اª ~ُ ±ْ ®ِ µ۪ ِ \ واْuَcَžْÊَ µُ َ®َ µُ َ «gْ®ِوَ YÁ ً ¯۪ jَ ضِ رْÊا َْ¿ žِ Y®َ ا¹ُ̄ َ «’َ ±À َ w۪ َّ «ِ ª َ َ ّن ¹َْ ا ﴿َوª ۚ﴾ [اĩĤאïÐة، ْ·ُ³ْ®ِ ©َ]ِّ£ُ bُ Y®َ _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ ِ اª ¹َْم À اب ِ wَ َ ±ْ ®ِ µ۪ ِ \ واuُ cَŸْÁَِ ۜ﴾ [اóĨõĤ، ٤٧/٣٩ [وĜאل: ﴿ª _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ اª يu۪ cَŸَْ À ¹َْ َ ٌYر﴾ اÙĺŴ،] اĤ×óĝة، ١٦١/٢] وĜאل: ﴿ª ۪w َ À± َ¦ُŸَyوا َوَR ُbY¹ا َوُ¶ ْ ُ¦Ÿّ َّ َ اª ِ ّن ٣٦/٥] وĜאل: ﴿ا َِ[³۪ ِµÁۙ ﴾اÙĺŴ،] اđĩĤאرج، ١١/٧٠ ]. ِ¹َْRِئٍw\ À اب ِ wَ َ ±ْ ®ِ ١ īĭø أĹÖ داود، اÙĭùĤ، ٢٣؛ īĭø اñĨóÝĤي، ÙęĀ اĻĝĤאÙĨ، .١١ .ďĻِ ٢ ر: َęü ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤٤/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 888 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Müslümanlar hakkında ise her bir Müslümana bir Yahudi ve bir Hıristiyan verileceği ve ona, “İşte bu, senin ateşten kurtuluş fidyendir.” denileceği rivayet edilmiştir. “Onlara yardım da edilmez.” Nusra yardım demektir. Aynı zamanda engellemek demektir. Yani, “Onlara yardım edilmez ve azap edenlerin ellerinden de kurtarılmazlar.” Bu durum kâfirler içindir. Müslümanlara gelince Allah onlar hakkında “Şüphesiz ki peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [el- Mümin 40/51] buyurmuştur. Sonra Allah yünsarûn kelimesini, kendinden önceki kelimeler tekil olmasına rağmen çoğul olarak zikretmiştir. Çünkü önceki kelimeler olumsuzluk bildiren edatlardan sonra gelmişlerdir. Bu da onların umum ifade ettiğini, bütün kâfirleri kapsadığını gösterir. Bu yüzden mâna yoluyla, âyetin çoğul bir kelime ile bitmesi câizdir. Bu âyet belâgat (söz sanatı) bakımından zirvedir, çünkü insanların dünya hayatında başlarına gelecek musibetlerden nasıl kurtulacaklarına dair hususları ihtiva etmektedir. Bunlar ise dörttür: Çektiği sıkıntıların başka birisi tarafından üstlenilmesi, birinin mal ile fidye verip onu kurtarması, kendisi adına birinin aracı olması ve ona ikramda bulunulması, [son olarak] bir yardımseverin ona yardım etmesi. Allah bunların hiçbirini âhirette geçerli kılmamıştır. 49. Hani, sizi azabın en fenâsına uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden gelen büyük bir imtihan vardır. [ el-Bakara 2/49] “Hani, sizi kurtarmıştık.” Yani, hatırlayın, sizi kurtarmıştık. Bu fiil necâ (kurtardı), yencû (kurtarır), necâten (kurtuluş) ve encâhu’llahu incâen (Allah onu kurtardı) ve neccâhu tenciyeten (Onu kurtardı) şeklinde kullanılır. Encâhu “Onu tehlikeye düşmeden önce kurtardı.” anlamına, neccâhu ise “Tehlikeye düştükten sonra onu kurtardı.” anlamına gelir. Nitekim Allah “Hani, sizin için denizi yarmış ve sizi kurtarmıştı.” [ el-Bakara 2/50] demiştir ve bu, olay vuku bulmadan önce olmuştur. Konumuz olan âyette ise neccâküm demiştir yani olay vuku bulduktan sonra [sizi kurtarmıştık]. Yalnız bu zayıf bir görüştür. Çünkü Allah Teâlâ “ Hûd’u ve onunla birlikte iman edenleri kurtardı.” [ Hûd 11/58] âyetinde neccâ fiilini kullanmıştır. Bu ve benzeri âyetlerdeki kurtarma, olay vuku bulduktan sonra olmamıştır. Doğru olan bu iki kelimenin aynı olduğudur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 889 א ĝĻĘאل įĤ: ً א أو óāĬاĻĬ ً ĺدijıĺ īĨËĨ ģכ Ĺĉđĺ įĬأ روي ïĝĘ īĻĭĨËĩĤا ěè ĹĘ אĨوأ ñİا ïĘاؤك īĨ اĭĤאر. ُ ³ْ ُ‡َy َون﴾ اóāĭĤة اijđĤن، واóāĭĤة اďĭĩĤ ً أąĺא، أي ź đĺאijĬن وź À ْ ¶ُ Êَوَ ﴿:įĤijĜو Yَ ²ِّ ijđĭĩĺن īĐ أïĺي اīĻÖñđĩĤ وñİا ĥĤכאīĺóĘ. وأĨא اijĭĨËĩĤن ïĝĘ Ĝאل ĹĘ ħıĝè:﴿ ا َ £ُ ¹ُم َْ اÊ َ‚ْ ·ُYدۙ﴾ [اīĨËĩĤ، ٥١/٤٠[. ħà َ¹َْم À Àوَ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ٰ َR¹³ُا žِ¿ اª ا ±À َ w۪ َّ ªواَ Y³ََ ³ْ³ََ ُ‡ُy ُر ُ~» ª مijĩđĥĤ כאنĘ ĹęĭĤا ďĄijĨ ĹĘ ةóכĬ כĤذ نŶ ï ƪ è َ ijُ Ĩ įĝ×ø īĺñĤا أن ďĨ اñİ ďĩä אĩĬإ .ĵĭđĩĤا ĵĥĐ ďĩåĤאÖ ÙĺŴا ħÝì אزåĘ אرęכĤا ďĻĩä אولĭÜو ءóĩĤا ÿĥíÝĺ אıÖ ĹÝĤا هijäijĤا óذכ Ûđĩä אıĬÍĘ ؛ÙĔŻ×Ĥا ÙĺאıĬ ĹĘ ÙĺŴا هñİ ħà أو įĻĥĐ אĨ ģĩéÜ ĹĘ هóĻĔ įĭĐ بijĭĺ ďÖأر Ĺİو אĻĬïĤا ĹĘ įÝÖאĀأ ĹÝĤا Ù×כĭĤا īĐ ďĉĝĘ įđĭĩĻĘ óĀאĬ هóāĭĺ أو įĤ ÕİijĻĘ ďĻęü įĤ ďęýĺ أو אıĭĨ ÿĥíÝĻĘ אلĩÖ ١ ïÝęĺى .אıđĻĩä ħıĭĐ ųا Ʃ ْ َ ُכħ َٓאء ĭْ Öاَ نijَ éُ ِ ّ Öñَ ُ ĺ اب ِ ñَ َ َ ْاđĤ ْ ُ ٓijøء ħכُ Ĭijَ ُ Ĩij ُ ùَ ْ َن ĺ ijĐَ ْ óĘِ لِ اٰ īْ Ĩِ ْ َ ُאכħ ĭ ْ َ ِا ْذ َĬ Ļåƪ -٤٩ و ٌ ħĻč۪ Đَ ْ ِ ُכħ ّ Ö َ ر īْ Ĩِ ٌ ََٓŻء Ö ْ ħכُ Ĥِذٰ ĹĘ۪ َ ْۜ و َ ُכħ َٓאء ùĬِ نijَ ُ Ļéْ َ Ý ْ ùَ ĺ َ و ،ً אةåĬ ijåĭĺ אåĬ ïĜو .ħאכĭāĥì إذ אąĺأ ً واóواذכ أي﴾ ْ¦Yُ ³َÁْ َkّ َ ِ ْذ² وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا ّ אه åĬو ،ÙכĥıĩĤا ĹĘ įĐijĜو ģ×Ĝ įāĥìّ أي אهåĬأ :ģĻĜو .ÙĻåĭÜ אه ّ ً وåĬ وأåĬאه Ʃ اų إåĬאء ģ×Ĝ ijıĘ [٥٠/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ¦Yُ ³َÁْkَ ²َْ Yžَyَoْ ]َْ ِ ُ§ ُ اª \ Y³َ ْ ِ ْذَžَy¢ ] وįĐijĜ ıĻĘא، Ĝאل: ﴿َوا ïđÖ] ١٢٥ب ٣ دا¹ً¶ ُ Y³َÁْ َkّ َ ٢ وñİاėĻđĄ؛ĜįĬÍĘאل: ﴿² .عijĜijĤا ïđÖ ijİو﴾ْ¦Yُ ³َÁْ َkّ َ اijĜijĤع، وĜאل ĭİא: ﴿² ّאن. ٰ َR¹³ُا َRَ ُµ]﴾ijİد٥٨/١١،] وijéĬه وħĤ ĺכīذĤכïđÖ اijĜijĤع، واçĻéāĤأĩıĬאĻø ا±À َ w۪ َّ َواª ١ ح: وïÝęĺى. .ûĨאİ çĀ ،عijĜijĤا ïđÖ ijİو ْ¦Yُ ³َÁْ َkّ َ ٢ ط - وĜאل ĭİא ² .ėĻéāÜ ijİو ،אèijĬ :م ĹĘ ٣ ٥ ١٠ ١٥ 890 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Necve “yüksek arazi” demektir. Çünkü kim oraya ulaşırsa kurtulur. Âyetin mânası “Babalarınızı kurtardık.” şeklindedir. Babalarının kurtarılması onlar adına bir nimet gibi zikredilmiştir, çünkü babalarının kurtarılması, kendilerinin kurtarılmasıdır. Bu, Arapların âdetlerindendir. Onlar “ Ukaz günü sizleri öldürdük.” derler yani “Babalarımız o gün babalarınızı öldürdü.” demek isterler. “ Firavun ailesinden” Ebû Ubeyde “Onun ailesinden kasıt ev halkıdır.” demiştir. Onun ailesi ifadesiyle kimileri kendisine uyan kavminin, kimileri de taraftarlarının kastedildiğini söylemiştir. Burada kullanılan âl kelimesi aslında nesep veya arkadaşlık bağı ile kişinin kendilerine bağlı olduğu kimseler anlamına gelir. Firavun kelimesi bir görüşe göre o zamanlar kral olan Velîd b. Mus‘ab’ın veya Velîd b. Reyyân’ın özel adıdır. Bir başka görüşe göre ise Firavun, Mısır’a hükümdarlık eden kimseye verilen isimdir. Rumların yöneticilerine Kayser, İranlıların yöneticilerine Kisrâ, Türklerin yöneticilerine Hakan, Yemenlilerin yöneticilerine Tübba’ denildiği gibi Mısırlıların yöneticilerine de Firavun denilir. “Sizi azabın en fenâsına uğratan” Yani size azabı tattıran. Şair Amr b. Külsûm şöyle demiştir: Kral, insanlara zilleti tattırınca Zilletin içimizde yerleşmesini kabul etmedik Şairin bu beyitte kullandığı hasef kelimesi zillet anlamına gelir. Bir görüşe göre “Sizi azabın en fenâsına uğratan” ifadesi “Sizi zor işl erle mükellef kılan” anlamındadır. Mufaddal şöyle demiştir: Yani “Sizin için bunu isteyen” anlamındadır ve buradaki yesûmûneküm fiili, alıcı ve satıcıdan her birinin farklı fiyat istemeleri anlamına gelen “alışverişte müsâveme” ifadesinden türemiş olup “istemek” anlamındadır. Bir görüşe göre anlam “Bunu sizin üzerinizde yapmaya devam ettiren” şeklindedir, nitekim sâme ibilehu ifadesi “Deve su içtikten sonra onu su içmeye devam etmeye zorladı.” anlamına gelir. “Azabın en fenâsına” Yani azabın en zoru ve en şiddetlisine. Anlam “Son derece eziyetli şeyleri sizin üzerinize yüklüyor.” şeklindedir. Azap denilen şey yalnızca kötülüktür [iyi azap yoktur]. Yalnız azabın bir kısmı hafiftir, bir kısmı ise şiddetlidir. Dolayısıyla buradaki sûu’l-azâb ifadesi, azabın kötüsü demek değil, azabın şiddetlisi demektir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 891 ģđُ ة اĩĤכאن اđĤאĹĤ؛ Ŷن īĨ Āאر إıĻĤא ّ ÿĥíÜ. وĭđĨאه: ّĭāĥìא آÖאءכħ، وä َ واijåĭĤ مijĺ ħאכĭĥÝĜ :نijĤijĝĺ ،اñİ بóđĤا אدةĐ īĨو ،ħıÜאåĭÖ اijåĬ ħıĬŶ ħıĻĥĐ ÙĩđĬ כĤذ Đכאظ، أي ģÝĜ آÖאؤĬא أÖאءכħ. įĨijĜ įĤآ :ħıąđÖ אلĜو .įÝĻÖ ģİأ įĤآ :ةïĻ×Đ ijÖأ אلĜ ﴾نَ¹َْyْžِ لِٰ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ ا أو Ù×ùĬ ĹĘ įĻĤإ ħİرijĨأ لËÜ īĺñĤا ħİ لŴا ÙĝĻĝèو .įĐא×Üأ ħİ :ģĻĜو .įĤ نij×øאĭĩĤا .Ù×éĀ و"ijĐóĘن" ģĻĜ: ijİ اħø اĥĩĤכ اñĤي כאن ħıĤ ĹĘ ذĤכ اÛĜijĤ ìאÙĀ واįĩø َ óāĨ כَ ĥَ َ Ĩ כאن īĨ ģכĤ ٌ ١ اħø ّאن. وģĻĜ: إįĬ ĺر īÖ ïĻĤijĤا :ģĻĜو .ÕđāĨ īÖ ïĻĤijĤا .īĩĻĤا ģİŶ ďّ כóāĻĝ óĥĤوم وכóùى óęĥĤس واíĤאĜאن óÝĥĤك وÜ× :مijáĥכ īÖ وóĩĐ אلĜ .ħכĬijĝĺñĺ أي :ģĻĜ ﴾اب ِ wَ َ ْ ٓ ¹َء اª ~ُ ْ §ُ َ ²¹®¹ُ ُ َ À﴿ :įĤijĜو ٢ ِĭĻĘא لƪ ñĤا ƫ ƪ َא أن ُĬِóĝ ĭ ْ Ļ َ ْ ًęא أÖ ùìَ אس َ ƪ َ اĭĤ َ ُ ĥכ øאم َא اĩĤ َإذا Ĩ واėùíĤ اñĤل. وģĻĜ: أي ĺכĬijęĥכħ اĩĐŶאل اýĤאÙĜ. وĜאل اģąęĩĤ: أي ïĺóĺوĬכħ ďÐא×Ĥا īĨ ïèوا ģכ إرادة ijİو ďĻ×Ĥا ĹĘ ÙĨאوùĩĤا īĨ כĤذ ħכÖ ونïĺóĺو כĤذ ĵĥĐ א óĻĔ Ĩא ïĺóĺه اóìŴ. وģĻĜ: أي ijĩĺïĺن ĻĥĐכħ ذĤכ. و"ïĜ øאم إįĥÖ " ً واóÝýĩĤي ĭĩà َģ وداوم ıĻĥĐא. ıƪ ĭĤا ïđÖ ģĥَ َ أي أכıİóא ĵĥĐ اđĤ ÙĺאĔ įĻĘ אĨ ĵĥĐ ħכĬijĥĩéĺ :אهĭđĨو .įƪ ƪه وأĝü ْ َ َw ِ اب﴾ أي أïü ٓ ¹َء اª وįĤijĜ: ﴿ ُ~ ٣ اñđĤاب Ĩא ïÝýĺ، وijøء ّ įąđÖو ėíĺ ّ įąđÖ īכĤ אً اŶذى. وź ĺכijن اñđĤاب إź ÑĻø .įĭĨ ƪ اïÝü ١ ر: įĬÉÖ. ٢ ح ط ر: اėùíĤ. ٣ ط: ijùĘء. ٥ ١٠ ١٥ 892 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Sizi azabın en fenâsına uğratan” ifadesi Allah’ın onları kendisinden kurtardığı şeyin açıklamasıdır. “Oğullarınızı kesiyor.” ifadesinin de “Sizi azabın en fenâsına uğratan” ifadesinin tefsiri olduğu söylenebilir. Çünkü ikisi arasında bir atıf yoktur. Onun dışında farklı bir durumun olduğu da söylenebilir. Zira başka bir âyette Allah “Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlıyorlar…” [İbrâhîm 14/6] demiş, bu iki ifade arasında atıf harfi olan vâv harfini kullanmıştır. Bu da ikisinin farklı şeyler olduğunun delilidir. Önceki âyette vâv harfinin kullanılmaması “Sana ikramda bulundum, sana bağışta bulundum, sana arkadaşlık ettim.” cümlesinde bu harfi kullanmamana benzer. Zebh (kesmek) boğazı ve şahdamarını kesmek demektir. Kelimenin aslı ortadan ikiye ayırmak demektir. Zebehtü’l-miske yani “Kokuyu şişesinden çıkardım.” denilir. Âyette yüzebbihûne şeklinde şeddeli olarak kullanılması, çokluk içindir. Nitekim bir kapıyı açtığın zaman fetahtü’l-bâbe (Kapıyı açtım) derken çok kapıyı açtığını ifade etmek için fettahtü’l-ebvâb (Kapıları açtım) dersin. Ebnâ kelimesi ibn (oğul) kelimesinin çoğuludur. İbn kelimesinin aslı da ye harfi ile birlikte el-binyüdür. Bir görüşe göre de vâv harflidir çünkü mastarı el-bünüvv olarak gelir. Fakat bu, vâvlı olacağına delâlet etmez. Benzer durum fütüvve kelimesinde de vardır, zira bu kelime vâvlıdır ama el-fetâ kelimesi vâv harfi ile değil, ye harfi ile gelir. Bu yüzden çoğulu fityetün ve fityânün şeklindedir. Güçlü olan seçenek, kelimenin aslında ye harfinin bulunduğu görüşüdür. Çünkü mânasının “Babasının attığı temel üzerinde bina yapan, iş yapan kimse” olduğu söylenmiştir. Her ne kadar bu isim [yani ebnâ, ibn kelimesi], “Ey âdemoğulları!” [ Yâsîn 36/60] ve “Ey İsrâiloğulları!” [es-Saff 61/6] gibi âyetlerde de olduğu üzere başka yerlerde hem erkek hem kız çocukları için kullanılsa da burada özellikle erkek çocukları kastedilmiştir. Çünkü onlar kızları değil sadece erkek çocuklarını boğazlıyorlardı. Aynı şekilde kastedilen sadece küçük çocuklardır, büyükler değildir, çünkü onlar küçükleri boğazlıyorlardı. “Kadınlarınızı sağ bırakıp” Yani kızlarınızı canlı olarak bırakıyorlardı. İstihyâ, hayat kelimesinden gelip istif‘âl babındandır. Bu kelime aynı zamanda “köle edinmek” demektir. Onlar, kadınları köle ediniyorlardı ki bu da (köle edinme) onları hayatta bırakmak demektir. Bir görüşe göre de onlar, kadınların hamile olup olmadıklarını görmek için rahimlerini kontrol ediyorlardı. İstihyâ kelimesinin kökünde yer alan hayâ kelimesi, ferc (rahim) demektir. Kişi, fercinin açığa çıkmasından hayâ ettiği için bu şekilde isimlendirilmiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 893 ْ ﴾ ijåĺز ħُ َכ َٓאء ĭ ْ Öَ ُ َijن ا éِّ Öñَ ُ ĺ﴿ :įĤijĜو įĭĨ ħİאåĬ אĨ אنĻÖ اñİ ﴾ْ §ُ َ ²¹®¹ُ ُ َ À﴿ :įĤijĜ ħà ا آóì ً َ ُ§ ْ﴾ إذ ź ĐאėĈ ĩıĭĻÖא، وijåĺز أن ĺכijن أóĨ ²¹®¹ُ ُ َ À﴿ :įĤijĝĤ ا ً أن ĺכijن óĻùęÜ ْ\ٓ³َ َYءُ¦ْ﴾ [إóÖاħĻİ، َ ُ َwِّ \ُo ¹َن ا ْ َ َw ِ اب َوÀ ٓ ¹َء اª ~ُ ْ §ُ َ ²¹®¹ُ ُ َ À﴿ :ىóìآ Ùĺآ ĹĘ אلĜ ïĝĘ اه؛ijø ُ َכ Ý ْ Ĩ َ óْ َכ ١ īĨ ĤijĜכ: أ ٦/١٤] ÖאijĤاو وذاك دģĻĤ اĕĩĤאóĺة، وñèف اijĤاو ĭıİא כıĘñéא ُ َכ. Ý ْ ĻĤƪ َ ْ ُÛ Ĥכ و ×َ İ َ و واçÖñĤ ďĉĜ اijĝĥéĤم واŶوداج، وأįĥĀ اěýĤ. ĝĺאل : ذÛéÖ اùĩĤכ، أي ÛĝÝĘ ّÛé اijÖŶاب. ÝĘو אب×Ĥا ÛéÝĘ :אلĝĺ אĩכ óĻáכÝĥĤ ïĺïýÝĤوا ،įĭĐ :رïāĩĤا ĹĘ אلĝĺ įĬÍĘ او؛ijĤאÖ :ģĻĜو .אءĻĤאÖ ُ Ĺْ ĭ×Ĥا ِ īÖźا ģĀوأ ،īÖźا ďĩä אءĭÖŶوا ďĩåĺ כĤñĤو ĹÐאĺ ĵÝęĤوا اوijĤאÖ Ĺİ ةijÝęĤכא כĤذ ĵĥĐ ٢ لïĺ ź اñİ īכĤ ،ة ƪ ijُ ĭ ُ اĤ× ادóĩĤوا ،هijÖأ ĵĭÖ אĨ ĵĥĐ ĵĭ×ĺ įĬأ אهĭđĨ :ģĻĜ įĬŶ אءĻĤا īĨ įĬأ óıČŶوا ،אً ĬאĻÝِ Ęو ÙĻÝ ً ِ Ę ďĝĺ ïĜ ďĄijĩĤا اñİ óĻĔ ĹĘ ħøźا ٣ ] ً ìאÙĀ وإن כאن أ ١٢٦] ُ īĨ اĭÖŶאء ħİ اñĤכijر ¿ٓ³۪ َ \ Yَ ٰ َدَم﴾ [ĺ÷، ٦٠/٣٦ [وĜאل: ﴿À َ ٓ³۪¿ ا \ Yَ À﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ .īĻĭ×Ĥכא אثĬŸوا رijכñĤا ĵĥĐ اĩĥĕĤאن ź َ نijéÖñĺ اijĬכא ħıĬÍĘ ر؛ijכñĤا ħİ ادóĩĤا אĭİ īכĤ [٦/٦١ ،ėāĤا©﴾ [َ Àأ۪ ٓyَ~ْ ِ ا óĻĔ. وכñا أرïĺ įÖ اĕāĤאر دون اĤכ×אر ħıĬŶ כאijĬا ijéÖñĺن اĕāĤאر. ٤ ّאت. واĻéÝøźאء Ļè īıĬijכóÝĺو ħכÜאĭÖ نijĝ×Ýùĺ أي﴾ ۜ ِ َٓ َYءُ¦ْ ² ن¹َ Áُoْ cَْ َ وįĤijĜ:﴿ َوÀ اđęÝøאل īĨ اĻéĤאة، واĻéÝøźאء اĜóÝøźאق ً أąĺא، وכאijĬا īıĬijĜóÝùĺ وijİ īĨ إĝÖאء اĻéĤאة ً أąĺא īıĻĘ. وģĻĜ: أي ijýÝęĺن ĹĘ Ļèאء اùĭĤאء óčĭĺون ģİ īıÖ ģĩè. واĻéĤאء .įęýכ īĨ ĵĻéÝùĺ įĬŶ įÖ Ĺّ اóęĤج، وĩø ١ ط ر: ıĘñéĤא. ٢ ر: ïĺل. ٣ ط + ñİا. ٤ ط: ĘאĻéÝøźאء. ٥ ١٠ ١٥ 894 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Nisâ kelimesi mer’etün (kadın) kelimesinin çoğuludur ve kendi lafzından tekili yoktur. Aslında bu kelime baliğ olmuş kimseler içindir, küçükler için değildir. Onlar sadece küçük çocuklara bunu (yaşatma işini) yapsalar da burada birkaç sebepten ötürü nisâ (kadınlar) kelimesi zikredilmiştir. Birincisi Allah onları [yani hayatta bırakılan kız çocuklarını] sonuçta olacakları hâl ile [kadın olarak] isimlendirmiştir. Çünkü onlar, kızları hayatta bıraktıklarında buluğdan sonra o kızlar kadın olacaklar. Benzer kullanım şu âyetlerde de vardır: “Sadece ahlâksız ve kâfir kimseler doğururlar.” [ Nûh 71/27], “Şarap sıktığımı (gördüm).” [Yûsuf 12/36], “Sen de ölüsün, onlar da ölüler.” [ ez-Zümer 39/30] Ayrıca onlar kız çocuklarını anneleri ile birlikte hayatta bırakıyorlardı. Bir isim ihtilât hâlinde küçükler için de büyükler için de kullanılabilir. Nitekim çocuklarla yetişkinler birlikte geldiğinde “Adamlar geldi.”, küçük çocuklarla yetişkin kadınlar birlikte geldiğinde de “Kadınlar geldi.” denilir. Ancak buradaki istihyâ kelimesini “kadınların rahimlerini kontrol etmek” anlamına hamleden kimse, bu son yorumlara ihtiyaç duymaz. Eğer, “Erkek çocukların boğazlanması şiddetli bir azaptır fakat kız çocuklarının hayatta bırakılması öyle değildir, aksine selâmet ve nimettir. [Böyleyken neden o da bir azapmış gibi ifade edilmiştir?]” diye sorulursa deriz ki: Onlar kadınları köle edinmek, alay etmek ve zor işler yüklemek için hayatta bırakıyorlardı. Ayrıca kız çocuklarının hayatta bırakılması, özellikle erkek çocuklarının boğazlanmasından sonra babalar için ağır şeylerdendir. Kaffâl şöyle der: Boğazlama ve hayatta bırakma, “sizi azabın en fenâsına uğratan” âyetindeki tüm azapları ifade ediyor olabileceği gibi bu iki azap tüm azapların bir kısmı da olabilir. Rivayet edildiğine göre Firavun, onlardan cizye ve haraç alıyordu. Ayrıca kerpiç kalıpları dökme işini ve kötü işleri onlara yüklüyordu. Âyette “ İsrâiloğulları’nı köle kılmandan dolayıdır.” [ eş-Şuarâ 26/22] ifadesi kullanılır. Yine rivayet edildiğine göre Firavun, onları hizmetçi yapmıştı. Bir grup onun için inşaat, bir grup da ziraat yapıyordu. Herhangi bir mesleği olmayandan ise cizye alınıyordu. Küçük çocukları boğazlamalarının nedeni ise kâhinlerinin ve müneccimlerinin onları korkutması ve saltanatlarının yıkılışının İsrâiloğulları’nın eliyle olacağını söylemesidir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 895 אتĕĤא×ĥĤ ħøا ģĀŶا ĹĘ Ĺİو ،אıčęĤ īĨ אıĤ ١ واùĭĤאء: ďĩä اóĩĤأة ź َ واïè دون اĕāĤאóÐ، وإĩĬא ذכó اùĭĤאء ĭİא وإن כאijĬا ijĥđęĺن ذĤכ ÖאĕāĤאóÐ ijäijĤه: أİïèא: :įĤijĝכ اñİو ،غijĥ×Ĥا ïđÖ אءùĬ نóĀ īİijĝ×Ýøا إذا ħıĬŶ لÇĩĤا ħøאÖ īİאĩø įĬأ [٣٦/١٢ ،ėøijĺ] ﴾ۚ اyً ¯ْ rَ yُ‡ِ ْ َ َ ً Yرا﴾ [ijĬح، ٢٧/٧١] وįĤijĜ:﴿ ا Ÿّ¦َ اyً jY ِ žَ َ Êِّ ٓوا ا uُ «َِ À Êَوَ﴿ ďĨ אتĭ×Ĥا نijĝ×Ýùĺ اijĬכא ħıĬŶو] ٣٠/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [ۘ ن¹َ cُÁِّ®َ ْ·َُ ²ِّ a َوا ٌ Áِّ®َ ¥َ َ ²ِّ وįĤijĜ:﴿ ا أıĨאīıÜ. واħøź ďĝĺ ĵĥĐ اĤכ×óĻات واóĻĕāĤات ïĭĐ اŻÝìźط כĩא ĝĺאل: أĜ×ģ اäóĤאل إذا أĜ×ģ اĤ×אijĕĤن وħıđĨ اĕāĤאر، وأĜ×ģ اùĭĤאء، أي أĜ×Ûĥ اĤ×אĕĤאت وīıđĨ .ģĺوÉÝĤا اñİ ĵĤإ įĤ Ùäאè ŻĘ אتĕĤא×Ĥا وجóĘ ûĻÝęÝÖ هóùĘ īĨو .óÐאĕāĤا ءijø īĨ ģđä ħĤ אتĭ×Ĥا אءĝ×ÝøאĘ ابñđĤا ءijø īĨ īĻĭ×Ĥا çÖذ כאن إن :اijĤאĜ نÍĘ ٢ אرíùÝøźوا אقĜóÝøŻĤ īıĬijĝ×Ýùĺ اijĬכא ħıĬŶ :אĭĥĜ ؟ÙĩđĬو ÙĨŻø įĬÍĘ ابñđĤا وģĻĩéÜ اýĩĤאق اĤכ×אر وŶن ĝÖאء اĤ×ĭאت ĩĨא ěýĺ ĵĥĐ اÖŴאء، وź ĩĻøא ïđÖ ذçÖ .īĻĭ×Ĥا وĜאل اęĝĤאل: وijåĺز أن ĺכijن اçÖñĤ واĻéÝøźאء ďĻĩä Ĩא ذכó ĹĘ įĤijĜ: ْ َ َw ِ اب﴾ وģĩÝéĺ أن ĺכijن ăđÖ ذĤכ ïĝĘ روي أįĬ כאن ñìËĺ ٓ ¹َء اª ~ُ ْ §ُ َ ²¹®¹ُ ُ َ À﴿ َ ْن ħıĭĨ اÙĺõåĤ واóíĤاج وĺכijęĥن óĄب اĥĤ×ī واĩĐŶאل اñĝĤرة، وĜאل đÜאĵĤ:﴿ ا įĤ نijĭ×ĺ ėĭāĘ א ً ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ©ۜ] ﴾ اijýĤرى، ٢٢/٢٦]. وروي أįĬ כאن ħıĥđä Ĩïì َ ٓ³۪¿ ا َ ْu َت \ ]ّ َ انóכñĤا ħıéÖذ Õ×ø وכאن .ÙĺõåĤا įĻĥđĘ ÙđĭĀ įĤ īכĺ ħĤ īĨو įĤ نijĐرõĺ ėĭĀو īĨ اĕāĤאر أن כħıÝĭı وħıĻĩåĭĨ כאijĬا ħıĬijęĻíĺ وíĺ×óوħıĬ أن زوال ĥĨכħı ĵĥĐ أïĺي ĹĭÖ أóøاģĻÐ. ١ ط ر: وź واïè. ٢ ح: واíýÝøźאد. ٥ ١٠ ١٥ 896 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir rivayete göre de İsrâiloğulları, Firavun ailesine hâkim olacaklarına ve onların saltanatını yok edeceklerine dair sözleri kendi aralarında konuşuyorlardı ve bunları peygamberlerinden aktarıyorlardı. Firavun’un yandaşları da bu sözleri doğru çıkmasın diye onları öldürüyordu. Bir görüşe göre de kâhinler ve müneccimler belli bir dönemde doğan çocukların bu söylenen kehanete konu olacağını söylüyorlardı. Bu yüzden de Firavun, İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarının boğazlanmasını emretmişti. Süddî şöyle demiştir: Firavun, rüyasında Beytülmakdis tarafından gelen, İsrâiloğulları’nın evleri hariç Mısır’daki evlerin hepsini kaplayan, Kıptîler’i ve evlerini yakan bir ateş gördü. Ardından kâhinleri, sihirbazları ve müneccimleri çağırdı ve onlara bu durumu sordu. Onlar da Beytülmakdis’ten bir adamın çıkacağını ve Mısır’ın helâkinin bu adamın elinden olacağını söylediler. Bunun üzerine Firavun, İsrâiloğulları’ndan dünyaya gelen her çocuğun boğazlanmasını emretti ve Kıptîler’e de onları en kötü işlerde çalıştırmalarını söyledi. “Şüphe yok ki Firavun yeryüzünde (ülkesinde) üstünlük kurmuş ve oranın halkını sınıflara ayırmıştı.” [ el-Kasas 28/4] âyeti de buna işaret etmektedir. Firavun, İsrâiloğulları’ndan doğan her çocuğu öldürtüyordu, böylece [hüzün ve benzerleri sebeplerden dolayı] onların yaşlıları arasında da ölüm yaygınlaştı. Bunun üzerine Kıptîler’in önde gelenleri Firavun’a gelerek ölümün İsrâiloğulları arasında çok arttığını, böyle giderse kölelerin yaptıkları işleri yakında kendi çocuklarının yapması gerekeceğini söylediler. Bunun üzerine Firavun [doğan çocukların] bir sene öldürülüp diğer sene sağ bırakılmasını emretti. Çocukların öldürülmediği sene Hz. Hârûn doğdu ve öldürülmeden bırakıldı. Çocukların öldürüldüğü sene de annesi Hz. Mûsâ’ya hamile kaldı. Anlatıldığına göre İsrâiloğulları Firavun’un hükmü altında öylesine ağır şartlarda çalışıyorlardı ki karınları tamamen aç hâlde çalışarak onun için yedi büyük sur yapmışlardı ve soylarından on iki bin çocuk öldürülmüştü. “Bunda, size Rabbinizden gelen büyük bir imtihan vardır.” Belâ, “Müminleri güzel bir imtihana tâbi tutmak için bunu yaptı.” [ el-Enfâl 8/17] âyetinde de olduğu gibi nimet anlamına gelmektedir. Belâ, aynı zamanda sıkıntı, zorluk anlamına da gelmektedir. Çoğunlukla kullanıldığı mâna, kelimenin asıl anlamı olan deneme, sınamadır. Allah, kulunun şükrünü denemek için nimetlerle, sabrını denemek için zorluklarla imtihan eder. Allah Teâlâ şöyle demiştir “Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz.” [ el-Enbiyâ 21/35], “Belki dönüş yaparlar diye onları kâh güzelliklerle kâh kötülüklerle sınadık.” [ el-A‘râf 7/168] Eblâ-yüblî fiili hayırda kullanılır. Belâ-yeblû ise hem hayır hem de şerde kullanılır. Şair şöyle der: 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 897 ١ éÝĺאدijàن أħıĬ ijĉĥùĺن ĵĥĐ آل ijĐóĘن وijĥĺõĺن ĥĨכħı وģĻĜ: כאن ijĭÖ إóøاģĻÐ ُ ون ذĤכ īĐ أĬ×ĻאħıÐ Ęכאن آل ijĐóĘن ħıĬijĥÝĝĺ إرادة Üכĺñ×ħı. وģĻĜ: إن اĤכÙĭı َóو وĺ .ħıĬاóذכ çÖñÖ óĨÉĘ ،اñכ ÛĜو ĹĘ ïĤijĺ īĩĻĘ כĤذ اijĤאĜ īĻĩåĭĩĤوا سïĝĩĤا ÛĻÖ īĨ Ûĥ×Ĝأ ا ً ] أن Ĭאر وĜאل اïùĤي: رأى ijĐóĘن ĹĘ ĭĨאįĨ] ١٢٦ب ÙĭıכĤا אĐïĘ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ كóÜو ħıÜijĻÖو ć×ĝĤا ÛĜóèÉĘ óāĨ تijĻÖ ĵĥĐ ÛĥĩÝüאĘ كŻİ هïĺ ĵĥĐ نijכĺ ģäر سïĝĩĤا ÛĻÖ īĨ جóíĺ :اijĤאĝĘ ħıĤÉùĘ ÙĘאĝĤوا ةóéùĤوا א إź ذijéÖه. وĜאل ĝĥĤ×ć: כijęĥا ĹĭÖ إóøاģĻÐ ً ĨŻĔ ģĻÐاóøإ Ĺĭ×Ĥ ïĤijĺ ź أن óĨÉĘ .óāĨ ،ÙĺŴا﴾ Yً Áَ‚ِ Y·ََ «¶ْ َ َ ْžِyَ¹َْن َ َË žِ ¿َْ اÊْر ِض َو َjَ َ ©ا ِ ّن اĩĐŶאل اñĝĤرة، ĤñĘכ įĤijĜ:﴿ ا ĹĘ تijĩĤا عóøوأ çÖذ źإ īÖا ģĻÐاóøإ Ĺĭ×Ĥ ïĤو ïĤijĺ ź ģđåĘ .[٤/٢٨ ،ÿāĝĤا[ اÙíĻýĩĤ ģìïĘ رؤوس اĝĤ×ć ĵĥĐ ijĐóĘن وĜאijĤا: إن اijĩĤت ïĜ وďĜ ħıĻĘ وüijĺכ ĹÝĤا ÙĭùĤا ÛĬכא אĩĥĘ Ùĭø اijכóÝĺو Ùĭø اijéÖñĺ أن óĨÉĘ אĭĬאĩĥĔ ĵĥĐ ģĩđĤا ďĝĺ أن ُóك وĩĤא כאن ĹĘ اÙĭùĤ اĹÝĤ ijéÖñĺن ıĻĘא ÝĘ مŻùĤا įĻĥĐ אرونİ ïĤو אıĻĘ نijéÖñĺ ź ħİאد×أכ ÙđÐאä ćÐاijè ď×ø įĤ اijĭÖ ħıĬأ Ĺכèو .ÙāĝĤا َ ،ĵøijĩÖ ĵøijĨ أم Ûĥĩè .Ĺ×Ā ėĤأ óýĐ אĭàا ħİאءĭÖأ īĨ çÖوذ َ ¿«ِ]ْÁُِ ªوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÙĩđĭĤا ءŻ×Ĥا﴾ Á Ëٌء ِR ±ْ َرِّ\ ُ§ ْ َ ۪ ٌ ََٓ \ ْ §ُ ِ وįĤijĜ:﴿ َوž۪¿ ٰذª ۜ﴾ [اęĬŴאل، ١٧/٨]/ واĤׯء اÙĭéĩĤ ً أąĺא، وĔאÕĤ اĩđÝøźאل Y³ً َ nَ ءًË َٓ َ \ µُ³ْ®ِ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ اª īéÝĩĻĤ īéĩĤאÖو ،هóכü ٢ īéÝĩĻĤ ħđĭĤאÖ هï×Đ ijĥ×ĺ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ،אر×Ýìźا įĥĀوأ ،אıĻĘ ْ ¶Yُ َ ²¹َْ «َ ۜ﴾ [اĬŶ×Ļאء، ٣٥/٢١] Ĝאل: ﴿َو\ _ً³َcْžِ ِ yÁْsَ ْ ِ َواª yّ َ ƒªY ّ ِ \ ْ¦¹ُ «ُ]َْ ²وَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،هó×Ā ،ŻÖ“و ،óĻíĤا ĹĘ ģĩđÝùĺ “Ĺĥ×ُ ْ َo ³ََ ِ Yت َو ّ اªَ ِّÁَٔـ ِ Yت﴾ [اóĐŶاف، ١٦٨/٧] و”أĵĥÖ، ĺ ªYِ \ ٣ א. Ĝאل اýĤאóĐ: ً đĻĩä óýĤوا óĻíĤا ĹĘ ģĩđÝùĺ “ijĥ×ĺ .ûĨאİ çĀ ،ģĻÐاóøإ ijĭÖ כאن ģĻĜو - ح ١ .ûĨאİ çĀ ،īéÝĩĻĤ - ط ٢ .٢٤٦/١ ،אري×ĬŶا īÖź óİاõĤا ؛٨٦ ،ص ،įĬاijĺد :óčĬا ،ĵĩĥø ĹÖأ īÖ óĻİõĤ ÛĻ×Ĥا ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 898 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Allah o ikisinin size yaptıklarına iyilikle karşılık verdi Onları, sınanabilecek en güzel şekilde sınadı Şair burada sınama (be lâ) kelimesinin iki anlamını da hayır ile sınama şeklinde kullanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Müminleri güzel bir imtihana tâbi tutmak için bunu yaptı.” [ el-Enfâl 8/17], “Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz.” [ el-Enbiyâ 21/35]. Âyetteki bu ifadenin buradaki anlamı ise “Bu kurtarmada Rabbinizden sizin için büyük bir nimet vardır.” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam “Onların, çocuklarınızı öldürmek, kızlarınızı hayatta bırakmak gibi size yaptıkları azaplarda büyük zorluklar vardır.” şeklindedir. Çocukları öldürme ve kızları hayatta bırakma ifadeleri daha önce zikredildiği için, buradaki zamirin onlardan her birine işaret etmesi mümkündür. Daha önce ifade edildiği şekilde, Hz. Peygamber aleyhisselâmın bunu haber vermesi de onun risâlet davasında doğru olduğunu gösterir. Ayrıca bu âyet sabrın faydasına delâlet etmektedir. 50. Bir zamanlar sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da siz bakıp dururken denizde boğduk. [ el-Bakara 2/50]Sizin için denizi yardık.” el-Fark, tafsil etmek, et-tefrîk ise ayırmak demektir. Yani, Nil denizini on iki gruba ayırmakla size olan iyiliğimi hatırlayın. Allah Teâlâ “Her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.” [ eş-Şuarâ 26/63] demiştir. “Sizin için” Buradaki bikum kelimesinin başında bulunan be harfi iki şekilde yorumlanır. İlkine göre bu harf li (için) anlamındadır. Bu harf li anlamına gelebilir. Nitekim “Bu, böyledir. Çünkü Allah gerçeğin ta kendisidir.” [ Lokmân 31/30], âyetinde bi-ennellah ifadesi li-ennallah “Çünkü Allah…” anlamındadır. İkincisi ise buradaki be harfi “ile” anlamındadır ve mâna “girmenizle” şeklindedir. Bu durumda be harfi gerçek mânasında olmuş olur. Deniz, büyüklüğü ve genişliğinden dolayı bahr olarak isimlendirilmiştir. “Sizi kurtardık.” Yani sizi sağ salim kurtardık. Bu, olay meydana gelmeden önce yapılmış bir kurtarmadır. “ Firavun’un taraftarlarını boğduk.” Garika (suda boğulma) fili, ‘alime babındandır. Yani denizde battı. Suya batan kişi henüz ölmediyse ona garik, öldüyse garîk denilir. Bu kelimenin çoğulu el-garkā şeklindedir ve el-merdâ (hastalar) ve el-cerhâ (yaralılar) kelimeleri ile aynı kalıptadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 899 ijĥْ × َ َ ِŻء ّاñĤي ĺ َ اĤ× óْ َ א َĻì ĩ ُ ْ وأİŻÖ ħכُ Öِ Żَ َ َא َđĘ َ ِאن Ĩ אùèŸ َى ُّ اų ِÖ ْ õäَ ﴾ۜ Y³ً َ nَ ءًË ََٓ \ µُ³ْ®ِ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ َ اª ¿«ِ]ْÁُِ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ ١ אلĜ ،óĻíĤا ĹĘ īĻıäijĤا īĻÖ ďĩåĘ :אĭıİ هóĻùęÜ ħà .[٣٥/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [ۜ _ً³َcْžِ ِ yÁْsَ ْ ِ َواª yّ َ ƒªY ّ ِ \ ْ¦¹ُ «ُ]َْ [اęĬŶאل، ١٧/٨] وĜאل: ﴿َو² ِ ُ§ ْ﴾ أي ĹĘ ذĤכ اåĬŸאء ÙĩđĬ ÙĩĻčĐ īĨ رÖכħ. وģĻĜ: أي ĹĘ ذĤכ اÕĺñđÝĤ ﴿َوž۪¿ ٰذª ّ óĀف اĤכĭאÙĺ إĵĤ çāĘ אĩİóذכ ě×ø ïĜو .ÙĩĻčĐ ÙĭéĨ אءĻéÝøźوا çĻÖñÝĤا īĨ ħıĭĨ ٢ ïĀق دijĐاه اøóĤאÙĤ īĨ כģ واïè ĩıĭĨא. وĹĘ إì×אر اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم īĐ ذĤכ .ó×āĤا ةïÐאĘ ĵĥĐ ÙĺŴا ÛĤود .ّ اįäijĤ اñĤي óĨ ُ َون óčُ ْ ĭÜَ ْ ħُ َ َاْÝĬ ْ َن و ijĐَ ْ א ٰا َل ِóĘ َٓ ĭـĜْ َ َ َا ْóĔ ْ و َ ُאכħ ĭ ْ Ļåَ ĬْאَĘَ َ óéْ َ ُ ْاĤ× َא ِÖ ُכħ ĭĜْ َ َ ِا ْذ َóĘ -٥٠ و ٣ َْ[ ْoَy ﴾اóęĤق اģāęĤ، واěĺóęÝĤ اõĻĻĩÝĤ. أي اذכóوا ِ ُ§ ُ اª \ Y³َ ْ ِ ْذ َžَy¢ وįĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوا نYَ §َ žَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ .אĜóĘ ً óýĐ Ĺĭàا أي ،אĜاóĘأ ً ģĻĭĤا óéÖ Ûĥđä نÉÖ ħכĻĥĐ ĹÝĭĨ אąĺأ ً ۚ﴾ [اóđýĤاء، ٦٣/٢٦] ِ Á۪ َ ْ ِ¹ْد اª َ ªY ّ ¦َ قٍyْžِ ُ ©ّ¦ُ :ĵĤאđÜ ٤ ِ ُ§ ُ﴾ ĥĤ×אء وıäאن، أĩİïèא: Ĥכħ. واĤ×אء ïĜ Ĺåĺء ĵĭđĩÖ اŻĤم، Ĝאل و﴿\ نijכĻĘ ،ħכĤijìïÖ أي :ĹĬאáĤوا .ųا Ʃ نŶ أي] ٣٠/٣١ ،אنĩĝĤ] ﴾ُ¡ّ oَ ْ َ ّ اà َٰ ُ¶¹َ اª َ ّن Yِ \ ¥َ ِ ﴿ ٰذª .įĈאù×Ĭوا įĐאùÜا أي ،אرهé×Ýøź įÖ Ĺĩø óé×Ĥوا .אıÝĝĻĝè ĵĥĐ אء×Ĥا ْ َ ـٓ³Y ¢yَšْ َ واَ ﴿:įĤijĜو .عijĜijĤا ģ×Ĝ אءåĬإ ijİو ħאכĭĩĥøّ أي﴾ ْ¦Yُ ³َÁْkَ ²َْ Yžَ﴿ :įĤijĜو ، أي رÕø įĻĘ ijıĘ َĔِóٌق إذا כאن َ ħِ ĥَ Đ ِ ïّ َ è ْ īِ Ĩ אءĩĤا ĹĘ قóĔ [ أ َٰل ْžِyَ¹َْن﴾ [١٢٧ ا ،ĵèóåĤوا ĵĄóĩĤכא ijİو ĵĜَ ْ óَ ĕĤا įđĩäو .ěĺóĔ ijıĘ אتĨ ذاÍĘ ،ïđÖ ُ Ûĩĺ ħĤ ١ ر: وĜאل اų. ٢ ر: īĨ ذĤכ. ٣ ط: واذכóوا. ٤ ر + اų. ٥ ١٠ ١٥ 900 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âfetlerin bütün sıfat isimleri bu kalıptandır. İğrâk, suda helâk etmek demektir. Âyette kullanılan “ Firavun ailesi” tabiri, onun taraftarları demektir. Firavun da [boğulma anında] onların arasında idi. Çünkü onların arasına girdiği bilinmektedir. “Siz bakıp dururken” Buradaki nazara (bakmak) fiili ilâ harf-i cerri ile kullanılınca nazara ileyhi bi ‘aynihi fe-reâhu (Ona gözleriyle baktı ve onu gördü) ifadesinde olduğu gibi görme anlamına, fî harf-i cerri ile kullanıldığında nazara fîhi bi-kalbihi fe-derâhu (O konuda kalbi, aklı ile düşündü ve bildi.) ifadesinde olduğu gibi düşünmek anlamına gelir. Tefsire gelince, bir görüşe göre anlam “Deniz yoluna girdiğinizde sizin için denizin yarıldığını, siz oradan sağ salim geçtikten sonra denizin, Firavun’un yandaşları üzerine kapandığını ve onların boğulduklarını gözlerinizle gördünüz.” şeklindedir. Kelbî ise şöyle demiştir: Firavun ve yandaşları boğulurken onlar bakmadılar, daha sonra onlar tekrar çıkartıldı ve İsrâiloğulları da onları seyrettiler. Çünkü Hz. Mûsâ Rabbinden onları, kendilerine göstermesini istedi. Deniz de onları dışarı attı, böylece onlar da görmüş oldular. Bir görüşe göre onlar kendileri için kuru bir yol hâline getirilen yerde Firavun’un yandaşlarına deniz dalgalarının çarpmasını seyrediyorlardı. Bu da bizzat gözleri ile görgü tanıklığıdır. Ferrâ şöyle demiştir: Uzak olmalarından ötürü siz, onları gözlerinizle görmeseniz de onlarla karşılaştınız, bir araya geldiniz. Bu Arap’ın devru fülânin tetenâzaru (Falan kimsenin sırası yaklaşıyor) ifadesindeki kullanıma benzer. Bu olayın hikâyesi şöyledir. Firavun’un yanındakiler ona “Mûsâ ve yanındakileri bu topraklarda bozgunculuk yapsınlar diye mi serbest bırakacaksın?” [ el-A‘râf 7/127] dediler. Ardından Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı [ Mısır’dan] çıkarmasını emretti. Hz. Mûsâ da onlara, Kıptîler’den değerli süs eşyaları ödünç alıp evlerinden çıkmalarını, çıkmadan önce sabaha kadar ışıklarını açık tutmalarını ve gideceklerini kimseye söylememelerini emretti. Ayrıca Hz. Mûsâ evden çıkan kimselerin çıktığı bilinsin diye kapısına bir avuç kan sürmesini emretti. Gece vakti olunca Kıptîler’in haberi olmadan İsrâiloğulları evlerinden çıktılar. O sıra Kıptîler’den biri ölmüştü ve onlar sabaha kadar defin işi ile meşgul oldukları için İsrâiloğulları’nı takip etmeye fırsat bulamadılar. Bundan dolayı Allah Teâlâ “ Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.” [ eş-Şuarâ 26/60] demiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 901 ّ وכģ Ĩא כאن īĨ ijđĬت اĘŴאت ijıĘ כĤñכ. واóĔŸاق اŻİŸك ĹĘ اĩĤאء، وآل ijĐóĘن .ħıĻĘ įĤijìد ħĥُ Đ įĬŶ ħıĻĘ ijİو įĨijĜ óĻùęÝĤا אĨوأ .راهïĘ į×ĥĝÖ įĻĘ óčĬو ،آهóĘ įĻĭĻđÖ įĻĤإ óčĬ ﴾ونَ yُُ ³َْ b ْcُ²َْ وįĤijĜ:﴿ َوا ĵĥĐ įĜא×ĉĬوا įĻĘ ħÝכĥø īĻè ħכĤ óé×Ĥا اقóęĬا ĵĤإ ħאرכāÖÉÖ ونóčĭÜ أي :ģĻĜ ïĝĘ اijĜóĔ īĻè ħıĻĤإ واóčĭĺ ħĤ :ģĻĜو .įĭĨ ħכÝĨŻø ïđÖ ١ įĻĘ اijĜóĔ īĻè نijĐóĘ آل ħıčęĥĘ ħİאĺإ ħıĺóĺ أن įÖر ĵøijĨ لÉø إذ ،ħıĻĤإ واóčĭĘ ïđÖ ُ ħıĻĤإ اijäóìُ وĤכħıĭ أ . ّ Ĺ×ĥכĤا įĤאĜ .ħıĻĤإ واóčĭĘ óé×Ĥا ďĄijĩĤا ĹĘ نijĐóĘ لÇÖ óé×Ĥا ٣ ٢ أijĨاج وģĻĜ: כאijĬا óčĭĺون إĵĤ ذĤכ ÖאĉÝĤאم ُ ĻĐאن. وģĻĜ: óčĭÜون أي أħÝĬ ÖאóĝĤب ħıĭĨ ً א وذĤכ óčĬ ùَ × َ ًא ĺ ĝĺóĈ įĭĨ ħıĤ óِ ّ Ļ ُ اñĤي Ā لijĝכ ijİو .اءóęĤا įĤאĜ ،ħİïđ×Ĥ ħאرכāÖÉÖ ħıĬوóÜ ź ħÝĭכ وإن ħıĬijĥÖאĝÜو ħıĬijıäاijÜ اóđĤب: "دور ŻĘن ĭÝÜאóČ"، أي ĝÝÜאرب وĝÝÜאģÖ. ُِÁŸْ ِ ُuوا žِ¿ َْ اÊْر ِض﴾ ª µُ®َ¹َْ َ َw ُر ُR ¹ٰ~« َو¢ bَ وįÝāĜ أن ijĜم ijĐóĘن ĜאijĤا įĤ:﴿ ا اijäóíĺ أن ħİóĨÉĘ ģĻÐاóøإ Ĺĭ×Ö جóíĺ أن ĵøijĨ ųا Ʃ óĨÉĘ ،[١٢٧/٧ ،افóĐŶا [،ÙĺŴا اijäóùĺ وأن į×èאĀ ħıĭĨ ïèأ אديĭĺ ź أن óĨوأ ć×ĝĤا īĨ ّ Ĺĥُ وأن óĻđÝùĺوا اéĤ ،جóì ïĜ įĬأ ħĥđĻĤ دم īĨ ėכÖ įÖאÖ ëĉĤ جóì īĨو ç×āĤا ĵÝè ħıÜijĻÖ ĹĘ اijĥĕüو ħıĬijĭĘïĺ اijĥđåĘ تijĨ ć×ĝĤا ĹĘ ďĜوو .نijĩĥđĺ ź ć×ĝĤوا ŻĻĤ ً اijäóíĘ ِ ¢۪ َÁ±] ﴾اijýĤرى، ٦٠/٢٦] yƒْ ®ُ ْ ¶¹ُ ُ]َbَْ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ .÷ĩýĤا ÛđĥĈ ĵÝè ħı×ĥĈ īĐ ١ ر - įĻĘ. ٢ اĉÝĤאم اĤ×óé، اóĉĄاįÖ. ٣ ط - أijĨاج، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 902 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu yolculuklarında Hz. Mûsâ onların liderleri idi. Hz. Hârûn da en önde onlara rehberlik ediyordu. Hz. Mûsâ bu yolculuğa altı yüz yirmi bin savaşçı ile çıkmıştı ki buna, çocuk oldukları için yirmi yaşının altındakiler ve yaşlı oldukları için altmış yaşının üstündekiler dâhil değildi. Firavun ise Hâmân’ın önderliğinde bir milyon yedi yüz bin atlı ile -ki bu atların hepsi güçlü kuvvetli idi, aralarında bir tane bile kısrak yoktu- onları takibe koyuldu. Bu atlıların her birinin başında miğfer, elinde de mızrak vardı. Bir süre sonra Firavun onlara yaklaştı ve Hz. Mûsâ’nın yanındakileri görüp “Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur.” [ eş-Şuarâ 26/54] dedi. Hz. Mûsâ’nın beraberindekiler de “Eyvah! Yakalandık!” [ eş-Şuarâ 26/61], “Ey Mûsâ! Sen bize gelmeden önce de çok eziyet çektik, geldikten sonra da!” [ el-A‘râf 7/129] dediler. Yine, “Deniz önümüzde, Firavun arkamızda işte bugün yok olacağız!” dediler. Hz. Mûsâ ise onlara “ Hayır, şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir.” [ eş-Şuarâ 26/62] dedi. Bunun ardından Allah, Mûsâ’ya “Asan ile denize vur.” [ eş-Şuarâ 26/63] diye vahyetti. Hz. Mûsâ da denize vurdu ve denizde on iki farklı yol oluştu. Bu yollardan her biri büyük bir dağ kadardı. Her bir kabile bir yola girdi. Herkes kendi yoluna girince kimileri “Neden arkadaşlarımızı (diğer kabileleri) göremiyoruz?” dediler. Onlara, “Yürümeye devam edin, herkes sizin gibi kendi yolunda yürüyor.” denildi. Fakat onlar “Arkadaşlarımızı görünceye kadar buna razı olmayız!” dediler. Bunun üzerine Hz. Mûsâ “Allah’ım, şunların kötü ahlâkina karşı bana yardım et.” dedi. Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya asasını sağa ve sola sallamasını vahyetti. Hz. Mûsâ böyle yapınca denizde gedikler oluştu ve onlar birbirlerini gördüler. Böylece, yürümeye devam ettiler ve denizden çıktılar. Hz. Mûsâ’nın beraberindekilerden son grup da denizden geçince Firavun, güzel ve siyah atının üzerinde denize atıldı. Lâkin at, denize yaklaşınca dalmaktan korktu. O sırada Cebrâil dişi bir atın üzerinde ona göründü. Firavun’un atı, Cebrâil’in atını görünce onun arkasından denize daldı. Firavun’un beraberindekilerden son grup denize daldığında ve Hz. Mûsâ’nın kavminden son grup denizden çıktığında deniz, Firavun ve yanındakilerin üzerine kapatılıverdi. Böylece onlar boğuldular. O sırada Firavun “ İsrâiloğulları’nın kendisine inandığı ilâhtan başka ilâh olmadığına inandım.” [ Yûnus 10/90] dedi. Kıssa bu şekilde devam etmektedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 903 ĹĘ ĵøijĨ جóìو ١ ħıÝĜאø ĵĥĐ ĵøijĨو ħİدijĝĺ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ אمĨأ אرونİ כאنĘ īĻÝùĤا īÖا źو هóĕāĤ īĺóýđĤا īÖا ħıĻĘ ونïđĺ ź ģÜאĝĨ ėĤأ īĺóýĐو ÙÐאĨ Ûø ٢ ٍ ٍ ذכó ادijä ėĤأ ÙÐאĩđ×øو ėĤأ ٍ ėĤأ ĹĘ אنĨאİ įÝĨïĝĨ ĵĥĐ نijĐóĘ ħıđ×Üو هó×כĤ ĵĤإ نijĐóĘ óčĭĘ ،ÙÖóè هïĺ ĹĘو ÙąĻÖ ħıĭĨ ïèوا ģכ رأس ĵĥĐ ٣ َ َכٌÙ، Ĩَ ĻĤ ÷ıĻĘא ر Yَ ²ِّ ۪» ُÁ «¹َۙن﴾ [اóđýĤاء، ٥٤/٢٦] وĜאل ijĜم ĵøijĨ:﴿ ا َ َ ْƒِyِذَRٌ_ ¢ ª ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ َ ِ ّن ijĜم ĵøijĨ ĝĘאل: ﴿ا ﴾ۜ Y³َcَ ْ ئjِ Y®َ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِوَ Y³َÁَِ b ْ Oَ َ ْن b َ ْ[ِ© ا ُ۫و ۪ذ َÀ³Y ِ ®±ْ ¢ ۚ﴾ [اóđýĤاء، ٦١/٢٦] ĺא ĵøijĨ﴿ ا َ ُ̄ ْuَرُ¦ ¹َن ª َ ¿ِ®َ َ ِ ّن ۚ ا َ Ëّ¦َ لYَ َ [اóĐŶاف، ١٢٩/٧] اijĻĤم ĥıĬכ؛ ÍĘن اĤ×óé أĨאĭĨא وijĐóĘن ĭęĥìא، ﴿¢ ِ َ ‡َ َ Yك ِ ْب \ َِن ْ اŠy ا ﴿:ĵøijĨ ĵĤإ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵèوأو] ٦٢/٢٦ ،اءóđýĤا﴾ [±Àِ u۪ ·ْÁَ~َ ¿\ّ۪رَ ģ×åĤכא ěĺóĈ ģכ אً ĝĺóĈ óýĐ אĭàا įĻĘ אرāĘ ěĥęĬאĘ بóąĘ [٦٣/٢٦/ ،اءóđýĤا﴾ [ۜ yَoْ ]َْ اª ź אĭĤ אĨ :ħıąđÖ אلĜ įĻĘ واñìأ אĩĥĘ .įĻĘ ونñìÉĺ ěĺóĈ ć×ø ģכĤ כאنĘ ،ħĻčđĤا ĵÝè ĵĄóĬ ź :اijĤאĜ .ħכĝĺóĈ ģáĨ ěĺóĈ ĵĥĐ ħıĬÍĘ واóĻø :אلĜ א؟ĭÖאéĀأ ىóĬ įĻĤإ ųا Ʃ ĵèوÉĘ [ ب١٢٧ [.ÙÑĻùĤا ħıĜŻìأ ĵĥĐ ĹĭĐأ ħıĥĤا :ĵøijĨ אلĝĘ .ħİاóĬ ăđÖ ĵĤإ ħıąđÖ óčĭĺ ى ً ijِ א ً وĩüאź āĘאر ıĻĘא כ ً أن ģĜ āđÖאك İכñا وİכñا ĭĻĩĺ ĵĥĐ نijĐóĘ ħåİ ĵøijĨ مijĜ óìآ אزä אĩĥĘ .óé×Ĥا īĨ اijäóì ĵÝè אرواùĘ įĻĥĐ ģĺó×ä įĤ ģáĩÝĘ ħéĝÝĺ أن سóęĤا אبİ ēĥÖ אĩĥĘ ħİأد سóĘ ĵĥĐ ijİو óé×Ĥا ٤ دģì اŻùĤم ĵĥĐ óĘس أĵáĬ ودěĺ، ĩĥĘא رآİא óĘس ijĐóĘن ħéĝÜ ıęĥìא ĩĥĘא ُijĜóĔا ÉĘ įĨijĜو نijĐóĘ ĵĥĐ óé×Ĥا ě×Ĉُ آóì ijĜم ijĐóĘن وäאز آijĜóìم ĵøijĨ أ .ÙāĝĤا] ٩٠/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾©َ Àأ۪ ٓyَ~ْ ِ ¹ٓ³َُا ا \ µ۪ ِ \ aْ ³َ®َ ٰ ۪ ي ا ٓ َّـw َ اª Êِّ ٰ َµ ا ªِ Ê ا ĭĘאدى ijĐóĘن ĝĘאل: ﴿َٓ .ûĨאİ çĀ ،ħıĜאø :م ١ ٢ ر - ٍ ذכó. ُ ِ اďĩåĤ. اóčĬ: ùĤאن اóđĤب īÖź ďĩä אكĨْ َر َ ٌכ، وأ Ĩَ ْ ď ر ٌ ، واĩåĤ ƪب óَ đُ Ĩ ،ģùƪ ĭĥĤ ñíَ ƪ Ýُ Ü ĹÝĤا ÙĬُ ْ ْ َذو ó×Ĥوا ِ ُ َس óęَĤاْ :Ùכَ َ Ĩ ƪ ٣ اóĤ ijčĭĨر، ٤٣٤/١٠ «ģāĘ اóĤاء». ٤ ط - ĩĥĘא. ٥ ١٠ ١٥ 904 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu esnada İsrâiloğulları “ Firavun ölmedi, şimdi bize yetişecek ve bizi öldürecek.” dedi. Ancak deniz Firavun’un ordusundan altı yüz yirmi bin kişiyi zırhları ile birlikte su yüzüne çıkardı, kıyıya vurdu. “İşte senin bugün bedenini kurtaracağız.” [ Yûnus 10/92] âyetinde ifade edilen husus budur. O günden sonra deniz kimi yuttuysa suyun yüzeyine çıkarmıştır. Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’nı aşure gününde denizden geçirmişti. Kuşeyrî şöyle demiştir: İsrâiloğulları’nın basiretleri yetersiz kalınca Allah onlara açık mûcizeler göstermiştir. Bu ümmetin ise basireti keskin olduğu için Allah âyetleriyle onlara keşfi gizli verdi. Onlar, denizin yarılması, Firavun ve taraftarlarının boğulması şeklindeki bu mûcizelerin zâhirini görünce içlerine bir şüphe girdi ve “ Firavun boğulmadı.” dediler. Bu şüphe, deniz Firavun ve taraftarlarını kıyıya vurup İsrâiloğulları onları boğulmuş hâlde görünceye kadar devam etti. Muhammed ümmetinin ise peygamberi tasdikte aşırılığı ve basiretlerinin gücü o kadar sağlamdır ki nitekim onların içinden birisi [ Ümmü Hârise] şöyle demiştir: “ Cennet ehlinin ziyaretleştiğini, cehennem ehlinin ise bağrışıp çağrıştıklarını görür gibiyim. Rabbimin arşını da apaçık bir şekilde görür gibiyim.” İman noktasında mûcizeleri açıkça gördüğü hâlde şüphe eden ile sadece duymakla yetinerek görmüş gibi iman eden kimse arasında ise çok büyük fark bulunmaktadır.1 51. Hani, biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize) zulmederek bir buzağıyı tanrı edinmiştiniz. [ el-Bakara 2/51] “Hani, biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik.” Onlar, Allah’ın yaptığı birinci iyiliğe cahillikle ve ahmaklıkla tâbi olmuşken Allah onlara diğer bir iyiliği hatırlattı. Yani şöyle dedi: Hatırlayın ki Mûsâ’ya, Tûr dağına gelmesini söyleyip ona, içerisinde ihtiyacınız olan her şeyin açıklaması bulunan Tevrat’ı vermeyi vaad ettim. O da oraya geldi ve Ben vaad ettiğim şeyi yerine getirdim. Ama Mûsâ’nın geri dönmesi geciktiğinde atalarınız Beni inkâr edip buzağıyı ilâh edindi, ardından onlara bir nimet olarak kendilerini affettim. 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 45. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 905 ÙÐאĩÝø ĹĘ óé×Ĥا ħıčęĥĘ אĭĥÝĝĻĘ אĭرכïĺ نŴوا نijĐóĘ قóĕُ ĺ ْ ħĤَ :ģĻÐاóøإ ijĭÖ ÛĤאĜو ħĥĘ .[٩٢/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾¥َ ِ ²uَ]َِ \ ¥Áَ kّ۪ ³َُ َْÁَ¹ْم ² ªYžَ﴿ :įĤijĜ כĤñĘ ،ïĺïéĤا ħıĻĥĐ אęĤأ ً īĺóýĐو כĤوذ óé×Ĥا ĵøijĨ ħıÖ ďĉĜو .אءĩĤا įäو ĵĥĐ įčęĤ źإ אً ĝĺóĔ כĤذ ïđÖ óé×Ĥا ģ×ĝĺ ijĺم Đאijüرا. :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ًא، وñęĬت ĬאĻĐ اتõåđĩĤا ħıÝÜÉĘ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ óÐאāÖ تóĀאĝÜ ً ا، وīĻè üאïİوا Čאóİ ĥÜכ óø įÜאĺÇÖ ųا Ʃ ħıęüכאĘ ÙĨŶا هñİ óÐאāÖ ١ اĤ×óé وإóĔاق اïđĤو داħıĥì رÕĺ ĝĘאijĤا: "إįĬ ħĤ ěĥĘْ īĨ אتĺŴا طóęĤ ÙĨŶا هñİو ،نijĜóĕĨ ħİو ħıĻĤإ واóčĭĘ óé×Ĥا ħıĘñĝĘ ،"قóĕĺ ٢ כĹĬÉ ُóض اĭĤאس: Đ īĨ ïèوا אلĜ ħİóÐאāÖ ةijĜو لijøóĤا ħıĝĺïāÜ ْ ن وכĹĬÉ óđÖش رĹÖ َ و אوđÝĺ אرĭĤا ģİÉÖ ĹĬÉوכ اورونõÝĺ ÙĭåĤا ģİÉÖ אنĻđĤوכא ďĩùĺ īĨ īĻÖو įĬאĻĐ ďĨ אبÜóĻĘ īĺאđĺ īĨ īĻÖ אنّ ً ا. ÝýĘ Öאرز ٣ .įĬאĩĺإ ةijĜ īĨ įĤאè ُ َijن ĩĤאِ Čَ ْ ħُ َ َاْÝĬ ْ ِï۪ه و đَ Ö īْ Ĩِ ģَ åْ đِĤاْ ُ ħÜُñْíَ ƪ Üا ƪ ħàُ Ùًĥَ ْ ĻĤَ īĻ َ đ۪ َ Ö ْ ĵøij َار ٰٓ ُ Ĩ אĬَïْ Đَ ٰ َ ِا ْذ و -٥١ و ّÙ أóìى ĩĻĘא اÜ×ijđا اÙĭĩĤ اŶوĵĤ ĭĨ ħİóّ َ_﴾ ذכ «Áَْ ª ±Áَ ۪ َ َْر\ ٓ« ا ~¹ٰ ®ُ Yَ ِ ْذ ٰوَ ْu² وįĤijĜ:﴿ َوا ÖאģıåĤ واĤׯدة، أي واذכóوا ĹÝĩđĬ ĵĥĐ آÖאÐכħ ĩÖא وïĐت ĵøijĨ أن ĹÜÉĺ اijĉĤر، óìÉÜ אĩĤو ،įÜïĐو אĨ įÜõåĬوأ ģđęĘ įĻĤإ نijäאÝéÜ אĨ אنĻÖ אıĻĘ ĹÝĤا راةijÝĤا įĻĥĐ لõĬÉĘ א ħıĻĥĐ. ً א ijęđĘت ħıĭĐ إđĬאĨ ً رįĐijä כóę أÖאؤכħ ĹÖ واñíÜوا اģåđĤ إıĤ ١ ط: óĘق. .ģĀŶا ħĻĩāĤا ،ħıĩĻĩĀ īĨ ź אسĭĤا אءıęø īĨ أي :م ûĨאİ ĹĘ ٢ ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤٥/١ ٥ ١٠ ١٥ 906 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Amr buradaki vâednâ (sözleşmiştik) kelimesini elif harfi olmaksızın vaednâ ( vaad etmiştik) şeklinde okumuştur. Çünkü Allah vaad etmede yalnızdır [kimse O’na vaadde bulunamaz ki karşılıklı vaad söz konusu olsun]. Vaad ise karşı tarafa hayır ümidi vermektir. Buna karşılık sözleşme, karşılıklı vaadleşme iki taraf arasında olur. Diğerleri bu âyeti elif harfi ile müfâ‘ale babından “vâednâ” şeklinde okumuştur. Buna göre Hz. Mûsâ ile Allah arasındaki sözleşme, karşılıklı vaadleşme, Allah tarafından söz verme ve Hz. Mûsâ tarafından kabul görme şeklinde gerçekleşmiştir. “Kırk gece için” Ahfeş ve diğer bazı âlimler şöyle demişlerdir: Bu ifade “kırk gecenin bitimi ya da tamamlanması” anlamına gelir. Çünkü kitab indirme vaadi bu sürenin bitimi içindi. Nitekim bu şekilde “tamamlanması, bitimi” gibi bir kelimenin hazf edilmesiyle yapılan bu kısaltma dilde bilinen bir kullanımdır. Mesela, “Bugün falan kimsenin çıkışının kırkıdır.” derler ve “Onun çıkışından sonra kırk gün tamamlandı.” anlamını kast ederler. “Kırk gece için” Yani gündüzleriyle beraber [kırk gece]. Günler kelimesinin çoğul olarak zikredilmesi gecelerin de onun içine dâhil olmasını gerektirir. Tersi de bu şekildedir [Yani gecelerin çoğul olarak zikredilmesi gündüzleri de dâhil etmeyi gerektirir]. Bunun delili aynı olaydan bahseden iki âyetin ilkinde “Üç gece insanlarla konuşmamandır.” [ Meryem 19/10] denilirken ikincisinde “Üç gün sadece işaretleşebilmendir.” [ Âl-i İmrân 3/41] denilmiş olmasıdır. Bu kırk günün otuz günü zilkâde ayı, on günü ise zilhicce ayının on günüdür. Diğer bir görüşe göre otuz gün zilhicceden, on gün muharrem ayındandır. Birinci görüş daha meşhur ve daha doğrudur. Bu kırk gün şu âyette zikredilen kırk gündür: “Mûsâ’ya otuz gece süre belirledik, buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı.” [ el-A‘râf 7/142] Kelbî şöyle demiştir: Hz. Mûsâ, onlara kırk gün sonra kitap ( Tevrat) ile geleceğini vaad etti. Halkı da (onun ardından) yirmi gece ve yirmi gündüz saydı. Daha sonra “Mûsâ bize vaad ettiği şeyi getirmedi.” deyip buzağıya taptılar. “Buzağıyı tanrı edinmiştiniz.” Yani, buzağıyı ilâh veya mâbut edindiniz. Allah Teâlâ “Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin, dedin?” [ el-Mâide 5/116] demiştir. Buradaki ittehaze (edindi) fiili el-ahz (almak) kökünden olup ifti‘al babında türetilmiş olup aslı i’tehaze şeklindedir, ancak ikinci hemze yumuşatılıp te harfine dönüştürülmüştür. Ardından da ikinci te harfine idgām edilmiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 907 ÙĻäóÝĤا ijİو ïĐijĤאÖ دóęÝĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ نŶ ėĤأ óĻĕÖ “Y²uو ":وóĩĐ ĹÖأ اءةóĜ ħà ÖאóĻíĤ، واijĩĤاïĐة ĺכijن īĻÖ اīĻĭà. وóĻĔه óĜؤوا: “واĬïĐא” ÖאėĤŶ، واijĩĤاïĐة ĺכijن .ÙĥĐאęĩĤا ĵĥĐ אمĝÝøאĘ ،ĵøijĨ īĨ źij×Ĝو ً ųا Ʃ ً وïĐا īĨ ١ َ_﴾ Ĝאل اûęìŶ وóĻĔه: أي اąĝĬאء أرīĻđÖ ÙĥĻĤ أو ĩÜאم «Áَْ ª ±Áَ ۪ َ َْر\ وįĤijĜ:﴿ ا أرīĻđÖ ÙĥĻĤ، Ŷن وïĐ إõĬال اĤכÝאب כאن ïđÖ اąĝĬאء ñİه اïĩĤة وñİا اāÝìźאر א. ً א ñĭĨ óìج ŻĘن، أي ĩÜאم أرīĻđÖ Ĩijĺ ً ijıđĨد، ĝĺאل: اijĻĤم أرijđÖن Ĩijĺ א ĹąÝĝĺ دijìل Ĩא ÍÖزاıÐא ً َ_﴾ أي ĺÉÖאıĨא؛ ÍĘن ذכó اĺŶאم đĩä «Áَْ ª ±Áَ ۪ َ َْر\ وįĤijĜ:﴿ ا :įĤijĜو] ١٠/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾YÀًّ ِ ¹~َ لYٍ Áََ ª eَ ٰ «َ f﴿ :įĤijĜ ģĻĤïÖ כĤñכ ÕĥĝĤا ĵĥĐو ،ĹĤאĻĥĤا īĨ ۜ﴾ [آل óĩĐان، ٤١/٣] واÙāĝĤ واïèة ĘכאÛĬ اÜïĩĤאن واïèة. ħà Ĺİ َ َرْR ً}ا Êِّ ٍ ا َYم Àّ َ ٰ َgَ _ا «َ f﴿ ] وģĻĜ: ذو اÙåéĤ وóýĐ اóéĩĤم. واŶول أ ذو اïđĝĤة وóýĐ ذي اÙåéĤ.] ١٢٨ _ًَ «Áَْ ª ±Áَ g۪ ٰ «َ f »~¹ٰ ®ُ Yَ أóıü وأóıČ. وñİه اŶرijđÖن Ĺİ اĹÝĤ ذכóت ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوٰوَ ْu² ۚ﴾ [اóĐŶاف، ١٤٢/٧]. _ًَ «Áَْ ª ±Áَ ۪ َ َْر\ َ ۪R َÁ£ ُ Yت َرِّ\ ۪µٓ ا ّcَžَ ٍ yƒْ َ ِ \ Y¶Yَ ³َ¯ْ ¯َ bَْ َوا ÙĥĻĤ ً īĺóýĐ į ُ ĨijĜ ƪ א ïđĘ ً Ĩijĺ īĻđÖأر ïđÖ אبÝכĤאÖ ĹÜÉĺ أن ħİïĐو :Ĺ×ĥכĤا אلĜ ًא، وĜאijĤا: ħĤ ĭÜÉĺא ĩÖא وïĐ đĘ×ïوا اģåđĤ. Ĩijĺ īĺóýĐو :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ٢ ًا، א أو đĨ×ijد ً ْ َģ ﴾أي اħÜñíÜ اģåđĤ إıĤ åِ ُ ْاđĤ ħُ Üñْ íَ ƪ Üا ƪ ħُ à﴿ :įĤijĜو ۜ﴾ [اĩĤאïÐة، ١١٦/٥]. و”اñíÜ “ َٰ·ْÁ±ِ ِ ®±ْ ُد ِون ّ اà ِٰ ªِ َ ا ¿®ِّ ُ َ ِs ُw ۪و²¿ َوا َ ِ Yس ّاb ³«ّ ِ ª aَ ْ «¢ُ aَ ²َْ ﴿َءا אءÝĤا ĹĘ ÛĩĔدÉĘ אءÜ Ûĥđä ħà ÙĻĬאáĤا ةõĩıĤا Ûَ ĭِ ّ Ļُ Ĥ “ñíÝÐأ “įĥĀوأ ،ñìŶا īĨ ģđÝĘا اĹÝĤ İïđÖא. ١ ط: وĩÜאم. ا. ً ٢ ط: وđĨ×ijد ٥ ١٠ ١٥ 908 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Buzağı, ineğin yavrusuna denir. Buzağının el-‘ıcl olarak isimlendirilmesinin sebebi el-‘ıcl (acele) kelimesinin sürat anlamına gelmesi ve buzağının daha büyümemiş, az süre yaşamış olmasının da sürat gibi değerlendirilmesidir. Âyette ilâh veya mâbut kelimeleri mânanın açıklığından dolayı açıkça zikredilmemiştir. “Onun ardından” Yani, sizi boğulmaktan kurtarmamızın ardından. Bir görüşe göre de anlam “Mûsâ’nın Tûr dağına gitmek için yola çıkmasının ardından.” şeklindedir. “Kendinize zulmederek” Yani, kâfirler olarak. Bir görüşe göre anlam “Kendinize zarar vererek” şeklinde, bir görüşe göre de “İbadeti yapılması gereken kimseye yapmayarak” şeklindedir. Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: Hz. Mûsâ otuz gün sonra -ki bu ilk buluşmadır- kendilerine kitabı getirmeyi vaad etmişti. Bu otuz günlük süreye on gün daha ilâve edilince ve otuz gün geçtikten sonra Hz. Mûsâ kitabı getirmeyince, ilâve on günlük süre boyunca buzağıya taptılar. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Yirmi gece ve yirmi gündüz saydıktan sonra (kalan) yirmi günde [buzağıya] taptılar. Mukātil b. Süleyman şöyle demiştir: Buzağıya sadece bir gün taptılar.1 Kuşeyrî şöyle demiştir: Peygamberlerinin kendilerinden kırk gün ayrılması ile hemen buzağıya tapınan ve onu ilâh edinen kavim ile peygamberlerinin gidişinden yaklaşık beş yüz yıl geçmesine rağmen tevhid üzere kalan kavim arasında ne kadar da büyük fark vardır!2 Abdullah b. Abbas bunun sebebini şu şekilde anlatmıştır: Sâmirî, ineğe tapan bir topluluktan gelmekteydi. Müslüman olduktan sonra dahi ineğe tapma sevgisi onda devam etti. Sâmirî, Cebrâil’i tanıyan birisiydi. Çünkü annesi, öldürülmesinden korktuğu için onu (küçükken) ormana bırakmıştı. Cebrâil de ona gelip parmakları ile onu besliyordu. Sâmirî, onun sağ başparmağından bal, sol başparmağından da yağ emiyordu. Denizden geçerken Cebrâil’i gördü ve onu tanıdı. Cebrâil’in atının ayaklarının altındaki topraktan bir avuç toprak aldı ve onu Hz. Mûsâ Tûr dağına çıkıncaya kadar sakladı. 1 Mukātil b. Süleyman, İsrailoğulları’nın buzağıya taptığı süre hakkında şöyle der: “Ateş bize sayılı günlerde dokunacak.” ifadesi, “Atalarımızın buzağıya taptığı kırk gün kadar.” anlamındadır.” bkz. Mukātil b. Süleyman, Tefsîr, 1: 269. 2 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 46. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 909 ةïĩĤا óāĜو ÙĐóùĤا Ĺİ ÙĥåđĤا نŶ įÖ Ĺĩø ،ó×כĺ أن ĵĤإ ةóĝ×Ĥا ïĤو ģåđĤوا א ijĄijĤح ĭđĨאه. ً ا أو إıĤ ً دij×đĨ :įĤijĜ אرĩĄوإ ،ÙĐóùĤכא قŻĉĬا ïđÖ īĨ أي :ģĻĜو .قóĕĤا īĨ ħכÐאåĬإ ïđÖ īĨ أي﴾ ه۪uِ ْ َ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ\ ĵøijĨ إĵĤ اijĉĤر. ƫون أùęĬכħ. وģĻĜ: أي ُ َijن﴾ أي כאóĘون. وģĻĜ: أي Ąאر ĩِ ĤאČَ ْ ħُ Ýْ Ĭَ ا َ وįĤijĜ:﴿ و واijđĄن اđĤ×אدة óĻĔ ıđĄijĨא. אتĝĻĩĤا ijİو īĻàŻà ïđÖ אبÝכĤאÖ ĹÜÉĺ أن ħİïĐو כאن :Ġ óĻ×ä īÖ ïĻđø אلĜو ةóýđĤا هñİ ĹĘ ģåđĤا واï×Đ īĻàŻáĤا ïđÖ įÖ تÉĺ ħĤو ةóýĐ تïĺز אĩĥĘ .ولŶا اõĤاïÐة. א. ً Ĩijĺ īĺóýĐو ÙĥĻĤ īĺóýĐ ħİïĐّ ïđÖ īĺóýĐ ĹĘ واï×Đ :ġ אس×Đ īÖا אلĜو ١ א ً واïèا». ً Ĩijĺ ģåđĤا واï×Đ» :אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ אلĜو Ù×ĻĕÖ א ً ıĤإ وهñíÜوا ģåđĤا واï×Đ مijĜ īĻÖ אنÝü» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ÙÐאĩùĩì īĨ ÕĺóĝÖ ħıĻ×Ĭ אبİذ ïđÖ ħİïĻèijÜ ĵĥĐ اijÝ×à مijĜ īĻÖو ÙĥĻĤ īĻđÖأر ħıĻ×Ĭ ٢ .«Ùĭø وø×Õ ذĤכ Ĩא ذכó اīÖ Đ×אس ġ: أن اùĤאóĨي כאن īĨ ijĜم đĺ×ïون اĤ×óĝ وכאن ÛĘאì īĻè įĨأ نŶ ،ģĺó×ä فóĐ وכאن مŻøŸا óıČأ أن ïđÖ įùęĬ ĹĘ כĤذ Õè يóĨאùĤا כאنĘ .įđÖאĀÉÖ وهñĕĻĘ įĻÜÉĺ ģĺó×ä כאنĘ ÙÖאĔ ĹĘ įÝęĥìّ çÖñĺ أن įĻĥĐ įĘóĐ óé×Ĥا ó×Đ īĻè رآه אĩĥĘ א ً ĭĩø įĤאĩü אمıÖإ īĨو ŻùĐ ً įĭĻĩĺ אمıÖإ īĨ ÿĩĺ ّ ،رijĉĤا ĵĤإ ĵøijĨ ěĥĉĬا ĵÝè هïĺ ĹĘ Ùą×ĝĤا لõÜ ħĥĘ įøóĘ óàأ īĨ Ùą×Ĝ ă×ĝĘ īĻđÖرŶا Ĺĭđĺ ﴾ودات ٍ uُ ْ®َ Y®Y ً َ Àّ َ َ أ Êّ ِ إ «﴿:į ƫ āĬ אĨ ģåđĤا َ אıĻĘ ģĻÐاóøإ اijĭÖ ï×Đ ĹÝĤا ةïĩĤا ĹĘ אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ אلĜ ١ .(٢٤/٣ ،انóĩĐ آل (٢٦٩/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :óčĬا .»ģåđĤا אıĻĘ ħİאؤÖآ ï×Đ ĹÝĤا א ً Ĩijĺ ٢ اóčĬ: ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٤٦/١ ٥ ١٠ ١٥ 910 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İsrâiloğulları denizden çıkıp kurtulunca “Kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar.” [ el-A‘râf 7/138] Sâmirî onların “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana.” [ el-A‘râf 7/138] dediklerini duydu. Bunun üzerine Sâmirî’nin içine onları buradan kandırma fikri düştü. Derken Hz. Mûsâ Hz. Hârûn’u geride bırakarak Tûr dağına gitti. Hz. Hârûn onlara “Siz, Kıptîler’in eşyalarını alarak günah yüklenmiş oldunuz. Şimdi onlardan kurtulun, çünkü onlar pistir.” dedi. Ardından, Hz. Hârûn bir ateş yaktı ve ellerindekileri bu ateşe atmalarını emretti, onlar da bu emri yerine getirdiler. Sâmirî ise ateşe yöneldi ve “Ey Allah’ın elçisi! Elimdeki şeyi atayım mı?” dedi. Hz. Hârûn onun elinde de Kıptîler’den kalma bir süs eşyası olduğunu zannettiği için “Evet, at.” dedi. Sâmirî, “Böğürmesi olan bir buzağı bedeni ol!” dedi ve elindekini ateşe attı. Dediği şey de oldu. Bir görüşe göre şöyle denilmiştir: Sâmirî kuyumcu idi. Altından bir buzağı yaptı. Ardından elindeki toprağı bu buzağının ağzından ve arkasından üfürdü. Böylelikle eti, kanı, saçı, böğürmesi olan bir buzağı bedeni meydana geldi. Sâmirî onları bu şekilde fitneye düşürdü ve İsrâiloğulları’nı bu şeye ibadet etmeye davet etti. Onlar da buna ibadet ettiler. Ardından Hz. Hârûn onlara dediği şeyleri söyledi. 52. Sonra bunun ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik. [ el-Bakara 2/52] “Sonra sizi affetmiştik.” ‘Afv kelimesinin aslı, izleri, eseri silmek demektir. Kad ‘afet’id-diyâru ifadesi “Beldenin izleri kayboldu” anlamına gelir, burada lâzım (geçişsiz) olarak kullanılmış olan bu fiil, ‘afetha er-rîhu (Rüzgâr onun izlerini sildi) ifadesinde de müteaddî olarak kullanılır. “Bunun ardından” Yani siz buzağıyı ilâh edindikten sonra biz, sizi hemen helâk etmeyip Mûsâ gelinceye kadar size mühlet verdik. O gelip sizi uyardı ve size günahlarınızın kefâretini nasıl ödeyeceğinizi haber verdi. Bir görüşe göre bunun anlamı “Öldürmeden ve tövbeden sonra” şeklindedir. Böylece birinci yoruma göre affetmek, yargılamanın geciktirilmesi demektir, ikinci yoruma göre ise aslında yargılamamak demektir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 911 ٍ َ ³َ†ْYم « ا ٰٓ َ ْ ُ§ Ÿُ ¹َن َ» À ٍ ¹َْم ¢ »ٰ ¹َْا َ» bَ Yžَ﴿ óé×Ĥا īĨ اijäóì īĻè ١ وכאن اùĤאóĨي ħıđĩø ۜ_﴾ [اóĐŶاف، ١٣٨/٧] ďĜijĘ ٌ ·َِ ªٰ ُ·ْ ا َ ª Y¯َ¦َ Y·ً ٰ ªِ َ َ ـٓ³Y ا ۚ﴾ [اóĐŶاف، ١٣٨/٧] وĜאijĤا: ﴿ ْ اjَ ْ ©ª ْ·ُ َ ª ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ĹĘ אرونİ ėĥìّ ĵøijĨ وכאن .įäijĤا اñİ īĨ ħıĭÝęĺ أن įùęĬ ĹĘ אıĬÍĘ אıĭĨ واóıĉÝĘ ħıّ ا īĨ زÙĭĺ اijĝĤم أي Ļĥè ً ّħÝĥ أوزار ĩéÜ ïĜ :אرونİ ħıĤ אلĝĘ ا وأħİóĨ ñĝÖف Ĩא כאن ħıđĨ ijĥđęĘا. ĜÉĘ×ģ اùĤאóĨي إĵĤ ً אرĬ ħıĤ ïĜوÉĘ .÷åĬ .אıĻĘ įĘñĝĘ ّ Ĺĥè įĬأ īčĺ ijİو ،ħđĬ :אلĜ ي؟ïĺ ĹĘ אĨ ĹĝĤأ ،ųا Ʃ اĭĤאر وĜאل: ĺא Ĭ×Ĺ .כĤñכ אرāĘ ،ارijì įĤ اïùä ً ŻåĐ ً īכ :אلĝĘ ĹĘ ابóÝĤا כĤذ ëęĬو ŻåĐ ً ÕİñĤا īĨ ñíÜאĘ אً وģĻĜ: כאن اùĤאóĨي ĀאĕÐ ĵĤإ ħİאĐود įÖ اijĭÝÝĘאĘ ارijì įĤ ا ً א وóđü ً א ودĨ ً ĩéĤ اïùä ً ŻåĐ ً אرāĘ هóÖود įĩĘ [ ب١٢٨ [.ÙāĝĤا َ ،אلĜ אĨ אرونİ ħıĤ אلĜو .وهï×đĘ įÜאد×Đ ُ َون óכُýْ Üَ ْ ħכƪĥُ َ đĤَ כَ Ĥِذٰ ïِ ْ đَ Ö īْ Ĩِ ْ ْ ُכħ ĭĐَ אĬَ ْ ijęَĐَ ƪ ħàُ -٥٢ ،אرĺïĤا ÛęĐ ïĜو ،óàŶا ijéĨ įĥĀوأ .אĬאوزåÜ أي﴾ ْ§ ُ ³ْ َ Yَ ²¹ْŸََ َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو أي أÛéĨ آàאرİא وıÝęĐא اçĺóĤ، źزم وïđÝĨي. ģÖ كŻİÍÖ ħכĥäאđĬ ħĥĘ ģåđĤا ħאذכíÜا ïđÖ īĨ أي﴾ ¥َ ِ ªذٰ uِ ْ َ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ\ ïđÖ īĨ أي :ģĻĜو .ħכÖijĬذ אرةęכÖ ħכó×ìوأ ħכı×ĭĘ ĵøijĨ ءĹåĨ ĵĤإ ħאכĭĥıĨأ ĵĥĐو ،ةñìاËĩĤا óĻìÉÜ ولŶا ģĺوÉÝĤا ĵĥĐ ijęđĤا نijכĺ اñİ ĵĥđĘ ،ģÝĝĤوا ÙÖijÝĤا اÉÝĤوģĺ اáĤאĹĬ ĺכijن óÜك اËĩĤاñìة ً أŻĀ. .ûĨאİ çĀ ،ħıĘóĐ :ط ١ ٥ ١٠ ١٥ 912 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Şükredesiniz diye” Yani bu nimetlere şükredesiniz diye. Çünkü nimet vermek şükrü gerektirir. Bir görüşe göre de mânası, “ İman edip Allah’ı birleyesiniz diye” şeklindedir. Nitekim şükür, imanın bir ismidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir. “O, kullarının inkâra sapmasına razı olmaz. Eğer şükrederseniz (iman ederseniz), bundan hoşnut olur.” [ ez-Zümer 39/7] Âyette kullanılmış olan le‘alle (umulur ki) ifadesi bu gibi yerlerde [Allah tarafından kullanıldığında] şüphe bildirmez, teşvik ifade eder. 53. Hani, doğru yolu tutasınız diye Mûsâ’ya kitabı ve Furkān’ı vermiştik. [ el-Bakara 2/53] “Mûsâ’ya kitabı ve Furkān’ı verdik.” Âteynâ fiili “verdik” anlamına gelir. Kitaptan kasıt Tevrat’tır. Furkān hakkında ise farklı görüşler söylenmiştir. Bir görüşe göre -bu, Ferrâ’nın görüşüdür- o Tevrat’tır. Burada kitap ve Furkān aynı anlama gelse de lafızları farklı olduğu için Allah kitabı bu iki isimle isimlendirmiştir. Benzer kullanım her ikisi de aynı anlama gelen suhkan ve bu‘den (Uzak olsun, lânet olsun) kelimelerinin birlikte zikredilmesinde de vardır. Furkān kelimesinin Tevrat’ın ismi olduğunun delili ise “Andolsun, biz Mûsâ’ya ve Hârûn’a Furkān’ı verdik.” [ el-Enbiyâ 21/48] âyetidir. Her ikisi de aynı şeyin ismi olsa da mânaları farklıdır. Kitap, bir araya getirilmiş yazılardır. Furkān, hak ile bâtılın arasını ayırandır. Mânaları farklı olduğu için aralarına gelen vâv harfi ile birbirlerine atıf yapılarak kullanılması mümkündür. Benzer kullanım Kur’ân hakkında şu âyetlerde söz konusudur: “Andolsun, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur’ân’ı verdik.” [ el-Hicr 15/87], “ Yâsîn hikmet dolu Kur’ân’a yemin olsun ki…” [ Yâsîn 36/1-2 ], “İşte size Allahtan bir nûr ve apaçık bir kitap gelmiştir.” [ el-Mâide 5/15] Bir görüşe göre Furkān, Tevrat’ın mânalarının açıklamasıdır. Bir görüşe göre de düşmanlara karşı yardımdır. Allah, onunla Hz. Mûsâ ve kavmi ile ve Firavun ve kavminin arasını ayırmış, birincileri kurtarmış, ikincileri ise helâk etmiştir. Nitekim Allah Teâlâ “ Furkān günü kulumuza indirdiğimiz…” [ el-Enfâl 8/41] âyetinde Furkān ile yardım ve zaferi kastetmiştir ki bu da Bedir günüdür. Kaffâl şöyle demiştir: Âyetin anlamı şöyle olabilir: “Yardım geldiği zaman hak ehli, bâtıl ehli karşısında zafer kazanmıştır. Ardından her iki grup bir diğerinden ayırt edilmiş böylece onların haklı, diğerlerinin ise yalancı olduğu bilinmiştir.” 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 913 َ ƒْ ُ§ُy َون﴾ أي ýÝĤכóوا ñİه اÙĩđĭĤ؛ ÍĘن اđĬŸאم Õäijĺ اýĤכó. b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ :įĤijĜو »Šٰ yَْ À Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،אنĩĺŹĤ ħøا óכýĤا نÍĘ وا؛ïèijÜو اijĭĨËÝĤ אهĭđĨ :ģĻĜو ۜ﴾ [اóĨõĤ، ٧/٣٩[ ْ §ُ َ ª ۬ µُŠَ yَْ À واyُ§ُ ƒْ َ ِ ْن b ۚ َوا yَŸْ§ُ ْ َِِ[ ِYدِه اª ª .ģđęĤا ĵĥĐ כאĺóéÜ ً ģÖ כאüّ نijכĺ ź اñİ ģáĨ ĹĘ "ģđĤ"و َ ُï َون Ý ْ ıÜَ ْ ħכƪĥُ َ đĤَ אنَ Ĝَ ْ óęُĤاْ َ َ َ אب و Ýכِ Ĥاْ ĵøijَ ُ َא Ĩ ĭ ْ َ ِا ْذ ٰاَĻÜ -٥٣ و ١ اĤכÝאب اijÝĤراة. َ َYن﴾ آĭĻÜא، أي أĭĻĉĐא. ¢yْŸُ ْ ªواَ بY َ cَ§ِ ْ ªا~« ¹َR ُ Y³َÁَْ bٰ ِ ْذ ا وįĤijĜ:﴿ َوا ĵĭđĨ īĻĝęÝĨ īĻĩøאÖ אهĩøو ،اءóęĤا įĤאĜ ،אąĺأ ً ارةijÝĤا ijİ :ģĻĜ .ģĺאوĜأ įĻĘ אنĜóęĤوا ُ ًïđا. ًא įĤ وÖ ĝéُ ĩıĘŻÝìźא ً čęĤא כĩא ĝĺאل: ø َ َYن﴾ ¢yْŸُ ْ ªا ونَ yُ ¶ٰ وَ~« ¹ٰR ُ Y³َÁَْ bٰ ْ£ََu ا واģĻĤïĤ ĵĥĐ أįĬ اħø اijÝĤراة ً أąĺא įĤijĜ:﴿ َوª [اĬŶ×Ļאء، ٤٨/٢١] ĵĥĐ أĩıĬא وإن כאĬא اīĻĩø ĹýĤء واïè ĭđĩĘאĩİא ėĥÝíĨ؛ ÍĘن اĤכÝאب ijİ اĩĤכijÝب اijĩåĩĤع واĜóęĤאن ijİ اęĤאرق īĻÖ اěéĤ واĤ×אģĈ، çāĘ اďĩåĤ ÖאijĤاو ٰ َن ْ ْ£ُyا ªواَ¿ ²Y۪ gَ¯َ ْ ªا ±َR ِ Yً ]ْ~َ كY َ ³َÁَْ bٰ ْ£ََu ا ªوَ ﴿:آنóĝĤا ěè ĹĘ įĤijĝכ ijİو .īĻĻĭđĩĤا óĻĺאĕÝĤ uْ َ ¢﴿ :įĤijĜو] ٢-١/٣٦ ،÷ĺ] ﴾Áِ ۙ §۪ oَ ْ ٰ ِن اª ْ ْ£ُyا ªواَ ۜ{ٓ Àٰ ﴿ : įĤijĜو] ٨٧/١٥ ،óåéĤا﴾ [Áَ ۪ َ ْ اª ٌۙÁ±] ﴾اĩĤאïÐة، ١٥/٥]. ٌ Yب ُR۪[ ¹ر َوِ¦َc ٌ ُ ² ِٰ Ãا ّ ±َR ِ ْ¦ُءYَ jَٓ įÖ قƪ óَ ٢ اĜóęĤאن ijİ ĻÖאن đĨאĹĬ اijÝĤراة. وģĻĜ: اĜóęĤאن اóāĭĤ ĵĥĐ اïĐŶاء Ę وģĻĜ: :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،ءźËİ כĥİوأ ءźËİ ĵåĬÉĘ įĨijĜو نijĐóĘ īĻÖو įĨijĜو ĵøijĨ īĻÖ َ ِYن﴾ [اęĬŶאل، ٤١/٨] ijİ ijĺم اóāĭĤة وijİ ijĺم ïÖر. Ĝאل ¢yْŸُ ْ َ¹َْم اª À Yَ ²uِ]ْ َ »ٰ «َ Y³َْ ª{َ²َْ ﴿َوَRٓY ا ٣ وģđĤ ĭđĨאه: أن اóāĭĤ إذا äאء óęČ أģİ اěéĤ ģİÉÖ اĤ×אģĈ ĘאóęĬق أïè اęĝĤאل: ّijن وźËİء Ĩ×ijĥĉن. ĝéĨ ءźËİ أن فóđĘ óìŴا īĨ īĻĝĺóęĤا ١ ط ر + اĤכÝאب واĜóęĤאن. ٢ ط: ģĻĜ. ٣ م - Ĝאل اęĝĤאل، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 914 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre Furkān, sıkıntıdan kurtulma demektir. Çünkü onlar köleleştirilmişlerdi. Allah, “Size Furkān’ı verir.” [ el-Enfâl 8/29] demiştir. Yani bir rahatlama ve bir çıkış verir demektir. Bir görüşe de Furkān, daha önce açıkladığımız gibi, İsrâiloğulları’nın karşıdan karşıya geçebilmeleri için denizin yarılması demektir. Bir görüşe göre Furkān Kur’ân’ın bir ismidir ve âyetin mânası şudur. “Mûsâ’ya Tevrat’ı verdik ve ona, Muhammed aleyhisselâma Kur’ân’ın ineceğini hatırlattık.” Bir diğer görüşe göre Furkān Kur’ân’ın ismidir ve âyetin mânası “ Mûsâ’ya Tevrat’ı, Muhammed aleyhisselâma ise Furkān’ı yani Kur’ân’ı verdik.” şeklindedir. Allah Teâlâ şöyle demiştir. “Kuluna Furkān’ı indiren Allah’ın şanı yücedir.” [el- Furkān 25/1] Bu durumda burada yani “Mûsâ’ya kitabı ve Furkān’ı verdik.” âyetinde bir kelime, Muhammed kelimesi hazfedilmiştir. Bunun benzeri “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.” [ el-Bakara 2/7] ifadesinin ardından “Gözleri üzerinde perde vardır.” [ el-Bakara 2/7] demiş olmasıdır. Bir kıraatte gışâve kelimesi mansub olarak gışâveten şeklinde okunur ki bu durumda önceki cümlenin devamı olur ve ceale [kıldı] kelimesi muzmer [gizli] olmuş olur. Benzer örnek “Artık sizde işinizi kararlaştırın ve ortaklarınızı [çağırın]” [ Yûnus 10/71] âyetinde de vardır. Yani, “Ortaklarınızı çağırın.” demektir [ve “çağırın” ifadesi gizlidir]. Şair şöyle demiştir: Onu, sanki Allah onun burnunu kesmiş Ve de gözünü (oymuş) da mevlâsı ona bunları geri vermiş gibi görürsün Burada da “gözünü” ifadesinin beraberinde “oymuş” kelimesi zikredilmemiş, gizlenmiştir. Bir görüşe göre Furkān, Tevrat’tan önce Hz. Mûsâ’ya indirilen sahifelerdir. “Doğru yolu tutasınız diye.” Yani, kitapla hidâyet bulasınız diye. Bu, illetin değil, hikmetin beyânıdır. Yani denilmek istenen şudur: Kitabın indirilmesindeki hikmet, içindekileri düşünmeniz ve Allah’ın bu kitabı sırf Muhammed aleyhisselâmın nübüvvetinin sıhhatine delil olsun da bu sayede sizler doğru yola tâbi olma gayreti gösteresiniz diye yapmış olduğunu anlamanızdır. Bunu anladığınız zaman Muhammed aleyhisselâma iman edersiniz. Çünkü düşündüğünüz zaman göreceksiniz ki o, size nübüvvet iddiasının doğruluğuna delâlet eden mûcizeler getirmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 915 ١ وĜאل đÜאĵĤ: وģĻĜ: اĜóęĤאن اóęĤج īĨ اĤכóب ħıĬŶ כאijĬا đÝùĨ×īĺï، ٢ ً א. وģĻĜ: اĜóęĤאن اóęĬاق ً א وäóíĨ äóĘ أي] ٢٩/٨ ،אلęĬźا﴾ [Y²Yً َ ¢yْžُ ْ §ُ َ ª ©ْ َkْ َ À﴿ آنóĝĥĤ ħøا ijİ :ģĻĜو .אĭèóü אĨ ĵĥĐ įĭĐ واó×Đ ĵÝè ģĻÐاóøإ Ĺĭ×Ĥ óé×Ĥا وĭđĨאه: آĭĻÜא ĵøijĨ اijÝĤراة وذכĬóא įĤ õĬول اóĝĤآن ĵĥĐ ïĩéĨ. وģĻĜ: أي ََل {َّ ۪wي ² َّ ََ[ َYر َك اª آĭĻÜא ĵøijĨ اijÝĤراة وïĩéĨا اĜóęĤאن، أي اóĝĤآن، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ b ٥ وñİا כįĤijĝ: ٤ ïĩéĨا، Ĺĭđĺ Ùĩĥכ ً ٣ ٰ« َ ْ[ِu ۪ه﴾ [اĜóęĤאن، ١/٢٥] óĩĄÉĘ َ َYن َ» ¢yْŸُ ْ اª ْ ¶ِ ِ َْ\ ‡َYر « ا ٰٓ ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٧/٢] ħà Ĝאل: ﴿َو َ» ْ·ِِ¯ْ ~َ »ٰ ِِ·ْ َو َ» \¹«ُ¢ُ »ٰ «َ ُ ٰ Ãا ّ َcَrَ ﴿ ً" ÖאÕāĭĤ وĵĥĐ ñİه اóĝĤاءة ۘة﴾ [اĤ×óĝة، ٧/٢] وĹĘ óĜاءة ħıąđÖ:" ýĔאوة šِ ƒَ َYوٌ ٓ َYء ُ¦ْ﴾ [Ĭijĺ÷، ٧١/١٠ [أي ¦َyَ‚ُ وَ ْ¦ُ yَ®ْ َ ¹ٓا ا ُ ¯ِ jْ َ ً ا، وĜאل: ﴿žَY óĩąĨ "ģđäو "نijכĺ ٦ وادijĐا óüכאءכħ. وĜאل اýĤאóĐ: ُ óĘَ ُ و įĤَ אبà َ ُ َźijه Ĩ إنِ įĻِ َ ĭĻ َ Đ َ ُ و įęĬَ َ َ َïå ُع أ ĺ ųا َ نƪ َ ُ َכÉ َóاه Ü .راةijÝĤا ģ×Ĝ ĵøijĨ ĵĥĐ ÛĤõĬأ ėéĀ ٌ אنĜóęĤا :ģĻĜو .įĻĭĻĐ Éĝęĺو أي َْ·َc ُu َون﴾ أي ïÝıÝĤوا ÖאĤכÝאب. وñİا ĻÖאن اéĤכÙĩ b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ [ أ وįĤijĜ:] ١٢٩ įÖ כĤذ ģđęĺ ħĤ ųا Ʃ أن اijĩĥđÝĘ įĻĘ واóÖïÝÜ أن įĤاõĬإ ĹĘ ÙĩכéĤا أي ،ÙĥđĤا دون כĤذ ħÝĥđĘ وإذا ،ïüóĤا אع×Üا ĵĥĐ כĤñÖ واïıÝåÝĘ įÜij×Ĭ ÙéĀ ĵĥĐ ÙĤźد ً źإ ĵĥĐ ħÜóÖïÜ إذا ħכĤïĺ אĩÖ اتõåđĩĤا īĨ ĵÜأ ïĜ įĬŶ ،مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĩÖ ħÝĭĨآ ÙéĀ دijĐاه اĭĤ×ijة. .ûĨאİ çĀ ، َ īĻ×ِ ِ Ý ْ đَ Ý ْ ùُ ١ م: Ĩ ٢ ط: اŻęĬق. ٣ ط: óĩĄÉĘه. ٤ ح ط ر- Ĺĭđĺ. ٥ ح: ijİ؛ ر - ïĩéĨا. .«عïä» ،يïĻÖõĥĤ وسóđĤا אجÜ ؛»عïä» ،هïĻø īÖź ħכéĩĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٦ ٥ ١٠ ١٥ 916 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 54. Mûsâ, kavmine dedi ki: Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de kendinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir. [ el-Bakara 2/54] “Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim!” Buradaki kavmi (Ey kavmim!) ifadesinin sonunda aslında ye harfi vardır ve kelime yâ kavmî şeklindedir. Nida ifadelerinde çokça kullanıldığı için tahfif (telaffuz kolaylığı) amacıyla düşürülmüştür. “Kendinize yazık ettiniz.” Yani, azabı nefislerinize zorunlu kılmakla kendinize zulmettiniz demektir. Bir görüşe göre anlam, “Mûsâ ile beraber olma sevabını kendiniz için eksilttiniz.” şeklindedir. Nitekim daha önce geçtiği gibi zulüm, zarar ve eksiklik demektir. “Buzağıyı ilâh edinmekle” Yani, buzağıyı ilâh edinip ona ibadet etmek sûretiyle [kendinize yazık ettiniz]. “Yara tıcınıza tövbe edin.” Buradaki Bâri kelimesi yaratıcı anlamına gelir. Be harfinin fethası ile berae-ber’en (yarattı) fiili sanaa babındandır. el-Beriyyetü, yaratılmışlar demektir. Berae-bür’en ise “Hastalığından iyileşti.” demektir. ‘Alime babından, berie-berâeten ise “Borç ve benzeri şeylerden beraat etti.” demektir. Berie anhu, “Ondan uzaklaştı.” demektir. “Kendinizi öldürün.” Öldürmek, canı almak demektir. Enfüs, nefs kelimesinin çoğuludur. Burada insan bedeni anlamında kullanılmıştır. Abdullah b. Abbas, Saîd b. Cübeyr, Ebü’l-Âliye, Katâde, Zührî, Süddî bunun, tövbenin keyfiyetinin açıklaması olduğunu söylemişlerdir. Bir görüşe göre öldürme fiili tövbe fiiline atıftır. Yani anlam “ İman ederek Allah’a geri dönün. Sizler buzağıya tapmakla küfrederek Allah’tan yüz çevirdiniz, bu tövbeden sonra kendinizi öldürünüz.” şeklindedir. “Kendinizi öldürün.” sözünün mânası ise “Birbirinizi öldürün.” şeklindedir. Çünkü inananlar kardeştir ve bir kimsenin kardeşi kendi gibidir. Benzer kullanım [yani nefs kelimesinin birbiriniz anlamında kullanımı] şu âyetlerde de vardır: “Birbirinizi öldürmeyin.” [ en-Nisâ 4/29], “Birbirinizi karalamayın.” [ el-Hucurât 49/11], “ İman eden erkek ve kadınlar, kendi din kardeşleri hakkında iyi zan besleselerdi.” [ en- Nûr 24/12], “Birbirinize selâm verin.” [ en- Nûr 24/61] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 917 ģَ åْ đِĤاْ ُ ħכُאذِ íَ Üאِّ Öِ ْ َ ُכħ ùęُĬْاَ ْ ħُ Ý ْ ĩĥَČَ ْ ِ ِاĬƪ ُכħ ْم َא َijĜ ĺ į۪Ĩِ ْ ijĝَĤِ ĵøijٰ ُ َ ِا ْذ َĜ َאل Ĩ -٥٤ و ُ ْۜ ِاįĬƪ ُכħ ْ ĻĥَĐَ אب َ َ ÝĘَ ْۜ َ ِאرِÐ ُכħ Ö ïَ ْ ĭĐِ ْ ħכُ Ĥَ ٌ óْ Ļìَ ْ ْۜ ٰذِĤ ُכħ َ ُכħ ùęُĬْاَ اijٓ ُĥُ ÝĜאْ Ęَ ْ َ ِאرِÐ ُכħ Ö ĵĤٰاِ اijٓ ُ Öijُ ÝĘَ ُ ħĻè۪ ƪ ƪ ُ اب اóĤ ijƪ َ اÝĤ ijİُ אęĻęíÜ ً אءĻĤا ÛĘñè ،אءĻĤאÖ ĹĨijĜ אĺ įĥĀأ﴾ ِ ¹َْم ¢ Yَ À µ۪®ِ¹ْ£َِ ª »~¹ٰ ®ُ لYَ َ ِ ْذ ¢ وįĤijĜ:﴿ َوا Ĥכóáة اĩđÝøźאل ĹĘ اïĭĤاء. ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ أي óĄرħÜ أùęĬכħ åĺÍÖאب اÙÖijĝđĤ ıĻĥĐא. وģĻĜ: َ ُْ̄cْ ا «’َ ْ §ُ َ ²ِّ وįĤijĜ:﴿ ا ًא ً ا، وĺכijن āĝĬאĬ رóĄ نijכĺ ħĥčĤا نÍĘ ؛ĵøijĨ ïıĐ ĵĥĐ ÙĨאĜŸا ابijà אİijĩÝāĝĬ أي . ّ óĨ אĨ ĵĥĐ ﴾ْ §ُ ِ ِئ َYر \ »ٰ ªِ א وĐ×אدįÜ. وįĤijĜ:﴿ ُžَc ¹ُ\¹ٓا ا ً ْ ِ ْkَ ﴾©أي ÖאíÜאذه إıĤ ªا ُ¦ُذYِ sَ ِ bYّ ِ وįĤijĜ:\﴿ َ أ َ ó َ Öو ،ěُĥْíĤا َ Ùُ ƪ ĺóِ َ َ çÝęÖ Öאء اïāĩĤر أي ěĥì. واĤ× ďَ ĭ َ Ā ِ ïّ َ è īĨ ً أ ْ ó َ Ö َ أ َ ó َ Ö ïĜو .ħכĝĤאì أي اءةó×Ĥا įĤ ÛđĜو أي ħِ ĥَ Đ ِ ïّ َ è īĨ ً ة َ َ اء ó َ Ö ئóِ َ Öو ،įĄóĨ īĨ ƪ ç َ ا ħąÖ Öאء اïāĩĤر أي Ā ً ء ْ ó ُ Ö .َ أ ƪ ó َ ×َ Ü ĵĭđĩÖ įĭĐ ئَ óِ َ ْī وijéĬه. وÖ ĺ ƪ ïĤا īĨ ۜ﴾ اģÝĝĤ إزİאق اóĤوح. و"اęĬŶ "÷ďĩä اęĭĤ ÷وĹİ ْ §ُ َ Ÿُ ²َْ ¹ٓا ا «ُcُ ْ ¢Yž﴿ :įĤijĜو óĻ×ä īÖ ïĻđøو אس×Đ īÖا لijĜ ijİو ،ÙÖijÝĤا ÙĻęĻכ אنĻÖ ijİو .אĭİ ÙĻĬאùĬŸا ÙĻĭ×Ĥا هñİ و أĹÖ اđĤאÙĻĤ وÝĜאدة واóİõĤي واïùĤي ƻ. وģĻĜ: اģÝĝĤ ijĉđĨف ĵĥĐ اÙÖijÝĤ، أي ïđÖ ħכùęĬأ اijĥÝĜوا ģåđĤا אدة×đÖ óęכĤאÖ įĭĐ ١ ħÝĄóĐأ ïĜ ،אنĩĺŸאÖ ųا Ʃ ĵĤإ اijđäار ñİه اÙÖijÝĤ. وĭđĨאه: ģÝĝĻĥĘ ąđÖכħ ً ąđÖא؛ Ŷن اīĻĭĨËĩĤ إijìة، وأخ اģäóĤ כįĬÉ įùęĬ، ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ [óåéĤات، ١١/٤٩] ْ ِ̄ ُ}ٓوا ا «َ ۜ﴾ [اùĭĤאء، ٢٩/٤] ﴿َوَÊ b ْ §ُ َ Ÿُ ²َْ ¹ٓا ا «ُcُ ْ £َ b Êَ﴿ :įĤijĝכ ijİو ِ ُ̄¹ا ّ «َ žَ﴿ :įĤijĜو] ١٢/٢٤ ،رijĭĤا﴾ [ۙاyً Áْrَ ْ·ِِ Ÿُ ²َْ Yِ \ تY ُ ³َ®ِQْ¯ُ ْ ْ ُْ̄Qِ®³ُ ¹َن َواª َ اª وįĤijĜ: ﴿ ’َ ±ّ ²َْ Ÿُ ِ ُ§ ْ﴾ [اijĭĤر، ٦١/٢٤]. « ا ٰٓ «َ ١ ح ط ر: ïĝĘ أħÝĄóĐ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 918 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bunun mânası şudur: Ölüme boyun eğin ve sizden olup sizi öldürecek olan kimseye karşı koymayın. Bu da zaten kendini öldürmekle aynı şeydir. Bu, Muhammed b. İshak’ın görüşüdür. Hasan-ı Basrî’ye göre bu öldürmenin keyfiyeti şu şekildedir. İki gruba ayrıldılar ve sabahtan akşama kadar birbirlerine vurdular. Biri “Neden buzağıya taptın?” diyor; diğeri de “Neden beni alıkoymadın?” diyordu. Bir görüşe göre Hz. Mûsâ’nın seçtiği yetmiş kişi buzağıya tapanları öldürdü ve ölülerin sayısı yetmiş bine ulaştı. Onlar kalçaları üzerlerine oturup bacaklarını karınlarına doğru çektiler ve hiçbiri bu oturuşu bozmadı. Bu şekilde üç gün boyunca öldürüldüler. Bir başka görüşe göre Tûr dağında Hz. Mûsâ ile çıkan yetmiş kişi de [Tûr dağında Mûsâ’ya] söyledikleri şey yüzünden irtidat edenlerden idiler ve bu işi yapmaya diğerlerinden daha öncelikli değildiler. Fakat bu görüş doğru değildir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’ndan öldürülmelerine karşı sabretme sözü almıştı. Bunun üzerine her bir kabile ayrı ayrı evlerinin avlusunda sabahladılar. Hz. Hârûn onlara, buzağıya tapmamış ve ellerinde kılıç olan on iki bin kişi getirdi. Bunlar toplamda iki buçuk kabile etmekteydiler. Karargahın/konaklama yerinin olduğu yere yürüdüler ve karşılarına çıkanları öldürdüler. Bir kimse evlerinin avlusunda oturanlara yaklaşıyor ve “Bunlar sizin kardeşlerinizdir. Kılıçlarını çekmiş olarak size geliyorlar. Allah’tan korkun ve buna sabredin. Allah, oturuşunu bozana, yerinden kalkana, onlara yan gözle bakana, elleriyle veya ayaklarıyla onlardan korunmaya çalışana lânet etsin.” diyordu. Onlar da “Âmin.” dediler. Bu şekilde onları akşama kadar öldürdüler. Mukātil şöyle demiştir: Hz. Mûsâ öne çıkıp “Bunlar sizin kardeşlerinizdir, kılıçlarını çekmiş olarak size geldiler.” dedi. Sonra, gelenler kuşluk vaktine kadar onları öldürdü. Ta ki ölülerin sayısı yetmiş bine ulaştı. Kelbî şöyle dedi: Hz. Mûsâ çok fazla kişinin öldüğünü görüp çığlıkların arttığını duyunca Rabbine dua etti, ardından onlar affedildi ve Mûsâ’ya şöyle denildi: “Daha başka kimseyi öldürme. Ben, onlardan öldürülenlerin de öldürülmeyenlerin de tövbesini kabul ettim, geride kalanları affettim. Öldürülmeyi onlar için şehâdet saydım, geride kalanları da bağışladım.” Ardından Hz. Mûsâ’ya vahyedilen bu sözler herkese duyuruldu ve diğerleri bırakıldılar. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 919 įĥđĘ ĵĭđĨ ĹĘ ijİو .ħכùęĬأ īĨ ģÜאĝĤا اijُ ĭِ َ ّכ وģĻĜ: ĭđĨאه اijĩĥùÝøا ģÝĝĥĤ وĨ .אقéøإ īÖ ïĩéĨ لijĜ اñİو ،įùęĭÖ אąđÖ ً ħıąđÖ بóąĘ īْ Ļęƪ َ Ā زواóÖ : ųا Ʃ įĩèر īùéĤا אلĜ אĨ ģÝĝĤا اñİ ÙĻęĻכ ħà ِĹ؟ ĭ َ ıْ ĭَ Ü ْ ħĤَ َ ħĤ :لijĝĺ وذاك ت؟ï×Đ ħĤ :لijĝĺ اñİ ،ģĻĥĤا ĵĤإ א ً Ĩijĺ īĻĤijÝĝĩĤا ēĥÖو ģåđĤا ةï×Đ اijĥÝĜ ħİ ĵøijĨ ħİאرÝìا īĺñĤا īĻđ×ùĤا إن :ģĻĜو ïĜ īĻđ×ùĤا إن :ģĻĜو .אمĺأ ÙàŻà اijĥÝĜ ĵÝè ً ة َ ij ْ × ُ è اijĥّ َ ا ĩĘא è ْ ij َ × َ Ý ْ èا ïĜو .אęĤأ ً īĻđ×ø ّ ñİا اijĝĤل. çāĺ ħĥĘ ħİóĻĔ īĨ ĵĤأو óĨŶا اñıÖ اijĬijכĺ ħĥĘ اijĤאĜ אĩÖ واïÜار ،ģÝĝĤا ĵĥĐ ١ نó×āÝĤ :ěĻàاijĩĤا ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ĵĥĐ ĵøijĨ ñìأ :אس×Đ īÖا אلĜو ٢ ĹĭÖ أبٍ ĵĥĐ ïèة، وأÜאħİ İאرون įĻĥĐ اŻùĤم واĭàźא ģכ تijĻ×Ĥا ÙĻĭĘÉÖ اïĔً اijé×ĀÉĘ اijýĩĘ فijĻùĤا ħıĺïĺÍÖ ć×ø ėāĬو ٥ אنĉ×ø ħİو ٤ ģåđĤا واï×đĺ ħĤ ٣ óýĐ ً أęĤא اīĺñĤ ÙĻĭĘÉÖ سijĥä [ ب١٢٩ [ħİو įĨijĜ ĵĤإ ءĹåĺ ģäóĤا כאنĘ اijĝĤ īĨ اijĥÝĝĘ óכùđĤا ĹĘ īđĥĘ ،واó×Āوا اijĝÜאĘ ħıĘijĻø īĺóİאü ħכijÜأ ïĜ ħכĬاijìإ ءźËİ إن :لijĝĺو ħıÜijĻÖ ْ įĘ إħıĻĤ أو اĝÜאħİ ïĻÖ أو رģä. óĈ ïĨّ أو įùĥåĨ īĨ אمĜ أو įÜij×è ģèّ Żäر ً ųا Ʃ ĝĘאijĤا: آīĻĨ. ijĥđåĘا ħıĬijĥÝĝĺ إĵĤ اùĩĤאء. وĜאل ĝĨאģÜ: כאن ĵøijĨ ïĝÝĺم وijĝĺل: źËİء إijìاĬכħ أijÜכħ üאīĺóİ اijĻùĤف .אęĤأ ً īĻđ×ø ĵĥÝĝĤا ēĥÖ ĵÝè ةijéąĤا ĵĤإ ħİijĥÝĜو ƪ כĩא óĨ א رأى īĨ כóáة اĨïĤאء وïüة اijĀŶات ĵÝè ّ ĩĤَ įÖر ijĐïĺ ĵøijĨ אمĜو :Ĺ×ĥכĤا אلĜو ħıĭĨ ģÝĜُ īĨ א ً đĻĩä ħıĭĨ ÙÖijÝĤا Ûĥ×Ĝ ĹĬÍĘ ؛ėĻùĤا ďĘار :ĵøijĩĤ ģĻĜو ÙÖijÝĤا ÛĤõĬ .اijכóÝĘ כĤñÖ ديijĭĘ ،ħıĭĨ ĹĝÖ īĩĤ تóęĔو ً אدةıü ħıĤ ģÝĝĤا Ûĥđäو ،ģÝĝُ ĺ ħĤ īĨو ١ ح ط: āĻĤ×óن؛ ر: āĻĤ×óوا. ٢ ر: ĵĥĐ כģ. ٣ ط: īĨ اīĺñĤ. .ûĨאİ çĀ ،ģåđĤا - ط ٤ ٥ ر: ĉĥøאن. ٥ ١٠ ١٥ 920 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır.” Yani, bu öldürülme ve tövbe veya kendisi tövbe olan öldürülme sizin için, sizi azaba götürecek olan ısrarlı bir şekilde (ölümden) kaçınmadan daha faydalıdır. “Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti.” Yani, siz bunu yaptınız ama o sizin tövbenizi kabul etti. “O tövbeleri çokça kabul edendir.” Tevvâb, tövbeleri kabul eden demektir. “Çok merhametlidir (rahîm).” Yani, Allah size acıdı, tövbe kapısını açtı ve tövbenizi kabul etti. Bir görüşe göre anlam “Allah, öldürülmemiş olan kimselerin tövbesini çokça kabul edendir, öldürülen kimseye de merhamet edendir.” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam “Allah, buzağıya tapan kimse için tevvâb, buzağıya tapmayan içinse rahîmdir.” şeklindedir. Bir görüşe göre ise anlam “O tevvâbdır, tekrar tekrar bağışlar; rahîmdir, hemen cezalandırmayıp mühlet verir.” şeklindedir. Bir görüşe göre öldürülme emri onların üzerindeki ağır yükümlülüklerden biri idi, fakat Allah, bu ümmet için bunu hafifletti ve pişmanlığı tövbe yerine saydı. Bu, Allah’ın bir lutfudur dilediğine verir. Kaffâl şöyle demiştir: Allah, maslahatın birbirlerini öldürmede olduğunu bildiği için onların kefâreti olarak bunu belirlemiştir. Allah’ın, kulların maslahatı doğrultusundaki bilgisine göre kefâretler ve cezalar farklı derecelerde tayin edilmiştir. Kimisi öldürülmedir, kimisi celde (sopa) cezasıdır, kimisi de para vermektir. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Tefsir ve te’vil ehli, onların kendilerini öldürmelerinin hakiki mânada olduğu konusunda icma etmeseydi, verilen emrin bu şekilde yorumlanması mümkün değildi. Çünkü bu emir, onların tövbe etmesinden ve Allah’a yönelmelerinden sonradır. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şöyle demesidir: “ İsrâiloğulları yaptıklarına pişman olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer Rabbimiz bize acımazsa mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” [ el-A‘râf 7/149]; “Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndüğünde…” [ el-A‘râf 7/150]. Allah, peygamberleri vasıtasıyla, Müslüman oluncaya kadar kâfi rlerin öldürülmesini meşrulaştırmıştır. Çünkü öldürme, küfrün cezasıdır, Müslüman olmanın cezası/ karşılığı değildir. Dolayısıyla eğer icma olmasaydı bu emrin, Allah’a isyanda aşırı gitmeleri sebebiyle kendilerini ibadetle, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 921 ١ اñĤي ijİ ۜ﴾ أي ذĤכ اģÝĝĤ واÙÖijÝĤ أو اģÝĝĤ ْ §ُ ِ ِئ َYر \ uَ³ْ ِ ْ §ُ َ ª y ٌ Áْrَ ْ §ُ ِ وįĤijĜ: ﴿ ٰذª Ʃ اų īĨ اĭÝĨźאع اñĤي ijİ إóĀار وįĻĘ ñĐاب اĭĤאر. ïĭĐ ħכĤ ďęĬأ ÙÖijÜ َ ُ اب﴾ ¹َّ cªا ّ ¹َ¶ُ µُ َ ²ِّ ٣ ÝÖijÜכħ. وįĤijĜ:﴿ ا ģ×ĝĘ כĤذ ٢ ۜ﴾ أي ħÝĥđĘ ْ §ُ Áَْ «َ بY َ cَžَ﴿ :įĤijĜو ÙÖijÝĤا אبÖ çÝęĘ ħכÝÖijÜ ģ×ĝĘ ħכĩèر أي﴾ Áُ n۪ َ أي כóĻá Ĝ×ijل اÙÖijÝĤ. وįĤijĜ: ﴿ ّ اyª ï×Đ īĩĤ ابijÝĤا :ģĻĜو .ģÝĜُ īĩÖ ħĻèóĤوا ،ģÝĝُ ĺ ħĤ īĩĤ ابijÝĤا :ģĻĜو .אıĥ×Ĝو ģıĩĺ ħĻèóĤا ،ةóĨ ïđÖ ةóĨ ÙÖijÝĤا ģ×ĝĺ ابijÝĤا :ģĻĜو .ï×đĺ ħĤ īĩĤ ħĻèóĤوا ،ģåđĤا ėęìو ħıĻĥĐ ÛĬכא ĹÝĤا لŻĔŶا īĨ ٤ ģÝĝĤאÖ óĨŶا כאن :ģĻĜو .ÙÖijĝđĤאÖ ģäאđĺ źو .אءýĺ īĨ įĻÜËĺ ųا Ʃ ģąĘ כĤوذ ،ÙÖijÜ مïĭĤا ģđåĘ ÙĨŶا ٥ هñİ ĵĥĐ ųا Ʃ Ʃ اų: ģđä ذĤכ כęאرة ħıĤ إذ ħĥĐ أن اÙéĥāĩĤ ٧ اęĝĤאل رįĩè ٦ اëĻýĤ اĨŸאم وĜאل ُģđ اĤכęאرات واÖijĝđĤאت ĵĥĐ óĨاÕÜ؛ ıąđÖא ģÝĜ وıąđÖא ä ïĜو ،عijĭĤا اñİ ĹĘ رijāĭĨ ijÖأ אمĨŸا אلĜو .אده×Đ ÙéĥāĨ īĨ ųا Ʃ ħĥĐ אĨ ĵĥĐ אلĨ اجóìإ אıąđÖو ïĥä :ųا Ʃ رįĩè ĵĥĐ כאن ħıùęĬأ ģÝĜ أن ĵĥĐ ģĺوÉÝĤوا óĻùęÝĤا ģİأ אعĩäإ źijĤ ٨ Ŷن ñİا اóĨŶ כאن ïđÖ כ؛Ĥذ ĵĤإ óĨŶا فóĀ īכĩĺ ħĤ ÙĝĻĝéĤا ْ·Àِ u۪ Àَْ َY ُ~£ِ َ ٓž۪ ¿ا ¯ّ َ ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵĤإ ħıĐijäور ħıÝÖijÜ ٩ ³َُY ﴾اÙĺŴ،] اóĐŶاف، ١٤٩/٧] \ّرَ Y³َ¯ْ nَ yَْ À ْ َ َِئ ±ْ ª ¹ُا ª ªYَ ¹ُّاۙ ¢ «Šَ uْ َ ¢ ْ·َُ ²َّ َْوا ا َوَرا َ ِ~ ŸًYۙ] ﴾اóĐŶاف، ١٥٠/٧]. وïĜ ِ¹َْR۪µ šَ َ‹ْ ]َYن ا ¢ »ٰ ªِ ٓ« ا ~¹ٰ ®ُ •َjَ رَ Yَ ¯ّ َ Ĝאل: ﴿َوª ÙÖijĝĐ ģÝĝĤا نŶ ،اijĩĥùĺ ĵÝè ةóęכĤا ģÝĜ ģøóĤا īùĤأ ĵĥĐ ųا Ʃ óüع אدıäإ ĵĤإ óĨŶا اñİ فóāĺ أن Ĺĕ×ĭĺ כאنĘ ،مŻøŸا ÙÖijĝĐ ź óęכĤا ١ ح: أي اģÝĝĤ. ٢ ر: إن ħÝĥđĘ. .ģ×ĝÜ :ر ٣ ٤ ح: اÝĝĤאل. ٥ ح ر: īĐ ñİه. ٦ ح: Ĝאل. ٧ ط ر - اĨŸאم. ٨ ح: ĵĥĐ ذĤכ. ٩ ح ط ر + ħà. ٥ ١٠ ١٥ 922 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri itaatle yormalarına ve zorluklara katlanmalarına hamledilmesi gerekirdi. Çünkü “Falan kimse falan konuda kendisini öldürüyor.” denebilir. Bu sözle o kişinin gerçekten kendisini öldürdüğü kastedilmez, fakat kendisini o konuda çok yorduğu kastedilir. Öldürme emri başlangıçta, onlar için günahlarının cezası olarak değil de Allah’tan bir sınama olarak hakiki mânaya hamledilebilir. Başlangıçta Allah’ın, kullarını kendilerini öldürmeleri ile sınaması mümkündür. Allah “Eğer biz onlara hayatlarınızı feda edin diye yazmış olsaydık…” [ en-Nisâ 4/66] demiştir. Aynı şekilde bu emrin, kendilerinin yok olma ihtimali olsa da düşmanlarla savaşmaya hamledilmesi de mümkündür. Allah Teâlâ “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda öldürür ve öldürülürler.” [ et-Tevbe 9/111] buyurmuştur.1 55. Bir zaman da ‘Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız!’ dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız. [ el-Bakara 2/55] “Bir zaman da ‘Ey Mûsâ!’ dediniz.” Yani Ey Mûsâ, dediğiniz (günleri) hatırlayın. Çünkü sizin atalarınızdan Hz. Mûsâ’nın seçtiği, onunla beraber Tûr’a giden yetmiş kişi böyle demişti. “Sana asla inanmayız.” Yani, seni tasdik etmeyiz. Bu kelime “Sen bize inanmazsın.” [Yûsuf 12/17] âyetinde de bu anlamda kullanılmıştır. Yani “Bunun Allah’ın kitabı olduğunu, senin de Allah’ın kelamını işittiğini, Allah’ın bize o kitabı kabul etmemizi ve içindekilerle amel etmemizi emrettiğini doğrulamayız.” Bir görüşe göre kastedilen anlam, “Senin peygamberliğini tasdik etmeyiz.” şeklindedir. “Allah’ı açıkça görmedikçe.” Yani, ayan beyân Allah’ı görmedikçe [sana asla inanmayız]. Bu, Katâde’nin görüşüdür. Abdullah b. Abbas ise “aleni olarak görmedikçe” demiştir. Bu ikisi arasında fark vardır. Birincisi görmenin sıfatıdır; ikincisi, görünen şeyin sıfatıdır. 1 Mâturîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1/127-128. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 923 ĹĘ ħıĈاóĘŸ ïÐاïýĤا אلĩÝèوا įĤ ÙĐאĉĤوا ĵĤאđÜ ų Ʃ אدة×đĤאÖ ħıùęĬأ نijĭđĺ ź ،اñכ ĹĘ įùęĬ ģÝĝĺ نŻĘ :אلĝĺ أن õÐאä כĤوذ ،ħıÖر אنĻāĐ ÙĝĻĝè اģÝĝĤ وĤכī ijĭđĺن إđÜאįÖ إĺאİא. ģÝĝĤאÖ ħıĤ ųا Ʃ īĨ ÙĭéĨ ً وijåĺز أن ĺכijن اóĨŶ ÙĝĻĝéÖ اģÝĝĤ اïÝÖاء :ĵĤאđÜ אلĜ ، ً وų أن īéÝĩĺ Đ×אده ģÝĝÖ أħıùęĬ اïÝÖاء Ʃ ،ÕĬñĥĤ ÙÖijĝĐ ً ź ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ [اùĭĤאء، ٦٦/٤] وijåĺز ¹ٓا ا «ُcُ ْ َِن ا¢ َْÁِ·ْ ا «َ Y³َ]ْcَ¦َ Yَ ²َّ ¹َْ ا ] ﴿َوª أ ١٣٠] ١ åĩÖאïİة اïĐŶاء وإن כאن ıĻĘא ً أąĺא أن ĺכijن اóĨŶ ģÝĝÖ أħıùęĬ اóĨŶ ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ [اÙÖijÝĤ، ١١١/٩[ ا ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ َ ّ اà َٰ ْاَ‚c ٰyى ِR ±َ اª ِ ّن ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ .ħıęĥÜ ٢ ْ َcُ «¹َن﴾ [اÙÖijÝĤ، ١١١/٩[. £ُ ْ ُcُ «¹َن َوÀ £Áَžَ﴿ :įĤijĜ ĵĤإ ÙُĝَĐאِ āĤا ƪ ُ ħכُ Üْñَìَ אَĘَ ةً َ óْ ıäَ ųا َƩ َى óĬَ ĵÝ Ʃèَ כَ Ĥَ īَ ĨِËْ Ĭُ īْ Ĥَ ĵøijٰ ُ َא Ĩ ĺ ْ ħُ َ ِا ْذ ُĜْÝĥ -٥٥ و ُ َون óčُ ْ ĭÜَ ْ ħُ َ َاْÝĬ و َY ُ ®¹ٰ ﴾»~أي واذכóوا ً أąĺא إذ ħÝĥĜ ĺא ĵøijĨ !أي إذ Ĝאل À ْcُ ْ ِ ْذ ¢ُ» وįĤijĜ:﴿ َوا ٣ إĵĤ اijĉĤر. įđĨ اij×İذ ĵÝè ĵøijĨ ħİאرÝìا īĺñĤا ħכĘŻøأ īĨ نijđ×ùĤا ﴾Y³ََ ª ±ٍ®ِQْ¯ُ ِ \ aَ ²َْ َ ¥َ﴾ أي īĤ ĜïāĬכ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوَRٓY ا ª ±َ ®ِQُْ ² ±ْ َ ª﴿ :įĤijĜو ųا Ʃ وأن ųا Ʃ مŻכ Ûđĩø כĬوأ ųا Ʃ אبÝכ اñİ أن ĵĥĐ כĜïāĬ īĤ أي] ١٧/١٢ ،ėøijĺ] .כÝĤאøóÖ أي :ģĻĜو .įÖ ģĩđĤوا įĤij×ĝÖ אĬóĨأ ًא، وijİ ijĜل ÝĜאدة. وĜאل اīÖ Đ×אس ĬאĻĐ ųا Ʃ ََyى ّ اà َٰ َjْ·َyًة﴾ أي óĬى ² »ٰ cّnَ ﴿ :įĤijĜو .ĹÐóĩĤا ÙęĀ ÙĻĬŻđĤوا ،أيóĤا ÙęĀ אنĻđĤا :قóĘ ٌ אĩıĭĻÖو .ÙĻĬŻĐ :ġ ا. ً ١ ح: أóĨ ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٢٨-١٢٧/١ .ûĨאİ çĀ ،įÖ :م ٣ ٥ ١٠ ١٥ 924 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas’tan aktarılan bir rivayete göre âyette takdim-tehir vardır ve mâna şudur: “Siz apaçık böyle söylediniz.” Bu durumda “açıklık” görmenin değil, söylemenin sıfatıdır. Bu, sesli bir şekilde okumak yani cehri kıraat ve günahları açıkça yapma gibidir. Birinci görüşe göre ise “açıklık” görmenin sıfatı olmakta; arada engel olmadan, açıkça, uyku ve benzeri şekilde olmaksızın görme isteği anlamına gelmektedir. Cehertü’ş-şey’e, bir şeyi görünür kıldım, yani onu açığa çıkardım, izhar ettim denilir. Kuyunun suyu çamur ile kaplandıysa ve sen onu temizleyip suyunu ortaya çıkardıysan cehertü’l-bi’re (Kuyuyu görünür kıldım) dersin. Aynı şekilde bir adamın sesi bariz yüksek ise savtün cehîr veya racülün cehveriyyün denilir. Vechun cehîr, “Apaçık görünen parlak yüz” demektir. Bir adama arada herhangi bir engel olmadan baktığında cehertü’r-racüle dersin. Şair Ahtal şöyle demiştir: Gün olur, istediğin zaman (vermekte) ondan daha cömerdini (görmedim) Meydan okunduğunda ondan daha açıkça ortaya çıkanı da (görmedim) “Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı.” Buradaki es-sâ‘ikatü kelimesi ses, ateş, vb. korkunç, ölümcül ya da aklı baştan alan her şey anlamına gelir. Âyette bu kelime ile neyin kastedildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Süddî, “Gökten inip onları yakan bir ateştir.” demiş, Katâde ve Rebî‘ “Ölümdür.” demiştir. Bir görüşe göre bu öldürücü ses, başka bir görüşe göre ise “Onları sarsıntı yakalayınca bayıldılar.” [ el-A‘râf 7/155] âyetinde zikredilen zelzeledir. Bunun da aslı titremek/sarsıntıdır. “Siz de bakakaldınız.” Yani, siz yıldırıma bakıp dururken. Eğer es-sâ‘ikatü kelimesi ile kastedilen şey ateşse, onu görmüşlerdir. Eğer ölümcül bir ses/çığlık ise ilk başta bir kısmını öldürmüş, kalanlar da onların öldüklerini görmüşlerdir ki burada “ölümü görmek” mecazi bir ifadedir. Benzer kullanım “Andolsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.” [ Âl-i İmrân 3/143] âyetinde de vardır. Bir görüşe göre “Siz de bakakaldınız.” sözü Hz. Muhammed aleyhisselâm dönemindekilere hitaptır. Yani, “O, size öncekilerin haberini veriyor, siz de bu haber verdiği şeyleri biliyorsunuz ama sadece ona bakıyorsunuz, iman etmiyorsunuz.” demektir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 925 .óĻìÉÝĤوا ħĺïĝÝĤا ĵĥĐ ،ةóıä ħÝĥĜ وإذ :אهĭđĨ أن Ùĺروا ĹĘ אس×Đ īÖا īĐو واóıåĤة ďäóÜ إĵĤ اijĝĤل وijİ כאóıåĤ ÖאóĝĤاءة وijİ إıČאرİא، واåĩĤאóİة ÖאđĩĤאĹĀ ا ź ĹĘ اijĭĤم وijéĬه، ĝĺאل: ً óİאČ אبåè ŻÖ ÙĺؤóĤا الËø ĵĤإ ďäóĺ ولŶوا .כĤñכ īĻĉĤאÖ ĵّ َ" إذا כאن Ĩאؤİא ïĜ ĉĕĺ óÑ×Ĥا تó ُ َ ıَ ١ כįÝęý وأįÜóıČ، و”ä óت اĹýĤء” ُ َ ıَ ä” ّ ِ اijāĤت إذا כאن įÜijĀ ، ورģä ijıäري ٌ óĻıä تijĀو ٌ ،אęĀو אİאؤĨ óıČ ĵÝè įÝّ ĻĝĭĘ óت اģäóĤ واįÜóıÝä إذا َ óčĬت إįĻĤ ُ َ ıَ ً ا، ووįä óĻıä أي Čאóİ اĄijĤאءة، وä א Čאóİ ً ĻĤאĐ ٢ :ģĉìŶا אلĜ .אبåè óĻĔ īĨ ٣ ُ óَ ıَ Ýåْ ُ ĺ īĻ َ èِ ُ įْ ĭĨِ َ óَ ıäْ َ ÉÖِ źو ُ įĤÉُ ْ ùَ Ü īĻ َ èِ ُ įْ ĭĨ َ ijäÉÖد ًא ْ Ĩijĺ ħıęĤوا ģĝđĥĤ ģĺõĨ أو ÛĻĩĨ ģÐאİ óĨأ ģכ Ĺİ ﴾_ُ£َ Yِ َ‡ªا ّ ُ§ ُ bْwَ rَ َ Yžَ﴿ :įĤijĜو ا ً ا وĺכijن óĻĔ ذĤכ. واėĥÝì ıĻĘא ĭıİא. Ĝאل اïùĤي: כאÛĬ Ĭאر ً ًא وĺכijن Ĭאر وĺכijن ÜijĀ ÛĤõĬ īĨ اĩùĤאء ħıÝĜóèÉĘ. وĜאل ÝĜאدة واďĻÖóĤ: Ĺİ اijĩĤت. وģĻĜ: اijāĤت، وĨאijÜا َ ْjُŸَ] ﴾_اóĐŶاف، yªا ّ ُ·ُbْwَ rَ َ Y ا َٓ ¯ّ َ įÖ وĹİ اÙęäóĤ اĹÝĤ ذכóت ĹĘ ijøرة اóĐŶاف: ﴿žَ» ١٥٥/٧] وأıĥĀא اóĉĄźاب. ا ïĝĘ Đאİijĭĺא، وإن כאÛĬ ً ³َْ ُُy َون﴾ أي إĵĤ اāĤאÙĝĐ ÍĘن כאÛĬ Ĭאر b ْcُ²َْ وįĤijĜ:﴿ َوا Ùĺرؤ اñİ ĵĩùĺو .اijÜאĨ ħıĬأ نijĜא×Ĥا ورأى źأو ً ħıąđÖ įÖ אتĨ ïĝĘ ŻÐאİ ً אً ÜijĀ ه¹ُ̄ ُ cُÀَْ ۖ ْ£َžَu َرا ْ ُ¹ْ£َه «َ َ ْن b َ ْ[ِ© ا ْ َ̄¹ْ َت ِR ±ْ ¢ َ¹َْن اª ³ّ¯َ َ b ْcُ³ْ¦ُ uْ£ََ ً ا. Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َوª اijĩĤت åĨאز ﴾ [آل óĩĐان، ١٤٣/٣] . ۟ ³َْ ُُy َون b ْcُ²َْ َوا ħכó×íĺ أي ،مŻùĤا įĻĥĐ ĵęĉāĩĤا óāĐ ģİŶ אبĉì ﴾ونَ yُُ ³َْ b ْcُ²َْ وģĻĜ:﴿ َوا رijøل Ʃ اų ĩÖא כאن īĨ أĘŻøכħ وijĩĥđÜن أįĬ Āאدق وóčĭÜون إįĻĤ ŻĘ ijĭĨËÜن. ١ ح + أي. ĹĭÖ īĨ óĐאü م ٧٠٨ / ـİ ٩٠.ت (،ģĉìŶا وóĩĐ īÖا ÙĜאرĈ īÖ ÛĥāĤا īÖ ثijĔ īÖ אثĻĔ כĤאĨ ijÖأ ijİ ٢ :ħİóāĐ ģİأ óđüأ ħıĬأ ĵĥĐ ěęÝĩĤا ÙàŻáĤا ïèأ ijİو ،ħıכijĥĨ حïĨ īĨ óáوأכ ،אمýĤאÖ ÙĻĨأ ĹĭÖ ïıĐ ĹĘ óıÝüا ،ÕĥĕÜ ،ħİóĐאü כאنĘ īĻĺijĨŶאÖ ģāÜوا) اقóđĤאÖ) ةóĻéĤا افóĈأ ĹĘ ،ÙĻéĻùĩĤا ĵĥĐ ÉýĬ .ģĉìŶوا ،زدقóęĤوا ،óĺóä ؛٤٥١/٢ ،ĹéĩåĥĤ اءóđýĤا لijéĘ אتĝ×Ĉ :óčĬا .óđü انijĺد įĤ .هóđü واةóĤا ģĜאĭÝĘ ،زدقóęĤوا óĺóä ďĨ ĵäאıÜو اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٢٣/٥ ٣ اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ١٠٤؛ اĔŶאĹĬ ĀŹĤ×ıאĹĬ، .٤٥/١١ ٥ ١٠ ١٥ 926 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre ise “Siz de bakakaldınız.” ifadesi “ Muhammed aleyhisselâmı yalanlamanızdan ötürü onlara indirilen şeyin size de indirilmesini bekliyorsunuz.” demektir. Buna benzer kullanım “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de yararlanalım.” [ el-Hadîd 57/13] âyetinde mevcuttur. Bu âyetin kıssası şu şekildedir. Tûr dağına çıkmak için Hz. Mûsâ’nın seçtiği yetmiş kişi, Allah, Hz. Mûsâ ile konuştuktan ve ona levhaları verdikten sonra Hz. Mûsâ’ya “Bizim senin üzerinde hakkımız var. Bizler senin yakın dostların ve seçilmiş kişileriz. Seninle beraber dağa çıktık ve kavmimizin yaptığı şeyi yapmadık [puta tapmadık]. Dolayısıyla Allah’ı bize açıkça göster de senin onu gördüğün gibi biz de görelim.” dediler. Hz. Mûsâ onlara “Ben Allah’ı görmedim. Onu görmeyi istedim, ama Allah bunu reddetti, ardından dağa tecelli etti ve onu yok etti, ben de düşüp bayıldım. Ayıldığım zaman Allah’a tövbe ettim ve anladım ki o, dünyada görülmezmiş.” dedi. Onlar “Allah’ı açıkça görmedikçe senin peygamberliğini onaylamayacağız.” dediler. Ardından bir yıldırım onları çarpıverdi. Hz. Mûsâ “Ey Rabbim! Eğer isteseydin onları buzağıya tapanlarla birlikte bugünden önce de helâk ederdin.” dedi. Sonra Allah Hz. Mûsâ’nın duasıyla öldükleri gün onları tekrar diriltti ve onlar ecelleri gelinceye kadar yaşadılar. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Mu‘tezile, rü’yetullahı red konusunda bu âyetin zâhirine tutunur. Bize göre burada Allah’ın görülemeyeceğinin değil, aksine görülebileceğinin delili vardır. Çünkü o yetmiş kişi Hz. Mûsâ’dan Allah’ı görmeyi istediklerinde Hz. Mûsâ, onlara böyle bir istekte bulunmayı yasaklamadı. Aynı şekilde Hz. Mûsâ Allah’tan bunu istediğinde Allah da ona bu konuda yasak getirmedi, aksine “Eğer dağ yerinde durursa sen de Beni görebilirsin.” dedi ki bu, rü’yetullahın gerçekleşmesinin tasavvur edilebilecek şarta (dağın yerinde durmasına) bağlanmasıdır. Aynı şekilde sahâbe de Hz. Peygamber aleyhisselâma “Rabbimizi görecek miyiz?”1 diye sorduklarında o, sahâbeye bu şekilde soru sormayı yasaklamadı. Âyette bahsi geçen İsrâiloğulları’nı yıldırımın çarpma sebebi, onların bu soruyu doğruyu bulmak için değil, inat ve zorluk çıkarmak için sormalarıdır. Bir görüşe göre onlar, “Asla iman etmeyeceğiz.” sözleri sebebiyle cezalandırılmışlardır.2 1 Bkz. Buhârî, “Evkātu’s-salât”, 15; Müslim, “ İman”, 299-303. 2 Mâturîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 132,133. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 927 ħכÖ لõĭĺ أن ħıÖ لõĬ אĨ ģáĨ ونóčÝĭÜ أي ،ونóčĭÜ ħÝĬوأ אهĭđĨ [ وģĻĜ:] ١٣٠ب ِ ُ¦ْ﴾ [اïĺïéĤ، ١٣/٥٧[. ¹ُر ² ±ْ ®ِ }ْ ]ِcَ ْ £َ ² Yَ ÝĤכĺñ×כħ ً ïĩéĨا įĻĥĐ اŻùĤم وijİ כįĤijĝ: ﴿ ْا² ُُyو² ïđÖ ĵøijĩĤ اijĤאĜ ģ×åĤا ĵĤإ قŻĉĬŻĤ ĵøijĨ ħİאرÝìا īĺñĤا īĻđ×ùĤا أن :įÝāĜو א đĨכ َ ĭ ْ ُכ، َ اĉĬَĝĥ Ü َ ó َ ًא؛ ĬÍĘא أéĀאÖכ ِوĻì Ĩא כįĩĥ Ʃ اų وأĉĐאه اijĤŶاح: «إن ĭĤא ĻĥĐכ ĝè :ĵøijĨ אلĝĘ .«įÝĺرأ אĩכ įĻĤإ óčĭĬ ةóıä ųا Ʃ אĬرÉĘ ِ אĭĨijĜ ďĭĀ אĨ ďĭāĬ ħĤو ģ×åĤا ĵĤإ . ّ א ĹĥĐ Ƭ ّא ُ وóìرت ĻýĕĨ دכ įĥđåĘ ģ×åĥĤ ĵĥåÜو ĹĥĐ ĵÖÉĘ ÙĺؤóĤا įÝĤÉø ïĝĤو įÝĺرأ אĨ» ź ųوا Ʃ » : اijĤאĝĘ .«אĻĬïĤا ĹĘ ىóĺ ź įĬأ Ûĭĝĺوأ ĹÝĤÉùĨ īĨ ųا Ʃ ĵĤإ Û×Ü ĩĥĘא أÛĝĘ ُ אĺ :ĵøijĨ אلĝĘ .اijĜóÝèאĘ ÙĝĐאāĤا ħıÜñìÉĘ «ةóıä ųا Ʃ ىóĬ ĵÝè ÙĤאøóĤאÖ כĜïāĬ اijÜאĨ مijĺ ųا Ʃ ħıáđÖ ħà ،ģåđĤا אبéĀأ ďĨ مijĻĤا اñİ ģ×Ĝ īĨ ħıÝכĥİأ ÛÑü ijĤ رب .ħıĤאäآ ÛĜو ĵĤإ اijüאđĘ مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ אءĐïÖ :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè אıĻĘ ÷ĻĤ אĬïĭĐو ،ųا Ʃ Ùĺرؤ ĹęĬ ĵĥĐ ÙĺŴا óİאčÖ ÙĤõÝđĩĤا ÛĝĥđÜ אĩĤ مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ نŶ כĤوذ ،אıÜא×àإ אıĻĘ ģÖ ÙĺؤóĤا ĹęĬ ĵĥĐ ģĻĤد ģäو õĐ įÖر ١ لÉø כĤñوכ .כĤذ īĐ ħııĭĺ ħĤ ÙĺؤóĤا نijđ×ùĤا įĤÉø ﴾¿ۚ ³À۪ yٰ َ b فَ ¹َْ žَ µُ َ ²Y§َ ®َ َ yّ£َcَ~اْ نِYِžَ﴿ :אلĜ ģÖ כĤذ īĐ įıĭĺ ħĥĘ ÙĺؤóĤا ُijāÝر وכĤñכ ÛĤÉø ُ اéāĤאÙÖ َ رijøل [اóĐŶاف، ١٤٣/٧] وñİا ٌ ěĻĥđÜ ĩÖא ĺ ٣ وإĩĬא أñì .כĤذ īĐ ħııĭĺ ħĥĘ «א؟َ ĭ ƪ ٢ رÖ َى óَ Ĭَ Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم ĝĘאijĤا: «أ źËİء اāĤאÙĝĐ ħıĬŶ ħĤ ijĤÉùĺا Ëøال اüóÝøאد وإĩĬא ijĤÉøا Ëøال ٥ .«“īĨËĬ īĤ” ٤ :ħıĤijĝÖ اij×ĜijĐ אĩĬإ :ģĻĜو .ÛĭđÜ ١ ط ر + ijİ. ٢ ر: ارĹĬ. .٣٠٣-٢٩٩ ،אنĩĺŸا ،ħĥùĨ çĻéĀ ؛١٥ ،ةŻāĤا ÛĻĜاijĨ ،אريé×Ĥا çĻéĀ :ßĺïéĥĤ óčĬا ٣ ٤ ح: įĤijĝÖ. ٥ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٣٣-١٣٢/١ ٥ ١٠ ١٥ 928 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu [yani “Asla iman etmeyeceğiz.” şeklindeki sözleri] onlardan sadır olmuş açık bir küfürdür. Ayrıca bu âyet, Hz. Peygamber aleyhisselâmın nübüvvet davasında doğru olduğunun da delilidir. Çünkü Hz. Peygamber aleyhisselâm onlara kendilerinin bilmediği, ancak Allah’ın bildirmesi ile bilinebilecek şeyleri haber vermiştir. Yine bu âyette yeniden dirilişi inkâr eden Arap müşriklerine karşı da bağlayıcı delil bulunmaktadır. 56. Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik. [ el-Bakara 2/56] “Ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.” Yani, Hz. Mûsâ’nın duasıyla size tekrar hayat verdik. Ba‘s kelimesi Kur’ân’da çeşitli anlamlarda kullanılmıştır: 1. Yeniden diriltme anlamında kullanılmıştır: “Yeniden dirilme gününe kadar…” [ er-Rûm 30/56]. 2. Haber verme anlamında kullanılmıştır: “Böylece aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik.” [ el-Kehf 18/19] 3. Gönderme anlamında kullanılmıştır: “Andolsun, biz her ümmete elçi gönderdik.” [ en-Nahl 16/36] “Şükredesiniz diye” Yani, tevhid ve ibadetle geçecek olan hayat nimetine şükredesiniz diye. Bir görüşe göre, “Bağışlanmanıza şükredesiniz diye” denilmiştir. Bu âyetteki hem bu “Şükredesiniz diye/umulur ki şükredersiniz.” âyetinde hem daha önceki âyetlerde geçen “Doğru yolu tutasınız diye/umulur ki doğru yolu tutarsınız.” [ el-Bakara 2/53] ifadesinde anlamın “şükredesiniz diye” ve “hidâyete eresiniz diye” olduğu söylenmiştir. Mu‘tezile hem bu âyetlere hem de “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” [ ez-Zâriyât 51/56] âyetine dayanarak Allah’ın küfür ve günahı değil de bunları [yani hidâyeti, şükrü, ibadeti] irade ettiğini söyler. Fakat biz bu ifadelerin mânasının “Bana şükretmeye, bana ibadet etmeye ve benim dinime girmeye sizi sevk etsin, ilzam etsin diye” şeklinde olduğunu söylüyoruz. Eğer Allah onlardan, bunları istemiş olsaydı, onlar kesinlikle bunu yaparlardı. Eğer Allah bunu irade ettiği hâlde bu olmasaydı o zaman Allah sadece temenni etmiş [ve bu temennisi gerçekleşmemiş] olurdu ki Allah bundan münezzehtir, O, yüce ve uludur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 929 ïĝĘ ؛ÙĤאøóĤا ىijĐد ĹĘ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا قïĀ ĵĥĐ ÙĺŴا Ûّ وñİا כóę ħıĭĨ. ودĤ Ʃ اų đÜאĵĤ. وıĻĘא إõĤام اÙåéĤ īĨ אر×ìÍÖ źإ ħĥđُ ĺ źو įĩĥĐ ħİïĭĐ īכĺ ħĤ אĩĐ ó×ìأ .بóđĤا اijכóýĨ ħİو تijĩĤا ïđÖ ßđ×Ĥا يóכĭĨ ĵĥĐ ُ َون óכُýْ Üَ ْ ħכƪĥُ َ đĤَ ْ ħכُ Üِ ْ ijَ Ĩ ïِ ْ đَ Ö īْ Ĩِ ْ َ ُאכħ ĭáْ َ đَ Ö ƪ ħàُ -٥٦ ِ ُ§ ْ﴾ أي أĭĻĻèאכħ ĐïÖאء ĵøijĨ įĻĥĐ اŻùĤم. b¹ْ®َ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ ْ¦Yُ ³َgْ َ َ \ َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو َْ[ْ ِeۘ] ﴾ اóĤوم، ٥٦/٣٠]. ِ اª ¹َْم À »ٰ ªِ ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ אءĻèŹĤ :אنđĩĤ آنóĝĤا ĹĘ ßđ×Ĥوا ۜ﴾ [اĤכėı، ١٩/١٨[. وŹĤرøאل، ْ·ُ³َÁَْ ¹ُا \ ªءYَ َٓ cَÁَِ ª ْ ¶Yُ ³َgْ َ َ \ ¥َ ِ ªwٰ ¦َوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ١ وĬŹĤ×אء، َ ٍ_ َر ُ~ ¹ًÊ] ﴾اģéĭĤ، ٣٦/١٦[. ®ّ ُ ِ ا ©ّ¦ُ ¿ž۪ Y³َgْ َ َ \ uْ£ََ Ĝאل: ﴿َوª َ ƒْ ُ§ُy َون﴾ أي ýÝĤכóوا ÙĩđĬ اĻéĤאة ÖאïĻèijÝĤ واĉĤאÙĐ. وģĻĜ: b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ :įĤijĜو .ħכĭĐ ijęđĤا واóכýÝĤ :įĤijĜو אتĺÇÖ אıĥ×Ĝ ĹÝĤا ÙĺŴا ĹĘو ÙĺŴا هñİ ĹĘ ﴾ونَ yُ§ُ ƒْ َ b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ :įĤijĜ ħà ٢ َْ·َc ُu َون﴾ [اĤ×óĝة، ٥٣/٢] وïĜ ورد اóĻùęÝĤ ÉÖن ĭđĨאه: ýÝĤכóوا وïÝıÝĤوا. ّ ěĥđÜ b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ َِÁْ ُ ]ُu ِون﴾ [اñĤارĺאت، ٥٦/٥١] ª َ Êِّ ²ِْ َ{ ا َ َو ْاÊ ±ّ kِ ْ ªا aُ ْ £َ «rَ Y®َوَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĝÖو ÙĤõÝđĩĤا įÖ أن Ʃ اų أراد ذĤכ دون اÙĻāđĩĤ واĤכóę. Ĥכī ijĝĬل: ĭđĨאه: ĨõĥĻĤכħ üכóي وĐ×אدĹÜ ħıĭĨ כĤذ أراد ijĤ įĬÍĘ ٥ ٤ أراد ħıĭĨ ذĤכ ijĥđęĤا، ijĤ [ أ ١٣١] ٣ واïÝİźاء إĵĤ دĹĭĺ، إذ ٧ ا. ً ا כ×óĻ Ƭ ijĥĐ כĤذ īĐ ٦ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ א ً ĻĭĩÝĨ כאن īכĺ ħĤو ١ م: وĬŹĤ×אه، çĀ İאûĨ. ٢ ح: ّ وěĥđÜ. ٣ ر - أن اų أراد ذĤכ دون اÙĻāđĩĤ واĤכóę Ĥכī ijĝĬل ĭđĨאه ĨõĥĻĤכħ üכóي وĐ×אدĹÜ واïÝİاء إĵĤ دĹĭĺ إذ. ٤ ر: ĭĥĜא إن اų đÜאĵĤ إن. ٥ ر + ذĤכ. ٦ ح: đÝĺאĵĤ. ا. ً ا כ×óĻ Ƭ ijĥĐ כĤذ īĐ ĵĤאđÜ ųوا ... אتĺÇÖ אıĥ×Ĝ ĹÝĤا ÙĺŴا ĹĘو ÙĺŴا هñİ ĹĘ ﴾ونَ yُ§ُ ƒْ َ b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ įĤijĜ ħà - ط ٧ ٥ ١٠ ١٥ 930 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kuşeyrî şöyle demiştir: Arada ilâhî heybet niteliği olmaksızın Allah’ın zâtını görmeye yeltenmek hürmeti terk etmenin açık ifadesi olur. Bu da Allah’ın yardımından uzak kalmanın ve kısmetsizliğin belirtilerindendir. Kurbetin incelikleri ile birlikte azîz olan Allah’ın keşifl erine sahip olmak vuslatın belirtilerinden ve mutluluğun alâmetlerindendir. Hiç şüphesiz onlar, edebi terk ederek cahilce şeyler söyleyince onları bir sarsıntı ve titreme tutuverdi.1 Aynı şekilde Kuşeyrî önceki âyet hakkında şöyle demiştir: Kendini öldürerek tövbe etmek bu ümmet için mensuh değildir. Fakat İsrâiloğulları’nın ( tövbe olarak) kendini öldürmesi açıkça idi, bu ümmetin tövbesi kendilerini, kendilerinde gizlice öldürmesidir. Allah’a yönelmede ki ilk adım Allah için nefi sten sıyrılmaktır. 2 Yine o şöyle demiştir: İnsanlar İsrâiloğulları’nın tövbelerinin (kendilerini öldürmelerinin) en zor şey olduğunu zannediyorlar. Oysa durum onların zannettiği gibi değildir. Çünkü onların kendilerini öldürmeleri tek sefere mahsus bir şeydi. Bu ümmetin seçkinlerinin kendini öldürmesi her an devam etmektedir. Nitekim şöyle denilmiştir: Ölüp de rahata kavuşan kimse ölü değildir Asıl ölü yaşayanların ölüsüdür Bir başkası şöyle demiştir: Mahlûkatın kabirleri toprak altındadır Hevâsına uyan kişilerin kabirleri ise elbiseleri altındadır3 57. Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ve bıldırcın indirdik. ‘Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin.’ dedik. Onlar bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı. [ el-Bakara 2/57] 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 47-48. 2 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 47. 3 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 47. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 931 :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè ،ÙĨóéĤا كóÝÖ אحąÝĘا Ù×ĻıĤا ÛđĬóĻĔ ĵĥĐ اتñĤا ÙđĤאĉĩĤضóđÝĤا« ّة óĝĨوĬא وذĤכ īĨ أĨאرات اĤ×ïđ واijĝýĤة. واĹĤijÝĤ ĩÖכאęüאت اõđĤ ęĈŻĩÖאت اÙÖóĝĤ īĨ ĨŻĐאت اÙĥĀijĤ ودźźت اđùĤאدة ŻĘ óäم ĩĤא ١ أijĝĥĈا ùĤאن اģıåĤ ÙĬijđĩÖ óÜك اÙĩýéĤ أħıÜñì اÙęäóĤ واÙĝđāĤ«. وĜאل أąĺא ĹĘ اÙĺŴ اŶوĵĤ: ģĻÐاóøإ ĹĭÖ أن ّ źإ ÙĨŶا هñİ ĹĘ ÙìijùĭĨ óĻĔ سijęĭĤا ģÝĝÖ ÙÖijÝĤا« ħıùęĬأ ĹĘ ħıùęĬأ ģÝĝÖ ħıÝÖijÜ ÙĨŶا هñİو اóıä ħıùęĬأ ģÝĜ ħıĤ כאن ٣ .«ų Ʃ ÷ęĭĤا īĨ ٢ وجóíĤا ųا Ʃ ĵĤإ ïāĝĤا ĹĘ ٍ ّ ل َïĜم ً ا، وأو óø ّijĩا؛ ّ ÍĘن İijÜ אĩכ÷ ĻĤو ěüأ ƪ ÛĬכא ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ÙÖijÜ أن אسĭĤا ħّ İijÜ ïĝĤو :אلĜ ذĤכ כאن óĨة واïèة، وأģİ اijāíĤص īĨ ñİه اÙĨŶ ħıĥÝĜ أħıùęĬ ĹĘ כģ ÙčéĤ. ٤ :ģĻĜ ïĜو ٥ אءĻ ِ èْ Ŷا َ Ûُ ِ ّ Ļَ Ĩ Ûُ ْ Ļ َ َ א اĩĤ ĩĬإ Ûٍ ْ Ļ َ ĩÖ َ َ اح óÝøאĘ אتĨ َ īَ Ĩ ÷ĻĤ َ ٦ وأïýĬ óĻĔه: ٌ ُijر َ ِ אب ُĜ× Ļِ ّ áĤا Ûَ éْ َ Ü ْ ħُ ٧ ِر َä ٌ אل َıĤ َى ij َ ıĥْĤِ َ َ ِ اب و óƫ ÝĤا Ûَ éْ َ َى Ü َر ُ اijĤ ُijر ×Ĝُ َא َ ِ אت Ĩ ×ِ ّ ĻĈَ īْ Ĩِ اijĥُכُ ىۜ ٰ ijĥْ ƪ َ اùĤ َ īƪ و ُ ْاĩĤ ُכħ ْ ĻĥَĐَ אَ ĭĤْõَĬْاَ َ َ و َ אم ĩĕَĤاْ ُ ُכħ ْ ĻĥَĐَ אَ ĭĥƪĥْ Čَ َ -٥٧ و ُ َijن ĩĥِčْ َ ĺ ْ ħُ ı َ ùęُĬْاَ اijٓ ُĬכאَ īْ כِ Ĥٰ َ ُ َĬijא و ĩĥَČَ אَ Ĩَ ْۜ و َ ُאכħ َ َزْĭĜ ر ١ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، /١ .٤٨-٤٧ ٢ ح: واóíĤوج. ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، /١ .٤٧ īÖź ħčĐŶا ćĻéĩĤوا ħכéĩĤا ؛»ħĻĩĤوا אءÝĤا אبÖ» ،يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ :óčĬا .ĹĬאùĕĤا ءŻĐóĤا īÖ يïđĤ ÛĻ×Ĥا ٤ ïĻøه، «ع-ش-ث». ٥ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، /١ .٤٧ óĨ ĵĥĐ ÙĻ×đýĤا įđÖاijĈو óđýĤا ؛٣٧٠/١٠ ،ĹĬאı×ĀŷĤ אءĻĤوŶا ÙĻĥè :óčĬا .ųا įĩèر Ĺĥ×ýĤا ĵĤإ Õùĭĺ ÛĻ×Ĥا اñİ ٦ اijāđĤر ĹĜijýĤ ėĻĄ، ص. .١٢٧ ٧ ر: واïĭåĤل. ٥ ١٠ ١٥ 932 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Bulutu üstünüze gölge yaptık.” Yani, bulutu sizin için gölgelik yaptık, onu sizi gölgeler hâle getirdik. ez-Zulletü güneşlik örtü demektir. ez-Zıllu’lzalîl, sürekli gölge demektir. Sultan, başına güneş vurmuş kimsenin sığındığı gölgelik gibi zıllullahtır [Allah’ın ihsan ettiği gölgeliktir]. Yani, Allah katından kullar için bir sığınaktır. Abdullah b. Abbas’a göre gamâm, bulut demektir. Süddî’ye göre ise beyaz buluttur. Semayı örttüğü için o, bu şekilde isimlendirilmiştir. Gumme, kapalı şey demektir. Gam ise kalbi örten hüzün demektir. Gamem, saçın kafayı ve alnı örtmesi demektir. Racülün agamm (gür saçlı adam), imraetün gammâ (gür saçlı kadın) sözü buradan gelir. Kapalı gecede hilal görünmediğinde, onu bir şey örttüğünde gumme’l-hilalü denilir. Tegamgum açık olmayan bir şekilde konuşmak demektir. Âyetteki anlam “Tîh çölünde sizin için böyle yaptık, bulutu üstünüze gölgeledik.” şeklindedir. “Size kudret helvası indirdik.” Abdullah b. Abbas, “O, ağaç üzerine düşen ve bulunan ve insanların yediği bir şeydir.” demiştir. Rebî‘ b. Enes, “O, kendilerine indirilen bir içecekti, onlar bunu su ile karıştırıp içiyorlardı.” demiştir. Vehb, “O, lavaş ekmeğidir.” demiştir. Süddî, “O, zencefildir.” demiştir. Katâde, “O, kudret helvasıdır. Fecrin doğuşundan, güneşin doğuşuna kadar kar şeklinde iniyordu.” demiştir. Bu görüş en meşhur ve en açık olandır. Şöyle denilir: Bu, Allah’ın kullarına, onlar tarafından herhangi bir yorulma olmadan, bir tek tohum dahi ekmeden verdiği hediyesidir. Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Mantar, kudret helvası cinsindendir. Suyu göze şifadır.”1 sözü de bu bağlamdadır. Yani o, Allah’ın kullarına ekme ve sulama olmaksızın ikramıdır. İkrime, “O, yoğun (katı) meyve suyu gibi idi.” demiştir. “Ve bıldırcın” Bir görüşe göre buradaki es-selvâ bıldırcındır. Abdullah b. Abbas, “Bıldırcına benzeyen, beyaz bir kuştur. Güney rüzgârları onların üzerine bu kuşları topluyordu.” demiştir. Şöyle de demişlerdir. “Rüzgâr, o kuşun kafasını kesiyor, karnını yarıyor ve tüylerini yoluyor, güneş de onu pişiriyordu. Onlar da kudret helvası ile birlikte bunu yiyorlardı.” Bir görüşe göre bu, rengi kırmızıya çalan, güvercin gibi semiz bir kuştur ve daha ziyade Yemen taraflarında yaşar. 1 Buhârî, “Tefsîr”, 2/4; Müslim, “Eşribe” 157-158. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 933 א ّ اģčĤ، وijİ ً ĻĝĥĨ أي ،ħכĤ ŻčĨ Ƭ אهĭĥđä أي﴾ مYَ ¯َ ›َ ْ ªا ُ§ ُ Áَْ «َ Y³َ ْ « َّ وįĤijĜ:﴿ َو ’َ» ًى وÉĨ أي ųا Ʃ ģČ אنĉĥùĤوا ،ħÐاïĤا ijİ ģĻĥčĤا ُ ģ ƫ ِ ّ čĤوا ،Ùُĥƪčِ ُ Ùĥ اóÝùĤة اĩĤ ƫ óđĨوف، واčĤ .ƫ óَ éĤا įÖאĀأ īَ Ĩ įĻĤإ ويÉĺ يñĤا ģčĤכא ųا Ʃ ïĭĐ īĨ ěĥíĥĤ واĩĕĤאم اéùĤאب ïĭĐ اīÖ Đ×אس، وijİ اéùĤאب اăĻÖŶ ïĭĐ اïùĤي. Ĺĩø įÖ ُ ħ َ ĩَ ĕĤوا ،ÕĥĝĤا óÝùĺ نõè ٌ ƫ ħَ Ù اóĨŶ اijÝùĩĤر، واĕĤ ƪ ĩُ ƫ اĩùĤאء أي İóÝùĺא، واĕĤ ħُ ĕ َ ĺ įّ ĬŶ ƪ ُ اŻıĤل" إذا ƪ אء īĨ ذĤכ، و” ُħĔ ĩĔَ أةóĨوا ƫ أħĔ أن óÝùĺ َ اóđýĤ اęĝĤא واåĤ×Ùı، ورģä َ ٢ ذĤכ אĭĥđĘ أي .īĻ×ĺ ź مŻכÖ ħĥכÝĤا ħĕĩĕÝĤوا ،Ĺƪ ĩُ ĕĤا ÙĥĻĤ ١ ٌ وijİ َ وóÝøه Ĺüء ó ُ ĺ ħĤ .įĻÝĤا ĹĘ ħכÖ .אسĭĤاįĥכÉĻĘóåýĤاĵĥĐćĝùĺ אĨ ijİ :אس×Đ īÖا אلĜ ﴾َ ±ّ ¯َ ْ ªا ُ§ ُ Áَْ «َ Y³َْ ª{َ²َْ وįĤijĜ﴿ َوا אلĜو .įĬijÖóýĻĘ אءĩĤאÖ įĬijäõĩĺ اijĬכאĘ ħıĻĥĐ لõĭĺ כאن ابóü ijİ :÷Ĭأ īÖ ďĻÖóĤا אلĜو وכאن īĻ×åĬóÝĤا ijİ :אدةÝĜ אلĜو .ģĻ×åĬõĤا ijİ :يïùĤا אلĜو .אقĜóĤا õ×íĤا ijİ :Õİو .óıČŶوا óıüŶا ijİو ،÷ĩýĤا عijĥĈ ĵĤإ óåęĤا عijĥĈ īĨ ãĥáĤا ÙÑĻıכ لõĭĺ įĻĥĐ įĤijĜ įĭĨو .زرع źو ÕđÜ óĻĔ īĨ אده×Đ ĵĥĐ įÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ّ īĨ אĨ ijİ :אلĝĺو īĨ įĝĥì ĵĥĐ įÖ ųا Ʃ ّ ٣ أي وijİ Ĩא īĨ .«īِ ْ Ļ َ đĥِ Ĥ ٌ َא ِüَęאء İ ُ َאؤ Ĩَ ِ ، و ّ īَ َ اĩĤ īِ Ĩ ُ َة É ْ اŻùĤم: « ْاĤ َכĩ ّ اċĻĥĕĤ. ƫب ] وź ٍĹĝø. وĜאل ĐכÙĨó: כאن כאóĤ óĻĔ óèث [١٣١ب į×ýĺ ăĻÖأ óÐאĈ :אس×Đ īÖا אلĜو ٤ .Ĺِ َ אĬ ĩ ƫ ùĤا Ĺİ :ģĻĜ ﴾ىۜ ¹ٰ ْ وįĤijĜ:﴿ َو ّ اªَ« ُıĜijĥא وěýÜ è ďĉĝÜ çĺóĤا ÛĬכא :اijĤאĜو .بijĭåĤا çĺر ħıĻĥĐ هóýéÜ ٥ ÛĬכא Ĺِ َ אĬ ĩ ƫ اùĤ Ĺİ :ģĻĜو .īĩĤا ďĨ אıĬijĥכÉĺ اijĬوכא אıåąĭُ Ü ÷ĩýĤا ÛĬوכא אİرijđüُ ćِ ّ đَ ĩُ ıĬijĉÖא وÜ .īĩĻĤا ÙĻèאĭÖ نijכÜ ،ةóĩéĤا ĵĤإ بóąÜ אمĩéĤכא אنĩ ٌ øِ óĻĈ ١ ط ر: وĹİ. ٢ ر: ÛĥđĘ. .١٥٨-١٥٧ ،ÙÖóüŶا ،ħĥùĨ çĻéĀ ؛٤/٢ ،آنóĝĤا óĻùęÜ ،אريí×Ĥا çĻéĀ ٣ َĹ ً واïèا. اóčĬ: اéĩĤכħ īÖź ïĻøه، ٥٣٣/٨ «įÖijĥĝĨ س م ن». Ĭאĩ ƫ ٌ وïĜ ĺכijن اùĤ َאة َ אĬ ĩ ُ ø ُ įُ ٌ واÜïè óِ ÐאĈ Ĺَ َ אĬ ĩ ƫ ٤ اùĤ ٥ ر : כאن. ٥ ١٠ ١٥ 934 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ahfeş, “Bu kelimenin tekili selvâtün şeklindedir.” demiştir. Bir görüşe göre bu kelimenin tekili de çoğulu da aynıdır. Kutrub bazı Arapların selvâ kelimesini “güzel şey” anlamında kullandıklarını söyler. Bir görüşe göre o, baldır ve kelimenin kökeni es-sülüvvüden gelir. Sanki selvâ denilen şey kederli kalbi eğlendirip teselli edermişçesine ona bu isim verilmiştir. İbn Cüreyc, “Onlardan biri, bir günlük yemekten fazla kudret helvası ve bıldırcın eti alsaydı aldığı bozuluyordu. Ancak cuma günleri böyle olmuyordu. Cumartesi günleri yemek indirilmediği için onlar cuma günü iki günlük yemek alıyorlardı.” demiştir. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin.” Burada gizli bir öge vardır. Cümlenin takdiri şöyledir: Onlara dedik ki yiyin… “İyi ve güzel olanlar” ifadesi burada üç anlama gelebilir. Helâlleri, lezzetli şeyleri ve hastalıktan ve zararlardan arındırılmış olanları. Olayın kıssası şu şekildedir: İsrâiloğulları Mısır’dan çıkıp denizi geçtikten sonra içerisinde hiçbir yapı bulunmayan ıssız bir çöle düştüler. Ardından Allah onlara, gündüz kendilerini güneşten koruyan, gece de onları aydınlatan bir bulut ihsan etti. Bir görüşe göre bu bulut, kubbe, çadır, bina gibi onların üzerine alçalıyordu. Bir görüşe göre geceleyin aydınlatıcı, nûrdan bir direk önlerinden gidiyordu. Allah, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirmişti. Kudret helvası ekmek gibi, bıldırcında et gibidir. Kelbî şöyle demiştir: Bir müddet onlara kudret helvası iniyordu, ardından onlar “Ey Mûsâ, bu helva tatlılığıyla bizi perişan etti.” dediler. Hz. Mûsâ dua etti ve Allah bıldırcın eti indirdi, ikisini karıştırıp yediler. Bu, çoğunluğa göre Tîh çölünden önce idi.” Kaffâl da “ Tevrat’ın tercümesinde de bu böyledir.” demiştir. Sonra Allah onlara, Erîhâ ve Ezriâ’ -bir görüşe göre Belkā- köylerinin ahalisi ile savaşmalarını emretti. Burası Beytülmakdis yakınlarında Amâlika kabilesinin beldesidir. Onlar emri kabul ettiler. Köye yaklaştıkları sırada buranın ahalisinin cüsseli ve kuvvetli olduklarını, her birinin boyunun aşağı yukarı yedi yüz arşın civarında olduğunu duydular ve “Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” [ el-Mâide 5/24] dediler. Allah Teâlâ da “O hâlde, o kutsal yer onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içerisinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar.” [ el-Mâide 5/26] buyurdu. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 935 وĜאل اûęìŶ: واıÜïèא ijĥøاة. وģĻĜ: اďĩåĤ واijĤاïè įĻĘ ijøاء. وĜאل óĉĜب: ، כįĬÉ ّ ijĥُ ƫ Ĝאل ăđÖ اóđĤب: اijĥùĤى اĹýĤء اÕĻĉĤ. وģĻĜ: ijİ اģùđĤ واĝÝüאįĜ īĨ اùĤ ١ .هóĻĔ īĐ Ĺّ ِ ĥ َ ùُ ّĹ اÕĥĝĤ اijĩıĩĤم أو ĺ ِ ĥ َ ùُ ĺ ٢ إن أñì īĨ اīĩĤ واijĥùĤى زĺאدة ĵĥĐ đĈאم وĜאل اīÖ ãĺóä: כאن اģäóĤ ħıĭĨ ź כאن įّ ĬŶ ،īĻĨijĺ אمđĈ įĻĘ ونñìÉĺ اijĬכא ħıĬÍĘ ؛ÙđĩåĤا مijĺ źإ ïùĘ ïèوا مijĺ .Û×ùĤا مijĺ لõĭĺ ۜ﴾ įĻĘ óĩąĨ، أي ĭĥĜא ħıĤ: כijĥا. واĻĉĤ×אت ْ¦Yُ ³َ ْ وįĤijĜ: ﴿ ُ¦ُ«¹ا ِR ±ْ ِّŽَÁَ ]ِ Yت َRY َرَز¢ ٤ واóąĩĤات. ٣ واíĤאĻĤאت īĐ اŶدواء ĭıİא ģĩÝéÜ ÙàŻà أوįä: اźŻéĤت واĻıýĤאت ،אıĻĘ ÙĻĭÖأ ź اءóéĀ ĹĘ اijđĜو óé×Ĥا אوزواäو óāĨ īĨ اijäóì אĩĤ ħıĬأ :įÝāĜو כאن :ģĻĜو .ģĻĥĤאÖ ħıĤ ءĹąĺ وכאن ،אرıĭĤאÖ ÷ĩýĤا īĐ ħİóÝùĘ אبéùĤا ųا Ʃ لõĬÉĘ اéùĤאب ĵĤïÝĺ ħıĻĥĐ כאĝĤ×אب واùęĤאćĻĈ واÙĻĭÖŶ. وģĻĜ: כאن Ĺýĩĺ أĨאħıĨ ijĩĐد .ħéĥĤכא ىijĥùĤوا õ×íĤכא īĩĤا ،ىijĥùĤوا īĩĤا ħıĻĥĐ ųا Ʃ لõĬوأ ،ģĻĥĤאÖ ءĹąĺ رijĬ īĨ ƫ א ñİا اīĩĤ َ ĭĥَ َ ÝĜَ ،ĵøijĨ אĺ» :اijĤאĝĘ ةïĨ ħıĻĥĐ لõĭĺ īĩĤا כאن :Ĺ×ĥכĤا אلĜو ijİ اñوכ ،ħİóáأכ ïĭĐ įĻÝĤا ģ×Ĝ اñİ כאنĘ اijĉĥíĘ ىijĥùĤا ųا Ʃ لõĬÉĘ אĐïĘ «įÜوŻéÖ ٥ اęĝĤאل. įĤאĜ ،راةijÝĤا ÙĩäóÜ ĹĘ ħà إن Ʃ اų أħİóĨ أن éĺאرijÖا أģİ ÙĺóĜ أرéĺא وأذرĐאء -وģĻĜ ĝĥÖאء- وĹİ ÙĺóĜ اĩđĤאÙĝĤ óĝÖب ÛĻÖ اïĝĩĤس، ĝĘ×ijĥا، ĩĥĘא ijÖóĜاıĭĨא ijđĩøا ّ ÉÖن أıĥİא ä×אرون أïüاءĜאÙĨأħİïè َ ِY ُu َون﴾ [اĩĤאïÐة، ¢ Y³َ·ُ¶ٰ Yَ ²ِّ Ë ا َٓ ِ bY£َžَ ¥َ ُ ²َْ َa َوَرّ\ ٦ ĝĘאijĤا: ﴿žَ ْYذَ¶ ْ] ا هijéĬو ذراع ÙÐאĨ ď×ø َ ۪c ُÁ ·¹َن žِ¿ َْ اÊْر ِض﴾ [اĩĤאïÐة، ٢٦/٥] À ۚ _ً³َ~َ ±Áَ ۪ َ َْر\ َْÁِ·ْ ا «َ _ٌ®َ َ yّoَ®ُ Y·ََ ٢٤/٥] إĵĤ أن Ĝאل: ﴿ِžَY²ّ ١ ر: īĨ óĻĔه. ٢ ح - ħıĭĨ. ٣ ر: واýĤ×Ļıאت. ٤ ر: اŶداء. ٥ ر: Ĝאل. ٦ ط: وİijéĬא. ٥ ١٠ ١٥ 936 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Burası da on ikiye on iki fersah ölçüsünde bir yer idi. Gün boyu yürüyorlar, akşam olduğunda, sabah yürümeye başladıkları yerde kendilerini buluyorlardı. Kendilerine ihsan edilen nimetlerden de mahrum kalmış oldular. Bu yüzden Allah Teâlâ “Onlar, bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.” demiştir. Yani, onlar bize zarar vermiyorlardı, fakat o nimetleri kendilerine haram kılarak kendilerine zarar veriyorlardı. Şöyle de denilmiştir: Allah, onlara bunu Tîh çölünde vermişti. Onlar böyle cezalandırılınca pişman oldular ve tövbe ettiler. Ardından Allah da lutufta bulundu ve onlara bunu hazırladı. Bu yoruma göre Allah’ın “Onlar, bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.” sözü şu mânaya gelir: “Biz, onlara rızık verdiğimiz şeylerin iyi ve güzel olanlarını yemelerini, şükretmelerini ve verilenleri depolayarak haddi aşmamalarını emretmiştik. Onlar, kuralı ihlal ettiler ve (ürünleri) depolayarak çürüttüler, bozdular. Ardından, (bu nimet de) kesildi. Bu, onların kendilerine zararıdır. Bize, muhalefet edenin muhalefeti yüzünden ne zarar ne de eksiklik dokunur.” Bir görüşte şöyle denilmiştir. Cihat etmekten çekindiler ve cihadın sevabını kaçırarak kendilerine zarar verdiler. Bizden herhangi bir şey eksilmedi. Aynı şekilde onlar arz-ı mukaddese girmekten çekinerek kendilerine zarar verdiler. Kuşeyrî şöyle der: Allah, onları gurbetin ıssız yerlerine savurduğu zaman kendilerini gölgelendirdi, yetecek kadar elbise ile giydirdi, kazanç elde etmenin zorluğundan müstağni kıldı, ihsanı (güzel fi ili) sebebiyle onları ihtiyaç duydukları şeye sahip kıldı. Ne saçları uzuyor ne tırnakları büyüyor ne elbiseleri kirleniyor ne de güneşin ışığı tepelerine yükseliyordu. Kendisi ile seçimleri arasına girdiği kimse için Allah’ın sünneti işte budur. Allah’ın onun için seçtiği şey kulun kendisi için seçtiğinden daha hayırlıdır.1 58. Hani, ‘Şu memlekete girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve Hıtta! (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz.’ demiştik. [ el-Bakara 2/58] 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 48. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 937 ا ْ ijùĨأ ذاÍĘ įĥכ אرıĭĤا ونóĻùĺو نijé×āĺ اijĬכאĘ אıĥáĨ ĹĘ אíøóĘ ً óýĐ ĵĭàا ÛĬوכא Yَ ²¹¯ُ َ «’َ Y®َوَ ﴿:įĤijĜ ijİو .Ùĺó×Ĥا כĥÜ ĹĘ ħıĤ כאن אĨ اijĨóèو ،اijé×Āأ ßĻè اijĬכא ħıùęĬأ اijĨóè ßĻè ħıùęĬأ واóĄ īכĤو אĬو ƫ َ ِْ» ُ̄ ¹َن﴾ أي Ĩא óĄ À ْ·َُ Ÿُ ²َْ ¹ُٓا ا ²Y¦َ ±ْ §ِ ٰ َوª ĥÜכ اħđĭĤ. ėĉĥĘ اijÖאÜو اijĨïĬ כĤñÖ اij×ĜijĐ אĩĤ ħıĬÍĘ ؛įĻÝĤا ĹĘ כĤذ ųا Ʃ ħİאĉĐأ ģÖ :ģĻĜو ¹ُٓا ²Y¦َ ±ْ §ِ ٰ ªوَ Yَ ²¹¯ُ َ «’َ Y®َوَ ﴿:įĤijĜ ģĺوÉÝĤا] أ ١٣٢] اñİ ĵĥĐو .כĤذ ħıĤ ÉĻİو ħıÖ ųا Ʃ įĻĘ اijĕĉĺ źو אĭĤ ١ َ ِْ» ُ̄ ¹َن﴾ أي أĬóĨאħİ أن Éĺכijĥا ĻĈ×אت Ĩא رزĭĜאħİ ýĻĘכóوا À ْ·َُ Ÿُ ²َْ ا ٢ ذĤכ Öאźدìאر وïùĘ واďĉĝĬ، Ęכאن ñİا إóĄار ħıĭĨ ħıùęĬÉÖ Öאźدìאر íĘאijęĤا وõĭì .אĭęĤאíĺ īĨ فŻì īĨ אنāĝĬ źو رóĄ אĭĝéĥĺ źو وģĻĜ: óĄوا أħıùęĬ ÖאĭÝĨźאع īĐ اıåĤאد ijęÖت ijàاب اıåĤאد، وĨא ĬijāĝĬא ÑĻüא، وóĄوا أħıùęĬ أąĺא ßĻè åè×ijا īĐ دijìل اŶرض اÙøïĝĩĤ. وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي :ųا Ʃ رįĩè ،ħıĥĥČّ نÉÖ źإ ضóĺ ħĤ ÙÖóĕĤا אتİאÝĨ ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħıèijĈ א ّ ĩĤ įđĭĀ ģĻĩåÖو ،ħİאĭĔأ ÕùכÝĤا ėĥכÜ īĐو ،ħıĥĥäّ אتĺאęכĤا Ùù×ĥÖو ħİאرęČأ źو ،لijĉÜ ÛĬכא ħİرijđü ŻĘ ،ħİźijÜ įĻĤإ اijäאÝèا אĩĻĘ ،ćù×ĭÜ ÛĬכא÷ ĩýĤا אعđü źو ،ëُ ùِ ƪ Ýَ Ü ÛĬכא ħıÖאĻà źو ،Û×ĭÜ ÛĬכא įĤ اóĻì įĤ אرهÝíĺ אĨ نijכĺ ،אرهĻÝìا īĻÖو įĭĻÖ אلè īĩÖ įÝĭø כĤñوכ ٣ .įùęĭÖ ï×đĤا אرهÝíĺ אĩĨ َ َ אب ×Ĥاْ اijĥُìُ ْ َ اد َ َĔ ًïا و ْ ر ħُ Ýْ Ñüِ ßُ ْ َא َĻè ıْ ĭĨِ اijĥُכُĘَ Ùَ َ ĺ ْ óĝَĤاْ هِñِ İٰ اijĥُìُ ْ َא اد َ ِا ْذ ُĜْĭĥ -٥٨ و īĻ َ ĭ۪ùِ éْ ُ ĩĤاْ ïĺُ õ۪ َ ĭøَ َ ْۜ و َ ُאכħ ĺאĉَ ìَ ْ ħכُ Ĥَ ْ óęِĕْ Ĭَ Ùٌĉƪ èِ اijĤijُ Ĝُ َ و اïً åƪ øُ ١ ح: وýĺכóوا. .«õĭì» ،يóİijåĥĤ אحéāĤا :óčĬا .ÕĥĝĤا ĵĥĐ نَ õِìَ ģáĨ ، َ īَ Ýْ Ĭَ ً ا، أي أ õَ ĭìَ ُ õُ ĭíْ َ ĺ óùכĤאÖ ħéĥĤا َ õِ ĭìَ ٢ ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، /١ .٤٨ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 938 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Şu memlekete girin demiştik.” Katâde, Dahhâk, Rebî‘ b. Enes, bununla Beytülmakdis’in kastedildiğini; Süddî, Mücâhid ve Mukātil, Beytülmakdis’in de içerisinde bulunduğu Îliyâ’nın kastedildiğini,1 Ebû Zeyd, Beytülmakdis yakınlarındaki Erîhâ’nın kastedildiğini söylemiştir. Girmek, açık alandan daha korunaklı yere taşınmak mânasındadır. Zıttı, çıkmaktır. Karye ise içinde insan topluluğun bulunduğu binalar, yapılardır. Karaytü’l-mâe fi’l-havzi (Suyu havuzda topladım) sözündeki kullanımdan türemiştir. Mikrât misafir yemeklerinin konulduğu kap, çanak demektir. Karaytü’d-dayfe kıran (Misafir ağırladım) sözündeki kelime de aynı köktendir. Karâ el-ba‘îru cirratehu (Deve geviş getirdiği şeyi ağzında, avurdunda topladı.) ifadesinde de bu kelime toplama anlamındadır. el-Kara da sırt, gövde anlamına da gelir, orası tüm gücün toplandığı yerdir. Âyetin mânası şudur: “Hani babalarınıza sükûnet bulmak için bu memlekete girin demiştik.” Benzer şekilde Allah Teâlâ “Onlara bu şehirde oturun denilmişti.” [ el-A‘râf 7/161] buyurmuştur. “Dilediğiniz gibi bol bol yiyin.” Yani, sizin için onları mubah kıldık, bol bol verdik. Herhangi bir baskı ve engelleme olmadan orada nerede isterseniz yaşayın. Bu, ganimet yoluyla onlara mülk vermedir. Burada (hususiyetle) yemenin zikredilmesi kastın çoğunluğunun o olması sebebiyledir. “Kapısından eğilerek, tevazu ile girin.” Bir görüşe göre o, belirli bir kapıdır. Süddî ve Mücâhid bunun Beytülmakdis’in sekizinci kapısı olan hıtta kapısı olduğunu söylemişlerdir. Bir görüşe göre o, Hz. Mûsâ ve Hârûn’un ibadet ettiği kubbe kapısıdır. Bir görüşe göre o, beldenin en büyük kapısıdır. Bir görüşe göre o, beldenin (giriş) yönlerinden bir yöndür. Sanki Allah onlara bu taraftan girin demiştir. Abdullah b. Abbas “Tevazu ile girin.” ifadesinin “Eğilerek (rükû hâlinde) girin.” anlamına geldiğini söylemiştir. Bir görüşe göre bu ifade, “O zorba kimselerin öldürülmesi ve beldenin fethedilmesi sebebiyle oraya girmeden önce şükür secdesi ederek girin.” anlamındadır. Bir görüşe göre, “Başlarınızı eğerek, mütevazı ve alçak gönüllü olarak girin.” anlamındadır. Bir görüşe göre de “Girmeden önce namaz kılıp öyle girin.” anlamındadır. 1 Mukātil b. Süleymân, Tefsîr, 1: 109. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 939 ََ_﴾ Ĝאل ÝĜאدة واéąĤאك واďĻÖóĤ īÖ أĬ÷: أي Àyْ£َ ْ ْ ³َY ْاد ُrُ«¹ا ٰ¶ ِwِه اª ِ ْذ ¢ُ» وįĤijĜ:﴿ َوا ÛĻÖ اïĝĩĤس. وĜאل اïùĤي وåĨאïİ وĝĨאģÜ: أي اĤ×ïĥة اĹÝĤ ıĻĘא ÛĻÖ اïĝĩĤس وĹİ ٢ أي أرéĺא وĹİ óĝÖب ÛĻÖ اïĝĩĤس. ١ وĜאل أijÖ زïĺ: إĻĥĺא. واijìïĤل اĝÝĬźאل īĨ اijđĤرة إĵĤ اīāéĤ، وįąĻĝĬ اóíĤوج. واÙĺóĝĤ اÙĻĭÖŶ اĹÝĤ ًא، واóĝĩĤاة ĺ ْ óĜَ įÝđĩä أي” ضijéĤا ĹĘ אءĩĤا Ûُ ْ ĺ َ óĜَ” :כĤijĜ īĨ אسĭĤا ďĩÝåĨ Ĺİ ًى” īĨ óِ Ĝ ėĻąĤا Ûُ ْ ĺ َ اijéĤض واÙĭęåĤ اĤכ×óĻة اĹÝĤ ģđåĺ ıĻĘא đĈאم اĻĄŶאف، و”َóĜ ُijى. ĝĤا ďĩÝåĨ ijİو ُ óْ َى َ اıčĤ óَ ĝĤوا ،įĜïü ĹĘ אıđĩä أي” įَ Ü ƪ óäِ ُ َى اĤ×óĻđ ذĤכ، و“َóĜ ĹĘ אلĜ ïĝĘ ،אİijĭכùÝĤ ÙĺóĝĤا هñİ ٣ وĭđĨאه: واذכóوا أąĺא إذ ĭĥĜא ĘŻøŶכħ ادijĥìا ََ_﴾ [اóĐŶاف، ١٦١/٧]. Àyْ£َ ْ ُ·ُ ْا~ ُ§¹³ُا ٰ¶ ِwِه اª َ ª ©Áَ ¢۪ ذْ ِ ijøرة اóĐŶاف: ﴿َوا ْ ُcْ َرšَ ًuا﴾ أي أĭéÖאİא Ĥכħ ووĭđøאİא ĻĥĐכħ ijýĻđÝĘا ئ‚ِ eُ Áْnَ Y·َ³ْ®ِ ا¹»ُ§ُ žَ ﴿:įĤijĜو įّ ĬŶ ģכŶا óوذכ .ÙĩĻĭĕĤا ěĺóĉÖ ħıĤ כĻĥĩÜ ijİو ،ďĭĨ źو ěĻĻąÜ ŻÖ ħÝÑü īĺأ אıĻĘ ħčđĨ اijāĝĩĤد. ijİ :يïùĤوا ïİאåĨ אلĜ .įĭĻđÖ ٌ אبÖ ijİ :ģĻĜ ﴾اuً َkّ ~ُ بY َ ]َْ وįĤijĜ:﴿ َو ْاد ُrُ«¹ا اª ï×đÝĺ כאن ĹÝĤا Ù×ĝĤا אبÖ ijİ :ģĻĜو .سïĝĩĤا ÛĻÖ īĨ īĨאáĤا אب×Ĥا ijİو ٍ Ùĉƪ èِ אبÖ ıĻĘא ĵøijĨ وİאرون. وģĻĜ: ijİ اĤ×אب اħčĐŶ ÙĺóĝĥĤ. وģĻĜ: اĤ×אب وįä īĨ وijäه .įäijĤا اñİ īĨ اijĥìاد :אلĜ įĬÉכ ،ħıĤ īِ ّ Ļ ُ Đ ÙĺóĝĤا óכýĤا ةïåø لijìïĤا ģ×Ĝ [ Ĝאل اīÖ Đ×אس: أي رכđא. وģĻĜ: øאīĺïä] ١٣٢ب ٤ .īĻđüאì īĻđĄאì ħכøرؤ īĻÑĈÉĉĨ أي :ģĻĜو .ÙĺóĝĤا çÝĘ أو īĺאر×åĤا ģÝĜ ĵĥĐ .لijìïĤا ģ×Ĝ ةŻĀ īĻĥāĨ :ģĻĜو .١٠٩/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :óčĬا ١ įÜאĘوو ،ةóā×Ĥا ģİأ īĨ ،ÙĕĥĤوا دبŶا ÙĩÐأ ïèأ) م ٨٣٠ / ـİ ٢١٥) אريāĬŶا ÛÖאà īÖ أوس īÖ ïĻđø ïْ ĺَ ُij ز Öَ ٢ ijİ أ ıÖא. כאن óĺى رأي اïĝĤرÙĺ. وijİ īĨ ĝàאت اīĻĺijĕĥĤ، Ĝאل اīÖ اĬŶ×אري: כאن Ļø×įĺij إذا Ĝאل (Ûđĩø اÙĝáĤ (ĵĭĐ أÖא زïĺ. īĨ āÜאįęĻĬ: כÝאب اijĭĤادر ĹĘ اÙĕĥĤ وĕĤאت اóĝĤآن واóęĤق وÕĺóĔ اĩøŶאء. اóčĬ: وĻĘאت اĻĐŶאن īÖź ĥìכאن، ٣٧٩/٢؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٩٢/٣ ٣ ح: ادİijĥìא. ٤ ح - ìאīĻđü. ٥ ١٠ ١٥ 940 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ve ‘Hıtta!’ deyin.” İkrime bunun anlamının, “Allah’tan başka ilâh yoktur diyerek.” şeklinde olduğunu söylemiştir ki bu Ahfeş’in tercih ettiği yorumdur. Hz. Ali’nin bu ifadenin anlamının “Bismillahirrahmânirrahîm (Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla)” olduğunu söylediği rivayet edilir. Abdullah b. Abbas’ın ise bu ifadenin anlamının “Estağfirullah (Allah’tan bağışlanma dilerim)” olduğunu söylediği rivayet edilir. Rivayete göre Hasan-ı Basrî bu ifadenin “Günahlarımızı küçült (affet), biz senin gözünden düştük.” anlamına geldiğini söylemiştir. Dahhâk’a göre anlam, “Ya Rabbi! Biz hata ettik ve hatalarımızı itiraf ediyoruz, bizi bağışla deyin.” şeklindedir. İbn Kuteybe anlamın, “Hatalarınızı hafifletecek bir söz söyleyin.” şeklinde olduğunu söylemiştir.1 Zeccâc’a göre anlam, “İsteğimiz affedilmektir deyin.” şeklindedir.2 Bir görüşe göre anlam, “Girerken ki secdemiz günahlarımıza mağfirettir.” şeklindedir. Bir başka görüşe göre bunun mânası şudur: “Bizler senin hükmün altındayız, emrine tâbiyiz.” Hatt kelimesinin aslı bir şeyin yukarıdan aşağıya inmesidir.” Semeri, eyeri veya benzeri şeyi indirdim.” denilirken bu fiil kullanılır. Hattü’z-zenb günahı düşürmek, suçu affetmek demektir ve sırttan veya baştan yükü atmak gibidir. Hattan mastarından olan hatta fiili geçişlidir. Hututan mastarından olan hatta fiili ise geçişsizdir. Bir görüşe göre onlara günahlarının affedilmesi için ibadet maksadıyla sadece bu kelimeyi kullanmaları emredilmişti, fakat İsrâiloğulları bu kelimeyi değiştirdiler ve hıntatün (buğday) dediler. İbn Kuteybe de bu görüştedir.3 Allah’ın onları bir şeyle mükellef kılmadan önce kendileri için sebepleri kolaylaştırması ve nimet kapılarını sonuna kadar açması lutfunun yüceliğindendir. Sonra Allah, onlara iki şey emretmiştir: kolay bir iş ve kısa bir söz. Yapacakları iş giriş esnasında eğilmek; söyleyecekleri söz de nakledilen şeyi söylemekti. Sonra Allah o iki şey karşılığında günahlarının affını, sevaplarının artmasını vaad etmişti. Bu, Allah’ın “Biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım.” sözünde geçmektedir. el-Gafru, el-gufrânu ve el-mağfiretü günahları örtmek demektir. el-Gifâre (başörtüsü), el-miğfer (miğfer) ve gafrü’s-sevbi (Kumaşı örten tüy) de bu kökten gelmektedir. el-Cemmü’l-gafîr, her tarafı kaplayacak kadar büyük kalabalık demektir. 1 İbn Kuteybe, Tefsîru Garîbi’l- Kur’ân, s. 50. 2 Zeccâc, Me‘âni’l- Kur’ân, 1: 139. 3 Bkz. İbn Kuteybe, Tefsîru Garîbi’l- Kur’ân, s. 50. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 941 źإ įĤإ ź اijĤijĜ :-ûęìŶا אرهÝìا لijĜ ijİو- ÙĨóכĐ אلĜ ﴾_ٌ َ ¹ُا ِn ّ وįĤijĜ:﴿ َو¹¢ُª īĐو .ųا Ʃ óęĕÝøأ ijİ :אس×Đ īÖا īĐو .ħĻèóĤا īĩèóĤا ųا Ʃ ħùÖ ijİ :Ġ ĹĥĐ īĐو .ųا Ʃ ُ ćƪ ĭĐא ذĭÖijĬא؛ ĬÍĘא اĭĉĉéĬא ıäijĤכ. وĜאل اéąĤאك: أي ijĤijĜا è :אلĝĺ أن ijİ :īùéĤا Ùĉè Ĺİ ÙĤאĝĨ اijĤijĜ أي «:Ĺ×ÝĝĤا אلĜو .אĭĤ ٤ óęĔאĘ ٣ ٢ رب، ١ ĺא أĬÉĉìא واĭĘóÝĐא ĉíÖאĺאĬא ٦ وģĻĜ: أيijåøدĬא ïĭĐ اijìïĤل Ùĉè ٥ وĜאل اäõĤאج: «ijĤijĜاĭÝĤÉùĨא Ùĉè«. .«ħאכĺאĉíĤ ُ ٌول ÛéÜ èכĩכ، ijĩĥùĨن óĨŶك. وأģĀ اćéĤ إõĬال õُ Ĭ īéĬ אهĭđĨ :ģĻĜو .אĭÖijĬñĤ ijİو ،įĈאĝøإ ١٠ÕĬñĤا ِ ƫćَ ٩ وè ٨ وijéĬه، ģَ ْ èƪ ٧ واóĤ َ ْ ج ó ƪ ùĤا Ûĉĉè ïĜو .ijĥĐ īĨ ءĹýĤا .ٌ ُ ًĈijא źزم ĉ ُ è ćƪ َ ٍ ، وè ïđÝĨ אĉƬ َ è ćƪ َ כĝĤÍאء اģĩéĤ īĐ اóĤأس واóıčĤ، وè ijĭÖ אİóّ وģĻĜ: أóĨوا أن Ýĺכijĩĥا ñıÖه اĤכÙĩĥ وİïèא đÜ×ïا ćéÝĤ ıÖא أوزارħİ، ĻĕĘ ١٢ .Ù×ĻÝĜ īÖا ١١įĤאĜ اñכ .Ùĉĭè :اijĤאĜو ģĻÐاóøإ ةóĻáכĤا ħđĭĤا īĨ ħıĻĥĐ çÝĘو אب×øŶا ħıĤ É ّ Ļİ أن ĵĤאđÜ ųا Ʃ ģąĘ ħĻčĐ īĨ ħà ،óĻāĜ لijĜو óĻùĺ ģĩđÖ īĻÑĻýÖ ħİóĨأ ħà אبĉíĤאÖ אÑĻü ħıęĥכĺ أن ģ×Ĝ ابijÖŶا واģĩđĤ١٣ اĭéĬźאء ïĭĐ اijìïĤل، واijĝĤل اÝĤכħĥ ÖאĤכŻم اijĝĭĩĤل. ħà وïĐ ĩıĻĥĐא ُ óęْ َ ۜ﴾ اĕĤ ْ¦Yُ َ ÀYَ rَ ْ §ُ َ ª yْŸِ›ْ َ óęĔان اÑĻùĤאت واĺõĤאدة ĹĘ اĭùéĤאت وذĤכ įĤijĜ:﴿ ² ُ óęْĔَ اñوכ ،כĤذ īĨ ذانijìÉĨ ُ óęَ ْ ة ِ واĕĩĤ َ ِ َęאر ان واóęĕĩĤة óÝø اijĬñĤب، واĕĤ ُ َ óęْ ُ واĕĤ ُ اñĤي óÝùĺ įåùĬ، واħåĤ اóĻęĕĤ اďĩåĤ اĤכóĻá اùĤאóÜ اĩĤכאن. ه ُ ó×ِْ اijáĤب وijİ ِزÐ ١ ط ر - ĉíÖאĺאĬא. ٢ ح - ĺא. ٣ ح ط ر: رĭÖא؛ ط + ĉíÖאĺאĬא. ٤ ط ر: ĘאİóęĔא. .٥٠ .ص ،Ù×ĻÝĜ īÖź آنóĝĤا ÕĺóĔ óĻùęÜ :óčĬا ٥ ٦ đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، .١٣٩/١ . َ ْ ج ó ƪ ٧ ط ر - اùĤ . َ ْ ج ó ƪ ٨ ط ر + واùĤ ٩ ط ر: وijéĬ ذĤכ. .ûĨאİ çĀ ،īĺïĤا :ط ١٠ ١١ ح ط ر: Ĝאل. .٥٠ .ص ،Ù×ĻÝĜ īÖź آنóĝĤا ÕĺóĔ óĻùęÜ :óčĬا ١٢ ١٣ ط ر: ĘאģĩđĤ. ٥ ١٠ ١٥ 942 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hatâyâ kelimesi, tıpkı beliyye (belâ) kelimesinin çoğulunun belâyâ olması gibi, hatîetün (hata) kelimesinin çoğuludur. Bu, doğrunun zıddıdır. Hı harfinin kesresi ile el-hıt’u ve hatîetü ise günah demektir. Hatie fiili “Bilerek günah işledi.” demektir. Bir şeyi kasten yapmadığında ise ehtaa denilir. Hatîât, hatîe kelimesinin düzenli çoğuludur. Burada Allah Teâlâ yapılmasını istediğini amelleri en sınırlı sayı ile sınırlamış, ancak affedeceği günahları herhangi bir sayı ile sınırlamayıp bütün günahları affedeceğini vaad etmiştir. “İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz.” Yani, sizden bu emrimize itaat eden muhsin kimselere daha önceki lutuflarımıza ek olarak yukarıda zikri geçen lutufları da bahşedeceğiz. Böylece onlara hem dünya lutfu hem âhiret mükâfatı olarak fazlasını vermiş olacağız. Bir görüşe göre “İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz.” ifadesi, “Sizden iyilikte bulunanları affettiğimiz gibi daha sonra âhiret sevabını da arttıracağız.” anlamına gelir. Bir görüşe göre “İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz.” ifadesinin anlamı “Bundan önce Müslüman olan muhsinlere daha fazlasını vereceğiz.” şeklindedir. Bir görüşe göre muhsinler (iyilik edenler) ifadesinden kasıt “Bir sonraki gün için kudret helvası ve bıldırcın eti depolamayanlar” şeklindedir. Bir görüşe göre bu ifade karşıt iki tarafa da fazlasının verileceğini söyler, yani anlam “Kim hata etmişse onun hatalarını affederiz, kim iyilik yapmışsa onun da mükâfatını arttırırız.” şeklindedir. 59. Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdi. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik. [ el-Bakara 2/59] “Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdi.” Yani, değiştirdiler ve hıttatün demeyip hıntatün (buğday) dediler. Bir görüşe göre onlar alay ederek kendi dillerinde kırmızı buğday anlamına gelen hintan simkāsen demişlerdir. Yalnız, onlardan bir kısmı böyle yapmıştır. İhsan sahibi olanlar ise kendilerine emredileni yerine getirdiler. Bu yüzden Allah, “Değiştirdiler.” dememiş, “Zalimler değiştirdi.” demiştir. Kimilerine göre âyetin zâhiri, fiilde herhangi bir değişiklik yapmaksızın sadece sözü değiştirdiklerine delâlet etmektedir. Kimilerine göre ise fiilde de sözde de değişiklik yaptılar. Allah’ın “Kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler.” sözünün mânası “Kendilerine emredileni emredildiği gibi yapmadılar.” şeklindedir. Çünkü Allah’ın emri bir sözdür, bu da kendilerine emredilen şeyin tamamını değiştirmek demektir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 943 óùכÖ ءćíĤوا ،ابijāĤا ïĄ ÉĉíĤوا ،ÙĻĥ×Ĥا ďĩä אĺŻ×Ĥכא ÙÑĻĉíĤا ďĩä אĺאĉíĤوا ١ وأÉĉì إذا ħĤ ïĩđÝĺه. واÑĻĉíĤאت اíĤאء واÙÑĻĉíĤ اħàŸ، وÏĉì أي أħà ïĩđÝĨا، óāĜو ،دïĐ ĵĥĐ óāĜ óĻĔ īĨ אتÑĻĉíĤا ģכ انóęĔ ïĐو .ÙÑĻĉíĥĤ ÙĨŻø ďĩä اģĩđĤ ĵĥĐ أóāĜ اïđĤد. اñİ אĬóĨأ ĹĘ įÝĐאĉÖ ħכĭĨ īĻĭùéĩĤا ïĺõĭø أي﴾ ±Áَ ³۪ ِ oْ ¯ُ ْ ªا uÀُ ۪ وįĤijĜ:﴿ َو َ~³َ} إùèאĬא آęĬא إĵĤ øאėĤ إùèאĭĬא ïĭĐه ïĺõĭùĘه ĹĘ Ùđø دĻĬאه وijàاب ĝĐ×אه. وģĻĜ: uÀُ ۪ {³َ~َ وَ ﴿:ģĻĜو .ةóìŴا ابijà ةóęĕĩĤا ĵĥĐ ïđÖ ُ אĩĻĘ ħכĭĨ ﴾±Áَ ³۪ ِ oْ ¯ُ ْ ªا uÀُ ۪ ﴿َو َ~³َ} [ أ ١٣٣] īĩĤا واóìïĺ ħĤ īĺñĤا أي :ģĻĜو .כĤذ ģ×Ĝ اijĩĥøأ اijĬכא īĺñĤا﴾ ±Áَ ³۪ ِ oْ ¯ُ ْ اª כאن īĨو אهĺאĉì įĤ אĬóęĔ אÑĈאì כאن īĨ :ģĻāęÝĤا ĵĥĐ ijİ :ģĻĜو . ٍ واijĥùĤى ïĕĤ ٢ ĭùéĨא زدĬא ĹĘ ĉĐאĺאه. ُ ijا ĩĥَČَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ ĵĥَĐَ אَ ĭĤْõَĬْאَĘَ ْ ħُ ıĤَ ģĻ َ Ĝ۪ يñ۪ Ĥاƪ َ óْ ĻĔَ źً ْ ijĜَ اij ُ ĩĥَČَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ لَ ïƪ َ ×Ęَ -٥٩ نijَ۟ ĝُ ُ ùęْ َ َ א َכ ُאijĬا ĺ َٓ ِאء ِĩÖ ĩ ƪ ùĤا īَ Ĩِ اõً äْ رِ :اijĤijĝĺ ħĥĘ واóّ ُ·ْ﴾ أي ĻĔ َ ª ©Áَ ¢۪ يw۪ َّ ªا yَÁْ šَ Êً¹َْ َ ُ̄¹ا ¢ «’َ ±À َ w۪ َّ ََل اª uّ ]َžَ﴿ :įĤijĜو ،اءóĩè Ùĉĭè ħıĬאùĥÖ Ĺİو ،”אً َאà ĝْ ĩøِ ٣ ْ ًĉא ĭİِ ” اijĤאĜ :ģĻĜو .”Ùĉĭè” :اijĤאĜ ģÖ ،“Ùĉè” “اijĤï×Ę” :ģĝĺ ħĤ اñıĤو įÖ واóĨأ אĨ نijĭùéĩĤا ģđĘو ،ħıąđÖ īĨ ٤ ، وכאن ñİا ً اõıÝøاء َ ُ̄¹ا﴾ وČאóİه ïĺل ĵĥĐ أħıĬ ijĤïÖا اijĝĤل وïèه دون اģĩđĤ، «’َ ±À َ w۪ َّ ََل اª uّ ]َžَ﴿ :אلĜ ģÖ ۪wي َّ ªا yَÁْ šَ Êً¹َْ ¢﴿ :įĤijĜ ĵĭđĨو אđĻĩä لijĝĤوا ģĩđĤا اijĤïÖ ģÖ :ģĻĜو .ÙĐאĩä אلĜ įÖو ُ·ْ﴾ أي أóĨا دون اñĤي أóĨوا įÖ؛ ÍĘن أóĨ Ʃ اų ijĜل، وijİ óĻĻĕÜ ďĻĩä Ĩא أóĨوا įÖ، َ ª ©Áَ ¢۪ . ٍ ١ ط: ïđÝĨ ٢ ر: ĉĐאه. .אĉĭè :م ûĨאİ ĹĘ ٣ ٤ ط ر: وñİا כאن. ٥ ١٠ ١٥ 944 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Hüreyre Hz. Peygamber aleyhisselâmdan onların, kapıdan içeri sürünerek girdiklerine ilişkin bir rivayet nakletmiştir. Abdullah b. Abbas onların kafaları üzerine uzanarak girdiklerini söylemiştir. Bir görüşe göre yüzlerinin yanı üzere eğilerek girmişlerdir. Başka bir görüşe göre ise kalçaları üzerinde girmişlerdir. Secde etmekten ve kendilerine emredilen şeyi söylemekten imtina ettiklerinde Allah dağa, tepelerine dikilmesini emretti. Onlar dağı üzerlerinde görünce yüzlerinin yanı üzere yere kapanıp diğer yanı ile dağa baktılar. Allah da onlara merhamet edip dağı üzerlerinden çekti. Bunun üzerine onlar “Allah’ın en çok hoşuna giden secde bu secdedir. Onun sayesinde Allah bizden azabı kaldırmıştır.” dediler. Bu yüzden bu şekilde secde etmektedirler. “Zalimlerin üzerine indirdik.” Yani, sözü değiştirenlerin üzerine indirdik. “Gökten acı bir azap” Riczen kelimesi azap anlamındadır. Bir görüşe göre ricz her azaba isim olarak verilir, nitekim “Biz de, üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik.” [ el-A‘râf 7/133]. Bunun üzerine onlar “Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsa mutlaka sana inanacağız.” [ el-A‘râf 7/134] dediler. Sonra da Allah “Biz onlardan azabı kaldırınca...” [ el-A‘râf 7/135] demiştir. Bütün bunlar ricz olarak isimlendirilmiştir. Ebû Saîd ed-Darîr, “O, hayatı ifsat eden bir azaptır” demiştir. Bir görüşe göre ricz, sarsıcı bir azaptır. Onlara indirilen azap konusunda ihtilâf edilmiştir. Kimileri bunun onları yakan bir ateş olduğunu, kimileri veba olduğunu ve bu salgın yüzünden bir saatte yirmi dört bin kişinin öldüğünü, daha sonra salgının devam ettiğini ve ölülerin sayısının yetmiş bine ulaştığını söylemiştir. “Yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle” Yani, bize itaat etmekten vazgeçince bununla cezalandırdık. Allah burada bu ifadenin devamında “Onları cezalandırdık.” dememiş, belli kişileri kastederek “zalimleri” demiştir. Daha önce “zalimleri” ifadesi ve “muhsinleri” [ el-Bakara 2/58] ifadesi geçmişti. Eğer Allah “onları” deseydi hepsinin buna dâhil olması mümkün olabilirdi. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 945 ّ įĻĥĐاŻùĤمأħıĬ دijĥìا اĤ×אبijęèõĺن. وĜאل اīÖ Đ×אس Ĺ×ĭĤا īĐ Ġةóĺóİ ijÖروىأ ïĜو .ħıİאÝøأĵĥĐ :ģĻĜو .ħıİijäو ěüĵĥĐ īĻĘóéĭĨ :ģĻĜو .ħıÝĻęĜأĵĥĐ īĻĝĥÝùĨ :ġ وĩĤא اijđĭÝĨا īĐ اijåùĤد وأن ijĤijĝĺا Ĩא أóĨوا įÖ أóĨ Ʃ اų اåĤ×ģ أن ďĝĺ ħıĻĥĐ ،ħıĭĐ ورده ųا Ʃ ħıĩèóĘ óìŴا ěýĤאÖ įĻĤإ ونóčĭĺ ħıİijäو ěü ĵĥĐ اijĉĝùĘ أوهóĘ ٤ اñđĤاب»؛ ĤñĥĘכ ٣ ĭĐא ٢ כėý ıÖא ١ اïåùĤة، هñİ īĨ ųا Ʃ ĵĤإ ƪ ĝĘאijĤا: «Ĩא ïåøة أÕè ïåùĺون כĤñכ. ٓ ِYء﴾ ِ ْj ً{ا ِR ±َ ّ اªَ َ¯ َ ُ̄¹ا﴾ أي اīĺñĤ ijĤïÖا. وįĤijĜ:﴿ ر «’َ ±À َ w۪ َّ َ« اª «َ Y³َْ ª{َ²َْ Yžَ﴿ :įĤijĜو :افóĐŶا رةijø ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĝĤ ابñĐ ģכ ĵĥĐ ٦ ďĝÜ ٥ أي ñĐاÖא. وģĻĜ: Ĺİ َ َم﴾ [اóĐŶاف، ١٣٣/٧] ĝĘאijĤا: َ َ© َو ّ اªَ‹ Ÿَ ِYدَع َو ّ اuª ¯ّ£ُ ْ ªواَ ادَ yَkَ ْ ُ ž¹َ َYن َواª ªا ّ ُ·ِÁَْ «َ Y³َ ْ َْرَ~» Yžَ﴿ َ ¥َ﴾ [اóĐŶاف، ª َ ±ّ ³َ®ِQْ³َُ ª {َjْ ِ yªا ّ Yَ َِئ ±ْ َ¦ Ÿْƒَ َa َ ³ّ ª ۚكَ uَ³ْ ِ uَ·َِ Y¯َ ِ \ ¥َ َ ³ََY َرّ\ َY ُ ®¹َ »~ْادُع ª À﴿ ِ ْjَ] ﴾{اóĐŶاف، ١٣٥/٧] Ĺĩø ذĤכ כįĥ رõäا. yªا ّ ُ·ُ³ْ َ Y³َŸْƒَ ¦َ Yَ ¯ّ َ «žَ﴿ :אلĜ ħà [١٣٤/٧ ٧ ijİ اñđĤاب اïùęĩĤ đĩĥĤאش. وģĻĜ: ijİ اñđĤاب اõĤõĩĤل. وĜאل أijÖ ïĻđø اóĺóąĤ: وïĜ ارõåÜ أي ارûđÜ. واėĥÝì ĹĘ ñİا اõäóĤ اñĤي أõĬل ħıĻĥĐ، ģĻĜ: כאن ذĤכ Ĭאرا ħıÝĜóèÉĘ. وģĻĜ: כאن ĈאĬijĐא ĩĘאت įÖ ĹĘ øאÙĐ واïèة أرÙđÖ وóýĐون أėĤ إùĬאن ودام ħıĻĘ ĵÝè .אęĤأ īĻđ×ø اijĕĥÖ »َ «َ ﴿ :אلĜ ħà אĭÝĐאĈ īĐ ħıäوóíÖ اñıÖ ħİאĭÖñĐ أي﴾ ۟ Ÿَْ ُ £ُ ¹َن ¹ُا À ²Y¦َ Y¯َ ِ وįĤijĜ:\﴿ َ ُ̄¹ا﴾ įĬŶ «’َ ±À َ w۪ َّ ªا ﴿óذכ ě×ø ïĜو אرāÝìźا ĵĥĐ “ħıĻĥĐ” :ģĝĺ ħĤو﴾ ا¹ُ̄ َ «’َ ±À َ w۪ َّ اª .įĻĘ ģכĤا لijìد אلĩÝèا ďĜijĤ ěĥĈأ ijĥĘ ،אąĺأ] ٥٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Áَ ³۪ ِ oْ ¯ُ ْ ªا ﴿óذכ ě×ø ١ ر - ñİه. ٢ ح - اïåùĤة؛ ر: ïåøة. ٣ ط - ıÖא. ٤ ط + ıÖא. ٥ ح ط ر: ijİ. ٦ ح ط ر: ďĝĺ. ْ َïاد إĵĤ ĕَ Ö īĨ ųا ï×Đ īÖ óİאِ Ĉَ įĨïĝÝøا ،ÙĕĥĤאÖ אĩĤאĐ כאن ، ّ ّ ّ اijĕĥĤي اديïĕ×Ĥا óĺóِąĤا ƪ ïĤאì īÖ ïĩèأ ïĻđø ijÖأ ijİ ٧ ،ÙåøijĐو ģáĻĩđĤا ĹÖÉَ כ óİאِ Ĉَ īÖ ħıĨïĜأ īĺñĤا ابóĐŶאÖ دبÉÜ .ادرijĭĤوا Ĺِ َ אن. وأĜאم ùĻĭÖאijÖر، وأĵĥĨ ıÖא اđĩĤאĬ َ اø óìُ ħåđĨ :óčĬا. כِ Ĥذَ óĻĔو אتĻÖŶا אبÝوכ ßĺïéĤا ÕĺóĔ ĹĘ ïĻ×Đ ĹÖأ ĵĥĐ د ƪ א ĹĘ ْاŶدب وėĭĀ اóĤ ً ĨאĨإ אرĀ ĵّ Ýè اŶدÖאء ĻĤאijĜت اijĩéĤي، ٢٥٣/١؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٢٢٨/٦؛ ÙĻĕÖ اĐijĤאة ĹĈijĻùĥĤ، .٣٠٥/١ ٥ ١٠ ١٥ 946 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Başka bir âyette “Onların üzerine indirdik.” [ el-A‘râf 7/162] demiş, ardından da belirli kişilerin diğerlerinden ayırt edilmesi için “Zulmetmelerinden ötürü.” [ el-A‘râf 7/162] demiştir. Nitekim zamirin daha önce açıkça ya da zamir olarak zikredilmiş bir şeye işaret etmesi dilde mümkün ve yaygındır. Nitekim Allah Teâlâ “Her kim Allah’a düşmanlık ederse...” [ el-Bakara 2/98] demiş, ardından da “Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır.” [ el-Bakara 2/98] demiştir. Adî b. Zeyd şöyle demiştir. Görmedik mi ölümün önüne geçebilen bir şey olsun! Ölüm, zengini de fakiri de üzer Şöyle demişlerdir: Allah Teâlâ bu âyette hatâyâküm (hatalarınız) ifadesini kullanmış, diğer bir sûrede hatîâtiküm (hatalarınız) [ el-A‘râf 7/161] demiş, burada üdhulû (Girin) derken orada üskünû (Yerleşin) [ el-A‘râf 7/161] demiş, burada fe-enzelnâ (Biz de indirdik) derken orada fe-erselnâ (Biz de gönderdik) [ el-A‘râf 7/162] demiş, burada bimâ kânû yefsükūn (fasıklıklarından dolayı) demiş, orada “Zulüm işlemelerinden dolayı.” [ el-A‘râf 7/162] demiştir, bütün bu farklılıkların sebebi, her iki yerde anlam uyumunun gözetildiğinin ve lafız farklılığı ile bu uyumu değiştirmeyeceğinin bilinmesini sağlamaktır. 60. Hani, Mûsâ kavmi için su dilemişti. Biz de ‘Asanı kayaya vur.’ demiştik, böylece kayadan on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. ‘Allah’ın rızkından yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın.’ demiştik. ( el-Bakara 2/60) “Hani, su dilemişti.” Yani, Bizden su dilemişti. İstiskā su istemek demektir. Burada su için dua etmek ( yağmur duası) mânasındadır. Sîn harfinin fethası ile ve kad sekaytuhû sakyen (Ona içeceği şeyi verdim.) şeklinde kullanılır. Sekaytü’l-arda (Toprağı vb. suladım) denildiğinde hakiki sulama (bir kimsenin bir yeri fiilen sulaması) kastedilir, eskaytü fülânen denildiğinde ise “İçmesi ve ekinini sulaması için ona su temin ettim.” denilmek istenir. Divânü’l-Edeb’de, sekāhullâhu (Allah onu sulasın, ona su bahşetsin) ile eskāhu ifadesinin aynı mânada olduğu söylenir. Şair Lebîd her ikisini birlikte şöyle kullanır: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 947 ۟﴾ [اóĐŶاف، َ ِْ» ُ̄ ¹َن ¹ُا À ²Y¦َ Y¯َ ِ \﴿ :אلĜ ﴾ُ·ِÁَْ «َ Y³َ ْ َْرَ~» وĩĤא Ĝאل ĹĘ ijøرة اóĐŶاف: ﴿žَY ١ Ĝאل ،ÙĕÐאø Ùĺאĭوכ אéĺóĀ ّ ĹĭכĩĤا אدةĐإ أن ĵĥĐ ħİóĻĔ īĐ ءźËİ õ ّ ĻĩÝĻĤ [١٦٢/٧ [ ۪ َ À±] ﴾اĤ×óĝة، ٩٨/٢] وĜאل [١٣٣ب yžYِ §َ ْ «ِ ª ٌ َ ّ اà َٰ َ ُuّو نّ Yِžَ﴿ :אلĜ ħà ﴾ ٰ Ãِّ واًّ uُ َ نYَ ¦َ ±ْ ®َ﴿ :ĵĤאđÜ ٢ :ïĺز īÖ يïĐ ٣ اóĻĝِęĤوا َ ĵَ ْ ُت َذا ِ اĭĕĤ ij َ ĩĤا ÿَ ĕƪ Ĭَ ٌ ْ ء ْ َت َĹü ij َ ĩĤا ěُ ْ ×ùِ َ ْ َت ĺ ij َ َى اĩĤ َر َź أ ۜ﴾[اóĐŶاف١٦١/٧،] وĜאل ْ §ُ ِ bYـٔÁَ ۪ ٓ ۜ﴾وĜאلĹĘاóĐŶاف: ﴿ َr ْ¦Yُ َ ÀYَ rَ ﴿ :אĭıİ óذכ :اijĤאĜو ³َْY﴾وĜאلĭİאك: ª{َ²َْ ĭıİא: ﴿ ْاد ُrُ«¹ا﴾وĜאلĭİאك: ﴿ ْا~ ُ§¹³ُا﴾[اóĐŶاف١٦١/٧،] وĜאلĭıİא: ﴿žَY ﴾ ۟ َ ِْ» ُ̄ ¹َن ﴾ وĜאل ĭİאك: ﴿À ۟ Ÿَْ ُ £ُ ¹َن ¹ُا À ²Y¦َ Y¯َ ِ ْ ³َY] ﴾اóĐŶاف، ١٦٢/٧] وĜאل ĭıİא: ﴿\ َْرَ~» Yžَ﴿ .אتĩĥכĤفاŻÝìאÖóĻĕÝÜ ź אıّ َĵ اęÜאق اđĩĤאĹĬ وأĬ ُħĥđ أن اóĩĤاĐ [اóĐŶاف، ١٦٢/٧] ĻĤ ُ įْ َ ْت ِĭĨ óåَ ęَĬאْ Ęَ َۜ óåَ éَ Ĥاْ אك َ āَ َ َא ْ اĄِó ْب ِđÖ ĭĥْĝُĘَ į۪Ĩِ ْ ijĝَĤِ ĵøijٰ ُ Ĩ ĵĝٰ ْ ùَ اÝø َ ِاِذ ْ -٦٠ و ْ ا ijáَ ْ đÜَ źَ َ Ʃِ اų و ُijا ِĨ ْī ِرْز ِق Ö َ َ ْ اóü ْۜ ُכُijĥا و ħُ ıَ Ö َ óýْ َ Ĩ אس ٍ Ĭَاُ ģ ƫ َ ُכ ħĥِĐَ ïْĜَ ۜאĭً ْ َ َة َĻĐ óýْ Đَ אَ Ýَ ْاĭà īĺ َ ï۪ ùِ ęْ ُ ْ ِض Ĩ ِĹĘ ْ َ اźر ِِذ ْا~َc ْ £ٰ ﴾»وóĺïĝÜه: وإذ اĝùÝøאĬא. واĝùÝøźאء ÕĥĈ اĹĝùĤ وËøاįĤ وįĤijĜ:﴿ َوا א” çÝęÖ اīĻùĤ، أي أįÝĻĉĐ Ĩא įÖóýĺ، و”ÛĻĝø ً Ļ ْ ĝَ ø įُ ÝĻĝø ïĜو “.אĭıİ אءĐïĤאÖ ijİو įÖ Ĺĝùَ ĺو ،įĭĨ بóýĺ אĻĝø įĤ Ûđĥä أي” אĬŻĘ ÛĻĝøأ”و ،Ĺِ اŶرض” وİijéĬא ĥđęÖ ٤ :אلĝĘ ïĻ×Ĥ אĩıđĩä ïĜو ،ĵً .َ وĜאل ĹĘ دijĺان اŶدب: ĝøאه Ʃ اų đÜאĵĤ وأĝøאه ĭđĩÖ اõĤرع ١ ط: øאÙĝÖ. ،אéĻāĘ ،ةóĻéĤا ģİأ īĨ .īĻĻĥİאåĤا אةİد īĨ óĐאü (م ٥٩٠ ijéĬ / ـİ ق ٣٥ ijéĬ) ĹĩĻĩÝĤا אدي×đĤا ïْ ĺَ ّ īÖ ز ِïي َ Đ ijİ ٢ īĻÖو įĭĻÖ אĬאĩäóÜ įĥđäو įÝĀאì ĹĘ ñíÜا ،ىóùכ انijĺد ĹĘ ÙĻÖóđĤאÖ ÕÝכ īĨ أول ijİو .ÙĻøאرęĤوا ÙĻÖóđĤا īùéĺ اóđĤب. ùĘכī اïĩĤاīÐ، õĘار ŻÖد اýĤאم، õÜوج ïĭİا ÛĭÖ اĩđĭĤאن īÖ اñĭĩĤر ووĵü įÖ أïĐاء įĤ إĵĤ اĩđĭĤאن ĩÖא أوóĔ :óčĬا .انijĺد ĹĘ هóđü īĨ ĹĝÖ אĨ ďĩäو .Ùåè هóđü ونóĺ ź ÙĻÖóđĤا אءĩĥĐو .ةóĻéĤאÖ įĭåø ĹĘ įĥÝĜو įĭåùĘ رهïĀ ħåđĨ اóđýĤاء óĩĥĤزÖאĹĬ، ص. ٢٤٩؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .٢٢٠/٤ ěُ ْ ×ùِ َ ْ َت ĺ ij َ َى اĩĤ َر ٣ دijĺاįĬ، ص. ٦٥؛ اéāĤאح óİijåĥĤي، «ÿĕĬ«؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، «ÿĕĬ«. وĹĘ اijĺïĤان: َź أ ِóĻا. ĝęĤوا َ ĵَ ĭ ِ ْ ُت َذا اĕĤ ij َ ĩĤا ÿَ ƪ ĕَ ًא ... Ĭ ْ َت َÑĻü ij َ اĩĤ ٤ ح - ĝĘאل؛ ر: Ĝאل. ٥ ١٠ ١٥ 948 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kavmim Mecdoğulları’na da su temin etti Nümeyr’e (Nemircik’e) ve Hilaloğulları’nın diğer kabilelerine de! Doğrudan bir kimseye su verince sekaytühu, hayvanlarına ve toprağına su verince ise istekaytuhu fiili kullanılır ki bu ikinci fiil “Onun için suyu getirdim, istedim.” gibi bir anlama gelir. Şair Zürrumme şöyle der: Sevgilinin öldüğü toprağı (gözyaşlarımla) suladım, öylesine hüznümü döktüm ki Taşları ve oyun oynadığı yer bile bana konuşur oldu İskınî ihâbek “Kırbandan bana su ver, su kırbanı benim için su alma yeri kıl.” denilir. Sin harfinin kesresi ile es-sikyu “sulama sırası, payı”, es-sikāu “su, süt tulumu” demektir. Sikāye, hac mevsimlerinde veya diğer zamanlarda su temin edilen yer demektir. Yûsuf sûresindeki sikāye ise hükümdarın içtiği su kabı demektir. el-Miskātü, çekici bir şeye iliştirilen sulama aracı demektir. el-İstikāu mine’l-bi’ri kuyu ve benzeri bir yerden su almak demektir. “Mûsâ, kavmi için” Onlar İsrâiloğulları’dır. Anlam, “Mûsâ’nın onlar için Tîh çölünden önce kırsal yerde su istediğini hatırlayın.” şeklindedir. Bir görüşe göre bu, Tîh çölündedir. “Asanı kayaya vur demiştik.” Onun asası cennetin mersin ağacındandı. Kendi arşını ile on arşın kadardı. Bu, Hz. Mûsâ’nın mûcizesi ve yılana dönüşen asaydı. Kaya hakkında ise bir görüşte şöyle denilmiştir. “ Allah Teâlâ ona, insan başı kadar hafif olan bir taşı alıp heybenin içine koymasını emretti.” Bir görüşe göre bu kaya kedi başı kadar, bir başka görüşe göre öküz başı kadardı. Mukātil b. Süleymân bunun kare bir taş olduğunu söylemiştir.1 Dahhâk ve Süddî, bunun kenar ölçüleri bir arşın olan kare şeklinde bir taş olduğunu söylemişlerdir. Kelbî şöyle demiştir: Bu taş insan kafası gibi yuvarlaktı, üzerinde kadın göğsü gibi on iki tane göğüs vardı, Hz. Mûsâ onu Tûr dağından almıştı. Saîd b. Cübeyr şöyle söylemiştir: O taş, kavmi Hz. Mûsâ’nın hadım edilmiş olduğunu söylediği zaman böyle olmadığını göstermek için onun elbiselerini alıp götüren taştır. Daha sonra Hz. Mûsâ’ya o taşı taşıması emredilmiştir. 1 Mukātil b. Süleymân, Tefsîr, 1: 110. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 949 ١ لِ Żَİِ īْ Ĩِ ģَ Ðאِ َ ×ĝَĤاْ َ ا و ً óْ Ļ َ ĩĬُ ... ĵĝَ ْ øَ َ أ و ،ïٍåْ َ Ĩ Ĺĭِ َ Ö ĹĨِ ْ ijĜَ ĵĝَ َ ø א. Ĝאل َ Ļ ْ ĝ ُ ùĤאÖ įĤ تijĐد أي įÝĻĝøوأ ،įĄوأر įÝĻüאĩĤ įÝĻĝÝøوا ،ِ įِ ÝęَýĤ َ įÝĻĝø :אلĝĺو ٢ ذو اÙĨóĤ: ٣ ْ į ُ ×ĐŻِ َ ُ وĨ ُه ْåèאر َ ُ Ĺĭ أ ُ َכِّĩĥ Ü įáƫ ُ Öَ ƪ א أ ĩĨ َ ĵƪ כאد Ýèَ įĻĝِ ْ øُ وأ ،بóýĤا īĨ ċéĤا īĻùĤا óùכÖ ُ Ĺْ ĝ ِ ّ ، واùĤ ً َאء و“اĹĭĝø إİאÖכ” أي اįĥđä ĹĤ ِĝø ħøاijĩĤا ĹĘ ابóýĤا įĻĘ ñíÝĺ يñĤا ďĄijĩĤا ÙĺאĝùĤوا ،ī×ĥĤوا אءĩĥĤ ÙÖóĝĤا אءĝùĤوا ُ Ĩא َאة ĝ ْ وİóĻĔא، واĝùĤאÙĺ ĹĘ ijøرة ėøijĺ اijāĤاع اñĤي כאن óýĺب įĭĨ اĥĩĤכ، ِ واùĩĤ .אıĭĨ ñìŶا ُ אİijéĬو óÑ×Ĥا īĨ אءĝÝøźوا ،įĻĥĐ ěُĥƪ َ đُ Ü ارóåĥĤ ñíÝĺ ِ¹ْ£َِR۪µ ﴾وħİ ijĭÖ إóøاģĻÐ، وĭđĨאه: اذכóوا أąĺא إذ Éøل ĵøijĨ رįÖ ª »~¹ٰ ®ُ ﴿ :įĤijĜو .įĻÝĤا ĹĘ :ģĻĜو .įĻÝĤا ģ×Ĝ Ùĺó×Ĥا ĹĘ ħıĻĝùĺ أن ۜ﴾ وכאن āĐאه īĨ آس اÙĭåĤ، وכאن óýĐ yَkَ oَ ْ ِ َ ‡َ َ Yك اª ِ ْب \ yŠا ْ Y³َ ْ وįĤijĜ:﴿ žَ £ُ« óåéĤا אĨوأ .ÙĻè ÕĥĝÝÜ ÛĬכא ĹÝĤا Ĺİو ،įÜõåđĨ ÛĬכא ĹÝĤا Ĺİو ĵøijĨ راعñÖ أذرع .ِ ةŻَíْ ĩĤا ِ ĹĘ įđąĻĘ אنùĬŸا رأس ģáĨ אęĻęì ً اóåè ñìÉĺ أن ĵĤאđÜ ųا Ʃ هóĨأ :ģĻĜ ïĝĘ وģĻĜ: ģáĨ رأس اóıĤة. وģĻĜ: ģáĨ رأس اijáĤر. א ĹĘ ذراع. ً ٤ وĜאل اéąĤאك واïùĤي: כאن ذراĐ وĜאل ĝĨאģÜ: כאن óåèا đÖóĨא. ا ģáĨ رأس اùĬŸאن، įĻĥĐ اĭàא óýĐ ĺïàא ģáĨ ïàي اóĩĤأة، وכאن ً وĜאل اĤכĥ×Ĺ: כאن ïĨور .رijĉĤا īĨ įđĘر ĵøijĨ ،آدر įĬإ :įĨijĜ אلĜ אĩĤ ĵøijĨ אبĻáÖ Õİذ يñĤا óåéĤا ijİ :óĻ×ä īÖ ïĻđø אلĜو .įĥĩéĺ أن ĵøijĨ óĨÉĘ ١ دijĺاįĬ، ص. ١١٠؛ اéāĤאح óİijåĥĤي، «ĵĝø«. Ùĝ×ĉĤا لijéĘ īĨ óĐאü (م ٧٣٥ / ـİ ١١٧ .ت (ÙĨóĤا ذو ويïđĤا دijđùĨ īÖ ÷ĻıĬ īÖ Ù×ĝĐ īÖ نŻĻĔ אرثéĤا ijÖأ ijİ ٢ ĵĤإ óąéĺ ،Ùĺאد×ĤאÖ אĩĻĝĨ وכאن ،īĻĻĥİאåĤا ÕİñĨ כĤذ ĹĘ Õİñĺ ،لŻĈأ כאءÖو ÕĻ×ýÜ هóđü óáأכ ،هóāĐ ĹĘ ÙĻĬאáĤا אنĻĐŶا אتĻĘو: óčĬا .אنı×ĀÉÖ ĹĘijÜ ،ħíĄ ïĥåĨ ĹĘ óđü انijĺد įĤ .įĻ×ýÝĤا אدةäÍÖ אزÝĨوا ،اóĻáכ ةóā×Ĥوا ÙĨאĩĻĤا īÖź ĥìכאن، ١١/٤؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٢٤/٥ ٣ دijĺاįĬ، ٨٢١/٢؛ Üאج اóđĤوس ïĻÖõĥĤي، «ĵĝø«. .١١٠/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ ٤ ٥ ١٠ ١٥ 950 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu belirli bir taş değildir ve Hz. Mûsâ bulduğu herhangi bir taşa vurmuştur. Yalnız doğru olan onun belirli bir taş olduğudur. Çünkü Allah onu elif-lâm takısı ile kullanmış, böylece belirli bir taş olduğunu bildirmiştir. “Böylece ondan (pınarlar) fışkırmıştı.” Kaffâl şöyle demiştir: Bu, Hz. Mûsâ’nın vurmasına delâlet etmektedir, yani “Vurmasından pınarlar fışkırmıştır.” demiştir. Bir görüşe göre burada gizli bir fiil vardır ve cümlenin takdiri “O vurdu ve ondan on iki pınar fışkırdı.” şeklindedir. Cümleden bir ögeyi düşürmek, şu âyette de olduğu gibi mümkündür: “Sizden her kim hasta veya yolcu ise…” Yani orucunu bozsun. “Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.” [ el-Bakara 2/184] Buradaki minhu (ondan) zamiri de kayaya işaret eder, yani “kayadan” anlamına gelir. Burada bu kelime, Hz. Mûsâ’nın emre muhalefet etmeyeceğini bildiğimizden ve zâhirinde buna işaret ettiğinden dolayı hazfedilmiştir. Benzer kullanım, “Ona ticaret yapmasını söyledim, o da para kazandı.” ifadesinde de vardır. İnficâr (fışkırma) geniş bir şekilde yarılma demektir. İnbicâs ise dar bir şekilde yarılma demektir. Bir görüşe göre inficâr çokça çıkma, inbicâs az az çıkmadır. Bir görüşe göre inficâr yumuşak bir şeyden çıkma, inbicâs da sert bir şeyden çıkmadır. Ahfeş’e göre, her ikisi de aynı şeydir. Bir görüşe göre inbicâs akma, inficâr da fışkırma, kaynamadır. Bir görüşe göre inficâr kelimesi fecrin doğmasından (inficâr) türetilmiştir ki bu da karanlığın aydınlıktan ayrışması demektir. Bu kelimenin asıl anlamının mufâraka (ayrılma) olduğu da söylenmiştir. Nitekim fücûr, iyilikten ayrılmaktır. Kutrub böyle söylemiştir: Bu âyette fe’n-fecerat denilmiş; A‘râf sûresinde ise fe’n-beceset [ el-A‘râf 7/160] denilmiştir. Aslında her iki kıssa aynıdır. Dolayısıyla bu iki kelimenin (infecere ile inbecese kelimelerinin) aynı olduğunu söylerse, sözü doğru olur. Kim de “O taş belirli bir taş değildi, aksine işine yarayan herhangi bir taşı alıp ona vurdu.” görüşünde ise şunu demiş olur: “Eğer küçük bir taş alıp ona vurduysa ondan su azar azar akmıştır (inbecese), yok eğer büyük bir taşı alıp ona vurduysa ondan su fışkırarak akmıştır (infecera).” Kim de “O taş, heybesinde taşıdığı -bir görüşe göre de eşeğin üzerinde taşıdığı- bir taştı.” derse “İnbicâs (az az akma) taştan suyun çıktığı ilk andaki akmadır; inficâr (fışkırarak akma) ise akmaya başladıktan sonraki aşamadır.” demiş olur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 951 כאن įĬأ çĻéāĤوا .ïäو óåè أي بóąĺ כאنĘ ،אĭĻđĨ اóåè īכĺ ħĤ :ģĻĜو .مŻĤوا ėĤŶאÖ įĘّ óĐ ïĝĘ א؛ĭĻđĨ ĵĥĐ כĤذ لïĘ بóąĤا īĨ أي :אلęĝĤا אلĜ ﴾µُ³ْ®ِ تْ yَkَŸَ²Yْ žَ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو įĭĨ [ أ اóąĤب وįÖ اóåęĬت اijĻđĤن. وģĻĜ: ĭıİא óĩąĨ، أي óąĘب ĘאóåęĬت [١٣٤ »ٰ َْو َ» ا Y‹À ً ۪ اĭÝàא óýĐة ĭĻĐא. واĩĄŸאر äאõÐ כĩא Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ žَ َ ¯±ْ َ ¦َYن ِR³ْ ُ§ ْ َRy اñİ ĵĥĐ ﴾µُ³ْ®ِ﴿ :įĤijĜو ،]١٨٤/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۜ yَrَ ُ ٍ ا َYم Àَّ ة ِR ±ْ ا ٌ َ ة﴾ أي óĉĘÉĘ﴿ ِžَ ّu ٌ َ uّ ِžَ ٍ yŸَ~َ ėĤאíĺ ź ĵøijĨ أن אĭĩĥđĤ فñèو ،”óåéĤا īĨ” أي ،óåéĤا īĐ Ùĺאĭכ نijכĺ اóĨŶ وŶن اčĤאóİ ïĺل įĻĥĐ وijİ כįĤijĝ:” أįÜóĨ ÖאåÝĤאرة ĘאכÕùÝ اijĨŶال”. واåęĬźאر اĝýĬźאق اijĤاďø، واĬź×åאس اĝýĬźאق اěĻąĤ. وģĻĜ: اåęĬźאر اóíĤوج Öכóáة، واĬź×åאس ŻĻĥĜ ŻĻĥĜ. وģĻĜ: اåęĬźאر اóíĤوج īĨ اīĻĥĤ، אسå×Ĭźا :ģĻĜو .ûęìŶا لijĜ ijİو ،ïèوا אĩİ :ģĻĜو .ÕĥāĤا īĨ אسå×Ĭźوا ١ اāĬź×אب، واåęĬźאر اĭĤ×ijع. وģĻĜ: أñì اåęĬźאر īĨ اåęĬאر اóåęĤ وijİ اĝýĬאįĜ، ،ó×Ĥا ÙĜאرęĨ ijİ رijåęĤوا ،ÙĜאرęĩĤا įĥĀأ :ģĻĜو .אءĻąĤا īĐ ÙĩĥčĤا אقĝýĬا ijİو ﴾aْ َ kَ ]َ²Yْ žَ ﴿ :افóĐŶا ĹĘو﴾ تْ yَkَŸَ²Yْ žَ﴿ :ÙĺŴا هñİ ĹĘ óذכ ïĜو .بóĉĜ įĤאĜ īכĺ ħĤ” :אلĜ īĨو ،įĤijĜ ٢ [اóĐŶاف، ١٦٠/٧] واÙāĝĤ واïèة īĩĘ ijøى ĩıĭĻÖא اóĩÝø ٣ כאن إذا أñì :لijĝĺ įّ ĬÍĘ “ÙäאéĤا īĐ ïäو óåè أي بóąĺ כאن ģÖ אĭĻđĨ óåéĤا óåèا óĻĕĀا įÖóąĘ اĬ×å ÷وإن أñì óåèا כ×óĻا įÖóąĘ اóåęĬ، وīĨ Ĝאل: כאن אسå×ĬźאĘ -אرĩè ĵĥĐ ģĩéĺ כאن :ģĻĜو- ةŻíĩĤا ĹĘ ģĩéĺ اïèوا اóĻĕĀ اóåè .įĬŻĻø ïđÖ אرåęĬźوا ،óåéĤا īĨ įäوóì أول ١ ح ر - وijİ اĝýĬאįĜ. .Û×à أي ٢ .ûĨאİ çĀ ،لijĝĺ - ط ٣ ٥ ١٠ ١٥ 952 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre, ilk başta azar azar akmış, sonra artarak akmaya devam etmiş ve sonra fışkırarak akmıştır. Bir görüşe göre de ihtiyacın az olduğu zamanlarda azar azar, ihtiyaç arttığında ise fışkırarak (bolca) akıyordu. “On iki pınar” İsnetâ kelimesinde ki te harfi, sayının müennes olduğunu göstermek için gelmiştir. Onun üzerindeki müennes sayılarda on sayısının, biri peltek se harfinin sükûnu ile diğeri de kesresi ile olmak üzere iki türlü okunuşu vardır. Ayn pınar demektir. Bu kelime semaî müennestir, temyiz olarak nasb edilmiştir. Ayrıca bu kelime görme aleti olan gözden türemiştir. Çünkü göz, baştaki en şerefli şeydir, pınar da yeryüzündeki en şerefli şeydir. Ayrıca gözyaşı gözden çıktığı gibi su da pınardan çıkar. İsrâiloğulları on iki boy (kabile) oldukları ve birbirleri ile anlaşamadıkları için kendilerine on iki pınar verilmiştir. Birbirleri ile çekişmesinler diye her bir kabile için ayrı ayrı su kaynağı verilmiştir. “Her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti.” Yani su kaynağını bilmişti. Katâde şöyle demiştir: Her boy kendi pınarını biliyordu ve gidip ihtiyacı kadar su alıyordu, sonra da su kesiliyordu. Bir görüşe göre, su, onlar (orada) konaklıyorken akıyordu, göç edeceklerinde taşın suyu kesiliyordu ve taşı çuvala koyup taşıyorlardı. Ebû Ravk şöyle demiştir: O taşta on iki oyuk vardı, bir yerde konakladıklarında taşı koyuyorlardı, her bir boy kendi oyuğuna gelip kanal kazıyordu (açıyordu), sonra da diledikleri kadar içiyorlardı. Onu taşımak istediklerinde Hz. Mûsâ taşa vuruyordu ve suyu kesiliyordu. Ayrıca bu taştan altı yüz binden fazla kişi su alıyordu. Bir görüşe göre bu taş mermerdendi, bir başka görüşe göre ise koyun başı kadardı. “Allah’ın rızkından yiyin, için.” Burada zikredilmemiş gizli bir öge vardır. Cümlenin takdiri, “Onlara ‘Kudret helvasından ve bıldırcın etinden yiyin; taşın pınarlarından için, bu iki nimette Allah’ın sizi rızıklandırdığı yani size verdiği şeylerdir.’ dedik.” şeklindedir. “Yalnız, bozgunculuk yapmayın.” Buradaki te‘sav fiilinin mastarı olan el-‘asy kelimesi, fesadın zirvesi anlamına gelir. Bir görüşe göre, fesatta aşırılıktır. Bu kelime ‘alime babından olup ‘asiye-ya‘sâ fiil kökündendir. Bu kelime başka iki kalıptan da gelir. Dehale babından ‘asâ-ya’sû ve fe‘ile-yef‘ilü babından aslı ‘ayise-ya‘yisu olan ‘âse-ye‘îsu şeklindedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 953 ïĭĐ ÷å×ĭĺ כאن :ģĻĜو .אراåęĬا نijכĻĘ óáכĻĘ ومïĺو يóåĺ ħà ١ ÷å×ĭĺ כאن :ģĻĜو .óĻáכĤا ĵĤإ ÙäאéĤا ïĭĐ óåęĭĺو ÙäאéĤا ÙĥĜ ٢ اßĬËĩĤ. واóýđĤة ıĻĘא ÝĕĤאن ĹĘ ïĐد ۜ﴾ اÝĤאء ïđĤد Y³ً Áْ َ ةَyَƒْ َ Ycَ³َfاْ ﴿ :įĤijĜو ÙáĬËĨ Ĺİو ،عij×ĭĻĤا īĻđĤوا .אİóùوכ īĻùĤا īĻכùÜ ةóýđĤا ĵĥĐ زاد אĨ ïđÖ ßĬËĩĤا أسóĤا ĹĘ אĨ فóüأ įĬŶ ة؛óĀא×Ĥا īĻđĤا īĨ ÙĝÝýĨ Ĺİو ،óĻùęÝĤا ĵĥĐ ÕāĬو ،אĐאĩø وñİه أóüف Ĩא ĹĘ اŶرض، وŶن اĩĤאء óíĺج īĨ ñİه כאďĨïĤ óíĺج īĨ ĥÜכ. وإĩĬא ،نijęĥÜÉĺ ź ٣ اijĬכאĘ אĉ×ø óýĐ Ĺĭàا اijĬכא ģĻÐاóøإ ĹĭÖ نŶ دïđĤا اñİ ĵĥĐ Ûĥđä .اijĐאزĭÝĺ ŻÑĤ ةïè ĵĥĐ īĻĐ īĨ ةïè ĵĥĐ ٌ بóýĨ ć×ø ģכĤ ģđُ åĘ ć×ø ģכ כאن :אدةÝĜ אلĜ .ħıÖóü ďĄijĨ أي﴾ ۜ ْ·َُ \yَƒْ ®َ سY ٍ َ ²ُ ُ ا ©ّ¦ُ َ«َِ uْ َ وįĤijĜ:﴿ ¢ ħİو ģĻùĺ כאن :ģĻĜو .אءĩĤا ďĉĝĭĺ ħà įÝäאè ارïĝĨ ñìÉĻĘ ءĹåĻĘ įùęĬ īĻĐ فóđĺ ĬאزijĤن ÍĘذا ارijĥéÜا اďĉĝĬ Ĩאؤİא وģĩè اóåéĤ ĹĘ اijåĤاěĤ. وĜאل أijÖ روق: כאن įĻĘ اĭÝàא óýĐة óęèة، ĘכאijĬا إذا ijĤõĬا وijđĄا اóåéĤ وäאء כģ ø×ć إĵĤ ħıÜóęè óęéĘوا اïåĤاول إĵĤ أıĥİא ijÖóýĘا Ĩא üאؤوا، ÍĘذا أرادوا أن ijĥĩéĺه ] ÕİñĘ اĩĤאء، وכאن ĹĝÝùĺ įĭĨ ĩÝøאÙÐ أėĤ وزĺאدة. وģĻĜ: כאن ب١٣٤ [ĵøijĨ įÖóĄ اóåéĤ رìאĨא. وģĻĜ: כאن כóأس üאة. ِ ْزِق ّ اà ِٰ ﴾وĭıİא óĩąĨ، أي ĭĥĜא ħıĤ כijĥا īĨ اīĩĤ وįĤijĜ: ﴿ ُ¦ُ«¹ا َو ْاَ‚yُ\¹ا ِR ±ْ ر واijĥùĤى واijÖóüا īĨ ijĻĐن اóåéĤ وĩİא ĩĨא رزĜכħ Ʃ اų đÜאĵĤ أي أĉĐאכħ. ُ أïü اùęĤאد. وģĻĜ: اĩĤ×אÙĕĤ ĹĘ اùĘŸאد. وñİا īĨ Ĺْ á َ َ َْg¹ْا﴾ اđĤ b Êَوَ ﴿:įĤijĜو ٤ و”Đאث ،ģìد ïè īĨ “ijáđĺ אáĐ” :אنĺóìأ אنÝĕĤ įĻĘو . َ ħِ ĥَ Đ אبÖ īĨ “Ĺَ á ْ đ َ ĺ ، َ Ĺِ á َ Đ” ٦ ."ßُ Ļِ ْ đ َ ĺ ßَ Ļِ َ Đ” īĨ ،“ģđęĺ ģđĘ” īĨ ٥ ،“ßĻđĺ ١ ح - وģĻĜ כאن ĭĺ×å÷. ٢ ط: ïđĤم. ٣ ح : وכאijĬا. ٤ ح: כÕÝ. .بóąĺ بóĄ ïè īĨ + ر ٥ .ßُ Ļِ ْ đ َ ĺ ßَ Ļِ َ Đ īĨ ģđęĺ ģđĘ īĨ -ر ط ٦ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 954 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Yeryüzünde” Yani, Tîh çölünde. Bir görüşe göre bu ifade “Dünyada” anlamına gelir. Yeryüzünde “Fesat çıkararak” Müfsidîn kelimesi hâl üzere mansub kılınmıştır. Yani, bozgunculukta aşırıya kaçmayın. Bir diğer ihtimal ise bu iki ifadenin aynı anlama gelmesidir ki bu durumda âyette tekrarın olması [yani “Bozgunculuk yapmayın.” denildikten sonra “fesatçılar olarak” denilmesi] mübalağa içindir. Bunun benzeri “Gaddar olarak Zeyd’e zulmetme!” ifadesinde vardır. Gaddarlık zaten zulüm demektir. Aynı şekilde bozgunculuk zaten ifsat demektir. Yalnız, birincisi daha uygun bir seçenektir, çünkü [aynı anlamın tekrarı yerine] daha fazla anlam içermektedir. Âyetin mânası, “Size verdiğimiz rızıklardan yiyin, için fakat mallarını gaspetmekle veya benzeri şeylerle insanlara zulmederek yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam, “Şükrederek nimetlerimizi kabul edin, nankör olmayın, sizden başkalarını küfre davet etmeyin, çünkü o yeryüzündeki en büyük bozgunculuktur.” şeklindedir. Bir görüşe göre “Yiyin, için” bedenin iyiliği, “Bozgunculuk yapmayın!” da dinin ıslahıdır. Böylece Allah önce sebepleri hazır etmiş, sonra hitabını yöneltip mükellef kılmıştır. Kuşeyrî şöyle der: Hak Teâlâ her toplumun diğerlerini rahatsız etmeden kendi sınırlarına sadık kalmasını irade etmişti. Bu amaçla her bir kabileye kendisi ile su kaynaklarını bilecekleri bir alâmet vermişti. Böylece gruplardan biri, diğerinin suyuna dokunmamış oldu. Ayrıca onlara, istedikleri şeyi verince şükretmelerini, emrine itaat etmelerini ve günah işlemeyi terk etmelerini emretti. Su kaynakları değişik ve su içilen yerler farklıdır, her grup kendi suyunun başına varır. Kimi tatlı ve kolay içimli, kimi acı ve buruk, kimi dupduru, kimi de damla damla akacak kadar azdır. Her kavmin yöneticisi onları idare eder, her grubun lideri onları sevk eder. Nefi sler arzu ve şehvetlerin, kalpler takvâ ve itaatin, ruhlar keşif ve müşâhedelerin kaynaklarına yönelirken, sırlar da sıfatlardan fenâ bularak hakikatlerin menbaına inerler.1 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 49. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 955 ĹĘ ﴾±À َ u۪ ِ Ÿْ®ُ ﴿ :įĤijĜو .אĻĬïĤا ĹĘ :ģĻĜو .įĻÝĤا ĹĘ أي﴾ ضِ رْÊا َْ¿ žِ ﴿:įĤijĜو óĺóכÝĤا ģĩÝéĺو .אدùĘŸا ÙĤאè אدùĘŸا ĹĘ اijĕĤא×Ü ź أي ،אلéĤا ĵĥĐ ÕāĬ ١ اŶرض، ijİ ĹáđĤا اñوכ ،ħĥčĤا ijİ رijåĤوا ،”įĻĥĐ اóÐאä اïĺز ħĥčÜ ź” :אلĝĺ אĩכ ÙĕĤא×ĩĥĤ اùĘŸאد، واŶول أوįä؛ įĬŶ أכóá ĵĭđĨ. ħà ĭđĨאه: כijĥا واijÖóüا īĨ رزĭĜא وź ïùęÜوا ĹĘ اŶرض ħĥčÖ اĭĤאس ÕāĕÖ ĵĤإ ħכóĻĔ اijĐïÜ źو واóęכÜ źو óכýĤאÖ ٢ أijĨاħıĤ وijéĬ ذĤכ. وģĻĜ: أي ĜאijĥÖا ĭĩđĬא اĤכóę؛ įĬÍĘ أēĥÖ ùĘאد ĹĘ اŶرض. وģĻĜ: ﴿ ُ¦ُ«¹ا َو ْاَ‚yُ\¹ا﴾ وijİ ŻĀح اĤ×ïن ﴿َوَÊ َ اĉíĤאب. وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي įّ äو ħà אب×øŶا ÉĻİ ،īĺïĤا حŻĀ ijİو﴾ ا¹ْgَْ َ b :ųا Ʃ رįĩè ħèاõĨ óĻĔ ،هïéĤ אĨزŻĨ مijĜ ģכ نijכĺ أن įĤŻä ģä ěéĤا أراد دونóĺ ź ءźËıĘ ،ħıÖóýĨ אıÖ نijĘóđĺ ÙĨŻĐ ć×ø ģכĤ دóĘÉĘ ،į×èאāĤ óýĨب اīĺóìŴ، واóìŴون ź óĺدون óýĨب اŶوīĻĤ. وīĻè כęאħİ ٣ اijĤزر. واĭĩĤאģİ Ĩא ĥĈ×ijه أħİóĨ ÖאýĤכó وċęè اóĨŶ وóÜك اĝÝèאب óĘات، ٌ بñĐ بóýĩĘ ،įÖóýĨ دóĺ ģכĘ ،ÙĜאرęÝĨ אربýĩĤوا ،ÙęĥÝíĨ ،ٌ وóýĨف Āאف ٌ زźل، وóýĨب رěÜ ٌ أوüאل، وóýĨب çĥĨ أäאج ģİאĭĨ دóÜ سijęĭĤאĘ .ħıĜijùĺ ÙęÐאĈ ģכ ïÐورا ،ħİدijĝĺ مijĜ ģכ ěÐאøو اĵĭĩĤ، واijıýĤات واijĥĝĤب óÜد ýĨאرب اĵĝÝĤ، واĉĤאĐאت واŶرواح אءĭęÖ ěÐאĝéĤا ģİאĭĨ دóÜ óÐاóùĤوا ،اتïİאýĩĤوا ėýכĤا ģİאĭĨ دóÜ ٤ اęāĤאت. ١ ح ط ر- ĹĘ اŶرض. ٢ ح ر: ĭÝĩđĬא. ĵÝè כĤذ óáوכ .įÝ×ĝÝèا ïĝĘ כ×ÝĜ أو כĥèر ةóìËĨ ĹĘ įÜدïü ٍ ٣ «اÕĝÝè اħàŸ «أي ارÜכ×į. Ĝאل اīÖ درïĺ: وכģ Ĺüء ا أو óüا إذا ادóìه. اóčĬ: óıĩäة اÙĕĥĤ īÖź درïĺ،» Öـ èـ ق». ً óĻì نŻĘ ٌ ÕĝÝèا :اijĤאĜ ٤ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، /١ .٤٩ ٥ ١٠ ١٥ 956 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu âyet yağmur duasına çıkmanın mubah olduğunu ifade etmekte, ayrıca Hz. Muhammed aleyhisselâm ümmetinin faziletine de işarette bulunmaktadır. Çünkü İsrâiloğulları suya ihtiyaç duyunca Allah’tan istemesi için Hz. Mûsâ’ya müracaat ettiler; baklaya, sebzeye ve diğer yiyeceklere ihtiyaç duyduklarında da aynı şeyi yaptılar. Bu ümmete ise her ne zaman ihtiyaç duyarlarsa Allah’tan istemeleri salık verildi. Allah Teâlâ “Allah’tan lutfunu isteyin.” [ en-Nisâ 4/32] ve “Dua edin, duanıza icâbet edeyim.” [ el-Mü’min 40/60] buyurmuştur. Burada büyük bir müjde vardır. Hz. Mûsâ, onların sözüyle Allah’tan kavmi için su talep etmiştir. Hz. Îsâ onların sözüyle kavmi için yemek talebinde bulunmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselâm ise Allah’ın emri ile bizim için mağfiret talebinde bulunmuştur. Allah Teâlâ “Hem kendi günahın hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile.” [ Muhammed 47/19] buyurmuştur. Allah, kavimlerinin istemesi neticesinde her iki peygamberin de duasına icâbet etmiş olduğuna göre bizzat kendi emri ile Peygamberimizin bizim için ettiği duaya icâbet buyurması daha evlâdır. 61. Hani, ‘Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da o bize yerden biten sebze, salatalık, sarımsak, mercimek, soğan versin.’ demiştiniz. O da size, ‘İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var.’ demişti. Böylece zillete ve yoksulluğa duçar oldular. Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı. [ el-Bakara 2/61] “Ey Mûsâ dediğinizde.” Yani, aynı şekilde bunu da hatırlayın demektir. “Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız.” Yani, biz sadece kudret helvası ve bıldırcın eti yemeyle kendimizi sınırlandıramayız dediler. Kendilerine iki çeşit nimet verildiği hâlde onların “bir çeşit yemeğe” demelerinin sebebi, etle ekmeğin beraber yendiği gibi birini diğeri ile birlikte yemeleri idi. Bir görüşe göre şöyle denilmiştir: Onlara, önce sadece kudret helvası veriliyordu, sonra onlar bundan bıktılar ve ardından onlara bıldırcın eti de gönderildi. Dolayısıyla onlar, bıldırcın eti verilmeden önce “Biz bundan bıktık, artık bunu yemek istemiyoruz.” demiş olabilirler. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 957 įĻĥĐ ïĩéĨ ÙĨأ ÙĥĻąĘ ĵĥĐ ÛĤود אءĝùÝøźا ĵĤإ وجóíĤا ÙèאÖإ ÙĺŴا ١ وأĘאدت اŻùĤم؛ ÍĘن ĹĭÖ إóøاģĻÐ اÝèאijäا إĵĤ اĩĤאء ijđäóĘا إĵĤ ĵøijĨ ÉùĻĤل، واÝèאijäا إĵĤ اĤ×ģĝ واáĝĤאء وøאóÐ اÉĩĤכźijت ijĥđęĘا כĤñכ، وñİه اÙĨŶ أěĥĈ ħıĤ أن ijĤÉùĺا Ʃ اų ۪﴾ [اùĭĤאء، ٣٢/٤]، وĜאل: ﴿ ْادُ ٓ²¹۪¿ ۜ כĩĥא اÝèאijäا إįĻĤ. Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َو ْ~َٔـُ»¹ا ّ اà َٰ ِ ®±ْ žَ ِ‹ْ«µ ،ħıĤijĝÖ įĨijĝĤ אءĩĤا įÖر ĵøijĨ لÉø :ÙĩĻčĐ אرةýÖ אıĻĘو] ٦٠/٤٠ ،īĨËĩĤا﴾ [ۜ ْ §ُ َ ª [ْ kِ cَ~ْ َ ا مŻùĤا įĻĥĐ ĵĥĀ ĵęĉāĩĤا אĭĻ×Ĭ لÉøو ،ħıĤijĝÖ įĨijĝĤ ةïÐאĩĤا įÖر ĵùĻĐ لÉøو ،[١٩/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ ۜ تY ِ ³َ®ِQْ¯ُ ْ ªواَ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ «ِ ªوَ ¥َ[ ِ²ْwَ ِ ª yْŸِ›ْcَ~اْ وَ ﴿:אلĜ ųا Ʃ óĨÉÖ אĭĤ ةóęĕĩĤا אĭĤ įĤÉø אĩĻĘ אĭĻ×ĭĤ ÕĻåĺ نŷĘ مijĝĤا ÕĥĉÖ هźÉø אĩĻĘ אĩıĤ ųا Ʃ אبäأ אĩĥĘ [ أ ١٣٥] óĨÉÖه أوĵĤ. َא ĭĤَ جْ óِíْ ُ ĺ כَ ƪ Ö َ َא ر ْ ُع َĭĤ אدĘَ ïٍèا ِ َ ٍ و َאم đĈَ ĵĥٰĐَ َ ó×ِāْ Ĭَ īْ Ĥَ ĵøijٰ ُ َא Ĩ ĺ ْ ħُ َ ِا ْذ ُĜْÝĥ -٦١ و نijَ Ĥُïِ ْ ×َ Ý ْ َאۜ َĜ َאل َاَùÜ ıĥِāَ َ Ö َ َא و ıøِ ïَ Đَ َ َא و ıĨijِ Ęُ َ َא و ıÐאِ ٓáƪĜِ َ َא و ıĥِĝْ َ Ö īْ Ĩِ ضُ ْ ِْ× ُÛ ْ َ اźر ĭÜُ א ƪ ĩĨِ ُ ħıِ ْ ĻĥَĐَ Ûْ َ ÖóِĄُ َ ْۜ و ħُ َא َøَאْÝĤ Ĩ ْ ħכُ Ĥَ نƪ אِĘَ اóً āْ Ĩِ اijĉُ ×ِİْ اِ ٌۜ óْ Ļìَ َ ijİُ يñ۪ Ĥאƪ Öِ ĵĬٰ ْ َ َاد ijİُ يñ۪ Ĥاƪ نijَ ĥُُ Ýĝْ َ ĺ َ Ʃِ اų و َ ِ אت ُ َون ِÖٰאĺ َ ْכُóę ْ َכ ُאijĬا ĺ ħُ ۜ ٰذِĤ َכ ِÖَאıĬƪ ųا ِƩ īَ Ĩِ Õٍ ąَ ĕَÖِ אؤ۫ ُ َٓ Ö َ َُÙ و ْ َכĭ ù َ َ ْاĩĤ ِّ اĤƪñĤُÙ و َ ُï َ۟ون Ý ْ đَ َ َכ ُאijĬا ĺ ْ ا و ijāَ Đَ א َ ĩÖِ כَ Ĥِذٰ ěِّۜ éَ Ĥاْ óِ ْ ĻĕَÖِ īَ ۪ ّ Ļ×ِƪ اĭĤ »ٰ «َ yَ]ِ‡ْ َ ² ±ْ َ ª »~¹ٰ ®ُ Yَ À ْcُ ْ ِ ْذ ¢ُ» َY ُ ®¹ٰ ﴾»~أي واذכóوا أąĺא ﴿ا À ْcُ ْ ِ ْذ ¢ُ» وįĤijĜ:﴿ َوا īĩĤا ijİو אمđĉĤا īĨ ïèوا عijĬ ĵĥĐ אĭùęĬأ×÷ è ĵĥĐ رïĝĬ īĤ أي﴾ uٍ nا ِ وَ ٍ Žَ َYم ٍ َو ِ اn ٍu ﴾وĩİא اĭàאن ħıĬŶ כאijĬا Éĺכijĥن أĩİïèא ٰ« Žَ َYم واijĥùĤى. وإĩĬא ĜאijĤا: ﴿ َ» هijĥĨّ ħà źأو هïèو īĩĤا ħıĻĥĐ لõĭĺ כאن :ģĻĜو .ħéĥĤאÖ õ×íĤا ģכËĺ אĩכ óìŴאÖ ،ىijĥùĤا ولõĬ ģ×Ĝ ħıĭĨ مŻכĤا اñİ نijכĺ أن زijåĻĘ ،ىijĥùĤا ħıĻĥĐ ÛĥøرÉĘ .אĭøijęĬ įĭĐ ÛĘõĐو اñİ אĭĥĥĨ ïĜ :نijĤijĝĺ ١ ط ر: وإĘאدة. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 958 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Bizim için Rabbine yalvar.” Yani, ondan iste. “Rabbine yalvar da o bize yerden biten sebze (…) versin.” Âyette mimmâ kelimesindeki min Ahfeş’e göre zâit harf-i cerdir. Yalnız, kısmilik için de olabilir. Min baklihâ ifadesindeki min ise cins içindir. Aynı şekilde o da “bazı çeşitlerinden” demektir. “Çıkarsın” Buradaki yuhric fiilinin cezimli olmasının iki nedeni olabilir. Birincisi cevap cümlesi takdirinde olmasıdır. Yani mânası, “Bizim için Rabbine dua et, eğer sen dua edersen o da çıkartır.” şeklindedir. İkincisine göre ise anlam “Bizim için Rabbine dua et ve ona ‘Çıkar’ de ki o da çıkarsın.” şeklinde olabilir. Bunun benzeri “Kullarıma söyle en güzel sözü söylesinler.” [ el-İsrâ 17/53] ve “İnanan kullarıma söyle namazı dosdoğru kılsınlar.” [İbrâhîm 14/31] âyetlerinde vardır. “Sebze” Bakl, yemekle birlikte yenilen her türlü yeşillik demektir. Kelime aslında yerden biten her şey için kullanılır. Şair şöyle der: Bir kavim ki ilkbahar kendileri için bitkileri yeşerttiği vakit Otlarla (bakl) birlikte onların düşmanlıkları da yeşerir “Salatalık” Kissâ salatalık demektir. Kāf harfinin ötresi ile kussâ şeklinde telaffuzu da bir lehçedir ve Yahyâ b. Vessâb, Talha b. Musarrıf ve Eşheb’in kıraati bu şekildedir. “Sarımsak” Abdullah b. Abbas, Katâde ve Süddî buradaki fûm kelimesinin buğday olduğunu söylemişlerdir. Uhayha b. Cülâh şöyle söylemiştir: Tek başıma insanların en zenginiydim Medine’de buğday üretiminden dolayı Atâ, Mücâhid ve İbn Zeyd bunun ekmek olduğunu söylemiştir. Kutrub ise şöyle demiştir: Her soğan demetine, bir parça ete ve her büyük lokmaya fûm denilir demiştir. Fevvemtü eş-şey’e ifadesi bir şeyin büyük ve yuvarlak yapılması anlamına gelir. Ferrâ şöyle demiştir: Fûmû lenâ ifadesi “Bize ekmek pişirin.” anlamına gelir. Rebî‘ b. Enes ve Kisâî şöyle demiştir: O, sarımsaktır. Babamın ve Abdullah b. Mes‘ûd’un kıraatinde peltek se harfi ile okunmuştur. Ümeyye b. Ebi’s-Salt şöyle demiştir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 959 ضُ رْÊا َْ aُ ]ِ³ْbُ Yَ ¯ّ®ِ Y³ََ ِ ْج ª ysْ ُ À ¥َ َ َ ¥َ﴾ أي įĥø. وįĤijĜ:﴿ َرّ\ ³ََY َرّ\ وįĤijĜ:﴿ žَ ْYدُع ª نijכĺ أن زijåĺو ،ûęìŶا īĐ ÙĥĀ ﴾Yَ ¯ّ®ِ﴿ :įĤijĜ īĨ “īĨ” Ùĩĥכ﴾ Y·َ«ِ ْ £َ \ ±ْ ®ِ .אąĺأ אسĭäŶا ăđÖ ijİو÷ ĻĭåÝĥĤ ijİ ﴾Y·َ«ِ ْ £َ \ ±ْ ®ِ﴿ :įĤijĜ ĹĘ “īĨ“و .ăĻđ×ÝĥĤ ِ ْج﴾ īĻıäijĤ: أĩİïèא ĵĥĐ óĺïĝÜ اõåĤاء، وĭđĨאه: ادع ĭĤא ysْ ُ À﴿ :įĤijĜ ُ ْم õَ ä ħà رÖכ؛ ĬÍĘכ إن ïÜع óíĺج، واáĤאĹĬ: ادع ĭĤא رÖכ وģĜ įĤ أóìج óíĺج، وijİ כįĤijĝ: ±À َ w۪ َّ َِِ[ ِYدَي اª ۜ﴾ [اóøŸاء، ٥٣/١٧] وįĤijĜ:﴿ ¢ُ ْ ©ª ±ُ َ nْ َ َ ا ¿¶ِ ¿c۪ َّ ¹ُا اª ª¹£ُ َ À ديY۪ ]َِِ ﴿َو¢ُ ْ© ª ٰ ¹َة﴾ [إóÖاħĻİ، ٣١/١٤[. ُ £۪ ُÁ¯¹ا ّ اªَ‡« ٰ َR¹³ُا À ا ģĀŶا ĹĘ ijİو .óąíĤا īĨ אمđĉĤا ďĨ ģכËĺ אĨ ģכ ģĝ×Ĥا﴾ Y·َ«ِ ْ £َ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ\ ١ :óĐאýĤا אلĜ رضŶا įÖ تóąìا Û×Ĭ ģכ ģِ ĝْ َ ×Ĥا ďĨ ْ ħُ ıُ Ü َ َ ïاو Đ Ûْ َ Ý َ ×Ĭَ ħıĤ ُ ďĻÖóĤا Ûَ َ ٌ إذا َĬ× ijĜم אبàو īÖ ĵĻéĺ اءةóĜ ijİو ،ÙĕĤ אفĝĤا ħąÖو ،אرĻíĤا ijİ ﴾Y·َِ َٓYئ وįĤijĜ:﴿ َوّ¢ِg ٢ وÙéĥĈ واÕıüŶ. īÖ Ùُ َ éْ Ļ َ èُ وįĤijĜ:﴿ َوžُ ¹ِRَ·Y ﴾Ĝאل اīÖ Đ×אس وÝĜאدة واïùĤي ƻ: ijİ اÙĉĭéĤ، Ĝאل أ ٣ ُ َŻ ِح: اåĤ ٤ ِ مijĘُ Ùِ َ َ اĐ َ ْī ِزر Đ Ùَ َ ĭĺïِ َ َ ْاĩĤ َد َر َ ِ اèًïا و و אāً íْ üَ אس ِ ƪ ĭĤا ĵَ ĭĔْ َ ْ ُÛ أ ĭכُ ïْ Ĝَ ģāÖ īĨ ةïĝĐ ģכ مijęĤا :بóĉĜ אلĜو .õ×íĤا ijİ :ïĺز īÖوا ïİאåĨو אءĉĐ אلĜو وÙđĉĜ īĨ اħéĥĤ وכģ ÙĩĝĤ כ×óĻة، وĝĺאل: “ÛĨijĘ اĹýĤء”، įÝĥđä כĤñכ. ijİ :ĹÐאùכĤوا÷ Ĭأ īÖ ďĻÖóĤا אلĜو ٥ وĜאل اóęĤاء: ĝĺאل: “ijĨijĘا ĭĤא” أي اÝì×õوا. ٦ اijáĤم. وĹĘ óĜاءة أĹÖ واīÖ ijđùĨد ġ ÖאáĤאء. وĜאل أÙĻĨ īÖ أĹÖ اÛĥāĤ: ١ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: اéāĤאح óİijåĥĤي، «ģĝÖ«؛ ģĩåĨ اÙĕĥĤ īÖź Ęאرس، ١٣٠/١ «Öאب اĤ×אء واĝĤאف وĨא ĩĺאıĥàא». .ûĨאİ çĀ ،ÕıüŶوا ÙéĥĈو אبàو īÖ ĵĻéĺ اءةóĜ ijİو ÙĕĤ אفĝĤا ħąÖو אرĻíĤا ijİ Y·َِ َٓYئ ٢ م - وįĤijĜ َوّ¢ِg بóđĤا אةİد īĨ Ĺĥİאä óĐאü (م ٤٩٧ ijéĬ/ ـİ ق ١٣٠ ijéĬ) ،ĹøوŶا ûĺóéĤا īÖ حŻَ ُ åĤاْ īÖ Ùَ éْ Ļ َ èُ ٣ ijİ أijÖ óĩĐو أ ï اŶوس ĹĘ اåĤאÙĻĥİ. وכאن ّ وđåüאħıĬ. Ĝאل اïĻĩĤاĹĬ: כאن ïĻø óáĺب وכאن įĤ Ĩאل وóĻĘ. وĜאل اĤ×ïĕادي: כאن Ļø .٢٧٧/١ ،ĹĥرכõĥĤ مŻĐŶا :óčĬا .ïĻä ģĻĥĜ įĭĨ ĹĜא×ĤאĘ هóđü אĨأ .אلĩĤا óĻáכ אĻÖاóĨ .(٦١/٢ ةóĝ×Ĥا (١٢٨/١ ،אورديĩĤا óĻùęÜ : ؛)٦١/٢ ةóĝ×Ĥا (١٧/٢ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٤ ٥ اóčĬ: đĨאĹĬ اóĝĤآن óęĥĤاء، .٤١/١ .(٦١/٢ ةóĝ×Ĥا (٤٢٥/١ ،Ĺ×ĈóĝĤا óĻùęÜ ؛)١٠٨/١٨ ėıכĤا (٤٣١/١٥ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٦ ٥ ١٠ ١٥ 960 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri O zamanlar onların evi aşikârdı Orada fi rdevs bahçeleri, soğan ve sarımsak vardı Fûm kelimesinin sarımsak anlamına geldiği görüşünde olanlar âyette soğanın zikredilmesinin bu kelime ile kastedilenin sarımsak olduğuna delâlet ettiğini, çünkü bu ikisinin aynı cinsten olduğunu söylerler. Onun ekmek veya buğday mânasında olduğunu söyleyenler âyette mercimeğin zikredilmesinin burada kastedilenin ekmek veya buğday olduğuna delâlet ettiğini, çünkü ekmek veya buğday ile mercimeğin aynı cinsten olduğunu söylerler. “Ve mercimeğinden” O, bilindik tanedir. “Ve soğanından” Bu da mâlûmdur. “O da size, ‘İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?’ dedi.” Bu, yadırgama mânasında bir sorudur. Yani, “Daha iyisi yerine daha değersizini mi istiyorsunuz?” demektir. Ednâ (düşük olan) ifadesi yakın olmak anlamındaki denâ-yednû fiilinden türemiştir. Sevbün mukârib “değersiz elbise” demektir. Mânası şöyledir: Bedeli arttığı zaman değeri yükselir, azaldığı zaman da düşer. Bu kökten türeyen denâetün kelimesi bayağılık, denîün ise âdi, değersiz anlamına gelir. Fûm kelimesinin sarımsak anlamına geldiğini söyleyenler bunu delil gösterir ve burada fûm kelimesinin daha bayağı ve değersiz olmakla nitelendirildiğini, oysa buğdayın öyle olmadığını söylerler. Diğerleri ise buğdayın helva ve bıldırcın eti karşısında seviye olarak daha düşük ve daha değersiz olduğunu söyleyerek cevap vermişlerdir. Ednâ kelimesinin mânası hakkında bir diğer yaklaşım da onun bulunabilirlik açısından daha kolay ve daha yakın olduğudur. O, insanların çoğu tarafından rahatlıkla bulunabilir. Onlar bununla, kendilerine has kılınan ve bulunması daha zor olan, değerli ve önemli şeyi değiştiriyorlar denilmiştir. Bu, Kutrub’un görüşüdür. “Öyle ise inin şehre!” el-Mısr, içerisinde ceza hukukunun uygulandığı, ihtiyaçların giderildiği, halifenin fesat tertibi (haksız dağıtımı) olmaksızın1 savaş ve zekât gelirlerinin paylaştırıldığı her yerleşim yerinin adıdır. Bir görüşe göre bu kelime kesmekten türemiştir denilmiştir. Masara eşşey’e (Bir şeyi kesti) yemsuruhû (Onu keser) şeklinde kullanılır. Şehir, binalarla boş çevreden ayrıldığı için bu şekilde isimlendirilmiştir. 1 Metinde geçen “min gayri muâmereti’l-halîfe” ifadesi, “Halifeye karşı herhangi bir tezgâh/komplo kurulmaksızın” şeklinde de tercüme edilebilir. (Çev.) 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 961 ģُ āَ َ َ ْاĤ× َ ُאن و ĨijęُĤاْ َ ĺ ÷و َ ِاد ُ َא ْاĤَóę َ ًة ِıĻĘ ْ ِإ ْذ َذ َ اك َČ ِאóİ ħُ َ ِאزُıĤ ĭَ Ĩ Ûْ Ĭאَ כَ īĨ įĬÍĘ اد؛óĩĤا ijİ įĬأ ĵĥĐ لïĺ ÙĺŴا ĹĘ ģā×Ĥا óذכ :אلĜ “مijáĤا ijİ” :אلĜ īĩĘ اد؛óĩĤا ijİ įĬأ ĵĥĐ لïĺ سïđĤا óذכ :אلĜ ÙĉĭéĤا أو õ×íĤا ĵĭđĩÖ įĥđä īĨو .įùĭä .įùĭä īĨ įĬŶ ۜ﴾ ijİ óđĨوف أąĺא. Y·َ«ِ‡َ َ \وَ ﴿:įĤijĜو .وفóđĨ Õè ijİ ﴾Y·َ~ِ uَ َوَ ﴿:įĤijĜو ۜy ﴾ñİا اıęÝøאم ĵĭđĩÖ اĬŸכאر، ٌ Áْrَ ¹َ¶ُ يw۪ َّ ªYِ َ ْد²ٰ« \ ۪wي ُ¶¹َ ا َّ ُ ¹َن اª ªuِ]ْcَْ َ bَ َ َYل ا وįĤijĜ:﴿ ¢ ijİ أي ،بóĜ أي” ijĬïĺ ،אĬد “īĨ ĵĥĐŶا īĐ źïÖ [ أي أijĤÉùÜن اŶردى [١٣٥ب أģĜ ÙĩĻĜ، ĝĺאل: ijàب ĝĨאرب، أي ģĻĥĜ اÙĩĻĝĤ، وĭđĨאه: أįĬ إذا כóá įĭĩà ارďęÜ وإذا ١ اóĤداءة، وijİ دĹĬء أي رديء Ļùì÷، وįÖ ïÝùĺل īĨ ģĩè ģĜ اďąÜ. واĬïĤאءة أي ÙĩĻĝĤا ÙĥĝÖ ّ ėĀُ ٢ واÙĉĭéĤ ÛùĻĤ כĤñכ، وכñا و اijęĤم ĵĥĐ اijáĤم أįĬ وėĀ įĬÉÖ دوįĬ ُ وÛùĻĤ اÙĉĭéĤ כĤñכ. وأäאب اóìŴون أن اÙĉĭéĤ ĝĩÖאÙĥÖ اīĩĤ واijĥùĤى أوďĄ .ÙĩĻĜ ģĜوأ Ù×Üر ووįä آóì أن ĺכijن ĵĭđĨ” أدĵĬ “أي أóĜب وأģıø وijäدا، وijİ ĩĨא ýĺאرככħ ٣ אĨ ijİو دهijäو õđĺ يñĤا ģĻĥåĤا ďĻĘóĤאÖ اñİ نijĤï×ÝùĻĘ אسĭĤا óáأכ įĬاïäو ĹĘ .بóĉĜ įĤאĜ אĨ ĵĭđĨ ijİو ،įÖ نijāÝíĺ ٤ اijĕáĤر ِ ْ¶ِ[ ¹ُا ِR ‡ْ ًyا﴾ اóāĩĤ כģ כijرة ĝÜאم ıĻĘא اïéĤود وõĕĺى ıĭĐא وįĤijĜ:﴿ ا ٥ اĹęĤء واĜïāĤאت īĨ óĻĔ ËĨاóĨة اÙęĻĥíĤ. وħùĝĺ ıĻĘא įĐאĉĝĬź įÖ Ĺĩø ،įđĉĜ أي ، ُ ه ُ ó ُ ā ْ ĩَ ĺ َ ْ ء ĹýĤا ƪ َ ó َ āَ Ĩ :אلĝĺ ،ďĉĝĤا īĨ ěÝýĨ ijİ :ģĻĜو īĐ اąęĤאء ÖאĩđĤאرة. ١ ط ر - أي. ٢ ط ر: دون. ٣ ط: ĩĨא. ٤ ط ر: ıĻĘא. ٥ ط ر + اijĨŶال īĨ. ٥ ١٠ ١٥ 962 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu kelimenin burada belli bir şehir anlamında mı yoksa herhangi bir şehir anlamında mı kullanıldığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Hasan-ı Basrî, Ebü’l-Âliye ve Rebî‘, “Orası İsrâiloğulları’nın çıktığı, Firavun’un şehridir.” demişlerdir. Allah Teâlâ “Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar... Onları başka bir topluma miras bıraktık.” [ ed-Duhân 44/25-28] ve “Onlara İsrâiloğulları’nı mirasçı kıldık.” [ eş-Şuarâ 26/59] demiştir. Burayla Beytülmakdis’in kastedildiği de söylenmiştir. Allah Teâlâ “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin.” [ el-Mâide 5/21] demiştir. Buna göre Allah burada müzekker olarak belde kelimesini kastettiği için bu kelimeyi tenvinli olarak getirmiştir. “ Mısır’a girin!” [Yûsuf 12/99] sözünde ise müennes olarak el-beldete kelimesini kastettiği için tenvinli olarak getirmemiştir. Marifelik ve müenneslik bir araya geldiğinde gayr-ı munsarıflık oluşur. Birincisinde ise marifelik ve müenneslik bir araya gelmemiştir. Bir görüşe göre burada şehirlerden herhangi bir şehri kastetmiştir. Çünkü sebze vb. istedikleri şeyler sadece şehirde bulunan şeylerdir. Bu, Katâde, Süddî, Mücâhid ve İbn Zeyd’in görüşüdür. Kimilerine göre anlam şöyledir: Eğer bu şeyleri istiyorsanız bir şehre girin. Çünkü siz çöldesiniz ve çölde istediğiniz şeyler bulunmaz, sadece şehirde bulunur. Bir başka görüşe göre anlam “Eğer bir şehre inerseniz orada istediklerinizi bulursunuz.” şeklinde olup bu ifade o an onlara verilmiş bir emir değildi. Çünkü onlar Tîh çölünde belli bir süreliğine cezalandırılmışlardı. Bu görüşte olan kimse [görüşü ile tutarlı olarak] “Onlar Tîh çölünden çıkmadılar.” der. Bir görüşe göre bu, âciz bırakma, muhatabın ilgili şeyi yapamayacağını gösterme anlamında bir emirdir. Yani anlam “Gücünüz yetiyorsa bir şehre inin de orada istediklerinizi bulun.” şeklindedir. Bu kullanımın benzeri “De ki: İster taş olun ister demir.” [ el-İsrâ 17/50] ve “Haydi onun benzeri bir sûre getirin.” [ el-Bakara 2/23] âyetlerinde de vardır. Kaffâl bu görüşleri zikreder ve ardından şöyle der: İsrâiloğulları Tîh çölünden geçerken orada kendilerine vaad edilmiş olan belde dışında ve girmeleri yasaklanmamış şehirlerin bulunması ve âyette geçen “şehre” ifadesi ile bu beldeye işaret edilmiş olması mümkündür. Kolaylık olsun diye veya her iki isim de insanların ve evlerin bir arada olduğu yer anlamına geldiği için şehir köy, köy de şehir olarak isimlendirilebilir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 963 ijİ :ďĻÖóĤوا ÙĻĤאđĤا ijÖوأ īùéĤا אلĜو .دŻ×Ĥا īĨ ïĥÖ أو įĭĻđÖ ïĥÖ įĬأ ėĥÝìا ħà َ ٍ Yت َو ُ ُÁ ¹ٍۙن﴾ [اìïĤאن، ³ّjَ ±ْ ®ِ ا¹¦ُyََ b ْ¦َ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،įĭĨ اijäóì يñĤا نijĐóĘ óāĨ ¿ٓ³۪ َ \ Y¶Yَ ³َfْرَوَْ ۪ َ À±] ﴾اìïĤאن، ٢٨/٤٤] وĜאل: ﴿َوا yrَ ٰ ¹َْ ًRY ا ¢ Y¶Yَ ³َfْرَوَْ ٢٥/٤٤] إĵĤ įĤijĜ:﴿ َوا ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ©ۚ] ﴾ اóđýĤاء، ٥٩/٢٦]. ا ¿c۪ َّ َ َ~َ_ اª uّ£َ ¯ُ ْ ِ ْاد ُrُ«¹ا َْ اÊْر َض اª ¹َْم ¢ Yَ À﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،سïĝĩĤا ÛĻÖ įÖ أراد :ģĻĜو óכñĨ ijİو ïĥ×Ĥا įÖ أراد įĬŶ אĭıİ įĬ ّ َ ُ§ ْ﴾ [اĩĤאïÐة، ٢١/٥]، وĵĥĐ ñİا إĩĬא ijĬ ª ُ ٰ Ãا ّ] َ cَ¦َ אĩĥĘ ؛ÙáĬËĨ Ĺİو ةïĥ×Ĥا įÖ أراد įĬŶ [٩٩/١٢ ،ėøijĺ] ﴾yَ‡ْ ®ِ ا¹»ُrُ ادْ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ įĬijĭĺ ħĤو اďĩÝä اėĺóđÝĤ واßĻĬÉÝĤ اďĭÝĨ اóāĤف، وĹĘ اŶول ħĤ đĩÝåĺא. نijכĺ ź هijéĬو ģĝ×Ĥا īĨ هijĤÉø אĨ نŶ ؛īĻĐ óĻĔ אرāĨŶا īĨ اóāĨ įÖ أراد :ģĻĜو ١ ÝĜאدة واïùĤي وåĨאïİ واīÖ زïĺ. إź ĹĘ اāĨŶאر. وñİا ijĜل ħכĬŶ אء؛ĻüŶا هñİ ونïĺóÜ ħÝĭכ إن אرāĨŶا ăđÖ اijĤõĬا :ħıąđÖ ïĭĐ אهĭđĨ ħà .אرāĨŶا ĹĘ כĤذ ïäijĺ אĩĬوإ ،نij×ĥĉÜ אĨ אıĻĘ ïäijĺ ŻĘ Ùĺó×Ĥا ĹĘ وģĻĜ: ĭđĨאه إذا ħÝĤõĬ ĹĘ ăđÖ اāĨŶאر وħÜïä ñİه اĻüŶאء، وħĤ ĺכī أóĨا ĤñÖכ ģÐאĝĤا אلĜو .ħıĤ ÙÖijĝĐ ةïĨ ħıĻĥĐ ÛÖóĄ ÛĬכא ïĜو įĻÝĤا ĹĘ اijĬכא ħıĬŶ אل؛éĤا ĹĘ .įĻÝĤا īĨ اijäóíĺ ħĤ ħıĬإ :لijĝĤا اñıÖ وģĻĜ: ñİا أõĻåđÜóĨ، أي إن ïĜرħÜ ĘאijĤõĬاóāĨا ïåÜوا įĻĘ ñİه اĻüŶאء، وijİ כįĤijĝ: ۖ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٣/٢]. ِ ُ ¹َرٍة ِR ±ْ ِRْgِ «۪µ ُb¹ا \ ْ Ožَ﴿ :įĤijĜو] ٥٠/١٧ ،اءóøŸا﴾ [ۙاuÀ ً u۪ nَ وْ َ ¹ُا ِn َk َYرًةا ²¹¦ُ ©ْ ¢ُ﴿ ٢ اęĝĤאل ñİه اĜŶאوģĺ ħà Ĝאل: وijåĺز أن ĺכijن ĹĘ ħİóĻùĨ ĹĘ ĥÜכ اęĩĤאزة وذכó óĜى óĻĔ اóĝĤى اĹÝĤ כאijĬا وïĐوİא ħĤ ijıĭĺا ıĭĐא Ęכאن įĤijĜ:﴿ ِ ®‡ْ ًyا﴾ إüאرة إĵĤ īĻĩøźا نŶ أو אđøijÜ ÙĺóĜ óāĩĤا ĵĩùĺ אĩכ óāĨ ÙĺóĝĤا ĵĩùÜ ïĜو] أ ذĤכ. [١٣٦ ٣ .אنĻĭ×Ĥا īĨ אسĭĤا ďĩÝåĩĤ ١ م - ijĜل. ٢ ط ر: ذכó. ٣ ر: اĤ×Ļאن. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 964 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Kelbî şöyle demiştir: “Öyleyse inin şehre!” Yani, Firavun’un hüküm sürdüğü, çıktığınız Mısır’a [inin]. İstediğiniz şeyler orada vardır, oraya tekrar dönün. Yalnız onlar, bundan hoşlanmadılar, böylelikle zillete ve yoksulluğa duçar oldular. Âyetin zâhir anlamı, onlara Firavun’un Mısır’ına gitmelerinin emredilmemiş olmasıdır. Çünkü Hz. Mûsâ “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın arkanıza dönmeyin.” [ el-Mâide 5/21]demiştir. Onlar için Firavun’un Mısır’ına dönme gibi bir durum da söz konusu değildir ki bu yüzden “İşte böyle yaptık ve onlara, İsrâiloğulları’nı mirasçı kıldık.” [ eş-Şuarâ 26/59] âyetinin mânası, “ Firavun ve ahalisinin helâkinden sonra oranın sahibini İsrâiloğulları yaptık.” şeklindedir. Yoksa bu son âyetin mânası, “Onlar oraya yerleştiler.” şeklinde değildir. Dolayısıyla bu emir, onların kutsal topraklardaki şehirlerinden birine inmeleri ile ilgilidir. Bir görüşe göre Hz. Mûsâ Allah’tan bunu istemiş, Allah da duasını kabul etmiştir. Bu durumda “Şehre inin!” ifadesi bir emir ifadesi olur. Bir görüşe göre Hz. Mûsâ böyle bir şey istememiştir aksine “… değiştirmek mi istiyorsunuz?” diyerek onların taleplerini reddetmiş ve bizzat kendisi onlara “Şehre inin!” demiştir. Bir görüşe göre “Şehre inin!” emri Hz. Mûsâ’nın ve Hz. Hârûn’un vefatından ve Tîh çölünde kalma zorunluluğu bittikten sonra verilmiştir. Âyetteki hubût inmek demektir. Binaenaleyh Tîh’in yüksek bir yerde, şehrin ise alçak bir yerde olması mümkündür. Diğer taraftan hubût kelimesinin mutlak mânada inmek, konaklamak, yerleşmek anlamında olması da muhtemeldir. “Böylece zillete ve yoksulluğa duçar oldular.” Zillet, izzetin zıddıdır. Meskenet ise fakirlik demektir. Bir görüşe göre bu ifade “İstedikleriniz orada var.” ifadesi ile bağlantılıdır, onlara, istedikleri şeyleri elde etmek için şehre inmelerini emretmiştir. Sonra da çiftçilik gibi, dışkı taşımak gibi düşük işlerde çalışıp kendilerini küçük düşürerek, “zillete ve yoksulluğa duçar oldular.” Hâlbuki ilk başta onlara herhangi bir çalışma veya çabalama olmadan rızıkları geliyordu. Allah Teâlâ “Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketlerin kapılarını açardık.” [ el-A‘râf 7/96] demiştir. Yalnız onlar, bundan mahrum kaldılar ve itaatsizlikleri yüzünden bu şekilde imtihan edildiler. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 965 ِ ْ¶ِ[ ¹ُا ِR ‡ْ ًyا﴾ أي óāĨ ijĐóĘن اĹÝĤ ħÝäóì ıĭĨא؛ ÍĘن ıĻĘא وĜאل اĤכĥ×Ĺ:﴿ ا ñİا، Ęאرijđäا إıĻĤא! Ęכijİóا ذĤכ ÛÖóąĘ ħıĻĥĐ اÙĤñĤ واùĩĤכÙĭ. واóıČŶ أħıĬ ¿c۪ َّ َ َ~َ_ اª uّ£َ ¯ُ ْ ِ ْاد ُrُ«¹ا َْ اÊْر َض اª ¹َْم ¢ Yَ À﴿ :אلĜ įĬÍĘ ن؛ijĐóĘ óāĨ طij×ıÖ واóĨËĺ ħĤ ĵĤإ عijäóĤا ħıĤ īכĺ ħĥĘ [٢١/٥ ،ةïÐאĩĤا﴾ [ْ¦ُ ِ َYر َ ْد\ « ا ٰٓ ُوا َ» uّ َ byْ َ b Êَوَ ْ§ ُ َ ª ُ ٰ Ãا ّ] َ cَ¦َ ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ©ۚ] ﴾ اóđýĤاء، ٥٩/٢٦] َ ٓ³۪¿ ا \ Y¶Yَ ³َfْرَوَْ ِ ¥َ َوا ªwَ¦َ ﴿ :įĤijĜ ĵĭđĨ نijכĺو نijĐóĘ óāĨ أي ĥĨכĭאİא ĹĭÖ إóøاģĻÐ ïđÖ Żİك ijĐóĘن وآįĤ، ź أن ĺכijĬijا øכİijĭא وĺכijن ñİا أóĨا ıÖ×ijط ٍ óāĨ īĨ أāĨאر اŶرض اÙøïĝĩĤ. :įĤijĜ وכאن اñıÖ ÕĻäÉـĘ כĤذ ųا Ʃ لÉø įĻĥĐ ųا Ʃ اتijĥĀ ĵøijĨ إن :ģĻĜ ïĜو :įĤijĝÖ ħİرد ģÖ כĤذ لÉùĺ ħĤ :ģĻĜو .ĵĤאđÜ ųا Ʃ ِ ْ¶ِ[ ¹ُا ِR ‡ْ ًyا﴾ أóĨا īĨ ﴿ا ِ ْ¶ِ[ ¹ُا ِR ‡ْ ًyا﴾. وģĻĜ: ñİا اóĨŶ وijİ įĤijĜ: ا ﴿:įùęĭÖ ijİ אلĜ ħà ﴾ن¹َ ُ ªuِ]ْcَْ َ bَ ﴿ا ِ ْ¶ِ[ ¹ُا ِR ‡ْ ًyا﴾ כאن ïđÖ ijĨت ĵøijĨ وİאرون واąĝĬאء ïĨة اįĻÝĤ، واıĤ×ijط ﴿ا اõĭĤول؛ ģĩÝéĻĘ أن اįĻÝĤ כאن ĹĘ ijđĀد واóāĩĤ ĹĘ İ×ijط، وģĩÝéĺ أن ĺכijن اıĤ×ijط ěĥĉĨ اõĭĤول. ْ َ̄ ْ َ§ُ³َ_﴾ اÙĤñĤ ăĻĝĬ اõđĤة، واùĩĤכÙĭ َّ ُ_ َواª ªِ wªا ّ ُ·ِÁَْ «َ aْ َ \ِ وįĤijĜ:﴿ َو Šُy ۜ﴾ أħİóĨ ijìïÖل اóĝĤى ْcُ ْ ªَ Y~َ Y®َ ْ §ُ َ ª َ نّ Yِžَ﴿ :įĤijĝÖ لijĀijĨ اñİ :ģĻĜو .óĝęĤا ĹĘ ÷ęĬŶا ģĻĤñÜ أي_﴾ ُ َّ ªِ wªا ّ ُ·ِÁَْ «َ aْ َ \ِ ÕĥĉĤ اĻüŶאء اĹÝĤ İijĤÉøא ﴿َو Šُy ة ُوذّلِ اĤכÕù، واŶول כאن ħıĻÜÉĺ īĨ َ ِñر َ اĩĐŶאل اÙĭĻıĩĤ כאóéĤاÙà وģĝĬ اđĤ ْ·ِÁَْ «َ Y³َoْ cَŸََ ¹ْ£ََا ª ٰ َR¹³ُا َو ّاb ْ £ُ ٰyٓى ا َ ْ¶ َ© اª َ ا َ ّن ¹َْ ا ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ïĜو ،Õùכ óĻĔ ٓ ِYء َو َْ اÊْر ِض﴾ اÙĺŴ،] اóĐŶاف، ٩٦/٧] óéĘم źËİء ذĤכ واijĭéÝĨا ¯َ َªا ّ ±َR ِ تY ٍ ¦َyََ \ .ħıĬאĻāđĤ اñıÖ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 966 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu görüşe göre “Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar.” cümlesi mübtedâdır. Yani anlam, “Peygamberleri öldürmeleri, ardından isyan ve düşmanlık etmeleri sebebiyle Allah’ın gazabına müstahak oldular.” şeklindedir. Bir görüşe göre bu cümlenin başı (mübtedâsı), “Zillete ve yoksulluğa duçar oldular.” sözüdür. Bu cümlenin önceki cümle ile münasebeti ise şöyledir: Onlar Allah’ın kendileri için seçtiği şeyi reddedince Hz. Mûsâ, Allah’tan onlar için bunu [yeryüzünün bitirdiği soğan, sarımsak vs.] istedi. Allah da onlara, dünyevi isteklerini verdi. Benzer bir durum “Kim öteki dünyada kazanç elde etmeyi isterse onun kazancında bir artış sağlarız.” [ eş-Şûrâ 42/20] âyetinde ifade edilmiştir. Sonra bunların çocukları Allah’ın kendilerine vaad ettiği mukaddes şehre girdiler, ancak orada sürekli olarak bozgunculuk, asilik, taşkınlık yaptılar, peygamberleri öldürdüler. Nihayet Allah onlara ilk defasında Buhtunnasr’ı, ardından da Romalı Tatvas b. İsbinyânûs’u (Titus Flavius Vespasianus) musallat ederek kendilerini cezalandırdı. Buhtunnasr, Beytülmakdis’i harap etti, orada yaşayanları esir aldı; onların da düzenleri bozuldu. Kendilerini toplayıp birleştirecek bir kralları ya da liderleri olmaksızın yeryüzüne dağıldılar. Böylelikle onlar zillete ve fakirliğe duçar oldular. Mısır ve Şam topraklarına ve zorbaların (Firavunların) şehrine varis olan krallar iken birden zayıf, hakir ve fakir kimseler hâline geldiler. “Duçar oldular.” Yani, onların üzerine (zillet ve fakirlik) bir damga gibi vuruldu, bu şeylere mecbur bırakıldılar ve kendilerine bu şeyler yaklaştırıldı. Sürekli olan bir şey için “Bu kaçınılmaz ve gerekli olandır.” denilir. “Onlara yorgunluk vuruldu.” ifadesi, “Yorulmaya mecbur bırakıldılar, buna zorlandılar.” anlamına gelir. Katâde ve Hasan-ı Basrî’ye göre zillet, onlara cizye vergisinin şart koşulmasıdır. Meskenet ise Ebü’l-Âliye’ye göre fakirlik, Süddî’ye göre gönül fakirliği demektir. Bir görüşe göre bu, istedikleri şeyleri elde etmede ki meşakkat ve zahmet demektir. Bir görüşe göre zillet, cimrilik; meskenet de hırs demektir. Bir görüşe göre bu, Allah’ın “İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine göndereceğini bildirdi.” [ el-A‘râf 7/167] sözündeki onlara yaptığı tehdittir ki bu kişi peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselâmdır. Nitekim o Nadîroğulları’nı sürgün etmiş, Kurayzaoğulları’nı öldürmüştür. Daha sonra onlar Şam’a yerleşmişler ve onlara cizye şart koşulmuştur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 967 ۜ﴾ ñİا Ĩ×ïÝأ ĵĥĐ ñİا اijĝĤل، أي اijĝéÝøا ِ ›َ ‹َ ٍ] ِR ±َ ّ اà ِٰ َٓ ُ۫Yؤ \ \وَ ﴿:ĵĤאđÜ įĤijĜ ħà Ʃ اų ģÝĝÖ اĬŶ×Ļאء ïđÖ ذĤכ وĻāĐאħıĬ وïĐواħıĬ. وģĻĜ: اïÝÖاء اĤכŻم اóìŴ ÕąĔ ųا Ʃ لÉø ĵøijĨ أن įĥ×Ĝ אĩÖ įĨאčÝĬوا_﴾ ُ³َ§َ ْ̄ َ ْ َّ ُ_ َواª ªِ wªا ّ ُ·ِÁَْ «َ aْ َ \ِ yŠُ وَ ﴿:įĤijĜ īĨ ١ Đאģä Ĩא ijĤÉøا، כĩא Ĝאل: ﴿َR ±ْ ųا Ʃ ħİאĉĐÉĘ ħıĤ ųا Ʃ אرهÝìا אĨ اijÖأ אĩĤ כĤذ ħıĤ ۚ﴾ اÙĺŴ] اijýĤرى، ٢٠/٤٢] ħà õĬل أوźد źËİء µ۪ ِ fyْnَ ¿ž۪ µُ َ ِ ْد ª {َ ² ةِyَrِ Êا ٰ ْ ثَ yْnَ uÀُ ۪ yُ À نYَ ¦َ ونïÝđĺو نijāđĺو رضŶا ĹĘ ونïùęĺ لõĺ ħĥĘ ħıĤ ųا Ʃ اĤׯد اÙøïĝĩĤ اĹÝĤ כÕÝ َ اóĤوĹĨ ĨïđÖא ُijس אĬ َ Ļ ْ ù×ِ ْ øِ َ īÖ ا َ س ijĉْ Ĉَ ćĻĥùÝÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħı×ĜאĐ ĵÝè īĻĻ×ĭĤا نijĥÝĝĺو دï×Üو įĥİأ ĵ×øو سïĝĩĤا ÛĻÖ بóì ĵÝè َ ó ƪ āَ Ĭ Ûَ íْ ُ Ö ĵĤوŶا ةóכĤا ĹĘ ħıĻĥĐ ćĥø ÛÖóąĘ ُ ،ħıđĩåĺ ٌ ِ ٌכ ħıĩąĺ وź رĻÐ÷ ĥ َ Ĩ ħıĤ ÷ĻĤ دŻ×Ĥا ĹĘ ٢ čĬאħıĨ وijÝÝýÜا اijàور כאijĥĨ اijĬכא אĨïđÖ īĻאכùĨ īĺóĝÝéĨ īĻęđąÝùĨ אرواāĘ ÙĭכùĩĤوا ÙĤñĤا ħıĻĥĐ أرض óāĨ واýĤאم وŻÖد اåĤ×אóÖة. .ħıĤ ٤ Ûْ َ Ļِ Ĭ ْ ُد ٣ أي أÛĝāĤ ħıÖ وأİijĨõĤא وأ ﴾ُ·ِÁَْ «َ aْ َ \ِ ] ﴿َو Šُy ب١٣٦ [:įĤijĜ ħà ٥ أي أijĨõĤه “ÕđÝĤا ħıĻĥĐ ÛÖóĄ“و ،”زبźو زمź ÙÖóĄ اñİ” :ħÐاïĤا ءĹýĥĤ אلĝĺ ÙĜאęĤا ÙĭכùĩĤوا .אدةÝĜو īùéĤا لijĜ ĹĘ ħıĻĥĐ ٧ ٦ اÙĺõåĤ وóĘض ħıĻĥĐ. واÙĤñĤ óĘض .يïùĤا لijĜ ĹĘ ÷ęĭĤا óĝĘو ،ÙĻĤאđĤا ĹÖأ لijĜ ĹĘ ٨ وģĻĜ: اÙĤñĤ اçýĤ، واùĩĤכÙĭ .אءĻüŶا هñİ ģĻāéÜ ĹĘ ÙĝýĩĤوا ÕđÝĤا Ĺİ :ģĻĜو ±ْ ®َ _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ ِ اª ¹َْم À »ٰ ªِ َْÁِ·ْ ا «َ َ ±ّ gََ]ْÁََ ª﴿ :įĤijĜ ĹĘ įÖ ųا Ʃ ħİïĐأو אĨ اñİ :ģĻĜو .صóéĤا ĹĭÖ ĵĥäÉĘ ،مŻùĤا įĻĥĐ ĵęĉāĩĤا אĭĻ×Ĭ ijİو] ١٦٧/٧ ،افóĐŶا﴾ [اب ۜ ِ wَ َ ْ ٓ ¹َء اª ~ُ ْ·ُ®¹ُ ُ َ À .ÙĺõåĤا ħıĻĥĐ ÛÖóąĘ ٩ אمýĤا ĹĘ اijđĜوو ،ÙčĺóĜ ĹĭÖ ģÝĜو ،óĻąĭĤا ١ ح ط ر- اų. ٢ ر: واijĭÝøا. ٣ ر + اĤ×ßđ. ٤ ط: أدÛĩĺ. ٥ ط ر: اĤ×ßđ. ٦ ر - óĘض. ٧ ر: īĨ اÙĺõåĤ. ٨ ط ر + اĹÝĤ İijĤÉøא. ٩ ح ط ر: ÖאýĤאم. ٥ ١٠ ١٥ 968 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Meskenet kelimesi sükûn kökünden ve mef‘aletün kalıbındandır. Meskenet, insanı harcamalarındaki hareketlerden alıkoyan bir fakirliktir. Aynı kelimenin tederra‘a ve temedra‘a (Zırh kuşandı) kalıbına aynı anlamda sokulması örneğinde olduğu gibi bu kelime de tesekkene ve temeskene kalıplarında ifade edilebilir. Hâzâ eskenü min fülanin (Bu, falan kimseden daha fakirdir) denilir. Buradaki (yani meskenet kelimesindeki ya da mef‘aletün formundaki) mim harf zâittir. Ef‘alü vezninde gelmesi de câizdir. Bir görüşe göre meskenet, gönül fakirliği demektir ve maddi olarak zengin de olsa fakir de olsa, gönlünün fakirliğini, miskinliğini ve düşkünlüğünü gösterecek emarelerden uzak ve gönlü zengin hiçbir Yahudi yoktur. “Onlar Allah’ın gazabına uğradılar.” Buradaki bâû fiili bir görüşe göre “Onu yüklendiler.”, bir başka görüşe göre “Onu üstlendiler.”, bir diğer görüşe göre “Onu hak ettiler.”, bir başka görüşe göre “Onu kabul ettiler.”, bir görüşe göre de “Onu kendilerine zorunlu kıldılar.” anlamına gelir. Tercihe şayan olanı da bu son görüştür. Nitekim bevve’etühü menzilen fe-tebevve’e (Onu bir eve yerleştirdim o da oraya yerleşti) ifadesinde fiil bu anlamda, yani, “Onu mecbur ettim, o da kabul etti.” anlamında kullanılır. “Bunun sebebi, onların, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor olmalarıdır.” Yani, zillete ve yoksulluğa duçar ve azaba müstahak olmalarının nedeni Allah’ın kitabı olan Tevrat’ı inkâr etmeleri ve onun içindeki haramları helâl kılmalarıdır. “Peygamberleri öldürmeleridir.” Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yahyâ ve diğer peygamberler. “Haksız yere” öldürme fiilinin bu vasıfla kayıtlanmasının amacı tekittir. Benzer kullanım şu âyetlerde de vardır. “Allah, iki ilâh edinmeyin dedi.” [ en-Nahl 16/51], “Gökte iki kanadıyla uçan her tür kuş...” [ elEn‘âm 6/38], “Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör olur.” [ el-Hacc 22/46], “Ağızlarıyla söylüyorlardı.” [ Âl-i İmrân 3/167]. Burada pekiştirdiği şey şudur: Peygamberleri öldürüyorlardı. Hâlbuki peygamberlerin öldürülmesi her hâlükârda haksız bir öldürmedir. Kaffâl şöyle demiştir: “Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardı.” Yani, peygamberlerin ellerinde gerçekleşen mûcizeleri inkâr ediyorlar ve “peygamberleri öldürüyorlardı.” Şöyle diyorlardı: “Bunlar aldatıcı şeylerdir, yoksa Allah katından değildir, bu adamlar yalancıdır bu yüzden onları öldürüyoruz.” Oysa peygamberlerin yalan söylediklerine dair delil de getirmiyorlardı. Kaffâl’in bu yorumu güzel bir yorumdur. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 969 כאتóéĤا īĐ įĭِ َ ّכ ùُ ĺ يñĤا óĝęĤا Ĺİ ÙĭכùĩĤوا ،نijכùĤا īĨ Ùٌĥَ َ đęْ َ Ĩ ÙĭכùĩĤوا .َ و”ñİا أøכī īĨ َع َ ْïر ĩَ َ وÜ ƪع َ َïر َ ، כĩא ĝĺאل: Ü ْ َכī ùَ ĩَ َ وÜ īכƪ َ ùَ ĹĘ اĘóāÝĤאت، وĝĺאل: Ü .ģِ َ đْ Ęَ ŻĘن” أي أïü ùĨכÙĭ، Ŷن اħĻĩĤ زاïÐة ijåĻĘز إĝøאıĈא ĹĘ اŶ ١ Üאرכא ĹùęĭĤا ƪ ĹĭĔ ٌ ٌ أو óùđĨ óøijĨ ديijıĺ ïäijĺ źو ،÷ęĭĤا óĝĘ ÙĭכùĩĤا :ģĻĜو .įùęĬ óĝĘو įĐijýìو įÝĭכùĨ ĵĥĐ لïĺ ٢ ĩĤא ِ ›َ ‹َ ٍ]﴾ ģĻĜ: أي اijĥĩÝèه. وģĻĜ: اijĘóāĬا įÖ. وģĻĜ: اijĝéÝøه. َٓ ُ۫Yؤ \ وįĤijĜ:﴿ َو\ وģĻĜ: أي أóĜوا įÖ. وģĻĜ: źزijĨه وijİ اŶوįä؟ ĝĺאل: “ijÖأįÜ źõĭĨ ÝĘ×ijأه” أي أįÝĨõĤ إĺאه įĨõĥĘ. َ ِ Yت ّ اà ِٰ﴾أي óĄباÙĤñĤ واùĩĤכÙĭ واĝéÝøאق Àٰ Yِ َ ْ§ ُŸُy َون \ ¹ُاÀ ²Y¦َ ْ·َُ ²َّ Yِ \¥َ ِ وįĤijĜ: ﴿ ٰذª .įĻĘ ųا Ʃ مóè אĨ ħıĤŻéÝøź راةijÝĤا ijİو ĵĤאđÜ ųا Ʃ אبÝכÖ ħİóęכ Õ×ùÖ ÕąĕĤا ّïه ñıÖا ĻĜ ﴾ِۜ ¡ّ oَ ْ ِ اª yÁْ ›َ ِ َِ[ّ۪Á ±َ ﴾زכĺóא وĵĻéĺ وĩİóĻĔא. وįĤijĜ:\﴿ ْ ُcُ «¹َن ّ اª³ £َ وįĤijĜ:﴿ َوÀ Êَوَ ﴿:įĤijĜو] ٥١/١٦ ،ģéĭĤا ﴾ [±ِۚÁْ³َfاْ ±ِÁْ·َٰ ªِ ٓوا ا wُ sِ َ cَّ b Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ اïĻכÉÜ ėĀijĤا ﴾ِ ورuُ ُ‡ªا ّ¿ žِ¿ c۪ َّ ْ ُ£ُ» ¹ُب اª َ ْ َ̄« اª b ±ْ §ِ ٰ ªوَ ﴿:įĤijĜو] ٣٨/٦ ،אمđĬŶا﴾ [µِÁْnY َ ³َkَ ِ \ yÁُ ۪ َ À ٍ yِ ٓYئ Žَ ¹َžَْ ِا¶ِ·ْ﴾ [آل óĩĐان، ١٦٧/٣]، وįĝĻĝéÜ: כאijĬا ijĥÝĝĺن Yِ ُ ¹َن \ ª¹£ُ َ À﴿ :įĤijĜو] ٤٦/٢٢ ،ãéĤا[ .אلè ģכÖ ّěèٍ óĻĕÖ نijכĺ ģÝĜ ٌ אءĻ×ĬŶا ģÝĜو ُ ،אءĻ×ĬŶا َ ِ Yت ّ اà ِٰ ﴾أي ÖאõåđĩĤات اĹÝĤ أóäاİא ĵĥĐ أïĺي اĬŶ×Ļאء Àٰ Yِ َ ْ§ ُŸُy َون \ وĜאل اęĝĤאل: ﴿À Ʃ اų، وźËİء כאذijÖن، īĨ ÛùĻĤو אتıĺijĩÜ هñİ” :نijĤijĝĺ اijĬوכא﴾ ±َ Áّ۪]َِ ْ ُcُ «¹َن ّ اª³ £َ ﴿َوÀ .«כĤñĤ ħıĬijĥÝĝĺ ħıĬوأ ħıÖñכ ĵĥĐ Ùåè اijĩĻĝĺ أن óĻĔ īĨ ،“Õ×ùĤا اñıÖ ħıĥÝĝĬو وñİا وįä īùè. .אĨ įÖ نijכĺ ģÖ + ح ١ ٢ ح - Üאرכא ĩĤא. ٥ ١٠ ١٥ 970 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Bütün bunların sebebi ise isyan etmek” Yani, bu inkârları meş’um isyanları sebebiyledir. “Ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.” Yani, sınırı aşmalarıdır. Haddi aşma her türlü karşı çıkma, muhalefet durumunda söz konusu olur. Benzer şekilde Allah Teâlâ “İçinizden cumartesi yasağını çiğneyenler.” [ el-Bakara 2/65] demiştir ki buradaki haddi aşma yasak günde avlanmadır. Şu âyetlerde de geçtiği gibi onların isyanı hem âlimlerin hem de halkın isyanı şeklindeydi: “İnsanların mallarını haksız yollarla yiyorlar.” [ et-Tevbe 9/34], “Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya!” [ el-Mâide 5/63], “Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün.” [ el-Mâide 5/62], “Onlardan sonra namazı zayi eden, şehvet ve dünyevi tutkularının peşine düşen bir nesil geldi.” [ Meryem 19/59] Kuşeyrî şöyle der: İsrâiloğulları, Allah’ın kendileri için güzel seçimine razı olmadılar, kendilerine yetecek kadar elbise ve yiyecek sağlamayı Allah’ın üstlenmesine sabretmediler. Âdetleri olduğu üzere değersiz yemekleri yeme ve şimdikinden daha düşük şeylere razı olma konusunda da şüpheye düştüler. Böylece Allah da onları rezil şeylere katlandıkları (eski günlere) döndürdü ve perişanlığa mahkûm etti. Nihayet peygamberlerin kanlarını akıttılar, utanmazlık ve sorumsuzluk yaparak emrin saygınlığını çiğnediler. Allah da çirkin fi illeri sebebiyle onları cezalandırdı ve tercih ettikleri değersiz mallara onları döndürdü. Nasihat sonuç vermeyince musibete ve rezalete duçar oldular. İsrâiloğulları’nın amaçları ve hedefl eri farklı idi. Tek bir yemeğe razı olmadılar. Dinlerinde tek bir ilâha ibadet etmekle yetinmediler de puta tapan bir kavim gördüklerinde “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana!” [ el-A‘râf 7/138] dediler. İşte, tefrikaya düşen kimselerin özellikleri böyledir. Bir olan Allah inancına sabretmek herkesin yapabileceği bir iş değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kur’ân’da (ibadete lâyık ilâh olarak) sadece Rabbini andığın zaman arkalarını dönüp kaçarlar.” [ el-İsrâ 17/46]1 Allah bu âyetin sonunda küfür ve isyandan söz etmiş, hemen ardından gelen şu âyete ise iman ve itaatten söz ederek başlamıştır: 1 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 50. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 971 ¹ُا ِ َ̄Y َ ¹ْ‡َا﴾ أي ذĤכ اĤכóę ËýÖم ĻāĐאħıĬ. وįĤijĜ:﴿ َوَ¦Y² \ ¥َ ِ وįĤijĜ: ﴿ ٰذª ﴾ أي åĩÖאوزħıÜ اïéĤ، وذĤכ ĺכijن ĹĘ כģ Żìف، وïĜ Ĝאل أąĺא: ﴿ ْاَcَuْوا ۟ ونَ uُ cَْ َ À כאن ħıĬאĻāĐو .ĹıĭĤا مijĺ ĹĘ ïĻāĤا ñìÉÖ وذاك] ٦٥/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [aِ ]ْ َªا ّ¿ žِ ْ§ ُ ³ْRِ َْ[ ِYŽ ِ] ﴾©اÙÖijÝĤ، ٣٤/٩ [وĜאل: ªYِ َ ِ Yس \ َ ْR¹َ َال ّ اª³ ْ ُ¦ُ» ¹َن ا OÁََ ª﴿ :אلĜ אĩÖ ÙĨאđĤوا אءĩĥđĤا īĨ ۜ ﴾ [اĩĤאïÐة، ٦٣/٥] وĜאل: aَ oْ ُªا ّ ُ·ِ»ِ ْ ¦َ ِْf َ َوا ِِ·ُ ْاÊ ª¹َْ ُ ¹َن َو َْ اÊ ْnَ ]ُYر َ ±ْ ¢ Áِّ ²Yَ \ّ َ yªا ّ ُ·Áُ ·ٰ³َْ À Êَ¹َْ ª﴿ ١ وĜאل: ۜ ﴾ [اĩĤאïÐة، ٦٢/٥] aَ oْ ُªا ّ ُ·ِ»ِ ْ ¦َ ْ ُ ْuَو ِان َوا ِ َواª fِْ ِ ُ ¹َن žِ¿ ْاÊ ُ َYر À ْ·ُ³ْ®ِ اyÁً g۪¦َ ىyٰ َ ﴿َوb َ َ·¹َ ِ ات﴾ اÙĺŴ،] ħĺóĨ، ٦٩/١٩[. ََ[¹ُا ّ اªƒ ٰ ¹َة َو ّاb َ Šَ ُY¹ا ّ اªَ‡« ْ ٌ ا «rَ ْ ¶ِ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ َ َ «sَ žَ﴿ [ أ ١٣٧] :ųا Ʃ ٣ اóĻýĝĤي رįĩè ٢ اĨŸאم Ĝאل ĵĥĐ واó×āĺ ħĤو ħıĤ ųا Ʃ אرĻÝìا īùُ éِÖ ا ْ ijĄóĺ ħĤ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ إن ّ ĹĘ اijĤõĭĘ ،ħıøij×ĥĨو ħıĤijכÉĨ Ùĺאęכ īĨ ħıĩıĺ כאن אĨ ĹĤijÝÖ įĨאĻĜ אĄóĤوا אمđĉĤا īĨ ÷ĻùíĤا ģأכ īĨ ħıÜאداĐ įĻĥĐ تóä אĨ ĵĤإ óĻéÝĤا ÖאïĤون īĨ اéĤאل، óĘدħİ إĵĤ ĝĨאøאة اijıĤان، ورħıĉÖ ĜÍÖאÙĨ اźñíĤن، ĵÝè ęøכijا دĨאء اĬŶ×Ļאء، وÝİכijا ÙĨóè اóĨŶ ÙĥĝÖ اĻéÝøźאء وóÜك ħıùęĬŶ אرواÝìا אĨ ĵĤإ ħİورد ،ħıĤאđĘأ çĻ×Ĝ ĵĥĐ ħı×ĜאđĘ ،اءijĐرźا ÙĩĝĭĤا ħıÝأدرכ ÙéĻāĭĤا ħıĻĘ çåĭÜ ħĤ īĻèو .ħıĤاijĨأ÷ Ðאùì īĨ ħĤ ،دijāĝĤا ĹÝÝýÝĨ ،مijĩıĤا ĹĜóęÝĨ ģĻÐاóøإ ijĭÖ وכאن .ÙéĻąęĤوا ĵÝè ،ïèوا دij×đĩÖ ħıĭĺد ĹĘ اijęÝכĺ ħĤو ،ïèوا אمđĉÖ ħıùęĬŶ اijĄóĺ ْ·ُ َ ª Y¯َ¦َ Y·ً ٰ ªِ َ َ ـٓ³Y ا ª ©ْ َjا ْ~« ¹َR ُ Yَ À﴿ :ħĭāĤا ونï×đĺ א ً ĨijĜ رأوا īĻè اijĤאĜ ۜ_﴾ [اóĐŶاف، ١٣٨/٧] وİכñا ÙęĀ أرÖאب اÙĜóęÝĤ. واāĤ×ó ďĨ اijĤاïè ٌ ·َِ ªٰ ا ٰ ِن ْ ْ£ُyا َ ¥َ žِ¿ اª َِذا َذَ¦ْy َت َرّ\ واَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ïèأ ģכ óĨأ÷ ĻĤ ïèŶا ٤ ُ Ÿُ ¹ًرا﴾ [اóøŸاء، ٤٦/١٧]. ² ْ ¶ِ ِ َYر َ ْد\ « ا ٰٓ ¹ْا َ» َّ َو ْn َuُه َوª ،ÙĐאĉĤوا אنĩĺŸاóذכ אıĻĘ Ùĺآ אİïđÖóوذכ ،ÙĻāđĩĤوا óęכĤاóכñÖ ÙĺŴا هñİ ħÝì ħà :įĤijĜ Ĺİو .ûĨאİ çĀ ، ۜ aَ oْ ُªا ّ ُ·ِ»ِ ْ ¦َ ْ ُ ْuَو ِان َوا ِ َواª fِْ ِ ُ ¹َن žِ¿ ْاÊ ُ َYر ١ ط - À ٢ ط ر: وĜאل. ٣ ط ر - اĨŸאم. ٤ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، /١ .٥٠ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 972 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 62. Şüphesiz, iman edenler ile Yahudiler, Hristiyanlar ve Sâbiîler’den Allah’a ve âhiret gününe inanan ve sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. [ el-Bakara 2/62] “ İman edenler ile Yahudiler” Hâdû ile Yahudiler kastedilmektedir. Onlar haktan saptıkları için bu şekilde isimlendirilmişlerdir. Bir görüşe göre bu şekilde isimlendirilmelerinin sebebi “Biz, sana varan doğru yola yöneldik.” [ el-A‘râf 7/156] demeleridir. Bir görüşe göre de Yahudiler Hz. Ya‘kūb’un en büyük oğlu Yahuza’nın neslinden oldukları için Yahudiler olarak isimlendirilmişlerdir. Yahuza kelimesinde ki zal harfi İbrânîceden Arapçaya geçerken dal harfine dönüşmüştür. “Hıristiyanlar” Âyetteki nasârâ kelimesinin tekili nasrânî şeklindedir. Bunlar dinlerini hâkim kılmak için kendi aralarında yardımlaştıkları için bu şekilde isimlendirilmişlerdir [Çünkü bu kelimenin kökü, yardım etmek anlamındaki nasara fiilidir]. Bir görüşe göre Hz. Îsâ’ya yardımcı oldukları için bu şekilde adlandırılmışlardır. Nitekim Hz. Îsâ “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimlerdir dediğinde havâriler dediler ki: Allah’ın yardımcıları bizleriz.” [es-Saff 61/14] İbn Cüreyc ve Katâde şöyle demiştir: Hz. Îsâ’nın doğum yeri Nâsıra olduğu için bu şekilde adlandırılmışlardır. Sîbeveyhi’ye göre neşvân (sarhoş, meyhoş) kelimesinin çoğulu neşâvâ olduğu gibi, kıyasa göre nasrân kelimesinin çoğulu da nasârâ olur. Tedavülde olan kullanım ise nisbet harfi yâ eklenmiş olan nasrânî şeklidir. Asıl olan birincisidir. Nitekim şair şöyle demiştir: Akşam olduğunda onu hanîf- mümin olarak görürsün Sabah vakti ise bir de bakmışın hıristiyan olmuş Başka bir şair şöyle demiştir: Her ikisi de yere kapandılar ve başı secde etti Tıpkı hanîf olarak kalmamış bir hıristiyan gibi Halîl b. Ahmed’e göre mehârâ nasıl mehriyyun [ Mehra b. Haydân kabilesine mensup] kelimesinin çoğulu ise nasârâ da nasriyyun kelimesinin çoğuludur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 973 ِ ْم ijَ َ ْاĻĤ Ʃِ אų و Öِ īَ َ Ĩاٰ īْ َ Ĩ īĻ َ ۪ ٔ َ ƪ اāĤ ِאÖـ ٰى و אرāَ ƪ َ اĭĤ ُوا و אدİَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ َ ُijا و ĭَ Ĩاٰ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ نƪ اِ -٦٢ نijَ Ĭُõَéْ َ ĺ ْ ħİُ źَ َ ْ و ħıِ ْ ĻĥَĐَ فٌ ْ ijìَ źَ َ ْۖ و ħıِ ِ ّ Ö َ ْ َï ر ĭĐِ ْ ħİُ ُ ْ َا ْóä ħُ ıĥَĘَ אéً Ĥאِ Āَ ģَ ĩِ Đَ َ و óِìِ źا ٰ ْ أي ěéĤا īĐ אدواİ ħıĬŶ įÖ اijĩøو ،دijıĻĤا ħİ ﴾دواYُ ¶َ ±À َ w۪ َّ ٰ َR¹³ُا َواª ا ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن ﴿ا ذاijıĺ ïĤو ħıĬŶ :ģĻĜو .]١٥٦/٧ ،افóĐŶا ﴾ [ۜ¥َ Áَْ ªِ Y ا َٓ ²uْ ¶ُ ﴿ :ħıĤijĝĤ [įÖ اijĩø] :ģĻĜو .اijĤאĨ .ÙĻÖóđĤا ĵĤإ ÙĻĬاó×đĤا īĨ אİóĻĻĕÝĤ źدا الñĤا ١ وijİ أכ×ó أوźد ijĝđĺب. وÛĤijéÜ אĩĻĘ ħıĬאوđÜو ħİóĀאĭÝĤ įÖ אİijĩøو .ĹĬاóāĬ ħİïèوا﴾ رىYٰ ‡َ َ وįĤijĜ:﴿ َو ّ اª³ َ َYل ¢ ۜ َ« ّ اà ِٰ ªِ ²َْ ‡َ ۪Yرٓي ا ا ±ْR َ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ĵùĻĐ ħİóāĭĤ :ģĻĜو .ħıÝĥĨ ÙĨאĜإ ĵĥĐ ħıĭĻÖ ²َْ ‡َ ُYر ّ اà ِٰ] ﴾اėāĤ، ١٤/٦١[. َ ْo ±ُ ا ُ ¹َن ² Àّ ِ ْ َo¹َار اª įĻĥĐ ĵùĻĐ אıĤõĭĺ כאن ً ةóĀאĬ ĵĩùُ Ü ÙĺóĜ īĨ įÖ اijĩø :אدةÝĜو ãĺóä īÖا אلĜو اŻùĤم. .įĺij×Ļø لijĜ ijİو ٢ واāĭĤאرى ĹĘ اĻĝĤאس ďĩä óāĬان، כאýĭĤאوى ďĩä ijýĬان، ٤ ٣ واģĀŶ اŶول، Ĝאل اýĤאóĐ: ،Ù×ùĭĤا אءĺ אدةĺõÖ ĹĬاóāĭĤا ijİ ģĩđÝùĩĤوا َ ُ ان َü ِאĨ ُ÷ óāْ Ĭَ ijİو įِ ْ ĺïَ Ĥَ Ĺéِ ąْ ُ ĺ َ ِ ًęא و ّ ĭéَ ُ Ĩ ƫ َ ِ اĹýđĤ َار ُ َإذا د َ اه óَ Ü ٥ وĜאل آóì: ėِ ƪ ĭéَ َ Ü ْ ħĤَ ÙٌĬاَ َ óāْ Ĭَ تْ ïَåَ َ َ א ø َא َכĩ ı ُ øْ َأ ر ïَåَ ْ øَ ƪ ْت وأ َ א َóì ĩ ُ َאİ ÝĥْכĘِ ي، ĜאįĤ اģĻĥíĤ. ƭ óِ ْ ıَ Ĩ ďĩä ىَ َאر ıَ ي כאĩĤ ƭ óِ ْ āَ Ĭ ďĩä אرىāĭĤا :ģĻĜو ١ ط ر: وÛĤijè. ٢ ط ر + واïĭĤاĵĨ ďĩä ĨïĬאن. .Ù×ùĭĥĤ :ط ٣ .٦٦١٩/١٠ ،ïĻđø īÖ انijýĭĤ مijĥđĤا÷ ĩü ؛٢١٤/٢ ،אري×ĬŶا īÖź óİاõĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٤ ٥ اĤ×ÛĻ ĹÖŶ اõìŶر اĩéĤאĹĬ. اóčĬ: اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، ٢١٤/٢؛ ÕĺñıÜ اÙĕĥĤ ŷĤزóİي، «ص ر». ٥ ١٠ ١٥ 974 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “ Sâbiîler” Bir kimse bir dinden çıkıp başka bir dine girdiğinde sabee-yesbeu-subûen denilir. Sâbiîler de Yahudilik ve Hıristiyanlığa muhalefet edip bu dinlerden çıktıkları için böyle adlandırılmışlardır. Yörüngesinden saptığı zaman yıldız için sabee’n-necmü, devenin dişi çıktığı zaman da sabee nâbu’lbe‘îr denilir. Kelimeyi hemzesiz okuyanlar, kelimenin meyletmek mânasına gelen sabâ-yesbû-sabveten kökünden türediğini söylemişlerdir. Bir görüşe göre bunlar Harran ahalisinden olup Allah’ı, âhireti, kimi peygamberleri kabul etmekle birlikte yıldızlara taparlar. Bir başka görüşe göre bunlar Maniheistler’dendir. Katâde, Sâbiîlerin meleklere tapınan, Kâbe’yi ziyaret eden, Zebûr okuyan bir topluluk olduğunu söylemiştir. Süddî onların Ehl-i kitaptan bir grup olduğunu söylemiştir. Mücâhid, “ Sâbiîler, Mecûsîler ile yahudiler arası bir topluluktur, kestikleri yenmez, kadınları da nikâhlanmaz.” dediğini nakleder. Bu Hasan-ı Basrî’nin görüşü olup Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî de bu görüştedir. Bunlar Sâbiîlerin putperestler gibi yıldızlara taptıklarını söylemişlerdir. Ebû Hanîfe şöyle demiştir: Kestiklerinin yenmesi ve kadınlarının nikâhlanması konusunda Ehl-i kitap gibidirler. Çünkü onlar Zebûr okurlar ve namazlarında kıble olarak yıldızlara yönelir, onları bu şekilde tâzim ederler. “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ederse” Yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden kim Allah’a iman ederse. “ İman edenler” Yani müşrik Araplardan, diğerlerinden ve bu üç fırkadan Allah’a ve âhiret gününe yani kıyametin varlığının doğruluğuna inananlar. “Sâlih amel işleyenler” ifadesinin tefsiri daha önce geçmişti. “Onların ecirleri Allah katındadır.” Yani imanlarının ve sâlih amellerinin sevabı Allah katındadır. Bu mükâfatı ecir olarak adlandırmasının sebebi, bunun Allah’ın lutfu ve hak vaadi ile kulların amellerinin karşılığı olmasıdır. Bir işçi işi karşılığında nasıl ücretini hak ediyorsa Allah da ecrinin varlığı ile kullarının kalbini teskin etmiştir. Yalnız kul amelinin ecrine hak etmesi ile değil Allah’ın vaadi ile ulaşır. Allah bunların iman edip sâlih amel işlediklerinde önceki yaptıklarıyla, atalarının yaptıklarıyla yargılanmayacağını ve sevaplarından hiçbir şey eksiltilmeyeceğini belirtmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 975 ا” إذا ìــóج Ĩــī دĺــī إĤــĵ ً ُــijء × ُ Ā ١ ، ُ َــË × ْ āَ ĺ ،َ ــÉ َ × َ ِ ۪ٔـ َ ــÁ± ﴾ĝĺــאل: “Ā وĤijĜــį:﴿ َو ّ اªَ‡ Y\ Éــ×Ā ïــĜو “.ــאĩİijęĤאìو ÙــĻĬاóāĭĤوا ÙــĺدijıĻĤا īــĨ اijــäóì ħــıĬŶ įــÖ اijĩــø .īــĺد ijـıĘ ٢ ُ اĤ×Ļđـó “إذا ìـóج. وĨـī Üـóك اĩıĤـõة ـאبĬ Éـ×Ā”و ،įـÝıä īـĐ ـאلĨ إذا” ħـåĭĤا ً” إذا Ĩــאل. ة َ ْ ــij × َ Ā ،ijــُ × ْ āَ َــא، ĺ × َ Ā” īــĨ ٤ đĺ×ـïون اåĭĤـijم وĝĺـóون ÖאāĤאĬـď واđĩĤـאد وÖ×đـă ان َ ƪ َ ـó éِÖ ٣ وĻĜـģ: İـħ Ĝـijم כאĬـijا [ اĬŶ×Ļــאء. وĻĜــģ: İــħ Ĩــī اĩĤאĺijĬــÙ. وĜــאل ÝĜــאدة: اāĤאÑÖــijن ĜóĘــÙ đĺ×ــïون [١٣٧ب اÐŻĩĤכــÙ وĥāĺــijن إĤــĵ اĤכđ×ــÙ وĝĺــóؤون اÖõĤــijر. وĜــאل اùĤــïي: İــħ ĈאęÐــÙ Ĩــī ģכËـÜ ź ،دijـıĻĤوا سijـåĩĤا īـĻÖ نijـÑÖאāĤا :ųا Ʃ أİـģ اĤכÝـאب. وĜـאل åĨאİـï رĩèـį ijــÖأ ñــìأ įــÖو ųا Ʃ įــĩèر يóــā×Ĥا īــùéĤا لijــĜ ijــİ ،ħİــאؤùĬ çכــĭÜ źو ،ħــıéÐאÖذ ٥ כđ×ـïة اĭĀŶـאم. øijĺـė وĩéĨـï رıĩèـא Ʃ اų وĜאĤـijا: İـħ đĺ×ـïون اĤכijاכـÕ وכאĬـijا ħıĬŶ ؛ħıÜאĭÖ כאحĬو ħـıéÐאÖذ ģè ĹĘ ـאبÝכĤا ģـİÉכ ħـİ :ųا Ʃ وĜـאل أÖـij ęĻĭèـÙرĩèـį .ħıÜاijĥĀ ĹĘ אıĻĤإ ħııäijÝĤ ِ Ùĥ×ĝĤا َ ħĻčđÜ ÕاכijכĤا نij ُ ĩِ ّ čَ đ ُ ٧ وĺ ٦ اijÖõĤر، óĝĺؤون ِ﴾ Ĩـī آĨـī ıĭĨـħ أي Ĩـī اıĻĤـijد واāĭĤـאرى yـrِ Êا ٰ ْ ِ َْÁ ْـ¹م ِ ّ ـÃY ِٰ َواª ٰ َR َ ـ± \ وĤijĜـį:﴿ َ ®ْ ـ± ا واāĤאĻÑÖـī. ٰ َR³ُـ¹ا﴾ أي Ĩـī ýĨـóכĹ اđĤـóب وİóĻĔـħ وĨـī آĨـī Ĩـī İـźËء ۪w َ Àـ± ا َّ َ اª ِ ّن وĤijĜـį:﴿ ا ٩ أي ÖאĻĝĤאĨـÙ١٠ أي Āـïق ÖכıĬijא. ٨ واĻĤـijم اìŴـó اęĤـóق اáĤـŻث Ʃ Öـאų .هóĻùęÜ óĨ ﴾Yoً ِ وįĤijĜ:﴿ َوَ ِ̄ َ© †َªY َ ْjُyُ ¶ْ ـ ِ ³ْ َ ـu َرِّ\ِ· ْۖ ـ﴾ أي àـijاب إĩĺאıĬـħ وıĥĩĐـħ اāĤאĤـç. øـĩאه ُ· ْ ـ ا َ وĤijĜـį:﴿ žَ« ÙـĤאéĨ ź ١١دهijـäijÖ ħـıÖijĥĜ īـכùĘ ّ ،įـĭĨ ŻـąĘ ěـéĤا هïـĐijÖ ħـıĥĩĐ اءõـä įـĬŶ اóـäأ ź ųا Ʃ ïــĐijÖ įــĥĩđÖ įــĤאĭĺ اñــıĘ ،įــĥĩđÖ ــכĤذ įĜאĝéÝــøź هóــäأ óــĻäŶا ïــåĺ ــאĩכ ÖאøـĝéÝאįĜ. أì×ـó أن İـźËء إذا آĭĨـijا وĥĩĐـijا اāĤאéĤـאت Ĥـħ Ëĺاìـñوا ĝÝĩÖـïم ıĥđĘـħ .ħـıÖاijà īـĨ نijـāĝĭĺ źو ħـıÐאÖآ ģـđęÖ źو .Ë×āĺ - ح ١ ٢ ط: õĩİة. ٣ ط ر - כאijĬا. ٤ ط ر: óåĬان. ٥ ط ر: ĘכאijĬا. ٦ ر: óĝĺون. ٧ ر: اĤכÝאب. ٨ ط ر + وÖאĻĝĤאÙĨ. ٩ ط ر - واijĻĤم اóìŴ. ١٠ ط ر - أي ÖאĻĝĤאÙĨ. ١١ ط: ijäijĤده. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 976 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onlar için bir korku yoktur.” Yani onlar için yaptıkları iyiliklerin iptal edileceği korkusu yoktur. “Onlar mahzun da olmayacaklardır.” Onlar sevaplarının elden gitmesi ile hüzünlenmeyeceklerdir. Bir görüşe göre “ İman edenler” ifadesi ile Hz. Peygamber aleyhisselâmın çağındakiler, “yahudiler” ifadesi ile kendi döneminde Hz. Mûsâ’ya iman edip din değiştirmeden o hâl üzere ölenler, “hıristiyanlar” ifadesi ile Hz. Îsâ’nın dinine iman edip değiştirmeksizin o din üzere ölenler, “ Sâbiîler” ifadesi ile Yahudilik ve Hıristiyanlık harici hak bir dine inanan ve o dinin kitabına ve peygamberine tâbi olan kimseler kastedilmiştir. Bu kimselerden iman edenler, yani imanı üzere sabit kalıp, imanına uygun bir şekilde sâlih amel işleyenlere imanlarının ve sâlih amellerinin ecri verilecektir. Onların cezalandırılma korkusu ve cenneti kaçırma üzüntüsü olmayacaktır. İbn Kuteybe şöyle demiştir: “ İman edenler” ifadesi, dilleri ile iman edip kalpleriyle yalanlayan münafıklar, yahudiler, hıristiyanlar ve Sâbiîler’dir. “Bunlardan kim iman ederse” yani doğru bir şekilde iman ederse onlar için bir mükafat vardır, korku ve hüzün yoktur. “Kim iman ederse ve sâlih amel işlerse” âyetinde “ederse” ve “işlerse” fiilleri men (kim) kelimesinin lafız olarak tekil olmasından dolayı tekil formda ifade edilmiştir. Ancak “Onlar için bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” ifadesinde zamirler çoğul olarak zikredilmiştir. Bunun sebebi, men kelimesinin, lafzen tekil olsa da anlam olarak çoğul olmasıdır, çünkü bu kelime tekil için de çoğul için de kullanılabilir. 63. Hani sizden sağlam bir söz almış, Tûr’u da tepenize dikmiş ve ‘Sakınasınız diye, size verdiğimiz kitaba sımsıkı tutunun, onun içindekileri düşünün.’ demiştik. [ el-Bakara 2/63] “Hani sizden bir söz almıştık.” Yani, hatırlayın! Sizden, getirdiği şeyler konusunda Mûsâ’ya itaat etmeniz hususunda bir söz almıştık, siz de bunu kabul etmiştiniz ve onunla birlikte Mısır’dan ayrılmıştınız. Sonra biz Mûsâ’yı, münâcât için kendimize yaklaştırdık ve ona içerisinde Tevrat olan levhaları verdik. Ardından Mûsâ size bunları getirdi ve siz de “Bunun içerisindekiler çok ağır, biz bunlara güç yetiremeyiz.” diyerek kabul etmemiştiniz. Biz de dağı sizin üzerinize kaldırıvermiştik. Bu husus “Tûr’u da tepenize dikmiştik.” âyetinde ifade edilir ki aynı husus “Hani dağı onların üstüne kaldırmıştık.” [ el-A‘râf 7/171] âyetiyle de belirtmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 977 ْ ¶ُ Êَوَ ﴿:įĤijĜو .Ùĭùè ħıĤ ģĉ×Ü أن نijĘאíĺ ź أي﴾ ْ·ِÁَْ ٌف َ» ¹ْrَ Êَوَ ﴿:įĤijĜو ١ ُ ¹َن﴾ أي ijęĺت ijàاħıÖ. ²{َoْ َ À īĺد ĵĥĐ اijĬכא﴾ دواYُ ¶َ ±À َ w۪ َّ ٰ َR¹³ُا﴾ ĹĘ óāĐ اijøóĤل ﴿َواª ا ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن وģĻĜ:﴿ ا َ ‡َ ٰYرى﴾ اīĺñĤ כאijĬا ĵĥĐ دīĺ ٢ وĨאijÜا ĵĥĐ ذĤכ وħĤ ĺ×ijĤïا، ﴿َو ّ اª³ įĬאĨز ĹĘ ĵøijĨ ىijø ěè īĺد ħıĤ כאن مijĜ ģĺوÉÝĤا اñİ ĵĥĐ ﴾±Áَ ـ۪ٔ ِ \Y َ‡ªا ّ وَ ﴿،اijĤï×ĺ ħĤو اijÜאĨو ĵùĻĐ ĵĥĐ Û×à أي ،ħıĭĨ īĨآ īĨ .אبÝوכ لijøر אع×Üا ĵĥĐ اijĬכא نÉÖ ÙĻĬاóāĭĤوا ÙĺدijıĻĤا فijì źو ،çĤאāĤا ħıĥĩĐو ħıĬאĩĺإ óäأ ħıĥĘ įĬאĩĺإ ÙĝĘاijĨ ĵĥĐ אéĤאĀ ģĩĐو įĬאĩĺإ .ÙĭåĤا تijęÖ نijĬõéĺ ħİ źو ÙÖijĝđĤا īĨ ħıĻĥĐ ٰ َR¹³ُا﴾ أي ħıÝĭùĤÉÖ دون ħıÖijĥĜ وħİ اĭĩĤאijĝĘن واijıĻĤد ا ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن وĜאل اÝĝĤ×Ĺ:﴿ ا įĥĘ ÙéāĤا ćÐاóýÖ īĨوآ ħıĭĨ ÿĥìأ īĨ أي﴾ ±َR َ ٰ واāĭĤאرى واāĤאīĻÑÖ.﴿ َ ®±ْ ا اóäŶ وزوال اijíĤف واõéĤن. ،“īĨ” Ùĩĥכ óİאčĤ انïèijĤا ĵĥĐ óذכ﴾ Yoً ِ ٰ َR ±َ﴾ و﴿َوَ ِ̄ َ© †َªY وįĤijĜ:﴿ َ ®±ْ ا ُ ¹َن﴾ ĵĥĐ اďĩåĤ؛ Ŷن ĭđĨאه ĵĭđĨ اďĩåĤ؛ įĬÍĘ ²{َoْ َ À ْ ¶ُ Êَوَ ْ·ِÁَْ ٌف َ» وĜאل: ﴿َوَÊ َr¹ْ .ÙĐאĩåĤوا ïèاijĥĤ çĤאĀ ħøا ُ وا َ ْاذُכó ƪ ٍة و ijĝُÖِ ْ َ ُאכħ ĭ ْ א ٰاَĻÜ َٓ Ĩ واñُìُ َۜ اijĉĤر ƫ ُ ħכُĜَ ْ َא َijĘ ĭ ْ đĘَ َ َر ْ و ħכُĜאَ áĻَ Ĩ۪ אĬَñْìَ اَ ذْ اِ َ -٦٣ و نijَ ĝُƪ ÝÜَ ْ ħכƪĥُ َ đĤَ įĻِ Ę۪ אَ Ĩ َ ُ§ ْ﴾ أي واذכóوا أąĺא إذ أĬñìא áĻĨאĜכħ أي اïıđĤ ¢YgÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا وįĤijĜ:﴿ َوا אĻåĬ אهĭÖóĝĘ óāĨ īĨ įđĨ ħÝäóìو هijĩÝĥ×Ĝو įÖ ħכó×íĺ אĩĻĘ ĵøijĩĤ אدĻĝĬźאÖ ٣ אıĝĻĉĬ ź ةïĺïü Ĺİ ħÝĥĜو אİijĥ×ĝÜ ħĥĘ אıÖ ħאכÜÉĘ ارةijÝĤا אıĻĘ احijĤŶا אهĭĻĉĐوأ ۜ﴾ وijİ اñĤي ذכóه ĹĘ įĤijĜ: ُ ¹َر َ ُ§ ُ ّ اª ¢¹ْžَ Y³َْ žَرَوَ ﴿:įĤijĜ ijİو ،ģ×åĤا ħכĜijĘ אĭđĘóĘ ْ َkَ]َ ﴾©اÙĺŴ،] اóĐŶاف، ١٧١/٧]. ªا Y³َ ْ £cََ ِ ْذ ² ﴿َوا ١ ح: ijàاıÖא. ٢ ط: وĹĘ زĨאįĬ. .אİijĝĻĉĬ ź :ģĀŶا ĹĘ ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 978 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Tûr” kelimesi dağ anlamına gelir. Bir görüşe göre her dağa Tûr ismi verilir. Rivayet edildiğine göre Abdullah b. Abbas bunun mümbit dağ anlamına geldiğini söylemiştir. Yine bir görüşe göre Tûr, ağaçların bulunduğu her dağdır. Bir başka görüşe göre Tûr, Filistin dağlarından bir dağdır. Bu dağ kökünden sökülüp bir gölgelik gibi İsrâiloğulları’nın tepesine dikilmiştir. Bu esnada İsrâiloğulları’nın bulunduğu yer kenarı bir fersah olan kare şeklinde bir yerdi. Dağın ölçüsü de bu ebatlardaydı. Bir görüşe göre kenarı beş fersah olan kare şeklinde idi. Allah Hz. Mûsâ’ya, Tevrat’ı kabul etmezlerse dağı üzerlerine bırakacağını ve onları un ufak edeceğini vahyetti. İsrâiloğulları bu durumdan kaçış olmadığını fark ettiklerinde Tevrat’taki hükümleri kabul ettiler ve korkudan ötürü yanakları üzerine secdeye kapandılar. Çünkü secde ederken bir taraftan da dağa bakıyorlardı. Bundan dolayı yahudiler bu şekilde secde ederler. “Size verdiğimiz kitaba sımsıkı tutunun.” Yani kitaba ciddiyet ve devamlılıkla tutunun. Burada kullanılan “alın, tutunun” ifadesinden maksat “kabul edin” anlamıdır. Bir görüşe göre anlam “Kuvvetle, gayretle size farz kılınanları yerine getirmek için uğraşın.” şeklindedir. Bir başka görüşe göre ise anlam “Size bu kuvveti verdik ki bu da uzuvlarınızın sağlam olmasıdır. İşte siz de bu kuvvet ile onu tutun.” şeklindedir. “Onun içindekileri düşünün.” Bir görüşe göre anlam “Kalplerinizin katılığı gitsin ve bu sayede va‘d ve vaîdi düşünebilesiniz diye.” şeklindedir. Burada “Kitabı ezberleyin, onu unutmayın!” anlamının kastedilmiş olması da mümkündür. Ayrıca her iki mânanın kastedilmiş olması da mümkündür. “Sakınasınız diye.” Yani müttaki kimseler olasınız ve ateşten korunasınız diye. “Tutunun” ifadesinin öncesinde gizli bir ifade vardır ve cümlenin takdiri, “Onlara “Tutunun!” dedik.” şeklindedir. Cümlenin akışı (siyakı) burada böyle bir gizli ifadenin bulunduğuna delâlet eder, ayrıca mîsâktan söz edilmiş olması da bunu gerektirmektedir. Yani sanki “Sizinle bu kitabı sımsıkı tutacağınıza dair mîsâk yaptık.” demiştir. “Sizden bir söz” ifadesinde söz ( mîsâk) kelimesi, çoğul zamire izâfe edildiği hâlde tekil kullanılmış, “sözleriniz” denilmemiştir, çünkü burada her bir kimseden söz alma kastedilmektedir. “Sonra sizi çocuk olarak dünyaya getiririz.” [ el-Hacc 22/5] âyetinde durum olduğu gibi burada da “Her birinizi çocuk olarak dünyaya getiririz.” denilmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 979 ١ įĬأ ġ אس×Đ īÖا īĐو .ģ×ä ģכ ĵĥĐ ďĝĺ ijİ [ أ واijĉĤر اåĤ×ģ. وģĻĜ:] ١٣٨ īĻĉùĥĘ אل×ä īĨ ģ×ä ijİ :ģĻĜو ٢ .אرåüأ įĻĘ ģ×ä ģכ ijİ :ģĻĜو .Û×ĭĩĤا ģ×åĤا ëøóĘ ĹĘ אíøóĘ óכùđĤا وכאن ،ÙĥčĤا ģáĨ ħıøرؤو ĵĥĐ אمĜو įĥĀأ īĨ ďĥĝĬا ħıĬأ ĵøijĨ ĵĤإ ųا Ʃ ĵèوأو ،ëøاóĘ Ùùĩì ĹĘ ëøاóĘ Ùùĩì :ģĻĜو ،כĤñכ ģ×åĤوا اijĥ×Ĝ ħıĤ بóıĨ ź أن رأوا אĩĥĘ .įÖ ħıÝíĄóĘ ģ×åĤا اñıÖ ħıÝĻĨر źوإ ارةijÝĤا اijĥ×Ĝ إن ،ģ×åĤا نijčèŻĺ اijĬכא ħıĬŶ ،ħıİijäو אفāĬأ ĵĥĐ ÙÖאıĩĤا īĨ واïåøو אıĻĘ אĨ ٤ ٣ ïåùĺ اijıĻĤد כĤñכ. وĤñĤכ :ģĻĜو .اijĥ×Ĝا ĵĭđĩÖ واñìو .Ù×ČاijĨو ٥ ٍَة﴾ أي ïä ¹ّ£ُ ِ \ ْ¦Yُ ³َÁَْ bٰ ا Yٓ®َ واwُ rُ ﴿ :įĤijĜو ijĝÖة أي ÖאïÝĜار وýĬאط وأداء ĩĤא óĘض ĻĥĐכħ. وģĻĜ: أي أĭĻĉĐאכħ ijĜة ذĤכ وijİ ÙĨŻø اźŴت، ñíĘوه ĥÝÖכ اijĝĤة. وįĤijĜ﴿ َو ْاذُ¦ُyوا َRY ž۪ ِµÁ ﴾ģĻĜ: أي ادرijøه óÝĤق ÖijĥĜכħ وñÝÝĤכóوا įÖ اïĐijĤ واïĻĐijĤ. وģĩÝéĺ: واذכóوا Ĩא įĻĘ أي اijčęèه وź ijùĭÜه. وijåĺز إرادة اīĻĻĭđĩĤ đĻĩäא. َ £ُ ¹َن﴾ أي óĻāÝĤوا īĻĝÝĨ وīĐ اĭĤאر īĻĜijÝĨ. cَّ b ْ §ُ َّ «َ َ ª﴿ :įĤijĜو אقĻø įĻĥĐ لïĺ אرāÝìا اñİو .واñì ħıĤ אĭĥĜو أي ،óĩąĨ įĻĘ ﴾واwُ rُ ﴿ :įĤijĜ ħà اÙĺŴ، وŶن ذכó اáĻĩĤאق įĻąÝĝĺ، כįĬÉ Ĝאل: واĭĝàאכħ أن ñìوا. ِ َï وإن أėĻĄ إĵĤ اďĩåĤ وħĤ ģĝĺ: ijĨاĝĻàכħ؛ Ŷن اóĩĤاد ّ èُ َ ُ§ ْ﴾ و ¢YgÁَ ®۪ ﴿ :įĤijĜ ħà ﴾Ëً Ÿْ Žِ ْ §ُ jُ ِ ysْ ُ ² َ ّ fُ﴿ :אلĜ אĩכ įĜאáĻĨ ħכĭĨ ïèوا ģכ īĨ אĬñìأ أي ،ïèوا ģכ אقáĻĨ [اãéĤ، ٥/٢٢ [أي כģ واïè. ١ ط: أن اijĉĤر ijİ. įĻĥĐ لõĬوأ ĵĤאđÜ ųا įĩĥכ īĻè įĻĥĐ ĵøijĨ כאن ģ×ä ijİ ģĻĜ īĻđĤا כĤذ ĹĘ ėĥÝìوا įĭĻđÖ ģ×ä ijİ ģĻĜو + ر ط ٢ اijĤŶاح. ٣ ط ر: وכĤñכ. ٤ ط ر: ĤñĤכ. .ûĨאİ çĀ ،واñì :ط ٥ ٥ ١٠ ١٥ 980 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre şöyle denilmiştir: Herkesten ayrı bir söz alınmıştır. Yani, onlardan birinin sözü diğerinin sözünden başkadır. Kaffâl şöyle der: Tûr’un üzerlerine kaldırılması ile onlardan söz alınması aynı anda olabilir ve bu iki ifade arasındaki vâv harfi, ikisini birleştirme anlamında olabilir. Ayrıca sözün önceden alınıp sözlerini tutmadıklarında dağın üzerlerine kaldırılmış olması da mümkündür. Birinci yorumun delili söz vermeleri üzerine “Tûr’u da tepenize dikmiştik.” âyetidir. İkinci yorumun delili ise mânanın, “Sözlerini ihlal etmeleri sebebiyle dağı tepelerine diktik.” şeklinde olabilmesidir. Bu olay Tîh çölünden ve Erîha şehrine girme emrinden önce vuku bulmuştur. Yalnız, kıssa bir olduğu için Kur’ân’da bu ikisinden sonra zikredilmiştir. Bu durum, Allah’ın İsrâiloğulları’nın atalarına iyiliklerini anlatma babında zikredilmiştir. Dolayısıyla burada olayların sırası ile anlatılmış olması mümkün olduğu gibi sırayı bozarak anlatılmış olması da mümkündür. Maksat onlara önceleri olan şeyleri hatırlatmaktır. Bu da her nasıl anlatılırsa anlatılsın, maksat hâsıl olmaktadır. Dağın İsrâiloğulları’nın tepesinde dikilmesi, onları iman etmeleri için cebr (mecbur kılma) anlamına gelmez, çünkü cebr, ihtiyarı ortadan kaldırır ve bununla birlikte iman olmaz. Bu, kâfirlerle iman etsinler diye savaşmak gibidir. İhtiyarı ortadan kaldırma kabilinden bir zorlama değildir. Allah’ın “Dinde zorlama yoktur.” [ el-Bakara 2/256] ve “İnsanları mümin olsunlar diye mi zorlayacaksın!” [ Yûnus 10/99] âyetleri savaş emrinden önce inmişti, sonra bu âyetler savaş emri ile neshedildi. 64. Sonra onun arkasından yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah’ın lutuf ve rahmeti olmasaydı her hâlde zarara uğrayanlardan olurdunuz. [ el-Bakara 2/64] “Sonra onun arkasından yine yüz çevirdiniz.” Yani, Tevrat’ı kabul ettikten sonra hükümlerini uygulamaya devam etmekten yüz çevirdiniz. Anlamın “Dağ üzerinizden çekildikten sonra yüz çevirdiniz.” şeklinde olduğu söylendiği gibi “Söz aldıktan ve dağı üzerinize diktikten sonra yüz çevirdiniz.” şeklinde olduğu da söylenmiştir. “Onun” kelimesi kendinden önce iki şey zikredildiği hâlde -o iki şey Tevrat’ı kabul etmeleri ve dağın üzerlerinden çekilmesidir- tekil olarak getirilmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 981 وģĻĜ: أñì ĵĥĐ اĤכģ áĻĨאĜא واïèا، أي כאن áĻĨאق כģ واïè Ĩא כאن áĻĨאق اīĺóìŴ. وĜאل اęĝĤאل: وģĩÝéĺ أن ĺכijن أñì اáĻĩĤאق ďĨ رďĘ اijĉĤر đĨא، واijĤاو ďĩåĥĤ. وģĩÝéĺ أن ĺכijن أñì اáĻĩĤאق ĨïĝÝĨא، وĩĤא ijąĝĬه رďĘ اijĉĤر ħıĜijĘ. ودģĻĤ اŶول ۜ﴾ áĻĩÖאħıĜ، ودģĻĤ اáĤאĹĬ أįĬ ijåĺز أن ĺכijن ĭđĨאه: ُ ¹َر َ ُ§ ُ ا ّ ª įĤijĜ:﴿ َوَرžَ ³َْY ¢¹ْžَ áĻĩÖאħıĜ أي áĻĩÖאħıĜ اñĤي ijąĝĬه، أي ùÖ×Õ ذĤכ رĭđĘא ħıĜijĘ اijĉĤر. אĩİïđÖ تóذכ אĩĬوإ אéĺأر ÙĺóĜ لijìïÖ óĨŶوا įĻÝĤا ģ×Ĝ ÛĬכא ÙàאدéĤا هñİ ħà ĵĥĐ כĤذ زijåĺو ،ħıĘŻøأ ĵĥĐ ĵĤאđÜ ų Ŷن اÙāĝĤ واïèة. وñİا ïđÜاد ٍ īĭĨ כאÛĬ Ʃ ١ اÕĻÜóÝĤ وóĻĔ اÕĻÜóÝĤ Ŷن اóĩĤاد ñÜכħİóĻ ĩÖא כאن ıĭĨא وijİ èאģĀ כĩęĻא ذכó. Õĥùĺ אĩĨ ó×åĤا نŶ م؛ŻøŸا ĵĥĐ اó×ä īכĺ ħĤ ارةijÝĤا اijĥ×ĝĻĤ ģ×åĤا ُ ďĘر ħà õÐאä ijİو אرĻÝìźا Õĥùĺ ź ijİو אİاóإכ כאن ģÖ ،مŻøŸا įđĨ çāĺ źو אرĻÝìźا įĤijĜو] ٢٥٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Àِ ۪uªا ّ¿ žِ اهَ yَ ْ ¦ِ Ê ا َٓ﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĜ אĨوأ ،אرęכĤا ďĨ ÙÖאرéĩĤכא óĨŶا ģ×Ĝ כĤذ כאن ïĝĘ [٩٩/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾±Áَ ³۪®ِQْ®ُ ا¹ُ ²¹§ُ َ À »ٰ cّnَ سY َ َ ِ ُه ّ اª³ y§ْ bُ aَ ²َْ Yžََ ﴿ا .įÖ ëùĬ ħà אلÝĝĤאÖ īَ Ĩِ ْ ħُ Ýْ ĭכُ Ĥَ ُ įُ Ý َ ĩèْ َ َر ْ و ُכħ ْ ĻĥَĐَ ųا ِƩ ģُ ąْ Ęَ źَ ْ ijĥَĘَ כَۚ Ĥِذٰ ïِ ْ đَ Ö īْ Ĩِ ْ ħُ Ý ْ ĻĤƪ َ ijÜَ ƪ ħàُ -٦٤ īĺ َ ó۪øא ِ íَ Ĥاْ .لij×ĝĤا ïđÖ īĨ įĻĥĐ وامïĤا īĐ ħÝĄóĐأ أي ﴾ ۚ¥َ ِ ªذٰ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ ْcُÁْ َّ ª¹ََ b َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو ïèو אĩĬوإ .رijĉĤا ďĘور אقáĻĩĤا ñìأ ïđÖ īĨ :ģĻĜو .ģ×åĤردا ïđÖ īĨ :ģĻĜو] [١٣٨ب ؛ģ×åĤوردا راةijÝĤا ħıĤij×Ĝ ijİכوĤذ īĨóáأכįĻĥĐ لijĤïĩĤوا אنÑĻü įĥ×ĜرijכñĩĤכواĤذ ١ ط: ذכóه. ٥ ١٠ ١٥ 982 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Çünkü Allah bu ifade ile “zikrettiğimiz şeyden sonra” mânasını kastetmiştir. Buradaki mâ harfi tekil olduğu için zâlike de tekil kullanılmıştır. Zâlike (onun) sözü -sonundaki kef zamirinin muhatap ve tekil formda olmasından dolayı- sadece Hz. Peygamber aleyhisselâma hitaptır. Şayet zâliküm deseydi onların hepsine hitap olurdu. “Eğer üzerinizde Allah’ın lutuf ve rahmeti olmasaydı” Allah’ın lutfu nimetlerin fazlalığıdır, rahmeti ise şefkatidir. Yani Allah’ın, dağ üzerinizde iken size tövbe edecek kadar vakit verme ve dağı üzerinizden çekme rahmeti ve lutfu olmasa idi kâfirler olarak ölecektiniz. Bu, yüz çevirdikten sonra tövbe eden kimseler hakkındadır. Bir görüşe göre “Allah’ın lutfu olmasaydı” ifadesinden maksat Tevrat’ı vermesi, rahmetinden maksat ise yüz çevirmelerinden sonra tövbelerini kabul etmesidir denilmiştir. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Allah’ın lutfu ile Allah’a iman etmiş olmasaydınız ve size kitap vererek rahmet etmiş olmasaydı. Bir başka görüşe göre “Sonra onun arkasından yine yüz çevirdiniz.” sözü ile cümle tamamlanmıştır. Sonra birinci cümleye bağlı yeni bir cümle başlamış ve onlara şöyle demiştir: “Allah’ın lutfu olmasaydı” yani “Dağı üzerinize dikmekle gösterdiği lutfu olmasaydı kitabı inkâr etmeye ve onu reddetmeye devam ederdiniz.” “Zarara uğrayanlardan olurdunuz.” Fakat Allah dağı üzerinize dikerek size lutufta bulundu ve rahmet etti, sonra siz de tövbe ettiniz. Ardından dağı üzerinizden geri indirdi. Bu böyle olmasaydı dağ üzerinize düşecekti ve siz zarara uğrayanlardan olacaktınız. Bir yoruma göre de Allah’ın lutfu Tevrat’ı vermesidir, rahmeti de onu kabule muvaffak kılmasıdır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Babalarınızı azaptan kurtararak ve dağı üzerinizden çekerek size lutfetmeseydi sizler üreyip çoğalamazdınız. “Zarara uğrayanlardan olurdunuz.” Hüsran aslında ana paranın zayi olması demektir. Buradaki kasıt nefsin helâk olmasıdır. Çünkü nefis de asıldır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Sevaptan mahrum kalarak ve azaba düşerek kaybedenlerden olurdunuz. 65. Şüphesiz siz, içinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, ‘Aşağılık maymunlar olun!’ demiştik. [ el-Bakara 2/65] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 983 įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ אبĉì ﴾ ۚ¥َ ِ ٢ وįĤijĜ: ﴿ ٰذª ١ “Ĩא”. ïèijÝĤ ïèijĘ “אĬóذכ אĨïđÖ īĨ” أراد įĬŶ اŻùĤم وïèه ÖאĤכאف، وijĤ Ĝאل: “ذĤכħ “כאن ĉìאÖא ħıĤ đĻĩäא. ،įęĉĐ Ĺİ įÝĩèور ،אمđĬŸا אدةĺز ijİ ﴾µُcُ¯َ nْ رَوَ ْ§ ُ Áَْ «َ ِٰ Ãا ّ© ُ‹ْ žَ Êَ¹َْ وįĤijĜ:﴿ žَ« ďĜijĤ ħÝĻĤijÜ אĨïđÖ ħÝ×Ü أن ĵĤإ ħכĤאıĨوإ ħכĭĐ ģ×åĤا ّ د َ óِÖ įÝĩèور įĥąĘ ٣ أي وźijĤ .اijĤijÜ אĨïđÖ اijÖאÜ īĺñĤا ěè ĹĘ اñİو .īĺóĘכא ħÝĩĘ ħכĻĥĐ ģ×åĤا ٥ źijĤو :ģĻĜو .ĹĤijÝĤا ïđÖ ÙÖijÝĤا لij×ĝÖ įÝĩèور ارةijÝĤا אءĉĐÍÖ įĥąĘ ٤ وģĻĜ: وźijĤ ïĭĐ مŻכĤا ħÜ :ģĻĜو .אبÝכĤאÖ ħכĻĥĐ įÝĩèور ųا Ʃ īĨ ģąĘ ijİ يñĤا ųאÖ Ʃ ħכĬאĩĺإ ©ُ‹ْ žَ Êَ¹َْ ِ ۚ¥َ ﴾ ħà اïÝÖأ כĨŻא ďäóĺ إĵĤ اŶول ĝĘאل: ﴿žَ» ªذٰ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ ْcُÁْ َّ ª¹ََ b َ ّ fُ﴿ :įĤijĜ ±َ ®ِ ْcُ³ْ§ُ َ ª﴿ ،ورده אبÝכĤا כאرĬإ ĵĥĐ ħÝĨïĤ ħכĜijĘ ģ×åĤا ďĘóÖ ﴾µُcُ¯َ nْ رَوَ ْ§ ُ Áَْ ّ اà ِٰ َ« الõĘ ،ħÝ×Ü ĵÝè ħכĜijĘ رijĉĤا ďĘر ßĻè ħכĩèور ħכĻĥĐ ģąęÜ īכĤو﴾ ±À َ ۪ y~Yِ sَ ْ اª .īĺóøאíĤا īĨ ħÝĭوכ ħכĻĥĐ ģ×åĤا ćĝùĤ כĤذ źijĤو ،ħכĭĐ ģ×åĤا وģĻĜ: أي وźijĤ įĥąĘ ĉĐÍÖאء اijÝĤاراة ورįÝĩè ěĻĘijÝÖ اĝĤ×ijل. وģĻĜ: أي وźijĤ .ħÝĬأ ħÜïĤاijÜ אĩĤ ħכĭĐ رijĉĤا ورد ابñđĤا īĨ ħכÐאÖآ אءåĬÍÖ ħכĻĥĐ ųا Ʃ ģąĘ ۪ َ À± ﴾اóùíĤان ĹĘ اģĀŶ ذİאب رأس اĩĤאل، وijİ ĭıİא y~Yِ sَ ْ ªا ±َR ِ ْcُ³ْ§ُ َ ª﴿ :įĤijĜو אنĨóèو ابñđĤا ĹĘ عijĜijĤאÖ īĻĬij×ĕĩĤا īĨ أي :ģĻĜو .ģĀŶا Ĺİ אıĬŶ ÷ęĭĤا كŻİ ٦ اijáĤاب. īĻ َۚ ۪ ٔ َ ًة َì ِ אøـ َد ْ ُכ ُijĬijا ِóĜ ħُ َא َıĤ ĭĥْĝُĘَ Ûِ ْ × ƪ ùĤا ĹĘِ ْ ْ ُכħ ْ ا ِĭĨ َ َïو اÝĐ ْ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ ُ ħُ Ý ْ ĩĥِĐَ ïْĝَĤَ َ -٦٥ و ١ ط: İïèijÝĤא؛ ر + כÙĩĥ. ٢ ط - Ĩא. ٣ ط ر: źijĥĘ. ٤ ر: źijĥĘ. ٥ ر: źijĤ. ٦ ر - وĨóèאن اijáĤاب، çĀ İאûĨ. ٥ ١٠ ١٥ 984 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Siz o kimseleri bilirsiniz.” Bu, Hz. Peygamber aleyhisselâm dönemindekilere bir hitaptır ve şöyle demektedir: Cumartesi günü avlanarak haddi aşan kimselerin sûretlerini ibret olsun diye değiştirdiğimizi biliyorsunuz. Sizden öncekileri (atalarınızı), isyanları ve sözlerini bozmaları sebebiyle derhal cezalandırmamış, cezayı tehir etmiş olmamız âcizliğimizden değil, aksine lutfumuz ve rahmetimizden dolayıdır. Eğer isteseydik cumartesi yasağını ihlal edenleri hemen cezalandırdığımız gibi onları da cezalandırırdık. Sizin Muhammed aleyhisselâma isyankârlığınız için de aynı şey geçerlidir. İstersek onlara yaptığımız şeyi size de yaparız. “Cumartesi yasağını çiğneyenleri” Yani, seleflerinizden cumartesi günü avlanma yasağını çiğneyenleri [bilirsiniz]. Cumartesi (sebt), haftanın son günüdür. O gün, her şeyin yaratılma işi bittiği ve tamamlandığı için sebt olarak isimlendirilmiştir. Sebt kelimesi aslında kesmek, bitirmek demektir. Sübât, uyku demektir, çünkü uyku ihtiyari fiilleri bitirir. Yahudiler de o gün istirahat ediyorlardı, yani işi bırakıyorlardı. Abdullah b. Abbas’tan rivayet edildiğine göre olayın kıssası şu şekildedir. Bu olay, Dâvûd peygamber zamanında Medine ve Şam arasında bulunan, Kızıldeniz sahilinde Eyle adında bir yerde vuku buldu. Her sene bir ay, civarın bütün balıkları sanki bir bayramda toplanırmış gibi oraya toplanıyordu. Balıklar bu ayda o kadar çok geliyordu ki neredeyse su görünmüyordu. Ayrıca balıklar bu ayın dışında her cumartesi günü bu ayda geldiği gibi çok geliyordu. Fakat cumartesi günü geçtiğinde şehir halkı denizde balık namına hiçbir şey bulamıyordu. Cumartesi günü avlanmak ise onlara haram kılınmıştı. Bir görüşe göre bu hadisenin (balıkların bolca gelmesinin) özellikle bugüne mahsus kılınmasının sebebi şöyledir: Hz. Mûsâ sadece Allah’a ibadetle meşgul olacağı bir gün tahsis etmek istemiş ve bunun için cuma gününü seçmişti. Ancak yahudiler buna muhalefet ettiler ve “Bu günü cumartesi günü olarak belirleyelim, çünkü Allah o gün hiçbir şey yaratmadı.” dediler. İbadet haricinde diğer bütün işleri bırakmak için bu günü seçtiklerinde o gün içerisinde avlanmaları da yasaklandı ve bu seçimleri onlar için bir vebal oldu. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 985 ħÝĘóĐ ïĝĤ :لijĝĺ .مŻùĤاįĻĥĐ Ĺ×ĭĤاóāĐ ģİאبأĉì ﴾±À َ w۪ َّ ªا ُcُ¯ْ «َِ uْ£ََ وįĤijĜ:﴿ َوª أéĀאب اùĤ×Û وĨא أĭĥĥèא ħıÖ īĨ اĭĤכאل ÖאëùĩĤ ĩĭĻèא اïÝĐوا ÖאĻĉĀźאد ijĺم اùĤ×Û ħıąĝĬو ħıĬאĻāĐ ĵĥĐ ١ ħכĥ×Ĝ اijĬכא īĺñĤا ħכĘŻøأ īĐ ÙÖijĝđĤا אĬóĻìÉÜ īכĺ ħĥĘ įÖ אĭĥäאĐ אĩÖ ħİאĭĥäאđĤ אĭÑü ijĤو ،Ùĩèور ŻąĘ ģÖ כĤذ ģĻåđÜ īĐ õåđĥĤ ħıĜאáĻĨ .ħıÖ אĭĤõĬأ אĨ ħכÖ אĭĤõĬŶ אĭÑü ijĤ ،ïĩéĨ ĵĥĐ ħدכóĩÜ ĹĘ ħÝĬأ اñوכ ،Û×ùĤا אبéĀأ ħıĤ ƪ ï ُ è يñĤا ïéĤا אوزواä īĺñĤا أي﴾ aِ ]ْ َªا ّ¿ žِ ْ§ ُ ³ْRِ واْuَcَاْ ±À َ w۪ َّ وįĤijĜ:﴿ اª .ħכĘŻøأ īĨ Û×ùĤا مijĺ ïĻāĤا كóÜ īĨ .ħĩÜو ďĉĜ أي ءĹü ģכ ěĥìُ įĻĘ Ûَ ×ِ ُ ø įĬŶ įÖ Ĺĩø ،عij×øŶا אمĺأ óìآ Û×ùĤوا وأģĀ اùĤ×Û اďĉĝĤ، واùĤ×אت اijĭĤم įĬŶ ďĉĝĺ اóéĤכאت اĻÝìźאرÙĺ، واijıĻĤد ùĺ×ijÝن įĻĘ أي ijđĉĝĺن اĩĐŶאل įĻĘ. وįÝāĜ Ĩא روي īĐ اīÖ Đ×אس ġ כאن ñİا ĹĘ زīĨ داود įĻĥĐ اŻùĤم ĹĘ أرض ٢ وכאن ĨכאĬא ďĩÝåÜ ıĻĘא ÝĻèאن ،مõĥĜ óéÖ ģèאø ĵĥĐ אمýĤوا ÙĭĺïĩĤا īĻÖ Ùĥĺأ įĤ אلĝĺ ħıĻÜÉÜو אءĩĤا ىóĺ ź ĵÝè אنÝĻéĤا ħıĻÜÉÜ ،ïĻđĤا ÙÑĻıכ óıü ĹĘ ÙĭùĤا īĨ أرض ģכ Õİذ ذاÍĘ ،óıýĤا כĤذ ĹĘ ħıĻÜÉÜ ÛĬכא אĩכ Û×ø ģכ ĹĘ [ أ ١٣٩] óıýĤا כĤذ óĻĔ ĹĘ .Û×ùĤا مijĺ ĹĘ ïĻāĤا ħıĻĥĐ مóèو ٥ ٤ ÑĻüא įĭĨ ٣ اijùéĺ ħĤ Û×ùĤا وģĻĜ: إĩĬא ÿì įÖ ذĤכ اijĻĤم Ŷن ĵøijĨ įĻĥĐ اŻùĤم أراد أن ģđåĺ ģđåĬ” :اijĤאĜو دijıĻĤا įęĤאíĘ ÙđĩåĤا مijĺ ijİو įÝĐאĉĤ אāĤאì ĵĤאđÜ ų Ʃ אĨijĺ كóÝĤ אروهÝìا אĩĥĘ ،"אÑĻü įĻĘ ěĥíĺ ħĤ ĵĤאđÜ ųا Ʃ نŶ ؛Û×ùĤا مijĺ ٦ ذĤכ øאóÐ اĩĐŶאل ijıĬا įĻĘ īĐ اĻĉĀźאد أąĺא وĀאر اĻÝìאرħİ وÖאź ħıĻĥĐ، .م ûĨאİ çĀ ،ħıĥ×Ĝ :ح م ١ ٢ ط ر: óĜزم. .÷éĺ ħĤ :ط ٣ ٤ ط - įĭĨ. ٥ ط + įĭĨ. ٦ ط ر + اijĻĤم. ٥ ١٠ ١٥ 986 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir süre sonra köyün ahalisinden bazıları cuma akşamından gidip ağ atmaya başladılar. Balıklar, ağın içerisine giriyordu, onlar da balıkları hapsedip pazar gecesi veya pazar günü topluyorlar, sonra bu balıkları kâh yiyor, kâh tuzlayıp satıyorlardı. Bir süre böyle yapmaya devam ettiler ve o süre zarfında çok para kazandılar. Bir görüşe göre kırk yıl, bir görüşe göre de yetmiş yıl bunu yapmaya devam ettiler ve bu süre zarfında onlara herhangi bir azap inmedi. Yalnız onlar bir taraftan da üzerlerine azabın inmesinden korkuyorlardı. Fakat cezalandırılmadıklarını görünce seviniyorlar ve “Demek ki cumartesi günü bize helâl kılındı.” diyorlardı. Sonra çocukları da babalarının yaptığı şeyi âdet edindiler. Eğer onlar bunu bir veya birkaç kez yapsalardı bu onlara zarar vermezdi. Daha sonra şehir halkından cumartesi günü avlanmayı hoş görmeyen yaklaşık olarak on iki bin kişi -ki şehrin nüfusu toplamda yetmiş bin kişi kadardı- avlanan kimseleri bunu yapmaktan menetmek için geldiler ve şöyle dediler: “Ey kavmimiz! Sizler Rabbinize isyan, peygamberinizin sünnetine muhalefet ettiniz, üzerinize azap inmeden önce bu işi yapmaktan vazgeçin.” Fakat onlar söz dinlemediler [ve avlanmaya devam ettiler]. Allah Teâlâ da şöyle dedi: “Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye yanaşmayınca onlara ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” [ el-A‘râf 7/166]. Yani, “Avlanmayı helâl görmekten vazgeçmediler. Biz de kötülükten alıkoyanları kurtardık, avlanmayı helâl görenler ise aşağılık maymunlar oldular.” Bu hâle girenler üç gün yaşadılar ve insanlar onları seyrettiler, sonra öldüler. Onlar üreyip çoğalmadılar ve maymuna dönüşmüş hâlde yaşamları üç günden uzun sürmedi. “Onlara ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” Onlara, yani haddi aşanlara. Öncesinde Allah “sizden” (haddi aşanlar) demişti. Bu, Hz. Peygamber aleyhisselâm döneminde yaşayanlara yapılmış bir hitaptır. Buradaki “Onlara ‘Aşağılık maymunlar olun!’ dedik.” ifadesi “Onları maymuna dönüştürdük.” anlamına gelir. Cümledeki “Olun!” ifadesi bilindik anlamda emir değil, ilâhî hükme ve kudrete boyun eğmek zorunda olmaları anlamındadır ki bu da “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, ol dememizdir. O da hemen oluverir” [ en-Nahl 16/40] âyetine işaret kabilindendir. Yani anlam şöyledir: “Biz onların maymun olmasını istediğimizde herhangi bir engel ve gecikme olmaksızın hemen istediğimiz şekle girdiler.” Bu kullanım, Allah’ın “Cumartesi yasağını çiğneyenleri lânetlediğimiz gibi… Allah’ın emri yerine gelecektir” [ en-Nisâ 4/47] ve “Ey ateş! İbrâhim’e karşı serin ve esenlik ol dedik.” [ el-Enbiyâ 21/69] âyetlerinde de vardır. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 987 ħıĻĥĐ ģìïĺ ßĻè ةóĻčè ÙđĩåĤا ÙĻýĐ واóčéĘ ÙĺóĝĤا כĥÜ īĨ אلäر ïĩđĘ اĩùĤכ éĘ×ijùا اĩùĤכ ıĻĘא وأñìوا įĭĨ ÙĥĻĤ اïèŶ وijĺم اïèŶ، ÉĘכijĥا وijéĥĨا وÖאijĐا، Ęכóáت أijĨاħıĤ ijĥĩđĘا ĤñÖכ زĨאĬא، ĹĘ رواÙĺ أرīĻđÖ Ùĭø، وĹĘ رواÙĺ اij×Ĝאđĺ ħĤ אĩĥĘ ÙÖijĝđĤا نijĘijíÝĺ اijĬوכא ،ÙÖijĝĐ ħıĻĘ لõĭÜ ħĤ ،Ùĭø īĻđ×ø ħıĬأ ijĥĘ ،אءÖŴا ÙĭùÖ אءĭÖŶا īÝøا ħà אĭĤ ģèأ ïĜ Û×ùĤا ىóĭĤ אĬإ اijĤאĜو واóý×Ýøا īĨ ijéĬ ÙĭĺïĩĤا ģİأ īĨ ÙęÐאĈ ħıĻĤإ ĵýĩĘ ،ħİóąĺ ħĤ īĻÜóĨ أو ةóĨ כĤذ اijĥđĘ īĨ اijéĬ اijĬכא ÙĺóĝĤا ģİوأ Û×ùĤا مijĺ ĹĘ ïĻāĤا اijİóכ īĺñĤا īĨ אęĤأ óýĐ Ĺĭàا Ùĭø ħÝęĤאìو ħכÖر ħÝĻāĐ ħכĬإ ،مijĜ אĺ” :اijĤאĜو כĤذ īĐ ħİijıĭĘ אęĤأ īĻđ×ø :ĵĤאđÜ אلĝĘ ،اijčđÝĺ ħĥĘ ،“ابñđĤا ħכÖ لõĭĺ أن ģ×Ĝ ģĩđĤا اñİ īĐ اijıÝĬאĘ ħכĻ×Ĭ ُُ·¹ا َ ُ³ْµ] ﴾اóĐŶاف، ١٦٦/٧] أي أijÖا أن ijđäóĺا īĐ اŻéÝøل ² Y®َ ±ْ َ ا¹ْcََ Yَ ¯ّ َ «žَ﴿ اïĻāĤ أĭĻåĬא اīĺñĤ ijıĭĺن اijùĤء ĀÉĘ×ç اīĺñĤ اijĥéÝøا اïĻāĤ óĜدة ìאīĻÑø، ßכĩĺ ħĤو واïĤاijÝĺ ١ ħĤو ،اijכĥİ ħà אسĭĤا ħıĻĤإ óčĭĺ אمĺأ ÙàŻà כĤذ ïđÖ اijáכĩĘ .אمĺأ ÙàŻà قijĘ ëùĨ :įĥ×Ĝ אلĜو .واïÝĐا īĺñĥĤ أي” ħıĤ” ﴾ۚ ¹ُا َ¢ِyَدًة َr ِY ~۪ٔـ َÁ± ²¹¦ُ ْ·ُ َ ª Y³َ ْ وįĤijĜ:﴿ žَ £ُ« ¹ُاَ¢ِyَدًة ²¹¦ُ ْ·ُ َ ªY³َ ْ «£ُ žَ﴿ :įĤijĝĘ .مŻùĤةواŻāĤاįĻĥĐĹ×ĭĤاóāĐģİאبأĉìijıĘ﴾ْ §ُ ³ْ®ِ﴿ Y³َُ ª¹َْ ¢Y¯َ َ ²ِّ ¹ُا﴾ أóĻíùÜóĨ وijİ إüאرة إĵĤ įĤijĜ:﴿ ا ۚ﴾ أي ĭíùĨאħİ óĜودا Ęـ﴿ ُ¦²¹ ±Áَ ـ۪ٔ~ Yِ rَ ¹ن﴾ [اģéĭĤ، ٤٠/١٦ [أيĩĤא أردĬאذĤכ Āאرواכĩא أردĬא ُ۟ §ُ Áَžَ ±ْ ¦ُ µُ َ َ £ُ ¹َل ª َ ْن ² َ ُYها ََرْد² ا ا َِذٓ ِ ƒَ ْ¿ٍءا ª ﴾ʹً ُŸْ®َ ِٰ Ãا ّ yُ®ْ َ ۜ َوَ¦ َYن ا aِ ]ْ َªا ّ بY َ oَ †ْ َ Y ا َٓ ³ّ َ َ ª Y¯َ¦َ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،ß×Ĥ źو אعĭÝĨاóĻĔ īĨ [٦٩/٢١ ،אءĻ×ĬŶا﴾ [Áَۙ ¶۪ yٰ \ِْ « ا ٰٓ «َ Y®ً Ëَ~َ وَ داً yْ َ َ ُYر ُ¦ ²¹۪¿ \ ² Yَ À Y³َ ْ [اùĭĤאء، ٤٧/٤] وijİ כįĤijĝ:﴿ ¢ُ« ١ ط ر: ħĤ. ٥ ١٠ ١٥ 988 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Aynı şekilde bu, emrinin ve isteğinin yerine geldiğini ve zâtının büyüklüğünü göstermek için birinin “Şöyle olmasını emrettim, emrettiğim gibi de oldu.” demesi gibidir. Cümledeki “Olun!” ifadesinin yaratma mânasına geldiğinin delili Allah’ın, “Biz onu ibret kıldık.” [ el-Bakara 2/66] sözüdür. “Maymunlar” el-Kiradetü (maymunlar) kelimesi kırdün kelimesinin çoğuludur. Benzer form el-fiyeletü (filler) kelimesinin el-fîl, ed-diyeketü (horozlar) kelimesinin ed-dîk, ed-dirasatü (fare yavruları) kelimesinin ed-dirsin çoğulu olmasında da söz konusudur. “Aşağılık” Yani insana yaklaşan bir köpeğe “defol” denildiği gibi siz de hakir, kovulmuş ve itilmiş olarak [maymunlar olun] demektir. “Sonra tekrar tekrar bak; bakışların âciz ve bitkin hâlde (hâsien) sana dönecektir.” [el-Mülk 67/4] âyetinde de bu kelime “hakir bir şekilde, tekrar bakmaktan imtina ederek” anlamında kullanılmıştır. Bu hasie kelimesi hase’tü’l-kelbe (Köpeği defettim) fe-hasee (O da defoldu) kullanımlarında olduğu üzere lâzım olarak da müteaddî olarak da kullanılabilir. Bir görüşe göre bu kelime “suskun bir şekilde yani konuşmadan” anlamına gelir ki kelimenin bu anlamda kullanımının benzeri “Kesin sesinizi, sakın bir şey söylemeyin.” [el- Mü’minûn 23/108] âyetinde vardır. Mücâhid şöyle demiştir: Bu, bedenlerin dönüştürülmesi değildir, kalplerin dönüştürülmesi demektir. Bir rivayette de şöyle demiştir: Onlar maymunlara dönüştürülmediler, aksine “Ciltlerle kitap taşıyan eşek misali...” [el-Cum‘a 62/5] âyetinde olduğu gibi bu da bir darb-ı meseldir. Kaffâl şöyle demiştir: Bu görüşte olan kimse bu ifadeyi mecaza hamletmiş ve tıpkı bir kimsenin başka birine “İlim üzerinde kafa yorma, ilim adamları ile arkadaşlık etme de git eşek ol.” [yani eşek gibi ol] deyişindeki kullanıma benzetmiş olur. Bu kullanım şairin şu beytinde de vardır: Eğer sen âşık olmadıysan ve de sevgi nedir bilmiyorsan Sert ve katı bir kaya gibi taş ol Fakat bu görüş âyetin zâhiriyle de nakledilen rivayetlerle de çelişmektedir. Bu kimselerin bedenen maymuna dönüştürüldükleri meşhurdur, yaygın olarak bilinmektedir. İnsanlar yahudilere hakaret etmek istedikleri zaman onlara “Bre maymun ve domuzların kardeşleri!” derler ki Hz. Peygamber aleyhisselâm döneminde de onlara bu şekilde hitap ediliyordu. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 989 وijİ īĨ اĝĤאģÐ ĭĨא: “Ĩא أóĨت Öכñا Ęכאن כĩא أóĨت įÖ “إıČאرا įĭĨ įÝĩčđĤ وęĬאد ijİو] ٦٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ÊYً §َ َ ² Y¶Yَ ³َ ْ «َkَ žَ﴿ :אلĜ įĬأ īĺijכÜ įĬأ ĵĥĐ ģĻĤïĤوا .įÝÑĻýĨو هóĨأ ذĤכ اŶول. ٍص، ْ ِر د ďĩä Ù َ Āَ ِر ïĤوا ّ ،כĺد ďĩä ÙכĺïĤوا ،ģĻĘ ďĩä ÙĥĻęĤכא ،دóĜ ďĩä دةóĝĤوا وijİ وïĤ اÉęĤرة. ģĻĜ אسĭĤا īĨ אĬد إذا ÕĥכĤכא īĺودóĉĨ īĺïđ×Ĩ īĺóĔאĀ أي﴾ ۚ ±Áَ ـ۪ٔ~ Yِ rَ ﴿ :įĤijĜو ،כĥĩĤا﴾ [Yئً~ Yِ rَ yُ‡َ ]َْ ªا ¥َ Áَْ ªِ ِ£َ³َْ» ْ] ا À﴿ :įĤijĜو .اóĔאĀ دóĉĬوا ïĐא×Ü أي” Éùìا “:įĤ .ïđÝĨو زمź ،ÉùíĘ ÕĥכĤا تÉùì ïĜو ،óčĭĤا אودةđĨ īĐ אĐijĭĩĨ اóĔאĀ أي] ٤/٦٧ [ [١٣٩ب ِ ُ̄ ¹ِن﴾ [اijĭĨËĩĤن، ّ «§َ bُ Êَوَ Y·Áَ ž۪ اQَُ۫ rا ْ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ نijĩĥכÝĺ ź īĻÝאכø أي :ģĻĜو .[١٠٨/٢٣ ĹĘو .بijĥĝĤا ëùĨ כאن ģÖ ،انïÖŶا ëùĨ اñİ īכĺ ħĤ :ųا Ʃ وĜאل åĨאïİ رįĩè ِ رY¯َ oِ ْ ªا© ِgَ¯َ¦َ﴿ :אلĜ אĩכ ħıĤ įÖóĄ ģáĨ اñİ אĩĬوإ ،دةóĜ اijíùĩĺ ħĤ :אلĜ Ùĺروا ۜ﴾ [اÙđĩåĤ، ٥/٦٢ [. َ ْ~Ÿَ ً Yرا َ ْo ِ ¯ُ ©ا À źو ħĥđĤا ĹĘ óčĭÜ ź” :ģäóĤ ģäóĤا لijĝכ įĥđä اñıÖ אلĜ īĩĘ :אلęĝĤا אلĜو ٢ :óĐאýĤا אلĜو ،אرĩè įĻ×ü أي” אراĩè īכĘ Õİاذ ١ ،įĥİأ÷ ĤאåÜ َ َïا ĩĥْäَ óِíْ āĤا ƪ ÷ِ Öאِ َ ĺ īْ Ĩِ ا ً óåَ èَ īْ כُ Ęَ ىَ ij َ َא ْاıĤ Ĩ رïِ َ Ü ْ ħĤَ َ و ěْ ýَ ْ đَ Ü ْ ِإَذا ْأĬ َÛ َħĤ وĤכī ñİا Żìف Čאóİ اĤכŻم وŻìف اàŴאر، وëùĨ źËİء ijıýĨر، وכאن ،Ṡ Ĺ×ĭĤا óāĐ ĹĘ įÖ نij×Ĉאíĺو! óĺאزĭíĤوا دةóĝĤا ةijìإ אĺ :ħıĤ ģĻĜ اij× ُ اijıĻĤد إذا ø ١ ر: أģİ اħĥđĤ. ٢ اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: أøאس اĤ×ÙĔŻ óýíĨõĥĤي، «ěĭĘ«؛ زاد اóĻùĩĤ īÖź اijåĤزي، ٣٠/٣ (اóøŸاء، ٥٣/١٧). ٥ ١٠ ١٥ 990 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hem sûretin dönüştürülmesi ilk defa yaratmaktan daha zor değildir. Cevherlerin yoktan var edildiğine inanan bir kimse sûretlerin değiştirilmesine neden inanmasın ki? Diğer taraftan bir görüşe göre onlar, maymuna dönüştürülmüşlerdi ve dış görünüşünde de içlerinde de insanlığa dair bir şey kalmamıştı. Bir başka görüşe göre onlar maymuna dönüşseler de akılları ve idrakleri hâlâ vardı. Rivayet edildiğine göre onlar geceleyin maymuna dönüştürüldüklerinde sağ salim sabahlayanlar [maymuna dönüşmeyenler] bu kimselerin kapısına geldiler. Bir de baktılar ki kapıları kilitli. Ne bir ses duyuluyor ne de bacalarından duman tütüyor. Ardından duvardan atlayıp içeriye girdiler ve onları maymuna dönüşmüş olarak gördüler. İçeri girenler, onlardan her birini, akrabaları veya arkadaşları olmaları hasebiyle tanıyorlardı ve onlara “Biz sizi uyarmamış mıydık?” deyince onlar da başları ile işaret ederek, gözü yaşlı bir şekilde “Evet.” dediler. Bu, onların akıl ve idraklerini kaybetmediklerinin delilidir. Sonra [şunu da belirtelim ki] maymun cinsinin başlangıcı onlarla olmamıştır. Onlardan önce maymunlar zaten vardı. Bu kimseler yaptıkları çirkin işlerin cezası olsun diye çirkin sûretli maymuna dönüştürüldüler. Ardından üç gün sonra da öldüler. Dünyadaki maymunlar, dönüşüme uğrayan kimselerden önceki maymunların neslindendir. İmam Mâtürîdî şöyle der: Burada Mu‘tezile’nin görüşü nakzedilmiştir. Çünkü onlar, Allah’ın yarattığında çirkin olmaz derler. Eğer Allah’ın yarattığında çirkin olmasa idi, o zaman bu kimselerin insan sûretinden maymun sûretine dönüştürülmelerinin [cezalandırma kabilinden] bir anlamı olmazdı.1 66. Biz bunu hem önündekine hem de sonra ardındakine bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık. [ el-Bakara 2/66] “Biz onu kıldık.” Yani, bu cezayı bir öğüt kıldık. Buradaki hâ (onu) zamiri daha önce açıkça zikredilmiş bir lafız bulunmasa da önceki ifadelerden anlaşılan mânaya işaret eder. Bir görüşe göre cümlenin takdiri, “Bu maymuna dönüştürme işini (öğüt) kıldık.” şeklindedir. Bir başka görüşe göre takdiri, “Haddi aşan şehir halkını (öğüt) kıldık.” şeklindedir, çünkü başka sûrede şehir zikredilmiştir. Yine burada öğüt kılınan şeyin takdiri konusunda “Bu ümmet”, “Bu belde”, “Bu fiil”, “Maymunlar”, “Bu topluluk” gibi farklı tercihler dile getirilmiştir ki söylenenlerin hepsi birbirine yakındır. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 151. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 991 įĻĥĐ אذاĩĘ óİاijåĤا اعïÝÖאÖ īĨآ īĩĘ ،óāĭđĤا אءýĬإ īĨ ħčĐÉÖ رةijāĤا ģĺijéÜ ÷ĻĤو أن īĨËĺ ÖאŻĝĬب اijāĤر؟ ĹĝÖ :ģĻĜو .ÙĻĬאùĬŸا ĵĭđĨ ħıĭĈאÖو ħİóİאČ ĹĘ ě×ĺ ħĥĘ دةóĜ اijíùĨ :ģĻĜ ħà ١ روي أħıĬ ĩĤא ijíùĨا ŻĻĤ ĩĥĘא أĀ×ç اĭĤאس اíĤאرijäن ïĜو ،ģĝđĤوا ħıęĤا ħıĻĘ رواijùÝĘ אنìد אıĭĨ اijĥđĺ źو تijĀ אıĭĨ ďĩùĺ ź ÙĝĥĕĨ Ĺİ ذاÍĘ אıÖاijÖأ اijÜوأ אıĭĨ ÙĘóđĨ ě×ùÖ ïèوا ģכ نijĘóđĺ اijĬوכא ،دةóĜ אرواĀ ïĜ ħİأوóĘ אİijĥìïĘ אنĉĻéĤا ٣ óĻýĺون óÖؤوħıø أي اijĬوכא ،כĤذ īĐ ħכıĭĬ ħĤأ :نijĤijĝĺ اijĬכאĘ Ù×éĀ أو ٢ ÙÖاóĝĤ دةóĝĤا اءïÝÖا īכĺ ħĤ ħà .ÙĘóđĩĤوا ħıęĤا ÙĤźد כĤوذ ،ħıĭĻĐأ īĨ ăĻęÜ عijĨïĤوا ħđĬ ç×Ĝ ĵĥĐ اءõä אıé×ĝĤ אıÜرijĀ ĵĤإ اijĤijè ءźËİو ،دةóĜ ħıĥ×Ĝ ÛĬכא ģÖ ،ءźËİ īĨ .ħıĥ×Ĝ ÛĬכא دةóĜ ģùĬ Ĺİ אĻĬïĤا ĹĘ ĹÝĤا دةóĝĤوا ،אمĺأ ÙàŻà ïđÖ اijÜאĨو ،ħıĤאđĘأ ÷ĻĤ :نijĤijĝĺ ħıĬŶ ؛ÙĤõÝđĩĤا لijĜ ăĝĬ įĻĘو «:ųا Ʃ ٤ اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè وĜאل رةijĀ īĨ ħİرijĀ ģĺijéÝĤ īכĺ ħĤ çĻ×Ĝ ųا Ʃ ěĥì ĹĘ īכĺ ħĤ ijĤو ،çĻ×Ĝ ųا Ʃ ěĥì ĹĘ ٥ اùĬŸאÙĻĬ إĵĤ ijĀرة اóĝĤدة ĵĭđĨ«. īĻ َ ĝ۪ ƪ Ý ُ ĩĥْĤِ Ùًčَ Đِ ْ ijَ Ĩَ َא و ıęَĥْìَ אَ Ĩَ َא و ıْ ĺïَ َ ĺ īَ ْ Ļ َ َ א Ö אİא َĬ َכ ً אź ِĩĤ َ َ ĭĥْ َ đåَ Ęَ -٦٦ ْ ³َ َY¶Y ﴾أي ĭĥđäא ñİه اÙÖijĝđĤ رÛđä إĵĤ اĵĭđĩĤ دون اñĩĤכijر. «َkَ žَ﴿ :įĤijĜو وģĻĜ: أي ĭĥđäא اÙíùĩĤ. وģĻĜ: أي ĭĥđäא ñİه اÙĺóĝĤ اĹÝĤ اïÝĐى أıĥİא؛ ïĝĘ ذכó اÙĺóĝĤ ĹĘ ijøرة أóìى. وģĻĜ: ĭĥđäא ñİه اÙĨŶ. وģĻĜ: ñİه اÙĺóĝĤ. وģĻĜ: ñİه اÙĥđęĤ. .ÙÖאرĝÝĨ ģĺאوĜأ ٦ وģĻĜ: اóĝĤدة. وģĻĜ: ñİه اĩåĤאÙĐ. وñİه ١ ط ر: ïĝĘ. ٢ ح: óĝÖاÙÖ. ٣ ح ط: ĘכאijĬا. ٤ ط: Ĝאل. ٥ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥١/١ ٦ م: وñİا. ٥ ١٠ ١٥ 992 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “İbret” en-Nekâlü, açıktan yapılan küçük düşürücü fiil demektir. Bir görüşe göre bu, insanlar benzeri suçlara yönelmesin diye verilen ibretlik cezadır. Nekele ‘ani’l-emri nükûlen (İşten geri durdu) denilir. Nikl, zincir demektir. Çoğulu ise enkâl şeklinde gelir. Nitekim zincir, bağladığı kimseyi gitmekten engeller. Burada Allah Teâlâ, “Biz bunu kulları fesattan engellemek için yaptık. Yoksa insanların yaptığı gibi intikam almak için veya benzeri bir şey için yapmadık.” demiştir. “Hem önündekine” Bir görüşe göre bu âhiret cezası anlamına, “hem ardındakine” ifadesi ise kıyamete kadar kendilerini rezil rüsva edecek olan dünya cezası anlamına gelir. Bir görüşe göre “hem önündekine” balık avlama günahlarından önceki diğer suçları anlamına, “hem ardındakine” ise balık avlamadan sonraki suçları anlamına gelir. Bir görüşe göre bu iki şey, önceki ve sonraki kendilerini kuşatan günahlarının çokluğundan ibarettir. Bir görüşe göre “hem önündekine” kendi zamanları için “hem ardındakine” kıyamete kadar gelecek olanlar için anlamındadır. Ebü’l-Âliye şöyle demiştir: Önceden işledikleri günahları için ceza, kendilerinden sonra gelecekler için ise ibret kıldık. Bir görüşe göre “‘hem önündekine’ yani bu olaya şahit olanlara, ‘hem ardındakine’ yani bu olayı duyanlara ibret kıldık.” anlamındadır. Bir görüşe göre bu ifade “Önlerindeki ve arkalarındaki şehirlere ibret kıldık.” anlamındadır. Kimilerine göre “hem önündekine” ifadesi “kendilerinden sonra gelenler için” anlamındadır. Bu anlamda ed-dayfü beyne yedeyk (Misafir önündedir, eli kulağındadır, gelmek üzeredir) denilir. Sahâbeden Üsâme, Arafat’tan inerken [akşam namazını hatırlatmak için] “Namaz ya Resûlullah” demiş, Hz. Peygamber aleyhisselâm da “Namaz önündedir.”1 buyurmuştur, yani “Namazı biraz sonra [ Müzdelife’de] kılacaksın.” demek istemiştir. Binaenaleyh Allah’ın “hem önündekine” sözü “kendilerinden sonra gelenler için” anlamına “hem ardındakine” ise “kendilerinden öncekiler için” anlamına gelir. “Bu şey arkamda kaldı.” dediğin zaman “Onu geride bıraktım, geçtim.” demek istersin. Burada Allah Teâlâ sanki “Geçmiş ve gelecek herkese ibret olsun diye” demiştir. 1 Buhârî, “Abdest”, 6; Müslim, “Hac”, 266. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 993 َ َ§ ًÊY ﴾اĭĤכאل اÙéĻąęĤ اýĤאóİة اõĤاóäة. وģĻĜ: اÙÖijĝđĤ اĹÝĤ ĭĺכģ ıÖא وįĤijĜ:﴿ ² ُ ُכźij “أي اďĭÝĨ، واĭĤכģ Ĭ óĨŶا īĐ ģכĬ” :אلĝĺ ،ÙĺאĭåĤا כĥÜ ģáĨ ĵĥĐ امïĜŸا īĐ اïĻĝĤ، وįđĩä اĬŶכאل؛ Ŷن įĻĘ ďĭĨ اïĻĝĩĤ īĐ اİñĤאب. ijĝĺل: ĭĥđĘא ذĤכ ďĭĩĤ اđĤ×אد .هijéĬو ĹęýÝĥĤ óý×Ĥا įĥđęĺ אĩכ ź ،אدùęĤا īĐ īĨ ﴾Y·َŸَ ْ أ] اóìŴة، ﴿َوَRY َr« ١٤٠] ÙÖijĝĐ īĨ :ģĻĜ ﴾Y·َÀْuَ َ À ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª﴿ :įĤijĜو īĨ مïĝÜ אĩĤ ﴾Y·َÀْuَ َ À ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª﴿ :ģĻĜو .ÙĐאùĤا אمĻĜ ĵĤإ אıÖ ونóכñĻĘ ،אĻĬïĤا ÙéĻąĘ אرة×Đ אĩİ :ģĻĜو .هñìأ īĨ אİïđÖ אĨ ﴾Y·َŸَ ْ «rَ Y®َوَ ﴿،כĩùĤا ñìأ ģ×Ĝ بijĬñĤا óÐאø Y®َوَ ﴿ħıĬאĨز ģİأ﴾ Y·َÀْuَ َ À ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª﴿ :ģĻĜو .اóìوآ źأو ħıÖ ÙĉĻéĩĤا ħıÖijĬذ ةóáכ īĐ .ÙĨאĻĝĤا مijĺ ĵĤإ﴾ Y·َŸَ ْ «rَ :ģĻĜو .ħİïđÖ īĩĤ ةó×Đو ħıÖijĬذ īĨ ĵąĨ אĩĤ ÙÖijĝĐ אİאĭĥđåĘ :ÙĻĤאđĤا ijÖأ אلĜو אıĺïĺ īĻÖ אĩĤ :ģĻĜو .אİóכñÖ ďĩùĺ īĨ ﴾Y·َŸَ ْ «rَ Y®َوَ ﴿אİïİאýĺ īĨ ﴾Y·َÀْuَ َ À ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª﴿ وĨא ıęĥìא īĨ اóĝĤى. “כĺïĺ īĻÖ ėĻąĤا “:אلĝĺ אĩכ ħİïđÖ ĹÜÉĺ īĩĤ ﴾Y·َÀْuَ َ À ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª﴿ :ħıąđÖ אلĜو أي ĻÜÉĺכ. ،ųا Ʃ لijøر אĺ ةŻāĤا :אتĘóĐ īĨ هóĻùĨ ĹĘ مŻùĤا įĻĥĐ ّ Ĺ×ĭĥĤ Ġ ÙĨאøأ אلĜو ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª﴿ :įĤijĜ نijכĺ اñİ ĵĥđĘ ،ÛĜijĤا اñİ ïđÖ אıĥđęÜ أي ١ َ َכ»، َאĨ Ĩَ ُ أ َة Ż ƪ ĝĘאل: «اāĤ אرĀ ءĹýĤا اñİ” :لijĝÜ .אıĨïĝĺ īĩĤ ﴾Y·َŸَ ْ «rَ Y®َوَ ﴿אİïđÖ ĹÜÉĺ īĩĤ أي﴾ Y·َÀْuَ َ À ĭęĥìא” أي ĭęĥìאه وåÜאوزĬאه وכįĬÉ Ĝאل: Ĭכאź īĻÜŵĤ واĩĤאīĻĄ. .٢٦٦ ،ãéĤا ،ħĥùĨ çĻéĀ ؛٦ ،ءijĄijĤا ،אريí×Ĥا çĻéĀ ١ ٥ ١٠ ١٥ 994 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüt kıldık.” Yani, Allah’ın cezasından sakınan müminlerin hepsine bir ibret kıldık. Bir görüşe göre anlam “Müttaki kimseler birbirlerine onunla öğütte bulunur.” şeklinde, bir görüşe göre “Bu, her ne kadar bütün insanlara bir öğüt olsa da sadece müttakilerin istifade ettiği bir öğüttür.” şeklindedir. Nitekim bu görüşe “Müttakiler için hidâyettir.” [ el-Bakara 2/2] âyetinin tefsirinde yer vermiştik. Bir görüşe göre âyette “müttakiler” bu ümmetin ismi olarak kullanılmıştır. Yani anlam, “ Muhammed aleyhisselâm ümmetine öğüt olsun diye” şeklindedir. Allah burada onları, şirkten korundukları için ve kendisi de onları ateşten koruduğu için müttakiler [yani korunanlar, sakınanlar] olarak isimlendirmiştir. 67. Hani, Mûsâ kavmine ‘Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor.’ demişti. Onlar da ‘Sen bizimle eğleniyor musun?’ demişlerdi. Mûsâ, ‘Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.’ demişti. [ el-Bakara 2/67] “Hani Mûsâ kavmine şöyle demişti” Yani, yine hatırlayın ki Hz. Mûsâ kavmine, yani sizin atalarınız olan İsrâiloğulları’na demişti. Allah bu kıssa ile atalarının cehaletine, onların kendilerine nasıl zulmettiklerine ve peygamberlerine nasıl karşı geldiklerine işaret etmiştir. “Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor.” Kendi içlerinde vuku bulan öldürme olayında maktulün durumunu onlara göstermek için [bunu emrediyor]. “Onlar da ‘Sen bizimle eğleniyor musun?’ dediler.” Buradaki (soru harfi olan) elif, ağırlıklı olarak bilgi almak maksadıyla soru sormayı ifade etse de, yadırgama için kullanılmıştır. Hüzüven ifadesi “alay” anlamına gelir ki kelime mastardır, fakat burada kendisi ile mef‘ul anlamı kastedilmiştir. Mastar kullanıp mef‘ul kastedilmesi şu örneklerde de vardır: “Bu Allah’ın bildiklerindendir.” demek için “Bu, Allah’ın bilgisidir.” denilir. “Arzuladığımız şey Allah’tır.” demek için “Arzumuz Allah’tır.” denilir. Onlar Hz. Mûsâ’nın kendileri ile dalga geçtiğini, şaka yaptığını zannetmişlerdi. “Biz sana bizden bir adam öldürüldü diyoruz, sen bize bir inek kesin diyorsun öyle mi?” dediler. Muhtemelen Hz. Mûsâ onlara, muradını ve bu işin sonunda ne olacağını açıklamadan sadece bir inek kesmelerini emretmişti. Bu yüzden onlardan “Sen bizimle eğleniyor musun?” gibi bir tepki ile karşılaştı. Veya onlara şöyle demiş olabilir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 995 .ųا Ʃ אبĝĐ نijĝÝĺ īĺñĤا īĻĭĨËĩĤا ďĻĩåĤ אčĐو أي﴾ ±Áَ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ وįĤijĜ:﴿ َوَRِ¹ْ ًَ_ ª ċُ Đو وإن نijĝÝĩĤا įÖ ďęÝĭĺ ċĐو اñİ :ģĻĜو .įÖ אąđÖ ħıąđÖ نijĝÝĩĤا ċđĺ أي :ģĻĜو ĹĘ نijĝÝĩĤا :ģĻĜو .]٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Á َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª ىuً ¶ُ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĭĥĜ אĩכ ،نijđĩäأ אسĭĤا įÖ ħıÐאĝÜź īĻĝÝĨ ħİאĩø .مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ÙĨŶ ÙčĐijĨ أي ،ÙĨŶا هñıĤ ħøا ÙĺŴا هñİ اóýĤك وŶن Ʃ اų ħıĻĝĺ اĭĤאر. ۜواً õُİُ אĬَñُíِ ƪ َ ًۜة َĜאĤُ ٓijا َاَÝÜ óĝَ َ Ö اijéُ َ ْ َا ْن َÜ ْÖñ ُ ُכħ óُ Ĩْ Éَ ĺ ųا َƩ نƪ اِ ٓį۪Ĩِ ْ ijĝَĤِ ĵøijٰ ُ َ ِا ْذ َĜ َאل Ĩ -٦٧ و īĻ َ ĥ۪İאِ åَ Ĥاْ īَ Ĩِ نijَ כُاَ نْ اَ ųא ِƩ Öِ ذijُ Đُ اَ אلَ Ĝَ ِ¹ْ£َِR۪µٓ ﴾أي اذכóوا أąĺא إذ Ĝאل ĵøijĨ įĨijĝĤ، وħİ ª »~¹ٰ ®ُ لYَ َ ِ ْذ ¢ وįĤijĜ:﴿ َوا ĵĥĐ ħİïĺïýÜو ħıĥÐأوا ģıä ĵĥĐ ÙāĝĤا هñİ óכñÖ ħıĤد .ģĻÐاóøإ ĹĭÖ īĨ ħכĘŻøأ ħıĻ×Ĭ ĵĥĐ ħıĄاóÝĐوا ħıùęĬأ .ħıĻĘ ďĜو כאن يñĤا ģĻÝĝĤا óĨأ אıĤ īĻ×ÝĻĤ ﴾ۜ َ َ£َyًة َ ُo¹ا \ \wْ َ َ ْن b ُRُyُ¦ْ ا ْ Oَ À َٰ Ãا ّ َ ِ ّن وįĤijĜ:﴿ ا ًۜ﴾ اėĤŶ Čאóİه íÝøŻĤ×אر وijİ ĭıİא ĭÝøŻĤכאر، و ُ وا õُ َא İ Ĭñُ íِ ƪ Ýَ Üَ ُٓijا ا ĤאĜ﴿َ :įĤijĜو ،“ųا Ʃ ħĥĐ اñİ” :אلĝĺ אĩכ įÖ لijđęĩĤا įÖ ïĺأر אĭıİ رïāĨ ijİو ،Ùĺóíø أي﴾ ًۜ ُ وا õُ İ﴿ أي įĨijĥđĨ، و” Ʃ اų رäאؤĬא”، أي ĬijäóĨא. لijĝÝĘ ģÝĜ אĭĨ Żäر أن كó×íĬ” :اijĤאĜ ħı×Đاïĺو ħıÖ ئõıÝùĺ ĵøijĨ أن اijĭČ ĭĤא اذijéÖا óĝÖة؟!". ģĩÝéĻĘ أن ĵøijĨ أħİóĨ ıéÖñÖא وħĤ ĺ×īĻ اóĩĤاد واóĩáĤة ıÖא، ĤñĥĘכ وďĜ ñİا اijĝĤل ħıĭĨ ďĜijĨ اõıĤء، وģĩÝéĺ أن ĺכijن Ĝאل ħıĤ: ٥ ١٠ ١٥ 996 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Bir inek kesin, bu ineğin bir parçası ile ona vurun böylelikle maktule ne olduğu ortaya çıkmış olur.” Onlar da maktule ne olduğunun bu şekilde ortaya çıkacağına şaşırıp “Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” demiş olabilirler. Kimi âlimler şöyle demişlerdir: Onlar böyle söylemekle Peygamberlerinin sözünde şüpheye düştükleri için veya Allah’ın ineğin bir parçası ile ölüyü diriltecek kudrete sahip olmasından şüphe ettikleri için küfre girmişlerdir. Kimileri de bunun bir cehalet ve kusur olduğunu, nitekim onların işin sonunda ineği keserek ilâhî emre itaat ettiklerini söylemişlerdir. İmam Mâtürîdî şöyle der: Burada, onların kullandıkları kelimenin aynını kullanma (mücâzât, müşâkele) sanatı vardır. Nitekim onlar söz konusu emrin Allah katından olduğunu bilmedikleri için Hz. Mûsâ’ya, “Böyle söyleyerek daha önceleri sana olan itaatsizliğimizin ve muhalefetimizin karşılığını mı veriyorsun?” demişlerdir, Daha önce alay, aldatma ve tuzak kurma konusunda söylediğimiz gibi bu şekilde mücâzât/müşâkele [yani muhataba kendisinin kullandığı ifade] ile cevap vermek mümkündür. Bunun benzeri Hz. Nûh’un şu ifadesinde de vardır: “Bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.” [ Hûd 11/38]1 “‘Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.’ demişti.” Bu ifade ile Hz. Mûsâ onlara, din konusunda alay etmenin büyük günah ve bir cahillik çeşidi olduğunu beyân etmiştir. 68. ‘Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.’ dediler. Mûsâ şöyle dedi: ‘Rabbim diyor ki: O ne yaşlı ne körpe, ikisi arası bir sığırdır.’ Haydi, size emredileni yapın. [ el-Bakara 2/68] “Bizim için Rabbine dua et.” Yani, bizim için Rabbine sor. “Bize açıklasın.” Yani, O’na de ki: “Bize açıkla.” Burada yübeyyin (açıklasın) fiili, emir fiilinin cevabı olduğu için meczum olarak gelmiştir. “Onun (sığırın) ne olduğunu” Yani, hangi sığır olacağını. Buradaki soru cinsi tayin etmek için sorulmuş bir soru değildir. Çünkü Allah, kesilecek şeyin sığır olduğunu zaten söylemişti. Fakat bu soru sığırın yaşını öğrenmek için sorulmuş bir sorudur. Bu yorum cevaptan anlaşılmaktadır. Benzer bir durum “Bir de sana yetimleri soruyorlar… Eğer onlara karışıp birlikte yaşarsanız…” [ el-Bakara 2/220] âyetinde söz konusudur. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 153. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 997 "وا؟õİ אĬñíÝÜأ “:اijĤאĝĘ “אıąđ×Ö هijÖóąÜ نÉÖ ħכĤ īĻ×Ýĺ ģĻÝĝĤا óĨأ نÍĘ ،ةóĝÖ اijéÖاذ“ .כĤñÖ ģĻÝĝĤا óĨأ īĻ×Ýĺ أن اij×åđÜ رةïĜ ĹĘ اijכü أو ħıĻ×Ĭ ó×ì ĹĘ اijכü إذ لijĝĤا اñıÖ واóęכ :אءĩĥđĤا ăđÖ אلĜو .ةóĝ×Ĥا ăđ×Ö ÛĻĩĤا אءĻèإ ĵĥĐ ħıÖر وĜאل ħıąđÖ: כאن ذĤכ ijęİة وıäאÙĤ، ïĝĘ اĝĬאدوا ÖאĉĤאÙĐ ıéÖñĤא. [١٤٠ب] وĜאل :ųا Ʃ اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè īĨ אĭĨ ١ ñİا ĵĥĐ اåĩĤאزاة כħıĬÉ ĜאijĤا: “أåÜאزĭĺא ñıÖا ĩĤא ĵąĨ ĵĥĐ اñİو ،įÖ óĨÉĺ ųا Ʃ ïĭĐ īĨ įĬأ اijĩĥđĺ ħĤ إذ" כ؟ĘŻìو כĬאĻāĐ اåĩĤאزاة äאõÐ، כĩא ĭĥĜא ĹĘ اõıÝøźاء واíĩĤאدÙĐ واĩĤכó، وijİ כijĝل ٢ ۜ﴾ [ijİد، ٣٨/١١]. ونَ yُsَ ْ َ b Y¯َ¦َ ْ §ُ ³ْ®ِ yُsَ ْ َ ² Yَ ²ّYِžَ﴿ :مŻùĤا įĻĥĐ حijĬ ةóĻ×כ īĺïĤا óĨÉÖ اءõıÝøźا أن īĻÖ ﴾±Áَ «۪ ¶Yِ kَ ْ َ ُ¦ ¹َن ِR ±َ اª َ ْن ا ِ ّÃY ِٰ ا َ ُ ¹ُذ \ َ َYل ا وįĤijĜ:﴿ ¢ .ÙĤאıåĤا īĨ بóĄ įĬوأ źَ َ َ ٌة َź َĘ ِאر ٌض و óĝَ َ َא Ö ıĬƪاِ لijُ ĝَُ ĺ ُ َۜ َĜ َאل ِاįĬƪ َא ِĹİ َא Ĩ ĭĤَ īْ ِ ّ Ļ َ × ُ ĺ כَ ƪ Ö َ َא ر ْ ُع َĭĤ -٦٨ َĜ ُאijĤا اد ُ َون óَ ĨËْ Üُ אَ Ĩ اijĥُ َ đĘאْ Ęَ כَۜ Ĥِذٰ īَ ْ Ļ َ َ ٌ ان Ö ijĐَ ٌۜ óכْ Öِ :įĤ ģĜو أي﴾ Y³ََ ª ±ْ Áِّ]َُ َ ¥َ﴾ أي ģø ĭĥäŶא رÖכ. وįĤijĜ:﴿ À ³ََY َرّ\ ¹ُا ْادُع ª ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ .óĨŶا ابijä ĵĥĐ ٌ ٣ وijİ õäم ،īĻ×ĺ “אĭĤ īĻÖ” אıĬأ ħıĤ īĻÖ ïĜ įĬŶ ؛÷ĭä الËùÖ ÷ĻĤ ؟Ĺİ ٍ ۜ ﴾ أي ƫ أي óĝÖة َ ¿¶ِ Y®َ﴿ :įĤijĜو :ĵĤאđÜ įĤijĜ ĹĘ אĩכ ابijåĤا īĨ ħıĘ אĩĬإ ģĺوÉÝĤا اñİو .אıĭø īĐ الËø įĭכĤ ،ةóĝÖ ٤ ِ ُ ¹ُ¶ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٢٠/٢]. ªYsَ bُ نْ ِ واَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ«﴾ ۜRYٰ cَÁَْ َ ¥َ ±َِ اª َ َْٔـُ»²¹ ﴿َوÀ ١ ط ر: اĩĤאĹĄ. ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥٣/١ ٣ ح + ĭĤא. ِ ْن واَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ«﴾ ۜRYٰ cَÁَْ َ ¥َ ±َِ اª َ َْٔـُ»²¹ ٤ م ح ط - وñİا اÉÝĤوģĺ إĩĬא ħıĘ īĨ اijåĤاب כĩא ĹĘ įĤijĜ đÜאĵĤ:﴿ َوÀ .﴾ْ ¶¹ُ ُ ِ ªYsَ bُ ٥ ١٠ ١٥ 998 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Dedi ki” Yani, Mûsâ dedi… “O diyor ki” Yani, Allah Teâlâ diyor ki “O ne yaşlı bir sığır olacak” Bir görüşe göre buradaki lâ fârizun ifadesi “ne yaşlıdır” anlamına, bir görüşe göre “ne ihtiyardır” anlamına, bir görüşe göre “ne kocamıştır” anlamına gelir ki bunların hepsi zaten aynı mânadadır. “Ne de körpe” Yani genç, henüz doğurmamış. Bir görüşe göre bu ifade “küçük” anlamına, bir görüşe göre “genç” anlamına, bir görüşe göre de “bir kez doğurmuş olan hayvan” anlamına gelir. “İkisi arası” Bir görüşe göre bu, körpeden büyük, ama yaşlı da olmayan hayvandır. el-‘Avânü lâ ta‘lemü’l-hımrate (Orta yaşlı kadınlar nasıl [güzel] örtünüleceğini bilmezler.) denilir. Yine Harbün ‘avânün (İlk olmayan, ikinci veya üçüncü kez yapılan savaş) ifadesi de bu kelimenin bu anlamda kullanımına örnektir. el-‘Avânü kelimesi kadın için kullanıldığında evli veya dul [yani genç olmayan] kadın anlamına gelir. Fâriz (yaşlı) kelimesinin fiili, ferazat-tefrizu-fürûzan şeklinde gelir. ‘Avân (İkisi arası) kelimesinin fiili de ‘avvenet-tü‘avvinu-ta‘vinen şeklinde gelir. Bikr (körpe) kelimesinin ise fiili duyulmamıştır. Bu sıfatların sonlarında müenneslik alâmetinin bulunmamasının sebebi bunların zaten dişilere özgü sıfatlar olmasıdır. Bu yüzden de tıpkı tâlik (boşanmış kadın) ve hâiz (âdetli kadın) kelimeleri gibi, sonunda müenneslik alâmeti olmaksızın kullanılır. Ahfeş’e göre bu sıfatların merfû olmasının sebebi, daha önce geçmiş olan “sığır” kelimesinin sıfatı olmaları, Zeccâc’a göre ise başlarında gizli bir hiye (o) zamirinin bulunmasıdır. “İkisi arası” Yani körpe ile yaşlı arası. Beyne (arası) kelimesi iki şeyi gerektirdiği hâlde Allah Teâlâ âyette müsenna (ikili) ismi işaret kullanıp da beyne zeynike dememiştir, bunun sebebi, buradaki ifadenin, “bu söylediklerimiz arası” anlamında olmasıdır ki bu durumda tesniye (ikili) değil, tekil işaret isminin kullanılması buna uygun olmaktadır. Benzer bir kullanımı şair şöyle yapar: Zavallı evlatlarım! Su bulmaya giden anneleri geç kalmış kayakuşu yavruları gibi Uçmaktan âciz, daha tüyleri bitmemiş, gövdeleri kıpkızıl (öylesine çaresizler) Şair bu beytin sonunda humrin havâsiluhâ (o kuşların gövdeleri kıpkızıl) demek yerine havâsiluhu demiş, müzekker zamir kullanmış, böylece “bahsi geçenlerin gövdeleri” anlamını kastetmiştir. Böyle olmasaydı ifadeyi humrin havâsiluhâ şeklinde kullanırdı. Ebû Ubeyde şöyle der: “Şair Ru‘be b. Accâc’a: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 999 َ £ُ ¹ُل﴾ أي Ʃ اų đÜאĵĤ À µُ َ ²ِّ ا ﴿:įĤijĜو .مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ Ĺĭđĺ ﴾لYَ َ وįĤijĜ:﴿ ¢ .ÙĭùĨ ź :ģĻĜو .ÙĨóİ ź :ģĻĜو .ةóĻ×כ ź :ģĻĜ ﴾ض ٌ ِ ة َÊ žَYر ٌ yَ£َ َ \ Y·ََ ²ِّ ijĝĺل: ﴿ا .ÙÖאü :ģĻĜو .ةóĻĕĀ :ģĻĜو .ïĥÜ ħĤ ÙĻÝĘ أي﴾ yۜ ٌ§ْ ِ وĭđĨאİא واïè. وįĤijĜ:﴿ َوَÊ\ ١ اĹÝĤ وïĤت óĨة. وģĻĜ: وĹİ ٢ اÙĭùĩĤ. َ ٌė. وģĻĜ: أي ijĘق اĤ×כó دون āَ ِ ۜ¥َ ﴾ أي Ĭ ªذٰ ±َ Áَْ ٌ ان \ وįĤijĜ: ﴿ ¹ََ אıĬÍĘ אر؛ĩÝìźا ħĥđÜ ź אءùĭĤا īĨ ėُ َ āƪ وĝĺאل: “اijđĤان ź ħĥđÜ اóĩíĤة”، أي اĭĤ אءùĭĤا īĨ انijđĤوا .ÙáĤאà أو ÙĻĬאà Ĺİ ģÖ ĵĤوÉÖ ÛùĻĤ “انijĐ ٌ ٌ بóè”و ،įÝĩĥĐ ïĜ ٣ ،ÛĬ ƪ ُ ًوĄא”، وīĨ اijđĤان: “ijĐ óُ Ę ،ضُ óęِ َ Ü ،Ûْ Ąَ َ óَ Ę” :אرضęĤا īĨ ģđęĤوا .ÕĻáĤا אتęāĤا هñİ ĹĘ אءıĤا ģìïÜ ħĤ אĩĬوإ .ģđĘ ٌ óכ×Ĥا īĨ ďĩùĺ ħĤو ،”א ً ĭĺijِ ْ đَ ِ ُن، Ü ّ ijَ đُ Ü ُ ßĻĬÉÝĥĤ؛ ıĬŶא īĨ āìאÿÐ أوĀאف اĬŸאث، āĘאرت כאĉĤאěĤ واéĤאăÐ. ورďĘ ĹĘ “Ĺİ” אرĩĄÍÖ אجäõĤا ïĭĐو ،ةóĝ×Ĥا ÙęĀ אıĬijכĤ ûęìŶا ïĭĐ אتęāĤا هñİ أواıĥÐא. ĵĥĐ “כĭĺذ īĻÖ” :ģĝĺ ħĤو .אرضęĤوا óכ×Ĥا īĻÖ أي ﴾ ۜ¥َ ِ ªذٰ ±َ Áَْ وįĤijĜ:\﴿ ٤ :óĐאýĤا אلĜ ،אĩıĩčÝĭĻĘ “אĬóذכ אĨ īĻÖ” :אهĭđĨ نŶ ؛īĻÑĻü ĹąÝĝĺ īĻÖو ÙĻĭáÝĤا ْ įĥُĀاij ِ èَ óٍ ْ ĩèُ ăِ ْ ıƪ َ ات اĭĤ õäאĐ ِ ĵĥĐ אıęĥْìَ اث َ َ ْ َźِد َ اĉĝĤא ر َو Éכ Õٍ Ĕْ ُ õĤِ أي ijèاģĀ Ĩא ذכĬóא، وźijĤه ĝĤאل ijèاıĥĀא. وĜאل أijÖ Đ×ïĻة: «ÛĥĜ óĤؤÙÖ ٥ :įĤijĜ ĹĘ ١ ح: Ĺİ. ٢ ط: ودون. .ûĨאİ çĀ ،ÛĬ ƪ ُ ًوĄא وīĨ اijđĤان ijĐ óُ Ę ضُ óĝِ َ Ü Ûْ Ąَ َ óَ ٣ م - واijđĤان īĨ اùĭĤאء اÕĻáĤ واģđęĤ īĨ اęĤאرض Ę .٤٦٢/٢ ،هïĻø īÖź ÿāíĩĤا ؛١١٢ .ص ،įĬاijĺد :óčĬا .ÙÑĻĉéĥĤ ÛĻ×Ĥا ٤ .«ģכÖ» ،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛٤٤/١ ،ةïĻ×Đ ĹÖŶ آنóĝĤا אزåĨ :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٥ ٥ ١٠ ١٥ 1000 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Develerin üzerinde siyah ve beyaz çizgiler Sanki derilerinde alaca hastalığı var şeklindeki beytini okudum ve şöyle sordum: Eğer burada keennehu (sanki o) ifadesindeki zamir ile çizgileri kastediyorsan [çizgiler kelimesi gayr-i âkıl çoğul olduğu için müennes (dişil) zamir kullanmalı ve] keennehâ demeliydin, yok eğer karalığı ve beyazlığı kastediyorsan o zaman [tesniye (ikili) zamir kullanıp] keennehümâ (sanki o ikisi) demeliydin! O da bana şöyle dedi: Ben burada keenne zâlike’l-mezkûr (Sanki bu bahsi geçen şey) demek istedim.”1 “Haydi, size emredileni yapın.” Yani, [haydi artık] kesmeniz emredilen sığırı kesin. Bu emir, yalnızca gelecek zaman anlamı değil, şimdiki zaman anlamı da içerir, çünkü onlara bu işi hemen, o an yapmaları emredilmiştir. 69. Onlar, ‘Bizim için Rabbine dua et de rengini açıklasın.’ dediler. Mûsâ şöyle dedi: ‘Rabbim diyor ki o sapsarı, rengi bakanların içini açan bir sığırdır.’ dedi. [ el-Bakara 2/69] “Bizim için Rabbine dua et dediler.” Yani, O’na sor. “Rengini açıklasın.” Daha fazla soru sorarak -ki o soru renginin ne olduğudur- belirsizliği gidermeye çalıştılar. “Mûsâ şöyle dedi: Rabbim diyor ki o sapsarı bir sığırdır.” Sarı, beyaz ile kırmızı arasındaki o bilindik renktir. Abdullah b. Abbas ve Saîd b. Cübeyr şöyle dediler: Bu buzağı, boynuz ve toynakları dâhil olmak üzere bütünüyle sarı idi. Mücâhid şöyle demiştir: Toynakları ve boynuzları altındandı, yani güzelliği ve renginin saflığı nedeniyle sanki altındanmış gibi görünürdü. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Simsiyah olmasını kastetmiştir. Arap siyahı, sarı olarak isimlendirir. Şair A‘şâ şöyle der: İşte şu atlarım, onun [ Kays b. Ma‘di Kerb’in] ihsanıdır ve işte binek develerim Hepsi simsiyah, yavruları da üzüm karası renginde Aynı şekilde Allah Teâlâ “keennehû cimâlâtün sufr (sanki sapsarı develer)” [el-Mürselât 77/33] buyurmuş ve bu ifade ile “kapkara develer” anlamını kastetmiştir. Yalnız doğru olan görüş birincisi, yani bu kelimenin burada sarı renk anlamında kullanılmış olmasıdır, 1 Ebû Ubeyde, Mecâzu’l- Kur’ân, 1: 44. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1001 ěِ ْ ıَ ُ ْاĤ× ďĻĤِ ْ ijَ Ü ïِĥْåِ Ĥاْ ĹĘِ ُ įƪ Ĭَ Éכَ ěِ ĥَ َ Ö َ َ ٍاد و ij َ ø īْ Ĩِ طijٌ ĉُ ìُ אَ ıĻĘِ إن أردت اijĉíĤط ģĝĘ:” כıĬÉא”، وإن أردت اijùĤاد واĤ×ěĥ ģĝĘ:” כĩıĬÉא”، ١ ĝĘאل: أردت כאن ذĤכ اñĩĤכijر». אلéĥĤ ijİو .אıéÖñÖ ونóĨËÜ ĹÝĤا ةóĝ×Ĥا اijéÖאذĘ أي﴾ ونَ yُ®َQْbُ Y®َ ا¹»ُ َžYْ žَ﴿ :įĤijĜو ٢ دون ăéĨ اĝÝøź×אل؛ ħıĬÍĘ כאijĬا أóĨوا ıÖא وijİ ĜאħÐ éĥĤאل. ٌ ďĜאِ Ęَ ۙ ُ َٓاء óęْĀَ ةٌ َ óĝَ َ َא Ö ıĬƪاِ لijُ ĝَُ ĺ ُ َאۜ َĜ َאل ِاįĬƪ ıĬُ ْ َא َijĤ َא Ĩ ĭĤَ īْ ِ ّ Ļ َ × ُ ĺ כَ ƪ Ö َ َא ر ْ ُع َĭĤ -٦٩ َĜ ُאijĤا اد īĺ َ ó۪ Čאِ ƪ ĭĤا ƫ ó ُ َא َùÜ ıĬُ ْ ijĤَ ۜ﴾ اÝøכijęýا اĩĤ×ħı ĺõÖאدة Y·َُ ²¹َْ ª Y®َ Y³ََ ª ±ْ Áِّ]َُ À﴿ įĥø أي﴾ ¥َ َ ³ََY َرّ\ ¹ُا ْادُع ª ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ اء﴾ Ĺİ اóęāĤة اóđĩĤوÙĘ ة َŸْ†َyٓ ُۙ ٌ yَ£َ َ \ Y·ََ ²ِّ َ £ُ ¹ُل ا À µُ َ ²ِّ اËùĤال وijİ Ëøال اijĥĤن، ĝĘאل: ﴿ا ٣ اĤכģ اءóęĀ ÛĬכא :óĻ×ä īÖ ïĻđøو אس×Đ īÖا אلĜو .ةóĩéĤوا אضĻ×Ĥا īĻÖ Ĺİ ĹÝĤا ĵÝè اóĝĤن واėĥčĤ. אıĭùè īĨ [ أ وĜאل åĨאïİ: כאÛĬ أıĘŻČא وĬóĜאİא īĨ ذÕİ أي כıĬÉא ذÕİ] ١٤١ وęĀאء ıĬijĤא. ĹĩùÜ ïĜ بóđĤوا ،ادijùĤا ةïĺïü داءijø ÛĬכא ĵĤאđÜ :ųا Ʃ وĜאل اīùéĤ رįĩè ٤ اijùĤاد óęĀة، Ĝאل اĵýĐŶ: ÕĻÖ ِ ƪ َ א כאõĤ İدźَ ْ َو َ أ óęĀ īİ ĹÖرכאِ כĥÜ َ ُ و įْ ĭĨِ ĹĥĻìَ כَ ĥْÜِ ٥أيijøد. واijİçĻéāĤاŶول؛ ۜy]﴾اŻøóĩĤت٣٣/٧٧،] ت ٌŸْ†ُ ٌ ÊYَ ¯َ jِ µُ َ ²َّ Y¦َ﴿ :ĵĤאđÜאلĜاñوכ .٤٤/١ ،ةïĻ×Đ ĹÖŶ آنóĝĤا אزåĨ :óčĬا ١ ٢ ط + دون ăéĨ اĝÝøź×אل. ٣ ر: اóęāĤاء. .«ėĀر «،ïĺدر īÖź ÙĕĥĤا ةóıĩä ؛٢٣٥ .ص ،įĬاijĺد :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٤ óכÖ ijÖوأ óĨאĐ īÖوا ďĘאĬو óĻáכ īÖا اءةóĜ Ĺİ ėĭāĩĤا אİأورد ĹÝĤا אĨأ ،yۜ ٌŸْ†ُ aٌ َ ªY¯َ jِ µُ َ ²َّ Y¦َ :ħĀאĐ īĐ ÿęè اءةóĜ ٥ .٢٥٠-٢٤٩/١٠ ،ÕĻĉíĤا ėĻĉĥĤا ï×đĤ اءاتóĝĤا ħåđĨ :óčĬا .óĩĐ ijÖوأ ħĀאĐ īĐ ٥ ١٠ ١٥ 1002 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri çünkü Allah Teâlâ “fâkı‘un levnühâ (şiddetli sarı/sapsarı)” ifadesini kullanmıştır ki bu, hususi olarak sarı renginin sıfatıdır. Siyah rengi abartılı söylemek için esved ğırbîb veya esved hâlik gibi ifadeler kullanılır. Kıpkırmızı anlamı için ahmer kāni, bembeyaz anlamı için ebyed yekak, yemyeşil anlamı için ahdar nâdir ve sapsarı anlamı için asfer fâkı‘ denilir. Ayrıca asfer (sarı) niteliğinin “siyah” mânasında kullanılması özellikle develer söz konusu olduğunda geçerlidir. Çünkü sığırların aksine develerde siyah renk, sarıya çalar. “Fâkı‘un levnühâ” ifadesi (sapsarı) demektir. Bu kelimenin fiili sana‘a babından feka‘a-yefka‘u-fukū‘an şeklindedir. “Bakanların içini açan” Yani, bu inek yaratılışının mükemmelliği, renginin parlaklığı, boynuzlarının ve tırnaklarının zarafeti ile kendisine bakanlara güzel görünecek, hoşuna gidecek ve içini rahatlatacaktır. Âyette kullanılan tesürrü (içini açar) fiilinin mastarı olan el-meserretü, fayda umulan bir anda kalpte meydana gelen lezzet demektir. 70. ‘Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz.’ dediler. [ el-Bakara 2/70] “Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.” Yaşı ve rengi hakkında soru sorduktan sonra diğer özelliğinin de açıklanmasını isteyerek hayvanın tam olarak ne olduğunu bulmak istediler. “Çünkü sığırlar bizce birbirlerine benzemektedir.” Şecer kelimesi şeceratün (ağaç) kelimesinin çoğulu olduğu gibi bakar kelimesi de bakaratün (inek) kelimesinin çoğuludur. Burada kelimenin sonundaki te harfi tekillik için eklenmiştir. Âyette kelimenin sonundaki bu harfin kaldırılmış olması, kelimenin çoğul ve cins isim anlamında olduğuna delâlet eder. Teşâbehe fiili karışmak, kapalı gelmek mânasındadır. Fiil burada müzekker kullanılmış olsa da bununla müennes formdaki iştebehet (karıştı, birbirine benzedi) ve hufiyet (kapalı geldi) anlamı kastedilmiştir. Çünkü bakar kelimesi çoğul olsa da, ona taalluk eden teşâbehe fiili, bakar kelimesinin lafız yapısına uygun bir şekilde müzekker ve tekil yapılmıştır. Kur’ân dışında kullanıldığı zaman, anlamı esas alınarak bu kelime müennes yapılabilir, ancak Kur’ân metninde böyle bir değişiklik yapılması söz konusu değildir. Bir görüşe göre bu ifadenin anlamı “Sığır cinsi bize kapalı geldi.” şeklindedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1003 ĹĘ אلĝĺ įĬÍĘ دijøŶا אĨÉĘ ١ .صijĥíĤا ĵĥĐ óęĀŶا ÙęĀ Ĺİو﴾ Y·َُ ²¹َْ ª • ٌ¢Yِ žَ﴿ :אلĜ įĬŶ ٢ ، ٌ óĄאĬ óąìوأ ،ěٌ َ ĝ َ ĺ ăĻÖوأ ، ٌ Ĩ×אįÝĕĤ:” أijøد èאĤכ وÕĻÖóĔ“، وĝĺאل: أóĩè ĜאÏĬ ٣ هijĥđÜ אİادijø نŶ ؛ÙĀאì ģÖŸا ĹĘ نijכĺ دijøŶا ĵĭđĩÖ óęĀŶا نŶو ،ďĜאĘ óęĀوأ óęĀة ŻíÖف اĤ×óĝة. . َ ďَ ĭ َ Ā ِ ïّ َ è īĨ “אĐijĝĘ ďĝĘ” ïĜو .אıÜóęĀ ةïĺïü أي﴾ Y·َُ ²¹َْ ª • ٌ¢Yِ žَ﴿ :įĤijĜو į×ĥĜ جóęÜو ُ į ُ × ِ ّ åَ đُ Üو אıĻĤإ óčĬ īĨ ةóĝ×Ĥا هñİ وقóÜ أي﴾ ±À َ ۪ y’Yِ َ ³ªا ّ ُyُّ َ b﴿ :įĤijĜو ĩÝĤאم ıĝĥìא وijāĬع ıĬijĤא وĉĤאÙĘ óĜوıĬא وأıĘŻČא. واóùĩĤة ñĤة ĹĘ اÕĥĝĤ ïĭĐ ďĜijÜ اďęĭĤ. اų ُƩ َ َ ِاĬƪٓא ِا ْن َٓüאء َאۜ و ĭ ْ ĻĥَĐَ َ įَ Öאýَ Üَ َ óĝَ َ َۙ ِا ƪن ْاĤ× َא ِĹİ َא Ĩ ĭĤَ īْ ِ ّ Ļ َ × ُ ĺ כَ ƪ Ö َ َא ر ْ ُع َĭĤ -٧٠ َĜ ُאijĤا اد َ ُï َون Ý ْ ıُ ĩĤَ ėĀijĤا אنĻ×Ö ėýכĤا אمĩÜ ٤ اij×ĥĈ ﴾ َۙ ¿¶ِ Y®َ Y³ََ ª ±ْ Áِّ]َُ À ¥َ َ ³ََY َرّ\ ¹ُا ْادُع ª ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ ïđÖ اËùĤال īĐ اīùĤ واijĥĤن. אءıĤوا .ةóåü ďĩä óåýĤכא ةóĝÖ ďĩä óĝ×ĤאĘ ﴾ۜ Y³َÁَْ «َ µََ \Yƒَ َ b yَ£َ]َْ َ اª ِ ّن وįĤijĜ:﴿ ا وأراد ،Ĺęìو į×Ýüا ĵĭđĩÖ ﴾µََ \Yƒَ َ b﴿و .÷ĭåĤا ħøאÖ ďĩåĤا ÙĤźد فñéĤوا ،ïĻèijÝĥĤ ĵĥĐ ßĻĬÉÝĤا زijåĺو ،ċęĥĤا óİאČ ĵĥĐ ï ّ èُ ٥ وو óّ ٌ ُذכ ďĩä אıĬŶ ،ÛĻęìو Ûı×Ýüا įÖ ةóĝ×Ĥا÷ ĭä إن :אهĭđĨ :ģĻĜو .óĻĻĕÝĥĤ įäو ŻĘ ÙĺŴا ĹĘ אĨÉĘ ،آنóĝĤا óĻĔ ĹĘ ĵĭđĩĤا .אĭĻĥĐ įÖאýÜ ١ ر: اijāíĤص. . ٌ ٢ ر: ĬאóČ ٣ ر: ijĥđÜ. ٤ ط: ijĭČا. .óّ ٥ ح ط ر: ُوذכ ٥ ١٠ ١٥ 1004 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu kelime muzari olarak, son harfin harekesinin ref‘i ile teşâbehu (karıştılar) şeklinde de okunmuştur. Bu hâliyle “Neredeyse cehennem öfkesinden patlayacaktır.” [el-Mülk 67/8] âyetinde de olduğu gibi hafifletme adına iki te harfinden biri düşürülmüştür. [Çünkü bu durumda fiilin aslı teteşâbehu şeklindedir.] Bir başka kıraatte ise iki te harfinden biri sonraki harfe katılarak ve şin harfinin şeddesi ile teşşâbehe şeklinde okunmuştur. “Ama Allah dilerse elbet buluruz dediler.” Bir görüşe göre anlam, “Diğerlerinden ayırt edici özellikleri bize verildiğinde, kesmemiz emredilen sığırı Allah’ın izni ile bulacağız.” şeklindedir. Bir görüşe göre anlam şöyledir: “Sığırın özelliklerini araştırma konusunda Allah’ın izni ile bizler doğru yol üzereyiz. Yani, araştırma ve soruşturma yaparak dalâlet üzere olmadığımızı ümit ediyoruz.” Bir başka görüşe göre anlam şöyledir: Bizler, vasıfları bize verilen sığırı keserek emre itaat ettiğimizde Allah’ın izni ile katilin kim olduğunu bulacağız. Hz. Peygamber’den şöyle rivayet edilmiştir: “Eğer onlar istisna etmeselerdi [inşâallah demeselerdi] katili bulamazlardı.”1 71. Mûsâ şöyle dedi: ‘Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır.’ Dediler ki: ‘İşte şimdi tam doğrusunu bildirdin.’ Ve nihayet o sığırı kestiler ki neredeyse yapmayacaklardı. [ el-Bakara 2/71] “Mûsâ şöyle dedi: Rabbim diyor ki; o, boyunduruğa vurulmamış bir sığır olacak.” Yani, Hz. Mûsâ şöyle dedi: Allah Teâlâ diyor ki “Bu sığır, işine koşulup bitkin düşmüş ve horlanmış bir sığır olmayaca k.” Dâbbetün zelûlün (uysal hayvan), uysallığı, zilleti belli olan anlamına gelir ki bu, zorluğun, güçlüğün zıttı demektir. Racülün zelilün (hakir adam) ise alçak lığı, züllü belli olan kimse anlamına gelir. Hakir ve âciz olmak, izzetin zıddıdır. Zellelehu ifadesi “Onu yumuşattı.” anlamına gelir. “Çift sürmek” Yani, toprağı bellememiş, çift sürmemiş bir sığır. Bu fiilin çekimi esâra (çift sürdü), yüsîru (çift sürer), isâraten (çift sürmek) şeklindedir. Lâzım fiil olarak sâra-yesûru-sevrânen şeklinde gelir. Bu iş esnasında toprak hareketlendiği/havaya kalktığı için toprağı bellemek isâratü’l-arz diye isimlendirilmiştir. Dumanın çıkması, tozun ve toprağın yükselmesi, kaya kuşunun kalkması, yüze kanın çıkması, şafağın yükselmesi gibi ifadelerde hep bu sâre fiili kullanılır. 1 Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1: 189. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1005 אĩכ אęĻęíÜ īĻÐאÝĤا ىïèإ Ûĉĝø ïĜو אل×ĝÝøźا ĵĥĐ óìŴا ďĘóÖ µُ َ \Yƒَ َ وóĜئ: b אمĔدŸ īĻýĤا ïĺïýÝÖ µََ \Yَ ƒّ َ ‘ۜ ﴾ [اĥĩĤכ، ٨/٦٧]، وóĜئ: b ِ Áْ ›َ ْ َ ُ} ِR ±َ اª Áّ¯َ َ b دYُ §َ َ b﴿ :įĤijĜ ĹĘ إïèى اÝĤאīĻÐ ĹĘ اóìŶى. אĬóĨأ ĹÝĤا ةóĝ×ĥĤ يïÝıĬ ųا Ʃ ÙÑĻýĩÖ אĬإ أي ģĻĜ ﴾ونَ uُ cَ·ْ¯ُ َ ª ُ ِ ْن ‚َٓ َYء ّ اà ٰ Y ا َٓ ²ِّ وįĤijĜ:﴿ َوا ĵĥĐ ųا Ʃ אءü إن אĬوإ :ģĻĜو .אİóĻĔ īĐ אıÖ õĻĩÝÜ ĹÝĤا אıĘאĀأو אĭĤ Ûđĩä إذا אıéÖñÖ ١ ÙĤŻĄ ĵĥĐ אĭùĤ אĬأ اijäóĬ أي ،ةóĝ×Ĥا אفĀأو īĐ ÙĤÉùĩĤا ĹĘ אĭÐאāĝÝøا ĹĘ ىïİ Ʃ اų ïÝıĬي ĝĥĤאģÜ إذا اĭĥáÝĨא ÙÑĻýĩÖ ٢ ĩĻĘא įĥđęĬ īĨ اĤ×ßé واāĝÝøźאء. وģĻĜ: أي وإĬא .אĭĤ אıęāÜ ĹÝĤا ةóĝ×Ĥا çÖñÖ óĨŶا ٣ .«įĥÜאĜ ĵĥĐ اijđĥĈا אĨ اijĭáÝøا ħıĬأ źijĤ» :אلĜ įĬأ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐ وروي Ùٌ َ ĩƪĥ َ ùُ ْ َۚث Ĩ óéَ Ĥاْ Ĺĝِ ْ ùÜَ źَ َ ْ َض و ُ ْ َ اźر óĻá۪Üُ لijٌ Ĥُذَ źَ ةٌ َ óĝَ َ َא Ö ıĬƪاِ لijُ ĝَُ ĺ ُ -٧١ َĜ َאل ِاįĬƪ نijَ۟ ĥُ َ đęْ َ ُوا ĺ َא َכאد Ĩَ َ ُé َİijא و ÖñَĘَ ěِّۜ éَ Ĥאْ Öِ Ûَ ْ Ñäِ īَ ٰٔ َאۜ َĜ ُאijĤا ْاĤـ ıĻĘ۪ Ùَ َ Ļüِ źَ هñİ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĝĺ :ĵøijĨ אلĜ أي﴾ ل¹ ٌ ُ ة َÊ َذª ٌ yَ£َ َ \ Y·ََ ²ِّ َ £ُ ¹ُل ا À µُ َ ²ِّ َ َYل ا وįĤijĜ:﴿ ¢ ِ ل Öכóù اñĤال، وijİ Żìف ذıĥĤא اģĩđĤ. و“ ٌ داÙÖ ذijĤل” ُ ÙĭĻÖ ّ اñĤ Ʃ ÙĥĤñĩÖ ÛùĻĤ ةóĝ×Ĥا اñĤل ħąÖ اñĤال، واÙĤñĩĤ واÙĤñĤ وijİ Żìف ƫ īĻÖ “ģĻĤذ] اÙÖijđāĤ، و“رģä] ١٤١ب .įĭĻĤ أي įـĥّ اõĺõđĤ وذĤ وįĤijĜ:﴿ ُb ۪g ُyÁ َْ اÊْر َض﴾ أي ÜכıÖóא وĥĝÜ×ıא، و“ïĜ أàאرİא إàאرة”. وźزįĨ” àאر، ٤ وĝĺאل: àאر اìïĤאن واĕĤ×אر ijáĺر، ijàراĬא”. وإàאرة اŶرض ÛĻĩø ıÖא ijáĤران óÜاıÖא ıÖא. ٥ أي ăıĬ، و“àאر اïĤم ĹĘ وįıä “أي óıČ، و“àאر اěęýĤ“. واóÝĤاب، و“àאر َ اĉĝĤא” ١ ر: ŻĄل. ٢ ح: إĬא. .١٨٩/١ ،ĹĈijĻùĥĤ رijáĭĩĤا رïĤا ؛٥٦٥/٢ ،رijāĭĨ īÖ ïĻđø īĭø īĨ óĻùęÝĤا :óčĬا ٣ ٤ ح - ıÖא. .١٨٨/٩ ،يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ :óčĬا .ٌ ، واijĤاïèة َĉĜאة ٌ ٥ اĉĝĤא óĻĈ ٥ ١٠ ١٥ 1006 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ekin sulamak” Yani ekin sulamamış. Ekin sulamak ve toprağı bellemek, çift sürmek için boyunduruğa vurulmamış demektir. “Kusursuz” Yani, bütün eksikliklerden salim olan demektir. Bir görüşe göre bu kelime ile söz konusu hayvanın, ehil olmadığı için herhangi bir işte çalıştırılmamış olması kastedilmiştir. Çalıştırılmış hayvan muhakkak kusurlu olur, dolayısıyla çalıştırılmamış olması kusurlardan hâlî olması demektir. “Hiç alacası olmayan” Yani, bütün bedeninin rengine muhalif bir rengi olmayan. Bu kelime veşiye’s-sevbü ifadesinden türer ki bu da dokuma esnasında bütün renkleri kullanmak demektir. Sehl b. Abdullah et- Tüsterî şöyle demiştir: “Yani, onda kendisine halel getirecek herhangi bir belirti yoktur.” Bu kelime (şiyete), fi‘letün kalıbındandır. es-Sıfatü (sıfat), ez-zinetü (ölçü), el-‘ıdetü (hazırlık) kelimelerinin aslının vısfetün, viznetün ve vi‘detün olması gibi bu kelimenin aslı da vişyetün şeklindedir. İmam Mâtürîdî şöyle der: Âyet, bahsi geçen hayvanın erkek (öküz) olduğuna işaret etmektedir. Çünkü çift sürmek ve ekin sulamak öküzün yapacağı işlerdendir. Bu da bizim mezhep büyüklerimizin, “İnek eti yemeyeceğim.” diye yemin edip öküz eti yiyen kimsenin yeminini bozmuş olacağı görüşüne delildir. Çünkü Allah Teâlâ bu âyette boğayı inek olarak isimlendirmiştir. Dediğimiz gibi örfe göre çift sürmek ve ekin sulamak boğanın özelliklerindendir. Cümledeki müennes (dişil) zamirler lafza işaret ederler [çünkü hayvanın kendisi erkek olsa da, kullanılan lafız dişildir]. Benzer bir kullanım “Hani bir taife demişti ki…” [ Âl-i İmrân 3/72] ve “Hani bir topluluk (ümmet) demişti ki…” [ el-A‘râf 7/164] âyetlerinde de vardır. [Bu âyetlerde de tâife ve ümmet kelimeleri, anlam olarak değilse de lafız olarak müennestir, bu yüzden âyetlerde fi iller müennes formda kullanılmıştır.]1 Ebû Yûsuf şöyle demiştir: Yemin eden kimse bakaratün kelimesini kullanırsa, bu sadece dişi hayvana işaret eder, ancak bakar kelimesini kullanırsa bu hem erkek hem dişi hayvana işaret eder. Benzer durum hımar (erkek veya dişi eşek) ve hımaratün (dişi eşek) kelimelerinde de vardır. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 158. (Müfessir burada İmam Mâtürîdî’nin sözlerini mâna olarak özetlemektedir.) 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1007 ١ ĹĬاijùĤאÖ ثóéĥĤ אıĻĥĐ ĵĝÝùĺ ź أي ،رعõĤا أي ﴾ ۚثَ yْoَ ْ َ £ِْ¿ اª b Êَوَ ﴿:įĤijĜو َ̄ ٌ_﴾ أي øאÙĩĤ īĨ اijĻđĤب َّ «َ ®ُ ﴿ :įĤijĜو .ÙĐراõĥĤ אı×ĻĥĝÜو رضŶا אرةàÍÖ īĻĥÜ ħĤو ÕĻĐ īĐ ģíÜ ħĤ אıĻĥĐ ģĩĐ ijĤو ،ÙĻýèو אıĬŶ ģĩđĤا īĐ ÙĩĥùĨ أي :ģĻĜو .אıĥכ .بijĻđĤا īĨ ÙÑĺóÖ ٣ Ĺİ ģĩđĤا īĨ אıÝÐاó×Ĥ ٢ Ĺĭđĺ ،אıÖ īĨ אıĜאÝüوا .אİïĥä ďĻĩä نijĤ ėĤאíĺ אıĻĘ نijĤ ź أي﴾ ۜ Y·Áَ ž۪ _َÁَ‚ِ Êَ﴿ :įĤijĜو ْ ب” وijİ اĩđÝøאل أijĤان اõĕĤل ĹĘ įåùĬ. ijƪ َ اáĤ Ĺüِ َ “و אİóĺïĝÜو .אıĭĻýÜ אıĻĘ ÙĨŻĐ ź أي :ųا Ʃ Ʃ اų اóÝùÝĤي رįĩè ï×Đ īÖ ģıø אلĜو .ٌ وĜאل اĨŸאم ْ َïة Đووِ Ùٌ َ Ĭ ْ ووزِ Ùٌęَ ْ ٌÙ כאÙęāĤ واÙĬõĤ واïđĤة، أıĥĀא ِوĀ َ Ļüْ وِ אıĥĀوأ ،Ùٌĥَ ْ đِ Ę :ųا Ʃ أijÖ ijāĭĨر رįĩè دÛĤ اÙĺŴ أن اĤ×óĝة כאÛĬ ذכóا؛ Ŷن إàאرة اŶرض وĹĝø اóéĤث óĝÖ ħéĤ ģכÉĺ ź ėĥè īĩĻĘ אĭÖאéĀŶ Ùåè Ĺİو .انóĻáĤا ģĩĐ īĨ ÙĺŴا هñİ ĹĘ رijáĤا ĵĩø ĵĤאđÜ ųا Ʃ نŶ ،رijáĤا ģכÉÖ ßĭéĺ įĬأ ةóĝÖ أو ٤ óĝÖة ĩĤא ĭĥĜא إįĬ وįęĀ ÖאàŸאرة واĹĝùĤ وĩİא īĨ ģĩĐ اóĻáĤان ĘóĐא»، aْ َ ªYَ ĨÉĘא اĤכĭאĺאت اóĤاÙđä إıĻĤא ĵĥĐ اßĻĬÉÝĤ ıčęĥĥĘא כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َو¢ َ ٌ_﴾ [اóĐŶاف، ١٦٤/٧]. ®ّ ُ َ ْa ا ªYَ ِ ْذ ¢ ٌ_﴾ [آل óĩĐان، ٧٢/٣]، ﴿َوا Ÿَِ ٓYئ Žَ ،ÙĀאì ĹáĬŷĤ ĹıĘ ةóĝÖ :אلĜ إذا «:ųا Ʃ وĜאل أijÖ ėøijĺ رįĩè وإذا Ĝאل: óĝÖ çĥĀ ñĥĤכó واĵáĬŶ، כĩא ĹĘ اĩéĤאر واĩéĤאرة»، .אıĻĥĐ ĵĝÝùĺ ĹÝĤا ÙĜאĭĤا ĵİو ÙĻĬאø ďĩä :ĹĬاijùĤا ١ .ûĨאİ çĀ ،Ĺĭđĺ - ط ٢ ٣ ح: وĹİ. ٤ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥٨/١ ģĝĭĺ اóùęĩĤ ĭİא כŻم اĩĤאïĺóÜي ÖאĵĭđĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ 1008 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebu Hanife ise buradaki kelimenin sonuna gelen te harfi nin tıpkı hammâm (güvercin) ve hamâmetün (güvercin) kelimelerinde olduğu gibi erkeklik-dişilik ayrımına değil, tekilliğe delâlet ettiğini söyler. Ancak o dönemin insanları -zamanımızdakilerin öküzle çift sürmelerine mukabil- inekle çift sürüyor idiyse o zaman bu âyet, söz konusu meselede delil teşkil etmez.1 “Dediler ki: İşte şimdi tam doğrusunu bildirdin.” Yani, şimdi bize doğrusunu istediğimiz vasıfları açıkladın dediler. Bir görüşe göre anlam şöyledir: İşte şimdi biz hayvanın yaşı, rengi ve görünüşüne dair özellikleri konusunda emin olduk. Biz böyle bir hayvanı biliyoruz, ona falanca kişi sahiptir. Gidip ondan bu hayvanı satın alalım ve Allah’ın emrine itaat ederek onu keselim.Bir görüşe göre anlam şöyledir: Senin alaycı bir kimse olmadığını, bize hakikatle ve ciddiyetle geldiğini şimdi anladık. O kimselerin Hz. Mûsâ’ya dalga geçmeyi isnat ederek küfre düştükleri görüşünde olan kimse [bilmelidir ki] bu kimseler [işte bu son sözlerinden anlaşılan] itaatle, kabulle ve inançla iman etmiş olmaktadırlar. “Ve nihayet o sığırı kestiler ki neredeyse yapamayacaklardı.” Yani, onu satın aldılar ve kestiler. “Neredeyse bunu yapamayacaklardı”. Yani, bunu uzun bir sorgulamadan sonra yerine getirdiler. Neredeyse bu işi yapamayacaklardı. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Katilin kim olduğunun ortaya çıkmasından kendileri adına korktukları için neredeyse bunu yapamayacaklardı. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Sığırın ücretinin çok yüksek olmasından dolayı neredeyse bunu yapamayacaklardı. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Kesmeleri gereken hayvanın özellikleri hakkında çok soruşturmada bulundular, keyfiyeti hakkında çok soru sordular. Bir şey hakkında fazla soru sormak direnç göstermek için de olabilir. Ayrıca bilinen tefsirlerde, eğer onlar herhangi bir ineği kesmiş olsalardı bu konuda kendileri için yeterli olurdu denilmiştir. Sığırın özellikleri hakkında araştırma yaptıkça, bu konuda defalarca kez soru sordukça sorgulamaları yüzünden bu iş kendilerine ağırlaştırılıyordu. Hatta o dereceye vardı ki kesecekleri sığırın ücreti çok yüksek meblağlara ulaştı. Sonunda onlar derisi dolusunca altın vererek bir hayvan satın aldılar. Neredeyse emredildikleri şeyi yerine getiremeyeceklerdi. Yine, onlar kendileri için zorlaştırdıkça Allah da onlara zorlaştırdı diye rivayet edilmiştir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 158. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1009 אمĩéĤا ĹĘ אĩכ ßĻĬÉÝĥĤ ź ïĻèijÝĥĤ אıĬإ «:لijĝĺ ųا Ʃ įĩèرÙęĻĭè ijÖوأ Ʃ اų:» إź أن ĺכijن أģİ ذĤכ واĩéĤאÙĨ«. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ź ñÑĭĻéĘ óכñĤאÖ אنĨõĤا اñİ ģİأ ثóéĺ אĩכ ĵáĬŶאÖ نijàóéĺ אنĨõĤا ١ ĺכijن įĻĘ دģĻĤ ĩĤא ذכĬóא. ِۜ﴾ أي اŴن ÛĭĻÖ ĭĤא اÙęāĤ اĹÝĤ כĭא ÕĥĉĬ ÖאïāĤق. ¡ّ oَ ْ ªYِ \ aَ ْ ْ ٰٔـ ±َ ِjئ ¹ُا اª ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ وģĻĜ: اŴن ěĝéÜ ĭĤא وėĀ ñİه اĤ×óĝة ĹĘ ıĭøא وıĬijĤא وıÝęĀא وĹİ ïĭĐ ŻĘن כĬأ אĭĤ īĻ×Ü نŴا أي :ģĻĜو .ĵĤאđÜ ųا Ʃ óĨÉÖ אراĩÝÐا אıéÖñĬو įĭĨ אıĺóÝýĭĘ ٢ ĭĘóĐאİא اñıÖ اijĭĨآ ïĝĘ ءõıĤا ĵĤإ įÝ×ùĭÖ واóęכ אلĜ īĨو .źאزİ Ûĭכ אĨو ïåĤوا ěéĤאÖ ÛÑä اĻĝĬźאد واĝĤ×ijل واĝÝĐźאد. ] وذİijéÖא ﴿َوَRY َ ¦ُYدوا أ ﴾ أي اóÝüوİא [١٤٢ ۟ َŸَْ ُ» ¹َن À دواYُ ¦َ Y®َوَ Y¶¹َ oُ َ \wَ žَ﴿ :įĤijĜو ﴾ أي ijĥđĘا ذĤכ ïđÖ اāĝÝøźאء ĵÝè כאد ďĝĺ اÉĻĤس īĐ ذĤכ. وģĻĜ: وĨא ۟ َŸَْ ُ» ¹َن À כאدوا ijĥđęĺن Ęijìא ĵĥĐ أħıùęĬ أن ijéąÝęĺا ijıčÖر اĝĤאģÜ. وģĻĜ: وĨא כאدوا ijĥđęĺن ŻĕĤء ıĭĩàא. وģĻĜ: اijāĝÝøا ĹĘ ÙęĀ ĥÜכ اĤ×óĝة واËùĤال īĐ أijèاıĤא واāĝÝøźאء ĹĘ اĹýĤء رĩÖא ĺכijن ïĩĥĤاÙđĘ. ħà ذכóوا ĹĘ اęÝĤאóĻø اóđĩĤوÙĘ أħıĬ ijĤ ذijéÖا óĝÖة أي óĝÖة כאÛĬ äאز ħıĤ ذĤכ، ĩĥĘא ijáéÖا ıĭĐא وijĤÉøا óĨارا כאن اāĝÝøאؤħİ ø××א ċĻĥĕÝĤ اóĨŶ ħıĻĥĐ إĵĤ أن اĵıÝĬ اóĨŶ إĵĤ óĝÖة ÛĕĥÖ اīĩáĤ اĤכóĻá؛ ħıĬÍĘ اóÝüوİא ģĩÖء ùĨכıא ذİ×א وכאد óíĺج إĵĤ أن ź óĩÜÉĺوا. وİכñا روي أħıĬ ïüدوا ĵĥĐ أħıùęĬ .ħıĻĥĐ ųا Ʃ ïýĘد ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥٨/١ .ûĨאİ çĀ ،אİאĭĘóĐ - ط ٢ ٥ ١٠ ١٥ 1010 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şöyle demişlerdir: Bu âyette, şer‘î naslardaki umumi hitapların umumi olarak bırakılması (tahsis edilmemesi), hükmün, o hükme konu olan şeyin isminin kapsamına dâhil olan en küçük parçaya (dahi) taalluk edeceği1 ve nasların zâhir anlamları ile amel edilmesi gerektiği konusunda delil vardır. Nitekim Allah Teâlâ onlara “Size emredileni yapın.” [ el-Bakara 2/68] ifadesi ile aynı emri tekrarlamış, yani “İşi daha fazla kurcalamayın, ne deniliyorsa onu yapın!” demiştir. Fakat İmam Mâtürîdî şöyle der: Kimileri bu âyeti, hitabın, işitildiği zaman umum ifade ettiğine delil olarak göstermişlerdir. Çünkü Allah, hitap vaktinde onlara keyfi yetini açıklamaksızın sadece sığır kesmelerini emretmiştir. Rivayette bildirildiğine göre eğer onlar sığır sayılabilecek en düşük (değerdeki ve özellikteki) hayvanı bile kesselerdi emri yerine getirmiş olurlardı. Fakat onlar kendileri için işi zorlaştırınca, Allah da onlar için zorlaştırdı. Lâkin bu görüşler doğru değildir. Çünkü bu görüşlerde Allah’ın emrinde yeni şeylerin meydana geldiği ve hükmünde bedâ (bir şeyi sonradan fark etme) olduğu iddiası vardır. Bu ise küfürdür, değil bir peygamberin, ortalama bir Müslümanın dahi ağzına alacağı bir söz değildir. Zira âyette Mûsâ aleyhisselâm [Allah emrediyor/söylüyor.] yani “Allah şöyle şöyle yapmanız gerektiğini söylüyor.” demektedir. Eğer ilk söylenen şey ikinci söylenenden başka idiyse, o zaman Allah Teâlâ sanki ilk olarak umumi bir şekilde söylediği şeye dair yeni bir şey fark etti ve daha önce irade etmediği bir şekilde sözünü açıklamış oldu demektir. İşte bedânın, hatta ilk sözü ile kastettiği şeyden vaz geçip onu başka şekilde izah etmenin mânası budur. Bu ise işin sonuçlarını göremeyen kimselerin fi ili olup Allah bundan münezzehtir. 2 Diğer taraftan onların Hz. Mûsâ’dan, emrini beyân etmesi için Rabbine dua etmesini istemeleri, bunun onlar için bir mûcize olarak gösterilmiş olması anlamına gelir. Nitekim onlar sıradan herhangi bir ineğin bu tür mûcizeler için uygun olmayacağını düşünmüşler, bu yüzden de bu ineğin nasıl özelliklere sahip olduğuna dair izahı Hz. Mûsâ’dan değil, doğrudan Allah’tan istemişlerdir. Çünkü mûcizeleri bilen Allah’tır. 1 Burada buzağı kesme emrinin, kendisine buzağı isminin verilebileceği en küçük bir hayvanın kesilmesi ile dahi yerine getirilmiş olacağı kastedilmektedir. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 155. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1011 ĜאijĤا: وįĻĘ دģĻĤ ĵĥĐ إąĨאء اĉíĤאب ĵĥĐ اijĩđĤم وĵĥĐ أن اéĤכħ ěĥđÝĺ ģĜÉÖ Ĩא Y®َ ا¹»ُ َžYْ žَ﴿ ١ :įĤijĜ ħıĻĥĐ رóכ ïĜو ،óİאčĤאÖ ģĩđĤا بijäو ĵĥĐو ħøźا įĻĥĐ ěĥĉĭĺ :אلĜ ųا Ʃ ُbْQَ®ُy َون﴾ أي دijĐا اĤ×ßé واûĻÝęÝĤ. Ĥכī اĨŸאم أÖא ijāĭĨر رįĩè اïÝøل ijĜم ıÖא ĵĥĐ ijĩĐم اĉíĤאب وÛĜ اĩùĤאع įĬŶ أóĨ çÖñÖ ĵĬأد ĵĤإ واïĩĐ ijĤ وروي ،אبĉíĤا ÛĜو אıÝĻęĻכ ħıĤ īĻ×ĺ ħĤ ةóĝÖ ñİ īכĤ ،ħıĻĥĐ ųا Ʃ دïýĘ ħıùęĬأ ĵĥĐ دواïü īכĤو ħıÜأõäŶ ةóĝÖ ĹĘ اءïÖو هóĨأ ĹĘ ءĹü وثïè ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵĥĐ ىijĐد įĬŶ ؛çāĺ ź :אلĜ įĬÍĘ ل؛ijøر įĤijĝĺ أن ŻąĘ ħĥùĨ įĤijĝĺ ź óęכ כĤوذ ،įĩכè َ £ُ ¹ُل﴾ إıĬא כñا، ijĥĘ כאن اŶول ĵĥĐ óĻĔ ذĤכ Ĥכאن ïĜ ïÖا įĤ ĩĻĘא Àµُ َ ²ِّ ﴿ا īĐ عijäóĤا ĵĭđĩÖ ģÖ اءï×Ĥا ĵĭđĩÖ כĤوذ أراد īכĺ ħĤ אĩÖ óùĘو ħĐ ،ÕĜاijđĤا ģıåĺ īĨ ģđĘ כĤوذ ،هóĻĕÖ įĤ óĻùęÝĤوا ،أراد אĩĻĘ ولŶا ٣ ٢ īĐ ذĤכ. ųا Ʃ ĵĤאđÜ ģđä įĬأ כĤñÖ أراد אĨ īĻ×ĻĤ įÖر ijĐïĺ أن ĵøijĨ ħıĤاËø ĵĭđĨ ħà ħĤ כĤñĤو ،אتĺŵĤ çĥāÜ ةóĝÖ ģכ÷ ĻĤ أن ħİïĭĐ ďĜijĘ ħıĤ Ùĺآ כĤذ .אتĺŴا ħĥđĺ يñĤا ijİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إذ ،אİóĻùęÜ īĐ ĵøijĨ اijĤÉùĺ .ëùĭÝùĩĤا īĨ ijıø įĥđĤ ،įĤijĜو :م ١ ٢ م - اų. ٣ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥٤-١٥٣/١ ģĝĭĺ اóùęĩĤ ĭİא כŻم اĩĤאïĺóÜي ÖאĵĭđĩĤ. ٥ ١٠ ١٥ 1012 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dolayısıyla daha ilk başta verilmiş olan inek kesme emri ne ise işin sonunda gerçekleşen şey de o idi. Ancak onlar ilk emirden neyin kastedildiğine ulaşabilmek için Hz. Mûsâ’nın bunu Rabbine sormasını istediler. Yoksa Allah onların soruları neticesinde, ilk verdiği hükmü yenilemiş (değiştirmiş, ağırlaştırmış) değildir. 1 Öte yandan diğer hayvanlardan herhangi birinin değil de ineğin bir mûcize olarak seçilmesinin iki hikmeti söz konusudur. Birincisi: Rivayete göre ebeveynine karşı çok iyi ve müşfi k bir kimsenin tam da bu niteliklere sahip bir ineği vardı ve Allah Teâlâ da -o ineğin çok yüksek bir bedelle satılması sûretiyle- bu kimsenin amellerinin karşılığını bu dünyada vermeyi diledi. İkincisi: Bu insanlar geçmişte ineklere ve buzağılara tapınıyorlardı, “Kalplerine buzağı sevgisi içirildi.” [ el-Bakara 2/93] âyetinde ifade edildiği üzere bu iş kendilerine sevdirilmişti. Ancak onlar sonra tövbe edip Allah’a kulluk etmeye, O’na itaate başladılar, Allah da kendilerini, sevdikleri bir hayvanı kurban ettirerek imtihan etmek istedi ki tövbelerinin hakiki olup olmadığı ortaya çıksın ve kalplerinden bu tür şeyler bütünüyle sökülüp atılsın.2 Bir görüşte şöyle denilmiştir: O zaman için onların en iyi kurbanı sığırdı. Sahip oldukları en iyi şey ile Allah’a yaklaşmaları için sığırı kesmeleri emredildi. Sonra Allah Teâlâ bir sonraki âyette, kendilerine sığır kesme emrinin verilmesinin sebebini şöyle açıklamaktadır: 72. Hani, bir kimseyi öldürmüştünüz de bu konudaki suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Hâlbuki Allah, gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı. [ el-Bakara 2/72] “Hani, bir kimseyi öldürmüştünüz.” Yani, aynı şekilde hatırlayın ki seleflerinizden biri öldürülmüştü. Öldürme işi, buna razı oldukları için onlara [ Hz. Peygamber aleyhisselâm dönemindeki yahudilere] izâfe edilmiştir. “Bir kimseyi”, bu kimse Âmil b. Şerâhîl’dir. “Suçu birbirinizin üstüne atmıştınız.” Yani, ayrılığa düştünüz ve birbirinizle didiştiniz. Sonra herkes bu işi kendinden defedip başkasının üzerine attı. Derae-yedrau-der’en fiili defetmek demektir. “…kadından cezayı uzaklaştırır.” [ en- Nûr 24/8] âyetinde bu fiil bu anlamda kullanılmıştır. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 155. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 156. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1013 ħıĭכĤ ،óıČو אİóĨأ įĻĤإ آل אĨ ĵĥĐ اءïÝÖźا ĹĘ çÖñĤאÖ óĨŶا כאنĘ أóĨوا ÖאËùĤال ıĭĐא ijĥāĻĤا إĵĤ اóĩĤاد įĻĘ، ź أįĬ أïèث ħıĤ ذĤכ ١ ÖאËùĤال. :אنÑĻü ħÐאı×Ĥا īĨ אİóĻĔ دون Ùĺآ ةóĝ×Ĥا ģđä Ùĩכè įäو ħà :אلĜ أĩİïèא: Ĩא روي أن رŻä כאن Öאرا ijÖاįĺïĤ ĭùéĨא إĩıĻĤא وכאÛĬ ĹĘ įĻĤإ ģĀijĺ أن ĵĤאđÜ ųا Ʃ رادÉĘ ÙĻýĤوا ÙęāĤا כĥÜ ĵĥĐ ةóĝÖ įĤ óĝ×Ĥا ونï×đĺ اijĬכא כĤذ ģ×Ĝ ħıĬأ :ĹĬאáĤوا .įĭĨ כאن אĨ اءõä אĻĬïĤا ©َkْ ِ ْ ِِ·ُ اª ِ ُ\¹ا ž۪¿ ُ¢ُ»¹\ y‚ْ ُ واåđĤאģĻä، وè×Õ ذĤכ إħıĻĤ כĩא Ĝאل: ﴿َوا أن ųا Ʃ رادÉĘ įÝĐאĈو ųا Ʃ אدة×Đ ĵĤإ אدواĐو اijÖאÜ ħà [٩٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۜ ْ ¶ِ ِ yŸْ§ُ ِ \ כאن אĨ عŻĝĬوا ÙÖijÝĤا ÙĝĻĝè ħıĭĨ óıčĻĤ ħıĻĤإ Õ×è אĨ çÖñÖ ħıĭéÝĩĺ ٢ .ħıÖijĥĜ [ ب١٤٢ [īĨ ħıĭĨ ħıĤ بóĝÝĤا ģđåĻĤ ةóĝ×Ĥا çÖñÖ واóĨÉĘ ،óĝ×Ĥا įĭĨ ñÑĭĻè ħıĭĻÖاóĜ ģąĘأ כאن :ģĻĜو אİïđÖ ĹÝĤا ÙĺŴאÖ ةóĝ×Ĥا çÖñÖ įÖ واóĨأ يñĤا Õ×ùĤا ųا Ʃ īĻÖ ħà .ħİïĭĐ ģąĘأ ijİ אĩÖ وĹİ: ُ َۚijن ĩُ Ýכْ Üَ ْ ħُ Ýْ َא ُכĭ Ĩ جٌóِíْ ُ Ĩ ųا ُƩ َ َאۜ و ıĻĘ۪ ْ ħÜُ ْ َء אدرƩ Ęَ אùً ęْĬَ ْ ħُ Ýĥْ َ َ ِا ْذ َÝĜ -٧٢ و Ÿَْ ًY ﴾أي واذכóوا أąĺא إذ ģÝĜ ăđÖ أĘŻøכħ. وأėĻĄ ² ْcُ ْ «cََ ِ ْذ ¢ įĤijĜ:﴿ َوا ٰ َرْءُb ْ دYّ žَ﴿ :įĤijĜو .ģĻèاóü īÖ ģĻĨאĐ Ĺİ ﴾Yً Ÿَْ ²﴿ כÑĤأو ģđęÖ ħİאĄóĤ ħıĻĤإ ģđęĤا .هóĻĔ ĵĥĐ אلèوأ įùęĬ īĐ ģÝĝĤا ħכĭĨ ïèوا ģכ ďĘïĘ ħÝęĥÝìوا ħÝđĘاïÜ أي﴾ ۜ Y·Áَ ž۪ ْ َ َw َ اب﴾ [اijĭĤر، ٨/٢٤] ۬ا َ َ³ْ·Y اª َ ْuَرُؤ وïĜ” درأ، ïĺرأ، درءا” أي دďĘ. Ĝאل Ʃ اų đÜאĵĤ:﴿ َوÀ ١ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥٥/١ ģĝĭĺ اóùęĩĤ ĭİא כŻم اĩĤאïĺóÜي ÖאĵĭđĩĤ. ٢ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥٦/١ ٥ ١٠ ١٥ 1014 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dâraehû “Onu savundu.”, tedârae el-kavmü “Topluluk birbirleri ile dövüştü.” demektir. İddâraû da aynı mânaya gelmektedir. İddârae fiilinin aslı tedârae şeklindedir. Baştaki tâ harfi dal harfine katılmıştır. Çünkü ta harfi ile dal harfinin mahreçleri aynıdır. Bu iki harfin birleşmesinden sonra dal harfi sâkin (harekesiz) kılınmıştır, sâkin bir harfle kelimeye başlanılmayacağı için de başına bir vasıl hemzesi getirilmiştir. “Allah, gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı.” Yani, Allah doğrulukla ve haklılıkla katilin durumunu ortaya çıkarandır. Daha önce “çıkma (hurûc)” ile “çıkarma (ihrâc)” kelimelerinin vecihlerini açıklamıştık. Bir görüşe göre, bu âyet mâna bakımından, ilgili kıssanın başında gelir, yani anlam şöyledir “Bu olayın sizin aranızda vuku bulduğunu, sonra sizin Mûsâ’dan bu durumun açıklığa kavuşmasını istediğinizi, onun da “Allah, bir sığır kesmenizi, onun bir parçasıyla ölüye vurmanızı emrediyor. Ardından Allah onu diriltecek ve o, size kendisini kimin öldürdüğünü haber verecek.” dediğini hatırlayın. Nitekim onu siz öldürdüğünüz hâlde Mûsâ’ya, “Bizimle alay mı ediyorsun?” diyorsunuz. Noksanlığa ve çelişkiye mahal vermedikten sonra haber cümlelerinde ve tilâvette takdim ve tehir yapılabilir. Örneğin dört ay on günlük iddet süresi, “kadının evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçiminin sağlanması” ile ilgili âyeti neshetmiştir. Diğer taraftan tilâvet (mushaftaki yeri) itibariyle nâsih olan âyet önce, mensuh olan ise sonra gelmektedir. Bir başka görüşe göre bu âyet ve öncesindeki âyetler iki farklı zamanda nazil oldular. Allah Teâlâ Hz. Peygamber aleyhisselâmı teselli etmek için buzağı kesme emrini anlattı. Çünkü bu kıssada Mûsâ’nın kavmi ona alaycılığı izâfe ediyordu ve onun verdiği emri sorguluyordu. Sonra sahâbe, Hz. Peygambere İsrâiloğulları’na neden buzağı kesme emrinin verildiğini sordu, bunun üzerine Allah bu âyeti indirdi. Bunun delili, birinci âyetin [“Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor…” [ el-Bakara 2/67] Hz. Mûsâ’nın, kavmine hitap olmasına karşılık ikinci âyetin [“Hani bir kimseyi öldürmüştünüz…” [ el-Bakara 2/72] ilk âyette sözü edilen katillerin çocuklarına [ Hz. Peygamber aleyhisselâm dönemindeki İsrâiloğulları’na] yönelik hitap olmasıdır. İkinci âyetin kime hitap olduğu konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre bu hitap, Hz. Mûsâ zamanında yaşayan İsrâiloğulları’nadır. Buna göre “Allah, gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı.” ifadesinin mânası şöyledir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1015 ّارؤوا כĤñכ. وأįĥĀ: ïÝĘارأħÜ، ħà ودارأه أي داįđĘ، وïÜارأ اijĝĤم أي ïÜاijđĘا، واد ź įĬŶ ؛ģĀijĤا ėĤأ Ûĥìوأد ÛĭכùĘ ،אıäóíĨ īĨ אıĬŶ ال؛ïĤا ĹĘ אءÝĤا ÛĩĔأد .īאכùÖ ١ أïÝ×ĺ ïĜو .įĜïĀو įĝéÖ ģĻÝĝĤا óĨأ óıčĨ أي﴾ ۚ َ ْ§ُc ُ ¯¹َن b ْcُ³ْ¦ُ Y®َ ج ٌ ِ ysْ ®ُ ُ وįĤijĜ:﴿ َو ّ اà ٰ ĭĻÖא وijäه اóíĤوج واóìŸاج ĩĻĘא óĨ. وģĻĜ: ñİه اÙĺŴ ÙĨïĝĨ ĹĘ اĵĭđĩĤ، أي واذכóوا إذ وÛđĜ ñİه اéĤאدÙà ĻĘכħ אıąđ×Ö هijÖóąÜو ةóĝÖ اijéÖñÜ أن ħכóĨÉĺ ųا Ʃ إن “:אلĝĘ אİóĨأ אنĻÖ ĵøijĨ ħÝĤÉùĘ ٢ واóĻìÉÝĤ ħĺïĝÝĤوا .אİóìآ ĵĤإ” واõİ אĬñíÝÜأ “:įĤ ħÝĥĝĘ “įĥÝĜ īĩĐ ħכó×íĻĘ ĵĻéĻĘ ĹĘ اìŶ×אر واŻÝĤوة إذا ħĤ ďĜijÜ اģĥíĤ واĭÝĤאăĜ äאõÐ، أź óÜى أن اïđĤة ÉÖرÙđÖ أóıü وةŻÝĤا ĹĘ مïĝĨ ëøאĭĤا ħà ،اجóìإ óĻĔ لijéĤا ĵĤإ אĐאÝĨ Ùĭø ةïđĥĤ ÙíøאĬ óýĐو واijùĭĩĤخ óìÉÝĨ. مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ÕĥĝĤ ÙĻĥùÜ ةóĝ×Ĥا óĨأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ óذכ ،īĻÝĜو ĹĘ اñİ כאن :ģĻĜو أن ijĜم ĵøijĨ ùĬ×ijا ĵøijĨ إĵĤ اõıĤء واijāĝÝøا ĹĘ اËùĤال ÛĤÉùĘ اéāĤאÙÖ رijøل أن اñİ ģĻĤود .ÙĺŴا هñİ ųا Ʃ لõĬÉĘ ةóĝ×Ĥا çÖñÖ īĺرijĨÉĨ اijĬכא ٤ َ ħِ Ĥ مŻùĤا įĻĥĐ ٣ ųا Ʃ .īĻĥÜאĝĤا دźأو ųا Ʃ אبĉì ĹĬאáĤوا ،įĨijĜ ĵøijĨ אبĉì ولŶا īĺñĤا ģĻÐاóøإ Ĺĭ×Ĥ ijİ :ģĻĜ .مijĜ يŶ אبĉíĤا أن ÙĻĬאáĤا ÙĺŴا ĹĘ ėĥÝìا ħà ﴾ۚ َ ْ§ُc ُ ¯¹َن b ْcُ³ْ¦ُ Y®َ ج ٌ ِ ysْ ®ُ ُ ٰ Ãا ّ وَ ﴿:įĤijĜ ĵĭđĨو ،مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ óāĐ ĹĘ .ûĨאİ çĀ ،أïÝ×ĺ - ط ١ .ûĨאİ çĀ ،ħĺïĝÝĤوا - ط ٢ ٣ م - اų. ٤ ر: īĩĐ. ٥ ١٠ ١٥ 1016 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Katilin kim olduğunu ortaya çıkaracak, böylece suçlu ile suçsuzu ayırt edecektir, oysa onlar, suçu birbirlerine attılar ve bu işin böylece gizli kalacağını zannettiler. Fakat Allah, bir sığır kesip onun bir parçasıyla maktule vurulmasını emrederek gerçeği ortaya çıkardı. Diğer bir görüşe göre ise bu, Hz. Peygamber aleyhisselâm döneminde yaşayanlara yapılmış bir hitaptır. Onlar, içerisinde çirkinlik, inatçılık ve Hz. Mûsâ’ya alaycılığı izâfe etme cürümleri olduğu için bu kıssayı gizliyorlardı. Fakat Allah Teâlâ bu âyeti indirerek bunu ortaya çıkarmıştır. Nitekim âyette “ inkâr ettiğiniz şeyi” denilmeyip de “gizlemekte olduğunuz şeyi” denilmiş olması, bunun delilidir. 73. ‘Sığırın bir parçası ile maktule vurun.’ dedik. İşte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mûcizelerini de size böyle gösterir. Umulur ki akledersiniz. [ el-Bakara 2/73] “Sığırın bir parçası ile maktule vurun dedik.” Yani, öldürülene vurun. Daha önce nefs kelimesi geçse de [ki nefs kelimesi müennestir] mânaya itibar edildiği için burada zamir müzekker kullanılmış ve idribûhu (ona vurun) denilmiştir. Nitekim bu maktul erkek idi. Fakat Allah “Bu konudaki suçu birbirinizin üstüne atmıştınız.” [ el-Bakara 2/72] âyetinde fîhâ zamiri müennes olarak kullanılarak nefs kelimesine işaret etmiştir. Çünkü nefs kelimesi semâî müennestir. Allah burada iki zamirden biri ile lafza, diğeri ile de mânaya işaret etmiştir. “Seni yurdundan kovan bu toplumdan daha güçlü nice toplumları yok ettik.” [ Muhammed 47/13] âyetinde de aynı kullanım söz konusudur. Bir görüşe göre “Bu konudaki suçu birbirinizin üstüne atmıştınız.” [ el-Bakara 2/72] âyetindeki fîhâ zamiri, “Hani bir kimseyi öldürmüştünüz de” [ el-Bakara 2/71] ifadesinden anlaşılan “cinayet”e (el-katle) işaret eder. “Sığırın bir parçası ile” Yani, kesilen ineğin bir kısmı ile. Bu bir kısmın neresi olduğu konusunda ihtilâf edilmiştir. Abdullah b. Abbas ve İkrime “Bu, butudur.” demişlerdir. Ferrâ, bu parçanın sağ but olduğunu, Süddî, hayvanın iki omzu arasından bir parça olduğunu, Ebü’l-Âliye ve Rebî‘ b. Enes bunun bir kemik parçası olduğunu söylemişlerdir. Kimine göre bu uzuv “kuyruk”, kimine göre “Acbü’z-zeneb denilen omurganın en altındaki kemik”tir. Muâz b. Cebel bu görüştedir. Kişi, bu kemikten yaratılmaya başlar. Kıyamet günü yeniden diriltilirken de kişi bu kemiğinden başlanarak diriltilir. Bir kimsede yaratılan ilk şey bu kemik olduğu gibi en son çürüyen şey de budur. Kimine göre ise bu “dil”dir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1017 أي īĨ أóĨ اĝĤאģÜ óıčĻĤ اĤ×óيء īĨ اóåĩĤم، وïĜ ادارؤوا ıĻĘא وijĭČا أįĬ ĭĺכħÝ óıČÉĘه .אıąđ×Ö įÖóĄو ةóĝ×Ĥا çÖñÖ óĨźאÖ ųا Ʃ אıĻĘ אĩĤ ÙāĝĤا هñİ نijĩÝכĺ اijĬوכא مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا óāĐ ģİأ אبĉì ijİ :ģĻĜو لïĺ .אتĺŴا هñİ الõĬÍÖ אİóıČأ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ ءõıĤאÖ ĵøijĨ ėĀوو ÛĭđÝĤوا ÙđĭýĤا īĨ ١ “ïéåÜون”. :ģĝĺ ħĤو﴾ ۚ َ ْ§ُc ُ ¯¹َن b ْcُ³ْ¦ُ Y®َ﴿ :אلĜ įĬأ įĻĥĐ ْ ħכƪĥُ َ đĤَ į۪ Üאِ َ ْ ٰاĺ ħכĺُ ó۪ ُ ĺ َ ْ ٰĵÜ و ij َ اų ْاĩĤ ُƩ ِ Ĺـéْ ُ َאۜ َכٰñِĤ َכ ĺ ıąِ ْ đَ ×Öِ ُ ُijه َא ْ اĄِÖó ĭĥْĝُĘَ -٧٣ نijَ ĥُĝِ ْ đÜَ ۜ﴾ اي اijÖóĄا اijÝĝĩĤل، وإĩĬא Ĝאل: “اijÖóĄه” Y·َ‹ِ ْ]َِ ِ ُ\ ¹ُه \ yŠا ْ Y³َ ْ وįĤijĜ:﴿ žَ £ُ« :įĤijĜ ĹĘ ßĬوأ ،Żäر כאن įĬÍĘ ؛ĵĭđĩĤا אر×ÝĐź ÷ęĭĤا óذכ مïĝÜ وإن óĻכñÝĤا ĵĥĐ فóāĘ אĐאĩø ÙáĬËĨ Ĺİو÷ ęĭĤا ĵĤإ] أ ١٤٣] ÙĺאĭכĤا َ فóĀَ įĬŶ ﴾ۜ Y·Áَ ž۪ ْ bُءْرَ ٰ ﴿žَ ّYد ¿ٓc۪ َّ ªا ¥َ cَِ Àyْ َ إïèى اĤכĭאīĻÝĺ إĵĤ اċęĥĤ واóìŶى إĵĤ اĵĭđĩĤ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ ¢ ٢ ÙĥÝĝĤا ĵĤإ ďäóĺ ﴾ۜ Y·Áَ ž۪ ْ bُءْرَ ٰ دYّ žَ﴿ :įĤijĜ ģĻĜو .]١٣/٤٧ ،ïĩéĨ] ﴾ْ ¶Yُ ³َ§ْ َ «¶ْ َ ا ۚ¥َ cْjَ yَrْ َ ا .﴾ْcُ ْ «cََ ِ ْذ ¢ اĹÝĤ ıĻąÝĝÜא įĤijĜ:﴿ َوا ۜ﴾ أي Ĺüء īĨ اĤ×óĝة اÙèijÖñĩĤ. واijęĥÝìا ĹĘ ذĤכ اĤ×ăđ، Ĝאل Y·َ‹ِ ْ]َِ وįĤijĜ:\﴿ ٣ وĜאل اóęĤاء: İñíĘא اīĩĺŶ. وĜאل اïùĤي: ijİ .ñíęĤا ijİ :ƻ ÙĨóכĐو אس×Đ īÖا :ģĻĜو .אıĭĨ ħčĐ ijİ :÷Ĭأ īÖ ďĻÖóĤوا ÙĻĤאđĤا ijÖأ אلĜو .īĻęÝכĤا īĻÖ نijכÜ ĹÝĤا Ùđą×Ĥا אذđĨ įĤאĜ ،ÙĨאĻĝĤا مijĺ أï×ĺ įĭĨو ěĥíĤا Õכóĺ įĭĨو ،ÕĬñĤا ÕåĐ :ģĻĜو .ÕĬñĤا ijİ .אنùĥĤا :ģĻĜو .ĵĥ×ĺ אĨ óìوآ įĭĨ ěĥíĺ אĨ أول ijİو ،Ġ ģ×ä īÖ ١ ر - ģĝĺ. ٢ ر: اÙĥĻÝĝĤ. ٣ ر: اõåđĤ. ٥ ١٠ ١٥ 1018 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî ise “Bu, ancak Allah’tan gelen bir haberle bilinebilir. Biz sadece kitapta olduğu kadarıyla hareket eder. ‘Bir kısmı ile vurdu.’ deriz.” demiştir.1 Sonra, bu âyette gizli bir öge vardır. Yani cümle, “Ona bir parçası ile vurun dedik, ardından o ölüyü dirilttik.” şeklindedir. Ayrıca Mûsâ ölüye kendisi vurmayıp, onlara vurmalarını emretmiştir. Daha önce asayı yılana dönüştürdüğünde kendisini sihirbazlıkla suçladıkları gibi şimdi de yaptığı şeyi sihir ve hileye hamlederek kendisini töhmet altında bırakmasınlar diye böyle yapmıştır. Nitekim Firavun “Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız o olmalı!” [ Tâhâ 20/71] demişti. Diğerleri de “İki sihirbaz birbirlerine destek oluyorlar.” [ el-Kasas 28/48] demişlerdi. “İşte, Allah ölüleri böyle diriltir.” Yani, bu ölüyü dirilttiği gibi kıyamet gününde de ölüleri diriltir demektir. Yine bu sûrede yer alan “Yahut altı üstüne gelmiş bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi?” [ el-Bakara 2/259] âyeti de bu âyete atıftır. Her ne kadar araları uzak olsa da atıf yapmak câizdir. Çünkü Kur’ân’ın tamamı tek bir kitaptır, birbiri ile irtibatlıdır. Her ne kadar âyetler birbirine uzak olsa da mâna bunları birbirine bağlar. Bu durum şu âyetlerde de söz konusudur. “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer!” [el- Furkān 25/7] âyetinin cevabı “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerlerdi.” [el- Furkān 25/20] âyetidir. “ Sâd. O, şanlı Kur’ân’a yemin olsun ki…” [ Sâd 38/1] âyetinin cevabı “Şüphesiz bu, kesin bir gerçektir.” [ Sâd 38/64] âyetidir. “Tan yerinin ağarmasına, on geceye yemin olsun…” [ el-Fecr 89/1-2] âyetinin cevabı “Şüphesiz Rabbin gözetlemededir.” [ el-Fecr 89/14] âyetidir. Eğer, “ İsrâiloğulları yeniden dirilişe inanıyordu, onların “İşte Allah ölüleri böyle diriltir.” âyeti ile ilzam edilmelerinin mânası nedir?” denilirse şöyle deriz: Onlar buna sadece sözde ve taklit yoluyla inanıyorlardı. Allah ise açıkça ve kesin olarak bu konuya dikkatlerini çekti. Bu durum Hz. İbrâhim’in “ Hayır inandım ancak kalbimin tatmin olması için…” [ el-Bakara 2/260] demesi gibidir. Ebû Sehl et-Tâlekānî şöyle demiştir: Bu âyette nefislerin diriltilmesi kastedilmemiştir. Bilakis Hz. Peygamber aleyhisselâmın vasıflarını gizlemelerinin, recim ve benzeri hükümleri yok etmelerinin diriltilmesi (açıklanması) kastedilmektedir. Yani, “Nasıl onları açığa çıkardıysa bunu da açığa çıkarıyor.” denilmiştir. 1 Mâturîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 159. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1019 īכĤ ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ ó×íĤאÖ źإ כĤذ ħĥđĺ ź» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ١ .«אبÝכĤا ĹĘ אĨ رïĝÖ אıąđ×Ö لijĝĬ אĨو אıÖóąÖ ħİóĨأ ĵøijĨ إن ħà .ųا Ʃ אهĻèÉĘ אıąđ×Ö هijÖóąĘ أي ،óĩąĨ אĭıİ ħà įÖóĄ įùęĭÖ ĻęĬא ÙĩıÝĥĤ כŻĻ Õùĭĺ إĵĤ اóéùĤ أو اÙĥĻéĤ כĩא اijĩıÜه ïĭĐ إĻèאء اāđĤא انِ yَoْ ~ِ ﴿ ٢ ۚ﴾ [įĈ، ٧١/٢٠ [وĜאijĤا: yَoْ ªا ِّ ُ§ ُ̄ َ َّ ۪wي َ» َّ ªا ُ¦ُyÁُ ]۪ §َ َ ª µُ َ ²ِّ ĵÝè Ĝאل ijĐóĘن: ﴿ا .[٤٨/٢٨ ،ÿāĝĤا﴾ [اyَ¶Yَ َ َ b ْ َٰ̄¹ْb ﴾»أي כĩא أĵĻè ñİا اijÝĝĩĤل ĵĻéĺ اĵÜijĩĤ ijĺم ُ اª ِ ّ اà ٰ ċْ ُ À ¥َ ِ ªwٰ ¦َ﴿ :įĤijĜو ĵĥĐ فijĉđĨ [٢٥٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا_﴾ [ٍ َ Àyْ َ ¢ »ٰ «َ َ yّ®َ يw۪ َّ َْو َ¦ªY اĻĝĤאÙĨ. وįĤijĜ ĹĘ ñİه اijùĤرة: ﴿ا ģāÝĻĘăđ×ÖįąđÖ ģāÝĨ ïèאبواÝכįĥכ آنóĝĤا نŶ ؛ïُ ñİا، وإĩĬא äאزاėĉđĤ وإن đÖ َ َYم﴾ [اĜóęĤאن، ٧/٢٥] َ ْ ُ¦ُ© ّ اª Oَ َ ُ~ ¹ِل À yªا ّ اwَ ¶ٰ لYِ ®َ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،אتĺŴا ïĐא×Ü ďĨ ĹĬאđĩĤا َ َYم﴾ [اĜóęĤאن، ٢٠/٢٥]، َ ْ ُ¦ُ» ¹َن ّ اª OÁََ ª ْ·َُ ²ِّ َٓ ا Êّ ِ ا ±Áَ «۪ ~َyْ ¯ُ ْ َ ¥َ ِR ±َ اª «]ْ َ ¢ Y³َ ْ َْرَ~» وijäاįÖ:﴿ َوَRٓY ا ٌ﴾ [ص، ٦٤/٣٨]، وįĤijĜ: ¡ّ oَ َ ª¥َ ِ َ ٰذª ِ ّن ِۜ﴾ [ص، ١/٣٨] وijäاįÖ:﴿ ا yْ ¦ِ ِٰن ِذي ّ اwª ْ ْ£ُyا وįĤijĜ: ﴿ ٓص َواª ۜ﴾ [اóåęĤ، ١٤/٨٩[ دYِ †َ yْ ¯ِ ْ ªY]ِ َ ª ¥َ َ َ َرّ\ ِ ّن ٍۙ﴾ [اóåęĤ، ٢-١/٨٩ [وijäاįÖ:﴿ ا yƒْ َ لYٍ Áََ ِۙ َوª ykْ Ÿَ ْ ﴿َواª ¥َ ِ ªwٰ ¦َ﴿ :įĤijĝÖ ٣ ħıĨاõĤإ ĵĭđĨ אĩĘ ßđ×ĤאÖ īĺóĝĨ اijĬכא ģĻÐاóøإ ĹĭÖ إن :اijĤאĜ نÍĘ لijĝכ ijİو ،אĬאĝĺوإ אĬאĻĐ įĻĥĐ ħıı×ĭĘ اïĻĥĝÜو źijĜ īĺóĝĨ اijĬכא :אĭĥĜ ﴾»bٰ¹ْ¯َ ْ ُ اª ِ ّ اà ٰ ċْ ُ À ۪[ ۜ¿﴾ [اĤ×óĝة، ٢٦٠/٢]. ْ «َ ¢ َ َِÁ ْ َ¯ِئ ±ّ ª ±ْ §ِ ٰ ٰ« َوª «َ إóÖاħĻİ:\﴿ وĜאل أijÖ ģıø اĉĤאĝĤאĹĬ: ħĤ óĺد įÖ إĻèאء اijęĭĤس ĹĘ ñİه اÙĺŴ، ģÖ أراد إĻèאء Ĩא ٤ أĨאijÜا وכijĩÝا īĨ ÛđĬ اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم واèŶכאم כאħäóĤ وijéĬه. أي óıčĺ ñİه כĩא أóıČ ĥÜכ. ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٥٩/١ ٢ ح: ĝĘאijĤا. .ûĨאİ çĀ ،ħıĨاõĤإ - ح ٣ ٤ م - اÙĺŴ ģÖ أراد إĻèאء Ĩא أĨאijÜا وכijĩÝا īĨ ÛđĬ اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم واèŶכאم כאħäóĤ وijéĬه أي óıčĺ ñİه، çĀ .ûĨאİ ٥ ١٠ ١٥ 1020 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Mûcizelerini size böyle gösterir.” Yani, diğer mûcizelerini size gösteriyor. Yoksa bu âyetin gösterdiği mûcizeye hasredilmiş değildir. “Umulur ki akledersiniz.” Burada, akıl sahibi kimseler olmaları kastedilmemektedir, çünkü zaten onlar akıl sahibi kimselerdi. Ancak anlam şöyledir: Ölünün diriltilmesi ve benzeri mûcizeleri gördükten sonra dininiz konusunda yükümlü olduğunuz şeyleri düşünün! Kaffâl şöyle demiştir: Bu, başlangıç cümlesidir. Yani anlam şöyledir: “Ey Arap topluluğu! Allah, Hz. Muhammed aleyhisselâm konusunda size mûcizelerini gösteriyor. Onun aracılığı ile size, ancak kendisi haber verdiği zaman bilinebilecek gayb bilgilerini haber veriyor. Bunu da siz aklınızı başınıza alın ve onun sizi davet ettiği şeyi kabul edin diye yapıyor.” Burada akletme ifadesi, “Bunu aklet!” cümlesinin “Bunu iyi anla/belle!” anlamında kullanılmasına benzer şekilde kullanılmıştır. Daha öncesine matuf olabileceği de söylenmiştir. Yani, ölüyü dirilttiği gibi size başka mûcizeleri de gösteriyor demektir. Âyetin mânası şöyle de olabilir: Hz. Mûsâ’nın gelişinden itibaren sonuna kadar size bütün mûcizelerini göstermektedir. Beyaz el, asa, tufan, çekirgeler, ürün güvesi (haşerat), kurbağalar, kan, denizin yarılması, boğulmaktan kurtulmaları, Firavun ve yanındakilerin boğulması, Tîh çölünde iken onlara bıldırcın eti ve kudret helvasının bahşedilmesi, yetmiş kişinin öldürüldükten sonra yeniden diriltilmesi bu mûcizelerdendir. Kelbî’nin rivayetine göre olayın hikâyesi şöyledir: İsrâiloğulları’na Tevrat’ta şöyle denildi: Allah’ın size yazdığı ve size babanız İbrâhim’den miras kalan mukaddes beldeye - Dımaşk, Ürdün, Filistin- yerleştikten sonra orada yaşadığınız müddetçe iki belde arasında katili bilinmeyen bir ölü bulunursa bu olayı iyice araştırın. Eğer bulamazsanız onu en yakın belde(den birinin) yapmış olabileceğini kabul edin. Sonra, bu beldede ki bütün herkesi maktulün yanına götürsünler. Eğer katilin kim olduğunu bilirlerse onu öldürsünler. Eğer katilin kim olduğunu bulamazlarsa o belde sakinlerinden elli yaşlıyı seçsinler. Sonra bir yaşında kırmızı bir sığırı alıp bir vadiye götürüp onu orada kessinler. Ardından seçilen elli yaşlı, ellerini bu hayvanın üzerine koyup İsrâiloğulları’nın ilâhı, güçlü ve semanın Rabbi olan Allah adına onu öldürmediklerine ve onu kimin öldürdüğünü bilmediklerine dair yemin etsinler. Eğer yemin ederlerse bu suçtan berî olurlar ve maktulün diyetini alırlar. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1021 ١ ñİه اÙĺŴ. ۪﴾ أي دįĥÐź اóìŶى وź óāĝÝĺ ĵĥĐ إراءة įِ َאÜ ĺٰ ْ ا ħכĺ ُ ó۪ ُ ĺ َ وįĤijĜ:﴿ و īכĤو ،כĤñכ اijĬכא ïĝĘ ،ءŻĝĐ واóĻāÝĤ įÖ دóĺ ħĤ ﴾نijَ ĥُ ِ ĝْ đَ Ü ْ ħכُ ĥƪ َ đĤ﴿َ :įĤijĜو ĵÜijĩĤا אءĻèإ ĹĘ ųا Ʃ אتĺآ ħÝĺرأ إذا ħכĭĺد óĨأ īĨ ħכĻĥĐ Õåĺ אĨ اijĥĝđÝĤ :אهĭđĨ وijéĬه. ïĩéĨ ĹĘ بóđĤا óýđĨ אĺ įÜאĺآ ħכĺóĺو أي ،أïÝ×Ĩ مŻכ اñİ :ųا Ʃ وĜאل اęĝĤאل رįĩè ųا Ʃ īĐ ó×íÖ źإ فóđĺ أن زijåĺ ź يñĤا ÕĻĕĤا ħĥĐ īĨ įÖ ħכó×íĺ אĩÖ مŻùĤا įĻĥĐ ] أي اįĩıĘ. ٢ “اģĝĐ ñİا”، [١٤٣ب :įĤijĝכ ،įĻĤإ ħכijĐïĺ אĨ اijĥ×ĝÜو اijı×ĭÜ ĹכĤ ĵĤאđÜ وģĻĜ: ijåĺز أن ĺכijن ĘijĉđĨא ĵĥĐ Ĩא ø×ě، أي وĺóĺכħ آĺאįÜ כĩא أراכħ إĻèאء ه؛óìآ ĵĤإ ĵøijĨ ßđ×Ĩ أول īĨ įÜאĺآ ďĻĩä ħכĺóĺو :אهĭđĨ نijכĺ أن زijåĺو .ģĻÝĝĤا īĨ اïĻĤ اĤ׹Ļאء واāđĤא واĘijĉĤאن واóåĤاد واģĩĝĤ واęąĤאدع واïĤم وěĥĘ اĤ×óé ّ واijĥùĤى وåĬאħıÜ īĨ اóĕĤق وإóĔاق ijĐóĘن وįĨijĜ وכħıĬij ĹĘ اįĻÝĤ وõĬول اīĩĤ .ħıĜاóèإ ïđÖ īĻđ×ùĤا אءĻèوإ أرض ħÝĉ×İ إذا :راةijÝĤا ĹĘ ħıĤ ģĻĜ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ أن :Ĺ×ĥכĤا אلĜ אĨ įÝāĜو īĻĉùĥĘو ردنŶوا ěýĨد ħĻİاóÖإ ħכĻÖأ īĨ אàاóĻĨ ħכĤ ųا Ʃ ÕÝכ ĹÝĤا ÙøïĝĩĤا ħכàاóĻĨ ÷ĝĻĥĘ įĥÝĜ īĨ رىïĺ ź īĻÝĺóĜ īĻÖ ïäُ و ģĻÝĜ אĩĺأ واóčĬאĘ اñİ ħכóĻùĨ ĹĘ ħÝĨد אĩĘ اijĩĥđĺ ħĤ وإن ،هijĥÝĜ įĥÜאĜ اijĩĥĐ نÍĘ ،įÖ אđĻĩä ÙĺóĝĤا כĥÜ ģİأ واñìÉĻĥĘ אĩıÖóĜأ ĵĤإ ÙĻĤijè اءóĩè ةóĝÖ ونñìÉĺ ħà ÙĺóĝĤا ģİأ خijĻü īĨ אíĻü īĻùĩì واñìأ įĥÜאĜ ijĝĥĉĭĻĘن إĵĤ واد ijéÖñĻĘن ıĻĘא، ħà ďąĻĤ اijĻýĤخ اijùĩíĤن أħıĺïĺ ıĻĥĐא ijęĥéĻĘن ؤواóÖ اijęĥè نÍĘ ،ŻÜאĜ įĤ אĭĩĥĐ אĨو אهĭĥÝĜ אĨ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ įĤإ يijĝĤا אءĩùĤا رب ųאÖ Ʃ .įÝĺïÖ واñìوأ įĨد īĨ ١ ر: إرادة. ٢ ح ط ر: כĤijĝכ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1022 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Derken İsrâiloğulları’ndan iki erkek kardeş, malına varis olmak için Amîl adındaki amcaoğullarını öldürdüler. Bu iki adamın bir de genç ve güzel olan amcakızları vardı. Bu kız İsrâiloğulları arasında parmakla gösterilecek kadar güzeldi. Amcaoğullarının bu kızla evlenmesinden korktukları için onu öldürüp onu bir beldenin dışına götürüp attılar. Bu beldenin insanları sabahleyin bölgelerinde ölü bir kimse olduğunu gördüler, ancak onu kimin öldürdüğünü bilmiyorlardı. Daha sonra bu insanlar, nereden geldiğini, kimin öldürdüğünü bilmedikleri bu cesedi alıp Mûsâ’ya gittiler, katilin kim olduğunu bildirmesi için Allah’a dua etmesini söylediler. Mûsâ da Allah’a dua etti. Ardından Mûsâ’ya gelip “Ey Mûsâ! Rabbin ne cevap verdi?” dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Allah bir inek kesmenizi ve onun bir parçası ile ölüye vurmanızı emrediyor. Böylece o dirilecek ve size katilin kim olduğunu haber verecek.” Onlar, Mûsâ’nın kendileri ile dalga geçtiğini zannettiler ve “Sen bizimle alay mı ediyorsun?” dediler. Sordukları sorular ve onlara verilen cevaplar daha önce bu âyetin tefsirinde geçmişti. Daha sonra Kelbî şöyle devam etti: Zikredilen vasıflardaki sığırı araştırmaya başladılar. Sonun da onu, babalarının sahip olduğu sığırlardan kendisine sadece bir sığır kalmış olan ve kendisinin bu sığırdan başka bir şeyi olmayan bir adamın yanında buldular. Bu adam, bu sığırla çocuğu gibi ilgileniyordu. İsrâiloğulları onu kendilerine satmasını istediler. (Kendilerine satsın diye sürekli) fiyat da yükselttiler. Sonunda hayvanın derisi dolusunca altın verdiler de o da hayvanı onlara sattı. Hayvanı kestikten sonra onun bir parçası ile maktule vurmaları emredilmişti. Denileni yaptılar ve ölü dirilip boynundan kanlar akar vaziyette oturdu “Beni amcamın iki oğlu öldürdü.” dedi. Ardından o ikisi yakalanıp öldürüldüler ve mirastan da bir şey alamadılar. Bir rivayete göre bu olaydan sonra katil kimsenin varis olmadığı söylenir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: İsrâiloğulları arasında bir oğlu ve bir buzağısı olan sâlih bir adam vardı. Adam bu hayvanı bir ormana getirip “Allah’ım! Bu buzağıyı oğlum büyüyünceye kadar sana emanet ediyorum.” dedi ve onu bıraktı. Bir süre sonra adam öldü, buzağı da ormanda kalmaya devam etti. Nihayet çocuk da buzağı da büyüdü. Hayvan ormanda kaldığı müddetçe kendisini avlamaya çalışan kimselerden kaçmıştı. Çocuk büyüyünce elinde bir iple hayvanın yanına geldi. Buzağı kendiliğinden gence teslim oldu ve kendisini almasına izin verdi. Buzağı çok güzel ve besili idi. Daha sonra genç, onu annesinin yanına getirdi. Mûsâ aleyhisselâm kavmine “Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.” dedi. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1023 ĹכĤ هŻÝĝĘ ģĻĨאĐ įĩøا אĩıĤ ħĐ īÖا ĵĤإ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ īĨ انijìأ نŻäر ïĩđĘ אıéכĭĺ أن אĘאíĘ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ĹĘ ŻáĨ ÙĥĻĩä ÙÖאü אĩıĤ ħĐ ÛĭÖ ÛĬوכא įĤאĨ אàóĺ ÙĺóĝĤا ģİأ ç×ĀÉĘ ،ÙĺóĜ ÕĬאä ĵĤإ אهĻĝĤÉĘ هŻĩè ħà هŻÝĜ כĤñĥĘ ،אıĩĐ īÖا īĨو įĬÉü ħıĻĥĐ ĹĩĐ אĩĥĘ .įÖ ÙĺóĝĤا ģİأ ñìÉĘ ،įĥÝĜ īĨ رونïĺ ź ħıĭĻÖ ģĻÝĝĤوا ĵĤإ اijđäر אĩĥĘ ،ĵøijĨ אĐïĘ ،“įĥÜאĜ ĵĥĐ אĭđĥĉĺ أن ųا Ʃ ادع ،ĵøijĨ אĺ” :اijĤאĜ įĥÝĜ اijéÖñÜ أن ħכóĨÉĺ ųا Ʃ إن “:ħıĤ אلĜ “כ؟Öر כÖאäأ אذاĨ ،ĵøijĨ אĺ” :اijĤאĜ ĵøijĨ įĻĥĐ ĵøijĨ أن اijĭčĘ ،“įĥÝĜ īĐ ħכó×íĻĘ ûĻđĻĘ אıąđ×Ö ÛĻĩĤا اijÖóąÝĘ ةóĝÖ ĵĥĐ ħıĤ įÖاijäو ħıÜźاËø óوذכ .”وا؟õİ אĬñíÝÜأ “١ اŻùĤم õıÝùĺئ ħıÖ ĝĘאijĤا: אİوïäو ĵÝè ÙęāĤا هñİ ĵĥĐ ةóĝÖ اij×ĥĉĘ :אلĜ أن ĵĤإ אتĺŴا هñİ óĻùęÜ ĹĘ óĨ אıđĻ×ĺ أن هijĤÉø אĩĤ هïĤijכ אıĻÖóĺ ijıĘ įÐאÖŴ ّ īכ óĝÖ ÙĻĝÖ אİóĻĔ هïĭĐ ÛùĻĤ ģäر ïĭĐ إĺאħİ رijđĘا įĤ ĹĘ اīĩáĤ ĵÝè أijĉĐا ŷĨ ùĨכıא ذİ×א Ę×אıĐא ħıĭĨ، وכאijĬا أóĨوا :אلĜو אĨد ģĻùÜ įäوأودا÷ ĥåĘ ĹĻéĘ اijĥđęĘ אİijéÖñĺ أن ïđÖ אıąđ×Ö هijÖóąĺ أن .אÑĻü įàاóĻĨ īĨ אĻĉđĺ ħĤو ŻÝĜو اñìÉĘ ،“ħĐ אĭÖا ĹĭĥÝĜ” .ةóĝ×Ĥا ÕèאĀ ïđÖ ģÜאĜ رثijĺ ħĤ :ó×íĤا ĹĘو ģåđĤاĵÜÉĘ،ģåĐįĤوīÖاįĤçĤאĀ[ أ وĜאلاĐīÖ×אس: כאنĹĭÖĹĘإóøاģĻÐرģä] ١٤٤ ģäóĤا אتĨو ،”ó×כĺ ĵÝè ĹĭÖź ÙĥåđĤا هñİ כĐدijÝøأ ĹĬإ ħıĥĤا “:אلĝĘ įÝąĻĔ ĵĤإ بóıÜ ÛĬوכא אĬاijĐ אرتāĘ ÙĥåđĤا تó×وכ Ĺ×āĤا ó×כ ĵÝè ÙąĻĕĤا ĹĘ ģåđĤا ß×ĥĘ ÛĬوכא ،אıùęĬ īĨįÝĭכĨو įĤ ÛĭĐذÉĘ ģ×è įđĨو אİאÜأ Ĺ×āĤاó×אכĩĥĘ .אıĨرا īĨ ģכ īĨ “ةóĝÖ اijéÖñÜ أن ħכóĨÉĺųا Ʃ إن “:ĵøijĨ ħıĤ אلĜ אĩĥĘįĨأ אıÖ ĵÜÉĘ ،אıĭĩøوأ óĝ×Ĥا īùèأ ١ ط ر: ĜאijĤا. ٥ ١٠ ١٥ 1024 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ardından Kelbî âyetin tertibine göre kıssayı anlatmaya devam etti. Sonra şöyle dedi: Onlar, bu hayvanın yetim bir gence ait olduğunu öğrendiler. Ardından, Mûsâ’ya “İşte şimdi doğrusunu bildirdin dediler.” Hayvanı almak için genç ile pazarlık ettiler. Bu arada annesi gence “Bana danışmadan onu satma!” demişti. Derken pazarlık başladı ve sürekli fiyatı yükselttiler. Sonunda o hayvanı derisi dolusunca altın karşılığında almayı kabul ettiler. Süddî şöyle demiştir: [Kesmeleri gereken] ineği araştırdılar ve onu İsrâiloğulları’ndan bir gencin yanında buldular. Bu genç son derece takvâ sahibiydi. Hatta kendisine birisi çok değerli inci getirmişti ve o da bu inciyi elli bin dirheme satın almıştı. Ancak adama “Babam şu an uyuyor ve sandığın anahtarı da onda, biraz bekle, o uyansın, sonra sana paranı vereyim.” dedi. Adam ona “Babanı uyandır ve paramı ver!” dedi. Genç “Bunu yapamam ama babam uyanana kadar beni bekle, sana on bin dirhem daha fazla vereyim.” dedi. Adam, gence “Sen babanı uyandır, ben fiyattan on bin dirhem daha düşeyim.” dedi. Genç, “Beni beklemen karşılığında sana yirmi bin dirhem vereyim.” dedi. Bu şekilde genç fiyatı arttırmaya, adam da fiyatı düşürmeye devam etti. Fakat genç babasını uyandırmadı. Allah da o gence, babasına olan iyiliğine karşılık mükâfat bahşetti ve İsrâiloğulları’nın aradıkları sığırın tam da o gencin sahip olduğu sığır olmasını takdir buyurdu. İsrâiloğulları ona gelip “İneği bize sat.” dediler. O da “ Hayır.” dedi. İsrâiloğulları bu inek karşılığında ona iki inek vermeyi teklif ettiler. Yine reddetti. Nihayet onlar yedi ineğe kadar çıktılar. Ama o yine de kabul etmedi. Onlar da Mûsâ’ya gelip “ İsrâiloğulları’ndan bir gençte bu özelliklere sahip bir inek bulduk.” dediler. Hz. Mûsâ ona birini gönderip ineği satmasını söyledi. Genç “Benden onu zorla mı alacaksın Ey Mûsâ!” dedi. Hz. Mûsâ da “ Hayır.” dedi. Genç, “O benim malım, istediğim fiyata satarım.” dedi. Bunun üzerine Mûsâ “Genç doğru söylüyor, onu ikna edin.” dedi. Ardından ona ne kadar istediğini sordu. Genç, “Onu ancak derisi dolusunca altına satarım.” dedi. Başka yol bulamadıkları için istediği parayı verdiler ve ineği alıp Mûsâ’ya götürüp kestiler. Saîd b. Cübeyr onların kırk yıl boyunca ineği istediğini söylemiştir. İkrime şöyle demiştir: Aradıkları ineği “Onu yüz dirheme satarım.” diyen bir adamda buldular. Bu fiyatı kabul etmeyip Mûsâ’ya müracaat ettiler. Mûsâ da “O daha iyi bilir, isterse satar, isterse satmaz.” dedi. Adama geri dönüp yüz dinara alacaklarını söylediler. Bu sefer adam “İki yüz dirhemden aşağı satmam.” dedi. Bu şekilde Mûsâ ile adam arasında gidip geldiler. Her seferinde fiyat arttı. En sonunda adam “Onu ancak derisi dolusunca altına satarım.” dedi. Onlar da bu fiyata satın aldılar. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1025 وذכó اÙāĝĤ ĵĥĐ ÕĻÜóÜ ñİه اĺŴאت وĜאل: ijĘóđĘا أıĬא óĝÖة اħĻÝĻĤ ĜאijĤا: “اŴن ÛÑä اijĤاõĺ ħĥĘ ،“ĹĬאورýÜ ĵÝè אıđ×Ü ź” :įĨأ įĤ ÛĤאĝĘ ،ħĻÝĻĤا אıÖ اijĨאوùĘ ،“ěéĤאÖ ïĺõĺوįĬ ĵÝè رijĄا ÉÖن óÝýĺوİא ģĩÖء ùĨכıא ذİ×א. כאن ģĻÐاóøإ ĹĭÖ אنĩĥĔ īĨ مŻĔ ïĭĐ źإ אİوïåĺ ħĥĘ ةóĝ×Ĥا اij×ĥĈ :يïùĤا אلĜو Öאرا Ʃ Öאų وכאن īĨ óÖه أن إùĬאĬא أÜאه ËĤËĥÖ ĘאÝÖאįĐ اŻĕĤم īĻùĩíÖ أęĤא وכאن ĹĘ اËĤËĥĤ ċĝĻÝùĺ ĵÝè óčÝĬאĘ ،įđĨ وقïĭāĤا אحÝęĨو ħÐאĬ ĹÖأ إن “:مŻĕĤا įĤ אلĝĘ ،ģąĘ īכĤو ،ģđĘŶ Ûĭכ אĨ” :אلĝĘ ،“אلĩĤا ĹĭĉĐÉĘ אكÖأ ċĝĺÉĘ” :אلĜ ،“īĩáĤا כĻĉĐÉĘ ةóýĐ כĭĐ ćèأ אĬوأ “:ģäóĤا אلĝĘ ،“ĹÖأ į×Ýĭĺ ĵÝè ĹĬóčÝĬאĘ فźآ ةóýĐ كïĺأز آźف ĵĥĐ أن ċĜijÜ أÖאك”، Ĝאل اŻĕĤم: “وأĬא أزïĺك īĺóýĐ أęĤא ĵĥĐ أن óčÝĭÜ“، أن هó×Ö ųا Ʃ į×ĝĐÉĘ ،אهÖأ مŻĕĤا ċĜijĺ ħĥĘ ËĤËĥĤا ÕèאĀ ćéĺو مŻĕĤا ïĺõĺ źاõĺ ħĥĘ ĵÖÉĘ īĻÜóĝÖ אıÖ هijĉĐÉĘ ،“ź” :אلĝĘ ،“אİאĭđÖ” :اijĤאĝĘ هijÜÉĘ هïĭĐ ةóĝ×Ĥا כĥÜ ģđä ïĭĐ ةóĝ×Ĥا هñİ ÙęĀ אĬïäو “:اijĤאĝĘ ĵøijĨ اijÜÉĘ ،ĵÖÉĘ اتóĝÖ ď×ø هijĉĐأ ĵÝè אĺ אİñìÉÜأ “:مŻĕĤا אلĝĘ ،“ħıđÖ” :אلĝĘ ĵøijĨ įĻĤإ ßđ×Ę ،“ģĻÐاóøإ ĹĭÖ īĨ مŻĔ ،قïĀ” :ĵøijĨ אلĜ ،“ÛÑü אĩÖ אıđĻÖأ ĹĤאĨ ĹıĘ ”אلĝĘ ،“ź” :אلĜ “א×āĔ ĵøijĨ ħĥĘ ،“א×İذ אıכùĨ ءģĩÖ źإ אıđĻÖأ ź” :אلĝĘ “ل؟ÉùÜ אذاĩĘ” :įĤ אلĜ ħà ،“هijĄرÉĘ .אİijéÖñĘ ĵøijĨ ĵĤإ אıÖ אؤواåĘ ةóĝ×Ĥا واñìÉĘ هijĉĐÉĘ اïÖ واïåĺ אİوïäو :ÙĨóכĐ אلĜو .Ùĭø īĻđÖأر אİij×ĥĈ ةóĝ×Ĥا אبéĀأ إن :óĻ×ä īÖ ïĻđø אلĜو ïĭĐ رģä Ĝאل: “أıđĻÖא ĩÖאÙÐ دĭĺאر” ijÖÉĘا ورijđäا إĵĤ ĵøijĨ ĝĘאل: “ijİ أħĥĐ إن üאء :אلĝĘ ،“אرĭĺد ÙÐאĩÖ אİאĬñìأ ïĜ” :اijĤאĝĘ ģäóĤا ĵĤإ אدواđĘ ،“אıđ×ĺ ħĤ אءü وإن אıĐאÖ ةóĝ×Ĥا ÕèאĀ ĵĤوإ ĵøijĨ ĵĤإ دونijđĺ اijĤاõĺ ħĥĘ ،“אرĭĺد ĹÝÐאĨ īĨ אıāĝĬأ ź” .įÖ אİوñìÉĘ “א×İذ אıכùĨ ءģĩÖ źإ אıđĻÖأ ÛùĤ” :אلĜ ĵÝè īĩáĤا ħıĻĥĐ ėđąĻĘ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1026 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Süddî şöyle demiştir: İsrâiloğulları arasında amcasının yanında yaşayan yetim bir çocuk vardı. Çocuk buluğ çağına erdiği zaman amcasına “Amcacığım, beni kızınla evlendirsene!” dedi. Amcası bunu kabul etmedi. Bunun üzerine genç “Vallahi amcamı öldüreceğim. Malına mirasçı olacağım, kızı ile evleneceğim ve diyetini de alacağım.” dedi. Sonra bir gece amcasına “Benim İsrâiloğulları kabilelerinden biri ile bir işim var, bana yardım eder misin?” dedi. Böylelikle amcasını yanında götürdü. Ardından yolda amcasının üzerine atıldı. Daha önceden onu öldürmek için hazırladığı hançeri ona sapladı ve amcasını öldürdü. Sabah olunca da amcasının ölüsüne ağlamaya başladı ve bilerek amcasının kabilesi hariç diğer kabilelerin hepsini gezdi. Onlara “Amcamı siz öldürdünüz!” dedi. Ardından hepsini toplayıp Mûsâ’ya götürdü ve diyet talebinde bulundu. Onlar da kendilerinin öldürmediğini söyleyerek suçu birbirlerinin üzerine attılar. Sonra Allah Teâlâ Mûsâ’ya vahyetti ve bir inek kesmelerini emretti. İbn Sîrîn’den şöyle rivayet edilmiştir: Adamın biri, malına varis olmak için bir akrabasını öldürdü. Sonra onu başka bir kabilenin kapısının önüne götürüp attı. Ardından akrabasının kan parasını onlardan talep etti. Onlar da bu kişiyi öldürmeye meylettiler. Böylece iki taraf kılıçlarını kuşandı. O sırada adamın biri “Aranızda Allah’ın peygamberi Mûsâ varken birbirinizle mi savaşacaksınız.” dedi. Bunun üzerine birbirlerinden el çektiler. Sonra Hz. Mûsâ’ya gidip olanları anlattılar. Bunun devamında İbn Sîrîn, âyette anlatılan kıssayı zikretmiştir. Kuşeyrî “Ne yaşlı ne körpe, ikisi arası bir hayvan” [ el-Bakara 2/68] âyeti hakkında şöyle demiştir: Burada şuna işaret vardır. Bu tarikata uygun olan insan, gençliğin cazibesi ve sarhoşluğuna kapılmayan, ihtiyarlığın âcizlik ve zaafı ile atıl hâle gelmeyen, aksine sarhoşluğundan ayılıp kendinde olan ve sonrasında ömründen kendisi için zindelik kalan kimsedir.1 Mârifet ehlinden kimileri “Hiç alacası olmayan” [ el-Bakara 2/71] âyeti hakkında şöyle demiştir: Bu âyette şuna dikkat çekilmiştir. Kulun hâllerinden en çok övüleni, dünyanın meşgaleleri kendisini dağıtmaksızın tek bir hâl üzere Allah ile beraber olmasıdır. 1 Kuşeyrî, Letâfiü’l-İşârât, 1: 51. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1027 :אلĜ ĵÝęĤا ēĥÖ אĩĥĘ ،įĩĐ óåè ĹĘ ħĻÝĺ ĵÝĘ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ĹĘ כאن :يïùĤا אلĜو įĤאĨ īàرŶو ĹĩĐ īĥÝĜŶ ųوا Ʃ ” :ĵÝęĤا אلĝĘ įĻĥĐ ĵÖÉĘ “כÝĭÖا ĹĭéכĬأ ،ħĐ אĺ” īĨ אط×øأ īĨ ć×ø ĹĘ Ùäאè ĹĤ إن “:ÙĥĻĤ įĩđĤ אلĝĘ ،“įÝĺد نñìŴو įÝĭÖا īéכĬŶو įĥÝĝĤ [ أïĐه [١٤٤ب ٢ óåĭíÖ כאن ّ ُ َه É َ ä َ ١ و įÖ ģìد إذا ĵÝè įĩđÖ ěĥĉĬאĘ “ģĻÐاóøإ ĹĭÖ اïĩĐ įĩĐ אıĻĘ ÷ĻĤ ĹÝĤا אط×øŶאÖ אفĉĘ įĩĐ ĵĥĐ Ĺכ×ĺ ģđä ç×Āأ אĩĥĘ ،įĥÝĝĘ ħıĬأ įĻĘ اijđĘاïÝĘ ÙĺïĤا ħıĻĥĐ ضóđĘ ĵøijĨ ĵĤإ ħıÖ ÕİñĘ ،“هijĩÝĥÝĜ ħכĬإ “:אلĜو .ةóĝÖ اijéÖñĺ أن ħİóĨ أن įĻĤإ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ĵèوÉĘ هijĥÝĝĺ ħĤ אهĝĤÉĘ įÖ Õİذ ħà įàóĻĤ įĥÝĝĘ įàورا ijİ ÙÖاóĜ ذو įĤ כאن Żäر أن :īĺóĻø īÖا īĐ حŻùĤا אنĝĺóęĤا×÷ Ĥ ĵÝè هijĥÝĝĺ أن اijĩıĘ įĨïÖ Õĥĉĺ ç×Āوأ īĺóìآ مijĜ אبÖ ĵĥĐ ħà ăđÖ īĐ ħıąđÖ ėכĘ “؟ĵøijĨ ųا Ʃ Ĺ×Ĭ ħכĻĘو نijĥÝÝĝÜأ “:ħıĤ ģäر אلĝĘ اijĝĥĉĬا إĵĤ ĵøijĨ ñĘכóوا įĤ ذĤכ، وذכó اÙāĝĤ. ِ ۜ¥َ ﴾ [اĤ×óĝة، ªذٰ ±َ Áَْ ٌان \ ¹ََ yۜ ٌ§ْ ِ ض َوَÊ\ ٌ ِ رYžَ Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم اóĻýĝĤي رįĩè َ ُق اýĤ×אب وøכóه، وħĤ õَ Ĭ هijıÝùĺ ħĤ īĨ ÙĝĺóĉĤا هñıĤ çĥāĺ يñĤا أن אرةüإ «:]٦٨/٢ ٣ אرةąĬ ïđÖ ُ įĤ ĹĝÖو هóכø īĨ אقęÝøا אحĀ ijİ ģÖ ،įęđĄو ÕĻýĩĤا õåĐ įĥĉđĺ ٤ .«هóĩĐ īĨ أن ĵĥĐ įĻ×ĭÜ اñİ :[٧١/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ۜ Y·Áَ ž۪ _َÁَ‚ِ Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ÙĘóđĩĤا ģİأ ăđÖ אلĜو .אĻĬïĤا مijĩİ įĻĥĐ ÛÝýÝĺ ź ïèوا نijĤ ĵĥĐ ųا Ʃ أïĨح اijèŶال đĥĤ×ï أن ĺכijن ďĨ ١ ر + اęĩĤאزة. ٢ ح ط: وäאه؛ ر: وäאįÐ. ٣ ر: ąĘאدة. ٤ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٥١/١ ٥ ١٠ ١٥ 1028 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle demiştir: “Kimin dünyalık dertleri dallanıp budaklanırsa (çoğalırsa) Allah, o kimsenin hangi vadide helâk olacağına aldırış etmez.”1 Sûfîlerden (fukarâ) biri, bir kişinin “Her gün hâlden hâle giriyorsun, oysa şu anki hâlin daha güzel!” dediğini işitmiş ve onu dinledikçe “İşte benim Allah ile olan hâlim de aynen böyledir.” demiş, ardından bir taraftan böyle söyleyip diğer taraftan feryat ederek çığlık atıp ruhunu teslim etmiş. Mârifet ehli şöyle der: “Ona sığırın bir parçası ile vurun. İşte Allah ölüleri böyle diriltir.” Allah’ın ölüyü ineğin kesilmesi ile diriltmiş olmasının sebebi kullarının dikkatini şu hususa çekmektir: Kalbinin dirilmesini isteyen kimse buna ancak nefsini öldürerek ulaşabilir. Kim riyazet çeşitleri ile nefsini öldürürse Allah, müşâhede nûrları ile o kimsenin kalbini diriltir. 74. Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir. [ el-Bakara 2/74] “Kalpleriniz yine katılaştı.” Yani sertleşti ve katılaştı. Bu kelime kasâ (katılaştı), yeksû (katılaşır), kāsveten, kāsin ve kāsiyyün (katı) şeklinde gelir. Allah Teâlâ “Kalplerini katılaştırdık.” [ el-Mâide 5/13] demiştir. Bu âyette bu kelime kasiyyeten şeklinde de okunmuştur. Hacerun kāsin “sert taş”, el-kasiyye “soğuk gece”, el-mukāsât ise bir işi zorlukla düzeltmek demektir. “Bunun ardından” Abdullah b. Abbas ve Katâde şöyle demiştir: Yani öldürülenin diriltilmesinden sonra. Bu âyet, iki katile hitaptır. Yani, maktul diriltildi ve amcasının iki oğlunun kendisini öldürdüğünü söyledi. Fakat onlar bu büyük âyete rağmen bunu reddettiler. Bir görüşe göre âyetin mânası, “Ölü diriltildikten sonra bile hakikate boyun eğme konusunda kalpleriniz yine katıydı.” şeklindedir. Çünkü onlar bu olaydan sonra bile hâlâ söz dinlemiyorlardı ve peygamberlere karşı inatçı ve hasetçi idiler. 1 Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 2: 309. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1029 ٣ ٢ ĥİכ». įÝĺأود أي ĹĘ ųا Ʃ אل×ĺ ħĤ مijĩıĤا įÖ Û×đýÜ īĨ» ١ :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜ ėĜijĘ “īùèأ כÖ اñİ óĻĔ ،نijĥÝÜ مijĺ ģכ “:لijĝÜ ÙĥÐאĜ اءóĝęĤا ăđÖ ďĩøو Ùĝıü ěıü ĵÝè اñכİ لõĺ ħĥĘ ųا Ʃ ďĨ ĹÝĤאè هñİ :لijĝĺ ijİو ěıýĺو אıĻĤإ ٤ ďĩÝùĺ כאن įęÝè ıĻĘא. ģđä אĩĬإ«﴾ bٰ¹ْ¯َ ْ ُ اª ِ ّ اà ٰ ċْ ُ À ¥َ ِ ªwٰ ¦َ ۜ Y·َ‹ِ ْ]َِ ِ ُ\ ¹ُه \ yŠا ْ Y³َ ْ ٥ أģİ اÙĘóđĩĤ:﴿ žَ £ُ« وĜאل įĤ تÉÝĺ ħĤ į×ĥĜ אءĻèإ ħıĭĨ أراد īĨ أن هïĻ×đĤ אıĻ×ĭÜ ةóĝ×Ĥا çÖذ ĹĘ لijÝĝĩĤا אءĻèإ ųا Ʃ .اتïİאýĩĤا ارijĬÉÖ į×ĥĜ ųا Ʃ ĵĻèأ אتĄאĺóĤا اعijĬÉÖ אıÜאĨأ īĩĘ .įùęĬ ÙÜאĨÍÖ źإ īَ Ĩِ نƪ اِ َ َ ًۜة و ij ْ ùĜَ ï ƫ ْ َا َü َ ِة َاو َ َכ ْאĤ ِé َåאر ĹıِĘَ כَ Ĥِذٰ ïِ ْ đَ Ö īْ Ĩِ ْ ُ ُכħ ÖijĥُĜُ Ûْ َ ùĜَ ƪ ħàُ -٧٤ َ א َא َĩĤ ıْ َ ِا ƪن ِĭĨ ُۜ و َٓאء ُ ْاĩĤ įْ ُ ُج ِĭĨ óíْ َ ĻĘَ ěُĝƪýƪ َ َ א ĺ َא َĩĤ ıْ َ ِا ƪن ِĭĨ ُۜ و َאر ıĬْźا َ ْ ُ įْ ĭĨِ ُ óåƪ ęَ َ Ý َ َ א ĺ َ ِة َĩĤ אرåَ éِ Ĥاْ نijَ ĥُ َ ĩ ْ đÜَ א ƪ ĩĐَ ģٍ Ęאِ ĕَÖِ ųا ُƩ َא Ĩَ ۜ و ųا ِƩ Ùِ َ Ļýْ ìَ īْ Ĩِ ćُ ×ِ ْ ıَ ĺ ،אسٍ Ĝَ ijıĘ ،ً ة َ ij ْ ùĜَ ،ij ُ ùْ ĝ َ َ א، ĺ ùĜَ ïĜو تïÝüوا ÛčĥĔ أي﴾ ْ§ ُ\ ¹ُ» ُ¢ُ aْ َ َ ¢ َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو َ ً_، و“óåè Ĝאس” أي Áِّ َ ۚ﴾ [اĩĤאïÐة، ١٣/٥] وóĜئ ¢ _ًÁَ~Yِ َ ¢ ْ·َُ \¹«ُ¢ُ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ، ƭ ĹùِĜوَ ÕĥĀ، واÙĻùĝĤ اÙĥĻĥĤ اĤ×אردة، واĝĩĤאøאة đĨאÙåĤ اóĨŶ ïýÖة. ِ ¥َ﴾ Ĝאل اīÖ Đ×אس وÝĜאدة: أي īĨ ïđÖ إĻèאء اģĻÝĝĤ وijİ ªذٰ uِ ْ َ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ\ ÙĺŴا هñİ رijıČ ďĨ اóכĬÉĘ هŻÝĜ įĩĐ ĹĭÖا أن ó×ìÉĘ ģĻÝĝĤا Ĺè أي ،įĻĥÜאĝĤ אبĉì اÙĩĻčđĤ. اijĤاõĺ ħĤو ěéĥĤ אدĻĝĬźا īĐ ÛĻĩĤا אءĻèإ ïđÖ ħכÖijĥĜ ÛùĜ ħà אهĭđĨ ģÖ :ģĻĜو .אčĐو نijĥ×ĝĺ ź אءĻ×ĬŷĤ אدĭĐو ïùè ģİأ هïđÖ .įĨijĩİ ďĻĩä ųا אهęכ אدđĩĤا ħİ ijİو اïèوا אĩİ įĨijĩİ ģđä īĨ +ر ط ١ ٢ ط ر: واد. ٣ ijĬادر اijĀŶل éĥĤכħĻ اñĨóÝĤي، .٣٠٩/٢ ٤ ط: ďĩùĺ. ٥ ح ط ر + ăđÖ. ٥ ١٠ ١٥ 1030 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre âyetin mânası, “Maktulün diriltilmesinden ve diğer mûcizelerden sonra kalpleriniz yine katılaştı. Tîh çölünde ve diğer yerlerde Mûsâ’ya karşı gelmekten ve inat etmekten geri durmadınız.” şeklindedir. Tüm bunların hepsi İsrâiloğulları’nın selefleri ile ilgilidir. Bir görüşe göre bu, Hz. Peygamber aleyhisselâm dönemindeki yahudi din adamlarına hitaptır. Yani anlam, “Seleflerinize verilen mûcizelerden, yaptıkları cürümlere verilen cezalardan, onlardan alınan sözden sonra; tüm bu âyetlerin bilgisinden sonra -ki bu âyetler insanın kalbini yumuşatır- siz yine azgınlık ettiniz.” şeklindedir. Bu konuda mümin kimsenin özelliğinin ne olduğu daha önce geçmişti. Allah Teâlâ, “Rablerinden korkanların derileri ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar.” [ ez-Zümer 39/23] buyurur. “Taş gibi (katılaştı)” Yani, bu kalpler sertlikte ve katılıkta taş gibi oldu demektir. Hicâratün kelimesi, hacer (taş) kelimesinin çoğuludur. “Hatta [taştan] daha katı oldu.” “Yahut onların durumu, yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir.” [ el-Bakara 2/19] âyetinin tefsirinde “ev” (ya da) atıf harfinin pek çok mânasının olduğunu belirtmiştik. Burada da “ev” (atıf harfi) pek çok mânaya hamledilebilir. Bunlardan birincisi vâv (ve) mânasında olmasıdır. Bir diğeri bel (bilakis) mânasında olmasıdır. Bir diğeri tahyîr (seçenek sunma) mânasında olmasıdır. Yani, “İsterseniz o kalpleri taş gibi farz edin, o kalpler aynı onun gibidir. İsterseniz onları taştan daha katı farz edin, o kalpler aynı onun gibidir.” demektir. Nitekim “İster Hasan ile otur ister İbn Sîrîn ile” denilir. Burada da “ev” tahyîr (seçenek sunma) mânasındadır. Veya her ne kadar Allah bilse de bu durumu kullara müphem bırakmak için burada “ev” edatı kullanılmış olabilir. Bu, birinin diğerine “Ekmek veya et yerim.” demesi gibidir. Nitekim eğer muhatabına sadece bu iki şeyden birini yediğini, üçüncü bir şey yemediğini bildirmek istersen ve ihtiyaç olmadığı için veya tam olarak ne yediğini belirtmek istemediğin için ona bu ikisinden hangisini yediğine dair bilgi vermeden bu noktayı müphem bırakırsan böyle söylersin. Şu sözün de bunun gibidir. “Sadece tatlı veya ekşi yedi.” Yani, bu ikisi haricinde bir şey yemedi, ama hangisi olduğu konusunda tereddüt vardır. O zaman âyetin mânası şöyledir: “Sizin topluluğunuzda ki insanların kalpleri ya taş gibidir ya da ondan daha katıdır. Bu ikisi haricinde bir şey değildir, yani taştan daha yumuşak olamaz.” 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1031 اijĥíÜ ħĥĘ אتĺŴا īĨ هóĻĔو ģĻÝĝĤا هñİ אءĻèإ ïđÖ ħכÖijĥĜ ÛùĜ אهĭđĨ ģÖ :ģĻĜو .ħıĘŻøأ ĵĥĐ ďäرا įĥכ اñİو ،כĤذ óĻĔو įĻÝĤا ĹĘ ĵøijĨ ĵĥĐ اضóÝĐوا אدĭĐ īĐ [ أ ١٤٥] ħכÖijĥĜ ÛčĥĔ أي ،אر×èŶا īĨ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا óāĐ ģİأ אبĉì ijİ :ģĻĜو ĨïđÖא äאء أواĥÐכħ īĨ اĺŴאت واÖijĝđĤאت ĵĥĐ اĭåĤאĺאت واijĩĤاěĻà اijìÉĩĤذة ħıĻĥĐ īĻĭĨËĩĤا ėĀو óĨو .بijĥĝĤا אİïĭĐ īĻĥÜ ĹÝĤا אتĺŴאÖ ħĥđĤا īĨ ħכïĭĐ אĨ ďĨ ħÝĻĕĉĘ ِ yْ ٰ« ِذ¦ ªِ َ ۪» ُÁ± ُjُ «¹ُدُ¶ ْ َوُ¢ُ» ¹ُ\ُ·ْ ا b َ ّ fُ ۚ ْ·َُ َ ْs َ¹ْƒَن َرّ\ À ±À َ w۪ َّ ªا د¹ُ» ُjُ µُ³ْ®ِ ُyّ ِƒَ ْ £َ ذĤכ، Ĝאل: ﴿b ۜ﴾ [اóĨõĤ، ٢٣/٣٩[ ّ اà ِٰ ĹĘ ،óåéĤا ďĩä Ĺİو ،אرةåéĤا ģáĨ بijĥĝĤا هñıĘ أي﴾ ةِرYَ kَ oِ ْ ªY¦َ َ وįĤijĜ:﴿ ِžَ¿· اïýĤة واċĥĕĤ. ٓ ِYء﴾ [اĤ×óĝة، َْو َ¦ ِّ‡َÁ ٍ [ِ ®±َ ّ اªَ َ¯ ا ﴿:įĤijĜ óĻùęÜ ïĭĐ אĬóذכ﴾ ۜ َ ً¹َْة ¢ ُ uّ ‚َ َ َْو ا وįĤijĜ:﴿ ا ١٩/٢] أن “أو” ĵĥĐ وijäه כóĻáة وħĻĝÝùĺ ıĥĩèא ĭıİא ĵĥĐ ïĐة ıĭĨא، أİïèא ĵĭđĩÖ اijĤاو، وıĭĨא أıĬא ĵĭđĩÖ ģÖ، وıĭĨא أıĬא óĻĻíÝĥĤ، أي إن ħÝÑü Ęאİijĥđäא כאåéĤאرة ĹıĘ ıĥáĨא وإن ħÝÑü Ęאİijĥđäא أïü ıĭĨא ıĬÍĘא כĤñכ، כĩא ĝĺאل: “äאĤ ÷اīùéĤ أو اīÖ īĺóĻø “أįĬ óĻĻíÝĥĤ، وıĭĨא أıĬא ĵĥĐ إıÖאم اóĨŶ ĵĥĐ اđĤ×אد وإن כאن Ʃ اų ģä įĤŻä ĐאĩĤא ĤñÖכ، כijĝل اģäóĤ óìŴ:” أכÛĥ ì×õا أو ĩéĤא” إذا أردت أن íÜ×óه īכĺ ħĤ إذا įĻĥĐ ó×íĤا ÛĩıÖوأ אĩİóĻĔ אáĤאà ź īĻÑĻýĤا īĺñİ ïèأ Ûĥأכ אĩĬإ כĬأ اijĥè źإ ģآכ אĨ” :כĤijĝכ įĬأ אıĭĨو ،įĤ įĭĻĻđÜ دóÜ ħĤ أو īĻĻđÝĤا ĵĤإ Ùäאè כÖ بijĥĜ أن :אهĭđĨو ،אĩıĻĥĐ ددóÝĺ ģÖ īĺñİ īĐ جóíĺ ź ĹĨאđĈ أي ،”אąĨאè أو ĩäאÝĐכħ إĨא כאåéĤאرة وإĨא أïü ijùĜة ıĭĨא وĻĤ ÷ıĻĘא Ĩא óíĺج īĐ īĺñİ ÝĘכijن أīĻĤ īĨ اåéĤאرة. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1032 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İşin aslı şudur: Aranızdan bu kimseleri bilenler nezdinde onların durumu ya taş gibi ya da ondan daha katıdır. Fakat Allah katında onlar, bu iki şeyden sadece biri gibidirler, bunda şüphe yoktur. Siz, her iki duruma da yakın olduğunuz için şüpheye düşüyorsunuz. Benzer kullanım “Biz onu yüz bin yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik.” [ es-Sâffât 37/147], “O kadar ki aralarında iki yay boyu veya daha az kaldı.” [ en-Necm 53/9] âyetlerinde de vardır. Bir görüşe göre bu söz iki grup hakkındadır, yani anlam “Bir kısmınızın kalbi taş gibi, bir kısmınızın ise ondan daha katı” şeklindedir. Bir görüşe göre bu ifade, kalpleri pekiştirmeye yöneliktir. Bu meyanda Allah önce, bildikleri, sertliğin son noktasındaki şeyle benzetmeye başlamış ve onların kalbini taşa benzetmiş, ardından kalplerinin tamamen katılaştığını açıklamak üzere o kalplerin taştan daha sert olduğunu ifade etmiştir. Bildirim cümlelerinde önce düşük olandan başlanıp sonra yüksek olana geçilebilir ki bu kullanım, dinleyicinin kalbinde daha çok etki bırakır. Benzer şekilde Allah Teâlâ önce “Hani sen müminlere ‘Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?’ diyordun.” [ Âl-i İmrân 3/124] demiş, ardından da “Rabbiniz size beş bin nişanlı melekle yardım eder.” [ Âl-i İmrân 3/125] demiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâm da sahâbeye “Ben sizin cennet ehlinin üçte birini oluşturmanızı temenni ediyorum.” buyurmuş, sahâbenin sevinçle tekbir getirmesinin ardında da “Sizin cennet ehlinin yarısını oluşturmanızı temenni ediyorum.” demiştir. Sahâbe yine sevinç tekbiri getirince “Ben sizin cennet ehlinin üçte ikisini oluşturmanızı temenni ediyorum.” buyurmuştur.1 “Hatta daha katı” Buradaki eşeddü (daha katı) ifadesi ke’l-hicârati (taş gibi) ifadesindeki kef (gibi) harfinin anlamına atfedilmiş olmasından dolayı merfûdur. Kasveten (katılık itibariyle) kelimesi temyiz olduğu için mansubdur. Bu kullanımın benzeri “O, ahlâk açısından insanların en iyisi ve şefkat bakımından en kâmilidir.” şeklindeki cümlede geçen hulukan (ahlâk açısından) ve rifkan (şefkatli olmak bakımından) kelimelerinde de vardır. İmam Mâtürîdî şöyle der: 1 Buhârî, “Ehâdisü’l-Enbiya”, 9. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1033 אĨÉĘ אıĭĨ ïüأ أو رةijāĤا هñİ ĵĥĐ ħכĭĨ ħıĬÉü فóĐ īĨ ïĭĐ ءźËİ أن įÝĝĻĝèو :įĤijĜ اñوכ .įĻĘ نijכýÜ īĺóĨŶا אربĝÝĤ ħÝĬوأ ،įĻĘ כü ź įĭĻđÖ אĩİïèÉכ ijıĘ ųا Ʃ ïĭĐ َ ْد²ٰ ۚ«﴾ َْو ا ¹َْ َ~ْÁ±ِ ا َ َ Yب ¢ ۚ﴾ [اāĤאĘאت، ١٤٧/٣٧] وįĤijĜ:﴿ žَ َ §َYن ¢ ۪ ُuÀ َون {َ َْو À ْ ٍ ا ªَ َ ِ_ ا ٰ« ِRYئ ªِ ﴿ا [اħåĭĤ، ٩/٥٣[. ÷ĻøÉÜ ١ وģĻĜ ñİا ĹĘ īĻĝĺóĘ، أي ąđÖכħ כñا وąđÖכħ כñا. وģĻĜ: ñİا īĻÖ ħà אرةåéĤאÖ אıı×ýĘ ةïýĤا ÙĺאıĬ ĹĘ įĬijĘóđĺ אĩÖ أï×Ę بijĥĝĤا ĹĘ óĺóĝÝĥĤ ijİو ĵĥĐŶאÖ ħà ĵĬدŶאÖ אر×ìŶا ĹĘ أï×ĺ ïĜو ،אıĭĨ ĵùĜأ אıĬأ אıÜijùĜ אلĩכ ٰ َÊٍف ِR ±َ ٰ َgِ _ا «gَِ \ ْ §ُ ُ َ ُ¦ْ َرّ\ uّ ¯ِ ُ َ ْن À َ ْ§َŸِÁ ُ §ْ ا À ±ْ َ ªَ ا ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ÕĥĝĤا ĹĘ ďĜأو ٰ َÊٍف﴾ [آل óĩĐان، ِ َs ْ ¯َِ _ا \ ْ §ُ ُ ُ ْ̄ ِu ْد ُ¦ْ َرّ\ ِئ َ§ ِ_﴾ [آل óĩĐان، ١٢٤/٣] ħà Ĝאل: ﴿À ٰٓ «¯َ ْ اª ģِ ْ İَ أ ßَ ĥُُ à اijُ َ ُכĬij َ ْن Ü ُ ij أ ä ْ َر Ŷَ Ĺِ ّ Ĭإِ «:ÙÖאéāĥĤ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜو] ١٢٥/٣ ُ وا، ħà ó ƪ َ َכ× Ę «ِ Ùƪ ĭ َ åĤاْ ģِ ْ İَ ْ َė أ āِ Ĭ اijُ َ ُכĬij َ ْن Ü ُ ij أ ä ْ َر Ŷَ Ĺِ ّ ُ وا، ħà Ĝאل: «ِإĬ ó ƪ َ َכ× Ę «ِ Ùƪ ĭ َ ْاåĤ ٢ .«ِ Ùƪ ĭ َ åĤاْ ģِ ْ İَ ْ أ Ĺَ áĥُُ à اijُ َ ُכĬij َ ْن Ü ُ ij أ ä ْ َر Ŷَ Ĺِ ّ Ĝאل: «ِإĬ :įĤijĜ ĹĘ כאفĤا ĵĭđĨ ĵĥĐ فijĉđĨ įĬŶ عijĘóĨ ﴾ُ uّ ‚َ َ َْو ا وįĤijĜ:﴿ ا ĵĥĐ Û×āĬ ﴾ۜ َ ً¹َْة ¢﴿ :įĤijĜو .”אرةåéĤا ģáĨ” :אهĭđĨ نÍĘ ﴾ةِرYَ kَ oِ ْ ªY¦َ ﴿ اóĻùęÝĤ، כĤijĝכ: “ijİ أīùè اĭĤאس ĝĥìא وأħıĩÜ رĝĘא”. [ Ʃ اų:] ١٤٥ب وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ١ ح - ñİا. ٢ ïĭùĨ اïĻĩéĤي، ٨٠/٢؛ çĻéĀ اĤ×íאري، أèאدßĺ اĬŶ×Ļאء، .٩ ٥ ١٠ ١٥ 1034 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Allah Teâlâ kalpleri hakkında bir benzetme yaparak onları sertliğinden ve katılığından ötürü taşa benzetmiştir. Hatta taştan daha katı olduğunu belirtmiştir. Çünkü sertliğine, katılığına, akıl ve kavrama yeteneğinin bulunmayışına, dinde mükellef kılınmamasına rağmen taş, Allah’ın emrine itaat eder ve yarılır. Allah Teâlâ “Bu Kur’ân’ı bir dağa indirmiş olsaydık, dağın ezilip büzülerek Allah korkusuyla paramparça olduğunu görürdün.” [ elHaşr 59/21], “Rabbi dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi.” [ el-A‘râf 7/143] buyurmuştur. Kâfi r kimsenin kalbi, aklının ve kabul yeteneğinin varlığına rağmen itaat etmez ve yumuşamaz. Aynı şekilde Allah, kıyamet gününün korkunçluğundan ötürü dağların yumuşadığını ve itaat ettiğini haber vermiştir. “Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.” [ el-Kāria 101/5] Kâfi r kimsenin kalbi ise asla yumuşamaz. Veya şöyle de denilir: Allah Teâlâ, sertliğine ve katılığına rağmen dağlardan mahlûkat için faydalı şeyler kılmıştır. Nitekim dağlardan sular ve nehirler fışkırmaktadır. Kâfi r kişinin kalbi ise imkân sahibi olmasına rağmen hiçbir kimseye fayda sağlamaz. Kalplerinin demir, alaşım (tunç) gibi diğer sert şeylere benzetilmeyip de taşa benzetilerek darb-ı mesel yapılmasının hikmeti ise -Allahu a‘lem- şudur: Demiri ve alaşım madenini (tunç) ateş yumuşatır, hatta onlardan kap kacak yapılır. Taşı ise ne ateş eritebilir ne de başka bir şey. Bundan dolayı kâfi rin kalbi taşa benzetilmiştir… Bu, -Allahu a‘lem- Allah’ın, iman etmeyeceğini bildiği topluluklar hakkındadır.1 “Çünkü taş vardır ki içinden ırmaklar fışkırır.” Buradaki Lemâ ifadesindeki lam harfi tekit içindir, mâ harfi ise cümlenin başındaki inne edatının haberidir ve merfûdur. Anlam “Öyle bir taş ki kendisinden su fışkırır.” şeklindedir. Minhu kelimesindeki hû zamiri hicârati kelimesine [herhangi bir taşa] değil, mâ harfine [yani kimi taşa] işaret eder. Bir görüşe göre hû zamiri mine’l-hicarati (taştan bazıları) ifadesindeki min (bazıları) ifadesine işaret eder. Bu durumda mâ harfi anlama katkısı olmayan sıla harfi olur ki bunun benzeri “Allah’ın rahmeti sayesinde…” [ Âl-i İmrân 3/159], “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklar.” [el- Mü’minûn 23/40], 1 Mâturîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 160-161. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1035 אıĬوأ אıÜïüو אıÜאوùĝĤ אرةåéĤאÖ אıı×ýĘ ħıÖijĥĝĤ ŻáĨ ųا Ʃ óĄب ١ īĨ اåéĤאرة؛ وذĤכ أن īĨ اåéĤאرة ďĨ ıÝÖŻĀא وıÜïüא أïü ijùĜة įĤ ٢ ďĨ ïĝĘ أø×אب اħıęĤ واģĝđĤ ıĭĐא وزوال اĉíĤאب ıĭĨא ďąíĺ Yً ‚Yِ rَ µُcَÀَْ ََyا ª ©ٍ]َjَ »ٰ ٰ َن َ» ْ ْ£ُyا ªا اwَ ¶ٰ Y³َْ ª{َ²َْ ¹َْ ا ª﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ .عïāÝĺو µُ ُ ٰ« َرّ\ ّ «kَ َ b Yَ ¯ّ َ ۜ﴾ [اóýéĤ، ٢١/٥٩ [وĜאل đÜאĵĤ:﴿ žَ« ِٰ Ãا ّ_ ِÁَƒْ rَ ±ْ ®ِ Yً ِ uّ ‡َ cَ®ُ َ ُµ َد ًّ¦ą] ﴾اóĐŶاف، ١٤٣/٧] وÕĥĜ اĤכאóĘ ďĨ وijäد أø×אب اħıęĤ «َjَ ©ِ]َkَ ْ «ِ ª אıĬأ אل×åĤا īĐ ųا Ʃ ó×ìأ כĤñوכ ،īĻĥĺ źو ďąíĺ ź لij×ĝĤا ÙÑĻİ Ùđøو ْ َ̄Ÿُ³ْ ِۜ ¹ش﴾ ْ ِْ·±ِ اª ªY¦َ لYُ ]َkِ ْ َ ُ§ ¹ُن اª īĻĥÜ وďąíÜ ijıĤل ذĤכ اijĻĤم įĤijĝÖ:﴿ َوb īĨ ģđä ųا Ʃ إن :אلĝĺ أو .اïÖأ īĻĥĺ ź óĘכאĤا ÕĥĜو] ٥/١٠١ ،ÙĐאرĝĤا[ אرıĬŶا אıĭĨ óåęĭĺ ĵÝè אıÜïüو אıÝÖŻĀ ďĨ ěĥíĥĤ ďĘאĭĨ אل×åĤا ħà .ïèŶ įĭĨ ÙđęĭĨ ź įĬכאĨوإ כĤذ אلĩÝèا ďĨ óĘכאĤا ÕĥĜو ،אهĻĩĤوا īĨ אİóĻĔ دون אıÖ אıĻ×ýÜو אرةåéĤאÖ ŻáĨ ħıÖijĥĜ بóĄ Ùĩכè įäو اĻüŶאء اĥāĤ×Ù īĨ اïĺïéĤ واóęāĤ وĩİóĻĔא وذĤכ - Ʃ واų أħĥĐ- أن ź óåéĤوا ،ĹĬواŶا אıĭĨ بóąÜ ĵÝè óęāĤا اñوכ ُ ُįĭĻĥ اĭĤאر Ü ïĺïéĤا ųوا Ʃ - اñİو :אلĜ .אıÖ óĘכאĤا ÕĥĜ į×ü כĤñĥĘ ،ءĹü źو אرĭĤا įĭĻĥÜ ٤ .אıÖ نijĭĨijĺ ź ħıĬأ ٣ ُ اų ّ َ ħĥĐ مijĜ ĹĘ -ħĥĐأ .ïĻכÉÝĥĤ ﴾Y¯َ َ ª﴿ ĹĘ مŻĤا﴾ ۜ رYُ ·َ²ْÊا َْ µُ³ْ®ِ yُ َkّ Ÿَcََ À Y¯َ َ ª ةِرYَ kَ oِ ْ َ ِR ±َ اª ِ ّن [وįĤijĜ:﴿ [َوا و”Ĩא” ì×ó” إن” وijİ ijĘóĨع، وĭđĨאه: اñĤي، أي اóåéĤ اñĤي óåęĭĺ įĭĨ. واıĤאء ﴾ةِرYَ kَ oِ ْ ªا ±َR ِ ﴿:įĤijĜ ĹĘ “īĨ” ĵĤإ ďäóĺ :ģĻĜو .אرةåéĤا ĵĤإ ź ،“אĨ” ĵĤإ ďäóĺ įĬÍĘ ÝĥĤ×ăĻđ وĭđĨאه: أن ăđÖ اåéĤאرة، وĵĥĐ ñİا ĺכijن “Ĩא” ÙĥĀ زاïÐة כĩא ۪» ٍÁ] ﴾©اijĭĨËĩĤن، ٤٠/٢٣] َ ¢ Yَ ¯ّ َ ﴿و] ١٥٩/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ِٰ Ãا ّ ±َR ِ_ ٍ̄ َ nْ رَ Y¯َ]ِžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ ١ م - وأıĬא أïü ijùĜة، çĀ İאûĨ. .ûĨאİ çĀ ،ďýíĺ :ح م ٢ ٣ م - ħĥĐ اų. ٤ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٦١-١٦٠/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1036 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Verdikleri sözü bozmalarından dolayı…” [ en-Nisâ 4/155] âyetlerinde vardır. Böyle kabul edersek âyetin anlamı “Bazı taşlar vardır ki içlerinden ırmaklar fışkırır.” şeklinde olur. “Fışkırır” Yani, bolca ve genişçe akar demektir. Enhâr, nehir kelimesinin çoğuludur ki anlamı bilinmektedir. Su kanallarından geniş olanına nehir denilir. Bir görüşe göre bu ifade, içerisinden nehirler ve dereler çıkan bütün büyük taşları kapsar. Bir görüşe göre ise bu lafız hususidir ve Hz. Mûsâ’nın asası ile vurup on iki kabile için kendisinden on iki göz suyun çıktığı taştır. “Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar.” Yani, ikiye ayrılır da içerisinden az su çıkar. Buradaki yeşşakkaku (yarılır) fiilinin aslı yeteşekkaku şeklindedir ve te harfi şin harfine birleştirilmiştir. “ el-Müzzemmil (örtünüp bürünen)” [ el-Müzzemmil 73/1], “ el-Müddessir (örtüsüne bürünen)” [ el-Müddessir 74/1], “Yezzekkeru (öğüt alır)” [ Abese 80/4], “Yessadde‘ûn (bölük bölük ayrılırlar)” [ er-Rûm 30/43] âyetlerindeki isim ve fiillerde de aynı durum söz konusudur. Bu ifadenin daha önce geçtiği yerde olduğu gibi burada da iki görüş vardır. Birincisine göre mâ harfi ellezî (o şey) mânasındadır ve minhû (ondan) ifadesindeki zamir bu mâ harfine işaret eder. İkincisine göre ise min harfi kısmilik anlamı verir ve mâ harfi zâittir. Bir görüşe göre bu lafız umumidir ve yarılıp da içerisinden nehirden daha az miktarda su akan bütün taşları kapsar. Bir görüşe göre ise bu ifade hususidir ve Dâvûd kıssasındaki dağları kastetmektedir: “Ey dağlar! Kuşların eşliğinde onunla birlikte tesbih edin.” [ es-Sebe’ 34/10] “Taş da vardır ki Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer.” Daha önce geçtiği gibi burada da min ve mâ hakkında iki görüş vardır. Hubût, düşmek, inmek demektir. Haşyet ise ilimden kaynaklanan korku demektir. Kimilerine göre bu lafız burada umumidir ve bütün taşları kapsamaktadır. Bu, Allah korkusu ile dağın tepesinden aşağı yuvarlanan taşlardır. Bir görüşe göre ise bu lafız hususidir ve Hz. Mûsâ kıssasında anlatılan, Allah’ın kendisine tecellide bulunduğu ve paramparça ettiği dağdır. Böylelikle Allah şu hususu açıkça ortaya koymuştur: Kâfirin kalbi, kendisinde bütün bu izler bulunan taştan bile daha katıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1037 ْ ِ‹ِ·ْ﴾ [اùĭĤאء، ١٥٥/٤]، óĺïĝÜه وإن ăđÖ اåéĤאرة óåęÝÝĤ įĭĨ اıĬŶאر. £َ ² Y¯َ]ِžَ﴿ אهĭđĨو ،وفóđĨ ijİو óıĬ ďĩä אرıĬŶوا ،اóĻáכ אđøوا ģĻùĺ أي﴾ yُ َkّ Ÿَcََ و﴿À اóåĩĤى اijĤاďø īĨ åĨאري اĩĤאء. وģĻĜ: ñİا ĵĥĐ اijĩđĤم ĹĘ ďĻĩä اåèŶאر اčđĤאم اĹÝĤ óíÜج ıĭĨא اıĬŶאر واŶودÙĺ. وģĻĜ: ijİ ĵĥĐ اijāíĤص وijİ óåè Ĺĭàź אĭĻĐ ةóýĐ אÝĭàا įĭĨ óåęĭĻĘ אهāđÖ įÖóąĺ כאن يñĤا مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ .אĉ×ø óýĐ ۜ﴾ أي ïāÝĺع óíĻĘج įĭĨ اĩĤאء ٓ ُYء ¯َ ْ ªا µُ³ْ®ِ جُ yُsْ Áَžَ ¡ُ َ £ّ َ ƒّ َ À Y¯َ َ ª Y·َ³ْ®ِ َ ِ ّن وįĤijĜ:﴿ َوا ﴾©ُۙ®ِّ َ {ّ ¯ُ ْ ªا ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ īĻýĤا ĹĘ אءÝĤا ÛĩĔأد ،”ěĝýÝĺ” įĥĀأ ،¡ُ َ £ّ َ ƒّ َ اģĻĥĝĤ. وÀ َ ُ ¹َن﴾ [اóĤوم، uّ َ‡ّ َ À﴿و] ٤/٨٠ ،×÷Đ] ﴾yُ َ ¦ّ َ wّ َ À﴿و] ١/٧٤ ،óàïĩĤا﴾ [y ُۙ ِ fّ َ uّ ¯ُ ْ [اģĨõĩĤ، ١/٧٣ [و﴿اª ٤٣/٣٠]، وñıĤا وıäאن כĩא ĹĘ اŶول: “Ĩא” ĵĭđĩÖ اñĤي، و﴿ِRُ³ْµ ﴾ďäóĺ إįĻĤ، و“īĨ “ĵĭđĩÖ ăđÖ، و“Ĩא” زاïÐة. :ģĻĜو .óıĭĤا دون אءĨ įĭĨ جóíĻĘ ěĝýÝĺ óåè ģכ ĹĘ مijĩđĤا ĵĥĐ اñİ :ģĻĜو .[١٠/٣٤ ،É×ø] ﴾µُ َ®َ ¿\۪ ِ َّو ا لYُ ]َjِ Yَ À﴿ :داود ÙāĜ ĹĘ صijāíĤا ĵĥĐ ijİ ۜ﴾ ĹĘ” īĨ “و“Ĩא” وıäאن כĩא ِٰ Ãا ّ_ ِÁَƒْ rَ ±ْ ®ِ ُ ]ِ·َْ À Y¯َ َ ª Y·َ³ْ®ِ َ ِ ّن وįĤijĜ:﴿ َوا ] اijíĤف īĐ اħĥđĤ، وñİا ĵĥĐ اijĩđĤم أ óĨ. واıĤ×ijط اõĭĤول، واÙĻýíĤ] ١٤٦ īĨ אل×åĤا رؤوس īĨ ćéĭÜ ĹÝĤا אرåèŶا Ĺİو ،ħıąđÖ ïĭĐ אرåèŶا ģכ ĹĘ įĤ ĵĥåÜ يñĤا ĵøijĨ ģ×ä ĹĘ صijāíĤا ĵĥĐ اñİ :ģĻĜو .لŻåĤا ذي فijì ĹÝĤا אرةåéĤا īĨ ĵùĜأ óĘכאĤا ÕĥĜ أن כĤñÖ رóĝĘ .دכא įĥđåĘ įĤŻä ģä بóĤا ıĤא ñİه اàŴאر. ٥ ١٠ ١٥ 1038 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Eğer, “Korkmak sadece aklı başında ve mümeyyiz varlıklarda bulunduğu hâlde nasıl olur da Allah Teâlâ taşı korkmakla nitelendirir?” diyecek olurlarsa buna şöyle deriz: Bu konuda birkaç cevap vardır. Birincisine göre, bunun mânası -Allahu a‘lem- şöyledir: “Öyle taşlar vardır ki Allah’ın hükmüne boyun eğerek yüksekten aşağı düşer. Oysa bu kimseler inatlarında ısrarcılar ve boyun eğmiyorlar.” Bu durumda Allah Teâlâ, taşın düşüşünü itaate benzetmiştir ki bu kullanım “Falancanın hükmüne indim, konakladım, itaat ettim.” şeklindeki kullanıma benzer. “Allah korkusundan” ifadesi ise “Allah onu neye hizmet etsin diye yarattı ise ona boyun eğdi.” demektir. Bu durumda taşın hâli Allah’tan korkan kimsenin fiiline benzetilmiş, “Taşın hâli akıllı ve seçme hürriyetine sahip kimsede olsaydı o kimse de Allah’tan korkardı.” denilmiştir. Bunun benzeri, “Derken orada yıkılmak isteyen bir duvar gördüler.” [ el-Kehf 18/77] âyetinde vardır ki burada da duvarda düşme emarelerinin ortaya çıktığı, bu emarelerin canlı ve irade sahibi bir varlıkta bulunması hâlinde o varlığın “düşmek istediğinin” söyleneceği anlamı kastedilmiştir. İkincisine göre bununla zelzeleler ve mûcizeler neticesinde ortaya çıkan ve Allah’tan korkulmasına sebep olan durumlar kastedilmektedir. Yani anlam, “Allah, kendisine dönsünler diye kullarını korkutmak istediğinde taşlardan bazıları birbirlerinden koparak düşerler.” şeklindedir. Üçüncüsüne göre eğer bununla hakiki mânada korkmak kastedilmişse o zaman Allah, [taşlarda] hayat ve ayırt etme gücü yarattı demektir. Ehl-i sünnet ve’l-cemâate göre ise hayatın ve ayırt etme yeteneğinin yaratılması için hususi bir bünye ve cisim şart değildir. Nitekim “Eğer biz, bu Kur’ân’ı bir dağa indirmiş olsaydık dağın ezilip büzülerek Allah korkusuyla paramparça olduğunu görürdün.” [ el-Haşr 59/21] âyeti bu kabildendir. Aynı şekilde kıyamet gününde kâfirlerin derilerinin konuşturulması, hurma kütüğünün inlemesi, taşların Hz. Peygamber aleyhisselâma selâm vermesi, Hz. Peygamber aleyhisselâmın elindeki çakılların tesbih etmesi, zehirlenmiş koyun (etinin) konuşması, iki ağacın Hz. Peygamber aleyhisselâm hacetini gidersin diye onu kapatmak için kalkıp gelmesi ve sonra yerine dönmesi, Allah’ın “İşte o gün arz kendi haberlerini anlatır.”[ ez-Zilzâl 99/4] sözü ve buna benzer ifadeler bu kabildendir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1039 ،“õĻĩĨ ģĜאĐ īĨ źإ ïäijÜ ź Ĺİو ÙĻýíĤאÖ אرةåéĤا ĵĤאđÜ ųا Ʃ ÍĘن ĜאijĤا: “وėĀ īĨ دىóÝĺ אĩĤ אرةåéĤا īĨ وإن -ħĥĐأ ųوا Ʃ ĭĥĜא: įĭĐ أÙÖijä، أİïèא: أن ĭđĨאه: - ģđåĘ ١ اijĥđĤ إĵĤ اģęùĤ ĝĭĨאدا éĤכħ Ʃ اų، وźËİء óāĨون ĵĥĐ اĭđĤאد ِ وóÜك اĻĝĬźאد، ﴾ۜ ِٰ Ãا ّ_ ِÁَƒْ rَ ±ْ ®ِ﴿ :įĤijĜو .”نŻĘ ħכè ĵĥĐ ÛĤõĬ اıĤ×ijط ŻáĨ ĻĝĬŻĤאد، כĩא ĝĺאل: “ ُ ĵĥĐ َ ųا Ʃ ĵýíĺ īĨ ٣ įĥđęĺ אĩÖ ٢ ٌ įĻ×ü ijİو ه َ óíøƪ אĨ ĵĥĐ نijכĤوا ِ ųا Ʃ óĨŶ אدĻĝĬźا أي ارا ً uَ jِ ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،ĵĤאđÜ ų Ʃ אĻüאì įÖ כאن אرÝíĩĤا ģĜאđĤا īĨ įĥáĨُ ïäو ijĤ įĬأ ĵĭđĨ ĹĘ įĥáĨُ óıČ ijĤ אĨ طijĝùĥĤ نŻĻĩĤا īĨ įĻĘ óıČ أي] ٧٧/١٨ ،ėıכĤا ﴾ [َ‰ّ £َ³َْ َ ْن À ۪ ُuÀ ا yُ À ٍ ٍ ÝíĨאر כאن ً ïĺóĨا. ّ Ĺè ųا Ʃ واáĤאĹĬ: أن اóĩĤاد įÖ اijèŶال اĹÝĤ ïéÜث īĨ اźõĤزل واĺŴאت اĹÝĤ ĵýíĺ īĨ įÖ ųا Ʃ ïĺóĺ אĨ ģäأ īĨ ăđÖ īĨ įąđÖ اءلõÝĺو لõĭĺ אĨ אرةåéĤا īĨو أي ،אİïĭĐ .įĻĤإ ħıĐijäور įĤ אده×Đ ÙĻýì אةĻéĤا אıĻĘ ųا Ʃ ěĥíĺ أن ĵĥĐ ijıĘ אıĭĨ ÙĻýíĤا ÙĝĻĝè įÖ ïĺأر ijĤ įĬإ :ßĤאáĤوا ÙĀijāíĨ ٤ ÙĻĭÖ ĵĥĐ نijכĺ أن ħùåĤا ĹĘ õĻĻĩÝĤوا אةĻéĤا ěĥì طóü ÷ĻĤو ،õĻĻĩÝĤوا µُcَÀَْ ََyا ª ©ٍ]َjَ »ٰ ٰ َن َ» ْ ْ£ُyا ªا اwَ ¶ٰ Y³َْ ª{َ²َْ ¹َْ ا ª﴿ :įĤijĜ اñİ ĵĥĐو ،ÙĐאĩåĤوا ÙĭùĤا ģİأ ïĭĐ ۜ﴾ [اóýéĤ، ٢١/٥٩[، وĵĥĐ ñİا إĉĬאق ijĥäد اĤכęאر ijĺم ِٰ Ãا ّ_ ِÁَƒْ rَ ±ْ ®ِ Yً ِ uّ ‡َ cَ®ُ Yً ‚Yِ rَ اĻĝĤאÙĨ، وīĻĭè ِ اñåĤع، وħĻĥùÜ اåèŶאر ĵĥĐ رijøل Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم، وùÜ×çĻ اĵāéĤ óّ ÝùÜ ĵÝè مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ĵĤإ īĻÜóåýĤا ءĹåĨو ،ÙĨijĩùĩĤا אةýĤا مŻوכ ،įęכ ĹĘ ﴾ۙY¶َرYَ ]َrْ َ ِ ُث ا uّ oَ bُ wٍئِRَ¹َْ À﴿ :įĤijĜو .אĩıĬכאĨ ĵĤإ אĩıĐijäر ħà įÝäאè ĵąĜو אĩıÖ ٥ [اõĤõĤال، ٤/٩٩] وijéĬ ذĤכ. ١ ط: اĻĝĬאد. .çĀ ،ÙĻ×ĥø :ط ûĨאİ ĹĘ ٢ ٣ ط: įĥĝđĬ. ٤ ر: ÙĭĻÖ. ٥ م ح - وijéĬ ذĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 1040 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” İbn Kesîr, buradaki ta‘melûn (yaptıklarınızdan) ifadesini muhatap formundaki cümle yapısından üçüncü şahıs (gāib) formuna dönerek ya‘melûn (yaptıklarından) şeklinde okumuştur. Buna benzer kullanım “Gemilerle denize açıldığınızda ve onlar sizi yüzdürürken…” [ Yûnus 10/22] âyetinde vardır. Diğerleri ise âyetin başında olduğu gibi burayı da muhatap formunda, ta‘melûn (yaptıklarınız) şeklinde okumuştur. Bu hitap, çok etkili bir tehdittir. Yani anlam “Kulların yaptıkları hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz ve o size amellere göre karşılık verir.” şeklindedir. 75. Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden bir grup, Allah’ın kelâmını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi. [ el-Bakara 2/75] “Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?” Bu âyetin öncesi ile münasebeti şöyledir: Hz. Peygamber ve ashabı, Yahudilere hitap eden bu âyetleri işittikleri zaman âyetlerin onların kalplerine tesir etmesini ve iman etmelerini umdular. Bunun üzerine Allah Teâlâ “Umuyor musunuz?” buyurdu. Aslında bu, nehyetme anlamında bir sorudur. Bu hitap Hz. Peygamber ve ashabına yönelik olup kalpleri katılaşmış kimselerin iman etmelerini ummamalarına dairdir. Yani “Onların sizi tasdik etmelerini ummayın.” demektir. Âmene lehu ifadesi “Onu tasdik etti.” anlamına gelir. “Ve Lût ona iman etti.” [ el-Ankebût 29/26] ve “Sen bize inanacak değilsin.” [Yûsuf 12/17] âyetlerinde bu anlamda kullanılmıştır. Yani burada “Onların Muhammed aleyhisselâmın getirdiği vahiy konusunda sizi tasdik etmelerini ummayın!” demektedir. Bir görüşe göre bu ifade, her ne kadar çoğul kipinde kullanılmış ise de hususi olarak Hz. Peygamber’e hitaptır, çoğul kipinde kullanılması ise onu tâzim içindir. Bunun bir benzeri “Muhakkak Kārûn, Mûsâ’nın kavmindendi ama onlara karşı azgınlık yaptı.” [ el-Kasas 28/76] âyetinde vardır. Bir görüşe göre burada da anlam “Ona [yani Mûsâ’ya] karşı azgınlık yaptı.” şeklindedir. Ancak tâzim için çoğul kip kullanılmıştır. Sonra bu ifade, onların imanlarından ümit kesme anlamına gelir ki onlar tıpkı “Sen onları uyarsan da uyarmasan da birdir, iman etmezler.” [ el-Bakara 2/6] âyetinde olduğu gibi belli bazı kimselerdir. Ardından Allah Teâlâ, o kimselerin imanından ümit kesmeyi şöyle beyân etmiştir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1041 َ ْ َُ̄» ¹َن﴾ óĜأ اīÖ כóĻá ÖאĻĤאء ĵĥĐ اĕĩĤאĺ×Ù رĐijäא b Yَ ¯ّ َ ©ٍžYِ ›َ ِ \ ُ وįĤijĜ:﴿ َوَRY ّ اà ٰ ،÷Ĭijĺ] ﴾ْ·ِِ \ ±َ Àْyَjَ وَ ¥ۚ ِ ْ «Ÿُ ْ َِذا ُ¦ُ³ْcْ žِ ¿اª ٰٓ« ا cّnَ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ Ù×ĈאíĩĤا īĨ אıĻĤإ ٢٢/١٠]، وóĜأ اĤ×אijĜن ÖאÝĤאء ĵĥĐ اíĩĤאĈ×Ù כĩא ĹĘ أول اÙĺŴ، وñİا أēĥÖ وïĻĐ، أي .אıÖ ħכĺאزåĻĘ ħıĤאĩĐأ īĨ ءĹü ųا Ʃ ĵĥĐ ĵęíĺ ź ƪ ħàُ ųا ِƩ َ ُ َijن َכَŻم đَ ĩ ْ ùَ ĺ ْ ħُ ıْ ĭĨِ ěĺ ٌ ó۪ Ęَ אنَ כَ ïْĜَ َ ْ و ħכُ Ĥَ اijُ ĭĨِËْ ُ ُ َijن َا ْن ĺ đَ ĩĉْ َ -٧٥ َاَÝĘ ُ َijن ĩĥَ ْ đَ ĺ ْ ħİُ َ ُ و هijĥُĝَĐَ אَ Ĩ ïِ ْ đَ Ö īْ Ĩِ ُ įĬijَ Ęُ ِ ّ óéَ ُ ĺ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا أن įĥ×Ĝ אĩÖ įĨאčÝĬوا﴾ ْ§ ُ َ ª ا¹³ُRِQُْ َ ْن À َžََc ْ َ ¯ُ ¹َن ا وįĤijĜ:﴿ ا واéāĤאÙÖ ĩĤא ijđĩøا ñİه اĺŴאت وĹİ ĹĘ íĨאĈ×Ù اijıĻĤد ijđĩĈا أن óàËĺ ذĤכ أي ،ĹıĭĤا ĵĭđĩÖ אمıęÝøا اñİو ،”ن؟ijäóÝĘأ “:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĝĘ اijĭĨËĻĘ ħıÖijĥĜ ĹĘ ١ أن ħıÖijĥĜ ÙĻøאĝĤا ءźËİ īĨ įÖאéĀوأ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ אبĉì ijİو ،اijäóÜ ź ¹طۢ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٢٦/٢٩] ٌ ُ ª µُ َ ª ±َ ®َ ٰ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،įĜïĀ أي ،”įĤ īĨآ“و .ħכijĜïāĺ ħכijĜïāĺ أن ħıĭĨ اijđĩĉÜ ź :لijĝĺ ،[١٧/١٢ ،ėøijĺ] ﴾Y³ََ ª ±ٍ®ِQْ¯ُ ِ \ aَ ²َْ وĜאل: ﴿َوَRٓY ا .مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ [ ĩÖא äאء įÖ] ١٤٦ب įĤ אĩĻčđÜ ďĩåĤا ÙĩĥכÖ ٢ صijĥíĤا ĵĥĐ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ אبĉì ijİ :ģĻĜو ،įĻĥĐ أي :ģĻĜ [٧٦/٢٨ ،ÿāĝĤا﴾ [ْۖ·ِÁَْ «َ »›ٰ ]َžَ »~¹ٰ ®ُ ِ ¹َْم َ ُYر َون َ¦ َYن ِR ±ْ ¢ ¢ َ ِ ّن כĩא Ĝאل: ﴿ا :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ħıĬאĻĐÉÖ مijĜ ħİو ħıĬאĩĺإ īĨ ٌ ÷ĻĺÉÜ اñİ ħà ،ħĻčđÝĥĤ ďĩä אĩĬوإ ُْQِ®³ُ ¹َن﴾ [اĤ×óĝة، ٦/٢]. À Êَ ْ ¶ُرْ wِ³ْbُ ْ َ َْم ª َُ·ْ ا bرْ wَ ²َْ ﴿َءا :įĤijĜ ijİو هïđÖ אĩÖ כĤذ īĐ ďĩĉĤا ïđِ ُ Ö ĵĭđĨ َ īƪ Ļ َ Ö ħà ١ م ر - ħıÖijĥĜ. ٢ م: اijĥåĤس، çĀ İאûĨ؛ ح ط ر: اijāíĤص. ٥ ١٠ ١٥ 1042 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Oysa içlerinden bir grup, Allah’ın kelâmını dinler.” Yani o kimseler Hz. Mûsâ’nın Rabbi ile mülâkatına giderken seçtiği ve Allah’ın kelâmını işitmiş olan yetmiş kişilik grubun evlâtlarıdır. Kelbî’nin anlattığına göre bu grup Hz. Mûsâ’dan kendilerine Allah’ın kelâmını işittirmesini talep etmişler, o da “Gusledin ve temiz elbiseler giyinin.” demiştir. Onlar bunu yaptıktan sonra Allah Teâlâ kendilerine kelâmını işittirmiş ve “Ben, elbette Ben sizin Rabbinizim, Benden başka ilâh yoktur. Ben hay ve kayyûmum.” duyurmuştur. Dahhâk buna ilâveten Allah Teâlâ’nın onlara şöyle buyurduğunu ifade eder: “Size ana-babaya iyiliği, hırsızlık yapmamanızı, zina etmemenizi, birbirinize zulmetmemenizi, yol kesmemenizi, birbiriniz aleyhine yalancı şahitlik yapmamanızı emrediyorum.” Ancak doğru olan, onların Allah kelâmını aracısız bir şekilde işitmemiş olduklarıdır, çünkü bu sadece Hz. Mûsâ’ya mahsus bir durum idi ve bu dünyada, bu özellikte hiç kimse ona ortak değildi. Dolayısıyla “Oysa içlerinden bir grup, Allah’ın kelâmını dinler.” ifadesinin anlamı, onların Tevrat’ı Hz. Mûsâ’nın okuması sayesinde dinlemiş olduklarıdır. Bunun bir benzeri “Eğer müşriklerden biri senden izin isterse kendisine Allah’ın kelâmını dinlemesi için izin ver.” [ et-Tevbe 9/6] âyetinde de vardır. “İyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.” et-Tahrîf değiştirmek demektir, el-inhirâf meyletmektir, et-taharruf da bu anlamdadır. Âyette “Savaş için çekilirse” [ el-Enfâl 8/16] şeklinde kullanılır. Kalemün müteharrifün ifadesi, başı eğilmiş kalem anlamına gelir. Sözün tahrifi onun başka bir yöne çevrilmesidir. Tefsirine gelince, Mücâhid ve Süddî şöyle demişlerdir: Yani onlar Tevrat’ı tahrif ederler. Muhammed b. İshak ve Rebî‘ şöyle demişlerdir: Yani onlar Hz. Mûsâ’dan vahyi işitip onun anlamını ve tev’ilini öğrendikten sonra onu tahrif ederler. Bir görüşe göre bu, kitabın hükümlerinin tahrif edilmesidir. Çünkü onlar kendilerine fetva soran fakirlere kitapta olduğu şekliyle fetva verirler, fakat zengin biri fetva sorduğu zaman rüşvet alır ve kitabın hükümlerini zenginin isteğine göre değiştirirlerdi. Mesela rüşvet aldıkları için recm hükmünü, zenginlere karşı hafifletmek üzere değiştirmişlerdi. Allah Teâlâ burada, “Bu kimseler atalarını taklit ediyorlar iken nasıl iman etmiş olabilirler ki?” buyurmaktadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1043 َ َْ̄ ُ ¹َن َ¦َËَم ّ اà ِٰ ﴾أي وźËİء أوźد ijĜم ijđĩøا כŻم Ʃ اų À ْ·ُ³ْ®ِ ¡À ٌ ۪ yžَ نYَ ¦َ uْ َ ﴿َو¢ ĵøijĨ اijĤÉø ħıĬأ Ĺ×ĥכĤا óذכ ïĜو .אتĝĻĩĥĤ ĵøijĨ ħİאرÝìا īĺñĤا نijđ×ùĤا ħİو أن Éùĺل Ʃ اų أن ħıđĩùĺ כįĨŻ ĝĘאل ħıĤ:” اijĥùÝĔا واĤ×ijùا اĻáĤאب اÙęĻčĭĤ“، ijĥđęĘا ħıđĩøÉĘ Ʃ اų כįĨŻ ĝĘאل: “إĹĬ أĬא رÖכħ ź إįĤ إź أĬא اĹéĤ اijĻĝĤم”. وزاد źو اijĬõÜ ź وأن اijĜóùÜ ź وأن īĺïĤاijĤا ó×Ö ħכĻĀوأو “:אلĜ įĬأ اñİ ĹĘ אكéąĤا īכĤ .“زورا ăđÖ ĵĥĐ ħכąđÖ ïıýĺ źو ģ× ƫ ùĤا اijđĉĝÜ źو אąđÖ ħכąđÖ ħĥčĺ اçĻéāĤ أħıĬ ħĤ ijđĩùĺا כŻم Ʃ اų ŻÖ واÙĉø؛ ÍĘن ذĤכ כאن ĵøijĩĤ įĻĥĐ اŻùĤم َ َْ̄ ُ ¹َن َ¦َËَم ّ اà ِٰ ﴾أي À﴿ ĵĭđĨو .אĻĬïĤا ĹĘ هóĻĔ įĻĘ įכóýĺ ħĤ صijāíĤا ĵĥĐ هُyْjِ َ Yžَ كَ رYَ kَ cَ~ا ْ ±Áَ ¦۪ ِ yƒْ ¯ُ ْ ªا ±َR ِ u ٌ nَ َ ِ ْن ا واَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אĩכ įÜاءóĝÖ ĵøijĨ īĨ راةijÝĤا َ َْ̄•َ َ¦َËَم ّ اà ِٰ] ﴾اÙÖijÝĤ، ٦/٩[. À »ٰ cّnَ َ ُ̄ ¹َن﴾ اėĺóéÝĤ اóĻĻĕÝĤ، واóéĬźاف «ْ َ À ْ ¶ُوَ ه¹ُ» ُ£َ َ Y®َ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ µُ َ ²¹žُ ِ yّoَ ُ À َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو ģÐאĨ “فƪ óَ éُ Ĩ ٌ َ£ِِc ٍYل﴾ [اęĬŶאل، ١٦/٨]، و “ħĥĜ ª Yžً ِ yّoَ cَ®ُ ﴿ :אلĜ ،כĤñכ فُ ƫ óَ éَ اģĻĩĤ، واÝĤ .įıäو óĻĔ ĵĤإ įıäو īĐ įÝĤאĨإ” مŻכĤا ١ اóĤأس، و “ėĺóéÜ ٢ اóĻùęÝĤ ïĝĘ Ĝאل åĨאïİ واïùĤي: أي ijĘóéĺن اijÝĤراة. ĨÉĘא אĨ ïđÖ īĨ ĵøijĨ īĨ įĬijđĩùĺ يñĤا ĹèijĤا أي :ďĻÖóĤوا אقéøإ īÖ ïĩéĨ אلĜو ijĩĥĐا ÉÜوįĥĺ وijĘóĐه وijĩıĘه. ٣ اīĻÝęÝùĩĤ īĨ اóĝęĤاء ĩÖא وģĻĜ: ijİ ėĺóéÜ أèכאم اĤכÝאب؛ ħıĬÍĘ כאijĬا ijÝęĺن ٤ ijİى ĹĘ اĤכÝאب، وإذا اÝęÝøאħİ اĹĭĕĤ أñìوا اijüóĤة وóĻĔوا èכħ اĤכÝאب ĵĥĐ وěĘ اĹĭĕĤ כĩא óĻĔوا آÙĺ اħäóĤ ęĻęíÜא ĵĥĐ اĻĭĔŶאء ñìÉÖ اijüóĤة. ijĝĺل: כėĻ īĨËĺ źËİء وħİ ïĥĝĺون أوÑĤכ اÖŴאء. ١ ط ر: ėĺóéÝĘ. ٢ ر: وأĨא. .ûĨאİ çĀ ،نijÝęÝùĺ :ط ٣ .ûĨאİ çĀ ،ėĜو :م ٤ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1044 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: “İyice anladıktan sonra” Bu vahyin Allah katından olduğunu ve Hz. Mûsâ’nın Allah’ın resulü olduğunu, hak olduğunu anladıktan sonra demektir. 1 Yine İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: Âyetin mânası, “Onlar Hz. Mûsâ zamanında çokça mûcizeler (âyetler) görmüş, pek çok harikulade hadiseye şahitlik etmiş olmalarına karşılık Hz. Mûsâ yine de onların iman etmelerini ummamıştı. Hâl böyleyken ve onlar atalarının izinden gidiyor iken sizler onların iman edeceklerini nasıl umarsınız?” şeklindedir.2 Bir görüşe göre âyetin mânası şöyledir: Onlardan bir grup Kur’ân’ı Hz. Peygamber aleyhisselâmdan işitip anlamını öğrendikten sonra onun tev’ilini tahrif etmişken siz onların iman etmelerini nasıl umarsınız? Kaffâl şöyle demiştir: “Onu tahrif ederlerdi.” Yani onun doğru anlamını Allah’tan öğrendikleri hâlde yine de olmadık şekilde te’vil edip doğru anlamdan başka anlamlara hamlederlerdi. Üstelik bu tahriflerinin bâtıl olduğunu bilir; bunu, haset ve azgınlıklarından dolayı kasıtlı olarak yaparlardı ya da bu yaptıklarının günah ve ceza gerektirdiğini bilirlerdi. Dolayısıyla âyetin sonundaki “iyice anladıktan sonra” ifadesi ile “bile bile” ifadesi aynı şey değildir. Kuşeyrî şöyle demiştir: Allah onların imanından müminlerin ümidini kesmiş, Allah’ın hitabını Allah’tan işittikten, onu akledip bildikten sonra onu tahrif ettiklerini zikretmiş ve “Sizden vahyi risâlet vasıtasıyla dinlerken nasıl iman edebilirler ki?” buyurmuştur. Açıkça gördükten sonra bile iman üzere kalmayan kimse delil (burhan) ile nasıl iman edebilir ki? Hak uğruna ıslah olmayan sizin için de ıslah olmaz. Allah’tan utanmayan sizden nasıl utansın!3 76. Onlar iman edenlerle karşılaşınca ‘ İman ettik.’ derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler: ‘Rabbinizin katında delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi, Allah’ın size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz? Akıl erdiremiyor musunuz?’ [ el-Bakara 2/76] “Onlar iman edenlerle karşılaşınca ‘ İman ettik.’ derler.” Yani öldürülme ve esir alınma korkusundan dolayı dilleri ile iman ettiklerini söyleyen, ama içlerinde küfrü saklayan Ehl-i kitaba mensup bu münafıklar Hz. Peygamber aleyhisselâmın ihlâs sahibi samimi ashabı olan müminler ile karşılaştıkları zaman “ İman ettik.” yani “Biz de sizin gibi ihlâs sahibi müminleriz.” derler. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 162. 2 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 162. 3 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, 1: 53. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1045 Ʃ اų وijĩĥđĺن ïĭĐ īĨ įĬأ﴾ ه¹ُ» ُ£َ َ Y®َ uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ﴿» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ١ .«ěè įĬوأ ųا Ʃ لijøر įĬأ وĜאل: «ĵĭđĨ اÙĺŴ أħıĬ ďĨ כóáة Ĩא Đאijĭĺا īĨ اĺŴאت وüאïİوا īĨ اåđĤאÕÐ ħİو ءźËİ אنĩĺإ ĹĘ ħÝĬأ ħÝđĩĈ ėĻכĘ ħıĬאĩĺإ ĹĘ ijİ ďĩĉĺ ħĤ ĵøijĨ ïıĐ ĹĘ ٢ أÜ×אħıĐ«. Ĺ×ĭĤا īĨ آنóĝĤا اijđĩø ءźËİ īĨ ěĺóĘو ءźËİ אنĩĺإ نijäóÜ ėĻכ אهĭđĨ :ģĻĜو .هijĩĥĐ אĨ ïđÖ īĨ įĥĺوÉÜ اijĘóè ħà مŻùĤا įĻĥĐ įÝıä īĐ įÖ نijĤïđĺو įĥĺوÉÜ óĻĔ ĵĥĐ įĬijĤوÉÝĺ أي﴾ µُ َ ²¹žُ ِ yّoَ ُ À َ وĜאل اęĝĤאل: ﴿ُf ّ اïùè įĬوïĩđÝĺو ŻĈאÖ įĬijĘóéĺ ħıĬأ نijĩĥđĺ ħİو ųا Ʃ īĐ įĥĺوÉÜ اijĥĝĐ אĨ ïđÖ īĨ ] وĻĤ ÷įĤijĜ: ﴿ َ ُ£َ «¹ُه﴾ وįĤijĜ: أ وĻĕÖא، أو ijĩĥđĺن أįĬ ijĺرث اijĤزر واÙÖijĝđĤ.] ١٤٧ َ ُ̄ ¹َن﴾ ÑĻüא واïèا. «ْ َ À﴿ אبĉíĤا אعĩø ïđÖ ħıĬأóوذכ ħıĬאĩĺإ īĐ ħıùĺآ «:ųا Ʃ وĜאل اĨŸאماóĻýĝĤي رįĩè ÙĉøاijÖ نijđĩùĺ אĩĬوإ ħכĤ نijĭĨËĺ ėĻכĘ ،هijĘóĐو هijĥĝĐ ïĜو هijĘóè ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ çĥāĺ ħĤ يñĤوا אن؟İó×ĤאÖ īĨËĺ ėĻכĘ אنĻđĤا ïđÖ אنĩĺŸا ĵĥĐ ě×ĺ ħĤ īĨو ،؟ÙĤאøóĤا ٣ «؟ħכĭĨ ħýÝéĺ ėĻכ ųا Ʃ īĨ ħýÝéĺ ħĤ īĨو ،ħכĤ çĥāĺ ź ěéĥĤ اijٓ ُĤאĜَ ăٍ ْ đَ Ö ĵĤٰاِ ْ ħُ ıąُ ْ đَ Ö Żَìَ ذاَاِ َ ƪۚא و ĭَ Ĩاٰ اijٓ ُĤאĜَ اijُ ĭَ Ĩاٰ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ اijĝُĤَ ذاَاِ َ -٧٦و نijَ ĥُĝِ ْ đÜَ ŻَĘَاَ ْۜ ِ ُכħ ّ Ö َ ْ َï ر ĭĐِ į۪ Öِ ْ ħכijُ äא ƫ éَٓ ُ ĻĤِ ْ ُכħ ْ ĻĥَĐَ ųا ُƩ çَ َ َ א َÝĘ ĩÖِ ْ ħُ ıĬijَ àُ ِïّéَ Üُاَ ۚ﴾ أي وإذا ĹĝĤ اĭĩĤאijĝĘن وħİ اīĺñĤ כאijĬا Yَ ³ّ®َ ٰ ¹ُٓا ا ªYَ ٰ َR¹³ُا ¢ ا ±À َ w۪ َّ َ ¹£ُا اª َِذا ª وįĤijĜ:﴿ َوا اijĝĤ إذا óęכĤا ونóĩąĺ ħİو Ĺ×ùĤوا ģÝĝĤا īĨ אĘijì ħıĬאùĥÖ اijĭĨوآ אبÝכĤا ģİأ īĨ اīĻĭĨËĩĤ اīĻāĥíĩĤ īĨ أéĀאب رijøل Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم ĜאijĤا: آĭĨא، أي īéĬ ijĭĨËĨن .نijāĥíĨ ħכĥáĨ ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٦٢/١ ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٦٢/١ ٣ ĉĤאėÐ اüŸאرات óĻýĝĥĤي، .٥٣/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1046 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da” Yani Kâ‘b b. Eşref, Kâ‘b b. Üseyd ve Vehb b. Yehûdâ -Allah hepsine lânet etsin- gibi liderleri ile yalnız kaldıkları zaman. “Allah’ın size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz?” Yani bu Yahudi liderleri o münafıklara derler ki: “Söylüyor musunuz?” Bu, yasaklama anlamında bir sorudur. Anlam ise “Allah’ın size bildirdiklerini, yani Tevrat’ta Muhammed aleyhisselâmın özelliklerine, onun risâletinin hak olduğuna, dinine ve kitabına dair indirdiklerini Araplara söylemeyin.” şeklindedir. Buradaki “açma, bildirme” kelimesi “indirme” anlamındadır ve “Eğer o beldelerin halkları iman edip sakınmış olsalardı biz onlara gökten ve yerden bereketler açardık, indirirdik.” [ el-A‘râf 7/96] âyetinde de bu fiil “indirme” anlamında kullanılmıştır. Abdullah b. Abbas, Ebü’l-Âliye, Hasan-ı Basrî ve Katâde şöyle demişlerdir: Müjdelenen peygamberin niteliklerine dair “Allah’ın sizlere açtığı” ilim kapısı. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Allah’ın bu konuda size bildirdikleri. Bu durumda kelime isteftahtühu fe-feteha aleyye (Ben ona sordum, o da bana bilgi verdi) şeklindeki kullanıma benzer. Benzer şekilde iftah aleyye fî emrî (Bana işim konusunda yol göster) kullanımı da vardır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: “Allah’ın size bildirdiklerini” Yani üzerine vacip kıldığı ve kitabınızda “Sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir elçi geldiğinde ona kesinlikle iman edecek ve kendisini destekleyeceksiniz.” [ Âl-i İmrân 3/81] şeklinde söz aldığı hükmü. Bu durumda bu kelime, Arapların hâkime “fettâh (karara bağlayıcı)” demelerine benzer. Allah Teâlâ da “Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver (aramızı fetheyle).” [ el-A‘râf 7/89] âyetinde fethetmek kelimesini “hüküm vermek” anlamında kullanmıştır. Mücâhid şöyle demiştir: Yani sizi maymun ve domuzlara çevirerek hakkınızda verdiği hükmü sakın onların yanında onaylamayın, yoksa bu sayede sizin ve atalarınızın inadını öğrenirler. Bir görüşe göre “Allah’ın size bildirdiklerini” ifadesi “Savaşlarınızda ahir zaman peygamberinin gelmesini istediğinizde size yardım ettiğini” anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1047 Õđכ ħıÐאøرؤ ďĨ ١ َ ْ ‰ٍ﴾ أي Āאروا إĵĤ اijĥíĤة \ »ٰ ªِ َ ْ ُ‹ُ·ْ ا \ Ëَrَ ذاَِ وįĤijĜ:﴿ َوا .ųا Ʃ ħıĭđĤ ذاijıĺ īÖ Õİوو ïĻøأ īÖ Õđوכ فóüŶا īÖ َْÁ ُ §ْ ﴾أي Ĝאل źËİء اóĤؤøאء īĨ اijıĻĤد «َ ُ ٰ Ãا ّ mَcَžَ Y¯َ ِ \ ْ·َُ ²¹fُ ِ uّ oَ bَُ ¹ُٓا ا ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ źËıĤء اĭĩĤאīĻĝĘ:” أħıĬijàïéÜ؟”، ijİ اıęÝøאم ĵĭđĩÖ اĹıĭĤ، أي ź ijàïéÜا اóđĤب įĻĥĐ ïĩéĨ ÛđĬ īĨ راةijÝĤا ĹĘ אĨ ijİو ،ħכĻĥĐ ųا Ʃ لõĬأ أي ،ħכĻĥĐ ųا Ʃ çÝĘ يñĤאÖ ٰ َR¹³ُا ْ £ُ ٰyٓى ا َ ْ¶ َ© اª َ ا َ ّن ¹َْ ا اŻùĤم وÙĝĻĝè رøאįÝĤ ودįĭĺ وכÝאįÖ، وñİا כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوª ٓ ِYء َو َْ اÊْر ِض﴾ [اóĐŶاف، ٩٦/٧] أي ĭĤõĬŶא. ¯َ َªا ّ ±َR ِ تY ٍ ¦َyََ \ ْ·ِÁَْ «َ Y³َoْ cَŸََ ¹ْ£ََا ª َو ّاb ħĥđĤا אبÖ īĨ ﴾ْ §ُ Áَْ «َ ُ ٰ Ãا ّ mَcَžَ Y¯َ ِ وĜאل اīÖ Đ×אس وأijÖ اđĤאÙĻĤ واīùéĤ وÝĜאدة: ﴿\ .مŻùĤا įĻĥĐ įÖ óý×ĩĤا Ĺ×ĭĤا ÙęāÖ أي” ĹĥĐ çÝęĘ ،įÝéÝęÝøا “:כĤijĜ īĨ ijİو כĤذ īĨ ųا Ʃ ħכĩĥĐأ אĩÖ أي :ģĻĜو ُ وįĝĺóĈ. įَ ıäو ĹĭĘóĐ أي” يóĨأ ĹĘ ƪ ĹĥĐ ْ çَ Ýْ Ęِ įÝĤÉø ĹĭĩĥđĘ، وĝĺאل: “ا ĹĘ אقáĻĩĤا ñìأ īĨ ħכĻĥĐ ħכèو ħכĻĥĐ Õäأو أي﴾ ْ§ ُ Áَْ «َ ُ ٰ Ãا ّ mَcَžَ Y¯َ ِ وģĻĜ:\﴿ ۜ﴾ [آل óĩĐان، ٨١/٣] وijİ µُ َ ²ّyُ‡ُ ³ْcََ ªوَ µ۪ ِ \ َ ±ّ ³ُ®ِQْcَُ ª ْ §ُ َ®َ Y¯َ ِ ق ª ٌ ِ ¹ل ُR ‡َ ّu َ َٓj َYءُ¦ْ َر ُ~ ٌ ّ fُ﴿ ħכ×Ýכ ﴾ ِ ¡ّ oَ ْ ªYِ \ Y³َ®ِ¹َْ ¢ ±َ Áَْ \وَ Y³َ³َÁَْ \ mْ cَžاْ Y³ـ َ َ ٌ”، وĜאل đÜאĵĤ ì×óا: ﴿َرّ\ ƪאح Ýَ Ę” ħאכéĥĤ ħıĤijĜ īĨ [اóĐŶاف، ٨٩/٧] أي اèכħ. įÖ واóĝÜ ŻĘ óĺאزĭíĤوا دةóĝĤا ħכĭĨ ģđä אĩÖ ħכĻĥĐ ħכè אĩÖ أي :ïİאåĨ אلĜو ٢ ĭĐאدכħ وĭĐאد آÖאÐכħ. įÖ اijĘóđĻĘ ħİïĭĐ ĹĘ אنĨõĤا óìآ لijøóÖ ħÝéÝęÝøا īĻè ħכóāĬ أي﴾ ْ§ ُ Áَْ «َ ُ ٰ Ãا ّ mَcَžَ Y¯َ ِ وģĻĜ:\﴿ .įÖ ħÜóāĭÝøا أي ،ħכĺאزĕĨ ١ ح ط ر: ĵĥĐ اijĥíĤة. ٢ ر + أįĬ. ٥ ١٠ ١٥ 1048 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Rabbinizin katında delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi?” Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Münafıklar uğramış oldukları azapları Araplara anlatıyorlardı, liderleri de onlara, “Gördüğünüz azapları onlara, Allah katında size karşı delil olarak kullansınlar ve ‘Biz Allah katında sizden daha değerliyiz, O’na sizden daha sevimliyiz.’ desinler diye mi anlatıyorsunuz?” dediler. Mukātil b. Süleymân şöyle demiştir: Âyet Yahudiler hakkında inmiştir. Şöyle ki: Müslüman kimse Yahudiler arasında kendisinin sütkardeşi ya da dostu olan birini gördüğü zaman ona “Sizin kitabınızda Muhammed’den söz ediliyor mu?” diye sorardı, o da “Evet, o haktır, biz onu biliyoruz.” derdi. Kâ‘b b. Eşref, Mâlik b. Dayf -Allah onlara lânet etsin- ve arkadaşları bunu duyunca Yahudilere gizlice dediler ki: “Onun nebî olduğunu itiraf edip sonra kendisine tâbi olmamanız nedeniyle Rabbinizin katında size karşı delil olarak kullansınlar diye mi Muhammed’in niteliklerine dair Allah’ın size bildirdiklerini onun ashabına anlatıyorsunuz?”1 “Rabbinizin katında” yani kıyamette. Bunun bir benzeri “Sonra sizler kıyamet günü Rabbinizin katında hasımlaşırsınız.” [ ez-Zümer 39/31] âyetinde vardır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Dünyada ve âhirette Allah katında onların sizin aleyhinize delilleri olur. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: “Rabbinizin katında” ifadesi “Rabbiniz hakkında” anlamına gelir, yani “Eğer sizin aleyhinize delilleri sağlam olursa onlar Rabbiniz nezdinde sizden daha evlâ olurlar.” Bir görüşe göre “Rabbinizin katında” ifadesi “Rabbinizin hükmünde” anlamına gelir ki bunun bir benzeri “İşte onlar Allah katında kâfirlerin ta kendileridir.” [ en- Nûr 24/13] ve “Muhakkak Allah katında ayların sayısı on ikidir.” [ et-Tevbe 9/36] âyetlerinde vardır. Yani anlam, “Allah’ın sizden aldığı söz ile hakkınızda hüküm vermiş olduğunu ikrar etmeniz nedeniyle size karşı delil sahibi olurlar.” şeklindedir ki bu mîsâk da “Sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir elçi geldiğinde ona kesinlikle iman edecek ve kendisini destekleyeceksiniz.” [ Âl-i İmrân 3/81] âyetinde beyân edilmiştir. 1 Mukātil b. Süleymân, Tefsîr, 1: 117-118. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1049 ۜ﴾ Ĝאل اīÖ Đ×אس ġ: כאن اĭĩĤאijĝĘن ijàïéĺن ْ §ُ \ِّرَ uَ³ْ ِ µ۪ ِ \ ْ¦¹ُ ُjYّ oَٓ Áُِ ª﴿ :įĤijĜو ابñđĤا īĨ ħכĻĥĐ ųا Ʃ çÝĘ אĩÖ ħıĬijàïéÜأ :ħİאؤøرؤ ħıĤ لijĝÝĘ įÖ اijÖñĐ אĩÖ بóđĤا .ħכĭĨ įĻĤإ Õèوأ ħכĭĨ ųا Ʃ ĵĥĐ مóأכ īéĬ اijĤijĝĻĤ ħכÖر ïĭĐ įÖ ħכijäאéĻĤ :אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ אلĜو اÙĺŴ ÛĤõĬ ĹĘ اijıĻĤد وذĤכ أن اģäóĤ اħĥùĩĤ כאن óĺى īĨ اijıĻĤد رįđĻĄ أو įęĻĥè įĤÉùĻĘ:” أïåÜون ïĩéĨا ĹĘ כÝאÖכħ؟" ijĤijĝĻĘن: ] اóüŶف وĨאĤכ ب١٤٧ [īÖ Õđכ ďĩùĘ ،“įĘóđĬ ěè ijİ ħđĬ” īÖ اėĻąĤ وأéĀאĩıÖא ĩıĭđĤא Ʃ اų وĜאijĤا ijıĻĥĤد ĹĘ اóùĤ: أijàïéÜن ïĭĐ įÖ ħכijäאéĻĤ ïĩéĨ ÛđĬ īĨ ħכĻĥĐ ųا Ʃ çÝĘ אĩÖ ïĩéĨ אبéĀأ ١ .įĬijđÖאÝÜ ź ħà Ĺ×Ĭ įĬÉÖ ħכĘاóÝĐאÖ ħכÖر uَ³ْ ِ _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ َ¹َْم اª À ْ §ُ َ ²ِّ َ ا ّ fُ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،ÙĨאĻĝĤا ĹĘ أي ģĻĜ ﴾ۜ ْ §ُ \ِّرَ uَ³ْ ِ﴿ :įĤijĜ ħà אĻĬïĤا ĹĘ ųا Ʃ ïĭĐ Ùåè ħכĻĥĐ ħıĤ نijכĺ أي :ģĻĜو .]٣١/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [ ۟ ن¹َ̄ ُ ‡ِ cَsْ َ َرِّ\ ُ§ ْ b واóìŴة. ÛĨאĜ إذا ħכĭĨ įÖ ĵĤأو ħİ اijĬijכĻĘ أي ،ħכÖر ĹĘ أي﴾ ۜ وĜאل اīùéĤ:﴿ ِ َ³ْu َرِّ\ ُ§ ْ .ħכĻĥĐ ħıÝåè ِئ ¥َ ِ َ³ْu ّ اà ِٰ ُ ¶ُ ٰٓ ُو۬ª Yžَ﴿ :įĤijĝכ ijİو ħכÖر ħכè ĹĘ أي﴾ ۜ وģĻĜ:﴿ ِ َ³ْu َرِّ\ ُ§ ْ [٣٦/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [اyً ·ْ‚َ yَƒَ َ Y³َfاْ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ ِ َ َة ّ اªُƒ ُ·¹ر uّ ِ َ ِ ّن ْ َ§ ِYذُ\ ¹َن﴾ [اijĭĤر، ١٣/٢٤] وįĤijĜ:﴿ ا اª يñĤا אقáĻĩĤا īĨ ħכĻĥĐ ñìأ אĩĻĘ ħכĻĥĐ ħכè ųا Ʃ أن ħارכóĜÍÖ ħכĻĥĐ اijåÝéĻĤ أي ۜ﴾ [آل óĩĐان، ٨١/٣]. µُ َ ²ّyُ‡ُ ³ْcََ ªوَ µ۪ ِ \ َ ±ّ ³ُ®ِQْcَُ ª﴿ ٢ :įĤijĜ ĹĘ אĭĻÖ .١١٨-١١٧/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :óčĬا ١ ٢ م ح ط - ĹĘ įĤijĜ. ٥ ١٠ ١٥ 1050 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre bu âyette takdim-tehir vardır ve cümle “Size karşı delil olarak kullansınlar diye Rabbiniz katından size indirileni kendilerine mi söylüyorsunuz?” şeklindedir. “Akıl erdiremiyor musunuz?” Bu ifade de onların sözünün devamıdır. Yani “Böyle yaptığınız takdirde delilin aleyhinize döneceğini ve bunun hem sizin hem de atalarınızın ayıbı olduğunu akıl edemiyor musunuz?” Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Bu ifade “Umuyor musunuz?” ifadesi ile bağlantılıdır. Yani anlam, “Nitelikleri bu şekilde olan kimsenin iman edeceğini mi umuyorsunuz? Bunun olmayacağına akıl erdiremiyor musunuz?” şeklindedir. 77. Onlar bilmezler mi ki gizlediklerini de açığa vurduklarını da Allah bilmektedir. [ el-Bakara 2/77] “Onlar bilmezler mi” Yani bu münafıklar ya da bu Yahudiler. “Gizlediklerini de açığa vurduklarını da Allah bilmektedir.” Yani söz ve fiil olarak gizlediklerini de açığa vurduklarını da. Bir görüşe göre anlam “Gizledikleri inançlarını ve açığa vurdukları ikrarlarını” şeklinde, bir başka görüşe göre “Gizledikleri gerçeği, yani Muhammed aleyhisselâmın sıfatını ve açığa vurdukları yalan ve bâtılı” şeklinde, bir diğer görüşe göre “Gizledikleri nifakı ve açığa vurdukları dil ile kelime-i şehâdet getirmeyi” şeklindedir. Bir başka görüşe göre anlam şöyledir: “Allah’ın size bildirdiğini onlara mı anlatıyorsunuz?” [ el-Bakara 2/76] şeklindeki sözlerini gizlemelerini ve “O nebîdir, haktır, kitabımızda zikredilmektedir.” şeklinde açıkça ifade ettikleriniz Allah bilmektedir. “E-ve-lâ (mi ki?)” Bu takrir (onaylama) anlamında bir sorudur ve sahâbenin o kimseler hakkında hayretini celbetmek için kullanılmıştır. Anlam, “Allah kendilerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiği hâlde onların kendi kitaplarında Muhammed’in sıfatlarına dair ifadeleri inkâr etmeleri ve inatçılık yapmalarına şaşırmaz mısınız?” şeklindedir. Onların bunu bilmiyor olmaları ve “Bilmezler mi ki” ifadesinin onlara bilgi sağlayacak şeyi öğrenmeleri için kendilerine yönelik bir teşvik olması da mümkündür. Bunun benzeri herhangi bir şeyi yapmayan ve senin kendisini teşvik etmek istediğin kimseye söyleyeceğin “Şöyle yapmaz mısın?” sözünde de vardır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1051 אĩÖ أي ،ħכĻĥĐ ųا Ʃ çÝĘ אĩÖ ħıĬijàïéÜ أي :هóĺïĝÜو ،óĻìÉÜو ħĺïĝÜ ÙĺŴا ĹĘ :ģĻĜو .įÖ ħכijäאéĻĤ ħכÖر ïĭĐ īĨ ħכĻĥĐ لõĬ ١ ģāÝĨ ÖכħıĨŻ أąĺא، أي أŻĘ ijĥĝđÜن أĬכħ إن ħÝĥđĘ َ ُ£ِْ» ¹َن﴾ ijİ b Ëَžََ وįĤijĜ:﴿ ا .ħכęĥø ÕĻĐو ħכ×ĻĐ įĻĘو ħכĻĥĐ ÙåéĤا אدتĐ כĤذ Ëَžََ ا ﴿،įÝęĀ اñİ īĨ אنĩĺإ ĹĘ ﴾ن¹َ ُ̄ َ ْ cَžََ وĜאل اīùéĤ: ñİا ģāÝĨ įĤijĝÖ:﴿ ا َ ُ£ِْ» ¹َن﴾ أįĬ ź ĺכijن. b ُ َijن ĭĥِ ْ đُ َא ĺ Ĩَ ƫ َون و óùِ ُ َא ĺ Ĩ ُ ħĥَ ْ đَ ĺ ųا َƩ ُ َijن َا ƪن ĩĥَ ْ đَ ĺ źَ َ -٧٧ َاو َ ُ̄ ¹َن﴾ أي źËİء اĭĩĤאijĝĘن أو źËİء اijıĻĤد. «ْ َ À Êَوََ وįĤijĜ:﴿ ا ُ ِْ»³ُ ¹َن﴾ أي Ĩא ijęíĺن وĨא óıčĺون īĨ اijĝĤل À Y®َوَ ونَ ُyِّ ُ À Y®َ ُ َ «ْ َ À َٰ Ãا ّ َ َ ّن وįĤijĜ:﴿ ا ّون īĨ اěéĤ ّون īĨ اĝÝĐźאد وĨא ijĭĥđĺن īĨ اóĜŸار. وģĻĜ: Ĩא óùĺ óùĺ אĨ :ģĻĜو .ģĩđĤوا ّون īĨاęĭĤאق óùĺ אĨ :ģĻĜو .ģĈא×ĤبواñכĤاīĨ نijĭĥđĺ אĨو ،مŻùĤاįĻĥĐ ïĩéĨÛđĬ ijİو ُ ٰ Ãا ّ mَcَžَ Y¯َ ِ \ ْ·َُ ²¹fُ ِ uّ oَ bُ َ ّون īĨ ħıĤijĜ:﴿ ا وĨא ijĭĥđĺن īĨ اıýĤאدة ÖאùĥĤאن. وģĻĜ: Ĩא óùĺ .“رijכñĨאĭÖאÝכ ĹĘ ijİو ěè Ĺ×Ĭ ijİ” :ħıĤijĜ īĨ نijĭĥđĺ אĨو ٢ ،[٧٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾[ْ§ ُ Áَْ «َ źأ أي ،ħıĭĨ ÙÖאéāĥĤ ÕĻåđÜ ijİو óĺóĝÝĤا ĵĭđĩÖ אمıęÝøا﴾ Êَوََ وįĤijĜ:﴿ ا אĨ ħĥđĺ ųا Ʃ أن نijĩĥđĺو ħı×Ýכ ĹĘ ïĩéĨ ÛđĬ ħİכאرĬوإ ħİدijĭĐ īĨ نij×åđÝÜ óùĺون وĨא ijĭĥđĺن. َ ُ̄ ¹َن﴾ ąĺóéÜא ĵĥĐ «ْ َ À Êَوََ وijåĺز أن ĺכijĬijا ź ijĩĥđĺن ذĤכ، وĺכijن įĤijĜ:﴿ ا ĵĥĐ įĄóéÜ ،įĥđęĺ ź ijİو” اñכ ģđęÜ źأ “:ģäóĥĤ כĤijĝכ ،ħĥđĤا ħİïĻęĺ אĨ فóđÜ أن įĥđęĺ. ١ ط: وijİ. .ûĨאİ çĀ ،ħכĻĥĐ ųا çÝĘ אĩÖ ħıĬijàïéÜأ ħıĤijĜ īĨ ونóùĺ אĨ ģĻĜو אنùĥĤאÖ אدةıýĤا īĨ نijĭĥđĺ אĨو - م ٢ ٥ ١٠ ١٥ 1052 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri el-İsrâr gizlemek, el-istisrâr gizlenmek demektir. el-İ‘lân açığa vurmak, el-‘ulvân, el-‘alâniyye ve el-isti‘lân ise açığa çıkmak demektir. el-‘Alen ise sır ve gizli olanın zıddıdır. 78. İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki kitabı bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar. [ el-Bakara 2/78] “İçlerinde bir takım ümmîler vardır.” Yani Yahudiler içinde ümmîler, yani kitap okuyamayan ve yazamayan kimseler vardır. Okuma yazma bilmeyene ümmî isminin verilmesinin sebebi, bu kimsenin okuma yazma bilmeme konusunda anasından doğduğu hâl üzere bulunuyor olmasıdır. Bir görüşe göre ümmî kelimesi ümm (anne) kelimesine nispet edilir. Anne ise kadındır ve kadınlar çoğunlukla okuma yazma bilmezler. Bir görüşe göre ümmî “asıl” anlamındaki ümm kelimesine nispet edilir. Çünkü aslolan okuma yazma bilmeme hâlidir, yazmak yaratılıştan gelen bir özellik değildir, sonradan öğrenilerek kazanılır. Bir görüşe göre ümmî “çoğunluk” anlamına gelen ümmet kelimesine nispet edilir. Çoğunluğun da asıl hâli okuma yazma bilmemektir. Arapların ümmî olarak nitelendirilmesinin sebebi onların çoğunun okuma yazma bilmemesi, aralarında yazma bilenin çok nadir bulunmasıdır. Yine onlar Ümmülkurâ (şehirlerin anası) olan Mekke’den oldukları için onlara bu isim verilmiştir. Hz. Peygamber aleyhisselâm da hem Araplardan ve Ümmülkurâ’dan olduğu hem de herhangi bir kitabı okuyup yazmadığı için kendisine ümmî denilmiştir. Ümmî sıfatının bizzat kendisi herhangi bir övgü ya da yergi içermez. Ancak Hz. Peygamber aleyhisselâm için kullanıldığında onun davasının sahihliğine delâlet eder. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O zaman bâtıl ehli şüpheye düşerdi.” [ el-Ankebût 29/48] Yani [ bâtıl ehli] onu yazdığı bir kitaptan aldığını zannederlerdi. Bu âyetteki “İçlerinde bir takım ümmîler vardır.” ifadesi, bu kimselerin bilgisiz olmaları ve bâtıl konusunda liderlerini taklit etmeleri nedeniyle, onlar hakkında bir kınamadır. “Kitabı bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir.” Esâfiyyü kelimesinin üsfiyye (üç ayaklı taş ocak) kelimesinin çoğulu olması gibi emâniyyü kelimesi de ümniyye kelimesinin çoğuludur. Emânî kelimesinin üç şekilde tefsiri yapılmıştır: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1053 ُijĥان واÙĻĬŻđĤ واóøŸار اęìŸאء، واóùÝøźار اęÝìźאء، واŻĐŸن اıČŸאر، واđĤ .óÝùĤا ăĻĝĬ īĥَ َ واŻđÝøźن اijıčĤر، واđĤ نijَ ĭ ƫčُ َ ĺ źƪاِ ْ َ ِا ْن ُħİ ƪ و َ ِאĹĬ َ َ אب ِاƪٓź َاĨ ُ َijن ْاĤ ِכÝ ĩĥَ ْ đَ ĺ źَ نijَ ƫ Ļِ ّ ْ ُاĨ ħُ ıْ ĭĨِ َ -٧٨ و ُ ¹َن﴾ أي وīĨ اijıĻĤد أijĻĨن أي ijĜم ź ĺכÝ×ijن وź óĝĺؤون īĨ Áّ®ِّ ُ وįĤijĜ:﴿ َوِRُ³ْ·ْ ا .ÙÖאÝכĤوا ÙÐاóĝĤماïĐ Ĺİو ،אıĻĥĐ مŶاįÜïĤو ĹÝĤاÙĝĥíĤا ĵĥĐ įĬŶ įÖ ĹĨŶا Ĺĩø .אبÝכ وģĻĜ: ijİ ijùĭĨب إĵĤ اŶم، واŶمīĨ اùĭĤאء واĕĤאÕĤ īıĻĘ ïĐماĤכÝאÙÖ واóĝĤاءةıĭĨא. وģĻĜ: ijùĭĨب إĵĤ اŶم اñĤي ijİ اģĀŶ واģĀŶ ñİا أąĺא ÍĘن اĤכÝאÙÖ Üכijن ١ .ÙĝĥíĤאÖ ź ħĻĥđÝĤאÖ اñİ ħıĻĘ ģĀŶوا ،ÙĨאđĤا رijıĩä Ĺİو ÙĨŶا ĵĤإ] أ ١٤٨] بijùĭĨ ijİ :ģĻĜو ħıąđÖ ĹĘ Ĺİو ÙÖאÝכĤا مïĐ ħıĻĘ ģĀŶا نŷĘ īĻĻĨأ بóđĤا ÙĻĩùÜ אĨÉĘ ،אąĺأ īĨ įĬŶ אĻĨأ Ĺĩø مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤوا ،ÙכĨ Ĺİو ىóĝĤا أم īĨ ħıĬŶو ،אدرةĬ ٢ ñİه اóđĤب، وįĬŶ īĨ أم اóĝĤى، وįĬŶ כאن ź ĺכÕÝ وź óĝĺأ īĨ כÝאب. وīĻĐ אĩכ اهijĐد ÙéĀ ÙĤźد ÛĬכא مŻùĤا įĻĥĐ įĝè ĹĘ Ĺİو ذم źو حïĩÖ ÛùĻĤ ÙęāĤا ْ ُْ̄[ ُِ» ¹َن﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٤٨/٢٩] أي ijĭČا أįĬ َ َ Yب اª ِ ًذا َÊْرb ا ﴿:ÙĺŴا هñİ ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ُ ¹َن﴾ وñİا ذم ħıĤ ïđĤم اħĥđĤ Áّ®ِّ ُ İñìÉĺא īĨ כÝאب ĺכÝ×į، وĹĘ ñİه اÙĺŴ:﴿ َوِRُ³ْ·ْ ا .ģĈא×Ĥا ĹĘ ħıÐאøرؤ ħİïĻĥĝÜو .ÙĻęàأ ďĩä ĹĘאàŶכא ÙĻĭĨأ ďĩä Ĺİ ﴾ َّ ¿ِ ²Y®ََ َٓ ا Êِّ ْ ِ§َc َ Yب ا َ ُ̄ ¹َن اª «ْ َ À Êَ﴿ :įĤijĜو :óĻøאęÜ ÙàŻà ĹĬאĨŷĤو .ûĨאİ çĀ ،ÙĝĥíĤאÖ ź ħĻĥđÝĤאÖ نijכÜ ÙÖאÝכĤا نÍĘ אąĺأ اñİ ģĀŶوا ģĀŶا ijİ يñĤا مŶا ĵĤإ بijùĭĨ ģĻĜو - م ١ ٢ ط: وóĻĔ. ٥ ١٠ ١٥ 1054 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir: Yalanlar. Hz. Osman şöyle demiştir: “ Müslüman olduğumdan beri yalan söylemedim. Hz. Peygamber aleyhisselâma biat ettiğimden beri elim avret yerime dokunmadı. Kur’ân okuduğum zamandan beri pırasa ve benzeri şeyler yemedim.” Abdullah b. Abbas ve Mücâhid de emâniyyenin bu kimselerin taklit yoluyla kendi bilginlerinden öğrendikleri uydurma sözler olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu husus “Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler.” [ Âl-i İmrân 3/78] âyetinde de ifade edilmiştir. İki: Kıraatler (okunan şeyler). Allah Teâlâ “Ancak okuduğu zaman şeytan okumasına bir şeyler karıştırır.” [ el-Hacc 22/52] âyetinde bu kelimeyi, okunan şeyler anlamında kullanmıştır. Hassân b. Sâbit Hz. Osman’a mersiye olarak şöyle demiştir: Gecenin başında Allah’ın kitabını okur Ve de sonunda mukadder ölüme kavuşur Yani bu sefiller indirilen kitabın aslını bilmezler, sadece din adamlarından aldıkları bazı şeyleri okurlar. Bu anlama göre onların okuyor olmaları kendilerine “ ümmî” denilmesine engel değildir, çünkü ümmî hiç [ezberden dahi olsa] okuyamayan değil, yazılı bir şeyi okuyamayan kimsedir. Üç: Şehvetler. Hak Teâlâ şu âyetlerde kelimeyi bu anlamda kullanmıştır: “Onlara vaadlerde bulunur, onları heveslendirir.” [ en-Nisâ 4/120], “Yoksa insan arzu ettiğine erişecek midir?” [ en-Necm 53/24], “Sizin kuruntunuz değil…” [ en-Nisâ 4/123], “İstemeyin…” [ en-Nisâ 4/32]. Yani onlar kitaptan herhangi bir şey bilmezler, bildikleri şey sadece büyüklerinin ve âlimlerinin, onların dinlerini sürdürdükleri müddetçe cennete gireceklerine dair kendilerine verdiği ümitler ve heveslerdir. Ahfeş şöyle demiştir: Burada illâ emâniyye (Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir) ifadesi münkatı‘ istisnadır, çünkü kendisinden istisna edilen şey ile aynı cinsten değildir. İllâ edatı yerine lâkin (fakat) edatının kullanılabileceği her istisna, münkatı‘ istisnadır. Burada da cümlede “Kitabı bilmezler, fakat kulaktan dolma şeylere tâbi olurlar.” şeklinde takdir yapmak uygundur. Bu tıpkı “Onların herhangi bir ilmi yoktur, fakat sadece zanna tâbi olurlar.” [ en-Nisâ 4/157] âyetindeki kullanım gibidir.1 1 Ahfeş, Meâni’l- Kur’ân, 1: 123. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1055 ĹäóĘ ÛùùĨ אĨو Ûĩĥøأ ñĭĨ ÛĻĭĩÜ אĨ» :Ġ אنĩáĐ אلĜ .ÕĺכאذŶا אıĬأ :אİïèأ ١ .«آنóĝĤا أتóĜ ñĭĨ هijéĬو اثóכĤا Ûĥأכ źو مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ÛđĺאÖ ñĭĨ ĹĭĻĩĻÖ ٣ ƻ إıĬא اèŶאدßĺ اÙĝĥÝíĩĤ، أي أñìوİא īĨ ĩĥĐאħıÐ ٢ وåĨאïİ وįÖ Ĝאل اīÖ Đ×אس ﴾بY ِ cَ§ِ ْ ªا ±َR ِ ه¹ُ[ َُ oْ cَِ ª بY ِ cَ§ِ ْ ªYِ \ ْ·ُcَ³َِ ْ ªَ َ¹ُ۫ن ا ْ «َ À ą£À ً ۪ yŸََ ª ْ·ُ³ْ®ِ َ ِ ّن ïĻĥĝÜا، وijİ כįĤijĝ:﴿ َوا اÙĺŴ،] آل óĩĐان، ٧٨/٣]. ﴾ۚ µ۪ cَِ Áّ³ِ®ْ ُ َ ْÁ َ ُYن ٓž۪¿ ا ْ £َ« ّ اªƒ ªَ ٰٓ« ا ³ّ¯َ َ َِذا b َٓ ا Êِّ واáĤאĹĬ: أıĬא اóĝĤاءات، وĜאل đÜאĵĤ:﴿ ا ٤ :Ġ אنĩáĐ ĹĘ Ĺàóĺ אنùè אلĜو .]٥٢/٢٢ ،ãéĤا[ َ َĝ ِאدِر َ اĩĤ אمĩèِ ĵĜź ُ ه َ óìوآ ِ įĥĻĤ ِ لƪ ĵƪ َ כÝאب Ʃ اų أو ĭ َ ĩَ Ü َ ل وإĩĬא óĝĺؤون أĻüאء أñìوİא īĨ أè×אرħİ. õĭ ُ ĩĤا ÙĝĻĝè ÙĥęùĤا ءźËİ ħĥđĺ אĨ أي źو ÕÝכĺ ź īĨ ĹĨŶا نŶ ؛ħıĭĐ īĻĻĨŶا ħøا Ĺęĭĺ ź įäijĤا ٥ اñİ ĵĥĐ ħıÜاءóĜو .ŻĀأ أóĝĺ ź īĨ ź אبÝכ īĐ أóĝĺ َْم ۜ﴾ [اùĭĤאء، ١٢٠/٤] وĜאل: ﴿ا ْ·Áِ ³ّ۪ ¯َ ُ Àوَ ْ¶ ُ uُ َِ واáĤאßĤ: أıĬא اijıýĤات، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ À ِِّÁ ُ §ْ] ﴾اùĭĤאء، ١٢٣/٤] وĜאل: ﴿َوَÊ ²Y®ََ Yِ \ }َ Áَْ ٰ ۘ«﴾ [اħåĭĤ، ٢٤/٥٣ [وĜאل: ﴿ª ³ّ¯َ َ b Y®َ نYِ َ ²ِْ Ëْ ِ ª ¹َْا﴾ [اùĭĤאء، ٣٢/٤] أي ź ijĩĥđĺن اĤכÝאب ÑĻüא إź Ĩא ħıĻĭĩĺ כ×óاؤħİ وĩĥĐאؤħİ ³ّ¯َcََ b .ħıĭĺد ĵĥĐ ħıÝĨאĜÍÖ ÙĭåĤا ħıĤijìد īĨ ÷ĭä īĨ ĵĭáÝùĩĤا÷ ĻĤ įĬŶ ،ďĉĝĭĨ אءĭáÝøا ﴾ َّ ¿ِ ²Y®ََ َٓ ا Êِّ وĜאل اûęìŶ:﴿ ا אĭıİو ،ďĉĝĭĨ אءĭáÝøا ijıĘ “īכĤ” “źإ “כאنĨ įĻĘ īùéĺ ďĄijĨ ģوכ ،įĭĨ ĵĭáÝùĩĤا ±ْ ®ِ µ۪ ِ \ ْ·ُ َ ª Y®َ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،ĹĬאĨŶا نijđ×Ýĺ īכĤ אبÝכĤا نijĩĥđĺ ź :هóĺïĝÜو īùéĺ ٦ ِۚ﴾ [اùĭĤאء، ١٥٧/٤]. ±ّ َ َِ[ َYع ّ اª َ ّاb Êِّ ٍ ا ْ «ِ .١٩٢/٥ ،ĹĬاó×ĉĥĤ óĻ×כĤا ħåđĩĤا ؛١٥ ،אرةıĉĤا ،ÙäאĨ īÖا īĭø :óčĬا ١ ٢ ر + وĜאل. ٣ ر: åĨאïİ. .«ĹĭĨ» ،אرسĘ īÖź ÙĕĥĤا÷ ĻĺאĝĨ ؛١٥٠/٢ ،אري×ĬŶا īÖź óİاõĤا ٤ ٥ ح - ñİا. .١٢٣/١ ،ûęìŷĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ :óčĬا ٦ ٥ ١٠ ١٥ 1056 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.” Yani “Onlar zan sahibi kimselerden başkası değillerdir.” İn harfinin olumsuz edat olan mâ harfi yerine bu şekilde kullanımı “Kâfirler ancak bir aldanma içindedirler.” [elMülk 67/20] âyetinde de vardır. Burada da ini’l-kâfirûne ifadesi me’l-kâfirûne “Kâfirler değildir…” anlamındadır. İlk âyette din adamlarının kitabı tahrif etmeleri, bu âyette de avamın taklidi anlatılmıştır. Bu ikisinin önceki âyetlerle bağlantısı şöyledir: Allah Teâlâ o kimseleri kitabı bilmeyenler olarak nitelemiş ve onların liderlerinin uydurdukları şeylere bağlı kalmalarının aslı olmayan bir yalan olduğunu ifade etmiş, bu sebeple onların imanından müminlerin ümit kesmesini sağlamıştır. Yani “Bu kimseler cahil ve taklitçi, taklit ettikleri kimseler de inatçı oldukları hâlde siz onların iman edeceğini mi umuyorsunuz?” buyurmuştur. 79. Vay o kimselere ki elleriyle kitabı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için ‘Bu, Allah’ın katındandır.’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline! [ el-Bakara 2/79] “Vay o kimselere ki elleriyle kitabı yazarlar.” Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Veyl (vay) azap demektir. Kelbî kelimenin şiddetli azap mânasında olduğunu, Asmaî ise onların fiillerinin Allah tarafından çirkin olarak nitelendirilmesi anlamına geldiğini söylemiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak başka bir âyette “Nitelemenizden dolayı yazıklar olsun (veyl) size!” [ el-Enbiyâ 21/18] buyurmuştur. Bir görüşe veyl kelimesi hasret ve feryat anlamına gelir. Hak Teâlâ “Vay başımıza gelenlere!” [ el-Kehf 18/49] şeklinde kullanmıştır. Hz. Osman, Hz. Peygamber aleyhisselâmın, “Veyl, cehennemde bir dağdır.” buyurduğunu nakletmiştir.1 Ebû Saîd el-Hudrî de Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Veyl, cehennemde bir vadidir. Kâfir oradan aşağıya kırk bahar boyunca yuvarlanır da dibine varamaz.” buyurduğunu nakletmiştir.2 Ebû İyâz şöyle demiştir: O, cehennemin dibinde bir cerahat vadisidir. Bir görüşe göre bu kelime dilde helâk mânasına, bir başka görüşe göre rezillik mânasına, bir diğer görüşe göre de şerrin bulaşması, yerleşmesi mânasına gelir. “Elleriyle kitabı yazarlar.” Yani değiştirilmiş olarak Tevrat’ı yazarlar. 1 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, 2: 124. 2 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 18: 240; Tirmizî, “ Tefsir”, 22. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1057 َ Êِّ ْ َ§ ِYُžy َون ا ِِن اª ُ ¹َن﴾ أي وĨא ħİ إź ČאīĻĬ، وijİ כįĤijĝ:﴿ ا ³ُّ َ À َ Êِّ ِ ْن ُ¶ ْ ا وįĤijĜ:﴿ َوا ۚور﴾ [اĥĩĤכ، ٢٠/٦٧] Ĺĭđĺ Ĩא اĤכאóĘون. ٍ yُ šُ ¿ž۪ وėĀ ĹĘ اÙĺŴ اŶوĵĤ ėĺóéÜ اèŶ×אر وĹĘ ñİه اÙĺŴ ïĻĥĝÜ اijđĤام واāÜאل ñİه ħıُ á×ýÜو אبÝכĤאÖ īĻĩĤאĐ óĻĔ ħıĬأ مijĝĤا ءźËİ ėĀو ĵĤאđÜ įĬأ אıĥ×Ĝ אĩÖ כĥÜو َ ĹĘ إĩĺאن źËİء ñıÖا اùĤ×Õ، أي ďĩĉĤا ïَ ƪ đ َ ×Ę ،אıĤ ÙĝĻĝè ź אÖñכ ħıÐאøرؤ אتĐóÝíĩÖ أijđĩĉÝĘن ĹĘ إĩĺאن źËİء وħİ äאijĥİن ïĥĝĨون وأوÑĤכ đĨאïĬون. ُ وا óَ Ýýْ َ ĻĤِ ųا ِƩ ïِ ْ ĭĐِ īْ Ĩِ اñَ İٰ نijَ Ĥijُ ĝَُ ĺ ƪ ħàُ ْ ħıĺِ ï۪ ْ َ َ אب ِÖَאĺ ُ َijن ْاĤ ِכÝ ×ُ َ ْכÝ ĺ īĺ َ ñƪĥ۪ Ĥِ ģٌ ْ ĺ َ ijĘَ -٧٩ ُ َijن َ ْכ ِù× ĺ א ƪ ĩĨِ ْ ħُ ıĤَ ģٌ ْ ĺ َ َ و ْ و ħıĺِ ï۪ ْ ĺاَ Ûْ َ ×َ ƪ א َכÝ ĩĨِ ْ ħُ ıĤَ ģٌ ْ ĺ َ ijĘَ ŻĻ ًۜ ĥ۪Ĝَ אĭً َ ĩàَ į۪ Öِ :ġ אس×Đ īÖا אلĜ ﴾ْ·Àِ u۪ Àَْ Yِ \ بY َ cَ§ِ ْ َ ْ§ُcُ ]¹َن اª À ±À َ w۪ َّ «ِ ª © ٌ Àْ¹َžَ﴿ [ وįĤijĜ:] ١٤٨ب īĨ çĻ×ĝÜ ijİ :ĹđĩĀŶا אلĜو .ابñđĤا īĨ ïĺïýĤا ijİ :Ĺ×ĥכĤا אلĜو .ابñđĤا ģĺijĤا َ Ÿُ‡ِ ¹َن﴾ [اĬŶ×Ļאء، ١٨/٢١]. وģĻĜ: Ĺİ כÙĩĥ b Yَ ¯ّ®ِ ©ُ Àْ¹َْ َ ُ§ ُ اª ªوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ħıĥđĘ ųا Ʃ .[٤٩/١٨ ،ėıכĤا﴾ [Y³َcََ «Àْوَ Yَ À﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ď ƫ åęÜو ó ƫ ùéÜ ١ وروى أijÖ .«אرĭĤا ĹĘ ģ×ä ģĺijĤا «:مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐ [Ġ] אنĩáĐ وروي óĘכאĤا įĻĘ يijıĺ ،ħĭıä ĹĘ واد ģĺijĤا «:مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐ [Ġ] ريïíĤا ïĻđø ٢ .«هóđĜ ēĥ×ĺ أن ģ×Ĝ אęĺóì īĻđÖأر .ħĭıä ģĀأ ĹĘ ïĺïĀ īĨ واد ijİ :אضĻĐ ijÖأ אلĜو .óýĤا لijĥè :ģĻĜو .ÙéĻąęĤا ģĻĜو .كŻıĤا ÙĕĥĤا ĹĘ ijİ :ģĻĜو .źƪ ï×Ĩ اóƪ ْ ِ§َc َ Yب﴾ أي اijÝĤراة ĻĕĨ َ ْ§ُcُ ]¹َن اª À ±À َ w۪ َّ «ِ ª﴿ įĤijĜو .(٧٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا (١٢٤/٢ ،يó×ĉĤا óĻùęÜ :óčĬا ١ ٢ ïĭùĨ أïĩè، ٢٤٠/١٨؛ īĭø اñĨóÝĤي، óĻùęÜ اóĝĤآن، .٢٢ ٥ ١٠ ١٥ 1058 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Elleriyle” bir görüşe göre bu ifade, fiilin o fiile mahsus uzuvla yapıldığının söylenmesi yoluyla tekit edilmesidir. Bunun benzeri “Ağızlarıyla söylerler.” [ Âl-i İmrân 3/167] ve “Kanatları ile uçar.” [ el-En‘âm 6/38] âyetlerinde vardır. Bir görüşe göre bu, kelimenin mecaz değil, hakiki anlamda kullanıldığına delâlet eder, yani bizzat kendileri elleri ile yazarlar. Nitekim insan başkasına bir mektup yazdırdığı zaman da “Falana yazdım.” diyebilir. Ancak “Kendim yazdım.” veya “Elimle yazdım.” dediği zaman doğrudan kendisinin yazdığını bildirmiş olur. “Bu, Allah’ın katındandır, derler.” Yani yazdıkları -değiştirilmiş- şeye işaret ederler ve onun Allah tarafından indirildiğini söylerler. “Onu az bir karşılığa değişmek için” Yani onu, çok olsa dahi az sayılacak bir karşılık almak için yazarlar. Çünkü bu karşılık kalıcı değil, geçicidir. Zira yenilecek şey tükenir, giyilecek şey yıpranır, liderlik de ölümle sona erer. “Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline!” Yani değiştirilmiş olarak yazdıklarından ötürü [vay onların hâline]. “Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” Yani onlar bu fiili işlemek sûretiyle kendileri için dünyalık elde ederler. Buradaki fiil kesebe kesben, iktesebe iktisâben (kazandı, edindi) şeklinde kullanılır. Bir görüşe göre iktisâb, insanın sebepler yoluyla kendisi için hazır hâle gelmiş olan nasibini almasıdır. Onların değiştirdikleri şey Hz. Peygamber aleyhisselâmın sıfatları idi, çünkü Tevrat’ta Hz. Peygamber esmer ve orta boylu olarak nitelenirdi. Onlar ise bu nitelemeyi beyaz, uzun boylu ve tek gözlü olarak değiştirdiler. Oysa bu vasıflar Deccâl’in sıfatlarından idi. Kazançları ise yazdıkları şeyi parayla satmak ve zenginlerden rüşvet almak şeklindeydi. Bu âyette veyl kelimesinin üç kez zikredilmesinin birkaç izahı vardır. Bir: Âyetteki ifade Allah’ın seçkin elçisi olan Hz. Peygamber’in hakkını gasp etmek, onun sıfatını değiştirmek şeklindeki fiillere karşı bir tehdittir. Allah Teâlâ sevdiği kullarının haklarını ihlal edenlere karşı, kendi haklarını ihlal edenlere yaptığından daha ağır tehditte bulunur. Nitekim kendi hakkını ihlal eden için bir kez tehditte bulunup “Vay o namaz kılanların hâline ki onlar namazlarından gafildirler.” [ el-Mâûn 107/4-5] buyurmuş, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1059 :įĤijĝכ ijİو ،įÖ ÿÝíĨ ijİ אĩÖ įĤijāéÖ ģđęĥĤ ïĻכijÜ ijİ :ģĻĜ ﴾ْ·Àِ u۪ Àَْ Yِ وįĤijĜ:\﴿ :ģĻĜو .]٣٨/٦ ،אمđĬŶا﴾ [µِÁْnY َ ³َkَ ِ \ yÁُ ۪ َ ¹َžَْ ِا¶ِ·ْ﴾ [آل óĩĐان، ١٦٧/٣] وįĤijĜ:﴿ À Yِ ُ ¹َن \ ª¹£ُ َ À﴿ ١ ijĝĺل اùĬŸאن: “כÝ×Û إĵĤ ŻĘن” ïĜو ħıùęĬÉÖ įَ Ĭ ْ ijĤƪ َ ijَ Ý َ ٌ åĩĥĤאز، أي ĺ ĹęĬو ěĻĝéÜ ٌ ijİ įĬأ אĬó×ìأ ïĝĘ “يïĻÖ أو ĹùęĭÖ Û×Ýכ “:אلĜ وإذا ،įĻĤإ įĭĐ ÕÝכĺ نÉÖ هóĻĔ óĨأ إذا .įùęĭÖ هóüאÖ įĬأ ó ƪ ُ ¹َن ٰ¶ َwا ِR ±ْ ِ ِ³ْu ّ اà ِٰ ﴾أي óĻýĺون إĵĤ اñĤي כÝ×ijه وijİ ĻĕĨ ª¹£ُ َ À َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو .ųا Ʃ īĨ لõĭĨ ģĻĥĜ ٌ įĭĨ ٢ ُ ۜ﴾ أي ĺכÝ×ijن ذĤכ ñìÉĻĤوا įÖ Ĩא اĤכóĻá ËÁً «۪ َ ¢ Y³ً ¯َ َ f µ۪ ِ \ واyُcَƒْ Áَِ ª﴿ :įĤijĜو .تijĩĤאÖ ولõÜ ÙøאÐóĤوا ĵĥ×ĺ سij×ĥĩĤوا Õİñĺ لijכÉĩĤا نÍĘ אق؛Ö óĻĔ אنĘ įĬŶ .اóĻĕĨ أي﴾ ْ·Àِ u۪ Àَْ ا aْ ]َcَ¦َ Yَ ¯ّ®ِ ْ·ُ َ ª © ٌ Àْ¹َžَ﴿ :įĤijĜو اñıÖ אĻĬïĤا אمĉè īĨ ħıùęĬŶ ٣ َ ْ§ ُِ[ ¹َن﴾ أي ijĥāéĺن À Yَ ¯ّ®ِ ْ·ُ َ ª © ٌ وįĤijĜ:﴿ َوَوْÀ اģđęĤ. وïĜ כÕù כù×א واכÕùÝ اכùÝאÖא. وģĻĜ: إن اźכùÝאب ijİ اŻÝäب اċéĤ ĩÖא .אب×øŶا īĨ įĤ Ïّ Ļ ُ İ ،Ùٌ َ đْ Ö َ ُ ر óَ ĩ ْ øأ įĬأ ارةijÝĤا ĹĘ כאن ïĝĘ ،مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ÛđĬ óĻĻĕÝÖ כאن ħıĥĺï×Üو ďĻ×Ö כאن ħıÖאùÝواכ .אلäïĤا אتęĀ īĨ ٤ Ĺİو ،رijĐأ ģĺijĈ ăĻÖأ įĬأ هijĤï×Ę اĩĤכijÝب ÖאīĩáĤ وñìÉÖ اijüóĤة īĨ اĻĭĔŶאء. ٥ وįĤ وijäه؛ أİïèא: أįĬ اتóĨ ثŻà ÙĺŴا هñİ ĹĘ ģĺijĤا óذכ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن ħà ĹĘ ēĤא×ĺ ĵĤאđÜ ųوا Ʃ įÝđĬ ģĺï×Üو مŻùĤا įĻĥĐ ĵęĉāĩĤا įĤijøر ěè ďĻĻąÜ ěè ĹĘ ±Á َۙ ۪ ّ «‡َ ¯ُ ْ «ِ ª © ٌ Àْ¹َžَ﴿ :אلĜ ،įĝè ďĻąĨ ïĻĐو ĹĘ ēĤא×ĺ ź אĨ įÐא×èأ ěè ďĻąĨ ïĻĐو ٧ ،ةóĨ ijİو įùęĬ ěè ĹĘ ٦ ِِ·ْ َ~ ُY ¶¹َۙن﴾ [اĩĤאijĐن، ٥-٤/١٠٧] وñİا bËَ†َ ±ْ َ ْ ¶ُ ±À َ w۪ َّ ªَ ا ١ ر: ïĝĘ. ٢ ح: Ĩאل اĤכóĻá. .ûĨאİ çĀ ،نijĉéĺ :م ٣ ٤ ح: وijİ. .ûĨאİ çĀ ،اتóĨ - ط ٥ ٦ م: وijİ. ٧ م - وijİ óĨة. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1060 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri burada ise nebîsinin hakkını ihlal edenler hakkında üç kez “Vay!” diyerek tehdit etmiştir. Bu tıpkı Allah Teâlâ’yı fakirlikle niteleyenler hakkında tek sefer “Söylediklerinden dolayı lânetlendiler.” [ el-Mâide 5/64] demesine karşılık Hz. Aişe’nin hakkında ayıp işleyenlere ilişkin “Dünyada ve âhirette lânetlendiler.” [ en- Nûr 24/23] buyurması gibidir. İki: Bu âyetteki ilk veyl ifadesi dünyada onlardan cizye alınması ve kendilerinin zillete düşmeleri, ikinci veyl ifadesi kabir azabı, üçüncüsü de cehennem azabı anlamına gelir. Bunun benzeri “Lâyıktır sana lâyık, sonra lâyıktır sana lâyık!” [ el-Kıyâme 75/34] âyetinde vardır, yani “Bu azap sana dünyada, kabirde, mahşerde ve cehennemde lâyıktır.” Bir görüşe göre ilk veyl ifadesi onların “Bu Allah katındandır.” demelerine karşılık, ikincisi tahriflerine karşılık, üçüncüsü de bunun ücreti olarak dünyalık mal almalarına karşılıktır. 80. Dediler ki: ‘Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır.’ De ki: ‘Bunun için Allah’tan söz mü aldınız? Eğer böyle ise Allah verdiği sözden dönmez. Yoksa siz Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?’ [ el-Bakara 2/80] “Dediler ki: Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır.” Onlar tahrif ve kötü kazançlarından dolayı kendilerine bu uyarı yapılınca şöyle dediler: Biz nebîlerin evlâtlarıyız ve kıyamet gününde ancak kısa bir süre azap görürüz. Abdullah b. Abbas, Dahhâk, İkrime, Katâde ve Süddî şöyle demişlerdir: [Onların sayılı birkaç gün ile kastettikleri süre] Hz. Mûsâ’nın kendilerinden ayrı kaldığı ve buzağıya tapındıkları kırk günlük süredir. Bir başka rivayette Abdullah b. Abbas’ın “O kırk senedir ki onların çölde yollarını kaybettikleri süredir.” dediği nakledilmiştir. Mücâhid ve Hasan-ı Basrî şöyle demişlerdir: Bu süre yedi gündür. Çünkü âyetin nüzûl sebebi şöyledir: Hz. Peygamber aleyhisselâm Medine’ye hicret ettiğinde Yahudilerin, “Dünyanın günleri yedi bin senedir, biz de her bin seneye karşılık bir gün azap görürüz.” dediklerini duydu, bu âyet de onlara cevap olarak indi. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1061 ĵĤאđÜ ųا Ʃ ėĀو īĨ ěè ĹĘ įĤijĝכ ijİو ،אàŻà įĻ×Ĭ ěè ďĻąĨ ěè ĹĘ אĭıİ אلĜو :ġ ÙýÐאĐ אبĐ īĨ ěè ĹĘ אلĜو ٢ ١ óĨة ¹ُا﴾ [اĩĤאïÐة، ٦٤/٥] وñİا ªYَ ¢ Y¯َ ِ ُِ ¹³ُا \ ªوَ ﴿:óĝęĤאÖ ُ َ²ْYÁ َو ْ ٰ اÊ ِrَyِة﴾ [اijĭĤر، ٢٣/٢٤]. ُِ ¹³ُا žِ¿ ّ اuª ª﴿ ] أن اŶول ijİ أñì اÙĺõåĤ واÙĤñĩĤ ĹĘ اĻĬïĤא واáĤאĹĬ ijİ ñĐاب أ واáĤאĹĬ:] ١٤٩ ٰۙ«﴾ [اĻĝĤאÙĨ، ٣٤/٧٥ [أي ĹĘ َْوª Yžَ ¥َ َ ª »ٰ َْوª اĝĤ×ó واáĤאßĤ ijİ ñĐاب اĭĤאر وijİ כįĤijĝ:﴿ ا ،“ųا Ʃ ïĭĐ īĨ اñİ” :ħıĤijĝÖ ولŶا ģĺijĤا ģĻĜو .ħĻéåĤوا ėĜijĩĤوا ó×ĝĤوا אĻĬïĤا .įÖ אĻĬïĤا אمĉè بŻÝäا ĹĘ ßĤאáĤوا ،ėĺóéÝĤאÖ ĹĬאáĤوا īْ ĥَĘَ اïً ْ ıĐَ ųا ِƩ ïَ ْ ĭĐِ ْ ħÜُñْíَ ƪ Üاَ ģْ Ĝُ ةًۜ َ ْ ُïود đَ Ĩ אĨא ً ƪ ĺاَ źٓƪاِ ُ ƪאر َא اĭĤ ĭ ƪ ù َ ĩÜَ īْ Ĥَ اijĤאُ Ĝَ َ -٨٠ و ُ َijن ĩĥَ ْ đÜَ źَ אَ Ĩ ųا ِƩ ĵĥَĐَ نijَ Ĥijُ ĝُÜَ ْ ُ ٓ َام ْ َïه ıĐَ ųا ُƩ ėَ ĥِíْ ُ ĺ ۜ﴾ أي وĜאل źËİء īĻè أوïĐوا ةًودَ uُ ْ®َ Y®Y ً َ Àّ َ َٓ ا Êِّ َ ُYر ا ³ªا ّ Y³َ َّ ¯َ َ b ±ْ َ ¹ُا ª ªYَ وįĤijĜ:﴿ َو¢ ةïĨ źإ ÙĨאĻĝĤا مijĺ بñđĬ īĤو אءĻ×ĬŶا دźأو īéĬ :ßĻ×íĤا ÕùכĤوا ėĺóéÝĤا ĵĥĐ óĻùĺة. Ĝאل اīÖ Đ×אس واéąĤאك وĐכÙĨó وÝĜאدة واïùĤي ƻ: أرijđÖن Ĩijĺא وĹİ ïĨة .אıĻĘ ģåđĤا ħıÜאد×Đو ħıĭĐ ĵøijĨ Ù×ĻĔ .įĻÝĤا ĹĘ אıĻĘ اijù×è ĹÝĤا ةïĩĤا Ĺİو ،Ùĭø نijđÖأر Ĺİ :Ùĺروا ĹĘ אس×Đ īÖا īĐو Ĺ×ĭĤا نÍĘ ÙĺŴا ولõĬ ÙāĜ Ĺİو אمĺأ Ùđ×ø Ĺİ :ųا Ʃ אĩıĩèر īùéĤوا ïİאåĨ אلĜو įĻĥĐ اŻùĤم دģì اÙĭĺïĩĤ ïäijĘ اijıĻĤد ijĤijĝĺن: إن أĺאم اĻĬïĤא ø×Ùđ آźف Ùĭø، ñđĭĘب .ħıĻĥĐ ردا ÙĺŴا ÛĤõĭĘ ،אĨijĺ Ùĭø ėĤأ ģכ כאنĨ :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ١ ط: وijİ. ¹ُا﴾ وñİا ªYَ ¢ Y¯َ ِ ُِ ¹³ُا \ ªوَ ﴿óĝęĤאÖ ĵĤאđÜ ųا ėĀو īĨ ěè ĹĘ įĤijĝכ ijİو אàŻà įĻ×Ĭ ěè ďĻąĨ ěè ĹĘ אĭıİ אلĜو - ح ٢ .ûĨאİ çĀ ،ةóĨ ٥ ١٠ ١٥ 1062 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu günlerin buzağıya tapınma günlerine hamledilmesinin bir mânası yoktur, çünkü buzağıya tapanlar bunlar değil, ataları idi. Kaldı ki bu ifadenin onların buzağıya tapan ataları hakkında olduğu düşünüldüğü zaman da bu anlam mümkün değildir, çünkü buzağıya tapan ataları ondan tövbe etmişlerdi. Allah Teâlâ “İnkâr edenlere söyle: Eğer tövbe ederlerse geçmişte yaptıkları onlar için bağışlanır.” [ el-Enfâl 8/38] buyurmuştur. Sayılı günler ifadesi onların ömürlerinde isyan ettikleri süreye hamledilir, çünkü onlar azabın ebedî değil, sadece isyanın süresi kadar olacağını düşünürlerdi. Onlara göre azap ebedî olamazdı. Ya da onlar “Biz Allah’ın evlâtları ve sevgili kullarıyız, bu yüzden de ebedî azaba değil, ancak babanın evlâdına, sevenin sevdiğine kısa bir süre azap edip sonra ondan razı olması gibi azaba uğrarız.” demişlerdir. Bu bâtıl bir görüştür, çünkü küfrün cezası da imanın sevabı da ebedîdir. Zira bir dine inanan kimse ona ebedî inanmak üzere bağlanır, alacağı karşılık da buna göre ebedî olur. Müslümanlar arasında şehvetine yenik düşüp de bir günah işleyen, sonra da o günahı terk eden kimse ise azaba uğratıldığı zaman sadece günah işlediği ölçüde azaba uğratılır, çünkü bu günahı ebediyen sürdürmek üzere işlememiştir, öyle olduğu için de o günahı bir süre sonra terk etmiştir.1 “Sayılı” kelimesi azlık ifade eder, çünkü sayılabilir olan çabucak tükenir. Hak Teâlâ “Onu az bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar.” [Yûsuf 12/20] ve “Bu onların ‘Ateş bize sayılı birkaç gün haricinde asla dokunmaz.’ demelerinden ötürüdür.” [ Âl-i İmrân 3/24] buyurmuştur. el-Yevm (gün) kelimesi müzekkerdir, çoğul yapılınca müennes (dişil) olur ve bu yüzden de “sayılı” kelimesi ona sıfat yapılırken ma‘dûdetün denilir. Sonra bu çoğul kelime bir daha çoğul yapılır ve (âyette kullanıldığı hâliyle) ma‘dûdâtün şeklini alır. Aynı durum “Onun takipçileri vardır.” [ er-Ra‘d 13/11] âyetinde meleklerin sıfatı olarak kullanılan muakkibâtün kelimesi için de geçerlidir. Tekil kullanılınca melekün muakkibün, çoğul kullanılınca melâiketün muakkibetün, çoğulu, çoğulun çoğulu olarak da muakkibâtün denilir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 165-166. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1063 ħĤ ءźËİ نŶ ،ģåđĤا אدة×Đ אمĺأ ĵĤإ אمĺŶا هñİ فóāĤ ĵĭđĨ ź īĺñĤا ħıÐאÖآ ĵĤإ כĤذ فóĀ ijĤو ،ħİאؤÖأ ï×Đ אĩĬوإ ģåđĤا واï×đĺ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĜ ،כĤذ īĐ اijÖאÜ ïĜ ħıĬŶ א؛ąĺأ ģĩÝéĺ ħĤ ģåđĤا واï×Đ َ َۚ ﴾ [اęĬŶאل، ٣٨/٨]. «~َ uْ َ ¢ Y®َ ْ·ُ َ ª yْŸَ›ْ ُ À ا¹·ُcَ³َْ ِ ْن À ا وآyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ «ِ ª ©ْ ¢ُ﴿ وóāÜف اĺŶאم اïđĩĤودة إĵĤ اóĩđĤ اñĤي ijāĐا įĻĘ، وħİ ħĤ óĺوا ĹĘ ïĻĥíÝĤا ونóĺ ź ١ اÕĺñđÝĤ إź ĵĥĐ ïĜر وÛĜ اĻāđĤאن، وכאijĬا اĭĤאر أو ħıĬŶ כאijĬا ijĤijĝĺن: “īéĬ أĭÖאء Ʃ اų وأè×אؤه ŻĘ ñđĬب أïÖا ģÖ اñİو ،”ĵĄóĺ ħà ģĻĥĜ ÛĜو ĹĘ į×Ļ×è ÕĻ×éĤا أو įĭÖا بŶا بñđĺ ّ ٢ وijàاب اĩĺŸאن כĤñכ، Ŷن īĨ اïĝÝĐ أóĨ ÖאģĈ وÙÖijĝĐ اĤכóę أïÖا īĨ א×Ĭذ ÕכÜار īĨ אĨÉĘ ،ïÖŷĤ اؤهõä כĤذ ĵĥđĘ ïÖŷĤ هïĝÝđĺ אĩĬإ אĭĺد ĵĥĐ ÕĜijĐ إذا ÕĜאđĺ אĩĬÍĘ įכóÝĺ ħà į×כÜóĻĘ į×ĥĕÜ ةijıýĤ īĻĩĥùĩĤا ٣ .אĜóÝĘا כĤñĤ ،ïÖŶا į×כÜóĺ ħĤ įĬŶ ؛ÛĜو ĹĘ ÕכÜار אĨ رïĜ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ïęĭĺ אđĺóùĘ دïđĤا ĹĘ ģìد אĨ نŶ ģĻĥĝÝĥĤ هñİ ٤ ﴾ۜ وįĤijĜ:﴿ َ®ْ ُu َودًة ¥َ ِ ۚ﴾ [ėøijĺ، ٢٠/١٢ [وĹĘ ijøرة آل óĩĐان: ﴿ ٰذª َ ْs ٍ }َدَر ِا¶ َ َRْ ُu َودٍة \ ±ٍ¯َgَِ ﴿َو َ‚َyْوُه \ ۖ﴾ [آل óĩĐان، ٢٤/٣]. واijĻĤم ñĨכó، ÍĘذا ات ٍ ودَ uُ ْ®َ Y®Y ً َ Àّ َ َٓ ا Êِّ َ ُYر ا ³ªا ّ Y³َ َّ ¯َ َ b ±ْ َ ¹ُا ª ªYَ ¢ ْ·َُ ²َّ Yِ \ :įĤijĝכ ijİو” وداتïđĨ” ĵĥĐ ďĩåĤا ďĩåĺ ħà ،ودةïđĨ :אلĝĻĘ אáĬËĨ אرĀ ďĩ ُ ä Ù×ĝđĨ ٌ ÙכÐŻĨو ٌ ، ٌ ÕĝđĨ כĥĨ ٌ ،ÙכÐŻĩĤا אتęĀ īĨ اñİو] ١١/١٣ ،ïĐóĤا﴾ [تY ٌ ]َ ِ £ّ َ®ُ µُ َ ª﴿ .ďĩåĤا ďĩä “אت×ĝđĨ” ħà ،אءıĤאÖ ďĩåĥĤ ١ ح: أو כאijĬا. .ûĨאİ çĀ ،اïÖأ óęכĤا ÙÖijĝĐو ģĈאÖ óĨأ اñİو ،”ĵĄóĺ ħà ģĻĥĜ ÛĜو ĹĘ į×Ļ×è ÕĻ×éĤا أو įĭÖا بŶا بñđĺ ّ ģÖ - م ٢ ،يïĺóÜאĩĥĤ آنóĝĤا تŻĺوÉÜ :óčĬا| ûĨאİ çĀ ، אĜóÝĘا כĤñĤ ïÖŶا į×כÜóĺ ħĤ įĬŶ ÛĜو ĹĘ ÕכÜار אĨ رïĜ - ط ٣ .١٦٦-١٦٥/١ . ۜ ٤ ط - وįĤijĜ: َ®ْ ُu َودًة ٥ ١٠ ١٥ 1064 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “De ki: Bunun için Allah’tan söz mü aldınız? Eğer böyle ise Allah verdiği sözden dönmez.” Yani “Ey Muhammed! Onlara de ki: Söz mü aldınız?” Buradaki soru ifadesi kınama anlamına gelir. ettehaztüm kelimesinin başındaki muzâri fiil elifi, soru elifinin fiile bitişmesinden dolayı düşmüştür, bu hâliyle fiilin başındaki elif, soru anlamı katan elif harfidir. Aynı kullanım “Yoksa kızları oğlanlara tercih mi etti?” [ es-Sâffât 37/153] âyetindeki estefâ fiilinde de vardır. Buradaki anlam, “Yoksa bu süreden daha fazla size azap etmeyeceğine dair Allah’tan herhangi bir vesika mı aldınız? Eğer öyleyse Allah asla verdiği sözden dönmez.” şeklindedir. Bu Katâde’nin görüşüdür. Bir görüşe göre anlam, “Siz ‘Allah’tan başka ilâh yoktur.’ mu dediniz? Çünkü Allah, bu sözü söyleyen kimseye vaad ettiğinden dönmez.” şeklindedir. Bu durumda buradaki söz ( ahit) kelimesi vaad anlamına gelir. Hak Teâlâ “Onlardan kimi Allah’a ahit vermiştir.” [ et-Tevbe 9/75] buyurmuş, ardından da “Allah’a verdikleri vaadi bozmalarından dolayı…” [ et-Tevbe 9/77] buyurmuştur. Abdullah b. Abbas ve Dahhâk bunun mânasının, “Allah’a iman mı ettiniz?” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Biz daha önce “Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan…” [ el-Bakara 2/27] âyetinin tefsirinde ahit kelimesinin dildeki ve şeriattaki mânalarını vermiştik. İmam Mâtürîdî şöyle der: Bunun iki anlamı vardır. Birincisi: “Allah’ın size sayılı günler dışında asla azap etmeyeceğine dair O’ndan aldığınız bir haber mi var? Eğer elinizde böyle bir haber varsa biliniz ki O vaadinden dönmez.” İkincisi: “Sizin Allah katında, size cenneti vaad etmesine vesile olacak sâlih amelleriniz mi var? Eğer öyleyse O, vaadinden dönmez.”1 “Yoksa siz Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” Yani, “Aksine siz bilmediğiniz şeyleri, yalan bir şekilde Allah hakkında söylüyorsunuz.” İkrime şöyle demiştir: Yahudiler Hz. Peygamber aleyhisselâm ile tartıştılar ve şöyle dediler: “Biz cehenneme kırk gecelik bir süreden başka girmeyeceğiz. Biz oradan çıktıktan sonra da bizim yerimize başka bir topluluk girecek.” Bu sözleri ile Yahudiler Hz. Peygamber’i ve ashabını kastediyorlardı. Hz. Peygamber aleyhisselâm da onlara “Aksine sizler orada ebedî olarak kalacaksınız ve oraya sizden sonra giren olmayacak.” buyurdu. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 167. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1065 :ħıĤ ïĩéĨ אĺ ģĜ” أي﴾ ٓهُuَ·َْ ُ ٰ Ãا ّ َ» ِsْ ُ À ±ْ َ «žَ اuً ·َْ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ ْ bُwْ sَ َ bَّ وįĤijĜ:﴿ ¢ُ ْ ©ا ،دراجŸאÖ Û×İذ Ù×ĥÝåĩĤا ėĤŶوا ،ëĻÖijÝĤا ĵĭđĩÖ אمıęÝøźا ėĤأ اñİ “؟ħÜñíÜأ ﴾ۜ ±Áَ ³۪]َْ َ« اª َْ[³َ ِ Yت َ» َ †ْ Ÿََ« اª وñİه اėĤŶ اÙĐijĉĝĩĤ أėĤ اıęÝøźאم، وijİ כįĤijĝ:﴿ ا ة؟ïĩĤا هñİ īĨ óáأכ ħכÖñđĺ ź įĬأ ħכĤ ÙĝĻàو ųا Ʃ [اāĤאĘאت، ١٥٣/٣٧] وĭđĨאه: أأħÜñì īĨ ] Ʃ اų وïĐه. وñİا ijĜل ÝĜאدة. ب١٤٩ [ėĥíĺ īĥĘ .כĤذ אلĜ īĨ ěè ĹĘ هïĐو ųا Ʃ ėĥíĺ īĥĘ ųا Ʃ źإ įĤإ ź ħÝĥĜ ģİ אهĭđĨ :ģĻĜو Yٓ ¯َ ِ \﴿ ٢ :אلĜ ħà [٧٥/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [َٰ Ãا ّ uَ ¶Yَ َ ±ْ ®َ ْ·ُ³ْ®ِوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،ïĐijĤا ĵĭđĩÖ ١ ïıđĤאĘ َ ¹Ÿُا ّ اà َٰ َ®Y َوَ ُu ُوه﴾ [اÙÖijÝĤ، ٧٧/٩[. «rْ َ ا א ً وĜאل اīÖ Đ×אس واéąĤאك: ĭđĨאه: ģİ آħÝĭĨ Ʃ Öאų. وĭĨïĜא وijäه اïıđĤ ً ÙĕĤ وĐóü ۖ﴾ [اĤ×óĝة، ٢٧/٢]. µ۪ ¢Yِ gÁَ ®۪ uِ ْ َ £ُ³َْ ‹ُ ¹َن َْ·َu ّ اà ِٰ ِ ®±ْ\ À ±À َ w۪ َّ ªَ ٣ ﴿ا :įĤijĜ ĹĘ :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè نijÖñđÜ ź ħכĬأ ųا Ʃ īĐ ó×ì ħכïĭĐ ģİ :אĩİïèأ אن؛ıäو اñıĤ» :ĹĬאáĤوا .هïĐو ėĥíĺ ź ijıĘ اñİ ħכĤ כאن نÍĘ ودة؟ïđĨ אĨאĺأ īכĤ اïÖأ ėĥíĺ ź ijıĘ ؟ÙĭåĤا אıÖ ħכïĐو ÙéĤאĀ אلĩĐأ ųا Ʃ أي أĤכħ ïĭĐ ٤ وïĐه». ź אĨ ųا Ʃ ĵĥĐ īĻÖכאذ نijĤijĝÜ ģÖ أي﴾ ن¹َ̄ ُ َ «ْ َ b Êَ Y®َ ِٰ Ãا ّ« َ ُ ¹َن َ» ª¹£ُ َ َْم b وįĤijĜ:﴿ ا ģìïĬ īĤ” :اijĤאĝĘ مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر دijıĻĤا ÛĩĀאì :ÙĨóכĐ אلĜو .įÖ ħכĤ ħĥĐ اĭĤאر إź أرīĻđÖ ÙĥĻĤ وĭęĥíĻøא إıĻĤא ijĜم آóìون” ijĭđĺن اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم وأéĀאįÖ، ،«ïèأ אıĻĤإ ħכęĥíĺ źو ونïĥíĨ ونïĤאì אıĻĘ ħÝĬأ ģÖ» :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĝĘ .ÙĺŴا هñİ ųا Ʃ لõĬÉĘ ١ ط ر: واïıđĤ. ٢ ح - Ĝאل. ٣ ر: وĹĘ įĤijĜ. ٤ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٦٧/١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1066 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Rebî‘ b. Enes şöyle demiştir: Yahudiler “Allah bizi bir konuda kınadı ve kırk gece boyunca bize azap edeceğine dair yemin etti.” dediler. Süddî şöyle demiştir: Yahudiler dediler ki: Allah bizi ateşe sokacak ve biz orada kırk gece kalacağız, sonuçta ateş günahlarımızı yiyip temizleyince biri “İsrail’in evlâtlarından sünnet olmuş herkesi çıkarın!” diye nida edecektir. Bu yüzden bize sünnet olmamız emredildi. Dolayısıyla o gün bizden ateşten çıkarılmamış hiç kimse bırakılmayacaktır. 81. Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar. [ el-Bakara 2/81] “ Hayır! Kim bir kötülük eder de” Ferrâ şöyle demiştir: Belâ kelimesinin aslı bel şeklindedir, bu da öncesini reddedip sonrasını olumlar ve atıf olarak kullanılır. Nitekim mâ kāme Zeydün bel Amrun (Zeyd kalkmadı, aksine Amr kalktı) denilir. Tekil olarak cevap ifadesinde kullanıldığı zaman, telaffuz edilirken kendisinde durulabilmesi (vakıf) için sonuna ye harfini eklemişlerdir. “Kim bir kötülük eder de” es-Seyyietü (kötülük) kelimesi es-seyyiü kelimesinin müennes hâlidir, bu da es-sûü kelimesinin fe‘îl formudur. Aslı seyviün şeklindedir, hemen öncesinde bir ye harfi olduğu için vâv harfi de ye harfine dönüştürülmüştür. Aynı harf dönüşümü es-seyyid (efendi), el-ceyyid (iyi) kelimelerinde de vardır. Bu “fasit amel” anlamındadır, bu yüzden de bir önceki âyette bunun mukabili/zıddı olarak “sâlih amel” zikredilmiştir. Burada “kötülük” ile neyin kastedildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Mücâhid ve bir grup âlim bunun şirk olduğunu söylemişlerdir. Buna göre kelimenin müennes olarak kullanılması “kötü fiil”, “kötü haslet” ve benzeri bir şeyin kastedildiğine delâlet eder. Hasan-ı Basrî ve Katâde âyette geçen “kötülük”ten Allah’ın karşılık olarak cehennem tehdidinde bulunduğu büyük günahların kastedildiğini söylemişlerdir. Bu iki görüşe göre kelimenin sonundaki he harfi (müenneslik tesi) tekilliğe delâlet eder. Süddî ise onun Allah’ın karşılık olarak cehennem tehdidinde bulunduğu günahlar anlamına geldiğini söylemiştir. Buna göre kelimenin sonundaki he harfi (müenneslik tesi) çoğulluğa delâlet eder. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1067 ħùĜÉĘ óĨأ ĹĘ אĭĻĥĐ ÕÝĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن “:اijĤאĜ دijıĻĤا إن :÷Ĭأ īÖ ďĻÖóĤا אلĜو ĭÖñđĻĤא أرīĻđÖ ÙĥĻĤ“. وĜאل اïùĤي: ĜאÛĤ اijıĻĤد: “إن Ʃ اų ĭĥìïĺא اĭĤאر ĩĭĘכß ıĻĘא أرīĻđÖ ÙĥĻĤ ĵÝè إذا أכÛĥ اĭĤאر ĉìאĺאĬא Ĭאدى ĭĨאد أن أijäóìا כģ ijÝíĨن īĨ وïĤ إóøاģĻÐ، ĤñĤכ أĬóĨא أن īÝÝíĬ ŻĘ ijĐïĺن ĹĘ اĭĤאر أïèا ĭĨא إź أijäóìه ıĭĨא.” َא ıĻĘ۪ ْ ħİُ ۚ ƪ ِאر ĭĤا אب ُ éَ Āْ اَ כَ ÑِٓĤٰ ۬ ُ َĘُאو įُ Ý َٔ ـĻĉ۪ٓ ìَ į۪ Öِ Ûْ Ĉאَ èَ اَ َ َ ًÙ و Ñِ ّ Ļøَ Õَ َ ùכَ īْ َ Ĩ ĵĥٰ َ Ö -٨١ ونَ ïُĤאِ ìَ ٰ« َR ±ْ َ¦ َ َ] َ~ِّÁَئً_﴾ Ĝאل اóęĤاء: أįĥĀ ģÖ، وijİ رد ĩĤא Ĝ×įĥ وإà×אت ĩĤא «َ وįĤijĜ:\﴿ ĵĥĐ ابijåĤا ĹĘ óذכ ذاÍĘ ،وóĩĐ ģÖ ïĺز אمĜ אĨ ١ :אلĝĺ ،ėĉđĤا įäو ĵĥĐ óכñĺو هïđÖ وįä اóĘŸاد زادوا įĻĥĐ اĻĤאء çĥāĻĤ اėĜijĤ ıĻĥĐא. ،ءijùĤا īĨ ģđĻĘ ijİو ،ءĹùĤا ßĻĬÉÜ ÙÑĻùĤا_﴾ ًئَÁِّ~َ [َ َ ¦َ ±ْ ®َ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜو ٢ اijĤاو ĺאء ĻĥĤאء اĹÝĤ Ĝ×ıĥא כĩא ĹĘ” اïĻùĤ “و“اïĻåĤ“. وijİ ِij ٌئ، وÛĥđä ْ Ļ َ ø :įĥĀوأ .אıÝĥÜ ĹÝĤا ÙĺŴا ĹĘ çĤאāĤا ģĩđĤا įÝĥÖאĝĨ ĹĘ óذכُ כĤñĤو ،ïøאęĤا ģĩđĤا اñİ ĵĥĐ אıáĻĬÉÜو ،كóýĤا Ĺİ :ÙĐאĩäو ïİאåĨ אلĜ ،אĭıİ אıÖ ادóĩĤا ĹĘ ėĥÝìوا ĺכijن ĵĥĐ ïāĜ إرادة اÙĥđęĤ أو اÙĥāíĤ أو İijéĬא. وĜאل اīùéĤ وÝĜאدة: اÙÑĻùĤ Ĺİ اĤכ×óĻة اĹÝĤ أوïĐ Ʃ اų ıĻĥĐא اĭĤאر، واıĤאء ïĻèijÝĥĤ .īĻĤijĝĤا īĺñİ ĵĥĐ وĜאل اïùĤي: اÙÑĻùĤ اijĬñĤب اĹÝĤ أوïĐ Ʃ اų đÜאĵĤ ıĻĥĐא اĭĤאر، وĵĥĐ ñİا ĺכijن اıĤאء ďĩåĥĤ. ١ ح: ĝĻĘאل. ٢ ر: Ûĥđä. ٥ ١٠ ١٥ 1068 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa” Yani onu her taraftan sararsa. Kaffâl şöyle demiştir: Her günah hatadır, çünkü doğru değildir. Günahın kulu kuşatması ise onun bütün amellerinin sevabını boşa çıkarmasıdır. Bunu yapacak günah ise sadece şirktir. Mânanın, “Kim şirk koşarsa ve şirk onu kuşatırsa, yani ölünceye kadar müşrik kalırsa” şeklinde olması mümkündür. “Kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa” ifadesinin “kötülüğü onu helâk eder, onu çepeçevre sarar ve ondan kurtulamazsa” anlamına gelmesi de mümkündür. Nitekim “Meyvesi kuşatıldı/ helâk edildi.” [ el-Kehf 18/42], “Kendilerinin kuşatıldığını/ helâk edildiğini düşündüler.” [ Yûnus 10/22], “Ve bir de kendilerine güç yetiremediğiniz, fakat Allah tarafından ihata edilmiş olanlar vardır.” [ el-Feth 48/21] âyetlerinde bu kullanım vardır ki bu sonuncusunda anlam, “Allah onları kuşatmış, sizin için hapsetmiştir, kendilerine hakim olmak için yöneldiğinizde elinizden kurtulamazlar.” şeklindedir. “Kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa” ifadesinin mânasının, “kötülüğü ona galip gelip hakim olur ve üzerinde kötülükten başka bir şeyin hükmü geçmez olursa” şeklinde olması da mümkündür. Bu âyetin zâhirine bakarak ve es-seyyie kelimesinin kötü amel, el-hatîe kelimesinin de günah anlamına geldiğini söyleyerek büyük günah işleyenin ebedî olarak cehennemde kalacağını düşünen Hâricîler ve Mu‘tezile için bu âyette herhangi bir delil söz konusu değildir, çünkü biz şöyle deriz: Burada es-seyyie (kötülük) kelimesi şirk anlamındadır, Allah Teâlâ “Kim bir kötülük getirirse yüzükoyun ateşe atılırlar.” [ en-Neml 27/90] buyurur. Abdullah b. Abbas, Kelbî, Mukātil ve bir grup âlimden nakledildiğine göre bunun mânası, “Kim şirk koşar ve hatası kendisini çepeçevre kuşatırsa, yani şirk üzere ölürse” şeklindedir. Kaldı ki âyetin zâhiri bizim görüşümüzün kesin delilidir, çünkü Allah Teâlâ burada “Kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa” buyurmaktadır ki bu da insanı kuşatan şeyin sadece kötülük olması, bir başka şey olmaması demektir. Bu ise onun günahtan başka amelinin olmaması anlamına gelir. Mümin olan kimse [iman etmiş olması nedeniyle] en büyük ibadeti yapmış olur, dolayısıyla da günah onu kuşatıcı olamaz. Nâfi‘ bu kelimeyi hatîâtühu (kötülükleri) şeklinde okumuş ve “İhata tek bir şey tarafından değil, çok şey tarafından yapılır.” demiştir. es-Seyyie kelimesini şirk, el-hatîe kelimesini ise büyük günah olarak tefsir edenlere gelince, bu durumda da bu kişinin cehennemde ebedî kalmasının sebebi kendisinde şirk ve büyük günahın bir arada bulunması değil, sadece şirktir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1069 ģכ :אلęĝĤا אلĜو .įäو ģכ īĨ įÖ ÛĘאĈأ أي﴾ µُcُـٔÁَ ۪ ٓ rَ µ۪ ِ \ aْ ŽY َ nَ َ وįĤijĜ:﴿ َوا ģכ ابijà ć×èأ א×Ĭذ نijכĺ أن ï×đĤאÖ įÝĈאèوإ ،ابijāÖ ÷ĻĤ įĬŶ ،ÙÑĻĉìو Éĉì ÕĬذ أĩĐאįĤ، وĻĤ ÷ذĤכ إź اóýĤك. وijåĺز أن ĺכijن ĭđĨאه: īĨ כÕù óüכא وأèאط įÖ ذĤכ، أي أĜאم įĻĥĐ ĵÝè Ĩאت. ŻĘ įĻĥĐ ÛĥĩÝüوا įÝכĥİأ أي﴾ µُcُـٔÁَ ۪ ٓ rَ µ۪ ِ \ aْ ŽY َ nَ َ ] ﴿ا أ وijåĺز أن ĺכijن ĵĭđĨ]١٥٠ Á َ n۪ ُ َُ·ْ ا ²َّ ¹ُٓا ا ِ ۪ه﴾ [اĤכėı، ٤٢/١٨ [وįĤijĜ:﴿ َو ³ّ’َ y¯َgَِ \ Á َ n۪ ُ واَ ﴿:įĤijĜ īĨ ،אıĭĨ ÿĥíÝĺ ۜ﴾ [اçÝęĤ، ٢١/٤٨[ Y·َِ \ ُ ٰ Ãا ّ طY َ nَ َ َ ْu ا ¢ Y·َÁَْ ْ ِu ُروا َ» £َ b ْ َ ª ىyٰ rْ ُ ﴾ [Ĭijĺ÷، ٢٢/١٠ [وįĤijĜ:﴿ َوا ْۙ·ِِ \ ħÜïāĜ ĵÝĨ ħכĺïĺأ īĐ ١ אıĤ وجóì ź ßĻéÖ ħכĻĥĐ אıù×Ýèوا ħכĤ אİóāè ïĜ أي įĻĥĐ ÛĤijÝøا أي﴾ µُcُـٔÁَ ۪ ٓ rَ µ۪ ِ \ aْ ŽY َ nَ َ اŻĻÝøźء ıĻĥĐא. وijåĺز أن ĺכijن اĵĭđĩĤ:﴿ ا .ħכè įĻĥĐ אİóĻĕĤ ě×ĺ ħĥĘ įÝ×ĥĔو اñìأ ً אرĭĤا ĹĘ ةóĻ×כĤا ÕèאĀ ïĻĥíÜ ĹĘ ÙĤõÝđĩĤوا ارجijíĥĤ אıĻĘ Ùåè źو إن :אĭĥĜ אĬŶ ،ÕĬñĥĤ ħøا ÙÑĻĉíĤوا َ ،ÏĻùĤا ģĩđĥĤ ħøا ÙÑĻùĤا نÍĘ א؛İóİאčÖ ﴾ِۜ َYر ³ªا ّ¿ žِ ْ·ُ¶¹ُ jُ وُ aْ َ ]ّ§ُ žَ _ِئَÁِّ َªY ّ ِ \ ءYَ jَٓ ±ْ ®َوَ ﴿ĵĤאđÜ אلĜ ،كóýĤا Ĺİ ÙÑĻùĤا Õùכ īĨ :אهĭđĨ أن ƻ ÙĐאĩäو ģÜאĝĨو Ĺ×ĥכĤوا אس×Đ īÖا īĐو .]٩٠/٢٧ ،ģĩĭĤا[ ÙåéĤا ijİ ÙĺŴا óİאČ أن ĵĥĐ ،įכóü ĵĥĐ אتĨ أي ،įÝÑĻĉì įÖ ÛĈאèوأ כאóü ijİ įĻĥĐ ģĩýÝĩĤا نijכĺ أن ijİو﴾ µُcُـٔÁَ ۪ ٓ rَ µ۪ ِ \ aْ ŽY َ nَ َ اĝĤאÙđĈ ĭĤא؛ įĬÍĘ Ĝאل: ﴿ا ħčĐأ įĥĘ אĭĨËĨ כאن īĨو ،ÕĬñĤا óĻĔ ءĹü įĤ نijכĺ ź أن ijİو óĻĔ ź ÙÑĻĉíĤا ÙĈאèŸا نŶ :אلĜ ،µbآÁr ٣ :ďĘאĬ ٢ اĉĤאĐאت، ŻĘ ĺכijن اÕĬñĤ ĉĻéĨא įÖ. وóĜأه ÙÑĻĉíĤوا كóýĤאÖ ÙÑĻùĤا óùĘ īĨو .אءĻüŶ نijכÜ אĩĬوإ ïèوا ءĹýĤ نijכÜ ź ÖאĤכ×אóÐ ĻĥĘ ÷اĩÝäאĩıĐא óüط اïĻĥíÝĤ ĹĘ اĭĤאر، ģÖ ÖאóýĤك وïèه ěéÝùĺ ذĤכ، ١ ر: ıÖא. ٢ ر: وóĜاÙÐ. ٣ ط + وأijÖ óęđä. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1070 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ancak âyet yukarıda nakledilen sözleri söyleyen Yahudilere reddiyedir ve onlara “ Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa” demektedir, yani şöyle buyurmaktadır: Durum sizin “Ateş bize sayılı birkaç gün hariç dokunmaz” şeklinde söylediğiniz gibi değildir, aksine sizin gibi olan kimseler ebediyen cehennemde kalırlar. Bu kimseler hem müşrik idiler hem de büyük günah işlemekteydiler, Allah Teâlâ da bu ikisini birlikte zikretti. Bu ifadeden çıkacak mâna şudur: Küfür tek başına cehennemde ebedî olarak kalmaya yeterken büyük günah işlemek sûretiyle yapılan fasıklık da ona eklenince sonucu varın siz düşünün. “İşte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.” Burada çoğul kip kullanılmıştır ki bu da “Kim bir kötülük eder de” ifadesine işaret eder. “Kim bir kötülük eder de” ifadesi lafzen tekil olmakla beraber anlam olarak çoğuldur. 82. İman edip sâlih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. [ el-Bakara 2/82] Kâfirlere cehennem uyarısında bulunduktan sonra şimdi de müminlere cennet vaadinde bulunmaktadır. 83. Hani, biz İsrâiloğulları’ndan ‘Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, insanlara güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz.’ diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. [ el-Bakara 2/83] “Hani, biz İsrâiloğulları’ndan (…) söz almıştık.” Yani “ İsrâiloğulları’ndan söz aldığımızı da zikredin, söyleyin.” Bu söz, daha önceki âyetlerde zikredilen iman ve sâlih ameli de ihtiva eder. Bu ise, bu âyet ile öncekiler arasındaki münasebeti sağlar. Ayrıca bu âyet ile Allah Teâlâ Yahudilerin “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır.” [ el-Bakara 2/80] şeklindeki sözlerini reddetmekte ve onların Allah’a ortak koşmadan kulluk etmek, Hz. Peygamber aleyhisselâm hakkında güzel sözler söylemek, onun sıfatlarını gizlememek gibi konularda kendilerinden alınan sözü bozmaları, yüz çevirip dönmeleri nedeniyle ateşte ebedî olarak kalmaya, dünyada rüsva olup âhirette cehenneme girmeye müstahak olduklarını ifade etmektedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1071 µ۪ ِ \ aْ ŽY َ nَ َ ٰ« َR ±ْ َ¦ َ َ] َ~ِّÁَئً_ ا «َ \﴿ :ųا Ʃ אلĝĘ اijĤאĜ אĨ اijĤאĜ īĺñĤا دijıĻĥĤ رد ÙĺŴا īכĤ ïِ ĥّìُ ١ ħכĥáĨ כאن īĨ ģÖ ،ودةïđĨ אĨאĺأ źإ אرĭĤا אĭùĩÜ īĤ ħÝĥĜ אĩכ÷ ĻĤ أي﴾ µُcُـٔÁَ ۪ ٓ rَ ĹĘ اĭĤאر. وכאijĬا óýĨכīĻ ÜóĨכ×Ĺ כ×אóÐ، ñĘכĩİóא، وÝąĝĨאه: أن اĤכóę وïèه ĩĨא Õäijĺ اijĥíĤد ĹĘ اĭĤאر، ĘכėĻ إذا اďĩÝä إįĻĤ اěùęĤ ÖאرÜכאب اĤכ×אóÐ؟ :įĤijĜ ĵĤإ ďäرا ijİو اñİ ďĩä ﴾ونَ uُ ِ ªYrَ Y·Áَ ž۪ ْ ¶ُ ۚ ِ َYر ³ªا ّ بY ُ oَ †ْ َ ِئ ¥َ ا ٰٓ ُو۬ª Yžَ﴿ :įĤijĜو ٢ اďĩåĤ. ﴿َR ±ْ َ¦ َ َ]﴾ وijİ واïè čęĤא وĭđĨאه َא َì ِאĤُï َ۟ون ıĻĘ۪ ْ ħİُ Ùِۚƪ ĭåَ Ĥاْ אب ُ éَ Āْ اَ כَ ÑِٓĤٰ ۬ اوُאت ِ éَ Ĥאِ āĤا ƪ اijĥُĩِ Đَ َ ُijا و ĭَ Ĩاٰ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ َ -٨٢ و ﴾ ۟ ِ ُu َون ªYrَ Y·Áَ ž۪ ْ ¶ُ ۚ _ِ َ ³ّkَ ْ ªا بY ُ oَ †ْ َ ِئ ¥َ ا ٰٓ ُو۬ª ِ َo ِ Yت ا ٰ َR¹³ُا َوَ ُِ̄»¹ا ّ اªَ‡ ªY ا ±À َ w۪ َّ وįĤijĜ:﴿ َواª ĩĤא أوïĐ اĤכęאر ÖאĭĤאر وïĐ اīĻĭĨËĩĤ ÖאÙĭåĤ. َ ِذي َ ً אĬא و ùèْ اِ īِ ْ ĺïَ Ĥاِ َ ijĤאْ Öِ َ Ʃَ اų و ُ ُï َون ِاźƪ × ْ đÜَ źَ ģَ ۪ ٔ َٓاĺ óøْ اِ Ĺٓĭ۪ َ Ö אق َ áĻَ Ĩ۪ אĬَñْìَ اَ ذْ اِ َ -٨٣ و ƪ َ ٰاُijÜا ƪ اõĤٰכ َۜijة ُħà و ةijَ ĥٰāĤا ƪ اij ُ َ َا ۪ĩĻĜ ْ ًĭא و ùèُ אس ِ ƪ ĭĥĤِ اijĤijُ Ĝُ َ َ ۪אכ ِ īĻ و ù َ َ ْاĩĤ ٰ ĵ و َאĨ Ý َ َ ْاĻĤ ٰĵ و Ö ْ óĝُĤاْ نijَ Ąُ óِ ْ đُ Ĩ ْ ħُ َ َاْÝĬ ْ و ْ ُכħ ĭĨِ ŻĻ ً ĥ۪Ĝَ źƪاِ ْ ħُ Ý ْ ĻĤƪ َ ijÜَ ٣ أĬñìא áĻĨאق ĹĭÖ ِ ْ~َyٓ ۪ٔاÀ َ ﴾©أي واذכóوا أąĺא إذ َ ٓ³۪¿ ا \ قY َ gÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا وįĤijĜ﴿ َوا įÖو įĥ×Ĝ īĺرijכñĩĤا çĤאāĤا ģĩđĤوا אنĩĺŸا ĵĥĐ ģĩÝýĺ אقáĻĩĤا اñİو .ģĻÐاóøإ ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٨٠/٢] ةًودَ uُ ْ®َ Y®Y ً َ Àّ َ َٓ ا Êِّ َ ُYر ا ³ªا ّ Y³َ َّ ¯َ َ b ±ْ َ ª﴿ :ħıĤijĜ َ ƪ ďĝĺ اčÝĬźאم، وįĬŶ رد ųا Ʃ واïđ×ĺ أن ħıĻĥĐ ñìأ يñĤا אقáĻĩĤا ħıąĝĭÖ אرĭĤا ĹĘ ïĻĥíÝĤا ħıĜאĝéÝøا Û×àوأ اijĤijÜو اijąĝĭĘ įÝđĬ اijĩÝכĺ źو אĭùè مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ĹĘ اijĤijĝĺو įÖ اijכóýĺ źو وأijĄóĐا ĘאijĝéÝøا اõíĤي ĹĘ اĻĬïĤא واĭĤאر ĹĘ اĝđĤ×ĵ. ١ ر: ĭĨכħ. ٢ ط ر: Ŷن ĭđĨאه. ٣ ط - إذ. ٥ ١٠ ١٥ 1072 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz.” Hamza, Kisâî ve İbn Kesîr buradaki lâ ta‘büdûne (İbadet etmeyeceksiniz) ifadesini lâ ya‘büdûne (İbadet etmeyecekler) şeklinde gāib sîgası ile okumuşlardır ki bu durumda ifade İsrâiloğulları’na işaret eder. Diğer kıraat imamları bu ifadeyi doğrudan onlara hitap formu olarak lâ ta‘büdûne (İbadet etmeyeceksiniz) şeklinde okumuşlardır. Araplar “Zeyd’e ‘gitmeyeceksin’ de!” şeklinde ifade kullandıkları gibi “Zeyd’e ‘gitmeyesin’ de!” şeklinde de kullanırlar. “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz.” ifadesinin anlamı, onların Allah’tan başkasını Rab olarak bilmemeleri gerektiği şeklindedir. Mîsâk iki türlüdür: Yaratılış ve fıtrattan gelen ahit ve risâlet ve nübüvvet ile gelen ahit. Bunun açıklaması daha önce defalarca geçmişti. İmam Mâtürîdî şöyle demiştir: “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz.” Yani ulûhiyeti Allah’tan başkasına nispet etmeyeceksiniz. Bu ifade doğrudan kulluğun kendisi anlamına da gelebilir, yani Allah dışında, putlara ve diğer şeylere ibadet etmeyeceksiniz.1 “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz.” ifadesinde yer alan ta‘büdûne fiilinin [nehy (yasaklama) fiili olmasına rağmen] sonunda, merfû konumda iken alacağı nûn harfi bulunmaktadır. Bunun birkaç sebebi vardır. İlki Kisâi’nin öne sürdüğü sebeptir. Buna göre ifadenin takdiri: “ İsrâiloğulları’ndan Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceklerine dair söz aldık.” şeklinde olup bu takdirdeki en harfi düşünce, fiili nasb eden bir edat kalmadığı için fiil merfû olmuştur. Bunun benzeri “De ki: Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi söylüyorsunuz bana?” [ ez-Zümer 39/64] âyetinde de vardır. Şair Tarafe şöyle der: Behey beni kınayan kimse! Savaş feryatlarının ortasına gelmemden Ve lezzetleri görmemden dolayı! [Sanki savaşlardan geri dursam] beni ebedî mi kılacaksın? Bu şiirde ahduru (geldim/hazır bulundum) fiili en ahdure (gelmem/hazır bulunmam) şeklinde rivayet edilir ki anlam, “savaş feryatlarının ortasına gelmem” şeklindedir. Bu nedenle en eşhede (görmem) fiili ona atfedilmiştir. Ahfeş, Ferrâ, Kutrub ve Zeccâc da böyle söylemişlerdir. İkincisi -ki Ahfeş’in iki görüşünden biridir ve Kisâî, Ferrâ ve Zeccâc da bunu mümkün görürler- bu ifadenin merfûluğunun yeminin cevabı olmasından kaynaklandığı şeklindedir. Bu tıpkı anlamın hikâye yoluyla aktarımı şeklinde kullanılan “Ona yemin ettim ayağa kalkmasın diye” cümlesi gibidir. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 168. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1073 ،Ù×ĺאĕĩĤا ĵĥĐ אءĻĤאÖ óĻáכ īÖوا ĹÐאùכĤوا ةõĩè أóĜ ﴾َٰ Ãا ّ َ Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ﴿ :įĤijĜو :لijĝÜ بóđĤوا .įÖ ħıÖאĉì ĵĥĐ [ وďäóĺ إĵĤ ĹĭÖ إóøاģĻÐ. وóĜأ اĤ×אijĜن ÖאÝĤאء [١٥٠ب . “Õİñĺ ź ïĺõĤ ģĜ”و ،”ÕİñÜ ź ïĺõĤ ģĜ” ĵĥĐ אقáĻĩĤوا .ųا Ʃ źإ ÙĻÖijÖóĤאÖ نijĘóđĺ ź أي﴾ َٰ Ãا ّ َ Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ﴿ :įĤijĜ ĵĭđĨو .ةóĨ óĻĔ įèóü ّ óĨ ïĜو .ٍ ٍ وĬ×ijة ،ٍ ُ وïıĐ رøאÙĤ ٍ وóĉĘة Ùَ ĝĥْìِ ïıĐ ُ :īĻıäو َ ّ اà َٰ ﴾أي ź ijĥđåÜن اÙĻİijĤŶ Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ﴿» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ١ Ʃ اų īĨ اĭĀŶאم وİóĻĔא». óĻĔ ونï×đÜ ź أي ،אدة×đĤا÷ ęĬ ģĩÝéĺو ،ų Ʃ źإ َ ّ اà َٰ ﴾ÖאijĭĤن وĹİ ďĘóĥĤ، ijäijĤه؛ أİïèא Ĩא Ĝאل Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ﴿ :įĤijĜ ħà ،“أن “ćĝøأ אĩĥĘ ،ųا Ʃ źإ واï×đĺ ź نÉÖ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ אقáĻĨ אĬñìأ :هóĺïĝÜ :ĹÐאùכĤا ،[٦٤/٣٩ ،óĨõĤا﴾ [uُ ]ُ ْ َ ۪¿ ا ُRُyٓ ّوٓ² ْ Oَ b ِٰ Ãا ّ yَÁْ ›َžََ رďĘ اģđęĤ õĤوال اĭĤאÕĀ. Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ ¢ُ ْ ©ا ٢ :ÙĘóĈ אلĜ ُ ْïĥíي؟ Ĩ ÛĬ َ َ َ ْģ أ İ ،ات ِ ñƪĥĤا ƪ ïَ َ ıüْ َ َن أ َ َĵĔ وأ ُ اijĤ óąُ èْ َ ƪ ِ اäِóي أ õĤا اñıَ ƫ ĺَ َ َź أ أ َ ÖאÕāĭĤ، أي أن أóąè اĵĔijĤ، وĤñĤכ ėĉĐ įĻĥĐ وأن أïıü، وכñا óąُ ْ èَ ُóوى: أ ĺ Ĝאل اûęìŶ واóęĤاء وóĉĜب واäõĤאج. واáĤאĹĬ وijİ أïè ĹĤijĜ اûęìŶ وأäאزه اĤכùאĹÐ واóęĤاء واäõĤאج: أن رįđĘ įĬŶ .ĵĭđĩĤا ĵĥĐ Ùĺכאè ijİو ،”مijĝĺ ź įÝęĥè” :įĤijĝכ ijİو ħùĝĤا ابijä ١ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٦٨/١ َن َ َĵĔ وأ َ اijĤ óąُ ْ èَ ِ ِĹĩ أ ÐŻĤا ƪ اñıَ ƫ ĺَ َ أ źَ ٢ دijĺاįĬ، .٢ ٢٥؛ اéāĤאح óİijåĥĤي، «أīĬ«. اĤ×ÛĻ وردت ĹĘ اijĺïĤان İכñا: أ ُ ْïĥíي؟ Ĩ ÛĬ َ َ َ ْģ أ İ ،ات ِ ñƪ ĥĤا ƪ ïَ َ ıüْ َ أ ٥ ١٠ ١٥ 1074 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Üçüncüsü Kutrub’un görüşüdür. Buna göre bu ifade fiil formunda hâl konumunda bulunduğu için merfûdur. Konumu ise isim olarak mansubluktur. Nitekim dehale aleyhi yebtesimü “Onun yanına girdi gülerek.” şeklindeki kullanım, dehale aleyhi mübtesimen “Onun yanına gülerek girdi.” anlamındadır. Buna göre bu âyetin anlamı/takdiri şöyledir: Onlardan, Allah’tan başkasına kulluk etmezlerken ahit aldık. Dördüncüsü Ferrâ’nın görüşüdür. Buna göre, bu ifade haber lafzı ile söylenilmiş olup nehy (yasaklama) anlamı taşıyan bir muzâri fiildir. Bunun Kur’ân’daki benzer kullanımı “Anne evlâdından ötürü zarar görmesin.” [ el-Bakara 2/233] âyetindeki lâ tudârre (zarar görmezsin) fiilinin merfû olarak lâ tudârru (zarar görmez) şeklinde okunuşudur. Rivayette “Kadın halası ya da teyzesinin kuması olarak nikâhlanamaz.”1 buyurulur [buradaki lâ tünkehu (nikahlanmaz/nikahlanmasın) ifadesi de aynı kullanıma örnektir]. “Anne babaya iyilik edeceksiniz.” Bir görüşe göre -ki bu Zeccâc’ın görüşüdür- bu ifadenin başında ve yühsinûne (ve iyilik edecekler) şeklinde bir ifade gizlidir, sonunda aynı fiilin mastar olarak zikredilmesi buna delâlet eder ve bu fiili gerektirir. Bi’l-vâlideyn (ana baba ile) ifadesi ile’l-vâlideyn (ana babaya) anlamındadır ki bunun benzeri kad ahsene bî (Bana iyilik etti) ifadesindeki bi harfinin ilâ anlamında kullanılmasıdır. Ahsene (iyilik etmek) fiili bihi ve aleyhi harfi cerleri ile kullanılırken esâe (kötülük etti) fiili bihi ve ileyhi harf cerleri ile kullanılır. Şair Küseyyir şöyle der: İster kötülük et bize ister iyilik, kınama yok Bizim nezdimizde, nefret de yok eğer sen nefret edersen Bir görüşe göre burada gizli olan ifade “Biz onlara vasiyet ettik/emrettik.” ifadesidir ve bu da “söz aldık” fiiline atıftır. Bu görüşün daha uygun olduğunu söylemişlerdir, çünkü bu durumda bi’l-vâlideyni (ana babaya) ifadesinin başındaki be harfi vasiyet fiilinin harf-i cerri olacak ve bu be harf-i cerrinin ihsan kelimesinin harf-i cerri olan ilâ (-e, -a) harfine dönüştürülmesine [o anlama gelecek şekilde yorumlanmasına] gerek kalmayacaktır. Allah Teâlâ bu âyette ve şu âyetlerde ana babanın hakkı ile kendi hakkını birlikte zikretmek sûretiyle ana babanın hakkını tâzim etmiştir: “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın ve ana babaya iyi davranın.” [ en-Nisâ 4/36], “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi ve ana babaya iyiliği hükmetti.” [ el-İsrâ 17/23], “Bana ve ana babana şükret.” [ Lokmân 31/14] 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 18; Buhârî, “Nikâh”, 28. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1075 ÕāĬ įđĄijĨو ،ģđęĤا ÙĕĻĀ ĹĘ אلéĤا ďĄijĨ ĹĘ ďĘر įĬأ :بóĉĜ لijĜ ßĤאáĤوا óĻĔ ħıĜאáĻĨ אĬñìأ :ÙĺŴا هñİ óĺïĝÜو ،אĩùÝ×Ĩ أي ħù×Ýĺ įĻĥĐ ģìد :لijĝĺ ،ħøźا ĹĘ .ųا Ʃ źإ īĺïÖאĐ ĹĘ įĥáĨو ،ó×íĤا ÙčęĤ ĵĥĐ אءä ĹıĭĤا ĵĭđĨ ĹĘ אرعąĨ įĬإ :اءóęĤا لijĜ ďÖاóĤوا :ó×íĤا ĹĘو ،ďĘóĺ īĨ اءةóĜ ĵĥĐ [٢٣٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا [ÙĺŴا﴾ Y¶َ uِ َ ª¹َِ ة \ ٌ uَ ِ َ َواª رYّ ‹َٓ bُ Êَ﴿ :آنóĝĤا ١ א ». َ ıِ ÝĤאَ ìَ ĵĥĐ źو א َ ıِ Ý ƪ ĩَ Đ ĵĥĐ ُ َة أ ْ óَ ُ ْاĩĤ ْ َכç ĭُ Ü źَ » “نijĭùéĺو “įĻĘ óĩĄأ :-אجäõĤا لijĜ ijİو- ģĻĜ ﴾Y²Yً َ nْ ِ ا ±ِÀْuَ ِ ¹َْاª ªYِ وįĤijĜ:﴿ َو\ ÖאijĤاīĺïĤ إùèאĬא، ودل ĵĥĐ إĩĄאر ñİا اģđęĤ إıČאر ñİا اïāĩĤر وijİ ĹąÝĝĺ اģđęĤ. ، ّ ِ َuْÀ±ِ ﴾أي إĵĤ اijĤاīĺïĤ، وñİا כįĤijĝ:” وïĜ أīùè ĹÖ “أي إĹĤ ¹َْاª ªYِ وĵĭđĨ﴿ َو\ ٢ :óِ ّ Ļَ áُ وĝĺאل: “أīùè įÖ وįĻĥĐ“،” وأøאء įÖ وإįĻĤ“. Ĝאل כ Ûِ ĥƪĝَ َ َ ْن Ü ًÙ أ ƪ Ļĥِĝْ َ Ĩ źَ ْĭא و ĺïَ Ĥَ ÙĨً َ ijĥُ َ Ĩ ź Ĺĭِùِ èْ َ ْ أ َو أ אĭÖِ ĹÑĻِ øِ َ أ ؛ įĬŶ ُ įَ َY ﴾وĜאijĤا: ñİا أوä ²wْ rَ َ ِ ْذ ا وģĻĜ: اóĩąĩĤ” وأوĭĻĀאħİ “ęĉĐא ĵĥĐ﴿ َوا ÙĥĀ ĹÝĤا” ĵĤإ “Ùĩĥכ ĵĭđĨ ĵĤإ įĤ óĻĻĕÜ óĻĔ īĨ ÙĻĀijĤا ÙĥĀ Ĺİ ĹÝĤا אء×Ĥا óĺóĝÜ اùèŸאن. īĨ אتĺآ ĹĘو ÙĺŴا هñİ ĹĘ אĩıĝéÖ įĝè نóĜ ٣ ßĻè īĺïĤاijĤا ěè ųا Ʃ ħčĐ ïĜو »‹ٰ َ ¢وَ ﴿،]٣٦/٤ ،אءùĭĤا﴾ [Y²Yً َ nْ ِ ا ±ِÀْuَ ِ ¹َْاª ªYِ \وَ Yـًٔ Áْ‚َ µ۪ ِ ِ ُ¦¹ا \ כÝאįÖ:﴿ َو ْا ُ[ ُuوا ّ اà َٰ َوَÊ ُb ƒْy ﴾ ۜ¥َ Àْuَ ِ ¹َِاª َِن ْا‚ ُ§ْy ۪ª ¿َوª ۜ﴾ [اóøŸاء، ٢٣/١٧]، ﴿ا Y²Yً َ nْ ِ ا ±ِÀْuَ ِ ¹َْاª ªYِ َ ُYه َو\ Àِّ َٓ ا Êِّ ٓوا ا uُ ]ُ ْ َ b َ Êَّ ُ ¥َ ا َرّ\ [ĩĝĤאن، ١٤/٣١]. ١ ïĭùĨ أïĩè، ١٨/٢؛ çĻéĀ اĤ×íאري، اĭĤכאح، .٢٨ ٢ اéāĤאح óİijåĥĤي، «ŻĜ«؛ óĻùęÜ اĉĤ×óي، ١٨٣/٢ (اĤ×óĝة، ٨٣/٢). .ûĨאİ çĀ ،īĻè :ط ٣ ٥ ١٠ ١٥ 1076 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Yakınlara” Yani akrabalara. Bu “ana babaya” kelimesine atıftır, yani anlam “yakınlara da iyilik edecekler” şeklindedir. Âyetteki zi’l-kurbâ (yakınlık sahibi, yakın) kelimesi çoğul anlamı taşıyan tekil kelimedir, çünkü cins isimdir. “Yetimlere” Bu da “ana babaya” kelimesine atıftır ve onlara iyilik emrinin kapsamına dâhildir. Yetâmâ kelimesi yetîm kelimesinin çoğuludur. Yetim, babası ölmüş küçük çocuk demektir. Hayvanlarda ise annesi ölmüş yavruya yetim denilir. Hz. Peygamber aleyhisselâm “Ergenlik çağından sonra yetimlik olmaz.”1 buyurmuştur. Fiil ‘alime babında yetime, yeytemü, yütmen şeklinde gelir. el-Yetîm kelimesi el-eytâm ve el-yetâmâ şeklinde çoğul yapılır. “Yoksullara” Bu da aynı şekilde “ana babaya” kelimesine atıftır. elMesâkîn kelimesi miskîn kelimesinin çoğuludur, bu ise ihtiyaçtan dolayı kıpırdayamayan kimsedir. “İnsanlara güzel söz söyleyeceksiniz.” Yani onlardan daha önce zikredilen sözleri almış ve kendilerine “insanlara güzel söz söyleyeceksiniz” demiştik. Hamza, Kisâî ve - Mufaddal rivayetine göre- Âsım bu kelimeyi hasenen şeklinde, sözün sıfatı olarak okumuşlardır. Bu durumda anlam, “onlara güzel söz söyleyin” şeklinde olur. Diğerleri ise hüsnen şeklinde okumuşlardır, bu da mastar ismidir. Ahfeş şöyle demiştir: el-Hüsn bütün güzellik sıfatları için kullanılan umumi bir kelimedir. Allah Teâlâ “Biz insana ana babasına iyiliği emrettik.” [ el-Ankebût 29/8] âyetinde bu kelimeyi kullanmıştır. Mukātil şöyle demiştir: Âyetin mânası şöyledir: Ey Ehl-i kitap! Muhammed aleyhisselâm hakkında doğru ve hak olanı konuşun, onun kitabınızda hak resul olarak zikredildiğini bildirin.2 1 Tahâvî, Şerhu Müşkili’l-Âsâr, 14: 421. 2 Mukātil b. Süleymân, Tefsîr, 1: 119. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1077 ] “اijĤاīĺïĤ “أي أ ١٥١] ĵĥĐ ėĉĐ ijİو ÙÖاóĝĤا ذي أي\«﴾ ٰyْ£ُ ْ وįĤijĜ:﴿ َوِذي اª .÷ĭä ħøا įĬŶ ďĩåĤا ĵĭđĩÖ ïèوا ijİو ،אąĺأ ÕĺóĝĤا ĵĤإ نijĭùéĺو ijİو ،ħıĻĤإ אنùèŸאÖ óĨŶا ĹĘ īĺïĤاijĤا ĵĥĐ ėĉĐ ijİ ﴾»®Yٰ cَÁَْ وįĤijĜ:﴿ َواª ďĩä ħĻÝĺ، وijİ اóĻĕāĤ اñĤي Ĩאت أijÖه، وīĨ اijĻéĤاĬאت اóĻĕāĤ اñĤي ĨאÛÜ أįĨ. وïĜ ، وďĩåĺ َ ħِ ĥَ Đ ِ ïèّ ْ īِ א” Ĩ ً ĩْ Ý ُ ĺ ، ُ ħَ Ý ْ Ļ َ ĺ ، َ ħِ Ý َ ĺ” ïĜو ١ ،«ħِ ĥُ ُ éĤاْ ïَ ْ đَ Ö َ ħْ Ý ُ ĺ źَ» :مŻùĤا įĻĥĐ אلĜ اħĻÝĻĤ ĵĥĐ اÝĺŶאم واÝĻĤאĵĨ. ،īĻכùĨ ďĩä ijİو כĤذ ĹĘ אąĺأ īĺïĤاijĤا ĵĥĐ ėĉĐ ﴾±Áِ ¦Y۪ َ ¯َ ْ وįĤijĜ:﴿ َواª وijİ اñĤي أøכįÝĭ اéĤאÙä اñİ ĹĘ ħıĤ אĭĥĜو ě×ø אĩÖ אقáĻĩĤا ħıĻĥĐ אĬñìأ أي﴾ Y³ً ْ nُ سY ِ َ ³«ّ ِ ¹ُا ª وįĤijĜ:﴿ َو¹¢ُª ﴾Y³ً ْ nُ سY ِ َ ³«ّ ِ ¹ُا ª اáĻĩĤאق: ﴿َو¹¢ُª īĻùĤوا אءéĤا çÝęÖ “Y³ً َ nَ ” įĭĐ ģąęĩĤا Ùĺروا ĹĘ ħĀאĐو ٢ óĜأ õĩèة واĤכùאĹÐ Y³ً ْ nُ :نijĜא×Ĥا أóĜو ،”אĭùè źijĜ ٣ اijĤijĜ” أي ،لijĝĤا ÛđĬ ijİو ÛđĭĤا ÙĕĻĀ ĵĥĐ ħąÖ اéĤאء وijİ اħø ïāĨر. ĵĤאđÜ אلĜ ،īùéĤا ĹĬאđĨ ďĻĩä ĵĥĐ ďĝĺ אمĐ ħąĤאÖ īùéĤا :ûęìŶا אلĜو ۜ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٨/٢٩]. Y³ً ْ nُ µِÀْuَ ِ ¹َِاª ²ِْ َ َYن \ ﴿َوَو َ†ّ ْÁ³َY ْاÊ مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ěè ĹĘ אĜïĀو ٤ وĜאل ĝĨאģÜ: ĭđĨאه ijĤijĜا ĺא أģİ اĤכÝאب ĝèא ٦ ٥ رijøل ěè. įĬأ ĹĘ ħכÖאÝכ ĹĘ رijכñĨ įĬÉÖ واó×ìوأ ١ ïĭùĨ اéĤאرث، ٤٣٩/١؛ óüح ýĨכģ اàŴאر éĉĥĤאوي، .٤٢١/١٤ ٢ ط + وėĥì وijĝđĺب. ٣ ر - ijĤijĜا. ٤ ر + وźïĐ. ٥ ط ر: أįĬ. .١١٩/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ ٦ ٥ ١٠ ١٥ 1078 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “İnsanlara” Bu isim, bu âyette hususi olarak Hz. Peygamber aleyhisselâma işaret eder. Bir görüşe göre sahâbe de buna dâhildir. Yani anlam, “Onlara güzel söz söyleyin ve söylediklerinde onları tasdik edin.” şeklindedir. Selman şöyle demiştir: Bununla selâmı yaymayı kastetmiştir. Bir görüşe göre burada bütün insanlara karşı konuşurken nezaket sahibi olmayı kastetmiştir. Nitekim mal ile iyiliği yani ana baba, akrabalar, yetimler ve yoksullar gibi hususi bazı kimseler hakkında emretmiş, fakat mal herkesi kapsamadığı (herkes mal sahibi olmadığı) için bütün insanlara karşı, aklı başında hiç kimsenin âciz kalmayacağı bir şey olan güzel söz ile muameleyi emretmiştir. Bir görüşe göre bu, insanları kelime-i şehâdete çağırma emridir. Bir görüşe göre bu, başlangıçta müşriklere karşı yumuşak söz söyleme emri idi, sonra seyf [yani Tevbe sûresinin beşinci] âyeti ile neshedildi. Bu Katâde’nin görüşüdür. Bir görüşe göre ise bu emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münkerdir. “Namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz.” Bu ifade “söyleyeceksiniz” fiiline atıftır. Namaz ve zekât hakkında söylenecekler daha önce söylenmişti. Özet olarak burada namaz ve zekâtın kabulünü ve şartlarına uygun bir şekilde eda edilmesini emretmiştir. Bu iki fiilin -âyetin başında geçen ibadet kapsamına girdiği hâlde- burada tekrar hususi olarak zikredilmelerinin sebebi, öncelik ve hususiyetlerini vurgulamaktır ki aynı durum şu âyetlerde de vardır: “Hani biz nebîlerden, senden ve Nûh’tan söz almıştık.” [ el- Ahzâb 33/7], “Meleklerine ve resullerine ve Cebrâil ve Mîkâil’e…” [ el-Bakara 2/98]. “Sonra sözünüzden döndünüz.” yani yüz çevirdiniz, “pek azınız hariç” yani pek azı yüz çevirmedi. “Yüz çevirerek” yani söze vefa göstermekten yüz çevirerek. Bunun üç izahı vardır. İlkine göre ifade, “Atalarınız ahde vefa göstermekten yüz çevirerek döndüler.” anlamına gelir. Bu durumda “yüz çevirerek” ifadesi hâldir ki bunun benzeri merre Zeydün ve hüve râkibün (Zeyd, binici olarak geçti) cümlesindeki ve hüve râkibün ifadesinin râkiben (binici olarak) anlamında hâl olmasına benzer. Âyette hitap zamiri olan entüm (sizler) ifadesinin kullanılmasının sebebi “döndünüz” fiilinin muhatap formunda olmasıdır. Bu ifadenin zâhiri Hz. Peygamber aleyhisselâmın döneminde yaşayanlara hitap formunda olup anlamı, yaptıkları yüzünden atalarına yönelik bir hitaptır. Bunun izahı daha önce geçmişti. İkincisine göre ifadenin anlamı, “Ey Peygamber aleyhisselâmın çağının insanları! Tıpkı sizin yüz çevirmeniz gibi atalarınız da yüz çevirdi ki bu söz onları bağladığı gibi sizi de bağlamaktadır.” şeklindedir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1079 .صijāíĤا ĵĥĐ ÙĺŴا هñİ ĹĘ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ ħøźا اñİ ﴾سY ِ َ ³«ّ ِ ª﴿ :įĤijĜو وģĻĜ: أراد įÖ اéāĤאÙÖ įđĨ أي ijĤijĜا ħıĤ ĭùèא وħİijĜïĀ ĩÖא ijĤijĝĺن. وĜאل ĩĥøאن: أراد įÖ إýĘאء اŻùĤم. وģĻĜ: أراد įÖ ÙęĈŻĨ כģ اĭĤאس ĹĘ اĤכŻم óĨÉĘ ÖאùèŸאن ÖאĩĤאل ĹĘ ěè أijĜام īĻĀijāíĨ وħİ اijĤاïĤان واÖóĜŶאء واÝĻĤאĵĨ واùĩĤאכīĻ، وĩĤא įĭĐ õåđĺ ź يñĤا ģĻĩåĤا لijĝĤאÖ אسĭĤا ģכ ÙĥĨאđĩÖ óĨأ ģכĤا ďùĺ ź אلĩĤا כאن اđĤאģĜ. وģĻĜ: ijİ أóĨ ĐïÖאء اĭĤאس إĵĤ ıüאدة أن ź إįĤ إź Ʃ اų. وģĻĜ: כאن ñİا أóĨا :ģĻĜو .אدةÝĜ įĤאĜ ،ėĻùĤا Ùĺآ אıÝíùĬ ħà ،اءïÝÖźا ĹĘ لijĝĤا ĹĘ كóýĤا ģİأ ÙĭĺŻĩÖ .óכĭĩĤا īĐ ĹıĭĤوا وفóđĩĤאÖ óĨŶا ijİ ¹ُا﴾ وïĜ óĨ اĤכŻم ª¹¢ُ﴿ įĤijĜ ĵĥĐ ėĉĐ ﴾ۜ َ ٰ¦ ¹َة ٰ ُb¹ا ّ اª{ ٰ ¹َة َوا ¢۪ ُÁ¯¹ا ّ اªَ‡« َ وįĤijĜ:﴿ َوا ĩıĻĘא، وèאįĥĀ أįĬ أóĨ ĝÖ×ıĤijא وأداıÐא ĵĥĐ óüاıĉÐא. وإĩĬא ذכĩİóא āĻāĭÜא ďĨ ِ ْذ دĩıĤijìא ĹĘ اđĤ×אدة اñĩĤכijرة ĹĘ أول اÙĺŴ ĩĺïĝÜא ĩıĤא وāĻāíÜא כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ َوا ِئ َ§ِc ۪µ َوُر ُ~ِ» ۪µ ٰٓ ٍ﴾ [اõèŶاب، ٧/٣٣] وįĤijĜ:﴿ َوَR» ¹ُح َُ·ْ َوِR³ْ ¥َ َوِR ±ْ ² ¢YgÁَ ®۪ ±َ Áّ۪]َِ ³ªا ّ ±َR ِ Yَ ²wْ rَ َ ا .[٩٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [لYَ §Áَ ®۪ وَ© Àَ ۪ y]ْjِ وَ .اijĤijÝĺ ħĤ أي﴾ ْ§ ُ ³ْRِ ËÁً «۪ َ ¢ َ Êِّ ْÁُcْ ﴾أي أħÝĄóĐ. وįĤijĜ:﴿ ا َّ ª¹ََ b َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو ِ Šُ ¹َن﴾ أي īĐ اĘijĤאء ÖאáĻĩĤאق، وįĤ ÙàŻà أوįä: أي ĵĤijÜ أĘŻøכħ yْ®ُ ْcُ²َْ وįĤijĜ:﴿ َوا ِ Šُ ¹َن﴾ ijİ ĵĥĐ اéĤאل כĩא ĝĺאل: “óĨ زïĺ yْ®ُ ﴿ :įĤijĝĘ ،īĻĄóđĨ ïıđĤאÖ אءĘijĤا īĐ ﴾ْcُÁْ َّ ª¹ََ b َ ّ fُ﴿ :įĤijĜ نŶ אبĉíĤا ĵĥĐ ﴾ْcُ²َْ وijİ راכÕ “أي راכ×א، وإĩĬא Ĝאل: ﴿ا ] وĭđĨאه ĉìאب ĵĥĐ اĉíĤאب، وČאóİه ĉìאب أģİ óāĐ اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم، [١٥١ب .įıäو אنĻÖ óĨ ïĜو ،اijĥđĘ אĩÖ ħıĘŻøأ نijĄóđĨ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا óāĐ ģİأ אĺ ħÝĬوأ ħכĘŻøأ ĵĤijÜ ħà :ĹĬאáĤوا כóĐÍاħıĄ، وïĜ כאن ĨõĤכħ ñıÖا اáĻĩĤאق Ĩא ħıĨõĤ. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1080 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Üçüncüsüne göre ifadenin anlamı, “Ey Peygamber aleyhisselâmın çağının insanları! Atalarınız için geçerli olan bu söz sizin için de geçerli olduğu hâlde siz de yüz çevirdiniz.” şeklindedir. “Pek azınız hariç” ifadesi geçmişte sözüne sadık kalıp yüz çevirmeyenleri istisna eder. Bunlar buzağıya tapmayan iki buçuk kabile ve mîkāt için seçilmiş yetmiş kişiden ibaretti. Ya da bu ifade Hz. Peygamber aleyhisselâm döneminde Müslüman olan Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi kimseleri istisna eder. “Sonra” ifadesi iki şey arasında bir süre ile birlikte ardışıklık ifade eder. Yani anlam, “Bir süre geçtikten sonra yüz çevirdiniz.” şeklindedir. Ancak bu ifadenin tıpkı “Sonra inkâr edenler Rablerine ortak koşuyorlar.” [ el-En‘âm 6/1] âyetinde olduğu gibi hayret bildirme anlamına gelmesi de mümkündür. Bu durumda anlam, “Kendilerinden kuvvetle söz almış olmamıza rağmen yüz çevirmelerine hayret ediniz!” şeklinde olur. 84. Hani, ‘Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.’ diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz. [ el-Bakara 2/84] “Hani sizden (…) söz almıştık.” Yani, sizden söz almış olduğumuzu da zikredin, hatırlayın. “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz.” Yani, aranızdan kimse diğerinin kanını dökmeyecek, akıtmayacak. “Birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.” Yani, kiminiz diğerini evinden, yurdundan çıkarıp onun yurdunu gasbetmeyecek. Buradaki enfüseküm (kendiniz) ifadesi tıpkı “Kendinizi, birbirinizi öldürmeyin.” [ en-Nisâ 4/29] ve “Kendinize, birbirinize selâm verin.” [ en- Nûr 24/61] âyetlerindeki kullanım gibidir. Kitâbü’l-ayn’da şöyle denilir: “Dâr (yurt) kelimesi arsa, yapı ve mahallin ortak adıdır.”1 Bir topluluğun yerleştiği her bölge dâr (yurt) kabul edilir. Çoğulu diyârdır, âyette “Diyarlarında diz üstü çöküp kaldılar.” [ Hûd 11/94] şeklinde kullanılmıştır. Kaffâl şöyle demiştir: “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz.” ifadesinin kapsamına esirler için fidye vermek de dâhildir, çünkü esirleri düşmanın eline terk edip öldürülmelerine izin vermek, onların kanını dökmek sayılır. 1 Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, 8: 58. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1081 .אąĺأ ħכĨõĤ įĬأ ďĨ אąĺأ כĤذ īĐ īĻĄóđĨ ءźËİ אĺ ħÝĬأ ħÝĻĤijÜ ħà :ßĤאáĤوا ْ َĉאن × ِ ّ ùĤا ħİو ،لijÝĺ ħĥĘ ėĥùĤا īĨ ěéĤا ĵĥĐ Û×à īĨ אءáĭÝøا﴾ ËÁً «۪ َ ¢ َ Êِّ وįĤijĜ:﴿ ا واėāĭĤ اīĺñĤ ħĤ đĺ×ïوا اģåđĤ واùĤ×ijđن اÝíĩĤאرون ĝĻĩĥĤאت، أو اĭáÝøאء īĨ أħĥø .įÖאéĀوأ مŻø īÖ ųا Ʃ ï×Đ īĨ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا óāĐ ĹĘ أن ģĩÝéĺو ،ħÝĻĤijÜ ةïĨ ïđÖ أي ،ĹìاóÝĤا ďĨ ÕĻÜóÝĥĤ نijכĺ ïĜ ﴾َ ّ fُ﴿ :įĤijĜو ُ ¹َن﴾ [اđĬŶאم، ١/٦] أي åđÜ×ijا ªuِ ْ َ À ْ·ِ\ِّyَِ \ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ اª ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ÕĻåđÝĥĤ نijכĺ .اijĤijÜ ħıĻĥĐ אقáĻĩĤا אĬïĻכÉÜ ďĨ ħıĬأ ħıĭĨ īْ Ĩِ ْ َ ُכħ ùęُĬْاَ نijَ äُóِíْ Üُ źَ َ ْ و َ ُכħ َٓאء ْ ِęُכ َijن ِدĨ ùÜَ źَ ْ ħכُĜאَ áĻَ Ĩ۪ אĬَñْìَ اَ ذْ اِ َ -٨٤ و َ ُï َون ıýْ Üَ ْ ħُ َ َاْÝĬ ْ و ħÜُ ْ َر óĜْاَ ƪ ħàُ ْ َ ِאرُכħ ِدĺ َ ُ§ ْ﴾ أي واذכóوا أąĺא إذ أĬñìא áĻĨאĜכħ. وįĤijĜ: ¢YgÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا وįĤijĜ:﴿ َوا ّ . وįĤijĜ:﴿ َوَÊ Õ ُ āَ َ Ÿِْ ُ§ ¹َن ِدَRٓ َYءُ¦ْ﴾ أي ź ęùĺכ ąđÖכħ دم ăđÖ أي ź ĺ b Êَ﴿ ijİو אı×āĕĻĘ داره īĨ אąđÖ ħכąđÖ جóíĺ ź أي﴾ ْ¦ُ ِ َYر ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ ِR ±ْ ِدÀ ِ ُj ¹َن ا ysْ bُ ²َْ Ÿُ ِ ُ§ ْ﴾ [اijĭĤر، « ا ٰٓ ِ ُ̄¹ا َ» ّ ۜ﴾ [اùĭĤאء، ٢٩/٤] وįĤijĜ:﴿ žَ َ« ْ §ُ َ Ÿُ ²َْ ¹ٓا ا «ُcُ ْ £َ b Êَوَ ﴿:įĤijĝכ ١ وכģ ٦١/٢٤]. وĹĘ כÝאب اīĻđĤ:» اïĤار اħø äאďĨ ÙĀóđĥĤ واĤ×ĭאء واÙĥéĩĤ« ْ ¶ِ ِ َYر َ َ†ْ[ ُo¹ا ž۪¿ ِدÀ Yžَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ .אرĺد אıđĩäو ،دار ijıĘ مijĜ įÖ ģè ďĄijĨ .[٩٤/١١ ،دijİ] ﴾±Á َۙ ¯۪ ِ fYjَ َ Ÿِْ ُ§ ¹َن ِدَRٓ َYءُ¦ْ﴾ ģìïĺ įĻĘ اóĨŶ ïęÖاء اøŶאرى؛ ÍĘن b Êَ﴿ :įĤijĜ :אلęĝĤا אلĜو .ħıÐאĨد כęøو ħıĥÝĜ Õ×ø وïđĤا يïĺأ ĹĘ ħıכóÜ ١ כÝאب اīĻđĤ ģĻĥíĤ īÖ أïĩè، ٥٨/٨» Öאب اïĤال واóĤاء وĩıđĨא د». ٥ ١٠ ١٥ 1082 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Dökmeyeceksiniz” ve “çıkarmayacaksınız” fiilleri sonlarına nûn harfi almışlardır ve merfû konumundadırlar. Bunların izahı daha önceki âyette geçen “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz.” fiilinin [sonuna nûn harfi alarak] merfû olmasının açıklaması sadedinde yaptığımız dört izah ile aynıdır. Ancak bunların devamında “kanınız” ve “birbiriniz” kelimelerinde muhatap ifade eden zamir kullanılmış olduğu için, bu fiillerin gāib formunda okunması söz konusu değildir. Birbirlerini öldürmeleri ya da yurtlarından çıkarmaları gibi fiilleri “kendinizi öldürmek” ve “kendinizi yurtlarınızdan çıkarmak” şeklinde ifade etmesinin sebebi, tek bir din etrafında toplanan insanların tıpkı tek bir kişi (nefis) gibi olmalarıdır. Hak Teâlâ “ Mümin erkekler ve mümin kadınların birbirlerinin dostlarıdır.” [ et-Tevbe 9/71] ve “ Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir.” [ et-Tevbe 9/67] buyurmuştur. Hz. Peygamber aleyhisselâm da “Müminlerin birbirlerine karşı merhameti tıpkı bir beden gibidir, bedenin organlarından biri rahatsız olduğu zaman diğerleri de uykusuzluk çekip ateşlenerek ona katılırlar.”1 buyurmuştur. Ayrıca bir başkasını öldüren kimse kısas olarak öldürülür. [Bu yüzden onu öldürmesi kendisini öldürmesi sayılır.] Aynı durum yurttan çıkarma için de geçerlidir. “Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz.” Yani, verdiğinizin sözün gerçekliğini itiraf edip üstlenmiştiniz. “Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.” Yani, kabul edip yerine getirmeyi tazmin ettiğiniz konusunda kendi aleyhinize şahitlik etmektesiniz. Şahitlik bir şeyin doğruluğunu tekit edip onu kesinleştirmektir. Bir kimse “Şahitlik ederim ki bu doğrudur.” dediği zaman “Ben bunu biliyorum, bu konuda hiç şüphem yok, bu şey benden başkasının olsaydı ona da şahitlik ederdim.” demiş olur. Burada bu ifadelerle kimlerin kastedilmiş olduğu konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre kabul ve şahitlik ifadeleri atalara yöneliktir, bir başka görüşe göre bu ikisi de hem Hz. Peygamber döneminde yaşayanlara hem de onların atalarına yönelik hitaptır, çünkü Hz. Peygamber döneminde yaşayanlar da tıpkı ataları gibi aynı şeyi ikrar edip ona şahitlik yapmışlardır. Bir görüşe göre ilki atalara, ikincisi şimdikilere yöneliktir. Yani ataları kabul ettiler, bunlar da onların kabul ettiğine dair şahitlik edip sonra yüz çevirdiler. Bir görüşe göre anlam, “Onlar bunun Tevrat’ta olduğuna şahitlik ettiler.” şeklinde, bir başka görüşe göre ise “ Kıyamet günü ataları aleyhine şahitlik ederler.” şeklindedir. 1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 30: 323; Buhârî, “Edeb”, 27. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1083 ِ ُj ¹َن﴾ àÍÖ×אت اijĭĤن ĩıĻĘא ĹĘ اijäijĤه اŶرÙđÖ اĹÝĤ ysْ bُ Êَ﴿و﴾ ن¹َ§ ُ Ÿِْ َ b Êَ﴿ ďĘور אءĻÖ اñİ أóĝĺ źو ،هñİ ĵĥĐ ÙĨïĝÝĩĤا ÙĺŴا īĨ ﴾َٰ Ãا ّ َ Êِّ َ ْ ُ[ ُu َون ا b Êَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אİאĬóذכ .﴾ْ §ُ َ Ÿُ ²َْ اĕĩĤאĺ×Ù ĩĤא İïđÖא īĨ כאف اíĩĤאĈ×Ù، وijİ įĤijĜ:﴿ ِدَRٓ َYءُ¦ْ﴾ و﴿ا ħıùęĬأ ģÝĜ אرĺïĤا īĨ אąđÖ ħıąđÖ اجóìوإ אąđÖ ħıąđÖ ģÝĜ ģđä אĩĬإ ħà وإóìاج أħıùęĬ، Ŷن اīĻđĩÝåĩĤ ĵĥĐ دīĺ واïè כאęĭĤ ÷اijĤاïèة، Ĝאل đÜאĵĤ: ْ ُ̄³َ ِYž £ُ ¹َن ªَ ۢ ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٧١/٩ [وĜאل: ﴿ا ‰ٍ ْ َ \ ءYُ ٓÁَِ َْوª َ ْ ُ‹ُ·ْ ا \ تY ُ ³َ®ِQْ¯ُ ْ ْ ُْ̄Qِ®³ُ ¹َن َواª ﴿َواª īĻĭĨËĩĤا ģáĨ» :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĜو ،]٦٧/٩ ،ÙÖijÝĤا ﴾ [ۢ ‰ٍ ْ َ \ ±ْ ®ِ ْ·ُ‹ُ ْ َ \ تY ُ £َžYِ ³َ¯ُ ْ َواª ١ وŶن ،«óıùĤوا ĵّ ĩéĤאÖ هóÐאø įĤ ĵĐاïÜ įąđÖ ĵכÝüا إذا ،ïùåĤا ģáĨ ħıĩèاóÜ ĹĘ .اجóìŸا ĹĘ اñوכ ،אĀאāĜ įÖ ģÝĜُ هóĻĔ ģÝĜ īĨ َ َƒْ· ُu َون﴾ أي اħÝĘóÝĐ ÙĻĝéÖ اáĻĩĤאق واijĩÝĨõÝĤه. وįĤijĜ: b ْcُ²َْ ْ َyْرُb ْ َوا ¢َ َ ا ّ fُ﴿ :įĤijĜو ďĉĜو ïĻכÉÜ אدةıýĤوا .įÖ אءĘijĤا אنĩĄو įĤij×ĝÖ ħכùęĬأ ĵĥĐ أي﴾ ونَ uُ ·َƒْ َ b ْcُ²َْ ﴿َوا ijĤو ،įĻĘ כüأ ź įÖ ħĤאĐ אĬأ أي” ěè اñİ أن ïıüأ “:ģäóĤا لijĝĺ .ءĹýĤا ÙéāÖ .įÖ įĻĥĐ ïıüأ يóĻĔ ĵĥĐ اñİ כאن [ أ واĹĘėĥÝìاóĩĤادĩıÖīĺא،ģĻĜ: اĉíĤאبÖאóĜŸار واıýĤאدةŻøŷĤف. وģĻĜ:] ١٥٢ ĩİאđĻĩäא ŻøŷĤفواŻìŶفđĻĩäא؛ŶنźËİءأóĜوا ĤñÖכوïıüوا įÖأąĺאכÉوÑĤכ. وģĻĜ: اŶولŻøŷĤفواáĤאŻìŷĤĹĬف،أيأوÑĤכĜ×ijĥاوźËİءïıüواĵĥĐأوÑĤכأħıĬ .ÙĨאĻĝĤماijĺכÑĤأوĵĥĐįÖونïıýĺ :ģĻĜو .ارةijÝĤاĹĘįĬءأźËİïıü :ģĻĜو .اijąĝĬħàاijĥ×Ĝ ١ ïĭùĨ أïĩè، ٣٢٣/٣٠؛ çĻéĀ اĤ×íאري، اŶدب، .٢٧ ٥ ١٠ ١٥ 1084 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebü’l-Âliye ve Rebî‘ şöyle demişlerdir: Bu iki ifade de Hz. Peygamber döneminde yaşayanlara hitaptır. Yani anlam şöyledir: Sizler bu ahdin atalarınızdan alınmış olduğunu kabul ediyor ve onun hak olduğunu itiraf ediyor, sonra da bunu bozuyorsunuz. 85. Ama işte siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. [ el-Bakara 2/85] “Ama işte siz birbirinizi öldürenlersiniz.” Buradaki hâülâi (onlar) zamiri ism-i mevsûl (o ki) anlamındadır. Bunun benzeri “O elindeki nedir?” [ Tâhâ 20/17] âyetinde tilke (o) şeklindeki işaret isminin elletî (o ki) anlamında ism-i mevsûl yerine kullanılmış olmasıdır. Bir görüşe göre anlam “Ey şunlar!” şeklinde olup nida edatı hazfedilmiştir. Bunun benzeri “Yûsuf! Sen bundan vazgeç.” [Yûsuf 12/29] âyetinde vardır. Bir diğer görüşe göre hâülâi (onlar) zamiri entüm (siz) zamirine tâbidir, onun sıfatı ve tekidi gibidir. “Birbirinizi öldürenlersiniz.” Yani sizler dindaşlarınızı öldürüyorsunuz. “İçinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran” yani, ahdi bozan kimselersiniz. Buradaki tezâherûne ifadesi “yardımlaşarak” anlamına gelir. ez-Zahîr yardımcı, el-müzâhare yardım, et-tezâhür yardımlaşma anlamına gelir. Aslı ez-zahr (sırt) kelimesidir ki bu da kendisine dayanılan, yaslanılan şeydir. Kûfeliler bu fiili tezâherûne şeklinde okumuşlardır ki bu durumda fiilin aslı tetezâherûne şeklinde olup telaffuz kolaylığı için te harflerinden biri hazfedilmiştir. Geri kalan kıraat imamları tezzâherûne şeklinde okumuşlardır ki bu da te harfinin zı harfine idgamı ile okumaktır. Bunun benzeri “Aralarında barış sağlamaları…” [ en-Nisâ 4/128] âyetinde geçen en yessâlehâ fiilidir. Bu fiil hâl anlamına kullanılmış muzâri fiildir, yani “onlara karşı yardımlaşır vaziyette” anlamındadır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1085 ّ ون أن ñİا اïıđĤ כאن ďĨ وĜאل أijÖ اđĤאÙĻĤ واďĻÖóĤ: ĩİא đĻĩäא ŻìŷĤف، أي أħÝĬ óĝÜ ١ ijąĝĬه. أĘŻøכħ وïıýÜون أįĬ ěè وأħıĬ ْۘ َ ِאرِħİ ĺدِ īْ Ĩِ ْ ْ ُכħ ĭĨِ אĝĺ ً ó۪ Ęَ نijَ äُóِíْ Üُ َ ْ و َ ُכħ ùęُĬْاَ نijَ ĥُُ ÝĝْÜَ ءِźَٓËُ۬ İ ٰٓ ْ ħُ ÝĬْاَ ƪ ħàُ -٨٥ ْ ُכħ ْ ĻĥَĐَ ٌ ƪم óéَ ُ Ĩ َ ijİُ َ ْ و ُ ُوħİ ٰى ُÜَęאد ْ ُا َøאر ħכijُ Üُْ Éَ َ ِا ْن ĺ ان و ِۜ َ ُ ْïو َ ْاđĤ ِ و ħàْźא ِ ْ Öِ ْ ħıِ ْ ĻĥَĐَ ونَ ُ אóİ َ čَ Üَ َ ُģ ٰذِĤ َכ đęْ َ ĺ īْ َ Ĩ ُ َ א َäَõٓاء ĩĘَ ăٍۚ ْ đَ ُ َون ِÖ× óęُכْ Üَ َ َ ِ אب و Ýכِ Ĥاْ ăِ ْ đَ ×Öِ نijَ ُ ĭĨِËْ ُ ْۜ َاَÝĘ ħُ اıä ُ َ ِا ْóì اų ُƩ َא Ĩَ ۜ و َ َñ ِ اب د َون ِاٰĤٓĵ َا َüّïِ ْاđĤ ƫ َ óُ ĺ Ùِ َ ĩٰ ĻĝِĤاْ َ ْم ijَ ĺ َ ۚא و َ ĻĬْïĤا ƫ ٰ ِijة Ļéَ Ĥاْ ĹĘِ يٌ õْìِ źƪاِ ْ ْ ُכħ ĭĨِ نijَ ĥُ َ ĩ ْ đÜَ א ƪ ĩĐَ ģٍ Ęאِ ĕَÖِ ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ “źËİء” ĵĭđĩÖ” اñĤي” כįĤijĝ:﴿ َوَRY ْ ُcُ «¹َن ا £َ b ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ ْcُ²َْ َ ا ّ fُ﴿ :įĤijĜو َِÁ ۪ ¯ِÁ³ ¥َ] ﴾įĈ، ١٧/٢٠ [أي “وĨא اĹÝĤ“؟ وģĻĜ: ĭđĨאه ĺא źËİء، ñèف اïĭĤاء כĩא \ ¥َ ْ «ِ b “ħÝĬأ"ـĤ ďÖאÜ “ءźËİ” :ģĻĜو .]٢٩/١٢ ،ėøijĺ] ﴾اwَ ¶ٰ ±ْ َ ضْ ِ yْ َ ُ ¹ُ~ ُ ا À﴿ :įĤijĜ ĹĘ .įĤ ïĻכÉÝĤوا ÛđĭĤכא ±ْ ®ِ ْ §ُ ³ْ®ِ ą£À ً ۪ yžَ ن¹َ jُ ِ ysْ bُوَ ﴿:įĤijĜو .ħכÝĥĨ ģİأ أي﴾ ْ§ ُ َ Ÿُ ²َْ ْ ُcُ «¹َن ا £َ b﴿ :įĤijĜو ۜ﴾ أي đÜאوijĬن، ْ ُ ْuَو ِان ِ َواª fِْ ÊYْ ِ \ ْ·ِÁَْ «َ ونَ yُ ¶Yَ َ َ b﴿ :įĤijĜو .ïıđĥĤ אąĝĬ أي﴾ ۘ ْ ¶ِ ِ َYر ِدÀ واóĻıčĤ اīĻđĩĤ، واčĩĤאóİة اđĩĤאوÙĬ، واčÝĤאóİ اđÝĤאون، وأįĥĀ اóıčĤ، وįÖ ďĝĺ ٢ واĩÝĐźאد. اĭÝøźאد אĩİïèإ ÛĘñè īĻÐאÝÖ ونóİאčÝÜ įĥĀوأ ÙęĻęì ً ،ونَ yُ ¶Yَ َ َ وóĜأ أģİ اĤכÙĘij: b Yoَ َ ªY َ‡ّ َ َ ْن À ęĻęíÜא، وóĜأ اĤ×אijĜن ÖאïĺïýÝĤ وijİ إدĔאم اÝĤאء ĹĘ اčĤאء כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا ٣ وñİا ąĨאرع ĵĭđĩÖ اéĤאل، أي čÝĨאóİون ħıĻĥĐ. ۜ﴾ [اùĭĤאء، ١٢٨/٤] Yoً ْ «†ُ Y¯َ·ُ³َÁَْ \ .ûĨאİ çĀ ،ħıĬوأ - ط ١ ٢ ط: اĝÝøź×אل، çĀ İאûĨ. ،ۜ واñĤي أورده اėĭāĩĤ ijİ óĜاÙÐ اīÖ כóĻá Yoً ْ «†ُ Y¯َ·ُ³َÁَْ \ Yoَ «ِ‡ْ ُ َ ْن À ٣ óĜاÙÐ ĐאħĀ وõĩèة واĤכùאĹÐ وėĥì واûĩĐŶ: ا .١٦٨-١٦٧/٢ ،ïĻĩéĤا ėĻĉĥĤا ï×đĤ اءاتóĝĤا ħåđĨ :óčĬا .óęđä ijÖوأ óĩĐ ijÖوأ óĨאĐ īÖوا ďĘאĬو ٥ ١٠ ١٥ 1086 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas ve Süddî şöyle demişlerdir: Kurayza ve Nadîr kardeş idiler, sonra bunların evlâtları ayrıştılar ve birbirleri ile savaştılar. Birbirlerini öldürüyor ve yurtlarından çıkarıyorlardı. Kurayzaoğulları öldürüyor, Nadîroğulları ise rakiplerini yurtlarından çıkarıyordu. Allah da onları bundan nehyetti ve bu konuda kendilerinden söz aldı, fakat onlar bu sözü bozdular. “Size esir olarak geldiklerinde” ifâdesi esir edilmiş bir hâlde karşınıza çıkarılıp size bu şekilde göründüklerinde anlamındadır. Yoksa burada onların kendi istekleri ile esir olarak geldikleri kastedilmemiştir. İbn Kesîr, Ebû Amr ve İbn Âmir bunu üsârâ tefdûhum şeklinde, Nâfî’, Âsım ve Kisâi üsârâ tüfâdûhum şeklinde, Hamza ise esrâ tefdûhum şeklinde okumuştur. el-Esrâ kelimesi esîr kelimesinin çoğuludur, benzeri el-cerhâ (yaralılar) kelimesinin cerîh kelimesinin çoğulu ve el-merdâ (hastalar) kelimesinin merîd kelimesinin çoğulu olmasıdır. el-Üsârâ ise el-esrâ kelimesinin çoğuludur. Bunun benzeri de es-sükârâ (sarhoşlar) kelimesinin es-sekrâ kelimesinin çoğulu olmasıdır. el-Esîr, zorla esir alınmış kimse demektir. el-Esr kelimesi aslında sıkıca bağlamak anlamına gelir. Zorla esir alınan kimse çoğunlukla sıkıca bağlanır, bu yüzden de, sıkıca bağlanmamış olsa bile, zorla alınan kimseye esir ismi verilir. el-İsâr ise esirin bağlandığı şeydir. Ebû Amr şöyle demiştir: el-Üsârâ zincire vurulmuş esirler anlamına, esrâ ise zincire vurulmamış olsa bile elde bulunan esirlere denilir. “Fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz.” Yani onları kurtarmak için fidyelerini verip kendilerini satın alıyorsunuz. el-Müfâda kelimesi bu kökten müfâ‘ale babıdır. el-Fidâ esir ile fidyeyi veren arasında olan işlem, el-müfâdâ ise fidyeyi veren ile fidyeyi alan arasındaki işlemdir. Ebû Muâz şöyle demiştir: el-Müfâdâ kelimesi, fidye konusunda taraflar arasındaki pazarlık demektir. “Onları çıkarmak size haram olduğu hâlde” Burada üç yorum vardır. İlkine göre hüve (o) zamiri, ihrâc (çıkarma) kelimesine işaret eder ki cümlenin sonunda doğrudan kelimenin kendisi, tekit maksadıyla açık bir şekilde zikredilmiştir. İkinci yoruma göre hüve (o) zamiri, ihrâc (çıkarma) kelimesine işaret eder, ancak daha önce çıkarma, öldürme, dayanışma, günah, düşmanlık gibi fiiller zikredilmiş olduğu için bu zamirin bunlardan herhangi birine işaret etme ihtimali bulunur. Bu yüzden maksadı beyân etmek ve zamirin kendisine işaret ettiğini tayin etmek için ihrâc (çıkarma) kelimesi tekrar zikredilmiştir ١٠ ١٥ ٢٠ 1088 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Üçüncü yoruma göre hüve (o) zamiri söz ve habere işaret eder, sanki “Haber şu ki (bilesiniz ki) onları çıkarmak size haramdır.” demiş olur. Bunun benzeri “De ki: Allah birdir.” [ el-İhlâs 112/1] âyetinde mevcuttur. Kaffâl şöyle demiştir: “Size esir olarak geldiklerinde ise fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz.” ifadesinin mânasının “Einize esir olarak düştüklerinde onları doğrudan özgür bırakmıyor, aksine özgür bırakmak için fidye alıyorsunuz.” şeklinde olduğu söylenmiştir. Fidyeleşmek iki taraftan da olabilir. Âyetteki bu ifade kınama sadedinde zikredilmiştir, oysa esiri kurtarmak için fidye vermek kınanacak bir şey değildir. Dolayısıyla açıktır ki burada kastedilen diğer anlamdır. [ Kaffâl şöyle demiştir] Doğru olan, bu ifadeyi, esiri kurtarmak için fidye vermek şeklinde anlamaktır ki rivayet de bu istikamette nakledilmiştir. Muhammed b. İshak şöyle demiştir: Tevrat’ta onlara, kanlarını akıtmak haram ve esirler için fi dye ödemek farz kılınmıştı. Onlar da iki grup idiler. Bir grup Kaynukaoğulları idi ve bunlar Hazrec kabilesinin müttefi ki idiler. Diğer ise Nadîroğulları idi ve bunlar da Evs kabilesinin müttefi ki idiler. Evs ve Hazrec arasında savaş olduğu zaman Kaynukaoğulları Hazreç’in yanında, Nadîroğulları ve Kurayzaoğulları ise Evs’in yanında savaşa katılırdı, her grup kendi müttefi kine yardım edip karşı tarafa yardım eden din kardeşi ile savaşırdı ve neticede birbirlerinin kanını dökerlerdi. Bu esnada ellerinde Tevrat vardı ve orada hak ve yükümlülüklerine dair nelerin yazıldığını biliyorlardı. Evs ve Hazrec kabileleri putlara tapan müşrikler idiler, kıyamet, cennet, cehennem, haram, helâl bilmezlerdi. Harp sona erdiği zaman Tevrat’taki hükmü doğrulamak üzere esirler için fi dye öderlerdi. Kaynukaoğulları Evs kabilesinin elinde bulunan esirleri için, Nadîroğulları ve Kurayzaoğulları da Hazreç kabilesinin elinde bulunan esirleri için fi dye ödediler. Fakat kan dökme yasağını geçersiz saydılar. Araplar bu yüzden onları kınıyor ve “Nasıl oluyor da hem onlarla savaşıyor hem de kurtulmaları için fi dye veriyorsunuz?” diyorlardı. Onlar ise “Bize onların fi dyelerini ödememiz emredildi, savaşmamız da yasaklandı.” diyorlardı. Bunun üzerine Araplar, “O hâlde neden onlarla savaşıyorsunuz?” dedikleri zaman da “Müttefi klerimizin zillete düşmesinden hayâ ediyoruz.” diye cevap veriyorlardı.1 1 İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, 1: 540. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1089 ħכĻĥĐ مóéĨ įĬأ ó×íĤوا :אلĜ įĬÉכ ،ó×íĤوا ßĺïéĤا ĵĤإ אرةüإ įĬأ :ßĤאáĤوا .[١/١١٢ ،ضŻìŸا﴾ [uٌۚ nَ َ ُ ا ٰ Ãا ّ ¹َ¶ُ© ْ ¢ُ ﴿:įĤijĜ ١ إóìاħıä، وįĥáĨ ُ َ~ ٰYرى ُbŸَ ُYد ُو¶ ْ﴾ ĭđĨאه أن Āאر ĹĘ ُb ¹ُ¦ْ ا ْ Oَ ِ ْن À وĜאل اęĝĤאل: وïĜ ģĻĜ إن įĤijĜ:﴿ َوا نijכĺ اءïęĤوا אداةęĩĤوا .قŻĈŹĤ ħİاءïĘ ħÜñìأ īכĤ ħİijĝĥĉÜ ħĤ אرىøأ ħכĺïĺأ įĻĥĐ ďĝĺ ź ٢ īĨ اåĤאĬ×īĻ، وĜאل: وñİا ďĄijĨ ëĻÖijÜ، وإĉĐאء اïęĤاء ŻĈŸق اóĻøŶ ëĻÖijÜ، ĘאčĤאóİ أن اóĩĤاد ñİا. Ĝאل اęĝĤאل: واijāĤاب ijİ اģĩéĤ ĵĥĐ إĉĐאء اïęĤاء ĝĬŸאذ اóĻøŶ، وįÖ äאءت اóĤواÙĺ. وĜאل ïĩéĨ īÖ إéøאق: اءïĘ אıĻĘ ħıĻĥĐ ضóÝĘوا ،ħıÐאĨد כęø راةijÝĤا ĹĘ ħıĻĥĐ مóè ،رجõíĤا אءęĥè ħİو אعĝĭĻĜ ijĭÖ ħıĭĨ ÙęÐאĈ :īĻĝĺóĘ اijĬכאĘ ،ħİاóøأ واóìŶى اóĻąĭĤ وÙčĺóĜ وħİ ęĥèאء اŶوس، ĘכאijĬا إذا כאÛĬ īĻÖ ijĭÖ Ûäóìو رجõíĤا ďĨ אعĝĭĻĜ ijĭÖ Ûäóì بóè رجõíĤوا وسŶا įĬاijìإ ĵĥĐ įÐאęĥè īĨ ěĺóĘ ģכ óİאčĺ ،وسŶا ďĨ ÙčĺóĜو óĻąĭĤا ĵÝè ùÝĺאĘכijا اĨïĤאء، وħıĺïĺÉÖ اijÝĤارة ijĘóđĺن ıĻĘא Ĩא ħıĻĥĐ وĨא ħıĤ، واŶوس واõíĤرج أģİ óüك đĺ×ïون اŶوàאن ź ijĘóđĺن اĻĝĤאÙĨ واÙĭåĤ واĭĤאر واóéĤام واŻéĤل، ÍĘذا وÛđĄ اóéĤب أوزارİא اïÝĘوا أóøاħİ ĝĺïāÜא ĩĤא ĹĘ اijÝĤارة، اïÝĘى ijĭÖ ĝĭĻĜאع Ĩא כאن īĨ أóøاħİ ĹĘ أïĺي اŶوس ħıĭĨ، واïÝĘى ijĭÖ اóĻąĭĤ وÙčĺóĜ īĨ כאن ĹĘ أïĺي اõíĤرج ّħİó ĤñÖכ وijĤijĝĺن: “כėĻ ħıĭĨ، وĺ×ijĥĉن اĨïĤאء، وכאÛĬ اóđĤب ĻđÜ ĝÜאħıĬijĥÜ وïęÜوħİ؟” ĝĘאijĤا: “إĬא أĬóĨא أن ħıĺïęĬ وóèم ĭĻĥĐא ÝĜאħıĤ“، ٣ ĜאijĤا: “ħĥĘ ĝÜאħıĬijĥÜ؟” ĝĘאijĤا: “إĬא ĹéÝùĬ أن ّ ñÝùĺل ęĥèאؤĬא”. ١ ر: وijİ ģáĨ. ٢ ر: اīĻÝĺŴ. .٥٤٠/١ ،אمýİ īÖź Ùĺij×ĭĤا ةóĻùĤا :óčĬا ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1090 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Allah Teâlâ Tevrat’ta İsrâiloğulları’ndan birbirlerini öldürmeyeceklerine dair söz aldı ve onlara, “ İsrâiloğulları’ndan herhangi bir erkek ya da kadının esir olduğunu gördüğünüzde onu bedelini ödeyerek satın alıp özgürleştiriniz.” diye emretti. Bir görüşe göre bu âyette takdim-tehir vardır ve cümle şöyledir: “Kanınızı dökmeyeceğinize ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık ki bu, yani birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmanız size haramdır. Yine size esir olarak geldiklerinde fidyelerini ödeyeceğinize dair de söz almıştık.” Böylece alınan söz şu üç şeyi kapsıyordu: Öldürmemek, yurttan çıkarmamak ve esirlerin fidyelerini ödemek. Ancak onlar öldürdüler ve yurttan çıkardılar ki bu ikisi, verdiklerin sözün aksineydi. Bir de esirlerin fidyelerini ödediler ki bu, verdikleri söze uyuyordu. Bu yüzden onlar sözün kapsamına giren her üç husustan dolayı değil, sözü bozdukları hususlardan dolayı kınandılar. Bir görüşe göre her bir grup sadece kendi aşiretinden olanların fidyesini ödüyor, diğer aşiretlerden olanların fidyesini ödemiyordu, oysa onlara bütün esirlerin fidyelerini ödemeleri emredilmişti. “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” Bu, inkâr, kınama ve tehdit anlamları taşıyan bir sorudur. Yani anlam, “Demek sadece kendi esirlerinizin fidyelerini ödüyor, başkalarının esirlerinin fidyelerini ödemiyorsunuz?” şeklindedir. Bir görüşe göre onlar tam aksine bütün esirlerin fidyelerini ödüyorlardı, ancak öldürmeme ve yurttan çıkarmama emrini ihlal etmişlerdi, bu yüzden kendilerine tehdit yöneltildi. Nitekim âyette “Ama işte siz birbirinizi öldürenlersiniz.” ve “çıkarıyorsunuz” buyurdu da “ fidye vermiyorsunuz” buyrulmadı. Dolayısıyla onlara yönelik kınama Allah’ın hükümleri arasında ayrım yapmalarından dolayı idi. Bu ayrım Allah ile elçileri arasında ayrım yapmaya benzer ki onlar böyle yaparak sadece bazı elçilere inanmış olmaktadırlar. Ne var ki diğer elçileri inkâr etmelerinden dolayı, inandıkları elçilere yönelik imanları da geçersiz idi, bu nedenle kendilerine yöneltilen kınama gayet doğrudur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1091 ģÝĝĺź أن ارةijÝĤا ĹĘ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ĵĥĐ ñìأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ إن :ġ אس×Đ īÖا אلĜو įُ ُ وه ĩÖא Ĝאم ĭĩà óَ ÝüאĘ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ īĨ هijĩÜïäو ٍ ٍ أو أÙĨ ï×Đ אĩƫ ĺوأ ،אąđÖ ħıąđÖ ِijĝه. ÝĐÉĘ وģĻĜ: ĹĘ اÙĺŴ ħĺïĝÜ وóĻìÉÜ، وïĝÜرıĺא: وإذ أĬñìא áĻĨאĜכħ أن ź ęùÜכijا دĨאءכħ وź ijäóíÜا أùęĬכħ īĨ دĺאرכħ، وذĤכ óéĨم ĻĥĐכħ، أي اóìŸاج، وإن ijÜÉĺכħ ١ اĻüŶאء اÙàŻáĤ: óÜك اģÝĝĤ، وóÜك اóìŸاج، وęĨאداة أøאرى ęÜאدوħİ. כאن اïıđĤ ñıÖه ،ïıđĤا īĨ ijİو ٣ ٢ اøŶאرى َ َïوا Ę َ اøŶאرى. ijĥÝĝĘا وأijäóìا وĩİא ŻíÖف اïıđĤ، و .אıĥכ אıÖ ź ïıđĤا فŻì ijİ אĩÖ اijíÖijĘ óĻĔ óĻøأ يïęĺ źو įÝĺóýĐ īĨ כאن] أ ا [١٥٣ ً وģĻĜ: כאن כģ ěĺóĘ ïęĺي أóĻø įÜóĻýĐ، وכאijĬا أóĨوا ïęÖاء כģ أóĻø. ۚ ﴾ اıęÝøאم ĵĭđĩÖ اĬŸכאر ‰ٍ ْ]َِ َ ْ§ ُŸُy َون \ bوَ بY ِ cَ§ِ ْ َِ[ْ ‰ِ اª \ ن¹َ ³ُRِQْcُžََ وįĤijĜ:﴿ ا واëĻÖijÝĤ واïĺïıÝĤ، أي ïęÜون أøאراכħ دون أøאرى óĻĔכħ. ُوا ِد ïّ ُ وģĻĜ: ģÖ כאijĬا ïęĺون כģ اøŶאرى، Ĥכī כאijĬا óÝĺכijن اģÝĝĤ واóìŸاج، ıĘ ²َْ Ÿُ َ ُ§ ْ﴾ وĜאل: ْ ُcُ «¹َن ا £َ b ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ ْcُ²َْ َ ا ّ fُ﴿ :ÙĺŴا ĹĘ אلĜ įĬأ įĻĥĐ لïĺو ،כĤñĤ ،ųا Ʃ כאمèأ īĻÖ ěĺóęÝĤا ĵĥĐ ħıíĻÖijÜ כאنĘ ،“ونïęÜ źو “:ģĝĺ ٤ ِ ُj ¹َن﴾ وħĤ ysْ bُوَ﴿ ٧ إź أįĬ ĩĤא כאن إĩĺאħıĬ ،ħıąđ×Ö نijĭĨËĺ כĤñÖو ħİو ٦ ųا Ʃ ٥ وñİا כאěĺóęÝĤ īĻÖ رģø ٨ .įĻĥĐ ëĻÖijÝĤا çĀ ،ħİóĻĔ ħı×ĺñכÝÖ ŻĈאÖ ħıÖ ١ ر: ñıĘه. ٢ ر: ïĘاء. .ûĨאİ çĀ ،אرىøŶا واïَ َ Ę َ ٣ ح - ijĥÝĝĘا وأijäóìا وĩİא ŻíÖف اïıđĤ و ٤ ر: وź. ٥ م: رijøل. ٦ م - اų. ٧ ح: ħıąđÖ. ٨ ر - įĻĥĐ. ٥ ١٠ ١٥ 1092 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar.” Burada kullanılan el-hızyü kelimesi rezillik demektir. Haziye [fiil], hazyen [mastar], haziyün [ism-i fâil] şeklinde gelir. el-Hazâyetü utanmak demektir. Yine haziye [fiil], hazâyeten [mastar], hazyân [ism-i fâil] şeklinde de gelir. Anlam şöyledir: Bunu yapan kimsenin cezası dünyada rezil olmaktan başka bir şey değildir. Yaptığından dolayı utanç duyar, sonra âhirette de azabın en şiddetlisine uğratılır ki o da cehennem azabı olup dünyadaki rezillikten ve öncesindeki bütün azaplardan daha şiddetlidir. Çünkü diğer azaplar bitip tükenirken cehennem azabı bitmez. “Rezillik” (el-hızyü) ile burada neyin kastedildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre bu Nadîroğulları’nın ilk sürgün gününde -tıpkı onların başkalarına yaptığı gibi- yurtlarından çıkarılıp Medine’den gönderilmeleri ve Kurayzaoğulları’nın -tıpkı onların başkalarına yaptığı gibi- erkeklerinin öldürülüp kadınlarının esir edilmesidir. Bir görüşe göre “rezillik” onlardan küçük düşürülmüş hâlde cizye alınmasıdır. Bunun yanı sıra yine kendilerine verilecek âhiret azabı bâkidir. İmam Mâtürîdî şöyle der: Onların cezası dünyada rezilliktir. Ancak dünyada cezaya çarpıtılmaya müstahak olsalar da kendilerine ceza verilmez, aksine âhirette en şiddetli azaba uğratılırlar. Bu tıpkı “Onları sadece, gözlerin yerlerinden fırlayacağı gün için erteliyoruz.” [İbrâhîm 14/42] ve “Aksine kıyamet onlar için belirlenen gündür ve kıyamet çok daha acı ve dehşet vericidir.” [ el-Kamer 54/46] âyetlerinde ifade edilen hususa benzer.1 “Çünkü Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” Bu ifadenin tefsiri daha önce geçmiş idi. İbn Kesîr, Nâfi’ ve - Ebû Bekr rivayetine göre- Âsım buradaki ‘ammâ ta‘melûne (yaptıklarınızdan) ifadesini yüraddûne (döndürülürler) fiiline atıf olarak gāib formda ‘ammâ ya‘melûne (yaptıklarından) şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise “Ama işte siz birinizi öldürenlersiniz.” ifadesine bağlayarak hitap formunda okumuşlardır. 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 171. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1093 _ِ ¯َÁٰ£ِ ْ َ¹َْم اª ۚ َوÀ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ِ Áٰ oَ ْ ي žِ¿ اª ٌ {ْrِ َ Êِّ ِ ¥َ ِR³ْ ُ§ ْ ا َŸَْ ُ© ٰذª À ±ْ ®َ اءُ ٓ}َjَ Y¯َ žَ﴿ :įĤijĜو Ùُ َ َ اĺ א” ijıĘ õìي، َ واõíĤ ً ĺ ْ õìَ ، َ اب﴾ اõíĤي اÙéĻąęĤ، وïĜ ” َìِõي ۜ ِ wَ َ ْ ِ اª uّ ‚َ َ « ا ٰٓ ªِ ُ َون ا َُyّد À َ ُ אن. أي ĻĤ ÷õäاء īĨ ģđęĺ ذĤכ إź Ĩא ĺ ْ õìَ ijıĘ “Ùً َ َ اĺ اĻéÝøźאء، وïĜ” õìي، َõì ijİو ،ابñđĤا ïüأ ĵĤإ ةóìŴا ĹĘ ďäóĺ ħà כĤذ īĨ ĹéÝùĻĘ אĻĬïĤا ĹĘ įÖ çąÝęĺ įĬÍĘ ؛įĥ×Ĝ כאن ابñĐ ģכ īĨ ïüوأ אĻĬïĤا ĹĘ ħıĺõì īĨ ïüأ ijİو ،ħĭıä ĹĘ ÕĺñđÝĤا .ďĉĝĭĺ ź اñİو ďĉĝĭĺ כאن ولŶ ħİאرĺد īĨ óĻąĭĤا ĹĭÖ ءŻäإ ijİ :ģĻĜ ،אĭİ يõíĤאÖ ادóĩĤا ĹĘ ėĥÝìوا ُ ذرارħıĺ כĩא כאÛĬ ĐאدħıÜ. Ĺ×øو ÙčĺóĜ ĹĭÖ ģÝĜو ُ ٢ ħıÜאدĐ ÛĬכא ١ اóýéĤ כĩא .אقÖ ةóìŴا ابñđĘ اñİ ħıĤ כאن אĨ ďĨو ،אرĕĀ īĐ ÙĺõåĤا ñìأ ijİ :ģĻĜو :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè اij×äijÝøا وإن אĻĬïĤا ĹĘ نij×Ĝאđĺ ź īכĤ ،אĻĬïĤا ĹĘ يõíĤا ħİاؤõä» Y¯َ َ ²ِّ ذĤכ، ģÖ óĺدون إĵĤ أïü اñđĤاب ĹĘ اóìŴة، وñİا כįĤijĝ:﴿ ا _ُ Yَ َªا ّ© ِ َ Yر﴾ [إóÖاħĻİ، ٤٢/١٤ [وįĤijĜ:\﴿ ُۙ ‡َ \ْÊا َْ µÁِ ž۪ …ُ sَ ƒْ َ b ٍ َِÁ¹ْم ª ْ ¶ُyُrِّ Qَُ À ٣ .«[٤٦/٥٤ ،óĩĝĤا﴾ [ُyّ®ََ َ ْد ٰ¶« َوا َRِ¹ْ ُu ُ ¶ْ َو ّ اªَ َY ُ _ا َ ْ َُ̄» ¹َن﴾ óĨ óĻùęÜه óĨة. وïĜ óĜأ اīÖ כóĻá وĬאďĘ b Yَ ¯ّ َ ©ٍžYِ ›َ ِ \ ُ وįĤijĜ:﴿ َوَRY ّ اà ٰ ُ َون﴾، وóĜأ اĤ×אijĜن َُyّد À﴿ :įĤijĜ ĵĥĐ אءĭÖ Ù×ĺאĕĩĤا ĵĥĐ אءĻĤאÖ óכÖ ĹÖأ Ùĺروا ĹĘ ħĀאĐو .﴾ْ §ُ َ Ÿُ ²َْ ْ ُcُ «¹َن ا £َ b ءِÊ َٓ ۬Qُ ٓ ¶ٰ ْcُ²َْ َ ا ّ fُ﴿ :įĤijĜ ĵĥĐ אءĭÖ Ù×ĈאíĩĤا ĵĥĐ אءÝĤאÖ ١ ر - כĩא. ٢ ر: Đ×אدħıÜ. ٣ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٧١/١ ٥ ١٠ ١٥ 1094 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 86. Onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez. [ el-Bakara 2/86] “Onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir.” Yani, “âhireti” kelimesi “ âhiret hayatı ile” anlamına gelmektedir. Bu ifadenin tefsiri daha önce “Hidâyete karşılık dalâleti satın alırlar.” [ el-Bakara 2/16]ve “Benim âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın.” [ el-Bakara 2/41] âyetlerinin tefsirinde geçmişti. Buradaki mânası şöyledir: Âhiretteki çok şeye karşılık dünyanın az şeyini aldılar. “Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez.” Yani, onlardan [ azap] kolaylaştırılmaz. “Onlara yardım da edilmez.” Yani o gün onların imdadına da yetişilmez. Bir görüşe göre bu ifade “Onlar azaptan kurtarılmazlar.” anlamına gelir. Bir başka görüşe göre ise “Dünyada onlara zafer yoktur.” anlamına gelir. Çünkü bâtıl taraftarı olan kimse görünüşte galip olsa da hakikatte mağluptur. 87. Andolsun biz Mûsâ’ya kitabı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’ya da deliller verdik. Ve onu, Rûhulkudüs ile destekledik. Ama ne zaman bir peygamber size nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi! [ el-Bakara 2/87] “Andolsun biz Mûsâ’ya kitabı verdik.” Bu âyetin öncesi ile münasebeti şöyledir: Allah Teâlâ İsrâiloğulları’na iki şey, kitap ve resuller verdiğini bildirmiş, sonra onların kitaba karşı muamelelerini beyân etmek üzere “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” [ el-Bakara 2/85] buyurmuş, ardından resullere karşı muamelelerini beyân etmek üzere “Kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!” buyurmuştur. Bir diğer ilgi yönü şöyledir: Önce onların verdikleri sözü bozmalarını anlatmış, sonra da bunun onların bilgisizliklerinden kaynaklanmadığını beyân ederek “Ben onlara elçiler gönderdim ve elçiler onlara beyânda bulundular.” demiştir. “Andolsun biz Mûsâ’ya kitabı verdik.” ifadesi “Biz Mûsâ’ya Tevrat’ı verdik.” anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1095 َ َñ ُ اب ُ ْاđĤ ħُ ıْ ĭĐَ ėُ ęƪíَ ُ ĺ ŻَĘَ ۘ ِة َ óìِ źא ٰ ْ Öِ א َ ĻĬْïĤا ƫ ٰ َijة ُ ا ْاĤ َĻé َ و óَ Ýüا ْ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ כَ ÑِٓĤٰ ۬ -٨٦ ُاو ُ َ۟ون óāَ ْ ĭ ُ ĺ ْ ħİُ źَ َ و ّ óĨ ïĜو ،ِ ِ اóìŴة ۘة﴾ أي ÖאĻéĤאة ِyَrِ ÊY ٰ ْ ِ \ YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹َ Áٰ oَ ْ ªا واُyَcَ‚اْ ±À َ w۪ َّ ِئ ¥َ اª ٰٓ ُو۬ª وįĤijĜ:﴿ ا ¿bY۪ َ Àٰ Yِ \ واyُcَƒْ َ b Êَوَ ﴿:įĤijĜو] ١٦/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ىۖ uٰ ·ُ ْ ªYِ \ _ََ ªËَ َ‹ªا ّ واُyَcَ‚اْ ﴿ :įĤijĜ ĹĘ هóĻùęÜ ۪» ًۘ ËÁ] ﴾اĤ×óĝة، ٤١/٢] وĭđĨאه ĭıİא: أñìوا ģĻĥĜ اĻĬïĤא ً źïÖ īĐ כóĻá اóìŴة. َ ¢ Y³ً ¯َ َ f ﴾ أي ۟ ُ ³ْ ُ‡َy َون À ْ ¶ُ Êَوَ ﴿:įĤijĜو .ن ƪ ijَ ı ُ ĺ ź أي﴾ اب ُ wَ َ ْ َ ُ َ ُ³ْ·ُ اª Ÿّsَ ُ À Ëَžَ﴿ :įĤijĜو ١ وģĻĜ: أي وź ĺכijن ħıĤ óāĬة .ابñđĤا īĨ نijđĭĩĺ ź أي :ģĻĜو .ñÑĨijĺ نijàאĕĺ ź .ÙĝĻĝè ولñíĨ ijıĘ رةijĀ ÕĥĔ وإن ģĉ×ĩĤا نŶ א؛ĻĬïĤا ĹĘ īَ ْ Öا ĵ َ َא ۪ùĻĐ ĭ ْ َ ٰاَĻÜ و ģِ øُ ƫ óĤאÖِ ه۪ïِ ْ đَ Ö īْ Ĩِ אَ ĭ ْ ĻęƪĜَ َ َ َ אب و Ýכِ Ĥاْ ĵøijَ ُ َא Ĩ ĭ ْ ĻÜَاٰ ïْĝَĤَ َ -٨٧ و ُ ُ ُכħ ٰٓى َاْĬُùę ij ْ ıÜَ źَ א َ ĩÖِ لijٌ øُ َ ْ ر َ ُכħ َ א َٓäאء ۜ َاَĘُכĩƪĥ سِ ïُĝُĤاْ ِ ُ وح óÖِ ُ אهĬَïْ ƪ َ َاĺ َ ِ אت و ĭِ ّ Ļ َ َ ْاĤ× ħَ ĺ ْ óَ Ĩ نijَ ĥُُ ÝĝْÜَ אĝĺ ً ó۪ Ęَ َ ْۘ و ħُ Ýْ Öñƪכَ אĝĺ ً ó۪ęَĘَ ْۚ ħÜُ ْ óَ َ ْכ× اÝø ْ įĬأ ó×ìأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن אıĥ×Ĝ אĩÖ אıĨאčÝĬا﴾ بY َ cَ§ِ ْ ªا~« ¹َR ُ Y³َÁَْ bٰ ْ£ََu ا وįĤijĜ:﴿ َوª :אلĝĘ אبÝכĤا ěè ĹĘ ħıÝĥĨאđĨ ٢ īĻÖ ħà ،ģøóĤوا אبÝכĤا :īĻÑĻü ģĻÐاóøإ ĹĭÖ ĵĉĐأ ĹĘ ħıÝĥĨאđĨ īĻÖو] ۚ ﴾ [اĤ×óĝة، ٨٥/٢] [١٥٣ب ‰ٍ ْ]َِ َ ْ§ ُŸُy َون \ bوَ بY ِ cَ§ِ ْ َِ[ْ ‰ِ اª \ ن¹َ ³ُRِQْcُžََ ﴿ا ْ ُcُ «¹َن﴾. £َ b ą£À ً ۪ ۘ َوžَy ْcُ\ْ َ wّ¦َ ą£À ً ۪ yŸَžَ﴿ :אلĝĘ ģøóĤا ěè כÛĭ ُ ïĝĘ ،ħĥđĤا مïđĤ īכĺ ħĤ כĤذ أن īĻÖ ħà אقáĻĩĤا ħıąĝĬ óذכ įĬأ :óìآ įäوو ْ ِ§َc َ Yب﴾ أي وïĝĤ أĭĻĉĐא ĵøijĨ ªا~« ¹َR ُ Y³َÁَْ bٰ ْ£ََu ا ªوَ ﴿:įĤijĜو .ħıĤ اijĭĻÖو ģøóĤا ÛáđÖ اijÝĤارة. ١ م - وģĻĜ أي ź ijđĭĩĺن īĨ اñđĤاب. .ûĨאİ çĀ ،īĻÖ - م ٢ ٥ ١٠ ١٥ 1096 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik.” Yani onu müteakiben [peygamberler] gönderdik. Kafâhu (mazi fiil), yakfûhu (muzâri fiil), kafven (mastar) “Ona tâbi oldu, ardından gitti.” anlamına gelir. Kaffâhu gayrahu (mazi fiil), yukaffîhi (muzâri fiil), takfiyeten (mastar) ifadesi ise “Onun ardından gitti, onu takip etti.” anlamına gelir. Kad kafevtü eserehu “Onun izini takip ettim.” demektir. Âyette bu kelime “Bilmediğin şeyin ardına düşme (ve lâ takfu).” [ el-İsrâ 17/36] şeklinde kullanılmıştır. el-Kafâ (ense, kafanın arka kısmı) ve el-kāfiye (kafiye, dizenin sonu) kelimeleri de buradan türer. el-Mukaffî [yani son nebî, öncekilere tâbi olan mânasına] Hz. Peygamber aleyhisselâmın isimlerinden biridir. Anlam, “Onun ardından resulleri gönderdik.” şeklindedir. Rivayet edildiğine göre Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’dan sonra Hz. Îsâ dönemine kadar dört bin peygamber göndermiştir. Bir görüşe göre bunların sayısı yetmiş bindir. “ Meryem oğlu Îsâ’ya da deliller verdik.” Mûsâ, Îsâ ve Meryem Arapça olmayan isimlerdir. Bu yüzden, hem yabancı hem de özel isim olmak özellikleri kendilerinden birleşince gayr-ı munsarıf olurlar [yani i‘raba tâbi değillerdir]. Mûsâ kelimesinin “Mû” harfi onların dilinde “su” anlamına, “Şâ” ise ağaç anlamına gelir. İsrâiloğulları Mûşâ derler ki bunun mânası da su ve ağaç arasından, yani içine konulmuş olduğu sandıktan çıkarılmış kimsedir. Nitekim Hz. Mûsâ annesi tarafından konulduğu sandıktan çıkarılarak Firavun’un sarayında büyütülmüştür. Sonra isim Arapçaya intikal ederken “ş” harfi “s” harfine dönmüştür. Îsâ kelimesi ise onların dilinde Îşâ şeklinde, “ş” harfi iledir. Bu da hayat anlamına gelen ıyş kelimesinden gelir. Hz. Îsâ’nın duası ile Allah Teâlâ ölüleri diriltirdi. Bu isimdeki “ş” harfi, Arapçaya intikal edince “s” harfine dönüşmüştür. Kelimesinin aslında “s” harfinin bulunduğu düşünülürse, o zaman isim, beyaz anlamına gelen “ıys” kökünden türemiş olur. Meryem isminin Süryanicede hizmetçi anlamına geldiği söylenmiştir. Nitekim annesi Hz. Meryem’i, mescidin hizmetine adamıştır. “Deliller” apaçık kanıtlar, mûcizeler anlamına gelir ve el-beyyinât (deliller) kelimesi bâne (ortaya çıktı) ve ebâne ( beyân etti) fiilinden türer. Ebâne fiili “ortaya çıkardı, ızhar etti” anlamına da gelir. Burada “deliller” ile neyin kastedildiği konusunda ihtilâf edilmiştir. Bir görüşe göre İncil kastedilmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1097 ا” ً ijęْĜَ ،هijęĝĺ ،אهęĜ” :אلĝĺ ،אĭĘوأرد אĭđ×Üأ أي©﴾ ِ~ُ ُyªY ّ ِ َ ْ ِu۪ه \ \ ±ْ ®ِ Y³َÁْ َ Ÿّ َ وįĤijĜ:﴿ َو¢ Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ אلĜ ،“هóàأ تijęĜ ïĜ”و ،įđ×Üأ أي” ÙĻęĝÜ ،įĻِ ęّ َ ĝ ُ ĺ ،هóĻĔ אهęĜƪ ”و ،įđ×Ü أي Ĺ×ĭĤا אءĩøأ īĨ Ĺِ ęّ َ ĝ ُ ۜ﴾ [اóøŸاء، ٣٦/١٧] وįĭĨ اęĝĤא واĝĤאÙĻĘ. واĩĤ ٌ ْ «ِ µ۪ ِ \ ¥َ َ ª }َ Áَْ ª Y®َ ُ ْ £َ b ĵĤإ ĵøijĨ ïđÖ ßđÖ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن روي ïĝĘ .هïđÖ īĨ ģøóĤا ١ įĻĥĐ اŻùĤم. أي وآĬóàא .Ĺ×Ĭ ėĤأ īĻđ×ø :ģĻĜو .Ĺ×Ĭ فźآ ÙđÖأر ĵùĻĐ óāĐ ،ÙĻĩåĐأ אءĩøأ ħĺóĨو ĵùĻĐو ĵøijĨ ﴾تY ِ ³َÁِّ]َْ َ َ اª Àyْ®َ ±َ \اْ« Áَ ۪ Y³َÁَْ bٰ وįĤijĜ:﴿ َوا ĹĘ “ijĨ” أن ĵøijĨ ĵĭđĨو .ėĺóđÝĤوا ÙĩåđĤا ÛđĩÝäا īĻè فóāĭÜ ź כĤñĤو ùĤאħıĬ اĩĤאء، و“ĵü “اóåýĤة، وħİ ijĤijĝĺن: ĵüijĨ وĭđĨאه أįĬ أñì īĨ īĻÖ اĩĤאء ،نijĐóĘ دار ĹĘ ñìÉĘ אءĩĤا ĹĘ تijÖאÝĤا ģđä ħà ،įĻĘ ijİ ģđä تijÖאÜ īĨ أي ،óåýĤوا .ÙĻÖóđĤا ĹĘ īĻùĤا ĵĤإ īĻýĤا ÛĥĝĬو ųا Ʃ ĹĻéĺ وכאن ،אةĻéĤا ijİ يñĤا ûĻđĤا īĨ īĻýĤאÖ ĵýĻĐ ħıĬאùĤ ĹĘ ĵùĻĐو īĻùĤאÖ ģĀŶا ĹĘ Ûĥđä وإن .ÙĻÖóđĤا ĹĘ īĻùĤا ĵĤإ īĻýĤا ÛĥĝĬو .ĵÜijĩĤا ٢ įÐאĐïÖ .אضĻ×Ĥا ijİ يñĤا÷ ĻđĤا īĨ ijıĘ .ïåùĩĤا ÙĨïíĤ رةóéĨ אıĨأ אıÝĥđä ïĜو ،אدمíĤا ÙĻĬאĺóùĤאÖ אİאĭđĨ :ģĻĜ ħĺóĨو واĤ×ĭĻאت اĺŴאت اčĤאóİات، īĨ ĤijĜכ: “Öאن” أي óıČ، وأÖאن כĤñכ، وĺכijن أÖאن .ģĻåĬŸا Ĺİ :ģĻĜ ،אĭıİ אıÖ ادóĩĤا ĹĘ ėĥÝìوا .אąĺأ óıČأ ĵĭđĩÖ ١ ر: واĬóĘא. ٢ ر: ÍÖذن اų. ٥ ١٠ ١٥ 1098 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas, “deliller”in mûcizeler olduğunu söylemiştir ki bunlar da alaca hastalığının giderilmesi, doğuştan kör olanların iyileştirilmesi, ölülerin diriltilmesi, insanların evlerinde yediklerinin ve sakladıklarının bildirilmesi ve hastaların iyileştirilmesidir. “Onu destekledik.” Yani onu takviye ettik. Burada kullanılan el-eyd kuvvet anlamına gelir, et-te’yîd ise takviye demektir. “ Rûhulkudüs ile” Bir görüşe göre Rûhulkudüs Cebrâil’dir. Hak Teâlâ “Onu Rûhulemin indirdi.” [ eş-Şuarâ 26/193] buyurmuştur, Ruhûlemin Cebrâil’dir. Yine “De ki: Onu Rûhulkudüs indirdi.” [ en-Nahl 16/102] buyurmuştur. Bu görüş Dahhâk, Rebî‘ ve Katâde tarafından savunulmuştur. el-Kuds temizlik demektir, Ruh temiz olduğu için ona izâfe edilmiştir ki bu, bir şeyin sıfat ile zikredilmesi kabilindendir. Rûhulkudüs, “Tertemiz (tahir) Cebrâil” anlamına gelir. el-Kuds aynı zamanda bereket anlamına da gelir. Bu durumda anlam, ilk seçenekte olduğu şekliye, “mübarek Cebrâil” şeklindedir. Hz. Îsâ’nın onunla takviye edilmesinin mânası, onun kendisini ilk günden büyüyünceye kadar korumasıdır ki doğum esnasında şeytan ona yaklaşamamış ve Yahudiler kendisini öldürmeye yeltendiklerinde de onu göğe yükseltmiştir. Abdurrahman b. Zeyd şöyle der: Rûhulkudüs, İncil’dir. “İşte böylece biz sana kendi emrimizden bir ruh vahyettik.” [ eş-Şûrâ 42/52] âyetinde Kur’ân’a ruh ismi verildiği gibi İncil’e de bu isim verilmiştir. Ruh nasıl bedenlere hayat veriyorsa kitap da kalplere hayat verir, bu nedenle ona ruh adı verilir. Cebrâil’e ruh isminin verilmesi ise insanların hayatının din ve Kur’ân ile kāim olması, dinin beyânının ve Kur’ân’ın indirilmesinin de Cebrâil aracılığıyla gerçekleşmiş olmasıdır. Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Sizi, size hayat verecek olan şeye çağırdığı zaman Allah’a ve resulüne icâbet edin.” [ el-Enfâl 8/24] Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Ruh Allah’ın kendisi ile ölüleri dirilttiği ve hastaları iyileştirdiği ism-i a‘zam’ıdır. Bir görüşe göre Rûhulkudüs’ten kasıt bedenlere hayat veren ruhtur. Hususen Hz. Îsâ’nın Rûhulkudüs olarak nitelendirilmesi ise ruhunun ne bir erkeğin sulbünde ne de bir erkekle münasebete girmiş kadının rahminde yer almamış olmasıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1099 وĜאل اīÖ Đ×אس ġ: Ĺİ اõåđĩĤات، وĹİ إذİאب اĤ×óص وإóÖاء اŶכįĩ وإĻèאء .ĵĄóĩĤا אءęüو ħıÜijĻÖ ĹĘ ونóìïĺ اĵÜijĩĤ واìŸ×אر ĩÖא Éĺכijĥن وĨא ّ َ ُYه﴾ أي ĭĺijĜאه، واïĺŶ اijĝĤة، واïĻĺÉÝĤ اÙĺijĝÝĤ. ²uْ َ Àّ َ وįĤijĜ:﴿ َوا ﴾±Áُۙ ®۪ Êا َْ وحُ ُyªا ّ µِِ ََ}َل \ ²﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ģĺó×ä ١ ijİ :ģĻĜ ﴾سِۜ uُ£ُ ْ ِ اª ِ ُyوح وįĤijĜ:\﴿ ْ ُ£ُu ِس﴾ [اģéĭĤ، ١٠٢/١٦ [وįÖ Ĝאل َ ُµ ُر ُوح اª ªَ {َّ [اóđýĤاء، ١٩٣/٢٦] وijİ ä×ģĺó، وĜאل: ﴿¢ُ ْ© ² اéąĤאك واďĻÖóĤ وÝĜאدة. ģĺó×ä أي אهĭđĨو ،įÝđĬ óכñכ ijİو ،įÝęĀ ĵĤإ وحóĤا ėĻĄأ ، ُ óْ اıĉĤ ƫ ُ ُ ْïس واĝĤ اĉĤאóİ. واïĝĤس اĤ×óכÙ أąĺא، وĭđĨאه ä×ģĺó اĩĤ×אرك ÖאěĺóĉĤ اŶول. وĵĭđĨ įÝĺijĝÜ ٢ إĵĤ ُ į َ đَ Ę َ ور ،دةźijĤا ïĭĐ אنĉĻü įĭĨ نïĺ ħĥĘ ،هó×כ ĵĤإ įĤאè أول īĨ įÖ įĩāĐ įĬأ įÖ .įĥÝĜ دijıĻĤا ïāĜ īĻè אءĩùĤا آنóĝĤا Ĺĩø אĩכ אèرو ģĻåĬŸا Ĺĩø ،ģĻåĬŸا ijİ :ïĺز īÖ īĩèóĤا ï×Đ אلĜو ٣ ۜ﴾ [اijýĤرى، ٥٢/٤٢] ĹĩùĘ Yَ ²ِ y®ْ َ َْÁ ¥َ ُر ً وYn ِ ®±ْ ا ªِ ا Yٓ³َÁْnَ وَْ ِ ¥َ ا ªwٰ ¦َوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ אèرو اĤכÝאب روèא įĬŶ ø×Õ ĻéĤאة اijĥĝĤب כאóĤوح įÖ Ļèאة اïÖŶان، وĹĩø ä×ģĺó روèא ] Ļèאة اěĥíĤ ÖאóĝĤآن واīĺïĤ، وإõĬال اóĝĤآن وĻÖאن اīĺïĤ כאن įĭĨ، Ĝאل أ Ŷن [١٥٤ ۚ﴾ [اęĬŶאل، ٢٤/٨]. ْ §Áُ Á۪ oْ ُ À Y¯َ ِ َِذا َدَ ُY¦ْ ª َ ُ~ ¹ِل ا y«ّ ِ ªوَ ِٰ Ãِّ ا¹[Áُ k۪ cَ~اْ ﴿ :ĵĤאđÜ وĜאل اīÖ Đ×אس ġ: اóĤوح اħø Ʃ اų اħčĐŶ اñĤي įÖ כאن ĹĻéĺ اĵÜijĩĤ وĺ×óئ اĵĄóĩĤ. وģĻĜ: ijİ اóĤوح اñĤي įÖ Ļèאة اĤ×ïن، وÿì روįè įęĀijÖ ÖאïĝĤس وijİ اıĉĤאرة .ßĨاijĉĤا אمèأر įĻĥĐ ÛĥĩÝüا źو لijéęĤا بŻĀأ įĭĩąÝÜ ħĤ įĬŶ ١ م - ijİ. ٢ ح + ijİ. ٣ ح: وĹĩø. ٥ ١٠ ١٥ 1100 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse” Yani istemediğiniz bir şeyi. Buradaki heviye (mazi), heven (mastar) kelimesi ‘alime babından olup “sevdi, istedi” anlamına gelir. Fiilin sonunda aslında bir hu zamiri vardır, zamir hazfedilince fiil mâ harfi ile mastar hâline gelir. Yani, her ne zaman herhangi bir elçi size hevânıza uymayan bir şey getirse, demektir. Bimâ ifadesindeki be harfi, geçişsiz fiili geçişli yapmak içindir. “Büyüklük taslayarak” Yani, kendinizi büyük görüp onu kabul etmeyerek ve onu uygulamayarak. “Kimini yalanladığınız” Yani, elçilerden bir grubunu yalanladınız ki bunlar Îsâ ve benzeri gibi, öldüremediklerinizdir. “Kimini de öldürdüğünüz” Yani, Zekeriyyâ ve Yahyâ gibi öldürebildikleriniz. “Doğru değil mi!” Buradaki elif harfi soru harfidir, yadırgama (istinkâr) mânasındadır.1 Rivayet edildiğine göre onlar bir gün içinde üç yüz peygamber öldürmüşler, akşam olunca da hiçbir şey olmamış gibi bakliyat pazarını kurmuş ve hayatlarına devam etmişlerdir. Bu ifade kâfirlerin peygamberleri öldürmeye güçlerinin yetmeyeceğini, çünkü Allah Teâlâ’nın “Biz elbet elçilerimize yardım ederiz.” [el- Mümin 40/51], “Andolsun ki peygamber kullarımıza sözümüz önceden verilmiştir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır.” [ es-Sâffât 37/171] âyetlerinde peygamberlere yardım (zafer) verdiğini söyleyenlerin görüşüne reddiyedir. Çünkü biz bu görüşte olanların delillerine karşı deriz ki Allah Teâlâ bu âyetlerde zafer ve yardım derken hakkı beyân edip delil ile yardım etmeyi kastetmiştir. Nitekim “Biz elbet elçilerimize yardım ederiz.” [el- Mümin 40/51] âyetinin hemen devamında “ve iman edenlere.” [el- Mümin 40/51] denilmektedir. Oysa iman edenler [kâfirler tarafından] öldürülebilirler. Ancak burada kastedilen, delil ile yardım etmektir. Nitekim bu âyette kâfirlerin peygamberleri öldürdüğü açıkça ifade edilmiştir. Âyetin başında “Ama ne zaman size bir peygamber gelse” ifadesi geçmektedir. Başka bir âyette de “Doğrusu Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti, diyenlere şöyle de: Size, benden önce mûcizelerle ve de dediğiniz mûcize ile nice peygamberler geldi. Eğer doğru insanlar iseniz, ya onları niçin öldürdünüz?” [ Âl-i İmrân 3/183] buyrulmaktadır. 1 Bu cümlenin çevirisi Arapça metin ifade sıralamasına uymamaktadır, çünkü âyetin kendisinde soru ifadesi başta, çevirisinde ise sonda yer almaktadır. (Çev.) 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1101 ¹ل﴾ اėĤŶ ıęÝøŻĤאم، وĭđĨאه اĭÝøźכאر. وįĤijĜ: ٌ ~ُ رَ ْ¦ُءYَ jَٓ Y¯َ َّ «§ُ žََ وįĤijĜ:﴿ ا أي ،ħĥĐ ïè īĨ ١ ً ى” ijَ İ ، َ َ ِijي İ” ïĜو ،ÕéÜ ź אĩÖ أي﴾ ُ§ ُ ُ Ÿُ ²َْ َْ·ٓ¹ٰى ا b Êَ Y¯َ ِ \﴿ أÕè، وĭđĨאه ĩÖא ź ijıÜاه، وĩĤא ÛĘñè اıĤאء כאن اģđęĤ واđĜא ĵĥĐ” Ĩא”، وijİ ĵĭđĩÖ” اñĤي”، أي כģ وÛĜ، -وijİ ÕāĬ ĵĥĐ اóčĤف- äאء رijøل ĹýÖء ź .زمź ijİ يñĤا ءĹåĩĤا ģđĘ ÙĺïđÝĤ ﴾Y¯َ ِ ٢ واĤ×אء ĹĘ\﴿ .ħاءכijİأ ěĘاijĺ :įĤijĜو .įÖ اijĥĩđÜ ħĤو هijĥ×ĝÜ ħĥĘ ħÝĩčđÝøا أي﴾ ۚ ْ bُyْ]َ§ْ cَ~ا ْ ﴿ :įĤijĜو ħıĥÝĜ ĵĥĐ رواïĝÜ ħĤ īĺñĤا ħİو ģøóĤا īĨ ÙęÐאĈ ħÝÖñכ أي﴾ ۘ ْcُ\ْ َ wّ¦َ ą£À ً ۪ yŸَžَ﴿ כĵùĻđ وijéĬه. אĺóכõכ ħıĥÝĜ ĵĥĐ ħÜرïĜ īĨ ħİو ÙęÐאĈ ħÝĥÝĜ أي﴾ ن¹َ» ُcُ ْ £َ b ą£À ً ۪ وįĤijĜ:﴿ َوžَy ٣ وĩİijéĬא. وĵĻéĺ ُ ُijق ø ħıĤ ÛĨאĜ ÙĻýđĤا ÛĬכא אĩĤو ،Ĺ×Ĭ ÙÐאĩàŻà ïèوا مijĺ ĹĘ اijĥÝĜ ħıĬأ وروي ģÝĜ ĵĥĐ ħıĤ Û×áĺ ź אرęכĤا إن :אلĜ īĨ ĵĥĐ رد اñİو .כĤñĤ اijĩÝıĺ ħĤ أي ْ ħ ِıِ ĥْ ĝ َ Ö [٥١/٤٠ ،īĨËĩĤا﴾ [Y³ََ ³ْ³ََ ُ‡ُy ُر ُ~» ª Yَ ²ِّ ا ﴿:ةóāĭĤאÖ ħİïĐو ĵĤאđÜ ųا Ʃ نŶ ،رةïĜ ģøóĤا ۖ﴾ [اāĤאĘאت، ْ َ̄³ْ ‡ُ ¹ُر َون ُ·ُ اª َ ª ْ·َُ ²ِّ ۚ ا ±Áَ «۪ ~َyْ ¯ُ ْ ªا Yَ َِِ[ ِYد² ª Y³َcُ¯َ«ِ¦َ aْ £َ]َ~َ uْ£ََ وĜאل: ﴿َوª ėĉĐ įĬأ ģĻĤïÖ ،ěéĤا אنĻÖو ÙåéĤאÖ ةóāĭĤا įÖ أراد :لijĝĬ אĭĭכĤ [١٧٢-١٧١/٣٧ ،ÙåéĤאÖ ةóāĭĤا įÖ ادóĩĤا īכĤ ،نijĥُ َ Ý ْ ĝ ُ ٰ َR¹³ُا﴾ [اīĨËĩĤ، ٥١/٤٠ [وïĜ ĺ ا ±À َ w۪ َّ ªواَ ﴿:įĻĥĐ ¹ل﴾ ٌ ~ُ رَ ْ¦ُءYَ jَٓ Y¯َ َّ «§ُ žََ ا ﴿:ÙĺŴا رïĀ ĹĘ אلĜ ïĜو ،ģøóĤا ħıĥÝĜ ĵĥĐ אĭİ ÿĬ ïĜو َِy ُ ~¹ٍل﴾ إĵĤ أن Ĝאل: ﴿ِžَ»َ ª ±َ ®ِQُْ ² َ Êَّ ا Yٓ³َÁَْ ªِ َ ّ اà َٰ َِ·َu ا ِ ّن ¹ُٓا ا ªYَ ¢ ±À َ w۪ َّ ªَ وĜאل đÜאĵĤ:﴿ ا ْ ُc ُ ¯¹ُ ¶ْ] ﴾آل óĩĐان، ١٨٣/٣]. «cََ ¢ ١ ح ط ر: ijıĺى. ٢ ط: ijİاכħ. .ûĨאİ çĀ ،ĵĻéĺو - ط ٣ ٥ ١٠ ١٥ 1102 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âyette taktülûn (öldürdünüz) fiili geçmiş zaman ya da geçmişteki durum anlamında olduğu hâlde şimdiki zaman formunda ifade edilmiştir. Bu ifadeyle Hz. Peygamber aleyhisselâmın çağındaki Yahudilere hitap etmektedir, oysa bu fiili yapan onların atalarıdır. Buna rağmen onlara böyle hitap etmesinin sebebi, onların atalarının fiillerini üstlenmeleri ve ona rızâ göstermeleridir. 88. ‘Kalplerimiz perdelidir.’ dediler. Aksine küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar. [ el-Bakara 2/88] “Kalplerimiz perdelidir, dediler.” Kıraat imamlarının çoğunluğu buradaki gulf kelimesini lâm harfinin sükûnu ile (gulf şeklinde) okumuş, İbn Muhaysın ise gulüf şeklinde okumuştur. Gulf, agluf kelimesinin çoğuludur, bu da kapak olarak örtülen şey demektedir. Sünnet olmamış çocuğa gulâmun aglef (ya da aklef) “Örtülü çocuk” denilir. Bu form el-ahmer (kızıl) ve el-humr kelimelerinin formuna benzeri. Gulüf kelimesi ise kap, kapak anlamındaki gilâf kelimesinin çoğulu olup formu şihâb (parlak ışık) ve şühüb kelimelerinin formuna benzer. Gulf şeklindeki okunuşa göre ifadenin anlamı, “Kalplerimiz kapalı, perdelidir.” şeklindedir. Hz. Peygamber aleyhisselâm onlara “Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi?” âyetini okuduğu zaman susup kaldılar, yalanlayamadılar ve “Kalplerimiz perdeli” dediler. Bu onların “Kalplerimiz bizi çağırdığın şeye kapalıdır.” [ Fussilet 41/5] sözlerine benzemektedir. Yani “Söylediğini anlamıyoruz, konuştuklarına akıl erdiremiyoruz.” dediler, böylece işittikleri şeyler hoşlarına gitmediği için sanki kendilerine hitap edilmemiş gibi davrandılar. Allah da onları yalancı çıkarıp şöyle buyurdu: “Aksine küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir.” Yani onları, kalpleri -iddia ettikleri üzere- kalplerinin anlama mahalli olmamasından dolayı değil, aksine Hz. Peygamber aleyhisselâma karşı inat, azgınlık ve küfürlerinden, kalpleri ile tefekkür ve tedebbür etmeyi terk etmiş olmalarından ötürü lânetledi. Gulüf şeklindeki okuyuşa göre anlam, “Kalplerimiz ilim kabıdır, kendisine söyleneni anlayıp kavrar, ama yine de senin söylediklerini anlamıyor. Eğer senin söylediklerin doğru ve hak olsa idi kalplerimiz onu da anlardı.” şeklindedir. Bu durumda onlar böyle söylemekle Hz. Peygamber aleyhisselâmın söylediklerinin geçersiz olduğunu iddia etmektedirler ki bu tıpkı inkârcıların Hz. Şuayb’a “Senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz.” [ Hûd 11/91] demelerine benzer. Bunlar, İmam Mâtürîdî’nin ifadeleridir.1 1 Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 174-175. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1103 ģİأ ÕĈאìو ،ĹĄאĩĤا ĹĘ אلéĤا أو ĹĄאĩĤا ĵĭđĩÖ ģ×ĝÝùĨ ﴾ن¹َ» ُcُ ْ £َ b﴿ :įĤijĜو .ħıĥđęÖ نijĄóĺو ħıĬijĤijÝĺ ħıĬŶ ؛ħıĘŻøأ įĥđĘ ïĜو اñıÖ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا óāĐ ُ َijن ĭĨِËْ ُ َא ĺ Ĩ ŻĻ ً ĥ۪ĝَĘَ ْ ħİِóِęْכُ Öِ ųا ُƩ ُ ħُ ıَ ĭ َ đĤَ ģْ َ Ö ėٌۜ ĥْĔُ אَ ĭ ُ ÖijĥُĜُ اijĤאُ Ĝَ َ -٨٨ و ۜ﴾ óĜأ ĐאÙĨ اóĝĤاء ùÝÖכīĻ اŻĤم، وóĜأ اīÖ īāĻéĨ ٌ ْ ¹ُا ُ¢ُ» ¹ُ\³َY šُ« ªYَ وįĤijĜ:﴿ َو¢ إذا" ėُĥَĜْ َ وأ ėُĥَĔْ َ ٌ أ ًא، و”ŻĔم ĘŻَĔِ َ Ĺ ِýّ Ĕُ يñĤا ijİو ėُĥَĔْ َ ١ ďĩä أ ėĻęíÝĤوا .ģĻĝáÝĤאÖ فŻĔ ďĩä ħąĤا اءةóĜو .óĩéĤوا óĩèŶכא ijİو ،فŻĔ ĹĘ įĭĨ ٢ כĤñĘ ،īÝÝíĺ ħĤ وijİ اýĕĤאء واĐijĤאء، وijİ כאıýĤאب واÕıýĤ. ĵĭđĩĘ اùÝĤכīĻ: أن ĭÖijĥĜא ĹĘ ýĔאء ħıĭכĩĺ ħĤو اijÝכø ﴾ن¹َ» ُcُ ْ £َ b ą£À ً ۪ yžَوَ ﴿:įĤijĝÖ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ħı×Ĉאì אĩĥĘ ،אءĉĔو Y َٓ ²¹ُ uْ َ b Yَ ¯ّ®ِ _ٍ َ ³ّ¦ِ َ ۜ﴾ أي ĹĘ ŻĔف כĩא ĜאijĤا: ﴿ُ¢ُ» ¹ُ\³َY ٓž۪ ¿ا ٌ ْ «šُ Y³َ\¹ُ «ُ¢ُ﴿ :اijĤאĝĘ ÕĺñכÝĤا [ ُ َijن زوال [١٥٤ب Đ ƪ ïَ ِ ُث، ĺ ïّ َ éُ Ü אĨ įĝęĬ źو لijĝÜ אĨ ħıęĬ ŻĘ [٥/٤١ ،ÛĥāĘ] ﴾µِÁَْ ªِ ا ِ ِ¶ ْ﴾ أي yŸْ§ُ ِ \ ُ َ ُ³ََ·ُ ّ اà ٰ ª ©ْ َ \﴿ :אلĝĘ ųا Ʃ ħıÖñכĘ ّ اijđĩø אĩĤ ÙĻİاóכ ً ħıĭĐ אبĉíĤا ź ģéĩÖ ٍّ ħıÖijĥĜ أن ّ ź ،مŻùĤا įĻĥĐ ųا Ʃ لijøر َ ħİאدĭĐو ħİ ِ ّ ijÝĐو ħİóęכÖ ħİَ د َ óĈَ ijıĝęĺن ذĤכ כĩא ijĩĐõĺن، وĤכī ذĤכ óÝĤك اęÝĤכó واóÖïÝĤ ıĻĘא. ،įÖ ÕĈאíĺو אلĝĺ אĨ ĹđÜو ħıęÜ ħĥđĤا ÙĻĐأو אĭÖijĥĜ :אهĭđĨ ħąĤا اءةóĜ ĵĥĐو .ÛıĝĘو ÛĩıęĤ אĝèو אĜïĀ כאن ijĥĘ ،ثïéÜ אĨ įĝęÜ źو لijĝÜ אĨ ħıęÜ ź īכĤ Y®َ﴿ :مŻùĤا įĻĥĐ ÕĻđýĤ اijĤאĜ אĨ ijéĬ כĤوذ ،لijĝĺ אĨ אلĉÖإ įĻĥĐ نijُ Đ ƪ ïَ ĺ ٣ .ųا Ʃ َ £ُ ¹ُل﴾ [ijİد، ٩١/١١] ñİه כĩĥאت اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè b Yَ ¯ّ®ِ اyÁً g۪¦َ ۬ µُ£َŸَْ ² ١ ح: ĘאėĻęíÝĤ. ٢ ح: ñĘاك. ٣ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٧٥-١٧٤/١ ٥ ١٠ ١٥ 1104 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri İlki ise Hasan-ı Basrî, Ebü’l-Âliye, Mücâhid, Katâde ve Süddî’nin görüşüdür. Onlar bu ifadenin mânasının “Kalplerimiz bir kılıf içindedir.” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. İkincisi de Abdullah b. Abbas, Saîd b. Cübeyr ve Zeyd b. Eslem’in kıraat ve tefsiridir. İlk kıraate göre ifade “Kalplerimiz bir kılıf içinde” şeklinde, ikincisine göre ise “Kalplerimiz ilim kabıdır, dolayısıyla senin ilmine ihtiyacımız yoktur.” şeklindedir. Öncesinde zikrettiğimiz anlam, onların Hz. Peygamber aleyhisselâmın sözünü kusurlu bulup ayıplamaları sayılır, çünkü onun sözleri onların arzu ve isteklerine uymamaktadır. Zira onlar rüşvet ve haksız kazanç istemektedirler. Bu yüzden de “Bize bundan başka bir Kur’ân getir ya da bunu değiştir.” [ Yûnus 10/15] demişler, Allah da Hz. Peygamber aleyhisselâma “Benim onu kendiliğimden değiştirmem söz konusu değildir. Ben ancak bana vahyedilene tâbi olurum.” [ Yûnus 10/15] demesini emretmiştir. Başlangıçta zikrettiğimiz görüş ise sanki onların Cebriyye mezhebine sarılmaları gibidir, yani “Kalplerimiz kılıflıdır, anlamaktan zorla menedilmiş hâldedir.” demişlerdir. Nitekim onlar “Eğer rahmân dileseydi biz bu putlara ibadet etmezdik.” [ ez-Zuhruf 43/20] demişlerdir ki bu cebriye mezhebine tutunmaktır. Onlarda bu özellik mevcuttur ve Allah da onları bu üç açıdan reddetmekte, “Aksine küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir.” buyurmaktadır. Yani “Onlar söyledikleri gibi mecbur ve mazur değillerdir, aksine küfürlerine ceza olarak Allah onları bunu anlamaktan uzaklaştırmıştır.” Lânet dilde uzaklaştırmak anlamına gelir. Burada Allah lânet (uzaklaştırma) fiilini kendisine, küfür fiilini ise onlara nispet etmiştir. Bu tam da Ehl-i sünnet ve’l-cemâat’in görüşüdür. Bu ifade aynı zamanda onların “Kalplerimiz ilim kabıdır. Eğer senin söylediklerin doğru ve hak olsa idi onu anlardık.” şeklindeki sözlerine de cevap mahiyetinde olup onlara “Aksine sizler küfrünüz nedeniyle lânetli (uzaklaştırılmış) durumdasınız. Siz âlim değilsiniz, öyle olsaydınız bunu da bilir ve kabul eder, uygulardınız.” demektedir. Yine bu, onların “Kalplerimiz ilim kabıdır. Dolayısıyla senin ilmine ihtiyacımız yoktur.” şeklindeki sözlerine de cevap mahiyetindedir ve onlara, “Siz âlim ve bu bilgiden müstağni kimseler değilsiniz, aksine küfrünüzün uğursuzluğu nedeniyle lânetli ve uzaklaştırılmış durumdasınız.” demektedir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1105 واŶول ijĜل اīùéĤ وأĹÖ اđĤאÙĻĤ وåĨאïİ وÝĜאدة واïùĤي ƻ، ħıĬÍĘ ĜאijĤا: ħĥøأ īÖ ïĺوز óĻ×ä īÖ ïĻđøو אس×Đ īÖا اءةóĜ ĹĬאáĤوا .Ùĭأכ ĹĘ אĭÖijĥĜ אهĭđĨ وħİóĻùęÜ. óĺïĝÝĘ اóĝĤاءة اŶوĵĤ: ĭÖijĥĜא ĹĘ أوÙĻĐ. وóĺïĝÜ اóĝĤاءة اáĤאÙĻĬ ĭđĨאه: א ً ×ĻĻِ ْ đَ Ü כאن įĥ×Ĝ אهĬóذכ يñĤوا .כĩĥĐ ĵĤإ אĭĤ Ùäאè ŻĘ مijĥđĥĤ ÙĻĐأو אĭÖijĥĜ َ وĤñĤכ َýאء ِ Ü ْ َ ِ واźر Õْ ıƪ ĭĤا نij×éĺ اijĬכא ħıĬÍĘ ؛ħİاءijİأ ěĘاijĺ ź כאن įĬÍĘ ١ ĤכįĨŻ؛ ¿۪ َ ُ§ ¹ُن ªٓ À Y®َ﴿ :لijĝĺ أن óĨÉĘ [١٥/١٠ ،÷Ĭijĺ] ﴾ۜ µُ ْ ªِ uّ َ َْو \ ا ا ٓ wَ ¶ٰ ِ ٰ ٍن šَ ْyÁ ِ ْ£ُyا ĜאijĤا: ﴿ ْائ ِa\ ۚ ﴾ [Ĭijĺ÷، ١٥/١٠ [واñĤي ذכĬóאه ÐïÖא َّ ¿َ ªِ ٓ« ا n¹ٰ ُ À Y®َ َ Êِّ َِ[•ُ ا bَّ ِ ْن ا Ÿَْ ۪ ۚ¿ ا Yئ ² ِ۬ ٓ £َ ْ «ِ b ±ْ ®ِ µُ َ ªِ uّ َ \ُ َ ْن ا ا ħıęĤا īĐ ÙĐijĭĩĨ Ĺİو فŻĔ ĹĘ אĭÖijĥĜ أي ،ó×åĤا ÕİñĩÖ ħıĭĨ ěٌĥ ƫ َ đَ Ü įĬÉכ ۜ﴾ [اóìõĤف، ٢٠/٤٣] وijİ ْ ¶Yُ َ ²uْ ]ََ Y®َ ±ُ ¯ٰ nْ َ ¹َْ ‚َٓ َYء ّ اyª ä×óا، وכĤñכ כאijĬا ijĤijĝĺن: ﴿ª כĤوذ ،ÙàŻáĤا هijäijĤا ĹĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħıÖñכĘ ّ ،כĤذ ħıĻĘو Ùĺó×åĤا ÕİñĩÖ ěٌĥ ƫ َ đَ Ü ģÖ ،ورونñđĨ ،رونij×åĨ ħıĬإ اijĤאĜ אĩכ÷ ĻĤ أي ،﴾ْ¶ ِ ِ yŸْ§ُ ِ \ ُ َ ُ³ََ·ُ ّ اà ٰ ª ©ْ َ \﴿ :įĤijĜ ٢ .ħİóęכ ĵĥĐ ħıĤ ً اءõä אıĩıęÜ īĐ ųا Ʃ ħُ İïَ ƪ đَ Ö ÕİñĨ ijİو ،ħıĭĨ َ óęכĤوا įùęĬ īĨ َ īđĥĤا Û×àأ ïĝĘ ،ÙĕĤ ً אدđÖŸوا دóĉĤا īđĥĤوا أģİ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ، وijİ ijäاب כħıĨŻ أąĺא ĵĥĐ اijĝĤل اáĤאĹĬ:” إن ĭÖijĥĜא أوÙĻĐ، ،אءĩĥđÖ ħÝùĤ ،ħכóęכÖ نijĬijđĥĨ ħÝĬأ ģÖ” :אلĜ ،“אهĭĩıęĤ אĜïĀو אĝè כĨŻכ כאن ijĥĘ ĵĥĐ אąĺأ ħıĨŻכ ابijä ijİو ،”įÖ ٤ ٣ وħÝĥĩĐ ħÝĩĥĐو اñİ ħÝĥ×ĝĤ כĤñכ ħÝĭכ ijĤو ħÝùĤ” :אلĜ ،“כĩĥĐ ĵĤإ אĭĤ Ùäאè ŻĘ ،مijĥđĥĤ ÙĻĐأو אĭÖijĥĜ إن “:ßĤאáĤا لijĝĤا .“ħכóęכ مËýÖ įĭĐ ودونóĉĨ نijĬijđĥĨ ħÝĬأ ģÖ ،اñİ īĐ īĻĭĕÝùĨ אءĩĥđÖ ١ ر: ĤכŻم. ûĨאİ çĀ ،ħİóęכ ĵĥĐ ħıĤ ً اءõä אıĩıęÜ īĐ ųا ħُ İïّ ƪ đَ Ö ģÖ ورونñđĨ رونij×åĨ ħıĬإ اijĤאĜ אĩכ÷ ĻĤ أي - م ٢ ٣ م ط- وħÝĩĥĐ. ٤ ر - وħÝĥĩĐ. ٥ ١٠ ١٥ 1106 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “O yüzden çok az inanırlar.” Bu ifadenin beş yorumu vardır. Birinci yorum: “Kitabınızda olanın çok azına iman edersiniz.” Bu durumda kalîlen (çok az) ifadesi, başındaki be harf-i cerrinin hazfedilmiş olmasından dolayı mansubdur. Mâ harfi ise “inanırlar” fiili ile beraber mastar olur, yani “İmanları azdır.” anlamına gelir. Bu, Kelbî’nin görüşüdür. Buna göre anlam, “Ellerindeki kitabın çok azına iman eder, geri kalanını inkâr ederler.” şeklindedir. İkinci yorum: Ma‘mer’in görüşüne göre ifade, “Çok az iman edersiniz.” anlamında olup onların imanından söz eden fiilin mef‘ulünün (nesnesinin) sıfatıdır. Neticede kalîlen (çok az) ifadesi mastardır. Bu, yani onların az iman etmeleri “Eğer onlara kendilerini kim yarattı diye soracak olsa, elbette ‘Allah’ diye cevap verirler.” [ ez-Zuhruf 43/87] âyetinde ifade edilen husustur. Yani onlar bu kadarına iman ederler, ama bunun dışında müşriktirler. Bu görüşe göre âyetteki mâ harfi, tıpkı “Allah’tan bir rahmet ile…” [ Âl-i İmrân 3/159], “Sözlerinden dönmelerinden dolayı…” [ en-Nisâ 4/155] ve “Yakında…” [el-Müminûn 23/40] âyetlerinde olduğu gibi sıla olup anlam itibariyle zâittir. Üçüncü yorum: “Çok az bir süre inanırlar.” Bu durumda kalîlen (çok az) ifadesinin mansub olması zarf olmasından kaynaklanır ve ifadenin anlamı “Ehl-i kitaptan bir grup şöyle dedi: Müminlere indirilmiş olana sabahleyin inanın, akşamleyin ise onu inkâr edin. Belki onlar böylece dinlerinden dönerler.” [ Âl-i İmrân 3/72] âyetinde ifade edilen ile aynıdır. Dördüncü yorum: Katâde’nin görüşüne göre ifade “Onlar içinde ancak çok az kimse inanır.” anlamındadır ki bu “çok az kimse” de Abdullah b. Selâm ve arkadaşlarıdır. Buna göre âyetteki mâ harfi men (kimse) anlamında olup çoğul için kullanılmıştır. Mâ harfinin men harfi yerine kullanımı hem dilde vardır hem de Kur’ân’da bulunur. Örneğin “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz.” [ el-Bakara 2/133] âyetinde “Kime ibadet edeceksiniz?” anlamı kastedilmiştir. Bu görüşe göre kalîlen (çok az) ifadesi ismin önüne geçmiş sıfattır, kat‘ kaidesi1 gereği mansubdur. Beşinci yorum: “Azına da çoğuna da inanmazlar.” Bu durumda mâ harfi olumsuzlama (cahd) anlamındadır. Az iman olumsuzlanınca çok iman da olumsuzlanmış olur. Nitekim âyetin sonunda onların iman etmekten imtina ettiklerini zikretmiş, bir sonraki âyette ise imandan sonra küfre girdiklerini ifade etmiştir: 1 Nahiv açısından bir başka kelimeye (sıfat, bedel, vs.) tâbi olan bir kelimenin, kendisine tâbi olduğu kelimeye i‘rab açısından tâbiliğinin kopması. (Çev.) 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1107 ٣ ٢ ijĭĨËÜن، ħכÖאÝכĹĘ ١ אĩĨģĻĥĝ×Ę :אİïè؛أįäأوÙùĩìįĤ﴾ن¹َ ³ُRِQُْ ÀY®َ ËÁً «۪£َžَ﴿ :įĤijĜو ٤ اĤ×אء. و“Ĩא” ďĨ” ijĭĨËĺن” ïāĨر،أيإĩĺאģĻĥĝÖħıĬ، ijİوăĘאíĤعاõĭÖ “ŻĻĥĜ” ÕāĬو .وراءه אĩÖ ونóęכĺو ħıĺïĺأ ĹĘ אĩĨ ģĻĥĝÖ źإ نijĭĨËĺ ź :Ĺ×ĥכĤا لijĜ ĵĭđĨ ijİو ،ħıِ Ĭאĩĺإ ģđĘ ُ įĻĥĐ ďĝĺ لijđęĨ ٍ ÛđĬ ُ ijİ ،نijĭĨËÜ ŻĻĥĜ אĬאĩĺÍĘ :óĩđĨ لijĜ ĹĬאáĤوا َ ±ّ ُ ª¹£ُÁََ ª ْ·ُ£َ َ «rَ ±ْ ®َ ْ·ُcَْ ªَ َِئ ±ْ َ~Y ªوَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ ďäóĺ ijİو ،ģĀאéĤا ĹĘ رïāĩĤا ijİو ُ﴾ [اóìõĤف، ٨٧/٤٣] وñİا إĩĺאن ħıĭĨ ñıÖا وħİ óýĨכijن ĹĘ óĻĔ ذĤכ. و“Ĩא” ÙĥĀ ّ اà ٰ ،[١٥٩/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ِٰ Ãا ّ ±َR ِ_ ٍ̄ َ nْ رَ Y¯َ]ِžَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אĩכ لijĝĤا اñİ ĵĥĐ ٥ ] زاïÐة أ ١٥٥] ۪» ٍÁ] ﴾©اijĭĨËĩĤن، ٤٠/٢٣]، َ ¢ Yَ ْ ِ‹ِ·ْ﴾ [اùĭĤאء، ١٥٥/٤]، ﴿ َ ّ̄ £َ ² Y¯َ]ِžَ﴿ aْ َ ªYَ ¢وَ ﴿:įĤijĜ ĵĤإ ďäóĺ ijİو فóčĤا ĵĥĐ į×āĬ ،نijĭĨËĺ ةïĨ ģĻĥĝĘ :ßĤאáĤوا ﴾هُyَrِ ٰ ْ ُŸُyٓوا ا ِ َوا¦ ََ·Yر ٰ َR¹³ُا َو ْjَµ ّ اª³ ا ±À َ w۪ َّ َ« اª َل َ» ِ {²ُْ ٓي ا َّ ۪ ـw ªYِ ٰ ِR¹³ُا \ ْ ِ§َc ِ Yب ا َ ْ¶ ِ© اª ٌ_ ِR ±ْ ا Ÿَِ ٓYئ Žَ [آل óĩĐان، ٧٢/٣]. “אĨ”و .įÖאéĀوأ مŻø īÖ ųا Ʃ ï×Đ ijİو ģĻĥĜ źإ ħıĭĨ īĨËĺ ź :אدةÝĜ لijĜ ďÖاóĤوا ĹĘ رijכñĨو ÙĕĥĤا ĹĘ وارد” īĨ” ĵĭđĩÖ “אĨ”و .ďĻĩåĥĤ ijİو ٧ “īĨ” ĵĭđĩÖ ٦ اñİ ĹĘ “ŻĻĥĜ”و .ونï×đÜ īĨ أي] ١٣٣/٢ ،ةóĝ×Ĥا ﴾ [يۜ u۪ ْ َ َ ْ ُ[ ُu َون ِR ±ْ \ b Y®َ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،آنóĝĤا ٩ .ďĉĝĤا ĵĥĐ ٨ į×āĬو ،ħøźا ĵĥĐ مïĝĨ ÛđĬ ģĻĥĝĤا ĹęĬ وإذا ،אĭıİ ïéåĥĤ “אĨ”و ،”اóĻáכ źو ŻĻĥĜ نijĭĨËĺ ŻĘ” :÷ĨאíĤوا ُ īĐ اĩĺŸאن، وĹĘ اÙĺŴ١٠ اĹÝĤ אعĭÝĨźا ħıĭĨ ÙĺŴا هñİ óìآ ĹĘ óכñĘ ،óĻáכĤا ĹęĬ ïĝĘ ُ ïđÖ اĩĺŸאن، وذĤכ įĤijĜ: ıĻĥÜא اĤכóę ١ ح: ĩÖא. ٢ ح ط ر: כÝאħıÖ. ٣ ح ط ر: ijĭĨËĺن. ٤ ط ر - اíĤאăĘ وijİ. ٥ ط - زاïÐة، çĀ İאûĨ. ٦ ر - ĹĘ ñİا. ٧ ر + ĹĘ ñİا. .Õāُ ُÕā؛ ط ر: ĭĘ ٨ ح: وĬ ٩ ر: اéĤאل. ١٠ م: ĹĘ اÙĺŴ. ٥ ١٠ ١٥ 1108 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 89. Kendilerine ellerindekini tasdik eden bir kitap gelince onu inkâr ettiler. Oysa daha önce inkârcılara karşı yardım istiyorlardı. Tanıyıp bildikleri kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun. [ el-Bakara 2/89] “Kendilerine ellerindekini tasdik eden bir kitap gelince” Bu Kur’ân’dır ve tevhid, itaat ve haber gibi konularda onların ellerindekine, yani Tevrat’a muvafıktır. Rivayet edildiğine göre âyetin sebeb-i nüzûlü şöyledir: Muâz b. Cebel, Ehl-i kitaba “Siz eskinden düşmanlarınıza karşı bizim peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselâmın gelişini bekliyordunuz. Peki neden ona kavuştuğunuz hâlde kendisine iman etmiyorsunuz?” deyince onlar da “Bu, o nebî değil!” karşlığını vermişler, bunun üzerine bu âyet indirilmiştir. “Oysa daha önce inkârcılara karşı yardım istiyorlardı.” Abdullah b. Abbas ve Ebü’l-Âliye şöyle demişlerdir. “Buradaki yesteftihûne kelimesi ‘Yardım istiyorlardı.’ anlamına gelir. Nitekim isteftehallâhe fe-fetaha aleyhi ifadesi “Allah’tan yardım istedi, Allah da ona yardım etti.” anlamına gelir. Allah Teâlâ “Eğer yardım istiyorsanız işte size yardım (fetih) gelmiştir.” [ el-Enfâl 8/19] âyetinde kelimeyi, bu mânada kullanmıştır. Katâde, Ebü’l-Âliye ve Süddî şöyle demişlerdir: Yahudiler ile müşrik Araplar arasında savaş kızıştığı zaman Tevrat’ı çıkarıp ellerini orada Hz. Peygamber aleyhisselâmın zikredildiği yere koyarak “Allah’ım! Senden bize ahir zamanda göndermeyi vaad ettiğin peygamberinin hakkı için bugün düşmana karşı bize yardım etmeni niyaz ediyoruz!” diye dua ederlerdi ve kendilerine yardım edilirdi. Kelbî şöyle demiştir: Yahudilerin yardım istemeleri şöyle idi. Yahudiler ile Cüheyne, Gatafân, Benî Esed ve Uzre kabileleri arasında düşmanlık ve savaşlar vardı ve onlar düşmanlarına karşı şöyle diyorlardı: “Bir peygamber gönderilecek ve onun bir kitabı olacak. Biz kitap ehliyiz, ona iman edeceğiz ve dağılmış gruplarımızı tek bir kuvvet hâline getirecek, böylece size galip geleceğiz.” Böylece düşmanlarını korkutuyorlardı. Mücâhid, Saîd b. Cübeyr ve Katâde şöyle demişlerdir: Yesteftihûne kelimesi Yahudilerin müşriklere “Sizin içinizde şu, şu niteliklere sahip bir çocuk doğdu mu? Çünkü bu niteliklere sahip çocuk ahir zaman peygamberi ve bütün peygamberlerin efendisi olacaktır.” diye sormaları anlamına gelir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1109 ģُ ْ ×Ĝَ īْ Ĩِ اijĬאُ כَ َ ْۙ و ħُ ıَ đَ َ א Ĩ ĩĤِ قٌ ِïّāَ ُ Ĩ ųا ِƩ ïِ ْ ĭĐِ īْ Ĩِ אب ٌ َ ْ ِכÝ ħİُ َ ƪ א َٓäאء ĩĤَ َ -٨٩ و ĵĥَĐَ ųا ِƩ Ùَُ ĭ ْ đĥَĘَ ۘ į۪ Öِ وا ُ َ ُijĘا َכَóę َא َóĐ Ĩ ْ ħİُ َ ƪ א َٓäאء ĩĥَĘَ ۚوا ُ óęَכَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ ĵĥَĐَ نijَ éُ Ýِęْ َ Ý ْ ùَ ĺ īĺ َ ó۪ Ęאِ כَ Ĥاْ אبÝכĥĤ ěĘاijĨ ijİو آنóĝĤا ijİ ﴾ ْۙ·َُ®َ Y¯َ ِ ق ª ٌ ِ uّ ‡َ ®ُ ِٰ Ãا ّ uِ³ْ ِ ±ْ ®ِ بY ٌ cَ¦ِ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ ﴿َوª اñĤي ħıđĨ وijİ اijÝĤراة ĹĘ اïĻèijÝĤ واĉĤאÙĐ واìŶ×אر. وø×Õ õĬوįĤ Ĩא روي أن đĨאذ ïĩéĨ אĭĤijøóÖ ونóāĭÝùÜ ħÝĭכ ėĥø אĩĻĘ ħכĬإ “:אبÝכĤا ģİŶ אلĜ Ġ ģ×ä īÖ اñİ ÷ĻĤ” :اijĤאĝĘ “؟įÖ اijĭĨËÜ ħĥĘ هijĩÝأدرכ ħכĤ אĩĘ ،ħכÐاïĐأ ĵĥĐ مŻùĤا įĻĥĐ .ÙĺŴا ÛĤõĭĘ ،“Ĺ×ĭĤا כĤñÖ ۚ﴾ Ĝאل اīÖ Đ×אس وأijÖ اđĤאÙĻĤ: واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ« اª «َ ن¹َ oُ cِŸْcَْ َ À ©ُ]ْ َ ¹ُا ِR ±ْ ¢ وįĤijĜ:﴿ َوَ¦Y² أي óāĭÝùĺون، ĝĺאل: “اçÝęÝø Ʃ اų “أي اóāĭÝøه çÝęĘ įĻĥĐ أي óāĬه، Ĝאل đÜאĵĤ: .[١٩/٨ ،אلęĬŶا ﴾ [mُۚ cْŸَ ْ ªا ُ¦ُءYَ jَٓ uْ£َžَ ا¹oُ cِŸْcَْ َ ِ ْن b ﴿ا وذכó ÝĜאدة وأijÖ اđĤאÙĻĤ واïùĤي ƻ: أįĬ כאن إذا اïÝüت اóéĤب ħıĭĻÖ وīĻÖ óýĨכĹ اóđĤب أijäóìا اijÝĤراة ووijđĄا أħıĺïĺ ĵĥĐ ďĄijĨ ذכó اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم ١ ĹĘ آóì اĨõĤאن أن ĬóāĭÜא وĜאijĤا: “اħıĥĤ إĬא ĤÉùĬכ ěéÖ Ĭ×Ļכ اñĤي وĭÜïĐא أن Ü×įáđ اijĻĤم ĵĥĐ ïĐوĬא” ĘכאijĬا óāĭĺون. ة َ ُ ْñر وĜאل اĤכĥ×Ĺ: اÝęÝøźאح ħıĭĨ أįĬ כאن ħıĭĻÖ وīĻÖ ÙĭĻıä وęĉĔאن وĹĭÖ أïø وĐ įÖ īĨËĬ نijĻÖאÝכ īéĬو אبÝכ įĤ Ĺ×Ĭ ßđ×ĺ” :ħıĤ نijĤijĝĺ اijĬכאĘ אتÖאرéĨو اوةïĐ وģđåĬ اïĺŶي ïĺا واïèة óıĝĭĘכħ“، وכאijĬا ħıĬijĘijíĺ ñıÖا. :īĻכóýĩĤا īĨ ونó×íÝùĺ أي﴾ ن¹َ oُ cِŸْcَْ َ À﴿ :אدةÝĜو óĻ×ä īÖ ïĻđøو ïİאåĨ אلĜو ،“م؟ŻùĤا ħıĻĥĐ אءĻ×ĬŶا ïĻøو אنĨõĤاóìآ Ĺ×ĬįĬÍĘ ا؛ñوכ اñכįÝęĀ ïĤو ٌ ħכĻĘ ïĤو ģİ” .ûĨאİ çĀ ،įäóíÜ أن :ط ١ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1110 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir bilgiyi öğrenmek isteyen kimse, o konuda haber peşinde olduğu için müsteftih (açan) diye isimlendirilir. Nitekim istefteha el-imâm, fe-feteha aleyhi’l-kavmü (İmam namazda okuyacağı yeri unutup kendisine hatırlatılmasını istedi, insanlar da ona hatırlattı) denilir. Bir görüşe göre onların Allah’tan feth istemeleri, ahir zaman peygamberini göndererek aralarında hükmetmesini istemeleri anlamına gelmektedir. Nitekim el-fettâh hakim demektir. Feteha fiili hükmetti anlamına, istefteha fiili de “hüküm istedi” anlamına gelir. Hak Teâlâ “Rabbimiz! Bizimle toplumumuz arasında hak ile hükmet.” [ el-A‘râf 7/89] âyetinde kelimeyi bu anlamda kullanmıştır. “Tanıyıp bildikleri kendilerine gelince ise” Yani kitaplarında gayet iyi bildikleri şey kendilerine gelince. Bir görüşe göre burada mâ harfi, bir önceki âyette geçtiği üzere, men (kimse) anlamındadır, bu durumda anlam, “Bildikleri peygamber onlara gelince” şeklindedir. “Onu inkâr ettiler.” Yani bile bile onu inkâr edip yalanladılar. Bu ifade “Tanıyıp bildikleri kendilerine gelince ise” ifadesinin [gramer bakımından] cevabıdır, “Kendilerine ellerindekini tasdik eden bir kitap gelince” ifadesinin cevabı ise Ahfeş’in görüşüne göre gizlenmiştir ki o da birkaç âyet sonra ifade edileceği üzere “ardlarına attılar” ifadesidir. Zeccâc şöyle der: İlkinin cevabı “ inkâr ettiler” ifadesidir. Ancak “Kendilerine ellerindekini tasdik eden bir kitap gelince” dedikten sonra, bunun cevap cümlesini zikretmeden önce ara cümle olarak tam bir cümle zikretmiştir. Bu ara cümle “Oysa daha önce inkârcılara karşı yardım istiyorlardı.” cümlesidir. Bunun ardından cümlenin başını tekrar yenileyip “Tanıyıp bildikleri kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler.” buyurmuş, yani “Bu kitap gelince onu inkâr ettiler.” demiştir. Burada cümlenin başını tekrar yenilemesinin sebebi, ardındaki ifadenin bu yenilenen cümlenin [dolayısıyla ilk cümlenin başının] cevabı olduğunun bilinmesini sağlamaktır. Bunun benzeri “O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?” [el-Müminûn 23/35] 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1111 įĻĥĐ çÝęĘ אمĨŸا çÝęÝøا “:įĭĨو ،ħĥđĤا īĨ אره×íÝøź אéÝęÝùĨ ĵĩùĺ ħĥđÝĩĤوا اijĝĤم”. .אنĨõĤا óìآ Ĺ×Ĭ ßđ×Ö אءąĝĤوا ħכéĤا įĬijĤÉùĺ أي ųا Ʃ وģĻĜ: وכאijĬا ijéÝęÝùĺن :ĵĤאđÜ אلĜ ،ħכéĤا لÉø أي” çÝęÝøאĘ” ،ħכè أي” çÝĘ ïĜ”و ،ħאכéĤا אحÝęĤوا ِ ﴾ [اóĐŶاف، ٨٩/٧]. ¡ّ oَ ْ ªYِ \ Y³َ®ِ¹َْ ¢ ±َ Áَْ \وَ Y³َ³َÁَْ \ mْ cَžاْ Y³ـ َ َ ﴿َرّ\ :ģĻĜو .ħıÖאÝכ ĹĘ אĝè هijĘóĐ يñĤا óĨŶا أي﴾ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ وįĤijĜ:﴿ žَ« يñĤا لijøóĤا ħİאءä أي ،אıĥ×Ĝ ĹÝĤا ÙĺŴا ĹĘ óĨ אĩכ” īĨ” ĵĭđĩÖ “אĨ” [ [١٥٥ب ijĘóĐه. ﴾ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ ۘ﴾ أي ïéäوه وכijÖñه، وñİا ijäاب ﴿žَ» µ۪ ِ وįĤijĜ:﴿ َ¦ُŸَyوا \ ،óĩąĨ ijİ :ûęìŶا אلĜ ïĝĘ ﴾ِٰ Ãا ّ uِ³ْ ِ ±ْ ®ِ بY ٌ cَ¦ِ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ ªوَ ﴿:įĤijĜ ابijä אĨÉĘ .אتĺÇÖ اñİ ïđÖ óذכ אĩכ” وهñ×Ĭ” ijİو وĜאل اäõĤאج: ٌ Yب cَ¦ِ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ ijäاب اŶول ﴿َ¦ُŸَyوا﴾ وĤכī ĩĤא Ĝאل: ﴿َوª ﴾ وĜ×ģ ذכó ijäاįÖ اóÝĐض כŻم ْۙ·َُ®َ Y¯َ ِ ق ª ٌ ِ uّ ‡َ ®ُ ِٰ Ãا ّ uِ³ْ ِ ±ْ ®ِ ﴾ۚ واyُŸَ¦َ ±À َ w۪ َّ َ« اª «َ ن¹َ oُ cِŸْcَْ َ À ©ُ]ْ َ ¹ُا ِR ±ْ ¢ ²Y¦َوَ ﴿:įĤijĜ ijİو אمÜ óìآ ۘ﴾ أي ñİا µ۪ ِ \ واyُŸَ¦َ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ أĐאد ïĀر اĤכŻم وĜאل: ﴿žَ» اĤכÝאب כóęوا įÖ، وإĩĬא أĐאد óđĻĤف أįĬ ijäاب ذĤכ، وijİ כįĤijĝ: [٣٥/٢٣ ،نijĭĨËĩĤا﴾ [Y®Y ً َ ِوَ Y\ا ً yَbُ ْcُ³ْ¦ُوَ ْ ُ َِذا ِRّc َ ُ§ ْ ا ²َّ َِ ُu ُ¦ْ ا Àَ ﴿ا ٥ ١٠ ١٥ 1112 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri âyetinde cevap ile ilk cümlenin arasında başka ifadeler geldiği için ilk ifadenin “sizin” şeklinde tekrar zikredilmesi, ardından “tekrar mutlaka çıkarılacağınızı” [el-Müminûn 23/35] denilmesidir. Bu kullanımın bir başka benzeri de “Sakın sanmayasın ki ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin… Onların azaptan kurtulacaklarını sakın sanmayasın.” [ Âl-i İmrân 3/188] âyetinde mevcuttur.1 Ferrâ şöyle der: Cümlenin başının cevabı “Tanıyıp bildikleri kendilerine gelince ise” ifadesidir, “Tanıyıp bildikleri kendilerine gelince ise” ifadesinin cevabı ise “onu inkâr ettiler” ifadesidir.2 Bir görüşe göre “onu inkâr ettiler.” ifadesi her ikisinin de cevabıdır. “Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.” Burada Cenâb-ı Hak, inkâr edince onların Allah’ın lânetine müstahak olduklarını haber vermektedir. Lânet kâfirler için kullanıldığı zaman mutlak olarak rahmetten, cennetten ve saygınlıktan uzaklaştırılmak anlamına gelir. Müminler içinden günah işleyenler hakkında kullanıldığı zaman o günahı işlemeyen kimselere vaad edilmiş olan saygınlık ve ikramdan uzak olacağı anlamına gelir. 90. Karşılığında nefislerini sattıkları şey, hasetleri sebebiyle Allah’ın kullarından dilediğine lutfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır. [ el-Bakara 2/90] “Karşılığında nefislerini sattıkları şey ne kötüdür!” Bi’se (ne kötü) kelimesi ni‘me (ne güzel) kelimesinin zıddıdır. Bu iki kelime aslında ‘alime formunda mazi fiildir. Kınama ve övgü için kullanılır, bu yüzden de fiillerin tâbi oldukları sarf kurallarından muaftırlar. 1 Bkz. Zeccâc, Meâni’l- Kur’ân, 4: 349. 2 Bkz. Ferrâ, Meâni’l- Kur’ân, 1: 59. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1113 :אلĜ ħà ﴾ْ §ُ َ ²َّ َ ُ§ ْ﴾ وĈאل اĤכŻم أĐאد ﴿ا ²َّ ĩĤא óÜاĵì ijäاب ﴿ا Yٓ ¯َ ِ \ ن¹َ nُ yَŸَْ À ±À َ w۪ َّ َ اª ±ّ ]ََ oْ َ ۖ﴾ [اijĭĨËĩĤن، ٣٥/٢٣]، وóĻčĬه: ﴿َÊ b ن¹َ jُ yَsْ ®ُ ﴿ اب﴾ ۚ ِ wَ َ ْ ِ َ̄Ÿَ َYزٍة ِR ±َ اª \ ْ·ُ َ ³ّ]ََ oْ َ b Ëَžَ﴿ :įĤijĜ ĵĤإ] ١٨٨/٣ ،انóĩĐ آل﴾ [ا¹َْ bَ ا ١ [آل óĩĐان، ١٨٨/٣]. ﴿ :įĤijĜ ابijäو﴾ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ وĜאل اóęĤاء: ijäاب ïĀر اĤכŻم įĤijĜ:﴿ žَ« ٢ .﴾ۘ µ۪ ِ \ واyُŸَ¦َ﴿ ،﴾ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ «žَ ۘ﴾ ijäاĩıÖא đĻĩäא. µ۪ ِ وģĻĜ:﴿ َ¦ُŸَyوا \ ،ųا Ʃ ا اÙĭđĥĤ īĨ ƫ ijĝéÝøا واóęכ אĩĤ ħıĬأ ó×ìأ﴾ ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ َ« اª َ ُ³َْ_ ّ اà ِٰ َ« وįĤijĜ:﴿ žَ« وĹİ اóĉĤد واđÖŸאد īĨ اÙĩèóĤ واÙĭåĤ واĤכóاÙĨ ĵĥĐ اŻĈŸق ĹĘ ěè اĤכęאر، وإذا ïĐو ĹÝĤا ÙĨاóכĤا ĵĥĐ אدđÖŸوا دóĉĤا ĹıĘ īĻĭĨËĩĤا īĨ ÕĬñĨ ěè ĹĘ ÙĭđĥĤا تóذכ .ÕĬñĤا כĤذ ĹĘ نijכĺ ź īĨ אıÖ īْ Ĩِ ųا ُƩ َ ِّõَل ĭ ُ َ ْĕ ًĻא َا ْن ĺ Ö ųا ُƩ א َاْĬَõَل َٓ ُ وا ِĩÖ َ ْכُóę ْ َا ْن ĺ ħُ ı َ ùęُĬْاَ ٓį۪ Öِ ا ْ َ و óَ َ א ْ اÝü ĩ َ ùْ ÑÖِ -٩٠ īĻ ٌ ı۪ ُ Ĩ اب ٌ ñَ Đَ īĺ َ ó۪ Ęאِ כَ ĥْĤِ َ ۜ و Õٍ ąَ Ĕَ ĵĥٰĐَ Õٍ ąَ ĕَÖِ אؤ۫ ُ َٓ ×Ęَ ۚ َ ِאد۪ه ×Đِ īْ Ĩِ ُ َ َٓýאء ĺ īْ َ Ĩ ĵĥٰĐَ į۪ĥِąْ Ęَ ģĀŶا ĹĘ אĩİو ،”ħđĬ” ăĻĝĬ “÷ÑÖ” ﴾ْ·َُ Ÿُ ²َْ ِ ۪µٓ ا \ واْyَcَ‚اْ Y¯ََ ْ ِئ وįĤijĜ:\﴿ ٣ اđĘŶאل א َ óāÜف َ đِ ĭ ُ ĩَ Ę مñĤوا حïĩĥĤ Żđُ ä ، َ ħِ ĥَ Đ وزن ĵĥĐ אنĻĄאĨ نŻđĘ واyُŸَ¦َ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ «žَ﴿ įĻĥĐ دلƪ وفóđĨ אهĭđĨ نŶ وفñéĨ ﴾بY ٌ cَ¦ِ ْ ¶ُءYَ jَ Yَ ¯ّ َ ُ ﴿َوª ١ Ĝאل اäõĤאج: وijäاب ِ﴾ [اóĨõĤ، ١٩/٣٩ [ َYر ³ªا ّ¿ žِ ±ْR َ wُ£ِ³ْbُ aَ ²ْ َ Ožَ َ ۘ﴾. اóčĬ: đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، .١٧١/١ وĜאل ĹĘ ďĄijĨ آóì:﴿ أ µ۪ ِ \ َى ĹĘ óìْ ُ ِħ وأėĤ أ ْ øźا ĹĘ אمıęÝøźا ėĤÉÖ ĹÜÉÜ أن ÙĻÖóđĤا ĹĘ çĥāĺ ź įĬŶ ،مŻכĤا אلĈ א ƪ ĩĤ ً َة َאد đُ Ĩ ً ِïة ّ َכ Ëُ Ĩ אءتä ْ §ُ َ ²ّ َ أ Y®Yً َ ِوَ Yً \اyَbُ ْcُ³ْ¦ُوَ ْ ُ َِذا ِRّc َ ُ§ ْ إ ²ّ َ َِ ُu ُ¦ْ أ À َ ْ ُįĥ:﴿ أ á ِ Ĩَ و .هñĝĭÜ ÛĬאĘأ ابñđĤا Ùĩĥכ įĻĥĐ ěè īĩĘأ :ĵĭđĩĤوا .ó×íĤا َ َ ijäن. اóčĬ: óíْ ُ א Ĩ ً Ĩאčَ Đِ َ א و ً اÖ َ óُ Ü ْ ħُ Ý ْ ĭُ َכ ْ و ħƫ Ý ِ ْ ِإ َذا Ĩ ħכُ ƪ Ĭَ ْ أ ħُ ُïכ ِ đ َ ĺَ َ ُ§ ْ﴾ àאÙĻĬ، واĵĭđĩĤ: أ ²ّ َ َ ﴿أ َאد Đأ .]٣٥/٢٣ ،نijĭĨËĩĤا﴾ [ن¹َ jُ yَsْ ®ُ đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، .٣٤٩/٤ ٌ ، ÍĘن اŶوĵĤ ابijä ĵĤوŷĤ ÷ĻĤو﴾ Yَ ¯ّ َ ªوَ ﴿אıĥ×Ĝو] ٨٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µِِ \ واyُŸَ¦َ ا¹žُyََ Y®َ ْ ¶ُءYjَ Yَ ¯ّ َ ٢ Ĝאل اóęĤاء: وįĤijĜ:﴿ žَ« َ ijُ İ אĨ» :مŻכĤا ĹĘ įĥáĨو .אđĻĩä אĩıÖاijä īĨ ÙĻĘכא﴾ µِِ Āאر ijäاıÖא כįĬÉ ĹĘ اęĤאء اĹÝĤ ĹĘ اáĤאÙĻĬ، وĀאرت ﴿َ¦ُŸَyوا \ َِ[•َ ُ¶ َ uاي﴾ [اĤ×óĝة، b ±ْ ¯َ žَ ىuً ¶ُ ¿³ِّ®ِ ْ §ُ َ ³ّÁَِ b ْ Oَ À Yَ ®ّ ِ Sžَ﴿ :įĤijĜ įĥáĨو .»įÝĨóوأכ įĤ Ûđøأو ïđĜ אĩĥĘ ųا ƪ ïْ × َ إź أن أÜאĹĬ Đ Ëžَ﴿ ،[٣٨/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْ·ِÁَْ «َ فٌ ¹ْrَ Ëžَ﴿ :אđĻĩä אĩıĤ ïèوا ٍابijåÖ ĵęÝاכ] ١٢٣/٢٠ ،įĈ] ﴾ايu َ ¶ُ •َ]ََ ٣٨/٢]، ﴿žَ َ̄±ِ ّاb َِ[•َ﴾ כıĬÉא ijäاب Ĥـ﴿žS®Y﴾، أź óÜى أن اijĤاو ź b ±ْ ¯َ žَ﴿ :įĤijĜ ĹĘ אءęĤا אرتĀو .]١٢٣/٢٠ ،įĈ] ﴾»£ƒْ َ À Êوَ ُ ©ّ‹ِ َ À .٥٩/١ ،اءóęĥĤ آنóĝĤا ĹĬאđĨ :óčĬا .ěٍ َ ùَ ĭÖ ÛùĻĤو ابijä אءęĤا أن ĵĥĐ ģĻĤد כĤñĘ ،אءęĤا ďĄijĨ ĹĘ ُ çĥāÜ ٣ ر: īĐ óāÜف. ٥ ١٠ ١٥ 1114 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bu kelimeler [ni‘met ve bi’set ifadelerinde olduğu gibi sonlarına gelen] zâit harfin sâkin okunuşuyla form değiştirirler. Ayrıca özel ismin peşine kullanılmazlar, ancak cins anlamına delâlet eden nekre ismin ya da cins anlamına delâlet eden elif-lâm takılı ismin başına gelirler, çünkü bütün övgü ve kınamayı kapsama anlamı ifade ederler. Örneğin ni‘me’r-racülü Zeydün (Zeyd ne iyi adamdır) dediğin zaman onun kendi cinsi içerisinde bütün övgüleri kapsadığını bildirmiş olursun. Bi’se de bunun aksidir. Bu cümlede er-racülü kelimesi ni‘me fiili ile merfûdur. Bi’se racülen Zeydün (Zeyd adam olarak ne kötüdür) ya da ni‘me racülen Zeydün (Zeyd adam olarak ne iyidir) dediğin zaman ismi, temyiz olarak nasb etmiş olursun. Ni’me kelimesinde tefsir edilmek üzere gizlenmiş bir isim saklıdır, Zeydün kelimesi de bu övülen isimden temyizdir. Bi’se mâ dediğin zaman da buradaki mâ harfi nekredir ve anlam, “Karşılığında nefislerini sattıkları şey ne kötüdür!” şeklindedir. “İnkâr etmeleri” Buradaki en harfi fiille birlikte mastardır, anlam “inkârları” şeklindedir. Cümlenin açılımı, “İnkârları, nefislerine karşılık aldıkları bedel olarak ne kötü bir bedeldir!” şeklindedir. “Sattıkları” Burada kullanılan ve aslında “satın almak” anlamına gelen işterav fiilinin “satmak” anlamına geldiği söylenmiştir. Ebû Muâz şöyle demiştir: Almak ve satmak kelimelerinin her ikisi hem sadece almak anlamında hem de satmak anlamında kullanılabilir. Mücâhid ve Süddî ise kelimenin anlamının “satmak” olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda bu ifadenin iki anlamı vardır. İlkine göre anlam, “Bu bedel karşılığında nefislerini harcadılar, böylece nefisleri cehennemlik oldu.” şeklindedir ki bu, “Kendilerine yazık ettiler/nefislerini hüsrana uğrattılar.” [ el-A‘râf 7/9] âyetinin mânasıdır. İkincisine göre anlam, “Kurtuluş ve saygınlıktan kendilerine düşen payı sattıkları bedel, yani helâk ve alçalma ne kötü bir bedeldir.” şeklindedir. Bu durumda burada bir gizli ifade vardır ve “nefislerini” ifadesi “nefislerinin payı” anlamına gelir. Bu “Köye sor.” [Yûsuf 12/82] ifadesinin “Köy halkına sor.” anlamına gelmesine benzer. Kaffâl şöyle demiştir: Bu kelimenin mülk edinme anlamındaki satın alma anlamında olması mümkündür. Zira nefisler amellerine bağlıdır. Hak Teâlâ “Herkes kendi kazandığının rehinidir.” [ el-Müddessir 74/38] buyurur. Rehinlikten ayrılıp kurtulması ise onun satın alınması iledir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1115 ĵĥĐ ٍدالّ ةóכĬ ħøا ĹĘ نŻìïĺ אĩĬوإ ،ħٍ ĥَ َ Đ َ ا ùÝÖכīĻ اijýéĤ، وź Ļĥĺאن اħø َ óِ ّ ُوĻĔ اĭåĤ ÷أو اħø óđĨف ÖאėĤŶ واŻĤم ïĺل ĵĥĐ اĭåĤ÷؛ ĩıĬŶא ĻąÝĝĺאن اęĻÝøאء ďĻĩä ĹĘ ٢ ïĩéĤا ďĻĩä فijÝùĨ ٍ įĬأ تó×ìأ” ïĺز ģäóĤا ħđĬ” :ÛĥĜ ذاÍĘ م؛ñĤوا ١ اïĩéĤ Żäر÷ ÑÖ” :ÛĥĜ وإذا ،įĥđęÖ אĐijĘóĨ “ģäóĤا “٣ وכאن ،įĘŻì ĵĥĐ “÷ÑÖ"و ،įùĭä óĩąĨ ħøا” ħđĬ” ĹĘو .õĻĻĩÝĤا ĵĥĐ “Żäر “Û×āĬ “ïĺز Żäر ħđĬ“أو ،”ïĺز ةóכĬ “אĨ"ـĘ “אĩùÑÖ” :ÛĥĜ ذاÍĘ ،وحïĩĩĤا اñİ īĨ õĻĩĨ "ïĺزٌ” و ،óĻùęÝĤا Ùĉĺóü ĵĥĐ وóĺïĝÜه: ÑÖ ÷ÑĻüא اóÝüوا įÖ أħıùęĬ. ÷ÑÖ :įُ ْ . وĉùÖ ħُ İ ُ óęْ ُ َ ْ§ ُŸُyوا﴾ “أن” ďĨ اģđęĤ ïāĨر، وóĺïĝÜه: כ َ ْن À وįĤijĜ:﴿ ا ُ اijđĤض اñĤي أñìوه īĐ أħıùęĬ כħİóę. ْ ا﴾، ģĻĜ: ÖאijĐا، ïĝĘ Ĝאل أijÖ đĨאذ: اĤ×ďĻ واóýĤاء واĻÝÖźאع واóÝüźاء כıĥא َ و óَ ْ و﴿اÝü ٤ ďĝÜ ĵĥĐ اĤ×ďĻ وïèه وĵĥĐ اóýĤاء وïèه. ٧ ٦ ĭđĨאه ÖאijĐا. وįĤ ĻĭđĨאن: ijĤñÖا أħıùęĬ ñıÖا ٥ واïùĤي رıĩèא Ʃ اų Ĝאź: وåĨאïİ ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ [اóĐŶاف، ٩/٧]. ا وآyُِ rَ ﴿ :ĵĤאđÜ įĤijĜ ĵĭđĨ ijİو ،אرĭĥĤ אرتāĘ īĩáĤا كŻıĥĤ ijİ يñĤا īĩáĤאÖ ÙĨاóכĤوا אةåĭĤا īĨ ħıùęĬأ ċƪ َ è įÖ اijĐאÖ אĩùÑÖ :ĹĬאáĤوا َ ċƪ أħıùęĬ، כĩא è ﴾ْ·َُ Ÿُ ²َْ ا ﴿:įĤijĜ ĵĭđĨ [ أ ١٥٦] نijכĺو ،óĩąĨ įĻĘ نijכĻĘ ،ÙĬאİŸوا ََ_﴾ [ėøijĺ، ٨٢/١٢ [أي أģİ اÙĺóĝĤ. Àyْ£َ ْ ĹĘ įĤijĜ:﴿ َو ْ~َٔـِ© اª وĜאل اęĝĤאل: ijåĺز أن ģĩéĺ ĵĥĐ اóÝüźاء اñĤي ijİ اĥĩÝĤכ؛ ÍĘن اęĭĤ ÷ÙĬijİóĨ ٌ_ۙ﴾[اóàïĩĤ٣٨/٧٤،[واÝĘכאכıאÙĤõĭĩÖاóÝüاıÐא، ³Áَ ¶۪ رَaْ ]ََ ¦َ Y¯َ ِ \}ٍ Ÿَْ ² ُ ©ّ¦ُ ﴿ :ĵĤאđÜאلĜ،אıĥĩđÖ ١ ط: اïĩĤح. ٢ ط: اïĩĤح. ٣ ط: Ęכאن. ٤ ر - وĵĥĐ اóýĤاء وïèه، çĀ İאûĨ. ٥ ح: وĜאل åĨאïİ. ٦ ح - Ĝאź. ٧ ح: ñıĤا. ٥ ١٠ ١٥ 1116 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ancak bu durumda onun sâlih amel ile satın alınması gerekir. Eğer insan inkâr ederse, nefsini inkâr ile satın almayı dilemiş demektir ki bu durumda kendisi ile nefsini satın aldığı şey ne kötüdür! Bir görüşe göre satmak ve almak değiş tokuştur. Alışverişin iki tarafına da el-beyyi’ân (iki satıcı) ve el-mütebâyiân (iki alışverişçi) denilir, böylelikle isim her iki fiile de müstakil olarak verilmiş olur. Bu durumda anlam, “Yaptıkları alışveriş ne kötüdür!” şeklinde olur. Bir görüşe göre el-iştirâ (satın almak) seçmek demektir, bu durumda cümle “Kendileri için seçtikleri şey ne kötüdür!” anlamına gelir. Bihi ifadesindeki be harfi fiilin geçişliliğini sağlayan zâit bir harftir. Enfüsehüm (kendileri) ifadesi ise lâm-ı ta‘lîl ile nasb edilmiştir. Bir görüşe göre “ inkâr etmeleri” ifadesi bihi ifadesindeki hi zamirine atıf olduğu için cer konumundadır, yani anlam, “Kendilerini küfürle sattılar” şeklindedir. “Allah’ın indirdiği” yani Kur’ân. “Hasetleri sebebiyle” Lihyânî şöyle demiştir: el-Bağy kelimesinin aslı hasettir. Bâgî, hasedi nedeniyle haksızlık yapan zalim demektir. Bağiye (mazi), bağyen (mastar) şeklindeki fiil “Haset etti ve zulmetti.” anlamlarına, Beğā (mâzi), büğāen (mastar) şeklindeki fiil ise “İstedi” anlamına gelir. Bağati’l-emetü biğāen (Cariye fuhuş yaptı) ifadesindeki biğāen kelimesi, “Günah işledi.” anlamına gelir. “Allah’ın kullarından dilediğine lutfuyla indirdiği vahyi” Yani haset nedeniyle, Allah’ın Hz. Muhammed aleyhisselâma indirdiği Kur’ân’ı inkâr ettiler. Aslında kendileri ahir zaman peygamberini bekliyorlar, ortaya çıkmasını temenni ediyorlardı, fakat bu peygamberin İshak soyundan olacağını zannediyorlardı. Peygamber İsmâil soyundan çıkınca haset ettiler ve bu işin İsrâiloğulları’nın elinden çıkıp başkalarında olmasından hoşlanmadılar. Buradaki “lutuf” kitap ve risâlettir. Bağy ise bir görüşe göre onların böyle yaparak kendilerine zulmetmiş olmalarıdır. “Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar.” Bâe (uğramak) kelimesinin tefsiri “Allah’tan bir gazaba uğradılar.” [ el-Bakara 2/61] âyetinin tefsirinde geçmişti. Abdullah b. Abbas şöyle der: İlk gazap Tevrat’ı değiştirmelerinden, ikincisi ise Muhammed aleyhisselâmı inkâr etmelerinden dolayıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1117 وإĩĬא Õåĺ أن ıĺóÝýĺא ÖאģĩđĤ اāĤאçĤ، ÍĘذا כóę ïĝĘ أراد اÝĘכאכıא įÖ، وĩÑùÖא א įÖ. َ اÝĘכı ƪ ïèوا ģכ ĵĥĐ ħøźا ďĝĻĘ ،אنđĺא×ÝĨو אنđĻÖ אĩİو ،ÙĄאوđĨ ٌ اءóýĤوا ďĻ×Ĥا :ģĻĜو ĩıĭĨא ĵĥĐ اóęĬźاد، وĺכijن ĭđĨאه: ĩùÑÖא ĐאوijĄا įÖ. ﴾ ٓµ۪ ِ وģĻĜ: اóÝüźاء اĻÝìźאر، وóĺïĝÜه: ĩùÑÖא اÝìאروه ħıùęĬŶ. واĤ×אء ĹĘ\ ﴿ ăęì ďĄijĨ ĹĘ ﴾واyُŸُ §ْ َ َ ْن À ²َْ Ÿُ َُ·ْ﴾ ĩĄÍÖאر اŻĤم. وģĻĜ:﴿ ا ُ ﴿ا ÙĥĀ زاïÐة، وÕāĬ ِ ۪µٓ﴾ ، أي اóÝüوا أħıùęĬ ÖאĤכóę. ا ĵĥĐ” اıĤאء” اĹÝĤ ĹĘ\ ﴿ Ƭ رد ُ﴾ أي ÖאóĝĤآن. َ²َْ}َل ّ اà ٰ ٓY ا ¯َ ِ وįĤijĜ:\﴿ ħĤאčĤا ijİ ĹĔא×Ĥوا ،ïùéĤا Ĺĕ×Ĥا ģĀأ ١ : ّ Ĺِ אĬ َ Ļ ْ éِ َ ›ْ ًYÁ ﴾أي ïùèا، Ĝאل ّ اĥĤ وįĤijĜ:\﴿ ً" ħąÖ اĤ×אء َאء ĕ ُ Ö ،ĵَ ĕَ א” أي ïùè وħĥČ، و"Ö ً Ļْ ĕَ Ö ،Ĺِ ĕَ Ö” ïĜو ،ïùè īĐ כĤذ ģđęĺ يñĤا ً” ÖאĤכóù، أي óåĘت. َאء ĕِÖ Ùُ َ Ĩَ Ŷا Ûْ َ ĕَ أي ÕĥĈ، و“Ö ۚ﴾ أي כóęوا ïùéĥĤ õĬÍÖال َ ƒَٓ ُYء ِR ±ْ َِ[ ِYد۪ه À ±ْ ®َ »ٰ «َ µ۪ «ِ‹ْ žَ ±ْ ®ِ ُ َل ّ اà ٰ ِ {ّ³َُ َ ْن À وįĤijĜ:﴿ ا ƪ آóì اĨõĤאن وijĭĩÝĺن óìوįä Ĺ×Ĭ ونïĝÝđĺ اijĬכא ħıĬÍĘ ؛ïĩéĨ ĵĥĐ آنóĝĤا ĵĤאđÜ ųا Ʃ اijİóوכ وهïùè ģĻĐאĩøإ ïĤو īĨ įĬأ óıČ אĩĥĘ ،אقéøإ ïĤو īĨ įĬأ نijĭčĺ ħİو ٢ و“اģąęĤ “ijİ اĤכÝאب واøóĤאÙĤ. ،ħİóĻĕĤ نijכĻĘ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ īĨ óĨŶا جَ óíُ أن ĺ .כĤñÖ ħıùęĬأ ħıĩĥČ ijİ :ģĻĜ ،Ĺĕ×Ĥوا [ٍ ‹َ ›َ ِ َٓ ُ۫Yؤ \ \وَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ “אءÖ” óĻùęÜ óĨ ïĜ ﴾ ۜ [ٍ ‹َ šَ »ٰ «َ [ٍ ‹َ ›َ ِ وįĤijĜ:﴿ َžَ]ٓ ُ۫Yؤ \ ۜ﴾ [اĤ×óĝة، ٦١/٢]. ِR ±َ ّ اà ِٰ ĜאلاĐīÖ×אس ġ: اÕąĕĤاŶولóĻĻĕÝÖاijÝĤارة، واáĤאÝÖĹĬכįĻĥĐïĩéĨÕĺñاŻùĤم. رïāÜو ،اءóęĤا óĀאĐ ،ÙĕĥĤا ģİأ óÖأכא īĨ כאن) م ٨٢٢/ـİ ٢٠٧ ïđÖ) ĹĬאĻéĥĤا ĹĥÝíĤا אزمè īÖ ĹĥĐ īùéĤا ijÖأ ijİ ١ īÖ ħøאĝĤا ïĻ×Đ ijÖأ įĭĐ ñìوأ ،ĹÐאùכĤا ĵĥĐ įÜïĩĐو ĹđĩĀŶوا ةïĻ×Đ ĹÖوأ ĹĬא×ĻýĤا وóĩĐ ĹÖأ īĐ ñìأ ،įĨאĺا ĹĘ Żøم، وįĤ» כÝאب اijĭĤادر». اóčĬ: ÙĻĕÖ اĐijĤאة ĹĈijĻùĥĤ، ١٨٥/٢؛ ħåđĨ اŶدÖאء ĻĤאijĜت اijĩéĤي، ١٨٤٤/٤؛ ħåđĨ .٥٦/٧ ،ÙĤאéכĤ īĻęĤËĩĤا ٢ م + واģąęĤ. ٥ ١٠ ١٥ 1118 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre ilk gazap Hz. Îsâ’yı inkâr etmelerinden, bir başka görüşe göre “ Üzeyir Allah’ın oğludur.” [ et-Tevbe 9/30] ve “Allah’ın eli bağlıdır.” [ el-Mâide 5/64] demelerinden, ikincisi ise yukarıda zikredilen sebeptendir. Bu konuda söylenmiş en güzel görüş şudur: Bu ifadenin mânası, onların ardı ardına gelen ve kesintisiz gazaba maruz kaldıkları şeklindedir. Nitekim “Falan kimse bana iyilik üstüne iyilik yaptı.” denildiğinde, onun ardı ardına iyilikler yapmış olduğu kastedilir. “İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.” Yani dünyadaki izzetlerinin ardından zillete düşürücü bir azap vardır. Bir görüşe göre azap ile alçaltıcı olan Allah’tır, ancak alçaltıcılık niteliği mecaz mânada “ azap” kelimesine izâfe edilmiştir, çünkü alçaltma onunla gerçekleşir. Bu da müminlere yönelik azabın onları temizleme ve tedib şeklinde olmasına karşılık kâfirlere yönelik azabın şiddetli ve alçaltıcı olduğuna delâlet eder. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kalın orada aşağılık içinde ve benimle konuşmayın!” [el-Müminûn 23/108], “Tat bakalım! Sensin izzetli ve değerli olan!” [ ed-Duhân 44/49], “Ateşte yüz üstü sürüklenirler.” [ el-Kamer 54/48] Bir görüşe göre kâfirler için dünyada alçaltıcı bir azap vardır, müminlerin dünyada çektikleri ise sınama ve kefâret kabilindendir. 91. Kendilerine ‘Allah’ın indirdiğine iman edin.’ denilince, ‘Biz sadece bize indirilene inanırız.’ derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o, kendi ellerinde bulunanı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. De ki: ‘Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?’ [ el-Bakara 2/91] “Kendilerine ‘Allah’ın indirdiğine iman edin.’ denilince” Yani Peygamber’in ashabı Kur’ân’ı inkâr eden bu Yahudilere “Kur’ân’a ve İncil’e iman edin.” dedikleri zaman. “Biz sadece bize indirilene inanırız, derler.” Yani biz peygamberimiz Mûsâ’ya indirilmiş olan kitabımız Tevrat’a [inanırız, derler]. Bir peygambere indirilmiş olan, mâna olarak onun ümmetine indirilmiş sayılır, çünkü onlar için bağlayıcıdır. “Ve ondan başkasını inkâr ederler.” Yani diğerlerini [ inkâr ederler]. Burada zamirin müzekker olmasının sebebi, “indirilen” ifadesine işaret ediyor olmasıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1119 yۨ ْا\ ±ُ ّ اà ِٰ] ﴾اÙÖijÝĤ، ٣٠/٩[ ٌ Àْ{َُ ﴿ :ħıĤijĝÖ ولŶا :ģĻĜو .ĵùĻđÖ ħİóęכÖ ولŶا :ģĻĜو ۜ_﴾ [اĩĤאïÐة، ٦٤/٥]، واóìŴ ĩÖא ذכĬóא. وأīùè Ĩא ģĻĜ įĻĘ: أن ٌَ ª¹«ُ ›ْ®َ ِٰ Ãا ّ uُ َ À﴿ :ħıĤijĜو ĵĥĐ אĬאùèإ ĹĤإ īùéĺ نŻĘ” :אلĝĺ אĩכ ،ďĉĝĭĺ ź אđÖאÝÝĨ א׹Ĕ اijĝéÝøا אهĭđĨ .ďÖאÝÝĤا ĵĥĐ ١ إùèאن” أي īĻıĩĤا :ģĻĜو .אĻĬïĤا ĹĘ ħİ ِ ّ õĐ ïđÖ لñĨ أي﴾ ±Á ٌ ·۪®ُ اب ٌ wَ َ ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ «ِ وįĤijĜ:﴿ َوª ٣ ٢ ĵĥĐ أن ñĐاب ودل .ďĝĺ įÖ įĬŶ ،אđøijÜ ابñđĤا ĵĤإ ėĻĄوأ ،ابñđĤאÖ ųا Ʃ ijİ Y·Áَ ž۪ اQَُ۫ rا ْ ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜ ،ïĺïýÜو ٌ ÙĬאİإ ٌ īĺóĘכאĤا َ ٌ وñĐاب ٌ وóĻıĉÜ ÕĺدÉÜ īĻĭĨËĩĤا ۪ ُÀ] ﴾اìïĤאن، ٤٩/٤٤] y§َ ْ ªا} Àُ ۪ {َ ْ ªا aَ ²َْ َ ¥َ ا ²ِّ ِ ُ̄ ¹ِن﴾ [اijĭĨËĩĤن، ١٠٨/٢٣] وĜאل: ﴿ ُذ ْۙقۚ ا ّ «§َ bُ Êَوَ īĻıُ Ĩ ابñĐ īĺóĘכאĥĤ :ģĻĜو .]٤٨/٥٤ ،óĩĝĤا﴾ [ۜ ٰ« ُو ُj ¹ِ¶ِ·ْ «َ ِ َYر ُ ْ َoُ ]¹َن žِ¿ ّ اª³ وĜאل: ﴿À .óĻęכÜو ÿĻéĩÜ ijıĘ אıĻĘ īĻĭĨËĩĥĤ כאن אĨو ٤ ĹĘ اĻĬïĤא، َ א ُ َون ِĩÖ َ ْכُóę ĺ َ َא و ĭ ْ ĻĥَĐَ لَõِĬْاُ א َٓ ĩÖِ īُĨِËْ Ĭُ اijĤאُ Ĝَ ųا ُƩ א َاْĬَõَل َٓ ĩÖِ اijُ ْ ٰاِĭĨ ħُ ıĤَ ģĻ َ Ĝ۪ ذاَاِ َ -٩١ و īĻ َ ĭ۪ĨِËْ ُ Ĩ ْ ħُ Ýْ ْ ُģ ِا ْن ُכĭ ×Ĝَ īْ Ĩِ ųا ِƩ َ َٓאء Ļ×ِĬْاَ نijَ ĥُُ ÝĝْÜَ َ ħĥِĘَ ģْ Ĝُ ْۜ ħُ ıَ đَ َ אĨ ĩĤِ אĜً ِïّāَ ُ Ĩ ě ƫéَ Ĥاْ َ ijİُ َ ُ و َه َٓاء َر و ُ﴾ أي وإذا Ĝאل أéĀאب اijøóĤل źËıĤء اijıĻĤد َ²َْ}َل ّ اà ٰ ٓY ا ¯َ ِ ٰ ِR¹³ُا \ ُ·ْ ا َ ª ©Áَ ¢۪ ذاَِ ﴿َوا اīĺñĤ ĺכóęون ÖאóĝĤآن: آijĭĨا ÖאóĝĤآن واģĻåĬŸ. ĵĥĐ [ ُõĬل [١٥٦ب َْÁ³َY ﴾أي ÖאijÝĤراة اĹÝĤ Ĺİ כÝאĭÖא أ َل َ» ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ \ ±ُ ®ِQُْ ¹ُا ² ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ .ħıĨõĥĺ įĬŶ ،ĵً ĭđĨ įÝĨأ ĵĥĐ لõĭĨ ٌ Ĺ×ĭĤا ĵĥĐ لõĭ ُ ُ ĩĤوا .ĵøijĨ אĭĻ×Ĭ َل﴾. ِ {²ُْ ِ َ̄Y َوَرٓ َاءُه﴾ أي ijøاه، واñÝĤכóĻ ijäóĤع اıĤאء إĵĤ﴿ َ®ٓY ا َ ْ§ ُŸُy َون \ وįĤijĜ:﴿ َوÀ ١ ط- أي. ٢ ح: ïĘل. ٣ ط ر: أن ñĐاب. ٤ ط ر + أąĺא. ٥ ١٠ ١٥ 1120 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bu ifade, “Onun sonrasını inkâr ederler.” anlamına gelir. Şair Nâbiga şöyle der: Yemin ettim ve sana hiçbir şüphe bırakmadım ki İnsan için Allah’tan öte gidecek yer (yol) yoktur Yani “Allah’tan sonra.” Verâe kelimesi çoğu kullanımda “art” anlamına gelen bir zarftır. Ezherî şöyle der: “Verâe ön anlamına da arka anlamına da gelebilir, çünkü asıl anlamı senden gizli, örtülü olan şeydir ki bu anlam hem önde hem arkada mevcuttur.”1 Yani şöyle derler: “Biz kendi kitabımıza inanırız, ötesine geçmeyiz.” Allah da “Ötesini inkâr ediyorlar.” demek sûretiyle, “Onlar böyle söyleyerek Tevrat’ın sonrasını inkâr ediyorlar.” buyurmuş olmaktadır. Bu ifadenin kâfirlerin sözünün aktarımı olması da mümkündür ki buna göre onlar “Biz kendi kitabımıza inanırız.” demişler ve ondan ötesine inanmayacaklarını bildirmişlerdir. Burada “ İman ederiz.” ifadesinin nü’minü şeklinde -yani onların ağzından aktarım olarak- nakledilmesi, “İnkâr ederler.” ifadesinin ise onların kendileri hakkındaki haberi olarak gāib formda yekfürûne şeklinde ifade edilmesi mümkündür. Bunun benzeri Arapların “Abdullah’a, ‘kalkacağım’ diye yemin ettirdim.”, “Abdullah’a, ‘kalkacaksın’ diye yemin ettirdim.” ve “Abdullah’a, kalkacağına dair yemin ettirdim.” şeklindeki ifadelerine benzer ki bunların ilki, yemin eden kişinin “yapacağım” şeklindeki sözü söylemesinin aktarımı (hikâyesi), ikincisi yemin ettirenin ona bu sözü söylediğine dair haber, üçüncüsü ise üçüncü şahıs formunda haberdir. Nitekim cümlenin başı da üçüncü bir şahıstan söz etmektedir. “Ve ondan başkasını” Yani Tevrat’tan sonrasını ki bu, İncil ve Kur’ân’dır. Mâ harfi tıpkı “Sizler ve Allah’tan gayrı taptıklarınız.” [ el-Enbiyâ 21/98] âyetinde olduğu üzere men anlamındadır. Anlam, “Mûsâ’dan sonra gelen Îsâ ve Muhammed aleyhisselâmı” şeklindedir. “Hâlbuki o haktır.” Buradaki “o” zamiri, “Ondan başkası” ifadesine işarettir, işaret edilen kelime lafız olarak tekil olduğu için bu da tekildir. “Kendi ellerinde bulunanı doğrulayıcı olarak” Yani İncil, Tevrat’a uygundur, Kur’ân da böyledir. Hz. Îsâ, Hz. Mûsâ’yı tasdik eder, Hz. Muhammed de öyledir. Böylece onların Tevrat’a ve Hz. Mûsâ’ya imanları geçersiz olur, 1 Bkz. Ezherî, Tehzîbü’l-Lüga, 15: 219. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1121 ٢ ١ Ĝאل اĭĤאÙĕÖ: وĜאل أijÖ Đ×ïĻة: «أي ĩÖא ïđÖه»، Õُ َ İñْ َ Ĩ ءóĩĥĤ ِ ųا ِƩ َ وĻĤ ÷وراء ُ ْك ِ ùęĭĤ َכ ً رĺ×Ù َ óْ Üَ أ ħĥĘ Ûُ ęْĥَèَ :يóİزŶا אلĜو ،ėĥìُ ĵĭđĨ ĹĘ فóČ אلĩđÝøźا ÕĤאĔ ĹĘ “وراء“و ،ųا Ʃ أي ïđÖ «وراء çĥāĺ ĩĤא Ĝ×įĥ وĩĤא ïđÖه، Ŷن ĭđĨאه: Ĩא ijÜارى ĭĐכ أي اóÝÝø وijİ ijäijĨد َ ْ§ ُŸُy َون Àوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ אلĝĘ ،هóĻĔ ĵĤإ אوزهåÝĬ źو אĭÖאÝכÖ īĨËĬ :نijĤijĝĺ أي ٣ ĩıĻĘא»، ِ َ̄Y َوَرٓ َاءُه﴾ أي ħİ ñıÖا اijĝĤل ĺכóęون ĩÖא وراء اijÝĤراة. \ وijåĺز أن ĺכijن ñİا ì×óا īĐ اĤכęאر أħıĬ ĜאijĤا: “īĨËĬ ÖכÝאĭÖא” وأì×óوا אزäو ،כĤذ اijĤאĜ ħıĬأ ħıĭĐ Ùĺכאè نijĭĤאÖ “īĨËĬ” אزåĘ ،اهijø אĩÖ ونóęכĺ ħıĬأ “ĺכóęون” ÖאĻĤאء ĵĥĐ اĕĩĤאĺ×Ù إì×אرا أħıĬ أì×óوا ĤñÖכ، وģáĨ ñİا ijĜل اóđĤب: אلĝĘ ėĥè įĬأ įĭĐ ÙĻאכè ėĤŶا ٤ ،“ ƪ īَ Ĩijُ ĝ َ ĻĤو ، ƪ īَ Ĩijُ ĝَ ÝĤوَ ، ƪ īَ ĨijĜُ َ Ŷَ ųا Ʃ ï×Đَ Ûُ ęْĥَ ْ éَ “اÝø ĹĘ ٦ ÛĥĜ ïĝĘ ،Ù×ĺאĕĩĤا ĵĥĐ įĭĐ אر×ìإ אءĻĤوا ،”כĤñÖ įÝ×Ĉאì” ٥ ذĤכ، واÝĤאء أĹĬ .Ù×ĺאĕĨ Ĺİو” ųا Ʃ ï×Đ ÛęĥíÝøا “:رïāĤا “īĨ” ĵĭđĩÖ “אĨ” ٧ ِ َ̄Y َوَرٓ َاءُه﴾ أي وراء اijÝĤراة وijİ اģĻåĬŸ واóĝĤآن. وįĤijĜ:\﴿ َ ْ ُ[ ُu َون ِR ±ْ ُد ِون ّ اà ِٰ] ﴾اĬŶ×Ļאء، ٩٨/٢١]، وĭđĨאه: īĩÖ وراء b Y®َوَ ْ§ ُ َ ²ِّ כĩא ĹĘ įĤijĜ:﴿ ا .مŻùĤا ħıĻĥĐ ïĩéĨو ĵùĻĐ ijİو ĵøijĨ .ċęĥĤا ïِ ƫ è َ ijَ ÝĤ ïَ ƪ è َ ْ َo ّ¡ُ ﴾إüאرة إĵĤ Ĩא وراءه، وو وįĤijĜ:﴿ َوُ¶¹َ اª ۜ﴾ أي اģĻåĬŸ ijĨاěĘ ijÝĥĤراة واóĝĤآن כĤñכ، ْ·َُ®َ Y¯َ ِ ª ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ ﴿ :įĤijĜو ؛ĵøijĩÖو راةijÝĤאÖ ħıĬאĩĺإ ģĉ×ĺ įÖو ٨ وĵùĻĐ ّ ïāĨق ĵøijĩĤ وïĩéĨ כĤñכ، .٤٧/١ ،ةïĻ×Đ ĹÖŶ آنóĝĤا אزåĨ ١ ٢ دijĺاįĬ، ص. ٧٢؛ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٢٩٧/٢ .٢١٩/١٥ ،يóİزŷĤ ÙĕĥĤا ÕĺñıÜ :óčĬا ٣ . ƪ īَ Ĩijُ ĝ َ ٤ ر - وĻĤ ٥ ح: أي. ٦ ر: Ĝאل. ٧ ط ر + وģĻĜ. ٨ ط: ĤñĥĘכ. ٥ ١٠ ١٥ 1122 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri çünkü Tevrat’ta İncil’e, Kur’ân’a, Hz. Îsâ’ya ve Hz. Muhammed’e iman emredilir, Hz. Mûsâ da bunu emretmiştir. Kendi kitabına ve peygamberine uyan şeyi inkâr eden kimse aslında kendi kitabını ve peygamberini inkâr etmiş olur. “De ki: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?” Lime (neden) kelimesinin aslı limâ şeklindedir, soru ifade eden mâ harfinin başına lâm-ı ta‘lîl (sebep ifade eden lâm harfi) gelmiştir. Böylece mâ harfinin elifi, sık kullanıldığı için, telaffuz kolaylığı sağlamak maksadıyla hazfedilmiştir. Aynı durum bime (-ile), ‘amme (-den) ve fîme (-de) kelimelerinde de geçerlidir. “Öldürüyordunuz.” Burada kullanılan fiil şimdiki zaman formunda olsa da geçmiş zaman anlamındadır. Bu kullanımın benzeri “Şeytanların okuduklarına tâbi oldular.” [ el-Bakara 2/102] âyetinde “okumuş olduklarına” anlamında kullanılmasında mevcuttur. Yine aynı kullanım “Müminler sana indirilene iman ederler.” [ en-Nisâ 4/162], “Onlar müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.” [ el-Burûc 85/7] âyetlerinde de mevcuttur. Bu ifadeler geçmişteki hâl anlamındadır. Bunlarda “idiniz” ifadesi gizlidir, yani “Neden Allah’ın peygamberlerini öldürüyor idiniz.” denilmektedir. Bu nedenle “Daha önce” ifadesi zikredilmiştir ki bu da bu ifadenin şimdiki ya da gelecek zaman anlamında olmadığına delâlet eder. Burada hitap Hz. Peygamber aleyhisselâmın çağdaşı olan Yahudileredir ve onlar doğrudan peygamber öldürmedikleri hâlde Allah Teâlâ onları bu fiil ile kınamaktadır. Çünkü onlar bu fiilleri işleyenlerin soyundandırlar ve atalarının yaptıklarını benimsemekte, o fiillerden memnuniyet duymaktadırlar. Bu yönüyle onlar bu fiillere iştirak etmiş olmaktadırlar. Ataları ise Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yahyâ ve diğer peygamberleri öldürmüşler, Hz. Îsâ’yı da öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Bir görüşe göre “Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?” ifadesi Hz. Peygamber aleyhisselâmın çağdaşlarına hitaptır, çünkü onlar defalarca Hz. Peygamber aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Nitekim bu husus “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun ve müminler yalnızca Allah’a güvensinler.” [ el-Mâide 5/11] âyetinde ifade edilmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1123 Ŷن ĹĘ اijÝĤراة اóĨŶ ÖאĩĺŸאن ÖאģĻåĬŸ وÖאóĝĤآن وĵùĻđÖ وïĩéĨ، وĵøijĨ כאن óĨÉĺ .įĤijøور įÖאÝכÖ óęכ ïĝĘ įĤijøور įÖאÝכ ěĘوا אĩÖ óęכ īĨو ،כĤñÖ א”، źم اģĻĥđÝĤ َ ĩِ Ĥ” įĥĀأ” ħĤ” ﴾©ُ]ْ َ ¢ ±ْ ®ِ ِٰ Ãا ّ ءYَ ٓÁَ]ِ²َْ ْ ُcُ «¹َن ا £َ b َ«ِžَ ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĜو ĹĘ אلĩđÝøźا ةóáכĤ אęĻęíÜ ėĤŶا Ûĉĝøو אمıęÝøŻĤ Ĺİ ĹÝĤا” אĨ” ĹĘ Ûĥìد ّ وħĻĘ. اıęÝøźאم. وijİ כħıĤijĝ: ħÖ وħĐ ﴾±Áُ ŽY۪ Áَ َ َْcُ«¹ا ّ اªƒ َ َ ـ[¹ُا َRY b bاّ وَ ﴿:įĤijĜ אĩכ ĹĄאĩĤا ĵĭđĨ ĹĘ ١ ģ×ĝÝùĨ ﴾ن¹َ» ُcُ ْ £َ و﴿b َْÁ ¥َ] ﴾اùĭĤאء، ١٦٢/٤] ªِ َل ا ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ ُْQِ®³ُ ¹َن \ À ن¹َ ³ُRِQْ¯ُ ْ [اĤ×óĝة، ١٠٢/٢] أي Ĩא ÛĥÜ وĜאل: ﴿َواª ¹د﴾ [اĤ×óوج، ٧/٨٥] أو ijİ éĥĤאل ĹĘ ٌ ·ُ‚ُ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ ªYِ َŸَْ ُ» ¹َن \ À Y®َ »ٰ وĜאل: ﴿َوُ¶ ْ َ» َ כħÝĭ ijĥÝĝÜن أĬ×Ļאء Ʃ اų، وĤñĤכ Ĝאل: ﴿ِR ±ْ ħِ ĥĘ أي ،óĩąĨ įĻĘ ﴾ْcُ³ْ¦ُ ﴿و .ĹĄאĩĤا .אل×ĝÝøŻĤ źو אلéĤا ăéĩĤ ÷ĻĤ įĬأ لïĘ ّ ﴾©ُ]ْ َ ¢ ħĤ ħİو مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا óāĐ ģİŶ אبĉíĤوا אءĻ×ĬŶا ģÝĝÖ ħıíَ ƪ Ö َ وإĩĬא و ĺ×אóüوا ذĤכ، ħıĬŶ أوźد أوÑĤכ اīĺñĤ ijĥđĘا ذĤכ وħİ ijĺاħıĬijĤ وijĄóĺن ĩÖא ijĥđĘا įĻĥĐ ĵùĻĐ ģÝĜ [ أ ýĘאرכħİij įĻĘ، وأوÑĤכ ijĥÝĜا زכĺóא وĵĻéĺ وĩİóĻĔא وïāĜوا [١٥٧ اŻùĤم. Ĺ×ĭĤا ģÝĜ ħİïāĝĤ ءźËİ אبĉì ijİ ﴾ِٰ Ãا ّ ءYَ ٓÁَ]ِ²َْ ْ ُcُ «¹َن ا £َ b َ«ِžَ ©ْ ¢ُ﴿ :ģĻĜو aَ ¯َ ْ ِ ٰ َR¹³ُا ْاذُ¦ُyوا ² ا ±À َ w۪ َّ ªا Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :ĵĤאđÜ ųا Ʃ لijĜ ĹĘ כĤوذ ،اراóĨ مŻùĤا įĻĥĐ ۚ﴾ [اĩĤאïÐة، ١١/٥] ْ §ُ ³ْ َ ْ·َُ Àuِ Àَْ َُ·ْ žَ َ§ َّ ا Àuِ Àَْ َْÁ ُ §ْ ا ªِ ¹ٓا ا ُ ُ ]َْ َ ْن À م ا ٌ ¹َْ ¢ َ ِ ْذ َ¶ ّ َْÁ ُ §ْ ا ّ اà ِٰ َ« .Ùĥ×ĝÝùĨ :ر ١ ٥ ١٠ ١٥ 1124 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Burada “Allah’ın peygamberleri” ifadesi çoğul formda kullanılmış olsa da maksat Hz. Peygamber aleyhisselâmdır. İfadenin çoğul kullanılmasının sebebi ise tıpkı yine Hz. Peygamber aleyhisselâma hitap eden “Ey Resuller!” [el-Müminûn 23/51] âyetinde olduğu gibi, ona yönelik tâzimdir. “Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz.” Yani size indirilene gerçekten inanıyor idiyseniz o zaman neden Allah’ın peygamberlerini öldürdünüz? Burada peygamberlerin (herhangi bir durumda) öldürülmelerinin mubah olduğuna dair herhangi bir işaret söz konusu değildir, aksine burada onların öldürülmesinin mutlak olarak haram olduğuna, başkalarının öldürülmesinin ise ancak haklı gerekçeyle mümkün olduğuna işaret bulunmaktadır. Burada her ne kadar hitap Hz. Peygamber aleyhisselâmın çağdaşlarına yönelik olsa da anlam, “Peygamber öldürmek sizin kitabınızda da haram olduğu hâlde, neden bu işi yapan atalarınızı benimsediniz?” şeklindedir. İmam Mâtürîdî şöyle der: Hz. Peygamber aleyhisselâm Yahudileri kendisine indirilmiş olana ve kendi peygamberliğine iman etmeye davet etti, onlar ise “Dediler ki: Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.” [ Âl-i İmrân 3/183] dediler. Hz. Peygamber aleyhisselâm da onlara Allah’ın emri ile şöyle dedi: Benden önce peygamberler kavimlerine -ki onlar sizin atalarınız idi- bu istediklerinizi getirmişti, o hâlde eğer Allah’ın Tevrat’ta size bu şeyleri emrettiği konusunda doğru söylüyorsanız, onları getiren peygamberleri atalarınız neden öldürdü?1 92. Andolsun, Mûsâ size açık mûcizeler getirmişti de, arkasından sizler nefislerinize zulüm ederek buzağıyı ilâh edinmiştiniz. [ el-Bakara 2/92] “Andolsun, Mûsâ size açık mûcizeler getirmişti.” Yani beyyinât (mûcizeler, deliller) kelimesi apaçık mûcizeler anlamındadır. Bir görüşe göre bu, dokuz mûcizedir: Tûfan, çekirge, bit, kurbağa, kan, asa, beyaz el, denizin yarılması ve kayadan su çıkması. “Ardından sizler buzağıyı ilâh edinmiştiniz.” Yani sizler ondan sonra, Hz. Mûsâ’nın dağa gitmesinin ardından [buzağıyı] mâbut olarak edinmiştiniz. 1 Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 177-178. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1125 אĩכ ،įĤ אĩĻčđÜ هïèو مŻùĤا įĻĥĐ אĭĻ×Ĭ įÖ ادóĩĤوا ďĩåĤا ĵĥĐ ﴾ِٰ Ãا ّ ءYَ ٓÁَ]ِ²َْ وذכó ĭıİא ﴿ا .هïèو įĤ אبĉì ijİ [٥١/٢٣ ،نijĭĨËĩĤا©﴾ [ُ~ ُ ُyªا ّ Y·َُ Àّ َ َٓY ا À﴿ :įĤijĜ ĹĘ ģĻĜ įĻĘ ÷ĻĤو .ųا Ʃ אءĻ×Ĭأ ħÝĥÝĜ ħĥĘ ħכĻĥĐ لõĬأ אĩÖ أي﴾ ±Áَ ³۪®ِQْ®ُ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ وįĤijĜ:﴿ ا אبĉíĤا כאن وإن .ěéÖ źإ ħİóĻĔ ģÝĜو ،אĝĥĉĨ ħıĥÝĜ ħĺóéÜ įĻĘ ģÖ ،ħıĥÝĜ ÙèאÖإ .ħכÖאÝכ ĹĘ امóè כĤوذ ħıĬijĤijÝÜ ħĤ :אهĭđĩĘ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا óāĐ ģİŶ :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè «إن اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم دĐא اijıĻĤد إĵĤ اĩĺŸאن įÖ وĩÖא أõĬل įĻĥĐ ﴾ۜ َ ُYر ³ªا ّ µُ«ُ¦ُ ْ Oَ b نYٍ َ \yْ£ُ ِ \ Y³َÁَِ b ْ Oَ À »ٰ cّnَ ل¹ٍ~ ُ yَِ ª ±َ ®ِQُْ ² َ Êَّ ا Yٓ³َÁَْ ªِ َ ّ اà َٰ َِ·َu ا ِ ّن ĝĘאijĤا: ﴿ا ١ ijÜÉĺن ıÖא Ĺĥ×Ĝ אءĻ×ĬŶا ÛĬכא ïĜ :ųا Ʃ óĨÉÖ ħıĤ אلĝĘ [١٨٣/٣ ،انóĩĐ آل[ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن īĻĜאدĀ ħÝĭכ إن ħאؤכÖأ ħıĥÝĜ ħĥĘ ħאؤכÖآ ħİو ħıĨijĜ ٢ ïıĐ إĭĻĤא ĹĘ اijÝĤراة ĤñÖכ». ُ َijن ĩĤאِ Čَ ْ ħُ َ َاْÝĬ ْ ِï۪ه و đَ Ö īْ Ĩِ ģَ åْ đِĤاْ ُ ħÜُñْíَ ƪ Üا ƪ َ ِ אت ُħà ĭِ ّ Ļ َ ×Ĥאْ Öِ ĵøijٰ ُ Ĩ ْ َ ُכħ אءäَٓ ïْĝَĤَ َ -٩٢ و َْ[ِّÁ³َ ِ Yت﴾ أي اõåđĩĤات اčĤאóİات. وģĻĜ: Ĺİ ªYِ \ »~¹ٰ ®ُ ْ¦ُءYَ jَٓ uْ£ََ وįĤijĜ:﴿ َوª اĺŴאت اďùÝĤ، وĹİ اĘijĉĤאن واóåĤاد واģĩĝĤ واęąĤאدع واïĤم واāđĤא واïĻĤ اĤ׹Ļאء .óåéĤا īĨ אءĩĤا óĻåęÜو óé×Ĥا ěĥĘو ĵĤإ įĜŻĉĬا ïđÖ أي ،هïđÖ īĨ داij×đĨ أي﴾ ه۪uِ ْ َ \ ±ْ ®ِ ©َkْ ِ ْ ªا ُ bُwْ sَ َ َ ّاb ّ fُ﴿ :įĤijĜو .ģ×åĤا .Ĺĥ×Ĝ īĨ :ح ١ ٢ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٧٨-١٧٧/١ ٥ ١٠ ١٥ 1126 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Nefislerinize zulüm ederek” Yani ibadeti hakkı olmayan yere konumlandırarak [nefislerinize zulmettiniz]. Daha önce biz zulüm kelimesini etraflıca açıklamıştık. Bu ifade ile onların daha önce nakledilen “Bize indirilene iman ederiz.” [ el-Bakara 2/91] şeklindeki sözleri reddedilmekte, yani onlara, “Siz bu iddianızda bâtıl üzeresiniz.” denilmektedir. 93. Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, ‘Size verdiğimize sımsıkı sarılın, ona kulak verin.’ demiştik. Onlar, ‘İşittik, isyan ettik.’ demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti. De ki: ‘İmanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!’ [ el-Bakara 2/93] “Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık. Size verdiğimize sımsıkı sarılın.” Bu ifadelerin açıklaması daha önce geçmişti. Burada onların daha önceki âyetlerde ifade edilen buzağıya tapmalarının tekrarlanması ve kendilerinden söz alınması ile Tûr’un üzerlerine yükseltilmesinin zikredilmesi aynı kıssa olmasına ve bütün bu âyetler aynı sûrede yer alıyor olmasına rağmen bir kısmının önceki âyetlerde, bir kısmının da tekraren bu âyette zikredilmesinin sebebi, bunların anlatılmasında nimetlerin sayılıp dökülmesinin söz konusu olmasıdır. Nitekim ardından “Sonra sizi affettik.” [ el-Bakara 2/52] buyurmuş ve Tûr’un yükseltilmesi bahsinde de “Eğer Allah’ın sizin üzerinizde lutuf ve rahmeti olmasaydı…” [ el-Bakara 2/64] denilmiş idi. Burada bu iki husus onların buzağıya tapmış ve verdikleri sözü bozmuş oldukları hâlde yine de kendilerine indirilene iman etme iddiasında bulunuyor olmalarından dolayı kendilerine yönelik bir kınama olarak zikredilmiş ve akabinde herhangi bir af veya kurtuluş zikredilmemiştir. “Ona kulak verin.” Yani kabul ederek ve itaat ederek kulak verin. Bu mânada Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Kulak verin ve itaat edin.” [ et-Tegābün 64/16], “İşitmedikleri hâlde işittik diyenler gibi olmayın.” [ el-Enfâl 8/21]yani kabul etmeyen ve uygulamayanlar gibi olmayın. “Onlar, ‘İşittik, isyan ettik.’ demişlerdi.” Bir görüşe göre onlar şöyle demişlerdir: Sözünü işittik, emrine isyan ettik. İmam Mâtürîdî şöyle der: Onların “isyan ettik” şeklindeki sözleri “işittik” şeklindeki sözlerinin hemen akabinde söylenmiş değildir. Aksine ondan bir süre sonra söylenmiştir, çünkü onlar, içerisinde ağır hükümler bulunduğu için Tevrat’ı kabul etmeyince Allah Tûr dağını üzerlerine kaldırmış, onlar da korkudan kabul etmiş ve “İşittik ve itaat ettik.” [ el-Mâide 5/7] demişlerdi. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1127 ِ ُ̄ ¹َن﴾ أي واijđĄن اđĤ×אدة ĹĘ óĻĔ ıđĄijĨא، وïĜ ĭèóüאه ēĥÖÉÖ ªY’َ ْcُ²َْ وįĤijĜ:﴿ َوا ﴾Y³َÁَْ َل َ» ِ {²ُْ ٓY ا ¯َ ِ \ ±ُ ®ِQُْ ¹ُا ² ªYَ ¢﴿ :אıĥ×Ĝ ĹÝĤا ÙĺŴا ĹĘ ħıĤijĜ اñıÖ ƫ د ُ ó َ ĺ .مïĝÜ אĩĻĘ اñİ īĨ أي أħÝĬ Ĩ×ijĥĉن ĹĘ ñİه اijĐïĤى. ُ ijاۜ đَ اĩø ْ َ ƪ ٍة و ijĝُÖِ ْ َ ُאכħ ĭ ْ א ٰاَĻÜ َٓ Ĩ واñُìُ َۜ اijĉĤر ƫ ُ ħכُĜَ ْ َא َijĘ ĭ ْ đĘَ َ َر ْ و ħכُĜאَ áĻَ Ĩ۪ אĬَñْìَ اَ ذْ اِ َ -٩٣ و ٓį۪ Öِ ْ ُ ُכħ óُ Ĩْ Éَ َ א ĺ ĩ َ ùْ ÑÖِ ģْ Ĝُ ْۜ ħİِóِęْכُ Öِ ģَ åْ đِĤاْ ُ ħıِÖijِ ĥُĜُ ĹĘ۪ اijُ Öóِüْ اُ َ َא و ĭ ْ Ļāَ Đَ َ َא و ĭ ْ đĩِøَ اijĤאُ Ĝَ īĻ َ ĭ۪ĨِËْ ُ Ĩ ْ ħُ Ýْ ْ ِا ْن ُכĭ َ ُאĬ ُכħ ۪اĩĺ óĨ ïĜ ﴾ةٍَ ¹ّ£ُ ِ \ ْ¦Yُ ³َÁَْ bٰ ا Yٓ®َ واwُ rُ ۜ ُ ¹َر َ ُ§ ُ ّ اª َ ُ§ ْ َوَرžَ ³َْY ¢¹ْžَ ¢YgÁَ ®۪ Yَ ²wْ rَ َ ِ ْذ ا وįĤijĜ:﴿ َوا ßĺïèو ÙĨïĝÝĩĤا ÙĺŴا ĹĘ ģåđĤا ħıÜאد×Đ ßĺïè אدĐأ אĩĬإ ħà .אتĩĥכĤا هñİ óĻùęÜ أñì اáĻĩĤאق ورďĘ اijĉĤر ĹĘ ñİه اÙĺŴ ďĨ أن اÙāĝĤ واïèة واijùĤرة واïèة وïĜ Yَ ²¹ْŸََ َ ّ fُ﴿ ١ ذכĩİóא óĨة؛ Ŷن ذכĩİóא ĩĻĘא ïĝÜم כאن īĨ ïđÜاد اħđĭĤ؛ įĬÍĘ Ĝאل: ،ةóĝ×Ĥا﴾ [µُcُ¯َ nْ رَوَ ْ§ ُ Áَْ «َ ِٰ Ãا ّ© ُ‹ْ žَ Êَ¹َْ َ ³ْ ُ§ ْ﴾ [اĤ×óĝة، ٥٢/٢] وĜאل ĹĘ رďĘ اijĉĤر: ﴿žَ» واï×Đ ïĜ ħİو ħıĻĥĐ لõĬأ אĩÖ אنĩĺŸا ħİاijĐد ĹĘ ħıĤ אíĻÖijÜ אĭıİ אĩİóوذכ] ٦٤/٢ اģåđĤ وردوا اáĻĩĤאق، وħĤ ñĺכó ĩİïđÖא ijęĐا وź åĬאة. َ Ž۪ ُÁ¹ا﴾ ۜ﴾ أي ĩøאع Ĝ×ijل وĈאÙĐ، Ĝאل đÜאĵĤ:﴿ َو ْا~ َ̄ ¹ُا َوا وįĤijĜ:﴿ َو ْا~ َ̄ ¹ُا َ َْ̄ ُ ¹َن﴾ [اęĬŶאل، ٢١/٨] À Êَ ْ ¶ُوَ Y³َْ ¯ِ ~َ ا¹ُ ªYَ ¢ ±À َ w۪ َّ ¹ُا َ¦ªY ²¹§ُ َ [اĕÝĤאīÖ، ١٦/٦٤ [وĜאل: ﴿َوَÊ b .įÖ نijĥĩđĺ źو نijĥ×ĝĺ ź أي ¹ُا َ~ ِ̄ ³َْY َوَ ْ‡َÁ³َY ﴾ģĻĜ: ĜאijĤا: ĭđĩøא ĤijĜכ وĭĻāĐא أóĨك. ªYَ وįĤijĜ:﴿ ¢ :ħıĤijĜ óàإ ĵĥĐ īכĺ ħĤ ﴾Y³َÁْ‡َ َوَ ﴿ħıĤijĜ» :ųا Ʃ وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ďĘر ïÐاïýĤا īĨ אıĻĘ אĩĤ راةijÝĤا لij×Ĝ اijÖأ אĩĤ ħıĬŶ אت؛ĜوÉÖ هïđÖ īכĤ ﴾Y³َْ ¯ِ ~َ ﴿ ۘ﴾ [اĩĤאïÐة، ٧/٥]، Y³َْ Žَ َ واَ Y³َْ ¯ِ ~َ ﴿ :اijĤאĜو אĘijì אİijĥ×ĝĘ ħıĜijĘ ģ×åĤا] Ʃ اų] ١٥٧ب ١ ط + Ùĩà. ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1128 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Dağ yerine konulup onlar iman ettikten sonra da “İsyan ettik.” dediler. Bu tıpkı “Sonra yüz çevirdiniz.” [ el-Bakara 2/62] ifadesi gibidir, zira yüz çevirmeleri bir süre sonra gerçekleşmiştir.1 Bir görüşe göre “işittik” ifade, “isyan ettik” ise muameledir. Bu tıpkı “Müşriklerin kendi kâfirlikleri konusunda kendileri aleyhinde şahitlik ederken Allah’ın mescitlerini imar etmeleri söz konusu değildir.” [ et-Tevbe 9/17] âyetindeki ifade gibidir, buradaki şahitlik sözlü değil, fiili bir şahitliktir. Bir görüşe göre ataları “işittik” demiş, evlâtları ise “isyan ettik” demiştir. İsyanlarının uğursuzluğundan dolayı da o buzağının sevgisi kalplerine yerleşmiş ve orada öylece kalmıştır. Bu, “buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti.” ifadesidir. Burada kullanılan üşribe (içirildi) fiili üşribe’s-sıbgu fi’s-sevbi ve şürribe fîhi (Boya kumaşa yedirildi) ifadelerinde olduğu üzere, bir şeye iyice yerleşmek, onda yer tutmak anlamında kullanılır. Yine burada bir gizli ifade de vardır ki o da “sevgi” kelimesidir. Aynı kullanım “İçinde bulunduğumuz köye ve geldiğimiz kervana sor.” [Yûsuf 12/82] âyetinde de vardır. Âyet başkalarının onlara buzağıyı sevdirdiğini değil, buzağı sevgisinin onların kalplerine kendi fiilleri sonucunda yerleşmiş olduğunu ifade eder. Bu tıpkı “Düşünce beni türlü yerlere götürüyor.” ifadesi gibidir. Benzer şekilde Allah Teâlâ da “Mallarınız sizi oyalamasın.” [el-Münâfikūn 63/9] ve “Dünya hayatı sizi aldattı.” [ el-Câsiye 45/35] buyurmuştur. Burada Allah’ın bunu onların kalplerine yerleştirdiğini söylemek de mümkündür ki bu, yaratmanın Allah’tan olduğunu ifade etmek anlamına gelir. “İnkârları yüzünden” ifadesi ise onlara ait fiil ve seçimlerin bulunduğunu onaylamaktır. Bu da Ehl-i sünnet ve’l-cemâat mezhebinin delilidir. “De ki: İmanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!” Bu ifade, bu kimselerin Tevrat’a iman ettiklerine dair iddialarının reddidir ve “Eğer iddia ettiğiniz gibi müminseniz ve imanınız size peygamberleri öldürmeyi, buzağıya tapınmayı, sözü bozmayı ve Muhammed aleyhisselâmı yalanlamayı emrediyorsa, o zaman imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür!” 1 Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 179-180. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1129 وכאن] ٦٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ْcُÁْ َّ ª¹ََ b َ ّ fُ﴿ :įĤijĝכ ijİو﴾ Y³َÁْ‡َ َوَ ﴿:اijĤאĜ اijĭĨوآ ģ×åĤا ģĺزا אĩĥĘ ١ اĹĤijÝĤ ïđÖ ذĤכ ÉÖوĜאت». ±Áَ ¦۪ ِ yƒْ ¯ُ ْ «ِ ª نYَ ¦َ Y®َ﴿ :įĤijĝכ ijİو ،ÙĥĨאđĨ ﴾Y³َÁْ‡َ وَ﴿ و אرة×Đ ﴾Y³َْ ¯ِ ~َ ا¹ُ ªYَ وģĻĜ:﴿ ¢ ź ģđĘ אدةıü Ĺİو] ١٧/٩ ،ÙÖijÝĤا﴾ [ِۜ yŸْ§ُ ْ ªYِ \ ْ·ِِ Ÿُ ²َْ « ا ٰٓ «َ ±À َ u۪ ¶Yِ ‚َ ِٰ Ãا ّ uَ jY ِ َ ®َ واyُ ¯ُ ْ َ َ ْن À ا ıüאدة ijĜل. وģĻĜ: Ĝאل آÖאؤħİ ĭđĩøא وĜאل أĭÖאؤħİ ĭĻāĐא، وËýÖم ĻāĐאħıĬ ĩÜכī Õè ذĤכ َ بóِüْ ُ ْ ِ ْkَ ﴾©ĝĺאل: “أ ِِ·ُ اª ِ ُ\¹ا ž۪¿ ُ¢ُ»¹\ y‚ْ ُ واَ ﴿:įĤijĜ ijİو ،لõĺ ħĥĘ ħıÖijĥĜ ĹĘ ģåđĤا ĹĘ אĩכ ģåđĤا Õè ijİو ،óĩąĨ אĭıİو .īכĩÜ أي” įĻĘ َ ِب ّ ُ ĹĘ اijáĤب، ُوóü ēْ × ِ ّ اāĤ ëøر :لijĝĺ .[٨٢/١٢ ،ėøijĺ] ﴾Y³َ ْ «]َ ْ ¢َ ۪cٓ ¿ا َّ ªا yÁَ ۪ ْ ªواَ Y·Áَ ž۪ Yَ ³ّ¦ُ ¿c۪ َّ ََ_ اª Àyْ£َ ْ ٢ ﴿َو ْ~َٔـِ© اª :įĤijĜ Õİñĺ” :אلĝĺ אĩכ اñİو .ħıÖ כĤذ ģđĘ ħİóĻĔ أن ź ؛ħıĥđęÖ ħıÖijĥĜ ĹĘ ģåđĤا Õè ƫ ُ ُ§ ْ﴾ [اĭĩĤאijĝĘن، ٩/٦٣] وĜאل đÜאĵĤ: َ ْR¹َاª ِ· ُ§ ْ ا ْ «bُ Êَ﴿ :ĵĤאđÜ אلĜو .”ÕİñĨ ģכ ٤ ُ ٣ اęĤכó ĹÖ ۚ﴾ [اåĤאÙĻà، ٣٥/٤٥[. YÁَ²ْ ُ uªا ّ ة¹ُ Áٰ oَ ْ ªا ُ§ ُ bَْ ﴿َوšَ ّy ،ĵĤאđÜ ųا Ʃ īĨ ěĻĥíÝĤا אت×àإ ijİو ،כĤذ ħıÖijĥĜ ĹĘ بóüأ ĵĤאđÜ ُ ųا Ʃ وijåĺزأن ĝĺאل: ٥ اÙĭùĤ واĩåĤאÙĐ. ÕİñĨ ģĻĤد ijİو ،ħİאرĻÝìوا ħıĥđĘ אت×àإ ijİ ﴾ۜ ْ ¶ِ ِ yŸْ§ُ ِ وįĤijĜ:\﴿ אĨ ءźËİ ĵĥĐ رد ijİو﴾ ±Áَ ³۪®ِQْ®ُ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ ُ ُ§ ْ ا ²Y¯Àَ ا۪ ٓµ۪ ِ \ ْ¦ُyُ®ُ ْ Oَ À Y¯ََ ْ ِئ وįĤijĜ:﴿ ¢ُ ْ\ © ģÝĝÖ ħכóĨÉĺ ħכĬאĩĺوإ نijĩĐõÜ אĩכ īĻĭĨËĨ ħÝĭכ إن ٦ ادijĐه أħıĬ ijĭĨËĨن ÖאijÝĤراة،ĭđĨאه: įÖ ħכóĨÉĺ אĩùÑ×Ę ،مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ÕĺñכÜو אقáĻĩĤا ăĝĬو ģåđĤا אدة×Đو אءĻ×ĬŶا إĩĺאĬכħ. ١ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٨٠-١٧٩/١ ģåđĤا Õè ijİو óĩąĨ אĭıİو īכĩÜ أي įĻĘ بóüو بijáĤا ĹĘ ē×āĤا بóüأ אلĝĺ ﴾©َkْ ِ ْ ِِ·ُ اª ِ ُ\¹ا ž۪¿ ُ¢ُ»¹\ y‚ْ ُ ٢ م - ﴿َوا .ûĨאİ çĀ ،įĤijĜ ĹĘ אĩכ ٣ ح - ĹÖ. ٤ ح: ĹĘ اęĤכó؛ ر: اùđĤכó. ٥ ر + أģİ. ٦ ح: وĭđĨאه. ٥ ١٠ ١٥ 1130 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Mukātil şöyle demiştir: “Yani eğer buzağıya tapınma sevgisi yaratıcınıza olan sevginize denk ise o zaman kula inkârı emreden bir iman ne kötü bir imandır!”1 Hakikatte bu iman değildir, çünkü iman insana inkârı değil, aksine iyilik ve itaati emreder. Sonra emretme fiilinin imana atfedilmesi mecazdır ve mânası da sebep olmak yoluyla irşad ve delâlettir. Bunun benzeri “Muhakkak namaz kötülükten ve fuhşiyattan alıkoyar.” [ el-Ankebût 29/45] âyetinde vardır, çünkü burada namazın kötülük ve fuhşiyata son vermeye sebep olduğu kastedilmektedir. Süddî ve İbn Cüreyc şöyle demişlerdir: Hz. Mûsâ kavmine döndüğü zaman buzağıyı aldı ve onu bir törpü (soğuk demir) ile parçaladı, sonra da denize saçtı. O günden beri ondan bir parça taşımayan bir nehir kalmamıştır. Sonra onlara “Bu nehirden için.” dedi, onlar da içtiler. Buzağıyı sevenlerin bıyıklarından altın çıktı. İşte bunlar ağızları ile kendilerine su içirilen, kalplerine ise buzağı sevgisi içirilen kimselerdi. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Onlardan buzağıya tapınmaktan tövbe etmeyen ve Allah’tan gelen Tevrat’ı kabul etmeyen bir grup kalmıştı, işte kalplerinde buzağı sevgisi kalanlar bunlardı ve Allah Teâlâ’nın “Buzağıyı ilâh edinenlere muhakkak Rablerinden bir gazap erişecektir.” [ el-A‘râf 7/152] âyetinde kastettiği kimseler de bunlardı. Allah Teâlâ bu âyetlerde onların fasit fiil ve sözlerini ortaya çıkarmış, sonrasında ise onların fasit arzularını, emellerini reddetmiştir. Nitekim onlar “ Yahudi ya da Hıristiyan olandan başkası asla cennete girmeyecektir.” [ el-Bakara 2/111] ve “Bizler Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız.” [ el-Mâide 5/18] demişlerdir. Bunun reddi, ardındakilerinden de reddini içerir ki bu da şu âyette zikredilir: 94. De ki: Şayet âhiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin! [ el-Bakara 2/94] 1 Bkz. Mukātil b. Süleymân, Tefsîr, 1: 124. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1131 אنĩĺŸا÷ Ñ×Ę ħכĝĤאì Õè لïđĺ ģåđĤا אدة×Đ Õè ١ وĜאل ĝĨאģÜ:» أي إن כאن ،óęכĤאÖ óĨÉĺ ź אنĩĺŸا نÍĘ אن؛ĩĺÍÖ ÷ĻĤ اñİ أن įÝĝĻĝèو ٢ ،«óęכĤאÖ ï×đĤا óĨÉĺ אنĩĺإ ٌ وإĩĬא óĨÉĺ ÖאóĻíĤ واĉĤאÙĐ. ħà إĄאÙĘ اóĨŶ إĵĤ اĩĺŸאن åĨאز، وĭđĨאه اÙĤźïĤ واŸرüאد ِۜ﴾ [اĭđĤכ×ijت، y§َ ³ْ¯ُ ْ ªواَ ءYِ ƒَٓ oْ Ÿَ ْ ٰ³َْ·« ±َِ اª ٰ ¹َة b َ ّ اªَ‡« ِ ّن ا ﴿:įĤijĝכ ijİو ،ÕĻ×ùÝĤا ěĺóĉÖ ٣ ĩıĭĐא. אءıÝĬŻĤ Õ×ø Ĺİ أي] ٤٥/٢٩ ،دó×ĩĤאÖ įĜّ óíĘ ģåđĤا ñìأ įĨijĜ ĵĤإ ĵøijĨ ďäر אĩĤ :ãĺóä īÖوا يïùĤا אلĜو ،اijÖóüا :ħıĤ אلĜ ħà ،ءĹü įĭĨ įĻĘ ďĜو źإ ñÑĨijĺ يóåĺ óıĬ ě×ĺ ħĥĘ ،ħĻĤا ĹĘ اه ƪ ħà ذر ٤ اÕİñĤ، źËıĘء ijÖóüا اĩĤאء ijĘÉÖاħıİ įÖאرü īĐ جóì į×éĺ כאن īĩĘ ،įĭĨ اijÖóýĘ .ħıÖijĥĜ ĹĘ ģåđĤا Õè ƫ بóüُ وأ אĨ اijĥ×ĝĺ ħĤو ģåđĤا ħıÜאد×Đ īĨ اijÖijÝĺ ħĤ ÙęÐאĈ ħıĭĨ ĹĝÖ כאن :īùéĤا אلĜو אلĜ īĺñĤا ħİو ،ħıÖijĥĜ ĹĘ ģåđĤا Õè ĹĝÖ īĺñĤا ħıĘ ٥ ،راةijÝĤا īĨ ųا Ʃ īĐ אءä ] ِR ±ْ َرِّ\ِ·ْ﴾ اÙĺŴ،] اóĐŶاف، ١٥٢/٧] ٌ ‹َ šَ ْ·ُُ ªY³َÁَ~َ ©َkْ ِ ْ ªا واwُ sَ َ bاّ ±À َ w۪ َّ َ اª ِ ّن đÜאĵĤ:﴿ ا īĨ ٧ ٦ Ĩא כאن ħıĤ هïđÖ אĩĻĘ رد ħà ةïøאęĤا ħıĤاijĜوأ ħıĤאđĘ אتĺŴا هñİ ĹĘ ųا Ʃ óıČأ َ ‡َ ٰYر ۜى﴾ [اĤ×óĝة، َْو ² َ َR ±ْ َ¦ َYن ُ¶ ¹ًدا ا Êِّ َ َ_ ا ³ّkَ ْ ªا© َrُ uْ َ À ±ْ َ اĩĈŶאع اęĤאïøة؛ ħıĬÍĘ ĜאijĤا: ﴿ ª ijİو ،هïđÖ אĨ ƫ ۜ﴾ [اĩĤאïÐة، ١٨/٥] وĹĘ رد ñİا رد ُ۬ه َٓ ُYؤ ]ّnِ َ ْ\ٓ³َ ُYء ّ اà ِٰ َوا َ َ ْo ±ُ ا ١١١/٢] وĜאijĤا: ﴿² :ĵĤאđÜ įĤijĜ ُ ا ijƪ ĭ َ ĩَ ÝĘَ אس ِ ƪ ُ ِون اĭĤ د īْ Ĩِ Ùًāَ Ĥאِ ìَ ųا ِƩ ïَ ْ َ ُة ِĭĐ óìِ źا ٰ ْ ُ اïĤار ƪ ُ ħכُ Ĥَ Ûْ Ĭאَ כَ نْ اِ ģْ Ĝُ -٩٤ īĻ َ Ĝ۪אدِ Āَ ْ ħُ Ýْ ْ َت ِا ْن ُכĭ ij َ ْاĩĤ ١ ر: כאÛĬ. .١٢٤/١ ،אنĩĻĥø īÖ ģÜאĝĨ óĻùęÜ :óčĬا ٢ ٣ ط: اıÝĬźאء. .įÖאرü ĵĥĐ :ح ٤ .çĀ ،ÙÖijÝĤا īĨ :ط ûĨאİ ĹĘ ٥ ٦ ط ر: ïđÖ. ٧ ح ر + ďĨ ذĤכ؛ ط: ďĨ ħĥĐ ذĤכ. ٥ ١٠ ١٥ 1132 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “De ki: Şayet âhiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse” Yani Ey Muhammed! Onlara de ki: Eğer Allah katında âhiret diyarı, yani cennet sadece size mahsus ise... Burada hâliseten kelimesi “mahsus” anlamına gelir. Hulûs saflık demek olup dehale babından türer. İhlâs gönlün, sözün ve amelin Allah için saf hâle getirilmesidir. Bir şeyi istihlâs etmek demek, kişinin onu kendisi için seçip alması demektir. Tehlîsu’l-mümtehan “darda kalanı darlıktan kurtarıp arındırmak” demektir. Hâliseten kelimesi kânet (idi) fiilinin haberi olduğu için mansubdur. Leküm (sizin için) ifadesinin haber, dâr (yurt) kelimesinin isim, hâliseten kelimesinin de kat‘ kaidesi gereği mansub olması da mümkündür. Ayrıca hâliseten kelimesinin el-âfiye, el-hâibe, el-bâkiye kelimeleri gibi mastar olması da mümkündür, bu durumda anlamı “safça” şeklinde olur. “Diğer insanlara değil de” Yani “ Muhammed aleyhisselâm ve ashabında değil de” demektir. Buradaki dûne kelimesi ihtisas için kullanılır, örneğin hâzâ lî dûne’n-nâs (Bu şey başka insanların değil, benimdir) denilir ki bu durumda “Bana özeldir.” mânası kastedilir. “Haydi, ölümü temenni edin!” Yani isteyin. Abdullah b. Abbas bunun “Ölümü isteyin.” mânasında olduğunu söylemiştir. Bir diğer rivayette ise onun, “Hangi grup yalancı ise onun ölümü için dua edin.” mânasında olduğunu söylediği nakledilir. Katâde, Ebü’l-Âliye ve Rebî‘ şöyle demişlerdir: Kendiniz için ölümü temenni edin. “Bu iddianızda doğru iseniz” Allah’ın oğlu, onun sevgili kulları ve cennetin kendilerine tahsis edilmiş olduğu kimseler olduğunuz konusunda doğru söylüyorsanız… İlim ehlinin çoğunluğu ifadenin bu mânaya geldiği görüşündedir. Bunun izahı şöyledir: Eğer Allah katında bu konuma sahipseniz ve sizden başkası cennete giremeyecekse o zaman o cennete ulaşmak için ölümü dileyin, çünkü bu niteliklere sahip olan kimse Allah’a kavuşmaktan çekinmez, aksine bir an önce ilâhî ikramlara ulaşmak için acele eder. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1133 אĺ ħıĤ ģĜ أي﴾ سY ِ َ ِ ً‡َ_ ِR ±ْ ُد ِون ّ اª³ ªYrَ ِٰ Ãا ّ uَ³ْ ِ ةُyَrِ Êا ٰ ْ ارُ َ َ ُ§ ُ ّ اuª ª aْ َ ِ ْن َ¦Y² ﴿¢ُ ْ© ا صijĥíĤوا .ÙĻĘאĀ أي ،ħכĤ ÙāĤאì ųا Ʃ ïĩéĨ، إن כאÛĬ اïĤار اóìŴة وĹİ اÙĭåĤ ïĭĐ ų، واŻíÝøص Ʃ ģĩđĤوا لijĝĤوا óùĤاÙĻęāÜصŻìŸوا .ģَìَ َ ] اijęāĤةīĨ ّïè د أ ١٥٨] .ÙĭéĩĤا īĐ įÝĻęāÜ īéÝĩĩĤا ÿĻĥíÜو ،įùęĭĤ אؤهęāÝøا ءĹýĤا اó×ì ﴾ُ §ُ َ ١ وijåĺز أن ĺכijن įĤijĜ:﴿ ª ،﴾aْ َ ²Y¦َ﴿ ó×ì įĬŶ ؛ ٌ ÕāĬ ﴾_ً‡َ ِ و﴿ َªYr ٢ ِ ً‡َ_﴾ ïāĨرا ِ ً‡َ_﴾ āĬ×א ĵĥĐ اďĉĝĤ، وijåĺز أن ĺכijن ﴿ َªYr َ ُار﴾ اĩøא و﴿ َªYr و﴿ ّ اuª ٤ أي ĵĥĐ اijĥíĤص. ٣ واĤ×אÙĻĜ، وĭđĨאه: Āijĥìא Ù×ÐאíĤوا ÙĻĘאđĤכא َ ِ Yس﴾ اي īĨ دون ïĩéĨ وأéĀאįÖ. وģĩđÝùÜ ñİه اÙčęĥĤ وįĤijĜ:﴿ ِ ®±ْ ُد ِون ّ اª³ ٥ āÝìŻĤאص، ĝĺאل: “ñİا ĹĤ īĨ دون اĭĤאس” أي أĬא ÿÝíĨ įÖ. ْ َ̄¹ْ َت﴾ أي ijıýÜه، Ĝאل اīÖ Đ×אس Ġ: أي ĘאijĤÉøا اijĩĤت. وĹĘ ¹َُا اª ³ّ¯َcَžَ﴿ :įĤijĜو رواÙĺ Ĝאل: ĘאدijĐا ÖאijĩĤت Ŷي اīĻĝĺóęĤ כאن أכñب. وĜאل ÝĜאدة وأijÖ اđĤאÙĻĤ واďĻÖóĤ ƻ: ijĭĩÝĘا اijĩĤت ùęĬŶכħ. óáوأכ .ÙĭåĤאÖ אصāÝìźوا Ù×éĩĤوا ِ ة ƪ ijُ ĭ ُ ×Ĥا ىijĐد ĹĘ ﴾±Áَ ¢۪دYِ †َ ْcُ³ْ¦ُ نْ ِ وįĤijĜ:﴿ ا ħכóĻĔ ģìïĺ źو ÙĤõĭĩĤا هñİ ųا Ʃ ïĭĐ ħכĤ ÛĬכא إن :įıäوو .اñİ ĵĥĐ ħĥđĤا ģİأ ųا Ʃ אءĝĤ هóכĺ ź ÙęāĤا هñİ ĵĥĐ כאن īĨ نŶ א؛ıĻĤإ واóĻāÝĤ تijĩĤا اijĭĩÝĘ ،ÙĭåĤا .įÝĨاóכ ĵĤإ ģåđÝĤا ĵĥĐ ٦ صóéĺ ģÖ ĵĤאđÜ ١ ح: כאن. ٢ م: ïāĨر. ٣ ح ط ر: واíĤאÙĭÐ. ٤ ر: ěĥì ĀאĻĘא. ٥ ر - įÖ. ٦ ر: ăĺóéÜ. ٥ ١٠ ١٥ 1134 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Eğer, “Bütün müminler, cennetin sadece müminler için olduğu ve başkasının cennete giremeyeceği konusunda görüş birliği içindedir, ama yine de onlardan hiçbiri, kendisine ‘Haydi, ölümü temenni et!’ denilecek olsa bunu temenni etmez. O hâlde aynı şey nasıl olur da Yahudilere karşı delil olarak kullanılabilir?” derlerse şöyle deriz: Müminler Allah katında Yahudilerin kendileri için iddia ettikleri mertebe ve üstünlük sahibi olduklarını iddia etmezler. Çünkü Yahudiler kendilerinin Allah’ın oğulları ve sevgili kulları olduklarını ve cennetin sadece kendilerine mahsus olduğunu iddia etmişlerdir. İnsan babasına veya sevdiğine gitmeyi kötü karşılamaz, ona vardığında kendisini cezalandıracağından, intikam alacağından korkmaz, aksine sevdiğine ulaşmayı arzular. Böyle olduğu için de bu iddiaya sahip olanlara “Bunu temenni edin!” denilir, temenni edemedikleri zaman iddialarında yalancı oldukları ortaya çıkar.1 Ayrıca Hz. Peygamber aleyhisselâm “İçinizden hiçbiri başına gelen bir musibetten dolayı ölümü temenni etmesin, fakat ‘Allah’ım! Hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm benim için hayırlı olduğunda da canımı al’ desin.”2 buyurarak ölümü temenni etmeyi yasaklamıştır. Habbâb b. Eret şöyle demiştir: Eğer Allah’ın peygamberi bizim ölüm için dua etmemizi yasaklamamış olsaydı ölüm için dua ederdim. Şair şöyle der: Kızlarım ve günahlarım olmasaydı Ölüm arzusu ile yanıp kavrulurdum Bu nedenle Yahudilere karşı bağlayıcı olan bu delil müminlere karşı kullanılamaz. İmam Mâtürîdî şöyle der: Eğer, “Yahudiler ölümü temenni edecek olsalar bu durumda kendileri için tayin edilmiş olan ecelden önce yaşamları sona ermiş olmaz mı? Allah Teâlâ “Ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” [ el-A‘râf 7/34] buyurduğu hâlde bu durumda onların ölümleri ecellerinden önce gerçekleşmiş olmaz mı?” diyecek olurlarsa kendilerine şöyle denilir: Allah Teâlâ ezelî ilminde onların ölümü temenni etmeyeceklerini bildiği için, ecellerini mevcut ecelleri olarak tayin etmiştir. 1 Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 180. 2 Buhârî, “Merdâ”, 19; Müslim, “Zikir”, 10. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1135 ÷ĻĤ ħà ،ħİóĻĔ دون īĻĭĨËĩĥĤ ÙĭåĤا أن ĵĥĐ اijđĩäأ īĻĭĨËĩĤا إن “:اijĤאĜ نÍĘ ƪ اijĩĤت، ĘכėĻ وįä اåÝèźאج ĵĥĐ اijıĻĤد īَ ĩَ Ü :įĤ ģĻĜ إذا تijĩĤا ١ ĵĭĩÝĺ ħıĭĨ ïèأ אĨ ųا Ʃ ïĭĐ Ù×ÜóĩĤوا ģąęĤا īĨ ħıùęĬŶ اijĥđåĺ ħĤ īĻĭĨËĩĤا إن “:אĭĥĜ ،“כ؟ĤñÖ Ûĥđä اijıĻĤد ذĤכ ħıùęĬŶ، ħıĬŶ ادijĐا أħıĬ أĭÖאء Ʃ اų وأè×אؤه وأن اÙĭåĤ ìאÙāĤ ģÖ ،įĻĤإ óĻāĩĤאÖ ٢ įĨאĝÝĬا אفíĺ źو į×Ļ×èو įĻÖأ ĵĥĐ ومïĝĤا هóכĺ ź אنùĬŸوا ،ħıĤ ħıÖñכ óıČ هijĭĩÝĺ ħĤ אĩĥĘ ،כĤذ اijĭĩÜ :ħıĤ ģĻĜو ٣ ijäóĺا وįĤijĀ إĵĤ اéĩĤ×ijب، ħכïèأ īĻĭĩÝĺ ź» :אلĜ تijĩĤا ĹĭĩÜ īĐ ĵıĬ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا نŶو ٤ ،ħıĺאوĐد ĹĘ إذا ĹĭĘijÜو ،ĹĤ اóĻì אةĻéĤا ÛĬכא אĨ ĹĭĻèأ ħıĥĤا :ģĝĻĤ īכĤو ،įÖ لõĬ ٍ ّ اijĩĤت óąĤ ٥ כאÛĬ اĘijĤאة óĻìا ĹĤ.“ وĜאل ì×אب īÖ اŶرت Ġ: źijĤ أن رijøل Ʃ اų įĻĥĐ اŻùĤم ıĬאĬא أن ijĐïĬا ÖאijĩĤت .įÖ تijĐïĤ ٦ وĜאل اĝĤאģÐ: َ ِ אت ĩ َ ْ ًĜא َإĵĤ اĩĤ ijüَ Ûُ ْ Öñُ Ĥَ ĹÜאِ َ Ñِ ّ Ļ َ øَ َ ِאĹÜ و ĭ َ Ö źَ ْ ijĤَ :ųا Ʃ ŻĘ ħıĨõĥĺ Ĩא õĥĺم اijıĻĤد. وĜאل اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ģđäيñĤاģäŶدوناħİóĩĐאءąĝĬכאناïĜ÷ĻĤاأijĭĩÜ ijĤ :اijĤאĜنÍĘ ħıĤ؟ وĹĘ ذĤכ ħĺïĝÜ اäŴאل īĐ اÛĜijĤ اñĤي כאن أŻä وïĜ Ĝאل đÜאĵĤ: ħĥĐ إذ :ħıĤ ģĻĜ ،[٣٤/٧ ،افóĐŶا﴾ [ن¹َR ُ uِ ْ £cَْ َ À Êَوَ_ ً Yَ ~َ ونَ yُrِ ْ Ocَْ َ À Êَ﴿ ،כĤ ħıĥäأ ģَ َ đَ ä نijĭĩÝĺ ź ħıĬأ įÝĻĤوأز įĩĥĐ ěÖאø ĹĘ ħıĭĨ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ١ م: ijĭĩÜا. ٢ ر: اĝÝĬאįĤ. ٣ ح ط ر: éĨאįÖ. ٤ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٨٠/١ ٥ ïĭùĨ أïĩè، ٤١/١٩؛ çĻéĀ اĤ×íאري، اĵĄóĩĤ، ١٩؛ çĻéĀ ħĥùĨ، اñĤכó واĐïĤאء واÙÖijÝĤ واęĕÝøźאر، .١٠ ٦ õĐاه اijĩéĤي إĵĤ ijāĭĨر īÖ إĩøאģĻĐ īÖ óĩĐ) ت. ٩١٨/٣٠٦). اóčĬ: ħåđĨ اŶدÖאء ĻĤאijĜت اijĩéĤي، .٢٧٢٤/٦ ٥ ١٠ ١٥ 1136 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Eğer onların ölümü temenni edecekleri şeklindeki bilgi Allah’ın ezelî ilminde olsaydı o zaman baştan beri ecelleri bu şekilde tayin edilmiş olurdu. Aynı durum sıla-i rahmin ömrü uzattığı şeklindeki rivayet açısından da böyledir. Orada da sıla-i rahim yapacağı ezelde bilinen kimsenin eceli ezelde uzatılmış olur. Yoksa başta eceli belirlenmiş, fakat kul hayatta iken sıla-i rahim yaptığında ecele ilâve yapılmış yahut ölümü temenni ettiği için bu önceden belirlenmiş ecel kısaltılmış değildir.1 95. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir. [ el-Bakara 2/95] “Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir.” Yani onlar asla ölümü arzulamayacaklar, onu asla istemeyeceklerdir. Burada Hz. Muhammed aleyhisselâmın risâletinin ispatı söz konusudur, çünkü onların ölümü asla istemeyeceklerini haber vermiş ve vakıa onun haber verdiği şekilde gerçekleşmiştir. Bu da Hz. Muhammed’in Allah katından bir peygamber olduğuna delâlet eder. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Allah Teâlâ âdeta İsrâiloğulları içinden Tevrat’ı okuyan ve onda Hz. Muhammed aleyhisselâmın Allah katından gönderilmiş bir peygamber olduğuna dair bilgilere tanıklık eden, sonra da onu inkâr eden herkesin, ölümü temenni etmeleri hâlinde derhal öleceğine kesin olarak hükmetmiştir. Bir rivayette Abdullah b. Abbas’ın şöyle dediği nakledilir: Eğer onlar ölümü temenni edecek olsalardı ölüm hemen boğazlarına dolanırdı ve topluca ölürlerdi. Kaffâl şöyle demiştir: Bu durum sadece iki ihtimal içerir: Ya Hz. Peygamber aleyhisselâmın doğru söylediğini ve ölümü temenni ettikleri takdirde öleceklerini biliyorlardı ki bu durum onların Hz. Peygamber’in nübüvvetini bildikleri, fakat inat ettikleri anlamına gelen bir delil teşkil eder, ya da bunu bilmiyorlardı da Allah onları böyle bir temennide bulunmaktan menetti, böyle bir temenniyi kalplerinden izale edecek şeyi onlarda yarattı ki bunda da yine Hz. Peygamber aleyhisselâmın doğruluğu beyân edilmektedir. Çünkü böyle bir şey âdetin dışındadır (mûcizedir), Allah bunu ancak bir nebînin nübüvvetine delâlet eden bir mûcize olarak yapar. 1 Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 181. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1137 ĹĘ כĤذ ħıĥäأ ģđåĺ כאنĤ تijĩĤا نijĭĩÝĺ ħıĬأ ħıĭĨ ħĥĐ ijĤو ١ ĩĻĘא روي أن ÙĥĀ اħèóĤ ïĺõÜ ĹĘ اóĩđĤ أįĬ כĤñכ اïÝÖźاء، وכñا ñİا ïĺõĺ į َ ĩèِ َ ر ģĀو إذا ħà ÛĜو ĵĤإ įĥäأ ģđåĺ أن ź ،اءïÝÖźا ĹĘ ģđęĺ ٢ .įĤ وبóąĩĤا ģäŶا īĐ تijĩĤا ĵĭĩÝÖ ÿĝĭĺ أو ģäŶا כĤذ ĵĥĐ īĻ َ ĩ۪ Ĥאِ čĤא ƪ Öِ ٌ ħĻĥ۪Đَ ųا ُƩ َ ْۜ و ħıĺِ ï۪ ْ ĺاَ Ûْ َ َ א َĨïƪĜ ĩÖِ اïً َ ُ َاÖ ْ ه ijƪ ĭ َ ĩَ Ý َ ĺ īْ Ĥَ َ -٩٥ و ٣ اijĩĤت أïÖا وīĤ اijıýÝĺ īĤ أي﴾ aْ ®َ َ uّ َ ¢ Y¯َ ِ َ ًuا \ \َ ُ¹َْه ا ³ّ¯َcََ À ±ْ َ ] ﴿َوª وįĤijĜ:] ١٥٨ب هijĭĩÝĺ īĤ ħıĬأ ó×ìأ įĬأ مŻùĤا ħıĻĥĐ ųا Ʃ لijøر ïĩéĨ ÙĤאøر אت×àإ ٤ ijĤÉùĺه. وįĻĘ .ųا Ʃ أïÖا، Ęכאن כĩא Ĝאل، ïĘل أįĬ īĨ ïĭĐ راةijÝĤا أóĜ īĩĨ ģĻÐاóøإ ĹĭÖ īĨ ïèأ ĵĭĩÝĺ ź įĬأ ħÝè ųا Ʃ نÉכ :ġ אس×Đ īÖا אلĜ :אلĜ Ùĺروا ĹĘو .įÝĐאø īĨ אتĨ źإ אıĻĘ אĩÖ óęכ ħà ųا Ʃ ïĭĐ īĨ אıĬوأ אıĻĘ אĩÖ ïıüو .אđĻĩä اijÜאĨو įÖ اijĜُóِýَ Ĥَ تijĩĤا اijĭĩÜ ijĤ وĜאل اęĝĤאل: ħĤ ģíĺ ذĤכ īĨ أïè أīĺóĨ: إĨא أن ijĩĥĐا įĜïĀ وأħıĬ ijĤ ijĭĩÜه ħĤ ijĥıĩĺا وĨאijÜا، وĹĘ ذĤכ دģĻĤ أħıĬ ijĘóĐا Ĭ×įÜij đĘאïĬوه، وإĨא أن ħĤ ijĩĥđĺا ذĤכ ،ħıÖijĥĜ īĐ įĻĭĩÜ أزال אĨ ħıĻĘ ثïèوأ įĭĐ ħıĘóĀو ĹĭĩÝĤا هñİ īĐ ųا Ʃ وħıđĭĨ ةõåđĨ ادóĺŸ źإ ųا Ʃ įĥđęĺ ź ،אداتđĤا īĐ אرجì óĨأ اñİ نŶ ؛įĜïĀ אنĻÖ כĤذ ĹĘو .Ĺ×Ĭ ةij×Ĭ ĵĥĐ لïÜ .ħĥøو įĻĥĐ ųا ĵĥĀ אلĜ :ر ١ ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٨١/١ ٣ ر: ijıÝýĺا. ٤ ر: įĻĘ. ٥ ١٠ ١٥ 1138 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri [ Abdullah b. Ömer’in azatlı kölesi] Nâfi’nin şöyle dediği nakledilir: Bir gün bir Yahudi bizim yanımıza oturdu ve bizimle tartışmaya girdi, bize, “Sizin kitabınızda ‘Haydi, ölümü temenni edin!’ [ el-Bakara 2/94] deniliyor. İşte ben ölümü temenni ediyorum, pekiyi neden ölmüyorum?” dedi. Abdullah b. Ömer bunu duydu ve derhal evine girdi, kılıcı alıp dışarı çıktı. Yahudi onu görür görmez kaçıverdi. Abdullah b. Ömer ise şöyle dedi: Allah’a yemin olsun ki yakalasaydım boynunu vuracaktım. Bu adam, bu âyetin bütün zamanlardaki Yahudiler için olduğunu vehmediyor, oysa bu âyet Hz. Peygamber aleyhisselâmın nübüvvetini bilip anladıktan sonra bile bile onu inkâr eden ve inatlarını sürdüren kimselerden söz etmektedir. Eğer, “Temenni kalp ile olur ve onların temenni edip etmedikleri bizim için görünür değildir?” derlerse şöyle deriz: Bu söz onlara karşı bir delil olarak zikredilmiş ve kendilerinden ölüm temennisini dilleri ile açığa vurmaları istenmiştir. Örneğin bir kimse karısına “Boşanmayı istemen ya da dilemen hâlinde sen boşsun.” diyecek olsa, boşanmayı gizli düşünceye değil, açık bildirime bağlamış olur. Âyette geçen len (hiçbir zaman) ifadesi devamlılık bildirir. Sonra onların ateşe girdikleri zaman ölümü temenni edeceklerini ve “Ey Mâlik! Artık Rabbin canımızı alsın.” [ ez-Zuhruf 43/77], “Ah keşke bitirici olsaydı.” [ el-Hâkka 69/27] -yani ölüm gerçekleşseydi- diyeceklerini haber vermektedir. Fakat biz bu âyette geçen len (hiçbir zaman) ifadesinin sadece dünyada devamlılık anlamına geldiğini söyleriz ki aynı ifadenin benzer kullanımı “Beni asla göremezsin.” [ el-A‘râf 7/143] âyetinde bulunmaktadır. “Kendi elleriyle önceden yaptıkları sebebiyle” Yani kendi yaptıkları sebebiyle. Araplar insanların yaptığı fiilleri, bu fiiller çoğunlukla iki el ile yapıldığı için el uzvuna nispet ederler. Kur’ân da onların dil kullanımları esas alınarak indirilmiştir. Hak Teâlâ “İşte bu, senin ellerinin yaptığından dolayıdır.” [ el-Hacc 22/10], “İşte bu, sizin ellerinizin yaptığından dolayıdır.” [ el-Enfâl 8/51] buyurur. Arap deyişlerinden biri yedâke evketâ ve fûke nefeha “Ağzın üfledi, ellerin bağladı [yani tüm kabahat sende!]”1 şeklindedir. 1 Anlatıldığına göre adamın biri bir nehri geçmek için bir tulumu şişirir ve ağzını çok sıkı bağlamadan üzerine binip onunla nehri geçmek ister. Nehrin ortasına geldiğinde tulumun bağı çözülür ve havası iner. Adam ölmek üzereyken kıyıdaki birinden yardım ister, fakat kıyıdaki kendin ettin kendin buldun anlamında “Ağzın üfledi, ellerin bağladı.” der. Bkz. Zemahşerî, el-Müstaksâ fî Emsâli’l-Arab, 2: 410. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1139 ħכÖאÝכ ĹĘ إن “:אلĝĘ אĭĩĀאíÜ ديijıĺ אĭĻĤإ÷ ĥä :אلĜ Ġ ďĘאĬ īĐو ْ َ̄¹ْ َت﴾ [اĤ×óĝة، ٩٤/٢] وأĬא ذا أĵĭĩÜ اijĩĤت، ĩĘאĹĤ ź أijĨت؟”، ďĩùĘ ¹َُا اª ³ّ¯َcَžَ﴿ ،رآه īĻè ديijıĻĤا óęĘ ،جóì ħà ėĻùĤا ñìÉĘ įÝĻÖ ģìïĘ ġ óĩĐ īÖا כĤذ أن ģİאåĤا اñİ ħİijÜ .įĝĭĐ ÛÖóąĤ įÝأدرכ ijĤ ųوا Ʃ אĨأ “:ġ óĩĐ īÖا אلĝĘ ١ ŶوÑĤכ اīĺñĤ כאijĬا đĺאïĬوįĬ وïéåĺون ijİ אĩĬإ ،ÛĜو ģכ ĹĘ دijıĻĥĤ اñİ .“هijĘóĐ أن ïđÖ įÜij×Ĭ ،“هijĭĩÝĺ ħĤ أو هijĭĩÜ ħıĬأ אĭĤ כĤذ óıčĺ ź ،ÕĥĝĤאÖ نijכĺ ĹĭĩÝĤا “:اijĤאĜ نÍĘ ĭĥĜא: ذכó ñİا ĵĥĐ وįä اéĩĤאÙä ÕĥĉĻĘ ħıĭĨ إıČאر اĹĭĩÝĤ ÖאùĥĤאن، כĩא إذا دون אر×ìŸאÖ ěĥđÝĺ įĬÍĘ “Û××èأ أو ÛÑü إن ěĤאĈ ÛĬأ “:įÜأóĨź ģäóĤا אلĜ :نijĤijĝĻĘ אرĭĤا ĹĘ نijĭĩÝĺ ħıĬأ óذכ ħà ،ïĻÖÉÝĥĤ اñİ ﴾±ْ َ اĩĄŸאر، وįĤijĜ:﴿ َوª aِ َ ²Y¦َ Y·َcَÁَْ ª Yَ ُ ۜ¥َ ﴾ [اóìõĤف، ٧٧/٤٣] وijĤijĝĺن: ﴿À \ّرَ Y³َÁَْ «َ ‰ِ ْ £Áَِ ª ¥ُ ِ ªY®َ Yَ À﴿ ĹĘ אĩכ ،אĻĬïĤا ĹĘ ïĻÖÉÝĥĤ اñİ ٣ ٢ ijĝĬل: ۚ﴾ [اéĤאÙĜ، ٢٧/٦٩ [أي اijĩĤت، وĤכĭא _َÁَŠY ِ £َ ْ اª .[١٤٣/٧ ،افóĐŶا¿﴾ [³À۪ yٰ َ b ±ْ َ ª﴿ :įĤijĜ ģđĘ ėĻąُ ۜ﴾ أي ĩÖא ijĥĩĐا ħıùęĬÉÖ. واóđĤب Ü ْ·Àِ u۪ Àَْ َ َR ْa ا uّ َ ¢ Y¯َ ِ وįĤijĜ:\﴿ لõĬ ħıĘَ אرđÝĨ ĵĥĐو ،ÕĤאĕĤا ĹĘ īĺïĻĤا īĨ ģđęĤا لijāéĤ ïĻĤا ĵĤإ÷ ęĭĤا ģכ aْ ®َ َ uّ َ ¢ Y¯َ ِ \ ¥َ ِ َ َu َ اك﴾ [اãéĤ، ١٠/٢٢[، ﴿ ٰذª À aْ ®َ َ uّ َ ¢ Y¯َ ِ \ ¥َ ِ اóĝĤآن، Ĝאل đÜאĵĤ: ﴿ ٰذª ٥ .“ëَ ęَ َ Ĭ كijَ ُ Ę َ א و َ Ýَ ْ כ َو َ َï َ اك أ ٤ اóđĤب: “ĺ אلáĨأ ĹĘو] ٥١/٨ ،אلęĬŶا﴾ [ْ§ À ُ u۪ Àَْ ا ١ ط: źËİء. ٢ ط ر: وĤכī. ٣ م - وĤכĭא ijĝĬل، çĀ İאûĨ. ٤ ط: áĨאل. çĺ ّ َ ćø اģéĬ اijĤכאء وÛäóì اóĤ ijÜ אĩĥĘ ،اóıَ Ĭ ó×đĻĤ ُ َכ×į óَ Ę وכאءه ěàijĺ ħĤو زق ĵĘ ëęĬ Żäر نَ َįĥĀ أ ٥ ĝĺאل أ óĕĘق، وīĻè įĻýĔ اijĩĤت اĕÝøאث ģäóÖ ĝĘאل įĤ: ïĺاك أوכÝא وijĘك ëęĬ. اóčĬ: أáĨאل اóđĤب ģąęĩĥĤ اąĤ×Ĺ، ص. ١١٧؛ اĵāĝÝùĩĤ óýíĨõĥĤي، .٤١٠/٢ ٥ ١٠ ١٥ 1140 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre “kendi elleriyle önceden yaptıkları sebebiyle” ifadesi, “peygamberleri öldürmeleri sebebiyle” anlamına gelir. Abdullah b. Abbas ve İbn Cüreyc şöyle demişlerdir: Yani Hz. Peygamber aleyhisselâmın Tevrat’taki sıfatlarını değiştirmeleri, onu yalanlamaları ve Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmeye yeltenmeleri sebebiyle. “Allah zalimleri iyi bilir.” Yani Allah onların cezasını iyi bilir ki onlar bu fiiller nedeniyle zalimdirler. Allah Teâlâ onları da başkalarını da biliyor olduğu hâlde burada hususen onları bildiğini ifade etmesinin sebebi, tehdit maksadıdır. Bu şekilde söylemek en etkili tehdittir. Hak Teâlâ “Sakın Allah’ın zalimlerin yaptıklarından gafil olduğunu sanmayasın!” [İbrâhîm 14/42] buyurmuştur. Bir görüşe göre “Allah zalimleri iyi bilir.” ifadesi “Onların yalan iddialarını doğru delillerle rezil rüsva eder, çünkü ne yaptıklarını bilmektedir, hâllerinden gafil değildir.” anlamına gelir. Bir başka görüşe göre bu ifade, “Onların, iddiaları geçersiz olduğu için ölümü temenni edemeyeceklerini bilir.” anlamına gelir. Bir görüşe göre ise onlar hayata yönelik hırsları nedeniyle ölümü temenni edememişlerdir. Bu nedenle, bu âyetin hemen devamında onların dünya hayatına yönelik hırslarını ifade eden şu âyet gelmiştir: 96. Andolsun, sen onların, yaşamaya, bütün insanlardan hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri kendisine bin yıl ömür verilsin ister. Hâlbuki uzun yaşamak onları azaptan kurtaracak değildir. Allah onların yaptıklarını görür. [ el-Bakara 2/96] “Andolsun, sen onların, yaşamaya en düşkün kimseler olduklarını görürsün.” Buradaki letecidenne fiilinin başında bulunan lâm harfi ve sonundaki şeddeli nûn harfi tekit ifade eder. Yani “Ey Muhammed! Bu Yahudilerin ölümü temenni etmediklerini göreceksin, çünkü onlar insanlar içerisinde yaşamaya düşkünlük konusunda en katı kimseler olduklarını görürsün.” anlamındadır. Bu fiil harasa (hırslandı), yahrisu (hırslanır), hırsan (hırs), harîs (hırslı) ve harrâs (hırslılar) şeklinde gelir. “Hatta Allah’a ortak koşanlardan bile” Yani Allah’a ortak koşanlardan bile daha yaşamaya düşkündürler. Abdullah b. Abbas, Ebü’l-Âliye, Kelbî ve Rebî‘ burada kastedilen müşriklerin Mecûsîler olduğunu söylerken, Hasan-ı Basrî ve Mukātil ise müşrik Araplar olduğunu söylemişlerdir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1141 ١ ħıĥÝĝÖ اĬŶ×Ļאء. وĜאل اīÖ Đ×אس ۜ﴾ ģĻĜ: أي ْ·Àِ u۪ Àَْ َ َR ْa ا uّ َ ¢ Y¯َ ِ \﴿ :įĤijĜ ĵĭđĨو ųا Ʃ رijĬ אءęĈإ ħİïāĜو į×ĺñכÝÖو مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ÛđĬ ħİóĻĻĕÝÖ أي :ãĺóä īÖوا .ħıİاijĘÉÖ ِ ۪̄ َÁ± ﴾أي ÙÖijĝđÖ źËİء، وħİ ČאijĩĤن ñıÖه اđĘŶאل. ªYَ ªY ّ ِ \ Á ٌ «۪ َ ُ وįĤijĜ:﴿ َو ّ اà ٰ ħıāĻāíÜ įÖ أراد įĬŶ ؛ħİóĻĕÖو ħıÖ אĩĤאĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ כאن وإن כĤñÖ ħıāìو ©ُ ¯َ ْ َ À Yَ ¯ّ َ Ëً žYِ šَ َٰ Ãا ّ َ ±ّ ]ََ oْ َ b Êَوَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ ٣ ٢ وïĻĐ، وĜאل ēĥÖأ ijİو ،ïĺïıÝĤאÖ ħİاijĐد دóÖ ħıéąęĺ ﴾±Áَ ¯۪ ِ ªYَ ªY ّ ِ \ Á ٌ «۪ َ ﴿ [ أ ١٥٩] ٤ :ģĻĜ . [٤٢/١٤ ،ħĻİاóÖإ﴾ [ۜ ِ ُ̄ ¹َن ªYَ ّ اª ħĻĥĐ :ģĻĜو .ħıĤاijèأ īĐ ģĘאĔ óĻĔ ،ħıĤאđĘÉÖ ħĤאĐ įĬÍĘ ؛ÙĜאدāĤا ãåéĤאÖ ÙÖכאذĤا כĤñĤو ،אةĻéĤا ĵĥĐ ħıĀóéĤ نijĭĩÝĺ ź :ģĻĜو .اijĐاد אĩĻĘ ħıĤאĉÖŸ نijĭĩÝĺ ź ħıĬأ :ijİو אıĻĥĐ ħıĀóè ةïü אنĻÖ įĻĘ אĨ ÙĺŴا هñıÖ ģĀو ْ ħİُïُèَ اَ د ƫ َ ijَ َ ُכijا ĺ óüْ اَ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ īَ Ĩِ َ ٰ ٍۚijة و Ļèَ ĵĥٰĐَ אس ِ ƪ َ َص اĭĤ ْ َا ْóè ħُ ıĬƪïَåِ َ ÝĤَ َ -٩٦ و نijَ۟ ĥُ َ ĩ ْ đَ َ א ĺ ĩÖِ ٌ óĻā۪ َ Ö ųا ُƩ َ َۜ و óƪ ĩ َ đُ َ َñ ِ اب َا ْن ĺ đĤاْ īَ Ĩِ į۪èِ õِèْ õَ ُ ĩÖِ َ َא ُijİ Ĩَ َ ٍۚÙ و ĭøَ ėَ Ĥْاَ ُ óƪ ĩ َ đُ ĺ ْ ijĤَ ۚ﴾ اŻĤم ÉÝĥĤכïĻ، وכĤñכ اijĭĤن ة¹ٍ Áٰ nَ »ٰ َ ِ Yس َ» ³ªا ّ صَ yَnْ َ َُ·ْ ا ²ّuَ kِ cََ ªوَ ﴿:įĤijĜ اïýĩĤدة ĹĘ آóìه. أي ĺא ïĩéĨ، ïåÝø źËİء اijıĻĤد ź ijĭĩÝĺن اijĩĤت؛ ħıĬŶ أïü ÿĺóè ijıĘ ،אĀóè ،صóéĺ ،صóè ïĜ”و .אıÖ א ً Đijُ Ĥ ُ اĭĤאس Āóèא ĵĥĐ اĻéĤאة، أي و واďĩåĤ óèاص.” ٦ اīÖ Đ×אس אلĜو .ųאÖ Ʃ اijכóüأ īĺñĤا īĨ ٥ َ َ‚ْyُ¦¹ا﴾ أي وأóèص ا ±À َ w۪ َّ وįĤijĜ:﴿ َوِR ±َ اª .بóđĤا ijכóýĨ ħİ :ģÜאĝĨو īùéĤا אلĜو .سijåĩĤا ħİ :ďĻÖóĤوا Ĺ×ĥכĤوا ÙĻĤאđĤا ijÖوأ ١ ح ط- أي. ٢ ر + ïĺïıÜ. ٣ ح: Ĝאل. ٤ ح ر: وģĻĜ. ٥ ح: أóèص. ٦ ط: Ĝאل. ٥ ١٠ ١٥ 1142 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Abdullah b. Abbas’ın ifade ettiğine göre Yahudiler kıyamete inandıkları hâlde yeninden dirilişi inkâr eden Mecûsîler ve müşriklere göre hayata daha düşkün olmalarının sebebi onların, işledikleri zulüm ve zayi ettikleri bilgi nedeniyle âhirette karşılaşacakları rüsvalığı ve kötü sonu bilmeleridir. “Onlardan her biri ister ki” Yani bu müşriklerden her biri ister ki. Burada kullanılan vedde (istedi) fiili vedde (istedi), yeveddü (istiyor), vüdden (istemek), meveddetün (istemek) ve vedâdün (istemek) şeklinde, ‘alime babından gelir. Fiilin buradaki anlamı temenni etmektir. Bu nedenle devamında “keşke kendisine bin yıl ömür verilsin” denilmiştir ki buradaki ifadenin başında kullanılan lev (keşke) edatı temenni ifade eder. Nitekim “Keşke bir şansım daha olsaydı.” [ ez-Zümer 39/58] âyetinde böyle kullanılmıştır. “Keşke kendisine bin yıl ömür verilsin.” Yani bin yıl boyunca kendisine hayatta kalıcılık verilsin. Bu sayının özellikle seçilmesinin nedeni, bunun Yahudilerin “Bin yıl yaşayasın.” şeklindeki deyişlerinde kullanılıyor olmasıdır. “Hâlbuki uzun yaşamak onları azaptan kurtaracak değildir.” Burada kullanılan zehzeha kelimesi uzaklaştırmak anlamına gelir. et-Tezehzüh uzaklaşmak demektir. Harflerinin yeri değiştirilerek oluşturulan et-tehazhüz de aynı anlamdadır. Bu kelime tıpkı kebkeb kelimesinin kebbe fiilinin tekrarı ile oluşturulmuş olması gibi zehha (uzaklaştırdı), yezihhu (uzaklaştırır), zehhan (uzaklaştırmak) fiilinin tekrarı ile oluşturulmuştur. Bir görüşe göre zâhe (uzaklaştı), yezûhu (uzaklaşır) ve ezâhe (uzaklaştırdı), yüzîhu (uzaklaştırır) fiilinden türemiştir. Hâde fiilinden tekrar yoluyla hadhade fiili üretildiği gibi bu fiilden de zehzeha fiili üretilmiştir. Abdullah b. Mes‘ûd’un mushafında bu kelime ve mâ hüve bi-münzihihi şeklinde yazılmıştır ki bu da nezehe (uzaklaştı), nüzûhan (uzaklaşmak) fiilinden gelir. “Değildir” Bu ifade üç türlü yorumlanabilir. İlkine göre anlam, “Onlardan hiçbiri değildir.” Şeklindedir. Nitekim âyette daha önce “Onlardan her biri ister.” ifadesi geçmişti ki bu durumda ifade bir görüşe göre Yahudilere, bir görüşe göre ise müşriklere işaret eder. Müşriklerden kasıt ise Mecûsîler’dir. Bu görüş diğerine göre daha güçlüdür. Yani anlam, “Kendisine uzun ömür verilmesi, onlardan hiçbirini azaptan kurtaracak değildir.” şeklindedir. Buradaki en yüammer (ömür verilmesi) ifadesindeki en harfi, fiil ile birleştiğinde mastar anlamı verir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1143 وإĩĬא כאن اijıĻĤد أóèص ĵĥĐ اĻéĤאة ďĨ أħıĬ óĝĨون ÖאĻĝĤאÙĨ īĨ اijåĩĤس א Ĝאل اīÖ Đ×אس ġ: أن اijıĻĤد ijĘóĐا ħıĤÇĨ َ ĩِ Ĥ ßđ×Ĥا ونóכĭĺ ħİو īĻכóýĩĤوا .ħĥđĤا īĨ اijđĻĄو ħĥčĤا īĨ اijđĭĀ אĩÖ يõíĤا īĨ ةóìŴا ĹĘ ١ ا Ƭ ُد ƫ، و َ د ij َ ĺ ،ƪ َد و “ïĜو īĻכóýĩĤا ءźËİ ïèأ Õéĺ أي﴾ ْ¶ ُ uُ nَ َ ُ ا ّ¹ََد À﴿ :įĤijĜو yُ َ ¯ّ َ ُ À ¹َْ ª﴿ :هïđÖ אلĜ اñĤو ،ĹĭĩÝĤا אĭıİ دijĤا ĵĭđĨو .ħĥĐ ïè īĨ “ا ً َاد ،ً وود ƪة َد ij َ وĨ ًَة﴾ [اóĨõĤ، ٥٨/٣٩[. yّ¦َ ¿ª۪ َ َ ّن ¹َْ ا ª﴿ :אلĜ ، ٍ ّ īĩÜ Ùĩĥכ” ijĤ”و﴾ ۚ _ٍ³َ~َ َ ْ ªَ ا ۚ﴾ أي ĵĭĩÝĺ أن Ĺĉđĺ اóĩđĤ واĤ×ĝאء أėĤ Ùĭø، وإĩĬא _ٍ³َ~َ َ ْ ªَ َ ُy ا ¯ّ َ ُ À ¹َْ ª﴿ :įĤijĜو ٣ ٢ õİار øאل. يõÖ :ħıÝĻéÜ īĨ نŶ د؛ïđĤا اñİ ÿì ۜ﴾ اÙèõèõĤ اÝĤ×ïĻđ، واõèõÝĤح yَ َ ¯ّ َ ُ َ ْن À ْ َ َw ِ اب ا ªا ±َR ِ µ۪ nِ ِ {nْ {َ¯ُ ِ وįĤijĜ:﴿ َوَRY ُ¶¹َ\ Ƭ א،” أي دďĘ، èَ ƫ ، ز ِõح َ ĺ ، ƪ َح ُ “ز ر ƪ ُ َכó Ĩ ijİو ،ÕĥĝĤا ĵĥĐ כĤñכ õèõéÝĤوا ،ïĐא×ÝĤا ƪ . وģĻĜ: īĨ” زاح õĺوح” أي ïđÖ، و “أزاح، çĺõĺ، “ Õَ َ ” īĨ כ ْ َכÕ ×َ כĤijĝכ: “כ ĹĘو .ăَ íَ ąْ ìوَ אضì ٤ َ ĵĥĐ ñİا اįäijĤ כĩא ijĥđĘا ذĤכ כħıĤijĝ: ِر ّ óُ أي أïđÖ، وכ ،حõĬ” :ħıĤijĜ īĨ כĤñכ ٥ ijıĘ ،µn{³¯\ ¹¶ Y®و :Ġ دijđùĨ īÖ ųا Ʃ ï×Đ ėéāĨ .ïَ ُ đَ õĬوèא” إذ Ö ُ ّ¹ََد À﴿ :įĥ×Ĝ óذכ ïĝĘ ،ħİïèأ אĨو :אİïèأ :įäأو ÙàŻà įĤ ﴾¹َ¶ُ Y®َوَ ﴿:įĤijĜو َ َn ُu ُ ¶ْ ﴾وذĤכ راďä إĵĤ اijıĻĤد ĹĘ ٍ ijĜل، وĹĘ ٍ ijĜل إĵĤ اīĺñĤ أóüכijا، وħİ ا ه. و “ ْ أن” ďĨ ُ اijåĩĤس. وñİا أóıČ، أي وĨא أħİïè įĻåĭĩÖ īĨ اñđĤاب óĻĩđÜ اģđęĤ ÙĤõĭĩÖ اïāĩĤر. ا. Ƭ ُد ١ ط - و ٢ ر: زه. .Ùķø ėĤأ ûĐ :أي ٣ ٤ ح ط ر: ħıĤijĝÖ. ٥ م - ijıĘ؛ ر: وijİ. ٥ ١٠ ١٥ 1144 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Değildir” Buradaki zamir “uzun yaşamak” ifadesine işaret eder. Sonra, izah maksadıyla aynı ifade [uzun yaşama ifadesi] cümlenin [âyetin Arapçasının] sonunda tekrar edilmiştir. Bir görüşe göre bu zamir imâd (ayırma) zamiridir, çünkü vâv harfi ismi gerektirir, ismin zikri hemen yapılmadığı için araya imâd olarak hüve (o) zamiri girmiştir. Sonra da bu, [uzun yaşamak] ifadesi ile cümlenin sonunda izah edilmiştir. Bu izah ifadesi, mastar olarak takdir edilir. Yü‘ammer (ömür verilmek, yaşamak) ifadesi iki yolla merfûdur. İlki bunun “uzaklaştırma” fiilinin fâili olmasıdır, yani “ona ömür verilmesi kendisini ateşten uzaklaştırmaz.” anlamındadır. Bu durumda “Ömür verilmesi, (…) değildir.” denilmiş olur. İkincisi ise bunun yeni bir cümle başlangıcı olmasıdır, yani anlam, “Ona uzun ömür verilmesi, onu uzaklaştırıcı değildir.” şeklindedir. “Andolsun onları görürsün” ifadesi “Onları bilirsin” anlamındadır ki bunun benzeri “Falan kimseyi fakih olarak buldum.” ifadesinin “fakih olarak gördüm, öyle olduğunu öğrendim.” anlamında olmasıdır. “Hatta Allah’a ortak koşanlardan bile” ifadesinin yukarıda zikrettiğimiz anlamlardan başka iki anlamı (yorumu) daha olduğu söylenmiştir. İlkine göre bu ifade “Andolsun onları görürsün” ifadesi ile bağlantılıdır, yani “Bu Yahudileri görürsün, aynı şekilde müşriklerden bazı kimseleri de böyle görürsün.” anlamındadır. Çünkü min (-den) harfi kısmîlik bildirir. Bu durumda bu ifade Yahudiler ile müşriklerin dünya hayatına düşkünlük konusunda eşit oldukları anlamına gelir. Bu onlar için bir kınamadır, çünkü burada âhirete inanan ile inanmayanı böylesine kınanacak nitelikte bir tutmak söz konusudur. İkinciye göre bu ifade yeni bir cümle başı olarak mübtedâdır ve cevabı (haberi) “Onlardan her biri ister ki” ifadesidir. Burada gizli bir min (-den) harfi bulunduğu düşünülür ki bunun benzeri “Yahudilerden (kimi vardır ki) sözü tahrif ederler.” [ en-Nisâ 4/46] âyetinde ve “Ehl-i kitaptan (kimi vardır ki) muhakkak ona iman edecektir.” [ en-Nisâ 4/159] âyetlerinde vardır. Şair şöyle der: Beklediler… Kimi gözyaşlarına hâkim olamıyor Kimiyse usulca siliyor göz yaşlarını Şair burada ve minhüm dem‘uhu sâbikun lehu (onlardan, gözyaşı kendisine galip) ifadesi ile “Onlardan kiminin gözyaşı kendisine galip” mânasını kastetmiştir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1145 َ ْن ا ﴿ïĻĐأ ħà ،﴾yُ َ ¯ّ َ ُ À ¹َْ ª﴿ :įĥ×Ĝ رijכñĩĤا óĻĩđÝĤا ĵĤإ ďäóĺ ﴾¹َ¶ُ Y®َوَ ﴿:ģĻĜو ħøźا óìÉÜ אĩĥĘ ،ħøźا Õĥĉĺ ١ ۜ﴾ ĹĘ آóìه إąĺאèא. وģĻĜ: ijİ ĩĐאد؛ Ŷن اijĤاو yَ َ ¯ّ َ ُ À ،óĺïĝÝĤا ĵĥĐ رïāĨ ijİو ،هóìآ ĹĘ ﴾ۜ yَ َ ¯ّ َ ُ َ ْن À ا ﴿:įĤijĝÖ اñİ ó ِ ّ ùُ Ę ħà ،אداĩĐ ijİ ģìد אرĭĤا īĨ įèõèõĺ ź أي ،ÙèõèõĤا ģđęÖ ŻĐאĘ įĬijכ :אĩİïèأ :īĻĝĺóĉÖ هóĻĩđÜ ďĘور óĻĩđÜه، Ĺĭđĺ وĨא اóĻĩđÝĤ. واáĤאĹĬ: اïÝÖźاء، أي وĨא óĻĩđÜه įèõèõĩÖ. ٢ اģäóĤ: وïäت لijĝכ ijİو ،·³žycª :įĤijĜ īĐ אزåĨ ﴾ْ·َُ ²ّuَ kِ cََ ªوَ ﴿:įĤijĜ :ģĻĜو ĬŻĘא ıĻĝĘא، أي įÝĘóĐ. َ َ‚ْyُ¦¹ا﴾ وıäאن آóìان ijøى Ĩא ذכĬóא ا ±À َ w۪ َّ ] ﴿َوِR ±َ اª ب١٥٩ [:įĤijĜ ĹĘ :ģĻĜو َُ·ْ﴾ أي ²ّuَ kِ cََ ªوَ ﴿:įĤijĝÖ لijĀijĨ ﴾ا¹¦ُyَ‚ْ َ ا ±À َ w۪ َّ ïÖءا؛ أĩİïèא: أن įĤijĜ:﴿ َوِR ±َ اª ïåÝø źËİء اijıĻĤد وïåÜ أąĺא īĨ اīĺñĤ أóüכijا، أي ăđÖ اóýĩĤכīĻ؛ ÍĘن “īĨ “ ħıĤ ذم ijİو ،אةĻéĤا صóè ĹĘ īĻכóýĩĤا īĻÖو ħıĭĻÖ ÙĺijùÜ ijİو ،ăĻđ×Ü Ùĩĥכ .ÙĨijĨñĩĤا ÙęāĤا هñİ ĹĘ įÖ óĝĺ ź īĨ īĻÖو ßđ×ĤאÖ óĝĺ īĨ īĻÖ ÙĺijùÜو ÙĩĥכĘ ،دijĺ īĨ أي﴾ ْ¶ ُ uُ nَ َ ُ ا ّ¹ََد À﴿ įÖاijäو ،أïÝ×Ĩ ﴾ا¹¦ُyَ‚ْ َ ا ±À َ w۪ َّ واáĤאĹĬ:﴿ َوِR ±َ اª ْ īَ ْ َ§ِ»َ﴾ [اùĭĤאء، ٤٦/٤] أي Ĩ ِ žُ ¹َن اª yّoَ ُ À دواYُ ¶َ ±À َ w۪ َّ ٣ ﴿ِR ±َ اª :įĤijĜ ĹĘ אĩכ ةóĩąĨ “īĨ” īĭĨËĻĤ īĨ ٤ ِ ۪µ] ﴾اùĭĤאء، ١٥٩/٤] أي \ َ ±ّ ³َ®ِQْÁُ َ ª َ Êِّ ْ ِ§َc ِ Yب ا َ ْ¶ ِ© اª ِ ْن ِR ±ْ ا ijĘóéĺن، وįĤijĜ:﴿ َوا ٧ ٦ اýĤאóĐ: ٥ Ĝאل ،įÖ ģِ ْ ıَ ĩĤאÖ īِ ْ Ļ َ đĤا Ùَ đْ Ĩَ َóåي د ĺ ُ ُ َ وآóì įĤَ ěٌ Öאِ َ ø ُ įُ đْ Ĩَ ْ د ħُ ıْ ĭĨِ َ َĘ َijĥƫčا و أي وħıĭĨ īĨ دįđĨ. ١ ط: اĩđĤאد، çĀ İאûĨ؛ ر: اijĤداد. ٢ ر: כĤijĝכ. ٣ ح - įĤijĜ. ٤ ح + إź. .ûĨאİ çĀ ،įÖ īĭĨËĻĤ īĨ أي - م ٥ ٦ ر: وijĜل. ْ ħُ ıْ ĭ ِ Ĩَ َ َijĥƫčا و ٧ اĤ×ÛĻ ñĤي اÙĨóĤ، اóčĬ: دijĺاįĬ، ص. ١٤١؛ óĻùęÜ اĉĤ×óي، ،١٠٢/٧ (اùĭĤאء، ٦٤/٤). وĹĘ اijĺïĤان: Ę .ģِ ْ ıَ ĩĤאÖ īِ ْ Ļ َ ة اđĤ َ ó ْ × َ Đ Ĺĭáَ ĺ ُ ُ َ وآóì įĤَ ٌ ÕĤאĔَ ُ į ُ đْ Ĩَ د ٥ ١٠ ١٥ 1146 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Allah onların yaptıklarını görür.” Yani küfür ve günah türünden amellerini görür, hiçbir şey O’na gizli kalmaz ve onlara dünyada rezillik ve zilletle, âhirette de ceza ile karşılık verir. Kıraat imamlarının çoğu bu fiili üçüncü şahıs formunda [ya‘melûn (yaptıklarını) şeklinde] okurken Ya’kūb muhatap formunda [ta‘melûn (yaptıklarınızı) şeklinde] okumuştur. 97. De ki: Her kim Cebrâil’e düşman olursa, bilsin ki o, Allah’ın izni ile onu; önündekini doğrulayıcı, müminler için de bir hidâyet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir. [ el-Bakara 2/97] “De ki: Her kim Cebrâil’e düşman olursa” Cibrîl ( Cebrâil) kelimesinin okunuşunda yedi lehçe vardır. Bunların dördü kıraat imamları tarafından okunmuştur. 1. Hemze ve uzatma ile ve cîm ve râ harflerinin fethası ile Cebreîl şeklinde okunmuştur. Bu, Hamza ve Kisâî’nin okuyuşudur. 2. Hemzesiz olarak ve cîm harfinin fethası ile Cebrîl şeklinde okunmuştur. Bu İbn Kesîr’in okuyuşudur. 3. Cebreil şeklinde okunmuştur. Bu, Âsım’ın ravisi Ebû Bekir’in okuyuşudur. 4. Hemzesiz olarak ve cîm ve râ harflerinin kesresi ile Cibrîl şeklinde okunmuştur. Bu, geri kalan kıraat imamlarının okuyuşudur. 5. Med ve hemzeli olarak ve yazımda iki ye ile Cebrâîl şeklinde okunmuştur. 6. Hemzeli olarak, lâm harfinin şeddesi ile ve yazımda tek ye harfi ile Cebreillü şeklinde okunmuştur. 7. Lâm yerine nûn harfi kullanılarak Cebrîn şeklinde okunmuştur. Cibrîl ismi Arapça değildir. Ancak Araplar zikredilen vecihlere göre bu kelimeyi Arapçalaştırmışlardır. Allah’ın kulu anlamındadır. Çünkü cebr kul, Îl ise Allah anlamına gelir. Bu Abdullah b. Abbas tarafından söylenmiştir. Âyet yine Yahudiler, onların kınanması ve sözlerinin reddi hakkındadır. Sebeb-i nüzûlü ise Ebû Sâlih’in Abdullah b. Abbas’tan naklettiğine göre şöyledir: Hz. Peygamber aleyhisselâm Medine’ye geldiği zaman Fedek bölgesinde yaşayan Yahudilerden İbnü’s-Sûriyâ onun yanına gelir ve “Senin uykun nasıldır? Çünkü bize ahir zamanda gelecek olan peygamberin uykusunun nasıl olacağı bildirilmiştir.” der. Hz. Peygamber de “Gözlerim uyur, ama kalbim uyanıktır.” buyurur. Adam, “Doğru söyledin Ey Muhammed! Bana çocuk hakkında bilgi ver; erkekten mi olur yoksa kadından mı?” der. Hz. Peygamber aleyhisselâm “Kemik, damar ve sinir erkekten, et, kan, tırnak ve saç ise kadından gelir.” buyurur. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1147 ﴾ أي óĺى أĩĐאħıĤ īĨ اĤכóę واđĩĤאĹĀ وź ۟ َ ْ َُ̄» ¹َن À Y¯َ ِ \ yÁ ٌ ‡۪ َ \ ُ وįĤijĜ:﴿ َو ّ اà ٰ اءةóĜو .ĵ×ĝđĤا ĹĘ ÙÖijĝđĤوا אĻĬïĤا ĹĘ لñĤوا يõíĤאÖ ħıĺאزåĻĘ ءĹü įĻĥĐ ĵęíĺ اđĤאÙĨ ĻÖאء اĕĩĤאĺ×Ù، وóĜأ ijĝđĺب ÝÖאء اĉíĩĤאÙÖ. īَ ْ Ļ َ َ א Ö ĩĤِ אĜً ِïّāَ ُ Ĩ ųا ِƩ نِذْאِÖِ כَ× ِĥْĜَ ĵĥٰĐَ ُ įĤَõƪĬَ ُ įĬƪאِĘَ ģĺ َ ó۪ ْ ×åِ Ĥِ وا Ƭ ïُĐَ אنَ כَ īْ َ Ĩ ģْ Ĝُ -٩٧ īĻ َ ĭ۪ĨِËْ ُ ĩĥْĤِ ىٰ óýْ ُ Ö َ َ ُİ ًïى و ْ ِį و ĺïَ َ ĺ .אıĭĨ ďÖرÉÖ ئóĜ ،אتĕĤ ď×ø ģĺó×ä ĹĘ ﴾©Àَ ۪ y]ْkِ ِ ª واًّ uُ َ نYَ ¦َ ±ْ ®َ ©ْ ¢ُ﴿ :įĤijĜو :ģĺóِ ْ × َ ä ١ .ĹÐאùכĤوا ةõĩè اءةóĜ ĹĘ ijİو وداïĩĨ زاijĩıĨ اءóĤوا ħĻåĤا çÝęÖ :ģĻِ Ð َ ó ْ × َ ä ijİو ģĐó×ä وزن ĵĥĐ :ģِ Ð َ ó ْ × َ ٢ اīÖ כóĻá. وä اءةóĜ ijİو õĩİ óĻĕÖ אęĻęì ħĻåĤا çÝęÖ ٤ اĤ×אīĻĜ. اءةóĜ ijİو õĩİ ŻÖ اءóĤوا ħĻåĤا óùכÖ :ģĺóِ ْ ×äوِ .ħĀאĐ īĐ óכÖ ĹÖأ ٣ رواÙĺ ģ: ÖאõĩıĤ وïĺïýÜ اŻĤم وĺאء واïèة ƫ ِ Ð َ ó×äو .ÙÖאÝכĤا ĹĘ īĻÐאĻÖو õĩıĤوا ïĩĤאÖ :ģĻِ اÐ َ ó ْ × َ وä ُ : ÖאijĭĤن Ĩכאن اŻĤم. īĺóِ ْ × َ äو .ÙÖאÝכĤا ĹĘ نÍĘ ،ųا Ʃ ï×Đ אهĭđĨو ،هijäijĤا هñİ ĵĥĐ بóđĤا įÝÖ ƪ óĐ ĹÖóđÖ ÷ĻĤ ħøا ijİ ħà .ġ אس×Đ īÖا įĤאĜ .ųا Ʃ ijİ “ģĺإ “و ،ï×đĤا ijİ “ó×ä” واÙĺŴ ĹĘ Éüن اijıĻĤد أąĺא وذħıĨ ورد ĝĨאħıÜź. وÙāĜ õĬوįĤ Ĩא روى أijÖ ĀאçĤ ٥ وijİ رģä אĺرijāĤا īÖا אهÜأ ÙĭĺïĩĤا مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا مïĜ אĩĤ :אلĜ ƻ אس×Đ īÖا īĐ يñĤا Ĺ×ĭĤا مijĬ īĐ אĬó×ìُ أ אĬÍĘ כ؟ĨijĬ ėĻכ ،ïĩéĨ אĺ” :אلĝĘ كïĘ īכùĺ دijıĻĤا īĨ :אلĜ ،«אنčĝĺ Ĺ×ĥĜو אيĭĻĐ אمĭÜ» :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا אلĝĘ ،“אنĨõĤا óìآ ĹĘ ءĹåĺ ٧ īĐ اïĤijĤ، أīĨ اģäóĤ ĺכijن أم īĨ اóĩĤأة؟»، Ĝאل: «أĨא ĹĬó×ìÉĘ ٦ ،ïĩéĨ אĺ ÛĜïĀ” ،«أةóĩĤا īĩĘ óđýĤوا ƪ óę ƫ ُóوق īĩĘ اģäóĤ، وأĨא اħéĥĤ واïĤم واčĤ đĤوا Õ َ āَ đĤوا ħčَ اđĤ .óכÖ ĹÖأ īĐ ĵĻéĺو ÿęè óĻĔ ħĀאĐو ėĥìو + ط ١ ٢ ط: ĹĘ óĜاءة. .īĐ ĵĻéĺ + ر ٣ ٤ ط: ĹĘ óĜاءة. ٥ ر: ijĀرĺא. ٦ ط - ĺא ïĩéĨ. ٧ ط + ĺא ïĩéĨ. ٥ ١٠ ١٥ 1148 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Adam, “Doğru söyledin Ey Muhammed! Peki, çocuk neden bazen bütünüyle amcalarına benzeyip dayılarına hiç benzemez ya da tamamen dayılarına benzeyip hiç amcalarına benzemez?” diye sorar. Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Hangisinin suyu baskın çıkarsa çocuk onun tarafına benzer.” buyurur. Adam, “Doğru söyledin Ey Muhammed!” der ve ona Hz. Ya‘kūb’un ( İsrâil) kendisi için haram kıldığı yiyeceği sorar, Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Ya‘kūb şiddetli bir hastalık geçirdi ve eğer Allah kendisine şifa verirse en sevdiği yiyeceği ve içeceği kendisine haram kılacağına dair adak adadı. En sevdiği yiyecek deve eti, içecek ise deve sütü idi, o da bu ikisini kendisine haram kıldı.” buyurur. Adam ona cennet ehlinin ilk yiyeceği şeyi sorar, o da “Balık ve öküz eti.” buyurur. Adam, “Doğru söyledin Ey Muhammed!” der ve “Geriye bir soru kaldı, onu da söylersen sana iman eder ve tâbi olurum. Allah’tan geldiğini söylediğin şeyleri sana hangi melek getiriyor?” diye sorar. Hz. Peygamber aleyhisselâm “ Cebrâil” deyince, “O bizim düşmanımızdır, hep savaş ve ağır hükümler indirir. Bizim elçimiz Mîkâil’dir ve kolaylıklar ve refah indirir. Eğer Mîkâil olsaydı sana inanır ve seni tasdik ederdik.” der. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Sizin ona düşmanlığınızın başı nedir?” diye sorar, o da şöyle anlatır: “Bize defalarca düşmanlık etti. En şiddetli düşmanlığı ise şu idi: Allah Teâlâ bizim peygamberimiz Hz. Mûsâ’ya, Beytülmakdis’in adı Buhtunnasr olan bir adam zamanında harap edileceğini bildirmişti ve harap edileceği zamanı da bize haber verilmişti. O zaman gelince İsrâiloğulları’nın en güçlülerinden birini bu adamı bulup öldürmesi için gönderdik, adamımız onu aramaya gitti ve kendisini Babil’de fakir, güçsüz bir çocuk olarak buldu. Öldürmek üzere onu yakaladı, ama Cebrâil onu savundu ve adamımıza, ‘Eğer Rabbiniz ona sizi helâk etmesini emretmiş ise ona güç yetiremezsiniz, yok eğer böyle bir şey yok ise o zaman ne hakla onu öldüreceksin?’ dedi, adamımız da Cebrâil’e inandı ve onu bıraktı. Derken Buhtunnasr büyüdü, kuvvetlendi, kral oldu. Sonra da üzerimize sefere çıkıp Beytülmakdis’i harap etti, bizi öldürdü. İşte bu nedenle biz de Cebrâil’i düşman belledik. Mikâîl ise Cebrâil’in düşmanıdır.” Hz. Ömer “Böyle söyleme, ben şahitlik ederim ki kim Cebrâil’e düşman ise Mikâîl’e de düşmandır, kim Mikâîl’e düşman ise Cebrâil’e de düşmandır.” dedi. O da, “Ey Ömer! Böyle söyleme!” diye karşılık verdi ve ardından âyet, tıpkı Hz. Ömer’in kullandığı ifadelerle indi. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1149 įĤاijìأ į×ü īĨ ÷ĻĤ įĨאĩĐأ į×ýĺ ïĤijĤا אلÖ אĩĘ” :אلĜ ،“ïĩéĨ אĺ ÛĜïĀ” :אلĜ אؤهĨ ŻĐ אĩıĺأ «:אلĝĘ ،«ء؟Ĺü įĨאĩĐأ į×ü īĨ įĻĘ ÷ĻĤ įĤاijìأ į×ýĺ أو ،ءĹü įĻĘ مóè يñĤا אمđĉĤا īĐ įĤÉøو ،”ïĩéĨ אĺ ÛĜïĀ” :אلĜ ،«įĤ į×ýĤا כאن į×èאĀ אءĨ م ّ óè ųا Ʃ אهęü إن رñĭĘ اïĺïü אĄóĨ ضóĨ بijĝđĺ إن «:אلĜ ،įùęĬ ĵĥĐ ģĻÐاóøإ ] ĵĥĐ įùęĬ أÕè اđĉĤאم وأÕè اóýĤاب إįĻĤ، وכאن أÕè اđĉĤאم [إįĻĤ [ħéĤ أ ١٦٠] ُõل أģİ اÙĭåĤ، Ĭ أول īĐ įĤÉøو .»įùęĬ ĵĥĐ אĩıĨóéĘ אıĬא×Ĥأ įĻĤإ ابóýĤا Õèوأ ģÖŸا אıÝĥĜ إن Ùĥāì ÛĻĝÖ” :אلĜ ħà ،“ïĩéĨ אĺ ÛĜïĀ” :אلĜ ،«رijáĤوا تijéĤا «:אلĜ כĤذ “:אلĜ ،«ģĺó×ä» :אلĜ ،«؟ųا Ʃ īĨ لijĝÜ אĩÖ ١ آÛĭĨ Öכ واÜ×Ýđכ، ƫ أي ĥĨכ ĻÜÉĺכ ģÐכאĻĨ כאن ijĥĘ ،אءìóĤوا óùĻĤאÖ ĹÜÉĺ ģÐכאĻĨ אĭĤijøور ،ةïýĤوا אلÝĝĤאÖ لõĭĺ אĬوïĐ اراóĨ אĬאداĐ” :אلĜ ،«؟ħכĤ įÜاوïĐ ءïÖ אĨ” :Ġ óĩĐ įĤ אلĝĘ ٢ ĭĨŴא Öכ وĭĜïĀאك»، ÛĻÖ أن مŻùĤا įĻĥĐ ĵøijĨ אĭĻ×Ĭ ĵĥĐ لõĬأ ĵĤאđÜ ųا Ʃ أن אĭĤ įÜواïĐ ïüأ īĨ وכאن ،ةóĻáכ بóíĺ يñĤا īĻéĤאÖ אĬó×ìُ وأ óāĬ ÛíÖ ٣ اïĝĩĤس óíĻøب ĹĘ زĨאن رģä ĝĺאل įĤ ĹĭÖ אءĺijĜأ īĨ Żäر אĭáđÖ سïĝĩĤا ÛĻÖ كŻİ įĻĘ نijכĺ يñĤا īĻéĤا ēĥÖ אĩĥĘ ،įĻĘ ،ٌ ةijĜ įĤ ÛùĻĤ א ً א ùĨכĭĻ ً ĨŻĔ ģÖא×Ö įĻĝĤ ĵÝè į×ĥĈ ĹĘ ěĥĉĬאĘ ،įĥÝĝĻĤ į×ĥĈ ĹĘ ģĻÐاóøإ ćĥùÜ ź ħככŻİÍÖ هóĨأ ijİ إن ħכÖر إن :אĭ×èאāĤ אلĜو ģĺó×ä įĭĐ ďĘïĘ ،įĥÝĝĻĤ هñìÉĘ ó ƪ āَ Ĭ Ûَ íْ ُ Ö ó×وכ ،įכóÝĘ אĭ ُ ×èאĀ įĜïāĘ ّ «؟įĥÝĝÜ ٍ ěèّ ِ ّ أي ĵĥđĘ اñİ īכĺ ħĤ وإن ،įĻĥĐ ٤ وijĜي، ĥĩĘכ ħà õĔاĬא óíĘب ÛĻÖ اïĝĩĤس وĭĥÝĜא، ñıĥĘا ñíÝĬه ïĐوا. وĻĨכאģÐ įĬÍĘ ģĺó×åĤ واïĐ כאن īĨ įĬأ ïıüأ ĹĬÍĘ ٥ ا؛ñİ īĤijĝÜ ź” :Ġ óĩĐ אلĝĘ ،“ģĺó×åĤ وïĐ īĤijĝÜ ź ،óĩĐ ٧ ٦ ĝĘאل: «ĺא “ģĺó×åĤ ƭ وïĐ įĬÍĘ ģĻÐכאĻĩĤ כאن īĨو ģĻÐכאĻĩĤ ƭ وïĐ įĬÍĘ .Ġ óĩĐ אلĜ אĩכ ÙĺŴا ÛĤõĭĘ ٨ ñİا» .ûĨאİ çĀ ،כĻÜÉĺ - ط ١ ٢ م - وĭĜïĀאك، çĀ İאûĨ. ٣ ط - ĝĺאل įĤ. ٤ ط ر- įĬÍĘ. ٥ ح ط ر- ź īĤijĝÜ ñİا. .ċýĨאİ çĀ ،لóĻ×åĤ وïĐ įĬÍĘ ģĻÐכאĻĩĤ כאن īĨو ģĻÐכאĻĩĤ وïĐ įĬÍĘ ģĺó×åĤ واïĐ כאن īĨ įĬأ ïıüأ ĹĬÍĘ - م ٦ ٧ ر - ĺא. .اñİ īĤijĝÜ ź ،óĩĐ אĺ אلĝĘ - م ٨ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1150 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Bilsin ki o, Allah’ın izni ile onu senin kalbine indirmiştir.” Yani Kur’ân’ı indiren Cebrâil’dir. Bu Abdullah b. Abbas ve tefsircilerin umumunun görüşüdür. Nitekim daha önce “Ötesini inkâr ederler.” [ el-Bakara 2/91] âyetinde Kur’ân’dan söz edilmiştir, bu yüzden de “Onu senin kalbine indirmiştir.” ifadesindeki zamirin Kur’ân’a işaret etmesi uygundur. “Senin kalbine” Yani sana onu vahyetmiş, kalbine koymuştur. Bir görüşe göre anlam, “Onu kalbinle muhafaza edesin diye” şeklinde, bir başka görüşe göre ise “Kalbini sabit kılmak üzere” şeklindedir. “Allah’ın izni ile” yani Allah’ın emri ile. Kaffâl şöyle demiştir: “Onu senin kalbine indirdi.” ifadesi, “Onlara Kur’ân’ı senin kalbine Cebrâil’in indirdiğini haber vermiştir.” anlamına gelir. Eğer burada “Kalbime” ifadesi kullanılmış olsaydı bu durumda bu ifadenin Hz. Peygamber aleyhisselâmın onlara söylediği sözün aktarımı olması mümkün olurdu. Örneğin “Falancaya söyle, bendeki haber şöyle.” ifadesi “Falancaya, sendeki haberin şöyle olduğunu söyle.” şeklinde de ifade edilebilir. İmam Mâtürîdî şöyle der: Bâtınîler -Allah kendilerini rezil rüsva eylesin- derler ki: “Kur’ân Allah’ın peygamberinin kalbine bizim okuduğumuz harfl er ile inmiş değildir, aksine o, onun kalbine inmiş bir ilhamdır, sonra peygamber bu ilhamı harfl ere dönüştürmüştür.” Bu görüş bâtıldır, çünkü eğer böyle olsaydı o zaman Allah Teâlâ’nın “Andolsun biz onların, ‘Kur’ân’ı ona bir insan öğretiyor.’ dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’ân ise gayet açık bir Arapçadır.” [ en-Nahl 16/103] âyeti ile onlara delil getirmesi yersiz olurdu. Çünkü bu durumda onlar Kur’ân’ın Arapça olmayan bir dille indirilmiş olduğunu, fakat peygamberin onu Arapçaya dönüştürdüğünü söyleyebilirlerdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onu çabucak almak için dilini hareket ettirme.” [ el-Kıyâme 75/16] yani unutma korkusu ile böyle yapma. Yine şöyle buyurur: “Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’ân’ı okumakta acele etme ve de ki: Rabbim! İlmimi arttır.” [ Tâhâ 20/114] Bu âyetler onların görüşlerinin ve mezheplerinin bâtıl ve fasit olduğuna ve kendilerinin Allah’ın dosdoğru dininden uzaklığına delâlet etmektedir.1 1 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 185. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1151 ِ[ ¥َ﴾ أي ÍĘن ä×ģĺó õĬل اóĝĤآن، وijİ ijĜل اīÖ Đ×אس ْ «َ ¢ »ٰ «َ µُ َ ªَ {َّ ² µُ َ ²ّYِžَ﴿ :įĤijĜو ِ َ̄Y َوَرٓ َاءُه﴾ َ ْ§ ُŸُy َون \ Àوَ ﴿:įĤijĜ ĹĘ آنóĝĤا óذכ مïĝÜ ïĜو .ģĺوÉÝĤوا óĻùęÝĤا ģİأ ÙĨאĐو .įĻĤإ﴾ µُ َ ªَ {َّ ² µُ َ ²ّYِžَ﴿ :įĤijĜ فóĀ çĥāĘ [٩١/٢ ،ةóĝ×Ĥا[ ِ[ ¥َ﴾ أي أوèאه إĻĤכ وįĘñĜ ĹĘ ĥĜ×כ. وģĻĜ: أي ĻĥĐכ įčęéÝĤ ْ «َ ¢ »ٰ وįĤijĜ: ﴿ َ« ĥĝÖ×כ. وģĻĜ: أي áÜ×ÝĻא ĥĝĤ×כ. ِ[ ¥َ﴾ أي ْ «َ ¢ »ٰ «َ µُ َ ªَ {َّ ِِY ْذِن ّ اà ِٰ ﴾أي óĨÉÖ Ʃ اų. وĜאل اęĝĤאل: įĤijĜ:﴿ ² وįĤijĜ:\﴿ لijĝĺ يñĤا ċęĥĤا Ùĺכאè ĵĥĐ אزä “Ĺ×ĥĜ ĵĥĐ” :אلĜ ijĤو ،כ×ĥĜ ĵĥĐ لõĬ įĬأ ħİó×ìأ ħıĤ، وijİ כĤijĝכ: “ģĜ ŻęĤن إن اíĤ×ó ïĭĐي כñا” وijåĺز: “ïĭĐك כñا”. وĜאل :ųا Ʃ اĨŸאم أijÖ ijāĭĨر رįĩè ųا Ʃ لijøر ĵĥĐ لõĭĺ ħĤ آنóĝĤا إن “:ųا Ʃ ħıĤñì ÙĻĭĈא×Ĥا لijĝÜ ّره ñıÖه ijĀ ١ ijİ ħà į×ĥĜ ĵĥĐ لõĬ אمıĤإ įĭכĤ ،אİأóĝĬ ĹÝĤا فóèŶאÖ اóèŶف”، وñİا ÖאģĈ؛ įĬŶ ijĤ כאن כĤñכ õĤال ďĄijĨ اåÝèźאج ۪wي َّ ِ َ ُYن اª ª yۜ ٌƒَ َ \ µُ ¯ُ ِ ّ «َ ُ À Y¯َ َ ²ِّ ُ ¹َن ا ª¹£ُ َ À ْ·َُ ²َّ َ ُ ا «ْ َ ² uْ£ََ ªوَ ﴿:įĤijĝÖ ħıĻĥĐ Á±] ﴾اģéĭĤ، ١٠٣/١٦ [إذ כאن ٌ ]۪®ُ ٌّ ¿ِ \yََ نYٌ َ ِ ٌّ َو ٰ¶ َwا ª ¿¯ِ kَ ْ َ ا µِÁَْ ªِ ْ ِo ُu َون ا «ُ À ó ذĤכ ùĥÖאįĬ“، وĜאل ّ ĻĔ įĭכĤ ،ħåđĤا אنùĤ ĵĥĐ لõĬأ “:اijĤijĝĺ ħıĤ ۜ﴾ [اĻĝĤאÙĨ، ١٦/٧٥ [أي íĨאÙĘ µ۪ ِ \ ©َkَ ْcَِ ª ¥َ َ ²Yَ ِ ª µ۪ ِ ْك \ ِ yّoَ bُ Êَ﴿ :ĵĤאđÜ ٰ ِن ْ ْ£ُyا ªYِ \ ©ْ kَ ْ َ b Êَوَ ُۚ¡ّ oَ ْ ْ َِ̄» ¥ُ اª ُ اª َ« ّ اà ٰ اĻùĭĤאن واİñĤאب، وĜאل: ﴿َžَcَªY ĵĥĐ אتĺŴا هñİ ÛĤïĘ [١١٤/٢٠ ،įĈ] ﴾µۘ ُÁُnْ وَ ¥َ Áَْ ªِ ٓ« ا ‹ٰ ْ £ُ َ ْن À َ ْ[ِ© ا ¢ ±ْ ®ِ ٢ .ħĻĝÝùĩĤا ųا Ʃ īĺد īĐ ħİïđÖو ħı×İñĨ אدùĘو ħıĤijĜ نŻĉÖ ١ ر - ijİ. ٢ ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٨٥/١ ٥ ١٠ ١٥ 1152 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Önündekini doğrulayıcı” Yani kendisinden önceki peygamberlerin kitapları ile muvafık, uyumlu. Bunu Abdullah b. Abbas söylemiştir. “Hidâyet olarak” Yani müminleri hidâyete erdirici olarak. Yani faydası müminleredir. Nitekim aynı durum “Muttakiler için hidâyettir.” [ el-Bakara 2/2] âyetinde de söz konusudur. Bir görüşe göre burada hidâyet sadece müminler için değil, bütün müminler içindir ve onlara yol gösterme, irşat mânasındadır. “Ve müminlere müjde olarak” Yani hususi olarak müminleri müjdeleyici olarak. Hüden ( hidâyet) ve büşrâ (müjde) kelimeleri mastar olmakla beraber fâil anlamında kullanılmışlardır. Her ikisi de musaddikan (doğrulayıcı) ifadesine atıf olarak mansubdur, çünkü musaddikan ifadesi nezzelehu (Onu indirdi) fiilinin hâli ya da ikinci mef‘ulüdür. Bir görüşe göre Yahudilerin Cebrâil’e öfke duymalarının sebebi, [onlara göre] Cebrâil’e vahyi İsrâiloğulları’na indirmesi emredilmişken onun İsmâiloğulları’na indirmiş olmasıdır. Abdullah b. Abbas, Şehr b. Havşeb, Şa‘bî ve Katâde’ye göre Yahudiler şöyle demişlerdir: “ Cebrâil asla herhangi bir hayır indirmez. Aksine o azap meleğidir; azap, harap, gemilerin tahribi ve ağır hükümler indirir, bu yüzden biz onu sevmeyiz. Mikâîl ise yağmur ve rahmet indirir ve biz de bu yüzden onu severiz.” Buna göre Cebrâil’i sevmemelerinin sebebi olarak onlar üç şey zikretmişlerdir: Hayır indirmemesi, vahyi emredildiği kimseden başkasına indirmesi, Buhtunnasr’ı öldürmek isteyen kimseye engel olması. Allah Teâlâ bu âyet ile onların tüm iddialarını reddetmiştir. Çünkü burada vahyi Hz. Muhammed aleyhisselâma doğrudan Allah’ın emri ile indirdiğini ifade etmiştir ki bu, her hayrın başıdır, çünkü vahyi, ulaştırılması emredilen kimseye ulaştırmaktır. Yine Cebrâil herhangi bir kimseyi ilâhî bir emir olmaksızın engellemiş de değildir, çünkü o sadece kendisine emredilen şeyi yapar, başka şey yapmaz. Buna binaen âyette geçen “Hidâyet ve müjde olarak” ifadesinin Kur’ân’ın değil, Cebrâil’in sıfatı olduğu söylenmiştir. Yani anlam şöyledir: Onlar Cebrâil’in ağır hükümler indirdiğini söylüyorlar, sen de de ki: O bunları Allah’ın emri ile indirmiştir ve bu hükümlerde müminler için hidâyet vardır. Çünkü onlar bu hükümlerin Allah’tan olduğuna iman ederler. Yine bu hükümlerde müminler için müjde de vardır. Çünkü onlar bu hükümlere sabretmek ve onları uygulamak sûretiyle dünyada zafere, âhirette ise sevaba nâil olurlar. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1153 īÖا įĤאĜ ،אءĻ×ĬŶا ÕÝכ īĨ įĥ×Ĝ אĩĤ אĝĘاijĨ أي﴾ µِÀْuَ َ À ±َ Áَْ \ Y¯َ ِ ª ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ ﴿ :įĤijĜو [ Đ×אس ġ.] ١٦٠ب :אلĜ אĩכ ،ħıĤ ďĝĺ ďęĭĤا أن ĵĭđĨ ĵĥĐ ،īĻĭĨËĩĥĤ אĺאدİ أي﴾ ىuً ¶ُوَ ﴿:įĤijĜو .ħıĤ ïüóĨ ٌ دال ƭ įĬأ אهĭđĨو ،مijĩđĤا ĵĥĐ ģכĥĤ أي :ģĻĜو .]٢/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [±Á َۙ £۪ َ cّ¯ُ ْ «ِ ª ىuً ¶ُ ﴿ رانïāĨ אĩİو .صijāíĤا ĵĥĐ īĻĭĨËĩĥĤ اóý×Ĩ أي﴾ ±Áَ ³۪®ِQْ¯ُ ْ «ِ وįĤijĜ:﴿ َوُ\ ƒْ ٰyى ª אلè įĬŶ ؛ÕāĬ įĥوכ﴾ ą¢ً ِ uّ ‡َ ®ُ ﴿ :įĤijĜ ĵĥĐ אęĉĐ ً ÕāĭĤا אĩıÖاóĐوإ ،ģĐאęĤا ĵĭđĩÖ .﴾µُ َ ªَ {َّ أو ijđęĨل àאن įĤijĝĤ:﴿ ² دźأو ĵĥĐ ĹèijĤا الõĬÍÖ راijĨÉĨ כאن įĬŶ ؛ģĺó×ä نijąĕ×ĺ ħıĬأ دijıĻĤا óذכ :ģĻĜو .ģĻĐאĩøإ دźأو ĹĘ įĤõĬÉĘ ١ إóøاģĻÐ، لõĭĺ ź ģĺó×ä إن :اijĤאĜ ħıĬإ :אدةÝĜو Ĺ×đýĤوا ْ Õüَ ْ ij َ è īÖ óıüو אس×Đ īÖا אلĜو כĤñĥĘ ؛ïÐاïýĤوا īęùĤا óùوכ بóéĤوا ابñđĤאÖ لõĭĺ ابñđĤا כĥĨ ijİ ģÖ ،ćĜ óĻíÖ įĬijąĕ×ĺ ħıĬأ واóذכ ïĝĘ .į×éĬ כĤñĥĘ ؛ÙĩèóĤوا ßĻĕĤאÖ لõĭĺ įĬÍĘ ģÐכאĻĨ אĨÉĘ ،įąĕ×Ĭ أراد īĨ ďĘد įĬŶو ،įÖ óĨأ אĨ óĻĔ ĵĤإ ĹèijĤا ģĝĬ įĬŶو ،óĻíÖ ĹÜÉĺ ź įĬŶ :אنđĨ ÙàŻáĤ ĵĥĐ ĹèijĤאÖ لõĬ :אلĜ įĬÍĘ ؛ÙĺŴا هñıÖ כĤذ ģכ ħıĻĥĐ ĵĤאđÜ ųا Ʃ دóĘ ،ó ّ āĬ ÛíÖ ģÝĜ ijİو ،óĨŷĤ įÖ įĤ כאن īĨ ĵĤإ ٢ ĹèijĤا ēĥĻ×Ü ijİو ،óĻì ģכ رأس ijİو אĬóĨÉÖ ïĩéĨ ٣ .įÖ óĨأ אĨ źإ ģĩđĺ ź ďĻĉĨ ï×Đ įĬÍĘ ؛óĨÉÖ ٍ źإ ïèأ īĐ ďĘïĺ ź אąĺأ نijĤijĝĺ أي ،آنóĝĥĤ ź ģĺó×åĤ ÙęĀ ﴾ىyٰ ƒْ \ُوَ ىuً ¶ُ ﴿ :įĤijĜ إن :اñİ ĵĥĐ ģĻĜو įĬÉÖ ħıĬאĩĺŸ īĻĭĨËĩĥĤ يïİ כĤذ ĹĘو ،ųا Ʃ óĨÉÖ אıÖ لõĭĺ įĬإ :ģĝĘ ،ïÐاïýĤאÖ لõĭĺ įĬإ ĵ×ĝđĤا ĹĘ ابijáĤا نijĤאĭĺ įÖ ģĩđĤوا įĻĥĐ ó×āĤאÖ ħıĬŶ ħıĤ ىóýÖ ijİو ،ųا Ʃ ïĭĐ īĨ واóāĭĤ ĹĘ اĻĬïĤא. ١ م: إéøאق، çĀ İאûĨ. ٢ م ط- اĹèijĤ، çĀ İאûĨ م. .çĀ ،įÖ óĨأ אĩÖ :ح ûĨאİ ĹĘ ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1154 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri 98. Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır. [ el-Bakara 2/98] “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olursa” Mikâîl ismi beş şekilde okunmuştur: Ebû Amr ve Âsım’ın ravisi Hafs Mîkâl, Nâfi‘ hemzeli ve ye harfi olmaksızın Mîkâil şeklinde, geri kalanlar ise hemze ve ardından ye harfi ile Mîkâîl şeklinde okurlar. A‘rec’in Miykel, A‘meş’in Mîkeîl şeklinde okuduğu nakledilmiştir. Mîkâil Allah’ın kulu mânasına gelmektedir ve Cebrâil ismi gibi Araplar tarafından Arapçaya sokulmuş ve çeşitli şekillerde telaffuz edilmiştir. Âyetin anlamı şöyledir: Kim Allah’a düşman ise yani O’ndan geleni inkâr ederse. Bir görüşe göre buradaki “Allah’a” ifadesi meleklerden herhangi birine düşmanlığın ne kadar büyük/ağır bir iş olduğunu vurgulamak üzere tâzim için kullanılmıştır. Bunun benzeri, “Allah’a ve resulüne savaş açanların cezası...” [ el-Mâide 5/33] ve “Biliniz ki ganimet olarak aldığınız her şeyin beşte biri Allah’a ve …. aittir.” [ el-Enfâl 8/41] âyetlerinde de vardır. “Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e” Buradaki vâv (ve bağlacı) ev (ya da) anlamındadır, çünkü bir kimsenin Allah’ın düşmanlığını hak etmesi için meleklerin hepsine düşman olması gerekmez. [Herhangi birine düşman olması kâfidir.] Bu açıdan bu ifade “Her kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse apaçık bir şekilde sapmış olur.” [ en-Nisâ 4/136] âyetinde mevcuttur. Burada “melekler” ifadesinden sonra, zaten bu ifadenin kapsamına dâhil olan Cebrâil ve Mîkâil’in tekrar zikredilmesinin sebebi en ufak bir şüpheye ya da farklı yoruma yer bırakmamak, herhangi birinin “Bu ikisi ya da ikisinden herhangi biri melekler zümresine dâhil değildir.” deme ihtimalinin önüne geçmek ya da bu iki meleği ilâve bir teşrif ifadesi ile anmak, özellikle ikisinin adını öne çıkarmaktır. Bunun benzeri “Peygamberlerden…” [ el- Ahzâb 33/7] ifadesinin ardından “Senden ve Nûh’tan…” [ el- Ahzâb 33/7] ifadesinin zikredilmiş olmasıdır. “Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır.” Burada aslında “Allah” ismi daha önce açıkça bir kez zikredilmiş olduğu için bu isme zamir ile işaret edip “O da” demek yerine açıkça “Allah da” denilmiş olmasının sebebi, sözün başka türlü yorumlanmasının önüne geçmektir. Çünkü “O da” denilmiş olsaydı bu durumda “o” zamirinin Cebrâil ve Mîkâil’e işaret etmesi de mümkün olurdu, çünkü bu zamirin öncesinde bunların da isimleri zikredilmiştir. 5 10 15 20 25 30 35 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1155 īĺ َ ó۪ Ęאِ כَ ĥْĤِ و ƭ ïُĐَ ųا َƩ َ ۪Ĩ َĻכ َאل َĘِא ƪن و ģĺ َ ó۪ ْ ×äِ َ و į۪ĥِøُ ُ َر و į۪ Ýِכَ Ñِٓĥٰ َ Ĩَ وا ِƩِų و Ƭ ïُĐَ אنَ כَ īْ َ Ĩ -٩٨ ĵĥĐ ģÐכאĻĨ ئóĜ ﴾لYَ §Áَ ®۪ وَ© Àَ ۪ y]ْjِ وَ µ۪ «ِ~ُ رُوَ µ۪ cِ§َ ئِ ٰٓ وįĤijĜ:﴿ َ ®±ْ َ ¦َYن َ ُu ًّوا ِّà ِٰ َوَR» أóĜو ،אدđĻĨ وزن ĵĥĐ لY§Á® ÿęè Ùĺروا ĹĘ ħĀאĐو وóĩĐ ijÖأ أóĜ :įäأو Ùùĩì אءĻĤوا ةõĩıĤا ďĨ ©ÁئY§Á® نijĜא×Ĥوا ،אءĺ óĻĕÖ زاijĩıĨ ģĐכאĻĨ وزن ĵĥĐ ©ئY§Á® ďĘאĬ ٢ ĵĥĐ وزن ©ÁئY§Á® ûĩĐŶا īĐو ،ģْ đכĻĨ َ وزن ĵĥĐ ١ İïđÖא. وīĐ اóĐŶج RÁ§Yل .هijäو ĵĥĐ įÖ ÛĩĥכÜو įÝÖ ّ óĐ بóđĤا أن ĹĘ ģĺó×åכ ijİو ،ųا Ʃ ï×Đ :אهĭđĨو ٣ .ģĻ ِ đכĻĨ óĨŷĤ אĩĻčđÜóذכ﴾ِٰ Ãِّ﴿ :ģĻĜو .įĭĨאءä אĩÖ اóĘכא أي ų Ʃ אĺאدđĨ כאن īĨ :ÙĺŴا ĵĭđĨو ﴾µُ َ ِ ُ\ ¹َن ّ اà َٰ َوَر ُ~¹ª ُ َYoر À ±À َ w۪ َّ ُؤا اª ٓ{ٰ jَ Y¯َ َ ²ِّ ا ﴿:įĤijĝכ ،įÝכÐŻĨ īĨ اïèأ אديđĺ īĨ ĵĥĐ [٤١/٨ ،אلęĬŶا﴾ [µَُ ¯ُ rُ ِٰ Ãِّ َ َ ّن Yžَ ءٍ¿ْ ‚َ ±ْR ِ ْcُ¯ْ ³ِšَ Y¯َ َ ²َّ ¹ٓا ا ¯ُ َ [اĩĤאïÐة، ٣٣/٥] وכįĤijĝ:﴿ َو ْا» ۪ َÀ ©َو ۪R َÁ §َYل﴾ اijĤاو ĹĘ ñİا ĵĭđĩÖ” أو”؛ إذ y]ْjِ وَ µ۪ «ِ~ُ رُوَ µ۪ cِ§َ ئِ ٰٓ وįĤijĜ:﴿ ِّà ِٰ َوَR» ِٰ ÃYّ ِ \ yْŸُ §ْ َ À ±ْ ®َوَ ﴿:įĤijĝכ ijİو ،ħıđĻĩä اوةïĐ ĵĥĐ فijĜijĨ óĻĔ اوةïđĤا אقĝéÝøا َ ۪ ً uÁا﴾ [اùĭĤאء، ١٣٦/٤]، وإĩĬא \ ÊًËَŠَ َ ©ّ Šَ uْ£َžَ ِ yrِ Êا ٰ ْ ِ َْÁ¹ْم ªواَ µ۪ «ِ~ُ رُوَ µ۪ ]ِcُ¦ُوَ µ۪ cِ§َ ئِ ٰٓ َوَR» ] وĩİא داŻìن ħıĻĘ ĻĤכijن أĵęĬ أ ١٦١] ÙכÐŻĩĤا óذכ ďĨ ģÐכאĻĨو ģĺó×ä óذכ אدĐأ Ùĥĩä ĹĘ אĩİïèأ أو īĻĥìدا óĻĔ אĩıĬإ “:دijıĻĤا لijĝĺ ŻĻכ ؛ģĺوÉÝĤا īĨ ïđÖوأ َ Ùı×ýĥĤ ٤ ĵĥĐ وįä اÿĻāíÝĤ، כĩא اÐŻĩĤכÙ“، أو ijİ زĺאدة ėĺóýÜ ĩıĤא، وħĺïĝÜ ذכĩİóא َِ[ّ۪Á ±َ] ﴾اõèŶاب، ٧/٣٣]. ٍ﴾ [اõèŶاب، ٧/٣٣] ïđÖ ذכó ﴿ ّ اª³ ¹ُح Ĝאل: ﴿َوِR³ْ ¥َ َوِR ±ْ ² אéĺóĀ “ųا Ʃ ” óذכ ě×ø ďĨ “įĬÍĘ” :ģĝĺ ħĤو﴾ ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ «ِ ª ٌ َ ّ اà َٰ َ ُuّو وįĤijĜ:﴿ ِžَY ّن ً א ĥĤכŻم īĐ اĩÝèאل اÝĤאوģĺ؛ إذ ijĤ ģĻĜ:” įĬÍĘ “اģĩÝè أن ijđĺد ĵĥĐ óĨة؛ إóìاä .אĩİóذכ مïĝÝĤ ģÐכאĻĨو ģĺó×ä ١ ط: RÁ©§. ٢ م: ĻĨכאģÐ؛ ح: RÁ§ئ©. .١٦٠-١٥٩/١ ،ÕĻĉíĤا ėĻĉĥĤا ï×đĤ اءاتóĝĤا ħåđĨ :اءاتóĝĤا هñİ ģĻĀאęÝĤ óčĬا ٣ ٤ ح: ñÖכĩİóא؛ ط: כñכĩİóא؛ ر: ñĤכĩİóא. ٥ ١٠ ١٥ 1156 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Düşmanıdır” Allah Teâlâ’nın düşmanlığı ceza, menetme ve hayırdan uzaklaştırma iradesidir. Yine burada “onların” demek yerine “ inkâr edenlerin” ifadesinin kullanılmasının nedeni onların Allah’ın düşmanlığına müstahak olmanın yanı sıra, Allah dostlarına düşmanlıklarından dolayı kâfir de olduklarını vurgulamaktır. Bir görüşe göre bu iki âyetin takdiri (anlamı) şöyledir: “De ki: Kim Cebrâil’e düşman ise kâfirdir ve de Allah kâfirlerin düşmanıdır.” Ancak bu cümlenin arasında Cebrâil ile ilgili bir ara cümle girmiştir ki o da “O, Allah’ın izni ile onu senin kalbine indirmiştir.” [ el-Bakara 2/97] cümlesidir. Araya bu cümle girdiği için “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olursa” ifadesi ile düşmanlık hususu tekrar zikredilmiştir. Burada ilâveten peygamberlerden de söz edilmiş olmasının sebebi, meleklerin ve peygamberlerin insanları Allah’a çağıran davetçiler olma sıfatında ortak olmaları ve bu ortaklık nedeniyle, onlardan herhangi birine düşman olanın diğerine de düşman sayılmasıdır. Aynı durum sadece bir peygamberi inkâr emiş olan Nûh kavmi hakkında “ Nûh kavmi peygamberleri inkâr etti.” [ eş-Şuarâ 26/105] denilmiş olmasında da söz konusudur. Cebrâil’in yanında Mîkâil’in de zikredilmiş olmasının sebebi ise Yahudilerin Mîkâil’i sevdiklerini iddia etmeleridir. Bu itibarla Allah onlara, Cebrâil’e düşman olan kimsenin Mîkâil’e de düşman olduğunu bildirmiştir. 99. Andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder. [ el-Bakara 2/99] “Andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik.” Apaçık âyetler, ifadesiyle Kur’ân kastedilmektedir. Nitekim Hak Teâlâ “ Hayır, o Kur’ân, kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde yer eden apaçık âyetlerdir.” [ el-Ankebût 29/49] buyurmuştur. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Apaçık âyetler, onlara kendi din adamları tarafından da bilinmeyen kıssalarını ve haberlerini bildiren âyetlerdir. Onlar, bu sûrede bu âyetin öncesinde zikredilen hususlardır. Kaffâl şöyle demiştir: Apaçık âyetler, Hz. Peygamber aleyhisselâmın nübüvvetine delâlet eden ve açıklığı herkes tarafından görülebilen apaçık delillerdir. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1157 īĐ ïĻđ×ÝĤوا دóĉĤوا ÙÖijĝđĤا إرادة Ĺİ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ١ ٌ﴾ أي đĨאد، وïĐاوة وįĤijĜ: ﴿ َ ُuّو ٣ اوةïđÖ ħıĜאĝéÝøا ďĨ ٢ ا أħıĬ ً אرıČإ ؛”ħıĤ” :ģĝĺ ħĤو﴾ ±À َ ۪ yžYِ §َ ْ «ِ اóĻíĤ. وĜאل: ﴿ª ٥ أوĻĤאء Ʃ اų. ħıÜאداđĩÖ ٤ ٌ Ʃ اų כęאر .īĺóĘכאĥĤ وïĐ ųا Ʃ ٦ نÍĘ ؛óĘכא ijıĘ ģĺó×åĤ واïĐ כאن īĨ ģĜ :īĻÝĺŴا óĺïĝÜ :ģĻĜو ،įÖاijä ٧ ģ×Ĝ [٩٧/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [¥َ[ ِ ْ «َ ¢ »ٰ «َ µُ َ ªَ {َّ ² µُ َ ²ّYِžَ﴿ :įĤijĜ ijİو ģĺó×ä óذכ ضóÝĐوا ِئ َ§ِc ۪µ َوُر ُ~ِ» ۪µ ﴾وإĩĬא ذכó َ اģøóĤ ħıđĨ؛ ٰٓ ĐÉĘאد ذכó ñİه اïđĤاوة: ﴿َR ±ْ َ¦ َYن َ ُu ًّوا ِّà ِٰ َوَR» ،ħıÜאداđĨ ħİïèأ ٨ Ŷن اÐŻĩĤכÙ واģøóĤ دĐאة اěĥíĤ إĵĤ Ʃ اų، ħıĘ ijĝęÝĨن، وđĨאدة ۚ﴾ [اóđýĤاء، ١٠٥/٢٦] وħİ Ĩא أدرכijا إź رźijø ±Áَ «۪ ~َyْ ¯ُ ْ ٍۨ اª ¹ُح ُ¹َْم ² ¢ aْ َ \ َ wّ¦َ﴿ :įĤijĝכ ijİو وïĐ أن ó×ìÉĘ ،ħı×Ļ×è įĬأ نijĐ ƪ ïĺ اijĬכא ħıĬŶ ؛ģĺó×åÖ ģÐכאĻĨ نóĜ אĩĬوإ .اïèوا .ģÐכאĻĨ وïĐ ģĺó×ä نijَ ĝُøא ِ ęَĤاْ źƪاِ א َٓ ıÖِ ُ َ ْכُóę َא ĺ Ĩَ َ ٍ אتۚ و ĭِ ّ Ļ َ َ ٍ אت Ö ْ َכ ٰاĺ א ِاَĻĤ َٓ ĭـĤْõَĬْاَ ïْĝَĤَ َ -٩٩ و ¹َ¶ُ ©ْ َ ۚ ﴾ ĭĻÖאت أي اóĝĤآن، Ĝאل đÜאĵĤ:\﴿ تY ٍ ³َÁَِّ َ ٍ Yت \ Àٰ َْÁ ¥َ ا ªِ ْ َ ـٓ³Y ا ª{َ²َْ ْ£ََu ا وįĤijĜ:﴿ َوª ۜ﴾ [اĭđĤכ×ijت، ٤٩/٢٩]. وĜאل اīÖ Đ×אس Ġ: َ ْ «ِ ْ ُ۫وُb¹ا اª ا ±À َ w۪ َّ ِ اª ٌ Yت ž۪¿ †ُ ُuور ³َÁَِّ َ ٌ Yت \ Àٰ ا ،ħİאر×èأ ïĭĐ źإ אıĤ ÙĘóđĨ ź ĹÝĤا ħİאر×ìوأ ħıāāĜ īĐ ħİó×íĺ אĨ אتĭĻ×Ĥا אتĺŴا .ÙĺŴا هñİ ĵĤإ رةijùĤا هñİ ĹĘ هóذכ ě×ø אĨ Ĺİو ٩ אıÝåè ĵęíÜ ź ĹÝĤا įÜij×Ĭ قïĀ ĵĥĐ אتéĄاijĤا אتĨŻđĤا Ĺİ :אلęĝĤا אلĜو .ïèأ ĵĥĐ ١ ر: ïĐاوة. ٢ ر: ħıĬÉÖ. ٣ ر: ïđĤاوة. . ٌ ٤ ط - כęאر ٥ ر: đĩĤאداħıÜ. ٦ ر: وإن. .ģ×Ĝ - ر ٧ ٨ ح ط ر: وđĨאداة. ٩ ر: ıÝéĀא. ٥ ١٠ ١٥ 1158 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bir görüşe göre “apaçık âyetler” daha önceki âyetin tefsirinde sözü edilen İbnü’s-Sûriyâ isimli Yahudinin sorularının cevaplarıdır. Bir başka görüşe göre ise Yahudiler Hz. Peygamber aleyhisselâma “Sen bize bildiğimiz ya da tâbi olacağımız herhangi bir şey getirmedin.” demişler, bunun üzerine bu âyet inmiştir. “Bunları ancak fasıklar inkâr eder.” Yani bu âyetleri Allah’ın emrinden çıkmış kimselerden başkası inkâr etmez. Bir görüşe göre burada sözü edilen fasıklar, görünüşte dinlere bağlı olduğunu ızhar etseler de hakikatte dinlerden çıkmış kimselerdir. Çünkü Yahudiler Hz. Muhammed aleyhisselâmı yalanlamak sûretiyle Hz. Mûsâ’nın şeriatından da çıkmışlardır. Bir başka görüşe göre fasıklar ifadesi Yahudiler içerisindeki inatçı kimseler anlamına gelir, Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi insaf sahibi kimseler ise zaten iman etmişlerdir. Bu inkâr onların sözlerini bozmuş oldukları anlamına da gelmektedir. Bu yüzden de bir sonraki âyette bunun onların ilk söz bozmaları olmadığını bildirmektedir: 100. Onlar ne zaman bir antlaşma yaptılarsa içlerinden bir takımı o antlaşmayı bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez. [ el-Bakara 2/100] “Onlar ne zaman bir antlaşma yaptılarsa içlerinden bir takımı o antlaşmayı bozmadı mı?” Buradaki soru harfi olan ve atıf vâvının başında kullanılmış olan elif harfi, aslında kınama anlamı taşır ve öncesindeki “Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!” [ el-Bakara 2/87] âyetindeki ifade ile irtibatlıdır. “Bozmadı mı?” Katâde ve İbn Cüreyc burada geçen nebeze fiilinin bozmak anlamına geldiğini söylemişlerdir. Bu fiilin asıl anlamı atmak, fırlatmaktır. Nitekim “Onu atıverdim.” [ Tâhâ 20/96] âyetinde Sâmirî’nin bir avuç toprağı buzağıya attığını ifade etmek üzere kullanılmıştır. el-Menbûz “buluntu” demektir, çünkü bulunan şey atılmıştır. “Karnındaki çocukla uzak bir yere çekildi.” [ Meryem 19/22] âyetinde bu fiilden türeyen intebeze fiili “uzaklaşmak” anlamında kullanılmıştır. Bu fiilin zâhir anlamı sözün arkaya atılması, asıl mânası ise sözün bozulmasıdır. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1159 إن :ģĻĜو .ĵĤوŶا ÙĺŴا ĹĘ تóĨ ĹÝĤا אĺرijĀ īÖا تźاËø אتÖاijä Ĺİ :ģĻĜو هñİ ÛĤõĭĘ ،“אıđ×ÝĬ ÙĭĻ×Ö źو įĘóđĬ ءĹýÖ אĭÝÑä אĨ” :مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĥĤ اijĤאĜ دijıĻĤا اÙĺŴ. ْ Ÿَ ِ Y ~£ُ ¹َن﴾ أي ź ĭĺכİóא إź اíĤאرijäن īĐ أóĨ َ اª Êِّ َِ·ٓY ا \ yُŸُ §ْ َ À Y®َوَ ﴿:įĤijĜو Ʃ اų. وģĻĜ: أي اíĤאرijäن īĐ اŶدĺאن وإن أóıČوا أħıĬ ùĩÝĨכijن ıÖא؛ ÍĘن اijıĻĤد ١ ĵøijĨ. وģĻĜ: أي إź اóĩÝĩĤدون īĨ اijıĻĤد، Ùđĺóü īĐ ïĩéĨ ÕĺñכÝÖ اijäóì .įÖאéĀوأ مŻø īÖ ųا Ʃ ï×Đ ģáĨ اijĭĨآ ïĝĘ ħıĭĨ אفāĬŸا ģİأ אĨÉĘ ăĝĬ ولÉÖ ÷ĻĤ įĬأ אİïđÖ ĹÝĤا ÙĺŴאÖ ó×ìوأ ،ïıđĥĤ ħıĭĨ ăĝĬ כאرĬŸا اñİ ħà ٢ :ijİو ،ħıĭĨ ُ َijن ĭĨِËْ ُ ĺ źَ ْ ħİُ ُ َ ْģ َا ْכَóá Ö ْۜ ħُ ıْ ĭĨِ ěĺ ٌ ó۪ Ęَ ُ َñه َ ×Ĭَ اïً ْ ıĐَ واïُİא َ א َĐ َ َ ُכĩƪĥ -١٠٠ َاو ۜ﴾ اėĤŶ أėĤ اıęÝøźאم ĵĭđĩÖ ْ·ُ³ْ®ِ ¡À ٌ ۪ yžَ هُwَ]ََ ² اuً ·َْ واuُ ¶Yَ َ Y¯َ َّ ََو ُ¦» įĤijĜ:﴿ ا ¹ل﴾ ٌ ~ُ رَ ْ¦ُءYَ jَٓ Y¯َ َّ «§ُ žََ ا ﴿:įĥ×Ĝ אĩÖ ģāÝĨ ijİو ،ėĉđĤا واو ĵĥĐ Ûĥìد ëĻÖijÝĤا اÙĺŴ،] اĤ×óĝة، ٨٧/٢]. ََ[َwُه﴾ Ĝאل ÝĜאدة واīÖ ãĺóä رĩıĩèא Ʃ اų: أي įąĝĬ، وأįĥĀ اóĉĤح وįĤijĜ:﴿ ² ،طijĝĥĩĤا ذij×ĭĩĤوا ،ģåđĤا ĹĘ אıÝĻĝĤأ أي] ٩٦/٢٠ ،įĈ] ﴾Y·َbُwْ ]َ³َžَ﴿ :įĤijĜ įĭĨو ،ĹĨóĤوا ijİ ،تïĐא×Ü أي] ٢٢/١٩ ،ħĺóĨ] ﴾YÁًّ ‡ِ َ ¢ Y²Yً §َ ®َ µ۪ ِ \ تْ wَ]َcَ²Yْ žَ﴿ ٣ ] وįĤijĜ: ب١٦١ [،ñ×Ĭ įĬŶ īĨ اŶول، وČאóİه Ĭ×ñ اïıđĤ وراء اóıčĤ ĭđĨאه اăĝĭĤ. .Ùđĺóü īĨ :ر ١ ٢ ط ر - وijİ. ٣ ط - وįĤijĜ. ٥ ١٠ ١٥ 1160 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Âyette kullanılan el-ferîk kelimesi grup anlamında olup sayıca az ya da çok olan gruplar için kullanılır. Devamındaki “Zaten onların çoğu iman etmez.” ifadesinden bu kelimenin çok sayıda insandan oluşan bir grup anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir görüşe göre anlam, “Onların bir grubu sözü inatları yüzünden bozdu, çoğunluğu ise cahillikleri yüzünden bozdular, ama hepsi kâfirdir: Kimi sözü bozmaktan dolayı, kimi de hakkı bile bile inkâr etmekten dolayı.” şeklindedir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Kitabı attılar ve sanki onu ve Tevrat’ta kendilerinden alınan sözü ve diğer hususları hiç bilmiyormuş gibi ona muhalefet ettiler. Şa‘bî şöyle demiştir: Onlar kitap ile amel etmeyi bıraktıkları için Allah da kendilerini kitabı bırakmış kimseler olarak nitelemiştir. Yahudilerin kendilerinden alınmış sıkı sözü defalarca bozmuş olmaları kapsamında şunlar yer alır: Hz. Muhammed aleyhisselâm geldiği zaman ona iman edip kendisini destekleyeceklerine dair söz alınmış, ancak onlar bu sözü yerine getirmemişlerdir. Hz. Peygamber aleyhisselâmın gönderilmesi ile zafere ulaşacaklarını söylemişler, ama geldiği zaman onu inkâr etmişlerdir. Hz. Peygamber aleyhisselâm ile anlaşma yaptıkları hâlde Hendek Gazvesi’nde ona ihanet etmiş ve Kureyşli kâfirler ile ittifak yapmışlardır ki bunun sonucunda Kurayzaoğulları’nın ve Nadîroğulları’nın başına gelen hadiseler yaşanmıştır. Hz. Peygamber aleyhisselâma, sordukları sorulara cevap verebilmesi hâlinde iman edeceklerine dair söz vermişler, kendilerine cevap verdiği hâlde ona inanmamışlardır. 101. Onlara, Allah katından ellerinde bulunan kitabı doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın kitabını arkalarına attılar. [ el-Bakara 2/101] “Onlara, Allah katından ellerinde bulunan kitabı doğrulayıcı bir peygamber gelince” Kitabı doğrulayıcı peygamber, Hz. Muhammed aleyhisselâmdır. Bir görüşe göre resul (elçi) kelimesi risâlet (elçilik) mânasındadır. Şair şöyle der: Gammazlar yalan söylüyor! Onların yanında ne açıkça dillendirdim Leylâ’yı Ne de kendilerine herhangi bir elçi/mesaj gönderdim 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1161 واěĺóęĤ اĉĤאÙęÐ، وĺכijن ģĻĥĝĥĤ واĤכóĻá، وóıČ ĩÖא ïđÖه أįĬ أراد įÖ اĤכóĻá، وijİ įąĝĬ ħİóáوأכ אداĭĐ ħıĭĨ ěĺóĘ ُ įąَ َ ĝَ ُْQِ®³ُ ¹َن﴾، وģĻĜ: أي Ĭ À Êَ ْ ¶ُyُgَ ْ ¦َ َ ْ© ا \﴿ :įĤijĜ .ěéĤا دijéåÖ ħİóáوأכ ïıđĤا ăĝĭÖ ħıąđÖ :אرęכ ħıĥכĘ ،Żıä ħıĻĥĐ يñĤا ïıđĤאÖو įÖ Ùĥıä ħıĬÉכ هijęĤאìو אبÝכĤا واñ×Ĭ :Ġ אس×Đ īÖا אلĜو ĹĘ اijÝĤراة وİóĻĔא. .įÖ ģĩđĤا ħİñ×ĭĤ כĤذ واñ×Ĭ ħıĬأ ħıęĀو :Ĺ×đýĤا אلĜو ïĩéĨ ħİאءä إذا ħıĬأ :ħıĻĥĐ ěĻàاijĩĤا īĨ כאن įĬأ اراóĨ دijıđĤا ħıąĝĬ אنĻÖ ħà آijĭĨا įÖ وóāĬوه ħĥĘ ijĥđęĺا، وıĭĨא أħıĬ כאijĬا ijéÝęÝùĺن įÖ ĩĥĘא äאءħİ כóęوا įÖ، وıĭĨא أħıĬ כאijĬا İאدijĬا اĭĤ×Ĺ įĻĥĐ اŻùĤم ijąĝĭĘه ijĺم اïĭíĤق وĈאijĝÖا כęאر ûĺóĜ وهïİאĐ ħıĬأ אıĭĨو ،óĻąĭĤا ĹĭÖ ĵĥĐ اñوכ ،ىóä אĨ ÙčĺóĜ ĹĭÖ ĵĥĐ ىóä ١ ĵÝè įĻĥĐ .įÖ اijĭĨËĺ ħĥĘ ħıÖאäÉĘ ،įÖ اijĭĨآ هijĤÉø אĩĐ ħıÖאäأ ijĤ įĬأ īĺ َ ñ۪ Ĥاƪ īَ Ĩِ ěĺ ٌ ó۪ Ęَ ñَ َ ×Ĭَ ْ ħُ ıَ đَ َ א Ĩ ĩĤِ قٌ ِïّāَ ُ Ĩ ųا ِƩ ïِ ْ ĭĐِ īْ Ĩِ لijٌ øُ َ ْ ر ħİُ َ ƪ א َٓäאء ĩĤَ َ -١٠١ و ُ َijن ĩĥَ ْ đَ ĺ źَ ْ ħُ ْ َכَאıĬƪ ħİِرijِ ُ ıČُ َ َٓاء َر Ʃِ اų و َ َ אب אب ِכÝ َۗ َ ۫ ُijÜا ْاĤ ِכÝ ُاو .مŻùĤا įĻĥĐ ïĩéĨ ijİ ﴾ْ·َُ®َ Y¯َ ِ ق ª ٌ ِ uّ ‡َ ®ُ ِٰ Ãا ّ uِ³ْ ِ ±ْ ®ِ ل¹ ٌ ~ُ رَ ْ¶ ُءYَ jَٓ Yَ ¯ّ َ وįĤijĜ:﴿ َوª ٢ وģĻĜ: اijøóĤل ĵĭđĩÖ اøóĤאÙĤ، Ĝאل اýĤאóĐ: َ ِ ijøل óÖ ْ ħُ ıُ Ýĥْ َ øْ ْ ِĵĥĻĥÖ، وź أر ħ ُ İïĭĐَ Ûéُ ُ ïĝĤ َכَñب َ اijĤاijüن Ĩא Ö ١ ط - ĵÝè. َ َñب ّة. اóčĬ ĥĤ×ÛĻ: دijĺاįĬ، ص. ١١٠؛ اõĤاóİ īÖź اĬŶ×אري، .٣٥/١ واĤ×ÛĻ ĹĘ اijĺïĤان: ïĝĤ כ õĐ óĻáכ ijİ óĐאýĤا ٢ .ģĻøِ َ óÖ ْ ħُ ıُ Ýĥْ َ øْ أر źو ،ĹĥĻĥِÖ ... ْ ħُ İïĭĐَ Ûéُ ُ َ اijĤاijüن Ĩא Ö ٥ ١٠ ١٥ 1162 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Şair burada resul (elçi) kelimesini mesaj anlamında kullanmıştır. Buna göre âyetteki ifadenin mânası “Kendilerine kitap gelince” şeklinde olur. “Kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı arkalarına attı.” Yani kendilerine kitap bilgisi verilenler. Bunlar onların din adamlarıdır. el-Kitâbe (kitap) kelimesi bu cümlede mansubdur, çünkü meçhul fiilin haberidir. “Allah’ın kitabı” ifadesi “arkalarına attı.” fiilinin mef‘ulüdür. “Bir kısmı arkalarına attı.” ifadesi ise “Ona muhalefet ettiler.” anlamına gelir. “Arkalarına” Şa‘bî şöyle demiştir: Kitabı arkalarına attılar. Aslında kitap önlerinde idi ve onu okuyorlardı, fakat onunla amel etmeyi terk ettiler. Süfyân b. Uyeyne şöyle demiştir: Kitabı pamuk ve ipeklere sardılar, altın ve gümüşlerle süslediler, ama helâlini helâl, haramını haram bellemediler. İşte arkalarına atmaları bu idi. Bir görüşe göre burada “Allah’ın kitabı” ifadesi Tevrat anlamına gelir. Bir başka görüşe göre ise Kur’ân anlamına gelir ki onların muhalefeti bu iki kitaba da yönelik idi. “Sanki bilmiyorlarmış gibi” Yani kitapta olanlardan haberleri yokmuş gibi. Yani bildikleri hâlde kasıtlı olarak muhalefet ettiler, bu yüzden de cahiller zümresine dâhil edildiler. Bir görüşe göre bu ifade, “Sanki senin sıfatlarını bilmiyorlarmış gibi” anlamına gelir. 102. Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârût ile Mârût isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek, herkese ‘Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız.’ der ve hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o ikisinden karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların âhiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi! [ el-Bakara 2/102] “ Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular.” Yani Allah’ın kitabını arkalarına attılar ve sihre tâbi oldular ve dünyalık kazanmak maksadıyla bunu kendilerini taklit eden takipçilerine öğrettiler 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1163 أي øóÖאÙĤ، ĭđĩĘאه ĵĥĐ ñİا: وĩĤא äאءħİ כÝאب. ْ ِ§َc َ Yب﴾ أي أijĉĐا ħĥĐ اĤכÝאب، وħİ أè×אرħİ. ُ۫وُb¹ا اª ا ±À َ w۪ َّ ªا ±َR ِ¡ À ٌ ۪ yžَ wَ]ََ وįĤijĜ:﴿ ² .įĥĐאĘ ħùĺ ħĤ אĨ ó×ì įĬŶ ؛ÕāĬ אبÝכĤوا À﴾¡: أي ìאijęĤه. ٌ ۪ yžَ wَ]ََ ²﴿ ĵĭđĨو .﴾wَ]ََ ²﴿ :įĤijĝĤ لijđęĨ ﴾ِٰ Ãا ّ بY َ cَ¦ِ﴿ :įĤijĜو ħıĺïĺأ īĻÖ ijİو ħİرijıČ وراء وهñ×Ĭ :Ĺ×đýĤا אلĜ ﴾ْ ¶ِ ِ وįĤijĜ:﴿ َوَرٓ َاء ُ’ُ·¹ر ١ .įÖ ģĩđĤا واñ×Ĭ īכĤ ،įĬؤوóĝĺ ٢ واĺïĤ×אج ّ وijĥèه ÖאÕİñĤ واÙąęĤ وħĤ óĺóéĤا ĹĘ هijäأدر :ÙĭĻĻĐ īÖ אنĻęø אلĜو .אĭıİ راةijÝĤا ijİ ﴾ِٰ Ãا ّ بY َ cَ¦ِ﴿ :ģĻĜو .ñ×ĭĤا כĤñĘ ،įĨاóè اijĨّ óéُ ĺ ħĤو įĤŻè اijĥ ƫéِ ُ ĺ وģĻĜ: ijİ اóĝĤآن، وħıĘŻì כאن ĩıĤא. ٣ ĵĥĐ Ĩא ĹĘ اĤכÝאب، أي ïĩđÜوا اŻíĤف َ ُ̄ ¹َن﴾ أي ź ijęĝĺن «ْ َ À Êَ ْ·َُ ²َّ Y¦َ﴿ :įĤijĜو .כÝđĬ نijĩĥđĺ ź ħıĬÉכ :ģĻĜو .אلıُ åĤאÖ اijĝéÝĤאĘ ħıĩĥĐ ďĨ īƪ כِ Ĥٰ َ ٰ ُī و ĩْ Ļĥَøُ َ َא َכَóę Ĩَ ٰ َۚī و ĩْ Ļĥَøُ כِ ĥْ ُ Ĩ ĵĥٰĐَ īĻ ُ Ĉא۪ َ ĻýĤا ƪ اijĥُْ َא َÝÜ Ĩ اij ُ đَ ƪـ× َ اÜ -١٠٢ و ُ َوت אرİَ ģَ Öאِ َ ×Öِ īِ ْ Ļכَ ĥَ َ ĩĤاْ ĵĥَĐَ لَõِĬْاُ א َٓ Ĩَ َۗ و óéْ ِ ّ ƪ َ אس اùĤ ُ َijن اĭĤ ĩĥِّ َ đُ ُ وا ĺ óęَכَ īĻ َ Ĉא۪ َ ĻýĤا ƪ ُ َijن ĩƪĥَ đَ Ý َ ĻĘَ ْۜ óęُכْ Üَ ŻَĘَ Ùٌَ ĭْ ÝĘِ īُ éْ Ĭَ א َ ĩĬƪاِ źijَٓ ĝَُ ĺ ĵÝ Ʃèَ ïٍèَ اَ īْ Ĩِ אنِ َ ĩĥِّ َ đُ َא ĺ Ĩَ ُ َۜوت و َאر Ĩَ و ۜ ųا ِƩ نِذْאِÖِ źƪاِ ïٍèَ اَ īْ Ĩِ į۪ Öِ īĺ َ ۪ ّ אرąَٓ Öِ ْ َא ُħİ Ĩَ ۜ و į۪äِ ْ َ َزو ْ ِء و óَ ĩĤاْ īَ ْ Ļ َ Ö į۪ Öِ نijَ Ĝُ ِ ّ óęَ ُ َא ĺ َ א Ĩ ĩ ُ ıْ ĭĨِ īْ Ĩِ ةِ َ óìِ źا ٰ ْ ĹĘِ ُ َא َįĤ Ĩ ُ įĺ ٰ óَ Ýüا ْ īِ َ ĩĤَ اij ُ ĩĥِĐَ ïْĝَĤَ َ ْۜ و ħُ ıُ đęَ ْ ĭ َ ĺ źَ َ ْ و ħİُ ƫ óąُ َ َא ĺ Ĩ نijَ ُ ĩƪĥَ đَ Ý َ ĺ َ و ُ َijن ĩĥَ ْ đَ ْ َכ ُאijĬا ĺ ijĤَ ْۜ ħُ ı َ ùęُĬْاَ ٓį۪ Öِ ا ْ َ و َא َóü Ĩ ÷َ ْ Ñ×ِĤَ َ و ۠ ٍقŻَìَ ۚ﴾ أي Ĭ×ñوا ±َ ¯ٰ Áَْ «~ُ ¥ِ ْ «®ُ »ٰ «َ ±Áُ ŽY۪ Áَ َ َْcُ«¹ا ّ اªƒ َ َ ـ[¹ُا َRY b وįĤijĜ:﴿ َو ّاb ُ ijا ذĤכ أÜ×אħıĐ اīĺïĥĝĩĤ ĻĤכùÝ×ijا įÖ اĻĬïĤא ĩĥƪ َ כÝאب Ʃ اų واÜ×ijđا اóéùĤ وĐ ١ ر - įÖ. ٢ ر: اóĺóéĤ. .ûĨאİ çĀ ،نijıĝęĺ ź :ط ٣ ٥ ١٠ ١٥ 1164 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri ve “ Süleyman’ın mülkü her ne kadar muazzam olsa da kendisi ile kāimdir.” dediler. Haram yediler, haram konuştular, Allah da bu nedenle onları kınadı ve Hz. Süleyman’ı bütün bunlardan temize çıkardı, bunların Hz. Süleyman’dan değil, şeytanlardan sadır olduğunu ortaya koydu. Burada sihrin bâtıl olduğu ve sihir yapmanın câiz olmadığı konusunda hem Hz. Peygamber aleyhisselâm döneminde yaşayanlara hem de sonrakilere yönelik bir uyarı da söz konusudur. Süddî şöyle demiştir: “Kendilerine ellerindekini tasdik eden bir kitap gelince onu inkâr ettiler.” [ el-Bakara 2/89] âyeti inince bunu Tevrat ile karşılaştırdılar ve ikisinin uyuştuğunu gördüler. Bunun üzerine Tevrat’ı arkalarına attılar ve şeytanın kitabını aldılar. Hârût ve Mârût’un sihri de Kur’ân’a uymuyordu, bu yüzden ona da bağlandılar. İşte “Onlara, Allah katından ellerinde bulunan kitabı doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın kitabını arkalarına attılar.” [ el-Bakara 2/101] âyeti bunu ifade eder. Nihayet bu âyetteki “tâbi oldular” ifadesi onların Hz. Peygamber aleyhisselâm ile tartışmalarında kendilerini destekleyecek olan sihir kitabına tâbi oldukları anlamına gelir. Allah Teâlâ da kullarına bunun sihir, küfür ve bâtıl olduğunu, kendisine bağlanmanın câiz olmadığını bildirmiş, aksine din meselesinde şeytanın ortaya koyduğu sihir kitaplarına değil, Allah’ın kitaplarına bakılacağını, Allah’ın kitabını ardına atıp da şeytanın kitaplarına bel bağlayanların cehalet ve perişanlığın son noktasında olduğunu ortaya koymuştur. Muhammed b. İshak şöyle demiştir: Hz. Peygamber aleyhisselâm Dâvûd b. Süleyman’ı peygamberler arasında zikredince bazı Yahudi din adamları “Şu Muhammed’e şaşırmaz mısınız? Dâvûd’un oğlunun nebî olduğunu iddia ediyor! Vallahi o bir sihirbazdan başka bir şey değildi.” dediler. Bunun üzerine de Allah Teâlâ “Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular.” âyetini indirdi, yani şeytanlar sihre tâbi olmak ve onu uygulamakla kâfir oldular. Rebî‘ b. Enes şöyle demiştir: Yahudiler Hz. Peygamber aleyhisselâma bir süre Tevrat ile ilgili sorular sordular. Onların sordukları her soruya Allah Teâlâ cevabını indirdi ve Hz. Peygamber bu cevaplarla onlarla tartıştı. Onlar bunu görünce “O bize indirileni bizden daha iyi biliyor.” dediler ve ona sihri sordular ve bu konuda onunla tartıştılar. 5 10 15 2ü īĐ نijĤÉùĺ ź ،راةijÝĤا رأوا ذĤכ ĜאijĤا: “ijİ أħĥĐ ĭĨא ĩÖא أõĬل إĭĻĤא”، ijĤÉùĘه īĐ اóéùĤ وìאijĩĀه įÖ، ١ ح ط: وذĤכ. ٢ ر: óıČÉĘه. ٣ ر + أي ĩĻĥøאن. ٤ ر + أي وĨא óéø ĩĻĥøאن. ٥ ر + íĻĘאħıĩĀ. ٦ ط: íĘאħıĩĀ؛ ر + ħıāíĻĘ. ٥ ١٠ ١٥ 1166 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bunun üzerine Allah Teâlâ “ Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular.” âyetini indirdi. Yani şeytanlar sihir ve kehanetler yazdılar ve bu kitabı Hz. Süleyman’ın oturduğu yerin altına gömdüler. Hz. Süleyman gaybı bilmezdi. Vefat ettiği zaman bu kitabı çıkardılar ve insanları aldatıp “İşte Süleyman’ın bilgisi bu idi, bunu gizledi, insanlardan kıskandı.” dediler. Hz. Peygamber işte onlara bu olayı bildirdi. Onlar da Allah tarafından perişan edilmiş, delilleri çürütülmüş hâlde geri döndüler. Böylece hem küfür hem de pek çok büyük günahı kendilerinde toplamış oldular. Bu günahlar arasında Allah’ın kitabını ardlarına atmak, sihri tasvip etmek ve sihri Allah’ın kitabına tercih etmek, haram yemek, insanları saptırmak ve imandan alıkoymak, peygamberlerin mûcizelerinin asılsız ve sihir cinsinden olduğu şeklinde vehimler yaymak yer alıyordu. “Uydurup söylediklerine” Buradaki tetlû fiilinin sonunda bir hu (onu) zamiri gizlidir. Bir görüşe göre bu tetlû fiili takip etmek, tâbi olmak anlamına gelir. Bu Abdullah b. Abbas ve İbn Rezîn’in görüşü olup “Aya ve onu takip edene!” [ eş-Şems 91/2] âyetindeki kullanıma benzer. Bir diğer görüşe göre bu fiil “okudu” anlamına gelir ki bu da Mücâhid ve Atâ’nın görüşü olup “Zikir okuyanlara!” [ es-Sâffât 37/3] âyetindeki kullanıma benzer. Ebû Ubeyde şöyle demiştir: Bu fiil konuştuğu şey anlamına gelir.” Bir görüşe göre anlamı, geçmiş zaman fiili formunda telet (okudu) şeklindedir. Şair şöyle der: İşi gücü kınamak olana uğradım, sövüyordu bana Geçip gittim yanından ve dedim ki: Beni kastetmiyor Burada şair emürrü (uğrarım) fiilini merartü (uğradım) anlamında kullanılmıştır. Kur’ân’da da şu âyetlerde bu kullanım vardır: “İnkâr eden ve Allah yolundan alıkoyanlar.” [ el-Hacc 22/25], “Gemiyi yapıyordu/yaptı” [ Hûd 11/38], “Âyetlerimi size okurlar/okudular.” [ el-A‘râf 7/35], “Onlardan peygambere eziyet eden de vardır.” [ et-Tevbe 9/61], “Onlar ancak atalarının kulluk ettiği gibi kulluk ediyorlar.” [ Hûd 11/109] Bütün bu âyetlerde mazi (geçmiş zaman) anlam, muzâri (şimdiki, gelecek) zaman formunda ifade edilmiştir. Ancak bu ifadenin başka yorumları da vardır. Bunlardan birine göre burada kâne (idi) fiili gizlidir. Bu durumda da anlam geçmişin hâli olur ki bunun benzeri “Öylesine sarsıldılar ki neticede peygamber dedi ki…” [ el-Bakara 2/214] âyetinde “derdi” fiilinin merfû okunduğu kıraat de vardır, 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1167 įĻĘ اij×ÝכĘ אبÝכ ĵĤإ واïĩĐ īĻĈאĻýĤا وإن﴾ ±Áُ ŽY۪ Áَ َ َْcُ«¹ا ّ اªƒ َ َ ـ[¹ُا َRY b bاّ وَ ﴿:ĵĤאđÜ ųا Ʃ لõĬÉĘ אرقĘ אĩĥĘ ،ÕĻĕĤا ħĥđĺ ź אنĩĻĥø وכאن ،אنĩĻĥø ÷ĥåĨ ÛéÜ هijĭĘïĘ ،ÙĬאıכĤوا óéùĤا ĩĻĥøאن اĻĬïĤא اijäóíÝøا ذĤכ اóéùĤ وijĐïìا įÖ اĭĤאس وĜאijĤا: “ñİا ħĥĐ כאن ĩĻĥøאن هïĭĐ īĨ اijđäóĘ ßĺïéĤا اñıÖ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا ħİó×ìÉĘ “įĻĥĐ אسĭĤا ïùéĺو įĩÝכĺ ،ųا Ʃ אبÝכ ñ×Ĭ :óÐא×وכ óęهכijäو כĤñÖ ħıĤ ďĩÝäوا .ħıÝåèăèوأد ųا Ʃ ħİاõìأ ١ وïĜ ٢ ÖאóéĤام، و»ٰ cّnَ ا¹ُ ªِ {ْ اĩĤאĹĄ، وijİ כįĤijĝ:﴿ َوُزª ١ م ح: ïĝĘ. ٢ ر: واÝøźכùאب. .٤٨/١ ،ةïĻ×Đ ĹÖŶ آنóĝĤا אزåĨ | ijĥÝÜ - ر ٣ אبÖ » ٨٠/٥ ،هïĻø īÖź ÿāíĩĤا ؛»ħáì» ،يóİijåĥĤ אحéāĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا .Ĺĥİאä ،ĹęĭéĤا وóĩĐ īÖ óĻĩü ijİ ٤ َ اđĘŶאل». َ ě َ اóéĤوف وأĩøאء éĥَ اÝĤאء اĹÝĤ Ü ٥ ١٠ ١٥ 1168 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri bu durumda anlam “der idi” (kâne yekūlu) şeklinde olur. Bir diğer örnek ise “Onların atalarının kulluk ettiği gibi” [ Hûd 11/109] âyetidir. Bir diğer yorum bu fiilin hâl olarak değerlendirilmesidir ki bu durumda fiil “uydurma” eyleminin geçmişte var ve şimdiki zamanda bâki olduğuna delâlet eder. Bu yorumda fiilin yapısını değiştirmeye de ilâve kelime eklemeye de gerek olmaz. Aynı durum “İnsanları Allah yolundan alıkoyarlar.” [ el-Hacc 22/25] ve “Peygambere eziyet ederler.” [ et-Tevbe 9/61]âyetleri için de söz konusudur. “ Süleyman’ın mülkü hakkında” Zeccâc bu ifadenin “Onun mülk ve saltanat günlerinde” anlamına geldiğini söylemiştir.1 Şair Ebü’n-Necm şöyle der: O (güneş) ufukta tıpkı şaşının gözü gibi Şair burada “ufuk üzerinde” ifadesini “ufukta” anlamında [yani alâ harf-i cerrini fî anlamında] kullanmıştır. Bir görüşe göre anlam “Onun döneminde” şeklindedir ki bu harfi cer, dönem bildirmek için kullanılır, burada da bu anlamdadır. Bir görüşe göre bu harf mâ anlamındadır, bu durumda ifade, “Şeytanların Süleyman’ın mülkünü ortadan kaldırmak maksadıyla yaptıkları” anlamına gelir. ‘Alâ harf-i cerri bu anlamda kullanılır. Bir görüşe göre anlam, “ Süleyman’ın mülkünün bitmesini takiben” şeklindedir, yani “Onlar bunu, onun ölümünden sonra yaptılar.” Bir diğer görüşe göre anlam, “Şeytanların Süleyman’ın mülkü konusundaki yalan ve iftiraları” şeklindedir. ‘Alâ harf-i cerri el-kavl (söz/söylemek) kelimesi ile birleşince yalan/iftira anlamına gelir, örneğin “Allah’a yalan isnat ediyorlar.” [ Âl-i İmrân 3/75] ve “Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri uydurmanız…” [ el-Bakara 2/169] âyetlerinde böyle kullanılmıştır. Telâ ‘anhu (Onun hakkında konuştu) ifadesi lehte konuşma ve tasdik etme anlamında, telâ ‘aleyhi (Onun aleyhine konuştu) ifadesi ise aleyhte ve yalan konuşma anlamında kullanılır. “Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı.” Yani Süleyman sihir yapmadı. Bu olumsuzlama ifadesidir. Yani o kâfir olmadı, çünkü sihir yapmadı. 1 Zeccâc, Meâni’l- Kur’ân, 1: 183. 5 10 15 20 25 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1169 ُ۬¶ ْ﴾ [ijİد، ١٠٩/١١]. وįĤ وįä آóì، َٓ ُYؤ \ٰ َ ْ ُ[ ُu ا À Y¯َ¦َ﴿ :įĤijĜ ĹĘ اñوכ ،لijĝĺ َ כאن ĵÝè أي ź įäو اñİو ،אلéĥĤ įÐאĝÖو ĹĄאĩĤا ĹĘ دهijäو ĵĥĐ لïĻĘ אلéĤا ĵĥĐ ģĩéĺ أن ijİو ُ َون uّ ‡ُ َ ] إĵĤ óĻĻĕÜ ÙĻĭÖ وź إĵĤ إدراج زĺאدة، وכñا ĺכijن įĤijĜ:﴿ َوÀ ÝéÜאج įĻĘ] ١٦٢ب َّ ﴾ [اÙÖijÝĤ، ٦١/٩[. ¿]َِ ُْQُذ َون ّ اª³ À﴿ :įĤijĜو] ٢٥/٢٢ ،ãéĤا﴾ [ِٰ Ãا ّ© Áِ ]۪ ~َ ±ْ َ ١ ۚ﴾ Ĝאل اäõĤאج: «أي ĹĘ ĥĨכį وĉĥøאįĬ، أي ĹĘ أĺאįĨ«، ±َ ¯ٰ Áَْ «~ُ ¥ِ ْ «®ُ »ٰ وįĤijĜ: ﴿ َ« ٢ Ĝאل أijÖ اħåĭĤ: ٣ لijِ èْ Ŷا َ īِ ْ Ļ َ đכَ ěِ ĘْŶا ُ ĵĥĐ ĹıĘ ïıđĤا ĹĘ ģĩđÝùĨ ijİو ،įĨאĺأ ĹĘ ٤ أي ĹĘ اěĘŶ. وģĻĜ: أي ĵĥĐ ïıĐه، وĭđĨאه: כĥĨ ÙĤإزا ïāĜ ĵĥĐ īĻĈאĻýĤا įÝĥĩĐ אĨ أي ،”אĨ” أي :ģĻĜو .אهĭđĨ ĹĘ ÙĩĥכĤا هñİو ٥ ĵĥĐ أóà ذİאب ĥĨכ ĩĻĥøאن، أي ijĥđĘا ĩĻĥøאن. و“ĵĥĐ “ģĩđÝùÜ ĤñĤכ. وģĻĜ: أي ÛĥĀُ ٦ وģĻĜ: أي Ĩא כÛÖñ اĻýĤאīĻĈ ĵĥĐ ĩĻĥøאن. و“ĵĥĐ “إذا و .įÜijĨ ïđÖ כĤذ َ ْن ْ َ§ ِw َب﴾ [آل óĩĐان، ٧٥/٣] ﴿َوا َ« ّ اà ِٰ اª ُ ¹َن َ» ª¹£ُ َ Öـ“اijĝĤل” óĺاد įÖ اĤכñب، Ĝאل: ﴿َوÀ وإذا ،قïāĥĤ ijıĘ “įĭĐ ŻÜ” :ģĻĜ ذاÍĘ [١٦٩/٢ ،ةóĝ×Ĥا﴾ [ن¹َ̄ ُ َ «ْ َ b Êَ Y®َ ِٰ Ãا ّ« َ ¹ُا َ» ª¹£ُ َ b .بñכĥĤ ijıĘ “įĻĥĐ ŻÜ” :ģĻĜ ħĤ įĬŶ ،óęכĺ ħĤ أي ، ٌ ĹęĬ ijİو ،אنĩĻĥø óéø אĨ أي﴾ ±ُ̄ ٰ Áَْ «~ُ yَŸَ¦َ Y®َوَ ﴿:įĤijĜو .óéùĺ ١ đĨאĹĬ اóĝĤآن äõĥĤאج، .١٨٣/١ ّ אز وīĨ أīùè اĭĤאس äóĤا óÖأכא īĨ ،ģÐوا īÖ óכÖ ĹĭÖ īĨ (م ٧٤٧ / ـİ ١٣٠) ، ّ ĹĥåđĤا ÙĨاïĜ īÖ ģąęĤا ħåĭĤا ijÖأ ijİ ٢ īÖ وóْ ĩَ Đ ijÖأ אلĜ .אمýİ هïĤوو وانóĨ īÖ כĥĩĤا ï×Đ ÷ĤאåĨ óąéĺ وכאن ،يijĨŶا óāđĤا ĹĘ ē×Ĭ .óđýĥĤ אداýĬإ اŻđĤء: כאن õĭĺل ijøاد اĤכÙĘij، وijİ أēĥÖ īĨ اåđĤאج ĹĘ اÛđĭĤ. اóčĬ: ħåđĨ اóđýĤاء óĩĥĤزÖאĹĬ، ص. ٣١٠؛ اijĤاĹĘ ÖאĻĘijĤאت ïęāĥĤي، ٤٣/٢٤؛ اŻĐŶم õĥĤرכĹĥ، .١٥١/٥ .«ěĘأ «،אرسĘ īÖź ÙĕĥĤا÷ ĻĺאĝĨ ؛٥٨٩/٢ ،Ù×ĻÝĜ īÖź اءóđýĤوا óđýĤا :ÛĻ×ĥĤ óčĬا ٣ ْ ِijل أي ĹĘ اěĘŶ وģĻĜ أي ĵĥĐ ïıĐه وĭđĨאه. èَ Ŷا īĻđכ ěِ ْ ĘُŶا ĵĥĐ ĹıĘ ħåĭĤا ijÖأ אلĜ - ر ٤ ٥ ح - أي. óàأ ĵĥĐ أي ģĻĜو כĤñĤ ģĩđÝùÜ “ĵĥĐ“و אنĩĻĥø כĥĨ ÙĤإزا ïāĜ ĵĥĐ īĻĈאĻýĤا įÝĥĩĐ אĨ أي” אĨ” أي ģĻĜو - ر ٦ ذİאب ĥĨכ ĩĻĥøאن أي ijĥđĘا ذĤכ ïđÖ įÜijĨ. ٥ ١٠ ١٥ 1170 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri “Lâkin şeytanlar kâfir oldular.” Yani şeytanlar sihir yaptılar, bu yüzden de kâfir oldular. İmam Mâtürîdî şöyle der: Mutlak olarak sihrin küfür olduğunu savunmak yanlıştır, işin hakikatini incelemek gerekir. Eğer yapılan sihir imanın şartlarından birinin reddini içeriyorsa o zaman küfürdür, aksi takdirde değildir. Küfür sayılan sihri yapan erkek öldürülür, ancak kadın öldürülmez. Küfür sayılmayan sihir de nefi slerin helâkine yol açar, bundan dolayı onlara, yol kesicilere uygulanan hüküm uygulanır ve bu konuda erkek-kadın ayrımı yapılmaz. Bu nedenle Ebû Hanîfe’nin sihirbaz kadın hakkında farklı görüşleri vardır. Sihirbaz kadın küfür sayılan sihir yüzünden öldürülmez, ancak yaptığı sihir öldürücü ise o zaman yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışma suçundan öldürülür. Hz. Peygamber aleyhisselâmın “Sihirbazın cezası kılıçla (boynunun) vurulmasıdır.”1 buyurduğu rivayet edilir. Sihirbaz tövbe ettiği zaman tövbesi kabul edilir, çünkü Firavun’un sihirbazları iman etmişler ve imanları geçerli olmuştur. Dolayısıyla kim, “Sihirbazın tövbesi kabul edilmez.” derse hata içindedir. Aksine tövbesi kabule en şayan olan kimse sihirbazdır, çünkü delil olan ile olmayanı birbirinden ayırt etme gücü en yüksek olan kimse odur.2 Abdullah b. Abbas, Mücâhid, Katâde ve Atıyye el-Avfî şöyle demişlerdir: Hz. Îsâ’nın çağından önce şeytanların göğe yükselmeleri yasak değildi, Hz. Îsâ göğe yükseltildikten sonra onların beş, altı ve yedinci semaya çıkmaları yasaklandı. Peygamberimizin gönderilmesinden sonra ise hepsine çıkışları yasaklandı. Onlar (önceden) göğe yönelirler, oradan kulak hırsızlığı yaparlar, sonra aşağıya inip duyduklarını anlatırlardı. İnsanlar da bunları yazardı ve bu da sihir olurdu. Hz. Süleyman bunları duydu ve bu kitapları aldı, geride kalan kitapları da bulmak için o zamana kadar bulduklarını tahtının altına gömdü. Kendisi vefat ettikten ve bu durumu bilen âlimlerin hepsi öldükten sonra gelen nesiller döneminde şeytanlar bu kitapları çıkardılar ve “ Süleyman insanları, cinleri ve kuşları bununla zaptediyordu.” dediler, sonra da “İşte bu Allah’ın Süleyman’a indirdiği kitabıdır ki Süleyman onu sizden gizledi ve bu yüzden kâfir oldu.” diye eklediler. Allah Teâlâ da “Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı.” âyeti ile onları yalanladı. 1 Tirmizî, “Hudûd”, 27; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 2: 161; Hâkim, el-Müstedrek, 4: 401. 2 Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l- Kur’ân, 1: 193-194. 5 10 15 20 25 30 óĻùęÝĤا ĹĘ óĻùĻÝĤا 1171 رijāĭĨ ijÖأ אمĨŸا אلĜو .įÖ واóęכĘ واóéø أي﴾ واyُŸَ¦َ ±Áَ ŽY۪ Áَ َ َ ّ اªƒ ±ّ §ِ ٰ وįĤijĜ:﴿ َوª :ųا Ʃ رįĩè īĐ ßé×Ĥا Õåĺو ،Éĉì قŻĈŸا ĵĥĐ óęכ óéùĤا نÉÖ لijĝĤا źوإ ،óęכ ijıĘ אنĩĺŸا طóü ĹĘ مõĤ אĨ ّ įÝĝĻĝè، ÍĘن כאن ĹĘ ذĤכ رد ÷ĻĤ يñĤوا ،אثĬŸا ź رijכñĤا įĻĥĐ ģÝĝĺ óęכ ijİ يñĤا óéùĤا ħà .ŻĘ رijכñĤا įĻĘ يijÝùĺو ،ěĺóĉĤا אعĉĜ ħכè įĻęĘ ÷ęĭĤا كŻİإ įĻĘو óęכÖ ģÝĝÜ ŻĘ ،ةóèאùĤا ĹĘ ųا Ʃ واĬŸאث، وñıĤه اėĥÝì ijĜل أĹÖ ÙęĻĭè رįĩè óéùÖ اĤכóę وģÝĝÜ óéùÖ اĹđùĤ ĹĘ اŶرض ÖאùęĤאد إذا כאن İóéøא ١ ،«ėĻùĤאÖ بóąĤا óèאùĤا ïè» :אلĜ įĬأ مŻùĤا įĻĥĐ Ĺ×ĭĤا īĐو .ŻÜאĜ :אلĜ īĨو ،ħıĬאĩĺإ çāĘ اijĭĨآ نijĐóĘ ةóéø نÍĘ אب؛Ü إذا įÝÖijÜ ģ×ĝĺو õĻĻĩÜ ĹĘ ēĥÖأ ijİ إذ ؛óèאùĤا ÙÖijÜ ُ ģ×ĝُ ĺ אĨ ěèوأ ،ćĥĔ ٌ ijıĘ “ģ×ĝÜ ź” ٢ .ÙåéÖ ÷ĻĤ אĩĨ įĭĨ Ùåè ijİ אĨ ĵùĻĐ óāĐ ģ×Ĝ īĻĈאĻýĤا כאن :ĹĘijđĤا ÙĻĉĐو אدةÝĜو ïİאåĨو אس×Đ īÖا אلĜو īĐ אءĩùĤا ĵĤإ įđĘر ïđÖ اijđĭĨ אĩĬوإ ،אءĩùĤا دijđĀ īĐ īĻĐijĭĩĨ óĻĔ مŻùĤا įĻĥĐ اijĬכאĘ .ģכĤا īĐ مŻùĤا įĻĥĐ אĭĻ×Ĭ وجóì ïđÖو ÙđÖאùĤوا ÙøאدùĤوا ÙùĨאíĤا אءĩùĤا َ ّijàïن ĩÖא ijđĩøا، وכאن اĭĤאس ĺכÝ×ijن ذĤכ éُ ĻĘ نijĉ×ıĺ ħà ďĩùĤا نijĜóÝùĺو ونïāĝĺ įĻøóכ ÛéÜ אıĭĘïĘ ÕÝכĤا ñìÉĘ مŻùĤا įĻĥĐ אنĩĻĥø įÖ ďĩùĘ ،اóéø כĤذ وכאن ُĹĘij ĩĻĥøאن įĻĥĐ اŻùĤم وذÕİ اĩĥđĤאء اīĺñĤ כאijĬا ijĘóđĺن ذĤכ، ÝĘ ، َ َ اĤ×אĹĜ ÕĥĉĻĤ ٣ ıäóìÉĘא اĻýĤאīĻĈ ħıĤ وĜאijĤا: “إن ĩĻĥøאن כאن ąĺ×ć ėĥì ħİïđÖ īĨ ėĥíĘ ħכĭĐ ħÝכĘ אنĩĻĥø ĵĥĐ لõĬ ųا Ʃ אبÝכ اñİ” :اijĤאĜو .”اñıÖ óĻĉĤوا÷ ĬŸوا īåĤا .﴾±ُ ¯ٰ Áَْ «~ُ yَŸَ¦َ Y®َوَ ﴿:אلĝĘ ĵĤאđÜ ųا Ʃ ħıÖñכÉĘ “כĤñÖ אنĩĻĥø óęכĘ ١ īĭø اñĨóÝĤي، اïéĤود، ٢٧؛ اħåđĩĤ اĤכ×óĻ ĉĥĤ×óاĹĬ، ١٦١/٢؛ اïÝùĩĤرك éĥĤאכħ، .٤٠١/٤ ٢ اóčĬ: ÉÜوŻĺت اóĝĤآن ĩĥĤאïĺóÜي، .١٩٤-١٩٣/١ (اėĭāĩĤ ÿíĤ ĭİא כŻم اĩĤאïĺóÜي ÖאĵĭđĩĤ(. .ûĨאİ çĀ ،ėĥì - م ٣ ٥ ١٠ ١٥ ٢٠ 1172 BAKARA SÛRESİ - Ömer Nesefî Tefsiri Bazı tefsirlerde ve kıssa kitaplarında “Andolsun biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski hâline döndü.” [ Sâd 38/34] âyetinin tefsiri sadedinde, tahtına kırk gün boyunca bir şeytanın oturduğu ve bu süre boyunca Süleyman’ın mülkünün yok olduğu, bu şeytanın sihir kitaplarını çoğaltıp diğer şeytanlarla birlikte Hz. Süleyman’ın tahtının altına gömdüğü, bunun ardından Hz. Süleyman’ın tahtına döndüğü, vefatından sonra da şeytanların bu kitabı çıkarıp Hz. Süleyman’a isnat ettikleri şeklinde ifadeler yer alır. Bütün bunlar bâtıldır, çünkü Hz. Süleyman Allah’ın seçkin, halis kullarındandır ve şeytanların onun üzerinde bir etkileri söz konusu değildir. Bu konuda usule en uygun ve en sağlam yorum, yukarıda bizim zikretmiş olduğumuzdur. Bir görüşe göre “Hâlbuki Süleyman kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular.” âyeti “ Süleyman o kitapları tahtının altına gömmedi, aksine şeytanlar gömdüler.” yani “çıkarılan şey Süleyman’ın gömüsü değil, şeytanların gömüsü idi.” anlamındadır. Küfür kelimesi dilde örtmek, tesettür anlamına gelir ki biz bunu “İnkâr edenler…” [ el-Bakara 2/6] âyetinin tefsirinde açıklamıştık. Pek çok tefsirde sihir, insanlar arasında âfetlere sebep olacak süslü sözlerle aldatma, yanıltma olarak yorumlanır ve sevgi, düşmanlık, hastalık, çarpılma gibi herhangi bir etkisinin olmadığı ifade edilir. Bu konuda da Firavun kıssasında sadece bir göz boyama olduğu ifade edilen sihir meselesini esas alırlar, fakat Lebîd b. A‘sam isimli Yahudinin Hz. Peygamber aleyhisselâma sihir yaptığına ve Allah’ın muavvizeteyen (Felâk ve Nâs) sûrelerini indirerek onu bu sihirden koruduğuna dair rivayetleri unuturlar. Hatta bir rivayete göre Hz. Peygamber aleyhisselâm bu sûreleri okur okumaz sanki kendisini sıkıca bağlayan bir bağdan kurtulan devenin kalkması gibi sihirden derhal kurtulmuş ve hızlıca doğrulup ayağa kalkmıştır. Ancak sihri göz boyaması olarak değerlendiren bu görüş Mu‘tezile’nin görüşüdür. Onlar kulun herhangi bir fiilinin onun organları ile ilişkisi olmaksızın ortaya çıkmasını kabul etmezler. Bu [Kelâm ilmindeki] mütevellid fiiller meselesidir. Ehl-i sünnet ve’l-cemâat’e göre ise fiillerin tesirleri Allah’ın yaratmasıdır, kulun fiili değildir. Kulun fiili ise onun kudret alanını geçmez. Eğer Allah fiillerin eserlerini o fiillerin hemen ardından yaratma şeklindeki âdetini sürdürmüşse, bu durumda tazmin, günah ve benzeri meselelerde eserler (fiillerin sonuçları) kula izâfe edilir. Sonuçlarının ortaya çıkması itibariyle sihrin de bir hakikati vardır. Onların söz ettikleri ise mecazi olarak sihir diye isimlendirilir.
|
Bugün 94 ziyaretçi (309 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|