|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Ruhun mahiyeti ve ruh çağırmak · 1- Enbiyadan meydana gelene Mucize denir. · 2- Evliyadan meydana gelene Keramet denir. · 3- Evliya olmayan müslümanlardan meydana ...
DİNİMİZ İSLAM · Bütün Dini Konular · Büyü ve batıl inançlar-Ruh · Ruh ve beden. Ruh ve beden. Sual: Araf suresinin 172. âyetindeki “Kâlu belâ” tevil edilip ...
Çünkü insan ruh demektir. Beden değişse de ruh değişmez. İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın, vücudu bir ...
Sual: Ruh temizliği nedir? CEVAP Hadis-i şerifte (İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi) buyuruldu. Yani (İlimler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din ...
Peki insanın ruhu da bedeni gibi böyle yok mu oluyor? CEVAP İnsan ölünce, ceset, beden, çürüyünce, kalp ve ruh yok olmaz. Ölmek, kalbin ve ruhun bedenden ...
Bedeni ve ruhu beraber tahrip eden zehirler, haramlardır. Hem ruhu, hem bedeni dejenere eden, ikisini de hasta eden, ondan sonra ölüme sürükleyen, haramlardır.
Ruh ölmez her ölü işitir · Beden ölse de ruhlar ölmez · Kabirde nimet veya azap var · Herkesi kabir sıkar · Ruh ölmez, ölü işitir · Mümin ve kâfir her ölü ...
Ruh ölmediğine göre, dirilere hareket kuvveti veren Allah, şehitlere, evliya zatlara niye vermesin? CEVAP Evliya zatların ruhlarının gelip savaştıkları ve ...
Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti ...
Kendinize değil büyüklere tâbi olunuz, iş ve ahlakınızı düzeltiniz. Masiva ile uğraşan dolap beygiri gibi dolanıp durur. * Baş olma sevdasına düşen, ...
Ruh ve nefs. Zinde olan ruhum feryat ediyor, Geceyi gündüze durma kat diyor ... Zındıklara amansızca çat diyor. Copyright © 2008 - Dinimiz İslam. Her Hakkı ...
Bu maili herkese gönderin! Copyright © 2008 - Dinimiz İslam. Her Hakkı Saklıdır. Sitemizdeki bilgiler ...
Sual: Reenkarnasyon diye bir şey var mı? İnanmak doğru mu? ... Reenkarnasyon denilince, ruhun insandan insana geçmesi, başka bir bedenle dünyaya geliş, tenasühte ...
Dinimiz İslam Mobil, Cep, English Articles, MP3, Video, Evliyaların Hayatları ... Âdem aleyhisselâm ruh ile ceset arasında iken, O Peygamber idi. Âdem ...
Sual: Hristiyanlar, (Kur'anda da, İsa'ya Allah'tan ruh üflendiği, yani Ruhullah olduğu yazılıdır) diyerek, Hazret-i İsa'nın Kur'ana göre de tanrı veya oğlu ...
İnsan denilen varlık,El, ayak ve baş değil.İnsan ruha denilir,Surat ile kaş değil.Beden et ve deridir,Ruh bunun serveridir,Hakk'ın kudret sırrıdır,Ruhsuz ...
Bütün Dini Konular · Azəricə · Vəhhabilik · Ruh ölməz, hər ölü eşidir · Mömin və kafir hər ölü eşidir. Copyright © 2008 - Dinimiz İslam. Her Hakkı Saklıdır.
Ehl-i sünnet itikadı beyin gibidir, doğru kılınan beş vakit namaz beyin gibidir. * Vücut, 3 temel unsurdan oluşur: Beden + Ruh + Nefs Bedenin gıdası, topraktan ...
Ruhun mahiyeti ve ruh çağırmak
|
Sual: Ruhun mahiyeti nedir? Ruh uykuda, ölünce olduğu gibi bedenden ayrılır mı?
CEVAP
Ruhun mahiyetini bilmek imkânsızdır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ruh hakkında soranlara de ki: Ruh Rabbimin işlerindendir, size az bilgi verildi.) [İsra 85]
Aklın erdiği bilgileri anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün kuvvetleri, hareketleri idare eden, kullanan ruhtur. Ruh, göz vasıtasıyla renkleri, kulakla sesleri kavrar, sinirleri çalıştırır. Adaleleri hareket ettirir, böylece bedene iş yaptırır. Böyle işlere ihtiyarî yani istekli işler denir. Aklı kullanmak, düşünmek ve gülmek gibi şeyleri yapan ruhtur. Ruh, parçalanmadığı ve parçalardan meydana gelmediği için, hiç değişmez, bozulmaz, yok olmaz. Ruh, bir sanatkâra benzer. Beden, sanatkârın elindeki sanat aletleri gibidir. İnsanın ölmesi, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu da, sanatkârın sanat aletlerinin yok olmasına benzer. (Ahlak-ı alai)
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki: Cesetten ayrılan ruh, ya azaba, ya nimete kavuşur. İyilerinki yükselir, kötülerinki yedi kat yerin dibine iner. Bedenden ayrılan ruh, aletsiz, vasıtasız olarak her şeyi bilir. Bunun için, çeşitli nimet veya azapla karşılaşır. Ruh bedendeyken, bir uzuv, mesela insanın bir ayağı felç olsa, ruh bu ayağa tesir edemez. Ölüm ise, bütün uzuvların felç olmasına benzer; ancak ruh, bedenden ayrılınca, yine bilir, görür, anlar, sevinir, üzülür, bu halleri yok olmaz.
Uykuda da, ölünce olduğu gibi, ruh bedenden ayrılır; fakat rüyada ayrılmasıyla ölüm esnasında ayrılması arasında, çok fark vardır. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de, uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette, düşünenler için, bunda, alınacak ibretler vardır) [Zümer 42]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Uykuda, ruhun bedenden ayrılması, bir kimsenin, geziye, kendi vatanından, sevinerek ayrılmasına benzer ki, gezdikten sonra, sevinç içinde yine vatanına döner. Ölürken ruhun ayrılması, böyle değildir. Bu ayrılık, vatanı yıkılan, evleri, binaları yok olan kimsenin, vatanından ayrılması gibidir. Bunun içindir ki, uykudaki ayrılmasında, sıkıntı ve acı yoktur. Tersine, sevinç ve rahatlık vardır. Ölürken ayrılmasında ise, çok acılar ve güçlükler hâsıl olur. Uyuyanın vatanı dünyadır. Ona, dünyadaki gibi davranırlar. Ölenin ise, vatanı yıkılır. Ahirete göç eder. Ona ahiret muamelesi yaparlar. (3/31)
Allahü teâlâ, insanın ruhunu bilinemez şekilde yarattı. Ruh, madde, cisim değildir, belli bir yeri yoktur. Ruh, bedenin ne içinde, ne dışındadır, ne bitişik, ne ayrıdır. Yalnız onu varlıkta durdurmaktadır. Bedenin her zerresini diri tutan ruhtur. Âlemi varlıkta durduran Allahü teâlâ, bedeni de ruh vasıtasıyla diri tutmaktadır. (1/287)
Ruh çağırmak
Sual: Bazı medyumlar, Kaybolan şeyleri ve başınıza gelecekleri de biliyoruz diyorlar. Medyum, fincanla ruh çağırırken Falancanın ruhu gel diyor. Şu, şöyle mi? gibi bir soru sorunca, fincan, evet veya hayır yazılı tarafa yahut harfler üzerinde dolaşarak hareket ediyor. Böylece sorulan şeye cevap verilmiş oluyor. Bazen isabet ettiği de görülüyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde, gaybı Allah’tan başkasının bilemeyeceği bildiriliyor. (Cin 26)
Gayb, duyu organları ile veya hesap ile, tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir. Birinin altınları çalınır. Medyuma, ruhçuya veya cinci denilen kimselere gidilir. Bunlar, çalanı tarif eder. Bazen isabet ettiği de olur. Çalınan şey, bize göre gayb ise de, çalana ve onu gören başkalarına göre gayb değildir. Onu çalanı bir cin görmüşse, cin çalanı tarif eder ve bulunur. Cin gaybı bilmiş olmaz. Ruh çağırıyoruz denildiğinde de gelen cindir. Cin de geleceği, gaybı bilmez. Bilmediği Kur'an-ı kerimde yazılıdır. (Sebe 14)
Cin, gaybı bilmediği gibi, melek, hatta Peygamber de bilmez. Ancak Allahü teâlâ bildirirse, elbette onlar da bilir. (Cin 27)
Peygamber efendimizin devesi kaybolunca, münafıkın biri (Cennetten, Cehennemden bahsediyor. Halbuki kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor) dedi. O anda Allahü teâlâ, devenin nerede olduğunu Resulüne bildirdi. Peygamber efendimiz, yuları bir ağaca takılmış olduğu halde deveyi görüp tarif etti. Gittiler, tarif edilen yerde buldular. (M. Kâinat)
Birgivi Vasiyetnamesi’ndeki (Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları ve bunların yerlerini bilirim dese, diyen de, buna inanan da kâfir olur. "Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum" derse yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaibi yalnız Allah bilir) yazısını Kadızade şöyle açıklıyor:
(Gaybı, Allahü teâlânın vahy ve ilham ettikleri de bilir. Cin gaybı bilmez. Fakat cin, ben evliyadan duydum ki şöyle imiş derse, küfür olmaz. Ancak cinler yalan söyledikleri için onlar biz duyduk deseler de inanmamalıdır. Allahü teâlâ vahy yolu ile Peygamberlere gaybı bildirdiği gibi, ilham yolu ile de evliyaya ve müminlere de bildirir.)
Allahü teâlâ gaybı Peygamberine, evliyasına ve dilediğine bildirir. Evliyanın kerametleri çok görülmüştür. Mesela Hazret-i Ömer’in, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, kumandanına (Dağa çekil dağa) dediği meşhurdur. Evliyanın ruhları da yardım eder. (Şevahid-ün-nübüvve)
Ruh çağıranlar, ölenin ruhu geliyor diye milleti kandırıyorlar. Kâfirlerin ruhları hapsedilmiştir. Gelmeleri mümkün değildir. Müslümanların ruhları ise, fâsıkların, kâfirlerin çağırması ile gelmez. Kâfirlerin ruhları hapis olduğu için rüyada bile görülmezler. Şeytan onların şekline girip görünür. (Miftah-ül-Cenne)
Ruhçuların ruh hakkındaki söylediklerinin hemen hepsi yalandır. Çünkü Kur'an-ı kerimde insanlara ruh hakkında çok az bilgi verildiği bildiriliyor. (İsra 85)
Ruhçular, fazla bir şey bildiklerini iddia ediyorlarsa, bu âyeti inkâr olur. İmam-ı Rabbani hazretleri, tenasühe inananın kâfir olacağını bildiriyor. (C.2, m.58)
Kötülerin halleri
Dine aykırı birçok hareketleri bulunan, kötü kimselerden de olağanüstü bazı haller görülebilir. Böyle kimseleri makbul biri zannetmemelidir! Günümüzde böyle harikulade halleri görülen kimselere hemen evliya diyorlar. Belki bunların çoğunun imanı bile yoktur. Evliya olan kimse, keramet göstermeye utanır.
Muhammed Masum Serhendi hazretleri buyuruyor ki:
(Başkalarının düşündüklerini keşfetmek, kaybolan şeylerden haber almak ve ettikleri duaların kabul olması gibi Allahü teâlânın âdeti dışında böyle şeylerin bir insanda hasıl olması, o kimsenin velî olduğunun alameti değildir. Bunlar, istidrac sahiplerinde de hasıl olur. Riyazet çekerek nefslerini parlatan kâfirlerde de hasıl olur. Bazılarında riyazet çekmeden de hasıl olmaktadır. Evliya olmak için riyazet çekmek şart olmadığı gibi, keramet göstermek de şart değildir. Fakat riyazet çekmek, harikaların çok olmasına yardım eder. Peygamberlerden başka herkesin son nefesi şüphelidir. Bu bakımdan imansız ölmekten çok korkmak gerekir.) [Mektubat-ı Masumiyye m. 182]
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara ikram olsun diye, azılı düşmanlarını da aldatmak için âdetini bozarak, bunlar vasıtası ile sebepsiz şeyler yaratıyor. Bu harikulade haller beş çeşittir:
1- Enbiyadan meydana gelene Mucize denir.
2- Evliyadan meydana gelene Keramet denir.
3- Evliya olmayan müslümanlardan meydana gelene Firaset denir.
4- Fâsık veya günahı çok olan müslümanlardan meydana gelene İstidrac denir.
5- Kâfirlerden zuhur edene Sihir denir.
Kötü kimselerden ve gayrı müslimlerden meydana gelen olağanüstü hallerden dolayı onları iyi bir kimse zannetmemelidir!
Cinlerin etkisi
Cin, insanın içine girebilir. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. İnsanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Roma’da ve Peşte’de ve Türkiye’de konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler, bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Bunun yanlış olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir.
Sual: Ruh yorulur mu?
CEVAP
Ruh yorulmaz.
Sual: Hayvanların ruhu ve aklı var mıdır?
CEVAP
İnsanlarda olan ruhtan hayvanda yoktur. Hayvandaki ruh, ona hayatiyet yani canlılık kazandıran bir ruhtur. Ruhun Farsça’sı can’dır. Yani hayvan da canlıdır. Ama bizdeki ruhtan onda yoktur. Hayvanda akıl da yoktur. Şehvetlerine uymaları suç olmaz. Aklı olana suç olur.
İnsan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark insanın ruhudur. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Âdem Aleyhisselama verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddecilerin, felsefecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna yakın sanabilirler. İlk insanların şekli, yapısı, asla maymuna benzemez, fakat benzese bile insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır. Çünkü bu ruhtan ve ruhun hasıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur.
Sual: Hayvanların ruhunu kim alır?
CEVAP
Hayvanların insanlarınki gibi ruhları yoktur. Kendilerine canlılık veren, yani organlarının işlemesini sağlayan sinir sistemlerinde bir kuvvet vardır. Buna hayvani ruh veya can demişlerdir. İnsanlarda da bu hayvani ruh olmakla beraber, ayrıca âlemi emirden gelen ruhları da vardır. Azrail aleyhisselam, insanlara mahsus olan ruhu alır. Bunlardan fâsık ve kâfir olanların ruhunu ise, diğer meleklere emrederek aldırır.
Ruh cisim değildir
Sual: Ruh cisim midir, bedene nasıl etki eder?
CEVAP
Eni, boyu ve yüksekliği olan şekil almış maddeye, cisim denir. Ruh, cisim değildir. (İslam Ahlakı)
İnsan, ruh demektir. İşiten, tasarruf ve kuvvet sahibi olan, ruhtur. Beden, çalışmakla yorulsa da, ruh yorulmaz. Bedende ruhun bulunması, sütte yağın bulunması gibi değildir. Mesela, kolu kesilen kimsenin ruhundan eksilme olmaz. Başkasının yüreğiyle yaşayan bir insanın ruhunda değişiklik olmadığı için, ahlakı bozuk olan kimsenin yüreğinin, bu adama hiç tesiri olmaz. Kalble yürek aynı şey değildir. Yürek denilen et parçası, hayvanda da bulunur. İnsana mahsus olan kalbe, gönül denir. Gönül görünmez, fakat tesirleriyle anlaşılır. Kalb, elektrik cereyanı, yürek de ampul gibidir. Ampuldeki elektriği, ampul ışık verdiği zaman anlıyoruz. Elektrik gibi, kalb de madde değildir, bir yer kaplamaz. Yürekte eserleri görüldüğü için, kalbin yeri yürektir denir. Yürek değiştirmek, sanki ampul değiştirmeye benzer. Yani takılan yürek nasıl olursa olsun, takılan kimsenin kalb kuvvetinin tesiri görülür. Ampulün değişmesiyle şehir cereyanında azalıp çoğalma olmadığı gibi, yüreğin değişmesiyle, kalb kuvvetinin tesiri değişmez.
Yanmakta olan bir ampul sökülünce, yani cereyanla olan irtibatı kesilince, cereyanın bir miktarı kesilmiş olmaz. Başka bir ampul takılırsa onun da rezistans telini ısıtıp ışık saçmasına sebep olur. Salih bir kimsenin yüreği, fâsık kimseye veya kâfire takılınca, o kimsenin kalbi yine hep günah işlemek ister, kötü düşünür. Tersine, fâsık insanın yüreği, salih bir kimseye takılırsa, o kimsenin kalbi yine günah işlemek istemez, hep iyi düşünür. Yüreğin manevi bir fonksiyonu yoktur. Öldükten sonra çürüyüp gidecektir. Yahut hayvan yese veya yansa fark etmez; çünkü insan ruh demektir. Beden değişse de ruh değişmez.
İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın, vücudu bir marangozun aletleri gibidir. İnsan ölünce, aletleri olmadığından, ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için gider, gelir, insanları tanır. Hatta vefat etmiş olan evliyanın ruhları insanlara yardım eder. Bu yardım etmesi, dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. Allahü teâlâ ruhlara, aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın ruhu çok kimseye çeşitli yardımlar yapmaktadır.
Bir kimseye, başkasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar. Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha kolay iş görür; çünkü insan, ruh demektir. Bir insan ölmekle, hatta yanmakla ruh yok olmaz. Sadece aletleri [bedeni] elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler verilir, yeni bir beden yaratılır. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba düçar olur. Yani ya cennete veya cehenneme gider.
Ruhun mahiyetini bilmeyen veya Allah’ın kudretinden şüphe eden kimse, insanın yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder. Hâlbuki kabir suali ve azabı haktır.
Abdulhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerime ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diriyken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler.(Mişkat)
Ruh mahlûktur
Sual: Bazıları, (Kur'an Allah'ın kelamı olup mahlûk olmadığı gibi, insanların ruhu da Allah'ın nefesidir, mahlûk değildir) diyorlar. Ruhlar mahlûk değil mi?
CEVAP
Evet, ruhlar mahlûktur. Bu çok yanlış bir görüştür. İslam âlimleri, (İnsan, ruh demektir) buyuruyor. O zaman insan için mahlûk değil demek ne kadar yanlış, ne kadar tuhaf olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Âlimlerden birkaçı, (Yedi şey, yani Arş, Kürsi, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem ve Ruh denilen mahlûklar yok olmayacak, sonsuz var olacaklardır) dediler. Bu sözleri, bu mahlûklar, yok olamaz demek değildir. Allahü teâlâ, var etmiş olduğu şeylerden, dilediklerini tekrar yok edecek, dilediklerini de, yalnız kendi bileceği fayda ve sebeplerden dolayı, hiç yok etmeyecek, bunlar sonsuz var olacaklardır. (Mektubat 3/57)
Ruhun ağırlığı ölçülebilir mi?
Sual: (Biz, ruhu iyi biliriz. Ruhun ağırlığı vardır. Bir kimseyi ölmeden önce tarttık, ölünce 26 gram eksildi. Tecrübeyle sabittir ki, ruhun ağırlığı 26 gramdır) diyenler var. Ruhun mahiyetini bildiren ilim var mıdır?
CEVAP
Ruhun mahiyetini bilmek imkânsızdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Ruh hakkında soranlara de ki: Ruh, Rabbimin işlerindendir, ruh hakkında size az bilgi verildi.) [İsra 85]
Allahü teâlâ, (Size az bilgi verdim) buyururken, ruhçuların, Allah'ı yalanlar gibi, (Biz ruhu iyi biliriz) diyerek, ruh hakkındaki söylediklerine itibar edilmez. Sanki ruh bir maddeymiş gibi,(Ağırlığı 26 gramdır) denmesi çok yanlıştır. Çünkü İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Ruh, her şeyden daha latif [maddenin en hafifi olan hidrojen gazından, hattâ bir elektrondan da daha hafif] olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. (1/99)
Ruhların tanışması
Sual: Bazı kimselerle, daha önce tanışmışız gibi, onları seviyor ve rahatça kaynaşabiliyoruz. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
Ruhlar yaratıldığı zaman, birbirleriyle tanışanlar, dünyada da birbirlerini severler. İki hadis-i şerif:
(Müminlerin ruhlarından ikisi, aralarında bir günlük mesafe olduğu hâlde birleşirler. Oysa biri diğerini hiç görmüş değildir.) [İ. Ahmed]
(Ruhlar yaratıldığı zaman tanışanlar, birbirlerine yakınlık gösterirler, tanışmayanlar birbirlerinden nefret edip kaçarlar.) [Müslim]
Ruh mekânsızdır, madde değildir
Sual: Bir hikâyede, bir âlim zat, 1915 yılında Mescid-i Nebevî'nin bir köşesinde ağlarken oranın türbedarı ona neden ağladığını sorar. O da, (Resulullah'la her zaman görüşebilirken şimdi görüşemediğim için ağlıyorum) der. Türbedar, gece Resulullah'ı rüyasında görür. Resulullah'ın türbedara, (Şu an Çanakkale'deyim ve Türk askerlerine yardım ediyorum) buyurduğu söyleniyor. Bu hikâye uydurma değil mi?
CEVAP
Evet, tamamen uydurmadır. Çünkü ruh, madde değildir, aynı anda birden fazla yerde bulunabilir. Çanakkale'deki ruhu, türbedar [kabr-i şerifin bekçisi] görüyor da, âlim olan zat niye göremiyor? Bu, Hristiyan hurafecilerin bir uydurmasıdır. Onlar böyle şeyler uydurup, arkasından, Müslümanlarla alay ediyorlar.
Ahmed ibni Hacer-i Heytemî hazretleri buyuruyor ki: Resulullah efendimiz, ölmek üzere olan herkese göründüğü gibi, çeşitli yerlerde, çeşitli şekillerde, bir anda görülebilir. Bu olaylar, Allahü teâlânın kudretinin büyüklüğünü gösterir. Allahü teâlânın kudretiyle evliya zatların, çeşitli şekiller aldığı çok görülmüştür. Hasan Mûsulî'nin ve başkalarının böyle göründükleri meşhurdur. (Fetâvel-kübrâ c.2 s.9)
Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselama aynı anda, birden fazla kişinin canını alma kuvvetini vermiştir. Bunun gibi, biri doğuda, biri batıda iki talebesi olsa, ikisinin de aynı anda eceli gelse, mürşid-i kâmil olan bir zata,ikisine de yetişip, imanla ölmelerine yardım etme gücünü ihsan ediyor. Selefîler, Allahü teâlânın böyle bir kudrete sahip olduğunu anlayamıyorlar.
Ruh ve sütteki yağ
Sual: Ruhu (Sütteki yağ gibidir) diye tarif etmek doğru olur mu?
CEVAP
Doğru olmaz. Çünkü ruh, madde, cisim değildir. Yağ ise maddedir.
Kur’an-ı kerimde ruhun mahiyetinin bilinemeyeceği bildiriliyor. Ruhun sadece bedeni ayakta tutan, ona canlılık veren bir kuvvet olduğu biliniyor, mahiyeti bilinmiyor. Ruhun ne olduğu değil, daha çok ne olmadığı biliniyor.
İsra sûresinin 85. âyeti, ruhun ne olduğunu anlatmayı men etmektedir. (İslam Ahlakı)
Bedende ruhun bulunması, sütte yağın bulunması gibi değildir. Sütün bir kısmı alınınca yağın da bir kısmı alınmış olur. Ama bir uzvu mesela kolu kesilen kimsenin, ruhunda eksilme olmaz.
Ruh, radyo dalgalarına benzetilebilir. Bu dalgalar madde değildir, yer kaplamazlar, ama (Her yerde vardır) denir. Çünkü her yerde bulunan radyoda ses hâsıl ediyorlar.
Ruh, elektriğe de benzetilebilir. Yanmakta olan bir ampul sökülünce, yani cereyanla olan irtibatı kesilince, cereyanın kuvveti kesilmiş olmaz. Başka bir ampul takılırsa onun da rezistans telini ısıtıp ışık saçmasına sebep olur. Ampul patlayınca cereyan yok olmadığı gibi, insan ölünce ruhu da ölmüş olmaz.
Salih bir kimsenin yüreği, fâsık kimseye veya kâfire takılınca, o kimsenin kalbi yine hep günah işlemek ister, kötü düşünür. Tersine, fâsık insanın yüreği, salih bir kimseye takılırsa, o kimsenin kalbi yine günah işlemek istemez, hep iyi düşünür. Kalb ayrı, yürek ayrıdır. Kalb de ruh gibi madde değildir. Madde ve cisim olan yüreğin manevi bir fonksiyonu yoktur. Öldükten sonra çürüyüp gidecektir. Yahut hayvan yese veya yansa fark etmez. Çünkü insan ruh demektir. Beden değişse de ruh değişmez, azalma çoğalma olmaz. Bunun için, (Ruh sütteki yağ gibidir) demek yanlıştır.
Uydurma hikâye
Sual: Geçen günkü bir yazıda Peygamber efendimizin Çanakkale’de savaşan Müslümanlara yardım ettiği inkâr ediliyor. Mucize nasıl inkâr edilir?
CEVAP
Hâşâ hiçbir Müslüman, mucizeyi inkâr etmez. Peygamber efendimiz de, evliya zatlar da Allah’ın izniyle yardım eder. O yazıda, (Peygamberimiz savaşta yardım etmedi, evliya zatlar yardım edemez) denmiyor. Hikâyedeki çelişki şuradadır:
Resulullah efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", Çanakkale’de savaştığı, yani kabri şeriflerinde olmadığı için, âlim bir zat göremiyor, fakat türbe bekçisi görebiliyor. Çanakkale’de savaşınca görülmüyorsa, bekçi nasıl görüyor? (Rüya bu, uzakta da olsa görülebilir) denirse, her gün gören âlim zat niye göremiyor? Hikâyeyi uyduran, bu çelişkiyi hesaba katmamış. (Falanca sâlih kimse, bu hikâyeyi anlattı) deniyor. Dinde herkesin sözü ölçü olmaz. Ruhlar her yere gider. Medine’de olan da görür, Amerika’da olan da görür. Bekçinin gördüğünü âlim zat da görür. Ama âlim bir zatın gördüğünü bekçi göremeyebilir. Çelişkili hikâye uydurup, tasavvuf düşmanlarına tenkit fırsatı vermemelidir.
Ruhun ve nefsin gıdası
Sual: Ruhun ve nefsin gıdasının, lezzetlerinin farklı, birbirine zıt olduğu kitaplarda bildirilmektedir. Buna rağmen ruh nasıl oluyor da nefsin gıdasını kendi gıdası zannedebilir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Mektûbât kitabının 99. mektubunda buyuruluyor ki:
“Ruh ile ceset, her bakımdan, birbirinin aksi, zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, ruhu nefse âşık etti. Bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebep oldu. Kur’ân-ı kerim, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn suresinin bir âyetinde mealen;
(Biz insanın ruhunu, güzel bir surette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik) buyuruldu. Ruhun bu dereceye düşürülmesi ve bu aşka tutulması, kötülemeye benzeyen bir metih, övgüdür. İşte ruh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile, kendini nefis âlemine attı ve nefse tabi, esir oldu. Hatta, kendinden geçti, kendisini unuttu, nefs-i emmare hâlini aldı. Ruh, her şeyden daha latif, maddenin en hafifi olan hidrojen gazından, hatta bir elektrondan da daha hafif olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. Kendini unuttuğu için, evvela kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unuttu, cahil ve gafil oldu. Nefis gibi cehalet karanlığı ile karardı. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, acıdığı için, Peygamberler gönderip, bu büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı ve sevgilisi olan nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emretti. Ruh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felaketten kurtulur. Yok eğer, başını kaldırmaz, nefisle beraber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, saadetten uzaklaşır.
İşte ruh, bu hâlde kaldıkça, nefsin gafleti, cahilliği, ruhun da gafleti, cehaleti olur. Yok eğer, ruh, nefisten yüz çevirir, ondan soğur, onun yerine Allahü teâlâyı severse ve kendi gibi, bir mahluku sevmekten kurtulup, sonsuz var olana âşık olup, bu aşk ile kendinden geçerse, zahirin, yani nefsin gafleti, cehaleti, batına, yani ruha sirayet etmez. O, Allahü teâlâyı bir an unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasıl tesir etsin ki, o nefisten, tamamen ayrılmıştır. İşte bu vakit, zahir gaflette iken, batın âgâhtır, uyanıktır. Her an Rabbi iledir.”
Kalp ve ruhun mahiyeti
Sual: Ruh nasıl ve ne şekilde bir varlıktır, yaratılanlardan nelere benzemektedir?
Cevap: Kalp ve ruha, eski Yunan felsefecileri ve bunların taklitçileri, Nefs-i nâtıka, kısaca nefis demişlerdir. Halbuki, tasavvuf ve ahlak bilgilerinin mütehassısı olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, nefsin, kalbin ve ruhun birbirinden farklı varlıklar olduklarını ve Nefs-i nâtıka, nefsin ismi olduğunu bildirmektedir. İsrâ sûresinin 85. âyetinde meâlen;
(Sana ruhtan soruyorlar. 'Ruh, Rabbimin yarattığı varlıklardan biridir' diye cevap ver) buyuruldu.
Bu âyet-i kerime, ruhun ne olduğunu anlatmayı menetmektedir. Bunun içindir ki, İslâm âlimleri, ruhun ne olduğunu konuşmaktan sakınmışlardır. Fakat, Kur’ân-ı kerimden anlaşılıyor ki, ruhun yalnız hakikatini, ne olduğunu konuşmak yasaktır. Yoksa hassalarını, özelliklerini anlatmak yasak değildir. Bunun için, âlimlerin çoğu, talebeye ve sual edenlere, kalbin ve ruhun cisim olmadıklarını, bir Cevher-i basît olduklarını söylediler. Aklın erdiği bilgileri anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün kuvvetleri, hareketleri idare eden, kullanan hep bu ikisidir. Tasavvuf büyükleri, kelam âlimleri böyle söylemişlerdir.
Sual: İnsan ölünce, ruhu ne olur, bir yere gider mi yoksa yok mu olur?
Cevap: İnsan ölünce, ceset çürüyünce, kalp ve ruh yok olmaz. Ölmek, bunların bedenden ayrılması demektir. Bedenden ayrılınca, mücerred yani maddi olmayan âleme karışırlar. Kıyamete kadar yok olmaz. Din âlimleri, felsefeciler ve mutaassıp olmayan fen adamları böyle söylemiştir. Tabiatçılardan az bir kısmı, bu söz birliğinden ayrılmış, doğru yoldan kaymıştır. Bunlar, insanı, çöldeki otlara benzettiler. İnsan ot gibi biter, büyür, yok olur, ruhu kalmaz dediler. Böyle söyledikleri için Haşhaşîler, yani Otçular adı ile anıldılar. Din âlimleri ve felsefeciler, bu otçuların düşüncelerini çeşitli delillerle reddettiler.
Ruh âlemini akıl ile anlamak
Sual: Kendi aklını ölçü alıp, tasavvuf âlimlerinin, ruh âleminden keşif yoluyla anlayıp bildirdiklerini, akla uygun değildir diye kabul etmemek, akla da ilme de uygun olur mu?
Cevap: Bu konuda Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri buyuruyor ki:
“Milyonlarca yıldızın bir araya gelip bir sistem kurduğunu ve her sistemin boşlukta bozulmadan hareket ettiğini söyleyen astronomi adamlarının sözlerine, görmeden inanıldığı gibi, tasavvufçuların keşfettikleri, bildirdikleri âlem-i misâl ve ruh âlemine de inanmak lazım gelir.”
İnkâr edenlere değil, haber verenlere inanmak doğru olur. Aklı olan, fen bilgisinden haberi olan, Allahü teâlânın varlığını ve birliğini hemen anlar ve ispat eder. Ahirete inanmak, böyle değildir. Buna, Allahü teâlâ haber verdiği için inanılır. Halbuki, akla uyan kimsenin, kendisi bu ruh âlemine ve sırlarına kavuşamasa, bilemese de, bunu, hiç olmazsa, olmayacak şey değildir diyerek, reddetmemesi lazımdır. Nitekim, akla uyanların önderlerinden olan İbni Sînâ;
“Olamayacağı ispat edilemeyen bir şeye, olamaz dememelidir. Çünkü, ispat etmeden olamaz demek, anlamadığına inanmamak gibi, ayıp ve kusurdur” demiştir.
.
Ruh ve beden
|
Sual: Araf suresinin 172. âyetindeki “Kâlu belâ” tevil edilip, ruhların bedenlerden önce yaratıldığı söyleniyor. Doğrusu nedir?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Âdem aleyhisselam yaratılıp, beli mesh edilince, zerreler halinde nesli çıktı. Bir kısmı sağ tarafına, bir kısmı sol tarafına kondu. Allahü teâlâ buyurdu ki:
— İşte bu sağdakiler, Cennet ehlinin amelini yapacaklarından, Cennetlik olanlardır. Bunların amellerinden bana bir fayda ve zarar yoktur. Bu soldakiler, Cehennem ehlinin amelini yapacaklarından, Cehennemlik olanlardır. Bunlardan da, bana bir fayda ve zarar yoktur.
Âdem aleyhisselam sordu:
— Ya Rabbi! Cehennem ehlinin ameli nedir?
— Bana şirk koşmak ve gönderdiğim peygamberlere inanmamak ve onlar vasıtasıyla gönderdiğim kitaplardaki emir ve nehyimi tutmayıp, bana isyan etmektir.
Âdem aleyhisselam dua etti:
— Ya Rabbi! Bunları kendilerine şahit kıl! Umulur ki, Cehennem ehli ameli işlemezler.
Allahü teâlâ da, nefslerini şahit yapıp, (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurdu. Hepsi, (Evet, biz şahidiz, Rabbimizsin) dediler. Allahü teâlâ, melekleri ve Âdem aleyhisselamı da şahit tuttu ki, onlar Allahü teâlânın Rab olduğunu tasdik ve ikrar ettiler. Bu sözleşmeden sonra, onları tekrar eski mekânlarına gönderdi, çünkü bunların hayatları yalnız ruhani bir hayat idi. Cismani bir hayat değildi. Allahü teâlâ, bunları Âdem aleyhisselamın sulbüne yerleştirdi. Ruhlarını kabzedip, Arşın hazinelerinden birinde muhafaza etti. Ana rahminde, çocuğun cismani sureti tamam olduğu zaman, henüz ölüdür. Allahü teâlâ, rahimde ölü olan bu çocuğa ruh vermeyi murat buyurduğunda, Arş’ta muhafaza edilen ruhu, o cesede iade eder. Çocuk o zaman hareket etmeye başlar. Allahü teâlânın ruhlara, (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) diye sorduğu misaktan [sözleşmeden] sonraki ölüm, yani ruhun Arşın hazinelerine gönderilmesi, birinci ölüm ve şimdiki ana karnındaki hayat, ikinci hayattır. (Dürret-ül-Fahire)
.
Beden ölse de ruhlar ölmez
|
Vehhabiler diyor ki: (Resulullahın ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzaktaki diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.)
CEVAP
Bu iddialarına aşağıda ve diğer maddelerde cevap veriyoruz:
Ruhun ölmediğine Ehl-i sünnetin inandığı gibi vehhabiler de inanıyor. Beden ölse bile ruhun ölmediğine inanıp da, bu ruhun hareket etmesine inanmamak açık bir çelişkidir.
Böyle olunca, ruhdan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, karşı olmamak icap eder. Çünkü, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmektedir. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı red edilmez.
Ruhun mahiyeti nedir
Ruh, bedeni ayakta tutan bir kuvvettir. Ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Zümer suresinin, (Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır) mealindeki 42. âyeti ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten, tasarruf ve kuvvet sahibi olan ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba düçar olur. Ruh, sütte yağın bulunduğu gibi, bedende bulunmaz.
Bunun için kolu kesilen kimsenin ruhundan eksilme olmaz. Başkasının yüreği ile yaşayan bir insanın ruhunda değişiklik olmadığı için, bozuk kimsenin yüreğinin bu adama hiç tesiri olmaz. Kalb ile yürek aynı şey değildir. Yürek, hayvanda da bulunur. İnsana mahsus olan kalbe, gönül denir. Gönül görünmez, fakat tesirleri ile anlaşılır. Kalb, elektrik cereyanı, yürek de ampul gibidir. Ampuldeki elektriği, ampul ışık verdiği zaman anlıyoruz. Elektrik gibi kalb de madde değildir, bir yer kaplamaz. Yürekte eserleri görüldüğü için, kalbin yeri yürek denir. Yürek değiştirmek, sanki ampul değiştirmeye benzer. Yani takılan yürek nasıl olursa olsun, takılan kimsenin kalb kuvvetinin tesiri görülür. Ampulün değişmesiyle şehir cereyanında azalıp çoğalma olmadığı gibi, yürek değişmesiyle, kalb kuvvetinin tesiri değişmez.
Ruh da, elektriğe benzetilebilir. Yanmakta olan bir ampul, sökülünce, yani cereyanla olan irtibatı kesilince, cereyanın bir miktarı kesilmiş olmaz. Başka bir ampul takılırsa onun da rezistans telini ısıtıp ışık saçmasına sebep olur. Salih bir kimsenin yüreği, fâsık kimseye veya kâfire takılınca, o kimsenin kalbi yine hep günah işlemek ister, kötü düşünür. Tersine, fâsık insanın yüreği, salih bir kimseye takılırsa, o kimsenin kalbi yine günah işlemek istemez, hep iyi düşünür. Yüreğin manevi bir fonksiyonu yoktur. Öldükten sonra çürüyüp gidecektir. Yahut hayvan yese veya yansa fark etmez. Çünkü insan ruh demektir. Beden değişse de ruh değişmez.
İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın, vücudu bir marangozun aletleri gibidir. İnsan ölünce, aletleri olmadığından, ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için gider gelir, insanları tanır. Hatta evliyanın ruhları insanlara yardım eder. Bu yardım etmesi dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. Allahü teâlâ ruhlara aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın ruhu çok kimseye çeşitli yardım yapmaktadır.
Bir kimseye, başkasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar. Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha kolay iş görür. Çünkü insan, ruh demektir. Bir insan yanmakla yok olmaz. Sadece aletleri elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler verilir. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba düçar olur. Ruhun mahiyetini bilmeyen veya Allah’ın kudretinden şüphe eden kimse, insan yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder. Halbuki kabir azabı haktır.
Aklın almadığı şeyleri akılla çözmeye kalkışmak çok yanlıştır.
Akıl, göz gibi, din bilgileri de ışık gibidir. Göz, ışık olmadıkça, karanlıkta görmez. Göz, karanlıkta görmediği şeylere Yok diyemez. Akıl da, maneviyatı, fizik-ötesini anlayamaz. Aklımızdan faydalanmamız için Allahü teâlâ, din ışığını gönderdi. Göz, ışık olmadan karanlıkta cisimleri göremediği gibi, din bilgileri olmadan da akıl, manevi şeyleri anlayamaz. O halde akıl, din ışığı ile ancak manevi şeyleri anlayabilir.
Amerika’daki vahşilerin, oklarının uçlarına sürdükleri, Kürar ismindeki zehir, sinirlerin uçlarını felce uğratır. Adale hareket edemez. Ağrı yapmadığından insan zehirlendiğini anlamaz. Elini, ayağını oynatamaz, yere yıkılır, taş gibi kalır. Görür ve işitir ise de, gözünü kırpamaz, dilini oynatıp bağıramaz. Kabir azabı da buna benzetilebilir. Ölü, acı duyar, fakat kıpırdayamaz.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabir azabı, ahiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid'at sahibi olur. "Hakkında hadis-i şerif olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez" diyen kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani C.3, m.17- 31)
İnsan ruhu sayesinde vardır
İnsan ölünce yok olur ve ölülerin ruhlarının faydası zararı olmaz sanılıyor. Halbuki beden ölüp çürüse de ruh ölmez.
Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet ve hadisler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olur. (Mişkat)
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir halde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim)
Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Bazı evliyanın Hazret-i Hızır ile konuşmaları, onun diri olduğunu göstermez. Ruhu insan şeklini alır, iş yapabilir, darda kalanlara yardım edebilir. Kabirde nimetler ve azaplar olduğuna iman ederiz. Ölülerin birbirleri ile konuştukları, kabirde azap olunanların seslerinin işitildiği bir çok hadis-i şerif ile bildirilmiştir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Eğer kabre konan kişi mümin ise, kabri genişletilir. Kıyamette insanlar diriltilinceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kabre konan kişi kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bütün canlılar işitir. Kabri öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.) [Buhari, Müslim] (C.1, m.182)
Yine hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kabir azabı vardır.) [Buhari]
(Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi]
Bilmediğimiz bir hayat ile diridirler
Peygamberler ve Evliya mezarlarında, kabir hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayat ile diridirler. Kendiliklerinden bir şey yapamazlar. Allahü teâlâ, onlara sebep olacak kadar kuvvet ve kıymet vermiştir. Onları sevdiği için, onlara, âdeti dışında olarak ikram, ihsan yapmaktadır. Onların hürmeti için, istenileni yaratır. İstenilenin yaratılmasına sebep olmaları onlardan istenir.
Mezhepsizlerin, Ehl-i sünnet, mezarlara tapınıyorlar, müşrik oluyorlar demeleri Müslümanlara iftiradır.
Aşağıda meallerini yazdığımız, [Al-i İmran 169 ve Bekara 154] âyet-i kerimeler, şehitlerin diri olduklarını bildiriyor. Şehitler, peygamber gibi evliya gibi değil, başka müslümanlar gibidir. Onlardan bir üstünlükleri yoktur. Peygamberler ise, şehitlerden elbet daha ileride ve daha üstündür. Her Peygamber şehit olarak ölmüştür. Bunu bilmeyen yoktur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]
(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la]
Onun için vehhabiler gibi Resulullahı ölü sanmak, ya Resulallah demeye şirk demek maksatlı değilse cahilliktir.
Vehhabi Feth-ül-mecid kitabının 486. sayfasında kendi bozuk inanışlarını güya ispat etmek için şu hadis-i şerif yazılıdır:
(Evlerinizi kabir yapmayınız! Kabrimi bayram yeri yapmayınız! Bana salevat getiriniz! Her nerede salevat getirirseniz, bana bildirilir.) [Ebu Davud]
Halbuki bu hadis-i şerif, Peygamberlerin kabirlerinde diri olduklarını göstermektedir. Çünkü, bir söz, diri olana bildirilir. [Hadis âlimlerinden Abdülazim Münziri hazretleri, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız!) hadis-i şerifi için, elinizden geldiği kadar sık ziyaret ediniz demektir, dedi. Yani, benim kabrimi, yılda bir iki kere ziyaret etmekle bırakmayınız. Her vakit ziyaret ediniz demektir dedi. (Evlerinizi mezarlık yapmayınız!) hadis-i şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla mezarlığa benzetmeyiniz demektir dedi.]
Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mirac gecesinde, Musa aleyhisselamın kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.) [Buhari, Müslim]
Buhari’de ve Müslim’de, (Allahü teâlâ, Mirac gecesinde, bütün Peygamberleri, Peygamberimize gönderdi. Onlara imam olup, iki rekat namaz kıldılar) yazılıdır. Namaz kılmak, rüku ve secde yapmakla olur. Bu haber, diri olarak, ceset ile, beden ile kıldıklarını gösteriyor. Musa aleyhisselamın, kabrinde namaz kılması da, bunu göstermektedir.
Mişkat kitabının son cildinde, (Mirac) babının birinci faslı sonunda, Müslim’den alarak Ebu Hüreyre’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Kâbe’nin yanında, Kureyş kâfirleri, bana Beyt-ül-mukaddesin nasıl olduğunu sordular. Oralara dikkat etmemiştim. Çok sıkıldım. Allahü teâlâ bana gösterdi. Kendimi Peygamberler arasında gördüm. Musa aleyhisselam, ayakta namaz kılıyordu, zayıf idi. Saçları dağınık ve sarkık değildi. Şen’e kabilesinden bir yiğit gibi idi. İsa aleyhisselam, Urve bin Mesud Sekâfi’ye benziyordu) buyuruldu. Şen’e, Yemende bulunan bir kabilenin ismidir. Bu hadis-i şerifler, Peygamberlerin, Rableri yanında diri olduklarını gösteriyor. Onların cesetleri [bedenleri], ruhları gibi latif olmuştur. Kesif, katı değildir. Madde ve ruh âleminde görünebilirler. Bunun için Peygamberler, ruhları ve bedenleri ile görünebilirler.
Hadis-i şerifte, Musa ve İsa aleyhimesselamın namaz kıldıkları bildiriliyor. Namaz kılmak, çeşitli hareketler yapmaktır. Bu hareketler beden ile olur. Ruh ile olmaz. Musa aleyhisselamı, orta boylu, eti az, zayıf, saçları toplu gördüm buyurması, ruhunu değil bedenini gördüğünü gösteriyor. Peygamberler başka insanlar gibi ölmez. Geçici olan dünyadan, sonsuz kalıcı olan ahirete göç ederler.
İmam-ı Beyheki hazretleri, İtikad kitabında buyuruyor ki:
Peygamberler, mezara konduktan sonra ruhları bedenlerine geri verilir. Biz onları göremeyiz. Melekler gibi, görünmez olurlar. Yalnız, Allahü teâlânın keramet olarak ihsan ettiği seçilmiş kimseler görebilir. İmam-ı Süyuti de böyle bildirmiştir. İmam-ı Nevevi ve Sübki ve imam-ı Kurtubi üstadından böyle haber vermişlerdir.
Hicretin 61. senesinde (Harre) olayında, Said bin Müseyyib diyor ki, Mescid-i nebide ezan okunamaz, namaz kılınamaz olunca, Hücre-i nebeviyye’den ezan ve ikamet sesi işitildi. Bunu, ibni Teymiye de, (İktiza-üs-Sıratil-müstakim) kitabında yazmaktadır. Çok kimse, selamlara, Kabri saadetten cevap verildiğini, çok zaman işitmişlerdir. Başka kabirlerden de, selamlara cevap verildiği, çok işitilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bana selam verene, ben de selam veririm.) [Beyheki]
Bir hadis-i şerifte, (Beni rüyada gören uyanık iken görmüş gibidir) buyuruldu. Bunun için, imam-ı Nevevi hazretleri, Onu rüyada görmek, tam kendisini görmektir dedi. Nitekim, Abdürraüf Münavi’nin, Künuz-üd-dekaık kitabında yazdığı ve Buhari’de ve Müslim’de bulunduğunu bildirdiği hadis-i şerifte, (Beni rüyada gören doğru görmüştür. Çünkü şeytan, benim şeklime giremez) buyuruldu. Rüyada benzeri görülmüş olsaydı, doğru olarak görülmüş olmazdı. İbrahim Lakani, Cevheret-üt-tevhid kitabında diyor ki, hadis âlimleri, Resulullahın uyanık iken de, rüyada da görülebileceğini, sözbirliği ile bildirmişlerdir.
Diri olan Peygamber mi, Şehit mi?
Bedir’de falanca filanca öldü gitti denilince, Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Fisebilillah [Allah yolunda] öldürülenlere ölü demeyin. Bilâkis onlar diridir, ama siz bunu anlayamazsınız.) [Bekara 154] (Tibyan)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Uhud’da şehit olan kardeşlerinizin ruhları yeşil kuşlarla Cennete gitmiştir. Onlar Cennetin ırmaklarından su içer, meyvelerinden yiyip Arş’ın gölgesinde asılı altın kandillerle giderler, istirahat ederler. Yiyecek, içeceklerin lezzetini ve orada yaşanan hayatın güzelliklerini tattıkları zaman, “Allahü teâlânın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilselerdi de cihattan çekinmeselerdi” dediler. Allahü teâlâ da, ben onlara, sizin durumunuzu bildiririm buyurdu.) [Müslim, Tirmizi, İbni Mace]
İşte âyet meali:
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir ve Allah’ın bol nimetinden sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayanlara [henüz şehit olmamışlara, şehitlikte] korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.) [Al-i İmran 169]
İlk âyette, Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, onlar diri diye ikaz ediliyor. İkinci âyette, bunların yiyip içtikleri de bildiriliyor.
Şimdi vehhabilere soruyoruz: Şehit mi üstün, yoksa Peygamber mi? Şehit sıradan biridir. Savaşta ölenin imanı varsa şehit olur. Attan düşüp ölen bile şehittir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Suda boğulan, yangında ve enkaz altında ölen şehittir.) [İbni Asakir]
(Abdestli yatıp da ölen şehittir.) [Deylemi]
(Mütteki müezzin, şehit gibidir. Ölürse kabrinde çürümez.) [Taberani]
(Allahü teâlâdan sıdk ile ihlas ile şehitlik isteyen, yatağında ölse de, şehittir.) [Müslim]
Allah yolunda ölen şehide ölü demek caiz değil iken, bütün ömrünü Allah yolunda geçiren Peygamber efendimize ölü demek nasıl caiz olur? Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Kabrimin yanında okunan salevatı işitirim. Uzaktakiler bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe]
Elbette Peygamber, şehitten üstündür. Resulullah efendimiz ise, bütün evliyadan, ulemadan ve diğer enbiyadan [Peygamberlerden] üstündür. Dini de diğer dinlerden daha üstündür. Eshabı yani arkadaşları da diğer Peygamberlerin eshabından üstündür. Ümmeti de diğer ümmetlerden üstündür. İki âyet-i kerime meali:
(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Resulünü hidayet [doğruluk rehberi olan Kur’an] ve hak din [İslamiyet] ile gönderen Odur.) [Fetih 28]
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
İki hadis-i şerif meali:
(Ben bütün insanların efendisiyim.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, beni insanların en iyisinden yarattı. İnsanların en iyisiyim, en iyi ailedenim. Kıyamette herkes sustuğu zaman ben söylerim, onlara şefaat ederim. Kimsenin ümidi kalmadığı bir zamanda onlara müjde veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçisiyim. Bunları öğünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum.) [Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum.] (Mektubat-ı Rabbani 1/44)
Eshabı hepsinden üstündür, hepsi Cennetliktir. Bir âyet meali:
(Allah, hepsine hüsnayı [Cenneti] vaad etmiştir!) [Nisa 95]
Ümmeti de diğer ümmetlerden üstündür. Bir âyet meali:
(Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.) [Al-i İmran 110]
Şehitlerin ruhu yaşıyor da, âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullahın ruhu yaşamıyor mu? Ruh ölmez, kâfirin ruhu bile ölmez. Peygamberin Allah yanında bir şehit kadar da kıymeti yok mu? Şehit diri oluyor da, Peygamber niye diri olmasın? Şehit Cennette rızıklanıyor da, Peygamber niye rızıklanmıyor? Allahü teâlâ şehide böyle ikram ediyor da Peygamberine ikram etmez mi? Allah’ın Peygamberi şehitten yani ümmetinden birinden üstün değil mi? Şehit olan Hazret-i Ömer’den, Hazret-i Ali’den, Hazret-i Hamza’dan, Hazret-i Cafer-i Tayyar’dan üstün değil mi?
Peygamber hâşâ Allah yolunda değilse, şehit Allah yolunda nasıl olur? Peygamber diri olmazsa şehit nasıl diri olur? Peygamber işitmezse, şehit nasıl işitir? Halbuki şehidin, Müslümanlığı da şehitliği de bu Peygambere iman etmeye bağlıdır. Şehitler Allah yolunda da, hâşâ Peygamberler başka yolda mı? Bu ne çirkin suçlama öyle? Resulullah şehit değil mi? Resulullah, son hastalığında, (Hayber’de yediğim zehirli etin acısını hâlâ hissediyorum. Zehrin tesirinden aort damarım, bıçak gibi kesiliyor) buyurdu. (Buhari)
İbni Mesud hazretleri ve diğer Eshab-ı kiram, (O zehirli etin tesiriyle Resulullah şehit oldu) buyurdu. Peygamberlik şehitlikten üstündür. Fakat şehit olmak da bir nimettir. Allahü telâlâ Resulüne bu nimeti de vermek için son hastalığında bu zehrin etkisini göstermiştir. (M.Ledünniyye)
Vehhabiler, "Şefaat ya Resulallah" diyenlere, (Ya hacı, şirk şirk...) diyorlar. Onun ümmetinden olan şehide diri dedikleri halde, Resulullaha ölü demeleri âyet ve hadislere aykırıdır.
Yalan olduğu için yazıları birbirini tutmuyor
Vehhabi Feth-ul-mecid kitabının 257. sayfasında, (Ebu Davud’un rivayet ettiği hadiste bana salevat okuyunuz! Her nerede okursanız okuyunuz, bana bildirilir denildi. Demek ki, uzakta yakında okumak arasında ayrılık yoktur. Kabri bayram yeri gibi yapmaya hacet yoktur) diyor.
Hücre-i saadeti ziyarete ihtiyaç olmadığını göstermek için, Resulullahın, salat ve selamdan haber aldığını yazmış, farkında olmayarak, kendi kendisini yalanlamıştır. Ölü his etmez, duymaz diyordu. Şimdi de, haber aldığını yazıyor.
416. sayfasında, (Ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. Ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur) diyor.
Resulullahın kendisine okunulan salevattan haberdar olduğunu yazması ve yukarıdaki yazısı, birbirlerine uymamaktadır. Bundan başka, Ebu Davud’daki hadis-i şeriflerden birini yazıyor. İkincisini yazmak işine gelmiyor. Hadis âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevi, Medaric-ün-nübüvve kitabının 378. sayfasında diyor ki, Ebu Davud’un Ebu Hüreyre’den haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse bana selam verince, onun selamını işitir, cevap veririm) buyuruldu. İbni Asakir’in haber verdiği hadis-i şerifte, (Kabrim yanında, bana salevat okununca, o salevatı işitirim) buyuruldu.
Kabirdeki meyyitlerin duyduklarını ve gördüklerini bildiren böyle sağlam haberler çoktur. Lüzumu kadar bildirdik. Uzatmaya lüzum yoktur. Dirilerin yaptığı işlerin ölülere gösterildiğini aşağıda bildireceğiz. Onlarda görmek olmasaydı, işlerin onlara gösterilmesi doğru olmazdı. Çünkü, işlerin gösterilmesi demek, iki omuzda bulunan (Kiramen katibin) meleklerinin yazdığı şeylerin gösterilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu da mevtaların gördüğünü bildirmektedir.
Dirilerin işlerinin gösterilmesi
Ölülerin görmesini anlattıktan sonra, dirilerin işlerinin onlara gösterilmesini bildiren hadis-i şerifleri yazalım:
Ümmetin amelleri Resulullah efendimize gösterilmektedir.
Abdullah ibni Mesud hazretleri dedi ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:
(Hayatım, sizin için hayırlıdır. Bana anlatırsınız. Ben de size anlatırım. Öldükten sonra, vefatım da, sizin için hayırlı olur. Amelleriniz bana gösterilir. İyi işlerinizi gördüğüm zaman, Allahü teâlâya hamd ederim. Kötü işlerinizi gördüğüm zaman, sizin için af ve mağfiret dilerim.) [Bezzaz]
Ameller, işler, tanıdıklara gösterilmektedir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yaptığınız işler, kabirde olan yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza bildirilir. İyi işlerinizi görünce sevinirler. Böyle olmayan işleriniz için, ya Rabbi! Bizi doğru yola kavuşturduğun gibi, bu kardeşimizi de kavuştur. Ondan sonra ruhunu al derler.) [İ.Ahmed, Tirmizi]
(Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir. İşleriniz iyi ise, sevinirler. İyi değil ise, ya Rabbi, bunlara iyi işler yapmaları için kalblerine ilham eyle derler.) [Ebu Davud]
(İnsanların yaptıkları işler, Pazartesi ve Perşembe günleri, Allahü teâlâya arz olunur. Peygamberlere, Evliyaya ve ana-babaya Cuma günleri gösterilir. İyi işleri görünce sevinirler. Yüzlerinin parlaklığı artar. Allah’tan korkunuz! Ölülerinizi incitmeyiniz!) [Tirmizi]
(Mezardaki kardeşleriniz için Allahü teâlâdan korkunuz! Yaptığınız işler, onlara gösterilir.) [Tirmizi, İbni Ebiddünya, Beyheki]
İnsanların yaptığı işler, mezardaki tanımadıkları ölülere de bildirilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yaptığınız işler, ölülere bildirilir. İyi işlerinizi görünce sevinirler. Kötü işlerinizi görünce üzülürler.) [İbni Ebiddünya]
Vehhabi kitabının (Allame) ismini verdiği ve yazılarını kendilerine senet olarak kullandığı ibni Kayyımı Cevziyye, Kitab-ür-ruh kitabında, İbni Ebiddünya’dan, o da Sadaka bin Süleyman Caferi’den bildiriyor ki, bir kötü huyum vardı. Babamın ölümünden sonra, pişman oldum. Bu taşkınlıklarımdan vaz geçtim. Bir aralık bir kabahat yaptım. Babamı rüyada gördüm. Ey oğlum! Senin güzel işlerinle kabrimde rahat ediyordum. Yaptığın işler bize gösteriliyor. İşlerin salihlerin amellerine benziyor. Fakat, son yaptığından dolayı çok üzüldüm, utandım. Yanımdaki mevtalar arasında beni utandırma, dedi. Bu haber, yabancı mevtaların da, dünyadaki işleri anladıklarını gösteriyor. Çünkü, çocuğun işleri babasına gösterildiği zaman, babası oğluna, beni yanımdaki ölülere utandırma demektedir. Yabancı ölüler, çocuğun işlerinin babasına gösterildiğini anlamasalardı, babası rüyada böyle söylemezdi. Hadis-i şerifte de, tanıdığı bütün ölülere dünyadaki işlerin gösterildiğini yukarıda bildirmiştik.
Meyyitler birbirini ziyaret ederler
Meyyitlerin birbirini ziyaret etmeleri ve buluşmaları da, sahih haberlerle bildirilmiştir.
Haris bin Ebi Üsame ve Ubeydullah bin Said Vayili (İbane) kitabında ve Ukayli, Cabir bin Abdullah’tan haber verdikleri hadis-i şerifte, (Ölülerinizin kefenini güzel yapınız! Onlar, kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler ve övünürler) buyuruldu.
Müslim sahihindeki hadis-i şerifte, (Kardeşinin cenaze işini görenleriniz, kefenini güzel yapsın!) buyuruldu. Çünkü, meyyitler birbirini ziyaret ederler ve övünürler.
Ebu Hüreyre’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü, birbirlerini kefenleri içinde olarak ziyaret ederler) buyuruldu.
Tirmizi ve İbni Mace ve Muhammed bin Yahya Hemedani (Sahih) kitabında ve İbni Ebiddünya ve Beyheki (Şu’ab-ül-iman) kitabında, Ebu Katade’den bildirdikleri hadis-i şerifte, (Biriniz din kardeşinin cenaze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın! Çünkü onlar, kabirleri içinde birbirlerini ziyaret ederler) buyuruldu.
Evinde iken nelerden incinirse
Dirilerin yaptıkları işleri haber alınca, ölülerin incindikleri hususunda, İmam-ı Süyuti Şerh-us-sudur kitabında, Deylemi’nin Hazret-i Âişe validemizden bildirdiği hadis-i şerifi yazıyor. Burada, (İnsan, evinde iken nelerden incinirse, kabrinde de onlardan incinir) buyuruldu. İmam-ı Kurtubi Tezkire kitabında diyor ki, dünyada olanların yaptıkları şeyleri Allahü teâlâ bir melek ile yahut alamet ile, işaretle veya başka bir yoldan, ölülere bildirir.
Allahü teâlânın izni ile iş yaparlar
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Ruhun İlliyyinde olduğu halde, bedene bağlanmasına ve tasarruf yapmasına izin verildiğini İbni Asakir’in, Abdullah ibni Abbas’tan haber verdiği şu hadis-i şerif göstermektedir: Resulullah, Cafer Tayyar hazretleri şehit olduktan sonra buyurdu ki,
(Bir gece Cafer Tayyar yanıma geldi. Yanında melek vardı. İki kanatlı idi. Kanatlarının uçları kana boyanmış idi. Yemen’deki Bişe denilen vadiye gidiyorlardı.)
İbni Adiy’in, Hazret-i Ali’den haber verdiği hadis-i şerifte, (Cafer bin Ebi Talibi meleklerin arasında gördüm. Bişe ahalisine yağmur geleceğini müjdeliyorlardı) buyuruldu.
Hadis âlimlerinden Hakim’in Abdullah ibni Abbas’tan verdiği haberde, Resulullahın yanında oturuyordum. Esma binti Umeys yanımızda idi. Resulullah, aleyküm selam dedikten sonra buyurdu ki:
(Ya Esma! Şimdi, zevcin Cafer, Cebrail ve Mikail ile birlikte yanıma geldiler. Bana selam verdiler. Selamlarına cevap verdim. Bana dedi ki, (Mute) gazasında kâfirler ile birkaç gün savaştım. Vücudumun her tarafında yetmişüç yerimden yaralandım. Bayrağı, sağ elime aldım. Sağ kolum kesildi. Sol elime aldım, sol kolum kesildi. Allahü teâlâ, iki kolum yerine bana iki kanat verdi, Cebrail ve Mikail ile birlikte uçuyorum. İstediğim zaman Cennetten çıkıyorum. İstediğim zaman girip meyvelerini yiyorum.)
Esma, bunları işitince, (Allahü teâlânın nimetleri Cafer’e afiyet olsun. Fakat, herkes bunu benden işitince inanmazlar diye korkuyorum. Ya Resulallah, minbere çık sen söyle! Sana inanırlar) dedi. Resulullah mescide teşrif edip, minbere çıktı. Allahü teâlâya hamd ve sena eyledikten sonra, (Cafer ibni Ebi Talib, Cebrail ve Mikail ile birlikte yanıma geldiler. Allahü teâlâ, ona iki kanat vermiş. Bana selam verdi) buyurdu. Sonra, Esma’ya haber verdiklerini bir bir söyledi.
Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, Allahü teâlâ, şehit olan ve salih olan kullarına, insanlara faydalı olan işleri yapmak için izin vermektedir. Bunu bildiren, daha nice haberleri hadis âlimleri yazmışlardır.
Kabirdeki nimet ve azapları dünyada iken görenler
Dirilerin, mezardaki nimetleri ve azapları anlaması ve baş gözü ile görmesi caiz olduğu, Allahü teâlâ ve Resulü tarafından haber verilmiştir. Ehl-i sünnet âlimleri, kabirde nimet ve azap olduğunu, bunun hem ruha, hem de bedene birlikte olduğuna inanmak lazım geldiğini sözbirliği ile bildirmişlerdir. (Aka’id) kitapları, bunları uzun uzun bildirmektedir.
İmam-ı Süyuti hazretleri Şerh-us-Sudur, Abdurrahman ibni Receb Hanbeli hazretleri Ehvâl-ül-kubur kitabında, imam-ı Şarani hazretleri Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı'nda bildiriyor ki:
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, bu zata, (O gördüğün kimse, Ebu Cehil'dir, kıyamete kadar kabrinde böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani)
İmam-ı Taberani'nin bildirdiği bu hadis-i şerif, mezhepsiz ibni Teymiye'nin talebesi olan ibni Kayyımı Cevziyye'nin Kitab-ür-ruh isimli eserinde de vardır.
Buhari ve Müslim’deki hadis-i şerifte, (Eğer, gizli tutabilseydiniz, kabir azabını, benim işittiğim gibi, size de işittirmesi için, dua ederdim) buyuruldu.
Bu ve bunun gibi haberler, Peygamberler ve Evliya gibi, herkesin de kabirdekileri görebileceğini bildirmektedirler. Evliyanın görmesi, hiç inkâr edilemez. Allahü teâlânın kudreti ve ihsanı ile görmektedirler.
Ölmek yok olmak değildir
Bütün bunlar ruhların ölmediğini, mevtaların mezarda, kabir hayatı denilen bilmediğimiz bir hayat ile diri olduklarını göstermektedir. İslam âlimlerinin hepsi diyor ki, ölmek, yok olmak değildir. Bir evden bir eve göç etmek demektir. Peygamberler ve Veliler de, İslamiyet’i yaymak için çalışmışlardır. Hepsi şehitlik derecesine kavuşmuşlardır. Şehitlerin diri oldukları, Kur’an-ı kerimde açıkça bildirilmektedir. Böyle olunca, onlardan tesebbüb ve teşeffu ve tevessül etmek şaşılacak bir şey midir?
(Tesebbüb) demek, onları sebep yapmak, yani Allahü teâlâ katında yardım etmelerini dilemektir.
(Tevessül) demek, bizim için dua etmelerini dilemektir. Çünkü onlar, Allahü teâlânın dünyada da, ahirette de sevgili kullarıdır. Onların istediklerine kavuşacaklarını, her dilediklerinin verileceğini, Kur’an-ı kerim bildirmektedir. Böyle olan meyyitlerden, dirilerden beklenen şeyleri bekleyen bir kimse kötülenebilir mi? Bunlardan beklenen şeyleri, Allahü teâlânın yaratacağına, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanan bir kimsenin, mezardaki Peygamberleri, Velileri sebep kılması, vesile yapması, hiç inkâr olunabilir mi? Bunları, onlar çürüdü, toprak oldu, yok oldu zan edenler inkâr eder. İslamiyet’i bilmeyenler ve onların büyüklüğünü, yüksekliğini anlayamayanlar inanmaz. Peygamberlerin ve Evliyanın yüksekliklerini ve üstünlüklerini anlamayan kimseler, din cahilleridir. İslamiyet’i anlamamışlardır.
Evliyanın ve Peygamberlerin mezarlarına gidip, onların vasıtası ile, onları sebep kılarak, Allahü teâlâdan bir şey istemenin ve kıyamet günü bize şefaat etmeleri için, kendilerine yalvarmanın caiz olduğu, hadis-i şeriflerde bildirilmiştir ve İslam âlimleri sözbirliği ile haber vermişlerdir. İnsanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselamın hadis-i şeriflerine ve Onun yolunda giden seçilmişlerin, sevilmişlerin kitaplarına inanmak nimetini bize ihsan eden Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun! Bu büyük nimeti Rabbimiz bize ihsan etmeseydi, kendimiz anlayamaz, bulamaz, helak olurduk.
.
Ruh temizliği
|
Sual: Ruh temizliği nedir?
CEVAP
Hadis-i şerifte (İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi) buyuruldu. Yani (İlimler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sağlık bilgisidir) buyurarak, her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak gerektiğini emretti. İslamiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir.
İslamiyet’te ruh temizliği esastır. Yalan söyleyen, hilekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, büyüklük satan, yalnız kendi menfaatlerini düşünen bir kimse, ne kadar ibadet ederse etsin, hakiki bir müslüman sayılmaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Ey Resulüm, kıyamet gününü inkâr eden, yetimi, öksüzü incitip hakkını gasp eden, fakiri doyurmayan ve başkalarını da fakire iyilik yapmaya teşvik etmeyen o kimseyi gördün mü?) [Maun]
Bu gibi kimselerin ibadeti kabul olunmaz. İslam dininde yasaklardan, haramlardan sakınmak, emirleri, farzları yapmaktan daha önce gelmektedir. Hakiki bir müslüman, her şeyden önce, tam ve mükemmel bir insandır. Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmak nedir bilmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünya ve ahiret iyilikler verilmiştir.) [Tirmizi]
Müslüman son derece mütevazı, alçak gönüllüdür. Kendisine başvuran herkesi dinler ve imkan buldukça yardım eder. Müslüman vakurdur, kibardır. Ailesini ve vatanını sever. Hadis-i şerifte (Vatan sevgisi imandandır) buyuruldu. Bunun için, vatanına saldıranlara karşı gereken vazifesini yapar. Hakiki müslüman, dinine, anasına, babasına, hocasına, âmirine karşı saygılıdır. Lüzumsuz şeylerle uğraşmaz. Ancak faydalı şeylerle meşgul olur. Kumar oynamaz, vaktini boş geçirmez.
|
.
Ruh ölmez, ölü işitir
|
Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?
CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]
Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba düçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]
Hızır aleyhisselam gibi bir çok kişinin ruhunun iş yaptığı görülmüştür. Bu bakımdan Allah yolunda ölmüş kimselere ölü bile demek caiz olmaz. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.) [Bekara 154]
Allah yolunda öldürülenler şehittir. Şehitten daha üstün olan Peygamber efendimize nasıl ölü denir! O âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir, bütün âlemler Onun hürmetine yaratılmıştır. Şehitler gibi Peygamberlerin bedenleri de çürümez. Dört hadis-i şerif meali şöyledir:
(Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.) [İbni Mace]
(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]
(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la]
(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İbni Ebiddünya]
Resulullahın Hayber’de yediği zehirli et, ölüm hastalığında etkisini gösterdi ve şehit olmasına sebep oldu. (Mevahib-i ledünniyye)
Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir:
(Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81]
Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor. Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir:
(Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydavi]
Onlardan daha iyi işitmezsiniz
Resulullah efendimiz, Bedir’de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim) [Hazret-i Ömer’in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]
Vehhabiler, ibni Teymiye’nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: (Bedirde çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)
İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehitler gibi diri olduklarını ve şehitler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.) [İbni Ebiddünya]
(Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki]
Onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını işittiğini göstermektedir. Çünkü ölmek, bazı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. Meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmektedir. Görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. Birincisini tanıyarak cevabı veriyor. İkincisinin selamına, tanımayarak cevap veriyor.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, diri olana bildirilir.)
(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari] (Diri olan işitir.)
(Ölüler yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünya] (Diri olan sevinir, üzülür.)
Hadis-i şeriflerde, ziyaret kelimesi kullanılmaktadır. Meyyit, kabre geleni tanımasaydı, ziyaret kelimesi kullanılmazdı. Her dilde ve her lügatta, ziyaret kelimesi, tanıyan ve anlayan kimselerin buluşmasında kullanılır. (Selamün aleyküm) de anlayan kimseye söylenir.
Azap, hissedene yapılır
Ruhun bedene olan bağlılığı öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, bunun için yasak edilmiştir. Kabirde azap yapılması da, ruhun ölmediğini gösterir.
Meyyitlerin, dirileri gördüklerini bildiren vesikalardan biri, Buhari’deki, (Her meyyite, her sabah ve her akşam ahiretteki yeri gösterilir. Cennetlik olana, Cennetteki yeri, Cehennemlik olana, Cehennemdeki yeri gösterilir) hadis-i şerifidir. Gösterilir sözü, gördüklerini bildirmektedir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, Firavun’un adamları için, (Onlara sabah akşam ateş gösterilir) buyurdu. Meyyit görmeseydi, gösterilir demek lüzumsuz ve yanlış olurdu.
Ebu Nuaym, Amr bin Dinar’dan alarak bildiriyor ki, (Bir kimse ölünce, ruhunu bir melek tutar. Ruh, bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine bakar. Kendisine, insanlar, seni nasıl övüyorlar işit, denir.) Abdullah ibni Ebiddünya’nın Amr bin Dinar’dan alarak bildirdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse, öldükten sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. Kendisini yıkayanlara ve kefenleyenlere bakar) buyuruldu. Buhari’deki sahih hadiste, (Münker ve Nekir melekleri, sual ve cevaptan sonra meyyite, Cehennemdeki yerine bak! Allahü teâlâ, değiştirerek, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi derler. Bakar. İkisini birlikte görür) buyuruldu.
Ruhlar ölmez. Kabir hayatında ya nimete veya azaba düçar olurlar. Her hadis kitabında kabir hayatı ve azabı bildirilmektedir. Kabir hayatını ve azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını ve Resulullahı inkâr etmiş olur.
Şaşılacak şey
Vehhabilerin kendi kitaplarında diyor ki: (Gökler Allah’tan korkar, Allah göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur’anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) (s. 200)
(Buhari’de, İbni Mesud diyor ki, yediğimiz yemeğin tesbih sesini işitirdik. Ebu Zer diyor ki, Resulullah, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbih sesleri işitildi. Resulullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir.) (Feth-ül-mecid s. 201)
Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri müşrik oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. Allah’tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Halbuki, ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız Allahü teâlâdır.
Abdülvehhab oğlunun, Ehl-i sünneti, puta ve mezara tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeye ve mallarını almaya helal demesi, nasslara [âyetlere, hadislere] yanlış mana verdiği içindir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari ]
(Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kur’anın manasını, yerinden değiştirendir.) [Taberani]
Bu hadis-i şerifler, böyle zındıkların meydana çıkacağını ve bunların dalalette olduklarını haber vermektedir.
Ölüler haberdar olur
Sual: Ölülerimizin, bizim yaptıklarımızdan haberleri olur mu?
CEVAP
Evet, haberdar olurlar. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ölü, kendisini ziyaret edeni tanır ve selamını alır.) [İbni Ebi-d-dünya]
(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülür.) [İbni Ebi-d-dünya]
Bunun için, vefat etmiş olan yakınlarımızı sevindirmenin bir yolu da, günahlardan kaçıp, dine uygun yaşamaktır.
İnsan ölünce, ruh yok olmuyor
Sual: İnsan öldüğü zaman, bedeni toprağa gömülüyor ve zamanla çürüyüp yok oluyor. Dünya gözü ile gördüğümüz ve gözlemlediğimiz budur. Peki insanın ruhu da bedeni gibi böyle yok mu oluyor?
CEVAP
İnsan ölünce, ceset, beden, çürüyünce, kalp ve ruh yok olmaz. Ölmek, kalbin ve ruhun bedenden ayrılması demektir. Ruh, bedenden ayrılınca, maddi olmayan âleme karışır ve kıyamete kadar yok olmaz.
Allahü teâlâ, bugün bilinen 105 elementi yaratmış, bunlardan her birine başka başka hassalar, özellikler vermiştir. Her element atomlardan yapılmış, her atomu, bir mikro-dinamo gibi, büyük bir enerji deposu yapmıştır. Atomların birbirleri ile birleşmesinden molekülleri veya iyon şebekelerini, böylece organik ve anorganik mürekkep, bileşik cisimleri, hücreleri, çeşitli dokuları ve sistemleri yaratmıştır. Bunların her birinde, akıllara hayret veren, incelikler, kanunlar, düzenler vardır. Ancak mikroskopla görülebilen bir hücre, çeşitli atölyeleri bulunan muazzam bir fabrika gibidir. İnsan aklı, bugüne kadar, bu fabrikanın ancak birkaç makinesini görebilmiştir. İnsandaki milyonlarca hücrenin çalışabilmesi, gerek insanda, gerekse dış âlemde binlerce, uygun şartların bulunmasına bağlıdır. Bu binlerle şart ve nizamdan biri bozulursa, insanın bedeni çalışamaz, durur. O büyük kadir, âlim olan Allahü teâlâ, bu nihayetsiz nizamı yaratarak, beden makinesini otomatik olarak çalıştırmaktadır. Kalp ve ruh, bu makinenin elektrik kuvveti gibidir. Bir motorda ufak bir arıza olunca, cereyan kesildiği gibi, insan vücudunun iç ve dışındaki yapı ve düzenlerde hasıl olacak bir arıza da, kalbin ve ruhun bedenden ayrılmasına sebep olur ve insan ölür.
Dünyada hiçbir makine, hiçbir motor nihayetsiz çalışamıyor. Aşınarak, yıpranarak, çürüğe ayrılıyor. Bu, bir umumi kanundur. Vücut makinesi da yıpranıyor, çürüyor. İnsan kabirde çürüyünce, hiçbir zerresi, hiçbir elementi yok olmuyor. Çürümek, bedeni meydana getiren organik moleküllerin anaerobik mikroplar ve toprak tesiri ile parçalanarak, karbondioksit, amonyak, su gibi ufak moleküllere ve serbest azota kadar ayrılması demektir. Bu parçalanma, fizik ve kimya hadiseleridir. Fizik ve kimya reaksiyonlarında maddenin yok olmadığı bugün kesin olarak bilinmektedir.
Sual: Kabirde hayat var mıdır, varsa nasıldır?
CEVAP
İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu konuda buyuruyor ki:
“Kabirdeki hayat, bir bakımdan, dünya hayatına benzediği için, meyit terakki eder, derecesi yükselir. Kabir hayatı, insanlara göre değişir. Peygamberler aleyhimüsselâm, kabirlerinde namaz kılar buyuruldu. Peygamber efendimiz, Mirâc gecesinde, Musa aleyhisselâmın kabri yanından geçerken, mezarda namaz kılarken gördü. O anda göğe çıkınca, Musa aleyhisselâmı gökte gördü.
Kabir hayatı, şaşılacak bir şeydir. Cennetin tavanı, Arş'tır. Fakat, kabir de, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Akıl gözü bunu göremiyor. Kabirdeki şaşılacak şeyler, başka bir gözle görülüyor.”
.
Bedenin ve ruhun gıdası
|
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bedenimizin sıhhati için, sabahtan akşama kadar yiyip içiyor, her türlü gıdayı alıyoruz. Beden gıdasını almayınca öleceği gibi, ruh da gıdasını almazsa ölür. Vücut topraktan yaratıldığı için gıdası toprak maddeleri, ruh ise âlem-i emirden yaratıldığı için gıdası âlem-i emirdendir. Kur’an-ı kerim ve doğru din kitabı okumaktır, namaz kılmaktır, sohbet yani dinden bahsetmektir.
Dengeli, olgun insan, bedeni ve ruhu sıhhatte olan insandır. Herkeste, her ailede, bir sıkıntı hastalığı var, çünkü beden ve ruh beslenmiyor, denge bozukluğu meydana geliyor. Bu denge bozukluğunu gidermek için de, bütün dünyada kurulan hastaneler bir çare bulamıyor. Özellikle gayrimüslim ülkelerdeki hastane sayısı pek çoktur. Yalnız bu dünyaya inandıkları ve âhiretten mahrum kaldıkları için, acaba ne kadar daha çok yaşayabiliriz gayesiyle, neredeyse bütün paralarını tedaviye ayırıyorlar.
Sinir sisteminin bozukluğundan dolayı meydana gelen hastalıkların biri düzelse, biri bozuluyor. Sinir sisteminin yani ruhun düzelmesi için de, ruhun gıdasını alması gerekir. Ruhun, kalbin gıdası dindir, ilimdir. Din kitabı okumayanın, dinî sohbet yapmayanın, gönlü yani kalbi ölür. Önce hastalanır, zayıflar, birdenbire ölmez. Zayıfladıkça da, bedende olduğu gibi, derecesine göre sıkıntılar, anormallikler meydana gelir. Vücut zayıfladıkça, bu zayıflık insanda acılar, ızdıraplar meydana getirir. Bu hastalık bedene de yansır, bedende de bazı alametler meydana gelir. Netice itibariyle tedavi edilemezse, hayatı sona erer. İşte bunun gibi, ruhun hastalıkları da tedavi edilmezse sonunda ruh ölür, yani imanını kaybeder.
Bedene faydalı gıdalar olduğu gibi, bedeni tahrip eden zehirler de vardır. Bedeni ve ruhu beraber tahrip eden zehirler, haramlardır. Hem ruhu, hem bedeni dejenere eden, ikisini de hasta eden, ondan sonra ölüme sürükleyen, haramlardır. Haramlar da bellidir, hepsi kitaplarda yazılıdır. Kur’an-ı kerimde bunlar bildirilmiş, Peygamber efendimiz de, ümmetine açıklamıştır. Kumar, içki, zina, yalan, gıybet, kul hakkı, kalb kırmak gibi bütün haramlardan çok sakınmak gerekir. Günahlara devam etmek imanı zayıflatır ve sonunda ruhun ölümüne yani imansız olmaya sebep olur. Bunun için küçük büyük bütün günahlardan sakınmaya çalışmalıdır...
|
.
Ruhların hazır olması
|
Sual: Evliyayı kiramın kerametlerine inanmayan bazı kimseler, ruhların hazır olması ile ilgili yazılarından dolayı bazı din büyüklerine, âlimlere kâfir diyorlar. (Bir yerde hazır olmak Allah’a mahsustur, evliyanın ruhu hazır olur demek küfürdür) diyorlar. Hayat, ilim, sem, basar, irade, kelam gibi sıfatlar insanlarda da yok mudur? Bir Müslümana, hatta bir âlime kâfir diyenin kendisi kâfir olmaz mı?
CEVAP
Evet, tekfir yani birine kâfir demek, iki başlı oka benzer. Karşı taraf kâfirse saplanır kalır onda, kâfir değilse, döner gönderene saplanır yani onu kâfir eder. Peygamber efendimiz, (Kendisine kâfir denilen kimse, gerçekte kâfir değilse, ona kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruyor.
Diri evliyanın ruhu, bir yerde hazır olup başkalarına yardım ettiği gibi, ölmüş olan evliyanın ruhları da hazır olup yardım eder. İnsan ölünce yok olur ve ruhlarının faydası zararı olmaz sanmak cahillik ve sapıklıktır. Beden ölüp çürüse de ruh ölmez.
Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet ve hadisler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Allahü teâlâya manevi olarak yakındır. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olur. (Mişkat)
Sağ veya ölü bir velinin ruhunun hazır olup yardım etmesi Allah’ın izni ile olur. Şu meşhur menkıbeyi bilen çoktur:
Ebul Hasan-ı Harkanî hazretleri, sefere çıkan talebelerine, (Sıkışınca benden yardım isteyin) buyurur. Yolda talebelerini eşkıya yakalar. Kurtulmak için Allahü teâlâya dua ederlerse de kurtulamazlar. Bir talebe, (Yâ Ebel Hasan, imdat!) der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin neleri varsa alırlar. Sefer dönüşü hocalarına, (Biz Allah’tan yardım istediğimiz hâlde soyulduk, fakat şu arkadaşımız sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?) derler. O da, (Allahü teâlâ, günahkâr kimselerin duasını kabul etmez. Arkadaşınız, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, “Yâ Rabbî, bu talebemi kurtar!” dedim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbîmizdi) diye cevap verir. (Tezkiret-ül-evliya)
Sizin dediğiniz gibi, bir kimse, (Ben hayattayım, diriyim, ben bilirim, işitirim, görürüm, iradem vardır, konuşurum) dese, bu sıfatlar Allah’a mahsustur böyle söyleyen kâfir olur denmez. İnsanın bilmesi, görmesi, işitmesi, Allahü teâlânın, bilmesi, görmesi ve işitmesi gibi değildir. Enbiyanın ve evliyanın ruhlarının hazır olması da böyledir. Hazır olmaları daimi değildir. Bir kimse, Allah her yerde hazır ve nazırdır dese, tevilini bilmese, Allah’a mekan gösterdiği için tehlikelidir. Her yerde demekle Ona mekan isnat edilmiş olur. Bir hadis-i şerifte, (Allah her yerde hazır ve nazırdır) buyuruluyor. Âlimler, bu hadis-i şerifi açıklarken, (Bu ifade mecazdır, zamansız ve mekansız hiç bir yerde olmayarak hazır ve nazır demektir) şeklinde açıklamışlardır. Enbiya ve evliyanın ruhlarının hazır olması ise zamanlı ve mekanlıdır.
Gaybı da yalnız Allahü teâlâ bilir. Ama Allahü teâlâ Peygamberine veya evliyasına bildirirse o da bilebilir. Bir Peygamber veya bir veli zat, (Allah bana şu gaybı bildirdi) derse, ona kâfir denmez. Enbiya ve evliya ruhlarının hazır olması ise gaybdır. Bir kimse, görmeden, (Şu anda şeyhimin ruhu hazırdır) dese küfür olur. Çünkü ben gaybı bilirim demek oluyor. Enbiya ve evliya ruhlarının anılan yerde hazır olması farklı şeydir. Bir kimse, (Ben evliya zatları hürmetle anarsam ruhları hazır olur) derse bunun mahzuru olmaz.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, bu kısmı gayet güzel açıklayarak buyuruyor ki:
(Kıymetli kitaplarda, “Meşayıhın ruhları hazırdır, bilirler dese kâfir olur; çünkü ruhların hazır olması gaybdır; gayba hükmettiği için kâfir olur” deniyor. Görülüyor ki, küfre sebep olan şey, ruhların hazır olacağına inanmak değil, ruhların hazır olduğunu söylemektir. Yani ruhların hazır olduklarını bilmediği halde, hazırdır diyerek, gaybden haber verdiği için kâfir olmaktadır. Allahü teâlâ hazırdır ve nazırdır. Böyle olduğunu bildirmek için, Allahü teâlâ, her zamanda ve her yerde hazır ve nazırdır derler. Halbuki, Allahü teâlâ, zamanlı ve mekanlı değildir. O halde, bu söz, görünüş üzere kalmaz, mecaz olur. Yani zamansız ve mekansız, yani hiçbir yerde olmayarak, hazırdır [yani bulunur] ve nazırdır [yani görür] demektir. Böyle olmazsa, Allahü teâlâyı zamanlı ve mekanlı bilmek olur. Allahü teâlâ, hayy, âlim, kadir ve mütekellim olarak ve sonsuz zamanlarda, hep hazır ve nazırdır. Hayat, ilim, kudret ve kelam sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hazır ve nazır olması da, zaman ile ve mekan ile değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir. Böylece, hiçbir şey, Onun gibi değildir. Allahü teâlânın sıfatları, hep vardır. Önleri ve sonları, yokluk değildir. Mesela, hazırdır ve bu hazır olmaktan önce, gaib değil idi. Bundan sonra, bir hayatsızlık, yani ölüm, cahillik olmayacağı gibi, gaib olmak da, olmaz. Çünkü sıfatları da, kendi gibi ezeli ve ebedidir. Yani, hep vardır. Hiçbir kimsenin sıfatları, Onun sıfatlarına benzemez. Melekler ve Peygamberlerin ve Evliyanın ruhları ve salih müminlerin ruhları, herkim nerede ve ne zamanda ve her ne halde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselamın, sıkıntıda olanların imdadına yetişmesi böyledir. Fahri âlemin (sallallahü aleyhi ve sellem), ümmetinin her birine, hele ölüm zamanında, imdada yetişmesi de böyledir. Azrail aleyhisselamın, can almak için her anda, her yere gelmesi de, böyledir. Her Mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zamanlı ve mekanlıdır. Ezeli ve ebedi olarak değildir. Devamlı da değildir. Hazır olmalarından önce, yok idiler. Bir zaman sonra da, oradan tekrar yok olurlar. Allahü teâlânın hazır olması ile, ruhların hazır olması arasında çok fark vardır. Allahü teâlânın hazır olması gibi, kimse hazır değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebi ve ne de resul ve veli ve salih, cenab-ı Hakkın hiçbir sıfatına ortak değildir. Büyüklerin ruhları, her nerede ve her ne zaman çağrılırsa, imdada yetişir. Ruh, orada hazır olmadan önce, yok idi. Bir zaman sonra, orada yine bulunmaz. Cenab-ı Hak, ruhların hazır olduğu gibi hazır olmaz. Çünkü, böyle hazır olmak, zamanlı ve mekanlıdır. Ruhlar da, Allahü teâlânın hazır olduğu gibi hazır olamaz. Çünkü, Cenab-ı Hakkın hazır olması, zamanlı ve mekanlı değildir, ezeli ve ebedidir.)
Büyük zatların yardımı
Sual: Seyyid Abdülhakîm efendi hazretleri buyuruyor ki:
Meleklerin, peygamberlerin, evliya zatların ve salihlerin ruhları, her kim nerede, ne zamanda ve her ne hâlde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselamın, sıkıntıda olanların imdadına yetişmesi böyledir. Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem”, ümmetinin her birine, hele ölüm zamanında, imdada yetişmesi de böyledir. Azrail aleyhisselam, can almak için her anda, her yere gelmesi de, böyledir. Her mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zamanlı ve mekânlıdır. Ezeli ve ebedi olmadığı gibi, devamlı da değildir. Hazır olmalarından önce, orada yok idiler. Bir zaman sonra da, oradan tekrar yok olurlar. Allahü teâlânın hazır olmasıyla, ruhların hazır olması arasında çok fark vardır. Allahü teâlânın hazır olması gibi, kimse hazır değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebi, ne bir resul, ne bir veli, ne de salih bir zat, Cenab-ı Hakk’ın hiçbir sıfatına ortak değildir. (Seadet-i Ebediyye)
İmam-ı Rabbanî hazretleri de buyuruyor ki: Bu yolda ilerlemek, üstadın tasarrufuyla olur. O sevk ve idare etmedikçe, hiç ilerleyemez. Anlaşılamayan, bilinmeyen hâllere, hep onun üstün, başarılı idaresiyle kavuşulur. Gizli yol dedikleri, kendinden geçme hâli, talibin elinde olmayan bir şeydir. Zamansız, cihetsiz olan teveccüh talibin anlayabileceği şey değildir. (1/221)
Birinde, her peygamber ve veli için, zamanlı ve mekânlıdır denirken, diğerinde ise, velilerin teveccühünün zamansız ve cihetsiz olduğu söyleniyor. Bu iki sözün arasını nasıl buluruz?
CEVAP
Bu iki söz birbirine zıt değildir. Birinci yazıda ruhların hazır olmasından bahsediliyor. Büyük zatlar hürmetle anılınca ruhlarının geldiği ve oraya rahmet indiği bildiriliyor. Bir hadis-i şerifte de, (Evliya zatların anıldığı yere rahmet iner) buyuruluyor. (İ. Ahmed)
İkinci yazıda ise, talibin, her an kendi mürşidinin tasarrufu altında olduğu, o büyük zatı anmadan, ondan imdat istemeye gerek kalmadan, Allahü teâlânın izniyle mürşidinin yardım ettiği bildiriliyor.
Ubeydullah-i Ahrar hazretlerinin oğlu Muhammed Yahya hazretleri buyurdu ki:
Tasarruf sahibi zatlar üç çeşittir:
1- Allahü teâlânın izniyle, her istedikleri zamanda, diledikleri kimselerin kalbine tasarruf ederek, onu fena makamına eriştirirler.
2- Allahü teâlânın emri olmadan tasarruf etmez, yani kime emredilmişse ona teveccüh ederler.
3- Kendilerine bir sıfat, bir hâl geldiği zaman kalblere tasarruf ederler. (Seadet-i Ebediyye)
Tasarruflar farklı olduğu için, iki yazı farklı anlaşılıyor.
Evliyanın ruhlarının hâzır olması
Sual: Evliyanın ruhları her zaman hâzır olur demek, dinen uygun mudur?
Cevap: Bu konu Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine de sual edilmiş ve bu zât cevabında buyuruyor ki:
“Kâdî-zâde Ahmed Efendi, Birgivî vasıyyetnâmesi şerhinde; 'Ervâh-ı meşâyıh hâzırdır, bilirler dese kâfir olur dediler' sözünü açıklarken; 'Zira, ruhların hâzır olması gaybdır. Gayba hüküm ettiği için kâfir olur' diyor. Görülüyor ki, küfre sebep olan şey, ruhların hâzır olacağına inanmak değil, ruhların hâzır olduğunu söylemektir. Ruhların hâzır olduklarını bilmediği hâlde, hâzırdır diyerek, gaybdan haber verdiği için kâfir olmaktadır. Allahü teâlâ hâzırdır ve nâzırdır. Böyle olduğunu bildirmek için, Allahü teâlâ, her zamanda ve her yerde hâzır ve nâzırdır derler. Hâlbuki, Allahü teâlâ, zamanlı ve mekânlı değildir. O hâlde, bu söz, görünüş üzere kalmaz, mecaz olur. Yani zamansız ve mekânsız, yani hiçbir yerde olmayarak, hâzırdır yani bulunur ve nâzırdır yani görür demektir.
Allahü teâlâ, sonsuz zamanlarda, hep hâzır ve nâzırdır. Hayât, ilim, kudret ve kelâm sıfatları zamansız ve mekânsız olduğu gibi, hâzır ve nâzır olması da, zaman ve mekân ile değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir. Böylece, hiçbir şey, Onun gibi değildir. Meselâ, hâzırdır ve bu hâzır olmaktan önce, gâib değil idi. Bundan sonra, bir ölüm, cahillik olmayacağı gibi, gâib olmak da, olmaz. Çünkü sıfatları da, kendi gibi ezelî ve ebedîdir.
Melekler, Peygamberlerin, evliyanın ruhları, her kim nerede ve ne zamanda ve her ne hâlde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselâmın, sıkıntıda olanların imdadına yetişmesi böyledir. Fahr-i âlemin, ümmetinin her birine, hele ölüm zamanında, imdada yetişmesi de böyledir. Azrail aleyhisselâm, ruh, can almak için her anda, her yere gelmesi de, böyledir. Her Mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zamanlı ve mekânlıdır. Ezeli ve ebedi olarak değildir. Devamlı da değildir. Allahü teâlânın hâzır olması ile, ruhların hâzır olması arasında çok fark vardır. Allahü teâlânın hâzır olması gibi, kimse hâzır değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebi ve ne de bir veli, cenâb-ı Hakkın hiçbir sıfatına ortak değildir.
Evliyalık ilminin derecelerine yükselmemiş olana, büyüklerin ruhları, her nerede ve her ne zaman çağrılırsa, imdada yetişir diye öğretilirdi. Ruh, orada hazır olmadan önce, yok idi. Bir zaman sonra, orada yine bulunmaz. Cenâb-ı Hak, ruhların hazır olduğu gibi hazır olmaz. Çünkü, böyle hazır olmak, zamanlı ve mekânlıdır. Ruhlar da, Allahü teâlânın hazır olduğu gibi hazır olamaz. Çünkü, Cenâb-ı Hakkın hazır olması, zamanlı ve mekânlı değildir, ezelidir, ebedidir.
.
Ruhun gıdası nedir?
|
* Kendinize değil büyüklere tâbi olunuz, iş ve ahlakınızı düzeltiniz. Masiva ile uğraşan dolap beygiri gibi dolanıp durur.
* Baş olma sevdasına düşen, artık ibadet ve ihlastan sıyrılır.
* Huzursuzluğun kaynağı ikidir: Birincisi bilmemek yani ilmihali okumamak, öğrenmemek. İkincisi bildiğini tatbik etmemek.
* İki kişi bir araya gelince dedikodu, gıybet etmeyin, Allah deyin. Düşüncesi yalnız dünya olan kişilerle görüşmeyin dünya sevgisi size de tesir eder, zorunlu hallerde helâya gider gibi, görüşülebilir.
* Bir mümin kardeşine ait hoş olmayan, bir iş duyarsan yetmişe kadar özür kapısı vardır. [Yani bunu şu haklı sebepten dolayı işlemiştir diye yetmiş tane gerekçe bulmalı.]
* Faydasız konuşanlarla arkadaşlık etmeyin. Bid’at ehlinden haram işleyenden kaçın. İnsanların aybını görmeyin, insanların aybını gören, insanların hedefi olur.
* En büyük tehlike kendinizi tanımamaktır. Allahü teâlânın nimetlerini unutmaktır, kendinizi bir şey sanmaktır.
* Biliniz ki, nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.
* Kâfir de olsa, fâsık da olsa hiç kimsenin bedduasını almayın.
* Hakkı bâtıldan ayırmak dünyada en zor şeydir. Bazıları ahirette hak diye sarıldıklarının bâtıl olduğunu görecekler ve yandık diyecekler! Bazıları hakka bâtıl diye hücum edecekler, saldıracaklar ve hüsran içinde kalacaklardır. Bazıları da bâtıla hak diye sarılacaklar ve kahru perişan olacaklar. Bu yüzden, her müslümana öğretmek için Peygamber efendimiz buyurmuşlar ki:
“Ya Rabbi bana doğruyu doğru olarak bildir ve doğruya uymayı nasip et. Allahım eğriyi de eğri olarak bildir ve ondan kaçınmayı nasip et. Ben bâtıla hak diye sarılmayayım.”
* Katarda olan, gemide olan, uçakta olan ne ise biz oyuz! Çünkü dünya dönüyor demek hareket demektir. Hareket demek bir yere gitmek demektir. Çünkü durmuyor ki devamlı suretle ömür bir yere gidiyor. Bu katarda vakti saati gelenler iniyor gidenler biniyor. Aksi halde her gün ölenler var her gün doğanlar var. Bu katarda olanlar ister saltanatla yaşasınlar, ister üzüntüyle yaşasınlar ne fark eder? Yolcuya siz bütün saltanatı verseniz yolcunun bir şeyi değişecek mi? Ancak saltanat kalana layıktır. Kalıcı olana layıktır. Kalmalıdır da. Bu dünyada bir şey kalmıyor ki. Ne şehirler kurulmuş, ne memleketler alt üst olmuş, ne sevgililer perişan olmuş, neye yaradı? Kalıcı olana (talip olmak) lazımdır. Anne karnındaki çocuk doğmak içindir. Anne karnında yaşamak için değil! Dünyaya gelen çocuk; insan da ölmek için yaşatılmıştır. Kalıcı değil!
* Her şey niyetle kaim. Her şey niyete bağlı. Niyetsiz hiç bir şey olmaz. Hiç kimse levhalara bakmadan otobanlara yanlış girse ve ömür boyunca gitse, bir yere varamaz, arzu ettiği yerin yanından geçemez. Onun için niyet yol levhası gibidir. Yol levhası sizi arzu ettiğiniz yere götürür. Yoksa, sizi yol levhası bir yere götürmeye mecbur değildir. Siz bakıyorsunuz. Tercihinizi yapıp gidiyorsunuz. İşte niyette öyle. İyi niyetle yaptığımız her iş bizim için sevaptır. Kötü niyetle yaptığımız her şey günahtır. Niyetsiz yapılan da ha var, ha yok. Öyle şey olmaz zaten. Senin niyetin ağzınla olmasa bile, mutlaka kalbinden bir istikametin vardır. Olmaz başka türlü, çünkü.
* Gayeniz, maksadınız yol levhası olmak olsun. Ehl-i sünneti göstermek için, Allahü teâlânın razı olduğu istikameti göstermek için, Peygamberimiz aleyhisselamın sevgisine, rızasına kavuşturmak için yol levhası olun.
* Ruhunun katili olan, ahirette felakete uğrayacak, azap içinde olacak, ateşte yanacak. Peki ruhunu öldürmemek için ne yapmak lazım. Beslemek lazım. Sabah akşam yemek yediğin gibi, ruhunu da besleyeceksin. Ruhun gıdası nedir? Ruhun birinci gıdası imandır, ikincisi namazdır, üçüncüsü oruçtur, sohbettir, ilmihaldir. Yani onun manevi gıdaya ihtiyacı vardır.
* Nuh aleyhisselamın oğlu gemiye gelmedi. Dağa çıkar kurtulurum dedi. Neticede boğuldu. Allahü teâlâ, ehlini, zürriyetini koruyacağım vaadinde bulunmuştu. Bunun üzerine, babalık merhameti ile Allahü teâlâya bunun hikmetini sordu. Allahü teâlâ buyurdu:
(Senin ehlin zürriyetinden gelen değil, peşinden gelendir.)
* Bütün iş birlik beraberlikte. Birlik beraberlik içinde olursanız kimse size zarar veremez. Kendinizi sevmeyiniz. Kendini seven sevilmez. Kendini sevmeyeni herkes sever.
.
Ruh ve nefs
|
Zinde olan ruhum feryat ediyor,
Geceyi gündüze durma kat diyor.
Fakat tembel nefsim inat ediyor,
Vur kafayı gece gündüz yat diyor.
Ruhum kalkmak ister, her sabah erken.
Haramlara sakın uzanma derken.
Nefsim haram helâl sormadan yerken,
Dünyanın zevkinden sen de tat diyor.
Yunus herkes seni insaflı bulsun!
Yapılan tenkitler ölçülü olsun!
Nefsim köpürüyor, hain ot yolsun!
Zındıklara amansızca çat diyor.
.
Hazret-i İsa’ya niçin Ruhullah deniyor
|
Sual: Hristiyanlar, (Kur’anda da, İsa’ya Allah’tan ruh üflendiği, yani Ruhullah olduğu yazılıdır) diyerek, Hazret-i İsa’nın Kur’ana göre de tanrı veya oğlu olduğunu söylüyorlar. Hazret-i İsa’ya niye (Ruhullah) deniyor?
CEVAP
Hazret-i İsa gibi, Hazret-i Âdem’e, hattâ herkese ruh üflenmiştir. Bir âyet meali:
(Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan, sonra onun soyunu bir nutfeden yaratan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah’tır.) [Secde 7–9]
(Rabbin meleklere, “Ben, topraktan, şekillenmiş kuru bir balçıktan bir insan yaratacağım. Ona ruhumdan üflediğimde, ona karşı secde edin” demişti.) [Hicr 28, 29]
(İsa, Allah’ın “Kün” [Ol] emriyle yarattığı mahlûkudur ki, Onu Meryem’e ilka etti. O da, diğer ruhlar gibi, Allah’tan bir ruhtur.) [Nisa 171]
Hazret-i Cebrail’in Hazret-i Meryem’e üflemesinden dolayı, Hazret-i İsa’ya ruh denildi. Hazret-i Meryem, bu ruh vahyiyle müjdelendi ve Hazret-i İsa’ya da (Kün) yani (Ol) dendi. (Herkese Lazım Olan İman)
Allah’tan bir ruh veya ruhullah demek, ona kıymet vermek içindir. Yoksa hâşâ Allah’tan bir parça değildir. Hazret-i Cebrail’e de ruh denir. Bir âyet meali: (O gece, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh [Cebrail], her iş için iner durur.) [Kadr 4]
(Allah, “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve anana olan nimetimi an” demişti. “Seni Ruhul Kudüsle [Cebrail’le] desteklemiştim.”) [Maide 110]
Her ne kadar, bütün ruhlar Allah tarafından yaratılmışsa da, Hazret-i İsa’nın kıymetini bildirmek için ona, Kelimetullah dendiği gibi, Ruhullah da denmiştir. Kelimetullah, Allahü teâlânın kelimesi demektir. Kelime, burada ruh anlamındadır. Bunun gibi, Allahü teâlâ, herkesin Rabbi olduğu hâlde, Peygamber efendimize verdiği kıymeti bildirmek için, (Senin Rabbin) buyuruyor. Buradan, başkalarının rabbi olmadığı manası çıkarılamaz. Kâbe için de, (Benim evim) buyuruyor. Biz de onun için Kâbe’ye (Beytullah = Allah’ın evi) diyoruz. Cami de, Allah’ın evidir. (Mesacidallah = Allah’ın mescitleri) tâbiri, Kur’an’da da geçmektedir. (Bekara 114; Tevbe 17, 18; Cin 18)
Allah’ın mescitlerine, Allah’ın evleri de denir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Mescitler [Camiler] Allah’ın evleridir ve müminler de Allah’ın ziyaretçileridir. Ziyaretçisine ikram etmesi, ziyaret edilen üzerine haktır.) [Taberani, Hâkim]
(Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahirete inanan kimse imar eder.) [İ. Mace]
Camiye, Allah’ın mescidi veya Allah’ın evi demek, ona kıymet vermek içindir. Beytullah gibi, Arş’a da kıymet vermek için, Arşullah denmiştir. Bir âyet meali: (O gün, Rabbinin Arş’ını, bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.) [Hakka 17]
Bir hadis-i şerif: (Sa’d bin Muaz’ın ölümünde, Arşullah [Allah’ın Arşı] sallandı.) [Buharî]
Ay, Güneş, yıldızlar, gezegenler de, Allah’ın olduğu hâlde, Arş’a, (Rabbinin Arş’ı) yani Arşullah demek, ona kıymet vermek içindir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Arş, mahlûkların en şereflisi olduğu için, Arşullah denir. Yoksa Allahü teâlâya göre, Arş da diğer yaratılmışlar gibidir. (2/67)
Ruhumuzdan üfledik
Sual: Kur’anda, (Meryem’e ruhumuzdan üfledik) ifadeleri geçiyor. Ruhumuzdan üfledik ne demektir?
CEVAP
Ruhumuzdan demek, yarattığımız ruhtan demektir. (Herkese Lazım Olan İman)
Allahü teâlânın emriyle, Ruh-ül-kuds [Cebrail aleyhisselam], Hazret-i Meryem’e üflemiş ve Meryem validemiz, o anda İsa aleyhisselama hamile kalmıştır. (Tefsir-i Kurtubi)
.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ruhlar biz insanlara görünür mü?
Konusu 'Dini sohbetler' forumundadır ve PSİKOPATSCORPION tarafından 12 Haziran 2008 başlatılmıştır. 12Sonraki > PSİKOPATSCORPION New Member Mesajlar:7.698 Aldığı Beğeni:240 Ödül Puanları:0 İyi günler herkese Arkadaşlar size bişey sormam lazım gerekti ... İnternette çok araştımama rağmen bulamadım beklediğim cevabı . Bundan 2,5 hafta önce dedem rahmetli oldu .. Bundan 9 sene öncede halamın kocası eniştem ölmüştü. Dedemin ardından haftası olduğu için her akşam mevlüt okuttuk ... Ve dün halam ve kızı (binanın 6. katı) pencereden insan gölgesi görmüşler.2 tane arka arkaya yürüyen insan gölgesi ...Bi sağ tarafa yürümüş o insanlar bi sol tarafa ... oFF Off .. Dünden beri çok pis korkuyorum Lütfen beni aydınlatın.... Ruhlar insanlara görünür mü? PSİKOPATSCORPION, 12 Haziran 2008 #1 kalyon34 Editör Mesajlar:6.793 Aldığı Beğeni:636 Ödül Puanları:113 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? SORU Ölen kimse dünyayla irtibat kurabilir mi? Mezarına gelenleri görebilir mi? Berzah (kabir) hayatı... CEVAP Değerli Kardeşimiz; Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar alemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah alemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı alemlerdedir. Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde aleminde bulunanlar ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygambermizden öğreniriz. Mümin ruhların berzah aleminde bir birleriyle görüştüklerini Peygamberimizin hadislerinden anlamaktayız. Ayrıca ölülerin hayattakilerden haber aldıkları ve kabirlerinin başına giden kimseleri gördükleri yine rivayetlerde vardır. Onlar için yapılan dua ve manevi hediyelerin kimlerden geldiğini bilebilirler. Mümin ruhlar nimet içinde oldukları için ve ruhları serbest oldukları için serbest dolaşabilirler. Ancak kafirlerin ruhları ve günahları fazla olan müminlerin ruhları azabla meşguldurlar. Ölülere Kuran okunduğu zaman eve gelmeleri mümkün olabilir. Ancak bu her ölü için söylemek zordur. Ölülerin Berzah aleminde birbirleriyle görüşmeleri: Berzah alemindeki ruhlar iki kısımdır: Nimet içinde olanlar ve azapta olanlar. İbnü'l-Kayyim'in açıklamasına göre azapta olan ruhlar birbirleriyle görüşmeye fırsat bulamazlar. Onlar bir nevi tutuklu gibidirler. Ama tutuklu olmayıp serbest olan yani nimet içindeki ruhlar birbirleriyle buluşup görüşürler, birbirlerini ziyaret ederler. Dünyadaki olmuş ve olacak şeyleri müzakere ederler. Her ruh, amelde kendi dengi ve kendi derecesinde olan arkadaşlarıyla beraber olur. Hz. Peygamber (S) in ruhu ise Refiku'1-A'lâ (en yüksek mertebe) dadır. Nisa Suresi'nde: "Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar."(1) buyurulmuştur ki, bu beraberlik dünyada, berzahta ve âhirette olmak üzere üç yerdedir. Bu üç âlemin hepsinde de kişi sevdiği ile beraberdir. (2) Bu âyet-i kerimede ruhların berzah âleminde birbirlerine kavuşacakları haber verilmektedir. Çünkü bu âyetin iniş sebebi olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır: Ashaptan biri, öldükten sonra Hz. Peygamber (S) in makamının kendilerinden çok yüce olacağını ve Hz. Peygamber (S) den ayrı kalacaklarını düşünerek üzülmüş ve ağlamış. Üzüntüsünün sebebini soran Hz. Muhammed (S) e: "Biz dünyada senden ayrılmaya hiç tahammül edemiyoruz va Rasulullah. Öldükten sonra senin merteben bizden yüce olacağı için seni göremeyeceğiz. Senin ayrılığına nasıl tahammül edebilirim?" diye derdini açar. Bu olay üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuş (3) ve Allah'ı ve Rasulullah'ı sevenlerin berzah âleminde ve âhirette de, dünyadaki gibi, Hz. Rasûl ile birlikte olacakları bildirilmiştir. Allah Tealâ ÂI-u îmrân Suresi'nde şehitlerin diri ve Rabbleri indinde rızıklanmakta olduklarını, arkalarında bulunanlara da korku ve üzüntü olmadığının müjdelenmesin! istediklerini, Allah'ın nimet ve keremiyle sevinç duyduklarını haber vermiştir.(4) Bu âyet-i kerime de berzah alemindeki ruhların birbirleriyle buluşup konuştuklarına delâlet eder. Çünkü âyette geçen "yestebşirûn" kelimesi, "müjde verilmesini isterler" anlamına geldiği gibi, "sevinirler ve birbirlerini müjdelerler" manasına da gelir. (5) Birbirlerine müjde verdiklerine göre demek ki birbirleriyle görüşüp konuşmaktadırlar. Ebu Hureyre, Rasulullah (S) in: "Muhakkak Cennet ehli orada (Cennet'te) birbirlerini ziyaret ederler." buyurduğunu söylemiştir.(6) Mü'min ruhlarının berzah âleminde Cennet'te olacakları bildirilmiştir. Buna göre bu hadis-i şerifteki Cennet ehliyle, berzah âleminde Cennet'te olanlar kastedilmiş olabilir. Hadisin bu şekilde anlaşılmasını, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'den (40/ 660) rivayet edilen şu hadis de doğrulamaktadır: Ümmü Hâni' bir gün Hz. Peygamber (S) e şöyle soruyor: "Ölünce de birbirimizi görür ve ziyaretleşir miyiz?" Rasulullah (S) in cevabı şudur: "Ruh, Cennet meyvelerinden yiyen bir kuş olur. Kıyamet günü olunca da her ruh kendi cese dine girer."(7) Bu cevaptan da anlaşılan, mü'minlerin ruhlarının Cennet'te birbirleriyle görüştükleridir. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın naklettiği bir haberde de Rasulullah (S) e: "Ölüler birbirini bilir mi?" diye sorulunca Rasulullah (S) in cevabı: "Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki onlar, kuşların ağaçların tepelerinde birbirlerini bildiği (tanıdıkları gibi) birbirlerini bilirler." şeklinde olmuştur.(8) Bu soruyu ashaptan Bişr b. Berâ' b. Ma'rûr'un annesi sormuş ve ölülerin birbirleriyle tanışıp biliştiklerini öğrenince hemen Beni Seleme'den ölmek üzere olan birinin yanına varıp, oğlu Bişr'e onunla selâm göndermiştir.(9) Hadisin bir diğer rivayetinde Cennet'te kuşlar gibi birbirleriyle buluşup tanışacak olan ruhların "iyi ruhlar " oldukları zikredilmiştir. Ashaptan BÜâl b. Rebâh (v. 20/641) vefat edeceği zaman hanımı ah, vah etmeye başlar. Hz. Bilâl ise: "Ne büyük neşe ne büyük sevinç. Yani sevgililere, Muhammed'e ve onun gurubuna kavuşacağım." demeye başlar, (10) Burada Bilâl berzahta Rasulullah (S) e ve ashabına kavuşacağını ve tıpkı dünyadaki gibi, orada da onunla bir arada olacaklarını müjdelemektedir.(11) ve hanımının ah, vah edip üzülmemesi gerektiğini, aslında sevinmesi gerektiğini hatırlatmaktadır bu sözüyle. Beyhakî'nin hasen bir senetle İbn Abbas'dan tahric ettiği kabir suâliyle ilgli bir hadis-i şerifte, kabirdeki sorgulama sırasında iyi cevap veren mü'minin ruhunun diğer mü'minlerle beraber olacağı haber verilmiştir.(12) Yine Beyhakî'nin "Şu'abu'1-İman" da Ali b. Ebi Tâlib'den tahric ettiği haberde Hz. Ali şöyle demiştir: "İki mü'min ve iki kâfir dost vardı. Bunlardan mü'min olanların biri öldü. Cennetle müjdelenince arkadaşını hatırlar ve: "Allahım, benim falan arkadaşım bana her zaman sana ve Rasulûne itaati emreder, hayırla tavsiye eder, kötülükten nehyederdi..." diyerek onun kendisinden sonra sapıtmaması ve kendisine verilen nimetlerin ona da verilmesi için dua eder. Sonra öbür arkadaşı da ölünce ruhları bir araya gelir ve birbirlerine: "Ne güzel kardeş, ne güzel arkadaş ve ne güzel dost" derler. Kâfir olan iki arkadaştan birisi ölüp de azapla müjdelenince diğer arkadaşını hatırlayıp şöyle der: "Allahım, arkadaşım bana hep sana ve senin Rasulûne isyanı emrediyor, kötülüğü yapıp iyiliği yapmamamı söylüyordu. Allahım, .onu benden sonra hidayete erdirme ki, benim gördüğüm azabı o da görsün ve bana kızdığın gibi ona da kızasın." Sonra diğeri de ölür, ruhları bir araya gelince birbirlerine: "Ne kötü kardeş ve ne kötü arkadaş." derler."(13) Bundan da iyi ve kötülerin ruhlarının berzahta birbirleriyle buluştukları anlaşılmaktadır. Ebû Katâde ve Câbir'den tahric edilen ölülerin kefenlerinin güzel yapılması ile ilgili hadis-i şerifin Suyûtî ve Beyhakî tarafından rivayet edilen şeklinde: "Muhakkak ki onlar kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler." cümlesi de yer almaktadır.(14) Beyhakî "Şu'abu'1-Iman" da Ebu Katâde'den (54/673) hadisi naklettikten sonra bu hadisin şehitler hakkındaki onların rızık-landırıldıklannı haber vererr Âl-u îmrân, 3/169-170 âyetiyle mutabakat arzettiğini söylemiştir. (15) Rasulullah (S) in Miraç gecesinde semâda Hz. Âdem (As) İle karşılaştığında Hz. Âdem'in sağ ve solunda bir takım karartılar görmesi ve bunların kimler olduğunu sorunca, cennetlik ve cehennemlik olanların ruhları olduklarının bildirilmesi de,(16) berzahta iyi ve kötülerin -Hz. Ali'nin de, dediği gibi- bir arada olacaklarına delildir. Ruhların berzah âleminde birbirleriyle görüştükleri ve konuştuklarının bir delili de, ölümü müteakip semâya yükseltilen mü'min ruhunun rahmet ehli tarafından karşılanıp, dünyadan ve dünyadakilerden haber soracaklarını bildiren hadis-i şeriftir. Ebu Eyyûb el-Ensârî'den rivayet edilen hadis-i şeriflerinde Peygamber efendimiz (S) şöyle buyurmuştur: "Mü'minin ruhu kabz olunca onu Allah katında rahmet ehli karşılarlar." (17) Tıpkı dünyada müjde getiren birinin karşılandığı gibi. (Bu esnada yeni ölmüş olanın ruhunu getiren melekler) derler ki: -Onu bırakın, fırsat verin de bir dinlensin. Çünkü o büyük bir sıkıntı içinde idi. Ona: -O benden önce ölmüştü, derse; -İnnâ Lillâh ve İnnâ İleyhi Râci'ûn (biz Allah'a aidiz ve yine ona döneceğiz), ebedi kalış yeri olan Hâviye'ye (kızgın ateşli Cehennem'e) gitmiş. O ne kötü yer ve ne kötü terbiyecidir, derler. (18) Bu hususta Abdullah b. Mübârek'in de şöyle dediği rivayet edilir: "Kabir ehli haberleri beklerler. Bir Ölü oraya gittiği zaman ona falan ne yaptı, filan ne yaptı diye sorarlar. Birisi için: "O öldü, size gelmedi mi?" deyince: "İnnâ lillâh ve İnnâ İleyhi Râciûn" derler ve: "Bizim yolumuzdan başka yola gitti o." diye ilave ederler."(19) Tabiinden Sa'id b. el-Müseyyeb (v. 94/712) de: "Bir adam öldüğü zaman (daha önce ölmüş olan) çocuğu onu, seferden dönen gaibin karşılandığı gibi karşılar" demiştir. (20) Ölülerin berzahta birbirleriyle görüştüklerini ve yeni ölüp de aralarına katılanlardan haber aldıklarını bildiren bu hadis ve haberleri, evlât, torun ve yakın akrabaların amellerinin kabirdeki baba ve yakınlarına arz olunacağım, onların da amelleri kendilerine arz edilen akrabalarının iyiliklerinden ötürü sevineceklerini, kötülükleri sebebiyle de üzüleceklerini bildiren haberler de desteklemektedir. Kabir ehli, geride bıraktıkları akraba ve arkadaşlarının yaptıkları işlerden haberdar olup, iyi amellerinden ötürü sevinir, kötülüklerine de üzülürler. (21) Mücâhid'in bu hususta şöyle dediği sahih rivayetle gelmiştir: "Kişi kabrinde kendinden sonra çocuğunun iyilikleri (salahı) ile müjdelenir."(22) Sa'id b. Cübeyr'in (v. 95/714) de şöyle dediği rivayet edilir: "Muhakkak ki ölülere dirilerin haberleri gelir. Daha önce bir yakını ölmüş, olan hiç bir kimse yoktur ki ona geride kalan akrabalarının haberleri gelmesin. Eğer gelen haber iyi ise sevinir ve ferahlar; kötü ise o zaman da üzülür." (23)Ashaptan Ebu'd-Derdâ (v. 32/652) da şöyle dua ederdi: "Allahım, ölülerimin rezil olacağı bir iş yapmaktan sana sığınırım.''(24) Abdullah b. Mübarek de ashaptan Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Dirilerin amelleri ölülere arz olunur. Eğer bir iyilik görürlerse sevinir, birbirlerine müjdelerler; bir kötülük görünce de, Allah’ım onu ondan geri çevir, derler." (25) Yukarıdaki yeni gelen ölüden haber sormalarından da anlaşılacağı üzere, ölülerin dirilerden bizzat haberdar olduklarını -Allah'ın diledikleri müstesna- söyleyemeyiz. Bu sebeple buradaki haberdar oluşlarını, yeni gelen ve aralarına katılanlardan öğrenirler şeklinde anlıyoruz. Yeni gelenlerden haber alışları da, ruhların berzahta birbirleriyle görüşüp konuştuklarına delâlet eder. Ölmüş olanların ruhları, berzah âleminde birbirleriyle görüşüp konuşuyorlar. Acaba henüz ölmemiş ve dünyada yaşamakta olanların da berzahtakilerle görüşüp konuşmaları mümkün müdür? Ve ölülerin dirilerle bir takım münâsebetleri var mıdır? Şimdi de bu husus üzerinde duralım: Hayattakilerin Berzahtakilerle Görüşmeleri: Henüz hayatta olanların berzahtakilerle görüşmeleri uyanık ve uyku halinde olmak üzere iki şekildedir. Uyanıkken görüşmenin en büyük misâli ve olabilirliğinin delili, Rasulullah (S) in Miraç'ta bazı Peygamberlerin ruhlarıyla karşılaştığını haber veren ve kabir ziyaretini öğreten hadislerdir. Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Muhammed (S) e hitaben: "Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor ki; biz, Rahman'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?"(26) buyurmaktadır. Müfessirlerden bir kısmı buradaki sorma fiilinin sadece İsrâ ve Miraç gecesine has olduğunu söylerken,(27) bazıları da her istediği zaman Allah Tealâ'nın Rasulullah (S) e önceki peygamberlerle konuşma imkânı verdiği şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu ikinci görüşte olanlara göre âyetteki mutlak lafzı (sözü), İsrâ ve Miraç gecesi ile takyid etmek (kayıtlamak) hatalı bir te'vil olur. Ve âyetin olduğu gibi anlaşılıp, her istediği zaman Rasulullah (S) e bu imkânın verileceğini söylemek daha isâbetlidir.(28) Hz. Peygamber (S) in önceki peygamberlerle daha kendisi hayatta iken görüşmesi, vukuu mümkün olan işlerdendir. Ve Allah'ın kudretine göre bunda hiç bir zorluk yoktur. Allah Tealâ görüştürünce de bu olay gerçekleşmiştir ki, Hz. Peygamber (S) Miraç gecesinde, uyanık halde iken diğer Peygamberlerin ruhlarıyla Beytü'l-Makdis'de (Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'da) bir araya gelmiştir. Daha sonra semâvât (gökler) âleminde de onlardan bazıları ile bir araya gelip konuştuğuna sahih haberler delâlet etmektedir,(29) Yine Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadisinde Rasulullah (S), Hz. Musa (As) in Allah Tealâ'ya dua edip, Hz. Adem (As) ile görüşmeyi dilediğini ve Yüce Allah'ın, henüz hayatta iken ve uyanıkken, Adem (As) ı Hz. Musa'ya gösterip ve birbirleriyle konuşmuş olduklarını haber vermiştir, (30) Peygamberlerden başkasının hayattayken ve uyanıkken berzahtakilerle görüşmeleri ise ancak Allah'ın ikram ettiği kimselere nasip olmuştur ki, bu hususta Allah'ın veli kullarının, Hz. Peygamber (S) ve bazı büyük zevatla görüştüklerine dair pek çok olay anlatılmaktadır. (31) Kabir ziyaretinde ziyaret edene "zâir", ziyaret edilene "mezür" denilmesi de, ziyaret edilenin ziyaret esnasında ziyaretçisini duyup bildiğine delidir. Çünkü ziyaret edilen, ziyaretçisini bilmezse buna "mezûr= ziyaret edilen" denmez. Kaldı ki, Peygamberimiz (S) ziyaret adabını öğretirken, kabristana varınca ölülere selâm verilmesini öğretmişlerdir ki, bu da onların dirilerle olan münâsebetleri cümlesindendir.(32) Hayattakilerin berzahtakilerle rüyada görüşmeleri ise, İbnu'l-Kayyim'in belirttiğine göre, nübüvvetin bir parçası olan sâlih rüyalardandır ve İlim ifade eder.(33) Erzurumlu İbrahim Hakkı da: "Ölüleri rüyada hayırla veya şerle görmek, onların halini aynen bilmektir. Bu, Ölünün halini bildirmek veya uyanık olmayı sağlamak içindir,.."(34) diyerek ölüleri rüyada görmenin, sâdık rüyalardan olduğuna işaret etmiştir. Rüya ya da keramet yoluyla -Peygamberlerden gayri için- olan bu görüşmeler ve görülenler, kelâm âlimlerine göre umum için değil, ancak sahibi için (gören kişinin kendisi için) delil olabilir. Ancak bizim burada onlardan bahsedişimiz, sadece imkânını belirtmek içindir. Hayattakilerle berzahtakilerin rüyada görüşmeleri, ikisinden birinin arzusu ve bazı gayeler için bu görüşmeyi Allah Tealâ'dan istemesiyle Allah'ın bir lütfü olarak meydana gelmektedir. Hayattakilerin görüşmeyi istemesine -hepimizin en büyük arzusu olan ve pek çok mü'mine nasib olan- Hz. Peygamber (S) i rüyada görmek istemeyi, ya da çok sevdiğimiz yakınlarımızdan âhirete göçmüş olanları rüyada olsun görmek isteyişimizi misâl verebiliriz. İbnü'l-Kayyim diyor ki: "Rüyada ölülerle buluşmak ve onlarla bazı haber alışverişinde bulunmak; falan yerde hazine var, filan yerde şu var, falan iş şöyle olacak, filan zamanda bize geleceksin...gibi haberler vermeleri ve bunların da aynen çıkması, bu buluşmanın gerçekliğini ifade eder."(35) Rivayete göre Ashab-ı kiramdan Sa'b b. Cessâme ile Avf b. Mâlik (v. 73/692) kardeş olmuşlar ve öldükten sonra da birbirimizden haberdar olalım diye sözleşmiş-ler. Aradan bir müddet geçtikten sonra Sa'b ölüyor. Avf bir gece rüyasında, aynen hayattaymış gibi Sa'b'ın kendisine geldiğini görüyor ve Sa'b'a hesap ve suâlin nasıl geçtiğini soruyor. O da şimdilik iyi olduğunu söyleyip Allah'a hamdediyor. Bu arada Avf, Sa'b'ın göğsünde gördüğü bir kara lekenin sebebini soruyor. O da bir yahudi-den on dirhem ödünç aldığını ve paraların asılı olduğu yeri söyleyerek, o paranın sahabine verilmesini istiyor. Yine evdeki kedisinin öldüğünü, kızının da yakında öleceğini haber veriyor ve bütün bunlar aynen çıkıyor. Sabah olup da Avf, arkadaşının evine gidince, paranın aynen haber verilen yerde olduğunu görüyor ve alıp yahudiye götürüyor. Yahudiye, ölmüş olan arkadaşının kendisinden ödünç para alıp almadığını sorunca, yahudi aldığını ve miktarını söylüyor. Bunun üzerine rüyada gördüklerinin gerçek olduğunu anlayan Avf, elindeki paralan, arkadaşının rüyadaki vasiyetine uyarak yahudiye veriyor. (36) 1- Nisa, 4/69. 2- Îbnu'l-Kayyim, s. 17; Suyûti, Büşra'1-Keîb, v. 147 b; Hasan el-'Idvî, s. 74; Rodosîzâde, Ahval-i Alem-i Berzah, elyazma, İst. Süleymaniye Küt. v. 19 a. 3-İbnu'lKayyim, a.g.e, s. 17; Ibn Kesir, Tefsir, c. I, s. 522; Rodosîzâde, a.g.e. v. 19 b. 4-bkz. Al-u Imran, 3/169-170. 5-Mu'cemu'l-Vasit, c. I, s. 57; Atay Kardeşler. Arapça Türkçe Büyük Lügat, c. I. s. 128; Abnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 18. 6- Ab. Hanbel, Müsned. c. II, s. 335. 7- A b. Hanbel. Müsned. c. VI, s. 425; A Siracuddin, a.g.e, s. 106-107. 8- Suyûtî, B. el-Keib, v. 144 b. 9- A. Siracuddin, a.g.e. s. 107; tbnu'l-Kayyim, e.g.e, s. 19. 10- Suyûtî, B. el-Keib, v. 148 b. 11- Abdullah Siracuddin, a.g.e. s. 107. 12- bkz. Suyûtî, Şerhu's-Sudûr. v. 53 a. 13- Suyûtî, Şerhu's-Sudûr, v. 38 b; v. 173 b. 14- Suyûtî, Büşra'1-Keib, v. 147 b; Suyûtî, Şerhu Süneni'n-Nesâî, c. IV, s. 34; Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 73; Abdullah Siracud 15- Suyûti Ş.Sünen'n-Nesâî, c. W, s. 34; H. el-'Idvî, a.g.e, s.73. 16- Miraç hadisi için bkz. Buhârî. Sahih, Salât, l, c. I. s. 91-92; Müslim, Sahih, imân, 74. c. I, s. 148; A. b. Hanbel. Müsned, c. V. s. 143; ibn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihaye, c. I, s. 97, Beyrut, 1977. 17- Hadis-i Şerifin, ibn Hıbbân'ın Sahih'inde Ebu Hureyre'den rivayet edilen şeklinde: "Mü'minlerin ruhlarının yanına getirilir ve ğaib olan birini bulanların sevinci gibi sevinirler." denilmektedir, bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 106. 18- bkz. Nesâi, Cenâiz, 9, c. IV, s. 8-9; Suyûti, Ş. Sudur, v. 37 a; B. el-Keîb, v. 144 b; İbnu'l-Kayyim, a.g. e, s. 20; Rodosîzâde, a.g.e, v, 26a; A Siracuddin, a.g.e. s. 106. 19- İbnu'l-Kayyim, a.g.e. s. 19: Birgivî, R. FÎ Ah. Etfâlİ'l-Müslimin, s. 85; Birgivî bu konuyu işledikten sonra, vasiyyet etmeden ölenlerin berzahta konuşamayacaklarım ve berzah ehlinin sorularına cevap veremeyeceklerini ilave eder. (bkz. a.g.e, s. 85.) 20- İbnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 19; Rodosîzâde, a.g.e. v. 25 a. 21- Rodosîzâde, a.g.e. v. 7 b. 22- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 12. 23- Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 16, Mısır, 1316. 24- Aynı eser, a. yer. 25- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 7; Rodosîzâde, a.g.e, v, 8 b. 26- Zuhruf, 43/45. ' 27- bkz. Ibn Kesir, Tefsir, c. IV, s. 129. 28- bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 109-110. 29- Bu husustaki hadisler için bkz. Buhârî, Sahih, Salât, l, c. I, s. 91-92; Enbiyâ, 5, c. IV, s. 106-107; Müslim.Sahih.lman, 74, c.I,s.l48; Fezâil,42,c.IV,s.l845; Nesâî, Sünen, Kıyâmu'1-Leyl, 15, c. m, s. 215; A-b. Hanbel, Müsned, c. ffl, s. 120, 248; c. V. s. 59,143. 30- Ebu Davud, Sünen, Sünne, 17, c. W, s. 226. 31- bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 110-113. 32- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 8; Rodosîzâde, a.g.e, v. 8 b; Vücûdî, Muhammed b. Abdulaziz, Ahvâl-i Alem-i Berzah, v. 9 a, elyazma, ist. Süleymaniye.Küt. Halef Ef. Böl. Nr. 237. 33- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 29; Rodosîzade, a.g.e, v. 39 b. 34- Erzurumlu ibrahim Hakkı, Mârifetname, c. I, s. 60. 35- Rodsizade, a.g.e 36- Rodesizade, a.g.e. Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Toprak, Kabir Hayatı, s. 247-258 Selam ve dua ile... Makaleden Alınmıştır kalyon34, 12 Haziran 2008 #2 2 kişi bunu beğendi. akhyls Well-Known Member Mesajlar:2.144 Aldığı Beğeni:116 Ödül Puanları:63 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? canlısından kormuyosun ölüsünden mi korkucan akhyls, 12 Haziran 2008 #3 1 person likes this. PSİKOPATSCORPION New Member Mesajlar:7.698 Aldığı Beğeni:240 Ödül Puanları:0 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? Çok sağol kalyon kardeşim :=) Peki bizi ruhlar gelip korkutabilirler mi? PSİKOPATSCORPION, 12 Haziran 2008 #4 _mevSimsiz_ Adamın Biri Platin Üye Mesajlar:7.836 Aldığı Beğeni:359 Ödül Puanları:83 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? suana kadar bır ruhun gelıp ınsanları korkuttugunu duymadım sımdıden sonrada duymam herhalde merak etme :d ruhların ısı uzun sımdı kardes onlar buraya gelemez _mevSimsiz_, 12 Haziran 2008 #5 1 person likes this. PSİKOPATSCORPION New Member Mesajlar:7.698 Aldığı Beğeni:240 Ödül Puanları:0 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? _mevSimsiz_ dedi: ↑ suana kadar bır ruhun gelıp ınsanları korkuttugunu duymadım sımdıden sonrada duymam herhalde merak etme :d ruhların ısı uzun sımdı kardes onlar buraya gelemez İnşallah dediğin gibidir kardeş PSİKOPATSCORPION, 12 Haziran 2008 #6 aknay Member Mesajlar:164 Aldığı Beğeni:7 Ödül Puanları:18 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? PSİKOPATSCORPION dedi: ↑ Çok sağol kalyon kardeşim :=) Peki bizi ruhlar gelip korkutabilirler mi? kalyonun yazısını iyi oku..yazıda ancak iyi ruhların boyle seyehat edebıleceklerı acık yazıyor.....kotu ruhlar azab goruyor onların dunyada dolasmasına ızın yok....sen holüwood filmlerınde cok etkilenmıssın..yada casper cızgı fılmınden aknay, 12 Haziran 2008 #7 1 person likes this. PSİKOPATSCORPION New Member Mesajlar:7.698 Aldığı Beğeni:240 Ödül Puanları:0 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? aknay dedi: ↑ kalyonun yazısını iyi oku..yazıda ancak iyi ruhların boyle seyehat edebıleceklerı acık yazıyor.....kotu ruhlar azab goruyor onların dunyada dolasmasına ızın yok....sen holüwood filmlerınde cok etkilenmıssın..yada casper cızgı fılmınden Sağol güldürdüğün için Ya hayır o değil ruh iyi niyetlidir belki ama ben tabi onu karşımda görünce korkmucam mı?Tabi korkucam PSİKOPATSCORPION, 12 Haziran 2008 #8 sheker-kis Maşuk? Mesajlar:653 Aldığı Beğeni:70 Ödül Puanları:28 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? çok fazla isminden söz edildiğinde gelirler ama görünmezler die biliyorum. sheker-kis, 12 Haziran 2008 #9 1 person likes this. PSİKOPATSCORPION New Member Mesajlar:7.698 Aldığı Beğeni:240 Ödül Puanları:0 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? O dediğin 3 harfliler için geçerli diye biliyorum bende PSİKOPATSCORPION, 14 Haziran 2008 #10 kartal91 Member Mesajlar:30 Aldığı Beğeni:3 Ödül Puanları:8 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? Arkadaşım RUHLAR ALEMİ çok geniştir..3 Harfliler zayıf (imanı zayıf) insanlara musallat olur ama senin dediğin gölgeyi bende gördüm o da dedem öldüğü aydı. Zaten karşına iyi ruh çıkarsa hiç korkmazsın çünkü Allah o anda senin istifini o şekilde ayarlıyor ki zaten iyisini görebilmek için günahsız veya günahın az olması lazım yani evliya olursan görürsün..Mesela Hayvanların, çocukların ve bazı büyük velilerin göz perdesi kalkıktır iyi ruhları görürler kötü ruhlardan Allah onları korur.. Not:İyi ruhlara Perşembe günü izin verilir evlere gelirler gezerler o yüzden genelde perşembe akşamı yasin suresi okunması çok faziletlidir.. kartal91, 20 Haziran 2008 #11 1 person likes this. cortrex11 Well-Known Member Mesajlar:4.898 Aldığı Beğeni:185 Ödül Puanları:63 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? aydınlatıcı güzel değerlibilgiler verilmiş.emeğine sağlık... gelde bu foruma tüm türkiyeyiüye yapma. tam bir eğitim, kişisel gelişim yeri. bölümlerine görede yaratıcı düşünmeyi ön görmesi güzel... arkadaşların emeğine sağlık. imanlı kişi Allahtan korkmalıdır sadece... cortrex11, 21 Haziran 2008 #12 mega_man New Member Mesajlar:1 Aldığı Beğeni:1 Ödül Puanları:3 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? ruhlar cisim eleyebilirmi mega_man, 5 Ağustos 2008 #13 1 person likes this. selcukdagsever New Member Mesajlar:28 Aldığı Beğeni:1 Ödül Puanları:3 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? kardeş kısa bir cevap yazsan yeterli olurdu ruhlar insanlara görünür veye görün mez o kadar ama yinede bizi aydınlattığın için saul allah razı olsun selcukdagsever, 21 Ağustos 2008 #14 candiamond28 New Member Mesajlar:446 Aldığı Beğeni:19 Ödül Puanları:0 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? Giresunda bizim köy evimizde de hiç kimse durmamasına rağmen geceleri esrarengiz bi şekilde dedem öldükten sonra 40 gece boyunca ışık yandı candiamond28, 21 Ağustos 2008 #15 evcil123 Well-Known Member Mesajlar:1.452 Aldığı Beğeni:43 Ödül Puanları:48 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? Allahtan ve meleklerden başkasından korkmuyorum.Çünkü inanmıyorum... evcil123, 30 Ağustos 2008 #16 nejlaeskisehir Member Mesajlar:133 Aldığı Beğeni:1 Ödül Puanları:18 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? bencede gelemezler nejlaeskisehir, 21 Mart 2009 #17 abidin dino New Member Mesajlar:9 Aldığı Beğeni:0 Ödül Puanları:1 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? canım, ruhlar bizi görürler, hatta bizimle normal yaşantımızdaki bi takım dönemlerde bize eşlikte ederler, sen beni dinle, gece yatarken çıplak yatma, ve yatmadan ayaklarını yıka dişini fırçala, yüzükoyun yatma. gece yatmadan yaz helvası ye iyi gelir... yaw güzelim allah aşkına insanlar ölüp gitmiş toprak olmuş sana görününce ona cennetmi vaat edecekler.. bırakın ölüyü diriye bakın.. boş şeyler bunlar.... abidin dino, 14 Haziran 2009 #18 zuisadra Well-Known Member Mesajlar:1.159 Aldığı Beğeni:32 Ödül Puanları:48 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? PSİKOPATSCORPION dedi: ↑ O dediğin 3 harfliler için geçerli diye biliyorum bende CİN'lermi? espiri bi tarafa,algılıyamadığımız psişik birşeyler olmakta,mesela hiç başınıza gelmişliği varmıdır bilmiyorum? Benim başıma zaman zaman gelmekte, şöyleki;Hiç gitmediğim ve hayatım boyunca ilkkez gördüğüm bir cadteyi,sokağı veya bir evi daha önce görmüşüm gibi bir hisse kapılıyor,ve orayı biryerlerden hatırladığımı düşünüyorum..............buna ne dersiniz? yad nasıl yorumlarsınız? zuisadra, 15 Haziran 2009 #19 küLpiSisi şizofrєη Platin Üye Mesajlar:5.916 Aldığı Beğeni:303 Ödül Puanları:83 Cevap: Ruhlar biz insanlara görünür mü? ya geCe geCe ..ışıkLarda kapaLı Nerden akLınıza geLir ßöyLe şeyLer tırs oLan var oLmayan var aßi küLpiSisi, 15 Haziran 2009 #20 (Mesaj göndermek için üye olmalı ya da giriş yapmalısınız.) 12Sonraki > Benzer Konular özür dilemek neden biz insanlara zor gelir_? Zamandaki Ruhlar Dadaloğlu - Şimdi (Seyir Etsem Görünür Mü) RuhLar Alemİ Ruhlar Bölgesi Sayfayı Paylaş Şimdi Kayıt Ol ! Sayfayı Paylaş Durum Güncellemeleri berraksu_ltan Eğer adaletsizlik karşısında tarafsız duruyorsanız zalimin tarafını seçmişsiniz demektir Bugün 00:33••• deer! "Ahh şu kaliteli insan rolleriniz yok mu, BİTİYORUM..." 5 Kasım 2016••• gbaweb web yönetimi seo 22 Ekim 2016••• romeo_ hayırlı cumalar canlarım 21 Ekim 2016••• sanal baskan Eskilerden biri girsede biraz maziyi hatırlasak diye her gün giriyorum ama nerde o eski günler derler ya harbiden öyleee... 14 Ekim 2016••• Son Konular Yeni nesil fikirler BiP... Gönderen: demirdoven Bugün 15:30 Redyellow'un Kervan'ı 1754... Gönderen: redyellow Bugün 06:43 Ters çekilmiş videoyu döndürme Gönderen: zbkdygn Dün 23:13 Proshow producer ile slayt yapma Gönderen: zbkdygn Dün 13:12 VakıfBank’tan besicilere özel... Gönderen: demirdoven Dün 13:09
Kaynak: Ruhlar biz insanlara görünür mü? | izafet.net
Copyright ©izafet.net
|
Bugün 216 ziyaretçi (264 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|