|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
.
Osmanlı'ya iftira
|
Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla ortaya çıkan devletlerin, kendi rejimlerini ayakta tutabilmek için önceki yönetimleri kötülediğini belirten Demirel, bunun sadece Osmanlıyı kötülemekle kalmadığını, Türklüğü kötülemeye kadar vardığını kaydetti. Demirel, şöyle konuştu:
"Osmanlıyı biz de kötüledik. Çünkü Osmanlıyı methetsek, cumhuriyeti tutturmakta zorluğumuz olurdu. Yalnız, şimdi dönüp geriye baktığımız zaman şöyle kötüledik, biz, kahramanlıklarla övündük. Yani Kanuni Sultan Süleyman'ı kötülemedik hiçbir zaman, yahut Fatih Sultan Mehmed'i kötülemedik. Ama padişahlar dendiği zaman topyekün kötüledik. Böyle bir dönemi geçirmek mecburiyetindeydik." (Türkiye, 09.10.1999)
Demirel’den bir itiraf daha:
“Osmanlı 623 yıl yaşayan bir devletti. Cihan tarihinde böyle bir hanedanlık bulmak zordur. Osmanlı büyük bir medeniyet, büyük bir kültürdür.” (Türkiye, 11.11.1999)
|
.
Osmanlı Sultanlarının ahlakı
|
Sual: Mısırlı bir yazar, "Osmanlıların savaşlarda kazandığı zaferler, İslam’a şeref vermiştir. Ancak Osmanlı elinde İslam, manasından çok şey kaybetmiş, gelişmesi durdurulmuş, ilme gereken önem verilmemiş, ictihad durdurulup fıkıh ilmi de dondurulmuştur. Nihayet İslam, Osmanlıların bağlayıcı kaydından kurtulup bağımsızlığını kazanmıştır" diyor. Bir cevap verir misiniz?
CEVAP
İslamiyet’e şeref verilemez. Ondan şeref alınır. Hazret-i Ömer, (Biz, zelil, aşağı kimselerdik. Allahü teâlâ, bizleri müslüman yapmakla şereflendirdi) buyuruyor. İslamiyet’in, her çeşit fazilet ve şerefler kaynağı olduğunu bilmeyen, İslamiyet’e şeref verilecek zanneder.
İstanbul’dan Viyana’ya doğru giden İslam ordusu, Belgrad yakınlarında, bir su başında, mola verir. Çeşme, abdest alan, kablarına su koyan askerlerle doludur. Yakındaki kilisenin papazı, bir hile düşünür, güzel kızları süsler, ellerine birer kab verip, çeşmeye gönderir. Papaz gizlice seyreder. Kızlar gelince, askerler hemen çekilirler. Kızlar rahatça doldurup kiliseye dönerler. Papaz, İslam askerlerinin bu güzel ahlakını, edebini ve merhametini görünce, haçlı kumandanlarına, (Bu ordu hiç yenilemez, boş yere kan dökmeyin)diye haber gönderir.
Hadimül-Haremeyn
Yazar, İngiliz Lord Davenport’un kitabını okumuş olsaydı, (İslam ordusu gittiği her yere, adalet, fazilet ve medeniyet götürmüştür. Boynu bükük mağlup düşmanı daima af ile karşılamıştır) bilgisini öğrenir de, biraz edepli davranırdı. Abbasilerden sonra, halifelere zindan hayatı yaşatanlar, hutbelerde kendilerine, Sultanül-haremeyndemekten çekinmiyorlardı.
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethedip, hilafeti esaretten kurtarınca, alışkanlıkla kendine de Sultanül-haremeyn diyen hatibe, (Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn deyin) buyurmuştur. İslam ahlakını, Osmanlılar mı, yoksa Mısırlılar mı dondurmuş, buradan da anlaşılmaktadır.
İkinci Abdülhamid Han, siyasal bilgileri birincilikle bitirene, her sene sarayda görev verir, böylece, gençleri çalışmaya teşvik ederdi. Katip seçilen Esad bey, Hatırat-ı Abdülhamid Han-ı Sani kitabında diyor ki:
Bir gece yarısı şifre yazdım. İmza için, sultanın yatak odası kapısını çaldım. Açılmadı. Bir daha vurdum. Yine açılmadı. Üçüncüyü vuracağım anda, kapı açıldı. Karşıma çıkan sultan, havlu ile yüzünü siliyordu.
(Evlat, seni beklettim. Kusuruma bakma, ilk çalışta kalkmıştım. Gece yarısı, mühim bir imza için geldiğini anladım. Abdestsiz idim. Bu milletin hiçbir kağıdını abdestsiz imzalamadım. Abdest almak için geciktim) dedi. Besmele çekerek imzalayıp, (Hayırlı olsun inşaallah) dedi. İşte Osmanlı sultanları İslamiyet’e böyle bağlı, böyle saygılı idi.
Eyyup Sabri Paşa Mirat-ül Haremeyn kitabında diyor ki:
(Sultan Abdülmecid Han, Mustafa Reşit Paşanın mason olduğunu, İslamiyet’e aykırı bir yol tuttuğunu anlayınca, üzüntüsünden hastalandı. Yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunup irade-i şahane alınıyordu. Sıradaki bir yazı için, Medine halkının bir dilekçesi okunacak denildi. (Durun, okumayın, beni oturtun) buyurdu. Arkasına yastık konup, oturtuldu. (Onlar, Resulullah efendimizin komşularıdır. O mübarek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten haya ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım bereketlensin!)buyurdu. Ertesi gün vefat etti.)
İşte, Osmanlı sultanlarının ahlakı, hayası ve dine saygıları böyle idi.
Osmanlı, İslamiyet’i dondurdu sözünde, sinsi bir İslam düşmanlığının habis kokusu duyulmaktadır. Molla Fenariler, molla Hüsrevler, Hayaliler, Gelenbeviler, İbni Kemaller, Ebüssüudlar, Birgiviler, İbni Abidinler, Abdülgani Nablüsiler, Mevlana Halid-i Bağdadiler, Süveydiler ve Abdülhakim Efendiler ve Abduhu rezil eden Mustafa Sabri Efendi ve daha nice fıkıh ve kelam âlimleri, hattatlar, Mimar Sinanlar, Sokullular, Köprülüler, hangi devlette yetişti?
Osmanlı âlimlerinin yazdıkları yüzbinlerce ilim kitapları, her vilayetteki milli kütüphaneleri doldurmuştur. İslam âlemine altıyüz sene fetva veren, her müşkülü çözen, Hristiyanlığa ve sapık fırkalara reddiyeler yazarak, onları rezil eden, Osmanlı Şeyh-ül-islamları değil mi idi?
Hayali’nin ilm-i kelam haşiyeleri, Molla Hüsrev’in Düreri, Halebi’nin Mültekası ve İbni Abidin’in Redd-ül-muhtarı ve Ebüssüud’ün tefsiri ve Şeyhzade’nin Beydavi haşiyesi bugün, İslam âlemine ışık tutmaktadır. Mecelle ise, dünyada benzeri bulunmayan bir hukuk abidesi oldu.(Faideli Bilgiler)
Kanuni Sultan Süleyman
Sual: Kanuni Sultan Süleyman’ın dinin bazı emirlerini kaldırdığı söylentisi doğru mudur?
CEVAP
Doğru değildir. Kendisi Müslümanların hâlifesi olup, her işini Şeyhülislam Ebus-suud efendiden fetva alarak yapardı. Bu fetvalar İstanbul kütüphanelerinde mevcuttur.
.
Fatih Sultan Mehmed’e iftira
|
Sual: Okuduğum bir romanda, Fatih Sultan Mehmed’in namaz kılmadığı, içki içtiği ve daha başka çirkin işler yaptığı yazılıdır. Bu iftiralar niçin yapılıyor?
CEVAP
İftiraların kaynağı Hristiyanlardır. İstanbul’un fethine tahammül edemiyorlar. Yerli maşaları ile bu büyük sultana hücum ediyorlar.
Peygamber efendimiz, İstanbul’un fethedileceğini evvelden haber vermiş ve bu şehri zabt eden kumandan ve askerleri için, (Ne mutlu onlara) buyurmuştu. Bu hadis-i şerif imam-ı Süyuti hazretlerininCamiussagir isimli hadis kitabının 444. sayfasındaki 7227 numaralı hadistir. İmam-ı Süyuti, bu hadisin sahih olduğunu, imam-ı Ahmed’in “Müsned”inde ve Hakim’in “Müstedrek”inde bulunduğunu bildirmektedir. Mezkur hadis-i şerifin meali şöyle:
(İstanbul elbette fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel bir emir, askerleri ne güzel askerdir.)
Peygamber efendimiz, İstanbul’u fethedecek kumandanın iyi bir zat olduğunu bildirirken, Hristiyanların ve onların yerli maşalarının Fatihi kötülemeleri, Resulullah efendimizin hadis-i şeriflerini inkâr etmek için sinsi bir oyundur.
İstanbul’u fethederek tarihte yeni bir çığır açan Fatih Sultan Muhammed Han, bunu bütün dünyaya ilan için Hristiyanlığın sembolü olan Ayasofya’yı, cami haline, yani Müslümanlığın sembolü şekline koymuştu.
Fatih camii, Yedikule camii, Kireç İskelesi camii, Şehremini camii ve Rumeli-hisarı, Fatih Sultan Mehmed’in Türklere bıraktığı yadigârlardandır.
Molla Gürani hazretleri, Bursa kadısı iken Evkafa dair bir fermana, (İslamiyete mugayirdir) diye bildirince, Fatih Sultan Muhammed Han, özür dilemiştir. Altı dil bilen Fatih, âlimlerle istişare ederek, ahkam-ı şer’i şerife uygun kanunlar hazırladı. Bu kanunlar, Kanuni Sultan Süleyman tarafından ikmal olunarak, devletin anayasası son şeklini aldı. (Tarih-i devlet-i Osmaniye)
Fatihin bir emirnamesi
Sual: Fatih Sultan Mehmed Hanın namaz kılınması hakkında Rum vilayetlerine gönderdiği bir fermanı varmış. O ferman nasıldır?
CEVAP
Elimize Fatihin fermanı diye bir yazı geçti. Özeti şöyle:
"Allahü teâlâ, emirlerinin yerine getirilmesini bize nasip ve müyesser eylesin! İşittiğime göre, Rum diyarındaki şehir ve kasaba ve köylerde yaşayan müslüman ahali, İslam dininin emrettiği farzları yapıp, sünnetlerine riayet etmekte, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymakta gevşeklik gösterip muhalefet ederler imiş. Allahü teâlânın"Namazı ikame ediniz" emrine ve "Namaz dinin direğidir. Onu doğru kılan dinini korumuş, terk eden dinini yıkmış olur" hadis-i şerifine uymayıp, tuğyan yoluna sapanlar böylece camileri harabeye döndürüp, fısk ve fücur yerlerini mamur ederler imiş. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker eylemek vacip olduğundan, bir adamımı bu iş için vazifelendirdim. Şöyle emir eyledim ki:
"Namazı terk edeni tazir eylemek meşrudur. Rum diyarında namazını geçirenler tespit edilip, İslam dininin emrinin gereği yapılsın. Halka namaz kılmaları tembih edilip, kılmayanlar teşhir edilsin! Hiç kimse ne olursa olsun bu cezaya mani olmaya!.. Rum sancağı beyleri ve kadıları ve subaşıları ve bunların emrindeki diğer memurlar, gönderdiğim vazifeliye yardımcı olalar. Böylece İslamiyet’in yüce ahkamı, emri ve yasaklarını yerine getirmekte gevşeklik ve tembelliğe asla meydan verilmeye. Öyle ki, mescitler dolacak, medreseler mamur edilecek ve din-i İslam kuvvetlendirilmiş olacaktır. Böylece müslümanlar, huzur ve saadet içinde olacaklardır."
|
.
Şehzadeleri öldürmek
|
Sual: Fatih’in, saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı halde, “Hangi evladıma saltanat müyesser ola, karındaşlarını nizâm-ı âlem içün katlede” diye bir kanunname çıkardığı söyleniyor. Böyle bir şeyin aslı var mıdır?
CEVAP
Bu iftira, tarih kitaplarına kadar geçmiştir. Aslı yoktur. Suç işlememiş bir çocuğa, sen büyüyünce padişahlığa göz dikeceksin, seni öldüreceğiz demek asla caiz olmaz. Hristiyanların her çocuk günahkâr doğar demesine benziyor. Yani her çocuk potansiyel suçlu olarak doğuyor. Son asırlarda yazılan tarihlere itibar etmemek gerekir. Çünkü Demirel özetle şöyle demişti:
(Artık Osmanlıyı suçlamamızın manası kalmamıştır. Rejim oturmuştur. Rejim oturana kadar Osmanlıyı kötülemek gerekiyordu. Ama şimdi buna ihtiyaç kalmadı.) [09.10.1999]
Dinimizde şöyle bir kaide var. Mevcut bir kimse halife seçilse, sonra bir başkası halife olmak istese, fitneye sebep olacağı için, o kimsenin öldürülmesi caiz olur.
Osmanlı halifeleri, aynen Hazret-i Ebu Bekrin Hazret-i Ömer’i tayin ettiği gibi tayinle gelmişlerdir. İkinci bir kişi halifelik iddiasında bulunursa elbette onunla çarpışılır. Ama halifelikte gözü yoksa onu öldürmek, beşikte çocuk ise, sen büyüyünce halifelik iddiasında bulunacaksın diyerek o çocuğu öldürmek ne kadar yanlıştır. Bunu Osmanlı yapmaz ve yapmamıştır. Hatta hiçbir müslüman ordu, hiçbir zaman savaşlarda bile çocuklara, sivil halka, kiliselere, din adamlarına dokunmamıştır. Fatih Sultan Mehmet hakkında söylenenler gerçek dışıdır. Fatih hakkında Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(İstanbul fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel emir, askerleri ne güzel askerdir.) [İ. Ahmed, Hakim, İ. Süyuti]
Suçsuz insan öldürülmez. Peygamber efendimiz, Hazret-i Ali’ye (Seni ibni Mülcem öldürecektir) buyurmuştur. Hazret-i Ali, katilini bildiği halde, ona bir şey yapmamıştır. Aynı şekil de Hazret-i Ömer de katili olan Yahudi Ebu Lülü Firuz’u bildiği halde, ona önceden bir şey yapmamıştır, Suç işlenmeden ceza verilmez buyurmuşlardır. Suç işlemeden cezayı veren kâfirlerdir. Şu anda bile çoluk çocuğu öldürüyorlar. Firavun da yeni doğan erkek çocukları öldürtmüştü.
Yalan söyleyen tarih utansın
Sual: (Yalan söyleyen tarih utansın) deniyor. Bu konuda kitaplar yazılıyor. Tarih canlı bir şey değil ki utansın? Güvenilen tarihçilerin bir kısmı, şehzadelerin daha isyan etmeden, hattâ beşikteyken öldürüldüğünü kabul ederken, buna yanlış diyenler de oluyor. Bunlar neye dayanarak böyle söylüyorlar? Kaynak gösterdikleri tarih kitaplarını yazanlar, muteber kimseler değil mi?
CEVAP
(Yalan söyleyen tarih utansın) demek, (Yalan söyleyen tarihçiler utansın) demektir. (Soba yanıyor), (Tembel sınıf), (Çalışkan ülke) ifadeleri de böyledir. Yalan söyleyen niye utansın ki? Yani yalancı, utanmadan her türlü yalanı yazabilir.
S. Ebediyye kitabında deniyor ki: (Mecelle’yi hazırlamakla, İslâmiyet'e büyük hizmet eden ve en doğru 12 cilt Osmanlı tarihini yazmış olan Ahmed Cevdet Paşa’nın, “rahmetüllahi aleyh”, Abbâsî tarihçilerine aldanarak, Eshab-ı kiram hakkında yanlış şeyler nakletmesi hayret vericidir.)
Beşikteki şehzadelerin öldürülmesini anlatan tarihler de böyledir. Suçsuz, mâsum bebekleri, (İleride belki suç işler) diye, hangi Müslüman öldürebilir? Böyle bir kanunu, hangi şeyhülislam, hangi halife kabul eder? Osmanlıyı bu kadar zâlim göstermek ne kadar çirkindir. Hadis-i şerifle övülen Fatih Sultan Mehmed Han’ın, dine aykırı bir kanun çıkarmasını hangi iman sahibi tasvip eder?
Şimdiki tarihçiler, Cevdet Paşa gibi, muteber olsalar bile, aldığı kaynaklar yanlış olunca, netice de böyle yanlış oluyor.
Tarihçi Cezmi Yurtsever, (Fatih'in kardeş katli fetvası)nın sahte olduğunu bildirmektedir.
Osmanlı sultanlarının, şeyhülislamların fetvalarıyla hareket ettikleri meşhurdur. Kanuni Sultan Süleyman’ın, şeyhülislamın verdiği fetvalarla gömülmesini vasiyet etmesi bunun bir örneğidir.
Sahte olduğu söylenen kanun şöyledir:
(Evladımdan her kimseye saltanat müyesser ola karındaşların nizam-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir. Onunla âmil olalar.)
Bu kanunda bile, (Bebekler öldürülür) denmiyor. Nizam-ı âlem için, beşikteki bebek veya suçsuz, kenarda duran bir kardeş, niye öldürülür ki? Buna hangi şeyhülislam fetva verir ve hangi Müslüman bunu yapar?
Eğer (Nizam-ı âlem) ifadesi içinde, (Sultana isyan edildiği takdirde öldürülür) mânâsı varsa, o zaman dinimize aykırı olmaz.
Topluluk hâlinde yaşayan arılar bile kendilerine bir başkan seçer. Eğer ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Çünkü nizam-ı âlem bunu gerektirmektedir.
Şu atasözleri de iki başlı olmanın zararını bildirmektedir:
Bir gemide iki kaptan olmaz.
Bir gemiyi iki kaptan batırır.
Bir tahta iki padişah sığışmaz.
Dokuz derviş bir kilimde uyur da, iki padişah bir iklime sığmaz.
İki başkan olmadığı gibi, iki ilah da olmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’tan başka, yerde ve gökte de ilah olsaydı, her ikisinin[yerin, göğün] de nizamı bozulurdu.) [Enbiya 22]
Dinimizde, seçilmiş meşru bir halife varken, başka biri, (Ben halife olacağım) diyerek devlete isyan ederse, onunla savaşılıp öldürülür. Bu, her devlette böyledir. Devlete isyan edenlere, her kanun en ağır cezayı vermektedir. Bir hadis-i şerif:
(Bir emîr [devlet başkanı] üzerinde ittifak ettiğiniz hâlde, biri çıkar da, birliği bölmek ve tefrika çıkarmak isterse, onu hemen katledin!) [Taberânî]
Böyle bir isyan olmadan, ileride isyan edebilir diye, suçsuz hiç kimse öldürülmez. Yalancı tarihçilerin dediği gibi, Osmanlı sultanları beşikteyken bütün kardeşlerini öldürselerdi, bazı padişahların kardeşleri, kendilerinden sonra padişah olabilir miydi? Birkaç örnek verelim:
İkinci Osman Han’ın kardeşi dördüncü Murad Han,
Sultan Dördüncü Mehmed Han’ın kardeşi ikinci Süleyman Han,
Birinci Mahmud Han’ın kardeşi üçüncü Osman Han,
Dördüncü Mustafa Han’ın kardeşi ikinci Mahmud Han,
Beşinci Murad Han’ın kardeşi ikinci Abdülhamid Han,
İkinci Abdülhamid Han’ın kardeşi Mehmed Reşad Han,
Mehmed Reşad Han’ın kardeşi Vahideddin Han, kardeşlerinden sonra padişah olmuşlardır.
Osmanlı, asırlar boyunca İslamiyet’i doğru olarak yaşamış ve yaymıştır. Bunun için, dine karşı olanlar her fırsatta Osmanlı’yı hedef alıyorlar. Bu bakımdan, ecdadımız hakkındaki asılsız söylentilere, kendini ilim adamı sanan yalancı tarihçilere itibar etmemelidir.
.
Yıldırım Bayezid han
|
Sual: Yıldırım Bayezid Hanın içki içtiği söyleniyor. Doğru mudur?
CEVAP
İslam düşmanları, hiç bir vesikaya dayanmadan (Yıldırım içki içerdi) diye yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar. Maalesef müslümanım diyen bazı ahmak kimseler de, bu dinsizlerin tesiri altında kalıp, onları vesika göstererek yüce padişaha aynı iftirayı yapıyorlar.
Dinsizin biri, bir kitap yazıyor. Kitapta (Falanca padişah içki içerdi, masondu) diyor. Başka bir dinsiz de bu kitabı vesika gösteriyor, sayfa numarası veriyor. (İşte masonluk vesikası) diyor. Müslümanım diyen bazı ahmaklar da bunları vesika olarak gösterip Osmanlı sultanlarına iftira ediyorlar. Osmanlı sultanlarına olan düşmanlığın altında din düşmanlığı yatmaktadır.
Avrupa’nın Yıldırım Han’a düşmanlığı neden ileri geliyor? Bu kahraman padişah, Alman, Macar ve Fransız ordularını Niğbolu’da perişan etti. İstanbul’u fethetmeye çalıştı. Bizans imparatoru on bin altın cizye vermek mecburiyetinde kaldı. Nefes darlığından vefat etti. Bursa’ya defnedildi. Yıldırım Han’ın ölüm haberini işiten Timur Han,(Yazık oldu, büyük bir mücahidi kaybettik) dedi. Çok cesur ve adil bir sultan idi. Bursa’da yaptırdığı Cami-i kebir, bu kahraman mücahidin İslamiyet’e olan bağlılığının bir vesikasıdır. Kızını Emir Sultan gibi evliya bir zatla evlendirdi. Emir Sultan hazretleri de, mücahid bir padişaha damat olmakla şereflendi. Evliya bir zat, kötü bir kimsenin kızı ile evlenmek istemez.
.
Yavuz Sultan Selim Han
|
Sual: Yavuz nasıl halife oldu? Bir kimse, halifeliği güç kullanarak alsa veya bir halife, halifeliğini başka birine devretse, halifeliği sahih olur mu?
CEVAP
Tarihi kaynaklar diyor ki:
1258'de, Hülagü Han, Bağdat’ı alıp, Abbasi hilafetini yıkmış, halifeyi de çocukları ile birlikte öldürmüştü.
Üç sene halifesiz kalınmıştı. Bir Abbasi şehzadesi, halife olmuştu. Bundan sonraki halifelerin devlet işleriyle alakaları yoktu. Sadece din reisi idiler.
Kölemen sultanı Kansu-Gavri ile beraber Merci Dabık savaşında bulunan son halife 3. El- Mütevekkil, Osmanlının zaferi üzerine Yavuz’a teslim olmuştur. Yavuz ona gerekli hürmeti gösterip Kahire’ye iade etmişti.
Bu son Abbasi halifesi, birçok ilim, sanatkâr ve söz sahibi şahsiyetlerle İstanbul’a geldi. Mısır ve Osmanlı uleması toplanıp, halifeliğin, Yavuz Sultan Selim Hana devredilmesi kararlaştırılmış, El-Mütevekkil, sırtındaki hilati çıkarıp Yavuza giydirmiştir. (İ.H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi kronolojisi c.2, s.37)
Yavuz, halifeliği devralmayıp zor kullanarak da almış olsaydı, yine sahih olacağı aşağıdaki yazıdan anlaşılmaktadır. Şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri, İzalet-ül hafa kitabında halife seçiminin dört türlü olduğunu bildirip dördüncüsünü şöyle anlatmaktadır:
(Birinin güç kullanarak, halifeliği zorla elde etmesidir. Bu da iki türlü olur:
Halifeliği zorla alan kimse, ya halifeliğe layıktır veya değildir.
Halifeliğe layık olmayanın da dine uygun olan emirlerine uyulur. Abdülmelikin halifeliği böyle idi. Bunlara da beyat edilince meşru halife oldular.) [Redd-ül Muhtar, Hadika]
Sual: Yavuz Sultan Selim Han’ın, kulağına küpe taktığı, doğru mu?
CEVAP
Hayır, doğru değildir. Ona ait olduğu söylenen, küpeli ve burma bıyıklı resmin, Şah İsmail’e ait olduğu bazı tarih kitaplarında yazmaktadır.
Sadece Yavuz Sultan Selim Han değil, hiçbir Osmanlı sultanı, kadın gibi küpe takmazdı, sünnete aykırı bıyık da bırakmazdı. Savaşta bıyık uzatmak müstehabdır. Savaş haricinde bıyıklar sünnete uygun şekilde kısaltılır.
Bazı tarih kitaplarındaysa, küpe takmak kölelere has bir alamet olduğu için, (Ben İslam’ın kölesiyim) diyerek bir defa küpe takıp, sonra hemen çıkardığı da bildiriliyor.
.
Timur Han
|
Sual: Timur müslüman değil miydi?
CEVAP
Timur Han, müslüman idi. Çok medrese ve kütüphane yaptı. Teftazani gibi büyük âlimlerin sohbetinde bulunur, nasihatlerini dinlerdi. Yıldırım Bayezid ile savaştığı için bazı tarihçiler bunu haksız olarak kötülemektedir. Savaş yapılınca elbette insanlar ölür. Bunu zulüm olarak göstermek doğru olmaz.
.
Dördüncü Murat
|
Sual: Dördüncü Murat’ın içki içtiği söyleniyor. Doğru mudur?
CEVAP
Diğer Osmanlı sultanları gibi, Dördüncü Murat Han da içki içmezdi. Din düşmanları "İçki içerdi" diye iftira etmişlerdir. Tütün, enfiye ve içkiyi yasak etti. Kendi harbe giderek Tebriz’i geri aldı. İkinci defa giderek Bağdat’ı tekrar aldı. Kâbe-i muazzamayı yeniden yaptırdı.
.
Kuyucu Murat Paşa
|
Sual: Kuyucu Murat Paşa nasıl bir zattır?
CEVAP
Murat Paşanın aleyhinde söylenen sözlerin aslı yoktur. Murat Paşa, Nemçe, yani Avusturya muharebesinden başarı ile dönünce, hicri 1015de sadrazam oldu. Üçüncü Mehmed hanın son senesi 1012de Şah Abbasa yenilen ordudan kaçanlar, hurufilerle birlikte Celali isyanı çıkardılar. Bu isyan Anadolunun yarısına yayıldığından, Murat Paşa, 1017de bunların üzerine yürüdü. Reisleri olan Canpolat, Kalenderzade ve Kara Sait gibi eşkıyayı ve otuzbinden ziyade hurufinin, çoğunu öldürerek kuyulara gömdürdü. Doğu Karahisardaki yuvalarını da basarak, yüzbin asiyi imha etti. 1019da İran’a yürüdü. Zafer kazandıktan sonra, hastalanarak Miladi 1611 senesinde doksan yaşında vefat etti. İstanbul’a getirilip medresesine defnedildi. Çok gayretli ve dindar bir paşa idi.
.
Âmirsiz toplum olmaz
|
Sual: Geçen gün bir ajansta görevli biri, bir radyoda (Saltanata alışmış, güdülmeye alışmış bir milletiz) diyerek Osmanlı devletini, emirlik ve sultanlık sistemini kötüledi. İddiasını ispat için de, Kur'an-ı kerimdeki, (Raina demeyin, ünzürna deyin) âyetini delil getirdi. Bu âyet milleti gütmemek gerektiğini mi bildiriyor?
CEVAP
Âyet-i kerimeyi kendi görüşüne göre yorumlamak çok tehlikelidir. Peygamber efendimiz nasıl bildirmişse, âlimler nasıl açıklamışsa öylece bildirilir. Mektubat-ı Rabbanideki hadis-i şerifte, (Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. Şimdi, aklı değil de, nakli esas alarak âyet-i kerimenin iniş sebebini ve manasını bildirelim:
Eshab-ı kiramdan bazıları, Peygamber efendimize, Bizi de gözet, iyi anlayalım ya Resulallah manasına, Raina ya Resulallah derlerdi. Halbuki Raina İbranicede Ey çoban, ey ahmak gibi manalara gelmekteydi. Bir yahudi bir yahudiye hakaret etmek istese Rainaderdi. Müslümanların (Raina ya Resulallah) demelerini fırsat bilen yahudiler, Raina kelimesini andıracak şekilde ağızlarını eğerek, hakaret kasdı ile Peygamber efendimize Raina demeye başlamışlardı. İbranice bilen Sad bin Muaz, bunu işitince,Resulullaha karşı böyle söyleyeni bir daha işitirsem, boynunu vururum demişti. Yahudiler de, Siz, böyle dediğiniz için biz de öyle söylüyorduk diye kaçamak bir cevap vermişlerdi. Bunun üzerine, (Ey iman edenler, raina demeyin, ünzürna deyin) âyet-i kerimesi nazil olmuştu. (Tibyan)
Emirlere itaatin önemi
Diğer tefsirlerde de aynı şey bildiriliyor. Dinimizde birlik ve beraberliğin sağlanması için emire itaatin önemi büyüktür. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a, Peygambere ve sizden olan emirlere itaat edin!) [Nisa 59]
Allah’a, Peygambere ve emirlere itaat etmeye, güdülmeye alışmış olmak denir mi? Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
([Ey aile reisleri] Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden koruyunuz!) [Tahrim 6]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Hepiniz çobansınız ve hepiniz raiyesinden [güttüklerinden, evindekilerden ve emri altındakilerden] mesuldür. Emir çobandır ve raiyesinden mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobandır ve raiyesinden mesuldür. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve raiyesinden mesuldür. Evlat, babasının malının çobanıdır ve raiyesinden mesuldür. Şu halde hepiniz çobansınız ve çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İ.Ahmed, Taberani]
(Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Benim tayin ettiğim emire itaat eden, hakikatte bana itaat etmiş, ona isyan eden de hakikatte bana isyan etmiş olur.) [Buhari]
(Habeşli siyah bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Buhari]
(Malını zorla alsa da emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhari]
(Müslüman, hoşuna gitse de, gitmese de, emirin sözünü dinler ve ona itaat eder. Emir, günah olan bir şeyi emrederse, o emri dinlemek gerekmez.) [Buhari]
(Emirin, beğenmediğiniz işlerine sabredin, zira cemaatten ayrılan imansız ölür.) [Buhari]
Çobanlık kötü müdür?
Görüldüğü gibi, dinimiz, cemiyetin huzuru ve kargaşadan uzak olmak için emir kötü de olsa, onun meşru emrine itaat edilmesini, yani güdülmeyi emretmektedir.
Her rejimde, gütme ve güdülme vardır. Zaten dünyada âmirsiz, memursuz hiçbir sistem yoktur.
Bir sürüyü gütmek, çobanlık etmek kötü bir şey değildir. En sahih hadis kitabındaki bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, çobanlık etmemiş olan bir Peygamber göndermedi.)[Buhari]
Saltanat yani sultanlık ve emirlik sistemi kötü değildir. Sultan kötü ise kötülük eder, iyi ise iyilik eder. Her rejimde de öyledir. Belediye başkanının biri halka hizmet eder, biri de rüşvet yer, hainlik yapar. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Ona ikram eden kimse, ikram görür, ona ihanet eden kimse de ihanete maruz kalır.)[Taberani]
Sultan, Allah’ın gölgesidir demek, (Sultan, Allah’ın emirlerini tatbik etmek salahiyetine malik olan kimsedir) demektir.
|
.
Padişahlar ve hac
|
Sual: Solcu bir yazar, Osmanlı padişahlarının hacca gitmelerinin yasak olduğunu, gittikleri takdirde, öldürüldüğünü yazmaktadır. Osmanlı Padişahları niçin hacca gitmez?
CEVAP
Tarihi olaylarda tarih kitaplarına, dini konularda ise dini kitaplara bakılır. Hacca gitmek dini bir vazifedir. Bunun nasıl yapılacağı, hangi hallerde, kimlerin bu vazifeden muaf tutulacağı hakkında din kitaplarına bakılır. Hangi olayda hangi kitaplara, hangi kaynaklara bakılacağını, neyin nereye sorulacağını bilmeyen kimsenin boyundan büyük çam devirmesi işten değildir. Halkı yönlendiren, bir köşe yazarının rastgele yazması, çok tehlikelidir.
Hacca gitmek isteyen padişah kim, niçin öldürür? Osmanlı devleti, Osmanlı halkı müslüman değil miydi, gavur muydu da dinin bir emrini yerine getirmek isteyen padişahı öldürsünler.
Osmanlı padişahlarının her işlerini Şeyh-ül-İslam’a sordukları, bütün tarih kitaplarında da yazmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman Hanın, bir sandıkla gömülmesini vasiyet ettiği meşhurdur. Vefatında bahsettiği sandığı açtıklarında, yaptığı her işinde, Şeyh-ül-İslam’dan fetva aldığı, sandıktaki kağıtların bu fetvalar olduğu görülmüştür.
Dini meselelerde bu kadar, hassas davranan kimseler, İslam’ın beş şartından biri olan Hac hususunda da elbette çok titiz davranmıştır.
Bir olayı incelerken o zamanın şartlarını da göz önüne almak gerekir. O zamanın imkanları ile hacca gidip gelmek aylar sürüyordu. Bir devlet başkanının aylarca devletinin, ordusunun başından ayrılması, devlet için her zaman tehlikedir. İşte bu sebepten dolayı Şeyh-ül-İslamlar, Padişahların hacca gitmelerine, devletin, milletin selameti açısından izin vermediler.
Bu hususta meşhur fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Lubab Şerhi’nde sultan ve sultan vazifesi gören emirler, padişahlar, sultanlık halleri devam ettiği müddetçe, hacca gitmezler, yerlerine bedel gönderirler. (Redd-ül-Muhtar Hac bahsi)
|
.
Sultanlara dua
|
Sual: Bir çok müslüman sultan ve halife gelip geçmiştir. Kimi iyi işler, kimi kötü işler yapmıştır. Onlara itaat gerekir mi idi? Onları kötülemek caiz midir?
CEVAP
Müslümanların sultanına itaat ve iyi dua etmek, Ehl-i sünnet itikadındandır. Fıkıh kitaplarında yazdığı gibi, sultana beddua etmek doğru değildir, iyi dua etmek gerekir. (R.Nasıhin)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eğer emirlerinize sövmeseydiniz, Allahü teâlâ üzerlerine ateş yağdırıp onları mahvederdi. Fakat kötü sözleriniz yüzünden bunu yapmıyor.) [Deylemi]
(Sultanı zelil etmeye çalışanı, kıyametten önce Allahü teâlâ zelil eder.) [Deylemi]
(İdarecilerinize kötü dua etmeyin! Çünkü onların iyiliği sizin iyiliğiniz, kötülüğü sizin kötülüğünüz demektir.) [Şirazi]
(Sultana iyilik dileyen ve dua eden, hidayet bulur. Beddua eden ve iyilik dilemeyen, dalalete düşer.) [Deylemi]
(Her mazlum, sultana iltica eder. Adalet yaparsa ona ecir, diğerine şükür, zulmederse ona vebal ve tebâya da sabır düşer.)[Beyheki]
|
.
Halife seçiminde şu'ra ve tayin usulü
|
Sual: Osmanlılarda halife seçimi dine aykırı değil mi idi? Halifenin oğlunu tayin etmesi saltanat değil midir? Niye Hazret-i Ömer gibi şu'raya havale edilmemiştir?
CEVAP
Osmanlıların halife seçme usulü, Hazret-i Ebu Bekir'in ictihadına göre idi. O tayinle yerine halife seçmiştir. (Yerime Ömer halife olsun) demiştir. Hazret-i Ömer de, yerine tek kişiyi seçmek istemiştir; (EğerEbu Ubeyde bin Cerrah hayatta olaydı, onu halife tayin ederdim. Çünkü Resulullah ona “Ümmetin emini” buyurmuştu) demiştir. Bu da gösteriyor ki, halife kendisinden sonrakini tayin edebilir. Yine Hazret-i Ömer’e, oğlunu halife bırakmasını istediklerinde Hazret-i Ömer,(Halifelik ağır bir yüktür. Bir aileden bir kurban yeter. Oğlumun da kurban gitmesine razı olamam) buyurmuştur. Oğuldan halife olmaz veya tayinle halife olmaz dememiştir. Zaten böyle bir şey uygun olmasaydı, her biri bir Müctehid olan eshab-ı kiram, yerine oğlunu halife yap diye teklif etmezlerdi.
Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğu âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça bildiriliyor. Peygamber efendimiz ayrıca bazılarına(Sen Cennetliksin) diye ikramda da bulunmuştur. Aşere-i mübeşşere denilen on zatın da, ikram olarak ismen Cennetlik olduğu bildirilmiştir. Hazret-i Ömer, şu’raya Cennetle müjdelenenleri seçmiştir. Şu’raya seçilenler şunlar idi:
1- Osman bin Affan,
2- Ali bin Ebi Talib,
3- Talha bin Ubeydullah,
4- Zübeyr bin Avvam,
5- Sad bin Ebi Vakkas,
6- Abdurrahman bin Avf.
Aşere-i mübeşşereden ikisi (Hazret-i Ebu Bekir ile Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri) vefat etmişti. Biri kendisi, öteki de Said bin Zeyd idi. Hazret-i Ömer, bu zatı, amcasının oğlu olduğu için şu'raya dahil etmemişti. Hatta kendi oğlunu, halife olmamak şartı ile, şu’rada oy kullanmak için seçmişti.
Hazret-i Ömer, ictihadına göre aranılan şartlara haiz birini tam seçemediği için halife işini şu'raya havale etmiştir. İctihadında aradığı şartlar tam yerine gelse idi, Hazret-i Ebu Bekir gibi o da birini tayin ederdi. Nitekim hayatta olsaydı bu ümmetin emini Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretlerini halife tayin edeceğini bildirmişti.
Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir'in ictihadına uyup, onun tayin usulünü kabul eden Osmanlı sultanlarına dil uzatmak doğru olmaz. Osmanlı sultanları şehzadeleri özel eğitimle yetiştiriyorlardı. Rastgele bir oğlunu yerine tayin etmiyordu.
Hazret-i Ebu Bekir'in üstünlüğü ile ilgili üç hadis-i şerif meali:
(Ebu Bekir, insanların en üstünüdür. Yalnız Peygamber değildir.)[Deylemi]
(Ebu Bekir’i sevmek ve ona şükretmek her mümine vacibdir.)[Deylemi]
(Cebrail aleyhisselama, Ömer’in üstünlüklerinden sordum. Onun kıymetini, Nuh aleyhisselamın Peygamberlik zamanı kadar [950 yıl] anlatsam, bitiremem. Bununla beraber, Ömer’in bütün kıymetleri, Ebu Bekir’in kıymetlerinden biridir, dedi.) [Ebu Ya’la]
Böyle bir zatın usulünü uygulayan Osmanlıyı tenkit etmek çok yanlıştır.
Halife seçmek
Sual: Hazret-i Ebu Bekir’in, kendisinden sonra gelecek halifeyi seçmesi, eğer dinimizin emri ise, niye Hazret-i Ömer, bir halife seçmeyip de, bu işi şûraya havale etmiştir?
CEVAP
Dinimizin emri ictihad etmektir. Her halife, nasıl ictihad ederse, o ictihadı sahih olur. Yerine birini seçme yetkisi olduğu gibi, şûraya da havale etme yetkisi vardır.
Hazret-i Ömer’in, kendisinden sonra gelecek olan halifeyi seçme yetkisi varken, o, bu yetkisini kullanmamıştır. Oğlunu halife bırakmasını istediklerinde, (Halifelik ağır bir yüktür. Bir aileden bir kurban yeter. Oğlumun da kurban gitmesine razı olamam)buyurmuştur. İsteseydi halife seçerek, oğlunu da kendisi gibi kurban ederdi. Yani halife seçerdi. Mesuliyeti çok diye, oğlunu halife olarak tayin etmeyip, bu önemli vazifeyi şûraya havale etmiştir.
Yaralanıp şehit olmadan önce, Hazret-i Ömer, (Ebu Huzeyfe'nin azatlı kölesi Sâlim olsaydı, hilâfeti şûraya havale etmez, onu halife yapardım) buyurmuştur. (Hindiyye)
Osmanlı halifeleri de, Hazret-i Ebu Bekir’in usulüyle kendilerinden sonra gelecek halifeleri tayin etmişlerdir. (Osmanlının halife tayin usulü saltanattır) diyerek Osmanlı halifelerine dil uzatanlar, Hazret-i Ebu Bekir’e de dil uzatmış oluyorlar.
.
“Harem” ile ilgili romanlar
|
Bazı Valide Sultanlar ve hayır hasenatları hakkında özet bilgi verelim:
Hürrem Sultan
Kanuni Sultan Süleyman Hanın zevcesidir. Haseki ve Hürrem Sultan ismiyle meşhur oldu. 1558 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Süleymaniye Camii avlusuna defnedildi. Kanuni sonradan bu saliha zevcesinin kabri üzerine bir türbe yaptırdı. Türbe, Mimar Sinan’ın eseri olup, içi muhteşem çinilerle süslüdür. Kubbeye yakın yerlerinde âyet-i kerimeler yazılıdır.
İlk çocuğu Şehzade Mehmed olup, Kanuni’nin tahta çıkmasından bir yıl sonra dünyaya gelmiştir. Mihr-i Mah Sultan, şehzade Selim ve Bayezid diğer çocuklarıdır. Bunlar kendisinden sonra vefat etmişlerdir. Mihr-i Mah Sultan, Rüstem Paşa ile evlendirildi.
Hürrem Sultan, hayır hasenat yapmayı çok severdi. Aksaray’da o zaman Avratpazarı, bugün Haseki denilen semtte kubbeli bir cami ile şadırvan, yanında imaret, medrese, darüşşifa ve mektep yaptırdı. Medrese, 1539 da yapıldı. Şimdi belediyenin polikliniği olarak kullanılan darüşşifa da 1550 de inşa edildi. Bundan başka Mekke ve Medine-i münevverede birer imaret yaptırdı. Edirne’ye su getirtti ve bunları muhtelif çeşmelerden akıttı. Cisr-i Mustafa Paşada Kervansaray, cami ve imaret yaptırdı. Bunlara kocası Kanuni Sultan Süleyman’ın kendisine verdiği emlakını vakfederek adını hayırla tarihe yazdırdı. Kanuni de bu saliha zevcesi için, hayatının sonuna kadar hayırlar ve vakıflar yaptırmıştır.
İstanbul’da Aksaray Fındıkzade yolu üzerinde, sol taraftaki ağaçlık içinde İstanbul’un en eski hastanesi Haseki hastanesi, Hürrem Haseki Sultan tarafından 1539 da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Civardaki Haseki Camii, büyük bir medrese, imarethane ve sebil de Sinan’ın eseridir.
Hastanenin yönetimi 1878 yılına kadar Hürrem Haseki Sultanın tesis ettiği vakfa ait iken o yıldan sonra şehremanetine (belediyeye) geçmiştir.
Hürrem Sultanın yaptırdığı bina halen hastane polikliniği olarak hizmet vermektedir. Diğer binalar sonraki yıllarda yapılmıştır. Bugün Haseki Hastanesi 15 faal servisi ve 645 yatağı ile hizmet veren Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı, tam teşekküllü bir kuruluştur.
Mihr-i Mah Sultan
Kanuni Sultan Süleyman hanın kızıdır. Zevci Rüstem paşa, Eminönü ile Unkapanı arasındaki meşhur camii yapmıştır. Mihr-i Mah sultan da, Edirnekapı yanında büyük camii ve 1546 senesinde Üsküdar iskelesindeki Eski valide camiini yaptırmıştır. 1556 senesinde vefat etmiştir. Süleymaniyyede babasının türbesindedir. Rüstem paşanın kardeşi kaptan-ı derya Sinan paşa, Beşiktaş iskelesi yanında meşhur camii yaptırdı. 1553 senesinde vefat edip, Üsküdarda Mihr-i Mah sultan camii mihrabı önüne defnedildi. Camii Rüstem paşa 1555 de tamamladı. Rüstem paşa 1560 da vefat etti. Şehzade camii bahçesindeki türbesindedir.
Fatıma Sultan
Yavuz sultan Selim hanın kerimesidir. Topkapı’da, zevci kara Ahmed paşanın camiine yakın (Fatıma sultan mescidi)ni yaptırmıştır. Kara Ahmed paşanın yaptırdığı (Topkapı camii), (Pazartekke mescidi)nin yanındadır. Ahmed paşa 1554 senesinde şehit edilince, inşâsı yarım kalmıştı. 1564 de, kardeşi Rüstem paşa tamamlamaya başladı. Yedi senede tamam oldu. Ahmed paşa camii yanındaki türbededir. Zevcesi Fatıma sultan, bu türbenin yanındadır.
Mahpeyker Sultan
Sultan Ahmed hanın zevcesi ve sultan dördüncü Murad ile Sultan İbrahim’in validesidir. (Kösem sultan) da denir. 1592 de doğup, 1651 de şehit edildi. Hüsni cemali, aklı ve zekası ve hayrat ve hasenatı ile meşhur saliha ve afife bir sultan idi. Yeni camiin temelini attı. Çarşambadaki (Valide medresesi mescidi) ve 1640 da Üsküdar’da Çinili camiini yaptırdı. Çakmakcılar yokuşunda büyük valide hanı ile içindeki mescid de, bunun eseridir. Rumelinde milyonlar değerinde vakıfları ve hayratı vardır. Otuz sene, devletin idaresinde hizmetleri oldu. Asiler ve şakiler tarafından sarayda şehit edildi. Sultan Ahmed türbesindedir. Sultan dördüncü Muradın kızı Safiyye sultan da bu türbededir. Hayrat ve hasenatı ile millete hizmetleri Naima tarihinde uzun yazılıdır. 1623 de, Anadolu kavağı camiini yaptırmıştır. Bu mescid şimdi gazinodur. İki kavağın kaleleri de 1623 de yapılmıştır.
Turhan Sultan
Sultan İbrahim’in zevcesi ve dördüncü sultan Mehmed’in validesidir. Hatice Turhan sultan, saliha ve hayrı sever bir hanım idi. Eminönü’nde büyük Yeni camiin temelini Mahpeyker Kösem sultan atmıştı. Turhan sultan tamamlatıp, 1664 de ibadete açıldı. Mektep, medrese, imarethane, kütüphaneler, çeşmeler yaptırdı. 1682 de vefat etti. Yeni cami yanındaki, Turhan sultan türbesindedir. Oğlu sultan dördüncü Mehmed ile torunları sultan ikinci Mustafa ve üçüncü sultan Ahmed ve birinci sultan Mahmud ve sultan üçüncü Osman han ve sultan beşinci Murad ve sultan Mahmudun validesi Saliha sultan ve diğer şehzadeler de buradadırlar. Üçüncü Mustafa hanın validesi Mihr-i şah Emine sultan ile birinci Abdülhamid hanın validesi Rabia sultan da buradadır.
Fatıma Sultan
Üçüncü Ahmed hanın kızıdır. 1725 de Bab-ı âlide bir cami yaptırmıştır. İbrahim paşanın zevcesi idi. 1732 de vefat edip, Turhan sultan türbesinin haricine defnedildi.
Hatice Sultan
Dördüncü Mehmed hanın kerimesidir. 1738 de Defterdar ile Ayvansaray arasında (Sultan camii)ni yaptırdı. Buna (Ya-Vedud camii) de denir. Çünkü, önceden şeyh Abdül-Vedud yaptırmıştı. Kendisi, Buhara’dan, İstanbul’u almak için gelenlerdendir. 1456 senesinde vefat edip, orada defnolundu. Sonra, halifelerinden Tokmak dede, vakfını tayin etti. Bu da orada medfundur. Bunun için oradaki kabristana (Tokmaktepe) denir. Hatice sultan, buradaki sahil sarayları yerine çeşme, sebil ve mektep ve mektebin altında Muhammed Ensarinin türbesini yaptırırken, bu mescidi yeniden yaptırmıştır. Rumeli-kavağı camiini de Hatice Turhan sultan yaptırmıştır. 1743 de vefat etti. Turhan sultan türbesindedir. Zevci Hasan paşa, Üsküdar’da(Nesuhi tekkesi mescidi)ni yaptırmıştır.
Mihr-i Şah Sultan
Üçüncü Selim hanın validesidir. Halıcıoğlu kışlası ile yeni köprü arasındaki camii yaptırmıştır. Eyyub camii ile Bostan iskelesi arasında 1796 da yaptırdığı türbesindedir. Kızı Hatice sultan da yanındadır.
|
.
Bu kadar yangın tesadüf mü?
|
Vehhabilik maddesine özetini aldığımız (İngiliz Casusunun İtirafları)kitabında, İslamiyet’i yıkmak, müslümanların birliğini bozmak, dinsizleştirmek için hazırlanan planlarda şu iki madde yer alıyor:
9- İktisadi çöküntü de, bahsi geçen zararlı işlerin tâbii bir neticesidir. Mahsulleri çürütmek, ticaret gemilerini batırmak, çarşıları yakmak, bentleri, barajları yıkıp ziraat sahalarını ve sanayi merkezlerini su altında bırakmak ve içme suyu şebekelerine zehir katmak suretiyle tahribatı arttırmalıdır.
14- İktisatları tahrip edilecek, gelir kaynakları, ziraat sahaları bozdurulacak, su bentleri yıktırılacak, ırmaklar kurutulacak, tembellik yaygınlaştırılacak, tembeller için, oyun yerleri açılacak. Uyuşturucu madde, içki, yaygın bir hâle getirilecektir.
Yukarıdaki iki maddeyi okuyunca, tarihte bilinen meşhur Edirne, İstanbul ve Babıali yangınlarını hatırladık. Bakın o tarihlerden itibaren nasıl yangınlar olmuş. Bu kadar yangın tesadüf mü, yoksa casuslar mı yaptı? Ansiklopedilerdeki bilgiler şöyle:
* İstanbul, 24 Temmuz 1660 Cumartesi günü tarihinin en büyük yangın felaketine uğradı. Öyle ki 49 saat içinde şehrin üçte biri kül oldu. Yangın Unkapanı semtinde başlayarak, Topkapı Sarayı yönüne, Aksaray’dan surlara doğru ve Fatih semtine yayıldı. Deniz kenarındaki surların tepesinden aşarak, Marmara kıyılarında bulunanların üzerine kıvılcımlar sıçradı. En az 4.000 kişinin öldüğü bu yangında 80.000 ev kül oldu. Yangında su yolları kapandı ve fırınlar çalışmadığı için, halkın büyük bir kısmı aç ve susuz kaldı. Sultan Dördüncü Mehmed Hanın büyük gayretleri ve yardımlarıyla iki ay içinde Anadolu’dan getirilen ustalarla yanan binaların yerlerine yenileri yaptırıldı. Bu yangında 360 cami ve mescit, 40 hamam, 100 han ve kervansaray, 100 depo, yüzlerce konak, okul, medrese, tekke yanmıştı.
* 5 Eylül 1693’de Ayazma Kapısında çıkan yangında; 18 cami, 19 mescit, 17 ilkokul, 10 medrese ve tekke, 11 hamam, 12 fırın, 2517 ev, 1146 dükkan birçok han ve depo yandı.
* 1700 senesinde, Edirne 350 bin nüfusu ile dünyanın en büyük birkaç şehrinden biriydi. Bunlar; İstanbul, Paris, Londra ve Edirne idi. On sekizinci asırdan itibaren gerilemeye başladı. 1745 senesinde çıkan büyük bir yangınla 60 mahalle kül oldu. 1751 yangını da 1745’deki yangın şiddetindeydi.
* 28 Eylül 1755’de İstanbul’da Hoca paşa semtinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak büyük bir âfet hâline geldi. Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda Paşa kapısı da yandığından, sadâret dairesi bir müddet Kadırga Limanındaki Esma Sultan Sarayına nakledildi.
* 6 Temmuz 1756’da, Sultan Üçüncü Osman devrinin ikinci büyük yangını oldu. Bu yangın İstanbul’un dörtte üçünü kül hâline getirdi. Cibâli taraflarında başlayan yangın, on üç kola ayrıldı. Unkapanı, Süleymaniye tarafları, Vefa’dan itibaren Şehzadebaşı, eski yeniçeri odaları, Langa tarafları, Zeyrek, Saraçhane, Etmeydanı, Aksaray, Davutpaşa İskelesi, Fatih, Sultanselim, Ali Paşa Çarşısı, Aya kapısı semtleri harabe hâline geldi.
* 7 Temmuz 1795 gecesi çıkan yangında İstanbul’un mal depoları büyük ticarethaneleri yandı. Uğranılan zarar tahmini olarak o zamanki Osmanlı Devletinin iki yıllık geliri kadardı.
* 1908, 1911, Mart ve 13 Haziran 1918’de çıkan dört yangın Sultanselim, Fatih, Halıcılarda büyük zararlara sebep oldu. Harp içinde olan devlet bunların yerine hemen yenisini yaptıramadığından uzun yıllar yanık yerler öyle kaldı.
* Babıali Yangınları: Osmanlı Devletinin idari merkezi olan Babıali'nin; 1740, 1755, 1808, 1826 ve 1839 senelerinde tamamen, 1878 ve 1911 senelerinde ise kısmen yanmasına sebep olan yangınlardır.]
.
Osmanlı Sultanlarının Ehl-i Beyt sevgisi
|
Sultan İkinci Abdülhamid Han, Peygamber efendimize olan tazim ve muhabbetini, Onun kutsal beldesine hizmetler götürerek ve İslam Birliği gayesini gerçekleştirmeye çalışarak göstermiştir. Hicaz bölgesiyle münasebetleri kuvvetlendirmek ve mukaddes topraklarla aradaki mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel örneği olmuştur. Demiryolu yapımının Medine’ye ulaştığı esnada, Sultanın verdiği şu çok özel talimat; onun, Ehl-i Beyt’in şahsında Peygamber efendimize olan sevgi, saygı ve bağlılıktaki hassasiyetini göstermesi açısından, eşine az rastlanır müthiş bir misaldir:
“Mümkün olan aletlerin üzerine keçeler sarınız ki, fazla gürültü olmasın ve Ehl-i Beyt’in ve burada yatanların mübarek ruhları rahatsız olmasın!..”
Kulaklarım bereketlensin
Sultan Abdülmecid Han son hastalığında, yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunup irade-i şahane alınıyordu. Sıradaki bir yazı için, Medine halkının bir dilekçesi okunacakdenildi. (Durun, okumayın, beni oturtun) buyurdu. Arkasına yastık konup, oturtuldu. (Onlar, Resulullah efendimizin komşularıdır. O mübarek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten haya ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım bereketlensin!) buyurdu. Ertesi gün vefat etti.
Hadimül-haremeyn deyin
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethedip, hilafeti esaretten kurtarınca, alışkanlıkla kendisine de Sultanül-haremeyn diyen hatibi susturup,(Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn deyin) buyurmuştur.
Surre alayları
Sultan Birinci Mehmed Han, Haremeyne her sene Surre alayı göndermek güzel âdetini çıkarmıştır.
Osmanlı padişahlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerifeyn ahalisine, zahidlere, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölgesinde yaşayanlara gönderdikleri para ve değerli eşyalara surre; bunları götüren topluluğa da surre alayı denirdi.
Her şeyin en güzelini Haremeyn-i şerifeyne layık gören Osmanlılar da, surre alaylarının en güzellerini gönderdiler. Bu hizmet devletin yıkılışına kadar en zor şartlarda bile devam ettirildi.
Gönderilirken, Kur’an-ı kerim ve na’tlar okunur, kurbanlar kesilir, buhûrdânlar yakılır, tekbir getirilir, dualar edilirdi. Receb ayının on ikisinde Üsküdar’a geçirilen surre alayı halkın coşkun sevgi gösterileri arasında yeni hediye katarları ve hacı adaylarının da iştirakı ile Hicaz’a doğru yoluna devam ederdi. Yol üzerinde bulunan beylerbeyi ve sancakbeyleri surrenin emniyetini temin etmekle mükelleftiler.
Surre alaylarının sonuncusu 1915 yılında gönderildi. Daha sonra Mekke Emirinin isyânı (1916) ve toprakların elden çıkması sebebiyle gönderilen surre alayları yerine ulaşamadı.
Yüzün sür kademine o gülün
İstanbul’da Sultan Ahmed Camiini yaptıran, Birinci Ahmed Han, İslamiyet’e ve Resulullah efendimize gönülden bağlı idi. Beytullahın ve Hucre-i seadetin perdeleri Mısır’da dokunurdu. Ahmed han, İstanbul'da dokutup saygı ile göndermiştir.
Bahtî mahlasıyla şiir de yazan Ahmed Han, Nakş-ı kadem-i şerîf [Peygamber efendimizin mübarek ayak izi] şeklinde murassâ bir sorguç yaptırmış, ortasına da mavi mine üzerine altınla kendisine ait şu mısraları yazdırmıştı:
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmini ol hazret-i şâh-ı Rüsülün
Göl-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir.
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.
Sultan Ahmed Han, Cuma ve Bayram günlerinde ve diğer mübarek günlerde başına bu sorgucu takardı.
Kimim var hazretinden gayrı
Sultan İkinci Mahmud Han’ın, Hücre-i saadete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı sultanlarının Resulullah efendimize olan hürmet ve muhabbetlerinin başka bir vesikasıdır.
Şamdan ihdaya eyledim cüret ya Resulallah!
Muradım der-i ulyaya hizmet, ya Resulallah!
Değildir ravdaya şayeste, destaviz-i naçizim,
Kabulünle kıl ihsan u inayet, ya Resulallah!
Kimim var hazretinden gayrı, halim eyleyem i'lam,
Cenabındandır ihsan u mürüvvet, ya Resulallah!
Dahilek, el'eman, sad el- eman, dergahına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat ya Resulallah!
Dü- alemde kıl istishab bu Han Mahmud-i Adliyi,
Senindir evvel ü âhırda devlet ya Resulallah!
“Nakibü’l Eşraflık” müessesesi
Devlet-i Âliye; Fahri Kâinat Efendimiz ve Onun kutlu soyu Ehl-i Beyt’e hürmet ve hizmetini, müesseseler kurarak da fiilen gösterme yoluna gitmiştir. Sınırları dahilindeki, Peygamber nesebine mensup Seyyid ve Şerifleri tek tek kaydederek; her türlü ihtiyaç ve hizmetlerini görmek ve şecerelerini soy kütüklerine işleyip muhafaza etmek için, özel olarak “Nakibü’l Eşraflık” müessesesi ihdas etmiş ve başına da Âl-i Beyt’e mensup “Nakibü’l Eşraf” isimli bir memur atamıştır.
Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenlere, birer berat verip kendilerini her çeşit vergiden muaf tutmuştur. Bütün bu hürmet ve imtiyazlarla, topraklarımızda dağınık halde bulunan Seyyid ve Şeriflerin, huzur ve sükun içerisinde hayat sürmelerini amaçlamıştır.
Osmanlı, Nakibü’l Eşraflara hürmet ve ihtiramda o kadar ileri gitmiştir ki, bazı padişahların Eyüp Sultan Türbesinde tertiplenen cülus merasimlerinde onlara, kılıç dahi kuşattırmıştır. Mesela, III. Ahmed, I. Mahmud ve III. Mustafa Han’a, Şeyhülislam ile beraber Nakibü’l Eşraf kılıç kuşandırmıştır. Cüluslarda, Osmanlı Sultanına ilk önce, yine Nakibü’l Eşraf bağlılığını arzedip dua etmiştir. Savaşlarda ise, padişahla beraber Nakibü’l Eşraf da sefere katılıyor ve Hazret-i Peygamberin sancağı dibinde yürüyordu. Sancak-ı Şerif’in İstanbul’dan sefere çıkışından tekrar dönüşüne değin, Nakibü’l Eşraf ile maiyetindeki bütün Seyyid ve Şerifler, tekbir ve salevat getiriyorlardı...
|
.
İnsan yetiştirmek
|
Sual: 16. yüzyıl Osmanlı Tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âli Efendi şöyle diyor:
Mesacid-ü meabidi ko âdem yap
Kâbe yapmakcadur âdem yapmak
Taş ağaç kaydı ne lâzım şâhım
Yaraşır şahlara âdem yapmak.
Bu şiir, internette dolaşıyor, insan yetiştirmenin önemi anlatılıyor diyerek, herkes birbirine tavsiye ediyor. Bu şiirde Osmanlı idarecileri mi kötüleniyor?
CEVAP
Ansiklopedilerdeki bilgilere göre, bu tarihçinin, zamanındaki padişahlardan yüz bulamadığı, onların itimadını kazanamadığı, bazı görevlerinden azledildiği bildiriliyor. Bu şiirin, (Benim gibi bir adamı niye önemli bir yere tayin etmiyorsunuz?) gibi bir düşünceyle yazılmış olma ihtimali kuvvetlidir.
Adam yetiştirmek elbette çok önemlidir; fakat yükseğe çıkmak için başkalarının üstüne basmamalı, yani bir hizmet yaparken başkalarına zarar vermemelidir. Adam yetiştirmeli; ama mescit yapmayı da ihmal etmemelidir. (Bırak mescid yapmayı da, adam yetiştir) denir mi hiç?(Ne güzel mescidler yapıyorsun, bir de bunlar için güzel adamlar yetiştir) demek daha uygun olurdu. Padişahları mescid yapmakla tenkit etmek doğru değildir. Osmanlı Sultanları, mescid yaptırdığı için adam yetiştirmeyi ihmal etmediler.
Mescid yapmak için kullanılan, (Taş ve ağaçla oyalanmak) ifadesi de hiç uygun değil! Mescid, cami yapmak, dinimizde çok kıymetli bir ibadettir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.) [Tevbe 18]
Kâmil insan nerede yetişir? Elbette medresede, mescidde yetişir. Buralar, insan yetişmesi için bir eğitim merkezi değil mi? Adam yetiştirme yeri yapmak, tenkit edilmemeliydi.
İslam âlimleri de buyuruyor ki: Camilerde cemaatle namaz kılmak, Müslümanların kalblerini birbirine bağlar. Aralarında sevgiyi sağlar. Birbirlerinin kardeş olduklarını anlarlar. Büyükler, küçüklere merhametli olur. Küçükler de, büyüklere saygılı olur. Zenginler, fakirlere ve kuvvetliler, zayıflara yardımcı olur. Sağlamlar, hastaları camide göremeyince, evlerinde ararlar. (Din kardeşinin yardımına koşanın, yardımcısı Allahü teâlâdır) hadis-i şerifindeki müjdeye kavuşmak için yarış ederler. (Mezahib-il-erbea)
|
.
Zimem defteri
|
Sual: Osmanlı’da zimem defteri diye bir şey varmış, o nasıl bir şey?
CEVAP
Zimem, zimmet kelimesinin çoğuludur. Zimmet burada borç demektir. Zimem defteri borçluların borçlarının yazılı olduğu defter demektir.
Osmanlı zenginleri, borçlarını ödeyemeyenlere yardımcı olurlardı. Bir de kendi isimlerinin bilinmemesini, gizli yapılmasını isterlerdi. Veremeyenleri tespit edip borçlarını öderlerdi. Durumu iyi olmayan fakirlerin de borçlarını öderlerdi. Eğer borcunu ödeyemeyen bulamazlarsa, borç defterini açıp rastgele bazılarının borçlarını öderlerdi. Bu olay, zimem defteri diye şöhret bulmuştur.
Osmanlı’nın sadaka taşları da meşhurdur. Fakirler ihtiyacı kadar oradan para alırlardı. Böylece fakir zengine minnettar kalmazdı.
Osmanlı, kışın kurtların aç kalıp köye, kente saldırmaması için dağ başlarına ölmüş hayvan eti bırakırdı. Osmanlı insanları aç bırakmadığı gibi hayvanları da aç bırakmazdı.
Osmanlı devletinde çeşitli ırklardan insanlar olduğu halde ırkçılık diye bir şey yoktu.
Bazı ülkeler, birçok işte Osmanlıyı örnek almıştır. Bir milletin iyi işlerini örnek almak hiçbir ülkeye zarar vermez, aksine çok yararı olur.
.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 2 ziyaretçi (15 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
Bugün 44 ziyaretçi (49 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|