XXXXXXXXXXXXXXX
(Allah'tan başkasından, ne türlü olursa olsun, yardım istemek şirktir) diyorlar. Bunun caiz olan ve olmayan kısımları nedir? İstigâse, isti'ane, tevessül, teveccüh, ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=5773
|
(İhtiyacını ölüden istemek, ölüden istigase etmek şirktir. Ölüden kendisine şefaat etmesini istemek cahilliktir. O, Allah'ın izni olmadan kimseye şefaat edemez.
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1677
|
Allah’tan başkasından yardım istemek
|
Sual: Biz bir insan olarak herkesten yardım istiyoruz. (Allah’tan başkasından, ne türlü olursa olsun, yardım istemek şirktir) diyorlar. Bunun caiz olan ve olmayan kısımları nedir? İstigâse, isti’ane, tevessül, teveccüh, vesile ne demektir? Caiz olanı ne, caiz olmayanı nedir?
CEVAP
Hepsi caizdir. Caiz olmayan tek şey, Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek, Allahü teala dilemeden onun kendiliğinden fayda ve zarar verebileceğine inanmaktır. Normal bir Müslüman da zaten Allah’tan başkasını yaratıcı bilmez. Şimdi bu hususların hepsini örneklerle açıklayalım:
İstigâse
Şefaat dileme, yardım isteme, Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için Peygamberleri ve Evliya zatları, sevdiği kullarını vesile ederek yani araya koyarak isteme, yalvarma, dua etme demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kıyamette insanlar, önce Âdem, sonra Musa ve sonra Muhammed [aleyhimüsselâm] ile istigase ederler.) [Buhari]
İstigase olunan, yardım istenilen ve yardımı yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Ancak peygamberler, Evliya zatlar, salih kullar ve benzerleri birer vasıtadır, vesiledir yani sebeptir. İstenilen şeyi yaratan ise yalnız Allahü teâlâdır. (Şevahid-ül-hak)
İmam-ı Sübki buyuruyor ki:
Resulullah ile tevessül etmek, yani istigâse etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile Müslümanların diline düştü. (Camius-sagir şerhi)
Vehhabiler, (Allah’tan başkasından yardım istemek, ona sığınmak şirktir) diyorlar. Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek şirktir. Bunu bilmeyen hiçbir Müslüman yoktur; fakat başkasından da istigase olunacağını, mecaz olarak söylemek caizdir; çünkü bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Onun kavminden olan, düşmanına [Kıpti’ye] karşı, ondan [Musa aleyhisselamdan] istigase [yardım] istedi.) [Kasas 15]
Hadis-i şeriflerde de buyruldu ki:
(Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İbni Mace]
(Yardım isteyen kimse, Ey Allah’ın kulları bize yardım edin desin!)[Hısn-ül-hasin]
Son iki hadis-i şerif, yanında olmayan kimseye seslenerek, ondan yardım istemeyi emretmektedir. (El-Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye)
Her şeyi yaratan Allah’tır. (Sebeplere yapışın) buyurduğu için bir sebebe yapışılır. İbni Kemalpaşazade hazretlerinin Hadis-i erbain’deki (Bir işinizde, sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü teâlânın izniyle, ölülerin dirilere yardım edebildiğini göstermektedir. (M. Nasihat)
İmam-ı Birgivi buyuruyor ki:
Bir hadis-i şerifte, (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, “Ya Rabbi! Muhammed aleyhisselam hürmetine, buna azap yapma” denirse, Allahü teâlâ, kıyamete kadar azabını durdurur) buyurulmaktadır.(Etfal-ül-müslimin)
Kabirdeki ölüde his bulunduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. Eshab-ı kiram ve Tabiin-i ızam, Kabr-i seadet’i ziyaret ve istigase ederdi. Bunun için çok kitap yazılmıştır. Hısn-ül-hasin kitabında,(Duanın kabul olması için, Peygamberleri ve salih kulları vesile etmelidir) buyuruluyor. İmam-ı Sübki hazretleri, Resulullah'ı ve Evliyayı ziyaretin ve ruhlarından istigase etmenin caiz olduğunu ispat etmektedir. (Şifa-üs-sikam)
İsti’ane
İsti’ane de yardım istemek demektir. Resulullah efendimizden ve Evliyadan şefaat istemek, istiane yani yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtasıyla Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, top, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan istianedir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir.
Peygamberler hep sebeplere yapıştılar. Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromanyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir; çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.
Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebepleri, vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahlûklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Kıpti’den kurtulmak için Musa aleyhisselamdan istigase eden yani yardım isteyen kişinin yardımını bildiren âyet-i kerimenin manası da, böyle olduğunu göstermektedir.
Müminler her namazda Fatiha suresini okurken, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum!) demektedir. Her gün böyle söyleyen müminlere müşrik denilemez. Peygamberlerin, Evliyanın ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını Fatiha suresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir. Vehhabiler maddi, fenni sebeplere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar. Peygamberleri ve Evliyayı vesile edinmeye de şirk diyorlar.
Tevessül
Tevessül, bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesile, sebep yapmak demektir. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak, onların hatırı, hürmeti için diyerek dua etmek veya bu suretle yapılan duaya denir. İstigâse ve teşeffû da denir.
İmam-ı Sübki buyuruyor ki:
Resulullah efendimizle tevessül etmek iki türlü olur:
Birincisi, Onun yüksek mertebesi, bereketi için Allahü teâlâdan istemektir. Böyle dua ederken, tevessül, istigase ve teşeffu sözlerinden her biri kullanılabilir. Üçü de, aynı şeyi bildirmektedir. Bu kelimeleri söyleyerek dua eden, Resulullah’ı vesile ederek, Allahü teâlâdan istemektedir. Onu vasıta kılarak Allahü teâlâdan istigase etmektedir. Dünya işlerinde de, bir kimseden, onun çok sevdiğini vesile ederek bir şey istenilince, hemen vermektedir.
İkincisi, dileğe kavuşmak için, Resulullah’ın Allahü teâlâya dua etmesini, Ondan istemektir, çünkü O, kabrinde diridir. İstenileni duyup anlar ve Allahü teâlâdan ister. Kıyamet günü yapacağı şefaat de kabul edilecektir. (Şevahid-ül-hak)
Şihabüddin-i Remli hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberler ve Veliler öldükten sonra da, kendileriyle tevessül, istigase olunur. Peygamberler ölünce mucizeleri bitmez. Veliler ölünce de, kerametleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, hac yaptıklarını, hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Şehitlerin de diri oldukları, kâfirlerle harb ederken yardım ettikleri bilinmektedir. (Şevahid-ül-hak)
Hülasat-ül-kelam kitabında deniyor ki:
Tevessül, istigase ve teveccüh, hep aynı şey demektir. Hepsi caizdir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kıyamette insanlar, önce Âdem aleyhisselama istigâse edeceklerdir.) [Buhari]
Hazret-i Ömer, kıtlık olduğu zaman Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbas ile tevessül etti. Yani onu vesile ederek Allahü teâlâdan yağmur istedi. (Yâ Rabbi! Kıtlık olduğu zaman, Resulullah efendimizle sana tevessül ederdik. Sen bize yağmur verirdin. Şimdi sana, Resulullah efendimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et!) diye dua edince, Allahü teâlâ onlara yağmur verdi. (Buhari)
Asırlardır, doğru yolda olan Müslümanlar, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile ederek dua etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşarak sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Duanın kabul olması haram lokma yememeye bağlıdır. Bu ise, ancak Cenab-ı Hakk’ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü veya diri Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak yapılan dua, onların bereketiyle ve hatırları için kabul olmaktadır. Daha önce yapılmış olan salih amellerle de tevessül yapılır. (S. Ebediyye)
Mezhepsizler diyor ki:
(Allahü teâlâdan başka bir şeyin bir iş yaptığını söyleyen, müşrik olur. Mesela, “Filân ilaç ağrıyı kesti”, “Terörist falancayı öldürdü” veya “Resulullah'ın kabri şerifi yanında veya falanca evliya zatın mezarı yanında Allahü teâlâ duamı kabul etti” diyen müşrik olur.)
Mezhepsizler, mecaz ve isti’ânenin ne demek olduğunu anlayamıyorlar. Bir kimsenin bir işi yaptığını söylemeye, bu söz mecaz olarak söylenmiş olsa da, hemen şirk diyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde, bir işin hakiki yapıcısının kendisi olduğunu, mecazi yapıcısının da kullar olduğunu bildirmektedir.
Hakiki hâkim
Hakiki hâkim Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Hüküm, ancak Allah’ındır. [Yani hüküm verme yetkisi olan, hâkim olan yalnız Allahü teâlâdır.]) [Enam 57]
(Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hâkim [veya hakem]yapmadıkça, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]
Birinci âyet-i kerime, hakiki hâkimin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. İkinci âyet-i kerime ise, insana da, mecaz olarak hâkim denileceğini bildiriyor. İnsanlara mecazen böyle hâkim, hakem, hüküm veren gibi şeyler söylemek şirk olmaz.
Dirilten ve öldüren
Dirilten ve öldüren yalnız Allahü teâlâdır. Dört âyet-i kerime meali şöyledir:
(Dirilten ve öldüren, yalnız Odur.) [Yunus 56]
(Ölüm zamanında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor.) [Zümer 42]
(Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [Secde 11]
(Âdem aleyhisselamın oğlu, kardeşini öldürdü.) [Maide 30]
İlk iki âyette öldürenin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede insanları bu işle vekil olan meleğin öldürdüğü bildiriliyor. Dördüncü âyette ise, bir insanın diğerini öldürdüğü mecaz olarak bildiriliyor. (Anarşistler üç polisi öldürdü) demek niye şirk olsun ki?
Hastaya şifa veren
Hastalara şifa veren yalnız Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Hasta olduğum zaman, bana ancak O [Allahü teâlâ] şifâ verir)[Şuara 82]
([Hazret-i İsa diyor ki:] A’mânın gözünü açarım ve baras illetini iyi ederim ve Allahü teâlânın izniyle, ölüleri diriltirim.) [Âl-i İmran 49]
Birinci âyet-i kerimede şifa verenin Allahü teâlâ olduğu bildirilirken ikinci âyette mecaz olarak İsa aleyhisselamın şifa verdiği bildiriliyor. Hatta ölüleri dirilttiği bildiriliyor. Hâlbuki yukarıda bildirilen âyet-i kerimede, öldürüp diriltenin yalnız Allahü teâlâ olduğu bildirilmişti. Demek ki şifa vermek, diriltmek, mecaz olarak insanlar için de kullanılabiliyor.
Çocuk veren
Evladı da Allahü teâlâ verir. İbrahim aleyhisselamın, (Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul ihsan et!) diye bir evlat istediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. (Saffat 100)
İbrahim aleyhisselamın hanımı Sara validemiz de, Allahü teâlânın çocuk vereceği müjdesini duyunca, (Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyarken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey) demiştir. (Yunus 72)
Allahü teâlâ onlara İshak aleyhisselamı vermiştir. (Enam 84)
Evladı Allahü teâlâ verdiği halde, Cebrail aleyhisselam, Meryem validemize mecaz olarak, (Ben, sana temiz bir oğlan vermek için, Rabbinin gönderdiği elçiyim) dedi. (Meryem 19)
Hakiki sahip, gerçek dost
İnsanın hakiki sahibi Allahü teâlâdır. Üç âyet-i kerime meali:
(Allahü teâlâ, iman edenlerin velîsi yani sahibidir.) [Bekara 257]
(Sizin velîniz yani sahibiniz, Allah ve Resulüdür.) [Maide 56]
(Nebi, müminlere kendilerinden daha çok sahiptir.) [Ahzab 6]
Veli kelimesi, burada sahip, malik, dost anlamındadır. Birinci âyet-i kerimede iman edenlerin sahibinin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede ise, Peygamber efendimizin de müminlerin sahibi, dostu olduğu bildiriliyor. Bunlar gibi muin olan Allahü teâlâdır. Kullarına da, mecaz olarak muin demiştir. Muin, yardım eden, yardımcı demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(İyilikte ve takvada birbirinize, yardımcı olun!) [Maide 2]
İnsanların kulu
Mezhepsizler, Allah’tan başkasının kulu diyene, mesela Abdünnebî, Abdürresul, peygamberin kulu diyen Müslümanlara müşrik diyorlar. Bazı mezhepsizler de, (Osmanlılarda, insan, Allah’ın değil, padişahın kuluydu. Onun için padişah, halka kullarım derdi. Sultanlık sistemine karşı çıkmak, soylu mücadele vermektir) diyorlar. Hâlbuki bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Evli olmayan kadınlarınızı, kullarınızdan ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin!) [Nur 32]
Âyet-i kerimede görüldüğü gibi kulların da kulları oluyormuş. Padişahın kulları demenin mahzuru olmadığını bu âyet-i kerime de açıklıyor. Kul kelimesinin, köle, hizmetçi anlamı da vardır. Yeniçeri askerlerine de kul denirdi.
İnsana rab denir mi?
İnsanların hakiki Rabbi, Allahü teâlâdır. Ancak mecaz olarak, başkasına da rab demek caizdir. Yusuf aleyhisselamın, padişaha rab dediği şu âyet-i kerimeyle bildiriliyor:
(Rabbinin [melikin, hükümdarın, efendinin] yanında beni an [ki beni zindandan çıkarsın]!) [Yusuf 42]
Rab, ilah manasına geldiği gibi, efendi, yetiştiren, terbiye eden anlamlarına da gelir. Mezhepsizler, işte böyle kelimeleri kullandı diye, Müslümanlara müşrik demekten hiç çekinmiyorlar.
Peygamberden yardım istemek
Sual: Cin suresinin 18. âyetinde, (Mescidler, Allah’ındır. O halde orada Allah ile birlikte başkasına dua etmeyin! Onlara yalvarmayın!) âyetine rağmen Peygamberden veya Evliyadan yardım istemek şirk olmaz mı?
CEVAP
Bildirilen âyet-i kerimede yasak edilen dua, ilim dilinde kullanılan dua demektir. Yani tapınarak yapılan duadır. Bu dua, ancak Allahü teâlâya olur, fakat bir kimse, yalnız Allahü teâlâya tapınılacağını, yalnız Ona dua edileceğini, Allahü teâlâdan başka kimsenin yaratıcı olmadığını, her şeyi Onun yaptığını bilerek, Peygamberleri ve Evliyayı vesile eder, onların Allahü teâlânın sevgili kulları olduklarını ve Allahü teâlânın, onların ruhlarına, insanlara yardım edebilmek kuvvetini verdiğini düşünerek, ruhlardan yardım beklerse, caiz olur. Onlar, mezarlarında, bilmediğimiz bir hayatla diridirler. Ruhlarına, kerametler ve tasarruf kuvveti ihsan edilmiştir. Böyle inanan kimseye müşrik demek çok yanlıştır. (F. Bilgiler)
İmam-ı Kurtubi hazretleri bu âyet-i kerimenin tefsirinde buyuruyor ki:
Hristiyanlar kiliseye ve Yahudiler havraya girdiklerinde Allah’a ortak koşuyorlardı. Allahü teâlâ, mescidlere girilince, sadece Allah’a dua ve ibadet etmelerini, kitap ehli gibi yapmamalarını emrederek, (Dua ve ibadete kendilerine tapınılmış put veya başka herhangi bir şeyi ortak koşmayın!) buyurmaktadır. (Kurtubi)
Celaleyn tefsirinde de, bu âyette, (Kilise ve havralarda Hristiyanlarla Yahudilerin yaptıkları gibi Allahü teâlâya ortak koşmayın!) buyurulduğu bildiriliyor.
Netice olarak bu âyet-i kerimenin, Peygamberden veya Evliyadan yardım istemekle hiç alakası yoktur. Âhir zamanda böyle düşünen kimselerin çıkacağını Peygamber efendimiz, 14 asır önce mucize olarak bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müslüman ismini taşıyıp da, en çok korktuğum kimseler, Kur’anın manasını değiştirenlerdir.) [Taberani]
(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari]
.
Ölüden yardım istemek ve şefaat
|
Sual: Ölüden şefaat istemek caiz midir? Eğer caiz ise, aşağıdaki Vehhabi Feth-ul-mecid kitabındaki iddialara cevap verebilir misiniz?
Feth-ul-mecid kitabında deniyor ki:
(Ölüden ve gaib olan diriden bir şey isteyen müşrik olur. İnsandan kudreti yetişen şeyler istenir. Yalnız Allah’ın kudretinde olan şeyleri insandan istemek caiz değildir.) [s.70]
(Diri, kendinden istenilen şey için dua eder. Allah da kabul edip, o şeyi yaratır. Ölüden, gaib olandan istemek, kudreti içinde olmayanı istemektir. Bu ise şirk olur.) [s.70]
(İhtiyacını ölüden istemek, ölüden istigase etmek şirktir. Ölüden kendisine şefaat etmesini istemek cahilliktir. O, Allah’ın izni olmadan kimseye şefaat edemez. Ondan istigase etmek, şefaat etmesini istemek, şefaat etmesine izin verilmesi için sebep yapılmamıştır. Şefaate sebep imandır. İstigase eden ise müşriktir. İzin verilmesine mani olmaktadır.) [s.208]
CEVAP
Kabir ziyareti caiz olduğu gibi, Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek de caizdir. Vehhâbîler ise buna şirk diyerek Ehl-i sünnet Müslümanlarını kâfir olmakla suçluyorlar.
Feth-ul-mecid kitabı kendi kendini yalanlamaktadır. Çünkü, şöyle diyor: (Gökler Allah’tan korkar, Allah göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur’anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullah'ın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mesciddeki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) [S.200]
Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. (Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz) demekle kendileri müşrik oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. Allah’tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Hâlbuki, ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız Allahü teâlâdır.
Demek ki, Resulullah'tan başka müminler de, herkesin işitemeyeceği sesleri işitirmiş. Bu taşlar Hazret-i Ebu Bekir’in elinde iken de tesbihlerinin işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmektedir. Hazret-i Ömer, Medine’de hutbe okurken, İran’daki ordu kumandanı Sariye’yi görerek, (Sariye, dağdaki düşmandan korun) demiş ve Sariye işiterek, dağı ele geçirmiştir. (Şevahid-ün-nübüvve)
Gaib olan sözü ile ne demek istiyorsun
İmam-ı Rabbani hazretlerinin soyundan, Hakim-ül-ümmet hace Muhammed Hasen Can Sahip hazretleri, Üsul-ül-erbe’a fi-terdid-il-vehhabiyye kitabında buyuruyor ki:
Böyle inanan kimse, gaib olan, yani yanında bulunmayan bir kimseye, ismini söyleyerek seslenmek büyük şirk olur diyor. Böylece, Resulullah'ın mübarek ruhunun bile hazır olacağını düşünerek seslenen kimse müşrik olur diyor. Yemenli mezhepsiz Şevkânî de,Dürr-ün-nadid kitabında, (Mezarları büyük bilmek, kabirlere seslenerek, ihtiyaçlarını istemek küfür olur) dedi. Yine o, Tathir-ül-itikad kitabında da, (Melek, peygamber veya veli de olsa, ölüye yahut gaib olan diriye böyle seslenen müşrik olur) diyor. Mezhepsizlerden bir kısmı, burada iki fikir ortaya atmaktadır. Bunlara göre, eğer işiteceğini düşünmeyerek, sevdiği için, (ya Resulallah!) derse, müşrik olmaz. Eğer işiteceğine inanarak söylerse, kâfir olur.
Selef-i salihinin yaptığı şeylere şirk diyen ve müslümanlara müşrik damgasını basan bu kimseye sorarız:
(Gaib olan) sözü ile ne demek istiyorsun? (Görmediğimiz her şey gaibdir) diyorsan, (ya Allah) demek de şirk olmaktadır. Çünkü bu, Allahü teâlânın Cennette görüleceğine de inanmamaktadır. Eğer, (gaib, yok demektir) diyorsan, peygamberlerin ve evliyanın ruhlarına nasıl yok diyebilirsin?
Yok eğer, (ruhların var olduklarına ve idrak ve şuur sahibi olduklarına, yani anladıklarına, duyduklarına inanırız. Fakat, tasarruf yaptıklarına inanmayız) derse, bu sözü Allahü teâlâ red etmekte, (Güç işleri yapanlara yemin ederim) buyurmaktadır. (Naziat 5)
Tefsir âlimlerinin çoğu mesela Beydavi tefsiri [ve bunun Şeyhzade şerhi ve tefsir-i Azizi ve Ruh-ul Beyan tefsiri, tefsir-i Hüseyni], bu âyet-i kerime, meleklerin ve evliya ruhlarının iş yaptıklarını bildirmektedir dediler. Ruh, madde değildir. Bunun için, melekler gibi, Allahü teâlânın emri ve izni ile, dünyada iş yaparlar. Meleklerin, Allahü teâlânın izni ile, bu dünyada, iş yaptıkları, yok ettikleri, diriltmek, öldürmek gibi işlerin yapılmasına vasıta oldukları, Kur’an-ı kerimin çeşitli yerlerinde bildirilmiştir. Cin ve şeytanlar da, güç şeyleri kolayca yapıyorlar. Süleyman aleyhisselama, cinlerin hizmetlerini Kur’an-ı kerim haber veriyor:
(Cin, Onun her istediğini, kale, resim, büyük kazanlar ve yerinden kaldırılamayan çanaklar yaparlardı,) [Sebe 13]
Cin, melekler ve ruhlar kadar olgun ve kuvvetli olmadığı hâlde, büyük işler yapıyor.
Bu dünyada, göremediğimiz çok şey var ki, insan gücünün yetişemediği işleri yapmaktadırlar. Mesela, çok hafif olan ve göremediğimiz hava, fırtına, kasırga şeklinde eserek, ağaçları devirmekte, binaları yıkmaktadır. [Elektrik ve laser ışınları ve elektro-magnetik dalgaları, atomlar, gözle, hattâ ultra-mikroskopla görülemedikleri hâlde, akılları şaşırtan büyük işler yapmaktadır.] Nazar değmesi, sihir yani büyü ve benzerleri kuvvetleri göremiyoruz. Hâlbuki, korkunç tesirlerini işitmeyen yoktur. Bütün bunların yaptıklarının yapıcısı, hiç şüphesiz, Allahü teâlâdır. Bunlar, Allahü teâlânın yapmasına, yaratmasına sebep oldukları için, bunlar yaptı sanıyoruz ve bunlar yaptı diyoruz. Bunların yaptığını söylemek, küfür, şirk olmuyor da, evliyanın ruhları yapıyor demek niçin şirk olsun?
Onlar, Allahü teâlânın izin vermesi ile ve yaratması ile yaptıkları gibi, evliyanın ruhları da, Allahü teâlânın izin vermesi ile ve yaratması ile yapmaktadır. Onların yaptıklarını söylemek de, şirk olur denirse, Kur’an-ı kerime karşı gelinmiş olur.
Bu kimse, (Cinlerin, şeytanların ve havanın tesir ettiklerini, Kur’an-ı kerim haber veriyor. Bunun için, onlar yapıyor demek caiz oluyor. Evliyanın ruhlarının bir şey yaptıklarını Kur’an-ı kerim bildirmediği için, ruhlardan bir şey istemek şirk olur) derse, yukarıda bildirdiğimiz,Naziat sûresinin beşinci âyet-i kerimesini tekrar okuması gerekir. Demek ki Allahü teâlânın izniyle başkaları da yardım etmektedir. Bu başkaları nasıl inkâr edilebilir?
|
|
XXXXXXXXX
Allah'a Sığınma: İstiâze
Mustafa Yılmaz
Allah'a sığınma, O'na iltica etme, şeytanın azdırması ve saptırmasına karşı en önemli bir sığınak ve dinamiktir. Bu dinamiğin behemehâl kullanılması şarttır.Bu dar hacimli yazıda istiâze kavramı üzerinde durulmaya çalışılacak ve istiâze dualarına bazı örnekler verilecektir."Eûzü" diyerek Allah'a yönelen bir kul Rabb'ine istiâze etmiş olur. İstiâze, Cenab-ı Hakk'a iltica etme, sığınma, O'nun himaye ve korumasını dileme gibi mânâlara gelmektedir. Dua ile istiâze arasında bir umum-husus farkı olduğu görülmektedir. Dua istiâzeden daha geniş bir kavramdır. Zîrâ duada hem hayır ve iyilik isteme hem de kötülüklerden Allah'a sığınma vardır. İstiazede ise bunlardan sadece ikincisi yani şerlerden ve endişe sebebi hususlardan Allah'a, onun inayet ve rahmetine iltica söz konusudur.Niçin ve Neden İstiâze? Âciz, zayıf, emel ve arzuları nihayetsiz, imkânları çok kısıtlı, ömrü boyunca şeytan, nefs-i emmâre ve bunlara ilâve olarak şehvet ve gazap gibi bir yönüyle düşman sayılabilecek kuvve(t)lerle mücadele etme durumunda olan insanın, hem hayır istikametindeki emellerini gerçekleştirmek hem de düşmanlarının tuzak ve komplolarından kurtulmak için, gücü ve merhameti sonsuz Rabb'ine iltica ve istiâze etmekten başka çaresi yoktur. Bu çarenin varlığını fark eden ve ona başvuran insan temel problemlerini halletmiş sayılır. Çünkü şeytan ve onun âdeta bir santral gibi kullandığı nefse karşı insanın en büyük zırhı istiâze yani Cenab-ı Allah'ın ulu dergâhına sığınmaktır.Günümüzde maalesef pek çok insan inanmış dahi olsa âdeta şeytan yokmuş gibi davranmakta, bu yanlış düşünceleri de onları şeytan ve avenesinin tehlikeli desîse ve oyunlarına karşı her zaman açık hâle getirmektedir. Evet, komplocu, tahripçi ve yıkımcı şeytanın en tehlikeli desîselerinden biri insanın gözünü, yaptığı hata ve kusurlara karşı kapaması, o kusurları fark ettirmemesi; insan fark etmiş olsa bile şeytanın ona te'vil ettirmesidir. Bu komploya düşenler, şeytanın kendini inkâr ettirmek sûretiyle onlara bir çelme taktığının farkına varamamaktadırlar. Hâlbuki düşmanı olduğunun farkında olanlar sürekli teyakkuz hâlinde bulunurlar/bulunmalıdırlar. Tehlikeli zeminlerde fütursuzca dolaşanlarınsa acımasız avcıların tuzağına düşmesi pek tabiîdir. İşte savunma gayesiyle donanımındaki boşlukları kapama endişesi ve heyecanı taşımayan insan, nefsin ve şeytanın zehirli oklarına hedef olmakta ve çok defa da onların bir oyuncağı hâline gelivermektedir. Evet, şeytan vardır ve Kur'ân-ı Mübîn'in ifadesiyle insanoğlunun amansız ve inatçı düşmanıdır. İlk insan olan Hazreti Âdem'den bu yana hep ayakları kaydırmak için uğraşan, akla-hayale gelmedik türlü türlü tezyîn ve tesvîllerle Allah'ın kullarını şaşırtıp dalâlet vâdilerine sürüklemek için ant içmiş bir şeytan. "Şeytan işlemekte oldukları mâsiyet ve günahları onlara süslemiş, cazip göstermişti. (tezyîn)"(En'am sûresi, 6/43); "Kendilerine doğru yol iyice belli olduktan sonra, gerisin geri dinden çıkanlara muhakkak ki şeytan önce fit vermiş, sonra da onları uzun emellere düşürmüştür. (tesvîl)"(Muhammed sûresi, 47/25) mealindeki âyet-i kerîmeler bu hakikati açıkça ortaya koymaktadır. Yine, Allah Rasûlü (sallallahü aleyhi vesellem)'in ifadelerine bakıldığında da şeytanın, "insanoğlunun damarlarında tıpkı kanın çok rahat aktığı gibi akmakta"(Buharî, Ahkâm, 21) olduğu görülecek ve anlaşılacaktır.İnsana düşen nefs-i emmaresinin yaptı(rdı)klarına karşı her zaman tavır almasıdır. Çünkü Kur'ân-ı Mübîn'in ifadesiyle, "Nefis her zaman kötülüğü emreder."(Yusuf sûresi, 12/53) İnsan için nefsinden daha büyük bir düşman yoktur. Nefsini beğenenler hiçbir zaman onun kusurlarını göremezler. Ancak her zaman onu itham altında tutanlardır ki, nefislerinden kaynaklanan ayıpları görüp hissedebilirler. Cenâb-ı Allah da, mâsiyet çukurlarından taat zirvelerine taşımayı murad buyurduğu kullarına evvela nefsinin kusurlarını gösterir. Nefsinin ayıp ve kusurlarını gören insan tevbe ve istiğfarda bulunur, istiâze mülahazalarıyla Hakk'ın yüce dergâhına yüz sürer. Bunu yapabilen de şeytanın şerrinden ve nefs-i emmareye maskara olmaktan kurtulur.İstiâze Allah'ın Emri ve Resûllerin Yoludur Kur'ân-ı Kerîm'de, Hadîs-i Şerîflerde ve değişik dua mecmualarında pek çok istiâze duaları yer almaktadır. İstiâze dualarından muradımız, içinde "eûzü, neûzü; eıznî, eıznâ; ecirnî, ecirnâ/sığınıyorum, sığınıyoruz" gibi ifadelerin yer aldığı yakarışlardır.Cenab-ı Allah Kur'ân-ı Kerîm'de, فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ"Kur'ân okuyacağın zaman, o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın."(Nahl sûresi, 16/98) buyurmaktadır. Bu emre binaen inananlar da Kur'ân-ı Azîm'i tilâvet edecekleri zaman O'nun hidayetinden tam istifade edebilme yolunda şeytanın desiselerinden etkilenmemek ve kalb ve ruhlarını tertemiz hâle getirmek için, أَعُوذُ بِاللهِ مِنْ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ "Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" derler. Bu, lafzı itibariyle bir haber cümlesi olsa da mânâsı açısından bir dua cümlesidir, bir yakarıştır. "Allah'ım, şeytanın şerrinden beni koru!" mânâsına gelmektedir. Buradan ayrıca şöyle bir ders çıkarılabilir. İnsan Kur'ân-ı Kerîm'i tilâvet etmek istediği zaman şeytanî her türlü mülâhazadan arınmalı, O'nu tertemiz bir gönülle okumalıdır. Ayrıca, Kur'ân elinde olan bir insanı bile tezyîn ve tesvîlleri ile kandırabilen şeytan sâir iş ve durumlarında hayli hayli kandırabilir demektir. Dolayısıyla her zaman şeytana ve oyunlarına karşı teyakkuz hâlinde bulunmak gerekir.Cenab-ı Allah'ın, kullarını istiâzeye çağırdığı Mü'minûn sûre-i celîlesinin 97 ve 98. ayet-i kerîmelerinde de, وَقُلْ رَبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَنْ يَحْضُرُونِ "Sen de ki: Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!" buyrulur. Yine, "de ki: Sabahın Rabb'ine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü kadınların şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden" ve "de ki: İnsanların Rabb'ine, insanların yegâne Hükümdarına, insanların İlahına sığınırım. O sinsi şeytanın şerrinden. O ki insanların kalplerine vesvese verir. O şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da" meallerindeki, Allah Rasûlü'nün namazlarında okuduğundan başka sabah-akşam ayrıca üçer defa okumuş olduğu Felak ve Nâs sûreleri konumuza örnek ve delil olarak zikredilebilir. Bilindiği üzere bu iki sûreye birden "Muavvizeteyn" denilmiştir ki, bunlarla Allah'a sığınılır demektir.Nitekim yine Kur'ân-ı Hakîm'de görüldüğü üzere, Hazreti Musa (aleyhisselâm), أَعُوذُ بِاللهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım."(Bakara sûresi, 2/67); Hazreti Nuh (aleyhisselâm), أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ "Bilmediğim bir şeyi Sen'den istemekten yine Sana sığınıyorum Rabbim."(Hud sûresi, 11/47) ve Hazreti Yusuf (aleyhisselam), مَعَاذَ اللهِ "Allah'a sığınırım."(Yusuf sûresi, 12/23) ifadeleriyle istiâzede bulunmuşlardır.Az önce zikredilen Müminûn Sûresi'nin 97 ve 98. âyetleri de Allah Resûlü'nün (aleyhi ekmelüttehâyâ) bir istiazesidir. Efendiler Efendisi'nin lâl ü güher ifadelerinde istiâzeye çokça rastlanmaktadır. Elbette hepsini buraya dercetmek mümkün değildir. Biz Server-i Kâinat Efendimiz'in sabah-akşam okumuş olduğu birkaç istiâze duasını buraya almakla iktifa edeceğiz.Efendiler Efendisi'nin Bazı İstiâzeleri Muhakkak ki, Fahr-i Kâinat Efendimiz her hususta olduğu gibi dua ve istiâze hususunda da bizler için en güzel örnektir. Cenab-ı Hak'tan nelerin ve nasıl istenmesi gerektiğini en iyi O bildiği gibi, hangi hususlardan ne şekilde istiâze edilmesinin daha münasip olduğunu da O bilir. Bu mülâhazalarla biz dualarımızda Cenâb-ı Hak'tan, umumî mânâda Peygamber Efendimiz'in dilediği hayırları diler, istiâze ettiği şerlerden de istiâze ederiz. Bununla beraber Nebiy-yi Ekrem Efendimiz'in hususî olarak Allah Teâlâ'ya sığındığı bazı istiâze cümlelerini de buraya kaydetmekte yarar görüyoruz.أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّامَّاتِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ "Mahlûkatının şerrinden Allah'ın tastamam kelimelerine sığınırım." (Müslim, Zikir, 54-55; Tirmizî, Deavât, 40; İbn Mâce, Tıb, 46; Dârimî, İsti'zan, 48.) أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّامَّاتِ الَّتِي لاَ يُجَاوِزُهُنَّ بَرٌّ وَلاَ فَاجِرٌ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ وَذَرَأَ وَبَرَأَ وَمِنْ شَرِّ مَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمِنْ شَرِّ مَا يَعْرُجُ فِيهَا وَمِنْ شَرِّ مَا ذَرَأَ فِي اْلأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمِنْ شَرِّ فِتَنِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمِنْ شَرِّ كُلِّ طَارِقٍ إِلاَّ طَارِقًا يَطْرُقُ بِخَيْرٍ يَا رَحْمٰنُ"Yarattıklarının, gökten inen ve oraya yükselen, yerde biten ve yerden çıkan şeylerin şerrinden, gece ve gündüzün fitnelerinden, -hayırla gelenler müstesna- meydana gelen hâdiselerin şerrinden, ne bir iyinin ne de bir kötünün kendilerini aşamayacağı, Rahmân olan Allah'ın tastamam kelimelerine ve O'nun vech-i kerîmine sığınırım."(Müsned, 3/421) اَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّامَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّةٍ"Her türlü şeytandan, şom kazadan ve kem gözlerden Allah'ın tastamam kelimelerine sığınırım." (Buharî, Enbiyâ, 10; Ebû Dâvud, Sünne, 20; Tirmizî, Tıb, 18) Buradaki kelimelerden murad Kur'ân-ı Hakîm olabilir. Tastamam olması da, o kelimelerin fayda ve şifa verici olmaları ya da herhangi bir eksiklikten uzak bulunmalarıdır. Elbette, doğrusunu Allah bilir.اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحَزَنِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَلَبَةِ الدَّيْنِ وَقَهْرِ الرِّجَالِ "Allah'ım, tasa ve hüzünden Sana sığınırım. Âcizlik ve tembellikten Sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten Sana sığınırım. Borç altında ezilmekten ve düşmanların kahrından da yine Sana sığınırım."(Buharî, Deavât, 36)اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ نَفْسِي وَمِنْ شَرِّ كُلِّ دَابَّةٍ أَنْتَ اٰٗخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا ﴿ إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ﴾ "Allah'ım, nefsimin ve perçemlerinden tuttuğun her canlının şerrinden Sana sığınırım." (Müsnedü'l-Hâris, 2/953) Şüphesiz ki Rabb'im dosdoğru yol üzerindedir.(Hûd sûresi, 11/56) اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْكُفْرِ وَالْفَقْرِ، اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ"Allah'ım, Sana sığınırım küfürden ve fakirlikten. Allah'ım, Sana sığınırım kabir azabından. Sen'den başka ilâh yoktur."(Ebu Davud, Edep, 110) اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْكَسَلِ وَالْهَرَمِ وَسُوءِ الْكِبَرِ وَفِتْنَةِ الدُّنْيَا وَعَذَابِ اْلاٰخِرَةِ"Allah'ım, tembellikten, kocamaktan, ihtiyarlığın dertlerinden, dünyanın fitnesinden ve Âhiret azabından Sana sığınırım."(Müslim, Zikir ve Dua, 74-76)Allah Resûlü (aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât) Efendimiz gerek namazlarının akabinde, gerekse sâir zamanlarda daha başka hususlardan da Allah'a sığınmış, ashabına dolayısıyla ümmetine de sığınmalarını tavsiye etmiştir. Efendimiz'in hadîs-i şerîflerine bakıldığı zaman ezcümle O'nun, Allah'ın gazabından, Cehennem ve kabir fitne ve azabından, zenginlik ve fakirlikle imtihan olmaktan, Deccal fitnesinden, şekavetten, düşmanlara maskara olmaktan, belâlara maruz kalmaktan, hastalıklardan, erzel-i ömür tabiriyle ifade buyurdukları ele ayağa düşmekten, bunamaktan, dünya imtihanlarından, haşyet duymayan kalbden, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten, yaşarmayan gözden, fayda vermeyen ilimden, şikak, nifak ve sû-i ahlaktan, hubs u habâis şeklinde söyledikleri erkek ve dişi şeytanlardan ve onların her türlü desiselerinden Allah'a iltica ettiği görülmektedir. İşte namazlarımızdan sonra bizim,اَللّهُمَّ أَجِرْنَا... سُبْحَانَكَ يَا اَللهُ تَعَالَيْتَ يَا رَحْمٰنُ أَجِرْنَا مِنَ النَّارِ... سُبْحَانَكَ آهِيًا شَرَاهِيًّا تَعَالَيْتَ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ اْلأَمَانَ اْلأَمَانَ أَجِرْنَا من النار...gibi dua ve tesbihatlarla "Allah'ım bizi koru…" diyerek yakarışa geçmemiz ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in sığındığı şeylerden Allah'a sığınmamız evvel emirde O'nun sünnet-i seniyyesine ittiba içindir. Yine Cevşen-i Kebir'de her bir hizbin sonunda okuduğumuz سُبْحَانَكَ يَا لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ الْأَمَانَ الْأَمَانَ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ، أَجِرْنَا مِنَ النَّارِ، نَجِّنَا مِنَ النَّارِ "Sübhansın ya Rab! Sen'den başka yoktur ilâh. Eman diliyoruz Sen'den, koru bizi Cehennem'inden!" duası da Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtü vesselam) mübarek diliyle yapılmış bir istiâzedir. Aslında Cevşen'in bizzat kendisi bir istiâzedir. Esmâ-i Hüsnâ ile İstiâze Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin bu son hususla alâkalı şu mütalaası ne kadar dikkat çekicidir:"Çok esmâya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptelâ olan insan, münâcâtında, istiâzesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medâr-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî (aleyhissalâtü vesselâm), Cevşen-i Kebîr nâmındaki münâcâtında bin bir ismiyle dua ediyor, ateşten istiâze ediyor. İşte şu sırdandır ki sûre-i قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ. مَلِكِ النَّاسِ. إِلٰهِ النَّاسِ. مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ 'de üç unvan ile istiâzeyi emrediyor."1Hak Teâlâ'nın kulları olarak bizler aslında bu dersi yani Cenâb-ı Allah'a değişik isimleriyle istiâzede bulunup sığınma ders ve edebini Cevşen'den ve Allah dostlarının dualarından öğrendiğimiz gibi, onlardan daha önce Felak ve Nâs sûre-i celîlelerinden öğreniyoruz. Şöyle ki, Cenâb-ı Allah kullarına bu iki sûrede رَبِّ الْفَلَقِ، رَبِّ النَّاسِ، مَلِكِ النَّاسِ، إِلَهِ النَّاسِ diyerek istiâzede bulunmalarını Resûlü vasıtasıyla emretmektedir. Görüldüğü üzere burada Rab, Melik ve İlâh isimleri zikredilmektedir.Bu iki sûreyi okuyan mü'min, insî ve cinnî düşmanlardan, onlardan gelebilecek kötülüklerden, hastalık ve musibetlerden, değişik fiyasko ve başarısızlıklardan Allah'a sığınırken, O Kudreti Sonsuz'un, evvelâ bütün insanları topraktan yaratan, terbiye ederek tekemmül ettiren, onlara akıl ve iz'an veren, insanlık vazifelerini duyurarak bütün mahlûkat içinde mümtaz bir hâle getiren ve Rubûbiyet mefhumunu öğreterek Kendi varlığını sezdirip hak ve hayır uğrunda çalışma yolunu gösteren bir Rabb-i Ecell-i A'lâ olduğunu mülâhazaya alır.İkinci olarak, Kendisine sığındığı Yüce Zât'ın, insanların hepsini hükmü altında tutan, ilim ve hikmetinin muktezasınca onları hayır ve kemâle yönlendiren, dilediğini mülk verip şah yapan, dilediğini de padişahlıktan atan, dilediğini azîz, dilediğini zelîl etmek kudretine mâlik bulunan Melikler Meliki, Padişahlar Padişahı, Hükümdarlar Hükümdarı bir Melik olduğunu düşünür.Üçüncü olarak da, sığındığı kapının, kullarının Kendisine her dâim ibadette bulundukları bir Hak Ma'bûd'un, yaratma, icat etme, varlık sahasına çıkarma ve o sahadan çıkarma, sevap ile mükâfatlandırma, azap ile cezalandırma gibi küllî tasarruflara, önüne geçilemez kudrete mâlik, samediyet, celâl ve ikram sahibi bir İlah'ın kapısı olduğunu düşünür.2İşte Cenab-ı Hakk'a değişik isimleriyle istiâzede bulunan bir insan, bu üç ismi okurken içine girdiği düşüncelerin benzerlerini mânâ ve muhtevalarına göre diğer esmâ-i hüsna için de mülahazaya alabilir. Özetle diyebiliriz ki, Cenab-ı Allah'ın birbirinden güzel isimleri olan esmâ-i hüsna, istiâze açısından da büyük ehemmiyet ve kıymete sahiptir.Netice Mü'min, havl ve kuvvetin yegâne sahibi Rabb'ine istiâze etmeden ne masiyetlere düşmekten kurtulabilir, ne de lâyıkıyla kulluğunu yerine getirebilir. Ne şeytanın oyunlarından azade kalabilir, ne de nefs-i emmareye mağlup düşmekten korunabilir. Bundan dolayı, Kur'ân-ı Kerîm, Hadîs-i Şerîfler ve dua mecmualarında yer alan istiâze dualarına sık sık müracaat etmeli ve gönlünün sesiyle her zaman Rabb'inin koruyup kollamasına olan ihtiyacını dile getirmelidir. İnananlar için en güzel örnek olan rusül-ü kiram efendilerimizin (alâ nebiyyina ve aleyhimüsselam) ve Allah dostlarının (rıdvanullahi aleyhim ecmaîn) yolu budur.*İlâhiyatçı-Yazar myilmaz@yeniumit.com.trDipnotlarSözler, sh. 356 Hak Dini Kur'ân Dili, Felak sûresi tefsiri
XXXXXXXXX
İSTİĞASE-İSLAMKALESİ
Istigase
Hanefi fukahasından Ebul ihlas Eş Şurunbulali Nebi sallallahu aleyhi vesellem in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirleri anlatıyor ;
وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمين لأنفسنا, مستغفرين لذنوبنا, فاشفَعْ لنا إلى ربك, واسأله أن يُمِيتَنا على سنّتِك, وأن يَحشُرَنا في زُمْرتِك, وأن يُوْرِدَنا حَوْضَك, وأن يُسقِيَنا بكأسِك غيرَ خَزَايَا ولا نَدامى, الشفاعة الشفاعة الشفاعة يا رسولَ الله – يقولها ثلاثا – { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْأِيمَانِ وَلا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ }, وتُبلِّغه سلامَ من أوْصاك به فتقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يتشفَّع بك إلى ربك فاشفَعْ له وللمسلمين
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar ederek geldik. Bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmalık olmadan kasenle içirmesini iste. Şefaat Şefaat Şefaat YaRasulullallah.Bunu üç defa der.
Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin (Haşr 10)
sonra kendisiyle selam gönderenlerin selamını ileterek dersin ki ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve müslümanlara şefaat et.
[Ebu İshak Eş Şurunbulali : Merakil Felah bi İmdadil Fettah ]
Categories: Istigase, Kabir ziyareti, Tevessül, Şefaat | Tags:Abdulvehhab, aracilik, ölüye seslenmek, fettah, hanefi fukuhasi, hanefi ulemasi, haşr 10, istigase, istiğfar, kabir ziyareti, kabirde zikirler, kabre konusmak, kabri basinda soylenmesi gerekenler, Nebi, nisa 64,peygamberden şefaat talep etme, Rasulullah, surunbali, tövbe etmek,tevessül, tevessul, tevssuk, vehhabi fitnesi, vehhabiler, vehhabilere reddiye, vesile, ya rasulullah, Şeyhülislam, şefaat istemek
Kadı Bahauddin İbnuz Ziya Tarihu Mekke adlı kitabında Kabri ziyaret edenin söyle demesi gerektiğini söylüyor:
وقد قال الله تعالى : { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُول لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } . وقد جِئناكَ يا رسولَ اللهِ ظالمينَ لأنفسِنا ، مُستغفِرين لذُنوبِنا ، فاشفَعْ لنا إلى ربِّنا , واسأَلْه أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك ، وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك ، يُسقِيَنا بِكَأْسِكَ غيرَ خَزَايا ولا نَدامى ، ويرزُقَنا مُرافَقتَك في الفِرْدَوسِ الأعلى مع الذينَ أنعمَ اللهُ عليهم مِن النبيِّينَ والصِّدِّيقينَ والشُّهَداءِ والصالحينَ وحَسُنَ أولئك رَفيقاً ، يا رسولَ اللهِ الشفاعة الشفاعة
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
Ey Allahın Rasulu biz senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar etmiş olarak geldik. Sende bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzre vefat ettirip senin zümrende haşretmesini utanç ve pişmanlık olmadan kasenden içirmesini, bizi firdevsul Ala da Nebilerden sıddıklardan şehitlerden ve Salihlerden Allahın nimet verdiği kişilerle beraber senin yanında olmakla rızıklarndırmasınıiste.Onlar ne güzel dostlardır .Ey Allahın Rasulu Şefaat Şefaat!
[Bahauddin İbnuz Ziya El Mekki Tarrihul Mekke 344]
Categories: Istigase, Kabir ziyareti, Şefaat | Tags: ölüden yardım, ölüye seslenmek, ehli sunnet, El Mekki, Ey Allahin rasulu, firdebsul Ala, hanefi alimleri, kabir putlari, kabir ziyareti, kabire yakınmak, kabirlere tapmak,kafir, müşrik, mekke, nisa, nisa 64 ayet, Peygamberden dua istemek,Salihlerin, sirk, vehhabi fitnesi, vehhabiler, şefaat dilemek, şefaat istemek
Hâfız Ebû Nüaym’ın ve İmâm Beyhekî’nin Delâilu’n-Nübüvve’lerinde de rivâyet ettikleri ve İbnü Hacer’in el-İsâbe’de isnâdının hasen olduğunu söylediği haberde şöyle denilmektedir:
{ عَنْ عَمْرِو بْنِ الْحَارِثِ قَالَ بَيْنَمَا عُمَرُ يَخْطُبُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ إِذْ تَرَكَ الْخُطْبَةَ فَقَالَ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ مَرَّتَيْنِ أِوْ ثَلَاثًا ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَى خُطْبَتِهِ فَقَالَ بَعْضُ الْحَاضِرِينَ لَقَدْ جُنَّ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ فَدَخَلَ عَلَيْهِ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَوْفٍ وَكَانَ يَطْمَئِنُّ إِلَيْهِ فَقَالَ إِنَّكَ لَتَجْعَلُ لَهُمْ عَلَى نَفْسِكَ مَقَالًا بَيْنَا أَنْتَ تَخْطُبُ إِذْ أَنْتَ تَصِيحُ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ أَىُّ شَيْئٍ هَذَا قَالَ وَاللهِ إِنِّى مَا مَلَكْتُ ذَلِكَ رَأَيْتُهُمْ يُقَاتِلُونَ عِنْدَ جَبَلٍ يُؤْتَوْنَ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ فَلَمْ أَمْلِكْ أَنْ قُلْتُ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ لِيَلْحَقُوا بِالْجَبَلِ فَلَبِثُوا إِلَى أَنْ جَاءَ رَسُولُ سَارِيَةَ بِكِتَابِهِ أَنَّ الْقَوْمَ لَقُونَا يَوْمَ الْجُمُعَةِ فقَاتَلْنَاهُمْ حَتَّى إِذَا حَضَرَتِ الْجُمُعَةُ سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِى يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ مَرَّتَيْنِ فَلَحِقْنَا بِالْجَبَلِ فَلَمْ نَزَلْ قَاهِرِينَ لِعَدُوِّنَا إِلَى أَنْ هَزَمَهُمُ اللهُ وَقَتَلَهُمْ… }
“Amr İbnu Hâris’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Ömer radıyallahu anhu Cuma günü (Medine’deki minberden) hutbe îrâd ederken birden hutbeyi bıraktı ve iki veya üç kerre ‘Ey Sâriye dağa dikkat, dağdan kendini koru, ey Sâriye…’ dedi. Sonra da hutbesine döndü. Orada bulunanların bazısı ‘Cinnet geçirdi; O kesinlikle bir mecnûndur’ dedi. Bunun üzerine Abdurrahman İbnu Avf yanına girdi. O’na kalbi mutmain olan bir kimseydi. O’na, ‘İnsanların senin aleyhinde konuşmalarına sebebiyet veriyorsun; Hutbe îrâd ederken, Ey Sâriye dağa dikkat et, dağdan korun!… diye bağırmaya başladın; nedir bu?’ Ömer radıyallahu anhu da ‘Vallahi kesinlikle kendi elimde dedildim, onları dağın yanında harb ederken gördüm. Önlerinden ve arkalarından onlara geliniyordu. Elimde olmayarak, dağa yetişmeleri içün Ey Sâriye dağa dikkat et, dağdan korun… dedim’ dedi.
Nihâyet, Sâriye’nin elçisi, O’nun mektûbunu getirdi; onda şöyle yazılıydı: Düşman ordusu Cuma günü bizimle karşılaştı. Onlarla harb ettik. Nihâyet Cuma gelince, iki defa ‘Ey Sâriye!.. Dağa dikkat, dağdan kendinizi koruyun’ diye bağıran birini işittik. Bunun üzerine dağa yetiştik ve Allah onları bozguna uğratana ve helak edene kadar düşmanlarımıza hep ğâlib olmaya devâm ettik…”
[Ebû Nüaym, Delâilü’n-Nübüvveh (H:526,527,528) [Lafız O’nundur], Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvveh (2/346), el-Lâlikâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Êhli’s-Sünneh ve’l-Cemâat-Kerâmâtü Evliâillâh (9/127-128), İbnu Kesîr, Lâlikâî’nin isnâdının ‘ceyyid ve hasen’ olduğunu ve değişik isnâdlarının birbirini kuvvetlendirdiğini söyledi (el-Bidâye:7/131-132) [Lâlikâî dipnotu], İbnu Hacer de el-İsâbe’de (2/3) bu haberin isnâdının hasen olduğunu söyledi. Haberi, ayrıca, Hatîb ve İbnü Merdûye de rivâyet ettiler. (En-Nibrâs:482)]
Categories: Istigase | Tags: ömer, bidat, ehl-i sünnet, islam, istigase,istimdad, kafir, keramet, keramet haktır, müşrik, meded, mucize,reddulvehhabiyye, sariye sariye, sirk, tasarruf, tevessul, uzaktakine yardim etmek, vehhabi fitnesi, vehhabilere reddiye, velilerin tasarrufu
Imam kurtubi tefsiri, bakara 89
Yahudilerde araci olarak Peygamber – aleyhi’s-salatu ve’s-selam –
Bi Hakki Muhammed(sav), Peygamber Efendimiz(sav)’in hakki için, bu cümle yahudiler için bile zafer vermistir, Kur’an bunu güzel kelimeleriyle kanitliyor:
Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkar ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkar ettiler. Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun. (Sure-i Bakara, 89)
1. Imam Kurtubî
imam Kurtubî bu gelenek ile ilgili, ibni Abbâs’in sözlerini aktariyor:
قال ابن عباس : كانت يهود خيبر تقاتل غطفان فلما التقوا هزمت يهود , فعادت يهود بهذا الدعاء وقالوا : إنا نسألك بحق النبي الأمي الذي وعدتنا أن تخرجه لنا في آخر الزمان إلا تنصرنا عليهم . قال : فكانوا إذا التقوا دعوا بهذا الدعاء فهزموا غطفان , فلما بعث النبي صلى الله عليه وسلم كفروا , فأنزل الله تعالى : ” وكانوا من قبل يستفتحون على الذين كفروا ” أي بك يا محمد
Hayber yahudileri, sikca Gatafan kabilesiyle savasiyorlardi. Savasin sonunda yahudiler kaybettiler. Yahudiler tekrar saldirdiklarinda, su sekilde duâ ettiler:”(Ey Allahim), Bize ahir zamanda gönderecegini söz verdigin, ümmî olan peygamberin(sav) hürmetine, bize onlara karsi yardim et.” Ibbni Abbâs sunu ekliyor: her düsmanlariyla karsilastiklarinda bu sekilde dua ettiler, ve Gatafan kabilesini yendiler. Ama peygamberimiz(sav) geldiginde, onu inkar ettiler. O zaman yüce Allah bu ayeti indirdi: “Ve önceden kendileri düsmana karsi zafer için dua ettiklerinde(Son peygamber, Muhammed(sav) ve ona inen kuran’in vesilesiyle),” bu senin vesilen ile ya Muhammed (sav).
[Kurtubi El Camiul Ahkamul Kur’an, bakara 89 tefsirinde]
2. Mahmud Alusî
وكانوا من قبل يستفتحون على الذين كفروا نزلت في بني قريظة والنضير كانوا يستفتحون على الأوس والخزرج برسول الله صلى الله عليه وآله وسلم قبل مبعثه قاله ابن عباس وقتادة والمعنى يطلبون من الله تعالى أن ينصرهم به على المشركين كما روى السدي أنهم كانوا إذا اشتد الحرب بينهم وبين المشركين أخرجوا التوراة ووضعوا أيديهم على موضع ذكر النبي صلى الله عليه وآله وسلم وقالوا:اللهم إنا نسألك بحق نبيك الذي وعدتنا أن تبعثه في آخر الزمان أن تنصرنا اليوم على عدونا فينصرون فلما جاءهم ما عرفوا كفروا به كنى عن الكتاب المتقدم بما عرفوا لأن معرفة من أنزل عليه معرفة له ووجه الدلالة من هذه الآية ظاهر فإن الله سبحانه أقر استفتاح اليهود بالرسول ولم ينكره عليهم وإنما ذمهم على الكفر والجحود بعد إذ شاهدوا بركة الاستفتاح بالنبي صلى الله عليه وآله وسلم .
Bu ayet Beni Kureyze ve Beni Nadir hakkinda inmistir, onlar Evs ve Khazraj’a karsi zafer için dua ediyordular, bu peygamber efendimiz(sav)’in peygamberliginden öncedir. Ibni Abbas ve Katâde, ayni gerçek için ifade verdi. Mânasi: Müsriklere karsi zafer için, o(peygamberimiz sav)’nun vesilesiyle, Allah’a duâ ettiler. Es-Sudiyy: Onlar ve müsrikler arasinda savas var iken, tevrati açtilar ve ellerini peygamberin(sav) yazildigi yere bastilar ve duâ ettiler: “Ey Allahim, biz sana, bize gonderecegini söz
verdigin ahir zaman peygamberinin vesilesiyle duâ ediyoruz; bize bugun düsmanlarimiza karsi zafer ver.” Ve bu duadan sonra savasi yendiler.
[Mahmud Alûsî, Rûhul mânî(1:320) ]
3. Imam Celalettin Mahallî ve Celalettin Suyûtî
Yahudiler su sekilde dua ediyordular:
“Ey Allahim, bize, ahir zaman peygamberinin vesilesiyle zafer ver”
[ Mahallî ve Suyûtî, Tefsir ul Celaleyn(s.14) ]
4. Imam ibni Kesir
Dedi ki:
Yahudiler, Arap müsrklerini yenmek için, Muhammedin(sav) vesilesiyle dua ediyordular.
[Ibni kesir, Tefsir ül, Kuranül azîm]
5.Imam Suyûtî
Imam Suyûtî, Ibni Abbas’in yetkisiyle 2 gelenek anlatiyor:
Beni Kureyzenin ve Beni Nadirin yahudileri, peygamber efendimiz(sav)’den once kafirlere karsi zafer için dua ederdiler: “Ey Allahim, ümmî olan peygamberin vesilesiyle, bize zafer nasib eyle.” Ve onlar muzaffer oldular.
Medinenin yahudileri, peygamberin(sav) gelmesinden once, kafir arap(kabileleriyle)– Esad Gatafan, Cüheyne ve Uzra – savaslarinda, onlara karsi zafer için Allah’in Resûlunu çagirirdilar. Derdiler ki: Ey Allahim, Ya Rabbim, gelecek peygamberin(sav) ve kitabin hakki için, bizi onlara karsi muzaffer eyle.
[Suyûtî, ad-Durr-ul-manthūr (1:88) ]
Benzer rivayetlerin kaynakları:
1. Abdullah bin Muslim bin Kuteybe, Tefsir Garibil Kuran,sayfa 58)
2. Ibn Cerir Taberi, Camiul Beyan, 1:325
3. Begavi, Mealimut tenzil, 1:93
4. Ebu’l Fazl al mibadi, Keşf’ul esrar ve uddetul ebrar, 1:272
5. Ibn’ul Cevzi, Ilm’it Tefsir, 1:114
6. Mucahid bin Cubeyr, Tefsir, 1:83
7. Beydavi, Tefsir, 1:122
8. Nesefi, el-Medarik, 2:61
9. Hazin, Lubebut tevil fi meani’t tenzil, 1:65
10.Ebu Hayyan Endelusi, Tefsirul Bahril muhit, 1:303
11. Ibrahim bin Ömer Bikai, Nezmud derar fi tenasubil ayet ves suver, 2:37-7
12. Abdurrahman Hasan Huseyin, Camiul beyan fi tefsiril Kuran, 1:23
13. Abu Suud Amadi, Mezeyel Kuranul kerim, 1:128
14.Ismail Hakki, Ruhul Beyan,1:179
15.Suleyman bin Ömer, el Futuhatul aliyye, 1:77-8
16. Şevkani, Fethul Kadir, 1:112
17.Muhammed Reşid Reza,tefsirul Menar, 1:381
18. Ibn Cuzey, Kitabul Taşhil li ulumit tenzil, 1:53
19. Hatib Şurbini, es Siracul munir, 1:76
20. Zuhayli, et Tefsirul Munir, 1:219-20
21. Tentavi Cevher, el Cevahir fi tefsiril Kuranul kerim, 1:96
Following traditionists and biographers also narrated the same tradition:
22. Hakim, el Mustedrek, 2:263
23. Acurri, eş-şeriat, 446-8
24. Beyhaki, delailun nubuvve, 2:76-7
25.Ebu Nuaym , delailun nubuvve, 44-5
26. Ibn Kesir, el bidaye ven nihaye, 2:274-5
Categories: Istigase, Tevessül | Tags: Abdulvehhab, aracilik, arap,bidat, delil, ehl-i sünnet, ehli bidat, ehli sunnet, hariciler, ibn teymiyye,imamlar, Islam kalesi, küfür, Necd, peygamberimiz, reddiye, reddiyeler,reddulvehhabiyye, savaş ta tevessul, sirk, son peygamber, tekfir,tevessül, tevessul, tevrat, vehhabi fitnesi, vehhabiler, vehhabilere reddiye, vesile, yahudiler, yahudilerin tevessülü
PEYGAMBER’E (s.a.v.) YAPILAN TEVESSÜLÜN HÜKMÜ
Allame Yusuf ed-Dicvi
Soru Birçok kimselerin inançlarını güçlendirmek için, hakkında ayrı ayrı görüşler olan ve birçok cemaatın incelediği bir konunun açıklanmasını zat-ı fâzılanenizden rica ederiz. Konu: Herhangi bir hususta Peygamber’i (s.a.v.) vesile ederek Allah’a yakarmaktır. Bu tevessül mevzuunda muhtelif görüşler vardır. Hattâ bazıları tevessül etmek Allah’a ortak koşmaktır, demişlerdir.
Cevap — Peygamber’e (s.a.v.) tevessül etmek câizdir, yararlıdır. Bunda hiç şüphe etmemek gerekir. Bunun birçok sahih hadîslerle sâbit olduğunu ilerde gelecek olan tafsilâttan anlayacaksınız. Bu konuda şaşırmış kimselere, icmâlen kısa bir açıklamayla yardım edeceğiz. Tafsilini ve delillerinin beyanını başka yazacağımız makalelere bırakıyoruz. Kısaca cevabımız şudur: «Tevessül: işraktır (Allah’a şerik edinmektir) diyen tâife yanlışlıkla en zavıf illetlere dayanarak boş sözler söylemiştir. Bir Müslümanın, delil getirip bu konuda te’vil yolunda bulunan kimseleri tekfir etmesi câiz değildir. «Allah, her şevin yaratıcısıdır. Her şeyin hükümranlığı elindedir.» (Yâsin, 83); «Bütün işler O’na (Allah’a) döndürülür.» (Hud, 123) diyen kimseyi nasıl tekfir ediyorlar? Halbuki tevessül eden adam Kur’ân-ı Kerim’in bu âyetleriyle Allah’a tevessül ediyor. Çünkü, Allah’ın safi kullarından birisini Allah’ı vesile eden kimse, Allah’tan başka hiçbir hakikî fail olmadığını bilir ve ikrar eder. Hiçbir fiil ve yaratma işini, tevessül ettiği adama isnad etmez. Hattâ mütevessil (tevessül eden kişi), vesile edindiği kimsenin Allahü Teâlâ nezdinde bir rütbe ve manevi yakınlığı olduğunu bilmektedir ki, o rütbe ve manevî kurbiyyet makamının sabit olmasında hiç şüphe yoktur. Ve Peygamber (s.a.v.) o makam ve kurbiyyetle Kıyamet Günü halka şefaat eder. işte bu itikada binaen Kıyamet Günü Allahü Teâlâ nezdinde onlara şefaatte bulunmaları için halk enbiya ve resulleri vesile edinir. Şunu da ilâve edelim ki, mü’min kişi, imanının gereğiyle şüphesiz Allahü Teâlâ’nın hiçbir şeriki olmadığına ve ondan başka gerçek mâbud olmadığına itikad ettiğinden dolayı, kötü vesveselerden arınmıştır. Hatta aziz ve yüce Allah’tan başkasma zâhirde bir şey isnad ettiğini görsek bile, imânı muktezasiyle o isnadm hakikî olmayıp mecazî bir isnad olduğunu anlarız.
Biz hakikî ile mecazî olan isnadın birisini «bahar otu yeşertti» Sözünün mânâsında beyan ettik ve bu sözün bir mü’min ile kâfirden sâdır olması arasında mânâca fark olduğunu anlattık. Öyle ise, istiğase eden kimse, Allah’tan başkasına, yâni halktan istiğasede bulunduğu zaman, onun kendiliğinden hiçbir işi mustakil olarak yapamayacağını ve Allah’tan istimdat etmeyip, O’na rücû etmediğini itikad etmez ve kafası böyle düşünceden hâlidir. Halktan olan musteğasun bih, (kendisinden istiğase edilen kişi) ister diri veya ölü olsun aralarında fark olmayıp ondan istiğase etmek câizdir. Zira hiç şüphe yok ki, Allahü Teâlâ her şeyin yaratıcısıdır ve itikadımıza göre Allah’tan başka hiçbir şeyin bizatihi, hiçbir şeye gerçek tesiri (eskisi) yoktur. İşte hak ehli olan Müslüman cemaatın inancı budur.
Allahü Teâlâ dahi, halkın birbirlerinden yardım taleb etmelerine ve istiğasede bulunmalarına işaret buyurmuştur. Nitekim Kur’- ân-ı Kerini’de, «Eğer onlar sizden dinde yardım isterlerse, yardım etmeniz gerekir.» (Enfal, 72), «…Şu kendi taraftarlarından, diğeri düşmanından idi. Kendi taraftarlarından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi.» (Kasas, 15); «Paylaşma meclisinde (vâris olmayan) yakın hısımlar, yetimler, miskinler bulunduğu vakit, onlara da o maldan verin ye güzel sözler söyleyin.» (Nisa, buyurulmuştur ve hadîs-i şeriflerde bu konuda daha başka misaller de vardır. Şeriat dilinde çok olup, bu tâbirlerin insanların tabiatında çok olduğu açıkça bilinmektedir.
Tevessülü inkâr edenlerin en acayip durumlarındandır ki, cemadatlara (cansız eşyalara) tevessül etmekten ayrılmaz ve çekinmezler. Meselâ, su beni kandırdı, ekmek beni doyurdu, ilâç bana menfaat verdi, diyerek kanmayı suya, doyurmayı ekmeğe, yararı ilâca isnad ediyorlar. Fakat tevessülün Peygamber’e (s.a.v.) isnad edildiğini işittiklerinde inkâr edip kıyamet koparıyorlar. Onlardan sefih (beyinsiz) olanlar bunu inkâr etmekle böbürleniyor. Sanki güzel bir şey yaptıklarını zannederler. Onlar herkesten ziyade ihtiyaçlarını halktan talep etmekte bulundukları halde, onlardan şunu soruyoruz:
İşlerinizi görmek için ondan ihtiyacınızı talep ettiğiniz kimse, Allah ile ortak mıdır? Şayet bu itikat üzere iseniz, Allah’a ortak koşmakta en ileri kimse sizler olursunuz. Eğer «biz yapmak, vermek veya vermemek gibi fiilleri herhangi bir kimseye hakikî değil, mecazî ve sebep olduğu yolu ile isnad ediyoruz. Çünkü Allahü Teâlâ o kimseyi bir hayra, bir hizmete sebep kılmıştır», diye cevap verecekseniz, biz de size deriz ki:
Biz dahi öyle itikad ediyoruz. O hususta aramızda fark yoktur. Şayet tevessül için diri kimse ile ölüler arasında fark vardır diyecekseniz, burada birbirimizden ayrılıyoruz. Yani, diriler ile de, ölüler ile de tevessülün caiz olduğuna itikad ederiz. Zira bütün işlerin faili ancak Allahü Teâlâ’dır. Ne diri, ne de ölü kimse fail olabilir. Tevessül eden kişi, tevessül ettiği zatın hakikatta Allahü Teâlâ’nın nezdindeki makamına tevessül ediyor ve işin fâili, aziz ve yüce Allah’tan başkası olmadığına da itikad edince, mütevessülün bih olan zatın diri veya ölü olması arasında hiçbir fark kalmaz. Zira Allah nezdinde bir makam ve rütbesi olan kimse, ister hayatta, ister mematta olsun, rütbesi bakidir. Her iki hâlde de eşittir. Şu da ilâve olunur ki, diri ile ölü arasında böyle bir ayırım yapmak mü’min kimseye lâyık değildir. Kaldı ki, bir âlim böyle itikad etsin. Çünkü ruhlar, ölümden sonra da hayatta olup, müdriktirler. Hattâ idrakları daha kuvvetlidir. Işte bu nedenle hadîs-i şerifte rivayet edildiğine göre, ölüler kendi aralarında hayatta olanların durumlarını sorar, onların iyi işlerine sevinir, çirkin işlerinden üzülür, onlara dua ederler.
Şüphesiz Mi’rac gecesi Âdem (a.s.) ve diğer peygamberler, Peygamber’e (s.a.v.) dua etmişlerdir. Mü’minlerin ölülerine, hazır ve görünen kimselermiş gibi, «Üzerinize selâm olsun ey mü’minler cemaatı!…» diye onlara selâm vermemiz ve kılacağımız her namazda «Sana selâm olsun ey Peygamber!..» diye hitab etmemiz meşrudur. (Ettahiyyatü… duasında). Hadîs-i şerifte rivâyet olunduğuna göre, işlediğimiz ameller Peygamberimiz’e (s.a.v.) arz olunur. Onlar hayırlı amellerse, Allah’a hamdeder, şerli iseler Allah’dân bize mağfiret diler; hattâ yine hadîsteki rivâyete göre, amelleriniz ölü olan babalarımıza ve ehlimize de arz edilir. Şüphesiz Peygamber (s.a.v.) Müsâ’yı (a.s.) mezarında namaz kılarken görüp; Mi’rac gecesinde yedinci kat gökte namazla emir olunduğu zaman, ona müracaatta bulunmuş ve kendi ümmetinin durumunu ona söylemiştir. Yine Peygamber (s. a.v.) Hz. İbrahim’in (a.s.) selâmını bize tebliğ etmiştir. Yine Mi’rac gecesi Peygamberler toplanıp hutbe okumuş ve başka şeyler yapmışlardır. Sahabenin bazısının, çadırının yakınına kurduğu bir ölünün mezarında, ölünün Kur’ân-ı Kerim’in Mülk sûresini okuduğunu işittikleri hadîs-i şerifte vârid olmuştur.
Vehhabîlerin tek mercileri ve mezheblerinin müessisi olan îbn Teymiyye dahi şüphesiz kitaplarında evliyânın kerâmetlerini isbat etmiş, yine onların imamlarından olan İbn Kayyım dahi «Ruh» kitabında Ebû Bekir’in (r.a.) ruhu gibi kuvvetli ruhların, savaşlarda düşman ordusunu hezimete uğrattığını yazmış, yine imamlarından olan Şevkânı bile, Peygamber (s.a.v.) ile evliyâ ve âlimlere tevessül etmenin câiz olduğunu ispat ederek İzzeddin b. Abdüsselâm gibi «Yalnız Peygamber’e (s.a.v.) tevessül etmenin câiz olduğunu» söyleyen âlimlerin dediklerini reddetmiştir. Zira tevessülün illeti, Allah’a yakınlık ve makamının meziyetidir, diye düşünmüştür. Şevkânî gerçi birçok şeylerin tatbikatı hususunda çelişkiye düşmüş ise de, bu konuda Vehhabîler gibi doğruluktan sapmayıp onların cehaletine uğramamıştır.
Şevkânî «Neylü’l-Evtar» adlı kitabında meşhedlerle teberrük edilmesini isbatlamıştır. Her hal ü kârda Vehhabiler Resûlullah’a (s.a.v.) nidâ edecek veya ona tevessül edecek kimse, şüphesiz illâ onu ulûhiyyet vasfında Allah’a ortak eder diye iddia etmektedirler. Onların mezhebi böyledir.
Şayet nidâ ve istiğaseden Allah’a ortak edilmesi lâzım gelir diye iddia ederlerse, cevaben deriz ki: öyle ise, sizler ilk olarak müşrik ve sapık tâifesisiniz. Çünkü sizler, herkesten ziyade yaratıklara istiğase ediyorsunuz. Mezheblerine göre, ruhlar cesedin ölümünden sonra fâni olur. Kalib kuyusu ile daha başka hususlarda varid olan ve bütün ruhlara hattâ kâfirlerin ruhlarına da hayat isbat eden hadîs ve Kur’ân’ı tekzib etmekle ruhlar fâni olmaz. Onlar cesedin ölümüyle Allah nezdinde ruhların makamları silinip hiçbir iş için artık Allahü Teâlâ’ya dua etmelerine güçleri olmaz veya ruhlardaki ve Allah’ın onlara cesedin hayatmda hibe eylediği şeyler onlardan alındığı için herhangi bir işi yapmaları mümkün olmaz, diyorlar, işte böyle kabul etikleri için, vesveselerine tâbi olup tevessül ve istiğase hakkında Peygamber (s.a.v.) ile salih seleflerden rivayet olunan haberleri tekzib ettiler. Böyle yapmakla aklı ve nakli delillere muhalefet etmiş ve câhillerin en câhili olmuşlardır.
Biz artık acele yazdığımız bu eserde uzun uzadıya onlardan bahsetmeyeceğiz. Allah’a yemin ediyorum ki, biz mü’minlerin bina taşları gibi birbirleriyle kenetlenip kuvvetlenerek kardeş olmalarını ister ve Kur’ân-ı Kerim’de «Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış kardeşlerimizi afv et. O inanmışlara karşı yüreklerimizde kin bırakma, belli ki sen çok rahmet edicisin» (Haşr, 10) diye dua ederim. Müslümanların kalblerini iyi şeylerden selbeden kin ve buğzu izale etmesini, doğruya muhalefet eden kardeşlerimizi hayra ve hidâyete irşad etmesini, onları halk arasında fitne sebebi etmemesini Allahü Teâlâ’nın kereminden dileriz.
Allame Yusuf ed-Dicvi’nin makalesi(kısaltılmıştır)
[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s.588-592]
Categories: Istigase, Tevessül | Tags: Abdulvehhab, Allahtan istemek,allame dicvi, aracilik, ölüler den istemek, dua, ebu hamid bin merzuk,ehl-i sünnet, ehli sunnet, ehli sunnet mudafaa, el ezher, fiil, himmet,istigase, medet, peygamber, rasul, reddiye, reddiyeler, resul, tawassul,tevessül, tevessul, vehhabilere reddiye
(El-Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) kitâbında ikinci aslın sonunda, fârisî olarak diyor ki: Vehhâbîler ve bunlar gibi mezhebsizler (Mecâz)ve (İsti’âne) ne demek olduğunu anlıyamıyorlar. Bir kimsenin bir iş yapdığını söylemeğe, bu söz mecâz olarak söylenmiş olsa bile, hemen şirk ve küfr diyorlar.
Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, bir işin hakîkî yapıcısının kendisi olduğunu, mecâzî yapıcısının da kullar olduğunu bildirmekdedir. En’âm sû
resinin elliyedinci âyetinde ve Yûsüf sûresinde, bir âyetde meâlen, (Hükm, ancak Allahındır), yanî hâkim yalnız Allahü teâlâdır, buyuruldu. Nisâ sûresinin altmışdördüncü âyetinde meâlen, (Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hâkim yapmadıkça, îmân etmiş olmazlar) buyurulmuşdur. Birinci âyet-i kerîme, hakîkî hâkimin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. İkinci âyet-i kerîme ise, insana da, mecâz olarak hâkim denileceğini bildiriyor.
Her müslimân, diriltenin ve öldürenin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bilmekdedir. Çünki, Yûnüs sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (Dirilten ve öldüren, yalnız Odur) ve Zümer sûresinin kırkikinci âyetinde meâlen, (Ölüm zemânında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor) buyuruldu. Secde sûresinin onbirinci âyet-i kerîmesinde ise, meâlen, mecâz olarak, (Öldürmek için vekîl yapılmış olan melek sizi öldürüyor) buyuruldu. [Mâide sûresinin 30.cu âyetinde (Âdem aleyhisselâmın oğlu, kardeşini öldürdü) buyuruyor. Bu âyet-i kerîme, Vehhâbîleri rezîl etmekdedir.
Hastalara şifâ veren yalnız Allahü teâlâdır. Çünki, Şü’arâ sûresinin sekseninci âyetinde meâlen, (Hasta olduğum zemân, bana ancak O şifâ verir)buyuruldu. Âl-i İmrân sûresinin kırkdokuzuncu âyetinde ise meâlen, Îsâ aleyhisselâmın, (A’mânın gözünü açarım ve Baras illetini iyi ederim ve Allahü teâlânın izni ile, ölüleri diriltirim) dediğini bildirmekdedir. [Baras, ebreş (Vitiligo) denilen cild hastalığıdır. Derinin rengi gider. Büyük beyâz lekeler olur. Yâhud, albino hastalığıdır. Vücûdun temâmı beyâzdır.]
İnsana evlâd veren, hakîkatde Allahü teâlâdır. Cebrâîl aleyhisselâmın ise, mecâz olarak, (Sana, temiz bir oğul veririm) dediğini, Meryem sûresinin onsekizinci âyeti bildirmekdedir.
İnsanın hakîkî sâhibi Allahü teâlâdır. Bekara sûresinin ikiyüzelliyedinci âyetinin meâl-i şerîfi, (Allahü teâlâ, îmân edenlerin velîsidir) bunu açıkca bildiriyor. Mâide sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (Sizin velîniz, Allahdır ve Onun Resûlüdür) ve Ahzâb sûresinin altıncı âyetinde meâlen,(Peygamber, mü’minlere, kendilerinden dahâ çok sâhibdir!) buyurarak, kulun da mecâz olarak velî olduğu bildirilmekdedir.
Bunlar gibi hakîkî yardımcı, Allahü teâlâdır. Kullarına da, mecâz olarak mu’în demişdir. Mâide sûresinin üçüncü âyetinde meâlen, (İyilikde ve takvâda birbirinize yardımcı olunuz!) buyuruldu.
Categories: Istigase | Tags: akilsizlar, ayetlerde mecaz, dilde mecaz,dinde mecaz yoktur, dnde mecaz, ehli sunnet, hadislerde mecaz, hakiki manada, ibn teymiyye, istiane, istigase, küfür, kuranda mecaz, mecaz,mecaz haktir, mecaz manada, mecaz vardir, sirk, vehhabi fitnesi,vehhabiler, vehhabilere reddiye
– Tevessül meselesinde ihtilaf olmuş mu?
Sifil: Tevessülün bazı kısımları hakkında ihtilaf olmuş İbn-i Teymiye’yle birlikte.
– Ondan önce hiçbir ihtilaf yok mu hocam?
Sifil: Ben bilmiyorum.
İSTİĞÂSE VARDIR
– Peki istiğâse meselesi… Çünkü bu konuyu bazıları çok kafasına takıyor. İstiğaseyi tevessülün bir alt dalı olarak ele alanlar, farklı bir boyutta ele alanlar var.
Sifil: Bu meseleyi fazla büyütmenin bir anlamı yok. Öyle zannediyorum ki meselenin mukaddimeleri konuşulduğunda taraflar arasında ihtilafın dairesi daralacaktır. İstiğase dediğimiz şey o anda orda olmayan, hazır olmayan bir varlıktan yardım istemek. İstiğâsenin nasslara daha doğrusu tevhide aykırı olmasının sebebi nedir? Size yardımı dokunamayacak birisinden yardım istiyorsunuz. Bunu bir takım nasslar çerçevesinde ele aldığımızda –maksat tartışmak ise- biz mevcut varlıklardan da yardım istemenin tevhide aykırı olduğunu söyleyebiliriz. Yani müsebbibu’l esbâbı hesaba katmadan, sebeplere sebep olma özelliğini kazandıranı hesaba katmadan mahlukatı siz kendinden kudretli varlıklar olarak algılarsanız bu tevhide aykırı olur. ما رميت اذ رميت و لكن الله رمي “Attığın zaman sen atmadın Allah attı.” Bu ayeti nasıl anlayacağız? Onun için Ehl-i Sünnet alimleri tevellüdü reddeder, Mutezile bunu şiddetle savunur. İşte matematik kesinlikte eğer şu fiil şöyle işlenirse sonucu şu olur gibi, siz yayı gerdiniz oku bıraktınız, hedef neresiyse ok oraya gider, bu şaşmaz derler. Ehli Sünnet der ki: Hayır, zorunluluk yok. Allah dilerse ateş İbrahim’i yakmaz. Onun için Ehli Sünnet tevellüde itiraz eder. Matematik kesinlikte olayların birbirini doğurması ve neticelendirmesi doğru değildir. İlahi kudret buna taalluk ettiği sürece bu böyledir. İlahi kudret buna taalluk ederse bu olur, etmezse olmaz. İstiğâse bahsi de böyledir.
Sizin düzenli kullandığınız ilacın bizzât kendisinde mi bir iyileştirme vasfı var? Yoksa ona o vasfı veren mi var? Yahut siz doktora gittiğinizde şifanın ondan geldiğini düşünerek mi gidiyorsunuz? Yoksa zihninizin arkaplanında otomatik işleyen bir mekanizma mı var? Yani karnım acıktığında hemen nasıl yemek yiyorsam, bu benim nasıl yemekten medet ummam mânâsına gelmezse, karnım ağrıdığında doktora giderim, bu benim doktordan medet ummam değildir. Sünnetullah böyle olduğu için, benim iyileşmemi bu sebeplere bağladığı için böyle yapıyorum. İstiğâse de böyledir. Allah Teâlâ nezdinde belli bir mevkii olan varlıklar var, mesela melâike-i mukarrebûn var, peygamberler, salih insanlar var. Bunlar bizi Allah’a yaklaştıran vesilelerdir ve o insanlar ölüp gitmekle o kıymetleri eksilmez, azalmaz. Çünkü bu varlıkları onların bedenlerine bağımlı, bedenle birlikte yok olup giden bir varlık değil. Her varlığın bir hakikati var.
Efendimiz Aleyhissalatü Vesselâm sahabiye imanın hakikatini soruyor hadiste. Herşeyin bir hakikati var, insanın da bir hakikati var. İnsanın hakikati bu bedene mahsus derseniz yanılırsınız. Beden çürüdüğünde hakikati biter o zaman. Demek ki Allah Teâlâ bazı şeyleri bazı vesilelere bağlıyor. Tıpkı sahih hadiste mağara ashabında olduğu gibi, salih amellere bağlamış. Hz. Yusuf Aleyhisselâm babası Hz. Yakup Aleyhisselâm’ın yanına giderken önce gömleğini göndermiş. “Bunu götürün, alsın gözlerine sürsün, açılır” demiş. Oysa Hz. Yakup bir peygamber, Allah’la daimi iletişimi olan bir peygamber. Dua edecek gözleri açılmayacak, ama bir bez parçasını sürünce açılacak. Allah Teâlâ her şeyi bir şeye sebep kılmış. Bunun da o sebepler cümlesinden olarak değerlendirilmesinin bir mahzuru yok. Ta ki siz istiğâsede bulunduğunuz insanın bizzat kendisinde, kendisiyle kaim bir kudret olduğuna inanana kadar. Buna inanırsanız burada tehlike başlar. Tıpkı doktorun kendisinde zâtıyla kaim bir kudret olduğuna inanmanız gibi. Tıpkı ilacın kendisinden kendisiyle kaim bir iyileştirme kudretinin olduğuna inanmanız gibi. Burada nasıl bir tehlike varsa, orda da öyle bir tehlike var.
İkinci bir husus: Bu bir farz, vacib, emir değil. Yani sıkıştığınızda Allah’ın sevgili kullarından yardım isteyin diye bir emir yok. Bunlar şer’i menduplar çerçevesinde cereyan etmiş şeyler. Siz başvurmazsınız, öbür adam başvurur. Efendimiz’in saçıyla, sakalıyla teberrükte bulunulduğunu biliyoruz. Bunlar birbirinden farklı kavramlar olabilir. Ama İmam Ahmed gibi bir büyük imam vefat ederken Efendimiz’in saçının veya sakalının bir kılının ağzına konulmasını vasiyet etmiş. Hafız Zehebi Siyerü Alami’n Nübelâ’da naklediyor. Hz. Enes’in bir rivayette annesine, bir rivayette babasına saçından, sakalından bir tutam gönderdiği sahih rivayetlerde naklediliyor. Yine Müslim’de geçen bir rivayet: Ümmehât-ı mü’mininden birisi “bir küçük kavanozun içinde Efendimizin sakalının bir kılı bulunurdu yanımızda” diyor. “İşte çoluğu çocuğu hastalanan kişiler ellerinde bir kap suyla gelirlerdi bize, biz de o teli alırdık oradan, o suyun içine batırırdık. Onlar da kabı götürür, hastalarına içirir ve şifa bulurlardı.” diyor. Bunlar sahih rivayetler. Şimdi biz kılın kendisinde mi kudret vehmediyoruz? Hayır. Bu kılın sahibinin Allah indindeki makamından mevkiinden.. Bunun farkındayız, sahabi de onun farkındaydı. Onun için dedim tevessül meselesinde İbni Teymiyye’ye gelene kadar bir ihtilaf yoktur.
Kısacası bu meseleyi ümmetin birliğini bütünlüğünü zedeleyici hususlar olarak gündemde tutmak yanlıştır. Tevessülde bulunan kişide eğer tehlikeli bir eğilim yanlış bir kabul varsa şuurlu müslümana düşen onu uyarmaktır. “Bak sen yanlışa doğru gidiyorsun, şu çerçeveyi, şu sınırı aşma.” der. Emr-i bil ma’ruf nehy-i ani’l münker vazifesini yapar. Ama hadi diyelim ki İbni Teymiye’den sonra bu mesele muhtelefun fih bir mesele oldu. Muhtelefun fih bir meselede insanların birbirlerini şirk ve küfürle itham etmeleri nasıl bir şeydir? Yani en azından şunu diyebilmemiz lazımdır: Bu meselede ulema ihtilaf etmiş. Sen şu alimin görüşünü benimsemişsin, ben öbür alimin görüşünü benimsemişim. Birbirimize hakkı tavsiye çerçevesi içinde tutarak birbirimizi ikaz edelim, birbirimizi tekfir etmeyelim
Categories: Istigase, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags:Abdulvehhab, allah, allah dostu, amel, bidat, Ebubekir Sifil, Evliya,harici, himmet, ibn teymiyye, istigase, kafir, küfür, makam, sebeb, sifil,sirk, tekfir, tevessül, vehhabi fitnesi, vehhabilere reddiye, vesile, yardim istemek
Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!
Değerli kardeşlerimiz,Vehhabi akidesine ehli sünnet kaynaklari ile cevap vermeye devam ediyoruz.Gördüğünüz resim İmam El Cevzinin(r.a)-(İbni Teymiyyenin öğrencisi İbni Kayyim el Cevziyle kariştirilmamalidir)-“Kitab el Vefa” isimli eserinin 818-ci sayfasinda bulunan 1536 numarali hadisdir.Busayfada İmam Cevzi(r.a) şunlari yaziyor:
“Ebu Bekr el Minkari anlatıyor; “Ben, Taberani ve Ebu el Şeyh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Harem’inde idik. O günü çok aç idik.Tüm günü bir lokma bile yememiştik.İşa Namazi vakti Rasulallahin(s.a.s) mezarinin yanina gelip dedim ki,”Ya Rasulallah(s.a.s),biz açiz,biz açiz”.Sonra geri döndüm Ebu el Şeyh bana dedi ki,otur.Yemek olmasa açliktan ölücez.Ben ve Ebu El Şeyh uyuduk.Teberanide uyanik idi ve yiyecek birşeyler ariyordu.Derken Bir Alevi(Hz.Alinin(r.a) torunlarindan biri) yaninda iki çocukla kapiyi vurdu,çocuklarin birinin elinde palmye lifinden dokunmuş içi yiycekle dolu bir sebet vardi.Biz oturduk ve yiycekleri yedik.Geride kalan şeyleri çocuğun geri götüreceğini düşündük fakat o, onlarin hepsini bize birakti.Biz Yemeyimizi yeyip bitirdikten sonra Alevi dedi:”Ey insanlar,sizler Allah Rasulune(s.a.s) şikayetmi etdiniz?Onu(s.a.s) Rüyamda gördüm ve size yiyecek birşeyler getirmemi emrettiler”
Categories: Istigase, Kabir ve ruh, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet |Tags: alevi, ebu el şeyh, ehli sunnet, ehli sunnet vel cemaat, el minkari,harem, ibn teymiyye, imam el cevzi, isitagse, kabir, Kitab el Vefa,resulullah, taberani, tevessül, vehhabi akidesi, vehhabi fitnesi,vehhabilere reddiye
Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!
Vehhabi akidesiyle ehli sünnet akidesinin temel görüşlerini sahih kaynaklarla inceleyerek ehli sünnet akidesinin doğruluğunu ve vehhabi akidesinin ne kadar bu doğrudan ayrildiklarini belgelemeye devam ediyoruz.Gördüğünüz resim İmam Beyhakinin(r.a) “Şuaybul İman” isimli kitabinin 6-ci cildinin 128-ci sayfasinda bulunan 7697 numarali hadisdir.Busayfada İmam Beyhaki diyor ki:
“Abdullah Ibni Ahmed Ibni Hanbel(r.a) dedi ki,Babamdan(Ahmed Ibni Hanbelden(r.a) şöyle duydum.Ben üçü yaya ikisi binekle olmak üzere 5 defa hac yaptim.Bir defasinda Yaya hacc yapmağa giderken yolumukaybettim.Ey Allahin hizmetkarlari bana yardim edin diye yolumu buluncaya kadar böyle bağirdim”
Categories: Istigase, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags:ahmed b. hanbel, ahmed bin hanbel istigase, beyhaki, binekle olmak uzere 5 defa hac, ehli sunnet, ey Allahin hizmetkarlari, ibn teymiyye,istigase, tevessül, vehhabi akidesi, vehhabi fitnesi, Şuaybul İman
Değerli kardeşlerimiz,İbni Teymiyye ve bu günki vehhabi zihniyyeti arasindaki çelişkileri belgelemeye devam ediyoruz.Gördüğünüz gibi bu gün istigaseyi şirk sayanlar İbni Teymiyyenin verdiği bilgilerden hakikatde habersizdirler.Gördüğünüz sayfa İbni Teymiyyenin El-Kelim-el-Tayyib adli kitabinin 165 ci sayfasidir.Bu sayfada İbni Teymiyye diyor ki: Aynı şekilde Abdullah ibni Ömer’in da ayağı uyuşmuştu. Ona da birisi en çok sevdiğinin ismini anmasını söyledi. Abdullah ibni Ömer “Ya Muhammed!” diye nida etti ve ayağının uyuşukluğu hemen geçti…
Bugün 3 ziyaretçi (49 klik) kişi burdaydı! |
VVVVVVVVVVXXX
|