Mütercimin Önsözü
İslâmiyet binası; imân sahasına açılan namaz, oruç, hac ve zekât temelleri üzerine kurulmuştur. Namaz, ehemmiyet bakımından, diğer vazifelerden önce gelmektedir. Zira zengin ve fakir, sağlam ve hasta herkes namaz kılmakla mükellef bulunmaktadır. Hayata veda eden kimse ile aklını kaybeden mecnundan başka her mü'minin kılmak mecburiyetinde olduğu namaz, İslâmiyetle birlikte tekemmül etti, mirâc gecesi beş vakte yükseldi.
Namaz, imân sahihlerinin gözünün ve gönlünün nurudur.
Namaz, ilâhî visale nâilliyyetin sebebidir.
Namaz, nefs düşmanını kahr u perişan eden, ruhu. İlâhî füyûzatla pür heyecan kılan ulvî bir vazifedir.
Namaz kalb kâ'besinde çöreklenen nefs ejderini imha eden keskin bir kılıçtır.
Namaz, vücut iklimindeki menfî kuvvetlere esir düşmüş kalb yûsüfünü kurtaran ilâhî imdâd ve vücut iklimine sultan kılan Rabbânî bir ikramdır.
Ateşten harareti, buzdan soğukluğu ayırmak nasil mümkün değil ise namazsız Müslümanlık düşünülemez.
Namaz, bedenî vazifelerin en faikı ve Islâmın lâzım-i gayri müfârıkıdır.
Namaz, bizden önceki ümmetlerin hepsine emrolunmuş; Hz. Âdem'den Efendimize kadar gelip geçen her peygamber, namaz kılmakla mükellef bulunmuştur.
Güneşin doğması, gündüzün olması için nasıl şart-ı lâzım ise, olgun bir Müslüman olabilmek için de namazın edası şarttır.
Namazın diğer vazifelerden üstünlüğüne bir misâl verilecek olursa «vücuda nisbetle, baş» gösterilebilir.
Namaz, insanı, manevî âlemlerde seyran ve lâhûtî fezada tayaran ettiren «Mirâc» tır.
Namaz, küfre karşı çekilmiş manevî bir sınırdır. «Bir adamla küfrün arasında(ki sınırın kalkması) namazın terkidir.» Namazın kılınması da bu hududun korunması ve vücud şehrine sızmak isteyen düşmanı defetmektir.
Kristâlize edilmiş bir elmas, güneş karşısında rengârenk pırıltılar verir.
İslâm güneşinin ziyası altında tetkik ve müşahede edildiğinde, namazın ne kadar güzellikleri ve hikmetleri varsa ortaya çıkar.
İşte muhterem okuyucu, elinde bulunan bu eser, tasavvufî ölçüler içinde, namazın hikmetlerini inceleyen bir risaledir. Geniş olmayan hacmi içinde büyük değer gizleyen bu kitap, Zeynüddin oğlu Yûsuf tarafından kaleme alınmış olup nâçiz tarafımızdan, umûmun istifadesine sunulmak üzere dilimize çevrilmiştir.
Tercemede metne bağlı kalmaya çalıştığımız İçin, izah ve tefsir mahiyetindeki ifadeler, parantez içine alınmıştır.
Kitabta geçen âyet-i kerîmelerin âid olduğu sûreler ve rakamları ile, hadîs-i şeriflerden tesbit edebildiklerimizin me'hazları dipnot olarak gösterilmiştir.
Bundan başka, kitabta mevcut tasavvufî tâbirlerin tarif ve izahları haşiye olarak gösterilmiştir.
Hayırla anılmaya lâyık bir şey yapılmış ise ancak Rabbimin lûtfudur. Hidayet ve tevfîk mutlaka O'ndandır.
(•) Feyzü'l Kadîr. c. m, s. 210.
.
Namazın Ruhu,Hayatın Pınarı
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle (başlıyorum)
Mektubat'ın sırları ile münâcâtda (1) kullarına perdeyi kaldıran, dinin nurları ve vâcib olan vazifelerle göğüslerin (deki letâif kandillerin) i mâmur kılan, zikrin zevkleri ve müşahede lezzetiyle kalblerini yumuşatan Allah'a hamd-ü senalar olsun.
Kendisine «cevâmiu'l - kelim» (2) in hayırlısı ve son (kitab olan Kur'ân) âyetler(i) verilen, (muânzlara) gâlib çıkaran mucizelerin (3) sahibi Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'e; hayırlara koşan ve (yüce) dereceler (e erişmekte) yarışan âl ü ashabına salât ü selâm olsun.
Bu (kudsî vazifeyi îfâ) dan sonra Zeynüddin oğlu Yûsuf —Allah, onu zihin noksanlığından ve dîni anlamakta zekâ eksikliğinden korusun— der ki :
— Allah Teâlâ'nın : اَقِمِ الصَّلاَةَ ِلذِكْرِى
Bu emrin zahiri, vücub ifade etmektedir. Gaflet, zikrin zıddıdır.
Salât, Rabbi ile kulu arasında ulaşma (vasıtası) dır. Bu sebeble Hak Teâlâ şöyle emretmektedir :
Beni zikretmek için namaz kıl, (4) emri hatırıma geldi.
Bu emrin zahiri, vucub ifade etmektedir. Gaflet zikrin zıddıdır. Salat, Rabbi ile kulu arasında ulaşma vasıtasıdır.
Bu sebeble hak Teala şöyle emretmektedir. وَقُومُو الِلّهِ قَانِتِينَ
Mânâsı :
«Allahın (divanına) tam huşu ve tâatle durun.» (5)
Namaz, kul ile Allah arasında (rızâya) ulaşmanın vesilesi olunca, Rubûbiyet tecellilerinin (6) ubudiyet üzerine gelmesi için, namaz kılan kimsenin tevazu' (7) üzerine bulunması vâcibtir.
Kime namazda huşu hâli cezbesiyle (ilâhi bir tecelliye) ulaşmak müyesser olursa, kendisine Rabbânî tecellinin doğuşu parıldamaya başlar. Halbuki insanların çoğu bundan gafil bulunmaktadırlar.
Ben, ihlâs üzere bulunan kullar için namazın sırlarından (bilinmesi) zarurî mes'elelerden bir kısmını; huzû, hûşû, ihlâs (8) ve niyyet gibi namazın hayatiyetinin tamamlanması mânâsmdaki bâtını mânâlarını, bir araya toplamaya —Allah'tan yardım dileyerek— kendimce karar verdim.
Allah Teâlâ «Beni zikretmek için namaz kıl» (9) buyurmuştur. Yani beni zikredici olarak (namaz kıl) demektir. Zira Allahü Teâlâ'-yı, lâyık olduğu gibi zikir; dilin tilâvet (-i Kur'ân) iie meşgul obuası, kalbin huzuru ve huşûun tam yapılmasından ibarettir.
(Bu cihetler dikkate alındığında) mânâ : «Seni zikr (yani lütfûmla mukabele) etmekli-ğim, devamlı tecellîmi ve (o tecellîde senin vücûdunun arzularını) ifna için benim huzurumda vücûdunu (ibadete) vererek münâcâta devam et» olur. Bu mânâya göre, namazın dosdoğru
kılınması, vakitlerinde rükû ve secdesini tam yaparak edaya devamdan ibarettir. Münâcâtm devamı, murakabeye (10) devam ve va'd olunan ilâhî lütûflardan istifade etmekte bütün gayretini toplamaktır. Zira
Peygamber (s.a.v.) efendimiz «Sizin zamanınızın günlerinde Allah için nef'ha (rahmânî koku) vardır. Gözünüzü açın ve ona taarruz ed(ercesine istifade ed)in.» (11)
(1) Münâcât : Dergâhı ilâhîden niyazda bulunmak: Ce-nâb-ı Hakkın mağfiretini niyaz yollu yazılan manzumelere de bu isim verilmiştir.
(2) Cevamiu'l - Kelim : Az lâfızda çok mânânın toplanmış olmasına verilen bir isim olup, bu ibarede Kur'ân-ı Kerîm kasd olunmaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in her âyetinde ve hattâ kelimeleri içinde az lâfızda çok mânâlar gizlenmiştir. «Bana cevamiu'l -kelim verildi» hadis-i şerifinde de Kur'ân-ı Kerîm mûrad olunmuştur. (Nihâye, 1/295)
(3) Mucize : Peygamberlik iddia eden kimseyi, dâvasında doğru çıkarmak için Allah Teâlâ'nın izhar ettiği harika işe denir.
(4)Sûre-i Tâhâ, 14
(5) Sûre-i Bakara, 238.
(6) Tecellî : Gayb nurlarından kalbte zahir olan şey'e denir.
(7) Tevazu : Hakka teslim olup hükmüne aykırı hareketi terk etmeye bu isim verilmiştir.
(8) İhlâs : Safasına keder veren şeyden, kalbi kurtarmaktır. İhlâs, kul ile Rabbi arasında bir sırdır.
(9) Sûre-i Tâhâ, 14.
(10) Mâsivâ'dan alâkayı keserek Cenâb-ı Hakk'a teveccüh etmek, Allah'ın ilminin bütün kalbleri kuşatmış olduğunu düşünüp, ibadete devamla nefsi terbiye ve derûnunu tasfiye etmek manasınadır.
(11) اِنَّ لِلّهِ فيِ ايَّامِ دَهْرِكُمْ نَفَحاَتٍ اَلاَ فَتَعَرَّ ضوُالَهَا
Taarruzun Sureti
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Namazla emr olunmak; suretini, ubûdiyyetin gayrisi şeylerde kullanmaktan çekmekle Hak cezbesinin sureti (ne yönelmek) dir.
Namazın suretinin şartlarından, rükünlerinden, sünnetlerinden, âdabından, hey'etlerin'den, zikirlerinden her birinde taarruzun hakikatine bir işaret vardır.
Bu mânâlara ve kalbten geçen sırlara nüfuz, kalbi ubûdiyyetin gayrisi ile iştigalde kullanmaktan çekmek, ihlâs ve huzura incizabta taarruzun hakikatini idrâk; namaz kılanın yakıyninin (12) kuvveti, tâate olan kasdının üstünlüğü ve Rabbine münâcaatda kalbinin doğruluğu ve fikrinin alışması, Halikının huzurunda durmanın nasıl olacağına fikrini kullanması mikdarınca hâsıl Olur.
Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöylee buyurmaktadır : اِذَا قَامَ الْعَبْدُ اِلىَ صَلاَتِهِ فَكَانَ هَوَاهُ وَوَجْهُهُ وَقَلْبُهُ اِلىَ اللّهِ تَعَلىَ عَزَّوَجَلَّ اَقْبَلَ اللَّهُ بِوَجْهِهِ فَلاَ يَنْصَرِفُ عَنْهُ حَتىَ يُحدِثَ اَمْراً مُخَالِفَاً لِلدِينِ
Mânâsı:
«Bir kul, namazın (ı eday)a kalktığı vakit onun nefsi, yüzü ve kalbi Azîz ve Celîl olan Allah'a yönelir. Allah da ona zâtı (13) ile ikbal eder ve dine muhalif bir şey yapmadıkça ondan (rahmetini) geri çevirmez.» (14)
Yüce Allah şöyle buyuruyor : حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ
Mânâsı :
«Namazlara ve (hususiyle) orta namaza devam edin. Allanın (divanına) tam huşu ve tâatle durun.» (15)
Yani huzû ve huşûa devamla, O'nu zikrederek, temizliğin şartlarını ve rükünlerini ikmal ederek kıyamda durun demektir. Bu açık hakikatleri görebilen basiret sahihleri, (bu inceliği) iyi anlasın.
Muhakkak olan bir şey var. O da; işlerin en mühimmi, kalblerdeki sırları temizlemektir.
Zira Peygamber (s.a.v.) efendimizin bir hadîs-i şeriflerinde : اَلطَّهُرُ نِصْفُ الْاِيماَنِ
Manası
«Temizlik imânın yarısıdır* (16) buyrulmaktadır Bu Hadîs-i Nebevîdeki murad (ın yalnızca zahiri temizliğin olması aklen) uzaktır. İçini harap vaziyette ve pisliklerle dolu olarak bırakıp dışını su ile temızliyerek çalışmak... Heyhat!! Bu anlayış, kasd mânâdan ne kadar uzaktır.
Temizliğin mertebeleri dörttür :
a)Dısını manevî ve maddî pisliklerden temizlemek,
b)Uzuvlarını suçlardan ve günâhlardan temizlemek,
c) Kalbi, kötü ahlâktan temizlemek,
d)Sırrı, Allah'tan gayrisinden temizlemektir.
Sonuncusu; Peygamberlerin, velîlerin, salihlerin ve sıddîklerin temizliğidir.
Sen, dışını zahirî pislikten temizlediğin zaman kalbini de temizlemekten gaflet etme. Önce tevbeye ve eksik bıraktığın şeylere nedametle temizlenmeye; gaflet gösterdiğin şeylere, irtikâp ettiğin suçlara, gelecekte de yapılması vacip olan hususları, terk etmeye kesin olarak karar verdiğin vazifelere karşı ağlamaya; hakikî hidayetin başlangıcı olan mücâhede (17) yolunu bilmeye çalış.
(12) Yakîn : Hüccet ve burhanla değil, imân kuvvetiyle bir şey'i açıkça görmektir. Diğer bir tâbirle, kalbin saf ası üe gaybi müşahede; fikrî muhafaza ile sırrı mülâhaza etmektir.
(13) Burada zatdan murad, rahmet ve fazl-ı ilâhîdir.
(14) İbni Mace, c. I, 1523 rakamlı hadîs.
(15) Sûre-i Bakara, 238.
(16) Feyzü’l-kadir, c.V, s.290
Not Kitabta ve ihyaü’l- ulum c. 1/94 de (nısfü’l- iman) olarak geçmektedir. Müslimde ve bir çok hadis kitaplarında (nısf) yerine (şatr) zikredilmiştir.
(17) Mücahede : Nefsi, vücudla ilgili meşakkatlerle yormak ve nefsânî heveslere muhalefette bulunmaktır.
.
Kalbin Marifeti
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Kalbin marifeti; sıfat ve hallerini bilmek, dinin aslı ve sâlihler yolunun esasıdır. Kul, mârifeti
ilâhiye ile kabiliyet kazanır, diğer uzuvları ile değil... Namaz, kalbleri temizlemesi ve bezemesi itibariyle, ibadetlerin şeref ve faziletçe üstünü, (sevabca) en büyüğü ve kâmilidir. Ruhların yükselmesi ve kemâle ermesi, Yüce Allah'ın zikrine devam ve huzurla Kur'ân okumakladır.
Zira Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur : اِنَّ هَذِهِ الْقُلُبَ لَتُصْدَ أُ كَمَا يُصْدَأُ الْحَدِيدُ قَيلَ وَمَا جِلاَئُهاَ يَارَسُولَ اللهِ قَالَ كَثْرَةُ ذِكْرِ اللَّهِ تَعَلَى وَتِلَاوَةُ الْقُرْانِ
Mânâsı :
«Hakiykat, demirin paslandığı gibi kalbler de pas tutar.»
Ashab tarafından :
— Ey Allah'ın Resulü, onun cilâsı nedir?, denildi.
Resûl-i Ekrem :
— Allah Teâlâyı çok zikretmek ve Kur'ân okumaktır, (18) buyurdu.
Kalb, Allah'tan gayrisine meyi etmekten salim kaldığı vakit, Allah katında makbul olur. Allah'dan gayri (şeylerin sevgisin) e dalıp gittiği zaman Allah'ın rızasından perdelenmiş bir halde kalır. Kalb, temiz kaldığı zaman, Allah'ın rızasına yaklaşmaya kabiliyet kazanır. Kirlendiği zaman da şekavete düşer, hüsranda kalır.
Kalb, hakikatte, Allah Teâlâ'ya itaatkârdır. Ancak onun ubudiyet sıfatlarından âzâlara nurlar yayılır. Kalb (bozulduğu zaman) Allah'a isyan ve kötülükte İsrar eder. Kötülüklerden uzuvlara geçen şey, kalbin eserleridir. Zira her mayi, içinde durduğu kaba bulaşır. Allah'ın huzuruna selîm bir kalble gelenden başkası kurtulamaz.
Hâsılı kelâm (şudur) : Kalbin huzuru, namazın ruhudur. Bunun en azı da tekbir vak-tindeki huzurdur. Bundan azı helake sebepdir. Bundan daha fazla olunca ruh, namaz içinde ferah duyar.
Hareketsiz ne kadar canlı vardır ki ölüye yakm (bir durumda) dır. Gafilin namazı, —tekbirden başka— her yerinde kıpırdamayan canlı gibidir. Allanın yardımını ve (böyle fena duruma düşmemek için) tevfikını dileriz.
Huzur, kalble münâsebeti olan ve ilham veren şeylerin gayrisinden kalbin boşalmasıdır. Kalb temizlenince; bilgi, iş ve söze yakın olur.
Düşünce, bu ikisinden başkasına çevrilemez. Fikir, bunlardan gayriye dönse de gene onun içinde olur. Bir kimsenin meşgul bulunduğu şey'in zikri, kalbinin içinde hâsıl olur. Kalbin huzuru, (ibadetle ilgili) şeylerden gaflet gösterilmediği zaman tahakkuk eder. Fakat sözün mânâsını anlamakla ilgili emir, kalb huzurunun da ötesindedir. Çok kere kalb, lâfızla beraber bulunur da mânâda hazır olmaz. Lâfzın mânâsmı anlamaktan maksat, o mânâyı kalbin kuşatmasıdır. Bu, halkın farklı bulunduğu bir makamdır. Zira bazı kimseler, Kur'ân-ı Kerîm'in ve teşbihlerin mânâlarını anlamakta ortak (bir kabiliyet ve bilgiye sahib) olmaz.
(18) Râmuz, 134.
.
Namazı Kılanın Anlayacağı İnce Mana
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Bir kimse, namaza durmazdan önce anlıyamâdığı, bir çok ince mânâları namaz kıldığı sırada anlar. Bu sebeple namaz, (insanı) zinadan ve îslâm dinine aykırı şeylerden alıkor. Gafillerin namazı, sahibini, bu fenalıklardan alıkoyamaz. Zira namazın hakikati, (Allah'ı) zikreden kalbin huzuru ve fikirle sıfatlanan murakabe ile tahakkuk eder.
Namazdaki zikir, gafleti kovar ki o «Fahşâ» diye anılmış olan şeydir. Fikir de, zem olunmuş havatırı (19) tard eder ki, (kitab-ı ilâhide) «münker» diye geçen şeydir.
Bu (şekilde kılman) namaz, sahibini, ibadetin içinde kötülüklerden alıkoyduğu gibi namazın dışında da kendi işini (değerli bir şeymiş gibi) görmek ve karşılığını istemek gibi (akla ve dine aykırı) şeylerden muhafaza eder.
Denildi ki : Bu şekilde kılman namaz, arifler (20) in gözünün nurudur. Çünkü bu namaz müşahede üzerine kılınmıştır.
Namaz, —farz veya nafile olsun— bedenle ilgili ibadetlerin faziletçe en üstünüdür. Çünkü fenalıkların hepsinin kaynağı bulunan nefsin ıslâhında namazın büyük bir te'siri vardır.
Yüce Allah bir hadîs-i kudsîde buyuruyor ki : َبِالْفَرَائِضِ نَجاَمِىِّ عَبْدِى وِبِالنَّوَافِلِ يَتَقَرَّبُ اِلَىَّ
Mânâsı :
«Kulum, farzlarla ben (im azabım) dan kurtulur, nafilelerle bana. yaklaşır.» (21)
(19) Havâtır : Kalbe gelen bir hitap olup şu kısımlara ayrılır :
a) Rabbânî olur. Buna «inayet ve lûtf-ı ilâhî» adı verilir.
b) Melekin kalbe bırakması suretiyle olur. Buna «ilham» adı verilmektedir.
e) Şeytanın kalbe atması ile olur. Buna «vesvese»denilmektedir.
d) Nefsânî olur. Buna da «hatır» ismi verilmektedir.
Rahmani olan; Rahmet ile gelirse kalbde «Ünst; azametle gelirse «Heybet»; Hikmetle gelirse «sükûn» bırakır. Melekî olan hatır; mübeşşir olarak gelirse kalbte «best» hâli, münzîr olarak gelirse «kabzı hâli, münebbih olarak gelirse «ilim» bırakır.
Şeytanî olan hatır; günâha teşvik eder, fakirlikle korkutur ve fuhşu emreder.
Nefsânî olan hatır, insanı boş emellere, şehvanî arzulara ve kötü huylara davet eder.
(20) Arif : Düşünmeye hacet kalmaksızın gördüğünü bilen ve anlayan kimseye denilmektedir. Arif, zevk ve maneviyat yolu ile irfana sahiptir.
(21) Müsned-i Ahmed b. Hanbel c. VI, s. 260'da bu met ne yakın bir hadîs mevcuttur.
Namazın Mertebeleri
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
(Şu hususu) bil : Namaz, bir takım mertebeler üzerine tertip olunmuştur :
Bedenin namazı, malûm olan rükünleri dosdoğru yapmaktır.
Nefsin namazı, havf ve recâ (22) haletleri arasında, sükûnet ve tevâzû ile eda edilmesidir.
Kalbin namazı, huzur ve murakabe ile kılınmasıdır.Sırrın namazı, münâcat ile; ruhun (23) namazı ise müşahede iledir.
Hafi mertebesindeki kimsenin namazı, sevinç ve (ilâhî) latifelere nail olmak suretiyledir.
Yedinci makama mahsus bir namaz tarzı yoktur. Zira o makam, vahdette fena (24) ve mahabbet-i sırfa makamıdır.
Sûrî namazın son bulması, yakînin sureti bululan ölümün zuhura gelmesi iledir.
Hak Teâlâ buyuruyor ki : وَعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَاْتِيَكَ الْيَقِينُ
Mânâsı :
«Sana ölüm gelesiye kadar Rabbine ibadet et.» (25)
Hakikatte namazın son bulması ise, fenâ-i mutlak iledir. O, Hakku'l - yakın (26) derecesidir. Bu namazlardan her biri, kendi mertebesinde şahsı kötü işlerden alıkor.
(22) Havf ve Reca : Havf, haramdan daha aşağı derecede ger'an yasak
olan şey'i islemekten sakınmaya denir. Reca, taleb olunan sevimli bir sey'in husulüne kalbin taallukudur. Bu kelime ye'sin zıddıdır. Recânın üç derecesi vardır
a) Güzel bir şeyi işleyip kabulünü ummak,
b) Bir günâhtan tevbe edip kabulünü ümid etmek,
c) Günahta devam etmekle beraber yarlığanmasını reca etmektir.
Bu sonuncuya recâ-i kâzib adı verilmektedir. Tasavvuf yolunun sâliki, hafv ve reca arasında bir yaşayış tara takib etmelidir. Süleyman-ı Dârânî Hazretleri demiştir ki : «Kulun havf ile recâ arasında bulunması gerekirse de, kalbinin dâima korku ile çarpması daha muvafıktır».
(23) Ruh : Canlılarda ve bu cinsin en kâmili bulunan insanda hayat maddesi olan ulvî unsurdur Ateşin kömüre; suyun yeşil bir filize sereyânı gibi bedenin her tarafına sâridir. Sofiyyûn, ruhu .Müdrik ve âlim olarak insanda mevcut bir lâtifedir ki ruh-ı hayvaniye râkibtir» diye tavzih etmişlerdir.
Bu manâdaki ruh, âlem-i emirden inmiş olup akıllar onun künhünü anlamaktan âcizdir.
(24) Fena : Yok olmak ve yokluk manâsına olup, tasavvuf ıstılahında eşyanın nazardan silinmesi manasınadır.
(25) Sûre-i Hicr, 99.
(26) İlmü'l - yakin, fikir ve nazardan meydana gelen ilme denilir. Aynu'l - yakin, açıkta hâsıl olan bilgiye isim olmuştur. Hakku'l - yakin, bu ikisinin birleşmesinden doğan bilgiye denilmektedir.
.
Namazı Terk Etmenin Manası
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Zikirle ve huzuruna durmak suretiyle, Allah'a yönelmeyi terk etmektir. Bu husustaki esas, kâmil surette bir uyanıklıktır. Bir şahıs, gaflete düştüğü vakit hayat damarı kopar ve —bu sebeble— namazı geçirir. Bu, zikirde gafil olan zümreye nisbet olunmuştur.
Salât-ı dâimede olanlara gelince, ölüm onların zahiri varlıklarına arız olur. Yoksa iç âlemine gelmez. Bu kimseler, ölümle bir haneden diğer bir eve nakü yaparlar. Eserlerde bahsi geçen ve akla gelen de budur.
Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyuruyor ki: كَمْ مِنْ قاَئِمٍ حَظُّهُ مِنْ صَلاَتِهِ اَلتَّعْبُ وَالنَّصَبُ
«Namaz için ne kadar ayakta duran vardır ki namazdan nasibi zahmet ve yorgunluktur.» (27)
Bu hadîs-i şerif de ancak gafil kimse kasd olunmuştur.
Yine bir hadîs-i şerifte buyrulmaktadır ki :
لَيْسَ لِلْعَبْدِ مِنْ صَلاَتِهِ اَلاَّ مَا عَقَلَ مِنْهَا
«Kulun namazdan (kazandığı ecir) ancak aklı ererek kıldığıdır.» (28)
Namaz kılana yaraşan, bilginin söze ve işe yaklaşması (bildiği ile âmil olması) dır. Huşu, huzur ve namazın hayatı ancak bu şekilde hasıl olur.
(27) İhyâu Ulumi'd - Dîn, c. h s. 116.
(28) îhyâu Ulumi'd-Dîn, c I. s- U8-
.
Niyetin Devamı
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Abdestin evvelinden itibaren, namaz için olan niyyetinin devamı, abdestin bâtınî mânâ-larmdandır. Zira niyyet, her türlü işte asıldır. Bu hususta
Peygamber (s.a.v.)'in hadîs-i şerifi de bulunmaktadır : اِنَّمَاالْاَعْمَالُ بِالنِّيَاتِ
«Ameller (in sıhhati) ancak niyyetlere göredir...» (29)
(29) Buhârî ve Müslim.
.
Abdeste Elleri Yıkamak
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Abdestde elleri temizlemekte, ruhu günâhla kirlenmekten ve kalbi kötü sıfatlara bulaşmaktan temiz tutmanın lüzumuna işaret vardır.
Yüzü yıkamakta, himmet yüzünü dünya sevgisi zulmetinin kirinden temiz tutmaya işaret bulunmaktadır. Zira abdest, hakiykatde, müstakil bir ibadetdir. Kul, onunla Allah Teâlâ'nın gayrisin (e köle olmak) dan ayrılır, Azîz ve Gaffar (yarlığaması çok olan) ME-LÎK'in huzuruna girmeye hazırlanmış olur
.
Setr-i Avretteki İnce Mana
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Setr-i avretin mânâsı, vücudunun çirkinliklerini halkın gözünden örtmektir.
Hiç şüphesiz vücudun zahiri, halkın baktığı bir mahaldir. Azîz ve Celîl olan Rabbinden başkasının muttali olamadığı gizli hallerini açığa çıkmasında hâlin nice olur? Bunu düşün ve o rüsvaylıkların kalbinde yok edilmesini hazırla ve bunların örtülmesini de nefsinden iste.
Şu muhakkaktır : Allah'ın basar-i ilâhisinden (kusurları) gizleyebilecek hiçbir şey yoktur. Bu hususları ancak nedamet, hâyâ, (Allah'tan) korkmak ve ağlamak örter. Bunlarla nefsini zelil eder ve Halikının rızasını, kalbleri temizlemesi ve bezemesi bakımından, ibadetlerin en şereflisi ile ister, kalbini utanç altında gizliyerek Yüce Allah'ın huzurunda durursun.
.
İstikbal-i Kıble
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Yüzünü kıbleye dönmeye gelince, yüzünün zahirini diğer cihetlerden çevirip Yüce Allah'ın Beyti istikametine döndürmektir. Senden istenen, kalbi diğer işlerden ayırıp Allah'ın emri istikametine çevirmek değilmiş gibi bir zanna kapılmaktasın). Heyhat! Senden bunun gayrisi bir şey istenilmiş değildir.
O halde, kalbinin yüzü vücudunun yüzü ile birlikte (ibadete yönelmiş) olsun. (Şu ciheti iyi) bil : Yüz, diğer yönlerden çevirilmedikçe Beyt-i Şerife dönmüş olamıyacağı gibi, kalb (masiva)dan boşalmadıkça Allah (Azze ve Celle)'ye dönmüş olmaz. Azîz ve Celîl Allah'ın huzurunda bulunduğunu hiç unutma. Allah Teâlâ senin durumuna muttalidir. Bak artık (iyi düşün), kim, nasıl ve ne ile kurtulur?
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur .
اِذاَ قَامَ الْعَبْدُ اِلَى صَلاَ تِهِ فَكَانَ هَواَهُ وَوَجْهُهُ وَقَلْبُهُ اِلىَ الّلهِ تَعَلىَ عَزَّ وَجَلَّ اِنْصَرَفَ كَيَوْمِ وَلدَتْهُ اُمُّهُ
Mânâsı :
«Kul; namazını kumaya kalkınca nefsi, yüzü ve kalbi ile birlikte Azîz Ve Celîl olan Allah'a yönelirse anasından doğduğu gündeki gibi (temiz olarak namazdan) ayrılır.» (30)
(30) İhyâu Ulumi'd - Dîn. c. I. s. 121.
Tekbirin Beyanı
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Namaz kılan, iftitah tekbirini alınca îblis on (a zarar yapmak) dan perdelenir. O kimse, Kerîm olan Allah'ın zâtına yönelir. Onun kalbinde olana (yanındaki) melek muttali olur. Kalbinde Allah'tan gayri bir şey bulunmadığı zaman, melek (şöyle) der : «Sen dilinle söylediğin gibi kalbinle de Allah'ı tasdik ettin.»
O kimsenin kalbinde parlayan nur, Arş'ın saltanatına kadar ulaşır. Bu nur ile kendisine göklerin ve yerlerin melekûtu (31) açılır ve kendisine bu nur büyüklüğünde sevap yazılır.
(31) Melekût: Ervah ve nüfusa muhtaa olan gayb âlemi.
Kulub-i Safiye
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Kalıpların kemâli sebebiyle edebini kâmil kılan «kulûb-i safiye», semavî (yüceliğe nail) olur, iftitah tekbiri ile namaza girdiği gibi (yükselerek) semâya girer.
Peygamber (s.a.v.) اَلصَّلاَةُ مِعْراَجُ الْمُؤْمِنِينَ
«Namaz, mü'minlerin miracıdır» hadîs-i şerifinden murad (olunan mânâ da) budur.
Namazda miracın sırrı, kalblerin miracı olup, şahısların ve vücutların miracı değildir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır :
اِنَّ مِنْ خِيَارِ اُمَّتىِ قَوْماً يَضْحَاكوُنَ جَهْراً مِنْ سِعَةِ رَحْمَةِ اللّهِ وَيَبْكوُنَ سِراً مِنْ خَوْفِ عَذاَبِهِ اَبْداَنُهُمْ فِى الْاَرْضِ وَقُلوُبُهُمْ فِى السَّماَءِ اَرْواَحُهُمْ فِى الدُّنْياَ وَعُقُولُهُمْ فِى الْاَخِرَةِ يَتَمَشَّوْنَ بِالسّكِينَةِ وَيَتَقَرَّبُونَ اِلىَ اللهِ بِالْوَسِيلَةِ
Mânâsı :
«Ümmetimin hayırlılarından bâzı kimseler vardır ki —Allah'ın rahmetinin genişliğinden— arktan gülerse de azabının korkusundan dolayı, gizli gizli ağlarlar. Vücudlârı yerde, kalbleri de gök(ler)dedir. Ruhları dünyâda, akılları âhirettedir. (Yer yüzünde) sekine (31) ile yürürler, vesile (32) ile Allah'a yakın olurlar. (33)
Buradaki yakınlıktan maksat, manevî derece ve şeref olup mesafe ve mekân yakınlığı değildir. Allahü Teâlâ, gök yüzünü şeytanların tasarruf ve tasallutundan korumuştur. Kalb de semavî olduğundan, şeytan için ona tesire yol yoktur.
(31) «Sekîne = Kalbde bir nurdur. Kalb o nûr üe sükûnet bulur, mutmain olur.» Ruhu'l - Beyân, c. IX.
s. 12.
(32) Vesîle: «Vesile ulema-i hakikat ve tarikat şeyhleridir.» Ruhu'l - Beyân, c. II, s. 388.
(33) İhyâu'l - ulûm, c. I. s. 57.
Tekbirde Elleri Kaldırmak
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
îftitah tekbirinde elleri kaldırmakta, niyyet ve düşüncelerini dünya ve âhiret (heveslerin) den uzak tutmaya işaret vardır.
Tekbir; kulun, Cenâb-ı Hakkı —her şeyden büyük olması cihetiyle— kalbinde istek, sevgi ve izzetle tazim etmesidir.
Niyyetin iftitah tekbirine yakın olarak atamasında, istekte niyyetin doğruluğuna işaret vardır. Böyle olunca, niyyetin Cenâb-ı Hakkı tekbir ve tazim ettiğimiz zamana yakın olması uygun olur. (Namazda) Allah'tan başkasın(ı hatırlayarak) bir şey isteme. Dilinin söylediğini kalbin yalanlamasın. Azîz ve Celîl olan Alah'ın huzurunda bulunduğunu bil. Allah senin durumuna vâkıftır. Bu hâlinde (Kur'ân «knman ve) Allah'ı zikretmen, Azîz ve Celîl Allah'ın huzurunda sana suâl arz (edilip aba çekildiğin) sıradaki duruşun korkuşa olsun.
Sağ Eli Sol Elin Üzerine Koymaktaki Hikmete İşaret
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Sağ eli, sol elin üzerine ve her ikisini göbeğin alt kısmına koymakta kulun, Halikı huzurunda ikâme ettiği ibadetin çürüklüğüne ve kalbi Allah'tan başkasının sevgisinden korunmaya işaret vardır, Kur'ân okumaya başlamakta, Hakkın gayrisini talep etme şirkinden temiz olarak Hakk'a yönelmenin lüzumuna işaret vardır.
Fâtiha'nın vâcib oluşunda, okunmasında ve onsuz namazın caiz olmayışında; kulun, âlemlerin Rabbine hamd, sena ve şükür ile Rubûbiyet lütûfları rayihalarının kendine arzım istemesinin hakikatına işaret vardır.
Hidayeti istemeye gelince; o, ilâhî cezbelerdir ki kul, onunla (ilâhî lütûfların kendine) arzına; namazda, kalbinin Allah'a yönelerek, münâcât makamının cezbesine tutulmasına, Yüce Mevlânın gayrisinden ayrılıp, Allah kelâmını okumaktan tad almaya kabiliyet ve istidat kazanır.
Fatiha
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Fatiha, «Seb'ul - mesânî» ve Kur'ân-ı azîmdir. O'na seb'ul - mesânî, adı verildi. Çünkü bu sûre bir defa Mekke'de bir defa da Medine'de olmak üzere Resûl-i Ekrem'e iki defa inmiştir. (34)
Resûlullah (s.a.v.) için Fatiha'yı her okuyuşunda —uzun zaman geçmekle beraber— başka bir mânâ hâsıl olurdu. Bu, Fâtiha-i şerifimin mânâlarındaki sırlara işarettir.
Resûl-i Ekrem'de olduğu gibi, onun ümmetinden namaz kılan ehl-i hakikate de Fatihanın esrarından (hayret verici mânâlar) inkişaf eder. Ümmetlerine, her Fatiha okuyuşta onun feyz ve nûr denizinden inciler saçılır ve münâeât lezzetleri(ni duyar).
Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki : اِذاَ صَلَّيْتُ فَصَلِّ صَلاَةَ مُوَدِّعٍ
Mânâsı :
«Namaz kıldığın zaman, (hayata) veda eden kimsenin namazı gibi (ihlâslı elarak) kıl» (35)
Namaz kılan, kalbiyle Allah (in rızâsın) a seyr (36) etmekte olduğundan nefsinin (37) hevâsına, (38) dünyaya ve Allah'tan gayri her şeye veda eder.
Salât (kelimesi) lûgatta «duâ» (mânâsına) dır. Bu itibarla namaz kılan kimse, uzuvlarının tamamı ile Allah Teâlâ'ya duâ etmektedir. Sanki onun uzuvlarının tamamı dil olmuş, zahir ve bâtın (müşterek) olarak, duâ etmektedir. Zahir, tazarrûda bâtına iştirak eder. Bu (müşterek) hey'etlerde tevâzû gösteren ve muhtaç olarak isteyen bedenin tamamı ile duâ ettiğinde Mevlâsı kabul eder. Çünkü O, bunu va'd edip şöyle buyurmuştur : اُدْعُنىِ اَسْتَجِبْ لَكُمْ
Mânâsı :
«Bana duâ edin, size icabet (duanızı kabul) edeyim.» (39)
(İsteklerinde) doğru olan ve kime duâ ettiğini bilen kimse, Allah'a yakın nuru ile hacetini arz eder. Bu halde duâ edince perdeler yırtılır; duâ, Allah'ın huzuruna hacetinden geniş olarak durur.
Yüce Allah, Fâtiha'yı indirmek ve namaza tahsis etmek suretiyle (yapılan) bu münâcatı, sadece bu ümmete mahsus kılmıştır. Duâ, daha çabuk kabul olsun diye Fâtiha'da (hamdü) sena, duadan önce gelmiştir. Bu, duanın nasıl yapılacağının ve bir kitap yazmadaki usulün Allah tarafından kullarına bir talimidir.
(34) Fâtiha'nın Mekke'de nazil olduğuna dair rivayetler ekseriyettedir. Ancak Medine'de indiğini söyleyenler de vardır. Nasr b. Muhammed b. İbrahim, tefsirinde, bu sûrenin hem Medine'de hem de Mekke'de nazil olduğunu nakletmistir. (Kurtubî, 1/115)
35) İhyâu'l - ulûm, c. I, s. 124.
36) Seyr : İntisap edilen tarikatte, o yolun müessisinin vaz'ettiği usûl dairesinde yürümektir.
37) Nefs : Şehvet ve gadabin mebdei olan kuvvei nefsâniye; kulun ahlâk-ı merdûdesine verilen isimdir.
(38) Heva : Nefsin, tabiatının iktizasına meyi etmesi ve ulvî cihetten yüz çevirip süflî tarafa yönelmesidir.
(39) Sûre-i Mü'min, 60.
..
Tekbirde Ellerin Kaldırılması
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Bir kul, namaza başlamak için ellerini kaldırdığında iki elini her iki âlemden yıkamış ve bu âlemleri arkasına atmış olarak «Allahü Ekber» deyip Celîl olan Allah'ın huzuruna durmuş ve kendini hakir görmüş olur.
Allah'ın azameti yanında hiçbir şey (in değeri) yoktur. Azâz ve Celîl olan Allah buyuruyor ki :
إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ
Mânâsı :
«Şübhe yok ki Rabbinin katındakiler ona kulluk etmekten asla kibirlenmezler, onu tesbîh ve yalnız ona secde ederler.» (40)
Kelâm-ı ilâhîde mukarreb meleklerin ve sâlih kulların, Rableri katında bulunduğu ifade edilmektedir. Bu yakınlık, mesafe ve mekân itibariyle değil, şeref ve derece cihetiyledir.
Bunlar, emrolundukları şekilde, ihlâs ve huşu ile ibadetlerini yaparlar, Cenâb-ı Hakkı tesbîh ederler. Bu âyet-i kerîmede, diğer mükelleflere ilâhî bir ta'riz bulunmaktadır.
(40) Sûre-i A'râf, 206, (Dikkat: Bu âyet secde âyetidir.)
.
Kıyam Ruku Ve Secdede İncelik
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Kıyam, rükû ve secdede —ervah âleminden geldiği gibi— hem ervah âlemine ve hem de gayb meskenine dönüşe işaret vardır.
Okuyuş sırasında, hibe olunmuş (ruh) ile bu mukaddes mertebede bulunur ve Cenâb-ı Hak ile, (onun kelâmını okuyarak), konuşmuş ve mukaddes mahalden hitap etmiş olur. Bu münâcattan ve bu huzurdan manevî zevk alarak kıraet(i- Kur'ân)dan feyz (41) alır. Cesedinin tamamı, bu zevklere dalmış ve sarılmış, (Vücud) kalıbı (nı)n tamamı, dile gelmi olur. Bu nisbet —büyük ve geniş olmakla beraber— kemâlâta tâlîk ve bilhassa müşahed olunan Kabe'nin hakikatine nisbet edilmi olur.
Rükûa eğildiği vakit, huşûun sonuna varıda manevî yakınlığın fazlalığından, teşbihler okurken başka bir şerefle mümtaz olur. Şübhe siz, eriştiği bu nîmet üzerine, başını rükûdan kaldırırken, hamd eder ve rükû edenlerle birlikte Hak Teâlâ'nın huzurunda kırılmış (gönü ile) durur. Gayp alemindeki meleklere ve şühûd âleminde mevcud sâlih kullar (ın ulaştığ sırlar) a nail olabilmek için vücudunu bezleder.
.
Kavmeyi Eda Etmenin İnceliği
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Kıyamdan secdeye gitmek, tevazuda en yüce mertebeye ulaşmaktır. Hangi şey secde vaktinde hâsıl olan manevî zevkten daha açık olabilir? O kadar ki akü bu zevki anlamakta acze düşer.
Ancak, anlayan kimse için, namazın hülâsası; secde, huzûr-i ilâhîde halvet, huzur ve rızaya vuslattır. Allah Teâlâ'nın : وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ
Mânâsı :
«Secde et yaklaş» (42) kelâm-ı ilâhisi buna işaret etmektedir. Secde ve namazınla, üstünlük taslamadan, bu vazifene devam et ve secde ile Rabbine yaklaş. Bir hadîs-i şerifte şöyle varid olmuştur : اَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ فَاَكْثِرُوا مِنَ الدُّعَاءِ فِى السُّجُودِ
Mânâsı :
«Kulun Rabbişine en yakın olduğu hâl, secdede bulunduğu vakittir. Secdede duayı çok yapınız.» (43) Diğer bir hadîs-i nebevide de buyrulmaktadır ki اَلسَّاجِدُ يَسْجُدُ عَلىَ قَدَمِي اللّهِ
Manası
«Secde eden, Allah'ın iki kademi (celâl v cemâli) karşısında secde eder.»
Bu izahattan hâıl olan netice şudur : Secde eden, kendisini kâinatın tamamından aşağı indirip tevhîd ve ihlâs eşiğine düşürmüş de mektir. Azîz ve Celîl olan Allah, şöyle buyuırmaktadır :
ذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَ
Mânâsı :
Onlar, Allah'a onun dininde ihlâs (\ samimiyet) erbabı ve muvahhidler olarak ibı det etmelerinden başkasıyla emr olunmamışlardı.» (44)
Kul, ihlâs ile (ibadet yaparak) şeytan: şerrinden korunmuş olur. Bu hususta, şeyt nın durumundan bahsedilerek, şöyle buyrulmaktadır : لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَعِينَ اِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ صِينَالْمُخْلَ
Manası:
Onların hepsini, toptan, muhakkak ki azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.» (45)
Bir hadis-i Kudside de şöyle buyrulmaktadır. اَلْاِخْلاَصُ سِرٌّ مِنْ اَسْراَرِى اِسْتَوْدَعْتُهُ فىِ قَلْبٍ مِنْ اَحِبِّ عِباَدِى
îhlâs, benim sırlarımdan bir sırdır ki onu, kullarımdan en sevimlisinin kalbine korum. (46)
(Ey mü'min, şu hakikati iyi) bil : Secde, tevazûun son noktasıdır. Secde, ancak noksanı ıslâh mevkiinde meşru kılınmıştır. Küffara muhalefet ve Müslümanlara uymak için yapılan sehiv secdesi ile şeytana muhalefet için ifâ edilen tilâvet secdesi gibi...
Resûlullah (s.a.v.) tilâvet secdesinde şöyle duâ ederdi : سَجَدَ وَجْهىِ لِلذِى خَلَقَهُ وَصَوَّرَهُ فَاَحْسَنَ صُراَتَهُ وَشَقَّ بَصَرَهُ بِحَوْلِهِ وَقُوَّتِهِ فَتَباَرَكَ اللّهُ اَحْسَنُ الْخَلِقِينَ اَللّهُمَّ اكْتُبْ لىِ بِهاَ اَجْراً وَضَغْ عَنىِّ بِهَا وِزْراً وَاجْعَلْهاَ لى عِنْدَكَ ذُخْراً وَتَقَبَّلَهَا مِنىِّ كَماَ مِنىِّ تَقَبَّلْتَ مِنْ عَبْدِكَ داَوُدَ عَلَيْه السَّلاَمُ
Mânâsı :
«Yüzüm (ü) yaratan ve güzel olarak sûre veren, kudretiyle gözü (mü) açana secd< etdi(m). (Bu cümleyi —birkaç defa— tekrarlardı.)
«Suret yapanların en güzeli olan Allah'u şânı (bak) ne yücedir.» (47)
«Yâ Allah, benim için ilâhî katında ecir yaz. Bununla üzerimden (günah) yükünü indiriver. Bu secdeyi, nezdinde, bir azık kıl. Dâvûd aleyhisselâmdan kabul ettiğin gibi, bunu ben den kabul eyle.» (48)
Şu ciheti iyi bil : Âdem oğlunun namaz daki hallerinden şeytan üzerine secdeden dahi ağır gelen hiçbir şey yoktur. Zira şeytanu merdut olmasını intâc eden hata, secdeyi terk etmesidir. Hâl böyle olunca, secdenin çok yapılması ve uzatılması, şeytanı mahzun ve Rahmanı hoşnud eder.Kalb, «Namaz, mü'minin miracıdır» (49) hadîs-i şerifi gereğince, semavî (yücelmeye mâlik) değilse insan, kılmış olduğu namazında geytanın tecavüzünden korunmuş değildir. Secde hâli bundan müstesnadır. Namaz kılan, secdeye vardığında (onu gören) şeytan, isyanını hatırlar da mahzun olur. Kendi nefsi ile meşgul olarak senden uzaklaşır. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmaktadır :
اِذَا قَرَأَبْنُ اَدَمَ السَّجْدَةَ فَسَجَدَ اِعْتَزَلَ الشَّيْطَانُ يَبْكِى وَ يَقُولُ يَا وَيْلَتَا اُمِرَ ابْنُ اَدَمَ بالسُّجُدِ فَسَجَدَ فَلَهُ الْجَنَّةُ وَاُمِرْتُ باِلسُّجُودِ فَاَبَيْتُ فَلِىَ النّارُ
Mânâsı :
«Ademoğlu, secde âyetini okuyup da secdeye vardığında şeytan, ağlıyarak, uzaklaşır ve "Eyvahlar olsun! Âdemoğlu, secde ile emrolundu da secde etti. Ona Cennet (verileceğine ilâhî va'd) var. Ben ise secde ile emr olunmuş idim de dayatmış (ve secde yapmamışdım. Bana da Cehennem var" der.» (50)
Secdede kalbten geçen şeyler, ya Rahminîdir, yâ melekîdir, yahud nefsânîdir. Şeyta için (secdede) kalbe vesvese yapmaya yol yoktur.
Namaz kılan kimse, secdeden kalktığında şeytandan bu hâl kaybolur da üzüntüsü gider (ve ona vesvese ile) meşgul olmaya başla Şayet kıyamı huzur ve huşûa; kalbi de kıyamı kırâet, rükû ve secdelerde Arş cihetine dönük olur ise Allah Teâlâ'nın :
«Secde et yaklaş» (51) buyurduğu gibi tekbirlerde ve kırâette âhireti hatırlamakla meşgul olarak Allah Teâlâ'nın kendine nazar ettiği ve kalblerde dolaşanları bildiğini muraka edecek olursa bu takdirde ondan vesvese kesilir.
Bu mülâhaza, vesveseyi uzaklaştırmakta, kalb için bir tedavi olur.
Bundan sonra, (kul) o derece (Allah'ı) ta'zim eder ki, kalbinde Allah'tan daha büyük ve daha sevimli bir şey olmaz. Nefsinde (kendini) o kadar küçük tutar ki yoklukta, zerreden daha küçük olur.
Kur'ân okuyuşunda, kırâeti kalbine duyurur ve okuyuşunda sanki Allah'tan dinliyormuşcasına müşahede eder veya Allah'ın huzurunda tam bir haşyetle beraber okur. Namazdan (selâm verip) çıkınca, namazdaki kalb huzuru hâline (tekrar) dönerse sanki dâima namazda gibidir.
Namazın dışında mü'minin düşüncesi, nefsinin hevâsını kovup Allah Teâlâ'nın birliğini isbat etmek olmalıdır. Tevhîdden maksat da budur.
Tevhîdden daha faziletli hiçbir şey yoktur. Bu sebeble tevhîd, (Allah tarafından kula) yüklenilmiş vazifelerin ilki olmuştur. Tevhîd kabul edildikten sonra namaz, daha sonra oruç ile mükellef olur. Çünkü bunlarda (insan) tabiatım ıslâh yolu vardır.
Bunları takiben zekât ile mükellef olur. Zekâtta, cimrilikle hırsı gidermek ve nefsi ıslâh vardır. Daha sonra hac ile vazifelendirilir. Hacda bir cihetten (insan) tabiatın (in), malını harcamak cihetinden, faydalanması vardır.
Üç evvelkiler (Tevhîd, namaz ve oruç), öne alındı. Çünkü bunlar, zengin ve fakirin hepsine (emredilmiş) tir. Zekât ve hacca gelince, fakirler bu mükellefiyetten selâmette kalmışlardır.
Namaza devamda imamlık yapmak, namazı Hakka (yükselmekte) miraç kılman ve (cemaattaki üstün) derece ile yükselmeye devam ederek —âhirette müşahede edeceğin gibi— Hak Teâlâ'yı müşahede edesiye kadar yücelmeye devam etmendir.
(41) Feyz : Nefsi insaniye vâki olan manevî ilkâata, fey adı verilmektedir.
(42) Sûre-i.'Alâk, 19. (Dikkat: Bu âyet, secde âyetidir.
(43) Feyzü'l - kadîr, c. II, s. 68.
(44) Sûre-i Beyyine, 5.
(45) Sûre-i Hicr. 39 - 40.
(46) Risâle-i Kuşeyriye, 113.
(47) Sûre-i Mü'minûn, 14.
(48) Tesbit edilememiştir.
(49) Tesbit edilememiştir.
(50) Feyzü'l-kadîr, c. I, s. 415.
(51) Sûre-i 'Alâk, 19. (Dikkat: Bu âyet secde âyetidi
.
Namazın Dereceleri
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Namazın dereceleri; kıyam, rükû, secde ve teşehhüd olmak üzere dörttür. Derekelerine göre, illiyyîn'in yüceliklerinden ve Rabbü'l âlemin'in civarında esfel-i sâfilîne inersin. O, insan kalıbının yaratıldığı dört unsurdur. Bunlardan dört kısım doğmaktadır.Her kısmın bir hâli ve Hakk'ı müşahede etmekten sonra hicab (52) olan bir zulmeti vardır. Onlar :
a) Cemâdiyet. Bunun hâli, teşehhüddür.
b) Nebâtiyet. Bunun hâli secdedir.
c) Hayvâniyet. Bunun hâli rükû'dur.
d) İnsaniyet. Bunun hâli de kıyâm'dır.
Kıyam, insanlık vasıflarını perdeliyen şeylerden kurtulmayı sana işaret ile göstermektedir. Bu haldeki zulmetlerin en büyüğü» kibirdir. Bu sıfat, ateş unsurundan doğmaktadır. (53)
Rükû, hayvanlık sıfatlarından kurtulmakta sana yol gösterir. Hayvaniyet sıfatının en büyüğü şehvet olup, o da hevâ unsurundan doğmaktadır.
Sücûd, nebatî tabiatın perdelerinden kurtulmakta sana işaret verir. Bir şey'i kendi üzerine çekmek ve büyütmekte, nebatî tabiatın en büyüğü, hırstır. Bu, su unsurunun tabiatından doğmaktadır.
Teşehhüd, cemâdlara mahsus tabiat perdelerinden kurtuluşta sana yol gösterir. Cemâdî tabiatın en büyüğü, donukluk ye gaflettir. Bu hâl, toprak unsurundan doğmaktadır.
Teşehhüd, hey'etlerin mesafelerini aştıktan sonra, vuslat karargâhıdır. Şühûd makimi, semâ tabakaları gibi, derece derecedir.
(52) Hicab : Hakikat tecellilerini kabule mâni olan kevnî suretlerin kalbe tesir etmesidir.
(53) Ateş, yandığı zaman, alevler havaya baş kaldırır. Şeytan, ateşten yaratıldığı için Cenâb-ı Âdem'de tecellî eden kudret önünde ihtiramla baş eğmeyi red edip büyüklük taslamıştır. iklim-i vücuda ateş unsuru galebe ederse bu istilâdan insanda kibir hâsıl olur.
.
Tehiyyat
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Tehiyyât, insanlara Rablerinden bir selâmdır. Hakkiyle namaz kılan kimse, söyliyeceğini iyi düşünmeli ve edeble hitab etmelidir. Nasıl söyliyeceğeni bilerek Peygamber (s.a.v.)'e ve Allah'ın sâlih kullarına, gökte ve yerde Allah'ın kullarından bir ferd kalmamak üzere, ruhî nisbetle ve yaratılış hâli ile hepsine selâm verir.
Kâmil bir mü'min, teşehhüdde heybet (54)
ve celâl hâlinde olur. îsm-i ilâhiden (feyz) almaktan dolayı üns (55) ve cemâl hâlinde olur.
îsm-i ilâhîden tefeyyüzle kıldığı namazda, mükellef bulunduğu ibadette zatının muvazenesi olduğundan dolayı huzur ve murakabe hâlinde genişlik olur.
Bu dört sıfattan, geri kalan beşerî sıfatlar hâsıl olur. Bu dereke ve perdelerden kurtulduğun, bu yollardan Rabbü'l -âleminin civarına ve (manevî) yakınlığına döndüğün zaman Rabbine münâcat ederek ve onu müşahede ile namazı dosdoğru kılmış olursun. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki : اُعْبُدِ اللّهَ كَاَنَّكَ تَراَهُ
«Sanki sen onu görüyormuş gibi Rabbine ibadet et.» (56)
îmam, namaz kılarken, şeytanla muharebede safların önünde bulunur. Bu itibarla imamın, namaz kılanların huşûa en elverişlisi, ilim ve takva sahibi olması, adâbla ilgili vazifeleri yapması, zahir ve bâtın (kemâlâtını) toplaması gerekir.
Uyanık olarak namaz kılanlar, zahirleri derli toplu oldukça, bâtınları (57) da derli toplu olur; birbirine yardım ederek kuvvet kazanırlar. Bâzısından diğerine nurlar ve bereketler geçer. Arz küresinin her tarafında namaz kılan müslüman toplulukları, kendi aralarında birbirine kuvvet kazandırırlar. Kalb itibariyle, Islâmî yakınlık ve imân bağı ile yardımlaşırlar. Yüce Allah da melekleriyle imdat eder Allah Teâlâ (harbte) nişanlı nişanlı melekleri Resûl-i Ekrem'e imdada göndermişti. Mü'min-erin, şeytanlarla muharebede (ilâhî yardıma) duydukları ihtiyaç, ashabın kâfirlerle yaptı.:-lan harpte hissettikleri ihtiyaçtan şiddetlidir Zira şeytanla yapılan (cihad) cihad-ı ekberdir.
(54) Heybet: Bir kimsenin veya bir şey'in haddi zâtında celalli olmasından sakınıp korkmak; büyüklük, dehşet veya ululukla korku vermek manasınadır.
(55) Üns : Cemâlü'l - Celâl; kalbte cemâl-i ilâhiyi müşahede etmek.
(56) Feyzü'l - kadir, c. I, s. 551.
(57) Bâtın : İç âlem, gizli ve görünmeyen şey manâla rina gelmektedir. Lâm-i tarifli olarak el-Bâtın» de nildiğinde, esmâ-i hüsnâdan biri ifade edilmiş
.
Kemal Sıfatlar
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Kemal sıfatları; huşu (58), korku, huzur, verâ (59) ve takva (60)'dır. Her hatânın başı bulunan dünya sevgisi zulmetinin kirlerinden nefsini temizleyen (bu sıfatlara) mâlik olabilir.
Dünya sevgisini terk, her faziletin bağı ve her ibadetin başlangıcıdır. Her saadetin anahtarı da devamlı olarak çok mücahede etmektir. Hakkı hak, batılı bâtıl görüp şerefli veya düşük herkesi hak yolunda eşit tutma*; (kendisinin) iyi işleri(ni> başkasının) kötü fiillerini) gizlemektir.
Sehl b. Abdullah Tüsterî (61) şöyle demiştir :
«Bir kimsenin cesedindeki her bir kıl huşfr (a iştirak) etmedikçe huşu yapmış olamaz
Bu, övülmeye lâyık olan (en yüksek) huşû'dur. Ekseri kimseler, kalb temizliğinden e çekip zahird ki işlerinden dolayı korku çekerler. Çünkü âzâ ile yapılan şeyler kolay, kail amelleri ise oldukça zordur. Acı bir ilâcı, içmekte zorluk çeken kimsenin (onu bırakıp] vücudunun dışına merhem sürmesi, ağrısın arttırır. Merhemi artırdıkça hastalık da o nisbette artar.
Zahiren yaptığı işlerle yetinip kudsî ve manevî (yollarla) hakikat mücahedesini terkeden bir kulun durumu da buna benzemekte dir. Onun da kalbî hastalıkları kat kat arta çaktır.
(58) Huşu : Cenâb-ı Hakk'a boyun eğmek (Risale-i Ku-şeyriye).
(59) Verâ: İbrahim b. Edhem şöyle açıklamaktadır: Verâ, şüphe (veren) her şey'i ve malâyâni'yi terk etmektir. (Risale-i Kuşeyriye)
(60) Takva: Allatın emirlerine muhalefetten ve haramları irtikâp etmekten sakınmaktır.
(61) Sofiler zümresinin meşhurlarından olup lâkabı, Ebû
Muhammed'tir. H. 200 tarihinde Huzistan'ın Tüsteı şehrinde doğmuş Basra'da yaşamış ve 283 tarihindi vefat etmiştir. Mekke-i Mükerreme'de Zünnûn-i Mis rî ile konuşmuştur. Kendileri, verâ ve keramet sahibi bir zattır.
.
İbadete Devam Etmek
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Şunu (iyi) bil : Şeriat (62), dâima ibadetle emretmiştir. Hakiykat, (63) Tarikatın (64) neticesi (nde ulaşılacak yüce bir mertebe) dir. Tarikat, şeriatın mizanıdır ve ayn-ı hakikattir.
Tasavvuf (65) kapısını açtığın vakit, hakikatin sırları açığa çıkacaktır. Şeriatın her hükmü, hakikatle müeyyed bulunmaktadır. Hakiykat, şeriat ile mukayyet olmaz ise asla kabul olunmaz. Her hangi bir yol ki onun hakiykat (ile alâkas) ı yoktur; o hükümsüzdür.
Herbir tarikat ve hakiykat (iddiası taşıyan yol) ki şeriatle ilgisi yoktur; bâtıldır.
Şeriat, süt gibidir. Tarikat ondaki kaymak; hakiykat da kaymaktan çıkarılmış (tere) yağ gibidir. Süt olmadıkça diğerlerini elde etmek mümkün olamaz.
Şeriat, tarikat ve hakikat (lâfızların) dan murad; ibâdet, ubudiyet ve ubûdet (66) vazifelerini dosdoğru yapmaktır.
Şeriat, hak (yolu) dur. Hakiykat de o yolun hakiykatıdır. Şeriat, Şâri'i Hakîm'in emrini (îfaya) kıyam etmektir. Hakikat da, Allah'ın emrindeki inceliği gözüyle (görürcesine) müşahede etmektir. Bunları, Allah Teâlâ'nın :
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
kavl-i celîli toplamaktadır. Mânâsı :
«Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.» (67)
«Ancak sana ibadet ederiz» kavli, şeriatdır. «Ancak senden yardım dileriz» cümle-i mübârekesi hakiyyattir.
Bu dereceye iki yokuşu aşmadan ulaşılamaz. Onlar : Faydalı ilim ve hâlis ameldir.
«Ancak sana ibadet ederiz» cümlesinde; işin yapılması ve kazanılmasının kula isbatı, ibadetlerin Allah'a izafesi bulunmaktadır.
«Ancak senden yardım dileriz» cümlesinde ise, işi Allah Teâlâ'ya isbat vardır. (Her türlü yardım ve hattâ) ibadeti yapabilmek bile Allah'ın tevfikı ve yardımı iledir.
Birincisinde iş, Allah içindir ve sevabı gerektirir; bu, tefrik makamıdır. İkincisinde ise fiil, Allah (in yardımı) iledir; yakınlığı icab ettirir. Bu (Cemu'l-cem) (68), yâni yaratılmış olmadan Hakk'ı müşahede etmektir. Bu, «Fenâ»dan sonra «Bakâ» (69) dır.
«Ancak senden yardım dileriz» derecesinsine yedi yokuş çıkmadan ulaşılamaz.
Bunlardan birincisi, «Ancak sana ibadet ederiz» derecesine ulaşmakta (karşılaşılan) il yokuşu (faydalı ilim ve hâlis emel) i aşmaktadır.
İkincisi, şeriata muhalif hareketleri uzuvlarından uzaklaştırmaktaki engeli aşmaktır.
Üçüncüsü; nefsi, alıştığı âdî şeylerde kesmektir (70).
Dördüncüsü; kalbi, beşerî (arzular) uçurumundan kesmektir.
Beşincisi, tabiat (-ı bedeniyye)nin bulanık (ve karanlık) larından sırrı kesmektir.
Altıncısı; aklı, boş vehimlerden kesmektir.
Yedincisi; ruhu, Rabbül âleminden gayı şeylerden uzak tutmaktır.
Bu temsilî yokuşları aşmaya başladığında, ilk yokuştan sonra ilme dayanan ameller karşılığında (hâsıl olan) hâlis niyyetle müşerref olursun.
İkinci yokuş (aşıldığın)da senin kalbinde hikmet (71) çeşmeleri açığa çık (ip ağzından taşmaya başl)ar.
Üçüncü yokuşu aştıktan sonra dinî ilimlerin inceliklerine muttali olursun.
Dördüncü yokuşta (n sonra) meleklere mahsus münâcatın işaretleri gösterilir.
Beşinci yokuş (aşılmak)la sana sevgi müşahedelerinin kamerleri parlamaya başlar.
Yedinci yokuştan (aşıp) kudsî yakınlık bahçelerine inersin.
Burada üns (billâh) lütuflarmı müşahede ile kendini gayb edip huzur vaktinde, tehay-yürde; zuhur hâlinde, dehşette kalırsın. Bu nuru müşahede ile hiss(-i basar)mdan sen gayb olursun. Zâtın, (bu hâl içinde) fânî olur, sıfatın da (silinir) giderse fena bulan zâtın, onun başkası ile, sıfatların da onun sıfatları ile kaaim olur. Bu hâlde sana bir hü'at giydirilir. «Ancak benimle işitir ve sadece benimi görür» (72) sırrı tecelli eder.
Ancak O'nun zikriyle konuşur; sadece O'nun envârı ile bakarsın. Hareket edeceğindi ancak O'nun kudret vermesiyle; yapıştığın za man, O'nun iktidar vermesiyle kıpırdarsın, tu tarsm. Bu halde iken, kullar (a mahsus taba kalar)ın en yükseğinde olursun.
Fakat insanlar bir ırmakta imtihan olunurlar. Bu, cismânî tabiat pınarıdır. Kim ondan kanmak için hırsla ve ifrat (a vararak içerse, o kimse hakıykat ehlinden değildir. o tabiatının ehli ve Allah (a kulluk) dan meşgul eden şehvetin kuludur. Dünya metâmdan, ancak, zaruret mikdarı ile kanâat eden kimse müstesnadır. Bu kimse Allah'ın velîlerinden (ve marifet(73) ehlinden)dir. O da azın azıdır. Ehl-i dünyâ'nın adedi, sayılamayacak (kadar çok) tur. Allah Teâlâ bizi, kanâatle rızıklandırsın ve bizi ehl-i sünnet vel-cemâat (yolun) dan ayırmasın.
(Bir gün) ölecek olan kimseye kâfi miktardaki rızık, çoktur. Dünyâ, tuz gibidir. Fazla olursa susatır. Akıllı olan, dünyâ menfaatini toplamakta nefsine zahmet vermez. Şiir :
«Rızık taksim olunmuştur»
«Kötü zanna kapılmak fayda vermez»
Kendisinde fena (fillâh) ve baka (billâh) sırrı (74) tahakkuk eden kâmil bir mü'min, mümkinâtın kendisi tarafına yönelmesine açıktan şahid olur.
Bundan sonra, Kur'ân-ı Mecîd'in hakıykâtini murakabe gelir. Bu hakikat, Kur'ân'ın münşi'i bulunan, misli bulunmayan zât-i ilâhî deri feyzin vücudunu mülâhaza suretiylediı Bu makamda kelâm-ı ilâhînin esrarı zahir oluı Allah Teâlâ'nın kelâmından her bir hari Kâbe-i maksûde ulaştıran bir deniz; kırâe edenin dili, okuduğu sırada, Asâ-i Musa git olur da kalbinin tamamı Kur'ân-ı okuyan bi dil hâline gelir.
Kur'ân-ı Mecîd'in nurlarının inkişâfın alâmet, çok kere, arifin içine bir ağırlığın çöl mesidir. Allah Teâlâ'nın kavlinden (Kur'ân Kerîm'de) şöyle vahy olunmuştur :
اِنَا سَنُلقىِ عَلَيْك قَوْلاً ثَقِلاً
Mânâsı :
«Hakıykat biz sana ağır bir söz vahyedi yoruz» (75).
Bundan sonra, cidden büyük bir mertebe vardır. O da namazın hakıykati(ne ulaşmakdır. Burada murakabe, salâtın hakıykatını münşi'i bulunan, misilsiz zât-i ilâhîden kemâl vüs'atle gelen feyzi mülâhaza ile olur.Bu makamın genişliği ve yüceliğinden, hakıykat-i Kur'ân, namazın bir cüz'ü; hakıykat-i Kabe de diğer cüz'ü oldu diyoruz. (76)
Bu kudsî hakıykate ulaşan sâlik, (77) namaz kıldığı sırada bu fâni yurttan çıkar ve baki bir yurda girer. Kendisine, kâmil bir surette ve şübheye mahal olmaksızın, «Allah'a
sanki sen O'nu görüyormuşçasına ibâdet edersin» (78), hâdis-i şerîfindeki incelik açılır Peygamber efendimiz «Namaz, mü'minin mırâcıdır» hâdis-i şerifinde bu şerefli ibâdete ve yüce rütbeye işaret buyurmuştur. Kulun Rabbine (manen) en yakın olduğu zamanın, namazda bulunduğu vaktin olduğu haber verilmistir.
Namaz olmasa, maksudumuzun, yüzünde nikaab açılmazdı. Namaz olmasaydı, (rızâ ilâhiye) talip olan kimseye, sevimli matlubun (vuslatta) hangi şey yol gösterirdi?
Namaz, (ilâhî) yolda yürüyenlerin tad aldıkları, hastaların rahatladıkları bir ibâdettir.
بِلاَلُ يَا اَرِحْنَا
«Bizi râhatlandır yâ Bilâl (79) hâdîs-i şerifi, bu mânâya bir remzdi:r
وَجُعِلَتْ قُرَّةُ عَيْنىِ فىِ الصَّلاَة
(62) Şeriat: Allah tarafından vaz edilen ve Peygamber vasıtasiyle tebliğ olunan hükümleri hâvi ilâhî kanun;
. itikâd, ibadet ve muamelâta müteallik dinî hükümlerin hey'et-i mecmuasıdır. Şeriat» din manâsında da kullanılmaktadır.
(63) Hakiykat: Tasavvuf erbabınca dörde ayrılan mertebelerin üçüncüsü hakkında kullanılan bir tâbirdir. Bunlar; şeriat, tarikat, hakiykat ve marifet'tir.
(64) Tarikat: Allah yoluna sâlik olanların menzilleri aşması ve makamlara yükselmesine tahsis olunan bir seyr'dir.
(65) Tasavvuf : Ahlâkı ilâhî ile tahallûk etmeyi tâlim eden manevî yol.
(66) İbâdet, avam için tezellülün nihayeti ve Allah Teâlâ-ya kul olmanın zahirdeki faaliyetidir. İbadet, umurr mü'minlerin; ubudiyet, havassın; ubûdet, havassüi havass'ın yaptığı kulluk vazifelerine verilen isimdir. Asılları aynı fasılları ayrıdır. Hepsi ibadet fakat derece ve değerleri farklıdır. Ebû Ali ed-Dakkâk demiştir ki: İbadet, ilm-i yakîn sahibine; ubudiyet, aynü'l-yakîn erbabına; ubûdet, hakku'l-yakîn ashabına mahsustur. (Risale-i Kuşeyriye)
(67) Sûre-i Fatiha. 4.
(68) Cemu'l - cem' : Hak ile kâim olduğu halde, halkı müşahede etmektir.
(69) Baka : Devam ve karar manasınadır. Tasavvuftı mevhum varlıkları nazardan ve fikirden kaldırdıktan sonraki hâle verilen isimdir.
(70) Buradaki kesmek, çocuğu emzikten ayırmak git vaz geçirmek manasınadır.
(71) Eşyanın hakikatlerini; vasıflan, hâssaları ve hükümleri ile olduğu gibi bilmektir.
(72) كنت سمعه الذى يسمع به وبصره الذى يبصر به ... الخ
hadisi kudsisine telmih (işaret) vardır.
(73) Marifet: İnsanı gayriden ayırıp Allah'a döndüre: şeydir. Marifet, bir şey'i tefekkür ve eserini tedet bür ile bilmek manasınadır. Fakat ilimden daha hususidir. Bunun mukabili inkâr ve ilmin karşılığı cehildir. İlim, küllî vecih ile. ma'rifet, cüz'î vecih-le bilmektir. Bu itibarla Cenâb-ı Hakk'a Âlim denir fakat Arif denmez. Marifet, tasavvufta dört mertebenin sonuncusudur.
(74) Sır: İnsanın göğsünde vedla-i Rabbâniye ile
(76) Hakikat-i Kâ'be : Maneviyat erbabının kemâle ulaşmasından sonra, suluk iki kola ayrılır. Bu, mürşidin ihtiyarına göre olur. Biri «Hakayık-ı ilâhiye» tarafı, diğeri de «Hakayık-ı enbiyâ» tarafıdır. Ha-kâyık-ı ilâhî; hakiykat-i Kabe, hakiykat-i Kur'ân ve hakiykat-i salâfdan ibarettir. Hakiykat-ı enbiyâ: Hakiykat-i İbrâhimiyye, hakiykat-i Mûseviyye ve hakiykat-ı Muhammediyye'den ibarettir. Mürşid, hakikat-i Kabe'ye yöneldiği zaman, bu makamda Hak Teâlâ'nm büyüklüğünü müşahede eder ve bâtınını ilâhî heybet kaplar. Kur'ân-ı Mecîdin hakiykatine yöneldiği vakit, azamet perdeleri içinde bir takım sırlan sezer ve müşahede âleminde Kabe'nin hakikat ve keyfiyetini görür de buradan Kur'ân'in hakiykatine yücelir. Salâtın hakiykati dairesinde, Mürşid, kemâlât-ı ilâhîyi misâlsiz olarak ve bütün genişliğiyle müşahede eder.
(77) Sâlik : Târikatlerden birine müntesip olan ve hâl ile makama yürüyen kimsedir.
(78) Et-Tâc, c. I, s. 21.
(79) İhyâu’l – ulûm, c. I, s. 121.
(80) Râmuz, 273.
Son Söz
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
Rabbim olan Allah bana kâfidir. O, ne hoş Rab’dır. Bize Allah kâfi ve O, ne güzel vekildir. Îşimi Allah’a bıraktım. Hiç şüphesiz, Allah, kullarını(n yaptıklarını) görmektedir. (En sonunda) dönüş(ümüz) de O’nadır. Günahtan kaçmaya kudret ve ibâdet yapmaya kuvvet, ancak Yüce ve Büyük Allah (m yardımı) iledir.
•Ruhu’s-salât, aynü’l-hayât» adı verilen bu veciz risale, SİROZ (81) şehrinde tamamlandı. Yüce Allah, orayı ve diğer Müslüman beldelerini her türlü belâ ve âfetlerden korusun.
Bu risalenin bitişi, kendisinden sonra Peygamber bulunmayan Efendimizin, hicret tarihi ile, BİN ÜÇYÜZ DOKUZ senesi Recep ayının Regâib gecesine tesadüf etmiştir. Allah Teâlâ’dan «Vedûd ismi(nin tecellisi) ile onun faydasını çoğaltmasını (halk yanında) sevimli ve kıyamet gününe kadar makbul kılmasını diliyorum. Ey Mâbud(-i hakıykî), ey Samed (olan Allahım!) bizden (bu hizmeti) kabul ediver.
Evvel ve âhir, hamd Allah’a mahsustur. Allah Teâlâ, eyidimiz Muhammed (s.a.v.).e, zahir ve bâtın yoluyla, salât(-ü selâm) eyleye.
Bilecik : 30 Muharrem 1395
12 Şubat 1975 Çarşamba
(81) Siroz : Halen Yunanistan topraklarında kalmış bir beldenin adıdır. Şark tarafında Rumeli, garbında Kosova, cenubunda Selanik ve adalar denizi, şimalinde Bulgaristan'la çevrilir, ekseriyetle arazisi dağlık olan bir yerdir.
.
Bu eserin terceme ve tahşiyesinde faydalandığımız eserler
- Ayrıntılar
- Kategori: Ruhus-Salat
1-Tefsîr-i Kurtubî: Dâr-i kitâb-i Arabiyye Kahire,1967.
2-Hak Dinî Kur'ân Dili: Matbaa-i Ebüzziyâ 1935, istanbul.
3-Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm : Ahmed Said Matbaası, İstanbul, 1957.
4-Tuhtefü'l - Ahvezî : Matbaatü'l - Fecâletü'l - cedîde, Kahire. 1967.
5-Et-Tâc : Dâr-i İhyâ-i Kütüb-i Arabiyye (2. baskı).
6-Ramûzü'l - ehâdîs :Kışla-i Hümâyun Matbaası 1275. İstanbul.
7-ihyau Ulumi'd - Dîn : Meymeniye Matbaası, Mısır,1306.
8-Risâle-i Kuşeyriye : 1318, Mısır.
9-Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü :Millî Eğitim Basımevi. 1971, İstanbul.
10-Kamûs-i Okyanus :1305. İstanbul.
11-Kamûsü'l - âlâm : Mihran Matbaası, 1311. İstanbul
12-Nihâye âr-i İhyâ-i Kütüb-i Arabiyye, 1965, Kabire.
13-Feyzü'l - kadîr : Matbaa-i Mustafa Muhammed 1938, Mısır.
14-Neseî : Matbaatül - meymene, 1312. Mısır.
15-Câmiu'l - usûl fil - evliya.
xxxxx
6. Risale: Namaz ve Esrarı
- Ayrıntılar
- Kategori: İnce Risaleler
- Gösterim: 14495
Bütün ibâdetleri içine alan namaz, kulluk vazîfelerinin en üstün ve âlâsıdır.
Namaz, Avret mahallini örtme şartını yerine getirmek için mal harcamak lâzım geldiğinden Zekât'ı,
Kıbleye dönme şartı ile Hacc'ı,
Niyet şartı ile İhlâs'ı,
İftitah Tekbirini tâkiben yeme-içmenin yasak oluşu ile Oruc'u,
Namaz içinde şeytanın ve nefsin vesvesesini kalbden atmak için mücâdele lâzım geldiğinden Cihâd'ı,
Kıraat şartı ile Kur'an okumayı,
Namaz içindeki münâcât ve yalvarış sebebiyle Dua'yı,
Tahiyyat'ta Kelime-i Şehâdet'in okunması ile İman'ı içine almaktadır.
İhlâs ile iki rekât namaz kılan kimse, meleklerin ibâdetlerine ve diğer mâlî ve bedenî ibâdetlere verilen ecir ve mükâfâta nâil olur.
TAHÂRET:
Tahâret ederken helâ dış perde, elbiseler iç perde, daha yakını vücudu kaplayan cilt'dir ki, bütün bunların örttüğü de kalb'dir.
Geçmiş günâhlarına tevbe ve nedâmet edip, tekrar işlememeğe azmetmekle kalbini temizle! Çünkü Allah'ın nazargâhı orasıdır.
Abdestte ellerin yıkanmasında, rûhu günâh kirlerinden temizlemeye ve kalbi kötülüklerden temiz tutmanın lüzûmuna;
Yüzün yıkanmasında, himmet yüzünü (bütün gayretini) dünyâ sevgisi gibi, zulmet ve kirlerden temiz tutmağa işâret vardır. Zîra, abdest, aslında müstakil bir ibâdettir. Kul onunla Allah'tan gayri şeylere bağlanıp da esir olmaktan kurtulur; günâhları affeden Mevlâ'nın huzuruna girmeğe hazırlanır ve ona hak kazanır.
SETR-İ AVRET:
Ayıp yerlerini insanların gözlerinden gizlemektir. Bunlarla berâber, Rabb'inin göreceği gizli kusurları unutma! Korku, nedâmet, pişmanlık ve hayâ ile nefsi zelîl et! Kalbi hacâlet altına alıp, kaçan kölenin efendisi huzurunda suçlu, başı eğik, mahcup duruşu gibi dur!..
EZAN :
Ezan sesini işitince, kıyâmet günündeki dâvetin dehşetini düşün ve icâbet için zâhirî ve bâtınî hazırlık yap! Burada hazırlık yapan, kıyâmette şiddet görmez; orada kendisine mülâyim muâmele edilir.
Ezan sesine rağbet edene, kıyâmet günü kurtuluş sesi ulaşacak, kulakları hayırla çınlayacak, kendisi selâmet bulacak.
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz'in "Ezan ve namazla bizi ferâhlandır, Yâ Bilâl!" buyurması buna delildir.
Hadis-i Şerif: Kıyâmet günü üç kimse miskten tepe üzerinde oturur. Onlara korku ve hesap verme endişesi yoktur. Bunlar:
1- Kur'an'ı Aziz ve Celîl olan Allah rızası için okuyan ve kendisinden râzı bulunan bir kavme imamlık eden,
2- Allahü Teâlâ'nın rızâsı için mescidde, müezzinlik edip, insanları ibâdete çağıran,
3- Servet sâhibi olup da, o servet kendisini Allah'a kulluktan ve âhiret âleminden alıkoymayan kimselerdir."
"Allah'a davet edip, iyi amel işleyenlerden daha güzel sözlü kim olabilir?"(S.Fussılet 32) âyet-i celîlesinde müezzinlerin kastedildiği beyan edilmiştir.
Ezandan sonra okunan şu güzel duânın, mânâ ve kerâmeti, ilmihal ve fıkıh kitaplarında geniş şekilde beyan edilmiştir:
ٱَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ ٱلدَّعْوَةِ ٱلتَّآمَّةِ وَٱلصَّلاَةِ ٱلْقَآئِمَةِ اٰتِ
مُحَمَّدًا ٱلْوَسِيلَةَ وَٱلْفَضِيلَةَ وَٱبْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا
ٱلَّذِى وَعَدْتَهُ اِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ ٱلْمِيعَادَ
İSTİKBÂL-İ KIBLE:
Yönünü diğer taraflardan Kâbe'ye çevirmektir. Lâkin asıl istenen: Kalbini mâsivâ'dan (Allah'tan gayri her şeyden) ayırıp, Rabbi'ne bağlanmaktır.
Hadis-i Şerif: "Kul namaza kalktığı zaman nefsi, yüzü ve kalbi Allahü Teâlâ'ya dönmüşse, yeni doğmuş gibi günâhlarından ayrılmış olarak namazdan çıkar"
NAMAZ
Namazın Fazilet ve Ehemmiyeti:
Namaz, her gün beş vakitte İlâhî dâvetle mü'minlere verilen büyük ziyâfettir. Onda, niyaz, nihâyetsiz ruh safâsı ve mânevî haz vardır.
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
"Beni zikir için namaz kıl"[1] emr-i celîli îcabı, gafletten kurtulmağa sebep, ve Rab ile kul arasında kavuşma vâsıtası olan namaza, itâat ve huşû ile durmak çin Mevlâ:
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ
"Allah'a tam teslimiyetle namaza dur." (S. Bakara 238) buyuruyor.
Huzûr-u Bârî'de Cemâl sıfatının tecellîsiyle, füyüzâta nâil olmak için, kemâl-i zillet ve tevâzû üzere bulunmak lâzım ve vâciptir.
Namaz ibâdetinde, uyanık kalble, toplu halde bulunan kimseyi İlâhî tecellî ve füyüzât-ı Rabbânî kuşatır.
Cenâb-ı Hakk'ı lâyıkıyla zikir odur ki, dil, Kur'an okumakla meşgulken, kalb, korkulu halde hazır bulunur.
Hülâsa âyet-i celîlenin ifâde buyurduğu mânâ şudur: "Ey kulum! Her arzûna ulaşman için, huzurumda, tam mevcûdiyetinle hazır ol, münâcâta (kurtuluş dilemeğe) devam et" demektir.
Şu halde, namazın tam erkânıyla ve vaktinde edâsına devam etmek îcap eder ki, Allahü Teâlâ da, o kulunu İlâhî lütuflarına mazhar eylesin...
Âyet-i Celile:
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
"Sana vahyolunan Kur'an'ı oku ve namaza devam et! Muhakkak namaz kötülüklerden alıkor." (S.Ankebut 45)
Namaz kötülüğe, kötülük de namaza mânî olur. [2]
Hadis-i Şerif'te: "Namaz dinin direğidir." Buyu-rulmuştur.
Hadis-i Şerif: İbâdetlerin efdali namazdır. Namaz kılanlara saâdet kapıları açılır. Kılmayanlar aslâ gamdan kurtulmazlar."
Hadis-i Şerif: "Kul namaza başladığında ona Cennet kapıları açılır, onunla Allahü Teâlâ arasından perdeler kalkar ve hûriler onu karşılarlar."(Râmuz 104/3)
Hadis-i Şerif: "Namaz kılan kişi sultan huzurunda yalvaran gibidir. Namaza devamla, yakınlık ve hâcetin husûlü te'min edilir."(İhya M.İ.M. C.2 M.11)
FARZ NAMAZLARIN ÜSTÜNLÜĞÜ
Hadis-i Şerif: "Beş vakit namaz kılan, evinin önünde akan, tatlı ve gür bir ırmakta günde beş defa yıkanan gibidir. Bu kişide kir kalır mı? İşte suyun kiri giderdiği gibi, beş vakit namaz da kebâirden başka günâhları yok eder."
Hadis-i Şerif: "Namazı zâyî ettiği halde, Allah'a mülâkî olanın, diğer iyiliklerine Allahü Teâlâ îtibar etmez."
Hadis-i Şerif: "Temizliği tamamlayıp, beş vakit namazı vaktinde kılan kişiye o namaz kıyâmet gününde nûr ve delil olur. Namazı zâyî eden de, kötülüklerle haşrolunur."
Hadis-i Şerif: "Cennet'in anahtarı namazdır."
Hadis-i Şerif: "Tevhid'den sonra, namazdan daha sevimli bir ibâdeti Allahü Teâlâ kullarına farz kılmamıştır. Eğer namazdan ziyâde sevdiği bir ibâdet olsaydı, şüphesiz melekler onunla ibâdet ederlerdi. Halbuki, meleklerin bâzısı rükû, bazısı secde eder. Bâzısı kıyamda, kimisi de kâide de (oturmakta)dır."
Hadis-i Şerif: "Kıyâmet gününde kulun ilk bakılacak ameli, namazdır. Eğer namazı tam ise, diğer amelleri de berâber kabul olunur. Eğer namazı noksansa, diğer amelleri de itibar görmez."
Hadis-i Şerif: "Siz namazı beklemekte iken Allah'ın gökten bir kapı açarak sizin meclisinizi -sizinle öğünerek- meleklerine gösterdiğini bir bilseydiniz!" (Râmûz 357/10)
Bu ibadete kim bilir nasıl sarılırdınız? demektir.
Hadis-i Şerif: "Kabîlesine vedâ eden kimse gibi namaz kıl". Böyle edâ edilen namaza sevinmeli, gafletle kıldığına da nedâmet etmeli ve gayretten geri kalmamalı!...
İhya C.1:
Hadis-i Şerif: "Kul namaza durunca Allahü Teâlâ aradan perdeleri kaldırır da, zâtıyla, hidâyetiyle, nûruyla ona tecellî eder. İki yanından melekler göklere kadar saf bağlar; onunla namaz kılar ve duasına “Âmin” derler.
Onun üzerine göklerden İlâhî rahmet saçılır. Bir münâdî de "Bu zât kime münâcât edip, istediğini bilseydi, kat'iyyen başka tarafa alâka göstermezdi" diye nidâ eder...
Namaz kılanlara semâ kapıları açılır. Allahü Teâlâ (meleklerine karşı) namaz kılan kullarına itibar eder.
Kıyam, rükû, secde ve kaideyi bir araya getirip iki rek'at namaz kılana, herbirinde onbin melek bulunan on saf melek duâ ve hayranlık izhar ederler. Allahü Teâlâ da yüzbin melâikesine karşı o kuluna rağbet eder. Çünkü Cenâb-ı Bârî bu dört rüknü kırkbin meleğe taksim etmiş; bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükûda, bir kısmı secdede, bir kısmı da kavmede, hepsi kıyâmete kadar böyle devamlı ibâdet hâlindeler.
Ve Allahü Teâlâ meleklere lâyık gördüğü yakınlık, rütbe ve ibâdetle kuluna îtibar etmiş olur. Ve insan ibâdetle dâima terakkî eder. Meleklerse verilen rütbeden ileri gidemezler ve ibâdetten usanmazlar.
Namaz yüce derecelerin anahtarıdır. Zira, Âyet-i Celîle'de "Mü'minler saâdete erdiler, onlar namazda huşû ederler"(S. Mü’minûn 10 –11) buyurulmuşdur.
Allahü Teâlâ mü'minleri îmandan sonra namazlarındaki huşû ile senâ buyurdu. "Ve onlar namazlarına ehemmiyet verir, zamanında edâ ederler" diye senâ olundular. (M.İ.R. C.2 M. 87) Sonra, bu sıfatlara sâhip olanları Mevlâ lütuf ve keremiyle müjdeliyor. "İşte Firdevs cennetine vâris olan ancak onlar ve orada ebedî kalacaklar."[3] Bu bahtiyar kullar Rabbül'Âlemîn tarafından önce felâh ile sonra Firdevs cennetine vâris olmakla öğüldüler. Halbuki gafletle okunan Kur'ân, ve gafletle kılınan namaz, ve gâfilâne yapılan ibâdetler için, böyle bir müjde yoktur. Ancak:
- "Sizi Cehennem'e sevk eden nedir?" suâline,
- "Biz namaz kılanlardan değildik"(S. Müddessir 41-41) âyet-i celîlelerinde bildirilen haber vardır.
"Âlemleri yaratan Allahü Azîmüşşân büyük faydalar kazanman ve nice nimetlere ulaşman için sana namazı farz kılmıştır. Şüphesiz Rabbü'l-Âlemîn âlemlere muhtaç değildir. Fakat sen namazla elde edilecek nihâyetsiz faydaları ne ile elde edeceksin?"[4] Gayreti kurumuşlardan olma, aziz canına acı!..
NAMAZI VAKTİNDE
VE CEMAATLE KILMAK
Vaktinde kılınan namazda üç kerâmet vardır. Bunlar: Cemal-i İlâhî, rızâ-i ilâhî ve mağfiret-i ilâhîye mazhar olmaktır.
- "Vakti geçmeden namaza acele ediniz." hadis-i şerifine "Cemâl-i ilâhî, rıza-i ilâhî ve mağfiret-i ilâhî kapıları kapanmadan namazı kılınız." mânâsı da verilmiştir.
İnsanoğlu vâli çağırınca hemen gider de, Mevlâ çağırınca (ezan okununca) neden te'hir eder!?
Rasûlullah S.A.V. Efendimiz, namaz cemaatını terk edenleri tehditle: "Onlar içinde iken evleri yıkılsın! Çünkü onlar yağlı bir kemik veya iki ok alacağını bilse, o yatsı namazına gelirlerdi..." buyurdu. Ve cemâatı terk etmenin yangın âfetine sebep olduğu işâret olundu.
Hadis-i Şerif: "Yatsı namazını cemâatle kılan, gece yarısına kadar ibâdet etmiş, sabah namazını da cemâatle kılınca, geceyi tamâmen ibâdetle ihyâ etmiş gibidir."
Hadis-i Şerif: "Bir vakit namazı cemâatle kılan, gününü ibâdetle doldurmuş olur."[5]
Meymun bin Mihran Hz. "Cemâatle kılınan bir vakit namazın kıymeti, benim için Irak Valiliğinden daha sevimli." demiştir.
Hadis-i Şerif: "İlk tekbirde hazır olup, kırk gün cemâatle namaz kılan kişiye, Allahü Teâlâ, biri nifaktan, diğeri Cehennem'den kurtuluş olmak üzere, iki berât ihsan eder."
Rivâyet olundu: "Ezanı işitip, abdest tâzeleyerek câmiye gidenlerin yüzleri kıyamet gününde parlak yıldız gibi nurlanır. Vakit gelmeden hazırlananlarınki ay gibi parlar. Ezanı mescitte dinleyenlerin yüzleri de, güneş gibi parlayacaktır..."
"Namazı cemâatle kılıp, Allah'tan hâcetini isteyene, hâceti mutlaka verilir." (M.İ.M. C.2 M.67)
Hadis-i Şerif'te: "Beş vakit namazı vaktinde cemâatle kılan, Sırat'ı şimşek gibi geçer ve Zümre-i Evvelîn'le (Nebîler ve velîlerle) haşrolur ve ona her gün bin şehidin ecri ihsan olunur." buyurulmuştur. (M.İ.M. C.2 M. 11)
MESCİT VE NAMAZGÂHLARIN
ÜSTÜNLÜĞÜ
Hadis-i Şerif: "Mescidlerle ülfet edeni, Allahü Teâlâ himâye eder."
Hadis-i Şerif: "Namaz kılıp, dünya kelâmı etmeden mescitte oturan kimse orada bulunduğu müddetçe, melekler ona istiğfar ederler. «Allahım! Sen onun şânını yücelt! Allahım! Sen ona rahmet et! Allahım! Sen şu kulunun günahlarını bağışla» diye duâ ederler."
Hadis-i Kudsî "Yer yüzünde benim beytlerim (evlerim), mescitlerdir. Ziyâretçilerim de onları ibâdetle îmar edenlerdir. Müjde o kimseye ki, evinde temizlendi, sonra benim evimde beni ziyâret etti. Ziyâretçiye ikrâm, ziyâret olunana borçtur."
Hadis-i Şerif: "Namazı mescitte kılana 25, cuma mescidinde kılana 500, Mescid-i Aksâ'da kılana 5000, benim mescidimde kılana 50.000, Kâbe'de kılana 100.000 vakit namaz ecri verilir. (M.İ.M. C: 2 M: 67)
İMAMLIK NAMAZIN RÜKÜNLERİ ve
SELÂMDAN SONRAKİ MESELELER
Hadis-i Şerif: "Üç kişinin namazı başlarından ileri geçmez (kabul olunmaz):
1- Efendisinden kaçan köle,
2- Kocası kendisinden râzı olmayan kadın,
3- Kendisini sevmeyen cemâate, namaz kıldıran imam..." (Tirmizî)
Aralarında daha iyi bilen varsa, öne geçmek mekruhtur. Ancak, o zât geçmezse, imam olunur. "Sen geç, ben geçmem" münâkaşası da yapılmaz; o da mekruhtur.
İmam cemâat önünde kefîldir. Dâimâ imamlık yapmayan insan meşgul olur ve açıktan okurken, sıkılıp da ihlâsı kaçırma duygusuyla, imam olmayabilir.
İmam veya müezzin olmak îcap ederse, imâmeti tercih etmek efdâldir.
Hadis-i Şerif: "İmamın eksiksiz kıldırdığı namaz, kendisinin ve cemâatın menfaatine, noksan kılarsa, yalnız kendi aleyhinedir."
Rasûlüllah S.A.V.'den sonra gelen Hulefâ-i Râşidîn R.A. müezzinlik değil, imamlık yaptılar.
Hadis-i Şerif: "İlk vakitte kılınan namaz, son vakitte kılınan namaza nisbetle âhiretin dünyaya olan üstünlüğü gibidir"... Bir mü'min için bu mânâyı müdrik olmak ne azîm devlettir...
Hadis-i Şerif: "Vaktin son cüz'ünde kılınan namaz, kazaya kalmış değil, fakat ilk vakitten kaybettiği kazanç, bütün varlığıyla dünyadan hayırlıdır."
Cemaat beklemek için vakti geciktirmek doğru değildir. İlk vaktin fazîletini kazanmak için, büyükler vakti kıl kadar geçirmediler.
Namazı vaktinde kılmak, namazda uzun sûre okumaktan hayırlıdır. Vaktinde kılınan namazda, Cemâl-i İlâhî, rızâ-i İlâhî ve mağfiret-i İlâhî vardır. Vakit gecikince yalnız mağfiret kalır.
Eshâb-ı Güzîn R.A. cemaat için iki kişi bulunca, üçüncüyü beklemedikleri gibi, cenâze için de dört kişi bulunca beşinciyi beklemezlerdi.
Tebük gazâsında, Peygamberimiz S.A.V. bir mâzeret sebebiyle sabah namazına geciktiği vakit, Eshâb-ı Güzîn, namazı kılmaya başladılar. Efendimiz ikinci rek'atta yetişti, birinciyi yalnız tamam etti. Bu hususta özür dilemeleri üzerine Efendimiz, "Güzel ettiniz, böyle yapmalısınız" buyurdu. (Buhârî-Müslim)
Hadis-i Şerif: "Müezzin, ezanla ikâmet arasında, yemek yiyen bitirecek, abdesti daralan yenileyecek kadar fasıla versin."
İmam, imâmete niyet etmese de, cemâat imama uyup kılarsa, cemâat sevâbını alırlar. Lâkin imam, imamlık ecrini alamaz.
Cemâatı kaçıran kişi, melekleri cemâat kabul ederek, imâmete niyet etmelidir.
NİYET:
Niyet, bir çok günâhın olduğu halde, münâcât için bütün imkânları sana verenin Allahü Teâlâ olduğunu bilerek, azabından korkup, mükâfât ümidiyle, O'nun Zât-ı Sübhâniye'sine yaklaşmak için, kâmil bir namaz kılmağa azmetmektir.
Namaza niyet kalben yapılmalı. Bu, kabûle sebebtir. Lisânen niyet, bid'at ve sebeb-i fesattır. (M.İ.R. C: 1 M: 186)
"NE SÖYLEDİĞİNİ BİLMEZ, SARHOŞ HALDE NAMAZA YAKLAŞMAYIN!" (S.Nisâ 43) âyet-i celîlesinde "Dünya sevgi ve meşgalesiyle sarhoş olduğunuz halde, namaza yaklaşmayın" mânâsı da verilmiştir.
Hadis-i Şerif: "Gönlünden dünyalık bir şey geçmeden, iki rek'at namaz kılan kimsenin geçmiş günâhları affolunur."
Hadis-i Şerif: "Namaz kılarken nefsine, hevâsına ve ömrüne vedâ eden, Mevlâ'sına dönen gibi kıl."
Hadis-i Şerif: "Sahibini fenâlıktan menetmeyen namaz, onu Allah'tan uzaklaştırmaktan başka bir şeye yaramaz."
Bekir bin Abdullah Hz. "Ey Âdemoğlu! Mevlâ'nın huzûruna izinsiz girip, tercümansız konuşmak istersen; güzel abdest alır, namaz kılacağın yere gidersin. İzinsiz ve tercümansız huzur ve nîmet hazırdır." buyurdu.
Hz. Âişe R.A. Vâlidemiz: "Peygamber Efendimiz bizlerle konuşur, güler, sohbet ederken namaz vakti gelince, ilâhî haşyetin istîlâsı ile sanki o bizi, biz onu bilmez hâle gelirdik" buyurdular...
Rasûlüllah Efendimiz, namazda sakalıyla oynayan biri için: "Eğer bu kimsenin kalbinde huşû (korku) olaydı âzâlarında da olurdu" buyurdular.
Abdullah ibni Abbas R.A.: "Mânâsını düşünerek mukaddes huzurda bulunduğunu bilip, haşyetle kılınan iki rek'at namaz, gâfil kalble akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan hayırlıdır." buyurdu.
Namaza başlarken "Yâ Rabbî! Kabûlüne sebeb kıl. Sana lâyık ibâdet etmeyi nasib eyle." niyetiyle üç defa, selâmdan sonra da aczini itiraf kasdıyla 3 defa:
"Estaúfirullâhe'l azîm ellezî lâ ilâhe illâ hûvel hayyül kayyûmü ve etûbü ileyh" derse bütün günahları affolunur. (Râmûz 403/1)
NAMAZA RUH VEREN BÂTINÎ MÂNÂLAR VE BÂZI BEYANLAR
Bu hususta çok şey bildirilmiş; lâkin, hepsini altı cümlede toplamak mümkündür:
1- Huzur-u Kalb: Yalnız okuduğunu düşünmek, kalbe başka şey koymamak,
2- Tefehhüm: Okuduğunu anlamak,
3- Tâzim: Anladığına saygı göstermek,
4- Heybet: Saygı ile korkmak,
5- Recâ: Ümitli olmak, kusurlarından dolayı korkmakla berâber, namazının kabûlünü ümit edip, mükâfat beklemek,
6- Hayâ: Utanmak, kusurlarını kabul etmektir.
Namazı uyanık kalble kılmanın çâresi, arzu ettiği İlâhî rıza ve âhiret saâdetinin namazla elde edileceğini bilip, tam gayretle onu edâya çalışmaktır. Bu inanış ilimle birleşince Allah sevgisiyle huzur-u kalb ve yakîn (Şeksiz inanış) hâsıl olur; şübhe ve düşünceler dağılır.
Sahâbe-i Güzîn'den bâzıları "İnsanlar kıyâmet günü namazlarında gösterdikleri huşû ve aldıkları zevk nisbetinde haşrolunur." buyurmuşlar..
İnsan, yaşadığı gibi ölür; öldüğü gibi dirilir. Namaz kılarken, kalıba, kıyâfete değil, kalbin hâline dikkat etmeli. Çünkü vücut kalbin ameline göre sûret alır. Âhirette kurtuluş, namazdaki kalb-i selîmledir.
KALB HUZURUNU TE'MİN EDENLER
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz, Sahâbe-i Kirâm'dan birinin hediye ettiği işlemeli elbise ile namaz kılarken, nakışların meşgul etmesinden hoşnut olmadı da sâde ve kaba bir elbise ile değiştirdi. Bu husus hatırda olmalı...
Kezâ, altın haram olmadan evvel, parmağında bulunan yüzüğü minberde iken çıkarıp attı ve "Bu beni meşgul etti" buyurdu. Bundan da ders almalı...
Hâdise: Medîne-i Münevvere eşrâfından, Zeyd bin Sehl Hz., bahçesinde namaz kılarken, bir kuşun ötüp oynaması onu meşgul etti. Kaç rek'at kıldığını şaşırdı. Bunu Rasûlüllah'a arz edip, "Bu bahçeyi tasadduk ediyorum; nereye isterseniz harcayınız Yâ Rasûlallah" dedi...
Hz. Osman R.A. zamanında büyüklerden bir zât, bahçesinde namaz kılarken, hurma salkımlarına gözü takılıp kaç rek'at kıldığını şaşırdı. Hz. Halîfe'ye hâli arz ederek "Bahçeyi tasadduk ettim; Allah yolunda harcayınız." deyip teslim etti. Hz. Halîfe de onu elli bin dirheme satmıştır. (İhya C: 1)
Düşünce hastalığı işte bu şekilde tedâvî edilir...
Arzuların çeşidi çok olmakla birlikte, hepsini bir noktada toplamak mümkündür: Bütün hatâ ve hastalıkların kaynağı dünya sevgisidir...
Âhirete yaramayan dünya işi, kimin kalbini meşgul ederse, o insan namazında lezzet bulamaz. Zira dünyalıktan zevk alan, Allah'a olan münâcâttan zevk duyamaz.
Bazı büyükler "İki rek'at olsun huzurla kılmak mümkün olmazsa, keşke namazımın yarısı veya üçte biri vesveseden sâlim olsaydı da iyi amelle kötüsünü birbirine karıştıranlardan olmasaydım" demişler.
Hülâsa: Dünya ve âhiret gayreti bir gönülde birleşince, bir bardağa susam yağı ile su koymak gibidir. Ne miktar su konulursa, o miktar yağ azalır. İkisi birden dolmaz; biri girince, diğeri çıkar...
* * *
MÜHİM BİR NOKTA:
Hadis-i Şerif: "Erkânıyla kılınan namaz, kılana duâ, erkânsız kılınan da beddûa eder." (Râmûz, 39/15 ve M.İ.R. C: 2 M: 69)
Tekbirlerde, "Allahü Teâlâ bizâtihî büyüktür" derken, kalbin, dilinle beraber olsun, onu yalanlamasın. Zira münâfıklar dille söylediklerini, kalbleriyle inkâr ederler.
Şu halde kalbi kontrol etmeli; Kâinat'ı yaratan Allah'a mı yönelmiş, yoksa dünya ile mi meşgul? bilmelidir.
Ve münâcât kapısını ilk açışta işe yalan karışmasın. Bilinsin ki kalbin Allah'a yönelmesi, mâsivâdan (Allah'tan gayri her şeyden) tamâmen ayrılmasıyla mümkündür.
TEKBİR
Namaz kılan iftitah tekbiri alınca vâkî olan envâr-ı ilâhî sebebiyle, İblis ona zarar vermekten perdelenir; o kimse Kerîm olan Allah'ın zâtına yönelir ve kalbinde olanı yanındaki melekler bilir.
Kalbinde Allah'tan başka bir şey bulunmadığı zaman, melek ona, "Sen dilinle zikrettiğin gibi, kalbinle de Allah'ı tasdik ettin" der. O kimsenin kalbinde parlayan nur, yüce Arş'a kadar ulaşır. Bu nurla kendisine göklerin ve yerlerin sırları açılır. Büyük nur ve sevap verilir.
Sünnet ve edeplere uyanların kalbleri, sâhip oldukları kemâl sebebiyle mânen yücelir de, iftitah tekbiriyle namaza girdiklerinde ruhları semâya yükselir, ve:
"Namaz, mü'minin mirâcıdır." hadis-i şerifinin sırrı zuhûr eder.
Namazda Mi'racdan murad, kalbî olup, vücut ve şahısla alâkalı değildir.
Hadis-i Şerif: "Ümmetimin hayırlılarından bâzı kimseler, Allah'ın geniş rahmetine güvenip, açıktan gülerler. Ve azâbından korkarak gizlice ağlarlar. Vücutları yerde, kalbleri göklerde, ruhları dünyada, akılları âhirettedir. Yeryüzünde sekînetle yürür, işleriyle Allah'a mânen yaklaşırlar."
Allahü Teâlâ gökleri şeytanların fesâdından koruduğu gibi, semâvî kalbler de şeytanın zararlarından korunmuştur.
TEKBİR'DE ELLERİ KALDIRMAK
Dünyâ ve âhiret düşünce ve heveslerini arkaya atmağa işarettir.
Tekbir: Büyüklüğünü müdrik olarak, istek ve sevgi ile kulun yüce Allah'a tâzim etmesidir.
Niyet ilk tekbire yakın olur. Araya bir şey konmaz. Bu da, istekte bir şeyin doğruluğuna işârettir.
Namazda Allah'tan başka şeylerden hâcet görme düşüncesini at ki, dilin söylediğini kalbin yalanlamasın. Aziz ve Celîl olan Allah'ın huzurunda bulunduğunu bil! Allah senin hâlini biliyor!
Kur'an okuman, Allah'ı hatırlaman (zikretmen) Aziz ve Celîl olan Allah'ın huzurunda sual sorulup hesap verdiğin günün korkusu gibi olsun.
Ve gösterişten sakın! Zirâ bunun azı da, çoğu da şirke dâhildir.
سُبْحَانَكَ
Tesbihinden sonra:
اَعُوذُ بِٱللهِ مِنَ ٱلشَّيْطَانِ ٱلرَّجِيمِ
"Kovulan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" dediğinde, secde ile emrolunduğu halde, yapmayıp da kovulan şeytanın senin kalbini meşgul etmesinden kurtulman için, Rahman'ın emirlerini tam edâ etmelisin. Aksi halde "Düşman şerrinden bu kaleye sığınırım" deyip de, sığınmayan kimseye benzersin.
Hevâ-i nefs peşinde gidenler, Allah'ın sığınağında değil, şeytanın çölünde kalırlar.
Cemaatle namaz kılarken İftitah Tekbiri ve Sübhâneke'den sonra Eûzü çekmeli ve Besmele'yi imama bırakmalı... Bu suretle insan vesveseden kurtulur.
NAMAZDA OKUNANLARIN MÂNÂ
VE ÎZÂHI:
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
Besmele okurken, Allah'ın kelâmını, Allah'ın adıyla okumaya niyet et! Mevcut olan her şeyin Allah'ın olduğunu bil ve bundan sonra, hamd ü senâyı O'na mahsus kılıp,
الْحَمْدُ لِلَّهِ
de! Çünkü şükür Allah'a mahsustur ve bütün nimetler O'nundur.
Nimeti başkasından bilip, ona teşekkür eden kimsenin îtikadı ve îtimâdı nisbetinde Besmele ve Hamd'inde noksanlık olur.
الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
de, Allah'ın rahmetinin hudutsuzluğunu düşün, ümidini artır! Sonra:
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Kıyâmetin mutlak sâhibini bil ve ondan kork! Sonra:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ
"Ancak sana ibâdet ve kulluk ederiz" demekle, ihlâsını tâzele!
وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
"Ancak senden yardım dileriz" diyerek, her hususta aczini beyanla muvaffak olduğun ibâdetleri ve her şeyi O'ndan bil.
Eûzü, Besmele ve Hamdele'nin mânâsını anladıktan ve ihtiyacını bildirip, O'nun yardımına muhtaç olduğunu ifâde ettikten sonra:
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
"Bizi doğru yola hidâyet eyle!" diyerek, mühim hâcetini, rızâ-i İlâhî'ye ulaştırmayı iste.
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
"Nimetler verdiğin iyi kulların, peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerin yoluna hidâyet et ve hidâyette dâim eyle!"
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
"Gadab-ı İlâhî'ye uğrayan kâfirlerin, sapıkların, yıldıza ve her çeşit putlara tapanların yoluna değil!.."
Sonra bu dileklerin kabulü için: اٰمِينَ "Allahım, kabul buyur" de...
Böyle okuyup edâ ettiğin namazda Hadis-i Kudsî'de bildirildiği gibi:
"Namazı kulumla aramda ikiye böldüm. Yarısı benim, yarısı onun.. Kulum için, istediği vardır." Kul:
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
dediğinde, Allahü Teâlâ "Kulum bana hamdetti ve beni senâ etti" buyurur.
سَمِعَ اللّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ
"Allahü Teâlâ kulunun hamdini işitti de, kabul etti.” demektir. Bu kullardan olma devleti sana yeter.
Okunan bütün sûre ve âyetleri böyle anlamalı ki minnet ve ihsandan gaflet etmemeli; mânâlardaki emir, nehîy, ümit ve korkulardaki hikmetleri ve diğer mev'ıza ve mevzûları düşünmelidir. Bunlar da insanların anlayışına göre değişir.
Namaz, gönüllerin anahtarıdır. Kelimelerin sırları orada çözülür. Kırâatta olduğu gibi, namazdaki zikir ve tesbihlerin hakkı da böyledir.
Hadis-i Şerif: "Şüphesiz namaz kılan, sağa sola bakınmadıkça ona Allahü Teâlâ'nın tecellîsi devâm eder." Başta bulunan âzâları, gözü, kulağı, dili koruduğun gibi, kalbini de namaz dışındaki düşüncelerden koru. Çünkü ayak, başa bağlıdır.
Hâsılı: Faydalı namaz kılmak için, içte ve dışta huşûnun bulunması şarttır.
Rebî bin Haysem Hz.: "Namazlarımda, okuduğumdan başka şey düşünmem" demiştir.
Ömer bin Abdullah Hz. : "Namazda hatırıma bir şey gelmesinden süngülenmek bana daha ehvendir" demiş...
Müslim bin Yâser Hz. Basra câmiinde namaz kılarken, yıkılan kubbeden haberi olmadı; "Geçmiş olsun" diyenlere; "Ne oldu?" dedi...
Urve bin Zübeyr Hz. namaza durdu, ayağı ameliyât edildi, hiç haberi olmadı...
Hz. Ali R.A., mübârek vücûduna saplanan oku "Namaza durayım da, öyle alın" buyurdu.
Büyükler: "Namaz âhiret işidir. Oraya giren, dünyâ ile alâkasını keser" dediler...
Ammar bin Yâser Hz., namazı erkânıyla, fakat acele kıldı. Sebebi sorulduğunda "Şeytanın vesvesesine uğramadan bitirdim" buyurdu. Çünkü, Hadis-i Şerif'te "Nice namaz kılanların ondan nasîbi, yarısı veya üçte biri veya dörtte, beşte, altıda biri veya onda biridir" buyurulmuştur.
Ammar R.A.: "Kişiye namazından ancak aklı başında iken kıldığı yazılır" buyurdu.
Aşere-i Mübeşşere'den Talha, Zübeyr ve bâzı Sahâbe-i Güzîn, namazı hafif acele kılarlardı. Sebebi sorulunca "Şeytanın vesvesesi ulaşmadan bitirmek için" derlerdi.
Hz. Ömer R.A. minberden:
- "Kul, Müslüman olduğu halde, Allah için kâmil bir namaz kılmadan saç ve sakalını ağartabilir" dedi.
- "Nasıl olur?" denildi.
- "Huzû ve huşûa riayet etmediğinden" buyurdu.
"Onlar ki, kıldığı namazdan habersiz, sehv ederler" (Sûre-i Mâûn 5) ayet-i celilesinin tefsirinde: "Bunlar kaç rek'at kıldığını bilmeyenlerdir" denilmiş...
Hasan-ı Basrî Hz. ise "Bunlar unutarak namaz vaktini geçirenlerdir" dedi.
Bazıları da "Vaktinde kıldığına sevinmeyip, vaktini geçirdiğine üzülmeyenlerdir" diye mânâ verdiler.
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz, namaz kılarken, bir âyet atlayarak okudu. Namaz bitince, Eshâb-ı Kiram'a "Ne okudum?" diye sordu. Übey bin Kâ'b Hz.'nden başka bilen olmadı. "Ne oluyor? Bir kavm, peygamberinin ardında namaz kılar da, onun ne okuduğunu bilmez. İsrâiloğulları da böyle yaptıklarından, Allahü Teâlâ, peygamberlerine vahyetti: "Ümmetine haber ver: Bedenlerinizle hazırlanır, dillerinizle okursunuz da, kalbiniz başka tarafta.. Bu yaptığınız bâtıldır" buyurdu."
Bu hadis-i şerife istinaden: "İmamın okuduğunu bilmek, namazın sıhhatine kâfî delildir" denilmiş..
Bâzıları da: "Kişi secde ile Allah'a yaklaştım sanır. Hâlbuki, kazandığı günah, bulunduğu şehir halkına taksim edilse, hepsini helâk eder. Buna sebep, kalıbı secdede iken, kalbi, nefsinin hevası peşinde, boş şeylerle meşgul olmasındandır", dediler.
Fatiha okurken, namazın ruhu olan "İyyâke na'büdü ve iyyâke nesteiyn" (Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.) diye ilticâ edip yalvarmanın mânâsı iyi düşünülmeli...
Burada Allahü Teâlâ ile kul arasında yetmiş bin perde kalkar, yalnız bir beşeriyet perdesi kalır.
SECDE:
Yer ve göklerin inceliklerini, rubûbiyet sırlarını keşfeden Allah dostları, mânevî mertebelere ancak namazda ve husûsiyle secdede yükselirler. Çünkü kulun Allahü Teâlâ'ya en yakın hâli secdedir.
Ayet-i celîlede "Secde et, yaklaş" buyurulmuştur. Bu yakınlık mânevî duygu ve keşifledir. Namazda yakınlık ise, kulun ihlâsı nisbetindedir.
RÜKÛ VE SECDEDE İCAB EDENLER
Rükû ve secde ederken, İlâhî afv dileyerek sünnet olan tekbirleri almalıdır. Her harekette niyet ve huşûu tâze tutmalı, kalbi yumuşatmalı, tesbihleri okumalı, Rabb'in rahmetini umarak azametini kalbe yerleştirmelidir. Rahmetini umarak:
سَمِعَ اللّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ
"Allah hamd edenin hamdini işitti de kabul etti" diye bilmeli,
رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ
“Ey Rabbimiz Hamd sana mahsus...” ilâve ederek rukûdan doğrulmalı. (Bu ilâve Şâfiî'ye göredir.)
Sonra, gaye-i tâzîmin sonu olan secdeye varıp, en şerefli âzâyı (alnı), en zelîl yere koymalıdır.
Huşû ve tevâzû için seccâde sermeden, yerde kılar, topraktan yaratılıp, toprağa gideceğini düşünerek,
سُبْحَانَ رَبَّىََ اْﻻَعْلىَ
der, feyz-i İlâhî'nin tevâzû sâhiplerine ihsan olunduğunu bilip, rahmet-i sübhânîden emin olursun.
Secde hâlinde ulaşılan mânevî zevkten daha açık ne olabilir. Öyle ki, akıl, bu zevki anlamaktan âcizdir.
Anlayan insan için, namazın özü, hülâsası ve rıza'ya sebep olan huzur-u İlâhî (secde)dir. Allahü Teâlâ:
"Secde et, yaklaş" Yâni "Secde ve namazınla yücelik taslamadan, bu vazifene devâm et; secde ile Rabbine yaklaş" buyurdu.
Hadis-i Şerif'te:
"Kulun Rabbine en yakın hâli, secde ettiği vakittir. Secdede duâyı çok yapınız!." buyuruluyor.
Hadis-i Şerif:
"Secde eden, Allah'ın iki kademine (yânî celâl ve cemâli karşısında) secde eder." Böyle buyurulması insanların anlaması içindir.
Hâsılı: Secde eden kendisini bütün varlıklardan aşağı, tam bir mahviyetle tevhid ve ihlâs eşiğine düşürmüş olur.
Şurası mâlum olsun ki, insanın namazdaki hallerinden şeytana, secdeden daha ağır geleni yoktur. Zîra onun merdût oluşuna secde etmemesi sebep olmuştu... Şu halde secdenin uzun yapılması şeytanı mahzun, Mevlâ'yı memnun eder.
"Namaz, mü'min'in mîracıdır" hadis-i şerifince, kalb, semâvî yücelişe mâlik değilse, insan namazda şeytanın musallat olmasından kurtulamaz. Bundan secde müstesnâ... Çünkü şeytan, namaz kılanı secdede görünce, isyanını hatırlar, mahzun olur, ondan uzaklaşır.
Hadis-i Şerif:
"Âdemoğlu secde âyeti okuduğunda secdde eder ve İblis: «Ademoğlu secde ile emrolundu, secde etti cennetle v'ad olundu. Ben de secde ile emrolundum. Secde etmedim, bana da cehennem var» diye ağlayarak firar eder."
Secdede kalbe gelenler şeytandan değil, ya Mevlâ'dan, ya melekten veya nefistendir.
Namaz kılan, secdeden kalkınca bu hâl şeytandan gider, üzüntüsü kalmaz, namaz kılana tekrar vesvese vermeğe başlar.
Şâyet, huzur ve huşû ile kılarsa, yânî kalbi kıyam, kırâat, rükû ve secdelerde uyanık olur, tekbir ve kırâatlarda âhireti hatırlar, Allahü Teâlâ'nın kendisine nâzır olup, kalbindekileri gördüğünü düşünürse, vesvese kesilir. Bu tarz düşünce, kalbi vesveseden kurtarmanın mühim ilâcıdır.
TAHIYYÂT
Tahıyyât, insanlara Rablerinden selâmdır.
Hakkıyla namaz kılan kişi, söyleyeceğini iyi düşünmeli ve edeble konuşmalı.. Yânî söyleyeceğini bilerek, Peygamber S.A.V.'e ve sâlih kullara, gökte ve yerde Allah'ın kullarından bir ferd kalmamak üzere rûhî irtibat ve alâka ile selâm vermelidir.
Kâmil mü'min teşehhütte heybet ve celâl hâlinde olur, bulunduğu makamın kudsiyetini düşünür, İsm-i İlâhî'den feyz alır, kalben Cemâl-i İlâhî'yi müşâhede eder.
Tahıyyât okurken kabule sebeb olan "Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü..." (Sana selâm olsun ey Nebiyyi Zişân) mânâsıyla Rasûlüllah'a selâm verdiğini düşünür. Burada aradan yedibin perde kalkar.
Namazdan çıkarken, selâmdan evvel tekbir getirmek menduptur.
NAMAZDAN SONRA:
Tesbih öncesi okunan ÂYETÜ'L KÜRSÎ'den sonra İHLÂS, FELAK ve NÂS sûrelerini okuyanları Cenâb-ı Hak iç ve dış hastalıklarından (nefsimizden ve dıştan gelecek hastalıklardan) ve belâlardan korur. İhmal etmek büyük gaflet olur. (Nimet-i İslâm-Farz namazlardan sonra vârid ezkâr bahsi S:243)
Selâm verip namazdan çıkınca, musallî kalb huzurunu muhafaza ederse, dâima namazda gibi olur. Namaz dışında mü'minin düşüncesi nefsinin hevesini kovup, Mevlâ'nın birliğini ispatla meşgul olmaktır. Tevhid'den maksat da budur.
NÂFİLE NAMAZLAR
Nâfile namazlara niyet ederken (kalben) "Allah rızası için" demek kâfîdir.
SECDE'NİN ÜSTÜNLÜĞÜ
Hadis-i Şerif: "Kul gizli secdelerden ziyâde hiç bir şeyle Allah'a yaklaşamaz." (Evde kılınan nâfile namazlara işârettir)
ESRÂR-I FATİHA
Hadis-i kudsîde, kul ile Allah arasında ikiye taksim buyurulduğu beyan olunan namazdan murat, Fatiha-i Şerife'dir.
Seyyid-ül Vücûd S.A.V.'den bildirilen diğer hadis-i kudsîde:
- "Kim benden istemek yerine, zikrimle meşgul olursa, ona, istediğinden daha âlâsını veririm."
Hz. İbrâhim Halîlullah, zikirle meşgul olurken:
- "O Rab ki beni yaratan, doğru yolu gösteren, bana yediren içiren, hastalandığımda şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olan, Cezâ Günü'nde hatâlarımı bağışlayacağını umduğum O'dur." "Rabbim bana bir hüküm (hikmet veya insanlar arasında hak ile hükmetmeyi) ihsan et ve beni sâlihlerden kıl!.." (S. Şuara 79...) demiştir.
Kezâ: Fâtihada senâ-i İlâhiyye ile başlanıp,
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ * الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ *
buyurduktan sonra: إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ kavliyle ubûdiyyet zikrolunmuş; sonra:
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ niyâz ve hidâyet dileği ile Fatiha-i Şerife nihâyet bulmuştur.
Allahü Teâlâ bu âyet-i celîle ile din yolunda hidâyet istemenin usûl ve üslûbunu tâlim buyurmuş. Ve mârifet istemenin, nimet istemekten hayırlı olduğuna delâleten اهْدِنَا "Bizi hidâyet et" kavliyle bitirmiş ارزقناالجنة "Bizi cennetle rızıklandır" buyurmamıştır.
* * *
SEVÂKIT-I FATİHA
(Fatiha-i Şerife'de Bulunmayan Harfler)
Bu sûre-i celîlede şu yedi harf yoktur:
ث - ج - خ - ز - ش - ظ - ف
Bu harflerin Fâtiha-i Şerife'de bulunmayışının hikmeti, bunların azâb âyetlerinde bulunmalarındandır. Şöyle ki:
1- ث harfi, ثبور Helâk'e delâlet eder.
ﻻ تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُوراً وَاحِداً وَادْعُوا ثُبُوراً كَثِيراً
- "Onlara denilir ki; bugün bir (kere) helâk olmayı çağırmayın, bir çok defâlar helâk olmayı çağırın." (S.Fürkan 14)
2- ج harfi جَهَنَّمْ Cehennem ismindendir.
Cenâb-ı Hak:
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ
Şüphesiz onların hepsine vaad olunan yer cehennemdir." (S.Hıcr 43)
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ
- "Yemin olsun biz cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır.(S. Âraf 179)" buyurur.
3- خ harfi خزى Hızy-Rüsvay'da bulunduğundan ıskat olundu.
يَوْمَ ﻻ يُخْزِي اللَّهُ النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ
- "O gün, Allahü Teâlâ, Peygamberini, ve iman edip onunla beraber olanları rüsvay etmeyecek." (S.Tahrim
إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالْسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ
- "Hakîkat rüsvaylık, zillet ve azap bugün, kâfirler üzerinedir." (S.Nahl 27)
4-5 ز - ش harfleri زفير - شهيق Zefîr ve Şehîk'ın ilk harfleridir.
طَعَامُ الْأَثِيمِ * إِنَّ شَجَرَةَ الزَّقُّومِ
- "Şüphesiz o Zakkum ağacı, günâha düşkün olanın yemeğidir." (S.Duhan 43-44)
فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُواْ فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ
- "Şakî olanlara gelince; onlar ateştedir, orada çok fecî nefes vermeleri vardır." (S.Hûd, 106)
ز harfi Zakkum'a, ش Şekâvet'e delâletlerinden dolayı ıskat edilmişlerdir.
6- ظ Cenâb-ı Zül-Kibriyâ:
انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ
ﻻ ظَلِيلٍ وَ ﻻ يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ
- "Haydi cehennemin üç kola ayrılmış duman gölgesine gidiniz! O ki gölgelendirici değildir, alevden korumaz." buyurmuştur. (S.Mürselât, 30-31)
ظ harfi tam cehennem olan لظى ya delâlet eder:
نَزَّاعَةً لِّلشَّوَى لَظَى
- "Fakat ne mümkün. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmış sırf alevdir." (S.Meâric 15)
Hikâye:
Sahâbe-i Güzîn'den bir zât, sar'aya tutulmuş birinin yanından geçerken, hâline acıyıp, kulağına bu sûre-i kerîmeyi okuyuverdi. Sar'alı derhal iyileşti. Hâdise, Rasûlüllah S.A.V.'e haber verildiğinde:
- "O, Kur'an'ın anası ve her derdin devâsıdır" buyurdu.
Huzeyfe-tübnil-Yemânî Hz., Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz'in:
- "Kötü amelleri sebebiyle azabı hak eden kavmin çocuklarından biri mektepte: الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ âyet-i celîlesini öğrenip okuduğu Allahü Teâlâ'ya mâlûm olduğunda, onlardan kırk yıl azabı kaldırdı." hadis-i şerifini rivâyet etmiştir.
Hz. Hüseyin R.A.: "Cenâb-ı Zülcelâl yüzdört kitap inzâl buyurdu. Yüz kitabın ulûm ve meârif'i, Tevrat, İncil, Zebûr ve Furkan'da; bu dördünün ulûmu, Kur'an sûrelerinde, onların cümle ulûmu da, Sûre-i Fâtiha'da cem olundu. Bu îtibarla Tefsîr-i Fatiha'yı bilen, inzâl olunan cümle kitapların tefsîrini bilir. Sûre-i Fatiha'yı okuyan; Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'an-ı Kerim'i okumuş gibidir." buyurdu.
7- ‘ف harfi فراق Ayrılığa delâlet eder. Allahü Teâlâ:
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ
"Kıyâmetin kopacağı gün, mü'minlerle kâfirler birbirinden ayrılırlar." (S.Rum 14)
تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ ﻻ
بِعَذَابٍ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَى
- "Yazıklar olsun size! Allah'a karşı yalan düzmeyin! Sonra Allahü Teâlâ, azab ile kökünüzü kurutur. Allah'a karşı yalan uyduran, muhakkak hüsrâna uğramıştır." (S. Tâhâ 61) buyurmuştur.
Cenâb-ı Hak, Cehennem hakında:
لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِّكُلِّ بَابٍ مِّنْهُمْ جُزْءٌ مَّقْسُومٌ
- "Azgınlara vaad olunan cehennemin yedi kapısı vardır. Her kapısının da onlara ayrılmış birer nasîbi vardır." buyurdu. (S.Hicr 44)
Hâsılı, bu sûre-i şerîfeyi okuyan, hakîkatlerini idrak ve delâletine iman edenin cehennemin yedi derekâtından emin olacağını göstermek için azaba delâlet eden âyetlerin evvellerinden yedi harf bu hikmetle çıkarılmıştır.
İnsan, tâatıyla yükseldikçe, görüşleri ve istîdâdı genişler de, gördüğü hayrın, Nâfî isminin ve gördüğü şerrin... Dâr isminin tecelliyâtı olduğunu idrakle, hakîkî te'sir edeni bir bilir ve bu yüce görüşü hâsıl eden kişi, Allah'tan gayri yönelecek cihet bulamaz. Bu makâma ulaşınca, şükür, hamd ve tâzimi ancak Cenâb-ı Hakk'a eder ve süflî âlemde tasarrufun ancak Cenâb-ı Hakk'a ait olduğunu bilir, fikren bir derece yükselir de, ulvî âlemlerin tasarrufu dahî Cenâb-ı Hakk'a ait olduğunu anlar ve الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ der.
Süflî ve ulvî âlemlerdeki güzel nizam ve kâmil intizama hayran kalarak, kâinatı yaratanın sonsuz rahmetini ikrarla: الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ der.
Bu görüşlerle dünyevî ve uhrevî işlerinin fazl-ı İlâhî ile yürüdüğünü anlar ve uhrevî işlerin nasıl olacağını düşünerek kalbine genişlik gelir. Zirâ onun için lisan ile takdis eylediği Fatiha'daki مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ile
الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ arasında fark yoktur.
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Din Günü'nün (Kıyâmet'in) sahibini tasdik ettiği, Allahü Teâlâ'nın rahmet eserini görüp مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ demiş olduğu idrâkiyle, dünya ve âhirette mühim işleri görecek Rabbül'-âlemîn'dir, diye tasdik eder de, Allah'tan gayriye alâka duymaz ve kalbinde Hak'tan gayri şey bulunmaz. O zaman bütün ihtiyaçları için:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ der. Ve şu mânâyı murat eder:
- "Yâ Rabbî! Ben bunca zaman senden gayri şeylerden de yardım almak gayretinde idim. Şimdi ibâdetimi hâssaten sana tahsis eyledim."
Bundan sonra: وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ "İlâhî! Önce ben bâzı sebeplerden yardım umardım. Şimdi ancak senden yardım diliyorum!"
Zevâle mahkûm, hayâlden ibâret olan mal ve canın elde edilmesi ve devamı için halk'a mürâcâttan, Halik'a mürâcaatın yüceliğini düşünerek:
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
"Bizi doğru yolda dâim kıl" niyâzında bulunur.
Dünya halkı; Hakk'a hizmet ederek Hak'tan inâyet bekleyen ve halka hizmetle halktan yardım bekleyen olmak üzere iki kısımdır. Sâdık kul, birinci fırkadan kılınmasını Cenab-ı Hak'tan dileyerek:
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
niyâzında bulunur. Zira ikinci fırka helâkten hâlî değildir.
يَا أَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِي
عَنكَ شَيْئاً
- " Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana faydası dokunmayan (put)lara niye tapıyorsun?.." (S. Meryem 42) kavl-i kerîmince, İbrâhim A.S. bu mânâyı ne güzel ifâde etmiştir.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Birinci mânâ:
"Yâ Rabbî! İbâdete başladım. Tamamlamak için senden yardım dilerim. Ölüm ve hastalığın mânî olmasından beni himâye buyur."
İkinci mânâ:
- "İlâhî! Sana, kulluk borcum olan ibâdetime, nefs-i emmârem muhalefet ediyor. Kalb huzuru için senden yardım diliyorum."
Hadis-i Şerif'te:
- "Mü'minin kalbi, Rahman olan Allah'ın iki kudret parmağı arasındadır." buyuruluyor. Kalb huzuru, ancak Rabb'in yardımı ile mümkündür.
Üçüncü mânâ:
- "Sadece Senin yardım ve inâyetini dileyerek, Hz. Halîl A.S.'a uyarım."
Nemrud, Hz. Halîl'in el ve ayaklarını bağlayarak ateşe atarken, Cibril-i Emîn yetişip, "Bir hâcetin var mı?" diye sual edince, Hz. İbrahim A.S., "Seninle bitecek hâcetim yok" buyurdu. Cibril A.S., "Öyle ise Allahü Teâlâ'dan dile" dedi. Halilullah A.S.:
- "İstemeğe hâcet yok; Rabb'im hâlimi biliyor ve O bana kâfîdir" diye teslim oldu. Burada, şu mânâlara işâret vardır:
- "Nemrud, Hz. Halil'in el ve ayaklarını bağlamıştı. Benim de ellerim bağlı, hareket edemiyorum; ayaklarım bağlı, yürüyemiyorum; gözlerim bağlı, göremiyorum; kulaklarım kapalı, işitemiyorum; dilim tutuk, söyleyemiyorum...
Hz. Halil'i Nemrud'un ateşi tehdit etti, bu aciz kulu ise cehennem ateşi tehdit ediyor. Hz. Halîl, yalnız senden yardım diledi, âciz kulun da başka yardımcı bilmem, ancak senden dilerim..."
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
- "Ancak, sana ibâdet eder, ancak senden yardım dilerim."
Bu münâcât üzerine hitab-ı İzzet gelir: "Kulum, sen eser-i pâk-i Halîl'e iktidâ ve bâzı ziyâde (ilâve) eyledin. Biz de sana ziyâde mükâfât ederiz. Zira Hz. Halil'e:
"Ey Ateş! Bizim için İbrâhim'e soğuk ve selâmet ol!.." emriyle Nemrud'un ateşi, soğuk ve selâmet oldu. Seni de ateşten kurtardık, Cennet'e koyduk ve ziyâde ederek, Kur'an'ın nûruyla ve Cenâb-ı Kibriyâ'nın Cemâli ile müşerref eyledik..."
يَا نَارُ كُونِي بَرْداً وَسَلَاماً عَلَى إِبْرَاهِيمَ
"Biz de: «Ey Ateş! İbrahim'e karşı serin ve selâmet ol!» (S.Enbiyâ 69) emri ile hüküm kıldık." Cehennem dahî sana:
- "Ey Mü'min! Çabuk geç! Zira nûrun ateşimi söndürüyor" dedi.
Dördüncü mânâ:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ Allah'a ibâdet ederek ulaştığı derece, insana ucub verir. Bu sebeple, hâsıl olan rütbenin kulun kuvvetiyle değil, Hakk'ın yardımıyla hâsıl olduğuna delil olarak إِيَّاكَ نَعْبُدُ kavline
وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ kavli karşılık olmuştur.
Beşinci mânâ:
وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ: "Senden başkasından yardım dilemem". Zira, senden başkası, yine senin lütfunla yardım eder. Bu itibarla, başka vâsıtaya yer vermeden sâdece senden yardım isteriz.
Şu halde ( إِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ) i zikirden murat; ucub ve kibri def'etmekten ibârettir. En iyisini Allahü Teâlâ bilir.
Fatiha-i Şerîfe yedi âyet olup, namazdaki husûsî haller de yedidir:
1- Kıyam
2- Rükû
3- Doğrulmak
4- İlk Secde
5- İntisab
6- İkinci Secde
7- Oturmak
Bu ameller şahsa benzetilirse, Fatiha, Ruh'tur. Ruhsuz cesette, hayat bulmadığı gibi, bu amellerde de Fatiha'sız hayat bulamaz. Ve:
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
De Kıyam’a karşılık (Bismillah)in (با ) sı Allah ismine bitiştiğinden yücelir.
Keza; besmele, işin evveli için olup, Fahr-i Âlem S.A.V. Efendimiz:
- "Besmelesiz başlanan hayırlı hiç bir iş, başarıya ulaşamaz." buyurdu.
Kur'an-ı Kerim'de:
- "Muhakkak tezkîye eden ve Rabbi'nin adını zikreden felâh buldu" (S.Â’lâ 14-15) buyuruldu.
Besmele, bidâyet için olduğu gibi, namaz için kalkmak da amellerin ibtidâsı içindir. Bu itibarla besmele ile, ayağa kalkmak arasında münâsebet vardır.
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Rükû karşılığında kul, Hamd makamında Cenab-ı Hak'tan ihsan olunan nîmetler sebebiyle Mevlâ'yı senâ etmektedir.
Hamd, nimetlere mazhar olmaya delâlet eder. Bu nimetler de kulun arkasını ağırlaştırarak, rükûa vesîle olur.
الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Doğrulmaya, bu da kıyama münâsiptir. Vaktâ ki namaz kılan Allah'a yalvardı, Rahmet-i Bârî'ye lâyık oldu, tekrar doğruldu (kaaim oldu).
Hadis-i Şerif:
- "Kul; «Allah hamd edenin hamdini işitti» dediği zaman, Allah ona rahmetiyle nazar eder."
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
İlk secdeye münâsip ve kemâl-i kahr, Celâl ve Kibriyâ'ya delâlet eder de, Allah'tan korkmayı mûcip olur.
Kula yakışan, maddeten ve mânen tâbî olmak, huşû ve korku üzere bulunmaktır ki, işte secde bunu ifâde eder...
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
İki secde arasında oturmaya lâyıktır. Zira,
إِيَّاكَ نَعْبُدُ İlk Secde'den haberdir. İkinci Secde, Allah'tan yardım istemektir.
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
Mühim şeyleri istemeğe mahsus olup, kemâl-i huzûra delâlet eden ikinci secde, kula lâyıktır.
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
- "Bizi doğru yolda dâim kıl. O doğru yol ki, gadab-ı ilâhîne uğrayan kâfirlerin, sapıkların yolu değildir."
Namaz kılan kemâl-i mahviyetle ibâdet edince, Cenab-ı Hak huzûr-u izzetinde oturmasını murad eder. Bu da büyük nimet olup, أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ kavl-i kerîmine münâsiptir.
Kezâ: Fahr-i Âlem S.A.V.'i, Cenab-ı Hak, Kaabe Kavseyn'e (Yay'ın iki ucu kadar olan yakınlığa) ref'etmekle nimetlere mazhar eyledi. Fahr-i Âlem Efendimiz ise:
- "Zâhirî, bâtınî her türlü kavlî, bedenî ve mâlî ibâdetlerim Allah'a mahsustur" dedi.
- "Namaz mü'minin mi'râcıdır." Namaz kılan, mî'râcında ikrama ulaşarak, huzur-u izzette oturur. Fahr-i Âlem'in Mi'râc'da okuduklarını (Tehıyyât'ı) okur. Kulun bu mi'râcı, Hz. Muhammed S.A.V.'den bir şûle, bir damladır.
- "Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, Allah'ın kendilerine nimetler ihsan ettiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdir." (S. Nisâ 69) kavl-i kerîmine muhatap olmağa liyâkat kesbeder.
Fatiha'nın yedi âyeti, âmâl-i seb'anın (yedi amelin) ruhu gibidir. Bu yedi amel de:
- "Biz insanı çamurdan (süzülmüş bir hülâsadan) yarattık" (S. Mü'minûn 12)
- "En güzel sûrette yaratan Allah'ın şânı, ne yücedir" (S. Mü'minûn 14), nazm-ı celîlince insanın yaratılışındaki yedi tavrın rûhu gibidir. Burada, cesetlerin ve ruhların mertebelerinin çokluğu görülür. Ruhları yaratan ve nûrun sahibi olan, Allahü Teâlâ'dır.
- "Şübhesiz en son gidiş Rabb'inedir" (S.Necm 42) ayet-i celîlesi bu mânâyı bildirir...
* * *
FATİHA-İ ŞERİFENİN ÂMENER-RASÛLÜ
İLE KARŞILIKLI MÂNÂLARI
Dâr-ı imtihan olan dünya âlemi, kederler diyarıdır. Ahiret ise, safâ âlemidir. Ahirete nisbetle dünya, cisme nisbetle gölge gibidir. Bu itibarla, dünyada ne varsa, ahirette onun aslı vardır. Şayet ahirette benzeri bulunmasa, dünya ve içindekiler hayal olurdu...
Keza; ahirette ne varsa, dünyada misâli mevcuttur. Eğer olmasa, âhiret meyvesiz ağaç, delilsiz hüküm gibi kalırdı.
Âlem-i Rûhâniyet; Âlem-i Envâr, Âlem-i Sürûr ve lezzet'tir. Dünya ve ahiretin noksan ve kemâlde muhtelif oldukları da malumdur. O cihetle âhiret, cümlenin eşref, âlâ, ekmel ve sevgilisi olmak icâp eder.
- "Bir Rasûl ki, yüce kudrete mâlik, Arş'ın sahibi olan Allahü Teâlâ nezdinde çok itibarlıdır. Ve kendisine itaat olunan bir emindir." (S.Tekvir 19,20)
Dünya âleminin eşref, âlâ, ekmel ve sevgilisi olmak üzere, Allahü Teâlâ mahlûkâtını, Habib-i Edîbi'yle itaat altına davet eder. Ve insan o âlem-i âlâda, bu âlemdeki itaatına göre muamele görür.
Mâdem Âlem-i Cismâniyet, Âlem-i Rûhaniyet'in gölgesi gibidir, şu halde bu ikisi arasında, yakınlık ve cins beraberliği lazım gelir. Âlem-i Ervah'daki asıldır; cisimler âlemindeki ise mazhardır (ona tâbîdir).
Masdar (asıl), Rasûl-ü Melekî; Mazhar, Rasûl-ü Beşerî'dir. Dünya ve ahirette saadet, Rasûlüllah'a itaatla tamam olur. Beşer'in Rasûlünde kemâlât, Allah'a davet vazifesinde görülüp, bu davet Âmenerrasûlü'de:
وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ ءَامَنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
- "Mü'minlerin tamamı Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve Resullerine inandılar." âyet-i celîlesiyle bildirilmiştir.
Böylece, beyan buyurulan yedi şey de tamam olur.
لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ
Ahkâm-ı rüsûl de bunlara dahildir. Şöylece dördü, mârifet-i rubûbiyyet (Rabbini bilmek)ten ibaret olan mârifet-i mebde ile (ilk inanç), yani, امَنْتُ باِللّهِ الخ imanla alakalıdır.
Kulluk irfanı da, bidâyet ve kemâl olmak üzere ikidir:
1- Bidâyet (Mebde - Başlangıç):
وَقَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا
Allah'a yönelmeyi murad edip, işitmek ve itaat etmektir.
2- Kemâl: Cenâb-ı Hakk'a tevekkül ve külliyyen ilticâ (sığınmak) iledir.
غُفْرَانَكَ رَبَّنَا
Beşerî amel ve taatten alakayı kesip, külliyyen Allah'a iltica, Allah'tan rahmet ve mağfiret istemektir.
Usûlün bilinmesiyle mârifet-i rubûbiyet ve şu iki aslın bilinmesiyle de mârifet-i ubûdiyyet tamam olur da, Allah'a yönelmekten başka çâre kalmaz.
وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ kavl-i kerîminden murat da budur.
Anlaşıldı ki, bidâyet mertebesi; ilk, orta ve son olmak üzere üçtür:
Birincisi, Bidâyet'i bilmek ki, dört şeyi bilmekle olur.
Bunlar:
a- Mârifetullah (Allah'ı bilmek);
b- Melekleri,
c- Kitapları,
d- Rasulleri tasdiktir.
İkincisi, Orta ahkâmı bilmek ki, şu üç emri bilmekle kemâl bulur:
a,b- سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا Bu ikisi, Cesedler Âlemi'nin nasîbidir.
c. غُفْرَانَكَ رَبَّنَا Bu da, Ruhlar Âlemi'nin nasîbidir.
Üçüncüsü, bir işle tamam olur ki, (وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ) kavl-i kerîmidir.
Mertebelerin evveli dört, ortası iki idi. Nihâyeti birde karar kıldı. İşte mârifette sabit olan şu yedi mertebeden duâ ve tazarrûda da, diğer yedi mertebe zuhûr etti ki, bu mertebelerden birincisi:
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا
- "Ey Rabbimiz! Unutmuş veya hatâ etmişsek, bizi sorguya çekme" kavlidir. Çünkü unutmanın zıddı zikir (hatırlamak)dır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً
- "Ey iman edenler, Allahü Teâlâ'yı çok zikrediniz" (S.Ahzâb 41) kavl-i kerîmi, bu mânâyı izah eder. Bu zikir, ancak:
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ kavl-i kerîmi ile hâsıl olur.
İkincisi:
رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا
- "Ey Rabbimiz! Bizden evvelki ümmetlere yüklediğin gibi, üstümüze ağır yük yükleme!" kavlidir ki, إِصْراً mihneti def'eder. Bu da hamd'i icap ettirir.
Hamd ve tâzim ise ancak:
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
kavliyle hâsıl olur.
Üçüncüsü:
رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ
- "Ey Rabb’imiz! Tâkat getiremeyeceğimizi bize taşıtma!" kavlidir.
Bu kavl-i kerîm, Cenab-ı Hakk'ın sonsuz rahmetine işarettir. Rahmet-i Bârî'nin sonsuzluğu da:
الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ kavlinden istifade etmektir.
Dördüncüsü: وَاعْفُ عَنَّا kavlidir ki,
يَوْمِ الدِّينِ "Kazâ ve hüküm sana mahsustur. Bizi affet." demektir. İşte مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ kavlinden murat budur.
Beşincisi: وَاغْفِرْ لَنَا kavlidir ki, "Biz dünyada sana ibadet eyledik. Her hacetimizi senden diledik" demektir.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ kavlinden murat budur.
Altıncısı: وَارْحَمْنَا kavlidir ki, "Biz,
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ niyazımızla senden hidayet istedik" demektir.
Yedincisi:
أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ kavlidir ki;
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ kavlinden murat budur.
İbrahim A.S.:
- "Yâ Rabbî, الْحَمْدُ لِلَّهِ diyen kimsenin mükâfâtı nedir?" niyazında bulundu.
- "( الْحَمْدُ لِلَّهِ) Şükr'ün hem fâtihâsı, hem hâtimesidir. (Hem evveli hem sonudur)" buyuruldu.
Cenâb-ı Hak, Fatiha'yı şükrün evveli olmak üzere Kelâm-ı Kadîm'ini onunla başlattığı gibi, şükrün sonu olduğundan, ehl-i Cennet kelâmına onunla hâtime çekti.
- "Duaların sonu «Hamdolsun Âlemlerin Rabbi olan Allah'a» demektir." (S.Yûnus 10)..
Menkûldür ki, Âdem A.S.'a ruh verildiğinde aksırdı. Akabinde الْحَمْدُ لِلَّهِ ile şükrünü edâ etti.
Aklın evvel kelâmı الْحَمْدُ لِلَّهِ olduğu gibi, Âdem A.S.'ın şükrü edâ etmesi de, bu kelime-i kudsiyye ile olmuştur.
Demek ki, mahlûkât'ın birinci mertebesi akıl, son mertebesi de Âdem A.S.'dır.
Cenâb-ı Hak, Kitab-ı Kerîm'ini
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ile başlattı.
NAMAZ MİRAC'DIR
Mirâc-ı Rûhânî
Namaz mü'minin (Rûhânî) mirâcıdır.
Fahr-ül Mürselîn S.A.V. Efendimiz, Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksâ'ya ve Mescid-i Aksâ'dan Melekler Âlemi'ne gitti. Bu yükselme, Zâhirî Âlemden, Gayb Âlemi'ne, oradan, Âlem-î Gayb-ül Gayb'e, yani Âlem-i Celâl-i Rubûbîyyet'edir. Yani görülen âlemden görülmeyen âleme gitmiştir. Gözle görülene "Âlem-i Şehâdet" denir.
Rûhun Cesedler Âlemi'nden, Ruhlar Âlemi'ne gitmesi, Âlem-i Şehâdet'ten, Âlem-i Gayb'a gitmesi demektir.
Ruhlar Âlemi'nin nihayeti yoktur. Ruhların son mertebesi, beşer ruhlarıdır. Beşer ruhları tedrîcen kemâl bulup, birinci kat semâda bulunan ruhlarla birleşir. Burada bir müddet kemâl bulup, sonra ikinci kat semâdaki ruhlara karışır. Böylece terakkî ede ede, sırasıyla Âlem-i Kürsî'ye kadar yükselir. Burada tekâmül ederek, Arş-ı Âlâ'yı tavaf eden meleklere karışır. Sonra Arş-ı A'zâm'ı taşıyan meleklerle birleşir. Bâdehû cisimlerle alâkalı olan ruhlardan külliyyen ayrılarak zikirleri Allah, gıdaları muhabbetullah, ünsiyetleri Allah'ı övmek, lezzetleri ibadet olan meleklerle beraber olurlar. Sonra beşer aklının ihâta edemeyeceği mukaddes derecelere terakkî ede ede Nûr-u Rubûbiyyet'e ve Sâha-i Celâl'e yükselir, ve:
اِنَّ لِلهِ سَبْعِينَ اَلْفَ حِجَاباً مِنَ النُورِ لَوْ كَشَفَهَا لاَحْرَقَتْ سُبُحَاتُ وَجْهِهِ كُلَّمَا اَدْرَكَهُ الْبَصَرُ
“Muhakkak HZ Allah için nurdan yetmişbin perde vardır. Eğer o perdeleri kaldıracak olsa nuri vechi basarının idrak ettiği herşeyi yakardı.” (İhya 1. cilt 255.) hadis-i şerifinin sırrına mazhar olur.
Cism-i pâki, rûhuyla Kaabe Kavseyn'e (Âlem-i Gayb-ül Gayb'a) vâsıl olan Rahmeten-lil-Âlemîn S.A.V., bu yükseliş ve Mîrac'dan dönerken:
- "Ey izzet ve azamet sahibi Rabbim! Misafir, avdetinde, akraba-ü taallükat ve ahbâb-ü yârânına hediye ve armağanlarla döner. Ben ne götüreyim?" diye vâkî niyazına, Allahü Teâlâ:
- "Senin hediyen, namazdır" buyurdu.
Çünkü namaz rükûnlarıyla, mirâc-ı cismânî, zikirleriyle mirâc-ı rûhânîdir.
Bu itibarla cihan değerinde bir hediye olan namaza başlayan insan, elbise ve bedenini temizlemeli...
Bu mukaddes huzurda Resûlümüz "Pabuçlarını çıkar, Çünkü sen mukaddes bir vâdîde (Tuvâ'da)sın" (S.Tâhâ 12) sırrını idrakle, Melek-şeytan, dünya-ahiret, akıl-hevâ-i nefsâniyye, hayır-şer, doğru-yanlış, hak-bâtıl, hilm-gazap, kanâat ve hırstan, hâsılı birbirine zıt bütün ahlak ve beşerî sıfatlardan hangilerinin menfaatlı, hangilerinin zararlı olduğunu iyice düşün ve hayır tarafını tut ki, mîrac seferini yapabilesin." buyurmuşlardır.
Nasıl ki, Hz. Sıddık R.A., Fahr-i Kâinât Efendimiz S.A.V.'i; Kıtmir, Eshab-ı Kehf'i dost edinip, dünya ahiret beraber oldular. Sen de hayırlı refiki bul ki;
- "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdık olanlarla berâber olun" (S.Tevbe 119) hükmüne uymuş olasın.
Cismini ve rûhunu bu sûretle temizledikten sonra, yüzünü kıbleye çevir! Dünya ve ahiret düşüncelerini külliyyen arkaya attığına alâmet olarak ellerini kaldır.
Kalb, ruh, sır, bütün letâifleri ve akıl, idrak, zikir ve fikrini Allah'a bağladığına işâret olarak ellerini bağla...
Kâffe-i mevcûdâttan büyük ve mâlûmatın cümlesinden yüce ve azîm mânâsına olan اللهُ اَكْبَرُ ile namazı aç...
سُبْحَانَكَ ٱللّٰهُمَّ ile Zât-ı Bârî'yi tenzih, وَبِحَمْدِكَ “ile takdis ve tahmid ediyorsun. وَتَبَارَكَ ٱسْمُكَ ile Cenab-ı Hakk'ın ezelî ve ebedî nûrunun münkeşif olduğunu, وَتَعَالٰى جَدُّكَ: ile sıfat-ı kemâl ve celâlinin nihayetsizliğini, وَلاَ اِلٰهَ غَيْرُكَ: ile akıl, idrâk ve hayâlin ihâta edemeyeceği sıfat-ı celâle sahip bulunduğunu ifade ediyorsun.
Bundan sonra, sefer sırasında ucub ve gururu kırmak için: اَعُوذُ بِٱللهِ مِنَ ٱلشَّيْطَانِ ٱلرَّجِيمِ evvel ve âhiri rahmet olan bir sefere başladığını bildirmek için de:
بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ dersin. Sekiz cennete işaret olan, sekiz kapı sana açılır. Bunlar:
1- İlk Tekbir'le Mârifet kapısı,
2- بِسْـمِ ٱللهِ ٱلرَّحْمٰنِ ٱلرَّحِيمِ " ile Zikir kapısı,
3- الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ile Şükür kapısı,
4- الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ ile Recâ kapısı,
5- مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ile Havf kapısı,
6- إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ile Ubûdiyyet kapısı,
7- اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ile Duâ ve Tazarrû kapısı,
8-
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ ile yüce ve temiz ruhlara tâbî olma kapısı açılır ki,
- "Kapıları onlara açılmış olan Adn cennetleri vardır" (S. Sâd 50) sırrı tecellî eder ve mîrac-ı rûhânî böylece cereyan etmiş olur.
MÎRÂC-I CİSMÂNÎ
(Namazda Bedenin Mirâcı):
Cismânî mirâc, Eshâb-ı Kehf'in
- "Durup şöyle demişlerdi: «Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir»" (S.Kehf 14) veya ehl-i mahşerin:
- "O gün insanlar, Âlemlerin Rabbi'nin huzurunda dururlar." (S.Mutaffifîn 6)
Namazda o gün insanların Rabbin huzurunda kıyamı gibi, kaaim oldu mu, Sübhâneke, Eûzü-besmele, Fatiha ve Zamm-ı Sûre'yi Allah'ın yardımıyla okuyup, kendi ihtiyârıyla olmadığına iman ve itikat ederek, yoluna devam eder. Ve bu huzurda, nefsini yaş bir ağaca benzetir. Allah korkusu ateşine koyup, rükû ile nefsi yumuşatarak, itaate geldiğini anladıktan sonra:
سَمِعَ اللّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ
"Semiallâhü limen hamideh"der. Başını kaldırır ve gayet kavî olan Din-i Mübîn-i İslâm'a işaret etmiş olur.
Rükû ile, havf (korku) ateşi üzerinde yumuşamakta iken, İlâhî lütûfla doğrultabildiği bedenini tekrar yatırmak ve itâate devam etmek üzere secde eder.
سُبْحاَنَ رَبِّىَ اْﻻَعْلى
"Sübhâne rabbiye'l-âlâ" Kendisi ednâlığı kabul ile "Âlâ olan Rabb'imi tesbih ederim" der.
Ağaca benzeyen bedeni, tekrar kaldırıp, yumuşatır. İkinci itâat secdesine varır. Bu sûretle, bir rükû, iki secde ile üç defa nefsine gâlip gelir ve nefsini itâate getirir.
Rükû ile, şehvet tehlikesinden; birinci secde ile, ezâların başı olan gazaptan; ikinci secde ile, bütün fenâlığın kaynağı olan hevâ ve heves zararlarından emin olur, İlâhî lûtuf olan bu muvaffakiyetle, yüce derecelere, Gayb Âlemi'ne çıkar.
Ka'de-i ûlâda dil ile ٱَلتَّحِيَّاتُ kalb ile ٱلطَّيِّبَاتُ der. Tahıyyât'la kâmil îmana ve Tayyibât'la cennete mazhar olur.
Böylece namaz kılanın rûhu yükselirken, nüzül etmekte olan Fahr-i Âlem'in rûhuna fezâda rastgelir, onunla şereflenir.
ٱَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ
اَيُّهَا ٱلنَّبِىُّ وَرَحْمَةُ ٱللهِ وَبَرَكَاتُهُ
der.
Fahr-i Âlem'in yüce rûhu:
ٱَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا
وَعَلٰى عِبَادِ ٱللهِ ٱلصَّالِحِينَ
ile karşılık verir.
Kâffe-i mevcûdât ve menfaatın sırrı ve sermayesi olan "Kelime-i Şehâdeteyn"i getirmeyi rûhunda hissederek:
اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللهُ
وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
der.
Fahr-i Âlem'in irşadı ile saadete nâil olduğunu anlayan kul:
ٱَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ
ilavesi ile Fahr-ül Mürselîn'e salavat getirir. Sonra Nebîlerin büyük pederi Hazret-i Halîl'in:
رَبَّناَ وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُوﻻً مِنْهُمْ يَتْلُواعَلَيْهِمْ آياَتِكَ
"Ey Rabbimiz! İçlerinden onlara, senin âyetlerini okuyan, kitâbı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten tezkiye eden bir peygamber gönder" duasıyla; Fahr-i Risâlet'in vücûdunu düşünerek cedd-i âlâsına (büyük dedesine):
كَمَا صَلَّيْتَ
عَلٰى اِبْرَاهِيمَ وَعَلٰى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ
duâsını okur.
Gerek Fahr-i Risâlet'ten, gerekse ceddi Halîlullah'dan gelen saadet ve güzelliğin aslı olan Allahü Teâlâ'ya: اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ der.
Böylece Allah'a ibâdet ve tâat edenin, yani namaz kılanın melekler makamında zikri dolaşır da:
- "Kulum beni bir toplulukta zikrederse, ben onu daha hayırlı bir cemiyet içinde zikrederim" hadis-i kudsîsi hükmünce, bütün melekler o kimseye sevgi ve muhabbet beyan ederler.
Bu hâl üzere ârif-i billah, Melekler Âlemi'ne yükselerek, kendini iştiyakla beklemekte olan meleklere ve namaz kılan bütün mü'minlere hitaben, sağ ve soluna:
ٱَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّهِ der. Melekler ise, cennete girerken cârî olduğu gibi
سَلاَمٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ
ile cevap verirler. "Sabretmenize karşılık size selâm olsun. Burası dünyanın ne güzel bir neticesidir"derler. (S.Ra'd 24)
Tefsîr-i Kebir'de, devamla: إِيَّاكَ نَعْبُدُ "İnsan, cesetle ruhtan mürekkepdir. Ceset, rûha menfaat verecek şeylerin elde edilmesine âlettir. Cesedin en faydalısı da, saadet kazanmak için, rûha yardım edendir. Bu da, Cenab-ı Hakk'a yapılan namaz ve diğer ibâdetlerle olur." denmiştir.
Saadetlerin birinci kademesine إِيَّاكَ نَعْبُدُ delâlet eder. Böylece hulûsla, Gayb Âlemi'nden nurlar tecelli eder.
Kezâ, Tefsîr-i Kebir, (Sûre-i Bakara'nın tefsirinde): "İbâdetin faydasını idrak edip haz alanlara, ibâdet kolay geldiği gibi, diğer işlerle meşgul olmak da ağır gelmez. Zîrâ, kemâl denilen sıfat bizzat sevimlidir." denilmiştir.
İnsan için vaktin en âlâsı, ibâdetle geçendir. Bu sebeple kalb, nûr-u ilâhî ile nurlanır. Dil, zikir ve Kur'an okumakla şereflenir. Âzâlar, cemâl-i ilâhî hizmetiyle yücelir. Böylece insan, şerefli mertebe ve derecelere ulaşır. Fânî dünyada elde edilen şerefin, ahiret âleminde kat kat ziyadeleşeceğini anlar da, ibadetten usanmaz, kalbinde muhabbet artar.
- "Sonra hem derileri, hem de kalbleri Allah'ın zikriyle yumuşar." (S.Zümer 23)
- "Biz emâneti yerlere, göklere ve arz'a teklif ettik. (Onlar) yüklenmekten kaçındılar da, onu, insana yükledik" (S.Ahzâb 72)
Emânetin edası, kâmil sıfatlardan ve bizzat muhabbettendir. Emânet edâ edilirken, gönül isteği ile yapılmalıdır.
- "Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nîmeti hatırlayın ve ahdimi yerine getirin ki, ben de ahdinizi yerine getireyim." (S.Bakara 40)
Ahdi yerine getirmekten maksad ibâdettir. İbâdetle uğraşan, kibir ve gururdan ferâh ve sürûra, halk ile meşgul olmaktan, Hak ile meşgûliyete döner de lezzetin kemâlini tadar, demektir.