Kur'ân'da Cennet
Ömer Atilla Ergi
Bu yazı, elinizdeki sayımızda cennetle ilgili ikinci yazımızdır. Diğer yazının, Cennetle ilgili anlayış hususunda, fırkalar arası ihtilafı değerlendiriyordu. Bu yazıya gelince, Kur'an-ı Kerim'de yer alan Cennetin vasıfları, isimleri ve benzeri diğer hususları 'Konulu Tefsir'e uygun olarak incelenmektedir. Yazıda, cennetle ilgili Kur’an'da geçen tüm malzeme değerlendirilmiş, keremi bol Rabbimizin, Kendi emir ve yasaklarına uyan kullarına, 'gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve akla ve hayale de gelmez’ ne nimetler hazırladığı gösterilmiştir. Yüce Rabbin emirlerine uymada hassasiyet gösterenlere "müjde, kullukta tembelliği olanlara da bir teşvik unsuru olacağı ümidiyle, sizi yazımızla baş başa bırakıyoruz.
Cennet kimilerine göre son hedef... Ulaşılabilecek visal kapısı... Zevklerde derinleşme iklimi..
Nebevi belagat sırrı ile arzu ve hevanın doruk noktası, 'hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği ve insanın tahayyül dahi edemeyeceği' 1 ebedi saadet yurdu... Kur'ani tabirle "Daru's-Selam"...
Kimine göre rıza-yı İlahi yanında iltifat etmeye değmez niam bahçeleri...
Cennet Kelimesinin Manası
Cennet kelimesi Arapçada "Cenne" yani örtmek, gizlemek, gizli kalmak manasına gelmektedir. "Cennehu" onu gizledi, "Cenne aleyhi'l-leyl" yani gece üzerini örttü, gizledi denir.2 Mananın kelime yapısı ile münasebetinden de bitkileri ve ağaçları ile toprağı örten bahçe manasındadır.3
Başka bir tarifte de o, içinde ağaçların bolca olduğu bahçedir.4
Istılah olarak da Cennet takva sahiplerine dünyadaki imtihanlarının mukabili ecr olarak sunulan, Allahü Teala tarafından çeşitli nimetlerle donatılmış ebedi dar-ı mükafat. Kur'an diliyle Daru'l-Karar, Daru's-Selam..
Kur'an-ı Kerim'de Cennet Kelimesi
Cennet kelimesinin Mu'cemu'l-Müfehres'e bakıldığında türevleri ile birlikte 147 ayette zikredildiği görülecektir.5 Bunlardan bir kısmı tekil, ekserisi de çoğul sigası ile kullanılmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de Cennet'e İşaret Eden Diğer İsimler
Mucizü'l-Beyan Kur'an-ı Kerim'de zikredilmiş olan bir kelimenin bir başka müteradifinin bulunması Kur'an'ın icazına aykırıdır. İlk bakışta müteradif gibi gözükse bile iyice tetkik edildiğinde o kelime yerine kullanıldığı zannedilen diğer kelimenin taşımış olduğu yeni bir manası, kullanıldığı makamda üstlendiği rolü ve faydası söz konusudur. Bu durum Cennet kelimesi için de geçerlidir. Araştırıldığında Cennet kelimesinin yerine zikredilmiş kelimelerin taşımış olduğu yeni bir vazife keşfedilecektir.
Cennet kelimesinin yerine bu anlamda gelmiş isimlerden bazıları;
El-Hüsna (Daha güzel karşılık), Daru'l-Ahiret (Ahiret yurdu), Daru's-Selam (Esenlik yurdu), Daru'l-Karar (Kalıcı yurt), Daru'l-Muttekin (Takva sahiplerinin yurdu), Daru'l-Mukame (Asıl oturulacak yurt), Tuba. İlliyyun, El-Firdes ve Fadl (Lütuf)'tur.
Kısaca temas etmek gerekirse Cennet Kur'ani tabirle kendisine işaret eden bütün bu isimleri içine alır. Yani Cennet netice itibarıyla mü'minlerin ahireti, ahiret yurdu, esenlik yurdu, dünyadaki salih amellerine mukabil bir mükafat yani el-Hüsna, aynı anda bir fadl ve lütuf, dünyaya nispeti olamayacak kadar daru'l-mukame (asıl oturulacak yer) ve daru'l-karar, (kalıcı yurt), daru'l muttekin; Cennete ehil olmuş mü'minlerin yurdu, o bir tuba, bir müjde, yükseklerde illiyyun ve güzel niam bahçeleriyle firdevs....
Öte yandan Cennete işaret eden bütün bu isimler zikri geçen ayet ve makamları içerisinde bütünlük taşır. Yani dünyanın geçiciliğinden bahseden bir ayette Cennetin kalıcılığı özelliğini vurgulayan ismi; daru'l-karar ön planda yer alır.(40/39) Ve yine Allah'ın fazl ve kereminden söz eden bir makamda Cennet kelimesi yerine örneğin el-fadl kullanılmıştır.(33/47)
Şimdi bu kelimelerin geçtiği ayetlerden bazılarına göz gezdirelim;
a) El-Hüsna (Daha Güzel Karşılık):
"Güzel davrananlara daha güzel karşılık (Cennet), bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar Cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır."(10/26) "İşte Rablerinin emrine uyanlar için en güzel (mükafat) vardır. Ona uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde olanların tümü ile bunun yanında bir misli daha kendilerinin olsa, (kurtulmak için) onu mutlaka feda ederler." (13/18)
b) Daru'l-Ahire (Ahiret Yurdu):
"İşte ahiret yurdu (Cennet)! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir." (28/83)
c) Daru's-Selam (Esenlik Yurdu):
"Rableri katında onlara esenlik yurdu (Cennet) vardır. Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur." (6/127) "Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir."(10/25)
d) Daru'l-Karar (Kalıcı yurt):
"Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalıcı yurttur."(40/39)
e) Daru'l-Muttekin (Takva Sahiplerinin Yurdu)
"(Kötülüklerden) sakınanlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, "Hayır (indirdi)" derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel mükafat vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir !" (16/30)
f) Daru'l-Mukame (Asıl Oturulacak Yurt):
“O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (Cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir."(35/35)
g) Tuba
"İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Tuba onlar içindir."(13/29)
h) El –Firdevs
"(Evet) Firdevs' e varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar." (23/11)
i) El-Fadl (Lütuf):
"Allah'tan büyük bir lütfa (Cennete) ereceklerini müminlere müjdele."(33/47)
Cennet'e Taşıyan Ameller
Cennete taşıyan en önemli faktör imandır. Ehl-i Sünnet inancına göre kalbinde zerre miktarı imanı bulunan, işlediği günahların cezasını çektikten sonra neticede Cennete girecektir. Amel-i saliha ıstılahıyla dini terminolojimize girmiş olan insanı Allah'a yaklaştıracak ve rızasına nail kılacak her amel insanı Cennete taşıyan diğer faktördür. Bunların Kur'an'da zikredilenlerinden bazıları şunlardır.
a) İman
"İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar Cennet ehlidir.(11/23) iman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları içinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan Cennet köşklerine yerleştireceğiz. (29/58)... Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, Cennete girecekler." (40/40)
b) Salih Ameller
"Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler (salih ameller) yaparsa, işte onlar Cennete girerler" (4/124) "İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs Cennetleri vardır”.(18/107) "Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler; onlar ki, boş ve yararsız işlerden yüz çevirirler; onlar ki, zekatı verirler; ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte, asıl bunlar varis olacaklardır; (evet) Firdevs'e varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar”(23/l-l 1) "Namazlarını koruyanlar; (itina ile eda edenler) İşte bunlar, Cennetlerde ağırlanırlar? (70/34)
c) Allah ve Resulüne İttiba
"Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır."(4/13)
d) Takva
"Şu da muhakkak ki, takva sahipleri için Rableri katında nimetleri bol Cennetler vardır." (68/34)
"Rablerine karşı takva sahibi olanlar ise, bölük bölük Cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya, derler."(39/73) "..Takva sahipleri, mutlaka Cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar.(15/45)" "Şüphesiz takva sahipleri Cennetlerde ve nimet içindedirler."(52/17)
e) Havf İçinde Olma
"Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış kimse için, şüphesiz Cennet (onun) yegane barınağıdır." (79/41)
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki Cennet vardır." (55/46)
f) Nefsin Arzularına Karşı Gelme
"Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış kimse için, şüphesiz Cennet (onun) yegane bar inağıdır.(79/41)
Cennete Giriş Allah'ın Fazl ve Keremiyledir
Bilindiği gibi Cennet hayatı ebedi olacaktır. Dolayısıyla insanın geçici dünya hayatında yapmış olduğu salih amellerin ebedi Cennet hayatıyla mukayesesi makul olmasa gerekir. Bu noktada birçok ayet-i kerime Cennete girmeyi "İdhal" (girdirme) lafzı ile beyan etmiştir.
"Muhakkak ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunanları, zemininden ırmaklar akan Cennetlere koyar (idhal eder)."'(22/23)
"Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; and olsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O'nun katındadır." (3 /195)
İman edip de iyi işler yapanlar. Rablerinin izniyle içinde ebedi kalacakları ve zemininden ırmaklar akan Cennetlere idhal edileceklerdir. (14/23)
Cennetin Sıfatları
Mana âleminin, maddi kıstaslarla çevrili insan aklıyla algılanması mümkün değildir. Daha önce zikri geçen "Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve insanın tahammül dahi edemeyeceği” kutsi hadisi6 ve İbn Abbas'ın (r.a) bu anlamda "Cennetteki isimlerden başka dünyayı ifade eden bir şey yoktur" sözü7 Cennetin beşer zihni ile tasavvur edilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'de Cennetin tasviri mahiyetinde yer alan ayet-i kerimelerin sadece beşerin zihnine yakınlaştırmak için zikredildiğini söyleyebiliriz. Bu demektir ki Kur'an'da zikrolan Cennet tasviri içerisindeki misal olarak bağ, bahçe, nehir ve benzeri nesneler insan tahayyülünün fevkindedir. Bağları bahçeleri ve altından akan nehirlerin güzelliği hayal dahi edilemez.
Bu gerçekler ışığı altında Kur'an-ı Kerim'in bize çizdiği Cennet portresini şöyle sınırlayabiliriz:
Girilmesi için kapıları olan, içinde üst üste konmuş konakları, altından içenlere zevk veren şarap ve süzülmüş baldan ırmakların aktığı sarmaş dolaş olmuş koyu yeşilliklerin ve meyveleri kolayca toplanabilen ağaçların bolca olduğu bağ ve bahçeler ve içerisinde ebedi yaşam..
Biraz daha detaylarına inmek istersek şöyle ifade edebiliriz:
a) Cennetin Genişliği
Cennetin genişliği ile ilgili sarih bir açıklama olmamakla beraber Hadid suresi 21. ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır;
"Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan Cennete koşuşun."(57/21)
Bu tasvir Cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olduğunu ifade eden sadece bir benzetmedir.8
b) Cennetin Kapıları
Kur'an-ı Kerim Cennetin birden fazla kapısı olduğunu, zikri geçen ayetlerdeki cemi sigasıyla işaret etmektedir.
"Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük Cennete sevk edilir, oraya varıp da kapılan açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya derler."(39/73) "Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn Cennetleri vardır." (38/50)
Bunun dışında; adedi hakkında, bazı hadislerde 8 kapısı olduğu rivayeti yer almaktadır.9
c)Cennetin Meskenleri, Odaları
Cennet hayatının önemli bir yerini oluşturan meskenleri ve onun mahiyeti Kur'an-ı Kerim'de birçok ayette beyan edilmiştir.
"İman edip iyi amelde bulunanlar müstesna; onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükafat vardır. Onlar (Cennet) odalarında güven içindedirler." (34/37)
"Fakat Rablerinden sakınanlara, üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır."'(39/20)
"İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan Cennetlere, Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere koyar."(61/12)
d) Cennetin Nehirleri
Kur'an-ı Kerim'de yer alan: Cennet tasvirleri içinde kelimenin çoğul olarak kullanıldığı ayetlerin ekserisinde altlarından nehirlerin aktığı ifade edilmiştir.10 "İçinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn Cennetleri!" (20/76) "...Peygamberi ve O'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokar."(66/8) "..İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele!" (2/25) "Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır." (9/100)
Muhammed suresinde ise bu nehirlerin vasıfları bildirilmektedir: "Muttakilere vadolunan Cennetin durumu şöyledir: içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır."(47/15)
e) Cennetin ağaç ve meyveleri
Ağaç ve meyveler, sözlük anlamı bağ bahçe olan Cennet için vazgeçilmez unsurlardır.
"Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Düzgün kiraz ağacı, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, uzamış gölgeler, çağlayarak akan sular, sayısız meyveler içindedirler." (56/27-33)
"Orada, güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler."(44/55) "(Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur." (76/14) "Orada sizin için bol bol meyveler vardır onlardan yersiniz" denilir."(43/73) "O Cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızk olarak yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir." (2/25)
Cennet Hayatı
Cennetteki hayat Cennet tasvirinin tamamlayıcı bir cüzüdür. Bu yaşamı daha önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi maddi kıstaslar çerçevesinde değerlendiremeyiz. Belki Kur'an'ın "takrib" kaidesi ile temsil etmeğe çalıştığı portrelerle günlük hayatımızdaki gerçekleri karşılaştırabilir, neticesinde bir şeyler yakalayabiliriz. Zira daha önce zikri geçen kudsi hadisin hükmü gereği, Cenneti idrak etmek beşer aklının fevkindedir. Bu noktadan hareketle Cennet hayatını aşağıda ayırdığımız fasıllar muvacehesinde anlamağa çalışacağız.
Cennet Ehli
Kur'an-ı Kerim'de muttakilerin, mukarrebunun ve salih amel işleyenlerin Cennete ehil olacağı defalarca beyan edilmiştir.
"(O gün) Cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır."'(26/90)
"Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük Cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya, derler."'(39/73)
"İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince işte onlar Cennet ehlidir."(11/2
"Kullarımızdan, takva sahibi kimselere verdiğimiz Cennet işte budur." (19/63)
a) Cennet Ehlinin Yemekleri
"Canlarının çektiği çeşit çeşit meyveler arasındadırlar. (Kendilerine:) "İstediklerinizin karşılığı olarak şimdi afiyetle yeyin için" (denir).(26/90) "Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.(54/22)" "Kendilerine mühürlü halis bir içecek sunulur."(83/25) "Onlar koltuklara yaslanıp kurularak orada bir çok meyveler ve içecekler isterler." (38/51)
b) Cennet Ehlinin Giysileri
"İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar." (44 /53)
"...Onlar Adn Cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dibadan yeşil elbiseler giyecekler."(18/31) "Bunlar orada altın bileziklerle ve incilerle bezenirler. Orada giyecekleri ise ipektir."(22/23)
c) Cennet Ehlinin Birbirleriyle Görüşmeleri
"Onlar Cennetler içinde sorarlar."'(74/40)
d) Cennet Ehlinin Zevceleri
"Onlar için Cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedi kalıcılardır."'(2/25)
"İşte böyle. Bunun yanı sıra Biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz." (44/54)
"(Onlara) beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri, iri gözlü huriler, saklı inciler gibi. Yaptıklarına karşılık olarak (verilir)" (56/22-25)
e) Cennet Ehline Manevi Arındırma
Cennet ehlinin diğer bir vasfı da kalplerinden kin, hased ve nefretin çıkarılmasıdır; "Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar." (15/47) "Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. Söylenen, yalnızca "selam, selam"dır". (56 /25) "(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız."(7/43)
f) Cennet Ehlinin Yorgunluk, Bitkinlik Hissetmemeleri
"O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (Cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir." (35/35)
h) Cennet Ehlinin Her Arzusunun Yerine Gelmesi
"Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır; Gafur ve Rahim olan Allah'ın ikramı olarak. "(41/32)
i) Ebediyet
Cennet yaşamının en önemli özelliği ebedi olmasıdır. Diğer bir ifade ile Cennete giren orada ebedi kalacaktır. Nitekim birçok ayet-i kerime bu hususu takrir etmektedir.
"İlk tattıkları ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur (sürekli hayata kavuşmuşlardır)."(44/56)
"Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır." (15/48) "(Onlara): Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız Cennetlerdir, denilir. İşte büyük kurtuluş budur."' (57/12)
"Onları içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır."'(58/22)
SONUÇ
Kur'an-ı Kerim'de 147 yerde zikri gecen Cennet beşeri aklın fevkinde güzellik ve nimetleriyle mümin kulların ebedi makamdır. Onu bu sınırlı satırlarla, maddi kayıtlarla tasvir etmemiz mümkün olamazdı. Dolayısıyla bu çalışmamızda sadece Kur'an-ı Kerim'in verilerine işaretle onu fikrimize yakınlaştırmayı hedefledik. Neticede Cennetin iman ve salih ameller kuşağında ehline kucak açmış beklediğini gördük. Duamız dünyada iken onu duyup hissetmek, hemdem olup ona ehil hale gelmek..
Allahümmec’alna min ehli'l-cenneh... (Amin).
Kaynakça
*Bu çalışmamızda ebediyetlere kadar ulaşabilen sırlı menba insan hayalinin bile tahayyülünde aciz kaldığı Cenneti tasvir etmeyi hedeflemiyoruz. Sadece Kur'an-ı Mucizu'l Beyan'ın bizlere çizdiği çerçeve dahilinde "Konulu Tefsir Çalışması" örneği sunmak istiyoruz.
Dr. Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi Öğrt. Üyesi.
Dipnotlar
1) Buhari, Tefsir 32.1
2) Müfredat, R. Isfahani, s.208
3) El Keşşafu'l İktisadi Li Ayati'l Kur'ani'l-Kerim, Muhyiddin Atiyye, s. 186, Bu anlamda gelen ayetler için bkn: 18:40,68:17, 18:35.
4) Tertibul Kamusi'l-Muhit, Tahir Ahmed Razi, Daru'l Fikir, 1/102.
5) Mu'cemu'l Mufehras Li Elfazi'l Kur'anil-Kerim, s. 180.
6) Buhari, Tefsir 32/1
7) Makdisi, 1/194
TDV İslam Ans. 5/ 378
9) Miftahu Kunuzi's-Sünneh, /128
10)TDV İsl. Ans. 379.
C E N N E T L E R İ N Ö Z E L L İ K L E R İ :
Allahu Teala , Arş ve Kürsinin altında sudan sekiz cennet yaratmıştır. Cennetler şu anda maddi olarak içinedeki güzellikler ile birlikte, bütün ihtişamı ve görkemi ile mü’minleri içine yerleştirilmesini beklemektedir. Genişliği gökler kadar olan bu cennetlerin en yükseği.
Darül-Celal Cenneti;Beyaz inciden yaratılmıştır. Darüs-selam Cenneti: Kırmızı yakuttandır. Me’va Cenneti: Yeşil zebercettendir.
Huld cenneti: Sarı mercandandır . Naîm Cenneti: Beyaz gümüştendir. Firdevs Cenneti: kırmız altındandır. Adn cenneti: Terleyen inciden yaratılmıştır. Adn cenneti surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek bir dağın üzerinde bulunan bir iç kale gibidir. Bütün cennetlerin ortasında olduğundan hepsine komşu olmakla şereflendirilmiş bir mekandır. Sekizinci ve en yüksek cennet: Allah’ın Cemalinin görülme yeridir.
Her bir cennetin bir girişi yeri vardır ki; kapısının eni yüz yıllık mesafe kadardır. Bu kapılar sarı altından olup nice bin çeşit mücevherler ile nakışlanarak süslenmiştir. Birinci kapını üzerinde “Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” yazılıdır. Bütün cennetlerin toprağı misk, taşları cevher, bitkileri zaferandır. Cennet binalarının bir cephesi altın, bir cephesi gümüş, ve sıvası anberdir. Sarayları terleyen inci köşkleri sarı yakut kapıları mücevherdendir.
CENNETLER HAKKINDAKİ AYETLER(mealen):
“Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (15/46)
“Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (15/47)
“Adn cennetleri; ona girerler onun altından ırmaklar akar içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (16/31)
“Ki melekler güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (16/32)
“Orada ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. (44/56)
“Gerçekten takva sahibi olanlar cennetlerde ve pınar başlarındadır. (15/45)
“Orda onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. (15/48)
“Ki O bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz. (35/35)
“Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. (37/43) Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. (37/45) Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). (37/46) Onda ne bir gaile vardır ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (37/47) Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. (37/48) Sanki onlar saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (37/49)
“Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler karşılıklı (otururlar). (44/53) İşte böyle; ve biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. (44/54) Orda güvenlik içinde her türlü meyveyi istiyorlar; (44/55
“Hiç şüphesiz muttakiler cennetlerde ve nimet içindedirler; (52/17) İçlerinde (her türden) meyve eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır. (55/68) Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. (55/70) Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar. (55/72) Bunlardan önce kendilerine ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. (55/74) Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar. (55/76)
‘Özenle işlenmiş mücevher’ tahtlar üzerindedirler. (56/15) Karşılıklı yaslanmışlardır. (56/16) “Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır; (56/17) “Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler (56/18) “Ki, bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (56/19) “Arzulayıp-seçecekleri meyveler (56/20) “Canlarının çektiği kuş eti. (56/21) “Ve iri gözlü huriler (56/22) “Sanki saklı inciler gibi; (56/23) “Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur); (56/24) “Orada ne ‘saçma ve boş bir söz’ işitirler ne günaha sokma. (56/25) “Yalnızca bir söz (işitirler:) Selam selam. (56/26) “Defterini sağından alanlar ne kutludur. (56/27) “Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları) (56/28) “Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları (56/29) “Yayılıp-uzanmış gölgeler, (56/30) “Durmaksızın akan su(lar); (56/31) “Ve (daha) birçok meyveler arasında (56/32) “Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). (56/33) “Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler). (56/34) “Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir yaratma ile yarattık. (56/35) “Onları hep bakireler olarak kıldık (56/36) “Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt (56/37) “Bunlar defterini sağından alanlar için. (56/38) Bunların birçoğu geçmiş ümmetlerden (56/39) “Birçoğu da sonrakilerdendir. (56/40)
H a d i s-i Ş e r i f l e r :
Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir.”
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez.” Tirmizi’nin bir rivayetinde şu ziyade var: “Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır.”
* Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur).”
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: “Ben Azimu’ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.” Ebu Hureyre ilaveten dedi ki:
“Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): “Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez” (Secde 17).
Buhari, bir diğer rivayetinde şu ziyadeyi kaydeder:
-”Sehl İbnu Sa’d anlatıyor -deyip, hadisin aynısını kaydettikten sonra- der ki: “Muhammed İbnu Ka’b dedi ki: “Onlar Allah için ameli gizli tuttular. Allah da onların sevabını gizli tuttu. Kullar yanına gelince onları nimete boğacak.”
Yine Sa’d İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor:
-” Ey Allah’ın Resûlü dedim, insanlar neden yaratıldı?”
-” Sudan!” buyurdular. “Ya cennet, o neden inşa edildi?”
-” Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz.” Aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam buyurdular: “Üç kişi vardır duaları reddedilmez (mutlaka kabul edilir): -Âdil imâm (devlet başkanı). -İftarını yaptığı zaman oruçlu. -Zulme uğrayanın duası. Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah Teâla Hazretleri: “İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!” buyurur.”
Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Gümüşten iki cennet vardır. Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir. Altından iki cennet vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah’ın veçhindeki rıdâu’l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur.”
* Ubâde İbnu’s-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah’tan cennet istediğiniz vakit Firdevs’i isteyin.”
Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette yüz derece vardır. Bütün alemler bunlardan birinin içinde toplansalar, hepsini de kuşatır, istiab eder.” Tirmizi, Cennet 4, (2534). 5069 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İsterseniz şu ayeti okuyun: (Mealen) “Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar” (Vâkı’a 30-31).
Hz. Enes’ten ”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın, arz ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla semâ arasını güzel koku ile doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Orada dört nehir gördüm: İki nehir zâhirdi, iki nehir de bâtın. Zâhir olan iki nehir Nil ve Fırat nehirleriydi(Benzerleri). Bâtın olanlar da cennetin iki nehri idi.”
* Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a: “Cennette at var mı?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
“Allah Teâla Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yâkuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır” buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de: “Cennette deve var mı?” diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular: “Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır.”
* Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukâtın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler: “Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz! Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz! Rabbimizden razıyız, kederlenmeyiz. Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!”
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: “Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!” derler. Erkekler de: “Sizler de, Allah’a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!” derler.”
* Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın yüzleri vardır. Bunlardan bir suret arzu eden o şekle girer.”
* Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
“Şu dünya ateşiniz var ya! Bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür. Eğer o, su ile iki kere söndürülmemiş (harareti giderilmemiş) olsaydı, ondan faydalanamazdınız. Şurası muhakkak ki, bu dünya ateşi, aziz ve celil olan Allah’a, bir daha eski hararetine döndürmemesi için dua eder.”
* Hâris İbnu Ukayş radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
“Şurası muhakkak ki, benim ümmetimde öyle şefaati makbul kimseler var ki, birinin şefaatiyle Mudar kabilesinin insanlarından daha çok kimse cennete girecektir. Benim (davetime muhatap olan) ümmetimden öylesi de var ki, vücudu ateş için irileşir ve cehennemin bir köşesini teşkil eder.”
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü ölüm getirilir. Sırat üzerinde durdurulur ve: “Ey cennet ahalisi!” diye nida edilir. Cennettekiler, (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (o güzel) yerden çıkarılacakları korku ve heyecanıyla bakarlar. Sonra da: “Ey cehennem ahalisi!” diye nida edilir. Onlar da içinde bulundukları (o fena) yerden çıkarılacakları ümid ve sevinciyle bakarlar. (Ölüm gösterilerek) Bunu tanıyor musunuz?” denilir. (Cennetlikler ve cehennemlikler hepsi bir ağızdan: “Evet! Bu ölümdür” derler.” Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdu ki: “Bundan sonra emredilir ve Sırat üzerinde ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: “Haydi bulunduğunuz hal üzere ebediyet sizindir, burada artık ölüm yoktur” denilir.”
* Ebu Sa’îdi’I-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
“Cennette bir karışlık yer (ebedi olduğu için, fani olan) dünya ve içindekilerden- daha hayırlıdır.”
* Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün Ashab-ı Kiramına:
“İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur. Kâ’be’nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu üğrünen yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekandır” buyurdu. Sahabiler: “Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah’ın Resulü!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “İnşaallah!” deyiniz” dedi ve sonra cihaddan söz açtı(Bu cihat sadece düşmanla savaş değil, nefis ve şeytanla yapılan mücadeledir aynı zamanda.) ve ona teşvik etti.”
* Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
“Allah’ın cennete soktuğu hiç kimse yoktur ki, onu yetmişiki zevce ile evlendirmiş olmasın. Bunlardan ikisi hüru’l-ayn (siyah gözlü), yetmiş tanesi cehennemliklerden kendine düşen mirasıdır. Bu kadınlardan herbiri şehvet çekicidir ve cennetlik her erkeğin şehvet gücü dâimidir.” Hişam İbnu Halid der ki: “(Hadiste geçen) ” Cehennemliklerden kendine düşen mirası” ibaresinden maksad, cehenneme giren erkekler cennetlik olmuş olsalardı kendilerine bu kadınlar verilecekti. Bunlar ebdiyyen cehennemlik oldukları için bunlar için cennetlerde yaratılan kadınlar ile mü’mine olarak ölen kadınlara cennet ehli varis olurlar, tıpkı Firavun’un hanımına varis olunduğu gibi.”
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
“(Cennette) sizden herbirinin iki tane menzili vardır: “Bir menzili cennette, bir menzili de cehennemde. Ölünce cehenneme girerse cennet ehli onun menziline varis olur. İşte Allah Teâla hazretlerinin şu sözü bu durumu teyid eder: “İşte onlar varislerin ta kendileridir”
* Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehli gurfelerde kalanları (ehl-i guraf) görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı, (gurfe ehlini) böyle yukarıda gösterir.” Bunun üzerine Ashâb: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu söylediğiniz, peygamberlerin makamı olmalı, başkaları oraya ulaşamamalı!” dedi. Ancak Aleyhissalatu vesselâm: “Hayır! Ruhumu kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun! Gurfelerde kalanlar (peygamberler değiller), Allah’a inanıp peygamberleri tasdik eden kimselerdir!” buyurdular.”
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre, parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler, büyük abdest de bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır, terleri misktir. Buhurdanları öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden olacak. Onlar ataları Âdem’in yaratılışı üzere, altmış zirâ boyunda tek bir adam suretinde olacaklar.”
* Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehli cennette yerler ve içerler. ancak tükürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar, sümkürmezler de!” buyurmuştu. Ashab: “Peki yedikleri ne olur?” diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: ” Misk sızıntısı gibi ter şeklinde çıkarlar. Onlara tıpkı nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve tahmid ilham olunur.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki, mealen:
-”Cennet ehli cennete yerleştiği zaman din kardeşleri birbirlerini özleyecekler. Bir yerdeki diğer bir yere başka bir yerdeki diğer bir yere gidecek. buluşup karşı karşıya istirahata çekilecekler. Dünyada iken aralarında geçen olaylar ve anılardan söz edecekler. Biri diyecek ki:
-” Kardeşim, dünyada hani falan meclisteydik hatırlıyor musun? Orada Allah’a dua etmiştik. İşte o dua sebebiyle Allah bizi affetmiştir.
(Ramuz-ul Ehadis -361)
* Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir.”
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez.” Tirmizi’nin bir rivayetinde şu ziyade var: “Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır.”
* Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur).”
MORE GÜNCEL YAZILAR POSTS
DİNİ SOHBET.com
Cehennem
Derin kuyu, ahirette kâfir ve günahkâr kimselerin azap Cekecekleri ceza yeri. Kur'an-ı Kerîm'de inanan ve güzel amel işleyen kimselere Cennet vadedildiği gibi (1); kâfir ve günahkâr kimselere de Cehennem vâdedilmiştir.
Kâfir, münâfık ve müşrikler Cehennem'de ebedî kalırlar, orada ölmezler ve azabları hafifletilmez.
Tövbe etmeden günahkâr olarak ölen ve Allah'ın kendilerini affetmediği mü'minler ise Cehennem'de ebedî kalmazlar. Kendilerine günahları kadar azap edilir. Sonra oradan kurtulup Cennet'e girerler ve orada ebedî kalırlar.
Allah Cehennem'i diğer yaratıklardan önce yaratmıştır ve şu anda mevcuttur, yok olmayacaktır. Nitekim şu ayet bu durumu gayet açık ifade eder:
"Artık o ateşten sakının ki, onun tutuşturucu odun insanlarla taşlardır. O kâfirler için hazırlanmıştır. " (2)
"Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun. " (3)
İnsanın eğitimi ve iyi davranışlara yönlendirilmesi açısından Cennet ve Cehennem inancının dünya hayatına etkileri açıktır. Kişi, gizli ve açık yaptığı her şeyin karşılığını, bulacağını ve Cehennem'deki cezânın dehşetini hatırladığında, elbette hareketlerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.
1) Kehf, 107
2) Bakara,24
3) Âli İmrân,131
Kaynak :Cehennem, M. Sait ŞİMŞEK, Şamil İslam Ansiklopedisi
Cehennem Ateşi ve Azabı
Ateş, insan cismine çok büyük acı ve ızdırap verdiği için ahirette kâfir ve münâfıkların cezası ateşle verilecektir. Böylelikle Cehennem, Allah'ın tutuşturulmuş ateşinin ismidir,
İşte Cehennem'in en açık vasfı ateş olduğu için bazen, Cehennem yerine ateş manasına "nâr" kullanılır:
"Şüphesiz ki münâfıklar nâr'ın en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın."
(Nisâ, 145).
Cehennem'de görülecek azabın miktar, şiddet ve şekillerini ancak Allah ve Rasûlü'nün bizlere bildirmesiyle ve bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz.
Kur'an-ı Kerîm'de belirtildiğine göre;
a-Cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatır:
"Cehennem inkâr edenleri şüphesiz çepeçevre kuşatacaktır."
(Tevbe, 49)
b-Cehennem ateşi sönmez:
"Biz sapık kimseleri kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Varacakları yer Cehennem'dir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız. "
(İsrâ, 97)
c-Cehennem dolmak bilmez:
"O,gün Cehennem'e: "doldun mu?"deriz. O! " Daha var mı?" der. "
(Kaf, 30)
d- Kaynarken çıkardığı ses:
"Rablerini inkâr eden kimseler için Cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür. Oraya atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. İçine her bir topluluğun atılmasında bekçileri onlara: "size bir uyarıcı gelmemiş miydi" diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir uyarırı geldi; fakat biz yalanladık ve Allah hiç bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içerisindesiniz, demiştik " derler. "
(Mülk, 6-9)
e- "Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır. "
(Mü'minün, 104)
f- "Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. "
(Mü'min, 70-72).
g- İnkâr edenlere ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler, her defasında oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine "yakıcı azabı tadın"denir.
(Hâcc, 19-22).
h- Derileri yandıkça azabı tatmaları için yeniden başka derilerle değiştirilir.
(Nisâ, 56).
i- Ölümü isterler fakat azabları devamlıdır, ölmezler.
(Zuhruf,74-77; Fatır,36).
Peygamberimizin (sav) ifadesine göre:
"Cehennem ateşi (miktarca ve sayıca) dünya ateşleri üzerine altmış dokuz derece fazla kılınmıştır. Bunlardan her birinin harareti bütün dünya ateşinin harareti gibidir. "
Cezalar, işlenen suçlar cinsinden olacaktır. Dilleriyle suç işleyenlerin cezaları dillerine; elleriyle günah işleyenlerin cezaları ellerine vs. tatbik edilecektir.
Kaynak : Cehennem, M. Sait ŞİMŞEK, Şamil İslam Ansiklopedisi
Cehennemin Kapıları
Kur'an-ı Kerîm'de Cehennem'in yedi kapısının olduğu belirtilmektedir.
"Cehennemin yedi kapısı olup, onlardan her bir kapı için bir grup ayrılmıştır. " (Hicr, 44).
Onun, o cehennemin yedi kapısı vardır. Yani gireceklerin çokluğundan dolayı yedi giriş kapısı veyahut azgınlığın çeşit ve derecelerine göre, önce Cehennem, sonra Lezzâ, sonra Hutame, sonra Sa'îr, sonra Sekar, sonra Cehîm, sonra Hâviye isminde yedi tabakası vardır. Her kapı için, onlardan (o azgınlardan) bir grup ayrılmıştır.
Ebu's-Suûd Tefsiri'nde deniliyor k: "Muhtemelen yedi kapı ile sınırlanması, helak eden şeylerin beş duyu ile hissedilen şeylerle şehvet ve öfke kuvvetlerini gereğine mahsus olmasındandır." Bununla beraber bunda diğer bir ihtimal vardır ki, şeriat dili açısından akla daha uygundur. Çünkü cehennem kapılarının yedi olması ile cennet kapılarının sekiz olması arasında apaçık bir ilişki vardır. Bundan dolayı denebilir ki, bu kapıların mükellef organlarla ilgili olması düşünülür.
Bilindiği gibi insanın mükellef organları sekiz tanedir: Kalb, dil, kulak, göz, el, ayak, ağız, cinsel organ. Bunların yedisi açık, birisi gizlidir ki, o da kalbdir. Doğrudan doğruya Allah'a bakan kalp kapısı açık olursa, bu sekiz organın her biri Allah'ın emri üzere hareket ederek cennete birer giriş kapısı olabilir. Ve bu şekilde cennete sekiz kapıdan girilir.
Fakat içte ruh körlenmiş, kalb kapısı kapanmış bulunursa dıştaki yedi organın her biri cehenneme açılmış birer giriş kapısı olurlar. İşte cennet kapıları sekiz olduğu halde, cehennem kapılarının her birine ayrılmış bir grup olmak üzere yedi olması, Allah daha iyi bilir ki bu hikmetten dolayıdır. "Ve ona ruhumdan üflediğim zaman..." (Hıcr, 15/29) ifadesinin şerefine nail olmakla iman ve marifet kapısı olan kalb, cehenneme kapalıdır. Ondan yalnız cennete girilir, Allah'a erişilir. Kalbi açık olan kimse şeytana uymaz, Allah'ı inkâr etmekten ve O'na isyan etmekten sakınır.
Kaynak: Elmalı Tefsiri
Cehennemin Yakacağı
Cehennem'in yakacağı hakkında da Kur'an'da bilgi verilmekte ve şöyle denilmektedir:
"Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır."
(Tahrîm, 6).
Cennet
Cennet…Cehennem üzerine kurulmuş sırat ile geçilen gizemli hayat… Hz. Adem’in yasak ağacın meyvesinden yediği için dünyaya gönderildiği adres…
Cennet… içinde bulunan bitki ve ağaçların gölgesiyle kaplanmış yerle gök arası geniş bir meyvelik bahçe.
Cennet… iman edip sâlih amel işleyenlerin ebedî âlemdeki makamı…
Cennet… Rablerinin huzuruna suçlu olarak varmaktan korkanların ve nefsini hevasından arındıranların konağı.
Cennet… Allah’ın rızasını kazananlar için mükafat olarak hazırlanmış hoş bir mekan.
Altlarında ırmaklar akar Adn cennetlerinin, orada İrem ve Gesi bağlarını mecazda bırakarak çekirdekli ve çekirdeksiz üzüm bağları ve asmalar vardır. Asmalı konaklar vardır içinde huriler oturan. Mü’minler pınar başlarında yüzerler Naim cennetlerinde… Hüsna cennetinde görür Allah’ın kulları Rablerini… Dolunaya bakar gibi temaşa ederler yaratıcılarını… Kimisini aşk-ı Hak almış durur… Kimisi Tur’da Rabbinin tecellisini gören Musa gibi olur. Kimisi kılıçların gölgesinde gelmiştir Cennet’e, kimisi anasının rızasını alarak varmıştır selam yurduna… Kimisi sabır sayesinde giymiştir ipek elbiseyi. Kimisi altın kâseden içmiştir Kevser’i…
Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır.
Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur'an-ı Kerîm'de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir ki, O, Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah'a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir. "
(Kâf, 31-33)
"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd buyurduğu Adn Cennet'lerine gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî olanları vâris kılacağız. "
(Meryem, 60-63)
Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır.
Kur'an'da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı."
(Tâhâ, 76)
Kaynaklar:
1) Cennet, Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi
2) Cennet, A. Hamit Özyayla, İlkadım Dergisi, Eylül 2004
Cennet Cehennem Ehlinin Konuşması
Kur'an-ı Kerim'de Cennet ehli ile Cehennem ehli arasında konuşmalar yapılacağı da belirtilerek bu konuşmalardan nakiller yapılmaktadır:
"O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: "(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım." Onlara: "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azap vardır.
(Hadid,13)
Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldaltıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu."
(Hadid,14)
Cennet de Nasıl Ağaç Dikilir?
Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki,
- Cennetde ağaç yokdur. Oraya çok ağaç dikiniz!.
- Oraya ağacı nasıl dikelim dediklerinde,
-Tesbîh, tahmîd, temcîd ve tehlîl okuyarak) buyurdu.
Yanî, (Sübhânallahi velhamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber) diyerek Cennete ağaç dikiniz buyurdu.
Bir hadîs-i şerîfde,
-Bir kimse, Sübhânallahil'azîm ve bihamdihi derse, onun için Cennetde bir ağaç fidanı dikilir, buyurdu.
Görülüyor ki, Cennet ağacı, dünyâda harfler ve sesler şeklinde, bu kelimeye yerleşdirilmiş olduğu gibi, Cennetde, bu kemâller ağaç şeklinde bulunmakdadır. Bunun gibi, Cennetde bulunan herşey, dünyâdaki ibâdetlerin, iyi işlerin netîceleridir. Allahü teâlânın kemâllerinden herhangi biri, bu dünyâda, iyi sözlerde ve iyi işlerde yerleşdirilmiş olduğu gibi, bu kemâlât, Cennetde, lezzetler, nimetler perdesi altında meydâna çıkar. Bunun içindir ki, oradaki lezzetleri, nimetleri Allahü teâlâ beğenir. Bunları tadmak, Cennetde sonsuz kalmağa ve Allahü teâlâya kavuşmağa sebeb olur. Zevallı Râbi'a (rahmetullahi aleyhâ) eğer bu inceliği anlamış olsaydı, Cenneti yakıp yok etmeği düşünmezdi. Ona bağlılığı, Allahü teâlâya bağlılıkdan başka sanmazdı!
Kaynak: Mektubat, İmam-ı Rabbani, 1. Cilt 302.Mektup
Cennet de Allah'ın Görülmesi
Allah'ın Âhirette Görülmesi (Rü'yetullah). Müminler, âhirette, cennete girdikten sonra Allah'ı göreceklerdir. Bu görmenin mahiyeti hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak bilginler Allah'ı görme olayında, bu dünyada varlıkların görülmesi için zorunlu olan şartların gerekmediğini ileri sürmüşlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de "Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerine bakacaklardır" (Kıyâmet,22-23) buyurularak, âhirette müminlerin Allah'ı görecekleri haber verilmektedir.
Resulullah (sav) buyuruyor:
"Muhakkak ki siz şu ayı görüşünüz gibi, Rabbinizi de göreceksiniz. Ve o sırada izdihamdan ötürü birbirinize zarar vermiş de olamayacaksınız"
"Cennetlikler Cennet'e girdiği zaman Allah (c. c.) şöyle buyuracak:
"Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" Cennetlikler de Şöyle derler:
"Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet'e koymadın mı, bizi Cehennem'den kurtarmadın mı? (o yeter)."
Rasûlullah sözlerine devam buyurarak:
"Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz. "
Müminlerin Allah'ü Teâlâ'yı Cennet'te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür.
"Allah bilir" deriz. Kur'an ve Sünnet'te bildirildiği için kesinlikle böyle inanırız.
Kaynaklar:
1) Cennet, Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi
2) İlmihal, İman ve İbadetler, İsam, 1999
Cennette Hangi Dil Konuşulacak?
Cennet dili Arapça'dır. Değildir diyenlere deriz ki:
Resululullah (s.a.v) buyuruyor:
"Üç hasletten dolayı Arabı seviniz:
Çünkü ben Arabım,
Kur'ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur.
Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır." (1)
Allah Resülü, İki Cihan Serverinin (s.av) konuştuğu dil Arapça olacak da Cennet dili Arapça dan başka bir dil mi olacak. Hz.Adem (a.s) yeryüzüne indirilmeden Arapça konuşacak da, Cennet dili mi Arapça olmayacak?
Hz.Aişe r.a. buyuruyor:
Cennet ehli Muhammed aleyhisselamın diliyle konuşacaklar. (2)
(Allahulalem)
Kaynak:
1) Feyzu'l Kadir, İmam Münavi, İbni abbas'tan rivayet edilmiştir.
2) Mevahib-ül Ledünniye, İmam Kastalani
Cennette Kadın
Gerek cennet ve gerekse cehennem, hem erkek ve hem de kadın kullar için açıktır, yaratılış bakımından bu iki cinsin cennet ve cehenneme girmeyi hak etmede fırsat eşitlikleri vardır. Fiilen hak ediş ise serbest irade ile gerçekleştirilen iyi veya kötü davranışlara bağlıdır.
Kitap ve sünnet kaynaklarında yapılan açıklamaları, uslübü ve islamı tam bilmeyenler yanlış anlamışlar, yanlış yorumlamışlar bunlardan, ilahi sıfatlar, mantık ve vicdan ile bağdaşmayan sonuçlar çıkarmışlardır. "Cennetin adeta erkek sultanların sarayı olması, kadınların orada da ikinci sınıf kullar durumunda oldukları, cehennemi dolduranların çoğunun kadınlar olması..." bu cümledendir. Bu yanlış anlayışları düzeltmek gerekirse;
Ayetlerde ve sayılan çok az sayıda mütevatir (1) hadislerde, cennete veya cehenneme girme ve ebedi mutluluğa erme bakımından kadının aleyhinde olan bir bilgi mevcut değildir. Bu kaynaklarda, "nimette-külfette, cezada mükafatta eşitlik" bulunduğu bildirilmektedir.
Cennet yalnızca erkeklerin sarayları değildir; orada kadın da, erkek de saraylarının sultanlarıdır.
Cennette kadına da erkeğe de dilediği, arzu ettiği, canının çektiği, elde edince mutlu olacağı her şey verilecektir.
Cennet sonsuz bir mutluluk yeridir; ancak insanoğlu bu mutluluğu daha önce ne tanımış, ne tatmıştır. Bu sebeple insanların, dünyadaki zevkleri, alışkanlıkları, kadın-erkek ilişkisindeki cinselliği olduğu gibi ahirete taşımaları, nasları buna göre yorumlamaları gerçeğe uygun değildir.
Mütevatir olmayan hadislerde "cennette erkeklere ikişer adet dünya hatunu verileceği" bildirilmiştir. Bundan kadınların aleyhine ve erkeklerin lehine bir sonuç çıkarmak mümkün değildir; çünkü bu da erkeklerin dünyada tattıkları ve arzuladıkları şeylerin kelimeleri kullanılarak- imrendirmek üzere- söylenmiş bir sözdür. Ayrıca kadın tek olmayı istiyorsa veya başka erke istiyorsa ona da bunlar verilecektir. Burada önmelki olan dünyadaki isteklerimiz ve yapımız ile cennetteki isteklerimiz, isteme kabiliyetimiz ve yapımızı birbirine karıştırmamaktır. Problem varsa işte bu karıştırma sebebiyle vardır.
Vakı'a suresinde huriler kastedilerek "..onları bambaşka bir yapıda yeniden yarattım..." (56/22,37) buyurulmuştur. Müfessirler bu hurilerin dünyada yaşlanmış ve buruşmuş olarak vefat eden kadınlar oldukların ifade etmişlerdir. Buna göre huriler de melek değil, insandır, dünyada yaşamış kadınlardır ve cennette sayılan erkeklerden daha fazladır.
Erkek ve kadın olarak Allah Tealanı has ve arif kulları cenne, köşk, kadın, yiyecek, içecek, bağ ve bahçe için istamezler, cenneti aşık oldukları Cemal-i İlahi için, özledikleri Habibiullah (s.a.) için isterler.
Kaynak: Prof.Dr.Hayrettin Karaman'ın "İslam'da Kadın ve Aile" isimli eserinin "Cennette Kadın" adlı yazısından özetle alınmıştır.
Mütevatir Hadis: Peygamberimiz'den bize kadar, haberin ve bilginin doğruluğundan şüphe etmeyeceğimiz ölçüde ve sayıda kimsenin naklede geldikleri hadisler.
Cennet şu anda var mı?
Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder:
"Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. "
(Âli İmrân, 133)
Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."
"Cennet bana yaklaştı, o kadar ki, eğer cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini size getirebilecektim."
Cennet ve Cehennem’in Ebedîlîği
Cennet’in de, Cehennem’in de varlığı ebedî olarak devam edecektir.
Kur’an ve Sünnet nassları, hem Cennet’in, hem de Cehennem’in şu anda mevcut olduğunu, kıyamet, haşir ve hesap süreçlerinden sonra Cennetlikler Cennet’e, Cehennemlikler Cehennem’e gittikten sonra orada ebedî kalacaklarını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Şu kadar ki, Cennet’e gidenlerin hiç birisi oradan bir daha çıkmayacak, ancak Cehennem’e gidenlerin bir kısmı, yani günahkâr mü’minler, günahları miktarınca azap gördükten sonra Cehennem’den azad edilecek ve ebedî hayatlarına Cennet’te devam edeceklerdir.
Ancak; bizim varlığımızın sonsuzluğunun, Allah Teala’nın varlığının sonsuzluğu “gibi” olmayacağını, zira bizim sonsuzluğumuzun da varlığımız gibi “mümkin”, O’nun sonsuzluğunun ise varlığı gibi “zorunlu” olduğunu unutmamak gerekir.
Kaynak : Cennet ve Cehennemin Ebediliği, Ebubekir Sifil, Milli Gazete, 17/12/2005
Cennet yeryüzünde miydi?
" Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin..."
(Bakara Suresi 35)
Cennet yeryüzünde şeklinde zannedenler olmuşlardır. "Filistin'de yahut Fâris ile Kirmân arasında bir cennet idi. İnişi de oradan Hindistan'a nakliydi." denilmiştir. Bu şöyle bir anlayışla söylenmiştir:
-Çünkü Âdem'in yaratılışı yeryüzünde olduğunda ittifak vardır.
-Kıssada semaya yükselmesi zikredilmemiştir. Olsa idi öncelikle hatırlatılırdı.
-Bir de ebedi cennet olsaydı, çıkılmaz ve şeytan oraya giremezdi.
Ancak bu tahmin, göründüğü kadar makul ve tabii değildir. Âdem'in yeryüzüne inişi, yeryüzünde ortaya çıkması, akıl ve nakle daha uygundur.
-Ebedi cennet de devamlı oturmak için girmekle, misafir olarak girmek arasında da fark vardır.
-"Cennet", ahirette müminlerin varacağı sevap evidir ki, şimdi mevcut, fakat dünyada görüşten gizlenmiştir. Ve "Cennet" denilince Kur'ân dilinde bilinen budur.
-Âdem'in cennette oturması hali, ahiret âleminin meydana gelişine benzer bir ilk oluştur. Ve bu durum bize göre bir makul âlemdir.
-Yeryüzü ile onun arasında mekanla ilgili bir uzaklık tasavvuruna da lüzum yoktur. O da aynı feza içindedir.
Bunda akla yaklaştırmak için söylenebilecek olan söz: Âdem'in ruhunun bütün kemal kuvvetlerini haiz olarak, maddeye, önceki unsurlara ilk ilgisi, diğer deyişle beşerin aslı olan ilk Âdem'le ilgili hücreciğin esîrî bir şekilde oluşumu ve ondan eşinin ayrılmasıdır. Muhyiddin-i Arabî'nin bir deyişine göre, ruhun tabiata ilk verilişidir.
Kaynak: Elmalı Tefsiri Bakara Suresi 35.ayet
Cennet'in Anahtarı
Son sözü Kelime-i Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir .
Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir.
Muaz b. Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)"
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka Cennet'e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.
Kaynak: Cennet, Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi
Cennettin Tabakaları
İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bu tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır. Bunlar:
1-Nâim Cenneti: "Beni Cennetü'n-Nâim'in varislerinden kıl... "
(Şuârâ, 85) (Ayrıca bk. Mâide,65; Tevbe, 21; Yunus, 9)
2-Adn Cenneti : "Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlûkatın en hayırlısıdırlar. Onların mükâfâtı Rableri katında And Cennetleridir ki onların altlarından nehirler akar, orada onlar ebedî kalıcıdırlar, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. Bu Rabb'inden korkanlar içindir. "
(Beyyine, 8, Ayrıca bk. Tevbe, 72; Ra'd, 23; Nahl, 31)
3-Firdevs Cenneti : "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs Cennetleri. vardır"
(Kehf, 107 ve Mü'minun, 11)
4-Me'vâ Cenneti: "İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ Cennetleri vardır. "
(Secde, 19 ve Necm, 15)
5-Dârü's-Selâm: "Halbuki Allah Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidâyet buyurur. "
(Yunus, 25 ve En'âm, 127)
6-Dârü'l-Huld: "O Rab ki, fazlından bizi durulacak yurda (Cennet'e) kondurdu."
(Fâtır, 35)
7) İlliyyûn :
Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir.
Kaynak: Cennet, Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi
Cennetlikler Kimlerdir?
Kur'an ve Sünnet'te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet'te gerçekleşir:
"Takva sahipleri, elbette Cennet'lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller." (Hicr,45-48).
Kur'an-ı Kerîm de:
-Namazını eksiksiz kılanlar, malından bir kısmını yoksullara ayıranlar, ceza-hüküm gününe inananlar, Allah'ın gazabından korkanlar,ırzlarına sahip olanlar, sözlerine ve emânete sadık kalanlar, doğru şahitlikte bulunanlar (1).
-Cenâb-ı Hakk'ın rızasını dileyerek sabredenler (2);
-Şükredenler (3)
-Yürekten tövbe edenler (4)
-Allah yolunda canını feda eden şehitler (5)
-Allah'a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah'ın ölçüsünde Allah'a yönelenlere" (6) içinde ebedî kalınacak Cennet'e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.
"İmran b. Husayn (r.a.)'dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır . Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir. Çoğu insan mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Kaynak: Cennet, Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi
1) Meâric, 70/23, 24, 25, 26, 27, 29, 33
2) Ra'd, 13/20, 21, 22, 23
3) Ahkâf, 35/15-16
4) Tahrim, 66/8
5) Bakara, 2/154
6) Kaf, 50/31-34
Edison Cennete Girecek mi?
Bazı ilericiler, çağdaşlar, uygarlıkçılar tutturmuşlar, “Edison ampulü icat etti, daha nice icada imza attı, insanlığa faydası çoktur, böyle bir adamı Müslüman olmadığı için cennete sokmamak olur mu” gibi laflar ediyorlar.
Bilsinler ki:
Edison’un varlık problemi, Tanrı, din konusundaki inanç ve görüşleri sadece İslâm’a değil, bütün dinlere aykırıdır. O, İslâm dinine göre de, Yahudiliğe göre de, Nasranîliğe göre de Cennete giremez.
Ampulü ve fonografı icat etmiş. Bunlar Cennete girebilmesi için yeterli değildir. Cennete iman ile girilir. Allah’a iman edecek, BÜTÜN Peygamberlere iman edecek, BÜTÜN ilahî kitaplara iman edecek. Bir kişi imanın temellerinden bir maddeyi kabul etmese yine cennete giremez. Din kitapları böyle söylüyor.
Şu mantıksızlığa bakınız:
Gayr-i müslimler Son Peygamber Hz. Muhammed’i yalanlıyor, “Sen Peygamber değilsin, yalancısın” diyor. Kur’ân’ı inkâr ediyor, Allah kelamı değildir, kul sözüdür diyor. İslâm dininin hak din olduğunu kabul etmiyor... Sonra da Müslümanlar, bunların Cennete giremeyeceklerini söyleyince dinsizler çok kızıyor, ateş püskürtüyor...
Gayr-i müslimler Müslümanları Cennete koyuyor mu? Koymuyorlar. Cennet kimsenin babasının mülkü değildir, Allah’ın mülküdür ve oraya dilediğini koyar.Cennete kimler girecektir? Kur’ân, Sünnet ve onları yorumlayan büyük din alimleri ve uluları bunu bildiriyor. Cennete iman edenler girer. Allah’a, Peygamber’e, Kitabullah’a, hak dine iman edenler...
Öncelikle bir Müslüman olarak şu ayet-i kerimeleri iyi, ama çok iyi bilmemiz gerekmektedir:
“Şüphesiz, ALLAH katında din, İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki aşırılık yüzünden, ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Kim ALLAH’ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz ALLAH, hesabı çok çabuk görendir.”
(Âl-i İmran: 19)
“…Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. (Dinin hükümlerini ikmal ettim.) Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı (verip ondan) razı oldum, hoşnut oldum.
(Maide Sûresi: 3)
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bu ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o kimse, ahirette de hüsrana, en büyük zarara uğrayanlardan olacaktır.”
(Âl-i İmran Suresi: 85)
Bazı kimseler “Cennet, Müslümanların tekelinde değil” diyorlar ki çok yanlıştır. Çünkü cennetin sahibi olan ALLAH Teâlâ: “Cennete girebilmek için mü’min olmak, yani ALLAH ve Resûlüne iman etmek gerekir.” buyuruyor. Bir yere kimin girip giremeyeceğine sadece o yerin sahibi karar verebilir. Başkası veremez.
Kimin cennete, kimin de cehenneme gideceğini Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de beyan etmiştir. Hiçbir kimsenin Allah’ın rahmetini daraltmaya hakkı olmadığı gibi, mü’mine de kâfire de vermeğe hakkı yoktur.
Şu bir gerçek ki: Cennet kimsenin babasının mülkü değildir, Allah’ın mülküdür ve oraya dilediğini koyar.
Kimin cennete, kimin de cehenneme gideceğini Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de beyan etmiştir. Cennete kimler girecektir? Kur’ân ve Sünnet bunu bildiriyor:
Cennete iman edenler girer. Allah’a, Peygamber’e, Kitabullah’a, hak dine iman edenler...
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Ey Muhammed! Sen onlar için ister istiğfar et, af dile; ister istiğfar etme, af dileme! Bir şey değişmez, her ikisi de eşittir. Onlar için yetmiş kez istiğfar etsen de, af dilesen de, yani ne kadar çok istiğfar edersen et, ne kadar çok af dilersen dile, yine de ALLAH onları kesinlikle affetmeyecektir, bağışlamayacaktır. Bu, onların ALLAH ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. ALLAH fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe sûresi:80)
Âyet-i kerimeden açıkça anlaşılan husus: ALLAH ve Resûlünü inkâr eden kimselerin affedilme şanslarını tamamen yitirmiş olduklarıdır.
O (gayrımüslim)lerden ölen hiçbir kimseye asla dua etme, cenaze namazını kılma! (defin veya ziyaret için) kabrinin başında da durma! Çünkü onlar ALLAH’ı ve Resûlünü inkâr ile kâfir oldular ve onlar fasık (adam) lar olarak öldüler.
(Tevbe sûresi:84)
Kaynak:
1)Teolojik Bahisler: Sabataycılar Cennete Girecek mi?, Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 08.03.2007
2) Cennete girebilmek için Mü’min olmak, yani Allah ve Resûlüne iman etmek gerekir, Mehmet Talü, Milli Gazete, 10.03.2007
Huriler
Gözleri iri ve siyahı çok siyah, beyaz kısmı da çok beyaz olan, Cenâb-ı Allah'ın, cennetliklere vadetmiş olduğu güzel kızlardan her biridir.
Kur'ân-ı Kerim'de Huriler
"Müttakiler güvenli bir yerde; bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek karşılıklı otururlar. Böylece biz onları, siyah iri gözlü hûrîlerle evlendirmişizdir."
(Duhan,51-54).
"Müttakilere kurtuluş, başarıya ulaşma, bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıtlar ve dolu dolu kadehler vardır."
(Nebe, 31-34)
"Onlar koltuklara yaslanıp kurularak, birçok meyveler ve içecekler isterler. Ve yanlarında da bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş (utangaç bakışlı) yaşıt dilberler vardır."
(Sâd,51, 52)
"Biz ceylan gözlüleri defterleri sağdan verilenler için inşa etmişiz (yeniden yaratmışız)dır. Onları bâkire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır."
(Vâkıa, 35-38)
"Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır"
(Rahmân, 70)
"Orada utangaç bakışlı öyle kadınlar vardır ki, bundan önce kendilerine ne bir insan ne de bir cin dokunmamıştır."
(Rahmân, 56)
"Ve sedeflerinde saklı inciler gibi iri siyah gözlü eşler"
(Vâkıa, 22, 23)
Hadislerde Huriler
Cennet ehlinden her birinin iki kadını vardır ki, vücutlarının şeffaflığından baldır kemiklerinin ilikleri etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet arasında ne ihtilaf vardır ne de düşmanlık; gönüller sanki bir gönül, sabah akşam Allah'ı tesbih ederler" (1)
Ümmü Seleme, Peygamber (s.a.s)'e bir gün,
-Ya Rasûlüllah! dünyada ki kadınları mı, yoksa Cennetteki hûrîler mi daha iyidir? diye sorar.
Rasûlüllah (sav);
-Dünyadaki kadınların üstünlüğü, yüzün astara üstünlüğü gibidir" diye cevap verir.
Ümmü Seleme;
-Niçin, deyince
O, şöyle cevap verir;
-Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadetlerde bulundukları için. (2)
Kaynaklar:
1) Buhârî
2) Tabarânî'den naklen; Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur'ân Terc., VI. 81
Kevser Havuzu
Havz büyük bir ikramdır. Allah Teâlâ bu ikramı peygamberimize tahsis etmiştir. Hadîsler havzııı vasfını belirtmiştir. Allah Teâlâ'dan ümidimiz dünyada havz hakkındaki bilgiyi, âhirette de onun tadını bize nasip etmesidir; zira havzumun sıfatlarından biri şudur: Havzdan içen bir kimse hiçbir zaman susamaz.
Enes (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a) bir ara uyukladıktan sonra tebessüm ederek başını kaldırdı.
Ashâb
-Ey Allah'ın Rasûlü! Neden güldün? diye sordu.
Hz. Peygamber
-Bana şimdi bir ayet indi dedikten sonra Kevser sûresini okuyup şöyle dedi:
- Kevser'in ne olduğunu biliyor musunuz?
-Allah ve Rasülü daha iyi bilir.
- Kevser, bir nehirdir. Rabbim cennette onu bana va'detti. O nehrin üzerinde çok hayır vardır. Onun yanında bir havuz var. Kıyamet gününde ümmetim o havuzun başında toplanacaklar. O havuzun kapları gökteki yıldızlar kadardır. (1)
Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cennette yürüdüğüm bir anda gözüme bir nehir ilişti. Nehrin iki kıyısına içi delikli inciden mâmûl kubbeler ser-pilmişti. Cebrail'e dedim ki:
- Ey Cebrâil bu nedir?
- Bu, rabbinin sana verdiği kevserdir. Melek elini havuzun altına vurdu. Çamurunun halis misk olduğunu gördüm. (2)
Yine Enes, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Havzumun iki tarafının arasındaki mesafe, Medine ile San'a (veya Medine ile Amman) arasındaki mesafe kadardır. (3)
İbn Ömer Kevser Sûresi inince Hz. Peygamberin (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kevser cennette bir nehirdir. İki tarafı altından yapılmıştır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlı ve miskten daha güzel kokuludur. O su inci ve mercan kayaları üzerinde akar. (4)
Hz. Peygamberin âzadlısı Sevban b. Bücded, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Muhakkak ki benim havuzumun mesafesi Aden ile Belka arası kadardır. Havuzumun suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Havuzumun testileri gökteki yıldızlar kadardır. Kim ondan bir yudum içerse, artık ebediyyen susamaz. Havza ilk varan muhacirlerin fakirleridir. (5)
Bunun üzerine Hz. Ömer sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar kimlerdir!
- Başları (yoksulluktan ötürü) tozlu toprakla elbiseleri pejmürde, nimetler içerisinde olan kadınlarla evlenmeyen ve kendilerine baş olma kapıları açılmayan kimselerdir.
Bu hadîsi işitince Ömer b. Abdülazîz şunları söyledi: 'Yemin ederim, ben nimetler içerisinde beslenen kadınlarla evlendim. Abdülmelik'in kızı Fâtıma ile evlendim. Bana riyaset kapıları açıldı, (Öyleyse ben o havuza ilk varanlardan olamam). Ancak rabbim bana rahmet ederse o başka! Bundan sonra başım kirlenmedikçe ona yağ sürmem. Elbisem kirlenmedikçe yıkamam.
Ebû Zer diyor ki:
-Hz. Peygambere 'Havuzun kabı nedir diye sordum, dedi ki:
-Muhammed'in nefsini kudret elinde tutana yemin olsun! Havzun kapları, bulutsuz ve kapkaranlık gecede parlayan gökteki yıldızların sayısından daha fazladır. O havuzdan içen bir kimse, ebediyyen susamaz. Havuzun üzerinde son bulan, cennetten oraya iki musluk akar. Havuzun eni, uzunluğu gibidir. Amman ile ile arasındaki mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. (6)
Semûre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Her peygamberin bir havuzu vardır. Her peygamber havuzuna gelen insanların fazlalığıyla iftihar eder. Ben, benim havuzumun onların en kalabalığı olmasını umuyorum. (7)
İşte bu, Hz. Peygamber'in ümididir. Her kul havuza gidenlerin arasında olacağını ümit etmelidir. Mağrur olup da ümit etmesin. Çünkü hasadı uman, tohumu eker, yeri temizler, sular, sonra oturup Allah'tan ekini bitirmesini, kasırganın, dolunun ekine dokunmamasını niyaz eder. Nadas etmeyi veya tarlayı temizleyip sulamayı terkedip de Allah'tan ekin ve meyve bitirmesini uman bir kimseye gelince, bu kimse aldanmış ve kuruntuya kapılmış bir kimsedir. Bu kimse, Allah'ın fazlını ümit edenlerden değildir. İşte halkın çoğunun ümidi böyledir. Bu, ahmakların aldanışıdır. Aldanmak ve gafletten Allah'a sığınıyoruz; zira tedbir almadan Allah'ın fazlına aldanmak, dünya ile aldanmaktan daha tehlikelidir.
Ey insanlar! Allah'ın va'di gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) Allah ile sizi aldatmasın!
(Fâtır/5)
Kaynak: İhya-ı Ulumiddin, İmam-ı Gazali, 4.Cilt1
1) Müslim
2) Tirmizî, (hasen olarak)
3) Müslim
4) Tirmizî, (hasen sahih olarak)
5) Tirmizî, (garîb olarak). Belka Şam diyarında bir beldenin adıdır.
6) Müslim
7) Tirmizî, (garîb olarak)
Zebani
Cehenneme gidenlerle meşgul olan melek, cehennemlikleri cehenneme atmaya memur edilen melek, cehennem bekçisi. Çoğulu "zebâniyyûn"dur.
Cehennem bekçisi olan zebânîler, azap melekleri diye tavsif edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm diliyle zebânî, "Cehennem koruyucusu"dur.
Kur'ân-ı Kerîm'in altı ayrı sûresinde dokuz âyette (Zümer, 71, 73; Duhân, 47-50; Tahrîm, 6; Mülk, 8; Müddessir, 31; Alak, 18) "zebânî" kelimesine atıflar vardır.
Kelime açık olarak ve "ez-zebâniyye" şeklinde yalnız bir âyette (Alak, 18) geçmektedir.
Müddessir, 30. âyetinde zebânilerin sayısının 19 olduğu açıklanmış, onların melek olduğu özellikle belirtilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'deki "zebânî" kelimesinin atıf şeklinde geçtiği âyet meâllerinin ilgili cümleleri şöyledir:
"Biz o ateşin bekçiliklerine meleklerden başkasını memur etmedik"
(Müddessir 31)
"Ey iman edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanla taştır. O ateşin üzerinde iri gövdeli sert tabiatlı melekler vardır..."
(Tahrîm, 6)
"O küfredenler, ayrı ayrı bölükler halinde cehenneme sürüldü. Nihayet oraya geldikleri zaman onun kapıları açıldı. Cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi..."
(Zümer, 71)
"(Zebânilere); Tutun onu da denilir, sürükleyerek cehennemin tâ ortasına götürün"
(Duhan, 47)
Bu meâller dikkatle incelendiğinde Müddessir, 31 ve Zümer, 71 âyetlerinde zebânilerin "Cehennem bekçileri" ve "Melek" oldukları, Tahrîm, 6 âyetinde ise cehennem görevlisi zebânîlerin "Sert tabiatlı melekler" olduğu açıklanmıştır. Duhan, 47. âyetinde zebânîlerin "Cehennemlik kişileri iteleyerek" cehenneme attıklarına atıf vardır. Zebânî kelimesi bir tek âyette, "Biz de zebânîleri çağırırız" (Alak, 18) açık olarak geçmektedir.
Fahruddin er-Râzî "ez-Zebâniyye"yi, "Onlar ehl-i meclis ve ehl-i meşveret olan azab melekleridir ki, şiddetle tutmak ve atmakla cehennemin işlerine memur olmuşlardır" şeklinde açıklamıştır. İnsanları şiddetle cehenneme itmeğe muktedir oldukları için onlara "zebânî" denmiştir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kaynak: Zebani, Osman CİLACI, Şamil İslam Ansiklopedisi
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İLMEDAVET.COM
Kafir ebedî cehennemi hak eder.
Küfür, mahlukatın hukukuna bir tecavüzdür. Çünkü:
1-Bazen büyük bir devletin küçük bir elçisini hiçe saymak, gönderdiği mektubu yırtmak savaş sebebi olabilir. Bu noktada elçinin ve mektubun küçüklüğüne değil, yapılan hareketin büyüklüğüne bakılır. İnkârcılığı meslek edinen kâfir de Allah’ın elçisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’i ve Allah’ın mektubu olan Kur’an’ı hiçe saydığı için büyük bir kabahat işlemiştir. Bu kabahatin tek cezası ise ebedî cehennemdir.
2-Her şey kendine mahsus bir lisanla “Allah vardır, birdir, her şeyin sahibidir, bizlerde onun engin manalar taşıyan mektuplarıyız…” derken, kâfir bu gerçeği inkâr etmekle onları yalancılıkla ittiham eder.
3-Özene bezene harika resimler yapıp bir sergide teşhir eden ressamın eserlerini hiçe sayarcasına “Bunları da güzel diye asmışlar, ne kadar manasız, ne kadar anlamsız ve ne kadar çirkinler; herhâlde boyalar kendiliğinden dökülüp bu şekilleri almış…” diyen kimse, tablolara ve sanatkâra ne büyük bir hakarette bulunmuş olur.
İşte kâfir de Cenab-ı Hakk’ın nihayet derecede güzellik ve sanat ile yarattığı mahluklara, “Rastgele yapılmış, manasız şeyler!” diyerek her biri bir sanat harikası olan o yaratıklara karşı hakarette bulunmaktadır. Ağzından çıkan bir kelimeye bile manasız denilmesine kızan insan, bütün kâinata manasız demekle sanatkârını kızdırıp sanatkârın hukukuna tecavüz etmiş olmaz mı? Ve bu cinayeti sebebiyle cehennemi hak etmez mi?
4-O harika resimler ve tablolar ressamlarından ötürü değer kazanır. Meşhur bir ressamın tablosu milyarlara satılırken, meşhur olmayan ressamın tablosu çok daha ucuza satılmaktadır. Hatta aslına son derece benzeyen tablolar bile o meşhur ressamın elinden çıkmadığı anlaşılınca beş para etmez. Aynen bunun gibi, her bir yaratık da yaratıcıları olan Allah hesabına değer kazanır. Allah’ı inkâr eden bir kimse, dolayısıyla mahlukatın kıymetini de iskat etmiş ve değerini düşürmüş olur.
5-Bir insana “Sen babasızsın!” demek ne büyük bir hakaretse, mahlukata da “Siz sahipsizsiniz, rastgele olmuşsunuz!” demek öyle bir hakarettir.
6-“Güzeli gösteren ayna güzelleşir.” kabilinden, kâinattaki her bir yaratık Allah’ın güzel isimlerine ayinedarlık yapıp güzellik kazanırken, kâfir bütün bunları tesadüfe vermekle sayısız yaratığın hukukuna tecavüz eder.
7-Kâfir, Allah’ın yarattığı, bin bir hikmetle yoğurup halk ettiği mahlukatı çürümeye mahkûm, cansız, ruhsuz, gayesiz bir madde yığını olarak görmekle büyük bir haksızlık yapmıştır.
8-Biz namaz kılarken birisi bize “Bu namaz kılmıyor, sahtekârlık yapıyor.” dese ne kadar da kızarız. İşte kâfir de küfrüyle mahlukatın fıtri ibadetlerini ve Allah’ın isimlerine karşı yapmış oldukları tesbihatı inkâr etmek ile onların hukuklarına tecavüz eder.
9-Bütün mahlukat Allah’ın vazifedar birer memurudurlar. Kâfir ise Allah’ı tanımamakla, onları memuriyet makamından indirip görevsiz, vazifesiz ve başıbozukluk ile itham eder.
Hülasa:Kâfir Allah’ın elçisini inkâr eder, mektubunu yırtar, bütün mahlukatın tevhid-i İlahiyeye dair yaptıkları şehadeti yalanlar ve onları tekzip eder, kıymetlerini iskat eder, düşürür, kâinatı ve içindekileri manasızlıkla ittiham eder, onları sahipsizlikle ittiham ederek hakaret eder, güzelliklerini inkâr eder, onları manasız ve cansız maddi bir yığın görerek onlara haksızlık eder, ibadet ve tesbihatlarını inkâr edip onları memurluk makamından indirerek başıbozuklukla ittiham eder…
Hem de öleceğini bildiği hâlde bunları yapar. Acaba bir de ölümsüz olsaydı, kim bilir neler yapardı?
İşte bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı Cenab-ı Hak, mahlukatının hukukuna yapılan bu tecavüze karşı kâfiri ebedî hapse mahkûm eder. Ta ki adalet sağlansın ve mazlumun hakkı zalimden alınsın.
YOLUMİSLAM.COM
Sırat Köprüsü, dini sohbet, islami sohbet
Uzun zamandır Sırat Köprüsü hakkında çeşitli,hayal gibi düşünceler zihnime gelip-kaçıp duruyordu.Bir türlü avlayıp,karışık fikirlerimi bir araya getiremiyordum.Fehm eder gibi
oluyordum ama; ifham edemiyordum.Yeni Asya’da,bu konuda, güzel bir yazı okuyunca neden yazmayı denemiyorum, diye düşündüm.Yazı sayesinde, aklımdakiler biraz daha belirginleşmesini murad ediyorum.Deneme şeklindeki bu yazımda pek çok hata olabilir.Ya kalemimin eksikliğine veyahut fikirlerimin darlığına verin.Doğruları Kur’an’ın bu asırdaki en güzel tercümanı Risalerin malıdır.Zira onlardan alınmıştır.
Sırat köprüsü, Cehennemin karanlık ve dev alevleri üzerinde kurulmuş, dehşetli, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. Çok hassas bir ayar içindedir.Buraya kadar herkesin yaptığı ve kabul ettiği tanımdır.
Hem denmiş;Meselâ mahşerdeki terazi elbette bakkal terazisi şeklinde olmayacak. Kaldı ki dünyada bile şekil itibariyle biri diğerine benzemeyen çok farklı biçimlerde teraziler söz konusu. Hatta aynı bakkal dükkânında, o eski bildiğimiz klasik teraziden tutun, farklı boy ve ebatlarda ve farklı ölçeklerle çok sayıda elektronik terazi örnekleri de görmek mümkün. Öyleyse mahşerde sevap ve günahımızı tartan bir teraziden söz edildiğinde, çok hassas ölçüleriyle sonsuz duyarlıklı bir tartı âletinin bulunduğunu anlarız, gerçek şeklini görmeyi âhirete bırakırız.
Ben de gerçek şeklini anlamayı ahirete bırakılması gerektiğine kaniyim.Ancak Sırat Köprüsü
gibi çok önemli bir meselenin –bence- Kur’an Hadis ve Risalelerde daha belirgin bir resmi vardır.ışte ben bunu avlamaya çalışıyorum.
Nasıl Allah’ın esmasının manası müteşabihtir, yani; gerçek manasını bizim idrak etmemiz imkansızdır. Yalnız manaları teşbihlerle veyahut dar tanımlarla akla yaklaştırabiliriz. Mesela Adl ismindeki gerçek manayı hiç bir zaman bilemeyiz. Sadece ;na kadar iyi olursa olsun eksik bir kaç tanımla anlayabiliriz.Hukuk,matematik,nizam, ölçü ,temizlik gibi.Yada Rahman ismini tanımlarken merhamet,şefkat,bağışlayıcılık gibi kelimeleri kullanırız.Oysa bunlar kalp inceliğinden tevellüd eden bir kusurdur. Bu kusurlu ifadeleri biz Rahman isminin manasını aklımıza yaklaştırmak maksadıyla kullanırız.Yoksa gerçek mana budur, diye hiç bir zaman anlamayız.ışte Sırat Köprüsünü de ben bu şekilde düşünüyorum.şeklini dünyadaki bazı teşbihlerle çizmeye çalışıyorum.
Yazıda şu söylenmiş,“Mahşerde sevap ve günahımızı tartan bir teraziden söz edildiğinde, çok hassas ölçüleriyle sonsuz duyarlıklı bir tartı âletinin bulunduğunu anlarız,”
Herşeyden önce incelik,ölçüde duyarlılık; Adl isminin bir tecellisi olduğunu gösterir. Yani Sırat Köprüsü Allah’ın Adaletinin gösteriliş ve geçiş yeridir.
…
Karanlığın, aydınlıkla ölçeriz. Karanlık aydınlıktan ince bir çizgi ile ayrılır.Karanlığın kesafeti ışığın şiddeti ile ölçülür.Kötü iyilikle ayırt edilebilir.Mesela, bir toplumda ne kadar çok çeşit kötülük varsa ve ne kadar çoklukta ise ve niteliği nasıl olduğu ,karşısına iyilik konulunca anlaşılır. Eski kavimler genelde kötülüğü bir iki çeşidine tutulmuştur. Buna karşılık karşısına dikilen iyilik, bu kötülüğü işlememekle ortaya çıkan durumun güzelliğini göstermiştir. Hem de aynı metodu uygulamıştır. Mesela; bir sapkınlığın kaynağı tıpsa, karşısında duran iyilikte kaynağını tıptan alır. Eğer sapkın olan topluluk terazide hile yapıyorsa karşısına terazide tam adil bir şahsı çıkarır. Eğer bir toplumda güven duyulan insan yoksa karşısına Emin ismine layık bir zat konulur. Böylece o iyiliğin değeri anlaşılır.ırşad kolaylaşır. Çünkü insanların önüne bir ölçü birimi konulmuştur.
Gerçekten gerek toplumsal bazda gerek kişisel anlamda bu zıtlıklar insan hayatını oluşturur.
Bu zıtlıklar genelde birbiri ile çok ince bir çizgiden ayrılmaya başlar insanın imanına ve kötülüğün şiddetine göre kalınlaşır,incelir.Ama; bu kalınlaşma beraberinde yeni bir inceliği getirir.
Mesela; cömertlik ile savurganlık. Tanım itibariyle ilk bakışta çok kalın bir ayırım vardır.Ancak iş fiile gelince insan bunu pek ayırt edemez. Bir savurgan insan arkadaşlarını eğlence yerlerine götürüp içki ısmarlar,sürekli sigara ikram eder. Üç beş liranın hesabını sevdiklerine asla yapmaz. Hep ısmarlıyandır. Çevresi eğlenceyi çok seven insanlardan ibaret olduğundan bir uyarıcıyada sahip değildir. Yaşadığı dünyanın dışından birisinin uyarısı kıskançlık, ne dediğini bilmeme olarak yorumlanır. Bu zat kendini cömert görmekte çevresi de böyle kabul etmektedir.Dini açıdan çok ince nazik bir çizgidedir. Ancak;kendisi bu inceliği farkedemediğinden veyahut cehlinden savurganlığına cömertlik adı takmıştır.Çok kalın bir çizgide yürüdüğünü zanneder. ışte sırat köprüsü ile karşılaştığında bu hatası, yani kalın çizgide yürüme zannı gerçekte kılıçtan keskin,kıldan ince o çizgiyi farkedememesine sebebiyet verir.Sırat köprüsünde sendelemeler yavaşlıklar da hep bu sebeptendir.Bunu simgeler.
Bu mesele pek çok örnekle incelenebilir. Cimrilik ile tutumluluk,keremet ile istidrac, ilham ile vesvese,hak ile batıl, küfür ile iman,kıskançlıkla imrenme, aşk ile nefret, aşk ile şefkat, yalan ile takiye, benim kalbim temiz, dilencilik ile fakirliğini bilme, isyan ile teslimiyet,vakurlukla gurur,hırs ile azim; daha yüzlerce binlerce örnek…
Burda ince ayırımı yapamamaya hep bilgisizlik sebebiyet verir. ışte ilk emrin “oku!” olmasının bir hikmetide burdadır. Çünkü insan okuyarak kendini geliştirir amel ederek bilgisini pekiştirir. Burda ihlas en büyük sırat köprüsüdür ve ihlas kelimelerin üstüne bina edilir.
Biraz bilgili biri başına gelen bir musibetin Allah’tan olduğunu bilir. Ama ,bu sırat köprüsü için yetmez. Zira musibetteki ameli ve ihlaslı duruşu onu kurtarır. Çünkü biri itirazalud der “Bu musibet Allah’tan ,peki benim suçum ne?” , bir diğeri “Bu musibet Allah’tan acaba ne suç işledim.”. ışte burda akıl sahipleri için çok kalın olmakla beraber amel eden açısından keskin bir köprü mevcuttur. Birisinde isyan birisinde, teslimiyet mevcuttur. Çok ince bir ayırımdır. Çoğu kişi bu tip kelimelerdeki ince ayırımı yapamayıp gümleyip gider. Bu keskin,ince ayırımları yapabilme şekline göre köprü incelir, kalınlaşır. Geçmek buna göre rahat ve zor olur.Yada hızlı ve yavaş olur.
“ Mü’minlerin kimi göz kırpacak kadar zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi kuş gibi, kimi ala-yörük cinsi bir at gibi, kimi deve gibi süratle geçerler. Nihayet nuru yalnız ayaklarının başparmağında olarak verilen kimse yüzü koyun yürüyerek elleri ve ayaklarıyla emekler ve bir kolunu çekse öteki kolu, bir ayağını çekse öteki ayağı takılır ve kurtuluncaya kadar ateş yanlarına çarpar durur. Kimi yürüyerek, kimi karnı üstünde sürünerek geçer de: Ya Rab! Beni neden bu kadar geç bıraktın? der. Cenâb-ı Rabbü’l-âlemin: Seni geç bırakan kendi amelindir! buyurur. “
ışte sırat Köprüsü için yapılan bu tariflerin bir mahiyetini yukarda anlatmaya çalıştım.
Evet! Sırat Köprüsünde bizi geç bırakan kendi amalimizdir.Bilgisizliketen okumamaktan neşet eden, amelimizdir. Yani; amelimizin hak veyahut batıl olmasını ayırt edebilme yeteneğimize göre geçişimiz şekillenir bazısı da hiç geçemez.
Vesselam
Kabir Hayatı (Mutlaka Okuyun!), dini sohbet, islami sohbet
Kabir Hayatı (Mutlaka Okuyun!), dini sohbet, islamisohbet
Kabir Hayatı Kabirlerde bulunan kimselerin tamamı “Berzah” hayatı ile diri olup; * Bilirler, * Akıl ederler, * Duyarlar, * “Hiç şüphe yok ki, ölü defnedilip arkadaşları, yanından ayrıldıkları zaman; yanından ayrılırken cenazesini kaldırıp kendisini ahirete yolcu edenlerin ayak seslerini işitir. (6) * Peygamber efendimiz (s.a.v) Bedir’de öldürülen kâfirlerin içi taşlarla örülmemiş bir kuyuya atılmasını emretti. Ölümlerinden günlerce sonra gelip başında durdu ve son ferdine kadar, onları teker teker ey falanca oğlu falan şeklinde, isimleri ve babalarının isimleri ile çeğırarark onlara şöyle buyurdu: “Siz Rabbinizin size va’dettiği azabın hak olduğunu gördünüz mü? Hiç şüphe yok ki ben; Rabbimin bana va’dettiği zaferin hak olduğunu gördüm.” Bunun üzerine Hazret-i Ömer; “Yâ Resulallah! Sen, leş olmuş bir kimselerle mi konuşuyorsun, dedi”. Bunun üzerine Peyganber Efendimiz de cevaben : ” Beni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki siz, beni onlardan daha iyi duymuyorsunuz dedi.” (7) * Görürler, * Kendilerini ziyaret edenleri tanırlar, * Herhangi bir kul kardeşinin kabrini ziyaret edip yanında oturursa, kalkıncaya kadar, o ölü onunla arkadaşlık eder ve ona karşılık verir. (8) * Selam verenlerin selamlarını alırlar, * Bir adam, tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiğinde, ona selam verirse, selmını alır. Bir adam da tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiği zaman selam verirse o da, onun selamını alır. (9) * Birbirlerini ziyaret ederler, * Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü onlar, kabirlerinde birbirlerine karşı iftihar ederler ve birbirlerini ziyaret ederler. (10) * Dirilerden kendilerine ulaşan kötü haberlere üzülürler, * Hiç şüphesiz ölüye; evinde eziyet veren şey, kabrinde de eziyet verir. (11) * Amelleriniz, ölülere bildirilir, güzel birşey görürlerse sevinirler. Kötü birşey görürlerse; Allah’ım! Onlaru tâatına geri çevir derler.” * Dua ederler, * Ölülere hayatta olanların amelleri onlara bildirilir, hayırlı bir iş görürlerse Allahü Teâlâya hamd edip sevinirler ve o hayrı yapanın hayırlı işlerinin artması ve hayırlı işlere devam etmesi için dua ederler. Kötü bir şeyle karşılaşırlarsa onları yapanlar için Allahü Teâlaya dua edip şöyle derler: “Allah’ım! Onları tâatına geri çevir ve bize hidayete erdirdiğin gibi, onları da hidayete erdir. ” (5) * Tasarrufları vardır, * Allahü Teâlanın kudretiyle çok büyük işler yaparlar. Peygamber efendimiz, Hazret-i Cafer’in öldürülmesinden sonra bir gün şöyle buyurdu: “Bişe halkına, yağmurun yağacağını müjdeleyen meleklerin içinde Ca’fer’i tanııdım.” (14) * Nimet görürler, * Nimet ve azab hem ruha hem vücuda olacaktır. Berzah aleminde bazıları ikram görürler kabirlerinde taptaze olarak namaz kılarlar, hac yaparlar. * Azab edilirler. * Peygamber efendimiz (s.a.v) kabir azabı ile ilgili şöyle buyuruyor: “Ölüleriniz defnetmeme endişem olmasydı; işitmekte olduğum kabir azabını, size de işittirmesi için Allah’a dua ederdim. (12) __________________________________________________
Kabir Azabı Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. Kabir azabının aslı, Dünya sevgisidir. Fakat şiddet derecesi ayrıdır. Azlığı, çokluğu Dünya sevgisine göre değişir. Azap, kalbin Dünyaya bağlanmasının sonucudur. Kafirlerin kabir azabı, kıyamete kadar devam eder. Yalnız cuma ve Ramazan günleri kalkar. İtaat erbabı için kabir azabı yoktur. Ancak kabrin şiddet ve azametini hisseder. Asilere gelince bunlar için kabir azabı vardır. Ancak kıyâmete kadar devam etmez. Cuma günleri kalkar. Hatta cuma gecesi ölen asi, bir saat kabir azabı görür. Resulullah (a.s) buyuruyor: * Kabir ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir. * Kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir. * Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. * Manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!. Resulullah (a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: “Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur” buyurmuşlardır. __________________________________________________
Kaynaklar: 1) Kimyayı Saadet, İmam-ı Gazali 2) Ehl-i Sünnet İtikadı, Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi, Bedir Yayınları 3) Kütüb-i Sitte 4) Şamil İslam Ansiklopedisi 5) Tenviru’l Kulûb’tan Tasavvufun İncelikleri, Şeyh Muhammed Emin Erbili, Osmanlı Yayınevi, 1997 6) Hadis-i Şerif, Buhari 7) Hadis-i Şerif, Buhari ve Muslim 8) Hz. Aişe r.a, Buhari ve Muslim, Hatib ve Asakir rivayet etmiştir. 9) Hadis-i Şerif,Beyhaki ve Ebiddünya rivayet etmiştir. 10) Hadis-i Şerif,Beyhaki rivayet etmiştir. 11) Hadis-i Şerif,Deylemi rivayet etmiştir. 12) Müslim, Hadis-i şerifin manası Tâc-ul-usûl kitabından alınmıştır. C.1.S.378 13) Hadis-i Şerif, İbni Mübarek rivayet etmiştir. 14) Hadis-i Şerif, İbni Adiy rivayet etmiştir.
Cennetin Vasıfları ve Cennetliklerin Dereceleri
Peygamberimiz (s.a.s) buyuruyor ki:
«— Cennette şöyle bir ses gelir: Ey cennetlikler! Sizlere öyle bir sıhhat veriyorum ki, ondan sonra ebediyen hasta olmayacaksınız. Ölümsüz bir hayat bulacaksınız. Ardında yaşlılık olmayan bir gençliğe ereceksiniz. Arkasından yeis gelmeyecek bir mutluluğa ulaşacaksınız.»
ALLAH’ ın şu ayeti, bu gerçeği ifade eder:
— Cennetliklere «işlediğiniz iyi ameller sayesinde nail olduğunuz cennet işte budur» diye seslenilir..
(A´raf – 43)
Peygamberimiz (sas) buyuruyor:
Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz ehli olanlar namaz kapısından içeri girmeye çağrılır. Oruç ehli olanlar oruç kapısından içeri girmeye çağrılır. Sadaka ehli olanlar sadaka kapısından içeri girmeye çağrılırlar.
Peygamberimiz (sas) buyuruyor ki:
— Kıyamet Günü Cennet kapısına varır, kapının açılmasını isterim. Hazin (cennet kapıcısı «kim o» der. «Muhammed» diye cevap veririm. Bunun üzerine bana «Senden önce hiç kimseyi içeri almamam emredildi» der.
Eğer en yüksek derecelere ulaşmak istiyorsan, ALLAH’ a ibadet hususunda seni hiç kimsenin geçmemesine çalis, zaten Yüce ALLAH (C.C) bu konuda yarışmayı emretmiştir. Yüce ALLAH (c.c) buyuruyor ki:
“RABBinizden bir mağfirete ve genişliği yer ile gök arası kadar olan Cennete kavuşmak için yarışın.”
(Hadid – 21).
Şaşırtıcıdır ki, yakınlarından veya komşularından biri senden daha çok para sahibi olsa veyahut evi seninkinden daha yüksek olsa, sana ağır gelir, canın sıkılır, duyduğun hased yüzünden keyfin bozulur.
Sahabelerden Cabir (ra) der ki: «Peygamberimiz (sav)bize buyurdu ki:
«Size Cennet köşklerini anlatayım mı?» Ben de O’na «Tabii, ya Rasulallah anamız babamız sana feda olsun» diye cevap verdim. Bunun üzerine söyle buyurdu: «Cennette cevherden köşkler vardır, dışları içlerinden ve içleri dışardan görülebilir. Orada hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hayatınden geçmemiş nimetler, tadlar ve sevinçler vardır.»
Bunun üzerine ben «Bu köşkler kimler içindir?» diye sordum. Bana söyle cevap verdi. «Bu köşkler selami yayan, yemek yediren, devamlı oruç tutan ve herkes uyurken namaz kılanlar içindir» dedi.
Hep birlikte O’na «Bunlari kim yapabilir?» dedik. Peygamberimiz «Ümmetim bunları başarabilir.
Şimdi size anlatacağım. Kim müslüman kardeşi ile karşılasınca ona selam verirse selamı yaygınlastırmış olur. Çoluk – çocuğunu doyurasıya yediren «Yemek yedirmişler» zümresine girer. Ramazan ile birlikte her aydan üç gün oruç tutan devamlı oruç tutmuş gibi olur. Yatsiıve sabah namazlarını cemaatle kılanlar, herkes (yani yahudiler, hristiyanlar ve ateşperestler) uykuda iken namaz kılmış olurlar.» buyurdu.
Peygamberimiz (sav):
«O, sizin günahlarınızı bağışlayarak altlarından ırmaklar akan cennetlere ve «Adn» cennetindeki güzel köşklere yerleştirir» (Saff – 12)
mealindeki ayet hakkında sorulan bir soruyu şöyle cevaplandırdı:
— İnciden köşklerdir, her köşkte kırmızı yakuttan yetmiş daire vardır. Her dairenin yeşil zümrütten yetmiş odası vardır. Her odada yetmiş sedir, her sedirde her renkten yetmiş döşek, her döşekte iri gözlü hurilerden bir eş bulunur. Her odada yetmiş sofra, her sofrada yetmiş türlü yemek vardır ve her odada yetmiş hizmetçi bulunur. Her sabah mümine bunlar yeniden tazeleyerek verilir.
Cennetin Anahtarı Muhabbet, dini sohbet, islami sohbet
Cennetin Anahtarı Muhabbet Dünya nüfusunun üçte biri müslüman; yani biz, yaklaşık iki milyar insan… Tek olan Allah’a iman ediyoruz. Bütün peygamberlere imanla birlikte Hz. Mustafa s.a.v.’i son peygamber olarak kabul ediyoruz. Ne getirdiyse hepsine iman ediyoruz. Rasul-i Ekrem s.a.v.’in “İman etmedikçe cennete giremezsiniz.” dediğini hepimiz biliyoruz. Elhamdülillah iman ettik, cenneti ümit ediyoruz. Peki, Efendimiz s.a.v.’in bu mübarek sözlerinin hemen peşinden ifade buyurmuş olduğu hakikate aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? İşte bunu iyi düşünmek lazım. Efendimiz s.a.v. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz.” diye başlayıp, sözlerine şöyle devam etmişti: “Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız!” İnanıyorsak Sevmemiz Lazım İnananlar olarak birbirimizi seviyor muyuz? Ya da soruyu şöyle soralım: Yeteri kadar seviyor muyuz? İşte bunu anlamak için yine Efendimiz s.a.v.’in yukarıdaki iki mübarek cümleden sonra söylediğini ne kadar uyguladığımıza bakmalıyız. Şöyle buyurmuştu: “Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size işaret edeyim mi? Aranızda selamlaşmayı yayın.” (Müslim, İman 22) Hepimiz cennete girmek ve oradaki nimetlerle birlikte, en büyük nimet olan Allah’ın cemalini seyretmek istiyoruz. Buna ulaşmak, iman etmekle mümkün. İman ettik diyoruz ama imanın hakikatine ulaşabilmiş miyiz? Bunu anlayabilmek için şöyle kendimizi bir yoklamalıyız. Kalbimize bakmalıyız. “Mümin kardeşlerimi seviyor muyum veya ne kadar seviyorum?” diye sormalıyız kendimize. İnsan en kolay kendini kandırır. Sorumuza cevap ararken temennilerimizi gerçek zannedip yanılmak yerine sabit ölçülerle hareket etmek gerekir. Efendimiz s.a.v.’in bu konuda koyduğu ölçü de şudur: “Sizden biriniz, kendisi için sevdiği bir şeyi mümin kardeşi için de sevmedikçe (tam manasıyla) iman etmiş olamaz.” (Buharî, İman 6) Şimdi dürüstçe cevap verelim: Seviyor muyuz? Sevebiliyor muyuz? Gönlümüz ne durumda? Kardeşlerimizin derdiyle ne kadar dertleniyoruz? Hakikaten bir ve beraber miyiz? Bir araya gelebiliyor muyuz? Birlikte neyi paylaşıyoruz, güzellikler mi üretiyoruz, soğuk rüzgârlar mı esiyor aramızda? Kardeşlerimizin Hakk’a ve hayra yönelmesine, yol almasına, şevkine ve heyecanına katkıda bulunabiliyor muyuz? Müminler olarak aramızdaki bağlarla ilgili önemli eksiklerimiz olduğunu kabul etmeyen yoktur sanırız. Peki, çare nedir? Selam, Bir Sihirli Kelime Hz. Peygamber s.a.v. Efendi-miz’in aramızdaki sevginin anahtarı olarak tavsiye buyurduğu uygulamayı hatırlayalım en başta: Selamı yaymak… Efendimiz s.a.v. ne buyurduysa ölçü odur. Selamı yaydığımızda Yüce Mevlâ aramıza sevgi koyacak, bir muhabbet ihsan edecek ki o muhabbet imanımızı olgunluğa erdirecek. Buna tereddütsüz iman etmemiz lazım. Kalpler Allah’ın kudret parmakları arasında. Selamı yayanların kalplerine sevgiyi ihsan edecek. Tanıdığımıza tanımadığımıza selam vereceğiz ve selamı yayacağız. Ama usandırmadan, zamanı zemini kollayarak, zarafetle, selamın ne olduğunu bilerek… Bu noktada selamın ne olduğunu, bizim için ne anlama geldiğini hatırlamakta yarar var. “es-Selamü aleyküm” veya “selamün aleyküm” “size selam olsun” demek. Selam veren kimse selam vermekle, 99 mübarek isminden biri de “es-Selam” olan Allah’ı zikretmiş olur. “es-Selam” ismi şerifi, her türlü beladan, musibetten, kötülükten koruyanın gerçek anlamda ve sadece Allah olduğunu ifade eder. Selam veren kişi selam verdiği kimseye güzel bir dua etmiş olur. Bu duada; “bir ismi de Selâm olan Allah size ve bütün işlerinize kefil olsun; her türlü hayrı size ihsan eylesin ve bütün kötülüklerden sizi selamette tutsun” anlamı saklıdır. Selam verdiği kişi “aleykümselam” diye karşılık verdiğinde ise onun da Allah’ı zikretmesine, kendisine dua etmesine ve bir zararının dokunmayacağını ilan etmesine vesile olur. Selam veren kişi, muhatabına kendisinden bir zarar gelmeyeceğini de bildirmiş olur. Selam bir güven telkini, bir emniyet iklimidir. Yani insanlara bizden endişe etmemelerini, bizim tarafımızdan onlara hiçbir zarar gelmeyeceğini selam vererek ifade etmiş oluyoruz. Hz. Ebu Bekir r.a. buyurmuştur ki; “Selam yeryüzünde Allah’ın emanı, yani ihsan ettiği güveni, emniyetidir.” O halde selamı yaymak, güveni ve huzuru yaymak demektir. Selamı Bize Devredenler Sahabe-i Kiram bu anlayışa ve yaşayışa sahiptiler. Onlar Efendimizin muhabbet ikliminde selamı anladılar ve son nefeslerine kadar selamı yayarak yaşadılar. Birbirlerini sevdiler, birbirleri için mallarından, canlarından geçtiler. İmanın tadıyla yaşadılar, sonraki nesillere bu tadı yaşattılar. Yüce Mevlâ’nın rızasına ve Selam yurduna ulaştılar. Bu anlayış Sahabe-i Kiram’dan günümüze, gönülden gönüle, hayattan hayata geçerek geldi. Bu anlayışı temsil eden gönül erleri, selamı anlamak, selamı yaşamak ve selam yurduna selametle ulaşmak isteyenlere rehberlik etti; muhabbeti elde etmenin yollarını öğretti. Kalbinde Ne Varsa Sen O’sun Derdi olan dermanını arar, yolunu şaşıran bir bilene sorar ya… İşte gönlünün derdine düşmüş birkaç kişi, zamanın maneviyat büyüğü Abdülhakim Hüseynî k.s.’ye hallerini arz etmişler. Demişler ki: – Efendim, uzun zamandır ziyaretinize gelip gidiyoruz. Yanınızdayken halimizde bir düzelme oluyor. Sizden ayrıldıktan sonra, memlekete döndüğümüzde bu hal bir süre daha devam ediyor. Daha sonra halimizi muhafaza edemiyoruz. Bize ne buyurursunuz? Hazret elini yumruk haline getirerek şöyle buyurur: – İnsanın kalbi bu yumruk kadardır. Bunun içinde Allah muhabbeti olması lazımdır. Sonra orada yanan ışığı göstererek sözlerine şöyle devam eder: – Şu anda ışık yanıyor, etraf aydınlık. Bu ışık sönerse etraf karanlık olacak. Aynı anda hem ışık, hem karanlık olmaz. Kalbin durumu da böyledir. Onun içinde Allah muhabbeti olması lazımdır. Allah muhabbeti yoksa başka şeyler vardır. Başka şeyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez. Allah muhabbetini elde etmek için de şu dört şeye devam etmek gerekir: Mürşidi ziyaret, mürşid sohbeti, rabıta, vird… Eksilen Şeyler mi Var? Manevi ilim sahibi Allah dostları gönül doktorlarıdır. Nice hasta gönüller, onların ilaçlarıyla derman bulmuştur. Doktora ve ilaca güvenmek, tedavinin başıdır. “Eski muhabbetler kalmadı..” “Ah ne günlerdi o günler!” gibi ifadelerle muhabbetsizlikten yakınan birçok kardeşimiz var. Demek ki muhabbetin eksikliğini hissediyorlar. O zaman şöyle bir düşünelim: Allah, eskiden de, şimdi de, gelecekte de kullarına lütuflarda bulunur. Önceden muhabbeti veren Allah şimdi de verir. Halihazırda muhabbetli nice kardeşlerimiz var. Yüce Mevlâ, acizliğinin farkına varan, muhtaç olduğunu hisseden ve tevbe eden kuluna merhamet eder, kalbine muhabbetini koyar. O kul bu muhabbet ile bütün müminleri sever ve hayırlarda yarışır. Ama bu muhabbeti kalpte korumak, hatta çoğaltmak gerekir. Bu manevi bir sermayedir. Bu da ancak maneviyat rehberlerinin tavsiyelerine uymakla mümkündür. Hayata Muhabbet Tadı Abdülhakim Hüseynî k.s. Hazretleri’nin yukarıdaki sohbetini esas alarak, hayatımızı manevi muhabbetle tatlandırmak, kardeşlik ruhunu diriltmek için önceliklerimizi şöyle sıralamamız mümkün: Allah’ın samimi bir kulu ve Efendimiz s.a.v.’in sadık bir ümmeti olan, O’nun sünnetini adım adım takip etmeye çalışan bir gönül eriyle dostluk kurmak. Onunla birlikte tevbe etmek, böylece bir milat, bir başlangıç yapmak… Şefkat nazarıyla kalbimizi ve yolumuzu aydınlatacak böyle bir Allah dostunu hayatımızdaki en büyük nimet olarak kabul etmek, Allah’ın en büyük ikramı olduğunu bilmek. Onu sık sık ziyaret ederek, gıyabında da gönül bağı demek olan manevi rabıta ile yakınlığımızı pekiştirmek. Tevbeyi hayat tar
zı haline getirmek. Her günü, her hatırlayışı, her unutuşu tevbe vesilesi görmek, böylece gerçekten özür dileyebilen insan olmaya çalışmak. Etrafımızda bulunan insanları da bu muhabbet sofrasına davet etmek, onların da tevbe etmelerine vesile olmaya çalışmak. Bizim, her şeyimizin sahibi olan Yüce Allah’ı hep hatırlamak, her adımda O’nu hesaba katmak, O’nun hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak için sürekli zikri hayatın merkezine yerleştirmek. Üstlendiğimiz günlük virdi aksatmamak. Bu hassasiyetle yaşayan kardeşlerimizle beraber bir sohbet ağı oluşturmak. Dostluklarımızı, arkadaşlıklarımızı, derneklerimizi, heyetlerimizi bu önceliklerin asla göz ardı edilmediği bir çerçevede tutmak… Gönül erleri, kalpleri manevi muhabbetle dirilten reçeteyi asırlardır böyle uygulamışlardır. Biz de bu hususları günlük yaşantımızın öncelikleri haline getirdiğimiz takdirde Allah’ın izniyle hayırlı geçmişimizin yolundan gitmiş oluruz. Selamı anlamış ve onu hakkıyla yayabilmiş olanların halini yaşarız. Selam yurdu olan cennette Selâm olanın cemaliyle şereflenebilme duasıyla… Ne Diyorlar? Hz. Ömer r.a.’ın Oğlu Abdullah: “Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceyi ibadetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem ve bu hal üzere ölsem… Fakat gönlümde Allah’a itaat edenlere karşı bir sevgi, O’na isyan edenlere karşı da bir buğz olmasa, bütün bu yaptıklarımdan bir fayda göremem.”
Ebu Talib el-Mekkî k.s. (10. yy): “Kim Allah rızası için kardeş olmanın faziletini ve böyle bir sevginin derecesini iyice anlamışsa kardeşinin hallerine sabreder, ona teşekkür eder, yumuşak davranır, verdiği sıkıntılara tahammül eder. Tıpkı kıymetli bir şeyi isteyen kimsenin, onu elde etmek için en değerli şeylerini o uğurda harcaması gerektiği gibi…”
İmam-ı Rabbanî k.s. (17. yy): “Allah Tealâ bu yolun büyüklerine olan muhabbetinizi artırsın. Bu sevgiyi dünya ve ahiret saadetinin sermayesi bilin! Bu sevginizin artması için Allah Tealâ’ya dua edin! Bu sevgi, insanın İslâmiyet’e uymasını kolaylaştırır. Kalbin her an Allah Tealâ ile olması bu sevgi ile elde edilir. Eğer dünyanın bütün sıkıntılarını, karanlıklarını ve lekelerini kalbe doldursalar, bu sevgi varsa, hiç üzülmemelidir. Ümitli olmalıdır. Eğer kalbe dağlar gibi manevi haller ve nurlar yağdırsalar, fakat bu sevgi kıl kadar azalsa, bunları felaket bilmelidir ve istidraç olduğunu anlamalıdır. Buna sıkı yapışın, sonra işinize bakın! Kıymetli ömrü lüzumsuz şeylerle boş yere geçirmeyin.”
İmam Gazalî rh.a. (11. yy): “Dostluk güzel huyun meyvesidir. Ayrılık ise kötü huyun neticesidir. Allah için sevmek ve din uğrunda kardeş olmak, Allah’a yakınlığın en faziletlisi ve ibadetlerin en güzelidir.”
Mücahid b. Cübeyr k.s. (8. yy): “Allah için sevenler güler yüz ve tatlı sözle buluştukları zaman, günahları sonbahar yaprakları gibi dökülür.”
Efendimiz’in Dilinden
Mümin Kalbin Hali “Üç şey var ki müslüman bir kimsenin kalbi onlarda hile yapmaz. Bunlar: Allah için amelde ihlâslı olmak. Önündeki lidere karşı sadık ve samimi davranmak. Cemaate sımsıkı sarılmak… Şüphesiz müminlerin (birbirlerine yaptıkları) duaları onları destekler.” Allah’ın Dostları “Kıyamet günü Arş-ı Azam’ın etrafında bir takım insanlar için kürsüler kurulacak. Onların yüzleri ayın ondördü gibi parlayacak. İnsanlar feryat ederken onlar sakin olurlar, insanlar korkarken onlar korkmazlar. Onlar Allah’ın korku ve kederleri olmayan gerçek dostlarıdır.” Bu sözleri üzerine kendisine “Onlar kimler ey Allah Rasulü?” diye sorulunca şöyle cevap verdiler: “Onlar Allah için birbirini sevenlerdir.” Allah’ın Sevgisi “Allah Tealâ buyuruyor ki: Benim için birbirini seven, birbirini ziyaret eden, birbirine bol bol ihsan eden ve yardımda bulunanlara sevgim hak oldu.” İki El Gibi “Birbirini Allah için seven iki kardeşin buluşması, biri diğerini yıkayan iki el gibidir. Ne zaman böyle iki mümin bir araya gese, Allah Tealâ birini diğerinden faydalandırır.” En Büyük Kötülük “Mümin kişiye kötülük olarak, din kardeşine hakarette bulunması yeter.”
Sohbetin Meyveleri
Şehabeddin Sühreverdî k.s. (12. yy): “Sohbet, insanın iç aleminin gözeneklerini açar. Sohbetle insan, hadiselerin hakikatini kavrar. Belanın ne olduğunu ona uğrayan bilir, denmiştir. İnsanın iç dünyasının kuvvet kazanması, ilminin sağlam olmasıyla mümkün olur. Sadakatinin kuvvet kazanması ise, onun bir takım bela ve musibetlerle karşılaşması ve hadiselerden imanla çıkmasıyla mümkün olur. Bütün bunlar sohbetle, dostlukla, dayanışma ve yardımlaşma ile meydana gelir. Bunlarla gönlün kuvvetleri güç kazanır, ruhlar huzur ve sükun bulur. Allah’a yönelmenin yolunu bulur ve O’na yönelir. Bunun örneği seslerde görülür. Sesler biraraya gelip birleşince daha gür olarak çıkar ve etraftaki engelleri aşar ve yayılır.” Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî k.s. (19. yy): “Sohbetin üç faydası vardır. Birincisi, hayır ehli kişilerle sohbette bulunmak, Hak yolcusunu eski haline dönmekten ve tembellikten alıkoyar, onu kötülük işlemekten uzaklaştırır. Kötülüklerden uzaklaşmak onu kötülük işlemekten kurtarır. İtaate yakın olmak ise nefse hakim olmaya götürür. Böylece, sohbetin bereketi ve ruhaniyetin kuvveti, Hak yolcusunun işlerini kolaylaştırır. İkincisi, kalplerin anlaşılması sadece sohbetle mümkün olur. Sohbetin tadını alan ve sohbetle hallenen kimseye başkaları tesir edemez. Huy, farkına varmadan diğer huyun tesiri altında kalır. Kişi dostunun dini üzeredir, mümin müminin aynasıdır. Aynada görülenler, o aynaya bakanların da görüntüsüdür. Bunun için Şazelî ve Nakşibendîler sohbete çok önem verirler. Biliniz ki, iki kişi arasında sohbeti çeken şey, ortak hisler ve mensubiyettir. İnsanların bazıları kendilerini bazı insanlara yakın hissederler. Yani her topluluk kendisine bir sohbet halkası kurar. Üçüncüsü, Hak yolcusu kendi nefsiyle de imtihan edilmektedir. Kendi başına kaldığı zaman şeytanın bir takım hayal, kuruntu ve bâtıl itikatlarla onu kandırması çok kolay olur. Bu kandırma yolları bozuk düşünceler, tembellik, hile, kudret, din dışılık, istidraç türü şeyler de olabilir. Şeytan, bütün bunları kişinin önüne atarak, bunları ona doğruymuş gibi gösterebilir. Bunun içindir ki, Hak yolcusunun mutlaka bir mürşidi olmalıdır. Ancak o zaman bu düşük hallerden kurtulup doğruyu bulabilir.” Abdülkadir Geylânî k.s. (11. yy): “Kişinin kardeşleriyle sohbeti, kardeşlerini kendine tercih etmek, cömertlik ve mertlik göstermek, onları bağışlamak ve hizmet şartıyla… Yani hiç kimse üzerinde hak iddia etmeden, hiç kimseden hak istemeden ve herkesin üzerinde hakkı olduğunu düşünerek onlarla bir arada bulunmak demektir. Dedikleri ve yaptıkları şeylerde onlara uygun tavır göstermek, kendi aleyhine de olsa daima onlarla birlikte bulunmak, sofi kardeşleriyle sohbet etmenin edeplerindendir. Onların lehinde mazeret gösterir, onları mazur görür. Onlara muhalefet etmeyi, onlardan uzaklaşmayı, onlarla mücadele etmeyi ve sert davranmayı terk eder. Ayıplarını görmezden gelir. Kardeşlerinin kalplerindeki sevgiyi kaybetmemeli ve onların istemedikleri şeyleri yapmaktan daima kaçınmalıdır. Kardeşlerden biri ona gücenecek olsa, dargınlığının sona ermesi için ona iyi davranmalı, dargınlığı bitmediği takdirde bu dargınlık sona erinceye kadar ona ihsanını artırmalı ve iyi davranışını devam ettirmelidir.” ______________—
illallah hu Allah illallah…sohbet bu müminin aynasının parlamasına vesile olan güzel bir ameldir. Güler yüz ve selam nasıl en küçük bir sadaka ise nifakın bir cüzü olarak, hak dostları ile sohbette aynıdır…
_________________ Ve Sen Yine Denendiğinde.. Ve Kalbin Daraldığında.. Ve Yine Bütün Kapılar Kapandığında.. Ve Yine Ne Yapman Gerektiğini Bilmediğinde..
Uzun Uzun Düşün Ve Hatırla Yaradanını!
Allah Kullarına Kafi Değil mi?(Zumer
Mahşerde sevap ve günah tartılması, dini sohbet, islamisohbet
Mahşer günü günahların bedelleri nasıl ödenecek? Sevaplar nasıl insanı kurtaracak? Mahşer gününde halimiz ne olacak?
Mahşer günü hakkında sözü, hiç yorumsuz, Allah Resûlü’ne (asm) bırakalım. Peygamber Efendimiz (asm) buyurur ki: “Ben geçen gece rüya-yı sâdıkada neler neler gördüm. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap melekleri etrafını sarmıştı. O anda almış olduğu abdest geldi ve onu kurtardı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, kendisi için kabir azabı hazırlanmıştı. Namazı geldi ve onu kurtardı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, şeytanlar etrafını kuşatmıştı. Yaptığı zikirler geldi ve onu kurtardı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, susuzluktan dili dışarıya sarkmış, soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi ve ona su ikrâm etti. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi ve onu bu karanlıklardan çıkardı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı iyilikler geldi, meleğin o anda ruhunu almasına mani oldu. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, mü’minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı. Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitâben, “Bu akrabalarına iyilik ederdi” dedi. Bunun üzerine onlar da o zâtla konuştular. O da onlara karıştı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, peygamberler halka halka olmuşlardı. Hangi halkanın yanına varsa kovuluyordu. O anda cünüplükten gusletmesi geldi, ellerinden tutarak yanıma oturttu. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin hararetini elleriyle yüzünden uzaklaştırmaya çalışıyordu. O anda verdiği sadakalar geldi, üzerine gölge, yüzüne karşı perde oldu. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap zebânîleri yanına gelmişti. O anda iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırması geldi. Ve onu bu halden kurtardı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennem uçurumundan düşmüştü. Dünyada iken Allah korkusundan döktüğü göz yaşları geldi ve onu ateşten kurtardı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, amel defteri sol tarafından verilmişti. Allah korkusu geldi ve amel defterini alıp sağ eline verdi. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, terazisinin iyilik kefesi hafif gelmişti. Küçük yaşta ölen çocukları geldi ve terâzisini ağırlaştırdı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cehennemin tam kıyısında bekliyordu. Allah korkusundan kalbinin ürpermesi geldi, onu bu halden kurtardı. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, korkudan yaş hurma dalının sallanması gibi titriyordu. Allah’a olan hüsn-ü zannı geldi ve titremesini dindirdi. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, Sırat Köprüsünde sürünerek ve emekleyerek yol almaya çalışıyordu. Bana getirdiği salâvatlar geldi, elinden tutarak ayağa kaldırdı. Böylece Sıratı geçti. “Ümmetimden bir adam gördüm ki, Cennet kapılarına kadar geldi, fakat kapılar yüzüne kapandı. Getirdiği kelime-i şehâdetler geldi, elinden tutarak Cennete girdirdi.”1 Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Dilerseniz Kıyâmet günü Allah’ın mü’minlere ilk söyleyeceği söz ile mü’minlerin Allah’a ilk söyleyecekleri sözü size haber vereyim: Allah mü’minlere: “Bana kavuşmayı arzu eder miydiniz?” buyurur. Mü’minler: “Evet, ey Rabbimiz” derler. Cenâb-ı Allah: “Niçin?” diye sorar. Mü’minler: “Affını ve bağışlamanı umardık” derler. Cenâb-ı Allah da: “Öyleyse size affımı ve bağışlamamı vâcip kıldım” buyurur.2
Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “İnsanlar diriltilecekleri zaman en evvel ben kabrimden çıkacağım. Rablerinin huzuruna geldiklerinde sözcüleri ben olacağım. Ümitlerini kestiklerinde müjdeleri ben olacağım. O gün hamd sancağı benim elimde olacaktır. Ben Rabbim katında Âdemoğullarının en değerlisiyim. Bunları övünmek için söylemiyorum.”3 Peygamber efendimiz (asm) buyurdu ki: “Cennet kapısını ilk defa ben çalacağım. Kulaklar, o kapı halkalarının kanatlara değerken çıkardığı sesten daha güzel bir ses duymamıştır.”4 Demek, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle, dünya ve âhirette ebedî ve dâimî sevinç isteyen, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın îmân dâiresindeki terbiyesini kendine rehber etmelidir.5 Dipnot: 1- Câmiü’s-Sağîr, 2/1456; 2- Câmiü’s-Sağîr, 2/1462; 3- Câmiü’s-Sağîr, 2/1471; 4- Câmiü’s-Sağîr, 2/1474; 5- Sözler, s. 133.0
KıYaMet Günü, dini sohbet, islami sohbet
Kıyamet Günü Yaklaşarak Gelmektedir Ölüm gitgide yaklaşıyor. ister genç olun ister yaşlı, geçen her gün, hatta her dakika ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz. Zamana karşı koyamıyor ve ölümün yaklaşmasına bir türlü engel olamıyorsunuz. Almakta olduğunuz önlemlerin hiçbiri sizi ve çevrenizdekileri “geçici” olmaktan alıkoyamıyor. Dünyadaki herşey gibi siz de yaşamınızı sona erdirecek güne doğru ilerliyorsunuz.
Ancak dünyada ölümlü olan yalnız insan değildir. Diğer tüm canlılar, yeryüzü, hatta tüm evren de ölümlüdür, yok olacakları bir gün belirlenmiştir. işte o gün “son gün”dür. O günden sonra dünya hayatı son bulacaktır. Yokoluş günü yalnızca dehşetin yaşandığı, boyutları hiçbir insanın tasavvur edemeyeceği kadar korkunç, aynı zamanda görkemli bir “son gün” olacaktır. Yeryüzündeki herşey yerle bir olacak, yıldızlar silinip dökülecek, güneş körelecektir. O vakte kadar dünya üzerinde yaşamış olan tüm insanlar biraraya toplanacaklar ve bu güne şahit olacaklardır. Bu “son gün” inkarcılar için zorlu bir gündür ve kuşkusuz bu günün sahibi alemlerin Rabbi olan Allah’tır.
Kıyamet yaklaşarak gelmektedir. insanların çoğunun inancının aksine, kıyamet hiç de uzak değildir. O gün dünya ile birlikte, dünyaya ait olan herşey de yok olacaktır. Hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, şehvet, düşmanlık ve zevkler sona erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır. Allah’a döndürüleceğini unutan herkes için, o çok sevdiği, sonsuz hayata tercih ettiği dünyanın, tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona erdiği gün gelmiştir. işte o gün, insanlar Allah’ın varlığına kesin bir biçimde şahit olacak, unutmaya çalıştığı ölüm günü ile karşı karşıya kalacaklardır. Artık Allah’ı ve ahiret yaşamını unutarak geçirdiği bu kısa ömür sona ermiştir ve yeni bir başlangıç kendisini beklemektedir. Bu başlangıç, asla son bulmayacak ve asla inkarcılara mutluluk getirmeyecektir. Bu sonsuz yaşamın ilk anından itibaren azap öylesine şiddetlidir ki, bunu yaşayanlar, azabın yerine “ölümü” ve “yokoluşu” isteyeceklerdir. Bu hayatın başlangıcı kıyamet saatidir. Ve kuşkusuz “kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir”.
Dünya Hayatı Geçicidir ve Ölüm Kesin Bir Gerçektir Çocukluğunuzun ilk günlerinden itibaren geleceğinize ilişkin belirli bir hedefe yönelir veya başkaları tarafından yönlendirilirsiniz. Muhtemelen şunlarla karşılaşırsınız: Yaşınız ilerlediğinde artık bir aileniz ve işiniz olmuştur. Daha çok para kazanmak ve daha rahat yaşamak için çaba gösterirsiniz, çocuklarınızı yetiştirir, onların ileride sizden daha iyi bir hayat sürmelerini istersiniz. Haftada bir aile toplantılarına katılır, tatil yapar, işe gider, geri kalan vaktinizi de evde geçirirsiniz. Birkaç aksaklık dışında yaşamınızdaki herşey muntazam devam eder, genelde çok olağanüstü durumlarla da karşılaşmazsınız.
Yaşamınızdaki herşey sanki daha önceden belirlenmiş gibidir, çevrenizdeki insanların yaşamları da birbirleriyle çok büyük benzerlikler gösterir. Bu benzer senaryolara göre yaşamak için çalışmalı, soyunuzu devam ettirmek için de aile kurmalısınız. Bu düşünceye göre zaten “iyi bir aile ve iyi bir iş” dışında yaşamın başka ne amacı olabilir ki! Bunlar sağlandıktan sonra mutlu bir yaşam hayal edersiniz. Böylece herşey tozpembe olacak ve yaşamın geri kalan kısmını huzurlu geçireceksinizdir.
Oysa siz bunları düşünürken, bedeninizde ve çevrenizde önemli birtakım değişiklikler olmaktadır. Vücudunuzda farklı işlevlere sahip pek çok hücre görevini tamamlayıp ölmekte ve yaşınız ilerledikçe bunların yenilenmesi daha da yavaşlamaktadır. Bedeniniz yaşlanmakta ve bu yönde sürekli belirtiler, hastalıklar, eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Zaman sürekli ilerlemekte ve geri dönüşün imkansızlığı gün geçtikçe daha da açık bir şekilde kendini göstermektedir. Ve siz huzurlu ve rahat geçirmeyi planladığınız “geri kalan ömrünüzde” gitgide ölüme doğru yaklaştığınızın farkındasınızdır. işte bu nedenle dünya hayatı size beklediğiniz rahatlığı ve huzuru gerçek anlamda asla vermez. O ana kadar sizi pek çok açıdan tatmin ettiğini düşündüğünüz bu yaşamın bir sonu vardır. işte bu sonun ardından asıl gerçeklerle yüzyüze gelinecektir. O halde dünya hayatında hedeflediğiniz hiçbir şey sizin gerçek amacınız olmamalı. Çünkü dünya hayatı yalnızca geçici bir imtihan yeridir. Kimin güzel davranışlarda bulunduğunun sınandığı yerdir. Allah, bize bu önemli gerçeği şöyle bildirmektedir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Yaşamın gerçek amacı “iyi bir aile ve iyi bir iş” değildir. Herkesin tek bir yaratılış amacı vardır: Allah’a kul olmak. Dünyada elde edilmiş mal, eş, çocuk, mevki, itibar gibi kazançların hepsi yaşam boyunca büyük bir tutkuyla bağlanılan değerlerdir. Fakat ölümün ilk anından itibaren bu dünyevi kazançlar bir anda tüm değerlerini ve önemlerini yitirirler. Bu herkesin bildiği ama düşünmekten kaçındığı bir gerçektir. Dolayısıyla asıl amaç bu olmamalıdır. O zaman gerçek amacın ve kazancın ne olduğunu çok iyi düşünmek, kavramak gerekir. işte yaratılmanın asıl amacını Allah Kuran’da şöyle bildirmektedir:
Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
Ancak Allah’a kulluk görevinin tam olarak yerine getirilmesiyle ölümden sonra başlayacak olan ahiret hayatı için güzel bir beklenti söz konusu olabilir. insanların büyük bir kesiminin sahip olduğu çarpık bir beklenti vardır. Çoğu insan bu ihtimale inanarak kendini rahatlatmaya çalışır. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Eğer bir insanın ahirete, ölümden sonraki yaşama yönelik bir beklentisi yoksa, o zaman da geriye tek bir ihtimal kalır: Ölümle birlikte sonsuza dek yok olmak! Bu ihtimal ise diğerlerine göre çok daha ürkütücüdür. Allah’a kulluk etmeyi reddeden insanlar bu olasılıktan korktukları ve unutmak istedikleri için kendilerince çeşitli yöntemler geliştirirler. Bu yöntemler ise genelde hep aynıdır: Ölüm konuşulmaz, tartışılmaz, hatırlatılmaz. Halbuki ölüm, yaşanılacağı kesin olan bir gerçektir, ama sanki “yokmuş” gibi davranılır. Toplumun büyük bir kesiminin bu mantığa sahip olması insanda bir rahatlamaya sebep olabilir. Oysa kendisi gibi diğer insanlar da aldanmaktadırlar. insanlar ölümü, kıyamet gününü ve ahireti bilmekte ama düşünmemektedirler. Dünya hayatıyla tatmin bulmakta, daha doğrusu tatmin bulmayı istemektedirler. Oysa Allah Kuran’da insanların kaçmakta oldukları ölüm gerçeğiyle mutlaka karşılaşacaklarını bildirmektedir. Ayette şöyle buyrulur:
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi,
Ölüm yalnızca insanlara mahsus değildir. Geçici olan dünya hayatında, insan gibi “herşey” ölümlüdür. Allah bize, tüm kainatın, içindeki canlılarla birlikte yok olacağı bir günün varlığını, yani “kıyamet gününü” bildirmiştir. Kıyamet günü, imtihanın son bulduğu, nihai gündür. O günün gelişini, yeryüzündeki her insan pek çok belirti ile anlayacak ve kainatın ölümüyle sonuçlanacak olaylar gerçekten de tüyler ürpertici olacaktır. Ve en nihayet dünyadaki tüm insanlar, kıyametin gerçekleştiği gün, kendilerini bekleyen “yeniden dirilişi” kavrayacaktır. Böyle bir günle karşılaşmayı ummayanlar, karşılarındaki bu apaçık gerçeği reddedemeyecekler ve Allah’ın emrine “isteseler de istemeseler de” boyun eğeceklerdir. Allah, tüm evren için büyük bir son hazırlamıştır. insanların çoğu her ne kadar inkar etmeye çalışsa da, kıyamet saati belirlenmiş bir vakitte kendilerini beklemektedir
Daha önce bahsettiğimiz gibi dünyanın geçici değerlerine sahip olmayı kendisi için yeterli gören insanlar, gerçeklerden çeşitli yöntemlerle kaçarlar. Ölüm tüm gerçekliği ile yanı başlarında iken bunu gözardı eder, yeniden dirilecekleri günü de unutmaya çalışırlar. Bunları düşünmemek kendilerince bir kaçış yöntemidir. Böylelikle insanlar Allah’a olan yükümlülüklerini akıllarına getirmeyerek, yalnızca kendi tutkularına göre yaşayabileceklerini zannederler. Oysa kıyamet günü kesin bir gerçektir. Bu gerçek Kuran’la bildirilmiştir.
Aynı zamanda Kuran’da kıyamet gününde gerçekleşecek olan olayların tasvirleri de yapılmıştır. Oldukça detaylı anlatılan kıyamet vaktinde, yeryüzünde ve tüm kainatta olacaklar, bunun yanı sıra insanların ruh hali, tüm benliklerine hakim olacak büyük şaşkınlık, korku ve panik açık bir şekilde anlatılmaktadır. Kuşkusuz, evren kusursuz olarak yoktan var edildiği gibi, yine kusursuz ve olağanüstü görkemli bir kapanışla sona erecektir. Gezegenler yörüngelerini bulamayacak, dağlar yerlerinden oynayacaklardır. Daha önce herşeyin tesadüf olabileceği bahanesi ile Allah’ı inkar edenler, tüm dengeleri altüst eden bu muazzam olaylar karşısında tesadüflerin değil, yalnızca Allah’ın hükmünün geçerli olduğunu anlayacaklardır. Allah kıyamet anında gerçekleşecek olaylarla ilgili olarak Kuran’da şöyle haber vermektedir:
De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” De ki: “Allah’ındır.” O, rahmeti kendi üzerine yazdı. Sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır. (Enam Suresi, 12)
Artık Sura tek bir üfürülüşle üfürüleceği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman. işte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vuku bulmuş (gerçekleşmiş)tur. (Hakka Suresi,
Kıyamet Günü Belirlenmiş Bir Vakittir Zaman ilerledikçe, kıyametin vuku bulacağı ana doğru hızla yaklaşıyoruz. insanların büyük bir çoğunluğu kıyamet vaktini kendilerinden çok sonraki nesillerin karşılaşacakları bir olay olarak düşünmektedirler. Burada şu gerçeği hatırlatmakta yarar vardır. Kuşkusuz bizlerden önceki nesiller de aynı düşünce ile hareket etmişler ve “uzak gelecekteki” bu olayı düşünmemişlerdir bile. Oysa dünya üzerinde, ilk insanın yaratılışından itibaren yaşamış olan her kişi, kıyamet günü gerçekleşen olaylara şahit olacak, Allah’ın huzurunda toplanacak ve hiç kimse için de bir kaçış mümkün olmayacaktır. Üstelik bu günün, siz günlük yaşamınıza devam ederken, gelecek için planlar yaparken olmayacağına dair bir garanti de yoktur. Kesin olarak gerçekleşecek olan kıyametin vaktini sadece Allah bilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Kuranda şöyle buyrulmaktadır:
De ki: “Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azab) yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?” O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) (Cin Suresi, 25-26)
Allah, büyük bir düzen içinde yarattığı yaşamı, bilemediğimiz bir vakitte tüm düzeniyle birlikte sona erdirecektir. Bu kapanıştan şüphe etmeyi veya buna inanmamayı insanların büyük bir çoğunluğu makul karşılıyor ve bu nedenle inkarı tercih ediyor olabilirler. Ancak tarifi yapılan bu son gün, inkarcılar için oldukça zorlu, ürkütücü bir gün olacaktır. Bu nedenle inanmayarak olacakları beklemek yerine, varlığından şüphe duymadan kıyamet gününe iman etmek, insanı kendisi için çok daha olumlu ve kazançlı bir sonuca götürecektir. Zira dünyada harcadığı çabaların “boş bir çaba” olduğunu kıyamet saati ile anlayan bir insanın pişmanlığı, tarifi oldukça zor, çok şiddetli bir pişmanlıktır. Bir ayette Allah şöyle buyurur:
Ancak o, ‘herşeyi batırıp gömen büyük-felaket’ (kıyamet) geldiği zaman. O gün, insan, neye çaba harcadığını düşünüp-anlar. (Nazi’at Suresi, 34-35)
Kıyamet günü Kuran’da haber verildiği üzere, “insanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı gündür.” (Mutaffifin Suresi, 6). O gün, canlılarla birlikte tüm evrenin yok olduğu dehşetli bir gündür. Bu yokoluş, şimdiye kadar hiçbir yerde görülmemiş olaylar sonucunda gerçekleşecektir. O gün, insanların, hayvanların, var olan herşeyin, kısaca kainatın ölüm günüdür. O gün, Allah’ın yüce kudretinin açıkça görüldüğü ve insanların tümü tarafından idrak edildiği gündür. O gün, inkarcılar için dehşet, korku ve acı dolu bir gündür. O gün, daha önce yaşanmamış bir pişmanlık, korku ve aşağılanmanın hissedileceği gündür.
Kıyamet gününün özellikleri Kuran ayetlerinde çeşitli benzetmelerle ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu bölümde Kuran’da kıyamet günü gerçekleşecegi bildirilen olayların genel tasviri yapılıp, Allah’ın ayetlerde bildirdiği olayların işaret ettiği manalarının üzerinde durulacaktır. Elbette herşeyin en doğrusunu Allah bilir ve Allah’ın ilmi sonsuzdur. Biz ise her konuda olduğu gibi kıyamet konusunda da yalnızca O’nun bize bildirdiği ve öğrettiği kadarını anlatabiliriz.
Bu bölümde anlatılan olayların hepsinin kaynağı Kuran ayetleridir ve hepsinin gerçekleşeceği kesindir. Tüm tasvirlerin gerçekleşme şeklini de Allah belirlemiştir. Fakat bu olaylar tahmin edilenden çok daha farklı biçimlerde gerçekleşebilir. Bizim kesin olarak bildiğimiz şey Allah’ın vaat ettiği olayların mutlaka yaşanacağı, insanların kıyamet gününde, daha önce hiç karşılaşmadıkları muazzam bir manzara ile karşı karşıya kalacakları ve evrenin içinde barındırdığı tüm canlılarla birlikte tamamen yok olacağıdır. insanların ise bütün bunların sebebini öğrenme, bu felaketlerden kaçıp kurtulabilme ya da çözümler arama gibi bir ihtimalleri olmayacaktır. O gün herkesin göreceği gerçek; Allah’ın ve ahiretin varlığıdır.
SUR’A ÜFÜRÜLÜŞ Kıyamet Sur’a Üfürülmesiyle Başlar
Sur’a da üfürülmüştür. işte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Kaf Suresi, 20)
Sur’a üfürülmesi, Allah’ın Kuran’da vaat ettiği kıyamet saatinin artık gelip çattığının haberidir. Bu ses dünya hayatının bitişinin ve ahiretin başlangıcının sesidir. Dünyada kaldığı süre boyunca bu büyük günde göreceklerine karşı haberdar edilen ve vereceği hesap ile uyarılıp korkutulan herkes artık kendilerine vaat edilen gerçekle karşı karşıyadırlar. Hiç beklenmedik bir anda duydukları bu ses daha önce duyulan seslere hiç benzemeyen bir sestir. insanlar, kendilerine verilen sürenin son bulduğunu bu işaretten anlayacaklardır. Bu ses, küfre sapanların sonsuza kadar kesintisiz olarak yaşayacakları korku, dehşet ve yılgınlık dolu, zorlu bir günün başladığının habercisidir. Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
Çünkü o boruya (sur’a) üfürüldüğü zaman, işte o gün, zorlu bir gündür; kafirler içinse hiç kolay değildir. (Müdessir Suresi, 8-10)
Dünya üzerinde var olan düzenin çekici süsüne kanarak ona sımsıkı bağlananlar, Allah’ın varlığı ve birliği gerçeğine karşı kördürler. Bütün bunların yaratıcısını, yaratılışını ve bir sona doğru hızla ilerlediğini asla düşünmeden sadece aldandıkları bu görüntü ile sözde mutlu olur, yetinirler. Oysa onları yanıltan bu kusursuz düzen, herşeyin sahibi olan Allah’ın eseridir. Allah’ın yarattığı bu görkemli sistem, yine onun tek bir emriyle akıllara durgunluk verecek şekilde son bulacaktır. işte böyle bir gün ile kesin olarak karşılaşmayacakları zannında olanlar, Sur’un sesiyle bu gafletten aniden uyanacaklardır. Ancak bu uyanış faydasızdır, çünkü artık Allah ve ahiret adına birşeyler yapmak için çok geçtir.
Geç kalınmıştır, çünkü bazı insanlar bir imtihana tabi oldukları dünya hayatını, ahiretin varlığını umursamadan boş bir çaba uğruna harcamışlardır. Ahirete inanmayan insanların böyle bir anlayışa sahip olabilmelerinin arkasında çok özel bir çaba yatmaktadır. Bu çabanın da mahiyeti ve karşılığı oldukça büyüktür. Temelindeki sebep, dünyadaki bu sınırlı yaşamla tatmin bulmak, daha öncesini veya sonrasını mümkün olduğunca düşünmemektir. Bu anlayış, dünya hayatının geçici zevklerine dalarak ne için yaratıldığını unutmayı da beraberinde getirir. Dolayısıyla, insanların çoğu niye yaşadıklarını, niçin yaratıldıklarını, Yaratanın kendilerinden neler istediğini ve neden ölümün var olduğunu düşünmeden bir ömür geçirirler. Ölüm bildikleri birşeydir, ama ölüm gerçeğinin kendilerine, üzerinde düşünmeleri gereken bu gibi soruları da getireceğinin farkındadırlar. Bunun için mümkün olduğunca bu fikirden uzaklaşmaya bakarlar. Oysa insanın yaratılışının ve dünya üzerindeki kısa yaşamının tek sebebi, yalnızca Allah’a kulluk etmektir. Ölümün yakınlığının, dünya hayatının kısalığının, sahip olduğu ve olmadığı herşeyin sadece imtihanın bir parçası olduğunun farkında olan insanlar, Kuran aracılığıyla insanlara tarif edilmiş olan gerçeklerle de mutlaka karşılaşacaklarının farkındadırlar. Dolayısıyla dünyadaki tek amacın “Allah için yaşamak” olduğunu kavrayabilmişlerdir. Bunu dünyada kavramak insan için büyük bir kazançtır. Böylece aldatıcı bir dünyadan uzaklaşmakta, tek gerçeğe, yani “ahirete” yönelmektedir.
Nefsinin, yani sadece zevklerinin, şehvetinin peşinden giderek hareket eden bir insanın en büyük isteği, içinde bulunduğu düzenin hep sürmesi, asla son bulmamasıdır. Aslında halinden pek de memnun değildir, çünkü yaşamında sürekli zorluklar ve sıkıntılar vardır. Ama şeytan binbir çeşit oyalama yöntemiyle kendisini aldatmakta, sürekli sıkıntı ve üzüntü çektiği bu yaşamı, sonsuz bir azaba inanmayı reddederek tercih etmektedir. Ancak, bir sabah işe giderken, veya bir gece vakti hırslarını ve beklentilerini ertesi sabaha erteleyip uyumaya hazırlanırken, birdenbire “Sur”un sesini duyan bir insanın ruh hali kuşkusuz çaresiz olacaktır. Sürdürmek istediği düzenin, kendisiyle birlikte son dakikaları gelmiş, bildiği halde inanmayı reddettiği bu muazzam gerçek kendisini aniden yakalamıştır. Hayat boyu kendisini koruyacağını sandığı sahte güçlere sığınmış bir insan için, o an yardım isteyebileceği kimse ya da sığınabileceği hiçbir yer yoktur artık. Çünkü müminler dışında herkes aynı durumdadır, çaresizlik içinde başlarına geleceklere teslim olmuşlar, dünya üzerinde o zamana kadar yaşamış olan tüm insanlar Allah’ın huzurunda toplanmışlardır:
Sur’a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. (Yasin Suresi, 51)
Sur’un sesi bir inkarcı için “hayatı boyunca kaçıp durduğu gerçeklerle karşılaşma” demek olduğu gibi, “artık yaptıklarını telafi imkanının ortadan kalktığı anı” da ifade eder. O an duyulan korku tarifsizdir, daha önce “ne görülmüş, ne duyulmuş” bir dehşet ve panik yaşanmaktadır. Dünyada yapılan tüm hataların bir telafisi olabilir ya da vakit geçtikçe bu hatalar unutulabilir. Ancak herşeyin sonunun geldiğini bildiren bu ses, yapılan hataların telafisi için artık vakit kalmadığının habercisidir. O gün Sur’un sesi, inkarcılara büyük bir korku getirecek ve her kişi karşılaştığı bu gerçeğe boyun eğecektir. Allah bu durumu Kuran’da şöyle haber verir:
Sur’a üfürüleceği gün, Allah’ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri ‘boyun bükmüş’ olarak O’na gelmişlerdir. (Neml Suresi, 87)
Sur’un sesi bir inkarcı için “hayatı boyunca kaçıp durduğu gerçeklerle karşılaşma” demek olduğu gibi, “artık yaptıklarını telafi imkanının ortadan kalktığı anı” da ifade eder. O an duyulan korku tarifsizdir, daha önce “ne görülmüş, ne duyulmuş” bir dehşet ve panik yaşanmaktadır. Dünyada yapılan tüm hataların bir telafisi olabilir ya da vakit geçtikçe bu hatalar unutulabilir. Ancak herşeyin sonunun geldiğini bildiren bu ses, yapılan hataların telafisi için artık vakit kalmadığının habercisidir. O gün Sur’un sesi, inkarcılara büyük bir korku getirecek ve her kişi karşılaştığı bu gerçeğe boyun eğecektir. Allah bu durumu Kuran’da şöyle haber verir:
Sur’a üfürüleceği gün, Allah’ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri ‘boyun bükmüş’ olarak O’na gelmişlerdir. (Neml Suresi, 87)
Oysa insanların tümüne karşılaştıkları böyle bir günden evvel bu gerçek hatırlatılmıştır. Allah insanları, hem ayetleriyle hem de elçileriyle “geri dönüşü olmayan bir gün” gelmeden önce Kendisine yönelmeleri konusunda uyarmış, aksine bir tavır gösterenlere ise ölüm geldikten sonra yardım edilmeyeceğini bildirmiştir. Kuran’da beklemediği bir anda azap ile karşılaşan kişinin duyacağı pişmanlık ve kendisine hiçbir şekilde yardım edilmeyeceği gerçeği şu şekilde açıklanmıştır:
Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): “Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah’ın diniyle) alay edenlerdendim.” Veya: “Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum” diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: “Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım” (diyeceği günden sakının). “Hayır, Benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun.” Kıyamet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 54-60)
Geçici bir çıkar uğruna tercih edilmiş olan dünya hayatı, Sur’un sesiyle artık son bulmaktadır. Bütün insanlar, kendilerine vaat edilenler ile karşı karşıyadır. Meydana gelen olayların gerçekliğinin insanlarda uyandırdığı korku ve dehşet çok büyüktür. Tüm insanlar aynı çağrıya uymakta, geri dönüşü olmayan gerçekle karşılaştıklarının farkına varmaktadırlar. Bu kuşkusuz büyük bir gündür ve bu büyük günde meydana gelecek olan olaylar için Sur’un sesi sadece bir habercidir.
Kıyamet Anında Yeryüzünün Durumu Şiddetli Sarsıntılar Başlar
Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: “Buna ne oluyor?” dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir. (Zelzele Suresi, 1-5)
Kıyamet günü her canlının duyabileceği Sur’un sesini, kulakları patlatan bir gürültü izler ve yeryüzü daha önce eşi benzeri görülmemiş bir sarsıntıya tutulur. Dev boyutlardaki dağlar, ağaçlar, gökdelenler, binalar kısaca yeryüzünün her noktası aynı anda sarsılmaya başlar. Bundan önce hiç rastlanmamış bu sarsıntı karşısında insanlar büyük bir paniğe ve korkuya kapılırlar. En korkunç olan ise bu sarsıntıdan kaçacak ya da sığınıp kurtulabilecek hiçbir yerin olmamasıdır. Çünkü bu sarsıntı daha önce insanların görmüş oldukları ve yalnızca belli bir bölge ya da şehirde meydana gelen, saniyelerle hesap edilen depremlerin bir benzeri değildir. Bu kez yaşanan, hiçbir kaçışın olmadığı, aynı anda dünyanın dört bir yanında başlayan ve dünyayı yerle bir edecek olan bir sarsıntıdır. Dünyayı yerle bir edinceye kadar da son bulmayacaktır. (En doğrusunu Allah bilir). Kıyamet günü insanların karşılaşacakları sarsıntıları Allah Kuran’da şöyle bildirmektedir:
O sarsıntının sarsacağı gün, Arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek. O gün yürekler (dehşet içinde) hoplayacak. Gözler zillet içinde düşecek. (Nazi’at Suresi, 6-9)
Dünya üzerinde yaşanmış ve sonuçları insanları derinden etkilemiş sarsıntıları, depremleri bir an için gözünüzün önüne getirin. Bu sarsıntıların tümü sadece saniyelerce sürmüş, ancak buna rağmen ardında büyük enkazlar bırakmıştır. Yüzbinlerle ölçülen bir insan topluluğu bu enkazın altında kalmış ve geride kalanlar, hiç beklemedikleri bir sefalet ve yoksullukla karşılaşmışlardır. Evler, mallar, edinilen kazançlar, tasarruflar çok kısa bir sürede yerlebir olmuştur. Bu felaketler herkesin gözü önünde gerçekleşmiştir ve bu saniyeler içinde hiçbir güç sarsıntıya karşı koyamamıştır. Kıyamet günü karşılaşılacak olan sarsıntı ise ne şiddet, ne meydana gelen sonuç ne de kapsam olarak daha önce dünyada yaşanan depremlere benzemeyecektir ve herşeyden önemlisi geride enkaz değil, bir yaşam belirtisi dahi bırakmayacaktır.
Dünyadaki bir deprem her ne kadar şiddetli olursa olsun, insanlar için çoğu zaman bir kurtuluş olasılığı vardır. insanlar bunu bildikleri için sarsıntı başlar başlamaz kendilerini kurtarabilmek amacıyla birtakım tedbirler almaya, hızla depreme karşı güvenlik içinde olabilecekleri bir yere saklanmaya çalışırlar. Oysa insanların hepsi Sur’un üfürülüşü ile anlayacaklardır ki, bu sarsıntılar daha önce yaşadıklarının bir benzeri değildir; hiçbir şekilde kaçıp kurtulma ihtimali yoktur.
Kuşkusuz insanlar, kıyamet saatine dair herşey gibi, meydana gelecek ve kaçış imkanı olmayacak bu sarsıntılar için de Kuran’da şöyle uyarılmışlardır:
Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. (Hac Suresi, 1)
O anda artık yeryüzünde sahip olunan hiçbir şeyin değeri ve anlamı kalmamıştır. insanları aldatan herşey; lüks evler, dev gökdelenler, beş yıldızlı oteller, ömürleri boyunca hırsla paralar biriktirerek aldıkları ve üzerinde onca emek vererek yaptırdıkları ve düzenledikleri evler, saraylar, köprüler, dünyanın en ünlü yapıları; yüzyıllarca her türlü doğa olayına karşı yıkılmadan ayakta kalabilmiş olan piramitler, tarihi kaleler, şehirler adeta deniz kenarına yapılmış kumdan kaleler gibi hızla çökeceklerdir. Umut bağlanan işyerleri, lüks arabalar kısaca dünya hayatında insanın sahip olduğu, sahip olmakla övündüğü tüm maddi zenginlikler bir anda yok olacaktır. insanların elde ettikleri şan, şöhret, itibar ve iktidarın hiçbir anlamı veya önemi kalmayacaktır.
Kuran’da o gün yerin parça parça yıkılıp darmadağın olduğu şöyle bildirilmiştir:
Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu, Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; o gün, cehennem de getirilmiştir. insan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? (Fecr Suresi, 21-23)
O gün insanların bundan önce güvenle üzerinde gezindikleri yer ayaklarının altından kayar. Türlü bahanelerle Allah’ı inkar için çaba göstermiş ve ne yapması gerektiğini bildiği halde ibadet etmekten kaçmış olan her kişi, sonunda Allah’tan başka sığınılabilecek bir güç olmadığını çok iyi anlar. Ama artık kendileri için ne geriye dönüş, ne yaptıklarını telafi imkanı vardır, ne de yaşanan pişmanlık kişiye bir fayda getirecektir.
insanların o gün korku ve dehşetle birlikte tattıkları en yoğun duygulardan birisi de çaresizliktir. Dünyada başına gelebilecek hemen her türlü olası felaket için tedbirini ve önlemini alan, en ölümcül afet, en büyük deprem, en şiddetli kasırga, en dehşetli nükleer savaş için bile korunmasını ve sığınağını hazırlayan insanoğlu, öyle bir olayla karşı karşıya gelir ki, kaçıp sığınabileceği, barınabileceği tek bir güvenli yer dahi bulamaz. Dünyada vazgeçilmez gördüğü, kendisine inkarı makul gösteren zekası da, güç sahibi olduğuna inandığı kişiler de bu dehşetli sarsıntıya karşı hiçbir çare üretemezler ve artık kendileri için kaçış yoktur.
Yer Ağırlıklarını Dışa Atıp, Çıkarır
Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: “Buna ne oluyor?” dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir. (Zelzele Suresi, 2-5)
Bilindiği gibi dünyanın merkezinde (yerkabuğunun 5.000 6.000 km. aşağısında), oldukça yüksek basınca sahip, kor halinde bir katman bulunmaktadır. Ve bu katmanın sıcaklığının yaklaşık olarak 4.500 oC olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim volkan patlaması sonucu yeryüzüne çıkan lavlar bu bölgede, yani magmada bulunmaktadır. Söz konusu patlamalar tarih boyunca birçok şehir halkına dehşet dolu anlar yaşatarak, insanların ölümüne hatta kimi zaman şehirlerin dahi tamamen yok olmasına sebep olmuşlardır. Çeşitli sebeplerden dolayı toprak katmanlarında oluşan kırılmalar sonucunda yeryüzüne sızan lavlar, basınç ne kadar yüksekse o kadar şiddetli fışkırırlar. Aslında burada belirleyici etken, gazın oranıdır. Magma yeryüzüne çıkarken gazlar sıvı haldeki maddeden ayrılarak magmanın üzerinde yayılır ve böylece basıncın artmasına neden olurlar. Magma, gazla ne kadar yüklüyse püskürtme esnasında o kadar fazla patlama olur ve yerin altında fokurdayarak kaynayan lavlar yeryüzüne çıkarak yerin üstünü adeta cehenneme çevirirler. Bu tarz bir patlama sadece belli bir bölgeyi içine alan kısmi bir patlamadır. Üstelik günümüzde yapılan incelemeler sonucu çoğu zaman böyle bir felaketten daha önceden haberdar olunup, tehlikenin bulunduğu bölgede çeşitli tedbirler alınabilmektedir.
Kuran ayetlerinde, “yerin ağırlıklarını dışa atması” ifadesiyle o gün yerin altında bulunan pek çok şeyle birlikte, çekirdekte bulunan akışkan kısmın da tamamıyle yerin üstüne çıkacağı işaret edilmektedir. Yeryüzünün tümünde meydana gelen şiddetli sarsıntılar ve yerin tüm katmanlarının kırılması böyle bir şeyin kolaylıkla gerçekleşebilmesi için gereken altyapıyı oluşturacaktır. Yani kıyamet gününde şiddetli depremler yerin altını üstüne getirecek, insanlar başlarına çöken dağlardan, dev binalardan kurtulmaya çalışırken yerdeki çatlaklardan fışkıran lavlar her yanı saracak, bu da insanların ölümden hiçbir şekilde kaçışlarının olmadığını bir kere daha anlamalarına sebep olacaktır. Felaketleri felaketler izleyecek, birinden kurtulmaya çalışan, bir diğeri ile karşılaşacaktır. (En doğrusunu Allah bilir)
Yeryüzü Allah’a boyun eğmiştir. Bu durum Kuran ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:
Yer, düzlendiği, içinde olanları dışa atıp boşaldığı, ve ‘kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. (inşikak Suresi, 3-5)
Artık nihai gün gelmiştir. insanlara verilen süre dolmuş ve herşey son bulmuştur. Bu günden kurtulabilecek hiçbir canlı yoktur. Tüm olaylar sona erdiğinde yeryüzünde tek bir tohum, tek bir bitki, tek bir mikroorganizma hatta yeryüzünün kendisi de kalmayacaktır.
O gün yerin dışarı atacağı ağırlık, yalnızca magma katmanı değildir. Magma hem mantonun içindeki hem de mantoyla kabuk arasındaki ısı ve madde alışverişlerinin başlıca taşıyıcısıdır. Yani muhtemelen magma ile birlikte taşınan, yerin altında bulunan birçok madde, yüksek bir sıcaklıkla birlikte yerin yüzeyine çıkacaktır. Bu da yeryüzünün görülmedik bir şekilde ısınmasına neden olacaktır. Gerçekleşen olaylar sonucunda, yerin altında bulunan petrol, kömür gibi madenlerle birlikte tüm fosiller ve cesetler, tüm kalıntılar, kısaca yerin altında bulunan canlı cansız herşey dışarı atılacaktır. Kısaca yerin altı üstüne gelecektir. Allah, bu durumu Kuran’da şöyle haber vermektedir:
Ve kabirlerin içi ‘deşilip dışa atıldığı’ zaman; (artık her) nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir. (infitar Suresi, 4-5)
Yine yeraltı suları, sarsıntının şiddetiyle kırılan yerin katmanlarından dışarı fışkıracaktır. Tazyikli suyun etkisi ise oldukça şiddetlidir. Hem fışkırmanın başladığı bölgede önemli hasarlar meydana gelecek hem de yaşamı olumsuz etkileyen bir su tabakası yeryüzüne yayılacaktır.
Herhangi bir bölgede volkanik patlama olduğu zaman sayısız toz ve katı parçacık atmosferin üst tabakalarına fırlar. Böyle bir patlama sırasında çoğu zaman tüm bölgeyi küllerin kapladığı, söz konusu bölgenin toz duman içinde kaldığı bilinmektedir. Nitekim Allah ayette kıyamet gününde ‘dağların toz duman halinde savrulacağını’ (Vakıa Suresi, 6) bildirmiştir. Kuran’da anlatılanlara uygun olarak, kıyamet gününde dünyanın her yerinde buna benzer patlamaların olması ihtimali oldukça yüksektir.
Görüldüğü gibi insanlar dört bir yandan şiddetli bir azaba uğrayacaklardır. Her tarafı kaplayan toz ve duman bulutu, yine aynı anda yayılan gazlar insanların nefes alamamasına ve acılar içinde kıvranmasına sebep olacaktır. O gün yaşanan bütün bu olaylar inkarcıların sonsuza kadar cehennemin içinde görecekleri ebedi azabın büyüklüğünü anlamaları için yeterlidir. Böylesine dehşetli bir bitirişle insanların hayatlarına son veren Allah, cehennemde inkarcılar için eşi benzeri olmayan maddi ve manevi bir azap hazırlamıştır. Yaşanan olayların azameti karşısında dehşetli bir ölüm korkusu her yanı sarmıştır. Geriye korku ve pişmanlıktan başka hiçbir şey kalmamıştır.
DAĞLARIN DURUMU Dağlar Kökünden Sökülüp, Savrulur
Dağlar, kökünden sökülüp savurulduğu zaman… (Mürselat Suresi, 10)
Bilindiği gibi dağların yeryüzündeki sarsıntıları engelleme görevleri vardır. Bu gerçek Kuran ayetlerinde de şöyle haber verilmiştir:
Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. (Nahl Suresi, 15)
Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7)
Bugüne kadar dünyada tespit edilmiş en büyük deprem 9.2 şiddetindedir. Ve bu şiddette bir deprem, gerçekleştiği bölgeye çok kısa bir süre içerisinde büyük bir felaket getirir. Kıyamet günü yaşanacak sarsıntı ise Allah’ın dilemesi dışında – dünyada o güne kadar eşi benzeri asla gerçekleşmemiş şiddette bir sarsıntıdır. Bu sarsıntı, birer kazık gibi yerleşerek yeryüzünü şiddetli depremlere karşı koruyan dağların dahi dayanamayacağı kadar büyüktür. Yeryüzündeki en sağlam yapılar olan ve sarsılmaz sıfatını taşıyan dağlar yerlerinden oynatılıp, altındaki toprakla birlikte kaymaya başlar. Kuran’da o gün dağların hareketlenişini anlatan ayetler şu şekildedir:
Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür. (Tur Suresi,10)
Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir. (Nebe Suresi, 20)
Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları birarada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır. (Kehf Suresi, 47)
Yeryüzünün büyük bir bölümü dağlarla kaplıdır ve bunların aynı anda yerlerinden sökülerek hareket etmesi, böylesine dev boyutlardaki kara parçalarının yerin üzerinde kızak gibi kayıp biraraya toplanması ve yerin dümdüz bir hale gelmesi elbette insanın görebileceği en ürkütücü manzaralardan birisi olacaktır. Böyle bir anı insanın gözünde canlandırabilmesi oldukça zordur.
Düşünün ki insanların zirvesine erişmekte zorlandıkları ve yerinden oynamaz diye düşündükleri Himalayalar, Alpler, Toroslar bir anda sarsılmaya ve yerlerinden oynamaya başlayacaklardır. Binlerce metre yükseklikteki dağlar ve bu dağların yamaçlarına kurulmuş olan şehirler bir anda yerle bir olacaktır.
Dağlarda geçitler açabilmek çok büyük teknolojik imkanlar, makineler, aletler gerektirmekte, hatta kimi zaman tüm bu yöntemler başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Yol açmak amacıyla dinamitle delinmeye çalışılan dağlardan bile ancak kısmi bir sonuç alınır, dinamit sadece belli bir bölgeye etki eder, hatta çoğu zaman hiçbir tesiri olmaz. Hatta bu sebeple bazı dağlık bölgelere ulaşım oldukça güç gerçekleşmektedir. Oysa kıyamet günü yeryüzündeki tüm dağlar toz haline gelirler. Bu olay o gün yaşananların şiddetini anlayabilmemiz açısından çok etkili bir örnektir. Dünyada bulunan tüm dağların aynı anda kum yığını haline gelmesi, o heybetli yapıların bir anda çökmesi oldukça dehşet verici bir durumdur. Ayrıca Allah’ın sonsuz gücünü anlayabilmek ve kadrini takdir edebilmek açısından da çok önemlidir. Kuran’da dağların kıyamet gününde alacağı şekil şöyle anlatılır:
(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye-tutulur ve dağlar göçüveren bir kum yığını olur. (Müzemmil Suresi, 14)
Yine Kuran’da o güne ait olarak verilen bir bilgi de, dağların parçalanarak çökmesinden sonra yeryüzünün hiçbir tümseği olmayan bir düzlüğe dönüşeceği şeklindedir:
Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: “Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” (Ta-ha Suresi, 105-107)
Şu an dışarıya baktığımızda bizlere oldukça aşina gelen engebeli görüntü, o gün tamamen düz bir hat haline gelecektir. Uçsuz bucaksız bir düzlük üzerinde insanların tümü biraraya toplanacaktır. Allah, Kehf Suresi’nde bu gerçeği şöyle vurgular:
Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları birarada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır. (Kehf Suresi, 47)
Dağlar Rengarenk Yün Yumakları Gibi Uçuşurlar
O gün dağlar, üzerlerindeki bitkiler, çiçekler, tüm yeşillikler ve içlerinde barındırdıkları renk renk madenler, farklı tür ve renklerdeki topraklarla birlikte etrafa saçılacaktır. Toz duman olan dağlar, tüm ihtişamlarıyla parçalanıp, dağılacaktır. Bu renk cümbüşü ayetlerde renkli yünlere benzetilmektedir:
Ve dağların ‘etrafa saçılmış’ renkli yünler gibi olacakları (gün) (Kaari’a Suresi, 5)
Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak. (Mearic Suresi, 9)
Kahhar olan Allah’ın emri o gün canlı-cansız tüm varlıkları- etkisi altına almıştır. Kıyamet günü yaşanan her sahneye büyük bir korku hakimdir. En ufak bir sarsıntıda paniğe kapılan, bir deprem ihtimalinde ölüm korkusundan saatlerce evine giremeyen insanlar için, gözlerinin önünde dağların yerlerinden oynatılması, yerin içindekilerini dışarı atması, kabirlerin deşilmesi, insanların biraraya toplanması ve felaketlerin felaketleri izlemesi dayanılabilecek gibi değildir. Artık dünya üzerinde güvenebilecekleri “tek bir kişi”, sığınabilecekleri “tek bir mekan” dahi yoktur. Karşılaştıkları olayların dehşeti güç yetirebilecekleri sınırı çoktan aşmıştır. Yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Artık dünya üzerinde yeni bir başlangıç, gidilebilecek herhangi bir yer yoktur. Yeni başlayacak olan yaşam ahirettedir, sonsuzdur ve dünyada Allah’ın rızasını gözeterek yaşamayanlar için pişmanlık ve acıyla doludur. Zevkler, ihtiraslar ve geçici dünya hayatı tüketilmiştir. Karşılaştıkları dehşet, Allah’ın kudretini sergilemektedir.
Oysa tüm bunlar Allah’ın elçileri ve inananları tarafından kendilerine daha önceden haber verilmişti. Ama bu kahredici gün kendilerine uzak gelmiş, kendileri gibi geçici şeylere güvenmişlerdir. Allah Kuran’da inkar edenlerin daha önce uyarıldıklarını şöyle bildirir:
Azabın kendilerine geleceği gün (ile) insanları uyarıp-korkut ki, (o gün) zulmedenler, şöyle diyecekler: “Bizi yakın bir süreye kadar ertele ki, Senin çağrına cevap verelim ve elçilere uyalım.” Oysa daha önce, kendiniz için hiç zeval yoktur diye and içenler, sizler değil miydiniz? Siz, kendi nefislerine zulmedenlerin yerleştikleri yerlerde oturmuştunuz. Onlara ne yaptığımız size açıklanmıştı ve size örnekler vermiştik. (ibrahim Suresi, 44-45)
Oysa şimdi tehlikenin ortasında yapayalnızdırlar. Herkes canı derdine düşmüş, hiçbir yakın dost diğer bir yakın dostu görmez olmuştur. Artık kimse için kaçış söz konusu değildir. Artık Allah’ın vaadi gelmiştir. O gün evlerden kaçmak da bir işe yaramaz. Sarsıntıdan etkilenen sadece evler değildir ki dışarıya çıkmak insanı yaklaşan sondan korusun! O gün var olan herşey yok olmakta, yeryüzü ve dağlar hep birlikte yerlerinden oynatılıp kaldırılmaktadır. Ne sığınılabilecek bir yer, ne dayanılabilecek bir güç, ne de alınabilecek bir tedbir vardır. Kuran’da yeryüzü ve dağların parça parça olduğu kıyamet günü şu şekilde anlatılır:
Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman. işte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vuku bulmuş (gerçekleşmiş)tur. (Hakka Suresi, 14-15)
DENiZLERiN DURUMU Bütün bu tarifleri yaparken önemli bir noktayı hatırlatmak yerinde olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zihinlerde canlandırmaya çalıştığımız bu manzara tamamen Kuran ayetlerinden yola çıkarak yaptığımız tariflerdir. Kuran’da belirtilen şekline bağlı kalarak yaptığımız tüm tanımlamalar Allah’ın dilemesi ile gerçekleşecek olan ve Allah’ın olmasını vaat ettiği gerçeklerdir. Var olan herşeyi yaratan Allah, kuşkusuz ki bunların her birini gidermeye ve yerle bir etmeye de kadirdir. Ayetlerin bizlere haber verdiği gibi kıyamet günü herşey akılalmaz bir gösteriyle yok olup gidecektir. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
(Bu,) Allah’ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
Artık kendi büyüklüğü ile övünen insanın hiçbir değeri kalmamıştır. Kendini Allah’ın karşısında değerli ve güçlü gören, kendi aldanışı içinde Allah’ı inkar etmekten çekinmeyen insan, olan bitenler karşısında alabildiğine güçsüz ve acizdir. Kendisinden üstün gördüğü varlıklar da Allah’ın takdir ettiği bu büyük güne teslim olmuşlardır. Dağlar, denizler ve tüm kainat o hiç sarsılmazmış gibi gözüken sağlam vasfını yitirmiş, sadece ve sadece Allah’a itaat etmişler, Allah’ın bir “ol” demesiyle herşey olup bitmiştir. Her biri O’nun verdiği hükme boyun eğici olarak yerine getirmeleri gereken görevlerini tamamlamışlardır. Dağların renkli yünler gibi dağılıp parçalandığı, yerin tüm ağırlıklarını dışarıya attığı kıyamet günü denizlerde meydana gelen olaylar da Allah’ın sonsuz büyüklüğünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. Kuran’da bildirildiğe göre o gün denizler yanacak ve fışkırıp taşacaktır.
Denizlerin Yanması Dünya’nın dörtte üçünü kaplayan en büyük su kütlesi olan denizlerin bir anda kaynamaya, fokurdamaya başlaması gerçekten de insanın gözünde çok zor canlanabilecek bir manzaradır. insanın o anın dehşetini anlayabilecek bir tecrübesi yoktur. Ancak düşünce sınırlarını zorlayarak, zihninde kısmen canlandırabilir. Bugüne kadar yalnızca yanardağ patlaması, akaryakıt taşıyan bir tankerde yangın çıkması sonucu böyle görüntülerin oluştuğuna şahit olmuş, televizyonlarda, fotoğraflarda görmüşsünüzdür. Ancak ayetlerde bizlere yapılan tarifler, bu örneklerle karşılaştırılamayacak kadar ihtişamlıdır. Ancak Allah’ın sonsuz büyüklüğünü, sonsuz gücünü, sonsuz kudretini biliyor olmamız, bizi yaşanacak felaketin boyutları hakkında fikir sahibi kılar. Allah, evrende var ettiği ve koruduğu bu düzeni istediği şekilde değiştirmeye ve herşeyi bir plan dahilinde altüst etmeye kadirdir.
O gün yerin bütün ağırlıklarını dışa atması, yerin altındaki yaklaşık 4.500oC sıcaklığındaki katmanın imkan bulduğu her yerden dışarı taşacağı anlamına gelmektedir. Buna şüphesiz denizlerin altında bulunanlar da dahildir. Herhangi bir belgesel programında lavların denizin içindeki çıkışını seyretmiş olanlar, bu kızgın maddenin deniz suyunda oluşturduğu akıllara durgunluk veren bir manzaraya şahit olmuşlardır. Oysa kıyamet günü gerçekleşecek olan görüntü, bu manzaradan çok daha farklı, çok daha kapsamlı ve dehşet verici olacaktır. Yeryüzündeki bütün denizler alevler içinde kalacak, önüne geçilemeyecek bir ateş ve alev topluluğu insanlara yönelecektir. O gün tüm denizler tutuşturulmuştur.
Konuyla ilgili ayette Allah şu şekilde buyrulmaktadır:
Denizler, tutuşturulduğu zaman. (Tekvir Suresi, 6)
Yaşanan olaylar sonucu karada olduğu gibi denizde de yaşam son bulacaktır. Normal şartlarda serinlik ve rahatlık hissi veren denizler, bir anda etrafa müthiş bir sıcaklık yayacaktır. Denizlerde dev dalgalar yerine alev bulutları yer alacak, havadaki duman oksijeni büyük oranda tüketecektir. Uçsuz bucaksız denizlerin alev alev yanan ve şiddetle fokurdayan görüntüsü, dünyanın geniş bir alanına hakim olacak ve pek çok felaketi de beraberinde getirecektir.
Denizlerin Taşması Kuran’da kıyamet günü gerçekleşeceği bildirilen olaylardan biri de denizlerin taşmasıdır. Bu gerçek bizlere ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir:
Denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman… (infitar Suresi, 3)
O gün Allah’ın dilemesi ile karadan gelecek olan felaketlere denizlerden gelenler de eklenecektir. Böyle bir felaketin ve bunun gibi diğerlerinin gerçekleşmesi için kuşkusuz Allah’ın dilemesi yeterlidir. Allah, sadece “ol” emri ile yoktan var ettiği yeryüzünü çeşitli şekillerde yerle bir etmeye kadirdir. Bunları gerçekleştirebilecek muhtemel sebepler ise bizler için yalnızca birer hatırlatıcı, Allah’a yakınlaşmak ve O’nun azabından korku duymak için birer yoldur. Bu olayların nasıl gerçekleşeceğinin, sebeplerinin ne olacağının bilgisi yalnızca Allah’ın katındadır. Belki hiçbir sebep olmayacak, birdenbire kıyametin tüm belirtileri gerçekleşmeye başlayacaktır. Bu nedenle de, bu bölümde verilen örnekler sadece birer tahminden ibarettir.
Gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan bazı örnekler denizlerin taşmasıyla ilgilidir. Bilindiği gibi, genelde deniz altında bir deprem meydana geldiği zaman su yüzeyinde dev dalgalar oluşur. Deprem merkezinden yayılan etkiyle dalgalar okyanusu 750 km/saat gibi yüksek bir hızla geçerek, süratle kıyıya ulaşırlar. Okyanusun ortasında bir metreyi bulmayan dalga, kıyıya ulaştığında 60 m.’yi aşabilir. Örneğin 1896′da Japonya’nın Hoşu kentinde meydana gelen büyük bir denizaltı depreminin ardından kabaran bir dalga 25-35 m.’ye ulaşarak tüm yerleşim merkezini kaplamış ve 25.000 kişinin ölümüne neden olmuştur.
Dev dalgaların bilinen bir başka kaynağı da yanardağ püskürmesidir. Buna bir örnek 1883 yılında Krakatoa’nın zirvesindeki çökmeden sonra yükselen dalgadır. Cava ve Sumatra arasında bulunan bu ada, şiddetli püskürmelerin ardından birden kaybolmuş, ani ve büyük bir dalgaya sebep olmuştur. Bunun sonucunda meydana gelen tsunami, Cava adasında nüfusun en yoğun olduğu kıyı üzerinde kırılarak 165 köyün yok olmasına ve 36.000 kişinin ölümüne yol açmıştır. Bu dalganın yüksekliği kıyıya ulaştığında 35 m’yi aşmıştır. Görüldüğü gibi deniz altında meydana gelen kısmi depremler veya volkanik patlamalar yalnızca belli bir bölgeyi etkilemelerine rağmen, denizlerin taşmasına, binlerce kişinin ölmesine sebep olmaktadırlar. Oysa kıyamet gününde yerin üstünde olduğu gibi denizlerin altında da sarsılmayan hiçbir yer kalmayacaktır. Bu durumda denizlerin altında meydana gelen şiddetli sarsıntılarla birlikte denizler de taşacak ve o ana dek bilinen tsunamilerle kıyas olmayacak şekilde tüm yeryüzüne etki edecektir.
O gün denizlerin taşarak insanlara felaket taşıması için birçok sebep daha vardır. Bu büyük su kütlesinin sabit ve durağan bir şekilde durması birtakım kanunlara bağlıdır. Ancak o gün hiçbir tabiat kanunu geçerli olmayacak, gökleri, yerleri, karaları, denizleri ve insanları dengede tutan hassas dengeler yok olacaktır. Allah’ın dilemesiyle var olan bu kusursuz düzenin sebepleri, yine Allah’ın dilemesiyle aniden ortadan kalkacaktır. Daha önceki bölümde de anlatıldığı gibi belki de o gün yerin altındaki sıcaklık havayı ısıtacak, açığa çıkan bu sıcaklık buzulların erimesine neden olacaktır. Bu da mevcut su miktarı seviyesinin yükselmesine sebep olacaktır. Bunların hepsi ihtimal dahilindedir, fakat o gün bunun nasıl gerçekleşeceğini yalnızca Allah bilmektedir.
Yine bilindiği gibi günümüzde bir dağdan kopan toprak ve kayaçların yuvarlanarak bir körfezi, gölü veya barajı doldurması bölgesel bir dalgaya sebep olmaktadır. Kıyamet gününde ise yıkılmayan, çökmeyen bir dağ kalmayacak ve daha önce de bahsedildiği gibi bu dağlar tüm çukurları doldurup yerin dümdüz olmasına neden olacaktır. Dağlardan düşen parçalar denizleri doldurup, onların da taşmasına neden olacaktır.
Allah’ın belirlediği bu süre tamamlandığı zaman, kalplere amansız korku salan olaylar arka arkaya gerçekleşecektir. insanları çevreleyen korkunç bir gürültü, dağların parçalanması, insanların ayaklarının altından akan lavlar, her yeri sarıp kuşatan toz, duman ve gaz bulutları, kaynayarak insanların üstlerine taşan sular… Dünya hayatı boyunca Allah’ın varlığını düşünmek istemeyen, büyüklüğünü takdir edemeyen kullara bir anda gelen dehşetli bir acı… Kayıtsız şartsız herkese boyun eğdiren, insanlara kendi acizliklerini ve ömrü boyunca değer verdikleri şeylerin ne kadar değersiz olduğunu gösteren kahredici bir acı… O gün, insanların içlerinde duydukları korkunun ve dehşetin tarif edilemeyeceği bir gündür. insanlar oradan oraya koşmaya, kaçarak saklanacak bir yer aramaya çalışacaklardır. Ama herkes bilmektedir ki bu günden kurtuluş yoktur.
GÖKYÜZÜNÜN DURUMU Kıyametle birlikte gelen yıkım ve dehşet yalnızca yerde gerçekleşecek olaylarla sınırlı değildir. O gün insanın bildiği, alıştığı ve sonsuza dek varlığını sürdüreceğini sandığı tüm varlıklar ve düzenler bozulmaya uğrarlar. O gün dünya tarihi boyunca kapsamı anlaşılamamış, sırlarına son yüzyılda ulaşılabilmiş, akıllara durgunluk veren büyüklükteki gök cisimleri ve uzay için de ölüm vakti gelmiştir. Gökyüzü, Ay, Güneş, yıldızlar ve gezegenler de o gün parçalanıp, yok olurlar. Bu gerçeği Allah bir Kuran ayetinde insanlara şöyle bildirir:
Şüphesiz, size vaat edilen gerçekleşecektir. Yıldızlar ‘örtülüp (ışıkları) silindiği’ zaman, Gök yarıldığı zaman… (Mürselat Suresi, 7-9)
Evrenin yaratıldığı ilk andan itibaren meydana gelen her olay ve izlenen her görüntü, bunlarda bir olağanüstülük olduğunu sezinleyen ve bir yaratıcının varlığını mutlak bir şekilde görmek isteyen her insan için büyük birer iman delilidir. Uçsuz bucaksız evrenin her noktasını kaplayan gezegenler, yıldızlar, sayısız gök cismi Allah’ın tek bir emri ile yaratılmış, O’nun kudretiyle muazzam bir dengeyle korunmuştur. Bu başlangıç ve denge ise sırrını hala korumakta, insanların zihinlerini meşgul etmektedir. Aslında bu arayışların sonucunda insanın karşısına çıkan tek gerçek vardır: Allah’ın varlığı. Kapanış günü yaşananlar yine Yaratan’ın büyüklüğüne uygun olarak gerçekleşecektir. Allah, var olan herşey için olduğu gibi gökyüzündeki bu muazzam dünya için de görülmemiş bir son hazırlamıştır.
Gökyüzü insanın her zaman için varlığından ve sürekliliğinden emin olduğu bir tavan gibidir. Allah’ın bir dayanak olmaksızın yükselttiği ve tuttuğu, uçsuz bucaksız uzay ile arasında perde görevi gören, görkemli bir tavan…
Bu tavan yüzyıllarca, dünyayı ve üzerindeki canlıları sayısız tehlikelerden (ultraviyole ışınlar, gök taşları, uzayın dondurucu soğukluğu vs.) en küçük bir aksaklığa meydan vermeden korumuş, canlılığın devamı için gerekli olan en önemli etmen olmuştur. Karanlık uzaydan geçerek gelen ışık, atmosferin taşıdığı özellikler sayesinde dünyaya yeterince yayılmış, tüm gezegeni aydınlatmış ve insan, atmosferdeki hassas oksijen oranı sayesinde nefes alıp, hayat bulabilmiştir. Oysa o gün, gök tüm işlevlerini kaybeder. Artık onun da, Allah katında belli olan eceli gelmiştir. Kıyamet günü gök Allah’ın dilemesiyle sarsılıp, çalkalanır, çatlar ve yarılır. Bu olaylar ayetlerde şöyle haber verilir:
O gün gök, sarsılıp çalkalanır. (Tur Suresi, 9)
Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O’nun va’di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir. (Müzemmil Suresi, 18)
Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, ‘sarkmış-za’fa uğramıştır. (Hakka Suresi, 16)
Dünya tarihi boyunca sayısız canlının yaşamını sürdürebilmesi için en gerekli şartlardan biri olan hava tüm işlevini yitirir. O gün var olan kanunlar alışılan kanunlardan farklıdır. Sayısız fizik kanunu ile gökte sabit bir dengeyle duran atmosfer, eriyip akmaya başlar. Kuran’da o gün gökyüzünün uğrayacağı son şu şekilde anlatılır:
Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; (Mearic Suresi,
Atmosfer o gün erir ve akkor haline gelerek yanmaya başlar. insanlar masmavi görmeye alışık oldukları gökyüzünü, o gün kızıl olarak görürler. Gökyüzü yarılıp erimiş, adeta yağ gibi olmuştur:
Kıyamet günü, o güne kadar Allah’ın büyüklüğünü ve gücünü görmek istemeyen, bile bile yüz çeviren insanlar için pişmanlığın yaşandığı gündür. Bu, öğüt alıp düşünme ve yapılanları telafi etme imkanı tanınmayan bir pişmanlıktır. Tüm insanlar Allah’tan başka dost, yardımcı ve koruyucu olmadığını, Allah’ın gücünü ve gazabını artık kesin olarak anlamışlardır. Böyle bir anda Allah’a ve ahiret gününe karşı inkar içinde olabilecek ve bu inkarında direnebilecek “tek bir insan” dahi yoktur. Bu gerçek Kuran’da tüm insanlara şöyle bildirilmiştir:
Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O’nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Zümer Suresi, 67)
O gün insanın tanıyıp bildiği bütün kurallar yok olur. Yaratılışları sırasında Allah’ın “isteyerek veya istemeyerek itaat edin” çağrısına icabet eden ve “isteyerek geldik” diye cevap veren gök ve yer, o gün de kendi yaratılışlarına uygun olarak gerçek sahipleri ve yaratıcıları olan Allah’a boyun eğerler. Kuran’da Allah’ın göğe ve yere seslenişi şu şekilde anlatılır:
De ki: “Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkar ediyor ve O’na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir. Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: “isteyerek veya istemeyerek gelin.” ikisi de: “isteyerek (itaat ederek) geldik” dediler.” (Fussilet Suresi, 9-11)
Bilindiği gibi inkarcıların iddialarından birisi, maddenin kendi kendine oluştuğudur. Çevrelerinde gördükleri tüm güzelliği tabiatın gücüne bağlarlar. Geri kalan detaylar, yani bunların nasıl meydana geldikleri, bu bilinçli oluşumun nasıl oluyor da kendisi de yokken var olmuş, cansız bir kavram olan tabiattan ortaya çıktığını asla düşünmezler. Bu mantıksız iddiaya göre herşeyi doğa kendi kendine var etmiştir. Yani hakim olan olağanüstü uyum ve dengenin sahibi taş, toprak, hava ve sudur. Oysa kıyamet günü geldiğinde insan dağın, taşın, toprağın ne hale geldiğini görür ve bu gücün sahibinin tabiatın kendisi olamayacağına şahit olur. Canlı-cansız herşeyin yaratılışının kendisine atfedildiği tabiat, o gün kendisini koruyamayacaktır. Allah herşeyin yalnızca Kendi gücü ve iradesi ile var olduğunu, yalnızca O dileyip koruduğu için korunduğunu insanlara gösterecektir. Birçok insan vicdanları kabul ettiği halde anlamazlıktan geldikleri gerçekleri, o anda çok büyük bir pişmanlıkla hatırlayacaktır. Allah kıyamet günü olacakları ayetlerde şöyle haber vermektedir:
Gök, yarılıp-parçalandığı, Ve ‘kendi yaratılışına uygun’ Rabbine boyun eğdiği zaman; Yer, düzlendiği, içinde olanları dışa atıp boşaldığı, Ve ‘kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O’na varacaksın. (inşikak Suresi, 1-6)
Yıldızların, Güneş’in ve Ay’ın Durumlari Uzayın karanlık ve soğuk ortamına karşılık, Dünyamızın aydınlanması ve canlıların yaşayabileceği ortalama bir sıcaklığın mevcut olmasında en büyük etmenlerden birisi atmosferdir. Dünyamızı koruyan bir tavan olarak tanımlanan atmosferde ısı ve ışığın yayılma özelliği vardır. Kapkaranlık bir yoldan geçerek Dünyamıza ulaşan güneş ışıklarının yeryüzünü aydınlatması ve ısıtması atmosferin taşıdığı bu özellik sayesindedir. Ancak kıyamet günü geldiğinde var olan herşey gibi gök de çatlayıp yarılacak ve tüm işlevlerini kaybederek, Kuran’da belirtildiği gibi eriyerek akacaktır. Kuran’da Tekvir Suresi’nin ilk ayetinde kıyamet gününden bahsederken, “Güneş, köreltildiği zaman” ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifadeden güneş ışığının Dünya’ya artık hiçbir fayda sağlamayacağı anlaşılır.
Kıyamet günü Dünya’ya aydınlık veren Güneş ve Ay teker teker kararacaktır. O gün, Dünya’ya ışık gelmemesinin tek sebebi atmosferin yok olması değildir. Çünkü Kuran’da bildirildiği gibi o gün yalnızca gökler, yer ve ikisi arasında olanların yok olduğu bir gün değildir. Tüm evrenin yokoluş günüdür. Tegabün Suresi’nin ilk ayetlerinde de belirtildiği gibi Allah herşeyi mükemmel ve eksiksiz olarak yaratan ve her dilediğini dilediği anda gerçekleştirmeye güç yetirendir. Milyarlarca galaksiyi ve her galakside bulunan milyarlarca yıldızı bünyesinde barındıran evreni O yaratmıştır ve dilediği zaman da bir “ol” demesiyle yok edecek olan da Allah’tır.
Evrenin genişliğini insan aklının, tam ve gerçekçi olarak kavraması mümkün değildir. Ama birkaç rakamla bu gizemli Dünya’nın büyüklüğünü yaklaşık olarak anlamaya çalışabiliriz. Güneş Samanyolu’nu oluşturan 200-250 milyar yıldızdan biridir. Dünya’dan 325.500 defa büyük olmasına rağmen, evrendeki küçük yıldızlardan biri sayılmaktadır. Çapı 125 bin ışık yılı olan Samanyolu’nun merkezine 30 bin ışık yılı uzaklıktadır. Bu arada 1 ışık yılı yaklaşık olarak 9.460.800.000.000 km’dir. Dünya ise kendi etrafında saatte 1670 km. hızla dönen, 6 katrilyar ton ağırlığında bir kütledir. Güneş saatte 72.000 km. hızla hareket eder, Samanyolu kendi ekseni etrafında saatte 900.000 km. hızla döner. Ancak kıyamet günü bu akıllara durgunluk veren kainat, Allah’ın dilemesi ile yerle bir olacak, büyüklüğü tarif dahi edilemeyen yıldızlar Kuran’da ifade edildiği gibi “örtülüp-silinecek”, yok olacaklardır.
Evrenin her noktası Allah’ın varlığının, büyüklüğünün ve gücünün ayrı birer delilidir. Ancak O’nun dileğiyle, O’nun dilediği süre boyunca, O’nun izni ile var olmuşlardır. Bu dengeyi yaratan ve koruyan Allah, bütün bunları elbette dilediği şekilde yok etmeye de kadirdir. Evrenin ölümü, var oluşunda olduğu gibi ancak O’nun izniyle, O’nun takdir ettiği şekilde gerçekleşecektir. O gün insanların dünya hayatları boyunca azametine hayran kaldıkları herşey parça parça edilecektir. Tüm gezegenler, yıldızlar, Güneş ve Ay yörüngelerinden çıkacak, yıldızlar dökülecek, gökcisimleri birer birer ölecektir.
Kuran’da o gün Ay’ın yarılacağı, kararıp çatlayacağı şöyle bildirilir:
Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)
Ayette de belirtildiği gibi o gün artık kaçacak bir yer yoktur. Dünya hayatı boyunca, kendisine Allah’tan başka dost ve yardımcı arayan insanlar da artık yönelip, dönülecek gerçek dost ve yardımcının yalnızca Allah olduğunu anlamışlardır. O gün insanların hep erişilmez, görkemli ve gizemli gördükleri yıldızların da ölüm günüdür. Her biri nizam ve denge ile döndükleri yörüngelerinden çıkarak, dağılıp, yayılacaklardır:
Yıldızlar, dağılıp-yayıldığı zaman. (infitar Suresi, 2)
Bilindiği gibi Güneş her saniye enerji üreten bir yıldızdır. Uzaydaki diğer yıldızların ise birçoğu ondan kat kat büyük ve sahip olduğu enerjiden çok daha yüksek enerjiye sahiptirler. Oysa kıyamet günü geldiğinde artık hepsi güçlerini yitirirler, bulanıklaşıp, dökülürler. Kuran’da kıyamet gününde yıldızların durumu şu şekilde anlatılır:
Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman (Tekvir Suresi, 2)
Yıldızlar ‘örtülüp (ışıkları) silindiği’ zaman (Mürselat Suresi,
O gün binlerce yıldır ışık saçan Dünya’nın hayat ve enerji kaynağı olan Güneş ve gökyüzünü süsleyen yıldızlar kararır. Herkes bir kez daha, o zamana kadar onları yörüngelerinde tutanın ve ışık vermelerini sağlayanın, yıldızların da gerçek sahibi olan Allah olduğunu ve o ana kadar sadece O’nun izniyle var olduklarını anlar.
inkar edenler o gün Allah’tan hiçbir yardım görmezler. Yardım görebilecekleri başka herhangi bir güç de yoktur. Teknolojinin çok ilerlemesi ve bu sayede evrenin uzak bir köşesine gitmek dahi mümkün olsa, insanlar için artık hiçbir şey değişmeyecektir. Azap insanları orada da bulacaktır. Çünkü kıyamet bütün evreni kaplamıştır. Yalnızca üzerinde bir zamanlar güven içinde yürüdüğü yeryüzü değil, erişilmez sandığı uzak yıldızlar dahi Allah’ın emrine boyun eğmişler, yok olmuşlardır. insanların o günkü çaresizliği Kuran’da şöyle anlatılır:
Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; insan o gün: ‘Kaçış nereye?’ der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbinin katıdır. insana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. (Kıyamet Suresi, 8-13)
Buraya kadar anlatılan bütün olaylar, insanların hiç haberi olmadığı bir anda, daha önce hiç duyulmamış ve tanınmamış bir sesin duyulması ile başlamıştır. Ve dünyadaki tüm insanlar şu anda da olduğu gibi herşeyin hiç değişmeden ve bozulmadan aynen devam edeceğini düşünürken, ani bir yakalanışla yakalanmışlardır.
Sur’a üfürülmesinden hemen önce gerçekleşen olayların bir önceki günden herhangi bir farkı yoktur. Dünya yine aynı hızla dönmekte, Güneş yine Dünya’yı aydınlatmakta, yaşam devam etmekte ve insanların birçoğu neden, kim tarafından yaratıldıklarını ve sonlarını düşünmeden, bir alışkanlık içinde hayatlarına devam etmektedir. Kimi, akşam gelecek misafirine yapacağı yemeği, kimi yapacağı iş görüşmelerini düşünürken, kimi alışveriş yaparken, kimi uyurken ve büyük bir bölümü de Allah’ın varlığını inkar halindeyken bu sesi duyacak ve herşey bir anda başlayacak, herşey bir anda son bulacaktır.
insanın güçlü zannettiği, övünerek böbürlendiği bedeni hiç beklemediği bir anda dört bir yandan ölümle sarılıp kuşatılacaktır. Artık can derdinden başka hiçbir sorun ve dert kalmayacaktır. insanlar yaşadıkları korkunun şiddetinden, değer verdikleri, tutkuyla bağlandıkları, uğrunda her türlü fedakarlığı göze aldıkları şeyleri bir anda görmez olacaklardır.
Kıyametin meydana getirdiği bütün bu korku, dehşet ve şaşkınlık dünyada inkar içinde bir yaşam süren insanın gafletine bir karşılıktır. O gün başlayan bu dayanılmaz zorluklar sonsuza kadar inkarcıların peşini bırakmayacaktır. Birbiri ardına meydana gelen tüm bu olaylar onlardaki paniği, dehşeti daha da arttırır. Geçen her saniye yeni azap çeşitleri ve belaları getirmektedir. Karşılaştığı akıllara durgunluk veren bu olaylar o güne kadar inkar ettikleri Allah’ın büyüklüğünü sergiler. insan bu güç karşısında alabildiğine güçsüz ve çaresizdir. Pişmanlık, üzüntü ve korku dışında yapabileceği birşey yoktur. Saniyeler ilerledikçe Allah’ın ona ebedi hayatında sunacağı korkunç azabı daha iyi anlar. O gün karşılaştığı dehşet dolu dakikalar sonsuz hayatı boyunca yaşayacağı azabın sadece sınırlı kesitleridir. Kuran’da o gün insanların yaşayacakları olaylar karşısında duyacakları korku detaylı olarak anlatılmıştır
insanların Yaşadıkları Korku Allah birçok ayette insanların dünya hayatına tutkuyla bağlı olduklarını ve bu tutkunun onlara ahiret hayatında hiçbir faydası olmayacağını belirtmiştir. insanın dünya hayatında değer verdiği, önemsediği, uğruna pek çok şeyi göze aldığı değerler, eğer Allah rızası için ve Allah yolunda kullanılmıyorsa, insana kayıptan başka birşey kazandırmazlar. Bu değerlerin her biri insanları denemek için, özel olarak yaratılmıştır. Asıl yurt ise ahiret yurdudur. Dünyaya ait şeylerin hiçbir önemi olmadığı ise Kuran’da şu şekilde anlatılır:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i imran Suresi, 14)
Dünya hayatının ayette de anlatılan tüm bu “çekici” özelliklerine insan hırsla bağlanmakta, tüm ömrünü bunları elde edebilmek için harcayabilmektedir. Kuran’da dünya hayatıyla ilgili olarak şöyle buyrulur:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Dünya hayatının en büyük amaçlarından biri mallarla, oğullarla, kısaca sahip olunan tüm değerlerle övünmektir. Ancak Kuran’da özellikle vurgulanan ve tüm toplumlar için de geçerli olan bir gerçek, dünya hayatında sahip olunan en önemli tutkulardan birinin evlat olduğu gerçeğidir. Çocuk edinme isteği gençlik yıllarından itibaren insanlara öğretilir. Çocuk, insanlar arasında hem sebepsiz bir rekabet unsuru hem de geleceğe yönelik bir güvence anlamını taşımaktadır.
Bir diğer tutku da mala ve zenginliğe yönelik olandır. Bilindiği gibi insanların dünya hayatları süresince tüm hedefleri, planları, çabaları bu amaç üzerine kurulmuştur. Mal ve para tutkusu insanların gözünü bürüdüğü için tüm ahlaki değerler önemini kaybetmiş, insan karakterini şekillendiren tek ölçü maddiyat olmuştur. Kuran ahlakı, emir ve yasakları, insanların hayatındaki önceliğini kaybetmiş, mal yığıp, biriktirmek tek amaç olmuş, ilişkilerde çıkarlar ön plana çıkmıştır.
Oysa kıyamet günü geldiğinde herşey tersine döner. insanlar karşılaştıkları günün korkusundan değer verdikleri herşeyi bir anda unuturlar. Hırs haline getirdikleri şeylerin artık bir anlamı olmadığını anlarlar. Değer yargıları birkaç saniye içinde değişir. Artık malın hatta evladın bile bir değeri yoktur. Annelik veya babalık duyguları anlamını yitirmiştir. Dünyada en değer verdiği kişileri; kendi çocuğunu bile kıyamet gününün dehşeti karşısında unutacaktır. Kimse çocuğunun durumunu sormayacak, bunu aklına dahi getirmeyecektir. Kuşkusuz kıyametin vuku bulacağı bu gün, inanmayanlar için zorlu bir gündür:
Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak. (Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. (Mearic Suresi, 8-14)
Göğün bulutlarla parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün; işte o gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah)ındır. inkar edenler için oldukça zorlu bir gündür. (Furkan Suresi, 25-26)
Henüz bebeklik çağında olan çocuklar bile o gün aileleri tarafından terk edilir. insanlar hiç beklemedikleri ve daha önce eşini benzerini görmedikleri bu olaylar karşısında ne yapacaklarını şaşırırlar. Korku öylesine ani ve şiddetli bir şekilde gelmiştir ki, hamile kadınlar bu şokun etkisiyle çocuklarını düşürürler. Kuran’da o zorlu günde yaşanacak olayların paniğiyle kadınların emzirdikleri çocukları dahi unuttukları şöyle bildirilmiştir:
Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. (Hac Suresi, 2)
Kıyamet günü, dünyadayken kendisine yapılan çağrılardan yüz çeviren, gerçek dost ve yaratıcısı olan Allah’ı unutanların birbirlerinden kaçıp kurtulmak istediği bir gündür. Herkes kendi derdindedir. O dehşetli günde insanlar arasında hiçbir bağ; ne soy, ne akrabalık, ne de arkadaşlık bağlarının kalmadığı Kuran’da şöyle bildirilir:
Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 34-37)
insanlar Sarhoş Gibidir insanlar o gün gördükleri karşısında tüm soğukkanlılıklarını, kendilerine olan güvenlerini ve metanetlerini yitirirler. Ölümle karşılaşıldığı an herşey değerini yitirir, yüzlerdeki ifade, tavırlar, konuşmalar farklılaşır.
Ölüm karşısında insanların yaşadıkları korku ve dehşete filmlerde şahit oluruz. O anda verilen tepkiler insanların içinde bulundukları ruh halini çok iyi anlatır. Ama izlenilen görüntülerde insanların az da olsa kurtulma ümitleri vardır. Öleceklerine kesin kanaatleri gelse de, ölümden sonra olacakları tam olarak bilemezler ya da büyük bir kısmı ölümle birlikte yok olacağını düşünür. Oysa kıyamet gününde daha ölüm gelip çatmamış olsa bile, yaşanan olaylar insan için hiçbir kurtulma ihtimalinin olmadığını tüm açıklığıyla ortaya koyar. inkar edenler kendilerine vaat edildiği halde inanmadıkları bir günü karşılarında bulurlar. O gün, evrendeki düzenin bir yaratıcısının ve koruyucusunun olduğunun, O dilediği anda da herşeyin yok olacağının bütün açıklığıyla gözler önüne serildiği bir gündür.
insanlar ölümün, o güne kadar düşündükleri gibi bir yokoluş olmadığını anlarlar. O ana kadar Allah’ın varlığına dolayısıyla ahirete inanmadıklarından, ölüm sonrasında gerçekleşecek olayları hiç düşünmemişlerdir. Ama Allah’ın varlığını ve gücünü ardı ardına gelen bu olaylar sonucunda apaçık görünce, kendilerini bekleyen sonun da farkına varmışlardır. Kurtulma umudu olmadığı gibi, kendilerini bekleyen yeni ve sonsuz bir yaşam olduğunu da anlamışlardır. Bu inkarcılar için zorlu bir yaşamdır. Sonsuza kadar çekecekleri azap ve sıkıntı, o gün yaşananlarla kıyaslanamayacak kadar şiddetli olacaktır. Ayetlerde inkar edenlerin böyle bir yaşamın yerine yok oluşu tercih edecekleri şöyle anlatılır:
Gerçekten Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: “Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim” diyecek. (Nebe Suresi, 40)
insanların karşılaştıkları olaylardan dolayı şiddetli bir korku, panik ve şaşkınlık içinde, adeta sarhoş oldukları ise ayette şöyle bildirilir: … insanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah’ın azabı pek şiddetlidir. (Hac Suresi, 2)
insanın şiddetli korku anında vücudunda meydana gelen değişiklikler ve kontrolsüz hareketleri ile sarhoş insanların tavırları birbirine çok benzer. Şiddetli bir korku anında baş dönmesi, ağlama görülür, görüntü bulanıklaşabilir.
Buraya kadar anlatılan olaylardan da anlaşıldığı gibi, o zorlu gün insanlar çok büyük bir panik yaşayacaklardır. Allah insanların yaşadığı bu şiddetli korkuyu ve korkunun sonucunda oluşan fiziksel tepkileri sarhoşluğa benzetmektedir. O gün sarhoş gibi olan insanlar kontrolsüz tavırlar sergileyerek oradan oraya koşmaya başlarlar. Kuran’da yapılan benzetme, insanların bu durumlarını şöyle açıklamaktadır:
insanların, ‘her yana dağılmış’ pervaneler gibi olacakları gün… (Kaaria Suresi, 4)
Gözlerdeki Dehşet ifadesi Gerçek olan va’d yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: “Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik” (diyecekler). (Enbiya Suresi, 97)
Göz, insanın yaşadığı korkunun şiddetini ilk ele veren organdır. O günün korkusunu yaşayacak olan insanların, karşılaştıkları dehşetten dolayı gözleri yerlerinden fırlayacaktır. Burada geçen “gözlerin yuvalarından fırlaması” benzetmesi, insanın yaşadığı korkunun şiddetini anlatır. Bu anda insanların göz bebekleri büyür, beyazı ortaya çıkar, donuklaşmaya başlar. Kıyametin gerçekleşeceği an “istisnasız insanların hepsi” bu korkuyu yaşayacaktır. Bu tüyler ürpertici olaylar karşısında kimsenin yapacak bir şeyi, başlarına gelenleri önlemek için getirecek çözümleri yoktur. Sadece korku duyarlar. Ayetteki benzetme bu korkuyu açıklıkla izah etmektedir.
Çocukların Saçlarının Beyazlaşması Eğer inkar edecek olursanız, çocukların saçlarını ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız? (Müzemmil Suresi, 17)
Kıyamet gününün korkusu küçük çocukları da saracaktır. Bugünün gerçek mahiyetini bilmeyen, bunun sonsuz azabın ilk günü olduğunun bilincinde olmayan çocuklarda yetişkinlerden farklı bir korku vardır. insanlar geçici dünya hayatı boyunca yaptıkları ahlaksızlıkların pişmanlığı içindedirler. Çocuklar ne olduğunu dahi kavrayacak bir bilinçte değildirler. Buna rağmen gördükleri olayların şiddetinden dolayı saçları bembeyaz olur. Böyle bir fiziksel değişim, o zorlu günün büyüklüğünü anlamak açısından oldukça önemlidir. Çünkü o güne kadar dünyada çok çeşitli felaketler yaşanmıştır. Her biri insanlara çok şiddetli korku vermiş ve onları derinden etkilemiştir. Ama bu felaketlerin hiçbiri kıyamet günü meydana gelecek olaylarla kıyaslandığında çocukların saçlarını ağartacak kadar şiddetli değildir. O gün insanların dünya hayatı boyunca yaşadıkları en zorlu gündür. Öyle ki karşılaşılan olayların şiddeti, kısa yaşamlarında korkunun mahiyetini ve tehlikelerin getireceklerini tam olarak idrak edememiş olan çocukların dahi saçlarının korkudan bembeyaz olmasına neden olmaktadır.
Hayvanların Durumu Gözünüzde vahşi hayvanları canlandırmaya çalışın, kaplan, aslan, kurt, çakal, ayı… Bu hayvanlar, kıyamet günü meydana gelen olayların etkisi ile artık birbirleri ile mücadele etmeyi bırakacak ve biraraya toplanacaklardır. Binlerce vahşi hayvanın meydana getirdiği bu görüntünün ürkütücülüğü ise çok açıktır. Allah kıyamet günü doğa ve insan üzerinde çok büyük değişiklikler olacağını pek çok ayette anlatmıştır. Aynı şekilde vahşi hayvanlar da o zorlu günden çok fazla etkileneceklerdir. Bu gerçek Kuran ayetlerinde şöyle bildirilir:
Gebe develer, kendi başına terk edildiği zaman, vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman. (Tekvir Suresi, 4-5)
Evrenin nasıl var olduğu konusunda şimdiye kadar pek çok farklı yaklaşım olmuştur. Kimileri evrenin bir başlangıcı olduğunu ileri sürerken kimileri de maddenin ezelden beri var olduğunu savunmuştur.
Maddenin ezelden beri mevcut olduğunu savunan bu teorilerden biri Durağan Evren Teorisi’ydi. Yapılan uzun ve kapsamlı çalışmalar sonucunda ortaya çıkan güçlü deliller evrenin bir başlangıcı olduğu tezini doğruladı, Durağan Evren Teorisi ise bilimin tarihi gelişim sürecinde ancak bir hatıra olarak kaldı.
Araştırmalar sonucunda bulunan veriler evrenin yokken var olduğunu göstermiştir. Buna göre evrenin bir başlangıcı vardır. Ve bu başlangıç “Big Bang” adı verilen büyük bir patlama ile gerçekleşmiştir. Big Bang’den önce madde, enerji, uzay, zaman, mekan kısaca hiçbir şey yoktur. Sonsuz yoğunlukta ve sıfır hacmindeki bir noktanın patlaması sonucu, korkunç bir hızla her tarafa dağılan maddelerden yıldızlar, güneşler, gezegenler meydana gelmiş, evren hızla genişlemiş, hızla şişerek büyümüş ve zamanla soğuyarak şimdiki halini almıştır.
Bugün evrenin Big Bang ile beraber başladığı, meydana geliş şekli dolayısıyla belirli bir yaşı olduğu bütün kozmoloji kitaplarında, bilimsel dergi ve makalelerde ispatlarıyla yer alır. Bunları birkaç satıra sığdırmak imkansız olduğundan sadece bir iki örnekle konunun önemini vurgulamak yerinde olacaktır.
Örneğin California Üniversitesi’nden Profesör George O. Abel Exploration of Universe (Evrenin Keşfi) adlı kitabında, “Bugünkü mevcut deliller, Evrenin milyonlarca yıl önce Big Bang ile başladığını göstermektedir. Big Bang Teorisi’ni kabul etmekten başka çaremiz kalmıyor. Bu durumda Sabit Durum Teorisi artık geçerliliğini kaybetmiştir ” der.1
Colorado Üniversitesi’nden Gerrit L. Verhuur, Star Capes adlı kitabında, “Big Bang teorisi dini inançların gösterdiği, Dünya’nın ve gökyüzünün yaratılmış olduğu gerçeği ile uygunluk göstermektedir. Bu astronominin dinle birlikte olduğunun süprizli bir sonucudur” diye açıklamıştır.
Evrenin bir başlangıcının olması kainatın yoktan var edildiğine, yani yaratıldığına delil teşkil eder. Eğer yaratılan bir varlık varsa bunun mutlaka bir yaratıcısının da olması gerektiğini hepimiz çok iyi biliriz. Yaratılan bu evren hiçbir örnek yokken, hatta zaman ve mekan dahi yokken var edilmiştir. Bu teorinin ortaya çıkardığı en önemli gerçek evrenin bir başlangıcı olduğu, üstün ve güçlü bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olduğudur: Evreni Allah yaratmıştır.
Big Bang evrende hesaplayabildiğimiz ilk harekettir. Büyük patlamanın arkasından bugüne kadar gelişen sayısız hareketin ve olayın her biri Allah’ın izni ile meydana gelmiştir ve O’nun kontrolü altındadır. Bilinçsiz bir patlama sonucu dağılan parçacıkların böyle düzenli galaksileri, yıldız sistemlerini ve içinde Dünyamızın da yer aldığı Güneş Sistemi’ni oluşturduğunu düşünmek akıl ve mantık dışı bir yaklaşımdır. insanın kendi bedeni de dahil olmak üzere etrafında gördüğü herşey Allah’ın ilmi ve kontrolü ile sonsuz bir düzen içinde yaratılmıştır. Kuran’da Allah’ın önce gökyüzünü yarattığı, sonra yeri meydana getirdiği daha sonra da canlıları var ettiği bildirilmektedir.
Allah evreni hassas bir düzen ve denge ile yaratmıştır. Atmosferdeki gazların oranından Dünya’nın sıcaklığına, yağmurun düşüş hızından, Dünya’nın çekirdeğindeki demir miktarına kadar insanın bildiği ve bilmediği sayısız detay birbirine bağlıdır. Buna bir örnek olarak evrendeki tüm gezegenleri ve Dünyamızı Güneş’in yörüngesinde tutan kütle çekimi (yerçekimi) kuvvetini verebiliriz. Evrendeki tüm kütleler büyüklükleri oranında çekim kuvvetine sahiptir. Dünyamızın sahip oldu kütle çekim kuvveti ise denizleri, canlı-cansız herşeyi Dünya yüzeyinde sabit tutar. Böylece ne insanlar, ne diğer canlılar ne de dağlar ve denizler uzay boşluğuna uçmazlar. Bu noktada önemli olan Dünya’nın kütlesinin büyüklüğünün çok hayati bir değer taşıdığıdır. Dünya’nın kütlesi biraz daha fazla olsaydı, üzerindeki herşeyi daha güçlü kendine çekecekti. Bunun sonucunda su yerin içine çekilecek, insanlar çekimin etkisiyle yürüyemeyecek hale gelecek, su ağaçların dallarındaki yapraklara ulaşamayacak, yere çekildiği için bitki örtüsü yok olacak, canlıların vücudundaki kan dolaşımı bozulacak ve tüm kan ayaklarda toplanacaktı. Örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak bu noktada önemli olan Dünya’nın kütlesinin şu andaki ekolojik dengeyi kuracak ve canlıların varlıklarını sürdürecekleri şekilde çok hassas bir ayarda olduğudur.
Dünya’nın sonunun nasıl olacağı konusunda araştırmalar yapan bilim adamları herşeyin gün geçtikçe eskiyip çürümekte olduğunu ve bu çürümenin sonucunda evrenin sonunun geleceğini tahmin etmektedirler. Dünya üzerinde “tek bir protonun” dengesinin bozulmasının dahi bu sona neden olacağını bildirmekte ve büyük bir tehlikeyi haber vermektedirler:
“Evrensel çürüme, eğer gerçekse, asırlar sürecek ama gerçekleştiği zaman ne yıldız, ne insan, ne şiir, ne atom, ne hatıra kalacak geriye…”
Bu açık gerçeğe dikkat çekildikten sonra asıl tehlikeye şöyle işaret edilmektedir:
“Bugüne kadar yapılmış olan hiçbir araştırma ya da deney henüz bir protonun bile yok olduğunu kanıtlayabilmiş değil. Ancak bu, bilim adamlarını bu konuda araştırma yaptırmaktan vazgeçirmiş de değil. Bilim adamlarının proton çürümesine şahit olmaları, tüm evrenin yok olma tehtidi ile karşı karşıya olması anlamına gelecek. Tek bir protonun bile yok olması, evrendeki herşeyin çürümesi demek, çünkü bir protonun bile çürümesi, tüm protonların çürüyebileceğini ve dolayısıyla atomların, moleküllerin ve DNA’ların oluşamayacağını gösterir.” 2
Burada sayılan birkaç detay bile evrenin üstün bir güç tarafından, çok büyük bir düzen ve denge ile yoktan var edildiğini delillendirmektedir. Üstün güç sahibi olan Rabbimiz bu kusursuz düzeni an an korumakta, gözetmektedir:
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)
Allah Kuran’da, evrende var olan herşeyin bir sonunun olacağını bildirmiştir. Elbette evreni yaratan ve onu her an koruyan Allah, dilediği anda onun varlığına son vermeye de kadirdir. Bu büyük kapanış gününde var olan tüm denge ve düzenler bozulacak, insanın kavrayabilmek için hiç durmadan çaba sarfettiği ve büyüklüğüne hayran olduğu herşey altüst olacaktır:
Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca: “Ol” demesidir; o da hemen oluverir. Herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O’na döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 82-83)
Evrenin Yok Olması An Meselesidir Dünyamız dört bir yandan ölümcül tehditler altındadır. Şaşırtıcı olan ise birçok insanın bu tehlikelerden haberdar olmalarına rağmen, sanki kainatın varlığını sona erdirecek hiçbir tehlike yokmuş ve yaşamları çok büyük bir güvence altındaymış gibi davranmalarıdır. Bu anlayışta olan insanlar için ne ölüm, ne yokoluş, ne de ölüm sonrası olacaklar insanın aklına gelmez.
Dünya uçsuz bucaksız bir boşluk içinde uzun bir yolculuk halindedir. Oysa Dünya’nın yolculuğunu sürdürebilmesi için gerekli olan şartlar, tahmin edilenden çok daha fazladır. Dünya uzaydaki bu yolculuğu sırasında dev göktaşlarından kuyruklu yıldızlara, karadeliklerden, süpernova patlamalarına kadar birçok tehlikeyle karşılaşmaktadır. Dünya’nın kendi yörüngesinde kalması, hızını sabit tutması, eğikliğini bozmaması, kendi etrafında dönerken aynı zamanda da Güneş’in etrafında dönmesi, dönüşü sırasında bir spiral yörünge izlemesi, bu yolculuk sırasında an an gerekli olan tüm oran ve dengeleri sabitlemesi gerekir ki üzerinde bir yaşam oluşabilsin.
Oysa bu dengelerin bozulmaması veya dıştan gelecek bir tehlikenin öldürücü zararlar vermemesi için hiçbir sebep yoktur. Bilim adamları bu tehlikenin varlığına her fırsatta dikkat çekmektedirler. Dünya’nın her an bir tehlikeyle karşılaşabileceği konusunda, ellerindeki bilimsel verilere dayanarak hemfikirdirler. Prof. Dr. Carl Sagan, bu duruma şu şekilde işaret etmektedir:
“Yeryüzü güzel ve oldukça sakin bir yerdir. Değişen şeyler olur, fakat bunlar da çok yavaş gelişir. Olabilir ki, yaşamınızı bir fırtınadan daha şiddetli bir doğal felaket görmeden tamamlayabilirsiniz. Böylece gerilimsiz ve endişesiz olabiliriz. Ne var ki, doğanın tarihinde kayıtlar açık seçiktir. Dünyaların her zaman için yok olması kaçınılmazdır. Biz insanlar bile kendi felaketlerimizi yaratmaya varan bir tekniğe ulaşmışızdır. Bu kasti olabileceği gibi, bilmeden ihmal sonucu da gerçekleşebilir. Uzun geçmişin felaket izlerinin korunduğu diğer gezegenlerde büyük felaketlere ilişkin bir sürü kanıt duruyor. Bütün iş, zaman dilimi sorunudur. Yüz yıl içinde olması düşünülemeyecek bir felaket yüz milyon yılda gerçekleşebilir. Yerküremizde içinde bulunduğumuz yüzyılda bile, kötü doğal olaylarla karşılaşılmıştır.” 3
Evrenin yukarıda da sayılan sebeplerden birinin sonucunda yok olması ihtimali hiç de şaşırtıcı değildir. Allah’ın kıyamet gününde olacağını söylediği olaylar, belki de dünyadaki tüm bu dengelerin bozulması ile meydana gelecektir. Son derece kusursuz bir şekilde işleyen bu düzenin bozulması, ardı ardına gelen felaketlerle sonuçlanabilir. insanların kendilerinden bu kadar uzak gördükleri, hatta varlığına dahi ihtimal vermedikleri kıyamet günü, belki de kendilerine çok yakındır.
Dünyamızın Ölümüne Sebep Olabilecek ihtimaller Dünyanın varlığını sürdürebilmesi için evrende var olan sayısız şartın, aynı anda ve aynı şekilde var olması gerekmektedir. Bugün birçok bilim adamı bu detayların ve dengelerin bozulmaması için neler yapılması gerektiğini araştırmaktadır. Küçük bir örnek vermek gerekirse; bilim adamları ve çevreci kuruluşlar sadece petrol, kömür gibi fosil yakıtların kullanılması nedeniyle çıkan ekonomik ve çevresel sorunların dahi azaltılamayacağını belirtmektedirler. işte uzmanların söz konusu yakıtların kullanılması sonucu oluşacağına kesin gözüyle baktıkları, hatta oldukça yakın tarihler verdikleri felaket senaryolarından bazıları: 4
1. Ganj ve Nil gibi Dünya’nın en uzun ırmaklarının deltaları sular altında kalacak, Çin’deki ırmakların deltalarıyla, Bengladeş topraklarının dörtte biri sulara gömülecek.
2. Maldiv Adaları’yla Büyük Okyanus’taki adalar ve ada devletler sulara gömülüp yok olacak.
3. Büyük tarım alanları (ABD’nin Middle West Bölgesi, Avrupa ve Kazakistan) çölleşecek. Türkiye Büyük Sahra’ya benzeyecek.
4. Yüksek bölgelerdeki donmuş topraklarda (Sibirya ve Kanada gibi) kısmi çözülme görülecek. Kimi boru hatları, demiryolları ve binalar yıkılacak.
5. Dünya yüzeyinde orman alanlarının üçte biri yok olacak. Dünyanın akciğeri olan yeşil alanların azalması, atmosferdeki karbondioksit miktarının daha da artmasına neden olacak. Bu da sera etkisinin artmasına ve çeşitli kitlesel sağlık sorunlarına sebebiyet verecek.
6. Tropikal bölgelerde görülen tayfun ve siklon gibi doğa olayları çoğalacak. Özellikle Büyük Okyanus ve Atlas Okyanusu’ndaki dip akıntıları (El Nino ve Gulf Stream) yön değiştirerek, kara ve deniz iklimlerini altüst edecek.
7. ABD’nin Teksas Eyaleti’yle, Avrupa’nın Akdeniz kıyılarında sıtma ve benzeri hastalık salgınları görülecek.
8. Alpler ve uzantısındaki dağlarda bulunan buzullar ve Himalaya buzullarının %25′i eriyecek. (Eriyen suyun açacağı zarar tahmin edilenin çok üzerinde olur.) Eriyen buzullar birçok kıyı kentinin su altında kalmasına neden olurken, ada devletler su altında kaldıkları için ortadan kalkacaklar. Bu olay buralarda yaşayan yüz milyondan fazla insanın ölmesine ya da çevre göçmeni olmasına sebep olacak. 5
Bunlar yalnızca beklenen ve bilimsel araştırmalar sonucunda belirlenebilen tehlikelerdir. Dünya böyle bir sürece girdikten sonra, artık bunu durdurmanın, Allah’ın dilemesi dışında, hiçbir yolu yoktur. Sadece 1997 senesinde atmosferdeki karbondioksit gazının %25′lik bir artışı bile, Dünya’da sera etkisi yaparak küresel ısınmaya yol açmış, kutuplardaki buzullar erimeye başlamış, eriyen buzdağları okyanusların seviyesini yükseltmiş, kış her zamankinden daha ağır geçmiş, aşırı yağışlar, şiddetli fırtınalar, sel baskınları birçok insanı felakete götürmüştür. Ozon tabakasının delinmesi ile Dünya zararlı ışınlara maruz kalmış, kanser vakaları çoğalmış, yeni hastalıklar ortaya çıkmış, bitkilerde olumsuz gelişmelere rastlanmıştır. Yeşil Barış Örgütü (Greenpeace) ve ABD’li bilim adamları, Alaska’da yaptıkları bir incelemede Bering Buzulu’nun boydan 12 km. kısaldığını, yüzölçümünün de 130 km2 küçüldüğünü belirlemişlerdir. Deniz sıcaklığı 0,8 derece artmış, önemli bir denge unsuru olan mercanlar ölmeye başlamış ve planktonların % 80′i yok olmuştur. 6
Son birkaç yüzyıl içinde dünyanın sonunu getirebilecek pek çok ihtimal ortaya çıkmıştır ve gün geçtikçe bu ihtimallerin sayısı daha da artmaktadır. Şu anda dünya üzerinde meydana gelen olaylar bir sinyal niteliği taşımakta, dünyanın bir gün mutlaka sonunun geleceğini ve bu sonun gitgide yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. Özellikle fizikçiler bu endişelerini sürekli dile getirmektedirler:
“Eğer evren, sınırlı bir düzen birikimine sahipse ve düzensizliğe doğru kaçınılmaz bir biçimde -sonunda termodinamik dengeye- değişiyorsa, iki çok derin çıkarımı hemen izlemeye başlar. ilki, evren sonunda ağır ağır yuvarlanarak, kendi entropisi içinde ölecektir. Bu fizikçiler arasında evrenin “ısı ölümü” olarak bilinir. ikincisi, evren ebediyen var olmuş olamaz, bu yüzden sınırlı bir zaman önce, dengesi son durumuna erişmiş olacaktır. Özet olarak: Evren daima var olmadı.” 7
Şaşırtıcı olan, ölümün bu derece yakın olması gerçeğine karşın hala dünya üzerinde kendi sonunu düşünmeyen, Allah’tan korkmayan ve hırsla Dünya’ya bağlı olan birçok insanın var olmasıdır. Ve yine şaşırtıcı olan, ölüm gerçeği hatırlatıldığında ve bu zorlu günün detayları anlatıldığında insanların pek çoğunun, herşeye rağmen bütün bunları kendilerinden çok uzaklarda görmeleridir. Kuran ayetlerini baştan reddettiklerinden kıyamete dair tasvirler de onlar için bir anlam ifade etmemektedir. Bu insanlar sanki hiç ölmeyecekler ve dünyada sonsuza kadar kalacaklarmış gibi hazırlık yapmakta, bir anda son bulacak bir ömür için sonsuz hayatlarını tehlikeye atmaktadırlar. Oysa insanın, köşe bucak kaçtığı ölüm mutlaka kendisini bulacaktır. Ne insanın ne de evrenin ölümü karşısında, bir kaçış yolu veya alınacak bir tedbir yoktur. Bu açık gerçek bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma Suresi,
Görüldüğü gibi dünyanın bir gün mutlaka yok olocağı, bir inanç olmasının ötesinde fiziksel bir gerçektir. Bu sonu hazırlayan sebepler birer birer kendini göstermekte, bilimsel gelişmeler çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. insanların bir bölümü, Allah’ın varlığına inanmasalar ya da herhangi bir dini inanca sahip olmasalar da kainatın kaçınılmaz bir sona doğru yaklaştığını ister istemez kabul etmek zorundadırlar. Bu durumda, kıyamet ve ahiret anlayışının dışında yeni bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Bu anlayış oldukça korkunçtur, çünkü anlamı sonsuz yokoluştur. Kainatın sonunun yaklaştığını hatırlatan alametler insanların önünde birkaç alternatif bırakmaktadır: inkar edenlerin bazısına göre sonsuz yokoluş, Allah’a inananlar için ise ya sonsuz azap veya sonsuz nimet…
Kapalı Evren – Açık Evren Modeli: Big Bang’in reddedilmesi mümkün olmayan, gözlemsel verilerden elde edilen bilimsel bir teori olduğu konusunda bilim adamları hemfikirdir. Buna göre kainat, sonsuz yoğunluktaki bir noktanın, birdenbire büyük bir patlama ile genişleyip, yayılması sonucu oluşmuştur. Bu patlama sonucunda hızla dağılan, gittikçe genişleyen ve soğuyan evren zamanla bugünkü halini almıştır.
Peki bu genişleme daha ne kadar devam edecektir? Bir maddenin kütlesi fazla ise çekim kuvveti de o oranda fazladır. Bu durumda yüksek çekim kuvveti genişleme hızını yener. Aksine çekim kuvveti az ise, bu kuvvetin genişlemeyi engellemeye gücü yetmez. Bilim adamlarına göre eğer evrenin kütlesi belirli bir değerin üzerinde ise genişleme bir gün duracak ve evren kendi içine çökecektir. Bu “Kapalı Evren” modelidir. Öte yandan evrenin kütlesi belirli bir değerin altındaysa, çekim kuvveti genişleme hızını yenemeyeceğinden evrenin genişlemesi hiç durmayacaktır. Bu da “Açık Evren” modelidir.
Evrenin Sonu: Açık veya Kapalı Evren Daha önce de belirttiğimiz gibi Evren, Allah’ın daha önce başka bir sebebi vesile etmesinin dışında ya kapanıp tek bir noktada toplanarak ya da sonsuza kadar genişleyerek yok olacaktır. Evrenin kapalı veya açık, hangi model ile son bulacağını tahmin edebilmek için evrendeki kütle miktarını bilmek gerekir.
Evrenin kütlesini ölçmek son derece zor olduğundan bilim adamları kütle yerine yoğunluğu ölçmeyi denemişlerdir. Çünkü eğer evrenin yoğunluğu “kritik yoğunluk” dediğimiz bir değere ulaşıyorsa, sahip olduğu çekim gücü galaksilerin kaçış hızını yenebilir. Böylelikle evren bütün galaksileri kendisine doğru çekebilir. Ancak söz konusu yoğunluk kritik bir değere ulaşmıyorsa, genişleme sonsuza kadar devam eder. Çünkü bu çekim kuvveti, galaksilerin kaçış hızını yenemez. Bu noktadan yola çıkan sayısız bilim adamı evrenin sonunu öğrenmek amacıyla çok çeşitli incelemeler yapmış, araştırmacılar teleskop başında saatlerce galaktik sistemlerden gelen ışınları analiz etmişlerdir.
Bunun için galaktik sistemlerin hızları, büyüklükleri, parlaklıkları, uzaklıkları hesaplanıp, evrenin gerçek yoğunluk değeri araştırılmıştır. Elde edilen ilk bilgiler evrendeki hali hazır mevcut yoğunluğun kritik yoğunluğun değerine oldukça yakın olduğunu göstermiştir. Yani evrenin kapalı olması ihtimali daha yüksek olarak belirlenmiştir. Daha sonra bu çalışmaya 1986 yılında Amerikalı iki araştırmacı Edwin Loh ile Earl Spillar’ın binlerce galaksiyi tarayarak elde ettikleri sonuçlar da eklenince evrenin kapalı olduğu ihtimali %90 ‘a ulaşmıştır.
Ayrıca bu %90′lık ihtimali ortaya çıkaran yoğunluk hesaplanırken dikkate alınmayan birçok unsur olmuştur. Örneğin ışık yaymayan karadelikler evrenin yoğunluk değeri hesaplanırken hiç göz önüne alınmamıştır. Buna göre evrendeki yoğunluk değeri karadeliklerin de hesaba katılmasıyla bir miktar daha artacaktır. Son yıllarda ismine karanlık madde denilen ve tüm galaksileri dolduran, gözle görülmeyen maddelerin yoğunluğunu da bunlara eklediğimizde ortaya çıkan tablo evrenin genişlemeyi bırakıp kendi içine çökeceği ihtimalinin olası olduğunu göstermiştir. Nitekim Dr. John Gribbin bu aşamada “Kapalı Evren modeli için ortaya atılan deliller, şimdiye kadar hiç bu kadar kuvvetli olmamıştı” demektedir. 8
Yani oldukça kritik bir yaş ve dengede olan evren her an yok olmaya hazır durumdadır. Allah Kuran’da Enbiya Suresi’nin 104. ayetinde evreni, yaratmaya başladığı durumuna döndüreceğini şu şekilde bildirmiştir:
Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaaddir. Elbette, Biz yapıcılarız.” (Enbiya Suresi, 104)
Ayet ile kapalı evren modeline dikkat çekilmiş olma ihtimali yüksektir. Buraya kadar anlattıklarımızdan da görüldüğü gibi bilimsel veriler de evrenin tekrar büzüşme olasılığının yüksekliğini gösterir. Öyle ki maddeci fikrin savunucuları dahi elde edilen sonuçların kesinliği karşısında getirecek yeni bir iddia bulamamışlardır.
Chicago Üniversitesi Astronomi Bölümü Başkanı Schermann, eskiden evrenin kapalı olduğu fikrinin felsefi ve dini temellere dayandığını, ancak şu anda modelin doğruluğunu kanıtlayan birçok teorik ve deneysel kanıtlar bulunduğunu belirtmektedir. 9
Evet evrenimiz 15 milyar yıldır genişlemektedir. Fakat çıkan sonuca göre büyük ihtimalle Allah katında zamanı belli olan bir günde, çekim kuvveti genişlemeye egemen olacak ve genişleme duracaktır. Aşırı yoğun ve kapalı bir evrende çekim kuvveti egemen hale gelince herşey kendi içine çökmeye başlayacaktır. Herşey tersine döndüğünde, o zamana kadar soğuyarak genişleyen evren daralarak ısınmaya başlayacak, tüm galaktik sistemler hızla birbirine yaklaşacaktır.
Bu modele göre bir gün çekim gücü galaksilerin genişlemesini durduracak ve bu noktadan itibaren gittikçe artan bir süratle galaksiler birbirlerine doğru ilerlemeye başlayacaklardır. Uzayda şiddetli çarpışmalar olacak, dev gökcisimleri içiçe geçmeye, birleşmeye başlayacaktır. Ay, Güneş, Dünya, tüm gezegenler ve yıldızlar birleşecek, gittikçe büzüşen ve daralan evren yaşanan bu süreç sonunda, tek bir noktada toplanıp yok olacaktır. Tüm kainatın düzeni altüst olacaktır. Dünya’nın yörüngesinde meydana gelecek küçük bir oynamanın tüm canlıların kavrulmasına veya donmasına neden olacağını, atmosferdeki ufak bir delinmenin canlılığı ne kadar olumsuz etkileyeceğini, Dünya’nın 23o 27′lık eğikliğinde ufak bir değişiklik olması ile mevsimlerin oluşamayacağını biliyoruz. Böylesine hassas dengeler üzerine kurulu olan düzenin, evren büzülme sürecine girdiğinde ne kadar olumsuz etkileneceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
Allah Kuran’da kıyamet günü Ay ile Güneş’in birleşeceğini bildirmiştir. Bu ayetlerde kapalı evren modeline dikkat çekiliyor olma ihtimali vardır. Büzülme gerçekleşirse belli bir zamanda Dünya’nın, Güneş Sistemi’ndeki diğer gezegenlerin, Ay’ın ve Güneş’in birbiriyle birleşeceği büyük bir olasılıktır.
Yine Kuran’da yıldızların yerlerinden kayıp döküleceği bildirilmişti.r (Tekvir Suresi, 2) Bu ayet de aynı şekilde kapalı evren modeline dikkat çekiyor olabilir. Çünkü bu ihtimalde de her bir yıldız kendilerine ait yörüngelerinden çıkıp, biraraya gelecektir. Geriye doğru daralan evrende uzay zaman boyutu da geriye doğru işleyecektir. Bu durumda yeryüzünde görülmesi muhtemel olan olaylar ile karadeliğe girilmesi aşamasında beklenen muhtemel olayların benzer olabilme ihtimali vardır. Çünkü herşey tersine döndüğünde yerçekimi kuvveti de tersine döner, yer ağırlıklarını dışarı atar. Yeryüzü sallanır, dağlar paramparça olur, denizler taşar. Ne kadar süreceği belli olmayan bir süreç içinde Allah’ın kıyamete ait olarak Kuran’da tasvir ettiği olaylar gerçekleşir.
Kısaca şunu söyleyebiliriz; kapalı evren modeli gerçekleştiğinde tüm evren daha önce de belirttiğimiz gibi tek bir noktada birleşip yok olacaktır.
Genişleyen evren modeli de evrenin kurtuluşu demek değildir. Bu modelin gerçekleşmesinin anlamı, evrenin bambaşka olaylarla yok olacağıdır. Evrenin yaratıldığı andan itibaren sürekli olarak yoğunluğu artmış ve sıcaklığı mutlak sıfıra çok yaklaşmıştır. Uzayın hali hazırdaki sıcaklığı -270 derecedir ki, bu sıcaklık mutlak sıfırdan yalnızca 3 derece yüksektir. Evren genişlemeye devam ettiği sürece sıcaklık daha da düşecektir. Canlılığın var olması için gerekli olan ısı -270 derecedir. Sıcaklığın bu miktardan 1 derece az veya 1 derece çok olması zaten tüm canlıların ölmesi anlamına gelmektedir.10 Evren genişlemeye devam ettiği müddetçe bu oranın sabit kalması gibi bir ihtimal yoktur. Sıcaklık düştüğünde insanlık ortadan kalkacaktır.
Son yapılan araştırmalardaki kesin bulgular kapalı evren modelinin gerçekleşebileceği ihtimalini ortaya koymaktadır. Ancak bilim adamlarının yaptıkları detaylı çalışmalar sonucunda oybirliği ile vardıkları sonuç, bu modellerden hangisi hakim olursa olsun evrenin akibetinin değişmeyeceğidir. iki modelde de evren ölecek, fakat bu ölüm farklı şekillerde sonuçlanacaktır. ilerleyen bölümlerde detaylı olarak anlatıldığı gibi her iki model de dünyaya kıyameti getirecektir. Fakat bunun yanında dünyanın sonunu getirebilecek başka sebepler de bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi güneşin ömrünü tamamlamasıdır. Elbette herşeyin en doğrusunu Allah bilir
Güneş’in Ömrünü Tamamlaması Bilindiği gibi evreni oluşturan gökcisimleri doğarlar ve varlıklarını belli bir süre devam ettirdikten sonra ölürler. Güneşimizin de böyle sınırlı bir ömrü vardır. Evren kapalı ya da açık evren modellerinden birisiyle son bulmadan önce, Güneş’in ömrünü tamamlaması ihtimali söz konusudur. Güneş’in ömrünü tamamlaması ise, elbette Dünya’nın da ölmesi anlamına gelmektedir.
Tahmini olarak 5 milyar yaşında olan Güneş, her saniye 564 milyon ton hidrojeni 560 milyon ton helyuma dönüştürerek, arta kalan 4 milyon ton maddeyi enerjiye çevirir. 11 Güneş, hidrojeni yakıp tüketme aşamasına geldiğinde, Dünya’nın sonu gelmiş olacaktır. Bu aşamada merkez tabakalarında yoğun halde bulunan hidrojenin yerine helyum artmaya başlayacak, şu anda 20 milyon derece olan Güneş’in merkezdeki sıcaklığı 100 milyon dereceyi bulacaktır. Böylece Güneş’in merkezi oldukça kızgın bir kor durumuna gelirken, etrafı da giderek şişen dış tabakalardan oluşmuş bir görünüm alacak, Güneş’te sarının yerine kırmızı bir renk hakim olacaktır. Dolayısıyla Güneş adeta kırmızı bir deve dönüşecektir.
Bilim adamlarının bu aşamadan sonra öngördükleri gelişmeler ise şöyledir: Dünya’daki yaşamın can damarı olan Güneş, çok fazla büyüyüp şişer ve çevresindeki geniş alanı kapsamı altına alır. Daha sonra etrafında bulunan gezegenlere ateş ve alev püskürtmeye başlar. Bunun doğal sonucu olarak etrafındaki tüm küçük gezegenler yok olmaya başlar. Dış yüzeyi şu ankinden daha sıcak olmamasına rağmen, hacimce çok irileştiğinden yakınında bulunan gezegenler yaydığı ısıdan çok fazla etkilenir. Ilk olarak Merkür arkasından da Venüs Güneş’in ışınları ile erir.
Sık sık belirttiğimiz gibi dünya üzerindeki canlılığın devamı ancak evrende var olan pek çok dengenin korunmasına bağlıdır. Örneğin Dünya’nın Güneş’e şimdiki uzaklığından biraz daha yakın olması tüm canlı hayatın yanıp, kavrulması için yeterlidir. Bu yüzden Güneş şişmeye başladığında, daha Dünya’ya ulaşmadan Dünya’daki düzen bu gelişmeden çok fazla etkilenecektir. Güneş’in Merkür ve Venüs’ü kavurduğu bir aşamada, Dünya’nın zaten tüm dengesi bozulmuş olacaktır. Bu sırada Dünya’da yaşamdan söz edilmesi imkansızdır. Bir süre sonra, Güneş’in yaydığı bu yoğun ışınlar ile önce okyanuslardaki sular aşırı sıcaktan buharlaşacak, dağlar taşlar bir anda eriyerek gaz haline gelecektir. Tüm Dünya göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir sürede yanarak, bitip bir avuç toz halinde uzaya karışıp gidecektir. Bu Dünyamızın sonudur. Bilim adamları bu sonuca Güneş büyüklüğündeki yıldızlar üzerinde yaptıkları incelemeler sonucunda ulaşmışlardır. Bizden uzakta bulunan birçok yıldız, tarifini yaptığımız bu kırmızı deve dönüşmektedir. Kırmızı devin etrafında yaptığı etkiler nedeniyle de uzayda her an olağanüstü olaylar yaşanmaktadır. 12
Bir başka bilim adamı Güneş’teki enerji azalmasını şu şekilde ifade ediyor:
“Güneş’e gelince, açıkça sonsuza dek neşeli neşeli yanmayı sürdüremeyecektir. Yıldan yıla yakıt rezervi azalıyor, öyleki, sonunda soğuyacak ve donacaktır. Aynı belirti ile Güneş’in ateşi onu sadece sınırlı bir zamana dek tutuşturulabilecektir: o, enerjinin sonsuz kaynaklarına sahip değildir.” 13
Bu durum yokoluşla sonuçlanabilecek ihtimallerden sadece biridir. Bu olayların doğal sonucunda Güneş’ten gelecek olan felaket kaçınılması mümkün olmayan bir sondur. Ancak yapılan incelemeler Dünyanın sonunu hazırlayabilecek daha pek çok etkenin bulunduğunu göstermiştir.
Göktaşları Bilindiği gibi evrende her an hareket halinde olan irili ufaklı milyonlarca göktaşı vardır. Bunların bir gezegen ya da yıldıza çarpması sonucunda oluşabilecek etkiyse, göktaşının büyüklüğüne göre değişmektedir.
Bilim adamlarının bildirdiğine göre, her yıl 10 milyon tondan fazla göktaşı Dünyamıza düşmekte, ancak atmosfere girdiklerinde, sürtünmenin de etkisiyle, Dünya yüzeyine düşene kadar birçoğu kül olmaktadır. Bir başka deyişle atmosferin koruyucu etkisi sayesinde Dünyamız her gün yaşanması olası felaketlerden korunmaktadır. Ancak sonraki bölümlerde daha detaylı olarak üzerinde durulacağı gibi, bu göktaşlarının arasında Dünyamıza düşmesi durumunda yaşamın son bulmasına sebep olabilecek kadar büyük olanları da bulunmaktadır. Nitekim daha önce Dünya’ya düşen bazı göktaşlarının Dünya’nın jeolojik ve ekolojik yapısında, önemli değişikliklere neden olduğu bilinmektedir.
Bunlardan biri 20. yy başında Sibirya’da Tunguska’ya düşen 60 km. çapında olduğu tahmin edilen göktaşıdır. Bu göktaşı 2000 km2′lik ormanı yok etmiş ve Hiroşima’ya atılan atom bombasının bin katı büyüklüğünde bir patlamaya neden olmuştur. Söz konusu bölgede hiç kimsenin yaşamaması mutlak bir felaketi engellemiştir. Tahminlere göre aynı taş, örneğin Eyfel Kulesinin tepesine düşmüş olsaydı, tam on milyon kişinin yok olmasına neden olacaktı. 14
Dünyaya derin şekilde etki edebilecek felaket ihtimallerinin ne derece büyük olduğunu gösteren Tunguska asteroidinin Dünya’ya çarpması ile gelişen olaylar şu şekilde olmuştur:
“30 Haziran 1908 gününün erken sabah saatlerinde Orta Sibirya göklerinde seyretmekte olan kocaman bir alev yumağı görüldü. Ufukta, temas ettiği yerde, büyük bir patlama oldu. 2000 kilometrekarelik bir ormanlık bölgeyi yerle bir etti ve temas etmesiyle binlerce ağacı yakması bir oldu. Yerkürenin çevresini iki kez dolaşan atmosferik şok yarattı. Ardından iki gün süreyle atmosfere öylesine incecik bir toz yayıldı ki, olay yerinden 10.000 km. ötede olan Londra sokaklarına düşen ışık parçaları altında gazete zor okunabiliyordu.” 15
O günün dehşetini yaşayan insanların karşılaştıkları bu felaketle ilgili açıklamaları bize olası felaketlerle ilgili ipuçları vermektedi:.
“Evimin sundurmasında oturuyordum. Kahvaltı zamanıydı. Kuzeye doğru bakıyordum. Birden gökyüzü ikiye bölündü… Ve ormanın kuzey bölümünde gök ateşler içindeydi. O anda gömleğimin bir tarafı yanmaya başlamış gibi bir sıcaklık hissettim üzerimde… O anda gömleğimi çıkarıp fırlatmak istedim, ama o anda gökte bir gürültü koptu. Sundurmadan fırladığım birkaç metre ötede yere kapaklanmış buldum kendimi. Bir an kendimden geçmişim. Karım koşup beni kulübeye taşıdı. Gümbürtünün ardından gökten sanki yağan taşların sesleri ya da kurşun sesleri geldi. Yer sarsıldı. Yere kapaklandığımda taş çarpmasından korktuğum için başımı ellerimle örttüm. O anda gök yarıldığında kaynar gibi bir rüzgar, sanki patlayan bir toptan çıkmış gibi bir esinti kulübeleri taradı. Rüzgar tararken toprağın üzerinde de iz bırakıyordu.” 16
Kaldı ki bir sonraki dev göktaşının nereye düşeceği meçhuldür Bilim adamlarına göre “Tunguska Asteroidi’nin” büyüklüğünde bir asteroid Dünya’ya her iki yüz yılda bir çarpmaktadır. Bu da böyle bir felaketin ne derece yakın olduğunu göstermektedir. Üstelik bu defa göktaşının isabet edeceği yerin, bir yaşam merkezi olmaması için de bir sebep yoktur. Bugün meydana gelecek böyle bir çarpışmanın etkileri konusunda bilim adamları oldukça endişelidir:
“Eğer bugün böyle bir çarpışma olacak olsa, özellikle o anın panik havası içinde, bir atom bombası patlamasıyla karıştırılabilir. Kuyruklu yıldızın çarpış etkisi ve alev yumağı, bir megatonluk nükleer bomba patlamasının tüm etkilerini yapabilir. Mantar biçiminde yükselen bulut da buna dahildir. Ancak şu farkla ki gamma ışınları ve radyoaktif döküntüye neden olmazdı.” 17
Bu boyutta bir kütlenin kalabalık bir şehire düşmesi milyonlarca insanın ölmesi anlamına gelmektedir. Denize düşmesi ihtimali de aynı oranda tehlike içermektedir. Asteroidin kütlesi ve hızı deniz üzerinde dev dalgalara sebep olacak ve meydana gelen tsunamiler deniz kenarındaki yerleşim alanlarındaki hayatı yok edecektir. işin daha düşündürücü olan tarafı, verdiğimiz örnekten daha büyük asteroidlerin ve kuyruklu yıldızların Dünya’ya çarpma ihtimalinin oldukça yüksek olmasıdır. Daha büyük bir çarpmanın bir kıtanın tümünü yok etmesine ve atmosferin tümünü zehirle doldurmasına ise kaçınılmaz bir son olarak bakılmaktadır. Böyle bir ihtimalde, tüm Dünya’yı etkileyecek olan felaketi düşünmek bile yeterince ürkütücüdür. Göktaşlarına karşı dört koldan çare aranmasıyla beraber, bugüne kadar bulunan yöntemlerin yetersiz olduğunu da bilim adamları her fırsatta itiraf etmektedirler.
Göktaşı ve Kuyruklu Yıldız ihtimalleri Bilim adamları uzayda tespit edilen göktaşlarının Dünya’ya çarpması ihtimalinin gün geçtikçe daha da güçlendiğini belirtmektedirler. Belfast’taki Queen’s Üniversitesi’nden Astronom Alan Fitzsimmons, Dünya’ya çarpma doğrultusunda ilerleyen büyük göktaşlarının varlığı konusunda kesin deliller elde ettiklerini belirtmiştir ve düşüncelerini “Bunların bize çarpmalarını bekliyoruz. Çarpacaklarını biliyoruz. Bu sadece bir zaman sorunu.” diyerek ifade etmiştir. 18
Her yıl Dünya atmosferine giren 10.000 tondan fazla göktaşı, yine atmosfer sayesinde, bizim haberimiz bile olmadan, erimektedir. Ancak bu göktaşlarının atmosferde eritilemiyecek kadar büyük olanları da vardır.
Kuşkusuz Walter Alvarez T. Rex and Creater of Doom (T. Rex ve Kıyamet Gününün Yaratıcısı) adlı kitabında kuyruklu yıldız veya göktaşının Dünya atmosferine girmesi durumunda olabilecek olayları şöyle anlatıyor:
“Bir kuyruklu yıldız kirli buzdan oluşan bir toptur ve Güneş’in sıcaklığından dolayı buharlaşarak gazlarını püskürtmektedir. Ve kıyamet gününü, titrek parıldayan bir yıldız haber verecek olabilir…. Bu yıldız gündüz bile görülecek, geceyi de apaydınlık kılacaktır. Bu olaya kuyruklu yıldız yerine bir asteroid de sebep olabilir.” 19
Bundan 65 milyon yıl önce bilim adamları tarafından Dünya’ya oldukça büyük bir cismin düştüğü saptanmış (bu cismin büyük ihtimalle kuyruklu yıldız olduğu tahmin edilmektedir) ve bu göktaşının yeryüzünde oldukça önemli etkilerinin olduğu belirtilmiştir. Bundan ve daha sonra da düştüğü tespit edilen diğer gök cisimlerinden yola çıkılarak, Dünya’ya böyle bir nesnenin çarpması sonucu oluşacak olan muhtemel olaylar tahmin edilebilmektedir.
Bir kuyruklu yıldızın çarpmadan önce, hareketinden yaydığı enerji 100 milyar megatonluk TNT’ye eşittir. Bu miktar kuyruklu yıldızın 1 saniye içinde buharlaşmasına ve 40 km. derinlikte bir delik açmasına neden olur. Bir kıyas yapacak olursak, bir hidrojen bombası sadece bir megaton TNT’dir ve soğuk savaş esnasında dünyada bu tip silahlardan 10.000 adet vardı. Kuyruklu yıldızın gücü ise dünyanın tüm cephaneliğinden 10.000 kat daha fazla patlamaya eşittir.
Kuran’da kıyamet günü çok büyük sarsıntıların olacağı, herşeyin yerle bir olacağı, denizlerin taşacağı bildirilmiştir. Kuyruklu yıldız veya büyük bir göktaşının Dünya’ya çarpma ihtimali, Kuran’da geçen bu olayların tek tek yaşanmasına neden olabilir. Sismik dalgalar yüzünden deniz altında dev heyelanlar oluşur; bunun sonucu tsunamiler(dev dalgalar)dir. Daha önce meydana gelen sismik dalgalarla gerçekleşen tsunamiler öylesine büyük olmuştur ki araştırmacılar bu tsunamilerin deniz dibinde kanallar açtığını belirtmektedirler.
Nitekim yapılan araştırmalar yakın zamanlarda Mexico körfezi kıyılarına çarpan bir cismin etkisiyle oldukça büyük tsunamilerin oluştuğunu ortaya koymuştur. Florida’ya yönelen tsunami daha da yükselerek kıyıda büyük bir tehlike oluşturmuş ve ormanları yok etmiştir. Bugün belki pek çok insan, mutlaka karşılaşacakları ölümü ve kıyameti akıllarına dahi getirmeden yaşamaktadır. Oysa dünyaya böyle bir azabın çeşitli yollarla gelmemesi için hiçbir sebep yoktur. Örneğin yukarıda anlattığımız olaydan bir gün önce toprak son derece verimliyken, çarpma meydana geldikten birkaç saat sonra Mexico ve Amerika topraklarının büyük bir çoğunluğu tamamen çorak kalmıştır. 20
Allah bizlere 14 asır öncesinden kıyamet gününde “göğün za’fa uğrayacağını” (Hakka Suresi, 16) “maden gibi eriyeceğini” (Mearic Suresi, bildirmiştir. Bu olaylar kuyruklu yıldızın Dünya’ya çarpması veya dev bir göktaşının yeryüzüne düşmesi sonucunda ortaya çıkan manzara ile çok büyük benzerlikler göstermektedir.
The Last Three Minutes (Son Üç Dakika) adlı kitabında Paul Davies Dünya’ya çarpacak bir kuyruklu yıldızın etkisini anlatırken, gökyüzünün yükseklerinden devasa bir ışık ışınının gökleri yakmaya başlayacağını ve maden gibi eriteceğini söylemektedir. Yine aynı bölümde Paul Davies, uzayın içinde oluşan vakumdan dolayı kaynayan gazın bir girdap oluşturacağını bildirmiştir. Bu açıklama Rahman Suresi’nde geçen bir ayet ile çok büyük benzerlikler göstermektedir:
Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül gibi olduğu zaman. (Rahman Suresi, 37)
Göğün eriyerek akması, erimiş yağ veya erimiş maden gibi, kızgın yoğun bir sıvıyı andırmaktadır. Yine böyle bir durumda göğün akkor haline geleceği, yani kızgın ve kırmızı bir renk alacağı bilinmektedir. Paul Davies’in bildirdiği gibi o gün kaynayan gaz girdap şeklini alabilir. Böyle bir şeyin kıpkırmızı bir güle ne derece benzeyeceği ise açıktır.
Allah kendi katında belirlenmiş olan bir zamanda insanları kıyamet günüyle karşılaştıracak ve Kuran’da bildirdiği bütün olayları teker teker gerçekleştirecektir. Ancak anlatılanlardan da görüldüğü gibi kıyameti meydana getirecek olayların bu sebeplerden birisi veya tamamıyla aynı anda gerçekleşmesi de ihtimal dahilindedir.
Buna benzer olaylar geçmişte de meydana gelmiştir. Hem göktaşları hem de kuyruklu yıldızlar Dünyamıza kimi zaman bölgesel, kimi zaman da daha geniş alanlara yayılan zararlar vermişlerdir. Bir sonraki karşılaşmanın ne zaman olacağını ise yalnızca Allah bilmektedir.
Bilim adamları, 2028′de Dünya’nın çok yakınından geçecek olan göktaşının okyanusa düşme ihtimalinde Amerika ve Avrupa’nın sular altında kalacağını, karaya düşerse çok daha büyük felaketlerin yaşanacağını bildirmişlerdir. Göktaşının atmosfere girmesi depremlere ve yanardağ patlamalarına yol açacak, oluşan toz bulutları Dünya’yı karanlığa gömecektir. Astronomlar böyle bir göktaşının Dünya’ya yaklaşmasının bile oldukça büyük bir tehlike oluşturacağına dikkat çekmektedirler. 21
Yine bilim adamları 1993 yılında Dünyamızın çok yakınından geçen Swift-Tuttle adında bir kuyruklu yıldızdan bahsetmektedir. Bu yıldız 2126 yılında tekrar beklenmektedir. Yapılan hesaplar bu yıldızın Dünya’ya çarpma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu, sadece iki haftalık bir mesafe ile Dünya’ya teğet geçeceğini ortaya çıkarmıştır. Bu oldukça yakın bir mesafedir. Ve birçok bilim adamı bu yakın mesafeden dolayı büyük bir tedirginlik duymaktadır. Bu cisimlerin yörüngelerindeki düzensizlikler Güneş Sistemi içerisinde sürekli bir trafik meydana gelmesine sebep olmaktadır. Bu da elbette hem Dünya’nın hem de diğer gezegenlerin sürekli tehdit altında olması demektir. Uzmanlara göre er veya geç Swift-Tuttle veya onun gibi bir nesne Dünya’ya çarpacaktır. Bu objelerin bazıları tüm dünya’daki nükleer silahların toplamından daha fazla zarar meydana getirecek kapasitededir. Sadece bu olayın ne zaman olacağı belli değildir.
Paul Davies “Kuyruklu yıldız çarptıktan sonra insanlık tarihinde ani ve örneksiz bir son meydana gelecektir” diyerek konunun önemini vurgulamakta ve “Meydana gelecek olan bir çarpmanın insanların soyunu tüketebileceğini” söylemektedir. 22
The Last Three Minutes adlı kitabında konuya oldukça geniş yer veren Paul Davies, 21 Ağustos 2126 günü Swift-Tuttle’ın Dünya’ya çarpacağını ve bugünün Dünya’nın son günü olacağını vurgular. Yazarın anlattıklarıyla Allah’ın Kuran’da kıyamet günü olacağını bildirdiği olaylar birbirine son derece yakındır. Paul Davies’in o güne ait tasviri şu şekildedir:
“21Agustos 2126, Son Gün Yer: Dünya… Kuyruklu yıldız ufak başı ile şiddetli harap edici gücünü sanki saklıyor. Dünya’nın üzerine saatte 40.000 mil hızla, saniyede 10 trilyon tonluk buz ve kaya kütleleri geliyor. Sesin hızının 70 bin katında bir çarpma meydana gelecek…
… Deniz seviyesinden itibaren (sıfır metreden itibaren) gökyüzü yarılarak açılır. Binlerce kilometre küplük hava infilak eder. Bir şehir genişliğinde sapsarı bir alev on beş saniye içerisinde Dünya’yı deşmeye başlar. Gezegen, yani Dünya, 10 bin depreme uğramış gibi sarsıntıya tutulur. Yer değiştiren bir hava dalgası dünya üzerinde ne varsa siler süpürür, tüm yapıları dümdüz eder. Yoluna çıkan herşeyi ezer geçer. Çarpmanın etkisiyle meydana gelen kratere dünyanın içindekiler dökülmeye başlar. Erimiş kayalardan oluşmuş bir duvar dalgalanarak, ağır hareketlerle çalkalanmaya başlar.
Kraterin içerisinde trilyonlarca ton kaya buharlaşır. Bir kısmı havaya sıçrar ve çoğu uzaya doğru fırlar… Hala bir kısmı, yüzlerce, hatta binlerce mil uzaktan kıtanın yarısına inmek üzere yukarıdalar. Aşağıdaki herşeye büyük bir yokoluş getirecekler. Erimiş olan atıkların bir kısmı okyanusa akarak, devasa tsunamilerin meydana gelmesine sebep olur. Tozlu atıklar atmosfere yayılır ve Dünya’nın çevresini kaplayarak, güneş ışığının gelmesini engelller. Güneş ışığı yerine, milyarlarca meteorun parlaklığı ışık saçar. Bu ışık; yakıcı ısısı ile yeri kavurur.” 23
Bu tanım kuşkusuz hiç de uzak değildir. Buna neden olan sadece bir kuyruklu yıldızdır ve böyle bir kuyruklu yıldızın ne zaman Dünya’ya çarpacağı belli değildir. Kıyamet, insanlar her ne kadar kabul etmek istemeseler de, karşılarına hiç de uzak olmayan ihtimallerle çıkabilir. Kuran’da önemli bir gerçek haber verilmektedir. Ayette belirtildiği gibi kuşkusuz kıyamet saati gitgide insanlara yaklaşmaktadır:
Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah her şeye güç yetirendir. (Nahl Suresi, 77)
Karadelikler Bugün pek çok galaksinin merkezinde dev kütleli karadelikler olduğu düşünülmektedir. Sahip oldukları korkunç çekim alanlarıyla, çevrelerinde bulunan herşeyi yutan bu kozmik anoforlar kendi ürettikleri ışınları dahi içlerine çekerler. Etraflarında bulunan herşeyi yuttukça, çekim güçleri artar. Kendilerinden kat kat büyük yıldızları, gezegenleri, daha küçük karadelikleri, hatta galaksileri dahi kendilerine çekebilirler. Bu nedenle bir karadelik gittikçe şişer, artık daha geniş bir alana etki ederek çevresinde bulunan herşeyi yutar.
Dünya, evrende uçsuz bucaksız bir boşluk içinde süratle hareket etmektedir. Dolayısıyla Dünya’nın bu sonsuz boşluk içinde, böyle bir karadeliğin etki alanına girmesi de ihtimal dahilindedir.
Karadelik ihtimali Karadelik herşeyi içine çeken, oldukça yoğun bir oluşumdur. Çekim gücü çok fazladır, bu yüzden karadeliklerin çekim alanlarına giren herhangi bir kütlenin bu çekimden kaçabilme ihtimali yoktur.
Karadelik tıpkı bir elektrik süpürgesinin hortumu gibi çevresinde bulunan herşeyi içine çeker. Tonlarca ağırlıktaki kütlelere sahip olan gezegenler, uydular, göktaşları, hatta yıldızlar bile karadeliğin çekim gücüne karşı koyamazlar. Bir kere karadeliğin çekim alanına girdikten sonra, artık asla geriye dönüş yoktur.
Peki karadelik, içine giren herşeyi neden çeker? Bilindiği gibi her cismin belli bir çekim kuvveti vardır. Buna Dünyanın çekim gücünü örnek verebiliriz. Bir taşı havaya attığınızda taş, atış hızına bağlı olarak bir müddet yol aldıktan sonra, yerin çekim kuvveti nedeniyle tekrar yere düşer. Bir cismin Dünya’nın çekim gücünden kurtulabilmesi için belli bir hızın üstüne çıkması gerekir ki, bu hıza “kaçış hızı” denir. Örneğin bir roketin bir müddet yükseldikten sonra tekrar düşmemesi için kaçış hızıyla hareket etmesi gerekir. Dünya’nın kaçış hızı saniyede 11,2 km’dir. Bu nedenle roketin uzaya gidebilmesi için saniyede 11,2 km’ik bir hızla hareket etmesi gerekir.
Karadeliğin kaçış hızı ise ışık hızından fazladır. Yani karadeliğin çekim alanına giren bir cismin onun çekim gücünden kurtulabilmesi için ışık hızından fazla bir hızla karadelikten uzaklaşması gerekmektedir. Ancak hiçbir madde ışık hızını aşamayacağı için karadeliğin çekim alanından da kurtulamaz. Öyle ki saniyede 300.000 km. gibi yüksek bir hızla hareket eden ışık demetleri bile karadeliğin çekim gücüne karşı koyamazlar. Bu nedenle ışığı dahi yutan bu gök cisimleri, her zaman karanlıktır. işte uzayda müthiş bir hızla ilerleyen Dünyamızın birgün böyle bir karadeliğin çekim alanına girmemesi için de hiçbir sebep yoktur.
Nitekim ABD’li gökbilimciler, Güneş Sistemimizin de içinde yer aldığı Samanyolu galaksisinin merkezinde, her biri Güneş büyüklüğünde milyonlarca yıldızı yutabilecek kapasitede ve halen aktif olan iki tane karadelik belirlediklerini açıkladılar.
Amerikan Astronomi Derneği yıllık toplantısında açıklanan bilimsel raporlara göre, karadeliklerden biri Samanyolunun tam merkezinde, Dünya’dan 26.000 ışık yılı, yani 9.6 trilyon km uzaklıkta bulunuyor. “Sagittarius A” (A-Star) adı verilen karadeliğin kapladığı hacim, bizim Güneş Sistemi büyüklüğünde, ancak kütlesi milyonlarca kez daha fazla. Hesaplamalara göre 2.6 milyar Güneş kütlesine eşit bu karadelik çevresindeki yıldızları saniyede 965 km’lik bir hızla kendisine doğru çekiyor. Bu kuşkusuz önemli bir gelişme ve aynı oranda da büyük bir tehlikedir. Samanyolu’nun tam ortasında böyle bir tehlikenin var olması, Dünya’yı tehdit eden karadelik tehlikesinin hangi boyutlarda olduğunu göstermektedir.
Dünya’dan 40.000 ışık yılı ötedeki disk şeklindeki “Old Faithful” adlı ikinci karadelik ise çok daha büyük. Bu karadelik, çevresindeki yıldızları doymak bilmeyen bir canavar gibi devamlı olarak yutuyor.
A-Star’ın saniyede 965 km. gibi yüksek bir hızla çevresindeki yıldızları çekmesi, bu karadeliğin bu yıldızları yuttuktan sonra çekim gücünün artacağını göstermektedir. Böylece çevresinde bulunan nesneleri daha büyük bir hızla çekmeye başlayarak, böyle bir sürecin sonucunda inanılmaz bir çekim gücüne sahip olacaktır.
Daha önce anlattığımız gibi, karadelikler ışık demetlerini de yutarlar. Bundan dolayı en gelişmiş teleskoplar aracılığıyla, yakınına dahi gidilse görülmez, fark edilemezler. Bu sebeple onların keşfedilmesi ve varlığından emin olunabilmesi için birtakım çalışmaların ve ölçümlerin yapılması gerekmektedir. Bilim adamlarının tespit ettikleri karadeliklerin çeşitli ihtimaller üstüne yapılan ölçümler sonucu varlıkları ispatlanmıştır. Şu anda yapılan çalışmaların yetersizliği nedeniyle varlığı ispatlanmayan daha birçok karadeliğin mevcut olması ihtimali oldukça kuvvetlidir.
Öyle ki, bugün birçok bilim adamı Güneş’in bir eşinin olduğunu ve bu yıldızın sonradan karadeliğe dönüşmüş olabileceğini belirtmektedirler. Bu tahminin nedeni de Samanyolundaki tüm yıldızların ikili, üçlü, beşli gruplar halinde bulunmalarıdır. Güneş’in yalnız bir yıldız olması birçok bilim adamına bir eşinin var olup, sonradan karadeliğe dönüşmüş olması ihtimalini düşündürüyor. Bu ihtimali güçlendiren deliller ise azımsanamıyacak kadar yüksek. Bu teori bugün araştırılıyor; fakat Güneş’in Dünyamızdan sadece 150 milyon km. uzakta olduğunu düşünürsek böyle bir ihtimalin Dünyamız için ne derece büyük bir tehlike arzettiği açıkça ortadadır. Kısaca bizim haberimizin olmadığı bir anda Dünyamızın, herhangi bir karadeliğin çekim alanına girmemesi için hiçbir sebep yoktur.
Bugün birçok bilim adamı Dünya’nın muhtemel olarak karadelikler tarafından yutulmak suretiyle yok olacağını düşünmektedir. Dünya böyle bir karadeliğin içine girmese bile bir karadeliğin bulunduğumuz sistemin yakınından geçmesi de kuvvetli bir felaket ihtimalidir. Bir karadelik sessiz sedasız, Güneş Sistemi’ne yaklaştığında ne olur?
Böyle bir gökcisminin bulunduğumuz sistemin yakınından geçmesi birçok gezegenin yörüngelerinden çıkmasına sebep olabilir. Elbette buna benzer birçok olay sonucunda Dünya’daki pek çok denge altüst olacaktır. Yüzlerce, binlerce asteroid böyle bir çekim kuvvetinden etkilenebilir. Bunlardan karadeliğe kendileri çekilenler olabileceği gibi, çekimden etkilenen yüzlerce ya da binlerce gökcismi de Dünya’ya düşebilir.
Yasak meyveyi ilk kim yedi?, dini sohbet, islami sohbet
Değerli kardeşimiz;
Cennetteki yasak meyveyi ilk yiyenin Hz. Havvaolduğunu gösteren bilgiler yanında (bk. Taberî; Kurtubî; İbn Atiyye; Bursevî; Bakara, 2/35-36. ayetin tefsiri), önce Hz. Adem’in ağaçtan yediğine, sonra eşinin ona uyduğuna dair bilgiler de vardır. (bk. İbn Aşur, Bakara, 2/36. ayetin tefsiri)
Hz. Âdem’in yasak ağaca yaklaşması ve Allah’ın yasağını çiğnemesi şekli ve neticeleri hakkındaki bilgiler Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de farklılıklar göstermektedir.
Tevrat’a göre kır hayvanlarının en hilekârı olan yılan, Aden’deki bahçede (cennet) yaşamakta olan Havva’ya yaklaşmış. ‘Allah bilir ki ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız’ diyerek onu yasak ağacın meyvesinden yemeğe ikna etmiş, daha sonra Havva yasak meyveden Âdem’e de yedirmiştir. (Tekvin, 3/1-6)
Bazı İslam tarihi kitaplarında geçen bu yılan unsuru tamamen İslam dışı kaynaklara dayanmaktadır.
Kur’an’a göre onları yasak ağaca yaklaşmaya teşvik eden şeytandır. Âdem’e karşı açık bir kıskançlık içinde olan şeytan, önce Allah’ın emrine karşı gelerek Âdem’e secde etmemiş, (bk. A’raf 7/11-12) sonra da onu aldatarak günah işlemesine sebep olmuştur. Şeytanın cennete girişi ve Âdem ile Havva’ya yaklaşması konularında Kur’an ve sahih hadislerde bilgi yoktur. Diğer İslamî kaynaklardaki bilgiler ise genellikle apokrif Yahudi kaynaklarından alınmıştır. Bazıları da ayet ve hadisleri farklı yorumlamaktan kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle, yasak meyveyi ilk önce kimin yediği konusunda kesin bir şey söylemek zordur. Ayrıca, “Şeytan, oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı…” (Bakara, 2/36), “Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: Rabbinizin sizi bu ağaçtan alıkoyması melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir” (A’raf, 7/20) ve “Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler.. (Taha, 20/121) mealindeki ayetler hem İblis tarafından kandırılmanın hem de yasak meyvenin yenilmesinin beraber olduğunu bildirmektedir.
Diğer taraftan, bu olayın bize bakan yönünü ihmal etmemek gerekir. Bizim için, İblis’in hile ve tuzaklarına karşı dikkatli olma, Allah’ın yasaklarına riayet konusunda hassas olma gibi önemli uyarılar vardır.
Cennet nimetleri hayal edilemez,Dini Sohbet,İslamiSohbet
Sual: Bal yiyen baldan bıkar, Cennet ne kadar güzel olsa da, insan bu nimetlerden bıkmaz mı? Monoton hayat insanı sıkmaz mı?
CEVAP
Bu çok yanlış bir düşüncedir. Bu, Allahü teâlânın sonsuz kudretinden şüphe etmek olur. Hâşâ Onu âciz sanmak olur.
Cennette monoton hayat yoktur. Dinimiz, iki günü aynı olanın ziyanda olduğunu bildirir. Ahirette de her gün nimetler artacak, iki gün eşit olmayacaktır. Her gün aynı şeylerden farklı ve daha fazla zevkler alınacaktır. Yine her gün, farklı şeylerle, farklı nimetlerle karşılaşılacaktır. Allahü teâlânın kudretinden şüphe edilmez. İnsan, bilmediği şeyleri, bildiği şeylerle mukayese eder. Hâlbuki bilinmeyen şey, bilinen şeye kıyas edilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Dünya, mümine zindan gibidir.) [Müslim]
(Dünya, ana rahmine göre Cennet, Cennete göre ise çöplük gibidir.) [M. Name]
Çöplükle Cennet mukayese edilir mi? Ana rahmindeki bir çocuğun, nasıl ki, dünyaya gelip, çeşitli olaylarla karşılaşacağını bilmesi mümkün değilse, Cennete gidecek müminin de, orada kavuşacağı nimetleri bilmesi mümkün değildir.
Allahü teâlâ, Cennette, cemal sıfatıyla görünecektir. Mümin, Allahü teâlâyı görünce, cennetteki bütün nimetlerden aldığı zevklerden daha fazla zevke kavuşacaktır. Bir âyet meali:
(Kıyamet günü ışıl ışıl parlayan yüzler, Rablerine bakacaklardır.) [Kıyamet 22, 23]
Yunus suresinin, (Güzel amel edenlere, hüsna [Cennet] ve ziyadesi de vardır) mealindeki 26. âyet-i kerimesindeki ziyade kelimesini Resulullah efendimiz rüyet [Allahü teâlâyı görmek] olarak açıklayıp, (Dolunayı gördüğünüz gibi kıyamette Rabbinizi açıkça görürsünüz) buyurdu. (Buhari)
Bir insanın Rabbimizin kudretiyle yaratılacak nimetleri hayal etmesi asla mümkün değildir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cennette hiç kimsenin görmediği, işitmediği ve hayal bile edemediği nimetler vardır.) [Müslim]
(Cennet nimetleriyle, dünyadakiler arasında yalnız isim benzerliği vardır.) [Beyheki]
Rüya ile dünya hayatı bile mukayese edilmez. Rüyada gözlerimiz kapalı olduğu halde çok yerleri görürüz. Dilimiz oynamadığı halde konuşuruz. Yani görmemiz gözle, konuşmamız dille değildir. İşitmemiz kulakla, yürümemiz ayakla değildir. Rüyada hükümdar olsak ne çıkar. Az sonra uyanınca, hayal olduğu görülür. İşte dünya hayatı da, rüya gibidir. Asıl hayat olan ahirette hükümdar olmak gerekir. Hadis-i şerifte (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Nasıl ki, rüyadaki şeyleri bile dünyadaki nimetlerle mukayese etmek uygun değilse, dünyadaki şeyler de, Cennetteki nimetlerle mukayese edilmez.
Allahü teâlânın sonsuz kudretine inananın, Onun bildirdiği her şeye inanması gerekir. Cenab-ı Hak, Cennette hiçbir sıkıntı, üzüntü, pişmanlık, bıkkınlık olmayacağını, Cennet ehline istedikleri her nimetin verileceğini bildiriyor. Cennet nimetleri yanında, dünya nimetleri, onların gölgesi, resmi gibi bile değildir. Ağacın resmiyle kendisi nasıl aynı şey değilse, Cennet nimetleri yanında dünyadakiler de öyledir. Allahü teâlâ, dünyaya mahsus nimetleri, yoktan yarattığı gibi, ahirette de, hatıra, hayale gelmeyen nimetleri yoktan yaratacaktır. Allah için güçlük olmaz. Birkaç âyet-i kerime meali:
(İyilik edenlere, en güzel mükâfat ve daha fazlası vardır. Yüzlerinde keder ve zilletten bir eser yoktur. İşte bunlar Cennette devamlı kalacaklardır.) [Yunus 26]
(İman edip salih amel işleyenler, Firdevs Cennetlerinde sonsuz kalır, oradan hiç ayrılmazlar.) [Kehf 107-108]
(Cennetin neresine bakarsanız bakın, bol nimet ve büyük saltanat görürsünüz.) [İnsan 20]
(Mümin olarak salih amel işleyeni, sıkıntısız güzel bir hayat içinde yaşatacağız. Bunları, yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracağız.) [Nahl 97]
(İyi amellerinin mükâfatı olarak, insanları memnun edecek neler hazırlandığını hiç kimse bilemez.) [Secde 17]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, “Salihlere gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hatırına gelmeyen şeyler hazırladım” buyurdu.) [Buhari]
(Cennete giren ölmez, ebedi yaşar. Hep mutlu olur, üzülmez, ümitsizliğe düşmez, elbisesi eskimez ve gençliği gitmez.) [İbni Ebiddünya]
(Cennet ehli, hiç hastalanmaz ve yaşlanmaz; hiç üzülmez ve hep neşeli olur.) [Müslim]
(Cennet ehlinin aralarında anlaşmazlık olmaz, gönülleri birdir.) [Buhari]
(Cennetinki hariç, her nimet yok olur. Cehenneminki hariç, her kaygı biter.) [İbni Lâl]
(Ancak Cennete giren rahata kavuşur.) [İ. Ahmed]
(Cennete giren, “Bir ata bineyim” derse biner, “uçayım” derse, uçar.) [Tirmizi]
(Hak teâlâ, Cennet ehline “Razı mısınız” buyurur, onlar, “Elbette razıyız, sayısız nimetler ihsan ettin” derler. Sonra “Daha iyisini vereyim mi” buyurur. Cennet ehli “Daha üstünü de mi var” diye sorarlar. “Sizden hep razı olur, size asla gücenmem” buyurur.) [Buhari]
Cennet nimetleri
Mümin için hazır bekleyen cennet,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Günbegün katlanır, çoğalır nimet,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Cennet ehli ölmez, ebedî yaşar,
Hayrete kapılır, görünce şaşar,
Her çeşit ihsanlar dolar da taşar.
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Cennette monoton yaşayış yoktur,
Kaybolmaz hiçbir şey, arayış yoktur,
Ayıplayan olmaz, kınayış yoktur,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Rahata kavuşur, cennete giren,
Mest olur solmayan gülünü deren,
Nimete gark olur, Mevla’yı gören,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Hiçbir rahatsızlık, sıkıntı yoktur,
Aranan şey olmaz, hepsi pek çoktur,
Bunları yaratan Cenab-ı Hak’tır.
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Üzüntü ve keder asla bulunmaz,
Rahatımız kaçmaz, canımız yanmaz,
Lütuf değişiktir, kimse usanmaz,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Dünya mümin için, benzer zindana,
Müjdeler pek çoktur ehl-i imana,
Cennete girince erer ihsana,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
İman ile ölmek büyük ganimet,
Hayal edilemez verilen nimet,
Kıyas edilir mi, zindanla cennet,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Cennet ehli yaşar, hiç hastalanmaz,
Asırlar geçse de, asla yaşlanmaz,
Kötüden, çirkinden, eser bulunmaz,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Cennet ehli, kötü sözler işitmez,
Giydiği eskimez, yediği bitmez,
Aynı yaşta kalır, gençliği gitmez,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Günahkâr mümine, şefaat vardır,
Cennette muazzam saltanat vardır,
Her yönden mükemmel bir hayat vardır,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Namaz, oruç gibi, ibadet yoktur,
Kıskançlık, haset yok, rekabet yoktur,
Her gün bayram olur, saadet çoktur,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Kalblerden geçeni Rabbimiz bilir,
İstenilen şeyler anında gelir,
Önüne her çeşit nimet serilir,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Cennetin her yeri döşeli olur,
Üzüntü yok, herkes, neşeli olur,
Yok yoktur, arayan her şeyi bulur,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Hoca orda, günah işlemek yoktur,
Öyle birbirini şişlemek yoktur,
Kimse kötülenmez, taşlamak yoktur,
Akıl almaz nimetlerle doludur.
Mehmet Ali Demirbaş
Cennet nimetleri
Sual: Cennetin en aşağı derecesinde olana da en yüksek derecedeki çok nimet verilecek mi?
CEVAP
Derece farkı elbette olacak; ama en aşağı derecedeki bile, akla hayale gelmeyecek nimetlere kavuşacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cennetin en aşağı derecesinde olan kişiye, “Ne istersen iste” denecek. O da, hatırından ne geçiyorsa hepsini isteyecek. Ona, “Her istediğinin iki katı sana verilecektir” denecek.) [Müslim]
Bir şeyin gölgesi
Sual: Dünyada gördüğümüz güzel manzaralar, güzel yiyecekler ve içecekler diğer güzellikler Cennette de olacak mı?
CEVAP
Bu dünyadaki güzelliklerin hepsi bir gölgeden, görüntüden ibarettir. Bunlar cennet nimetleri yanında bir şeyin gölgesi gibidir. Bir elma düşünün bir de gölgesini veya resmini düşünün. Gölgesi veya resmi elma yerine geçer mi? İşte dünya meyveleri, dünya nimetleri birer gölge gibidir. Müminler için bunlar, Cennetteki asıllarının müjdecisidir.
Temiz içecek
Sual: Cennette şarap içilecekmiş, bunu anlamadım, nasıl oluyor?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde Cennet ehli için, orda, (Tertemiz şarap içerler) buyuruluyor. (İnsan 21)
Cennet ehline verilecek, “Şeraben tahura” diye buyurulan “Temiz şarap”tan maksat, temiz bir içecektir. Türkçesi şurup, meşrubat demektir. Alkollü olan şarapla, rakıyla bir alakası yoktur. Kur’an-ı kerimde alkollü şarabın haram olduğu bildiriliyor. (Maide 90)
Cennetin anahtarı,Dini Sohbet,İslami Sohbet
Sual: (Cennetin anahtarı, ibadet değil, imandır) deniyor. Hâlbuki İslam Ahlakı kitabındaki bir hadiste, (Cennetin anahtarı namazdır) buyuruluyor. Yine hadis-i şerifte, (Fakirleri sevmek Cennetin anahtarıdır) ve (Kılıç, Cennetin anahtarıdır) buyuruluyor. Namaz kılmak ve fakirleri sevmek ibadet olduğuna göre, (Cennetin anahtarı imandır) demek doğru olur mu?
CEVAP
Dinimizde bir kaide var. Şartsız bildirilen şeylerde bazı şartlar var demektir. Özellikle hadis-i şerifler, açıklamaları ile birlikte alınmazsa yanlışlıklara sebep olur. (La ilahe illallah, Cennetin anahtarıdır) ve (Cennetin anahtarı “Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerike-leh” demektir) hadis-i şerifleri de, Cennetin anahtarının iman olduğunu göstermektedir.
Mızraklı ilmihalin adı Miftah-ül-Cennet yani Cennetin anahtarıdır. Bu kitapta iman ve amel bilgileri vardır. Yalnız imanla Cennete girilirse de, yalnız amelle Cennete girilmez. Amelsiz iman makbul, imansız amel ise makbul değildir. Peygamber efendimiz, (Hiç kimse, ibadeti sebebiyle Cennete girmez) buyurmaktadır. İmanı olan kimsenin ibadeti az da olsa, çok da olsa Cennete, Allahü teâlânın lütfu ve ihsanı ile girilir. Lütuf ve ihsana kavuşmak için, imanlı olmak şarttır. İmanı muhafaza edebilmek için ibadete de ihtiyaç vardır. İbadet etmeyerek günaha giren kimsenin imanını koruması, imkânsız denecek kadar çok zordur. Çünkü haramlar insanı küfre sürükler. İmanı korumak için namaz çok lüzumludur. Namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Onun için Peygamber efendimiz, (Cennetin anahtarı namazdır) buyuruyor. (Kılıç, Cennetin anahtarıdır) buyurulması da, dinin ve imanın muhafazası için cihadın, emr-i marufun farz olduğunu göstermektedir. Fakiri, fakir olduğu için sevmemek de kibirdendir. Kibrin yeri Cehennemdir. Şeytan kibirlendi, kâfir oldu. Müşrikler, kibirlerinden dolayı iman etmediler. Kibir, her hayra manidir.
Yukarıda bildirilen namaz, kibirsizlik ve cihad, amelle ilgiliyse de, dolaylı olarak imanı ilgilendirdiği ve imanı tehlikeye sokup kâfir yapacağı için bunlara Cennetin anahtarı denmiştir.
sevde.de
CENNET
Ağaçlı bahçe; yeşillikleri bol bostan; sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren hurmalık ve bağlık.
Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır. Çoğulu Cinân ve Cennât'tır.
Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur'an-ı Kerîm'de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir ki, O, Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah'a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir. " (Kâf, 50/31-33).
"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd buyurduğu Adn Cennet'lerine gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî olanları vâris kılacağız. " (Meryem, 18/60-63).
Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. Kur'an'da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı." (Tâhâ, 20/76).
Kur'an'da Cennet'in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (ez-Zümer, 39/20), güzel meskenler (et-Tevbe, 9/72)
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (er-Rahmân, 55/58-54)
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet'te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21).
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir. Sizin için orada çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (ez-Zuhruf 43/71-73).
"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur" (Saffât, 37/47).
4- Cennet'te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmiş. "Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir" (el-Hicr, 15/47-48).
"Onlar Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler: Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)." (el-Vâkıa, 56/25-26).
5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet'i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet'teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir etmiştir:
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. " (el-İnsan, 76/11-22).
Cennet'in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadis*in ifade ettiği durumdur: Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım." (et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül, fî ahâdisi'r-Rasul, V, 402).
Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder (et-Tâc, aynı yer).
Ehl-i Sünnet inancına göre mü'minler Cennet'te Allah'ı görecekler, bu onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna "Rü'yetullah*" denir. Bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de: "O gün Rablerine bakan ter-ü tâze (ışık saçan) yüzler vardır. " (el-Kryame, 75/22-23) buyrulur. Rasûlullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: "Siz gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz. Onu görmekte haksızlığa uğramıyacak, izdihâma düşmeyeceksiniz. " (Buhârî, Mevâkıt 16, 26). Suheyb (r.a.)'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.s.): "iyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyâde (Allah'ı görmek) vardır. " (Yunus, 10/26), ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Cennetlikler Cennet'e girdiği zaman Allah (c. c.) şöyle buyuracak: " Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" Cennetlikler de Şöyle derler: "Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet'e koymadın mı, bizi Cehennem'den kurtarmadın mı? (o yeter)." Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: "Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz. " (Müslim'in rivayeti, et-Tâc, V, 423).
Müminlerin Allah'ü Teâlâ'yı Cennet'te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur'an ve Sünnet'te bildirildiği için kesinlikle böyle inanırız. Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder: "Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. " (Âli İmrân, 3/133).
Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivayet olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu. " (Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, II, 483).
Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim. " (Aynı eser, II, 713).
Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmış olup hâlen mevcuttur.
Cennetlikler: Kur'an ve Sünnet'te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet'te gerçekleşir: "Takva sahipleri, elbette Cennet'lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller. " (el-Hicr, 15/45-48).
Kur'an-ı Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe inananların, Allah'ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların Cennete gireceklerini bildirmektedir. (el-Meâric, 70/23, 24, 25, 26, 27, 29, 33). Ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın rızasını dileyerek sabredenlere (er-Ra'd, 13/20, 21, 22, 23); şükredenlere (el-Ahkâf, 35/15-16) yürekten tövbe edenlere (et-Tahrim, 66/8); Allah yolunda canını feda eden şehitler (el-Bakara, 2/154) ve Allah'a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah'ın ölçüsünde Allah'a yönelenlere" (Kaf, 50/31-34) içinde ebedî kalınacak Cennet'e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur'an ayetlerinden bazılarında şöyle buyrulur:
"İman edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol Cennetler'e hidâyet buyurur. Bunların, Cennet'te duâları: Allah'ım, seni tesbih ve tenzih ederiz. sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep selâmdır. Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler, âlemlerin Rabbine mahsustur." gerçeğidir" (Yunus, 10/9-10).
"Kim de O'na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler var. "
" Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle Cennetler' de ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır" (Tâhâ, 20/75-76).
"İmran b. Husayn (r.a.)'dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 40). Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir. Çoğu insan mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennet'e ilk giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi hesap ve ikap görmeksizin ilk olarak Cennet'e girecektir. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 41-43).
Hadislerden öğrendiğimize göre (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 845). Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar Cennet verilecektir. Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 264-275). Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)" (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IV 271).
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka Cennet'e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.
Cennet Tabakaları: İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i, Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır (el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl, Beyrut (t.y.), I, 119). Bunlar:
1-Cennetü'n-Nâim: "Beni Cennetü'n-Nâim'in varislerinden kıl... " (Şuârâ, 26/85) Ayrıca (bk. el-Mâide, 5/65; et-Tevbe, 9/21; Yunus, 10/9).
2-Cennetü'l-Adn: "Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlûkatın en hayırlısıdırlar. Onların mükâfâtı Rableri katında And Cennetleridir ki onların altlarından nehirler akar, orada onlar ebedî kalıcıdırlar, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. Bu Rabb'inden korkanlar içindir. " (Beyyine, 98/8, Ayrıca bk. et-Tevbe, 9/72; er-Ra'd, 13/23; en-Nahl, 16/31)
3-Cennetü'l-Firdevs: "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs Cennetleri. vardır " (el-Kehf,18/107 ve el-Mü'minun, 23/11).
4-Cennetü'l-Me'vâ: "İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ Cennetleri vardır. " (Secde, 32/19 ve En-Necm, 53/15).
5-Dârü's-Selâm: "Halbuki Allah Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidâyet buyurur. " (Yunus, 10/25 ve el-En'âm, 6/127).
6-Dârü'l-Huld: "O Rab ki, fazlından bizi durulacak yurda (Cennet'e) kondurdu." (Fâtır, 35/35).
Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek, çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir (Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul (t.y.), V, 4033).
Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir (Müslim, İmâre, 116). Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad (544/1149) birinci görüşü tercih etmiştir (en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), XIII. 28).
Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...). Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar" buyurmaktadır. (Buhârî, Cihad 4)
Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, VI, 539). Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim (el-Aynî, aynı yer).
Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır. (Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI. 37-8)
Durak PUSMAZ
KURANI-I KERİM`DE CENNET İLE iLGİLİ AYETLER
İman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu onlara (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (2/25)
De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında içinde temelli kalacakları altından ırmaklar akan cennetler tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kulları hakkıyla görendir." (3/15)
Yüzleri ağaranlar ise artık onlar Allah'ın rahmeti içindedirler içinde de temelli kalacaklardır. (3/107)
İşte bunların karşılığı Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var.) (3/136)
Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için Allah'ın katında olanlar daha hayırlıdır. (3/198)
İman edip salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları ‘ne sıcak-ne soğuk tam kararında gölgeliğe' sokacağız. (4/57)
İman edip salih amellerde bulunanlar biz onları altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu Allah'ın gerçek olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? (4/122)
Eğer Kitap Ehli iman edip sakınsalardı elbette onların kötülüklerini örter ve onları ‘nimetlerle donatılmış' cennetlere sokardık. (5/65)
Böylelikle Allah dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu iyilik yapanların karşılığıdır. (5/85)
Allah dedi ki: "Bu doğrulara doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk' budur." (5/119)
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. (7/42)
Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek. (7/43)
Cennet halkı ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vadettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun." (7/44)
İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A'raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: "Selam size" derler ki bunlar henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.' (7/46)
Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: "Rabbimiz bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma" derler. (7/47)
"Kendilerine Allah'ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve mahzun olmayacaksınız." (7/49)
Ateşin halkı cennet halkına seslenir: "Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan aktarın." Derler ki: "Doğrusu Allah bunları inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır." (7/50)
İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (8/4)
Rableri onlara katından bir rahmeti bir hoşnutluğu ve onlar için kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (9/21)
Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah büyük mükafaat katında olandır. (9/22)
Allah mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (9/72)
Allah onlar için süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk' budur. (9/89)
Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk' budur. (9/100)
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder). (10/9)
Oradaki duaları: "Allah'ım Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (10/10)
İman edip salih amellerde bulunanlar ve ‘Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar' işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (11/23)
Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe orada süresiz kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır. (11/108)
Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından eşlerinden ve soylarından ‘salih davranışlarda' bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) (13/23)
Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel. (13/24)
İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır). (13/29)
Takva sahiplerine vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur inkâr edenlerin sonu ise ateştir. (13/35)
İman edip salih amellerde bulunanlar Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: "Selam"dır. (14/23)
Gerçekten takva sahibi olanlar cennetlerde ve pınar başlarındadır. (15/45)
Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (15/46)
Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (15/47)
Orda onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. (15/48)
Adn cennetleri; ona girerler onun altından ırmaklar akar içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (16/31)
Ki melekler güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (16/32)
Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır orada altın bileziklerle süslenirler hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (18/31)
İman edip salih amellerde bulunanlar... Firdevs cennetleri onlar için bir ‘konaklama yeridir.' (18/107)
Onda ebedi olarak kalıcıdırlar ondan ayrılmak istemezler. (18/108)
Ancak tevbe eden iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (19/60)
Adn cennetleri (onlarındır) ki Rahman (olan Allah onu) kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir. (19/61)
Onda ‘boş bir söz' işitmezler; sadece selam (ı işitirler). Sabah akşam onların rızıkları orda (bulunmakta)dır. (19/62)
O cennet; biz kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız. (19/63)
İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu arınmış olanın karşılığıdır. (20/76)
Bunun üzerine dedik ki: "Ey Adem bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın sonra mutsuz olursun." (20/117)
Böylece ikisi ondan yediler hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı. (20/121)
Onun uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar. (21/102)
Onları o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: "İşte bu sizin gününüzdür size va'dedilmişti" diye melekler onları karşılayacaklardır. (21/103)
Hiç şüphesiz Allah iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; ordaki elbiseleri ipek(ten)tir. (22/23)
Onlar sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir. (22/24)
İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır. (23/10)
Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır. (23/11)
Dilediği takdirde sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir. (25/10)
De ki: "Bu mu daha hayırlı yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır." (25/15)
İçinde ebedi kalıcılar olarak orada her istedikleri onlarındır; bu Rabbinin üzerine aldığı istenen bir vaaddir. (25/16)
O gün cennet halkının kalacakları yer daha hayırlı dinlenecekleri yer çok daha güzeldir. (25/24)
İşte onlar sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. (25/75)
Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir. (25/76)
(O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır. (26/90)
İman edip salih amellerde bulunanlar; onları içinde ebedi kalıcılar olarak altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (29/58)
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde' ‘sevinç içinde ağırlanırlar'. (30/15)
Kim inkâr ederse artık onun inkârı kendi aleyhinedir; kim salih bir amelde bulunursa artık onlar kendi lehlerine olarak (cennetteki yerlerini) döşeyip hazırlamaktadırlar. (30/44)
(Ancak) Gerçekten iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için nimetlerle-donatılmış cennetler vardır. (31/8)
Orada ebedi olarak kalıcıdırlar. Allah'ın va'di haktır. O üstün ve güçlü olandır hüküm ve hikmet sahibidir. (31/9)
İman eden ve salih amellerde bulunanlar ise artık onlar için yaptıklarınıza karşılık olmak üzere bir ağırlanma konağı olarak barınma cennetleri vardır. (32/19)
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (35/33)
Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz gerçekten bağışlayandır şükrü kabul edendir." (35/34)
Ki O bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz. (35/35)
Gerçek şu ki bugün cennet halkı ‘sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. (36/55)
Kendileri ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (36/56)
Orada taptaze-meyveler onların ve istek duydukları herşey onlarındır. (36/57)
Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır). (36/58)
İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır. (37/41)
Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir. (37/42)
Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. (37/43)
Birbirlerine karşı tahtlar üzerinde (otururlar). (37/44)
Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. (37/45)
Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). (37/46)
Onda ne bir gaile vardır ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (37/47)
Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. (37/48)
Sanki onlar saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (37/49)
Böyleyken kimi kimine yönelmiş olarak birbirlerine soruyorlar: (37/50)
Bir sözcü der ki: "Benim bir yakınım vardı." (37/51)
Derdi ki: Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın? (37/52)
Bizler öldüğümüz toprak ve kemikler olduğumuzda mı gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz? (37/53)
(Konuşan yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?" (37/54)
Derken bakıverdi onu ‘çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü. (37/55)
Dedi ki: "Andolsun Allah'a neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin." (37/56)
Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır bulundurulanlardan olacaktım. (37/57)
Şüphesiz bu, asıl büyük ‘kurtuluş ve mutluluğun' ta kendisidir. (37/60)
Böylece çalışanlar da bunun bir benzeri için çalışmalıdır. (37/61)
Adn cennetleri; kapılar onlara açılmıştır. (38/50)
İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler. (38/51)
Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır. (38/52)
İşte hesap günü size va'dedilen budur. (38/53)
Şüphesiz bu, bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok (38/54)
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların
altında ırmaklar akmaktadır. (Bu) Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez. (39/20)
Rablerinden korkup-sakınanlar da cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (39/73)
(Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir." (39/74)
Rabbimiz onları Adn cennetlerine sok ki onlara (bunu) va'dettin; babalarından eşlerinden ve soylarından salih olanları da. Gerçekten Sen üstün ve güçlü olansın hüküm ve hikmet sahibisin. (40/8)
Kim bir kötülük işlerse kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun dişi olsun- bir mü'min olarak salih bir amelde bulunursa işte onlar içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler. (40/40)
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın size vadolunan cennetle sevinin." (41/30)
(O gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (42/22)
Siz ve eşleriniz cennete girin; ‘sevinç içinde ağırlanacaksınız. (43/70)
Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (43/71)
İşte yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur. (43/72)
Orda sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz. (43/73)
Muttakilere gelince; muhakkak onlar güvenli bir makamdadırlar. (44/51)
Cennetlerde ve pınarlarda (44/52)
Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler karşılıklı (otururlar). (44/53)
İşte böyle; ve biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. (44/54)
Orda güvenlik içinde her türlü meyveyi istiyorlar; (44/55)
Orda ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. (44/56)
Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar tadı değişmeyen sütten ırmaklar içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi) ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (47/15)
Cennet de muttakiler için uzakta değildir (o gün) yakınlaştırılmıştır. (50/31)
Ona ‘esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu ebedilik günüdür. (50/34)
Orda diledikleri herşey onlarındır; katımızda daha fazlası da var. (50/35)
Şüphesiz muttaki olanlar cennetlerde ve pınarlardadırlar; (51/15)
Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar bundan önce ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı. (51/16)
Hiç şüphesiz muttakiler cennetlerde ve nimet içindedirler; (52/17)
Rablerinin verdikleriyle ‘sevinçli ve mutludurlar'. Rableri kendilerini ‘çılgınca yanan cehennemin' azabından korumuştur. (52/18)
Yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için. (52/19)
Özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Ve Biz onları iri-ceylan gözlü hurilerle evlendirmişiz. (52/20)
Onlara istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik. (52/22)
Orada bir kadeh kapışır-çekişirler ki onda ne ‘boş ve saçma bir söz' ne günaha sokma yoktur. (52/23)
Kendileri için (hizmet eden) civanlar etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) ‘sedefte saklı inci gibi tertemiz pırıl pırıl.' (52/24)
Kimi kimine dönüp sorarlar; (52/25)
Dediler ki: "Biz doğrusu daha önce ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık." (52/26)
"Şimdi Allah bize lütufta bulundu ve ‘hücrelere kadar işleyen kavurucu' azabdan korudu." (52/27)
Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır. (53/15)
Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır. (55/46)
Çeşit çeşit ‘inceliklere ve güzelliklere' (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler. (55/48)
İkisinde de akmakta olan iki pınar vardır. (55/50)
İkisinde de her meyveden iki çift vardır. (55/52)
Astarları ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar. İki cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay)dır. (55/54)
Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki bunlardan önce kendilerine ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. (55/56)
Sanki onlar yakut ve mercan gibidirler. (55/58)
İhsanın karşılığı ihsandan başkası mıdır? (55/60)
Bu-ikisinin ötesinde iki cennet daha var. (55/62)
Alabildiğine yemyeşildirler. (55/64)
İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır. (55/66)
İçlerinde (her türden) meyve eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır. (55/68)
Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. (55/70)
Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar. (55/72)
Bunlardan önce kendilerine ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. (55/74)
Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar. (55/76)
Yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncülerdir. (56/10)
İşte onlar yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. (56/11)
Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde; (56/12)
Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden (56/13)
Birazı da sonrakilerden. (56/14)
‘Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler. (56/15)
Karşılıklı yaslanmışlardır. (56/16)
Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır; (56/17)
Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler (56/18)
Ki, bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (56/19)
Arzulayıp-seçecekleri meyveler (56/20)
Canlarının çektiği kuş eti. (56/21)
Ve iri gözlü huriler (56/22)
Sanki saklı inciler gibi; (56/23)
Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur); (56/24)
Orada ne ‘saçma ve boş bir söz' işitirler ne günaha sokma. (56/25)
Yalnızca bir söz (işitirler:) Selam selam. (56/26)
Ashab-ı Yemin ne (kutludur o) Ashab-ı Yemin. (56/27)
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları) (56/28)
Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları (56/29)
Yayılıp-uzanmış gölgeler, (56/30)
Durmaksızın akan su(lar); (56/31)
Ve (daha) birçok meyveler arasında (56/32)
Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). (56/33)
Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler). (56/34)
Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık. (56/35)
Onları hep bakireler olarak kıldık (56/36)
Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt (56/37)
Ashab-ı Yemin olanlar için. (56/38)
(Bunların) Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden (56/39)
Birçoğu da sonrakilerdendir. (56/40)
Eğer o (ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb olan)lardan ise (56/88)
Bu durumda rahatlık ,güzel rızık ve nimetlerle donatılmış cennet (onundur). (56/89)
Ve eğer, Ashab-ı Yeminden ise (56/90)
Artık, Ashab-ı Yeminden selam sana. (56/91)
O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. Bugün sizin müjdeniz içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz) altından ırmaklar akan cennetlerdir. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (57/12)
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar ister babaları ister çocukları ister kardeşleri isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar öyle kimselerdir ki (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (58/22)
Ateş halkı ile cennet halkı bir olmaz. Cennet halkı ‘umduklarına kavuşup mutluluk içinde olanlardır.' (59/20)
O da sizin günahlarınızı bağışlar sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş' budur. (61/12)
Sizi, toplanma günü için bir arada toplayacağı gün; işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah'a iman edip salih bir amelde bulunursa (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük ‘mutluluk ve kurtuluş (fevz)' budur. (64/9)
İman edip salih amellerde bulunanları, karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerini size okuyan bir elçi de (gönderdik). Kim iman edip salih bir amelde bulunursa (Allah) onu içinde süresiz kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir. (65/11)
Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana kendi katında cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." (66/11)
Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. (83/23)
Onları gördükleri zaman ise: "Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır" derlerdi. (83/32)
Şüphesiz, iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk' budur. (85/11)
O gün öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler. (88/8)
Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur. (88/9)
Yüksek bir cennettedir. (88/10)
Orda anlamsız bir söz işitmez. (88/11)
Orda ‘durmaksızın akan' bir kaynak vardır. (88/12)
Orda ‘yükseklerde kurulmuş tahtlar da vardır; (88/13)
Konulmuş (içecek dolu) kaplar, (88/14)
Dizi dizi yastıklar, (88/15)
Ve serilmiş yaygılar. (88/16)
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis (89/27)
Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. (89/28)
Artık, kullarımın arasına gir. (89/29)
Cennetime gir. (89/30)
İman edip salih amellerde bulunanlar ise; işte onlar da yaratılmışların en hayırlılarıdır. (98/7)
Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut memnun) kalmışlardır. İşte bu Rabbinden ‘içi titreyerek korku duyan kimse' içindir. (98/8)
Cennet, Cehennem haktır
1397
Ubâde İbn-i Sâmit radiya'llâhu anh'den rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Her kim: [Allah'dan başka ibâdet olunacak hiç bir ma'bûd yoktur, yalnız Allah vardır, şerîki yoktur; Muhammed de muhakkak Allâh'ın kulu ve O'nun Resûlüdür. Îsâ da Allâh'ın kulu ve Resûlüdür. Ve (tekvînî bir emir ile) Meryem (in rahmin) e bıraktığı bir kelimesidir. Ve (bu sûretle) Allah tarafından (hayat verilen) bir ruhtur. (Bir zî-hayattır). Cennet (in varlığı) haktır (ve gerçektir). Cehennem de haktır (ve gerçektir)] diye diliyle ikrâr ve kalbiyle tasdîk ederse, Allah o kimseyi (Cennet'in sekiz kapısından hangisini isterse oradan) Cennet'e kor. O, kul hangi amelde olursa olsun (ayırd etmez).
Cennet-Cehennem insana yakındır
2036
Abdu'llah İbn-i Mes'ûd radiya'llahu anh'den rivâyete göre, Resûlullah Salla'llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
(Ashâb'ım!) Cennet sizin her birinize nalınının tasmasından daha yakındır, Cehennem de bunun gibi (yakın) dır. (Tâ'at Cennet'e, ma'sıyet Cehennem'e yaklaştırır).
Cennet ehli
1340
İmrân İbn-i Husayn radiya'llâhu anh'den rivâyet olunduğuna göre Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem:
"Ben, (Mi'râc gecesi) Cennet'de baktım da ehl-i Cennet'in çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehennem'e de baktım. Cehennem'dekilerin çoğunu da kadınlar (teşkîl ettiğini) gördüm" buyurmuştur.
1342
Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den rivâyete göre Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
(Cennet'e ilk giren bir cemâat vardır ki, onların yüzleri, ayın on dördüncü gecesindeki nurlu sûretine benzer. Onlar ağızlarından, burunlarından ve bedeninin sâir yerlerinden bir şey çıkarmazlar. Onların Cennet'teki kapları ve tarakları altın (ve gümüş) tendir. (Buhurdanlıklarının) udları, Ûd-i Hindîdir. Onların teri misktir. Ehl-i Cennet'ten her birinin iki kadını vardır ki, vücûdünün letâfetinden iki baldırı (kemiği) nin iliği etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet'in arasında ne ihtilâf vardır, ne de düşmanlık. Gönülleri (sanki) bir gönül. Onlar sabah, akşam Allah'ı tesbîh eder (ek zevk-yâb olur) lar.
1343
Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den bir rivâyete göre Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
(Cennet'e ilk giren bir cemâatin yüzleri, ayın on dördüncü gecesindeki sûreti gibi berraktır.) Bunların peşi sıra dâhil olanlar da en keskin zıyâ neşreden yıldızlar gibidir. Ehl-i Cennet'in gönülleri, bir kişinin gönlü (ndeki yekpâre irâdeye benzer bir fıtrat) üzerine (yaradılmış) tır. Onların aralarında ne ihtilâf vardır, ne husûmet. Ehl-i Cennet'ten her kişi için iki zevce vardır. Bunlardan her birinin baldırı (ndaki kemiği) nin iliği letâfetinden dolayı etinin ötesinden görünür. Onlar sabah, akşam Allâh'ı tesbîh ederler. Ne hasta olurlar, ne de (aksırıp) sümkürürler, (râvî Ebû Hüreyre) hadîsin gerisini de zikretmiştir (ki, bundan önceki tercümede geçti).
1348
Ebû Saîd-i Hudrî radiya'llâhu anh'den rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem:
- Ehl-i Cennet Cennet'de kendilerinden yükseklerdeki (ehl-i guref denilen) bir takım köşklerin sâhiblerini (aralarındaki mesâfe farkından dolayı) güçlükle görebilirler. Nasılki (gündüz) şark veya garp ufkunda zıyâdâr kalan parlak yıldızı aradaki mesâfe uzunluğundan dolayı dikkatle bakanlar seçebilir! buyurmuş. Ashâb:
- Yâ Resûla'llâh! O âlî köşkler Enbiyâ menzilleri midir?. Başkaları oralara erişemez mi? diye sordular. Resûlullâh:
- Evet, o köşkler Enbiyâ menzilleridir. Fakat (Allah başkalarına da ihsân edebilir) hayâtım yed-i kudretinde bulunan All
âh'a yemîn ederim ki: (Enbiyâ'dan başkaları) o erlerdir ki, onlar Allâh'a îmân ve Peygamberleri tasdîk etmişlerdir, buyurdu.
1715
Ebû Saîd-i Hudrî radiya'llâhu anh'den rivâyete göre Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kıyâmet günü (ehl-i Cennet, Cennet'e, Cehennemlikler de Cehennem'e ayrıldıktan sonra) ölüm, aklı, karalı alaca bir koyun sûretinde getirilecek. Bir dellâl: Ey Cennet halkı, diye bağıracak! Cennet'tekiler hemen boyunlarını uzatıp başlarını kaldıracaklar ve (bulundukları yerden çıkacak) bakacaklar, Şimdi dellâl: Bunu bilir misiniz? diye sorar. Ehl-i Cennet'in hepsi onu görerek: Evet biliriz, bu ölümdür, derler. Sonra dellâl: Ey Cehennem halkı, diye yüksek sesle seslenir! Onlar da boyunlarını uzatıp başlarını kaldırırlar. Ve (bulundukları berzahtan çıkıp korku içinde) bakarlar. Dellâl: Bunu biliyor musunuz, diye sorar. Onlar da hepsi onu görerek: Evet biliriz, bu ölümdür, derler. Bundan sonra koyun sûretindeki ölüm (Cennet'le Cehennem arasında) boğazlanır. Bundan sonra dellâl: "Ey Cennet halkı! Cennet'te ebedî yaşıyacaksınız, artık ölüm yoktur. (Cehhennem halkına da) Ey Cehennem'likler siz de karargâhınızda ebedîsiniz, size de ölüm yoktur!" diyecek. Bundan sonra münâdî:
Bu gaflettekiler ehl-i dünyâdır âyetini okur.
1752
Huzâî Hârise İbn-i Vehb (radiya'llâhu anh)'den şöyle dediği rivâyet olunmuştur. Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: Ashâbım, haberiniz olsun, size ehl-i Cenneti bildireyim: Her zayıf olan ve halk tarafından zayıf görülen (mütevâzı') her mü'min Cennet'liktir. (Halbuki) o mü'min Allâh (ın kerem ve inâyetine) yemîn etse, muhakkak ki Allah onu (ihsân ve inâyeti ile) yemîninde gerçek çıkarırdı. Ey Ashâbım, iyi dinleyiniz, size Cehennem halkını da bildireyim. Onlar da katı yürekli, kibirli ve hîlekâr, ululuk taslıyan kimselerdir.
2045
Ebû Sa'îd Hudrî radiya'llahu anh'den rivâyete göre, Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kıyâmet gününde (kürre-i) arz tandırda pişirilen bazlama ve pide gibi olur. Allahu Teâlâ onu yed-i kudretiyle çevirir, çevirir, (düzelinceye kadar) alt üst eder. Sizin biriniz yolculukta bazlamasını (tandıra koyup pişirinceye kadar) evirip çevirdiği gibi. (Bu muazzam pide uzun müddet mevâfıkta bekleyen) ehl-i cennet için sefer azığı olarak hazırlanır.
Ebû Sa'îd Hudrî der ki: Bu sırada bir yahûdî geldi. Yâ Ebe'l-Kasim! Allah sana mübârek kılsın. Ehl-i cennetin kıyâmet günü yol azığı ne olduğunu haber vereyim mi? Dedi. Resûl-i Ekrem: Evet, buyurdu. Yahûdî: Resûl-i Ekrem'in buyurduğu gibi (kürre-i) arz bir pide kılınır, dedi. Bunun üzerine Resûlu'llah Salla'llahu aleyhi ve sellem bize baktı. Sonra (istiğrâb ile) son dişleri görülünceye kadar güldü. Sonra yehûdî: Sana ehl-i cennetin ekmeklerinin katığını da bildireyim mi? Dedi. Bu da: Bâlâm ile Nûn'dur, dedi. Ashab: bunlar ne şeydir? Diye sordular, Yahûdî: Öküzle balıktır. Bu iki hayvanın ciğerinin (En nefis ve ciğere muallâk) münferid bir parçasını (Ehl-i cennetin havassından) yetmiş bin kişi yiyecektir, diye cevab verdi.
2051
İbn-i Ömer radiya'llahu anh'den rivâyete göre, Resûlu'llah Salla'llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Ehl-i Cennet Cennet'e, ehl-i Cehennem Cehennem'e (ayrılıb) gidince ölüm (mefhûmuna, gürbüz bir koç sûretinde vücud verilerek) getirilir. Tâ Cennetle Cehennem arasında yatırılarak kesilir. Sonra bu münâdî: Ey ehl-i Cennet artık ölüm yoktur, ey Cehennem halkı ölüm yoktur! Diye i'lân eder. Ehl-i Cennetin ferâhına bir ferah daha ziyâde olunur, ehl-i Cehennem'in de hüzün ve kederine bir hüzün daha yüklenir.
2052
Ebû Sa'îd Hudrî radiya'llahu anh'den rivâyete göre, Resûla'llah Salla'llahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Allah Tebâreke ve Teâlâ ehl-i Cennet'e:
- Ey ehl-i Cennet! Diye hitâb eder. Onlar da:
- Ey Rabbimiz! Ferman buyurunuz, emrinizi îfâya her zaman hazırız ve ubûdiyyette dâimiz, derler. Cenâb-ı Hak:
- Nasıl, şu hâlinizden râzı mısınız? Buyurur.
- Rabbimiz! Nasıl râzı olmayalım. Sen bize hiç bir kimseye vermediğin bunca ni'metleri ihsan buyurdun.
- Size ben bunlardan daha şerefli bir ni'met vereceğim.
- Rabbımız, bu ni'metlerden daha kıymetli nasıl bir ni'met olabilir ki?.
- Sizden râzı ve hoşnut olmaklığımın şerefi size lâyık kılındı. Artık bundan böyle ebedî size darılmıyacağım.
Cennet ehlinin ilk yiyecegi
1368
Enes radiya'llâhu anh'den rivâyete göre demiştir ki: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'in Medîne'ye gelmeleri haberi Abdullâh İbn-i Selâm'a erişmişti de o hemen Resûlullâh'a gelerek:
- Yâ Muhammed! Ben sana üç suâl soracağım ki, bunların cevablarını yalnız Peygamber olan bilebilir? dedi:
1) Eşrât-ı sâatin (Kıyâmet alâmetlerinin) evvelkisi nedir?
2) Ehl-i Cennet (Cennet'e girdiklerinde) ilk önce hangi taâmı yiyecekler?
3) Çocuk ne cihetle babasına benzer, hangi bir sebeple de ana soyuna çeker? diye sordu. Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem:
- Bu mes'eleleri önün sıra Cibrîl bana haber vermişti! buyurdu. Bunun üzerine Abdullâh:
- (Bırak onu) o Cibrîl Melekler arasında Yehûdî düşmanıdır! dedi. Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem (asıl cevâba başlıyarak):
- 1) Kıyâmet alâmetlerinin en öncesi bir ateştir ki, o, insanları Maşrık'tan Mağrib'e sürecektir. 2) Ehl-i Cennet'in yiyeceği ilk taâm da balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır. 3) Çocuğun (baba ve ana soylarına) benzemesine gelince: erkeğin kadına cinsî münâsebette bulunduğu sırada erkeğin suyu kadınınkinin önüne geçerse, çocuk babaya benzer. Kadının suyu erkeğinkinin önüne geçerse, çocuk anaya benzer, buyurdu. Bunun üzerine Abdullâh İbn-i Selâm:
- Kat'î sûrette ben şehâdet ederim ki, sen yâ Muhammed Allâh'ın (Hak) Peygamberisin" dedi. Bundan sonra İbn-i Selâm (devâmla): Yâ Resûla'llâh! Yehûd, insanı hayrette bırakacak sûrette yalan söyleyen, asılsız isnâd ve iftirâlarda bulunan haksız bir millettir. Eğer siz ben (im seciyemi, her hâlim) i onlardan sormazdan önce benim müslüman olduğumu duyup öğrenirlerse muhakkak onlar yanınızda bana (akla gelmedik) bühtân ve iftirâlarda bulunurlar. (Siz beni onlardan sorunuz!) dedi. Bunu müteâkip idi ki, Resûlullâh'ın huzûruna bir Yehûd (zümresi) geldi. Abdullâh da evi (n mahfûz bir tarafın) a çekiliverdi. Şimdi Resûlullâh Yehûdîlere:
- Aranızdaki Abdullâh İbn-i Selâm nasıl adamdır? diye sordu. Yehûdîler:
- O, bizim en yüksek bir âlimimizdir. Bu derece yüksek bir âlimimizin de oğludur. Yine İbn-i Selâm, bizim en hayırlımızdır ve en hayırlı bir sîmâmızın da oğludur! dediler. Bunun üzerine Resûlullâhsalla'llâhu aleyhi ve sellem:
- Abdullâh müslüman olduysa ne dersiniz, (siz de müslüman olur musunuz?) diye sordu. Yehûdîler:
- Böyle şeyden onu Allah korusun! diye karşıladılar. Bunun üzerine Abdullâh Yehûdîlere karşı çıktı. Ve:
- "Eşhedü en lâ ilâhe illa'llâh ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh = bilirim (ey Yehûdî cemâati, size de) bildiririm ki, Allah'dan başka yoktur tapacak. Yine bilirim, bildiririm, Allâh'ın elçisidir Muhammed" dedi. Bu def'a da Yehûdîler:
- O bizim şerîrimizdir, şerîrimizin de oğludur! demeğe başladılar. Ve İbn-i Selâm' (ın ırzı, nâmûsu, neseb ve şerefi) hakkında türlü iftirâlarda bulundular. (Bu mütenâkız şehâdet üzerine Resûlullâhsalla'llâhu aleyhi ve sellem:
- Birinci şehâdetiniz bize kâfîdir; ikincisi ise lüzumsuzdur! buyurdu).
Cennet hürileri
1182
Enes İbn-i Mâlik radiya'llâhu anh'den Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:
Cennet hûrilerinden bir kadın yer halkına baksa hiç şüphesiz o, Cennet'le yer arasındaki fezâyı aydınlatır. Ve orayı bir güzel koku doldurur. Yine muhakkaktır ki, o kadının baş örtüsü, dünyâdan ve dünyâdaki her şeyden değerlidir.
Cennet nimetleri
551
(Abdullâh) İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhümâ'dan (da) küsûf bahsini uzun uzadıya zikrettiği rivâyet olunmuştur. (Müşârün-ileyh bu hadîste küsûf namazını ta'rîf ettikten) sonra şöyle demiştir: ...dediler ki: Yâ Resûlâ'llâh, (namaz içinde) durduğun yerden (görmediğimiz) bir şeye elinle uzandığını gördük sonra (yine namaz içinde irkilip geri geri geldiğini) gördük. Nebiyy-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem: "(Evet) ben cenneti gördüm ve bir (üzüm) salkımına elimle uzandım. Eğer o salkımı ben ele geçirebilseydim dünyâ bâkî kaldıkça ondan yerdiniz (de tükenmezdi). Âteş(-i cahîm) i de gördüm (lâkin) ömrümde bugün gördüğüm kadar çirkin, berbat hiçbir manzara görmemiştim. Cehennem'in ekser ahâlîsini de kadınlar olarak gördüm" buyurdu. "Yâ Resûla'llâh, ne sebeble (kadınlar buna müstahak oluyorlar?)" diye sordular. (Cevâben:) "Küfürleri sebebiyle" buyurdu. "Allâh'a îmân mı etmiyorlar?" (diye tekrar sordular). "Kocalarına karşı (küfrân-ı ni'met) ederler. İyiliğe karşı (küfrân-ı ni'met) ederler. (İçlerinden) birine dünyâ dünyâ oldukça iyilik etsen de sonra senden (marzîsine muhâlif ufacık) bir şey görse (hemen) senden hiçbir hayır görmedim ki der" buyurdu.
Cennete hesapsız girecekler
1926
İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhüma'dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlu'llâh Salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Bana bütün ümmetler arzolunup gösterildi: Bir, iki peygamber yanlarında onar, yirmişer, otuzar, kırkar ümmetleriyle berâber önümden geçmeğe başladılar. Bir peygamber de yanında bir ümmeti bile olmaksızın geçti. En sonu uzaktan büyük bir karaltı gösterildi. Bu (kesîf) karaltı nedir? Bu benim ümmetim midir? Diye sordum. Bu, Mûsâ peygamberle kavmidir? Diye cevab verildi, sonra bana ufka bak! Denildi. Bakınca ufku dolduran sevâd-ı a'zamı gördüm. Sonra bana semâ ufuklarının şurasına ve bu tarafına da bak! Denildi. Bir de ne göreyim! Bir sevâd-ı a'zâm baştanbaşa ufku kaplamıştı. Bana: Bu senin ümmetindir. Bunlardan yetmiş bin kişi hesâba çekilmeksizin Cennet'e girecektir, denildi.
Resûl-i Ekrem (bu hitâbesinden) sonra (odasına) girdi. Ve (hesâba çekilmeden Cennet'e gireceklerin evsâfı hakkında) mecliste bulunanlara bir şey söylemedi, artık meclistekiler dağıldı. (Ve şöyle münâzara ediyorlardı): Biz, Allâh'a îmân ve Resûlü'ne itba' eden kimseleriz. Artık biz, Cennet'e hesapsız gideceğiz, yâhut: O bahtiyarlar evlâdlarımızdır, onlar İslâm câ'miası içinde doğmuşlardır. Biz ise câhiliyyet devrinde doğduk, diyorlardı. Bu münâzara Resûlu'llâh'a erişmekle hemen hâne-i saâdetten çıkıp: "Cennet'e hesapsız girecek mü'minler efsun etmiyenler, teşe'üm eylemiyenler, şifânın (Allah'dan olduğuna inanıp) keyden olduğuna inanmıyanlar ve her hususta Allâh'a tevekkül edenlerdir" buyurdu. Bunun üzerine 'Ukkâşe İbn-i Mihsen: Yâ Resûla'llâh, ben onlardan mıyım? Diye sordu. Resûl-i Ekrem: Evet onlardansın! Buyurdu. Sonra başka birisi ayağa kalkarak: Ben onlardan mıyım? Dedi. Resûl-i Ekrem: bu hususta 'Ukkâşe senden öne geçti! Buyurdu.
Cennete ilk girenler
1342
Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den rivâyete göre Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
(Cennet'e ilk giren bir cemâat vardır ki, onların yüzleri, ayın on dördüncü gecesindeki nurlu sûretine benzer. Onlar ağızlarından, burunlarından ve bedeninin sâir yerlerinden bir şey çıkarmazlar. Onların Cennet'teki kapları ve tarakları altın (ve gümüş) tendir. (Buhurdanlıklarının) udları, Ûd-i Hindîdir. Onların teri misktir. Ehl-i Cennet'ten her birinin iki kadını vardır ki, vücûdünün letâfetinden iki baldırı (kemiği) nin iliği etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet'in arasında ne ihtilâf vardır, ne de düşmanlık. Gönülleri (sanki) bir gönül. Onlar sabah, akşam Allah'ı tesbîh eder (ek zevk-yâb olur) lar.
1343
Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den bir rivâyete göre Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
(Cennet'e ilk giren bir cemâatin yüzleri, ayın on dördüncü gecesindeki sûreti gibi berraktır.) Bunların peşi sıra dâhil olanlar da en keskin zıyâ neşreden yıldızlar gibidir. Ehl-i Cennet'in gönülleri, bir kişinin gönlü (ndeki yekpâre irâdeye benzer bir fıtrat) üzerine (yaradılmış) tır. Onların aralarında ne ihtilâf vardır, ne husûmet. Ehl-i Cennet'ten her kişi için iki zevce vardır. Bunlardan her birinin baldırı (ndaki kemiği) nin iliği letâfetinden dolayı etinin ötesinden görünür. Onlar sabah, akşam Allâh'ı tesbîh ederler. Ne hasta olurlar, ne de (aksırıp) sümkürürler, (râvî Ebû Hüreyre) hadîsin gerisini de zikretmiştir (ki, bundan önceki tercümede geçti).
1344
Sehl İbn-i Sa'd radiya'llâhu anh'den rivâyete göre, Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Muhakkak ki, ümmetimden yetmiş bin, yâhut yedi yüz bin (kişi veya zümre hesap ve ıkab görmeksizin ilk def'a olarak Cennet'e) girecektir. Bu ilk zümrenin sondakileri Cennet'e girinceye kadar öndekileri girmeyecektir. (Ve bir saf hâlinde hepsi def'aten gireceklerdir). Bunların yüzleri, bedir gecesinde (sanki) ayın (nûrânî) çehresidir. (Her bin kişinin maiyeti olan yetmiş bin kişi de Cennet'e ikinci zümre olarak milyarlar hâlinde girecektir).
Cennete yalnız Allah´ın rahmetiyle girilir
1918
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlu'llâh Salla'llâhu aleyhi ve sellem'den işittim ki:
- (Allâh'ın kerem ve rahmeti olmadıkça) Hiç bir kişiyi onun güzel işi ve ibâdeti Cennet'e koyamaz, buyurdu. Bunun üzerine Ashâb:
- Yâ Resûla'llâh! Sizi de mi koyamaz? Diye sormuşlardı da Resûl-i Ekrem şöyle cevap verdi:
- Evet beni de Allâh'ın fazlı ve rahmeti bürümedikçe yalnız ibâdetim Cennet'e koyamaz. Bu vechile Ashâb'ım! İş ve ibâdetinizde (i'tidâl ile hareket edip) ifrat ve tefritten sakınınız. Doğru yoldan gidip
Allâh'a yaklaşınız! Sakın sizin hiç biriniz (sâlih olsun, fâsik olsun) ölüm temennî etmesin! Çünkü o, hayır ve ihsan sâhibi ise (yaşayıp) hayrını, ihsânını arttırması umulur; eğer günahkâr bir kişi ise (yine yaşayıp günün birisinde) tevbe ederek Allâh'ın rızâsını dilemesi me'muldür.
Cennet-i Adin
1706
Semüre İbn-i Cündüb radiya'llâhu anh'den Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem bize şöyle hikâye buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur:
Bir gece bana iki melek gelip beni uykudan uyandırdı. Bunlar beni bir şehre götürdüler ki, o şehrin binâları altun ve gümüş tuğlalarla yapılmıştı. Bizi orada birtakım kimseler karşıladılar ki, onların vücûdlarının yarısı, senin gördüğün şeylerin en güzeli hilkatinde idi. Öbür yarısı da gördüğün en çirkin insana benziyordu. İki melek onlara:
- (Niçin bu halde duruyorsunuz?) Haydi şu nehre gidip giriniz, dediler. Onlar de nehre girdiler. Sonra bize dönüp geldiler. Bir de gördük ki, onlardan o çirkinlik gitmiş ve en güzel bir insan sûretine değişmişti. Bu iki melek bana:
- Burası Cennet-i Adin'dir, Şu (muhteşem) binâ da senin menzilindir, dediler. Melekler (sözlerine devâm edip): Hani o yarı vücûdları güzel ve yarı yerleri çirkin insanlar yok mu? Onlar da güzel ve hayır işleri, öbür kötü ve şer işlerle karıştıran kişilerdi. Allâhu Teâlâ onların (günâhlarını i'tirâf ederek işledikleri hayır ve hasenât hürmetine) kötülüklerini afvetti, dediler.
Cennetin makamları
1179
Yine Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Her kim Allâh'a ve O'nun Resûlüne îmân eder de namaz kılar ve Ramazan'da oruç tutarsa, onu Cennet'e koymak Allah üzerine (sanki) bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda cihâd etsin, isterse içinde doğduğu toprağında, (evinde) otursun. Bunun üzerine Ashâb:
Yâ Resûla'llâh! (Bu haberi) halka müjdelemez miyiz? demişlerdi. Resûl-i Ekrem (şöyle) söyle (yerek istidrâk eyle) di:
- Cennet'te yüz derece vardır ki, Allah onları Allah yolunda cihâd eden mücâhidler için hazırlamıştır. İki derece arasındaki mesâfe, gökle yer arasındaki mesâfe gibidir. Siz Allah'dan (Cennet) istemek dilediğinizde Ondan Firdevs'i isteyin!. O, Cennet'in efdalidir ve Cennet'in en yücesidir. Râvî diyor ki: Öyle zannediyorum ki, (Şeyhim Füleyh): "Firdevs'in üstünde Arş-ı Rahmân vardır" demişti. Cennet'in ırmakları da Firdevs'ten akar.
Cennetle Cehennemin nizası
1739
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den rivâyete göre Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Cennet'le Cehennem biribirleriyle cenkleştiler. Şöyle ki: Cehennem ben kibirli ve zorlu kimselere tahsîs olundum, dedi. Cennet de: Bana ne oldu ki, bana nâsın yalnız zayıf ve sakat kısmı dâhil olur, dedi. Azîz ve Celîl olan Allâhu Teâlâ Cennet'e buyurdu ki: Sen benim rahmetim (in tecellî ettiği yer) sin. Ben kullarımdan rahmet etmek dilediğim kimselere seninle rahmetimi izhâr ederim. Cehennem'e de dedi ki: Şüphesiz ki, sen de azâbım (ın makarri) sin; kullarımdan azâb etmek istediğim kimselere seninle azâb ederim. Cennet'le Cehennem'den her ikisi için dolmak hakkı vardır. Fakat Cehennem dolmak bilmez. En sonu Allah ona ayağını basar, (kahr ve tezlîl eder) O da: Yetişir, yetişir, yetişir, der.
İşte o zaman Cehennem dolar ve cehennemdekiler birbirlerine karışıp toplanır. (Cehennem'e tıka basa doldurulmakla) Azîz ve Celîl olan Allâhu Teâlâ halktan hiç bir kimseye zulm etmez. Cennet'e gelince (onda boş yer kalmaz); Allâhu Teâlâ (Cennet'in boşluklarını doldurmak için) yeniden birtakım halk yaratır (bunları iskân eder).
Cennetteki Tübä agacı
1346
Yine Enes İbn-i Mâlik radiya'llâhu anh'den gelen rivâyete göre, Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem:
"Ashâbım! Cennet'de (Tûbâ denilen) bir ağaç vardır ki, bir süvârî onun gölgesinde yüz sene gezse onun gölgesini aslâbitiremez" buyurmuştur.
1347
Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den bir rivâyette de Enes İbn-i Mâlik hadîsi gibi vârid olmuştur. (Ziyâde olarak) Ebû Hüreyre: [İsterseniz (bu haberi te'yîd için) "Ashâb-ı yemîn = defterleri sağ taraflarından verilenler, bu gölgede sâyebân olurlar" (meâlindeki âyet) i okuyunuz!] demiştir.
CENNET
Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır. Çoğulu Cinân ve Cennât'tır.
Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur'an-ı Kerîm'de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir ki, O, Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah'a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir. " (Kâf, 50/31-33).
"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd buyurduğu Adn Cennet'lerine gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî olanları vâris kılacağız. " (Meryem, 18/60-63).
Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. Kur'an'da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükâfatı." (Tâhâ, 20/76).
Kur'an'da Cennet'in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (ez-Zümer, 39/20), güzel meskenler (et-Tevbe, 9/72)
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (er-Rahmân, 55/58-54)
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet'te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21).
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir. Sizin için orada çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (ez-Zuhruf 43/71-73).
"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur" (Saffât, 37/47).
4- Cennet'te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmiş. "Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir" (el-Hicr, 15/47-48).
"Onlar Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler: Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)." (el-Vâkıa, 56/25-26).
5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet'i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet'teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir etmiştir:
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç nedenler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir. " (el-İnsan, 76/11-22).
Cennet'in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadis*in ifade ettiği durumdur: Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım." (et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül, fî ahâdisi'r-Rasul, V, 402).
Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder (et-Tâc, aynı yer).
Ehl-i Sünnet inancına göre mü'minler Cennet'te Allah'ı görecekler, bu onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna "Rü'yetullah*" denir. Bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de: "O gün Rablerine bakan ter-ü tâze (ışık saçan) yüzler vardır. " (el-Kryame, 75/22-23) buyrulur. Rasûlullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: "Siz gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz. Onu görmekte haksızlığa uğramıyacak, izdihâma düşmeyeceksiniz. " (Buhârî, Mevâkıt 16, 26). Suheyb (r.a.)'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.s.): "iyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyâde (Allah'ı görmek) vardır. " (Yunus, 10/26), ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Cennetlikler Cennet'e girdiği zaman Allah (c. c.) şöyle buyuracak: " Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" Cennetlikler de Şöyle derler: "Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet'e koymadın mı, bizi Cehennem'den kurtarmadın mı? (o yeter)." Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: "Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz. " (Müslim'in rivayeti, et-Tâc, V, 423).
Müminlerin Allah'ü Teâlâ'yı Cennet'te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur'an ve Sünnet'te bildirildiği için kesinlikle böyle inanırız. Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu açıkça ifade eder: "Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. " (Âli İmrân, 3/133).
Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivayet olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu. " (Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, II, 483).
Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim. " (Aynı eser, II, 713).
Bu Hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmış olup hâlen mevcuttur.
Cennetlikler: Kur'an ve Sünnet'te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet'te gerçekleşir: "Takva sahipleri, elbette Cennet'lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller. " (el-Hicr, 15/45-48).
Kur'an-ı Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe inananların, Allah'ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların Cennete gireceklerini bildirmektedir. (el-Meâric, 70/23, 24, 25, 26, 27, 29, 33). Ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın rızasını dileyerek sabredenlere (er-Ra'd, 13/20, 21, 22, 23); şükredenlere (el-Ahkâf, 35/15-16) yürekten tövbe edenlere (et-Tahrim, 66/8); Allah yolunda canını feda eden şehitler (el-Bakara, 2/154) ve Allah'a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah'ın ölçüsünde Allah'a yönelenlere" (Kaf, 50/31-34) içinde ebedî kalınacak Cennet'e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur'an ayetlerinden bazılarında şöyle buyrulur:
"İman edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol Cennetler'e hidâyet buyurur. Bunların, Cennet'te duâları: Allah'ım, seni tesbih ve tenzih ederiz. sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep selâmdır. Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler, âlemlerin Rabbine mahsustur." gerçeğidir" (Yunus, 10/9-10).
"Kim de O'na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler var. "
" Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle Cennetler' de ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır" (Tâhâ, 20/75-76).
"İmran b. Husayn (r.a.)'dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 40). Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir. Çoğu insan mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennet'e ilk giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi hesap ve ikap görmeksizin ilk olarak Cennet'e girecektir. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 41-43).
Hadislerden öğrendiğimize göre (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 845). Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar Cennet verilecektir. Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 264-275). Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)" (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IV 271).
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka Cennet'e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.
CENNET NEVİLERİ VE MERTEBELERİ
1-Cennetü'n-Nâim: "Beni Cennetü'n-Nâim'in varislerinden kıl... " (Şuârâ, 26/85) Ayrıca (bk. el-Mâide, 5/65; et-Tevbe, 9/21; Yunus, 10/9).
2-Cennetü'l-Adn: "Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlûkatın en hayırlısıdırlar. Onların mükâfâtı Rableri katında And Cennetleridir ki onların altlarından nehirler akar, orada onlar ebedî kalıcıdırlar, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. Bu Rabb'inden korkanlar içindir. " (Beyyine, 98/8, Ayrıca bk. et-Tevbe, 9/72; er-Ra'd, 13/23; en-Nahl, 16/31)
3-Cennetü'l-Firdevs: "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs Cennetleri. vardır " (el-Kehf,18/107 ve el-Mü'minun, 23/11).
4-Cennetü'l-Me'vâ: "Iman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ Cennetleri vardır. " (Secde, 32/19 ve En-Necm, 53/15).
5-Dârü's-Selâm: "Halbuki Allah Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidâyet buyurur. " (Yunus, 10/25 ve el-En'âm, 6/127).
6-Dârü'l-Huld: "O Rab ki, fazlından bizi durulacak yurda (Cennet'e) kondurdu." (Fâtır, 35/35).
Her ne kadar Ibn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada Ibn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek, çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir (Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, Istanbul (t.y.), V, 4033).
Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir (Müslim, Imâre, 116). Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad (544/1149) birinci görüşü tercih etmiştir (en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), XIII. 28).
Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...). Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar" buyurmaktadır. (Buhârî, Cihad 4)
Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, Istanbul 1309, VI, 539). Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim (el-Aynî, aynı yer).
Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır. (Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI. 37-8)
CENNET TABAKALARI:
İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i, Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır (el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl, Beyrut (t.y.), I, 119). Bunlar:
1-Cennetü'n-Nâim: "Beni Cennetü'n-Nâim'in varislerinden kıl... " (Şuârâ, 26/85) Ayrıca (bk. el-Mâide, 5/65; et-Tevbe, 9/21; Yunus, 10/9).
2-Cennetü'l-Adn: "Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlûkatın en hayırlısıdırlar. Onların mükâfâtı Rableri katında And Cennetleridir ki onların altlarından nehirler akar, orada onlar ebedî kalıcıdırlar, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. Bu Rabb'inden korkanlar içindir. " (Beyyine, 98/8, Ayrıca bk. et-Tevbe, 9/72; er-Ra'd, 13/23; en-Nahl, 16/31)
3-Cennetü'l-Firdevs: "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs Cennetleri. vardır " (el-Kehf,18/107 ve el-Mü'minun, 23/11).
4-Cennetü'l-Me'vâ: "İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ Cennetleri vardır. " (Secde, 32/19 ve En-Necm, 53/15).
5-Dârü's-Selâm: "Halbuki Allah Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidâyet buyurur. " (Yunus, 10/25 ve el-En'âm, 6/127).
6-Dârü'l-Huld: "O Rab ki, fazlından bizi durulacak yurda (Cennet'e) kondurdu." (Fâtır, 35/35).
Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek, çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir (Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul (t.y.), V, 4033).
Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir (Müslim, İmâre, 116). Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad (544/1149) birinci görüşü tercih etmiştir (en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), XIII. 28).
Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...). Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar" buyurmaktadır. (Buhârî, Cihad 4)
Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, VI, 539). Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim (el-Aynî, aynı yer).
Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır. (Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI. 37-8)
Nimet ve Sefahat
Kitabın ilerleyen bölümlerinde Kuran'da tarif edilen cenneti inceleyecek, ayetlerde yapılan tasvirlerden yola çıkarak, bu muhteşem mekanı kavrayabildiğimiz kadarıyla gözümüzde canlandırmaya çalışacağız. Ancak bundan önce değinilmesi gereken bazı önemli noktalar var. Çünkü içinde yaşadığımız toplumdaki bazı yanlış inanışlar ve izlenimler pek çok insanın aklında ya da bilinçaltında bu konuya doğru bakmalarını önleyen engeller oluşturmuş durumda. Bu engeller nedeniyle, asıl anlamlarından saptırılmış bazı temel İslami kavramları Kuran'a göre yeniden tarif etmek gerekiyor.
Burada bu amaçla yapılması gereken ilk iş, nimet ve sefahat kavramlarını birbirinden ayırt etmektir.
İlerleyen sayfalarda, Kuran'da tarif edilen cennetin son derece "lüks" ve ihtişamlı bir mekan olduğunu göreceğiz. İçinde yaşanan hayatın, olabilecek en konforlu, en göz alıcı, en müreffeh hayat olduğuna şahit olacağız.
Oysa bugün pek çok insanın gözünde, bu tür bir hayat pek de "İslami" bir hayat değildir. Aksine, bu tür bir yaşam tarzının, Allah'tan ve dinden uzaklaşmanın doğal bir sonucu olduğunu düşünürler. En açık ifadeyle, bu hayat "sosyetik" bir hayattır. Bu nedenle de lüks içinde yaşayan toplum kesimine "sosyete" adı verilir. Bu "sosyete"nin, toplumun dine en uzak kesimlerinden biri olduğu ise açıktır.
İşte toplumda hakim olan bu yanlış anlayış nedeniyle, pek çok kişi, konforlu, lüks, gösterişli bir yaşamı ve bu yaşamın unsurlarını "gayr-ı İslami" bulur. Bu unsurlar, örneğin; kaliteli giyecekler, zengin ve gösterişli sofralar, eğlenceler, şölenler, ihtişamlı ve süslü evler, dekoratif mekanlar, değerli sanat eserleri vs., dinden kopmuş gafil insanlara ait şeyler olarak görülür. Bunlarla dolu bir hayat da, genellikle "sefahat" olarak tanımlanır ve bu sosyete ismi verilen kişiler yerilirken "sefahat içinde azgınca yaşayanlar"dan söz edilir. Sefahat, Arapça'da "sefih" kelimesinden türemiştir ve bu kelime, bir tercümeye göre, "servet ve refah içinde sorumsuzca yaşamaktan dolayı azma, şımarma, aklın zaafa uğraması" anlamına gelir.
İşte aşılması gereken bir yanlış anlama, bu noktada ortaya çıkmaktadır. Halk arasında, hatalı olarak, "sefih" kavramıyla bir tutulan bazı şeyler, örneğin lüks ve gösterişli evler, kıyafetler, sofralar, eğlenceler, şölenler cennetin temel özellikleri arasındadır. Oysa Allah'ın kulları için seçip beğendiği cennet hayatı her türlü lüksü, konforu, gösterişi içinde barındırmakla birlikte, olabilecek en güzel, en asil, dine en uygun olan hayat tarzıdır.
Yanlış anlamaya yol açan şey, sefahatin tanımının yanlış yapılmasıdır. Sefahat, yani Allah'a isyan ederek azıp şımarmak, insanın zihninde gerçekleşen bir şeydir. Kelimenin çağrıştırdığı maddi ortamla ise doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bir başka deyişle, birtakım insanları "sefih" kılan özellik, içinde yaşadıkları zengin ve gösterişli mekanlar değildir. Sorun, giysilerde, gösterişli evlerde, estetik mekanlarda, kısacası maddi zenginlikte değil, insanların zihnindedir.
Bu durumun doğal sonucu ise şudur: Bir insan, eğer Kuran ahlakına ve güçlü bir imana sahipse, son derece büyük bir zenginlik ve ihtişam içinde bulunabilir, ama bu asla onu "sefih" kılmaz. Aksine, karşılaştığı herşeyi Kuran ahlakıyla ve Kuran kıstasları doğrultusunda değerlendirdiği için etrafındaki güzellikleri birer "nimet" olarak görecektir. Bir şeyin nimet olarak görülmesi demek, onun Allah tarafından verildiğinin farkında olunması demektir. Dolayısıyla bir Müslüman çevresindeki zenginliklerin, güzelliklerin, gösterişin ve ihtişamın Allah tarafından verildiğini bilrse, doğal olarak bunun karşılığında Rabbine şükredecektir. Tüm nimetlerin yaratılış amacı da zaten budur.
Bu genel mantığı içinde yaşadığımız topluma uyarlarsak şunu söylememiz gerekir: Bugün Allah'ın hükümlerine yüz çevirerek sefih bir hayat sürenler, ellerinde bulundurdukları imkanları birer nimet olarak görmedikleri için sapmış durumdadırlar. Eğer onları bir nimet olarak görselerdi, bu onların Allah'a şükretmelerini sağlardı. Ve o zaman bu nimetlerin kullanımında da Allah'ın gösterdiği yolu izlerler, yani israftan kaçınır ve Allah'ın rızasına uygun biçimde harcama yaparlardı.
Dolayısıyla, karşımıza iki ayrı zenginlik tanımı çıkmaktadır. Bir kısım zenginler müminlerdir ki, ellerindeki imkanları birer "nimet" olarak görürler. Bir kısım zenginler de fasıklardır ki, ellerindeki imkanları sahiplenir, Allah'ı unutur ve sefahate dalarlar. Allah'ın tüm mümin kulları için öngördüğü model ise, birincisindeki zenginliktir. Ancak zenginlik de fakirlik de müminler için dünya hayatında bir denemedir. Müminler bir imtihan vesilesi olarak dünyada fakirlik de çekebilirler. Ama "Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz" (Kasas Suresi, 5) ayetinde bildirildiği gibi, Allah yarattığı tüm nimetleri iman eden kullarına vermeyi dilemektedir. Bu, belki dünyada, ancak kesin olarak ahirette gerçekleşecektir.
İşte tüm bunlardan ötürü, Müslümanların ihtişamlı, lüks ve gösterişli bir yaşamı suçlayarak, ondan çekinerek, hatta buğz ile bakmaları son derece yanlış olur. Çünkü söz konusu yaşamın tüm maddesel içeriği —güzel kıyafetler, lezzetli yiyecekler, ihtişamlı evler, sanat eserleri vs.— zaten Müslümanlar için yaratılmıştır. Allah Araf Suresi, 32. ayetinde bu gerçeği iman edenlere bildirmektedir: "De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?' De ki: 'Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır'..."
Nitekim Kuran'da iman edenlere örnek olarak Hz. Süleyman'ın zenginliği verilmektedir. Hz. Süleyman'a Allah tarafından çok büyük bir mülk verilmiştir. Kuran'da, Hz. Süleyman'ın sarayındaki ihtişam ve sanat eserleri çok ayrıntılı olarak tarif edilmektedir. (Sebe Suresi, 12-13. Neml Suresi, 44)
Ancak önemli olan, Hz. Süleyman'ın tüm bu mülk ve ihtişam içinde Allah'a şükretmesi ve tüm bunların Rabbinden gelen bir lütuf olduğunu bilmesidir. Kuran'da, Hz. Süleyman'ın "Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32) şeklinde sözü aktarılırken, bu derin kavrayışa dikkat çekilmektedir.
Hz. Süleyman'ın hayatının anlatıldığı kıssalar bize göstermektedir ki, "mal sevgisi" kavramı, yani zenginliğe ve zenginliğin her türlü çeşidine karşı istek duymak, Allah'ı zikretmeye vesile olduğu sürece, meşrudur. Kuşkusuz bu tür bir "mal sevgisi"ne sahip olan mümin, o malı Allah'ın gösterdiği yolda kullanmaktan ve harcamaktan da çekinmeyecektir. Çünkü mal bir nimettir ve sahibi de Allah'tır; dolayısıyla Allah Kuran'da nasıl emretmişse, sahip olunan tüm mal ve zenginlikler de o şekilde kullanılacaktır.
Ancak eğer mal, bir nimet olarak görülmez ise, o zaman sefahat başlar. Kuran'da, fasıklara ait olan bu zenginlik anlayışına pek çok ayette örnek verir. En belirginlerinden biri, "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir..." (Kasas Suresi, 78) diyen ve "Şımararak sevince kapılan..." (Kasas Suresi, 76) dönemin zenginlerinden Karun'dur. Karun'daki gibi bir mal sevgisi değil insanı Allah'a yaklaştırmaz, aksine O'nun yolundan saptırır. Kuran'da, insanı Allah'a imandan ve elçilerin bildirdiği gerçeklerden uzaklaştıran mal sevgisinden şu şekilde bahsedilmektedir "Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır." (Adiyat Suresi, 6-8)
İşte bu nedenle de Müslümanların zenginliğe bakışları, Kuran'da bildirilen bu ölçülere göre olmalıdır. Müslüman Allah rızası için ve Allah'ın dinine hizmet için zenginliği talep etmeli, Allah'ın var ettiği tüm nimetlere karşı istekli davranmalıdır. Çünkü dünya hayatındaki tüm nimetler Allah'ın rızası için çaba sarf eden, samimi ve ihlas sahibi kulları için yaratılmıştır. Yapması gereken şey, tüm bu nimetlere karşı sürekli şükür halinde olmak, Kuran'da "... O, ne güzel kuldu, çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi" (Sad Suresi, 30) ifadesiyle tarif edilen Hz. Süleyman'ı kendisine örnek almaktır.
Bir insan Kuran ahlakını gerçek manasıyla yaşayıp, yukarıda tarif edilen bakış açısını elde ederse, cennete girmeye de "layık ve ehil" olmuş olur. Çünkü cennetin en önemli özelliklerinden biri, sonsuz bir ihtişama, göz kamaştırıcı bir zenginlik ve estetiğe sahip olmasıdır. Mümin, bu güzelliklerin içinde "... gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32) diyen Hz. Süleyman gibi düşünecek ve hissedecek olan insandır.
Mümin, asıl yaşamı olan cennette bu tür bir bakış açısı içinde olacağına göre, ahirete bir hazırlıktan başka bir şey olmayan dünyada da bu bakış açısını kavramaya çalışmakla yükümlüdür. Zenginliği, estetiği, ihtişamı, bir "sefahat" olarak görenlerin aksine, her bir nimetin Rabbinden gelen bir lütuf olduğunu bilmeli, değerini bilmeli, bunlardan zevk alıp şükretmeyi öğrenmelidir.
İlerleyen sayfalarda inceleyeceğimiz cennet nimetleri, işte bu bakış açısı korunarak yorumlanmalıdır.
Gerçek Yaşam Bu Dünyadaki Değildir
Pek çok insan, dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel bir yaşamın kurulabileceğini sanır. Gerekli maddi imkanlar elde edildiğinde, bu dünyadaki yaşamın insanı tam olarak tatmin edebileceğini ve mutlu kılabileceğini düşünür. En yaygın kanaate göre insan, maddi bir zenginlik, bu düşünce doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir evlilik, diğer insanlar gözünde saygınlık ve toplum içinde güçlü bir kariyer elde ettiğinde, kusursuz bir hayat kurmuş olur.
Oysa Kuran'da bu tür bir bakış açısı şiddetle yerilmektedir. Aksine, Kuran'da, dünya üzerinde sürdürdüğümüz yaşamın, asla eksiksiz, mükemmel ve sorunsuz olamayacağı bildirilmektedir. Çünkü, özellikle böyle tasarlanmıştır.
"Dünya" kelimesinin kökeni bu konuda çok önemli bir anlam içerir. Kelime, Arapça'daki "deniy" sıfatından türemiştir. "Deniy" ise, alçak, düşük, basit, değersiz gibi anlamlara gelmektedir. Bu durumda "dünya" kelimesi de, bu sıfatlara haiz bir mekan anlamını taşır.
Nitekim Kuran'da, dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği sık sık vurgulanır. Dünya hayatını güzel kıldığı düşünülen zenginlik, aile, statü, başarı gibi faktörler, Kuran'a göre geçici ve aldatıcı birer metadan başka bir şey değildirler. Allah bazı ayetlerde dünya hayatı hakkında şunları bildirmektedir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Bir başka ayette ise insanın dünya hayatı dolayısıyla nasıl bir aldanışa kapıldığı şöyle açıklanır:
Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir. (A'la Suresi, 16-17)
Sorun üstteki ayette de bildirilldiği gibi, dünya hayatının ahirete üstün tutulmasıyla başlar. Çünkü bu kişiler, dünya hayatını ahirete üstün tutmakla, Allah'a iman etmeye ve Kuran ayetlerine yüz çevirmiş olmaktadırlar. Kuran'da bu gibi kişiler "Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar" (Yunus Suresi, 7) şeklinde tanımlanmakta ve hepsinin sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacakları bildirilmektedir. Elbette, dünya hayatının eksikliği, bu dünyada güzel şeylerin var olmadığı anlamına gelmez. Aksine, Allah dünyayı cenneti hatırlatacak pek çok güzel nimetle doldurmuştur. Fakat bu güzelliklerin yanına cehenneme ait olan eksiklik, çirkinlik ve kusurlar da katılmıştır. Dünyada, imtihan ortamının hikmeti gereği cennet ve cehenneme ait özellikler karışık ve birarada bulunurlar. Bu şekilde müminler hem cennet hem de cehennem hakkında fikir edinir, hem de kendilerini dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine, gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete yönelirler. Allah'ın kulları için seçip beğendiği yaşam da işte bu ahiret hayatıdır. Ahiret, Kuran'da insanların gerçek ve ebedi yurdu olarak tarif edilir.
Ancak başta da belirttiğimiz gibi pek çok insan dünyada mükemmel bir hayat kurulabileceğini sanır. Dünya hayatına özgü büyük kusur ve eksiklikleri ise, son derece doğal özellikler olarak görür. Örneğin hasta olmak çoğu insana çok doğal gelir. Aynı şekilde yorgunluk, acı, sıkıntı gibi kavramlar da son derece olağan şeyler olarak karşılanır. Oysa dünya hayatına ait tüm eksiklikler Allah tarafından çok büyük hikmetlerle yaratılmıştır. İnsana düşen bu hikmetler üzerinde derin derin düşünmek ve bunlardan kendine öğütler çıkarmaktır. İnsan hiçbir zaman hasta olmayabilir, hiçbir zaman yorulmaz, uyumak, dinlenmek zorunda kalmayabilirdi. Hiçbir şekilde yorgunluk duymayacak bir güç ve enerjiye sahip olabilirdi. Allah dileseydi insanı tüm bu eksikliklerden ve kusurlardan arındırarak yaratabilirdi. Ancak Allah insanı bu şekilde yaratmakla, ona kendi acizliğini ve zayıflığını göstermektedir.
İnsan acizliği ve zaafiyetiyle, dünya hayatının her anında defalarca yüzleşmek zorunda kalır. Öncelikle çok değer verdiği bedeni ona bu durumu sürekli olarak hatırlatır. Her sabah uyandığında şişmiş ve şekli bozulmuş bir yüzle güne başlar. Ağzında hoş olmayan bir tat ve koku, cildinde, saçlarında ve bedeninde rahatsızlık verecek bir kirlilik vardır. Eğer ayrıntılı bir temizlik yapmazsa, insan içine çıkamayacak durumdadır. Üstelik bu temizliği gün içinde sık sık tekrarlaması gerekmektedir. Çünkü üzerinden birkaç saat geçmesi sabah yapılan temizliği yok etmiştir. Birkaç gün ayrıntılı temizlik yapmaması ise insanı çok aciz ve çevresindekileri dahi rahatsız edecek bir duruma sokmaktadır.
İnsan bedeni, taş ya da metal gibi sağlam ve dayanıklı bir maddeden değil, son derece çürük bir malzeme olan etten yapılmıştır. Bu etten oluşan beden, incecik bir deri ile kaplıdır; her an en ufak bir kazada bu deri yırtılabilir. Et de yapısı gereği son derece dayanıksızdır; basit darbelerden etkilenir, bunlar yüzünden şekli bozulur, morarır ve yaralanır. Ve yaşlılıkla birlikte de eski canlılığını yitirmeye, buruşmaya ve pürüzsüz halini kaybetmeye parçalar. Ölümle birlikte ise çürümeye başlar. Toprağa konduktan bir kaç hafta sonra, parçalanır, kurtlanır, bakteriler tarafından yenir ve yok olup toprağa karışır.
Başta belirttiğimiz gibi, tüm bunlar insana aczini göstermek ve dünyanın eksikliğini hatırlatmak için özel olarak yaratılmış kusurlardır. Oysa insan et yerine çok daha sağlam ve temiz bir malzemeden yaratılmış olabilirdi. Acıdan, hastalıktan ve pislikten tamamen uzak olabilirdi. Tüm bunlar aslında, insanın Allah'a karşı ne kadar muhtaç olduğunu ve acizliğini hissettirmek ve dünyanın ne denli "eksik ve kusurlu" bir yer olduğunu göstermek için var edilen, birer yaratılış mucizesidir.
Kişi bu eksikliklere bakarak, hem kendi acizliğini hem de diğer insanların dünya hayatındaki güç ve değerlerinin ne kadar geçici olduğunu anlayabilir. Gözünde büyüttüğü, ilgisini çekmeye, takdirini toplamaya çalıştığı insanlar da kendisi kadar aciz, eksik ve kusurları olan, bakıma muhtaç insanlardır.
Ancak çoğu insan bunları kavrayamaz, var olan büyük eksiklik ve kusurları göremez. İşte bu nedenle de dünya hayatı ile tatmin bulur. Aslında bu son derece büyük bir akılsızlık ve cehaletin sonucudur. Nitekim Kuran'da bu insanların ahlakı "Şu halde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir. İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur..." (Necm Suresi, 29-30) şekilde ifade edilmektedir. Ahiretten yana gaflet içinde olup, dünya hayatına tutkuyla bağlanmak ayette de bildirildiği gibi "ilim" sahibi olmamanın bir sonucudur.
Peki o halde bu konuda sahip olmamız gereken "ilim" nedir? "Dünya hayatıyla tatmin olmamak" için üzerine özellikle eğilmemiz gereken ilim, Allah'ın bizlere vaat ettiği cennetin bilgisidir. İnsanın cennetin tarifinin yapıldığı Kuran ayetleri hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olması, bu ayetler üzerinde derin derin düşünmesi bu konuda atılacak en önemli adımdır. Allah Kuran'da İman edenlere "gerçek yurdu" şu şekilde tarif etmektedir:
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur, bir bilselerdi (Ankebut Suresi, 64)
İşte bu nedenle, ahiret yurdunu, yani cenneti bilmek için ciddi bir çaba gerekmektedir.
Cennet'liklerin Dünyadaki Durumları
Müminlerin Dünyadaki Güzel Yaşamları
Mümin Kuran'da sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde, sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken ona erişmeye başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir. Kuran'da, salih amellerde bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Ayetin bu müjdesinin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde gerçekleştiğini pek çok Kuran ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Kuran'da cennetin en yüksek dereceleri, en üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimizin dünya hayatında Allah tarafından zengin kılındığı, "bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?" (Duha Suresi, ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz. Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de birçok ayette bahsedilir.
Hem bir mükafat ve şevk kaynağı, hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatacak, onların cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin benzerlerini bu dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.
Bir mümin, onu Yaratan yüce varlığın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından ve en önemlisi ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü, dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır. Herşeyden önce Rabbinin yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah "...elçisi ile müminlerin üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe Suresi, 26) indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını bilmelerinden doğan bir huzurdur. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla ve meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri"olduğunu ve bunların kendilerini "...Allah'ın emriyle gözetip-korumakta..." (Rad Suresi, 11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların, cennetle müjdelenmiş olanların hep kendileri olduklarını bilmelerinden kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere, "...iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal Suresi, 12) vahyi doğrultusunda, asla korkuya ve heyecana kapılmazlar.
Müminler, "...bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan..." (Fussilet Suresi, 30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin'." (Fussilet Suresi, 30) derler. Müminler Allah'ın "...kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceğini" (Araf Suresi, 42) bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere "...Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez..." (Tevbe Suresi, 51) ayetince tevekkül ederler. Allah rızasına uyduklarından, "...Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." dediklerinden dolayı da onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır. (Al-i İmran Suresi, 173-174)
Ancak dünya bir deneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir. Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği şekilde fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir. Ayette bu imtihan şöyle bildirilmiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Kuşkusuz ki bu zor durum, peygamberin ve yanındaki müminlerin Rablerine olan güçlü imanlarını, Kuran ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Zaten Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta, "Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır"(Zümer Suresi, 61).
Mümin zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbirşey kaybetmez. Bu sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz yönde etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını Allah katında alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı daha da artar.
Bu durum inkar edenler için tam tersi yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, dünya hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku, üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar. Allah, saptırdığı bu insanların "...göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı" kılar ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik çökertir..." (En'am Suresi, 125).
Allah, Kendisi'nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı bağışlanma dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatlarında da en güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir. Hud Suresi'nin 3. ayetinde şu şekilde bildirilir:
Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)
Burada bildirildiği gibi, Allah'tan bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih müminlerin vasıflarındandır. Bu davranışlar müminin Rabbi karşısında ne kadar aciz ve zayıf olduğunun farkında olduğunun da bir ifadesidir. Hataları ve eksiklikleri olduğunu ve dünya hayatı boyunca da sürekli hata yapabileceğini bilmekte, bundan dolayı Allah'ın rahmetini dilemektedir. Rableri de ayette bildirildiği gibi onların bu güzel ahlakının karşılığını dünya hayatında vermekte, bu kişileri ölümlerine kadar güzel bir hayatla yaşatmaktadır. Bir başka ayette de müminlerin dünya hayatı şöyle tarif edilir:
Allah'tan sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
Dünya hayatının tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun sadece sonsuz ahiret hayatı olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.
Müminler dualarında, ahiretle birlikte dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de Rablerinden isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi'nde şu şekilde bildirilir:
(Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.
Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir. (Bakara Suresi, 200-202)
Kuran'da Allah'a gönülden iman eden, ihlas sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kıldığı bildirilmektedir. Aynı vaadin kıyamete kadar gelecek ve Rabbine hiçbir şeyi ortak koşmayan ihlaslı müminler için de geçerli olduğu, Nur Suresi'nin 55. ayetinden anlamaktayız. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır ve gerçekleşecektir. :
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Müjde
Bir önceki bölümde, Allah'a gönülden teslim olmuş ihlaslı müminlerin daha cennete girmeden önce, bu dünyada Allah'ın nimetlerine ve güzelliklerine kavuştuklarından bahsetmiştik. Bu güzelliklerin en önemlilerinden birisi müminlerin "müjdelenmeleridir". Kuran'ın birçok ayetinde Allah'ın cenneti vaat etmesinden ve müminleri bununla müjdelemesinden bahsedilmektedir. Bu müjdeleme bir ayette şöyle ifade edilmiştir:
Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (Tevbe Suresi, 21)
Bir başka ayette ise müminler için şöyle denmektedir:
Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Yunus Suresi, 64)
Allah'ın kendilerini çeşitli vesilelerle cennetle müjdelediğini, yapmakta oldukları salih amellerin Allah katında geçerli olduğunu, bekledikleri güzelliğin ise pek yakın olduğunu gören müminlerin kalplerini büyük bir ferahlık kaplar.
Kuran'da müminlerin melekler vasıtasıyla da müjdelenecekleri bildirilmektedir. Allah'a samimi bir kalple iman edip, O'na hiçbirşeyi şirk koşmayan, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve tavsiyelerine titizlikle uyan ve Kuran ahlakını yaşamak için gayret eden salih kullar böyle bir müjdeyi umut edebilirler. Şüphesiz ki bu müjde, cenneti şiddetle arzulayan bir mümin için tarifsiz bir sevinçtir. Bu durum Kuran'da şöyle anlatılır:
Şüphesiz "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin."
Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir." "Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak." (Fussilet Suresi, 30-32)
Allah resullere de müminleri müjdeleme görevi vermiştir. Allah Ahzap Suresi'nin 47. ayetinde elçisine müminlere Allah'tan büyük bir fazl olduğunu müjdelemesini, Yasin Suresi 11. ayette de Kuran'a uyan ve gayb ile Rahman'a karşı içi titreyerek korkan kimseleri bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdelemesini emretmektedir. Zümer Suresi, 17. ayette ise tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler için bir müjde olduğu duyurulmaktadır. Allah Yunus Suresi'nin, 2. ayetinde ise elçisine "…İman edenlere Rableri katında gerçek bir makam olduğunu müjde ver" diye vahyettiğinden bahsedilmektedir. Cennetle müjdelenen müminlerin ayetlerde belirtilen ortak özelliklerine baktığımızda, bunların Allah'a karşı son derece samimi, acizliklerinin bilincinde, Kuran'a ve elçiye itaat eden, Allah'tan korkan ihlaslı kimseler olduklarını görmekteyiz. Allah'ın rahmet ederek cennetine sokacağı ve oraya yakışacak kimselerin de zaten bu özelliklere sahip olmaları gayet doğaldır.
Allah'ın Vaadi
Allah, huzuruna mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini bilirler. Bir ayette şöyle geçer:
Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61)
Allah'ın kendilerine cenneti vaat etmiş olması, müminleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya sürükler. Onlar, Allah'tan daha çok sözüne sadık kimse olmadığını, O'nun salih kulları için cenneti istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını bilmektedirler. Allah'ın cenneti vaat etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir:
Şimdi kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulan kişi gibi midir? (Kasas Suresi, 61)
Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak için kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti vaat etmişse, bunlar Allah'ın izniyle sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Müminler de cennete girdiklerinde bu durumu ikrar edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:
Dediler ki: Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
Dünya hayatında çeşitli kereler müjdelenmiş ve Allah tarafından cennet vaat edilmiş müminler, yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır. En sonunda o beklenen an gelir. Bir müminin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği ve layık olabilmek için vargücüyle çalıştığı yer, "kalınacak yerlerin en hayırlısı" ve "Allah katındaki asıl varılacak güzel yer"dir cennet. Müminler için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin cennete girişleriyle ilgili bir ayet bu eşsiz manzarayı şöyle tarif eder:
Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad Suresi, 23-24)
Onlar cennette "esenlik dileği ve selamla" (Furkan Suresi, 75) karşılanacak ve "Oraya esenlikle ve güvenlikle" gireceklerdir. (Hicr Suresi, 46) Yapılacak tek şey kalmıştır: Sadece müminler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış bu sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek.
Cennet'i Şiddetle Umanlar: Allah'ın Fırkası
Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)
Allah'ın cennetini vaat ettiği ve müjdelediği müminlerin belli başlı vasıfları ayetlerde şöyle belirtilmiştir:
İman edip, salih amellerde bulunurlar. (Bakara Suresi, 25)
Allah'tan korkup sakınırlar. (Al-i İmran Suresi, 15)
Bollukta da darlıkta da infak ederler. (Al-i İmran Suresi, 134)
Öfkelerini yenerler. (Al-i İmran Suresi, 134)
İnsanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçerler (Al-i İmran Suresi, 134)
Çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp, hemen günahlarından dolayı bağışlanma isterler. (Al-i İmran Suresi, 135)
Yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmezler. (Al-i İmran Suresi, 135)
Allah'a ve elçisine itaat ederler (Nisa Suresi, 13)
Namazı kılarlar, zekatı verirler, elçilere inanır, onları savunup desteklerler. (Maide Suresi, 12)
Doğru sözlüdürler. (Maide Suresi, 119)
Hicret ederler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ederler. (Tevbe Suresi, 20)
Güzel davranışlarda bulunurlar. (Yunus Suresi, 26)
Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanırlar. (Hud Suresi, 23)
Tevbe ederler. (Meryem Suresi, 60)
Emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. (Müminun Suresi,
Namazlarını (titizlikle) korurlar. (Müminun Suresi, 9)
Hayırlarda yarışırlar. (Fatır Suresi, 32)
Muhlistirler. (Saffat Suresi, 40)
Allah'ın ayetlerine iman ederler. (Zuhruf Suresi, 69)
Bizim Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tuttururlar. (Ahkaf Suresi, 13)
Takva sahipleridir. (Muhammed Suresi, 15)
Gönülden Allah'a yönelip, dönerler. (Kaf Suresi, 32)
Görmedikleri halde Rahman'a karşı içleri titreyerek korku duyarlar ve içten Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelirler. (Kaf Suresi, 33)
İhsanda bulunurlar. (Zariyat Suresi, 16)
Seher vakitlerinde istiğfar ederler. (Zariyat Suresi, 18)
Yarışıp öne geçerler. (Vakıa Suresi, 10)
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. (İnsan Suresi, 7)
Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. (İnsan Suresi,
Elçiye gereken saygıyı gösterirler. (Hucurat Suresi, 3)
Ahirete Güzel Geçiş
Güzel Ölüm
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)
Buraya kadar, salih müminlerin dünyada güzel bir hayatla yaşatıldıklarını, korkuya ve hüzne kapılmadıklarını, sağlıklı ve huzurlu bir ruh haline sahip olduklarını gördük. Bu insanların Allah'ın rızasına uymalarından ötürü Allah'ın özel yardım, destek ve korumasını kazandıklarını, kötülüklerinin örtüleceğini, yaptıklarının en güzeliyle karşılık göreceklerini ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklarını da Kuran ayetlerinden öğrenmiş bulunmaktayız. Dünya hayatına karşılık ahireti "satın alarak", Kuran'da geçen ifadeyle "güzel bir alışveriş" yapmışlar ve Allah onlardan, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır.
Peki bu kişiler ömürlerinin sonuna ulaştıklarında ne olacaktır? Allah'ın takdir ettiği ölüm anı onlarla nasıl ve nerede buluşacaktır? İster iman eden bir kişi olsun, isterse Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, hiç kimse nerede ve ne zaman öleceğini kesinlikle bilemez. Bu gerçek Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)
Bununla birlikte, ölümün müminleri nasıl karşılayacağını, canlarının nasıl alınacağını, ölümleri anında neler olacağını Kuran'dan öğrenme imkanımız vardır. Kuran'da bize bildirildiği kadarıyla, müminin ölümü çok yumuşak bir geçiş, anlık bir boyut değiştirme şeklinde olacaktır. Aynen uyku sırasında Allah'ın "bir tür ölüme sokmuş olduğu kişinin" (Zümer Suresi, 42) ertesi sabah uyanarak yeni bir güne başlaması gibi, mümin de ölümünde, bir anda "dünya" boyutundan sıyrılacak ve "ahiret" boyutuna geçecektir. Allah bu sıkıntısız ve rahat geçişi, Naziyat Suresi'nin 2. ayetinde görevli meleklere işaret ederek, "yumuşacık çekip alanlara" şeklinde haber vermektedir.
Melekler, müminlerin canlarını almaya geldiklerinde aralarında geçen bir konuşma Nahl Suresi'nin 32. ayetinde ise şu şekilde anlatılır:
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: 'Selam size' derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin. (Nahl Suresi, 32)
Başka bir ayette de müminlerin ölüm anı şöyle tasvir edilir:
Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: 'İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti' diye melekler onları karşılayacaklardır. (Enbiya Suresi, 103)
Görüldüğü gibi, dünyada güzel bir hayat yaşatılan müminin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. O andan itibaren dünyayla tüm ilişkileri kesilmiş ve kişi, Allah'ın huzuruna çıkmak üzere tesbit edilmiş bir yere yollanmıştır. Bunun devamında da mümini, en başından beri olduğu gibi rahatlık ve kolaylık beklemektedir..
Kolay Hesap
Bir önceki bölümde iman edenlerin canlarının melekler tarafından güzellikle alınacaklarından bahsettik. İşte bundan sonra hesap anı, yani insanların tüm yapıp ettikleriyle Rablerinin huzuruna çıkacakları an gelmektedir.
Kıyametin kopmasıyla birlikte başlayan tüm gelişmeler, dünya tarihi boyunca yaratılmış bütün insanların yeni bir bedenle diriltilmeleri ve cehennem ateşinin çevresinde biraraya toplanmalarıyla devam edecektir. Daha sonra tüm şahitler getirilecek, her bir kişinin amel defteri açılacak ve herkes dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekilecektir. Bunların sonunda Allah müminleri rahmetiyle cehennem ateşinden kurtararak, cennetine sokacaktır. Şimdi bu muhteşem gösteriyi ayrıntılarıyla inceleyelim ve müminlerin kıyamet günündeki durumlarını ayetler doğrultusunda görelim.
Sur'a ilk üfürülüş ile Kıyamet başlamıştır. Dünya ve tüm evren, geriye dönüşü olmayan bir yokoluşa sahne olmaktadır: Dağlar parçalanır, denizler kaynatılır, gökler yok edilir...
Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte insanlar diriltilir ve hesaba çekilmek üzere biraraya toplatılır. İnkarcılar dirilmiş olmanın şaşkınlığını üstlerinden atamadan, verecekleri hesabı düşünerek korku ve sıkıntı içine düşerler. En ufak bir ayrıntı dahi atlanmadan, hayatı boyunca yapmış olduğu herşey kişinin ve şahitlerin gözleri önüne serilecektir. Kafirleri öldürücü bir utanca sürükleyen bu anda müminler, sevinçli ve coşkuludurlar. Çünkü "...O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir..." (Tahrim Suresi, Allah "Elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları gün yardım edeceğini" vaat etmiştir. (Mü'min Suresi, 51)
Bu ihtişamlı "sahnede" salih müminler, tüm hayatları boyunca yapıp-ettiklerinin yazılmış olduğu hesap defterlerini "sağ yanlarından" alacaklardır. Bu tanım, Kuran'da "kolay" hesaba çekilecek ve cennete sokulacak insanlar için kullanılmıştır:
Artık kitabı sağ eline verilen kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette. (Hakka Suresi, 19-22)
Rablerinin kendilerine vaat ettiğine kavuşmak üzere olan müminler, o "ebedilik gününde" (Kaf Suresi, 34) heyecanlı ve mutludurlar, bu durumları bir başka ayette şöyle tasvir edilmiştir:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 7-9)
Hesaba çekilmeleri bittiğinde artık müminler, kurtulmuş olmanın sevinci içinde Rablerinin söyleyeceği tek bir söze bakmaktadırlar: "Oraya esenlikle ve güvenlikle girin." (Hicr Suresi, 46). Bu durum başka bir ayette de şöyle anlatılır:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Artık Allah, rahmet etmiş olduğu kullarının günahlarını da bağışlamış, kötülüklerini iyiliğe çevirmiş ve cennete girmelerine izin vermiştir. Kendisine "cennete gir" denilen mümin bir kişi ise, şöyle söyler:
...Keşke kavmim de bir bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını. (Yasin Suresi, 26-27)
Bir başka ayette Allah, cennet ehlini şöyle müjdelemektedir:
...Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır... (Maide Suresi, 119)
Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahsun olmayacaksınız. (Zuhruf Suresi, 68)
Ortam da gittikçe güzelleşmektedir, "Cennette, muttakiler için, uzak değildir, yakınlaştırılmıştır." (Kaf Suresi, 31) Kuran'da bildirildiği üzere müminler için çok heyecanlı bir bekleyişten başka bir şey söz konusu olmayacaktır: Cennete sevk edilişleriyle ona girmeleri arasında geçecek kısa bir bekleyiş...
Cennet'teki Doğal Güzellikler
Takva sahiplerine vaat edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir. (Rad Suresi, 35)
Konuya başlamadan önce hemen belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. İnsanlar arasında yaygın bir batıl inanış olan, "Cennetin sadece doğal güzelliklerden, yeşilliklerden ve akarsulardan ibaret olduğu" fikri, Kurani değildir. Elbette ki doğal güzellikler ve yeşillikler cennetin mükemmel atmosferini tamamlayan, çok güzel ve estetik bir fon teşkil eder. Köşklerin ve gölgeliklerin bahçelerin içinde, pınarların yanıbaşında kurulmuş olmasının hikmeti de budur. Ancak, yalnız başına "yeşillik" cennetin tamamını tarif etmek için yeterli olamaz.
Cennet, "...ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk..." (İnsan Suresi, 13) şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime sahiptir. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar orada yoktur. Allah müminleri cennette "...ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgeliğe..." sokacaktır. (Nisa Suresi, 57) "Tam kararında" ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. Cennetteki herşey ve her durum müminin "tam istediği" gibi olacaktır. Zaten başka türlü olması, bir kusur, eksiklik ve mahrumiyet anlamına gelir ki, cennette bu tür kavramlara yer yoktur.
Allah'ın cennet ayetlerinde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de, "Durmaksızın akan su(lar)"dır. (Vakıa Suresi, 31) Dünya hayatından da gözlemlediğimiz gibi insan ruhu sudan, özellikle de akan sulardan büyük zevk alır. Bir göl, bir akarsu veya bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak insanın ruhuna hitap etmektedir. Sarayların, konakların, malikanelerin ya da villaların bahçelerine yapılan göletler, havuzlar ve fıskiyelerin, yapay veya doğal akarsuların amacı hep ruhtaki bu estetik özlemin tatminidir.
Bu estetik görüntülerin hoşa gitmesinin başlıca sebebi insan ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. Bir diğer ayette de bu güzellik şöyle ifade edilmiştir: "İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır." (Rahman Suresi, 66)
Akan suyun görüntüsü, çıkardığı ses insanın kalbine huzur ve ferahlık verir. Yükseklerden dökülen suların görüntüsü, ve gür sesi ruhtaki heybet ve ihtişam hislerini canlandırır. İnsanın Rabbine şükretmesine ve O'nun adını yüceltmesine vesile olur. Özellikle tepelerden, ağaçların ve yeşilliklerin arasından akıyorsa, ya da kayaların üzerinden süzülüyorsa oldukça etkileyici bir görünüm ortaya çıkar. Ya döküldüğü yerde birikir ya da kat kat havuzlar oluşturarak birinden diğerine akıp gider. Sürekli akan bir su, sonsuzluk ve tükenmeyen bir bolluk göstergesidir.
"Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır" (Hicr Suresi, 45) ayetinden de anladığımız gibi, müminler cennette bu tür yerlerde yaşarlar ve bundan zevk alırlar. Benzer başka bir ayette de "Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır" (Mürselat Suresi, 41) şeklinde bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekandır. Cennet köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş sahasında bulunur. Gölgelikler, özel olarak müminlere zevk alacakları bir ortam hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has içkilerin içileceği, müminlerin biraraya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte eğlenecekleri mekanlardır. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraların çekiciliğini artırmaktadır. Bu pınarlardan tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırır.
Cennete has bir başka doğal güzellik ise ayette sözü geçen bahçelerdir. Şura Suresi'nin 22. ayetinde bahsedilen "cennet bahçeleri" sadece müminler için hazırlanmıştır. Bahçelerin özelliği, birçok doğal güzelliği uyum içinde barındırıyor olmasıdır. Bu bahçelerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yetişen en narin ve en güzel kokulu bitkilerin benzerleri ve bunlar gibi sonsuz çeşidi yetişmekte, insanın bildiği ve de bilmediği birçok hayvan bir arada yaşamaktadır.
Bahçeler, değişik boylarda ağaçlar, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman Suresi, 64) alanlar, bitkiler ve çiçekler, bazı yerlerde havuzlar ve fıskıyelerle süslenmiştir. Civarda görülen ağaçların bir kısmı da meyve ağaçlarıdır ve cennetin bolluğunu simgelercesine "yüklü dalları bükülmüştür" (Vakıa Suresi, 28), "üst üste dizilmiş meyveleri sarkmıştır". (Vakıa Suresi, 29). Yeşillikler, deniz ya da göl kıyısına kadar kesintisiz devam eder. Bazı ağaçlar suların ulaştığı yerlerden bile çıkabilir.
Tüm bu saydıklarımız, cennete has özelliklerin ayetler ışığında tefekkür edebildiğimiz en genel bölümüdür. Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip" (Rahman Suresi, 48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde ve Allah'ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette müminleri beklemektedir. Özellikle "...Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur..." (Şura Suresi, 22) ayetinin bildirdiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil cennetteki herşey müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. Yani Kuran'da bildirilmiş güzelliklerin ötesinde, kişinin hayalgücü, Allah'ın izni ve lütfu sayesinde ortam şekillendirilecektir.
Sonsuz Lezzet
Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için. (Mürselat Suresi, 43)
Ayetlerde cennet ehlinin en güzel yemeklerle ve çeşitli içeceklerle nimetlendirildikleri bildirilmektedir. Burada beslenme gibi bir ihtiyaç olmayacağına göre, bu ayetler bize yemenin-içmenin ancak zevk almak için yaratıldığını göstermektedir.
Dünyada iman edip salih amellerde bulunan ve çaba harcamaları Allah tarafından şükre değer bulunan müminler için cennette hazırlanan yiyecekler, dünyadakilere çok benzemektedir. Cennet ehli bu benzerliği şu şekilde ifade eder:
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Gerçekten de dünyada insanın nefsinin çektiği, hem görüntü hem de tat olarak zevk veren yüzlerce çeşit yemek vardır. Bu yemeklerin benzerlerinin cennette de müminlere hoşnutluk vermek üzere var edilmeleri şüphesiz Allah için çok kolaydır. Ancak bunlar dünyadaki gibi insanda fiziksel sıkıntılar (şişmanlık, kolesterol, aşırı doyma hissi, vs.) yaratmazlar. Allah cennet ehline "yaptıklarınıza karşılık olmak üzere afiyetle yiyin ve için" (Mürselat Suresi, 43) şeklinde seslenmektedir. Bu, Allah tarafından bir ödüllendirmedir. Allah yemek yemeyi, içmeyi cennet ehline hesapsız bir rızık olarak çok zevk alınan, haz duyulan bir ödül haline getirmiştir.
Cennete kavuşabilmek için oldukça zorlu bir imtihan dünyasını geçmek gerekmektedir. İman edenler de dünyadaki hayatları boyunca Rablerinin rızasını kazanmak için ciddi bir çaba ve üstün bir gayret göstermiş, gönülden O'na yönelip, sürekli şükredip, dua ve tevbe etmişlerdir. Rableri de bu çabalarına karşılık olarak onlara cennet nimetlerini "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere" diyerek sunmaktadır. (Mürselat Suresi, 43)
Kuran'ın bizlere bildirdiği cennet rızıklarının başında etler gelir. Allah cennetteki müminlere "...istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol" (Tur Suresi, 22) verdiğini, "canlarının çektiği kuş eti"nden (Vakıa Suresi, 21) de orada onlara sunulacağını bildirmektedir. Üstelik orada, müminlerin rızıklarının "...bitip tükenmesi de yok"tur. (Sad Suresi, 54) Çünkü müminler, "...içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler." (Mümin Suresi, 40) İstenilen yemek, istenildiği kadar yenebilir, bu yemek ne tükenir, ne de insan doyarak ya da rahatsız olarak durmak zorunda kalır.
Cennette varolan rızıklardan, Kuran'da belki de en çok söz edileni, meyvelerdir. İstek duyulup arzulanan her türden meyve, orada müminlere ikram edilmektedir. Üstelik bu meyvelerin "gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmıştır." (İnsan Suresi, 14) Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, cennet meyveleri doğal ortamlarında, ağaçlarda bulunuyor ve müminler de bunları oradan kolayca alarak, yiyebiliyorlar. Nitekim Vakıa Suresi'nin 28. ve 29. Ayetlerinde "yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları" ifadeleri kullanılarak, meyvelerin ulaşılmasının kolaylığı, cennetin bereketine ve bolluğuna bağlanmıştır. Meyveler öylesine bol ve bereketlidirler ki, ağaçların dalları onları taşıyamamaktadır. Bükülmüş ve aşağı sarkmış bu dallardan da o meyvelere ulaşmak çok kolaydır.
Cennette meyveler gümüş ya da altın tepsilerde, şık ve estetik kaplarda müminlere tahtlar üzerinde sohbet ederlerken ikram ediliyor olabilir. Şüphesiz bunların dünyada insana rahatsızlık veren çekirdek, çürük, eziklik gibi kusurları da cennete layık bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Hepsi kusursuz ve göz alıcı bir güzelliğe sahip olarak müminlere ikram edilmektedir.
Meyveler bir yandan da cennetin güzelliğine ayrı bir renk ve estetik katarlar. Her cinsten meyveyle yüklü ağaçların rengarenk görüntüsü cennetin muhteşem manzarasını daha da güzelleştirir. Hakim renk yeşildir. Yeşilin içinde sarılar, turuncular, kırmızılar olması insan gözüne hitap eden çok estetik bir görüntüdür. Bu görüntü Allah'ın sanat ve kudretinin de bir göstergesi olarak ayrı bir şükür vesilesidir.
Yaratılan bunca güzel yemek ve meyve yanında, elbette içeceklerin olması da arzulanabilir. Ayetlerde bu içeceklerden de bahsedilmektedir. Örneğin bir ayette "kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır" (Saffat Suresi, 45) şeklinde geçmektedir. Müminler için cennette "sonu misk olan, karışımı tesnimden, mühürlü, katıksız bir şarap" (Mutaffifin Suresi, 25-27) hazırlanmıştır. Ayetlerde de belirtildiği gibi bu içecekler aynı zamanda güzel kokular da içermektedir. Ayrıca şüphesiz bu şarap, dünyadakilere benzememektedir. Cennet ehlini sarhoş etmeyecek, içenlerin şuurunu bulandırmayacaktır. Allah cennette içkilerin kadehlerle sunulduğunu, ve bu içkilerden başların ağrımayacağını, müminlerin kendilerinden geçip akıllarının çelinmeyeceğini söyler. Bu ikramı yapanlar ise, Allah'ın özel olarak görevlendirdiği civanlardır.
Cennet'te Müminlerin Yaşadıkları Yerler
Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Müminlerin dünya hayatlarını geçirdikleri evler, daha önce de belirttiğimiz gibi "içinde Allah'ın adının anılmasına izin verdiği" (Nur Suresi, 36) mekanlardır ve yine Allah'ın emri doğrultusunda tertemiz tutulan, özen gösterilen yerlerdir. Cennet evleri de bunun benzeri olarak yine, müminlerin Allah'ı andıkları ve O'na şükrettikleri tertemiz mekanlardır.
Müminlerin yaşadıkları güzel meskenler, evler, köşkler bir önceki bölümde tasvir edilen doğal güzelliklerin içinde kurulmuş olabileceği gibi, bunların son derece modern, üstün bir teknolojiye ve estetik mimariye sahip şehirlerde inşa edilmiş olması da mümkündür.
Kuran'da sözü geçen evler, genellikle doğal güzelliklerin içine inşa edilmiştir. Bunu bildiren bir ayet şöyledir:
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
Köşklerin yükseklerde olması karşılarındaki ve aşağılarındaki manzara seyredilirken, görüntüye çok sayıda detay girmesini sağlar. Böylece birçok güzelliği aynı anda algılama imkanı doğar. Yükseklik değiştikçe görüntünün güzelliği de değişir. Her metre farkta görünen güzelliklerin boyutu bir öncekiyle aynı olmayacaktır. Cennette bazı köşkler daha yüksekte, bazıları daha alçakta olabilir, böylece her birinin manzarasının ve dolayısıyla buralardan alınacak zevklerin farklı olması mümkün olacaktır.
Ayette bahsedilen, yüksek yerlerde kurulmuş köşklerin altlarından sular akar, bu manzarayı seyretmek için geniş pencereli ya da dört bir tarafı camlardan inşa edilmiş salonlar olabilir. Böylece insan ruhunun en çok zevk alacağı şekilde döşenmiş evlerde, tahtlar üzerinde yaslanırken, ve en güzel meyvalar ve içeceklerle rızıklandırılırken müminler, yükseklerden bakarak birbirinden muhteşem manzaraları da seyretme zevkini tadarlar.
Köşklerin tasarımı ve döşenmesi en kaliteli malzemeyle, en uyumlu renklerle yapılmıştır. Rahat koltukları, karşılıklı oturulan tahtları vardır. "Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır." (Vakıa Suresi, 15-16) ve "özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır..." (Tur Suresi, 20) şeklindeki ayetlerden de anlaşılacağı gibi tahtlar zenginlik, ihtişam ve kudret sembolüdür. Allah sonsuz cennet nimetlerini nasip ettiği müminlere böylesini layık görmüştür. Onlar cennetteki tahtlar üzerinde kurulup yaslanırlar. Bu ortamda müminler sürekli Allah'ı anarlar.
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır Suresi, 33-35)
İhtişamlı tahtlar üzerinde oturan müminler çevrelerini "bakıp-seyretmektedirler". (Mutaffifin Suresi, 23) Dünyada gördüğü güzel bir manzaranın, güzel bir görüntünün karşısından ayrılmak istemeyen insan için cennetteki muhteşem manzaraların ve güzelliklerin yalnızca seyredilmesi bile görsel bir ziyafet, büyük bir nimettir. Müminlerin bakıp seyrettikleri bir eğlence, bir şölen de olabilir. Dünyanın yaratılışından yokoluşuna kadar yaşamış ya da yaşayacak müminlerle bu zevkleri ve güzellikleri paylaşmak sadece cennete has bir nimettir. Örneğin Hz. Musa ile, Hz. İsa ile ya da salih müminler ve sahabelerle karşılıklı tahtlarda oturup sohbet etmek, birlikte Allah'ı anmak dünyada nasip olabilecek bir zevk değildir, bu zevk ancak cennete mahsustur.
Cennette müminlerin her diledikleri şey yaratılacaktır. Allah dileklerinin kendilerine ulaştırılması için özel hizmetkarlar görevlendirmiştir. Ayette şöyle geçer: "Kendileri için (hizmet eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl." (Tur Suresi, 24) Bir başka ayette de bu durum şöyle ifade edilir: "Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır durur, sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın." (İnsan Suresi, 19)
Allah'ın cennetine layık kıldığı müminler son derece değerli ve seçkin insanlardır. Müminlerin hizmet edilen, "ikram görenler" (Saffat Suresi, 42) konumunda olmaları da Allah'ın onlara verdiği değeri gösterir. Müminlere hizmet etmeleri için yaratılan hizmetkarlar müminlerin arasında dönüp dolaşırlar, müminlerin bir dediği iki edilmez. Sürekli, kesintisiz bir hizmet ve ikram yapılır. Kuran'da cennettekilere hizmet için yaratılmış civanlardan şöyle bahsedilir:
Kendileri için (hizmet eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) 'sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırılpırıl.' (Tur Suresi, 24)
Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın. (İnsan Suresi, 19)
Cennette müminlerin dilediklerinin anında sebepsiz yaratılmasının yanısıra, nimetlerin böyle kusursuz bir hizmet ve ikram içinde sunulmaları da görkemli bir güzellik oluşturur. Hizmette kullanılan eşyalar da çok değerli, kaliteli ve gösterişlidir. Ayetlerde altın ve gümüş kullanıldığı anlatılır:
Çevrelerinde gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüyle tesbit etmişlerdir (İnsan Suresi, 15-16).
Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71).
Müminlerin dünyadaki çabalarından biri de dünya hayatındayken Kuran'da tarif edilen cennet nimetlerine, cennet hayatına yakınlaşmaktır. Cennetteki kıyafetlerin, elbiselerin ve kumaşların mükemmelliğini ayetlerden öğrenmekteyiz. Dünyada Allah giyinmeyi insanlara öğreterek onların bu sayede hem örtünmelerini hem de şık ve estetik olmalarını sağlamıştır. Bu durumu açıklayan bir ayet şöyledir:
Ey Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (varettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)
Allah "Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (Araf Suresi, 31) ayetiyle iman edenlere şık ve temiz kıyafetler giymelerini tavsiye etmiştir. İşte cennette müminlere giydirilecek kıyafetler de, dünyadakilerden kat kat ihtişamlı ve gösterişli olacaktır.Kuran'da özellikle cennette bulunan iki kumaşa dikkat çekilmiştir: İpek ve atlas. Bir ayette cennettekiler için "hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler" (Duhan Suresi, 53) denmiştir. Bu iki kumaş da dünya standartlarında az bulunan, pahalı ve çok kaliteli kumaşlardır. Bunlardan yapılan elbiseler de giyen kişiye estetik bir zevk vereceği gibi seyreden kişiye de çok büyük bir zevk verecektir. Bu elbiselerin güzelliği ve ihtişamı, onları taşıyanların güzelliği ve kusursuzluğu ile bütünleşir ve ortaya muhteşem bir manzara çıkar.
Elbette ki, cennetteki kumaşların ve kıyafetlerin hepsi bu ikisiyle kısıtlı değildir, Allah bu büyük mükafatı nasip ettiği müminlere daha nice güzel kumaşlardan nice güzel elbiseler giydirecektir. Öyle ki, bizim henüz bilmediğimiz kumaş cinslerinden, henüz bilmediğimiz modellerde elbiseler de orada var edilebilir.
Kuran bize, bu güzel elbiselerin bazı takılarla süslendiğini ve gösterişlerinin artırıldığını haber verir. Bu takılardan özellikle dikkat çekilenler altından ve gümüşten bilezikler ve incilerdir. Örneğin, Hac Suresi 23. ayette "...orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri ipek(ten)dir" şeklinde bildirilmektedir. Bir başka ayette ise "Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir..." (İnsan Suresi, 21) şeklinde bildirilir. Böylece güzel kıyafetler güzel takılarla tamamlanmış ve müminlerin zevkine sunulmuştur.
Cennetteki malzemenin temeli "çeşit çeşit incelik" ve "çarpıcı güzellikler"dir. Bunlar Allah'ın sonsuz ilminin ve sanatının birer yansımasıdır. Örneğin tahtlar mücevherli, yükseklere kurulmuş ve özenle dizilmiştir. Kıyafetler ipekten ve atlastandır. Altın ve gümüş takılar bu kıyafetleri süslemektedir. Allah çok detay vermiş, ancak hayalgücünü açık bırakan ifadeler de kullanmıştır. Cennette (Allah en iyisini bilir) her müminin kendi zevkine göre özel olarak ayarlanmış türlü nimetler, görüntüler ve çeşit çeşit ortamlar olacaktır. Kuşkusuz Allah, cennete layık ve ehil kıldığı değerli müminlere, Kuran'da belirttiği nimetlerin dışında daha nice sürprizler hazırlamıştır.
Cennet'tekilerin Eşleri
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır... (Nisa Suresi, 57)
Cennet sonsuz bir hayatın sürüleceği, Allah'ın iman etmiş salih kullarına mükafat olarak hazırlamış olduğu muhteşem bir mekandır. Kuran cenneti tasvir ederken, önceki sayfalarda değindiğimiz gibi içinde yaşanılacak evlerden, yenilecek yemeklerden, içkilerden, cennet ehlinin giyimlerinden ve cennete has doğal güzelliklerden bilgiler verir. Aynı dünya hayatında olduğu gibi cennette de devam eden, "yaşanılan" bir hayat vardır. Elbette ki bu hayat dünya ile kıyas yapılamayacak kadar mükemmeldir, ancak genel anlamda birbirine benzerlik göstermektedir. Bu nedenle de iman edenler dünya hayatından ahiret hayatına geçtiklerinde, herhangi bir şaşırma, yadırgama, bir uyum zorluğu ile karşılaşmayacaklardır.
Bu sonsuz hayat içinde elbette ki müminler, dünya hayatlarında yaşadıklarına benzer bir yaşantı süreceklerdir. Yani yiyecekler, içecekler, giyecekler, evlerde kalacaklar ve elbetteki eşleri olacaktır. Allah'ın onlara sunmuş olduğu bir nimet olarak güzel eşlerle birlikte cennete girecek ve sevinç içinde ağırlanacaklardır. (Zuhruf Suresi, 70)
Kuran'da tarif edilen cennet kadınlarının önemli bir özelliği "tertemiz" olmalarıdır. Kuran'da bu, "...onda, onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır..." (Nisa Suresi, 57) ifadesiyle bildirilmektedir. Cennet kadınlarının dünyada olduğu gibi sürekli temizlenmelerine, bakım yapmalarına gerek olmayacaktır. Çünkü cennette pislik ve kirlenme gibi kavramlar yoktur, buna meydan veren sebepler de ortadan kaldırılmıştır. Dünyaya ait tüm eksiklikler, sıkıntılar ve ihtiyaçlar cennet hayatında tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu duruma işaret eden bir başka ayet de "Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık." (Vakıa Suresi, 35) ayetidir. Bu yeni yaratılış, cennete has üstün ve mükemmel özelliklere uygun bir yaratılış olacaktır.
Cennetin mükemmelliğine uygun bir yaratılışı tefekkür ettiğimizde cennetteki kadınlar hakkında şu genel özellikler akla gelir: Saçları her zaman pırıl pırıl ve tertemizdir, ciltleri de tertemiz ve pürüzsüzdür, vücutlarından enfes kokular yayılır. Bir hadiste bu kadınlardan şöyle bahsedilmektedir: "Eğer cennet kadınlarından bir tanesi dünyaya gelseydi, dünyanın her tarafını (güneş gibi) aydınlatır ve dünyayı güzel koku ile doldururdu." (Resul-i Ekrem SAV, 72)
Cennette müminlerin evlendirildiği kadınların diğer bir özelliği, sadece kendi eşleri için yaratılmış "yaşıt kadınlar" (Sad Suresi, 52) olmalarıdır. Kuran'da onların bu özellikleri "ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır." (Saffat Suresi, 48) ayeti ile duyurmuştur. Bir başka ayette de bu durum şöyle ifade edilir:
Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur. (Rahman Suresi, 56)
Bazı ayetlerde söylendiği şekilde "saklı bir yumurta gibi" (Saffat Suresi, 49) ya da "saklı inciler gibi" (Vakıa Suresi, 23) olmaları da, bu kadınların sadece eşleri için yaratılmış ve korunmuş olduklarını kanıtlar niteliktedir. "Saklı" ifadesi, erişilmelerinin zor, sahip olunmalarının da aynı oranda kıymetli olduğunun göstergesidir. Yumurta ve inci benzetmeleri ise ciltlerinin parlak ve pürüzsüz olmasına işaret etmektedir. (Allah en iyisini bilir.)
Sadece kendisine ait olan, yanlızca kendisine ilgi ve sevgi gösteren kadına duyulan istek, insanın ruhuna çok zevk veren bir duygudur. Şüphesiz ki bu güçlü duygunun kaynağı mümin ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. İnsan ruhu güzel konuşmaktan, iltifat etmekten ve iltifat görmekten çok fazla zevk alır. İşte "bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş" cennet kadınları ile bu istek fazlasıyla yerine getirilebilir. Allah Rahman Suresi'nin 70. Ayetinde cennet kadınlarını "huyları güzel" (Rahman Suresi, 70) şeklinde tarif etmiştir.
Müminlerin kadınlarının sadece eşleri için varolduğunun bir başka göstergesi ise, "otağlar içinde korunmuş huri kadınlar" (Rahman Suresi, 72) ayetinden anlaşıldığı üzere, bu kadınların özel bir ihtimam gösterilerek saklandığıdır. Nitekim bir başka ayette de "Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur" (Rahman Suresi, 74) şeklinde, birlikte olacakları varlığın eşleri olacağına işaret edilmiştir. Vakıa Suresi, 36. ayette ise "onları hep bakireler olarak kıldık" denerek bu ifade pekiştirilmiştir. Allah, cennetteki müminleri ve eşlerini, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmış olarak, 'sevinç ve mutluluk dolu bir meşguliyet' içinde (Yasin Suresi, 55-56) tasvir etmektedir.
Cennette tüm müminlerin kendi eşleri vardır, hepsi de kişinin arzuladığı özelliklere sahip olarak mükemmel bir biçimde yaratılmışlardır. "Eşlerine sevgiyle tutkun" (Vakıa Suresi, 37) olmaları, kadınların dünyadaki cahiliye kıstaslarını anımsatır şekilde "çıkar elde etme ve geleceğini güvene alma" gibi dürtülerle değil, sadece Allah rızasını temel alan bir sevgi ve tutkuyla bağlı olduklarına işaret etmektedir.
Cennete has bir özellik olarak Allah, kadınların yüz güzelliğine "orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır" (Rahman Suresi, 70) diyerek dikkat çekmiştir. Demek ki yüz güzelliği mümini çok etkileyen bir vasıftır. Kadınların yüzlerinde ruh temizliklerini yansıtan bir içsel güzelliğin parıltısı vardır. Bu ifadeyle, görünüş olarak da son derece simetrik, orijinal, kusursuz ve pürüzsüz bir yüze sahip olduklarına işaret ediliyor olabilir. Bu orijinallik göz renginde, burun yapısında, kaşlarda, çenede, elmacık kemiklerinde, kısacası yüzün her ayrıntısında gizli olabilir. Nitekim ayetteki, "...ve biz onları iri-ceylan gözlü hurilerle evlendirmişiz" (Tur Suresi, 20) şeklindeki anlatımlarla yüz güzelliğine ait bir ayrıntıya, gözlere dikkat çekilmiştir.
Gerçekten de, tahtlar üzerinde ya da gölgeliklerde karşılıklı oturulup muhabbet edilirken bakışların odaklandığı merkez kişinin yüzü olacaktır. Karşımızdakiyle konuşurken onun yüzüne bakarız. Allah'ın anıldığı güzel bir ortamda hoş sohbetler içinde olan, ilgi çekici şeyler anlatan çok güzel yüzlü bir huriyi dinlemek, onunla sohbet etmek insana tarif edilmez zevkler verecektir. Allah bu ilişki sırasında müminlerin, her yönden en yüksek tatmine ulaşmasını istemektedir.
Cennet kadınlarının kusursuzluğu elbette ki yüzleriyle kısıtlı değildir. Onlar baştan aşağı muhteşem ve "değişik" bir inşa ile yaratılmışlardır. Nebe Suresi 33'te vücut güzelliklerine de atıfta bulunularak "göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar" denmektedir. Yaşıt olduklarına dikkat çeken bir diğer ayette de "…Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır" (Sad Suresi, 52) ifadesi geçer. Sonsuz yaşamda yaş söz konusu olmayacağına göre, bu ifade cennetteki kadınların ve erkeklerin birbirlerine çok uygun yaratıldığını göstermektedir.
Kuran'da cennet kadınları için kullanılan benzetmelerden biri de, "yakut ve mercan"dır. (Rahman Suresi, 58) Göze son derece hoş gelen bu zarif ve değerli taşlar cennet kadınlarının gözalıcı güzelliklerini vurgulamak maksadıyla kullanılmıştır. Yakut ve mercan benzetmelerin, hurilerin ciltlerinin ve tenlerinin pembemsi, beyazla karışık kırmızı rengini tarif için kullanıldığı da düşünülebilir.
Kuran'daki bu tür veciz benzetmeler ve özlü tasvirler sayesinde müminler, Allah'ın kendileri için ne muhteşem bir karşılık hazırladığını anlayabilmekte, Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetine kavuşabilmek için daha çok dua etmekte ve bunları kazanabilmek için daha yoğun bir çaba göstermektedirler.
Unutulmamalıdır ki nimetlerle donatılmış olan cennet, Allah'ın Kuran'da müminlere bildirdiğinin de ötesinde, tahayyül dahi edilemeyecek, insanın düşünce sınırlarının çok üzerinde özelliklere sahiptir. Cennette daha önce hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbinin hatırına getirmediği sayısız nimetler Allah'tan bir karşılık olmak üzere müminlere sunulacaktır...
Hayal Gücü Sınırlarının Ötesinde Bir Cennet
... Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)
Kuran'daki tarif, tasvir ve benzetmelerden, ayrıca geçmiş sayfalarda açıkladığımız, Bakara Suresi 25. ayette belirtildiği üzere, 'Cennet nimetlerinin dünyadakilere benziyor olmasından yola çıkarak, cennetin nasıl bir yer olacağını ana hatlarıyla tahmin edebilmekteyiz. Biliyoruz ki Allah müminleri "Kendilerine tarif edip tanıttığı cennete sokacaktır". (Muhammed Suresi, 6) Böylece dünya hayatında da, Allah'ın izniyle cennete dair bilgiler edinmemiz mümkün olmaktadır. Ancak edinilen bu bilgi, sadece Allah'ın bize öğrettiği ve cenneti tefekkür etmemize vesile olan bilgidir. Bu bilgi cennetin tamamını tarif ediyor diyemeyiz. Özellikle, bazı ayetlerde dikkat çekilen çok önemli bir ayrıntı vardır, bu da cennetin "hayalgücünü harekete geçiren" tasviridir. Şimdi, bu ayetlere bir göz atmadan önce hatırlatılması gereken bir noktaya değinelim. Kuran'da bahsi geçen "bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar" (Muhammed Suresi, 15) örneği bizlere, cennetin, insanların hayallerindeki biçiminden de öte bir yer olduğunu hissettirir. Bu ayet insan ruhunda, cennetin bir 'sürprizler mekanı' olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Allah cennetten "bir şölen" olarak bahseder:
Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah katında -bir şölen olarak- altından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah katında olanlar daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi, 198)
Allah bu ayetinde cenneti bir kutlama ve bir eğlence yeri olarak tanıtmıştır. Dünyanın "bitişi", imtihanın kazanılması ve Kuran'daki tarifiyle asıl yurda, yani kalınacak yerin güzel olanına ulaşılması, şüphesiz ki kutlanmaya değer bir sonuçtur. Bu kutlama, süresi, boyutları ve içeriği dünyadakilerin hiçbiriyle kıyaslanamayacak kadar görkemli bir kutlama olacaktır. Böyle bir şölenin, dünyada geçmişten günümüze dek, tüm kavimlerin, tüm ülkelerin adet ve geleneklerinde yer alan kutlama, gösteri, ve eğlencelerin ötesinde olacağı muhakkaktır.
Ebedi hayatta bu tür şölenlerle ve buna benzer, bitmek tükenmek bilmeyen envai çeşit nimetlerle sürekli meşgul olmak, yalnızca cennete özgü bir vasfı da beraberinde getirecektir: Yorulmamak... Kuran'da bu mükemmellik cennetteki müminlerin ağzından şöyle duyurulur: "...Burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz". (Fatır Suresi, 35) Elbette bu yorgunluğa zihinsel yorgunluk da dahildir.
Dünyevi şartlarda insan, bedenen zayıf yaratıldığından kolay yorulur. Yorulduğunda ise zihni bulanmaya başlar, konsantrasyonu dağılır, sağlıklı düşünebilmesi zorlaşır, algılaması da zayıflar. Oysa bu durum cennette söz konusu olmayacaktır. Müminin Allah'ın nimetlerini eksiksiz algılayabilmesi ve bunlardan zevk alabilmesi için zihni her zaman açık, şuuru keskin olacaktır. Dünyanın eksikliklerinden birisi olan yorgunluk hissi ortadan kaldırılacağı için, müminlerin sonsuz nimetlerden aralıksız istifade edebilmeleri mümkün olacaktır. Ayetlerde de bildirildiği gibi zevk almaktan bıkkınlık duyulmayacak, cennet nimetlerinden eksiksiz bir haz alınacak ve bir nimetten diğerine geçilecektir. Yorgunluğun ve bıkkınlığın dokunmadığı bir ortamda Allah, müminlerin "her dilediklerini" (Şura Suresi, 22; Furkan Suresi, 16; Zümer Suresi, 34) yaratarak onları ödüllendirmektedir. Olmasını arzuladıkları akla gelebilecek herşey orada müminlerindir. Allah "Orada diledikleri herşey onlarındır, katımızda daha fazlası da var" (Kaf Suresi, 35) ayetiyle insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden de fazlasını vereceğini, sınırlı isteklerimizin, cennette kat kat artırılacağını belirtmektedir.
İnsanı yaratmış olan Allah, onun nefsinin isteyebileceğini ondan daha iyi bilmektedir ve bunları bir mükafat olarak müminler için cennette yaratacaktır. Kuran'da bu nimetlerin bir kısmı insanlara bildirilmiş, kalanları ise herkesin zevkine, arzularına ve hayalgücüne bırakılmıştır. Aslında genel hatlarıyla tüm müminler benzer şeylerden hoşlanırlar, farklılaşma ince detaylardadır. İnsanın dünya şartlarında imkansız gibi gözüken pekçok nimeti, ya da hakkında ilim sahibi olmadığı nimetleri Rabbinden isteyebilir. Ayrıca müminlere cennette öğretilecek olan nimetler de müminler tarafından istenilebilir. Bunu ise sadece Allah bilmektedir.
Cennetin bu eşsiz güzelliklerini tasvir eden bir başka ayet ise şöyledir:
Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." (Zuhruf Suresi, 71)
Bu ayetten anlaşılan, mümini orada sürprizlerin beklediğidir. Gördüğü şeylere sevinecek, bunlardan zevk alacaktır. Diğer müminlerin zevk aldıklarını, gördüklerinden ve yaşadıklarından hoşlandıklarını görmek de mümin için ayrı bir mutluluk vesilesidir.
Unutulmaması gerekir ki, 'doğruluk makamı' olan cennetin en büyük nimetlerinden biri de cehennem azabından korunmuş olmaktır (Duhan Suresi, 56). Uğultusunu bile duymadıkları (Enbiya Suresi, 102) cehennemi dilediklerinde görebilen, cehennem halkı ile konuşabilen müminler için tüm bunlar, büyük şükür vesilesi olmaktadır:
Dediler ki: "Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaptan korudu. Şüphesiz biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir." (Tur Suresi, 26-28)
Kuran'da cennetin çeşitli dereceleri, ya da farklı bölümleri olduğu bildirilmektedir. Bu dereceler Adn, Me'va, Firdevs ya da Naim cennetleri olarak nitelendirilmiştir. Bu isimler, içlerinde değişik zevklerin alınacağı, cennetin birbirinden farklı yerlerini tasvir ediyor olabilir –en doğrusunu Allah bilir. Taha Suresi, 75. ayette de denildiği gibi, "Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır".
Cennet öyle bir mekandır ki, Kuran'daki tarifiyle "her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün" (İnsan Suresi, 20). Burada her bir ayrıntıda çok büyük güzellikler, nimetler vardır. Her yer ve her köşe, ya da 'görüntünün her karesi' Allah'ın eşsiz ilmi sayesinde sayısız nimetlerle donatılmıştır. Sadece ve sadece Allah'ın rahmet edip bağışladığı ve cennetine soktuğu müminlere has kılınmış olarak... Rableri "onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çekmiştir, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47). Onlar, "onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler" (Kehf Suresi, 108).
Tüm Nimetlerin En Üstünü: Allah'ın Rızası
Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Önceki sayfalarda cennette var olan nimetlerin göz kamaştırıcılığını birlikte inceledik. Ortaya çıkan tablo, cennetin, insanın beş duyusuna olabilecek en büyük zevk ve lezzetleri tattırdığını göstermektedir.
Ancak cennetin tüm bunlardan çok daha üstün olan en büyük nimeti, Allah'ın rızasıdır. Müminin Allah'ın rızasını kazanabilmiş olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur. Dahası, Allah'ın verdiği herşey için O'ndan razı olmanın, O'na daimi bir şükür içinde bulunmanın verdiği asil mutluluktur. Kuran'da, cennet ehlinin bu vasfına şu şekilde dikkat çekilir:
"... Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)
Müminlerin Allah'ın rızasını kazandıklarını hissetmelerinin en çarpıcı ifadesi ise, Allah'ın onlara görünecek şekilde tecelli etmesidir. Dünyada bu durum olanaksızdır, çünkü "gözler O'nu idrak edemez..." (Enam Suresi, 103). Ancak Kuran'da bildirildiğine göre, Allah, ahirette mümin kullarına belirli bir şekilde tecelli ederek gözükecektir. Bunun nasıl olacağı ise Allah katındadır. Ancak ayetlerde geçen ifadelere göre, mahşer günü, Allah sekiz meleğin taşıdığı arşında müminlerin karşısına gelecektir. (Hakka Suresi, 17) O an müminlerin "yüzleri ışıl ışıl parlar, Rablerine bakıp-durur". (Kıyamet Suresi, 22-23) Dahası "çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü 'Selam' (vardır)". (Yasin Suresi, 58) İçinde bulundukları doğruluk makamı, Allah'ın onurlu-üstün makamıdır ve müminler burada "çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında, doğruluk makamındadırlar". (Kamer Suresi, 55)
Tüm bunlar, müminlerin Allah'ın rahmetini ve rızasını üzerlerinde en yoğun biçimde hissetmeleri anlamına gelir ki, olabilecek en büyük nimet budur. Allah'ın rızasını kazanmış olmak, hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir sevinç ve mutluluk verir insana.
Aslında cennetin diğer nimetlerini değerli kılan şey de, yine Allah'ın rızasıdır. Çünkü aynı nimetler dünyada da kısmen var olabilirler, ama Allah'ın rızası dahilinde olmadıktan sonra mümin için bir anlam taşımazlar.
Bu nokta son derece önemlidir ve iman edenlerin bunun üzerinde dikkatle düşünmeleri gerekmektedir. Çünkü nimeti asıl değerli kılan şey, onun kendi içinde taşıdığı lezzet ve zevkin çok daha ötesinde bir şeydir. Asıl değer, o nimetin Allah tarafından "ikram" edilmiş olmasıdır. O nimeti kullanan ve şükreden mümin, Allah'ın ikramıyla muhatap olduğunu, Allah'ın kendisini sevdiğini, koruyup-gözettiğini ve kendisine rahmetinden tattırdığını hisseder ki, asıl hazzı bundan alır. Nimet, bir amaç değil, araçtır. İnsanın Allah'a daha çok şükretmesini sağlamak için vardır. Dolayısıyla cennetin tüm nimetleri de yine birer araçtır; içindeki müminler ebediyen Allah'a şükretsinler diye yaratılmışlardır. Onları değerli kılan en önemli şey de budur. Kısacası, cennetteki nimetler, insanın Allah'a yakınlaşması, O'nun ebedi dostluğunu, sevgi ve hoşnutluğunu kazanmanın tarifsiz zevkine ulaşması için bir vesiledir. İşte bu nedenle, Allah'ın rızası cennetin en büyük nimetidir. Ve diğer maddi zevklerin hepsinin çok ötesindedir.
Cennetteki en çarpıcı nimetlerden biri olan ve Kuran'ın da sık sık vurguladığı güzel kadınları (hurileri) ele alalım. Bu kadınlar, estetik kavramının doruğunu temsil ederler ve son derece çekicidirler. Bunlarla birlikte olmak başlı başına büyük bir nimettir. Nitekim Kuran'da bu teşvik edilir, onların yüzlerinin, ciltlerinin ve hatta göğüslerinin güzelliğine dikkat çekilir. Allah'ın yarattığı en büyük maddi nimetlerden biri olan cinsellik, bu muhteşem kadınlarla sonsuza dek en mükemmel biçimde yaşanır.
Ancak bu kadınları bu denli değerli kılan şey, kendi güzelliklerinin ötesinde, onların Allah'tan gelen birer "ikram" olduğunun bilinmesidir. Sonuçta varılan en büyük zevk, ikram edenin sevgi, yakınlık, lütuf ve iltifatına kavuşmanın verdiği zevktir. Yapılan ikram, verilen hediye ne kadar değerli olursa olsun, bunlardan daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah'ın ikramına layık görülmenin, Allah'tan hediye almanın verdiği zevktir.
Nitekim eğer, "Allah'ın ikramı" olmasa, bir mümin için tüm nimetler anlamlarını yitirirler. En güzel kadın dahi, mümine eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde —yani helal dairesinin dışında— yaklaşırsa, anlamını yitirir. Böyle bir yaklaşım, Allah'ın rızasına muhalif bir ruhu barındırdığı için, müminin kalbini asla cezbedemez.
Hz. Yusuf'un gösterdiği büyük asalet, mümin ahlakının bu yönünü en güzel şekilde ortaya koyar. Kuran'da Mısır vezirinin karısının Hz. Yusuf'tan murad almak istediği, hatta bunun için Hz. Yusuf'u zorladığı bildirilmektedir. Ayetlerde, Hz. Yusuf'un da söz konusu kadını çekici bulduğu bildirilmektedir. Ancak Hz. Yusuf, Allah'ın haram kıldığı bu ilişkiden Allah'ın işaretiyle sakınmıştır. Kadın onu tekrar zorladığında ise, zina etmektense, hapse girmeyi yeğleyerek şöyle demiştir: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir..." (Yusuf Suresi, 33)
Hz. Yusuf'un son derece kötü şartlardaki bir hapishaneyi vezirin karısının kendisini çağırdığı fiilden daha "sevimli" bulması, Allah'ın rızasının mümin için olan önemini gösterir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmek, O'nun hoşnutluğunu kazandığını bilmek, müminin kalbi için herşeyden daha önemlidir. Maddi nimetler, eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde müminin önüne gelirse, nimet olmaktan çıkarlar ve değerlerini yitirirler.
Cennette ise, tüm maddi nimetler Allah'ın rızasına uygun bir biçimde vardırlar. Hurileri Allah özel olarak yaratmış ve kullarına ikram etmiştir. Evler, yiyecekler, tabiat güzellikleri ve diğer herşey, Allah tarafından sunulmaktadır. Onları değerli kılan şey de budur.
İşte bu nedenle, insanın kalbi ancak cennetle tatmin olur. Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır ve bu yüzden ancak O'nun ikramından zevk alır. Dünyada ise, cenneti andıran ortamlarda, yani nimetlerin O'nun rızasına uygun ve O'na şükredilerek kullanıldığı ortamlarda huzur bulur. İnkarcıların eskiden beridir hayalini kurdukları "yeryüzünde cennet" ideali, işte bu nedenle mümkün değildir. Cennette var olan maddi güzelliklerin dünyadaki benzerlerini alıp bir yere toplasanız bile, Allah'ın rızası olmadıktan sonra, hiçbir anlam ifade etmezler. Hem Allah, o maddi güzelliklerden alınan zevki de hemen yok eder.
Kısacası, cennet Allah'ın bir ikramıdır ve bu nedenle değerlidir. Cennet ehli, "ikrama layık görülmüş kullar"dan (Enbiya Suresi, 26) oldukları için ebedi mutluluk ve sevince kavuşurlar. Orada söylenecek en hikmetli söz ise "Celal ve ikram sahibi olan" Allah'ın adını övüp yüceltmektir. (Rahman Suresi, 78)
Cennet'tekilerin Aralarında Geçen Bazı Konuşmalar
Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır Suresi, 34-35)
Allah'ın cennetine, onurlu üstün bir makama yöneltip-iletmiş olduğu müminlerin buradaki konuşmaları Kuran'da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bu konuşmalar, dünya hayatında müminlere güzel örnek teşkil etmesi açısından önemlidir. Özellikle "Orada 'ne saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma. Yalnızca bir söz (işitirler): "selam, selam" (Vakıa Suresi, 25-26) ayeti dünya hayatındayken de boş sözden kaçınmanın önemini gösterir. Başka bir ayette de bu durum şöyle ifade edilir: "İçinde ne 'boş ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan. Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu)" (Nebe Suresi, 35-36). Şimdi her kelimesi hikmetli olan bu konuşmaları en başından itibaren görelim...
Hesaba çekilmelerinin ardından müminler, bölük bölük cennete sevkedilmişlerdir. Oraya vardıklarında onları ilk karşılayanlar cennetin bekçileri olmuştur. Cennetin kapıları müminler için açılır ve bekçiler onları selamlarlar:
...Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin. (Zümer Suresi, 73)
Bir başka ayette ise bu karşılama şöyle anlatılır:
Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel. (Rad Suresi, 24)
Müminlerin onlara cevabı ise çeşitli ayetlerde şöyle bildirilir:
Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. Salih amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
...Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaptan korudu. Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir. (Tur Suresi, 26-28)
...Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile geldiler... (Araf Suresi, 43)
Bunun üzerine, aynı ayetin devamında, onlara seslenilir:
İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir.
Bir ayette, müminlerin cennetteki şükürleri şu şekilde tasvir edilir:
Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Yunus Suresi, 10)
Başka bir ayette de şöyle geçer:
...Bizden hüznü giderip yokeden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz. (Fatır Suresi, 34-35)
Cennete girmiş salih müminlerin aralarında geçen konuşmalar ise şöyledir:
Böyleyken, kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar:
Bir sözcü der ki: "Benim bir yakınım vardı."
"Derdi ki: Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?"
"Bizler öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?"
(Konuşan yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?"
Derken, bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü.
Dedi ki: "Andolsun Allah'a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin."
"Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır bulundurulanlardan olacaktım.
"Nasıl, biz ölecek olanlar değil miymişiz?"
"Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil miymişiz?"
Şüphesiz, bu, asıl büyük 'kurtuluş ve mutluluğun' ta kendisidir. (Saffat Suresi, 50-60)
Bu ayetlerden de gördüğümüz gibi, müminler, sonunda ulaştıkları bu mutlu sonun ancak ve ancak Allah'ın dilemesiyle ve Rahmetiyle olduğunun bilincindedirler. Şuurları son derece açıktır ve geçmişi hatırlamaktadırlar. Belki de tüm hayatları onlara detaylı olarak gösterilmektedir. Bu sahnede, kendilerini dünya hayatında saptırmaya çalışan yakın çevrelerini görmüşlerdir. Ve anlamışlardır ki, eğer Allah'ın üzerlerindeki sonsuz lütfu ve koruması olmasaydı, kendileri de kolaylıkla yoldan sapabilirlerdi. İşte bunların bilincine varan müminler, aynen dünyada olduğu gibi cennette de Allah'a sürekli şükrederler.
Cennet ehlinin cehennemdekilerle aralarında geçen ve cehennem halkının pişmanlıklarını ifade eden sözler ise aşağıdaki ayetlerde haber verilir:
Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
Suçlu-günahkarları;
"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?"
Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler.
"Yoksula yedirmezdik."
"(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."
"Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."
"Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."
Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. (Müddessir Suresi, 40-48)
İşte böylece cehennem ehli, dünya hayatlarında yapıp ettikleri kötülükleri ikrar ederler ve artık cehennemden bir çıkış imkanı olmadığı da anlarlar. Bu konuşmalar ise cennetteki müminlerin şükürlerini ve mutluluklarını daha da arttırır. Cennet ehli ile cehennem ehli arasında geçen bir başka konuşma da şöyle anlatılır:
Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vaadettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun."
"Ki onlar Allah'ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti tanımayanlardır." (Araf Suresi, 44-45)
Ateşin halkı Cennet halkına seslenir: Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan aktarın. Derler ki: Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır. (Araf Suresi, 50)
Böylece cehennem ehlinin ızdırabı kat kat artmaktadır. Çektikleri onca acının yanında, cennet nimetlerini de görebilmekte ve cennet ehli ile de konuşabilmektedirler. Ancak onların sahip olduğu nimetlere erişebilmeleri mümkün değildir. Artık pişman olmak için çok geçtir. Bu manevi ızdırap bir başka ayette de şöyle anlatılmıştır:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
Böylece kafir olanlar dünya hayatlarında işlediklerinin feci karşılığını çekmek üzere, sonsuza dek cehenneme hapsedilirler. Müminler ise, asıl büyük kurtuluş ve mutluluğun ta kendisini bulmuşlardır...
Cennet Hakkındaki Bazı Batıl Düşünceler
Ayetlerdeki Cennet tasvirleri yalnızca Kuran'ın indirildiği dönemin değer unsurlarını mı taşıyor?
Ayetlerdeki cennet tasvirleri yalnızca Kuran'ın indirildiği dönemin değer unsurlarını mı taşıyor?
Kuran'da cenneti tarif ve tasvir eden ayetlerin tümü 14 yüzyıl önce olduğu gibi bugün de, okuyan kişide aynı ihtişam, kalite, güzellik, zenginlik, bolluk, huzur ve refah duygularını uyandırır. Cennet hakkında bahsedilen değerlerin tümü her dönemde her sınıftan insan tarafından makbul görülen ve elde edilmek istenen değerlerdir. Örneğin, Kuran'da cennette olduğu bildirilen altın, gümüş ve diğer çeşitli mücevherler yalnızca Kuran indirildiği dönemde değil, bugün de aynı derecede, hatta daha fazla revaçta olan maddelerdir.
Kuran'da bahsi geçen bir diğer cennet eşyası da "ipek"tir. Bugün gerek giyimde gerekse diğer dekoratif kullanım alanlarında "ipek"ten daha kaliteli ve değerli bir kumaş cinsi akla gelmez. İpek aynı zamanda bir zenginlik ve ihtişam sembolüdür. Kuran'daki cennet tasvirlerinde bahsi geçen bu tür kıymetli eşyaların tümü günümüzde, belki de 1400 sene öncesine göre çok daha değerli ve paha biçilmez bir konuma gelmişlerdir.
Yine Kuran'da bahsedilen cennetteki güzel meskenler, güzel konaklar, saraylar ve köşkler her devirde sahip olmak, içinde yaşamak arzu edilen, lüks ve gösterişli mekanlardır. Günümüzdeki villalar, malikaneler hep bu kategoriye girerler ve bir seçkinlik, servet ve kalite göstergesidirler.
Benzer şekilde cennet eşyası olduğu bildirilen, tahtlar, sedirler, döşekler de en rahat ve en gösterişli iç dekorasyon eşyalarıdır. Bu tür mobilyalar günümüzde en gösterişli mekanların baş köşesinde bir estetik ve ihtişam unsuru olarak yeralırlar.
Bütün mülkün sahibi olan Allah'ın sevdiği kullarına hem dünyada hem de ahirette bu tür güzellikleri layık görmesi ve bağışlaması da O'nun şanındandır.
Cennet'te yalnızca Kuran'da bildirilen şeyler mi var?
Kuran'da cennet tasvir edilirken, yaşadığımız dünyadan örnekler ve benzetmeler verilmiştir. Çünkü insan bilmediği birşeyi ancak bildiği şeylerden yola çıkarak zihninde canlandırabilir. Bu ise, her ne kadar aslı gibi olmasa da insana bir ölçüde fikir verir. Cennet nimetleri hakkında Kuran'da yapılan ince ve detaylı tarifler, oradaki nimet ve güzelliklerin, dünyadakilerin en iyi, en güzel ve en üstün olanlarından çok daha üstün olacağını bize göstermektedir.
Kuran'da cennet tarif edilirken, Allah'ın dünyada yaratmış olduğu en makbul, en kaliteli, en çok rağbet edilen, en nadir rastlanan şeylerden örnekler verir. Örneğin iri ve siyah göz nadir rastlanan ve özellikle kadınlara, son derece estetik ve çarpıcı bir görünüm veren bir göz şeklidir. İşte bu özellik nedeniyle cennette bulunan iri ceylan gözlü, siyah gözlü kadınlardan bahsedilir. Bu demek değildir ki yeşil, mavi ya da çekik gözlü kadınlar bulunmasın... Allah yalnızca cennetin üstünlüğünü ve kalitesini vurgulamak maksadıyla, dünya ölçülerinde en makbul olan şeylerin cennette çok daha üstünleriyle bulunduğunu bildirmektedir. Başka bir örnek verirsek, cennette her türlü meyveden bulunduğu Kuran'da haber verilir. Fakat örnek olarak, muz veya incir gibi genelde daha fazla tercih edilen meyveler verilir. Bu orada diğerlerinin yokluğu anlamına gelmez.
Sonsuz ve sınırsız olan cennet nimetlerini Kuran'da tek tek sayılmasının Kuran'ın hikmetiyle bağdaşmayacağı açıktır. Herkesin, zevkine göre, "nefsinin arzu ettiği", "istek duyduğu herşeyin" cennette var olduğunun haber verilmesi, cennet nimetlerinin sınırsız ve insanın hayalgücünün çok daha üstünde olduğunu ifade etmek için yeterlidir. Herkes Kuran'ı kendi imanı, aklı, samimiyeti derecesinde anlar. Kuran ayetlerini art niyetle okuyan bir inkarcı da, cennet ayetlerini kendi kısır düşünceleri doğrultusunda anlayacaktır. Akılsız bir kişinin yapacağı yorumlarının Kuran'da yapılan cennet tariflerinden çok uzak olacağı açıktır. Oysa, bir mümin ayetlerde kastedilen köşklerin, konakların, dünyanın en nadide, en kıymetli bölgelerinden birindeki, yemyeşil ağaçların arasında, dünya şartlarında olabilecek en kusursuz manzaraya hakim ve olabilecek en üstün teknolojiye sahip bir malikaneye benzeyen, ancak bunun çok daha ötesi bir güzellikteki ve çarpıcılıktaki meskenler olduğunu kavrar.
Umursamazlık
Bir kısım insanlarda cennet hakkında, "olsa da olur olmasa da olur" şeklinde bir umursamazlık, bir ilgisizlik mevcuttur. Oysa ahirette insan için iki ihtimal vardır, cennet ya da cehennem. İkisinin arası bir yere gitme gibi bir seçenek yoktur. Cenneti gereği gibi takdir edemeyen, onun özlemini çekmeyen, ona kavuşmak istemeyen bir kişinin oraya layık olmadığı ortadadır. Cennete layık olmayan bir kişininde elbette oraya sokulması söz konusu değildir. Ve cennete kabul edilmeyen bir kişinin gideceği tek bir yer vardır: Cehennem. Bu yüzden, Allah'ın müminlere çok büyük bir lütuf ve armağanı olan cenneti umursamamak, küçümsemek, ona girmeyi arzulamamak, ona girmek için çaba göstermemek, bu tutumundan vazgeçmediği sürece kişinin ateş halkından olduğunun en açık alametidir. Çok zayıf bir imana sahip olan bir kişi dahi, sonsuz cehennem azabı hakkında fikir sahibidir ve ondan korunmak için varını yoğunu ortaya koymaktan çekinmez. Bunu yapmayanın ise imanından söz edilemez.
****************************
fecir.net
CENNET
Cennet Kelimesi;
Anlam ve Mâhiyeti
Ağaçlı bahçe; yeşillikleri bol
bostan; sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren hurmalık ve bağlık.
Peygamberlerin davetine uyarak
iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar
güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve
saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki nimetler yurdunun adıdır. Çoğulu Cinân ve
Cennât'tır.[1]
‘Cennet', örtmek, gizlemek
anlamına gelen ‘cenn' kökünden türemiş bir isimdir. Sözlük
anlamı, bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe veya bostan demektir.
Aynı kökten
gelen diğer kelimelerde de bir çeşit ‘örtme, gizlilik' anlamları vardır. Örneğin,
aynı kökten gelen ‘cinn', herkese görünmeyen bir başka yaratık, ‘cinnet', aklın
kaybolması, gizlenmesi, ‘mecnun' aklı gitmiş demektir.
Kavram olarak ‘Cennet',
dünya gözüyle görülmeyen, Ahiretteki ‘sevap yurdu'nun özel adıdır.
İnsanların
işledikleri güzel amellerin sevabının, yani karşılığının verileceği bu yere
‘Cennet' denmesinin sebebi; görünüş yönünden dünyadaki bahçelere benzemesi,
içerisinde bulunan eşi ve benzeri olmayan nimetlerin insan anlayışına gizli
olması, insanların onu dünyada iken görmemeleridir.
Kur'an, bu
kelimeyi ‘cennetün', ya da ‘el-Cennetü' şeklinde kullanmaktadır ki, bazen
dünyadaki bahçeler, bazen de Ahiret yurdundaki ‘cennet' kasdedilir.
Şu âyette
‘cennet' dünyadaki bahçe, bostan anlamındadır:
"Yalnızca
Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için
mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağanak yağmur
altında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin (cennetin) örneğine benzer ki ona
sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yapmakta
olduklarınızı görendir." (Bakara: 2/265)
‘Cennet' kelimesinin çoğulu ‘cinan' veya ‘cennât' olarak gelir. Kur'an, ‘cennât'
kelimesini sık sık kullanmaktadır.
[2]
[1]
Durak Pusmaz, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 1/300.
[2]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 105-106.
Cennette
Yalnızca Kuran'da Bildirilen Şeyler mi Var?
Kur'an'da
cennet tasvir edilirken, yaşadığımız dünyadan örnekler ve benzetmeler
verilmiştir. Çünkü insan bilmediği birşeyi ancak bildiği şeylerden yola çıkarak
zihninde canlandırabilir. Bu ise, her ne kadar aslı gibi olmasa da insana bir
ölçüde fikir verir. Cennet nimetleri hakkında Kur'an'da yapılan ince ve detaylı
tarifler, oradaki nimet ve güzelliklerin, dünyadakilerin en iyi, en güzel ve en
üstün olanlarından çok daha üstün olacağını bize göstermektedir.
Kur'an'da
cennet tarif edilirken, Allah'ın dünyada yaratmış olduğu en makbul, en kaliteli,
en çok rağbet edilen, en nadir rastlanan şeylerden örnekler verir. Örneğin iri
ve siyah göz nadir rastlanan ve özellikle kadınlara, son derece estetik ve
çarpıcı bir görünüm veren bir göz şeklidir. İşte bu özellik nedeniyle cennette
bulunan iri ceylan gözlü, siyah gözlü kadınlardan bahsedilir. Bu demek değildir
ki yeşil, mavi ya da çekik gözlü kadınlar bulunmasın... Allah yalnızca cennetin
üstünlüğünü ve kalitesini vurgulamak maksadıyla, dünya ölçülerinde en makbul
olan şeylerin cennette çok daha üstünleriyle bulunduğunu bildirmektedir. Başka
bir örnek verirsek, cennette her türlü meyveden bulunduğu Kur'an'da haber
verilir. Fakat örnek olarak, muz veya incir gibi genelde daha fazla tercih
edilen meyveler verilir. Bu orada diğerlerinin yokluğu anlamına gelmez.
Sonsuz ve
sınırsız olan cennet nimetlerini Kur'an'da tek tek sayılmasının Kuran'ın
hikmetiyle bağdaşmayacağı açıktır. Herkesin, zevkine göre, "nefsinin arzu ettiği",
"istek duyduğu herşeyin" cennette var olduğunun haber verilmesi, cennet
nimetlerinin sınırsız ve insanın hayalgücünün çok daha üstünde olduğunu ifade
etmek için yeterlidir. Herkes Kuran'ı kendi imanı, aklı, samimiyeti derecesinde
anlar. Kur'an ayetlerini art niyetle okuyan bir inkarcı da, cennet ayetlerini
kendi kısır düşünceleri doğrultusunda anlayacaktır. Akılsız bir kişinin yapacağı
yorumlarının Kur'an'da yapılan cennet tariflerinden çok uzak olacağı açıktır.
Oysa, bir mümin ayetlerde kastedilen köşklerin, konakların, dünyanın en nadide,
en kıymetli bölgelerinden birindeki, yemyeşil ağaçların arasında, dünya
şartlarında olabilecek en kusursuz manzaraya hakim ve olabilecek en üstün
teknolojiye sahip bir malikaneye benzeyen, ancak bunun çok daha ötesi bir
güzellikteki ve çarpıcılıktaki meskenler olduğunu kavrar.[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Nimet ve
Sefahat:
Kitabın
ilerleyen bölümlerinde Kuran'da tarif edilen cenneti inceleyecek, ayetlerde
yapılan tasvirlerden yola çıkarak, bu muhteşem mekanı kavrayabildiğimiz
kadarıyla gözümüzde canlandırmaya çalışacağız. Ancak bundan önce değinilmesi
gereken bazı önemli noktalar var. Çünkü içinde yaşadığımız toplumdaki bazı
yanlış inanışlar ve izlenimler pek çok insanın aklında ya da bilinçaltında bu
konuya doğru bakmalarını önleyen engeller oluşturmuş durumda. Bu engeller
nedeniyle, asıl anlamlarından saptırılmış bazı temel İslami kavramları Kur'an'a
göre yeniden tarif etmek gerekiyor.
Burada bu
amaçla yapılması gereken ilk iş, nimet ve sefahat kavramlarını birbirinden ayırt
etmektir.
İlerleyen
sayfalarda, Kur'an'da tarif edilen cennetin son derece "lüks" ve ihtişamlı bir
mekan olduğunu göreceğiz. İçinde yaşanan hayatın, olabilecek en konforlu, en göz
alıcı, en müreffeh hayat olduğuna şahit olacağız.
Oysa bugün pek
çok insanın gözünde, bu tür bir hayat pek de "İslami" bir hayat değildir. Aksine,
bu tür bir yaşam tarzının, Allah'tan ve dinden uzaklaşmanın doğal bir sonucu
olduğunu düşünürler. En açık ifadeyle, bu hayat "sosyetik" bir hayattır. Bu
nedenle de lüks içinde yaşayan toplum kesimine "sosyete" adı verilir. Bu "sosyete"nin,
toplumun dine en uzak kesimlerinden biri olduğu ise açıktır.
İşte toplumda
hakim olan bu yanlış anlayış nedeniyle, pek çok kişi, konforlu, lüks, gösterişli
bir yaşamı ve bu yaşamın unsurlarını "gayr-ı İslami" bulur. Bu unsurlar, örneğin;
kaliteli giyecekler, zengin ve gösterişli sofralar, eğlenceler, şölenler,
ihtişamlı ve süslü evler, dekoratif mekanlar, değerli sanat eserleri vs., dinden
kopmuş gafil insanlara ait şeyler olarak görülür. Bunlarla dolu bir hayat da,
genellikle "sefahat" olarak tanımlanır ve bu sosyete ismi verilen kişiler
yerilirken "sefahat içinde azgınca yaşayanlar"dan söz edilir. Sefahat, Arapça'da
"sefih" kelimesinden türemiştir ve bu kelime, bir tercümeye göre, "servet ve
refah içinde sorumsuzca yaşamaktan dolayı azma, şımarma, aklın zaafa uğraması"
anlamına gelir.
İşte aşılması
gereken bir yanlış anlama, bu noktada ortaya çıkmaktadır. Halk arasında, hatalı
olarak, "sefih" kavramıyla bir tutulan bazı şeyler, örneğin lüks ve gösterişli
evler, kıyafetler, sofralar, eğlenceler, şölenler cennetin temel özellikleri
arasındadır. Oysa Allah'ın kulları için seçip beğendiği cennet hayatı her türlü
lüksü, konforu, gösterişi içinde barındırmakla birlikte, olabilecek en güzel, en
asil, dine en uygun olan hayat tarzıdır.
Yanlış anlamaya
yol açan şey, sefahatin tanımının yanlış yapılmasıdır. Sefahat, yani Allah'a
isyan ederek azıp şımarmak, insanın zihninde gerçekleşen bir şeydir. Kelimenin
çağrıştırdığı maddi ortamla ise doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bir başka deyişle,
birtakım insanları "sefih" kılan özellik, içinde yaşadıkları zengin ve
gösterişli mekanlar değildir. Sorun, giysilerde, gösterişli evlerde, estetik
mekanlarda, kısacası maddi zenginlikte değil, insanların zihnindedir.
Bu durumun
doğal sonucu ise şudur: Bir insan, eğer Kuran ahlakına ve güçlü bir imana
sahipse, son derece büyük bir zenginlik ve ihtişam içinde bulunabilir, ama bu
asla onu "sefih" kılmaz. Aksine, karşılaştığı herşeyi Kuran ahlakıyla ve Kuran
kıstasları doğrultusunda değerlendirdiği için etrafındaki güzellikleri birer "nimet"
olarak görecektir. Bir şeyin nimet olarak görülmesi demek, onun Allah tarafından
verildiğinin farkında olunması demektir. Dolayısıyla bir Müslüman çevresindeki
zenginliklerin, güzelliklerin, gösterişin ve ihtişamın Allah tarafından
verildiğini bilrse, doğal olarak bunun karşılığında Rabbine şükredecektir. Tüm
nimetlerin yaratılış amacı da zaten budur.
Bu genel
mantığı içinde yaşadığımız topluma uyarlarsak şunu söylememiz gerekir: Bugün
Allah'ın hükümlerine yüz çevirerek sefih bir hayat sürenler, ellerinde
bulundurdukları imkanları birer nimet olarak görmedikleri için sapmış
durumdadırlar. Eğer onları bir nimet olarak görselerdi, bu onların Allah'a
şükretmelerini sağlardı. Ve o zaman bu nimetlerin kullanımında da Allah'ın
gösterdiği yolu izlerler, yani israftan kaçınır ve Allah'ın rızasına uygun
biçimde harcama yaparlardı.
Dolayısıyla,
karşımıza iki ayrı zenginlik tanımı çıkmaktadır. Bir kısım zenginler müminlerdir
ki, ellerindeki imkanları birer "nimet" olarak görürler. Bir kısım zenginler de
fasıklardır ki, ellerindeki imkanları sahiplenir, Allah'ı unutur ve sefahate
dalarlar. Allah'ın tüm mümin kulları için öngördüğü model ise, birincisindeki
zenginliktir. Ancak zenginlik de fakirlik de müminler için dünya hayatında bir
denemedir. Müminler bir imtihan vesilesi olarak dünyada fakirlik de
çekebilirler. Ama "Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak,
onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz" (Kasas: 28/5)
ayetinde bildirildiği gibi, Allah yarattığı tüm nimetleri iman eden kullarına
vermeyi dilemektedir. Bu, belki dünyada, ancak kesin olarak ahirette
gerçekleşecektir.
İşte tüm
bunlardan ötürü, Müslümanların ihtişamlı, lüks ve gösterişli bir yaşamı
suçlayarak, ondan çekinerek, hatta buğz ile bakmaları son derece yanlış olur.
Çünkü söz konusu yaşamın tüm maddesel içeriği —güzel kıyafetler, lezzetli
yiyecekler, ihtişamlı evler, sanat eserleri vs.— zaten Müslümanlar için
yaratılmıştır. Allah Araf: 7/32. ayetinde bu gerçeği iman edenlere
bildirmektedir:
"De ki:
'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram
kılmıştır?' De ki: 'Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü
ise yalnızca onlarındır'..."
Nitekim
Kur'an'da iman edenlere örnek olarak Hz. Süleyman'ın zenginliği verilmektedir.
Hz. Süleyman'a Allah tarafından çok büyük bir mülk verilmiştir. Kuran'da, Hz.
Süleyman'ın sarayındaki ihtişam ve sanat eserleri çok ayrıntılı olarak tarif
edilmektedir.[1]
Ancak önemli
olan, Hz. Süleyman'ın tüm bu mülk ve ihtişam içinde Allah'a şükretmesi ve tüm
bunların Rabbinden gelen bir lütuf olduğunu bilmesidir. Kuran'da, Hz.
Süleyman'ın "Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih
ettim..." (Sad: 38/32) şeklinde sözü aktarılırken, bu derin kavrayışa dikkat
çekilmektedir.
Hz. Süleyman'ın
hayatının anlatıldığı kıssalar bize göstermektedir ki, "mal sevgisi" kavramı,
yani zenginliğe ve zenginliğin her türlü çeşidine karşı istek duymak, Allah'ı
zikretmeye vesile olduğu sürece, meşrudur. Kuşkusuz bu tür bir "mal sevgisi"ne
sahip olan mümin, o malı Allah'ın gösterdiği yolda kullanmaktan ve harcamaktan
da çekinmeyecektir. Çünkü mal bir nimettir ve sahibi de Allah'tır; dolayısıyla
Allah Kur'an'da nasıl emretmişse, sahip olunan tüm mal ve zenginlikler de o
şekilde kullanılacaktır.
Ancak eğer mal,
bir nimet olarak görülmez ise, o zaman sefahat başlar. Kur'an'da, fasıklara ait
olan bu zenginlik anlayışına pek çok ayette örnek verir. En belirginlerinden
biri, "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir..." (Kasas:
28/78) diyen ve "Şımararak sevince kapılan..." (Kasas: 28/76) dönemin
zenginlerinden Karun'dur. Karun'daki gibi bir mal sevgisi değil insanı Allah'a
yaklaştırmaz, aksine O'nun yolundan saptırır. Kur'an'da, insanı Allah'a imandan
ve elçilerin bildirdiği gerçeklerden uzaklaştıran mal sevgisinden şu şekilde
bahsedilmektedir:
"Gerçekten
insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. Muhakkak o,
mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır."
(Adiyat: 100/6-8)
İşte bu nedenle
de Müslümanların zenginliğe bakışları, Kur'an'da bildirilen bu ölçülere göre
olmalıdır. Müslüman Allah rızası için ve Allah'ın dinine hizmet için zenginliği
talep etmeli, Allah'ın var ettiği tüm nimetlere karşı istekli davranmalıdır.
Çünkü dünya hayatındaki tüm nimetler Allah'ın rızası için çaba sarf eden, samimi
ve ihlas sahibi kulları için yaratılmıştır. Yapması gereken şey, tüm bu
nimetlere karşı sürekli şükür halinde olmak, Kuran'da "... O, ne güzel kuldu,
çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi" (Sad: 38/30) ifadesiyle
tarif edilen Hz. Süleyman'ı kendisine örnek almaktır.
Bir insan Kuran
ahlakını gerçek manasıyla yaşayıp, yukarıda tarif edilen bakış açısını elde
ederse, cennete girmeye de "layık ve ehil" olmuş olur. Çünkü cennetin en önemli
özelliklerinden biri, sonsuz bir ihtişama, göz kamaştırıcı bir zenginlik ve
estetiğe sahip olmasıdır. Mümin, bu güzelliklerin içinde "... gerçekten ben,
mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad: 38/32)
diyen Hz. Süleyman gibi düşünecek ve hissedecek olan insandır.
Mümin, asıl
yaşamı olan cennette bu tür bir bakış açısı içinde olacağına göre, ahirete bir
hazırlıktan başka bir şey olmayan dünyada da bu bakış açısını kavramaya
çalışmakla yükümlüdür. Zenginliği, estetiği, ihtişamı, bir "sefahat" olarak
görenlerin aksine, her bir nimetin Rabbinden gelen bir lütuf olduğunu bilmeli,
değerini bilmeli, bunlardan zevk alıp şükretmeyi öğrenmelidir.
İlerleyen
sayfalarda inceleyeceğimiz cennet nimetleri, işte bu bakış açısı korunarak
yorumlanmalıdır.
[2]
[1]
Sebe: 34/12-13. Neml: 27/44.
[2] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennet
İnancı:
‘Cennet'
kavramı, bol ağaçlı, yeşili çok, güzel binaları olan, insanı hayran bırakan,
bakıldığı zaman huzur veren manzaralara sahip bahçeleri çağrıştırmakla birlikte,
en güzel hayatın yaşanacağı, güzellikler ve huzurun, her türlü iyi halin
görüleceği mutluluk ülkesini akla getirir.
Bu anlamda
cennet inancı bütün dinlerde vardır. İster hakk olsun, ister batıl olsun bütün
inanç sistemleri bağlılarına böyle bir cenneti sunarlar. Bu bir anlamda iyi
davranışların karşılığının verileceği inancı ve yeryüzünde bir türlü ele
geçmeyen ideal hayatı arama gayretidir.
Şüphesiz ki
dünyada hiç kimse veya hiç bir kurum insanın yaptığı iyiliklere veya ibadet
maksadıyla yaptığı hareketlere tam bir karşılık veremez. Bir dine inanan
kimseler ibadetleri ya da iyilikleri, günün birinde karşılığını almak ümidiyle,
en güzel mükâfat olan ‘cennet' arzusuyla yaparlar. İnandığı ve önünde ibadet
ettiği ilâhının, ya da ilâhların bunu kendisine vereceğine inanır.
Kimi insanlar
da bu ‘cennet'in kendilerine dünya hayatında verileceğini düşünerek, onu henüz
hayatta iken aramaya, ya da kurmaya çalışırlar.
Bütün dinlerde
‘cennet' ümidi inancının olması, ‘cennet' olayının ilâhí kaynaklı olduğunu
gösterir. İnanmak, ibadet etmek, bir ilâhın önünde boyun eğmek insanın
fıtratında (yaratılışında) olan bir ihtiyaçtır. Bu özellik tıpkı diğer insaní
fonksiyonlar gibi bir özellik arzeder. İnsan, her şart ve durumda bir şeye
inanır, inandığı şeyleri hayat olarak yaşamaya çalışır.
‘Cennet' arzusu
da böyle bir fıtrí özelliktir. İnsan, arzu ettiği halde elde edemediği en mutlu
hayatı bir cennette yaşayacağını ümit eder. O hayatı elde etmek için çaba harcar.
Bu cennet
ideaalinin hayali bir şey olduğunu söylemiyorum. Öyle ya bir takım kimseler, ya
şartlar uygun olmadığı için, ya baskı ve zulüm altında oldukları için, ya da
güçleri yetmediği için dünya cennetini bulamazlar, bu yüzden de hayali bir
cenneti özlerler. Bir ütopya halinde günün birinde böyle bir hayata
kavuşacaklarını beklerler, diye düşünülebilir.
Cennet inancı
böyle bir inanç değildir. Yani bir hayal ya da ütopya denilemez. Bütün dinlerde
de bu inancın ve beklentinin olması, ilk insandan beri gelen hakk dinlerin ve
yüce elçilerin insanlara bu gerçeği haber vermeleridir. Bütün nebiler insanlara
Allah'ın güzel kulları için hazırladığı mükâfat yurdu Cennet'i müjdelemişlerdir.
Tarihí akış içerisinde hakk dinlerin bir çok inanç ve ibadet esasları bozulsa
bile, bazı inançlar gibi cennet inancı da bütün dinlerde varlığını sürdürmüştür.
İşte bu inanç
ve kanaat ‘cennet' olgusunun insan hakkında yaratılıştan kaynaklandığını
gösterir.[1]
[1]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 106-107.
Cennet
Ehlinin Dünyadaki Durumları:
Müminlerin Dünyadaki Güzel Yaşamları:
Mümin Kur'an'da
sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak
çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde,
sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken ona erişmeye
başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da
Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir. Kur'an'da, salih amellerde
bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:
"Erkek olsun,
kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz
onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en
güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl: 16/97)
Ayetin bu
müjdesinin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde
gerçekleştiğini pek çok Kur'an ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Kur'an'da
cennetin en yüksek dereceleri, en üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimizin
dünya hayatında Allah tarafından zengin kılındığı, "bir yoksul iken seni
bulup zengin etmedi mi?" (Duha: 93/8) ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz.
Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada
büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de birçok ayette bahsedilir.
Hem bir mükafat
ve şevk kaynağı, hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak
salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir
kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden
olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatacak, onların
cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin benzerlerini bu
dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu
dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de
kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.
Bir mümin, onu
Yaratan yüce varlığın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına
uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından ve en önemlisi
ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü,
dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır.
Herşeyden önce Rabbinin yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah "...
elçisi ile müminlerin üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe: 9/26)
indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için
yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları
amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını
bilmelerinden doğan bir huzurdur. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla
ve meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri" olduğunu
ve bunların kendilerini "... Allah'ın emriyle gözetip-korumakta..." (Rad:
13/11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların,
cennetle müjdelenmiş olanların hep kendileri olduklarını bilmelerinden
kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere,
"... iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal: 8/12) vahyi doğrultusunda,
asla korkuya ve heyecana kapılmazlar.
Müminler,
"...bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan..."
(Fussilet: 41/30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın
ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin'." (Fussilet: 41/30)
derler. Müminler Allah'ın "... kimseye güç yetireceğinden fazlasını
yüklemeyeceğini" (Araf: 7/42) bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin
Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere
"... Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet
etmez..." (Tevbe: 9/51) ayetince tevekkül ederler. Allah rızasına
uyduklarından, "... Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." (Al-i
İmran: 3/173-174) dediklerinden dolayı da onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır.
Ancak dünya bir
deneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir.
Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli
sıkıntılarla karşılaşabilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği şekilde
fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir. Ayette bu imtihan şöyle
bildirilmiştir:
"Yoksa
sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın
yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.
" (Bakara: 2/214)
Kuşkusuz ki bu
zor durum, peygamberin ve yanındaki müminlerin Rablerine olan güçlü imanlarını,
Kur'an ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Zaten
Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta,
"Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere
ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne
kapılmayacaklardır" (Zümer: 39/61)
Mümin
zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır
ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı,
olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar
karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbirşey kaybetmez. Bu
sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz
yönde etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını Allah katında
alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı daha da artar.
Bu durum inkar
edenler için tam tersi yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, dünya
hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku,
üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların
cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar.
Allah, saptırdığı bu insanların "... göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi
dar ve sıkıntılı" kılar ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik çökertir..."
(En'am: 6/125)
Allah,
Kendisi'nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı
bağışlanma dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatlarında da en
güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir.
Hud: 11/3. ayetinde şu şekilde bildirilir:
"Ve
Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş
bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine
kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir
günün azabından korkarım." (Hud: 11/3)
Burada
bildirildiği gibi, Allah'tan bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih müminlerin
vasıflarındandır. Bu davranışlar müminin Rabbi karşısında ne kadar aciz ve zayıf
olduğunun farkında olduğunun da bir ifadesidir. Hataları ve eksiklikleri
olduğunu ve dünya hayatı boyunca da sürekli hata yapabileceğini bilmekte, bundan
dolayı Allah'ın rahmetini dilemektedir. Rableri de ayette bildirildiği gibi
onların bu güzel ahlakının karşılığını dünya hayatında vermekte, bu kişileri
ölümlerine kadar güzel bir hayatla yaşatmaktadır. Bir başka ayette de müminlerin
dünya hayatı şöyle tarif edilir:
"Allah'tan
sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel
davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır.
Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir." (Nahl: 16/30)
Dünya hayatının
tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen
yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun sadece sonsuz ahiret
hayatı olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya
hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.
Müminler
dualarında, ahiretle birlikte dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de
Rablerinden isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi'nde şu şekilde
bildirilir:
"(Hacc)
ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız
gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi
vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.
Onlardan
öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik
(ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık
nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir."
(Bakara: 2/200-202)
Kur'an'da
Allah'a gönülden iman eden, ihlas sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kıldığı
bildirilmektedir. Aynı vaadin kıyamete kadar gelecek ve Rabbine hiçbir şeyi
ortak koşmayan ihlaslı müminler için de geçerli olduğu, Nur: 24/55. ayetinden
anlamaktayız. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır ve gerçekleşecektir:
"Allah,
içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç
şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da
yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği
dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir
şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır."
(Nur: 24/55)
[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
İslâmda
Cennet İnancı:
İslâm'a göre ‘cennet',
peygamberlerin davetine uyarak Allah'tan gelen hak dine inanan, salih amel
işleyen, Allah'tan hakkıyla korkup sakınan kullar için hazırlanmış olan mutluluk
ve mükafat yurdunun adıdır.
Kıyamet'ten
sonra Mahşer günü Hesap ve Mizan gerçekleşecektir. Dünyada iken iman edip,
Allah'ın koyduğu ilkelere uygun yaşayanlar, Allah'a hakkıyla şükredenler ve her
konuda O'na itaat edenler, bu yaptıklarının karşılığını görmek üzere Cennet'e
gideceklerdir.
Allah (cc)
Kur'an-ı Kerim'de sık sık bu Cennet'in mü'minler için hazırlandığını ve orayı
hak edenlerin orada sonsuza kadar (ebediyyen) kalacaklarını hatırlatıyor.[1]
Kur'an-ı Kerim
ve hadis-i şerifler Cennet'i çeşitli özellikleriyle insanlara tanıtıyorlar.
Cennet hakkında verilen bilgiler, insanların dünyada tanıdıkları eşyalara
benzemektedir. Çünkü onların tanıdığı nesneler dünyada gözlerinin önünde,
bildikleri ya da taddıkları şeylerdir. Hoşlarına giden ve güzel gördükleri bu
gibi nesnelere ve nimetlere kavuşmak isterler. Ağızlara tad veren lezzetleri,
insana huzur ve saadet veren güzellikleri elde etmeyi arzularlar.
Kur'an ve
hadisler Cennet'i insanların tanıdığı özelliklerle veya bildikleri kelimelerle
tanıtıyorlar ama Cennet'in hiç bir şeyi tıpkı dünyadakiler gibi değildir.
Kur'an şöyle
diyor:
"Artık hiç
bir nefis, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, kendileri için gözler
aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez."
(Secde: 32/17)
Bir kutsí
hadis'te şöyle buyuruluyor:
Ebu Hureyre
(ra) anlattı:
Peygamberimiz (sav)
buyurdu ki; "Allah (cc) şöyle dedi: ‘Ben, salih kullarım için Cennet'te hiç
bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın hatırına
gelmeyen nimetler hazırladım.' Sonra da Secde: 32/17. ayeti hatırlattı."[2]
Cennet, dünyada
iken İslâma iman edip, salih amel işleyenler için hazırlanmış bir ni'met
yurdudur. İnsan, Allah'a ibadet etmek için yaratılmıştır. Onun dünyaya geliş
amacı budur. Yaratılışın yasası bunu gerektirir. Yaratılış amacı bu olduğu gibi,
insanın yaşaması için verilen her şey onun şükretmesini gerektirir. Yeryüzündeki
her şey Allah'a aittir ve O'nun tarafından bir çoğu insanın hizmetine
verilmiştir. İnsan bu bakımdan, kendine bunca nimetleri veren Rabbine şükür
borcu içerisindedir.
İnsan, Rabbine
teslim olur, O'nun emirlerine itaat eder, O'nun yasaklarına uyar, ibadeti
yalnızca O'na yaparsa hem kulluğunun gereğini yapar, hem de şükür borcunu yerine
getirir. İnsan zaten bunu yapmak zorundadır.
Cennet ise,
bütün bu kulluk görevlerini yapan müttaki (Allah'tan hakkıyla korkup çekinen)
kimselere Allah'ın bir ödülüdür, yaptıklarının karşılığıdır.
İnsan öncelikli
olarak yaratılış gereği olarak Rabbine itaat emeli ve O'nun rızasını kazanmaya
çalışmalı, verilen ni'metlere şükretmeye gayret göstermeli. Bütün bunları
yaparken de hedefi bu ‘mükafat yurdunu ve oradaki nimetleri' kazanmak olmalıdır.
Öyleyse bir
müslümanın ‘Cennet'i kazanmak için gayret göstermesi, bu amaçla ibadet yapması,
bu sonuca kavuşmak için Allah'a itaat etmesi yanlış bir şey değildir. Çünkü
Allah (cc) itaat eden kullarına Cennet gibi bir mükâfatı söz veriyor.
[3]
[1] Nisa:
4/124; Hûd: 11/23; Ğafir: 40/40; Tevbe: 9/72; İbrahim: 14/23. vd.
[2]
Müslim, Cennet: 2, Hadis
no: 2824, 1/4/2174; Buharí, Bed'ü'l Halk: 8, 4/143, Tefsir: 32, 6/145;
Tirmizí, Tefsir: 33, Hadis no: 3197. 5/346.
[3]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 107-108.
Cennetin
İsimleri ve Tabakaları
İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette,
Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i,
Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu
tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında
girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır.[1]
İslâm
literatüründe cenneti ifade etmek üzere kullanılan isimleri ve cennet
tabakalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
1- Cennet:
Ebedî saadet yurdunu ifade etmek üzere Kur'an'da, çeşitli hadislerde ve diğer
İslamî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân
ve imkânları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. Kur'an'da 147
yerde geçmektedir. İslam literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, özendirici
anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Diğer
isimler tekil olarak kullanıldığı halde, cennetin çok sayıdaki ayette çoğul
şekliyle de (cennât) yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil;
tamamının adı olduğunu gösterir.
2-
Cennetü'n-Naîm: 13 ayette geçmektedir. Arapça'da "refah,
huzur, mutlu hayat" anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir
muhtevaya sahip olan naîm, insana mutluluk veren maddî ve manevî bütün
güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre cennâtü'n-naîm; mutluluklarla dolu
cennetler manasına gelir.
"Beni
cennetü'n-naîmin vârislerinden kıl" (Şuarâ: 26/85)
[2]
3- Adn
cenneti: En belirgin anlamı ile ikamet etme, ikamet
edilen yer demek olan adn, 11 ayette kullanılmıştır. Adn'in, cennetin belli bir
bölümünün adı olduğu veya çoğul şeklinde kullanılışına bakarak onun tamamını
ifade eden bir isim olduğu anlaşılır.
"Şüphesiz ki,
iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlukatın en
hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı, zemininden ırmaklar akan,
içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş,
onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan O'na saygı gösterenler
içindir." (Beyyine: 98/7-8)
[3]
4- Firdevs:
Özellikle, içinde üzüm bulunan bağ bahçe anlamına gelir. İki ayette geçer.
Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir isim olabileceği gibi, onun ortası, en
yüksek ve en değerli bölgesinin özel adı da olabilir. "Şüphesiz, iman edip
güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs cennetleri vardır." (Kehf :
18/107)
[4]
5-
Hüsnâ: İyilik yapanlara Allah tarafından daha büyük
bir iyilikle karşılık verileceğini, ayrıca buna bir de ilave (ziyade)
yapılacağını ifade eden Yunus 26. ayetindeki hüsnâ (daha güzel, daha iyi, en
güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin büyük çoğunluğu
tarafından kabul edilmiştir. Ayetteki "ziyade"den maksat da, cennette Allah'ı
görme şerefine nail olmaktır.
"Güzel
davrananlara hüsnâ (daha güzel karşılık), bir de ziyade/fazlası vardır. Onların
yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar
cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır."
(Yûnus: 10/26)
6-
Dârüs's-Selâm: Maddî ve manevî âfetlerden, hoşa
gitmeyen şeylerden korunmuş olma manasındaki selâm ile dâr/yurt kelimesinden
oluşan bu terkip, iki ayette cennetin adı veya tabakası olarak zikredilmiştir.
Cennetin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir. Gerçek esenliğin ancak cennette
bulunabileceği, sonsuz hayatın, ihtiyaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer
vermeyen şeref ve üstünlüğün, eksiksiz bir sıhhatin sadece orada mevcut olduğu
anlaşılır.
"Halbuki
Allah, Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola
hidayet buyurur." (Yûnus: 10/25)
[5]
7-
Dârü'l-Mukame: Asıl durulacak yer, ebedî ikamet
edilecek yurt manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah'a hamd ve şükür
sırasında bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir olmalıdır.
"O (Rab) ki
lütfuyla bizi Dârü'l-Mukameye / asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi.
Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç
gelecektir." (Fâtır: 35/35)
8-
Cennetü'l-Me'vâ:
"İman edip
güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ cennetleri vardır."
(Secde: 32/19)
[6]
Bu isimlerin
dışında, "ev, konak, şehir, ülke" anlamlarına gelen "dâr" kelimesi, Kur'an'da
dâru'l-huld[7]
(ebediyet / sonsuzluk yurdu), dâru'l-âhire[8]
(âhiret yurdu), âkıbetü'd-dâr, ukbe'd-dâr (dünya yurdunun sonu) terkipleriyle
cennet anlamında kullanılmıştır.[9]
Her ne kadar İbn Abbâs
Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına
göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve
ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır.
Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim
Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna
delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade
olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber'den
bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek,
çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir.[10]
Nitekim Müslim'in Ebû Sâid
el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları
sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer
ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber
verilmektedir.[11]
Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu
dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin,
zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar)
olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin
çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden
dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir.
Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri
birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet
(üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki
mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad[12]
birinci görüşü tercih etmiştir.[13]
Yine Buhârî'nin bir rivayetinde
Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece
(tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu
haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i
isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...).
Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar." buyurmaktadır.[14]
Aynî, "Firdevs, Cennetin
ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali)
olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık."
(el-Bakara: 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir.[15]
Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer
taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin
çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde
değiştiğine işaret edelim.[16]
Bütün bu ayet, hadis ve
âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu
tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal
olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en
yüksek olan Cennet tabakasıdır.[17]
Şüphesiz ki Kur'an'ın anlattığı
Cennet yalnızca İslâma iman edip onu hayatlarına hakim kılanlar için
hazırlanmıştır. Küfre düşenler ile İslâm'dan başka din seçenler
bu mükâfatı hak edemezler. Cennet, bir ütopya ve benzeri bir şey değil, Allah'ın
salih kulları için hazırladığı bir mutluluk yurdudur. Ölümden sonra böyle bir
yere ve böyle bir hayata kavuşmak isteyen, gereğini yapar, Allah'ın istediği
gibi yaşar. Allah (cc) müşriklere Cennet'i haram kıldığını söylüyor.[18]
İnkârcılar da asla oraya giremezler.[19]
Allah (cc)
bütün insanları ‘selâm' yurdu olan Cennet'e çağırıyor.[20]
Bu çağrıya
kulak verenler, dünya hayatını güzel bir şekilde yaşarlar, her türlü kötülük ve
isyandan uzak dururlar, Allah'ı razı etmeye çalışırlar. Böylece hem yaşadıkları
dünyayı cennet gibi yaparlar, hem de ebedí mükâfat yurdu Cennet'i kazanırlar.
[21]
[1]
el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl, Beyrut (t.y.), 1/119. Durak Pusmaz, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 1/302.
[2]
Ayrıca bk. el-Mâide: 5/65; et-Tevbe: 9/21; Yunus: 10/9.
İnfitar: 82/13; Mutafiffín: 83/22.
[3]
Ayrıca bk. et-Tevbe: 9/72; er-Ra'd: 13/23; en-Nahl: 16/31.
[4]
Ayrıca bk.
Mü'minûn: 23/11.
[5]
Ayrıca bk. En'am: 6/127.
[6]
Ayrıca bk. Necm: 53/15.
[7]
Fussilet: 41/28. Fatır: 35/35
[8]
Bakara: 2/94; En'am: 6/32; Yusuf: 12/109. vd.
[9] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
[10]
Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul
(t.y.), 5/4033.
[11]
Müslim, İmâre: 116.
[12]
544/1149.
[13]
en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), 13/28.
[14]
Buhârî, Cihad: 4.
[15]
el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, 6/539.
[16]
el-Aynî, aynı yer.
[17]
Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, 16/37-8; Durak Pusmaz, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/302.
[18]
Maide: 5/72.
[19]
A'raf: 7/40.
[20]
Yunus: 10/25.
[21]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 109-110.
Allah'ın
Vaadi:
Allah, huzuruna
mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat
etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en
kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden
asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde
günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini bilirler. Bir ayette
şöyle geçer:
"Adn
cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan
vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir."
(Meryem: 19/61)
Allah'ın
kendilerine cenneti vaat etmiş olması, müminleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya
sürükler. Onlar, Allah'tan daha çok sözüne sadık kimse olmadığını, O'nun salih
kulları için cenneti istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını
bilmektedirler. Allah'ın cenneti vaat etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir:
"Şimdi
kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya
hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için)
hazır bulundurulan kişi gibi midir?" (Kasas: 28/61)
Bu ayetten de
açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak için
kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti vaat etmişse, bunlar Allah'ın
izniyle sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Müminler de cennete girdiklerinde bu
durumu ikrar edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:
"Dediler ki:
Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun
ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların
ecri ne güzeldir." (Zümer: 39/74)
Dünya hayatında
çeşitli kereler müjdelenmiş ve Allah tarafından cennet vaat edilmiş müminler,
yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır. En sonunda o beklenen an
gelir. Bir müminin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği
ve layık olabilmek için vargücüyle çalıştığı yer, "kalınacak yerlerin en
hayırlısı" ve "Allah katındaki asıl varılacak güzel yer"dir cennet. Müminler
için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin
cennete girişleriyle ilgili bir ayet bu eşsiz manzarayı şöyle tarif eder:
"Onlar Adn
cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih
davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir
kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya)
Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad: 13/23-24)
Onlar cennette
"esenlik dileği ve selamla" (Furkan: 25/75) karşılanacak ve "Oraya
esenlikle ve güvenlikle" (Hicr: 15/46) gireceklerdir. Yapılacak tek şey
kalmıştır: Sadece müminler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış bu
sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek.
[1]
[1]
Harun Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu
Cennet, Vural Yayınları:
Cennetin
Tasviri
Dinler tarihine
dair araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde ölüm sonrası hesaplaşmanın,
ceza veya mükâfatın varlığının kabul edildiğini göstermiştir. Genel olarak İslâm
âlimlerinin cennet tasviri hakkında benimsedikleri görüş, onun mahiyetinin
bilinemeyeceği şeklindedir. Çünkü mü'min kullar için ahiret hayatında
hazırlanmış mutluluk vesilelerinin hiç kimse tarafından tahayyül edilemeyeceğini
ifade eden ayetten[1]
başka, kudsi hadis olarak rivayet edilen meşhur metin de bu hususu açıkça
belirtmektedir:
"Ben, sâlih
kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer
zihninin tasavvur edemeyeceği mutluluklar hazırladım."[2]
Dünya hayatında
beş duyu ve akıl alanlarındaki idrakler, tabiat şartlarıyla kayıtlı olduğuna
göre naslarda geçen tasvirleri aynı şartlar çerçevesinde veya hayal gücüyle değiştirerek
algılamak gerekir. Nitekim bazı ayetlerde, cennet ve nimetleriyle ilgili dünya
ve ahiret idrakleri arasında benzerliklerin bulunduğu ifade edilmiştir.[3]
İbn Abbas'tan yaygın olarak rivayet edilen "Cennette isimlerden başka dünyayı
andıran hiçbir şey yoktur."[4]
ifadesi, ikisi arasındaki mahiyet farklılığını belirten bir söz olsa gerektir.
Cennetin sekiz
kapısının olduğu ilk dönemlerden beri kabul edilegelmiştir. Ancak, cehenneme ait
yedi kapının mevcudiyeti Kur'an-ı Kerim'de açıkça zikredildiği halde[5]
cennetin sadece kapılarının (ebvâb) bulunduğu ifade edilmiş ve sayıları hakkında
herhangi bir işarette bulunulmamıştır. Ancak, bazı hadis-i şeriflerde cennetin
sekiz kapısı olduğu belirtilmektedir. Bu hadis rivayetlerinin kapıların genişliği
için verdikleri çok uzun mesafelere bakılırsa, cennet kapıları, aynı zamanda
onun bölümlerini de ifade etmiş olmalıdır. Nitekim bazı eserler, sekiz cennet
kapısının adlarını kaydederken bazı küçük farklarla cennetin isimlerini
zikretmişlerdir. Sahih hadislerin belirttiğine göre, bu mekânlara belli amel
sahipleri girebilecektir. Mesela, namazlarını dosdoğru kılanlar namaz
kapısından, cihada katılanlar cihad kapısından, Allah yolunda infak yapanlar
sadaka kapısından, oruç tutanlar da "reyyân" (suya kandıran) kapısından
gireceklerdir. Cennet kapılarının cehenneminkinden daha fazla ve cennetin
tasavvur edilemeyecek kadar geniş olması, cennet ehlinin cehennemliklerden çok
olacağını gösterir. Nitekim bir hadiste, cennete gireceklerin yerlerini aldıktan
sonra orada yine boş yer kalacağı, bunun için Cenab-ı Hakk'ın yeniden bazı
nesiller yaratıp cenneti dolduracağı ifade edilmiştir.[6]
Cennet, sadece
bağ ve bahçelerden ibaret olmayıp bunların yanında kendilerine has maddelerden
oluşan nesneleri ve tesisleri de mevcuttur. İman ve salih amel sahibi kimselerin
ebediyet âleminde ravzâtü'l-cennâtta (cennetlerin has bahçelerinde)
yaşayacaklarını ifade eden ayette[7]
yer alan ve sözlük anlamları bakımından her ikisi de bahçe anlamına gelen
ravzât ile cennât kelimelerinden ikincisine "tesis" manasını vermek
gerekir. Birçok ayette sâlih mü'minlere vaad edilen cennetin çoğul şekliyle
kullanıldığına bakılırsa, birden fazla tesisin bulunduğu ve her mü'mine bir
mesken hazırlandığı anlaşılır. Cennetin, göklerin ve yerin "arz"ı/genişliği
kadar olduğunu ifade eden ayetlerin[8]
tefsiri için şu farklı görüşler ileri sürülmüştür:
1-
Cennetin tasavvur edilemeyecek kadar geniş olduğunu ifade eden bir
benzetmedir. Buna göre arz; en, yani genişlik demektir. Bir alanın dar
cephesini genellikle onun genişliği oluşturduğuna göre cennetin uzunluğu bu
teşbih çerçevesinde çok daha fazla olacaktır.
2-
Cennet, dünya hayatında insanoğlu tarafından kavranabilen kâinat kadar değerlidir.
3-
Madde âleminin insan idrakine sunuluşu gibi cennet de onun bilgi ve idrakine
sunulmuştur. Bu yorumlar içinde en çok tercih edilen, birinci görüştür.
Kur'an-ı
Kerim'de cennet için "güzel meskenler"[9],
"üst üste kurulmuş konaklar"[10]
ve "ev"[11]
kavramları kullanılmak suretiyle onun maddî manada eleman ve tesislerden oluştuğu
belirtilmiştir. Cennet hayatıyla ilgili bazı tasvirler de bu gerçeği
vurgulamaktadır. Naslardan anlaşıldığına göre cennet ehli için çadırlar da
kurulacaktır.[12]
Onlar, Cuma günleri güzel kokular saçan rüzgârların estiği bir çarşıyı
dolaşacaklar, bu şekilde zarafetlerine zarafet katacaklardır.[13]
Rahman
suresinde, "Rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkmaktan korkan kimseler için iki
cennet (cennetân) vardır." (Rahman: 55/46) denildikten sonra, bu cennetlerin
imkânlarından bahsedilmekte, ardından, o iki cennetten başka (veya onların
altında) iki cennet daha bulunduğu[14]
belirtilerek bunların da benzer imkânları tasvir edilmektedir. Müfessirler, bu
iki (veya dört) cennet hakkında cin ve insan türlerine verilecek cennetler,
iyiliklerin yapılması ve kötülüklerin terkedilmesine karşılık verilecek iki
cennet, iman ve salih amel için verilecek cennet ile lutf-ı ilahi olarak
fazladan ikram edilecek cennet gibi bazı yorumlar yapmışlardır. Hz.
Peygamberimiz bir hadisinde, ahiretteki iki cennetten birinin kapkacak ve madenî
eşyasının altından; diğerinin de gümüşten olacağını ifade etmiştir.[15]
Sonuç olarak bir mü'mine birden fazla cennetin veriliş hikmeti tam açık bir
şekilde anlaşılmadığı gibi, bunların kaç tane olacağı da bilinmemektedir.
Dünya hayatında
mü'minlerin Allah'a itaat ve bağlılıklarının aynı derecede olmadığı
bilinmektedir; bunun sonucu olarak ceza ve mükâfat derecelerinin de aynı
olmayacağı haber verilmektedir.[16]
Bununla ilgili bir hadiste, Allah yolunda cihad edenlere hazırlanan cennetin
"yüz derece" olduğu ve her derecenin gökle yer arasındaki mesafe kadar
birbirinden uzak bulunduğu haber verilmiştir.[17]
Sahip oldukları nimetler açısından farklı mekânlar olduğu anlaşılan bu
derecelerin imanın hasletleri (şubeleri) kadar yetmiş küsür olacağı, bu
hasletleri kendisinde toplayanların bütün dereceleri elde edeceği de
söylenmiştir.
Cennet
tasviriyle ilgili hadislerin içinde Firdevs ile Adn'in özel durumları olduğu
görülür. Rahman suresinde ayrı ayrı tasvir edilen iki çift cennete bir açıdan
açıklık getiren bir hadise göre Firdevs cennetleri dört âdet olup, ikisinin
bütün süsleri ve eşyaları altından, ikisinin de gümüştendir; mü'minlerin cemâl-i
ilâhi'yi müşahede edecekleri yer ise Adn'dir. Cennetteki dört nehrin fışkıracağı
yerin Firdevs olduğu zikredilir.[18]
Kur'an-ı
Kerim'de yer alan cennet tasvirleri içinde, kelimenin çoğul olarak kullanıldığı
ayetlerin ekserisinde altlarından nehirlerin aktığı ifade edilmiştir. İbn
Kayyim'in de belirttiği gibi bu ayetlerde geçen "taht" (alt) zarfı,
cennet toprağının görünmeyen alt tabakası demek olmayıp ağaçların, binaların ve
benzeri tesislerin zemini ve eteği anlamına gelir. Hadis olarak da nakledilen
bazı rivayetlerden faydalanan âlimler, cennetteki nehirlerin nehir yataklarında
değil; yüzeyde aktıkları kanaatine varmışlardır. Cennet nehirlerinin
mevcudiyetini belirten ayetler, onların mahiyetleri hakkında bilgi vermezken,
Muhammed suresi, 15. ayeti farklı bir tasvir yapar. Buna göre cennette içimi
bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları ve süzülmüş baldan
ırmaklar vardır. Buhari ile Tirmizi'nin birbirini tamamlar mahiyette
naklettikleri bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberimiz, Firdevs'in cennetin
ortasını ve üst kısmını teşkil ettiğini, dört nehrin de oradan çıktığını haber
vermektedir.[19]
Burada sözü edilen dört nehir, Muhammed suresinde anlatılan nehirler olmalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki, bu özel nehirler diğer birçok ayette tekrarlanan genel
nehirlerden ayrıdır. Kur'an-ı Kerim'in 108. suresine adını veren ve "çok şey"
anlamına gelen Kevser'den ne kastedildiği müfessirler arasında tartışmalı
olmakla birlikte, Kevser'in cennetteki bir nehrin adı olduğu öne çıkar. Muhtelif
rivayetlerle nakledilen hadislerde Hz. Peygamber, cennette Kevser isminde bir
nehrin kendisine verileceğini, bu nehrin iki kenarında inciden yapılmış
kubbelerin bulunacağını, akan suyunun da halis misk gibi koku salacağını beyan
etmiştir.[20]
Cenneti tasvir eden bazı ayetler, orada su pınarlarının da bulunduğunu haber
verir:
"Kötülüklerden korunanlar bahçelerde, gölgelerde ve pınarların başında
bulunacaklardır." (Hıcr: 15/45; Mürselât: 77/41).
Rahman ve
Ğâşiye surelerinde, akan pınarlardan söz edilmekte, diğer bazı ayetlerde de
cennet ehlinin bu pınarlardan su içeceği haber verilmektedir.[21]
Sözlük anlamı
"bağ, bahçe" olan cennette ağaçların bulunması doğaldır. Çeşitli ayetlerde
gölgelerden, dallardan, sarmaş dolaş olmuş koyu yeşilliklerden, meyveleri
kolayca toplanabilen ağaçlardan bahsedildiği gibi, özel olarak hurma, nar,
reyhan, kiraz, muz gibi ağaç ve bitkilerden de söz edilir.[22]
Buhâri ile Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber cennette, idmanlı
ve hızlı bir binicisinin, gölgesinde yüz yıl koştuğu halde sonuna ulaşamayacağı
kadar büyük bir ağacın bulunduğunu ifade etmiştir.[23]
Hadisin çeşitli rivayetlerini nakleden ibn Kesir'in Ahmed b. Hanbel'den
aktardığı bir rivayette söz konusu ağaç, şeceretü'l-huld olarak
adlandırılmıştır. Hadiste zikredilen ağacı, bir ağaç türü olarak anlamak,
"yüzyıl"ı da çokluktan kinaye saymak mümkündür. Daha çok halka hitap eden dinî
edebî eserlerde söz konusu edilen "tûbâ ağacı"nın mevcudiyeti ise kesin
değildir. İman ve güzel amel sahipleri için iyi bir ebediyet hayatının
hazırlandığını ifade eden ayet-i kerimedeki "tûbâ" kelimesi[24]
sözlükte "iyilik ve güzellik, iyi ve güzel karşılanan her şey" anlamına gelir.
Müfessirlerin bu kelimeye verdikleri yedi sekiz kadar manadan biri de tûbâ
ağacıdır. Fahreddin Razi'nin de belirttiği gibi kelimeyi sözlük anlamından
çıkarıp dar bir alana tahsis etmek doğru değildir. Bunun yerine "ebedî saadete
vesile olan her güzel şey" manası verildiği takdirde bağ, bahçe ve ağaçlar da
dahil olmak üzere her imkân kelimenin kapsamına alınmış olur.[25]
Cennetteki
nimetler ve güzellikler sayılamayacak ve insan aklının kavrayamayacağı kadar
çoktur. Kur'an-ı Kerim bazı âyetlerde Cennet'in güzelliklerini ve orada
insanlara sunulacak şeylerin bir kısmını bizlere anlatıyor.
"İman edip
salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedí kalacakları
cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları
çok sıcak ve çok soğuk olmayan uygun bir gölgelikte barındıracağız."
(Nisa: 4/57)
"Allah,
mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedí kalmak üzere, altlarından
ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler söz vermiştir.
Allah'tan olan hoşnutluk ise daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk
budur." (Tevbe: 9/72)
"Adn
cennetleri onlarındır; oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle
süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipektir. Derler ki: ‘Bizden hüznü
gideren Rabbimize hamdolsun: şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü
kabul edendir." (Fatır: 35/33-34)
Kur'an
Cennet'in bazı özelliklerini şu şekilde anlatıyor:
Cennet yalnızca
bağ, bahçe, ırmak gibi şeyler değil, her türlü ni'metin, güzelliğin, huzurun,
köşklerin, meskenlerin, hizmetçilerin bulunduğu bir yerdir. Genişliği gökler ve
yerler kadardır.[26]
Cennette
çeşitli ağaçlar, hoş kokulu ve lezzetli, koparılması kolay meyveler vardır.[27]
Gönlün
hoşlanacağı her türlü yiyecekler, hoş kokulu ve lezzetli içecekler, bal ve süt
ırmakları vardır.[28]
Dünya hayatında
insanların ibadet ve itaatları aynı derecede olmadığı gibi, Cennet'te de
makamları aynı olmayacak. Orada farklı makamlar ve dereceler vardır.[29]
Cennet hayatı
ebedidir, sonsuz ve bitimsizdir.[30]
Cennet'teki
mükâfatları saymak, nasıl olduklarını tam olarak anlamak, güzelliklerini ve
muhteşem oluşlarını tahmin etmek mümkün değildir.
[31]
Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i
şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur'an-ı
Kerîm'de ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
"Cennet takva sahiplerine,
uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir
ki, O, Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok
esirgeyici Allah'a bütün samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına
yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir." (Kâf: 50/31-33)
"Tövbe edenler, iyi amel ve
harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa
uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd
buyurduğu Adn Cennet'lerine gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır.
Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları
da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten
müttakî olanları vâris kılacağız." (Meryem: 18/60-63)
Cennet, bu dünyada yapılan
iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. Kur'an'da Cenâb-ı
Allah şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki
altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan
temizlenenlerin mükâfatı." (Tâhâ: 20/76)
Kur'an'da Cennet'in
niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar
akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler[32],
güzel meskenler.[33]
2- Türlü ağaç ve
meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar
sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip.[34]
3- Gönlün çekeceği her
türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit
tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet'te bir meyve,
içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21)
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa,
hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız. İşte bu, sizin
çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir. Sizin için orada
çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz." (ez-Zuhruf: 43/71-73)
"Cennet şarabından (dünya
Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur." (Saffât: 37/47)
4- Cennet'te hayat
sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmez.
"Biz o Cennetliklerin
kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde
karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar
oradan çıkarılacak da değillerdir." (el-Hicr: 15/47-48).
"Onlar
Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler:
Selâm.. (birbirleriyle selâmlaşır dururlar)."
(el-Vâkıa: 56/25-26)
5-
Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet'i aslında
dünya ölçüleriyle tarif etmek mümkün değildir. Bununla beraber Cennet'teki eşsiz
nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize şu şekilde tasvir
etmiştir:
"İşte bu
yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık,
(gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki
ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak
görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar;
kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar
ve billür kaselerle, gümüşî beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır
ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki
insanların iştahları) ölçüsünde tayin ve takdir ederler. Onlara orada bir
kâseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir
pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz genç
nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış
inciler sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat
görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş
bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara:
"İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer"
denir." (el-İnsan: 76/11-22)
Cennet'in
tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadisin ifade ettiği durumdur: Hz.
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih
kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği
ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım."[35]
Başka bir
hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten
yapıldığını, harcının misk, taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin
bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını ebedî kalacaklarını,
ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını
ifade eder.[36]
[1] Secde:
32/17.
[2]
Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 2-5.
[3]
Bakara: 2/25; Muhammed: 47/6.
[4]
Makdisi 1/194.
[5] Hıcr:
15/44.
[6]
Buhâri, Tefsir 1; Müslim, Cennet 34.
[7] Şûrâ:
42/22.
[8]
Âl-i İmran: 3/133; Hadid:
57/21.
[9] Tevbe:
9/72; Saff: 61/12.
[10]
Zümer: 39/20.
[11]
Tahrim: 66/11.
[12]
Rahman: 55/72; Müslim, Cennet, 23-25.
[13]
Müslim, Cennet 13.
[14]
Rahman: 55/62.
[15]
Buhâri, Tevhid 34, Tefsir 1-2; Müslim, İman 296.
[16] Nisâ:
4/96; Enfâl: 8/4.
[17]
Buhâri, Cihad 4; Müslim, İmâre 116.
[18]
Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü'l-Cennet 4.
[19]
Buhâri, Tevhid 22; Tirmizî, Sıfatü'l-Cennet 4.
[20] İbn
Kesir II/400-407.
[21] Bkz.
Rahman: 55/50, 66; Ğaşiye: 88/12; İnsan: 76/6, 18; Mutaffifin: 83/28.
[22]
Rahman: 55/12, 68; Vâkıa: 56/28-29.
[23]
Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 6-8.
[24] Ra'd:
13/29,
[25]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
[26]
Ali İmran: 3/133; Zümer: 39/20; Tevbe: 9/72.
[27]
Rahman: 55/54.
[28]
Tûr: 52/21; Saffat: 37/47.
[29]
Nisa: 4/96; Enfal: 8/4.
[30]
Hicr: 15/47-48. vd.
[31]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 108-109.
[32]
ez-Zümer: 39/20.
[33]
et-Tevbe: 9/72.
[34]
er-Rahmân: 55/58-54.
[35]
et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül,
fî ahâdisi'r-Rasul, 5/402.
[36]
et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül, fî ahâdisi'r-Rasul, 5/402. Durak Pusmaz, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/300.
Cenneti
Şiddetle Umanlar: Allah'ın Fırkası:
"Onlar, öyle
kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile
desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda
süresiz olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı
olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın
fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta
kendileridir." (Mücadele: 58/22)
Allah'ın
cennetini vaat ettiği ve müjdelediği müminlerin belli başlı vasıfları ayetlerde
şöyle belirtilmiştir:
İman edip,
salih amellerde bulunurlar.[1]
Allah'tan korkup sakınırlar.[2]
Bollukta da darlıkta da infak ederler.[3]
Öfkelerini yenerler.[4]
İnsanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçerler.[5]
Çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı
hatırlayıp, hemen günahlarından dolayı bağışlanma isterler.[6]
Yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmezler.[7]
Allah'a ve elçisine itaat ederler.[8]
Namazı kılarlar, zekatı verirler, elçilere inanır, onları savunup desteklerler.[9]
Doğru sözlüdürler.[10]
Hicret ederler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ederler.[11]
Güzel davranışlarda bulunurlar.[12]
Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanırlar.[13]
Tevbe ederler.[14]
Emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.[15]
Namazlarını (titizlikle) korurlar.[16]
Hayırlarda yarışırlar.[17]
Muhlistirler.[18]
Allah'ın ayetlerine iman ederler.[19]
Bizim Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tuttururlar.[20]
Takva sahipleridir.[21]
Gönülden Allah'a yönelip, dönerler.[22]
Görmedikleri halde Rahman'a karşı içleri titreyerek korku duyarlar ve içten
Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelirler.[23]
İhsanda bulunurlar.[24]
Seher vakitlerinde istiğfar ederler.[25]
Yarışıp öne geçerler.[26]
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden
korkarlar.[27]
Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.[28]
Elçiye gereken saygıyı gösterirler.[29]
[1]
Bakara: 2/25.
[2] Al-i
İmran: 3/15.
[3] Al-i
İmran: 3/134.
[4] Al-i
İmran: 3/134.
[5] Al-i
İmran: 3/134.
[6] Al-i
İmran: 3/135.
[7] Al-i
İmran: 3/135.
[8] Nisa:
4/13.
[9] Maide:
5/12.
[10]
Maide: 5/119.
[11]
Tevbe: 9/20.
[12]
Yunus: 10/26.
[13] Hud:
11/23.
[14]
Meryem: 19/60.
[15]
Müminun: 23/8.
[16]
Müminun: 23/9.
[17]
Fatır: 35/32.
[18]
Saffat: 37/40.
[19]
Zuhruf: 43/69.
[20]
Ahkaf: 46/13.
[21]
Muhammed: 47/15.
[22] Kaf:
50/32.
[23] Kaf:
50/33.
[24]
Zariyat: 51/16.
[25]
Zariyat: 51/18.
[26]
Vakıa: 56/10.
[27]
İnsan: 76/7.
[28]
İnsan: 76/8.
[29]
Hucurat: 49/3. Harun Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
En Büyük
Zevk: Cennette Allah'ın Görülmesi
Mü'minler,
cennette Allah'ı göreceklerdir; bu, onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna "rü'yetullah"
denir. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur:
"O gün
Rablerine bakan ışık saçan yüzler vardır." (Kıyâme:
75/22-23)
Rasülullah da
bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Siz
gerçekten tıpkı şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz.
O'nu görmekte haksızlığa uğramayacak, izdihama düşmeyeceksiniz."[1]
Süheyb (r.a.)'in
rivayetine göre peygamberimiz (s.a.s.):
"İyi iş ve
güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve bir de ziyade (Allah'ı görmek)
vardır." (Yûnus: 10/26) ayetini okuduktan sonra şöyle
buyurdu:
"Cennetlikler
cennete girdiği zaman Allah şöyle buyuracak: 'Size daha da vermemi istediğiniz
bir şey var mı?' Cennetlikler de şöyle derler: 'Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı,
bizi cennete koymadın mı, bizi cehennemden kurtarmadın mı? (Bunlar yeter)'
Rasulullah sözlerine devam ederek: 'Cenab-ı Hak
perdeyi kaldırır, cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek
hiçbir şey verilmiş olmaz."[2]
Mü'minlerin
Allah Teala'yı cennette görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak
vuku bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur'an ve
sünnette bildirildiği için rüyetullah'a inanırız.[3]
[1]
Buhâri, Mevâkıt 16, 26.
[2]
Müslim'in rivayeti, et-Tâc, c. 5, s. 423.
[3]
Durak Pusmaz, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/300-301.
Ahirete Güzel
Geçiş:
Güzel Ölüm:
"Ki melekler, güzellikle
canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak
üzere cennete girin." (Nahl: 16/32)
Buraya kadar, salih müminlerin
dünyada güzel bir hayatla yaşatıldıklarını, korkuya ve hüzne kapılmadıklarını,
sağlıklı ve huzurlu bir ruh haline sahip olduklarını gördük. Bu insanların
Allah'ın rızasına uymalarından ötürü Allah'ın özel yardım, destek ve korumasını
kazandıklarını, kötülüklerinin örtüleceğini, yaptıklarının en güzeliyle karşılık
göreceklerini ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklarını da Kuran ayetlerinden
öğrenmiş bulunmaktayız. Dünya hayatına karşılık ahireti "satın alarak",
Kur'an'da geçen ifadeyle "güzel bir alışveriş" yapmışlar ve Allah onlardan,
onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır.
Peki bu kişiler ömürlerinin
sonuna ulaştıklarında ne olacaktır? Allah'ın takdir ettiği ölüm anı onlarla
nasıl ve nerede buluşacaktır? İster iman eden bir kişi olsun, isterse Allah'ın
ayetlerini inkar eden bir kişi, hiç kimse nerede ve ne zaman öleceğini
kesinlikle bilemez. Bu gerçek Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
"Kıyamet saatinin bilgisi,
şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç
kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez.
Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır." (Lokman: 31/34)
Bununla birlikte, ölümün
müminleri nasıl karşılayacağını, canlarının nasıl alınacağını, ölümleri anında
neler olacağını Kur'an'dan öğrenme imkanımız vardır. Kur'an'da bize bildirildiği
kadarıyla, müminin ölümü çok yumuşak bir geçiş, anlık bir boyut değiştirme
şeklinde olacaktır. Aynen uyku sırasında Allah'ın "bir tür ölüme sokmuş olduğu
kişinin" (Zümer: 39/42) ertesi sabah uyanarak yeni bir güne başlaması gibi,
mümin de ölümünde, bir anda "dünya" boyutundan sıyrılacak ve "ahiret" boyutuna
geçecektir. Allah bu sıkıntısız ve rahat geçişi, Naziat: 79/2. ayetinde görevli
meleklere işaret ederek, "yumuşacık çekip alanlara" şeklinde haber vermektedir.
Melekler, müminlerin canlarını
almaya geldiklerinde aralarında geçen bir konuşma Nahl: 16/32. ayetinde ise şu
şekilde anlatılır:
"Ki melekler, güzellikle
canlarını aldıklarında: 'Selam size' derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere
cennete girin." (Nahl: 16/32)
Başka bir ayette de müminlerin
ölüm anı şöyle tasvir edilir:
"Onları, o en büyük korku
hüzne kaptırmaz ve: 'İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti' diye melekler
onları karşılayacaklardır." (Enbiya: 21/103)
Görüldüğü gibi, dünyada güzel
bir hayat yaşatılan müminin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı
meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. O andan itibaren dünyayla tüm
ilişkileri kesilmiş ve kişi, Allah'ın huzuruna çıkmak üzere tesbit edilmiş bir
yere yollanmıştır. Bunun devamında da mümini, en başından beri olduğu gibi
rahatlık ve kolaylık beklemektedir.
[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennet
Şu An Mevcuttur:
Ehl-i Sünnet
inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu
ayet bunu açıkça ifade eder:
"Rabbinizin
mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva
sâhipleri için hazırlanmıştır." (Âli İmrân: 3/133)
Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivayet olunan
bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile
Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."[1]
Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar:
"Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer
cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim."[2]
Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmış
olup hâlen mevcuttur.[3]
[1]
Tecrid-i Sarih Terceme ve
Şerhi, 2/483.
[2]
Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, 2/713.
[3]
Durak Pusmaz, Şamil İslam Akidesi:
1/301.
Cennet
Hayatı
İnsanın Allah'a
imana sarılıp O'na bağlanmasında, en büyük kaygı ve korkusu olan yok olmaktan
kurtulma ve Allah'ın kendisine tükenmeyecek bir hayat bahşetmesi ümidinin büyük
etkisi vardır. Nitekim insanların kendi kendilerine yetmediklerini ve Allah'a
muhtaç olduklarını, Allah'ın dilerse onları yok edip yerlerine başka varlıklar
yaratabileceğini ifade eden ayetlerde[1]
bu hususa da işaret vardır. Ebedî mutluluğun simgesi olan cennete kavuşma ümidi,
bütün müslümanlar için hayatın birçok güçlüklerine göğüs germeyi, fedakârlık
göstermeyi göze aldıran bir faktör olmuştur. İlk İslam şehidleri Sümeyye - Yâsir
ailesinin bu uğurda çektikleri çilelerden günümüz İslam dünyasındaki
mücadelelere kadar müslümanların davranışlarında cennet idealinin en önemli
etken olduğu şüphesizdir.
İslam dini
Allah'ın seçkin kullarına nasıl bir cennet hayatı vaad etmektedir? Bu hayatın
konu ile ilgili nasların birleştiği ve önemle vurguladığı iki özelliği vardır:
Arzulanan her şey ve ebediyet. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:
"Gönüllerin
özleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey orada vardır. Ve siz orada ebediyen
kalacaksınız." (Zuhruf: 43/71)
Dünya hayatında
duyu organlarıyla algılanamayan meleklerin insanlara hizmet ettiği, onları
koruduğu, Allah yolunda yürüyenler için esenlik dilediği Kur'an'ın çeşitli
beyanlarından anlaşılmaktadır. Ahiret âleminde melekler inançlı ve dürüst
insanlara görünmeye başlayacaklar ve yeni hayata intibakları sırasında korku ve
üzüntüye düşmemelerini telkin ederek onlara şöyle diyeceklerdir:
"Biz dünya
hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Canlarınız
ne isterse, gönlünüz ne dilerse burada sizin için hazırdır. Bütün bunlar,
merhamet eden ve bağışlayan Allah'ın bir ikramıdır."
(Fussılet: 41/30-32).
Hz. Peygamber,
çeşitli münasebetlerle cennetteki sınırsız imkân ve mutluluklardan söz ettiğinde
yanında bulunanlar zaman zaman cennette at, deve vb. şeylerin de bulunup
bulunmadığını sormuşlar, o da, "Allah sizi cennete koyarsa orada canınızın
arzuladığı ve gözünüzün hoşlandığı her şeyi bulursunuz." şeklinde cevap
vermiştir.[2]
Hz. Peygamber, cennet hayatının imkân ve nimetlerinin genel anlamda fevkalâde
olduğunu belirtmekle birlikte ayrıntılı tasvirlere girmemiştir. Cennet halkının
arzu ettiği her şeyin gerçekleşeceği ilkesine karşı, "başkalarına zarar verici,
erdemsiz, çelişkili oluşu sebebiyle imkânsız şeyler talep edilirse durum ne
olacak?" şeklinde teorik olarak bir itiraz ileri sürülebilirse de, cennete
girecek insanlar fizyolojik ve psikolojik kusurlardan arınmış olacaklarından
pratikte böyle bir talebin vuku bulmayacağı açıktır.[3]
[1]
Fâtır: 35/15-16.
[2]
Tirmizî, Sıfatü'l-cennet 11.
[3]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
Kolay Hesap:
Bir önceki bölümde iman
edenlerin canlarının melekler tarafından güzellikle alınacaklarından bahsettik.
İşte bundan sonra hesap anı, yani insanların tüm yapıp ettikleriyle Rablerinin
huzuruna çıkacakları an gelmektedir.
Kıyametin kopmasıyla birlikte
başlayan tüm gelişmeler, dünya tarihi boyunca yaratılmış bütün insanların yeni
bir bedenle diriltilmeleri ve cehennem ateşinin çevresinde biraraya
toplanmalarıyla devam edecektir. Daha sonra tüm şahitler getirilecek, her bir
kişinin amel defteri açılacak ve herkes dünya hayatında yaptıklarından hesaba
çekilecektir. Bunların sonunda Allah müminleri rahmetiyle cehennem ateşinden
kurtararak, cennetine sokacaktır. Şimdi bu muhteşem gösteriyi ayrıntılarıyla
inceleyelim ve müminlerin kıyamet günündeki durumlarını ayetler doğrultusunda
görelim.
Sur'a ilk üfürülüş ile Kıyamet
başlamıştır. Dünya ve tüm evren, geriye dönüşü olmayan bir yokoluşa sahne
olmaktadır: Dağlar parçalanır, denizler kaynatılır, gökler yok edilir...
Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle
birlikte insanlar diriltilir ve hesaba çekilmek üzere biraraya toplatılır.
İnkarcılar dirilmiş olmanın şaşkınlığını üstlerinden atamadan, verecekleri
hesabı düşünerek korku ve sıkıntı içine düşerler. En ufak bir ayrıntı dahi
atlanmadan, hayatı boyunca yapmış olduğu herşey kişinin ve şahitlerin gözleri
önüne serilecektir. Kafirleri öldürücü bir utanca sürükleyen bu anda müminler,
sevinçli ve coşkuludurlar. Çünkü "...O gün Allah, peygamberi ve onunla
birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir..." (Tahrim: 66/8) Allah
"Elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik
için) duracakları gün yardım edeceğini" vaat etmiştir. (Mü'min: 40/51)
Bu ihtişamlı "sahnede" salih
müminler, tüm hayatları boyunca yapıp-ettiklerinin yazılmış olduğu hesap
defterlerini "sağ yanlarından" alacaklardır. Bu tanım, Kuran'da "kolay" hesaba
çekilecek ve cennete sokulacak insanlar için kullanılmıştır:
Artık kitabı sağ eline verilen
kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma
kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek
bir cennette." (Hakka: 69/19-22)
Rablerinin kendilerine vaat
ettiğine kavuşmak üzere olan müminler, o "ebedilik gününde" (Kaf: 50/34)
heyecanlı ve mutludurlar, bu durumları bir başka ayette şöyle tasvir edilmiştir:
"Artık kimin kitabı sağ
yanından verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi
yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır." (İnşikak: 84/7-9)
Hesaba çekilmeleri bittiğinde
artık müminler, kurtulmuş olmanın sevinci içinde Rablerinin söyleyeceği tek bir
söze bakmaktadırlar:
"Oraya esenlikle ve
güvenlikle girin." (Hicr: 15/46)
Bu durum başka bir ayette de
şöyle anlatılır:
"Ey
mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak
dön. Artık kullarımın arasına gir. cennetime gir."
(Fecr: 89/27-30)
Artık Allah, rahmet etmiş
olduğu kullarının günahlarını da bağışlamış, kötülüklerini iyiliğe çevirmiş ve
cennete girmelerine izin vermiştir. Kendisine "cennete gir"
denilen mümin bir kişi ise, şöyle söyler:
"... Keşke
kavmim de bir bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını."
(Yasin: 36/26-27)
Bir başka
ayette Allah, cennet ehlini şöyle müjdelemektedir:
"... Bu,
doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır..."
(Maide: 5/119)
"Ey kullarım,
bugün sizin için korku yoktur ve siz mahsun olmayacaksınız."
(Zuhruf: 43/68)
Ortam da
gittikçe güzelleşmektedir,
"Cennette,
muttakiler için, uzak değildir, yakınlaştırılmıştır."
(Kaf: 50/31)
Kuran'da
bildirildiği üzere müminler için çok heyecanlı bir bekleyişten başka bir şey söz
konusu olmayacaktır: Cennete sevk edilişleriyle ona girmeleri arasında geçecek
kısa bir bekleyiş...
[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennet
Nimetleri
Kur'an-ı Kerim
ve sahih hadislerde mevcut beyanlara dayanarak cennet nimetlerinin ana
özelliklerini şu şekilde tespit etmek mümkündür:
1-
Sonsuz lüks ve konfor.
2-
Sürekli barış ve huzur.
3-
Cennet ehlinin hem bedenî, hem ruhî bakımdan son derece güçlü ve yetenekli
olmaları.
4-
Manevî tatmin (rızâ).
5-
Allah'ı görmek, O'nunla konuşmak.
6-
Bütün bunları saran bir ebediyet.
İnsanın irade
ve tercihini kullanarak tekâmülünü sürdürebileceği yer dünya hayatıdır ve
buradaki manevî tekâmül, iman ve salih amel ölçüsüne bağlanmıştır. Bir bekleyiş
merhalesi olan Berzah döneminden sonra başlayacak ahiret hayatında, dünya
tekâmüllerini sekteye uğratmayanlar, öyle anlaşılıyor ki, fizyolojik ve
psikolojik yönlerden son bir operasyon ve arındırmaya tâbi tutulduktan sonra
cennete alınacaklardır. Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamberimiz,
kıyamet günü cennet kapısını ilkin kendisinin çalacağını ve ondan önce bu
kapının kimseye açılmayacağını söylemiştir.[1]
Cennete giriş sırasında bütün mü'minler görevli melekler tarafından karşılanacak
ve melekler: "Selam olsun sizlere! Saadetler içinde olun, bir daha çıkmamak
üzere cennete buyurun!" (Zümer: 39/73) diyeceklerdir.
Buhâri, Müslim
ve Tirmizî'nin çeşitli rivayet kanallarından aktardıkları hadislere göre[2]
mü'minler dolunay veya parlak yıldızlar gibi ışıklar saçarak cennete girecekler,
orada diledikleri gibi yiyip içtikleri halde abdest bozma ihtiyacı
hissetmeyecekler, sümkürüp tükürmeyeceklerdir. Aldıkları gıdaların sindirimi hoş
kokulu geğirti ve terden başka bir külfet getirmeyecektir. Cennet halkına
yorgunluk ve usanç gelmeyeceği için (35/Fâtır, 35) uykuya da ihtiyaç
duymayacaklardır. Cennet ehlinin imkânlarını dile getiren bir hadiste onlara
şöyle nida edileceği kaydedilir:
"Daima
sağlıklı olacak, asla hastalanmayacaksınız; sonsuza kadar yaşayacak, hiç
ölmeyeceksiniz; her an gençliğinizi koruyacak ve hiçbir zaman
ihtiyarlamayacaksınız; sürekli nimetler içinde olacak ve asla güçlükle
karşılaşmayacaksınız."[3]
Konu ile ilgili
hadislerin bazı rivayetlerinde cennete girecek erkeklerin ataları Adem'inki gibi
bir bünyeye sahip olacakları, hatta 60 arşın boyunda bulunacakları anlatılır.
Ayrıca bu erkeklerin daima 33 yaşında olmakla birlikte bıyıkları yeni terlemiş
sakalsız gençler görünümü arzedeceklerinden de söz edilir. Kadınların ise çok
güzel tenli ve çok değerli elbiselere bürünmüş halde bulunacakları ifade edilir.
Cennet ehlinin
ruhî portreleri konusunda en çok vurgulanan özellik, onların gönüllerinde kin ve
nefretin bulunmayacağı hususudur. "Gönüllerindeki kini söküp atacağız"
(A'râf: 7/43) şeklindeki ifadeler, cennete gireceklerin manevî bir arındırma
operasyonuna tâbi tutulacağının delilidir. Yine ilgili ayet ve hadislerin
beyanına göre cennette kusursuz bir ahlakî hayat yaşanacak, cennetlikler
arasında anlamsız ve gereksiz konuşmalar, suçlamalar olmayacak, tam bir dostluk
ve kardeşlik hayatı hüküm sürecektir.[4]
Kötülüklerden korunmayı başaranlar meleklerden gelen iltifatlarla cennete
girecekleri sırada şöyle diyeceklerdir:
"Bize karşı
vaadini gerçekleştirip dilediğimiz yerinde yerleşebileceğimiz cennete bizleri
vâris kılan Allah'a hamdolsun!" (Zümer: 39/74).
Ayetin ifade
tarzından, mü'minlerin yerleşim açısından serbestlik içinde olacakları
anlaşılmaktadır. Rahman suresinde sözü edilen iki veya dört cennetin bir anlamı
da bu olmalıdır.
Cennet
meskenlerindeki yaygı, sergi vb. ev eşyasının son derece lüks olması yanında
yiyecek ve içeceklerin, ayrıca giysilerin de olağanüstü zevk verici özelliklere,
temizlik ve zarafete sahip olacağı muhtelif ayetlerde yer yer ayrıntılı olarak
tasvir edilir. Hadislerde belirtildiğine göre cennet ehline ilk verilecek yemek,
havyar ziyafetidir.[5]
Cennette ekmek, et, meyve, tatlı, ayrıca su, süt ve şarap gibi yiyecek ve
içecekler mevcut olmakla birlikte, bunların dünyadaki benzerleriyle isimden
başka bir münasebetinin bulunmayacağı âlimlerce belirtilir. Nitekim fevkalâde
zevk veren cennet şarabı kadehler dolusu içileceği halde sarhoşluk ve
rahatsızlık vermeyecektir.[6]
Cennet halkının beslenme rejiminde meyvelerin önemli bir yer tuttuğu çeşitli
ayetlerin beyanlarından anlaşılmaktadır.
Cennet
hayatının nimetlerini dile getiren nasların ayrıntılı anlatımları ve bunların
hayal ettirdiği cismanî zevkler, bazı yabancı araştırmacıların eleştirilerine
konu olmuştur. Halbuki cennet hayatının nimetleri bu cismanî zevklerden ibaret
değildir. Cennet halkı, asıl mutluluğu manevî tatminde bulacak, onlar nefes alıp
vermek kadar tabii bir şekilde Allah ile irtibat kuracak, cemalini müşahede
ederek O'nunla konuşacaklardır. Aradaki derin mahiyet farkına rağmen uhrevî
hayat, dünya hayatına benzer şekilde devam edeceğine göre oradaki konfor da
buradaki konforla bir bakıma bağlantılı olacaktır. Deney dünyasından aldığı
izlenimler sayesinde idrak gücüne sahip olan insana bu idrakin sınırlarını aşan
kavramlarla herhangi bir konuda fikir vermek mümkün değildir. Dünya hayatındaki
cismanî zevklerin ruhun yücelişine engel teşkil ettiği genellikle kabul
ediliyorsa da bunun uhrevî hayatta da aynı mahiyette olacağı söylenemez. Çok değişik
zamanlardaki çok değişik kitlelere hitap eden dinin bu dünya ile paralellik
arzeden bu üslubun özendirici ve etkileyici özellikler taşıdığı da bilinen bir
gerçektir.
[7]
[1]
Müslim, İman 333.
[2]
Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 14-22; Tirmizî, Sıfatü'l-cennet 7.
[3]
Müslim, Cennet 22.
[4]
Hıcr: 15/47; Vâkıa: 56/25; Müslim, Cennet, 16-17.
[5]
Buhâari, Enbiyâ 1; Müslim, Münafikıyn 30.
[6]
Saffat: 37/45-47; Muhammed: 47/15.
[7]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
Cennetteki Doğal Güzellikler:
Takva
sahiplerine vaat edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve
gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin
sonu ise ateştir.[1]
Konuya
başlamadan önce hemen belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. İnsanlar
arasında yaygın bir batıl inanış olan, "Cennetin sadece doğal güzelliklerden,
yeşilliklerden ve akarsulardan ibaret olduğu" fikri, Kurani değildir. Elbette ki
doğal güzellikler ve yeşillikler cennetin mükemmel atmosferini tamamlayan, çok
güzel ve estetik bir fon teşkil eder. Köşklerin ve gölgeliklerin bahçelerin
içinde, pınarların yanıbaşında kurulmuş olmasının hikmeti de budur. Ancak,
yalnız başına "yeşillik" cennetin tamamını tarif etmek için yeterli olamaz.
Cennet, "...
ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk..." (İnsan: 76/13)
şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime
sahiptir. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar
orada yoktur. Allah müminleri cennette "... ne sıcak-ne soğuk, tam kararında
bir gölgeliğe..." (Nisa: 4/57) sokacaktır. "Tam kararında" ifadesi, bu
ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle
beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek
anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret
etmektedir. Cennetteki herşey ve her durum müminin "tam istediği" gibi
olacaktır. Zaten başka türlü olması, bir kusur, eksiklik ve mahrumiyet anlamına
gelir ki, cennette bu tür kavramlara yer yoktur.
Allah'ın cennet
ayetlerinde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de, "Durmaksızın akan
su(lar)" (Vakıa : 56/31) dır. Dünya hayatından da gözlemlediğimiz gibi insan
ruhu sudan, özellikle de akan sulardan büyük zevk alır. Bir göl, bir akarsu veya
bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak insanın ruhuna hitap etmektedir.
Sarayların, konakların, malikanelerin ya da villaların bahçelerine yapılan
göletler, havuzlar ve fıskiyelerin, yapay veya doğal akarsuların amacı hep
ruhtaki bu estetik özlemin tatminidir.
Bu estetik
görüntülerin hoşa gitmesinin başlıca sebebi insan ruhunun cennete göre
yaratılmış olmasıdır. Bir diğer ayette de bu güzellik şöyle ifade edilmiştir:
"İçlerinde
durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır." (Rahman:
55/66)
Akan suyun
görüntüsü, çıkardığı ses insanın kalbine huzur ve ferahlık verir. Yükseklerden
dökülen suların görüntüsü, ve gür sesi ruhtaki heybet ve ihtişam hislerini
canlandırır. İnsanın Rabbine şükretmesine ve O'nun adını yüceltmesine vesile
olur. Özellikle tepelerden, ağaçların ve yeşilliklerin arasından akıyorsa, ya da
kayaların üzerinden süzülüyorsa oldukça etkileyici bir görünüm ortaya çıkar. Ya
döküldüğü yerde birikir ya da kat kat havuzlar oluşturarak birinden diğerine
akıp gider. Sürekli akan bir su, sonsuzluk ve tükenmeyen bir bolluk
göstergesidir.
"Gerçekten
takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır"
(Hicr: 15/45) ayetinden de anladığımız gibi, müminler cennette bu tür yerlerde
yaşarlar ve bundan zevk alırlar. Benzer başka bir ayette de "Şüphesiz muttaki
olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır" (Mürselat: 77/41) şeklinde
bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve
güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekandır. Cennet
köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden
bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş
sahasında bulunur. Gölgelikler, özel olarak müminlere zevk alacakları bir ortam
hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has
içkilerin içileceği, müminlerin biraraya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte
eğlenecekleri mekanlardır. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok
hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraların çekiciliğini artırmaktadır. Bu
pınarlardan tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırır.
Cennete has bir
başka doğal güzellik ise ayette sözü geçen bahçelerdir. Şura: 42/22. ayetinde
bahsedilen "cennet bahçeleri" sadece müminler için hazırlanmıştır. Bahçelerin
özelliği, birçok doğal güzelliği uyum içinde barındırıyor olmasıdır. Bu
bahçelerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yetişen en narin ve en güzel kokulu
bitkilerin benzerleri ve bunlar gibi sonsuz çeşidi yetişmekte, insanın bildiği
ve de bilmediği birçok hayvan bir arada yaşamaktadır.
Bahçeler, değişik
boylarda ağaçlar, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman: 55/64) alanlar,
bitkiler ve çiçekler, bazı yerlerde havuzlar ve fıskıyelerle süslenmiştir.
Civarda görülen ağaçların bir kısmı da meyve ağaçlarıdır ve cennetin bolluğunu
simgelercesine "yüklü dalları bükülmüştür" (Vakıa: 56/28), "üst üste
dizilmiş meyveleri sarkmıştır". (Vakıa: 56/29) Yeşillikler, deniz ya da göl
kıyısına kadar kesintisiz devam eder. Bazı ağaçlar suların ulaştığı yerlerden
bile çıkabilir.
Tüm bu
saydıklarımız, cennete has özelliklerin ayetler ışığında tefekkür edebildiğimiz
en genel bölümüdür. Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce
hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip"
(Rahman: 55/48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade
sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde
ve Allah'ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette
müminleri beklemektedir. Özellikle "... Rableri katında her diledikleri
onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur..." (Şura: 42/22)
ayetinin bildirdiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil cennetteki herşey
müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. Yani Kur'an'da
bildirilmiş güzelliklerin ötesinde, kişinin hayalgücü, Allah'ın izni ve lütfu
sayesinde ortam şekillendirilecektir.
[2]
[1]
Rad: 13/35.
[2] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennette
Cinsî Zevkler
"Gerçekten
cennetlik olanlar, o gün eğlenceyle meşguldürler." (Yasin:
36/55)
"O
cennetlerde gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, bu
kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin."
(Rahman: 55/56)
"Onlar yakut
ve mercan gibidirler." (Rahman: 55/58)
"Doğrusu
Allah'a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, göğüsleri
tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu kadehler vardır. Orada boş ve yalan söz
işitmezler. Bunlar Rabbinin katından hesapları karşılığı verilenlerdir."
(Nebe': 78/31-36)
"Cennette
onlar için işlediklerine karşılık olarak sedefteki inciler gibi hûriler / ceylan
gözlüler vardır." (Vâkıa: 56/22-23)
"Biz
hûrileri / ceylan gözlüleri (cennetlikler için) yeniden yaratmışızdır. Onları,
bâkire, şuh, eşlerine düşkün ve yaşıtları kılmışızdır."
(Vâkıa: 56/35-37)
"Ebedî
gençliğe erdirilmiş genç hizmetçiler, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz
bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve kadehlerle (cennetliklerin)
etrafında dolaşırlar." (Vâkıa: 56/17-19)
Cinsiyetin
insan hayatında önemli bir yer tuttuğu şüphesizdir. Kur'an'da vurgulandığı üzere[1]
karşı cinsler hayatlarını birleştirmekle bedenî ve ruhî tatmin bulmaktadırlar.
Aynı tatminin uhrevî hayatta da devam etmesi tabiidir. Cennet tasviriyle ilgili
çeşitli ayet ve hadislere göre cennette hem dünya kadınları hem hûriler
bulunacaktır. Ayetlerde geçen "tertemiz zevceler" ifadesi[2]
hûrilerle birlikte dünya kadınlarını da kapsamına almaktadır. Cennete giriş
öncesinde mü'minlere uygulanacak bedenî ve ruhî arındırma operasyonu sonunda,
kadınların cinsî hayatlarına olumsuz etki yapan, mutluluklarını bölen fizyolojik
ârızaların ve ruhî depresyonların tamamen giderileceği anlaşılmaktadır. Çeşitli
ayet ve hadislerde cennet kadınlarının güzelliği, zarafeti ve çekiciliği
konusunda canlı tasvirler mevcuttur. Bir rivayette huriler, kendi
ayrıcalıklarından söz edecekleri bir sırada cennetteki dünya kadınları, dünya
hayatında işledikleri güzel ameller sebebiyle onlardan üstün olduklarını ifade
edecekler ve onları susturacaklardır.
Bir erkeğin kaç
eşe, özellikle kaç dünya kadınına sahip olacağı hususunda farklı görüşler ileri
sürülmesine rağmen, bu konuda sahih rivayet Buhâri ile Müslim'de yer alan
hadistir. Buna göre cennetteki her erkeğe "zarif ve şeffaf tenli" iki kadın
verilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır.[3]
Kadınların ikisi de hûri veya dünya kadını olabileceği gibi birinin hûri,
birinin de dünyalı olması muhtemeldir.
"İri gözlerinin
beyazı saf, siyahı koyu, gümüş berraklığında beyaz tenli kızlar" anlamına gelen
hûrilerin cennet erkekleri için farklı bir yapıya sahip kılınarak yaratıldığı ve
"erkeklerine düşkün, başkalarında gözü olmayan, kimse tarafından dokunulmayan,
inci tenli, yakut yanaklı, yaştaş genç kızlar" gibi özelliklerle
vasıflandırıldıkları çeşitli ayetlerde görülür. Hûrilerin sayısı hakkında değişik
ve doğrulukları sabit olmayan rivayetler mevcuttur. Genel eğilim, her erkeğe
dünya hanımlarından iki, hûrilerden ise birkaç tane verileceği yolundadır.
Cennetteki
cinsî hayatla ilgili tasvirlerde güzellik, çekicilik vb. faktörler kadınlara
nisbet edildiği halde bu tür tasvirlerin sağladığı özendirici sonuç ve
avantajların genellikle erkekler için söz konusu edildiği ve kadının âdeta erkeğin
zevklerini tatmin eden bir vasıta olarak gösterildiği şeklinde bir itirazın
ileri sürülmesi mümkündür. Arap dilinde kadınlı erkekli bir topluluğa hitap
edilirken veya onlara yönelik açıklamalar yapılırken müzekker/eril sigaların
kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca hemen bütün toplumların sanat ve
edebiyatlarında kadın zarafet ve câzibenin odak noktası olarak kabul edilmiş,
aşk şiirleri ve diğer sanat alanlarının ana teması kadın olmuş, büyük bir çoğunlukla
kadın talep eden değil; talep edilen konumunda bulunmuştur.
Aynı üslup ve
yaklaşımın cennetteki cinsî hayatın tasvirinde de hâkim olduğu anlaşılmaktadır.
Kimsenin bekâr kalmayacağı cennet hayatında erkeğe -biri dünya kadını, biri de
hûri olmak üzere- en az iki eş verileceği halde kadının birden fazla kocaya
sahip bulunmaması da aynı temaya bağlı olmalıdır. Gerçekten dünya hayatında
kadın psikolojisi üzerinde sürdürülen çalışmalar, yapılan anket ve
araştırmalardan onun monogam olduğu, gönül ve hayal âleminde sadece bir erkeğe
yer verdiği anlaşılmıştır. Bu aynı zamanda insan türünün devamını sağlayan ana
rahminin korunması, dolayısıyla nesebin tayini ve neslin bekası için de
gereklidir.
İslamiyet'te
dini kabullenme ve ilahî buyrukları yerine getirme hususundaki sorumluluk ferdî/kişiseldir,
kimse diğerinin dinî yükümlülüğünü taşımadığı gibi bunun olumlu veya olumsuz
sonuçlarına da muhatap olmaz.[4]
Ancak iman ve ameliyle cennete girmeye hak kazanmış aile fertleri arasında Allah
katında değeri en üstün olanın diğerlerini yanına alabileceği kabul edilmektedir.
Dünyada birden fazla erkekle evlenmiş kadının cennette bunlardan hangisinin eşi
olacağı meselesi ashabtan itibaren düşünülmüştür. Bâkire olarak ilk evlendiği
erkekle veya son kocasıyla bulunacağı şeklinde iki ayrı kanaat yanında, hadis
olduğu ileri sürülen iki farklı rivayete dayanılarak huyu daha güzel olanla veya
tercih edeceği bir kocasıyla beraber bulunacağı söylenmiştir.[5]
Dünya hayatında
meşru evlenmelerle kurulan ailelerin cennette aynen devam etmesi nazarî/teorik
olarak mümkün görülmekle birlikte cennete girmeye hak kazanamayanların, birden
fazla evliliklerin durumu farklılıklar meydana getirecektir. Bu bakımdan
cennetteki aile hayatını dünyadakinin devamı gibi telakki etmek isabetli
görünmemektedir. Cennette bulunacak dünyalı kadın ve erkek kesimi arasında
evlenme açısından kendiliğinden bir denkliğin oluşması muhtemeldir. Bir hadiste
belirtildiğine göre Allah cennet için yeniden bazı nesiller (kadın ve erkekler)
yaratacaktır. Kadınlı erkekli eşlerin sayısını tamamlamak ve dengeyi sağlamak
için bu yeni nesillerden faydalanılması mümkündür.
[6]
[1]
Rûm: 30/21.
[2]
Bakara: 2/25; Âl-i İmran: 3/15.
[3]
Buhâri, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 14.
[4]
Fâtır: 35/18.
[5]
İbn Kesir, c. 2, s. 548.
[6]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram
Tefsiri.
Sonsuz
Lezzet:
"Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için."
(Mürselat: 77/43)
Ayetlerde
cennet ehlinin en güzel yemeklerle ve çeşitli içeceklerle nimetlendirildikleri
bildirilmektedir. Burada beslenme gibi bir ihtiyaç olmayacağına göre, bu ayetler
bize yemenin-içmenin ancak zevk almak için yaratıldığını göstermektedir.
Dünyada iman
edip salih amellerde bulunan ve çaba harcamaları Allah tarafından şükre değer
bulunan müminler için cennette hazırlanan yiyecekler, dünyadakilere çok
benzemektedir. Cennet ehli bu benzerliği şu şekilde ifade eder:
"(Ey
Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için
altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu
ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu,
onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz
eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır." (Bakara:
2/25)
Gerçekten de
dünyada insanın nefsinin çektiği, hem görüntü hem de tat olarak zevk veren
yüzlerce çeşit yemek vardır. Bu yemeklerin benzerlerinin cennette de müminlere
hoşnutluk vermek üzere var edilmeleri şüphesiz Allah için çok kolaydır. Ancak
bunlar dünyadaki gibi insanda fiziksel sıkıntılar (şişmanlık, kolesterol, aşırı
doyma hissi, vs.) yaratmazlar. Allah cennet ehline "yaptıklarınıza karşılık
olmak üzere afiyetle yiyin ve için" (Mürselat: 77/43) şeklinde
seslenmektedir. Bu, Allah tarafından bir ödüllendirmedir. Allah yemek yemeyi,
içmeyi cennet ehline hesapsız bir rızık olarak çok zevk alınan, haz duyulan bir
ödül haline getirmiştir.
Cennete
kavuşabilmek için oldukça zorlu bir imtihan dünyasını geçmek gerekmektedir. İman
edenler de dünyadaki hayatları boyunca Rablerinin rızasını kazanmak için ciddi
bir çaba ve üstün bir gayret göstermiş, gönülden O'na yönelip, sürekli şükredip,
dua ve tevbe etmişlerdir. Rableri de bu çabalarına karşılık olarak onlara cennet
nimetlerini "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere" (Mürselat: 77/43)
diyerek sunmaktadır.
Kur'an'ın
bizlere bildirdiği cennet rızıklarının başında etler gelir. Allah cennetteki
müminlere "... istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol" (Tur:
52/22) verdiğini, "canlarının çektiği kuş eti"nden (Vakıa: 56/21) de
orada onlara sunulacağını bildirmektedir. Üstelik orada, müminlerin rızıklarının
"... bitip tükenmesi de yok" (Sad: 38/54) tur. Çünkü müminler, "...
içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler." (Mümin:
40/40) İstenilen yemek, istenildiği kadar yenebilir, bu yemek ne tükenir, ne de
insan doyarak ya da rahatsız olarak durmak zorunda kalır.
Cennette
varolan rızıklardan, Kur'an'da belki de en çok söz edileni, meyvelerdir. İstek
duyulup arzulanan her türden meyve, orada müminlere ikram edilmektedir. Üstelik
bu meyvelerin "gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri
kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmıştır." (İnsan: 76/14) Ayetten anlaşıldığı
kadarıyla, cennet meyveleri doğal ortamlarında, ağaçlarda bulunuyor ve müminler
de bunları oradan kolayca alarak, yiyebiliyorlar. Nitekim Vakıa: 56/28. ve 29.
ayetlerinde "yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri
sarkmış muz ağaçları" ifadeleri kullanılarak, meyvelerin ulaşılmasının
kolaylığı, cennetin bereketine ve bolluğuna bağlanmıştır. Meyveler öylesine bol
ve bereketlidirler ki, ağaçların dalları onları taşıyamamaktadır. Bükülmüş ve
aşağı sarkmış bu dallardan da o meyvelere ulaşmak çok kolaydır.
Cennette
meyveler gümüş ya da altın tepsilerde, şık ve estetik kaplarda müminlere tahtlar
üzerinde sohbet ederlerken ikram ediliyor olabilir. Şüphesiz bunların dünyada
insana rahatsızlık veren çekirdek, çürük, eziklik gibi kusurları da cennete
layık bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Hepsi kusursuz ve göz alıcı bir
güzelliğe sahip olarak müminlere ikram edilmektedir.
Meyveler bir
yandan da cennetin güzelliğine ayrı bir renk ve estetik katarlar. Her cinsten
meyveyle yüklü ağaçların rengarenk görüntüsü cennetin muhteşem manzarasını daha
da güzelleştirir. Hakim renk yeşildir. Yeşilin içinde sarılar, turuncular,
kırmızılar olması insan gözüne hitap eden çok estetik bir görüntüdür. Bu görüntü
Allah'ın sanat ve kudretinin de bir göstergesi olarak ayrı bir şükür vesilesidir.
Yaratılan bunca güzel yemek ve meyve yanında, elbette içeceklerin olması da
arzulanabilir.
Ayetlerde bu
içeceklerden de bahsedilmektedir. Örneğin bir ayette "kaynaktan (doldurulmuş)
kadehlerle çevrelerinde dolaşılır" (Saffat: 37/45) şeklinde geçmektedir.
Müminler için cennette "sonu misk olan, karışımı tesnimden, mühürlü, katıksız
bir şarap" (Mutaffifin: 83/25-27) hazırlanmıştır. Ayetlerde de belirtildiği
gibi bu içecekler aynı zamanda güzel kokular da içermektedir. Ayrıca şüphesiz bu
şarap, dünyadakilere benzememektedir. Cennet ehlini sarhoş etmeyecek, içenlerin
şuurunu bulandırmayacaktır. Allah cennette içkilerin kadehlerle sunulduğunu, ve
bu içkilerden başların ağrımayacağını, müminlerin kendilerinden geçip
akıllarının çelinmeyeceğini söyler. Bu ikramı yapanlar ise, Allah'ın özel
olarak görevlendirdiği civanlardır.
[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Amaç,
Cismanî Zevkler Sağlayan Cennet Nimetleri Değil;
Allah'ın Rızasıdır
Bedenî
ihtiyaçları gideren ve cismanî zevkler sağlayan cennet nimetleri aslında cennet
sakinleri için amaç değildir. Ulaşılmak istenen asıl hedef Allah rızasıdır.
İnsan için bu rızaya nail olmak, Allah'ın kendi katından bedene bahşettiği ruhu[1]
yine O'na yöneltmek, O'nu müşahede etmek, O'nunla konuşmaktır. Müslümanlar
arasında minnet ve şükran duygularını dile getirmeye vesile olan en samimi ve en
yaygın dua ifadesi, "Allah râzı olsun!" cümlesidir. Allah'ın dostları O'na en
yakın olan, O'nun rıza ve muhabbetini kazanan, O'nu gönülden sevip rıza ve
teslimiyetle en büyük mutluluğa erenlerdir. Cennet ve Allah rızası münasebetini
dile getiren bir ayette, "Allah mü'min erkeklerle mü'min kadınlara içlerinde
ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler, Adn bahçelerinde güzel
meskenler vaad etti. Allah'ın rızası ise hepsinden daha üstündür. İşte en büyük
saadet budur." (Tevbe: 9/72) denilerek uhrevî saadetin bu manevî unsurunun,
maddî içerikli kavramlarla anlatılan diğer bütün nimetlerden daha değerli olduğu
açıkça ifade edilmiştir.
"Ey huzura
kavuşmuş insan! Sen O'ndan râzı/hoşnut, O da senden râzı/hoşnut olarak Rabbine
dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!"
(Fecr: 89/27-30)
Sahih
hadislerde belirtildiği gibi bütün mü'minler cennetteki yerlerini aldıktan sonra
Cenab-ı Hak kendilerine hitap ederek hallerinden memnun olup olmadıklarını
soracak, onlar da son derece memnun olduklarını ifade edeceklerdir. Bunun
üzerine Allah, "Size bundan daha değerli bir şey veriyorum: Size rızamı
saçıyorum, artık size gazabım bir daha dokunmayacak" diyecektir.[2]
Cennet,
(dolayısıyla cehennem ve ahiret hayatı) sadece ruhlar âleminde değil; ruh ve
bedenden oluşan, ayrıca bağı bahçesi, nehri, yapısı vb. bulunan bir maddeler ve
realiteler dünyasında başlayıp devam edecektir. Sadece Kur'an ayetleri
çerçevesinde bile mevcut nasların içerdiği maddî unsurları, manevî ve ruhî
anlatımlar veya sembollerle te'vil etmek mümkün değildir. İmam Gazzali, cennet
zevklerinin hissî, hayalî ve aklî olmak üzere üçe ayrıldığını ve herkesin kendi
kabiliyetine göre bunların tamamından veya bir kısmından faydalanacağını kabul
etmiştir. Dünya hayatında özellikle hayalî ve aklî zevklerin kusuru olan
kesintiler ahirette bertaraf edilip bu zevkler süreklilik kazandığında son
derece câzip olurlar.[3]
[1]
Hıcr: 15/29.
[2]
Müslim, Cennet 9.
[3] İslam
Ansiklopedisi, T.D.V. Y. c. 7, s. 374 vd.
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
Cennette
Müminlerin Yaşadıkları Yerler:
Allah, mümin erkeklere ve mümin
kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn
cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en
büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.[1]
Müminlerin dünya hayatlarını
geçirdikleri evler, daha önce de belirttiğimiz gibi "içinde Allah'ın adının
anılmasına izin verdiği" (Nur: 24/36) mekanlardır ve yine Allah'ın emri
doğrultusunda tertemiz tutulan, özen gösterilen yerlerdir. Cennet evleri de
bunun benzeri olarak yine, müminlerin Allah'ı andıkları ve O'na şükrettikleri
tertemiz mekanlardır.
Müminlerin yaşadıkları güzel
meskenler, evler, köşkler bir önceki bölümde tasvir edilen doğal güzelliklerin
içinde kurulmuş olabileceği gibi, bunların son derece modern, üstün bir
teknolojiye ve estetik mimariye sahip şehirlerde inşa edilmiş olması da
mümkündür.
Kuran'da sözü geçen evler,
genellikle doğal güzelliklerin içine inşa edilmiştir. Bunu bildiren bir ayet
şöyledir:
"Ancak Rablerinden
korkup-sakınanlar ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek
köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın
va'didir. Allah va'dinden dönmez." (Zümer: 39/20)
Köşklerin yükseklerde olması
karşılarındaki ve aşağılarındaki manzara seyredilirken, görüntüye çok sayıda
detay girmesini sağlar. Böylece birçok güzelliği aynı anda algılama imkanı
doğar. Yükseklik değiştikçe görüntünün güzelliği de değişir. Her metre farkta
görünen güzelliklerin boyutu bir öncekiyle aynı olmayacaktır. Cennette bazı
köşkler daha yüksekte, bazıları daha alçakta olabilir, böylece her birinin
manzarasının ve dolayısıyla buralardan alınacak zevklerin farklı olması mümkün
olacaktır.
Ayette bahsedilen, yüksek
yerlerde kurulmuş köşklerin altlarından sular akar, bu manzarayı seyretmek için
geniş pencereli ya da dört bir tarafı camlardan inşa edilmiş salonlar olabilir.
Böylece insan ruhunun en çok zevk alacağı şekilde döşenmiş evlerde, tahtlar
üzerinde yaslanırken, ve en güzel meyvalar ve içeceklerle rızıklandırılırken
müminler, yükseklerden bakarak birbirinden muhteşem manzaraları da seyretme
zevkini tadarlar.
Köşklerin tasarımı ve döşenmesi
en kaliteli malzemeyle, en uyumlu renklerle yapılmıştır. Rahat koltukları,
karşılıklı oturulan tahtları vardır. "Özenle işlenmiş mücevher tahtlar
üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır." (Vakıa: 56/15-16) ve "özenle
dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır..." (Tur: 52/20) şeklindeki
ayetlerden de anlaşılacağı gibi tahtlar zenginlik, ihtişam ve kudret sembolüdür.
Allah sonsuz cennet nimetlerini nasip ettiği müminlere böylesini layık
görmüştür. Onlar cennetteki tahtlar üzerinde kurulup yaslanırlar. Bu ortamda
müminler sürekli Allah'ı anarlar.
"Adn cennetleri
(onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle
süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. Derler ki: "Bizden hüznü
giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır,
şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir
yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir
bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/33-35)
İhtişamlı tahtlar üzerinde
oturan müminler çevrelerini "bakıp-seyretmektedirler". (Mutaffifin:
83/23) Dünyada gördüğü güzel bir manzaranın, güzel bir görüntünün karşısından
ayrılmak istemeyen insan için cennetteki muhteşem manzaraların ve güzelliklerin
yalnızca seyredilmesi bile görsel bir ziyafet, büyük bir nimettir. Müminlerin
bakıp seyrettikleri bir eğlence, bir şölen de olabilir. Dünyanın yaratılışından
yokoluşuna kadar yaşamış ya da yaşayacak müminlerle bu zevkleri ve güzellikleri
paylaşmak sadece cennete has bir nimettir. Örneğin Hz. Musa ile, Hz. İsa ile ya
da salih müminler ve sahabelerle karşılıklı tahtlarda oturup sohbet etmek,
birlikte Allah'ı anmak dünyada nasip olabilecek bir zevk değildir, bu zevk ancak
cennete mahsustur.
Cennette müminlerin her
diledikleri şey yaratılacaktır. Allah dileklerinin kendilerine ulaştırılması
için özel hizmetkarlar görevlendirmiştir. Ayette şöyle geçer:
"Kendileri için (hizmet
eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) sedefte saklı inci
gibi tertemiz, pırıl pırıl." (Tur: 52/24)
Bir başka ayette de bu durum
şöyle ifade edilir:
"Çevrelerinde (gençlikleri
ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır durur, sen onları gördüğün zaman
saçılmış birer inci sanırsın." (İnsan: 76/19)
Allah'ın cennetine layık
kıldığı müminler son derece değerli ve seçkin insanlardır. Müminlerin hizmet
edilen, "ikram görenler" (Saffat: 37/42) konumunda olmaları da Allah'ın
onlara verdiği değeri gösterir. Müminlere hizmet etmeleri için yaratılan
hizmetkarlar müminlerin arasında dönüp dolaşırlar, müminlerin bir dediği iki
edilmez. Sürekli, kesintisiz bir hizmet ve ikram yapılır. Kur'an'da
cennettekilere hizmet için yaratılmış civanlardan şöyle bahsedilir:
"Kendileri için (hizmet
eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) 'sedefte saklı inci
gibi tertemiz, pırılpırıl.'" (Tur: 52/24)
"Çevrelerinde (gençlikleri
ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman
saçılmış birer inci sanırsın." (İnsan: 76/19)
Cennette müminlerin
dilediklerinin anında sebepsiz yaratılmasının yanısıra, nimetlerin böyle
kusursuz bir hizmet ve ikram içinde sunulmaları da görkemli bir güzellik
oluşturur. Hizmette kullanılan eşyalar da çok değerli, kaliteli ve
gösterişlidir. Ayetlerde altın ve gümüş kullanıldığı anlatılır:
"Çevrelerinde
gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları
belli bir ölçüyle tesbit etmişlerdir." (İnsan:
76/15-16).
"Onların
etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği
ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız."
(Zuhruf: 43/71)
Müminlerin
dünyadaki çabalarından biri de dünya hayatındayken Kur'an'da tarif edilen cennet
nimetlerine, cennet hayatına yakınlaşmaktır. Cennetteki kıyafetlerin,
elbiselerin ve kumaşların mükemmelliğini ayetlerden öğrenmekteyiz. Dünyada Allah
giyinmeyi insanlara öğreterek onların bu sayede hem örtünmelerini hem de şık ve
estetik olmalarını sağlamıştır. Bu durumu açıklayan bir ayet şöyledir:
"Ey
Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs
kazandıracak bir giyim' indirdik (varettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu
daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler."
(Araf: 7/26)
Allah "Ey
Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf
etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (Araf: 7/31) ayetiyle iman
edenlere şık ve temiz kıyafetler giymelerini tavsiye etmiştir. İşte cennette
müminlere giydirilecek kıyafetler de, dünyadakilerden kat kat ihtişamlı ve
gösterişli olacaktır.Kur'an'da özellikle cennette bulunan iki kumaşa dikkat
çekilmiştir: İpek ve atlas. Bir ayette cennettekiler için "hafif ipekten ve
ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler" (Duhan: 44/53) denmiştir. Bu
iki kumaş da dünya standartlarında az bulunan, pahalı ve çok kaliteli
kumaşlardır. Bunlardan yapılan elbiseler de giyen kişiye estetik bir zevk
vereceği gibi seyreden kişiye de çok büyük bir zevk verecektir. Bu elbiselerin
güzelliği ve ihtişamı, onları taşıyanların güzelliği ve kusursuzluğu ile
bütünleşir ve ortaya muhteşem bir manzara çıkar.
Elbette ki,
cennetteki kumaşların ve kıyafetlerin hepsi bu ikisiyle kısıtlı değildir, Allah
bu büyük mükafatı nasip ettiği müminlere daha nice güzel kumaşlardan nice güzel
elbiseler giydirecektir. Öyle ki, bizim henüz bilmediğimiz kumaş cinslerinden,
henüz bilmediğimiz modellerde elbiseler de orada var edilebilir.
Kur'an bize, bu
güzel elbiselerin bazı takılarla süslendiğini ve gösterişlerinin artırıldığını
haber verir. Bu takılardan özellikle dikkat çekilenler altından ve gümüşten
bilezikler ve incilerdir. Örneğin, Hac: 22/23. ayette
"... orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler, oradaki
elbiseleri ipek(ten)dir" şeklinde bildirilmektedir. Bir başka ayette ise
"Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır.
Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir..." (İnsan: 76/21) şeklinde bildirilir.
Böylece güzel kıyafetler güzel takılarla tamamlanmış ve müminlerin zevkine
sunulmuştur.
Cennetteki
malzemenin temeli "çeşit çeşit incelik" ve "çarpıcı güzellikler"dir. Bunlar
Allah'ın sonsuz ilminin ve sanatının birer yansımasıdır. Örneğin tahtlar
mücevherli, yükseklere kurulmuş ve özenle dizilmiştir. Kıyafetler ipekten ve
atlastandır. Altın ve gümüş takılar bu kıyafetleri süslemektedir. Allah çok
detay vermiş, ancak hayalgücünü açık bırakan ifadeler de kullanmıştır. Cennette
(Allah en iyisini bilir) her müminin kendi zevkine göre özel olarak ayarlanmış
türlü nimetler, görüntüler ve çeşit çeşit ortamlar olacaktır. Kuşkusuz Allah,
cennete layık ve ehil kıldığı değerli müminlere, Kuran'da belirttiği nimetlerin
dışında daha nice sürprizler hazırlamıştır.[2]
[1] Tevbe:
9/72.
[2] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennetlikler:
Kur'an ve Sünnet'te ifade
buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i sâlih
işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen
Allah'a ve insanlara karşı görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken
manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam manasıyla huzur ve
kardeşlik Cennet'te gerçekleşir:
"Takva sahipleri, elbette
Cennet'lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin
olarak. Biz, O Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi
kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç
bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller."
(el-Hicr: 15/45-48)
Kur'an-ı
Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların,
ceza-hüküm gününe inananların, Allah'ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip
olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların, doğru şahitlikte bulunanların
Cennete gireceklerini bildirmektedir.[1]
Ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın rızasını dileyerek sabredenlere[2];
şükredenlere[3]
yürekten tövbe edenlere[4];
Allah yolunda canını feda eden şehitler[5]
ve Allah'a yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah'ın ölçüsünde
Allah'a yönelenlere"[6]
içinde ebedî kalınacak Cennet'e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından
müjdelenmiştir.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur'an ayetlerinden bazılarında şöyle
buyrulur:
"İman
edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları
altından ırmaklar akan, nimeti bol Cennetler'e hidâyet buyurur. Bunların,
Cennet'te duâları: Allah'ım, seni tesbih ve tenzih ederiz. sözüdür ve
aralarındaki dilekleri de hep selâmdır. Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler,
âlemlerin Rabbine mahsustur." gerçeğidir." (Yunus:
10/9-10)
"Kim de
O'na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en
yüksek dereceler var. Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler
akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle Cennetler' de ebedî kalış, küfür ve
isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır." (Tâhâ:
20/75-76)
"İmran b.
Husayn (r.a.)'dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun
fakirler olduğunu ifade buyurmuşlardır.[7]
Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir.
Çoğu insan mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu
oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennet'e ilk
giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan
sonra girenler de en keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in
ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi hesap ve ikap görmeksizin ilk
olarak Cennet'e girecektir.[8]
Hadislerden
öğrendiğimize göre[9]
Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar
Cennet verilecektir. Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd
olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir.[10]
Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır,
ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve
ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına
hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de
eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab
eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı
kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir. Nitekim Muaz b.
Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi
açıklığa kavuşturur:
"Hiç bir
kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah
ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)."[11]
Ehl-i Sünnet
ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve
bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka
Cennet'e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs.
hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.[12]
Modern hayatın içinde bunalmış,
özlediği hayatı sadece düşünüp, hayallerinde yaşayabilen bir insanlık var.
Modern hayat huzur ve mutluluk vadetmişti. Ama vermediği gibi
huzursuzluğu arttırdı. Bugün insanlık acılar içinde kıvranmaktadır. Beton
binalar arasında sıkışmış, gürültülü şehir yaşamının ve hayatın yoğunluğunun
ortaya çıkardığı stresin, kirli havayı teneffüs etmenin getirdiği birtakım
biyolojik rahatsızlıklar, Allah korkusundan uzak yaşayan insanların
sahtekârlıkları, çevirdikleri entrikalar ve işledikleri zulümler hayatı
cehenneme çevirdi. Tabiattan ve tabiatından bu kadar uzaklaşan insan sanal/yapay
şeylerle kendisini avutuyor. Evindeki akvaryumuyla, birkaç saksısıyla, kafesteki
kuşuyla ve vazolara koyduğu birkaç plastik veya gerçek çiçekleriyle kendine
yapay bir tabiat oluşturmaya çalışıyor. Sinema ve film dünyası yeterli gelmedi;
bilgisayar oyunları ve stimülasyonlarla her şey sanallaştı, oyunlaştı. Fakat
bütün bunlar, insanın streslerini atmaya, huzurlu olmasına yetmiyor. Artık hafta
sonları bir su başında, birkaç ağacın dibinde geçirilen piknik saatleri de
tatmin etmemeye başladı. Tabii ardından geriye özlem, yani nostaljik duygular
kendini gösterip insanı avutma ve oyalama görevini üstlendi.
Günümüz insanı,
bilim-teknoloji derken, bunları putlaştırdı. Ancak Allah'ın huzurunda elde
edilebilen "huzur"u teknolojinin sağlayacağı ümidiyle yıllarca koştu. Yolun
sonlarına doğru gelmesine rağmen baktı ki ortalarda cennet olmadığı gibi yaşam
eskisinden de kötü oldu. İşte bu insanlardan bazıları "acaba cennet geçtiğimiz
yollarda idi de biz mi göremedik? Dönüp bir daha bakalım!" dediler. Kısacası
nostalji; cenneti dünyada aramanın şaşkınlığıdır. Fakat insanlar kusura
bakmasınlar, cenneti dünyada asla bulamayacaklar. Çünkü dünyada cennet yok;
Cennet, ölüm ötesi dünyaya ait bir yerdir.
Cennetle ilgili
birçok ayetlerde "altından ırmaklar akan cennetler" ifadeleri geçer.
Bugün özellikle zengin insanların yaptırdıkları veya satın aldıkları villaların
denize nâzır olanlarının ne kadar pahalı ve değerli olduğunu biliyoruz. Niye
değerli? Çünkü balkonuna çıkıp oturduğunuz zaman karşınız deniz. Bakanlara
serinlik ve ferahlık veriyor.
"Defterleri
sağdan verilenler, ne mutlu o sağ ehline! Yüklü dalları bükülmüş
kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, yayılıp
uzanmış gölgeler, çağlayarak akan su kenarlarında, bitip tükenmeyen ve yasak da
edilmeyen bol meyveler arasındadırlar."
(Vâkıa: 56/27-33)
Ne kadar güzel
bir tatil yeri! Tatil yapanların oradan hiç ayrılmak istemeyecekleri bir yer.
Dünyadaki hemen tüm tatil köyleri ve dinlenme kampları genellikle bir su
kenarında ve yeşil bir ortamda tesis edilmişlerdir. Allah da buralara uygun
ifadelerle cenneti tasvir etmiş. Fakat oradaki tatil yerleri hem ebedî, hem
hakiki, hem de insanların akıllarına bile getiremedikleri nimetlerle dolu.[13]
[1]
el-Meâric: 70/23-33.
[2]
er-Ra'd: 13/20-23.
[3]
el-Ahkâf: 35/15-16.
[4]
et-Tahrim, 66/8.
[5]
el-Bakara: 2/154.
[6]
Kaf: 50/31-34.
[7]
Tecrid-i Sarih Tercemesi:
9/40.
[8]
Tecrid-i Sarih Tercemesi: 4/41-43.
[9]
Tecrid-i Sarih Tercemesi: 2/845.
[10]
Tecrid-i Sarih Tercemesi: 4/264-275.
[11]
Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 4/271.
[12]
Durak Pusmaz, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/301.
[13]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
Cennettekilerin Eşleri:
"İman edip
salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları
cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır..."
(Nisa: 4/57)
Cennet sonsuz
bir hayatın sürüleceği, Allah'ın iman etmiş salih kullarına mükafat olarak
hazırlamış olduğu muhteşem bir mekandır. Kur'an cenneti tasvir ederken, önceki
sayfalarda değindiğimiz gibi içinde yaşanılacak evlerden, yenilecek yemeklerden,
içkilerden, cennet ehlinin giyimlerinden ve cennete has doğal güzelliklerden
bilgiler verir. Aynı dünya hayatında olduğu gibi cennette de devam eden, "yaşanılan"
bir hayat vardır. Elbette ki bu hayat dünya ile kıyas yapılamayacak kadar
mükemmeldir, ancak genel anlamda birbirine benzerlik göstermektedir. Bu nedenle
de iman edenler dünya hayatından ahiret hayatına geçtiklerinde, herhangi bir
şaşırma, yadırgama, bir uyum zorluğu ile karşılaşmayacaklardır.
Bu sonsuz hayat
içinde elbette ki müminler, dünya hayatlarında yaşadıklarına benzer bir yaşantı
süreceklerdir. Yani yiyecekler, içecekler, giyecekler, evlerde kalacaklar ve
elbetteki eşleri olacaktır. Allah'ın onlara sunmuş olduğu bir nimet olarak güzel
eşlerle birlikte cennete girecek ve sevinç içinde ağırlanacaklardır.[1]
Kur'an'da tarif
edilen cennet kadınlarının önemli bir özelliği "tertemiz" olmalarıdır. Kuran'da
bu, "... onda, onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır..." (Nisa: 4/57)
ifadesiyle bildirilmektedir. Cennet kadınlarının dünyada olduğu gibi sürekli
temizlenmelerine, bakım yapmalarına gerek olmayacaktır. Çünkü cennette pislik ve
kirlenme gibi kavramlar yoktur, buna meydan veren sebepler de ortadan
kaldırılmıştır. Dünyaya ait tüm eksiklikler, sıkıntılar ve ihtiyaçlar cennet
hayatında tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu duruma işaret eden bir başka ayet
de "Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık."
(Vakıa: 56/35) ayetidir. Bu yeni yaratılış, cennete has üstün ve mükemmel
özelliklere uygun bir yaratılış olacaktır.
Cennetin
mükemmelliğine uygun bir yaratılışı tefekkür ettiğimizde cennetteki kadınlar
hakkında şu genel özellikler akla gelir: Saçları her zaman pırıl pırıl ve
tertemizdir, ciltleri de tertemiz ve pürüzsüzdür, vücutlarından enfes kokular
yayılır. Bir hadiste bu kadınlardan şöyle bahsedilmektedir:
"Eğer cennet
kadınlarından bir tanesi dünyaya gelseydi, dünyanın her tarafını (güneş gibi)
aydınlatır ve dünyayı güzel koku ile doldururdu."[2]
Cennette
müminlerin evlendirildiği kadınların diğer bir özelliği, sadece kendi eşleri
için yaratılmış "yaşıt kadınlar" (Sad: 38/52) olmalarıdır. Kur'an'da
onların bu özellikleri "ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş
iri gözlü kadınlar vardır." (Saffat: 37/48) ayeti ile duyurmuştur. Bir başka
ayette de bu durum şöyle ifade edilir:
"Orada
bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bunlardan önce
kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur."
(Rahman: 55/56)
Bazı ayetlerde
söylendiği şekilde "saklı bir yumurta gibi" (Saffat: 37/49) ya da
"saklı inciler gibi" (Vakıa: 56/23) olmaları da, bu kadınların sadece eşleri
için yaratılmış ve korunmuş olduklarını kanıtlar niteliktedir. "Saklı" ifadesi,
erişilmelerinin zor, sahip olunmalarının da aynı oranda kıymetli olduğunun
göstergesidir. Yumurta ve inci benzetmeleri ise ciltlerinin parlak ve pürüzsüz
olmasına işaret etmektedir. (Allah en iyisini bilir.)
Sadece
kendisine ait olan, yanlızca kendisine ilgi ve sevgi gösteren kadına duyulan
istek, insanın ruhuna çok zevk veren bir duygudur. Şüphesiz ki bu güçlü duygunun
kaynağı mümin ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. İnsan ruhu güzel
konuşmaktan, iltifat etmekten ve iltifat görmekten çok fazla zevk alır. İşte
"bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş" cennet kadınları ile bu istek
fazlasıyla yerine getirilebilir. Allah Rahman: 55/70. ayetinde cennet
kadınlarını "huyları güzel" (Rahman: 55/70) şeklinde tarif etmiştir.
Müminlerin
kadınlarının sadece eşleri için varolduğunun bir başka göstergesi ise,
"otağlar içinde korunmuş huri kadınlar" (Rahman: 55/72) ayetinden
anlaşıldığı üzere, bu kadınların özel bir ihtimam gösterilerek saklandığıdır.
Nitekim bir başka ayette de "Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir
cin dokunmuştur" (Rahman: 55/74) şeklinde, birlikte olacakları varlığın
eşleri olacağına işaret edilmiştir. Vakıa: 56/36. ayette ise "onları hep
bakireler olarak kıldık" denerek bu ifade pekiştirilmiştir. Allah,
cennetteki müminleri ve eşlerini, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmış
olarak, 'sevinç ve mutluluk dolu bir meşguliyet' içinde (Yasin: 36/55-56)
tasvir etmektedir.
Cennette tüm
müminlerin kendi eşleri vardır, hepsi de kişinin arzuladığı özelliklere sahip
olarak mükemmel bir biçimde yaratılmışlardır. "Eşlerine sevgiyle tutkun"
(Vakıa: 56/37) olmaları, kadınların dünyadaki cahiliye kıstaslarını anımsatır
şekilde "çıkar elde etme ve geleceğini güvene alma" gibi dürtülerle değil,
sadece Allah rızasını temel alan bir sevgi ve tutkuyla bağlı olduklarına işaret
etmektedir.
Cennete has bir
özellik olarak Allah, kadınların yüz güzelliğine "orada huyları güzel,
yüzleri güzel kadınlar vardır" (Rahman: 55/70) diyerek dikkat çekmiştir.
Demek ki yüz güzelliği mümini çok etkileyen bir vasıftır. Kadınların yüzlerinde
ruh temizliklerini yansıtan bir içsel güzelliğin parıltısı vardır. Bu ifadeyle,
görünüş olarak da son derece simetrik, orijinal, kusursuz ve pürüzsüz bir yüze
sahip olduklarına işaret ediliyor olabilir. Bu orijinallik göz renginde, burun
yapısında, kaşlarda, çenede, elmacık kemiklerinde, kısacası yüzün her
ayrıntısında gizli olabilir. Nitekim ayetteki, "... ve biz onları iri-ceylan
gözlü hurilerle evlendirmişiz" (Tur: 52/20) şeklindeki anlatımlarla yüz
güzelliğine ait bir ayrıntıya, gözlere dikkat çekilmiştir.
Gerçekten de,
tahtlar üzerinde ya da gölgeliklerde karşılıklı oturulup muhabbet edilirken
bakışların odaklandığı merkez kişinin yüzü olacaktır. Karşımızdakiyle konuşurken
onun yüzüne bakarız. Allah'ın anıldığı güzel bir ortamda hoş sohbetler içinde
olan, ilgi çekici şeyler anlatan çok güzel yüzlü bir huriyi dinlemek, onunla
sohbet etmek insana tarif edilmez zevkler verecektir. Allah bu ilişki sırasında
müminlerin, her yönden en yüksek tatmine ulaşmasını istemektedir.
Cennet
kadınlarının kusursuzluğu elbette ki yüzleriyle kısıtlı değildir. Onlar baştan
aşağı muhteşem ve "değişik" bir inşa ile yaratılmışlardır. Nebe: 78/33'te vücut
güzelliklerine de atıfta bulunularak "göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt
kızlar" denmektedir. Yaşıt olduklarına dikkat çeken bir diğer ayette de
"… Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır"
(Sad: 38/52) ifadesi geçer. Sonsuz yaşamda yaş söz konusu olmayacağına göre, bu
ifade cennetteki kadınların ve erkeklerin birbirlerine çok uygun yaratıldığını
göstermektedir.
Kur'an'da
cennet kadınları için kullanılan benzetmelerden biri de, "yakut ve mercan"
(Rahman: 55/58)dır. Göze son derece hoş gelen bu zarif ve değerli taşlar cennet
kadınlarının gözalıcı güzelliklerini vurgulamak maksadıyla kullanılmıştır. Yakut
ve mercan benzetmelerin, hurilerin ciltlerinin ve tenlerinin pembemsi, beyazla
karışık kırmızı rengini tarif için kullanıldığı da düşünülebilir.
Kur'an'daki bu
tür veciz benzetmeler ve özlü tasvirler sayesinde müminler, Allah'ın kendileri
için ne muhteşem bir karşılık hazırladığını anlayabilmekte, Allah'ın rızası,
rahmeti ve cennetine kavuşabilmek için daha çok dua etmekte ve bunları
kazanabilmek için daha yoğun bir çaba göstermektedirler.
Unutulmamalıdır
ki nimetlerle donatılmış olan cennet, Allah'ın Kur'an'da müminlere bildirdiğinin
de ötesinde, tahayyül dahi edilemeyecek, insanın düşünce sınırlarının çok
üzerinde özelliklere sahiptir. Cennette daha önce hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbinin hatırına getirmediği sayısız
nimetler Allah'tan bir karşılık olmak üzere müminlere sunulacaktır...
[3]
[1]
Zuhruf: 43/70.
[2]
Resul-i Ekrem SAV, 72.
[3] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cehennem
Korkusu - Cennet Ümidi (Allah ile İlişkilerimizde Denge)
Kur'an
insanlara öğüt verirken onların duygularını dengede tutmaya çalışır. O
mü'minlerle kâfirleri, cennetle cehennemi, iyi davranışlarla kötü davranışları,
amel defterlerini/karnelerini sağdan alanlarla soldan alanları peşpeşe anlatır.
Ne aşırı şekilde tek taraflı ümitlenmek, ne de tek taraflı korkmak, ikisi de hoş
olmayan sonuçlara götürür. İnsan, aşırı şekilde sadece ümitlenirse laubali,
şımarık olur. Ve bu hal Allah'la ilişkilerinde de görülür. Kulluğu hafife alır,
ciddiyetini kaybeder. Bu durum şeytanın insanı Allah ile aldatmasına yol açar.
Kur'an'da şeytanın insanı Allah ile aldatmasına dair birçok ayet vardır.
Bunlardan biri şudur:
"Allah'ın
affına güvendirerek şeytan sizi aldatmasın." (Fâtır:
35/5)
İnsan bazen
günah dolu bir hayat içerisinde yaşarken biri kendisini Allah'tan korkmaya davet
edip günahlardan alıkoymaya çalıştığında, hemen Allah'ın çok merhametli ve
affedici olduğunu söyleyerek o günahı işlemeye devam eder. Bu, Allah'ı yanlış
tanımadır.
Şüphesiz
Allah'ın affedici ve çok merhametli olması, hiçbir zaman insanın O'na isyan
etmesini, günah işlemesini gerektirmez. İnsanın aşırı şekilde, tek taraflı
korkuya kapılması, bu defa insanı ümitsizliğe sevkeder. Ümitsiz yaşamak
insanda karamsarlık ve hayata karşı duyarsızlık oluşturur.[1]
"Onlar
Rablerine, azabından korkarak ve rahmetinden ümitvar olarak dua ederler."
(Secde: 32/16)
"Gerçekten
onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin
saygı gösterirlerdi." (Enbiyâ: 21/90)
"O'na
korkarak ve umarak dua ediniz." (A'râf: 7/56)
Yalnız dünya
için çalışanlar, çalıştıklarının karşılığını bu dünyada alırlar. Ahiret yurduna
hazırlık yapanlar ise hem bu dünyada hem de ahirette karşılığını en güzel şekilde
alırlar. Kâfire ahirette yakıtı insan ve taş olan cehennem gösterilirken,
mü'mine ise köşklerin, suların, çiçeklerin en güzel ve tertemiz eşlerin olduğu
cennet vaad ediliyor.
Bu dünyada
insanlardan bir kısmı bir villaya, arabaya ve güzel bir kadına sahip olmak için
kendilerini her türlü tehlikenin içine atabiliyor. Halbuki bu dünyanın çiçekleri
soluyor, sevgililer önce soluyor, sonra ölüyor. Tüm doğanlar ölüyor, yapılanlar
yıkılıyor. Gençliğini harcayarak birçok şeye sahip oluyor; tam yaşayacağım dediği
anda doktoru ona tuzu-yağı-tatlıyı yasaklıyor ve eşine karşı da iktidarsızlık
dönemi başlıyor. Mü'minler kendilerini ahirete göre ayarlarlar. Allah, onlara bu
dünyayı da verir. Ama geçici olan bu dünya nimetleri cennette solmadan devam
eder.
Geldiğimiz yere
dönüyoruz. Yemyeşil bir ülkeden geldik. Yeşillikler üzerindeki fıskiyelerin
etrafında yeşil yastıklar, nefis işlemeli döşekler üzerine yaslanmış,
sevgililerinden başkasına bakmayan, kendilerine insan ve cin eli değmeyen
sevgililerin bulunduğu ülkeden geldik. Bir tanesinin kokusu yeryüzünü dolduracak,
parlaklığı güneş ve ayın ışığını solduracak derecede güzel, yakut ve mercan gibi,
her an bekâreti yeniden verilen, altın bilezik, yeşil ipekli elbise ve
incilerle süslenmiş tomurcuk memeli sevgililerle bezenmiş bir ülkeden geldik.
Altından sular akan kat kat köşkler, binası altın ve gümüşten, harcı miskten
meydana gelen güzel meskenler, gümüş kaplar, billur kupalar, altın tepsiler ve
kadehlerde canların çektiği gözlerin hoşlandığı herşeyin bulunduğu, istenilen et
ve meyvelerin bol olduğu, ölümün uğramadığı, gençlik ve güzelliğin solmadığı,
sonu misk kokan, mühürlü halis şarabın içildiği, yandıran güneş, donduran soğuğun
bilinmediği bir ülkeden indik.
Kin ve yalanın
bilinmediği, hiç bir günahın işlenmediği, cinsî iktidarsızlığın ve yorulmanın
olmadığı, yenen ve içilenlerin ter halinde çıktığı ve güzel kokular saçtığı bir
ülkeden Hz. Adem'le - Hz. Havva validemizle bu imtihan dünyasına indik, eski ve
ebedî yurdumuza, ana vatanımıza, baba ocağımıza tekrar dönmek üzere. Cenneti
yaratan ve bizi sınav için bu dünyaya indiren Rabbimiz
"Rabbinizden
olan rahmet ve cennete doğru koşunuz." (Al-i İmran:
3/133)
"İyi şeyler
için yarışanlar bunun için yarışsınlar." (Mutaffifin:
83/26) emriyle kıyamete kadar gelecek insanları uzun bir yarışa başlattı ki,
varış noktası dünyada devlet, ahirette cennet. Ödül ise
cennet nimetleri ve cemalullah.
Dışını halk,
içini Hak için süsleyen muttaki insanlara hazırlanan bu güzellikler yurduna
ancak temiz insanlar layık olduğundan bu dünyadan kalbimizi ve kalıbımızı
kirlendirmemeye, kirlenen yerlerimizi de temizlemeye çalışmak bizim görevlerimiz
arasındadır. Bu dış ve iç temizlik, bazen göz yaşı, bazen alın teri, bazen
mürekkep, bazen kanla yapılır. Cennete doğru koşan, bu dünyada terleyecek,
tökezleyip günah bataklığına düşerse tekrar kalkıp koşacak, kirlerini göz
yaşıyla yıkayıp pişmanlık ateşiyle yakacak. Dünyada pişmanlık ve tevbe ateşiyle
günahlarından temizlenmeyen mü'minleri Allah lutfedip affetmezse cehennem
ateşiyle temizleyecektir. "Gelin bugün yanalım, yarın yanmamak için!"[2]
İbn Ömer (r.a.)
anlatıyor: Allah'ın Rasülü (s.a.s.) ile beraberdim. Ensar'dan bir sahabi geldi
ve Rasulullah'a selâm verdi. Sonra da sordu:
"Ya
Rasulallah! Mü'minlerin en üstünü hangisidir?"
"Onların
ahlâkı en güzel olanıdır."
"Ya
Rasulallah! Mü'minlerin en zekisi hangisidir?"
"Onların
ölümü en çok hatırlayanı, ölümden sonrası için en güzel bir şekilde ahiret
hazırlığı yapanıdır. İşte onlar, en zeki mü'minlerdir."[3]
[1]
Hasan Eker, Ahiret Bilinci, s. 92
[2] Mahmut
Toptaş, Şifa Tefsiri, c. 1, s. 109-111
[3] İbn
Mâce Hadis no: 4259. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
Hayal Gücü
Sınırlarının Ötesinde Bir Cennet:
"... Orada
nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada
süresiz kalacaksınız." (Zuhruf: 43/71)
Kuran'daki
tarif, tasvir ve benzetmelerden, ayrıca geçmiş sayfalarda açıkladığımız, Bakara:
2/25. ayette belirtildiği üzere, 'Cennet nimetlerinin dünyadakilere benziyor
olmasından yola çıkarak, cennetin nasıl bir yer olacağını ana hatlarıyla tahmin
edebilmekteyiz. Biliyoruz ki Allah müminleri "Kendilerine tarif edip
tanıttığı cennete sokacaktır". (Muhammed: 47/6) Böylece dünya hayatında da,
Allah'ın izniyle cennete dair bilgiler edinmemiz mümkün olmaktadır. Ancak
edinilen bu bilgi, sadece Allah'ın bize öğrettiği ve cenneti tefekkür etmemize
vesile olan bilgidir. Bu bilgi cennetin tamamını tarif ediyor diyemeyiz.
Özellikle, bazı ayetlerde dikkat çekilen çok önemli bir ayrıntı vardır, bu da
cennetin "hayalgücünü harekete geçiren" tasviridir. Şimdi, bu ayetlere bir göz
atmadan önce hatırlatılması gereken bir noktaya değinelim. Kuran'da bahsi geçen
"bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için
lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar" (Muhammed: 47/15)
örneği bizlere, cennetin, insanların hayallerindeki biçiminden de öte bir yer
olduğunu hissettirir. Bu ayet insan ruhunda, cennetin bir 'sürprizler mekanı'
olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Allah cennetten
"bir şölen" olarak bahseder:
"Ama
Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah katında -bir şölen olarak-
altından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik
yapanlar için, Allah katında olanlar daha hayırlıdır."
(Al-i İmran: 3/198)
Allah bu
ayetinde cenneti bir kutlama ve bir eğlence yeri olarak tanıtmıştır. Dünyanın
"bitişi", imtihanın kazanılması ve Kur'an'daki tarifiyle asıl yurda, yani
kalınacak yerin güzel olanına ulaşılması, şüphesiz ki kutlanmaya değer bir
sonuçtur. Bu kutlama, süresi, boyutları ve içeriği dünyadakilerin hiçbiriyle
kıyaslanamayacak kadar görkemli bir kutlama olacaktır. Böyle bir şölenin,
dünyada geçmişten günümüze dek, tüm kavimlerin, tüm ülkelerin adet ve
geleneklerinde yer alan kutlama, gösteri, ve eğlencelerin ötesinde olacağı
muhakkaktır.
Ebedi hayatta
bu tür şölenlerle ve buna benzer, bitmek tükenmek bilmeyen envai çeşit
nimetlerle sürekli meşgul olmak, yalnızca cennete özgü bir vasfı da beraberinde
getirecektir: Yorulmamak... Kur'an'da bu mükemmellik cennetteki müminlerin
ağzından şöyle duyurulur: "... Burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
bize bir bıkkınlık da dokunmaz". (Fatır: 35/35) Elbette bu yorgunluğa
zihinsel yorgunluk da dahildir.
Dünyevi
şartlarda insan, bedenen zayıf yaratıldığından kolay yorulur. Yorulduğunda ise
zihni bulanmaya başlar, konsantrasyonu dağılır, sağlıklı düşünebilmesi zorlaşır,
algılaması da zayıflar. Oysa bu durum cennette söz konusu olmayacaktır. Müminin
Allah'ın nimetlerini eksiksiz algılayabilmesi ve bunlardan zevk alabilmesi için
zihni her zaman açık, şuuru keskin olacaktır. Dünyanın eksikliklerinden birisi
olan yorgunluk hissi ortadan kaldırılacağı için, müminlerin sonsuz nimetlerden
aralıksız istifade edebilmeleri mümkün olacaktır. Ayetlerde de bildirildiği gibi
zevk almaktan bıkkınlık duyulmayacak, cennet nimetlerinden eksiksiz bir haz
alınacak ve bir nimetten diğerine geçilecektir. Yorgunluğun ve bıkkınlığın
dokunmadığı bir ortamda Allah, müminlerin "her dilediklerini" (Şura:
42/22; Furkan: 25/16; Zümer: 39/34) yaratarak onları ödüllendirmektedir.
Olmasını arzuladıkları akla gelebilecek herşey orada müminlerindir. Allah
"Orada diledikleri herşey onlarındır, katımızda daha fazlası da var" (Kaf:
50/35) ayetiyle insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden de fazlasını
vereceğini, sınırlı isteklerimizin, cennette kat kat artırılacağını
belirtmektedir.
İnsanı yaratmış
olan Allah, onun nefsinin isteyebileceğini ondan daha iyi bilmektedir ve bunları
bir mükafat olarak müminler için cennette yaratacaktır. Kur'an'da bu nimetlerin
bir kısmı insanlara bildirilmiş, kalanları ise herkesin zevkine, arzularına ve
hayalgücüne bırakılmıştır. Aslında genel hatlarıyla tüm müminler benzer
şeylerden hoşlanırlar, farklılaşma ince detaylardadır. İnsanın dünya şartlarında
imkansız gibi gözüken pekçok nimeti, ya da hakkında ilim sahibi olmadığı
nimetleri Rabbinden isteyebilir. Ayrıca müminlere cennette öğretilecek olan
nimetler de müminler tarafından istenilebilir. Bunu ise sadece Allah
bilmektedir.
Cennetin bu
eşsiz güzelliklerini tasvir eden bir başka ayet ise şöyledir:
"Onların
etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği
ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız."
(Zuhruf: 43/71)
Bu ayetten
anlaşılan, mümini orada sürprizlerin beklediğidir. Gördüğü şeylere sevinecek,
bunlardan zevk alacaktır. Diğer müminlerin zevk aldıklarını, gördüklerinden ve
yaşadıklarından hoşlandıklarını görmek de mümin için ayrı bir mutluluk
vesilesidir.
Unutulmaması
gerekir ki, 'doğruluk makamı' olan cennetin en büyük nimetlerinden biri de
cehennem azabından korunmuş olmaktır.[1]
Uğultusunu bile duymadıkları[2]
cehennemi dilediklerinde görebilen, cehennem halkı ile konuşabilen müminler için
tüm bunlar, büyük şükür vesilesi olmaktadır:
"Dediler ki:
"Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe
edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen
kavurucu azaptan korudu. Şüphesiz biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik.
Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."
(Tur: 52/26-28)
Kur'an'da
cennetin çeşitli dereceleri, ya da farklı bölümleri olduğu bildirilmektedir. Bu
dereceler Adn, Me'va, Firdevs ya da Naim cennetleri olarak nitelendirilmiştir.
Bu isimler, içlerinde değişik zevklerin alınacağı, cennetin birbirinden farklı
yerlerini tasvir ediyor olabilir –en doğrusunu Allah bilir. Taha: 20/75. ayette
de denildiği gibi, "Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na
gelirse, işte onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır".
Cennet öyle bir
mekandır ki, Kur'an'daki tarifiyle "her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir
mülk görürsün". (İnsan: 76/20) Burada her bir ayrıntıda çok büyük
güzellikler, nimetler vardır. Her yer ve her köşe, ya da 'görüntünün her karesi'
Allah'ın eşsiz ilmi sayesinde sayısız nimetlerle donatılmıştır. Sadece ve sadece
Allah'ın rahmet edip bağışladığı ve cennetine soktuğu müminlere has kılınmış
olarak... Rableri "onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü)
sıyırıp-çekmiştir, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar."
(Hicr: 15/47) Onlar, "onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak
istemezler" (Kehf: 18/108)
[3]
[1]
Duhan: 44/56.
[2]
Enbiya: 21/102.
[3] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennet
Ucuz Değil!
Cennet insanın
hayallerine dahi sığmayacak güzellikte yaratılmış. Fakat nefse ağır gelen,
nefsini terbiye edememiş, ona esir olmuş insanlara çok zor gelen işlerle
kuşatılmıştır. Her nimetin bir külfeti vardır. Külfet nimetin önemine göre değişir.
Cennetin etrafını kuşatmış bu zor ve sıkıntılı engelleri aşmak için her şeyden
önce kuvvetli bir iman ve bununla birlikte ileri derecede bir sabır gücü olması
lâzım.
Cehennemse
nefse hoş gelen, insanı cezbeden işlerle kuşatılmıştır. Bütün bu işlere bir ömür
boyu direnmek, karşı koymak da çok güçlü bir maneviyatı gerekli kılıyor. Öyle ya
insanlar haram-helal, iyi-kötü demeden her türlü lezzeti yaşamaya koyulacaklar,
siz de bunları göreceksiniz ve yapmayacaksınız! "Ben sabredersem Rabbim bana
cennette daha güzellerini, hem de ebedî olarak verecek" diyeceksiniz. Bu,
cennete ne kadar iman ettiğine ve dünya hayatına ne kadar değer verdiğine bağlı
bir şey. Hayata damgasını vurmuş büyük insanlara bakın. Hiç birisinin dünyaya
gerektiğinden fazla değer verdiklerini göremeyeceksiniz.
Ama bunun
yanında bir de hayatı son derece maddîleşmiş, ölmeyecekmiş gibi yaşayan, eğlenmek,
yemek, içmek, giyinmekten başka bir derdi olmayan, ne dünün eyvahını, ne de
yarının kaygısını çekmeyen insanlara bakalım; insana ait tüm yüce değerlerden
yoksun iki ayaklı hayvanlar gibi (hatta daha da aşağı) bir vaziyette ömür
tüketiyorlar. Bunlar zevkleri için yaşamaya çalışıyorlar. Basit, geçici, bir
müddet sonra insana bıkkınlık veren zevkleri, ahiret zevklerine değişiyorlar.
Tabii bunlara ahiretten söylenecek şey şu olabilir:
"İnkâr
edenler, ateşe sunuldukları gün, onlara: 'Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel
olan her şeyi (bütün zevklerinizi) harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama
bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın
karşılığında alçaltıcı bir azab göreceksiniz' denir."
(Ahkaf: 46/20)
Dünya hayatında
basit bir eve talip oluyorsunuz. Birkaç yıl "taksitlerini ödeyeceğim" diye boğazınıza
kadar her şeyinizden kısıyorsunuz. Yine aynı şekilde evlenmek için bir kıza
talip olduğunuzda bir sürü masraf ve sıkıntıya giriyorsunuz. Dünyada bir eve ve
bir kıza talip olmak bir sürü maddî ve manevî sıkıntılara girmeyi gerektiriyor
da bir cennet köşkü ile hurilere talip olmak niye bazı sıkıntılara girmeyi
gerektirmesin? Üniversite mezunu nice insanın branşlarıyla ilgili bir meslek
bulamadıkları ve pek de işe yaramayan fakülte diploması için bunca zahmet boşuna
imiş dedikleri bir ortamda, yine de bir yüksek okula girebilmek için her yıl
milyonu geçen sayıda insanın nasıl sınavlara hazırlandığını biliyoruz. En
azından bu kadar olsun çalışmaların, dökülen terlerin ve çekilen sıkıntıların
cennet için de olması gerekmez mi?
"Yoksa siz,
sizden öncekilerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
zannettiniz? Onlara öyle darlık, zorluk, sıkıntı geldi ve sarsıntıya uğradılar
ki Peygamber ve onunla beraber mü'minler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu.
Gözünüzü açın! Allah'ın yardımı şüphesiz pek yakındır."
(Bakara: 2/214)
Rivayete göre
bu ayet, Uhud veya Hendek savaşı esnasında nazil olmuştu. Mü'minler öyle
daralmışlardı ki, âdeta ölüp ölüp diriliyorlardı.
Sahabelerden
bazıları oldukça tedirgin, "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demeye
başlamışlardı. İşte Cenab-ı Hak yukarıdaki ayeti vahyederek adeta "siz yoksa
cenneti ucuz mu zannetmiştiniz?" buyuruyor. Allah'ın en salih kulları en çok
musibetlere uğratılanlar olduğuna göre, bize ne oluyor da cenneti ucuza
kapatmaya çalışıyoruz?[1]
Yukarıdaki
ayetin takdiri şudur: "Ey mü'minler, sizler Allah'ın sizi kullukla mükellef
tuttuğu her şey ile ibadet etmediğiniz, sizi imtihan ettiği şeylere sabretmediğiniz,
kâfirlerin eziyetine, fakirlik ve yoksulluğa, geçim sıkıntısı ve darlıklarına
katlanmadığınız, düşmanla savaşın dehşet ve korkunç hallerine göğüs germediğiniz
müddetçe, sırf bana iman edip, peygamberimi tasdik etmek suretiyle cennete
gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Bütün bunlar, sizden önceki mü'minlerin başına
gelmiştir."[2]
Ayet, cennete
girmeye hazırlanmak için, ezelden beri gelen Allah'ın kanununa yöneltiyor.
Cennet ehli olmak için inanç sahiplerinin, inançlarını müdafa etmeleri; o yolda
zorluğa, eziyete, şiddete ve ıstıraba katlanmaları; zafer ve mağlubiyet arasında
gidip gelerek itikadları üzerine sabit kalmaları; hiçbir şiddetin onları
dağıtmaması; hiçbir kuvvetin onları korkutmaması; mihnet ve fitne balyozları
altında gevşememeleri ve zafere hak kazanmaları için Allah onlara yön veriyor.
Zira o günde, Allah'ın dininin muhafızı onlardır. Kendilerine emanet edilen
şeyleri beklemektedirler. O, emaneti korumaya ve müdafaya hazırdırlar. Bu yüzden
de emanete müstahak olmuşlardır. Çünkü, onların ruhları korkudan kurtulmuştur.
Dünya hayatının hırsından, yükünden, boşluğundan kurtulmuştur... O anda ruhları,
olduğu âlemden cennete daha yakındır... Çamurlar âleminden çok yücelerdedirler...
İşte mü'minler,
cihad ve imtihandan, sabır ve sebattan, sadece Allah'a sığınıp O'nu düşündükten,
Allah'tan başka her şeyi ve herkesi ikinci plana attıktan sonra cenneti hak
ederler. Yol budur: İman ve cihad; mihnet ve bela; sabır ve sebat; sadece
Allah'a yöneliş... Yardım bundan sonra geliyor. Cennet nimetleri de bundan sonra
geliyor...[3]
"Sizden
önceki ümmetler, çeşitli belalarla azab olunmuşlardı. Ama bu, onları dinlerinden
çevirmemişti. Öyle ki adamın başının ortasından testereyle kesilir, böylece iki
parçaya ayrılır; yine adamın etleri ve sinirleri demir taraklarla kemiklerinden
ayrılır, ama bu onu dininden çeviremezdi. Allah'a yemin ederim ki, bu iş,
mutlaka kemale erecektir. Öyle ki, kervancı Sana ile Hadramut arasında seyahat
ederken ancak Allah'tan ve koyunlarına karşı kurttan korkacaktır; başka hiç
kimseden korkmayacaktır. Ne var ki sizler, acele ediyorsunuz."[4]
Ebu Hureyre
(r.a.) rivayet ediyor. Rasülüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"İmtinâ edip
kaçınanlar hariç, bütün ümmetim cennete girecektir."
'Kim cennete
girmekten kaçınıp ayak diretir?' Dediler.
"Kim bana
itaat ederse cennete girer, kim âsi olup itaat etmezse o kaçınmış olur demektir!"
buyurdular.[5]
"Rabbinizin
bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar
olan cennete koşun (onun için yarışın!)" (Âl-i İmran:
3/133)
"Yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı
nimetler saklandığını hiç kimse bilemez." (Secde:
32/17)
"Ey mutmain
ruh! Rabbını razı etmiş ve razı edilmiş / hoşnut olmuş olarak Rabbine dön.
Seçkin kullarım arasına kavuş ve gir cennetime!" (Beled:
90/27-30)[6]
[1] Hasan
Eker, Ahiret Bilinci, s. 90
[2]
Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, c. 5, s. 72
[3] Seyyid
Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, c. 1, s. 452
[4] Buhâri,
İkrah 1.
[5] Buhâri,
İ'tisam 2.
[6] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
Tüm
Nimetlerin En Üstünü:
Allah'ın Rızası
"Allah,
mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar
akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan
hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur."
(Tevbe: 9/72)
Önceki
sayfalarda cennette var olan nimetlerin göz kamaştırıcılığını birlikte inceledik.
Ortaya çıkan tablo, cennetin, insanın beş duyusuna olabilecek en büyük zevk ve
lezzetleri tattırdığını göstermektedir.
Ancak cennetin
tüm bunlardan çok daha üstün olan en büyük nimeti, Allah'ın rızasıdır. Müminin
Allah'ın rızasını kazanabilmiş olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur.
Dahası, Allah'ın verdiği herşey için O'ndan razı olmanın, O'na daimi bir şükür
içinde bulunmanın verdiği asil mutluluktur. Kur'an'da, cennet ehlinin bu vasfına
şu şekilde dikkat çekilir:
"... Allah
onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve
mutluluk' budur." (Maide: 5/119)
Müminlerin
Allah'ın rızasını kazandıklarını hissetmelerinin en çarpıcı ifadesi ise,
Allah'ın onlara görünecek şekilde tecelli etmesidir. Dünyada bu durum
olanaksızdır, çünkü "gözler O'nu idrak edemez..." (Enam: 6/103) Ancak
Kur'an'da bildirildiğine göre, Allah, ahirette mümin kullarına belirli bir
şekilde tecelli ederek gözükecektir. Bunun nasıl olacağı ise Allah katındadır.
Ancak ayetlerde geçen ifadelere göre, mahşer günü, Allah sekiz meleğin taşıdığı
arşında müminlerin karşısına gelecektir.[1]
O an müminlerin "yüzleri ışıl ışıl parlar, Rablerine bakıp-durur". (Kıyamet:
75/22-23) Dahası "çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü 'Selam' (vardır)".
(Yasin: 36/58) İçinde bulundukları doğruluk makamı, Allah'ın onurlu-üstün
makamıdır ve müminler burada "çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın
yanında, doğruluk makamındadırlar". (Kamer: 54/55)
Tüm bunlar,
müminlerin Allah'ın rahmetini ve rızasını üzerlerinde en yoğun biçimde
hissetmeleri anlamına gelir ki, olabilecek en büyük nimet budur. Allah'ın
rızasını kazanmış olmak, hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar
büyük bir sevinç ve mutluluk verir insana.
Aslında
cennetin diğer nimetlerini değerli kılan şey de, yine Allah'ın rızasıdır. Çünkü
aynı nimetler dünyada da kısmen var olabilirler, ama Allah'ın rızası dahilinde
olmadıktan sonra mümin için bir anlam taşımazlar.
Bu nokta son
derece önemlidir ve iman edenlerin bunun üzerinde dikkatle düşünmeleri
gerekmektedir. Çünkü nimeti asıl değerli kılan şey, onun kendi içinde taşıdığı
lezzet ve zevkin çok daha ötesinde bir şeydir. Asıl değer, o nimetin Allah
tarafından "ikram" edilmiş olmasıdır. O nimeti kullanan ve şükreden mümin,
Allah'ın ikramıyla muhatap olduğunu, Allah'ın kendisini sevdiğini,
koruyup-gözettiğini ve kendisine rahmetinden tattırdığını hisseder ki, asıl
hazzı bundan alır. Nimet, bir amaç değil, araçtır. İnsanın Allah'a daha çok
şükretmesini sağlamak için vardır. Dolayısıyla cennetin tüm nimetleri de yine
birer araçtır; içindeki müminler ebediyen Allah'a şükretsinler diye
yaratılmışlardır. Onları değerli kılan en önemli şey de budur. Kısacası,
cennetteki nimetler, insanın Allah'a yakınlaşması, O'nun ebedi dostluğunu, sevgi
ve hoşnutluğunu kazanmanın tarifsiz zevkine ulaşması için bir vesiledir. İşte bu
nedenle, Allah'ın rızası cennetin en büyük nimetidir. Ve diğer maddi zevklerin
hepsinin çok ötesindedir.
Cennetteki en
çarpıcı nimetlerden biri olan ve Kur'an'ın da sık sık vurguladığı güzel
kadınları (hurileri) ele alalım. Bu kadınlar, estetik kavramının doruğunu temsil
ederler ve son derece çekicidirler. Bunlarla birlikte olmak başlı başına büyük
bir nimettir. Nitekim Kur'an'da bu teşvik edilir, onların yüzlerinin,
ciltlerinin ve hatta göğüslerinin güzelliğine dikkat çekilir. Allah'ın yarattığı
en büyük maddi nimetlerden biri olan cinsellik, bu muhteşem kadınlarla sonsuza
dek en mükemmel biçimde yaşanır.
Ancak bu
kadınları bu denli değerli kılan şey, kendi güzelliklerinin ötesinde, onların
Allah'tan gelen birer "ikram" olduğunun bilinmesidir. Sonuçta varılan en büyük
zevk, ikram edenin sevgi, yakınlık, lütuf ve iltifatına kavuşmanın verdiği
zevktir. Yapılan ikram, verilen hediye ne kadar değerli olursa olsun, bunlardan
daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah'ın ikramına layık görülmenin,
Allah'tan hediye almanın verdiği zevktir.
Nitekim eğer,
"Allah'ın ikramı" olmasa, bir mümin için tüm nimetler anlamlarını yitirirler. En
güzel kadın dahi, mümine eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde —yani helal
dairesinin dışında— yaklaşırsa, anlamını yitirir. Böyle bir yaklaşım, Allah'ın
rızasına muhalif bir ruhu barındırdığı için, müminin kalbini asla cezbedemez.
Hz. Yusuf'un
gösterdiği büyük asalet, mümin ahlakının bu yönünü en güzel şekilde ortaya
koyar. Kur'an'da Mısır vezirinin karısının Hz. Yusuf'tan murad almak istediği,
hatta bunun için Hz. Yusuf'u zorladığı bildirilmektedir. Ayetlerde, Hz. Yusuf'un
da söz konusu kadını çekici bulduğu bildirilmektedir. Ancak Hz. Yusuf, Allah'ın
haram kıldığı bu ilişkiden Allah'ın işaretiyle sakınmıştır. Kadın onu tekrar
zorladığında ise, zina etmektense, hapse girmeyi yeğleyerek şöyle demiştir:
"Rabbim,
zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir..."
(Yusuf: 12/33)
Hz. Yusuf'un
son derece kötü şartlardaki bir hapishaneyi vezirin karısının kendisini
çağırdığı fiilden daha "sevimli" bulması, Allah'ın rızasının mümin için olan
önemini gösterir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmek, O'nun hoşnutluğunu
kazandığını bilmek, müminin kalbi için herşeyden daha önemlidir. Maddi nimetler,
eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde müminin önüne gelirse, nimet olmaktan
çıkarlar ve değerlerini yitirirler.
Cennette ise,
tüm maddi nimetler Allah'ın rızasına uygun bir biçimde vardırlar. Hurileri Allah
özel olarak yaratmış ve kullarına ikram etmiştir. Evler, yiyecekler, tabiat
güzellikleri ve diğer herşey, Allah tarafından sunulmaktadır. Onları değerli
kılan şey de budur.
İşte bu
nedenle, insanın kalbi ancak cennetle tatmin olur. Allah'a kulluk etmek için
yaratılmıştır ve bu yüzden ancak O'nun ikramından zevk alır. Dünyada ise,
cenneti andıran ortamlarda, yani nimetlerin O'nun rızasına uygun ve O'na
şükredilerek kullanıldığı ortamlarda huzur bulur. İnkarcıların eskiden beridir
hayalini kurdukları "yeryüzünde cennet" ideali, işte bu nedenle mümkün değildir.
Cennette var olan maddi güzelliklerin dünyadaki benzerlerini alıp bir yere
toplasanız bile, Allah'ın rızası olmadıktan sonra, hiçbir anlam ifade etmezler.
Hem Allah, o maddi güzelliklerden alınan zevki de hemen yok eder.
Kısacası,
cennet Allah'ın bir ikramıdır ve bu nedenle değerlidir. Cennet ehli, "ikrama
layık görülmüş kullar"dan (Enbiya: 21/26) oldukları için ebedi mutluluk ve
sevince kavuşurlar. Orada söylenecek en hikmetli söz ise, "Celal ve ikram
sahibi olan" Allah'ın adını övüp yüceltmektir. (Rahman: 55/78)
[2]
[1]
Hakka: 69/17.
[2] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennet
Cennet-Cehennem Karşılıştırması:
Cennet:
Allah'ın iman edenleri ve imanlarının gereklerini yerine getirenleri
mükafatlandıracağı yerdir. Cehennem is Allah'a isyan edenlerin cezalarını
görecekleri yerdir.
Cennet ve
cehennem ebedi (sonsuz) dir. Cennetin nimetleri ve cehennemin azabı hiç sona
ermeyecektir. Kafirler cehennemde ebedi olarak kalacaklar, günahkar müslümanlar
ise günahları kadar cehennemde kaldıktan sonra cennete gireceklerdir.
"Küfre
sapanlar grup grup cehenneme sürülmüştür. Nihayet oraya gelince kapıları
açılmıştır. Onun (cehennemin) bekçileri onlara: İçinizden Rabbinizin ayetlerini
size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınız hakkında sizi uyaran peygamberler
gelmedi mi? derler." (Zümer, 71)
Cehennem
ateşten ve azaptan bir dünyadır. Orada her insan azap yönüyle eşit değildir.
Mü'min ile kafir, kafir ile münafık aynı yerde ve aynı azapta olmayacaktır.
Yerleri ve dereceleri farklı farklı olacaktır.
Cennette ise
mutluluğun her türlüsü vardır. Orada sıcak ve soğuk yoktur, ebedi yeşilliklerle
devamlı ilkbahar mevsimi hüküm sürer. Evler, köşkler, saraylar ve meyvelerin her
türlüsü vardır. Orada korku, üzüntü ve keder yoktur.
"Rablerinin
azabından sakınanlar da grup grup cennete sevkolunmuşlardır. Nihayet oraya
geldiklerinde ve kapıları açıldığında cennetin bekçileri onlara: Selam size!
Tertemiz geldiniz. Artık sonsuz kalmak üzere oraya girin derler."
(Zümer, 73)[1]
[1]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 144-45.
Cennettekilerin Aralarında Geçen Bazı Konuşmalar:
"Derler ki:
"Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten
bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak)
kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/34-35)
Allah'ın
cennetine, onurlu üstün bir makama yöneltip-iletmiş olduğu müminlerin buradaki
konuşmaları Kur'an'da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bu konuşmalar, dünya
hayatında müminlere güzel örnek teşkil etmesi açısından önemlidir. Özellikle
"Orada 'ne saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma. Yalnızca bir söz (işitirler):
"selam, selam" (Vakıa: 56/25-26) ayeti dünya hayatındayken de boş sözden
kaçınmanın önemini gösterir. Başka bir ayette de bu durum şöyle ifade edilir:
"İçinde ne 'boş
ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan. Rabbinden bir karşılık olmak üzere
yeterli bir bağış(tır bu)" (Nebe: 78/35-36)
Şimdi her
kelimesi hikmetli olan bu konuşmaları en başından itibaren görelim...
Hesaba
çekilmelerinin ardından müminler, bölük bölük cennete sevkedilmişlerdir. Oraya
vardıklarında onları ilk karşılayanlar cennetin bekçileri olmuştur. Cennetin
kapıları müminler için açılır ve bekçiler onları selamlarlar:
"... Selam
üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin."
(Zümer: 39/73)
Bir başka
ayette ise bu karşılama şöyle anlatılır:
"Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel."
(Rad: 13/24)
Müminlerin
onlara cevabı ise çeşitli ayetlerde şöyle bildirilir:
"Bize olan
va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki,
cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. Salih amellerde bulunanların ecri
ne güzeldir." (Zümer: 39/74)
"... Biz
doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık.
Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaptan
korudu. Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O,
iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."
(Tur: 52/26-28)
"... Bizi
buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz
doğruya ermeyecektik. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile geldiler..."
(Araf: 7/43)
Bunun üzerine,
aynı ayetin devamında, onlara seslenilir:
"İşte bu,
yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir."
Bir ayette,
müminlerin cennetteki şükürleri şu şekilde tasvir edilir:
"Oradaki
duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri:
"Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan
Allah'ındır." (Yunus: 10/10)
Başka bir
ayette de şöyle geçer:
"... Bizden
hüznü giderip yokeden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten
bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak)
kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada
bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır: 35/34-35)
Cennete girmiş
salih müminlerin aralarında geçen konuşmalar ise şöyledir:
"Böyleyken,
kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar:
Bir sözcü
der ki: "Benim bir yakınım vardı."
"Derdi ki:
Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?"
"Bizler
öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden
diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?"
(Konuşan
yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor
musunuz?"
Derken,
bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü.
Dedi ki:
"Andolsun Allah'a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin."
"Eğer
Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır
bulundurulanlardan olacaktım.
"Nasıl, biz
ölecek olanlar değil miymişiz?"
"Yalnızca
birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil
miymişiz?"
Şüphesiz,
bu, asıl büyük 'kurtuluş ve mutluluğun' ta kendisidir."
(Saffat: 37/50-60)
Bu ayetlerden
de gördüğümüz gibi, müminler, sonunda ulaştıkları bu mutlu sonun ancak ve ancak
Allah'ın dilemesiyle ve Rahmetiyle olduğunun bilincindedirler. Şuurları son
derece açıktır ve geçmişi hatırlamaktadırlar. Belki de tüm hayatları onlara
detaylı olarak gösterilmektedir. Bu sahnede, kendilerini dünya hayatında
saptırmaya çalışan yakın çevrelerini görmüşlerdir. Ve anlamışlardır ki, eğer
Allah'ın üzerlerindeki sonsuz lütfu ve koruması olmasaydı, kendileri de
kolaylıkla yoldan sapabilirlerdi. İşte bunların bilincine varan müminler, aynen
dünyada olduğu gibi cennette de Allah'a sürekli şükrederler.
Cennet ehlinin
cehennemdekilerle aralarında geçen ve cehennem halkının pişmanlıklarını ifade
eden sözler ise aşağıdaki ayetlerde haber verilir:
"Onlar
cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
Suçlu-günahkarları;
"Sizi şu
cehenneme sürükleyip-iten nedir?"
Onlar: "Biz
namaz kılanlardan değildik" dediler.
"Yoksula
yedirmezdik."
"(Batıla ve
tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik."
"Din (hesap
ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."
"Sonunda
yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."
Artık,
şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz."
(Müddessir: 74/40-48)
İşte böylece
cehennem ehli, dünya hayatlarında yapıp ettikleri kötülükleri ikrar ederler ve
artık cehennemden bir çıkış imkanı olmadığı da anlarlar. Bu konuşmalar ise
cennetteki müminlerin şükürlerini ve mutluluklarını daha da arttırır. Cennet
ehli ile cehennem ehli arasında geçen bir başka konuşma da şöyle anlatılır:
"Cennet
halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vaadettiğini gerçek
buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri
(şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun."
"Ki onlar
Allah'ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti
tanımayanlardır." (Araf: 7/44-45)
"Ateşin
halkı Cennet halkına seslenir: Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği
rızıktan aktarın. Derler ki: Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram (yasak)
kılmıştır." (Araf: 7/50)
Böylece
cehennem ehlinin ızdırabı kat kat artmaktadır. Çektikleri onca acının yanında,
cennet nimetlerini de görebilmekte ve cennet ehli ile de konuşabilmektedirler.
Ancak onların sahip olduğu nimetlere erişebilmeleri mümkün değildir. Artık
pişman olmak için çok geçtir. Bu manevi ızdırap bir başka ayette de şöyle
anlatılmıştır:
"İnkar
edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda
bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta
bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız."
(Ahkaf: 46/20)
Böylece kafir
olanlar dünya hayatlarında işlediklerinin feci karşılığını çekmek üzere, sonsuza
dek cehenneme hapsedilirler. Müminler ise, asıl büyük kurtuluş ve mutluluğun ta
kendisini bulmuşlardır...
[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
Cennet
Hakkındaki Bazı Batıl Düşünceler:
Ayetlerdeki
cennet tasvirleri yalnızca Kur'an'ın indirildiği dönemin değer unsurlarını mı
taşıyor?
Kuran'da
cenneti tarif ve tasvir eden ayetlerin tümü 14 yüzyıl önce olduğu gibi bugün de,
okuyan kişide aynı ihtişam, kalite, güzellik, zenginlik, bolluk, huzur ve refah
duygularını uyandırır. Cennet hakkında bahsedilen değerlerin tümü her dönemde
her sınıftan insan tarafından makbul görülen ve elde edilmek istenen değerlerdir.
Örneğin, Kur'an'da cennette olduğu bildirilen altın, gümüş ve diğer çeşitli
mücevherler yalnızca Kur'an indirildiği dönemde değil, bugün de aynı derecede,
hatta daha fazla revaçta olan maddelerdir.
Kur'an'da bahsi
geçen bir diğer cennet eşyası da "ipek"tir. Bugün gerek giyimde gerekse diğer
dekoratif kullanım alanlarında "ipek"ten daha kaliteli ve değerli bir kumaş
cinsi akla gelmez. İpek aynı zamanda bir zenginlik ve ihtişam sembolüdür.
Kur'an'daki cennet tasvirlerinde bahsi geçen bu tür kıymetli eşyaların tümü
günümüzde, belki de 1400 sene öncesine göre çok daha değerli ve paha biçilmez
bir konuma gelmişlerdir.
Yine Kur'an'da
bahsedilen cennetteki güzel meskenler, güzel konaklar, saraylar ve köşkler her
devirde sahip olmak, içinde yaşamak arzu edilen, lüks ve gösterişli mekanlardır.
Günümüzdeki villalar, malikaneler hep bu kategoriye girerler ve bir seçkinlik,
servet ve kalite göstergesidirler.
Benzer şekilde
cennet eşyası olduğu bildirilen, tahtlar, sedirler, döşekler de en rahat ve en
gösterişli iç dekorasyon eşyalarıdır. Bu tür mobilyalar günümüzde en gösterişli
mekanların baş köşesinde bir estetik ve ihtişam unsuru olarak yeralırlar.
Bütün mülkün
sahibi olan Allah'ın sevdiği kullarına hem dünyada hem de ahirette bu tür
güzellikleri layık görmesi ve bağışlaması da O'nun şanındandır.
[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
MÜ'MİNLERİN ASIL YURDU CENNET
Birçok kimsenin
hayalinde cennet, bulutların içinde, bir sis perdesinin ardında, beyaz rengin
hakim olduğu, aydınlık, fakat puslu bir rüyalar alemidir. Cennete girmeye hak
kazanan insanlar ise yüzlerinde saf bir tebessüm ve uykulu gözlerle bulutların
üstünde uçuşan ve bununla mutlu olan insanlardır. Bazı kişilere göre ise
yalnızca yeşilliğin, kırların ve çayırların bulunduğu, kuzuların otladığı,
insanların ağaçların altında oturup önlerinden akan dereleri seyrettikleri
yeşilliklerdir. Bu cahilce anlayışa göre cennet, her ne kadar huzurlu, sakin,
güvenli de olsa, sonsuz bir hayat düşünüldüğünde monoton ve sıkıcı bir yer
olarak düşünülmektedir.
Bu kavrayış
yetersizliğinin en önemli sebebi, kişinin Kur'an'da anlatılan gerçeklerden ve
Kur'an'ın müminlere kazandırdığı akıl ve ferasetten yoksun olmasıdır. Hem
bilmeyen hem de akledemeyen bir insan ise, kuşkusuz konuları derinliğine
düşünemez, birtakım incelikleri kavrayamaz, gerekli bağlantıları zihninde
kuramaz. Sonuçta da sağlıklı ve gerçekçi değerlendirmeler yapamaz. Dolayısıyla
dünyevi konularda olduğu gibi, ahiretle ilgili konularda da, Kur'an ayetlerini
bilmeyen ve müminlere has akletme kabiliyetine sahip olmayan gaflet ehlinin
zihnindeki cennet anlayışı yukarıda verdiğimiz örneklerin ötesine geçemez.
Elbette böyle puslu ve Kur'an'da bildirilen gerçeklerden uzak bir ahiret
anlayışı, Kur'an'da kastedilen "ahirete iman"a benzememektedir.
Dikkat edilirse
bu çarpık inanca sahip olanları inkarcı değil, "gaflet ehli" olarak tanımladık.
Çünkü inkarcının zaten, çarpık veya normal herhangi bir ahiret inancı yoktur.
Gafletteki insan ise kendini Müslüman olarak görebilir. Ahiretin, cennetin,
cehennemin varlığını da hiç düşünmeden, çevresinden duyduğu şekliyle kabul
edebilir. Fakat böyle bir iman, Kur'ani bir bilinç, sağlam bir tefekkür ve
manevi bir derinliğe dayanmadığı için ufak bir farklı düşünce, fitne, vesvese ya
da şüphede sarsılıp, kolaylıkla yıkılabilir. Müslümanlığı bir namus meselesi
veya bir ulus ya da aile geleneği şeklinde algılayan ve kendilerini inançlı bir
insan olarak gören pek çok kimsenin durumu da bundan farklı değildir. Ayetlerde
bu sapkın anlayışa sahip insanlar hakkında pek çok örnekler verilmiştir. Bu tür
kimseler, Kur'an'da "kesin bilgiyle inanmayanlar", "Allah'a bir ucundan kulluk
edenler" ve "kalplerinde hastalık olanlar" şeklinde tanımlanırlar.
İnkarın
insanlar arasında yaygınlaşmasını ve Kur'an'da anlatılan gerçeklerden
uzaklaşmalarını arzu eden bir kısım inkarcılar da, toplumda yaygın olan bu tür
çarpık ahiret anlayışlarını, özellikle de cennet hakkındaki ilkel bakış
açılarını derleyip, din ve Müslümanlar aleyhinde kullanırlar. Bu kişiler kıyamet,
cennet, cehennem gibi konuları, toplum içinde yaygın olan kanaatler
doğrultusunda, ilkel ve batıl kalıplara sokarak bir alay ve eğlence konusu
haline getirirler. İnsanları Kur'an ahlakından
uzaklaştırmak için Müslümanları, sonsuz hayatları için yukarıda tarif ettiğimiz
şekilde bir cennet beklentisiyle mutlu olan küçük ve basit zevklere sahip,
estetik, sanat, zenginlik, ihtişam, teknoloji, konfor, refah, lüks gibi
kavramlardan habersiz, yeme, içme, cinsellik, giyinme, eğlenme gibi konulardaki
zevkleri belli sınırlarda olan dar kalıpları aşamayan, geri kalmış kimseler
olarak lanse ederler. Bu suretle insanları İslam'dan ve Müslümanlardan mümkün
olduğunca soğutmaya çalışırlar.
Halbuki bu
düşünceler, toplum içinde hakim olan yanlış anlayışlara, geleneklerden gelen
çarpık düşünceleri yansıtmaktadır. Çünkü Allah'ın Kur'an'da inanan kullarına
vaat ettiği cennet, insan aklının kavramakta zorlanacağı bir güzelliğe sahiptir.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde de Kur'an ayetleri doğrultusunda inceleyeceğimiz
gibi, cennet inkarcıların bu yakıştırmalarından çok uzaktır. Ahiret de, inkar
edenlerin zihinlerinde canlandırdıkları ve kendi akılsızlıklıklarının ürünü olan
ilkel düşüncelerinin çok ötesindedir.
Ancak asıl
önemli olan Allah'ın varlığına ve ahiret gününe iman ettiklerini söyleyip, inkar
edenlerinkine benzer cennet, cehennem ve ahiret anlayışlarına sahip insanların
varlığıdır. Şu iyice bilinmelidir ki, Kur'an'dan habersiz, kulaktan dolma, "atalarından
gördüğü" bir dine uyan kimsenin dini ne kadar bu gerçeği kendine kondurmak
istemese de gerçek İslam dini değildir. İnsanların ürettikleri, yıllardan beri
süregelen çarpık düşüncelerin şekillendirdiği farklı bir dindir ve bu din de
İslam aleyhinde propaganda yürüten inkarcılar tarafından Müslümanların aleyhinde
kullanılmaktadır. Bu dini gerçek İslam gibi göstererek, İslam'a yönelik asılsız
iddialarda ve saldırılarda bulunmaktadırlar.
Cennet dünyaya
çeşitli yönlerden benzemekle birlikte dünyanın kat kat daha üstün, kusursuz ve
eksiksiz olanıdır. Üstelik ölümden sonra insanı bekleyen iki sonuçtan biridir ve
hiç şüphesiz bunun elde edilmesi için büyük bir uğraş gerekmektedir. O halde
kişinin yapması gereken, samimi bir kalple Rabbine teslim olması, sahip olduğu
tüm batıl inançları terk edip Kuran ayetlerini eksiksizce yaşaması ve tüm
hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirmeye çalışmasıdır. Aynı zamanda
cennetin varlığı ile ilgili düşüncelerini de iyice netleştirmeli ve Kur'an
ayetlerinde cennet hakkında bildirilen doğru bilgileri bir an önce öğrenmelidir.[1]
[1] Harun
Yahya, Mü'minlerin Asıl Yurdu Cennet, Vural Yayınları:
---------------------------------------------------
Allah'ın Cennet Ehli İçin Hazırladığı Nimetler
Cennetteki Zenginlik ve Bolluk
Cennet Mekanlarının Güzelliği
Cennetteki Yiyecekler
Cennette İnsan Güzelliği
Cennetteki Doğa Güzelliği
Cennetteki Güzel Kokular
Cennette Ses ve Konuşmalardaki Güzellik
Cennette Sonsuz Yaşam ve Gençlik
Cennette İstenen Herşeyin Olması
Cennet Ehlinin Allah'a Yakınlığı
Cennet Allah'ın Adaletinin Bir Tecellisidir
Cennet Ehlinin Özellikleri
Ayetlerle Cennet
Not:Bu bölümü hazırlanırken resimlerde kullanıldı unutulmamalıki
cennet nimetlerini bir nebze bile anlatmak için dünya kelamı ve dünyaya ait her şey yetersiz kalır…
Allah'ın Cennet Ehli İçin Hazırladığı Nimetler
İnsanlar var olmasını istedikleri, fakat dünya şartlarında mümkün olmayan şeyleri kimi zaman filmlere, romanlara konu yaparlar. Bu tür fikirleri fantastik, ütopik gibi sıfatlarla nitelendirerek gerçekdışı olduklarını vurgularlar. Çoğu insan bu hayal ürünü mükemmelliklerin gerçek olmasını ister, bunlara özenir. Ancak dünya şartlarında bunların gerçekleşmesinin olanaksız olduğunu bilmek ve bu güzellikleri sadece hayal etmek onların ruhunda derin bir zevk oluşturmaz. Aksine yaşadıkları ortamdaki eksikliklerin biraz daha farkına vararak dünyanın gerçek yüzünü görmelerine, bu da kendi deyimleriyle "keyiflerinin kaçmasına" sebep olur. Elbette ki tarif ettiğimiz bu ruh hali iman etmeyen kişiler için söz konusudur.
Ahiretin varlığına kesin bir bilgiyle iman eden müminler ise, hayal gücünün sınırlarını zorlayan tüm ihtimallerin Allah'ın "ol" demesiyle gerçekleşebileceğini, ahirette cennet nimeti olarak karşılarına çıkabileceğini bilirler. O halde insan, dünyada "olsa ne güzel olur" diye düşündüğü her güzellik ve nimete cennette kavuşabilmeyi umabilir. Bu umut içindeki insan, istediği herşeye kavuşabileceği cenneti hak edebilmek için ciddi bir çaba göstermeye başlar
Bir hadiste Peygamberimiz (sav), Allah'ın salih kulları için ahirette "hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen birtakım nimetler" olacağından bahsetmiştir. [Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 306/497]
Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır.
(Maide Suresi, 85)
Allah cenneti tarif edip tanıttığı ayetlerle insanlara dünyadakilerle kıyaslanmayacak bir nimet ufku açmaktadır. "Orada diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var." (Kaf Suresi, 35) ayetiyle cennetteki bu nimet genişliği haber verilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde müminlere, kendilerini bekleyen cennet nimetleri hakkında şu ayeti hatırlatmıştır:
Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez. (Secde Suresi, 17) [Tezkireti'l Kurtubi, s. 306/498]
Allah'ın cennette sunacağı nimetler düşünülürken unutulmaması gereken önemli bir nokta da insan aklının çok sınırlı olduğudur. Bundan dolayı kişi, kendisine vaat edilen nimetlerin bolluğunu, çeşitliliğini, benzersiz güzelliklerini zihninde tam olarak canlandıramayabilir. Kuran'da ve hadislerde bildirilen nimetler, yapılan tasvirler insanlara açıklayıcı olması bakımından, dünyadaki güzelliklerin yer aldığı benzetmelerle tarif edilmektedir. Ancak bunlar cennette çok daha mükemmel halleriyle olacaklardır. Çünkü Allah, sonsuz aklının bir tecellisi olarak cenneti tüm kusurlardan arındırılmış mükemmel bir mekan olarak yaratmıştır.
İnsanın sınırlı düşünme ufkunu şöyle bir örnekle anlatabiliriz. İnsan, görme duyusuna sahip olmasa sadece tat alma, koklama, işitme ve dokunma duyularıyla yaratılmış olsa; göze hitap eden nimetler kendisine ne kadar tarif edilip anlatılsa da bunları kavraması mümkün olmazdı. Renkten, aydınlıktan, estetikten, simetriden, ihtişamdan bahsedildiğinde bu kişi tüm bunları anlayamayabilirdi. Aynı şekilde şu anda bizim bilmediğimiz ama Allah'ın cennette var edeceği ve bize yepyeni ufuklar kazandıracak başka duyular olabilir. Dolayısıyla sadece beş duyumuzla sınırlı olduğumuz bu dünyada ne tür nimetlerden habersiz olduğumuzu tam olarak kavramamız da mümkün olmayabilir.
"İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur."
(Zuhruf Suresi, 72)
Görüş, düşünce ve hayal ufkumuzdaki sınırlılığı, penceresiz bir evin içinden hiç dışarı çıkmadığını varsaydığımız bir kimsenin durumuna da benzetebiliriz. Evin dışındaki güzelliklerden -dağların, nehirlerin, ağaçların görünümünden, birbirinden estetik çiçeklerden, sevimli hayvanlardan, berrak bir gökyüzünden, gün ışığının aydınlığından...- habersiz olan bu kişi, nasıl bir nimet eksikliği içerisinde olduğunun da farkında olmaz. Kaldı ki bu kıyas dünyadaki güzellikler üzerinden yaptığımız bir kıyastır. Dünyanın nimet ve güzellikleri ise cennet nimetlerinin yanında son derece eksik ve kusurludur. Bu bakımdan iman eden bir kiş,i cenneti de sahip olduğu sınırlı bilgiler dahilinde, dar bir görüşle değerlendirmekten kaçınmalı, bu yanılgıya düşmemelidir. Çünkü insan, Rabbimiz'in bildirdikleri dışında cennetle ilgili ayrıntıların, cennet ehli için hazırlanmış sürprizlerin neler olabileceği hakkında yorum sahibi bile değildir. Kuran'da bu duruma dikkat çekilen ayetlerden birinde Allah "Orada diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var." (Kaf Suresi, 35) buyurmaktadır.
Bir rivayete göre ise Peygamberimiz (sav) cennet nimetlerini şöyle tarif etmiştir:
Cennete koşan yok mu? Çünkü cennette akla hayale gelmeyen nimet vardır. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 306-307/499]
Cennet Mekanlarının Güzelliği
Dünyanın en güzel mekanları arasında saraylar, köşkler hep ilk sıralarda yer alır. Bu mekanların gösterişli güzellikleri tarif edilirken de hep güzel bir manzaraya sahip olmalarından, eşyalarının çok değerli olmasından, dekorasyonlarının güzelliğinden, sütunların, altın yaldızlı tahtların, mobilyaların ihtişamından bahsedilir.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği cennetle ilgili ayetlerde de insanların hoşlarına giden mekanlardan -köşklerden, saraylardan, bahçelerden, otağlardan- sıkça bahsedilmektedir. Dünyada sınırlı sayıda bulunan bu mekanlar, cennette kusursuz ve en görkemli halleriyle Allah'ın sevdiği kullarının yaşadığı mekanlar olarak sonsuza kadar var olacaklardır.
Cennet mekanlarındaki zenginlik ve bolluğun tarif edildiği hadislerden birkaçı şöyledir:
Bir kerpici gümüş, bir kerpici altın, harcı keskin kokulu misk, döşemesi inci ve yakut, toprağı ise za'feran olup, oraya giren mutlu olur, umutsuz olmaz, ebedi olur, ölmez... [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10088]
"İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır."
(Taha Suresi, 76)
... Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferan (safran)dır ... [(Tirmizi); Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]
Hadislerde cennet mekanlarının her malzemesinin çok değerli olduğuna dikkat çekilmiş ve çakıl gibi bolca bulunan taş parçalarının yerine de inci ve yakut olacağı bildirilmiştir.
Cennet Köşkleri:
Dünyadaki güzellikler dünya şartlarında ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar, yine de kaçınılmaz olarak pek çok kusurları bulunur. Dolayısıyla dünyadaki en güzel köşk bile cennet köşklerinin yanında son derece gösterişsiz kalır. Herşeyden evvel zamanın, dünyada sahip olunan pek çok güzellik üzerinde bozucu ve yıpratıcı etkisi vardır. Örneğin herhangi bir köşk hiç kullanılmasa bile, kendi haline bırakıldığında zaman içinde yıpranır. İçindeki eşyalar eskir, nem ve rutubetin etkisiyle küflenir, çürümeye yüz tutar. Döşemelerdeki dayanıklılık zamanla azalmaya, kumaşların renkleri solmaya başlar. Ayrıca eşyaların üzerlerini yoğun bir toz tabakası kaplar ve etrafı örümcek ağları sarar. Böylece bu gösterişli mekan zaman içinde yaşanamayacak hale gelir. Cennet mekanları ise tüm bu eksikliklerden, zamanın yıpratıcı etkilerinden uzaktırlar. Kuran'da cennet köşklerinden bahsedilirken bu köşklerin altlarından ırmaklar aktığı, yüksek ve güvenli yerler oldukları bildirilir:
İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Ankebut Suresi, 58)
Bizim Katımız'da sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
Peygamberimiz (sav)'in bir hadisinde ise cennet köşkleri şöyle tarif edilir:
Gurfeler (cennet köşkleri) kırmızı yakut, yeşil zebercet (zümrüt) ve beyaz incidendir. Onlarda hiçbir kusur ve ayıp yoktur. Cennet ehli bunlara, sizin gökte, doğu ve batıdaki parlak yıldızlara baktığınız gibi bakarlar... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 225/6]
İncil'de de Allah'ın ahiret yurdunda hazırladığı mekanlardan şöyle söz edilir:
Biliyoruz ki, içinde yaşadığımız bu dünyasal çadır yıkılırsa, göklerde Allah'ın bize sağladığı bir konut, elle yapılmamış ve sonsuza dek kalacak evimiz vardır. (Korintlilere İkinci Mektubu, 5. bölüm, 1)
Cennet tasvirlerindeki zenginliğe dair tüm detaylar, her döneme hitap eden, herkesin ittifakla beğeneceği güzelliklerdir. Zenginlik ve ihtişamın simgesi sayılan yakut, zümrüt, inci gibi mücevherler herkesin sahip olmak isteyeceği çok değerli ve nadide taşlardır. Bu yüzden cennet köşklerinin bu taşlardan yapılmış olması, onların paha biçilmez değerlerini vurgulamak açısından son derece önemlidir.
Bunlardan kırmızı tonlarında saydam bir taş olan yakut, yeryüzündeki dört değerli taştan en nadir rastlananıdır. İnci ise parlak, sedefli rengi, pürüzsüzlüğü ve yuvarlak şekli ile fevkalade bir estetiğe sahiptir. Büyük zahmetler sonucunda elde edilen bu küçük parçanın oluşumu da son derece özeldir. İstiridye içindeki küçük bir kum tanesinin etrafının zaman içinde kalsiyum karbonatla kaplanması sonucunda böylesine göz alıcı bir güzellik ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz cennetle ilgili yapılan bu gibi benzetmeler, tarifler yine dünya koşullarına göre verilen örneklerdir. Bu, insanların ufkunun genişlemesine, cenneti düşünmelerine vesile olması açısından gereklidir. Ancak cennette bu güzellikler çok daha mükemmel olacaktır.
Cennetteki her detay en hoşa gidecek güzelliklerle yaratılmıştır. Cennet köşkleri ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (sav) bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:
Cennette bir köşk vardır. Etrafı burçlar (hisar, kule), otluk, sulak yerlerle çevrilidir. Beş bin de kapısı vardır... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/5]
Söz konusu köşklerin güzelliğine güzellik katan bir diğer özellik ise bu köşklerin son derece görkemli mekanlar içinde olmalarıdır. Örneğin yukarıdaki hadiste de tarif edildiği gibi bazı köşklerin yeşilliklerle çevrili olması ve su kenarında yer almaları ayrı bir güzelliktir. Bu köşkler deniz sahillerinde, okyanus kumsallarında, göl kıyılarında, nehir yanlarında, çağlayan bir şelaleye karşı ve bunlar gibi hayranlık uyandıran yerlerde kurulmuş olabilirler.
Ayrıca hadislerde cennet köşkleri ile ilgili şöyle bir özelliğe daha dikkat çekilmektedir:
Cennette öyle köşkler vardır ki, içindeki dışındakini, dışındaki içindekini görür... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/9]
Cennette gurfeler vardır. Dışları içlerinden, içleri dışlarından görünür. [Kütüb-i Sitte-14, s. 447/2]
Yukarıdaki hadislerden anladığımıza göre cennetteki bazı köşkler, kişilerin hem içeriyi hem dışarıyı görebilmelerini mümkün kılan cam veya başka bir saydam malzemeden yaratılmış olabilirler. Zemin, duvarlar ve tavanın bu şekilde şeffaf olması ise içinde oturan kişilere ferahlık ve zevk vermesi açısından çok güzel bir özelliktir.
Bu hadisle işaret edilen, cennette kişilerin hem içeriyi hem de dışarıyı aynı anda görebilmelerini mümkün kılan ayrı bir görüş ufkunun varlığı da olabilir. Yani cennette dünyada yaşadığımızdan farklı boyutlarda bir görüşe sahip olmak da mümkün olabilir. Çünkü insan kimi zaman bulunduğu yerden başka bir yerde olanları görmek isteyebilir.
Örneğin gökyüzüne baktığımızda istediğimiz zaman gezegenleri, yıldızları hiçbir teknolojik alete ihtiyaç duymadan tüm detaylarıyla görebilmeyi isteriz. Ancak görüntümüz parlak noktalarla sınırlı kalır. Bir eşyaya baktığımızda bunun atom seviyesindeki görünümünü de çıplak gözle görmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla görüş alanımız, içinde bulunduğumuz mekanla ve gözümüzün görüş ufku ile sınırlıdır. İşte cennette gözün görüş keskinliği, isteğe göre bir bölgeye odaklanıp detayları görebilmesi, duvar benzeri hiçbir şeyin görüşe engel teşkil etmemesi de söz konusu olabilir. Çünkü cennette herşey kişinin isteğine göre yaratılmaktadır ve cennet ehlinin görmek istediği hiçbir şey gözlerinden gizli kalmayacaktır. Allah bu gerçeği Kuran'da,."... orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var..." (Zuhruf Suresi, 71) ayetiyle müjdelemektedir.
Yine Peygamberimiz (sav)'in hadislerinden birinde de cennet köşklerinin hiçbir destek ve dayanak olmaksızın durduklarından bahsedilmektedir. Kuşkusuz bu durum da benzersiz ve heyecan verici bir güzelliğe işaret etmektedir:
Bir gün Resulullah, "Cennette öyle köşkler vardır ki, ne kendisini yukarıya bağlayacak çengelleri ve ne de altında direkleri vardır" buyurdu. Bunu dinleyen Ashab, "Ey Allah'ın Resulü, o köşklerin ehli oraya nasıl girecek?" diye sordu. Resulullah (a.s.m.), "Onlar kuşlar misali uçarak girecekler" buyurdu. [Dünya Ötesi Yolculuk, s. 294]
Cennetteki Şehirler:
Cennette "Reyyan" denilen bir nehir vardır. Üzerinde mercandan bir şehir kurulmuştur. Onun altın ve gümüşten yetmiş bin kapısı bulunur. İşte bu, hamil'i Kur'an'a mahsustur. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 326/4]
Yukarıdaki hadiste Peygamberimiz (sav)'in dikkat çektiği altın ve gümüş, ihtişam, zenginlik ve sanatın simgesi olmuş madenlerdir. Her ikisi de parlak, dayanıklı, kolay şekil alan ve zor elde edilen metaller olarak tarih boyunca çok önemli bir yere sahip olmuşlardır. Altın yeryüzünde ton başına 0.004 gram kadar bulunur. Altın madeni ocaklarında ise altın oranı ton başına 6-12 gram arasında değişir. Dolayısıyla altından bir kap elde etmek için tonlarca ağırlıktaki kayanın işlemden geçirilmesi gerekir. Altının gerek zor elde edilmesi gerekse yeryüzünde diğer madenlere göre daha az oranda bulunması değerini kat kat artırmaktadır. Parlak, dayanıklı, kolay şekil alan bu değerli maden insanların zevklerine hitap etmede çok önemli bir yere sahiptir.
Bu da altının estetik ve sanat değeri son derece yüksek eserlerin meydana getirilmesinde tercih edilmesini sağlar. Bize güzel gelen, zengin ve gösterişli olan pek çok şey ya altındandır ya da altınla süslenmiştir. Ayrıca altın, eşyaların süslemesinde, ciltçilik, hat, minyatür, tezhip gibi pek çok sanat alanında da vazgeçilmez bir malzemedir. Bu bakımdan hadislerde dikkat çekilen mekanlarda bol miktardaki altın kullanımı da insanların hoşuna giden, değerli bir nimetin işaretidir. Dünya şartlarında insanlar altını, en fazla külçeler halinde görürler. Nadiren de birtakım eşya ve aksesuarlara, belki bir sarayda altınla kaplanmış sütunlara rastlarlar. Tüm bu saydıklarımız, altını yalnızca küçük birtakım ziynet eşyalarında görmeye alışmış olan insanlarda büyük bir hayranlık oluşturur. Durum böyle olunca som altından inşa edilmiş bir gökdelenin veya bir köşkün, villanın, yalının hayalini bile kurmakta zorlanırlar. Bunun gerçek olduğunu düşünmek bile insanın ruhuna büyük bir heyecan ve zevk verir. Aşağıdaki hadiste ise cennetteki binaların tuğlalarının altından ve gümüşten olduğu bildirilmektedir. Bu, zaten çok güzel olan cennet evlerinin ihtişamını daha da artırmakta, onları daha görkemli hale getirmektedir:
Cennet binalarının bir tuğlası altın, bir tuğlası gümüş, harcı misk, çakılı inci ve yakut ve toprağı da safrandır... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/6]
Nitekim aşağıdaki hadiste de altın bir direkten bahsedilerek cennetteki zenginlik ve ihtişam bir başka yönden daha vurgulanmaktadır:
Cennette altından bir direk ve üzerinde zebercedden (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) şehirler vardır ki, onlar cennete yıldızlar gibi ışık verirler... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/6]
Yukarıdaki hadiste dikkat çekilen bir diğer yön de şehirlerin yüksekliği olabilir. Kuşkusuz dünya şartlarında yüksek bir şehir, manzarası ve vereceği ferahlık açısından tercih edilir. Bu şehirlerin cennetteki mükemmel manzaralar içinde olduğu düşünülürse, bu mekanların insanın ruhuna ne kadar çok zevk vereceği daha iyi anlaşılabilir. Hadislerdeki bu mekanlar -direkler üzerindeki şehirler- Kuran'da bildirilen yüksek köşklerle ilgili ayetlerle paralellik içindedir:
Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır. (Müminun Suresi, 11)
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
Şehir hayatını düşündüğümüzde aklımıza öncelikle pek çok konuda yaşanan sorunlar gelir. Trafik, sağlık, ulaşım, hava kirliliği, alt yapı, su, elektrik, telefon, güvenlik gibi daha pek çok konu insanların ömürleri boyunca uğraştıkları sorunlara dönüşmüştür. Hatta insanların daha rahat, daha düzenli bir hayat sürmelerini sağlamak ve bu sorunları gidermek için birçok meslek dalı ortaya çıkmıştır.
Halbuki cennet şehirlerinde böyle bir durum asla söz konusu olmadığı gibi bu sorunlara sebep olan etkenler de ortadan kalkmış olacaktır. Ayrıca Allah'ın "... Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler." (İnsan Suresi, 13) ayetinde bildirdiği gibi, cennette hava insan ruhunun ve bedeninin en zevk alacağı ve en rahat edeceği ısıda olacaktır. Bu nedenle özel bir ısınma ya da serinleme sistemine de ihtiyaç duyulmayacaktır. Benzer şekilde ilerleyen bölümlerde yer vereceğimiz gibi cennette ulaşım zorluğu da olmayacaktır. En doğrusunu Allah bilir.
Hadiste cennetteki binalardan bahsedilirken bunların harcının misk, yani çok güzel kokulu bir madde olacağı tarif edilmektedir. Görüldüğü gibi Allah'ın cennette yarattığı nimetler tüm duyularımıza da hitap edecek şekilde yaratılmaktadır. Güzel koku insanlar için çok büyük bir nimettir. Gülün, karanfilin, zambağın, sümbülün, leylağın, akasya ve çam ağaçlarının kokuları insanlar için çok büyük birer lütuftur. Bunların yanı sıra birbirinden farklı kokular da insan ruhunda çok hoşa giden bir etki yaratır. Cennetteki güzel kokular dünyadakilerle kıyaslanamayacak güzellikte oldukları gibi insanların hiç ummadıkları ayrıntılarda karşılarına çıkacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadisinde bildirdiği gibi binaların harcının misk olması bunun en güzel örneklerinden biridir. Kuşkusuz harcı misk olan güzel kokulu bir bina, Allah'ın cennette müminler için hazırladığı güzelliklerinden sadece bir tanesidir.
Cennet İçindeki Saraylar:
Bir hadiste cennetteki saraylardan şöyle söz edilmektedir:
Cennetin içinde inciden bir saray vardır. O sarayın içinde kırmızı yakuttan yetmiş konak vardır. Her konağın içinde yeşil zebercedden (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) yetmiş ev vardır. Her evin içinde yetmiş taht, her taht üzerinde de her renkten yetmiş yatak vardır. Her evin içinde yetmiş sofra, her sofranın üzerinde de yetmiş çeşit yemek vardır. Keza her evin içinde yetmiş adet hizmetçi vardır... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 323/554]
Bu konuyla ilgili bir başka hadis ise şöyledir:
Muhakkak ki cennet saraylarından bir sarayın içinde yetmiş menzil (yer, dünya, ev) bulunur. Her menzilde, içerisine girilmek üzere yetmiş kapı, her kapının da diğerinden girmekte olan kokudan başka cennet kokularından koku girer... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 323-324/555]
Hadislerde cennet saraylarının en değerli taşlardan yapıldığına, en güzel ve en rahat edilecek şekilde dekore edildiklerine, içlerinde nimet bolluğu olduğuna dikkat çekilmektedir. Dünya hayatına razı olmayan ve bu hayatın geçici süslerine aldanmayan müminler, ahirette her nimetin aslı, en mükemmeli ve kalıcı olanı ile nimetlendirilirler. Ahiret yurdunu isteyerek ciddi bir çaba göstermelerinden dolayı, gerçek zevk ve neşeyi birbirinden güzel bu cennet mekanlarında sonsuza kadar yaşarlar. Buradaki ortam her türlü lüksü, ihtişamı, zenginliği içermekle beraber, cennet ehlinin sürekli Allah'ı andıkları ve O'na gönülden şükrettikleri asil ve temiz bir ortamdır. Allah bir ayette cennet ehlinin şükür ve mutluluk içinde olduklarını şöyle bildirmektedir:
(Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
Cennetteki Otağlar:
Cennet mekanlarıyla ilgili olarak çadırlar da pek çok hadiste tasvir edilmiştir. Bu hadislerden birkaçı şöyledir:
Muhakkak ki cennette (mümin için) içi boşaltılmış bir tek inciden bir çadır vardır. Bu çadırın eni altmış mil (yaklaşık 100 km) mesafe genişliğindedir. Bunun her köşesinde (mümine mahsus) birtakım ev halkı vardır ki onlar başkalarını (yani birbirlerini) göremezler. (Ancak) Mümin onları dolaşıp ziyaret eder. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325/560]
Cennette mü'minin yüksekliği altmış mil (yaklaşık 100 km) olan bir inci çadırı vardır. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10091]
Genişliği de öyle (yani altmış mildir). Orada mü'minin aileleri bulunacak. Mü'min onları bir bir dolaşacak... [(Buhari, Müslim ve Tirmizi); Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10092]
"Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler... (Kehf Suresi, 31)
Cennet ehlinden derecesi en düşük olanın seksen bin hizmetçisi vardır. Onun için inciden, zebercedden (zümrüt benzeri kıymetli bir taş) ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır, Câbiye'den San'a'ya kadar uzanan bir büyüklüktedir. [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı- 5, s. 412/10114]
Herşeyin en mükemmel haliyle yaratıldığı cennette çadırlar da olabilecek en üst konforla müminlerin zevkine, rahatına, keyfine uygun şekilde var olacaklardır. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi değerli cevherlerden yapılan bu çadırlar olağanüstü bir genişliğe sahiptirler. Hadislerde cennet ehlinden kişilerin, çok geniş ve yüksek olan inci tanelerinin içinde, aileleri ve yakınları ile mükemmel bir hayat sürdükleri haber verilmektedir. Kuşkusuz bu Rabbimiz'in benzersiz yaratma gücünün ve sanatının bir tecellisidir. Dünya hayatında sayısız eksik, kusur ve acz içinde yaşayan insanın böylesi bir güzelliği zihninde canlandırması bile heyecan vericidir. Güzelliğinin ve ihtişamının yanı sıra zümrüt ve yakuttan yapılmış olan cennet çadırlarının içinde bir kişiye hizmet edenlerin sayısı da dünyada Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini umarak çalışıp yorulan herkes için büyük bir müjdedir.
Cennetteki Çarşılar:
Çarşılar, pazarlar, insanların ihtiyaçlarını karşılamaları için önlerine birçok seçenek sunan alışveriş mekanlarıdır. Bu alışveriş merkezlerinde her yiyecek ve eşya farklı çeşitleriyle, farklı ambalajlarda yer alır. İnsanlar iyi beslenme, farklı tatları deneme, şık ve güzel giyinme, işlerini kolaylaştıracağını düşündükleri araçları satın alma, beğendikleri ve rahat edeceklerini düşündükleri eşyaları edinme hevesiyle bu yerlere giderler. İşte insanların dünya şartlarında hoşlarına giden bu nimeti Allah cennette de en güzeliyle yaratacaktır. Cennetteki çarşılar sayısız çeşitlilikte nimetle, bolluk sevinci uyandıran görüntüleriyle cennet ehlinin içlerindeki bu arzuya hitap edecektir. Üstelik cennette, dünyada bu nimetin beraberinde olan pek çok imkansızlık da ortadan kalkmış olacaktır. Örneğin dünyada insanlar alış veriş yerlerini dolaşmaktan zevk almalarına rağmen bundan yorulurlar. Çoğu insanın buraları rahat rahat dolaşabilecek kadar geniş bir vakti de yoktur. Bunun dışında alışveriş yapma imkanına sahip insanların yanı sıra bundan zevk almasına rağmen dilediğini satın alma imkanına sahip olmayan insanlar da vardır. İnsanlar fiyatını ödedikleri sürece bu çeşit bolluğu içinden istedikleri ürünü seçebilirler. Ama eğer bu imkana sahip değillerse sadece bu mekanları gezmekle yetinmek durumundadırlar. Oysa Peygamberimiz (sav)'in hadislerde haber verdiğine göre cennet çarşılarında insanlar istedikleri herşeyden diledikleri kadar alabileceklerdir. Orada alış veriş söz konusu olmayacak, herkes her beğendiğine sahip olabilecektir. Bu mekanlardaki nimet çeşitleri ise insanların daha önce hiç görmedikleri ve hayalini bile kurmadıkları türden nimetler olacaktır. Allah bol ihsanıyla herkese tüm beğenip arzuladıklarını verecek kimsenin hiçbirşeyi eksik olmayacaktır.
Hadislerde bu durumdan şöyle bahsedilir:
Muhakkak cennette bir çarşı vardır ki melekler orayı ziyaret ederler. Orada gözlerin mislini görmediği, kulakların duymadığı ve kalplere gelmeyen nimetler vardır. Canımızın istediği herşey bize getirilir. Fakat orada satılan ve satın alınan hiçbir şey yoktur. O çarşıda cennet halkının bazısı diğer bazısı ile karşılaşır. Yüksek menzil ve mevki sahibi döner de mevki bakımından kendinden aşağı derece olan kimse ile karşılaşır. Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerine gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür. Şu muhakkak ki cennette hiçbir kimsenin üzülmesi, kederlenmesi yoktur. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. (Araf Suresi, 42)
Şüphesiz ki cennette bir çarşı vardır. Fakat orada hiçbir şeyi satın almak ve hiçbir şeyi satmak yoktur. Ancak erkekler ve kadınlar suret ve şekilleri vardır. Binaenaleyh orada hangi kılığı istediğinde ona girecektir. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/564]
Hadiste ayrı bir nimet olarak erkek ve kadın suretlerinin varlığından da bahsedilmektedir. Dilediği zaman dilediği surette olabilmek, böylece birbirinden çok farklı güzel görünümlere sahip olabilmek pek çok kimsenin dünyada hayalini kurduğu bir fikirdir. Her insanın sağlıklı ve kusursuz bir yüz ve fizik güzelliğine sahip olma özlemi vardır. Saç rengi, göz rengi, yüz hatları, cilt rengi, boyu, yapısı gibi daha pek fiziksel özellik insanlara doğuştan verilmiştir. Dünyada tek çeşit güzellikten duyulan monotonluk hissinin cennette olmaması, güzelliğin kişinin istediği kadar, istediği şekilde değişebilmesi de insan ruhuna zevk verecek ayrı bir nimettir.
Bir başka hadiste ise cennetteki çarşılarda müminlerin oturacakları güzel kokulu, rahat yerler bulunduğu, cennet ehlinin buralarda tanışıp sohbet ettikleri, kısaca insanın hoşuna gidecek bir sosyal yaşamın varlığına dikkat çekilir:
Muhakkak cennette öyle çarşılar var ki orada alışveriş yoktur. Fakat cennet ahalisi oraya vardığı zaman taze ve parlak inci ve misk toprak üzerine yaslanarak otururlar. Dünyada oldukları gibi o cennetlerde tanışırlar. Dünyada nasıl olduklarını ve Rablerine ibadetlerinin nasıl olduğunu, geceleri nasıl ihya ettiklerini, gündüzleri nasıl oruç tuttuklarını, dünyanın zenginliği ile fakirliğinin nasıl olduğunu, ölümün nasıl olduğunu ve ... nasıl cennet ahalisinden olduklarını konuşup müzakere (ve sohbet) ederler. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/565]
Cennet Mekanlarının Güzelliği
Dünyanın en güzel mekanları arasında saraylar, köşkler hep ilk sıralarda yer alır. Bu mekanların gösterişli güzellikleri tarif edilirken de hep güzel bir manzaraya sahip olmalarından, eşyalarının çok değerli olmasından, dekorasyonlarının güzelliğinden, sütunların, altın yaldızlı tahtların, mobilyaların ihtişamından bahsedilir.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği cennetle ilgili ayetlerde de insanların hoşlarına giden mekanlardan -köşklerden, saraylardan, bahçelerden, otağlardan- sıkça bahsedilmektedir. Dünyada sınırlı sayıda bulunan bu mekanlar, cennette kusursuz ve en görkemli halleriyle Allah'ın sevdiği kullarının yaşadığı mekanlar olarak sonsuza kadar var olacaklardır.
Cennet mekanlarındaki zenginlik ve bolluğun tarif edildiği hadislerden birkaçı şöyledir:
Bir kerpici gümüş, bir kerpici altın, harcı keskin kokulu misk, döşemesi inci ve yakut, toprağı ise za'feran olup, oraya giren mutlu olur, umutsuz olmaz, ebedi olur, ölmez... [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10088]
"İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır."
(Taha Suresi, 76)
... Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferan (safran)dır ... [(Tirmizi); Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]
Hadislerde cennet mekanlarının her malzemesinin çok değerli olduğuna dikkat çekilmiş ve çakıl gibi bolca bulunan taş parçalarının yerine de inci ve yakut olacağı bildirilmiştir.
Cennet Köşkleri:
Dünyadaki güzellikler dünya şartlarında ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar, yine de kaçınılmaz olarak pek çok kusurları bulunur. Dolayısıyla dünyadaki en güzel köşk bile cennet köşklerinin yanında son derece gösterişsiz kalır. Herşeyden evvel zamanın, dünyada sahip olunan pek çok güzellik üzerinde bozucu ve yıpratıcı etkisi vardır. Örneğin herhangi bir köşk hiç kullanılmasa bile, kendi haline bırakıldığında zaman içinde yıpranır. İçindeki eşyalar eskir, nem ve rutubetin etkisiyle küflenir, çürümeye yüz tutar. Döşemelerdeki dayanıklılık zamanla azalmaya, kumaşların renkleri solmaya başlar. Ayrıca eşyaların üzerlerini yoğun bir toz tabakası kaplar ve etrafı örümcek ağları sarar. Böylece bu gösterişli mekan zaman içinde yaşanamayacak hale gelir. Cennet mekanları ise tüm bu eksikliklerden, zamanın yıpratıcı etkilerinden uzaktırlar. Kuran'da cennet köşklerinden bahsedilirken bu köşklerin altlarından ırmaklar aktığı, yüksek ve güvenli yerler oldukları bildirilir:
İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Ankebut Suresi, 58)
Bizim Katımız'da sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
Peygamberimiz (sav)'in bir hadisinde ise cennet köşkleri şöyle tarif edilir:
Gurfeler (cennet köşkleri) kırmızı yakut, yeşil zebercet (zümrüt) ve beyaz incidendir. Onlarda hiçbir kusur ve ayıp yoktur. Cennet ehli bunlara, sizin gökte, doğu ve batıdaki parlak yıldızlara baktığınız gibi bakarlar... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 225/6]
İncil'de de Allah'ın ahiret yurdunda hazırladığı mekanlardan şöyle söz edilir:
Biliyoruz ki, içinde yaşadığımız bu dünyasal çadır yıkılırsa, göklerde Allah'ın bize sağladığı bir konut, elle yapılmamış ve sonsuza dek kalacak evimiz vardır. (Korintlilere İkinci Mektubu, 5. bölüm, 1)
Cennet tasvirlerindeki zenginliğe dair tüm detaylar, her döneme hitap eden, herkesin ittifakla beğeneceği güzelliklerdir. Zenginlik ve ihtişamın simgesi sayılan yakut, zümrüt, inci gibi mücevherler herkesin sahip olmak isteyeceği çok değerli ve nadide taşlardır. Bu yüzden cennet köşklerinin bu taşlardan yapılmış olması, onların paha biçilmez değerlerini vurgulamak açısından son derece önemlidir.
Bunlardan kırmızı tonlarında saydam bir taş olan yakut, yeryüzündeki dört değerli taştan en nadir rastlananıdır. İnci ise parlak, sedefli rengi, pürüzsüzlüğü ve yuvarlak şekli ile fevkalade bir estetiğe sahiptir. Büyük zahmetler sonucunda elde edilen bu küçük parçanın oluşumu da son derece özeldir. İstiridye içindeki küçük bir kum tanesinin etrafının zaman içinde kalsiyum karbonatla kaplanması sonucunda böylesine göz alıcı bir güzellik ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz cennetle ilgili yapılan bu gibi benzetmeler, tarifler yine dünya koşullarına göre verilen örneklerdir. Bu, insanların ufkunun genişlemesine, cenneti düşünmelerine vesile olması açısından gereklidir. Ancak cennette bu güzellikler çok daha mükemmel olacaktır.
Cennetteki her detay en hoşa gidecek güzelliklerle yaratılmıştır. Cennet köşkleri ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (sav) bir başka hadisinde şöyle buyurmaktadır:
Cennette bir köşk vardır. Etrafı burçlar (hisar, kule), otluk, sulak yerlerle çevrilidir. Beş bin de kapısı vardır... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/5]
Söz konusu köşklerin güzelliğine güzellik katan bir diğer özellik ise bu köşklerin son derece görkemli mekanlar içinde olmalarıdır. Örneğin yukarıdaki hadiste de tarif edildiği gibi bazı köşklerin yeşilliklerle çevrili olması ve su kenarında yer almaları ayrı bir güzelliktir. Bu köşkler deniz sahillerinde, okyanus kumsallarında, göl kıyılarında, nehir yanlarında, çağlayan bir şelaleye karşı ve bunlar gibi hayranlık uyandıran yerlerde kurulmuş olabilirler.
Ayrıca hadislerde cennet köşkleri ile ilgili şöyle bir özelliğe daha dikkat çekilmektedir:
Cennette öyle köşkler vardır ki, içindeki dışındakini, dışındaki içindekini görür... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/9]
Cennette gurfeler vardır. Dışları içlerinden, içleri dışlarından görünür. [Kütüb-i Sitte-14, s. 447/2]
Yukarıdaki hadislerden anladığımıza göre cennetteki bazı köşkler, kişilerin hem içeriyi hem dışarıyı görebilmelerini mümkün kılan cam veya başka bir saydam malzemeden yaratılmış olabilirler. Zemin, duvarlar ve tavanın bu şekilde şeffaf olması ise içinde oturan kişilere ferahlık ve zevk vermesi açısından çok güzel bir özelliktir.
Bu hadisle işaret edilen, cennette kişilerin hem içeriyi hem de dışarıyı aynı anda görebilmelerini mümkün kılan ayrı bir görüş ufkunun varlığı da olabilir. Yani cennette dünyada yaşadığımızdan farklı boyutlarda bir görüşe sahip olmak da mümkün olabilir. Çünkü insan kimi zaman bulunduğu yerden başka bir yerde olanları görmek isteyebilir.
Örneğin gökyüzüne baktığımızda istediğimiz zaman gezegenleri, yıldızları hiçbir teknolojik alete ihtiyaç duymadan tüm detaylarıyla görebilmeyi isteriz. Ancak görüntümüz parlak noktalarla sınırlı kalır. Bir eşyaya baktığımızda bunun atom seviyesindeki görünümünü de çıplak gözle görmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla görüş alanımız, içinde bulunduğumuz mekanla ve gözümüzün görüş ufku ile sınırlıdır. İşte cennette gözün görüş keskinliği, isteğe göre bir bölgeye odaklanıp detayları görebilmesi, duvar benzeri hiçbir şeyin görüşe engel teşkil etmemesi de söz konusu olabilir. Çünkü cennette herşey kişinin isteğine göre yaratılmaktadır ve cennet ehlinin görmek istediği hiçbir şey gözlerinden gizli kalmayacaktır. Allah bu gerçeği Kuran'da,."... orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var..." (Zuhruf Suresi, 71) ayetiyle müjdelemektedir.
Yine Peygamberimiz (sav)'in hadislerinden birinde de cennet köşklerinin hiçbir destek ve dayanak olmaksızın durduklarından bahsedilmektedir. Kuşkusuz bu durum da benzersiz ve heyecan verici bir güzelliğe işaret etmektedir:
Bir gün Resulullah, "Cennette öyle köşkler vardır ki, ne kendisini yukarıya bağlayacak çengelleri ve ne de altında direkleri vardır" buyurdu. Bunu dinleyen Ashab, "Ey Allah'ın Resulü, o köşklerin ehli oraya nasıl girecek?" diye sordu. Resulullah (a.s.m.), "Onlar kuşlar misali uçarak girecekler" buyurdu. [Dünya Ötesi Yolculuk, s. 294]
Cennetteki Şehirler:
Cennette "Reyyan" denilen bir nehir vardır. Üzerinde mercandan bir şehir kurulmuştur. Onun altın ve gümüşten yetmiş bin kapısı bulunur. İşte bu, hamil'i Kur'an'a mahsustur. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 326/4]
Yukarıdaki hadiste Peygamberimiz (sav)'in dikkat çektiği altın ve gümüş, ihtişam, zenginlik ve sanatın simgesi olmuş madenlerdir. Her ikisi de parlak, dayanıklı, kolay şekil alan ve zor elde edilen metaller olarak tarih boyunca çok önemli bir yere sahip olmuşlardır. Altın yeryüzünde ton başına 0.004 gram kadar bulunur. Altın madeni ocaklarında ise altın oranı ton başına 6-12 gram arasında değişir. Dolayısıyla altından bir kap elde etmek için tonlarca ağırlıktaki kayanın işlemden geçirilmesi gerekir. Altının gerek zor elde edilmesi gerekse yeryüzünde diğer madenlere göre daha az oranda bulunması değerini kat kat artırmaktadır. Parlak, dayanıklı, kolay şekil alan bu değerli maden insanların zevklerine hitap etmede çok önemli bir yere sahiptir.
Bu da altının estetik ve sanat değeri son derece yüksek eserlerin meydana getirilmesinde tercih edilmesini sağlar. Bize güzel gelen, zengin ve gösterişli olan pek çok şey ya altındandır ya da altınla süslenmiştir. Ayrıca altın, eşyaların süslemesinde, ciltçilik, hat, minyatür, tezhip gibi pek çok sanat alanında da vazgeçilmez bir malzemedir. Bu bakımdan hadislerde dikkat çekilen mekanlarda bol miktardaki altın kullanımı da insanların hoşuna giden, değerli bir nimetin işaretidir. Dünya şartlarında insanlar altını, en fazla külçeler halinde görürler. Nadiren de birtakım eşya ve aksesuarlara, belki bir sarayda altınla kaplanmış sütunlara rastlarlar. Tüm bu saydıklarımız, altını yalnızca küçük birtakım ziynet eşyalarında görmeye alışmış olan insanlarda büyük bir hayranlık oluşturur. Durum böyle olunca som altından inşa edilmiş bir gökdelenin veya bir köşkün, villanın, yalının hayalini bile kurmakta zorlanırlar. Bunun gerçek olduğunu düşünmek bile insanın ruhuna büyük bir heyecan ve zevk verir. Aşağıdaki hadiste ise cennetteki binaların tuğlalarının altından ve gümüşten olduğu bildirilmektedir. Bu, zaten çok güzel olan cennet evlerinin ihtişamını daha da artırmakta, onları daha görkemli hale getirmektedir:
Cennet binalarının bir tuğlası altın, bir tuğlası gümüş, harcı misk, çakılı inci ve yakut ve toprağı da safrandır... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/6]
Nitekim aşağıdaki hadiste de altın bir direkten bahsedilerek cennetteki zenginlik ve ihtişam bir başka yönden daha vurgulanmaktadır:
Cennette altından bir direk ve üzerinde zebercedden (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) şehirler vardır ki, onlar cennete yıldızlar gibi ışık verirler... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/6]
Yukarıdaki hadiste dikkat çekilen bir diğer yön de şehirlerin yüksekliği olabilir. Kuşkusuz dünya şartlarında yüksek bir şehir, manzarası ve vereceği ferahlık açısından tercih edilir. Bu şehirlerin cennetteki mükemmel manzaralar içinde olduğu düşünülürse, bu mekanların insanın ruhuna ne kadar çok zevk vereceği daha iyi anlaşılabilir. Hadislerdeki bu mekanlar -direkler üzerindeki şehirler- Kuran'da bildirilen yüksek köşklerle ilgili ayetlerle paralellik içindedir:
Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır. (Müminun Suresi, 11)
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
Şehir hayatını düşündüğümüzde aklımıza öncelikle pek çok konuda yaşanan sorunlar gelir. Trafik, sağlık, ulaşım, hava kirliliği, alt yapı, su, elektrik, telefon, güvenlik gibi daha pek çok konu insanların ömürleri boyunca uğraştıkları sorunlara dönüşmüştür. Hatta insanların daha rahat, daha düzenli bir hayat sürmelerini sağlamak ve bu sorunları gidermek için birçok meslek dalı ortaya çıkmıştır.
Halbuki cennet şehirlerinde böyle bir durum asla söz konusu olmadığı gibi bu sorunlara sebep olan etkenler de ortadan kalkmış olacaktır. Ayrıca Allah'ın "... Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler." (İnsan Suresi, 13) ayetinde bildirdiği gibi, cennette hava insan ruhunun ve bedeninin en zevk alacağı ve en rahat edeceği ısıda olacaktır. Bu nedenle özel bir ısınma ya da serinleme sistemine de ihtiyaç duyulmayacaktır. Benzer şekilde ilerleyen bölümlerde yer vereceğimiz gibi cennette ulaşım zorluğu da olmayacaktır. En doğrusunu Allah bilir.
Hadiste cennetteki binalardan bahsedilirken bunların harcının misk, yani çok güzel kokulu bir madde olacağı tarif edilmektedir. Görüldüğü gibi Allah'ın cennette yarattığı nimetler tüm duyularımıza da hitap edecek şekilde yaratılmaktadır. Güzel koku insanlar için çok büyük bir nimettir. Gülün, karanfilin, zambağın, sümbülün, leylağın, akasya ve çam ağaçlarının kokuları insanlar için çok büyük birer lütuftur. Bunların yanı sıra birbirinden farklı kokular da insan ruhunda çok hoşa giden bir etki yaratır. Cennetteki güzel kokular dünyadakilerle kıyaslanamayacak güzellikte oldukları gibi insanların hiç ummadıkları ayrıntılarda karşılarına çıkacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadisinde bildirdiği gibi binaların harcının misk olması bunun en güzel örneklerinden biridir. Kuşkusuz harcı misk olan güzel kokulu bir bina, Allah'ın cennette müminler için hazırladığı güzelliklerinden sadece bir tanesidir.
Cennet İçindeki Saraylar:
Bir hadiste cennetteki saraylardan şöyle söz edilmektedir:
Cennetin içinde inciden bir saray vardır. O sarayın içinde kırmızı yakuttan yetmiş konak vardır. Her konağın içinde yeşil zebercedden (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) yetmiş ev vardır. Her evin içinde yetmiş taht, her taht üzerinde de her renkten yetmiş yatak vardır. Her evin içinde yetmiş sofra, her sofranın üzerinde de yetmiş çeşit yemek vardır. Keza her evin içinde yetmiş adet hizmetçi vardır... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 323/554]
Bu konuyla ilgili bir başka hadis ise şöyledir:
Muhakkak ki cennet saraylarından bir sarayın içinde yetmiş menzil (yer, dünya, ev) bulunur. Her menzilde, içerisine girilmek üzere yetmiş kapı, her kapının da diğerinden girmekte olan kokudan başka cennet kokularından koku girer... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 323-324/555]
Hadislerde cennet saraylarının en değerli taşlardan yapıldığına, en güzel ve en rahat edilecek şekilde dekore edildiklerine, içlerinde nimet bolluğu olduğuna dikkat çekilmektedir. Dünya hayatına razı olmayan ve bu hayatın geçici süslerine aldanmayan müminler, ahirette her nimetin aslı, en mükemmeli ve kalıcı olanı ile nimetlendirilirler. Ahiret yurdunu isteyerek ciddi bir çaba göstermelerinden dolayı, gerçek zevk ve neşeyi birbirinden güzel bu cennet mekanlarında sonsuza kadar yaşarlar. Buradaki ortam her türlü lüksü, ihtişamı, zenginliği içermekle beraber, cennet ehlinin sürekli Allah'ı andıkları ve O'na gönülden şükrettikleri asil ve temiz bir ortamdır. Allah bir ayette cennet ehlinin şükür ve mutluluk içinde olduklarını şöyle bildirmektedir:
(Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
Cennetteki Otağlar:
Cennet mekanlarıyla ilgili olarak çadırlar da pek çok hadiste tasvir edilmiştir. Bu hadislerden birkaçı şöyledir:
Muhakkak ki cennette (mümin için) içi boşaltılmış bir tek inciden bir çadır vardır. Bu çadırın eni altmış mil (yaklaşık 100 km) mesafe genişliğindedir. Bunun her köşesinde (mümine mahsus) birtakım ev halkı vardır ki onlar başkalarını (yani birbirlerini) göremezler. (Ancak) Mümin onları dolaşıp ziyaret eder. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325/560]
Cennette mü'minin yüksekliği altmış mil (yaklaşık 100 km) olan bir inci çadırı vardır. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10091]
Genişliği de öyle (yani altmış mildir). Orada mü'minin aileleri bulunacak. Mü'min onları bir bir dolaşacak... [(Buhari, Müslim ve Tirmizi); Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10092]
"Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler... (Kehf Suresi, 31)
Cennet ehlinden derecesi en düşük olanın seksen bin hizmetçisi vardır. Onun için inciden, zebercedden (zümrüt benzeri kıymetli bir taş) ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır, Câbiye'den San'a'ya kadar uzanan bir büyüklüktedir. [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı- 5, s. 412/10114]
Herşeyin en mükemmel haliyle yaratıldığı cennette çadırlar da olabilecek en üst konforla müminlerin zevkine, rahatına, keyfine uygun şekilde var olacaklardır. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi değerli cevherlerden yapılan bu çadırlar olağanüstü bir genişliğe sahiptirler. Hadislerde cennet ehlinden kişilerin, çok geniş ve yüksek olan inci tanelerinin içinde, aileleri ve yakınları ile mükemmel bir hayat sürdükleri haber verilmektedir. Kuşkusuz bu Rabbimiz'in benzersiz yaratma gücünün ve sanatının bir tecellisidir. Dünya hayatında sayısız eksik, kusur ve acz içinde yaşayan insanın böylesi bir güzelliği zihninde canlandırması bile heyecan vericidir. Güzelliğinin ve ihtişamının yanı sıra zümrüt ve yakuttan yapılmış olan cennet çadırlarının içinde bir kişiye hizmet edenlerin sayısı da dünyada Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini umarak çalışıp yorulan herkes için büyük bir müjdedir.
Cennetteki Çarşılar:
Çarşılar, pazarlar, insanların ihtiyaçlarını karşılamaları için önlerine birçok seçenek sunan alışveriş mekanlarıdır. Bu alışveriş merkezlerinde her yiyecek ve eşya farklı çeşitleriyle, farklı ambalajlarda yer alır. İnsanlar iyi beslenme, farklı tatları deneme, şık ve güzel giyinme, işlerini kolaylaştıracağını düşündükleri araçları satın alma, beğendikleri ve rahat edeceklerini düşündükleri eşyaları edinme hevesiyle bu yerlere giderler. İşte insanların dünya şartlarında hoşlarına giden bu nimeti Allah cennette de en güzeliyle yaratacaktır. Cennetteki çarşılar sayısız çeşitlilikte nimetle, bolluk sevinci uyandıran görüntüleriyle cennet ehlinin içlerindeki bu arzuya hitap edecektir. Üstelik cennette, dünyada bu nimetin beraberinde olan pek çok imkansızlık da ortadan kalkmış olacaktır. Örneğin dünyada insanlar alış veriş yerlerini dolaşmaktan zevk almalarına rağmen bundan yorulurlar. Çoğu insanın buraları rahat rahat dolaşabilecek kadar geniş bir vakti de yoktur. Bunun dışında alışveriş yapma imkanına sahip insanların yanı sıra bundan zevk almasına rağmen dilediğini satın alma imkanına sahip olmayan insanlar da vardır. İnsanlar fiyatını ödedikleri sürece bu çeşit bolluğu içinden istedikleri ürünü seçebilirler. Ama eğer bu imkana sahip değillerse sadece bu mekanları gezmekle yetinmek durumundadırlar. Oysa Peygamberimiz (sav)'in hadislerde haber verdiğine göre cennet çarşılarında insanlar istedikleri herşeyden diledikleri kadar alabileceklerdir. Orada alış veriş söz konusu olmayacak, herkes her beğendiğine sahip olabilecektir. Bu mekanlardaki nimet çeşitleri ise insanların daha önce hiç görmedikleri ve hayalini bile kurmadıkları türden nimetler olacaktır. Allah bol ihsanıyla herkese tüm beğenip arzuladıklarını verecek kimsenin hiçbirşeyi eksik olmayacaktır.
Hadislerde bu durumdan şöyle bahsedilir:
Muhakkak cennette bir çarşı vardır ki melekler orayı ziyaret ederler. Orada gözlerin mislini görmediği, kulakların duymadığı ve kalplere gelmeyen nimetler vardır. Canımızın istediği herşey bize getirilir. Fakat orada satılan ve satın alınan hiçbir şey yoktur. O çarşıda cennet halkının bazısı diğer bazısı ile karşılaşır. Yüksek menzil ve mevki sahibi döner de mevki bakımından kendinden aşağı derece olan kimse ile karşılaşır. Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerine gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür. Şu muhakkak ki cennette hiçbir kimsenin üzülmesi, kederlenmesi yoktur. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. (Araf Suresi, 42)
Şüphesiz ki cennette bir çarşı vardır. Fakat orada hiçbir şeyi satın almak ve hiçbir şeyi satmak yoktur. Ancak erkekler ve kadınlar suret ve şekilleri vardır. Binaenaleyh orada hangi kılığı istediğinde ona girecektir. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/564]
Hadiste ayrı bir nimet olarak erkek ve kadın suretlerinin varlığından da bahsedilmektedir. Dilediği zaman dilediği surette olabilmek, böylece birbirinden çok farklı güzel görünümlere sahip olabilmek pek çok kimsenin dünyada hayalini kurduğu bir fikirdir. Her insanın sağlıklı ve kusursuz bir yüz ve fizik güzelliğine sahip olma özlemi vardır. Saç rengi, göz rengi, yüz hatları, cilt rengi, boyu, yapısı gibi daha pek fiziksel özellik insanlara doğuştan verilmiştir. Dünyada tek çeşit güzellikten duyulan monotonluk hissinin cennette olmaması, güzelliğin kişinin istediği kadar, istediği şekilde değişebilmesi de insan ruhuna zevk verecek ayrı bir nimettir.
Bir başka hadiste ise cennetteki çarşılarda müminlerin oturacakları güzel kokulu, rahat yerler bulunduğu, cennet ehlinin buralarda tanışıp sohbet ettikleri, kısaca insanın hoşuna gidecek bir sosyal yaşamın varlığına dikkat çekilir:
Muhakkak cennette öyle çarşılar var ki orada alışveriş yoktur. Fakat cennet ahalisi oraya vardığı zaman taze ve parlak inci ve misk toprak üzerine yaslanarak otururlar. Dünyada oldukları gibi o cennetlerde tanışırlar. Dünyada nasıl olduklarını ve Rablerine ibadetlerinin nasıl olduğunu, geceleri nasıl ihya ettiklerini, gündüzleri nasıl oruç tuttuklarını, dünyanın zenginliği ile fakirliğinin nasıl olduğunu, ölümün nasıl olduğunu ve ... nasıl cennet ahalisinden olduklarını konuşup müzakere (ve sohbet) ederler. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/565]
Cennetteki Yiyecekler
Cennette insanların nefislerinin hoşuna gidecek, canlarının istediği ve arzuladıkları son derece lezzetli pek çok yiyecek olduğu Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'inhadislerinde bildirilir. Özellikle dünyada da makbul yiyecekler arasında olan et ve meyvenin her çeşidi cennet ehline bol bol sunulacaktır. Allah ayetlerinde cennet ehline yapılan bu ikramların güzelliğini şöyle haber verir:
Arzulayıp-seçecekleri meyveler, Canlarının çektiği kuş eti. (Vakıa Suresi, 20-21)
Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur); (Vakıa Suresi, 24)
Hem Kuran ayetlerinde hem de hadislerde cennet ehline sunulan bazı nimetlerin dünyadakilerle benzer olduğuna dikkat çekilmektedir. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirmektedir:
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Cennet nimeti olarak sunulan yiyeceklerin her biri hem estetik güzelliğe sahiptirler hem de son derece lezzetli yiyeceklerdir. Bunlardan özellikle meyveler görünüşleri, renkleri, kokuları ve kendilerine has tatları ile birbirlerinden güzeldirler.
... Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar.
(Enbiya Suresi, 102)
Örneğin çilek pek çok kişinin severek yediği, kokusundan ve lezzetinden çok hoşlandığı bir meyvedir. Fakat tüm güzelliğine rağmen çilek çok yendiği takdirde kimi bünyelerde alerjik tepkilere yol açabilir. Bu, dünya hayatına has bir eksikliktir. Dünyada tüm nimetler gibi meyvelerin de pek çok açıdan kusurlu yanları vardır. Yetiştirilmelerinden başlayarak, satın alınmalarına, yıkanmalarına, ayıklanmalarına kadar pek çok zahmetli aşamadan geçerler. Verilen tüm emeklere rağmen kimi zaman çürür, kimi zaman da tatları eksik olur. Kısacası insanlar bir şeyler yerken aslında pek çok eksikliğin, zorluğun da üstesinden gelmeye çalışırlar. Dünya hayatına mahsus olarak yiyeceklerin hepsi belli bir kusur ile yaratılarak insanların bu nimetlerin asıllarına özlem duymalarına sebep olurlar. Üstelik ne kadar sevilen bir yiyecek olursa olsun sürekli yendiği takdirde bu yiyecekten alınan zevk ilk baştaki kadar yoğun olmaz.
Cennetteki yiyecek ve meyveler ise cennet ehlinin önüne kusursuz ve zahmetsiz olarak gelirler. Allah Kuran'da "(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış." (İnsan Suresi, 14) ayetiyle bu meyvelere ulaşmanın son derece kolay olduğunu bildirmiştir. Cennette dalından koparılan bu meyveler toz, kir olmaksızın tertemizdir ve lezzetleri de mükemmeldir. Başka ayetlerde de Allah cennet meyveleri ile ilgili olarak şöyle buyurur:
İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur. Orda sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz. (Zuhruf Suresi, 72-73)
Peygamberimiz (sav) ise bir hadiste cennete girecek müminlere "Onu meyveleri aşağıya sarkan yüksek cennete koyun!" denildiğinden bahsetmektedir. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 413/10120]
Cennette yemek ihtiyaçtan değil, Allah'tan bir nimet ve ikram olarak zevk için yenmektedir. Orada iman edenler acıkma, susama gibi dünyaya dair acizliklerden arındırılmışlardır. Muharref İncil'de de cennete layık olan kişilerden bahsedilirken, "Artık acıkmayacak, artık susamayacaklar..." ifadesi yer almaktadır. (Yuhanna'ya Gelen Esinleme, 7. bölüm, 16)
Cennet nimetlerinin ayet ve hadislerde vurgulanan bir diğer özelliği de çok bereketli olmalarıdır. Allah ahiret yurdu için, orada rızkın hesapsızca olduğunu ve tükenmenin söz konusu olmadığını Sad Suresi'ndeki ayetlerde şöyle bildirmektedir:
İşte hesap günü size va'dedilen budur. Şüphesiz bu, Bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok. (Sad Suresi, 53-54)
İncil'de de yiyeceklerin tükenmeyeceğine işaret eden bir bilgi şöyle yer alır:
Geçici olan yiyecek için değil, sonsuz yaşam boyunca kalan yiyecek için çalışın... (Yuhanna, 6. bölüm, 27)
Meyvelerin Bolluğu:
Meyveler vücudu zehirli etkilerden temizleyen, hastalıklara karşı vücuda direnç veren, vitamin ve mineral bakımından çok zengin, insana ferahlık veren, sağlık ve güzellik kazandıran tertemiz yiyeceklerdir. Bu cennet nimeti ile ilgili olarak bir hadisinde Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:
Sidretü'l-Münteha ağacının meyvesinden her bir meyve yarılınca içinden yetmiş iki renk ve çeşit yemek çıkar ki orada öbürüne benzeyen hiçbir renk ve çeşit yoktur. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 312/517]
Peygamberimiz (sav) bu hadisinde cennetteki meyvelerin renklerine ve çeşitliliklerine dikkat çekmiştir. Nimetlerin bu şekilde birbirlerinden farklı olmaları insanların çok hoşlarına gidecek bir güzelliktir. Bir şeyin hep aynı şekilde, aynı kokuda, lezzette ya da renkte olmasındansa her seferinde ilk defa görülüyormuş gibi heyecan uyandıracak şekilde değişikliklerle yaratılması çok büyük bir sürprizdir. Aynı zamanda bu, Allah'ın sonsuz yaratma gücünün ve sanatının delillerinden sadece bir tanesidir. Bu çeşitlilik cennette sınırsız olabilir. Cennetteki meyvelerin çeşitliliğine dikkat çekilen bir başka hadis ise şöyledir:
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üst üste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, (Vakıa Suresi, 28-29)
Cennet ehlinin en aşağı derecede olanının baş ucunda 10.000 hizmetçi, her hizmetçinin elinde farklı renkte altın ve gümüşten iki sahan ve içlerinde ayrı ayrı meyveler vardır. En son yediğini de ilk iştiha (açlıktan gelen istek, haz) ile yer... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 71/5]
Hadisten anlaşıldığı gibi cennetteki nimetler cennet ehlinin en zevk alacakları şekilde kendilerine sunulacaktır. Kendilerine hizmet amacıyla yaratılmış ve bu hizmeti zevkle ve özenle yapan hizmetkarların altın ve gümüş kaplarda sundukları çeşit çeşit meyveler cennet ehline Allah'tan bir ağırlamadır. Allah bir ayette:
... Orada nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak. (Fussilet Suresi, 31-32)
Bunun yanı sıra Peygamberimiz (sav) cennette bir meyve dalından koparıldığında bu meyvenin yerinde bir eksilme olmadığını, yerine yenisinin geldiğini haber vermiştir:
... Cennetin meyvesindan koparınca, yerine yenisi biter. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 98/9]
Başka bir rivayette Peygamberimiz (sav)'in şu sözlerine yer verilmektedir:
Bir köylü Arap, "Ey Allah'ın Resulü cennetin içinde meyve var mıdır?" diye sordu. Resulullah:
"Evet Tuba denilen bir ağaç vardır" buyurdu. O zat: "Ya Resulullah bizim arazimizdeki hangi ağaç ona benzer?" dedi.
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üst üste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, (Vakıa Suresi, 28-29)
Resulullah:
"Senin arazindeki ağaçlardan hiçbir şey ona benzemez. Fakat sen hiç Şam'a geldin mi? Çünkü orada ceviz denilen bir ağaç var ki bir gövde üzerine biterek yukarısı -yani dalları- yayılır. İşte bu ağaç Tuba ağacına benzer" buyurdu. O zat:
"Ya Resulullah, o ağacın dip gövdesinin kalınlığı ne kadardır?" dedi. Allah'ın Resulü:
"Senin ev halkının develerinden beş yaşına basan genç bir deve yola çıksa dibini dolaşıp kuşatamaz da nihayet ihtiyarlığından boynu kırılır" buyurdu. Köylü Arap:
"Cennette üzüm var mı?" diye tekrar sordu. Resulullah:
"Evet vardır" buyurdu. O zat:
"O üzümün salkımının büyüklüğü ne kadardır?" dedi. Resul-i Ekrem:
"Alaca karganın hiç durmadan bir aylık uçup gideceği mesafe kadar" buyurdu. O zat:
"O üzümün taneleri(nin büyüklüğü) ne kadardır?" dedi. Allah'ın Resulü:
"Büyük kova gibidir" buyurdu. O zat:
"Ey Allah'ın Resulu, o üzüm tanesi beni ve ev halkımı muhakkak doyurur" dedi. Resulullah:
"Evet seni ve ev halkını ve akrabanın ekserisini doyurur… Cennetin hurması ağacın dibinden dallarına doğru intizamlı bir şekilde yığılıp istif edilmiştir. Meyveleri büyük testiler misalidir. Ne zaman bir meyve koparılsa yerine başkası gelir. Cennetin suyu çukur olmayan yerlerden akar. Cennet üzümünün her bir salkımı on iki arşındır."[Tezkireti'l Kurtubi, s. 312-313/518]
Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için.
(Mürselat Suresi, 43)
Cennet meyveleri düşünülürken, dünyadakilerle sınırlı düşünülmemelidir. Peygamber Efendimiz (sav)'in yukarıdaki hadisinde yalnız birkaç meyvenin farklı yaratılışı örnek olarak verilmiştir. Ancak cennet istenen herşeyin en güzel şekliyle var olacağı, aklımıza gelmeyen fakat çok hoşumuza gidecek daha pek çok nimeti içinde barındıran bir mekandır.
Kuran'da cennet meyvelerinden bahsedilen ayetlerden birkaçı şöyledir:
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üst üste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, (Vakıa Suresi, 28-29)
İçlerinde (her türden) meyve, eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır. (Rahman Suresi, 68)
Ve (daha) birçok meyveler arasında, kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). (Vakıa Suresi, 32-33)
İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır. Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir. Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. (Saffat Suresi, 41-43)
Cennetteki Yiyeceklerden Örnekler:Hurma:
Bir hadiste hurma ile ilgili olarak şöyle rivayet edilmiştir:
Bir kişi, "Ya Resulullah cennetin içinde hurma var mıdır? Çünkü ben hurmayı seviyorum" diye sordu. Resulullah:
"Evet vardır. ... cennet hurmalarının altından dalları vardır. Budaklarının başları altındandır. Altından budakları vardır. Alemlerden herhangi bir kimsenin görmekte olduğu elbiselerin en güzeli gibi yaprakları vardır. Altından hurma salkımları vardır. Hurma salkımlarının çöpü de altındandır. Altından hurma tanesinin dibinde yapışık pul gibi şeyler vardır. Büyük küpler gibi meyveler var ki (onlar) köpükten yumuşak, baldan tatlıdır." [Tezkireti'l Kurtubi, s. 315/522]
Hurmanın tarif edildiği bir başka hadis de şöyledir:
Cennetteki hurma ağacının dalları kırmızı altındır. Sapları yeşil zümrüttür. Yaprakları ipek gibidir. Meyvesi kule gibi iri taneli, kaymaktan yumuşak ve çekirdeksizdir. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 451/4]
Dikkat edilecek olursa cennetteki her detay bizim tanıdığımız, bildiğimiz en gözalıcı ve kıymetli şeylerle kıyas edilerek görünümleri ve lezzetleri ile ne kadar değerli birer nimet oldukları vurgulanmaktadır. Örneğin cennetteki hurma ağacının dalları altına, yaprakları çok güzel ve değerli bir kumaş olan ipeğe benzetilmiştir.
... Orada nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak. (Fussilet Suresi, 31-32)
Cennetteki hurma tanelerinin büyüklüğüne dikkat çekilen bir başka hadis ise şöyledir:
Cennette hurma ağaçlarının dalları yeşil zümrüttür. Budakları kırmızı altındır. Yaprakları cennet ahalisi için giyecek kıyafetleridir. Onun bir kısmı kısa (iç) elbiseleri, bir kısmı da içi astarlı dış elbiseleridir. Cennet hurmasının meyvesi büyük testiler ve kovalar gibidir. Sütten daha beyaz, baldan tatlı, köpükten yumuşaktır. İçinde de çekirdek yoktur. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 314]
Yukarıdaki hadiste mücevherlerle tarif edilen hurmanın, görünümün yanı sıra lezzetinin de Allah'ın dilemesiyle çok mükemmel olacağı vurgulanmaktadır.
İncir:
Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz (sav) incirle ilgili şunları bildirmiştir:
Peygamber Efendimiz (sav) bir tabak incir hediye edilip ondan yedi ve sahabelerine: "Bundan yeyiniz. Eğer ben bir meyvenin cennetten indiğini söylersem işte cennetten inen meyve bu incirdir." buyurdu. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 313)
İncir Kuran'da ismi geçen ve dikkat çekilen meyvelerden biridir. (Tin Suresi, 1) Meyveler arasında en yüksek mineral kaynaklarından biri olan incir, enerji veren bir yiyecek olması bakımından da özel bir yere sahiptir.
Karpuz:
Peygamberimiz (sav)'in bir hadisinde karpuz hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Karpuzdan faydalanınız ve ona ta'zim (saygı) ediniz. Çünkü onun suyu cennetten, tadı da cennet tadındandır... karpuz cennet (meyvelerin)dendir. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 313)
... Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
(Bakara Suresi, 221)
Muz:
Hadislerde geçen bir cennet meyvesi de muzdur:
Dünyada cennet meyvesine benzeyen şey ancak muzdur. Çünkü Allah Teala (cennetin yemişi hakkında), "Onun yemişleri devamlıdır", buyurmuştur. Sen ise muzu, yaz ve kış senenin her mevsiminde bulabilmektesin. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 312-313)
Nitekim cennet tasvirlerinin yapıldığı ayetlerde, Allah bu meyveden şöyle bahsetmektedir:
Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları). Üst üste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları. Yayılıp-uzanmış gölgeler. Durmaksızın akan su(lar). Ve (daha) birçok meyveler arasında. Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). (Vakıa Suresi, 28-33)
Muz kendine has aromasıyla, benzersiz lezzeti ve sayısız faydasıyla pek çok kişinin sevdiği bir nimettir. Fakat kuşkusuz cennetteki muz da diğer tüm nimetler gibi, dünyadakinden çok daha kusursuz, çok daha lezzetli ve güzel kokulu olacaktır. En doğrusunu Allah bilir.
Et:
Ayet ve hadislerde meyve dışında bahsi geçen nimetlerden biri de ettir. Allah bir ayetinde "Onlara, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik." (Tur Suresi, 22) buyurarak etin bir cennet nimeti olduğunu haber vermektedir.
"Onlara, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik." (Tur Suresi, 22)
Peygamberimiz (sav) de bir hadiste et hakkında şöyle buyurmuştur:
Cennet halkının ekmek katığının en faziletlisi, en nefisi ettir. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 363/654]
Kuran'da ve hadislerde özellikle dikkat çekilen et çeşidi ise kuş etidir. Kuran'da "canlarının çektiği kuş eti" ayetiyle haber verilen (Vakıa Suresi, 21) kuş eti bir hadiste şöyle vurgulanmıştır:
Cennette senin canın kuş isteyecek. Hemen kızartılmış olarak önüne getirilip konacaktır. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 414/10123]
Et türleri arasında Kuran'da bahsi geçenlerden özellikle "bıldırcın eti" makbul bir yiyecektir. Bu nimet cennette bolca bulunacak, Müslümanlara en güzel şekilde sunulacaktır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Cennette İnsan Güzelliği
Dünyadaki en büyük nimetlerden biri de insan güzelliğidir. İnsan en güzel evlere sahip olsa, en güzel yiyecekleri yese ve mükemmel yerlerde gezse de yapayalnız olduğu sürece bunlardan aldığı zevk sınırlı olacaktır. Çünkü tüm bu nimetler kişinin çevresindeki yakınları ve dostları ile birlikte olduğu takdirde bir anlam kazanır. Allah'ın ruhundan üflediği bir varlık olan insan, kişiliği, takvası ve güzel ahlakı ile çok değerlidir. Bir de bu özelliklerinin kusursuz bir fiziksel güzellikle biraraya gelmesi kuşkusuz herkesin sahip olmak isteyeceği büyük bir nimettir.
Cennetteki insan güzelliğinin tarif edildiği hadislerden biri şöyledir:
Cennetteki huriler yakut ve mercan gibidirler. Adam onlardan birinin yüzüne bakar da, kendini onun yanağında, aynada gördüğünden daha berrak görür. Onların incilerinin en ednası (en küçük, en önemsiz) şark ile garbi ışıklandırır. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 337/7]
Cennetteki hurilerin güzelliği yakut gibi nadide bir mücevhere, mercan gibi özel bir görünüme sahip doğal bir güzelliğe benzetilmiştir. Ayrıca bakan kişinin kendisini aynadan daha net gördüğü benzetmesiyle ciltlerinin pürüzsüz güzellikte olmasına ve yüzlerindeki berraklığa, aydınlığa dikkat çekilmiştir.
İman edip salih amellerde bulunanlar, Biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?
(Nisa Suresi, 122)
Dünya şartlarında cildin gerginliği, duruluğu çok kısa bir dönem sürer. Küçük yaşlardaki cilt pürüzsüzlüğü ve güzelliği yaş ilerledikçe birtakım cilt problemleri, yıpranma ve kırışma ile bozulmaya uğrar. Dolayısıyla bu güzellik dünya şartlarında kalıcı değildir. Ancak Allah razı olduğu kullarına cennette bu güzelliklerin kusursuzunu ve sonsuz olanını vaat eder. Peygamberimiz (sav) de bir hadiste cennetteki güzelliğin ve gençliğin sürekliliğinden şöyle söz eder:
Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz (tükenmez), elbiseleri eskimez. [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]
Cennet ehli cennete, otuz ya da otuz üç yaşında sakalsız, kılsız ve gözleri sürmeli olarak girecekler. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 411/10109]
... Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz. [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]
Hadislerde cennet ehlinin gözlerinin yaratılıştan sürmeli olduğundan da bahsedilmektedir. Sürme, göz rengini ve şeklini ön plana çıkaran bir süstür. Dünya şartlarında yapay olarak elde edilmeye çalışılan, fakat yine de mükemmel olmayan bu güzellik, ahirette müminlerin doğal hallerinde mevcut olacaktır.
Peygamber Efendimiz (sav)'in, cennetteki insan güzelliği ile ilgili kendisine sorulan sorulara şöyle cevap verdiği rivayet olunmuştur:
"Ya Resulullah! Allah Teala'nın: 'İri gözlü hurilerdir' (Vakıa Suresi, 22) sözünü bana anlat" dedim.
"Onlar beyaz tenli, iri gözlü, kara kuşun kanatları gibi sürmelidir" dedi.
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'sanki o kadınlar birer yakut ve mercandır' (Rahman Suresi, 58) ayetini anlat" dedim.
"Onlar el değmemiş sedefteki inci gibi güzeldirler" dedi.
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'O cennetlerde iyi ahlaklı güzel kadınlar vardır' (Rahman Suresi, 70) ayetini anlat" dedim.
"Onlar çok güzel huylu ve güzel yüzlüdürler" buyurdu.
Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. Orda onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler.
(Hicr Suresi, 45-48)
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'Onlar, toz konmamış yumurta gibidirler' (Saffat Suresi, 49) ayetini anlat" dedim.
"Onlar yumurtanın zarı gibi beyaz ve naziktirler" dedi.
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'Kocalarına sevimli ve birbirlerinin akranıdırlar' (Vakıa Suresi, 37) ayetini söyle" dedim.
"Onlar dünyada ihtiyar, gözleri çapaklı, saçları ağarmış ve zayıf olarak ölmüşken, Allah onları cennette bakire, kocalarına sevimli, aşık ve bağlı, birbirlerinin akranı kılacak" buyurdu.
"Ya Resulullah! Dünya kadınları mı üstündür, yoksa iri gözlü huriler mi?" dedim.
"Elbisenin yüzü astarından kıymetli olduğu gibi, dünya kadınları da hurilerden üstündürler" dedi.
"Neden ya Resulullah?" dedim, şöyle açıkladı:
"Namazları, oruçları ve Allah'a ibadetleri sebebiyle Allah onların yüzlerini nurlandırır, kendilerine ipek elbiseler giydirir. Onların tenleri beyaz, elbiseleri yeşil, ziynetleri sarı, buhurdanlıkları (tütsülükleri) inci ve tarakları altındır. Onlar şöyle söylerler:
"Biz burada ebedi kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Asla üzülüp sıkılmayız. Başka aleme göçmeden hep burada kalacağız. Biz bu halimizden memnunuz ve herşeye razıyız. Hiç kimseye kızmaz ve öfkelenmeyiz. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere." [Gençlik ve Ölüm, s. 422-423]
Dikkat edilecek olursa Kuran'da (Rahman Suresi, 70) ve hadislerde cennet kadınlarının güzel huylu olmalarına da dikkat çekilmiştir. Bir başka hadiste ise cennetteki insanların ve bulundukları ortamın güzelliği şöyle tarif edilmiştir:
Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. (Rahman Suresi, 70)
Bir başka hadiste ise cennetteki insan güzelliği şöyle tarif edilmiştir:
... Hurilerden her kadının üzerinde yetmiş kat elbise vardır ki birinin rengi diğerinde yoktur. Keza kendisine diğerinde bulunmayan yetmiş çeşit renkli koku verilir. Hurilerden her kadın için, inci ile süslenmiş kırmızı yakuttan yetmiş taht, her taht üstünde yetmiş döşek, her döşek üzerinde koltuk vardır. Hurilerden her kadın için ihtiyacı ve hizmeti için yetmiş bin hizmetçi kız ve yetmiş bin hizmetçi erkek vardır. Her hizmetçinin beraberinde, içinde çeşitli yemek bulunan altından tepsiler vardır ki müminlerden biri öbüründe önceki kapta bulamadığı tadı, lezzeti bulur... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 333/591]
Pek çok hadiste ise cennet ehlinin özellikle yüz güzelliğine dikkat çekilmiş, hatta bu güzelliklerinin sürekli arttığı haber verilmiştir:
Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her Cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgarı eser, elbiselerini ve yüzünü okşar. Bunun tesiriyle hüsün (güzellik) ve cemalleri (yüz güzelliği) artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları:
"Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler de:
"Sizler de Allah'a kasem (yemin) olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz." derler. [(Müslim), Kütüb-i Sitte-14, s. 433/16]
Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır.
(Rahman Suresi, 70)
Cennet ehli kadınlarının nurlu güzelliklerinden bir başka hadiste de şöyle bahsedilir:
... Eğer cennet ehli kadınlarından bir kadın yer ehline görünseydi, dünyayı ve içindekileri aydınlığa boğar ve ikisinin arasını da güzel koku ile doldururdu... [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409/10095]
Ünlü İslam alimi Bediüzzaman Hazretleri ise kendisine hadislerde tarif edilen bu güzelliğin nasıl olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
Manası pek güzeldir ve güzelliği pek şirindir. Şöyle ki: Şu çirkin, ölü, camid (donuk, cansız) ve çoğu kışır (kabuk, dış görünüş) olan dünyada; hüsün (güzellik) ve cemal (yüz güzelliği), yalnız göze güzel görünüp ülfete (alışkanlık) mani olmazsa yeter. Halbuki güzel, hayattar (canlı), revnakdar (göz alıcı güzellik), bütün kışırsız (kabuksuz), lüb (öz) ve kabuksuz iç olan cennette; göz gibi bütün insanın duyguları, latifeleri (hoş sözleri) cins-i latif (yumuşak, hoş) olan hurilerden ve huriler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme cennetteki nisa-ı dünyeviyeden (dünya kadınlarından), ayrı ayrı hissi-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler... Demek huriler cennetin aksamı (bölümleri) ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek (örtmeyecek, kapatmayacak) surette giydikleri gibi; kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün (güzellik) ve cemalin (yüz güzelliği) aksamını (bölümlerini) gösteriyorlar. [Sözler, s. 469-470]
Giyeceklerin Güzelliği ve Çeşitliliği:
Kaliteli kumaşlardan yapılmış rahat ve güzel kıyafetler giymek herkesin hoşuna gider. Cennetteki çeşitli renk ve güzellikteki kıyafetler de insanın bu yöndeki zevkine hitap edecektir. Dünya şartlarında kıyafetler ne kadar güzel olurlarsa olsunlar hep bir eksiklik söz konusudur. Tüm giysiler zaman içinde eskir, renkleri solar, kişide ilk giydiği zamanlardaki beğeniyi uyandırmamaya başlar. Bir kişinin dünyada çok sayıda giysiye sahip olması da bir önem taşımaz, çünkü bu giyimlerden alınan zevk kişinin ömrü ile sınırlıdır. Ölümle birlikte diğer tüm eşyalar gibi bunlar da geride bırakılır. Oysa cennet giysileri hem kusursuz güzellik ve çeşitlilikte hem de sonsuza kadar kalıcıdırlar. Peygamber Efendimiz (sav)'in cennet giysilerinin bu özelliklerine dikkat çektiği bir hadisleri şöyledir:
... Orada muazzam köşkler, geniş nehirler, bol ve olgun meyveler, güzel ve dilber zevceler (kadın, eş), ebedi pek çok ve renkli güzel elbiseler vardır. Orası yüksek, güzel ve selim yurtlardan parlak hayat sürülen bir yerdir... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 170/1]
Ayrıca bu kıyafetler öylesine boldur ki, kimse bir eksiklik ve ihtiyaç hissetmeyecektir. Bir hadiste bu duruma şöyle dikkat çekilmiştir:
... Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerinde gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir.
(İnsan Suresi, 12 )
Cennet ehlinin giyecekleri de en rahat edecekleri şekilde yaratılmıştır. Giyilen kıyafetler, cennetteki kusursuzluk ve güzellik içinde hiçbir rahatsızlığa sebep olmaz. Dünyaya ait eksiklikler -kıyafetin solması, kırışması, kirlenmesi, eskimesi vs.- de cennette yoktur. Ayrıca cennette kıyafetlerin kumaşlarının dokunması, dikilmesi gibi hazırlık aşamaları da söz konusu değildir. Cennette Allah'tan bir nimet olarak herşey her zaman en mükemmel şekliyle hazırdır. Cennetteki müminlerin kıyafetleri ile ilgili haber verilen diğer detaylar şöyledir
... Cennetin giyecekleri dokunmaz. Cennetin meyveleri yarılır da ondan elbise çıkar... [Tezkire-i Kurtubi-1, s. 21]
Cennette hurma ağaçlarının dalları yeşil zümrüttür. Budakları kırmızı altındır. Yaprakları cennet ahalisi için giyecek kıyafetleridir. Onun bir kısmı kısa (iç) elbiseleri, bir kısmı da içi astarlı dış elbiseleridir... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 314]
... Üzerinde yetmiş kat elbisesi olur. En aşağısı Tuba ağacından yapılmış, gelincik çiçeği gibi... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 99/8]
Ayetlerde de cennetteki elbiselerin ipekten ve süslemeli oldukları şöyle haber verilmiştir:
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır... (İnsan Suresi, 21)
Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri ipek(ten)dir. (Hac Suresi, 23)
islam dergisi
C E N N E T L E R İ N Ö Z E L L İ K L E R İ :
Allahu Teala , Arş ve Kürsinin altında sudan sekiz cennet yaratmıştır. Cennetler şu anda maddi olarak içinedeki güzellikler ile birlikte, bütün ihtişamı ve görkemi ile mü’minleri içine yerleştirilmesini beklemektedir. Genişliği gökler kadar olan bu cennetlerin en yükseği.
Darül-Celal Cenneti;Beyaz inciden yaratılmıştır. Darüs-selam Cenneti: Kırmızı yakuttandır. Me’va Cenneti: Yeşil zebercettendir.
Huld cenneti: Sarı mercandandır . Naîm Cenneti: Beyaz gümüştendir. Firdevs Cenneti: kırmız altındandır. Adn cenneti: Terleyen inciden yaratılmıştır. Adn cenneti surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek bir dağın üzerinde bulunan bir iç kale gibidir. Bütün cennetlerin ortasında olduğundan hepsine komşu olmakla şereflendirilmiş bir mekandır. Sekizinci ve en yüksek cennet: Allah’ın Cemalinin görülme yeridir.
Her bir cennetin bir girişi yeri vardır ki; kapısının eni yüz yıllık mesafe kadardır. Bu kapılar sarı altından olup nice bin çeşit mücevherler ile nakışlanarak süslenmiştir. Birinci kapını üzerinde “Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” yazılıdır. Bütün cennetlerin toprağı misk, taşları cevher, bitkileri zaferandır. Cennet binalarının bir cephesi altın, bir cephesi gümüş, ve sıvası anberdir. Sarayları terleyen inci köşkleri sarı yakut kapıları mücevherdendir.
CENNETLER HAKKINDAKİ AYETLER(mealen):
“Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (15/46)
“Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (15/47)
“Adn cennetleri; ona girerler onun altından ırmaklar akar içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (16/31)
“Ki melekler güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (16/32)
“Orada ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. (44/56)
“Gerçekten takva sahibi olanlar cennetlerde ve pınar başlarındadır. (15/45)
“Orda onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. (15/48)
“Ki O bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz. (35/35)
“Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. (37/43) Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. (37/45) Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). (37/46) Onda ne bir gaile vardır ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (37/47) Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. (37/48) Sanki onlar saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (37/49)
“Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler karşılıklı (otururlar). (44/53) İşte böyle; ve biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. (44/54) Orda güvenlik içinde her türlü meyveyi istiyorlar; (44/55
“Hiç şüphesiz muttakiler cennetlerde ve nimet içindedirler; (52/17) İçlerinde (her türden) meyve eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır. (55/68) Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. (55/70) Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar. (55/72) Bunlardan önce kendilerine ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. (55/74) Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar. (55/76)
‘Özenle işlenmiş mücevher’ tahtlar üzerindedirler. (56/15) Karşılıklı yaslanmışlardır. (56/16) “Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır; (56/17) “Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler (56/18) “Ki, bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (56/19) “Arzulayıp-seçecekleri meyveler (56/20) “Canlarının çektiği kuş eti. (56/21) “Ve iri gözlü huriler (56/22) “Sanki saklı inciler gibi; (56/23) “Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur); (56/24) “Orada ne ‘saçma ve boş bir söz’ işitirler ne günaha sokma. (56/25) “Yalnızca bir söz (işitirler:) Selam selam. (56/26) “Defterini sağından alanlar ne kutludur. (56/27) “Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları) (56/28) “Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları (56/29) “Yayılıp-uzanmış gölgeler, (56/30) “Durmaksızın akan su(lar); (56/31) “Ve (daha) birçok meyveler arasında (56/32) “Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). (56/33) “Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler). (56/34) “Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir yaratma ile yarattık. (56/35) “Onları hep bakireler olarak kıldık (56/36) “Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt (56/37) “Bunlar defterini sağından alanlar için. (56/38) Bunların birçoğu geçmiş ümmetlerden (56/39) “Birçoğu da sonrakilerdendir. (56/40)
H a d i s-i Ş e r i f l e r :
Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir.”
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez.” Tirmizi’nin bir rivayetinde şu ziyade var: “Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır.”
* Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur).”
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: “Ben Azimu’ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.” Ebu Hureyre ilaveten dedi ki:
“Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): “Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez” (Secde 17).
Buhari, bir diğer rivayetinde şu ziyadeyi kaydeder:
-”Sehl İbnu Sa’d anlatıyor -deyip, hadisin aynısını kaydettikten sonra- der ki: “Muhammed İbnu Ka’b dedi ki: “Onlar Allah için ameli gizli tuttular. Allah da onların sevabını gizli tuttu. Kullar yanına gelince onları nimete boğacak.”
Yine Sa’d İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor:
-” Ey Allah’ın Resûlü dedim, insanlar neden yaratıldı?”
-” Sudan!” buyurdular. “Ya cennet, o neden inşa edildi?”
-” Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz.” Aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam buyurdular: “Üç kişi vardır duaları reddedilmez (mutlaka kabul edilir): -Âdil imâm (devlet başkanı). -İftarını yaptığı zaman oruçlu. -Zulme uğrayanın duası. Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah Teâla Hazretleri: “İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!” buyurur.”
Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Gümüşten iki cennet vardır. Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir. Altından iki cennet vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah’ın veçhindeki rıdâu’l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur.”
* Ubâde İbnu’s-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah’tan cennet istediğiniz vakit Firdevs’i isteyin.”
Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette yüz derece vardır. Bütün alemler bunlardan birinin içinde toplansalar, hepsini de kuşatır, istiab eder.” Tirmizi, Cennet 4, (2534). 5069 -
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İsterseniz şu ayeti okuyun: (Mealen) “Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar”(Vâkı’a 30-31).
Hz. Enes’ten ”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın, arz ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla semâ arasını güzel koku ile doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Orada dört nehir gördüm: İki nehir zâhirdi, iki nehir de bâtın. Zâhir olan iki nehir Nil ve Fırat nehirleriydi(Benzerleri). Bâtın olanlar da cennetin iki nehri idi.”
* Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a: “Cennette at var mı?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
“Allah Teâla Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yâkuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır” buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de: “Cennette deve var mı?” diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular: “Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır.”
* Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukâtın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler: “Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz! Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz! Rabbimizden razıyız, kederlenmeyiz. Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!”
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: “Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!” derler. Erkekler de: “Sizler de, Allah’a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!” derler.”
* Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın yüzleri vardır. Bunlardan bir suret arzu eden o şekle girer.”
* Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
“Şu dünya ateşiniz var ya! Bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür. Eğer o, su ile iki kere söndürülmemiş (harareti giderilmemiş) olsaydı, ondan faydalanamazdınız. Şurası muhakkak ki, bu dünya ateşi, aziz ve celil olan Allah’a, bir daha eski hararetine döndürmemesi için dua eder.”
* Hâris İbnu Ukayş radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
“Şurası muhakkak ki, benim ümmetimde öyle şefaati makbul kimseler var ki, birinin şefaatiyle Mudar kabilesinin insanlarından daha çok kimse cennete girecektir. Benim (davetime muhatap olan) ümmetimden öylesi de var ki, vücudu ateş için irileşir ve cehennemin bir köşesini teşkil eder.”
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü ölüm getirilir. Sırat üzerinde durdurulur ve: “Ey cennet ahalisi!” diye nida edilir. Cennettekiler, (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (o güzel) yerden çıkarılacakları korku ve heyecanıyla bakarlar. Sonra da: “Ey cehennem ahalisi!” diye nida edilir. Onlar da içinde bulundukları (o fena) yerden çıkarılacakları ümid ve sevinciyle bakarlar. (Ölüm gösterilerek) Bunu tanıyor musunuz?” denilir. (Cennetlikler ve cehennemlikler hepsi bir ağızdan: “Evet! Bu ölümdür” derler.” Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdu ki: “Bundan sonra emredilir ve Sırat üzerinde ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: “Haydi bulunduğunuz hal üzere ebediyet sizindir, burada artık ölüm yoktur” denilir.”
* Ebu Sa’îdi’I-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
“Cennette bir karışlık yer (ebedi olduğu için, fani olan) dünya ve içindekilerden- daha hayırlıdır.”
* Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün Ashab-ı Kiramına:
“İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur. Kâ’be’nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu üğrünen yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekandır” buyurdu. Sahabiler: “Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah’ın Resulü!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “İnşaallah!” deyiniz” dedi ve sonra cihaddan söz açtı(Bu cihat sadece düşmanla savaş değil, nefis ve şeytanla yapılan mücadeledir aynı zamanda.) ve ona teşvik etti.”
* Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
“Allah’ın cennete soktuğu hiç kimse yoktur ki, onu yetmişiki zevce ile evlendirmiş olmasın. Bunlardan ikisi hüru’l-ayn (siyah gözlü), yetmiş tanesi cehennemliklerden kendine düşen mirasıdır. Bu kadınlardan herbiri şehvet çekicidir ve cennetlik her erkeğin şehvet gücü dâimidir.” Hişam İbnu Halid der ki: “(Hadiste geçen) ” Cehennemliklerden kendine düşen mirası” ibaresinden maksad, cehenneme giren erkekler cennetlik olmuş olsalardı kendilerine bu kadınlar verilecekti. Bunlar ebdiyyen cehennemlik oldukları için bunlar için cennetlerde yaratılan kadınlar ile mü’mine olarak ölen kadınlara cennet ehli varis olurlar, tıpkı Firavun’un hanımına varis olunduğu gibi.”
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
“(Cennette) sizden herbirinin iki tane menzili vardır: “Bir menzili cennette, bir menzili de cehennemde. Ölünce cehenneme girerse cennet ehli onun menziline varis olur. İşte Allah Teâla hazretlerinin şu sözü bu durumu teyid eder: “İşte onlar varislerin ta kendileridir”
* Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehli gurfelerde kalanları (ehl-i guraf) görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı, (gurfe ehlini) böyle yukarıda gösterir.” Bunun üzerine Ashâb: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu söylediğiniz, peygamberlerin makamı olmalı, başkaları oraya ulaşamamalı!” dedi. Ancak Aleyhissalatu vesselâm: “Hayır! Ruhumu kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun! Gurfelerde kalanlar (peygamberler değiller), Allah’a inanıp peygamberleri tasdik eden kimselerdir!” buyurdular.”
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre, parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler, büyük abdest de bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır, terleri misktir. Buhurdanları öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden olacak. Onlar ataları Âdem’in yaratılışı üzere, altmış zirâ boyunda tek bir adam suretinde olacaklar.”
* Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehli cennette yerler ve içerler. ancak tükürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar, sümkürmezler de!” buyurmuştu. Ashab: “Peki yedikleri ne olur?” diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: ” Misk sızıntısı gibi ter şeklinde çıkarlar. Onlara tıpkı nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve tahmid ilham olunur.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki, mealen:
-”Cennet ehli cennete yerleştiği zaman din kardeşleri birbirlerini özleyecekler. Bir yerdeki diğer bir yere başka bir yerdeki diğer bir yere gidecek. buluşup karşı karşıya istirahata çekilecekler. Dünyada iken aralarında geçen olaylar ve anılardan söz edecekler. Biri diyecek ki:
-” Kardeşim, dünyada hani falan meclisteydik hatırlıyor musun? Orada Allah’a dua etmiştik. İşte o dua sebebiyle Allah bizi affetmiştir.
(Ramuz-ul Ehadis -361)
* Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir.”
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez.” Tirmizi’nin bir rivayetinde şu ziyade var: “Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır.”
* Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur).”
CENNET
وَبَشِّرِ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُواالصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَاالْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هذَاالَّذى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فيهَا خَالِدُونَ
Bakara / 25. İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar.
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتى وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فيهَا اَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ اسِنٍ وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبينَ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِى النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَميمًا فَقَطَّعَ اَمْعَاءَهُمْ
Muhammed / 15. Kötülükten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır.Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunların durumu, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimsenin durumu gibi olur mu?
تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَذلِكَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ
Nisa / 13. İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.
وَنَادى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَاوَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمينَ
Araf/ 44. Cennet ehli, cehennem ehline: "Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar da "evet" derler. Bunun üzerine aralarında bir çağırıcı şöyle seslenir: "Allah'ın laneti zalimler üzerine olsun!
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِسيميهُمْ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Araf / 46. Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir perde vardır. A'raf üzerinde de, her iki taraftakileri simalarından tanıyan kişiler vardır. Bunlar cennetliklere: "selâm olsun size" diye seslenirler. Bunlar henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi arzu eden kimselerdir.
وَنَادى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَفيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ قَالُوا اِنَّ اللّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرينَ
ARAF / 50. Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği rızıktan bize de verin." diye seslenirler. Cennettekiler de: "Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı." derler.
فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاطينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّا
Meryem / 68. Rabbine andolsun ki biz onları (öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirleri) şeytanları ile beraber elbette ve elbette mahşerde toplayacağız. Sonra onları muhakkak cehennemin etrafında dizleri üstü hazır bulunduracağız (ki cennetlikleri görüp hasret çeksinler.).
اِنَّ اللّهَ يُدْخِلُ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فيهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فيهَا حَريرٌ
Hac / 23. Şüphesiz Allah iman edip yararlı iş işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altın bilezikler ve inciler takınacaklar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.
HADİS...
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım." Ebu Hureyre ilaveten dedi ki: "Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): "Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez" (Secde 17).
* Buhari, bir diğer rivayetinde şu ziyadeyi kaydeder: "Sehl İbnu Sa'd anlatıyor -deyip, hadisin aynısını kaydettikten sonra- der ki: "Muhammed İbnu Ka'b dedi ki: "Onlar Allah için ameli gizli tuttular. Allah da onların sevabını gizli tuttu. Kullar yanına gelince onları nimete boğacak."
* Yine Sa'd İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, insanlar neden yaratıldı?" "Sudan!" buyurdular. "Ya cennet?" dedim, o neden inşa edildi?" "Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz." Aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam buyurdular: "Üç kişi vardır duaları reddedilmez (mutlaka kabul edilir): -Âdil imâm (devlet başkanı). -İftarını yaptığı zaman oruçlu. -Zulme uğrayanın duası. Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah Teâla Hazretleri: "İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!" buyurur."
* Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Gümüşten iki cennet vardır. Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir. Altından iki cennet vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın veçhindeki rıdâu'l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur."
* Yine aynı kaynaklarda şu rivayet gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette, mü'min için, içi boş tek bir inciden bir çadır vardır. -Bir rivayette- Genişliği altmış mildir. Her köşesinde bir refikası bulunur, hiçbiri diğerini görmez, mü'min bunların herbirini dolaşır."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasında yüz yıl(lık yürüme mesafesi) vardır."
* Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah'tan cennet istediğiniz vakit Firdevs'i isteyin."
* Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette yüz derece vardır. Bütün alemler bunlardan birinin içinde toplansalar, hepsini de kuşatır, istiab eder." Tirmizi, Cennet 4, (2534). 5069 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İsterseniz şu ayeti okuyun: (Mealen) "Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar" (Vâkı'a 30-31).
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır." Hz. Enes'ten şu ziyadede bulunmuştur: "Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın, arz ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla semâ arasını güzel koku ile doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır."
* Sa'd İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette olan şeyden bir tırnağın azalttığı miktar, semavat ve dünya arasında dört ciheti de tezyin etmiş olarak görünürdü. Eğer cennet ehlinden bir adam dünya ehline zuhûr etse ve bilezikleri görünse o(nun şavkı) güneşin ziyasını bastırırdı, tıpkı güneşin, yıldızların ziyasını bastırması gibi."
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sidretü'l-Müntehâ'ya çıkarıldım. Orada dört nehir gördüm: İki nehir zâhirdi, iki nehir de bâtın. Zâhir olan iki nehir Nil ve Fırat nehirleriydi. Bâtın olanlar da cennetin iki nehri idi."
* Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a: "Cennette at var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah Teâla Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yâkuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır" buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de: "Cennette deve var mı?" diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular: "Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır."
* Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukâtın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler: "Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz! Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz! Rabbimizden razıyız, mükedder olmayız! Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!"
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: "Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler de: "Sizler de, Allah'a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!" derler."
* Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın sûretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete girer."
* Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Şu dünya ateşiniz var ya! Bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür. Eğer o, su ile iki kere söndürülmemiş (harareti giderilmemiş) olsaydı, ondan faydalanamazdınız. Şurası muhakkak ki, bu dünya ateşi, aziz ve celil olan Allah'a, bir daha eski hararetine döndürmemesi için dua eder."
* Hâris İbnu Ukayş radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, benim ümmetimde öyle şefaati makbul kimseler var ki, birinin şefaatiyle Mudar kabilesinin insanlarından daha çok kimse cennete girecektir. Benim (davetime muhatap olan) ümmetimden öylesi de var ki, vücudu ateş için irileşir ve cehennemin bir köşesini teşkil eder."
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü ölüm getirilir. Sırat üzerinde durdurulur ve: "Ey cennet ahalisi!" diye nida edilir. Cennettekiler, (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (o güzel) yerden çıkarılacakları korku ve heyecanıyla bakarlar. Sonra da: "Ey cehennem ahalisi!" diye nida edilir. Onlar da içinde bulundukları (o fena) yerden çıkarılacakları ümid ve sevinciyle bakarlar. (Ölüm gösterilerek) "Bunu tanıyor musunuz?" denilir. (Cennetlikler ve cehennemlikler hepsi bir ağızdan:) "Evet! Bu ölümdür" derler." Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdu ki: "Bundan sonra emredilir ve Sırat üzerinde ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: "Haydi bulunduğunuz hal üzere ebediyet sizindir, burada artık ölüm yoktur" denilir."
* Ebu Sa'îdi'I-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Cennette bir karışlık yer (ebedi olduğu için, fani olan) küre-i arz ve üzerinde bulunanlardan -dünya ve içindekilerden- daha hayırlıdır."
* Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette bir kamçılık yer (ebedi olduğu için, fani olan) dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır."
* Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün Ashab-ı Kiramına: "İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur. Kâ'be'nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu üğrünen yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekandır" buyurdu. Sahabiler: "Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah'ın Resulü!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "İnşaallah!" deyiniz" dedi ve sonra cihaddan söz açtı ve ona teşvik etti."
* Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Allah'ın cennete soktuğu hiç kimse yoktur ki, onu yetmişiki zevce ile evlendirmiş olmasın. Bunlardan ikisi hüru'l-ayn (siyah gözlü), yetmiş tanesi cehennemliklerden kendine düşen mirasıdır. Bu kadınlardan herbiri şehvet çekicidir ve cennetlik her erkeğin şehvet gücü dâimidir." Hişam İbnu Halid der ki: "(Hadiste geçen) "Cehennemliklerden kendine düşenmirası" ibaresinden maksad, cehenneme giren erkeklerdir; bunların kadınlarına cennet ehli varis olurlar, tıpkı Firavun'un hanımına varis olunduğu gibi."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "(Cennette) sizden herbirinin iki tane menzili vardır: "Bir menzili cennette, bir menzili de cehennemde. Ölünce cehenneme girerse cennet ehli onun menziline varis olur. İşte Allah Teâla hazretlerinin şu sözü bu durumu teyid eder: "İşte onlar varislerin ta kendileridir"
* Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ehli, gurfelerde kalanları seyrederler, tıpkı gökteki yıldızları seyretmeniz gibi."
* Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ehli gurfelerde kalanları (ehl-i guraf) görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı, (gurfe ehlini) böyle yukarıda gösterir." Bunun üzerine Ashâb: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu söylediğiniz, peygamberlerin makamı olmalı, başkaları oraya ulaşamamalı!" dedi. Ancak Aleyhissalatu vesselâm: "Hayır! Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun! Gurfelerde kalanlar (peygamberler değiller), Allah'a inanıp peygamberleri tasdik eden kimselerdir!" buyurdular."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre, parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler, büyük abdest de bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır, terleri misktir. Buhurdanları öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden olacak. Onlar ataları Âdem'in yaratılışı üzere, altmış zirâ boyunda tek bir adam suretinde olacaklar."
* Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm : "Cennet ehli cennette yerler ve içerler. ancak tükürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar, sümkürmezler de!" buyurmuştu. Ashab: "Peki yedikleri ne olur?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Geğirmek ve misk sızıntısı gibi ter! Onlara tıpkı nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve tahmid ilham olunur."
* Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez." Tirmizi'nin bir rivayetinde şu ziyade var: "Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır."
* Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur)."
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Mü'mine cennette şu şu kadar (kadınla) cima gücü verilir!" buyurmuşlardı. Kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü! Buna tâkat getirilebilir mi?" diye soruldu. "Yüz (kişinin) gücü verilir! (Böyle olunca takat getirir!)" buyurdular."
* el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü arz, tek bir çörek olacak. Cebbâr (olan Allah Teâla hazretleri), onu, cennetliklere azık olarak elinde çevirecektir, tıpkı sizin sefer sırasında çöreğinizi çevirdiğiniz gibi!" Bu sırada bir yahudi gelerek: "Ey Ebu'l-Kâsım! Rahman (olan Allah) seni mübarek kılsın! Kıyamet günü cennet ehlinin (iştah açıcı) ikramı ne olacak haber vereyim mi?" dedi. Efendimiz: "Söyle bakalım!" buyurdular. Adam, tıpkı Aleyhissalâtu vesselâm'ın söylediği gibi: "Arz, tek bir çörek olur!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize baktılar. Sonra azı dişleri görününceye kadar tebessüm buyurdular ve: "Peki cennet ehlinin katıklarını sana haber vereyim mi?" dediler. Adam: "Buyurun!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Bâlâm ve nûn!" buyurdular. Adam: "Bu nedir?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Öküz ve balıktır. Bunların ciğerlerinin kenarından yetmişbin kişi yer" buyurdular."
* el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ehlinden derecesi en düşük olanın seksenbin hizmetçisi, yetmişiki zevcesi vardır. Onun için inciden, zebercedden ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır, Câbiye'den San'a'ya kadar uzanan bir büyüklüktedir."
* İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ehlinin mertebece en düşük olanı o kimsedir ki: Bahçelerine, zevcelerine, nimetlerine, hizmetçilerine, koltuklarına bakar. Bunlar bin yıllık yürüme mesafesini doldururlar. Cennetliklerin Allah nezdinde en kıymetli olanları ise, vech-i ilahiye sabah ve akşam nazar ederler." Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sonra şu ayeti okudu. (Meâlen): "Yüzler vardır, o gün ter ü tâzedir, Rablerini görecektir" (Kıyamet 22-23).
* Mugire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hz. Musa aleyhisselâm Rabbine sordu: "Derece itibariyle cennet ehlinin en düşüğü nasıldır?" Rab Teâla buyurdu: "O, cennet ehli cennete dahil edildikten sonra gelecek olan bir adamdır ki kendisine: "Cennete gir!" denilir. Adam: "Ey Rabbim nasıl gireyim. Herkes yerlerine yerleşti, mekanlarını tuttu!" der. Ona şöyle denilir: "Sana dünya meliklerinden birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?" "Rabbim, razıyım!" der. Rab Teâla: "Sana bu verilmiştir. Onun misli, onun misli, onun misli, onun misli de." Adam beşincide: "Ey Rabbim razı oldum (yeter!)" der. Rab Teâla: "Bu sana verildi, on misli daha verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa, sana hep verilmiştir!" buyurur. Adam: "Rabbim razı oldum(yeter!)" der. (Hz. Musa sormaya devam eder): "Ya derecesi en üstün olan (nasıldır)?" "İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet fidanlarını kendi elimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara hazırladığımı, ne bir göz görmüş ne bir kulak işitmiştir, hiçbir beşer kalbine de hutur etmemiştir."
* Ebu Sa'id el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri cennet ehline; "Ey cennet ahalisi!" diye seslenir. Onlar: "Ey Rabbimiz, buyur! Ebrine âmâdeyiz! Hayır senin elindedir!" derler. Rab Teâla: "Razı oldunuz mu? diye sorar. Onlar: "Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına vermediğin nimetler verdin!" derler. Rab Teâla: "Ben sizlere bundan daha fazlasını vereyim mi?" der. Onlar: "Bu verdiklerinden daha üstün ne olabilir?" derler. Rab Teâla: "Size rızamı helal kıldım. Artık, size ebediyen gadab etmeyeceğim!" buyururlar."
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid, biri iffetli olan (ve azla yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah'a ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan bir köle idi."
* Harise İbnu Vehb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Size cennet ehlini haber vereyim mi?" buyurdular. Ashab: "Evet ey Allah'ın Resûlü" dedi. Aleyhissalatu vesselâm: "Her bir biçare addedilen zayıf kimsedir. Bu kimse, bir hususta Allah'a yemin etse, Allah onun dilediğini yerine getirirek tebrie eder ve hânis kılmaz" buyurdu ve tekrar sordu: "Size cehennem ehlini haber vereyim mi? Bunlar kaba, cimri ve kibirli kimselerdir."
* Ebu Davud'da Harise radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: "Cennete ne zengin cimri, ne de kaba merhametsiz girer."
PIRLANTA SERİSİ…
CENNETİ İSTEMEK
Soru: Kuşeyri Risâlesi’nde birisi, “20 seneden beri bugün cenneti isteyebildim” diyor. Bu nasıl anlaşılmalı?
Cevap: Her insanın kendine mahsus bir muhasebe ve murakabesi vardır. Hz. Adem, o malûm zellesinden sonra 40 yıl başını yukarıya kaldıramamıştır. Aynı şeyi biz yaparsak bu sun’îlik olur. Herkes kendini yaşamalı. Sözü edilen şahsın muhasebesini yapmak bize düşmez ama; o şahıs, belki de kendisinde cenneti isteyecek cesareti bulduğu an, huzur ve mehabbetten ötürü geriye adım atmıştır?
CENNET’İN TASVİRİ
Derecesine göre her mü’minde Ahiret’e gitme arzusu vardır. Allah, bu arzuyu kamçılama adına tasavvur edebildiğimiz şeylerle Ahiret’i bize resmetmektedir. Dünyada daha çok bedenimizin altında kaldığımız içindir ki, Allah cennetin cismanî nimetlerini öne çıkararak sürekli onları anlatıyor ve insanlara o dille konuşuyor. Cennette bir de bizim tasavvur ve tahayyüllerimizi çok çok aşan nimetler vardır ki; bence esas önemli olan da onlardır.
CENNET’TEN BİR KESİT
İnsan, cennette her an dünyadaki duygu, düşünce ve tefekkürüne denk ayrı bir lezzet duyacaktır. Meselâ, Cennet’te Cenab-ı Allah’ı (cc) müşahede, burada ma’rifetullah adına ulaşılan seviyeye göre olacaktır. Diyelim ki, mukarrabîn belki günde birkaç defa Allah’ı müşâhede edecek ve her defasında daha değişik bir hâl alacaktır. O kadar ki, hadisin ifadesine göre, kul İlâhî Cemâli seyredip de eşinin yanına döndüğünde, eşi kendisini tanıyamayacaktır. Yani, zâhirî hüviyet ile batınî hüviyet iç içe girdiğinden, insanda devamlı bir değişme meydana gelecektir.
MAL VE CAN KARŞILIĞI CENNET
İnsan, elde ettiği şeyleri ebedî hayatı adına değerlendirdiğinde, bu, o kimsenin, hissini müsbet yola kanalize etmesi ve büyük bir yatırım adına ciddi adımlar atması demektir. Bilhassa bu yatırıma esas teşkil eden iki önemli husus vardır ki o da, mal ve canın Allah yolunda kullanılması ve feda edilmesidir. Ancak bu şekilde mal ve cana ebediyet kazandırılmış, karşılığında da büyük mükafatlar elde edilmiş olur. Evet, malı ebedîleştirmenin yolu, bütün çeşitleriyle infak, canı ebedîleştirmenin yolu da maddî-manevî, küçük-büyük cihaddır. Allah (cc) yüce beyânında şöyle buyurmaktadır:
“Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet mukabilinde satın almıştır.”
Akabe Bey’atları esnasında, Allah Rasûlü’nün tekliflerine “evet” dediklerinde karşılık olarak elde edecekleri şeyin ne olacağını soran ensara, Peygamber Efendimiz (sav); “Cennet” cevabını vermişti ki, bu, mal ve canın Allah yolunda kullanılmasıyla, onlara ebedî âlemde verilecek mükâfattan başka birşey değildi..
BİR CENNET NİMETİ
Kur’ân-ı Kerîm “gıll u gışş” diye tabir ettiğimiz kin ve nefret gibi menfî duyguların cennet insanlarının içlerinden giderileceğini haber verir.
“(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız.” (A’raf, 7/43)
“Biz o cennetliklerin kalplerindeki kinleri söküp atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde ve karşılıklı koltuklara otururlar” (Hicr, 15/47) âyetleri bu mes’eleyi gayet sarih ve net olarak ifade etmektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığı üzere, cennette, kötü duygu ve düşüncelere merkezlik yapan ne kadar hassa varsa, hepsi insandan sökülüp atılacaktır. Dolayısıyla da insanlar, cennette, başkalarına karşı kin ve nefret duymayacaklardır. Zaten aksi olsaydı orası cennet olmazdı. Zira bir insanın öfkeleneceği zaman halim-selim olması, nefret duyacağı zaman içinin sevgiyle dolması, hırs duygusunun gerildiği ve insanın bütün benliğine hakim olduğu bir zamanda onun müstağni kalması imkân sınırlarını zorlayacak kadar çetindir. Nitekim dünya hayatında yaşadığımız bütün menfî durumlar buna açık birer örnektir. Demek ki bu, bizim irâdemizi, tasavvurlarımızı, gayretimizi ve gücümüzü aşan bir mazhariyettir ki, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu ve bir cennet nimeti olarak anlatılmaktadır. Bir yönüyle de bu hal, insanın melekleşmesi, beşerî garizalardan kurtulup rûhânîleşmesi ma’nâsına gelir. Böyle bir hâli kazanmak ise kolay olmasa gerek.
Esasen mes’eleye şöyle bir nükteyle yaklaşmak da mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm: “Ve onların kalplerini birbiriyle uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan herşeyi verseydin, yine onların kalplerini te’lif edemezdin; Allah’dır ki onların arasını buldu ve uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal, 8/63) buyurur. Halbuki, yukarıdaki âyette de geçtiği üzere, mü’minler cennette, karşılıklı koltuklarda beraberce ve bir arada oturacaklar. Her iki ayeti bir arada ma'nâlandıracak olursak, belki cennette de insanlar, kin ve nefreti potansiyel olarak içlerinde taşıyacaklar ama, Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla, bu kin ve nefretin açığa çıkmasına meydan verilmeyecektir ki, bu da cennete âit bir nimettir.
Kanaatimce, konuya bir yaklaşım şekli de şu olmalıdır: Dünya ahiretin bir tarlasıdır. Buradaki müsbet ibadetler ahirette, keyfiyetlerini bilemeyeceğimiz şekilde müsbet neticeler doğuracağı gibi; buradaki negatif görünümlü ibadetler de yine orada müsbet neticeler doğuracaktır. Meselâ, nasıl namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerin bir cennet nimeti olarak karşımıza çıkacağı söz konusudur; öyle de çekilen sıkıntıların, ızdırapların, hastalıkların da birer cennet nimeti olarak bize bahşedileceği her zaman düşünülebilir. Nitekim, Allah Rasûlü’nün açlık sebebiyle oturarak namaz kıldığını öğrenen ve bu yüzden gözyaşı döken Ebu Hureyre’ye, Efendimiz “Ağlama ya Eba Hureyre, bu dünyada açlık çekenler ahirette açlık elemi duymazlar” mukabelesinde bulunmuş ve yerinde açlığın da ibadet sevabı kazandıracağına dikkatleri çekmiştir. Bir insanın şehevî arzularına karşı koyup iffetli olmaya çalışması, meşru zevk ve lezzetlerle iktifa edip harama girmemesi ve bedenî isteklerini ma’kul ölçüler içinde devamlı frenlemesi, cismanî buud ve derinlikleriyle, o insanın karşısına cennette hep birer nimet olarak çıkacaktır. Tohum burada atılır. Başaklar orada devşirilir. Herşey buğdaylar gibi burada değirmene dökülür, orada ambarlarda muhafaza edilen un halinde karşımıza çıkar. Her uhrevî varlık burada yaratılır, orada onlara hayat üflenir. Güzelliğe esas teşkil edecek malzemeler burada ambalajlanır, orada ise bu ambalajlar teker teker açılır ve muhteşem, müdebdeb, göz kamaştıran bir hayatın parçaları haline gelir. Aynen öyle de, insanlar burada kin, nefret, hased gibi kalbî hastalıklarına karşı savaş verir; belki bazen yenik düşer, bazen galebe çalarlar, ama, yılmadan, usanmadan, hep bu kavgalarına devam ederler ise, ahirette de, böylesine kötü duyguların kalplerinden silinmesi şekliyle mükafat görürler. Ancak onlar da bilirler ki, bu duyguların kalplerinden silinmiş olması onlara Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin bir tezahürüdür. Yoksa dünyada yakından tanıdıkları ve karşılarında bazan aciz kaldıkları bu duyguların kendilerine bakan güç ve iradeyle ortadan kaldırılmış olması imkânsızdır.
Evet, kudret yurdu olan ahirette, her nimet insana “Allah” dedirttiği gibi, bu nimet de yine insanlara Allah’ı hatırlatacak ve “Allah” dedirtecektir. O Allah ki, kendisini bize “Rahman ve Rahim” olarak tanıtmaktadır. Bir hadisin de işâret ettiği gibi, dünyada O’nun rahmetinin ancak yüzde biri tecelli etmektedir. Geriye kalan kısım ise, bütünüyle ahirette tecelli edecektir. İşte böyle bir tecelli ile cennet ehlinin kalplerinden kin ve nefret duyguları silinecek ve onlar, her şeyleriyle insan olarak kalmakla birlikte âdetâ melekleşeceklerdir.
Burada son bir mülahazayı da arzetmeden geçemeyeceğim. Nice insanlar vardır ki, maddî açıdan mutluluk adına her türlü imkâna sahiptirler. Fakat içlerinde kendilerini rahatsız eden herhangi bir sebeple, hakiki huzur ve mutluluktan her zaman mahrumdurlar. Aynen onun gibi, insanlar, altlarından ırmaklar akan, her türlü konfor ve rahatın mevcut olduğu bir cennette dahi olsalar, eğer içlerinde kendilerini rahatsız edecek bir duygu, bir endişe var ise, orası onlara hususî bir cehennem olacaktır. Yani insan cennette olabilir, etrafında huri-gılman bulunabilir; fakat kalbi sürekli huzura açık ve huzursuzluğa götürücü sebeplere kapalı değilse, o insan yine rahatsızlık duyabilir. Halbuki insanın rahatsızlık duyduğu yer cennet değildir. Öyleyse insanın bulunduğu mekânın cennet olması ne ölçüde önemli ise, o insanın iç dünyasının cennete göre ayarlanmış olması da o derece önemlidir ve hamd edilmesi gereken en büyük nimet de işte budur!
CENNET VEYA CEHENNEM’DE GÖRMELER
Soru: Cennet ve cehennem hayatı haşirden sonra gerçekleşeceğine göre, Efendimiz’in “Falanı cennette gördüm” demesini nasıl yorumlamalıyız?
Cevap: Bu bir ayan-ı sabite, yani ilmî ve kaderî vücutların berzahdaki timsalleridir. İnsanlar yaratılmazdan önce, kimin cennette, kimin cehennem’de olacağı belli idi. Ve Efendimiz (sav) onların kaderine bakıyor, görüyor ve haber veriyordu.
Cennetliklerin aldığı lezzet veya cehennemliklerin çektikleri elemle ilgili haberlere gelince: Sözü edilen lezzet de, elem de cismanî değil, ya ruhanî veya akıbet itibariyledir. Zira, Efendimizin haber verdiği cennet veya cehennemdeki vücudlar ilmî vücudlardır. Evet dünyadaki vücudların haricî vücud olmasına karşılık diğerleri ilmî vücudlardır. Birincisine ilim, ikincisinde ilimle beraber meşiet ve kudret taallûk eder.[1]
RİSALE…
Suâl: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismâniyetin ebediyetle ve Cennetle ne alâkası var? Mâdem ruhun âlî lezâizi vardır; ona kâfidir. Lezâiz-i cismâniye için, bir haşr-i cismânî neden icâb ediyor?
Elcevap: Çünkü, nasıl toprak suya, havaya, ziyâya nisbeten kesâfetli, karanlıklıdır; fakat, masnuât-ı İlâhiyenin bütün envaına menşe' ve medâr olduğundan bütün anâsır-ı sâirenin mânen fevkıne çıktığı gibi; hem, kesâfetli olan nefs-i insaniye, sırr-ı câmiiyet itibâriyle, tezekkî etmek şartıyla bütün letâif-i insaniyenin fevkıne çıktığı gibi; öyle de, cismâniyet, en câmi', en muhît, en zengin bir âyine-i tecelliyât-ı esmâ-i İlâhiyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharâtını tartacak ve mîzana çekecek âletler, cismâniyettedir. Meselâ, dildeki kuvve-i zâikà, rızık zevkinde enva-ı mat'umât adedince mîzanlara menşe' olmasaydı, herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı.
Hem, ekser esmâ-i İlâhiyenin tecelliyâtını hissedip bilmek, zevk edip tanımak cihazâtı, yine cismâniyettedir. Hem, gayet mütenevvi' ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidadlar, yine cismâniyettedir.
Mâdem şu kâinatın Sânii, şu kâinatla bütün hazâin-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyât-ı esmâsını bildirmek ve bütün enva-ı ihsanâtını tattırmak istediğini, kâinatın gidişâtından ve insanın câmiiyetinden, On Birinci Sözde ispat edildiği gibi, kat'î anlaşılıyor. Elbette, şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsülâtın bir meşher-i âzamı ve şu mezraâ-i dünyanın bir mahzen-i ebedîsi olan dâr-ı saadet, şu kâinata bir derece benzeyecektir; hem cismânî, hem ruhânî bütün esâsâtını muhâfaza edecektir. Ve o Sâni-i Hakîm ve o âdil-i Rahîm, elbette cismânî âletlerin vezâifine ücret olarak ve hidemâtına mükâfat olarak ve ibâdât-ı mahsusalarına sevap olarak, onlara lâyık lezâizi verecektir. Yoksa, hikmet ve adâlet ve rahmetine zıd bir hâlet olur ki, hiçbir cihetle Onun cemâl-i rahmetine ve kemâl-i adâletine uygun değildir; kàbil-i tevfîk olamaz.
• Suâl: Cisim, eğer hayatî olsa, eczâ-i bedenî dâim terkib ve tahlildedir, inkırâza mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve şürb, bekà-i şahsî ve muâmele-i zevciye ise, bekà-i nev'î içindir ki, şu âlemde birer esas olmuşlar. Âlem-i ebediyette ve âlem-i uhrevîde şunlara ihtiyaç yoktur. Neden Cennetin en büyük lezâizi sırasına geçmişler?
Elcevap: Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkırâza ve mevte mahkûmiyeti ise, vâridât ve masârifin muvâzenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar vâridât çoktur, ondan sonra masârif ziyâdeleşir; muvâzene kaybolur, o da ölür.
Âlem-i ebediyette ise zerrât-ı cisim sabit kalıp, terkib ve tahlile mâruz değil. Veyahut muvâzene sabit kalır; Name=Hâşiye; HotwordStyle=BookDefault;vâridât ile masârif muvâzenettedir, devr-i dâimî gibi, cism-i zîhayat, telezzüzât için, hayat-ı cismâniye tezgâhının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir.
Ekl ve şürb ve muâmele-i zevciye, gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider; fakat, o vazifeye bir ücret-i muâccele olarak öyle mütenevvi' leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sâir lezâize tereccüh ediyor. Mâdem bu dâr-ı elemde bu kadar acîb ve ayrı ayrı lezzetlere medâr, ekl ve nikâhtır; elbette, dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennette, o lezzetler, o kadar ulvî bir sûret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştihâ sûretinde ilâve ederek, Cennete lâyık ve ebediyete münâsip, en câmi' hayattar bir mâden-i lezzet olur.
Evet, Name=650; HotwordStyle=BookDefault; sırrınca, şu dâr-ı dünyada, câmid ve şuursuz ve hayatsız maddeler, orada şuurlu hayattardırlar. Buradaki insanlar gibi orada da ağaçlar, buradaki hayvanlar gibi oradaki taşlar, emri anlar ve yapar. Sen bir ağaca desen, "Filân meyveyi bana getir"; getirir. Filân taşa desen, "Gel"; gelir. Mâdem taş, ağaç bu derece ulvî bir sûret alırlar; elbette, ekl ve şürb ve nikâh dahi, hakikat-ı cismâniyelerini muhafaza etmekle beraber, Cennetin dünya fevkındeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir sûret almaları iktizâ eder.
• Suâl: Name=651; HotwordStyle=BookDefault; sırrınca, "Dost dostuyla beraber Cennette bulunacaktır." Halbuki, basit bir bedevî, bir dakikada, sohbet-i Nebeviyede, lillâh için bir muhabbet peydâ eder. O muhabbetle, Cennette Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında bulunması lâzım gelir. Halbuki, gayr-i mütenâhî feyze mazhar Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın feyzi, bir basit bedevî feyziyle nasıl birleşir?
Elcevap: Bir temsil ile, şu ulvî hakikate şöyle bir işaret ederiz ki:
Meselâ, gayet güzel ve şâşaalı bir bağda, muhteşem bir zât, gayet büyük bir ziyâfet, gayet müzeyyen bir seyrangâh öyle bir sûrette ihzâr etmiş ki, kuvve-i zâikanın hissedecek bütün lezâiz-i mat'umâtı câmi', kuvve-i bâsıranın hoşuna gidecek bütün mehâsini şâmil, kuvve-i hayaliyeyi keyiflendirecek bütün garâibi müştemil ,ve hâkezâ, bütün havâss-ı zâhire ve bâtınayı okşayacak ve memnun edecek herşeyi, içine koymuştur. Şimdi, iki dost var; beraber o ziyâfete giderler; bir locada, bir sofrada oturuyorlar. Fakat, birisinin kuvve-i zâikàsı pek az olduğundan, cüz'î zevk alır; gözü de az görüyor, kuvve-i şâmmesi yok, sanâyî-i garîbeden anlamaz, hârika şeyleri bilmez. O nüzhetgâhın binden ve belki milyondan birisini kabiliyeti nisbetinde ancak zevk ederek istifade eder. Diğeri ise, bütün zâhirî ve bâtınî duyguları, akıl ve kalb ve his ve latîfeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkişaf etmiştir ki, o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letâifi ve garâibi ayrı ayrı hissedip zevk ederek, ayrı ayrı lezzet aldığı halde o dost ile omuz omuzadır. Mâdem, bu karma karışık, elemli ve daracık şu dünyada böyle oluyor; en küçük ile en büyük beraber iken, serâdan Süreyyâya kadar fark oluyor. Elbette, dâr-ı saadet ve ebediyet olan Cennette, bittarîkı'l-evlâ, dost dostu ile beraber iken, herbirisi istidadına göre sofra-i Rahmânirrahîmden, istidadları derecesinde hisselerini alırlar. Bulundukları Cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mâni olmaz. Çünkü, Cennetin sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı âzamdır. Name=652; HotwordStyle=BookDefault; Nasıl ki mahrûtî bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir, fakat birbirinin güneşi görmelerine mâni olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de, Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehâdisin mütenevvi' rivâyâtı işaret ediyor.
• Suâl: Ehâdiste denilmiş: "Hûriler yetmiş hulleyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor."; HotwordStyle=BookDefault; Bu ne demektir? Ne mânâsı var? Nasıl güzelliktir?
Elcevap: Mânâsı pek güzeldir ve güzelliği pek şirindir. Şöyle ki:
Şu çirkin, ölü, câmid ve çoğu kışır olan dünyada, hüsün ve cemâl, yalnız göze güzel görünüp, ülfete mâni olmazsa, yeter. Halbuki, güzel, hayattar, revnaktar, bütün kışırsız lüb ve kabuksuz iç olan Cennette, göz gibi bütün insanın duyguları, latîfeleri, cins-i latîf olan hûrilerden ve hûriler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, Cennetteki nisâ-i dünyeviyeden ayrı ayrı hisse-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler. Demek, en yukarı hullenin güzelliğinden tut, tâ kemik içindeki iliklere kadar, birer hissin birer latîfenin medâr-ı zevki olduğunu hadîs işaret ediyor.
Evet, "Hûrilerin yetmiş hulleyi giymeleri ve bacaklarındaki kemiklerin ilikleri görünmesi" tâbiriyle hadîs-i şerif işaret ediyor ki, insanın,ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve zînete meftun ve cemâle müştak duyguları ve hasseleri ve kuvâları ve latîfeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve herbirisini ayrı ayrı okşayıp mes'ud edecek maddî ve mânevî her nevi zînet ve hüsn-ü cemâle, hûriler câmi'dirler. Demek, hûriler Cennetin aksâm-ı zînetinden yetmiş tarzını, birtek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek sûrette giydikleri gibi; kendi vücudlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyâde ayrı ayrı hüsün ve cemâlin aksâmını gösteriyorlar. Name=654; HotwordStyle=BookDefault; işaretinin hakikatini gösteriyorlar.
Hem, Cennette lüzumsuz, kışırlı ve fuzûlî maddeler olmadığından, ehl-i Cennetin ekl ve şürbünden sonra kazurâtı olmadığınıName=655; HotwordStyle=BookDefault; hadîs-i şerif beyân ediyor. Mâdem şu süflî dünyada, en âdi zîhayat olan ağaçlar, çok tegaddî ettikleri halde kazurâtsız oluyorlar; en yüksek tabaka-i hayat olan Cennet ehli neden kazurâtsız olmasın?
• Suâl: Ehâdis-i şerîfede denilmiştir ki: "Bâzı ehl-i Cennete dünya kadar bir yer veriliyor, yüz binler kasır, yüz binler hûri ihsan ediliyor."; HotwordStyle=BookDefault; Birtek adama bu kadar şeylerin ne lüzûmu var, ne ihtiyacı var, nasıl olabilir ve ne demektir?
Elcevap: Eğer insan, yalnız câmid bir vücud olsaydı, veyahut yalnız mideden ibâret nebâtî bir mahlûk olsaydı, veyahut yalnız mukayyed, ağır ve muvakkat ve basit bir zât-ı cismâniye ve bir cism-i hayvanîden ibâret olsaydı, öyle çok kasırlara, çok hûrilere lâyık ve mâlik olmazdı. Fakat, insan öyle câmi' bir mu'cize-i kudrettir ki, hattâ şu dünya-i fânîde, şu kısa bir ömürde, şu inkişaf etmemiş bâzı letâifinin ihtiyacı cihetiyle bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezâizi verilse, belki hırsı tok olmayacaktır. Halbuki, ebedî bir dâr-ı saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz ihtiyaçlar lisâniyle, nihayetsiz arzular eliyle nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insan, elbette ehâdiste beyân olunan ihsanât-ı İlâhiyeye mazhariyeti mâkuldür ve haktır ve hakikattir. Ve şu hakikat-i ulviyeye bir temsil dürbünüyle rasat edeceğiz. Şöyle ki:
Bu dere bahçesi gibi,Name=Hâşiye; HotwordStyle=BookDefault; şu Barla bağ ve bahçelerinin herbirinin ayrı ayrı mâliki bulunduğu halde, Barla'da gıdâsı itibâriyle ancak bir avuç yeme mâlik olan herbir kuş, herbir serçe, herbir arı, "Bütün Barla'nın bağ ve bostanları benim nüzhetgâhım ve seyrangâhımdır" diyebilir. Barla'yı zapt edip daire-i mülküne dahil eder. Başkalarının iştirâki onun bu hükmünü bozmaz. Hem, insan olan bir insan diyebilir ki, "Benim Hàlıkım, bu dünyayı bana hâne yapmış; güneş benim bir lâmbamdır; yıldızlar benim elektriklerimdir; yer yüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir" der, Allah'a şükreder. Sâir mahlûkatın iştirâki, onun bu hükmünü nakz etmez. Bilakis, mahlûkat onun hânesini tezyin eder; hânenin müzeyyenâtı hükmünde kalırlar. Acaba, bu daracık dünyada, insan, insaniyet itibâriyle-hattâ bir kuş dahi-böyle bir daire-i azîmede bir nevi tasarruf dâvâ etse, cesîm bir ni'mete mazhar olsa, geniş ve ebedî bir dâr-ı saadette ona beş yüz senelik bir mesafede bir mülk ihsan etmek, nasıl istib'âd edilebilir?
Hem, nasıl ki şu kesâfetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pekçok aynalarda bir anda aynen bulunması gibi; öyle de, nurânî bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması-On Altıncı Sözde ispat edildiği gibi-meselâ, Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda, hem Arşta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u İlâhîde bir vakitte bulunması; hem, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın haşirde bir anda ekser etkıyâ-i ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezâhür etmesi; ve evliyânın bir nevi garibi olan abdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi; ve avâmın rüyâda bâzan bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşâhede etmesi; ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pekçok yerlerle temas edip alâkadarâne bulunması mâlûm ve meşhud olduğundan, elbette nurânî kayıtsız, geniş ve ebedî olan Cennette, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetindeve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde bulunup, yüz bin hûrilerle sohbet ederek, yüz bin tarzda zevk almak, o ebedî Cennete, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sâdıkın (a.s.m.) haber verdiği gibi hak ve hakikattir. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatler tartılmaz.
İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez,
Zîrâ bu terazi o kadar sıkleti çekmez.[2]
İMAN HABBESİ
İ'lem eyyühe'l-aziz! Hanzalenin çekirdeğinde hanzale ağacı mündemiç ve dahil olduğu gibi, Cehennemin de küfür ve dalâlet tohumunda müstetir bulunduğunu, şuhudî bir yakînle müşahede ettim. Ve keza, nasıl ki hurmanın çekirdeği hurma ağacına hamiledir; aynen öyle de, iman habbesinde de Cennetin mevcut olduğunu hads-i kat'î ile gördüm. Çünkü, o çekirdeklerin ağaçlara tahavvül ve inkılâpları garip olmadığı gibi, küfür ve dalâlet mânâsı da tâzip edici bir Cehennemi, imân ve hidâyet de bir Cenneti intaç edeceğinde istib'ad yoktur.[3]
CENNET FAZL-I İLAHİDİR
Şeriatta denilmiştir ki, "Cehennem cezayı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlâhî iledir." Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevap: Sabık işaretlerde tebeyyün etti ki, insan, icadsız bir cüz-ü ihtiyarî ile ve cüz'î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevâsı daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hâsıl olan seyyiâtın mesuliyetini o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şer, ademî olduğu için, abd ona fâil oldu, Cenâb-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinayetin mesuliyetini, nihayetsiz bir azapla çekmeye müstehak olur. Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler, kesb-i insanî ve cüz-ü ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmâresi de hasenâta taraftar değildir. Belki rahmet-i İlâhiye onları ister ve kudret-i Rabbâniye icad eder. Yalnız, insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücut ve iman nimetleri gibi, sabık hadsiz niam-ı İlâhiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlâhî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmânî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazldır.
Demek seyyiâta sebep nefistir, mücâzâta bizzat müstehaktır. Hasenatta ise sebep Haktandır, illet de Haktandır. Yalnız, insan iman ile tesahup eder. "Mükâfâtını isterim" diyemez, "Fazlını beklerim" diyebilir.[4]
NÜKTELER…
CENNETE TALİP OLANLAR
İslâm büyükleri bu dünya hayatını gaye değil vasıta bilir. Bu bilginin gereğine göre de hayatlarını tanzim ederler. Biz buna "ilmiyle amel etme" hâli de diyoruz. İşte bu hâl ile hallenen, yani ilmi ile amel eden İslâm büyüklerinden biri de. Herem bin Hayyan'dır. Hayatı hakkında fazla birşey bilemediğimiz bu zât, günlük nafakasını hayatının gayesi değil, belki vasıtası bildiğinden, bunun vasatını elde edince mes'elesi biter, gayesine teveccüh eder, ebedi hayatını alâkadar eden mevzular ile meşgul olurdu.
Herkesin uykuya daldığı gecelerde O, tenha yerlere çekilir, derin tefekkürünü huşû içindeki ibadetiyle tenvir ve tezyin ederken şöyle söylenirdi: "Hayret ederim, Cennete talip olanlarla, Cehennemden korku duyanlara. Bunlar hem Cennete talip, hem de Cehennemden korkarlar; ama yine de uyumaya devam eder, bu kat'i gerçeğin heyecanıyla bir miktar olsun uykularını terk etme fedakârlığında bulunmazlar:" Herem bin Hayyan, ihlâslı dostlardan bir an olsun ayrılmak istemez, tefekkür âlemini zayıflatacak dünya ehli kimselere yaklaşmayı faydalı bulmazdı. Nitekim Onun bu ihlâslı dostlarından biri de Ashâbdan Hamime idi. Bir gün Hamime'nin evine misafir gelen Herem, yatsı namazından sonra Hamime'nin yatmayıp göz yaşları içinde namaza devam ettiğini anladı. Sabah olunca sordu: "Bu gece seni çok ağlar gördüm. sebebi nedir acaba?" . Şöyle cevap verdi aziz sahabî: "İnsanların yataklarından kalkar gibi mezarlarından kalkarak hesap yerine toplanacakları ânı hatırladım. O anda suçluların günahkârların, ibadetsizlerin dehşetli hâllerini hayal ettim. Kendimin bunların hangileri arasında yer alacağımı düşündüm, gözlerime bir türlü uyku girmedi, ağlamaktan kendimi alamadım."
Herem bin Hayyan'ın sözlerinden biriyle hatırasını bitirmiş olalım. Der ki: "Bütün mâneviyat büyükleri, benim Cehennemlik olduğumu söyleseler, ben yine ibadetimden, hayır ve hasenatımdan gerilemem. Dini vazifelerimi bütünüyle yerine getirme gayretimi devam ettiririm. Zira ben Cennet ve Cehennem için yapmıyorum bu vazifeleri. Belki Cennet ve Cehennem emri altında olan Zâtı Ulûhiyyet'in emri olduğu için yapıyor, O'nun rızasını kazanmak için ifa ediyorum. O dilerse Cennetine, dilerse Cehennemine koyar. Benim vazifem, O'nun emirlerini yerine getirmek, rızasını kazanmaktır. Kaldı ki O, razı olduğu kulunu da Cehennemine atmaz."
CENNETİN ANAHTARI
Bir hadis meâlini hatırlayanlar, Veheb bin Münebbih'e sordular: "Cennetin anahtarı "Lâ ilâhe illâllah" değil midir?"
Cevap verdi: "Evet, Cennetin anahtarı Kelime-i Tevhid'dir. Ancak anahtarın dişleri eksik olmamalıdır. Sadece söylenip şuurla düşünülmeyen bir Kelime-i Tevhid, dişleri eksik anahtar gibidir. Dualar okunup zikirler yapılırken mânâya dönülmeli, iç âleme dalınmalı, tefekkür ve vicdani muhasebe yapılmalı ki, maksat hâsıl olsun: Anahtarın Cennet kapısını açacak dişleri de te'min edilmiş olunsun."
CENNETE KİM ÖNCE GİRECEK
Fudayl Bin İyaz anlatıyor:
-Bir gün Muhammed Bin Vasi ile Yusuf bin Esbat’ı rüyamda gördüm. Her ikisi cennetin kapısının önünde duruyordu. Ben hangisinin önce gireceğini görmek için merakla bakıyordum. Derken Yusuf bin Esbat, cennete önce girdi. Oradaki bir meleğe:
-Niçin bu, ondan önce cennete girdi? Diye sordum. Melek bana şu cevabı verdi:
-Bunun bir gömleği, onunsa iki gömleği vardı.[5]
HZ. ADEM NİÇİN CENNETTEN ÇIKTI?
Mehmet Kırkıncı hocaya “Hz. Âdem (as) cennetten niçin dünyaya gönderildi? Diye sorulunca:
-Fena mı oldu, cevabını verir. “İki kişi geldiler ama, milyarlarca insanla beraber döndüler. Hep cennette kalsalardı, bu sayı hiç değişmeyecekti.
Şeytana uyup, imtihanı kaybedenlerin sayısı önemli değil. Mühim olan kazananlardır. Tavuğun altına bırakılan yüz yumurtadan sekseni bozulup yirmisi civciv olsa, zarar oldu denilmez.[6]
CENNET TAŞI
Hz. Aişe validemizin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.s.) Hacerü’l Esved’le ilgili şöyle buyurmaktadır:
“Ya Aişe! Bu taş, eğer cahiliye devrinin pislikleri ve kirleriyle kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, veba ve musibetten kurtulmak için Allah’tan şifa istenirdi. Ve halen de Allah’ın ilk indirdiği şekilde bulunurdu. Cenab-ı Allah, elbette bir gün onu ilk yarattığı şekle döndürecektir. O, cennet yakutlarından bir yakut idi. Fakat Allahu Teala onu kötülerin günahı sebebiyle değiştirip ziynetini zalim ve günahkarlardan gizledi. Zira onlar, cennetten çıkma bir şeye bakmaya layık değillerdir.
Cenab-ı Hak alem-i ervahta insanoğlunun ruhlarına “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda bütün ruhlar, “evet, Rabbimiz sensin” diye cevap vermişti. Rivayete gör, ruhların bu şahadeti, bir kağıt üzerine yazılarak Hacerü-l Esved’in içine tevdi edilmiştir.
Hacerü-l Esved, mahşer gününde Allah’ın kudretiyle dile gelerek, kendisini ziyaret ederek istilam yapanlar hakkında, onların diyanet ve imanlarına şahadette bulunacaktır.[7]
CENNETE GİRMENİN BİR LÜTUF OLDUĞU
Cenab- Hak, Peygamber-i Zişanı ve Kur’an-ı Hakim’iyle bizlere kendi rızasının nasıl tahsil edileceğini ve ebedi saadetin ne tarzda isteneceğini bildirmiş bulunuyor. Bu adaba uymakla, mesela; namaz kılmakla,, oruç tutmakla veya doğru söylemekle ve hakeza… hangi taşı hangi taşın üzerine koyuyoruz ki, neticede kendimize bir cennet inşa etmiş olalım.
İstemeyi öğreten de, cenneti ihsan eden de o Sultan-ı sermedi olduğuna göre, bizlerin cennet kazanmaktan bahsetmemiz kabil değildir. Mesela; bir padişah, raiyetine, şu tarzda isteyenlere şu kadar ihsanda bulunacağım şeklinde bir ilanatta bulunursa, istenen tarzda münasip olarak talepte bulunanlar söz konusu lütufa mazhar oldukları zaman, o hediyeleri kendilerinin alınlarının teri olarak kazandıklarından bahsedilebilir mi? elbetteki bahsedilemez.
Bizim de Kur’an-ı Azimüşşan’da bahsedilen adaba uymamız bundan farklı olmadığı gibi, cennet de mahz-ı lütfundan başka bir şey değildir.[8]
CENNETİN SIRF LÜTUF OLUŞU
Cennetin sırf lütuf olduğunun bir delili de şudur: İnsanlar günün yirmi dört saatini dünyaya sarf ettikleri halde, maişetlerini ancak tedarik edebiliyorlar. Ekseri insanlar borçlu, pek az kimse de cüz’i bir servet bırakarak bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Bu insanlar günde bir saat ibadetle cenneti nasıl bihakkın kazanabilirler?
Bir padişahın raiyetine; eğer şu saatte şu meydana gelirseniz herbirinize onar altın vereceğim, şeklinde bir haber ulaştırdığını farz ediniz. Bu taktirde istenen yere giderek padişahın lütfuna mazhar olan kimseler, on altın kazandıklarını iddia edebilirler mi? bizim yaptığımız bütün ibadetler bu mesabededir.[9]
DÜNYAYI CENNET İÇİN VASITA YAPMA
Zahidin biri sadece bakla ile tuz yer, hiç ekmek yemezmiş. Adamın biri kendisine “niye sadece bu kadar şey yemekle yetiniyorsun?” diye sorunca zahid adama şöyle cevap vermiş:
-“Çünkü ben dünyayı cennet için vasıta yaptığım halde sen dünyayı çöplüğe vasıta kılmışsın. Yani bir çok temiz yiyecekler yiyor, ardından helaya koşuyorsun. Ben ibadet edip cennete varabileyim diye yiyorum”[10]
CENNETİN BEDELİ
Anlatıldığına göre ulu Allah peygamberlerinden birine indirmiş olduğu bir kitapta “ey insanoğlu, yüksek bedel karşılığında cehennemi satın alırsın da, ucuz bir bedelle cenneti satın alamazsın” buyurmuştur.
Bu sözün manası şudur: bir fasık kendi gibi fasık olan bir gurup arkadaşına ziyafet vermek istese belki de yüz veya iki yüz sarı altın harcar ve bu masraf ona ağır gelmez. Böylece o cehennemi yüksek bir bedel karşılığında satın almış olur. Oysa eğer o kimse Allah rızası için bir ziyafet düzenleyerek bazı yoksulları çağıracak olsa yapacağı masraf kendisine ağır gelir. Oysa bu ziyafet cennetin bedeli olurdu.
Anlatıldığına göre Ebu Hazım şöyle demiştir:
-Eğer cennete girenler, ancak dünyadaki bütün sevdiklerini terk etme pahasına oraya girebilseler bu bedel cennetin yanında önemsiz kalırdı. Buna karşılık eğer cehennem azabından sadece tüm hoşlanmadıkları şeylere katlanma pahasına kurtulmak mümkün olsa bu bedel cehennemden kurtulmanın yanında önemsiz kalırdı. Oysa sevilen şeylerin binde birini terk etmekle cennete girilebileceği gibi hoşlanılmayan şeylerin binde birine katlanılarak cehennemden kurtulmak mümkündür.[11]
İBRAHİM EDHEMİN HAHAM PARASI
İbrahim Edhem Hazretleri bir gün hamama girmek İstemiş. Hamamcıya :
—Param yok, hamama girmeme müsaade etmez misiniz? demişti.
Hamamcı parasız hamama girilmez diyerek hamama sokmadı, İbrahim Edhem Hazretleri ısrar etti ise de hamamcı kabul etmedi. Boynu bükük olarak hamamdan ayrılan İbrahim Edhem Hazretleri, öyle bir bağırış bağırdı ki yer gök çın çın öttü... Bu sesi duyan halk, ağlamakta olan İbrahim Edhem Hazretlerinin başına toplanıp :
—Bu kadar feryada hacet yok, hamam parasını biz verelim de ağlama!, dediler.
İbrahim Edhem Hazretleri toplanan kalabalığa şöyle seslendi :
—Ey ehalî! Siz, benim hamama giremediğim İçin mi ağladığımı sanıyorsunuz? Ben hamama giremediğim için ağlamıyorum. Ben dünyada iken parasız hamama bile sokmuyorlar... Ya ahirette de senin cennete girecek bir amelîn yok diye kapıdan geri çevrilirsem benim halim ne olur? diye ağlıyorum... Çünkü salih amelî olup oraya girmeyi hak etmeyenleri içeri sokmayacaklar, buyurdu...[12]
[1] Fasıldan Fasıla 1, s:254
[2] 28. Söz
[3] Mesnevi, s:88
[4] Lem’alar s:87
[5] Latifeler, s:59
[6] Latifeler, s:95
[7] Menkıbeler, s:70
[8] Mehmet Kırkıncı “Nükteler” s:80
[9] Mehmet Kırkıncı “Nükteler” s:91
[10] Tenbih-ül Gafilin, s:75
[11] a.g.e., s:75
[12] Büyük Dini Hikayeler
.
CEHENNEM
وَالَّذينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا اُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
Bakara / 39. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.
وَاِذَا قيلَ لَهُ اتَّقِ اللّهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ
Bakara / 206. Ona: "Allah'tan kork!" dendiği zaman da kendisini onuru (gururu) günah işlemeye sevkeder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!
اِنَّ الَّذينَ تَوَفّيهُمُ الْمَلئِكَةُ ظَالِمي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا فيمَ كُنْتُمْ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفينَ فِى الْاَرْضِ قَالُوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فيهَا فَاُولئِكَ مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصيرًا
Nisa / 97. Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara, "Ne işte idiniz?" derler. Onlar da: "Biz yer yüzünde zayıf kimselerdik." derler. Melekler: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?" derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir.
اِنَّ الْمُنَافِقينَ فِى الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصيرًا
Nisa / 145. Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.
وَنَادى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَفيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ قَالُوا اِنَّ اللّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرينَ
Araf / 50. Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği rızıktan bize de verin." diye seslenirler. Cennettekiler de: "Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı." derler.
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا ءَاِنَّا لَفى خَلْقٍ جَديدٍ اُولئِكَ الَّذينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ وَاُولئِكَ الْاَغْلَالُ فى اَعْنَاقِهِمْ وَاُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
Ra'd / 5. Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak şey onların şu sözleridir: "Biz toprak olup gittikten sonra mı, yani biz gerçekten yeniden mi yaratılacağız?" İşte bunlar Rablerini inkâr etmişlerdir. Bunlar boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar cehennemliktirler, orada ebedî kalacaklardır.
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ
Hicr / 44. "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır."
وَمَنْ يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِه وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ عَلى وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا مَاْويهُمْ جَهَنَّمُ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَعيرًا
İsra / 97. Allah kime hidayet verirse, o doğru yoldadır. Kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık bunlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı bulamazsın. Ve biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir; ateşi dindikçe onun ateşini artırırız.
HADİS..
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!" buyurmuştu. (Yanındakiler): "Zaten bu ateş, vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir kat'ın harareti, bunun mislindedir."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem ateşi bin yıl yakıldı. Öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı. Şimdi o siyah ve karanlıktır."
* Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennemi kuşatan surun dört (ayrı) duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme mesafesi kadardır."
* Hasan Basri rahimehullah anlatıyor: "Utbe İbnu Gazvân radıyallahu anh, Basra'da minberde (hutbe esnasında) dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize şöyle buyurmuşlardı: "Cehennemin kıyısından büyük bir taş bırakıldı. Bu taş yetmiş yıl aşağı doğru düştü de henüz dibe ulaşmadı." (Utbe İbnu Gazvân, devamla) der ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh: "Ateşi çok zikredip hatırlayın. Zira onun harareti pek şiddetlidir; derinliği çok fazladır, çengelleri demirdendir" buyurdu."
* Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Veyl, cehennemde bir vadidir. Kâfir orada, kırk yıl batar da dibine ulaşamaz."
* İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Eğer zakkûmdan, dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad ederdi. Öyleyse, yiyecek ve içeceği zakkum olan cehennemliğin hali ne olur (anlayın)!"
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem, Rabbine şikayet ederek: "Ey Rabbim! Bir parçam diğer bir parçamı yemektedir" dedi. bununn üzerine, Allah Teâla hazretleri ona, iki nefes almaya izin verdi: Bir nefes kışta, bir nefes de yazda. (Yazdaki nefesi) sizin rastladığınız en şiddetli sıcaktır. (Kıştaki nefesi de) sizin rastladığınız en şiddetli (soğuk olan) zemherirdir."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: "Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah'la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr, tasvirciler."
* İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü cehennem, yetmişbin yuları olduğu halde getirilir. Her yularında, onu çeken yetmişbin melek vardır."
* Mücahid anlatıyor: "İbnu Abbâs radıyallahu anhüma bana: "Cehennemin genişliği ne kadardır, biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Hayır!" deyince: "Doğru, Allah'a yemin olsun, bilemezsin!" dedi ve ilave etti: "Bana Hz. Aişe radıyallahu anha dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a: "Kıyamet günü Arz toptan O'nun bir kabzasıdır (tam tasarrufundadır). Gökler de O'nun sağ eliyle dürülmüşlerdir" (Zümer 67) âyetinden sormuş ve: "Bu sırada insanlar nerede olurlar (ey Allah'ın Resûlü)" demiştim. Aleyhissalatu vesselam: "Cehennem köprüsünde!" cevabını verdi."
* Nu'mân İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennemliklerin azab cihetiyle en hafif olanı, ayağında ateşten bir nalın ve nalın bağı olan kimsedir ki, ayağındakiler sebebiyle, tıpkı tencerenin kaynaması gibi, başında dimağı kaynar. Öyle tahammülfersa bir azam duyar ki, azabca insanların en hafifi olduğu halde, kendinden şiddetli azab çeken olmadığını zanneder."
* Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(Cehennemlikler derece derecedir.) Bir kısmı vardır, ateş onları topuğuna kadar yakalar, bir kısmı vardır, dizlerine kadar yakalar, bir kısmı vardır kemere kadar yakalar, bir kısmı vardır köprücük kemiğine kadar yakalar."
* Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem ehline açlık musallat edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır. Açlığa karşı yardım talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen darî' (denen dikenli bir ot) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda tıkanıp kalan bir yiyecekle imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne ileri geçer, ne de geri gelir.)
Derken, dünyada iken, bu durumda, bir içecekle takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir içecek talep ederler. Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir. Bu kaplar, yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlayıp atar. Su karınlarına girince, içerilerini param parça eder. Bu sefer de: "Cehennemin bekçilerini çağırın, ola ki azabımızı biraz hafifletir!" derler.
Onları çağırırlar. Onlar gelince: "Size peygamberleriniz bu halleri açıklayan haberleri getirmemiş miydi?" derler. Onlar: "Evet getirmişti (ama dinlemedik)" derler. Bunun üzerine, bekçiler: "Siz isteyin durun! Kâfirlerin istekleri (burada) boşadır!" derler" (Gâfir 50). Cehennemlikler bekçilerden ümidi kesince: "(Cehenneme müvekkel melek) Mâlik'i çağırın!" derler. (Mâlik gelince): "Ey Mâlik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme hükmetsin!" derler. Mâlik de onlara: "Hayır! (Siz burada canlı olarak ebedi) kalıcılarsınız!" diye cevap verecek" (Zuhruf 77).
(Hadisin ravilerinden) A'meş rahimehullah der ki: "Bana bildirildi ki, cehennemliklerin Mâlik'e yalvarmaları ile Mâlik'in onlara verdiği cevap arasında bin yıllak zaman geçecektir. Cehennemlikler, bu sefer aralarında: "Rabbinize dua edin, sizin için O'ndan daha hayırlı kimse yok!" diyecekler ve elbirlik şöyle yakaracaklar: "Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey Rabbimiz bizi bundan çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zâlimlerden oluruz" (Mü'minûn 106-107). Rab Teâl, onlara: "Cehennemin içine yıkılıp gidin! Bana bir şey söylemeyin!" diyecek" (Mü'minûn 108). Resûlullah devamla dedi ki: "Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümidlerini keserler; hıçkırmaya, nedâmet etmeye, dövünüp yırtınmaya başlarlar."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennemliklerin tepelerine kaynar su dökülür. Bu su, vücudlarının içine nüfuz eder, öyle ki karınlarına kadar ulaşır; içlerinde ne var ne yok, söker atar ve ayaklarını delip geçer. Bu hâdise "Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi ve derileri eritilecektir" (Hacc 20) ayetinde zikri geçen eritme (es-Sahru) hâdisesidir. Sonra (eriyen cesedleri) eski haline iade edilir."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kâfirin cehennemdeki bir azı dişi Uhud dağı kadardır. Derisinin kalınlığı da üç gecelik yol mesafesidir."
* İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini Kıyamet günü yerde sürür, (Mevkıf'te) insanlar onun üzerine basarlar."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü ilk çağrılacak olan, Hz. Âdem'dir. Hak Teâla Hazretleri: "Ey Âdem!" der. Hz. Âdem: "Buyur ey Rabbim, emrindeyim!" der. Rabb Teâla: "Zürriyyetinden cehenneme girecekleri ayır!" emreder. Âdem: "Ey Rabbim ne miktarını ayırayım?" diye sorar. Rabb Teâla: "Her yüzden doksandokuzunu!" ferman buyurur." (Ashab bu esnada atılıp): "Ey Allah'ın Resûlü! Bizden geriye ne kaldı?" derler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Benim ümmetim, diğer ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz tüy gibi (az)dır!" buyurdular."
* Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hz. İbrahim aleyhisselâm, Kıyamet günü, babası Azer'i (yüzü) üzerinde bir siyahlık ve toz toprak olduğu halde görür. Babasına: "Ben sana dünyada iken, "Bana, âsi olma!" demedim mi?" der. Babası ona: "İşte bugün ben artık sana âsi olmayacağım!" der. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm: "Ey Rabbim! Sen yeniden diriltilme gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin. Rahmetten uzak babamın halinden daha rüsvay edici başka ne var?" diye yakarır. Allah Teâla Hazretleri: "Ben cenneti kâfirlere haram kıldım!" cevabında bulunur. Sonra şöyle nida edilir: "Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var, biliyor musun?" İbrahim yere bakar ve kana bulanmış bir sırtlan görür. Derhal ayaklarından tutulup ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim'in babasıdır, o çirkin surete sokulmuştur)."
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril aleyhisselâm'a: "Git ona bir bak!" buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: "(Ey Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!" dedi. (Allah Teâla Hazretleri) cennetin etrafını mekruhlarla çevirdi. Sonra: "Hele git ona bir daha bak!" buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da: "Korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!" dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrail'e: "Git, bir de şuna bak!" buyurdu. O da gidip ona baktı ve: "İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!" dedi. Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle kuşattı. Sonra da: "Git ona bir kere daha bak!" dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman: "İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!" dedi."
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafın da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır."
* Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehennem, içerisine âsiler atıldıkça: "Daha var mı?" demekten geri durmaz. Bu hal, Rabbu'l-İzze'nin cehennemin üzerine ayağını koyup, iki yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam eder. İşte o zaman cehennem: "Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter!" der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir."
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennet ve cehennem, aralarında (ihtilaf ederek Allah nezdinde) dâvâ açtılar. Cehennem: "Ben, mütekebbirler (dünyada büyüklük taslayanlar) ve mütecebbirler (zorbalık yapanlar) için tercih edildim!" diye övündü. Cennet de: "(Ey Rabbim!) Bana niçin sadece zayıflar ve (insanlar nazarında) düşük olanlar, (hakir görülenler) girer?" dedi. Allah Teâla Hazretleri önce cennete hitap etti: "Sen benim rahmetimsin. Kullarımdan dilediklerime rahmetimi seninle ulaştıracağım!" Sonra da cehenneme hitap etti: "Sen de benim azabımsın. Kullarımdan dilediğimi seninle azablandıracağım!" (Her ikisine yönelerek): "İkiniz(in de vazifesi var! İkiniz de) dolacaksınız!" buyurdu. Ancak cehennem, bir türlü dolmak bilmedi. Allah Teâla da ayağını üzerine bastı. Derken cehennem: "Yeter! Yeter!" diye inledi. Bu suretle dolmuş olan cehennemin ağzı birbirine kavuştu. Allah mahlûkatından hiçbir ferde asla zulmetmez. Cennete gelince, Allah onu yeni mahlûkat yaratarak onu dolduracaktır."
* Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de yaşarlar. Lâkin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan birkısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yanıp kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra: "Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün" denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler."
* Yine Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mü'minler cehennemden kurtarılıp, cennetle cehennem arasındaki köprüde bir müddet hapsedilirler. Bu sırada, aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas edilir. Böylece günahlardan temizlenip paklandıktan sonra cennete girmelerine izin verilir. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, onlardan herbiri, cennetteki evini, dünyadaki evinden daha iyi bilir.".
* İmran İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'ın şefaati ile, birkısım insanlar cehennemden çıkacak, cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir."
* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cehenneme giren iki kişinin oradaki bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri: "Çıkarın bunları!" buyuracak. Onlara: "Niçin bağırıyorsunuz?" diye sorulacak. Onlar: "Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!" diyecekler. Rab Teâla: "Benim size rahmetim, gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!" buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri kalkar fakat kendini ateşe atamaz. Allah Teâla hazretleri: "Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini atmaktan alıkoyan nedir?" diye sorar. Adam: "Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümid ediyorum!" der. Allah Teâla hazretleri: "Haydi ümidini verdim!" der. İkisi de Allah'ın rahmetiyle cennete sokulurlar."
* İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennete en son giren kimse, bazan yürür, bazan ağlar. Ateş de arada sırada onu yalar geçer. Cehennemi tamamen geçince dönüp ona bir nazar eder ve: "senden beni kurtaran Allah münezzehdir! Allah Teâla hazretleri, bana evvelin ve ahirinden hiç kimseye vermediği şeyi verdi!" der. Derken ona bir ağaç gösterilir. "Ya Rabbi! der, beni şu ağaca yaklaştır da altında gölgeleneyim, suyundan içeyim!" Allah Teâla hazretleri: "Ey âdemoğlu! Dilediğini versem benden başka bir şey istemezsin değil mi?" der.
Adam: "Ey Rabbim, ondan başka bir şey istemeyeceğim!" der ve başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu ağaca yaklaştırır. Adamcağız, onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra adama, evvelkinden daha güzel bir ağaç daha gösterilir. Dayanamayıp: "Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, artık senden başka bir şey istemeyeceğim!" der. Allah Teâla: "Ey âdemoğlu! Bana öncekinden başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni yaklaştıracak olsam başka şeyler isteyeceksin!" der. Adam, başka şey istemeyeceği hususunda söz verir. Rabbi de onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Adamı ona yaklaştırır.
Adam onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra ona cennetin kapısının yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç diğer ikisinden daha güzeldir. Adam yine: "Ey Rabbim" Beni şuna yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, senden başka bir şey istemiyorum!" der. Rab Teâla: "Ey âdemoğlu! Sen ondan başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz vermemiş miydin?" der. Adam: "Evet, Rabbim! Senden başka bir şey istemeyeceğim!" der. Rabbi onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca yaklaştırır. Adam ona yaklaştırılınca cennet ehlinin seslerini işitir. (Dayanamayıp): "Ey Rabbim! Beni cennete sok!" der. Rab Teâla: "Ey âdemoğlu! Beni senden kurtaracak şey nedir! Dünya kadarını ve beraberinde mislini versem razı olur musun!" der. Adam: "Ey Rabbim! Benimle istihza mı ediyorsun? sen ki âlemlerin Rabbisin!" der."
İbnu Mes'ûd bu noktada güldü ve: "Niye güldüğümü sormuyor musunuz?" dedi. "Niye güldün söyle!" dediler. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da böyle gülmüştü. "Niye güldünüz?" diye soruldu da: "Rabbülalemin'in, adamın "Sen ki âlemlerin Rabbisin, benimle istihza mı ediyorsun?" demesine gülmesine gülüyorum!" dedi. Allah Teâla Hazretleri: "Ben seninle istihza etmiyorum. Lâkin ben, Azimüşşân dilediğimi yapmaya kâdirim!" buyurdular."
PIRLANTA SERİSİ…
Cehennem bir cezadır, kötü amellerin cezası.. Orada, buradaki kötü işlerin cezası çekilecektir. Burada mü’min belli şeylere katlanarak, Cennet’e girme hüviyet, hal ve hususiyetini kazanamamışsa, bu iş bir mânâda tamamlanacaktır. Bütün bütün istidat ve kabiliyetlerini küfürle kaybetmiş kimselere gelince, onlarda en küçük bir maya olmadığından dolayı, Cennet hesabına onlarda bir mayalanma olmayacaktır. Bir şeyin içinde alkolleşmeye dair bir hususiyet varsa, onda bir fermantasyon olur, fakat, hiç böyle bir hususiyet yoksa, onda hiç bir ekşime görülmez. Aynen öyle de, Efendimiz (a.s.m.): “Zerre kadar imanı olan, cennete girer.” buyurur. Çünkü onun içinde onu Cennet’e ehil hale getirebilecek böyle önemli ve hayati bir cevher var..
Demek ki, burada seyrini tamamlayamamış, kavsiyelerini bitirememiş, mi’raclarını yapamamış olanlar; buna karşılık, kabirden başlamak üzere, bir azab, bir işkence silsilesi içinde değişik bir seyre tâbi tutulacaklar. Buna göre bazı kimseler, hesaplarını kabirde bitirecekler. Meselâ; rüyalarına girdiği kimselere bazı hak dostları diyorlar ki: “Altı ay çektik bitti...” Tabii rüya doğru ise, maksat mukarrebin hesabıdır. Daha başkaları, kabir hırpalamasıyla hesap ve mîzan dağdağasından kurtulacaklardır. Bazılarının işi mahşere kadar devam edecek. Mahşerde sorgu-suale ya çekilecek veya çekilmeyecek. Sonra bazıları, cehenneme girecek -Allah bizi muhafaza buyursun- Onlar da burada fevtettikleri şeyleri tedarike çalışacaklar. Allah orada çalıştıracak, sonra çıkaracak.. ama cehennemlik olarak yadedilecek ve cennete girecekler. Böylece burada almaları gerekli olan hüviyeti almış olacaklar.. Yani özlerine ulaşacak ve fıtratı asliyelerine kavuşacaklar. Neticede, dünyaya ilk geldikleri gibi temizliği yeniden elde edecekler.. ve Allah da onları Cehennem’den alıp Cennet’e koyacak...
CENNET VE CEHENNEM
Cennet ve cehennem iki mühim neticedir. Cenâb-ı Hakk’ın esmâ ve sıfatları her ikisini de iktizâ etmektedir. Ve inanan için hem cennet hem de cehennem her ikisi de rahmettir. Sure-i Rahman’daki:
“İkinizin de üzerine, ateşten yalın alev ve kıpkızıl bir duman (yahut erimiş bakır) gönderilir, kendinizi savunamazsınız. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz”(Rahmân, 55/35,36) âyetleri bize bunu anlatır. Onların üzerine atom bombasının tesirinin veya güneşin merkezindeki hararetin ancak fikir verebileceği korkunç ateşler salıverilecek. İşte Kur’ân-ı Kerim böyle bir ateşin salıverilmesinin hemen ardından cin ve inse “Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?” diye hitab ediyor. Burada kastedilen nimet nedir? Cehennem bütün dehşetiyle insanın içinde bir ürperti hasıl ederek, mü’minin hayatını tanzim hususunda ona bir fikir veriyorsa, işte bu onun için bir nimettir.
Cennet, ulvî duygulu insanlar için onları yüksek zirvelere sevketmekte âmil olduğu gibi, cehennem de, seviyesi olgunluğa ermemiş insanların ondan korkmaları sebebiyle hayatlarını ciddi bir kontrol altına almalarına sebeptir. Evet, cehennem, tehlikeli bir yolda yakılmış bir ateş gibidir. O yola düşmekten insanı korur. Cennet ise, müstakim yola kurulmuş bir sofradır, insanı o yola dâvet eder. Böylece her ikisi de neticeyi düşünebilen insanlar için ayrı ayrı birer nimet olmuş olur.
Kur’ân-ı Kerim, cennet ve cehennem hakikatini yüz yirmi küsur yerde ele alır. Mücmel veya mufassal olarak anlatır. Bu anlatışlarda hem cehennemi hem de cenneti tablolaştırırken, ruh ve cesed beraberliğine de işaret eder. Cennete giren insanın yüzü beşaşet içindedir; ve bu ruhen huzurlu oluşun ifadesidir. Bir de orada canının istediği her türlü yiyecek ve içecek hazırdır. Dünyadaki hanımlarıyla beraber, sayısız huriler etrafında dönüp durmaktadır. Bu ise cesede ait yönüyle nimetlerinin sıralanışıdır.
Cehennem ehlinin pişmanlıkları, vicdanlarını kanatan ızdırapları hep ruhîdir ancak, alev alev ateşin içine girmeleri; yanan derilerinin yerine azabın yenilenmesi için derhal yeni deri giydirilmesi; ve âzâlarının kendi aleyhinde şahitlikte bulunması gibi hususlar ise tamamen cesede mahsus azap çeşitleridir.
Bizim bu başlık içinde cennet ve cehenneme temas etmemiz, sadece ruh ve cesed beraberliği hakkında Kur’ân-ı Kerim’in işaretlerine dikkat çekmek içindir. Yoksa bu mevzu, ayrı, müstakil ve uzun bir mevzudur.
CENNET VEYA CEHENNEM’DE GÖRMELER
Soru: Cennet ve cehennem hayatı haşirden sonra gerçekleşeceğine göre, Efendimiz’in “Falanı cennette gördüm” demesini nasıl yorumlamalıyız?
Cevap: Bu bir ayan-ı sabite, yani ilmî ve kaderî vücutların berzahdaki timsalleridir. İnsanlar yaratılmazdan önce, kimin cennette, kimin cehennem’de olacağı belli idi. Ve Efendimiz (sav) onların kaderine bakıyor, görüyor ve haber veriyordu.
Cennetliklerin aldığı lezzet veya cehennemliklerin çektikleri elemle ilgili haberlere gelince: Sözü edilen lezzet de, elem de cismanî değil, ya ruhanî veya akıbet itibariyledir. Zira, Efendimizin haber verdiği cennet veya cehennemdeki vücudlar ilmî vücudlardır. Evet dünyadaki vücudların haricî vücud olmasına karşılık diğerleri ilmî vücudlardır. Birincisine ilim, ikincisinde ilimle beraber meşiet ve kudret taallûk eder.[1]
RİSALE…
SUAL: CEHENNEM NEREDEDİR?
Elcevap: Name=5; HotwordStyle=BookDefault; Name=6; HotwordStyle=BookDefault; Cehennemin yeri, bazı rivâyatla, "tahte'l-arz" denilmiştir. Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi, küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, arzın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir. Küre-i arzın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlûkat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahlûklar, gözümüzün önünde olup göremiyoruz.
Cehennem ikidir. Biri suğrâ, biri kübrâdır. İleride, suğrâ kübrâya inkılâp edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğrâ, yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i tabakatü'l-arzca malûmdur ki, ekseriya her otuz üç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüdeder. Demek, merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz, altı bin küsûr kilometre olduğundan, iki yüz bin derece-i harareti câmi, yani iki yüz defa ateş-i dünyevîden şedit ve rivayet-i hadise muvafık bir ateş bulunuyor. Şu Cehennem-i Suğrâ, Cehennem-i Kübrâya ait çok vezâifi, dünyada ve âlem-i berzahta görmüş ve ehâdislerle işaret edilmiştir. âlem-i âhirette, küre-i arz nasıl ki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker. Öyle de, içindeki Cehennem-i Suğrâyı dahi Cehennem-i Kübrâya emr-i İlâhî ile teslim eder.
Ehl-i İtizâlin bazı imamları "Cehennem sonradan halk edilecektir" demeleri, halihazırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasip bir tarzda inkişaf etmediğinden galattır ve gabâvettir.
Hem perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilâyet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp tayin edelim. Name=7; HotwordStyle=BookDefault; , Ahiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat, bazı rivâyâtın işârâtıyla, âhiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebettardır.Yazın şiddet-i hararetineName=8; HotwordStyle=BookDefault; denilmiştir.
Demek, bu dünyevî, küçücük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat ism-i Hakîmin nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:
Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübrâ, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğrayı güya tevkil ederek bazı vezâifini gördürmüş. Kadîr-i Zülcelâlin mülkü pek çok geniştir; hikmet-i İlâhiye nereyi göstermişse Cehennem-i Kübrâ oraya yerleşir. Evet, bir Kadîr-i Zülcelâl ve emr-i Name=9; HotwordStyle=BookDefault; mâlik bir Hakîm-i Zülkemal, gözümüzün önünde, kemâl-i hikmet ve intizamla kameri arza bağlamış; azamet-i kudret ve intizamla arzı güneşe raptetmiş; ve güneşi, seyyârâtıyla beraber, arzın sürat-i seneviyesine yakın bir süratle ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre şemsü'ş-şümus tarafına bir hareket vermiş; ve donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları saltanat-ı rububiyetine nuranî şahitler yapmış, onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zât-ı Zülcelâlin kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübrâyı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semânın yıldızlarını onunla iş'âl etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan Cennetten yıldızlara nur verip, Cehennemdennar ve hararet göndersin; aynı halde, o Cehennemin bir kısmını ehl-i azâba mesken ve mahpes yapsın.
Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki, dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette, o Zât-ı Zülcelâlin kudret ve hikmetinden uzak değildir ki, küre-i arzın kalbindeki Cehennem-i Suğrâ çekirdeğinde Cehennem-i Kübrâyı saklasın.
Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehâsındadır.
Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakîli aşağı tarafında; nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır.
Hem şu seyl-i şuûnâtın ve mahsulât-ı mâneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekânı ise, mahsulâtın nevine göre, fenası altında, iyisi üstündedir.
Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyâlenin iki havuzudur. Havuzun yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu ettiği yerdedir. Yani, habîsâtı ve müzahrefâtı esfelde, tayyibâtı ve sâfiyâtı âlâdadır.
Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecellîgâhıdır. Tecelligâhın yeri ise her yerde olabilir. Rahmân-ı Zülcemal ve Kahhâr-ı Zülcelâl nerede isterse tecellîgâhını açar.
Amma Cennet ve Cehennemin vücutları ise, Onuncu ve Yirmi Sekizinci ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde gayet katî bir surette ispat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile kadar ve mahzenin mahsulât kadar ve havuzun ırmak kadar ve tecelligâhın, rahmet ve kahrın vücutları kadar katî ve yakindir.
Çok tembellerden ve târikü's-salâtlardan işitiyoruz. diyorlar ki: "Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'ân'da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur'âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz'î hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?"
Elcevap: Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: "Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?" Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.
Amma Kur'ân'ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı ve dehşetli cezaları ise: Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder.
Evet, herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neşeli, müjdeli ve kemâl-i neşesinden gülen bir adam, kâinatı neşeli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder. Hem o târikü's-salât, kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiye ve meşiet-i Rabbâniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.
Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder-nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlûküdür-hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.
İşte bu istihkakı ve mezkûr hakikati ifade etmek için, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, mucizâne bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-i belâgat olan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.
CEHENNEM KÜFÜRÜN MEYVESİDİR
İkinci ve Sekizinci Sözlerde ispat edildiği gibi, imân mânevî bir Cennetin çekirdeğini taşıyor, küfür dahi mânevî bir Cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür, Cehennemin bir çekirdeğidir; öyle de, Cehennem onun bir meyvesidir.
Nasıl, küfür Cehenneme duhûlüne sebeptir; öyle de, Cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir. Zîrâ, küçük bir hâkimin küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük bir celâli bulunsa; bir edebsiz ona serkeşâne dese, "Beni te'dib etmezsin ve edemezsin"; herhalde, o yerde hapishâne yoksa da, tek o edebsiz için bir hapishâne teşkil edecek, onu içine atacaktır.
Halbuki, kâfir, Cehennemi inkâr ile nihayetsiz izzet ve gayret ve celâl sahibi ve gayet büyük ve nihayetsiz kadîr bir Zâtı tekzib ve isnâd-ı acz ediyor, yalancılıkla ve acz ile ittiham ediyor, izzetine şiddetli dokunuyor, gayretine dehşetli dokunduruyor, celâline âsiyâne ilişiyor. Elbette, farz-ı muhâl olarak, Cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa da, şu derece tekzib ve isnâd-ı aczi tazammun eden küfür için bir Cehennem halk edilecek, o kâfir içine atılacaktır.[2]
CEHENNEM CEZAYI AMELDİR
Şeriatta denilmiştir ki, "Cehennem cezayı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlâhî iledir." Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevap: Sabık işaretlerde tebeyyün etti ki, insan, icadsız bir cüz-ü ihtiyarî ile ve cüz'î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevâsı daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hâsıl olan seyyiâtın mesuliyetini o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şer, ademî olduğu için, abd ona fâil oldu, Cenâb-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinayetin mesuliyetini, nihayetsiz bir azapla çekmeye müstehak olur. Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler, kesb-i insanî ve cüz-ü ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmâresi de hasenâta taraftar değildir. Belki rahmet-i İlâhiye onları ister ve kudret-i Rabbâniye icad eder. Yalnız, insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücut ve iman nimetleri gibi, sabık hadsiz niam-ı İlâhiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlâhî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmânî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazldır.
Demek seyyiâta sebep nefistir, mücâzâta bizzat müstehaktır. Hasenatta ise sebep Haktandır, illet de Haktandır. Yalnız, insan iman ile tesahup eder. "Mükâfâtını isterim" diyemez, "Fazlını beklerim" diyebilir.[3]
KÜFÜR TOHUMU
İ'lem eyyühe'l-aziz! Hanzalenin çekirdeğinde hanzale ağacı mündemiç ve dahil olduğu gibi, Cehennemin de küfür ve dalâlet tohumunda müstetir bulunduğunu, şuhudî bir yakînle müşahede ettim. Ve keza, nasıl ki hurmanın çekirdeği hurma ağacına hamiledir; aynen öyle de, iman habbesinde de Cennetin mevcut olduğunu hads-i kat'î ile gördüm. Çünkü, o çekirdeklerin ağaçlara tahavvül ve inkılâpları garip olmadığı gibi, küfür ve dalâlet mânâsı da tâzip edici bir Cehennemi, imân ve hidâyet de bir Cenneti intaç edeceğinde istib'ad yoktur.[4]
NÜKTELER…
CEHENNEMLİK OLDUĞUMU SÖYLESELER BİLE
İslâm büyükleri bu dünya hayatını gaye değil vasıta bilir. Bu bilginin gereğine göre de hayatlarını tanzim ederler. Biz buna "ilmiyle amel etme" hâli de diyoruz. İşte bu hâl ile hallenen, yani ilmi ile amel eden İslâm büyüklerinden biri de. Herem bin Hayyan'dır. Hayatı hakkında fazla birşey bilemediğimiz bu zât, günlük nafakasını hayatının gayesi değil, belki vasıtası bildiğinden, bunun vasatını elde edince mes'elesi biter, gayesine teveccüh eder, ebedi hayatını alâkadar eden mevzular ile meşgul olurdu.
Herkesin uykuya daldığı gecelerde O, tenha yerlere çekilir, derin tefekkürünü huşû içindeki ibadetiyle tenvir ve tezyin ederken şöyle söylenirdi: "Hayret ederim, Cennete talip olanlarla, Cehennemden korku duyanlara. Bunlar hem Cennete talip, hem de Cehennemden korkarlar; ama yine de uyumaya devam eder, bu kat'i gerçeğin heyecanıyla bir miktar olsun uykularını terk etme fedakârlığında bulunmazlar:" Herem bin Hayyan, ihlâslı dostlardan bir an olsun ayrılmak istemez, tefekkür âlemini zayıflatacak dünya ehli kimselere yaklaşmayı faydalı bulmazdı. Nitekim Onun bu ihlâslı dostlarından biri de Ashâbdan Hamime idi. Bir gün Hamime'nin evine misafir gelen Herem, yatsı namazından sonra Hamime'nin yatmayıp göz yaşları içinde namaza devam ettiğini anladı. Sabah olunca sordu: "Bu gece seni çok ağlar gördüm. sebebi nedir acaba?" . Şöyle cevap verdi aziz sahabî: "İnsanların yataklarından kalkar gibi mezarlarından kalkarak hesap yerine toplanacakları ânı hatırladım. O anda suçluların günahkârların, ibadetsizlerin dehşetli hâllerini hayal ettim. Kendimin bunların hangileri arasında yer alacağımı düşündüm, gözlerime bir türlü uyku girmedi, ağlamaktan kendimi alamadım."
Herem bin Hayyan'ın sözlerinden biriyle hatırasını bitirmiş olalım. Der ki: "Bütün mâneviyat büyükleri, benim Cehennemlik olduğumu söyleseler, ben yine ibadetimden, hayır ve hasenatımdan gerilemem. Dini vazifelerimi bütünüyle yerine getirme gayretimi devam ettiririm. Zira ben Cennet ve Cehennem için yapmıyorum bu vazifeleri. Belki Cennet ve Cehennem emri altında olan Zâtı Ulûhiyyet'in emri olduğu için yapıyor, O'nun rızasını kazanmak için ifa ediyorum. O dilerse Cennetine, dilerse Cehennemine koyar. Benim vazifem, O'nun emirlerini yerine getirmek, rızasını kazanmaktır. Kaldı ki O, razı olduğu kulunu da Cehennemine atmaz."
MÜSLÜMAN MI KAFİR Mİ
Bir gün bir adam, Hazret-i İmam'ın meclisinde şöyle muammâlı bir sual sormuştu: "Cenneti istemeyen, Cehennemden korkmayan, ölü eti yiyen, rûkûsuz, secdesiz namaz kılan, görmediği yere şahidlik eden, fitneyi seven, hakkı istemeyen adama ne dersiniz? Bu adam Müslüman mı, kâfir mi?"
İmam susmuş. çevresindekilerin cevabını beklemişti. Dinleyenler: Bunlar, kâfirin sıfatı... dediler. Tebessüm eden
İmam: Hayır, bu kimse, mü'minin ta kendisidir, dedikten sonra, şöyle izah yaptı: Adam, Cenneti istemez, çünkü Cennetin sahibinin rızasını kazanmak ister. Cehennemden korkmaz, çünkü Cehennemin sahibinden korkar. Ölü eti yer, çünkü balık eti yemektedir. rükûsuz, secdesiz namaz kılar. Çünkü cenaze namazı kılmaktadır. Görmediğine şahidlik eder. Çünkü Yaradanını görmemiştir. Fitneyi sever, zira âyette, "Malınız ve evlâdınız fitnedir" buyurulmaktadır. O da malını, evlâdını sever. Hakkı istemez, çünkü ölüm haktır, ama istenmez.
Bu tevilleri dinleyenler, tebessüm ettiler ve: Bizim kâfir dediğimiz aslında kâmil Müslüman çıktı. Ebû Hanife'ye hiçbir yerde lâf yoktur, demek zorunda kaldılar.
CEHENNEMLİKLERİN LAYIK OLMADIĞI ŞEY
Hz. Aişe validemizin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.s.) Hacerü’l Esved’le ilgili şöyle buyurmaktadır:
“Ya Aişe! Bu taş, eğer cahiliye devrinin pislikleri ve kirleriyle kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, veba ve musibetten kurtulmak için Allah’tan şifa istenirdi. Ve halen de Allah’ın ilk indirdiği şekilde bulunurdu. Cenab-ı Allah, elbette bir gün onu ilk yarattığı şekle döndürecektir. O, cennet yakutlarından bir yakut idi. Fakat Allahu Teala onu kötülerin günahı sebebiyle değiştirip ziynetini zalim ve günahkarlardan gizledi. Zira onlar, cennetten çıkma bir şeye bakmaya layık değillerdir.
Cenab-ı Hak alem-i ervahta insanoğlunun ruhlarına “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda bütün ruhlar, “evet, Rabbimiz sensin” diye cevap vermişti. Rivayete gör, ruhların bu şahadeti, bir kağıt üzerine yazılarak Hacerü-l Esved’in içine tevdi edilmiştir.
Hacerü-l Esved, mahşer gününde Allah’ın kudretiyle dile gelerek, kendisini ziyaret ederek istilam yapanlar hakkında, onların diyanet ve imanlarına şahadette bulunacaktır.[5]
YÜKSEK BEDELLE CEHENNEMİ SATIN ALMA
Anlatıldığına göre ulu Allah peygamberlerinden birine indirmiş olduğu bir kitapta “ey insanoğlu, yüksek bedel karşılığında cehennemi satın alırsın da, ucuz bir bedelle cenneti satın alamazsın” buyurmuştur.
Bu sözün manası şudur: bir fasık kendi gibi fasık olan bir gurup arkadaşına ziyafet vermek istese belki de yüz veya iki yüz sarı altın harcar ve bu masraf ona ağır gelmez. Böylece o cehennemi yüksek bir bedel karşılığında satın almış olur. Oysa eğer o kimse Allah rızası için bir ziyafet düzenleyerek bazı yoksulları çağıracak olsa yapacağı masraf kendisine ağır gelir. Oysa bu ziyafet cennetin bedeli olurdu.[6]
CEHENNEME İLK GİRECEKLER
Allahu Teala, Musa (as)’a: “cennete en son girecek olan gıybetten tevbe edenlerdir. Cehenneme ilk girecekler de gıybete devam edenlerdir” diye vahyetmiştir.[7]
KÖTÜ KOMŞU
Ebû Müslim-i Havlânî; dinini unutan kötü komşudan kaçmak istemekte, herkesin hayran olduğu atını ancak bu işe lâyık görmektedir. Çünkü kötü komşu, insanı Cehenneme sürükleyen en kötü örneklerden biridir. Nitekim iyi komşunun da Cennete sevkeden en kuvvetli teşvikçilerden biri olduğu gibi.
Furkan sûresindeki bir âyeti kerîme, burada canciğer dost olan bazı arkadaş ve komşuların mahşerde birbirlerini itham edip, yakalarına sarılarak: -Sen olmasaydın ben o işi yapmayacak, oraya gitmeyecek ve o fenalığı işlemeyecektim, diyecek, komşusu da ona: -Asıl sen olmasaydın ben öyle yapmayacaktım. Beni o gayri İslâmi hayata sen ittin, bizim aile sizin evinizde gördü o kötü âdetleri... diyecek.
Böylece iki komşu ve arkadaş birbirlerinin yakalarını yırtarak Cehennemin yolunu tutacaklardır. Birbirimizi İslâm'a teşvik eden komşu olmalıyız! Aksi takdirde burada canciğer dost. orada yakapaça düşman olmamız mukadderdir.
NİÇİN EVLENMEDİN?
Rabia, vefatından önceki günlerde babasına sık sık şöyle hatırlatma yapardı: "Babacığım, bizi haramla beslemekten kork. Ben dünyada aç kalmaya sabredebilirim. Ama Cehennem ateşinde yanmaya mütehammil değilim..."
Bir gün kendisine niçin evlenmediğini sordular. Cevabı şöyle oldu;
"Üç şey, vardır ki benim bütün dünyamı dolduruyor. Evlenmeyi düşünmeye vakit bırakmıyor."
Sordular: "Nedir o üç şey?"
Cevap verdi:
"1-Son nefesimi verirken imanla gidecek miyim?
2-Mahşerde kitabım sağımdan mı, solumdan mı verilecek?
3-Halk, Cennetle Cehennem yolunda ikiye bölününce; ben hangisinde yer alacağım"
[1] Fasıldan Fasıla 1, s:254
[2] 28. Sözün Zeyli
[3] Lem’alar s:87
[4] Mesnevi, s:88
[5] Menkıbeler, s:70
[6] Tenbih-ül Gafilin, s:73
[7] Menkıbeler, s:43