|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Osmanlı'da muvakithaneler ve saat kuleleri
Hicri 1444, Miladi 2023 yılında Ramazan Ayının ortasındayız. İçerisinde bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini barından bu mübarek ayda müminler vakitlerini ibadetle geçirmeye gayret ederler. Bu ibadetlerin her birinin bir vakti vardır. Onun için vaktin tespitinin yapılması elzemdir. Dolayısıyla vakit kavramı ve vaktin ayarlanması Müslümanlar için çok önemlidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, günümüz teknolojisiyle, son sistem araçlarla namaz ve oruç gibi ibadetlerin vakitlerini tespit etmektedir. Gelin şimdi Osmanlı Devleti döneminde vakitleri nasıl ayarlandığını öğrenmek için tarihe doğru bir yolculuğa çıkalım.
Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u ilim ve kültür şehri yapmak istiyordu. Bunun için devrin birçok önemli âlimini İstanbul’a davet etti. Bunlardan birisi de elçilik görevi için İstanbul’a gelen dönemin ünlü matematikçisi ve astronomu Ali Kuşçudur. İlimperver Sultan Fatih Han, bu âlime büyük hürmet ve saygı besliyordu. Bu değerli âlimden İstanbul’da kalmasını istedi. Bunun üzerine elçilik görevinden sonra İstanbul’a gelip yerleşen Ali Kuşçu devrin Ayasofya Medreseleri Başmüderrislik görevine getirildi. Ali Kuşçu İstanbul’da vakitleri ayarlamada saat kavramının olmadığını fark etti. İstanbul insanını saatle tanıştırmak için çalışmalara başladı. Bunun için Güneş saatleri tasarladı. Tasarladığı bu güneş saatlerinin birini Sultanahmet Meydanına, diğerini Ayasofya Camii’nin bahçesine, öbürünü de Galata Kulesinin dibine yerleştirdi. Böylelikle İstanbul halkı vakti tespit etmede artık saatle tanıştı. Bu güneş saatlerinin örneklerine İstanbul’da bazı cami duvarında rastlamak mümkün. Örneğin Üsküdar meydanında bulunan Mihrimah Sultan Camii duvarında da bir güneş saati bugün hâlâ mevcuttur.
Namaz Vakitlerinin Tespiti- Muvakkithaneler
Osmanlı döneminde müminler namaz vakitlerini muvakkithaneler tespit ederdi. Bu muvakkithaneler genellikle camii köşelerinde kuruldu. İstanbul’da ilk muvakkithanenin Fatih Cami avlusunda tesis edildiği bilinmektedir. Bu muvakkithanelerde astronomi ve matematikle ilgili kitaplarında olduğu bir de kütüphane bulunmaktaydı. İstanbul’da bazı camilerin köşelerinde muvakkithaneler mevcuttu. Bunlardan bazıları; Ayasofya Muvakkithanesi Eminönü’nde bulunan Yeni Camii muvakkithanesi, Teşvikiye Camii muvakkithanesi, Osman Ağa Camii muvakkithanesi, Üsküdar Valide-i Cedid muvakkithanesidir. Muvakkithaneler 17. yüzyıldan sonra Osmanlı coğrafyasına yayıldı. Osmanlı Devleti’nin birçok şehrinde muvakkithaneler kuruldu. Sultan Abdülmecit Han döneminde mekanik saatlerin kullanılmasıyla birlikte vakit tespitinde muvakkithanelerden yararlanma azaldı.
Sultan Abdülhamid Han Ve Saat Kuleleri
Osmanlı insanı için vakitlerin tespitine çok dikkat ederdi. Sultan Abdülhamit han döneminde birçok şehirde saat kuleleri inşa edildi. Bu dönemde İstanbul Adana, Bilecik, Bursa Çorum, Çanakkale, İzmit, İzmir, Kastamonu, Tokat, Yozgat gibi şehirlerde meydanlara birer saat kulesi yapıldı. Sultan Abdülhamit Han’ın tahta çıkışının 25.yılı anısına birçok Osmanlı şehrinde yapılan bu saat kuleleri Osmanlı insanının saati öğrenme ihtiyacını önemli ölçüde giderdi. Sultan Abdülhamid han döneminde meydanlara inşa edilen saat kuleleriyle Osmanlı insanının saat kavramı hayatının bir parçası oldu. Selam ve dua ile.
.
Sıradaşı bir mühendis ve dâhi: El- Cezeri
İslam tarihinde bilginler çeşitli bilimsel alanlarda çalışmalar yaparak eserler verdiler. Onlardan biri de El Cezeri’dir. El Cezeri’nin 1181 tarihinde Cizre’de dünyaya geldiği bilinmektedir. Cezeri, yazmış olduğu ve 1205 tarihinde tamamladığı kitabının baş kısmında Artuklu Hanedanı’nın himayesinde olduğu söylemiştir. Yine yazdığı kitabından öğrenildiğine göre 1181 tarihinden itibaren 25 yıl Diyarbakır Sultanı Sukman Bin Artuk’un hizmetinde bulunduğunu ifade etmektedir. Tam adı Ebu’l İz İbni İsmail İbni Rezzaz El Cezeridir. Cezeri’nin çalışmalarının kendisinden sonraki dönemde ünlü Leonardo da Vinci’ye ilham kaynağı olduğu bilinmektedir.
Artuklu Hükümdarı Sukman Bin Artuk Cezeri’den bir kitap yazması yönünde bir istekte bulundu. Bunun üzerine Cezeri El- Camii Beyn el-İlm ve El Amel el Nafi-i fi Sınaat el Hiyel ( Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar adlı bir eser kaleme aldı. Bu yapıt toplamda 6 kitaptan oluşur.
CEZERİ’NİN BAZI BULUŞLARI
El Cezeri, denge kavramından faydalanarak insan hayatında kullanışlı olan sıra dışı araçlar yaptı. Su ve mumdan istifade ederek çok hassas kefeler imal etti. Cezeri’nin ürettiği içine doldurulan sıvıları istenildiği ölçüde akıtabilen ibrikler Onun hava ve boşluktan istifade ederek düzenlediği araçların başında gelir. Cezeri bu aracından kitabında da bahseder.
Cezeri’nin üretmiş olduğu makinelerden biri de su çarkıyla çalışan makinedir. Bu makine modern mühendisliğin gelişmesine önemli katkıda bulundu. Adı geçen makine çift etki prensibinin uygulanması, dönme hareketinin ileri geri olarak da yapılabilmesi, emme borusunun bilinen ilk kullanılışı olmasından dolayı önemlidir. Bu araç, emme basma tulumbanın ve buhar makinesinin ilk örneği sayılabilir.
Cezeri’nin yaptığı çalışmalar sonucu ürettiği otomatlar da bulunmaktadır. Otomat kendiliğinden hareket etmeye başlayıp duran araç demektir. Daha önce Grekler tarafından bulunup kullanılan otomatlar Cezeri döneminde en gelişmiş şeklini aldı. Cezeri, eserinde çeşitli otomatlardan örnekler verdi. Su saatleri verilen örnekler arasındadır. Cezerini’nin en önemli aracı fil su saatidir. Bundan başka Cezeri değişik haznelerdeki suyun seviyesine göre ne zaman su dökeceğine, ne zaman meyve ve içecek sunacağına karar veren otomatik hizmetçi cihazını geliştirdi. Bazı makinelerinde hidro mekanik etkilerle dengeyi sağlama ve hareket ettirme sistemine yönelen Cezeri, bazı makinelerinde de şamandıra ve palanga arasındaki çarklar kullanarak karşılıklı olarak etiketleme sistemi kurmayı düşündü. (Cezeri’nin yaptığı eserlerinden biri de Artuklu Sarayına yapmış olduğu kapıdır. Bu kapı 4 metre yüksekliğinde, 1,5 metre genişliğinde dökme pirinçten yapılan iki kanadı bulunur. Kapının orta bölümü altıgen ve sekizgen yıldız motiflerinin olduğu kafes biçimindedir. Bu kafes sarılmış yapraklarla tezyin edilmiş ve kufi yazı ile çevrelenmiştir. Bu yazıda ‘’ Mülk Tek ve Kadir-i Mutlak Olan ALLAHINDIR. Yazmaktadır.
Robotik ve Sibernetik ilminin babası kabul edilen bu bilginin adı Baykar tarafından tasarlanıp üretilen Uçan Araba’ya Cezeriadı verildi. Umulur ki geleceğimiz olan gençlerimiz İslam bilginlerinin çalışmalarını eserlerini araştırıp öğrensin ve onlardan ilham alarak yeni eserler üretsin. Ramazanı Şerifiniz Mübarek Olsun. Selamlar.
Kaynakça:
Sadettin Ökten, Cezeri Dia Maddesi
Cuma Vural, Işık Doğudan Yükselir.
Hüseyin Gazi Topdemir- Yavuz Unat, Bilim Tarihi.
.
Büyük Fıkıh Alimi Ekmelüddin El Baberti
Anadolu’nun kadim şehri Bayburt, tarihi boyunca birçok değeri yetiştirdi. Bu büyük değerlerden birisi Bayburt Üniversitesi yerleşkesinin adını aldığı Hanefi İslam Fakihi Ekmeleddün El Baberti’dir. Bayburt, Arapça kaynaklarda Babert diye geçer. O dönemlerde ileri gelen devlet adamları ve alimler memleketlerine nispetle anılmaktadır. Ekmelüddin El Baberti 1310 tarihinde Bayburt’ta dünyaya geldi.
Bu Dünya’dan Bir Baberti Geçti
Baberti, ilk tahsiline Bayburt’ta bulunan Yakutiye medresesinde başladı. Buradaki tahsilinin ardından Halep’e ve oradan da 1339 tarihinden sonra Mısır’ın Kahire şehrine gitti. Baberti, devrin önemli âlimlerinden olan Ebu Hayyan el Endülüsi, Kıvamüddün El- Kaki, Şemsettin El İsfahani’den dersler aldı. Hadis, fıkıh, kelam ilimlerinde ve Arap dili edebiyatında eserler yazabilecek kadar bir bilgi birikimine sahip oldu. Hanefi fakihi ( fıkıh uzmanı) olan El Baberti Osmanlı Devleti başta gelmek üzere bütün İslam âleminde Hanefiliğin yalnızca bir fıkıh değil aynı zamanda bir düşünce olarak kabul edilmesinde etkin bir görev üstlendi. Devrin idarecileri Ekmelüddin El Baberti’ye kadılık yapması için tekliflerde bulundu. Ancak bu büyük fıkıh alimi belkide ilmin izzetiyle bu teklifleri reddetti. Bununla birlikte Baberti devrin idarecilerinden büyük saygı gördü. 1355 tarihinde Mısır’da bulunan Şeyhuniye medresesinde başmüderrislik görevine getirildi. Baberti vefat edene kadar buradaki vazifesine devam etti. 1384 yılında vefat etti. Baberti’nin cenazesinde Mısır Sultanı ve devletin ileri gelenleri hazır bulundu. Baberti görev yaptığı Hankâhın haziresine defnedildi. Bununla birlikte Baberti’nin kabrinin Bayburt’un Aşağıkırzı köyünde olduğuna da inanılmaktadır.
Baberti’nin İlmi Mirası
Baberti; Hacı Paşa, Ahmedi, Seyyid El Cürcani gibi devirlerinin önemli ilim adamlarını yetiştirmiştir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin ilk Şeyhülislamı olan Molla Fenari, Baberti’nin talebesidir. Baberti ilmi hayatı boyunca 40 civarında eser yazmıştır. İlim tarihinde böyle müstesna yere sahip olan böylesine kıymetli âlimin adının merkez yerleşkesine verilmesi Bayburt Üniversitesine büyük anlam kazandırmaktadır. Aradan geçen yaklaşık 7 asırdan sonra bu büyük İslam âliminin adı yine bir ilim yuvasında yaşatılmaktadır. Bir Bayburtlu olarak ifade etmek isterim ki kadim medeniyetimizin ve ilim tarihimizin önemli şahsiyetlerini araştırmalı, öğrenmeli ve genç nesillere de öğretmeliyiz. Selam ve saygılarımla...
Kaynakça: Dia, Bâberti Maddesi.
.
TAKİYÜDDİN ER RASÎD VE İSTANBUL RASATHANESİ
Tarihimizde astronomi biliminde önemli bir gelişme de XVI. Yüzyılda İstanbul’da kurulan rasathanedir. Bu rasathanenin kurucusu Takiyyuddin adında bir bilgindir. Takiyuddin 1521 tarihinde Şam’da dünyaya geldi. Burada tahsil hayatına başlayan Takiyyuddin daha sonra öğrenimine Mısır’da devam etti. Aslen kendisi de Mısır’a yerleşmiş bir Türk ailenin oğludur. Öğrenimini tamamladıktan sonra Osmanlı payitahtı İstanbul’a gelen Takiyyüdin burada başmüneccimbaşılık görevinde bulundu. (Ünver, 1985, s, 3-4)
Aynı zamanda XVI. yüzyıl ünlü Osmanlı bilginlerinden biri olan Takıyyuddin matematik, astronomi, optik, fizik, mekanik ve tıp alanında çeşitli eserler yazdı. Ancak bu bilgin çalışmalarında daha çok Astronomi ilmine ağırlık verdi. Takiyyudin, gözlemleri sonucu elde ettiği verilere dayanarak çeşitli hesaplamalar yaptı. Bu hesaplamalar sayesinde yerin, ayın ve gezegenlerin hareketlerindeki düzensizlikleri bugünün değerlerine yakın ölçütlerle tespit etti.(Hüseyin Gazi Topdemir, DİA - Takiyyuddin Maddesi)
İstanbul’da İlk Rasathane
Takiyyuddin astronomiyle ilgili gözlem çalışmalarına devam ederken Osmanlı hükümdarı III. Murat’ın isteğiyle günümüzde Tophane diye bilinen semtte İstanbul rasathanesini kurdu. Devrin en iyi rasat (gözlem ) araçlarıyla donatılan bu rasathanede Duvar kadranı, Sekstant gibi önemli gözlem araçları kullanıldı. Bu rasathanede yapılan gözlem ve hesaplama teknikleri döneminin epey ilerisindedir. Takiyyuddin bu gözlemlerinde sinus teoremi, kosinus, tanjant, kotanjant gibi trigonometri anlamında en gelişmiş hesap tekniklerini kullandı. Aynı dönemin ünlü Batılı Astronomu olan Kopernik bu kavramlarından hiç bahsetmez. Bu çalışmaların yanında Takiyuddin teknik alanda da büyük başarılar gösterdi. Astronomik hesaplamalarda kullanılan saatler, masa ve cep saatleri onun geliştirdiği önemli teknik ürünlerdir. (Yakıt, 2000, s, 187 )
İstanbul Rasathanesi’nin Akıbeti
Takiyyuddin, Tophane sırtlarında Osmanlı Sultanı III. Murat hanın isteği ile kurduğu rasathane maalesef o dönem dostluk kurduğu bazı devlet adamlarının arasındaki çekişmelere kurban gitti. Siyasi çekişmelerin yanısıra bir de dönemin Şeyhülİslam’ı Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi bir fetva yayınladı. Bu fetvada ‘’Rasathaneler bulundukları ülkeleri felakete sürükler’’ ifadesi yer aldı. Yayınlanan bu fetvadan sonra Osmanlı Devleti’nin ilk rasathanesi olan İstanbul Rasathanesi 22 Ocak 1580 tarihinde içerisinde bulunan bütün alet edevatla birlikte tahrip edildi ((Hüseyin Gazi Topdemir, DİA Takiyyuddin Maddesi)
Rasathanesi’nin yıkılmasından derin hüzne bürünen Takiyuddin çekildiği köşesinde vefat etti. Rahmetle.
.
Uluğ Bey ve Semerkant Rasathanesi
Uluğ Bey ve Bilim
Rasathane, gökbilimiyle ilgili gözlemler yapan özel bina veya evlere denir. Rasathaneler, yani gözlemevleri bünyelerinde gökyüzü incelemeleri yapmaya yarayan alet ve edevat barındırır. İslam tarihinde rasathaneler genellikle devlet eliyle hükümdarlar tarafından kurulduğu bilinir. Bu rasathanelerden biri de Timurlu Devleti hükümdarı Uluğ Bey tarafından tesis edilen Semerkant Rasathanesidir. Tarihte hükümdarlığından çok bilim sahasındaki çalışmalarıyla tanınan Uluğ Bey özellikle astronomi ve matematik alanlarında çalışmalar yaptı. Bu bilimlere vakıf olan Uluğ Bey aynı zamanda Kuran-ı Kerimi 7 kıraatle okuyacak derecede Kıraat ilmine sahipti.
Semerkant Rasathanesinde Yapılan Çalışmalar
Semerkant Rasathanesinin inşası 1421 tarihinde tamamlandı. Bu rasathane uzun yıllar bilimin farklı dallarında yapılan araştırmaların merkezi oldu. Uluğ Bey, kurmuş olduğu bu rasathane ve medrese için devrin önemli bilim insanlarını araştırma ve incelemeler için Semerkant’a davet edip, onları rasathanede çalışmaya teşvik etti. Bu rasathanede Kadızade Rumi, Gıyaseddin Cemşid El Kaşi, Ali Kuşcu gibi devrin önemli bilim insanları araştırma, inceleme ve gözlemler yaptı. 1424-1436 tarihleri arasındaki 12 yıllık sürede Semerkant rasathanesinde icra edilen gözlemler daha sonra Uluğ Bey Zici adıyla bir eserde toplandı. Bu zicde 48 takımyıldızı bulunduğu yazıldı. Bu takımyıldızları içinde bulunan 1028 yıldızın konumları tespit edildi. Hazırlanan bu zic XVII. Yüzyıla kadar hazırlanmış olan astronomi kataloglarının en iyisidir denebilir. XVII. Yy’de Greenwich Rasathanesini kuran Flamsteed sabit yıldızlar katalogu hazırlanırken büyük ölçüde Uluğ Bey Zic’inden faydalandı. Semerkant Rasathanesinde yapılan gözlemler ve araştırmalar günümüz astronomi çalışmalarına öncü olma özelliğindedir. Yaklaşık tam 6 asır önce burada yapılan gözlemler ve hesaplar günümüz hesaplarına çok yakın bir durumdadır. Uluğ Bey, bu rasathanede daha önce Biruni tarafından yapılan 7,5 metrelik duvar kadranın yeni formunu yaptırdı. Uluğ Bey’in yaptırdığı bu duvar kadranı 40 metre çapında ve Ayasofya yüksekliğindedir. Uluğ Bey’in yaptırdığı bu duvar kadranı teleskoplar icat edilene kadar gözlemler için kullanılmaya devam etti. Uluğ Bey bundan başka bir başka önemli alet daha icat etti. Bu alet Sud-i fahri adı verilen bir Meridyen hesaplama aletidir.
Semerkant Rasathanesinde Kullanılan Âletler
Semerkant rasathanesinde kullanılan aletlerin çoğunluğu El Kaşi’nin 1416’da yazdığı Risale Der Şerhi Alat-ı Raşad eserinde anlattığı aletlerden oluşmaktaydı. Buna göre bu araç gereçler şunlardır;
1. El Fahri sekstantı
2. Çemberli Âlet
3. Ekvatoriyel Çember
4. Çift Çember
5. İki Bacaklı Alet
6. Azimut ve Yükseklik Ölçme Aleti
7. Sinüs ve ters sinüsü belirleme aleti
8. Küçük Çemberli Âlet
Semerkant Rasathesinin Akıbeti
Semerkant Rasathanesinin kurucusu Uluğ Bey çıkan taht kavgaları sonucunda 1449 tarihinde öldürüldü. Uluğ Bey’in öldürülmesiyle Semerkant’ta bilimsel çalışmalar yapılacak ortam kalmadığından Semerkant rasathanesinde araştırma ve gözlem çalışmaları tamamıyla durdu. Uluğ Bey’in öldürülmesinden sonra Semerkant Rasathanesi yıktırıldı. Semerkant Rasathanesinde gözlemler ve idarecilik yapan Ali Kuşçu daha sonra İstanbul’a geldi. Ali Kuşcu İstanbul’da gök bilimi gözlemleri yaptı. İstanbul’un enlem ve boylamını yeniden tespit eden Ali Kuşçu Osmanlı Devleti’nin ilk astronomi bilgini oldu. Ali Kuşçu’nun çalışmalarından ilham alan ve onun bilimsel mirasını devralan Takiyuddin 1575 tarihinde İstanbul’da ilk rasathaneyi kurdu. Bu bakımdan Semerkant Rasathanesi Osmanlı Devleti’nde yapılan gökbilimi çalışmalarının da temelini oluşturdu.
Kaynakça:
* İsmail Yakıt- Necdet Durak, İslam’da Bilim Tarihi, Isparta 2002.
* İslam Medeniyetinde Bilim Öncüleri, ed. Yavuz Selim Göl, Mana Yayınları, İstanbul, 2021.
6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli ve 10 ilimizi etkileyen büyük afette hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ALLAH’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. Yaralılarımıza da acil şifalar temenni ediyorum. Ülkemizin başı sağolsun..
.
OSMANLI'DA BİR MATEMATİK DAHİSİ İSMAİL HAKKI GELENBEVİ
Osmanlı Devleti askeri başarıların yanında aynı zamanda bir ilim devletiydi. Bu devlet kuruluşundan tarih sahnesinde şanlı yer aldığı zamana kadar geçen 6 buçuk asırlık devrinde ilim insanlarına hep gereken hürmet ve değeri gösterdi. Bu yazımızda Osmanlı’nın yetiştirdiği önemli ilim insanlarından biri olan İsmail Hakkı Gelenbevi’den bahsedeceğim.
İsmail Hakkı 1730 tarihinde Manisa’nın Gelenbe kasabasında dünyaya geldi. Doğduğu yerle özdeşleşince bilinen tam adı İsmail Hakkı Gelenbevi oldu. Gelenbevi’nin ailesi de yörenin ünlü ilim erbablarındandır. Dedesi ve babası Gelenbe’de müftülük ve müderrislik yaptı. İsmail Hakkı ilk tahsile Gelenbe’de başladı. Gelenvebi çıkmış olduğu bu ilim yolunda adım adım ilerledi. Artık ilmi sahada Gelenbe kendisine dar gelince yolu Osmanlı Payitahtı İstanbul’a düştü. İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet Hanın fethettiği bu kadim şehirde yine onun kurduğu Fatih Medreselerinde müderrislik yapan devrin önemli alimleri Yasıncızade Osman Efendi ve Ayaklı Kütüphane namıyla bilinen Müftüzade Mehmet Emin Efendi Gelenbevi’nin hocaları oldular. Gelenbevi Osmanlı’nın bu önemli alimlerden dersler aldı. Arapçayı, dini ilimleri Yasıncızade Osman Efendi’den; Matematik, Fizik, Kimya gibi akli ilimleri de Müftüzade’den öğrendi. Gelenbevi tahsilin ardından Zeyrek semtine yerleşti. Bu dönem Osmanlı’da I. Abdülhamid devridir. Bu dönemde askeriyede yenilikler oldu ve Mühendishane-i Bahri Hümayun kuruldu. Gelenvebi adı geçen yüksek mektepte Matematik hocası olarak görevlendirildi. Bu dönemde İstanbul’a gelen Fransız mühendis Bab-ı Âliye bir logaritma cetveli takdim etti. Kimsenin anlamadığını görünce alaycı bir tavırla İstanbul’da bu cetveli anlayacak yokmu? diye nida etti. Bunun üzerine bu yabancı mühendis cevabını alması için İsmail Hakkı Gelenbevi’ye gönderildi. Fransız mühendis bu ünlü matemetikçiyi görünce biraz da küçümseyici tavırla ‘’ Bu cetvellerin en kısa zamanda açıklamasını istiyorum’’ dedi ve gitti. Fransız ikinci defa geldiğinde Gelenbevi, müthiş bir vakarla işte cevabım budur diyerek hazırladığı bir risaleyi Fransız mühendise verdi. Fransalı mühendis bu duruma çok şaşırdı. Bu kadar kısa sürede bu eser nasıl yazılır diye hayretini gizleyemeyen mühendis Gelenbevi’nin ilmi ve zekası karşısında hayretler içerisinde kaldı. Bu müthiş cevaptan sonra Gelenvebi’ye samur bir kürk giydirildi. Bu arada Fransız mühendis Reisilkuttap Raşit Efendiye Gelenbevi için ‘’ Bu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altına ederdi’’ dedi.
Böylelikle Gelenvebi’nin ünü imparatorluk sınırları da aştı. Osmanlı Devleti’nde I. Abdülhamid devrinden sonra III. Selim dönemidir. Bu dönemde Kağıthanede bir bayram töreninde Humbaracılar atışlar yapar ancak bu atışlar başarısız oldular. Sultan I. Abdülhamid bu duruma çok üzüldü ve emir vererek atış hesaplarını doğru yapabilecek bir uzmanın bulunmasını istedi. Uzman olarak Gelenbevi bilindiği için hemen huzura getirildi. Devrin ünlü matemekçisi Gelenbevi yapılan açı hesaplarını riyazi hesaplarla düzelti ve böylelikle atışların tam isabetle yapılmasını sağladı. Sultan III. Selim bu başarısından dolayı İsmail Hakkı Gelenbevi’yi tebrik etti, ona birçok hediye ve ihsanlarda bulundu. Bununla birlikte İsmail Hakkı Gelenbevi’yi Mora-Yenişehir’e kadı olarak görevlendirdi. Gelenbevi Yenişehir’de bir kadılık vazifesinin birinci yılında devrin Osmanlı Şeyhülislamı Hamidi Zade Mustafa Efendi bir konudan dolayı kendisini tekdir eden bir yazı gönderdi. İlmin kadrü kıymetini çok iyi bilen Gelenbevi bu yazıdaki tekdirden dolayı çok üzüldü. Bu üzüntüyle beynine inme indi ve Ruhunu Rahmana teslim etti. (Hicri 1205/ M. 1791)
Osmanlı’nın en önemli Matemetik alimlerinden olan İsmail Hakkı Gelenbevi birçok eser kaleme almıştır. Gelenbevi Türkçe Belagat ve Gramer alanında 8, Mantık Felsefe alanında 10, Kelam alanında 11, Matematik ve Astronomi ve İlm-i Mikat alanında 7 eser olmak üzere toplam 36 eser yazmıştır. İsmail Hakkı Gelenbevi’nin mezarı görev yaptığı ve Hakkın Rahmetine kavuştuğu Yenişehir’de Bayraklı Camii kabristanındadır. Gelenbevi’nin adı talebe olarak geldiği, yıllarca hocalık yaptığı İstanul’un Fatih ilçesinde Gelenbevi Anadolu Lisesi’nde adı yaşamaktır. Ruhu Şad olsun Mekanı Cennet olsun. Rahmetle….
.
ÇAĞLARI AŞAN DAHİ ALİ KUŞÇU
Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethettikten sonra Osmanlı Devletinin Payitahtı yaptığı bu şehri İslam şehri olması için imar faaliyetlerine girişti. Bu şehirde İslam medeniyetine ve Türk kültürüne ait kurumlar tesis edilmeye başlandı. İlme, okumaya büyük önem veren cihan hükümdarı İstanbul’da dönemin en yüksek dereceli medresesini kurdu. Bu medreseye Sahn-ı Seman adı verildi. Fatih bütün bunları yaparken bir yandan da İstanbul’u bilim merkezi haline getirmek istiyordu. Bunun içinde o dönem dünyanın önemli ilim merkezlerinde yetişen ilim insanlarını, alimleri İstanbul’a davet etti. İlim adamlarına büyük rağbet gösteren Fatih Sultan Mehmet Hanın İstanbul’da kalması için teklifte bulunduğu önemli ilim insanlarından biri de Ali Kuşçu idi. Gelin şimdi kısaca devrinin önemli ilim insanı Ali Kuşçu’nun kısaca hayatını ve İstanbul’a geliş sürecine bakalım..
Asıl adı Alaettin Alidir. 15. Yy başlarında Semerkant’ta dünyaya geldiği bilinmektedir. Babası Timurlu devleti hükümdarı Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğundan kendisine Kuşcu lakabı verildi. İlim erbablarına büyük hürmet eden Uluğ Bey Semerkant’ta bir rasathane tesis etti. Rasathane müdürlüğüne getirilen iki alimin de vazifeleri sırasında vefat etmeleri üzerine Uluğ bey bu rasathanede astronomi çalışmaları yapması için Ali Kuşçu’yu görevlendirdi. Ali Kuşcu devrin önemli Matematikçisi olmanın yanında aynı zamanda bir Astranomi bilgini idi. Ali Kuşçu buradaki vazifesinde yıllar önce başladığı gözlem çalışmalarını 1437’de Zic-i Gürgani adını verdiği çalışmayı tamamladı. Ali Kuşçu burada çalışmalarına devam ederken ilmi faaliyetleri himaye eden hükümdar Uluğ Bey 1449’da öldürüldü. Taht kavgaları yüzünden Semerkant’ta ilmi çalışma ortamının ortadan kalkmasıyla Ali Kuşçu Hacca gitme bahanesiyle ailesiyle beraber batıya hareket ederek Tebriz’e geldi. Bu geldiği ülkede ilim adamlarına büyük sevgi ve hürmet besleyen Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan vardı. İlim himaye edilen yere gider düsturu ile bu ünlü alim Tebriz’e yerleşti. Burada İlim meclislerinin aranan, beklenen alimi oldu.
Bu dönem Akkoyunlu Uzun Hasanla, Osmanlı Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet arasında anlaşmazlıklar süregeldi. Bu sorunların çözümü için Uzun Hasan Osmanlı Sultanına bir elçilik heyeti göndermeye karar verdi. Uzun Hasan bu heyete bilgisine ve ilmine çok güvendiği Ali Kuşcu’nun da dahil olmasını istedi. Bu heyet Osmanlı ülkesine vardı. İlme, irfana, alime arife büyük hürmet besleyen Fatih Sultan Mehmet Han Ali Kuşçu’nun ilmi faaliyetlerinden haberdardır. Büyük Hükümdar, heyeti ve özellikle de Ali Kuşcu’yu Osmanlı Payitahtında büyük bir merasimle karşıladı. Cihan Padişahı bu Alime İstanbul’da kalmasını teklif etti. Ali Kuşcu da önce elçilik vazifesi bitirmesi gerektiğini ifade etti. Bu vazifeden sonra Ali Kuşçu devrin en kudretli hükümdarı Fatih Sultan Mehmet Hana verdiği sözü tutmak için ailesiyle birlikte Tebriz’den Osmanlı ülkesine doğru yola çıktı. İstanbul’a geldi. Ali Kuşçu İstanbul’da çok iyi karşılandı. Sultan Fatih 1473 Otlukbeli zaferinin ardından onu kurduğu Ayasofya Medresesi başmüderrisliğine getirdi. Bu dönemde Ali Kuşçu matematik cebir ve astronomi konularında çok ciddi eserler kaleme aldı ve hükümdara sundu.
İstanbulu bilim, sanat, kültürle mücehhez İslam Medeniyetinin başsehri olması için büyük çaba harcayan Sultan Mehmet Han bu şehirde devrin en yüksek dereceli Sahn- Seman Medresesini kurdu. Bu medresenin ders progamının hazırlanması görevi de Ali Kuşçu’ya verildi. Ali Kuşçu aynı zamanda bir astronomi alimi idi. Osmanlı’nın ilk astronomi alimidir. Bu sahada da çalışmalarına devam eden Ali Kuşçu İstanbul’un enlem ve boylamını yeniden tespit etti. Tarihler 1474’ü gösterdiğinde ilerlemiş yaşına rağmen ilimle meşgul olmaya devam eden Ali Kuşcu ilmi faaliyetler yapması için davet edildiği bu şehirde Hakk’ın Daveti ile şereflendi. 16 Aralık 1474’de bu dünyadan göçtü. Onun birkaç yılda payitahtta yaptığı çalışmalar attığı tohumlar Osmanlı ilim dünyasında filizlendi. Bu kıymetli bilgin kendisinden yüzyıllara miras olarak birçok güzide eser bıraktı. Bu değerli Alimin kabri Eyüp Sultan Camii haziresindedir. 90 yaşında Peygamberimizin ( sav) müjdesine layık olabilmek için binlerce kilometre yol gelerek surun dibinde rahmeti rahmana kavuşan Halit İbni Zeyd ( Eba Eyyubel Ensari) hazretlerine komşu oldu. Rahmetle…….
.
|
Bugün 486 ziyaretçi (641 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|